ZEKİ AMA... - Gazete ETÜ

Transkript

ZEKİ AMA... - Gazete ETÜ
Gazete Etü yıllar sonra
yeniden yayın hayatına
başladı. Genel Yayın
Yönetmeni Haydar
İleli’nin kaleminden ilk
köşe yazısı sayfa 3’te.
19 Mayıs 2016
Tarihin tozlu raflarını
araladık: Ahmet Yaşar
Ocak ile yaptığımız
söyleşi sayfa
10-11’de.
9
Bir başkadır TOBB
ETÜ’de öğrenci olmak.
Kendine has durumları
barındırır. Peki ya hep
duyduğunuz cümleler...
Ali İhsan Sarı sizler için
listeledi.
Yıl: 1 Sayı: 1
14
Hep aynı kafe, avm’ler
sıkıcı olmadı mı artık?
Başka başka deneyimlerin zamanıdır şimdi.
Şule Demir’in Satranç
Müzesi izlenimleri.
7
Kadın cinayetleri
kanayan bir yara .
Kelimeler kifayetsiz
kalıyor konuştukça.
Lakin daha çok ses
çıkarmalı şiddete karşı.
8
ZEKİ AMA...
Günlük rutinimizde bile yer edinmeye başlayan
ve geçtiğimiz günlerde adından sıklıkla söz
ettiren yapay zekayı geçmişten günümüze dönüm
noktalarıyla inceledik. Sayfa 16-17’de haberimizi
bulabilirsiniz.
AHMET DENİZ ZENGİN * AHMET SUAT ÖZDEMİR *ALİ İHSAN SARI * ALPEREN
AVŞAR * BEYZA ÖZBEK * EMRE YILMAZ * GİZEM KAYA * HAMİDE YAZER *
HAYDAR İLELİ * HANİFİ CAN TÜRKOĞLU * İREM ŞERBETCİOĞLU * KAĞAN
ALTUN * OĞUZHAN TÜRKER * ÖZLEM KURTCU * RUKEN ÇAKAN * SABRİYE
ÖZDENİZ * ŞULE DEMİR *ÜMMÜHAN AZADE GÜLMEZ
İlk defa duyuyorsanız
inanamayacağınız
bir şirket üstelik
yerli. Beyza Özbek
Edelkrone’u anlattı.
9
Kendimize ne kadar zaman
ayırıyoruz veya düşünüyor
muyuz? Hanifi Can
Türkoğlu yazdığı yazısıyla
bu sorulara ışık tutuyor.
2
Bu sayfayı
senin için ayırdık
TOBB ETÜ’lü.
Söyleyecek çok fazla sözünün olduğunun farkındayız.
Bizimle paylaşmak ister misin?
Bekliyoruz.
#GazeteEtü
KÜNYE
SAHİBİ
TOBB EKONOMİ VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ
ADEM ŞAHİN
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
CAHİT UYANIK
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
HAYDAR İLELİ
SOSYAL MEDYA KOORDİNATÖRÜ
EDİTÖR
TASARIM
ŞULE DEMİR
RUKEN ÇAKAN
Yayın:Yerel Süreli
ISSN: 2146-5142
Tarih :19 Mayıs 2016
e-posta
[email protected]
BEYZA ÖZBEK
ÖZLEM KURTCU
HAYDAR İLELİ
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
Adres: TOBB ETÜ, Söğütözü Caddesi No:43
Söğütözü/ANKARA
www.gazeteetu.com
3
HAYDAR İLELİ
Yıllar Sonra Merhaba
N
elere karşı duyarsızlaştığımızın farkında mısınız?
Bu soruya cevap vermek oldukça güç ama neleri
daha çok duymaya başladık diye sorsam muhtemelen
aklınıza binlercesi gelirdi. Neleri duymak istediğimizi
sorsam peki? Ya da neleri anlatmak istediğinizi
benimle paylaşır mısınız? Sormak cevaplamaktan
her zaman daha kolay olmuştur, cevaplamak da
paylaşmaktan.
Bazen canınızdan kanınızdan birşeyler paylaşırsınız,
bazen malınızdan mülkünüzden bazen küçücük bir
tebessümdür paylaştığınız, bazense dertlerinizdir
yükü omuzlarınıza ağır. Bazen de içinize
sığdıramadığınız hayallerinizi paylaşırsınız. Çünkü
hayaller, paylaşıldıkça hayat bulur.
Gazete ETÜ ekibi kurduğu hayalleri bugün sizlerle
paylaşıyor. Gazete ETÜ’nün 2011’de başlayıp ara
verilen yolculuğu yıllar sonra kaldığı yerden yepyeni
bir heyecanla devam ediyor. “Gazete çıkarmak
zor iştir, gazete disiplindir, gazete ciddiyet ister”
tabularını bir kenara bıraktığımız ancak düzensizliği
elden bırakmadığımız ekibimizle azami özveriyi
göstererek hazırladığımız bu e-gazetede bizden
birer parça kendinizden onlarcasını bulacağınıza
eminim. Toplumsal konularda düşüncelerimizi, bilgi
birikimimizi, tecrübelerimizi kısacası hayallerimizi
Gazete ETÜ aracılığıyla sizlerle paylaşacağız. Söylemek
istediklerinizi söyleyecek, duymak istediklerinizi
soracak ve dahası neleri duyamadığımızı yazacağız.
Hayatta en hakiki mürşit diye
tanımladığın “İlim ve Fen ve İhtisas
nerede varsa, Sanat nerede varsa,
gidip öğrenmeye mecburuz.”
Saygıdeğer hatıranı bir kez daha
minnetle anıyoruz.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma
Gençlik ve Spor Bayramı
kutlu olsun.
gazeteetu
etugazete
Bir öğrenci gazetesi olmakla kalmayıp, en büyük
hayali, hayallerini paylaşmak olan bir ekip olma
yolunda attığımız bu ilk adımda gecesini gündüzüne
katıp bana destek olan ve emeği geçen tüm ekibime
teşekkür, bu imkanı sağlayan hocalarıma minnet,
hayallerimize önayak olan Öğrenici Konseyine de
vefa borçluyum. Ve siz bu ortamın sağlanmasından
tutun da paylaşacak hayaller kurmamıza dahi sebep
olan, bugünden sonra bizleri yalnız bırakmayacağına
inandığımız okuyucularımıza da yıllar sonra merhaba.
Ayrıca sözlerimi bitirirken 19 Mayıs’ın geçmişte
olduğu gibi ülkemize güzel başlangıçlar getirmesini
temenni eder, Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor
Bayramı’nı kutlarım.
Bugün Başlangıçlar günü!
Hoşgeldin Gazete ETÜ!
gazeteetu
www.gazeteetu.com
4
BAHAR 2016
Diksiyon Kursu
Okulumuzun aktif topluluklarından biri olan Radyo Etü düzenlediği diksiyon
kursu ile üniversitemizde adından sıkça söz ettiriyor. Kurs için eğitmen olarak
TRT’nin ünlü spikerlerinden Erdoğan ARIKAN ve Hünkar MUTLU’yu okulumuzda
ağırlayan Radyo Etü bu etkinlik kapsamında hem gelecek dönem yayın yapacak
arkadaşlarımıza programlarında yardımcı olmayı hem de okulumuz öğrencilerinin
topluluk önünde hitabet gücünü geliştirerek insanlarla iletişim kurabilmeleri
konusunda eğitim vermeyi amaçladı. 8 haftalık program okulumuz öğrencilerinden
yoğun ilgi gördü. Sizler de Radyo Etü’nün etkinliklerini ve yayınlarını takip etmek
isterseniz http://www.radioetu.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Müzikle Biz Bize
Biz Tasarım Atölyesi kulübü olarak sanatla ve tasarımla ilgili her alandan biraz beslenerek güzel şeyler yapmak için yola
koyulan şimdilik küçük bir ekibiz. Çoğunlukla okuldan biraz uzakta, ama aslında içinizdeyiz, yani Teknoloji Merkezindeyiz.
Aynı kampüs(!) içindeyiz ancak dersi stüdyolarda olmayanların pek uğramadığı bir yer burası. Akustiği güzel yüksek tavanlı
stüdyolarımızın müzik yapıp dinlemek için biçilmiş kaftan olduğunu düşündük. Müziğin birleştirici gücüyle bir araya gelip
gülüp eğlenebileceğimiz, tanışıp kaynaşabileceğimiz, çay içip muhabbet edebileceğimiz, canlı müzik dinleyebileceğimiz, tabiri
yerindeyse bir etkinlik dizisi yapmak istedik. İsmini de “Müzikle Biz Bize” koyduk.
Adı üstünde ‘biz bize’. Kendimiz çalıp kendimiz dinliyoruz. İlk etkinliğimiz türküler konseptinde Tekno’nun stüdyolarından
birinde gerçekleşti ancak ana binada, Nar’da, bahçede, avluda hatta cam merdivenlerde dahi olabiliriz. Jazz, Blues, Rock
her türlü tarza ve konsepte açığız. Etkinlikler ünlü sanatçıları anma, vefa programları şeklinde veya güncel olaylarla ilgili
farkındalık amaçlı, müziğin araç olup erişebildiği her konuda olabilir. Aslında bu haber küçük bir ilan niteliği de taşıyor.
Okulumuzda müzikle ilgilenen, enstrüman çalan, şarkı söyleyen, ben yaparım diyen gönüllü arkadaşlarımız varsa bir sonraki
etkinliğin kahramanı olabilirler.
TOBB ETÜ ailesi, bu imece usulü iyi niyetli projeyi öksüz bırakmamanız dileklerimizle, kimimiz var birbirimizden başka...
TOBB ETÜ’de Hipnoz Konferansı Düzenlendi
TOBB ETÜ Sağlık ve Biyomedikal Bilimler Topluluğu tarafından 11 Şubat 2016
tarihinde TOBB ETÜ Konferans Merkezi’nde “Tıbbi Hipnoz” konulu konferans
gerçekleştirildi. Konferansa Ankara Tıbbi Hipnoz Derneği(ATHD) Başkanı Uzm.
Dr. Dilek TÜRKOĞLU ve Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Osman ÖZCAN konuk edildi.
Konferansta hipnoz nedir, hipnoz hakkında doğru-yanlış bilinenler, bilinmeyenler,
kullanım alanları ve hipnozun tıpta hangi durumlarda hangi amaçla kullanıldığına
dair bilgiler verildi. Hipnoz uygulamalarının da yapıldığı konferans konuşmacılar
adına TEMA ormanlarında diktirilen fidan sertifikalarının takdim edilişi ile son
buldu.
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
İskitler Konferansına İlgi
5
BAHAR 2016
TOBB ETÜ Tarih ve Felsefe Topluluğu organizasyonuyla 9 Şubat 2016 tarihinde
“İskitler” konulu konferans gerçekleştirildi. Konferansa konuşmacı olarak Gazi
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İlhami Durmuş katıldı.
Prof. Dr. Durmuş konuşmasında, İskitler ’in kökenine, nerede ve nasıl yaşadıklarına,
siyasi hayatlarına, geçim kaynakları ve ekonomik uğraşılarının neler olduklarına,
onlardan günümüze eser olarak nelerin kaldığına değindi. Durmuş, öğrencilere bu
konu hakkında ortaya çıkan yeni problematiklerin araştırılması yönünde tavsiyelerde
bulundu.
Konferans, katılımcıların Prof. Dr. Durmuş’a sorduğu soruların cevaplanmasıyla sona
erdi.
Kahve Kültürü ve Girişimciliği
TOBB ETÜ Yönetişim ve Liderlik Topluluğu organizasyonuyla 15 Şubat 2016 tarihinde ‘’İçimizden Biri - Kahve Kültürü ve
Girişimciliği’’ adlı etkinlik gerçekleştirildi.
Etkinliğe konuşmacı olarak Caffemio Zincir Sahipleri Mehmet Yamak, Boğaç Yamak ve World Brewers Cup 3.sü Aslı Yaman
katıldı. Mehmet Yamak ve Boğaç Yamak konuşmalarında, kahve girişimciliğinden, kendi işletmelerinin oluşum süreçlerinden
ve bu süreçte karşılaştıkları zorluklardan bahsettiler. Aslı Yaman ise kahve
kültüründen, kahve seçimi yaparken dikkat edilmesi gereken unsurlardan,
katıldığı kahve yarışmalardan ve başarı süreçlerinden bahsetti. Etkinlikte Aslı
Yaman, Mehmet Yamak ve Boğaç Yamak önderliğinde, kurulmuş olan kahve
atölyesinde gerçekleşen kahve demlemesi ardından kahve tadımı yapıldı.
Kahve kültürü üzerine soru-cevap ve sohbet ardından, Caffemio sorulara doğru
cevap veren katılımcılarımıza kahve hediyesinde bulundu. Etkinlik, Aslı Yaman’ın
kahve üretimi ile ilgili gösterdiği kısa film ile son buldu.
LK’16
TOBB ETÜ Endüstri ve Verimlilik Topluluğu, kısa adıyla ETÜ EVT, 9 Kasım
2005 tarihinde toplamda 30 aktif üyesiyle bu keyifli yolculuğa başlayan bir
öğrenci topluluğudur. Topluluk önce sadece endüstri mühendisliği bölümünden
öğrenci alırken, zaman içinde bünyesini genişletip bütün bölümlerden üye alan
ve şuan 300 aktif üyeyle bu yola devam eden Türkiye’nin en büyük öğrenci
topluluklarından biri olarak aktif faaliyetlerini sürdürmektedir. Topluluğun yılın
farklı zamanlarında düzenlediği teknik geziler, tek günlük seminer ve söyleşilerin
yanı sıra; her yıl geleneksel olarak düzenlenen iki ana etkinliği bulunmaktadır;
“Liderlik Kampı” ve “Yaz Okulu”. Her yıl Mart ayının ilk iki haftası içinde
düzenlenen ve EVT’nin gözbebeği olarak anılan Liderlik Kampı, çalışmalarına
aylar öncesinden başlanan; eğitim,sponsorluk ve tanıtım komitelerinin 6 ay boyunca sıkı ve disiplinli bir şekilde çalışmasının
sonucu olarak ortaya çıkan inanılmaz bir takım çalışması ürünüdür. Eğitim komitesi aylar öncesinden etkinlik konseptine
göre uygun olan ülkenin alanında en başarılı liderlerini bulmak için hummalı bir çalışma sürdürürken, fuaye alanını en renkli
şekilde doldurabilmek ve katılımcılarına keyifli bir organizasyon alanı sunmak için sponsorluk ekibi aylar boyunca ciddi
sponsorluk görüşmeleri gerçekleştirir. Tanıtım komitesi ise sosyal medya, şehir içi ve şehir dışı standları, internet istesi,
afişler ve renkli tüm görseller gibi bütün tanıtım mecralarında sarfettiği aktif eforla organizasyonu yurt genelinde lanse eder
ve duyurur. Sonuçta, her bir üyesinin ayrı ayrı emek sarfederek ortaya çıkardığı Liderlik Kampı etkinliği sayesinde ETÜ EVT,
bütün katılımcılarına gerek gece eğlenceleri gerek gündüz seminerleri ile unutulmaz bir 3 gün yaşatır. Disiplinli yürütülen
çalışmaların ve düzenlenen etkinliklerin yanı sıra; üyeler içi iletişimi kuvvetlendirme ve ekip olma bilincini büyük ölçüde
önemseyen ETÜ EVT; sık sık organize edilen bowling turnuvaları, piknikler, partiler ve açık hava sinemaları sayesinde,
üyelerine tekdüze bir çalışma düzeninden ziyade eğlenceli ve rahat bir çalışma ortamı sunmaktadır
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
6
SABRİYE ÖZDENİZ
Erasmus Yolunda
Ü
niversite yıllarının en keyifli, en eğlenceli, en özgür dönemidir Erasmus dönemi. İster
öğrenim hareketliliği ile gidin ister staj, üniversite hayatınızın bu dönemi, gittiğiniz
yer neresi olursa olsun, farklı bakış açıları kazandıran, ön yargıları yıkan, ufuk açıcı bir
zaman dilimidir. Gittiğinizde görecekleriniz beklediğinizden çok daha fazla etkileyecektir
sizi. Irmak kıyısında kurulan şehirlerin büyüsüne kapılacak, dünyanın dört bir yanından
öğrencilerle kaynaşacak, dünya ile gerçek anlamda iletişime girme imkânı bulacaksınız.
Avrupa’ya gidecekseniz eğer, sınırları okyanuslara dayanan bir seyahat alanınız olacak.
Interrail yaparak görmeyi hayal ettiğiniz yerleri kısa zamanda ziyaret ederek Avrupa’yı
fethedebilir ya da Erasmus topluluklarının düzenlediği turlara katılarak otobüsle ülkeler
aşabilirsiniz. Gidip göreceğiniz her köşe Avrupa’nın başarı ve efsanelerle dolu tarihini,
tarihinden izler taşıyan kusursuz mimarisini, mimarisine ilham veren sanat ve edebiyatını
yansıtan büyüleyici yerler.
Erasmus başvurunuz kabul edildikten sonra bir süre buna inanamayabilir
ya da bunu idrak edemeyebilirisiniz. Başvuru bu yolda atılan ilk adım sadece.
Kabul mektuplarınız geldikten sonraki süreci çok iyi takip etmeniz gerekiyor.
Pasaport, vize, banka işlemleri derken yorucu hazırlıklar sizi bekliyor. Bir yandan
hazırlıklarınızı yaparken diğer yandan gideceğiniz okul ve ülke ile ilgili araştırmalar
yapmanızda fayda var. Zira burada yapmanız gerekenlerin yanında orada da
halletmeniz gerekecek birkaç işlem var. Sadece vize almak ve pasaport çıkartmak, bir
ülkede misafir olmak için yeterli değil elbette. Gittiğinizde kalacağınız yeri önceden
ayarlamanız; yurt imkânlarını araştırmanız, yurdun haricinde kalabileceğiniz yerlere
bakmanız vardığınızda zorluk çekmemeniz için iyi olacaktır. Ülkeye vardığınızda
ilk iş olarak üniversitenin Erasmus ofisine uğramalı, yurtta kalacaksanız yurt için
gereken işlemleri yapmayı unutmamalısınız. Birkaç günlük koşuşturmadan sonra
geriye sadece Erasmus sürecinin tadını çıkarmak kalacak.
Bu süreç, yeni yerler keşfetmenin, eğlenmenin, farklı kültürlerle kaynaşmanın
dışında yabancı dilinizi geliştirmek için elinize geçecek en büyük fırsattır aynı
zamanda. Gittiğiniz ülkelerin birçoğunda İngilizcenin iyi derecede konuşulduğunu
göreceksiniz. İkinci yabancı diliniz de gittiğiniz yerin anadili ise, bu, sizin için
bulunmaz bir velinimet olacak. Zorluk çekmemek için Türk arkadaşlarınızla ya da
Türk tanıdıklarınızla birlikte hareket etmeyi düşünebilirsiniz. Siz farkında olmadan
akıp giden zaman içinde bunun sizin yabancı arkadaşlarla iletişiminize ve dolayısıyla
dil becerilerinizi geliştirmenize olumlu anlamda etki ettiğini göreceksiniz. Bu yüzden
eğer Erasmus’a gitme amaçlarınızdan biri yabancı dilinizi geliştirmekse elinize geçen
fırsatı en iyi şekilde değerlendirmelisiniz.
Hayatınızın en güzel hatıralarını
biriktirdiğiniz üniversite yıllarında
birkaç aylık bir rüya Erasmus.
Uyandığınızda meyvelerini gerçek
hayatta toplayabileceğiniz bir rüya.
Dünyanın bin bir türlü rengini hayatınıza
çalın. Fırsatların hepsini değerlendirip
unutulmaz anılar biriktirin. Bütün
imkânları kullanıp hatıralarınızı Erasmus
ile renklendirmeye fazlasıyla değer.
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
7
RUKEN ÇAKAN
AHMET DENİZ ZENGİN
“Hidrolik Selam” Sistemi
Bunca Ölüm Niye?
A
sansör benim gibi her TOBB ETÜ’lünün
gününün önemli bir kısmını geçirdiği bir
icat. Bu meret iyi hoş, güzel, insanın yükünü
hafifletiyor, benim gibi üşengeçleri kalori
yakmaktan kurtarıyor. Faydaları pek fazla.
Yurtta kalan biri olarak hayatımın daha da çoğu
bu icadın içinde geçiyor.
Bu öyle bir icat ki herhalde okulda B69
sınıfından sonra metrekareye en çok
insan düşen bir yer. Pek çok zaman katları
tırmanırken yalnız olmuyorsunuz çünkü.
İşte burada işler biraz değişiyor. Ne mi
oluyor? Bir hatırlayın. Cebinizden telefon
çıkıyor, yok yere tuş kilidi açılıyor, gereksiz
bir iki klasöre giriliyor. İstediğin kata
geldiğin zaman hızla kaçılıp gidiliyor. Bu
gerginlik neden? Biziz. Sensin. Sizsiniz.
Gördüm de söylüyorum. Peki, neden bu
gerginlik? Peki, neden bu birden çekip
gitmeler? Bir selam ver giderken yahu.
Ben bunu kendim için kırmaya çalıştım
ve asansör dostlukları edindim. Tamam,
öyle uzun sohbetlerimiz yok. Oturup
kahve falan içmişliğimiz de yok. Lakin yurt
asansöründe, okulda birbirimize selam
verdikçe kısa süreliğine de olsa yüzümüz
gülüyor. Birbirimizde bunu yaratabiliyoruz.
Hadi bunu da geçtim telefonumu boşu
boşuna kurcalayıp şarj yemiyorum. Yani
diyeceğim o ki dolandırmadan lafı, asansörde
birbirimize selam verelim yahu. Günaydın
diyelim, iyi günler falan diyelim. Ben hala
alışma sürecindeyim lakin inanın zor
olmuyor. En azından bana verebilirsiniz, hiç
yadırgamadan selamınızı alırım.
Efendim ilk sayımızda köşemizi böyle
işgal ettik. Verimli olmadığını düşünen
olursa sevdiklerine selam ileten bir metni
yollarlar ise diğer yazıda yayınlayabilirim.
Bu arada bir amme hizmeti yapmadan
geçemeyeceğim. Asansörden bahsettik
madem, ufak bir bilgi verelim hazırlıktaki
arkadaşlarımız için. Büyük olan asansörde
istediğiniz kata ulaşmanız için, katınızın iki
katına basmanız yeterli olacaktır. Hepinize
‘’iyi günler’’.
gazeteetu
…Ve kadınlar
Bizim kadınlarımız:
Korkunç ve mübarek elleri
İnce, küçük çeneleri ve kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yarimiz,
Ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
Ve soframızdaki yeri
Öküzümüzden sonra gelen…
Nazım Hikmet
O
luk oluk kanamaya devam eden bir yara, ne diniyor ne de dindiriliyor. Değişen
isimler ve tarihlerle bu yara daha da açılıyor. Öldürülüyoruz, bazen bir “sebeple”
bazen de “sebepsiz”. Ana, bacı, sevgili, eş dinlemiyor bu ölüm. Kimi zaman “tutkuyla
sevmek” ile gösteriyor kendini, kimi zaman “bu saatte ne işi vardı” nidalarıyla, kimi
zamansa “tahrik oldum”larla ve en acısı da bildiğimizden/öğrendiğimizden çok farklı
“töre”yle…
O zaman sormak istiyorum; hangi sevgi öldürebilir, ya da dışarıda gezmenin belirli
bir saati mi vardır? Ya da bir kıyafet –ne olursa olsun; ister etek, ister pantolon- bir
insanı nasıl tahrik edebilir? Binlerce yıllık bu kadim toprakların hangi töresi ölümü
emredebilir? Ya da en düz haliyle; Neden öldürülen hep kadın? Neden; giyimine,
hangi saatte dışarıya çıktığına, ne pahasına olursa olsun boşanmamasına, kendisini
sevene olumlu cevap vermesi gerektiğine, ya da sadece “hayır” demesine dikkat
etmesi gerekenler kadınlar? Ölüm ne zaman bu kadar sıradan oldu bizler için;
gazetelerin “üçüncü sayfaları” cadde ortasında eski kocası/sevgilisi tarafından
defalarca bıçaklanan, o da yetmeyip cesetleri yakılan kadınların fotoğraflarıyla
doluyken…
Öldürülen kadın: kadının adı Özgecan, Dilek, Değer, Münevver, Güldünya, Hatice,
Aysel, Songül, Ayfer ve daha nicesi. Yaşları henüz yaşayamadıkları o en güzel yaşlar.
Malum kadına olan saygımızdan yaşını sormayız ya, öldürürken de sormuyor hiçbir
bahane. Memleketler: doğu, batı, kuzey, güney. Failler: koca, sevgili, oğul, akraba…
Öldürülen kadın: o kadın anne, eş, kardeş, sevgili, gelin, arkadaş…
Verilen cezalar ortada, her gün –duyduğumuz ve gördüğümüz kadarıyla- cinayetlere
bir yenisi daha ekleniyor, bir öncekinin yasını bile tutamadan. Kadına yaşama
hakkını bile tanımayanlar ya elini kolunu sallaya sallaya dolanıyor aramızda, ya da
bir süre yatıp, kaldığı yerden dönüyor hayatına. Ne yazık ki kadın ölümleri bunca
acıya rağmen“üçüncü sayfa haberi” olmaktan öteye gidemiyor, normalleşmeye
başlıyor. Yıllar önce sofradaki yeri öküzden sonra gelen kadının, artık sofrada yeri
bile olmuyor…
Her şeye rağmen ‘sevgiyle’ kalın…
İllüstrasyon için Bilgehan Bölek’e teşekkür ederiz.
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
8
EMRE YILMAZ
BEYZA ÖZBEK
Başka Bir Şey
Okumadığın Gün Karanlıktasın
S
B
izler de takdir edersiniz ki kitap okumak güzeldir ve hem kişisel hem de
toplumsal gelişim açısından şarttır. Bu önermenin aksini ise hiç kimse iddia
etmeyecektir. Buna rağmen diğer ülkelerle karşılaştırılmalı olarak kitap okuma
oranlarına baksak hezimetimiz hemen farkedilecektir. Bence de tuhaf. Hem kitap
okumanın çok önemli olduğuna dair toplumda mutlak bir inanış var hem de bunu
yerine getirmemek için ileri düzeyde bir inat.
u youtube kanalına daha önce denk
gelmediyseniz, sizi profesyonel
hayata motive eden bir iş ortamıyla henüz
karşılaşmadınız demektir. Black Diamond, NAB
ve Reddot gibi önemli ödüller almış Edelkrone
isimli inovasyon firmasının kanalı olan ‘’Başka
Bir Şey’’ ; kim olduklarını, ne yaptıklarını
ve ne şekilde yaptıklarını samimi bir şekilde,
bölümler halinde izleyicisiyle paylaşıyor. Aynı
zamanda kendi doğrularını, kendi yöntemleriyle
göstererek modern iş hayatının düzenine bir
anlamda kafa tutuyor.
Yüzde yüz yerli sermaye örneği olan
Edelkrone, 2009’da Kadir Köymen tarafından
Ankara’da kurulmuş ve kamera aksesuarları
üzerine uzmanlaşmış bir firma. Türkiye’de
en çok ihracat yapan ve en çok patente sahip
şirketlerden biri olması, Edelkrone’u vizyoner
bir marka haline getirmiş. ‘’Tomorrow’’ adını
verdikleri çiçeği burnunda ofislerinde ise
yarına dair bir şeyler yapma peşindeler. Bu
AR-GE merkezi tadındaki ofis, videolardan
anlaşıldığı kadarıyla şirketin ‘’ilham merkezi’’.
İçinde çalışan insanlar da tamamen yeni
bir şeyler bulmaya ve problem çözmeye
odaklı. Küresel bir farkındalığın oluşmasını
isteyen bu insanlar; işe kendi problemlerini
çözmekten başlıyor ve yeni bir fikir
bulduklarında, -çalıştıkları ekip tarafından
onaylanırlarsa- tasarlıyor ve en nihayetinde
de üretiyorlar!
Şirketin en dikkat çekici özelliklerinden biri
de hiyerarşi sistemleri: Burada alt-üst yok.
Edelkrone çalışanları maaşlarına, tatillerine,
mesai saatlerine ve daha birçoğuna kendileri
karar veriyor. Nasıl mı diye sordunuz? Bir
yazılım sayesinde. İçinde her çalışana verilmiş
100 puanı bulunan bu yazılım, kişilerden 100
puanlık yetkiyi ekibi arasında paylaştırmasını
istiyor. Verilen puanları kimse bilmiyor, tüm
oranlar yazılımda saklanıyor. Sonuç olarak
bir karar alınırken, ekibin içindekiler bir
oylamaya tabii tutuluyor ve herkesin yetki
oranına göre karar yazılım tarafından
değerlendiriliyor . İşte bu kadar.
Belki insanlık için küçük bir ofis, ama yine
insanlık için büyük bir adım olabilecek iş
mizacı. İlham alınması gereken, kafamızı açan
bir şeyler… Çokça edindiğiniz spoilerdan
sonra, içinizde bir tutam heyecan oluştuysa,
bu sefer ‘’Gavurun oğlu yapmış be’’ dedirten
değil de biraz milli duygular kabartan şu
-başka bir şey-leri izleyelim mi?
gazeteetu
Bu problemi nasıl çözeriz diye düşününce aklıma gelen ilk nokta, bir
davranışın nasıl umumileştirilebileceği sorunu. Evet bir davranışın insanlar
arasında umumileşebilmesi için kişilerin birbirlerini ciddi anlamda o
davranışı yapmaya teşvik etmesi gerekir ve bu davranışın aksi yönünde
hareket edilmesinin yadırganır olması gerekir. Teşvik etme meselesine
değinecek olursak bunun başarılabilmesi herkese hitap edebilen iletişim
araçlarının bu yönde kullanılmasıyla ve çeşitli iktidar alanlarındaki otorite
sahiplerinin bu işe sahip çıkmasıyla mümkündür. Bu yüzden özellikle
televizyonlarda yazarlara daha fazla yer verilmelidir yoksa televizyonları
yalnızca eğlence aracı olarak kullanmak ahlaki ve kültürel anlamda bir çöküşe
sebep olacaktır. Gecelere kadar daha kendi kişiliğini oturtamamış sayısız
ünlünün yaşantısını insanlara sunmak ahlaki bir soykırımdır ve hakeza bize
çok yabancı ve zıt değerler, temeller üzerinden senaryoları inşa edilen dizi ve
filmler de aynı neticeyi verecektir, veriyor da. Öyle ki kişi hiç ilgi duymadığı
hatta varlığından rahatsız olduğu ünlülerden, onların arasındaki magazinsel
ilişkilerden bile istemediği halde haberdar olmasına rağmen çoğu kitabını
ilgiyle okuduğu yazarla yolda karşılaşsa onu tanıyamayacaktır. İşte bu
durumun sebebi televizyonculuğun yapıcılıktan alabildiğine uzak durması
ve eğlenceyi yegane amaç edinmesi ve bunu dayatmasıdır. Bu durumun
neticesinde ise yazarlar ve kitaplar sürekli gündemin haricinde kalmakta,
kişileri harekete geçirecek saik olan merak hep uykuda kalmaktadır.
Teşvik meselesinin ikinci ayağına gelecek olursak çeşitli alanlardaki otorite
sahiplerinin kitap okunması gerektiğini sürekli vurgulaması gerekir. Bunu
hem söylem olarak hem de fiilen gerçekleştirmelidirler. Mesela kitap fuarları
kitaplara duyulan ilginin insanlar açısından zirveye ulaştığı yerlerdir. Bu
ilginin kolaylıkla gözlemlenebiliyor olmasına rağmen bir şehirde kitap fuarı
bir defa ya kurulur ya kurulmaz. İşte otorite sahipleri bu organizasyonları
gerekirse kendileri düzenlemelidir çünkü ihtiyaç var. Yine bu alanda
otorite sahibi olan tanınmış yazarlar gerekirse( ki gerekiyor bence ) taşra,
ilçe, köy demeden okul okul dolaşıp söyleşiler yapmalıdırlar. Sadece bu
bahsettiklerimiz bile yerine getirilse az zamanda ne kadar yol katedeceğimizi
herkes görecektir.
Aklıma gelen bir başka mesele ise kitapların ulaşılabilirliği sorunudur.
İşe kitap fiyatlarından başlayabiliriz. Maalesef kitap fiyatları herkesin
ulaşabileceği miktardan fazla. Bu yüzden fiyat sorununu aşmak adına
kütüphaneleri zenginleştirme yoluna gitmeliyiz. Her okulun kütüphanesi
olmasına rağmen ya kapısı kilitlenecek kadar raflar boş ya da okunmaktan çok
uzak kitaplardan teşekkül etmiş durumdalar. Artık kendimizi kandırmaktan
vazgeçip okul kütüphanelerini sıfırdan yenileyip okunacak kitaplarla
donatmalıyız. Bunun için çok ciddi fedakarlıklara gerek yok sosyallik adına
düzenlenen etkinliklerden bir iki defa vazgeçsek kim bilir kaç okul nitelikli
kütüphanelere kavuşacaktır.
Sizlerin de gördüğü gibi sadece birkaç hamlede nesilleri işe yaramaz olmaktan
kurtarıp daha nitelikli hâle getirebiliriz. Artık yakınmayı bir kenara bırakıp
istemeye ve yapmaya başlayalım.
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
9
ALİ İHSAN SARI
List-ETÜ
I
HANİFİ CAN TÜRKOĞLU
Ruhumuz Nerede?
nka tapınaklarına gitmek isteyen Avrupalı arkeologlar, bir
Kızılderili rehberle yola çıkıyor. Yolu yarıladıktan bir müddet
sonra Kızılderili rehber anlamsız bir şekilde birden yere oturuyor
ve beklemeye başlıyor. Buna anlam veremeyen arkeologlar
rehbere bu yaptığının sebebini sorduğunda ise manidar bir cevap
alıyorlar: Çok hızlı ilerledik, ruhumuz geride kaldı.
Okulda Duymaktan Sıkıldığınız 13 Cümle
(Dikkat Otosansür İçerir)
Burdan Aşti’ye kadar bizimmiş.
Madem açmayacaksınız, verin bize şu halısahanın
işletmesini para kazanalım.
Abi bizim okulda hiçbir şey yapılmıyor, bak diğer
üniversitelere.
Armada’ya gidiyorum, seni de atıyım.
Aslında bu kulüp işleriyle falan uğraşmak lazım ya. Evet parti
yapcam. Dj’im ben.
Son stajı naylon yapıp IBT kascam. İngilizce abi İngilizce.
Abi çıkmış çöz ya. (Toefl’a 8 kere girdi.)
Sen ne diyosun bi’ keresinde şenliğe Sezen Aksu gelmiş.
Otomata gidiyosan bana da bi’ sandviç al. Dur parasını
veriyim. Şşşş.
Abi ben kendi işimi kurcam ya! Konsept kafe açıcam
Çukurambar’a.
Fuayede yer yok, Nar’da çalışalım. (Çantayı bırakan gitmiş.)
Şu YDB’den bi’ kurtulayım, sadece otoparka yanlamaya
gelirim.
Spora yazılalım mı? Gitmeyiz sonra, ne dersin.
Bonus: Pardon! Tunncer Bankası Genç Kartınız var mıydı?
Bonus 2: Abi olmamış yaa! (Ben daha iyi yapardım ama
yapmıyorum çünkü eleştirmek daha kolay.)
Sevgili dostlar, bizim Kızılderili rehber mi çok hassas,
yoksa biz mi çok kayıtsızız? Acaba bizim ruhumuz nerede
kaldı? Hangi tiviti atıyorken, hangi sinepi çekiyorken, hangi
vaynı izliyorken hızımıza yetişemedi? Bilemeyiz belki terk
edildiğimizde bu saydığım eylemler dünya üzerinde henüz
vücut bulmamış da olabilir. Ayrıca –toplumların da ruhlarının
var olduğu varsayımını kabul ederek- içtimaî ruhumuzun
vaziyeti ne âlemdedir?
Elbette bu soruların cevabını bulmak kolay değildir. Ancak
ruhumuzu bir yerlerde bıraktığımız da aşikâr.
Öyle ki sahip olduğumuz fikirlerimiz, yaşam tarzımız,
inançlarımız bizi diğerlerinden eksik hissettiriyorsa ve ifade
etmekten çekiniyorsak; hedef ve hayallerimizde Anadolu’ya
yer kalmamışsa bencilliğimizden; içimizden sorduğumuz
sorulara cevaplarımızda “bana ne”ler artmışsa bir sorunumuz
olmalı dostum. Selam alıp vermeyi unutmuşsak, birbirimizin
halini soramaz olmuşsak, özgüvensiz bakıyorsa gözlerimiz
irdelememiz gerekir bu durumu.
İçtimai ruhtan bahsetmiştik. İçimizde bu toprakların ekmeği
ve suyuyla beslenip, gugıl öörtten bakıyormuşçasına yapayca
halkına bakan, iz’ansızsa devletine çatan aydınlar türemişse,
belki de ruhu bedenden ayıran özel ameliyathaneler
kuruludur bilmediğimiz yerlerde. Acı haberleri kanıksıyorsak,
mazlumla empati kuramıyorsak, bir yerlerde öksüz ve
yetimlerin varlığı hatırımıza gelmiyorsa yahut geldiğiyle
kalıyorsa vuslat ırak olmalı ruhumuzla.
Tabii bu noktada “Niçin biz bu hale geldik?” sorusuna
cevap aramak bizim için daha faydalı olabilir. Iskaladığımız
noktaları fark edersek belki bir yol buluruz.
Mesela, tarihimizle pek ilgilenmediğimizden olabilir mi?
Kadim kültürümüze yabancı kalmamızdan, bize miras
kalan değerleri bilmediğimizden olabilir mi? Birbirine fikrî
manada çok benzer kişilerle bir çevreyle oluşturduğumuz
çapsız dairenin içinde mi hapsolduk? Hep ışıklı kafelerde
oturduğumuzdan da olabilir. Mesela eksantrik bulduğumuz
bir kıraathanede yaşlı bir amcanın kelamında saklıdır
ruhumuza giden yolun haritası. Fazlaca konuşulmayı
hak etmeyen konuları konuşmaktan, fazlaca sevilmesi
gerekmeyen şeyleri sevmekten ötürü bu kayboluşu
yaşıyoruzdur.
Sevgili dostlar, arayış serüvenimiz karamsar şekilde sona
ermesin. Eminim ki bu arayış içerisindekilerin, birtakım
çarpıklıkların farkındakilerin sayısı fazladır. Ey monoton
hayatın pençesinde kalanlar, pençede kıpırdayıp ruhunu
arayanlar: Yalnız değilsiniz.
Muhabbetle kalın…
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
10
AHMET SUAT ÖZDEMİR & HAYDAR İLELİ
BİR BİLGENİN ÖĞÜTLERİ
G
azete Etü’nün ilk sayısında, Tarih alanındaki araştırmaları ve kitaplarıyla
tanınan Üniversitemiz Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak ile sohbet ettik. Lisans eğitimini
İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamlayan Ocak, Hacettepe
Üniversitesi Tarih Bölümü’nde master ve Strasbourg Üniversitesi Türkoloji
Bölümü’nde de doktora yaptı. Doçentlik ve profesörlük unvanlarını
Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde alan Ocak, hâlen TOBB ETÜ Tarih
Bölümü’nde öğretim üyeliği yapıyor.
Yerli ve yabancı çok sayıda bilimsel makalesi bulunan Ahmet Hoca, 5
Ocak 2016 ‘da Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nın verdiği “Türk Kültürüne Hizmet Şükran Ödülü”ne layık görüldü. İslam tarihindeki
grupları, kişilikleri ve yapıları sosyal tarih perspektifinden incelerken, günümüzde de ilgiyle tartışılan birçok konuya akademik bir bakış
açısı getiren hocamızı daha yakından tanımak adına onunla keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Beğenilerinize sunuyoruz…
Ailem yetİŞmeme önemlİ bİr
İmkan sağladı
GÜNÜMÜN BİR KISMINI ERTESİ GÜNÜ
PLANLAYARAK GEÇİRİRİM
Ben taşra kasabasında doğdum,
büyüdüm, yetiştim. İlk ve orta eğitimimi
orada aldım. Babam bir esnaf idi. Aile
orta halli bir aileydi. Herhangi bir
maddi sıkıntımız olmadan büyüdüm
ve tahsilimi yaptım. Bugünkü yaptığım
mesleğe yönelmemde babamın önemli
bir etkisi oldu. Babam tarihi, özellikle
Osmanlı Tarihi’ni çok severdi. Ve
İstanbul’a dükkana malzeme getirmek
için her gittiğinde bana bazı kitaplar
getirirdi. Ben o kitapları okuyarak
derslere hazırlanıyordum, küçülüğümden
beri içimde böyle bir tarih hevesi
vardı. Muhafazakar bir ailede yetiştim.
Muhafazakar aileler tarihe çok önem
verir. Sağolsun babam bana İstanbul’da
öğrencilik yıllarımda hiçbir sıkıntı
çektirmedi. O yüzden benim özellikle çok
kitap alma imkanım oldu. O zamanlarda
kendi çapımda oldukça büyük bir
kütüphane oluşturdum. Okumayı çok
seviyorum, özellikle klasik Türk ve Batı
romanları çocukluğumdan itibaren
beni çok geliştirdi. Yine babam da tarihi
roman okumayı çok severdi. Feridun
Fazıl Tülbentçi’nin Osmanoğulları,
Yavuz Sultan Selim Ağlıyor, Barbaros
Hayrettin Geliyor gibi Osmanlı tarihi ile
ilgili romanlarını okur, ve zaman zaman
bana okutup dinlemeyi severdi. Ayrıca
eski geleneksel kültürün temsilcisi olan
Son Osmanlı zamanında yetişmiş benim
çocukluğumda epeyce yaşlı olan insanlar
da gerek evimizde gerekse babamın
dükkanında gelir hatıralarını anlatırlardı.
Böyle bir ortamda bulunmak da önemli.
O yüzden benim ailem benim yetişmeme
önemli bir imkan sağladı.
Her gün muntazaman uyguladığım,
hiç aksatmadan robotumsu bir günlük
hayatım, standard bir programım yok.
Genellikle erken yatıp erken kalkarım.
Sabahın erken saatlerinde, el ayak
ortada henüz yokken çalışmayı tercih
ederim. Herkesin yaptığı günlük işleri
ben de yaparım, fakat günümün bir
kısmını ertesi gün vereceğim dersleri
hazırlamak, ilgi duyduğum kitapları ve
özellikle çalıştığım alanda yeni çıkan
literatürü okumak, en fazla da üzerinde
çalıştığım konulara yoğunlaşmakla
geçiririm. Eskiden spora da belli bir
vakit ayırırdım, ama maalesef buna
pek fırsat bulamıyorum. Akşam
haberlerini televizyondan takip etmek,
artık pek iç açıcı olmasa da, ihmal
etmediğim bir alışkanlıktır. Çalışmaktan
yorulduğumda, ya Türk Sanat Müziği
dinler veya bilgisayara bir eski film
koyar seyrederim. Genellikle de 1970’ler
öncesi Polisiye, 2. Dünya Savaşı, Tarihi
ve Western türü Hollywood filmlerini
tercih ederim. Şimdiki aksiyon filmlerini
sevmem. Bence sinema 1970’lerden
sonra sinemalıktan çıkmış, başka bir şey
olmuştur.
gazeteetu
Tarİh konusunda toplumumuzun
gerçekten fİkrİ olduğunu
sanmıyorum
Eğer olsaydı piyasayı çoğu edebi
değerden, sağlam bir kurgudan yoksun,
sırf isim yapmaya, para kazanmaya
yönelik, kısacası bir defa bile zor
okunacak kalitesiz tarihi romanlar istila
etmezdi.
etugazete
gazeteetu
Bunlar inanılmaz sayıda baskı yapıyor
ve kitap evlerinde okuyucunun adeta
gözünün içine sokulurcasına standlarda
reklam ediliyor. İnsanımız bu romanları
tarihsel gerçekleri anlatan metinler
olarak okuyorlar. Dizileri veya filmleri
tarihsel gerçekler olarak seyrediyorlar.
Sebebi, demin söylediğim gibi gerçek bir
tarih bilinci yoksunluğudur. Sebebi hala
yoğun bir biçimde yaşamakta olduğumuz
kültürel ve ideolojik travmadır. Bu
travma bizim toplumumuzu ideolojik
ve kültürel olarak adeta “şizofrenik”
bir toplum yapmıştır. Kavgasız hiçbir
problemimizi medeni bir tarzda
tartışamaz olmuşuzdur.
Bu yüzden bizim standart okumuş
insanımız için tarih, gerçekte yaşanan
bir hayatın bilincine varmak, onu
öğrenmek ve entelektüel kapasitesini
takviye edecek veya bugününü doğru
kavrayıp değerlendirmeye yarayacak
bir bilimsel disiplin değildir. Daha çok,
hatta bütünüyle hamasi ve ideolojik
duygularını besleyecek bir hikâye,
toplumsal bunalım zamanlarında da
sığınacağı şefkatli bir ana kucağıdır. O
yüzden gerçekten yaşanan tarih bizim
insanımızın hoşuna gitmez. O ideolojik
ve ruhsal olarak tatmin olacağı “sanal
bir tarih” ister. İspatı mı? Kitapçı rafları,
televizyon dizileri, hatta sözüm ona
televizyondaki tarih programları…Ama
ben insanımıza suç bulmuyorum. Çünkü
onun sağlam bir tarih kültürü, dolayısıyla
bilinci edinmesine önce eğitim sürecinde
uygulanan sorgulayıcı, analitik bakış
kazandırıcı değil, kalitesiz ve hikâyeci,
ideolojik tarih eğitimi engel olmaktadır.
www.gazeteetu.com
11
Gerçek tarİh bİLİNCİ kendİne
ve dünyaya doğru bakmasını
öğretİr.
Sözünü ettiğim büyük kültürel travmayı
yaşamış bu toplumda, bu eğitimi alarak
yetişen insanımızdan başka bir şey
bekleyemezsiniz. Dolayısıyla bana göre
asıl suç, bu kültürel travmayı önce
kendisi yaşayan, sonra da topluma
yaşatmaya çalışan aydın tabakasındadır.
Gerçek bir tarih bilinci topluma şahsiyet
ve kimlik kazandırmasının ötesinde,
kendine ve dünyaya doğru bakmasını
da öğretir. Bunu sağlayacak olan,
üniversitelerimizdir.
Ünİversİtelerdekİ tarİh
çalışmalarının çoğu gerçek
tarih araştırmalarına
dönüşebİlmİş değİldİr henüz.
Bana göre asıl suç, bu kültürel travmayı
önce kendisi yaşayan, sonra da topluma
yaşatmaya çalışan aydın tabakasındadır.
Gerçek bir tarih bilinci topluma
şahsiyet ve kimlik kazandırmasının
ötesinde, kendine ve dünyaya
doğru bakmasını da öğretir. Bunu
sağlayacak olan, üniversitelerimizdir.
Üniversitelerdeki akademik tarih
çalışmalarının çoğu ne yazık ki sözünü
ettiğim kültürel travmanın yarattığı
ideolojik bölünmüşlüğün pençesinden
kurtulabilmiş, dolayısıyla gerçek tarih
araştırmalarına dönüşebilmiş değildir
henüz. Bu toplumda da zaten bu çok
zordur ve düzelmesi kanaatimce daha
çok uzun zaman alacaktır. Dolayısıyla
gerçek tarih araştırmaları yapmak bu
ülkede hem zor, hem pahalı, ama aynı
zamanda ne toplumda ne akademiada
prim yapan bir şey değildir. Belli
ideolojik kalıplar doğrultusunda yayın
yaparsanız, muhatap ve çevre edinirsiniz.
Ama bu kalıpların, alışılagelmiş
zihniyetlerin dışına çıkarsanız, birileri
size hasım kesilir ve yazdıklarınızı
karalamaya, değersizleştirmeye,
hatta yok saymaya kadar işi
vardırabilirler. Türkiye’de
aileler tarihin hamaset
hikâyelerinin çok
ötesinde bir tarih
bilincine sahip
olmadıkları ve
gazeteetu
tarih öğrenmenin ya devlet otoritesine
eklemlenmeye veya çok para
kazandırmaya yaramadığını gördükleri
için çocuklarının üniversitede tarih
bölümlerine gitmesini istemezler. O
yüzden çocukları Tarih bölümlerini
tercih etseler bile genellikle aileleri engel
olur. Oysa Tarihçilik parlak ve kıvrak bir
zekâ ve kavrayış, eleştirel ve analitik bir
kafa isteyen bir disiplindir.
Romancının ve fİlmcİnİn amacı
tarİh öğretmek değİl İlgİ
çekmektİr.
Gerçek tarihe gelince… Bir defa bu terim
zaten sorunlu bir terimdir. Her zaman
tarihçiler “mutlak gerçek tarih”diye bir
şey olduğunu düşünmezler. Gerçeğe
ulaşabildikleri gibi ulaşamayabilirler
de. Dolayısıyla gerçek tarihi öğrenmek
o kadar kolay bir iş değildir. Her şeyden
önce bu sağlam bir eğitim işidir. Ama
okuyucular açısından soruyorsanız, ciddi
yazılmış popüler veya akademik tarih
eserlerini okumak gerekir. Romanlardan,
filmlerden, dizilerden tarih öğrenilmez.
Onlar eğlendirmek içindir. O yüzden
romancılar ve filmciler tarihi ister
istemez hayallerinde kurguladıkları
biçimde bilerek tahrif ederler. Çünkü
romancının ve filmcinin amacı tarih
öğretmek değil ilgi çekmektir.
TarİHÇİlİkte yalnız kütüphane
veya arşİv çalışması yetmez.
Benim kanaatime göre alana da çıkmak,
incelediğiniz konunun geçtiği mekânları
veya incelediğiniz kişinin hayatının
geçtiği yerleri dolaşmak, oradaki izleri,
kalıntıları görmek, insanlarla konuşmak
son derece gereklidir. Kısacası her ikisini
de yapmak lazımdır. Çünkü birbirlerini
tamamlarlar. Olayların geçtiği mekânları
dolaşmak fikrinizi, düşüncenizi
açar, incelediğiniz olayın içine sizi
çeker, hayalinizi çalıştırır. Dolayısıyla
yapacağınız yorum ve analizlere daha
bir derinlik ve çekicilik katar. Şahsen ben
yapabildiğim, imkânlarım elverdiği
ölçüde bu söylediğimi uygulamaya
çalışırım.
etugazete
gazeteetu
Hangİ alanda çalışmak
İstİyorsaNIZ o alanın bİlgİlerİne
sağlam bİr şekİlde ve metotlu
olarak sahİp olun
Bunun için usanmadan, ama severek
çalışmak. Kısacası hiçbir maddi karşılık
beklemeden, amatör araştırıcılık ruhuyla,
Frenklerin “scientific curiosity” dedikleri
bilimsel merak sevkiyle, ama profesyonel
ve bilimsel metotlarla çalışmak lazımdır.
Yani yüksünerek değil, severek, hatta bir
çeşit ruhsal bir zevk duyarak çalışmak
gerekir. Sevmezseniz eliniz boş kalır.
Severseniz üretebilirsiniz. Ürettiğiniz
bilgi işe yarar. Aksi halde o alanın rutin,
standard bilgisiyle kalır, hiçbir katkı
yapamazsınız.
www.gazeteetu.com
12
KAĞAN ALTUN
Marvel için Bir Kilometre Taşı:Civil War
M
arvel 2000’li yıllarında başında yaşadığı maddi problemlerden dolayı birçok karakterinin film haklarını Sony ve Fox gibi
şirketlere satmak zorunda kalmış ancak sonrasında Disney’in Marvel’ı satın almasıyla başlayan ve birçok şirkete ilham
kaynağı olan sinema evreni, salonlarda yerini almaya başlamıştı. Tam 8 yıl ve 11 film geçti, Civil War ise bu serinin on ikinci filmi.
Bugün bu evren şüphesiz, film sektöründe çığır açmış durumda. Yaptığı her işle çıtayı biraz daha yükselten Marvel, birçoklarına
göre en etkileyici çizgi romanı olan Civil War’u(ülkemizde “Kahramanların Savaşı” olarak çevirisi yapıldı) beyazperdeye
taşımaya karar verdiğinde doğal olarak beklenti de bir hayli yüksek olmuştu.Bu filmi ele almadan önce çizgi romana kısaca
değinmem faydalı olacak diye düşünmekteyim. İç savaş temel olarak bir grup “acemi” süper kahramanın hatasıyla bir süper
kötünün yerel bir ilkokulu havaya uçurmasıyla başlar. Bunun üzerine devlet süper kahramanlar için bir sicil kayıt yasası
tasarlar. Bu yasaya göre kahramanlar kimliklerini halka açıklayacak ve bir nevi devlet personeli statüsüne geçeceklerdir. Steve
Rogers(Kaptan Amerika) bu yasaya karşı çıkarak yandaşlarıyla birlikte yer altına iner, yasayı savunan Tony Stark(Iron Man)
ise kendi tarafında olanlarla birlikte kaptanı ve destekçilerini yakalayıp devlete teslim etmeyi seçer. Daha fazla çizgi roman
detaylarına girmeyerek film incelemesine geçiyorum.
Uyarı !! Buradan sonrası filmle ilgili ağır spoiler içerir. Birkaç satır üstte çizgi romandan bahsettiğimin farkındayım ancak film
hikaye olarak çizgi romandan oldukça farklı işlenmiş. Buna rağmen birkaç kilit sahnede görsel olarak çizgi romanlara bir selam
verilmeden geçilmemiş. Filmin yönetmenleri Russo kardeşler Captain America:Winter Soldier filmini yönettikten sonra Marvel
ve Disney tarafından baş tacı edilmiş ve Marvel Sinematik Evreninin önemli iki filmini daha yönetmeleri için ikna edilmişti. Bu
filmde de kendilerinden bekleneni verdiler ve gerek hikayenin işlenişi gerekse görsel efektler ile harika bir film ortaya çıkardılar.
Belki de ilk defa bir süper kahraman filminde filmin üzerine kurulu olduğu bir kötü karakter yoktu. Bu filmimizin baş kötüsü
sayılabilecek isim Baron Zemo idi. Kendisini çizgi romanlardan oldukça farklı işlemişler ancak bu hikayeye en uygun olan
şeklinin bu olduğunu düşünmekteyim.
Peki filmde ne oldu da iç savaş çıktı ? Bu kargaşanın temelinde Birleşmiş Milletler’in getirip masaya koyduğu Sokovia
Anlaşması var gibi görünse de asıl mesele namı değer Kış Askeri, Bucky Barnes idi. Baron Zemo’nun Birleşmiş Milletler
konseyine düzenlediği ve Kara Panter’in babasının ölümüne yol açan patlamayı Bucky’nin üstüne yıkması bir nevi savaşa start
veren andı. Sinema evrenine bu filmle dahil olan Kara Panter’in intikam yemini etmesi ve Bucky’nin peşine düşmesi olayları
iyice alevlendirdi. Ancak en yakını Bucky’yi hafızası silinmeden önceki haline getirme umuduyla onu güvenlik güçlerinden
önce bulmaya çalışan Kaptan Amerika için Kara Panter’e izin vermek imkansızdı. Bütün güvenlik teşkilatlarının aradığı Kış
Askeri’ni bulmasına rağmen teslim etmeyen Kaptan Amerika’nın karşısında ise Sokovia Anlaşması’nı imzalamış ve kaptana da
imzalatmaya çalışan bir Iron Man vardı. Iron Man’in temel motivasyonu Sokovia’daki insanların ölümünden kendini sorumlu
tutması, Avengers ekibinin bir şekilde otoriteye bağlı olması gerektiğini düşünmesi ve filmin sonuna doğru öğrendiği, kış
askerinin ebeveynleri Howard & Maria Stark’a suikast düzenlemiş olduğu gerçeğiydi. Kaptan Amerika ise hükümetlerin
gelip geçici olduğunu düşündüğünden anlaşmayı imzalamayıp dostu Bucky’yi de teslim etmeyerek doğru yolda olduğunu
düşünmekteydi. Bu iki zıt görüş çerçevesinde ortaya iki takım çıktı. Iron Man tarafında War Machine, Vision, Black Widow,
Black Panther ve hepimizin merakla beklediği Spider-Man bulunmakta buna karşı Kaptan’ın yanında Falcon, Winter Soldier,
Hawkeye, Scarlet Witch ve Ant-Man vardı. Filmin afişini gören hemen hemen herkesin aklına gelen iki soru geldi.1-Kim
kazanacak? 2-Spider-Man’in nasıl olacak? Marvel resmen origin hikayesi verilmeden bir kahraman filme nasıl sokulur ve
nasıl geliştirilir dersi vermiş. Önceki iki Spider-man, Tobey Maguire ve Andrew
Garfield’ın 5 filmde bırakamadığı etkiyi Tom Holland bu filmde yaklaşık 25 dakikada
bıraktı bizlerde. Kendisinin genç yaşına rağmen bu ağır rolün üstesinden çok
iyi geldiğini düşünmekteyim. Kendisini yine Iron Man ile birlite seneye Spiderman:Homecoming filminde izleyeceğiz. Şimdi gelelim fragmanların ve TV spotların
meşhur havalimanı sahnesine. Film henüz vizyona girmeden galalarda ve basın
oturumlarında seyredenlerin övdüğü kadar var gerçekten. Spider man’in esprili
yaklaşımları, Ant-Man’in Giant Man’e dönüşümü, Black Widow’un taraf değiştirmesi,
War Machine’in vuruluşu ve tabi ki kusursuz çekilmiş dövüş sahneleriyle hafızalara
kazındı.
Gelelim kimin kazandığına. Süper asker serumu ve vibranyumdan yapılma
kalkanıyla Kaptan Amerika mı yoksa süper teknoloji zırhı ve zekasıyla Iron Man
mi ? Bana sorarsanız net bir beraberlik var. Iron Man in sonda yediği temiz dayağa
rağmen neredeyse bütün film kontrolü elinde tutması ancak zarar vermekten ziyade
yakalama içgüdüsüyle hareket etmesi bu beraberliğin temel nedeni. Filmin sonunda
dağılan ekibimiz çok büyük ihtimalle 2018 yılında vizyona girecek olan Avengers
Infinity War Part-1’e kadar biraraya gelemeyecek gibi görünüyor. Ancak “Marvel” bu
ne yapacağı hiç belli olmaz.
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
13
HAMİDE YAZER
Bizim Büyük Oscarsızlığımız ve Mustang
Bu yılki Oscar ödül töreninin üzerinden aylar geçti ancak, en iyi erkek oyuncu ödülüne beşinci adaylığıyla uzanmayı başaran
Leonardo DiCaprio ülkecek bizi mutlu ederken; törenin bizler içinse ayrı bir önemi daha vardı. Yıllar önce Xavier Koller’in
yönettiği Maraşlı bir ailenin yasadışı yollarla İsviçre’ye yolculuklarını anlatan ve İsviçre adına yarışan Reise der Hoffnung/
Journey of Hope/Umuda Yolculuk * filminden sonra, Yabancı Dilde En İyi Film dalında Türkçe bir film daha adaydı, Mustang.
Deniz Gamze Ergüven’in yazıp yönettiği başrollerinde Güneş Şensoy, Doğa Doğuşlu, Elit İşcan, Tuğba Sunguroğlu ve İlayda
Akdoğan gibi genç yeteneklerin yer aldığı film Fransa adına Oscar için yarıştı. Ancak ödülün sahibi, kazanmasına kesin gözüyle
bakılan Macaristan yapımı Saul Fia/Son of Saul oldu Ülkemiz adına da adaylık için başvuran Ergüven, Türkiye adına Kaan
Müjdeci’nin yönettiği Sivas filmi seçilince ortak yapımcılardan Fransa adına aday oldu.
Mustang ülkemizdeki ilk gösteriminden bu yana tartışmaları da beraberinde getirdi. Filmde ergenlik çağında beş kız kardeşin
Karadeniz kıyısında küçük bir kasabada çevre baskısına rağmen gençliklerini yaşama çabaları anlatılıyor. Türkiye’de çekilen,
Türk oyuncuların yer aldığı ve içerisinde herhangi bir Fransızca veya başka bir dilde kelime ve gönderme bulunmayan film,
yeterince “bu topraklara ait olamamak”la suçlandı. Peki, nedir bu topraklara ait olmaktan kasıt?
Yönetmenin filme yaklaşımı ve kullandığı teknikler Avrupa sinemasında örneklerini çokça gördüğümüz bir türden. Aynı şekilde
yeni dönem Türk yönetmenler arasında da sıkça kullanılan bir yöntem. Birçok eleştirmen Deniz Gamze Ergüven’i filmde
kullandığı yönetmenlik hilelerinden ziyade senaryoda ele aldığı konuyu bir “Batılı” gözüyle işlemesi ve ülkeyi yanlış lanse etmesi
yönünden eleştirdi. Sinemasal açıdan başarılı bulunan film öznel yargılarda sınıfta kaldı.
Mustang, genelde Amerika’nın batısında başıboş gezen, yabanileşmiş atların ismidir. Filmde özgürlüklerine düşkün, üzerlerine
örülen duvarlardan ve hapis hayatından kaçmaya çalışan atların yelesini andıran uzun saçlı kızlar üzerinden yapılan bu
gönderme yerinde bir tercih olmuş. Filmde kendilerine dayatılan hayata başkaldıran karakterler, başkaları için yaşamaktan
kaçıyor ve kendi yollarını çizmeye çalışıyorlar. Son dönemlerde iyice artan kadının toplum içindeki yeri tartışmalarına uymayan,
toplum için aykırı sayılan bu kızlar elbette ki bu topraklara ait olmamakla suçlanacak ve tabi ki Mustang yerine Müjdeci’nin Sivas
filmi aday gösterilecekti.
Peki, Mustang, Fransa için değil de ülkemiz adına aday gösterilseydi ne olurdu diye bir soru sorabiliriz. Yıllardır ülkemizin
küresel çaptaki başarılarını siyasal bir kılıf uydurmaya çalışanların aksine şunu söyleyebiliriz ki yine ilk beş arasına girmesi
muhtemeldi. Buna kanıt olarak gittiği festivallerden ödüllerle dönmesi ve Oscar’ın habercisi Altın Küre’ye de ilk kez bir Türk
filmi olarak aday gösterilmesini söyleyebiliriz.
Her şeye rağmen Mustang, -ülkemiz adına olmasa da- ilk defa bir Türk yönetmenin Oscar’a aday olan bir Türk filmi. Gelişen Türk
sineması için önemli bir başarı bu. Uzun yıllar bir kriz ortamı içerisinde bulunan sinemamız 2000’li yıllar ile birlikte yükselişe
geçti. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu, Reha Erdem gibi yönetmenlerin açtığı yoldan
ilerleyen Deniz Gamze Ergüven gibi yeni kuşak sinemacıların çıtayı daha da yükselteceğinin habercisi bu durum.
Karşısında László Nemes’in yönettiği Son of Saul gibi güçlü bir film olmasına rağmen
Mustang, ödül yarışını sonuna kadar sürdürdü. Ama inanıyoruz ki Ergüven’in attığı
ilk adımın ardından, gelecek yıllarda Akademi Ödülleri’nde kırmızı halıda Türk
yönetmenleri çokça göreceğiz.
*Film, 1990 yılında Yabancı Dilde En İyi Film Oscar ödülünü İsviçre adına kazandı.
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
14
ŞULE DEMİR
Gittim, Gördüm, Sevdim: Satranç Müzesi
Y
eni yeni tanıdığım Ankara sokaklarında Sizinle özellikle paylaşmak istediğim bir
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni
at figürü var.
ararken yolda Satranç Müzesi tabelasını
gördüm. Satranç oynamayı küçüklükten bu
yana çok sevmişimdir, zamanım da varken
bu fırsatı kaçırmayayım deyip girdim
müzeye.
Ben gittiğimde müzeye giriş ücretsizdi
ama görevlilerden Ocak 2016 itibariyle
girişlerin ücretli olacağını öğrendim.
(Tam:8 tl, Öğrenci 5 tl imiş.)
Girer girmez kelimenin tam anlamıyla
büyülendim. Çok da büyük olmayan bir
satranç koleksiyonu beklerken hayal
bile edemeyeceğim satranç setleriyle
karşılaştım. Bu kadar çok çeşit satranç
nasıl olabilirdi? Bu insanlar bu kadar şeyi
nereden bulmuştu? Bir tur oynayabilir
miydim? Çok güzeldi benim olabilir
miydi?
Koleksiyonun sahibi olduğunu tahmin
ettiğim sempatik hanımefendinin
söylediğine göre ilk olarak bu satranç
takımıyla başlamış koleksiyon.
Figüre bakınca çok kaprisli bir atla karşı
karşıya kaldığınızı düşünüyorsunuz.
Akın Gökyay’ın 1975 yılında başladığı
ve 412 satranç takımına ulaşan bu
koleksiyon 31 Ocak 2012 tarihinde
Guinnes Rekorlar Kitabına girmiş.
Müzeyi ziyaret etmeden önce not etmeniz
gerecek önemli detaylar var. Salıdan
pazara haftanın 6 günü açık olan bu
müze dini ve milli bayramlarda kapalı
oluyormuş. Ziyaret saatleri ise şöyle:
10:00 – 12:30
13:30 – 18:00
Müze, iki katlı bir bina oluşuyor. Bunun
dışında bir iç bahçeleri var, burada bir
kafe yer alıyor. Bu kafe, müze gezisinden
sonra biraz mola verip bir şeyler içmek
için ideal.
Müzeden birkaç görünüm:
Star Wars’lu, Lord of the Rings’li, çizgi
filmli, tasarımlı, kedili, köpekli, Hitlerli,
şekilli şüküllü bir sürü satranç takımı
vardı. Ben hepsini fotoğraflayamadım
tabi ki. Fotoğrafladıklarımın da hepsini
paylaşamayacağım çünkü hem sürprizi
kaçmasın hem de çok fazla yer işgal etmek
istemiyorum.
gazeteetu
Pek çok müzede olduğu gibi burada da
bir müze mağazası var. Çeşitli satranç
takımları, baskılı bardaklar, tişörtler
ve pek çok hediyelik eşya bulabilirsiniz
burada.
etugazete
gazeteetu
Peki, bu müze nerede? Broşüründeki
adresi buraya yazıyorum, bilenler
bilmeyenlere tarif etsin:
Hamam Arkası Sakarya Mah. Basamaklı
Sok. No:3 Altındağ/Ankara
Hafta sonlarınızı sürekli gittiğiniz kafelere
giderek harcamak istemezseniz çok hoş
bir alternatif olabilir bu müze. Satrançla
özel olarak ilgilenmiyorsanız bile bu
müzede eğlenceli vakit geçireceğinizi
düşünüyorum. Umarım ziyaret etme
imkânı bulursunuz.
www.gazeteetu.com
15
RUKEN ÇAKAN
Ne Var Ne Yok?
‘’Abi ya Ankara’da da yapılacak bir şey yok’’ cümlesinden sıkılmadın mı? Yaz geliyor,
her taraf cıvıl cıvıl, enerji dolu. E sen de oturma öyle; bir göz atıver buraya, ister tek
ister en yakın arkadaşını al yanına, çık dışarı. Bu ay Ankara’da neler mi var?
TATBİKAT SAHNESİ YİNE DOPDOLU
Genel Sanat Yönetmenliğini ekranların asi ruhlu anti kahramanı -nam-ı diğer Behzat
Ç.- ve sahnelerin başarılı oyuncusu Erdal Beşikoğlu’nun üstlendiği Tatbikat Sahnesi,
Mayıs ayında da tiyatro severleri boş bırakmayacak. Ankara-İstanbul arasında mekik
dokuyan oyunların tarihleri ise şöyle:
Woyzeck Masalı: 19.05.2016 / 26.05.2016
Antabus: 22.05.2016
Bir Delinin Hatıra Defteri: 28.05.2016 / 29.05.2016
Biletleri Biletix ya da sahnenin gişesinden alabilirsin. Peki, Tatbikatın yeri nerede mi?
Güneş Sokak No:21 - Çankaya’da izleyicilerini bekliyor.
COFFEE WEEKEND ANKARA
Kahve tutkunlarından kahve sever arkadaşı olanlara, sadece ilgi duyanlardan kırk
yıllık hatırını arayanlara kadar herkes için 27-29 Mayıs tarihleri arasında Bilkent
Station’da kahve dolu bir mola! ‘’Kahveye dair her şey’’i vaat eden etkinlikte müzik
eşliğinde çeşitli workshoplar, demleme barları, damak tadınıza hitap edecek gurme
lezzetler ve tasarımlar yer alacak.
Etkinliğin programına, detaylı bilgilere ve biletlerine ulaşmak isteyenler için adres:
www.biletix.com Bilkent Station’ın yerini merak ediyorsan da gir Bilkent’e, kime
sorsan gösterir
CAZ RÜZGÂRI
Caz müziğin bizdeki yeri ayrı! Dinlemesen bile ortamlarda bir kez de olsa
muhabbetini etmişsindir. E yanı başında 3-28 Mayıs tarihleri arasında 20.Uluslararası
Ankara Caz Festivali duruyor. Çeşitli mekânlarda yerli ve yabancı birbirinden başarılı
sanatçıların yer alacağı festival tüm müzikseverlere açık. Kır tabularını, bir şans ver
bence Goran Bregovic dinlenmez mi yahu!
İstediğin tüm bilgiler www.ankaracazfestivali.com adresinde. Biletler ise her zamanki
gibi biletix’te. Kaçırma, peynir ekmek gibi gidiyor!
DÖRT BÜYÜKLER
BÜLENT ORTAÇGİL, ERKAN OĞUR, İSMAİL HAKKI DEMİRCİOĞLU, HÜSNÜ ARKAN
Evet, yanlış okumadın, bu dört büyük sanatçı ilk defa bir araya geliyor, hem de 27
Mayıs’ta ODTÜ Mezunları Derneği Vişnelik Tesisleri’nde. Kulaklarımızın pası silinecek
pası! Bitmeden al biletini biletix’ten.
Hatta adresi de vereyim, aç navigasyonu buluver yeri: İşçi Blokları, 1540. Sk (420. Sk.)
No:100, Çankaya (ODTÜ Vişnelik)
Bir sonraki ay görüşmek üzere, enerjini topla da gel !
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
16
GİZEM KAYA & İREM ŞERBETCİOĞLU & HAYDAR İLELİ
S
on günlerde yapay zeka adını sıklıkla duyurur oldu. Teknoloji şirketleri arasında geçen rekabet, insanların bilgiye daha kolay
ulaşma arzusu önümüzdeki günlerde de bu yükselişi tetikleyeceğe benziyor. Artık yapay zeka konusunda makale yayınlanan
yıllardan ziyade, yapay zekayı sektörleştiren yatırımların yapıldığı, şirketlerin kurulduğu, araştırmaların yapıldığı günlerdeyiz.
Bedenimizi akıllı giyilebilir teknolojiye emanet ettiğimiz gibi zihnimizi de artık yapay zeka tarafından yorumlanabilir kılacağız.
Sizin için yapay zekanın gelişimini yazımızda derledik.
Dünyanın en eski analog bilgisayarı
olarak varsayılan Antikythera Düzeneği
astronomik konumları hesaplamak
için tasarlanmış mekanik bir hesap
makinesidir. Yaklaşık M.Ö. 1. Yüzyıldan
kaldığı tahmin edilen bu makine yapay
zeka kavramından oldukça gerilerde
kalmış olmasına rağmen ilk programlama
mantığını oluşturması açısından
önemlidir. Tam olarak işlevi günümüzde
bile gizemini korumaktadır. Düzenekle
ilgili en çok kabul edilen görüş, kimi gök
cisimlerinin gökyüzündeki konumlarını
modelleme amacıyla yapıldığıdır.
Birbirine bağlı çarklardan oluşan bir
sistemin oldukça eski bir dönemde
geliştirilmiş olması şaşırtıcıdır. Bugün,
Antikythera Düzeneğinin orjinali
Yunanistan’ın Atina kentindeki Ulusal
Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
12. yüzyılda yaşayan ve dünyanın
ilk mühendisi olarak kabul edilen
El Cezeri günümüzün problemlerini
çözebilecek robotlar ve otomatlar
geliştirerek bu alanda büyük bir
sıçramaya neden olmuştur. Düzenli
sistemlerin, bu sistemlerin yapılarının,
limitlerinin ve sistemin imkanlarının
araştırılmasına ilişkin disiplinlerarası
bir yaklaşımı içeren, canlı cansız tüm
karmaşık sistemlerin yönetilmesini ve
denetlenmesini inceleyen sibernetiğin
ilk adımlarını atmıştır. Yapay zekanın
temelleri sibernetik kavramının
doğuşuyla atılmıştır.
gazeteetu
Konu bir şekilde 0 lar ve 1lerden
geçiyorsa onun adını anmamak
imkansız olur, Alan Turing. Turing
bilgisayar biliminin kurucularından
olan Turing, makine zekası kavramının
oluşmasına öncülük etmiştir. “Bilgisayar
Mekanizması ve Zeka” isimli makalesinde
yapay zeka konularına değinerek bir
makinenin “akıllı” sayılabilmesi için
gereken standartları belirleyen Turing
testini tasarlamıştır. Bu test makinenin
görmeden iletişim halinde olduğu şeyin
insan mı yoksa makine mi olduğunu
anlamasına yaramaktadır. Turing’in
yapay zekanın gelişmesine katkısı
büyüktür.
Amerikalı bilim adamı John McCarthy,
LISP adı verilen günümüzde hala
kullanılmakta olan en eski ve en güçlü
programlama dilinin mucididir. Yapay
zeka çalışmalarının programlama dili
olarak seçilmiştir.
1956 yılında gerçekleştirilen ve tarihteki
ilk yapay zeka konferansı olarak bilinen
Dartmouth Konferansı John McCarthy’nin
çabalarıyla yeni bir çağ açılmasına öncü
olmuştur.
Aynı yıllarda ilk satrranç programı olan
MacHack Richard Greenblatt tarafından
yapılmış ve turnuvalarda yer almaya
başlamıştır.
Sene 1997’yi gösterdiğinde bilgisayar ilk
Issac Asimov yazdığı bilim kurgu
defa bir dünya şampiyonu Kasparov’u
romanlarıyla döneminde yapay zeka
mat edecek ve yapay zeka kendini
kavramını öne çıkaran ilk yazar olmasıyla ispatlayacaktı.
tarihte önemli bir yere sahiptir. Yazdığı
Sanal bebekleri elimizden düşürmedik
eserlerinde robotları yoğun bir şekilde
işlemiş hatta “Üç Robot Yasası”nı da
literatüre kazandırarak yapay zeka
yaklaşımlarına farklı bir bakış açısı
getirmiştir. Peki bu “Üç Robot Yasası”
nedir?
1. Bir robot hiç bir şekilde insanoğluna
zarar veremez ya da pasif kalmak
suretiyle zarar görmesine izin
veremez
değil mi? Tamagotchi adıyla bilinen bu
2. Bir robot kendisine insanlar
oyuncak aslında dijital bir evcil hayvandı.
tarafından verilen komutlara
Yemek ve su verilmesini bekleyen, altı
1. kuralla
temizlenmesi gereken ve hastalandığında
çelişmediği
ilgi bekleyen bu oyuncak yapay zekanın
sürece
görünen yüzü olarak insanlarla yapay
itaat etmek
zeka arasında bir bağ oluşturmuştur.
zorundadır.
3. Bir robot 1.
ve 2. kurallarla
çelişmediği
sürece kendi
varlığını
korumak
zorundadır.
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
Hisseden, tepki veren Furby’ler biz
milenyuma girmeden evimize kadar
girecekti. 1998’de piyasaya sürülen bu
şirin oyuncaklar yapay zeka tarihine
bambaşka bir adım atmıştır. Furby
minimal bir yapay zekaya sahiptir.
Düşünme ve yorum yapma yeteneğine
sahip olmamasına rağmen Furby
ağlayabiliyor, ilgi istiyor, gülüyor,
gürültü olunca uyanıyor, özür diliyor ve
isteklerini belli etmekten çekinmiyordu.
Google 2009 yılında ilk sürücüsüz
otomobillerini hayata geçirdi.
Günümüzde 1.9 milyar km yol alacak
sürücüsüz otomobiller ilk defa yola
17
TEKNİK YAZI
Yapay zeka göründüğü kadar masum
mu? Dünyanın önde gelen bilim
adamlarından olan Stephen Hawking,
“Yapay zeka, kendisini geliştirmeyi
sürdürebilir ve hatta kendisini yeniden
biçimlendirebilir. Son derece yavaş bir
biyolojik evrimle sınırlı olan insanlar, bu
tür bir güçle yarışamaz” diyerek insalığı
yapay konusunda uyardı.
çıkacak.
Furby’ler insanlarla bir araya gelmiş
başarılı ve etkileyici bir yapay zeka
örneğidir.
Asimo ilk insansı robot adıyla büyük bir
ilgi uyandırdı. Honda firmasının 1986
yılıyla birlikte geliştirmeye başladığı
günümüzde hala birçok noktada önüne
geçilememiş bir yapay zeka örneği.
Asimo insana ait birçok özelliği
gerçekleştirebiliyor. Bu özellikler
arasında yürümek, koşmak, zıplamak,
engebeli arazilerde ilerleyebilmek,
insanlara ikram yapabilmek ve dans
edebilmek ilgi
çekiyor. Asimo
yapay zeka
teknolojisi
geliştikçe
yenileniyor,
gelecekte hasta
bakıcılığına kadar
oldukça fazla
işlevlere sahip
olması planlanıyor.
Blue Brain yani süper bilgisayarlar
2005 yılında doğdu. Blue Brain bizim
için ufuk açıcı gibi görünmüyor olsa da
milyonlarca veriyi bireleştirme, okuma,
analiz etme gibi özellikleri sayesinde
yapay dünyaya ait çok önemli bir gelişme
olarak tarihe geçti.
gazeteetu
IBM Watson Jeopardy adlı televizyon
yarışmasında şampiyon rakiplerini
mağlup etti ve yapay zeka adına büyük
bir zafer kazandı. Watson, sorulan
sorulara cevap vermek için tasarlanan
bir yapay zeka örneği.
Günümüzde Yapay zeka çalışmaları
çok daha ilerlemiş durumda Tesla’nın
CEO’su Elon Musk öncülüğünde kar
amacı gütmeyen OpenAI adlı şirket 1
milyar dolar yatırım alarak çalışmalarına
başladı. Şirket yapay zeka çalışmalarını
insanlık adına gerçekleştireceklerini
duyurarak gelişmelerin hızlanmasında
önemli bir paya sahip olacağını açıkça
belli etti. İnsanlığı neler beklediği
oldukça merak uyandırıyor.
etugazete
gazeteetu
Son olarak Dünya Ekonomik
Forumunda Ocak 2016’da yapılan Davos
toplantısında 2020 yılında 5 milyon
insanın yapay zeka yüzünden işsiz
kalacağına dair bir bildiri yayınlanarak
yapay zekanın hızla ilerlemesine ve
insan gücünün yerine geçmesine
değinildi.
Geçtiğimiz günlerde postmodern
şiir yazmasıyla gündeme gelen
Google’ın yapay zeka botu ile yazımızı
tamamlıyoruz.
www.gazeteetu.com
18
Vezin: Mefâ’îlün,Mefâ’îlün,Mefâ’îlün,Mefâ’îlün
Bir Bahar Öyküsü
Soyununca pastoral özlemlerimden
Yarına götürecek bir kusurum kalmayınca
Bıraktım baharı uyandırmayı kuşlardan
önce
Gayrı bahar bende bir harabedir
Camsız pencereden yanına kadar gelir
oturur soğuk
Yağmur da yağar, nisandır
Nisan Yağmuru, özellikle o günlerde bir
şarkıdan daha fazlasıdır
Islanması da ne güzeldir
Benim çatısız baharımınn üstüne
yağarken
Ben sonsuz uyusun istesem de
Uyanır yağmurlarla ıslanan bahar
Uyanır bütün havuzbaşları, salkım
söğütler, gökyüzleri
En son gözlerin uyanır duvara yaslanır
gibi
Yağmurdan nasibini almış ıslanır gibi
Öldüreceksen eyvallah bu devrana
alışmadım.
Kaygı bekçisiyim gömmeden önce bir öp
güzel yaşamadım.
#şiirGazeteEtü’de
Arafta kaldığından fikriniñ dile mecâli yok
Dilâ makâmı derd içinde nihâyete varmak yok
[Fikirlerin arada kaldığından, çıkacak bir yol bulamadığından
dile gelmeye mecali yok
Ey gönül, bu dert makamı içinde, (o yolda olmak var) bir sona
varmak yok]
Giran gelir o vakt-i leyl de çeşmden akan inciler
Geceden seheri görüp de giryân olmamışlar yok
[O gece vakti gözünden süzülen inciler ağır gelir bu doğru ama
Geceden seher vaktine kadar değin uyuyamayanların gözü yaşlı
olmamışlığı yok]
Vurunca teñe kaimsen de celalinden âsufun
O yârin zülfüne pervâz olup da düşmemişler yok
[Tenine çarptığında âsuf adındaki yeri göğü sallayan o şiddetli
rüzgarın karşısında ayakta durabiliyorsan da
O yârin saçlarına uçup da düşmemiş bir kişi yok]
Ne denlü istesen hârimi vaslıña nail olmak
Gönül istemez Aşk yolunda çün hevâ-yı vuslat yok
[Sen ne kadar vuslatsızlık ile acı çeksen, kavuşmayı istesende
Gönül bunu istemez çünkü Aşk yolunda kavuşmak özlemi yok]
Görünce ey Odab sükûtla vav misâli eğildiñ
Senâsa bâb-ı Adem yoluna hamuş olanlar yok
[Ey Odab onu görünce (adeta yeni doğmuş bir çocuk gibi), vav
misali eğildin
Lâkin şu da unutulmasın, sen gibi bâb-ı Adem yoluna susanlar,
lâl olanlar yok]
ODAB
Ben ne ölü ne diri
Bu halimi anlatmaya kaç hikaye gerek
Gözlerin ne kör ne bakar
Katına çıkmaya kaç basamak gerek
Ali İhsan SARI
Hadsiz Şiir
Dünyayla yarışırken ben meçhul bir hızda
Ancak sokak kedilerine düşer hesabı
Adı koyulmamış atadan miras
Vesselam sevdayı laflamak
Yokluk vardı hali hazırda
Bir kasa helali şişeye tıkmak gibi
Bizler nerenin adamlığını aldık
Öyle günah öylesine davetkâr
Menşei nedir deseler mesela bu sevdaların Sevilmek de bu arafta
İnan gümrüksüz kaçak alayı
Anlamsız da zaten katma değer payı
Öyle günah öylesine davetkâr.
Ahmet Deniz Zengin
İllüstrasyonlar için Çiğdem Koç’a
teşekkür ederiz..
Arşınlarken belediyenin sokaklarını
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com
19
ALPEREN AVŞAR
Sporun Kirli Yüzü:
Doping
6
Mart akşamı spor camiası bir iddia
ile çalkalandı: “En çok kazanan kadın
sporcu olan Maria Sharapova yarın akşam
tenise veda edeceğini açıklayacak.”
Rus raketin Indian Wells’ten çekilmesi,
Avustralya Açık’tan sonra sakatlığı
sebebiyle hiçbir turnuvaya katılmamış
olması bu iddiayı güçlendiriyordu.
Sharapova’nın menajeri bu konu hakkında
bilgi vermeyi reddediyor, sadece önemli
bir açıklama yapılacağını ifade ediyordu.
Ama… Durum bambaşkaydı.
Ve beklenen gün gelmişti. Sharapova
basın mensuplarının karşısındaydı.
Son derece soğukkanlı görünüyor, ama
bir yandan da sesi titriyordu. Herkesi
şaşırtan o açıklama geldi. Sharapova,
Avustralya Açık’ta doping testini
geçemediğini itiraf etti. 2006 yılından
beri magnezyum eksikliği için kullanmış
olduğu ‘Meldonium’ maddesinin 1 Ocak
2016 itibariyle Dünya Anti-Doping
Ajansı(WADA)’nın yasak listesine
alınması sebebiyle testi geçemediğini
ifade eden Sharapova, “ ‘Mildronat’
denen bu ilacı on yıldır kullanıyorum.
Birkaç gün önce Uluslararası Tenis
Federasyonu(ITF)’ndan bir mektup
aldım ve bu maddenin diğer adının da
‘Meldonium’ olduğunu öğrendim, fakat
1 Ocak’tan itibaren yasaklı maddeler
listesine alındığını bilmiyordum. Çok
büyük bir hata yaptım. Bunun sonuçları
olacağını biliyorum ama kariyerimin bu
şekilde bitmesini istemezdim. Umarım
tekrar oynayabilmem için bir şans verilir.”
ifadelerini kullandı.
Sharapova’nınki bu seviyedeki bir sporcu
ile bağdaşmayacak derecede büyük bir
hata. ITF’te yer alan ceza kurallarına
göre muhtemelen iki yıllık bir ceza
alacak. Peki, doping olaylarında yanlış
kullanımların oranı ne kadar? Maalesef,
sporcuların büyük çoğunluğu bu
maddeleri sonucunu bilerek kullanıyor.
Doğu Almanya modeli: Rusya
doping skandallarının patlak vermesine
yol açtı. Bu skandalların en büyüğü 3 ve 7
Aralık 2014 tarihlerinde yaşandı. Alman
ARD kanalı iki bölümlük ‘The secrets of
doping: how Russia makes its winners’
belgeseli ile Rus sporcuların sistematik
olarak doping kullandığını öne sürdü.
Belgeselde, Rusya’nın, Doğu Almanya
tarzı bir doping programı yürüttüğü
öne sürülüyor. 2012 Londra Olimpiyat
Oyunları’nda Kadınlar 800 metre finalde
altın madalyayı kazanan Mariya Savinova
itirafları ve test sonuçlarının rüşvetle
nasıl örtbas edildiği de belgeselde yer
alıyor.
Bu iddialar üzerine WADA kapsamlı
bir soruşturma başlattı. 9 Kasım
2015 tarihinde WADA tarafından bir
rapor yayınlandı. Raporda, Rusya’nın
federasyon ve sporcu düzeyinde doping
kullanımı için usülsüzlük yaptığı belirtildi
ve Rusya’nın atletizmden men edilmesi
istendi. WADA Komisyonu Başkanı Dick
Pound: “Rusya’nın yaptığına sadece
‘Devlet destekli doping programı’
denebilir.” açıklamasında bulundu.14
Kasım 2015’te Uluslararası Atletizm
Federasyonları Birliği(IAAF), 22’ye karşı
1 oyla Rusya’yı atletizmden men etti.
Rusya’nın atletizmde 2016 Rio Olimpiyat
Oyunları’na katılma durumu hala belli
değil.
Türkiye’de durum
Maalesef, ülkemizdeki durum iç açıcı
değil. Türkiye, son on yılda en fazla
sporcusu dopingli çıkan ilk üç ülkeden
biri. 2013 yılında Türkiye, 188 pozitif
bulgu ile dünyada en fazla doping kural
ihlali yapan ikinci ülke.
Geçtiğimiz günlerde Gamze Bulut’tan
gelen haberle bir kez daha yıkıldık. 2012
Londra Olimpat Oyunları’nda Kadınlar
1500 metrede altın madalya kazanan
Aslı Çakır Alptekin’den sonra, aynı
yarışta gümüş madalyayı kazanan Gamze
Bulut’un da doping yaptığı kesinleşti.
Ve ortaya korkunç bir tablo ortaya çıktı.
2012 Londra Olimpiyat Oyunları Kadınlar
1500 metre finalinde yarışan 12 atletten
6’sında doping tespit edildi.
Türk sporunun en önemli isimlerinden
Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu
İnsanın olduğu yerde her zaman daha
halterci Halil Mutlu ve Avrupa Atletizm
az çaba ile başarıya ulaşma arzusu
Şampiyonu Süreyya Ayhan Kop’un daha
bulunmakta. Doping de spordaki kolayı
önceki yıllarda doping yaptığı tespit
arama yöntemlerinden en büyüğü. Dünya edildi. 2004 Atina Olimpiyat Oyunları
sporu ve özellikle Türk sporu karanlık
Çekiç Atma 3.’sü Eşref Apak, 100 metre
günler geçiriyor. WADA’nın özellikle
engelli 2010 Avrupa Şampiyonu Nevin
2010 yılı itibariyle doping konusunda
Yanıt, 2008 Pekin Olimpiyatlarında
hassasiyeti artırması birçok sporda
5000 ve 10000 metrede gümüş
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
madalya kazanan Elvan Abeylegesse
doping yaptığı son dönemde kesinleşen
sporculardan bazıları. Maalesef liste
kabarık. Daha göz önünde olmayan
birçok sporcu bulunmakta. 2008’de
Olimpiyat şampiyonu olan yürüyüşçü
Schwazer, 2012 Londra Olimpiyatları’nın
başlamasına günler kala dopingli çıktı.
Testinde EPO(Kandaki alyuvar sayısını
artırıyor)’ya rastlandı. İtalyan dopingle
mücadele yetkilileri, ülkenin madalya
umudu olan sporcuya üç buçuk yıl men
cezası verdi. Türkiye’de daha çok ilgi
çeken ise Schwazer’ın doping maddesini
nasıl aldığına ilişkin açıklamasıydı:
“Antalya’ya gittim, kasada nakit ödeme
yaptım ve reçete falan göstermedim.”
Ülkemizde doping maddelerine
ulaşmak çok kolay, özellikle de amatör
spor salonlarında. Öyle iddialar var
ki bazı sporcular dopingsiz yarış
kazanılamayacağını söylüyor. 2015
itibariyle Türkiye imajını biraz daha
düzeltmiş bulunmakta. Dünyada
ve Türkiye’de üst üste yaşanan
skandallardan sonra Gençlik ve Spor
Bakanlığı daha sert bir politika izleme
kararı aldı ve bunun belli bir başarıya
ulaştığı söylenebilir. Ama, hala Türk
sporunun doping konusunda alması
gereken çok yol var. Konunun çözümü için
daha derine inilmesi gerekmekte.
Sporcu tarafı
Hekim Robert Goldman, 1984’te üst
düzey sporculara şöyle bir soru yöneltti:
Sportif başarı için (mesela Olimpiyat
madalyası kazanmak) doping testlerinde
tespit edilemeyecek ama beş yıl içinde
ölümünüze neden olacak bir ilacı kullanır
mıydınız? Sporcuların yarısından fazlası
“evet” dedi. Takip eden 15 yıl boyunca
yapılan araştırmalar üç aşağı beş yukarı
aynı sonucu verdi.
Sayıları azalsa bile, bazı sporcular
sportif başarı için ölümü göze alabiliyor.
Sporcular, itibar ve konfor içinde
kısa süre de olsa yaşamayı sürekli
çile çekmeye tercih ediyor. İnsan
içgüdüsündengelen sürekli kazanma
isteği bunun sebeplerinden biri olabilir.
Ama, asıl sebep bana göre sadece
kazananın var olduğu bu sistem. Önemli
olan katılmak diyoruz, fakat bunu ne
kadar uyguluyoruz? Sporculara ne
kadar bu bilinci verebiliyoruz? Sadece
katılan sporcuya ne kadar saygımız var?
Sporcu eğitimimiz ne derecede yeterli?
Bu soruların cevabı doping konusunda
neden bu durumda olduğumuzun da
göstergesi aslında.
www.gazeteetu.com
20
gazeteetu
etugazete
gazeteetu
www.gazeteetu.com

Benzer belgeler

1. Yapay Zeka`nın Tanımı

1. Yapay Zeka`nın Tanımı ALTUN * OĞUZHAN TÜRKER * ÖZLEM KURTCU * RUKEN ÇAKAN * SABRİYE

Detaylı

Yapay Zeka Ders Notları

Yapay Zeka Ders Notları Kahve kültürü üzerine soru-cevap ve sohbet ardından, Caffemio sorulara doğru cevap veren katılımcılarımıza kahve hediyesinde bulundu. Etkinlik, Aslı Yaman’ın kahve üretimi ile ilgili gösterdiği kıs...

Detaylı