ege üniversitesi hemşirelik yüksek okulu dergisi journal of ege
Transkript
ege üniversitesi hemşirelik yüksek okulu dergisi journal of ege
EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK YÜKSEK OKULU DERGİSİ JOURNAL OF EGE UNIVERSITY SCHOOL OF NURSING Cilt/Volume: 26 Sayı/Number: Ek Yıl/Year: 2010 DİKKAT! Dergi yazım kurallarındaki değişikliklere özen gösteriniz. AÇIKLAMALAR Bu dergi 22 Ekim 1984 gün ve 18553 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan "Üniversitelerde Ders Aracı Olarak Kullanılan Kitaplar, Teksirler ve Yardımcı Ders Kitapları Dışındaki Yayınlarla İlgili Yönetmelik" bağlamında yayınlanmaktadır. Yayın Türleri Adı geçen yönetmeliğin 2. ve 3. maddeleri uyarınca dergide eğitim ve araştırma çalışmalarına paralel olarak orjinal araştırma raporları, bilimsel tarama yazıları, yeni bir yöntem veya teknik tanımlayan kısa bildiri yazıları ve çok önemli bilimsel çeviriler yayınlanabilir. Yayın Hakları Yayınlanacak yazıların bilim dil bakımından sorumluluğu yazarlara aittir. Yayın Kurulu gerekli değişiklik veya kısaltmaları yazardan isteyebilir veya yazarın izni alınarak içeriği bozmayacak değişiklikler yapabilir. Basılmayacak yazılar için bir ay içinde yazara bilgi verilir. ISSN – 1300 – 3046 Cilt 26, Sayı Ek Yayın Sahibi Prof. Dr. Çiçek FADILOĞLU Hemşirelik Yüksek Okulu Adına Sorumlu Müdür Prof. Dr. Ahsen ŞİRİN Yayın Alt Komisyonu Prof. Dr. Çiçek FADILOĞLU (Başkan) Prof. Dr. Ayla BAYIK TEMEL Doç. Dr. Meryem YAVUZ Prof. Dr. Gülümser ARGON Prof. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL Dergi Yayın Kurulu Prof. Dr. Olcay ÇAM (Editör) Prof. Dr. Ahsen ŞİRİN Prof. Dr. Süheyla ÖZSOY Doç. Dr. Meryem YAVUZ Prof. Dr. Leyla KHORSHID (Editör Yrd) Prof. Dr. Aynur ESEN Prof. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL Basım Yeri Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova - İzmir Baskı Tarihi 28 Haziran, 2013 Yönetim Yeri Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu (EÜHYO) tarafından yılda üç sayı/bir cilt hakemli dergi olarak yayınlanır. Türkiye Atıf Dizini’nde yer almaktadır. Indexed in Türkiye Citation Index. Yazışma Adresi Özen DURAKOĞLU: [email protected] Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, Yayın İşleri 35100 Bornova/İZMİR HEMŞİRELİK YÜKSEKOKULU DERGİSİ DERGİ HAKEM KURULU PROFESÖRLER AKBAYRAK Nalan AKYOLCU Neriman ARGON Gülümser ARSLAN Hediye AŞTI Nesrin AŞTI Türkinaz BAHAR Zuhal BAŞBAKKAL Zümrüt BAYIK TEMEL Ayla BAYRAKTAR Nurhan BEDÜK Tülin BULDUKOĞLU Kadriye BUZLU Sevim ÇAM Olcay ÇAVUŞOĞLU Hicran ÇİMETE Güler ECEVİT ALPAR Şule EMİROĞLU Oya Nuran ENÇ Nuray ERCİ Behice ERDEMİR Firdevs ERDOĞAN Semra EROĞLU Kafiye ESEN Aynur EŞER İsmet ETİ ASLAN Fatma FADILOĞLU Çiçek GÖKDOĞAN Feray GÖRGÜLÜ Selma GÖZÜM Sebahat HATİPOĞLU Sevgi KANAN Nevin KARADAKOVAN Ayfer KARANİSOĞLU Hacer KARATAŞ Nimet KHORSHID Leyla KOCAMAN Gülseren KÖMÜRCÜ Nuran NAHÇİVAN Nursen OCAKÇI Ayşe OKUMUŞ Hülya OLGUN Nermin ÖZ Fatma ÖZBAŞARAN Ferda ÖZHAN ELBAŞ Nalan ÖZSOY Süheyla PASİNLİOĞLU Türkan PINAR Rukiye SABUNCU Necmiye SAVAŞER Sevim SEVİĞ Ümit SEVİL Ümran ŞENOL ÇELİK Sevilay ŞİRİN Ahsen TAŞOCAK Gülsün ÜSTÜN Besti YILDIRIM Aytolon YILDIZ Suzan DOÇENTLER ABAAN Süheyla ACAROĞLU Rengin AKYOL Asiye ALTUN İnsaf BAYKAL Ülkü ÇEBER Esin DEMİRKIRAN Fatma DEMİR KORKMAZ Fatma DİNÇ Leyla ENGİN Esra GÜNEŞ Ülkü KAPTAN Gülten KARAÇAM Zekiye KARADAĞ Ayişe KULAKAÇ Özen KUKULU Kamile ÖĞCE Filiz ÖZEL EFE Emine UÇAR Hülya UYSAL Aynur UZUN Özge SAN TURGAY Ayşe SOĞUKPINAR Neriman SEREN İNTEPELER Şeyda ŞENUZUN Fisun TERZİOĞLU Füsun YAVUZ Meryem ZAYBAK Ayten Editörden Okura, Değerli Okuyucularımız, Dergimizin bu ek sayısını 2000 yılına kadar olan yüksek lisans ve doktora tez özetlerine ayırmış durumdayız. Ek sayıyı bu şekilde oluşturmanın en önemli sebebi, önceki yıllarda yapılan tezlerin en azından özetlerinin internet ortamında bulunmasını sağlamaktır. Bugünü oluşturan bilgi birikimi, önceki bilgilerin üzerine geliştirilerek ortaya çıkmıştır. Geçmişteki bilgilerin yok olmaması ve emeği geçenlerin haklarının teslim edilmesi için, bu ek sayı emeğe saygı özelliği de taşımaktadır. Okurlarımızın ve araştırmacılarımızın kaynak olarak buradaki tezleri de göstererek bizim amacımızın gerçekleşmesini sağlamaya yardımcı olacaklarını umuyor ve diliyorum. Ek sayının oluşturulma sürecinde benimle birlikte yorulan yayın işlerinde görevli Özen Durakoğlu’na da teşekkür ederim. Mesleğimizin yüceltilmesinde emeği geçen, tezleri yapan meslektaşlarıma, tezlerde danışmanlık yaparak beyin enerjilerini tüketen akademisyen meslektaşlarıma, siz okur ve araştırmacılara teşekkür eder, sağlıklı ve verimli günler dileyerek, sevgi ve saygılarımı sunarım. Prof. Dr. Olcay ÇAM EDİTÖR [email protected] [email protected] İletişim Mail Adresi: Özen DURAKOĞLU [email protected] İÇİNDEKİLER CERRAHİ HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI Yüksek Lisans Tezleri Preoperatif Hastaların Emosyonel Durumları Güliz KÜÇÜKBIYIKLAR…………………………………………..…….…………….……3 Hastane Enfeksiyonları ve Önlenmesi Konusunda Yardımcı Personelin Bilgi Düzeyini Geliştirmede Modüler Ve Standart Eğitimin Karşılaştırılması Şenay ÖZEN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. İnci EREFE…………………...….………….….…….4 Prostat Ameliyatı Olan Hastaların Ameliyat Sonrası Bakımına İlişkin Hemşirelerin Bilgi Düzeylerinin Saptanması Zuhal POSTACIOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL………………...……….…….……….5 Deri Grefti Alınan Verici Sahaların İyileşmesinde İnsan Amniotik Membranı ve Vazelin Furasin Pansumanının Etkilerinin Karşılaştırılması Harika ATA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç. Dr. Alev DRAMALI………………....……….……. 6 Kardiyo-Pulmoner Arrest Geçiren Hastalarda Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Hemşirelerin Bilgi Düzeylerinin Saptanması Huriye GÜLTER Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ………………..….…..……7 Santral Venöz Basınç Ölçülmesinde Kullanılan Solüsyonlar ve Yöntemlerin Basınç Üzerine Etkilerinin İncelenmesi Hemşirelik Programı Meral ATAY Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU………….………..………..…… 8 Ameliyat Öncesi Solunum Egzersizlerinin Ameliyat Sonrası Solunum Fonksiyon Testlerine Alınan Analjezik Sayısına, Hastanede Kalış Süresine Etkisi Türkan ÖZBAYIR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK ……………………………………...9 Kolorektal Ameliyatlar Öncesi Barsak Temizliğinde Uygulanan Değişik Yöntemlerin ve Hasta Toleransının Karşılaştırılması Meryem YAVUZ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Alev DRAMALI…………………….…….…..……..10 Böbrek Transplantasyonu Canlı Alıcı ve Vericilerinde Bilgilendirici Hemşirelik Yaklaşımının Pre-Operatif ve Post-Operatif Kaygı Düzeyleri Üzerindeki Etkisi Dilek DALLI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Alev DRAMALI……………………….……….…...12 Annelerin Çocuklarına Uyguladıkları Oral Antibiotiklerin Ameliyat Sonrası Etkisi Satı TAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Alev DRAMALI……………………………..….…...14 Kolostomili Hastalara Bakım Veren Hemşirelerin Bilgi Düzeylerinin İncelenmesi Mukaddes CAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Ümran GÜLER………………..……….……..15 Üst Batın Ameliyatı Yapılan Hastalarda Hipotermiyi Önlemek İçin Ameliyat Esnasında Isıtıcı Blanket Kullanımının Etkisinin İncelenmesi Emel YILMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Şenay KAYMAKÇI………….……………........16 Değişik Zamanlarda Uygulanan Premedikasyonun Hastanın Kan Basıncı ve Kalp Atım Hızı Üzerine Olan Etkisinin Kaşılaştırılması Sultan ÖZKAN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DIRAMALI…………….…….……………….19 Güdük Ödeminin Önlenmesinde Elastik Bandaj – Rijid Sargının Etkisinin İncelenmesi U. Filiz ÖĞCE Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI…………………….………………21 Kalıcı Mesane Kateterizasyonunda Kullanılan Kateterlerde Uygulanan Hemşirelik Girişimlerinin Üriner Enfeksiyon Yönünden Etkisinin İncelenmesi Nurten ABUT ALAN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI…………………….………………23 Periferik İntravenöz Kateterlerin Açıklığının Sağlanması ve Komplikasyonlarının Önlenmesinde Serum Fizyolojik İle Heparinli Serum Fizyolojik Sıvılarının Etkinliğinin Karşılaştırılması Fatma DEMİR Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI………………….…………….…...24 Sedatif Müziğin Preoperatif Kaygı Düzeyine İntraoperatif Kan Basıncı ve Nabız Parametrelerine Etkisinin İncelenmesi Şengül VAROL Danışman Öğretim Üyesi: Yar.Doç.Dr. Türkan ÖZBAYIR……………….…….…...…....26 Koroner By-Pass Ameliyatı Olan Hastaların Taburcu Olduktan Sonra İlk Bir Ay İçinde Karşılaştıkları Sorunların Saptanması Elif ORTAÇ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI…………………….…….………...29 Glukometre İle Kan Glukozu İzlenmesinde Arteriel Kan İle Kapiller Kanın Kullanımının Karşılaştırılması Gül Özlem YILDIRIM Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Şenay KAYMAKÇI………….…….….……….31 HCV’si (Hepatit C Virüs) Pozitif Hemodiyaliz Hastalarına Verilen Eğitimin Bilgi Transferi Yöntemiyle Hasta Yakınlarına Dönüşümü Gülay OYUR ÇELİK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Türkan ÖZBAYIR…………….….….………...33 Çocuklarda İntravenöz Girişimlerden Önce Lokal Anestetik Etkili Krem Emla Uygulaması İle Eğitim Verilerek Yapılan Hazırlığın Ağrı Üzerine Etkilerinin İncelenmesi Yelda CANDAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Şenay KAYMAKÇI……………….…………...35 Ameliyat Öncesi Planlanmış ve Planlanmamış Eğitim Alan Kolesistektomili Hastaların Servise Uyum Durumlarının Karşılaştırılması Fadime GÖK ÖZER Danışman Öğretim Üyesi: Yard. Doç.Dr. Şenay KAYMAKÇI…………..……….………38 Kemoterapotik Ajanların Hazırlanması Ve Uygulanması Sırasında Hemşirelerin Maruz Kaldığı Sağlık Risklerinin ve Bu Risklerden Korunmak İçin Alınan Önlemlerin Etkinliğinin İncelenmesi Birsen GÜNEY Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Türkan ÖZBAYIR…………….….….………...41 Lomber Disk Ameliyatı Olmuş Erişkin Hastaların Genel Sağlık Statüsü Boyutlarının Ölçülmesi Pakize ÖZYÜREK Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI………………….……….………...45 Koroner Bypass Ameliyatı Geçiren Hastalarda Üç Farklı Isıtma Yönteminin Ameliyat Sonrası Hipoterminin Önlenmesi Üzerine Etkilerinin İncelenmesi Nurcan ÖZTAŞ GÜZELAY Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Şenay KAYMAKÇI…………….….….……….48 Postoperatif Ağrı Yönetiminde Nonparmakolojik Girişimler ve Hastanın Kendi Ağrısını Değerlendirmesine Göre Analjezik Uygulaması Yöntemi ve Rutin Analjezi Yönteminin Karşılaştırılması Ayla YAVUZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Türkan ÖZBAYIR………….………..………...50 Açık Kalp Ameliyatı Olan Kişilerde Ventilatörden Ayırma Döneminde Arteriyel Kan Gazı Analizi İle Pulse Oksimetre Ölçümleri Arasındaki Uyumun Araştırılması Sibel KORKMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI……………….…………..………...52 Doktora Tezleri Kolon ve Rektum Operasyonlarında Preoperatif Kolon Hazırlık Yöntemlerinin Ameliyat Sonrası Enfeksiyon Üzerindeki Etkileri Alev DRAMALI………………………………………………………………...………...57 Skolyozun Post-Operatif Sağıtımında Hemşirelik Bakımı Armağan YÜREKLİ……………………………………………………………….……..58 Modifiye Radikal Mastektomi Sonrası Geciktirilmiş Omuz Egzersizlerinin Omuz Fonksiyonları, Drenaj Miktarı, Etkisinin İncelenmesi Şenay ÖZEN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI…………………………..………...59 Yoğun Bakımda Tüple Beslenen Hastalarda, Kullanılan Yöntemin, Diyare Oluşturma Sıklığına Etkisinin İncelenmesi Türkan ÖZBAYIR Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI……………………….……………60 Total Parentral Beslenmede Geliştirilen İzlem Protokolünün Komplikasyonların Görülme Durumuna Etkisi Aklime DİCLE SARIKAYA Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI………………………..…………...62 Gebelerde Doğum Öncesi ve Doğum Sonrası Dönemlerde Durumluk-Sürekli Kaygı Düzeylerinin İncelenmesi Gülümser SERTBAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI………………….........….…………66 Postoperatif Ağrı Kontrolünde İntravenöz Hasta Kontrollü Analjezi ve Aralıklı İntramusküler Analjezi Yöntemlerinin Karşılaştırılması Dilek DALLI……………………………………………………………….…….………68 Günübirlik Cerrahi Hastalarının Bakımı İçin Hemşire Bakım Formu Geliştirilmesi ve Formun Kalite Güvenliğinin İzlemi Meryem YAVUZ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI…………………..…..…….……….70 Stoma Bakım Eğitim Alan ve Almayan Hemşirelerin İzlediği Hastaların Ameliyattan Sonra Yaşama Uyum Durumlarının Karşılaştırılması Meral ATAY Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI…………………………………….72 PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI Doçentlik Tezi Durumluk-Sürekli Anksiyete, Postoperatif Ağrı Ve Hemşirelik Etkileşiminin İlişkileri Aysel KUMRAL …………………………………………………………….....…………77 Yüksek Lisans Tezleri Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Birinci Sınıf Öğrencilerinin Klinik Uygulama Kaygı Düzeylerininincelenmesi Gönül ÖZGÜR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. İnci EREFE………………………….....….………....81 Hemşirelerin, Ruh Hastalığı ve Hastalarına Karşı Tutumlarının Araştırılması Mahire Olcay KIRLANGIÇ ÇAM Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL……………………………….……..82 Hastanede Yatan Hastalarda Hastaneye İlişkin Stres Yaratan Etkenlerin Saptanması Ayça ARIKAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Alev DRAMALI……………………………...83 Huzurevinde Kalan Yaşlıların Şimdiki Yaşantılarını Algılayışları İle Aynı Kurumda Görevli Hemşirelerin Bu Konudaki Gözlemlerinin Karşılaştırılması Aycan KARADAĞLI Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Zeynep CONK………………….…………....84 Peptik Ülser Hastalığının Oluşumunda, Geçmiş Yaşam Olaylarının Rolünün İncelenmesi Hülya DUMAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Güneş AKGÖNÜL……………..…….……....85 Bir Devlet Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin Empati Düzeylerinin İncelenmesi Emine KARADUMAN PİŞMİŞOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Olcay ÇAM………………...…………………86 Kronik Şizofreni Tanısı Alan Hasta Eşleri İle Kronik Böbrek Yetmezliği Tanısı Alan Hasta Eşlerinin Stresle Başetme Tarzlarının İncelenmesi Mualla YILMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aycan KARAASLAN………………………….88 İlköğretim Öğrencilerinin Anneleri İle Olan İlişkilerini Algılayışları ve Bu İlişkiyi Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi İlknur PEKTAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR………………….……………91 İhlivich Ve Gleser (İ-G) Savunma Mekanizmaları Envanterinin Alkol Bağımlısı Hastalar Üzerinde Geçerlilik Güvenirlilik Çalışması Oya UYSAL Danışman Öğretim Görevlisi: Yard.Doç.Dr. Aycan KARAASLAN………….…….……..93 Bipolar Afektif Bozukluğu Olan Hastaların Aile İşlevlerinin Değerlendirilmesi Gülseren ÜNAL Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aycan KARAASLAN………………….………95 “Servis Ortamı Ölçeği” (SOÖ) Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması Satı DOĞAN BOZKURT Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR……………………….……....98 Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Bölümlerindeki Öğrencilerinin Kendini Açma Özelliklerinin İncelenmesi Sevinç ÇOBANOĞLU ELÇİ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Olcay ÇAM…………………………………...99 Yoğun Bakım Hemşirelerinde İş Doyumu ve Genel Yaşam Doyumu Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Şenay VARA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Olcay ÇAM………………………………......101 Bir Psikiyatri Kliniğinde Hasta Bakım Kalitesinin İncelenmesi Ayşegül DÖNMEZ BİLGE Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Olcay ÇAM……………….………….……....103 Ege Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nde Çalışan Hemşirelerin Empatik Eğilim ve İş Doyumu Düzeyleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Gülay TAŞDEMİR Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aycan KARAASLAN…………………….…...104 Koroner By-Pass Ameliyatı Geçiren Hastalarda Bilgilendirici Hemşirelik Yaklaşımının Ameliyat Öncesi ve Sonrası Anksiyete Düzeylerine Etkisinin İncelenmesi Sultan KARAKULA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR…………….………..……….106 Psikiyatri Kliniklerinde Çalışan Hemşirelerin Etik Problemler Karşısındaki Yaklaşımlarının Belirlenmesi Zeynep POLAT Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Olcay ÇAM…………….…...…….….……...108 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Yoğun Bakım Hemşirelerinin Uyku Düzen Özellikleri İle İş Doyumu Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Esra ENGİN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR…….……………………........109 İlköğretim Okulu Öğretmenlerinde Somatizasyon Ölçeğinin Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması Şeyda DÜLGERLER Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR………...…………….………112 Doktora Tezleri Hemşirelerde Tükenmişlik (Burnout) Sendromunun Araştırılması M. Olcay ÇAM Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ………………………....117 Bornova Bölgesinde Oturan Emeklilerde, Emeklilik, Sağlık ve Sosyal Destek İlişkisinin İncelenmesi Gönül ÖZGÜR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK…………………………………....120 Sağlık Meslek Lisesi Hemşirelik Bölümü Öğrencilerinin Benlik Saygısı Düzeylerinin İncelenmesi Aycan KARADAĞLI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK……………………………….…...122 Okul Çağı Çocuğu Davranış Sorunları İle Annelerin Anksiyete Düzeyleri ve Algıladıkları Sosyal Destek Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Ayça GÜRKAN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Çiçek FADILOĞLU……….…..…………………...125 İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Yüksek Lisans Tezleri Uzun Süreli Yatak İstirathatinin Bir Komplikasyonu Olarak Ortaya Çıkan Yatak Yaralarının (Dekübitüs Ülserlerinin)Önlenmesinde Koyun Postu Kullanımının Etkisinin Araştırılması Ayfer KARADAKOVAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Çiçek FADIOĞLU……………….…………129 Hemşirelerin Sitostatik İlaçlar Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin Saptanması Hatice ERTUĞ Danışman Öğretim Üyesi: Yar.Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU…………………….……130 Bireylerin Epilepsi Hastalığı Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin Saptanması Nesrin DEĞİRMENCİ Danışman Öğretim Üyesi: .Yard.Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU……………..…….…….131 Tüberkülozlu Hastaların Tedaviye Uyum Durumları ve Bunu Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Fatma CAM Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülseren KOCAMAN………….……….…….…...132 Hastaların Bakım Gereksinimlerine Göre Hemşirelerin Direkt Bakım Yüklerinin İncelenmesi Özden MUSAL Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülseren KOCAMAN………………………..…....134 Hemodialize Giren Yaşam Kalitesinin Saptanması ve Bilgilendirici Hemşirelik Yaklaşımlarının Yaşam Kalitesine Olan Etkisinin İncelenmesi Asiye Durmaz AKYOL Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Kamile ERGİN………………………………..…...136 Miyokard İnfarküstü Tanısıyla Hastaneye Yatan Hastalara Verilen Planlı Sağlık Eğitiminin, Hastaların Bilgi Düzeylerine Ve Tedaviye Uyum Durumlarına Olan Etkisinin İncelenmesi Özlem ERDOĞAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Kamile ERGİN……….……………………..……..138 Tüberkülozlu Hastaların Hastalığa İlişkin Bilgileri İle Tedavi ve Bakıma İlişkin Tutumlarının İncelenmesi Şerife AKSOY Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Aynur ESEN………………...…………..…….…...142 Göğüs Hastalıkları Servislerinde Çalışan Sağlık Personelinin Çalışma Yaşantıları Boyunca Tüberküloz Hastalığına Yakalanma Oranlarının ve Bunu Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Behtiye DİNDAR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayfer KARADAKOVAN………………..…….……145 Perkütan Translumimal Koroner Anjiyoplasti Uygulanan Hastalara Yönelik Geliştirilen Standart Hemşirelik Bakım Modelinin Hastanın Yaşam Kalitesine ve Bakım Yeterliliğine Olan Etkisinin İncelenmesi Fisun ŞENUZUN ERGÜN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Çiçek FADILOĞLU…………………….…….…....147 Toplumun Akut Miyokard İnfarktüsü İle İlgili Bilgilerinin İncelenmesi Nursen DELİBAY Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Aynur ESEN………………………….…..……......148 Mekanik Ventilatöre Bağlı Hastalarda Standart Hemşirelik Bakımının Nosokomiyal Pnömoni Gelişimini Önlemede Etkisinin İncelenmesi Fatma ÇAVDAR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayfer KARADAKOVAN…………………..………152 Koroner By-Pass Ameliyatı Öncesi Serviste Rutin ve Planlı Eğitim Alan Hastaların Yoğun Bakıma Uyumlarının Karşılaştırılması Nesime ATAR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayfer KARADAKOVAN…………………...………154 Psoriasisli Hastaların Yaşam Kalitesi ve Yaşam Kalitesini Etkileyen Faktörlerinin İncelenmesi Naile BAYRAMOVA Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayfer KARADAKOVAN….………………………..156 Koroner Stent Uygulanan Hastalara Verilen Planlı Sağlık Eğitiminin Hastaların Tedaviye Uyum Durumlarına Olan Etkisinin İncelenmesi Figen OKÇİN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Aynur ESEN………………………………..……..158 Doktora Tezleri Hemiplejili Hastalarda Hemşirelik Bakımı ve Rehabilitasyonun Günlük Yaşam Aktivitelerine Olan Etkisi Çiçek FADILOĞLU……………………………………………………………………..161 Hipertansiyonlu Hastaların Eğitiminde Modüler Eğitimin Etkisinin İncelenmesi Gülümser ARGON Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gürbüz GÜMÜŞDİS……………………………...162 Kanser Hastalarının Gereksinimlerinin Saptanması ve Hasta-Hemşire Görüşlerinin Karşılaştırılması Kamile ERGİN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Tomris KABAKÇI…………………………………164 Romantizmal Kalp Hastalıklarında Erken Tanı ve Koruyucu Program Geliştirmenin Gerekliliğine İlişkin Bir İnceleme Aynur ESEN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gürbüz GÜMÜŞDİŞ………………..……………..165 Gürültülü Ortamlarda Çalışmanın Kan Basıncı ve Nabız Hızı Üzerindeki Etkisi ve Bu Konuda Yapılan Hizmet İçi Eğitimin, İşçilerin Koruyucu Önlem Almaya İlişkin Bilgi ve Davranışlarına Etkisinin İncelenmesi Ayfer KARADAKOVAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU………………….……………168 Kalıcı Mesane Kateterizasyonun Yardımcı Olduğu Üriner Sistem İnfeksiyonlarının Önlenmesinde, Mesanenin Providon-İyodla İrrigasyonu ve Hemşirelik Bakımının Etkilerinin Karşılaştırılması Leyla KADİR KHORSHID Danışman Öğretim Üyesi: Doç. Dr. Zeynep CONK …………………………………..171 Kemoterapi Uygulanan Lösemeli Hastalarda Planlanmış Bir Ağız Bakımı Yönteminin, Ağız İçi Maya Enfeksiyonları ve Diğer Komplikasyonların Önlenmesindeki Etkililiğinin İncelenmesi İsmet EŞER Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE…………………………………..……173 Subkutan Heparin Uygulamasında Farklı Lokalizasyon ve Uygulamaların Hematom Oluşumuna Etkisi İle Hematomun Giderilmesinde Buz Uygulaması Etkinliğinin İncelenmesi Asiye DURMAZ AKYOL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Çiçek FADILOĞLU………………………..……....175 HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI Yüksek Lisans Tezleri Bornova Kız Meslek Lisesi Öğrencilerinin Sağlık Sorunları ve Sağlıkla İlgili Genel Yaklaşımlar Gülsün AYDEMİR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. İnci EREFE………………………………………..179 Diyabetes Mellitus Tanısıyla Hastaneye Yatan Hastalara Verilen Taburculuk Eğitiminin Hastaların Evde Bakım Gereksinimlerini Karşılamaya Etkisinin İncelenmesi Naciye AKTAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Doç. Dr. Ayla BAYIK………………………….…………....181 Afyon İlinin Sosyo-Demografik ve Sağlık Durumunun Tanımlanması Yeter ÇİFTÇİ KİTİŞ Danışman Öğretim Üyesi : Doç.Dr. Zuhal BAHAR…………………………..………..183 0-5 Yaş Arası Çocuklarda Febril Konvülzyon Görülme Sıklığı ve Rol Oynayan Demografik Özellikler Leyla KÖKSAL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE…………………….………….………185 Dokuz Eylül Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin Durumluluk Sürekli Kaygı Düzeylerinin İncelenmesi Semra AY Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zuhal BAHAR……………………..……………...187 İshal Konusunda Eğitilmiş İlkokul Öğrencilerinden Ebeveylerine Bilgi Transferi Esin TÜRKİSTANLI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayla BAYIK…………………………..…………....189 İzmir Metropolünde Çalışan Sağlık Personelinin Sigara Konusundaki Tutum ve Davranışları Selma ÖNCEL Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zuhal BAHAR…………………………..………...191 Bayan İlkokul Öğretmenleri ve Hemşirelerin Yaşam Biçiminden Kaynaklanan Sağlık Risk Faktörlerinin Karşılaştırmalı İncelenmesi Bilgin Kıray VURAL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE…………………….………….………193 İzmir Hastanelerinde Fenilketonüri Tarama Programının İşleyişini Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Emine ÖZDİREK KANDİL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE……………………………..…………195 Çalışan Çocukların (12-18 Yaş) Kendi Sağlıklarını Yükseltmedeki Sağlıkla İlgili Davranış Biçimlerinin Saptanması Zuhal EMLEK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Süheyla ALTUĞ ÖZSOY……….…………....198 Çocuk İstismarı ve İhmalinin Belirti ve Risklerini Tanılamada Hemşire ve Ebelerin Bilgi Düzeylerinin Saptanması Aynur UYSAL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE…………………………….…….……200 Üniversite Öğretim Elemanlarının Sağlığı Geliştirme Davranışları ve Bunu Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Şükran AYTAN AKÇA Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Ayla BAYIK………………………………..……...203 Eritropoetin ve Demir Tedavisine İlişkin Planlı Eğitimin Hemodiyaliz Hastalarının Bilgi ve Uygulamalarına Etkisi Münesser GELMEZ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE…………………….…………….……205 Koruyucu Sağlık Hizmetlerinde Çalışan Hemşirelerin Görevlerini Algılamaları ve Gerçekleştirebilme Durumlarını Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Ziyafet HANOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Ayla BAYIK………………………………..……...207 15 Yaş Üzeri Kadın ve Erkeklerde Algılanan Sağlık Durumunun Değerlendirilmesi Asiye UZANTI Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Süheyla ALTUĞ ÖZSOY……………………210 İlkokul Çağı Çocuklarının Kişisel Sağlık Görüşleri, Olumlu Sağlık Davranışları İle Bunları Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Hülya ELİBOL UYSAL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Ayla BAYIK ………………………………………213 Planlı Eğitimin Erkeklerin Aile Planması Yöntemlerine İlişkin Bilgi ve Tutumlarına Etkisinin İncelenmesi Meryem METİNOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE ……………………………………….215 Doktora Tezleri Sağlık Hizmetleririnin Sosyalleştirilmesinden Önce Bornova Bölgesinde Anne ve Çocukların Koruyucu Sağlık Hizmetlerinden Yararlanma Durumları Gülseren KOCAMAN Doktora Yöneticisi: Prof.Dr. Mehmet TOKGÖZ………………………………..……...219 Üç Ayrı Sosyalize Bölgede Çalışan Ebelerin Çocuk Sağlığı Hizmetlerine İlişkin Bilgi Düzeylerinin Karşılaştırılması ve Bornova Bölgesinde Verilen Görev-İçi Eğitimin Ebelerin Bilgi ve Davranışlarına Etkisi Zuhal BAHAR Doktora Yöneticisi: Prof.Dr. Tuğrul ÖZGÜR………………………………..…………221 Bornova Sosyalizasyon Bölgesi İlçe Merkezinde Evli Doğurgan Çağdaki Kadınlarda Düşüklerin Epidemiyolojik İncelenmesi Ayla BAYIK Danışman Öğretim Üyesi Prof.Dr. Tuğrul ÖZGÜR…………………………….……...223 Çalışan Kadınlarda Çalışma Koşullarının Gebeliğin Gidişi, Sonucu İle Gebelik Ürününü (Yeni Doğan) Etkileyişi Ve Çalışan-Çalışmayan Kadınlar Arasındaki Farklılıkların İncelenmesi Gülsün AYDEMİR Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE………………………………………..225 Soyağacı Yöntemiyle Lise Öğrencilerinde Kronik Hastalık Risklerinin Belirlenmesi ve Korunmaya Yönelik Sağlık Eğitimi Programlarının Düzenlenmesi Süheyla Altuğ ÖZSOY Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayla BAYIK………………………………..……...230 Aile Planlaması Konusunda Kaçırılmış Fırsatların Yakalanmasında Hemşirenin Danışman Rolü Esin TÜRKİSTANLI Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Ayla BAYIK………………………………..……...234 Okul Sağlığı Hemşirelik Hizmetlerinin Öğrencilerin Sağlık ve Başarı Durumuna Etkisinin İncelenmesi Selma ÖNCEL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE………………………………..………235 ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI Yüksek Lisans Tezleri 0-24 Ay Arası Bebeklerde Görülen Bez Dermatiti Pişik’in Sağaltımında Zeytinyağı ve Anne Sütünün Etkilerinin Karşılaştırılması Zümrüt BAŞBAKKAL Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Zeynep CONK……………………………....241 Hemşirelerin Bebek Beslenmesine İlişkin Bilgi Düzeylerinin Saptanması ve Bunu Etkileyeceği Düşünülen Bazı Etkenlerin İncelenmesi Candan DAĞLI Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç. Zeynep CONK…………………………………242 Annelerin Gastroenterite İlişkin Bilgi Düzeylerinin Saptanması ve Bunu Etkileyen Etmenlerin Saptanması Münevver KILIÇ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Zeynep CONK……………………….……..243 Ateşli Çocuklarda Annelerin Bakıma İlişkin Uygulamalarının Saptanması Vezire ALAK Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Alev DRAMALI………………………….………..244 İzmir İl Buca İlçesine Bağlı İki İlkokuldaki Diş Çürüğü Olan ve Olmayan Son Sınıf Öğrencilerinin Beslenme ve Ağız Hijyeni Alışkanlıklarının İncelenmesi Rukiye ZORBAZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Güneş AKGÖNÜL……………….…….……245 Sağlıklı Çocuk Polikliniğine Başvuran Annelerin Anne Sütü Verme Eğilimi ve Buna Etki Eden Faktörlerin İncelenmesi Şenay OK Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Güneş GENÇ……………..………….…….……...246 Çocuklarda Görülen Zehirlenmeler ve Annelerin Bu Konuya İlişkin Bilgi ve Uygulamalarının İncelenmesi Nevin TURAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Güneş GENÇ………………………….…….……248 Total Parenteral Beslenme Konusunda Hemşirelerin Bilgi Düzeyini Geliştirmede Modüler Ve Standart Eğitim Yöntemlerinin Karşılaştırılması Rabia EKTİ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK…………………………..………..250 Protein-Enerji Malnütrisyonu Tanısı Olan Olgularda Ailelerin Özellikleri ve Eğitimin Etkisinin İncelenmesi Azam Mohammad GAHI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Güneş GENÇ………………………………..……252 Beslenme Eğitimi Alan ve Almayan İlkokul Öğrencilerinin Televizyon Reklamlarından Etkilenme Durumlarının İncelenmesi Figen Kayhan YARDIMCI Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Güneş GENÇ…………………….………....254 Psişik Enüresisli Çocuklarda Ailenin Yapı Tutum Davranış ve Yaklaşımlarının İncelenmesi Hüveyda GENÇ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK……………………….…….……..256 Ağrılı İşlemler Öncesi Eğitim Verilerek Yapılan Hazırlığın, Çocukların Ağrı Algılamalarına Etkisi Nilüfer OKTAY EVGİN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK……………………………..……..258 Çocuk Hastaların Hastaneye İlişkin Korkuları ve Korkuyu Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Dilek ERGİN ŞAHAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL…………….…………259 Çocuklarda İnfüzyon Uygulamalarında Ekstravazasyon ve Tromboflebit Gelişme Durumu ve Etkileyen Etmenler Saniye ÇİMEN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK…………………………………....261 Çocuklarda İntramüsküler Enjeksiyonlardan Önce Lokal Anestetik Etkili Krem Emla Uygulaması İle Eğitim Verilerek Yapılan Hazırlığın Ağrıyı Azaltmadaki Etkinliklerinin Karşılaştırılması Ayşe KOÇYİĞİT Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL………….…………...263 Prematüre Bebeği Olan Ailelere Serviste Uygulanan Planlı Eğitimin Bebek ve Aile Üzerine Olan Etkilerinin İncelenmesi Türkan MUTLU Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Bahire BOLIŞIK……………………..……...265 Kronik Hastalığın Çocuklar ve Annelerinin Depresyon Düzeylerine ve Anne-Çocuk İlişkilerine Etkisinin İncelenmesi Sibel SÖNMEZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Bahire BOLIŞIK………….………………….268 Prematüre Bebeklerde Kulak Tıkacı Kullanılması İle Gürültünün Azaltılmasıyla Fizyolojik Ve Davranışsal Cevapların Değerlendirilmesi Arfiye ŞEN Danışman Öğiretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Bahire BOLIŞIK………………………..…....271 Hemodiyaliz Tedavisini Sürdüren Çocuklarda Terminoloji Bilgisinin İncelenmesi ve Öğretilmesi Arzu ÖZTÜRK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Bahire BOLIŞIK……………………..……...272 Verilen Kemoterapi Yan Etkileriyle İlgili Bilginin Annelerin Anksiyete Düzeylerine Etkisinin İncelenmesi Aycan ERDURAN……………………………………………………………………...274 Mekanik Ventilatör Desteği Alan Yenidoğanın Bakımı Konusunda Geliştirilen Standart Hemşirelik Bakım Modelinin Bakım Kalitesine Etkisi Hatice BAL YILMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Prof .Dr. Zeynep CONK…………………………………...276 Yanık Pansumanı Değişimi Esnasında Çocukların Hissettikleri Ağrının Belirlenmesi Belgin DANIŞ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK………….………...………..……...278 Doktora Tezleri Değişik Yerleşim Bölgelerinde Annelerin Bebek Bakımı Bilgilerinin Değerlendirilmesi Zeynep CONK ……………………………………...…………………………………281 Farklı Sosyo Ekonomik Düzeyden Gelen İlkokul Çağı Çocuklarının Fizik Gelişmelerindeki Etkileri Güneş AKGÖNÜL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Müfit ARCASOY………………………..………...282 İdrar Yolu Enfeksiyonu Olan Çocukların Annelerinin Bu Hastalığa İlişkin Bilgi ve Uygulamalarının Saptanması ve Eğitimin Hastalığın İyileşmesinde Etkisinin İncelenmesi Emine ERDAL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alphan CURA………………………….………....283 Mekonyum Aspirasyon Sendromlu Bebeklerin Sağaltımında Postural Drenaj Etkinliğinin İncelenmesi Bahire BOLIŞIK Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Güngör NİŞLİ………………………………..…...284 İzmir Metropolünde 0-60 Ay Arası Çocuklarda Aşılama Yaygınlığının Değerlendirilmesi İle Aşılamayı Etkileyen Etmenlerin ve Bağışıklamada Hemşirenin Rolünün Araştırılması Zümrüt BAŞBAKKAL Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK……………..……………....……...285 Ailelerin Sigara İçmelerinin ve Bazı Çevresel Faktörlerin Bebeklerde Bronşit, Trakeit Görülme Durumuna Etkisinin İncelenmesi Münevver KILIÇ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK………….………...………………286 Hastaneye Ameliyat Olmak Üzere Gelen 7-14 Yaş Grubu Çocukların Korkuları ve Hemşirelik Uygulamaları Vezire ALAK Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK……………………………..……..288 Thalassemia Majorlü Çocuğu Olan Ailelerin Umutsuzluk ve Depresyon Durumlarının İncelenmmesi Selmin Şenol SEZGİN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK…………………………………....289 Pnömonisi Olan Çocuğun Bakımı Konusunda Geliştirilen Bakım Standardının Bakım Kalitesine Etkisi Candan ÖZTÜRK Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK…………………………………....292 Malatya İl Merkezinde Bebeklerin Beslenmelerinin Büyüme ve Gelişmelerine Etkisi Şenay OK Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK…………………………………....294 KADIN SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI Yüksek Lisans Tezleri Hastanede Miadında Canlı Doğum Yapan Kadınların Bebek Doğum Ağırlığı İle Plasenta Ağırlığı Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Cahide BEYCAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aynur SARUHAN…………………………...299 Adolesanlarda Menstruel Döneme İlişkin Özelliklerin ve Normal Dışı Genital Akıntı Durumunun İncelenmesi Ayşe IŞIK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Elçin ERDOĞAN……………………………303 Lisans Eğitimi Yapan 18-25 Yaş Arası Spor Yapan ve Yapmayanların Vücut Yağ Oranları İle Menstrüel Yapıları Arasındaki İlişkinin Araştırılması Neriman TATAR SOĞUKPINAR Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI…………………………………...304 İzmir Metropolü, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezlerinde Çalışan Ebe ve Hemşirelerin Jinekolojik Kanserlerin Erken Tanısı ve Korunması Konusundaki Bilgi Düzeyleri ve Uygulamalarının İncelenmesi Nursen Demirel BOLSOY Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN………………………………...307 Doğum Salonunda Çalışan Ebe ve Hemşirelerin Puerperal Enfeksiyonların Önlenmesinde Aseptik Uygulamalara İlişkin Bilgilerine, Planlı Eğitimin Etkisinin İncelenmesi Hilmiye AKSU Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Ümran DEMİR……………………………...309 Postopartum Erken Dönemde Görülen Meme Sorunları ve Bunu Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi Hatice MERT Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN……………………………………...311 Menopoz Polikliğine Başvuran Kadınların Menopoza İlişkin Yakınmalarına Verilen Planlı Eğitimin Etkinliğinin İncelenmesi Gül KARACAN ERTEM Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN……………………………………...312 Yenidoğanların Apgar Skoru, Nöromüsküler Gelişimleri (Refleksler) ve Yaşamsal Bulguları İle İlgili Ebe-Hemşirelere Verilen Eğitimin Etkinliğinin İncelenmesi Birsen KARACA SAYDAM Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN……………………….……….…….314 Primiparların Doğum Öncesi Bakıma İlişkin Uygulamalarının İncelenmesi Ayşen ÇEBİŞLİ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN……………………….……………..317 Kadınların Progesteron İçerikli Aile Planlaması Yöntemlerinden Norplant ve Depo Provera’yı Seçme ve Bırakma Nedenlerinin İncelenmesi Ayhan ÖZTÜRK AKKURT Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aynur SARUHAN…………….……………..319 15-49 Yaş Evli Kadınların Gebeliğe ve Aile Planlamasına İlişkin Geleneksel Uygulamalarının İncelenmesi Ayten TAŞPINAR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ümran DEMİR…………………………………....322 15-49 Yaş Doğurgan Çağı Kadınlarda Vaginitisin Tanılanmasında Hemşirenin Etkinliğinin Belirlenmesi ve Vaginitisin Oluşumuna Neden Olan Faktörlerin İncelenmesi Sevgi ÖZKAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ümran DEMİR …………………………………...326 Gebelikte Yaşanan Fiziksel Sorunların Saptanması ve Bunları Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Ayfer BAKICI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ümran DEMİR…………………………………....329 Çanakkale Devlet Hastanesine Doğum Yapmak İçin Başvuran Kadınların Antenatal Bakım Alma Durumlarının İncelenmesi Fide GÖKTAŞ KAYA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aynur SARUHAN……………….…………..332 İnfertil Kadınlarda Yalnızlık Düzeyi ve Bunu Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi Oya Ünder KAVLAK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aynur SARUHAN……………….…………..334 Çalışan Hemşirelerde Menstrual Yakınmaların İncelenmesi Zeynep DAŞIKAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aynur SARUHAN…………….……………..338 Erken Dönemde Bebeğin Emzirilmesiyle Plesenta Ayrılma Süresi Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Hafize ÖZTÜRK Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ümran DEMİR…………………………………....341 Ebelerin Görev, Yetki ve Sorumluluklarını Algılama Durumlarının Belirlenmesi ve Geliştirilen Ölçeğin Geçerlik ve Güvenirliğinin İncelenmesi Emine DAŞDİBİ BEYDİLLİ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN……………………….……………..344 İnseminasyon Uygulanacak Kadınlarda İnseminasyon Öncesi ve Sonrası Durumluluk-Sürekli Kaygı Düzeylerinin İncelenmesi Hatice DALANER ÇOBANOĞLU……………………………………….……………....347 Doktora Tezleri İlk Doğumunu Yapan Loğusaların Doğum Sonrası Bakıma İlişkin Bilgi ve Uygulamalarının Saptanması, Planlı Eğitimin Bilgi Düzeylerine ve Doğum Sonrası Komplikasyonların Önlenmesine Etkisinin İncelenmesi Elçin ERDOĞAN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Mustafa EMİNOĞLU……………….…….………351 Doğum Sonrası Loğusa ve Bebek Sağlığı Yönünden Bireysel Düzeyde Aşamalı Eğitimin Gerekliliği Üzerine Bir Araştırma Ahsen ŞİRİN…………………………………………………………………..……….352 İzmir Metropolü’nde Evli ve Doğurgan Yaşta (15-49) Olan Kadınların Doğum Aralıklarına Etki Eden Faktörlerin İncelenmesi Ümran DEMİR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU………………….……………354 Kürtaja Başvuran Kadınların Kaygı Durumlarının İncelenmesi Ferda ULUFER Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE………………………….…………….356 Miadında Doğan Bebeklerin Fizyolojik Gelişimlerine Etki Eden Faktörlerin İncelenmesi Aynur SARUHAN ………………………………………………………….…..………359 Ebe ve Hemşirelik Fonksiyonu Olarak Leopold Manevralarının Fetal Malpresantasyonuları Tanımlamadaki Etkinliğinin Araştırılması Neriman SOĞUKPINAR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ümran DEMİR………………………….………...361 Sezaryen Sonrası Ağrı Kontrolünde İlaç Dışı Farklı İki Yöntemin (Masaj/Dokunma ve Müzik/Gevşeme) Etkililiğinin Karşılaştırılarak İncelenmesi Serap SELVER BABACAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN……………………….……….…….364 HEMŞİRELİK ESASLARI ANABİLİM DALI Yüksek Lisans Tezleri Hacettepe Üniversitesi Sağlık Koleji Hemşirelik Bölümü Üçüncü ve Dördüncü Sınıf Öğrencilerinin Kas İçi Enjeksiyon Konusundaki Bilgi ve Uygulamalarında Deneyim Süresinin Etkinliğine İlişkin Karşılaştırmalı Bir Çalışma Emine ÇAKIRCALI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL……………………………….……369 Diyabetes Mellitus Tanısı İle Hiç Hastaneye Yatmamış Erişkin Diyabetik Hastaların Bilgi Düzeylerinin Saptanması Ümran SEVİL Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU…………………….……370 Hemşirelerin Hastanın Amaliyet Öncesi Hazırlık ve Bakımına İlişkin Bilgi Düzeylerinin Saptanması Aklime SARIKAYA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ………………….……....371 Hemşirelerin Sigaranın Zararlı Etkilerine İlişkin Bilgi Düzeylerinin Saptanması İsmet EŞER Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL……………………………….……372 Hemşirelerin Ağız ve Kas İçi Yoluyla İlaç Verilmesine İlişkin Bilgi Düzeylerinin Saptanması ile Uygulamadaki Hatalar ve Bunların Nedenlerinin Belirtilmesi Ferda ULUFER Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL…………………………….………373 Kan Transfüzyonu Konusunda Hemşirelerin Bilgi Düzeyini Arttırmada Modüler Eğitimin Etkinliğinin Saptanması Nilgün DERELİ Danışman Öğretim Üyesi: Yar.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ………………..………….374 Öğrenci Hemşirelerin Klinik Deneyimlerinin İlk Gününde Hasta İle İletişimi Başlatmadaki Güçlüklerinin Saptanması Leyla KADİR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL……………………………….……375 Yatak Yaralarının İyileşmesinde Lokal İnsülin Ve Rivanol Pansumanlarının Etkinliklerinin Karşılaştırılması Emine AVCI Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Alev DRAMALI……...……….……….……...376 Şaşılığı Olan Çocukların Psikolojik Sorunlarının Saptanması ve Etkili Hemşirelik Bakımı Canan TÜRKOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Alev DRAMALI……….…………………….…….377 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Öğrencilerinin Ölüme İlişkin Düşüncelerinin İncelenmesi Kamuran YAĞAN Danışman Öğretim Üyesi: Dr. Emine ERDAL………………………………….……....378 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Meslek Lisesi Hemşire Bölümü Öğrencilerinin Hemşirelik Mesleği Hakkındaki Görüşleri ve Bu Mesleği Seçmelerindeki Etmenler Aynur SARUHAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ……………….………....379 Ameliyat Öncesi Solunum Egzersizlerinin Ameliyat Sonrası Solunum Fonksiyon Testlerine, Alınan Analjezik Sayısına, Hastanede Kalış Süresine Etkisi Türkan ÖZBAYIR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK …………………………………...380 Sezaryenle Doğum Yapacak Annelerle Ameliyat Öncesinde Kurulan Eğitsel İlişkinin Ameliyat Sonrası Rehabilitasyonun Başarısına Etkisi Süheyla ALTUĞ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. İnci EREFE………………………………………..382 0-6 Yaş Grubu Çocuğu Olan Annelerin Çocukluk Hastalıklarında Kullandıkları Kendi Kendine Tedavi Uygulamalarının İncelenmesi Ayten YETİŞİN Danışman Öğretim Üyesi: Dr. Emine ERDAL……………………………….………....384 Hekim ve Hemşirelerin Hasta Hakları Konusunda Tutumlarının İncelenmesi Gülbanu ZENCİR GÜNYEL………………………….……………………….………....386 Laboratuvar Birimlerinde Çalışan Sağlık Teknisyenlerinin Aids Hastalığına İlişkin Bilgilerinin Saptanması Nazan TUNA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç. Dr Emine ÇAKIRLI……...……………………....387 Hemşirelerin Kemoterapinin Zararlı Etkilerinden Korunmaya Yönelik Bilgi ve Tutumlarının İncelenmesi Necmiye DÜZENLİ BİLGİN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Leyla KHORSHİD…………………………...389 Hastanede Yatan Yetişkin Hastaların Uyku Gereksinimlerini Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Ayşen ÇETİN TOSUNOĞLU…………………………………………………………....391 Kanser Tanısı Konmuş 7-11 Yaş Grubu Çocukların Kendilerini Aile İçinde Algılama Durumlarının İncelenmesi Türkan GÜRBÜZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. İsmet EŞER…………………………………392 Basınç Yaralarının Önlenmesinde Standart Hemşirelik Bakımının Etkisinin İncelenmesi Ayşe SAN TURGAY Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Emine ÇAKIRCALI………………………….393 Yoğun Bakım Ünitesinde Çalışan Hemşirelerin Ölüm Olayı Karşısındaki Anksiyete Düzeylerinin İncelenmesi Esma Sarı ŞAHİN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leyla KHORSHID………………………….……...394 İntramüsküler Enjeksiyona Bağlı Ağrının Azaltılmasında Lokal Buz Uygulamasının Etkinliğinin İncelenmesi Şerife CİHANGİR KÖKTEPE Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leyla KHORSHID………………………….……...395 Hemşirelerin, Hemşirelik İşlevlerini Yerine Getirip, Getirememe Durumları ve Nedenlerinin İncelenmesi Aysel AYEV Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Nilgün DERELİ……………………………...396 Cerrahi Kliniklerine Ameliyat Olmak Üzere Yatan Hastaların Hastaneye Yatıştaki Anksiyeteleri Ve Anksiyeteyi Gidermede Hemşirelik Yaklaşımının Etkisinin İncelenmesi Züheyla DÖNMEZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Nilgün DERELİ………………………..…......397 Hastanede Yatan Yetişkin Hastaların Hemşirelik Bakımına İlişkin Memnun Olma Durumlarının İncelenmesi Şadan ÖNCEL KAYACIK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. İsmet EŞER…………………………………399 Hemşirelerin, Hemşirelik Sürecine İlişkin Bilgi ve Görüşlerinin İncelenmesi Nursel YILMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Nilgün DERELİ……………….……….…......402 Hasta Kontrollü Analjezi Yöntemine İlişkin Verilen Hasta Eğitiminin Postoperatif Ağrının Giderilmesine Etkisinin İncelenmesi Necla ÇETİN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. İsmet EŞER…………………………….…....404 HEMŞİRELİKTE YÖNETİM ANABİLİM DALI Yüksek Lisans Tezleri Servis Hemşirelerinin Hizmet-İçi Eğitim Gereksinimlerine İlişkin Bildirimleri ile Yönetici Hemşirelerin Görüşleri Meral YAMANDAĞLI Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE………………………….……….……409 Hastanede Yatan Hastaların Doyumluluk Durumları ve Bu Duruma Etki Eden Faktörlerin İncelenmesi Zerrin ERTÜRK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ……….…….……….......411 Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin İş Doyumu ve Örgütsel Gereksinimlerine İlişkin Bir İnceleme Özgül YAVAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülümser ARGON…………………………..…....412 Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin Motivasyonel Durumlarının İncelenmesi Pakize ŞENGÜL SARI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülümser ARON…………………………………414 SSK Ege Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin Gerçekleştirdikleri Hemşirelik Uygulamaları ve Bu Uygulamaların Gerekliliğine İlişkin Görüşlerinin İncelenmesi Aytaç OLGUNDENİZ TURPCULU Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülümser ARGON………………….…….……....417 Yönetici Hemşireliğin Gerektirdiği Yönetim Becerilerine İlişkin Bir Çalışma Fahriye VATAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç .Dr. Gülümser ARGON……………………..………...421 İzmir S.S.K. Hastanelerinde Hemşirelere Uygulanan İşe Alıştırma Programlarına İlişkin Hemşirelerin Görüşleri Gönül KUTLU DEVECİOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülümser ARGON……………………………….424 Acil Servislerde Başvuran Hastaların Aldıkları Hizmetten Memnuniyetlerinin İncelenmesi Burcu SEZGİN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Gülümser ARGON………………….…….……....425 Üst Düzey Yönetici Hemşirelerin Yetke (Otorite) Anlayış ve Devri Konusundaki Eğilimleri Ve Uygulamaları Gülbin BAŞTÜRK ÇELİK Danışman Öğretim Üyesi: Doç. Dr. Gülümser ARGON……………….…….………...428 Ohio Eyalet Üniversitesi Modeline Göre Yönetici Hemşirelerin Liderlik Davranışlarının Belirlenmesi Gülseven SAATLI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülümser ARGON……………….……….……....430 İş Analizine Dayalı Olarak Geliştirilen Bir İş Tanımı Modeli Ülkü YAPUCU Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Gülümser ARGON……………….…….………....433 Hemşirelerin Hastanelerdeki Örgütsel Çatışma Nedenlerine Lişkin Görüşlerinin İncelenmesi İlknur ÇİMENSEL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Gülümser ARGON……………….………….…....437 Yönetici Hemşirelerde Yönetsel Stres Ölçeği Gerçeklik ve Güvenirlik Çalışması Elmas KOÇ DUYMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Gülümser ARGON…………….………….……....440 HEMŞİRELİKTE ÖĞRETİM ANABİLİM DALI Yüksek Lisans Tezleri Aids Konusunda Eğitilen Ortaokul Öğrencilerinden Ebeveynlerine Bilgi Transferinin İncelenmesi Döndü ERBAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Çiçek FADILOĞLU……………………….………443 Hemşirelerin Sağlık Eğitimi Etkinliklerini Etkileyen Etmenlerin Belirlenmesine Yönelik Ölçek Geliştirme Çalışması Fatma TOSUN KILINÇ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Ayla BAYIK…………………….………….……...446 Hemşire Eğitimcilerin Stres Kaynaklarının İncelenmesi Emine TURGUT Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI………………….………………..449 Hemşirelik Eğitiminde Bireysel Öğretim Yönetiminin Etkinliğinin İncelenmesi Fatma ÖZTÜRK ORGUN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI…………..………….…….……....450 Farklı Düzeyde Yetişen Hemşirelerin Hizmet İçi Eğitime Duydukları Gereksinim ve Katılımlarını Etkileyen Etmenlerin Saptanması Nurcan BİLGİÇ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI………...………………….……....451 Türkiye’deki Hemşirelik Yüksekokulları Öğretim Elemanları İle Öğrencilerinin Okullarındaki Danışmanlık Hizmetleri Hakkındaki Görüş Ve Düşüncelerinin İncelenmesi Billur BECEREN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI…………………………………..453 Editörden Okura, Değerli Okuyucularımız, Dergimizin bu ek sayısını 2000 yılına kadar olan yüksek lisans ve doktora tez özetlerine ayırmış durumdayız. Ek sayıyı bu şekilde oluşturmanın en önemli sebebi, önceki yıllarda yapılan tezlerin en azından özetlerinin internet ortamında bulunmasını sağlamaktır. Bugünü oluşturan bilgi birikimi, önceki bilgilerin üzerine geliştirilerek ortaya çıkmıştır. Geçmişteki bilgilerin yok olmaması ve emeği geçenlerin haklarının teslim edilmesi için, bu ek sayı emeğe saygı özelliği de taşımaktadır. Okurlarımızın ve araştırmacılarımızın kaynak olarak buradaki tezleri de göstererek bizim amacımızın gerçekleşmesini sağlamaya yardımcı olacaklarını umuyor ve diliyorum. Ek sayının oluşturulma sürecinde benimle birlikte yorulan yayın işlerinde görevli Özen Durakoğlu’na da teşekkür ederim. Mesleğimizin yüceltilmesinde emeği geçen, tezleri yapan meslektaşlarıma, tezlerde danışmanlık yaparak beyin enerjilerini tüketen akademisyen meslektaşlarıma, siz okur ve araştırmacılara teşekkür eder, sağlıklı ve verimli günler dileyerek, sevgi ve saygılarımı sunarım. Prof. Dr. Olcay ÇAM EDİTÖR [email protected] [email protected] İletişim Mail Adresi: Özen DURAKOĞLU [email protected] CERRAHİ HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZLERİ Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 2 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri PREOPERATİF HASTALARIN EMOSYONEL DURUMLARI Güliz KÜÇÜKBIYIKLAR İzmir-1972 ÖZET Çalışmamızı kısaca özetlersek görülüyor ki 15 vak’anın 11’rinde en az psikiyatrik ilgiyi çekecek kadar bunalımları ortaya çıktığı bir gerçektir. Hastaların operasyonda tam bir başarının sağlanması için vak’aların hijyenik tedbir ve hazırlıkları yerine getirilirken çıkan sonuca göre operatif vak’aların psişik yönden de eğilmek bir zorunluluk haline gelmektedir. Esasen çalışmamızda bu amacı realize etmeğe yönelmek için atılmış bir adımdır. 3 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HASTANE ENFEKSİYONLARI VE ÖNLENMESİ KONUSUNDA YARDIMCI PERSONELİN BİLGİ DÜZEYİNİ GELİŞTİRMEDE MODÜLER VE STANDART EĞİTİMİN KARŞILAŞTIRILMASI Şenay ÖZEN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. İnci EREFE İzmir-1984 ÖZET Araştırma, Ege Üniversitesi Hastanesinde, Üroloji Ana Bilim Dalı, Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı, Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı, Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı servis ve ameliyathanelerinde çalışan yardımcı personelin hastane enfeksiyonları, oluşması ve önlenmesine ilişkin bilgi düzeylerini saptamak ve konuda modüler eğitiminin standart eğitimin standart eğitimine göre daha etkili olup olmadığını araştırmak amacıyla yapılmıştır. Yukarıda ismi belirtilen Cerrahi Ana Bilim Dallarında toplam 40 personele uygulanmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde iki ayrı gruba ait ortalama arasındaki farkın önemlilik testi, aynı gruba ait ortalamalar arası farkın önemlilik testi kullanılmıştır. Sonuç olarak personelin hastane enfeksiyonları, düşmesi ve önlenmesi konusunda bilgilerinin istenen düzeyde olmadığı saptanmıştır. Personel iki gruba ayrılarak bir gruba modüler eğitim, diğer gruba standart eğitim uygulanmış ve sonuçta her iki eğitim yönetiminin de personelin bilgi düzeyini artırıcı etkisi belirlenmiş olmakla beraber modüler eğitimin standart eğitime göre daha etkili olduğu saptanmıştır. Hastanede yeni görev alan ve halen çalışmakta olan personele eğitim verilmesi ve bu eğitim programlarının belirli sürede tekrarlanması, eğitimin uygulanmasından daha kullanışlı olması nedeniyle modüler eğitim yönteminden yararlanılması önerilmiştir. 4 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri PROSTAT AMELİYATI OLAN HASTALARIN AMELİYAT SONRASI BAKIMINA İLİŞKİN HEMŞİRELERİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI Zuhal POSTACIOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL İzmir-1984 ÖZET Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İzmir Atatürk Sağlık Sitesi Devlet Hastanesi, Tepecik Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi, Buca Sosyal Sigortalar Kurumu Üroloji Kliniklerinde çalışan Hemşirelerin prostatektomi ameliyatı olan hastaların bakımına ve gelişebilecek komplikasyonların önlenmesine ilişkin bilgi düzeylerini saptamak amacıyla yapılmıştır. Yukarıda ismi belirtilen hastanelerde çalışan toplam 32 hemşireye uygulanmıştır. Bilgiler ise anket formu ile toplanmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde iki ortalama arasında önemlilik testi, yüzdelik ve varyans analizi kullanılmıştır. Sonuç olarak: Hemşirelerin prostatektromili hasta bakımı ve gelişebilecek komplikasyonların önlenmesine ilişkin bilgi düzeylerinin istenen düzeyde olmadığı saptanmıştır. Bu nedenle hastalara kapsamlı hemşirelik bakımı verebilmek amacı ile mezuniyet sonrası dönemde sürekli görev içi eğitim programlarının düzenlenmesi, ve bu eğitim programlarının altı aylık sürelerle bilgilerinin yenilenmesi amacıyla tekrarlanması önerilmiştir. 5 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı DERİ GREFTİ ALINAN VERİCİ SAHALARIN İYİLEŞMESİNDE İNSAN AMNİOTİK MEMBRANI VE VAZELİN – FURASİN PANSUMANININ ETKİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Harika ATA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç. Dr. Alev DRAMALI İzmir-1984 ÖZET Bu çalışma, kısmi kalınlıkta deri grefti alınan verici sahalarda ağrıyı azaltması, enfeksiyonu önlemesi ve epitelyumizasyonu hızlandırması bakımından insan amnionunun, ayni bölgelerin sağaltımında yaygın olarak kullanılan vazelin-furasin gaz pansumanından daha üstün olduğunu saptamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalında, 20 Mart 1984–20 Mayıs 1984 tarihleri arasında kısmi kalınlıkta deri grefti alınan 15 hasta üzerinde yapılmıştır. Araştırma kapsamına, kısmi kalınlıkta deri grefti alınan, 5-18 yaş grubu arasındaki hastalar alınmıştır. Araştırma kapsamına alınan 15 hasta immunolojik farklılıklarını önlemek amacıyla hem deney hem kontrol grubu olarak kullanılmıştır. Araştırmada veriler, greft alınan bölgeleri 20 gün izleyerek, sonuçların araştırıcı tarafından hazırlanan bir çizelgeye doldurulması ile toplanmıştır. Çizelge ile elde edilen veriler, biri dışında, araştırıcı tarafından elde değerlendirilmiştir. Bir veri (vazelin–furasingaz ve amnionun iyileştirme sürelerine göre incelenmesi) Ege Üniversitesi Hesap Bilimleri Merkezinde değerlendirilmiştir. Değerlendirmede iki ortalama arası farkın önemlilik testi olan t testi kullanılmıştır. Değerlendirme sonucunda, amnion kullanımının kısmi kalınlıkta deri grefti alınan bölgelerde ağrıyı azaltma, enfeksiyonu önleme ve epitelyumizasyonu hızlandırmada etkin olduğu sonucu bulunmuştur. Bu çalışma sonucunda, hastaların kısmi kalınlıkta deri grefti alınan bölgelerin sağaltımında vazelin–furasin gaz kullanımı yerine amnion kullanılması, amnion kullanımının yaygınlaştırılması için ders programlarında bu konuya değinilip, özellikle Ortopedi ve Plastik Rekonstrüktif Cerrahi Kliniklerinde (deri greftleri adı geçen kliniklerde alındığı için) çalışan hemşirelere bir seminer düzenleyerek, kanunun tanıtılması önerilmiştir. Ayrıca aynı çalışmanın daha çok sayıda denek kullanılarak ve yara iyileşmesini etkileyen tüm etmenler (diabet, stres, kortizon kullanımı v.b) incelenerek yinelenmesi ve amnion kullanımının bizim ülkemizde de yaygın kullanım alanı kazanmasına yönelik çalışmalar yapılması önerilmiştir. 6 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KARDİYO-PULMONER ARREST GEÇİREN HASTALARDA YAPILMASI GEREKEN İŞLEMLERE İLİŞKİN HEMŞİRELERİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI Huriye GÜLTER Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ İzmir-1985 ÖZET Araştırma, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Araştırma ve Uuygulama Merkezi kliniklerinde çalışan hemşirelerin Kardiyo-pulmoner arrest geçiren hastalarda yapılması gereken işlemlere ilişkin bilgi düzeylerini saptamak amacıyla yapılmıştır. Bu hastanede çalışan toplam 40 hemşire, araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Bilgiler anket formu ile toplanmıştır. Elde edilen veriler, araştırmacı tarafından yüzdelik ve iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) kullanılarak, analiz edilmiştir. Sonuç olarak: Hemşirelerin kardiyo-pulmoner arreste ilişkin bilgi düzeylerinin istenen düzeyde olmadığı saptanmıştır. Eğitim durumları aldıkları bilgi puanlarını etkilemektedir. Yüksek okul mezunu hemşirelerin bilgi puan ortalamaları lise mezunlarına kıyasla daha yüksek bulunmuştur. Hemşirelerin bilgi açıklarının kapatılması amacıyla temel ve sürekli eğitim programlarında bu konuya ağırlık verilmesi, görev içi eğitim programlarının sık sürelerle yenilenmesi, önerilmektedir. Ayrıca hemşirelik mesleğinin eğitiminde de hemşirenin gereksinimi olan ve üzerinde durulması gereken şey derin, kapsamlı ve dengeli bir eğitim sağlanabilmesidir. 7 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SANTRAL VENÖZ BASINÇ ÖLÇÜLMESİNDE KULLANILAN SOLÜSYONLAR VE YÖNTEMLERİN BASINÇ ÜZERİNE ETKİLERİNİN İNCELENMESİ HEMŞİRELİK PROGRAMI Meral ATAY Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU İzmir-1988 ÖZET Santral Venöz Basınç ölçümü, kritik durumda olan hastaların bakımında oldukça sık kullanılan bir yöntemdir. Tanı koyma ve tedaviyi sürdürmede ölçülmesinin zorunlu olduğu pek çok otorce kabul edilmiş Santral Venöz Basınç, sağ kalbin fonksiyonu ve sistemik venöz dolaşım hakkında genel bir fikir vermektedir. Santral Venöz Basınç ölçümlerinden daha doğru sonuç alınması için kullanılacak en uygun solüsyon ve yöntemin araştırıldığı bu çalışmada şu bulgular elde edilmiştir: SVB ölçümünde kullanılmasının doğru olduğu düşünülen yoğunluğu kan yoğunluğuna en yakın % 09 NACI solüsyonu ile yoğunlukları farklı % 5 Dex RL ve Isolyte solüsyonlarıyla yapılan ölçüm sonuçları karşılaştırılmıştır. 20 hastadan günde 2 kez 3 gün süreyle alınan toplam 360 ölçüm sonucuna göre; % 09 NACI solüsyonuyla yapılan ölçüm ortalaması: 1.730 ± 0.353, % 5 Dex RL solüsyonuyla yapılan ölçüm ortalaması: 0.954 ± 0.342, Isolyte solüsyonuyla yapılan ölçüm ortalaması: 1.05 ± 0.351 Olarak bulunmuştur. Yapılan istatistiksel analiz sonucu % 09 NACI solüsyonu ile % 5 Dex RL ve Isolyte solüsyonları arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. (P>0.01). % 5 Dex RL ve Isolyte solüsyonları arasında ise anlamlı bir fark bulumnmamıştır (P> 0.05). Periferik Venöz Basınç ölçümleriyle Santral Venöz Basınç değerinin alınıp alınamayacağının araştırıldığı 2. bölümde de yine 20 hastadan 3 gün süreyle sabah-akşam Periferik Venöz Basınç ve Santral Venöz Basınç alınmıştır. Hastalar 10 normovolemik, 10 hipervolemik hasta olmak üzere 2 gruba ayrılmıştır.Toplam 240 ölçüm sonucuna göre; SVB ortalaması: 2.537 ± 0.716 cmH2O, PVB ortalaması: 9.129 ± 0.784 cm H2 O olarak bulunmuştur. İstatistiksel analiz sonucu SVB ile PVB ölçümleri arasında anlamlı bir farklılık bulunmuştur. (P < 0.01). Elde edilen sonuçlara göre % 5 Dex RL ve Isolyte solüsyonları ile yapılacak SVB ölçüm değerlerinin gerçek SVB değerinden farklı olacağı ve PVB ölçümünün SVB değerini yansıtmayacağı saptanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Hastanesi Anestezi Yoğun Bakım Kliniği’nde 20 Ağustos–3 Aralık 1987 ve 1 Mart–15 Nisan 1988 tarihleri arasında yatmış, örnekleme uygun hastalar üzerinde yapılmıştır. Araştırma kapsamına santral venöz kateteri bulunan hastalar alınmıştır. Araştırmanın evreni her bölüm için 20 hasta oluşturmuştur. 8 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri AMELİYAT ÖNCESİ SOLUNUM EGZERSİZLERİNİN AMELİYAT SONRASI SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNE ALINAN ANALJEZİK SAYISINA, HASTANEDE KALIŞ SÜRESİNE ETKİSİ Türkan ÖZBAYIR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK İzmir-1988 ÖZET Bu çalışma, ameliyat öncesi egzersiz eğitiminin, ameliyat sonrası fonksiyon testleri, alınan analjezik sayısı ve hastanede kalış süresi üzerine etkisini araştırmak amacı ile planlanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’na 15 Haziran-31 Temmuz 1987 tarihleri arasında ameliyat olmak üzere başvuran; 20 yaş ve üzerinde, elektif üst batın cerrahisi girişimleri uygulanmış, solunum fo9nksiyon testleri yönünden işbirliği yapabilecek hastalar, genel anestezi uygulanan ve acil girişim uygulanmayan 39 hasta üzerinde yapılmıştır. 39 hastanın 192u deney grubu olarak alınmış ve araştırmacı tarafından derin soluma, öksürme, yatak egzersizlerini içeren ameliyat öncesi planlı eğitim verilmiş, 20’si kontrol grubu olarak alınmış ve planlı eğitim verilmiştir. Araştırmada veriler; ameliyat öncesi ilk 24 saatte solunum fonksiyon testleri, Vital Kapasite, Zorlu Ekspiratuvar Volüm 1 saniyelik değerleri hastaya yatağında alınmış ve ameliyat sonrası ilk 24 saatte yinelenmiştir. Alınan analjezik sayısı hesaplamasında, ameliyat sonrası ilk 72 saatte verilen analjezik sayısı hesaplanmış, Hastanede kalış süresi için hasta taburcu olduktan sonra hastanede kaldığı gün sayısı hesaplanarak elde edilen verilerin toplanmasında, hasta ile ilgili tanıtıcı bilgiler tablolar halinde, deney grubunda ameliyat öncesi ve sonrası VK ve ZEV1 değerlendirmesinde iki eş arasındaki farkın önemlilik testi (t testi), kontrol grubunda ameliyat öncesi ve sonrası VK, ZEV1 değerlendirmesinde iki eş arasındaki farkın önemlilik testi(t testi), kontrol ve deney grubu arasındaki VK ve ZEV1 değerlendirmesinde iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi), kontrol ve deney grubu arasında FEV1/VK oranlarının değerlendirilmesinde iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda, deney grubunda VK ve ZEV1 ameliyat sonrası ortalaması kontrol grubuna göre daha az azalma görülmüştür. (P<0.01). Alınan analjezik sayısı I.gün aynı bulunmuş, 48 ve 72 saatlerde ise deney grubu lehine anlamlı fark saptanmıştır. (P<0.01). Hastanede kalış süresi (gün) deney grubu lehine anlamlı bulunmuştur. (P<0.019). Kontrol ve deney gruplarında ameliyat sonrası ZEV1/VK oranları ortalamalarından kontrol grubunda, ise deney grubuna göre daha fazla azalma görülmüştür. (P<0.01). Sonuç olarak; planlı ameliyat öncesi eğitimin adult cerrahi hastalarda öksürme ve derin nefes alıp verme yeteneğini belirgin bir biçimde arttırdığı düşünülmekte ve sonuçlar literatür bilgileri ile benzerlik göstermektedir. 9 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KOLOREKTAL AMELİYATLAR ÖNCESİ BARSAK TEMİZLİĞİNDE UYGULANAN DEĞİŞİK YÖNTEMLERİN VE HASTA TOLERANSININ KARŞILAŞTIRILMASI Meryem YAVUZ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1990 ÖZET Kolorektal operasyonlarda ameliyat öncesi hazırlık ve antibiotik profilaksi yapılmasının gerekliliği herkes tarafından kabul edilen bir görüştür. Yetersiz bir preoperatif barsak hazırlığı sonucu ameliyatlardan sonra % 30-60 oranında yara enfeksiyonu ve karın içi abse gibi komplikasyonları meydana getirmektedir. Kolorektal cerrahide preoperatif hazırlığın gerekliliği tartışmasızdır. Bu çalışmada kolorektal ameliyatlar öncesinde mekanik barsak temizleme yöntemlerinden Hintyağı, %10’luk Mannitol ve Lavman, hasta toleransıve kolon temizliği açısından kıyaslanmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Dokuz Eylül Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Tepecik Sosyal Sigortalar Kurumu 2. Cerrahi Servisi’ne 13 Kasım 1989-16 Mart 1990 tarihleri arasında kolorektal ameliyat olmak için yatmış ve sınırlamalara uyularak seçilmiş 30 hastaya uygulanmıştır. Hastaların toleransı değerlendirilerek hintyağında daha fazla mide bulantısı, karın ağrısı, kramp, anal irritasyon ve tad duygusu şikayetlerinin olduğu, lavmanda ise daha fazla şişkinlik, karın ağrısı, anal irritasyon oluştuğu gözlenmiştir. Mannitolde bu şikayetler çok az seviyede bulunmuştur. Diğer semptomlarda önemli farklılık görülmemiştir. Hintyağı mannitol yönteminde lavman yöntemine oranla daha iyi temizlik olduğu görülmüştür. (İdeal temizlik oranı hintyağında % 80, mannitolde % 70, lavmanda % 60 idi.). Barsakların hazırlanmasında önceki ve sonraki hematolojik, biokimyasal ve vücut ağırlığı değişikliklerinde hintyağı yönteminde istatistiksel açıdan fark görülmemiştir. Mannitol yönteminde potasyum (K) (P< 0.10) ve vücut ağırlığında (P<0.01) anlamlı farklılık oluşturduğu görülmüştür. Lavman yönteminde kreatinin (P<0.10) ve hematokrit (P<0.01) düzeylerinde farklılık görülmüştür. Hastanın sıvı elektronik dengesini etkilememesi ve daha güvenli temizlik oluşturması nedeniyle de hintyağı, hastanın rahat tolere etmesi nedeniyle de mannitol kullanımı tercih edilebilir. Bu çalışma hintyağı ve mannitolün ameliyat öncesi barsak temizliğinde güvenli ve etkin yöntemler oldukları sonucuna varılmıştır. 10 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY It’s commonly agreed that it is necessary to make pre-operative preparations and prophylaxis for colorectal operations. The proportion of the infected cuts and the abscesses in the abdomen due to ineffective pre-operative bowel preparations may vry from 30% to 60% In this study we compared the pre-operative mechanical bowel cleaning procedures in which castor oil mannitol and enema is used with regard to the patients’tolerance and cleanliness. The reserach was carried out on the patients hospitalized in at the Departments of General Surgery at the Faculty of Medicane at Ege University and 9 Eylül University and also in the Second General Surgery Service of Tepecik Sosyal Sigortalar Kurumu Hospital to be operated on colorectal between November, 13-1989 and March, 16 –1990 . After observing the degree of tolerance of tolerance of the patients it was found out that while castor oil caused nausea, stomachache, cramp, anal irritation and absence in the sense of taste, enema caused more distension, stomachache and anal irrigation. Such complaints were found to be very few in the use of mannital. No significant differences were found in the other symptoms. In the processes of castor oil and mannitol the rate of cleanliness was higher than the one in the process of enema. (Ideal cleanliness rate was 80% for castor oil, 70% for manoitol and 60% for enema.) No statistical differences were found in hematologic, biochemical and total body-weight variations before or after the bowel preparation procedures. It was also observed that there was a significant difference in the proportions of potassium (P<0.10). and the total body weight (P<0.01).In the process of enema there was a difference observed in the levels of creatinin (P< 0.10) and hematocrit (P<0.01). Castor oil can be preferred, for it doesn’t affect the balance of liquid electrolyte and provides safer cleanliness. Mannitol can also be preferred as it can be easily tolerated by the patients. The results obtained througout this study have shown that both the process of castor oil and process of mannitol are safe and effective in the pre-operative cleaning processes. 11 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı BÖBREK TRANSPLANTASYONU CANLI ALICI VE VERİCİLERİNDE BİLGİLENDİRİCİ HEMŞİRELİK YAKLAŞIMININ PRE-OPERATİF VE POST-OPERATİF KAYGI DÜZEYLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Dilek DALLI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1991 ÖZET Böbrek tansplantasyon alıcı ve vericilerinde Durumluk Sürekli Kaygı Envanteri kullanılarak yapılan bu çalışmada; bilgilendirici hemşirelik yaklaşımı ile ameliyat öncesi ve sonrası kaygı düzeylerinin etkileşimi araştırılmıştır. Araştırmada Ege Üniversitesi Organ Nakli Araştırma ve Uygulama Merkezi’ne 22 Ocak 199015 Şubat 1991 tarihleri arasında böbrek transplantasyonu için başvuran 26 böbrek alıcısı ve 26 böbrek vericisi toplam 52 hasta üzerinde yapılmıştır. Böbrek alıcı ve vericileri 13’er kişilik deney ve kontrol gruplarına ayrılmıştır. Deney grubundaki alıcı ve vericilere karşılıklı görüşme ve böbrek transplantasyonu ile ilgili bilgileri içeren el kitabı verilerek planlı eğitim verilmiş, ameliyattan 24 saat önce ve 72 saat sonra Durumluk Sürekli Kaygı Envanteri uygulanmıştır. Kontrol grubundaki alıcı ve vericilere planlı eğitim verilmemiş yine ameliyattan 24 saat önce ve 72 saat sonra Durumluk Sürekli Kaygı Envanteri uygulanmıştır. Hastalarla ilgili tanıtıcı bilgiler yüzdelik tablolar halinde sunulmuştur. Deney grubundaki alıcı ve vericilerin ameliyat öncesi ve sonrası kaygı ortamlarının değerlendirilmesinde iki eş arasındaki farkın önemlilik testi (t testi); kontrol grubundaki alıcı ve vericilerin ameliyat öncesi ve sonrası kaygı ortalamalarının iki eş arasındaki farkın önemlilik testi (t testi), deney ve kontrol grubu arasındaki durumluk sürekli kaygı puanlarının değerlendirilmesinde iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda ameliyat, tüm transplantasyon alıcı ve vericilerinde durumluk kaygı yükselmesine neden olmaktadır. Deney grubundaki alıcılarda durumluk ve sürekli kaygı ameliyat sonrası düşmektedir. (p<0.01). Deney grubundaki vericilerde ameliyat sonrası durumluk kaygı düşmekte (p<0.05),sürekli kaygı yükselmektedir. (p>0.05). Kontrol grubundaki alıcılarda ve vericilerde durumluk ve sürekli kaygı puanlarında artış gözlenmektedir. Kontrol ve deney gruplarındaki transplantasyon alıcılarında durumluk ve sürekli kaygı ortalamaları arasında anlamlı fark bulunmuştur. (p<0.01). Deney grubunda durumluk sürekli kaygı ortalaması kontrol grubuna oranla daha küçüktür. 12 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Kontrol ve deney gruplarındaki transplantasyon vericilerinde durumluk kaygı ortalamaları arasında anlamlı fark bulunmuş (p<0.05), sürekli kaygı ortalamaları arasında anlamlı fark bulunmamıştır. (p>0.05). Sonuç olarak bilgilendirici hemşirelik yaklaşımının böbrek transplantasyon alıcı ve vericilerinde kaygı düzeylerini etkilediği saptanmıştır. SUMMARY In this study, a relationship between “Informative Nursery Approach “and “Anxiety Levels”was examined by “State Trait Anxiety Invertory” in renal transplantation patients and their living related donors. 26 living related kidney donors and 26 renal transplantation patients which was performed at Ege University Transplantation Research Center between 16 January 1990 and 15 Feburary 1991, were taken into consideration. Patients divieded four groups as a control donor, control transplanted patients, donor study group and recipent study group. Each group included 13 patients, study groups were given information by abooklet which includes renal transplantation topics and by personal interview. ”State Trait Anxiety Intervory” was evaluated 24 hours pre-operatively and 72 hours postoperatively in all groups. Informations about patients were documented on tables as a percentage. Adifference between avarage anxiety in study groups and control groups were evaluated by t test statistically. Control and study groups were also compared to each other by t test. As a conclusion: An operation get the anxiety levels increased prominertly in all groups of patients. State trait anxiety levels decreased significantly after an operation (p<0.01). Post-operative state anxiety decreased significantly (p<0.05) but post–operative trait anxiety increased prominently (p>0.05). State and trait anxiety levels increased in all control group recipents and donors. There is no significant difference between control and study groups recipients regarding to state trait anxiety levels (p<0.01). Avarage state trait anxiety levels in study group lower than control group. There is significant difference between all donors in control and study groups regarding to avarega state anxiety levels(p<0.05). Thereis no difference between avarage trait anxiety levels (p>0.05). As a conclusion, informative nursery approach affects anxiety levels in renal transplantation donor ond recipients. 13 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı ANNELERİN ÇOCUKLARINA UYGULADIKLARI ORAL ANTİBİOTİKLERİN AMELİYAT SONRASI ETKİSİ EFFECTS OF ANTIBIOTICS USED FOR THE CHILDREN BY THEIR MOTHERS TO THE POST OPERATİVE PERIOD Satı TAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1991 SUMMARY It is accepted by everyone that it is dangerious to use drungs not according to, or without a prescriptions. Among all the drungs antibiotics are increasing the importance of that subject, because it is mostly used in the pediatric surgery clinics, in 0-14 age group. In this research, in the pediatric surgery policlinic, it is searched that how the antibiotics are used fort he patients by their mothers and the effect of their antibiotic us ge methods, to the postoperative period. In this researc it is tried to determine if there is a difference between the group which used the antibiotics with and an according to the prescription and the group which used antibiotics without and not according to the prescription. This researc is applied to two hundred fifty mothers who cameto pediatric surgery policlinic in Dr. Behçet Uz Children Hospital between the dates of March 15 th 1991 and August 15 th 1991 and seventy children from this group thet were operated. By evaluating the properties of mothers it has been shown that, education, age and economic status, has an effect on bringing the child to the doctor when he or. 14 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KOLOSTOMİLİ HASTALARA BAKIM VEREN HEMŞİRELERİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ Mukaddes CAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Ümran GÜLER İzmir-1994 ÖZET Bu çalışma kolostomili hastalara bakım veren hemşirelerin bilgi düzeylerinin incelenmesi amacıyla planlanmıştır. Araştırma, E.Ü.T.F. ve 9 Eylül Ü.T.F. Hastaneleri, Buca ve Tepecik S.S.K. Hastaneleri, Atatürk Devlet Hastanesi ve Özel Sağlık Hastanesi Genel Cerrahi Birimlerinde 1 Temmuz-30 Ağustos 1994 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma kapsamına toplam 139 hemşire alınmıştır. E.Ü.T.F. ve 9 Eylül Ü.T.F. Hastanelerinde çalışan 33 hemşire kolostomi ile ilgili hizmet-içi eğitim almış, diğer hastanelerdeki 106 kişi almamıştır. Veri toplama aracı olarak, geçerlik ve güvenirliği sınanmış anket formu deneklere görüşme tekniği uygulanarak doldurulmuştur. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde sayı ve yüzdelik, varyans analizi ve iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (T- testi ) kullanılmıştır. Deneklerin toplam bilgi puanlarına göre dağılımına bakıldığında; deneklerin puanları % 70-85 arasında olduğu saptanmıştır. (Tablo 30). Bu bize, deneklerin bilgi düzeylerinin “iyi” olduğunu gösterir. Deneklerin toplam bilgi puan ortalamaları ile deneklerin mezun oldukları okul, çalıştıkları kurum, kolostomi ile ilgili daha önceden bilgi alma durumu ve daha önceden hizmet-içi eğitim alma durumu arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (F=8,10,P<0,05, F=2,31, P< 0,05; t=2,41, p<0,05; t=2,72 p<0,05) Deneklerin toplam bilgi puan ortalamaları ile deneklerin mezun oldukları yıl, çalışma süresi ve kolostomi ile ilgili bilgi alınan kaynak arasındaki ilişki istatistiksel açıdan anlamsız bulunmuştur. ( F=2,07, P>0,05; F=1,47, P>0,05; F=1,86, P>0,05) 15 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı ÜST BATIN AMELİYATI YAPILAN HASTALARDA HİPOTERMİYİ ÖNLEMEK İÇİN AMELİYAT ESNASINDA ISITICI BLANKET KULLANIMININ ETKİSİNİN İNCELENMESİ Emel YILMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Şenay KAYMAKÇI İzmir-1997 ÖZET Bu araştırma; üst batın ameliyatı yapılan hastalarda hipotermiyi önlemede ısıtıcı blakentin etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Bu amaçla ameliyat süresince ameliyat masası üzerinde ısıtıcı blanket konularak uygulanan ısının; normoterminin korunmasına, hastanın hemodinamik fonksiyonlarına, metabolik durumuna, protrombin zamanına, anesteziden uyanma süresine, ameliyattan sonra titreme ve komplikasyon oluşma durumuna yoğun bakım ve hastanede kalma süresine etkisi incelenmiştir. Araştırma Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Genel Cerrahi Kliniğinde 1.12.1996-1.3.1997 tarihleri arasında yatan, üst batın ameliyatı yapılan ameliyat süresi 2 saatten fazla olan, tesadüfi örneklem yöntemiyle seçilen 46 hasta üzerinde yapılmıştır. Deney grubundaki hastalar ısıtıcı blanketin ısısı blanketle ısıtılmış, kontrol grubundaki hastalar ısıtılmamıştır. Isıtıcı blakantin ısıs 40°C de sabit tutulmuş ve hastanın altına yerleştirilmiştir. Veriler; yaş, cinsiyet, BMI, amaliyat türü, ameliyat ve anestezi süresi, ameliyathane ısısı, verilen solüsyonların ısısı, ameliyattan önce aç kalma süresi, titreme ve koplikasyon oluşma durumu, post operatif ve hastanede kalış süresi olarak kayıt edilmiştir. Peroperatif ısı düşmesine yol açan faktörler her iki grupta da aynıdır ve aralarında istatistiksel olarak fark bulunmamıştır. (p>0.05). Santral ısı ölçümü rektal probe kullanılarak yapılmıştır. Rektal ısı, diğer vital bulgular ve 0 2 satürasyonu ameliyat esnasında 10 dakika arayla, ameliyat sonrasında 0,2,4,6’ıncı saatlerde alınmıştır. Kanşekeri, üre, kreatinin, sodyum, potasyum, hemoglabin, hematokrit, lökosit, eritrosit, t rombosit, kan gazı ve protrombin zamanı analizleri pre ve post operatif dönemde yapılmıştır. Verilerin analizinde, sayı, yüzde, varyans analizi (ANOVA), Ki-kare t-testi korelasyon analizleri kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre ısıtıcı blanketle ısı, uygulanan grupta peroperatif dönemde ısı düşmesi olmamıştır. Santral ısı 36°C‘nin altına düşmemiştir. Fakat kontrol grubunda ısı düşmesi oluşmuş ve santral ısı 36°C ‘nin altına düşmüştür. İki grup arasındaki ısı farkı istatistiksel olarak anlamlıdır. (p<0.05). Ameliyat sırasında hastayı ısıtıcı blanketle ısıtmanın hastanın normatermisinin korunmasında etkili olduğu görülmüştür. Ayrıca uygulanan ısıtmanın hastanın normotermisinin korunmasında etkili olduğu görülmüştür. Ayrıca uygulanan ısının hastanın anesteziden uyanma süresini kısalttığı, ve titreme oluşumunu önlediği belirlenmiştir. (p<0.05). 16 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Isıtıcı blanketle ısıtılan gruptaki hastaların ısı, nabız, solunum ve 02 satürasyonu değerli olumlu yönde etkilenmiştir. Kan gazı, hemogram iyon (kan şekeri, üre, kreatinin, sodyum, potasyum ve protrombin zamanı değerlerinde iki grup arasında istatistiksel olarak önemli bir fark saptanmamıştır. (p>0.05). Araştırmanın sonucunda: ısıtıcı blanketin hastanın normotermisini korumada yardımcı olduğu bulunmuştur. İstenmeyen hipoterminin önlenmesi, normoterminin korunması, anesteziden uyanma süresinin çabuklaştırılması, hipotermiye bağlı üşüme, titreme ve komplikasyonların azaltılması için, ameliyat masası üzerinde ısı düzenleyici battaniye hasta ameliyathaneden ayrılıncaya kadar kullanılmalı, hazırlık döneminde hastanın vücut yüzeyinin dışarıyla teması önlenmeli, hastanın boyama ve steril ameliyathane örtüleriyle örtülmesi arasında geçen süre en aza indirilmelidir. Hastanın operasyon bölgesinin etrafının steril örtülerle örtülerek ısı kaybı azaltılma ve strelite korunmalıdır. Ayrıca IV sıvılar, kan ürünleri ve yıkılma solüsyonları hastaya verilmeden önce ısıtılmalı, ameliyathane ısısı ameliyathane çalışanları ve hastalara uygun olarak ayarlanmalıdır. Cerrahi ekip santral ısıyı sürekli izlemeli, böylece hastaların ısı düşmesinde etkili olan faktörler ve hastaların soğuğa karşı verdikleri tepkiler belirlenebilir. Peroperatif dönemde çevre ısısının ayarlanması temel kural olduğundan, hemşireler ameliyat salonlarının ısısının nasıl ayarlandığını bilmelidirler. Yapılan hizmet için programlarında kasıtsız hipotermi insidansını azaltan hemşirelik girişimleri ve tehlikeleri anlatılarak hemşirelerin bu konuda bilgili olması sağlanmalıdır. Ameliyathane hemşireleri ameliyathane içinde sürekli, yoğun ve koordinasyonlu çalışmalarıuyla hipotermi problemini çözmelidir. Bu araştırmanın daha fazla ısıtma tekniği kullanılarak yapılması böylece en etkin yöntemin hangisi olduğunun belirlenmesi, ameliyat sonrası alınan kan örneklerinin ameliyat öncesi değerlerle karşılaştırıldığında daha iyi sonuçlar elde etmek için, ameliyattan sonra daha uzun sürede alınması, daha fazla denekle uzun süre hasta izlenerek tekrar yapılması önerilmiştir. SUMMARY This study was planned to determine the efficiency of heating blanket in preventing inadvertent hypothermia during upper-abdominal procedures.For this purpose,the effects of the applied heating by water-circulating blanket that existed on the operation room bed were investigated fort he preservation of normothermia,hemodinamic from anaesthesia,occurrence of the shivering,the complications after the operation and the time of stay in postanesthesia care unit and duration of discharge from the hospital. 46 patients were referred to the Surgery Clinc of Ege University Medical School Hospital from 1st December 1996 through 1 st March 1997. Forty six patients who received elective abdominal surgery for more than two hours were randomly assigned into two groups. Group I patients were warmed by using a water-circulating blanket (experimental-group). Group II patients was not warmed (control group 9. The water-circulating blanket was set to 40°C and placed under the volunteer on the operation room bed. The data, through the patients’ age, sex, body mass index, type of the surgery, lenght of the surgery and the anaesthesia, ambient temperature in the theatre, temperature of the solution and blood administred during the perioperative period, duration of fasting, occurrence of the shivering and were collected and recorded. Patients in the different groups were matched for homogeneity by categorising a number of predisposing vriable for heat loss. There was no significant difference between two groups in regard to patients’ characteristics(p>0.05). 17 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Core temperature measurement was made using a rectal probe. The rectal temperature and other vital sings which were pulse, respiratory rate, blood pressure and saturation of Oxygen were evaluated and recorded at 10 minutes intervals during perioperative period. During the postoperative period, same paremeters were observed and recorded at 2 hours intervals for 6 hours. Blood gulcose, blood rea, creatinine, sodium, potassium, haemoglobin, hemotocrit, white blood cell, red blood cell, platelet, protrombin time and blood gas analysis were examined during both the preoperative and postoperative periods. For statisticl analysis, percentage student is t-test, analysis of variance (ANOVA), Chi-square (X2), persons ‘ correlation were used. The findings demonstrated that in Group I patients for whom the heating blanket were used no temperature lessening was detected during the perioperotive period. The patients’ core temperature were not reduced below 36°C. On the contrary, in the control group hypothermia occurred and patients’ core temperatures were dropped below 36°C. The temperature difference was statistically significant between these two groups.(p<0.05) It was found that the heating was effective in order to keep normothermia of the patients. In addition, it was discovered that awakening time of anaesthesia after the operationbecause shorter by heating with a circulating-water, Moreover, shivering was not noticed in patients who were heated. (p<0.05) It was found that the rectal temperature, the pulse the respiratory rate, the saturation of oxygen, of the patients were affected positively by heating. There were no statistically significant differences among these two groups for blood gas, hemotocrit, white blood glucose, blood urea, creatinine, sodium, potassium and protrombine time(p<0.05) As a conclusion, it’s believed that, heating patients with water-circulating blanket is helpful in keeping normothermia of the patients. In order to prevent inadvertent hypothermia, to keep normothermia, toreduce the time of awekening from anaesthesia, to reduce the time of awekening from anaesthesia, tol essen shivering and feeling cold and reduce complication of hypothermia also the temperature regulating blanket under the patient while he or she on the operating room, the amount of skin surface exposed exposed when positioning the patient and when preparing the skin should be limited, the time between completion of skin preparation and application of sterile drapes should be minimised, the integrity of dry sterile drapes around the operative site t oto protected. And IV fluids and blood products before infusing fluids should be warmed before the use. And the operation room temperature should be arranged for operation staff and patients. In addition, the surgical team should monitor the core temperature continuously so they are awere of cold stressors inflicted upon the patient and can determine the effectiveness of patients’ temperatures should be and essential component of the intraoperative planning phase, nurses must continuous service training programmers should be provided fort he nurses knowledge, proper nursing interventions and monitoring teachniques reduce ordinate their efforts to solve hypothermia problems though concentrated,continuous efforts in the perioperative area. It also could recommended that, new investigations be done by using more heating methods through determination of the most effective method The blood chemistry tests be done after long period of the operation and furthe studies should be done with more patients and longer duration of follow up after the operation to receive beter results. 18 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri DEĞİŞİK ZAMANLARDA UYGULANAN PREMEDİKASYONUN HASTANIN KAN BASINCI VE KALP ATIM HIZI ÜZERİNE OLAN ETKİSİNİN KAŞILAŞTIRILMASI EFFECTS OF PREMEDICATION WHICH WAS IN DIFFERENT TIMES ON THE BLOOD PRESSURE AND THE SPEED OF HEART BEAT OF THE PATIENT Sultan ÖZKAN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1998 ÖZET Bu araştırmada, değişik zamanlarda uygulanan premedikasyonun hastanın kan basıncı ve kalp atım hızı üzerine olan etkisinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Araştırmaya Dicle Üniversitesi Uygulama Hastanesi Cerrahi ve Kadın Doğum kliniklerinde Şubat-Temmuz 1997 tarihleri arasında genel anestezi altında ameliyet olacaklardan ASA sınıflamasına göre I ve II gurupta yer alan, laboratuar bulguları herhangi bir özellik göstermeyen, şişman ve normal ağırlıkta olan 20-60 yaş arası genç yetişkin ve orta yaş grubu hastalar alınmıştır. Basit rastgele örnekleme yoluyla 3 grupta eşit sayıda (42 hasta) seçilen toplam 126 hastanın 1.grup (kontrol)= gece ve sabah premedikasyon uygulanan hastalar 2.grup (deney I)=gece premedikasyon uygulanan hastalar 3.grup (deney I)= sabah premedikasyon uygulanan hastalar Yaş, cins, klinik tanı olarak benzer özellikler taşımasına çalışarak anestezi polikliniğinde, gece uyumadan hemen önce, sabah uyandıktan hemen sonra, ameliyathanede anesteziye başlamadan hemen önce arteriyel kan basıncı ve kalp atım hızı ölçümleri yapılmıştır. Araştırmada premedikasyon amacıyla bu hastanede rutin olarak kullanılan gece 10mg. Diazem cap. P.O. ameliyat sabahı 10mg. Diazem amp.+ 0.5 mg. Atropin amp. İ.M. kullanılmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzde, x2 (ki-kare), t testi, Mann-Whitney U testi, Varyans Analizi yöntemi kullanılmıştır. Gruplar arasında yapılan ölçümlerin karşılaştırlamısanda Kontrol grubu ile Deney I ve Kontrol grubu ile Deney II grubu arasında ölçümlerde anlamlı fark saptanmıştır. (P>0.05) fakat Deney I grubu ile deney II grubunun karşılaştırılmasında sadece ameliyathanede ölçülen kalp atım hızı değeride anlamlı (P>0.05) farklı bulunmuştur. Deney I ve Deney Ligrubundaki hastaların normal kabul edilen ölçümleri ile ameliyathanede ölçülen kan basıncı ve kalp atım hızı değerleri anlamlı (P<0.05) farklı bulunmuştur. Cinsiyete göre kadın hastaların normal kabul edilen ölçümlerinden kalp atım hızı anlamlı (P<0.05) farklı bulunmuştur. Sigara içenler ve içmeyenler arasında arteriyel kan basıncı ve kalp atım hızı değerlerinde anlamlı (P>0.05) fark bulunmamıştır. Ameliyat bölgesinin de kan basıncı ve kalp atım hızı değerinde etkili olduğu saptanmıştır. 19 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY In this research, the deciding of the effect of premedication, which was applied in different times on the blood pressure and the speed of heart beat of the patient had been aimed. The young and adult petients, who were fat and normal and whose laboratory findings which were in Group I and II according to the ASA classification, hadn’t any specialty, who would be operated in general anesthesia between the dates of the February and July 1997 in surgical and obstetri clinics in Dicle University research and practice Hospital, who wre between the ages of 20 and 60 had been taken to the research Through the help of a simple exemplification, the measuring of arteriel blood pressure and heart rate in 3 groups, which had 42 patients had been done in 126 chosen patient who were at the same age and sex, and who were similar clinic diagnosis. Just after sleeping in the night and waking up in the morning in the anesthesia policlinic and prior to the anesthesia in an operating room. Group (Control): The patient who were applied premedication at night and in the morning. Group (Test I): The patient who were applied premedication at night Group (Test II): The patient who were applied premedication at the morning. In the research, at night 10mg. Diazem cap P.O. had been used and 10mg. Dizazem amp+ 0.5 mg Atropin amp. I.M. had been used in the morning in this hospital in a routine way. In the analysis of the series, number, percent, x2, t test, Mann-Whitney U test, the technique of Varyans Analysis had been utilized. In comparing the measuring made among the groups a considerable (P>0.05) difference had nor determined between the group of control and the group of Test I, and between the group of control and the group of Test II. But in comparing the group of Test I with the group of test II, just the blood pressure wich was measuret in the operating room had a significant difference (P<0.05). the measures of the group of test ı was higher. It was throught that result depended on the mesures which made in the operating room without premedication operation. In the researches of each group, it had been found out that the measures of the patients in the group of control. Which were accepted as normal, were different from the value of the blood pressure in the operating room (P<0.05). The value of heart rate in the operating room had been discovered very different (P<0.05). The value of heart rate and blood pressure measured in the operating room, and the measures which were considered as normal in the patients of the group of test I and test II had been found out very different (P<0.05). accoding to the sex, it had been observed that the measures of female patients who were considered as normal and heart rate had a significant difference (P<0.05). between smokers and nonsmokers, there hadn’t been discovered a signifanct difference in the value of the blood presure and heart rate (P>0.05). It had been determined that the operation part had no effect on blood pressure and heart rate. 20 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri GÜDÜK ÖDEMİNİN ÖNLENMESİNDE ELASTİK BANDAJ– RİJİD SARGININ ETKİSİNİN İNCELENMESİ AN EVALUATION OF ELASTIC BANDAGE-RIGID DRESSING EFFECTS ON STUMP OEDEMA U. Filiz ÖĞCE Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma, elastik bandaj-rijid sargı tekniğinin, alt ekstremite amputasyonlarından sonra güdükde meydana gelen ödem üzerine etkisini araştırmak amacıyla yapılmıştır. Deneysel olarak planlanan araştırmaya, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi OrtopediTravmatoloji Anabilim Dalı ve Göğüs-Kalp-Damar Cerrahisi Anabilim Dalı ile İzmir Atatürk Eğitim Hastanesi Ortopedi-Travmatoloji Servisi ve Buca Sosyal Sigortalar Hastanesi OrtopediTravmatoloji Servisi’nde, Mart 1997-Aralık 1997 tarihleri arasında alt ekstremite amputasyonu olan bireyler, tesadüfi örneklem yöntemiyle seçilerek alınmıştır. Araştırmanın örneklemi Deney Grubu (ampute edilen bacağına elastik bandaj ve rijid sargı uygulanan) 30, Kontrol Grubu (ampute edilen bacağına elastik bandaj ve rijid sargı uygulanmayan )30 olmak üzere 60 hastadan oluşmuştur. Deney grubunda amputasyondan sonraki ilk gün elastik bandaj uygulamasına başlanmış (7 saat sarılı kalacak şekilde, 1 saat ara verilerek günde 3 sefer) ve 10.cu günden itibaren gündüz rijid sargı (7 saat) gece elastik bandaj olarak 30 gün devam edilmiştir. Hastalara elastik bandaj ve rijid sargı uygulama aralarında 30 dakika dinlenmeleri önerilmiş ve ardından 30 dakika izometrik bacak egzersizleri yaptırılmıştır. Kontrol grubundaki hastalara hiçbirisi yapılmamıştır. Araştırma sonucunu etkileyebilecek faktörler olan yaş, etyoloji ve amputasyon seviyeleri iki grupta da eşit tutulmuş olup aralarında istatistiksel olarak fark bulunmamıştır. (p=1) Hastaların ödem miktarı, ameliyatın 1.ci günü, 8.ci günü,15.ci günü ve 30.cu günü yapılan düdüğün hacim ve çevre ölçümlerinin izlenmesiyle kaydedilmiştir. Verilerin istatistiksel değerlendirilmesi Kİ-kare, t–testi, sayı, yüzde, varyans analizi ve korelasyon analizleri kullanılarak yapılmıştır. Elastik bandaj-rijid sargı uygulanan deney grubundaki hastalarda ödem miktarının 30 gün sonunda, elastik bandaj ve rijid sargı uygulanmayan kontrol grubundaki hastalara oranla daha fazla miktarda ve daha çabuk azaldığı saptanmıştır. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p<0.05) Bu araştırmanın, daha fazla denek sayısıyla ve ödem tamamen çözülüp hasta protez kullanmaya başlayana kadar sürdürülerek yapılması önerilmiştir. Bununla birlikte, amputasyon sonrası rahat ve sorunsuz olarak yaşamlarını devam ettirmelerinde, amputerler için oldukça önem taşıyan güdüğün iyi şekillenmesine katkıda bulunabilecek olan ortopedi hemşiresinin bilgi ve becerisini arttırması açısından kitapçık haline getirilmesi önerilmiştir. 21 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY This research has been conducted to determine the effects of elastic bandage and rigid dressing on edema which occurs on the stump after lower extremity amputations. The research was desidned as an experimental study and carried out in the OrthopadieTraumatology Department, Cardiac Surgery of Ege University Medical School Hospital, OrtopadieTraumatology Department of İzmir Atatürk Eğitim Hospital and Ortopadie-Traumatology Department of İzmir Eğitim Hospital, from March 1997 to December 1997. People who have had an amputation from their lower extremities were randomly assigned as the research subjects. The study population of 60 amputees was divided into two groups; the first group of 30 was an experimental group to whom elastic bandage and rigid dressing had been applied, the second group of 30 served as the control group to whom elastic bandage and rigid dressing had not been applied. The experimental group of amputees had the elastic bandage applied 3 times a day to them from the first day of amputation. After the 10 th day, they had the rigid dressing applied 7 hours during the daytime with ongoing usage of the elastic bandage during the other 14 hours until the 30 th day after their operation. The patients did 30 minutes of isometric exercises followed by a recommended 30 minutes of rest time between applications of the elastic bandage and the rigid dressing. There was no significant difference between the two groups in regard to the patients’ characteristics such as; age, etiology or amputation level (p=1). The amount of edema was reported as measurement of volume and circumference of the stump on the 1 st day, the 8 th day, the 15 th day and the 30 th day of amputation. The data is analyzed with the statistical tests of Chi-square, t-test, persons’ correlation and analysis of variance. The results demonstrate that the amount of edema in experimental group was much reduced and earlier so than control group after the 30 th day of amputation. The difference was fund statistically significant between these two groups(p<0.05). It was recommended that, new investigation could be done with more subjects and until the patients were free of edema and beginning to use their lower limb prostheses. In addition, this research should be printed as reference material fort he Orthopaedy nurses who can effect the eventual shape of the stump which is most important fort he amputees for perpetutaon of their life without pain and trouble. 22 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KALICI MESANE KATETERİZASYONUNDA KULLANILAN KATETERLERDE UYGULANAN HEMŞİRELİK GİRİŞİMLERİNİN ÜRİNER ENFEKSİYON YÖNÜNDEN ETKİSİNİN İNCELENMESİ EFFECTS OF NURSING APPLLICATION RELATED TO CATHETERS USED FOR PERMANENT BLADDER CATHETERISATION ON URINARY INFECTIONS Nurten ABUT ALAN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma, kalıcı mesane kateterizasyonunda kullanılan kateterlerde uygulanan hemşirelik girişimlerinin üriner enfeksiyon yönünden etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Deneysel olarak planlanan araştırma, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Anestezi Yoğun Bakım, Genel Cerrahi, Nöroşirürji ve Ortopedi kliniklerinde yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini 21 kontrol, 21 birinci deney, 21 ikinci deney grubunda toplam 63 hasta oluşmaktadır. Araştırmanın kontrol grubuna plastik kateter uygulanarak % 1’lik salvon solüsyonu ile perine temizliği uygulanmış, birinci deney grubuna plastik kateter uygulanarak % 1’lik salvom solüsyonu ile perine temizliği uygulanmış ve buna ek olarak eksternal orifise Terramycine pomad sürülmüştür. İkinci deney grubuna silikon kateter takılarak streril izotonik NACI ile perine temizliği uygulanmıştır. Veri toplamada deneklere ilişkin bilgileri içeren ve araştırmacı tarafından hazırlanan hasta gözlem formu kullanılmıştır. Hasta gözlem formu; hastayı tanıtıcı bilgiler, kullanılan kateter çeşidi ve özellikleri, uygulanan kateter bakım tipi, klinik bulgular, sistemik antibiyotik uygulama, alınan günlük sıvı miktarı, idrar miktarı, idrar dansitesi. pH’1 ve mikroskobik bulgulara ilişkin bilgileri kapsamaktadır. İdrar sedimentinde 5 ve daha fazla lökosit olması (lökositüri), idrarda bulanıklık, ateş, meatusta yanma ve idrar kültüründe üreme olması üriner enfeksiyon belirtileri olarak alınmıştır. Bu araştırmada elde edilen sonuçlar şunlardır: Birinci deney grubunda idrarda bulanıklık(%19.07) ve ateş(%60) bulgusu daha yüksek oranda saptanmıştır. Kateter türü ile ateş arasında anlamlı ilişki olduğu ve silikon kateteri olan hastalarda ateş bulgusunun daha az (% 9.50) olduğu saptanmıştır. Bilinç durumu ile ateş arasında anlamlı bir ilişki olduğu ve bilinci kapalı hastaların %68.42’sinde ateş bulgusu saptanmıştır. Kateter numarası ile bulanık idrar, lökositüri ve ateş görülme arasında ilişki bulunmadığı saptanmıştır. Kateterin dışında kalan uzunluğu ile bulanık idrar görülme arasında ilişki olmadığı bulunmuştur. Günlük idrar miktarı ve alınan sıvı miktarı ile bulanık idrar arasında ilişki olmadığı saptanmıştır. Günlük alınan sıvı miktarı ile lökositüri görülme arasında ilişki olmadığı bulunmuştur. Cinsiyet ile lökostüri arasında ilişki olmadığı saptanmıştır. 23 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı PERİFERİK İNTRAVENÖZ KATETERLERİN AÇIKLIĞININ SAĞLANMASI VE KOMPLİKASYONLARININ ÖNLENMESİNDE SERUM FİZYOLOJİK İLE HEPARİNLİ SERUM FİZYOLOJİK SIVILARININ ETKİNLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI EFFICACY OF SALINE VERSUS HEPARIN FLUSH SOLUTION TO MAINTAIN PERIPHERAL INTERMITTENT INTRAVENOUS CATHETERS Fatma DEMİR Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1998 ÖZET Bu araştırmada; periferik intravenöz kateterlerin açıklığının sağlanması, komplikasyonlarının önlenmesi ve kalma süresinin arttırılmasında serum fizyolojik ve heparinli serum fizyolojik flush sıvılarının etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji ile Gastroenteroloji servisinde 4.3.1996-19.3.1997 tarihleri arasında yatan ve hekim tarafından intravenöz tedavi istemi verilen hastalar üzerinde yapılmıştır. Tesadüfi örneklem yöntemiyle seçilen 60 hasta I. grup ve II. grup olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Her iki grubun bağımsız değişkenler açısından benzer özellikler taşımasına dikkat edilmiştir. Tüm hastalara intravenöz tedavi ve komplikasyonları hakkında bilgi verilmiş, kateter bölgesinde hassasiyet, lokal ısı artışı ve ağrı olduğunda araştırmacıya haber vermeleri istenmiştir. I. gruptaki hastaların kateterleri her tedavi öncesi ve sonrası, eğer tedavileri sık aralıklarla değilse her 6 saatte bir 2 ml serum fizyolojik ile fluslamam yapılmıştır. II. gruptaki hastaların kateterleri ise her tedavi öncesi ve sonrası ve eğer tedavileri sık aralıklarla değilse her 6 saatte bir mililitresinde 10 iü heparin içeren sıvıdan 2 ml ile flushlama yapılmıştır. Kateter bölgesinin her 24 saatte pansumanı yapılmış ve komplikasyonlar açısından gözlenmiştir. Komplikasyonlar; ödem, ağrı, kızarıklık, palpasyonda venin sert bir şekilde ele gelmesi, lokal ısı artışı ve tıkanıklık olarak belirlenmiştir. Komplikasyonlar yerine flebit terimi tanılaması zor olduğu için kullanılmamıştır. Intravenöz kateter açıklığını, komplikasyonlarını ve kalma süresini etkileyecek tüm etmenler her iki gruptada aynıdır ve gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. (P>0.05) Verilerin analizinde sayı, yüzde, Ki-kare testi Manny Whitney U testi, kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; Periferik intravenöz kateterlerin açıklığının sağlanmasında, serum fizyolojik flush sıvısı kullanımı ile heparinli serum fizyolojik flush sıvısı kullanımı arasında fark olmadığı görülmüştür. I. grup ile II. grup arasında kateter açıklığı açısından fark anlamlı bulunmamıştır. (P > 0.05) Flush sıvısı olarak serum fzyolojik veya heparinli serum fizyolojik flush sıvısı kullanımı arasında komplikasyon açısından fark olmadığı görülmüştür. I. gruptaki hastalar ile II. gruptaki hastalarda komplikasyon oluşması açısından anlamlı fark bulunmamıştır. (X2 = 0.161) (P>0.05). 24 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Kateterin kalma süresini arttırmada serum fizyolojik flush sıvısı kullanımı ile heparinli serum fizyolojik flush sıvısı kullanımı arasında fark bulunmadığı görülmüştür. I. gruptaki hastalar ile II. gruptaki hastalar arasında kateterin kalma süresi açısından anlamlı fark bulunmamıştır. (X2 = 0.000)(P>0.05). Periferik intravenöz kateterlerin açıklığının sağlanması, komplikasyonlarının önlenmesi ve kalma süresinin arttırılması heparinli serum fizyolojik flush sıvısı yerine serum fizyolojuik flush sıvısı kullanılması önerilmektedir. SUMMARY The purpose of this study was to determine te efficacy of saline versus heparin flush solution to maintain periheral intermittent intravenous catheters. The study was performed from 4 March 1996 to 19 March 1997 in Orthopaedics and Traumatology Service and Gastrointerelogy services at Ege University Medicine of Faculty Research and Practice Hospital. Patients were entered into the study when a physician wrote an order to intermittent peripheral intravenous catheter. Sixty patients were selected randomly and divided into groups. Grup I (n= 30) were patients randomly selected to receive saline flush and Group II (n= 30) were patients randomly selected to receive heparin flush which contains 10 ü heparin in one mililitre of saline according to a previously established random allocation list. Both groups were controlled as to independent variables. All patients who were assigned to involved in the study received education about intravenous therapy and complications were asked for to contanct with researcher if there were any complication. In group I intravenous flushing occured before and after every medication infusion or every 6 hours mif no medication were given with 2 mililitre of saline solution. In group II patients this procedure was performed with 2 mililitre of heparin solution which contains 10 iü heparin in one mililitre of saline. Data were collected by a questionnaire and observation form, from patient or patients observed form. Catheters were inserted and flushed and every medications given by researcher. İnsertion site was observed and dressed every 24 hours by researcher. Complication of intravenous therapy were defined as swelling, pain, redness, palpable venous cord, local increased themperatures, and resistance to flush. The words “infilitration and Phlebitis” were not used because those terms are difficult to define. Percentages and chi-square test and Mann Whitney U test were used to determine if there statistically significant diffewrences between two groups. The results of the study as follows: There is no difference in patency when peripheral intermittent intravenous catheters are flushed with heparin or when they are flushed with saline. There is no difference in incidence of phlebitis when periheral intermittent intravenous catheteres catheters are flushed with heparin or when they are flushed with saline (X2=0.161, P>0.05) There is no difference in duration of the catheter when peripheral intermitten intravenous catheters are flushed with heparin or when they are flushed with saline (X2=0.000, P>0.05) We offer that to use saline flush instead of heparin flush to maintain peripheral intermittent intravenous catheters. 25 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SEDATİF MÜZİĞİN PREOPERATİF KAYGI DÜZEYİNE İNTRAOPERATİF KAN BASINCI VE NABIZ PARAMETRELERİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ Şengül VAROL Danışman Öğretim Üyesi: Yar.Doç.Dr. Türkan ÖZBAYIR İzmir-1998 ÖZET Bu araştırmada spinal-epidural anestezi planlanan inguinal herni tamiri yapılacak hastalarda sedatif müzik kullanımının preoperatif dönemde yapılan hasta eğitimi esnasında durumluk kaygı düzeyine, intraoperatif dönemde de sistolik-diastolik kan basıncı ve nabız değerlerine etkisi incelenmiştir. Araştırma Atatürk Eğitim Hastanesi Genel Cerrahi Kliniklerinde 15.9.1997-15.7.1998 tarihleri arasında yatan, inguinal herni tamiri yapılan spinal-epidural anestezi uygulanan, olasılıksız örneklem yöntemi ile seçilen 40 hasta ile yapılmıştır. Hastalar deney ve kontrol grubu olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Deney grubundaki hastalara preoperatif hasta eğitimi süresince ve ameliyat süresince sedatif müzik dinletilmiş, kontrol grubuna ise dinletilmiştir. Veriler yaş, cinsiyet, eğitim durumu, medeni durum, anestezi şekli, ameliyat süreleri, sevdikleri müzik türü, eğitim öncesi ve sonrası durumluk kaygı değeri, sürekli kaygı değeri, preoperatif ve intraoperatif sistolikdiastolik kan basıncı ortalamaları olarak kayıt edilmiştir. Hastaların yaşı, cinsiyeti, eğitim durumu, medeni durumu, anestezi şekli, ameliyat süreleri, sevdikleri müzik türü açısından her iki grup arasında istatistiksel olarak fark yoktur. Grupların homojenliği sağlanmıştır. (P>0.01) Preoperatif müzik kliniğine ait radyo teyp ile intraoperatif dönemde de araştırıcıya ait walkmenle sağlanmıştır. Preoperatif hasta eğitimi esnasında kaygı düzeyi durumluk-sürekli kaygı envanteri ölçülmüştür. Sistolikdiastolik kan basıncı kliniklere ait tansiyon aleti ile ölçülmüştür. Verilerin analizinde sayı, % ki-kare, WILCOXON eşleştirilmiş iki örnek testi, Kovaryans analizi, Korelasyon testi, FRIEDMAN iki yönlü ANOVA testi kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre preoperatif hasta eğitimi esnasında müzik dinleyen grupta durumluk kaygı düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (P<0.05). Her iki grupta uygulanan sürekli kaygı düzeyleri ile durumluk kaygı düzeyleri arasında doğrusal bir orantı bulunmuştur (P<0.05) Ameliyat sırasında hastalara walkmenle sedatif müzik dinletme ile preoperatif ve intraoperatif sistolik-diastolik kan basıncı ve nabız arasında bir düşüş olmasına rağmen istatistiki olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır. (P>0.05). Ameliyat sırasında hastalara walkmenle sedatif müzik dinletmenin sistolik-diastolik kan basıncı ve nabız üzerine olumlu stabilleştirici etkisi olduğu görülmüştür. (P<0.05). Uygulama sonucunda hastalar bu uygulamayı çok rahatlatıcı bulduklarını ifade etmişlerdir. 26 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Araştırmanın sonucunda; sedatif müziğin durumluk kaygı düzeyini azalttığı, sistolikdiastolik kan basıncı ve nabız stabilleştirdiği bulunmuştur. Hastalar için oldukça stresli olan preoperatif dönemin neden olacağı durumluk kaygı düzeylerindeki artış sedatif müzik kullanımı ile azaltılabilir. Ameliyathane şartlarında spinal-epidural anestezi uygulanan hastaların kaygıya bağlı oluşabilecek sistolik-diastolik kan basıncı ve nabız değişikliklerini önlemek ve uyanık oldukları ameliyat süresince hoş vakit geçirmelerini sağlamak amacıyla walkmenle müzik dinletilebilir. Müzik kullanımı preoperatif ve intraoperatif dönemde hastalara psikplpjik yardımı içeren bir hemşirelik işlevi olarak kullanılabilir. Bu araştırmada denek sayısının daha fazla tutularak yapılması, anestezi ekibi, ameliyat ekibi ve hemşirelerin bu işlemin hastaya psikolojik destek amaçlı yapıldığı konusunda bilinçlendirilmesi önerilir. SUMMARY In this research, the effect of the use of sedative music on anxiety state level during the patient education in pre operative period and systolic–diastolic blood pressure and pulse values in intra operative period on the patients who are planned to have spinal-epidural anaesthesia and inguinal hernia repair is examined. The researc has been carried out by coincidental sampling method with 40 patients hospitalised at Department of General Surgery of Atatürk Educational Hospital between the dates September 15, 1997 and July 15, 1998 and who have had spinal-epidural anaesthesia applied inguinal hernia repair. Patients have been splited into two groups as experimental and control groups. Patients in the experimental group have been made to listen the sedative music during preoperative patient education period but the control group have not been. The data has been registered as age, educational level, marital status, type of anaesthesia, surgery duration, kind of music they like, pre and post education anxiety state value, pre operative and intra operative systolic-diastolic blood pressure averages. There is no statistical difference among the two groups as educational level, marital status, type of anaesthesia, surgery duration, kind of duration, kind of music they like. The homogeneity of the groups has been supplied. (P 0.01) Pre operative music has been supplied by a clinic owned radio / tape player and by researcher owned walkman during intra operative period. Anxiety level has been measured by state-trait anxiety during pre operative period patient education. Systolic-diastolic blood pressure has been measured by clinic owned blood pressure monitor. Number, %, chi-square, two WILCOXON paired samples test, COVERIANCE analysis, Correlation test, FRIEDMAN two way ANAVA test have been used for the data analysis. According to the research results, statistically meaningful difference at anxiety state level has been found at the music listening group during pre operativ patient education. (P<0.05). A direct proportion has been found between trait anxiety level and state anxiety level which is applied to both groups. (P<0.05). No statistical meaningful difference has been found by making patients to listen to sedative music with walkman, though there is a decrease of pre operative and intra operative and intra operative systolic-diastolic blood pressure and pulse. (P>0.05). 27 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Positive stabilising effect on systolic-diastolic blood pressure and pulse has been seen by making patients to listen to sedative music by walkman during the operation. (P<0.05) As the result of application, patients stated that they have found this application very relaxing. As the result of the research: sedative music has been found as decreasing anxiety state level and stabilising systolic-diastolic blood pressure and pulse. Increase in anxiety state level caused by pre operative period which is pretty stressful fort he patients can be decreased by the use of sedative music. The music broadcast can be given as general music broadcast at the hospitals. At the operation room conditions,the music can be made to be listened by walkman,in order to prevent anxiety connected systolic-diastolic blood pressure and pulse differences of spinal-epidural anaesthesia applied patients and fort he purpose of making them have a good time during the operation. The use of music can be used as a nursing function containing psychological aid to patients during pre operative and intra operative periods. It is suggested that this researc shall be made conscious that this application is carried out for aiming psychological support to the patient. 28 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KORONER BY-PASS AMELİYATI OLAN HASTALARIN TABURCU OLDUKTAN SONRA İLK BİR AY İÇİNDE KARŞILAŞTIKLARI SORUNLARIN SAPTANMASI DETERMINATION OF PROBLEMS OCCUR IN THE FIRST MONTH AFTER CORONER BY-PASS SURGERY Elif ORTAÇ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1999 ÖZET Araştırma koroner by-pass ameliyatı olan hastaların taburcu olduktan sonra ilk 1 aylık dönemde evde karşılaştıkları sorunlarının saptanması amacı ile tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Araştırma örneklemine 01.08.1999-01.11.1999 tarihleri arasında koroner by-pass ameliyatı geçiren, sınırlamalara uygun, araştırmaya katılmayı kabul eden 31 hasta alınmıştır. Veri toplamada iki bölümden oluşan anket formu kullanılmıştır. Anketin birinci bölümü hastaların sosyo-demografik özelliklerini tanımlayan bilgileri içermektedir. İkinci bölümde araştırmacı tarafından geliştirilen ve ameliyattan sonra evde karşılaşabilecekleri sorunları saptamaya yönelik 53 sorudan oluşan ölçek bulunmaktadır. Uzman görüşü alındıktan sonra uygun olmayan seçenekler çıkartılıp 46 soruluk ölçek oluşturulmuştur. Anket formları hastalara evde doldurulmak üzere taburcu oldukları gün verilmiştir. Verilerin analizinde 5 dağılımı, aritmetik ortalama ve standart sapmalar gösterilerek, korelasyon, Mann-Whitney U testi, Wilcoxon Matched Pair testi kullanılmıştır. Hastalar fizyolojik, psikolojik ve sosyal yaşama ait soru seçeneklerinden en fazla “ağrıya bağlı hareket kısıtlaması, pozisyona bağlı uyuyamama, araba kullanamama, egsersiz yapma konusunda bilgi eksikliği, iştahsızlık, ilaçların etki ve yan etkilerini bilememe, cinsel yaşantının önceki gibi olamayacağını düşünme, acil durumlarda nereye başvuracağını bilememe dalgınlık, başkalarıyla görüşme isteğinin olmaması, sosyal aktivelere katılmak istememe, maddi açıdan olumsuz etkilenme, kalabalık ortamdan sıkılma” seçeneklerine ağırlık vermişlerdir. Hastaların iyileşme sürecini ve yaşam kalitesini etkileyen bu sorunlarla baş edebilmeleri için hastaların bu alandaki bilgi gereksinimlerini karşılayacak bir eğitim programının hastalara taburcu olmadan önce başlatılıp evdeki yaşamını kapsayacak şekilde planlanması önerilmiştir. SUMMARY This researh was planned in order to determıne the problems encountered at home wthin the first 1month period after discharged from hospital by the patients who have undergone coroner by- pass surgery. Thirty one patients who have undergone coroner by-pass surgery between the dates 01 August 1999 through 01 November 1999 and accepted to participate in the study were included in the sampling of research. 29 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı In data collecting system a survery form consisted of two sections was used. First section contained the data identifying socio-demographic features of the patients. In the second section, a scale consisted of 53 questions developed by the researcher and aimed at identification of the problems that would possibly be encountered after surgery, took place. After consulting with the specialist inappropriate alternatives were excluded and a scale of 46 questions was created. Survey forms handed to the patients on the day of discharge to be filled up at home. In the analysis of data by illustrating the distribution of percentage, mathematical average and Standard deviations the following tools were used; correlation, Mann-Whitney U test, and Wilcoxon Matched Pair Test. Among the various questions related to the physiologic, psychologic and social life, patients were mostly focused on the following; limitation of activity depending on pain, to be unable to sleep depending on the position, unable to drive vehicle, lack of knowledge related to exercise, anarexia, unable to perceive effects and side effects of medication, to think the sexual intercourse would not be the same as before, not to know where to contact in case of emergency, absentmindedness, unwilling to negotitation with others, to refuse to participate in social activites, to be negatively influenced from the financial status, to be annoyed from crowded environment. In order patients to overcome those problems effecting periods of recover and quality of lives and fulfill their data requirements in this field, a training program should be planned as to start prior to discharge and to cover their home lives, may be suggested. 30 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri GLUKOMETRE İLE KAN GLUKOZU İZLENMESİNDE ARTERİEL KAN İLE KAPİLLER KANIN KULLANIMININ KARŞILAŞTIRILMASI Gül Özlem YILDIRIM Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Şenay KAYMAKÇI İzmir-1999 ÖZET Bu çalışma, büyük ameliyat geçiren hastalarda glukometre kullanılarak kan glukoz düzeyini ölçmek için alınan kapiller kan örneği ile arteriel kan örnek analiz sonuçlarının karşılaştırılıp glukoz düzeyleri arasındaki farkın anlamlı olup olmadığını ayrıca, büyük ameliyat geçiren diabetik hastalarda ameliyat sonrası dönemde görülebilecek kan glukoz düzey değişikliklerini belirlemek için kapiller kan kullanımı ve arter kanı kullanımı ile elde edilen kan glukoz düzeyleri arasındaki farkın klinik açıdan anlamlı olup olmadığını saptamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Kliniği Yoğun Bakım Ünitesi’nde 03.02.1998 ile 16.06.1998 tarihleri arasında açık kalp ameliyatı geçiren 27 diabetik 57 diabetik olmayan toplam 79 hasta üzerinde yapılmıştır. Her iki gruptaki hastalardan kapiller ve arteriel kan örneklemi toplanmış glukometre ile ölçüm değerleri saptanmış aynı zamanda arteriel kan örneğinin biyokimyasal analizlerinde yapılmıştır. Veriler yaş, cinsiyet, diabetik olma durumu, vital bulguları(vucut sıcaklığı, tansiyon arteriel, nabız) glukometre ile ölçülen kapiller kan glukoz değeri, glukometre arteriel kan glukoz değeri ve arteriel kan örneğinin biyokimyasal analiz sonucu, ürik oluşmama durumu olarak kayıt edilmiştirVerilerin analizinde sayı, yüzde, varyans analizi (ANOVA), Ki-Kare, t-testi korelasyon analizleri kullanılmıştır. Dibetik ve non-diabetik hasta grubunda yapılan tüm analizlerde değişik kan örnekleri kullanılmasına ve değişik analiz yöntemi kullanılmasına rağmen elde edilen sonuçlar arasında istatistiksel olarak fark bulunmamıştır. (p>0.05). Araştırmanın sonucunda; glukometrede kan glukoz düzey tespiti için arter kan örneğinin güvenle kullanılabileceği saptanmıştır. Yoğun Bakımdaki Hastaların kan glukoz düzey tespitlerinin sık aralıklarda yapılması, bu işlemin çabuklaştırılması, konforlu olması ve ekonomik kazanç sağlaması hem hastaya, hem sağlık ekibine güvenlik, kolaylık ve kazanç sağlayacaktır. Diabet gibi kronik bir metabolik hastalık sürecine sahip olan hastalar için bu izlenimler daha da önem kazanmaktadır. Araştırmaya alınan d, abetik hastaların hastalık süreçleri 7.9 ± 5.3 yıldır. Mikroanjiyopati koplikasyonlarının diabetik hastalık süreci ile arttığı düşünülür ise, uzun dönem diabet hastalarının kapiller kandan alınan örneklerinin biyokimyasal teknik ile ölçülen kan glukoz değerleri ile karşılaştırılmalıdır. Bu araştırmada literatürde bahsedildiği gibi kan ürik asit ve bilirubin düzeylerinin yüksek olması durumunda glukometre ile ölçüm sonuçlarını etkilememiştir. Ancak, bizim güvenli aralık düzeyinin üstünde bulunduğumuz değerler hem biluribin ve hemde ürik asit için normal 31 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı kan düzeylerinin üst sınırına oldukça yakındır. Dolayısı ile güvenli ölçüm yapılıp yapılamayacağı bu bulgular ile mümkün olmamaktadır. Bu metabolitlerin kandaki düzeylerinin yüksek olduğu durumlarda güvenli ölçüm yapılıp yapılamayacağı daha fazla denek üzerinde incelenmelidir. SUMMARY This study, was constructed to determine if there was any clinically significant difference between patients’ blood glucose levels at the samples obtained from capillary and arterial ways undergoing major surgical procedures. Furthermore, the difference between blood glucose measurements results of capillary and arterial blood samples to determine possible postoperative blood glucose level fluctuations at diabetic patients undergoing major surgical procedures were studied. 27 diabetic and 52 non diabetic, totaly 79 who underwent major cardiac surgery at Ege University Medical School Hospital from 3 rd Feburary 1998 through 16 June 1998 were taken to the study. The capillary and arterial blood samples of both groups were collected, blood glucose levels were measured and at the same time arterial blood samples were biochemically analysed. The data, through the patients’ age, sex, the condition of having diabetes, vital signs(body temprature, blood pressure, heart rate), capillary blood glucose value by glucometer, arterial blood glucose value and biochemical analysis of arterial blood sample, uric acid, total bilirubine level and postoperative complication occurence were noted. For statiscal analysis percentage, student t- test, analysis of variance (ANOVA), Chi-square, Pearsons’ correlation tests were used. All analysis made at both diabetic and non diabetic patient groups revealed no clinically significant differences although different blood samples and different analysis methods were used (p>0.05). The difference between glucose measurements results by glucometer from capillary samples and biochemical analysis of arterial blood samples at 9 patients with elevated uric acid levels and 10 patients with elevated bilirubine levels were found as statiscally nonsignificant (p>0.05). In conclusion; the findings of this study support the use of arterial blood specimens for analysis by the glucometer blood gulcose monitor. Frequently, quickly, comfortble and inexpensive measuring blood glucose levels will be possible by glucometer. The use of glucometer will provide safety, facility and economicall benefit to health care providers as well as patients. The illness process of diabetic patients who were taken to the study were 7.9 ± 5.3 years. If it is thought as microangiopatic complication risk elevates proportionally with the process of the illness, long term diabetic patients’ capillary blood glucose levels should be compared with biochemicall methods. In this study the elevated blood uric acid and bilirubin levels did not effected glucose masurement results by glucometer as it was pointed out in the literature. But, the elevated values that we have found in our study are closer to the upper edge of normal blood levels of these metabolites. Further studies should be done with more patients to receive beter results and to investigate the safety of blood gulcose measurements with elevated blood uric and bilirubin levels. 32 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri HCV’Sİ (HEPATİT C VİRÜS) POZİTİF HEMODİYALİZ HASTALARINA VERİLEN EĞİTİMİN BİLGİ TRANSFERİ YÖNTEMİYLE HASTA YAKINLARINA DÖNÜŞÜMÜ Gülay OYUR ÇELİK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Türkan ÖZBAYIR İzmir-1999 ÖZET Bu araştırma, HCV konusunda eğitilen HCV pozitif hastalardan, yakınlarına bilgi transferinin etkinliğini saptamak amacıyla çalışma ve kontrol gruplarıyla yürütülmek üzere, betimsel, retrospektif, analitik, prospektif ve yarı deneysel olarak planlanmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Diyaliz Merkezi ve Gastroentoloji Bilim Dalı’nda yapılmış olup, verileri 1 Ocak-30 Ağustos 1999 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırma kapsamına HCV’si pozitif 40 hasta ve onların birinci dereceden 76 yakını olmak üzere toplam 116 kişi alınmıştır. Çalışma ve kontrol grupları oluşturularak, bu gruplara ilk karşılamada bireylere ait tanıtıcı bilgileri ve HCV’ye ilişkin bilgi düzeylerini saptamak amacıyla hazırlanan soruları içeren ön test soru formu uygulanmıştır. (Ek II,III,IV) Çalışma grubu hastalara eğitim verilmeden önce, eğitim kitapçıklıkları dağıtılarak planlanan eğitim uygulanmıştır. Eğitim verildikten bir ay sonra, araştırmaya katılan tüm bireylere son test uygulanmıştır. (Ek V). Eğitimin etkinliği istatistiksel analizlerde belirlenmiş olup, bilgi transferinin gerçekleştiği bu analizler ışığında saptanmıştır. Araştırma sonuçlarında verilen planlı eğitim sonrasında çalışma grubu hasta ve yakınlarının, HCV’nın tanınması, tedavisi, bulaşma ve korunma yolları hakkındaki bilgi düzeyleri yükselmiş, kontrol grubu hasta ve yakınlarının bilgi düzeylerinde zaman zaman gerileme zaman zaman da değişme olmadığı belirlenmiştir. Bu veriler doğrultusunda bilgi transferinin etkinliği kanıtlanmış, sağlık eğitiminde hastalardan da faydalanılabileceği sonucuna varılmıştır. ABSTRACT This researh aims at revealing the efficiency of in formation transfer of the HCV positive patients who have been instructed about HCV, and being practised by working and controlling groups as decipher, retrospective, analytical, prospective and seamy-experimental. This research area made at the department of Dialysis enter and Gostroentology and data were gathered between 1. Januray-30 Ağustost 1999. 116 people were into the research scope,40 people with HCV positive and 76 people who are chose rebottles of the patients. After the organisation of controlling and working groups, individuals were given general information about, the diasease (SPPL; II, III, III). Before working group instructing the patients, they gave instruction boollets to the patients and informed the patients as planned. One moth later all individuals were given a last teat (SPPL; V). 33 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı The efficiency of education has been determined stastically and analysis proved that there has been information transfer. At the and of the research, working group observed that the planned education program raised the patients’ and their relatives’ knowledge to diagnose HCV, how to treat it, and controlling group has observed that there have been sometimes regressions, sometimes no changes in their knowledge. This research has also proved the efficiency of information transfer and that medical education might make use of patients. 34 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ÇOCUKLARDA İNTRAVENÖZ GİRİŞİMLERDEN ÖNCE LOKAL ANESTETİK ETKİLİ KREM EMLA UYGULAMASI İLE EĞİTİM VERİLEREK YAPILAN HAZIRLIĞIN AĞRI ÜZERİNE ETKİLERİNİN İNCELENMESİ Yelda CANDAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Şenay KAYMAKÇI İzmir-2000 ÖZET Bu araştırma 7-12 yaş grubu çocuklarda intravenüz girişim öncesi krem EMLA uygulaması ile eğtim verilerek yapılan hazırlığın ağrı üzerine etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Yarı deneysel olarak yapıyan araştırma 01 Mart 1999-31 Haziran 1999 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim dalı’nda yürütülmüştür. Araştırma kapsamına, eğitim verilen grup (I. grup) 25 çocuk, krem EMLA uygulanan grup (II. grup) 25 çocuk olmak üzere toplam 50 çocuk alınmıştır. Çocuklarda ait tanıtıcı bilgiler araştırmacı tarafından geliştirilen veri toplama formuna kaydedilmiştir. Grupta bulunan 25 çocuğa, işlem öncesi eğitim verildikten sonra intravenöz uygulama kiwanis derneği’nin projesi olan Kiwanis Bebek üzerinde uygulatılmış ve daha sonra intravenöz girişim çocuğa uygulanmıştır. Aynı uygulamam farklı günlerde olmak üzere toplam üç defa uygulanmış, her uygulamadan sonra vizüel analog skala ile ağrı değerlendirilmiştir. Üç uygulamanın ağrı puan ortalamaları alınmıştır. Grupta bulunan 25 çocuğa, intravenöz girişim öncesi lokal anestetik etkili krem EMLA uygulandıktan sonra girişim yapılmıştır. 2,5 gramlık krem EMLA bölgeye sürülerek ve deri üzeri plastik bandajla kapatılarak 1 saat bekletilmiştir. Kremin silinmesinden sonra deri dezenfeksiyonu yapılarak intravenüz girişim uygulanmıştır. II. Grupta da çocuklara uygulanan işlem farklı günlerde üç defa uygulanmış, üç uygulamanın ağrı puan ortalamaları alınmıştır. Elde edilen veriler sayı ve yüzdelerle ifade edilmesinde ki-kare testi, student t testi ve varyans analizi ile değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda, intravenöz girişim öncesi eğitim verilen (x=3.18) ve krem EMLA uygulanan grupta (x=0.58) bulunan çocukların ağrı puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. (P<0.05) İntravenöz girişim öncesi hemşirenin yapacağı etkili eğitimin ağrıyı azaltmada etkili olduğu, ancak intravenöz girişim öncesi krem EMLA uygulamasının ağrıyı anlamlı derecede azalttığı saptanmıştır. Ancak krem EMLA uygulamak kadar hemşirenin yapacağı eğitim, enjeksiyon nedeniyle oluşan ağrının azaltılmasında önem taşımaktadır. I. grupta (F=0.27, p>0.05) ve II. Grupta (F=0.49, p>0.05) bulunan çocukların ağrı puan ortalamaları ile yaş arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmasa da yaşın artması ile ağrı puan ortalamalarında bir azalma olduğu söylenebilir. 35 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı I. ve II. Grupta bulunan çocukların ağrı puan ortalamaları ile eğitim durumları arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır. (P>0.05). Ancak eğitim düzeyi arttıkça ağrılı işlem olan intravenöz girişimde de ağrı puan ortalamasının azaldığı söylenebilir. Her iki grupta bulunan hastaların ağrı puan ortalamaları ile hastaların hastaneye yatıştan sonra ilk uygulamanın yapıldığı gün arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. (P>0.05) ancak hastaneye yatıştan sonra ilk günlerde artan anksiyeteye bağlı olarak ağrı puan ortalamasının arttığı belirlenmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular doğrultusunda, hemşireler çocukları enjeksiyon işlemi ve tüm ağrılı işlemlere hazırlarken, çocuğun yaşını, eğitimini, hastane veya enjeksiyon deneyimini göz önünde bulundurmalıdır. Ayrıca çocukların gelişim dönemlerini, bu dönemdeki ağrı algılamalarını ve hemşirelerin yapması gerekenleri bilmeleri gereklidir. İletişim kurulmayan, kronik hastalığı olan çocuklarda ağrılı işlemler öncesi ve ağrılı işlemler öncesi yeterli zaman bulunmadığından krem EMLA uygulanarak lokal anestezi sağlanabilir. SUMMARY This research was accomplished in order to study the effect of the preparation on pain, done by giving training and by EMLA cream application on a group of chilrdren aged between 7 to 12, prior to intravenous attempt. This study which was done as semi-experimentally, was conducted in Ege University Medical Faculty Hospital Children Healthy and Disease Service, between the dates of 01 March 1999 and 31 June 1999. Totally 50 children involved in the extent of research training provided 25 (I. Group) and cream EMLA applied 25 (II. Group). Definitive data related to children registered in the data collection form developed by the researcher. After gving prior to process training to 25 children who were in the I. Group, ihtravenous application was performed on Kiwanis Baby wich was the Project of Kiwanis Association, and later intravenous attempt applied the child. Same application repeated totally three times on different days, after each application the pain was evaluated with visual analog scale. The point averages of pain of these applications were obtained. 25 children who were in the II. Group local anaesthetically effective cream EMLA was applied prior to intravenous attempt, and then the attempt was made. It rested for about on hour after cream EMLA of 2,5 gr. Was applied to the site and top of the skin covred with a plastic bandage. After the cream has been wiped off the skin, intravenous attempt was applied by doing skin disinfection. The process applied to children group II repeated three times on different days, the point averages of pain of three applications were obtained. While describing the data obtained with number and percentage, it was evaluated with chisqare test, student t test and variance analysis. As a result of assessment of data, a significant correlation (p<0.05) was found between mean points of pain of children to whom training provided prior to intravenous attempt (x=3.18) and to whom cream EMLA applied (x=0.58). It was determined that the effective training to be conducted by the nurse prior to intravenous attempt was effective in alleviating the pain whereas application of cream EMLA prior to intravenous attempt considerably reduced the pain. Wowewer, the training to be conducted by the nurse as well as cream EMLA application is also important in palliation of pain occurred due to injection. 36 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Even though the correlation between point averages of pain of children in group I (F=0.27, p>0.05) and group II (F=0.49, p>0.05) and age was not found statistically significant, may be emphasized that in point averages of pain, a reduction occurred with the increase in age. A significant correlation was not found between point averages of pain of Iand II group children and their educational levels (p>0.05) howewer, it can be stated that more educational level is increased, the point average of pain in the intravenous attempt which is painful process, is decreased. The relationship betwenn point average of pain of patitents in both groups and the day the first application done after admittance to hospital was not found statistically significant (p>0.05). whereas, it was ascertained that in the early days after admitted to hospital, point average of pain elevated depending on increased anxiety. In dinection of data obtained from the research, age, education, hospital or injection experience of children should be considered while nurses preparing children for injection process and for all other painful processes. Additionally, nurses should aware of children growth stages, their pain perceptions within these stages and what nurses are requried to do. Local anasthesia can be obtained through cream EMLA application to the children who have chronic disease and with whom communication failed, prior to painful process and when there was not enough time left. 37 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı AMELİYAT ÖNCESİ PLANLANMIŞ VE PLANLANMAMIŞ EĞİTİM ALAN KOLESİSTEKTOMİLİ HASTALARIN SERVİSE UYUM DURUMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Fadime GÖK ÖZER Danışman Öğretim Üyesi: Yard. Doç.Dr. Şenay KAYMAKÇI İzmir-2000 ÖZET Bu çalışma, kolesistektomi ameliyatı öncesi serviste rutin ve planlı eğitim alan hastaların genel cerrahi servisine uyumlarının karşılaştırılması amacıyla, deney ve kontrol çalışması olarak yapılmıştır. 4 Nisan-30 Ağustos tarihleri arasında, İzmir Nevvar Salih İşgören Alsancak Devlet Hastanesi, genel cerrahi kliniğine kolesistektomi ameliyatı olmak üzere yatan, 20 deney ve 20 kontrol grubu hasta araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak, araştırmacı tarafından geliştirilen hasta tanıtım formu, genel cerrahi servisine uyum formu ve el kitapçığı kullanılmıştır. Elde edilen veriler, x2 (chi-square), student t-testi, reabilitiy analiysis (cronbach alpha), pearson corelasyon varyans analizi ve scheffe testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Yapılan analizler sonucunda deney ve kontrol grubundaki hastaların sosyo-demografik özelliklerinin bağımlı-bağımsız değişkenlerinin homojen oldukları saptanmıştır. Deney grubunu oluşturan hastalara planlanmış ameliyat öncesi eğitim araştırmacı tarafından el kitabı kullanılarak verilmiştir. Kontrol grubuna ise, serviste çalışan personel tarafından rutin bilgilendirilme yapılmıştır. Ameliyattan sonra deney ve kontrol grubunun genel cerrahi kliniği uyum formu ile ölçülmüştür. Genel cerrahi kliniği uyum formu bölüm I: iletişim ve eğitime ilişkin uyum durumundan deney grubundaki hastaların %65’i, kontrol grubundaki hastaların %44’ü çok yeterli puan almışlardır. Genel cerrahi kliniğine uyum formu bölüm II: aletlere ilişkin uyum durumundan deney grubundaki hastaların %80’i, kontrol grubundaki hastaların %31’i çok yeterli puan almışlardır. Genel cerrahi kliniğine uyum formu bölüm III: aletlere ilişkin uyum durumundan deney grubunu oluşturan hastaların %61.40’ı, kontrol grubundaki hastaların %14.44’ü çok yeterli puan almışlardır. Genel cerrahi kliniğine uyum formülü IV: hasta sonuçlarına ilişkin uyum durumundan deney grubundaki hastaların %73.33’ü, kontrol grubundaki hastaların %25’i çok yeterli puan almışlardır. Deney grubunu oluşturan hastaların bölüm I: puan ortalaması X=22.50, kontrol grubunu oluşturan hastaların bölüm I: puan ortalaması x=20.90 olarak saptanmıştır. Yapılan istatistiksel 38 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri analizde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. (t=1.63, p=0.112>0.05) Deney grubunu oluşturan hastaların bölüm II: puan ortalaması X=22.70, kontrol grubunu oluşturan hastaların bölüm II: puan ortalaması x=18.45 olarak saptanmıştır. Yapılan istatistiksel analizde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. (t=4.01, p=0.000<0.05) Deney grubunu oluşturan hastaların bölüm III: puan ortalaması X=79.90, kontrol grubunu oluşturan hastaların bölüm III: puan ortalaması x=58.75 olarak saptanmıştır. Yapılan istatistiksel analizde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. (t=7.17, p=0.000<0.05) Deney grubunu oluşturan hastaların bölüm IV: puan ortalaması X=13.65, kontrol grubunu oluşturan hastaların bölüm IV: puan ortalaması x=10.10 olarak saptanmıştır. Yapılan istatistiksel analizde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. (t=5.30, p=0.000<0.05) Deney grubunu oluşturan hastaların genel toplam puan ortalaması X=138.75, kontrol grubunu oluşturan hastaların genel toplam puan ortalaması x=108.20 olarak saptanmıştır. Yapılan istatistiksel analizde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. (t=6.71, p=0.000<0.05) Araştırmada elde edilen bulgular sonucunda kolesistektomi ameliyatı öncesi planlanmış eğitim verilen hastaların genel cerrahi kliniğine uyumlarının kolaylaştığı saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Hasta uyumu, Kolesistektomi ve planlı eğitim. SUMMARY This study has been planed in a control-experimental manner to compere general surgical ward or clinic adaptation of the patient to rutine and planned education before having cholecystectomy surgery 40 patient (20 in experiment group, 20 in control group) who admited to have cholecystectomy surgery in experiment of general surgical ward or clinic in Nevvar Salih İşgören Alsancak State Hospital beetwen April 4 and Agust 30 were used fort his study. A general surgical ward or clinic adaptation form, identify of patient form and hand boks for cholecystectomy patients were used to colect the nesessery data. Chi square, student t, reablity analysis (cronbach alpha) and pearson correlation test, variance analysis and scheffe test were used for statstical analysis of data. As a result of data analysis dependent and independent variables at socia-demographic properties at the patients were found homogeneous in either groups. Planned before surgery education was given to the experimental group by the researchers by using hands book whereas control group patients were given routinely education by the personel who study in service. General surgical ward or clinic adaptation scores of the patients in either groups were measured after the surgery by using general surgical ward or clinic adaptation forms devoloped by the researcher. General surgical ward or clinic adaptation form section one; with regard to communicational and educational adaptation, 65%, of patients in experiment group and 44% of the patients in control group were graded satisfactorily. General surgical ward or clinic adaptation form section two; with regard to adaptation to instruments, 80%, of patitents in experiment group and 31% of the patients in control group were graded satisfactorily. 39 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı General surgical ward or clinic adaptaion form section there; with regard to adaptation to rehabilitation, 61.40%, of patients in experiment group and 14.44% of the patients in control group were graded satisfactorily. Genel surgical ward or clinic adaptation form section four; with regard to adaptation to otcomes of patients, 73.33%, of patients in experiment group and 25% of the patients in control group were graded satisfactorily. Section one mean score of the patients in experment group was X=22.50, wehereas the mean for control group was found to be X=20.90 after doing the statistical analysis it has been seen that there was not a signifficant difference between the two groups. Section two mean score of the patients in experment group was X=22.70, while the mean for control group was found to be X=18.45, at the and of statistical analysis it has been showed that there was a significant difference betwen the two groups. Section there mean score of the patients in experment group was X=79.90, unlike the mean for control group was found to be X=58.75 as the result of the statistical analysis it has been shown that there was a significant difference between the two groups. Section four mean score of the patients in experiment group was x=13.65, as pposed to the mean for control was found to be x=10.10 after doing the statistical analysis it has been indicated that there was a signifanct difference between the two groups. Overal mean score of the patients in experiment group was x=138.75, contary to the overal mean score for control group was found to be x=108.20 as a result of the statistical analysis it has been seen that there was a significant difference between the two groups. The result of study imposed that giving planned education to the patient before to having cholecystectomy surgey eased their adaptation to general surgical ward or clinic. Keywords: Patient adaptation, cholecystectomy, planned education. 40 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KEMOTERAPOTİK AJANLARIN HAZIRLANMASI VE UYGULANMASI SIRASINDA HEMŞİRELERİN MARUZ KALDIĞI SAĞLIK RİSKLERİNİN VE BU RİSKLERDEN KORUNMAK İÇİN ALINAN ÖNLEMLERİN ETKİNLİĞİNİN İNCELENMESİ Birsen GÜNEY Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Türkan ÖZBAYIR İzmir-2000 ÖZET Bu araştırma, kemoterapiden kaynaklandığı düşünülen mesleki sağlık risklerinin ve alınan koruyucu önlemlerin etkinliğini incelemek amacıyla yapılmıştır. Bu amaçla, kemoterapötik ajanların inhalasyon yoluyla alınıp alınmadığının belirlenmesi için kemoterapi uygulamasında görev alan hemşirelerin serum methotrexate düzeyi ölçülmüş, ajanlara maruziyet sonucu oluşabilecek sağlık yakınmaları ve elde edilen bulgular doğrultusunda alınan koruyucu önlemler incelenmiştir. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı ve bu kliniğe bağlı Onkoloji Poliklniğinde, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Onkoloji Ünitesinde, Dokuz Eylül Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı ve Onkoloji Enstitüsünde, İzmir Atatürk Eğitim Hastanesi Dahiliye II ve Onkoloji Polikliniğinde, İzmir Göğüs Hastalıkları ve Cerrahi Eğitim Hastanesinde 7B, 8A, 9A, VE 14.servis birimlerinde, kemoterapi uygulamalarında bir yıl ve daha fazla süre çalışan, olasılıksız örnekleme yöntemiyle seçilen 96 hemşire üzerinde yapılmıştır. Kemoterapötik ajanların hazırlanması ve uygulanması sırasında koruyucu önlem almayan 48 hemşire deney grubunu, önlem alan 48 hemşire kontrol grubunu oluşturmuştur. Hemşirelerin serum methotrexate düzeylerinin saptanması için “Methotrexate Aktivasyon Testi” uygulanmıştır. Niteliksel verilerin toplanmasında, araştırmacı tarafından ilgili kaynaklar incelenerek hazırlanan anket kullanılmıştır. Anketin 1.bölümünde sosyo-demografik bilgiler, 2.bölümde kemoterapi konusunda alınan bilginin kaynağı, hemşirelerin kemoterapi uygulama sıklığı ve koruyucu önlem almama nedenleri, 3.bölümünde kemoterapötik ajanlardan kaynaklandığı düşünülen sağlık yakınmaları ve 4.bölümde kemoterapötik ajanlara karşı alınması gereken önlemlerin alanda uygulanma durumu hakkında sorular sorulmuştur. Verilerin; sayı, yüzde, tek yönlü varyans analizi, ki-kare testi kullanılmıştır. Çalışma kapsamına alınan hemşirelerin % 24’ü 18-23 yaş, % 25’i 24-29 yaş,%26’sı 30-35 yaş,%25’i 36 ve üzeri yaş grubundadır. Koruyucu önlem alan almayan hemşirelerin çoğunluğunu önlisans mezunu (%43.8) ve meslekte 1-5 yıl çalışanlar (%35.4) oluşturmaktadır. Önlem almayan grupta en fazla kemoterapi uygulama sıklığı 5 39.6 oranıyla ortalama günde 1-2, diğer grupta ise %29.2 oranında günde 3-5 uygulamadır. Koruyucu önlem almayan hemşirelerden hizmet içi eğitim ve kursa katılarak kemoterapi konusunda bilgi alanlar %16,9,önlem alanlarda % 29.2 oranındadır. Kemoterapötik ajanları hazırlayan ve uygulayan, koruyucu önlem almayan 16 hemşire ve koruyucu önlem alan 16 hemşirede ölçülen serum methotrexate düzeyi ortalamaları önlem 41 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı almayan grupta 0.0613 umol/L,önlem alan grupta 0.050 umol/L olarak saptanmıştır. Önlem alan ve önlem almayan hemşirelerin serum methotrexate ortalamaları arasında fark istatistiksel olarak anlamlıdır. (P<0.05). Koruyucu önlem alan ve önlem almayan hemşireler arasında toplam sağlık yakınmaları yönünden istatistiksel olarak fark saptanmıştır. Ancak koruyucu önlem almayan hemşirelerde sağlık yakınmaları diğer gruba göre daha fazla görülmektedir. Önlem alan ve önlem almayan hemşirelerin ayrı ayrı sağlık yakınmaları incelendiğinde; alerjik reaksiyon, karın ağrısı ve mide bulantısı yakınmalarının önlem almayan grupta daha fazla olduğu bulunmuştur. (P<0.05) Saç dökülmesi, göz-deri-mukoza irritasyonu, baş ağrısı, baş dönmesi, diyare yakınmaları önlem almayan hemşirelerde daha yüksek oranlarda bulunmasına rağmen iki grup arasında istatistiksel olarak fark anlamlı değildir. (P>0.05) Gruplar arasında menstrual disfonksiyon yakınması yönünden fark bulunmamıştır. (P>0.05). Araştırma kapsamına alınan tüm hemşirelerde menstrual disfonksiyon görülme oranı % 56.3’tür. Hemşirelerin sağlık yakınmalarına etkin olabilecek değişkenler incelendiğinde, çalışmaya katılan tüm hemşirelerde ve önlem almayan grupta sağlık yakınmaları ile kemoterapi uygulama sıklığı arasında anlamlı bir fark saptanmıştır. (P<0.05) Günde 6 ve üzeri kemoterapi uygulayan hemşirelerde daha çok yakınma olduğu bulunmuştur. Önlem alan grupta ise sık kemoterapi uygulayan hemşirelerde sağlık yakınmalarının daha fazla bulunması yönünde bir eğilim vardır. Çalışma kapsamındaki hemşireler, araştırmada tanımlananlar dışında halsizlik-yorgunluk, kemoterapi uygulamasının getirdiği stres, uyku hali, sık gripal enfeksiyon, öksürük, tırnaklarda kırılma-pullanma, iştahsızlık, anemi, spontan abortus yakınmaları bildirmişlerdir. Kemoterapi alanında çalışan hemşirelerin koruyucu önlemleri uygulama durumu; kemoterapötik ilaçların hazırlanması, uygulanması sırasında, kemoterapi alan hastaların beden sıvılarına karşı, ilaçla akut temas ve kazayla saçılması halinde alınması gereken koruyucu hemşirelik önlemleri başlıkları altında incelenmiştir. İlaçlarla akut temas halinde alınan önlemler dışında, diğer kemoterapi uygulama işlemleri sırasında alınması gereken önlemlerde gruplar arasında anlamlı fark saptanmıştır. (P>0.05) Bununla birlikte korunan grupta, alınan koruyucu önlemler ile ilgili bulgular, maruziyeti önleyecek düzeyde olmadığı yönündedir. Önlem almayan hemşireler, önlem almama nedeni olarak; gerekli malzeme ve ekipmanın sağlanmadığını, kemoterapi uygulamaları için ayrı bir ünitenin bulunmadığını, önlem konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını ve hizmet içi eğitimin verilmediğini, yoğun çalışma ve zaman yetersizliğini, hekim ve idarecilerin önlem alma konusunda ilgisizliğini, ifade etmişlerdir. Kemotrapötik ilaçlara görev gereği maruz kalan hemşirelerin, ajanların hazırlanması ve uygulanması sırasında uygun koruyucu ekipman ve önlemleri kullanarak üst düzey bir korunmanın sağlanması, ilaçların absorbsiyonunun ve olası sağlık risklerinin engellenmesinde son derece önemlidir. SUMMARY This investigation was performed to study effectiveness of occupational health risks which were thought to be arised from chemotherapy and the effectiveness of protective precoutions. For this reason, the serum methotrexate level of the nurses, who work on chemotherapy, was measured to designate the inhilation of chemotherapeutic agents, and health complaints would happen after the exposure to agents and the protective precaution which were taken by the help of findings were investigation. 42 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Investigaation was performed on 96 nurses who were chosen by the without probablitiy illustrating method and work at last one year or more on chemotherapy practice in the service parts of Aegean University Medicine Faculty Internal Diseases Basıc Science Branch Oncology Unit, 9 September Univercity Hospital Internal Diseases Basıc Scinece Branch and Oncology Institute, İzmir Atatürk Practicing (Training) Hospital İnternal Diseases II. and Oncology Polyclinie, İzmir Breast Diseases and Surgical Practicing (Training)Hospital 7B, 8B, 9A and 14.48 nurses, who didn’t take protective precaution during the preparotion and practicing of the chemotherapeution agents, formed experiment group,48 nurses who took protective precaution formed controling group. To determine the level of serum methotrexate “Methotrexate Activation Test”was applied to the nurses. The questionnaire, prepared by the investigator after examining relevant sources, was used in collecting quality datum. In the 1st part socio-demographic informations in the 2 nd part the source of information about chemotherapy subject, the frequency of the nurses’ applying chemotherapy and the reason of not taking protective precoutions, in the 3nd part health complaints which were thought to be arised from chemotherapeutic agents and in the 4 th part the questions about the applying position of the precaution that should be taken against chemotherapeutic agents in area were asked. Number, percantage one sided variance analysis and chi-squre test were used in the analysis of datum groups that had no prevention when the variable factors, which can be reason fort he health complaints, are studied. (P<0.05) It has been seen that the nurses who apply chemotherapy 6 times or more in a day, complaint more. In the group that had precaution, the nurses have had a tendency of more health complaints. The nurses taken into the working scopa, except the ones who were described in the investigations have notified their weakness-tiredness, stress, brought by the application of chemotherapy, sleeping, frequent influenza, cough, refaction on the nails, lack of appetite, anemia, spontaneous abortion complaints. The performance of protecctive precautions of the nurses who have worked in the field of chemotherapy has been studied under the titles of protective nursing precautions that should be taken during the preperation-administration of time of contact with the drug against the patients’ body fluids. Except the precautions taken during acute contact with the drugs, important difference has been determined between the groups in the precautions that should be taken during the other chemotherapy applications. (P>0.05) However, the exposure in the group that took precautions. The nurses who didn’t take precautions have had some reason about not taking precautions ;they told that didn’t necessary materials and equipments,and a seperate unit fort he chemotherapy applications, they weren’t trained and had insufficient knowledge about precautions. They also told that had lack of time and worked very hard, and lack of intereset of their managers and doctors on taking protective precautions. The nurses who were exposed to chemotherapeutic drugs should use suitable protective equipment and precautions during the preperation and administration of the agents,they are very necessary fort he percfect prevention;and also they ae very important in order to prevent possible health risks and absorption of the drugs. The percetages of nurses who were taken into working into working scope are like this, 18-23 years old or older 24% , 24-29 years old or older 29%,30 35 years old or older 26%,36 years old or older 25%.The majority of the nurses who took protective precautions and didn’t take precautions have a degree of pre-licence (43.8%) and the ones who had been working at least 1-5 years (35.4%). The frequency of applying chemotherapy in the group that didn’t take precaution is 39.6% aproximately 1-2 in a day, ın the other group it is 29.2%, 3-5 in a day. The percentage of the nurses trained on chemotherapy in the first group is 19.9% and in the other group, it is 29.2%. 43 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı It was determined that; the masured overage of the level of serum methotrexate of 16 nurses, who prepared chemotherapeutic Agents and applied and didn’t take protective precaution was 0.0613 umol/L, in the other group 8 who tookprotective precaution), it was 0.050 umol/L. The difference between the overage of the serum methotrexate of the nurses who took and didn’t take precautions, is statisticly important. (P<0.05). Statiscly no difference has been determined between the nurses who took and didn’t take precautions in the paint of view of their total health complaint.(P>0.05). Howeever the health complaint between the nurses who didn’t take protective precaution have been seen more than other groups. When their health complaints were compared seperately; allergic reaction, stomach ache, and nousea complaints were seen more between the nurses who didn’t take precautin. (P<0.05). The difference between these two groups statiscly is not important although hair loss, irritation of the mucoza, eyes and skin headache, dizziness, diarrhea complaints were seen more between the nurses who didn’t take precaution. (P>0.05) In the paint of wiev of menstrual dysfunction no difference has been found between the groups. (P>0.05). Percentage of seeing menstrual dysfunction between the nurses, taken into the scope of investigation is 56.3 %. An important difference has been determined between the frequncy of applying chemotheraapy and health complaints between all the nurses and the 44 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri LOMBER DİSK AMELİYATI OLMUŞ ERİŞKİN HASTALARIN GENEL SAĞLIK STATÜSÜ BOYUTLARININ ÖLÇÜLMESİ MEASUREMENT OF GENERAL HEALTH STATUS LEVELS OF ADULT PATIENTS HADUNDERGONE LOMBER DISC SURGERY Pakize ÖZYÜREK Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-2000 ÖZET Teknolojik gelişmelerle birlikte tanı, değerlendirme ve tedavi yöntemlerindeki ilerlemeler, primer sağlık hizmetlerinin artırılmasına, yaşam süresinin uzamasına, fonksiyonellik ve iyilik halini geliştirilmesine verilen önemi artırmıştır. Bu durum sadece sağlık ekibinin değil her kesim içinde önemli bir amaç olmuştur. Dinamik bir nitelik taşıyan yaşam kalitesi kavramının sürekli gelişim içinde ve yanında içeriğinin de çok yönlü olması tanımlanmasını güçleştirmiştir. Yaşam kalitesi sıklıkla “sağlıkla ilgili yaşam kalitesi”, “subjektif sağlık” durumu ve “fonksiyonel durum” gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Fonksiyonellik ve iyilik hali hem uygulanan tedavinin hem de lomber disk hastaların sağlıklarının değerlendirilmesini, hastalık ve cerrahinin genel sağlık statüsü üzerindeki etkisinin incelenmesini sağlamış olacaktır. Genellikle kronik hastalığı olan hastaların genel sağlık statülerini değerlendirmek için özelliklede beyin cerrahisi dalında yapılmış çalışma bulunmaktadır ve cerrahi bilim dallarının, üzerinde çok az durduğu sonuçlardır. Bu çalışma Afyon ili merkezinde bulunan Devlet Hastanesi ve Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi’nin beyin cerrahi servisinde lomber disk nedeniyle ameliyat olmuş erişkin kadın ve erkek hastalar üzerinde yapılmıştır. Araştırma 1 Mayıs 2000-30 Ağustos 2000 tarihleri arasında yapılmış, toplam 30hasta üzerinde çalışılmıştır. Bu çalışmanın amacı; lomber disk hastalarının kendi algılamalarına dayalı olarak ölçülen genel sağlık statülerinin demografik ve klinik özelliklerine göre değişip değişmediği, ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası genel sağlık statüleri arasında anlamlı bir fark olup olmadığını ve cerrahinin, hastaların genel sağlık statüsü üzerindeki etkisini incelemek için yapılmıştır. Hastaların genel sağlık statüsünü Short Form Survery-36 (SF-36) ölçeği kullanarak ölçülmüştür. SF-36 ölçeği genel sağlık statüsünü sekiz alt boyutta ölçmektedir. Hastaların genel sağlık statüsü fiziksel fonksiyonellik, fiziksel rol sınırlamaları, ağrı, canlılık, genel sağlık algılamaları, sosyal fonksiyonellik, duygusal rol sınırlamaları ve mental sağlık boyutlarıyla değerlendirilmiştir. Hastaların genel sağlık statüsü boyutları ameliyat öncesi ve ameliyattan 1,5 ay sonrası olmak üzere iki kez değerlendirilmiştir. Yapılan çalışma sonunda, yaş, cinsiyet, eğitim, hastalığı nedeniyle, hekime başvurma sayıları, yine hastalığı nedeniyle tedavi görüp görmeme ve ameliyat olup olmama durumları gibi demografik ve klinik özellikleri açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0.05). Hastalık süreleri bakımından hastaların ameliyat öncesi genel sağlık statüsü boyutlarından fiziksel 45 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı fonksiyonellik ve mental sağlık boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu bulunmuştur (p<0.05). Hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası genel sağlık statüsü boyutları karşılaştırılmıştır ve ameliyat sonrası pozitif değişim olduğu görülmüştür. Yapılan istatistiksel analiz sonucuna göre tüm boyutlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu bulunmuştur (p<0.05). Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası genel sağlık statüsü boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farkın olup olmadığı belirli demografik ve klinik özellikler açısından incelenmiştir. Genel olarak fiziksel fonksiyonellik, ağrı canlılık, sosyal fonksiyonellik boyutlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu bulunmuştur (p<0.05). Genel sağlık algılamaları ve fiziksel rol sınırlamaları, duygusal rol sınırlamaları boyutları arasında ise anlamlı bir fark olmadığı bulunmuştur (p>0.05). Bunun nedeni olarak araştırma kapsamına alınan örneklem sayısının (n=30) az olması nedenine bağlanmıştır. Lomber disk hastalarının ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası ilerde sağlıklarını kontrol altında tutabilme düşünceleri arasında fark olup olmadığı ve bazı demografik özelliklerine göre değişip değişmediği incelenmiştir. Hasların düşüncelerinde ameliyat sonrası bir fark olmadığı ve farklı yaş, cinsiyet, eğitim ve gelir düzeyi değişkenlerinin bu durumu etkilemediği bulunmuştur. Yine hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası sağlık değişimleri incelenmiş, hastalar sağlıklarını ameliyat sonrası çok daha iyi olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca farklı demografik özelliklerinin hastaların sağlık değişimini etkilemediği bulunmuştur. SUMMARY Improvements in the diagnostic, examination and medical treatment methods as well as technological developments have increased the importance attached to the growth of premier health services, lengthening of life expectancy and good health. This has becamethe important aim of not only health-care personel but everyone in society. As the life quality concept, which is a dynamic term in nature, is continually developing and has the multi-dimensional concent, it is hard to define it. Life qualty is frequently explained by the use of such phrases as “life quality about health”, “subjective health” and “functional situation”. Funvtionality and the good health condition will enable to examine both the applied treatment and lomber disc patient’ health, and to investigate the effects of illness and surgical operations on general health status of patient with chonic illness, there is no study especially on the branch of brain surgery, investigating the general health status of patients who had an operation. This study was conducted on adult male and female patients who underwent an operation because of lomber disc at the department of brain surgery in state hospital and social ınsurance ınstitution hospital, afyon. The study was conducted on 30 patients between May 1-August 30, 2000 the aim of the study was to find out whether the general health status of the lomber disc, patients measured on the basis of their self-perceptions, differs on the basis of demographic attributes and clinical conditions. The study also aimed to investigate the effects of surgical operations on the general health status of patients by examining whether there are significant differences between the general health status of patient. The general health status of the patients was measured by using Short Form Survey-36 (Sf-36) Sf-36 measured the general health status by using following 6 dimensions: physical functionality, physical role limitations, pain, vivacity, general health perceptions, social functionality, emotional role limitations and mental health dimensions. The general health status of the patient was evaluated twice, before surgery and 1.5 half months after surgery. The results of the study show that there are no significant differences among the patients regarding such demographic and clinical attributesasage, gender, education, frequency of seeing doctors due to illness, having treatmentdue to illness, and undergoing operation (p>0.05). of 46 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri general health status dimensions before surgery, there are significant differences in physical functionality and emotional health dimensions regarding illness duration (p<0.05). the geeral health statuses of the patients before and after surgery were compared and positive development was found after surgery. Statistical analysis found statistically significant differences for all dimensions (p<0.05). It was investigated whether there are statistically significant differences in general health status before and after surgery regarding specific demographic and clinical attributes. Generally, statistically significant differences were found in physical functionality, pain, vivecity and social functionality dimensions (p<0.05). In the dimensions of general health perceptions, physical role limitations and emotional role limitations, no significant differences were found. This result was attributed to the small sample size (n=30). It was also examined whether there were differences in the lomber disc patients views on having control over their health before and after surgery and whether their views show differences on the basis of demographic attributes. The study found that there are no differences in the patients views following surgery and that different age, gender, education and income level variables do not affect this result. The study also examined health changes of the patients of the patients before and after surgery and found that patients declare their health condition far beter after surgery. Different demographic attributes do not affect patients health changes. 47 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KORONER BYPASS AMELİYATI GEÇİREN HASTALARDA ÜÇ FARKLI ISITMA YÖNTEMİNİN AMELİYAT SONRASI HİPOTERMİNİN ÖNLENMESİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN İNCELENMESİ Nurcan ÖZTAŞ GÜZELAY Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Şenay KAYMAKÇI İzmir-2000 ÖZET Büyük ameliyat grubuna giren açık kalp ameliyatlarında göğüs boşluğunun açılması, ameliyat ve anestezi süresinin uzun olması, intravenöz sıvıların, cilt hazırlama, mediyasten ve toraks boşluğunu yıkama solüsyonlarının soğuk olması, açıkta kalan vücut yüzeyinin geniş olması, ameliyahane ısısının düşük olması ve hastaya ait risk faktörlerinin de etkisiyle hastalarda yoğun bakımda vücut ısısında düşme meydana gelmektedir. Bununla birlikte açık kalp ameliyatlarından olan koroner bypass ameliyatı sırasında kardiopulmoner bypass (KPB) süresince derin ve uzun süreli hiportermi uygulaması ameliyat sonrası hastalarda hiportermi riskini artırmaktadır. Bu araştırma koroner bypass ameliyatı geçiren hastalarda; ısıtılmış standart hasta battaniyesi, elektrikli battaniye ve hidrotermik battaniye kullanımının ameliyat sonrası hiporterminin önlemesi üzerine etkilerini incelemek amacıyla 40-69 yaşları arasındaki hastalarda yapılmıştır. Araştırma verileri ameliyathanede kullanılan Hasta Tanıtım Formu ve Ameliyathane İzlem Formu (Ek 2), yoğun bakımda kullanılan Yoğun Bakım Hasta İzleme Formu (Ek 3) ile toplanmıştır. Elde edilen veriler Ege Üniversitesi Bilgisayar Araştırma Merkezinde SPSS programı kullanılarak değerlendirilmiştir. İstatistiksel analizlerde; yüzde ve sayı dağılımları, Ki Kare, tekrarlı ölçümlerde Tek yönlü varyans analizi ve duncan testi kullanılmıştır. Araştırmaya Ocak 1999-Kasım 1999 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı’nda koroner bypass ameliyatı geçiren ve araştırmanın sınırlamalarına uygun olan hastalardan 10’ar kişilik I, II ve III. Grup olmak üzere 30 hasta alınmıştır. Gruplar arasında homojenliğin sağlanması amacıyla hastaların yaşı, cinsiyeti, beden kitle indeksi (BKİ), ameliyat süresi, anestezi süresi, ameliyathane, yıkama solüsyonları ve intravenöz sıvıların ısısı açısından eşleştirilmiştir. Gruplar arasında istatistiksel açıdan fark bulunmamıştır. (p>0.05) ameliyat süresince ısı kaybını önlemek için ameliyathanede bütün hastalar KPB sonrasında ameliyat sonuna kadar 37°C su ısısına ayarlanmış hidrotermik battaniye ile ısıtılmaya devam edilmiştir. Yoğun bakımda hastaların I. grubu; 40°C etüv’de ısıtılmış standart hasta battaniyesi, II. Grubu; TSE onaylı (Omak marka) elektrikli battaniye, III. grubu; 37°C su ısısına ayarlanmış hidrotermik battaniye kullanılarak ısı kaybı önlenmiştir. Ameliyat sonrası yoğun bakım hastalarının hemodinamik değerlerini karşılaştırmak için izlenen arteriyal kan basıncı, nabız, hemotokrit, kardiyak indeks, kardiyak output, metabolik değerlerini karşılaştırmak için arteriyal kandan izlenen PH, Parsiyel karbondioksit, parsiyel oksijen, bikarbonat, asit-baz, oksijen saturasyonu, koagülasyon değerleri üzerine etkilerini 48 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri karşılaştırmak için izlenen ACT ve drenaj miktarına olan etkileri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır (p>0.05). Çalışmanın sonucunda kullanılan ısıtma araçlarının üçünün de hastalarda ameliyat sonrası hiportermiyi önlemede etkili olduğu ve istatistiksel olarak ısıtma araçları arasında anlamlı fark bulunmadığı belirlenmiştir (p>0.05). SUMMARY As a major surgical procedure in open heart surgey many causative patients, such as longer duration of operation and anesthesia extensive skin preparation and exposure, irrigation of mediastinal and thoracal cavities with cold solutions, administration of cold intravenous fluids, cold temperature of operation room and other risk of factors of patient, all can lead postoperative hypothermia application along the cardiopulmonary bypass (CPB) in patients undergoing coronary artery bypass surgery might also increase the risk of postoperative hypothermia. This study was designed to compare the effects of warmed Standard blanket, electric blanket and hydrothermic blanket on prevention of postoperative hypothermia in patients between 40-69 years old. All data for each patient were collected in patient information and operative data form (suppl 2) that had been filled in operation room, and intensive care observation form (suppl 3) that had been filled in intensive care. All data were statistically processed by SPSS programme in the Computer Analysis Center of Ege Univesity. In statistical analyses, percent and numeric valves were compared Chi-sqaare test and comparison of repetative-periodical measurements were performed by Univariance analysis and Duncan test. 30 patients, who underwent coronary artery bypass surgery between January 1999 and November 1999 in Ege University Cardiovascular Surgery Department and who had suitable conditions, were studied under three separate subgroups in which patients were allocated in equal number (n=10). Three was not any significant difference between three groups regarding age, gender, body mass index (BMI), operation time, anaesthesia duration, operation room temperature and intravenous fluid replacements (p>0,05). All patients were kept warm to prevent heat loss during the period between the end of cardiopulmonary bypass and delivery to intensive care by hydrothermic blanket adjusted at 37°C were used for patients in group I, II and III, respectively heat loss. There was not any significant difference (p>0,05) between three groups regarding arterial blood pressure, Hemotocrit (Htc), Cardiac index (CI), Cardiac output (CO) measurements as hemodynamic parameters in the intensive care; PH, parcial CO2 (PCO2), parcial Oxygen (PO2), base excess (BE), oxygen satration (sat) values as metabolic parameters of arterial blood; ACT, total drainage in ml as coagulation and hemostatre parameters. Conclusion of this study suggest that all three different worming devices are equally effective in prevention of hypothermia and there was not any significant difference in effectiveness among them (p>0,05). 49 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı POSTOPERATİF AĞRI YÖNETİMİNDE NONPARMAKOLOJİK GİRİŞİMLER VE HASTANIN KENDİ AĞRISINI DEĞERLENDİRMESİNE GÖRE ANALJEZİK UYGULAMASI YÖNTEMİ VE RUTİN ANALJEZİ YÖNTEMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Ayla YAVUZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Türkan ÖZBAYIR İzmir-2000 ÖZET Bu çalışmada üst batın ameliyatı uygulanan hastalarda; postoperatif ağrı yönetiminde nonfarmokolojik yöntemler (gevşeme, öksürme ve derin nefes alma, hayal gücünü kullanma) ve hastanın kendi ağrısını değerlendirmesine göre analjezik uygulaması yöntemi ile rutin analjezi yönteminin karşılaştırılması yapılmıştır. Araştırma Denizli Devlet Hastanesi Cerrahi kliniğinde 19-11-1998 ile 22-7-1999 tarihleri arasında üst batın ameliyatı uygulanan fiziksel özellikleri ASA klasifikasyonuna göre sınıf I ve II’ye uyan, yaşları 18-67 yaş arasında değişen 40 hasta üzerinde yapılmıştır. Hastahaneye yatış sırasına göre ilk 20 hasta uygulama grubuna, izleyen 20 hasta ise kontrol grubuna dahil edilmiştir. İstatistiksel değerlendirmede ki-kare testi, Mann Whitney U testi, Wilcoxon Paired Samples testi, ve Fisher testi kullanılmıştır. Her iki gruptaki hastalara analjezik ajanı olarak Novaljin uygulanmıştır. Uygulama grubuna Novaljin İ.V olarak kendi ağrısını değerlendirmesine göre gerektiği zaman uygulanmış, kontrol grubuna ise rutin olarak 3 x 1 İ.V Novaljin uygulanmıştır. Uygulama ve kontrol grubundaki hastaların postoperatif 48 saatlik süre ile analjezik tedavisinden önceki ve sonraki vital parametreleri uygulama grubundaki hastaların nonfarmokolojik girişimden önceki ve sonraki VRS değerleri, uygulama ve kontrol grubundaki hastalara 48 saat süresince uygulanan analjezik sayısı, mobilizasyon günü, yan etki durumları, hasta memnuniyeti ve operasyondan sonra hastanede kalış süresi karşılaştırılmıştır. Uygulama ve kontrol grubundaki hastaların analjezik tedavisinden önceki ve sonraki vital parametreleri arasındaki fark nabız ve solunum değerleri açısından anlamsız bulunurken, sistolik ve diastolik kan basıncı değerleri yönünden anlamlı bulunmuştur. (p<0.05). Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. (p>0.05). Uygulama ve kontrol grubundaki hastalara 48 saat süresince uygulanan analjezik sayısı açısından gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p<0.05). Uygulama ve kontrol grubundaki hastaların mobilizasyon günü yönünden aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. (p>0.05). Uygulama ve kontrol grubundaki hastaların yan etki görülme oranı arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. (p>0.05). Uygulama ve kontrol grubundaki hastaların hasta memnuniyeti yönünden arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p<0.05). Uygulama ve kontrol grubundaki hastaların operasyondan sonra hastanede kalış süresi açısından aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p>0.05). 50 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY In this study the following comparsion was accomplished amount the patients towhom superior abdominal surgery was applied; routine analgesic modality with non pharmacological nursing attempts (relaxation, coughing and deep inhalation, use of common sense) within the postoperatif pain management along with the analgesic application modality according to patients own assessment of pain. This research was conducted on 40 patients whose ages vary between 18- 67, whose physical features correspond to class I and II of ASA classifications, and who had taken superior abdomen surgery at Denizli Goverment Hospital Surgery Clinic between the dates of 19 Now 1998 through 22 Jul 1999. According to admittance to hospital,20 patients were included in the application group and other 20 patients were taken to control group respectively. In the statistical assessment the following tests were used; chi-square test, Mann Withney U Test, Wilcoxon Paired Samples Test and Fisher Test. Novalgine was applied to both group patients as an analgesic agent. Novalgine was applied to application group patients when required as I.V.according to patient’s self pain evaluation, and it was applied as routine 3 x 1 I.V. to control group patients. The following comparions were also made; postoperative 48 hour periods of patients within the application and control groups with thir vital parameters before and after analgesic treatment; VRS values before and after nonpharmacologic attempts of patients within the application group; number of analgesics applied within 48 hours to the experiment and control groups patients; number of days of mobilization; their side effect conditions, patient satisfaction and their hospitalization periods after surgery. While the difference between vital parameters as before and after analgesic treatment of patients who were in the application and control groups, was found insignificant in regards to pulse and respiration valus, whereas it was found significant related to systolic and diastolic blood pressure (p<0.05). The difference between both groups was found satistically insignificant (p>0.05). The difference between VRS valus before and after nursing attempts of patients in the application group was found satistically significant (p<0.05). The difference between groups in regards to number of analgesic applied within 48 hour period to patients who were in the application and control groups was found satistically significant (p<0.05) The difference between the ratio on side effect apperance of patient who were both application and control groups was not found satistically significant (p>0.05). The difference between the patients who were in the application and control groups in regards to patient satisfaction was found satistically significant (p<0.05). The difference between the patients who were in the application and control groups in regards to postoperation hospitalization period was not found satistixcally significant (P>0.05). The difference between the patients who were in the application and control groups in regards to postoperation hospitalization periods was not found statistically significant (p<0.05). 51 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı AÇIK KALP AMELİYATI OLAN KİŞİLERDE VENTİLATÖRDEN AYIRMA DÖNEMİNDE ARTERİYEL KAN GAZI ANALİZİ İLE PULSE OKSİMETRE ÖLÇÜMLERİ ARASINDAKİ UYUMUN ARAŞTIRILMASI Sibel KORKMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-2000 ÖZET Bu araştırma, açık kalp ameliyatı geçiren 18-65 yaş arası erişkin hastalarda ventilatörden ayırma (weaning) döneminde arteriyel kan gazı (A.K.G) analizi ile oksimetre ölçümü satürasyon sonuçlarının uyumunun karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. Ayrıca açık kalp ameliyatı geçiren anormal hemoglabin değerine sahip veya hipotermik durumdaki erişkin hastaların pulse oksimetre satürasyon sonuçları (SpO2) ile arteriyel kan gazı satürasyon sonuçlarının (SaO2) karşılaştırılması ve oksimetrenin anormal hemoglobin ve hiportermiden etkilenip etkilenmediğinin bulunması amacıyla yapılmıştır. Yarı deneysel olarak yapılan araştırma 1 Mayıs 2000-1 Eylül 2000 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kalp Damar Cerrahi Ana Bilimdalı’nda yürütülmüştür. Araştırmaya 18-65 yaş arası toplam 100 erişkin hasta alınmıştır. Hastalara ait veriler hasta dosyaları, anestezi kartları, hemşire izlem formları, ventilatörden ayırma süresince izlenen A.K.G. analizi sonuçları ve aynı zamandaki oksimetre SpO2 değerlerinin okunması ile elde edilmiştir. Bu bilgiler araştımacı tarafından hazırlanan hastaya yönelik “Hasta Tanıtım Formu” ve ventilatörden ayırmada kullanılan parametreleri kaydetmek üzere düzenlenen “Postoperatif Hasta İzlem Formu” ile toplanmıştır. Hasta açık kalp ameliyatı sonrasında yoğun bakıma alındığında Hasta Tanıtım Formu hasta dosyası ve anestezi kartından doldurulmuştur. Postoperatif Hasta İzlem Formu’ndaki veriler üç ventilatör modunda iken alınmıştır. İlk ölçüm hasta ameliyattan çıktıktan 15 dakika sonra VC modunda, ikinci ölçüm SIMV 10 modunda, üçüncü ölçüm ise CPAP modunda alınmıştır. Her ventilatör modu/frekansı ve F1O2’deki değişiklik yapıldıktan 15 dakika sonra A.K.G örneği alınmış ve eş zamanındaki oksimetre SpO2 değeride sonradan karşılaştırılmak üzere kaydedilmiştir. Hasta ventilatörden ayrıldıktan sonra extübasyon saati de forma kaydedilmiş, hastaların ventilatörde kalma süreleri ile anestezi süreleri arasındaki ilişki de araştırılmıştır. Verilen değerlendirilmesinde aritmetik ortalama, sayı ve yüzde dağılımları, iki eş arasındaki farkın önemlilik testi, korelasyon analizi, Mann Witney U Testi ve Kruskall Wallıs Varyans Analizi testleri uygulanmıştır. Araştırmanın sonucunda, üç ventilatör modunda A.K.G. analizi SaO2 sonucu ile pulse oksimetre ölçümü SpO2 sonucu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0.05). SaO2 sonucu ile SpO2 sonucu arasında anlamlı bir korelasyon da bulunmuştur 52 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri (p<0.05). SaO2 sonucu arttığı SpO2 sonucunun da arttığı, iki ölçümün birbirine paralel olarak artıp azaldığı görülmüştür. Ancak bir ölçüm sonucu diğerinin değerini göstermemektedir. Sigara içen ve içmeyen hastalarda SaO2 ile SpO2 ölçümleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamsız bulunmuştur (p>0.05). Hemoglobin seviyesi normalin altında olan hastalar ile normal olan hastaların SpO2 ölçümlerinin arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. (p>0.05). Hemoglobin seviyesinin normal sınırlar içinde olması SaO2 ve SpO2 ölçümleri arasındaki farkı azaltırken, istatistiksel olarak hemoglobin seviyesinin iki ölçüm arasındaki farka etki etmediği bulunmuştur. Santral vücut ısısı normal sınırlarda olan hastalar ile hiportermik olan hastaların SaO2 ve SpO2 ölçümlerinin farklı çıktığı, düşük vücut ısısının oksimetre ölçümünü etklediği bulunmuştur (p<0.05). Çalışmaya alınan hastaların ventilatörden ayrılma süresi ile anestezi süresi arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre pulse oksimetrenin çalışma prensipleri, sınırlılıklarının hemşire ve hekimler tarafından bilinmesi ve güvenilirliğinin arteriyel kan gazı analizi yapılarak desteklenmesi gerekmektedir. SUMMARY The present study was desined to compare the results of arterial blood gas (ABG) analysis with those of pulse oxymetry during weaning process from ventilatory suppurt in adult patients undergoing coronary artery by-pass greft (CABG). Moreover, it was also aimed to determine the effects of hypothermia and abnormal hemoglobins on oximetry and to compare the results of arterial blood gas saturations (SaO2) with those of pulse oximetric saturations in adult patients either in hypothermia or with abnormal hemoglobin levels and undergoing open heart surgery, The semi-experimental study was performed on 100 adult patients who are from 18 to 65 years old in the Cardiovascular Surgery Department of Ege Universty between May-1-2000 and September-1-2000. All data of patients were obtained from anaesthetic documents, nurse observation forms and results of ABG analyses which were simultaneously taken with measurements of oxymetric SpO2 values. Such obtained all data were collected in Patient Information form prepared by investigater and in patient Follow-up form that was prepared to note the parameters using for weaning from ventilatory support. Patient ınformation form was completed from patient file and anesthetic management form, when the patient was admitted to intensive care unit. Data of patient follow-up form were collected during three ventilator modes. First measurement was taken 15 minutes after the operatin in volume control (VC) mode, the second one in sensitive intermittent mandatory ventilation (SIMV) mode, and the third one in continous positive airway pressure (CPAP) mode. Arterial blood gas specimens were taken simultaneosly with oxymetric oxygen saturation (SpO2) measurements to compare after all, at every 15 th minutes following each remodulation of respiratory parameters. After the termination of ventilatory support the extubation time of each patients was noted on patient follow-op forms; and relationship between anesthetic management time and ventilatory support time was also evaluated. 53 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı In statistical analysis of data, mean values, numeric and percent distributions were calculated, and importance test of difference between two paired parameters, correlation analysis, MannWhitney u Test, and Kruskall Variance Analysis tests were performed. Conseguently, a statistically significant difference was found at each three ventilatory modes between SaO2 resuts of arterial blood gas analyses and pulse oxymetric SpO2 measurements (p<0,005). Funthermore, there was a signifiant correlation between result of SaO2 and that of SpO2 and that of SpO2 (p<0,005). There were paralel changes as increasing or decreasing values between SaO2 and SpO2 measurements. Howewer not once had the result of one indicated the that of an other. There was not a statistically significant difference between smoker and nonsmoker patients in comparison of SaO2 and SpO2 measurements (p>0,005). There was not a statistically significant difference between SpO2 valvues of patients with normal hemoglobin levels and those of patients with reduced hemoglobin levels (p>0,005). Although, hemoglobin level being within normal limits decreased the difference between SaO2 and SpO2 measurements; it was found that hemoglobin level, actually, did not statistically effect the difference beween SaO2 and SpO2 measurements. Results of SaO2 and SpO2 measurements were different between patients having normal and ones with hypothermic central body temparature, therefore it was concluded that the low body temperature effected significantly the oxymetric measurements (p<0,005). There was not a clear relationship between time of weaning from ventilatory suppert and duration of anesthetic management in evaluated patients. Conclusions of our study suggest that working principles and using limits of pulse oxymetry must be awared of by all medical practitioners (nurses, doctors) and reliability of measurements must be supported with arterial blood gas analyses 54 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri CERRAHİ HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI DOKTORA TEZLERİ 55 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 56 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KOLON VE REKTUM OPERASYONLARINDA PREOPERATİF KOLON HAZIRLIK YÖNTEMLERİNİN AMELİYAT SONRASI ENFEKSİYON ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Alev DRAMALI İzmir-1978 ÖZET Kolon ve rektum operasyonlarında ameliyat sonrası bakımın gerektirdiği özellikler nedeniyle Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi Kliniğinde bu hastalıklardan dolayı operasyon gerektiren ve uygulanan 171 vak’anın ameliyat sonrası izlenme ve bakım tekniği ile ilgili böyle bir çalışmanın gerekliliği belirlenmiş ve bu konu üzerine yapılan çalışma doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Kolon tümörlerinin oluşumunda yeri bulunan kolon polipleri ve kolitis ülseroza hakkında da aydınlatıcı kısa bilgiler tezin içinde yer almaktadır. İzlenen 171 vak’adan 29’u post-operatif izlemede gösterilen çabaya rağmen kaybedilmiş 141 vak’a ortalama olarak 7 gün izlemeden sonra yeni durumuna uyum göstermiş olarak çıkarılmıştır.171 vak’adan acil olarak ameliyata alınana 19 erkek,11 kadın hastadan, 8 erkek, 4 kadar hasta postop izlemede kaybedilmiştir. 141 vak’aya 4 çeşit motod uygulanmış olup 52’sinde post-operatif enfeksiyon meydana gelmiştir. Post-operatif enfeksiyon nedeniyle bu hastalardan 8 kadın, 9 erkek hasta kaybedilmiştir. Post-operatif enfeksiyon gösteren vak’aların 35’i tekrar normal seyir kazanmışlardır. Buna göre mortalite oranı %16,9 bulunmuştur. Yapılan istatistiki incelemede en küçük kareler metoduna göre Abdomine porineal operasyonlarda lavman + Antibiyotik temizlemenin ameliyat sonucuna göre enfeksiyon oranı p<0,036 yok denecek kadar küçük bulunmuştur. Kolon rezeksiyonlarında ise lavman+antibiyotik temizlemenin operasyon sonucu meydana gelen enfeksiyon oranı p<0,005 bulunmuştur. Arterier rezeksiyonda operasyon öncesi uygulanan mekanik temizlemenin oranının 0’a düştüğü istatistiksel veri sonucu anlaşılmıştır. P-0,002-P=O Kolostomilerde de yine mekanik temizlemenin operasyon sonucu meydana gelen enfeksiyon oranını düşürdüğü saptanmıştır. P<0,206 Birden fazla operasyon tatbik edilen hastalarda da istatistiksel veri sonucu mekanik temizleme ameliyat sonrası enfeksiyon oranının düşürdüğünü göstermektedir. Bütün bu işlemler sonucunda şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Preoperatif mekanik temizlemenin, operasyon sonucu enfeksiyon oranını oldukça düşürdüğü görülmekte fakat burada çok önemli olan bulgu operasyonu cinsinin bilinmesidir. Ameliyat öncesi mekanik temizleme+Antibiyotik verilmesi ve ameliyat sonrası antibiyotikli solüsyonla lavajının yapılması post-operatif enfeksiyonu tamamen ortadan kaldırmaktadır denebilir. 57 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SKOLYOZUN POST-OPERATİF SAĞITIMINDA HEMŞİRELİK BAKIMI Armağan YÜREKLİ Bornova-1978 ÖZET Bu çalışmamızda 1976-1978 yılları arasında Ege Üniversitesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde skolyoz ameliyatı geçiren, yaş ortalaması 16,6 olan, 13’ü kız 7’si erkek 20 hastaya pre- ve post-operatif hemşirelik bakımı verilerek, post-operatif hemşirelik ve ev bakımının sağıtım üzerindeki etkileri araştırıldı. Hasta ailelerinin sosyo-ekonomik durumlarının post-operatif hemşirelik ve ev bakımını etkilediği gözlenerek, bu etkinin niteliği araştırıldı. Toplumsal düzeyin ekonomik düzeyle paralel gittiği görüldüğünden, toplumsal düzeyin göstergesi olarak ekonomik düzey alınıp, post-operatif hemşirelik ve ev bakımı sırasında ortaya çıkan komplikasyonların buna bağlı olarak değişimi incelendi. Değişim grafiğinin linner olduğu görülerek, x hasta ailesinin sosyo-ekonomik düzeyini, y de hasta başına düşen ortalama komplikasyon sayısını göstermek üzere,”En küçük Kareler Yöntemi” yardımıyla değişim fonksiyonu ifadesinin Y=-3,256.10-4 x+4,257 Olduğu istatistiksel olarak bulundu. Elde edilen bulgulara diğer bir istatistiksel yöntem olan “Tekli Regresyon Yöntemi” uygulanarak, değişim fonksiyonu ifadesinin Y=-3,250.10-4 x+4.303 Olduğu ve En Küçük Kareler Yöntemiyle elde edilen ifadeyi doğruladığı saptandı. Sonuç olarak; post-operatif hemşirelik ve ev bakımının etkinliğinin hasta ailelerinin sosyoekonomik düzeyinin lineer bir fonksiyonu olduğu ve sosyo-ekonomik düzeyle doğru orantılı olarak değiştiği kanıtlandı. 58 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri MODİFİYE RADİKAL MASTEKTOMİ SONRASI GECİKTİRİLMİŞ OMUZ EGZERSİZLERİNİN OMUZ FONKSİYONLARI, DRENAJ MİKTARI, ETKİSİNİN İNCELENMESİ Şenay ÖZEN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1992 ÖZET Bu araştırma, ameliyat sonrasında yapılan omuz ve kol egzersizlerinin, erken ve geç dönemde başlatılmasının, omuz fonksiyonları, drenaj süresi, drenaj miktarı ve seroma oluşması üzerine etkisini araştırmak amacıyla yapılmıştır. Deneysel olarak planlanan araştırmaya, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı ve Atatürk Sağlık Sitesi İzmir Devlet Hastanesi 4. Cerrahi Servisi’nde Ocak 1990Mart 1992 tarihleri arasında meme kanseri tanısı ile yatan ve modifiye radikal mastektomi yapılan kadın hastalar alınmıştır. Araştırmanın örneklemi I.grup (erken egzersiz grubu) 33, II. grup (geç egzersiz grubu) 33 olmak üzere toplam 66 hastadan oluşmuştur. I. gruba ameliyat sonrası omuz ve kol egzersizleri 1. günde başlatılmış, II. gruba ise drenler çekildiği gün başlatılmıştır. Hastaların drenaj miktarı, drenaj süresi her gün izlenerek kaydedilmiştir. Hastaların omuz fonksiyonlarının ameliyattan önce ve ameliyattan sonra taburcu olurken goniometrik ölçümü ile fonksiyonel değerlendirmesi yapılarak kaydedilmiştir. Verilerin istatistiksel değerlendirmesi Khi-kare, t testi ve yüzdeler kullanılarak yapılmıştır. Egzersizler erken başlatılan I.gruptaki hastalarda drenaj miktarı ve drenaj süresinde egzersizlere geç başlayan II. gruba oranla artış olduğu, ancak egzersizlere geç başlayan grupta diğer gruba oranla omuz fonksiyonlarında daha fazla kısıtlama olduğu saptanmıştır. SUMMARY This research has been conducted to determine the effects of arm and shoulder exercises, comparing those started soon after modified radical mastectomy with those started at later time. Effects considered were shoulder movements, duration of drainage amount and seroma formation. The research was designed as an experimental study and carried out in the surgical wards of Ege University of Medical Hospital and Atatürk Health Centers İzmir State Hospital, from January 1990 to March 1992. Women with breast cancer who have had modified radical mastectomy were chosen as the research samples. The study population was divied into two groups; the first group of 33 as an Early Exercise group, and the second group of 33as a late Exercise group, a total of 66. The first group of women had been started the arm and shoulder exercises on the first day of their operation, while the second group had been started after the tubes had been removed. The amount of drainage and its duration were reported everday women’s shoulder functions before the operation and after the operation just before they were discharged were examined with the measurement of goniometer. The data is analysed with the statistical tests of Chi-square and t test. The results demonstrate that the amount of drainage and its duration in the first group were greater compared to the second group. However, the second grop which had been started on the exercises late limited shoulder functions. 59 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı YOĞUN BAKIMDA TÜPLE BESLENEN HASTALARDA, KULLANILAN YÖNTEMİN, DİYARE OLUŞTURMA SIKLIĞINA ETKİSİNİN İNCELENMESİ Türkan ÖZBAYIR Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1995 ÖZET Bu çalışma, yoğun bakımda tüp ile beslenen hastalarda devamlı-aralıklı damla yolu ile beslenmenin diyare oluşturma sıklığına etkisinin incelenmesi amacıyla klinik deneysel araştırma olarak yapılmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Yoğun Bakım Birimi’ne 1 Ağustost 1993-Aralık 1994 tarihleri arasında baş-boyun toraks, abdominal ortopedik travma nedeniyle yatan ve entral beslenme yönetiminden, tüple beslenen hastalar çalışma kapsamına alınmıştır. Araştırmanın örneklemini; deney grubu, devamlı damla yoluyla beslenen (30) hasta, kontrol grubu aralıklı damla yoluyla beslenen (30) hastadan oluşmuştur. Araştırmada diyare görülme sıklığı; tüple beslenmeye başlama ve 2. gün, 3-5 gün, 7-10. günlerde (0), (1), (2), (37) gün sayı olarak, Mide rezidue miktarı; beslenmeden 4 saat sonra mide içeriği aspire edilerek <100 ml, >100ml olarak, Biyokimyasal ölçümler transferin, albümin ölçümleri başlangıç-son olarak değerlendirilmiştir. Verilerin istatistiksel değerlendirilmesi; Khi-kare testi, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi), Kruskal Wallis Varyans Analizi kullanılarak yapılmıştır. Devamlı damla yoluyla beslenen hastalarda, aralıklı damla yoluyla beslenen hastalara oranla daha az diyare görüldüğü, Beslenmeden 4 saat sonra mide içeriğinin aspirasyonunda rezidue miktarında fark olmadığı, Deney ve kontrol grubundaki hastalarda transferin, albumin (başlangıç-son) ölçümlerinde deney grubunda anlamlı fark olduğu saptanmıştır. SUMMARY This study was planned to examine the effects of tube feeding, applied continuously or inter mittandly in intensive care patients, on incidence of diarrhea. The study was carried out in the Ege University Medical Faculty Hospital Anesthesiology İntensive Care Unit between Augost 1 st and December 30 th 1994. The population of the study was composed by those who had been travma patients and who had been travma patients and who had been receiving tube feeding. 60 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri The sample of the study was constructed by two groups of 30 patients. The experimental group who had been receiving continuouns tube feding and the control group who had been receiving intermittend tube feeding. The incidence of diarrhea with tube feeding was observed on the onset of tube feeding (0), one (1), two (2), three (3), more than three times. The amount of gastric residue which was meansured with the aspiration of stomach 4 hours after tube feeding, was evaluated as more than 100 mland less than 100ml. The bio-chemical measurements (the levels of albumin and transferrin) were also considered. The statistical analysis of the study was accomplished by means of those tests; chi-kare, T test, Kruskal Wallis test and Variance Analysis The results of the study demonsrated that; The incidence of diarrhea found to be less occured in those patients who had been receiving continuous tube feding, There was no dignificant in the amount of gastric residve 4 hourse after feding, Lastly the was a significant diffirance in the measurements of tranferrin and albumin measured at the beginning and at the end of tube feding in the experimental group. Both of the measures were higher in the experimental group. 61 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı TOTAL PARENTRAL BESLENMEDE GELİŞTİRİLEN İZLEM PROTOKOLÜNÜN KOMPLİKASYONLARIN GÖRÜLME DURUMUNA ETKİSİ THE EFFECT OF THE HOW UP PROTOCOL THAT IS IMPOROVED FOR TOTAL PORENTERAL NUTRITION TO THE OBSERVED COMPLICATIONS Aklime DİCLE SARIKAYA Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1997 ÖZET Bu araştırma T.P.B uygulanan hastalarda araştırmacı tarafından geliştirilen “T.P.B. Uygulanan Hastalara Yönelik Bakım ve İzlem Protokolü” kapsamında planlanmış standart bakımın komplikasyonların görülme durumuna etkisinin incelenmesi amacıyla klinik ve deneysel olarak planlanmıştır. Araştırmanın bir alt hedefini hastaların T.P.B. öncesi beslenme durumları ile T.P.B.’nin sonundaki beslenme durumları karşılaştırılarak planlanmış bakımın malnütrisyonun önlenmesine ve düzeltilmesine etkisini saptamak oluşturmuştur. Araştırmada, Dokuz Eylül Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi; Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı ve Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Yoğun Bakım Ünitesinde, 1 Ekim 1995-30 Mart 1996 tarihleri arasında yatan, periferal ve santral olarak yerleştirilen kateterler yardımı ile T.P.B. uygulanan erişkin hastalarda yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini araştırma sonuçlarının etkilenmesini önlemek amacıyla, önce klinik rutin bakımla izlenen T.P.B. uygulanan 25 erişkin hasta alınarak kontrol grubu, sorumlu ve klinisyen hemşirelere T.P.B konusunda ve geliştirilen bakım ve izlem protokolü konusunda bilgi verildikten sonra da T.P.B. uygulanan 25 erişkin hasta alınarak olgu grubunu oluşturmuştur. Araştırmada; Olgu ve kontrol grubunda T.P.B uygulamasının ilk 24 saatinde tanımlayıcı bilgileri toplanmıştır. Olgu ve kontrol grubunda T.P.B’nin ilk 24 saatinde antropometrik, T.P.B’nin başlangıcı ve sonundaki biyokimyasal ve hemogram ölçümleri izlenmiş, bu süre boyunca da hastaların kalori ve nitrojen durumlarına yönelik veriler toplanmıştır. Kontrol grubu klinik rutin bakımla, olgu grubu da araştırmacı tarafından geliştirilen “T.P.B. Uygulanan Hastalarda Yönelik Bakım ve İzlem Protokolü” doğrultusunda bakım verilmiştir. T.P.B. komplikasyonları da olgu ve kontrol grubunda araştırmacı tarafından geliştirilen “T.P.B. Uygulanan Hastalarda Komplikasyonları Tanılama Rehberi” kullanılarak da günlük hemşirelik tanılaması, tüm hekim ve hemşirenin dosya kayıtları, tanı yöntemleri ve laboratuar verileri değerlendirilerek izlenmiştir. Araştırmada verilerin analizi SPSS istatistik programı ile bilgisayarda araştırmacı tarafından yapılmıştır. Analiz yöntemi olarak yüzdelik, bağımsız ve bağımlı iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testleri (t testi), ki- kare ve fısher kesin ki-kare testi kullanılmıştır. 62 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Araştırmada; Olgu ve kontrol grubunda T.P.B’nin başlangıcı ve sonundaki antropometrik ölçümleri arasında fark olmadığı; Olgu grubunda T.P.B’nin başlangıcı ve sonundaki antropometrik ölçümlerinin değerlendirilmesinde, T.P.B. başlangıcı ve sonundaki vücut ağırlığı ölçümleri arasında fark olduğu, Tiseps cilt kıvrım ve kol ortası çevresi ölçümlerinde fark olmadığı; Kontrol grubunda T.P.B’nin başlangıcı ve sonundaki antropometrik ölçümleri değerlendirildiğinde, T.P.B’nin başlangıcı ve sonundaki vücut ağırlığı ölçümleri arasında fark olduğu; Tiriceps cilt kıvrım ve kol ortası çevresi ölçümlerinden fark olmadığı; Olgu ve kontrol grubunda verilen ve hesaplanan kalori, protein, nitrojen, kalori nitrojen oranları ve saatteki infüzyon hızı arasında fark olmadığı; Olgu ve kontrol grubunda T.P.B’nin başlangıcı ve sonu biyokimyasal ve hemogram ölçümleri arasında fark olmadığı; Hastalarda T.P.B. komplikasyonların görülme durumu incelendiğinde; Olgu grubunda komplikasyonların dağılımı; her komplikasyon için “n:25” üzerinden alınarak % 4’ünde kateter tıkanıklığı, % 25’inde kateter giriş yeri enfeksiyonu, % 28’inde dehidratasyon, % 20’inde overhidrasyon, % 64’ünde hiperglisemi, % 4’ünde hipoglisemi, % 28’inde hipokalemi, % 16 oranlarında hiponatremi ve hipernatremi, % 8’inde hiperkalsemi % 12’sinde hipokalsemi, % 32’inde hiperlidemi, % 36’ında prerenal azotemi, % 48’inin karaciğer fonksiyon testlerinde yükselme, % 32’inde T.P.B.’nin sonunda ödem; % 22’sine de anemi tablosunun eşlik ettiği saptanmıştır. Kontrol grubunda komplikasyonların dağılımı; her komplikasyon için “n:25” üzerinden alınarak % 12’inde D.V.T. % 8’inde pulmoner emboli, % 8’inde kateter tıkanıklığı, % 48’inde kateter giriş yeri enfeksiyonu, % 8‘inde katetere bağlı sepsis, % 44’ünde dehidratasyon, % 28’inde overhidrasyon, % 72’inde hiperglisemi, % 16’sında hipoglisemi, % 8’inde hiperkalemi, % 40’ında hipokalemi, % 32’inde hipernatremi, % 24’ünde hiponatremi, % 16’ında hipokalsemi, % 20’inde hiperlipidemi, % 44’ünde preneral azotemi, % 32’inin karaciğer fonksiyonlarında yükselme, % 20’inde T.P.B.’nin sonunda ödem; % 84’üne de anemi tablosu eşlik ettiği saptanmıştır. Kontrol grubunda T.P.B. komplikasyonlarının olgu grubuna göre daha fazla sayıda olmasına rağmen istatistiksel olarak fark olmadığı; Olgu ve kontrol grubunda komplikasyonlarının etkilediği düşünülen bazı değişkenler incelendiğinde, Olgu grubunda tıbbı tanılarına göre hiperlipidemi görülmesi incelendiğinde G.İ.S perferasyonlarında fark olduğu; Kontrol grubunda T.P.B. sürelerine göre hiperkalemi görülme durumları incelendiğinde 21-30‘cu günlerde fark olduğu; diğer değişkenlerde fark olmadığı saptanmıştır. Araştırmada her hastanede mutlaka enteral ve parenteral beslenme komitelerinin kurulması ve bu komitelerde hemşirenin bulunmasının gerekli olduğu; komplikasyonların her birinin daha ayrıntılı olarak ve geniş hasta popülasyonlarında araştırılmasının gerekli ve önemli olduğu; Sorumlu hemşirelerin protokol doğrultusunda kullanabilecekleri ”T.P.B. Uygulanan Hastalarda Hemşirelik Girişimlerine Yönelik Kontrol Çizelgesi”; ve klinisyen hemşirenin kullanabileceği “Total Parentral Beslenme Uygulanan Hastaya Yönelik Hemşirelik İzlem” çizelgesi öneri olarak sunulmuştur. 63 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY This study research has been planned clinically and experimentally in order to study the effect of Standard care complications which have been devised within the context of the care and follow up protokol pertaining to the cases to whom TPN has been applied which was developed by the researcher. The another (secondary) purpose of the research was to establish the effect of the planned care process on the prevention and imporvement of malnutrition comparing pre and post TPN nutritional consequences of the cases. The study was performed on the cases to whom TPN was applied by means of the peripherally and centrally to located catheters and who was admitted to the intensive-care unit of the anesthesiology and reanimation and general surgery wards at the research and implementation hospital of Dokuz Eylül University from 1.9.1995 to 30.3.1996 The sampling unit was the control group of 25 adulth cases who were given TPN and followed up with clinical routine care, in order to avoid the patentral infuence on the study outcomes, and 25 adult cases who were given following the enlightenment of the responsible and clinician nurses about the administration of TPN, the later being the case (expeiment) group in view of care and follow up protocol. In this study, the descriptive and distinctive evidence of the case and control groups was collected within 24 hours after TPN administration. In the first (intial) and the last 24 hours of TPN administation to the case and control groups, antropometric meansurements and the early and late TPN biochemical and hemogram (graphic) meansurements were examined and during all this period of time, the evidence (data) related calorie and nitrogen positions of the related patients was collected. The controlgroup was provided with clinical routine care, and the case group with the care and follow up protocol related to the cases who have been administered TPN was developed by the research maker. Analysis of the was conducted by the related researcher by means of SPSS satistical program on computer. Analytic methods were percentage, test of importance of the difference between the independent and dependent means (t test) chi-square Fısher definitive chi square test. In the study, it was found that antropometric measurements of the early and late TPN showed no differnce between the case and control groups. That during and after the evaluation of the antropometrik; that during and after the evaluation of the antropometric measurements, the early and the late. TPN of the case group, body weight differences emerged between the early and late. Tpn administration and tricps skin-fold witdth and mid-arm circumferential measuring showed no differences. That upon the assesor the antropometrik measurements in the early and the late TPN of the control group, there existed a difference between the body weight meansurements of the early and late. TPN administration, and no difference was seen in the measurements of Triceps skin-fold width and mid- arm circumference; That there was no distinction between the case and control groups In view of the quantities and rates of the measured and calculated calorie, protein, nitrogen calorie/nitrogen and rate of infusion per hour; and that there was seen no difference in the biochemical and hemogram measurements at the begining end of the TPN in the case control groups. Considering the complication incidence related to TPN of the patients; The complication range of the case group In view of each complication “n=25”are as follow: Cathetr obstruction, 4 %; catheter exit site of infection, 25 %; dehydration, 28%; overhydration, 64 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri 20 %; hyperglycaemia, 64 %; hypoglycaemia, 4 % hypokalemia, 28 % hyperlipidemia and hyponatremia, 16 %; hypercalcemia, 8 %; hypocalcemia, 12 % hyperlidemia, 32 %; pre-renal azotemia, 36 %; elevations in the liver test results, 48 % oedema due to as following TPN administration, 32 %; anaemic Picture, 22 %; were found to have accompanied the the TPN administration. The range of complications in the control group supposing n=25 for each complication, showed that Great Vein Thrombosis was in 12 %; pulmonary embolism in 8 %; catheter obstruction in 8 %; catheter exit site infection in 48%; catheter sepsis, n 8 %; dehydration in 44 %; overhydration in 28%; hyperglycaemia in 72 %; hypoglycaemia in 16 %; hyperkalemia 8 %; hypokalemia in 40 %; hypernatremia in 32 % hyponatremia in %24; hypocalcemia in 16 %; hyperlipidemia in 20 %; prerenal azotemia in 44 %; liver functions test elevation in 32 %; oedema due to after TPN in 20 %; and anaemic Picture in 84 % of the cases. It was found and presented that although the control group had slightly more complications than of the case group, there was statistically no difference between the two groups. That considering a number of variations supposed to effect the complications of the case and control groups, Gİ S perforation exhibited differences upon examining that hyperlypidemia is seen according to medical diagnoses on the case group; in the control group. Considering the hypercalemia incidences depending on TPN periods there ensured some differences on 21 st-30 th days, and variables seemed unchanged that during. After the study research, every hospital should establish enteral and pareenteral nutrition committees, such committes, such committeesshould have the concerned nurses, and every complication should be examined and reached for in more detail and in larger case populations; and finally that control administration protocol can be used and nurses to utilise them in accordance awith TPN administration protocol can well be used and recommended qas the Total Parentral Nutrition scheme for the nurses to the related patients. 65 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı GEBELERDE DOĞUM ÖNCESİ VE DOĞUM SONRASI DÖNEMLERDE DURUMLUK-SÜREKLİ KAYGI DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ Gülümser SERTBAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma, gebelerde doğum öncesi ve doğum sonrası durumluk-sürekli kaygı düzeyini saptamak, kaygı durumuna etki eden sosyodemografik ve doğurganlıkla ilgili özelliklerinin, doğum öncesi ve sonrası durumluk-sürekli kaygı düzeyi üzerindeki etkilerini saptamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma 1997 yılında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı, sosyal Sigortalar Kurumu, Gaziantep sigorta hastanesi doğum servisinde yapılmıştır. Doğum yapmak üzere başvuran 200 gebe kadın araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. Gebeler olasılıksız örneklem tekniği ile seçilmişlerdir. Araştırma görüşme ve soru kağıdı tekniğine dayalı tanımlayıcı bir çalışma olarak yapılmıştır. Araştırmada veri toplama yönetimi olarak görüşme yolu ile uygulanan araştırmacı tarafından geliştirilmiş durumluk-sürekli kaygı ölçeği kullanılmıştır. Anket formu kapsamında kadınların sosyo-demografik ve doğurganlıkla ilgili, aile tipleri, destek kişileri içeren bilgiler yer almaktadır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, t testi, Mann-Whitney U testi, tek yönlü varyans analizi, Scheffe testi, Kruskal-Walls tek yönlü varyans analizi kullanılmıştır. Gebelerin doğum öncesi kaygı puanlarının, doğum sonrası kaygı puanlarından daha yüksek olduğu, gözlemiştir. Primigravida ve multipara olma durumlarına göre doğum öncesi ve doğum sonrası kayı düzeyleri arasında bir fark olmadığı saptanmıştır. Gebelerin yaşı, eşlerinin ve kendilerinin eğitim durumu, gelir-gider dengesi, evlilik süresi, gebelik sayısı, yaşayan çocuk sayısı, canlı doğum sayısı, son gebeliğin nasıl sonuçlandığı, gebelikler arası süre, istenmeyen gebelikler, bebeğin cinsiyeti, destek kişilerin olmayışı ve desteğin kim olduğuna ilişkin sosyo-demografik ve doğurganlıkla ilgili özelliklerin durumluksürekli kaygı düzeyi üzerinde anlamlı etkileri olduğu görülmüştür. Gebelerin çalışma durumu, eşin iş durumu, aile ipi, nikah şekli, ilk evlenme yaşı, canlı doğup ölen çocuk, ölü doğum, düşük sayısı, cinsiyet ile uyumsuzluk, doğum bilgisi alıp almama durumu, doğum bilgisini kimden aldığı, izlem sayısının gebelerde doğum öncesi ve sonrası durumluk-sürekli kaygı anlamlı düzeyde etkilendiği saptanmıştır. SUMMARY This study was conducted to determine the state-trait anxiety levels of the pregnants before labor, and the effects of socio-demographic and prolificacy characteristics on the State-Trait Anxiety levels before and after labor. 66 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri This study was conducted at the Maternity Service of Gaziantep Sigorta Hastanesi which is an restitution of the ministery of labor and social security between march and november in 1997 200 pregnant women who applied to that service constituted the population at this study pregnants were chosen by the random sampling technique of inter view and questionnaire. The collection of data was realized with a questionnaire developed by the researcher and a state-trait Anxiety Scale Developed by Spielberger and his friends. The questionnaire included the information about socio-demographic and prolificacy characteristics family types and supporting people ın data analysis percentage, t-test, Mannwhitney U test, one-way variance analysis and kruskal-wallis one-way variance analysis were used. It was observed that the anxiety level Works of pregnants before labor were higher than those after labor. No difference was observed between anxiety levels before and after labor according to their being primigravida and multipara. It was found that socia-demographic characteristics and characteristics related with prolificacy like of the pregnants, their husbands and their education the balance of income and outlay, period of marriage, number of pregnancy, number of alive children, number of alive labor, the result of lost pregnancy, time between pregnancies, reluctant pregnancies, sex of the baby, lack of supporting people and the identity of supporting people had effects on the State-Trait Anxiety levels. On the country, it was found that characteristic like employment, family type, marriage type, age at marrige, number of alive children who died later, dead labor, number of abortions, inconvenience withsex, the knowledge about pregnancy and the person she has got it, have not got a significant effect on the state-trait anxiety level before and after pregnancy. 67 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı POSTOPERATİF AĞRI KONTROLÜNDE İNTRAVENÖZ HASTA KONTROLLÜ ANALJEZİ VE ARALIKLI İNTRAMUSKÜLER ANALJEZİ YÖNTEMLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Dilek DALLI İzmir-1998 ÖZET Bu çalışmada Abdominal Total Histerektomi uygulanan hastalarda; İntravenöz Hasta Kontrollü Analjezi ve Aralıklı İntramusküler Analjezi yöntemlerinin, postoperatif ağrı kontrolündeki etkinliği araştırılmıştır. Araştırma Celal Bayar Üniversitesi Moris Şinasi Eğitim ve Uygulama Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde 24 Haziran 1997 ile 17 Şubat 1998 tarihleri arasında Abdominal Total Histerektomi girişimi uygulanan, fiziksel özellikleri ASA klasifikasyonuna göre sınıf Ive II’ye uyan, yaşları 33-64 arasında değişen 40 hasta üzerinde yapılmıştır. Hastaneye yatış sırasına göre ilk 20 hasta uygulama grubuna, bunu izleyen 20 hasta ise kontrol grubuna dahil edilmiştir. Uygulama ve kontrol gruplarının randomizasyonu yapılmıştır. İstatistiksel değerlendirme, student t testi ve ki kare testi kullanılmıştır. Her iki gruptaki hastalara opioidi ajanı olarak meperidin uygulanmıştır. Uygulama grubuna meperidin IV HKA yöntemiyle, kontrol grubuna ise aralıklı IM yolla verilmiştir. Grupların 24 saatlik süre içerisindeki ağrı ve sedasyon skorları, yan etki sıklıkları, 24 saatlik merperdin tüketimleri, vital parametreleri ve hasta memnuniyeti değerleri karşılaştırılmıştır. IV HKA uygulanan gruptaki ağrı skoru değerlerinin, IM analjezi uygulanan gruba göre daha düşük olduğu gözlenmiştir. Ağrı skorlarındaki farklar istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p<0.05). Sedasyon skorlarında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Hastalardan hiç birinde aşırı sedasyon gözlenmemiştir. 24 saatlik meperdin tüketimi, IV HKA uygulanan grupta IM analjezi uygulanan gruba göre anlamlı olarak yüksek olarak bulunmuştur. (p<0.05). Ancak IM analjezi uygulanan grupta ek analjeziklere gereksinim duyulduğu gözlenmiştir. Yan etki sıklığı açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. (p>0.05). Her iki grupta kaşıntı, alerji gibi yan etkiler görülmemiştir. Çalışmaya dahil edilen hastaların hiçbirinde solunum depresyonu ve önemli bir hemodinamik değişiklik gelişmemiştir. Çalışma sonunda her iki gruptaki hastaların uygulanan yöntemden memnuniyeti; IV HKA uygulanan grupta IM analjezi uygulanan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p<0.05) Sonuç olarak IV HKA uygulamasının postoperatif ağrı kontrolünde hastanın konforunu sağlayan güvenilir bir yöntem olduğu söylenebilir. Araştırmadan elde edilen bulgular doğrultusunda, günümüzde ağrı kontrol programında IV HKA yönteminin rutin olarak kullanıma girmesi, hemşirelerin tüm hastalara sıra dışı bir bakım vermeleri ve optimal sonuç elde etmeleri açısından yararlı olabileceği kanısındayız. 68 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Anahtar Sözcükler: Postoperatif ağrı, Meperidin, İntravenöz Hasta Kontrollü Analjezi, İntramüsküler analjezi. SUMMARY In this study, the methods of Intravenous Patient-Controlled Analgesia (IV PCA) and Intermitant Intramuscular Analgesia (IM) applied on Abdominal Total Hysterectomy patients and their effects on post-operative pain control process have been investigated and their effect on postoperative pain control process have been investigated. The research was carried out at the obstetrics and gyneocolog clinic of Moris Şinasi Training and Appliciation Hospital, Celal Bayar University, between 24, June 1997 and 17, February 1998 on 40 patients aged between 33-64, whose physical characteristics were fit to class I and II according to ASA classification and those who were applied abdominal total hysterectomy. According to their hospitalization order, the first 20 patients were included in the application group and the fllowing 20 were in the control group. Application and control groups were also randomized. Student t test and chi-square test were used in the statistical evaluation. Patients in both groups were applied meperidin as opioid agent. Meperidin was given to the application group with IV PCA method whereas it was given to control group with intermittent IM method. Groups’ pain and sedation scores, side-effect frequencies, 24-hour meperidin consumptions, their vital parameters and patient satisfaction values within a 24-hour period were compared. It was observed that pain score values of the IV PCA–applied group were lower than those of the IM analgesia-applied group. Differences in the pain values were found to be statistically reasonable (p<0.05). No reasonable differences in sedation scores of both groups were noted. No patient experienced over-sedation. 24-hour meperidin consumption was found resonably hight in IV PCA group in comparison on the IM analgesia group. Howewer, additional analgesics were needed in the IM analgesia group. No statistically reasonable differences were found among groups with reference tos ide-effect frequency (p>0.05). In both groups no more than one side–effect was noted. No resonable difference with reference to nausea frequency among groups was noted. Nor were any side-effect such as itchining or allergy seen in both groups. No respiratory depression or any important hemodynamic difference developed in any of the patients included in this study. At the and of the study, the satisfaction of patients in both groups of the methods applied were found to be statistically resonable in IV PCA applied group in contrats to the IM analgesic applied group (p<0.05). Consequently, we can say that IV PCA application is a reliable method that comforts patients in the process of post-operative pain control. In accordance with the data obtained through this study, we agree that the routine use of IV PCA method in today’s pain control programs may well be useful fort he nurses to be able to give an unusual care to the patients and to get optimal results from this. Key Words: Post-operative pain, Meperidine, Intravenous Patient-Controlled Analgesia, Intramuscular Analgesia. 69 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı GÜNÜBİRLİK CERRAHİ HASTALARININ BAKIMI İÇİN HEMŞİRE BAKIM FORMU GELİŞTİRİLMESİ VE FORMUN KALİTE GÜVENLİĞİNİN İZLEMİ DEVELOPMENT A NURSING CARE FORM FOR DAY SURGERY PATIENTS AND FOLLOWING UP QUALITY ASSURANCE OF THE FORM Meryem YAVUZ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1998 ÖZET Bu çalışma, günübirlik cerrahi hastalarının bakımı için hemşire bakım formunun geliştirilmesi, geliştirilen bu formun kalite güvenliğinin izlenmesi, günübirlik cerrahi olan hastaların hemşire bakımından memnuniyetleri ve evde karşılaştıkları fiziksel problemlerin incelenmesi amacıyla, betimsel, kesitsel, ileriye yönelik, yarı deneysel olarak planlanmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi; Genel Cerrahi ve Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dallarında Mayıs 1996 - Aralık 1997 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırmanın örnekleminde olasılıksız örneklem yöntemi kullanılmıştır. Çalışma iki aşamada yapılmıştır. Birinci bölümde günübirlik cerrahi hemşire bakım formlarından önce ve sonraki dönemlerde hastaların pre ve postoperatif eğitim, hemşirelik bakımından memnuniyetleri ve evde karşılaştıkları fiziksel problemleri belirtebilecekleri(her iki klinikten 60 kontrol, 60 deney, toplam 120 hastaya )anket uygulanmıştır. İkinci bölümde, geliştirilen günübirlik cerrahi hemşire bakım formunun ortopedi ve genel cerrahi kliniklerinde Nisan-Aralık 1997 tarihleri arasında kullanımının izlenmesidir. Form hemşirelerinin preoperatif (hastaya ait bilgiler, vitral bulgular, hasta hikayesi preoperatif kontrol listesi, hazırlayan hemşirenin imzası), postoperatif (vital bulgular, girençıkan sıvı izlemi, tedavi, anestezi sonrası iyileşme puanı, diğer bilgiler, hemşire notu), taburculukla (taburculuk kriterleri, klinikten ayrılma şekli, taburcu eden hekim ve hemşire imzası ve taburculuk zamanı) ilgili verileri kayıt edebilecekleri üç temel bölümden oluşmuştur. Verilerin değerlendirilmesinde; sayı ve yüzde, ki-kare (X2 ) testi, Fisher kesin ki-kare testi, tek yönlü varyans analizi kullanılmıştır. Verilerin analizi SPSS for Windows 6.0 ile yapılmıştır. Sonuç olarak deney grubu hastalarının 48’i (%80) kontrol grubu hastalarının 34’ü (%56,7) oranında hemşirelik bakımından çok memnun kaldıklarını belirtmişlerdir. Deney ve kontrol grubu hastalarının hemşirelik bakımlarından memnuniyetleri karşılaştırıldığında (P:0.01695<0.05) istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu görülmüştür. (Tablo 12). Deney grubunda 45 (%75) kontrol grubundan 48 (%80) hastada evde bazı rahatsızlıklar olduğu görülmüştür. Hastaların evde oluşan problem durumlarının dağılımına bakıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark (P:0.3414>0.05) olmadığı görülmüştür. (Tablo 14). Hemşire bakım formlarının kliniklere göre dağılımları incelendiğinde; 167’sinin (%39.6) ortopedi kliniğinde, 255’inin (%60.4’ü) cerrahi kliniğinde işlendiği görülmüştür. (Tablo 21). 70 Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Formların genel işlenme oranlarının aylara göre karşılaştırıldığında, genel toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan bir fark olmadığı görülmektedir. (F=3,42>0,05) (Tablo 34). Anahtar Kelimeler: Günübirlik Cerrahi, Günübirlik cerrahi hemşire bakım formu, Günübirlik cerrahi hemşirelik bakımı SUMMARY This study has been conducted in order to developed a nursing care from for day surgery patients, follow up the quality assurance of it and to examine the level of patient satisfaction from nursing care and the physical problems they have experienced at home. This study has been planned as a quasi-experimental prospective, cross-sectional, descriptive research and had been carried out at the General Surgery and Ortopaedics clinics of EgeUniversity Hospital, between may 1996-December 1997. As sampling technique, non- prabable sampling method was appliad. This study has been accomplished in two phases. The first phase was complied before and after nursing care form was introduced. In these 60 patients of Experimental and control groups at the two clincs were chosen. The groups have been interviewed with a questionnarre enguiring whether they have received pre and post operative teaching and satisfaction with the nursing care beside whether they had any physical problems at their homes. At the secons phase, application of the nursing care from for day surgery, patients has been followed at General Surgery and ortopaedic clinics during April to December 1997. The nursing care form for day surgery patients was composed of there main parts: First part includes preoperative information of the patients: (Vital sings, Patient medicial history, preoperative check list, nurse signature and time), Second part includes postoperative information (postoperative vital sings, intake output fluid, medication post anesthesia recovery score, other coditions, Nurses notes), Third part includes disharge planning information(discharge criteria, Disharge via, Medical Doctor singnature, Nurse signature, Discharge time), In the data analysis of the study beside percentage the Chi-Square, test Fisher definitive ChiSquare test an done-way variance analysis techinques have been applied. The data was analysed by SPSS programs for Windows 6.0 As a result, 48 patient (80%) of experimental group an 34 patient (56,7%) of control group informed a high levels of satisfaction of nursing care. This result demonstrates that the level of satisfaction of experimental Group difference found as stastistically significant (P:0,01695 P<0,05) (Table 12). In case of physical problems occured at home 45 patients (75%) of experimental group and 48 patients of (80%) control group had problems however, this difference is not found as statistically significant (P:0,3414 P>0,05) (Table 14). When the application of nursing care forms examined, it has been shown that 225 form (60,4%) were applied at General Surgery Clinics and 167 form (39,6%) at Ortopaedics Clinics (Table 21). When the ratio of appliance of the forms compared to months there was not a statistically significant difference between means of total numbers (F=3,42>0,05)(Table 34). Key words: Day surgery, Day surgery nursing care form, nursing car efor day surgery. 71 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı STOMA BAKIM EĞİTİMİ ALAN VE ALMAYAN HEMŞİRELERİN İZLEDİĞİ HASTALARIN AMELİYATTAN SONRA YAŞAMA UYUM DURUMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Meral ATAY Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1999 ÖZET Bu araştırma, stoma bakımı konusunda eğitim almış hemşirelerle almamış hemşirelerin izledikleri hastaların yaşama uyum durumlarının karşılaştırılması amacıyla ileriye yönelik yarı deneysel bir alan çalışması olarak planlanmıştır. Araştırma Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Bozyaka ve Tepecik Eğitim Hastaneleri ile Sağlık Bakanlığı Atatürk Eğitim Hastanesi Genel Cerrahi Kliniklerinde Nisan 1996- Eylül 1998 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırmanın deney grubundaki hemşireler (SSK Hastaneleri) Stoma Bakım Eğitimi kursuna katılmış, kontrol grubundaki hemşireler (SB Hastanesi) katılmamışlardır. Eğitim alan hemşirelerin izlediği 20 hasta deney grubunu, eğitim almayan hemşirelerin izlediği 20 hasta kontrol grubunu oluşturmuştur. Hastalardan veriler taburcu olmadan önce, taburcu olduktan 1 ay sonra ve 3 ay sonra olmak üzere 3 aşamada toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı ve yüzde, Kki-kare Testi, Fisher Testi, t testi ve Varyans analizi kullanılmıştır. Sonuç olarak; 72 • Stoma bakımı konusunda eğitilmiş hemşirelerin bakım verdikleri hastalar ile eğitim almamış hemşirelerin bakım verdikleri hastaların yaşama uyum durumları arasında fark olmadığı, • Her iki gruptaki hastaların stoma bakımlarını yapabilme konusunda benzer bilgilere sahip oldukları, ancak deney grubundaki hastaların ayrıca beslenme ve stoma problemlerine çözüm bulma konularında da bilgi sahibi oldukları, • Hemşiresinden stoma bakımı konusunda eğitim alan hastaların % 65’inin torbasını kendisinin değiştirdiği, bu anlamda hemşirelik hizmetinin etkili olduğu, • Hastaların durumluk ve sürekli kaygı puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark olmadığı, • Hastaların günlük yaşam aktivitelerini yerine getirmede gruplar arasında fark olduğu, deney grubundaki hastaların kontrol grubuna göre kendi kendine banyo yapma ve giyinebilmede zorluk yaşadıkları, kontrol grubunun ise deney grubuna göre ağır taşımada zorluk yaşadıkları, • Sosyal uğraşlarını yerine getirebilmede deney ve kontrol grubu arasında anlamlı bir fark olmadığı, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri • Stomalı kadın hastalar için ev işleri yapamama, erkek hastalar için istediği gibi hareket edememe ve işe başlayamamanın en belirgin sorun olduğu, • Deney grubuna katılan hemşirelerin stoma bakımını bir hemşirelik hizmeti olarak gördüğü, ancak kontrol grubundaki hemşirelerin bu fikre katılmadığı görülmüştür. SUMMARY This study has been conducted to compare the adaptation of stoma patients who received care by those nurses trained in stoma care and those not. The study is planned as a quasi-experimental research. The study has been carried out in the hospitals of Institution of Social Security and State Hospital between April 1996 and September 1998. The nurse who work at Scoial Security Hospitals complied the experimental group and the nurses work at State Hospital complied comparison group. The 20 patients who had been cared by nurses at the experimental group composed the patient experimental group, and the 20 patients who had been cared bay nurses at the comparison group composed the patient comparison group. The data has been collected from patients in three phases; before discharge from hospital, 1 month after discharge and 2 months after dischange. The data analysed by chi-sqguare test, Fisher Test, t Test and Analysis of Variance. The Resulst has demonstrated that; • There has been no variance between experimental and comparison groups in terms of adaptation to life with a stoma, • There has been no difference between groups in the care of their stoma. However, the experimental group showed a beter knowledge of nutrition and prevention of stoma problems in contrast to comparison group, • The experimental patient group accomplished their stoma care by themselves in 65 % which can be evaluated as a result of effective nursing care and patient education, • There was been no difference between groups in terms of anxiety levels, • There has been contrast between groups in the activities of daily life. The patients in the experimental group had had difficulties in taking bath and dressing, whereas the patients in the comparison group had faced difficulties in carrying weight. • There hes been no variation between groups in carrying out social life, • The experimental nurse group agreed that stoma care is a part of nursing service, whereas the comparison nurse group did not. 73 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 74 PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI DOÇENTLİK TEZİ Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 76 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri DURUMLUK-SÜREKLİ ANKSİYETE, POSTOPERATİF AĞRI VE HEMŞİRELİK ETKİLEŞİMİNİN İLİŞKİLERİ Aysel KUMRAL DOÇENTLİK TEZİ İzmir-1979 ÖZET Bu araştırma, operasyon sonrası hastanın “ağrı”olarak adlandırıldığı durum ile DSAE ölçümlerinin ilişkilerini ve hasta-hemşire etkileşiminin etkinliğini saptamak amacı ile yapılmıştır. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi kliniğine yatan 104 hasta örneğe alınmıştır. 19 yaşın üstünde olan, majör operasyon tipleri sayılar guatr, herni safra kesesi, düedinal ulkus, pilon stenoz, batında kitle, karaciğer kisti operasyonu olacak hastalar örneğe alınmıştır. Deneklerin % 52.88’ini kadınlar,% 47.11’ini erkekler oluşturmaktadır. Yaş grupları eşit bir dağılım göstermemekte, en büyük çoğunluk % 40.38 arasında 19-35 yaş grubunda toplanmakta, 35-50 yaş grubu örneklerinin % 33.65 ‘ini oluşturmaktadır. Deneklerin büyük çoğunluğu evlidir,% 85.57. Operasyon için daha önce hastaneye yatmış olan hastalar % 48.08 ve yatmamış olan % 51.92 oranındadır. Denekler Üniversitesi öğretim üyeliğinden inşaat işçisine kadar çeşitli meslek ve sosyal statü gruplarını kapsamaktadır. Alınan sonuçlara göre operasyon tüm hastaların Durumluk-A yükselmesine neden olmaktadır. Operasyon sonrası operasyon stresi kalktığından Durumluk-A azalmaktadır. SürekliA nin operasyon öncesi yükseldiği görülmüşse de, Sürekli-A nin kısmen durağan bir kişilik özelliği olduğu düşünülmüştür. Hastaların gösterdikleri klinik psikofizyolojik anksiyete ve korku belirtileri, cinsiyetleri, korkularını sözsel olarak anlatmalarının anksiyete ile anlamlı bir ilişki içinde olduğu anlaşılmıştır. (p<0.01). Postoperatif ağrının postoperatif Durumluk-A ile ilişkili olduğu görülmüştür. (p<0.05) Hasta-hemşire etkileşimi sonunda alınan ağrı değerlendirme oranları ile operasyon ile operasyon öncesi Durumluk ve Sürekli-A ölçümleri arasında ve “Ağrım geçti” ile “Ağrım azaldı” diyen hastaların Durumluk-A ölçümleri arasında anlamlı bir ayrım bulunamamıştır. Kişinin yaşamında önemli olan bir kritik dönem olan operasyon durumunda, Ebeveynden Çocuğa etkileşimin Erişlinden Erişkine etkileşiminden daha etken olduğu görülmüştür. Ancak ne tür olursa olsun ağrı giderilmekte hemşirelik etkileşimi ağrı kesici ilaçlarından daha etkendir. 77 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZLERİ 79 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 80 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK YÜKSEK OKULU BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİNİN KLİNİK UYGULAMA KAYGI DÜZEYLERİNİNİNCELENMESİ Gönül ÖZGÜR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. İnci EREFE İzmir-1984 ÖZET Hemşirelikte önemli bir problem olan kaygı, öğrenci hemşirelerde en fazla klinik uygulamalarda deneyimlenir. Kaygı, öğrenci hemşirelerin uygulamalarda bilgi ve becerilerini geliştirmelerine ve hastalarına yaklaşımlarına (hasta-hemşire ilişkisi) engel olur. Bu çalışma, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Birinci sınıf öğrencilerinin ilk klinik uygulama süresinde (üç farklı zaman aralığında) kaygılarını ve kaygıya yatkınlıklarını ölçmek amacıyla yapılmıştır. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu 1983-1984 Eğitim ve öğretim dönemi öğrencilerinin tümü (344) araştırma evrenimi oluşturmaktadır. Bu evrenden alınan Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu birinci sınıf öğrencilerinin tümü (82) araştırmanın örneklemidir. Bu araştırma tanımlayıcı, kısmen analitik, kesitsel bir çalışma olarak yapılmıştır. Spielberger (1970) tarafından geliştirilmiş olan Durumluluk-Sürekli kaygı Envanteri üç farklı zamanda (klinik uygulama öncesi, ortası ve sonunda) öğrencilere uygulanmıştır. Kısa ifadelerden oluşan bir özdeğerlendirme olan bu envanter toplam 40 maddeden oluşan iki ayrı ölçeği içerir. İki ayrı ölçeğin uygulanmasından elde edilen bulgulara göre; Öğrencilerin klinik uygulama öncesi, ortası ve sonundaki durumluk kaygı puan ortalamaları giderek azalmıştır. (46.79, 39.25, 38.63). Sürekli kaygı puan ortalamaları da, üç farklı zaman aralığında azalma göstermiştir. (44.73, 43.18, 41.97). Klinik uygulama öncesi, ortası ve sonundaki durumluluk-sürekli kaygı puanları arasında doğrusal bir ilişki olduğu saptanmıştır. Bu sonuçlar araştırmanın ikinci hipotezi dışında, birinci ve üçüncü hipotezlerini destekleyici olmuştur. 81 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HEMŞİRELERİN, RUH HASTALIĞI VE HASTALARINA KARŞI TUTUMLARININ ARAŞTIRILMASI Mahire Olcay KIRLANGIÇ ÇAM Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL İzmir-1984 ÖZET Araştırma Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde yapılmış olup, hemşirelerin ruh hastalığına ve hastalarına karşı tutumlarını saptamak amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Araştırma kapsamına hastanede çalışan 59 hemşire alınmıştır. Veri toplama aracı olarak Savaşır‘ın tutum ölçmek için kullandığı görüşme formlarından bir ve iki nolu formlar kullanılmıştır. Görüşmeler yarı yapılandırılmış, teke tek görüşme şeklinde yapılmıştır. Formlar görüşme sırasında araştırmacı tarafından doldurulmuştur. Elde edilen veriler yüzdelik üzerinden değerlendirilmiştir. Değerlendirme sonuçlarına göre, hemşirelerin, hastalara karşı yeterince uygun ve terapötik tutum göstermedikleri, ruh sağlığı ve hastalıkları konusunda, bilgi eksikliği içinde oldukları görülmüştür. Bu durum için; hemşirelerin, temel eğitimde bilgi ve eğitim düzeylerinin yükseltilmesi ile birlikte kişiliklerinin geliştirilmesine çalışılması, bu alanda çalışacak hemşirelerin isteklilik ve kişiliklerine uygunluğunun göz önünde bulundurularak görevlendirilmeleri, görevlendirilmeden önce belirli bir süre kurstan geçirilmeleri, hizmet-içi eğitimlerinin ve denetimlerinin yapılması şeklinde önerilerde bulunulur. 82 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri HASTANEDE YATAN HASTALARDA HASTANEYE İLİŞKİN STRES YARATAN ETKENLERİN SAPTANMASI Ayça ARIKAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1984 ÖZET Bu çalışma, hastanede yatan hastalarda, hastane ortamına ilişkin stres yaratan etkenlerin saptanması amacıyla yapılmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Hastanesi Dahiliye ve Cerrahi Kliniklerinde, 20 Nisan-25 Mayıs 1984 tarihleri arasında yatan hastalardan bilinci açık, konuşabilecek durumda olup, Dahiliye hastalarının yatışlarını izleyen 3. veya 4. günü Cerrahi hastalarının 2. veya 3. günü özel oda dışında kalan hastalar arasından, tesadüfi sayılar tablosu yardımıyla 30 Dahiliye ve 30 Cerrahi hastasının oluşturduğu bir örneklem üzerinde yapılmıştır. Veri toplamada kullanılan anket formu, hastanede yatan hastalarda, hastaneye ilişkin stres yaratan etkenlerin saptanması amacı ile düzenlenmiş 43 sorudan oluşmuştur. Hastalara yöneltilen anket formu, görüşme tekniği ile yaklaşık 30 dakikalık süre zarfında uygulanmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde, sayı ve yüzdelik üzerinden yorum yapılmıştır. Araştırma sonucunda hastanede yatan hastanın başta temel gereksinimleri olmak üzere, fiziksel ve ruhsal gereksinimlerinin de tam olarak karşılanamadığı, hemşirenin bağımsız işlevlerini yeterince uygulanmadığını söyleyebiliriz. Araştırmanın daha çok sayıda denek kullanılarak yinelemesi ve hastane hizmetlerinin geliştirilmesi açısından tam olarak açıklığa kavuşabilmesi için araştırılmaların yapılması önerilmiştir. 83 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HUZUREVİNDE KALAN YAŞLILARIN ŞİMDİKİ YAŞANTILARINI ALGILAYIŞLARI İLE AYNI KURUMDA GÖREVLİ HEMŞİRELERİN BU KONUDAKİ GÖZLEMLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Aycan KARADAĞLI Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Zeynep CONK İzmir-1984 ÖZET Araştırma; İzmir Basın Sitesi Yaşlılar Huzurevi’nde kalmakta olan yaşlıların içinde bulundukları yaşantılarını algılayışları ile aynı kurumda görevli hemşirelerin bu konudaki gözlemlerinin karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. Huzurevi’nde kalmakta olan yaşlılardan, ağır bedensel hastalığı, kişiye, yere ve zamana yönelim bozukluğu olanlar dışında kalan yaklaşık 110 yaşlıdan, ”Birey sayısı belirli olan evrenden örneklem saptama” yöntemi ile örneğe 35 yaşlının alınması kararlaştırılmıştır. Böylece belirlenen yaşlılar tesadüfi sayılar tablosu yardımıyla araştırma kapsamına alınmıştır. Hemşirelerden ise, araştırmanın yapıldığı tarihlerde görev yapmakta olanlar örneğe alınmıştır. Veri toplamada kullanılan Williams Hemşire Gözlem Formu, hakkında bilgi istenen yaşlının, ”Zihinsel uyanıklık, Güven derecesi ve Sakinliği, Grup Aktivitelerine Katılma” konularındaki hemşire gözlemlerini içermektedir. Yaşlıya uygulanan soru formu ise, gözlem formundaki içeriğe bağlı kalınarak hazırlanmış sorulardan oluşmaktadır. Hemşirelere yönetilen gözlem formu, soru kağıdı uygulama tekniği ile 10 -15 dakikalık süre zarfında uygulanmıştır. Yaşlılara uygulanan soru formunun ise uygulama süresi en fazla 20 dakika olup, uygulamada sözlü iletişim tekniği kullanılmıştır. Yaşlıların fiziksel sağlık sorunlarından en fazla yakındıklarının başında, “romatizma”, “hipertansiyon”, “kalp yetmezliği” gelmektedir. Yaşlıların en çok söz ettikleri günlük yaşam etkinliklerinin, “radyo-tv izlemek“, “sohbet etmek”, “gezmek ve dolaşmak“ olduğu saptanmıştır. Yaşlıların yapmaktan hoşlandıkları uğraşlarının, “hayvan beslemek“, “çiçek yetiştirmek”, “sevdikleriyle birlikte olmak”, ”aile ortamında bulunmak“, “elişleriyle uğraşmak” olduğu belirlenmiştir. Yaşlıların belirtikleri bu uğraşları ile hemşirelerin gözlemleri arasında fark saptanmıştır. Yaşlılarla hemşirelerin sorularına verdikleri yanıtların ortalamaları arasında; “Kendisini selamlayanlara karşı ilgisi”, “Kişileri yerleri ve tarihleri tanıma”, “Günlük olaylara ilgisi“, “Servisinde hergün yapılan işlerle ilgili uyumu“, ”Diğer yaşlılarla ilişkileri“, “Kaygı düzeyi”, Grup aktivitelerine aktif katılım“ ile ilgili olanlarının ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulanamamıştır. “Çevresinde olan biten olaylara ilgisi“, ”Diğer yaşlılar arasındaki sevinirliği“, “Genel olarak ruh durumu“ ile ilgili olanlarının ortalamaları arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunduğu saptanmıştır. Araştırma sonucunda, kurum hizmetlerinin ve geriatri hemşireliği hizmetlerinin başlatılıp, geliştirilmesi ve bu kapsamada yaşlıların sağlık sorunları ve kurum bakımı hizmetleri ile daha yakından ilgilenilmesi amacı ile bazı öneriler getirilmiştir. 84 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri PEPTİK ÜLSER HASTALIĞININ OLUŞUMUNDA, GEÇMİŞ YAŞAM OLAYLARININ ROLÜNÜN İNCELENMESİ Hülya DUMAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Güneş AKGÖNÜL İzmir-1989 ÖZET Bu çalışma, Peptik Ülser hastalığının oluşumunda, geçmiş yaşam olaylarının rolünün incelenmesi amacı ile planlanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve uygulama hastanelerinin Gastroenteroloji Bölümlerinde, Ağustos-Eylül 1988 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmaya, hastanede yatan ve polikliniğe başvuran,18-60 yaş arasında, en az ilkokul mezunu, psişik-entellektüel yönden görüşmeyi sürdürebilecek düzeyde, İzmir’de yaşayan, çalışmayan gönüllü katılan ve hastalığı en eski iki yıl önce başlamış olan 50 hasta alınmıştır. Hastalarla karşılaştırılmak üzere, çeşitli kurumlardan, hastaların demografik özelliklerine benzerlik gösteren, aranılan genel özellikler yanında, son iki yıl içinde hastalık düzeyinde, fiziksel yada ruhsal rahatsızlık geçirmemiş 50 kontrol grubu alınmıştır. Araştırma, görüşme yöntemiyle yapılmıştır. Deneklere yaşam olayları soruları sorularak, son 1yıl içinde yaşadıkları Yaşam olaylarının Sayıları, Distres ve uyum puanları alınmıştır. Yaşam olayları soruları, Türk toplumuna standart dize edilen Dr.Sorias’ın çalışmasından alınmıştır. Verilerin toplanmasında, hasta ile ilgili tanıtıcı bilgiler, yüzdelik tablolar halinde, Gruplar arasındaki farklılıklar ise Varyans Analiziyle çalışılmıştır. Hastaların tanıtıcı özelliklerine bakıldığında, hastaların %74.nü erkek, %44.nü ilkokulu mezunu, %84.nü evli, %46,sını orta gelirli, %38,ni 28-37 yaş grubu, %38,ni memurlar oluşturmaktadır. 50 hasta grubunda, hastalanmadan önceki 1 yıl içinde karşılaştıkları psikososyal uyum zorlayıcı yaşam olayları (0-3 ay, 4-12 ay ve toplam 1 yıllık zaman dilimlerinde) Sayı, Distres, Uyum skorlar olarak araştırılmış ve bulgular 50 normal denekten elde edilenlerle karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak Ülserlilerin son 1 yıl içinde karşılaştıkları olay sayısının, distres ve uyum skorlarının normallere göre anlamlı düzeyde farklılık gösterdiği saptanmıştır. 85 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı BİR DEVLET HASTANESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN EMPATİ DÜZEYLEİNİN İNCELENMESİ Emine KARADUMAN PİŞMİŞOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Olcay ÇAM İzmir-1997 ÖZET Bu çalışmada empati kavramının hemşirelik mesleğinde önemli ve gerekli olduğundan yola çıkılarak, empatik eğilim ve beceri düzeyleri ile hemşirelerin sosyo-demografik özellikleri, meslekleri ile ilgili duygu ve düşünceleri, meslekleri ile ilgili özellikler ve hastaları anlayabilme düzeyleri karşılaştırılmıştır. Araştırmada Dökmen tarafından 1998 yılında geliştirilen Empatik Eğilim Ölçeği (EEÖ) ve Empatik Beceri Ölçeği (EBÖ) ile araştırmacı tarafından hazırlanan anket formu kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlar göre, hemşirelerin empatik eğilim ve beceri düzeylerinin diğer çalışmalarda elde edilen düzeylere yakın olduğu saptanmış, bu sonucun yanı sıra empatik eğilimin; hizmet süresi, mesleği isteyerek seçip seçmeme, meslekten memnun olma, mesleğin uygunluğu, mesleğin kişisel gelişime katkısı, mesleki gelecek hakkındaki düşünce, üstlerden ve hastalardan destek görme, mesleki verimlilik, hemşirelerin sağlıkları hakkındaki düşünceleri, hemşirelerin hastaları anlayabilme düzeyleri, hemşirelerin kendilerini hastaların yerine koyma sıklıkları, hastaların hemşirelerin kendilerini anlamalarına ilişkin düşünceleri ve hastaların hemşireleri anlamalarına ilişkin hemşirelerin düşünceleri ile ilişkili olduğu görülmüştür. Empatik becerinin ise ilişkili olduğu değişkenler şunlardır: Eğitim, çocuk sahibi olup olmama, çalışma şekli, hizmet süresi,meslekten memnuniyet ve mesleğin uygunluğu. Çalışma sonucunda elde edilen veriler ışığında yaşama daha optimist bakan ve olaylara pozitif yaklaşabilen hemşirelerde empatik eğilimin, birbaşka deyişle empatiye potansiyel yatkınlığın daha yüksek bulunması empatinin bir kişilik özelliği olduğuna ilişkin bir ipucu vermiştir. Hemşirelerin üstlerden gördükleri desteği yetersiz buldukları saptanmış, ayrıca çalışma ortamından memnun olmayan hemşire oranının da oldukça yüksek olduğu gözlenmiştir. Çalışma sonucunda hemşirelerde iş doyumsuzluğu ve tükenmişlik ile ilgili bulgular olduğu düşüncesi doğmuş, bu konuda ileri araştırmalara gereksinim olduğu düşünülmüştür. Ayrıca her iki empati ölçeği (EEÖ VE EBÖ) arasında literatürde belirtildiği gibi bir ilişkinin olması beklenirken herhangi bir ilişki bulunamamıştır. Bu sonucun örneklemden mi yoksa başka nedenlerden mi kaynaklandığı sorusu mevcuttur. SUMMARY Considering the importance of empathy in nursing in this study, we compared the empatihc skills and tendency of nurses wih their sociodemographic features, their emotions and thoughts about the profession, their capacity to understand the patients and variables related with the status of their job. In the investigation are applied the Empathic Tendency Scale, the Empathic Skills Scale, both constituted by Dökmen (1998) and a questionnary prepared by the searcher. 86 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri The scors found fort o the Empathic Tendency Skale (ETS) ve Empathic Skills Scale (EES) were smilar to the results found in former studies, he following variables where found to influence he level of empathy of the nurses: age, marital status, having children or not, duration of duty, type of work having chosen profession or not, being satisfied by the profession or not, appropriateness of the profession, contribution of the profession in the personal developement, patient’s appreciation and encouragement of the nurses, level of the nurses in understanding the patients, frequency of putting themself in the role of the patients, being satisfied by the working atmosphere. There was no relation between the level of empathy and the working sectio of the nurses and the number of children they have. In general, the empathic tendency of the nurses where high. Their empathic skills correlated with foolowing variables. Those were: education, hav, ng children or not, permanent work at night, years of working, satisfaction level about aooropriateness of profession. The results showing that the nurses who are more optimist have higher empathy levels indicates that empathy is related with personality features. Most of the nurses stated that the support given by the administrators was not sufficient, and also, the rate of the nurses who were not satisfied by their working atmosphere, was quite high. The findings of the study suggests that indications related with job dissatisfaction and “burnout”are quite freguent among nurses. Further studies on this topik seems necessery. No relationship was found between two skales with empathy. This finding seems interesting and contradicts with recent literature abaut these scales. 87 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KRONİK ŞİZOFRENİ TANISI ALAN HASTA EŞLERİ İLE KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ TANISI ALAN HASTA EŞLERİNİN STRESLE BAŞETME TARZLARININ İNCELENMESİ Mualla YILMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aycan KARAASLAN İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma kronik ruhsal hastalık olup şizofreni ile kronik fiziksel hastalık olan kronik böbrek yetmezliği tanıları alan hasta eşlerin stresle baş etmelerini incelemek amacı ile tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırma, Antalya Devlet Hastanesi, Antalya Sigorta Hastanesi ve Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’ndeki psikiyatri klinikleri/poliklinikleri ile hemodiyaliz ünitelerinde yapılmıştır. 1 Nisan-31 Eylül 1997 tarihleri arasında bu merkezlere tedavi ve kontrol amacıyla başvuran hastaların eşleri araştırmanın evrenini oluşturmuştur. Örneklem grubunu, evli olan hastalar ve hasta ile birlikte yaşayan, yetişkin yaş grubunda, okuduğunu değerlendirecek düzeyde okur-yazar olan ve çalışmaya katılmayı kabul eden eşler oluşturmuştur. Bu koşulları taşıyan kronik şizofreni eşleri 45, kronik böbrek yetmezliği eşleri ise 56 kişidir. Araştırmada veriler, 30 maddeden oluşan ve 5 alt ölçeği olan Stresle Başaçıkma Tarzları ölçeği ile, eş ve hastaya ilişkin özellikleri kapsayan bilgi toplama formunun uygulanması ile toplanmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde sayı ve yüzde dağılımlar, aritmetik ortalama (x), standart sapma(ss), student-t testi ve khi-kare (x2 ) analizleri uygulanmıştır. Araştırmada elde edilen sonuçlar şunlardır: Eşlerden birinin kronik ruhsal hastalığının olması ya da kronik fiziksel hastalığının olması, her iki kronik hastalıktaki hasta eşinin psikolojik ve fizyolojik sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Her iki kronik hastalıktaki hasta eşleri uyku ve cinsel problemlerinin olduğu, ancak aralarda önemli bir fark olmadığı, Kronik böbrek yetmezliği eşlerinin, kronik şizofreni eşlerine göre hastanın bakımı konusunda hastanede ve evde baş etmelerinin daha iyi olduğu, Kronik böbrek yetmezliği eşlerinin tıp yöntemlerle başvurma özellikleri kronik şizofreni eşlerine göre daha yüksek olduğu, Her iki kronik hastalıkta da hasta eşin bakımını tek başına sağlıklı eşin üstlendiği saptanmıştır. Kronik şizofreni eşlerinin, hasta bir bireyle evli olmaktan memnun olmama durumu, kronik böbrek yetmezliği eşlerine göre daha yüksektir. Kronik böbrek yetmezliği eşlerinin Stresle Başaçıkma Tarzları ölçeği toplama puanı, kronik şizofreni eşleri göre daha yüksek olup, Kendine Güvenli Yaklaşım ve İyimser Yaklaşımı daha fazla kullanmaktadır. 88 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Kronik böbrek yetmezliği eşleri kadınlar, kronik şizofreni eşleri kadınlara göre, stresle baş etmeleri daha yüksektir. 21-35 yaş gruplarındaki kronik böbrek yetmezliği eşlerinin stresle baş etmeleri kronik şizofreni eşlerine göre daha yüksektir. Çekirdek aile yapısına sahip kronik böbrek yetmezliği eşleri, çekirdek aile yapısına sahip kronik şizofreni eşlerine göre, aynı şekilde aile yapısına sahip kronik böbrek yetmezliği eşleri, geniş aile yapısına kronik şizofreni eşlerine göre stresle baş etmeleri daha yüksektir. Çalışmayan kronik böbrek yetmezliği eşleri, çalışmayan kronik şizofreni eşlerine göre stresle baş etmeleri daha yüksektir. Araştırmada bu sonuçlar doğrultusunda çeşitli önerilerde bulunulmuştur. SUMMARY The research, a descriptive one, has been done to examine how the spouses of patients cope with stres. The patients have been diagnosed of schizophrenia, a choronic pyschological illness, and of chronic kidney deficiency, a choronic physical illness. The research was carried out in the psychiatry clinics and pollyclinics and Hemodialysis units of Antalya Devlet Hastanesi, Antalya Sigorta Hastanesi and Akdeniz Üniversitesi Hastanesi. The research covers the spouses of the patients who we’re consulted to these centres to be cured and checked between 1st April and 31st September, 1997. The married patients and their spouses who are at the age of adults and live together with their patients were chosen as sample groups. Those who were chosen in to group are literate enough to understand and evaluate what they read and also who accepted 45 and the number of chronic kidney deficient patients’spouses is 56. Data has been obtained through the application of info- collecting form that included knowledge about the patient and spouse and the “Scale of the Ways to Cope With Stres” which comprises 30 items and 5 sub-scales. In the evaluation of data collected, number and percantage distibutions, arithmetic mean (x), standart deviation(SD), Student T- test and the X- squared (x2) analysis have been applied. The results of the research are as follows: That one the spouses suffers from chronic psychological illness or chronic physical illness affect the psychological and physiological health of both patients’negatively. It has been determined that spouses of the patients suffering from above mentioned illnesses have sleeping and sexual problems. However no big difference was observed between those two. It has also been determined that spouses of chronic kidney deficient patients, when compared to the spouses of chronic schizophrenia patients, are much better at coping with patient care at hospital and home. The spouses of kidney deficient patients use non-medical methods with the higher rate than spouses of the chronic schizophrenia patients. Also, in both cases, it’s the responsibility of the health spouses to look after the patient. As for the case of being dissatisfied to be married with a patient, chronic schizophrenia patients’spouses are much unhappier than the spouses of kidney deficient patients. The demans of kidney deficient patient’s spouses are met highly and more satis factoraly by the health staff than the demands of chronic schizophrenia patients’spouses. 89 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı The total score of “The Ways of Coping With Stres Scale “of the spouses of kidney deficient patients is higher than those of chronic schizophrenia patients so the former group makes a high use of self-confident and optimistic approach. The woman spouses of kidney deficient patients cope with stres much beter than the woman spouses of chronic schizophrenia patients. Between the age groups of 21-35 the rate of coping with stres is higher fort he spouses of kidney deficient patients than the spouses of chronic schizophrenia patients. The chronic kidney deficient patients’spouses, with small family, cope with stres beter than the schizophrenia patients’spouses who also have a small family. The situation is the sam efor the spouses who posses a large family. In the case of having a large family, the spouses of the former patients do beter with the stres than the spouses of latter patients. Those spouses of chronic kidney deficient patients, who do not work, cope with stres beter than the spouses, who do not work either, of chronic schizophrenia patients. Some suggestions have been made inaccordance with the results of the research. 90 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNİN ANNELERİ İLE OLAN İLİŞKİLERİNİ ALGILAYIŞLARI VE BU İLİŞKİYİ ETKİLEYEN ETMENLERİN İNCELENMESİ THE PERCEIVED RELATIONSHIP OF THE PRIMARY SCHOOL CHILDREN WITH THEIR MOTHERS AND THE SURVEY OF THE FACTORS AFFECTING THIS RELATIONSHIP İlknur PEKTAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma, İzmir ili Karşıyaka ilçesinde bulunan ilköğretim 3. sınıf öğrencilerinin anneleri ile olan ilişkilerini algılayışları ve bu ilişkiyi etkileyebilecek etmenleri saptamak amacıyla yapılmıştır. 1997-1998 eğitim-öğretim yılında Karşıyaka ilçesinde bulunan ilköğretim okullarında okuyan 6869 3. sınıf öğrencisi araştırma evrenini oluşturmaktadır. Evreni temsil etmesi için alfa 0,05 düzeyinde %95 olasılıkla 369 çocuk örnekleme alınmıştır. Araştırma, görüşme tekniğine dayalı, tanımlayıcı ve kesitsel bir alan çalışması olarak yapılmıştır. Çocuklar ve ailelerin sosyo-demografik özelliklerini belirleyebilmek için, araştırmacı tarafından geliştirilen bir soru formu ile çocukların anneleri ile olan ilişkilerini, algılayışlarını saptayabilmek için de Rohner, Saavedra ve Granum (1980) tarafından Connecticut Üniversitesi’nde geliştirilen, ülkemizde Erdem (1990) tarafından Boğaziçi Üniversitesi’nde geçerliliği ve güvenirliliği sınanan Aile Kabul-Red Ölçeği kullanılmıştır. Uygulanan soru formundan elde edilen bilgilere göre; tüm çocukların yaş ortalaması 8.90±0,60’tır. Çocukların %50,68’si kız; %49,32’si erkektir. %47,70’i ailede birinci çocuktur. Çocukların annelerinin yaş ortalaması 33,43±5,22’dir, %57,18’i ilkokul mezunudur, ailelerin %79,95’i çalışmaktadır, çalışan annelerin %44,16’sı memurdur, annelerin %83,74’ü çocuklarına zaman ayırmaktadır, çocukların babalarının yaş ortalaması 37,25±6,282dir, %40,16’sı ilkokul mezunu olup, %33,93’ü esnaf/sanatkar/çiftçi olarak çalışmaktadır. Çocukların Aile Kabul-Red Ölçeği toplam puan ortalaması 97,69±27,00’dır. Çocuklarının Aile Kabul-Red Ölçeği toplam puan ortalamalarının etkileyen sosyo-demografik özelliklerin; çocuğun yaşı, cinsiyeti ailede kaçıncı çocuk olma durumu, annenin eğitimi, ailenin gelir düzeyi, ailenin çocuk sayısı, çocuğa zaman ayırma durumu olduğu saptanmıştır. Bu bulgular ışığında, yukarıda belirlenen özelliklerden herhangi birini taşıyan çocuğun, anne-çocuk ilişkisinin olumsuz yönden gelişme gösterebileceği ihtimali ile koruyucu ruh sağlığı hizmetlerine ağırlık verilerek, önerilerde bulunulmuştur. SUMMARY This investigation was made to establish the perceivedrelationship of the third class primary school children attending to third class of Karşıyaka / İzmir with their mothers, and to establish the factors affected this relationship. 91 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı This research includes 6869 pupils of the third class of the school, which continued their education at the 1997-1998 education year in Karşıyaka, To represent the whole specimen, 369 children were taken with ratio of 95% in the alpha 0.05 level. This research was made as a discuss technique, a defining and crosscutting field study. To demonstrate the socio-demographic characteristics of the children and their families, a questionnaire which was made by the investigator, was used. Also, to determine the perceived relationship of the children with their mothers, the “Parental Acceptence-Rejection Questionnaire”; which was developed in Connecticut University at 1980 by Rohner, Saavedra and Granum, and its validity and reliability was tested in Boğaziçi University at 1990 by Erdem, was used. According to the findings, which were taken from the questionnaire, the average age of the whole children is found as 8.90±0.60; 50.68% of the children are girls; 47.70% of the specimen are the single child in the family; the average age of the children’s mothers is found as 33.43±5.22; 57.18% of the mothers are graduate from the primary school; the income of 53.39% of the families is less than their expense; 79,95% of the mothers are unemployed; 44.16% of the working mothers are civil servants, 83.74% of the mothers spend time to their children; the average age of their fathers is found as 37.25+6.28; 40.16% of the fathers are tradesmen, craftsmen or farmers. The average score of the Parental Acceptence Rejection Qestionnaire is 97.69±27.00. The sociodemographic characteristics which affect the total average scores of the Parental AcceptenceRejection Questionnaire are: the age of the child, its sex, birth order of the children in its family, the numbers of children in its family, and the time spent by the parents to their children. In the light of these findings, as mother-child relationship of a child carrying any of those charcteristics defind above can develop in a negative direction, the Proctor Psychological Health Services were stressed and advices were given. 92 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri IHLIVICH VE GLESER (İ-G) SAVUNMA MEKANİZMALARI ENVANTERİNİN ALKOL BAĞIMLISI HASTALAR ÜZERİNDE GEÇERLİLİK GÜVENİRLİLİK ÇALIŞMASI Oya UYSAL Danışman Öğretim Görevlisi: Yard.Doç.Dr. Aycan KARAASLAN İzmir-1998 ÖZET Bu aştırma I.G (Ihilevich ve Gleser) Savunma mekanizması envanterinin alkol bağımlısı hastalar üzerinde geçerli, güvenilir olup olmadığını incelemek amacı ile tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi, Psikiyatri Anabilim Dalı Bağımlılık Tedavi Biriminde yapılmıştır. Bu bölümde yatarak tedavi olan erkek alkol bağımlısı hastalar araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. 1 Haziran 1997-1 Haziran 1998 tarihleri arasında yatan ve araştırmanın sınırlılıklarına uyan alkol bağımlısı hastalar örneklem grubunu oluşturmuştur. (n=106) Araştırmada veriler, hipotetik çatışma durumlarını içeren (Otorite, bağımsızlık, rekabet, erkeklik, kadınlıkla ve durumluluk) on küçük öyküden oluşan bu çatışmalar karşısında bireyin davranış, düşünce, fantezi ve duygu dünyasında ortaya çıkan tepkileri araştırarak kullandığı savunmaları değerlendiren objectif bir ölçme aracı olan (I.G D.M.İ 1996-1998) SME ve hastalara ilişkin özelliklerini kapsayan tanıtıcı bilgi formunun uygulaması ile toplanmıştır. Ayrıca SME yapısal geçerliliğini ölçmek için bağımlılık tedavi ekibine SME puanlama sisteminde hastaların savunma mekanizmalarını belirleme amacı ile düzenlenen formla da ekibin hastalarda gözlemlediği savunmalar kaydedilerek SME ile karşılaştırma yapılmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde ayı ve yüzde dağılımları, aritmetik ortalama (X),standart sapma (SS), varyans analizi güvenirlilik için Alpha Coefficient testi, geçerlilik için, Pearson korelasyon analizi uygulanmıştır. Araştırmadan elde edilen sonuçlar şunlardır: Alkol bağımlısı hastaların SME puan ortalamalarından en yüksek puan TER (tersine çevirme) savunmasında olduğu sırasıyla İLK (ilkeleştirme), NES (Nesneye çevirme), KEN (Kendine çevirme), YAN (Yansıtma) olarak bulunmuştur. SME puan ortalamaları tepki düzeylerine göre NES savunma sitilinde davranış ve duyguda daha çok kullanıldığı, KEN savunmasının düşünce ve duyguda, ilk savunmasının fantezi ve davranış tepki düzeylerinde daha çok tercih edildiği bulunmuştur. Alkol bağımlısı hastaların yaş gruplarına göre SME puan ortalamaları arasında bir ilişki bulunamamıştır. SME puan ortalamaları ile eğitim düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. SME puan ortalamalarının medeni durum ve aylık gelir durumundan etkilenmediği saptanmıştır. SME puan ortalamalarıyla hastaların alkole verdiği anlam arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur. KEN savunma sitilinin diğerlerinden daha fazla kullanıldığı saptanmıştır. 93 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Alkol bağımlısı hastaların yaşamdaki amaçlarıyla SME puan ortalamaları arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. TER savunma sitilinin diğerlerinden daha fazla kullanıldığı belirlenmiştir. SME güvenirliliğinin incelenmesi için, iç tutarlık kapsamında uygulanan Alpha Coefficient testi sonucunda davranış, fantezi, düşünce, duygu tepki düzeylerinde yüksek düzeyde güvenilir bulunmuştur. SME geçerliliğinin incelenmesi için, Bağımlılık Tedavi Ekibinin hastalar için belirlediği savunma puanlarıyla SME puanları arasında yapılan Pearson korelasyon analizi sonucunda, KEN savunması dışında NES, İLK, TER, YAN, savunmalarında yüksek düzeyde pozitif bir ilişki bulunmuştur. Bu sonuç, testin geçerli olduğunu göstermektedir. Araştırmada sonuçlar doğrultusunda çeşitli önerilerde bulunulmuştur. SUMMARY This research made on Defense Mechanisms Inventory made by I.G. (Ihilevich&Gleser 1669) in order to investigate the validity and reliability on the of alcohol dependent patients. This research made in the department of the Psiychiatri, on the section of treatment of dependent patients, on the Ege University Medical Hospital. Mostly sample were taken from alcohol dependent inpatients who were threated between june 1st 1998 taken as a sample(n:106). DMI is an objectif measuring instrument consisting of 10 vignettes containing hypothetical conflict situations and an evaluation system based on forced choice type defense mechanisms have been grouped under five categories: Turning Against Object (TAO), projection (PRO), Principaalization (PRN), Turning Against Self (TAS) and Reversal (REV). For using the datum, number, percantage, mean(x), Standard deviation (ss), one-way analysis variance, for realibility alpha coefficient test, for validity Pearson correlation analyze used. The result of the research are given below. Alcohol dependent patients who has the max DMIpoints on the REVdefense, then the other found as PRN, TAO, TAS, PRO The average of DMI points used mostly emotion & behavior according to the TAO defense system related to the reaction level, TAS defense in fantasial&bahavior reaction level preferred mostly. The relation between the average DMI points & ages of the alcohol dependent patients does’nt found. The relation between the average DMI points & education level does’nt found. The average DMI points does not influenced from the condition marital status & motly inclome The relation between the average DMI points & meaning of the alcohol given by the patients was found. In addion to this TAS defense system was used mostly. The relation between the average DMI points & purpose of thealcohol dependent patients was found. By the way there is a diffrence in REV defence system. For DMI reliabilirt there is alpha coefficient test. For DMI validity there is Pearson correlation analyze. 94 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri BİPOLAR AFEKTİF BOZUKLUĞU OLAN HASTALARIN AİLE İŞLEVLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Gülseren ÜNAL Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aycan KARAASLAN İzmir-1998 ÖZET Bugün artık teşhis ve tedavisinin de önemli adımlar atılan ve tedavisi mümkün kronik bir hastalık olarak görünen bipolar affektif bozukluk; hastayı ve ailesini önemli ölçüde etkilemektedir. Uzun süren teşhis ve tedavi sürecinin olumsuz yanlarının hasta üzerindeki etkilerinin en aza indirgenmesinde aile bireylerine önemli görevler düşmekte ve onların sorumluluklarını yerine getirebilmelerinde daha güçlü kılınmaları ve zaman zaman ortaya çıkan sorun alanları açısından profesyonel mesleki yardımlar almaları gerekmektedir. Bipolar affektif bozukluğu olan hasta ve ailelerinin, hastalığın teşhis ve tedavi sürecinden nasıl etkilendikleri hangi işlevlerini sağlıklı olarak yerine getiremedikleri, ne derece sosyal destek algıladıkları ayrıca aileden algılanan sosyal desteğin aile işlevlerinden etkilenip etkilenmediği incelenerek, sonuçlar ruh hastalığı olmayan aileleri ile karşılaştırılmıştır. (Kronik ve ruh hastalığı olmayan) Araştırma; Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi,9 Eylül Üniversitesi Top Fakültesi Hastanesi, Atatürk Devlet Hastanesi’ne bağlı psikiyatri klinik ve polikliniklerde yatarak yada ayaktan tedavi gören 54 hasta ailesi üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın veri toplama bölümünde, hasta ve eşlerlerle ilgili tanıtıcı bilgi sağlamak ve eşlerin aile işlerini ne şekilde yerine getirdiklerini belirlemek amaçlı 2 anket formu kullanılmıştır. (EK I,EK II) Tanıtıcı bilgi formu, hasta ve eşleri hakkında bilgi sağlamak üzere oluşturulan 22 sorudan oluşturulmaktadır. (EK I) Hasta eşlerinin aile işlevleri hakkında bilgi veren A.D.Ö. (Aile değerlendirme ölçeği) ise 60 sorudan oluşmaktadır. (EK II) Formlar, hasta eşlerine, bulundukları hastanelerde araştırmacı tarafından uygulanmıştır. Verilerin analizinde, yüzde dağılımları, aritmetik ortalamalar ve standart sapmalar gösterilerek, varyans analizi, ki-kare önemlilik testi, iki ortalama arasındaki farkın önem kontrolü (t testi) kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre sonuçlar; Bipolar affektif bozukluğu olan hasta eşlerin % 85.2’si 30 yaş üzerindedir.% 48’i ilkokul mezunudur. % 68.5’i şehir merkezinden gelmektedir. Hasta ailelerinin % 79.6’sı çekirdek aile tipindedir. Eşlerin % 63’ünün yaşamlarında göç öyküsü vardır ve % 25.9’unun sağlık güvencesi yoktur. Araştırma kapsamına alınan bipoler affektif bozukluğu olan hasta eşlerinin % 46.3’ünün fiziksel bir hastalığı vardır. Bu hastalıklar genellikle eşin hastalığından sonra ortaya çıkmıştır. Aile içi yaşamlarını değerlendirme biçimlerine bakıldığında; % 66.7’si aile yaşamını sağlıksız yada kısmen sağlıklı olarak nitelendirilmiştir. % 70.4’ü hastalarına bakım verilirken, sosyal destek ve psikolojik yardıma ihtiyaç duyduklarını belirtmişlerdir. 95 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Bipolar affektif bozukluğu olan hastaların % 88.9’u 30 yaş üzerindedir. % 44.4’ü ilkokulu mezunu, % 38.8’i memur olarak çalışmaktadır. Hastaların % 57.4’ü tedavilerini ayaktan yürütülürken, % 42.6’sı serviste yatarak tedavi olmuşlardır. Araştırmada yer alan bipolar affektif bozukluğu olan hasta eşleri, ruh hastalığı olmayan hasta eşlerinin problem çözme, iletişim, roller, gereken ilgili gösterme, genel işlevler, davranış kontrolü işlevlerinde farklılık göstermektedirler. Fakat bu fark; duygusal tepki verebilme alt boyutunda görülmektedir. Sosyo demografik özelliklere göre, aile işlevlerini değerlendirildiğinde; bipolar affektif bozukluğu olan hasta eşleri meslek gruplarına göre davranış kontrolü ve iletişim alt boyutunda, gelir durumlarına göre roller ve gereken ilgiyi gösterme alt boyutunda; eşlerin kendilerini uygun gördükleri sosyal tabakalara göre roller alt boyutunda, yaşadıkları göç olayına göre gereken ilgiyi gösterme alt boyutunda, sahip oldukları çocuk sayılarına göre problem çözme, iletişim, roller, duygusal tepki verebilme, davranış kontrolü ve genel işlevler allt boyutlarında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar göstermişlerdir. Eşlerin aile içi yaşamlarını değerlendirme biçimlerine göre; A.D.Ö.’nün problem çözme, iletişim, roller, gereken ilgiyi gösterme, davranış kontrolü, genel işlevler, duygusal tepki verebilme alt boyutlarında farklılık gösterdikleri saptanmıştır. SUMMARY Today the diagnosis and the treatment of the bipolar affective disorder which has negative effect on the patient and his or her family, has been developed to great extent. The family member has treatment process that lasts quite a long time. For this reason the family members should be psycholıgically very strong and they should apply for Professional help when it is necessary. In this study, the psychosocial effects of diagnosis and treatment on the patient and his/her family, what kind of family functions they could not perform appropriately, how they pereive the social support have been studied and the findings compared to those of the patients with haven’t been psychological disorder(had no history of chronic and psychiatric illness). Fifty four patients with bipolar disorder treated in out patient or in patient clinics of their hospitals (Ege University of Meddicine Faculty, 9 Eylül University of Medicine Faculty, Atatürk State Hospital). In the process of collecting data fort he study, two questionnaires have been used. The idenifying information from, regarding the bipolar affective disorder and their family is composed of 23 questions. The forms have been applied to the subjects all together at their hospitals by the researcher. In the analysis of the data with the help of percent distributions, arithmetic mean and Standard deviations, analysis of variance, chi square test, t test have been used. The result that have been obtained from this research are the following; 85.2 % of the spouses of patients with bipolar affective disorder are older than 30 years and 48 % are primary school graduates. 68.5 % come from cities and 79.6 % of the patient families are of nucleus type. 63% of the spouses have a history of immigration and 25.9 % have no health security. 46.3 % of the spouses of bipolar disorder patients, included in the research, have a physical illness which developed after the partner’s illness. When we look at their interpreation of the family lives, 66.7 % think it is not healthy or only partly healthy. 70.4 % stated that they needed social and psychological support when caring fort he patients. 96 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri 88.9 % of the patients with bipolar affective disorder are older than 30 years. 44.4 % are primary school graduates and 38.8 % work fort he government. 57.4 % of them been treated as an outpatient, 42.6 % where admitted to the clinic for their treatment. The spouses of the bipolar affective disorder patients included in the research differ from the spouses of healthy persons in problem solving, communication, roles, giving the necessary assistance, general functions, behaviour control. But this difference is not observed in the subdimension called ”giving an emotional reaction”. According to the sociodemographic properties, when family functions are assessed, the spouses of bipolar affective disorder patiens showed statistically significant differences in: Behaviour control and communication subgroup according to job groups; roles and showing the necessary interest according to in come groups; in the subgroup of roles which the spouses assign to them; showing the necessary interest in the event of immigration; subdimensions of (behaviour control; problemsolving, communication, roles, giving emotional reaction, general functions)according to number of children they have. According to the spouses assessment of their family lives, they’ve been found to have differences in problem solving, communication, roles, showing the necessary interest, behaviour control, general fınctions, giving emotional reaction. 97 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı “SERVİS ORTAMI ÖLÇEĞİ” (SOÖ) GEÇERLİK VE GÜVENİRLİK ÇALIŞMASI Satı DOĞAN BOZKURT Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR İzmir-1998 ÖZET Bu araştırmanın amacı, SOÖ‘nin Türk Psikiyatri Servislerinde ortam değerlendirmelerinde kullanılıp kullanılmayacağı incelenmektedir. Bu amaçla ölçeğin Türkçe’ye çevirisi yapıldıktan sonra üç hastanenin sekiz psikiyatri servisindeki hastya ve çalışanlara uygulanmış. Elde edilen veriler araştırmanın amacı doğrultusunda analiz edilmiştir. Hasta ve çalışanların ham puanları üzerinde ortalama, Ss, varyans min, max. Değerleri saptanmıştır. Geçerlik için hasta ve çalışan grupta ayrı olmak üzere faktör yapısına bakılmıştır. İki grupta da 3’er faktör saptanmıştır ve şöyle adlandırılmıştır. 1. Faktör “Programın Politikaları ve tedavi Yönelimi”, 2. Faktör “Kontrol Düzeyi”, 3. Faktör “Kişisel Sorunların ifadesi”. Ayrıca ayırt edici ve birleştirici geçerlilik için alt ölçek interkolerasyonları bakılmıştır. İç tutarlılık için Kuder Richardson 20 formülü uygulanmıştır. Güvenirliği kabul edilebilir olan alt ölçeklerin güvenirlik katsayıları tüm grup için 74 ile 51 arasında değişmiştir. Ayrıca madde analizi yapılarak maddelerin ayırt edicilik düzeyine bakılmıştır. Alt ölçek puan ortalamaları çeşitli değişkenlere göre değişimine bakılmış ve hastaneler, servisler, yaş, cinsiyet, çalışan veya hasta olması açısından anlamlı bulunur iken süre açısından anlamlı bir değişim yoktur. Sonuç olarak SOÖ’nin araştırma kapsamındaki servislerin ortamını değerlendirmede kullanılabilir olduğu düşünülmüştür. Ölçeğin sonraki çalışmalarında diğer geçerlilik ve güvenirlik yöntemleri ile de sınaması ve sorunlu maddelerin revizyondan geçmesi, geçerlilik ve güvenirlik düzeyi açısından daha köklü bilgiler edinmeye yarayacaktır. SUMMARY The purpose of this study is to investigate the psychometric properties of the Moos Ward Atmosphere Scale-Form R (SOÖ) in psychiatric wards in Turkey. The scale which is translated into Turkish had administered to patients and staff from eight program of three different hospitals. The data obtained from SOÖ, were analayzed internal consistency, item statistics, factor stracture, subscale intercorrelation, variability of its subscales according to hospitals, programs, age, gender, case of patient or staff, hospitalization time for patients, working time for staff. The internal consistency of Turkissh version of the SOÖ varys from 74 to 51 The results are similar to previously report Uçman’s study had done in Turkey. Factor analysis of patient’s and staff’s mean subscale scores idendified 3 factors, that were labed as; ”program policy and treatment orientation”, ”level of control”, “expression of personal problem”, like previously reported in other studies. Consequently, realibity and validty of SOÖ in this study is enough but it should be confirmed by other methods and the problematic items should be revised. 98 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri EGE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ BÖLÜMLERİNDEKİ ÖĞRENCİLERİNİN KENDİNİ AÇMA ÖZELLİKLERİNİN İNCELENMESİ A STUDY ON THE FACTOR AFFECTING THE SELF-DISCLOSVRE OF THE STUDENTS WHO ATTEND THE PAST OF THE HEALTH SCIENCES IN THE EGE UNIVERSITY Sevinç ÇOBANOĞLU ELÇİ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Olcay ÇAM İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma Ege Üniversitesi Sağlık Bilimlerine bağlı okullarda öğrenim gören öğrencilerini incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. 1997-1998 öğretim yılında Ege Üniversitesi Sağlık Bilimlerine bağlı Tıp Fakültesi, Eczacılık Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Hemşirelik Yüksek Okulu son sınıflarında okuyan 145 öğrenci araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırma verileri öğrencilerin tanıtımına ilişkin bilgileri kapsayan bilgi formunun ve Jourard Kendini Açma (Self Dısclosure) Envanterinin uygulanması ile toplanmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde sayı ve yüzde dağılımları, aritmetik ortalama (x), standart sapma (ss), student-t testi ve varyans analizleri uygulanmıştır. Araştırmada elde edilen sonuçlar şunlardır: Öğrencilerin kendini açmak için aynı cins arkadaşlarını daha fazla tercih ettikleri, Öğrencilerin düşünce ve görüşleri ile zevk ve ilgilerine yönelik konularda diğer konulara göre daha açık davrandıkları, Kız öğrencilerin erkek öğrencilere göre kendilerini daha fazla açtıkları, Çekirdek aile yapısına sahip öğrencilerin diğerlerine göre kendilerini daha fazla açtıkları, Kardeşi olmayan öğrencilerin diğerlerine göre kendilerini daha fazla açtıkları, Babaları ile ilişkileri iyi olan öğrencilerin kendilerini daha fazla açtıkları, İnsanlarla iletişim kurmada zorluk çeken öğrencilerin kendilerini daha az açtıkları, Kendini yeterince açamadığını düşünen öğrencilerin daha düşük puan aldıkları sonuç olarak kendilerini yeterince açamadıklarının farkında oldukları, Kız öğrencilerinin erkek öğrencilere göre anneye, aynı cins arkadaşa öğretmene kendilerini daha fazla açtıkları, Kız öğrencilerin erkek öğrencilere göre düşünce ve görüşleriyle, okulla, aileyle, cinsellikle ilgili konularda kendilerini daha fazla açtıkları, Hemşirelik Yüksek Okulu öğrencilerinin diğer okullardaki öğrencilere göre aynı cins arkadaşlarına ve öğretmenlerine daha fazla açıldıkları, Hemşirelik Yüksek Okulu öğrencilerinin diğer okullardaki öğrencilere göre düşünce ve görüşleriyle, okulla, aileyle ilgili konularda kendilerini daha fazla açtıkları saptanmıştır. Araştırmada bu sonuçlar doğrultusunda çeşitli önerilerde bulunulmuştur. 99 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY The research, a descrptive one, has been done to examine Self Disclousure characteristics of E.Ü, Health depertment students. The research covers, one year period from 1997 to 1998. 145 last class students in depertments; medicine, pharmaceutics, dentistry, nursing undergraduate school of E.Ü are included in this research. Health departmets continuing education 145 of last class student. Data has been obtained from application from that including knowledge about students and Self Disclosure Questionaire of data are evaluated according to number and percentage distribution, aritmetic mean (x), standart deviation (SD). Also, student T test and analyses of variance are used for isthatisticel. The result of the research are as follows; the students prefer same genus of friends more to disclose their selves, the sutudents are more discloseable according to their stylish and relation which belongs to their ideas and in visibilities than other the subjects, the girl sutudents disclose theirselves more than boy sutudents, the sutudents who have member of small familie disclose theirselves more than others, the sutudents havent’s got sibling disclose theirselves more than others the sutudents whose contacts are good with their fathers disclose theirselves more than others, the sutudents who are hard in communication with people discole theirselves less than the others, the sutudents who think it’s enougha to disclose theirselves are getting low points, as a result of this they know that it’s not enough to disclose theirselves. The girl students disclose theirselves to mother, to the same genus of friend, to a teachermore than the boy students, the girl students disclose theirselves about the their ideas and the invisibilities, the school, the family more than the boy students, the students of undergraduate Nursing scool are more discloseable to their same genus of friend and to their teachers than the other sutudents, the students of undergraduate Nursing scool are more discloseable about their ideas and invisibilities, the scool, the family than other students. Some suggestions have been made in accordance with the results of the research. 100 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri YOĞUN BAKIM HEMŞİRELERİNDE İŞ DOYUMU VE GENEL YAŞAM DOYUMU ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ Şenay VARA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Olcay ÇAM İzmir-1999 ÖZET Araştırma, iş doyumunun bireysel ve örgütsel düzeydeki etkileri göz önüne alınarak, yoğun bakım birimlerinde çalışan hemşirelerin iş doyumu ve yaşam doyumu düzeylerini belirlemek, iş doyumu etkenlerini, bu etkenlerin yaşam doyumu ile ilişkisini irdelemek amacıyla tanımlayıcı ve analitik türde planlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamına Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi yoğun bakım birimlerinde çalışan 100 hemşire alınmıştır. Veriler “Hemşirelik iş douyumu Ölçeği” (Cronbach Alpha güvenirlik katsayısı 0.9021) ve “Yaşam Doyumu Ölçeği” (Cronbach Alpha güvenirlik katsayısı 0.8637) aracılığı ile toplanmıştır. Araştırmanın sonucunda, tüm hemşirelerin işlerinden genel olarak nötr doyumundan düşük doyuma kayma gösteren düzeyde doyum sağladıkları; genel iş doyum düzeyleri açısından yaşam doyumu yüksek olan hemşirelerle, yaşam doyumu düşük olan arasında anlamlı fark olmadığı saptanmıştır. Hemşirelerin en yüksek doyum sağladıkları boyut “iş güvenirliği”iken, en düşük doyum ise”ücret” boyutundan sağladıkları belirlenmiştir. Gelişme, yükselme olanakları, yönetim biçimi, yöneticiler ve ilişkileri çalışma ortam ve koşullarından nötr düzeyde ve daha az doyum elde ederlerken yapılan işin içeriği, çalışma arkadaşları ile ilişkilerinden nötr düzeyden daha yüksek doyum sağladıkları saptanmıştır. Hemşirelerin mesleklerini uygun bulup bulmamaları; mezun oldukları okul, işten ayrılma düşünceleri, iş doyum düzeyleri üzerinde etkili değişkenler olarak saptanmış olup, hemşireliği seçme nedeni, yaş medeni durum, çocuk sahibi olma durumu, mesleki kıdem, gece çalışma durumunun hemşirelerin genel iş doyumu düzeyleri üzerindeki etkisine ilişkin literatür doğrultusunda beklenen sonuçlar elde edilmesine karşılık, bu değişkenlerin genel iş doyumunda anlamlı farklılık yaratmadığı saptanmıştır. Hemşirelerin genel yaşam doyum düzeylerini en çok “ücret” boyutundan sağladıkları doyumun; en az ise “yapılan işlerin içeriği” boyutundan sağladıkları doyumun belirlediği saptanmıştır. Hemşirelerin mesleklerini uygun bulup bulamamaları yaşam doyumu üzerinde etkili değişken olarak saptanmış olup; yaş, medeni durum, çocuk sahibi olma mesleki kıdem, birimdeki kıdem, gece çalışma durumu, hemşireliği seçme nedeni, işten ayrılma düşüncesinin hemşirelerin genel yaşam doyumu düzeyleri üzerinde anlamlı bir etki yaratmadığı saptanmıştır. Elde edilen sonuçlar ışığında; yöneticilere, hemşirelerin iş doyumunu ve dolayısıyla yaşam doyumlarını arttırmak amacıyla yapmaları gereken çalışma ve örgütsel düzenlemelerde yardımcı olabilecek öneriler getirilmiştir. 101 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY A Study on The Factors Affecting The Job Satisfaction and The Life Satisfaction of The Nurses Working At Intensive Care Services. This descriptive study has been planned and carried out in order to meansure the job satisfaction and life satisfaction of the nurses working at intensive care services and bring into light the related factors, while keeping in mind the effect of the life satisfaction at personal levels and on the Concerned organisation. 100 nurses working at intensive care services of the Ege University medical faculties hospital were included in this study. The data was collected using the “Nursing Job Satisfaction Scale” that Cronbach Alpha reliability coefficient 0.9021 and “Satisfaction with Life Scale “ that Cronback Alpha reliability coefficient; 0.8637 It was found out that global job satisfaction was slightly less than neutral; besides the difference between the nurses who have highest life satisfaction and the nurses who have lowest life satisfaction was not significant. The dimension giving the greatest job satisfaction was the job security; whereas the dimension giving least satisfaction was financial view. Opportunities of promotion and progress at work, administration, the administrators and working conditions gave satisfaction at neutral and/or less thanneutral levels; whereas the contents of the work and pers were giving more than neutral satisfaction. The degree of Job suitability, Professional educationimidwives who attempted to quit job were found to be a significant variable effecting the global job satisfaction. The reason for choosing nursing, the variables of age, marital status, motherood, Professional training, night-dities shwed to change the global job satisfaction in a way that supported several other studies in the literature. However, these variables did not create significant differences concerning the global job satisfaction. The dimension giving the greatest life satisfaction was the financial view; whereas the dimension giving least satisfaction was the contents of work. The degree of suit for job was found to be a significant variable affecting the global life satisfaction, the variables of age, marital status, motherhood, years spent at nursing and the organisation, night-duties, the reason for choosing nursing, midwives who attempted to quit job were not found to be a significant variable affecting the global life satisfaction. At the end of this study, the results were in the direction of giving advice to the administrators fort he organisation, improvement and efficiency of health services by increasing the level of job satisfaction and life satisfaction and life satisfaction of the nurses. 102 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri BİR PSİKİYATRİ KLİNİĞİNDE HASTA BAKIM KALİTESİNİN İNCELENMESİ ASSESMENT OF THE PATIENT CARE QUALITY IN A PSYCHIATRY WARD Ayşegül DÖNMEZ BİLGE Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Olcay ÇAM İzmir-1999 ÖZET Bir araştırma psikiyatri kliniğinde hasta bakım kalitesini belirlemek amacıyla, tanımlayıcı tipte bir araştırma olarak planlanmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Psikiyatri Kliniğinde, 100 hasta ve 22 hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Hastaların almış olduğu bakımın kalitesini belirlemek amacıyla, Wandelt ve Ager tarafından düzenlenmiş olan Hasta Bakım Kalitesi Skalası kullanılmıştır. Hasta Bakım Kalitesi Skalasının alt ölçek ortalamaları belirlendikten sonra, hastaların cinsiyetine göre bakım karşılaştırılmıştır. Karşılaştırmada “t testi “ kıllanılarak değerlendirme yapılmıştır. Psikiyatri kliniğinde çalışan hemşireler hakkında bilgi edinmek için Tanıtıcı Bilgi Formu uygulanmıştır. Sonuç olarak, psikiyatri kliniğinde Hasta Bakım Kalitesi Skalasının fiziksel alt ölçeği en az ortalama puanı almıştır. En yüksek ortalama puanı ise mesleki uygulamalar alt ölçeğinin aldığı saptanmıştır. Toplam hasta bakım kalitesi puan ortalaması 2.02±1.11 bulunmuştur. (maksimum değer 5’tir). Bu puan psikiyatri kliniğinde hasta bakım kalitesinin düşük olduğunu göstermiştir. Hasta bakım kalitesi, hasta cinsiyetlerine göre karşılaştırıldığında erkek hastaların kadın hastaların kadın hastalara göre bakım kalitesinin yüksek olduğu tespit edilmiştir. İstatistiksel analiz sonucunda anlamlı bir fark belirlenmiştir. (p<0.05). SUMMARY Psychiatric Nursing is a branch of nursing that gives the individual a more positive conception of self, more positive interpersonal retions and a more satisfactory role society (Taylor 1990). Moving on from this defination, this study has been planned to be descriptive in order to ases the quality of nursing care provided in the psychiatry ward (Sümbüloğlu 1982) The research has been carried out with 100 patients 22 nurses of the psychiatry ward of Ege University Hospital. In order to ases the socio-demographic properties of nurses, Descriptive Data Form and in order to asses the quality of patient care, Patient Care Scale (Qualpacs) have been used in the research (Wandelt, Ager 1970). According to the results of the research, total quality of the patient care is found to be X¯: 2.02±1.11. The mean has been evaluated over a maximum of 5 points. When patient care quality is compared according to sexes, the point average of make patients has been found to be higher (M→ x¯:2.07 ± 0.55 F→ X ¯:1.75 ± 0.43). A statistically significant difference is found between means (t: 2.65.P< 0.05). 103 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı EGE ÜNİVERSİTESİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA HASTANESİ’NDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN EMPATİK EĞİLİM VE İŞ DOYUMU DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ Gülay TAŞDEMİR Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aycan KARAASLAN İzmir-1999 ÖZET Araştırma, Ege Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinde çalışan hemşirelerin, empatik eğilim ve iş doyum düzeylerini belirlemek ve empatik eğilime etki edebilecek etkenlerin ve iş doyumunun etkisini incelemek amacıyla tanımlayıcı türde planlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya, Ege Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinde çalışan toplam 738 hemşireden, örnekleme girecek hemşire sayısı saptandıktan sonra (n=278), tabakalı örneklem ve eğitim durumlarına göre tabakalanarak, örnekleme alınmıştır. Araştırmada Dökmen tarafından geliştirilen empatik eğilim ölçeği Aksayan tarafından geliştirilen iş doyumu ölçeği ile araştırmacı tarafından tanıtıcı bilgi formu kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre hemşirelerin empatik eğilim puan ortalamaları 69.93±8.40’dur. Hemşirelerin empatik eğilim puan ortalama düzeylerinin çalıştıkları servisler, serviste çalışma süreleri, görev şekilleri, mesleki verimlilik düşünceleri, hastaları anlayabilme düzeyleri ve sağlık algıları ile ilişkili olduğu görülmüştür. Hemşirelerin genel, iş doyumu puan ortalamaları 50.10±11.25’tir. İş doyumunun ilişkili olduğu değişkenler, hemşirelerin çalıştıkları servisler, mesleğini seçme durumları, mesleğin kendileri için uygunluğu, çalışma ortamından memnuniyet, işten ayrılma düşünceleri ve sağlık algıları olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin en yüksek doyum sağladıkları boyut işin kendisi iken en düşük doyumu ise ücret boyutundan sağladıkları belirlenmiştir. Empatik eğilim düzeyi ile genel doyum arasında negatif bir ilişki olduğu saptanmıştır. Yani empatik eğilim düzeyleri azaldıkça, doyumsuzluk düzeyleri artma göstermiştir. Çalışma sonucunda elde edilen veriler ışığında olaylara olumlu yaklaşabilen, mesleki verimliliklerini olumlu düşünen, hastaları anlamaya çalışan hemşirelerde, empatik eğilimin yüksek bulunması empatinin bir kişilik özelliği olduğuna ilişkin bir ipucu vermiştir. Hemşireliği isteyerek seçen. Mesleğin kendilerine uygun olduğunu düşünen hemşirelerin de, iş doyum düzeyleri yüksek bulunmuştur. Bu da mesleği seçme durumları ile iş doyumu arasında önemli bir ilişkinin olduğunu göstermektedir. Elde edilen sonuçlar doğrultusunda; hemşirelerin empatik eğilimlerini, iş doyumları ve dolayısıyla hizmetlerin etkinliğini arttırmak amacıyla yapmaları gereken çalışma ve örgütsel düzenlemelerde yardımcı olabilecek öneriler getirilmiştir. SUMMARY This study has been carried out to determine the emphatic tendency and job satisfaction of nurses who work in the Ege University Hospital and to examine the effect of emphaty on work satisfaction. It had been planned as a descriptive research. 104 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri The population of the study was composed of 738 nurses who have been working at the Ege University Hospital. By means of stratified sampling technique, the sample was constructed in reation with clinics that the nurses work and the nurses education level. The data had been collected via 3 forms, the emphatic tendency scale developed by Dökmen, the job satisfaction scale developed by Aksayan and the desciption form developed by the researcher. The results displayed that, the mean score of emphatic tendency of the nurses was 69.93±8.40 It was found that, the emphatic tendency of nurses were releated to those; the clinics nurses work, the length of work in the clinic their position at work, their opinions on the Professional productivity, their level of understanding of patients and their health perceptions. The mean score of general job satisfaction found to be 50.10±11.25. It was determined that the variables that relate to job satisfaction were; the clinics nurses work, the state of preferance of the profession, the eligibility of the profession, the satisfaction from the work place, the concept of resing from the job and the health perceptions of the nurses. It was determined that, while the most satisfying dimension of the job was job it self, the least satisfying dimension was solary. There found be an oppasite correlation between emphatic tendency and job satisfaction. In other wards, ıt was dispayed that, while emphatic tendency and job satisfaction. In other words, ıt was displayed that, while emphatic tendency levels were decreased, the dissatisfaction levels increased. In the light of the results, in order toincrease the emphatic tendency levels and job satisfaction of the nurses and the quality of care, there propased some sugqestions that may contribute the organisational arregements and study in the subject. 105 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KORONER BY-PASS AMELİYATI GEÇİREN HASTALARDA BİLGİLENDİRİCİ HEMŞİRELİK YAKLAŞIMININ AMELİYAT ÖNCESİ VE SONRASI ANKSİYETE DÜZEYLERİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ Sultan KARAKULA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR İzmir-1999 ÖZET Araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi A.B.D.servisinde yatan hastalara, ameliyattan 10 gün önce ve 24 saat öncesi verilen bilgilendirici hemşirelik eğitiminin, hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası durumluk-sürekli anksiyete düzeylerine etkisini saptamak amacıyla yapılmıştır. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi A.B.D. ‘na 28 Kasım 1998-15 Şubat 1999 arasında ameliyat olmak üzere yatan hastalar, araştırmanın evreni, yaş, cinsiyet, eğitim durumu ve daha önce ameliyat deneyimi yaşamayan hastalar (60) örneklemini oluşturmuştur. Araştırma tanımlayıcı ve yarı deneysel olarak yapılmıştır. Veri toplama araçları olarak, araştırmacının hazırladığı hasta tanıtım formu ve Spielberger (1970) tarafından geliştirilmiş olan Durumluluk-Sürekli Anksiyete Envanteri kullanılmıştır. Araştırma homojenitesi sağlanan iki deney grubuna yapılmıştır. 1. Deney grubuna (30hasta) ameliyattan 10 gün önce DurumlulukSürekli Anksiyete Envanteri uygulandıktan sonra, bilgilendirici hemşirelik eğitimi verilmiş, aynı gruptaki hastalara ameliyattan 24 saat önce ve 72 saat sonra Durumluluk-Sürekli Anksiyete Envanteri uygulanmıştır. Verilerin analizinde, yüzde dağılımı, aritmetik ortalama ve standart sapmalar gösterilerek, korelasyon, regresyon, iki eş asındaki farkın önemlilik testi (t-testi) ve iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t-testi)kullanılmıştır. I. Deney grubundaki hastaların, ameliyattan 10 gün önce, ameliyattan 24 saat önce ve ameliyattan 72 saat sonraki Durumluluk-Sürekli Anksiyete Envanteri puan ortalamaları giderek azalmıştır. Bu hastaların Durumluluk Anksiyete puan ortalamaları sırasıyla 46.10.44.17.42.10 olduğu ve Sürekli Anksiyete puan ortalamalarının ise sırasıyla 45.33.45.87.40.90 olduğu saptanmıştır. II. Deney grubundaki hastaların, ameliyattan 24 saat önce ve ameliyattan 72 saat sonraki Durumluluk-Sürekli Anksiyete Envanteri puan ortalamaları giderek azalmıştır. Bu hastaların Durumluluk Anksiyete puan ortalamaları sırasıyla 42.07, 38.80 olduğu ve Sürekli Anksiyete puan ortalamalarının ise sırasıyla 46.50,42.40 olduğu saptanmıştır. Her iki grupta da görüldüğü gibi hastalara verilen bilgilendirici hemşirelik eğitimi, Durumluluk-Sürekli Anksiyete puan ortalamalarını etkilemektedir. Araştırmada hastalara, ameliyattan 24 saat önce verilen bilgilendirici hemşirelik eğitiminin Durumluluk-Sürekli Anksiyete puan ortalamasının azalmasında, 10 gün önce verilen eğitimden daha etkili olduğu görülmektedir. Bu sonuca göre, bilgilendirici hemşirelik eğitimin, hastalara ameliyattan 24 saat önce verilmesi önerilebilir. 106 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY The purpose of this study is to evaluate the effect of spectif nursing interventions which giving 10 days and 24 hours before the surgery on patients levels of state-trait anxiety before and after surgery. This study is being held in Ege University Medical Facult, Department of Cardiovascular surgery, between Nowember 28 th, 1998 and Feburary 15 th, 1999. Age, sex and educational level were evaluated in 60 patients who were not experienced surgery before. Study is planned as defined and semi-experimental. Patient identify card which is prepared by the investigator and state-trait anxiety inventory which is developed in 1970 by Spielberger were used to collect the datas. The patients were divided in tp two experimental homogenized group. In the first experimental group (30 patients), state-trait anxiety inventory test was applied 10 days before surgery, carry-out with specific nursing intervention. Also 24 hours before and 72 hours after surgery state-trait anxiety inventory test was applied to the patients, in the same group. In the second experimental group, state-trait anxiety intervention test was applied 24 hours before surgery and carry-out with specific nursing intervention state-trait anxiety inventory test was applied 72 hours after surgery to the same group. Percent dispersion, mean Standard deviation, correlation, regression, and paired-samples t-test were used to analyzed the datas. The mean number of state-trait anxiety inventory test was decreased gradually in the first experiment group. 10 days and 24 hours before and 72 hours after surgey. The mean number of state anxiety inventory test is found respectievely 46.10, 44.17 and 42.10 and trait anxiety inventory test is 45.33, 45.87 and 40.90 In the second experimental group the mean number of state-trait inventory test was decreased more than the first group after surgery. The number is found respectievely 42.07 and 38.80, 24 hours before and 72 hours after surgery. Specific nursing intervention is affected the mean numbers of state-trait nxiety inventory test in both groups. Never the less, this intervention is more effective 24 hours before than 10 days before surgery. So it can be suggesed that specific nursing intervention should be given to the patients 24 hours before surgery. 107 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı PSİKİYATRİ KLİNİKLERİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN ETİK PROBLEMLER KARŞISINDAKİ YAKLAŞIMLARININ BELİRLENMESİ EVALUATING ETHICAL SENSIVITY IN NURSES WHO WORK IN PSYCHIATRY WARDS Zeynep POLAT Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Olcay ÇAM İzmir-1999 ÖZET Araştırma İzmir’de yer alan ve hasta yatırarak hizmeti veren, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Atatürk Devlet Hastanesi, İzmir Sosyal Sigortalar Hastanesi, Psikiyatri kliniğinde çalışan hemşireler ve Manisa Ruh Sağlığı hastanesinde çalışan hemşirelerin etik önermeler karşısındaki yaklaşımlarını belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın evreni aynı zamanda örneklemini oluşturmuştur. Veri toplamasında anket formu uygulanmıştır. Anket formunun birinci bölümünde hemşirelerin tanıtıcı bilgileri ve etik ile ilgili bilgi ve görüşleri yer almıştır. İkinci bölümde örnek etik önermeler yer almaktadır. Veriler anket formu hemşirelere tek tek sunularak toplanmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde sayı yüzdeleri ile Kruskal Wallis testi uygulanmıştır. Araştırma elde edilen verilere göre hemşirelerin % 50’si ortalamasının üzerinde puan almıştır. Hemşirelerin etik problemler karşısındaki yaklaşım puan ortalamaları eğitim durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Bu araştırmada elde edilen sonuçlara uygun önerilerde bulunulmuştur. SUMMARY The research was performed as a descriptive study with the purpose of determining the nurses approach in relation to the ethical problems nurses working in the clinical psychiatric settings including Ege University Medical Faculty Hospital, Dokuz Eylül Medical Faculty Hospital, Atatürk State Hospital in İzmir and Manisa Mental Health Hospital in Manisa. Fort he collection of the data questionnaire form was used. In the first part of the questionnaire form there are information about the personal characteristis and their knowledge and views about ethics. The second part of the questionnaire contains the samples of the ethical problems. The questionnaire completed by the researcher according to the interviews with the nurses one by one. Data was evaluated by using percentages and Kruskall Wallis test. According to the results of this study although 50% of the nurses’ score were over the avarege. The nurses approach in relation to the ethical problems have been found to be meaningfull according to their education level. According to the results of the study appropriate recommendations were made. 108 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ YOĞUN BAKIM HEMŞİRELERİNİN UYKU DÜZEN ÖZELLİKLERİ İLE İŞ DOYUMU ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ THE RELATIONSHIP BETWEEN THE SLEEP PATTERN CHARACTERISTICS AND JOB SATISFACTION OF INTENSIVE CARE NURSES Esra ENGİN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR İzmir-1999 ÖZET Araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Yoğun Bakım Birimleri’nde çalışan hemşirelerin uyku düzen özellikleri ve iş doyum düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmış tanımlayıcı türde bir araştırmadır. Araştırma, gerekli izinler alındıktan sonra, 10 Haziran-15 Temmuz tarihleri arasında yapılmıştır. 305 yoğun bakım hemşiresinden 140 kişi araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırmada üç tür anket formu kullanılmıştır. İlk form hemşirelerin tanıtıcı bilgilerini içeren 21 sorudan oluşmuştur. İkinci form gerekli literatür taranarak araştırmacı tarafından hazırlanan hemşirelerin uyku düzen özelliklerini yansıtmayı amaçlayan, 10 uyku düzen özellikleri sorusu ve 5 uyku değerlendirme, (genel uyku değerlendirme süreleri, mesai saatlerinin uyku problemine neden olma durumları, uyku problemi için kullanma durumları, uyku problemini gidermek için, ilaç dışı baş etme yöntemlerini) sorusu olarak toplam 15 sorudan oluşmuştur. Üçüncü form ise Aksayan (1992) tarafından hemşirelik iş doyum ölçeği olarak geliştirilen, hemşirelerin işin değişik boyutlarına ilişkin ve genel iş doyum düzeylerini ortaya çıkarmayı amaçlayan Likert türü dört seçenekli bir ölçektir. Toplam 66 soru içermektedir. Veriler araştırmacı tarafından, görüşme yöntemi ile hemşirelerin yemek ve çay saatlerinde toplanmıştır. Elde edilen verilere göre hemşirelerin tanıtıcı özelliklerine göre dağılımları şöyledir; Hemşirelerin yaş ortalamaları 25.42 ±4.66,% 75.00’i bekar boşanmış, ayrı yaşıyor, dul, % 37.1’i yalnız, arkadaşları ile evde, lojmanda,%37.1’i anne-baba ve kardeşleri ile birlikte yaşadıkları, % 44.29’u dahili bölümler, % 55.71’i cerrahi bölümlerde % 85.7’ si gece ve gündüz değişen nöbet sistemi ile çalıştıkları saptanmıştır. Hemşirelerin uyku düzen özelliklerine verdikleri yanıt dağılımları ise şunlardır; uykudan uyanmakta ve uyandırılmakta güçlük çekme % 43.6 hayır, uykudan kalktıktan sonra kendini yorgun ve dinlenmemiş hissetme ifadesine % 49.3 bazen, önüne geçilemeyen uyku nöbetleri olma durumu 5 54.3 hayır uyandıktan sonra şekerlemeler yapma % 46.4 bazen uyandıktan sonra dikkatinizi toplamakta güçlük çekme % 48.6 hayır, yatağa yattıktan sonra uzun bir süre uykuya dalmakta güçlük çekme % 39.2 bazen, uykudan uyandıktan sonra tekrara uyumakta güçlük çekme % 41.4 bazen, uykudan korkulu düşler nedeniyle uyanma % 44.3 bazen, uykuda iken yatakta oturma, dolaşma, diş gıcırdatma gibi hareketlerinin olma durumu % 8.7 yanıtını vermiştir. Bu veriler doğrultusunda yoğun bakım hemşirelerinin zaman zaman uyku sürecinde değişikler yaşadığı saptanmıştır. Yoğun bakım hemşirelerinin yarısına yakını uykularını iyi-çok olarak değerlendirilmiştir. 109 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Hemşirelerin 87.1’ini mesai saatlerinin uyku problemine neden olduğunu düşündüğü saptanmıştır. Yoğun bakım hemşirelerinin uyku düzen özellikleri ile medeni durumları, yaşadıkları yer ve kişiler, çalışma şekilleri, çalıştıkları bölümler genel uyku değerlendirmeleri, uyku süreleri, mesai saatlerinin uyku problemine neden olma durumları arasında ilişki saptanmıştır. Yoğun bakım hemşirelerinin genel iş doyum puan ortalamaları 47.96 ±11.13’tür. Yoğun bakım hemşirelerinin en yüksek doyum sağladıkları boyut işin kendisi iken en düşük doyum ise ücret boyutundan sağladıkları belirlenmiştir. Hemşirelerin çalışma süreleri ile iş doyumu arasındaki ilişki saptanmıştır. Hemşirelerin uyku süreci değişikliklerini yansıtan uyku düzen özellikleri ile genel iş doyumu arasında ilişki bulunamamıştır. Çalışma sonucunda elde edilen sonuçlar ışığında; İnsanın temel gereksinimi olan uykuya gereken önemin verilmesi konusunda yoğun bakım hemşirelerine ve yöneticilerine bu konuda yapılacak eğitimlerin yararı, çalışma saatleri konusunda birlikte karar vermeleri, iş doyumunun arttırılması için yapılması gereken bireysel ve örgütsel çalışmalar üzerine önerilerde bulunulmuştur. SUMMARY This descriptive research has been designed to determine the relationship between the sleep pattern characteristics and job satisfaction of the nurses who work in the intensive care units of Ege University Medical Faculty Hospital. After receiving administrative permisson, the study has been carried out between June 10 thJuly 15 th, 1999. Among 305 nurses working at intensive care units, 140 were included in the study. There different questionnaire forms were used in this study. In the first form, there were 21 questions regarding nurses descriptive informations. Second form consisted 10 questions of sleep pattern characteristics that reflecting the sleep process changing and 5 questions of sleep evalution (general sleep evalution, sleeping periods, evaluted sleep problem which due to work-shift, need of taking medicine without medicane.) Third form, which was developed by Aksayan (1992), was a nursing job satisfaction scale and it consisted 66 questions intending to determine the job satisfaction scale level of the nurses. Data were collected by personal interview method during the nurses’lunch, diner or tea time by the researcher. According to results, descriptive informations distribution of intensive care nurses were as follows; the age mean score was 25.42 ± 4.66,75.% of the nurses were single, divorced, living alone, widow, 37.1% of the nurses lived alone oor lived friends in their homes or nurses home, 37.1% of the nurses lived with their parents,44.29 % of the nurses worked in medical departmants, 55.71 % of the nurses woked in surgical departmants, 85.7 % of the nurses worked by by different work shifts was found. Sleep pattern characteristics as a “no” by nurses identified were; difficulty in waking and awakening, unavoidable sleep attacts, after wake up to have difficulty in concentration, sitting in bed, walking, talking or grinding the teeth when sleeping, Sleep pattern characteristics as a “sometimes” by nurses identified were; feeling tired and restless after awaking, taking nap after awaking, to need for a long period to fall asleep, waking up frequently after sleeping, difficulty to sleeping, again after waking up, waking up because of a nightmare. In the light of these data, the changes of the sleep process of the nurses were determineted. Near the half of the nurses appraised their sleep as good or very good. 87.1 % of the nurses evaluated sleep problems which due to workshift. The relationship among sleep pattern characteristics and marital status, living place and living with people, work-shift, working models, general sleep evalution, sleeping time, evalated sleep 110 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri problems which due to work-shift were assessed. The mean score of the general job satisfaction of the nurses found to be 47.96 ± 11.13. It was determineted that the most satisfaying dimension was wages. The relationship between the job satisfaction and working length was also determineted. There was not found correlation nurses’sleep pattern characteristics which were reflecting sleep process chancing and job satisfaction. In the light of the result; more importance should be given to the basıc requirement of an individual for sleeping. Nurses and managers should be informed about the advantages of education and work-shift should be arranged with. Also, individual and organizational working models were proposed for increasing job satisfaction. 111 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı İLKÖĞRETİM OKULU ÖĞRETMENLERİNDE SOMATİZASYON ÖLÇEĞİNİN GEÇERLİK VE GÜVENİRLİK ÇALIŞMASI Şeyda DÜLGERLER Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR İzmir-2000 ÖZET Araştırma, İzmir Valiliği Bornova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı ilköğretim okullarında görev yapan öğretmenler de somatizasyon ölçeğinin geçerlik ve güvenirliğini saptamak amacıyla yapılmış analitik türde bir alan araştırmasıdır. Araştırmanın evrenini, İzmir Valiliği Bornova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı 49 ilköğretim okulunda görev yapan 701’i kadın 372’si erkek olmak üzere toplam 1073 öğretmen oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini ise araştırma yöntemlerinden yararlanılarak 14 ilköğretim okulundan seçilen 324 öğretmen oluşturmuştur. Gerekli verileri toplayabilmek için üç tür soru formu kullanılmıştır. Bunlar, araştırmacı tarafından geliştirilen tanıtıcı bilgi formu, somatizasyon ölçeği ve SCL- 90-R A ölçeğidir. Tanıtıcı bilgi formundan elde edilen bilgilere göre; öğretmenlerin % 64.2’si kadın %35.8’i erkektir, tüm öğretmenlerin yaş ortalaması 37.96+-6.16’dır. Evlilik oranı %79.6, eğitim enstitüsü mezunlarının oranı %30.6’dır, %58.6’sının geliri gidere göre azdır. Somatizasyon ölçeğinin iç tutarlılık güvenirlik katsayısı (Kuder Richardson-20) 0.83,test retest güvenirlik katsayısı 0.996,testi yarılama tekniği (Split Half) ile, 1. yarı alpha değeri 0.8810, 2. yarı alpha değeri 0.8439, SCL-90-R ölçeği ile olan Benzer Ölçek korelasyonu (Pearson Momentler Çarpımı korelasyon Katsayısı), 0.80 olarak bulunmuştur. Bu veriler doğrulusunda somatizasyon ölçeği geçerli ve güvenilir bir ölçek saptanmıştır. Öğretmenlerin somatizasyon ölçeği toplam puan ortalaması 12.201±5.930’dur. Somatizasyon ölçeği puan ortalamalarını etkileyen tanıtıcı özelliklerin; öğretmenlerin göç etme durumları ve fiziksel hastalık bulunma durumu olduğu saptanmıştır. SUMMARY This is a field study of analytical type which was performed in order to determine validity and reliability of the somatizasyon scale on the teachers who are acting in primary education schools which are associated with İzmir Governor’s Office. The National Education Directorate of Bornova District Total 1073 teachers as being 702 woman and 372 men who are acting in the 49 primary education shools wich are associated with İZMİR Governor’s Office The National Education Directorate of Bornova District have been forming the scope of the study. 324 teachers have constituted the sampling of the study. The teachers were selected with random sampling method by utilising the simple random sampling chart. 112 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Tree types of questionnaire forms were used to be able to collect the necessary data. These are the definitive information form which was developed by the researcher for determining the sociodemographic features of the teachers, The Somatizasyon Scale SCL-9-R scale. According to the information having been obtained from the applied questionnaire form, 64.2% of the teachers are woman and 35.2% are men, the average of all the teachers is 37.96+/-6/16.The rate of marriage is 79.6%, the proportion of the graduates form the education institutions is 30.6%, income of 58.6% are less compared to the expenses. The reliability coefficient of internal consistency of the somatization scale (Kuder Richardson20) is 0.83, test-retest reliablity coefficient is 0.996. It was found by Split Half technique that, 1. Half alpha value is 0.8810 and 2. Half alpha value is 0.8439. The similar scale correlation (Pearson Multiplication of Moments correlation coefficient) with SCL-90-R was found 0.80.In result of these date, somatization scale was determined as valid and reliable scale. The average point of the somatization scale of these teachers is 12.201± 5.930, The sociodemographic features affecting the average points of the somatization scale were determined as the immigration situations and physically illness situation of the teachers. 113 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri PSİKİYATRİ ANABİLİM DALI DOKTORA TEZLERİ 115 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri HEMŞİRELERDE TÜKENMİŞLİK (BURNOUT) SENDROMUNUN ARAŞTIRILMASI M. Olcay ÇAM Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ İzmir-1991 ÖZET Araştırma, tükenmişlik-“burnout” fenomenin, hemşirelerle ilgili çeşitli değişkenler arasındaki ilişkileri saptamak amacı ile yapılmıştır. Bu amaca ulaşmak için, öncelikle, tükenmişlik-“burnout” fenomenin saptanmasında kullanılan MBI’nın (Maslach Burnout Inventory) şimdiki araştırma kapsamı içinde kullanılabilir olup olmadığı sınanmıştır. Araştırma kapsamına Yenişehir S.S.K Hastanesi, Atatürk Sağlık Sitesi Devlet Hastanesi ve Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nde görevli hemşireler arasında, saptanan denek sayısına ulaşıncaya kadar, 1.8.1989 ve 1.10.1989 tarihleri arasında çalışan hemşireler alınmış ve araştırma 276 denekle yürütülmüştür. Aynı deneklerin, hemşire arkadaşları tarafından değerlendirmeleri ile ilgili çalışma 1-30.10.1989 tarihleri arasında yürütülmüştür. Bu araştırmanın veri toplama bölümünde üç form uygulanmıştır. Formlardan birincisi, deneklerin temel özellikleri ile hemşirelerin meslekleriyle ilgili bazı görüşlerini saptayıcı bir özellik göstermektedir. (EK I). İkinci form ise, MBI maddelerini içermektedir (EK II). Denek olan hemşirelerin arkadaşlarına uygulanan form ise, MBI’ın üçüncü şahsa göre düzenlemiş şekildeki maddeleri içermekte olup toplam 74 hemşireye uygulanmıştır.(EK 3) Birinci formda 28 soru, ikinci formda 22 soru olmak üzere toplam 50 soru sorulmuştur. Birinci formdaki 28 sorudan 22’si çoktan seçmeli olup diğerleri açık uçludur. İkinci form ise MBI’ın 22 maddesine ayrı ayrı çoktan seçmeli seçeneklerin işaretlenmesi şeklindedir. Formlar deneklere kliniklerde, araştırmacı ile birlikte iken, denekler için uygun bir zamanda, tek tek uygulanmıştır. Verilerin analizinde, yüzde dağılımları, aritmetik ortalama ve standart sapmalar gösterilmiştir. Uygun olan yerlerde, varyans analizi, t testi, korelasyon ve basamaklı regresyon analizleri uygulanmıştır. MBI’ın güvenirliği ile ilgili olarak Kurder-Richardson 20. formülü ve yarıya bölme tekniği kullanılmış olup; EE subskalası için Kurder-Richardson 20, güvenirlik katsayısı. 80, DP subskalası için güvenirlik katsayısı. 71, ve PA subskalası için güvenirlik katsayısı. 71’dir. Yarıya bölme tekniği ile elde edilen katsayının Sperman Brown düzeltmesi ile saptanan güvenirlik katsayıları ise, EE subskalası için. 78 ve PA subskalası için. 72 olarak saptanmıştır. MBI‘ın geçerliliği ile ilgili olarak birlikte geçerlik (Convergent Validity) tekniği kullanılmıştır. Bu amaçla hemşirelerin kendilerinin MBI maddelerine verdikleri yanıtlarla, iş arkadaşlarının denek olan hemşireyi değerlendirerek, MBI maddelerine verdikleri yanıtlar karşılaştırılmıştır. Her iki grubun MBI subskala puan ortalamaları arasında, her üç subskalası ile ilgili olarak anlamlı bir fark olmadığı-EE subskalası için t=0.46, p>0.01, DP subskalası için t=-0.79, p>0.01, PA subskalası için t= 0.85, p>0.01- saptanmıştır. 117 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Araştırma sonuçlarına göre; MBI‘ın her üç subskalası ile anlamlı ilişkiler içerisinde olan değişkenler; yaş hizmet süresi, çalışılan hastane, çalışma şekli, hastadan alınan destek durumu, çalışma ortamından memnuniyet, iş verimi ve mesleki gelecek algısı şeklindeki değişkenlerdir. MBI’ın her üç subskalası ile de aralarında ilişki bulunmayan değişkenler; medeni durum, eğitim durumu, çalışılan bölüm (Dahili ya da Cerrahi bölümler), hastanede üstlenilen görev meslektaş desteği şeklindeki değişkenlerdir. MBI’ın bazı subskaları ile işkili olan değişkenler ve ilişkili oldukları subskalar ise şunlardır: Çocuk sahibi olma durumu, EE subskalası ile ilişkili, çalışma süresi ve üstlerden destek görme durumu EE ve DP subskalası ile ilişkili, kendi sağlık algısı ile EE ve PA subskalası ilişkili bulunmuştur. MBI’ın subskala puanlarını etkileyebilecek faktörler birlikte değerlendirildiğinde, her subskala ile ilgili faktörlerin etkililik önem dereceleri aşağıda gösterilmiştir. EE subskala puanlarını etkileyebilecek faktörler birlikte değerlendirildiğinde, bu faktörler önem derecelerine göre sıralandıklarında sırası ile; meslekten memnuniyet durumu, ortamdan memnuniyet durumu, mesleği uygun bulma durumu, mesleki gelecek algısı, hizmet süresi, kendi sağlıklarını algılama durumu ve mesleği eşleştirme sıklığı şeklindedir. DP subskala puanlarını etkileyebilecek faktörler birlikte değerlendirildiğinde, bu faktörler önem derecelerine göre sıralandıklarında sırası ile; hasta- hemşire ilişkisi, iş verimi, yaş, mesleği eşleştirme sıklığı ve üstlerden değer görme durumu şeklindedir. PA subskala puanlarını etkileyebilecek faktörler birlikte değerlendirildiğinde, bu faktörler önem derecelerime göre sıralandıklarında sırası ile iş verimi, hasta-hemşire ilişkisi, mesleğin uygunluğu, gece hasta sayısı şeklindedir. Yukarıdaki bilgiler ışığında, bazı önerilerde bulunulmuştur. SUMMARY “Burnout” is an important phenomenon, because it decreases the nurses work productivity, work motivation and leads to their feeling emotionally drained from their profession. On the other hand,” burnout” leads to a deterioration in the quality and quantity of nursing care received by the patients. The purpose of the study was to test the relation ships between sample characteristics and the MBI (Maslach Burnout Inventory). In order to achieve this purpose, firstly, it was necessary to determine whether or not the MBI could be used fort his sample. Therefore, the MBI was examined for reliability and validity. Reliability of the MBI was confirmed by use of Kuder-Richardson Form 20. and split-half techniques. According to Kuder–R ichardson Form 20, the MBI subscales’s reliability coefficients were: reliability coefficient of Emotional Exhaustion subscale was 0.80; it was 0.71 for depersonalization subscale and for Personal Accomplisment subscale it was 0.71. According to split-half technique, after the Spearman-Brown FORMULA was applied, the MBI subscales were: reliability coefficient of emotional exhaustion subscale was 0.84, depersonalization subscale was 0.74, and Personal Accomplisment subscale was 0.72. The validity of the MBI was cotirmed by use of convergent validity. For convergent validity, the nurse’s MBI scores and the scores obtained from a person who knew her well(e.g nurse’s coworkers) were compared. No significant relations was found between the two groups. Results of these were; 118 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri For EE subscale----------------- t = 0.46, p >0.01, For DP subscale ---------------- t = - 0.79, p>0.01, For PA subscale ---------------- t = 0.85, p> 0.01. A sample of nurses (N= 276) was randomly obtained from there hospitals located in İzmir. The data were collected in the period between Augost 1989-October 1989. Nurses responded to a self-administered Questionnaire and the MBI. Showing a general agreement with previous research, “burnout” was significantly related with some variables. These were: age, lenght of time in nursing, hospital, nurse shift, support received from patients, contentment from work setting, work productivity, persperctives on the future of her professiomn. No significant relationships were found between marital status, level of education, work status in the hospital, support received from colleagues and total scores on the MBI subscale on the MBI subscales. Some variables were related to paeticular subscales of the MBI but not all. These were: Whether or not she has children with EE subscale; working hours and the süpervisor support received with the EE and DP subscales; perception of one’s own health with the. EE and PA subscales. Concerning the data, percentage, the two way “F” test with one way analysis of variance, student’s “t” test, the correlation and stepwise multiple regression test were used in some analyses. This study points to the following suggestions: The MBI should be used and should also be tested the correlations of the MBI between different samples of their many different variables. 119 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı BORNOVA BÖLGESİNDE OTURAN EMEKLİLERDE, EMEKLİLİK, SAĞLIK VE SOSYAL DESTEK İLİŞKİSİNİN İNCELENMESİ Gönül ÖZGÜR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK İzmir-1991 ÖZET Bu çalışma, İzmir ili Bornova ilçesinde oturan emeklilerde, emekliliğin sağlığa, sağlık durumunu değerlendirme düzeyine ve sağlıkla ilgili davranışlara etkisini belirlemek, emeklilerin sosyal ağ büyüklüğünü, sosyal desteklerini (arkadaş, aile) ve depresyon düzeylerini saptarayarak, bu değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır. 1989 yılında Bornova’da oturan 3734 emekli bu araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. Evreni temsil etmesi için mahalle ve cinsiyete göre orantılı tabakalı tesadüfi örnekleme yöntemi ile seçilen 349 emekli araştırmanın örneklemidir. Araştırma görüşme ve soru kağıdı tekniğine dayalı, tanımlayıcı, analitik ve kesitsel bir çalışma olarak yapılmıştır. Araştırmada, emeklilerin temel özelliklerini, işe ve emekliliğe karşı tutumlarını, emeklilik öncesi ve sonrası sağlık sorunlarını, sağlık değerlendirmelerini belirlemeyi amaçlayan bir soru formu, o.Sorias’ın Türkçe’ye uyarlamasını yaptığı, Hirsh’ın “Sosyal Ağ Soru Listesi”ile Procidano ve Heller’in “Algılanan Arkadaş ve Aile Desteği” ölçekleri, N, Hisli’nin geçerliğini ve güvenirliğini yaptığı Beck Depresyon Envanteri kullanılmıştır. Uygulanan soru formlarından elde edilen bulgulara göre; Araştırma kapsamına giren emeklilerin yarısına yakını (% 40.69) orta yaşlıdır ve emekliler için ortalama yaş 56.4±8.28‘dir. Emeklilerin çoğu (% 83.67) erkektir ve emekli olmadan öncesi %45.85’i memur, %43.71’i işçi olarak çalışılmıştır. Emeklilerin büyük çoğunluğu (%81.95) isteyerek emekli olmuştur, yarısına yakınının (% 49.00) gelirleri giderlerine oranla azdır. Boş zamanlarını televizyon başta olmak üzere kitle iletişim araçlarıyla değerlendirilenler çoğunluktadır. (%72.49). Aynı zamanda emeklilerin yarısına yakını (% 47.57) emeklilikten memnun olduğunu belirtmişlerdir. Emeklilik, sağlık durumunu değerlendirme düzeyini, sağlığı ve sağlığa ilişkin davranışları olumsuz yönde etkilememiştir. Emeklilerin yarısından fazlası (%66.19) sağlık durumlarını olumlu düzeyde (iyi, çok iyi)değerlendirmişlerdir. Emeklilerin sağlık durum değerlendirmesinde, cinsiyetin dışında, yaşın, eğitim düzeyinin, gelir düzeyinin, emeklilikten memnuniyet düzeyinin, bir işte çalışmanın, sağlık sorunun, doktora gitme sıklığının etkili olduğu saptanmıştır. Emeklilerde algılanan sosyal destek (aile, arkadaş) arttıkça, sağlık durumunun olumlu düzeyde (iyi çok iyi) değerlendirildiği, buna karşın depresyon düzeyi arttıkça, sağlık durumunun olumsuz düzeyde (kötü, çok kötü) değerlendirildiği bulunmuştur. Emeklilerin % 66.48’inin depresyon düzeyi oldukça düşük olarak saptanmıştır. 120 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Sosyal ağ büyüklüğü emeklilikten etkilenmemiştir. Ve sosyal ağ listesinde emekliler aile üyelerine daha fazla yer vermişlerdir. Aynı zamanda algılanan aile desteği, arkadaş desteğinden daha fazladır. Emeklilerin sosyal ağ büyüklüğü ve algılanan sosyal destek (aile, arkadaş) puanları ile depresyon puanları arasında negatif yönde bir ilişki bulunmuştur. Sonuç olarak, emeklilerin sağlık durumlarını olumlu düzeyde (iyi, çok iyi) değerlendirmelerinde ve depresif semptomların oluşmasında algılanan sosyal desteğin (aile, arkadaş) önemli katsayısı olduğu saptanmıştır. SUMMARY The purpose of this study was to determine the relationship between retirement, health and social support in Bornova country center of İzmir Province. The sample including 349 retirees was constituted by stratified proportional random sampling and was sunjected to five questionaire forms by interviewing, it has been a cross-sectional descriptive research, including analytic methods. First questionnaire included 32 items covering areas such as sociodemographic characteristics, health problems, patterns of health behaviour, self-health assessment before and after retirement. The other questionnaires applied for were as follows: Hirsch’s Social Network List, Procidano and Heler’s Perceived Support Scale From Friends (PSS-Fr), Perceived Support Scale From Family (PSS-Fa), Back Depression Inventory (BDI). The findings demostrated that retirement was not responsible for worsening health conditions leading to over-utilzation of Medical services. Also it was found that retirement didn’t effect selfhealth assesment. The results showed that the sixe of social network didn’t effected by retirement. It was also observed that the number of relatives were more than the number of friends in social network list and similary perceived family support was found higher than perceived friend support. In addition to these findings, the relationship was found between pozitif self-health assessment and high social support. 121 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SAĞLIK MESLEK LİSESİ HEMŞİRELİK BÖLÜMÜ ÖĞRENCİLERİNİN BENLİK SAYGISI DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ THE SELF STEEM LEVELS OF THE NURSING STUDENTS Aycan KARADAĞLI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK İzmir-1991 ÖZET Bu araştırma, farklı kurumlara bağlı olan üç Sağlık Lisesi’ndeki öğrenci hemşirelerin Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği’nden aldıkları puanları, başarı düzeyleri ve algıladıkları okul yaşantıları ve başarı düzeyleri bakımından karşılaştırılmak ve öğrenim süreçleri boyunca benliksaygısı düzeylerinin değişip değişmediğini saptamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma, Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı İzmir Sağlık Meslek Lisesi, Sağlık Bakanlığı’na bağlı İzmir Atatürk Sağlık Meslek Lisesi ve İstanbul Amiral Bristol Özel Sağlık Meslek Lisesi’nde 1998-1989 eğitim ve öğretim döneminde bulunan toplam 589 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın veri toplama bölümünde, öğrenci hemşirelerle ilgili tanıtıcı bilgi sağlamak ve öğrenci hemşirelerin benlik saygısı düzeylerini belirlemek üzere iki anket formu kullanılmıştır. (EK I, EK II). Öğrenci hemşirelerle ilişkin tanıtıcı bilgi sağlamak üzere oluşturulan form 19 sorudan oluşmaktadır. (EK I). Öğrencilerin benlik saygısı düzeylerini belirlemek için kullanılan ölçek ise,1963 yılında Rosenberg tarafından geliştirilen ve ülkemizde 1985 yılında Çuhadaroğlu tarafından geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılan Rosenberg Benlik-Saygısı Ölçeği olup, toplam 63 sorudan oluşmaktadır. Araştırmamızda, baba ile ilişki bölümü alınmamış olup, bu hali ile ölçek 57 sorudan oluşmaktadır. (EK II). Öğrencilerin başarı düzeylerini belirlemek için, ”yıl sonu başarı not”ları ölçüt olarak alınmıştır. Formlar, öğrenci hemşirelere, bulundukları okullarda, toplu halde ve araştırmacı tarafından uygulanmıştır. Verilerin analizinde; yüzde dağılımları, aritmetik ortalamalar ve standart sapmalar gösterilerek, varyans analizi, ki-kare önemlilik testi, iki ortalama arasındaki farkın önem kontrolü( t testi) ve korelasyon analizleri kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgular ışığında varılan sonuçlar şunlardır: Öğrenci hemşirelerin %59.1’i kent merkezlerinden gelmektedir. 84.7’si çekirdek aile yapısına sahiptir, %80.3’ünün 3 ve daha fazla sayıda kardeşi vardır ve öğrencilerin yaş ortalamaları 16.67±1.33’tür. Öğrencilerin çoğunluğunun anne ve babaları ilkokul mezunu olup, babalarının çoğunluğu orta statülü meslekler de çalışmaktadır. Öğrencilerin annelerinin büyük çoğunluğu ise ev hanımı olup çalışmaktadırlar. Okul yaşantıları ile ilgili olumlu değerlendirmeleri olan öğrenci oranı %42.6’dır. Öğrencilerin %44.5’i okul yaşantılarından memnun olma durumunu “şöyle-böyle” ile ifade 122 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri etmişlerdir. Üç okul arasında, bulunduğu okul ile ilgili en olumlu değerlendirmeye sahip olan öğrenciler Amiral Bristol Özel SML öğrencileridir. Öğrenci hemşirelerin okul yaşantılarından memnuniyet düzeyleri öğrenim süreçleri boyunca giderek azalmaktadır. Öğrencilerin % 63.0’ünün okul başarısı “iyi” düzeydedir. 4.sınıf öğrencilerinin başarı düzeyi, diğer sınıflardan daha yüksektir. Üç okul arasında, öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri bakımından farklılıklar olduğu saptanmıştır. Tüm öğrenci hemşirelerin benlik-saygısı düzeylerini etkileyen bazı sosyo-demografik özelliklerin; yerleşim yerleri, okul öncesi kaldıkları yerler, kardeş sayıları, ana-babalarının öğrenim düzeyleri, çalışma durumları ve ailelerinin gelir düzeyleri olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin Rosenberg Ölçeği alt ölçüm düzeylerinin üç okul arasında farklılıklar gösterdiği saptanmıştır. Amiral Bristol Özel SML öğrencilerinin, üç okul arasında benlik-saygısı en yüksek, kendilik kavramının sürekliliği en fazla, insanlara daha fazla güvenen, eleştiriye duyarlılığı daha az, daha az depresif, daha az hayalperest, psikosmatik belirtileri daha düşük, tartışmalara daha fazla katılan, ana-baba ilgisi fazla ve psişik izolasyonu daha az öğrenciler olduğu belirlenmiştir. Genel de tüm öğrencilerin, özel olarak ise her okulun öğrencilerinin Rosenberg Ölçeği alt ölçüm puan ortalamalarının, öğrenim süreçleri boyunca değişmediği saptanmıştır. Tüm öğrenci hemşirelerin Rosenberg Ölçeği alt ölçüm puan ortalamaları ile okul yaşantısından memnun olma durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar olduğu ortaya çıkmıştır. Öğrencilerin başarı düzeyleri ile benlik-saygıları ve Rosenberg Ölçeğinin diğer alt ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar olmadığı saptanmıştır. Sözü edilen bu bilgiler ışığında, bazı önerilerde bulunulmuştur. SUMMARY The purpose of this study is to determine the levels of the self-esteem of the nursing students at three schools of nursing that are subject to defferent institutions, to compare these with their perceptions of school life and their levels of success, and to find out whtherr their levels of slfesteemchanged or not during their education process. This study has been made at İzmir School of Nursing that is subject to the Institution of Social Insurance, Atatürk School of nursing that is subject to Ministry of Health and İstanbul Admiral Bristol Private School of Nursing in 1988-1989 school year with a sum of 589 students. In the process of collecting data fort he the study, to questionnaires have been used.The identifying information form regarding the nursing students is composed of 19 questions. In order to determine the levels of self-esteem of the students, Rosenberg Self-Esteem Scale have been used. For determining the success levels of the students, their year-end Marks have been obtained. The forms have been applied to the students all together at their schools by the researcher. In the anlysis of the data with the help of percent distributions, arithmetic mean and Standard deviations, analysis of variance, ki-kare test, t test and analysis of correlation have been used. The results that have been obtained from this research are the following: The rate of the students that have a positive appreciation regarding their school lives is 42.6%.44.5% of the students have expressed their satisfaction about their school lives with the 123 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı expression “so-so”. The students that have the most positive appreciation about their school lives are from Adiral Bristol Private School of Nursing. The satisfaction of the students regarding their school lives has been decreasing in the course of their education process. The success that 63% of the students acquired at school is at a “good” level. The of success of the 4th year students is higher than the others. It has been determined that there are differences among the three school in respect of sociodemographic characteristics of the students. The Levels of Rosenberg self-esteem subscale of all nursing students have resemblance with the results obtained from other youth who of the same age. It has been determined that some socio-demographic characteristics that affect the Levels of self-esteem of all the nursing students are places of residence, whether they lived with families before school lives, the number of sisters or/and brothers they have, the education levels and working positions of their parents, and levels of income of their families. It has been come out that level of Rosenberg self-esteem subscale of the students varies among the three schools. It has been determined that the students of Admiral Bristol Private School of Nursing are the ones that have highest level of self-esteem among the three schools and highest stability of self-concept, that trust people more, that are less sensitive to being criticized, less depressive, less fantastic, that show less psychosomatic symptoms, participate in discussions more, that are concerned more by their parents, and have less psychic isolation. It has been determined the overages of Rosenberg self-esteem subscale point of the students varies amongthe three schools. It has been determined that the students of Admiral Bristol Private School of Nursing are the ones that have highest level of self-esteem among the three schools and highest stability of self-concept, that trrust people more, that are less sensitive to being criticized, less depressive, less fantastic, that show less psychosomatic symptoms, participate in discussions more, that are concerned more by their parents, and that have less psychic isolation. It has been determined the overages of Rosenberg self-esteem subscale point of the students of generally all the schools, particularly of the students of each school do not change in the course of their education process. It has come out that there are statistically signifying differences between the overages of Rosenberg self-esteem subscale point of all the nursing students and their degree of satisfaction regarding their school lives. It has been determined that there are not statistically signifying differences between the levels of success, and sel-esteem and other subscales of Rosenberg self-esteem of the students. In the light of these information mentioned, some suggestions have been made. 124 Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri OKUL ÇAĞI ÇOCUĞU DAVRANIŞ SORUNLARI İLE ANNELERİN ANKSİYETE DÜZEYLERİ VE ALGILADIKLARI SOSYAL DESTEK ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ Ayça GÜRKAN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Çiçek FADILOĞLU İzmir-1998 ÖZET Bu çalışma İzmir Metropolünde 1992-1993 eğitim ve öğretim yılında, ilkokul üçüncü sınıfında okuyan çocukların okul başarıları ile uyum sorunlarını karşılaştırmak, annelerin algıladığı sosyal desteği ve anksiyete puan ortalamaları ile çocuğun ruhsal belirtileri arasındaki ilişkiyi inceleme amacıyla tanımlayıcı, analitik ve kesitsel olarak planlanmış bir alanda çalışmasıdır. Araştırmamın evrenini 3. Sınıfta eğitim gören 46.869 ilkokul öğrencisi oluşturmuştur. Örneklem büyüklüğü olayın evrende görülme sıklığının bilinmediği durumlarda kullanılan formül ile 384 ilkokul öğrencisi ve aliesi, araştırmacı tarafından hazırlanan listelerden basit tesadüfi tablosundan yararlanarak oluşturulmuştur. Araştırmanın değişik yönlerini belirlemek amacıyla beş değişik soru formu kullanılmıştır. Bunlar sırasıyla şunlardır: Birincisi,”Aile Tanıtım Soru Formu”, İkincisi,”Algılanan Arkadaş ve Aile Desteği”, Üçüncüsü,”Süreklilik Anksiyete Envanteri”, Dördüncüsü “Çocukların Demografik ve Tanıtıcı Karakteristikleri” ve Son olarak da “Çocukların Davranışsal ve Duygusal Sorunları” soru formlarıdır. Uygulanan soru formlarından elde edilen bulgulara göre: araştırma kapsamına giren annelerin %41.66’sı, 30-34 yaş grubunda olup %43.75’i orta öğrenim görmüşler ve %68.75’i ev hanımıdır. Annelerin %93.94’ü evli olup, ev işlerinde %88.02’si eş desteği almamaktadır. Babaların% 37.76’sı orta öğrenim görüp % 33.85’i serbest işlerde çalışmaktadır. Annelerin %89.06’sı kendisini her zaman yararlı gördüğünü, ancak yaşamını değiştirmek isteyenlerin oranı%79.39’dur. Annelerin süreklilik anksiyete puan ortalamalarının, yüksek öğrenim görenlerde, evliliği on yıldan fazla olanlarda ve çekirdek ailelerde, çocuğun eğitimi ve geleceği ile ilgili kararları eşi ile paylaşma durumunda düşük olduğu belirlenmiştir. Annelerin algıladığı arkadaş-aile desteği puan ortalamaları arasında pozitif bir ilişki saptanmıştır. Annelerin süreklilik anksiyete puan ortalaması ile algılanan sosyal destekleri arasında negatif bir ilişki olup; algılanan sosyal destek arttıkça, süreklilik anksiyete puan ortalamaları düşmektedir. Araştırma kapsamına giren çocukların 50.78’i erkek, %49.22’si kızdır. Çocukların ruhsal belirtileri puan ortalamalarının; anne babalarının üvey olma, ortanca çocuk olma durumunda, geçici geniş aile yapısına sahip olma, hastalık geçirme ve 39 ve üzeri yaş grubu anneye sahip olma durumlarında yüksek olduğu görülmüştür. 125 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Annenin algıladığı sosyal destek ile çocuk ruhsal belirti puanları arasında negatif bir ilişki olup algılanan sosyal destek arttıkça çocuk semptom puanı düşmektedir. Çocukların ruhsal belirtileri puanı ile annenin süreklilik anksiyetesi pozitif ilişkide olup; annenin süreklilik anksiyetesi arttıkça çocuk semptom puanları da artmaktadır. Sonuç olarak; sağlıklı anne-çocuk ilişkisinde annenin süreklilik anksiyetesinin ve algıladığı sosyal desteğin önemli katkısı olduğu saptanmıştır. SUMMARY This defining, analytical and cross sectional field study is planned to examine the relation between the social support perceived by the mothers, mothers’ trait anxiety poiut averages and the behavioral problems of the children taking into consideration how behavioral problems can effect their success in school. The study covers the third grade primary school students within the İzmir Metropolitan area. in the academic year of 1992-1993. Five different quentionnaires are employed, each to examine different aspects of the study: First one is titled as,”Family Information Questionnaire”, Second is “The Perceived Friend and Family Support Scales”. Third is “The Trait Anxiety Inventory”, Fourt is “Demographical and Informative Characteristics of the Children” and Finally “The Behavioral and Emotional Problems of Children”. The results of the study, obtained after the evaluations of the questionnaires are as follows: Of the mothers. 41.66% are in the 30-34 age group, 43.75% received secondary level education, 68.75% are housew, ves, 93.94% are married 89.06% ases themselves useful, yet 79.39% wish to change their lives and 88.02% receives no spouse at house Works, Of the fathers, 37.76% received secondary level education and 33.85% are self employed. The trait anxiety point averages of the mothers are low if they are higher educated, their marriage continues longer than ten years, belong to a nucleus family and share with spouse the decision making on childres’ education and future. A positive relation is determined between the friend and family support point averages, as perceived by the mothers. The relation between the mothers trait anxiety point averages and perceived social support is negative; trait anxiety point averages decreas as perceived social support increase. The children covered in the study are 50.78% boys and 49.22% girls. Children’s symptom point averages are determined to be high if they have a step mother of fater, belong to a provisional large family, had illness, and have a mother aged above 39. There is a negative relation between the social support and children’s psychological symptoms point averages; the psychological symptom point averages decrease as mothers’ perceived social support increases. Childrens psychological symptom point averages are in a positive relation with mother’s trait anxiety point averages, as mothers trait anxiety point averages increase, so do the children’s psychological symptom point averages. In conclusion, it has been determined that, in the establishment of a healthy mother-children relation, the contribution of mother’s trait anxiety and perceived social support are qute important. 126 İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZLERİ Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 128 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri UZUN SÜRELİ YATAK İSTİRATHATİNİN BİR KOMPLİKASYONU OLARAK ORTAYA ÇIKAN YATAK YARALARININ (DEKÜBİTÜS ÜLSERLERİNİN)ÖNLENMESİNDE KOYUN POSTU KULLANIMININ ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI Ayfer KARADAKOVAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Çiçek FADIOĞLU İzmir-1984 ÖZET Bu çalışma, uzun süreli yatak istirathatine alınan hastalarda dekübitüs ülserlerinin önlenmesinde koyun postu kullanımının etkinliğini saptamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Nöroloji Kliniğinde, 20 Şubat 1984-20 Nisan 1984 tarihleri arasında uzun süreli yatak istirahatine alınmış 20 hasta üzerinde yapılmıştır. Araştırma kapsamına, uzun süreli yatak istirahatine alınan, yatağa bağımlı ve hareket sınırlılığı olan hastalar alınmıştır. Araştırma kapsamına alınan hastalar 10 deney ve 10 kontrol grubu olarak ayrılmıştır. Araştırmada veriler, hastaları 20 gün izleyerek, hazırlanan çizelgenin doldurulması ile toplanmıştır. Çizelge ile elde edilen veriler, araştırmacı tarafından elde değerlendirilmiştir. Değerlendirme ki-kare önemlilik testi kullanılmıştır. Değerlendirme sonucunda, koyun postu kullanımının dekübitüs ülserlerini önlemede etkin olduğu sonucu bulunmuştur. Bu çalışma, uzun süreli yatak istrahatine alınan hastaların, dekübitüs ülserlerini hazırlayıcı etmenler yönünden incelenmesi, bu hastaların bakımına daha çok önem verilmesi, uzun süreli yatak istirahatine alınan hastaların koyun postu üzerine yatırılması, koyun postu kullanımının yaygınlaştırılması için ders programlarında bu konuya değinerek ve mezun hemşireler için hizmet içi eğitim uygulanarak, konunun tanıtılması önerilmiştir. Ayrıca aynı çalışmanın daha çok sayıda denek ve gereç kullanarak yinelenmesi önerilmiştir. 129 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HEMŞİRELERİN SİTOSTATİK İLAÇLAR HAKKINDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI Hatice ERTUĞ Danışman Öğretim Üyesi: Yar.Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU İzmir-1986 ÖZET Araştırma Ege Üniversitesi kliniklerinde çalışan hemşirelerin, sitostatik ilaçlar hakkında bilgi düzeylerini saptamak amacı ile yapılmıştır. Bu hastanede çalışan 38 hemşire, araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Bilgiler anket formu ie toplanmıştır. Elde edilen veriler araştırmacı tarafından yüzdelik ve ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) kullanılarak, analiz edilmiştir. Sonuç olarak, hemşirelerin sitostatiklere ilişkin bilgi düzeylerinin yeterli olmadığı saptanmıştır. Eğitim durumları, aldıkları bilgi puanlarını etkilemektedir. Yüksekokul mezunu hemşirelerin bilgi puan ortalamaları, lise mezunlarına kıyasla daha yüksek bulunmuştur. Hemşirelerin sitostatiklerin yan etkilerine karşı alınacak hemşirelik önlemleri konusundaki bilgi puan ortalamaları, yan etkilerini bilmek konusuna oranla daha düşük bulunmuştur. Hemşirelerin bilgi açıklarının kapatılması amacıyla temel ve sürekli eğitim programlarında bu konuya ağırlık verilmesi, görev içi eğitim programlarının sık sürelerle yenilenmesi önerilmektedir. 130 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri BİREYLERİN EPİLEPSİ HASTALIĞI HAKKINDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI Nesrin DEĞİRMENCİ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU İzmir-1986 ÖZET Araştırma Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi polikliniklerine gelen hasta yakınlarının epilepsi hastalığına ilişkin bilgi düzeylerini saptamak amacı ile yapılmıştır. Uygulama Merkezinin polikliniklerine gelen toplam 50 hasta yakını, araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Örneklem seçiminde “olasılıksız örnek seçim tekniği” kullanılmıştır. Bilgiler anket formu ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, yüzdelik, ortalamalar arası farkın önemlilik testi ve ki kare testi kullanılmıştır. Değerlendirme sonucunda örneklemi oluşturan bireylerin epilepsi hastalığına ilişkin bilgi açıklarının olduğu saptanmıştır. Bu çalışma sonucunda, konuya ilişkin sağlık eğitim programlarının düzenlenmesi, kitle iletişim araçları ile hastalık hakkında halk kitlelerine bilgi verilmesi, eğitimin kalıcı olması için bir el kitapçığının bastırılıp dağıtılması, genetik danışmanlık servisleri açılarak bu konuda ailelere kapsamlı bilgi verilmesi önerilmiştir. 131 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı TÜBERKÜLOZLU HASTALARIN TEDAVİYE UYUM DURUMLARI VE BUNU ETKİLEYEN ETMENLERİN İNCELENMESİ Fatma CAM Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülseren KOCAMAN İzmir-1989 ÖZET Yurdumuzda 30 yıl öncesine kadar büyük bir sağlık sorunu olan verem hastalığı resmi ve gönüllü kuruluşların işbirliği sayesinde dünyanın takdirini toplayacak bir başarı ile yok edilmeye yakın düzeye getirilmiş ancak hastalığa karşı gösterilen gevşeme ve diğer faktörlerin etkisiyle 10 yıldan beri tekrar tırmanışa geçmiştir. Tüberküloz savaşında başarı, etkin bir kemoterapi rejimi ve ilaçların hasta tarafından düzenli alınmasıyla olur. Ülkemizde ilaçları düzenli kullanmama oranı % 60’dır. Verem hastalığında savaşta başarının ön koşulu ilaçlarını düzenli kullanmama sorununun çözümlenmesidir. Diğer bir deyişle tedavi programlarının istenildiği biçimde sürdürülmesidir. Burada hemşirenin rolü büyüktür. Bu araştırmanın amacı tüberküloz hastalarının ilaçlarını düzenli kullanmalarından sorumlu olan hemşirelerin bu işlevlerini etkili bir biçimde yerine getirebilmeleri için tedaviye uyumsuzluk nedenlerinin bilinmesi ve etkin hemşirelik girişim planlarının hazırlanabilmesi için gerekli bilgilerin toplanmasıdır. Tüberküloz hastalarının ilaçlarını almak için dispansere zamanında gelme durumlarının “tedaviye uyumlu” kabul edildiği bu çalışma, hastaların uyum davranışını etkileyebileceği düşünülen bazı değişkenleri incelemek üzere Kahramanlar Verem Dispanseri’nde yapılmıştır. Bu araştırmanın verileri Kahramanlar Verem Savaş Dispanseri’nde 21 Kasım 1988 tarihinden önce tanı almış ve tedaviye başlamış olan 299 hastaya anket uygulaması ve dispanser kayıtlarından yararlanılarak toplanmıştır. Araştırma kapsamına alınan deneklerin % 49.5’i ilacını zamanında gelen uyumlu hastalardan, % 34.5’i ilaç alma zamanını geciktiren ve % 16.0’ı ilaç almaya gelmeyip evlerinde ziyaret edilerek veri toplanan tedaviye uyumsuz hastalardan oluşturulmuştur. Kullanılan anket formu, hastaların bazı sosyo-demografik özelliklerini, verem hastalığına ve tedavilerine ilişkin bilgi ve uygulamaları ile uyumsuzluk nedenlerine saptamaya yönelik soruları içermektedir. Araştırma sonuçlarına göre “ailesel sorunlar, ihtimal, iyileştiğini sanma yetersizliği” hastaların tedaviyi aksatmalarında önde gelen nedenler olarak saptanmıştır. Yapılan analizlerde tedaviye uyum ile hastaların cinsiyeti, çalışma durumları, aylık gelir düzeyleri gibi sosyo-demografik özellikler ile hastalığın yeni olgu / eski olgu olması, ilaçların yan etkisinin olup olmama durumu ve hastalığın süresi gibi hastalığına ilişkin bazı değişkenler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Sonuç olarak, tedaviye uyumda belirleyici olacağı düşünülen ve özel risk grubu olarak tanımlayabileceğimiz ailelere verilecek hemşirelik hizmetlerinin etkinliğini arttırmak üzere, tedaviyi yarıda bırakma ya da aksatması olası olan bu ailelere özel girişim planlarının 132 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri hazırlanması verem hastalığı ile savaşın kazanılmasında önemli bir adım olacaktır. Bu bağlamda verem savaş dispanserlerinde çalışan hemşirelerin ve tüm görevlilerin konuya daha duyarlı yaklaşımları ve hizmetiçi eğitim programları ile diğer özendirici girişimleri ivedilikle uygulamaya koymaları önerilmiştir. SUMMARY Tuberculosis which was an important health problem 30 years ago, regreted almost completely by collaborative working of official and volunter institutes. However tuberculosis cases began to increase since 10 years, because of undiligence and other factors. Success in tbc struggle is possible by an appropriate chemotherapy regimen and a careful obey to this regimen by the patients. 60 % of the patients doesn’t obey to their regimens in our country. There fore this problem has to be handled in order to success the fight against tuberculosis. The nurse has a major role in maintaining a regular treatment course. The aim of this study is to determine the reasons of treatment imcompliance and try to get enought data to prepare efficient nursing plans. Patients coming regularly to the Dispensary for their drugs were accepted as treatment compliant 299 patients who were diagnosed as tbc and had begun treatment at Kahramanlar Tbc Fighting Dispensary before November 21,1988,were included to this study 49.5% of the patients were treatment compliant since they were coming regularly to the dispensary to get their medicine. 34.5% of the patients were delaying to apply to the dispensary. And 16 % of the patients never came to the dispensary and they had to be visited in their homes. Last two group of patients were accepted as treatment incompliance. Questionaires applied to the patients were includin following items: social demographic properties, dataabout the disease and treatment regimen, reasons of treatment incompliance. Results of the questionaires showed that major reasons of incompliance were family problems, neglect, lack of knowledge. There is an statistical difference between compatibility and social demographic properties such as sex, working conditions. There is also as statistical defference between compatibility and the course of disease, side effects of drus and duration of illness. As a result, to prepare special care programs for treatment incompliance families will be on important step in fighting with dealing with every aspect of tbc. and alike activities will increase the sufficiency of dispensary officials. 133 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HASTALARIN BAKIM GEREKSİNİMLERİNE GÖRE HEMŞİRELERİN DİREKT BAKIM YÜKLERİNİN İNCELENMESİ Özden MUSAL Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülseren KOCAMAN İzmir-1989 ÖZET Hemşirelik alanında sayısal yetersizliğinin söz konusu olduğu ülkemizde, mevcut olanakların en uygun biçimde kullanımının sağlanması için hastaların bakım gereksinimlerine göre hemşirelik aktivitelerinin ve hemşirelik iş yükünün hesaplanması hemşirelik işlevlerinin planlanmasına katkıda bulunacaktır. Hemşirelik aktivitelerinin analizinin yapıldığı bu çalışmanın amacı; gündüz şiftinde hastaya verilen direkt bakımın türü, süresi ve kimin tarafından verildiğinin saptanması, her iş günü için gerekli bakım süresinin tahminidir. Bu çalışma Dokuz Eylül Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Genel Cerrahi servisinde 19 Aralık 1988-23 Ocak 1989 tarihleri arasında yapılmıştır. Bakım gereksinimlerine göre üç kategoriye ayrılan 30’ar hastaya verilen direkt bakım aktiviteleri, kimler tarafından verildiği ve bakım süreleri, direkt bakım aktivitelerini içeren gözlem formlarına araştırmacı tarafından 8 saat süreyle gözlenerek, kayıt edilmiştir. Ayrıca hasta kategorilerini tanımlayan form ölçü alınarak bir hafta süre ile her iş günü serviste yatan hasta sayıları ve kategorileri belirlenmiştir. Hasta kategorilerine göre hemşire ve hemşire dışı personelin yerine getirdiği direkt bakım süreleri esas alınarak, her gün için ortalama direkt bakım iş yükü tahmini yapılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre hemşireler gündüz çalışma saatlerinde birinci kategorideki hastalar için ortalama 8 dakika 53 saniye, ikinci kategorideki hastalar için 29 dakika 30 saniye ve üçüncü kategorideki hastalar için 47 dakika 40 saniye direkt bakım zamanı ayırmaktadır. Her kategorideki hastanın günde tüm bakım personelinden aldığı direkt bakım süresi sırayla 20 dakika 24 saniye, 56 dakika 18 saniye ve 73 dakika 3 saniye olarak saptanmıştır. Bu sonuçlara göre hemşirelerin bakım gereksinimini daha az olan hastalara sunulan bakımda diğer görevlilerden daha fazla katkı aldıkları anlaşılmıştır. Haftanın her günü için bakım gereksinimlerine göre, gruplanan hasta sayısına göre hemşirelerin direkt bakım yüklerinin hesaplanması ile hemşirelik direkt bakım yükünün 5 saat 46 dakika ile en az pazar günü, 12 saat 23 dakika ile de en fazla perşembe günü olduğu saptanmıştır. Aynı günler için gereksinilen toplam direkt bakım yükleri sırası ile 11 saat 32 dakika ve 21 saat 34 dakikadır. Hastaların bakım gereksinimlerine ve kliniğin iş yükü durumuna göre hemşire ve diğer personelin çalışma saatleri ve sayılarının planlı bir şekilde düzenlenmesi hasta bakım kalitesinin yükseltilmesi ve doyumlu bir çalışma ortamı oluşturulması için gereklidir. Hemşirelik bakım standartlarının kurum ve ülke koşullarına göre saptanması için gerçekçi düzenlemeler için daha ileri araştırmalar ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasına gereksinim vardır. 134 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY There is a qualitative inadequacy of nursing staff in our state. To provide the best use of the present possibilities nursing activities and nursing workload should be determined according to the care requirements of patients in order to supplement planning of the nursing tasks. The aim of this study, in which the analysis of nursing activities have been done, is to determine the amount and the type of the direct care and persons providing the care, and also to predict the direct care amount required for each working day. This study have been done in 9 Eylül University Hospital. Direct care activities given to the patients, those classified into 3 categories according to their care requirements, was recorded by the investigator who observed the patients for 8 hours and recorded the amount of the care and the person who gave it. Further more, by using the form as a criterion which is describing the patient categories, the number and categories of the hospıtalized patients evaluated per each day for one week. On the base direct care amount which have been provided by nursing and non-nursing staff according to the patient categories, the average direct care load for each day has been estimated. As a result of the research, it has found that nurses were providing direct care in the daytime with an average of 8 minutes 53 seconds for first category, 29 minutes 30 second for second category and 47 minutes 40 seconds for third category.Direct care amount provided to patients from each category by all care providers was found 20 minutes 24 seconds,56 minutes 18 seconds and 73 minutes 30 seconds,respectively.These results show that the other staff was supplementing much more to the nursing staff fort he patients who need less direct care.For each day of thes week,according to the patients care reuirements and number of patients,the workload of the nursing staff have been calculated and it has been found that the minimum direct care load was on Sunday with an average of 5 hours and 46 minutes and the maximum was on Thursday with an average of 12 hours and 23 minutes.Total direct care requirements fort he same days was found 11 hours and 32 minutes and 21 hours and 34 minutes for Thursday, respectively. To increase the patient care quality and to have a good working mileu it is necessary to arrange the working hours and numbers of the nursing staff and non-nursing staff, in concordance with the care requirements of the patients and workloead of the clinic. As a result, to determine the nursing care standarts according to the institute and state circumstances and further investigations and legislative regulations are necessary for rational arrangements. 135 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HEMODİALİZE GİREN YAŞAM KALİTESİNİN SAPTANMASI VE BİLGİLENDİRİCİ HEMŞİRELİK YAKLAŞIMLARININ YAŞAM KALİTESİNE OLAN ETKİSİNİN İNCELENMESİ Asiye Durmaz AKYOL Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Kamile ERGİN İzmir-1992 ÖZET Bu çalışma, hemodialize giren hastaların yaşam kalitesinin saptanması ve bilgilendirici hemşirelik yaklaşımının yaşam kalitesine olan etkisinin incelenmesi amacıyla planlanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Hemodializ Ünitesi’nde 31 Temmuz 1992 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma kapsamına; 26 deney grubunda, 26 kontrol grubunda olmak üzere 52 hasta alınmıştır. Deney ve kontrol grubundaki deneklere anket, dialize girdikten bir buçuk saat sonra hasta tanıtım formu (EK I) ve hastaların yaşam kalitesini saptamaya yönelik pre-test anket formu (EK II) uygulanmıştır. Deney grubu deneklere planlı sağlık eğitimi verilmiş, kontrol grubuna verilmemiştir. Eğitimden üç hafta sonra deney ve kontrol grubuna yaşam kalitesine yönelik post-test anket formu uygulanmıştır. Veri toplama aracı olarak, geçerlilik ve güvenirliği sınanmış anket formu hastalara görüşme tekniği uygulanarak doldurulmuştur. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, iki eş arasındaki farkın önemlilik testi ve iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (Mann Witney ve Wilcoxan T testi) ve varyans analizi kullanılmıştır. Deneklerin pre-test puan ortalamalarına yaş, cinsiyet, eğitim durumu, hemodialize başlama süresi, hemodialize haftada giriş sıklığı ve süresinin etkisinin olmadığı saptanmıştır. Değerlendirme sonuçlarına göre hastaların yaşam kalitesi ile pre-test puan ortalamaları arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptanmıştır. (T=0.4530, p>0.05). Deney grubundaki deneklerin eğitim öncesi ve sonrası genel yaşam kalitesi puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (T=35.5, p<0.05). Kontrol grubundaki deneklerin pre-test ve post-test genel yaşam kalitesi puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamsız bulunmuştur. (T=94.0, p>0.05). Deney ve kontrol grubundaki deneklerin günlük yaşam aktivitelerini (GYA) yapmada güçlük, hastalık semptomları, Karnofsky Indeksi, genel fiziksel iyilik hali eğitim öncesi ve sonrası puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamsız bulunurken (U1=0.8476, p>0.05;U2= 0.9708, p>0.05;U3=0.4050, p>0.05;U4= 0.9708, p>0.05), psikolojik iyilik hali eğitim öncesi ve sonrası puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (U5=0.0187, p<0.05). Deney ve kontrol grubundaki deneklerin genel yaşam kalitesi post-test puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (U=0.0451, p<0.05). 136 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY This study has been planned fort he purpose of determining the quality of hemodialysis patients’ life and the influences of the quality of life the resembling of the learning nursing. This research took place in Hemodialysis Units of Agean University Medical Faculty Research and Practise Hospital between 31. June - 31. July 1992. In this research, fifty - two patients had been used that twenty-six of them were experimentl and the others were for control group. The test patients of these experimental and control groups answered to the patients’ identity forms and determining qualities of patients’ life that is pre-test questionnaire after half an hour and after they had come into hemodialysis. The experimental group had been educated with planned health programme but the control group hadn’t been it After three weeks, about the planned health education programme, Apost-test was applied to all patients in experimental and control group. As a collect data, the patients were interviewed with a questionnaire which is reliability and validity was tested. Statistical analysis of the data were performed. Percentage ”t” tests differences between two pairs and signifiance of “t” test between averages were done. According to the results of the researches and studies revaled that the qualities of the patients’ life and among the pre -test scores weren’t been found significant relationship. Any significant relationship wasn’t between the patients 2 ages sexes, the levels of education, the number of hemodialysis and entering frequency hemodialysis in a week. According to the results of experimental group between the quality of patients’ life and pre-test scores hadn’t been found significiant relationship (T=0.4530, p>0.05). The difference of the general quality of the patients 2 life in experimental group between on pre-test and post-test were found significant relationship (T=35.5, p<0.05). No significant relationship was found between the quaklity of life scores on pre-test and posttest (T=94.0, p>0.05. In experimental and control patients couldn’t be found significant relationship between daily activities of living symtomps of illness, Karnofsky Indexis, psychal well-being pre-test and post-test scores U1=0.8476, p>0.05; U2= 0.9708, p>0.05; U3=0.4050, p>0.05; U4= 0.9708, p>0.05), but in in experimental and control patients could be found significant relationship well-being pre-test and post-test scores.(U5=0.0187, p<0.05). In experimental and control patients, significant relationship had been found between quality of life and post-test average scores. (U=0.0451, p<0.05). 137 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı MİYOKARD İNFARKÜSTÜ TANISIYLA HASTANEYE YATAN HASTALARA VERİLEN PLANLI SAĞLIK EĞİTİMİNİN, HASTALARIN BİLGİ DÜZEYLERİNE VE TEDAVİYE UYUM DURUMLARINA OLAN ETKİSİNİN İNCELENMESİ Özlem ERDOĞAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Kamile ERGİN İzmir-1994 ÖZET Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kalp hastalıkları bugün için insanlığın en önemli sağlık problemi olma durumundadır. Büyük çalışma ve potansiyel kaybına neden olan bu hastalığın son senelerde hızla çoğalması toplumdaki bireyler için ciddi bir tehlike oluştururken, ekonomik ve sosyal yapılarda da derin yaralar açmaktadır. Bireyin hastalığı ile birlikte yaşamayı öğrenmesinde, hemşireye büyük sorumluluklar düşmektedir. Kişiyi hastalığı hakkında bilinçlendirmek ve tüm sağlık önerilerine uyumunu sağlamak hemşirelerin görevlerindendir. Bu da eğitim ile elde edilir. Artık dünya ülkelerince gereğince eğitim verilmeyen bir hasta, yeterli tedavi edilmiş olarak sayılmamaktadır. Bir hastanın bilgi düzeyi ve tedaviye uyum durumu, hastanede hastaya verilen eğitimin etkinliği ölçmede kullanılabilir. Bu araştırma geniş biçimde düzenlenmiş bir eğitim programının, miyokard infarküstü geçirmiş hastaların bilgi düzeylerine ve tedaviye uyum durumlarına olan etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Koroner Yoğun Bakım Ünitesi’nde 2 Mart - 15 Ağustos 1994 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma kapsamına; 50 deney grubunda; 50 kontrol grubunda olmak üzere 100 hasta alınmıştır. Deney ve kontrol gruplarının oluşturulmasında “olasılıksız örneklem tekniği” kullanılmıştır. Deneklerin tümüne hastaneye Tanıtım Formu (EK I), Hastalığa ilişkin Bilgi Değerlendirme Soruları (EK II) ve Kullanıldığı İlaçlara ilişkin Bilgi Değerlendirme Soruları (EK III)’nı içeren anket formları uygulanmıştır. Deney grubundaki deneklere araştırmacı tarafından geliştirilen eğitim programı anlatım yöntemi ile sunulmuştur. Ayrıca deney grubundaki deneklere yazılı materyal her zaman daha kalıcı olur düşüncesi ile araştırmacı tarafından hazırlanmış olan bir eğitim kitapçığı da verilmiştir. Deney ve kontrol grubundaki hastalara, taburcu olduğu gün Hastalığa ve Kullandığı ilaçlara İlişkin Bilgi Değerlendirme Soruları (EJ II, EKIII)tekrar uygulanmıştır. Deneklere taburcu olduktan sonra 40-45 gün sonra ikinci kez kontrole geldiklerinde ise, Hastalığa ilişkin Bilgi Değerlendirme Soruları (EK II), Kullanıldığı İlaçlara İlişkin Bilgi Değerlendirme Soruları (EK III), Kullandığı ilaçlara ilişkin Anket Formu (EK IV) tekrar uygulanmıştır. Veri toplama aracı olarak, geçerlik ve güvenirliği sınanmış olan anket formları hastalara görüşme tekniği uygulanarak doldurulmuştur. Elde edilen verilerin istatistiksel analizleri sayı ve yüzde dağılımı, iki eş arasındaki farkın önemlilik testi ve iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) yapılarak değerlendirilmiştir. 138 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Değerlendirme sonuçlarına göre deney grubundaki hastaların hastalığa ilişkin pretest puan ortalaması x=7.46, kontrol grubundaki deneklerin puan ortalaması x=6.88 olarak bulunmuştur. Bu fark istatistiksel olarak anlamsızdır. (t=1.74, p>0.01). Deney grubundaki hastaların hastalığa ilişkin taburculuktaki puan ortalaması x=8.80, kontrol grubundaki deneklerin puan ortalaması x=6.80 olarak bulunmuştur. Bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır. (t=6.12, p<0.01). Elde edilen bu sonuç,”Sağlık eğitimi verile ilk kez Miyokard İnfarküstü geçirmiş hastaların bilgi düzeyleri, sağlık eğitimi verilmeyen grubun bilgi düzeylerine göre yüksektir.” Hipotezini doğrulamaktadır. Deney grubundaki hastaların pretest ve taburculuktaki hastalığa ilişkin bilgi değerlendirme soruları puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (t=5.54, p<0.05). Bu bulgu deney grubuna verilen planlı sağlık eğitiminin, hastanın hastalığa ilişkin bilgisi üzerindeki olumlu etkiyi göstermektedir. Kontrol grubundaki hastaların pretest ve taburculuktaki hastalığa ilişkin bilgi değerlendirme soruları puan ortalamaları arasındaki fark, istatistiksel olarak anlamsız bulunmuştur. (t=0.36, p>0.05). Deney grubundaki hastaların kullandığı kalp ilaçlarına ilişkin pretest puan ortalaması x=0.30, kontrol grubundaki deneklerin puan ortalaması x=0.83, p>0.01) Deney grubundaki x=2.25, kontrol grubundaki deneklerin puan ortalaması ise x=0.47 olarak saptanmıştır. Bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır.(t=6.12, p<0.01) Deney ve kontrol grubundaki hastaların kullandığı kalp ilaçlarına ilişkin değişik zamanlardaki puan ortalamaları arasındaki fark karşılaştırıldığında; pretest-taburcu olurken pretest-birinci kontrol ve taburcu olurken–ikinci kontrol puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (t=-9.60.p<0.05; t=-3.99, p<0.05; t=-6.73, p<0.05; t=2.90, p<0.05). Deney grubundaki deneklerin birinci kontrol sırasındaki tedaviye uyum durumu puan ortalaması x= 8.64 kontrol grubunun puan ortalaması ise x=6.76 olarak saptanmıştır. Bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır. (t=4.09, p<0.01).İkinci kontrol sırasında deney grubundaki deneklerin puan ortalaması x=8.52, kontrol grubundaki deneklerin puan ortalaması ise x= 6.44 olarak saptanmıştır. Ortalamalar arasındaki bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu (t= 4.46, p<0.01) bulunmuştur. Elde edilen bu sonuçlar, ”Sağlık eğitimi verilen ilk kez Miyokard İnfarküstü geçirmiş hastaların tedaviye uyum durumları, sağlık eğitimi verilmeyen gruba göre fazladır” hipotezini doğrulamaktadır. Araştırma sonucunda, miyokard infarküstü geçirmiş hastalara bu konuda eğitim verilmesinin, verilen eğitimin aile üyelerini de kapsamasının, hasta eğitiminin hemşirenin sorumluluğu olduğu bilincinin hemşirelere yerleştirilmesinin, kontrollere gelmeyen hastalara ev ziyaretlerinin düzenlenmesi ve kardiyoloji kliniklerinde çalışan hemşirelerin hizmet içi eğitim programları ile bu konuda bilgilendirilmesinin uygun olacağı sonuçlar çıkarılmıştır. SUMMARY As it is whole in the world, heart diseases have constantly been the most important health problem of the mankind. No only the increase happening lately in the number of this disease causing a great loss of work and potential has become a serious risk fort he individuals in the soceity but also it has been making deep wound in the ecconomic and social structures. In one’s learnin how tol ive together with his ilness much of the responsibility is put on nurses. To make someone consious of his ilness and provide his adoption to the health proposals is among the duties of a nurse. This can only be acquired by education. According to the world cuntries, we 139 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı can no longer say that a patient has beentreat ed well unless they are educated about the ilness in question in the right way–level of knowledge of a patient and his adaption to the treatment can be used to measure the effectiveness of the training program applied in the hospital. This research programme has been planned to examine the effect of the education programme prepared widely onto the patients who got over myocard infarct previously. The research The research has been held between 2 March -15 August 1994 in the Coronary intensive unit of the Aegean University Research and Application Hospital Totally 100 patients have taken to the hospital 50 of them in the experiment group and fifty in the control group. In the formation of the groups of experiment and control “Sampling Without Possibility Technic” has been used. During the period of there days each of the people who are put to the test have been applied some questionaires of information questions, regarding the evaluation of the patient’s knowledge about the illness, patient’s Identification Form Before Test, and the medicinhe uesd. Aproper health training program is given to the people who are in the experiment group but not to control group. Besides all these All of the patient who take part in the experiment group have been given a blooklet of the training programme by the thought of giving a written material is longer lasting. And also a questionaire regarding their illness and the mediccines they used has been applied to the patients who are in the experiment group (ıı, Ex.ııı). As a medium of collecting data the questionaire of which availability and relaibility are proved have been filled by the application of meeting technique. Statistical analyses, figure and percentge dispersion of the acquired data has been assessed by setting significance test of the difference between the two matches and the dignificance test of difference between the two averages. The average pretest score regarding the illness of the people in the experiment group is x= 7.46, and the average point for those in the control group has been found as x=6.88. This difference has been found meaningless statistically (t=1.74, p>0.01).The average score for those who are in the experiment group regarding the illness is x= 8.80.The average score of those who are in the control has been found as x=6.80. This difference is statistically meaningful (t=6.12, p<0.01). This acquired knowledge proves it true that the knowledge of those who got over myocard infart fort he first time and who follow a certain health training programme is hihgler than that of those who don’t a training program. The difference between the average score of the knowledge evaluation questions regarding the illness in discharge and in the pretest of those who are put to the test has been statistically found meaningful (t=5.54, p<0.05). This finding has proved the positive effect of the planned health training given to the experiment group. The difference between the average score of the Knowledge Evaluation – Questions regarding the illness in discharge and pretest of those who are in the experiment group has been found meaningless (t=0.36, p>0.05). The average pretest score regarding the heart medicines used by – those who are in the experiment group is x=0.30 however in control group it is x=0.19.This difference has statistically been has statistically been found meaningles (t=0.83, p>0.01). The average score in discharge regarding the medicine used by those who are in the experiment group is x=2.25 however in the control group x=0.47.This difference is statically meaningful (6.12, p<0.01).When the difference between average scores regarding the heart medicines used by those who are in the experiment group in different times are compared, the difference between score averages pretest – discharge, pretest – first control, pretes t- second control,Discharge – second control has been statistically found meaningful(t=9.60, p<0.05; t=- 3.99, p<0.05; t=±6.73, p<0.05; t=2.90, p<0.05). The average score of the adoption the treatment during the first control of those wpo are in the experiment group is x=8.64 however in control group it is x=6.76. This difference is statistically 140 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri normal (t=4.09, p<0.01). The average score of those who are in the test group at the and of the second control has been found as x=8.52 in the control group as x=6.44. The difference between averages has been found meaningful (t=4.46, p<0.01). These results confirm the hypothes is of “The treatment adoption of the patients who got over myocard infarct and who are given a proper health training is higher in comparison with the ones who aren’t given health training properly. At the end of the research it has been resulted that training of the patients who got over mycard infarct is of great importance and the ıdea of training of the patients under nurses responsibility should be estbilished in nurses. Aranging home visits fort he patients who aren’t coming their controls, and training programs and expanding their knowledge would be very useful. 141 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı TÜBERKÜLOZLU HASTALARIN HASTALIĞA İLİŞKİN BİLGİLERİ İLE TEDAVİ VE BAKIMA İLİŞKİN TUTUMLARININ İNCELENMESİ Şerife AKSOY Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Aynur ESEN İzmir-1997 ÖZET Tüberküloz tedavi edilebilir ve önlenebilir bir sağlık olmasına rağmen, hala dünyada ve ülkemizde önemli bir sağlık sorudur. Özellikle 1980 yılından bu yana, tüberküloz insidansında belirgin bir artış görülmektedir. Bu durum; gerek dünyada gerekse ülkemizde tüberkülozla mücadelenin çok etkin olmadığını düşündürmektedir. Oysa, tüberkülozun insidans ve prevelans hızını azaltmanın iki temel ilkesi vardır. Bunlar; sağlam kişileri tüberkülozdan korumak ve tüberküloz hastalarını doğru ve etkin şekilde tedavi ederek hem hastaları iyileştirmek hem de enfeksiyon kaynaklarını azaltmaktadır. Bu iki önemli sağlık hizmeti hastayı da içine alan uyumlu bir ekip çalışması gerektirir. Özellikle hemşirenin, etkin olabileceği bu ekip çalışmaları içinde, tüberkülozlu hastaların kendisi de çok önemlidir. Hastanın hastalığı ve tedavisi hakkında bilgilenmesi ve tedaviye tam uyumun sağlanması; hem hastanın iyileşmesi hem de çevreye basil yaymasının önlenmesi açısından çok önemlidir. Bu açıdan tüberkülozlu hastanın tüberküloz, tedavisi ve bakımı konusunda temel ilkeleri bilmesi ve doğru bilgiler ışığında doğru davranış edinmesi gerekir. Hastanın hastalığı ve tedavisi ile ilgili bilgilenmesi ve hasta eğitimi konusunda; en büyük sorumluluk hemşirenindir. Hemşire tüberkülozlu hastaya ve ailesine tedavi ve bakım ilkelerini, hastalığın bulaşma ve koruma ilkelerini; iyi bir iletişim ile ve gerekirse görsel, işitsel araçlar kullanılarak öğretmeli, böylece hem hastanın tedaviye uyumunu hem de sağlam kişilerin tüberkülozdan korunmasını sağlamalıdır. Bu düşüncelerle planlanan bu araştırma; tüberkülozlu hastaların hastalıkları hakkındaki bilgilerinin ve tedavi ve bakım ile ilgili tutumlarının incelenmesi amacı ile yapılmıştır. Tanımlayıcı ve analitik tipte planlanan araştırma; Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları bünyesinde görev yapan Bornova Verem Savaş Dispanseri’nde 20 Mayıs - 20 Temmuz 1996 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini Verem Savaş Dispanseri’nde kayıtlı (en az bir ay süre ile) yetişkin hastalar arasında olasılıksız örneklem seçim ile araştırmaya katılan 121 tüberkülozlu hasta oluşturmuştur. Araştırma verileri, araştırmacı tarafından tüberküloz ile ilgili literatürden yararlanılarak geliştirilen anket formu ve hastalarla teke-tek görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak kullanılan anket formu; üç bölümden oluşmakta ve toplam 51 soruyu kapsamaktadır. Formun birinci bölümü hastalara ilişkin tanıtıcı soruları, ikinci bölümü tüberküloz ile ilgili bilgi sorularını, üçüncü bölüm ise hastaların tedavi ve bakım ile ilgili tutumlarını belirlemeye yönelik soruları içermektedir. Araştırmada bir denekle görüşme yaklaşık 20 dakika sürmüş ve her görüşme bitiminde; ayrıca denekler tüberküloz ve tedavisi ile ilgili yanlış bildikleri veya bilmedikleri konularda bilgilendirilmiştir. Araştırmanın bağımlı değişkenleri; tüberkülozlu hastaların hastalıkları hakkındaki bilgileri ile tedavi ve bakıma ilişkin tutumları olarak saptanmıştır. Bağımsız değişkenler ise araştırmanın bağımlı değişkenlerini 142 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri etkileyebileceği düşünülen; deneklerin yaş, cinsiyet, eğitim, gelir düzeyi, konu ile ilgili bilgi alma gibi kişisel özellikleri olarak belirlenmiştir. Araştırmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesinde, tüm verilerin sayı ve yüzde dağılımları ile ki-kare ve varyans analizleri uygulanmıştır. Araştırmanın sonuçları genel olarak incelendiğinde; araştırmaya katılan 121 tüberkülozlu hastanın % 38.85’i kadın, % 61.15’i erkek, yaş ortalaması 32.71 olup, % 69.422 sinin 20-40 yaş grubunda olduğu % 57.85’inin gelirinin giderine eşit olduğu, %84.30’unun ilk kez tüberküloz tedavisi gördüğü, %21,49’unun da tüberkülozdan başka sağlık sorunları olduğu görülmüştür. Ayrıca deneklerin 68.60’ının BCG aşısına sahip olduğu halde %31.40’ının BCG ile bağışıklanmadığı belirlenmiştir. Araştırmaya katılan deneklerin bilgi ve tutum sorunlarına verdikleri yanıtların puanlaması ve değerlendirilmesi sonucunda ise tüberküloz ile ilgili bilgileri konusunda deneklerin % 5.79’unun “yeterli”, % 54.55’inin “kısmen yeterli”, % 39.67’sinin ise “yetersiz” olduğu; tedavi ve bakım ile ilgili tutum konusunda ise % 40.50’sinin “yeterli”, %57.85’inin “kısmen yeterli”, %1.65’inin de “yetersiz” düzeyde olduğu saptanmıştır. Araştırmanın bağımlı bağımsız değişkenleri arasındaki ilişkilerin istatistiksel incelenmesinde ise; tüberkülozlu hastaların konu ile ilgili bilgi ve tedavi ile ilgili tutum düzeylerinin yaş, cinsiyet, tüberküloz tedavi sayısı, ailede tüberkülozlu olma durumu BCG aşı sayısı gibi özelliklerinden etkilenmediği oysa; deneklerin gelir düzeyinin, eğitim düzeyinin, yaşadıkları yerleşim birimlerinin ve konut tipinin, BCG ile bağışıklanma durumunun tüberküloz ile ilgili bilgi alınan kaynağının türünün konu ile ilgili bilgi ve tedavi ile ilgili tutum düzeyine etki ettiği saptanmıştır. Ayrıca deneklerin tüberküloz ile ilgili bilgileri ile tedavi ve bakım ile ilgili tutumları arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Araştırmadan elde edilen bu sonuçlar ışığında; tüberkülozlu hastaların hastalık, tedavi ve bakım ile ilgili bilgi tutumları daha iyi düzeye getirebilmek için; hasta ile daha iyi iletişim kurulmasının ve hasta eğitim programlarının düzenlenmesinin ve sürdürülmesinin gerekliliği düşünülmüş, bunun için de; sağlık ekibinin, özellikle de hemşirelerin tüberkülozlu hasta ile iletişim, hastanın eğitimi ve tedaviye uyumunun sağlanması konularında yeniliklerle sürekli desteklenen iyi bir bilgi birikimine sahip olabilecek eğitim programlarının düzenlenmesi, bunun yanı sıra tüberküloz ile ilgili eğitim konusunda daha büyük kitlelere ulaşabilmek için; radyo, televizyon dergi, gazete, broşür gibi kitle iletişim araçlarından da etkin biçimde yararlanılması önerilmiştir. SUMMARY Although tuberculosis is a curable and preventable disease, it’s stil a serious health problem in our country and all over the world. Especially since 1980 there has been an increase in the incidence of tuberculosis. This unexpected situation makes clear that fight against tuberculosis is not so much efficient both in our country and all over the world. There are two Fundamentals to deccrease the incidence an the prevalance rates of tuberculosis. These are (1) the prophylaxy of health individuals and (2) effective treatment of the patients to provide hundred percent cure and to erase the infection sources. These two important health programs necessitate on ideal team work in which especially the nurse plays an active role, the patient himself is very important it’s also important to give information to the patient about the disease and the treatment for recovery and for prevention spread of the bacillus to the bacillus to the environment. From this point of view, the patient has to know the Fundamentals about the treatment and caree, and also about way of behavioring by the right information. The most responsible participant in team work for education of the patient is the nurse. Nurse should give educaton to tuberculosis patient to the family about the treatment and home-care 143 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı principles, about prevention and contagion of the disease by using auditory and visul equipments if necessary. Thus, she has to provide the patient engagment to the treatment and prevention of the health individuals. The aim of this study, is to investigate tuberculosis patients knowledge about the disease and adaptation to the treatment and care. This descriptive and analytic study had been done in Bornova Tuberculosis Out-Patient Clinc which was a unit of Ege University Medical School Depertment of Chest Disease, in 1996 May 20 th. July 20 th. The sample group consisted of adult patients registered at least one month period to Tuberculosis Out-Patient Clinic.121 patients were participated in this study by the randomized sampling method. The data were collected by public survery method in which the form is prepared by the literature about tuberculosis and also data were collected by interviewing each individual patient. The survey form was a questionnaire which had 3 parts and 51 questions totally. First part consisted of questions about identification of the patient, the second part consisted of information questions about tuberculosis, the third part had questions about adaptation of the patient to the treatment and care. Each interview has taken 20 minutes approximately. After each interview, all the patients were informed about their right and wrong knowledge concerning the tuberculosis and it’s treatment. Dependent variables of the study were obtained as patient’s knowledge about the disease and patient’s manner about the treatment and care. Independent variables were personal properties such as age, sex education level, economic status, etc which might be effective on depentent variables. Evaluation of the data was made by applying Qi-square and variance analyses. Results: Of 121 tuberculosis patients, 38.85% was femela, 61.15% was male. 69.42% of the patients were between 20-40 years of age, mean age was 32.71, 57.85% of the patients were in average economic status. 84.30% of the patients were treated fort he first time. 21.49% of the patients had another health problems other than tuberculosis. Interestingly 68.60% of the patients had BCG vaccination history. As a results of evaluation and scoring the answers of the patients about knowledge and manner concerning the disease and treatment, 5.97% of the patients were evaluated as “sufficient” while 54.55% of them as “partially “sufficient” and the remaining 39.67% as “insufficient”, and about attitute of treatment and care, %40.50 of the patients were evaluated as “sufficient” while % 57.85 of them as “partially sufficient “ and remaning % 1.65 as “insufficient”. In case of statistical evluation of depentent and indepentent variables, were realized no significiant relationship between patients consciousness about tuberculosis treatment, absence or presence of any tuberculosis case in the family, number of BCG vaccination. But on the other hand, patient’s economic status, education level, social environment, presence of BCG immunuzation, training about tuberculosis and types of information sources were found significantkly important. We found also patient’s knowledge about tuberculosis was significantly for their adaptation to the treatment and care. We concluded that beter communication with the patient, current education programs were necessary for beter patient’s approach to the treatment of tuberculosis. For this reason, the health team, espacially the nurses should be optimally educated about communication with the patients and patient’s adaptation to the treatment. Continıty of this education is it’s surely offered to use mass communacation media such as television, radio, newspapers, journals and booklets effectively. 144 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri GÖĞÜS HASTALIKLARI SERVİSLERİNDE ÇALIŞAN SAĞLIK PERSONELİNİN ÇALIŞMA YAŞANTILARI BOYUNCA TÜBERKÜLOZ HASTALIĞINA YAKALANMA ORANLARININ VE BUNU ETKİLEYEN ETMENLERİN İNCELENMESİ Behtiye DİNDAR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayfer KARADAKOVAN İzmir-1997 ÖZET Araştırma, erken tanı ve korumanın çok önemli olduğu uzun yıllardır dünyada ölümcül hastalıklardan biri olarak bilinen tüberkülozun, tüberkülozlu hastaya bakım veren sağlık personelinde görülme oranı ve bunu etkileyen etmenleri incelemek amacı ile tanımlayıcı bir çalışma olarak planlanmıştır. Araştırma, 1.6.1996-30.7.1996 tarihleri arasında İzmir ilinde bulunan 4 hastane, 2 dispanserde yürütülmüştür.6 sağlık kurumunun göğüs hastalıkları bölümünde 1996 yılı içerisinde halen çalışmakta olan 482 sağlık personeli evreni oluşturmuş bu evrenden herhangi bir örnekleme gidilmeden sağlık personelinin tümü araştırma kapsamına alınmıştır. Ancak ulaşılabilen 330 sağlık personeli örneklemi oluşturmuştur. Sağlık personeline 41 sorudan oluşan bir anket formu uygulanmıştır. (EK I). Anketler sağlık personelinin sosyo-demografik özelliklerini, tüberküloza ilişkin hastalık ve tedavi durumlarını, hizmet içi eğitim alma ve isteme durumlarını ve beklentilerini içeren sorulardan oluşmuştur. Araştırmada veriler, sayı ve yüzde dağılımları ki-kare analizi ve Fisher ki-kare kesin testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmada elde edilen bulgular değerlendirildiğinde sağlık personelinin tüberküloz hastalığına ilişkin bilgi düzeylerinin yetersiz olduğu, yeterli koruma önlemleri almadıkları, kurumların da konunun bilincinde olmadıkları ve koruma yöntemlerini uygulamadıkları saptanmıştır. Sağlık personelinin konunun bilincinde olmadığı duyarsız davrandığı tespit edilmiştir. Sağlık personeli kurumlarından fazla beklentileri olmadığını belirtmişlerdir. SUMMARY The research has been planned as a training which includes the aim of investigationthe advanced diagnosis of tuberculosis which is known a mortal disease all over the world for long years and this disease’s apperance rate within the health staff who care of the tuberculosis patients and the factors which have effected this. This research is enforcement in 4 hospitals and 2 dispensaries in İzmin between the data of 1.6.1996 and 30.7.1996. In 1996, in the chest department of the health institutions, 482 persons of health staff who are stil working, have been handled and all they are included in research without any set an example. But just 330 persons of health staff whom have been reached, have set an example. An inquiry form which has 41 pieces of questions has been apllied the questions of the socio-demographic spesifications of healt staff, disease and treatment of tuberculosis, the expertations and require of training. 145 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı All the datas are evaluated by using the number, percent rate x2 analysis and Fisher square certain test. When the findings have been evaluated, it has been noticed that the health stff’s informations about the tuberculosis disease are not enough and they didn’t take the necessary precautions and the institutions are unaware about this matter and they haven’t take the necessary protective precautions. Also it is determined that the health staff is unaware about this subject and they behave insensitive. Health staff has indicated that they have not much expecation about this subject. 146 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri PERKÜTAN TRANSLUMİMAL KORONER ANJİYOPLASTİ UYGULANAN HASTALARA YÖNELİK GELİŞTİRİLEN STANDART HEMŞİRELİK BAKIM MODELİNİN HASTANIN YAŞAM KALİTESİNE VE BAKIM YETERLİLİĞİNE OLAN ETKİSİNİN İNCELENMESİ Fisun ŞENUZUN ERGÜN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Çiçek FADILOĞLU İzmir-1998 ÖZET Bu çalışma, PTCA uygulanan hastalara verilen standart hemşirelik bakımının hastanın yaşam kalitesine ve hemşirelik bakımın yeterliliğine olan etkisini incelemek amacı ile deneykontrol çalışması olarak yapılmıştır. 25 Ağustos 1996-1 Nisan 1997 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı İnvaziv Yoğun Bakım Ünitesinde PTCA uygulaması için yatırılan 30 deney ve 30 kontrol grubu hasta araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veri toplama araçları olarak; araştırmacı tarafından hazırlanan Standart Hemşirelik Bakım Formları, Yaşam Kalitesini Değerlendirme Skalası (Kardiyak Versiyon III), Hemşirelik Bakım Yeterliliğini Değerlendirme Formu (içerik geçerliliği 0,9601) ve El Kitapçığı kullanılmıştır. Elde edilen veriler; x2 kare, Student t, ANOVA Reability Analiysis (Cronbach Alpha), Split Plato Varyans analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. Yapılan analizler sonucunda deney ve kontrol grubundaki hastaların sosyo-demografik özelliklerinin benzer ve bağımsız değişkenler homojen oldukları saptanmıştır. Deney ve kontrol grubundaki hastaların PTCA öncesi yaşam kaliteleri ölçülmüş ve puan ortalamaları bakımından istatistiksel düzeyde anlamlı bir fark saptanamamıştır. (t:0,88,p>0.01). Deney grubundaki hastalara standart hemşirelik bakımı verilmiştir. PTCA uygulaması sonrası hastaların, taburcu olduktan sonra MI geçirmiş olanlara 6 hafta, geçirmemiş olanlar 4 hafta sonra yaşam kaliteleri tekrar ölçülmüştür. Deney ve kontrol grubundaki hastaların, PTCA sonrası yaşam kalitesi puan ortalamaları arasında deney grubundaki hastalar lehine istatistiksel olarak önemli bir fark olduğu saptanmıştır. (F=22.68, p<0,001). PTCA sonrası deney ve kontrol grubundaki hastaların verilen hemşirelik bakımının yeterliliğini değerlendirmelerine yönelik elde edilen puan ortalamaları arasında da yapılan istatistiksel analiz sonucunda oldukça önemli bir fark bulunmuştur. (t=19.19, p<0,0001). Araştırmadan elde edilen bulgular sonucunda, standart hemşirelik bakımı vermenin PTCA uygulanan hastaların yaşam kalitesini olumlu etkilediği (yükselttiği) ve hastaların verilen hemşirelik bakımını çok daha yeterli buldukları ortaya konmuştur. Anahtar kelimeler: Hemşirelik standartları, Bakım standartları, Uygulama standartları, Yaşam kalitesi, PTCA. 147 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı TOPLUMUN AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜ İLE İLGİLİ BİLGİLERİNİN İNCELENMESİ Nursen DELİBAY Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Aynur ESEN İzmir-1998 ÖZET Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kalp hastalıkları bugün için en önemli sağlık problemidir. Günümüzde tüberküloz gibi önemli infeksiyon hastalıklarında bile infeksiyon ile mücadelede başarılı sonuçlar alınmasına, sağlam bireylerin infeksiyondan korunmasına, hasta bireylerin de yaşam beklentisinde büyük düzelmeler olmasına rağmen; koruyucu ve tedavi edici tıp alanındaki olumlu değişiklikler koroner kalp hastalıkları ve özellikle Akut Miyokard İnfarkütüsünde henüz istenilen düzeye ulaşılamamıştır. Türkiye’de konu ile ilgili yeterli veri olmamasına rağmen il ve ilçe merkezlerinde ilk beş ölüm nedeni arasında birinci sırada akut miyokard infarktüstü yer almaktadır. Akut miyokard infarktüstü geçirmekte olan bireylerin % 20 gibi bir oranının ise henüz hastaneye ulaşamadan kaybedilmesi bireylerin akut miyokard infarktüstü ile ilgili ilk yardım bilgilerinin yeterli olmadığını ve akut infarktüstü tanımladıklarını ortaya koymaktadır. Bu sorun akut miyokard infarktüsünde ilk yardım ile ilgili bilgilerin sadece sağlık görevlilerinin ya da ilk yardım ve acil ekibinin bilmesinin ve uygulamasının yeterli olmadığı göstermekte olup; toplumdaki herkesin akut miyokard infarktüsünü tanımasının belirti ve bulgularının bilinmesini dolayısıyla akut miyokard infarktüstü hastayı en yakın sağlık kuruluşuna süratle ulaştırılmasının ve bu arada gereken ilk yardım uygulamalarını doğru ilkelerle yerine getirilmesinin gerkliliğini de ortaya koymaktadır. Bu düşüncelerle planlanan bu araştırma akut miyokard infarktüstü ile ilgili olarak toplumu bilgilendirmek amacı ile yapılması planlanan eğitim programına ve bu program için geliştirilcek eğitim kitapçığına veri oluşturulması amacı ile yapılması ve toplumdaki bireylerin akut miyokard infarktüstü ile ilgili bilgilerinin belirlenmesi varsa yanlış bilgilerinin ve bilgi eksikliklerinin saptanması amaçlanmıştır. Tanımlayıcı tipte planlanan araştırma İzmir’in Karşıyaka İlçesinde 3 ayrı mahallede (üç sağlık ocağında) 17 Ağustos-25 Eylül 1998 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma örneklemine araştırmanın yapıldığı üç sağlık ocağından olasılıksız örneklem seçim yöntemi ile toplam 252 kişi alınmıştır. Araştırmanın verileri araştırmacı tarafından akut miyokard infarktüstü ile ilgili literatürden yararlanılarak geliştirilen anket formu ve bireylerle teke-tek görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak kullanılan anket formu araştırma öncesi geçerliliği test edilmiş olup üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde bireylerin sosyo-demografik özelliklerini kapsayan bireyleri tanıtıcı sorular (1-20), ikinci bölümde; bireylerin kendilerine ve ailelerine ilişkin sağlık öyküsü ve koroner hastalıklar açısından sahip oldukları risk faktörleri (1-14), üçüncü bölümde de akut miyokard infarktüstüne ilişkin bilgilerini değerlendirmeye yönelik sorular (1-15) bulunmaktadır. Araştırmada bir kişi ile görüşme yaklaşık 15.20 dakika sürmüştür. Bireylerin birbirleri ile bilgi alışverişi olabileceği düşünülerek bir sağlık ocağında bütün veriler toplandıktan sonra bireyler bilgilendirme 148 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri toplantısına çağrılmış ve katılan bireylere akut miyokard infarktüstü ile ilgili bilmedikleri veya yanlış bildikleri konularda doğru bilgiler verilmiştir. Araştırmanın bağımlı değişkenleri bireylerin akut miyokard infarktüstü ile ilgili bilgileri olarak saptanmıştır. Bağımsız değişkenleri ise araştırmanın bağımlı değişkenini etkileyebileceği düşünülen bireylerin cinsiyet, yaş, eğitim durumu bilgi alınan kaynak, kendilerinde kalp hastalığı ve risk faktörlerine sahip olma durumu, yakınlarında kalp hastalığı ve akut miyokard infarktüstü öyküsü deneyimi olarak belirlenmiştir. Araştırmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesinde tüm verilerin sayı ve yüzde dağılımları ile bağımlı-bağımsız değişkenler arasında SPSS programında ki kare analizleri uygulanmıştır. Araştırmanın sonuçları genel olarak değerlendirildiğinde; araştırmaya katılan 252 bireyin %64.7’si kadın, %53.3’ü erkek, yaş ortalaması 50.6 olup, %27.5’i 60 yaş ve üstü grubunda olup, % 86.1!inin gelir gider durumunun eşit olduğu belirlenmiştir. Araştırmaya katılan bireylerin %84.11inin sağlık mesleği ile ilgisi olmadığı %79.8’inin akut miyokard infarktüstü ile ilgili bilgisi olmadığı, %67.1’inin ilk yardım bilgisi olmadığı, %61.5’inin ilk yardım bilgisinin yeterli olmadığı, %88.1’inin konu ile ilgili bilgi almak istediği saptanmıştır. Araştırmaya katılan deneklerin akut miyokard infarktüsü ile ilgili bilgi sorularına verdikleri yanıtların puanlaması ve değerlendirmesi sonucunda ise akut miyokard infarktüstü ile ilgili bilgiler konusunda bireylerin %72.2’sinin yetersiz bilgi düzeyinde, %27’sinin kısmen yeterli bilgi düzeyinde olduğu ancak %0.82inin yeterli bilgi düzeyine ulaştığı saptanmıştır. Araştırmanın bağımlı bağımsız değişkenleri açısındaki ilişkilerin istatistiksel incelenmesinde ise bireylerin akut miyokard infarktüstü ile ilgili bilgi düzeylerinin ailede sağlık mesleğinden bir mesleği olma durumundan, değiştirilebilir risk faktörlerine sahip olma durumundan, kalp krizi geçiren bireyle karşılaşma durumundan etkilenmediği oysa bireylerin yaşı, cinsiyeti eğitim durumu, mesleği, sağlık hizmetlerinden yararlanma biçiminden, değiştirilemez risk faktörlerine sahip olma durumundan toplam risk faktörlerine sahip olma durumundan riskli kişileri bilme durumları, konu hakkında bilgi alma durumları, ailede kalp hastalığı veya akut miyokard infarktüstü geçiren bireyin olması ilk yardımla ilgili özdeğerlendirmeleri ve uygulanan sağlık ocağından bireylerin konu ile ilgili bilgi düzeylerinin etkilendiği saptanmıştır. Araştırmadan elde edilen bu sonuçlar ışığında; akut infarktüstü olguların sağlık kuruluşlarına uygun zamanda ulaştırılması, bu arada yapılacak doğru ve etkin ilkyardım uygulamaları ile akut miyokard infarktüsünden hasta kaybının önlenmesi amacı ile toplumdaki bütün bireylerin akut miyokard infarktüsü ve ilk yardım ile ilgili ulaşılabilen her yerde (evde, okulda, işyerinde ve sağlık kuruluşunda) bilgilendirilmesi ve bu bilgilendirmenin yaygın biçimde toplumun herkesimine ulaşabilmesi için radyo, televizyon, gazete ve broşür gibi kitle iletişim araçlarından yararlanılması ve söyleşi, konferans gibi bilgilendirme programlarında hemşirelerin eğitici ve danışman olarak etkin bir rolü olduğu bu nedenle kendilerini de sürekli yeni bilgilerle geliştirmeleri gerektiği önerilmiştir. SUMMARY Nowadays, heart diseases are the most important health problem in our country as all world. In our day, in spite of taking good results from condention with the infection, healty people avoid themselves from the infection, and sick people ‘ hopes from the life are to begin to go well; protector and treative changings in medical arena, yet couldn’t reac demanding level, in heart disease and especially in acute myocardium infectious. 149 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Although, there are no datums about the subject in Turkey at the centre of the cities and countries, between intial five death rason, acute myocardium infectious is in the first order. So acute myocardium infectious is the common problem of our country. %20 of people who have undergone this infectious are however yet, before arrive to the hospital are death. This means that, our people don’t know enough information about first aid of the acute myocardium infectious and don2t recognize this illness. This problem show us that in acute ayocardium infectious, informations about this illness aren’t know and applied only by healt hospital personals or emergency team; it must be known by all of the people in society also indications and findings are must be brought to the nearest health establishment to apply with straight principle to the first aid. With these opiniens, this quest that planned about acute myocardium infectious is mode to inform socisty. This quest is doing to plan an education program and a education book that imporove this program. Also it is doing to determine the informations that we and if there are, to established the wrong informations and knowledge missing. This investigation that is planned in the type of defination, is done in the country of İzmir in Karşıyaka, it exacute in three different districts, between the data of seventeen August twenty- five September. The three villange clinics which the investigation is done, is taken two hundered and fifty two persons with the election system. The datums of the investigation is collected by using the literature about the acute myocardium infectious and meeting persons face by datums collecting tool is tested before investigation and is three parts. In the first part, theree are introductory questions about personality social-demografic properties in the second part there are stories about persons and their families and the risk factors about the coroner diseases; in the third part; there are the questions which are about to decide the information of acute myocardium infections. In the investigation,it takes fifteen-twenty minutes to speake to one person. By thinking that they speak to each other, give and take information and the persons who meet there, is learned their unknowns about acute myocardium infections or is gived true information instead of their errors. Persons’ information about acute myocardium infection is the dependent changeables of the investigation. And the independent changeables are the conditions of the persons’ age, sexuality and education statue, source which is taken information the situation of their having heart diseases and the risk factors, their relationships’ stories and experiences in heart diseases and acute myocardium infections; which is thought to affect the dependent changeables. To calculating the datums of the investigation is applied by all datums’ numbers and percentages and square analysis method in SPSS program between dependet-independent changeables. In general, the results of the investigation is looked; 252(two hundred and fifty – two) persons enter into investigation, %64.7 of them are women, %53.3 of them are men; and the average age of them are 50.6, % 27.5 up 60 years old, %86 economic situations are equal the others, are also founded. It is founded that %84.1 of the persons in the investigation, areen2t about healty job, %79.8 of them didn’t take information about acute myocardium infection before, %67. 1 of them haven’t any first aid information,%61.5 of them haven’t anough first aid information, %88.1 of them want to learn information about the matter. The answers of the questions, which are given by the persons into the investigation, are calculated with scores, and all their results are that %72.2 of the persons haven’t enough information about the matter, %27 of them have partly enough information but %0.8 of them have enough information. In the static determination of the investigation according to between independent-dependent changeables connections, persons’ information about acute myocardium infection aren’t affected to having healty job in the family, having changeabe risk factors, meating a person who had heart crisis before, but are affected to persons’ ages, sexuality, education statue, job, style of using their healty service, having unchangeable risk factors, and having all risk factors, knowing the persons 150 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri who have more risks taking information about the matteribeing a person in family who had heart disease and acute myocardium infection, really exmining about first ait and the healty clinic. According to the investigation results, to beable to reach acute myocardium infection’s signs to a healty clinic at the right time, and use tue and effective first help techniques with learn to the society about acute myocardium infection and first aid informations for stopping sick persons’ loss in everwhere (home, school, job and working area, health institute)and the social communication systems like television, radio, newspapers, guide are used to be able spread the information about acute myocardium infection and first aid planning information like meetings like conversations’, speakings’ importance is related also in these giving information programmes, nurses have affectsve role as educationalist and adviser so it is suspected that they need to develop themselves by taking new information counstantly. 151 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı MEKANİK VENTİLATÖRE BAĞLI HASTALARDA STANDART HEMŞİRELİK BAKIMININ NOSOKOMİYAL PNÖMONİ GELİŞİMİNİ ÖNLEMEDE ETKİSİNİN İNCELENMESİ Fatma ÇAVDAR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayfer KARADAKOVAN İzmir-1999 ÖZET Bu araştırma, mekanik ventilatöre bağlı hastalarda standart hemşirelik bakımının nosokomiyal pnömoni gelişimini önlemede etkisinin incelenmesi amacı ile planlanmıştır. Araştırma, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dahiliye Yoğun Bakım Ünitesi’nde 1 Şubat 1999-22 Temmuz 1999 tarihleri arasında mekanik ventilatöre bağlı olarak izlenen, entübasyonun ilk 48 saatinde pnömoni gelişmeyen 25 hasta yürütülmüştür. Veri Toplama araçları olarak; Entübe Hasta Bakım Standartları Formu, Açık Aspirasyon Sistemi Kullanımında İzlenecek Adımlar Formu, Hasta Tanıtım Formu ve Entübe Hasta İzlem Formu kullanılmıştır. Dahiliye Yoğun Bakım Hemşire ekibine araştırmacı tarafından hazırlanan Entübe Hasta Bakım Standartları ile ilgili eğitim verilmiştir. Hastalara hemşirelik bakımı verirken aspirasyonun steril koşullarda yapılması, mümkün olduğu sürece kapalı aspirasyon sistemi kullanılması ve 72 saatte bir değiştirilmesi, orofaringeal sekresyonların aspire edilmesi, endotrakeal tüp cuff’ının şişlik durumun tam (7-10 cc hava) olması, hastaların fowler veya semifowler pozisyonda izlenmesi, beslemeden önce midedeki rezidüel miktarın kontrol edilmesi, pozisyon değişikliği yapılmadan önce ventilatör bağlantılarda biriken sıvıların su kaplarına boşalması, ventilatör bağlantı sistemlerinin 7 günde bir değiştirilmesi sağlanmıştır. Verilerin analizi SPSS istatistiksel programı ile bilgisayarda yapılmıştır. Analiz yöntemi olarak sayı, yüzde ve Pearson ki-kare testi kullanılmıştır. Bu araştırma sonucunda; Nosokomiyl pnömoni gelişen hastaların yaş grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamasına karşın, % 40’ının 51 yaş ve üzerinde olduğu saptanmıştır. Nosokomiyal pnömoni kadın hastaların tamamımda gelişmiştir. Cinsiyet ve nosokomiyal pnömoni gelişme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. (P=00011). Hastanın sigara alışkanlığı ve nosokomiyal pnömoni gelişme oranı incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. (P=0.03021). Araştırma kapsamına alınan, nosokomiyal pnömoni gelişen hastaların % 44 ‘ünün sigara alışkanlığı saptanmıştır. Hastaların entübe kalma süresi ve nosokomiyal pnömoni gelişme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. (P=0.02247). Nosokomiyal pnömoni, 8-15 gün süre ile entübe kalan hastaların % 28’inde gelişmiştir. Entübe hastaların hemşirelik bakımı ve takibi ile ilgili olan diğer parametrelerdeki (invazif girişimler, kullanılan aspirasyon sistemi, endotrakeal tüpün cuff şişliği, orofaringeal sekresyon varlığı) minimal farklar istatistiksel olarak anlamlı bulunamamıştır. 152 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY This researcher has been planned in order to determine the efficacy of standart nursing care on development of ventilator associated nosocomial pneumonia. This study was performed from 1 February 1999 to 22 July 1999 in İnternal Care Unit at Dokuz Eylül University on the 25 cases on ventilator support, who was intubated and nosocomial pneumonia was not developed after first 48 hours of intubated. Care Standarts for Intubated Patients Sheet, Steps for Using Closed Suction System Sheet, Steps for Using Open Suction System Sheet, Patitents Information Sheet and Observation Sheet for Intubated Patients were used to colect the necessary data. Care standards for Intubated Patients were established and nurses in the Internal Intensive Care Unit were educated. When nursing care was given to the patients suction was done in streil conditions, when it was possible closed suction system was used and it was changed at 72 hours, subglotic secretions was suctioned, endotrael tube’s cuff was inflated with 7 -10 cc air, patients were on Fowler or semifowler position, before feding reziduel volume was controled, before turning patients the water in the circuits was drained into the water traps, ventilator circuits were changed every 7 day. Analysis was conducted by means of SPSS statistycal program on computer. Analytic metods were percentage and Pearsons chi–square test. As a result of this study: There was nodifference in age groups, but 40 % of patients were 51 years old and more. Nosocomial pneumonia was developed in all female patients. There was statistical difference in sex and nosocomial pneumonia development (P:0.00011). The range of nosocomial pneumonia development and smoking showed that there is statisticaal difference between this parameters (P:0.03021). 44% of patients involved in this study were smokers. In 28 % of intubated patients nosocomial pneumonia developed in 8-15 days of intubation. There is a statistical difference between this parameters (P:0.02247). There was a minimal, but no statistical difference on the other parameters (nasogastric tube/ Feding tube, suction system endotracheal tubes’ cuff inflation, subglotic secretions). 153 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KORONER BY-PASS AMELİYATI ÖNCESİ SERVİSTE RUTİN VE PLANLI EĞİTİM ALAN HASTALARIN YOĞUN BAKIMA UYUMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Nesime ATAR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayfer KARADAKOVAN İzmir-1999 ÖZET Bu çalışma koroner by-pass öncesi serviste rutin ve planlı eğitim alan hastaların yoğun bakıma uyumlarının karşılaştırılması amacı ile deney-kontrol çalışması olarak yapılmıştır. 21 Haziran ve 15 Eylül 1999 tarihleri arasında, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniğinde koroner by-pass ameliyatı olmak üzere yatan 20 deney ve 20 kontrol grubu hasta araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak; araştırmacı tarafından hazırlanan Hasta Tanıtım Formu Yoğun Bakım Uyum Formu ve El kitapçığı kullanılmıştır. Elde edilen veriler; Student t testi, Varyans analizi, Scheffe testi, Pearson Correlasyon testi ve Reability Analysis (Cronbach Alpha) kullanılarak değerlendirilmiştir. Yapılan analizler sonucunda deney ve kontrol grubundaki hastaların sosyo-demografik özelliklerinin benzer ve bağımsız değişkenlerin homojen oldukları saptanmıştır. Deney grubundaki hastalara araştırmacı tarafından hazırlanan eğitim kitapçığı aracılığı ile planlı ameliyat öncesi eğitim verilmiştir. Kontrol grubu hastalar ise serviste çalışan sağlık personeli tarafından rutin bilgilendirilme ile bilgilendirilmişlerdir. Ameliyat sonrası yoğun bakımda deney ve kontrol grubu hastaların, araştırmacı tarafından hazırlanan Yoğun Bakım Uyum Formu aracılığı ile yoğun bakıma uyum puanları ölçülmüştür. Yoğun Bakım Uyum Formu Bölüm I: İletişim ve Eğitime İlişkin Uyum durumundan deney grubundaki hastaların %54.2’si kontrol grubundaki hastaların %38.5’i Yeterli puan almışlardır. Yoğun Bakım Uyum Formu Bölüm 2: Aletlere ilişkin Uyum durumundan deney grubundaki hastaların %67.7’si, kontrol grubundaki hastaların %18.1’i Yeterli puan almışlardır. Yoğun Bakım Uyum Formu Bölüm 3: Rehabilitasyona ilişkin Uyum durumundan deney grubundaki %53.5’i, kontrol grubundaki hastaların %19.5’i Yeterli puan almışlardır. Deney grubu hastaların Bölüm 1 puan ortalaması X=28.85, kontrol grubu hastaların Bölüm 1 puan ortalaması ise X=23.15 olarak saptanmıştır. Yapılan istatistiksel analizde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. (t=3.79, p=0.01<0.05). Deney grubu hastaların Bölüm2 puan ortalaması X=43.20, Kontrol Grubu Hastaların Bölüm 2 puan ortalaması ise X=31.65 olarak saptanmıştır. Yapılan istatistiksel analizde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. (t=6.47, p=0.00<0.05). Deney grubu hastaların Bölüm 3 puan X=38.45, kontrol grubu hastaların Bölüm 3 puan ortalaması ise X=27.10 olarak saptanmıştır. Yapılan istatistiksel analizde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. (t=5.63, p=0.00<0.05). Deney grubu hastaların Genel toplam puan ortalaması X=110.5, kontrol grubu hastaların Genel Toplam puan ortalaması ise X=8.19 olarak saptanmıştır. Yapılan istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. (t=6.49, p=0.00<0.05). Araştırmadan elde edilen bulgular sonucunda, koroner by-pass ameliyatı öncesi planlı eğitim verilmesinin hastanın yoğun bakıma uyumunu önemli ölçüde kolaylaştırdığı 154 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri saptanmıştır. Tüm sağlık kuruluşlarında hasta eğitimine gereken önemin verilmesi, ameliyat öncesi eğitim programlarının yöneticiler tarafından desteklenmesi ve eğitim programlarının zenginleştirilmesi doğrultusunda öneriler getirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Hasta uyumu, Koroner–bypass, Yoğun Bakım uyumu formu, Planlı eğitim. SUMMARY This research has been conducted as an experiment-control study to compare the intensive care adaptation of the patients exposed to routine and planned education before having coroner bypass surgery. 40 patients (20 in experiment group 20 in control group), admitted to have a coroner bypass surgery in Chest and Cardiovasculer surgery clinic in Medicine School at 9 Eylül University between June 21 and September 15, 1999, were used fort his study. Researcher has established a patient registration form, an Intensive care adaptation form and a manual book fort his study and used them as data gathering instruments. Student t test, Variance analysis, Scheffe testiPearson correlation test and reability analysis (cronbach alpha) were used to evaluate the data. As the result of data analysis, dependent and independent variables of sociodemographic properities of the patients were found homogeneous in either group. Patients in experiment group were exposed to a planned surgery education developed by the researcher by using education blooket whereas control group patients were routinely informed by the personnel in service. Intensive care adaptation scores of the patients in either groups were measured after the surgery by using intensive care adaptation forms developed by the researcher. Intensive care adaptation form, Section one: With regard to communicational and educational adaptation, 54.2% of patients in experiment group and 38.5% of the patients in control group were graded satisfactorily. Intensive care adaptation form Section two: With regard to adaptation to instruments, 67.7% of the patients in experiment group and 18.1% in control group were graded satisfactirily. Intensive care adaptation form Section three: With regard to adaptation to rehabilitation, 53.5% of the patients in experiment group 19.55 in control group were graded satisfactorily. Sectionone mean score of the patients in experiment group was 28.85, whereas the mean for control group was found to be between the two groups. Section two mean score of the patients in experiment group was 43.20, whereas the mean for control group was found to be 31.65. At the end of statistical analysis it has been indicated that there was a significant difference between two groups. Section there mean score of the patients in experiment group was 38.45, whereas the mean for control was found to be 27.10. As the result of the statistical analysis it has been shown that there was a significant difference between the two groups. Overall mean score of the patients in experiment group was 110.5 whereas the overall mean score for control group was found 81.5. After doing the statistical analysis it had been seen that there was a significant difference between the two groups. This study indicated that offering planned education to the patients prior to coroner by-pass surgery eased their adaptation to intensive care unit to a great extent. This study also make many suggestions for all health foundations like, giving more emphasis to patient training, providing more administrative support for pre-operative educational programs and enriching the educational-programs. Keywords: Patient adaptation, Croner by-pass, intensive care adaptation form, planned education 155 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı PSORİASİSLİ HASTALARIN YAŞAM KALİTESİ VE YAŞAM KALİTESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLERİNİN İNCELENMESİ Naile BAYRAMOVA Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayfer KARADAKOVAN İzmir-2000 ÖZET Bu araştırma; Grupta A. ve Grupta K. tarafından Psoriasis’li hastaların yaşam kalitesini değerlendirmek için geliştirilen geçerlik ve güvenirliği saptanan ölçeğin, Türkiye’de geçerlilik ve güvenirliliğinin yeniden sınanması, kronik bir hastalık olan psoriasis’li hastaların yaşam kalitesini ölçen geçerli ve güvenilir bir ölçeğin literatürümüze kazandırılması, psoriasis’li hastaların yaşam kalitesinin belirlenmesi ve yaşam kalitesi ile sosyo-demografik değişkenler, hastalık ile ilgili değişkenler arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırma 01.09.1999-30.04.2000 tarihleri arasında Ege Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji Anabilim Dalı’nda, Sosyal Sigortalar Kurumu Tepecik ve Bozyaka Sosyal Sigortalar Kurumu Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, Alsancak Devlet Hastanesinde yatan ve ayaktan tedavi olan 148 hasta önceden saptanmış sınırlılıklara uyularak araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama yönteminde psoriasisli hastalar ile ilgili tanıtıcı bilgiler (Ek-I), Psoriasisli Hastalarda Yaşam Kalitesi Ölçeği (Ek-II) ve ölçeğin güvenirliğinin güçlendirilmesi için Genel Yaşam Doyum Ölçeği (Ek-III) kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde,yüzdelik, tek yönlü (ANOVA) ve çok yönlü varyans analizinde ileri Turkey-B ve Post Hoc testi, t-testi uygulanmıştır.Yaşam kalitesi ölçeğinin içerik geçerliği (Content validity) Kendal Uyuşum Katsayısı(W) Kendall Coefficient Of Concordance) korelasyon testi uygulanarak saptanmıştır. (p=0.0006). İçerik geçerliği saptandıktan sonra uygulanan hastaneler de yatarak ve ayaktan tedavi edilen 148 hastaya test-tekrar test yöntemi kullanılarak bir hafta ara ile iki kez görülmüş ve anketler hastalar tarafından doldurulmuştur. Araştırmaya katılanların % 50’si erkek ve 550’si kadın olan hastalardır. Hastaların %31.8’inin ise 42-53 yaş grubunda olduğunu, hastaların %50.7’si emekli sandığına bağlı olduğunu,%60.8’i çalışmadığını ve %25.0’i emekli olduğunu bildirmişlerdir. Yaşam Kalitesi Ölçeğinin 1. ve 2. uygulama toplam puan ortalaması X1=51.61 ve X2 =53,45, Genel Yaşam Doyum Ölçeğinin toplam puan ortalaması x=27.16 bulunmuştur. Yaşam Kalitesi Ölçeği test-tekrar test güvenirlik katsayıları α = 0.73 ve α =0.89, Genel Yaşam Doyum Ölçeği güvenirlik katsayısı α = 0.77 bulunmuştur. Araştırma sonucunda hastaların büyük çoğunluğu sosyal faaliyetlere katıldığını, tedavi masraflarını ödemede zorlanmadığını, arkadaşları ve aileleri tarafından dışlanmadıklarını ifade etmişlerdir. Araştırmaya katılan hastaların yaşam kalitesi ve yaşam doyumlarının eğitim durumlarından, mesleklerinden, yaşadıkları yerlerden ve psoriasis tanısı alma sürelerinden etkilendiği bulunmuştur. 156 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Hastaların yaşam kalitesi ölçeği ve genel yaşam doyum ölçeği toplam puan ortalamaları ile cinsiyetleri, medeni durumları, çocuk sahibi olma durumu, sosyal güvenceleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanamamıştır. SUMMARY This study was performed to investigate the validity of Grup A. And Grupta K. Metod fort he life quality of patients with psoriasis in Turkey, to apply this reliable and vlid metod fort he life expectancy of chronic psoriasis subjects into our literature, to find out the life quality of psoriasis subjects, to search the life quality socio – demographic –variables and life quality the disease. This study was performed by the rules on 148 hospitalsed and out – patient subjects from the departments of dermatology, School of Medicine Universites of Ege and 9 Eylül, SSK Tepecik and Bozyaka Hospitals, Alsancak State Hospital between 1 st of September 1999 and 30th of April 2000 As data collection methods, information on psoriasis patients (Enclosed – I), Quality of life Scale for psoriasis patients (Enclosed – II) and Satisfaction with Life Scale (Enclosed – III) were used. In the evaluation of data, Advanced Turkey – B and Post Hoc Test in single (ANOVA) and multiple varians analysis and t – test were performed. Content validity and Kendall coefficient of concordance were determined by applying the correlation test (p=0.0006). Surveys were filled up by the subjects themselves, and the 148 subjects were evaluated twice with one week interval. The subjects included in the study were male (50%) and female (50%). Of them, 31.85 % were 42-53 years old, 50.7% had National Health Insurance, 60.8% were unemployed and 25.0% were retired. First and second life quality test average points (x1) were found to be 51.61 and 53.45, and Satisfaction with Life Scale Average points (x) was found to be 27.16. Quality Of Life Scale for psoriasis test – retest reliability coefficient α 1= 0.73 and α 2 = 0.89, and Satisfaction with Life Scale Reliability coefficient was found to be α = 0.77. In the end of study, most of the subjects stated that they attented social activities, had no difficulty in playing the hospital expenses and had no problem with their family and friends. It was found that life quality and life satisfaction of patients were affected by their education level, occupations, neighbourhoods and the time of diagnosis for psoriasis. No satistically significant correlations was found their gender, marital status, to had child and had national health insurance for psoriasis with Quality of Life and Satisfaction of Life Scale average points. 157 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KORONER STENT UYGULANAN HASTALARA VERİLEN PLANLI SAĞLIK EĞİTİMİNİN HASTALARIN TEDAVİYE UYUM DURUMLARINA OLAN ETKİSİNİN İNCELENMESİ Figen OKÇİN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Aynur ESEN İzmir-2000 ÖZET Bu çalışma, koroner stent uygulanan hastalara verilen planlı sağlık eğitiminin hastaların tedaviye uyum durumlarına olan etkisini incelemek amacı ile deney-kontrol çalışması olarak yapılmıştır. Ağustos ve Eylül 1999 tarihleri arasında, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı İnvaziv Yoğun Bakım Ünitsinde ve Atakalp Hastanesi Koroner Yoğun Bakım Ünitesinde yatan koroner stent uygulanmış 30 deney ve 30 kontrol grubu hasta araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak soru formu, eğitim kitapçığı ve görüşme tekniği kullanılarak, araştırmacı tarafından ilgili literatür taranarak geliştirilen veri toplama araçları olarak (EK I) Hasta Tanıtım Formu, (EK 2) Koroner Stente İlişkin Bilgi Düzeyi Formu (içerik geçerliliği 0.7597), (EK3) Kullanıldığı İlaçlara İlişkin Bilgi Değerlendirme Formu, (EK4) Tedaviye Uyum Durumunu Saptama Formu (içerik geçerliliği 0.8959) ve koroner stent sonrası hastanın tedavi ve bakıma yönelik bilgileri içeren eğitim kitapçığı kullanılmıştır. Araştırmanın veri toplama araçlarının geçerliliğini saptamak için Reliability Analysis (Cronbavh Alpha) yöntemi kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler ise; varyans analizleri ve Student t, testleri kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırma verilerinin değerlendirilmesi sonucunda deney ve kontrol grubundaki hastaların eğitim öncesinde koroner stente ilişkin bilgi düzeylerini ölçmeye yönelik soru formundan aldıkları toplam puan ortalamaları bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanamamıştır. (t=-1.75, p>0.01). Hastaların kullandıkları ilaçlara ilişkin bilgi düzeyleri, ilk görüşmede hastalara uygulanan soru formuna uygun olarak değerlendirilmiş, ilaç kullanan hastaların; bir bölümünün ilaçların isim, doz ve etkilerinin hepsini doğru bildikleri (%21.7), bir bölümünün ilaçların isim, doz ve etkilerinin hepsini yanlış bildikleri (%6.6) ve geri kalan hastaların (%40) ise ilaçların isim, doz veya etkilerinden herhangi birini veya ikisini doğru bilmedikleri saptanmıştır. Araştırmanın temel amacı olan koroner stent sonrası hastalara uygulanan planlı sağlık eğitiminin, hastanın tedaviye uyumuna etkisini incelemeye yönelik araştırma verilerinin değerlendirme sonucuna göre; planlı sağlık eğitimi uygulanan deney grubundaki hastaların eğitimden 15 gün sonra hastaneye geldikleri ilk görüşmede, tedaviye uyum toplam puan ortalamaları, kontrol grubundaki hastaların tedaviye uyum toplam puan ortalamalarına göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (t=9.72, p<0.05). Araştırmadan elde edilen bu veriler sonucunda, koroner stent uygulanan hastaların, girişime ve girişim sonrası tedavi, bakım ve kullandıkları ilaçlara yönelik bilgi gereksinimleri olduğu ve planlı sağlık eğitimi verilmesinin, koroner stent uygulanan hastaların tedaviye uyum durumunu olumlu yönde etkilediği ortaya konmuştur. 158 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Arştırmadan elde edilen bu sonuçlar ışığında koroner stent uygulanan hastalara, koroner stent sonrası yaşam ilkeleri ve tedavi ile ilgili düzenli, standart ve planlı sağlık eğitiminin verilmesi ve bu konuda koroner bakım ünitelerinde görevli hemşirelerin etkin rol alması önerilmektedir. Anahtar kelimeler: Koroner stent, Tedaviye uyum durumu İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI DOKTORA TEZLERİ 159 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 160 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri HEMİPLEJİLİ HASTALARDA HEMŞİRELİK BAKIMI VE REHABİLİTASYONUN GÜNLÜK YAŞAM AKTİVİTELERİNE OLAN ETKİSİ Çiçek FADILOĞLU İzmir-1979 ÖZET Bu çalışmada, hemşirelik bakımı ve rehabilitasyon uygulamasının hemiplejili hastanın günlük yaşam aktivitelerine olan etkileri araştırılmıştır. Amacımız, hastaların bu uygulamadan ne derecede yararlandıklarını ve bunu etkileyen faktörlerin neler olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışmanın kapsamına, serebrovasküler yetmezliğine bağlı hemipleji nedeniyle, tarafımızdan hemşirelik bakımı ve rehabilitasyon uygulamasına alınan 20 vak’a ile bu uygulamanın hiç yapılmadığı 12 kontrol vak’ası alınmıştır. Yapılan uygulama, istatistiksel olarak değerlendirilmiş ve şu sonuca varılmıştır. Hemşirelik bakımı ve rehabilitasyon uygulamasına alınan gruptaki vak’alarda spastisite dışında kontraktür, periartrit, sfinkter bozukluğu ve günlük yaşam aktiviteleri kontrol grubuna oranla, olumlu yönde gelişme göstermiş olup p<0.05 bulunmuştur. Kas tonüsü, tutulan taraf, yaş ve cinsiyet ile günlük yaşam aktivitelerinin gelişimi arasında bir ilişki bulunamamıştır. Hemşirelik bakımı ve rehabilitasyon uygulamasının günlük yaşam aktiviteleri olumlu yönde etkilediği sonucuna varılmıştır. Hastaların imkanlar ölçüsünde, erken uygulamaya alınmaları ve ailenin bu konuda eğitilmesi önerilmiştir. 161 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HİPERTANSİYONLU HASTALARIN EĞİTİMİNDE MODÜLER EĞİTİMİN ETKİSİNİN İNCELENMESİ Gülümser ARGON Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gürbüz GÜMÜŞDİS İzmir-1984 ÖZET Araştırma, esansiyel hipertansiyonlu hastaların hipertansiyona ilişkin bilgi durumlarını saptamak, oluşturulcak iki ayrı hasta grubuna modüler ve standart eğitim yöntemleri uygulanarak bilgi kazançlarının ve modüler eğitimin standart eğitime oranla daha etkili olup olmadığını incelemek amacı ile deneysel olarak planlanmıştır. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı polikliniğine 1 Ocak-1 Nisan 1984 tarihleri arasında başvuran okur-yazar ve okul bitirmiş esansiyel hipertansiyonlu hastalar, araştırma kapsamına alınmıştır. Deney ve kontrol gruplarında olmak üzere toplam örneklemi 60 hasta oluşturmuştur. Hasta gruplarının oluşturulmasında “olasılıksız örneklem” yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın bağımsız değişkenleri olarak hastaların yaşları, cinsiyetleri, eğitim durumları ve hastalık süreleri alınmıştır. Hastaların hastalıklarını bilmeleri, araştırmacı tarafından önemli varsayılarak bir eğitim programı geliştirilmiştir. Bu eğitim programı geliştirilmiştir. Bu eğitim programında kan basıncı hipertansiyon nedenleri, belirtileri, hedef organları, koruma ve sağaltımına ilişkin bilgilerin kazanılması ve hastaların hastalıklarına ilişkin tutum ve davranışları gibi konularda ulaşılmak istenen özellikler, eğitim amaçları olarak belirlenmiştir. Bu amaçlara uygun bir eğitim içeriği ve bumların aktarılmasında izlenecek yöntem, kullanılacak araç, gereç ve kaynaklar planlanmıştır. Ayrıca hastaların bilgi düzeylerini saptayacak bir öntest soru kağıdı geliştirilmiştir. Öntest soru kağıdı aynı zamanda verilen eğitimin etkinliğini saptamak amacı ile sontest soru kağıdı olarak da kullanılmıştır. Hazırlanan eğitim programı, hastalara iki görüşmede uygulanmıştır. Hastaların eğitime katılımlarının sürekliliğini sağlamak amacı ile randevu kartları verilmiş, gününde gelmeyen hastalara davet mektubu yollanmıştır. Uygulanan eğitim yöntemlerinin, hastaların bilgi düzeylerine etkisini incelemek için öntestin uygulamasından 15 gün sonra sontest uygulanmıştır. Elde edilen veriler, istatistiksel olarak yüzdeler arası farkın önemlilik testi, ortalamalar arsındaki farkın önemlilik testi, doğrusal regresyon ve korelasyon analizleri yapılarak değerlendirilmiştir. Değerlendirme sonuçlarına göre, hastaların hipertansiyona ilişkin bilgi eksiklikleri olduğu saptanmıştır. Hastaların bilgi düzeylerinde, modüler eğitimin %98.44 oranında, standart eğitimin % 45.85 oranında bir artış olduğu saptanmıştır. Böylece, modüler eğitimin standart eğitime göre etkin olduğu belirlenmiştir. Araştırma kapsamına giren hastaların, hastalıklarına ilişkin tutumlarında bir gelişme görülmüş ve düzenli ilaç kullanma davranışı kontrol grubunda %53.4, deney, grubunda 76.7 oranlarında bulunmuştur. 162 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Araştırma sonucunda hastaların bilgi açığını gidermek için uygulanabilecek eğitim yöntemlerine ilişkin öneriler sunulmuş ve hasta eğitim programlarının bir sağlık ekibi üyesi olan hemşire tarafından yürütülmesinin uygun olacağı belirtilmiştir. SUMMARY This study was planned to assess the level of knowledge of patients about hypertension, and to measure the effects of two different instruction models, models, modular and standart namely on patient education. For this purpose, a sample of 60 patients were distributed into study and control groups by nonprobability sampling. They were matched according to their educational backgrounds and treated to the above mentioned teaching methods respectively by the research. To evaluate the efectiveness of two educational models, mean values of the pre-test and post-test scares of the study and control groups were analysed. The results of the study revealed that study group treated to modular instruction had an increase of % 98.4 on their level of knowledgewhile control group treated to the standardized instruction had only % 45.8. It was also observed that patients behavior related to their illness were changed and regularity in taking medicines as prescribed in study group was found to be % 76,7 and % 53,4 in control group. Consequently, recommendations regarding to patient education methods were reported and by the reason of their unique relationship with patients with high blood pressure, nurses seemed to be ideally suited to influence patients by educating and counseling. 163 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KANSER HASTALARININ GEREKSİNİMLERİNİN SAPTANMASI VE HASTA-HEMŞİRE GÖRÜŞLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Kamile ERGİN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Tomris KABAKÇI İzmir-1984 ÖZET Bu çalışma, hastanede yatan kanser tanısı konmuş hastaların fiziksel ve ruhsal gereksinimlerinin neler olduğunu ve ne derece karşılandığını saptamak, bu konulardaki hasta ve hemşire görüşlerini karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği ile göğüs Hastalıkları Kliniğinde, 31 Ocak 1984-1 Nisan 1984 tarihleri arasında, herhangi bir kanser tanısı ile yatmakta olan 65 hasta ile aynı kliniklerde çalışan 28 hemşire üzerinde yapılmıştır. Araştırma kapsamına, kanser tanısı konulan 18-65 yaş arasında, yer, kişi ve zaman oryantasyonu normal, soruları anlayıp cevaplayabilecek durumda olan, dört kezden çok hastaneye yatmayan kemoterapi ve/veya radyosyon sağaltımı alan, araştırmaya katılmaya istekli olan hastalar alınmıştır. Çalışmanın yapıldığı kliniklerde hemşirelik hizmeti veren, Sağlık Meslek Lisesi ve Hemşirelik Yüksekokulu Mezunu hemşirelerin tümü kapsamına alınmıştır. Veri toplama aracı olarak, geçerlilik ve güvenirliliği sınanmış anket formu hastalara, taburcu olmadan bir veya iki gün önce görüşme tekniği uygulanarak doldurulmuş, hemşireler, formu kendileri doldurmuştur. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde, yüzdelik, t testi ve korelasyon analizleri kullanılmıştır. Değerlendirme sonuçlarına göre hastaların,”Doktor istemlerini, ”tanıyı bilme”, uyuma”, ”ağrı”, ”sağaltımın yan etkilerini bilme” gereksinimlerini daha önemli buldukları saptanmıştır. Hemşirelerin isse “doktor istemleri”, ”yemek yemeğe yardım” hastanın dinlenilmesi”, ”ziyaret saatleri”, ”güler yüzlü olma” gibi maddelere daha çok önem verdikleri saptanmıştır. Fiziksel ve ruhsal gereksinim maddelerinin önemine ilişkin hemşirelerin puan ortalamaları, hastaların puan ortalamalarından yüksek bulunmuştur. Hastalar ve hemşireler,”doktor istemlerinin yerine getirilmesini”, birinci derecede karşılanan fiziksel gereksinim maddelerinden, ”bakım veren kişinin güler yüzlü olmasını” ve “bakım sırasında isminin kullanılmasını”, en çok karşılanan gereksinimler olarak belirtmişlerdir. Hemşireler ise “ziyaret saatleri hakkında bilgi verilmesini”, ”bakım sırsında isminin kullanılmasını “en çok karşılaşan gereksinim olarak belirtirken, ”hastalığın tekrarlama belirtileri” ve “tanı hakkında bilgi verilmesini” en az karşılanan ruhsal gereksinimler olarak belirtmişlerdir. Fiziksel ve ruhsal gereksinimlerin karşılanmasına ilişkin hastalara ait puan ortalamaları hemşirelerin puan ortalamalarından düşük bulunmuştur. Hastaların fiziksel ve ruhsal gereksinimlere verdikleri önem ile yaşları arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Hastaların gereksinim maddelerine verdikleri önem ile cinsiyetleri, eğitim düzeyleri ve hastaneye yatış sayıları arasında ilişki olmadığı saptanmıştır. Hemşirelerin çalışma süreleri ile fiziksel gereksinimlere verdikleri önem arasında negatif yönde bir ilişki olduğu, ruhsal gereksinimlere verdikleri önem arasında ilişki olmadığı saptanmıştır. 164 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ROMANTİZMAL KALP HASTALIKLARINDA ERKEN TANI VE KORUYUCU PROGRAM GELİŞTİRMENİN GEREKLİLİĞİNE İLİŞKİN BİR İNCELEME Aynur ESEN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gürbüz GÜMÜŞDİŞ İzmir-1986 ÖZET Bu araştırma, romatizmal kalp hastalıklarının önlenmesinde, erken tanı ve koruyucu program geliştirmenin gerekliliğini incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma 1 Mart 1985-5 tarihleri arasında Bornova Erkek Yetiştirme Yurdunda yapılmıştır. Araştırmanın örneklem grubunu 1 Mart 1985 tarihlerinde Bornova Erkek Yetiştirme Yurdunda kayıtlı bulunan 8-18 yaş grubundan (toplam 223 kişi) Tabakalı Tesadüfi Örnekleme (Stratified Random Sampling) Tekniği ile saptanmış 100 kişi oluşturmaktadır.100 kişilik araştırma grubunun 51!ini 8-12 yaş grubu, 49’unu da 13-18 yaş grubu oluşturmaktadır. Araştırma tanımlayıcı ve analitik nitelikte planlanmış ve uygulamalı çalışma olarak düzenlenmiştir. Araştırmanın veri toplama süreci; Soru kağıdı uygulaması, Laboratuar tanı yöntemlerinin (ASO-Boğaz kültürü) incelenmesi ve Kardiyak fizik muayene taraması şeklinde üç aşamada gerçekleştirilmiştir. Veri toplamanın birinci aşamasında, deneklere teke tek görüşme yöntemiyle uygulanan soru formu; deneklere ilişkin özel tanıtıcı bilgilerle ilgili7, hastalığa (akut eklem romatizması ve romatizmal kalp hastlığı) ilişkin bilgilerle ilgili 10 soru olmak üzere toplam 17 soruyu içermektedir. Veri toplamam sürecinin ikinci aşamasında, gerçirilmiş ya da geçirilmekte olan streptokal boğaz enfeksiyonlarına tanı konulmasında oldukça değerli olan iki laboratuar incelenmesi (ASO testi ve boğaz kültürü) yapılmıştır. Bu amaçla, deneklerden her iki inceleme için gerekli örnek materyal alınmış ve örnekler Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalında incelenmiştir. ASO testleri aynı bölümün Seroloji laboratuarında yürütülmüş; boğaz kültürü incelemeleri ise yine aynı bölüm Bakteriyoloji laboratuarında araştırmacının kendisi tarafından gerçekleştirilmiştir. Veri toplama sürecinin üçüncü aşamasında ise, her denek; soru formu ve laboratuar incelemeleri için örnek alınmasından sonra ortalama1-4 hafta içinde doktor tarafından kardiyak fizik muayene taramasından geçirilmiştir. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde, yüzde dağılımları, ki-kare Fisher testi uygulanmıştır. Değerlendirme sonuçlarına göre; Bornova Erkek Yetiştirme Yurdunda %43 oranında geçirilmiş (non-spesifik) streptokok enfeksiyonu (%43 olguda ASO ≥ 400 İÜ/ml),% 70 oranında ise A grubu beta hemolitik streptokok taşıyıcılığı (%70 olgunun boğaz kültüründe Agrubu beta hemolitik streptokok varlığı) saptanmıştır. Ayrıca kardiyak fizik muayene taramaları süresince muayene edilen 94 kişinin (6 kişi değişik nedenlerle muayene edilememiştir.) 86’sında normal muayene bulgusu alınırken, 8 kişide ise romatizmal kalp hastalığı lehine patolojik dinlenme bulgusu saptanmıştır. 165 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Araştırmanın diğer verilerine göre ise, deneklerin % 56’sında oral hijyen bozukluğu olan (1 ya da daha çok çürük diş varlığı), üst solunum yolları enfeksiyonu yakınması saptanmıştır. Ayrıca deneklerin %74-75’i sorulara verdikleri diğer yanıtlarla değişik zamanlarda kardiyopulmoner (dispnee, palpitasyon, efora dayanıksızlık gibi) yakınmaları olduğunu belirtmişleridir. Araştırma süresince hiçbir denekte akut eklem romatizması (AER) bulgusu gözlenmemiş, ancak 5 kişi daha önceki zamanlara ait AER anamnezi verilmiştir. Araştırmanın sonuçları genel olarak düşünüldüğünde; akut eklem romatizması ve romatizmal kalp hastalığının temel etkeni olan A grubu beta hemolitik streptokal boğaz enfeksiyonlarının, bulaşmanın kolay olduğu kalabalık ortamlarda oldukça yaygın olduğu, o nedenle sık sık ve periyodik aralıklarla erken tanı taramaları yapılması gerektiği sonucuna varılmış ve romatizmal kalp hastalıklarının önlenmesi için koruyucu program geliştirmenin gerekli olduğu saptanmıştır. SUMMARY This experimental study has been carried out with the aim of examining the necessity of early diagnosis and the development of a preventive program in the prevention of Rheumatic Heart Diseases. The study has been carried out in Bornova Boys’ Orphanage between the dates 1 March-5 July 1985. The study sample was composed of 100 boys between the ages of 8-18 who have been registered at the above mentioned orphanage on March 1, 1985 (223 boys in total) and who have been chosen from among them by the Stratified Random Sampling technique.51 of the study sample were between the ages of 8 -12 and 49 of them were between the ages of 13-18. The study has been planned as a descriptive one and with an analytical approach and it has been organized as a practical study. The data collecting period has been carried out in three steps; using questionaires examining has been carried out in three steps; using questionaires examining laboratory diagnosis methods (ASO–Throat culture)and cardiac physical examination research. During the first step of data gathering, questionaires applied to the subjects by meeting them individually, consist of 17 questions 7 of which concern a private introductory information of the subjects and 10 of which concern information about the disease (Rheumatic Fever and Rheumatic Heart Disease). During the second step of data gathering two laboratory studies(ASO test and throat culture) that have a value in the diagnosis of recovering or already recovered steptococcal throat infections have been carried out. For this purpose the necessary sample materials, fort he two sytudies, have been obtained fromthe subjects and these samples have been examined in the Microbiology department of the Medical Faculty of Ege University.ASO tests have been conducted in the Serology laboratory of the same department and throat culture studies have been carried out in the Bacteriology Laboratory of the Microbiology department by the researcher. During the third step of data gathering, each subject had a cardiac physical examination within 1-4 weeks on average by the doctor after the samples had been taken questionaires and laboratory studies. In the evaluation of the data obtained, percentage distribution chi– square and Fisher tests have been applied. According to the results of the evaluation, it has been found that there were 43% recovered (non-spesific) streptococcal carriers(eexistence of A beta hemolytic streptococcal carriers (existance of A beta hemolytic streptococcal in the throat this, during cardiac physical examination research in 166 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri 86 of 94 subjects (6 subjects weren’t examined for various reasons) normal examination results were obtained, and in 8 subjects a tendency for Rheumatic Heart Disease has been discovered. Accorrding to the other data obtained, in 56 % of subjects oral hygience defects(one or more decayed tooth), in 73 % usually tonsillitis and in 87 % upper respiratory tract infections have been found. And also 74-75 % of the subjects said that they had cario pulmoner problems at various times (dyspnea, palpitation, poor resistance to effort)when they answered the questions. During the study, the symptom of Rheumatic Fever was not observed in any subjects, but 5 others had been previously diagnosed as Rheumatic Fever. Considering the total results of the study, we may conclude that Group An beta hemolytic streptococcal throat infection which is the basic cause of Rheumatic Fever and Rheumatic Heart Disease is very common in crowded enviromets where contagion is easy, thesefore, frequent and regular early diagnosis examinations must be carried out and in order to prevent Rheumatic Heart Diseases a preventive program should be developed. 167 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı GÜRÜLTÜLÜ ORTAMLARDA ÇALIŞMANIN KAN BASINCI VE NABIZ HIZI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ VE BU KONUDA YAPILAN HİZMET İÇİ EĞİTİMİN, İŞÇİLERİN KORUYUCU ÖNLEM ALMAYA İLİŞKİN BİLGİ VE DAVRANIŞLARINA ETKİSİNİN İNCELENMESİ Ayfer KARADAKOVAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU İzmir-1989 ÖZET Sanayi ve teknolojinin gelişmesine paralel olarak ortaya çıkan sağlık sorunlarının oluşmasında bir çok faktör rol oynamaktadır. Bu faktörlerden bir tanesi de gürültüdür. Günlük yaşamımızda evde, iş yerinde hatta seyahat ederken, uyurken gürültüden etkileniriz. Bu araştırma gürültülü ortamda çalışan işçilerde gürültünün kan basıncı ve nabız hızına olan etkisini araştırmak ve verilecek eğitimin onların bu konu ile ilgili bilgi düzeylerini saptamak amacı ile yapılmıştır. Araştırmanın birinci aşaması olan kan basıncı ve nabız hızı ölçümleri ile ilgili gruba Sümerbank İzmir Basma Sanayi Müessessi Dokuma Atölyesi, İzmir Pamuk Mensucat T.A.Ş. Dokuma Atölyesi ve İzmir Büyük Efes Oteli kat hizmetleri ve servis hizmetlerinde Kasım 1987Ocak 1989 tarihleri arasında çalışan işçiler alınmıştır. Araştırmanın örneklemi 150 deney ve 150 kontrol olmak üzere 300 kişidir. Araştırmanın ikinci aşaması olan eğitim uygulaması ile ilgili gruba ise İzmir Pamuk Mensucat T.A.Ş. D okuma Atölyesi’nde Eylül 1988-Ocak 1989 tarihleri arasında çalışan işçiler alınmıştır. Eğitim uygulaması ile ilgili 100 kişilik örneklemde, 50 işçi modüler eğitim, 50 işçi standart (anlatım) eğitim grubuna ayrılmıştır. Her aşama için işçi gruplarının oluşturulmasında “olasılıksız örneklem yöntemi” kullanılmıştır. İş yerlerindeki gürültü düzeyleri araştırıcı tarafından üç değişik zamanda ölçülerek üç ölçümün ortalaması alınmıştır. İşçilerin kan basıncı ve nabız hızları çalışmaya başlamadan önce ve çalışma saati sonunda üç gün ölçülmüş ve üç ölçümün ortalaması alınmıştır. İşçilerin gürültü, organizmaya etkileri ve alınması gereken koruyucu önlemler konusunda yeterli bilgiye sahip olamadıkları var sayılarak bir eğitim programı geliştirilmiştir. Eğitim uygulamasına geçilmeden önce hazırlanan öntest soru kağıdı uygulanarak işçilerin konu ile ilgili bilgi düzeyleri saptanmıştır. Daha sonra geliştirilen eğitim programı bir gruba modüler eğitim, bir gruba standart (anlatım) eğitim yöntemi ile verilmiştir. Uygulanan eğitim yöntemlerinin işçilerin bilgi düzeylerine ve koruyucu önlem almaya ilişkin tutum ve davranışlarına etkisini ölçmek amacı ile eğitim uygulamasından 15 gün sonra öntest için kullanılan soru kağıdı tekrar kullanılarak sontest yapılmıştır. Elde edilen verilerin istatistiksel analizleri, yüzgulamasında modüler eğitimin standart eğitime göre daha etkin olduğu belirlenmiştir. Eğitim uygulamasına alınan işçilerin koruyucu önlem almaya ilişkin tutumlarında bir gelişme görülmüş ve koruyucu önlem alan işçilerin oranı modüler eğitim grubunda % 72, standart eğitim grubunda % 66 olarak bulunmuştur. 168 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Sonuçlar araştırma hipotezlerini destekleyici nitelikte olmuştur. Araştırma sonucunda, gürültülü iş yerlerinde çalışan işçilerde gürültünün organizmada meydana getirdiği zararlı etkilerin ilerlemeden gerekli önlemlerin alınabilmesi için periyodik sağlık kontrollerinin yapılması, işçilerin iş yeri sağlık zararlıları, alınabilecek koruyucu önlemler konusunda eğitilmesi ve verilen eğitimin uygulanabilirliğini sağlamada iş yeri sağlık ekibi ve iş sağlığı hemşiresinin etkin görev almasının uygun olacağı belirtilmiştir. SUMMARY Many health problems are brought forth together with the industurial and technological advancement. There are many factor as a cause of health problems. One or the factor that cause of health problems is noise. In our daily lives, at home, on the job, traveling, even while sleeping we are exposed to noise. If noise become more and more obvious the noise pollution is a dangerous matter. This research has been planned to determine whether the noise can cause any increase in blood pressure and pulse rate among workers. Also the effects of giving workers ample knowledge and training agains such hazards were studied. In the first step of this study 300 workers consist the group. The workers blood pressure and pulse rate measurements were taken during November 1987 to January 1989 in the İzmir Sümerbank Cotton Fabric Weaving Industurial Works,İzmir Cotton and Textile Weaving Industurial Works,İzmir Grand Ephesos Hotel in housekeeping and services departmans.150 workers were taken fort he test group and the other 150 workers were taken as a control group. In the second step of this study; the training programe(which include the noise pollution and its hazards on the organism) prepared and the questionere is given to the workers ofto find their knowledge level about the noise and its effect on organism and it were applied to 100 workers. 50 workers of this group taken a module training programme and the other 50 workers were taken standart training programme by the researcher. This training programme applied in İzmir Cotton and Textile Weaving Industurial Works during the period September 1988 to January 1989. The post-test were applied after 15 days training programme was given. Fort he both steps of this study “Improbability Sampling Method” has been used. The noise levels are measued by researcher at three different times and the results diveded by three, to find average value. Blood pressure and pılse rates of the workers we taken three days; on duty and off duty, the results divided by three, to find average value. In assesing the data percentage, the important test between the two different groups (t test),the important tests between to averages( t test), the important tests of the percentage (t test). As a results was found that; in the noisy enviroment 73 percentage of workers do not have protective devices and 63 percentag of them weren’t use the devices. The workers sistolic/diastolic blood pressure and pılse rates are higher on duty when they are compared with off duty. In the control groups the results shows that; the unnuisy working places were not effected the workers blood pressure and pulsa rates. As a result of the training programme the modul training programme is more effective that Standard training programme. The modül-training progrmme increased the workers knowledge level to 77.82 percentage, the Standard trining programme increased the workers knowledge level to 57.50 percentage. As a product of both training programme; the workers attitude and behaviors were changed. 169 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı All the results were qualifed as supportive the researcher hypothesis. The research is concluded with the following precautions and recommendation as to minimize the negative effects of noise, releated to working health, The workers must medicaly check-up periodically to protect the noise harmful effect on the organism, The workers must be trained to use protective measurments for their health, Medical teams and medical nurses should have an effective role to prevent the noise harmful effects on the organism and this team must play effective training role in the work-sites. 170 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KALICI MESANE KATETERİZASYONUNUN YARDIMCI OLDUĞU ÜRİNER SİSTEM İNFEKSİYONLARININ ÖNLENMESİNDE, MESANENİN POVİDON-İYODLA İRRİGASYONU VE HEMŞİRELİK BAKIMININ ETKİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Leyla KADİR KHORSHID Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK İzmir-1992 ÖZET Bu araştırma, hemşirelik bakım teknikleri ile % 2’lik povidon-iyot’la mesane irrigasyonunun, kalıcı üretral kateterizasyonunun yardımcı olduğu nosokomiyal üriner sistem infeksiyonlarının önlenmesinde etkisini araştırmak amacıyla yapılmıştır. Deneysel olarak planlanan araştırmaya, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı Yoğun Bakım Birimi’nde 10 Ekim 1989 - 30 Aralık 1991 tarihleri arasında yatan ve kalıcı üretral kateterizasyon yapılan kadın hastalar alınmıştır. Araştırmanın örneklemini 20 kontrol, 20 I. deney ve 20 II. deney grubundan olmak üzere, antibiyotik almayan ve yapılan ilk idrar incelemesinde üriner sistem infeksiyonu olmadığı belirlenen hastalar oluşturmuştur. I. deney grubuna hemşirelik bakım teknikleri uygulanmış, II. deney grubuna ise hemşirelik bakım tekniklerine ilaveten % 2’lik povidon-iyot solüsyonu ile mesane irrigasyonu yapılmıştır. Her üç gruptaki hastalar, üriner sistem infeksiyonu yönünden izlenmiştir. Kateterizasyonun başladığı birinci ve 3 gün sonra idrar örneği alınarak Ege Üniversitesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı ve Klinik Bakteriyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı laboratuvarlarında idrar analizleri yapılmıştır. İdrar analizleri, idrar kültürü, koloni sayımı, antibiyogram ve idrarın mikroskobik muayenesinden oluşmuştur. 1 ml. idrarda 10(5) koloni bulunması, üriner sistem infeksiyonu göstergesi olarak kabul edilmiştir. Koloni sayımında Uricult metodu ve antibiyogram testinde Kirby-Bauer metodu kullanılmıştır. Değerlendirmede bir izleme formu kullanılarak, verilerin değerlendirilmesi Ki-kare, Kesin Kikare Fisher Testi ve yüzdeler kullanılarak yapılmıştır. Hemşirelik bakım tekniklerinin uygulandığı I. deney grubundaki hastalarda üriner sistem infeksiyonu % 70, % 2’lik povidon-iyot solüsyonu ile mesane irrigasyonu yapılan II. deney grubundaki hastalarda üriner sistem infek siyonu % 45 olarak bulunmuştur. Kontrol grubunda ise üriner sistem infeksiyonu % 95 oranında saptanmıştır. En fazla üriner sistem infeksiyonuna neden olan mikroorganizmanın Escherichia Coli olduğu görülmüştür. Araştırma sonucunda deney ve kontrol grupları arasındaki farka dayanarak, hemşirelik bakım tekniklerinin ve % 2 povidon-iyot solüsyonu ile mesane irrigasyonunun, üretral kateterizasyonunun katkıda bulunduğu nosokomiyal üriner sistem infeksiyonlarını önlemede etkili olduğu ve infeksiyonun önlenmesinde bu iki yöntem arasında anlamlı bir fark bulunmadığı ortaya konmuştur. SUMMARY This research has been designed to find out the effects of nursing care techniques and bladder irrigation with % 2 Povidone-iodine for prevention of indwelling bladder catheter-associated nosocomial urinary tract infections. The female patients who were hospitalized in Ege University Neurology Department Intensive Care Unit between 10 October 1989 - 30 December 1991 and 171 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı catheterized with indwelling urethral catheter have been included in this experimentally planned research. The sample group consisted of twenty patients in control group, twenty in experiment group I, and twenty in experiment group II who were not taking antibiotic and who were determined not to have urinary tract infection as proved by the first urine analysis. Nursing care techniques has been given to experimental group I, and addition to nursing care techniques bladder irrigation with % 2 Povidone-iodine solution was given to experimental group II. Patients in all three groups have been checked for urinary tract infection. Urine samples have been collected in first day, after 3 days of catheterisation, urine analysis were made in the Ege University Microbiology Department and Bacteriology and Infectious Diseases Department Laboratory. The urine analysis consisted of urine culture, colony counting, antibiogram tests and microscopic examination of urine. 10(5) colonies in 1 ml. urine is considered to be a urinary tract infection. Uricult method was used for colony count and Kirby-Bauer method was used for antibiogram test. For the evaluation, an observation-form has been used. The significance control between chisquare, chi-square Fisher test and percentage was used in data analysis. It was observed that urinary tract infection was 70 % in experimental group I which was given nursing care techniques and 45% in experimental group II which was given bladder irrigation with 2 % Povidone- iodine solution. Urinary tract infection was found to be in the range of 95% for the control group. Escherichia Coli is the major causative agent of infection among the microorganisms. As a result of this research we can conclude from the difference between the experimental and control groups that the nursing care techniques and bladder irrigation with 2 % povidone-iodine is effective in preventing catheter associated nosocomial urinary tract infections and there are not reasonable difference between these two techniques in preventing infections. 172 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KEMOTERAPİ UYGULANAN LÖSEMELİ HASTALARDA PLANLANMIŞ BİR AĞIZ BAKIMI YÖNTEMİNİN, AĞIZ İÇİ MAYA ENFEKSİYONLARI VE DİĞER KOMPLİKASYONLARIN ÖNLENMESİNDEKİ ETKİLİLİĞİNİN İNCELENMESİ İsmet EŞER Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1993 ÖZET Bu araştırma, kemoterapi uygulanan lösemeli hastalarda planlanmış bir ağız bakımı yönteminin ağız içi maya enfeksiyonları ve diğer komplikasyonların önlenmesindeki etkililiğinin incelenesi amacıyla klinik deneyi şeklinde yapılmıştır. Bir klinik deney olarak planlanan araştırmaya, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği Hematoloji Birimi’nde Ekim 1989-Ocak 1993 tarihleri arasında yatan hastalar alınmıştır. Araştırmanın örneklemini, 20 deney, 20 kontrol grubu olmak üzere ağzında maya enfeksiyonu, ağız komplikasyonları, takma diş veya çıkarılabilir protezi olmayan hastalar oluşturmuştur. Hastaların ilk yattıkları gün ağız değerlendirmesi yapılmış ve mikolojik kültür alınmıştır. Kültürler Ege Üniversitesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Mikoloji Laboratuvarı’nda değerlendirilmiştir. Her Pazartesi ve Perşembe günleri Hematoloji Laboratuvarı’nda lökost + trombosit ve diğer kan tetkikleri yapılmış, ayrıca tedaviyi yürüten doktor tarafından her hastanın periferik yayması yuapılmıştır. Kültürler 7, 14, ve 28. günlerde tekrarlanmıştır. Hastanın ağız sağlığı araştırmacı tarafından her gün değerlendirilmiş, değerlendirme University of Nebraska Medical Center tarafından geliştirilen Ağız Sağlığı Değerlendirme Rehberi kullanılmıştır. Ayrıca araştırmacı tarafından ağrı ve ağız kokusu değerlendirilmiştir. Diş debrisinin değerlendirilmesinde Gren ve Vermillion tarafından geliştirilen “Basitleştirilmiş Ağız Hijyeni İndeksi’nin birinci bölümü olan “Debris İndeksi” kullanılmıştır. Hastalara araştırmacı tarafından diş fırçalama yöntemi öğretilmiş, her gün üç kez diş fırçalayıp dört kez % 1 sodyum bikarbonat solüsyonu ile gargara yapmaları sağlanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, Yates düzeltilmesi testi, Fhisher keskin ki-kare testi, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi kullanılmıştır. Hastaların % 70.00’inde oral kandidiyazis, %70.00’inde kanama, %50.00’sinde stomatitis, %60.00’ında gingivitis, % 15.00’inde anguler şeilitis, % 10.00’unda herpes simpleks enfeksiyonu, % 10.00’unda kserostomi, % 75.00’inde ağrı, % 35.00’inde ağız tadı değişikliği, % 80.00’inde halitosis geliştiği saptanmıştır. Uygulanan ağız bakımının hastaların debris puan ortalamalarını, ağız sağlığı puan ortalamalarını düşürdüğü, maya enfeksiyonu (oral kandidiyazis), stomatitis, gingivitis, ağrı, çiğneme ve yutma güçlüğü ve halitosis’ in önlenmesinde etkili olduğu, kanama, anguler şeilitis, herpes simpleks, kserostomi ve tat değişikliğinin önlenemesinde etkili olmadığı saptanmıştır. Kültürlerde en fazla üretilen maya mantarının Candida Albicans olduğu belirlenmiştir. 173 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY This research has been designed to find out the prophylactic effects of a mounth care programe consisted as three times daily toothbrushing and four times mouth washes with % 1 sodium bicarbonate solution on the oral complications of patients with acute leukemia receiving chemotherapy. The acute leukemic patients who here hospitalized in Ege University Heamathology Department of Internal Disease Clinic between October 1989-January 1993 for chemotherapy, were included in this experimental clinical research. The sample group consisted of twenty patients in control group, twenty in experiment group who were noted not to have oral yeast infection as proved by the first mouth mycologyc cultur or not to have other oral complications, denture or other removable prothesis in the first admission day. Oral mycologyc cultur was taken in the admission day and repeated each seven day (1, 7, 14, 21, 28). Culturs were examined in Ege University Mycology Depertment of Medical Faculty. Oral Assesment Guide of University of Nebraske Medical Center was used to ases oral status of patients five days a week for a duration of 28 days. And pain and halithosis were assessed by researcher. To ases debris conditions The Debris Index component a Simplified Oral Hygiene Index developed by Green and Vermillion was used. Platelet and leukocytes number were accounted in Heamthology Laboratory of Heamathology Department. Leukocytes and neutrofiles were accounted by doctor who treated the patient. Toothbrushing and mouthwashing method was demonstrated and % 1 sodium bicarbonate solution given to patients by researcher. Percentage distributions, Yates corrections test, chi-square Fisher test and the importance test of the differences between averages (t test) were used in the evluation of the data. It was determined that 70.00 % of patients had oral candidiyasis, 70.00% hemorrhages,60.00% gingivitis, 50.00% stomatitis,15.00% angular cheilitis, 10.00% herpes simplex infection, 10.00% kserostomi, 75.00% pain, 35.00% altered taste and 80.00% had halithosis. It was determined that oral carte method used in this research decreased debris score and oral assessment score and it prevented oral candidiasis, stomatitis, gingivities, pain, hardeness of mastication and swallowing and halitosis but was not effective to prevente hemorrhages, anguler cheilities, herpes simplex infections, kserostomia, and altered taste. Candida albicans was the most isolated organism. 174 İç Hastalıkları Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUBKUTAN HEPARİN UYGULAMASINDA FARKLI LOKALİZASYON VE UYGULAMALARIN HEMATOM OLUŞUMUNA ETKİSİ İLE HEMATOMUN GİDERİLMESİNDE BUZ UYGULAMASI ETKİNLİĞİNİN İNCELENMESİ Asiye DURMAZ AKYOL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Çiçek FADILOĞLU İzmir-1998 ÖZET Bu çalışma, subkutan uygulamasında farklı lokalizasyon ve uygulamaların hematom oluşturulmasına etkisi ile hematomun giderilmesinde buz uygulaması etkinliğini saptamak amacıyla planlanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Yoğun bakım ünitesinde 9 Ağustos 1996-21 Temmuz 1997 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma kapsamına, Ege Üniversitesi Hastanesi Kardiyoloji yoğun bakım ünitesinde yatan ve her 12 saatte bir 7500 ünite subkutan heparin enjeksiyonu uygulanan 60 hasta lınmıştır. Bu 60 hastanın 30 ‘una standart teknik, 30’una modifiye teknik ile subkutan heparin enjeksiyonu uygulanmıştır. Standart teknik ile uygulanan subkutan heparin enjeksiyonu sonrası oluşan renk değişikliği ve hematom toplam alan ölçümleri ile bölgeler arasında yapılan analizde farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır. (F=7.578, SD=3, P<0,059. Yapılan ileri analizde (NewmanKeuls) farkın karın bölgesinde uygulanan, subkutan heparin enjeksiyonundan kaynaklandığı belirlenmiştir. Karın bölgesinde standart ve modifiye teknik ile subkutan heparin enjeksiyonu uygulanan hastalarda buz uygulama öncesi ve sonrası toplam alan ölçüm ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Ts =11, p<0.05, Tm=3.0, p<0.0.5). SUMMARY This study is planned to aim effect of different localization and application on formation hematoma and the effect of ice applicatıon fort he relief of hematoma whıle application of subcutaneous heparin. Research has been made between 9-August-1996 and 21-July-1997 dates in Ege University Research And Application Hospital’s Cardiology Department Intensive care unit. The research included sixty patients who are staying at Cardiology intensive care unit of Ege Üniversity Hospital and who are applied 7500 units of subcutaneous heparin injection every twelve hours. The difference between the standart and modified techinique has been found out as significant by statistics wwith color change formation and hemoatom total area points of the patients who have been applied subcutaneous heparin injection on the abdomen region (F=4.801, sd=3, p<0.05). It has been detemined by using an advenced anaysis (Newman-Keuls) that the difference results from the modified technique. The difference between the meanss of the total area measurements before and after application of ice on the patients who have been applied subcutaneous heparin injection on the abdomen region with the application of the standard and the modified technique has been found out as significant by statistics (Ts=11, p<0,05, Tm=3.0, p<0.05). 175 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 176 HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZLERİ Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 178 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri BORNOVA KIZ MESLEK LİSESİ ÖĞRENCİLERİNİN SAĞLIK SORUNLARI VE SAĞLIKLA İLGİLİ GENEL YAKLAŞIMLAR MAJOR HEALTH PROBLEMS OF THE STUDENTS OF A VOCATIONAL HIGH SCHOOL AND THE VIEWS OF TEACHERS Gülsün AYDEMİR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. İnci EREFE İzmir-1984 ÖZET Araştırma; Bornova Kız Meslek Lisesi Öğrencilerinin ergenlik dönemi fiziksel ve psikososyal sorunlarını, sağlığa ilişkin genel yaklaşımlarını ve sağlık sorunlarına etkiyen etmeleri saptamak amacı ile yapılmıştır. Araştırma kapsamına Bornova Kız Meslek Lisesi Öğrenci ve öğretmenlerinin tümü alınmış, rapor veya izin gibi nedenlerle okulda bulunmayan öğrenci ve öğretmenler araştırma kapsamından çıkartılarak araştırma toplam 339 öğrenci ve 49 öğretmen ile yürütülmüştür. Okulda bulunan toplam öğrenci sayısı 395, öğretmen sayısı 80’dir. Veri toplamada kullanılan öğrenci soru kağıdı; öğrencinin sosyo-demografik özellikleri ile ilgili 11, sağlığa ilişkin genel yaklaşımlar ile ilgili 3, fiziksel sağlık sorunları ile ilgili 21, psikososyal sağlık sorunları ile ilgili 18, sağlık hizmetlerinden yararlanma durumu ile ilgili olarak 2, koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanma durumu ile ilgili 2, okul sağlığı danışmanlık hizmetleri isteme durumu ile ilgili 2 ve gereksinime duyulan sağlık eğitim konularını belirtmeleri ile ilgili 1 soru olmak üzere toplam 60 soruyu içermektedir. Öğretmen soru kağıdı; öğretmenlerin sosyo-demografik özellikleri ile ilgili 7, sağlıkla ilgili 1, öğrencilerin fiziksel sağlık sorunları ve psikososyal sağlık sorunları ile ilgili 1 ve öğrencilerin eğitime gereksinme duyabilecekleri sağlık eğitim konuları ile ilgili 1 olmak üzere toplam 10 soruyu içermektedir. Soru kağıtlarının öğrencilere uygulanması sırasında her sınıfta sınıf öğretmenleri tarafında, sınıflar arası ise araştırıcı tarafından denetim yapılmıştır. Öğrenci ve öğretmenlerin her bir soruya verdikleri yanıtlar yüzde olarak gösterilmiştir. Öğrencilerin ergenlik dönemi fiziksel ve psikososyal sağlık sorunları saptanmış, fiziksel sağlık sorunlarının psikososyal sağlık sorunlarına oranla daha fazla olduğu, sınıflara göre incelendiğinde öğrencilerin fiziksel ve psikososyal sağlık sorunlarının belirgin farklılıklar oluşturduğu, özellikle lise 1 grubu öğrencilerde fizik sağlık sorunlarının arttığı, orta 1 ve lise son sınıflarda psikolojik sağlık sorunlarının arttığı saptanmıştır. Öğrenciler sırası ile kendilerinde “baş ağrısı”, ”göz ve görme bozuklukları” ve “adet yakınması”nı belirtirken, öğretmenler öğrencilerde sırası ile “görme ve işitme bozuklukları“, ”cilt, saç ve alerjik yakınmalar” ve “baş ağrısı” gibi fiziksel sağlık sorunlarını gözlediklerini belirtmişlerdir. 179 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Öğrenciler sırası ile kendilerinde “sosyal etkinliklere katılamama” ,”sinirlilik ve gerginlik “ ve “ağrı kesici ilaç kullanma”yı belirttikleri, öğretmenlerin öğrencilerinde “sinirlilik ve duygusallık“, ”kardeş ilşkilerinin bozukluğu“ ve anne baba ilişkilerinin bozukluğu’ndan kaynaklanan psikososyal sağlık sorunlarını gözledikleri saptanmıştır. Öğrenciler sağlık eğitim konularında sırası ile “cinsel eğitim ve aile planlaması”, ”ruhsal yakınmalar” ve “vücut sağlığını”nı belirtirlerken, öğretmenler öğrencilerin gereksinme duyabileceği sağlık eğitim konuları olarak”kilo ve beslenme“, ”alışkanlıklar“ ve “çevre sağlığıvücut hijyeni” konularını belirtmişlerdir. Araştırma sonucunda okul sağlığı hemşirelik hizmetlerinin başlatılıp, geliştirilmesi ve bu kapsamda öğrencilerin ergenlik dönemi sağlık sorunları ile daha yakından ilgilenilmesi amacı ile bazı öneriler getirilmiştir. SUMMARY This research has been made to define major health problems and the health needs of female adolescent students and their status in utilizing health care resources. This study aimed also to find out the above mentioned subjects from the view point of the teachers of this school. Research was conducted on 339 female adolescent and 49 teachers of Bornova vocitional for girls. The results showed that the students had more physical health problems than psychosocial health problems. The teachers also indicated that they had observed similar health problems on students. Headache, vision problems and mensturial disorders were the most frequently explained problems. It was also found out that the students were in need of health education related to “sexual, family planning”, pyschologic problems” and “body hygene”. Consequently these findings indicated that the students needed well organised health education programmes including the subjects mentioned above. There is an appearant need fort he active school health and nursing programmes in the school of all levels in Turkey. 180 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri DİYABETES MELLİTUS TANISIYLA HASTANEYE YATAN HASTALARA VERİLEN TABURCULUK EĞİTİMİNİN HASTALARIN EVDE BAKIM GEREKSİNİMLERİNİ KARŞILAMAYA ETKİSİNİN İNCELENMESİ A STUDY ON EVALUATING THE EFFECT OF A PLANNED HEALTH EDUCATION PROGRAM APPLIED TO DIABETIC HOSPITALIZATION PATIENTS ABILITIES IN MEETING THEIR HEALTH CARE NEEDS RELATED TO ILLNESS AT HOME Naciye AKTAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Doç. Dr. Ayla BAYIK İzmir-1991 ÖZET Bu araştırma diyabet tanısıyla hastanede yatan ve insulin kullanan hastalara verilen planlı sağlık eğitiminin evdeki bakım gereksinimlerini karşılamaya etkisinin incelenmesi amacıyla planlanmıştır. Anket deneysel, gözlem tekniklerini içeren bu araştırma 28 Aralık 1990-30 Ağustos 1991 tarihleri arasında E.Ü. Tıp Fakültesi araştırma, uygulama hastanesi iç hastalıkları kliniğinde yürütülmüştür. Araştırma kapsamına 30 deney grubunda 30 kontrol grubunda olmak üzere toplam 60 hasta alınmıştır. Deney ve kontrol grubu deneklere hastaneye yattıklarının üçüncü günü hasta tanıtım formu (EK I) ve hastalığa ilişkin bilişsel, duyuşsal ve psikomotor alan becerilerini saptamaya yönelik pretest anket formu (EK II) uygulanmıştır. Pretest puan ortalamalarına göre iki grubun bilgi ve becerileri açısından fark istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (t=11.44. p>0.o5). Hastaların bilgi, beceri düzeyi hastalıklarının sağıltımı ve rehabilitasyonu için yetersiz olarak değerlendirilmiştir. Deneklerin pretest puan ortalamasına etki eden etmenler incelendiğinde yaş, hastalık yılı, eğitim durumu, hastaneye yatma sayısı, gibi etmenlerin hastaların bilgi ve beceri düzeylerini etkilemediği saptanmıştır. Deney grubu deneklere hastanede yattıkları süre içinde ve taburcu olurken posttest (EK II) anket formu uygulanmıştır. Deney ve kontrol grubu deneklerin posttest puan ortalamaları arasındaki fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur (t=11.92. p<0.05). verilen planlı sağlık eğitiminin deney grubu deneklerin bilgi ve becerilerini önemli düzeyde arttığı gözlemlenmiştir. Taburcu olduktan iki hafta sonra hastalara araştırıcı tarafından ev ziyareti yapılmıştır. Ev ziyaretlerinde soruşturma ve gözlem yoluyla deneklerin hastalıklarının tedavisi, diyete uyma, komplikasyonlardan korunma ve bakıma ilişkin bilişsel, duyuşsal, psikomotor alana yönelik bilgi ve becerileri incelenmiştir. Bu değerlendirmeye göre deney grubunun kontrol grubuna göre bilgi ve becerilerinin daha olumlu davranışlar içinde kaldığı saptanmıştır. Deney ve kontrol grubu deneklerin ev ziyaretinde hastalıklarına yönelik bilişsel, duyuşsal ve psikomotor alan becerilerine ilişkin almış oldukları puan ortalamaları karşılaştırıldığında fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur (t=8.66. p<0.05). 181 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Araştırma sonuçları hastanede yattıkları süre içinde ve taburcu olurken hemşirenin diyabetik hastalara verdiği planlı sağlık eğitiminin onların bilgi ve beceri düzeylerini artırarak evde bakım gereksinimlerini daha iyi karşılamalarına olumlu katkı yaptığını göstermiştir. Çağdaş sağlık görüşüyle her alanda çalışan hemşirenin sağlık eğitimini bir görev olarak üstlenmesinin önemi vurgulanmıştır. SUMMARY This research was planned to study the effect of a planned health education program applied to the diabetics patients who were already using insulin and already discharged by evaluating the patients ağabeylity in meeting their in home nursing care needs. The research was carried out between the dates December 28th, 1990 and August 30th, 1991, in the Internel Medicine Clinic of Ege University Medical School Research and Pratic Hospital. This research has comprised sixty patients, thirty fort he experimental and control groups answered the the patient’s identity forms and the pretest questionnaires three days after they had been hospitalized. According to their average pretest scores, the difference between the two groups wasn’t found statistically meaningfull (t=11.44, p>0.05). The patient’s cognitive, affective and pyscomotor abilities weren’t high enough in managing the problems related to their illness recovery and rehabilitation. According to the results of the study, it was found out that the factors such as the age of the patients, the duration of illness, the level of education, the number of the days being hospitalized had not a affected the average pretest scores. The experimental group was subjected to a planned health education program on the third day of hospitalization and again one day before discharge while the control group was subjected to any health education programe. A post test was applied to the all patients in experimental and control group before they were being discharged. The difference between the groups, average posttest scores was found to the statistically meaning full (t= 11.92, p<0.05). It has been observed that the planned health education program was effectivel and had increased the cognitive, affective an pyscomotor ability levels of the experimental group patients to a great extend comparison to the control group. Two weeks after, they had been discharged from the hospital, all the patients in experimental an control group were visited by the researcher at their homes. By means of the observation and data gathered during the interview, it was tried to found out the patrent7s knowledge an ağabeylities and to what entend they menaged and coped with the problems in the treatment of their illnesses as well as how they adapted to the diet and protected themselves against complications and took care of themselves. When the average scores they had gaired during the visit were compared, the difference between tho groups was found statistically meaning full (t=8.66, p>0.05). The patients in experimental group had managed and coped with their illnes more skillfuly compared to control group. The result of the study revealed that the planed health education programe organized by the nurse researcher and applied to patients during the hospitalization and as well as while they were being discharged, had increased their knowledge and bility in managing and coping with their illness and this helped them to meet their health care needs at home after being discharged. It has been stressed that health education education be the main responsibility of the nurses working in primary, secondary and tertiary health care services. 182 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri AFYON İLİNİN SOSYO-DEMOGRAFİK VE SAĞLIK DURUMUNUN TANIMLANMASI Yeter ÇİFTÇİ KİTİŞ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zuhal BAHAR İzmir-1991 ÖZET İç Batı Anadolu Bölgesi’nde yer alan Afyon ili merkezinin sosyo-demografik ve sağlık durumunun tanılanması amacıyla bölgedeki 1986-1990 yılı çalışmalarının incelendiği bu araştırmada, nüfusun %60.9’unu 15-49 yaş nüfusunun oluşturduğu saptanmıştır. 1990 yılında %2.10 oranında nüfus artışı olmuştur. Kaba doğum hızı %15.22, kaba ölüm hızı %03.28 olarak saptanan Afyon ili merkezinde doğal artış hızı %11.94’dür. 7-19 yaş nüfusun 96.68’i okula gitmektedir. Afyon ili merkezinde sağlığa zarar veren kurumlar yerleşim bölgelerinin yakınında olduğundan, gürültü ve zararlı atıklarıyla çevre sağlığını bozmaktadır. İçme sularından 1990 yılında alınan numunelerin %22.86’sının içilmez derecede kirli olduğu saptanmıştır. Afyon ili merkezindeki hastane ve sağlık ocaklarında toplam 825 personel görev yapmaktadır. Sağlık ocakları bölgesinde hekim başına 7436 hemşire başına 12393, ebe başına 2187 nüfus düşmektedir. Sağlık ocakları arasında personel dağılımı yönünden dengesizlik mevcuttur. Sağlık bakanlığı’na bağlı hastanelerin toplam yatak sayısı 665 olup yatak işgal oranı %63.18 bulunmuştur. (1990). Çocuk Bakımevi’nde 1990 yılında en çok görülen hastalıklardan ilk sırayı “enterit ve ishalli seyreden hastalıklar (A 5)”, ikinci sırayı “diğer pnömoni şekilleri (A 91)” alırken en sık görülen birinci bölüm nedeninin “yeni doğanın hemolitik hastalığı (A 113)”, İkinci ölüm nedenini ise “doğuştan gelme bütün diğer anomaliler (A 130)”olduğu saptanmıştır. Bölgede 1990 yılında 0 yaş grubunda 72 ölüm görülmüş olup bebek ölüm hızı bulunmuştur. 2-4 yaş grubunda 21 ölüm olmuştur. 0-4 yaş grubu ölümler tüm ölümlerin %25.41, ini oluşturmuştur. 45 yaş üstünde 251 ölüm görülmüş olup bu yaş ölümlerinin tüm ölümler içinde ki oranı %68.68’dir. Afyon ili merkezinde 1990 yılında toplam doğurganlık sayısı 1.7, canlı doğum sayısına göre düşük %3, ölü doğum ise %2.12’dir. Doğumların %69.3 ‘ü hastanede, %27.4’ü ebe yardımıyla, %3.3’ü yardımsız yapılmıştır. Aynı yıl gebe başına ortalama 3.89, bebek başına 6.7, çocuk başına 1.16 izlem yapılmıştır. 1990 yılında 1 ana ölümü olmuştur. Ana ölüm hızı onbinde 0.33’dür. Bölgede etkin kontraseptif yöntem kullanan kadın %37.29 oranındadır. Bulaşıcı hastalıklardan enterit, hepatit, dizanteri ve kızamık yıllara göre morbidite hızları değişmekle birlikte en çok görülen hastalıklardır. Kızamık 1986’da %13.32, hepatit 1986’da %10.4, dizanteri 1986’da %7.8, enterit1990’da %24 olarak en yüksek morbidite hızlarını göstermişlerdir. Bölgede yaşayan 0-6 yaş grubu çocukların %81.92’sinin tam aşılı, %24’ünün eksik aşılı ve %5.7’sinin aşısız olduğu saptanmıştır 183 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY In this research which is searching the studies between 1986-1990 to determine the sociodemographic and health condition of the center of Afyon city which is located west inside region of Anotilia, found that 60.90% of population is between 15-49 years old. There existed 2.11% population increase in 1990. Roughly birth speed is 15.22%, roughly death spedd is 3.28% 0 and so the natural papulation is 11.94% in the center of afyon city. 96.88.% of the population of 7-19 age group goes to school The factories which are harmful to health are near housing areas and they dıstrub environmental health with nois and harmful wastes in centere of Afyon city 22.86% of the samples taken from drinking water in 1990 was found to be dirty to drink. Total 825 person work in the hospitals and health conters in the centre of Afyon city. There is on a doctor for 7436 patient 12393 patient an done midwife for 2187 patient in hospitals and health centers in centre of Afyon city. There is inequality between healh center’s about the personal distrubition . Total bed numbers was 665 in the hospitals of health ministery and 63.15% of this beds were filled in 1990. The ilnesses with enterits and diarea is the most frequent, different kinds of pnömonia is the second frequend ilnesses and hemolitic ilness of the new born baby “is the most frequent”, “congenital abnormalities” are the second frequent cause of deaths, in child care house in1990. There were death in 0 year age children and speed of baby death was 42.40%in the area in 1990.There were 21 death between 1-4 years of age. The death in 0-4 years of age were 25.41% of all deaths. There were 261 death above 45 years of age and these deaths were 68.68% of all deaths. In the center of Afyon city total prolificality number is 1.7 abortions to the alive born babies are 3%, death born babies are 2.12%. The deliveries are made 69.3% in hospital, 27.4% by the help of a midwife, 33% without help in the same year, 3.84 per pregnant, 4.18 per baby,138 per child, follows are made. There was one mother death in 1990. The speed of mother death in 1990. The speed of mother deaths is 0.33%00. The women which use active contraseptive is 37.29% Enteritist, hepatitis, dizanteria and rubella are the most frequent illnesses allthough it varies year to year. İn 1986 the following illnesses shoved the higher morbidite speed, with rubella 13.32%0, hepatitis 10.4 %0 dizanteria 7.8%0, enteritist 24%0. The children living in region were 81.9% completely vascined, 12.4% were not vascined completely, 5.7% were not vascined. 184 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri 0-5 YAŞ ARASI ÇOCUKLARDA FEBRİL KONVÜLZON GÖRÜLME SIKLIĞI VE ROL OYNAYAN DEMOGRAFİK ÖZELLİKLER Leyla KÖKSAL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1992 ÖZET Febril konzülzyon % 2-6 oranla çocukluk çağının en sık görülen nörolojik problemlerinden biridir. En sık 3 ay 5 yaş arası çocuklarda görülür. 38˚C’nin üzerinde ateşli çocuklarda oluşma riski vardır. Hastalığın ortaya çıkmasında ateşin yükselme hızı hastanın yaşı, kalıtımsal özellikler önemli risk faktörleridir. Doğum çevresi olaylar ise kolaylaştırıcı faktör olarak febril konvül-zonlu vakaların %17’sinde bulunur. Aile hikayesi vakaların %26’ında pozitif bulunmuştur. Febril konvülzonlu çocukların %30-40’ında konvülzon rekürrensi, %10 oranında epilepsi, mental fonksiyonlarda yavaşlama veya fiziksel yaralanma gibi olaylar gelişebilir. Düzenli ve etkili tedavi ile iyi bir prognoz elde edilebilir. Bu araştırma febril konvülzonun prevalansı ve etki edebilecek sosyo-demografik özellikler ve febril konvülzonun çocukların, öz ve soy geçmişleri ile ilişkisi görüşme yolu ile anket uygulama tekniği ile araştırılmıştır. Araştırma bursa ili Orhangazi ilçesi merkez sınırları içinde ikamet eden 0-5 yaş grubu çocuklar üzerinde 15 Ağustos-5 1992 tarihleri arasında yapılmıştır. Sonuç olarak 400 çocuk üzerinde yapılan araştırmalardan febril konvülazyon görülme sıklığı %5.25 olarak bulunmuştur. Pozitif aile hikayesinin febril konvülzona anlamlı derecede etkisi bulunmuş ve febril konvülzonluların %33.3’ünde pozitif aile hikayesi tespit edilmiştir. Eğitim düzeyi arttıkça febril konvülzon riski azalırken, sosyo-ekonomik düzeyin anlamlı bir etkisi bulunmamıştır. Febril konvülzonun kızlarda görülme oranı %5 ve erkeklerde görülme oranı %5.4 olup istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. ABSTRACT Febril convulsion is one of the neurological problems wich appers most frequently in the childhood with the percentage of 2-6. mostly, it is seen in children who are between 3 months and 5 years old. Children who have fevers over 38 C are under the risk of getting febrile convulsion. The speed at wich the fever increases, the age of patient and the genetic properties play an important role in the development of the disease as the risk factors. Howewer, perinatal events are peresent at the 17 percent of the children with febrile convulsion as predisposent factors. Also family history hase been found positive at the 26 percent of the events. The probability that convulsions reoccurs in the children with febrile convulsion is 30 to 40 percent and in the same children the percentage of development of epilepsy is 10. in addition, decline in metal functions and physical injuries may ocur in theese children. A good progronose may be obtained with the regular and effective management of treatment. İn this thesis, prevalance of febrile convulsion, the socio-demographic peculiarity and the relation between febril convulsion and the background of children are investigated using the technic of anket by directly interviewing people. This research has been done between 0-5 years old 185 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı children in Orhangazi from 15-th of august to 5-th october 1992 as a result, from the study on 400 children it has been obtained that the percentage of prevalance of febrile convulsion is 5.25. Also, it has been found that the family history is a very important effect on febrile convulsion and at the 33.3 percent of febrile, the family history has been seen positive. Eventhough, the risk of febrile convulsion decreases as the educational level increases, no significant relation between sociaeconomical level and the desease has been found. In addition, the very important relation between perinatal events and the percentage of occurrance of febrile convulsion has been obtained. Also, it has been seen that perinatal events increase the risk of febrile convulsion. On the other hand, since in the female and male patitents the persantages of prevalance of this desease are 5 and 5.4, respectively; this defference has not been considered important according to the statistical facts. 186 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA HASTANESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN DURUMLULUK SÜREKLİ KAYGI DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ Semra AY Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zuhal BAHAR İzmir-1992 ÖZET Hemşirelikte kaygı önemli bir problemdir. Hemşire hastane ortamında hasta bakımı ve bakımı ve hasta ile ilişkide, ekip arkadaşlarıyla iletişimde ve diğer nedenlerle yoğun olarak kaygı yaşayabilir. Kaygı, hemşirenin vereceği kapsamlı hasta bakımının kalitesini etkileyerek iş performansında azalmaya neden olmaktadır. Araştırma bu görüşten yola çıkarak hemşirelerin hastane ortamında yaşadıkları duruma bağlı kaygı düzeylerinin saptanarak, kaygı düzeylerini etkileyen sosyo-demografik etkenlerin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Bu çalışmada Dokuz Eylül Üniversitesi uygulama ve araştırma hastanesi’nde çalışan hemşirelerin tümü (n=215) araştırma evrenini oluşturmaktadır. Bu evrenden ulaşılabilen 163 hemşirenin tümü araştırmanın örneklemidir. Bu araştırma tanımlayıcı, kısmen analitik, kesitsel bir çalışma olarak yapılmıştır. Araştırmanın verileri hemşirelerin sosyo-demografik özelliklerini içeren Anket formu ve kaygı düzeylerini ölçen Kendini Değerlendirme Formu uygulanarak elde edilmiştir. Spielberger (1970) tarafından geliştirilmiş olan Durumluk-Sürekli-Kaygı Envanteri hemşirelere bir kez uygulanmıştır. Kısa ifadelerden oluşan bir öz değerlendirme olan bu envanter toplam 40 maddeden oluşan iki ayrı ölçeği içerir. Araştırmada veriler, yüzdelik hesapları, varyans analizi ve t testli kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde, hemşirelerin kaygı düzeylerinin yüksek, ancak normal sınırları aşmadığı saptanmıştır. Hemşirelerin kaygı düzey sonuçları, aynı envanterin kullanıldığı Türk toplumunda yapılan diğer çalışmaların sonuçları ile karşılaştırıldığında, hemşirelerin kaygı düzeylerinin gerek yetişkinlerden, gerek adölesan dönemindeki öğrencilerden ve gerekse fiziksel hastalığı olanlardan daha yüksek olduğu görülmüştür. SUMMARY Anxiety is an important problem for nurses. In hospitals nurses would feel anxiety intensly about patient care and relation, communication with the team comparions working with and because of other reasons. Anxiety causes performance lost with its effect on the detailed patient care which the nurse’s presenting. From this point of wiew, this study is carried out to determine the anxiety levels which depends on the conditions they faced and which is lasting and to evaluate the social and demographic affects which influance the anxiety levels. 187 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı In this study all nurses working in 9 Eylül University was accepted as the total population (n=215). The study was performed in 163 of them. This study is definitive, is partially analitic and is sectional. Data were obtained from the inguine forms which contained the social and demographich features of the objeck and from the self-evaluation forms. Which measured their own anxiety levels. The inventory of the conditional and lasting anxiety whicy had been improved by Spielberger (1970) was aplied to the objeckts. This invertory consists of two different measurement which deals with 40 items. it is a self-evaluated by persentage calculations, variance analysis an t testing . Analysis of the data obtained showed that the anxiety levels of the nurses were high but not over the normal levels. When the anxiety levels of the nurses assesed comparatively with the studies on the other Turkish populations, it was higher than the students who were in their adolesance and other adults and even people who were physically ill, but the levels were not over normal limits. 188 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İSHAL KONUSUNDA EĞİTİLMİŞ İLKOKUL ÖĞRENCİLERİNDEN EBEVEYLERİNE BİLGİ TRANSFERİ Esin TÜRKİSTANLI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayla BAYIK İzmir-1993 ÖZET Bu araştırma, ilkokul dördüncü sınıf öğrencilerine ishale ilişkin verilen sağlık eğitiminin bilgi transferi yolu ile ebeveynlerine aktarılmasının belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Deneysel olarak hazırlanan araştırma, 22.2.1923-23.4.1994 tarihleri arasında Bornova ilçesi ilkokullarından Yavuz Selim İlkokulu, Zehra Hoca’nın İlkokulu ve Ömer Seyfettin İlkokulu’nda yürütülmüştür. (ek 1) Araştırma kapsamına 210 öğrenci, 210 anne, 201 baba olmak üzere toplam 621 kişi alınmıştır. Deney ve kontrol gruplarına ilk olarak tanıtıcı bilgileri içeren ve ön test sorularını içeren soru formu uygulanmıştır. (ek 2,3,4). Uygulanan ön test bilgi puan ortalamalarına göre deney ve kontrol grupları arasında istatistiksel düzeyde anlamlı bir fark saptanmıştır. Öğrencilerin ishal konusunda bilgi düzeylerinin annelerinden ve babalarından daha düşük düzeyde olduğu belirlenmiş, ön teste tüm deneklerin bilgi düzeyleri yetersiz olarak değerlendirilmiştir. Deney grubu öğrencilere birer hafta ara ile iki aşamada ishal konulu sağlık eğitimi verilmiş, kontrol grubuna eğitim verilmemiştir. Verilen eğitimi izleyen bir ay sonunda tüm deneklere son test soru formu (ek 4) uygulanmıştır. Deney ve kontrol grubu öğrencilerin son test bilgi puan ortalamaları arasında (t=24.13, p <0.01), annelerin son test bilgi puan ortalamaları arasında (t=11.70, p<0.01) ve babaların son test bilgi puanları arasında (t=10.95, p<0.01) eğitim verilen deney grubu lehine fark saptanmıştır. Deney grubu öğrencilere verilen planlı eğitimden sonra bilgileri en çok ORS’nin hazırlanması, ishal sırasında verilecek sıvı miktarı ORS’yi bilme, ishalden korunma, ishal kesildikten sonra beslenme ve ishal durumunda beslenme konularında artmıştır. Bilgi trasferi ile annelerin en çok ishal sırasında verilecek sıvı miktarı, ve ishalden korunma konularında bilgileri artmıştır. Bağımsız değişkenlere göre bilgi kazanç puanları incelendiğinde, deney grubu öğrencilerinde kardeşi olan öğrencilerde eğitimin daha etkili olduğu saptanmıştır. Diğer değişkenler bilgi transferini istatistiksel olarak etkilememiş, deney grubunda tüm değişkenlerde bilgi puan artışı olmuştur. Araştırma sonuçlarına göre, ilkokul dördüncü sınıf öğrencilerinin korunması ve tedavisi basit olan hastalıklar hakkında eğitildiklerinde, hem kendi sağlığını koruyabileceğini, hem de edindiği bilgileri ebeveynlerine aktararak ailesinin ve çevresinin sağlığını koruyabileceği, böylece sağlık insan gücü yetersizliği olan bölgelerde sağlık eğitiminde bu problemin çözümü olacağı ortaya çıkmıştır. 189 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY This research is performend in order to deter mine, whether a health course on diarhea that, s given to 4 th class of primary school pupils would be transferred to their parents (by means of acquired knowledge transfere). This experimentally desingned research has been validated in the region of Bornova county, in there distinct primary schools. Yavuz Selim İlkokulu, Zehra Hocahanım İlkokulu and Ömer Seyfettin İlkokulu, between the perionds of twenty second of Feburay and twenty forth of April in the year 1993 (Addendum). The research has been included 621 subjects of which 210pupils, 210 mothers and 201 fathers. In formative knowledge and pre test questions were given in a question from to both subjects and control groups (Addendum 2,3,4). According to the means of the applied pretest knowledge scores, there was no statistical significance between subjects and controls. In pretest it was determined that information levels of pupils on diarheal states has been lesser than their parents and fort he whole group this level was inadequate. Pupils in expberimen to group were informed on diarheal states in a two step course (a week spared between the steps), weeks while the control group has not been informed. Amonth later a post test form was given to all subjects (Addendum 4). There was a statistical significance between the means of the post test scores of the informed students and contrals (t=24.13, p<0.01), means of the test scores of the mothers of informed and unin formed pupils (t=11.70, p<0.01) and means of the post test scores of informed and unin formed pupilis (t=10.95, o<0.01) were also siginificant (in favour in formed group). After the course, students information level was increased on the subjects of now to propare oral rehidraiton fluids, how to prevent diarheal states, feding during and after diarheal states. By means of information transfere method acquired knowledge on the amount of fluid that would be given during diarhea and how to prepare oral rehidration fluids and fathers acquired knowledge on the amount of fluid that would be given during diarhea and how to prevent diarheal states. When the acquired knowledge scores were examined referring to indipendent varriables, it was found that the course was more effective on students who had siblins other variables have not affected the transfer of information and in study group there was onincreas of the information scroes fortho whole variables. Result of this research indicate that when pupilis of the 4 th class of primary schools were informed on easily managable and preven table diseases they would not only prevent the irown heaalth but they could also transfer this acquired knowledge to their parents and would prevent the health of their families and environments and so they will help to solve the health education problems in territwen where human factor is hot adequate. 190 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İZMİR METROPOLÜNDE ÇALIŞAN SAĞLIK PERSONELİNİN SİGARA KONUSUNDAKİ TUTUM VE DAVRANIŞLARI Selma ÖNCEL Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zuhal BAHAR İzmir-1994 ÖZET Bu araştırma, hekim, diş hekimi ve hemşire-ebelerin sigara konusundaki tutum ve davranışlarını incelemek amacı ile planlanmıştır. Betimleyici, kesitsel bir alan çalışması olarak hazırlanan araştırma,15.06.1993-10.08.1993 tarihleri arasında İzmir metropolünde bulunan hastane, sağlık ocağı, ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezlerinde yürütülmüştür. Araştırma kapsamına 303 hekim, 21 diş hekimi ve 273 hemşire-ebe olmak üzere toplam 597 kişi alınmıştır. Veriler anket yöntemiyle toplanmıştır. Hekim ve diş hekimlerine 37, hemşireebelere 35 sorudan oluşan anket formları uygulanmıştır. Anketler hekim, diş hekimi ve hemşire-ebelerin sosyo-demografik özellikleri, sigara içme durumu, sigara konusundaki tutum ve davranışlarını içeren sorulardan oluşmuştur. Hekimlerin %48.18’inin, diş hekimlerinin %52.38’inin ve hemşire-ebelerin %57.51’inin sigara içtikleri saptanmıştır. Hekim, diş hekimi ve hemşire-ebelerin en çok 15-24 yaşları arasında sigaraya başladıkları belirlenmiştir. Günde 20’den fazla sigara içme oranı hekimlerde daha yüksek orandadır. Hekim, diş hekimi ve hemşire-ebelerde sigarayı bırakmayı düşünen-lerin oranının fazla olmasına rağmen, bırakmayı deneyenlerin oranı azdır. Sigarayı bırakmayı deneyenlerin en çok bir ay bırakmaya dayanabildikleri saptanmıştır. Hekim ve diş hekimlerinin cinslerine, yaşlarına, mesleki kategorilerine göre sigara içmeleri arasında istatistiksel düzeyde anlamlı bir fark bulunmamıştır. Çalışma sürelerine göre sigara içme durumlarından hekim ve diş hekimlerinin en çok 16-20 yıl çalışanların sigara içtikleri belirlenmiştir. Hemşire-ebelerin yaşlarına, bitirdikleri okullara ve çalışma sürelerine göre sigara içmeleri arasında istatistiksel düzeyde anlamlı bir fark bulunmamıştır. Hekim, diş hekimi ve hemşire-ebelerin geçen yılla sigara içmeleri arasında önemli bir değişiklik saptanmıştır. Gelecek beş yıl içinde hekim, diş hekimi ve hemşire-ebelerin büyük bir kısmının sigara içmeyecekleri belirlenmiştir Üç meslek grubunda hasta muayene odasında sigara içme oranlarının düşük olduğu fakat yalnız çalışırken sigara içme oranlarının arttığı görülmüştür. Her gün sigara içen hekim ve diş hekimlerinin %98.27’sinin hemşire-ebelerin %100.00’ünün sigaranın zararlarından endişe duydukları saptanmıştır. Sigara içmeyen hekim, diş hekimi ve hemşire-ebelerin en önemli faktörlerin başında sağlığı koruma, öz disiplin ve çocuklara iyi örnek olmanın geldiği saptanmıştır. Üç meslek grubu da en çok akciğer hastalığı, kronik bronşit ve larinks kanseri ile sigara içme arasında ilişki olduğunu belirtmiştir. Hastalara rutin olarak sigara içip içmediğini soranların oranı %42.55’dir. Sigaranın zararları konusunda hastalarının %70’den fazlasını bilgilendirenlerin oranı ise %25.46’dır. Hekim, diş hekimi ve hemşire-ebelerin en fazla akciğer hastaları, kalp hastaları ve gebelere sigarayı bırakmayı önerdikleri saptanmıştır. Hekim diş hekimi ve hemşire-ebelerin topluma iyi örnek olma, sigara mücadelesinde aktif olma ve hasta ile her karşılaşmada sigaradan caydırıcı yaklaşmayı fikir düzeyinde yüksek oranda 191 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı benimsedikleri belirlenmiştir. Sigara mücadelesine yönelik bazı mevzuat önerilerinden en az oranda “sigara fiyatlarının arttırılması” önerisini destedikleri görülmüştür. Belirtilen diğer mevzuat önerilerine yüksek oranda katıldıkları saptanmıştır. SUMMARY The current experiment has been planned fort o investigate the behaviours and attitudes of physicians, dentists, nurses and midwifes. As a descriptive and crossectional field study it was held in hospitals, family medicine health centres, family planning centers, mother-and-child health centers of İzmir metropolitan area between 15.06.1993 and 15.08.1993. We have 597 subjects of 303 physician, 21 dentist, 273 nurse and midwife. Data collected by using question nairemethod. Method. Physicians and dentists were given a 37 item questionnaires form while nurses and midwifes were given a 35 item ones. item concem all the subjects ‘sociodemographic characteristics and smoking behaviours and attitudes. 48.18% of physicians, 52.38% dentists and 57.51% of nurses and midwifes were found to smoke. It was determined that most subjects began to smoke when they were 15-24 years old. The ratio of consuming more than 20 cigarettes per day was higher among physici ans than the other ggroups. Despite the high ratio of dreaming to give up cigarette smoking among physicians, dentists, nurses and midwifes, that subjects who tried to cease their smoking behaviour ussually broken down at most after one month. There has been no statistically significant difference in their smoking behaviours between physicians and dentists when categorised according to age, sex and job status. By concerning spend of years in working environment, it was found that among physicians and dentists, subjects who reached their 16-20 th years were found to smoke most. Any statistically significant difference could not be questioned of among nurses and midwifes that is in relation with their ages, graduated schools and spend of years in working environment. There is no significant difference between the current and last year’s behaviour of smoking among physicians, dentists, nurses and midwifes. It was determined that most of them wiil nıt be cigarette smokers in the next coming 5 years. Another finding room while they groups smoking rates are low in examining room while they are studying alone the rates reach to higher points. The rate of worry about damage of smoking among subjects who smoke everday is 98.27% for physicians and dentists, and 100.00% for nurses and midwifes. The most important factors those determine nonsmoking behaviour of physicians, dentists, nurses and midwifes are concerns about health, self-discripline and being a good model for children. It was determined that for three groups, most related disorders are chronic bronchitis, pulmonary diseeases and larynx carcinomas. The rate of subjects who searches for their patients’smoking attitudes and behavıours routinely are 42.55% who gives information to more than 70 % their patients are 25.46% physicians, dentist, nurses and midwifes are found to suggest giving up smokin mostly to patients who have pulmonary and cardiac disorders, and pregnant. Subjects assume of role as being a good model for socity, being active in anti-smoking movement and being a persuader about ceasing smoking behaviour in every sesion for his/her patients in their minds. Among regulations concerning anti-smoking movement the least suggested one was “increasing the price of cigarette”. They notified their participation fort he other regulations. As a result it was found that the rate of cigarette smoking is high among physicians, dentists, nurses and midwifes. Although this is a negative behaviour pattern concerning their Professional mission, being careful about not to smoke when they are with their petients is a positive one. They seem that hey accept the missionary role of being a good model for society, being a persuader about ceasing smoking behaviour for his/her patients. Subjects in all of the three groups acknowledge the importance of their role as a counsellor and educator, and believe in the necessity of legal regulations. 192 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri BAYAN İLKOKUL ÖĞRETMENLERİ VE HEMŞİRELERİN YAŞAM BİÇİMİNDEN KAYNAKLANAN SAĞLIK RİSK FAKTÖRLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI İNCELENMESİ RESEARCHING THE HEALTH RISK FACTORS RESULTING FROM THE LIFE-STYLES OF FEMALE PRIMARY SCHOOL TEACHERS AND NURSES Bilgin Kıray VURAL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1997 ÖZET Bu araştırmada rol modeli ve eğiticiler olarak toplumda önemli yeri olan bayan ilkokul öğretmenleri ve hemşirelerin yaşam biçiminden kaynaklanan sağlık risk faktörlerini tanımak koruyucu sağlık amacı ile erken tanıya yönelik davranışlarını belirlemek ve iki grup arasındaki sağlığı etkileyen yaşam biçimleri ve sağlık risklerine ilişkin farklılıkları ortaya koymak amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırma Denizli il merkezinde bulunan 3 yataklı tedavi kurumu ve 4 ilkokulda yürütülmüştür. Araştırma evrenini 593 bayan 410 hemşire oluşturmuş ve evrenden örnekleme yapılması sonucu 65 öğretmen, 45 hemşire toplam 110 denek ile çalışılmıştır. Veri toplama aracı, pek çok araştırmacı tarafından değişik toplum grublarına uygulanmış olan Healt Risk Appraisal (Sağlık Risk Değerlendirme SRD) formunun Türkiye’deki başlıca sağlık riskleri göz önüne alınarak araştırmacı tarafından hazırlanan modifiye şeklidir. Anket formu, örnekleme girmeyen bir hastane ve ilkokulda görev yapan 9 hemşire,13 öğretmen toplam 22 kişiye doldurtularak ön uygulama yapılmıştır. Hazırlanan formun geçerliliği “Çoğul hakemli içerik geçerliliği” (content validity) Katsayısı (Kendall’s Coeffcient of Concordance) ile kontrolu sonucu önemli korelasyon bulunmuştur. Verilerin değerlendirilmesi sonunda şu sonuçlara ulaşılmıştır. Sigara ve alkol içiminin hemşirelerde(%66.15),öğretmenlere (%33.33) oranla daha fazla olduğu belirlenmiştir. Her iki meslek grubu da lifli yiyecekleri sıklıkla tüketmekte olup, öğretmenler kolestrol düzeyi yüksek ve karbonhidrat ağırlıklı besinleri daha fazla tüketmektedir. Hemşirelerin ise1/3’inin dengesiz beslendikleri belirlenmiştir Yapılan ölçümlerde beden kitle indeksi hemşirelerde (X=22.96=0.48) öğretmenlere (X=25.14=0.39) oranla daha düşük bulunmuştur. Araştırmaya katılan deneklerin büyük çoğunluğunun hiç fiziksel egzersiz yapmadıkları saptanmıştır. Uzmanların önerdiği uyku saatinin altında uyuma oranı hemşirelerde öğretmenlere oranla daha fazladır. Erken tanı test ve davranışlarının uygulama sıklığı her iki meslek grubunda da beklenenin altında bulunmuştur. Hekim veya hemşire tarafından meme muayenesi olma oranı hemşirelerde, rektal muayene olma oranı öğretmenlerde daha yüksektir. Kendi kendine meme muayenesi, mammogram çektirme ve pap-smear testi yaptırma sıklığı bakımından grublar arasında önemli bir fark yoktur. 193 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Kan basıncı yüksekliğine hemşirelerde hiç rastlanmamıştır. Ölçümler sonucu total kolestrol değerleri öğretmenlerde hemşirelere oranla daha yüksek saptanmıştır Ailesel kronik hastalık oranı öğretmenlerde daha fazladır. Genelde yaşamdan memnun olma bakımından gruplar arasında fark yoktur. Hemşirelerin stres düzeyini arttırıcı olaylara, öğretmenlere oranla daha fazla maruz kaldıkları belirlenmiştir. Kendi fiziksel sağlıklarını değerlendirme oranı bakımından gruplar arası fark yoktur. Araba kullananların oranı her iki grupta düşüktür. Ancak hemşireler öğretmenlere oranla araba kullanırken daha fazla emniyet kemeri takmakta olup, her iki meslek grubunda yer alan deneklerin yaklaşık 1/3’inin şehir dışında hızlı araba kullandıkları belirlenmiştir. Halk sağlığı için önemli bir sorun olan sağlık risklerinden korunma, sağlıklı nesillere ulaşmak amacıyla ilk ve orta öğretimden itibaren ders proğramlarında ele alınmalı, mezuniyet sonrası hizmet içi eğitimlerle desteklenmeli, toplumdaki lider konumunda bulunan kişiler rol modeli olmanın sorumluluklarını yerine getirecek davranışlar sergilenmeli, iletişim kurma ve eğitim yapma olanakları geniş olan hemşire ve öğretmen v.s meslek mensupları çeşitli programlar dahilinde eğitilerek halkla bilgi transferinde kullanılmalıdır. Halk sağlığı alanında çalışan hemşireler Sağlık Riskleri Değerlendirme Formu kullanılarak birey ve toplum merkezli riskleri saptama, bireylerin kendi kendine bakım ihtiyaçlarını göz önüne alarak öneriler sunma ve gerekli girişimleri birlikte planlama aşamasında etkin rol almalıdırlar. SUMMARY His study has been made to describe the health risk factors resulting from the life-styles of nurses and female primary school teachers who have important roles in the society as role models and educators. In the sample group 65 teachers and 45 nurses, have been studied. Data have been collected with questionnaire method and have been evaluated with computerized SPSS version 6.0. It has been determined that the rate of smoking and drinking alcohol among nurses has been higher. Both the two occupational groups often eat fibrous food, whereas teachers eat food with high level of cholesterol and carbohydrate more often. One third of nurses have had unbalanced nutriotions and the body mass index has been found lower. It has been indicated that most of the subjects who have taken part in the study do not do physical exercise. The rate of sleeping less according to the number suggested by experts is greater among nurses than that among teachers. The frequency of carrying out early diagnosis tests and behaviors has been found less than that it has been expected in both occuputional groups. The rate of breast examination is higher among nurses while the rate of rectal checking is higher among teachers. There is no significont diffirence related to the frequency of breast self-examintaion, having a mammogram and pop-smear between the two groups. Blood pressure, the measures of total cholesterol and the rate of chronic family disease among teachers were found higher than that among nurses. No significant difference between the two groups about general happiness has been found. The data obtained have suggested that nurses were more subjected to stressful events than teachers were. In this study it has been found out that health risk behaviours are high in both occupation groups. Because nurses and teachers are role models of the society, they should have the responsibility of their behaviours. Key words: Heath risk apraisal, healthy life style, nurse, teacher. 194 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İZMİR HASTANELERİNDE FENİLKETONÜRİ TARAMA PROGRAMININ İŞLEYİŞİNİ ETKİLEYEN ETMENLERİN İNCELENMESİ Emine ÖZDİREK KANDİL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1997 ÖZET Bu araştırma İzmir’de doğum hizmeti veren hastanelerde çalışan hemşirelerin Fenilketonüri (FKÜ) Tarama Programına ilişkin bilgi ve uygulamaların değerlendirilmesi, yeniden taramaya yönelik danışmanlık düzeyinin saptanması ve yeni doğanların hastanede kalış sürelerinin FKÜ taramasına uygunluğunun ve gözden geçirilmesi amacıyla planlanmıştır. Tanımlaycı ve kesitsel olarak düzenlenen araştırma 1 Ekim-14 Kasım 1996 tarihleri arasında doğum sayısı en yüksek olan dört hastanede yürütülmüştür. Bu kurumlarda taramadan sorumlu 27 hemşire, bu dönemde doğan 402 bebek ve anneleri araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Çalışma verileri hemşire ve annelere uygulanan ayrı anketler ve hastane kayıtlarının incelenmesiyle elde edilmiştir. Hemşirelerin bilgi ve uygulamaları değerlendirildiğinde, tamamının yeni doğanlarda FKÜ taramasının gerekliliğine inandığını belirtmesine rağmen, bebeklerin ancak %69.9’undan kan örneği alındığı görülmüştür. Yenidoğanlardan FKÜ kan örneği alınma oranı hastanelere farklılık göstermektedir. (p<0.05) Hemşirelerin tümü ailelere taramaya ilişkin danışmanlık verdiklerini belirtmişlerdir, ancak, bebeğinden kan örneği alınan annelerin 1/3’ünün bebeğinin tarandığının farkında olmadığı görülmüştür. Hemşirelerin tamamına yakını yeniden taramanın farkındadır ve ailelerin hepsini yeniden tarama için uyardıklarını belirtmişlerdir. Ancak annelerin sadece yarıya yakınının (%45.8) yeniden tarama konusunda danışmanlık verilme durumu hastanelere göre farklılık göstermektedir. (p<0.05) Annelerin tamamına yakını yeniden tarama zamanını ve başvurulacak kurumu doğru tanımlamışlardır. Hemşirelerin FKÜ tarama proğramını yürütme görevleri ve çalışma saatleri hastanelere göre farklılık göstermektedir. Taramada görevli hemşirelerin çalışma saatlerinin sınırlı olduğu hastanelerde taramanın aksadığı fark edilmiştir. Bunun yanı sıra, araştırma kapsamında yer alan dört hastanenin ikisinde yeniden taramaya yönelik sevk kartı verilirken diğerlerinde verilmemektedir. Hastanelerde doğum yapan kadınların FKÜ tarama proğramı uygulamaları hakkındaki bilgileri incelendiğinde, çocuğun tarandığının ve yeniden taramaya ilişkin uyarıldığının farkında olması, annenin eğitimi, çalışma durumu, yaşadığı yere göre değişiklik göstermezken, doğum öncesi bakımda FKÜ taraması hakkında bilgilendirilmesine göre farklılık göstermektedir. Ancak annelerin sadece %24.8’i doğum öncesi bakım (DÖB) sırasında tarama konusunda bilgilendirilmiştir. Bilgilendirilen annelerin tamamına yakını (%97), bilgiyi hemşireden aldıklarını belirtmiştir. 195 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı FKÜ tarama proğramında yanlış negatif sonuçların en önemli nedeni kan örneğinin erken alınmasıdır. Bu çalışmada yenidoğanların %85.8’inin doğumdan sonra hastanede kalış süresinin 3 günden az olduğu saptanmıştır. Doğum sonrasında erken taburcu edilmenin ilimizdeki hastanelerde yaygın bir uygulama olduğu dikkate alınarak FKÜ tarama programında hastanelerin rolü gözden geçirilmelidir. Tüm bu bulgular doğrultusunda proğrama yönelik ortak protokol hazırlanarak kurumlar arası standardizasyonu sağlaması, çalışan tüm sağlık personelinin programa entegre edilmesi, göreve başlayan her personelin hizmetçi eğitim yoluyla adaptasyonunun sağlanması, daha da önemlisi örgün eğitim proğramlarında ülke sağlık politikalarının işlenmesi, doğumdan sonra kalış süresinin kısalığı göz önünde bulundurularak FKÜ Tarama Proğramında hastanelerin rolününgözden geçirilmesi, ailelerin DÖB’da taramaya yönelik bilgilendirilmesi, yeniden tarama görevini üstlenen temel sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi, kurum-il-ülke düzeyinde işleyen bilgi işlem sisteminin kurulması koşuluyla FKÜ Tarama Programının başarısının artacağı sonucuna varılmıştır. SUMMARY This study is designed to evaluate the knowledge and practice of nurses, working in hospitals providing maternity and delivery services, on Screening Program, to assess the level of counselling on rescreening and to review the adequacy of hospitaliazation period of newborn as a criterion of PKU screening time This is an descriptive and cross-sectional study and undergone at four hospitals which have the highest numbers of delivery, during 1-October/14-nowenber/1996 Twenty-seven nurses responsible for PKU screening and 402 mothers who have given birth during the defined period, in these hospitals, constituted the sample group. Data were collected by seperate questionnaire administered to mothers and nurses and reviewing hospoital records. Evaluation of knowledge and practice of nurses has shown that, despite almost all the nurses have believed th necessity of screening newborns for PKU, only 69.9% of newborns were screened. Screening percentage of newborns has shown difference among hospitals. All of the nurses stated that, they gave counselling to screening to families on screening, but 1/3 of the mothers, whose babies have been screened, were not awae of the screening proğram. Although almost all the nurses were aware of importance and stadet that they warn families to apply to Health Center for rescreening, less than half of the mothers (45.8%) determined to have taken counselling on rescreening. All mothers whome given took counselling, could describe exact rescreening time and insititution Tasks and working hours of nurses in PKU Screening Program has shown differences among hospitals. Troubles and misses are observed in hospitals where working hours of screening nurses are limited with 8 hours a day. Besides this, 2 of 4 hospitals have not been giving Rescreening Dispatch Cards at discharge to families of newborns. Knowledge on PKU Screening Program of mothers delivered in hospitals were evaluated. Awereness of mothers on screening and warnings about rescreening, didn’t show difference according to edcation level, job, settlement area but showed significant difference according to have taken PKU counselling during their antenatal care. Only 24.8% of mothers were given counselling on PKU screening during the antenatal care. Almost all of these mothers (97%) declared to have obtained information from nurses. 196 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri The greatest cause of false negative test results is undoubtedly testing whille baby is too young. In the study 85.8% of newborns were determined to have been discharged within 3 days of birth. Considering early disharge after birth as a common practice, the role of hospitals in PKU Screening Program requires to be evaluated. For a comprehensive and effective PKU Screening Program; a comman protocol should be prepared in order to standardize hospital practice, all health staff of maternity hospitals should be integrated into proğram, soon after employment, healty staff should participate in–service training programs; moreover, routine maternal and child health programs should be taught during undergraduate programs, roles of hospitals in PKU Screening Proğram should be reviewed, counselling on PKU screening should an integral part of antenatal care, as being responsible to carry out rescreening test procedure and follow-up, Primary Health Care System should be strengthened and finally an insititution-province-and nation-wide Management Information System should be established. 197 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı ÇALIŞAN ÇOCUKLARIN (12-18 YAŞ) KENDİ SAĞLIKLARINI YÜKSELTMEDEKİ SAĞLIKLA İLGİLİ DAVRANIŞ BİÇİMLERİNİN SAPTANMASI Zuhal EMLEK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Süheyla ALTUĞ ÖZSOY İzmir-1998 ÖZET Çalışan çocuklar, üretim alanında çalışma ortamından, koşullarından ve ilişkilerinden kaynaklanan risklerle karşı karşıyadır. Bu riskler, bu yaş kümesinin sağlık ve güvenliğini olumsuz etkilemektedir. Çocuk öncelikle korunması gereken yaş grubu olmasına karşın, yeterli alt yapısı olmayan, eski üretim tekniklerinin, koruyucusuz makinelerin, tezgahların, aletlerin, parlayıcı, patlayıcı, zararlı, tehlikeli maddelerin kullanıldığı işyerinde, yaşına bedensel ve akılsal gelişimine, bilgi beceri düzeyine uygun olmayan işlerde, çok düşük ücretle ve her türlü korumadan yoksun olarak gün boyu çalıştırılmaktadır. İşyeri ortamının yaratacağı sağlık sorunlarını en iyi değerlendirebilecek, kişinin hastalığı ile arasındaki bağlantıyı kuracak kişiler sağlık görevlileridir ve iş sağlığı hemşiresinin sağlık hizmeti ekibinin içinde önemli bir yeri vardır. Çocukları çalışma yaşamından uzaklaştırana kadar geçecek süreç içinde, onların çalışma koşullarını düzeltmede, çalıştıkları ortamları daha sağlıklı ve güvenli kılmada, kendi sağlıklarını koruma ve geliştirebilmelerinde ve bu konuda aktif rol almalarını sağlamada iş yeri hemşiresi ayrıcalıklı bir konumdadır. Bu bağlamda 12-18 yaş grubundaki çalışan çocukların, kendi sağlıklarını yükseltmede sağlıkla ilgili (meslek, iş, entelektüel, fiziksel egzersiz, beslenme, fiziksel bakım, sigara-alkol uyuşturucu kullanımı, duygusal yönetim)davranış biçimlerini saptamak (genel amaç), sağlıklarını yükseltmedeki sağlık davranışlarını etkileyen etmenleri incelemek(alt amaç) amacıyla planlanmıştır. Tanımlayıcı tipte bir alan araştırması özelliği taşıyan bu çalışma Temmuz 1998-Ağustos1998 tarihleri arasında Pınarbaşı-Işıkkent’te, AYKÜSAN’a bağlı 55 atölyede çalışan ve Çıraklı Eğitim Merkezi Eğitimine devam eden ve araştırmaya katılmayı kabul eden 85 çalışan çocuk ile yürütülmüştür. Araştırma verileri anket yöntemiyle toplanmıştır. Veri toplamada sosyo-demografik özelliklerini içeren “Sosyo-demografik Veri Formu”ve “Çalışan Çocukların (12-18 yaş) Kendi Sağlıklarını Yükseltmedeki Sağlıkla ilgili Davranış biçimlerinin Saptanması Anket Formu “kullanılmıştır. Bu bölümde yaşam şeklini Geliştirme Enstitüsü tarafından “yaşam şeklinin değerlendirilmesi AnketFormu”ndan yararlanılmıştır. Anket formunun güvenilirliğini sınamak için stabilite değerlendirilmesi kapsamında Test-retest ölçümü uygulanmıştır. İç tutarlılık kapsamında ise Split-Half testi kullanılmıştır. Bunların sonucunda testin güvenirliliği kabul edilmiştir. Çocukların %28.2 ‘si çalışmaya 11 yaşında başlamıştır ve haftalık çalışma günü sayısı %62.4 oranla 7 gündür. Günlük çalışma saati ise, 36.5’inin 12 saat ve üzeridir. Çocukların önemli bir bölümü (%37.6) çalışma nedenlerini ailenin ihtiyacı olmasına bağlamıştır. 198 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Çocukların %41.2’si iş yerinde olumsuz bir etken olduğunu belirtmişlerdir ve %80.5’i olumsuz etken olarak yapıştırıcıları göstermiştir. Ancak sadece %36.1’i olumsuz etkenkerden korunmak için önlem almaktadır. Çocuklar, Çalışan çocukların (12-18 yaş)kendi sağlıklarını yükseltmedeki sağlıkla ilgili davranış biçimlerinin saptanması anket formu”nda en yüksek puanları “sigara-alkol uyuşturucu kullanımı” (2.804±0.175) ve “fiziksel bakım” (2.802±0.175) bölümlerinden almıştır. Çocuklar en düşük puanları ”entelektüel” (2.007±0.368) ve “fiziksel egzersiz” (2.238±0.408) bölümlerinden almıştır. Çalışan çocukların kendi sağlıklarını yükseltmedeki sağlıkla ilgili davranış biçimleri toplam puanları ile haftalık çalışma günleri arasında fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (t=2.44, p<0.05). Çalışan çocukların kendi sağlıklarını yükseltmedeki sağlıkla ilgili davranış biçimleri toplam puanları ile bilgi alma durumları arasında fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (t=2.22, p<0.05) Çocukların, yaşları, anne babalarının öğrenim durumunun kendi sağlıklarını yükseltmedeki sağlıkla ilgili davranış biçimleri toplam puanlarını etkilemediği saptanmıştır. “Çalışan çocukların sağlıklarını yükseltmedeki sağlıkla ilgili davranış biçimlerinin saptanması “Anket Formundan, çocuklar en az %22.5 oranla 126-135 puan en fazla (%50.5) 136-145 puan almıştır. Ancak çocukların, kitap gazete okuma ve kişiliklerini geliştirici uğraşlarda, yetersiz kaldıkları için gerekli olan fiziksel egzersiz de gereken önemi vermedikleri saptanmıştır. Tüm bulgular ışığında, iş sağlığı alanında çalışan hemşirelerin, çalışan çocuklar için yapabilecekleri, planlayabilecekleri birçok girişimin olduğu ve iş sağlığı hemşiresi potansiyelinin değerlendirilmesi düşünülmektedir. SUMMARY The working children face up to the riks caused by working environment in field of productivity, conditions and relations. These risks are effecting health and security of this age group unfavorably. Despite the children are required to be primarily protected age group, they are being employed full time at work places where insufficient under construction possessed and outdated productivity techniques, unprotected machines, benches, tools, flammable, explosive, hazardaus and dangerous materials are used, without having any means of protection, with vary low wages, at places where inconvenient to their level of knowledge, ages, talents, physical and mental improvements. Younger are groups are being effected easier, faster and severer from this inconvenience them older ones. Health care personel are individuals to evaluate best of health problems created by work environment and to establish and to establish relatidn between the patient and the disease. Work health nurse occupy an essential space in health servise team. During the time passed until children kept away from work life, nurses play an active role in improving children working conditions, in making their working environment healthier and securer, in protecting and developing their health. In addition, this study is planned in order to determine the deficiencies and types of attitudes of working chilren in 12-18 age group, related to improvement of their health (profession, intellectual, physical exercise, nourishment, physical care, use of tobacco, alcohol, drug and dope, sensitive administration). This study as possessing a recognizing type survey specialty was conducted at PınarbaşıIşıkkent between the dates of july-August 1998 with 85 working children. 199 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı ÇOCUK İSTİSMARI VE İHMALİNİN BELİRTİ VE RİSKLERİNİ TANILAMADA HEMŞİRE VE EBELERİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI Aynur UYSAL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1998 ÖZET İstismar veya ihmal edilen çocuklarda her toplumda ve toplumun değişik kesimlerinde rastlanmasına rağmen, çalışmalar sosyo-ekonomik düzeyi düşük, stresin fazla olduğu ailelerde istismar ve ihmal olaylarına daha sık rastlandığını göstermiştir. Nedenleri çok çeşitli olmakla birlikte ailenin yaşadığı çevrenin istismar ve ihmalde önemli olduğu bildirilmiştir. Ailenin sosyoekonomik düzeyini, stres faktörlerini ve yaşadığı çevreyi tanımada, sağlık ocağı bölgesinde çalışan hemşire ve ebeler ev ziyaretleri yapmalarından dolayı çok özel konumdadırlar. Çocukla ilgilenen hemşireler konuları ne olursa olsun istismar ve ihmalin erken tanı ve tedavisinde, önlenmesinde aile ve toplumu bu konuda bilinçlendirmede aktif rol almalıdır. Özellikle koruyucu sağlık hizmetlerinde çalışan hemşireler ve ebeler riskli çocuk ve eğilimli ailelerin erken tanısında önemli konumdadırlar. Bu bakış açısıyla, hemşire ve ebelerin çocuk istismarı ve ihmali konusunda olguları ayırdetme ve riskleri belirlemedeki yetkinliklerini saptamak ve olası bilgi açıklarını giderici ileri çalışmalara ışık tutmak amacıyla bu araştırma planlanmıştır. Tanımlayıcı tipte bir alan araştırması özelliği taşıyan bu çalışma, Haziran 1998-Ağustos 1998 tarihleri arasında Bornova Eğitim ve Araştırma Sağlık Grup Başkanlığı’na bağlı 3 Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması (AÇSAP) Merkezi ve 16 sağlık ocağında çalışan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 67 hemşire ve 98 ebe ile yürütülmüştür. Araştırma verileri anket yöntemiyle toplanmıştır. Veri toplamada hemşire ve ebelerle ilgili sosyo-demografik özellikleri içeren “Sosyo-Demografik Veri Formu” ve “Çocuk İstismarı ve İhmalinin Belirti ve Risklerini Tanılama Ölçeği”nden oluşan ve araştırmacı tarafından geliştirilen veri formları kullanılmıştır. Hemşirelerin çocuk istismarı ve ihmalinin belirti ve risklerini tanılama genel ölçek bilgi puan ortalaması 3.73±0.32, ebelerin bilgi puan ortalamaları 3.63±0.33 olarak saptanmıştır. Hemşire ve ebe grubu arasında istatistiksel düzeyde anlamlı bir fark saptanmamıştır (t=1.78, p>0.05). Hemşire ve ebeler çocuk istismarı ve ihmalinin belirti ve risklerini tanılama alt ölçek gruplarından en düşük puanı “istismar ve ihmale yatkın çocukların özellikleri” alt ölçeğinden almıştır (3.03±0.73; 2.96±0.61) Hemşire ve ebelerin alt ölçeklerden aldıkları bilgi puan ortalamaları karşılaştırıldığında; “istismar ve ihmalin çocuktaki fiziksel belirtileri” alt ölçek puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (t=2.94, p<0.01). Hemşire ve ebelerin çocuk istismarı ve ihmalinde aile yapısı ile ilgili belirtiler alt ölçek bilgi puan ortalamaları arasında da istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (t=2.61, p<0.05). Araştırmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde; hemşire ve ebelerin genel ölçek maddelerinden aldıkları bilgi puan ortalamalarının 3’ün üzerinde olması sevindiricidir. Ancak 200 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri alt ölçek gruplarında yapılan incelemede hemşire ve ebelerin özellikle çok iyi bilmeleri gereken riskli çocuk ve eğilimli ailelerin erken tanısında gerekli “istismar ve ihmale yatkın ebeveyn özellikleri” ve “istismar ve ihmale yatkın çocukların özellikleri” alt ölçek gruplarından 3 ve 3’ün altında puan almaları bu konularda yetersiz olduklarını düşündürmektedir. Tüm bulgular sonucunda, halk sağlığı alanında çalışan hemşire ve ebelerin çocuk istismarı ve ihmali konusunda bilgiye ihtiyaçları olduğu, özellikle de çocuk istismarı ve ihmalinin erken tanısında rol almaları için riskli çocuk ve eğilimli aileleri saptamaya yönelik hizmet-içi eğitim programlarının başlatılması gerektiği düşünülmektedir. SUMMARY Despite one could find abused or neglected children in every kind and level of the society, former studies show that in the families with low socio-economic level where the stres in high, abusing and neglecting the children are more common. With the fact that the causes are numerous, it has been reported that the environment where the family lives, is very important in abusing and neglecting. In the recognition of the family’s socio-economic level, stres factors and the living environment, the nurses and midwifes of the health care center who perform home visits, are in a very special position. The nurses dealing with children should take an active role in the early diagnosis and treatment of child abuse and neglect as well as their prevention and making the family and the society conscious on the subject, whatever their subjects are. Especially the nurses and midwifes who are working for preventive health services are in an important position in the early recognition of the risky children and tending families. According to this perspective, this study was planned to determine the perfection level of nurses and midwifes in differentiation and risk recognition of the child abuse and neglect as well as to enlighten the following studies that will cover the possible knowledge deficits. This study, which is a descriptive field study was conducted with 67 nurses and 98 midwives who were working in the “Mother-Child Health & Family Planning Center No: 3” relater to Bornova Health Group Headquarters of Education & Research and 16 Health care centers and who accepted to Joining the study between june 98 and August 98. The study data was collected by inquiry method. In the collection of the data, the data forms that were created by the researcher and containing both the “Socio-demographic Data Form” which has the socio-demographic features of the nurses and midwifes, and “The Diagnosis Scale of The Risks and Symptoms of Child Abuse and Neglect”. In the end of the study, it was determined that on the general scale, the average of knowledge scores in the recognition of risks and symptoms of the child abuse and neglect was 3.73±0.32 for the nurses and 3.63±0.33 for the midwifes. Between the nurse and midwife groups, no statistically significant difference was found (t=1.78, p>0.05). The nurses and midwifes got their lowest score in the subscale groups of the diagnosis of the symptoms and risks of child abuse and neglect, from the “Subscale of the children having tendecy to be abused and neglected (3.03±0.73; 2.96±0.61). When the average scores of the knowledge of nurses and midwifes are compared, a statistically significant difference was found between the average scores of “the physical symptoms of the abuse and neglect on the child” subscale (t=2.94, p<0.01). In addition, a statistically significant different was found between the averages of knowledge scores of the nurses and midwifes in the “indicators related to the family structure in the child abuse and neglect” subcale (t=2.61, p<0.05). When the findings of the study were evaluated; it is nice to see that the averages of the knowledge scores of the nurses and midwifes in the general scale components are over 3; but on the 201 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı other hand when the subscale groups are examined, it will be seen that both the nurses and midwifes got 3, or below the subscales “the features of the children having tendency to abuse and neglected” which are required in the early recognition of the risky children and tending parents as well as one could think that the nurses and midwifes are inadequate on the subjects that they should especially be good at. In the end of the all these findings, one could think that the nurses and midwifes working on health care field require more knowledge on child abuse and neglect, as well as in-service training programs to determine the risky children and tending parents in the early diagnosis of the child abuse and neglect should be set off immediately. 202 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ÜNİVERSİTE ÖĞRETİM ELEMANLARININ SAĞLIĞI GELİŞTİRME DAVRANIŞLARI VE BUNU ETKİLEYEN ETMENLERİN İNCELENMESİ Şükran AYTAN AKÇA Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Ayla BAYIK İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma Ege Üniversitesinde görev yapan öğretim elemanlarının sağlığı geliştirici davranışlarını ve bunu etkileyen etmenleri incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmış bir alan çalışmasıdır. Araştırma İzmir’de bulunan Ege Üniversitesi Fakülte ve Yüksekokullarında yürütülmüştür. Araştırma evreni 1997-1998 öğretim yılında görev yapan 528 Profesör, 309 Doçent, 222 Yardımcı Doçent, 72 Öğretim Görevlisi, 505 Uzman ve 528 Araştırma Görevlisi oluşturmuştur. Evrenden tabakalı örneklem tekniği ile önce bilim alanına ve statüye ve sonra cinsiyete göre 326 kişi seçilmiştir. Örnekleme çıkan sosyal bilimlerden 35, sağlık bilimlerinden 158 ve fen bilimlerinden 133 öğretim elemanı ile araştırma yürütülmüştür. Walker, Sechirt ve Pender tarafından geliştirilmiş SGYT Ölçeği veri toplama aracı olarak kullanılmak üzere, ilk aşamada İngilizce’ye çevrilmiştir. Geçerlilik güvenirlilik çalışması örnekleme girmeyen 30 öğretim elemanına ölçeğin 15 gün arayla pretest/posttest uygulaması ile sağlanmıştır. Geçerlilik güvenirlilik çalışmaları sonucunda madde toplam puan kolerasyonu, Kuder Richarson 20 güvenirliliği ve pretest/posttest analizleri ile inceleme sonunda dil farklılıkları açısından karşılaştırılan ölçeğin yüksek iç tutarlığa sahip olduğu ve yapı geçerliliğinin de yeterli olduğu belirlenerek kullanılmıştır. Ayrıca araştırmada sosyo-demografik verilerle birlikte sağlık tanımları, sağlığın önemi, sigara ve alkol kullanma gibi bilgilerin toplanması için 39 soruya yer verilmiştir. Toplanan verilerin değerlendirilmesi sosyo demografik verileri, sağlığı geliştirici yaşam tarzı puanı arasındaki ilişki SPSS bilgisayar paket programından yararlanılarak varyans iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi, iki eş arasındaki farkın önemlilik testi ve korelasyon analizinden yararlanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda şu sonuçlara ulaşılmıştır: Araştırmaya katılan öğretim elemanlarının %59.5’i erkek, %36.5’i 30-yaş grubunda olup yaş ortalaması 38.58±10.53 bulunmuştur. Öğretim elemanlarının %34.0’ının doğum yeri yerleşim birimi olarak büyük kent, %48.5’inin doğum yeri bölgesi Ege Bölgesi olarak belirlenmiştir. Öğretim elemanlarının %69.0’ı evli bulunmuştur. Öğretim elemanlarının %90.5’inin çocuğu olduğu saptanmıştır. Öğretim elemanlarının %77.6’sının sağlık hizmet kurumu olarak üniversite hastanesinden yararlandıkları belirlenmiştir. Öğretim elemanlarının %68.4’ü kendilerini boylarına uygun kiloda görmektedir. Öğretim elemanlarının %58.6’sı sağlık düzeylerini fiziksel açıdan iyi bulduklarını belirtmişlerdir. Öğretim elemanlarının %65.3’ünün sağlıklarına orta düzeyde özen gösterdikleri belirlenmiştir. Öğretim elemanlarının, %52.2’si mesleklerine yönelik memnuniyet duymaktadırlar. 203 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Öğretim elemanlarının, %52.5’inin sigara kullandığı ve %20.4’ünün sigarayı bırakmayı düşündükleri bulunmuştur. Öğretim elemanlarının %84.7’sinin yaşamlarında bir kez de olsa alkollü içki kullandıkları ve %75.5’inin alkollü içkiyi bırakmak istemedikleri ortaya çıkmıştır. Öğretim elemanlarının, sağlığı geliştirme puanı ortalaması 133.29±8.16 bulunmuştur. Bu da sağlığı geliştirme davranışının orta düzeyde olduğunu göstermektedir. Öğretim elemanlarının yaşı arttıkça, sağlığı geliştirme davranışları da artmaktadır. Öğretim elemanlarının doğum yeri yerleşim birimi ile sağlığı geliştirme davranışı arasında ilişki saptanmıştır. Öğretim elemanlarının akademik statüsü arttıkça sağlığı geliştirme davranışları da artmaktadır. Araştırmanın sonucu olarak, öğretim elemanlarının sağlığı geliştirme davranışlarının orta düzeyde olduğu bulunmuştur. Öğretim elemanları sağlık tanımını DSÖ tanımladığı geniş şekilde bilmektedirler. Araştırma sonuçları göz önüne alınarak, öğretim elemanlarının sağlığı geliştirici yaşam tarzı davranışları geliştirmeleri için duyarlı hale getirilmesi, stresle başa çıkma, spor gibi sağlığı koruma yolları için yararlanabilecekleri alt yapı ve olanakların üniversite içinde sağlanması gibi öneriler geliştirilmiştir. Öğretim elemanları arasında sigara içme yaygınlığının azaltılması için üniversitede öğrencilerin de katılımının sağlandığı bir sigaraya hayır kampanyası düzenlenebilir. Öğretim elemanlarının sportif faaliyetlerine olanak verecek ücretsiz ya da düşük ücretli spor merkezleri etkin hale getirilebilir. 204 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ERİTROPOETİN VE DEMİR TEDAVİSİNE İLİŞKİN PLANLI EĞİTİMİN HEMODİYALİZ HASTALARININ BİLGİ VE UYGULAMALARINA ETKİSİ Münesser GELMEZ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1999 ÖZET Bu çalışma, hemodiyaliz hastalarının eritropoetin ve demir tedavisi hakkındaki bilgi düzeylerini belirlemek ve hastaların evde bakım ihtiyaçlarını karşılamak ve hastalıklarıyla baş etmede onların bilgi ve beceri düzeylerini arttırmak, hemşireler tarafından verilen planlı sağlık eğitiminin etkisini değerlendirmek amacıyla, eşitlenmemiş kontrol gruplu yarı deneysel bir alan çalışması olarak planlanmıştır. Çalışma, tüm hastalara ön test uygulama, sadece deney grubuna planlı eğitim verme ve iki hafta sonra yine her iki gruba son test uygulama şeklinde planlanmıştır. Çalışma 1 Ağustos 1998 ve Ocak 1999 tarihleri arasında Karşıyaka Diyaliz Merkezi (Nefron) ve Ege Sağlık Vakfı Diyaliz Merkezin’nde yapılmıştır. Çalışmaya 40 deney ve 40 kontrol olmak üzere 80 hasta alınmıştır. Deney ve kontrol grubu hastaların ilk aşamada eritropoetin ve demir konusunda bilgi düzeyleri ölçülmüş, uygulanan ön testte deney ve kontrol grubu hastalar arasında bilgi puan ortalamaları bakımından istatistiksel düzeyde anlamlı bir fark saptanmıştır (t=0.06, p<0.05). Deney grubu hastalara ön testten sonra kapsamlı sağlık eğitimi verilirken, kontrol grubu hastalara kurumlarında verilen rutin eğitim ile yetinilmiştir. Eğitim sonunda son test ile deney ve kontrol grubu hastaların Epo ve demir kullanımına ilişkin bilgi düzeyleri ölçülmüştür. Deney ve kontrol grubu hastaların, son test bilgi puan ortalamaları arasında deney grubu hastalar lehine istatistiksel olarak önemli fark olduğu saptanmıştır (t=13.82, p<0.05). Bu çalışma hemodiyaliz hastalarının Epo ve demir kullanımı hakkında bilgilerinin eksik olduğunu göstermiştir. Eğer hastalar yaşlı ve eğitim düzeyleri düşük ise yetmezlik riski daha fazladır. Yazılı eğitim materyali bu eksikliğin düzeltilmesine yardım etmiştir. Yazılı eğitim materyallerinin hastaların ilaçları hakkındaki sözel eğitimi güçlendirmek ve özellikle yüksek risk gruplarına danışmanlık yapmak için verilmesi önerilmiştir. Hemşirelerin hemodiyaliz hastalarına verdiği planlı eğitimin onların bilgi ve beceri düzeyini arttırarak evde bakım gereksinimlerini daha iyi karşılamalarına olumlu katkı yapacağı açıktır. Bu çalışma ile çağdaş sağlık görüşüyle her alanda çalışan hemşirelerin sağlık eğitimini bir görev olarak üstlenmesinin önemi vurgulanmıştır. SUMMARY This study was planned as a quasi-exprimental field research in an unequal control group. The aim of the study was to measure hemodialysis patient’s knowledge about (EPO) erythropoietin and iron therapy and to assess the impact of the planned health training on their knowledge and ağabeylity in managing and coping with illness and to meet their health care needs at home. The study included an interview, provide written education material and verbal insruction, then 205 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı re-interview. The study was carried out between 1 August 1998 and January 1999 at two different dialysis centers, Karşıyaka Dialysis Center (Nefron) and Ege Health Foundation Dialysis Center. The population of the study was composed of 80 hemodialysis patients, 40 for the study group and 40 for the control group. At the first step, the knowledge levels of patients both in study and control groups about their medication were measured and according to the result of pretest, no statistically significant was determined between study and control groups with respect to the averages of the knowledge scores (t=0.06, p>0.05). After the pretest, the patients of the study group were included in the planned health training program about EPO and iron, while the control group were not given training. At the end of the training, a final test performed in order to determine the knowledge leves of the patients in both group about EPO and iron and was found that there was a statistically significant difference between the patients in both groups, in the favour of study group (t=13.82, p<0.01). This study showed that hemodialysis patients did not have enough about EPO and iron therapy. This lack of knowledge was higher if patients were older and if had low education level. Written education materials helped rectify this deficit. We recommend that patients receive written information to reinforce verbal instruction regarding their medications and that counseling be especially aimed at high- risk populations. It was clear that the planned health education program organized by the nurse researcher and applied to patients, had increased their knowledge and ağabeylity in managing and coping with their illness. It has been stressed that health education must be the main responsibility of nurses working in primary, secondry and tertiary health care services. 206 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN GÖREVLERİNİ ALGILAMALARI VE GERÇEKLEŞTİREBİLME DURUMLARINI ETKİLEYEN ETMENLERİN İNCELENMESİ Ziyafet HANOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Ayla BAYIK İzmir-1999 ÖZET Toplumun sağlık sorunlarının saptanması, çözümlenmesi, sağlık düzeyinin yükseltilmesi ve devam ettirilmesi; sağlık hizmetlerinin etkin yürütümü ve sağlık hizmetlerinde görev alan ekip üyelerinin hizmete ilişkin görevlerinin yerine getirilmesiyle mümkündür. Dünya Sağlık Örgütü “2000 yılında herkese sağlık“ hedefinin başarıya ulaşması için, hemşirelerin temel sağlık hizmetlerinin sunulmasında önemli bir insan gücü kaynağı olduğunu vurgulamıştır. Pek çok ülkede halk sağlığı hemşireleri yarı bağımlı yada bağımsız fonksiyonlarını yerine getirerek toplum sağlık hizmetlerinde önemli sorumluluklar almaktadır. Ülkemizde de halk sağlığı hemşirelerinin istendik rol ve işlevlerini ne derece yerine getirip getiremedikleri, bu rolleri algılamaları, bu görevleri yerine getirmelerini etkileyen faktörlerin yanı sıra değişim için yeni rollerini algılama durumlarının bilinmesi önemlidir. Bu da gelecekte halk sağlığı hemşirelik hizmetlerinin planlanmasına ve organize çabalarla yürütülmesine katkıda bulunacaktır. Tanımlayıcı tipte bir alan araştırması özelliği taşıyan bu çalışma Haziran 1998-Ağustos 1998 tarihleri arasında Bornova Eğitim ve Araştırma Sağlık Grup Başkanlığı’na bağlı 3 ana çocuk sağlığı ve aile planlaması (AÇSAP) merkezi ve 16 sağlık ocağında çalışan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 60 hemşire ile yürütülmüştür. Araştırma verileri anket yöntemi ile toplanmıştır. Veri toplamada hemşirelerle ilgili sosyodemografik özellikleri içeren “sosyo-demografik veri formu” ve hemşirelerin görevlerini gerçekleştirme durumlarını, gerçekleştirmelerini etkileyen etmenleri, görevleri kendilerine ve ülkemizdeki halk sağlığı hemşiresine uygun bulma ve bu görevlerin gelecekte halk sağlığı hemşiresi tarafından yapılmasını önemli bulma durumlarını saptamaya yönelik ölçeğinden oluşan ve araştırmacı tarafından geliştirilen veri formları kullanılmıştır. Yapılan güvenirlik çalışmasında halk sağlığı hemşirelik işlevlerini ölçmeye yönelik kullanılan genel ölçek için r=0.94’tür. Alt ölçek grubundaki işlevlerin güvenirlik katsayıları doğrudan bakım için r=0.83, planlama ve yönetimsel işlevler için r=0.93, denetleme ve eğitimsel işlevler için r=0.93 ve araştırma işlevleri için r=0.66’dır. Araştırmada veriler yüzdelik hesapları, varyans analizi ve t testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde; hemşirelerin halk sağlığı hemşirelik işlevlerinin gelecekte halk sağlığı hemşiresi tarafından yapılmasını önemli bulma puan ortalamasının yüksek (X=389.52±50.03) olmasına rağmen bu işlevleri gerçekleştirme puan ortalamaları düşük (X=243.02±43.02) bulunmuştur. 207 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Hemşirelerin 1.85 puan ortalaması ile en fazla denetleme ve eğitimsel işlevleri gerçekleştirdikleri, 1.64 puan ortalaması ile doğrudan bakım işlevlerini, 1.63 puan ortalaması ile araştırma işlevlerini ve 1.60 puan ortalaması ile planlama ve yönetimsel işlevlerini gerçekleştirdikleri saptanmıştır. Hemşirelerin halk sağlığı hemşireliğini kendilerine uygun bulma durumlarına ilişkin verdikleri yanıtların puan ortalamaları kurumda çalışma şekline göre farklılık gösterdiği, diğer özelliklerine göre değişmediği belirlenmiştir (F=4.0321, P<0.05). Hemşirelerin halk sağlığı hemşirelik işlevlerini ülkemiz halk sağlığı hemşiresi için uygun bulma durumları ile mezun oldukları okul (F=1.574, P<0.05), çalıştıkları kurum (F=3.581, P<0.05) ve kurumdaki çalışma şekli (F=3.5042, P<0.05) arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Hemşirelerin halk sağlığı hemşirelik işlevlerini gelecekte halk sağlığı hemşiresi tarafından yapılmasını önemli bulma durumlarına ilişkin puan ortalamalarının kurumdaki çalışma şekline göre farklılık gösterdiği, diğer özelliklerine göre değişmediği belirlenmiştir (F=4.3742, P<0.05). Tüm bu bilgiler doğrultusunda, hemşirelerin halk sağlığı hemşirelik işlevlerini etkin bir biçimde sunabilmeleri için hemşirelik yasasının çıkarılarak halk sağlığı hemşirelerinin görev, yetki ve sorumluluklarının açıkça belirlenmesi ve ekip içinde rol karmaşasının önlenmesi, hizmet- içi eğitim kurslarının hemşirelerin katılımlarının sağlanarak planlanması, uygulanması, yürütülmesi ve belirli aralıklarla yeterliliklerinin ölçülmesi, sağlık ocaklarının araç-gereç ve insan gücünden yeterli düzeye ulaştırılması, kurum içinde kararların alınmasında aktif rol alabilmeleri için ekipten destek sağlanması, kalitenin arttırılması için istihdam ve ücret politikalarının geliştirilmesi önerilmiştir. SUMMARY The active execution of health services and the fulfillment of work of the staff member in health services enable the health problems of community in determining, preventing solving, upgrading of health level and cotinuing. World Health Organisation points out that nurses are inevitable source of human force in implementig of basic health services, the reason that the aim of “Everyone to Health in 2000” reaches successfully. In many countries public health nurses take significant responsibilities at the service of community health by carrying out their half dependent or independent functions. It is important to be known thath how step public health nurses carry out their willing part and assignments, perceive these parts and perception position of new parts or alteration besides factors that affect carrying out these assignment in our country, too. It will help the planning of public kealth nurses and execution with organisational struggle in the future. This work that charcterizes a field research in defining type has been applied 60 nurses who accepted to join this research and work in 3 Mother-Child Health and Family Planning (AÇSAP) Center, and 16 Health Care Center contacted Bornova Health Group Headquerter of Education And Research between June 1998-August 1998. Research data was collected with survey data. In collecting data forms, developed by researcher, consisted of “the measure belonging to establishment of positions of the nurse’s implementing their assignment, effects of implementation, approving of their assignment by themselves and our country and position of these assignment made by public health nurse in the future”and concerned socio-demografic “Socio-Demografic data form”regaring nurses was used. 208 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri For general mesaure, relation to public health nursing in studing confidency r=0.94, for direct care functions r=0.83, for planning and management functions r=0.93, for controlling and education functions r=0.93 and research functions r=0.66. Data in research was estimated by using hundred calculation, variance analysis, correlation and t test. When results in research were evaluated, although note average which nurses take serious nursing functions of public health in the future is high (X=389.52±50.03) the implementation note average of these functions is found low (X=243.02±43.02). It was found out that nurses implemented controlling and education functions mostly with 1.85 note average, direct care functions with 1.64 note average, research functions with 1.63 note average, planing and menagement functions with 1.60 note average. It was established that nurses couldn’t carried out the nusing functions of public health, because most competence and responsibilites were limited, they were not able to have a word with them, had no qualification. It was found out that relating to nurse’s answers about note averages according to age groups, schools for education, finding sufficient qualification when they were student, the period of working in their job and public health field and position of joining employment education are not different. According to working association and satisfing their job, it was found differences. Relating to nurse’s public health nursing functions about finding suitable fort hem, their answer’s note average, according to work position in the association is different, according to other specialties it is not different (F=4.0321, P<0.05). For our country public health nurse, between finding suitable for nurse’s public health nursing functions and the school graduation (F=1.574, P<0.05), work association (F=3.581, P<0.05) and work position in the association (F=3.5042, P<0.05) statistical difference is found reasonable . Regarding position of nurse’s of accepting important public health nursing function of implementation by public health nurse in the future, it was found out that according to only work position in the association note avereges are different, according to other specialties they are not different (F=4.3742, P<0.05). All in all, it is suggested that public health nurse’s duties, competence and responsibilities be determind clearly, and part indefinity in the staff be prevented, employment courses be had access to join applied, implemented and measured qualifications for nurses by determined intervals. Health care concerning utilization and human power be research odequate level, nurse’s active part be supported in the association while deciding, employment and wage policies be developed for increasing quality so that nurses would carry out public health function actively by legislating nursing. 209 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 15 YAŞ ÜZERİ KADIN VE ERKEKLERDE ALGILANAN SAĞLIK DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ Asiye UZANTI Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Süheyla ALTUĞ ÖZSOY İzmir-1999 ÖZET Bu araştırma Denizli ili Çivril ilçesinde yaşayan 15 yaş ve üzeri kadın ve erkeklerde algılanan sağlık durumunu değerlendirmek ve bunu etkileyen etmenleri incelemek amacıyla kesitsel ve tanımlayıcı olarak yapılmış bir alan çalışmasıdır. Araştırma Çivril ilçesinde yürütülmüştür. Araştırmanın evrenini 3759 konutta yaşayan 15 yaş ve üzeri 10005 kişi oluşturmuştur. Örnekleme 370 kişi seçilmiştir. Her mahalleye ulaşmanın mümkün olmayacağı düşünülerek basit tesadüfi örneklem tekniği ile üç mahalle seçilmiştir. Kişiler tabakalı örneklem tekniği ile yaş gruplarına göre sınıflandırılarak üç mahalleden seçilmiştir. Araştırmada veri toplama aracı olarak anket formu düzenlenmiştir. Anketin ilk bölümü kişilere ilişkin tanıtıcı bilgilerin toplanması için toplam 17 sorudan oluşmaktadır. İkinci bölümde algılanan sağlıkla ilgili tek bir soruya yer verilmiştir. Üçüncü bölümde kişilerin sağlık yakınmaları ve hastalık durumlarına ilişkin bilgi toplamak için toplam 9 soruya yer verilmiştir. Dördüncü bölümde ise kişilerin 5 ve üzeri çocuğu olduğu ve bedensel ve sosyal yeti yitimlerini değerlendirebilmek için DSÖ tarafından geliştirilen Geçici Yeti Yitimi Ölçeği (Brief Disability Qustionnaire) kullanılmıştır. Toplam 9 sorudan oluşmaktadır. Toplanan verilerin değerlendirilmesi, sosyo-demografik verileri, algılanan sağlık durumu ve değişkenlerle ilişkisi SPSS bilgisayar paket proğramından yararlanılarak ki-kare, varyans analizi, lojistik regresyon analizinden yararlanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda şu sonuçlara ulaşılmıştır: Kişilerin %53.5’i kadın %25.7’si 25-34 yaş grubundan, %70.3’ü evli bulunmuştur. Kişilerin %11.4’ü okur yazar değil iken %7.8’i okur yazardır. Kişilerin %19.2’si memur, %14.3’ü esnaf iken %1.9’u işsiz bulunmuştur. Kişilerin %7.8’inin 5 ve üzeri çocuğu olduğu ve %61.1’inin 11 yıl ve üstünde sürelerde Çivril de yaşadığı saptanmıştır. Kişilerin %60.5’inin oturduğu ev kendisine ait, %17.8’i ise gecekonduda yaşamaktadır. Kişilerin %51.9’unun aylık kazancı 99 milyon ve altında , %53.2’sinin ise gelirinin giderinden az olduğu bulunmuştur. Kişilerin %20.5’inin sağlık güvencesi yok, %15.4’ü sağlık hizmetlerinden yararlanmamakta, %50.1’i de verilen sağlık hizmetlerinden memnun değildir. Kişilerin %54.1’i sağlığını iyi algılamakta, %45.9’u da sağlığını kötü algılamaktadır. Kişilerin araştırma anında %38.4’ünde sağlık yakınmasının olduğu, %34.1’inin de sağlık yakınması anında hiçbir uygulama yapmadığı saptanmıştır. Kişilerin %41.9’unun kronik hastalığı olduğu, %54.9’unun son dört hafta içerisinde ilaç kullandığı ve %7.0’sinin de son dört hafta içerisinde yatarak tedavi gördüğü saptanmıştır. Kişilerin %10.3’ünde ağır derecede yeti yitimi vardır. 210 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Ayrıca kişilerin sosyo demografik verilerinin algılanan sağlık durumuna etkisi incelenmiştir. Kişilerin cinsiyet durumları algılanan sağlık durumunu etkilemektedir. Kadınların algılanan sağlık durumlarının erkeklere göre daha olumsuz olduğu saptanmıştır. Kişilerin yaşı arttıkça algılanan sağlık durumu olumsuzlaşmaktadır. Kişilerin eğitim durumları ile algılanan sağlık durumlarının diğer eğitim gruplarından daha olumsuz olduğu saptanmıştır. Ancak eğitim durumunun artması algılanan sağlık durumunu etkilememiştir. Gelir durumu iyi olan kişilerin algılanan sağlık durumu daha iyidir. Çocuk sayısının artması algılanan sağlığı olumsuz etkilemiştir. Kişilerin sağlık güvence durumları ile algılanan sağlık durumu arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Kişilerin sağlık yakınmaları ve hastalık durumları da algılanan sağlığı etkilemektedir. Araştırma anında sağlık yakınması olan, son on beş gün içerisinde 5 ve daha fazla sağlık yakınması bildiren, kronik hastalığı olan, son dört hafta içerisinde ilaç kullanan, geçici yeti yitimi ve son dört hafta içerisinde sağlık sorunu nedeniyle evde gün geçiren kişilerin algılanan sağlık durumlarının olumsuz olduğu saptanmıştır. Araştırma sonuçları göz önüne alınarak toplumun sağlık düzeyini yükseltebilmek için sağlık hizmetlerinin daha etkin bir şekilde planlanması, önceliklerin belirlenmesi, topluma yönelik eğitim programlarının hazırlanması, halka sağlıkla ilgili bilgilerin verilmesi, evde bakım hizmetlerinin geliştirilmesi, kitle iletişim araçları ile sağlık eğitimi verilmesi gibi öneriler getirilmiştir. SUMMARY This research was accomplished as a cros-sectional and definitive field study. It was done in order to evaluate the perceived health status and to examine their effective factors of women and men at 15 years of age over, who reside within the county of Çivril, Denizli. The research was conducted within the county of Çivril. The extent of the research consisted of 10.005 individuals at 15 years of age and over who lived in 3759 houses. 370 individuals were selected for sampling. Since it was thought to reach each district was impossible, there wards were selected from there wards as being classified according to age groups by stratified sampling techique. A survey form (questionnaiire) was used in the research as a data collecting tool. In order to collect introductory data related to individuals, first part of the survey form consisted of 17 questions totally. In the second part only one question pertaining to perceived health status took place. 9 questions were included in the third part in order to collect data related to individuals health complaints and morbidity. In the fourth part, for assessment of individuals physical and social disabilities, a Brief Disability Questionnarie developed by WHO which consisted of 9 questions was used. In the evaluation of data collected, socio-demographic inputs, perceived health status and relationship with variables were accomplished by utilization of SPSS computer program chi- square variance analysis and logistic regression analysis were also used. As a result of assessment of data collected the following conclusions were obtained. It was found that 53.5% of population were female, 25.7% were within the 25-34 age group and 70.3 % were married. While 11.4% of the population were not able to read&write, 7.8% were able. %19.2 of the individuals were government employees,14.3% were tradesmeb,1.9% were found to be unemployed It was determined that 7.8% of the population have had 5 or more children and 61.1% of them lived in county of Çivril for periods of 11 years or more. 211 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı While 60.5% of the individuals owned the houses they lived in, 17.8% were trying to survie in squatter houses. It was discovered that 51.9% of the population monthly income was 99 million or less, 53.2% were earning less then their expenses. 20.5% of the individual did not have insurance (social security), 15.4% were not using medical services, and 50.11% were satisfied with the medical services provided. While 54.1% of the individuals perceived their health well, other 45.9% perceived badly. It was discovered during the research that 38.4% of the population were complaining about their health, 34.1% them did not take any medical action during health complaint. It was determined that 41.9% of the individuals had chronic disease, 54.9% of them used medication within the last four weeks, and 7.0% of them treatment as inpatients within the last four weeks. 10.3% of the individual had severe loss of ability. In addition, effects of socio-demographic data of the individuals to perceived health status were also studied. Sexual status of individuals were effecting perceived health status. It was determined that females perceivied health status were unfavorable then males. The more individual’s age was increased, the perceived health status worsened. The relationship between population education levels of the individuals and perceived health status were investigated and it was determined that perceived health status of the individuals who were not illetiarate & write and merely can literate were worse then other education groups. Whereas increase in education did not effect the perceived health status. Individuals had good income had also good perceived health status as well. The increase in number of children also effected perceived health status unfavorably. There was no significant relationship between individuals status of social security and perceived health status. Individuals health complaints and their status of morbidity were effecting the perceived health status. It was determined that individuals who had complaints about health during research, who had 5 or more complaints within the last 15 days, had brief disability, and who spent last four weeks at home due to health problems, had unfavorable perceived health status. In order to promote the health level of the population through taking the results of the research under consideration, the follow suggestion put priorities, preparation of training programs aimed at public, disseminate date related to health care the public, development of home care services, etc. 212 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İLKOKUL ÇAĞI ÇOCUKLARININ KİŞİSEL SAĞLIK GÖRÜŞLERİ, OLUMLU SAĞLIK DAVRANIŞLARI İLE BUNLARI ETKİLEYEN ETMENLERİN İNCELENMESİ A STUDY ON PERSONAL HEALTH CONCEPT AND POSITIVE HEALTH BEHAVIORS OF THE ELEMENTARY SCHOOL AGE CHILDREN AND RELATED EFFECTIVE FACTORS Hülya ELİBOL UYSAL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Ayla BAYIK İzmir-1999 ÖZET Bu çalışma ilkokul çağı çocuklarının kişisel sağlık görüşlerini, olumlu sağlık davranışlarını ve bunları etkileyen etmenleri incelemek; bu bilgiler ışığında sağlık eğitimi ve gereksinimlerini saptamak amacıyla yapılmış tanımlayıcı bir alan araştırmasıdır. Araştırma İzmir İli, Bornova İlçesi İlköğretim okullarında Malazgirt İlköğretim Okulu, Ömer Özkan İlköğretim Okulu ve HilalNecmiye Hüsnü Ataberk İlköğretim Okulu’nun 4. ve 5. sınıflarında okuyan toplam 225 öğrenci üzerinde yapılmıştır. Okullar sosyoekonomik düzeye göre listelenmiş ve basit tesadüfi örneklem yöntemiyle alt sosyoekonomik düzeyden Malazgirt İ.Ö.O., orta sosyoekonomik düzeyden Ömer Özkan İ.Ö.O. ve üst sosyoekonomik düzeyden Hilal Necmiye Hüsnü Ataberk İ.Ö.O'u seçilmiştir. Araştırmaya başlamadan önce İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nden ve okulların müdürlerinden izin alınmıştır. Öğrencilerin kişisel sağlık görüşlerini belirlemek için University of Colarado Health Science Center'da Assistant Proffessor Nancy Olson Hester tarafından geliştirilen ve 45 maddeden oluşan ölçek formu kullanılmıştır. Öğrencilerin olumlu sağlık davranışlarında bulunma sıklıklarını ölçmek için ise 36 maddeden oluşan ölçek formu kullanılmıştır. Ölçeklerin temini ve kullanımı için izin yazarla yazışma ile temin edilmiştir. Araştırma verileri öğrencilere anket soruları ve ölçek maddeleri okunarak ve o anda yanıtlamaları istenerek toplanmıştır. Araştırmada verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik, varyans analizi, ileri varyans analizi, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) ve korelasyon analizi kullanılmıştır. Araştırma bulgularına göre; öğrencilerin kişisel sağlık görüşleri puan ortalaması 128.47±18.16, maddelere göre puan ortalaması ise 2.85±0.02 olarak bulunmuştur. Öğrencilerin olumlu sağlık davranışlarında bulunma sıklıkları puan ortalaması 72.24±7.32, maddelere göre puan ortalaması ise 2.07±1.02 bulunmuştur. Araştırmadan elde edilen verilere göre öğrencilerin kişisel sağlık algılamaları pozitif, olumlu sağlık davranışlarında bulunma sıklıkları da istenilen düzeyde bulunmuştur. Araştırmaya katılan ilkokul çağı çocuklarının kişisel sağlık görüşlerinin öğrenim görülen okul, cinsiyet, anne eğitim düzeyi, annenin çalışma durumu, annenin mesleği, babanın eğitim düzeyi ve ailenin gelir düzeyinden etkilendiği, sınıf, yaş, kardeş sayısı, babanın çalışma durumu ve mesleği ile mesken durumu, evin mülkiyet durumundan etkilenmediği tespit edilmiştir. Öğrencilerin olumlu sağlık davranışları ile öğrenim görülen okul, cinsiyet, anne ve babanın eğitim düzeyi, ailenin gelir düzeyi ve mesken durumu arasında anlamlı bir ilişki saptanırken, sınıf, yaş, kardeş sayısı, annenin çalışma durumu ve mesleği, babanın çalışma durumu ve mesleği ile oturdukları evin mülkiyet durumu arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptanmıştır. Öğrencilerin kişisel sağlık 213 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı görüşleri ile olumlu sağlık davranışları arasında olumlu bir korelasyon tespit edilmiştir (r= 0.56). Bu sonuca göre de kişisel sağlık görüşleri pozitif yönde olan öğrencilerin, olumlu sağlık davranışlarında bulunma sıklıklarının da istenilen düzeyde olduğuna karar verilmiştir. Elde edilen bulgular doğrultusunda ilkokul çağı çocuklarının pozitif bir sağlık görüşünde olduğu ve olumlu sağlık davranışlarında bulunma sıklıklarının iyi düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre önerilere gidilmiştir. SUMMARY This study is a definitive field research performed to investigate personal health standpoints with positive health behaviors of the elementary school age children and their effective factors, and under the light of these data, to determine the training of health and its requirements. This research was conducted within the following elementary schools of county of Bornova, Izmir on 225 students attending 4 th and 5 th grades; Malazgirt Elementary School, Ömer Özkan Elementary School and Hilal- Necmiye Hüsnü Ataberk Elementary School. The schools were listed according to socioeconomic level and the following elementary schools were selected through simple randomized sampling technique; Malazgirt Elementary School from the inferior socio-economic level, Ömer Özkan Elementary School from the median socio-economic level, and Hilal-Necmiye Hüsnü Ataberk Elementary School from the superior socio economic level. Permissions were granted from National Education Commissioner of County and from each School Principals. To determine the personal health concept of students, a scale consisted of 45 items which was developed by Prof. Nancy Olson Hester from Health Science Center, University of Colarado, was used. To measure the frequency of positive health behaviors of students, another scale consisted of 36 items was used. The permission required for attainment and scales were obtained via correspondence with author. In evaluation of the data during research the following tools were used; percentage, variance analysis, advanced variance analysis, t-test and correlation analysis. According to the findings of research, point averages found are as follows; mean of personal health concepts of students was 128.47 + 18.16, according to items was 2.85 ± 0.02. It was detected that average point of 131 frequency of positive behaviors of students was 72.24 + 7.32, and average point according to items was 2.07 ± 1.02. According to data obtained from the research students personal health concepts was positive and the frequency of positive health behaviors was found within the desired range. According to the study results, statistical significant were found to be between the personel health concepts of elementary school children and some of the sociodemographic characteristics such as; school being attended, sex, mother's education level, mother's business status, mother's career, father's education level and family's income level. But no statistical significant differences were found to be between the personel health concepts and the following sociodemographic chracteristics such as; grade, age, number of sibling, father's occupation and career, status of residence and possession of a house. While a significant correlation between students positive health behaviors and the school being attended, sex, education levels of mother and father, family's income level and status of residence was discovered, no significant correlation was found between students positive health behaviors and grade, age, number of sibling, mother's status of occupation and career, father's status of occupation an career, and the ownership of the house they live in. A significant correlation between personal health concepts and positive health behaviors of the students was discovered (r=0.56 ). According to this consequence it was reached to a conclusion that the students whom their personal health concepts towards positive direction, their frequency of positive health behaviors would be within the desired range. Along with these findings obtained, it was determined that elementary age children had positive health concept and their frequency of positive health behaviors were at the favorable level. Suggestions were made according to results of the research. 214 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri PLANLI EĞİTİMİN ERKEKLERİN AİLE PLANLAMASI YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN BİLGİ VE TUTUMLARINA ETKİSİNİN İNCELENMESİ EFFECT OF KNOWLEDGE AND ATTITUDES ABOUT FAMILY PLANNING METHODS OF PLANNED EDUCATION FOR MEN Meryem METİNOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1999 ÖZET Bu çalışma, erkeklerin aile planlaması konusunda bilgi düzeylerini belirlemek, konuya ilişkin tutumlarını değerlendirerek, hemşireler tarafından verilen planlı sağlık eğitiminin aile planlaması konusunda erkeklerin bilgi ve becerilerini artırarak konuya ilişkin tutumlarını olumlu yönde değiştirmek amacıyla eşitlenmemiş kontrol gruplu yarı deneysel bir alan çalışması olarak planlanmıştır. Çalışma, bütün deneklere ön test uygulama, sadece deney grubuna planlı eğitim verme ve bir hafta sonra tekrar her iki gruba son test uygulana şeklinde planlanmıştır. 1 Aralık 1998-1 Nisan 1999 tarihleri arasında E.Ü.T.F. Üroloji A.B.D. polikliniğinde ve özel öğretim üyesi muayene ünitesinde yapılmıştır. Çalışmaya 123 deney, 123 kontrol olmak üzere 246 denek alınmıştır. Deney ve kontrol grubu erkeklerin ilk aşamada aile planlamasına ilişkin bilgi düzeyleri saptanmış uygulanan ön testte, deney ve kontrol grubu erkekler arasında bilgi puan ortalamaları arasında fark saptanmıştır ( t=6.21, P<0.01). Deney grubu erkekler ön testten sonra kapsamlı aile planlaması eğitim programına alınmış, eğitim sonunda son test ile deney ve kontrol grubu erkeklerin aile planlamasına ilişkin bilgi düzeyleri ölçülmüştür. Deney ve kontrol grubu erkeklerin, son test bilgi puan ortalamaları arasında deney grubu erkekler lehine istatistiksel olarak önemli fark olduğu saptanmıştır (t=10.01, P<0.01). Bu çalışma araştırmaya alınan erkeklerin aile planlaması yöntemlerine ilişkin bilgilerinin eksik, tutumlarının yanlış olduğunu göstermiştir. Deney grubu erkeklerin eğitim öncesi aile planlaması yöntem kullanımında sorumluluğu paylaşma oranı %45 iken, eğitim sonrası %86'ya yükselmiştir. Gelecek bir yıl içinde yöntem kullanma oranı eğitim öncesi %54.5 iken eğitim sonrası bu oran %72.3'e çıkmıştır. Bu çalışma hemşireler tarafından verilen planlı eğitimin, erkeklerin aile planlaması konusunda bilgilerini arttırarak, tutumlarını olumlu düzeyde geliştirmiş, çağdaş sağlık görüşüyle her alanda çalışan hemşirelerin sağlık eğitimini bir görev olarak üstlenmesinin önemi vurgulanmıştır. SUMMARY This study was done to determine male information level about the family planning, evaluate their manner about the subject, to change their attitude by giving education about family planning methods with the special help of nurses. In this study, firstly a pretest was applied to all subjects, then education was given only to the experimental group and after a week a final test was applied to all subjects. Between 1998 December 1st and 1999 April 1st, 246 subjects were questioned in Ege University Medical Faculty Urology Department. All the subjects were divided equally to an 215 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı experimental and a control group. At first step, a pretest was applied to all subjects of experimental and control group to determine their information level about family planning and a significant difference about average information level was obtained (t:6.21, p<0.01). After pretest, experimental group was taken into a family planning education program. At the end a final test was applied to both groups and a statistically significant difference concerning about the information level was obtained (t:10.01, p<0.01). This study showed that all the subjects had incomplete and incorrect information about family planning methods. While the males' rate of sharing the responsibility of family planning methods was 45% before education, it increased up to 86% after education. When the subjects were asked about using abouts up to one year, method using rate was found 54.5% before education and 72.3% after education. This study improved male's manner by informing about family planning as a result of education given by nurses. Also it's concluded that nurse participation was significant important in giving education about health. 216 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI DOKTORA TEZLERİ 217 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SAĞLIK HİZMETLERİNİN SOSYALLEŞTİRİLMESİNDEN ÖNCE BORNOVA BÖLGESİNDE ANNE VE ÇOCUKLARIN KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNDEN YARARLANMA DURUMLARI Gülseren KOCAMAN Doktora Yöneticisi: Prof.Dr. Mehmet TOKGÖZ İzmir-1981 ÖZET Bu çalışma İzmir İli Bornova İlçe merkezinde sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti uygulaması başlamadan önce anne ve çocuklardan koruyucu sağlık hizmetlerinden ne ölçüde yararlandıklarını; bu hizmetler için başvurdukları sağlık kuruluşlarını ve bu kuruluşların seçiminde rol oynayan etmenleri, bu hizmetleri hangi sağlık personelinden aldıklarını ve evde sağlık hizmeti verilmesine ilişkin görüşlerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Bornova Bölgesinde 1 Temmuz 1979 ve 30 Haziran 1980 tarihleri arasında doğan bebekler ve annelerinin oluşturduğu evrenden % 20 örneklemle seçilen 241 bebek ve anne üzerinde soru kağıdı yöntemi ile tanımlayıcı ve analitik yöntemleri birlikte içeren kesitsel bir çalışma yapılmıştır. Bu soru kağıdında annelere ilişkin bazı tanıtıcı bilgiler ile annelerin ebelik, doğum ve aile planlaması hizmetleri için, bebeklerin sağlık kontrolleri ve aşılanmaları için sağlık kuruluşlarından yararlanma durumları ve evde sağlık hizmeti verilmesine ilişkin görüşleri konusundaki sorulara yer verilmiştir. Başvurdukları kuruluşun seçiminde etkisi olabilecek çeşitli değişkenler incelenmiştir. Elde edilen önemli bulgular şunlardır: 1. Doğum Öncesi Bakım: Doğum öncesi bakım hizmetleri annelerin %68’ine ulaşırken; gereksinilen hizmetin %38’inin verilebildiği saptanmıştır. Kadın başına ortalama 2.7 izleme yapılmıştır. Bu hizmetin %82’si hekim, %18’i ebe/hemşire tarafından götürülmüştür. Bornova Ana ve Çocuk Sağlığı Merkezi ve EÜTF Doğum Polikliniği en çok başvurulan kuruluşlardır. Annelerin eğitim durumları, parasız tıbbi bakım olanakları ve çocuklarını geçirdikleri yerleşim tipi sağlık kuruluşunun seçiminde etkili olmaktadır. Kuruluşun iyi bakım vermesi ve yakın olması önemli seçme nedenleri olarak saptanmıştır. 2. Doğum: Annelerin %70’i hastanede doğum yapmaktadır. Sağlık personeli yardımı ile yapılan doğumların %56’sı hekim, %44’ü ebe/hemşire tarafından yaptırılmıştır. EÜTF Doğum Kliniği ve Sigorta Hastanesi en çok başvurulan kuruluşlardır. Annelerin eğitim durumları, sağlık hizmetlerinden yararlanma olanakları ve bölge oturma süreleri kuruluşunun seçiminde rol oynayan etmenlerdir. 3. Bebeklerin Sağlık Bakımı: Sağlık bakımı bebeklerin %56’sına ulaşırken, gereksinilen hizmetin %32’sinin verilebildiği saptanmıştır. Bebek başına ortalama 0.6 izleme yapılmıştır. Bu hizmetin tamamı hekim 219 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı tarafından götürülmüştür. Bornova Ana ve Çocuk Sağlığı Merkezi ile Özel Hekim en çok başvurulan kuruluşlardır. Annelerin eğitim durumları ve kökenleri sağlık kuruluşunun seçiminde etkili olmaktadır. Kuruluşun iyi bakım vermesi ve yakın olması başvuruyu belirleyen etmenlerdir. 4. Bebeklerin Aşılanması: Bebeklerin %61’ine aşı yaptırılmış, gerekli olan hizmetin %36‘sı sağlanabilmiştir. Bu hizmetin %88’i ebe/hemşire, %12’si hekimler tarafından yapılmıştır. En çok başvurulan kuruluş Bornova Ana ve Çocuk Sağlığı Merkezi’dir. Annelerin Eğitim durumları sağlık kuruluşunun seçimini etkilemektedir. Yakınlık ve iyi bakım etmenleri kuruluşun seçiminde rol oynamaktadır. 5. Aile Planlaması: Annelerin %25’i bu hizmet için bir sağlık kuruluşuna başvurmuştur. Tüm örnekte etkin yöntem kullanma oranı %27 olup, hizmete gereksinimi olan kadınların oranı %73”dür. Bu hizmetin %80’i hekim, %20’si de ebe/hemşire tarafından sağlanmıştır. Kuruluşların seçiminde belirleyici bir etmen olmayıp, başvuru bilinçsizce yapılmaktadır. 6. Evde Sağlık Hizmeti Verilmesi: Doğum öncesi bakım, bebek izlemesi ve aşılanması hizmetlerinin evde yapılması olumlu karşılanmıştır. Evde doğum isteyen anne oranı %39’dur. Doğum ve bebeklerin aşılanması için ebe/hemşirenin, bebek izlenmesi için hekimin hizmet vermesi beklenmektedir. Doğum öncesi bakım için belirgin bir ayırım yoktur. SUMMARY This research has been designed to define the utilization level of the preventive health services by mothers and their children, prior to the establishment of socialized health administration in Bornova county center of İzmir province. For this purpose, the types of the health institutions where mothers attendence, the types of personel from whome they received health care, and their ideas (attitudes) about having health care in their homes, has been surveyed. The sample was constituted on a 20 percent basis random, from the population of mothers and their children who were born during the period of July 1, 1979 and June 30, 1980 in Bornova area. The sample was subjected to a questionaire from by interviewing the mothers. It has been a crosssectional descriptive research, including some analytic methods. The results have shown that the utilization of the preventive health care facilities by mothers and their children was insufficient in the area. The variables effecting the choise of health institutions, were merely related to socio-economic status of the subjects. Mothers were found to be willing to have health care within their homes. 220 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ÜÇ AYRI SOSYALİZE BÖLGEDE ÇALIŞAN EBELERİN ÇOCUK SAĞLIĞI HİZMETLERİNE İLİŞKİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI VE BORNOVA BÖLGESİNDE VERİLEN GÖREV-İÇİ EĞİTİMİN EBELERİN BİLGİ VE DAVRANIŞLARINA ETKİSİ Zuhal BAHAR Doktora Yöneticisi: Prof.Dr. Tuğrul ÖZGÜR İzmir-1983 ÖZET Araştırma; farklı sosyalize bölgeler olan Bornova, Etimesgut ve Çubuk Eğitim ve Araştırma Bölge’lerinde çalışan ebelerin çocuk sağlığına ilişkin bilgi düzeylerini ve bu bilgilerine etki edebileceği düşünülen etmenleri saptamak ve Bornova Sosyalizasyon Bölgesinde çalışan ebelere verilen eğitimin etkililiğini değerlendirmek amacı ile yapılmıştır. Araştırma kapsamında Bornova Bölgesinden 20, Etimesgut Sosyalize Bölgesinden 34 ve Çubuklu Sosyalize Bölgesinden 39 olmak üzere toplam 93 ebe alınmıştır. Tüm bölgelerde, soru kağıdı uygulanan ebelerle ilişki kurabileceği düşünülenler ve yıllık izin, rapor veya kurs gibi nedenlerle bulunamayan ebeler araştırma kapsamından çıkartılarak, araştırma toplam 77 ebe (% 82,7) ile yürütülmüştür. Bornova Sosyalize Bölgesinde uygulanan eğitim döneminde 20 ebeden 9’u değişik nedenler ile ayrılmış olduğundan araştırmanın eğitim sonrası bölümü kalan 11 denek ile sürdürülmüştür. Veri toplamada kullanılan soru kağıdı; ebenin yaşı, çocuk sahibi olup olmama, bitirdiği okulun eğitim süresi, çalışma yılları, daha önceki çalışma yeri ve yılı, bu bölgede çalışma süreleri, çocuk sağlığına ilişkin eğitim alıp almadıklarını gösteren “bağımsız değişkenler” yanında, çocuk sağlığına ilişkin 73 bilgi sorusunu içermektedir. Çocuk sağlığına ilişkin bilgi soruları “0-18 aylık” çocuğun motor gelişmesi, ebelerin ev ziyaretlerinde yapması beklenen fizik bakı, erken tanı ve bakımı, beslenmesi ve aşılanmasına yönelik dört konu alanını içermektedir. Anketler, Etimesgut ve Çubuk Sosyalize Bölgelerinde çalışan ebelere görev içi eğitim nedeni ile toplandıkları günlerde araştırıcı tarafından, o gün eğitimine gelmeyen ve ankete katılmış ebe ile ilişki kuramayacak olan ebelere ocak hekimleri tarafından uygulanmıştır. Bornova Eğitim ve Araştırma Bölgesinde ise eğitim programları başlamadan önce saptanan bir günde anketler araştırıcı tarafından uygulanmıştır. Toplantı günü gelmeyen ebeler için sağlık ocaklarına ve sağlık evine gidilerek anket uygulaması tamamlanmıştır. Bornova Sosyalize Bölgesinde eğitim öncesi hazırlanan gözlem kağıdı ile ebelerin boy, kilo, baş çevresi ölçümlerini, doğuştan kalça çıkığı ve fimozis bakılarını nasıl yaptıklarını gözlemek amacı ile 0-12 aylık erkek bebeklerin evlerine gidilerek, her seferinde bir ebe olacak biçimde ev ziyaretleri yapılmıştır. Verilen eğitimin etkililiğini saptamak amacı ile aynı soru kağıdı araştırıcı tarafından ebelere uygulanmış ve yine aynı gözlem kağıdı ile ev ziyaretlerine çıkılmıştır. Tüm bölgelerde ebelerin her bir soruya verdikleri doğru yanıtlar yüzde olarak gösterilmiştir. 221 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Her bölge için ebelerin aldıkları bilgi puanları toplanmış, o bölgedeki ebe sayısına bölünerek üç bölge için bilgi puan ortalamaları bulunarak bağımsız değişkenler ile karşılaştırılmıştır. Sürekli görev içi eğitim ve denetimin uygulandığı Etimesgut ve Çubuk Sosyalize Bölgelerinde bağımsız değişkenlerin ebelerin bilgi düzeylerini etkilemediği, Bornova Sosyalize Bölgesinde ise bu değişkenlerin ebelerin bilgi düzeylerini etkilediği saptanmıştır. Ebelerin çalıştıkları bölgeler ile çocuk sağlığına ilişkin bilgi düzeyleri karşılaştırıldığında üç bölge arasında fark bulunmuştur. Bu farkın Bornova Sosyalizasyon Bölgesinde çalışan ebelerin bilgi düzeylerinin düşük olmasından geldiği saptanmıştır. Bornova Bölgesinde eğitim önce ve sonrası bilgi puanları arasında yapılan analizlerle verilen eğitimin, ebelerin çocuk sağlığına ilişkin bilgi düzeylerine olumlu etkisi olduğu saptanmıştır. Ayrıca verilen eğitim, ebelerin davranış puanlarında yükselme sağlanmıştır. Eğitim sonu Bornova ile Etimesgut ve Çubuk Sosyalizasyon Bölgelerinde çalışan ebelerin çocuk sağlığına ilişkin bilgi düzeyleri incelenmiş, eğitim sonunda Bornova Bölgesinde çalışan ebelerin eğitim düzeylerine eriştiği saptanmıştır. Araştırma sonucunda ebelerin eğitim açıklarını gidermek amacı ile bazı öneriler getirilmiştir. SUMMARY This dissertation paper aims to determine the level of midwife’s knowledge related with child health and the factors that influence the efficacy of knowledge and practice in areas that differ in their social make-up (which are seperate training and research centers as well) like Bornova, Etimesgut and Çubuk. In addition, evalluation of the efficiency of the in-service- education given to midwife’s working within Bornova socialization area was intended. The investigation was carried on with 77 mid wifes. The level of knowledge of midwife’s and the areas they are working in, the level of knowledge before and after training, the level of knowledge after training in different areas like Bornova, Etimesgut and Çubuk were corralated. Finally, certain suggestions were introduced concerning compansation of midwife’s educational short-comings. 222 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri BORNOVA SOSYALİZASYON BÖLGESİ İLÇE MERKEZİNDE EVLİ DOĞURGAN ÇAĞDAKİ KADINLARDA DÜŞÜKLERİN EPİDEMİYOLOJİK İNCELENMESİ Ayla BAYIK Danışman Öğretim Üyesi Prof.Dr. Tuğrul ÖZGÜR İzmir-1983 ÖZET Bu çalışma, İzmir İli Bornova sosyalizasyon Bölgesi İlçe Merkezinde 15-49 yaş evli kadınlarda, düşük prevalans ve 1980 yılı düşük insidansını saptamak, kadınların düşük yapmasına ve düşüklerinin oluş biçimine etki eden değişiklikleri belirlemek ve son düşüklerini epidemiyolojik olarak incelemek amacıyla yapılmıştır. 1980 yılı Haziran ayı nüfus tespitine göre saptanan 9100, 15-49 yaş evli kadından oluşan evreni temsil etmek üzere, mahellelere ve yaş gruplarına göre orantılı tabakalı tesadüfi örnekleme yöntemi ile seçilen 325 kadınla görüşme ve soru kağıdı tekniğine dayalı, tanımlayıcı ve bir bölümü ile de analitik tipte kesitsel bir çalıma yapılmıştır. Soru kağıdında; kadınlara ait tanıtıcı bilgiler, gebelik öyküsü, düşük öyküsü, gebelik önleyici yöntem kullanma durumları, son bir yıla (1 Şubat 1980 - 31 Ocak 1981) ait gebelik öyküsü ve son düşüklerini epidemiyolojik olarak incelemeyi sağlayacak sorulara yer verilmiştir. Kadınların düşük yapma ve düşüklerinin oluş biçimine ve ayrıca son düşüklerine etkisi olabilecek çeşitli değişkenler incelenmiştir. Elde edilen bulgulara göre; Bölgede 15-49 yaş grubunda evli her yüz kadının 45.8’inin ne biçimde olursa olsun, yaşam boyu en az bir kez, her yüz evli kadının 22.2 sinin kendiliğinden, 30.2’sinin isteyerek düşük yaptığı saptanmıştır. Bir kadına düşen ortalama düşük sayısı 0.96’dır. Bölgede her yüz gebeliğin 26.3’ü düşükle, yine her yüz canlı doğumun 37.2’si düşükle sonlanmaktadır. Son bir yıl içinde, Bornova İlçe Merkezinde her yüz kadın 8.6 kez düşük yapmış, düşük sayısı yüz canlı doğuma karşı 53.8, yüz gebeliğe karşı 29.1 olarak saptanmıştır. Kadınların % 40.3’ü ideal çocuk sayısını aşmıştır. Kadınların % 73.8’i gebelik önleyici yöntem kullanmaktadır fakat yöntem kullanan kadınların ancak % 37.9’u etkili yöntemle korunmaktadırlar. Kadınların yaşı, eğitim düzeyi, kocalarının eğitim düzeyi, kadının çalışması, ilk evlilik yaşı, evlilik süresi, gebelik sayısı, yaşayan erkek çocuk sayısı, aile tipi, ideal çocuk sayısını aşma durumunun isteyerek düşük sayısını etkilediği, buna karşın evlendikten sonra en uzun süre oturulan yerleşim tipi, yaşayan çocuk sayısının isteyerek düşük sayısını etkilemediği saptanmıştır. Kadınların % 37.6’sının son düşüğü kendiliğinden, % 62.4’ü isteyerek olmuştur. Son düşüğünü isteyerek yapan kadınların, % 85’i değişik yöntemlerle çocuk düşürmeyi denemişlerdir. Kadınların düşüklerinin büyük bir kısmını erken devrede sonlandırdıkları, son düşüğün oluş biçiminin, düşük öncesi gebelik aralığından etkilenmediği, isteyerek düşüklerin 223 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı erken devrede sonlandırıldığı, doğum, isteyerek düşükle sonlanan gebeliklerin ardından daha çok isteyerek düşük yapıldığı saptanmıştır. Son düşüğünü isteyerek yapan kadınların % 37.5’i fazla sayıda çocuk, % 25.8’i ekonomik nedenler, % 23.7’si çok sık aralıklarla gebe kalmayı düşüğe başvurmada gerekçe olarak belirtmişlerdir. Kadınlar çocuk düşürtmek için parasal yüke karşın özel hekim ve kürtajı seçmişlerdir. Düşük deneyimi olan kadınların % 67.1’i tekrar düşük yapma eğilimindedirler. Son düşüğünü isteyerek yapan kadınların, düşük sonrasında gebelikten korunma davranışlarında değişiklik olmuş, gebelik önleyici yöntem kullanma yüzdesi artmıştır. Tüm bulguların sonucu olarak bölgede kadınların istenmeyen gebeliklerini yaygın olarak kürtajla sonlandırdıkları, gebelik önleyici yöntemleri yeterince kullanmadıkları ve konuya ilişkin sağlık hizmet ve eğitimi gereksiniminde oldukları ortaya konmuştur. SUMMARY This study has been designed to estimate the abortion prevalance and incidence of currently married women fell in the fertile age group of 15-49 years, during the period of 1 February 1980 - 31 January 1981. The objectives of the research were to study the affects of factors such as-women’s age level of education, employment status of women first marriage age, duration of marriage, number of pregnancies, number of living children, type of family, desired number of children, level of education of the husband, employment satus of husband- on the extend of abortion and the type of abortion in Bornova county center of İzmir Province. The sample including 325 women was constituted by stratified proportional ramdom sampling and was subjected to a questionaire form by interviewing. It has been a cross- sectional descriptive research, including some analytic methods. The findings have demostrated that 45.8 percent of women had seeked abortion at least for once. The mean number of abortion was 0.9 per women. The results have shown also that, since women were motivated for limiting the family size, but use of the effective contraceptive methods was low, so thay favoured induced abortion as a method for termination unwanted pregnancies. These findings indicate both the need for family planning servies and health education. 224 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ÇALIŞAN KADINLARDA ÇALIŞMA KOŞULLARININ GEBELİĞİN GİDİŞİ, SONUCU İLE GEBELİK ÜRÜNÜNÜ (YENİ DOĞAN) ETKİLEYİŞİ VE ÇALIŞAN-ÇALIŞMAYAN KADINLAR ARASINDAKİ FARKLILIKLARIN İNCELENMESİ Gülsün AYDEMİR Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1990 ÖZET Araştırma; çalışan veya çalışmayan gebe kadınların sosyodemografik özelliklerini, eşleri ile ilgili özelliklerini, ev koşullarını, sosyal güvence ve gelir durumlarını, genel sağlık öykülerini, geçmiş ve şimdiki gebelik öykülerini belirlemek, şimdiki gebeliğin gidişini, gebelik sonucu ve yeni doğanın antropometrik ölçümlerini karşılaştırmak, ayrıca çalışan gebe kadınlarda; çalışma koşullarından kaynaklanan iş yorgunluk elementlerini, iş yorgunluk elementi ve kaynağını belirlemek ve bu saptanan iş yorgunluk elementi ve kaynağına göre trimestr sonu ve gebelik süresince etkisinde kalınan gebelik sonu genel iş yorgunluk elementi sayısı ve genel iş yorgunluk kaynağı değerlendirme puanlarını belirlemek ve iş yorgunluk puanlarının gebeliğin gidişine, gestasyon yaşına (doğum zamanı) ve yeni doğan antropometrik ölçümlerine (ağırlık, uzunluk, baş çevresi) olan etkisini incelemek amacı ile yapılmıştır. Araştırma kapsamına Yenişehir ve İzmir Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi’nde istenilen denek sayısına ulaşıncaya kadar 11 Şubat 1998 ve 29 Temmuz 1989 tarihleri arasında doğum yapmak üzere başvuran gebe kadınlar alınmış ve araştırma 198 çalışmayan ve 263 çalışan olmak üzere toplam 461 denekle yürütülmüştür. Bu araştırma veri toplama bölümünde iki yaklaşım uygulanmıştır. İlk yaklaşımda çalışan ve çalışmayan gebe kadınlar ile ilgili genel tanıtıcı bilgiler ve ve çalışan gebe kadınların çalıştıkları iş kolları ile ilgili bilgiler (Ek 1) ve iş yorgunluğunu değerlendirme formu (Ek 2) kullanılmıştır. İkinci yaklaşımda yeni doğanın genel durumu ve antropometrik ölçümleri ile ilgili değerlendirme formu kullanılmıştır. (Ek 3) İlk iki form soru kağıdı şeklinde olup, çalışan ve çalışmayan gebe kadınların sosyodemografik özellikleri ile ilgili iki soru, eşleri ile ilgili üç soru, sosyal güvence ve aylık gelir durumları ile ilgili üç soru, ev koşulları ile ilgili beş soru, genel sağlık öyküleri ile ilgili altı soru, şimdiki gebelik öyküleri ile ilgili oniki soru, şimdiki gebeliğin gidişi ile ilgili dört soru, doğum öncesi bakım ile ilgili dört soru, gebelik sonucu ile ilgili iki soru yer almıştır. Ayrıca bu formda çalışan gebe kadınların çalıştıkları iş koşulları ile ilgili on soru yer almıştır. Yine çalışan gebe kadınlar ile ilgili olarak iş yorgunluk elementleri ile ilgili on dokuz soru yer almıştır. Yeni doğanın genel durumu ve antropometrik ölçümleri (ağırlık, uzunluk, baş çevresi)ile ilgili formda (Ek 3) yedi soru yer almıştır. Bu çalışmada çalışmayan kadınlar için toplam elli üç soru, çalışan kadınlar için seksen iki soru hazırlanmıştır. Soru formlarının uygulamasında görüşme tekniği kullanılmış, deneklerin sıkılmaması ve doğru yanıt alınabilmesi için uygun olan bir zamanda görüşme yapılmıştır. Ancak yenidoğan ile ilgili antropometrik ölçümler (ağırlık, uzunluk, baş çevresi) çalışma sonuçlarını etkilememesi için doğumdan sonra hemen değerlendirilmiştir. Ayrıca bazı sağlık sorunlarında deneklerin yanıtları yanı sıra hasta kağıt dosyalarında yer alan bilgilerden de yararlanılmıştır. 225 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Soru formunda yer alan yanıtlar yüzde olarak, iş yorgunluğunu değerlendirme formunda, yer alan puanlar ve yenidoğan antropometrik ölçümleri ile ilgili değerler aritmetik ortalama standart sapma ile gösterilmiştir. Veriler analizinde chi- square (x2 ), t testi, varyans, korelasyon ve basamaklı regresyon analizleri uygulanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; çalışan gebe kadınların çalışmayan kadınlara göre daha ileri bir yaşda (özellikle ilk gebelik yaşı) gebeliği planladıkları, eğitim seviyeleri daha yüksek olup daha çok orta eğitim ve yüksek okul mezunu oldukları, aynı şekilde eşlerinin de meslek sahibi oldukları ve kalifiye eleman olarak çalıştıkları, gelir durumlarının daha yüksek olduğu, istatistiksel olarak da önemli bulunmuştur. Ev koşulları ile ilgili olarak; çalışan kadınların on beş yaşından küçük çocuk durumu ve çocuk sayısının çalışmayanlara göre daha az olduğu, yaşlı bir yakınının bakımında daha az sorumluluk aldıkları, ev işlerinde daha fazla yardım aldıkları ve bu yardım kapsamında eş ve onbeş yaşından büyük çocuğun yardımının daha fazla olduğu, genel sağlık durumu ile ilgili olarak; çalışan kadınlarda akraba evliliğinin daha az olduğu, çoğunluğunun kan grubunu bildiği, çalışmayanlara göre uzun süredir devam eden hastalıkların daha fazla olduğu, saptanmış olup, çalışan kadınların çoğunluğunun gebelik öncesi normal vücut tipinde iken çalışmayan kadınların çoğunluğunun ölçümlerini bilmedikleri saptanmıştır. Önceki gebelik öyküleri ile ilgili olarak; çalışmayan kadınların daha fazla ölü doğum yaptıkları, düşük doğum ağırlıklı gebelik ürünlerinin ve erken yeni doğan ölümünün daha fazla olduğu, çalışan kadınlarda ise kendiliğinden düşük, erken doğum ve gebelik zehirlenmesi durumlarının biraz daha fazla olduğu ancak bu sonuçların istatistiksel olarak önemli olmadığı saptanmıştır. Şimdiki gebelik öyküleri ile ilgili olarak çalışan kadınların bir önceki ile şimdiki gebelikleri arasında kalan süre iki yıldan fazla olup, çalışmayan kadınlarda iki gebelik arası sürenin bir ile iki yıldan fazla olduğu, çalışan kadınlarda ilk gebelik oranının yüksek olmasına karşın çalışmayan kadınlarda üç ve daha fazla sayıda gebeliklerin daha fazla olduğu, istatistiksel olarak da önemli bulunmuştur. Gebelikte zararlı etmenler ile ilgili olarak çalışan kadınların daha fazla sigara içtikleri istatistiksel olarak da önemli bulunmuştur. Doğum öncesi bakımı kullanma durumu ile ilgili olarak çalışan kadınların çoğunluğu doğum öncesi bakımı düzenli olarak kullanır iken çalışmayan kadınların çoğunlukla ara sıra, sorun olduğunda ya da hiç kullanmadıkları, her iki grupta doğum öncesi bakım ile ilgili olarak daha çok hekim kontrolünde oldukları ve bu bakım için çoğunlukla bağlı oldukları sağlık kuruluşlarından yararlandıkları saptanmıştır. Şimdiki gebeliğin gidişi ile ilgili olarak çalışan kadınlarda şimdiki gebelik döneminde önemli hastalık geçirme, gebelik başlangıcı ya da doğuma yakın kanama durumu ve kansızlık durumunun daha fazla olduğu ancak istatistiksel olarak iki grup arasında önemli bir fark bulunmadığı, ancak çalışan kadınların çoğunluğunun şimdiki gebelikte normal sınırlarda kilo aldıkları istatistiksel olarak da önemli bulunmuştur. Şimdiki gebelik sonucu ile ilgili olarak çalışan kadınlarda erken doğum oranı çalışmayanlara göre daha fazla olmakla birlikte, istatistiksel olarak iki grup arasındaki fark önemli bulunmamıştır. Kadınların çoğunluğu normal spontan doğum yapmış ancak çalışan kadınlarda sezaryen doğum oranı çalışmayan kadınlara göre daha fazla olup, bu sonuçlar istatistiksel olarak da önemli bulunmuştur. Çalışmayan kadınlarda ölü doğum oranı daha fazla olup yalnız bir gebelik ürününde akraba evliliğine bağlı olarak skintag saptanmıştır. Yenidoğanın antropometrik ölçümleri ile ilgili olarak yenidoğan cinsiyetlerinde göz önüne alınarak yapılan karşılaştırmalarda çalışan ve çalışmayan kadınlarda yenidoğana ait ağırlık, 226 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri uzunluk ve baş çevresi ölçüleri ortalamaları arsasında istatistiksel olarak önemli bir fark bulunmamıştır. Çalışan gebe kadınların çoğunluğunun toplam çalışma yılları ile bu son işlerindeki çalışma yıllarının bir ile beş yıl arasında olduğu, çoğunluğunun gebelik süresince iş yeri değişikliği yapmadığı ancak değişiklik yapanlar arasında da satış iş kolu çalışanlarının çoğunlukta olup bu sonuçların istatistiksel olarak da önemli bulunduğu, hastalık yada hastalık dışı nedenler ile işe devamsızlığın (absenteizm) satış, hizmet, üretim, sağlık iş kolu çalışanlarında daha fazla olduğu ancak işe gelmediği gün sayısı olarak değerlendirildiğinde yirmibir günden daha fazla işe gelmeyenlerde yönetim, büro, eğitim iş kolu çalışanlarının daha fazla olduğu saptanmıştır. Doğum öncesi izin haftası ile ilgili olarak satış, hizmet üretim iş kolu çalışanlarının çoğunluğunun 34. gebelik haftasında çalışmayı bıraktıkları, yönetim, büro, eğitim, sağlık iş kolu çalışanlarının çoğunlukla 37. gebelik haftasında çalışmayı bıraktıkları saptanmıştır. Kadınların çoğunluğunun doğum öncesi izinlerini kullandıkları ancak kullanamayanlar arasında yönetim, büro, eğitim iş kolu grubunda çalışanların çoğunlukta olduğu saptanmıştır. Çalışan kadınların gebelik süresince etkisinde kaldıkları iş yorgunluk elementleri ve iş yorgunluk kaynağı ile ilgili olarak yönetim, büro, eğitim iş kolu çalışanları arasında yalnızca eğitim iş kolu kapsamında ilkokul öğretmenlerinin günde üç saat ve daha fazla ayakta kalarak çalıştıkları saptanmıştır. Genelde bu iş kolu grubunda çalışanlar arasında daha çok yönetim ve büro iş kolu çalışanlarının mental stres olduğu, dolaylı olarak zararlı fizik çevre koşullarının etkisinde çalıştıkları, uzun çalışma süresinin etkisinde kaldıkları, ev-iş arası sürenin yarım saat ve daha fazla olduğu saptanmıştır. Ayrıca bu iş kolu grubunda hastanede çalışan memurlarda nöbet nedeni ile gece çalışması görülmüştür. Ayrıca bu iş kolu çalışanlarının gebelik süresinde etkisinde kalarak çalıştıkları gebelik sonu ortalama genel iş yorgunluk elementi sayısı 2.6 ±2.3, ortalama iş yorgunluk puanı ise 1.6±1.4 olarak saptanmıştır. Satış, hizmet, üretim, sağlık iş kolu çalışmaları arasında üretim iş kolu çalışanları gebelik süresinde ondokuz iş yorgunluk elementinin ve bu elementlere bağlı olarak dokuz iş yorgunluk kaynağında etkisinde kalarak çalıştıkları ve genelde bu iş kollarının günde üç saat ve daha fazla ayakta çalıştıkları, fiziksel güç harcayarak, çalıştıkları mental stres aldıkları, doğrudan zararlı fizik çevre koşullarında çalıştıkları, çalışma sürelerinin fazla olduğu, vardiya yada gece çalıştıkları, ev-iş arası sürenin yarım saat ve daha fazla olduğu saptanmış olup bu iş kolu çalışanlarının gebelik süresince etkisinde kalarak çalıştıkları gebelik sonu ortalama genel iş yorgunluk elementi sayısı 4.9±1.9, ortalama genel iş yorgunluk kaynağı değerlendirme puanı 3.1±1.3 olarak saptanmıştır. Ayrıca çalışan kadınların gebelik süresince etkisinde kalarak çalıştıkları gebelik sonu genel iş yorgunluk puanlarını çalıştıkları iş kolları bakımından incelemek üzere yapılan variyans analizleri ile istatistiksel olarak da aralarındaki farkın önemli olduğu saptanmıştır. Çalışan kadınların çalıştıkları iş kollarına göre şimdiki gebeliğin gidişi ile ilgili olarak; şimdiki gebelikte önemli hastalık geçirme, gebelik başlangıcı yada doğuma yakın kanama görme, kansızlık ve gebelik süresince alınan toplam kilo konularında çalışılan iş kolları bakımından önemli bir fark olmadığı saptanmıştır. Çalışan kadınların iş kollarına göre etkisinde kaldıkları gebelik sonu genel iş yorgunluk puanlarının gebelik süresi (gestasyon yaşı)üzerindeki etkisi istatistiksel olarak da önemsiz bulunmakla birlikte, yalnız erken doğumların genel iş yorgunluk puanına göre dağılımı incelendiğinde, genel iş yorgunluk puanı üç ve daha az olan kadınlarda erken doğum yapanların oranı %4.9 iken, genel iş yorgunluk puanı 3’ün üzerinde olan kadınlarda %7.0 olarak saptanmıştır. 227 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Çalışan kadınlarda, gebelik sonu genel iş yorgunluk puanına göre miadında doğmuş gebelik ürünlerinin (yenidoğan) antropometrik ölçümleri (ağırlık, uzunluk, baş çevresi) cinsiyet durumuna göre değerlendirildiğinde, genel iş yorgunluk puanı yükseldikçe (3’ün üzerinde gebelik ürünlerinin ağırlık ve baş çevresi ölçümlerinin de azaldığı istatistiksel olarak da önemli bulunmuştur. Gebelik sonu genel iş yorgunluk puanı 3’ün üzerinde olan tek iş kolu üretim olup iş yorgunluk kaynakları arasında ayakta çalışmak, fiziksel güç harcayarak çalışmak, mental stres almak, doğrudan zararlı fizik çevre etkenleri etkisinde kalmak, uzun çalışma süresi, vardiya ya da gece çalışmak, ev- iş arası mesafenin uzun olması yer almaktadır. Gebelik ürünlerinin antropometrik ölçümleri ile bu ölçüleri etkileyebilecek faktörler arasındaki bağıntılar kadınların çalışma durumları bakımından incelendiğinde, çalışan kadınlarda evinde onbeş yaşından küçük çocuğu olma durumu, gebelik sayısı, doğum sayısı, doğum öncesi izin kullanma, genel il yorgunluk puanı, gebelik süresi (gestasyon yaşı) ve cinsiyet ile ilgili gebelik ürünlerinin ağırlık ve baş çevresi ölçümleri arasında doğru yada ters yönde anlamlı bağıntılar saptanmıştır. Çalışmayan kadınlarda ise gebelikte ev işlerinde yardım alma, şimdiki gebeliği isteme, gebelik süresi (gestasyon yaşı), cinsiyet ile gebelik ürünlerinin ağırlık ve baş çevresi ölçümleri arasında doğru yada ters yönde anlamlı bağıntılar saptanmıştır. Her iki grupta da gebelik ürünlerinin uzunluğu etkileyebilecek faktörler arasında yalnızca gebelik süresi (gestasyon yaşı) ve cinsiyet ile uzunluk ölçümleri arasında doğru yada ters yönde anlamlı korelasyonlar saptanmıştır. Çalışan ve çalışmayan kadınlarda gebelik ürünlerinin (yenidoğan) antropometrik ölçümlerini etkileyebilecek bu faktörler birlikte değerlendirildiğinde çalışan kadınlarda yenidoğanın ağırlık ölçülerini etkileyen faktörler sırası ile gebelik süresi, yenidoğanın cinsiyeti, doğum öncesi izin kullanma, genel iş yorgunluk puanı, gebelikte yaşlı bakımı verme, doğum öncesi izne ayrıldıkları gebelik haftası, eğitim, doğum sayısı, onbeş yaşından küçük çocuğu olma durumudur. Çalışmayan kadınlarda ise gebelik ürünlerinin ağırlığını etkileyen bu faktörler sırası ile gebelik süresi, yenidoğanın cinsiyeti, şimdiki gebeliği isteme durumu, uzun süredir devam eden hastalık durumudur. Yenidoğanın uzunluk ölçülerini etkileyebilecek faktörler çalışan kadınlarda sırası ile gebelik süresi (gestasyon yaşı), doğum sayısı, yenidoğan cinsiyeti, eğitim durumu, gebelik sayısıdır. Çalışmayan kadınlarda ise gebelik süresi (gestesyon yaşı), yenidoğan cinsiyeti, şimdiki gebeliği isteme durumu, uzun süredir devam eden hastalık durumu, gebelik sayısıdır. Yenidoğanın baş çevresi ölçülerini etkileyebilecek faktörler çalışan kadınlarda sırası ile doğum öncesi izin kullanma durumu, genel iş yorgunluk puanı, gebelik süresi, doğum öncesi izne ayrıldığı gebelik haftası, uzun süredir devam eden hastalık durumu, gelir durumu, gebelik sayısı, şimdiki gebeliği isteme durumu, gebelik sayısı, yaş, gebelik sırasında önemli hastalık geçirme durumu, ev işlerinde yardım alma durumu’dur SUMMARY The aim of this study was to determine the differences of social and demographic characteristics, general health conditions, the story of previous and current pregnancies, outcome of pregnancy, and measures of neonates (birth weight, birth length, head circumfrance) between 263 employed and 198 nonemployed women during their pregnancy. On the other hand, the other aim was to determine the elements of fatigue in occupations which constituted possible risk factors for the course of pregnancy and fetusamong 263 employed women. 228 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri In 1987-1988, a total of 461 women in İzmir were interviewed immediately after delivery about their way of life and occupational activites during their pregnancy, and then, were measured birth weight, birth length and head circumfrance of neonates in two maternity hospitals. The questionnaire consisted of 82 activities, occupaties, occupational information, and modifications of activity during pregnancy. Concerning the data, the two way F test with one way analysis of variance, student’s t test, pearson chi 2 test, the correaltion and multipl stepwise regression test were used in some analyses. As a result of this study it was found that employment was associated with a more favourable social status: employed women had a higher educational level, they had less children and their husbands were more often skilled than unskilled workers. The general health conditions the story of previous pregnancies were not differed significantly between employed and nonemployed women, but the course of current pregnancies were differed significantly: nonemployed women did notknow pregravid body weight, net pregnancy weight gain and and anemia during their pregnancy. As had been observed among pregnancy women, the antenatal visits were significantly lower among nonemployed women than among employed women. Among 263 employed women, it was found that certain occuptional categories were proned to risk of birth weight and head circumfrance of neonates than others. The job into it was diversed components which led them to define four sources of fatigue (intense fatigue=no of fatigue scores>3) that was strenuous working conditions. There was a significant relationship between birth weight and head circumfrance of neonates and the number of high fatigue scores observed in the job when the number of scores were varied from 0 to 4 the rate of lower birth weight and smaller head circumfrances were increased. 229 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SOYAĞACI YÖNTEMİYLE LİSE ÖĞRENCİLERİNDE KRONİK HASTALIK RİSKLERİNİN BELİRLENMESİ VE KORUNMAYA YÖNELİK SAĞLIK EĞİTİMİ PROGRAMLARININ DÜZENLENMESİ Süheyla Altuğ ÖZSOY Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ayla BAYIK İzmir-1994 ÖZET Bu çalışmada Bornova bölgesindeki liselerde öğrenim gören öğrencilerin ve birinci derece yakınlarının sosyo-demografik özelliklerinin incelenmesi, birinci derece yakınların aile ağacının çıkarılıp incelenmesiyle 55 yaş öncesi ve sonrasında kronik hastalıklara (KKH, hipertansiyon, felç, diabet, kanser) yakalanan/ölen bireylerin saptanması, birinci derece yakınlarda ortaya çıkan kronik hastalıklar ile risk faktörleri ve yaşam şekli (sigara-alkol alışkanlığı, vücut yapısı, egzersiz) ilişkisinin incelenmesi, birinci derece yakınlarındaki kronik hastalık risklerinin belirlenmesiyle öğrencinin kronik hastalıklara yakalanma riskinin saptanması tüm öğrencilerin kronik hastalıklardan korunmaya yönelik sağlık eğitim programlarının düzenlenmesi amaçlanmıştır. Araştırma Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Bornova bölgesi resmi ve özel liselerde 1992- 1993 öğretim yılında eğitim gören öğrenciler ve bu öğrencilerin birinci derece yakınları üzerinde yürütülmüştür. Resmi ve özel toplam 11 lisedeki 8.257 öğrenci bu araştırma evreni olup bu evrenden %9’u örneğe alınmıştır. Araştırma kapsamına alınan 700 öğrenci ve bunların birinci derece yakınları (9.332 kişi) toplam denek sayısını (10.032 kişi) oluşturmuştur. Tabakalı tesadüfi örnekleme tekniği ile her okuldan örneğe girecek öğrenci sayısı saptandıktan sonra tesadüfi sayılar tablosu yardımı ile her okuldan lise 1, 2, 3. sınıflardan örneğe girecek öğrenciler belirlenmiştir. Araştırma retrospektif kohort bir çalışma olarak planlanmış, kısmen betimleyici ve kısmen çözümleyici bir alan araştırması şeklinde yürütülmüştür. Örneğe alınan öğrencilere kendileri dahil 20 yaş ve üzerindeki birinci derece yakınlarına (büyükbabalar, büyükanneler, anne, baba, amca, teyze, dayı, hala ve kardeşler)hazırlanan anket formları dağıtılarak bir hafta sonra toplanmıştır. Bu sürede öğrenciler evdeki anne babaların yardımı ile anket formunu doldurmuşlardır. Koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, felç, diabet ve kanser olmak üzere önemli kronik hastalığın her birisi için 2 veya daha fazla 1. derece akrabalardan 55 yaş öncesinde etkilenen aileler pozitif aile öyküsüne sahip yüksek riskli aileler olarak tanımlanmış, 55 yaş öncesi 1 etkilenmiş aile bireyi varsa orta riskli aileler, 0 etkilenmiş aileler ise negatif aile öyküsüne sahip düşük riskli aileler olarak sınıflanmıştır. Daha sonra tüm öğrencilerin kronik hastalıktan korunmaya yönelik bir dizi eğitim programına katılımları sağlanmış ve her öğrenciye bir adet kitapçık dağıtılmıştır. Öğrenciler arasında sigara içme alışkanlığı ise şimdiye kadar en az bir kez sigara içmeyi deneyenlerin oranı %40.0, halen sigara içenler ise %9.1’dir. Erkeklerin kız öğrencilerden daha yüksek oranda sigara tükettiği, alkol kullanmama oranında kız öğrencilerde erkek öğrencilere 230 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri göre daha yüksek olduğu bulunmuştur. Öğrencilerin ancak %56.9’u egzersiz yaparken, %69.9‘u vücut yapılarının normal olduğunu ifade etmişlerdir. Öğrencilerin birinci derece yakınlarından erkeklerde sigara ve alkol kullanımı kadınlara göre yüksek, kadınların vücut yapısı daha şişman olarak saptanmıştır. Birinci derece yakınların ancak %7.7’si düzenli egzersiz yapmaktadır. Tüm öğrencilerde hekim tanılı kronik hastalık kapsamında en yüksek oranda hipertansiyon, BDY’da ise hipertansiyon, kalp yetmezliği, diabet yer almıştır. Öğrencilerden, kronik hastalıklar için risk taşımayanların oranı %36.6,”orta” veya “yüksek” riskli öğrencilerin oranı ise %63.4’dür. Bu da oldukça yüksek bir orandır. Bazı öğrencilerin ise birden fazla kronik hastalık için de “orta” veya”yüksek”riskli olduğu saptanmıştır. Örneğin KKH için yüksek risk taşıyan 70 öğrencinin %67.0’sinin bir başka kronik hatalık için de risk taşıdığı bulunmuştur. Bir ve iki jenerasyonlarda kronik hastalıklardan etkilenme derecesi KKH ve hipertansiyon için rölatif risk 2’yi geçerken, felç ve diabet için 2 ‘ye yakın, kanserde ise 1 ‘e yakın bulunmuştur. Kronik hastalıkların hepsinde yaş ile birlikte hastalığın ortaya çıkışında önemli artış olduğu gözlenmiştir. KKH ve kanserin görülme oranı erkeklerde daha yüksek iken, kadınlarda hipertansiyon ve diabet daha yüksek oranda bulunmuştur. Tüm kronik hastalıkların görülme oranı dul ve ayrı yaşayanlarda birinci sıradadır. KKH, hipertansiyon ve diabet daha çok ilçe merkezlerinde yaşayanlarda görülürken, kanser ve felç daha çok köylerde yaşayanlarda görülmektedir. Felç dışında diğer kronik hastalıklar akraba evliliği yapanlarda daha yüksek oranda bulunmuştur. Sahip olunan çocuk sayısı arttıkça kronik hastalık oranları da artmıştır. Eğitim düzeyi ile kronik hastalık görülme arasında ters orantı saptanmıştır. Hipertansiyon ve diabet görülme oranı çalışmayan grupta yüksek oranda, kanser görülme oranı ise çalışan grupta daha yüksek oranda olduğu belirlenmiştir. Tüm kronik hastalıkların görülme oranı düzenli sigara içenlerde, içip bırakanlara kıyasla daha düşük oranda olduğu gözlenmiştir. KKH, felç, kanser görülme oranı düzenli alkol kullananlarda hiç alkol kullanmayanlara göre istatistiksel olarak önemli bulunmuştur. Boyuna göre kilosu fazla olanlarda KKH, hipertansiyon diabet görülme oranı en yüksek orandadır. Kanser dışında diğer tüm hastalıklar egzersiz yapmayanlarda kıyasla daha yüksek oranda olup fark istatistiksel olarak da anlamlıdır. Bu bulgular ışığında bu beş önemli kronik hastalık ve risk faktörlerinden korunmak için öğrencilere ve ailelere önerilerde bulunulmuştur. SUMMARY This study was conducted with the purpose of those as follow: In order to examine the demographic characteristics of the students attaining high schools in the region of Bornova, and their first degree relatives, In order to detec the first degree relatives who have or died of chronic diseases, such as coronary heart disease, hypertension, stroke, diabetes and cancer, under, or over 55 years old, by means of family tree, In order to examine the correlation between chronic disease, their risk factors and the life style including smoking, alchol consumption, body type and exercise, In order to determine the risk of acquiring a chronic disease fort he students, In order to organize health education programmes related to prevetion of prevetion of chronic diseases, for all students. 231 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı This study was carried out on the students of private and state runned high schools of Bornova, and their first degree relatives within the terms of 1992-1993. The population of the study was composed of 8.257 students in the 11 schools mentioned above, and 9% of this population was chosen as sample of the study. The total number of the sample was 10.032 which had been constituted by 700 students and their first degree relatives of 9.332.In the method of the study, firstly the sample was chosen by the Stratified random sampling technique in every school and then by means of the table of random numbers students were chosen from every grade, 1,2,3. The study was planned as retrospective cohort study, and carried out as half descriptive and half analytic fieald research. The questionnare for which students and their first degree relatives over 20 years old, as Grandparents, parents, uncles, aunts and siblings, was given and collected a week later during this week students were supposed to fill the questionnare with the help of their parents, Family histories are identified for every chronic disease such as coronary heart disease, hypertension, stroke, diabetes and cancer. Families are considered as high risked families (positive family history) if they had first degree relatives who are affected from two or more chronic diseases before 55 years old. If the families had only one first degree relative affected by one choronic disease, they called as moderate risked femilies (positive family history). Low risked families are classified under the name of negative family history and had none first degree relative affected by any chronic disease mentioned above. The smoking rate among the sample was divided into two groups for those who smoked at leased once (40%) and for those were stil smoking (9.1%) It was found out that male students smoked more than females ones, where as alchol consumption was more fregquent among the female students of the sample. Only 56.9% of the sample had a regular exercise programme, and 69.9% the sample thought that they ha a normal body type. It was determined that smoking and alchol consumption were higher in the male component of the first degree rekatives, however females of them more overweight then males. Only 7.7% first degree relatives exercised regularly. Among the students, hypertension found to bethe more frequend chronic disease. On the other hand, among the first degree relatives coronary heart diseaseand diabetes were detected frequend beside hypertension. It was obtained that the rate of students who have high risk of acquiring a chronic disease was 36.6 % while the rate for moderate and low riisks were 63.4%. Moreover, it was determined that some students had the risk of acquiring high or moderate risk for more than one disease. For instance, 67.0% of the 70 students who had the risk of coronary heart disease, also had the risk of acquiring another chronic disease. The degree of being effected by a chronic disease among the firstand second generations was found as the relative risk for coronary heart disease and hypertension which was above 2, while it was close to 2 for stroke and diabetes, and close to for cancer. It was observed that there was a considerable increase in the all chronic disease and with agingiThe imcidence of coronary heart disease and cancer were higher among the male componet of the sample while diabetes and hypertension on the female group. The frequency for all the chronic disease were in the peak among the sample who live alone. The incidence of coronary heart disease, diabetes and hypertension were higher in the town centre while the incidence of cancer and stroke in the villages. The incidence of acquiring a chronic disease was correlated with the number of children families had. Moreover, an indirect a relation between the level of education and acquiring a chronic disease was determined. Among the sample who had no work, 232 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri hypertension and diabetes were seen in on increased level. On the other hand, cancer was more frequent among the working componentof the sample. Interestingly, the incidence of the all chronic disease were lower in the sample who smoked regulary in contrast to those who gave up smoking. In addition, the incidence of coronary heart disease, stroke and cancer were found considerably high in those who consumed alchol compared to those who did not. It was found out that people whose weight was heavier that their height had the highest rate of acquiring coronary heart diisease, hypertension and diabetes. Apart from cancer all the chornic disease were higher in those who had. This result was found to be statistically meaningful. With the information obtained from this study in mind, students and their families were advised against the risk factors of those five important chronic diseases. 233 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı AİLE PLANLAMASI KONUSUNDA KAÇIRILMIŞ FIRSATLARIN YAKALANMASINDA HEMŞİRENİN DANIŞMAN ROLÜ Esin TÜRKİSTANLI Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Ayla BAYIK İzmir-1998 SUMMARY This study was planned in order to evaluate whether the married women between 15-49 years old who had applicated to a primary health care unit, used an effective family planning method or not. After determining the knowledge level of women both in the study and control groups and determine the knowledge of women both in the study and control groups and whether they used an effective family planning method or not the end of the study period. The study was designed as an experimental, descriptive, cross-sectional and Bornova Headquarters of healt Group between 1 June 1996 - 1 September 1996. All the women who applicated to the health center (1000 women) in this period were interviewed and among those (1000 women), 300 women who had not been using an effective family planning method or using no method were included in the study by locaating 150 women in the study group and 150 women in the control group with correlations according to the age, educational level and number of children at random. At the first step, the knowledge levels of women both in the study and control groups on family planning were measured and according to the result of pretest, no statistically significant difference was determined between the study and control groups with respect to the averages of the knowladge scors (t=0,17, p<0.05) After the pretest, the women of the study group were included in the comprehensive counselling programme on family planning while thi control group were given booklets on family planning. At the eend of the counselling programme, a final test was performed in order to determine thee knowledge levels of the women in both groups on family planning and it was found that there was a statistically significant difference between the women in both groups. İn thefavour of the study group. (t=36,86, p<0.01) When the women in the study group were examined whether started using an effective family planning method or not at the end of study period, it was determined that 84% of them started using an effective family planning method. It was also found that these women who started using an effective family planning method prefered the methods mostly because it was confident (%39,7). At the end of the study period, it was determined that only 16% of the women in the control group started using an effective family planning method. According to all these findings, it was concluded that women who applicated to the health center needed a family planning service; if a counseling programme on family planning was offered, their knowledge levels on this subject and their percantages to start using an efective family planning method would promote and thus the missed opportunites on family planning would be caught. 234 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri OKUL SAĞLIĞI HEMŞİRELİK HİZMETLERİNİN ÖĞRENCİLERİN SAĞLIK VE BAŞARI DURUMUNA ETKİSİNİN İNCELENMESİ EXAMINING THE EFFECTS OF SCHOOL HEALTH NURSING SERVICES ON STUDENTS’ HEALTH AND SUCCESS Selma ÖNCEL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1999 ÖZET Bu çalışma ilkokul dönemindeki çocukların sağlıkları, başarı ve okula devam durumları ile sosyo-demografik ve ailesel özelliklerini saptayarak bunlar arasındaki etkileşimleri incelemek; ve bu bilgiler ışığında okul sağlık eğitimi ve sağlık hizmeti gereksinimlerini saptamak amacıyla yapılmış longitudinal (izlemeli), betimleyici bir alan araştırmasıdır. Araştırma Antalya’da Ünsal İlköğretim Okulunda Eylül 1997-Haziran 1998 tarihleri arasında 309 öğrenci ve aileleri ile 14 öğretmen üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya başlamadan önce İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden ve ailelerden izin alınmış ve aileler bu konuda bilgilendirilmiştir. Veriler aileler için 44, öğretmenler için 6 sorudan oluşan anket formu aracılığı ile toplanmıştır. Öğrencilerin sene başı ve sene sonunda boy ve ağırlık ölçümleri yapılıp; görme, işitme, diş, parazit, postür muayeneleri yapılmıştır. Bir yıl süre ile öğrencilerin hastalanma, devamsızlık durumları araştırıcı tarafından haftada bir gün okula gidilerek izlenmiş, öğretmen, öğrenci ve ailelerle görüşülmüştür. Sene sonunda öğrencilerin başarı notu ortalamaları okul idaresinin izniyle alınarak araştırma sürdürülmüştür. Araştırmada verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, ki kare, varyans analizi, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) ve korelasyon analizi kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen verilere göre, öğrencilerin daha önceden en çok doğuştan anomaliler, tonsillektomi ameliyatları oldukları; solunum sistemi hastalıkları nedeniyle hastaneye yattıkları; düşme, yanma gibi kazalarla karşılaştıkları saptanmıştır. Öğrencilere süreğen sağlık sorunu olarak en fazla enürezis olduğu belirlenmiştir. Anne ve babalarda ise en çok romatizma, guatr, hipertansiyon gibi hastalıklar saptanmıştır. Öğrencilerin % 18.1’inde göz sorunu, % 20.1’inde kulak sorunu saptanmış olup, diş çürüğü olanların ise % 84.8’dir. Öğrencilerin yaşları ile diş çürüğü ve parazit bulunma durumu arasında anlamlı fark bulunmuştur. Ayrıca öğrencilerin yaş, cinsiyet, evdeki çocuk sayısı ve anne eğitimi ile öğrencilerde baş biti bulunması arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Öğrencilerin yıl içinde en çok solunum sistemi hastalıklarına yakalandıkları; yaş grupları ve cinsiyetleri ile hastalanma sıklığı arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin anne mesleği ve eğitimi; baba mesleği ve eğitimi; sağlık düzeyleri ile hastalanma sıklığı arasında bir ilişki saptanmamıştır. Öğrencilerin yıl içindeki hastalık ve rahatsızlarının neden olduğu ortalama gün kaybının en çok solunum sistemi ve enfeksiyon hastalıkları olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin devamsızlık gün sayıları arasında ilişki bulunamamıştır. 235 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Öğrencilerin yaş grupları, cinsiyetleri ve anne eğitimi ile başarı notu ortalamaları arasındaki ilişkinin önemli olduğu; baba eğitimi ve mesleğinin, anne mesleğinin başarı notunu etkilemediği belirlenmiştir. Öğrencilerin başarı notu ortalamaları ile evdeki çocuk sayısı, devamsızlık gün sayısı ve oda /kişi sayısı arasında ters yönde önemli ilişki olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin sene başı ve sene sonu boy ve ağırlık ortalamaları arasındaki değişimin, yaş grupları ve cinsiyetlere göre anlamlı bir fark gösterdiği saptanmıştır. Okuldaki öğretmenlerin okul hemşiresinden birinci derecede çevre sağlığı kontrolleri yapmasını; ailelerin ise öncelikle kazalara karşı önlem almasını bekledikleri belirlenmiştir. Elde edilen bulgular doğrultusunda okul hemşirelerinin eğitimi, sektörler arası işbirliğinin geliştirilmesi, kayıtların düzenli tutulması, toplumun geleceğini oluşturacak olan okul çocuklarının sağlığının geliştirilmesinde okul hemşiresinin rolünün etkinliğini arttıracak ve okul sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesine ilişkin önerilerde bulunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Okul sağlığı hizmetleri, okul sağlığı hemşiresi, okul çocuğu, okul hemşiresi ve aile ilişkisi, öğrencilerin fiziksel muayeneleri, öğrencilerin başarı durumu. SUMMARY This study is a longitudinal and a desciriptive field research which aims at finding out about the health success and class attendance of primary school children and their socio-demographic and familial characteristics and examining the interactions between them; and in the light of these information it tries to determine the needs of school health education and school health services. The research was conducted at Ünsal Primary School in Antalya between the dates of September 1997 and June 1998 and comprises 309 students with their families and 14 teachers. Permission had been obtained from the National Education Directorate of Antalya and from families before the study was initiated. Families were also informed about the research in advanced. Two questionnaire forms, one with 44 questions was delivered to the families, the other with 6 questions was delivered to the teachers. The heights and weights of the students were measured at the begining and ears were examined, their dental state, posture were checked and parasite analysis was made. The attendance and obsence of students to the classes and their condition of falling ill were throughout the academic year. Teachers, students and families were also interviewed by the researcher. Percentage taking, 9 (chi-square), variance analysis, the significance test of the difference between two averages (t-test) and correlation analysis were used fort he evaluation of the data of the research According to the data obtained from the researh, it was found out that the students mostly had anomalies from birth, underwent tonsilectomy, were hospitalized due to respiratory sistem diseases and they encountered accidents such as burns and falls. Enuresis was found to be the most chronic health problem. Their fathers and mothers mostly suffered from rheumatism, goitre and hyphertension. It was also understood that 18.1 % of the students had problems with their eyes, 20.1 % with their ears and 84.8 % of them had teeth cavities. On the other hand, a significant relationship was discovered between having head lice and children’s age, gender, number of children at home education level of their parents. Students mostly had respiratory sistem diseases throughout the year; ther’s also a significant relationship between the frequency of falling ill and their age groups, their gender. 236 Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri No relationship was found between the frequeny of falling ill and the professions, education levels of their parents. Among the diseases and health problems which caused students loss of class days (on an average are mostly the respiratory system diseases and infectious diseases. A significant relationship was found between days of absence and their ages and mothers’ education levels. However, there wasn’t any rehationship between absence days and students’ gender, their fathers’ profesisons, education level, mothers’ professions. It was demonstrated that the rehationship between the averages of achievement grades and their age groups, gender, mothers’ education background is significant. Father’s profession and education background, mother’s profession do not have any effect on student’s achievement grades. There’s a significant inverse relationship between the averages of achievement grades and number of children in the family, number of days of absence, room/ person(s). The change in the averages of heights and weights of the students at the begining and at the end of the academic year showed important differences as far as age groups and gender are concerned. Teachers at the school expect school nurse, in the firs place, to control the environment health. According to the families of the students, school nurse is supposed to take precauteons againts accidents. Depending on the findings obtained, suggestions have been made about developnemt of cooperation among sectors, education of school nurses, keeping the records regularly, increasing the efficiency of school nurse’s role for improving the helath of school children who will establish the future of the society and improving the school health services. Key Words: School health services, school health nurse, school children, interaction between school nurse and families, physical exanination of students, success of students. 237 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 238 ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZLERİ Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 240 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri 0-24 AY ARASI BEBEKLERDE GÖRÜLEN BEZ DERMATİTİ PİŞİK’İN SAĞALTIMINDA ZEYTİNYAĞI VE ANNE SÜTÜNÜN ETKİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Zümrüt BAŞBAKKAL Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Zeynep CONK İzmir-1984 ÖZET Bu çalışma, bebeklerde yaygın olarak görülen pişiklerin sağaltımında zeytinyağı ve anne sütünün etkileri arasında fark olup olmadığını saptamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Cerrahisi ve Nöroşirürji kliniklerinde 20 Nisan 1984, 6 Temmuz 1984 tarihleri arasında kliniklerde yatan 0-24 ay arası ara bezi bağlanan ve pişiği olan 30 bebek üzerinde yapılmıştır. Araştırma kapsamına alınan bebekler yaş, cins, pişiklerinin klinik formlarına, annelerin eğitim düzeylerine göre eşleştirilerek, pişiklerinin bakım ve sağaltımında 15 bebeğe zeytinyağı, 15 bebeğe anne sütü lokal olarak uygulanmıştır. Araştırma sırasında pişik sağaltımında lokal uygulanan maddeler yanında anneye bebeğin alt bakımına ilişkin eğitim formu verilmiştir. Araştırmada veriler, bebekler için hazırlanan bir gözlem çizelgesinin doldurulmasıyla toplanmıştır. Çizelge ile elde edilen veriler Ege Üniversitesi Hesap Bilimleri Merkezince değerlendirilmiştir. Değerlendirmede Ki-kare önemlilik testi uygulanmıştır. Değerlendirme sonucunda anne sütü ile zeytinyağı uygulanmasının pişiği iyileştirme açısından bir farkı bulunmadığı saptanmıştır. Bu çalışma sonucunda, pişiğin sağaltımı ve bakımı hakkında mezun hemşirelere görev için eğitim programları hazırlanarak anne sütü kullanılımın yaygınlaştırılması, annelere bebeklerin alt bakımı ve pişiğin sağaltımında yanlış geleneksel uygulamalardan kaçınmaları için iletişim kaynakları aracılığı ile eğitim programlarının düzenlenmesi, araştırmanın daha çok sayıda denek kullanılarak yinelenmesi ve anne sütünün deri üzerindeki etki mekanizmasının tam olarak açıklığa kavuşabilmesi için ileri araştırmaların yapılması önerilmiştir. 241 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HEMŞİRELERİN BEBEK BESLENMESİNE İLİŞKİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI VE BUNU ETKİLEYECEĞİ DÜŞÜNÜLEN BAZI ETKENLERİN İNCELENMESİ Candan DAĞLI Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç. Zeynep CONK İzmir-1984 ÖZET Bu çalışma, hemşirelerin bebek beslenmesine ilişkin bilgi düzeylerinin saptanması ve bunu etkileyen etmenlerin incelenmesi amacıyla planlanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği ve S.S.K. Çocuk Hastanesinde 15-31 Mayıs 1984 tarihleri arasında her iki hastanede çalışan hemşirelerden ulaşılabilen 57 hemşire, araştırmanın örneklerini oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak anket formunda; hemşirelere ait tanıtıcı bilgiler ve bebek beslenmesi ile ilgili bilgi soruları yer almıştır. Elde edilen veriler, araştırmacı tarafından yüzdelik ve iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) kullanılarak, analiz edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda, hemşirelerin bilgi puan ortalamaları yüzde 52 olarak saptanmıştır. Bu, düşük bir orandır. Genelde bebek beslenmesi, özelde ise yapay beslenme konusunda bilgi açıklarının olduğu görülmüştür. Eğitim durumları, aldıkları bilgi puanlarını etkilemektedir. Yüksekokul Mezunu hemşirelerin bilgi puan ortalamaları, lise mezunlarına kıyasla daha yüksek bulunmuştur. Hemşirelerin bilgi açıklarının kapatılması amacıyla temel ve sürekli eğitim programlarında bu konuya ağırlık verilmesi ve personelin niteliğini geliştirici öğretici bir denetim sistemi önerilmektedir. 242 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ANNELERİN GASTROENTERİTE İLİŞKİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI VE BUNU ETKİLEYEN ETMENLERİN SAPTANMASI Münevver KILIÇ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Zeynep CONK İzmir-1984 ÖZET Bu çalışma, annelerin gastroenterite ilişkin bilgi düzeylerinin saptanması ve bunu etkileyen etmenlerin incelenmesi amacı ile planlanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği ve S.S.K. Çocuk Hastanesinde 15 Mart31 Mayıs 1984 tarihleri arasında her iki hastaneye gastroenterit tanısıyla yatan 0-2 yaş grubu çocukların annelerinin oluşturduğu bir örneklem üzerinde yapılmıştır. Veri toplama aracı olarak, deneklere ilişkin bazı tanıtıcı bilgiler ile annelerin, gastroenterite, sağaltımına ve koruyucu önlemlere ilişkin bilgi düzeylerini saptamak üzere hazırlanan anket formu, görüşme tekniği uygulanarak araştırmacı tarafından doldurulmuştur. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda annelerin bu konuda bilgi açıklarının olduğu, gastroenterit nedeni ve koruyucu önlemelere ilişkin bilgi açığının daha fazla olduğu saptanmıştır. Oturdukları yerleşim yeri, sosyal statüleri ve eğitim durumları daha iyi olan ve çocuğunu bir sağlık kuruluşunda izleten annelerin gastroenterite ilişkin bilgi düzeylerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır. Annelerin saptanan alanlardaki bilgi açığının giderilmesi ve belirlenen risk gruplarına daha fazla ağırlık vererek gerekli eğitim programlarının düzenlenmesi ve bu eğitimi yürütecek hemşirelere görev-içi ve sürekli eğitim verilmesi önerilmektedir. 243 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı ATEŞLİ ÇOCUKLARDA ANNELERİN BAKIMA İLİŞKİN UYGULAMALARININ SAPTANMASI Vezire ALAK Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1986 ÖZET Bu çalışma annelerin ateşlenen çocuklarında bakıma ilişkin uygulamalarının saptanması amacı ile planlanmıştır. Araştırma, EÜTF, Çocuk Sağlığı Polikliniği ile 1. Merkez Ana Çocuk Sağlığına yönelik yüksek ateş ön tanısı ile gelen 0-6 yaş grubu çocukların annelerinin oluşturduğu bir örneklem üzerinde yapılmıştır. Veri toplama yöntemi olarak; deneklere ilişkin tanıtıcı sorular ile uygulama soruları olarak anket formu düzenlenmiştir. Görüşme tekniği ile anket formları annelere uygulanmıştır. Elde edilen verilerin toplanmasında; yüzdelik tablolar ile iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda annelerin uygulama puanlarının yüksek olmasına ilişkin karşılık uygulama sorularına yanlış cevaplar verdikleri saptanmıştır. Oturdukları yer, sağlık kuruluşunda izletmelerine ve eğitim durumlarına göre annelerin uygulama puan ortalamaları farklı bulunmuştur. Annelerin uygulama alanlarındaki bilgi açığının giderilmesi için uygun eğitim programları düzenlenmesi ve bu eğitimi yapabilecek hemşireler hizmet-içi eğitim verilmesi önerilmiştir. 244 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İZMİR İL BUCA İLÇESİNE BAĞLI İKİ İLKOKULDAKİ DİŞ ÇÜRÜĞÜ OLAN VE OLMAYAN SON SINIF ÖĞRENCİLERİNİN BESLENME VE AĞIZ HİJYENİ ALIŞKANLIKLARININ İNCELENMESİ Rukiye ZORBAZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Güneş AKGÖNÜL İzmir-1989 ÖZET Bu çalışma İzmir ili Buca İlçesine bağlı iki ilkokulda diş çürüğü olan ve olmayan son sınıf öğrencilerinden rastgele örneklem ile seçilmiş, 325 öğrencilik bir örnek üzerinde yürütülmüştür. Örneğimizi alt Sosyo-Ekonomik grupları temsil eden Ahmet Kutsi Tecer İlkokulu son sınıf öğrencileri (231 öğrenci) oluşturmuştur. Sosyo-Ekonomik bakımdan orta sınıfa ait ailelerden gelen bu öğrencilerle soru kağıdı tekniğine dayalı, tanımlayıcı bir çalışma yapılmıştır. Soru kağıdında; çocuklara ve ailelerine ait tanıtıcı bilgiler, beslenme ve ağız-hijyeni alışkanlıklarını incelenmesini sağlayacak sorulara yer verilmiştir. Elde edilen bulgulara göre; Çocukların cinsiyetlerine göre dağılımları, kızlar %50.15, erkekler %48.85’dir.Çocukların annelerinin %52.31’inin, babalarının %47. 69’unun ilkokul mezunu oldukları saptanmıştır. Baba mesleği bakımından öğrencilerin üyesi olduğu sosyal katmanların daha çok sınırlı gelir gruplarını temsil eden işçi % 47.69, memur ve emekli %14.00 ağırlıklı oldukları görülmektedir. Öğrencilerin %70.47’sinin aileleri 5-6 bireyden oluşmuş ve kentsel aile normlarına göre daha yüksek bulunmuştur. Bu öğrencilerin aile içi olanakları paylaşma sorunları yaşadıkları düşünülebilir. Anne mesleği yönünden öğrencilerin annelerinin %79.08’inin çalışmadığı görülmüştür. Geniş kitlelerin beslenme durumunu saptamada pratik bir araç sayına son 24 saatte yenen yiyecekleri anımsama 8 24 hour recall) metodu, bir günlük rasyonun nitel özelliği hakkında fikir verebilmektedir. Ancak yenilen şeylerin nicel durumunu belirlemede etkili bir ölçüm sağlayamamaktadır. Denek grubu öğrencilerin % 93.34’ünün hayvansal proteinli yiyecekleri eksik ve yetersiz almış oldukları görülmektedir. Öğrencilerin %85.54’ünün dişlerini fırçaladığı, % 64.92’inin günde enaz 2 kez diş fırçalama ve % 49.23’ünün etkin fırçalama alışkanlığına sahip oldukları bulunmuştur. Ancak bu sonuçlar çocukların yanıtlarına göre değerlendirilmiştir. Çocukların Diş hekimi tanısına göre %60.92’sinde diş çürüğü saptanmıştır. Çocukların kendi çürüğü tanısı ise, %53.85’dir.Bu sonuçlara göre öğrencilerin ağız-diş sağlığı konusunda yeterli bilgi düzeyinde olmadıkları ve bir kısmın çürük dişinden haberdar olmadığı görülmüştür. Sonuç olarak öğrencilerin beslenme ve ağız hijyeni alışkanlıklarının diş çürüğü ile ilişkili olduğu ve ağız-diş sağlığı konusunda eğitime gereksinimleri olduğu görüldü. 245 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SAĞLIKLI ÇOCUK POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN ANNELERİN ANNE SÜTÜ VERME EĞİLİMİ VE BUNA ETKİ EDEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Şenay OK Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Güneş GENÇ İzmir-1991 ÖZET Bu çalışma; a. Annelerin bebek doğduktan sonra ilk 24 saat içinde verdikleri besinin saptanması, b. Annenin bebeği emzirme süresinin saptanması, c. Emzirme sürelerine etki eden faktörlerin saptanması, d. Ek gıdaya geçiş süresini saptama, e. Annenin bebeğini emzirmesine etki edebilecek faktörlerin incelenmesi amacıyla planlanmıştır. Araştırma Ege Ü. Tıp Fakültesi Hastanesi Sağlıklı Çocuk Polikliniği’nde 9 Ocak 1991-9 Mart 1991 tarihleri arasında yapılmıştır ve buraya başvuran anneler evreni, 0-1 yaş bebeği olan anneler çalışmamızın örneklemini oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak anket formu kullanılmıştır. Anket formu araştırmacı tarafından gönüllü annelere görüşme yöntemi uygulanarak doldurulmuştur. Denek sayısı 205’dir. Elde edilen verilerin yüzdelik dağılımları, tablolanmış ve anne sütü verme eğilimine etki edebileceği düşünülen faktörler ki-kare önemlilik testi ile analiz edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda anne sütü verme ile; ailenin ekonomik düzeyi, çocuk emzirme konusunda bilgili olması, annenin bundan önceki bebeğini emzirmiş olması, anne sütüyle beslenmenin önemi hakkında bilgili olması arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Ayrıca, bebek doğduktan sonra ilk 24 saat içinde %51.22’sinin anne sütü aldığı, %47.37’sinin 0-3 ay anne sütü, ile beslendiği ve %40.49’unun 4 aydan önce ek besine başladığı saptanmıştır. Ebe-hemşirelerin, ailelerle iletişim kurarak, kitle iletişim araçları kullanılarak annelere, anne sütü vermenin yararları konusunda bilgi verilmesi önerilmiştir. SUMMARY In this study we have planed; a. To determine the food fort he first twentyfour hours of infant, b. To determine the breast-feeding period, c. To determine the factors which affect to the breast-feeding period. This study, has been planed between the January 9, 1991 and March 9, 1991 in Ege University Medicine Faculty’s Healty Infant Outpatient Clinic. We choose all of the 0-1 age babies coming to this clinic for our study. 246 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri A questionnaire was developed for collecting the relavant data. We collected from volunter mothers 205 patients for our study. The percentiage distribution of the data obtained was the tabulated, and the factors which can be suppose affect breast-feeding process was analysed with Chi-square significance test. Our evaluation of the data shows that there are significantly important relation between the breast-feeding process and socio-economy level of the families and mothers knowledge about the breast-feeding process. In conclusion we find out that 51.22% of patients were used breast-feding fot the first twentyfour hours of babies, 47.37% of babies breast-feding at least 0-3 mounth and 40.49 % start the supplement nutrient period before four mounths. As a result of our study we advired that midwifes and nurses should give some knowledge to the mothers about the breast-feding, using radio, T.V. newspaper and boks etc. 247 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN ZEHİRLENMELER VE ANNELERİN BU KONUYA İLİŞKİN BİLGİ VE UYGULAMALARININ İNCELENMESİ Nevin TURAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Güneş GENÇ İzmir-1992 ÖZET Bu çalışma, çocuklarda görülen zehirlenmeler ve annelerin bu konuya ilişkin bilgi ve uygulamalarının tanımlanmasıdır. Araştırma 0-14 yaş grubu çocuğu olan ve zehirlenme tanısı ile hastaneye gelen 100 anne ile yüz yüze görüşme ile anket formu doldurularak yapılmıştır. Elde edilen verilerin yüzdelik dağılımları tablolanmış ve zehirlenmeye etki olabileceği düşünülen faktörler ki-kare önemlilik testi ile analiz edilmiştir. Değerlendirme sonucunda 0-14 yaş grubu çocuğu olan annelerin eğitim düzeylerinin düşük olduğu, zehirlenme durumunda tıbbi uygulamadan çok geleneksel uygulamada bulundukları saptanmıştır. Bu araştırmada ailelerin oturdukları yere göre zehirlenme türlerinde değişiklik olduğu görülmüştür. Kırsal kesimlerde yiyeceklerle zehirlenme çok görülürken, il merkezinde ilaç zehirlenmelerinin çok görüldüğü saptanmıştır. Araştırmada 2-3 yaş grubunda zehirlenmelerin tepe yaptığı, bu yaş grubunun zehirlenmelerde risk grubunu oluşturduğu görülmüştür. Çocuğun cinsiyetinin de zehirlenmelerinde önemli olduğu görülmüştür. Erkek çocuklarında, kız çocuklarının da daha çok zehirlenme meydana geldiği saptanmıştır. Ekonomik durumu iyi olmayan, olumsuz çevre koşullarında yaşayan ailelerin çocuklarının daha fazla zehirlenmeye maruz kaldığı görülmüştür. Ailenin ilk çocuklarının zehirlenmeye daha çok maruz kaldığı görülmüştür. Bunun nedeni, ailenin diğer küçük çocuklarına daha fazla ilgi göstermesi, ilk çocuğa (büyük çocuğa) olan ilgi ve dikkatin azalması sonucu olabilir ya da ilk çocukta annenin tecrübesiz olması da nedeni olabilir. Araştırma sonucuna göre zehirlenme türlerinden, ilaçlarla ve yakıcı kimyasal maddelerle zehirlenmeler daha çok görülmektedir. Eldeki bu sonuçlara dayanarak, annelerin çocuklarının zehirlenmelerden korunması ve zehirlenme meydana geldiğinde evde yapılacak sağaltım için planlı ve yeterli bir şekilde eğitilmeleri, bu eğitimlerin ev ziyaretleri ile pekiştirilmesi, bu konuda aydınlatmaları önerilmiştir. Zehirlenmelerin sağaltımında olumlu geleneksel uygulamaların desteklenmesi, olumsuz geleneksel uygulamaların ise önlenmesi önerilmiştir. SUMMARY The alm of this study is to describe the intoxication in childhood ahd display the knowledpes and practises of the mothers concerning this subject. 248 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri This study was held by face –to –face interviewing and filling the engviries with the mothers whose children between the ages of 0 and 14, afmitted to the hospital in intoxication. The schemes showing the percentage delivers of the data were performed and the factors affecting the intoxication were analyzed with K2 test. It was clancluded that the mothers having children between the age of 0 and 14 had low education level. It was demonstrated that traditional apporaches to intoxication was uzual than the medical ways. In this study we noticed different intoxication types were seen in different areas. In rural areas it was common to seen intoxicaton du food. In city lives, it was usually seen the drup intoxicatious. In the study it was noteworthy to see peak age of 2 and 3 as risky group of intoxication. It’s also observed that the children is important intoxication. There is a tendency of developing intoxication in boys as compared to the giris. In terms of economic status of the families, the children in poor economic status is much more faced to intoxicated as componed to the good ones. It’s also found that the first child is much more tended then the others. It can be interpneted either the families take much core to their small children or the mothers have been less expenences in their first children. The intoxication with and chemical substance are usvally seen. According to the results, it needs well planned and enough education to give to the mothers for preventing intoxication and giving aid at home. It’s suggested to mave home visits to use the media and the other organs for enliving the public. By the way the positive traditional home treatment models should be suppasted and negative ones should be prevented. 249 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı TOTAL PARENTERAL BESLENME KONUSUNDA HEMŞİRELERİN BİLGİ DÜZEYİNİ GELİŞTİRMEDE MODÜLER VE STANDART EĞİTİM YÖNTEMLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Rabia EKTİ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK İzmir-1993 ÖZET Bu çalışma, total parental beslenme konusunda hemşirelerin bilgi düzeyini geliştirmek ve bu konuda yapılan modüler ve standart eğitim tekniklerinin birbirlerine göre etkinliğini saptamak amacıyla planlanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı ile Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı’nda 1 Ekim-15 Ekim 1993 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma kapsamına 27’si modüler eğitim grubunda 27’si standart eğitim grubunda olmak üzere 54 hemşire katılmıştır. Modüler ve standart eğitim gruplarındaki hemşirelerin yaş, mezun oldukları okul, mezuniyet yılları ve çalıştığı klinikler benzer bir dağılım göstermişlerdir. Hemşirelerin total parental beslenme konusunu bilmelerinin önemli oluğu düşünülerek standart ve modüler eğitim programı geliştirilmiştir. Her iki gruptaki hemşirelere de eğitime başlamadan total parenteral beslenme konusu hakkındaki mevcut bilgi düzeylerini saptamak için ön-test uygulanmıştır. Modüler eğitim grubunu oluşturan 27 hemşireye modüler eğitim, standart eğitim grubunu oluşturan 27 hemşireye standart eğitim verilmiştir. Eğitimin etkinliğini saptamak üzere bir hafta sonra her iki gruba da son-test uygulanmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi ve varyans analizi kullanılmıştır. Değerlendirme sonuçlarına göre; hemşirelerin eğitim öncesi modüler ve standart eğitim gruplarında total parenteral beslenme ile ilgili hazırlanan ön-test sorularının puan ortalamaları arasında α= 0.05 düzeyinde yapılan istatistiksel analizde anlamlı bir fark bulunmamıştır. • Hemşirelerin total parenteral beslenme konusuyla ilgili hemşirelik teorik bilgiye ait soruların eğitim öncesi bilgi puan ortalamaları, modüler ve standart eğitim grubunda α= 0.05 düzeyinde yapılan istatistiksel değerlendirmede anlamlı bir fark bulunmamıştır. • Modüler ve standart eğitim gruplarındaki hemşirelerin ön-test bilgi puan ortalamalarının dağılımı, bağımsız değişkenlere göre incelenmiş ve α= 0.05 düzeyinde yapılan istatistiksel değerlendirmede anlamlı bir fark bulunmamıştır. • Hemşirelerin eğitim sonrası modüler ve standart eğitim gruplarında total parenteral beslenme ile ilgili hazırlanan son-test sorularına verdikleri cevapların puan ortalamaları arasında α= 0.05 düzeyinde yapılan istatistiksel analizde anlamlı bir fark bulunmuştur. • Modüler ve standart eğitim grubundaki hemşirelerin teorik ve uygulamaya yönelik sontest puan ortalamaları incelendiğinde α=0.05 düzeyinde yapılan istatistiksel değerlendirmede fark anlamlı bulunmuştur. • Modüler ve standart eğitim grubundaki hemşirelerin son-test bilgi puan ortalamalarının bağımsız değişkenlere göre dağılımı incelenmiş ve α= 0.05 düzeyinde yapılan istatistiksel değerlendirmede anlamlı bir fark bulunmamıştır. 250 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri • Modüler eğitim grubunun ön-test-on test bilgi puanları ve standart eğitim grubunun ön-test-son-test bilgi puanları incelenmiş ve α=0.05 düzeyinde yapılan istatistiksel değerlendirmede fark anlamlı bulunmuştur. • Modüler eğitimin hemşirelerin bilgi düzeyine olan etkisini daha yalın bir şekilde gösterebilmek için, modüler ve standart eğitim gruplarının bilgi kazanç puan ortalamaları karşılaştırılmıştır. İki ortalama arasında α=0.05 önem düzeyinde yapılan istatistiksel değerlendirmede anlamlı bir fark bulunmuştur. SUMMARY The purpose of this Project is to improve nurses’ knowledge about total parenteral nutrition and to compare the moduler and standart education techniques. The projcet has been carried out of the Hospital of Ege University School of Medicine, department o Pediatrics and Pediatric Surgery between the dates October 1 st - 15 th. The research included 27 nurses of standart education group and 27 nurses of modüler education group; 54 in total. Their ages, the schools they graduated, the years of raduation, the clinics they have been working hoved a similar distribution in moduler and standart education groups. Standart and moduler education programme has been developed owing the fact that the nurses’ knowledge about total parenteral nutrition is important. A pre test had been applied to both groups to detect their present knowledge about. TPN. Then modüler education has been given to 27 nurses from moduler education group and standart education has been given to nurses from standart education group. Then a post-test had been applied to detect the effeicacy of the education. Percentage, importance test between the means and variance analysis is used to evaluate the data obtained. According to the results, the statistical analysis of both moduler and standart education groups on the pre-test about TPN before the education reveoled no remarkable difference to the α= 0.05 . • The evaluation of the statistical analysis to the α= 0.05 of the nurses average grades about the pre-educational questional questions concerning the applications of TPN revealed no remarkable difference. • The evaluation of the statistical analysis to α= 0.05, the mean grading of both standart and moduler educational groups’ pre-educational groups’ pre-educational theoretical knowledge about TPN revaled no remarkable difference. • The pre-test grade average of both moduler and Standart education groups have been examined according to the independent variables to the α= 0.05 and revealed no remarkable difference. • The evaluation of the statistical analysis to the α= 0.05 after the education program about the TPN, the average and Standard education groups revaled remarkable difference. • The evaluation of the statistical analysis to the α= 0.05, there average groding of the post-test concorning theroretical and practicel knowledge of both groups reucale remarkable difference. • The evaluation of the statistical analysis to the α = 0.05 the average grading of pre and post test of moduler education group and the average grading of pre and post of standart education group revealed remorkabledifference. • In order to show the effects of moduler education to the nurses’ knowledge more barely, the knowledge gain grade averages of both moduler and standart groups have been compared. A mean remarkable difference to the α= 0.05 between two averages have been found. 251 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı PROTEİN-ENERJİ MALNÜTRİSYONU TANISI OLAN OLGULARDA AİLELERİN ÖZELLİKLERİ VE EĞİTİMİN ETKİSİNİN İNCELENMESİ Azam Mohammad GAHI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Güneş GENÇ İzmir-1994 ÖZET Bu çalışma protein-enerji malnütrisyonu tanısı olan olgularda ailelerin özellikleri ve eğitimin etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır. Araştırma İzmir Behçet Uz Çocuk Hastanesinde 0-3 yaş grubu malnütrisyonlu çocuğu olan 150 anne ile yüzyüze görüşmeyle anket formu doldurularak yapılmıştır. Ailelere daha sonra çocuk beslenmesi konusunda eğitim verildi. Beslenme eğitimi verildikten sonra 1-1.5 ay sonra 40 olgunun, kilolarında artış olup olmadığını değerlendirmek için kontrol edildi. Elde edilen verilerin yüzdelik dağılımları tablolanmış ve malnütrisyona etkili olabileceği düşünülen faktörler ki-kare önemlilik testi, beslenme eğitimi ile malnütrisyonun iyileşmesi arasındaki ilişkiyi saptamak için sign testi ile analiz edilmiştir. Değerlendirme sonucunda annelerin eğitim düzeylerinin çok düşük olduğu ve yaş bakımından çok genç oldukları saptanmıştır. Ailelerin çoğunda ekonomik durumu iyi olmadığı ve olumsuz çevre koşullarında yaşadıkları görülmüştür. Ailelerin çoğunun kalabalık aile oldukları saptanmıştır. Ailelerin çoğunun daha önceki çocuğunun da hastanede yatmış olduğu görülmüştür. Araştırma kapsamına alınan çocukların daha çok ailenin ilk çocuğu olduğu saptanmıştır. İlk çocukta malnütrisyon görülme sıklığının yüksek olması, annelerin başlangıçta deneyimsiz oldukları ile açıklanabilir. Araştırma kapsamına alınan çocukların çoğu doğumdan sonra anne sütü aldıkları fakat çok az bir oranın 4-6 ay süreyle anne sütü aldığı görülmüştür. Araştırma kapsamına alınan çocukların 4-6 ayda ek gıdaya başlanmış. Fakat ek gıdaların çok yetersiz olduğu, birinci sırada pirinç unu, 2. ve 3. sırada meyve suyu olduğu bulunmuştur. 6-36 ay arasında olan çocukların %39.33’ünün hiç sebze çorbası almadığı, %54.642’ünün hiç yumurta almadığı ve %53.33’ünün hiç et almadığı saptanmıştır. Hafif malnütrisyonlu çocuklar kontrolde %80 iyileşme gösterirken, orta malnütrisyonlu olanların %40’ının bir üst persentile ulaşılmış oldukları görülmüştür. Malnütrisyondan korunmak için planlı ve yeterli bir şekilde beslenme eğitimi vermek, bu eğitimlerin ev ziyaretleri ile pekiştirilmesi, bu konuda kitle iletişim araçlarının da faaliyete geçerek, halkı aydınlatmaları önerilmiştir. 252 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY This study which was performed for assessing the effect of education and family characteristics on cases diagnosed to have protein energy malnütrition. In our research which was conducted in İzmir Dr. Behçet Uz Children‘s Hospital, 150 mothers of children whith malnutrition (0-3 years of age ) were interviewed and questionnaires filled. The mothers were then educated on children’s nutrition. 30-45 days after this education was given, 40 cases were reeveluated to see whether there had been a change in their body weight. The percentage distribution of the data obtained was shown in tables and while factors that might have an effect on malnutrition were analysed by K2 test, sign test was used to defect the relation between nutritional education and malnutrition. As result of the evaluation, the mothers were found to have a very low level of education and to be very young in age. Most of the families were living in poor economical environmental conditions. The families were usaly large in size and for most the cases the previous child had also been hospitalized beforee. The children included in the study were usally the first child of the family. The high frequency of malnutrition in the child, can be explained by the insufficient of mothers at the begining. Most of the children in the study were exposed to frequent infections. Many of them were breastfed after birth, but very few of them were given breastmilk for 4 to 6 months. Supplements were added to the diet between 4 and 6 months being usally very insufficient and primarily rice flour followed by yoghurt and fruit juices in second and third rows. Among the children between 6 and 36 mounths of age, 39.33% were never given vegatable soup, 54.64% had never eaten eggs and 53.33% had never tasted meat. While children with mild malnutrition displayed 80% recovery in follow-ups, 53.33% of those with moderate malnutrition and 40% of those with severe malnutrition had caught up with higher percentiles. Fort he prevention of malnutrition we advise that a planned and sufficient education on nutrition should be given in hospitals, schools and health cengters, this should be consolidated by house visits and people should be infrmed on the subject by media. 253 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı BESLENME EĞİTİMİ ALAN VE ALMAYAN İLKOKUL ÖĞRENCİLERİNİN TELEVİZYON REKLAMLARINDAN ETKİLENME DURUMLARININ İNCELENMESİ Figen Kayhan YARDIMCI Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Güneş GENÇ İzmir-1994 ÖZET Bu araştırma, ilkokul dördüncü sınıf öğrencilerine beslenmeye ilişkin verilen eğitimin televizyon reklamlarından etkilenme durumu üzerine etkisinin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Deneysel olarak hazırlanan araştırma 8.3.1994-1.4.1994 tarihleri arasında Bornova İlçesi İlkokullarından Malazgirt İlkokulu, Melih Tuncay İlköğretim okulu ve Kara Halil Atilla İlköğretim okullarında yürütülmüştür. Araştırma kapsamına 207 öğrenci, 182 anne, 174 baba olmak üzere toplam 563 kişi alınmıştır. Deney ve kontrol gruplarına tanıtıcı bilgileri ve ön test sorularını içeren soru formu uygulanmıştır. (Ek –II, Ek IV, Ek V, Ek VI). Deney grubu öğrencilerine birer hafta ara ile iki aşamada beslenme eğitimi verilmiş, kontrol grubuna eğitim verilmemiştir. Verilen eğitimi izleyen bir hafta sonunda tüm öğrencilere sontest formu (Ek–IV, Ek v, Ek VI) uygulanmıştır. Annelerin %65.93’ünün televizyonun “Hem yararlı hem zararlı“ olduğu nu, %3.85’inin televizyon “Hiç etkisi olmadığını“ düşündükleri saptanmıştır. Annelerin % 70.88’i çocukların “ Bazen televizyon reklamlarından etkilendiklerini, % 17.03’ü Etkilenmediklerini“, % 12.09’u “Her zaman “ etkilendiklerini belirtmişlerdir. Annelerin %79.67’sinin reklam yapılan yiyecek ve içecekleri “Bazen aldıkları “ %6.59’unun “Hiç” almadığı saptanmıştır. Annelerin %54.40’ı çocukların, anne-babanın izin verdiği programların izlemelerinin doğru olduğunu düşündükleri saptanmıştır. Babaların %59.77’si televizyonun “Hem yararlı hem zararlı“ olduğunu belirtmiştir. Babaların %78.16’sı çocukların “Bazen“ televizyon reklamlarından etkilendiklerini belirtmişlerdir. Babaların %78.16’sı reklam yapılan yiyecek ve içecekleri “Bazen“ “Hiç” almadıklarını belirtmiştir. Babaların %55.49’unun çocukların anne babanın izin verdiği programları izlemeleri gerektiğini düşündükleri saptanmıştır. Beslenme eğitimi alan ve almayan öğrencilerin, televizyon reklamlarını beğenme durumları, reklamı yapılan yiyecek ve içecekleri alma sıklıkları, reklamı yapılan yiyecek ve içecekleri alma nedenleri: reklam ürünlerinin alınmasına ilişkin düşüncelerine göre dağılımları arasında anlamlı fark bulunamamıştır. 254 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY This study was intended to determinethe effect of nutrition education provided to 4 th class of primary school puplis on their level of influence from television advertisement. Study was carried out experimentally in Malazgirt, Melih Tuncay and Halil Atilla primary schools in District of Bornova between 8.3.1994 and 1.4.1994. Study included 563 samples in total of which 207 are students, 182 are mothers and 174 are fathers. A pre test questionnaire containing social demographic and pre test questions was administered to both experiment and control groups (Addendum, II,IV,V,VI). Experiment group pupils were given nutritional education in two phases with one week interval, while control group pupils were given no education. At the and of the week following completion of the education a past test questionnaire (Addendum IV, V, VI) was administered to whole pupils. It is found that 65.93% of mothers thought television was “both beneficial and hazardous“, 3.85% thought that television had no influence at all. 70.88% mothers reported that their children were “Sometimes” influenced by television advertisements had no influence on their children while 12.09% experessed that their children were “always” influenced by television advertisements. It is found that 79.67% of mothers “sometimes” parchased the advertised food and drik at 6.59 % did not purchase those items at all. 54.40% of mothers thought children most watch the television programs allowed by their parents. 59.77% of fathers experessed that television was both benefical and hazardous “78.16% of fathers reported that their children were “sometimes” influenced by television advertisements. 78.16% of fathers reported that they “sometimes” purchased advertised food and drink, while 5.75% reported that they did not purchase those items “at all.” It is found that 55.49% of fathers thought children must only watch the television programs allowed their parents. Distribution of pupilis who receive nutrition education and those who did not according to effect of television advertisement techniques, frequency of purchasing advertised food and drink and their concerns about purchasing advertised food and drink revealed no statistically meaningful differance. 255 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı PSİŞİK ENÜRESİSLİ ÇOCUKLARDA AİLENİN YAPI TUTUM DAVRANIŞ VE YAKLAŞIMLARININ İNCELENMESİ Hüveyda GENÇ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK İzmir-1994 ÖZET Bu araştırma, psişik enüresiste aile yapısının, ebeveynlerin tutum, davranış ve yaklaşımlarının çocuklar üzerindeki etkisinin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Araştırma, 15.08.1994-30.10.1994 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri Kliniği, Çocuk Psikiyatrisi Bölümü’nde yürütülmüştür. Araştırma kapsamına, 100 enüresisli çocuk ve bu çocukların ebeveynleri alınmıştır. Deneklere, tanıtıcı bilgileri, aile içi ilişkilerini ve enüresise yönelik bilgi, tutum ve davranışlarını içeren anket formları uygulanmıştır (EK-I, EK-II). Ebeveynlerin %84’ünün tuvalet eğitimi verdiği, & 16’sının ise tuvalet eğitimi vermediği saptanmıştır. Tuvalet eğitimi veren ebeveynlerin %24’ünün aile büyüklerinden, %43’ünün çevreden kulaktan dolma, %33’ünü ise kitaplardan bilgi alarak tuvalet eğitimi verdikleri belirlenmiştir. Tuvalet eğitimi veren ebeveynlerin %43’ünün 12-17 ay arasında ,%33’ünün 18-24 ay arasında , %24’ünün ise 25 ay ve sonrasında tuvalet eğitimi vermeye başladıkları saptanmıştır. Ebeveynlerin tuvalet alışkanlığını oluşturmak için, %37’sinin çocuğa sık sık tuvalete tutma, %44’ünün çocuğa lazımlığa oturtma, %16’sının ise sadece çocuğun altını bağlamama yöntemini kullandıkları saptanmıştır. Tuvalet eğitimi veren ebeveynlerin tuvalet eğitimi esnasında ,% 35,71’inin çocuk idrarını söylediğinde ödüllendirildiği, %46,43’ünün çocuk altına yaptığında cezalandırdığı, %17,86’sının ise çocuğa her iki durumda da hiçbir tepkide bulunmadığı saptanmıştır. İdrarını söylediğinde çocuğu ödüllendiren ebeveynlerin %20’sinin çocuğa sevdiği bir nesneyi vererek, % 33,33’ünün oyuncak v.s alarak ,% 20’sinin parka gezmeye götürerek, %26.67’sinin ise sözel sevgi göstererek ödüllendirdiği belirlenmiştir. Altını ıslattığında çocuğu cezalandıran ebeveynlerin %23.08’inin çocuğu uzun süre tuvalette oturtarak, %33.33’ünün döverek, %23.08’inin tehdit ederek, %20.51’inin ise korkutarak cezalandırdığı saptanmıştır. Ailenin yerleşim yerinin; çocuğa tuvalet eğitimi verip-vermeme durumuyla, tuvalet eğitimi için nereden bilgi aldığıyla, tuvalet eğitimine başlama zamanıyla ve tuvalet eğitimi esnasında çocuğa karşı davranış şekilleriyle ilişkisi, aynı zamanda, çocuğun cinsiyetinin; altını ıslatma zamanıyla, altını ıslattığı andaki duygularıyla ve bu duygularının sebepleriyle ilişkisi anlamlı bulunmuştur. 256 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY This research has been planned to point out the effects on children of the parental behaviour, and conduct, family structurs and behaviour in psychological enuresis. The research was conducted by the ınfant psychology department of the psychiatry clinic of Egean University Hospital between 15th of August 1994 and 30th of October 1994. The research was conducted on 100 children with enuresis and their parents. Research questionaire containing introductry information; demestic relationship and the knowledge, behaviour and conduct inclined towars enurises, were applied (App.I,App.II) It was found out that, of the 100 parents % 84 gave %16 did not toilet training to their children. It was determinied that, of the parents who gave toilet training; % 24 received information from the family olders, % 43 hearsay from the neighbours and %33 acquired information from the related boks in giving the said training . It was found out that the starting age fort he toilet training of children by the subject parents were as follows; %43 between 12th-7th months, %33 between 18th-24th months, %24 25th month and there after. It was found out that, %37 of the parents used the metod of holding the children to the toilet, %44 seating on to the chamber pot, and %16 only avoiding to put on a nappy, in order to form the toilet habbit. It was found out that; during the toilet training %35.71 of the subjects parents rewarded upon their telling about the toilet urges and, %46.43 punished when they wetted their pants, hovever %17.86 showed no reactions to children in both situations. It was detarmined that, of the parents who rewearded the children when they told of their toilet need, %20 rewarded them by giving the child an object they like, %33.33 by buying toys etc., %20 by taking them to the childrens park, and %26.67 showing verbal love. It was found out that, of the parents who punished the children when they wetted their pants , %23.8 punished them by forcing the child to sit on the chamber pot for exented periods, %33.33 by beating them, %23.08 by threatining, however %21.51 by scaring them. The relation of the heighbourhood of the family in deciding whether to give toilet training, in where they receive information about toilet training as well as the time to start giving the toilet training and the environements effects on the behavıoural patters towards the child during the said training, at the same time, the relation of the childs sex with the times of the childs watting its pants, its feeling at the moment of wetting, and the relation of the reasons of these feelings, was found to have a remarkable meaning. 257 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı AĞRILI İŞLEMLER ÖNCESİ EĞİTİM VERİLEREK YAPILAN HAZIRLIĞIN, ÇOCUKLARIN AĞRI ALGILAMALARINA ETKİSİ Nilüfer OKTAY EVGİN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK İzmir-1995 ÖZET Araştırma, 3-18 yaş grubu çocukların ağrılı işlem öncesi bilgilendirme ve ağrı ile baş etme yöntemlerinin öğretilmesiyle verilen hazırlık eğitiminin ağrı algılamasına etkisinin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Deneysel olarak hazırlanan araştırma, 23.2.1995 - 30.6.1996 tarihleri arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Araştırma VE Uygulama Hastanesi Pediatri Kliniği’nde yürütülmüştür. Araştırma örneklemini 40 deney, 40 kontrol grubunda olmak üzere toplam 80 çocuk oluşturmuştur. Çocuklar deney ve kontrol gruplarında 03-06 yaş, 07-10 yaş, 11-14 yaş ve 15-18 yaş olarak gruplara ayrılmış ve her yaş grubu 10 çocuktan oluşturulmuştur. Deney grubundaki çocuklara, intravenöz girişim, intramüsküler enjeksiyon, lomber ponksiyon ve kan alma gibi ağrılı işlemler öncesi, işlemin ne olduğu, neden gerekli olduğu, işlemin ne kadar süreceği, ne hissedeceği gibi bilgiler verilerek, işlem sırasında uygulanmak üzere dikkati başka yöne yönlendirme, gevşeme, düşleme, kendi kendine telkinde bulunma gibi ağrı ile baş etme yöntemleri öğretilmiştir. İşlem sırasında çocukla beraber olunarak, gelebilecek sorulara cevap verilmiş ve baş etme yöntemlerini uygulanmasına yardım edilmiştir. Veri toplama aracı olarak davranışların gözlenerek değerlendirildiği PMH Ağrı Tanımlama Ölçeği ve Wong, Baker’ın Yüz İfadelerini Derecelendirme Skalası ile kendi kendilerini değerlendirmeleri istenmiştir. Her iki formla elde edilen veriler birleştirilerek çocuğun ağrı puanı oluşturulmuştur. Elde edilen veriler syı ve yüzdelerle ifade edilmiş, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi, varyans analizi ve stepwise regresyon analizi ile değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda hazırlık eğitimi almış olan deney grubu çocuklarla kontrol grubu çocukların ağrı puan ortalamaları arasındaki fark önemli bulunmuştur. (t=7.10, p<0.01). Deney ve kontrol grubunda 03-06 yaş grubu çocuklarda diğer yaş gruplarındaki çocukların ağrı puan ortalamaları arasında önemli düzeyde fark olduğu ve yaşla puan ortalamalarının da azaldığı saptanmıştır. (Deney grubu; F=12.87, p<0.01) (Kontrol grubu; 8.19 , p<0.01). Ağrı ile baş etme yöntemleri incelendiğinde ise, dikkati başka yöne yönlendirmenin diğer baş etme yöntemlerinden daha çok tercih edildiği ve özellikle lomber ponksiyon gibi ağrılı işlemlerde çocukların tüm baş etme yöntemlerini uygulamaya çalıştıkları saptanmıştır. Deney grubu çocukların yüz ifadeleri, pozisyonları ve çıkardıkları sesler daha düşük olduğu saptanmıştır. Ağrı puan ortalamalarını etkileyebilecek bağımsız değişkenler arasında yapılan stepwise regresyon analizi sonuçlarına göre önem sırasıyla çocuğun uyguladığı baş etme yöntemleri, çocuğun eğitim düzeyi, ağrılı işlemler ve çocuğun yaş grubunun ilk dört sırada etkililik gösterdiği saptanmıştır. Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre uygun önerilerde bulunulmuştur. 258 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ÇOCUK HASTALARIN HASTANEYE İLİŞKİN KORKULARI VE KORKUYU ETKİLEYEN ETMENLERİN İNCELENMESİ Dilek ERGİN ŞAHAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL İzmir-1997 ÖZET Bu araştırma, hastaneye ilk kez yatan çocukların hastane korkularını belirlemek, bunları etkileyen etmenleri saptamak, hastaneye anneli veya annesiz olarak yatmanın hastane korkularında etkili olup olmadığını incelemek, sosyo demografik özelliklerin hastane korkusunda etkililik derecelerini saptamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma Sosyal Sigortalar Kurumu Çocuk Hastanesi Dahiliye ve İntaniye Servisinde 1996 Ekim ile 1997 Şubat ayları arasında, Behçet Uz Çocuk Hastanesi büyük çocuk ve intaniye servislerine 1996 Ekim ile 1997 Mart ayları arasında 7-12 yaş grubundan ilk kez yatan 100’er çocuk olmak üzere toplam 200 örneklem üzerinde yapılmıştır. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak; sosyo demografik özellikler ve tıbbi işlem ölçeğini içeren anket formu karşılıklı soru cevap şeklinde uygulanmıştır. Hastanelere ilk kez yatan çocuklara, hastaneye yatışının ikinci günü anket formu uygulanmıştır. Çocukların ailesel özelliklerde yanıtlayamadığı sorular ailesine ulaşılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, yüzdelik, “ki-kare önemlilik testi”, varyans analizi ve t testi kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; Hastanelere yatan çocukların iğne yapılmasından, parmağından kan alınmasından, doktorun ağzına abesland koymasından, ameliyat olmaktan, hastanede öleceğinden, parmağından kan alındığı görmekten korkma durumları ile yattıkları hastaneler arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Hastanelere annesi ile birlikte ve annesiz olarak yatan çocukların korku puan ortalamaları arasında belirgin farklılık görülmediği saptanmıştır. Çocuğun yaşı, cinsiyeti, doğum sırası, anne yaşı, anne eğitim düzeyi, anne mesleği, oturdukları yer, gelir düzeyleri önceden hastane deneyimi, kardeşinin hastane deneyimleri, çocuğun korkusundaki etkileri incelenmiştir. Annesi ile yatan çocuklarda, kardeş sayısı ile toplam korku puanı ortalamaları arasında belirgin farklılık görülmüştür. Araştırmanın sonucunda hemşirelerin hastaneye yatacak çocuklara ve ailelerine önceden eğitim vermeleri, çocukların hastaneye kabul işlemlerinin kolaylaştırılması, hastane rutinleri ve ziyaretler hakkında çocuklara ve ailelre bilgi verilmesi, çocuğa uygulanacak işlemlerden önce açıklayıcı bilgi verilmesi, soru sormasına fırsat tanınması, çocuk kliniklerinde çocuğun oyunla meşgul olarak rahatlayabileceği oyun odalarının bulunması, çocukların anneleri ile birlikte hastaneye kabul edilmesi önerilmiştir. 259 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY This research is done with the aim of designating the fears of the children who have been in hospital for first time, determining the factors of these, examining the affects of being in hospital witjh mother or not with mother on hospital fears in detail, determining the effective degrees on hospital fear of socio demographic characteristics. The research is done in the contagious and internal diseases services of Social Insurances Association Child Hospital between October 1996 and Feburary 1997, and the old child and contagious diseases services of Behçet Uz Child Hospital between October 1996 and March 1997 on total 200 subjects of a hundered children for each one in 7-12 age group being in hospital for first time. In the research a poll form which consists socia dermographic characteristics and medicine operation fear criterion has put in to practice in the steyle of mutual question answer. The poll form has put into practice to the children who have ben in hospital for first in the second day of being in hospital. The questions which children couldn’t answer because of the family properties are collected by reaching to their families. In the evaluation of datums percentage, ki-square importance test, variation analysis, and test has put into practice. For research results; An experessive relation has founded between inject, taking blood from the finger, placing ablesland into the mounth by a doctor, being operation on, dying in hospital, seeing taking blood from the finger fears of the children who have been in hospital for first time and the hospitals they have been in. It has determined that there isn’t a clear differnce between the fear points of children who has been in hospital with their mothers and the children not with their mothers. The affects of child’s age, sexuality, the sequence of birth, mother’s age, degree of mother, mother’s job, the place which they live in, their income level, the experimentation of hospital before, brother or sister’s hospital experimentations on child’s has examined. Aclear difference has been recognized between the number of the brothers and sisters and total fear point averages of the children who have been hospital for their mothers. In the result of the research it has suggested nurse to educate the children and their families before being in hospital, make children’s hospital acceptance procdure easier, give information to children and their families about the rutins of hospital and visits, give explanatory information before the procedures which will use on child, giving opportunity for questioning, existance of game rooms in child clinics to make feel beter children with playing games, accept children to hospital with their mothers. 260 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ÇOCUKLARDA İNFÜZYON UYGULAMALARINDA EKSTRAVAZASYON VE TROMBOFLEBİT GELİŞME DURUMU VE ETKİLEYEN ETMENLER Saniye ÇİMEN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK İzmir-1997 ÖZET Bu araştırma, periferik kanül takılarak infüzyon şeklinde tedavi uygulanan çocuklarda flebit/TF ve ekstravazasyon gelişme durumu, klinik rutinleri çerçevesinde flebit/FT ile ekstravazsyon gelişmesini ve flebit/FT gelişen olgularda flebit derecesini (şiddetini) etkileyen etmenleri incelemek amacıyla yapılmıştır. Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Pediatri Kliniğinde 1 Şubat-30 Nisan / 1-30 Temmuz 1996 tarihleri arasında, 4 ay süresince kalıcı periferik kanül takılarak infüzyon şeklinde tedavi gören 0-18 yaş grubundaki 312 hastaya yapılan 635 infüzyon uygulaması araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veri toplamada, infüzyon işleminde kullanılan malzeme, sıvı ve ilaçlar, hasta ve işleme ilişkin tanıtıcı bilgiler yanı sıra flebit/FT ve ekstravazsyon bulgularının değerlendirilmesine ilişkin bilgileri içeren veri toplama formu kullanılmıştır. Elde edilen veriler yüzdelik hesaplaması, korelasyon, lojistik regresyon ve X2 testleri kullanılarak değerlendirilmiştir. Tüm infüzyonların %16.1’inde flebit, %19.5’inde ekstravazyon, %6.3’ünde flebit ve ekstravazayon birlikte gelişmiştir. Flebitlerin %53’ünün 1. derece, %36’sının 2. derece, %11’inin 3. derece olduğu saptanmıştır, Komplikasyon gelişen bölgedeki bulguların %86.3’ü 48 saat içinde kaybolmuştur. 21 bağımsız değişkenin flebit / TF ve ekstravazasyon gelişimine etkisi X2 testi incelenmiş,12 bağımsız değişkenin flebit /TF gelişimini4 bağımsız değişkenin de ekstravazsyon gelişimini etkilediği saptanmıştır. Flebit gelişmesinde etkisi olan değişkenlerden; 25 ay-5 yaş grubunda (p<.00001), vasculon kanül kullanılanlarda (p<0.05), kanül bölgesi dirsek içi olanlarda (p<0.01) ve kardiyoloji hastalarında diğer sistem hastalıklarından anlamlı düzeyde daha az flebit geliştiği (p<0.05), dirsek içi 4 bağımsız değişkenin de ekstravazsyon gelişimini etkilediği saptanmıştır. Flebit gelişmesinde etkisi olan değişkenlerden; 25 ay-5 yaş grubunda (p<.00001), vasculon kanül kullanılanlarda (p<0.05), kanül bölgesi dirsek içi olanlarda (p<0.01) ve kardiyoloji hastalarında diğer sistem hastalıklarından anlamlı düzeyde daha az flebit geliştiği (p<0.05), dirsek içi karşılaştırıldığında ön kola takılan kanüllerde (p<0.01), infüzyon süresi 24 saatten uzun sürenlerde (p<0.01), infüzyon uygulanan venden en çok ilaç verilenlerde (10-12 kez, p<0.001), girişim güçlüğü olanlarda (p<0.05), pansuman yapılanlarda (p<0.01), dosiflow değiştirme sıklığı 96 saatin üzerinde olanlarda (p<0.01),4 ve üzerindeki infüzyon uygulamalarında (p<0.001), aynı bölge birden fazla kullanıldığında (p<0.05), kan ve kan ürünü alanlarda (0.01) anlamlı düzeyde daha çok flebit geliştiği saptanmıştır. Ekstravazasyon gelişmesinde etkisi olan değişkenlerden; ½‘lik SF ve % 10 Dekstroz +1/5’lik alanlarda (p<0.01), KCI + kemoterapik ilaç verilenlerde (p<0.05), infüzyon uygulanan venden 261 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı en çok (10 v-12 kez) ilaç verilenlerde (p<0.001) anlamlı olarak daha çok, kardiyoloji hastalarında (p<0.01) anlamlı düzeyde daha az ekstravazsyon geliştiği saptanmıştır. Bağımsız değişkenler birbirini etkileyebileceği için lojistik regresyon analizi ile incelenmiş, flebit gelişmesinde pansuman, dosiflow değiştirme sıklığı ve ilaç tipi ve bölgenin kullanım sayısının etkisi anlamsız bulunmuştur. İnfüzyon süresi (2-↑:1 gün, p<0.001), verilen ilaç sayısı (10-12:1-9 kez, p<0003), kanül bölgesi (diğer: dirsek içi, p<0026), yaş (diğer: 25 ay-5 yaş, p<0033), infüzyon sayısı (4-6:1-3in füzyon sayısı 4-6:1-3 infüzyon, p<0038), tanı (diğer: kaqrdiyoloji, p<0299), kanül tipi(diğer: vasculon, p<0369) ve girişim güçlüğünün (var: yok, p<0437) etkisi anlamlı bulunmuştur. Ekstravazasyon gelişmesinde ise sıvı cinsi en anlamlı olmak üzere (1/2+1/5:1/3+1/4, p<0000), ilaç türü (KCI + Kemoterapi: diğer, p<0078), verilen ilaç sayısı (10-12:1-9 kez, p<0272) ve tanının (diğer kardiyoloji, p<o421) anlamlı etkisi olduğu saptanmıştır. Flebit gelişen 142 olgunun çoğunluğunun 1. ve 2. derece olduğu (%53: % 36) çok azının 3.derece olduğu (%11) saptanmıştır. Flebitin derecesi arttıkça iyileşme sürelerinin uzadığı 1.derece flebitlerde çoğunluğunun ilk 48 saat içinde iyileşirken sadece % 4.2’sinin 2. derece flebitlerde %36.7’sinin, 3. derece flebitlerin %46.7’sinin 48 saatten sonra iyileştiği saptanmış, yapılan analizde flebit derecesi arttıkça iyileşme süresinin de uzaması yönünde çok anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. (r=7005, p <001). Flebit derecesi bağımsız değişkenlerin etkisi korelasyon analizi ile incelendiğinde kanül bölgesinin tekrar kullanılmasında arada geçen süre, girişim sayısı, sıvı gidiş hızı ve verilen ilaç sayısı ile flebit derecesi arasında ilişki olmadığı saptanmıştır. Yaş (r=1212, p<002), infüzyon sayısı (r=1247, p<002), infüzyon süresi (r=0792, p<0467), kanül bölgesinin kullanım sayısı (r=1171, p<003) ve dosiflow kullanım süresinin (r=1231, p<002) flebit derecesini arttırıcı şekilde etkilediği saptanmış, ancak korelasyon katsayılarına göre bu ilişkinin çok zayıf olduğu görülmüştür. Araştırmadan elde edilen sonuçlar doğrultusunda önerilerde bulunulmuştur. 262 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ÇOCUKLARDA İNTRAMÜSKÜLER ENJEKSİYONLARDAN ÖNCE LOKAL ANESTETİK ETKİLİ KREM EMLA UYGULAMASI İLE EĞİTİM VERİLEREK YAPILAN HAZIRLIĞIN AĞRIYI AZALTMADAKİ ETKİNLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Ayşe KOÇYİĞİT Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL İzmir-1997 ÖZET Araştırma 7-12 yaş grubu çocuklar arasında intramüsküler enjeksiyonlardan önce lokal anastetik etkili krem EMLA uygulaması ile işlem öncesi eğitim verilerek yapılan hazırlığın ağrıyı azaltmadaki etkinliklerini incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini, 16 çocuk kontrol, 16 çocuk krem EMLA, 16 çocuk eğitim grubunda olmak üzere toplam 48 çocuk oluşturmuştur. Çocuklar her üç grupta da 7-9 yaş ve 10-12 yaş olarak gruplara ayrılmış ve her yaş grubu 8 kız ve 8 erkek çocuktan oluşturulmuştur. Krem EMLA, ailelerinden izin alınan çocuklara işlemden bir saat önce uygulanmış ve üzeri plastik bandajla kapatılmıştır. Enjeksiyon kremin silinip, deri dezenfeksiyonundan sonra, hemen yapılmıştır. Eğitim grubundaki çocuklara işlemle ilgili bilgiler verilmiş, işlem sırasında ne hissediceği anlatılmış, işlemlerle ilgili broşürler okutularak, resimler gösterilmiş ve işlem bir bebek üzerinde kendilerine yaptırılmıştır. Herhangi bir hazırlık yapılmadan enjeksiyon uygulanan çocuklar ise kontrol grubunu oluşturmuştur. Veri toplamam aracı olarak çocukların ağrı düzeylerinin kendilerinin değerlendirdikleri vizüel analog skala kullanılmıştır. Bu skala her çocuğa üçer kez uygulatılmış ve ortalama ağrı puanı elde edilmiştir. Elde edilen veriler sayı ve yüzdelerle ifade edimiş, mann whitney u analizi, khi kare ve kiuskal wallis analizleri ile değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda kontrol grubu, krem EMLA grubu ve eğitim grubu çocukların ağrı puan ortalamaları arasındaki fark anlamlı bulunmuştur. Krem EMLA grubu ve eğitim grubu çocukların ağrı puan ortalamaları arasında fark bulunmamıştır. Buna göre enjeksiyon öncesi krem EMLA uygulamak kadar hemşirelerin çocuklara eğitim vererek işleme hazırlamaları her yaş grubu çocuklarda özellikle 7-12 yaş grubunda büyük önem taşımaktadır. Çocukların ağrı puan ortalamalarını, enjeksiyon öncesi kullanılan yöntemin dışında, yaş, cinsiyet, enjeksiyon deneyim durumu, tanı gibi değişkenlerin etkilemediği sonucu ortaya çıkmıştır. Çocukların ağrı puan ortalamaların, enjeksiyon öncesi kullanılan yöntemin dışında, yaş, cinsiyet, enjeksiyon deneyim durumu, tanı gibi değişkenlerin etkilemediği sonucu ortaya çıkmıştır. Araştırmanın sonuçları ışığında, çocukları enjeksiyon işlemine hazırlamada hemşirelere yardımcı olacak hizmet eğitimi için uygun ortamların düzenlenebileceği, servislerde hazırlık eğitimi için uygun ortamların oluşturabileceği, hazırlık eğitimin her yaş grubu çocuklarda ve tüm ağrılı işlemler öncesi yapılabileceği ve krem EMLA ‘nın daha çok hasta üzerinde ve diğer ağrılı işlemlerde ağrıyı azaltmadaki etkinliğinin araştırılarak kullanılabileceği önerilmiştir. 263 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY The research has been done fort he purpose of examining the effect in reducing the aching by the preparation fulfilled by giving training before the application through EMLA cream having local anaesthesic efect before the intramüscular injection among 7-12 yeaers age children. This experimental research proceeded between 1.9.1996-31.1.1997 dates at Eşrefpaşa Municipalty Hospital at children service. The Specimen of the research was constituted by 48 children, 16 of which were controlled,16 of whih were with cream EMLA and 16 of which were in the training group. Within each group the children were divided into 7-9 age 10-12 age and each age group were costituded by 8 girl and 8 boy children. Cream EMLA was applied on the children whose families gave the necessary consent, one hour later the inplementation and over it covered with a bandage. The injection has been done just after the cream cleaned and the complexion has been disinfected. Necessary information about the implementation was given to the children wich were in the training group and they were told what they would feel during the implementation and they were read some brochures and shown pictures and the process was condictrined on a baby. The children who the injection was implementeod without any preparetion constituded the research group. As the means of data collecting visual analogue scale was used which they themselver maket he evaluation of their aching level. This scala was appied three times for each child and approximate aching point was reached. The data reached stated as percentages, and they were evaluated through mann whitney u analyses, and khi kare, kruskal wallis analyses. As a result of the evaluation of data, the averages of ache point difference between the control, group the cream EMLA group and the training group children was deemed meaningful. There was not any difference between ache point of Cream EMLA group and the training group. According to this as well as the application cream before the application, the implementation of nurses giving training to the children and their observation has great importance at any age group children especailly 7 -12 age group. It was cleary found out that except the method used before the injection the ache point averages were not effected by the alternating factors age, sex and injection experiment state and diagnose. In the light of the researches, in the preparation of children fort he application of injection, in the services where the training programmes are going to be organized for helping nurses, fort he trainin of preparation, conventent environment can be occured. 264 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri PREMATÜRE BEBEĞİ OLAN AİLELERE SERVİSTE UYGULANAN PLANLI EĞİTİMİN BEBEK VE AİLE ÜZERİNE OLAN ETKİLERİNİN İNCELENMESİ Türkan MUTLU Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Bahire BOLIŞIK İzmir-1997 ÖZET Preterm bir bebeğe sahip olan ailenin, miyadında bir bebeğe sahip olan aileden daha fazla ilgi, sempati ve anlayışa gereksinimi vardır. Beklenmedik sağlıksız bir bebeğin doğması, bebeğin kısa veya uzun süre aileden ayrı, değişik bir ortamda, değişik ve karmaşık araçgereçlerin arasında tutulması bu ailelerde bazı emosyonal sorunlara neden olmaktadır. Bu aşamada en yüksek ankısıyete annede gözlenir. Ailenin ve özellikle annenin stresi bilgi eksikliğinden ve hastane kurallarının sağlıklı olmamasından kaynaklanır. Bu durum da anne-çocuk İlişkisini olumsuz yönde etkiler. Bu nedenle aile ile konuşma, ona hastanenin ve ünitenin kuralları hakkında bilgi vermek çok önemlidir. Anne ve babaya bebeğin evde bakımı ile ilgili bilgi vermek ve uygulama yaptırmak da çok önemlidir. Bu araştırma prematüre bebeğe sahip olan ailelere serviste yapılan planlı eğitimin; anne, baba ve bebek üzerine olan etkilerini incelemek amacıyla planlanmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Şubat-Eylül 1996 (8 Ay) tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma kapsamına; 50 deney grubunda; 50 kontrol grubunda olmak üzere 100 hasta alınmıştır. Deney ve kontrol gruplarının oluşturulmasında “ olasılıksız örneklem tekniği“ kullanılmıştır. Pretest aşamasındaki veriler, bebeklerin yatışının ilk üç günü içerisinde toplanmıştır. Deneklerin tümüne bebek ve aileye (anne, baba) ilişkin değişkenlere yönelik soruları (EK II) ve annelerin bebek bakımına ilişkin bilgi değerlendirme soruları (EK III)’nı içeren anket formları uygulanmıştır. Deney grubundaki deneklere planlı eğitim (bebeğin yatışından taburcu olmasına kadar) verilmiş, kontrol grubuna ise bebeğin taburcu olması sırasında servis hemşireleri tarafından verilen (bebeğin beslenmesi, hijyeni, enfeksiyondan korunması ve bakımını içeren) sözel eğitim uygulanmıştır. Deney grubundaki deneklere araştırmacı tarafından geliştirilen eğitim proğramı anlatım yöntemi ile sunulmuştur. Ayrıca deney grubundaki deneklere, yazılı materyal her zaman daha kalıcı olur düşüncesi ile araştırmacı tarafından hazırlanmış olan bir eğitim kitapçığı da verilmiştir. Deney ve kontrol grubundaki bebeklere taburculuk aşamasındaki saplık sorunlarına, fiziksel gelişime ilişkin sorular (EK II) ve bebeklerin serviste yattıkları sürece karşılaştıkları sorunlara yönelik hazırlanan sorular (EK I) uygulanmıştır. Prosttest aşamasındaki veriler ise bebekler taburcu olduktan sonraki ilk kontrolde toplanmıştır. Bu aşamada annenin prematüre bebek bakım bilgisi, bebeklerde görülen sağlık sorunları ve bebeklerin fiziksel gelişimlerine ilişkin veriler toplanmıştır. Elde edilen verilerin istatistiksel analizleri sayı ve yüzde dağılımı, iki eş arasındaki farkın önemlilik testi ve iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) yapılarak değerlendirilmiştir. Değerlendirme sonuçlarına göre deney grubundaki annelerin pretest puan ortalaması X=17.28 kontrol grubundaki annelerin puan ortalaması X=17.56 265 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı bulunmuştur. Bu fark istatistiksel olarak anlamsızdır. (t=0.27, p>0.05) Deney grubundaki annelerin prosttest puan Ortalaması X=30.36, kontrol grubu annelerinki ise X=21.43 bulunmuştur. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (t= 13.28, p<0.05). Elde edilen bu sonuç “Planlı eğitim uygulanan annelerin bebek bakım bilgi düzeyleri ile, rutin eğitim verilen grubu bilgi düzeyleri arasında anlamlı bir fark vardı” hipotezini doğrulamaktadır. Planlı eğitim uygulanan deney grubundaki babaların 14’ü verilen Eğitime katılmıştır. Bu katılım sürekli olmamış, ara sıra katılmışlardır. Burada babanın eşini destekleyip, bebeğin gelişimi üzerine olan etkisini değerlendirmek amacıyla bebeklerin kontroldeki kilo alım durumları değerlendirilmiştir. Deney ve kontrol grubundaki bebekler arasında kilo Alım yönünden fark anlamlı bulunmamıştır (X2=2.25, p>0.05). Bu Sonuçla araştırmanın ikinci hipotezi “planlı eğitime katılan babaların bebekleri ile, katılmayan gruptaki babaların bebekleri arasında kilo alımı açısından anlamlı bir fark beklenmektedir hipotezi kabul edilmemiştir. Deney ve kontrol grubundaki bebeklerde taburcu olurken deride döküntü, konak ve göbekte akıntı bulunması yönünden önemli bir fark olmadığı (p>0.05) ancak pişik, konjektivit ve pamukçuk gibi sağlık sorunlarının görülmesi yönünden, deney grubu aleyhine istatistiksel açıdan önemli bir farklılığın olduğu belirlenmiştir. (p<0.05). Kontrole gelme aşamasında pişik, ağızda pamukçuk ve konak gibi Sağlık sorunları görülmesi yönünden ise iki grup arasında deney grubu Lehine önemli bir farklılığın olduğu (p<0.05). Konjektivit, deride Döküntü ve göbekte akıntı gibi sorunlar yönünden ise iki grup arasında Önemli bir farklılığın olmadığı belirlenmiştir. (p>0.05). Elde edilen bu sonuçlar, “Planlı eğitim verilen ailelerin bebeklerine verdikleri bakım İle, rutin eğitim verilen ailelerin bebeklerine verdikleri bakım arasında Fark vardır“ hipotezini doğrulamaktadır. Deney ve kontrol grubundaki bebekler taburculukta kilo alma yönünden karşılaştırılmış ve deney grubunu destekleyen bir fark bulunmuştur. Bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır. (X2=4.80; p<0.05) Bu sonuç deney grubuna verilen planlı eğitimin olumlu etkisini Göstermektedir. Deney ve kontrol grubundaki bebekler kontrolde kilo alma yönünden karşılaştırılmış ve kontrol grubunu destekleyen bir fark bulunmuştur. (X2=4.70; kp<0.05). Deney ve kontrol grubundaki bebekler boy, baş çevresi ve baş-gögüs çevresi oranları yönlerinden karşılaştırılmış (taburculukta, kontrolde) aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamsız bulunmuştur. (Boy X2=0.30; p 0.5, baş çevresi X2=2.73; p>0.05, baş-göğüs çevresi oranı X2= 0.22; p>0.05). Araştırma sonucunda Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Uygulanan rutin eğitimin, araştırmada geliştirilen ve kullanılan planlı eğitim biçimine dönüştürülmesi, ayrıca prematüre bebeğin evde bakımına yönelik eğitimin aileler 24 saat süre ile, primer hemşirelik anlayışı doğrultusunda uygulanması önerilmiştir. SUMMARY Parents who have a preterm baby need more affection and understanding than the parents who have a term baby. As soon as the babay is born unexpectedly and unhealthy, he is seperated from his parents its and is taken to a special unit where he is kept under complex equipment. All this process some emotional problems in the parents, especially in the mother of the baby. There are two causes of the anxiety that is felt by the parents, especially by the mother. One is the lack information and the other is the inconvenient hospital rules. This anxiety always has negative effect on the relation between the mother and her baby. Therefore, it is extremely important to speak with the parents and inform them about the rules of the unit (department) and the hospital. Also, giving them extra information about the home care of their baby and practicing with them are essential. This research was planned in order to investigate the effects of the scheduled education, which was carried on in our department fort he parents having pretern babaies on the mother, father and the baby. 266 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri This research was carried on at the Ege University Medical Faculty Investigation and Practice Hospital Neonatal Intensive Care Unit between February-September 1996 (8 month). Total number of participants of this research was 100; 50 in the experimental group and 50 in the control group. In order to determine the experimental and control groups,” sampling technique without probability“ method was used. The data at the pretest level was collected within 3 days of the admittance of the babies to the hospital. All the participants of this investigation were asked to fulfill an inquiry which included questions about the parameters of the babay and parents ( Ek II) and mother’s knowledge abaout baby care (Ek III) The experiment group was given a scheduled education from the time of admittance untill the discharge and the control group was given an oral education about nutrition, hygiene, protection from infection and baby care by the nurses of the depertment. The scheduled education programme, which was discovered by the researcher herself, was performed as conferences and in order to keep the programme permanent fort he participants, a booklet of the programme was given to each member of the experimental group. At the time of disharge, all the participants of both groups were asked questions about their baby’s health problems, physical development (Ek II) and their problems during their stay in the department (EK I). The data at the post-test level was collected at the first control of the babies after their discharges. The data included the knowledge of the mother about preterm baby care, the health problems of the babies and their physical development. The statistical analysis of the collected data were evaluated by number and percent distribution, the importance test of the difference between two averages (t test). According to the results of the evaluation, the average pretest score of the mothers in the experimental group was X=17.28 while the average pretest scor of the mother’s in the control group was X=17.56 statitically, this difference is not significant (t=0.27; p>0.05). The average post-test score of the mothers in the control group was X=21.43 while the average post-test score of the mothers in the exp. group was X=30.36. This is a statistically significant difference (t=13.23; p<0.05). This finding confirms the hypothesis saying “There is a signifiant difference between the knowledge levels of the mothers about the baby care who were given scheduled education and who were given a routine education. 14 of the athers of the xperimental group attended the scheduled education intermitenly. Here, in order to determine the effects of the father on the development of the baby by supporting his wife, the weight of the baby at the first control meeting was compired with his previous weights. At the and of this comparison, it was found that there was no significant difference between experimental group and control group regarding th weight gain. This fining refuses the second hypothesis of this research saying: ”There is a significant difference regarding the weight gain between the babies whose fathers have attended the scheduled education and the other group whose fathers have not attended the scheduled education. At the time of discharge. İt was also found that between the experimental and control groups there was no marked difference regarding skin lesions, vectors or umblical discharge (p>0.05), but there was a significant difference between both groups-with the experimental group being lessregarding some health problems like diaper rash, conjunctivitis and oral thursh (p<0.05). 267 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KRONİK HASTALIĞIN ÇOCUKLAR VE ANNELERİNİN DEPRESYON DÜZEYLERİNE VE ANNE-ÇOCUK İLİŞKİLERİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ Sibel SÖNMEZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Bahire BOLIŞIK İzmir-1998 ÖZET Sağlık alanındaki son gelişmeler artık birçok hastalığın ölümcül olmaktan çıkıp kronikleşmesine neden olmuştur. Günümüzdeki kronik hastalığı olan çocuk ve yetişkin nüfusu gittikçe artmakta ve kronik hastalıklar, dünyada ve bütün sanayileşmiş ülkelerde görülen en önemli sağlık sorununu oluşturmaktadır. Biyopsikososyal bir varlık olan insan hastalıktan sadece bedensel olarak etkilenmemektedir. Doğal olarak çocuklar ve aileleride hastalıktan yalnızca biyolojik olarak etkilenmezler. Bu çalışma kronik hastalığın anne ve çocuk depresyonuna ve anne çocuk ilişkilerine etkilerinin incelenmesi amacı ile kesitsel olarak planlanmıştır. Araştırmamızın örneklemini Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları Kliniği, Sosyal Sigortalar Kurumu İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları Kliniği ve Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi Kliniklerinde takip edilen hasta çocuklar ve anneleri ile Milli Eğitim Bakanlığı Özkanlar İlköğretim Okulu devam eden sağlıklı çocuk ve anneleri oluşturmuştur. Araştırmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde; Kronik hastalığa sahip çocukların (13.62±4.33) depresif oldukları saptanmıştır. Kronik hastalığın türüne göre incelendiğinde; All tanılı çocuklarda % 24, DM tanılı çocuklarda %20.0 depresyon saptanmıştır. Araştırma kapsamında ki kronik hastalığa sahip çocuk annelerinin (22.68 ±10.36) depresif bulgular bulunmuştur. Hastalığın türüne göre ise: ALL tanılı çocukların annelerinin %64.0’ünde ağır, %32.0’sinde hafif; DM tanılı çocukların annelerinin %16.0’sında ağır, %48.0’inde hafif depresif bulgular saptanmıştır. Çocuklar ve annelerinin ilişkilerine kronik hastalıktan olumsuz etkilendiği saptanmıştır. Kronik hastalığa sahip çocukların annelerinin çocukları ile ilişkilerini (150.14±10.48) sağlıklı çocuğa sahip annelere göre daha fazla reddettikleri bulunmuştur. Kronik hastalık grubunda ise özellikle DM tanılı çocuğa sahip annelerin AÇİAÖ ortalaması yüksek bulunmuş (153.00±7.519 ve anlamlı derecede ALL tanılı çocuğa ve sağlıklı annelere göre daha fazla reddetme gösterdikleri saptanmıştır. Annelerde olduğu gibi çocuklarında anne çocuk ilişkileri kronik hastalıktan etkilenmektedir. Kronik hastalığa sahip çocukların AÇİÇÖ puan ortalamaları (152.34±10.84) sağlıklı çocuklardan yüksek bulunmuştur. Ancak annelerin aksine ALL‘li çocukların AÇİÇÖ puan ortalamaları (158.92±16.55) DM tanımlı ve sağlıklı çocuklardan yüksek bulunmuştur. Bu da ALL çocuklarda anne-çocuk ilişkilerinin daha çok reddedildiğini göstermektedir. Yaş, cinsiyet ve tanı süresinin anne-çocuk depresyonuna ve ilişkilerine etkisinin olmadığı saptanmıştır. 268 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Tüm bu bilgiler doğrultusunda kronik hastalığa sahip çocuklar ve anneleri için, hastalık, iyilik halinin sürdürülmesi, tedavi prognoz hakkında eğitim programlarının hazırlanması; çocuk ve anneler için medikal tedavinin yanı sıra hastalığı kabullenmelerinde ve hastalığın yarattığı stresle baş etmelerine yardımcı olacağı düşünülen psikolojik tedavininde desteklenmesi, çocukların duygularını ifade etmelerini sağlayacak ortamların sağlanması ve aileler için danışma servislerinin ve dastek gruplarının oluşturulması önerilmiştir. SUMMARY The widely and latest improvements carried out in the field of health (medicine) have wardedoff many immortal diseases and their side effects beside having reduced their quality to “chronic” in present Time many populations including ifants and adults who adopted “chronic disease” are gradually increasing, moreover, it is reparded as the most immortant health associated problem on the world and in all industrialised countries. Human being, as being a biopsychosocial existense (creature) is affected by this disease not only just physically. Naturally the children and their families are also affected by the addressed disease biologically. This contributed study has been planned sectionally. İn order to examine (scrutinize) the effects of this disease on mother and infant depression and amongst their relations. The sample-group of our research tracked at Education and Research Hospital and its allied child diseases (infections) clinic of Aegean University, Social Insurances foundation and its allied İzmir education’s Özkanlar primary school, includes healthy children and mothers. The outstanding datas of this research are obtained by the use of the personel information form comprising the sociodemographic features and infestional of the children and their families, family acceptance and refusal scak (child form, AÇİÇÖ), inventory of back depression, Scale of family child relations (mother form AÇİAÖ) The inquiry forms have been applied to the children and their mothers who have acquired the chronic disease personsally by the researcher. Healthy children and their families have been informed about the up-date research while being they getting forms issued and they have asked for filling them out. In case of evaluating the findings resulted from the research; The children who are captured by the chronic disease (13.62±4.33) are confirmed to be under depression are confirmed to have %20 of the disease. The mothers in the cover-up of the research who acquired line Chranic disease are found to have disposed findings. On the other hand, according to the type of the disease; the mothers of the children having ALL diagnesis, have severely %64 of the disease, %30 of them having light depression, and the mothers of the children having DM-diagnosis had %16 severly, %48 of them had been detected to have light of the depressive findings. The relation between the children and their mothers has been preoved to be affected by the chronic disease. The mothers of choronically inected children are found to be refusing their relations with their children more when compared to mothers having healthy children (150.14±10.84). But, in the group of chronic disease especially the mothers of DM-dioynosed children’s AÇİAÖ overage have been found to be high (153.00±7.51) and in a meanningtful degre, they are detected to show off more rejection when compared to the mothers having ALL–diagnosed and healthy children. 269 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Just like in the case of mothers, the relations of children are also affected by the chronic disease. The AÇİÇÖ point overage of children who have chronic disease are found to be hiper than that of healthy Children (152.42±10.48). Nevertheless, in contrast to the mothers, the AÇİÖÇ point overage of children having ALL-diagnosis has been found to be much more hiper than the children adopting DM and healthy childreen. As a result, this shows that the children adopting ALL diagnoses reefuse their mother–child relations more than the other groups. It has been also proved that “age” , ”sex” and “span of diagnosis” factors do not have any effect on mother-infant depression and relations. In light of all these informative findings, it has been proposed that; disease, the continuation of welfare education programs pertaining to the cure and propnose be prepared; besides the medical treatment fort he children and their mothers the support of the considered psycholgic treatment that thought to be helpful in coping with the stres which stemming from the disease and their acceptance of this disease. P.S : The bold words ALL and DM are to be kept the same. 270 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri PREMATÜRE BEBEKLERDE KULAK TIKACI KULLANILMASI İLE GÜRÜLTÜNÜN AZALTILMASIYLA FİZYOLOJİK VE DAVRANIŞSAL CEVAPLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Arfiye ŞEN Danışman Öğiretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Bahire BOLIŞIK İzmir-1998 ÖZET Yenidoğan yoğun bakım ünitelerindeki yüksek şiddetteki gürültü prematüre bebekler için hem tehlikeli hemde stres yaratıcı bir durumdur. Bazı araştırmacılar, yüksek şiddetteki gürültü düzeyinin işitme kaybına, farklı fizyolojik ve davranışsal cevaplara neden olduğuna dair deliller göstermişlerdir. Zahır ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada (1995) prematüre bebeklere kulak tıkacı uygulanarak gürültü şiddetinin düşürülmesiyle fizyolojik ve davranışsal cevaplara etkisi kanıtlanmıştır. Bu çalışmada, gürültü şiddetinin düşürülmesinin fizyolojik ve davranışsal cevaplara etkinliğini göstermek amacıyla planlanmış olup, yenidoğan yoğun bakım ünitesindeki 28 prematüre bebeğe bir gün kulak tıkacı (ıslak pamuk) kullanılarak, bir günde kulak tıkacı kullanmadan 5’er dakika ara ile sabah (10-12), öğle (14-16), akşam (22-24) saatleri arasında 6 defa bebekler gözlenmiştir. Bu veriler varyans, split plot analizi, K,-kare Fisher exact testi kullanarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeye göre bebeklerin kulak tıkacı olduğu durumda, oksijen saturasyonu ortalama değeri daha yüksek ve oksijen saturasyonun dalgalanmaları daha az, kalp hızı ve solunum sayısının kulaklarının açık olduğu duruma göre daha düşük olduğu ve daha stabil halde kaldığını açık olduğu duruma göre daha düşük daha seyrek olarak davranış durum değişikliği bulunmuştur. Uyku durumunda daha uzun süre kaldıkları ve kesintisiz periodların daha uzun sürdüğü saptanmıştır. Tüm bunlardan sonra şu zorunludur ki, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitelerinde etkin ve kararlı biçimde gürültü şiddetini azaltmak için bu konuda önlem alınmalıdır. SUMMARY High intensity noise values in New Birth Intensive Care Units are dangerous and stres creative for premature babies. Some researchers demonstrated evidences related to loss of hearing, different physiological and behavioural responds caused by the high intensity noise level. In a study made by Zahır and friends (1995) effect of noise was proved ear plugs in order to reduce the intensity of noise. In this study also, in order to evaluate reduction of noise intensity with physiological and and behavioural responds, one day long by using ear plugs (wet cotton) on 28 premature infants in New Birth Intensive Care Unit, an done day long without using ear plugs with intervals of 5 minutes, between the hours of in the morning (10-12), in noon (14-16) in evening (22-24) totaly 6 observations were made. These data was evaluated by using variance, analysis of variance split plot, which is Mouse, Fisher’s exact test. According to this evaluation it was demonstrated that in situations of infants having ear plugs on, average value of oxygen saturation higher and fluctuation of xygen saturation lesser, heart speed and respiration count were lower when compared to ear open situations and remained more stable. It was discovered that behavioural changes in these infants were rare. They remained longer period in sleep and uninterrupte periods to last longer were stated. After all this is compulsory that preventive precautions should be taken to reduce noise intensity in effective and determined manner in New Birth Intensive Care Units. 271 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HEMODİYALİZ TEDAVİSİNİ SÜRDÜREN ÇOCUKLARDA TERMİNOLOJİ BİLGİSİNİN İNCELENMESİ VE ÖĞRETİLMESİ Arzu ÖZTÜRK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Bahire BOLIŞIK İzmir-1998 ÖZET Bu çalışma, hemodiyaliz tedavisi sürdüren çocuklarda; hemodilayize özgü terminoloji anahtar alarak,”Kimdir?” “Nedir?” sorularına dayanan, basit açıklamalı görsel öğretimin, çocukların hastalıkları ve hemodiyalize tedavilerine yönelik temel bilgileri öğrenmeleri üzerine olan etkilerini incelemek amacıyla tek yönlü deneysel olarak yapılmıştır. Çalışma, 30 Eylül 1997-15 Kasım 1997 tarihleri arasında 3 ayrı hemodiyaliz ünitesinde tedavileri sürdürülen 13‘ü kız, 25’i erkek, yaş ortalamaları xx±xx olan toplam 38 çocuk üzerinde yapılmıştır. Veri toplamam araçları olarak, araştırmacı tarafından geliştirilen “Hasta Tanıtım Anket Formu”, ”Aile Tanıtım Anket Formu” ve “Terminoloji Bilgisi Saptama Formu” kullanılmıştır. Hemodiyalize özgü basit terminoloji bilgisinin incelenmesi ve öğretilmesi 3 basamakta gerçekleştirilmiştir. I. basamakta; çocukların öğretim öncesi terminoloji bilgi düzeylerinin saptanmış, II. basamakta; sözlü ve yazılı anlatım uygulanmış ve III. basamakta; öğretim sonrası çocukların terminoloji bilgi düzeylerindeki değişiklikler belirlenmiştir. Bu basamaklar ardışık 4 hemodiyaliz seansı sırasında 15-20 dakikalık sürelerde gerçekleştirilmiştir. Elde edilen veriler; yüzdelik hesaplaması, t testi, tek yönlü varyans analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. Yapılan analizlerde, eğitim öncesi, yaş ile puan ortalamaları arasında ilişki bulunmazken, eğitim sonrası 9-14 yaş grubunun puan ortalaması, 15-18 yaş grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. (p<0.05). Öğretim öncesi, kelimelerin anlamını soran grubun puan ortalaması, ”hiç soru sormayan” gruba göre fark istatistiksel olarak yüksek bulunmuştur. Eğitim öncesi, çocukların aldıkları yanıtları değerlendirme durumlarına bakıldığında,” aldıkları yanıtları açıklayıcı bulunan” çocukların puan ortalamaları, ”hiç soru sormayan“ çocukların puan ortalamasına göre fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Öğretim öncesi genel olarak çocukların çoğu tarafından bilinen eğitim sonrası da kolaylıkla öğrenilen terimler; böbrek, böbrek yetmezliği, hemodiyaliz ünitesi, hemodiyaliz ünitesi, hemodiyaliz hemşiresi, hemodiyaliz teknisyeni, hemodiyaliz makinesı, hemodiyaliz kateteri, heparin, ilaç, diyet ve tuz olmuştur. Eğitim öncesi bilinmeyip, eğitim sonrası kolay öğrenilen terimler; nefroloji, hemodiyaliz seti, suni böbrek, kapil, diyaliz fistül, streil, enfeksiyon, ultraflitrasyon, kuru ağırlık, ödem, potasyum üre, kalsiyum, fosfor olmuştur. Öğretim öncesi az bilinen ve eğitim sonrasında çocuklar tarafından öğrenilmelerinin zor olduğu gözlenen terimlerin; nefrolog, grefti, protein, kreatinin, kalori olduğu saptanmıştır. Öğretim öncesi ve sonrası araştırma sonuçları genel olarak incelendiğinde; öğretim öncesi hastaların terim bilgi düzeylerinin yetersiz olduğu saptanmıştır. (eğitim öncesi puan ortalaması 272 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri 0.44±0.16). Terminolojiye dayalı görsel öğretim sonrasında terim bilgi düzeyi anlamlı olarak artmıştır. (eğitim sonrası puan ortalaması 0.88±0.08). Araştırmadan elde edilen bulgular, hemodiyalize özgü terminolojize özgü terminolojiyi anahtar olarak “kim kimdir?” ne nedir?” sorularına verilen basit açıklamalı görsel öğretimin hastalığa ve tedaviye yönelik temel bilgileri verdiği ve çocukların tedaviyi öğrenmelerini kolaylaştırdığını göstermektedir. SUMMARY This study was performed depending on–one–direction experiment by taking the terminology related to hemodialysis as the key in order to examine the efects of visual education with simple explanations including questions “Who?” ,”What?” on children diseases and their learning basic knowledge about hemodialysis treatment in children under hemodialysis treatment. The study was performed between September 30, 1997 – Nowember 15,1997 over 38 children, 13 of whom are girls and 25 of whom are boys, in three separate hemodialysis units. ”Patient Introduction Questionnaire Form”, Family Introduction Questionnaire Form”, and “Terminology Knowledge Determination Form” developed by the research are used as data collection tools. The teaching and examination of the basic terminology knowledge related to hemodialysis is achieved in three steps. In the first step, the knowledge level of children before teaching term is determined. In the second step, oral and written explanation is applied and in the third step, the changes in the terminology knowledge level of children after teaching is determined. The data obtained is evaluated using percentage calculation, One-Way ANOVA and T test. While no relation was found between the age and points before teaching in analysis, the point average in 9-14 age group is significantly higher than 15-18 age group. Before education, the point average of the group asking the meaning of words is statistically higher compared to the group asking no question. Before education, the difference between the point average of the children who find the answer explanatory and that of children who do not ask any question is statistically significant when the children’s evaluation of answers they get is considered. The terms known by most the children before education and taught easily after education are “kidney”, “renal failure”, “hemodialysis unit”,”hemodialysis nurse”, “hemodialysis technician”, “h”emodialysis machine” , “hemodialysis catheter “ , “heparin” , “mediccine”, “diet” and “salt”. The terms unknown before teaching but learned easily after education are “nephrology” ,”hemodialysis”, ”blood line“, “artificial kidney”, “dialyzer”, ”dialysate”, ”fistula”, “sterile”, “infection”, ”ultrafiltration”, ”dry weight”, ”edema”, ”postassium”, “urea”, ”calcium” and “phosphours”. The terms which are known least before education and perceived to be learned most difficult by the children after education are “nephrologist”, “graft”, “protein”, “creatinin” and “calorie”. When the results before and after education are examined in general, it is determined that the term knowledge levels of the patients are insufficient before education (the point averages is 0.88±0.08). The findings obtained from the research shows that the visual education with basic explanation given the questions “Who?”, “What?” using the teminology related to hemodialysis as the key gives the basic information about the disease and treatment and facilitates the children’s learning the treatment. 273 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı VERİLEN KEMOTERAPİ YAN ETKİLERİYLE İLGİLİ BİLGİNİN ANNELERİN ANKSİYETE DÜZEYLERİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ Aycan ERDURAN İzmir-1998 ÖZET Bu çalışma yeni kanser tanısı konulmuş çocukların, annelerine verilen kemoterapinin yan etkileriyle ilgili eğitimin anksiyete düzeylerine etkisinin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı–yarı deneysel olarak yapılmıştır. Çalışma 8 Haziran-21 Ağustos 1998 tarihleri arasında iki ayrı hastanede yeni tanı almış, deney grubunda 11 erkek, 9 kız çocuk annesi, kontrol grubunda 12 erkek, 8 kız çocuk anneleri üzerinde olmak üzere toplam 40 anne üzerinde yapılmıştır. Veri toplama araçları olarak araştırmacı tarafından geliştirilen aile tanıtım formu ve Spielberger’in durumluluk-süreklik kaygı puanları saptanmış ve kemoterapinin tanımı, nasıl ve neden verildiği ile ilgili genel bilgiler verilmiştir. 2. basamakta kemik iliği tanımı, kan hücrelerinin tanımları, sayıları ve bunların sayısının azalmasında dikkat edilecek noktalar anlatılmıştır. 3. basamakta sindirim sistemiyle ilgili sorunlar, deride oluşan yan etkiler ile kemoterapinin aile yaşantısı üzerine etkisi açıklanmış ve 3. basamak sonunda durumluk-süreklik kaygı formu tekrara doldurulmuştur. Elde edilen veriler; yüzdelik hesaplaması, schefe testi, tek yönlü varyans analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. Yapılan analizlerde eğitim öncesi her iki grubun durumluk kaygı ölçek puan ortalamaları yüksek bulunmuştur. Eğitim verildikten sonra deney grubunun durumluk kaygı ölçek puan ortalamasının düşmesi istatistiksel olarak anlamlıdır. (p<0.05). Eğitim sonrası, durumluk kaygı ölçek puan ortalaması ile anne eğitimi ve ailenin oturduğu yerleşim birimi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır. (p<0.05). Araştırmadan elde edilen bulgular, annelere kemoterapinin yan etkileriyle ilgili verilen eğitimin, durumluk kaygı ölçek puan ortalamasını düşürdüğü yolunda olup eğitimin önemini göstermektedir. SUMMARY This study was semi-experimentally performed in order to examine the effect of training connected to the side effects of chemotherapy which is given to the mothers of the kids that are recently diagnosed with cancer on the anxiety levels. Study was done on total 40 mothers of recently diagnosed kids in 12 seperate hospitals, 11 mothers of boys, 9 mothers of girls of experiment group, 12 mothers of boys 8 mothers of girls of control group between the dates of 8 June and 21 August 1998. Spielberger’s conditions-continuity of anxiety forms and family identification form that was developed by researcher were used as data collection forms. Giving of the training connected with side effects of chemotherapy was constituted in three stages. On first step, condition-continuity of anxiety scores were determined and definition of chemotherapy, general information of how and why to be applied were given. On the second stage, 274 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri definition of bone marrow, definition and number of blood cells and points tos pens attention on decreasing of those were noted. In the stage, problems relating with digestive system, side effect occurs on skin and the effects of chemotherapy on family life were explained and anxiety form were logged again in the of 3rd stage. The data obtained were evaluated by using percentage computing, scheffe test, singlee direction variation analysis. During the analysis the condition-continuity of anxiety score averages o both group were found high before the training. Decreasing of the condition-continuity of anxiety score average of experiment group after the training were given is statistically significant (p<0.05). A statistically semantic relation were found between after training and the residential part of the family (p<0.05). The results obtained from the research, shows that the training given to mothers about side effects of chemotherapy is the way to reduce the condition–continuity of anxiety score average and the importance of training. 275 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı MEKANİK VENTİLATÖR DESTEĞİ ALAN YENİDOĞANIN BAKIMI KONUSUNDA GELİŞTİRİLEN STANDART HEMŞİRELİK BAKIM MODELİNİN BAKIM KALİTESİNE ETKİSİ Hatice BAL YILMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Prof .Dr. Zeynep CONK İzmir-1999 ÖZET Bu çalışma, mekanik ventilatör desteği alan yenidoğan bebeklere verilen standart hemşirelik bakımının, bakım kalitesine olan etkisini incelemek amacı ile deneysel olarak yapılmıştır. 31 Ağustos 1998 - 20 Mayıs 1999 tarihleri arasında, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’nde mekanik ventilatörlere bağlanan 15 araştırma, 15 kontrol grubu yenidoğan bebek araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veri toplama araçları olarak bebeklerin sosyo demografik özelliklerini saptamak amacıyla “Hasta Bilgi Formu”, Araştırmacı tarafından geliştirilen “Standart Hemşirelik Formu“ ve sonuç kriterlerine ulaşma durumlarını saptamak amacıyla “Sonuç Kriterlerini Değerlendirme Ölçeği” kullanılmıştır. Sonuç Kriterlerini Değerlendirme Ölçeği’nde 4 hemşirelik tanısı (1. Yetersiz Solunum ve Gaz Değişiminde Bozulma, 2. Sıvı Elektrolit Dengesizliği, 3. Enfeksiyon Gelişme Olasılığı, 4. Ailede Anksiyete, baş etmede yetersizlik) ve bu tanıların çözümlendiğinin gösteren sonuç kriterleri yer almıştır. Araştırma grubuna standart hemşirelik bakımı verilmiş, kontrol grubu ise rutin servis bakımı almıştır. Elde edilen veriler; Ki-kare, Fisher-kesin Ki kare ve student t testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Yapılan analizler sonucunda, araştırma ve kontrol grubu bebeklerin sosyo– demografik özelliklerinin benzer olduğu saptanmıştır. Standart hemşirelik bakımı araştırma grubu lehine avantaj sağlanmasına karşın, yapılan istatistiksel analizde her iki grubun sonuç kriterlerine ulaşma durumlarında fark bulunmamıştır. (p>0.05). Araştırmadan elde edilen bulgular sonucunda, standart hemşirelik bakımı vermenin, mekanik ventilatöre bağlanan yenidoğanların bakım kalitesine pozitif etkisi olduğu saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Hemşirelik Standartları, Bakım Standartları, Uygulama Standartları, Yenidoğan, Mekanik Ventilasyon. SUMMARY This study has been planned as an experimental research in order to determine the impact of standards of nursing care on quality of care in mechanically ventilated newborns. Thirty newborns (15 control and 15 experimental group) who had been mechanically ventilated in the Neonatal Intensive Care Unit Ege University Hospital composed the sample of the study. The study has been completed between the dates of 31 August, 1998 - 20 May, 1999. The data has been collected by means of three forms which were “Patient Questionnaire Form”, “Standart Nursing 276 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Care Form“ and “Evaluation Scale of Outcome Criteria” Evaluation Scale of Outcome Criteria consists of 4 nursing diagnosis (1. Impaired gas Exchange and Infecctive airway clearance, 2. Fluid and electrolyte İmbalance, 3. Risk of enfection, 4. Inadeguate hygience) and their outcome criteria that illustrates yhese diagnosed have been solved. The experimental group was treat by standart nursing care, control group was treated by the common care runned by nurses. The data was analysed the Chi-square, Fisher exact and Student t tests. It was determined that socia–demographic features among experimental and control group are smilar. The result have demonstrated that Standard nursing care provide many advantages on the significant difference concerning the outcome crieria for both groups (p>0.05). It was also found that standart nursing car efor mechanically ventilated newborns have a positive impact on quality of newborn care. Key Words: Nursing Standards, Care Standards, Practice Standards, Newborn, Mechanic Ventilation. 277 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı YANIK PANSUMANI DEĞİŞİMİ ESNASINDA ÇOCUKLARIN HİSSETTİKLERİ AĞRININ BELİRLENMESİ Belgin DANIŞ Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK İzmir-1999 ÖZET Araştırma 7-18 yaş grubu yanık tedavisi gören çocukların pansuman değişimi esnasında hissettikleri ağrının belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Betimleyici olarak puanlanan araştırma Mayıs 1998 ve Nisan 1999 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Araştırma Uygulama Hastanesi Çocuk Cerrahisi Yanık Ünitesi’nde yürütülmüştür. Araştırma örneklemini Çocuk Cerrahisi Yanık Ünitesinde yanık tedavisi gören 10 çocuk oluşturulmuştur. Çocuk 7-9 yaş, 10-12 yaş, 13-15 yaş ve 15-18 yaş gruplarına ayrılmıştır. Veri toplama aracı olarak ağrılarını kendilerinin değerlendirildiği Wong ve Baker’ın yüz ifadelerini derecelendirme skalası ile vizüel analog skalası kullanılmıştır. Her iki skala çocuğun yanık ünitesine kabulünden sonra sırası ile birinci, ikinci, üçüncü pansuman değişimi sonrasında uygulanmış ve skalar için ayrı ayrı ortalama ağrı puanı elde edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda çocukların her iki skalada da ağrısızlığı hiç işaretlemedikleri görülmüştür. Cinsiyet, eğitim düzeyi, yanık yüzdesi, anne-baba yaşları, baba eğitiminin ağrı puan düzeylerini etkilemediği sonucuna varılmıştır. Çocukların önceki hastane deneyimlerinin Vizüel analog skalası ile yapılan değerlendirmede ağrı puan düzeylerini etkilediği, daha önce hastane deneyimi olmayanların ağrı puan düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. (P=0.019). Annelerin eğitim seviyesininde ağrı puan düzeylerini etkilediği, eğitim seviyesi düşük annelerin çocuklarının ağrı puan düzeylerinin daha düşük olduğu sonucu çıkmıştır. (P=0.04). Araştırmanın sonucu ışığında, yanılgıların aksine çocukların ağrı çektiği, ağrılarına yardımcı olmak amacıyla hemşirelere hizmet içi eğitim programları düzenlenebileceği ve servislerle işlemleri tanıtıcı hazırlıklar yapılması araştırmanın genişletilmesi önerilebilir. 278 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI DOKTORA TEZLERİ 279 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 280 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri DEĞİŞİK YERLEŞİM BÖLGELERİNDE ANNELERİN BEBEK BAKIMI BİLGİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Zeynep CONK İzmir-1978 ÖZET Çalışmamızda uygulanan anket ile kırsal ve kentsel bölgelerde yaşayan toplam 250 annenin bebek bakımı üzerine olan bilgileri araştırıldı. Anket İzmir ilinde Üniversite hastanesi Kadın Doğum ve Jinekoloji Kliniğinde doğum yapmış annelerle görüşülerek, İzmir iline bağlı sağlık hizmetleri yönünden sosyalize olmuş ve olmamış ilçe ve köylerde ise ev ziyaretleri yapılarak uygulandı. Anket formları Ege Üniversitesi Elektronik Hesap Bilimleri Enstitüsünde Khi-kare bağımsızlık testi ve Khi-kare homogenlik testi Crtogonal parçalamalar programı uygulanarak değerlendirildi. Bulgular kaynaklarda elde edilen bilgiler ile tartışıldı. Sonuç olarak gerek sağlık hizmetleri yönünden sosyalize olmuş ve gerekse olmamış bölgelerde yaşıyan annelerin çocuk bakımı üzerine olan bilgilerinin yetersiz olduğu anlaşıldı. Bu yönde bölgeler arasında anlamlı bir fark olmadığı saptandı. Annelerin eğitilmesi için Toplum Sağlığı Hemşirelerinin ve yetenekli ebelerin yetiştirilmesinin önemine de değinildi. 281 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı FARKLI SOSYO EKONOMİK DÜZEYDEN GELEN İLKOKUL ÇAĞI ÇOCUKLARININ FİZİK GELİŞMELERİNDEKİ ETKİLERİ Güneş AKGÖNÜL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Müfit ARCASOY İzmir-1981 ÖZET Bu araştırma İzmir’in iki değişik semtindeki ilkokul çocuklarından rastgele örnekleme seçilmiş, 1392 öğrencilik bir örnek üzerinde yürütülmüştür. Örneğin yarısını üst sosyoekonomik grupları temsil eden Alsancak Gazi Okulu öğrenciler, diğer yarısını da alt ekonomik grupları temsil eden Gültepe gecekondu bölgesi çocukları oluşturmuştur. Sosyo-ekonomik bakımdan farklı toplumlardan gelme ilkokul çocukları fiziksel gelişme durumları bakımından incelenmişlerdir. Gültepe İlkokul öğrencilerinden ağırlık ve boy ölçümü ortalamaları, diğer grup öğrencilerden anlamlı düzeylerde düşük bulundu. Bu sonuçların aile geliri, ailede çalışan kişi, ölen çocuk sayısı gibi değişkenler de korelasyon ilişkisi belirlendi. Sonuç olarak, ekonomik fiziksel büyüme üzerindeki etkisinin belirgin olduğu görüldü. SUMMARY Fort his study a total sample of 1392 school children were randomly chosen from the elementary schools of two different neigborhoods of İzmir .Half of the sample were from Alsancak Gazi School, which represent the children of the upper socio-economic groups.The other half represting the later economic groups were from Gültepe slum are. The children of this two soci-economically different populations were studied for their states of physical growth. The mean weight and stature measurements of Gültepe children were significantly lower then the other group. This reults were found to be correlated to the variants as the family incomes, the counts of living and died children and the working individuals in the families. Effects of economic stress on physical growth were evident. 282 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İDRAR YOLU ENFEKSİYONU OLAN ÇOCUKLARIN ANNELERİNİN BU HASTALIĞA İLİŞKİN BİLGİ VE UYGULAMALARININ SAPTANMASI VE EĞİTİMİN HASTALIĞIN İYİLEŞMESİNDE ETKİSİNİN İNCELENMESİ Emine ERDAL Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alphan CURA İzmir-1982 ÖZET Bu çalışma, çocuklarına idrar yolu enfeksiyonu tanı konulan annelere, planlı eğitim uygulamanın çocuklarının iyileşme durumuna etkilerini incelemek amacıyla planlanmıştır. Araştırma, Eylül 1981 - Mayıs 1982 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Birimi polikliniğine başvurup, çocuklarına idrar yolu enfeksiyonu tanısı konulan 0-18 yaşlarındaki yüz çocuktan oluşan bir örneklem üzerinde yapılmıştır. Bu çocuklar yaş, cins ve anne eğitimine göre eşleştirilerek deney ve kontrol grupları oluşturulmuştur. Araştırmacı tarafından, annelerin idrar yolu enfeksiyonunu ve koruyucu önlemleri bilmelerinin önemli olduğu düşünülerek bir eğitim programı geliştirilmiştir. Bu eğitim programında; idrar yolu enfeksiyonu, belirtileri ve koruyucu önlemlere ilişkin konular saptanmıştır. Örneklemdeki çocukların annelerine idrar yolu enfeksiyonuna ilişkin bilgilerini saptamak üzere öntest soru kağıdı uygulanmıştır. Bu arada deney grubunu oluşturan 50 anneye de planlanan eğitim verilmiştir. Örneklemdeki çocukların annelerine idrar yolu enfeksiyonuna ilişkin bilgilerini saptamak üzere öntest soru kağıdı uygulanmıştır. Bu arada 50 anneye de planlanan eğitim verilmiştir. Eğitimin etkinliğini ve çocuklardaki iyileşme durumunu saptamak için 20 gün sonra annelerle görüşülerek sontest soru kağıdı uygulanmıştır. Öntest soru kağıtlarının değerlendirilmesi sonucunda annelerin idrar yolu enfeksiyonu konusunda bilgi ve uygulamalarının eksik olduğu görülmüştür. Ayrıca planlı eğitim uygulanan deney grubunda idrar yolu enfeksiyonuna ilişkin bilgi ortalamalarındaki artış anlamlı olarak fazla olup, bu gruptaki iyileşme oranı da yüksek bulunmuştur (%92). Uygulanan eğitim programının annelerce gerekli, yeterli ve kolay anlaşılır olduğu saptanmıştır. Bu planlı eğitiminde sağlık ekibi üyesi olan bir hemşire tarafından yürütülmesinin uygun olacağı belirtilmiştir. 283 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı MEKONYUM ASPİRASYON SENDROMLU BEBEKLERİN SAĞALTIMINDA POSTURAL DRENAJ ETKİNLİĞİNİN İNCELENMESİ Bahire BOLIŞIK Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Güngör NİŞLİ İzmir-1985 ÖZET Bu çalışma, postrual drenaj’ın mekonyum aspirasyon sendromlu bebeklerin iyileşmesine ve iyileşme sürelerinin kısaltılmasına olan etkilerinin incelenmesi amacı ile planlanmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniğinde 1 Şubat 30 Temmuz 1985 tarihleri arasında, mekonyum aspirasyon tanısı ile yatan bebekler ve annelerin oluşturduğu bir örneklem üzerinde yapılmıştır. Veri toplamak amacı ile araştırmacı tarafından annelere anket formu doldurtulmuştur. Bebeklere ise günde 3 kez (sabah-öğle-akşam) postural drenaj uygulanmış, sonuçlarının değerlendirilmesinde Silverman Anderson skor’u kullanılmış ve klinik gözlemler değerlendirilmiştir. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) ve Kolmogorou-Smirnov testi kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda, yapılan postrual drenaj’ın etkili olduğu ve mokonyum aspirasyon sendrom’lu bebeklere bakan doktor ve hemşirelerin uygulamalarına postural drenaj yöntemini de almaları önerilmelidir. Uygulama eksikliklerinin giderilmesi için gerekli eğitim programlarının düzenlenmesi ve bu eğitimi yürütecek kişilere görev içi ve sürekli eğitim verilmesi önerilmektedir. 284 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İZMİR METROPOLÜNDE 0-60 AY ARASI ÇOCUKLARDA AŞILAMA YAYGINLIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ İLE AŞILAMAYI ETKİLEYEN ETMENLERİN VE BAĞIŞIKLAMADA HEMŞİRENİN ROLÜNÜN ARAŞTIRILMASI Zümrüt BAŞBAKKAL Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK İzmir-1990 ÖZET Geçmiş yıllarda yapılan genişletilmiş ve hızlandırılmış bağışıklama programı ardından, Ülkemizde ve dünya çocuklarında aşılanma oranlarının arttığı bilinmektedir. Bu oranların kampanya döneminin ardından düştüğü şüphesi yaygındır. Bu araştırmada da bu doğrultuda İzmir metropolünde 1983 yılında 0-60 ay arası çocuklarda aşı ile korunabilir beş hastalığa karşı tam aşılı çocuk oranını saptamak ve İzmir il Sağlık Müdürlüğü’nün kampanya sonrası araştırma sonuçları ile karşılaştırmak BCG aşısı ile aşılanma oranın, aşı uygulamalarından sonra görülen yan etkileri, çocukların aşılanmama nedenlerini, aşılamada hemşirenin etkisini ve aşılanmayı etkileyen etmenleri saptanmak amaçlanmıştır. Araştırma İzmir metropolünde küme örneklem yöntemi ile yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini 4.5.1983 ile 4.5.1988 tarihleri arasında doğan 0-60 ay yaş grubundan 215 çocuk oluşturmuştur. Araştırmanın bağımsız değişkenleri olarak çocukların yaşı, cinsiyetleri, ailenin kaçıncı çocukları oldukları, anne ve babanın yaşları, eğitim düzeyleri, çalışma durumları, ailenin sosyo-ekonomik durumu, sosyal güvenceleri, çocukların aşılanmasında ailede karar veren ebeveyn, ailelerin bulundukları mahalle yapısı ve aile tipleridir. Çocukların ve ailelerin sosyo-demogrofik ve aşılarla ilgili verilerinin toplanması içi bir anket formu geliştirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik ve ki-kare testi kullanılmıştır. Değerlendirilme sonuçlarına göre İzmir metropolünde 0-60 ay arası çocuklarda tam aşılı oranının %66.5 olduğu, çocukların aşılarının yapılmaya geç başlandığı ve geç tamamlandığı saptanmıştır. Çocuklardan %87.3’ünün BCG aşısı yapılmıştır. Çocuklara uygulanan tüm aşı dozlarını % 12.5’inde yan etki bulgusu ortaya çıkmıştır. Tüm aşı dozları arasında yan etki olarak ateş yükselmesi % 11.5 oranındadır. Çocukların aşılanmama nedenleri arasında %43.7 oranında aileden gelen engeller oluşturmuştur. Çocukların aşılarının % 40.6’sının hemşireler, %11.3’ünün özel hekimler tarafından yapıldığı saptanmıştır. Anneler aşılarla ilgili bilgileri %34.7 oranında 27’den öğrendiklerini bildirmişlerdir. Çocukların aşılanma durumlarını etkileyen etmenler ailenin sahip olduğu çocuk sayısı, ailelerdeki üye sayısı, aile tipileri, anne ve babanın eğitim düzeyleri olarak bulunmuştur. Sonuçlar araştırma hipotezini destekleyici nitelikte olmuştur. Araştırma sonucunda çocuklarda aşılanma oranlarının arttırılması için sağlık personelini bu konuda duyarlı tutacak şekilde sürekli hizmetçi eğitimlerin yapılması, Tıp Fakültesi, hemşirelik ve ebelik okullarında bağışıklama konusunda ders ve uygulamaların arttırılması, halk sağlığı alanında çalışan hemşire ve ebelerin annelere bağışıklık konusunda kapsamlı bilgiler vermeleri, halkın en çok etkilendiği kitle iletişim araçlarından televizyon ile bağışıklama konusunda daha kalıcı bilgilerin aktarılması, hastanelerin çocuk servislerine başvuran tüm çocukların bağışıklama durumlarının değerlendirilmesi ve bilgisayar sisteminin bağışıklama hizmetlerinde kullanılması önerilmiştir. 285 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı AİLELERİN SİGARA İÇMELERİNİN VE BAZI ÇEVRESEL FAKTÖRLERİN BEBEKLERDE BRONŞİT, TRAKEİT GÖRÜLME DURUMUNA ETKİSİNİN İNCELENMESİ Münevver KILIÇ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK İzmir-1991 ÖZET Bu araştırma, bebeği olan ailelerin evde sigara içme ve önlem alma davranış örüntülerini belirlemek ve bunları etkileyen etmenleri saptamak, ailelerin sigara içme davranış örüntülerinin, bebeklerde bronşit, trakeit ve diğer akut solunum yolu enfeksiyonlarının görülme durumuna etkisini incelemek, bebeklerde bronşit, trakeit görülme durumunu etkileyebilecek faktörleri ve bu faktörlerin etkililik derecelerini incelemek amacı ile yapılmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği ve Behçet Uz Çocuk Hastanesi’nin Normal Çocuk Polikliniklerinde ve 6 Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezi ile 3 Sağlık Ocağında, 15 Mart 1989 - 15 Haziran tarihleri arasında bu merkezlere gelen 10-12 aylık, 600 bebek ve annelerinin oluşturduğu bir örneklem üzerinde yapılmıştır. Araştırmada, veri toplama yöntemi olarak görüşme, kayıt ve anket formu uygulanmıştır. Bebeğe ve ailelere ilişkin tanıtıcı bilgiler, bebeklerin bir yıllık yaşamında bronşit öyküleri, ailelerin sigara içme alışkanlıklarının yer aldığı bir anket formu ve bebeği olan ailelerin evde sigara içme ve önlem alam davranışlarını belirleyici ailelerin sigara içme davranış örüntüleri skalası geliştirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik, varyans, t testi, Ki-kare (x2) ve basamaklı regresyon analizleri uygulanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; bebeklerin önemli bir çoğunluğunun (% 60.0) anne-babalarının evde içtiği sigara dumanını soludukları, pasif sigara içtikleri ve bebeği olan ailelerde babaların, annelerden daha çok sigara içtikleri saptanmıştır. Eğitim düzeyi düşük anne-babaların çalışmayan annelerin, gelir düzeyi düşük, geniş ailelerin, bebeklerini düzenli izletmeyen ailelerin evde daha fazla sigara içmeleri ve yetersiz önlem almaları sonucu bebeklerinin daha çok pasif olarak sigara dumanını soludukları bulunmuştur. Ailelerin sigara içme ve davranış örüntülerinin, bebeklerde bronşit, trakeit görülme oranının arttığı, annenin sigara içmesinin ve babanın sigara içmesinin bebeklerinde bronşit, trakeit görülme durumunu etkilediği bulunmuştur. Aileleri evde sigara içen bebeklere ile birlikte, sosyo-ekonomik düzeyi düşük, evlerinde yakıt olarak odun, kömür kullanan ailelerin bebeklerinde, erkek bebeklerde, ailesiyle aynı odada uyuyan ve ilk 4-6 ay yalnız anne sütü ile beslenmeyen bebeklerde bronşit, trakeit görülme oranı yüksek bulunmuştur. Bebeklerin bronşit, trakeit görülme durumunu etkileyebilecek faktörler birlikte değerlendirildiğinde etkililik sırası ile evde sigara içen ebeveyn sayısı, bebeğin beslenme şekli ve konut tipidir. Araştırmanın sonucunda, toplumda pasif içiciliğin önlenebilmesi için belirlenen risk gruplarına daha fazla ağırlık vererek sigaranın kapalı yerlerde içilmemesi veya özel olarak ayrılan bölümlerde içilmesi, sigara dumanın bebeklere ve insan sağlığına olumsuz etkileri 286 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri konusunda halkın bilgilendirilmesi ve gerekli eğitim programlarının düzenlenmesi ve bu eğitimi yürütecek hemşire ve sağlık ekibi üyelerine hizmet-içi ve sürekli eğitim verilmesi, ülkemizde yapı-ev içi hava kalitesi standartlarının belirlenmesi ve ev içi hava kirliliği ve etkileri üzerine çalışmaların yapılması önerilmiştir. SUMMARY This study was carried out among families with children in order to find out the changes in parents’ smoking habit, percautions they took, and the influencing factors to those changes. It was also studied how this habit influencede the incidence of bronchitis, tracheitis and other acute respiratory tract infections in babies, what the aggravating and alleviating factors were and how much those factors influenced the above mentioned disorders. The study was carried out on 600 babaies who were 10 to 12 months old and their mothers who applied to the Pediatry Clinic and the Normal Baby Care Unit at the Ege University Research and Application Hospital and the Normal Baby Care Unit at the Behçet Uz Childrens’ Hospital, to 6 Mother and Baby Health and family Planning Centers and to 3 Public Health Centers between March 15-June 15, 1989. The data were collected through interviews and questionnaires having various information questions about the babaies and parents, the signs, symptoms and history of bronchitis, tracheitis and acute respiratory tract infections in babies, and smoking habit of parents. Depending on those data, a chart was formed indicating those snoking habit changes and precautions they got. In evaluation, various procedures like percentage, variance analysis, T test, Chi –square(x2) and multiple stepwise regression analysis were used. The findings demostrated that most of the babies (60 %) inspired the smoke caused by their parents’ smoking, and became possive smokers. In addition, it was discovered that in those families fathers smoke more than the mothers. It was found that babies, those from uneduacated families, those with non-working mothers 0, those from lower-income families, those from large families, and those from the families who did not have their infants checked regularly inspired more smoke passivly as a result of their families heavy smoking habits compare to the other families and lacking cautions. It was seen that the incidence of bronchitis and tracheitis in babies was closely related to parental smoking. It was also found that the incidence was quite high among the babies of smoking parents, of lower-income families, of those who used coal and wood for heating, inmale babies, in babies who were used to sleeping in the same room as their parents and in those who were not only breast – fed in the first four to six months. When the factors leading to bronchitis and tracheitis in babies were compared. It was found that parental smoking, method of feding and type of housing were consecutively the most effective ones. As a result of this study, it could be recommended that cigarette smoking not be allowed in closed places or be allowed only in reserved ones in order to prevent those under risk of various disorders in the sociaty being possive smokers, that the population be acknowledged about the hazards of cigarette smoke on babies and public health, and that the people in the society be informed about those hazards with the help of trained health personnel. Furthermore, it could be recommended that those personnel be trained with continuous in-service training programmes, that building standards, air-conditioning forms be determined in the whole country and that new studies be done on air pollution and its negative affects. 287 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HASTANEYE AMELİYAT OLMAK ÜZERE GELEN 7-14 YAŞ GRUBU ÇOCUKLARIN KORKULARI VE HEMŞİRELİK UYGULAMALARI Vezire ALAK Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK İzmir-1993 ÖZET Bu araştırma, ameliyat olmak üzere hastaneye gelen çocukların tıbbi işlemlere ilişkin korkuları ile bunları etkileyen etmenleri incelemek amacı ile yapılmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı’na 1991 Ekim ayından 1992 Aralık ayına kadar elektrik ameliyat olmak üzere gün alıp gelen mental retarde ve psikolojik sorunları bulunmayan 7-14 yaş grubu 50 deney-kontrol grubu çocukla, norm oluşturmak amacı ile 7-12 yaş grubu 50 sağlıklı okul çocuğunun oluşturduğu 100 örneklem üzerinde yapılmıştır. Elektrik ameliyat olmak üzere gelen deney-kontrol grubu çocukların bazısı outpatient bazısı inpatient olgularından ibarettir. Sağlıklı okul çocukları İzmir İli sınırları içerisinde Bayramyeri semtinde bulunan Halitbey İlkokulu’nda okuyan öğrencilerden oluşmuştur. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak; deney-kontrol grubu çocuk ve ailesiyle ön görüşme ile tıbbi işlem korku ölçeği (CMFS) uygulanmıştır. Okul çocuklarına tıbbi işlem korku ölçeği uygulanmıştır. Deney ve kontrol grubu çocuk ve ailesiyle ameliyat sabahı ve ameliyat sonrası kontrole geldiğinde olmak üzere 2 defa görüşme yapılmıştır. Deney grubu çocuklara ameliyat sabahı ameliyatla ilgili 15 dakikalık ön bilgi verilmiş daha sonra tıbbi işlem ölçeği uygulanmıştır. Kontrol grubu çocuklara ameliyat sabahı herhangi bir açıklama yapılmamış, sadece tıbbi işlem korku ölçeği uygulanmıştır. Deneykontrol grubu çocukların annelerine çocuklarının tıbbi işlemlere ilişkin korkularıyla ilgili soruları içeren (17 itemlik) tıbbi işlemlerle ilgili anketi uygulanmıştır. Verilerin değerlen-dirilmesinde; yüzdelik, t testi ve varyans analizleri ile tıbbi işlem korku ölçeğine ilişkin güvenirlik analizleri yapılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; Ameliyattan önce ameliyatı ile ilgili ön bilgi alan deney grubu çocukların ameliyattan sonra korku puan ortalamalarında düşme görülmüş, kontrol grubunda düşme görülmemiştir. Deney-kontrol grubu çocukların annelerinin, çocuklarının tıbbi işlemlerle ilişkin korkularını bildiği saptanmıştır. Anne baba yaşının, çocuğun daha önce hastaneye yatıp yatmamasının, ailede kaçıncı çocuk olma durumunun, ameliyata girerken davranış, özelliklerinin, tıbbi işlem korku ölçeğini (CMFS) cevaplarken kullandığı kalemin renk özelliğinin, uygulanan ameliyatın türünün, çocuğun korkusundaki etkileri incelenmiştir. Ayrıca okul çocuklarının tıbbi işlemlere ilişkin korku puan ortalamalarına etki eden etmenler incelenmiştir. Deney-kontrol grubu çocukların korku puan ortalamalarıyla okul çocuklarının korku puan ortalamalarında belirgin farklılık olduğu saptanmıştır. Araştırmanın sonucunda ameliyat olacak olan çocukla ailesinin beraberce ele alınıp ön eğitim verilmesi, çocukların bilişsel gelişim düzeylerine uygun eğitim verilmesi, bu konu ile ilgili hemşire ve sağlık personeline hizmet-içi ve sürekli eğitim verilmesi ile, tıbbi işlem korku ölçeğinin daha geniş ve farklı yaş-hastalık gruplarına uygulanıp güvenirlik geçerlilik analizleri yapılması önerilmiştir. 288 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri THALASSEMİA MAJORLÜ ÇOCUĞU OLAN AİLELERİN UMUTSUZLUK VE DEPRESYON DURUMLARININ İNCELENMMESİ Selmin Şenol SEZGİN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK İzmir-1997 ÖZET Bu araştırmada TM’lu çocuğu olan ailelerin çocuklarının hastalığından etkilenimlerini gösteren umutsuzluk ve depresyon durumları incelenmiştir. TM hastalığının aile yaşamı üzerindeki etkilerinin tanımlanması, TM’lu çocuğun tedavisine devam etmeyen ailelerin devam etmeme nedenlerinin tanımlanması ve bu ailelerin profesyonel hemşirelik hizmetlerinden beklentilerinin tanımlanması amacı ile niteliksel araştırma olarak planlanmıştır. Araştırma Haziran 1995-Nisan 1996 tarihleri arasında, İzmir metropolü içinde Ege Üniversitesi Araştırma Uygulama Hastanesi, Sosyal Sigortalar Kurumu Tepecik Hastanesi ve Doktor Behçet Uz Çocuk Hastaneleri Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji ve Sağlıklı Çocuk Polikliniklerinde yapılmıştır. Bu hastanelerde TM’lu çocuğu olan ailelerden 94’ü ile yüzyüze görüşülmüştür. Aynı hastanelerin Sağlıklı Çocuk Polikliniklerine gelen sağlıklı çocuğa sahip 84 aile ile yüzyüze görüşülerek kontrol grubu oluşturulmuştur. Ailelerde hem anne hem de babalara ulaşmak hedeflenmiştir. Ancak kiniklerde daha çok annelerin çocuklarıyla oldukları gözlenlenmiş ve görüşmeler anne ağırlıklı gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmelerde, Beck Umutsuzluk Envanteri (BU), Beck Depresyon Envanteri ve demografik veriler ile beklentilerine ilişkin soruların yer aldığı anket formu kullanılmştır. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda, annelerin eğitim düzeylerinin düşük olması, gelir durumlarının giderlerden az olması, sosyal sağlık güvencelerinin olmayışı umutsuzluk ve depresyon puanlarında etkili bir değişken olduğu saptanmıştır (p<0.05). Araştırmaya katılan ailelerde akraba evlilikleri oranının yüksek bulunması (%19.1) dikkat çekici olmuştur. TM’lu çocuğu olan aileler, çocuklarının tedavilerini düzenli olarak sürdüremediklerini belirtirken (%36.5), bu değişkenin annelerin umutsuzluk ve depresyon puanlarını yükselttiği saptanmıştır (p<0.05). TM’lu çocukların bakımında güçlüklerin yaşanması annelerin umutsuzluklarını arttırdığı saptanmıştır (p<0.05). Yaşanan bakım güçlüklerinin başında ise “tedavinin uygulanmasına ilişkin problemler” belirtilmiştir (% 51). Tedaviden kaynaklanan bu problemleri aileler şöyle tanımlamışlardır; kan bulmada zaman kaybı ve kargaşa (% 50), kan transfüzyonu öncesi hemşirenin damar bulmada zorluk çekmesi (% 35) ve hemşirenin çocuğu ikna edememesi (%19.1). Bu ailelerin hemşirelerden yeterince destek alamadıkları da saptanmıştır (% 27.6). Annelerin TM’lu çocuğa sahip olmalarının umutsuzluk ve depresyon için en önemli değişken olduğu saptanmıştır (p<0.05). Sağlıklı çocuğa sahip anneler çocuklarına umutlu bir geleceğin beklediğini düşünmekte, TM’lu çocuğa sahip annelerin ise bu konuda umutsuz ve depresyona yatkın oldukları saptanmıştır. 289 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı TM’lu çocuğu olan babaların umutsuzluk ve depresyon puanlarının yükselme eğilimi gösterdiği ancak sınırlı sayıda baba ile çalışıldığı için sonucun anlamlı olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Araştırmadan elde edilen veriler doğrultusunda şu önerilerde bulunulmuştur. TM’lu çocuğun tedavisini sürdüren ekip içerisindeki hemşirelerin koruyucu, destekleyici, danışman, yönetici ve eğitici işlevlerini etkin bir şekilde gerçekleştirilebilmelerine fırsat verecek hizmet içi eğitim programlarının düzenlenmesi. Hemşirelik hizmetlerinin sunumunda etkin bir bakım için çocuğun ve ebeveynlerin her yönüyle bir bütün olarak ele alınmasını sağlayan “aile merkezli hemşirelik bakımı“ çalışmalarının başlatılması. SUMMARY In this study depression and hopelessness were used as the two parameters studied to show / document the effect of TM on families. This qualitative study was designed for the identification of the effect of TM on the family life the reasons of discontinued treatment and the experctations thsese families (with TM) from Professional nursing services. The study was carried out in İzmir Metropolitan area between June 1995 to June 1996 in Aegean University Research Hospital of Medical Faculty, Tepecik Hospital of Social Insurance Organzation and Dr. Behçet Uz Children’s Hospital, Child Hematology and Healthy Child Qutpatient Clinics. Face-to-face interviews were conducted with 94 families with TM and 84 families with healthy children were also interviewed to from a control group. The aim was to reach both parents however, it was usually the mother who accompanied the child in the hospital. Therefore, the interviews were mainly carried out with mothers. Beck Depression Scale, Beck Hopelessness Scale and questionnaire containing questions on demographic data and expectations of parents concerning questions on demographic data and experctations of parents concerning nursing services, were used in the interviews. The analysis of the data collected as above showed that mothers with only primary school education (%63.8), mothers with income less than necessary expenses (%68.5), and mothers without any coverage of social insurance systems (%12.9), (exhibited higher scores in the above stated paremeters). In other words inadequate education, insufficient income and lack of social insurance coverage were three important variables determining Beck Hopelessness Scale (BU) and Beck Depression Scale (BDI) scores (p<0.05). It is also worth mentioning that the rate of consanguineous marriages was found to be rather high (%19.1) in the study group whereas (only % 8.3 in the control group). Some families with TM children stated that they can’t continue their children’s treatment reguarly (%336,5). It was found that this variable increased the depression and BU scores in mothers (p<0.05). Also difficulties experienced in the treatment increased the BU score in mothers (p<0.05). The principle difficulty was said to be “problems associated with the implementation of the treatment“ (% 50). Namely; loss of time in finding blood and disorderly welcome in the transfusion centers. The difficulty experienced by the nurse in locating the vein in question (%35) and her inability in established a satisfying communication with the child and family (%19.1). It was found that the majority of the families could not get enough nursing support (%27.6). 290 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Mother with healthy children are full of hope concerning the future of their children (p>0.05), whereas mothers with TM children are not so optimstic about thei children’s future (p<0.05). Fathers with TM children tend to exhibit higher scores of hopelessness and depression but the limited number of fathers (n= 20) reached in this respect (p>0.05). According to the datum’s obtained from this investigator proposed these successions: Nurses, who take role a group for medical treatment of child with TM, must educate about to be effective protector, supporter, adviser, as a director and educator. “Family centered nursing care“ which supplies the integration of child and family for effective care at nursing service, must be start. 291 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı PNÖMONİSİ OLAN ÇOCUĞUN BAKIMI KONUSUNDA GELİŞTİRİLEN BAKIM STANDARDININ BAKIM KALİTESİNE ETKİSİ Candan ÖZTÜRK Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK İzmir-1997 ÖZET Bu çalışma, Pnömoni tanısı ile yatan çocuk hastaların bakımı konusunda geliştirilen bakım standardının, bakım kalitesine olan etkisini incelemek amacı ile yarı deneysel olarak yapılmıştır. 19 Kasım 1996-20 Mayıs 1997 tarihleri arasında, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Pediatri Kliniği’ne bağlı ve Bronkopnomoni tanısı ile yatırılan 30 kontrol ve 30 olgu grubu hasta, araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veri toplama araçları olarak, hastaların sosyodemografik özelliklerini saptamak amacıyla “Hasta Anket Formu“ ve sonuç kriterlerine ulaşma durumları ve ulaşılan günleri saptamak amacıyla, araştırmacı tarafından geliştirilen “Sonuç Kriterlerini Değerlendirme Ölçeği“ (İçerik Geçerliliği 0.9603’tür.) kullanılmıştır. Elde edilen veriler; ki-kare, Mann-Whitney U, Kapa, Crombach Alpha ve t testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Yapılan analizler sonucunda, kontrol ve olgu grubu hastaların sosyodemografik özelliklerinin benzer olduğu saptanmıştır. Uzman görüşleri alınarak oluşturulan Sonuç Kriterlerini Değerlendirme Ölçeği’nde 7 hemşirelik tanısı (Yetersiz Solunum ve Gaz Değişiminde Bozulma, Sıvı Elektrolit Dengesizliği, Mevcut Enfeksiyon ve Komplikasyon Gelişme Riski, Vücut Sıcaklığında Yükselme, Yetersiz Hijyen, Ankisiyete-baş etme Yetersizlik ve Bilgi Eksikliği)ve bu tanıların çözümlendiğini gösteren sonuç kriterleri yer almıştır. Yetersiz Hijyen ve Bilgi Eksikliği dışındaki tanılar, hemşirenin bağımlı girişimlerini gerektirmektedir. Bu beş tanının sonuç kriterlerine ulaşma durumu incelendiğinde, iki grup arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Hemşirenin bağımsız olarak çözümleyebileceği tanıların (Yetersiz Hijyen ve Bilgi Eksikliği) sonuç kriterlerine ulaşılma durumları, çalışmanın en önemli bölümünü oluşturmaktadır. Sonuç kriterleri temel alınarak gerçekleştirilen oldukça sınırlı hemşirelik çalışmalarında; eğitim ile ilgili kriterler, ulaşılmak hedefler olarak belirlenmiştir. Yapılan analizlerde, Yetersiz Hijyen tanısının ve Bilgi Eksikliği tanısının (“Balgamın etkin olarak nasıl çıkartılacağını bilir” kriteri dışındaki) tüm kriterlerine olgu grubu hastalar farklılıkla ulaşılmışlardır. (p < 0.01). Sonuç kriterlerine ulaşılan gün ortalamalarına bakıldığında; AnksiyeteBaş etmede Yetersizlik tanısının “Çocuk/refakatçide, huzursuzluk ve ağlama nöbetleri yoktur.” (P < 0.05), Yetersiz Hijyen tanısının “Yatak ve çevre düzeni sağlanmıştır(p<0.01). kriterlerine ulaşılan gün ortalamaları, olgu grubu hastalarda anlamlı olarak daha kısa bulunmuştur. Bilgi Eksikliği tanısının dört kriterine kontrol grubunda ulaşan hasta olmadığından, olgu grubu hastaların daha kısa sürede ulaştıkları ifade edilebilir. Örneklemi oluşturan hastaların hastane kalma süreleri arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır. Araştırmadan elde edilen bulgular, standart bakım planı kullanmanın, hastaların, özellikle bağımsız hemşirelik aktiviteleri gerektiren sonuç kriterlerine, daha kolay ve daha kısa sürede ulaşmalarına yardımcı olduğu, görüşünü desteklemektedir. 292 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Anahtar Kelimeler: Hemşirelik standartları, bakım standardı, uygulama standardı, sonuç kriterleri, standart bakım planı, bakım kalitesi. SUMMARY This study, contributes care Standard developed for hospitalized pediatric patients diagnosed as Pneumonia and aimed to investigate the effect of care standard with care quality as quasi– experimental manner. Between November 19,1996 May 20,1997, 30 pediatric patients diagnosed as Pneumonia and Bronchopneumonia after hospitalisation at Dokuz Eylül University Hospital Pediatrics Department and the other 30 as the control group to from the sampling group fort he study. For data collecting a “Patient Questionnaire Form“ is developed by the searcher aimed to determine the socidemographic features fort he patients,and an “Evaluation Scale of Outcome Criteria””(content validity was 0.9603)for occasions attaining outcome criteria and attained days. Data collected is evaluated by using Chi-squared, Mann-Whitney-U, Kapa Crombach Alpha and t test. After analysis, it’s determined that socio-demographics features among case and control group are similar. Evaluation scale of outcome criteria supervised by experts of the subject, consist of 7 nursing diagnosis. (1 Impaired gas Exchange and Inffective airway clearrance 2. Fluid and electrolyte İmbalance 3. Risk of recent enfecttion and complication 4.Hyperthermia 5. Inadequate hygiene 6.Inffective child/family coping with anxiety 7. Knowledge deficit) and outcome criteria that shows these diagneses is solved take part. Apart from the Inadequate Hygience and Knowledge Deficit, dependant enterprise of the nurse is needed.When attaining of outcome criteria searched, there isn’t any significant difference in these two groups. The diagnoses (Inadequate Hygiene and Knowledge Deficit) the attained states of outcome criteria, which can be analysed by the nurse independently, takes the part of major section of the study. In the rather limited nursing researchs were outcome criteria take place as the basis, criteria about education, appears to be targets to reach. In the analysis, all criteria about the diagnoses of inadequate hygiene and knowledge deficit (except from the criteria “He knows how to get rid of the sputum”), the patients in the case group reach significant difference (p< 0.01) On looking averages of attained day outcome criteria; average attained day about the diagnosis in Inffective Child /Family Coping With Anxiety “There isn’t any uneasiness and crying onset in the in the child / accompany “ (p <0.05), the diagnosis about Inadequate Hygiene “<The order of bed and environment is obtained “ is found significantly shorter in the patient case group (p<0.01). As there is no patient in the control group that can reach to the four criteria of Knowledge Deficit diagnosis, it can be said that patients in the case group can reach shorter period. There isn’t any significant difference between hospitalisation periods among the patients who formed the sampling group. The findings that obtained from the study support the idea that to use a standart care plan helps to reach outcome criteria which especially require independent nursing activities of the patients in an easire method and a shorter time. Key words; nursing standarts, Standard of care, Standard of practice, outcome criteria, Standard care plan, quality of care. 293 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı MALATYA İL MERKEZİNDE BEBEKLERİN BESLENMELERİNİN BÜYÜME VE GELİŞMELERİNE ETKİSİ Şenay OK Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Zeynep CONK İzmir-1999 ÖZET Bu araştırma, 12 aylık bebeklerin beslenme, büyüme-gelişme durumlarını saptamak, beslenmenin büyüme-gelişimlerine etkisini incelemek amacıyla yapılmış, tanımlayıcı kesitsel tipte bir alan araştırmasıdır. Araştırmanın evrenini, Malatya il merkezinde, fiziksel özrü olmayan, sağlıklı Mart 1997 doğumlu bebekler oluşturmaktadır. Örneklem alınmamıştır. Malatya il merkezindeki Sağlıklı Ocaklarına gidilerek Ev Halkı Tespit Fişlerinden 01-31/ 1997 doğumlu bebeklerin sayıları çıkarılmıştır. Buna göre evren sayısı 289, denek sayısı ise 206’dır.Araştırmaya katılma oranı % 89.9’dur. Veri toplama tekniği olarak, anket formu, 12 aylık bebeklerin gelişim durumlarını ve yapılan ölçümler kullanılmıştır. Anket evlere gidilerek, yüz yüze görüşme yöntemi ile yapılmıştır. Anket formunda; ailenin yapısı ve bebeğin doğumu, beslenmesi, büyüme-gelişmesi ile ilgili sorular yer almaktadır. (Ek I). 12 aylık bebeklerin büyüme durumları (kilo, boy baş çevresi) Olcay Neyzi ve arkadaşlarının geliştirdiği büyüme persantil eğrileri kullanılarak araştırmacı tarafından değerlendirilmiştir. Araştırmanın uygulama süresi 01.03.1998 -31.03.1998 tarihleridir. Bebeklerin büyümelerini değerlendirmek için standardize edilmiş olan el kantarı ve mezura ile ölçümler yapılmıştır. Araştırmadaki ailelerin sosyo-ekonomik durumunu saptamada, DİE Genel Müdürlüğü’nün Malatya il merkezi sosyo-ekonomik tabakalaması kullanılmıştır.(Ek III). Araştırma verileri, araştırmacı tarafından bilgisayarda SPSS for Windows (6.01) istatistik paket programında girilmiş, tanımlayıcı istatistiksel ile iki ortalama arasındaki farkın önem testi, tek yönlü varyans analizi ve ki-kare testleri kullanılmıştır. Kız ve erkek bebeklerde doğum kilosuna, boyuna göre istatistiksel fark erkek bebekler lehine anlamlı bulunmuştur. (p<0.05). Baş ve göğüs çevresine göre fark anlamlı olmamasına (p>0.05) rağmen oransal farklılık erkek bebekler lehinedir. Kız ve erkek bebeklerde 12 aylık kilosuna, boyuna göre fark yine erkek bebekler lehine anlamlıdır. (P<0.05). Göğüs çevresine göre fark fark anlamlı olmamasına (p>0.05)rağmen oransal erkek bebekler lehinedir. Malatya il merkezinde 12 aylık kız bebeklerin kilolarına göre persantil dağılımları birinci, ikinci ve üçüncü çoğunluk olarak sırasıyla %22.6’sı %50-75, %14.3’ü %50’i %90 persantilde ve %3 bebek ise %3 ‘ün altındadır. Erkek bebeklerin ise %22.8’i %50 ,%18.1’i %25 -50 ,%17.3’ü %75 persantilde ve dağılımları %21.1’i %25-50 ve %50-75, %15’i %50, %9’u %10 -25 persantilde ve %1.5 bebek ise %3’ün altındadır. Erkek bebeklerin ise %30.7 ‘si %50, %11.8’i %25, %25-50 persantilde ve %1.6 bebek ise persantilin altındadır. Araştırma sonucunda annelerin anne sütüyle beslenmenin önemi, bebek beslenmesi, bebek büyüme-gelişmesi hakkında bilgi almaları, bebeğin büyüme gelişmesini etkilemiştir 294 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri (p<0.05). Annenin bebek büyüme-gelişmesi hakkında bilgi alması, bebeğin sağlık kontrolüne götürmesini olumlu yönde etkilediği saptanmıştır (p<0.05). Sonuç olarak, çocukların sağlığını korumakta çok önemli bir yeri olan büyüme–gelişmesi izlemesi uygulamasının hizmeti sunacak sağlık görevlilerinin; bu konuda bilgili, deneyimli ve bireysel yaklaşımlarında aileleri etkileyici olmaları gerektiğinden; bu konuda detaylı, uygulamalı, sürekli eğitim programları düzenlenmesi önerilmiştir. SUMMARY This study has been carried out to determine the statue of twelve months infant’s feding, growth and development and to examine the effects of nutrition on growth-development of infants. The study is a field research defining cross- sectional. The concent of this study is the infants who were born in March 1997 and undisable and healthy infants in the center of Malatya. Sampling was not taken. I went to Health Centers in the centre of Malatya and I took out the numbers of infants born between March 1st, 1997 and March 31 st, 1997 from the Household Determining Cards. According to these cards, the content of study was 289 infants and the number of informant is 260. Participant rate of this study is 89.9%. The questionnaire form and the situation of twelve-month old infants and measurements was used as a technic of collecting data. The questionnaire was done by meeting face to face method in their houses. There are questions about the statue family, the birth of infants,their nutrition and growthdevelopment in the questionnaire form.The growth situations (weight, height, head circumference) of twelve-month old infats have been evaluated by researcher using the growth percentile curve which was developed by Olcay Neyzi and her friends. The appliying period of this study is between March 1st 1998 and March 31st, 1998 Measurements were done with Standard hand scales and measure items, in order to ases the growth of infants. Socio-economic classiication items of State Statistic institution fort he center of Malatya were used for determining soio-economic statue of families in the study. Data of the study was studied with SPSS for Windows (6.01)statistic package programme of the computer. The defining statistic test of significant deffirence between the two averages, variation analysis with one direction and Chio-square significant test were used fort he evaluating the data of the study. Statistical difference according to birth weight and height of boy and girl infants has been found meaningful in favour of boy infant (p<0.05). Although the differance according to the circumference of head and chest is not meaningful rational difference is in favour of boy infants (p>0.05). Statistical difference according to twelve-month old boy and girl infants’ weight, has been found meaningful in favıur of boy infants’ (p<0.05). In spite of difference according to chest circumference is not meanigful, rational difference is in favour of boy infants. The distibution of percentile of twelve-month old girl infants’ weight as the first, second and third in Malatya province are those figures, respectively, 22.6% of infants are at 50 -70% percentile, 14.3% of infants are at 50% 10.5% of infants are at 90%, and 3% of infants are under 3% percentile. As for boy infants, 22.8% of them are at 50% percentile, 18.1% of infants are at 25-50% percentile, 17.3% of infants are ata 75% percentile 0.7% of them are under 3% percentile. The distibution of percentile of twelve-month old girl infants’ height are those figures 21.1% of girl infants are at 25-50% and 50-75% percentile, 15% of them are at 50%, 9% of infants are at 10 -25% and 1.5% of infants are under 3% percentile. As for boy infants, 30.7% of infants are at 50% percentile, 11.8% of infants are at 25% percentile, 11% of infants are at 25-50% percentile and 1.6% of infants are under 3%. 295 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı At the of this study, mothers’ getting informations about the significantof breast-feeding, infants feedings and growth and development of infants effected the growth-development of infants It was determined that effect the growth-develoment of infants effected positively for taking infants to the health controls (p<0.05). As a result, fort he need of health staff who present the application of following up the growthdevelopment which is very important in protecting the health of infants must be educated, experienced and effective fort he families by the individual approaching; the arraging of continuous education programmes which are datailed, demostrated about this subject are advised. 296 KADIN SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZLERİ Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 298 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri HASTANEDE MİADINDA CANLI DOĞUM YAPAN KADINLARIN BEBEK DOĞUM AĞIRLIĞI İLE PLASENTA AĞIRLIĞI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ Cahide BEYCAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aynur SARUHAN İzmir-1988 ÖZET Bu araştırma, hastanede miadında canlı doğum yapan kadınların sosyo demografik özelliklerini belirlemek, bebeklerin doğum ağırlığı ve plesenta ağırlığını saptamak ve bunlara etkisi olduğu düşünülen bazı sosyo-kültürel, biolojik faktörlerin ilişkisini incelemek ayrıca plesenta ağırlığı ile bebek doğum ağırlığı arasındaki ilişkiyi saptamak amacıyla, tanımlayıcı, kesitsel ve alan çalışması olarak yapılmıştır. Araştırma, 1 Eylül-15 Ekim tarihleri arasında S.B. İzmir Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi’nde olasılıksız örneklem yöntemi ile seçilmiş 400 kadın üzerinde yapılmıştır. Kronik hastalığı, riskli gebeliği olan kadınlar ile sezeryan olan kadınlar araştırma kapsamına alınmamıştır. Araştırma veri toplama yöntemi olarak; anket formu ile görüşme, bebeğe ve plesentaya yönelik ölçme yöntemi uygulanmıştır. Düzenlenen anket formunda araştırma kapsamına alınan kadınlarla ilgili tanıtıcı bilgiler, doğurganlık durumları, son gebeliği ile ilgili bilgiler, kadınların plesenta ağırlığı ve bebeklerinin ağırlığı, boyu, baş ve göğüs çevresi (antropometrik) ölçümleri yer almıştır. Araştırma verilerinin değerlendirilmesinde; sayı ve yüzdelik hesapları, t testi, varyans analizi ve korelasyon testi kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; kadınların yaş ortalaması 23.93, ilk evlilik yaş ortalaması 19.12 ilk gebelik yaşı ortalaması 19.64, gebelik sayısı ortalama 2.33, gebelik aralığı multiparlarda ay olarak ortalaması 30.44’tür. Bebeklerin; doğum ağırlığı ortalaması 33.70 cm, göğüs çevresi ortalaması 33.77 cm ve kadınların plesenta ağırlığı ortalaması 644.93 gr olduğu saptanmıştır. Araştırmada kadınların %66.4’ünün en uygun doğurganlık yaşı olan 20-29 yaş grubunda olduğu, kadınların %61.2’sinin ilkokul mezunu, kadınlarda okur-yazarlık oranı %83.8 olduğu, kadınların eşlerinin %65.2’sinin ilkokul mezunu, eşlerin okur-yazarlık oranı %98.7 olduğu, kadınların %54.7’sinin gelirlerinin giderlerinden az olduğu, kadınların ancak %7.0’sinin çalıştığı ve çalışanların da %50.0’ının tarım işçisi olarak çalıştığı, kadınların %34.5’inin sosyal güvencesi olduğu, sosyal güvencesi olanların da %33.3’ünün yeşilkart sahibi olduğu saptanmıştır. Araştırmada; kadınların %47.7’sinin ilk evlilik yaşı 19-24 yaş, %39.2’sinin ise ilk gebelik yaşı 18 yaş ve daha küçük olduğu, kadınların %43.5’inin ilk gebeliği olduğu, multipar kadınların % 33.2’sinin gebelik aralığının 12 ay ve daha kısa olduğu, kadınların %61.1’inin düşük yapmadığı saptanmıştır. Kadınların son gebeliğinde %69.5’inin gebeliği istediği, %96.2’sinin antenatal bakım aldığı, antenatal aldığı, antenatal bakım alanların da; %49.2’sinin antenatal bakım sayısının beş ve 299 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı daha az ve %40.0’ının antenatal bakım Sağlık Ocağı ve Ana Çocuk Sağlığı’nda çalışan ebe ve hemşirelerden aldığı, kadınların ancak %27.4’ünün gebeliğinde beslenmesine dikkat ettiği, %76.0’ının gebeliğinde sigara kullanmadığı, kadınların %72.5’inin gebeliğinde demir preparatı kullandığı, demir preparatı kullananların; %43.8’inin demir preparatını bir ay ve daha kısa süre kullandıkları,%76.9’unun demir preparatını düzenli kullandıkları ve ancak %18.6’sının kullanım şeklinin doğru olduğu, kadınların %53.2’sinin gebeliğinde vitamin kullandığı, vitamin kullananların; %45.5’inin vitaminli bir ay ve daha kısa süre kullandıkları,%76.5’inin de vitamini düzenli kullandıkları, kadınların %88.5‘inin gebeliği süresince yaşamlarının etkileyebilecek bir olay yaşamadıkları saptanmıştır. Araştırmada, miadında canlı doğan bebeklerin; %51’inin erkek, %45.2’sinin 3000-3498 gr. ağırlığında, %55.2’sinin 50-52.2’sinin 50-52.5 cm uzunluğunda olduğu saptanmıştır, %79.2’sinin baş çevresinin 34.5cm ve daha az, %47.0’ının göğüs çevresinin ise 33-34.5 cm olduğu, kadınların %64.7’sinin plesenta ağırlığının 450-700 gr olduğu görülmüştür. Araştırmada; kadınların yaşı, gebelik sayısı ve doğum sayısı arttıkça bebek doğum ağırlığı ve plesenta ağırlığının da arttığı, bebeklerin; boy uzunluğu, baş çevresi ve göğüs çevresinin ölçümlerin arttıkça bebek doğum ağırlığı ve plesenta ağırlığının da arttığı, kadınların son gebeliğinde kullandıkları sigara sayısı azaldıkça bebek doğum ağırlığı ve plesenta ağırlığının arttığı, gözlenmiştir. Ayrıca kadınların son gebeliğinde; gebelik aralığı 25 ay ve üzerinde, beslenmesine dikkat eden, sigara kullanmayan, vitamin kullanan, gebeliğinde yaşamlarını etkileyebilecek tarzda bir olay yaşamayan ve bebeklerinin cinsiyeti erkek olan kadınlarda bebek doğum ağırlığı ve plesenta ağırlığının da yüksek olduğu, kadınların son gebeliğinde aldığı kilolar artıkça bebek doğum ağırlığının da arttığı gözlenmiştir. Araştırma sonucunda; kadınların bebeklerinin doğum ağırlığı ve plesenta ağırlığı ile kadınların yaşı, kadınların gebelik sayısı, bebeklerin boy uzunluğu, bebeklerin baş çevresi ve bebeklerin göğüs çevresi arasında (+) pozitif korelasyon saptanmıştır. Yapılan diğer istatistiksel analizlerde ise; kadınların bebeklerinin; boy uzunluğu, baş çevresi ve göğüs çevresinin bebek doğum ağırlığı ve plesenta ağırlığı üzerine etkisi olduğu, kadınların; yaşı, gebelik sayısı, doğum sayısı, son gebeliğinde aldıkları kilo ve gebeliğinde sigara kullanma durumunun bebek doğum ağırlığı üzerine etkisi olup, plesenta ağırlığı üzerine etkisi olmadığı saptanmıştır. Ayrıca kadınların; eğitim durumu, gelir durumu, gebelik aralığı, düşük yapma durumu, son gebeliğinde; antenatal kontrole gitme sayısı, beslenmesine dikkat etme durumu, günlük kullanılan sigara sayısı, demir preparatını kullanma süresi, yaşamlarını etkileyebilecek bir olay yaşama durumu ve kadınların bebeklerinin cinsiyetinin bebek doğum ağırlığı ve plesenta ağırlığı üzerinde etkisi olmadığı saptanmıştır. Sonuçta, kadınların plesenta ağırlığının bebeklerinin doğum ağırlığını etkilediği, kadınların plesenta ağırlığı arttıkça bebek doğum ağırlığının da arttığı saptanmıştır. Araştırmanın bu sonuçları doğrultusunda; kadınların plesenta ve bebeklerinin fizyolojik gelişimlerini daha iyiye götürerek sağlıklı bir nesil ve sağlıklı bir toplum elde etmek amacıyla kadınların ilk gebelik yaşlarının yükseltilmesi, gebelik aralığının uzatılması, aşırı doğurganlığın önlenmesi gerekmektedir. Bunun için kadınların eğitim düzeylerinin, sosyo-ekonomik durumlarının, evlenme yaşlarının yükseltilmesi ve iş gücüne katılımların arttırılması sağlan-malı, ayrıca kadınlara ana ve çocuk saplığına yönelik (gebelik yaşı, gebelik aralığı, gebelik sayısı, sağlıklı gebelik ve sağlıklı bebek bakımı v.b) kapsamlı saplık eğitimi verilmelidir. Saplık eğitiminde kitle iletişim araçlarının desteği sağlanarak ana ve çocuk sağlığı eğitimi yaygınlaştırılmalıdır. 300 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY This scientific resuch is made to determine the socio-demographic characteristics of the women who give birth in matured time, to determine the weight of the child and the plecenta and to state some other factors such as socio-cultural, biological, that are thought to influence the child and the placenta. In addition to those abowe to determine the relation between the weight of the child and the placenta the resuch will be descriptive and taking in to acount a particular area and people. The investigation is made upon 400 women who were choosen in İzmir Jinecolojy and Obstetricy Hospital during the date of September 1st and October 15. The women who had chronical deseises, risked pregnancies and those who had sezerian section before were not included in this scientific resuch. İnterwiew with ankets and measuring the weight of the child and the placenta were the data surch methods in this scientific resurch. In the anket there are introductury information about the women included in the surch, their previous births, their last birth, the weight of the placenta and the child, the height of the child, the head circle lenght and antropometric measurements. Number and persentage accounts, t test, varrians analizes and corelation test were used in the assessment of the datas. According to the results of the resurch; the average rate of the age of women is 23.93, their first marriage age average rate is 19.12, the first pregnancy age average 19.64, the number of pregnancy average rate 2.33, the period between two pregnancies 30.44 months. Children’s the average of the birth weight is 3286.05 gr, height 50.08cm, head cirde lenght 33.70 cm, breast circle lenght is 33.37 cm and of the weight of the placentas is 644.93gr. In the surch: the best age for fecundity is between 20-29.The %61.2 of the women had graduated from primary school, the literacy rate is %83.8, the %65.2 of their husbands are primary school graduated and their literacy rate is %98.7. The income of %54.7 of the women is less than their expenditures, only %7.0 of them work and %50.0 out of them work in agriculture, %34.5 of the them have social security and %33.3 out of them have gren cards. In the resurch, %47.7 of the woman’s first mariage age is 19-24, %39.2 of their first pregnancy age is 18 and less. %43.5 of them are first pregnancies. The time between the previous and that pregnancy of the %33.2 of the multipars is 12 months and less. %61.1 of them had never had spontaneous abtortions. Woman in tgheir last pregnancies: %69.5 of them wanted that child, %96.2 of them accepted antenatal care, and %49.2 of those who had antenatal care accepted it only five or less that five times. %40.0 of them had it from the maternity nurses. Only %27.4 of them gave importance to their nutriments during the pregnancy %76.0 of them did not use cigarettes, %72.5 of them used Fe preparetes and %43.8 of them used it only for a mont hor less than a month %76.9 of them used it regularly and only %18.6 of them know the right way to use it. %53.2 of the women used vitamnins during vitamins regularly. %30.5 of the women gained more than the ordinary weight during their pregnancy. %88.5 of them did notexperienced an event that could effect negatively their pregnancy. In the resurch, the children that were burn in their matured time alive;% 51 of them male, %45.2 weight between 3000-3498 gr, %55.2 are height between 50-52.5 cm. The head circle lenght of %79.2 of them is 34.5 cm and less. The breast circle of %47.0 of them is 33-34.5 cm. The weight of the placenta of %64.7 of the women is between 450-700 gr. When the age of the women increases, their pregnancy number and birth number increases according to this the weight to the child and the weight of the child and the weight of the placenta 301 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı also increases. When the height of the head circle lenght and breast circle lenght increases the weight of the child and the placenta also increases. When the smoking rate of cigarettes in last pregnancy decreases the weight of the child and the placenta increases. Besides in their last prognancy; when the time between the last and the previous pregnancy is 25 months and more, when they cared about their nutriments, when did not smoke cigarettes, when took vitamins, when did not experience an event to effect their pregnancy and those who had male children have their children have their children and placentas weights higher. When women gain more kilos than the ordinary in their last pregnancy the weight of child in birth is also higher. As a result of this resurcch; there is a positive corelation between the weight of the child and plecanta and the age, the number of pregnancy, the head and breast circle lenghts and the height of the child. According to order statistical analyses; these women’s children’s height, head and breast circle lenght have effects on the weight of the child and the plecenta, women’s age, pregnancy number, birth number, the kilos they gained in their last pregnancy and the cigarettes they smoked during the pregnancy have effects on the weight on the child, but not on the placenta. Also the weight of the placenta is not effected at all by the education, economical conditions, the time between two pregnancies, abortional conditions; in the last pegnancy: whether these women accepted antenatal care, whether they cared about the nutriments, the number of sigarettes smoked during the day, Fe preparates and the time they used it, whether they used vitamins and the time they used it, whether they experienced an event that could effect their pregnancy and the sex of the child do no effect the weight of the child and the placenta. Consequently the weight of the placenta effects the weight of the child, when the weight of the placenta increases the weight of the child also increases. According tho these results of the resurch; in order to improve phisiologically women’s children and placentas health and to have a healthy generation and healthy society women’s first pregnancy age must be uplifted, the time between two pregnancies must be lenghtened and over fertility must be decreased. In order to achieve these the education, the socio-ecnomocial conditions have to be improved. The first marriage age also must be uplifted, they have to take part in the outside world as workin people. Also related with the women and children’s healt (pregnancy age, the time between pregnancies, pregnancy number, healthy pregnancy and child care e.t.c) women must accept health education. In order to spread women and child health education the means of mass communication must be used as a support in the health education. 302 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ADOLESANLARDA MENSTRUEL DÖNEME İLİŞKİN ÖZELLİKLERİN VE NORMAL DIŞI GENİTAL AKINTI DURUMUNUN İNCELENMESİ Ayşe IŞIK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Elçin ERDOĞAN İzmir-1989 ÖZET Bu çalışma, adolesan dönemi kız öğrencilerin genital hijyene ilişkin tutumlarını, menstruasyon dönemi yakınmalarını, normal dışı genital akıntı durumlarını ve genital akıntı yakınmalarına neden olan faktörleri incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi’ne bağlı Edebiyat Fakültesi, Fen Fakültesi, Ziraat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Basın Yayın Yüksek Okulu ve Su Ürünleri Yüksek Okulu’nda, 1988-1989 öğretim yılı birinci sınıf kız öğrencileri üzerinde, 22 Mayıs 1989 ile 19 Haziran 1989 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırma evreninin, bu altı bölümle sınırlandırılmasının nedeni, sağlık ile ilgili eğitim veren bölümlerin araştırma sonuçlarını yanıltabileceği düşüncesinden ve diğer bölümlerdeki kız öğrenci sayısının az olmasındadır. Veri toplama aracı olarak anket formu kullanılmıştır. Anket formunun içeriğinde, öğrencilerin; sosyo-demografik özelliklerine, menstruel periyodlarına ilişkin özelliklerine, genital hijyen ile ilgili uygulamalarına, menstruel dönem yakınmalarına, normal dışı genital akıntı durumlarına ilişkin sorular bulunmaktadır. Örneklem oluşturulurken, ulaşılabilen sayıda ve gönüllü olan 822 öğrenci alınmıştır. Anket formu, öğrenciler tarafından doldurulmuştur. Elde edilen verilerin yüzdelik dağılımları tablolanmış ve araştırmanın bağımlı değişkeni olarak incelenen “normal dışı genital akıntı”nın çeşitli bağımsız değişkenlerle olan ilişkisi KHİ-KARE önemlilik testi ile analiz edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda; öğrencilerin genital hijyene ilişkin bazı uygulama hataları olduğu (%68.49 öğrenci tuvalete girmeden önce elini yıkamakta, %44.77 öğrenci mensturasyon sırasında kullandığı materyali değiştirmeden önce elini yıkamamakta, tuvaletten sonra taharetlenen yani genital bölgesini yıkayan öğrencilerin sadece %22.04’ü bunu doğru şekilde uygulayıp, diğerleri doğru uygulanmakta); öğrencilerin %75.06’sının menstruasyon sırasında yakınmalarının olduğu ve bu yakınma türleri arasında da %58.76 oranı ile ilk sırada bel-kasık karın ağrısının yer aldığı saptanmıştır. Öğrencilerin %35.89’unun daha önceki yaşlarda, %21.65’inin ise araştırmanın yapıldığı anda normal dışı genital akıntısının olduğu saptanmıştır. Yapılan analizler sonucunda, öğrencilerin annelerinin eğitim düzeyi, ailelerin gelir-gider durumları, yaşadıkları yer, tuvaletten sonra genital bölgenin yıkanma (taharetlenme) durumu ile genital akıntı görülme durumu arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak öğrencilerin konuyla ilgili belirli düzeyde eğitim gereksinimleri olduğu saptanmıştır. Bu nedenle, gereksinim duydukları konularda eğitim programlarının düzenlenmesi, adolsen kızlara yönelik sağlık danışmanlığı merkezlerinin kurulması ve bu hizmetlerin yürütülmesinde hemşirelerin aktif olarak rol almaları, adolesanların karşılaştıkları sorunların çözümünde yararlı olacağı düşünülmektedir. 303 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı LİSANS EĞİTİMİ YAPAN 18-25 YAŞ ARASI SPOR YAPAN VE YAPMAYANLARIN VÜCUT YAĞ ORANLARI İLE MENSTRÜEL YAPILARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ARAŞTIRILMASI Neriman TATAR SOĞUKPINAR Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1993 ÖZET Bu çalışma spor yapmanın vücut yağ oranı üzerinde ne türde bir etki yarattığı, vücut yağ oranının menstrüel yapıda oluşturduğu değişiklikler ve menstrüel yapı üzerinde etkide bulunabileceği düşünülen bazı sosyo-demografik faktörlerin etkisini ölçmek amacıyla yapılmıştır. Deneysel olarak araştırma, Ege Üniversitesi’ne bağlı Hemşirelik Yüksekokulu ile Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi’ne bağlı Beden Eğitimi ve Spor Bölümü’nde, 1991-1992 öğretim yılında 18 Şubat 1992 ile 20 Mart tarihleri arasında yapılmıştır. Veri toplama için üç ayrı yol kullanılmıştır; a. Öğrencilerden plazma total kolestrol, trigliserid değerleri ile endokrinolojik olarak menstrüel siklusların fazları dikkate alınarak Folikülü Stimüle Hormon (FSH), Luteinizan Hormon (LH), Estradiol (E2), Progesteron (P4) hormonlarının tetkiki, Her öğrencinin hematokrit değerlendirmesi, b. Her öğrencinin boy ve kilo ölçümleri yapılmış, vücut yağ oranı için deri kıvrımı kalınlığı ölçülmüştür. c. Son olarak ise; her iki grup için kişisel ve sosyo-demografik bilgiler, menstrüel kanama ile ilgili bilgiler, çalışma grubu için sportif faaliyetler ile ilgili bilgiler içeren anket formu doldurulmuştur. Örneklem oluşturulurken, her okuldan gönüllü olan 25’er öğrenci ile toplam 50 öğrenci alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; ki-kare, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) ve varyans analizi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda, kontrol grubunda vücut yağ oranı ortalaması %21.58, çalışma grubunda %18.16 olarak bulunmuştur. Serum trigliserid ortalaması kontrol grubunda %80.5 mg/dl iken, çalışma grubunda %72.8mg/dl olarak saptanmıştır. Diğer bir lipid komponenti olan total kolestrol ise kontrol grubu için %170.5mg/dl, çalışma grubu için %180.6mg/dl olarak elde edilmiştir. Grupların serum gonadotropin değerleri (FSH, LH) ile ovaryum hormanlarının olan Estradiol ve Progesteron (E2, P4) hormonlarının değerleri arasında önemli düzeyde farklılık bulunmamıştır. Ancak çalışma grubunda foliküler faz evresinde FSH, LH, E2 hormonları kontrol grubuna göre yüksek bulunmuş, P4 hormonu ise düşük bulunmuştur. Luteal faz evresinde ise FSH, E2, P4 hormonları çalışma grubunda daha yüksek bulunmuştur. Menstrüel siklus süresi düzensiz olanlar kontrol grubunda %8.00, %20.00 olarak saptanmıştır. 304 çalışma grubunda Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Anne-kızkardeş menarş yaşı, vücut ağırlığı, boy uzunluğu, vücut yağ oranı ile menstrüel yapı arasında anlamlı ilişki elde edilirken, serum yağ değerleri ve hematokrit değerleri ile anlamlı ilişki bulunamamıştır. Ayrıca çalışma grubu için puberte öncesi spora başlama ile geç menarş arasında önemli bir ilişki elde edilmiştir. Çalışma grubunda puberte öncesi spora başlayanlarda siklus süresinin daha uzun, kullanılan ped sayısının daha fazla olduğu görülmüştür. Spor yapılan sürenin uzaması ile dismenore problemininde gittikçe azalması dikkat çekicidir. Sonuç olarak; sportif aktivite ile öğrencilerde menstrüel yapı ile ilgili olumlu ve olumsuz etkiler oluştuğu gözlenmektedir. Bu nedenle, sportif eğitim veren okullar yada spor kuruluşlarında sağlık danışmanlığı birimlerinin kurulması genç kızlarımız ile kadınlarımızın bu konudaki gereksinimlerinin karşılanmasını sağlayacaktır. Bu hizmetlerin yürütülmesinde de hemşirelerin aktif rol oynamalarının yararlı olacağı düşünülmektedir. SUMMARY This study was carried out to find out the effects of physical training on the body fat percentage over the menstrual pattern and also deciding the effects of some other sociodemographic factors which can be effective on the menstrual pattern. The research was planned experimentally and performed in the Nursey High School of Aegean University and in the physical Training and Sport Depertment of the Buca Education Faculty (of September 9, University). This research was accomplished in the 1991-1992 educational year between the dates 18 Feb.-20 Mar.1992. Three different methods were used to obtained the datas; a. Follicle-Stimulating Hormone (FSH),Luteinizing Hormone (LH), Estradiol (E2) Progesterone (P4) Hormones were examined by giving attention to the menstrual cycle phases endocrinologically, and also the taken from the students to obtain dates. Finding out the hematocrit values of each student.. b. The heights and weights were measured,the skinfold thickness fort he body fat percentage was measuredç c. Finally, a questionnaire was filled out containing personal, socio-demographic and menstruation dates, and datas regarding physical activities fort he working group.Totally,50 students were included in the questionnaire. (25 students for each school). For statistical analysis of survey data; khi-square, the importance test(t test), between the 2 averages and analysis of variance methods wer used. At the end of the research, the following datas were obtained. The average body fat percentage of the control groups is 21.58% and 18.16%, fort he working group. The average of serum triglyceride fort he control is 80.5% mg/dl, and fort he working group is 72.8% mg/dl. The rate of total cholesterol which is another lipid component was 170.5% mg/dl fort he control group and 180.6% mg/dl fort he working group. There’s not a significant difference between the two group’s gonadotropins (FSH, LH) and that are ovarian hormones, Estradiol, Progesteron (E2, P4) values. However, the FSH, LH and E2 hormones of the working group were found higher than the control group in the follicular phase. In addition the P4 hormone was found lower than the control group. In the luteal phase; FSH, E2 and E2 and P4 hormones were higher in the working group (only the LH values was found lower). The disorderness in the menstrual period was found as 8.00% fort he control group and 20.00%, fort he working group. 305 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı While there is a significant relationship between the mother-sister menarch age, the weight, the height, the body fat percentage and the menstrual pattern; no significant relationship existed between the serum fat values and the hematocrit values. In addition fort he working group an important relationship was acquired between prepubertal training and late menarche. The cycle period was longer in those who had a physical activity before pubberty althought the number of the pads that used were more. And also it is interesting that as the period got longer for physical activity, the problem of dysmenorrhea got lessened. As a result; some positive and negative effects have been observed about the menstrual pattern over the provide these necessities of our girls and women, an information unit should be planned in the medical organizations and in the schools giving physical training. It’s thought that while performing these services, it’ll be very useful fort he nurses to take up effective roles. 306 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İZMİR METROPOLÜ, ANA ÇOCUK SAĞLIĞI VE AİLE PLANLAMASI MERKEZLERİNDE ÇALIŞAN EBE VE HEMŞİRELERİN JİNEKOLOJİK KANSERLERİN ERKEN TANISI VE KORUNMASI KONUSUNDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİ VE UYGULAMALARININ İNCELENMESİ Nursen Demirel BOLSOY Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN İzmir-1996 ÖZET Araştırma, erken tanı ve korumanın çok önemli olduğu çağımızda en ölümcül hastalıklardan biri olan jinekolojik kanserler hakkında, hizmeti götürecek olan ebe ve hemşirelerin bilgilerini, uygulamalarını ve tutumlarını saptamak amacı ile planlanmıştır. Tanımlayıcı, kısmen analitik, kesitsel bir çalışma olarak yapılmıştır. Araştırma 27.05.1996-05.07.1996 tarihleri arasında İzmir metropolünde bulunan 16 Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezi’nde yürütülmüştür. Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezi’nde çalışan ebe ve hemşirelerin tümü (N=207) araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. Bu evrenden ulaşılabilen 144 ebe ve hemşirenin tümü araştırmanın örneklemidir. Ebe ve hemşirelere 30 sorudan oluşan anket formları uygulanmıştır. Anketler, ebe ve hemşirelerin sosyo-demografik özelliklerini, jinekolojik kanserin erken belirtileri ve korunma ile ilgili bilgi sorularını, ebe ve hemşirelerin uygulamalarını ve tutumlarını içeren sorulardan oluşmuştur. Araştırmada veriler, sayı ve yüzdelik hesapları Kruskal Wallis parametrik olmayan tek yönlü varyans analizi ve Mann-Whitney U testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde, ebe ve hemşirelerin aldıkları bilgi puanlarının düşük olduğu, bilgi puanlarını etkileyen etmenlerin eğitim düzeyleri, mezuniyet öncesi ve mezuniyet sonrasında jinekolojik kanserin erken teşhisi ve korunmasına yönelik eğitim alma durumları olduğu saptanmıştır. Araştırmaya katılan ebe ve konusunda birincil sorumlu sağlık görevlisi görmelerine karşın, uygulamalarının yeterli olmadığı tespit edilmiştir. Bu konuda çalışma yapmama nedenleri arasında öncelikle; eğitim yetersizliği, görevlendirme eksikliği, çalışma ortamlarındaki konuya yönelik organizasyon ve malzeme eksikliğini belirtmişlerdir. SUMMARY This research has been planned to discover the knowledge, the practices, and the beliefs of the midwifes and nurses who are supposed to aid gynecological cancers which are believed to be the most deathly diseases in today’s world, where early detection and prevention are of prime importance. The research has been outlined as a describing, partially analytic, and sectional one. The research has been carried out in sixteen Mother and Child Healtrh Care and Family Planning Centers (M.C.H.C.and F.P.C.) in the metropolitan city of İzmir between the dates 27 th, 307 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 1996 and July 5 th ,1996. All the midwifes and nurses (N= 207) working in M.C.H.C. and F.P.C. form the scope of this research. 144 midwifes and nurses out of 207 were in it as test subjects. A30-question questionnaire was applied to each of the test subjects. The questionnaires included questions about the socio-demographic characteristics, and the beliefs and practices of the midwifes and nurses, and also the knowledge conceming the early symptoms of gynecological cancers and the prevention of them. Percentage, non-parametric single-direction variance analysis, and Mann-Whitney U test were used in the evaluation of the data of the research. When the data was processed it was found out that the knowledge score of the midwifes and nurses was quite low due to their level of education, and their chances of getting enough learning, either before and after graduation, about early detection and prevention of gynecological cancers. Although the midwifes and nurses tested in this research regard themselves as being intially responsible for early detection and prevention of gynecological cancers, their practices have been proved to be inadequate. Among their exucuses of not performing accordingly were: a. b. c. d. 308 Not having adequate education, Lack of charging, İmproper organization in the work-place, Not having sufficient equipments. Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri DOĞUM SALONUNDA ÇALIŞAN EBE VE HEMŞİRELERİN PUERPERAL ENFEKSİYONLARIN ÖNLENMESİNDE ASEPTİK UYGULAMALARA İLİŞKİN BİLGİLERİNE, PLANLI EĞİTİMİN ETKİSİNİN İNCELENMESİ Hilmiye AKSU Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Ümran DEMİR İzmir-1996 ÖZET Bu araştırma, doğum salonlarında çalışan ebe-hemşirelerin puerperal enfeksiyonların önlenmesinde uygulanan aseptik tekniklere ilişkin bilgilerini değerlendirmek ve verilen planlı eğitimin etkinliğini incelemek amacıyla Aydın Doğumevi ve S.S.K. Hastanesi doğum salonlarında çalışan ebe-hemşirelere 10 Mayıs 1996 ile 30 Haziran 1996 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırma tanımlayıcı, kesitsel ve analitik olarak planlanmış ve araştırmanın evrenini ve örneklemini Aydın Doğumevi ve S.S.K. Hastanesi doğum salonlarında çalışan 32 ebe-hemşire oluşturmuştur. Veriler, anket formu aracılığı ile toplanmıştır. Anket formu; ebe-hemşirelere ilişkin tanıtıcı bilgiler ve doğum salonunda uygulanan aseptik tekniklere ilişkin sorulardan oluşmaktadır. Öntest ile ilk veriler elde edildikten sonra planlı eğitim uygulanmıştır ve sontest ile veriler toplanmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzdelik, iki eş arasındaki farkın önemlilik testi, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi ve varyans analizi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda ebe-hemşirelerin puerperal enfeksiyonların önlenmesinde aseptik tekniklere ilişkin bilgilerin yetersiz olduğu saptanmış ve verilen eğitimin etkin olduğu görülmüştür. Enfeksiyonların yayılmasında rolleri olan tüm hastane çalışanlarının sürekli eğitim alabilmeleri ve bunların denetlenebilmesi için eğitim komitelerinin kurulması ve yine enfeksiyonların önlenmesinde etkin rol olduğu bilinen Enfeksiyon Kontrol Komiteleri’nin bulunmadığı hastanelerde kurulması, bulunan hastanelerde de işlerlik kazandırılması önerilmiştir. SUMMARY This research has been carried out between 10 th. May and 30th. June 1996 in order to assess the knowledge of aseptik techniques that are used to prevent the puerperal infections and to study the effectiveness of given planned education among the midwives and nurses who work in labour words in Aydın Matemity Hospital and S.S.K. Hospital. The research has been planned descriptively, sectionally and analytically, The cosmos ans sampling of the research consist of 32 midwives and nurses who work in labour words of Aydın Hospital and S.S.K. Hospital. 309 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı The data have been collected by means of questionnairs. The questionnaires comsist of ezeplanotory information concerning midwives and questions about aseptic techniques carried out in labour words. After abtaining the first data by means of pre-test planned education has been carried out and the final data have been abtained by means of post-test. In the analysis of the data number, percentage, the importance, test of the difference the two partners, the importance test of the difference between the averages and variance analysis have been used. The result of the research have shown that the knowledge of the midwives about aseptic techniques in preventing the puerperal infections is not sufficient. The given planned education has been effective. It is suggested to establish educational committees and to involve the stuff of the hospital who have roles in the speread of infections in these committees, if not established yet, which have on effective role preventing infections if exist, they should be put in not practice. 310 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri POSTOPARTUM ERKEN DÖNEMDE GÖRÜLEN MEME SORUNLARI VE BUNU ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Hatice MERT Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN İzmir-1997 ÖZET Bu araştırma doğumdan sonra ilk iki günde ortaya çıkan meme ucu komplikasyonlarını saptamak ve en sık görülen komplikasyonlardan meme ucu çatlak ve ağrıyı etkileyen etmenleri incelemek amacıyla yapılmıştır. Tanımlayıcı olarak planlanan araştırmaya, Dokuz Eylül Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde Ağustos-Aralık ayları arasında doğum yapan anneler alınmıştır. Araştırmanın örneklemini 50 normal, 50 sezaryen ile canlı doğum yapan anneler oluşturmuştur. Araştırmada veri toplamak amacıyla Demografik Bilgiler-Meme Bakımı-Emme Gücü ve Ağrı Değerlendirme formu, Cilt ve Meme Gözlem Formu ve Emzirme Gözlem formu olarak üç ayrı form kullanılmıştır. Formlar postopartum birinci ve ikinci gün uygulanarak veri toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde ki-kare ve ortalamalar arasındaki farkın önemlilik testleri kullanılmıştır. Araştırma sonucunda, annelerde meme ucu ağrısı birinci gün %50, ikinci gün %73 oranında, meme ucunda çatlak birinci gün %15, ikinci gün %37 oranında saptanmıştır. Annelerin eğitim durumu, doğum şekli, doğum sayısı ve cilt rengi ile meme ucunda ağrı ve çatlak arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Doğum öncesi dönemde meme bakımı uygulama ve emzirme öncesi meme temizliği ile meme ucu ağrısı ve çatlak arasındaki fark istatistiksel olarak anlamsız bulunmuştur. Emzirme sonrası meme uçlarına krem uygulayan annelerde daha az oranda çatlak görülmüş ve krem uygulama arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Birinci ve ikinci günlerde annelerin emzirme süreleri ve sayıları ile çatlak ve meme ucu ağrısı görülme durumu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Birinci ve ikinci gün çatlak olan ve olmayan annelerin emzirme puanı ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Birinci gün çatlak olan ve olmayan annelerde bebeklerin emme güçleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamış, ikinci gün emme güçleri arasındaki fark anlamlı bulunmuştur. Birinci gün meme ucu ağrısı olan ve olmayan annelerde bebeklerin emme güçleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı, ikinci gün anlamsız bulunmuştur. Birinci gün emzirme puanı ortalaması ile meme ucu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamsız, ikinci gün çok anlamlı bulunmuştur. Annelerin meme ucu şekli ile meme ucunda çatlak ve ağrı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır. Çatlak olan ve olmayan annelerde ağrı puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı bulunmuştur. Bu çalışma bebeklerin emme gücünün yüksek olması ve emzirme tekniğindeki yanlış uygulamaların meme ucunda çatlak ve ağrıya neden olduğu söylenebilir. 311 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı MENOPOZ POLİKLİĞİNE BAŞVURAN KADINLARIN MENOPOZA İLİŞKİN YAKINMALARINA VERİLEN PLANLI EĞİTİMİN ETKİNLİĞİNİN İNCELENMESİ Gül KARACAN ERTEM Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Menopoz Polikliniğine başvuran kadınların menopoz döneminde karşılaştıkları sorunları belirlemek ve verilen planlı eğitimin etkinliğini incelemek amacıyla tanımlayıcı, kesitsel ve deneysel yöntem kullanılan bir çalışmadır. Araştırma İzmir ili, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Menopoz Polikliniğinde 1 Ekim 1996-29 Şubat 1997 tarihleri arasında, gerçekleştirilmiştir. Polikliniğine başvuran 140 kadın araştırmanın evrenini oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini ise 1 Ekim 1996-29 Şubat 1997 tarihleri arasında yeni başvuran ve HRT (Hormon Replasman Tedavisi) kullanmayan kadınlar oluşturmuştur. Örneklem seçiminde olasılıksız örneklem seçim yöntemi kullanılmıştır. Araştırma kapsamına alınan 140 kadın, yaş ve eğitim düzeyi göz önüne alınarak deney (70) kişi olarak eşleştirilmiştir. Deney ve kontrol grubundaki kadınların pretest bilgi puan ortalamaları arasında istatistiksel düzeyde anlamlı bir fark saptanamamıştır. (t=0.05 P>0.05). Deney grubundaki kadınlara hazırlanan eğitim kitapçığı yardımı ile planlı bir eğitim verilmiştir. İki hafta sonra deney ve kontrol grubundaki kadınlara posttest uygulanmıştır. Deney ve kontrol grubundaki kadınların son test bilgi puan ortalamaları arasında (t=8.59, p<0.05) anlamlı bir fark bulunmuştur. Bağımsız değişkenlere göre; kadınların yaşamakta oldukları menopoz döneminin özellikleri hakkında bilgi eksikliklerinin olduğu ve menopoz konusunda verilen planlı eğitimin deney grubundaki kadınların pretestte saptanan bilgi açıklarını giderebildikleri görülmüştür. SUMMARY This research is a study in which definitive, sectional empricial method was used to identify the problems as encountered during the menopause period by the Hospital of the School of Medicine of the Aegean University and to examine the efficiency of planned education provided. The research was performed in the Menopause Clinic of the Hospital of the School of Medicine of the Aegean University in the provice of İzmir between October 1, 1996 and February 29, 1997, The research was performed on the 140 women applied to the polyclinics. The sampling of the research was made up of those women had first applied between October 1, 1996 and Feburary 29, 1997 and had not employed HRT(Hormone Peplacement Treatment). In the selection of samples was used the method of Randomsample selection. 140 women under the scope of the research were coupled as the test (70 women) and control (70 women) grups, considering their ages and level of education. 312 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri No statistically substantial difference could be found between the pretest informational point averages of the women in the test and control groups (t=0.05, p>0.05). The women in the test group provided with planned training by the help of the training manuel prepared. Two weeks later, posttest was applied to the women in the test and control groups. Asubstantial difference was found between the posttest information point averages of the women in the test and control groups (t=8.59, p>0.05). When the information acquistion points were examined according to the independent variables (ages, education, socioeconomic position, occupation), the variables were found out not to affect statistically the level of information of the women in the test and control groups. According to the results of the research, it was found out that the has a lack of information on the characteristics of the menopause period they were suffering and that the planned training provided on menopause helped the women to eliminate their information deficite as determined in the prettest. 313 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı YENİDOĞANLARIN APGAR SKORU, NÖROMÜSKÜLER GELİŞİMLERİ (REFLEKSLER) VE YAŞAMSAL BULGULARI İLE İLGİLİ EBE-HEMŞİRELERE VERİLEN EĞİTİMİN ETKİNLİĞİNİN İNCELENMESİ Birsen KARACA SAYDAM Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma; doğum salonunda ebe-hemşire hizmet içi eğitim alma durumlarını, yenidoğanın apgar skoru, refleksleri ve yaşam bulguları konularında sahip oldukları bilgileri ve buna etki eden etmenleri saptamak varsa eksik ve yanlış bilgileri düzelterek edindikleri bilgi ve becerilerini davranışa dönüştürmelerini sağlamak amacı ile planlanmıştır. Tanımlatıcı, yarı deneysel (kendi kendini kontrollü) alan araştırması (self kontrol) olarak hazırlanan araştırma S.B.İzmir Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi’nde 15 Şubat 1998-15 Mayıs 1998 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma kapsamına 404 gebe,404 yenidoğan ve 20 ebe-hemşire alınmıştır. Araştırma fetal apgar skoru, nöromüsküler gelişim (refleksler) ve yenidoğanın yaşam bulguları konusunda bilgi sorularını içeren, ebe-hemşire uygulanan (öntest-sontest) soru formu, araştırmacının ebe-hemşirenin 404 yenidoğanın fetal apgar skoru ve reflekslerini değerlendirmelerini gözlemleyerek kaydettiği gözlem formu, araştırmacı tarafından uygulanan 404 gebenin sosyo-demografik ve obstetrik anamnezlerini içeren anket formu ve yine araştırmacı tarafından uygulanan 404 yenidoğanın fetal apgar skorlarını ve reflekslerini içeren anket formu kullanılmıştır. Ayrıca ebe-hemşire verilen planlı eğitim sonrası yenidoğanın apgar skoru, nöromüsküler gelişimi (refleksler) ve yaşam bulguları konularını içeren araştırmacı tarafından hazırlanmış olan kitapçık dağıtılmıştır. Toplanan verilerin analizleri sonucu şu sonuçlar alınmıştır: • Ebe-hemşirelerin öntest-sontest bilgi durumları eğitim öncesi ve sonrası Mc Nemar testi ile analiz edilmiş ve sonuçların büyük çoğunluğu α= 0.01 önem düzeyinde eğitim sonrasında anlamlı bulunmuştur. (p<0.01). Ebe-hemşirelerin eğitim öncesi (öntest) soru formundan aldıkları toplam bilgi puan ortalaması 21.90 iken eğitim sonrası (sontestte) 34.452 e yükselmiş ve 12.55 puanlık bilgi kazancı sağlanmıştır. Ebe-hemşirelerin öntestteki fetal apgar skoru ile ilgili sorulardan aldıkları bilgi puan ortalaması 19.33 iken bu oran eğitim sonrası 21.702e yükselmiş ve 2.32 puanlık bilgi kazancı sağlanmıştır. Ebe-hemşirelerin reflekslerle ilgili bilgi puan ortalaması öntestte 2.53 iken, sontestte 9.98’ e yükselerek 7.45 puanlık bilgi kazancı saptanmıştır. Ebe-hemşirelerin yaşam bulguları ile ilgili sorulardan öntest puan ortalaması 0.15 iken, sontestte bu oranın 2.55’e yükseldiği ve 2.40 puanlık bilgi kazancı sağlandığı belirlenmiştir. Ebe-hemşirelerin yenidoğanın apgar skoru, refleksleri ve yaşamsal bulgularına ait uygulama puan ortalamaları ise öntestte 1.33 iken eğitim sonrası (sontestte) bu oran 11.08’e yükselerek uygulanan planlı eğitim sonrası 9.75 puanlık bilgi kazancı saptanmıştır. Wilcoxon eşleştirilmiş iki örnek testi ile yapılan istatistiksel analizde α= 0.01 önem düzeyinde her biri için anlamlı farklar gözlenmiştir. (p<0.01). 314 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri • Ebe–hemşirelerin öntest sontest bilgi puan ortalamaları ile; yaş grupları, son mezun oldukları okul ve doğum salonunda çalışma yılları t testi ile analiz edildiğinde aralarında α=0.05 önem düzeyinde anlamlı bir ilişkinin olmadığı saptanmıştır. (p<0.059. Bağımsız değişkenlerin ebe-hemşirelerin bilgi düzeyini etkilemediği, ancak verilen planlı eğitimin etkin olduğu belirlenmiştir. • Ebe-hemşirelerin yenidoğanın apgar skorunu, reflekslerini ve yaşam bulgularını eğitim öncesi ve sonrasında uygulama durumları incelendiğinde; Chi Square (X2) testi ile yapılan istatistiksel analizde α= 0.05 önem düzeyinde anlamlı farklar saptanmıştır. (p<0.05). Eğitim öncesinde ebe-hemşireler tarafından birçok yenidoğanda özellikle refleksler ve yaşam bulgularına bakılmazken; eğitim sonrasında birçok refleks ve yaşam bulgusunun araştırmacı ile aynı doğrulukta uygulanıyor olduğu belirlenmiştir. • Araştırmacı ile ebe-hemşirelerin eğitim öncesi ve sonrası 1.ve 5. dakikalardaki fetal skoru ölçümleri t testi ile analiz edildiğinde; α =0.05 önem düzeyinde eğitim öncesinde anlamlı farkın olduğu (p<0.05); yani eğitim öncesi araştırmacı ile ebe-hemşirelerin 1. ve 5. dakika apgar skorları ölçümünün aynı olmadığı; fakat eğitim sonrasında 5.dakikadaki fetal apgar skoru ölçümünün anlamsız olduğu (p>0.05); yani eğitim sonrası 5. dakika apgar skorunu ebe – hemşirelerin ve araştırmacı ile aynı doğrulukta ölçtükleri saptanmıştır. • Araştırma sonuçlarına göre, verilen planlı eğitim sonrası ebe-hemşirelerin yenidoğanın fetal apgar ile reflekslerinin ölçümünde anlamlı değişiklikler olmuştur. Fakat 1. dakika fetal apgar skoru ölçümünün yeterli doğrulukta yapılmadığı sonucuna varılmıştır. Hizmet içi eğitimlerle ve yapılacak çalışmalarla bunun tekrar irdelenmesi ve sonuçta yenidoğan için son derece önemli olan fetal apgar skoru ve refleksler konusunda ebe-hemşirelerin eğitim eksiğinin kalmaması sağlanmalıdır. Böylece sağlıklı yenidoğanlar ile sağlıklı nesiller ve zihin, beden ve ruhsal bakımından sağlıklı bir toplam oluşumu gerçekleşmiş olacaktır. Anahtar Kelimeler: Ebe-hemşireler, Eğitim, Fetal Apgar Skoru, Yenidoğanın Refleksleri, Yenidoğanın Yaşam Bulguları. SUMMARY This research has been carried out in order to ases the knowledge of the midwives nurses about the fetal APGAR score, the neuromuscular reflexes and vital signs of newborns to ases the the educational status of these stuffs, to correct the misuse and wrong application of fetal APGAR score. This research has been planned as sectional, descriptive, analytical and prospevtive study. It has been carried out between 1st aug and 30th Oct 1997 in “İzmir Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi”. This research included 404 pregnant women, 404 newborns and 20 midwives-nurses Fort he collection of datas, 4 different forms were used. Those are; 1. Pre–past test form: including multiple questions about APGAR and reflexes. 2. Observation form: including our notes about the application of APGAR score and reflexes to 404 newborns. 3. Quastionnaire form including social–demographic characteristics and obstetrical historyof the pregnant women. 4. Observation form including the fetal APGAR score and reflexes measuements which were done by us. First of all, we observed and noted the basal levels of midwives–nurses about the application of the APGAR score and the measurements of reflexes on 202 newborns. After that, we did the pretest. 315 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı After the pretest, we gawe an education on our topics to midwives–nurses by using a small book prepared by us. After the education, we did the postest and reobserved the application of the APGAR score and reflexes by the same midwives–nurses. And also, we took all information about the social-demographic characteristics and obstetrical history of all pregnant women, measuredthe 1st and 5th minutes APGAR scores and reflexes of all newborns. The knowledge levels of midwives–nurses obtained from pre-post test were compared by using analysis of Mc Nemar and the results were significant statistically at α=0.01. The mean values of midwives–nurses from pretest was 21.90 and the postest value was 34.45. And so, the gain of this was 12,55. The mean score of the APGAR from pretest was 19.33 and after education this reached to 21.70 and the gain was 2, 32 However, in the determination of the reflexes, it was obtained 2.53 and 9.98 respectively and the gain was 7,45. In the level of knowledge about vital signs, those were obtained 0.15,2.55 and 2.40 respectively. We took the values of 1.33 and after education 11.08 from the application score of APGAR, reflexes and vital signs. So, the gain was 9,75. The ages, last finished school and the working duration in the labour room had no effects on the values obtained from pere and posttest at level p=0.05. By using Chis square test, we compared the application of APGAR score, reflexes and the measurements of vital signs by midwives-nurses before and after education, we found that the difference between pre and post education was significant statistically at α= 0.05. We compared the accuacy of application of APGAR score by observer and midwives at 1st and 5 th minutes. By using student t test, the mean values of midwives – nurses before education was difefferent from the measurements of observer at α= 0.05 (p<0.05), and after education this difference was corrected. As the result of this study; we obtained a significant increase in the knowledge level of the midwives-nurses about fetal APGAR score and reflexes measurements by education. By planned education, the coorect measurements of the reflexes and APGAR score were obtained. We also point that the planned education is one of the important way fort he learning and application. But we also noticed that; the detemination of APGAR score at 1st minute after education was stil wrong. According to our observations and results, we need more education and application skills fort he correction of this. The correction of the misapplication and wrong measurements are necessary fort he grow up of the healthy generations and physical and social normal populations. Keywords: Midwives-nurse, education, APGAR score, reflexes, vital sings. 316 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri PRİMİPARLARIN DOĞUM ÖNCESİ BAKIMA İLİŞKİN UYGULAMALARININ İNCELENMESİ Ayşen ÇEBİŞLİ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN İzmir-1998 ÖZET Araştırma primiparların doğum öncesi bakım uygulamalarının incelemek amacıyla retrospektif ve tanımlayıcı türde planlanmıştır. Araştırma İzmir Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesinde 15.8.1997-15.9.1997 tarihleri arasında primipar kadınlara uygulanmıştır. Araştırmanın örneklemine 300 primipar alınmıştır. Verilerin toplanmasında gebelere ilişkin tanıtıcı bilgileri ve doğum öncesi bakıma ilişkin uygulamalarını içeren anket formu uygulanmıştır. Araştırmada verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik ki kare ve tek yönlü varyans analizi kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen sonuçlara göre primiparın %48.4’ünün doğum öncesi bakım uygulamalarının kısmen yeterli, %35.2’sinin yeterli, %%16.4’ünün yetersiz olduğu belirlenmiştir. Araştırmada gebelerin banyo yapma sıklığının %62.4, şeklinin %59.3, meme masajı uygulamasının %91, meme temizliğinin (%75), diş fırçalama alışkanlığının %92.7, tuvalette taharetlenme (%81.7), iç çamaşırını değiştirme (%58), gebelikte yürüyüş (%58) uygulamalarının genellikle uygun olmadığı ve ayakkabı seçiminin (%99) uygun olduğu görülmüştür. Gebelerin uyku ve dinlenme (%91.9), doktor önerisi dışında ilaç kullanma (%93), gebelikte sigara (%72), alkol (%97) kullanma durumlarının yeterli olduğu bulunmuştur. Gebelerin %80’i bulantı kusma, %80.6’sı mide yanması, %93.3’ü sık idrara çıkma, %61.7’si kabızlık, %89.3’ü sırt ağrısı, %71.2’si el ve ayaklarda şişme şikayeti olduğunu ifade etmiştir. Ancak bu rahatsızlıklara ilişkin bulantı, kusma ve sık idrara çıkma dışında diğerlerinde çoğunlukla yeterli olmayan uygulama yaptıkları gözlenmiştir. Gebelerin %59.2’sinde cinsel yaşantısında değişiklik olduğu ve bunlardan birinci sırada %63.2 ile kendi kararları ile ilişkilerini kestiklerini ifade etmişlerdir. Gebelerin doğum öncesi bakıma ilişkin uygulamalarında yaşın, kronik hastalık varlığının, gebelik bakımı hakkında bilgi alınan yerin etkisi istatistiksel açıdan önemli bulunmamış, kadının ve eşinin eğitim durumları, meslekleri, kadının yakın çevresindeki sağlık görevlisi varlığının etkisi istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur. Araştırmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde primipar kadınların doğum öncesi bakıma ilişkin bilgi puanlarının istenilen düzeyde olmadığı, sağlık personelinin birincil hizmet kapsamına girmesine karşın yaptıkları işlevlerin yeterli olmadığı tespit edilmiştir. Doğum öncesi bakım uygulamaları konusunda primiparların bilgilendirilmesi ve gerekli eğitim programlarının düzenlenmesi ve bu eğitimi yürütecek hemşire ve sağlık ekibi üyeleri hizmet içi ve sürekli eğitim verilmesi önerilmiştir. 317 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY This Project was planned in a rectospective and defining approach to investigate prenatal caring applicatious of primipares. This Project was applied to primipare women between 15.8.1997-15.9.1997 at İzmir Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi. 300 primipar women was taken in to the Project. For collecting the dates a questionary from was given including the definitive knowledges of pregnant women and studies about the prenatal care. In this Project for evaluating the results and single direction variance analusis was applied. According to the results of this Project prenatal care applicatious are partially adequate in 48.4% of primipars, adoquate in 35.2% of primipars and not aquate in 16.4% of primipares. In this Project frequency (%62.4%) and style (%59.3) of bathing application, breast massage (%91) breast cleansing (75%) teath brushing (92.7%) toilet cleansing (81.7%) frequency under wear changing (58%) and walking frequency in pregnants (58%) found to be unsufficient on the under habnd choise of dresses and shoes were queatly sufficient (99%) Also, rest and sleep (91.9%), not to use drougs with out doctor’s prescription (93%), not smoking (72%) and not taking alcohal (97%) are found to be sufficient Of the pregnant women, they stated to have nausea and vomitting (80%) stomach buring (80.6%) polyurea (93.3%) stomach coustipation (61.7%) backache (89.3%) edema of hands and feed (71.2%). But except vomittring and polyurea about the other complaints it was found that they make insufficient applications. It was found. It was found that %59.2 of pregnant women soid that they have changes in their sexual life and from these with %63.2 rotio the first change was stopping their sexual life. Of the prenatal applications of pregnant women age, cronic illness and the place of learning pregnancy care were found to be statisticaly unimportant. On the other hand the education of the women and her husband, their Works and the health afficiols nearby the women were found to be istatically importent. Accoring to the evaluation of the results of this project. Information of prenatal care applications of the pregnant women are found to be unsufficient as it shouder be primary mission of the health officials and that the people in the society be informet about prenatal care applicationous of primipares. 318 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KADINLARIN PROGESTERON İÇERİKLİ AİLE PLANLAMASI YÖNTEMLERİNDEN NORPLANT VE DEPO PROVERA’YI SEÇME VE BIRAKMA NEDENLERİNİN İNCELENMESİ A STUDY OF REASONS FOR WOMEN TO CHOOSE AND DISCONTINUE PROGESTERONCONTAINING FAMILY PLAYING METHODS SUCH AS NORPLANT AND DEPO PROVERA Ayhan ÖZTÜRK AKKURT Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aynur SARUHAN İzmir -1998 ÖZET Bu araştırma; S.B. İzmir Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi Aile Kliniği’ne, Aralık 19961997 arasında başvuran Progesteron içerikli aile planlanması yöntemlerinden Norplant ve Depo Provea yöntemi kullanan kadınların yöntemi seçme ve bırakma nedenleri ve bunlara etki eden faktörleri incelemek amacıyla tanımlayıcı, kesitsel ve retrospektif olarak planlanmıştır. Araştırmanın evrenini; S.B. İzmir Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi Aile Planlama Kliniğine Aralık 1996-1997’de başvuran 668 kadın (Norplant yöntemi kullanan 377 kadın, Depo Provera yöntemi kullanan 291 kadın) oluşturmuştur. Tüm evrene ulaşmak hedeflendiğinden örneklem seçimine gidilmemiştir. Ancak veriler telefon görüşmesiyle toplandığından dosyalarında telefon numarası olmayan ve üç kez arandığı halde evde bulunamayan 336 kadın araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırmanın örneklemini (214 Norplant, 118 Depo Provera kullanan kadın olmak üzere toplam) 332 kadın oluşturmuştur. Veriler 13 Ekim 1997-31 Aralık 1997 tarihleri arasında (Arşiv kayıtlarında telefon numarası saptanan araştırmayı gönüllü kabul eden kadınlara) telefon görüşmesi ile anket formu uygulanarak toplanmıştır. Düzenlenen anket formunda araştırma kapsamına alınan kadınlarla ilgili tanıtıcı bilgiler, doğurganlık durumları, aile planlanması durumları; Norplant ve Depo Provera yöntemleri seçme ve bırakma durumlarını belirleyici bilgiler yer almıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik ve X2 testi kullanılmıştır. Elde edilen veriler analiz edildiğinde şu sonuçlar elde edilmiştir: Araştırma kapsamına alınan Norplant ve Depo Provera yöntemi kullanılan kadınların büyük çoğunluğunun (Norplant %88.3, Depo %82.1) doğurganlığın yüksek olduğu 20-34 yaş grubunda olduğu saptanmıştır. Kadınların eğitim durumu incelendiğinde Norplant ve Depo Provera yöntemi kullanılan kadınların (Norplant % 50.9’u ilkokul, %40.7’si orta–lise, Depo Provera %50.0’si ilkokul %35.6’sı orta–lise) çoğunluğunun eğitiminin ilkokul ve orta-lise düzeyinde olduğu saptanmıştır. Araştırma kapsamındaki kadınların çoğunluğunu ev hanımları oluşturmuştur. Kadınların gebelik sayısı, canlı doğum ve yaşayan çocuk sayıları incelendiğinde kadınların çoğunluğunun bir iki gebelik, canlı doğum ve yaşayan çocuğa sahip oldukları saptanmıştır. 319 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Norplant ve Depo Provera yöntemi kullanan kadınların yaş grupları ve eğitim durumlarına göre yöntem seçme nedenleri incelendiğinde; büyük bir çoğunluğun yöntemleri etkili rahat, güvenilir ve uzun süreli olduğu için seçtikleri saptanmıştır. Kadınların yaş grupları, eğitim durumları yaşayan çocuk sayıları ile yöntem kullanırken yakınma durumları incelendiğinde; büyük bir çoğunluğunun kanama yakınmalarının olduğu, gruplar arasında olmadığı bulunmuştur. Norplant ve Depo Provera yöntemini bırakan kadınların yöntem bırakma nedenleri ile yaş, eğitim durumu, yaşayan çocuk sayısı gibi faktörler arasındaki ilişki incelendiğinde de, aralarında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Kadınların büyük çoğunluğunun yöntemleri kanama nedeni ile bıraktıkları saptanmıştır. Bütün aile planlanması yöntemlerinde olduğu gibi progesteron içeren yöntemler konusunda da danışmanlığa önem verilmesi ile kadınlar yöntemleri daha bilinçli seçecek ve daha uzun süre kullanmaları sağlanmış olacak böylece istenmeyen gebelikler önlenebilecektir. Bunun sonucunda ana-çocuk sağlığı olumlu yönde etkilenebilecek toplumun sağlık düzeyi yükseltilmiş olacaktır. SUMMARY This study was planned as a definitive, sectional and retrospective research among women who applied to the Ministry of Health, İzmir Obstetrics and Gynecology Hospital Family Planning Clinic and who were using progesteron–containing family planning methods such as Norplant or Depo Provera, and was aimed at investigating the reasons for these women to choose and/or discontinue the method being used. The sphere of the study comprished 668 women (337 using the Norplant method, 291 using the Depo Provera method)who applied to the Ministry of Health, İzmir Obs/Gyn Hospital Family Planning Clinic between December 1996 and 1997. As all the women within the sphere of the study were aimed to be reached, no sample selection method was utilized in the study. However, due to the fact that data were collected by telephone conversations,336 women whose telephone numbers were not recorded in the fiesls or who could not be reached although being called three times were excluded from the sphere of the study. The samples of the study were made up of total of 332 women, of whom 214 were using Norplant and 118 were under Depo Provera. The data were obtained between October 13, 1997 and december 31, 1998 by the administration of questionnaires on the telephone to women had their telephone numbers on our records and who had volunteered to take part in our study. The questionnaires prepared included introductory information about the women, their fertility conditions, family planning practices as well as information on their reasons for choosing and/or discontinuing the Norplant and Depo Provera methods. Percentage and square (X2) tests were utilized in the evaluation of the data. When the data collected were analysed, the following results were obtained. A great majority of the women within the scope of the study using the Norplant method (88.3%) or Depo Provera method (82.1%) were found to be in the 20-34 age group where fertility is quite high. When the educational level of the women were examined it was found that most of the women using Norplant or Depo Provera were elementary or secondary-high school graduates (Norplant: 50.9% elementary and 40.7% secondary-high school; Depo Provera: 50.0% elementary and 35.6% secondary–high school). Similarly, most of the women taking part in the study were house wives. 320 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri When the number of pregnancies, live deliveries and living children were examined, it was discovered that most of the women had one or two pregnancies, live deliveries or living children. As fort he women’s reasons for choosing these methods according to age groups and educational levels a vast majority of them were found to have chosen these methods because they were effective, easy-to-use, dependable and long lasting. The women’s age groups, educational levels, the number of living children and the complaints of the women while using the methods were also studied, revaaling that the majority of the women complained about bleeding that there was no difference between the two methods. When the reasons for these women to discontinue the Norplant and Depo Provera methods as well as their ages, educational levels and the number of living children were examined. It was found that were no significant relationship among related to bleeding. As in most family planning methods, by emphasizing consultance on progestron-containing methods, women would would be able to choose methods more consciously and use them for longer periods, thus preveting undesired pregnancies. Consequently, mother-child care will surelly be affected positively, and overall health level of the society be improved. 321 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 15-49 YAŞ EVLİ KADINLARIN GEBELİĞE VE AİLE PLANLAMASINA İLİŞKİN GELENEKSEL UYGULAMALARININ İNCELENMESİ Ayten TAŞPINAR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ümran DEMİR İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma Manisa İl’i Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı merkez ilçelerinden; Muradiye, Karaoğlanlı, Hacıhaliller, yaş evli kadınların, ana sağlığını etkileyen bazı sosyo demografik özelliklerini, gebelik ve aile planlamasına ilişkin geleneksel sağlık uygulamalarını, sağlık hizmetlerinden yararlanma ve bilgilendirme durumlarını belirlemek ve kadınların gebelik ve aile planlamasına ilişkin geleneksel sağlık uygulamalarını etkileyeceği düşünülen bazı etmenler ile ilişkilerini incelemek amacıyla, tanımlayıcı, kesitsel ve alan çalışması olarak 6 Eylül-1 Kasım tarihleri arasında yapılmıştır. 13 merkez ilçe arasında 5 ilçe “Büyüklüğe Orantılı Örnekleme Yöntemi” ile seçilmiş ve evreni 2849 kadın oluşturmuştur. ”Tabakalı Örnekleme Yöntemi” kullanılarak bir merkez ilçeden örnekleme girecek 15-49 yaş evli kadın nüfusları tespit edilmiştir (n=400). Daha sonra da merkez ilçe sağlık ocaklarında alfabetik sıraya göre dizili olan 15-49 yaş evli kadın formlarından ”Sistematik Örnekleme Yöntemi” ile görüşülecek kadınlar belirlenmiştir. Kadınlara 88 sorudan oluşan anket formu uygulanmıştır. Anket formunda kadınların sosyodemografik özellikleri, doğurganlığa, gebelik dönemine, gebelik döneminde görülen yakınmalara, aile planlamasına ve sağlık hizmetlerinden yararlanma ve bilgilendirme durumlarına yönelik sorular yer almıştır. Araştırmada verilerin değerlendirilmesinde; sayı, yüzdelik hesapları ve Ki-Kare testi kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, kadınların %50.2’sinin doğurganlığın daha az olduğu 35-49 yaşlarında oldukları saptanmıştır. Kadınların okur-yazarlık oranı %84.5 eşlerinin okur yazarlık oranı ise %95.0 olarak bulunmuştur. Kadınların ilk evlilik yaş ortalaması ise 19.3’tür. Kadınların yaklaşık yarısının (%53.0) bu yerleşim yerlerine göçle geldikleri, %64.2’sinin gelirlerinin giderlerine eşit yada daha fazla olduğu, %69.0’unun çekirdek aileye sahip olduğu saptanmıştır. Bulgulara göre, kadınların gebelik sayılarının ortalamasının3.47, canlı doğum ortalamasının 2.66 yaşayan çocuk sayısı ortalamasının 2.41, düşük ortalamasının 0.72 olduğu saptanmıştır. Kadınların %67.3’ü iki çocuğu ideal çocuk olarak belirtmişlerdir. Kadınların %71.3’ü herhangi bir gebelikte fetüsün cinsiyetinin tahmin edilemeyeceğini belirtirken, yaşın, eğitimin ve gebelik sayısının kadınların herhangi bir gebelikte geleneksel ya da çağdaş yöntem kullanmalarını ve kendi gebeliklerinde fetüsün cinsiyetini tahmin edip etmemelerini etkilemediği saptanmıştır. Kadınların oğlan çocuk doğurmak amacıyla önerdikleri uygulamaların(%37.0) kız çocuk doğurmak için önerilen uygulamalardan (%16.0) daha fazla olduğu saptanmıştır ve uygulama yapma durumlarının yaş ve eğitimden çok fazla etkilemediği saptanmıştır. 322 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Kadınların sık sık kendiliğinden oluşan düşüğün, gebe kalamamanın, gebelikte oluşan şişliğin nedenleri için büyük çoğunlukla çağdaş nedenler gösterdikleri, aşermenin ve bulantıkusmanın nedenleri içinde büyük çoğunlukla geleneksel nedenleri gösterdikleri saptanmıştır. Kadınların sık sık kendiliğinden oluşan düşüğü, gebelikte oluşan şişliği, bulantı-kusmayı tedavi etmek, gebe kalmak, özel beslenme ve kolay doğum yapmak için daha çok çağdaş uygulamaları, aşerme ve gebelikte dikkat edilmesi gereken davranışlar için geleneksel uygulamaları önerdikleri saptanmıştır. Yaşın sık sık kendiliğinden oluşan düşüğün, özel beslenme ve gebelikte dikkat edilmesi için yapılan uygulamalar üzerinde fazla etkili olmadığı saptanmıştır. Eğitimin yükselmesiyle, sık sık kendiliğinden oluşan düşüklerin tedavisi ve gebelikte dikkat edilmesi gereken davranışlar için yapılan geleneksel uygulamalarda azalma, çağdaş uygulamalarda artma olduğu, özel beslenme için yapılan uygulamalarda da etkili olmadığı saptanmıştır. Kadınların (kendilerinin isteyerek düşük yapmak) sık sık kendiliğinden oluşan düşüğü, gebelikte oluşan şişliği, bulantı-kusmayı iyileştirmek ve kolay doğum yapmak amacıyla daha fazla çağdaş yöntemlerle yöneldikleri, gebelikte dikkat edilmesi gereken davranışlar ve aşermeyi iyileştirmek amacıyla da daha fazla geleneksel yöntemlerle yöneldikleri gözlenmiştir. Kadınların kendilerinin gebe kalmak, özel beslenme yapmak ve gebe kalmamak için başvurdukları geleneksel ve çağdaş yöntemler üzerinde yaş ve eğitimin fazla etkili olmadığı saptanmıştır. Kadınların %14.3’ü gebelikte özel beslenme yapmaya gerek yoktur derken, kendi gebeliğinde özel beslenme yapmayan kadın oranı %60.8’dir. Kadınların gebeliği önlemek için kullandıkları geleneksel yöntemlerin başında geri çekme, hazneye aspirin koyma hazneyi soğuk su ile yıkamanın geldiği saptanmıştır. Kadınların halen %69.0’unun gebeliği önleyici bir yöntem kullandığı, yöntem kullananların %40.4’ünün geleneksel, %59.6’sının çağdaş yöntemleri kullandıkları saptanmıştır. Yaşın, yaşayan çocuk sayılarının gebelik önleyici yöntem kullanmalarına etki eden önemli faktörler olduğu, eğitimin ve eşlerin eğitimin kadınların yöntem kullanmalarını etkilemediği saptanmıştır. Kadınların %65.6’sının son gebeliklerinde sağlık personeli tarafından izlendiği, izlenen kadınların %60.7’sinin ebeler tarafından, %47.8 oranında 8 kez ve daha fazla sıklıkla izlendikleri saptanmıştır. Kadınların %65.7’sinin son doğumlarını hastanede ve %86.7 oranla ebe ve doktor tarafından yaptırıldığı saptanmıştır. Eğitimin kadınların doğum yaptıkları yerleri etkilediği saptanmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre, yaşın ilerlemesiyle kadınların daha önce gebelik, doğum ve gebelikten korunma konularında bilgi almalarının azaldığı, eğitimin yükselmesiyle de bilgi almalarının yükseldiği saptanmıştır. Kadınların daha önce bilgi aldıkları yerlerin yaş ile etkilenmediği, fakat okur-yazar-ilkokul mezunu kadınların sağlık personelinden bilgi alma oranlarının hiç okur-yazar olmayan ve yüksek eğitime sahip kadınlardan daha fazla olduğu saptanmıştır. %93.4 oranında kadın “Bu konulara ilişkin bilgileri daha çok doktor, ebe-hemşirelerden almış olmayı isterdik” dedikleri saptanmıştır. Araştırmamızda kadınların, gebelik ve aile planlanmasına ilişkin uygulamalarında çağdaş yöntemlerin yanında hala geleneksel yöntemleri de büyük çoğunlukla tercih ettikleri saptanmıştır. Başvurulan geleneksel uygulamaların anne ve çocuk sağlığını doğrudan veya dolaylı olarak olumsuz etkileyebilecek uygulamalarla rastlanmaktadır. Bu nedenle, ülkemizde kadın sağlığının korunması için; Sağlık hizmetlerinde çalışanlar, toplumun kültürel değer ve yargılarına karşı tavır almadan, ılımlı yaklaşımla iyi ilişkiler kurmalıdırlar. Annelerin gebelik ve 323 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı aile planlamasıyla ilgili bilgi eksikliğini gidermek, ana sağlığını olumsuz yönde etkileyebilecek uygulamaların düzeltilmesini, olumlu yönde etkileyebileceklerin desteklenmesini sağlamak amacıyla bir sağlık eğitimi planlanmalıdır. Topluma sunulan sağlık eğitiminde, kitle iletişim araçlarından, yerel liderlerden ve sektörler arası işbirliğinden yararlanılmalıdır. SUMMARY This research, which was carried out as a descriptive and partial field study from September the sixth to November the first, has aimed at finding out some of the socio-demographic characteristics influencing mothers’ health, the traditional health applications about pregnancy and family planning, the utilization and learning of the health services and some of the effective attitutes about pregnancy and family planning of the married women (aged 15 -49) who are registered at the central towns’ health institutions of the Manisa health administration in Muradiye, Karaoğlanlı, Hacıhaliller, Selimşahlar and Osmancalı. By using the ‘Sampling Method of size Ratio’ five towns were chosen among 13 central towns and 2849 women formed the universe of this research. Asample population of 15-49 year old married women from each central town was selected by the “Method of level Sampling” (n=400). And then by the help of “the systeamatic Sampling Method”, the women who would be interviewed were listed from the alphabetical forms of the 15-49 year-old married women in the central towns’ health institutions. An 88 Question survey form was applied to each of those selected women. This form had each questions about the women’s socio-economic characteristics, fertility, pregnancy period and their complaints about it, family planning, and the utilization and learning of the health services. Numbers, percentages, and Ki-Square test were used top process the data in the research. According to the research results, 50.3% of the 35-49 years old married women were found have less fertility. While the women’s rate of education was 84.5%, their husbands’ was 95.0%. There average age of the women’s first marriage was 19.33. Nearly half of the women (53.0%) were immigrants,64.2% of them had either a balanced family budget of their incomes were more than their expenses, and 69.0 % had a core family. According to the research findings, the average number of pregnancy of the women was 3.47,live birth 2.66,living children 2.41,and miscarriage 0.72,67.3% of the women said that two children are ideal to have. While 71.3% of the women mentioned that the sex of the foetus could be predicted, it was seen that, age, education, and the number of pregnocies do not play a role in using either a traditional or a modern method in any pregnancies and in whether predicating or not the sex of foetus in their own pregnancies. It was proved that the suggestions women made to have a son were more than the ones made have a daughter, and age and education were not such decisive points in the application of these suggestions. Up–to-data caauses were mentioned by the women to explain frequent self-occuring miscarriages, infertilityi and pregnancy swell, whereas traditional causes were mainly said to explain capricious desires and queasiness-vomiting during pregnancy. It was found out that while the women made modern suggestions to health frequent selfoccuring miscarriages, pregnancy swell, quesiness-vomiting, to get pregnant, to have a special diet and to give an easy birth, on the other hand they prefered traditional remedies for capricious desired and necessary physical movements in pregnancy. Age wasn’t seen as being so effective 324 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri about frequent self-occuring miscarriage, special diet and pregnancy life-style applications. As the level of education got higher, the traditional methods used for healing frequent self-occuring miscarriages and life-style applications during pregnancy lessened, but up-to-date ones increased, while it wa not considerably effective for a special diet. It was observed that the women were inclined to follow the modern methods to have deliberate miscarriage, to heal the frequent self occuring miscarriage, pregnancy swell, queasiness-vomiting and to have an easy birty,but they prefer using the classical ones fort he pregnancy life-style applications and to treat capricious desires during pregnancy. Age and education were not seen to have much effect on the traditional and modren methods refered to by the women to start a special diet, and to or not get pregnant. While 14.0% of the women said that there was no need for a special pregnancy diet, the number of the women who didn’t have a special pregnancy diet was 60.8 %. It was understood that retracting, placing aspirin into the vagina, and washing the vagina with cold water are among the most common traditional methods used by the women to refrain from pregnancy. 69.0 % of the women said that they were stil using a method to erform getting pregnanti 40.4% of those women were using traditional methods, and the rest (59.6%) were making use of modern methods. Age and the number of living children were found to be important faactors for the women in deciding to take up a pregnancy prevention method, but their level of education and their husbands’ level of education weren’t so. It was also realised that 65.6% of the women were tracted by a health server during their latest pregnancy, 60.7 % of them were followed by midwives 8 times or more with a ratio of 47.8% .65.7% of the women gave their latest birth in hospital, 86.7% of them were assisted by midwives and doctors. Education was found to be a decisive factors in their choice of maternity place. According to the results of the research, the older the women got, the less information they got in advance about pregnancy, giving birth, and pregnancy prevention, about the matter as expected. It was understood that age was not an important factor fort he women to decide to get information about the matter,but literate and primary school graduates had a higher personnel than illiterate and highly-educated women did. % 93.4 of the women said, “we would rater get information about these subjects from doctors, midwives and doctors than any other sources.” In our research, we have come to the conclusion that the women have stil preferd mostly the traditional methods besides the contemporary ones in their practices about pregnancy and family planning. It was also been realished that the traditional methods in use might have negative effects on the health condition of mother and child directly or indirectly. For that reason, in order to maintain women’s health our country; Those who are in health services should be able to established good relations with people in a constructive approach, but without any negative attitude against the society’s cultural values and judgements. An organisation of health education should be planned to eliminate mothers’ lack of knowledge about pregnancy and family planning, and to correct any harmful practices that likely to affect mothers’ health, while supporting the useful ones. The media, community leaders and the relations between public sectors should be utilized to their full potential so that the qulity of these health services for the public could be upgraded. 325 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 15-49 YAŞ DOĞURGAN ÇAĞI KADINLARDA VAGİNİTİSİN TANILANMASINDA HEMŞİRENİN ETKİNLİĞİNİN BELİRLENMESİ VE VAGİNİTİSİN OLUŞUMUNA NEDEN OLAN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Sevgi ÖZKAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ümran DEMİR İzmir-1998 ÖZET Bu araştırma, 15-49 yaş doğurgan çağı kadınlarda vaginitisin tanılanmasında hemşirenin etkinliğini belirlemek ve vaginitis oluşumuna neden olan faktörleri incelemek amacıyla tanımlayıcı, kesitsel ve yarı deneysel (self kontrol) bir çalışma olarak düzenlenmiştir. Araştırma evrenini, Denizli Devlet Hastanesi Kadm Hastalıkları ve Doğum Polikliniği l'e jinekolojik şikayetlerle başvuran 1000 kadın oluşturmuştur. Bekar olmayan, önceki iki hafta içinde oral antibiyotik veya vaginal ilaç kullanmayan, gebe olmayan, histerektomi ameliyatı geçirmeyen ve menepozda olmayan 120 kadın olasılıksız örneklem tekniği ile araştırma kapsamına alınmış ve araştırmanın örneklemini oluşturmuşlardır. Veri toplamak amacı ile anket yöntemi, jinekolojik muayene yöntemi (standart kontrol listesi) ve laboratuar tetkikleri kullanılmıştır. Anket formu, kontrol listesi ve vaginal ph ölçümü ve eğitim broşürü araştırmacı tarafından uygulanmıştır. Standart kontrol listesinin içerik geçerliliği alanlarında uzman 10 kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından incelenmiş ve yeterli olduğu konusunda görüş birliğine varılmıştır. Standart kontrol listesinin güvenirliliğini saptamak amacı ile araştırma başlangıcında logistic regresyon analizi yapılmış ve listenin tanı koymada güvenilir olduğu saptanmıştır. Verilerin istatistiksel değerlendirilmesinde; sayı, yüzde, ki-kare önemlilik testi, Fisher kesin X2 testi, Yates ki-kare testi, Mantel-haenszel doğrusal ilişki X2 testi, ayrıca Cohen'in KAPPA uyum istatistiği testi kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesi sonunda şu sonuçlara ulaşılmıştır. 95 Eğitim düzeyi düşük kadınlarda vaginitise yakalanma oranı yüksek bulunmuştur. Ayrıca düşük yapan kadınlarda, aile planlaması olarak Ria kullanmayı tercih edenlerde, tuvalet öncesi elini yıkamayanlarda, tahret bezi kullananlarda, tahta tabureye oturarak banyo yapanlarda, iç çamaşırını sık değiştirmeyenlerde, adet döneminde bez kullananlarda, cinsel ilişki sonrası vaginal duş yapanlarda, adet öncesi ve sonrası akıntının miktarı ve niteliği değişenlerde, vaginitisin daha sık görüldüğü saptanmıştır. Polikliniğe akıntı, pelvik ağrı, kanama, erezyon vb. gibi yakınmalarla başvuran kadınların %53.3'ünün normal vaginal floraya sahip olduğu, %18.3'ünün Candida, %10.8'inin bakteriyel vaginasis, %10'unun mix. Enfeksiyon, %7.5'inin ise trichomonas enfeksiyonuna yakalandığı saptanmıştır. Hemşirenin standart kontrol listesi kullanarak yaptığı jinekolojik muayene tanısı ile laboratuar tanısı arasında yapılan analizde (Cohen'in KAPPA uyum istatistiği sonucuna göre) güçlü bir uyum bulunduğu saptanmıştır (K = 0.88459). Ayrıca hemşire tanısı ile hekim tanısı ile de K = 0.94747 oranında uyum belirlenmiştir. Ebe hemşireler kadın sağlığı için önemli sorunlardan biri olan genital enfeksiyonların oluşma, yayılma ve tekrarlama olasılığı konusunda kadınları ve eşlerini bilinçlendirmeli, jinekolojik kontrollere gitme alışkanlığı kazandırılarak erken tanı ve tedavinin önemini belirtmelidir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar içerisinde yer alan genital enfeksiyonlar ikinci basamak sağlık hizmetlerinde hekim tarafından ele alınması gereken bir konu olarak değerlendirilmemelidir. 326 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Sağlam ve hasta kişiye ulaşmada en etkin sağlık personeli olan ebe ve hemşirelere, uygun tanı ve tedavi yaklaşımları konusunda hizmet içi eğitim programları düzenlenerek bilgi seviyeleri yükseltilmelidir. Bu şekilde ebe ve hemşirelerin daha etkin hale gelmesi sağlanmalıdır. SUMMARY This research, carried out as a descriptive, cross-sectional, and quasi experimental (self controlled) study, has aimed at finding out the factors causing the formation of vaginitis and determining the effectiveness of the nurse in the diagnosis of vaginitis in the fertile women aging between 15-49. The population of the research has made up 1000 women having had gynaecological complaints applied to the birth polyclinic of Denizli State Hospital. The 120 woment who aren't married, not having had ony oral antibiotics or vaginal medicine within the previous two weeks, who aren't pregnant, who haven't had any hysterectomy operations and who aren't in the period of menopause were included in the investigation using the non passible sampling technique and formed the sample of the investigation. The questionnaire, gynaecological exomination (standart checklist) and lab search techniques have been exerted in order to obtain data. The questionnaire form, the checklist, vaginal ph measurement and educational leaflet have been applied by the researcher. The internal validity of the standart checklist has been examined by ten specialist gynaecologists and has compromised on the adequateness of it. The logistic regression analysis was carried out so as to find out the reliability of the standart checklist and proved that the list was reliable in diagnosis. Number, percent, chi-square test, Fisher's exact test, Yates chi-square test, Mental-Haenszel test for linear association and also Cohen's Kappa conformity statistical test have been used in the evaluation of the data statistically. As a result of the evaluation of the data, the following results have been achieved. 97 It has been found out that the women with a low education level have a high rate of catching vaginitis. Besides, it has been encounteredmore often intheaborted women, the ones preferring the IUD (intra uterin device)in the family planning,the ones who don't wash their hands before entering the toilet, the ones who use a small towel for drying, the ones who have a bath sitting on a wooden stool, the ones who don't change their underwear very often, the ones who use a piece of cloth during their menstruation, the ones who have a vaginal shower after sexual intercourse,the ones who have a change in the amount and the quality of discharge before and after menstruation. It has been discovered that the 53.3 % of the women applying to the polyclinic about some complaints such as discharge, pelvic pain, bleeding and erosion have normal vaginal flora, the 18,3 % of those suffer from Candida, the, 10,8 % of those from bacterial vaginasis, the 10,1 % of those from mix. infection, the 7,5 % of those have caught trichomonas infection. It has been determined that there is a good harmony in the analysis (according to the result üu cohen's harmony statistics) between the gynaecologic examination diagnosis and the lab diagnosis by the nurse by using the standart checklist (K=0.88459). İn addition it has been found out that there is a hormony at the rate of K=0.94747 between the diagnosis of the physician and the nurse. Midwives and nurses should enlighten the women and their husbands on the subject of the formation, expansion and the recurrance probability of the genital infections, one of the significant problems for the health of the women. Women should be able to gain the habit of attending gynaecological check-ups and they should be instructed how important the early diagnosis and treatment are by the midwives and nurses. 97 It has been found out that the women with a low education level have a high rate of catching vaginitis. Besides ,it has been encounteredmore often intheaborted women, the ones preferring the IUD(intra uterin device)in the family planning,the ones who don't wash their hands before entering the toilet, the ones who use a small towel for drying, the ones who have a bath sitting on a wooden stool, the ones who don't change their underwear very often, the ones who use 327 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı a piece of cloth during their menstruation, the ones who have a vaginal shower after sexual intercourse,the ones who have a change in the amount and the quality of discharge before and after menstruation. It has been discovered that the 53.3 % of the women applying to the polyclinic about some complaints such as discharge, pelvic pain, bleeding and erosion have normal vaginal flora, the 18,3 % of those suffer from Candida, the, 10,8 % of those from bacterial vaginasis, the 10,1 % of those from mix. infection, the 7,5 % of those have caught trichomonas infection. It has been determined that there is a good harmony in the analysis (according to the result üu cohen's harmony statistics) between the gynaecologic examination diagnosis and the lab diagnosis by the nurse by using the standart checklist (K=0.88459). İn addition it has been found out that there is a hormony at the rate of K =0.94747 between the diagnosis of the physician and the nurse. Midwives and nurses should enlighten the women and their husbands on the subject of the formation, expansion and the recurrance probability of the genital infections, one of the significant problems for the health of the women. Women should be able to gain the habit of attending gynaecological check-ups and they should be instructed how important the early diagnosis and treatment are by the midwives and nurses. 328 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri GEBELİKTE YAŞANAN FİZİKSEL SORUNLARIN SAPTANMASI VE BUNLARI ETKİLEYEN ETMENLERİN İNCELENMESİ Ayfer BAKICI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ümran DEMİR İzmir-1999 ÖZET Bu araştırma gebelikte yaşanan fiziksel sorunları saptamak bu sorunları etkilediği düşünülen sosyo-demografik, evlilik, doğurganlık özellikleri; gebelik ve doğumla ilgili bilgilenme durumu, özbenlik değerlendirmesi, sosyal ağ özellikleri ve algılama sosyal desteği incelemek amacıyla tanımlayıcı ve kesitsel olarak planlanmıştır. Araştırma Sağlık Bakanlığı Konak Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesinde 30 Haziran30 Eylül 1998 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın evrenini gebe ve jinekoloji polikliniklerine başvuran tüm gebe kadınlar; örneklemini ise olasılıksız örneklem yöntemiyle seçilen 15-49 yaşları arasında, fizyolojik ve psikiatrik hastalık tanısı konmuş, evli ve risksiz gebeliği olan 300 kadın oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından geliştirilmiş olan sosyo-demografik, evlilik, doğurganlık özellikleri ve gebelik sorunları bölümlerini içeren anket formu ve Oya Sorias’ın Türkçe’ye çevirip birçok çalışmasında kullandığı sosyal ağ soru listesi, algılanan arkadaş ve aile desteği bölümlerinden oluşan “Sosyal Destek Ölçeği” kullanılmıştır. Veriler gebe kadınlarla bire bir görüşülerek toplanmıştır. Toplanan verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, Pearson Chi-Square (X2), tek yönlü sheffe varyans, korelasyon analiz yöntemleri kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesiyle şu sonuçlar elde edilmiştir. • Gebelerin sağlık personelince izlenimleri eğitim durumunun anlamlı düzeyde etkilediği, gelir durumunun etkilemediği; özbenlik değerlendirmelerini eğitim durumlarının ve gelir durumlarının anlamlı düzeyde etkilediği, yaşlarının etkilenmediği belirlenmiştir. • Gebelik yaşanan bulantı-kusmayı, iştahta artmayı, iştahta azalmayı, bazı gıdalara karşı aşırı istek duymayı, konstüpasyonu, solunum güçlüğünü, kokulara karşı hassasiyeti, sıcak basmasını, şişkinlik hissini, bacaklarda kramp görülmesini, hareketlerde azalmayı, hantanlık ve sakarlık sorununu, çok uyumayı, cinsel istekte artma yada azalmayı gebelik dönemlerinin anlamlı düzeyde etkilediği; mide yanmasını, diare görülmesini, sık idrara çıkmayı, hemoroid görülmesini, bel ağrısını, yorgunluğu etkilemediği saptanmıştır. • Kadınların yaşadıkları gebelik sorunlarını çalışma durumlarının, eşlerinin eğitim durumlarının, düşük yapmalarının, gebeliği isteyip istememe durumlarının, gebelik dönemlerinin, özbenlik değerlendirmelerinin anlamlı düzeyde etkilediği; yaşlarının, eğitim durumlarının, evlilik sürelerinin, eşleriyle isteyerek evlenip evlenmeme durumlarının, eşlerinin ev işlerine yardım etme durumlarının, aile tiplerinin, gelir durumlarının, gebelik sayılarının, ölü doğum yapmalarının, gebelik boyunca bilgilenme durumlarının, herhangi bir sorun halinde sağlık kurumuna götürecek kişinin olmasının, bebek bakımını paylaşacak kişinin olmasının, sosyal ağ özelliklerinin etkilemediği sonucu elde edilmiştir. 329 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı • Kadınlarda min-max değeri 0-23 olan gebelik sorunlarının ortalaması 9.65, min-max değeri 0-40 olan algılanan arkadaş desteği puanın ortalaması 29.93, min-max değeri 0-40 olan algılanan aile desteği puanın ortalaması 32.11 olarak bulunmuştur. Ayrıca algılanan aile desteği arkadaş desteğinden daha yüksek olarak elde edilmiştir. • Kadınların gebelik sorunlarıyla algıladıkları arkadaş ve aile desteği arasında negatif güçlü bir ilişki olduğu belirlenmiş, ancak bu ilişki istatistiksel olarak anlamsız olup anlamlılık düzeyine çok yakın bulunmuştur. Kadınların aldıkları arkadaş ve aile desteği arttıkça gebelik sorunlarının azaldığı görülmüştür. • Kadınların algıladıkları sosyal desteklerini eğitim durumlarının, çalışma durumlarının (arkadaş desteğini), eşlerinin eğitim durumlarının, isteyerek evlenip evlenmeme durumlarının, gelir durumlarının, gebeliklerini isteyip istememe durumlarının, gebelikleri boyunca sağlık personelince izlenip izlenmeme durumlarının, herhangi bir sağlık sorununda sağlık kuruluşuna götürecek kişinin olup olmamasının, doğum sonrası bebek bakımını paylaşacak kişinin olup olmamasının, sosyal ağ büyüklüklerinin, eşlerinin sosyal ağda ilk sıralarda olup olmamasının anlamlı düzeyde etkilediği; yaşlarının, çalışma durumlarının (aile desteğini), aile tiplerinin, sosyal ağlarında ilk sıraları arkadaş ve sağlık personelinin olmasının etkilemediği bulunmuştur. Yukarıdaki saptamalara göre kadınların gebelik sorunları azaltılarak anne, bebek sağlığı ve dolaylı olarak toplum sağlığını geliştirmek için aileler, sağlık personeli ve sektörler arası işbirliğine gereksinim vardır. SUMMARY This study has been realized to determine physical problems experienced during pregnancy and descriptively and sectonally planned to scrutunize the characterictics of socio-demographic, marriage, fecundity, the process of being informed about pregnancy and birth, personality assessment, the features of social network and perceived social support. The study has been applied at the Ministery of Health Konak Gynecology and Obstetric Hospital between30 June-30 September 1998. The content of the study is formed of all pregnant women who have been to gynecoloy and obstetric polyclinics, and as fort he examples of the study 300 married women–ages between 15-49 without any pregnancy risk, who weren’t both physiologically and psychologically diagnosed, were chosen through improbable analogous method. As a toll for collecting data, a questionaire that has characteristics of social-demographic, marriage and fecundity problems of pregnancy; ”Measure of Social Support Which were formed of two parts as perceived friend and family support and adding to this the List Of Questions Of Social Nerwork that was translated into Turkish and used in many studies by Oya Sorias. Data was collected through one-to-one interviews with the women. The method of percentage, Pearson Chi Square(X2), Sheffe varriations, correlation analysis were used for the evaluation of the data. After evaluating the data, the following results have been reached: • Where as the education level of the pregnant women substantially affects the health personnel’s observation, the level of their pregnant women’s income doesn’t. Also while their level of education and income affect their personality asessment their ages do not. • Where as the following situations were determined to be affected by trimestirs of pregnancy; nausea-vomitting, increase in appetite, excessive desire for some foods, constipation, dyspnea, sensitivity to scents, tightness because of hot, feeling of edema, cramps on legs, laziness and 330 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri clumsiness, excessive desire for sleeping, increased or decreased sexual desire, sitations like; hot burn, diarrhea, freguent urinating, hemorrhoid, backachers, tooth and gum aches, dermatological irritation headaches, fatigue not be affected during pregnancy. The pregnancy problems that women under go are substantially affected by their working, educational conditions of husbands, abortion, desire for pregnancy or not, pregnancy period and personality asessments, but not by their ages, level of education, supouse’s cooperation in household chores, marriage period, getting married willingly or not, family types, financial conditions, the number of pregnancy, giving dead births, being informed during pregnancy, existence of a person that can take her to the hospital in case of emergency, having someone who shares the care and welfare of the baby and the characteristics of social network. The average of pregnancy problems with min-max 0-23 valves is 9.65, the average of percenived friend support with min-max 0-40 is 29.93,the range of perceived family support with 0-40 valves is 32.11. Besides, it has been concluded that perceived family support is higher than friend support. A negative relationship between friend and family support perceived through pregnancy problems by women has been noticed, however this retationship is statistically meaningless. İt has been realized that as the friend and family support increas, pregnancy problems decreas. İt has been noticed that social supports the women perceive are substantially affected by their level of education, working conditions(friend support), spouses’ level of education, the whether they got married willingy or not, financial conditions, appraving their pregnancy or being observed by the fact whether there is somebody that can take her to the hospital, the sizes of social network, the fact whether there is someone who will share the care and welfare of the baby or not and the fact whether their husband occupy primary positions in the social network, and are not affectedby their ages, working conditions (family support), family types and the fact whether friends and the medical personnel occupy the primary possitions in the social network. According to the determination above in order to improve the health of mother-baby and naturally the health of cociety by decreasing pregnancy problems, there is a need of co-operation among families, health personal and the sectors at the some time these there have great tasks to realize this situation. 331 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı ÇANAKKALE DEVLET HASTANESİNE DOĞUM YAPMAK İÇİN BAŞVURAN KADINLARIN ANTENATAL BAKIM ALMA DURUMLARININ İNCELENMESİ Fide GÖKTAŞ KAYA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aynur SARUHAN İzmir-1999 ÖZET Bu araştırma; Sağlık Bakanlığı Çanakkale Devlet Hastanesi Doğum Polikliniğine doğum yapmak üzere gelen kadınların; antenatal bakım alma durumlarını ve antenatal bakım almayı etkileyen faktörleri incelemek amacı ile tanımlayıcı ve kesitsel olarak 1 Mayıs-30 Haziran 1997 tarihleri arasında yapılmıştır. Kadınların sosyo-demografik ve doğurganlık özellikleri, antenatal bakım alma ile ilgili veriler, karşılıklı görüşme yoluyla uygulanan anket formuyla elde edilmiştir. Sonuçlar yüzdelik ve Ki kare (x2) testi ile değerlendirilmiştir. Araştırmaya katılan kadınların yaş ortalaması 26.31±0.68 olarak saptanmıştır. Kadınların %19.0’unun 15-19 yaş grubunda, %15.0’inin 35-44 yaş grubunda oldukları belirlenmiştir. Araştırmaya katılan kadınların çoğunun (546.0) ilkokul mezunu ve ev hanımı oldukları belirlenmiştir. Kadınların %39.0’unun gebelik süresince köy/kasabada, %32.0’sinin ilde yaşadıkları, %44.0’ünün ilk gebelik yaşının 15-19 yaş grubunda olduğu saptanmıştır. İlk gebelik yaş ortalaması 20.35 ± 4.49 olarak belirlenmiştir. Araştırmaya katılan kadınların, %27.0’sinin bir, %11.0’inin ise üç ve üzeri sayıda yaşayan çocukları olduğu,% 22.0’sinin bir düşük yaptığı saptanmıştır. Araştırmaya katılan kadınların %32.7’sinin son gebelik aralığı 12 ay ve daha kısa olduğu, %64.0’ünün gebeliklerini istediği ve %54.0’ünün son gebeliklerinden önce aile planlaması yöntemi kullanmadıkları tespit edilmiştir. Araştırmaya katılmayı kabul eden kadınların %83.0’ünün en az bir kez antenatal bakım aldıkları saptanmıştır. Gebeliğin ilk oniki haftasında antenatal bakım almaya başlayan kadınların oranı %53.0, ilk antenatal bakım alma hafta ortalaması 12±8.15 olarak saptanmıştır. Antenatal bakım alan kadınların %13.2’sinin dört kez antenatal bakım aldığı, %44.6’sının sağlık ocağından, %13.2’sinin hastaneden, %38.6’sının ise özel hekimden bakım aldıkları saptanmıştır. Araştırmaya katılan kadınların %71.1’inin kilosunun ölçüldüğü, %95.2’sinin kan basıncının ölçüldüğü, %55.4’üne idrar tahlili, %56.0’sına kan tahlili yapıldığı saptanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre kadınların antenatal bakım alma durumuna; yaş, eğitim durumu, canlı doğum sayısı, yaşayan çocuk sayısı, kullanılan ile planlaması yönetiminin etki ettiği saptanmıştır. Sonuçlar araştırma hipotezini destekleyici nitelikte bulunmuştur. Araştırmanın sonuçları doğrultusunda kadınların sağlığının korunmasından antenatal bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılmasının zorunlu olduğu, ana-çocuk sağlığı iyileştirme programlarına yer verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu nedenle, antenatal bakım hizmeti veren sağlık personelinin iyi eğitilmiş olması, bu hizmetlerden yararlanan kadınların oranının arttırılması için çaba gösterilmesi, sağlık eğitiminin etkili şekilde kullanılması, antenatal bakımın 332 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri niteliğinin artırılması için yeterli araç-gereç, fizik yapı, ve eğitimli personelin sağlanması gerektiği önerilmiştir. SUMMARY This research being determinant sechonal, has done among the women who come to give a birth to the polycilinic of birth of the Ministry of Health Public Hospital of Çanakkale, in the aim of examining the situations of their taking antenatal care & the factors that effect to take the antenatal care, between May 1-1997 and June 30.1997. Social demografic & fecundity characteristics of women, the datums about taking antenatal care were acquired by research forms that they had applied by interview its results were evaluated by the tests of percentage and Ki-square. The age average of the women who took partin the investigation has defined as 26.31±0.68.İts defined that the 19.0% of the women were in 15-19 age group,15.0% of them were in 35-44 age group. İt’s defined that most of the women who took part in the investigation (40.0%) were graduated from, primary school & house wives. It’s fixed that 39.0% of the women had lived in village & town, 32.0% of them had lived in the country during their pregnancy and 44.0% of women’s first pregnance age is in 15 -19 age group. The avarege of first pregnance age is defined as 20.35 ± 4.49. It’s determined that 27.0% of the women participated in the research have one and 11.0% of them have 3 or more alive children and that 22.0% of them had an abortion. It is fixed that the last pregnancy interval of the 32.7% of the women participated in the research is 12 months and shorter than this and that 64.0%, of them want their pregnancy and 54.0%, of them didn’t use the family planning method before their last pregnancy. It is determined that 83.0% of the women agreed to participate in the research get antenatal care of least once. It is determined that the ratio of the women got antenatal care during the first twelve week of their pregnancy is 53.0% and the week avarege of getting antenatal car efor the first time is 12 ± 8.15. It is fixed that 13.2% of the women got antenatal care get it for four times and that 46.6% of these women get it from village clinic, 13.2% from hospital and 38.6% from a private doctor. It is determined that 71.1% of the women participated in the research was weighed and that blood pressure of the 95.2% of them was measured and that to 55.4% of them urine analysis and to 56.6% of them blood analysis was made. According to the results of investigation it is determined that the women’s age and education situation, number of alive births, number of living childs and family planning effect the situation of the women’s antenatal care. The resultus are found in a quality of supporting the hypothesis. In the direction of the research results, it’s pointed out that it’s must for the protection of the women health to become widespread of antenatal care duties and to give a place to the programs of mother and child health protection. For that reason, it’s suggested that tha personnel who gives antenatal care duty, must be well eduated and to increase the ratio of women who benefits from these service, the effort must be showed and to use the health education in an effective way, and to increase the quality of antenatal care, there must be provided enough materials, physic built and educated stuff. 333 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı İNFERTİL KADINLARDA YALNIZLIK DÜZEYİ VE BUNU ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Oya Ünder KAVLAK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aynur SARUHAN İzmir-1999 ÖZET Bu araştırma; infertil kadınların yalnızlık düzeyinin belirlenmesi ve yalnızlık düzeyini etkileyen faktörlerin incelenmesi amacı ile tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı, infertilite polikliniğinde 1Ağustost-31 Aralık 1998 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma kapsamına 150 infertil kadın alınmıştır. Araştırmanın verileri infertil kadınların tanıtıcı özelliklerini içeren Veri Formu, yalnızlık düzeyinin belirlenmesi amacıyla, UCLA-LS(UCLA Yalnızlık Ölçeği), Sosyal desteği belirlemek amacıyla üç bölümden oluşan bu form;”Sosyal Ağ Soru Listesi”,”Algılanan Arkadaş Desteği” (PSS-Fr, Perceived Support Scale From Friends) ve “Algılanan Aile Desteği”(PSS-Fa, Perceived Support Scale From Family) ölçeklerini içeren araçlar yardımı ile görüşme tekniği kullanılarak toplanmıştır. Araştırmada kullanılan araçların iç tutarlılık katsayıları; UCLA yalnızlık ölçeği için r=0.91, algılanan aile desteği ölçeği için r=0.89, algılanan arkadaş desteği ölçeğini için r= 0.86 olarak saptanmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, iki ortalama arasındaki farkın önemjlilik testi, varyans analizi ve korelasyon analizi kullanılmıştır. Toplanan verilerin değerlendirilmesiyle şu sonuçlar elde edilmiştir. 1. İnfertil kadınların % 32.7’sinin 25-29 yaş grubunda olduğu, % 42.0’sinin Ortaokul ve Lise düzeyinde eğitim aldığı, % 64.7’sinin ev hanımı olduğu, % 88.0’inin herhangi bir sosyal güvencesinin olduğu, % 50.0’sinin 1-5 yıldır evli olduğu, % 85.4’ünün primer infertilitesi olduğu belirlenmiştir. 2. Araştırma kapsamına alınan infertil kadınların genel yalnızlık puan ortalaması (X=37.633±11.8329 olarak saptanmıştır. 3. İnfertil kadınların algıladıkları genel sosyal destek (algılanan aile ve algılanan arkadaş desteği)ile yalnızlık arasındaki ilişkiyi incelemek üzere yapılan korelasyon analizinde negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki belirlenmiştir (p<0.001 r= - 0.714). Bu sonuca göre infertil kadınlarda sosyal desteğin yalnızlık düzeyini büyük ölçüde etkilediği görülmüştür. 4. İnfertil kadınların sosyal değişkenlerinin ortalamaları incelendiğinde, sosyal ağ büyüklüğünün ortalama 6.5 kişiden oluştuğu ve bu ağda yer alan akraba sayısının 4.3, arkadaş sayısının 2.1 ve sırdaş sayısının 2.9 olduğu saptanmıştır. 5. İnfertil kadınların sosyal ağ büyüklüğü, arkadaş sayısı, akraba sayısı, sırdaş sayısına bağlı olarak yalnızlık puan ortalaması arasındaki ilişkiyi incelemek üzere yapılan korelasyon analizinde istatistiksel olarak negatif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0.001). 334 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri 6. İnfertil kadınlarda algılanan arkadaş desteği ile algılanan aile desteği puan ortalamaları incelendiğinde arkadaş desteği puan ortalaması 27.307, aile desteği puan ortalaması 32.180 olarak saptanmıştır. 7. İnfertil kadınların algılanan aile desteği ile yalnızlık puan ortalamaları arasındaki ilişkiyi incelemek üzere yapılan korelasyon analizinde, iki değişken arasında negatif yönde anlamlı bir ilişki saptanmıştır. 8. Çalışma kapsamına alınan kadınların algılanan arkadaş desteği ile yalnızlık arasındaki ilişki incelemek üzere yapılan korelasyon analizinde, iki değişken arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki belirlenmiştir. (p<0.001 r=- 0.617) 9. İnfertil kadınlarda yalnızlık düzeyinin, algılanan aile desteğinden çok algılanan arkadaş desteğinden etkilendiği sonucuna varılmıştır. 10. İnfertil kadınların yaş, evlilik süresi ve intertilite faktörlerine bağlı olarak yalnızlık puan ortalamaları arasındaki ilişki varyans analizi ile incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). 11. İnfertil kadınların eğitim durumları ile yalnızlık puan ortalamaları arasındaki ilişkiyi incelemek üzere yapılan varyans analizinde iki değişken arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır. (F=3.868 p<0.05). Yalnızlık düzeyi en yüksek olan grup okuma yazma bilmeyen İnfertil kadınlardır. Eğitim düzeyi yükseldikçe yalnızlık düzeyinin azaldığı sonucu bulunmuştur. 12. Çalışan İnfertil kadınların yalnızlık düzeylerinin, çalışmayan İnfertil kadınların yalnızlık düzeylerinden daha düşük olduğu belirlenmiştir. (t=- 2.95 p<0.05). 13. Sosyal güvencesi olan İnfertil kadınların yalnızlık puan ortalamalarının (X=36.772), sosyal güvencesi olmayan İnfertil kadınların yalnızlık puan ortalamalarından (X=43.944) daha düşük olduğu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (t=-2.45 p<0.05). 14. İnfertil kadınların gelir durumları ile yalnızlık puan ortalamaları arasındaki ilişki incelendiğinde, geliri giderinden az olan İnfertil kadınların yalnızlık puan ortalaması (X=41.183), geliri giderine denk olanların yalnızlık puan ortalamasından (X=35.876) daha yüksek olduğu istatistiksel açıdan da anlamlı bulunmuştur (p<0.05 F=4.175). 15. İnfertil kadınların evlilik sayısı ile yalnızlık puan ortalaması arasındaki ilişki incelendiğinde birinci evliliği olan kadınların yalnızlık puan ortalaması (X=38.126), iki ve daha fazla evlilik yapan İnfertil kadınların yalnızlık puan ortalamasından (X=28.875) daha fazla olduğu istatistiksel olarak da anlamlı bulunmuştur (P<0.05 t= 2.18). 16. İnfertil kadınların çocuk isteme süresi ile yalnızlık puan ortalamaları arasındaki ilişki incelendiğinde 3-4 yıldır evli olan İnfertil kadınların yalnızlık puan ortalaması (X=41.500 (1-2 yıldır evli olan İnfertil kadınların yalnızlık puan ortalamasından (X=34.879) daha yüksek olduğu istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (F=3.388 p<0.05). 17. İnfertil kadınların psikolojik desteğe ihtiyaç derecesine göre yalnızlık durumları arasındaki ilişki incelendiğinde, psikolojik desteğe çok fazla ihtiyacı olanların yalnızlık puan ortalamalarının (X=47.826), orta (X=35.451) ve az (X=36.782)psikolojik desteğe ihtiyacı olanların yalnızlık puan ortalamalarından daha fazla olduğu istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (F=13.092 p<0.001). Bu bilgiler, ışığında; Hemşirelerin, infertil bireylerin yaşadığı yalnızlık duygusunun giderilmesinde sosyal desteğin önemini bilmesi ve bu konuda eğitim programları düzenleyerek kadınları, aile ve arkadaşları bilgilendirmesi gerekmektedir. 335 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SUMMARY This study, as a descriptive research, was planned to determine the loneliness level in infertile women and to assess the factors that effect the loneliness level. The study has been carried out in the Ege University Hospital Infertility Qut-Patient Clinic between August 1 to December 31.1998. The sample of the study was composed of 150 infertile women. The data was collected by means of three forms with interview technique. The first form, called Data Form was consisted of the descriptive characteristics of the sample of the sample, second form, the UCLA Loneliness Scale was applied to assess the loneliness levels, and third form, which was composed of 3 parts, the Social Network Question List, Perceived Support Scale From Friends(PSS-Fr)and Perceived Support Scale From Family (PSS-Fa) to determine the social support. The internal validity of the meansurement tools were found to be r=0.91 for the UCLA Loneliness Scale, r= 0.89 for the PSS-Fa, and r=0.86 for PSS-Fr. In the data analysis; percentage, the t-test, Variance Analysis and Correlation Analysis were applied. After the analysis this result have appeared; • Thirty two women were 25-29 age group, of whom 42% received education in secondary/ high school levels. Furthermore, 64.7% of the women were housewives,88% had a social security, 50% were married for 1 to 5 years and 85.4% were primary infertile. • The mean score of the loneliness level of the women was determined as 37.6 F=11.8. • In order to ases the correlation between general perceived social support (PSS-Fa and PSSFr)and the loneliness leve, it was found that had been statically negative significant correlation(r=0.714,p<0.01). According to this result it was indicated that social support effect the loneliness level in infertile women, immensly. • In the assessment of the mean scores of social support network variables, it was concluded that the mean extent of social score was embodied 6.5 people of whom 4.3 were relatives, 2.1 were friends and 2.9 were close-friends. • In the analyses to determine the correlation between extent of social support number of friends, relatives and close-friends, and the loneliness level, it was obtained that there had been statistically negative significant correlation (p<0.001). • In the assessment of mean scores of mean scores of mean scores of perceived friend support and perceived support of the infertile women, it was determined that the mean score form perceived friend support was 27.307, and the mean score for perceived family support was 32.180. • In the correlation analysis for examining the correlation between the mean score of perceived family support and the mean score of loneliness, there was a negative significant correlation (r=0.513, p<0.001). • The correlation analysis between the mean score of perceived friend support and the mean score of loneliness displayed that there had been a negative significannt correlation (r=- 0.617, p<0.001) • It was concluded that, the loneliness level in infertile women had been influenced by perceived friend support rather than perceived family support. • In the assessment of the correlation between age, marriage years, infertility and the mean score of loneliness level by variance analysis, it was appeared that there was no statistically significant correlation (p>0.05). 336 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri • In the variance analysis to determine the correlation between the education of state of the women and the mean score of loneliness level, there was a significant correlation (F=3.869, p<0.05). The illiterate women displayed the highest loneliness level. It was found that the loneliness level descreased, while educational level increased. • It was ascertain that the loneliness level was lower in working infertile women compare to infertile women who were working (t= - 2.95, p<0.05). • It was determined that the mean score of loneliness level in women with social security was lower than those with no social security (X=43.94). There was statistically significant difference (t=-2.45, p<0.05). • In the assessment of the correlation between financial state of the infertile women, and the loneliness level, it was appeared that the infertile women whose income was less than expenses displayed higher means score of loneliness level (X=41.18) than the infertile women whose income was equal to expenses (X=35.87). There was a statistically significant difference (F=4.175, p<0.05). • In the assessment of the correlation between the number of marriage and the mean score of loneliness level, it was found that infertile women in their first marriage displayed higher mean score of loneliness level (X=38.12) compare to those in their second or third marriage (X=28.87). There was statistically significant difference (X=2.18, p<0.05). • In the examination of the correlation between the period of wish for a child and the mean score of loneliness level in infertile women, it was found that the mean score of marriage for 3-4 years was higher (X=41.50) than those who are married for 1-2 years (X=34.87). This result was found be statistically significant (F=3.38, p<0.05). • In the assessment correlation between the need for a psychological support and the mean score of loneliness level in infertile women, it was obtained that, infertile women who need the most psychological support displayed the highest mean score of loneliness level (X=47.82) compare to those who need mild psychological support (X=35.45) and those who need the least support (X=36.78). There was statitically significant correlation between the variable (F=13.09, p<0.001). • In the high of these results, nurses should consider the importance of social support in İnfertile women and organise educational programmes to inform infertile women and their families and friends in this subject. 337 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı ÇALIŞAN HEMŞİRELERDE MENSTRUAL YAKINMALARIN İNCELENMESİ Zeynep DAŞIKAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Aynur SARUHAN İzmir-2000 ÖZET Bu araştırma, çalışan hemşirelerde menstrual yakınmaların belirlenmesi ve yakınmalara etki eden faktörlerin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırma S.B. bağlı İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde çalışan hemşirelerde 15 Nisan-15 Mayıs 1999 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma kapsamına örneklem seçim kriterlerine uyan 200 hemşire alınmıştır. Araştırmanın verileri hemşirelerin tanıtıcı özelliklerini içeren anket formu ve menstrual yakınmaları belirlemek için kullanılan Menstrual Distres Şikayet listesi araçları yardımı ile görüşme tekniği kullanılarak toplanmıştır. Menstrual Distres Şikayet Listesinin güvenirlik analizi için cronbach alfa yöntemi kullanılmış, güvenirlik katsayıları adet döneminde (0,96), adet öncesi dönem (0,95), adet sonrası dönem (0,90) sonuçları elde edilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular üç bölümde incelenmiş olup, birinci bölümde hemşirelerin tanıtıcı özellikleri, ikinci bölümde menstrual distres şikayet listesinde yer alan 8 alt semptom grupları puan ortalamalarına ilişkin veriler, üçüncü bölümde ise hemşirelerin menstrual yakınmalarını etkileyen faktörlere ilişkin veriler yer almıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, aritmetik ortalama, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (“t”1 testi), ve varyans analizi kullanılmıştır. Araştırma kapsamına alınan hemşirelerin %56.0’ının 20 -29 yaş grubunda, %53,5’inin evli, %57,5’inin gelir durumunun dengede, %54,5’inin 1-10 yıl arası çalışma yılı olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin %91,5 gibi büyük çoğunluğun menstrual yakınmasının olduğu, %67,5’nin yakınmalara karşı önlem aldığı, önlem alanların çoğunluğunu %63,0 ile ilaç kullananlar oluşturmuştur. Çalışmaya katılan hemşirelerin menstrual yakınmaları en fazla adet öncesi ve adet döneminde deneyimledikleri belirlenmiştir. Adet öncesi dönemde en fazla negatif duygulanım, ağrı ve su retansiyonu alt grup semptomları; adet döneminde en fazla ağrı, negatif duygulanım ve davranış değişiklikleri alt grup semptomları saptanmıştır. Adet sonrası dönemde ise en fazla pozitif değişikliklerden canlanma alt grup değişiklikleri saptanmıştır. Araştırmaya katılan hemşirelerin adet ve adet öncesi döneminde ağrı alt grubunda en fazla karın ağrısı-kramplar, sırt-bel ağrısı, yorgunluk; su retasyonu alt grubunda karında-memelerde şişme, memelerde ağrı hassasiyet, kilo alma; otonomik reaksiyon alt grubunda ateş basması, baş dönmesi-baygınlık, soğuk terleme; negatif duygulanım alt-grubunda gerginlik, anksiyete, ruhsal değişiklikler; konsantrasyon bozukluğu alt grubunda dikkat dağınıklığı-dalgınlık, uykusuzluk, sersemlik; davranış değişiklikleri alt-grubunda yataktan çıkmak istememe-yatakta kalma, eğitim ve çalışma gücünde azalma, verimlilikte azalma; kontrol alt grubunda göğüste ağrı-sıkıntı, boğulma-bunalma, çarpıntı semptomları saptanmıştır. Araştırma sonucu hemşirelerde en fazla yaşanan beş semptom; 338 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri 1. Gerginlik 2. Memelerde ağrı hassasiyet 3. Karında memelerde şişme 4. İştah artması 5. Sırt- bel ağrısı’dır. Araştırmaya katılan hemşirelerin menstrual yakınma puan ortalamalarını etkileyen değişkenler incelendiğinde; hemşirelerin adet dönemi yakınma puan ortalamaları ile gelir durumu, çalışkan servis, kişiler arası ilişkilerde bozulma ve yakınmalara önlem alma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur. Hemşirelerin adet öncesi dönem yakınma puan ortalamaları ile yaş grupları çalışma yılı, kişiler arası ilişkilerde bozulma ve yakınmalara önlem alma durumları arasında istatistiksel açıdan anlamlı ilişki olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin adet sonrası dönem yakınma puan ortalamaları ile çalışan servis ve kişiler arası ilişkilerde bozulma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur. Sonuç olarak, hemşirelerde yaşanan menstrual yakınmaların fazla olduğu saptanmıştır. Bu semptomlar hemşirelerin ruh ve beden sağlığını, kişiler arası ilişkilerini işteki verimini etkilemekte ve fonksiyonlarını yapmasını güçleştirmektedir. Bu nedenle kadın sağlığını yakından ilgilendiren menstrual yakınmalar ve bunlarla baş etme yöntemleri konusunda kadınlar ve toplum eğitilmelidir. SUMMARY This study has been made upon nurses to determine their menstrual complaints and the factors that effcet these complaints. The study has been carried out in İzmir Atatürk State Hospital, between April 15 and May 1999. 200 nurses that fit the selection criterions have been included into the research. The questionnaire that include the introductory information about the nurses and Menstrual Disress Questionnaire to determine the menstrual complaints, have been used as tools supplementing the research data. Each nurse has been trained individually by face to face conversation. The cronbach alfa method has been used as a reliability analysis in Menstrual Distress Questionnaire. The reliability analysis in menstrual period is (0,96), in premensrual period is (0,95) and in post menstrual period is (0,90). The findings of the research have been investigated from three different points. First section includes the inroductory information of the nurses, the second section included the scores in the 8 sub-groups which are in Menstrual Distress Questionnaire, the third section includes the data about the factors that effcet the menstrual disress in nurses. The results were evaluated with percentage, arithmetic average, the “t” test, variance analysis. 56.0% of the nurses that were inclusded in the study were between the ages 20-29, 55.5% of them were prior to bachelor’s degree, 53.5% of them were married, 57.5% of them had enougt income, 54.5% of them have been working at least from one to ten years. 91.5% of these nurses had menstrual complaints and 67.5 % of them had not taken precautions about the complaints and the most of these nurses (63.0%) were using drugs as precaution. These nurses have had the complaints more in pre-menstrual and during mensrual periods. In pre-menstrual period they mostly had negative affect such as pain and water retention. In during menstrual period they had pain, negative affecgt and change of behavior. Positive change and regeneration are most common in post–menstrual period. 339 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı In the pain sub-group nurses have mostly abdominal pain–crmps, waist and back ache, fatigue; in water retention sub-group abdominal and breast bloating, breast pain and tenderness, weight gain; in otonomic reaction sub-group feeling temperature, dizziness and weakness, cold persiration; in negative affect sub-group irritability, anxiety, mood lability; in consantration impairment sub-group absent mindedness and lack of attention, insomnia, daze; in behavior change sub-group inability and unwillingness to go out bed, decreased education and work, decrease in effienciency; in control sub-group ache and oppression in thechest, suffocation juncture, tachicardia. Acording to the results there are five most common semptoms. 1. Irritability 2. Breasts tenderness and pain 3. Abdominal and breast bloading 4. Increase in appetite 5. Bach and waist pain If the factors that effect the menstrual complaints of the nurses are invastegated we would found out that there is a significant relation between the scores of menstrual period complaints and income the part (section) they work in, the problems interpersonel relationships the precvautions about the menstrual complaints. There is again sa ignificant statistic relation in premenstrual period between the complaints scores and age group. Year in working, problems interpersonel relationships and precausions fort he complaints. There is a statistic relation in postmenstrual period between complaints scores and the party they work in and problems interpersonel relationhips. As a conslusion, it is found that nurses have lots of menstrual complaints. These complaints are affecting their psychic and physical healt also interpersonel relationships, their output and it creats difficulty in their work. For hat reason the women have to be informed and educated about the menstrual complaints which are an important in women healt studies. 340 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ERKEN DÖNEMDE BEBEĞİN EMZİRİLMESİYLE PLESENTA AYRILMA SÜRESİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ Hafize ÖZTÜRK Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ümran DEMİR İzmir-2000 ÖZET Bu araştırma, doğumdan hemen sonra bebeğin emzirilmesiyle artan oksitosinin uterus kontraksiyonları yoluyla plesentanın ayrılma süresine etkisini ortaya koymak amacıyla deneysel olarak yapılmıştır. Araştırma, SSK Elazığ Hastanesi Doğum Kliniği’nde 12 Temmuz–15 Eylül 1999 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın evrenini bu tarihler arasında kliniğe doğum yapmak için gelen tüm gebeler, örneklemi ise yine bu tarihler arasında doğum yapan 89 gebe (43 deney grubu, 46 kontrol grubu) ve yeni doğan bebekleri oluşturmuştur. Araştırma verilerini toplamak amacıyla araştırmacı tarafından literatürden yararlanılarak anket formu hazırlanmıştır. Ayrıca, araştırma kapsamına giren gebeleri belirlemek için ”prenatal risk indikatör” formu da kullanılmıştır. Deney grubundaki gebelerle çalışmanın önemini anlatıp, sözel izinleri alınmıştır. Bu grubun bebekleri doğduktan sonra kuru beze sarılp, apgar puanı değerlendirildikten ve aspire edildikten sonra (1-2 dk.) anne memesine verilmiştir. Bebeğin, memenin areola tabakası ile birlikte meme ucu tutturulmaya çalışılmıştır. Plesentanın ayrılmasına kadar bebekler anne memesinden tutularak emzirtilmeye uğraşılmıştır. Bu arada plesenta ayrılma belirtileri gözlenerek, plesenta ayrılma süresi kayıt edilmiştir. Kontrol grubunda ise bebeğin doğumdan sonra anneye rutin işlemler yapılmıştır. Bebekler anneye verilmemiş, yalnızca plesenta ayrılma süresi kayıt edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde değişkenlerin yüzdelikleri ve ortalamaları, plesenta ayrılma süre ortalamalarını karşılaştırmak için “t testi”, plesenta ayrılma süresi ile bazı değişkenler arasında “tek yönlü varyans analizi” ve ileri analiz için LSD testi kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, gebelerin yaş ortalaması; deney grubunda 25.44 ± 4.9, kontrol grubunda 25.26 ± 4.8, gebelik sayı ortalaması; deney grubunda 2.02 ± 1.6, kontrol grubunda 2.10 ± 1.15, doğum sayıları ortalaması ise sırayla 0.90 ± 1.04 ve 0.86 ± 0.83 olarak bulunmuştur. Araştırmaya katkılan gebelerin %96.08’i önceki doğumlarında bebeklerini emzirdikleri %8.16’sı ise doğumdan hemen sonra emzirmeye başladıkları belirlenmiştir. Deney ve kontrol grubundaki gebelerin plesenta ayrılma süreleri arasında fark anlamsız bulunmuştur. Plesenta ayrılma süre ortalaması deney grubunda 7.38 ± 3.22 dk. ve kontrol grubunda 7.50 ± 3.76 dk. olarak bulunmuştur. Gebelerin; Yaş grupları Gebelik sayıları Gebelik risk puanları Deney Grubu F(4,38)=0.2619 p>0.05 F(4,38)=0.7249 p>0.05 F(5,37)=1.5065 p>0.05 Kontrol Grubu F(4,41)=2.0152 p>0.05 F(5,40)=1.4875 p>0.05 F(6,39)=0.8304 p>0.05 341 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı İle plesenta ayrılma süre ortalamaları arasında yapılan istatistiksel analizde fark anlamlı bulunamamıştır. Deney grubu gebelerin, plesent ayrılma süresi en kısa 35 yaş ve üzeri gebelerde (387.00 sn.), üçüncü gebeliği olanlarda (386.57 sn.), ve üç doğum yapmış olanlarda (349.50 sn.) saptanmıştır. Kontrol grubunda ise en kısa plesenta ayrılma süresi 35 yaş ve üzeri gebelerde (273.00sn.), altıncı gebeliği olanlarda (248.00 sn.) belirlenmiştir. En uzun plesenta ayrılma süresi, deney grubunda 20-24 yaş grubunda (474.50 sn.), dördüncü gebeliği olanlarda (587.75 sn.) ve kontrol grubunda ise 15-19 yaş grubunda (563.00sn), ilk gebeliği olanlarda (551.50 sn.) saptanmıştır. Doğum sayılarına göre ise deney grubunda (F(4,38)=0.2584, p>0.05) fark anlamsız bulunmuşken, kontrol grubunda (F(3,42)=3.4669, p<0.05) anlamlı bulunmuştur. Fark, hiç doğum yapmamış ile bir-iki doğum yapmış olanlar arasında bulunmuştur. Elde edilen sonuçların ışığında; ebe/hemşirelere, erken emzirmenin öneminin örgün eğitimde ve hizmetiçi eğitimlerde anlatılması, gebelere antenatal takiplerde meme bakımının ve emzirmenin öneminin anlatılması ve daha geniş gruplarla yeni çalışmaların yapılması şeklinde önerilerde bulunulmuştur. SUMMARY This research was made experimentally to determineate that oksitosin which rises after, immediately breast-feeding of the baby, has an efffect on the expulsion-time of placenta by way of uterus contractions. The research was made between 12 July -15 September 1999 at SSK Elazığ Hospital. The universe of this study constitutes of all pregnant women who came for birth to the clinic between these dates. The sample groups are the 89 pregnant women (43 experiment, 46 control) who had birth again between these dates and their born babies. In order to collect the research data, by making use of the literature, the researcher prepared a questionnaire form. Moreover, to determine the pregnant women who are included in this research, the “ pre-natal link indicator” form was used also. To the pregnant women who are in the experiment group, importance of this study was explained, and their verbal permission was taken. The babies of this group, immediately after birth, were wrapped up dry clothes, their apgar point evaluations were made, and after they were aspirated, they were given breast–feding (for 1- 2 minutes). Until the expulsion of the plecenta the babies were held at the mother’s breast and tried to maket hem suck. During this action sign of expulsion of plecenta were observed and time was recorded. At control group after the birth of the baby the general procedures were mad efor both mother and baby. The babies were not given to the mothers, only the expulsion-time of plecenta was recorded. By evaluating the data the percentage of the variants, and their average; for comparing the expulsion-time of plecenta “T-Test”: between “One Way Variance Analysis” and for advenced analysis LSD Test were used. According to the research results is was found that; the age average of the pregnant women in the experiment group is 25.44±4.9 and control it is 25.36±4.8; the average pregnaqncy number in the experiment group is 2.02±1.6, in the control group it is 2.10±1.15; the gravide average is with order 0.90±1.04 and 0.86±0.83. 342 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri After, %96.08 pregnant women who participate in this study, pointed out that they breast-fed their babies in their previous birth ; %8.16 pointed out that they began to breast-feed immediately after birth. Expulsion-time of the plecenta differences between the experiment and control group were not found significantly. The expulsion-time plecenta average was found out 7.38±3.22 minutes at the experiment group and 7.50±3.76 at the control group. Pregnant women’s: Age groups Number of pregnancy Pregnancy link scoring Experiment Group Control Group F(4,38)=0.2619 p>0.05 F(4,38)=0.7249 p>0.05 F(5,37)=1.5065 p>0.05 F(4,41)=2.0152 p>0.05 F(5,40)=1.4875 p>0.05 F(6,39)=0.8304 p>0.05 According to the statistical analysis; pregnant women’s age groups, number of pregnancy and pregnancy link scoring were not effect expulsion–time plecenta. The pregnant women’s expulsion-time of plecenta the experiment group are determined as follow; the shortest was at pregnant women of age 35 age and above (387.00 sec.), at the third pregnancies(386.57sec.)and at the third births(349.50sec.).The shortest expulsion–time of plecenta at the control group was 273.00 sec. At the women of 35 age and above, at the pregnants who had their sixth pregnancy the expulsion-time was recorded as 248.00 sec. The longest expulsion–time of plecenta was found; at the experiment group in the 20-24 age group (474.50 sec.) and the ones who had their fourth pregnancy (587.75 sec.) and at the control group it was the 15-19 age group (563.00 sec.) and the first pregnant women (551.50 sec.) According to the gravide the difference at the experiment group (F(4,38)=0.2584, p>0.05)was not found significantly, but the difference at the control group (F(3,42)=3.4669, p>0.05) was found significantly. The difference was found between the women who hadn’t one- two births. According to these results of the research; the importance of early breast-feeding should be taught to nurses/midwifes at their education and at in-service educations; explaining to pregnant women breast care and the importance of breast-feding at antenatal following; and making new works with more larger about this subject are the suggestions that can be made. 343 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı EBELERİN GÖREV, YETKİ VE SORUMLULUKLARINI ALGILAMA DURUMLARININ BELİRLENMESİ VE GELİŞTİRİLEN ÖLÇEĞİN GEÇERLİK VE GÜVENİRLİĞİNİN İNCELENMESİ Emine DAŞDİBİ BEYDİLLİ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN İzmir-2000 ÖZET Araştırma, Isparta-Merkez’de bulunan İl Sağlık Müdürlüğüne bağlı 18 Sağlık Ocağı, Doğumevi, Devlet Hastanesi ve Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Isparta S.S.K. Hastanesi ve Isparta Asker Hastanesi bünyesinde çalışan ve diplomasında “Ebe ve Ebe-hemşire” yazan meslek üyelerinde “Ebelerin, Görev, Yetki ve Sorumluluklarını Algılama Ölçeği” geçerlik ve güvenirliğini saptamak amacıyla yapılmış olup tanımlayıcı türde bir alan çalışmasıdır. Araştırmanın evrenini, İl Sağlık Müdürlüğüne bağlı 18 Sağlık Ocağı, Doğumevi, Devlet Hastanesi ve Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Isparta S.S.K. Hastanesi ve Isparta Asker Hastanesi bünyesinde çalışan ve diplomasında “Ebe ve Ebe–hemşire “yazan toplam 250 meslek üyesi oluşturmaktadır. Araştırmanın evreni, araştırmanın örneklemi olarak alınmıştır. Gerekli verileri toplayabilmek için iki tür soru formu kullanılmıştır. Bunlar; ebelerin sosyodemografik özelliklerini belirleyebilmek için araştırmacı tarafından geliştirilen tanıtıcı bilgi formu,”Ebelerin, Görev, Yetki ve Sorumluluklarını Algılama Ölçeği’dir. Uygulanan soru formundan elde edilen bilgilere göre; ebelerin yaş grubu ortalaması 33.12±7.1’dir. Evlilik oranı; %78.4, Ebelik Yüksekokulu (Lisans) mezunu; %6.0, çalışma yılı ortalaması 14.25±7.1, mesleğe kendi isteğiyle gelenlerin oranı, %32.8, ebelerin %39.6’sı yetkisiz alınan sorumluluktan dolayı meslekten olumsuz etkilenmişlerdir. Ebelerin %40’ı görev alanı dışında çalıştırılmaktadır. Ebelerin sadece %1.2’si; 224 sayılı kanunun 154. yönergesinin ebenin görev, yetki ve sorumluluklarına yönelik olduğunu bilmektedir. Ebelerin %44.4’ü ebenin görev kapsamının; ”Gebelik doğum ve doğum sonrası ilk 42 gün anne ve yeni doğanın bakım ve takibini yapması” gerektiğini ifade etmişlerdir. Ebelerin %94.8’i “sağlık evi, sağlık ocağı, doğumevi-obstetri, jinekoloji, gebe servisi ve travay odasında” çalışması gerektiğini belirtmişlerdir. Ebelerin, Görev, Yetki ve Sorumluluklarını Algılama Ölçeği puan ortalaması gebelikte 65.34±8.06, doğumda 50.32±8.79, doğum sonrası dönemde 52.37±5.15 olarak bulunmuştur. Ebelerin, gebelik ve doğum döneminde ki bilme ve uygulama düzeyleri “iyi”, doğum sonrası dönemde “orta” düzeyde olup E.G.Y.S.A. Ölçeği genel puan ortalamaları ise 168.03±19.25 olup bilme ve uygulamaları sınırda da olsa “iyi” düzeyde bulunmuştur. Ebelerin ölçek puan ortalamalarını etkileyen sosyo-demografik özelliklerin gebelik döneminde; maddi durumları, döner sermaye almaları, çalıştıkları kurumlar, çalıştıkları birimler, ebelerin Ebelik Mesleği ile ilgili kanun yönetmelik hakkındaki düşünceleri, ebelerin görev kapsamının ne olması gerektiğine ilişkin görüşleri, doğumda; ebelerin döner sermaye almaları, eşlerinin eğitimi, çalıştıkları kurumlar, çalıştıkları birimler, ebelik mesleği ile kanun-yönetmelik hakkındaki düşünceleri, 344 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri ebenin görev kapsamının ne olması gerektiğine ilişkin görüşleri, doğum sonrası dönemde ise; Ebelik Mesleği’ne başladıktan sonra meslek hakkındaki düşünceleri, çalıştıkları kurumlar, Ebelik Mesleği ile ilgili kanun-yönetmelik hakkındaki düşüncelerin, ebenin görev kapsamının ne olması gerektiğine ilişkin görüşleri değişkenleri olduğu saptanmıştır. Ölçeğin içerik geçerliliğini belirlemek için yapılan Kendall İyi Uyuşum Katsayısı değeri, doğum öncesi dönem için; W(42)=0.3845, p<0.05, doğum için; W(34)=0.2490, p<0.05, doğum sonu dönem için; W(41)=0.1368, p<0.05, olarak bulunmuştur. Ölçeğin puan ortalaması test retest güvenirlik katsayısı doğum öncesi için;0.7189,doğum için; 0.9492, ve doğum sonrası için; 0.6726, testi yarılama tekniği ile doğum öncesi dönemde; 1. yarı alpha değeri; 0.93, 2. yarı alpha değeri; 0.89, gebelikte; 1. yarı alpha değeri; 0.93,2. yarı alpha değeri; 0.92, doğum sonrasında; 1. yarı alpha değeri; 0.94, 2. yarı alpha değeri; 0.94 olarak bulunmuştur. Bu veriler doğrultusunda H0 hipotezi kabul edilerek Ebenin Görev, Yetki ve Sorumluluklarını Algılama Ölçeği geçerli ve güvenilir bir ölçek olarak saptanmıştır. SUMMARY This analytical type of field study was performed to determine the validity and reliability of the perception scale about duty, authority and responsibility of midwives Professional who work in 18 health services that belong to health directorship of Isparta province, Maternity Hospital, State Hospital, Medical School of Süleyman Demirel Univesity, SSK Hospital and Military Hospital. The study included population and the sample as well, 250 midwives and midwif-nurses who work in 18 health services that belong to health directorship of Isparta province, Maternity Hospital, State Hospital, Medical School of Süleyman Demirel Universtiy, SSK Hospital, Military Hospital as midwife and midwife-nurse. To collect the necessary data two questionnaire were used. One of these was the definitive informatione form which was developed by the investigater for determining the sociodemographic features of the midwives and the other one was perception scale of midwives about their duty, authority and responsibility. According to information that obtained from applied questionaire; the mean age of midwives is 33.12±7.1. The rate of marriage is % 78.4, graduating from midwifery school (licence) is %6.0, the mean working time is 14.25±7.1, the rate of choosing that job voluntarily is %32.8 and %39.6 of midwives have been effected negatively from unauthorized responsibility. %40 of midwives have been worked out of their own duty area. Only %1.2 of midwives have knowledge about the 154 th regulation of the law number 224 which is related with the duty, authority and responsibility of the midwives. %44.4 of midiwives stated that the content of their duty is “following-up the prenatal, natal and postnatal care and follow-up the new-birth duty is “following-up the prenatal, natal and postnatal care and follow-up the new-birth and mother during the first 42 days”. %98 of midiwives stated that the have to work in the peripery such as in health centres, maternity hospital-obstetrics, gynecology, pregnancy services and delivery room. The mean point of midiwives for perception scale about duty, authority and responsibility of midiwifery was found to be 65.34±8.06 for prenatal care period, 50.32±8.79 for natal was found to be 52.37±5.15 for postnatal care period. The knowledge of midwives and their level of practing were found to well enough for prenatal and natal care periods. For the postnatal care period, it was at middle level. The scale of duty, authority and responsibility general mean point was 168.03±19.25 in spite of their level of knowledge and practing levels were at border. The sociodemografic features which could effect as variables, the mean scale point of midwives were 345 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı determined for prenatal period were as foolows; getting revolved funds, the instution and the units they work, their thought the law and regulations of the midwifery, their opinion about duty contents of midwifery, for natal care period; being single or married, getting revolved funds, the education of their husbands, the instutions they work, their thought about the law and regulations of the midwifery, their opinion about duty content of midwifery, for postnatal care period; their thought about the midwifery after they had began to work as a midwife, the instutions they work, their thought about the law and regulations of the midwifery, their opinion about the duty content of theirselves. The value of Kendall coefficient whih was done to determine the validity of scale contents wa found as W(42)=0.3845, p<0.05 for prenatal care period, as W(34)=0.2490, p<0.05 for natal care period and a W(41)=0.1368, p<0.05 for postnatal care period. The test-retest reliability coeffecient of the mean point of scale was found as 0.7189 for prenatal car period, 0.9492 for natal care period, 67.26 for postnatal care period. According to the result of the Split Half Test technique it was found, that; in prenatal care period the first half alpha value was 0.93, the second half alpha value was 0.92, in postnatal care period first half alpha value was 0.94, second half alpha value was 0.94. In the view of these data H0 hypothesis were approved and the perception scale of duty, authority and responsibility was found to be valid and reliable. 346 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İNSEMİNASYON UYGULANACAK KADINLARDA İNSEMİNASYON ÖNCESİ VE SONRASI DURUMLULUK-SÜREKLİ KAYGI DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ Hatice DALANER ÇOBANOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN İzmir-2000 ÖZET Bu araştırma, infertil kadınlarda inseminasyon öncesi ve sonrası durumluk-sürekli kaygı düzeyini saptamak ve değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Rektörlüğü Aile Planlaması Kısırlık (İnfertilite) Araştırma ve Uygulama Merkezinde yapılmıştır. İnseminasyon uygulamak üzere merkeze başvuran 120 infertil kadın araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Araştırma görüşme ve soru kağıdı tekniğine dayalı tanımlayıcı, analitik, kesitsel bir çalışma olarak yapılmıştır. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak araştırmacı tarafından geliştirilmiş anket formu ve Spielberger ve arkadaşları tarafından geliştirilmiş durumluk-sürekli kaygı ölçeği kullanıl-mıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, t-testi ve MANOVA çok yönlü varyans analizi kullanılmıştır. İnfertil kadınların inseminasyon öncesi kaygı düzeyinin yüksek olduğu, inseminasyondan 4 saat sonra kaygı düzeylerinin azaldığı, 15 gün sonra ise kaygı düzeylerinin en yüksek noktaya ulaştığı saptanmıştır. İnfertil kadınların eğitim durumunun, çalışma durumunun, aile tipine ilişkin sosyo-demografik özelliklerinin durumluk kaygı düzeyi üzerine anlamlı etkilerinin olduğu belirlenmiştir. İnfertil kadınların yaşı, mesleklere göre dağılımı, gelir düzeyi yerleşim yeri, evlilik süreleri, daha önce gebe kalma durumları, infertilite tipleri, çocuk isteme süreleri, daha önce tedavi görme durumları, tedavi görme süreleri, daha önce inseminasyon uygulaması yapılıp yapılmadığı, inseminasyon sayıları, inseminasyon hakkında daha önce eğitim alıp almadıkları ve eğitim aldığı kişilere göre dağılımın durumluk-sürekli kaygı düzeyini anlamlı etkilemediği saptanmıştır. SUMMARY This study was made to determine and evaluate the State-Trait Anxiety level of infertile women before and after the insemination process. This research was made at Ege University Rectorship Family Plannig Infertility Investigation and Practice Center One hunder twenty infertile woman who applied for insemination process to this center consitute this study’s sample group. This research was based on the principles of interview and questionnaire techniques which are desccriptive, analytic and a cross sectional study. The mean methods of data collection of this study was a questionnaire which was developed by the researcher and a state-Trait Anxiety Level Scale developed by Spielberger et al. Percentage volues, t-test and MANOVA multi-varience analysis were used for evaluating the data. 347 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı The results showed that the anxiety level of infertile women were high before insemination, 4 hours after insemination the anxiety level decreased and 15 days later the anxiety level reached the bighest point. In this study it was found out that social demographic characteristics like the women’s education status, working status and family type have significant effect on state-trait anxiety level of İnfertile woman. On the contrary it was found that characteristics like infertile women’s age their profession types, income level, location, period, of their marrige, type of infertility period of their child-desire, their previous treatment, conditions the treatment period, if they had previous insemination, the insemination number, their information, about insemination and the person she got it from, haven’t got any significant effects on the State-Trait Anxiety Level. 348 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri KADIN SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ ANABİLİM DALI DOKTORA TEZLERİ 349 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 350 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri İLK DOĞUMUNU YAPAN LOĞUSALARIN DOĞUM SONRASI BAKIMA İLİŞKİN BİLGİ VE UYGULAMALARININ SAPTANMASI, PLANLI EĞİTİMİN BİLGİ DÜZEYLERİNE VE DOĞUM SONRASI KOMPLİKASYONLARIN ÖNLENMESİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ Elçin ERDOĞAN Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Mustafa EMİNOĞLU İzmir-1983 ÖZET Bu çalışma, ilk doğumunu yapan loğusalara doğum sonrası bakıma ilişkin planlı eğitim uygulamanın, loğusaların bilgi düzeylerine ve doğum sonrası komplikasyonların önlenmesine etkisini incelemek amacı ile planlanmıştır. Araştırma, Temmuz 1982-Aralık 1982 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Birimi servisinde, ilk doğumu yapan, 120 loğusadan oluşan bir örneklem üzerinde yapılmıştır. Bu loğusalar, eğitim durumlarına göre eşleştirilerek deney ve kontrol grupları oluşturulmuştur. Araştırmacı tarafından, loğusaların, doğum sonrası bakım ve bu bakımın doğum sonrası komplikasyonları önlemedeki yararlarını bilmelerinin, önemli olduğu düşünülerek, bir eğitim programı geliştirilmiştir. Bu eğitim programında, doğum sonrası bakımın neleri kapsadığı ve nasıl yapılması gerektiğine ilişkin konular saptanmıştır. Örneklemdeki loğusalara, doğum sonrası bakım konusundaki bilgilerini saptamak üzere, öntest soru kağıdı uygulanmıştır. Bu arada, deney grubunu oluşturan 60 loğusaya da planlanan eğitim verilmiştir. Eğitimin etkinliğini saptamak için, loğusalık döneminin bitimi olan, 40 gün sonra, loğusalarla görüşülerek sontest soru kağıdı uygulanmıştır. Öntest soru kağıtlarının değerlendirilmesi sonucunda, loğusaların, doğum sonrası bakım konusunda bilgi ve uygulamalarının eksik olduğu görülmüştür. Ayrıca planlı eğitim uygulanan deney grubundaki loğusaların, doğum sonrası bakıma ilişkin bilgi ortalamalarındaki artış, anlamlı olarak fazla ve bu gruptaki komplikasyon görülme oranında anlamlı olarak az bulunmuştur. Planlı eğitimin, loğusaların bilgilerini arttırmada etkileyici bir öğe olduğu, bu yüzden hemşirelerin etkin görev alacağı doğum öncesi ve doğum sonrası eğitim programları düzenlenerek, gebe ve loğusalara uygulamalı eğitim yapılmasının yararlı olacağı belirtilmiştir. 351 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı DOĞUM SONRASI LOĞUSA VE BEBEK SAĞLIĞI YÖNÜNDEN BİREYSEL DÜZEYDE AŞAMALI EĞİTİMİN GEREKLİLİĞİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Ahsen ŞİRİN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. İnci EREFE İzmir-1988 ÖZET Bu araştırma, gebelere yapılan planlı eğitimin, meme komplikasyonlarını önleme, anne sütünün kalitesine ve yenidoğanın gelişmesine etkisini araştırmak amacıyla yapılmıştır. Deneysel olarak planlanan araştırmaya, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Sağlığı ve Doğum Anabilim Dalı Polikliniği’ne Temmuz 1987-Mart 1988 tarihleri arasına gelen gebeler alınmıştır. Araştırmanın örneklemini, 40 deney, 40 kontrol grubundan olmak üzere, gebeliğin son üç ayında bulunan, sağlıklı gebeler oluşturmuştur. Deney grubundaki gebelere normal poliklinik hizmetine ek olarak meme komplikasyonlarının önlenmesine yönelik eğitim ve beslenme eğitimi yapılmış ve bu amaca uygun geliştirilmiş broşür verilmiştir. Kontrol grubunda normal poliklinik hizmeti alan gebelere ise yalnız izleme formları doldurulmuştur. Her iki grup doğum yaptıktan sonra doğum servisinde ve bir ay sonra tekrara polikliniğe çağırılarak anne sağlığı ve bebek gelişimi, izlenmiş, bir aylık anne sütleri alınarak, araştırıcı tarafından Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği Fakültesi, Süt Kürsüsü laboratuarlarında yağ ve protein analizleri yapılmıştır. Bebeklerin doğumda ve bir ayını doldurunca antropometrik ölçümleri alınmıştır. Değerlendirmede, bir anket ve iki ayrı izleme formu kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; khi-kare, ortalamalar arası farkın önem kontrolü yapılmış, yüzdeler ve korelasyon kullanılmıştır. Anne sütünün yağ analizinde Gerber metodu, protein analizinde ise Kjeltac System 1002 yöntemi uygulanmıştır. Araştırma sonucunda, deney grubunda meme komplikasyonlarına rastlanmış, kontrol grubunda ise I. İzlemede %8.11, II. İzlemede ise %55.05 meme çatlağına rastlanmıştır. Memede sertleşme olgusuna kontrol grubunda I. İzlemede %29.73, II. İzlemede %51.35 oranında rastlanmıştır. Yalnız anne sütü ile beslenen bebek oranı deney grubunda önemli düzeyde yüksek bulunmuştur. Deney grubu annelerin süt protein ve yağ değerleri ortalamaları, kontrol grubu ortalamalarına kıyasla önemli düzeyde yüksek bulunmuştur. Deney ve kontrol grubunda yalnız anne sütü alan ve 2500 gram’ın üzerinde doğan bebeklerin gelişimi (kilo ve boy artışı) önemli düzeyde farklı bulunmuştur. Araştırma sonucunda, deney ve kontrol grubu arasındaki bu farka dayanarak, planlı eğitimin ve izlemenin, gebelerde ve lohusalarda beklenen olumlu gelişmeleri sağladığı, meme komplikasyonlarının oluşmasını önlemede, sütün içeriğini etkilemede ve bebek gelişimini sağlamada etkili olduğu ortaya konmuştur. 352 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri SUMMARY This research has been designed to find out the effects of a planned expecting mothers education, on quality of mother’s milk, preventing breast complications and growing healthy of new born. The pregnant women who came to the e.ü Gynecology and Obstetrics Department ou-patient service between July 1987-March 1988 have been included to this experimentally planned research. The sample group consisted of helthy pregnants 40 in experiment and 40 in control group who were in their third trimester. The pregnants who were in the experimental group received educationfor preventing breast complication and nutritional education in addition to normal outpatient service.Also brochures fort he same purpose were given to them.Pregnants in the control grroup filled out only observtion forms. Just after delivery in the hospital an done month after delivery both groups have been called to the out patients clinic to observe maternal health and infant development. Maternal milk samples have been collected, fat and protein analysis were made in the Ege University Fool Engineering Department and also anthropmetric measuements of he babies have been taken just after birth an done after birth by the researcher. Fort he evaluation, one questinary and two different observantion forms have been used. The significance control between chisquare and median values have been made and percentage, correlation have been used in data analysis Gerber method was used for fat analysis and Kjeltac Systm 1002 has been used for protin analysis of milk. As a result no complication was observed in the experimental group %8.11 had crached nipple and %29.73 hadness of breast in the I.st check up and %55.05 had crached nipple and %51.35 had hardness of breast in the II. nd check up. The rate of only breast fed babies have been found signifacantly high in the experimental group. The milk protein and fat values of the experimental group mothers have been found significantly higher than those in the control group. Development of babies who were boin over 2500 gr. and only breastfeed showed significantly high differences between the experiment and control groups. As a result of this research from the difference between the experimental and control groups we can conclude that planned education and observation of pregnants and mothers results in the expected positive improvements in preventing breast complications, and is effective on the milk containts and baby development. 353 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı İZMİR METROPOLÜ’NDE EVLİ VE DOĞURGAN YAŞTA (15-49) OLAN KADINLARIN DOĞUM ARALIKLARINA ETKİ EDEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Ümran DEMİR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU İzmir-1992 ÖZET Bu araştırma, İzmir Metropolü’nde doğurgan yaşta olan (15-49 yaş), evli ve en az iki canlı doğum yapmış kadınların, doğurganlık davranışlarını, doğum aralıklarının ortalamalarını ve bölgede halen uygulanmakta olan aile planlaması yöntemlerini saptamak ve son doğum aralığı ile, bunlara etkisi olduğu düşünülen bazı sosyo-kültürel, biyolojik faktörlerin ilişkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma, İzmir Metropolü kapsamına giren Merkez (Konak), Bornova, Karşıyaka ve Buca İlçelerinin 30 mahallesinde 10 Mart 1990-10 Ağustos 1990 tarihleri arasında, kota örneklem yöntemiyle seçilmiş 300 kadın üzerinde yapılmıştır. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak, görüşme, kayıt ve anket formu uygulanmıştır. Düzenlenen anket formunda araştırma kapsamına giren kadınlarla ilgili tanıtıcı bilgiler, doğurganlık durumlarını, gebeliği önleyici yöntemlerle ilgili bilgi ve uygulama durumlarını belirleyici bilgiler yer almıştır. Ayrıca çocukların doğum aralıklarını belirleyebilmek için bir skala geliştirilmiştir. Verilerin istatistiksel değerlendirilmesinde yüzdelik ve Ki-kare testi kullanılmıştır. Araştırmanın sonuçların göre; katılımcıların ortalama gebelik sayısı 4.2 ortalama canlı doğum sayısı 2.9, yaşayan çocuk ortalaması 2.6, ölen çocuk ortalaması sayısı 0.1 ve ortalama düşük sayısı 1.2 olarak saptanmıştır. katılımcıların tüm doğumları arasındaki doğum aralıkları ortalaması uzun olarak bulunmuştur. Son doğum aralığı uzun olan (25 ay ve daha fazla) kadınların oranı % 64 olup, son doğum aralığı ortalaması 46 ay olarak belirlenmiştir. Katılımcıların 24 yaş altı olan okur-yazar olmayan, evlilik süresi 1-5 yıl arasında olan ve ilk evlilik yaşı 15 yaşından küçük olanların doğum aralıkları ise kısa olarak (24 ay ve daha kısa) bulunmuştur. Ayrıca kadınların eşlerinin okur-yazar olmayışı ve ilk evlilik yaşlarının 19 yaşından küçük olması durumu da doğum aralığının kısa olmasına neden olmuştur. Kısa doğum aralığı oranının geniş ailelerde ve hane halkı sayısının yedinin üstünde olduğu durumlarda arttığı görülmüştür. Gebelik, canlı doğum, yaşayan ve ölen çocuk sayılarının doğum aralıklarına etki eden önemli faktörler olduğu saptanmıştır. Katılımcıların son doğum aralıklarında düşük yapmalarının doğum aralığını uzattığı, son doğum aralığında gebeliği önleyici yöntem kullanma durumun ise doğum aralığını çok fazla etkilemediği saptanmıştır. Araştırmanın bu sonuçları doğrultusunda ana-çocuk sağlığını daha iyiye götürmek amacıyla kısa aralıklarla doğum yapmanın ve dolayısıyla aşırı doğurganlığın önlenmesi gerekmektedir. Bunun için yaşa özel doğurganlığın ve gebeliği önleyici yöntem kullanımının 354 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri değiştirilmesinde bu konu ile ilgili eğitimin yararlı olacağı düşünülmektedir. Programı yürütecek eğitimcinin güvenilir ve doğru bilgi veren bir kaynak olması, aynı zamanda gebeliği önleyici yöntemlerle ilgili temel bilgileri ve erişkin eğitimindeki prensip ve uygulamaları bilmesi gerekmektedir. Sağlığın sadece sağlık personelinin işi olmadığı, diğer sektörlerinde işbirliğini gerektirdiği ve sağlık hizmetlerinin sunumunda koruyucu ve tedavi edici hizmet birimleri arasında güçlü bir hizmet ağının kurulması büyük önem taşımaktadır. Bu hizmetin sunulmasında etkili görev, sorumluluk ve rol alan sağlık ekibi üyelerinin de bu hizmetin gerektirdiği felsefe ile yetiştirilmeleri önerilebilir. SUMMARY This research has been done in order to examine the fertility patterns, average of birth intervals of the married women at the age of 15 to 49 who have given at least two alive births and in the İzmir Metropolitan area, and also to define the birth control methods applied in the area and to find out the last birth interval and some social and cultural, biologic factors related to them. The research has been applied on the 300 sample women who were selected by QuotoSampling in Konak, Bornova, Karşıyaka and buca and in 30 ‘ different sections of these town from the 10 th of March to the 10 th of August,1990 in the İzmir Metropolitan. In the study, the collecting of the data, questioning and general enquiry systems, were carried out. In the general enquiry form some information about the women who have participated in the research, fertility patterns, birth control methods and defining their conditions took place. In addition,a new scale was developed to define the birth intervals. In data evaluation both percentage and Chi-Square tests was applied. According to the results of the research; the average of the pregnancy is 4.2, the average of alive birth is 2.9, the average of the alive children is 2.6 the average of the dead children is 0,29, the average of the dead births is 0.1, the average of the abortion is 1.2. It was found out birth intervals was long. The rate of mothers whose last birth interval was long (25 month or more) was 64.00%, and the average of last birth interval is 46 months. The birth intervals of the illiteratre women younger than 24 years old, marital periods are 1-5 years and whose wedding ages are less than 15 years old, has been found short (24 month or less). Also, because their husbands are illiterate, and their first wedding ages are less than 19 years old, their birth intervals are short. In large families consisting of seven more members the short birth interval has increased. It was also found out that abortion between the last two births had lenghtened the birth intervals but the birth control methods to prevent the birth hadn’t influenced the period so much. It is necessary to prevent the over pregnancy and the close birth so that we could develop the health of mothers and children according to the result of this investigation. So it is thought that the change of birth is related to age and the change in birth control methods and the training on this subject could be useful. The trainer who will conduct the program should be dependable and give reliable information, and at the same times he shouls know the basic knowledge about the methods of birth control and the principals and practical of adult education. It is very important that health is not only the job of medical personnel but also the job of other professionals in other fields and it requires their cooperation. Also there should be a very close coordinations between the preventive and treatment sections. It is recommended to train the health personnel with the necessary philosophy who are efficient and responsible to perform this assingment. 355 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KÜRTAJA BAŞVURAN KADINLARIN KAYGI DURUMLARININ İNCELENMESİ Ferda ULUFER Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1992 ÖZET Bu araştırma, 24.5.1983 tarihinde çıkarılan “Nüfus Planlaması kanunu’ndan yararlanılarak kürtaja başvuran kadınların sosyo-demografik özelliklerini ve kürtaja başvurmalarına neden olan faktörlerini belirlemek, kürtaja başvurduklarındaki kaygı durumlarını saptamak ve kürtaja ilk başvuranlarla daha önce kürtaj olanların kaygılarını karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır. Araştırma, Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı hastaneler ile Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde yapılmıştır. Araştırma kapsamına evreni temsil edecek öneklem büyüklüğü olan 240 denek alınmıştır. Araştırma 1 Ocak 1991-30 Ekim 1991 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak görüşme ile uygulanan araştırmacı tarafından geliştirilmiş anket formu ve Spielberger ve arkadaşları tarafından geliştirilmiş durumluk-sürekli kaygı skalası kullanılmıştır. Anket formunun kapsamında kadınların sosyo-demografik özellikleri (yaş, evlilik yaşı, evlilik süresi) gebelik öyküleri, (gebelik, yaşayan çocuk, ölen çocuk sayısı) düşük sayıları (toplam düşük sayıları, isteyerek ve kendiliğinden olan düşükler) aile tipleri ve oturdukları konumlar (çekirdek, geniş aile; alt, orta ve üst konum) gebelik önleyici yöntem kullanıp kullanmamaları ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, Ki-kare, varyans analizi ve t testi (ortalamalar arasındaki farkın önemlilik testi) kullanılmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre; kadınların yeterli çocuğa sahip olma, sık gebe kalma, maddi olanaksızlıklar nedeniyle kürtaja başvurdukları saptanmıştır. Kadınların yaş ortalaması 29.9±0.40 olup çoğunluğu ilkokul mezunu ve ev hanımıdır. Yaklaşık yarısının gebelik sayısının 5 ve 5’in üzerinde olduğu, son gebelik aralığının 2 yıldan daha az ve en az bir kez kürtaja başvurdukları saptanmıştır. Gebeliği önleyici yöntem kullanma oranı %86.67 olup, kadınların ancak %21.16’sının etkili yöntem kullandığı bildirilmiştir. Kadınların kürtaja başvurma sayılarını; yaşlarının, eğitim durumlarının, evlenme sürelerinin, ilk evlenme yaşlarının, yaşayan çocuk sayılarının, gebelik sayılarının etkilediği; çalışıp çalışmama durumlarının, eşlerinin eğitimleri ve çalışma durumlarının, kendilerinin ve eşlerinin kardeş sayılarının, oturdukları bölgelerin etkilenmediği saptanmıştır. Kürtaja başvuran kadınların genel durumluk kaygı puanlarının ortalama 58.550, genel sürekli kaygı puanlarının ortalama 45.550 puan olduğu gözlenmiştir. Daha önce kürtaja başvurmuş kadınların durumluk kaygı puan ortalamaları, hiç kürtaj olmamışlara göre daha düşük saptanmıştır. Sonuçlar araştırma hipotezini destekleyici nitelikte bulunmuştur. 356 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Araştırmanın bu sonuçları doğrultusunda, ülkemizde kadın sağlığının korunması ve kürtaja başvurmanın önlenmesinde, aile planlaması hizmetlerinin yaygınlaştırılmasının zorunluluğu olduğu, etkin yöntemlerin kullanımındaki başarısızlıklar sonucu ortaya çıkacak gebeliklerin kürtaj yoluyla sonlandırılmasına gidilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu nedenle; etkili yöntemler konusunda toplumun eğitilmesi, bu eğitimin okul öncesi dönemde ders programlarına konulması, bu eğitimi halka verecek olan ebe ve hemşire gibi sağlık personelinin iyi eğitilmiş olması, önceliğin gecekondu bölgelerine verilmesi, bunlar için bütçeden yeterli pay ayrılması gerektiği önerilmiştir. SUMMARY This research has been made to establish the socio-demographic characteristics of women who attempt abortion by taking advantage of the Family Planning Law, which was legislated in 24.5.1983, and to determine the Factors which led to their abortion as well as their anxiety when they, abort and to compare the anxieties of women in their first abortion ottempt to other women who attempted abortion before. The research has been made in the hospitals of the Ministry of Health and Social Welfare Institution and at the Maternity Ward of the Gynaecelogy Clinic at the Faculty of Medicine of Ege University. 240 test subjects were included to the scope of the research, which had a samling size big enough to represent the world. The research was carried out between January-1-1991 and October. 30.1991. In the research form the following were used; 1) A questionaire form established by and filled out by the researcher by interviewing the subjects 2) Temporary–Permanent Anxiety Scale which was improved by Spielberger at al. The questionnaire form included knowledge about the following; 1) The socio-demographic characteristics of women (Age, education, employment, first marriage age, period of marriage) 2) History of pregnancies (Pregnancy, the number of dead and alive children) 3) The number of abortions (Total number of abortions delibarete and natural abortions) 4)Family types and their status.(Immediate family, large family and lower, middle, upper status). Percentage ki Square variant analyze and t test (the importance test of the differences among avewrages)were used in the evaluation of data. In view of the results of the research it was seen that women attempted abortion due to having too many children, frequent prenancies and a low income level in the family. The average age of these women was 29.9±0,40, and most of them were housewifes only with primary school education. İt was seen tha in about half of these women 1-The number of pregnancies was 5 or more 2-The last interval of pregnancy was less than 2 years 3-They had attempted abortion at least once. The percentage of the use of contraceptive methods was 86,67% and it was mentioned that only 21,16% of the women used effective contraceptive methods. It was observed that the number of the abortion attempts were affected by their age, education level, the marriage period, first marriage age, the numbe of children alive the number of pregnancies. However, these attempts were not affected by their employment and unemployment the number of both their siblings and their husbands’ siblings and areas where they lived. It has been observed that general temporary anxiety levels were 58.550 and general permanent anxiety points were about 45.550 in women attempted abortion. The average anxiety levels in 357 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı women who had attempted abortion before was found to be lower than who never attemted abortion. The results obtained were found to be supportive to the research hypothesis. In view of these results it was indicated that there was a great need to make the family planning services more common in the society in order to protect the health women and to prevent abortion and the pregnancies due to failures using the effective birth control methods shouls be ended by abortion, Therefore it has been suggested that; 1- The public should be trained about the effective birth control methods, 2- This education should be put in schedules in schools, 3- Midwifes and nurses who give this education to public should be trained well, 4- The priority in education should be given to people in slum areas, 5-A sufficient sum of monay should be allocated in the budged for all these services. 358 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri MİADINDA DOĞAN BEBEKLERİN FİZYOLOJİK GELİŞİMLERİNE ETKİ EDEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Aynur SARUHAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Elçin ERDOĞAN İzmir-1994 ÖZET Bu araştırma, miadında doğan bebeklerin fizyolojik gelişimlerine etki eden faktörleri incelemek amacıyla planlanmıştır. Araştırma, 1 Mayıs-30 Haziran 1993 tarihleri arasında S.B. İzmir Kadın Hastalıkları ve Doğumevi’nde olasılıksız örneklem yöntemi ile seçilmiş 500 denek üzerine yapılmıştır. Kronik hastalığı ve bebeğinde anomali bulunan anneler araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak; anket formu ile görüşme, bebeğe yönelik ölçme ve annelere labarotuvar analizleri uygulanmıştır. Düzenlenen anket formunda araştırma kapsamına alınan deneklerle ilgili tanıtıcı bilgiler, doğurganlık durumları, şimdiki gebeliği ile ilgili bilgiler; yenidoğanın kilo, boy, baş ve göğüs çevresi (antropometrik) ölçümleri ile annelerin hemogobin, hemotokrit ve kan grubu analizleri yer almıştır. Araştırma verilerinin değerlendirilmesinde yüzdelik, Ki-kare testi, varyans analizi ve korelasyon testi uygulanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; deneklerin ortalama evlilik yaşının 19.4, ilk gebelik yaşının 20.0, gebelik sayısının 2.2, canlı doğum sayısının ise 1.8 olduğu saptanmıştır. Araştırmada ayrıca deneklerin %44.00’ünün bu gebeliğin birinci gebeliği olduğu, %71.80’inin gebeliği istediği, %70.40’ının gebelik süresince sigara içmediği, %5.80’ine gebeliğinde tetanoz aşısı uygulandığı, %86.63’ünün vitamin, %86.36’sının ise demir ilacı kullandığı, %60.40’ının gebelikte beslenmesine dikkat ettiği, %91.60’ının antenatal bakım aldı, bunlardan sadece %68.78’inin gebeliğinin ilk üç ayı içerisinde antenatal bakım almaya başladığ, %62’sinin her ay kontrole gittiği, %52.40’ının erkek bebekleri olduğu, %82.20‘sinin normal doğum yaptığı, %92.40’ının RH faktörünün (+) olduğu, %86.00’sının hemoglobinin 10.0 gr., %56,5’inin hematokritinin 34.0 gr’ın üzerinde olduğu görülmüştür. Araştırmada, miadında doğan bebeklerin %43.20’sinin 3000-3450 gr. Ağırlığında, %63.20’sinin 52-53.5 cm. uzunluğunda olduğu saptanmıştır. %49.80’inin baş çevresinin 33-34.9 cm , % 46.00 ‘sının göğüs çevresinin ise 33-34.5 cm. olduğu görülmüştür. Araştırmanın verileri arasında yapılan istatistiksel karşılaştırmalarda yenidoğanın antropometrik ölçümleri (kilo, boy, baş ve çevre göğüs çevresi) ile annelerin yaşı, gebelik sayısı, gebelik aralığı ve canlı doğum sayısı arasında (+) korelasyon, hemoglabin ve hematokrit değerleri arasında ise (-) korelasyon görülmüştür. Yapılan diğer istatistiksel analizlerde ise annelerin eğitim durumlarının, gelir düzeylerinin, düşük yapma durumlarının, sigara-çay ve ilaç kullanmalarının, beslenme durumlarının, stres alma durumlarının ve antenatal bakım almalarının yenidoğanın antropometrik ölçümleri üzerinde etkisi olmadığı saptanmıştır. 359 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Araştırmanın bu sonuçları doğrultusunda; miadında doğan bebeklerin fizyolojik gelişimlerini daha iyiye götürmek amacıyla kadınların ilk gebelik yaşlarının yükseltilmesi, doğum aralıklarının uzatılması, aşırı doğurganlıklarının önlenmesi gerekmektedir. Bunun için kadınların eğitim düzeylerinin, sosyo-ekonomik durumlarının, evlenme yaşlarının yükseltilmesi ve iş gücüne katılımlarının arttırılması sağlanmalı; ayrıca annelere ana ve çocuk sağlığına yönelik (gebelik yaşı, gebelik aralığı, gebelik sayısı, sağlıklı gebelik ve sağlıklı bebek bakımı v.b) kapsamlı sağlık eğitimi verilmelidir. SUMMARY The purpose of this research is to examine and determine the factors which affect the physiological development of newborn babies. This study has been carried out between 1 May and 30 June 1993, Five hundered subjects were chosen from the Health Ministry İzmir Gynecology Obstetry Hospital. Only women who gave birth to healthy babies were selected. The data fort his research were collected through the use of a questionnaire which completed by personal interviews, and analysis of laboratory tests performed on both the mothers and babies. The questionnaire included information about the mother’s blood type, hemotocrit, hemoglobin analyses, personal information, number of children, pregnancy and the newborn babies head size, chest size, weight, and length. According to the research results; the average age at marriage fort he subjects is 19.4, while it is 20 for first pregnancy. The average number of pregnancies is 2.2, and the number of births is 1.8, This as the first pregnancy for 44% of the subjects. Seventyone point eight percent of the subjects planned the pregnancy. Seventy percent of the subjects didn’t smoke during the pregnancy, and 65% of the subjects had a tetanus vaccine. Eighty six percent of the subjects used vitamins, and ıron suppiements were used by 86% of the subjects. Sixty percent of the subjects were careful about their nutrition during the pregnancy, and 52% of the subjects gave birth to a boy. Eighty to percent of the subjects had a normal delivery. For 86% of the subjects hemoglabin increased by 10 gr. Hemotocrit increased 34.00 gr. for 86% of the subjects. Fourty three percent of the babies weighed between 3000-3450 gr. at birth, and 63% of the babies were between 52 and 53.3 cm in length. The head size for 49% of the babies were between 33 and 34.5 cm, and the chest size for 46% of the babies measured between 33 and 34.5 cm. According to the results of statistical comparisons between healthy newborn babies weight, lenght, head size, and chest size and their mothers’ age and number of births there was a positive correlation. More over there was a negative correlation between the babies features and the mothers’ hemotocrit and hemoglobin levels. Having examined the results, othors propose that for even healtheir prenatal physioglogical development, the mothers’ age should be higher and there should be a greater length of time between pregnancies. It would also help if the mothers’ educational level, socio-economic level, and marriage age were higher. Also all expectant mothers’ should attent classes concerning mother and baby health. 360 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri EBE VE HEMŞİRELİK FONKSİYONU OLARAK LEOPOLD MANEVRALARININ FETAL MALPRESANTASYONULARI TANIMLAMADAKİ ETKİNLİĞİNİN ARAŞTIRILMASI Neriman SOĞUKPINAR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ümran DEMİR İzmir-1998 ÖZET Bu çalışma; standardize edilmiş olan leopold manevraları kullanılarak, 27. gebelik haftasını dolduran ve miada kadar olan gebelerde fetal malpresantasyonları belirlemek amacıyla tanımlayıcı ve yarı deneysel (kendi kendine kontrollü-self kontrol) alan araştırması olarak planlanmıştır. Bu amaca ulaşmak için beş farklı otoriteye göre (Mc. Donalds, Sandberg, Spielberg, Mc. Lennan, ve Sandberg, Naegele yöntemleri gebelik haftalarının belirlenmesi, leopold manevraları kullanılarak fetüsün situsu, fundusta prezante olan fetal kısım, fetüsün pozisyonu, pelsive prezante olan fetal kısmın belirlenebilmesi ve USG ile doğruluklarının test edilmesi yoluyla leoplold manevralarının güvenirliğinin araştırılması, risk indikatör formu kullanılarak gebelerin gebelik risk durumlarının belirlenmesi hedeflenmiştir. Araştırma E.Ü. Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Ultrasonografi Polikliniğinde 12 Haziran 1996-25 Ekim 1996 tarihleri arasında yapılmıştır. Ultrasonografi Polikliğine başvuran tüm gebeler araştırmanın evrenini oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini ise 27. gebelik haftasından miada kadar olan tek fetüslü, amniotik sıvı volümü bozukluğu olmayan gebelerden “olayın görülüş sıklığı”, formülü kullanılarak hesaplanan 254 gebe oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, leopold manevralarına yönelik olarak geliştirilen standart doğrultusunda yapılan leopold manevraları ile elde edilen bulguların, USG değerlendirme sonuçlarının, gebelerin anamnez ve fiziksel durumu ile ilgili bilgilerinin, gebelerin gebeliklerindeki risk durumlarının belirlenip ilgili formlara kaydedilmesi ile elde edilmiştir. Verilerin istatistiksel değerlendirilmesinde; sayı, yüzde, chi-square testi, kruskal-wallis varyans analizi, correalation analyses, ayrıca Cohen’in KAPPA uyum istatistiği testi kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesi sonucunda; gebelerin %43.70’inin 25-31 yaş grubunda, %42.91’inin ilkokul mezunu, % 61.02’inin ev hanımı olduğu görülmüştür. Gebelerin beş ayrı yöntem yada otoriteye göre hesaplanan gebelik haftaları ve USG ile (B.P.D.-F.L) elde edilen gebelik haftalarının doğrusal bir ilişki içinde olduğu görülmüştür. Ancak gebelik haftasını tanımlamak açısından en güvenilir yöntemin son adet tarihi (Naegele) olduğu sonucuna varılmıştır. Leopold manevrası ile elde edilen fundustaki fetal kısmın, fetal situsun, fetal pozisyonun ve pelvise presenta olan fetl kısmın USG ile karşılaştırılması sonucunda, her iki yöntem arasında güçlü bir uyum elde edilmiştir. 361 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı Çalışmamızdan elde edilen fetal malpresantasyon oranı %15.2 iken, literatürde benzer bir çalışmada %17 olarak saptanmıştır. Gebelerin gebelik ve doğum sayıları, gebelik süresince aldıkları toplam kiloları, boy uzunlukları, çalışma durumları, daha önceden doğum yapan gebelerin yenidoğanlarının doğum kiloları, doğum türleri ile mevcut gebeliklerindeki fetal presantasyonlar arasında anlamlı bir ilişki saptanamamıştır. Gebelerin total risk skorları ve total skorlarına etki eden etmenler incelendiğinde %35.42’sinin riskli, %64.58’inin riskli olmayan grupta yeraldığı ve ayrıca gebelerin yaş gruplarının, toplam gebelik sayılarının, pelvise presante olan fetal kısmın, total risk skorları ile ilişkili olduğu, buna karşın gebelerin eğitim durumlarının ise ilişkili olmadığı sonucuna varılmıştır. Doğum öncesi bakımda önemli rolleri ebe-hemşirelerin total risk indikatör formunu kullanarak riskli gebelerin belirlemeleri ve uygun merkezlere sevketmeleri, buna karşın riskli olmayan gebeleri de standardize edilmiş olan leopold manevraları doğrultusunda izlemeleri önerilebilir. Böylece anne-çocuk sağlığı korunmuş ve yükseltilmiş olacaktır. SUMMARY This study planned to be a descriptive and quasi-experimental(self-controlled)design on the determination of the fetal malpresentations in the pregnanats which is gestational age of at lest 27 completed weeks by using the stantardized leopold maneuvers. The estimation of gestational age by means of the different authorities (Mc. Donalds, Sandberg, Spielberg, Mc. Lennan and Sandberg, Naegele), situs of fetüs, which fetal part occupies the lower uterine segment, and the position of presenting part by using leopold maneuvers and the investigation of the reliability of the leopold maneuvers; the determination of the risky pregnancies by using te risk indication formsa re aimed. This research was conducted at the Gynaecological Diseases (maternal health) department of EGE University between June 12 1996 and October 25 1996. The pregnants applying to USG polyclinic constitued the universe of this research. The calculations according to event occurence frequency Formula showed that 254 samples were required to obtain satisfactory results in the analysis and therefore 254 pregnants which had single fetus, did not have abnormality in the amniotik fluid volume and were least 27 completed weeks selected to be the research samples. The research data were obtained by recording the results of the standardized leopold maneuvers, the results of USG evaluation on the anamnesis and physical pregnants in their pregnancy to the respective forms. In the statisticsal evaluation of the data number-percent, chi-square test, Kruksal-Wallis variance analyses, correlation analyses, and also cohen’s KAPPA conformity statistical test are used. The evaluation results show that ages of the 43.70 percent of the pregnants are between 25 and 31, the 42.91 percent of the pregnants left their education after primary school, and 61.02 percent of the pregnanats are housewives. In the addition, it is observed that there exits a linear relation between the estimation of pregnancy according to the five different outhorities and the estimation of pregnancy week by means of USG (B.P.D-F.L.) However, it is concluded that the most reliable method in the determination of the pregnanacy week is the last menstruation date. 362 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Moreover, a strong relationship is obtained leopold maneuvers and USG by comparing, which fetal part occupies the fundus, situs of fetus, the location of fetal back and small parts and which fetal occupies the lower uterine segment. Futhermore, the ratio of fetal malpresantation is estimated 15.2 percent in this study. An approximately result 17 percent was encountered in a smilar work in the literature. Unfourtunately, it is not established any sensible relation between the pregnancy birth number, the total increase in weight during their pregnancy period, the lenght, the work conditions, the birth types, the birth weighth of the new babies who gave birht previously and the fetal presantation of the pregnants. Moreover, when the total risk scores of the pregnants and the factors affecting these scores are analyzed, it is observed that 35.42 percent of the pregnants are under risk, and the rest 64.58 percent of pregnants are not Additionally, the results show that the age groups of pregnants, affect the total risk scores, however the education level of the pregnants does not. As a conclusion, it can be recommended that the midwives and nurses who play important roles fort he pregnants in the attendance during the pregnancy period should determine the risky pregnants by using the total risk indicator forms and send them to appropriate health centers, and they should observe the pregnants without risk by using the standadized leopold maneuvers. By this way,the maternal-child health will be procted and improved. 363 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SEZARYEN SONRASI AĞRI KONTROLÜNDE İLAÇ DIŞI FARKLI İKİ YÖNTEMİN (MASAJ/DOKUNMA VE MÜZİK/GEVŞEME) ETKİLİLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILARAK İNCELENMESİ Serap SELVER BABACAN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Ahsen ŞİRİN İzmir-1999 ÖZET Bu araştırma, sezaryen kararı verilmiş gebelerin sosyodemografik özelliklerini incelemek, sezaryen ile doğum yapan loğusaların postoperatif dönemde ağrılarını izlemek ve ağrı şiddetlerini ölçmek, bu loğusaların ağrılarını tanımlamak ve ağrıya verdikleri duygusal yanıtlarını belirlemek, loğusaları deney ve kontrol grubuna ayırarak 1. deney Masaj / Dokunma girişimi, 2. deney grubuna Müzik / Gevşeme girişimini uygulayarak her iki ilaç dışı yöntemin etkinliğini ölçmek, karşılaştırmak, araştırma dönemi sonunda deney ve kontrol grubu loğusaların; ağrılarını, ağrı şiddetlerini, ağrıya verdikleri duygusal yanıtlarını, kullandıkları analjeziklerin sıklık ve sayısını karşılaştırarak incelemek amacıyla planlanmıştır. Deneysel tipte; tanımlayıcı, kesitsel ve geriye dönük analitik bir araştırma olan çalışma, 14 Mayıs 1998 / 7 Haziran 1999 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Obstetri, Doğum Salonu ve Yoğun Bakım Servislerinde yürütülmüştür. Belirtilen tarihler arasında obstetri servisi ve doğum salonuna yatış yapılan 20-40 yaş grubu gebelerin tümü ile (1450) ön görüşme yapılmıştır. Bu gebelerin içinden; bilinci açık, sözel iletişim kurabilen, lise ve üzeri düzeyde eğitim almış, son iki yıl içinde herhangi bir operasyon hikayesi olmayan, genel anestezi ile sezaryen operasyonu yapılan 1. ve 2. sezaryen kararı verilmiş gebeler (45 gebe) yaş, eğitim düzeyi gibi özellikler yönünden birbirini karşılayan eşleştirilmiş gruplara obstetri servisi, doğum salonuna yatışlarına ve uygunluk sırasına göre tesadüfi şekilde ayrılarak alınmıştır. Araştırma kapsamına alınan 1. deney grubu loğusalara; operasyondan iki saat sonra başlayarak, iki saat arayla ağrılarının olup olmadığı sorulmuş, ağrıları olan loğusaların ağrı esnasında ağrıları tanılanmış, ağrı şiddetleri ve durumluluk kaygı düzeyleri ölçülmüş ve araştırmacı tarafından yarım saat süreyle, (karın bölgesi dışında) omuz ve kollarına (on dakika), sırtlarına (on dakika) ve bacaklarına (on dakika9 Masaj/Dokunma girişimi uygulanmıştır. Girişimin bitiminden bir saat sonra loğusalara ağrının olup olmadığı sorularak, ağrısı olsun yada olmasın ağrı şiddetleri ve durumluluk kaygı düzeyleri değerlendirilerek, ağrıları olan loğusaların ağrıları tanımlanmış, veriler postoperatif ağrı izlem formu, postoperatif ağrı tanılama formuna ve durumluluk kaygı ölçeğine araştırmacı tarafından kaydedilmiştir. Benzer bir biçimde 2. Deney grubu loğusalara; iki saat arayla ağrılarının olup olmadığı sorulmuş, ağrıları olan loğusaların ağrı esnasında ağrıları tanılanmış, ağrı şiddetleri ve durumluluk kaygı düzeyleri ölçülmüş ve araştırmacı tarafından yarım saat süre ile Müzik/Gevşeme girişimi uygulanmıştır. Girişimin bitiminden bir saat sonra loğusalara ağrılarının olup olmadığı sorularak, ağrısı olsun yada olmasın ağrı şiddetleri ve durumluluk kaygı düzeyleri değerlendirilerek, ağrıları olan loğusaların ağrıları tanımlanarak, veriler araştırmacı tarafından postoperatif ağrı izlem formu, postoperatif ağrı tanılama formu ve durumluluk kaygı ölçeğine 364 Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri kaydedilmiştir. Kontrol grubunda bulunan loğusalara ise herhangi bir girişim uygulanmamış, iki saat arayla ağrılarının olup olmadığı sorulmuş, ağrıları olan loğusaların ağrıları tanılanmış, ağrı şiddetleri ve durumluluk kaygı düzeyleri ölçülmüştür. Deney ve kontrol grubu loğusalara girişim öncesi sorulan “ağrı var mı?” sorusuna loğusaların verdikleri “ağrı var” yanıtı puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır. (F=14.88, p<0.01). Deney gruplarına uygulanan Masaj/Dokunma ve Müzik/Gevşeme girişimi sonrasında “ağrı var mı?” sorusuna 1.deney, 2. deney ve kontrol grubu loğusaların verdikleri “ağrı var” yanıtı puan ortalamaları arasındaki ki fark ise benzer biçimde istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (F= 19.49, p<0.01). Bu sonuç Masaj/Dokunma ve Müzik/Gevşeme girişimlerinin ağrı oluş sıklığı üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Deney ve kontrol grubu loğusaların girişim öncesi ağrı esnasında ölçülen kaygı puan ortalamaları arasında yapılan analizde anlamlı bir fark saptanmamıştır. (F=0.16, p>0.05). Masaj/ Dokunma ve Müzik/Gevşeme girişimi sonrasında ağrı olduğunda veya olmadığında ölçülen kaygı puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. (F=11.82, p<0.01). Ağrı esnasında uygulanan girişimlerin loğusaların kaygılarını azalttığı bulunmuştur. Tüm bulgular sonucunda; sezaryen ile doğum yapan loğusaların doğum sonrası ağrılarının kontrolünde; hemşirelerin, Masaj/Dokunma ve Müzik/Gevşeme girişimlerini uygulayarak loğusaların ağrı oluş sıklığını, ağrı şiddetini, kaygı düzeyini ve ilaç kullanımını azaltmada etkinlik sağlayabileceği söylenebilir. Bu bağlamda; hemşirelerin bu konuda eğitilmesi, araştırma sonuçlarının meslek çalışanlarına duyurulması ve meslek yaşantısına geçirilmesi önerilir. SUMMARY The study was planned; to investigate socio-demographic characteristics of postpartum women who would experience a planned ceserean birth, to observe women’s pain in postoperative phase who had ceserean delivery, to measure intensities of their pain; to define their pain, and to determine their emotional responses to pain, to measure and to compare effectiveness of nonpharcologic procedures through assigning women to one control group and to two experimental groups in the first experimental group by using the music/relaxation intervention; to investigate pain, intensity of pain, emational responses to pain of postopartum women, by comparing the frequency and numbe of analgesics they received in both experimental and control groups at the end of study period. This experimental, descriptive, cross-sectional and retrospective analytical study was carried out at the Gynaecological Diseases (maternal health) department of Ege University between 14th May 1998 and 7th June 1999. An interview was conducted with all expectant woman (1450) aged 20 -40 years after their hospitalization at obstetric service during this period. 45 patients conscious, capable for verbal communication, educatet high school or more, had no histories of sugical operation during last two years, had a ceserean delivery with general anesthesia, scheduled for 1st and 2nd ceserean delivery were randomly assigned to the matched groups having equivalence related to patients’ age and educational level; according to their hospitalization at obstetric service and delivery room, and their convenience for study. In the 1 st experimental group, postopartum women were asked if they had pain in every 2 hours, starting first two hours after surgery; patients‘ pain was diagnosed while they had pain; intensity of their pain and their conditional anxiety levels were measured, and the massage/touch intervention was applied by investigator for half an hour. In the first hour after the intervention, by asking postopartumwomen if they had pain, and by assessing their pain intensities and conditional anxiety levels (even though they had no pain) patients’ pain was defined, data was registered on 365 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı the postoperative pin observation from, on the postoperative pain diagnosis from, and on the conditional anxiety scale by investigator. In similar way, postopartum women in the 2 nd experimental group were asked if they had pain in every 2 hours; patients’ pain was diagnosed while they had pain; intensity of their pain and their conditional anxiety levels were measured, and the music/relaxation intervention was applied by investigaator. In the first hour after the intervention, by asking postopartum women if they had pain, and by assessing their pain intensities and conditional anxiety levels (even though they had no pain) patients‘ pain was defined, data was registered on the postoperative observation form, on the postoperative pain diagnosis form, and on the conditional anxiety scale by investigator. As for postopartum women in the control group were not applied any intervention, in every 2 hours they were asked if they had pain, patients’ pain was diagnosed, their pain anxietis and conditional anxiety levels were measured, and data was registered on the postoperative pain observation form, on the postoperative pain diagnosis form, on the conditional anxiety scale by investigator. In the experimental groups and control group, the response of postopartum as “I have pain” when they were asked a question like “Do you have pain?” before intervention indicated that there was a significant differeence among the means of scores statistically (F=14.88, p< 0.01). Similarly; in the experimental groups and control group, the response of postpartum women as “I have pain“ when they were asked a question like “Do you have pain “after the massage/touch and the music/relaxation interventions indicated that there was also a significant difference among the means of scores statistically (F=19.49, p<0.01). This result shows that the massage/touch and the music/relaxtion interventions are effective on frequency of pain. Before interventions, between the means of pain intensity scores of postopartum women in the experimental and control groups a significant difference was determined statistically (F=15.05, p<0.05). After the application of the massage/touch and the mıusic/relaxation interventions, between the means of pain intensity scores a significant difference was determined statistically (F=40.68, p<0.05). This result shows the effectiveness of the massage/touch and the music/ relaxation intervention in reducing pain. In an analysis made between the means of anxiety scores of postopartum women which were measured while they had pain in the experimental and control groups, a significant difference was determined (F=0.16, p<0.05). After the application of the massage/touch and the music/relaxation interventions, between the means of anxiety scores measured when there was pain or when there was no pain, a significant was determined statistically (F=11.82, p<0.01). It was found that the interventions applied during pain, reduced the anxieties of postpartum women. According to all these findings, it can be said that nurses can provvide the efficiency reducing pain frequency, pain intensity, anxiety level and the use of pharmacological analgesia of postopartum women in the management of postoperative pain after cesaren birth through using the massage / touch and the music / relaxation interventions. Finally, it is recommended that the nurses should be treained on this subject, the results of this study should be announced to the professionals and should be relaized in the Professional life. 366 HEMŞİRELİK ESASLARI ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZLERİ Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 368 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK KOLEJİ HEMŞİRELİK BÖLÜMÜ ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ SINIF ÖĞRENCİLERİNİN KAS İÇİ ENJEKSİYON KONUSUNDAKİ BİLGİ VE UYGULAMALARINDA DENEYİM SÜRESİNİN ETKİNLİĞİNE İLİŞKİN KARŞILAŞTIRMALI BİR ÇALIŞMA Emine ÇAKIRCALI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL İzmir-1979 ÖZET Araştırma Hemşirelik Esasları Dersinde kas içi enjeksiyon konusunu, yedi ay önce alan üçüncü sınıf öğrencileri ile dersi 19 ay önce alan dördüncü sınıf öğrencilerinin bilgileri ve beş aylık bir deneyime sahip olan üçüncü sınıf öğrencileri ile 12 aylık bir deneyime sahip olan dördüncü sınıf öğrencilerinin, uygulamalardaki deneyim süresinin etkinliğini araştırmak amacıyla karşılaştırmalı olarak planlanmıştır. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Koleji Hemşirelik Bölümünde, üçüncü ve dördüncü sınıfta okuyan 57 öğrenciye uygulanmıştır. Öğrenciler önce enjeksiyon uygularken tek tek gözlenmiş her öğrencinin uygulaması, gözlem formuna geçirilmiştir. Bilgileri ise anket formu ile toplanmıştır (ek 1, ek 2). Öğrencilerin anket formu ile toplanan bilgileri, uygulamalardaki davranışları ile karşılaştırılmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, Ki-kare (Chi-Square) ve Fisher testi kullanılmıştır. Öğrencilerin kas içi enjeksiyon konusuna ilişkin bilgi ve uygulamaları değerlendirildiğinde; dördüncü sınıf öğrencilerin (%39.3) kas içi enjeksiyon konusuna ilişkin bilgilerinin üçüncü sınıf öğrencilerinden (%20.7) daha yeterli olduğu ve kas içi enjeksiyon uygulamalarında ise üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri arasında farkın olmadığı, ayrıca iki sınıftaki öğrencilerin enjeksiyon alanı için derinin uygun yöntemle temizleneceğini bilenlerin ve uygulayanların, ilacın flakondan nasıl çekileceğini (%3.8) sonra iğneyi tekrar değiştirmesi gerektiğini bilenlerin ve uygulayanların (%10.2) oranının bir hayli düşük (%3) ve bu konularda yetersiz oldukları saptanmıştır. Öğrencilerin bu konularda yetersiz olmalarının nedeni olarak, klinik uygulamalarda sürekli denetlenmedikleri ve yanlış davranışları anında düzeltilmediği için öğrencilerin bu yanlış davranışları devam ettirdikleri düşünülebilir. 369 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı DİYABETES MELLİTUS TANISI İLE HİÇ HASTANEYE YATMAMIŞ ERİŞKİN DİYABETİK HASTALARIN BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI Ümran SEVİL Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Çiçek FADILOĞLU İzmir-1984 ÖZET Araştırma 1 Mart-30 Nisan 1984 tarihleri arasında Ege üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim dalı polikliniğine (15-19 Mart ve 12-26 Nisan 1984 günlerinde) başvuran erişkin diyabetik hastaların hastalıklarına ilişkin bilgi düzeylerini saptamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma kapsamına daha önce Diyabetes Mellitus tanısı ile hiç hastaneye yatmamış, 25-64 yaşları arasında ve en az 1 yıllık diyabetik olan hastalar alınmıştır. Bu hastalar olasılıksız örneklem tekniği ile seçilmiştir. Hastalara araştırıcı tarafından hazırlanan “Diyabetes Mellituslu Hastaların bilgi düzeyini saptama anketi” uygulanmıştır. Anket, hastaya ilişkin tanıtıcı sorular (ek 1), hastalığa ve bakıma ilişkin bilgi sorularının bulunduğu (ek 2) 2 bölümden oluşmuştur. Araştırmanın sonucunda hastaların hastalıkları ve bakımları konularına ilişkin bilgi açıklarının olduğu saptanmıştır. Hastaların bilgilerine; hastaların yaşlarının, ailelerinde diyabetik bir kişinin olmasının, ellerinde diyabetle ilgili yayınları bulundurmalarının ve uygulanan sağaltım tipinin etkili olduğu görülmüştür. 370 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri HEMŞİRELERİN HASTANIN AMELİYAT ÖNCESİ HAZIRLIK VE BAKIMINA İLİŞKİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI Aklime SARIKAYA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ İzmir-1984 ÖZET Araştırma Ege Üniversitesi Hastanesi, S.S.Y.B. İzmir Devlet Hastanesi, S.S.K. Buca Hastanesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi genel cerrahi ana bilim dallarında görevli hemşirelerin hastanın ameliyat öncesi hazırlık ve bakımına ilişkin bilgi düzeylerini saptamak, karşılaştırmak, bilgi düzeylerini etkileyen etmenleri incelemek amacı ile kesitsel, analitik ve tamamlayıcı olarak yapılmıştır. Anket uygulaması her dört hastanede birer gün, 24 saatlik mesai dağılımlarında ayrı ayrı uygulanmış ve araştırma kapsamına 36 hemşire alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı ve yüzde hesaplamaları, ortalamalar arası farkın önemlilik testi ve varyans analizi kullanılmıştır. Değerlendirme sonucunda, hemşirelerin bilgi düzeyleri ortalama istenen düzeye yakın bulunmakla beraber, hastanın fiziksel hazırlığı ve bakımı, eğitmesi gereken önleyici yönlerde yapılan hazırlıklar, premedikasyon uygulama zamanı, doğru uygulama ilkeleri konularındaki eksiklikleri olduğu saptanmıştır. Hastaneler arası bilgi düzeyi karşılaştırılmasında fark bulunmamıştır. Hemşirelerin eğitim farkının bilgi düzeyini etkilemediği görülmüştür. Hemşirelerin bilgi düzeylerini arttırmak için hizmet içi eğitim programlarının uygulanması preoperatif bakımın esaslarının uygulanamamasının nedenlerinin araştırılması önerilmiştir. 371 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HEMŞİRELERİN SİGARANIN ZARARLI ETKİLERİNE İLİŞKİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI İsmet EŞER Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL İzmir-1984 ÖZET Araştırma Ege Üniversitesi Hastanesi, S.S.K. Tepecik hastanesinde çalışan hemşirelerin sigaranın zararlı etkilerine ilişkin bilgi düzeylerini saptamak amacı ile betimleyici olarak yapılmıştır. Her üç hastanede, soru kağıdının uygulandığı gündüz vardiyasında çalışan Sağlık Meslek Lisesi ve Hemşirelik Yüksek Okulu mezunu hemşireler araştırma kapsamına alınmıştır. Toplam 266 hemşire ile görüşülmüştür. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik hesapları ve ortalamalar arası farkın önemlilik testi kullanılmıştır. Değerlendirme sonucunda, hemşirelerin sigaradan en çok zarar gören organa, ilişkin yeterli bilgi düzeyine sahip oldukları bulunmuştur. Sigara dumanına maruz kalmanın zararlı etkileri ve gebelik süresince sigara içmenin zararlı etkilerine ilişkin hemşirelerin bilgi düzeyi istenene yakın bulunmuştur. Solunum sistemi ve sindirim sistemi üzerine sigaranın zararlı etkilerine ilişkin bilgi düzeylerinin yetersiz olduğu saptanmıştır. Hemşireler, sigaranın kalp-damar sistemi üzerindeki zararlarını yeterince bilememektedirler. En az bilinen konunun ise sigaranın üriner sistem üzerindeki zararlı etkileri olduğu bulunmuştur. Hemşirelerin, sigaranın zararlı etkilerine ilişkin bilgileri edinmekte en çok çeşitli yayınlar (gazete, dergi, kitap), okul yaşantısı ve radyo-televizyon yayınlarından yararlandıkları saptanmıştır. 372 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri HEMŞİRELERİN AĞIZ VE KAS İÇİ YOLUYLA İLAÇ VERİLMESİNE İLİŞKİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN SAPTANMASI İLE UYGULAMADAKİ HATALAR VE BUNLARIN NEDENLERİNİN BELİRTİLMESİ Ferda ULUFER Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL İzmir-1985 ÖZET Araştırma, Ege Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Cerrahi ve Dahiliye Tıp Bilimleri Bölümlerinde çalışan hemşirelerin ağız ve kas içi yoluyla ilaç verilmesine ilişkin bilgi düzeyleri ve uygulama biçimlerini saptamak ve hatalarını nedenleriyle birlikte belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Uygulama merkezinde, anket soru formunun uygulama günü olarak seçilen tarihte gündüz vardiyasında çalışan Sağlık Meslek Lisesi ve Hemşirelik Yüksek Okulu mezunu hemşirelerinden tabakalı tesadüfi örneklem tekniği ile seçilmiş hemşireler araştırma kapsamına alınmıştır. Toplam 50 hemşirenin ankete gelmesi duyurulmuş; fakat ankete 40 hemşire katılmıştır. Anket uygulanan hemşirelerin, ankete katılımı, uygulama biçimleri 22 Şubat- 22 Mart 1985 tarihleri arasında araştırmacı tarafından katılımlı gözlem tekniği ile gözlenmiş ve gözlem sonuçları gözlem formuna geçirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik ve ortalamalar arası farkın önemlilik testi kullanılmıştır. Değerlendirme sonucunda örneklemi oluşturan hemşirelerin ağız ve kas içi yoluyla ilaç verilmesine ilişkin bilgi düzeylerinin yetersiz olduğu ve yanlış uygulamalarının çoğunlukta olduğu saptanmıştır. Bu çalışma sonucunda, hemşirelere konuya ilişkin hizmet içi eğitim uygulaması, eğitimin daha etkili ve kalıcı olması için bir kitapçığın bastırılıp dağıtılması, öğrencilere de eğitim öğretim sırasında yapılan hatalar anlatılarak ileride çalışma hayatlarında bu tür hataları yapmamalarını hatırlatmanın yararlı olacağı önerilmiştir. 373 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KAN TRANSFÜZYONU KONUSUNDA HEMŞİRELERİN BİLGİ DÜZEYİNİ ARTTIRMADA MODÜLER EĞİTİMİN ETKİNLİĞİNİN SAPTANMASI Nilgün DERELİ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ İzmir-1985 ÖZET Bu araştırma, kan transfüzyonu konusunda hemşirelere uygulanan modüler eğitimin standart eğitime göre etkin olup olmadığını incelemek amacıyla planlanmıştır. Araştırma, Sosyal Sigortalar Kurumu Tepecik Hastanesinde çalışan Sağlık Meslek Lisesi ve Hemşirelik Yüksek Okulu mezunu hemşirelerden oluşan bir örneklem üzerinde yapılmıştır. Hemşireler yaş, mezun oldukları okul, mezuniyet yılları, çalıştıkları kliniklere göre eşleştirilerek deney ve kontrol grupları oluşturulmuştur. Hemşirelerin kan transfüzyonu uygulama ve reaksiyonlarını bilmeleri önemli olduğu düşünülerek bir eğitim programı geliştirilmiştir. Bu eğitim programında konu içeriği olarak; kan transfüzyonunun tanımı, kan transfüzyonu gerektiren durumlar, kan grupları, kan transfüzyonu işleminden önce dikkat edilecek noktalar, kan transfüzyonu işlemi, kan transfüzyonu sırasında hemşirelerin dikkat etmesi gereken noktalar, kan transfüzyonunun erken ve geç reaksiyonları ve reaksiyonlarda hemşirenin yapması gereken işlemler saptanmıştır. Örneklemdeki hemşirelere, kan transfüzyonuna ilişkin bilgilerini saptamak üzere öntest uygulanmıştır. Deney grubunu oluşturan 40 hemşireye modüler eğitim, kontrol grubunu oluşturan 40 hemşireye standart eğitim verilmiştir. Eğitimin etkinliğini saptamak üzere bir hafta sonra her iki gruba da sontest uygulanmıştır. Öntest soru kağıtlarının değerlendirilmesi sonucunda hemşirelerin kan transfüzyonu konusunda bilgilerinin yetersiz olduğu görülmüştür. Modüler eğitimin uygulanan deney grubundaki bilgi artışı %58.5, standart eğitimin uygulanan kontrol grubundaki bilgi artışı %24.2 olarak saptanmıştır. Deney grubundaki bilgi artış farkı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Hemşirelerin hizmet-içi eğitimlerinde modüler eğitimin daha etkin olduğu belirtilmiş ve eğitim programlarının modüler eğitim şeklinde verilmesi önerilmiştir. 374 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri ÖĞRENCİ HEMŞİRELERİN KLİNİK DENEYİMLERİNİN İLK GÜNÜNDE HASTA İLE İLETİŞİMİ BAŞLATMADAKİ GÜÇLÜKLERİNİN SAPTANMASI Leyla KADİR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leman BİROL İzmir-1985 ÖZET Bu araştırma, öğrenci hemşirelerin klinik deneyimlerinin ilk gününde hasta ile iletişimi başlatmada güçlüklerinin olup olmadığı, bu güçlüklerin hangi alanlarda olduğu ve bu güçlükleri etkileyeceği düşünülen bazı etmenleri incelemek amacı ile yapılmıştır. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu 1984-1985 Eğitim ve Öğretim dönemi birinci sınıf öğrencilerinin tümü (86) araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. Bu evrenden alınan Ege üniversitesi Hemşirelik Yüksek okulu birinci sınıf öğrencilerinden Sağlık Meslek Lisesi çıkışlı olanlar dışındaki öğrencilerin tümü (72) araştırmanın örneklemidir. Bu araştırma tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından geliştirilen soru kağıdı, öğrencilere klinik deneyimlerinin ilk gününde, klinik uygulama bitiminden hemen sonra uygulanmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik hesapları ve iki ortalama arası farkın önemlilik testi (t testi) kullanılmıştır. Değerlendirme sonucunda, öğrencilerin klinik deneyimlerinin ilk gününde hasta ile iletişimini başlatmada güçlük çektikleri saptanmıştır. Öğrencilerin en çok “hasta ile konuşmayı başlatma” ve “hastayı tanımak amacı ile ona sorular sorma“ da güçlük çektikleri, en az güçlük çektikleri alanın ise hastaya kendini tanıtma “olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin en çok hastalıklar hakkında bilgilerinin olmaması nedeniyle hasta ile iletişimi başlatmada güçlük çektikleri saptanmıştır. Öğrencilerin klinik deneyimlerinin ilk gününde hasta ile iletişimi başlatmadaki güçlüklerini azaltmak için, öğrencilere klinik alan, yönetim, hastalar, eğitici ve hastaların öğrenciden beklentileri hakkında bilgi verilmesi, öğrencilerin rahat iletişim kurma yeteneğini kazanmaları için rol play yapılması ve öğrencilerin klinik uygulamanın ilk gününde çalışacakları kliniğin hekim, hemşire ve diğer sağlık personeli ile tanıştırılması önerilmiştir. 375 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı YATAK YARALARININ İYİLEŞMESİNDE LOKAL İNSÜLİN VE RİVANOL PANSUMANLARININ ETKİNLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Emine AVCI Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1985 ÖZET Bu çalışma uzun süreli yatak istirahatine alınan hastalarda görülen bir komplikasyon olan yatak yaralarının sağaltımında lokal insülin kullanımının etkinliğini saptamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji, Nöroloji ve Nöroşirürji Ana Bilim dallarında, 20.7.1984-20.12.1984 tarihleri arasında, uzun süreli yatan ve yatak yarası olan 26 hasta üzerinde yapılmıştır. Araştırma kapsamına, uzun süreli yatak istirahatine alınan, hareket sınırlılığı olan yatağa bağımlı, yatak yarası olan hastalar alınmıştır. Araştırma kapsamına alınan hastalar 13 deney ve 13 kontrol grubu olarak gruplandırılmıştır. Araştırmada veriler, hastaları yatak yaraları iyileşinceye kadar izleyerek, hazırlanan çizelgenin doldurulması ile toplanmıştır. Değerlendirme sonucunda, lokal insülin kullanımının yatak yaralarının iyileşmesinde etkin olduğu sonucu bulunmuştur. Bu çalışma sonucunda, uzun süreli yatak istirahatine alınan hastaların, yatak yaralarının iyileşmesinde lokal insülin kullanımının yaygınlaştırılması için ders programlarında bu konuya değinerek mezun hemşireler için görev içi eğitim uygulanması ve konunun tanıtılması önerilmiştir. Ayrıca, bu çalışmanın daha fazla denek ve gereç kullanılarak yenilenmesi önerilmiştir. 376 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri ŞAŞILIĞI OLAN ÇOCUKLARIN PSİKOLOJİK SORUNLARININ SAPTANMASI VE ETKİLİ HEMŞİRELİK BAKIMI Canan TÜRKOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Alev DRAMALI İzmir-1986 ÖZET Araştırma şaşılığı olan çocukların psikolojik sorun alanlarının saptanması amacıyla yapılmıştır. Çalışma iki grup çocukla sürdürülmüştür. Birinci grup (deney grubu) Ege Üniversitesi Hastanesi Araştırma ve Uygulama Merkezine bağlı Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Şaşılık Bölümü’ne başvuran 52 şaşı çocuk, ikinci grup ise (kontrol grubu) aynı sayıda, aynı yaş ve cinste, fiziksel özrü olmayan ve okullarda seçilen sağlıklı çocuklardır. Önce her iki gruba da ailelerine ait tanıtıcı bilgileri içeren bir anket formu (ek 1,) daha sonra da yine her iki gruba psikolojik sorun alanlarını belirlemek üzere cümle tamamlama testi (ek 2) uygulanmıştır. Sonuç olarak şaşılığı olan çocukların %38.4’ünde sinirlilik, %32.6’sında tırnak yeme alışkanlığı %26.9’unda gece işemesi ve %2 ‘sinde ise kekemelik görüldüğü saptanmıştır. Bu davranış bozuklukların şaşılıklı çocukların çoğunda bir arada olduğu görülmüştür. Deney grubunda davranış bozukluğu gösteren çocuklar %86.5 iken kontrol grubunda bu oran %20 olarak bulunmuştur. Şaşılığı olan çocukların saptanan sorun alanları içinde benlik değerine ilişkin sorunu olan çocuklar %69.2 ile ilk sırayı alırken bunu %65.3 ile duygusal alana ilişkin sorunu olan çocuklar izlenmiştir. Kontrol grubundaki çocuklarda ise bu sorun alanlarının hiçbirisi saptanmamıştır. 377 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK YÜKSEKOKULU ÖĞRENCİLERİNİN ÖLÜME İLİŞKİN DÜŞÜNCELERİNİN İNCELENMESİ Kamuran YAĞAN Danışman Öğretim Üyesi: Dr. Emine ERDAL İzmir-1986 ÖZET Araştırma, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu öğrencilerinin; ölüme ilişkin düşüncelerini incelemek, eğitim süresinin ölüme ilişkin bu düşünceleri etkileyip etkilemediğini araştırmak, ölümcül hastanın bakımına ilişkin almış oldukları eğitimin yeterliliği üzerine görüş ve önerilerini belirlemek amacı ile tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu 1985-1986 Eğitim ve Öğretim dönemi öğrencilerinin %50’si araştırma kapsamına alınmış, her sınıftaki öğrenci sayısına göre sistematik seçme yöntemi kullanılarak araştırma kapsamına alınan öğrenciler belirlenmiştir. Toplam 205 öğrenciye anket uygulanmıştır. Anket formu, öğrenciler arasındaki etkileşimi en aza indirmek amacı ile örneklemi oluşturan öğrenciler bulundukları sınıflara göre ayrı ayrı yerlerde toplanarak anketör ve araştırmacı tarafından uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik ve “Chi-Square” önemlilik testi kullanılmıştır. Değerlendirme sonucunda örneklemi oluşturan öğrencilerin kendilerini ölüm olayına hazır hissetmedikleri, daha fazla bilgiye gereksinim duydukları, eğitimin ölüme ilişkin düşünceleri etkilemediği saptanmıştır. Öğrencilerin ölüm olayına karşı kendilerini hazır hissedebilmeleri için müfredat programlarının içeriğinin öğrenciye yeterli psikolojik eğitimi sağlayacak nitelikte olması, hastaların fizik bakımına yönelik olan ders programlarına yeni boyutlar getirilmesi, hastaların psikolojik bakımlarına da yer verilmesi, ölümcül hastanın bakımı konusuna sadece birinci sınıf ders programında değil ileriki sınıfların ders programlarında da yer verilmesi önerilmiştir. 378 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ SAĞLIK MESLEK LİSESİ HEMŞİRE BÖLÜMÜ ÖĞRENCİLERİNİN HEMŞİRELİK MESLEĞİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ VE BU MESLEĞİ SEÇMELERİNDEKİ ETMENLER Aynur SARUHAN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ İzmir-1986 ÖZET Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Meslek Lisesi Hemşire Bölümü öğrencilerinin hemşirelik mesleği hakkındaki görüşleri ve bu mesleği seçmelerindeki etmenleri saptamak amacı ile yapılmıştır. Veri toplamada kullanılan öğrenci anket formu; öğrencinin sosyo-demografik özellikleri ile ilgili 16, okula giriş nedeni ile ilgili 2, yakınlarındaki sağlıkla ilgili meslekte çalışan ve çalışanların meslek ve yakınlıkları ile ilgili 2, meslekte çalışmalarını istemeyenler, yakınlıkları ve meslekleri ile ilgili 2, okul öncesi ve okul sonrası hemşirelik mesleği hakkındaki düşünceleri ile ilgili 3, hastaların, hemşirelerin, hekimlerin öğrencinin öz değerlendirmesi ile ilgili 3, toplumun hemşirelik mesleğine ilişkin değer yargısı ile ilgili 1, meslekle ilgili 4, hemşirelik işlevleri ile ilgili 2, mezuniyet sonrası meslekte kalma ve çalışma alanı ile ilgili 2, ÖSS ile ilgili 3 soru olmak üzere toplam 40 soruyu içermektedir. Soru kağıtlarının öğrencilere uygulanması sırasında her sınıfta araştırmacı ve sınıf öğretmenleri tarafından denetim yapılmıştır. Öğrencilerin her bir soruya verdikleri yanıtlar yüzde olarak gösterilmiş ve Chi-Square üzerinden yorum yapılmıştır. Araştırmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesi sonucunda öğrencilerin, sosyoekonomik nedenlerle kısa yoldan meslek sahibi olmayı amaçladıkları, toplumun meslek hakkındaki düşüncelerinden etkilendikleri, ÖSS’na girerek başka fakülte veya yüksek okula girmeyi amaçladıkları saptanmıştır. 379 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı AMELİYAT ÖNCESİ SOLUNUM EGZERSİZLERİNİN AMELİYAT SONRASI SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİNE, ALINAN ANALJEZİK SAYISINA, HASTANEDE KALIŞ SÜRESİNE ETKİSİ Türkan ÖZBAYIR Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Zeynep CONK İzmir-1988 ÖZET Bu çalışma, ameliyat öncesi egzersiz eğitiminin, ameliyat sonrası solunum fonksiyon testleri, alınan analjezik sayısı ve hastanede kalış süresi üzerine etkisini araştırmak amacı ile planlanmıştır. Araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı'na 15 Haziran-31 Temmuz 1987 tarihleri arasında ameliyat olmak üzere başvuran; 20 yaş ve üzerinde, elektif üst batın cerrahisi girişimleri uygulanmış, solunum fonksiyon testleri yönünden işbirliği yapabilecek hastalar, genel anestezi uygulanan ve acil girişim uygulanmayan 39 hasta üzerinde yapılmıştır. 39 hastanın 19'u deney grubu olarak alınmış ve araştırmacı tarafından derin soluma, öksürme, yatak egzersizlerini içeren ameliyat öncesi planlı eğitim verilmiş, 20'si kontrol grubu olarak alınmış ve planlı eğitim verilmemiştir. Araştırmada veriler; ameliyat öncesi ilk 24 saatte solunum fonksiyon testleri, Vital Kapasite, Zorlu Ekspiratuvar Volüm-1 saniyelik değerleri hasta yatağında alınmış ve ameliyat sonrası ilk 24 saatte yinelenmiştir. Alınan analjezik sayısı hesaplamasında, ameliyat sonrası ilk 72 saatte verilen analjezik sayısı hesaplanmış, hastanede kalış süresi için hasta taburcu olduktan sonra hastanede kaldığı gün sayısı hesaplanarak elde edilen verilerin toplanmasında, hasta ile ilgili tanıtıcı bilgiler yüzdelik tablolar halinde, deney grubunda ameliyat öncesi ve sonrası VK ve ZEV-1 değerlendirilmesinde iki eş arasındaki farkın önemlilik testi (t testi), kontrol grubunda ameliyat öncesi ve sonrası VK, ZEV-1 değerlendirmesinde iki eş arasındaki farkın önemlilik testi (t testi), kontrol ve deney grubu arasında VK ve ZEV-1 değerlendirilmesinde iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi), kontrol ve deney grubu arasında FEV-1/VK oranlarının değerlendirilmesinde iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi sonucunda, deney grubunda VK ve ZEV-1, ameliyat sonrası ortalaması kontrol grubuna göre daha az azalma görülmüştür (P < 0.01). Alınan analjezik sayısı I. gün aynı bulunmuş, 48 ve 72 saatlerde ise deney grubu lehine anlamlı fark saptanmıştır (P < 0.01). Hastanede kalış süresi (gün) deney grubu lehine anlamlı bulunmuştur (P <0,01). Kontrol ve deney gruplarında ameliyat sonrası ZEV-1/VK oranları ortalamalarından kontrol grubunda, deney grubuna göre daha fazla azalma görülmüştür (P < 0.01). Sonuç olarak; planlı ameliyat öncesi eğitimin erişkin cerrahi hastalarda öksürme ve derin nefes alıp verme yeteneğini belirgin bir biçimde arttırdığı düşünülmekte ve sonuçlar literatür bilgileri ile benzerlik göstermektedir. 380 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri SUMMARY The effects of preoperative respiratory education on postoperative respiratory function, on the needs for analgesics and on the hospitalization period were assessed in patients scheduled for surgery 39 cooperative patients over 20 years old, planned for elective upper abdominal surgery under general anesthesia were included to the study. Nineteen patients constituted the study group and were subjected to preoperative programmed education including deep breathing, coughing and bed exercises. Twenty patients served as controls and were not subjected to any educative attempt. Respiratory function tests, vital capacity (VC) forced expiratory volume at 1 second (FEV-1) were assed to other pre and postoperatively at the bedside of the patient with a digital spirometry (Spirotron). Analgesic consumption was evaluated by counting the need for analgesics during the first 72 hours following surgery. Data was collected on hospital stay from the patients chart after the patient's discharge Hospital stay was the number of days the patient was hospitalized. The results were analysed statistically with the t test. The results demonstrated that the decrease in VC and FEV-1, following upper abdominal surgery in the educated groups was less than the controls (P < 0.01). FEV-1/VC showed similar trend when, values for both groups were compared. It is concluded that programmed preoperative bedside respiratory education to patients candidate for surgery significantly increases the patients postoperative respiratory functions. 381 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı SEZARYENLE DOĞUM YAPACAK ANNELERLE AMELİYAT ÖNCESİNDE KURULAN EĞİTSEL İLİŞKİNİN AMELİYAT SONRASI REHABİLİTASYONUN BAŞARISINA ETKİSİ INFLUENCE THE SUCCESS OF POST-SURGICAL REHABILITATION WILL BE ESTABLISHED PRIOR TO SURGERY CESAREAN BIRTH MOTHERS’ EDUCATIONAL RELATIONSHIP Süheyla ALTUĞ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. İnci EREFE İzmir-1988 ÖZET Sezaryen ameliyatı öncesi dönemde hastayı ameliyata hazırlamanın önemli bir yönünü, eğitim ve danışmanlık ilişkisi oluşturmalıdır. Bu araştırma, sezaryen ameliyatı olacak anne adayla rı ile ameliyat öncesi hazırlık aşamasında planlanmış bireysel düzeyde eğitsel ve danışmanlık ilişkisi kurmanın, ameliyat sonrası dönemde rehabilitasyonun başarısına etkisini incelemek amacıyla yürütülmüştür. İzmir'de yer alan üç hastanenin doğum kliniklerinde Ekim 1987 - Eylül 1988 tarihleri arasında sezaryen ameliyatı olmak üzere kabul edilen annelerden 60'ı olasılıksız örnekleme yöntemi ile 30 deney, 30 kontrol grubu olmak üzere örneğe alınmıştır. Örneklemede yaş, eğitim düzeyi ve daha önce sezaryen ameliyatı geçirme faktörleri açısından eşleme yapılmıştır. Annelerin sezaryen ameliyatına ilişkin bilgi düzeyleri ölçülmüş, deney grubu annelerle ameliyat öncesi dönemde planlanmış eğitim ve danışmanlık ilişkisi kurulmuş tur. Ameliyat sonrası dönemde ilk kendiliğinden miksiyon, ilk kendiliğinden fekal boşaltım, ilk kendiliğinden oturma, ilk kendiliğinden yataktan çıkma ve gezinme, ilk kendiliğin den bebeğini emzirme, ilk kendiliğinden bebeğinin altını açma, ilk kendiliğinden bebeğini kucağına alma, ameliyatın 1. günü bebeğini maniple etme sayısı gibi kriterlerin ilk kendiliğinden oluş süreleri bakımından deney grubu ile kurulan planlanmış eğitsel ve danışmanlık ilişkinin, eğitim al mamış olan kontrol grubuna kıyasla olumlu gelişme sağlayıp sağlamadığı incelenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre ilk kendiliğinden fekal boşaltım ve ilk kendiliğinden bebeğin altını açma davranışı dışında diğer bütün kriterlerin "ilk kendiliğinden oluş" sürelerinde önemli düzeyde azalma sağlanmıştır. Rehabilitasyondaki gelişme hızının annelerin bilgi artış puanları ile anlamlı ilişkisi saptanmıştır. Ameliyat öncesi hazırlık döneminde bireysel düzeyde eğitim ve danışmanlık ilişkisi kurmanın sezaryen ameliyatı olacak annelerin rehabilitasyon süreçlerini olumlu yönde etkilediği ve bebeklerin bakımı açısından daha kısa sürede bağımsızlık kazandıkları sonucuna varılmıştır. SUMMARY This research have been designed to study the effects of a well planned preoperative education and consultation, on the success of the rehabilitation of caesarean patients. The study was conducted in the maternity departments of three large hospitals, during October 1987-Septemper 1988, in Izmir. A sample of 60 pregnants were choosen by nonrandomized purposive sampling from among the pregnants who were appointed for caesarean operation. The sample was assingned into test and control groups, with 30 pregnants in each. Groups were matched according 382 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri to the factors of age, educational level end the number of caesarrean operations occured previously. Pregnants were visited by researcher and a pretest was given to all, for measuring their knowledge about caesarean on the day before operation. Then the necessary information and consultation were given only to test group mothers, with a brochure prepared by the researcher, additionally. The test group was given a post test immediatly after this educational session. The effect of this nurse-patient relationship was evaluated by measuring the differences control groups. Some rehabilitation indices were defined as the first achievement hours of some physiologic and behavioral events independently, after the operation. These criteria were; the pass of urine and feces, sitting on the bed, living the bed and walking, nursing the baby, holding the baby, changing disappears. The duration until the first achievement of the above criteria independently after the operation, found to be significantly shorter for the test group mothers. Results suggested that pregnants needed information about cesarean operation unrelatingly to their educational levels. A planned educational and consultative nurse-patient relationship established during the preoperative period can improve the success of their rehabilitation significantly. 383 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 0-6 YAŞ GRUBU ÇOCUĞU OLAN ANNELERİN ÇOCUKLUK HASTALIKLARINDA KULLANDIKLARI KENDİ KENDİNE TEDAVİ UYGULAMALARININ İNCELENMESİ Ayten YETİŞİN Danışman Öğretim Üyesi: Dr. Emine ERDAL İzmir-1989 ÖZET Araştırma 0-6 yaş çocuğu olan annelerin çocukluk hastalıklarında kullandıkları kendi kendine tedavi uygulamalarının incelenmesi amacıyla, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalına başvuran 0-6 yaş grubu çocuğu olan 350 anne ile yapılmıştır. Annelerin, 153’ü hasta Çocuk Polikliniğinden, 76’sı Sağlıklı Çocuk Polikniğinden 121’i serviste yatan çocukların annelerinden oluşmuştur. Annelerin tanıtıcı özelliklerine bakıldığında 30 yaş ve altı annelerin (%62.86); %8.57’sinin köyde, %15.43’ünün kasabada, %76’sının ise kentlerde oturdukları saptanmıştır. Annelerin bağlı oldukları kurumlara bakıldığında ise Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı olanların %19.14, bir kuruma bağlı olmayanların %36.57, Emekli Sandığına Bağlı olanların %44.29 olduğu görülmüştür. Annelerin eğitim düzeylerine bakıldığında, okur-yazar olmayanlar %6.86, okur-yazar, ilkokul mezunu olanların %53.72, orta öğretim mezunu olanların %28.57, yüksek okul mezunu olanların ise %10.86 olduğu saptanmıştır. Araştırma kapsamına alınan, çocuğu ölen annelerin çocuk ölüm nedenlerine bakıldığında ise annelerin % 12 ‘sinin çocuğunun öldüğü ve çocuk ölüm nedenlerinin %1.75’inin beslenme yetersizliği, kan hastalıklarının %5.26, kalp hastalıkları %5.26, ishal %3.50, infeksiyon hastalıkları %14.03, suda boğulma %10.52, nedeni bilinmeyen ölümlerin %42.10 prematüre ölümlerin %17.54 olarak dağılım gösterdiği görülmüştür. Annelerin çocuklarının son bir yıl içerisinde geçirdikleri hastalıkların dağılımlarına bakıldığında ise üst solunum infeksiyonu hastalıklarının %62.57 olarak büyük çoğunluğu kapsadığı görülmüştür. Araştırma kapsamına alınan annelerin çocuklarının hastalıklarında yaptıkları uygulama ve davranışların dağılımına bakıldığında ise, annelerin %2.86’sının hiçbir şey yapmadan hastalığın geçmesini beklediği, %21.71’inin doktora götürülmeden kendi kendine bakım uygulaması yaptığı, %43.71’inin ilk müdahaleyi kendi yaptıktan sonra ertesi gün doktora götürdüğü, %31.71’inin hiçbir şey yapmadan doktora götürdüğü görülmüştür. Araştırma kapsamına alınan annelerin çocukları için reçetesiz ilaç kullanımının dağılımına bakıldığında ise, annelerin %35.71’inin reçetesiz, %64.29’unun reçeteli ilaç kullandıkları saptanmıştır. Reçetesiz ilaç kullanan annelerin büyük bir çoğunluğunun bir kuruma bağlı olmayanlar, (%47.2) oluşturmaktadır. Reçetesiz ilaç kullanan annelerin reçetesiz ilaç kullanımlarının dağılımlarına bakıldığında, en çok ateş düşürücü, şurup veya fitil +öksürük şurubu (%28) kullanıldığı görülmüştür. 384 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri Annelerin çocuklarına ilaç kullanırken yanlışlıklar yaptığı ve gelişigüzel sürelerle kullananların %29.6 olduğu gözlenmiştir. Annelerin reçetesiz ilaçları büyük bir çoğunlukla daha önceki hastalıkta doktorun verdiği reçete ile ya da isimle aldığı %55.2 saptanmıştır. Annelerin çocuklarının öksürüğü olduğunda ilk olarak evde bulunan ilaçları kullanıp geçmezse doktora götürenler %12.57 olduğu saptanmıştır. Araştırma kapsamına alınan annelerin çocuklarının ateşini düşürmek için büyük bir çoğunlukla soğuk uygulama yapıp aspirin verdikleri (%23.71) saptanmıştır. Çocukların ateşi olduğunda ateşi ölçen annelerin oranı %6.86, ateşi ölçmeyenlerin ise %93.14 olduğu görülmüştür. Araştırma kapsamına alınan annelerin çocuklarına uyguladıkları geleneksel tedavi yöntemlerinin dağılımına bakıldığında, nane, limon, adaçayı, ıhlamur kaynatıp içirenlerin %44.4 alkolün içine aspirin atıp çocuğun vücuduna sürenlerin %10.37 olduğu saptanmıştır. Veriler, hazırlanan anket formlarıyla toplanmış, verilerin değerlendirilmesinde, yüzdelik ve (x 2) ki kare testi kullanılmıştır. 385 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HEKİM VE HEMŞİRELERİN HASTA HAKLARI KONUSUNDA TUTUMLARININ İNCELENMESİ Gülbanu ZENCİR GÜNYEL Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Emine ERDAL İzmir-1996 ÖZET Bu çalışma hemşire ve hekimlerin hasta hakları konusundaki tutumlarını belirlemek amacıyla tanımlayıcı ve kesitsel olarak planlanmıştır. Araştırma kapsamına dahiliye ve cerrahi kliniklerinde görev yapan 70 hemşire ve 89 hekim alınmıştır. Veri toplama aracı olarak hekim ve hemşirelerin tutumlarını saptamayı sağlayacak bir anket formu kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, hekim ve hemşirelerin hasta hakları konusunda genellikle olumlu bir tutum içerisinde oldukları saptanmıştır. Hemşireler için en az benimsenen hasta hakları; tedavi ve uygulamaları reddetme hakkı (%61.4), araştırmalara katılım konusunda önceden bilgilendirme (%66.7) ve diğer sağlık kuruluşlarıyla iletişim konusunda bilgilendirme (%76.1)’dir. Hekimler için en az benimsenen hasta hakları mahremiyetin korunması (%10.2), çalışma düzeni konusunda bilgilendirme (%49.4), tedavi ve uygulamaları reddetme hakkı (%53.9), fatura içeriği ve nasıl ödeneceği konusunda bilgilendirme (%65.9) ve araştırmalara katılım konusunda önceden bilgilendirme (%77.0)’dır. Hemşire ve hekimler için en çok kabullenilen hasta hakları; taburcu işlemi sonrası gerekli sağlık hizmetleri konusunda bilgilendirme (%98.1), tanıyı bilme hakkı (%94.3), hekim ve hemşireyi ismen tanıma hakkı (%92.5) ve tedavinin risk ve seçenekleri konusunda bilgilendirme (%90.4)’dir. 386 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri LABORATUVAR BİRİMLERİNDE ÇALIŞAN SAĞLIK TEKNİSYENLERİNİN AIDS HASTALIĞINA İLİŞKİN BİLGİLERİNİN SAPTANMASI Nazan TUNA Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç. Dr Emine ÇAKIRLI İzmir-1996 ÖZET Araştırma, laboratuvar birimlerinde çalışan sağlık teknisyenlerinin AIDS hastalığına ilişkin bilgilerini saptamak amacıyla planlanmıştır. Betimleyici ve analitik olarak hazırlanan bu araştırma, 24 Nisan-9 Haziran 1995 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nin laboratuvar birimlerinde yürütülmüştür. Araştırmanın evrenini Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nin laboratuvar birimlerinde çalışan 379 sağlık teknisyeni oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemi; araştırmanın amacına uygun olarak olasılıklı örneklem tekniklerinden basit rastgele örnekleme ve tabakalı örnekleme yaklaşımı ile belirlenmiştir. Örneklem kapsamına giren 190 sağlık teknisyeninin 62’si Dahiliye Bilimlerine bağlı klinik laboratuvarlarında, 76’sı Poliklinik laboratuvarlarında çalışmaktadır. Araştırmada sağlık teknisyenlerine AIDS hastalığına ilişkin bilgi düzeylerinin incelenmesi ve bu hastalığa yönelik tutumlarının değerlendirilmesini amaçlayan konularda yapılan araştırmalardan ve literatür taramalarından elde edilen bilgilere dayanılarak bir anket formu hazırlanmıştır. AIDS hastalığına ilişkin bilgi düzeylerini saptamak amacıyla düzenlenen anket formu; araştırma kapsamına giren teknisyenlere ilişkin demografik/yanıtıcı sorular (1-12. sorular) ile AIDS hastalığına yönelik bilgi soruları (1-24 sorular) olmak üzere toplam 2 bölüm ve 36 sorudan oluşmaktadır. Anket formları araştırmacı tarafından elde tek tek değerlendirilerek kodlanmış ve veri kodlama kağıdına geçirilmiştir. Hata kontrolleri yapılan verilerin istatistiksel değerlendirilmesi ise Ege Üniversitesi Bilgisayar Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde gerçekleşmiştir. Araştırma bulgularının istatistiksel analizinde; sağlık teknisyenlerine ilişkin demografik veriler ve tüm tanıtıcı bilgiler sayı ve yüzdelerle ifade edilerek tablolar halinde sunulmuştur. Araştırmanın bağımlı değişkeni olan “sağlık teknisyenlere AIDS hastalığına ilişkin bilgilerine“ etki edebileceği düşünülen yaş, cinsiyet, medeni durum, mezun olduğu okul, mezun olduktan sonra geçen süre, çalışma süresi, çalışılan birim, daha önce AIDS hastalığı konusunda alınan bilgilerin kaynakları gibi bağımsız değişkenler arasındaki ilişki x2 (Chi-Square) önemlilik testi ile değerlendirilmiştir. Araştırma sonuçları genel olarak incelendiğinde, örneklem kapsamına alınan 190 sağlık teknisyeninin toplam bilgi puan ortalaması x2=26.2 olup minimum yanıt sayısı 13, maksimum doğru yanıt sayısı 40’dır. Deneklerin %33.2’sinin toplam bilgi puanlarının 20-26 puan, %32.1’inin ise 27-33 puan arasında olduğu saptanmıştır (tablo 30). Anket sonunda alınması gereken toplam bilgi puanı 48’dir. Araştırma kapsamına giren sağlık teknisyenlerinin toplam 387 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 24 sorudan oluşan bilgi değerlendirmelerinde, deneklerin hiçbiri soruların tümüne yanıt verememiş, toplam 48 puan almayı başaramamıştır. Sağlık teknisyenlerinden, AIDS hastalığına ilişkin kendi bilgi düzeylerini değerlendirmeleri istenmiş ve yaptıkları özdeğerlendirme sonuçları değerlendirilmiştir. Örneklem kapsamına alınan sağlık teknisyenlerinin çoğunluğu (%68.9) AIDS hastalığı konusundaki kendi bilgilerini ”orta” düzeyde gördüklerini, geriye kalan %31.1 denek de “iyi” düzeyde bilgiye sahip olduklarını belirtmişlerdir. AIDS’li hastalara bakım veren sağlık personelinin HIV virüsü ile temas etme korkusu ile beraber, sürekli ölüm riski ile karşı karşıya kalmaları onlarda tükenmişlik sendromu ve rol çatışmasına yol açmaktadır. Sağlık teknisyenlerinin gerek kendilerini AIDS bulaşanlarından koruyabilmelerini gerekse toplumun her kesiminde AIDS hastalığının yayılımını engelleyebilmek için etkili ve yeterli sağlık eğitimi yapabilmelerini sağlamak amacıyla bilgi birikimine sahip olmaları gerekmektedir. 388 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri HEMŞİRELERİN KEMOTERAPİNİN ZARARLI ETKİLERİNDEN KORUNMAYA YÖNELİK BİLGİ VE TUTUMLARININ İNCELENMESİ EXAMINATION OF THE KNOWLEDGE AND THE ATTITUDES OF THE NURSES TOWARDS THE HARMFUL EFFECTS OF CHEMOTHERAPY Necmiye DÜZENLİ BİLGİN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Leyla KHORSHID İzmir-1996 ÖZET Bu çalışma kemoterapi uygulayan hemşirelerin, kemoterapinin zararlı etkilerinden korunmalarına ilişkin bilgi ve tutumlarını incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumu İzmir Eğitim Hastanesi’nin yataklı bölümünde çalışan ve kemoterapi uygulayan 130 hemşire bu çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Değerlendirmede yüzdelik ve ki-kare önemlilik testi kullanılmıştır. Çalışmaya katılan hemşirelerin çoğunluğunun hazırlık sürecinde kendilerini korumak için alınması gereken kişisel önlemleri (%74.62), kemoterapide kullanılan malzemelerin nasıl bir özelliğe sahip olması gerektiğini (%78.46), göze ilaç sıçradığında ne yapılması gerektiğini (%68.46), kemoterapide kullanılmış malzemenin atılması gereken yeri (%76.72) bildiği saptanmıştır. Hemşirelerin çoğunluğunu kemoterapötik ilaç hazırlanırken işlem uzun sürecekse eldiven değiştirme sıklığı (%80), kemoterapötik ilaç uygulaması sırasında akut genel sistemik etki nedeniyle hemşirede ortaya çıkabilecek sorunları (%72.30) sürekli kemoterapik ilaç uygulayan hemşirelerde kemoterapinin zararlı etkilerinden en fazla etkilenen organın (%80.77), oral yolla verilecek kemoterapötik ilaca dokunmanın zararlı olduğu (%70), kemoterapi uygulanan hastaların vücut sıvıları ile teması gerektiren işlemlerde hemşirenin dikkat etmesi gereken kuralları (%67.70) bilmedikleri saptanmıştır. Hemşirelerin büyük çoğunluğunun (%94.42), hizmet içi eğitim programı düzenlenmesi, kemoterapi için uygun araç gereç ve ortamın sağlanması yöneticilerin kemoterapi uygulama kurallarına uyulup uyulmadığının denetlenmesi, istekli hemşirelere kemoterapi uygulatılması, kemoterapi uygulayan hemşirelerin özel hizmet tazminatlarının arttırılması ve çalışma sürelerinin azaltılması, hekimlerin ve yöneticilerin kemoterapinin zararlı etkileri konusunda eğitilmesi ve özel kemoterapi servisinin kurulması gibi kemoterapinin zararlı etkilerinin önlenmesi konusunda yöneticilerinden beklentileri olduğu saptanmıştır. SUMMARY This study has been made as a defining one in order to examine the nurses attitudes and knowledge, who practice chemotherapy, towards the harmful effects of chemotherapy 130 nurses who practice chemotherapy in the hospitals of social evaluation test of percentage and chi-square importance used. 389 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı It is found that most of the nurses, in the preparation level, know the personal precations which should be taken in order to protect themselves (74.6296), which qualification must be the equipment have are used in chemotherapy (78.46%), what should be done if the medicine is splashed into one’s eyes (68.46%), the place where the used material to be thrown away (76.72%). It is found that most of the nurses do not know the frequency of changing their gloves, if the operation of preparing chemotherapotic medicine will lasts long (80%), the possible problems that they may have due to acute general systemic effect during the chemotherapy pratice (72.30%), the organ that is mostly affected because of practising chemotherapotic medicine long time (80.77%), that it is harmful to touch the chemotherapotic medicine which will be given orally (70%) the rules that will be paid attention by nurses while getting in contact the liquids on the patients who are cured by chemotherapy (67.70%). It is also found that, most of the nurses (94.42%) have some expectations from the administrators for the subject of preventing the harmful effects of chemmotherapy such as arrangement of a inservice training program, supplying of the suitable equipment and place for chemotherapy, administrators to check if the pratice rules are followed, making the voluntary nurses practice chemotherapy, increasing of the special service compensations, and decreasing of the working hours of the nurses who about the harmful effects of chemotherapy, training of the physicians and the administrators about the harmful effects of chemotherapy and establishment of a special chemotherapy service. 390 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri HASTANEDE YATAN YETİŞKİN HASTALARIN UYKU GEREKSİNİMLERİNİ ETKİLEYEN ETMENLERİN İNCELENMESİ Ayşen ÇETİN TOSUNOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Emine ERDAL İzmir-1997 ÖZET Bu araştırma hastanede yatan yetişkin hastaların uyku gereksinimlerini etkileyen etmenlerin incelenmesi amacıyla yapılmış, tanımlayıcı ve kesitsel bir çalışmadır. Araştırma İzmir Atatürk Eğitim Hastanesinde 15 Temmuz 1997-15 Eylül 1997 tarihleri arasında Dahili ve Cerrahi Bilimlere bağlı kliniklerde yatmakta olan olasılıksız örneklem tekniği ile seçilmiş 200 hasta ile yapılmıştır. Araştırma kapsamına 18-60 yaş arası yetişkin, uyku düzenini bozduğu bilinen hastalıkları olmayan, uyku düzenini bozan ilaçları kullanmayan, yer, kişi, zaman oryantasyonu normal, soruları yanıtlayabilecek durumda olan ve katılıma istekli hastalar alınmıştır. Veri toplama aracı olarak geçerlik ve güvenirliği sınanmış, sosyo demografik özellikler ve uykuyu etkileyen etmenler formu olarak iki bölüm ve 45 sorudan oluşan anket formu hastalara araştırmacı tarafından görüşülerek uygulanmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik ve tek yönlü varyans (ANOVA) analizleri kullanılmıştır. Değerlendirilme sonuçlarına göre hastanede hastaların uyku düzenlerini etkileyen etmenler sırasıyla; ağrı, odanın ısısı, odanın havasız olması, çevredeki gürültüler, yatak takımlarının kirli ve düzensiz olması, çok aç ya da çok tok olmak, hastalıkları ile ilgili kaygılarının olması, odanın fazla ışıklı olması, odanın kalabalık olması, vücuda takılı tıbbi cihazlar, yapılacak girişimler ve hastalıkları ile ilgili yeterli bilgilendirilmeme, gündüzleri yapacak faaliyet olmaması ve sürekli yatmak, evdekileri yada işleri düşünmek olarak saptanmıştır. Hastaların sosyo-demografik özelliklerinden, yattıkları klinik, cinsiyet, meslek, sosyal güvence, ekonomik gelir düzeyi, hastanede kalınan odanın durumu, kronik hastalıkları ve beklentilerinin grupları ile, ölçekten aldıkları puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır. Hastanede yatış süresi, daha önce hastaneye yatma deneyimi olup olmama, aynı kliniğe yatma durumu, aynı hastaneye yatış sayısı, yaş grubu, çalışıp çalışmama durumu, vardiyalı çalışma durumu, medeni durum, eğitim durumu, sürekli yaşanılan yer, evde birlikte yaşanılan kişiler ve kronik hastalığı olma durumlarına göre ölçekten aldıkları puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak önemli olmadığı saptanmıştır. Hastaların hastanede daha iyi uyuyabilmeleri için beklentileri ise sırasıyla gürültülerin kontrolü, ziyaretçi giriş çıkışlarının kontrolü, hastalığı ile ilgili daha çok bilgilendirilme, yatak takımlarının temiz olması ve sık sık değiştirilmesi, sıcaklar nedeniyle klima ya da havalandırma, eski yatakların yenilenmesi, yatakların naylon kaplı olmaması, hastaların durumlarının ağırlık derecesine göre odaların ayrılması, odalardaki yatak sayılarının sınıflandırılması olarak saptanmış, hastalarının çoğunluğunun (%48.5) hiçbir beklentisi olmadığı tespit edilmiştir. 391 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı KANSER TANISI KONMUŞ 7-11 YAŞ GRUBU ÇOCUKLARIN KENDİLERİNİ AİLE İÇİNDE ALGILAMA DURUMLARININ İNCELENMESİ Türkan GÜRBÜZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. İsmet EŞER İzmir-1997 ÖZET Araştırma çağımızın en ölümcül hastalıklardan biri olan kanser konusunda, özellikle önemli risk grubunu oluşturan çocukların kendilerini aile içinde algılama durumunu saptamak amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Araştırma 16 Eylül-15 Aralık tarihleri arasında üç büyük hastane olan Ege ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinin Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği ile Behçet Uz Çocuk Hastanesinde yürütülmüştür. Kanserli çocuklara ait veriler toplanırken çocukların anneleriyle görüşülmüş ve dosyalarından faydalanılmıştır. Sağlıklı çocuklara ait veriler ise orta sosyo ekonomik düzeydeki çocukların devam ettiği bir okuldan çocuğun kendisi ve sınıf öğretmeni ile görüşülerek toplanmıştır. 17 kanserli, 17 sağlıklı çocuk olmak üzere toplam 34 çocuk araştırma kapsamına dahil edilmiştir. Sağlıklı çocukların yaş ve cinsiyet özellikleri, kanserli çocuğa eşit olarak alınmıştır. Tüm çocuklara aynı boyda kağıt ve boya kalemleri verilerek aile bireylerini çizmeleri istenmiştir. Resimler, Kinetik Aile Çizim Ölçeği ile değerlendirilerek kendilerini aile içinde algılama durumları belirlenmiştir. Bundan başka kanserli ve sağlıklı çocukların kendileri ve aileleri ile kanserli çocuğun hastalığına ilişkin verilerin yer aldığı soru formu kullanılmıştır. Araştırma verileri sayı ve yüzdelik hesapları, Kruskal Wallis parametrik olmayan tek yönlü varyans analizi, Mann-Whitney U testi ve korelasyon analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde, kanserli ve sağlıklı çocukların puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Kanserli çocukların kendilerini aile içinde olumsuz algıladıkları saptanmıştır. Kinetik Aile Çizim Ölçeği puan ortalamaları etkileyebilecek bağımsız değişkenler arasında yapılan analizler sonucunda; kanserli çocukların kendilerini aile içinde algılama durumu üzerinde, babanın eğitim düzeyi, kardeş sayısı ve cinsiyetinin; sağlıklı çocukların kendilerini aile içinde algılama durumunda ise çocuğun yaşının önemli olduğu saptanmıştır. 392 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri BASINÇ YARALARININ ÖNLENMESİNDE STANDART HEMŞİRELİK BAKIMININ ETKİSİNİN İNCELENMESİ Ayşe SAN TURGAY Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Emine ÇAKIRCALI İzmir-1998 ÖZET Bu çalışma, basınç yaralarını önlemek amacı ile planlanmıştır. Basınç yaraları kemik çıkıntıları üzerindeki basıncın kaldırılmamasına bağlı oluşan doku yaralanması hatta doku ölümü ile sonuçlanan iskemik yaralardır. Basınç yaraları dekübitüs ülserleri olarakta bilinir. Basınç yaraları basmakla solmayan kızarıklık (safha 1)’tan alt doku tabakalarına kadar; kasa, destek dokulara kadar uzanan değişik oranlardadır. Araştırmaya Ortopedi Kliniğinden 22 hasta alınmıştır. Hastalar ilk yatışta ve her iki günde bir Braden Ölçeği ile basınç yarası gelişene kadar tanılanmıştır. Üç gün ve daha önce yatan, basınç yarası gelişen hastalar araştırmaya alınmamıştır. Hastalar deney ve kontrol grubu olarak iki gruba ayrılmıştır. Standart hemşirelik bakımı deney grubu hastalara uygulanmıştır. Bütün veriler araştırmacı tarafından toplanmıştır. Kontrol grubu hastalarda (11 kişi) basınç yarası gelişmiştir. Shea’nın sınıflandırılmasına göre yaralar 1 ve 2. safhada oluşmuştur. Deney grubu hastalarda basınç yarası oluşmamıştır. Sonuç olarak, Braden Ölçeği kullanımı ve standartları hemşirelik bakımı basınç yaralarını önlemiştir. 393 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN ÖLÜM OLAYI KARŞISINDAKİ ANKSİYETE DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ Esma Sarı ŞAHİN Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leyla KHORSHID İzmir 1998 ÖZET Yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşireler fiziksel çevrenin getirdiği anksiyetenin yanı sıra ölüm olayının yarattığı anksiyeteden de olumsuz yönde etkilenebilirler. Anksiyete hemşirenin vereceği kapsamlı hasta bakımının kalitesini etkileyerek iş performansında azalmaya neden olmakla birlikte, hemşirenin, fizyolojik, psikolojik ve sosyal sağlığını da tehdit etmektedir. Bu çalışma yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşirelerin ölüm olayı karşısındaki anksiyete düzeylerini incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. İzmir Atatürk Eğitim Hastanesi, İzmir SSK Bozyaka Eğitim Hastanesi, SSK Tepecik Eğitim Hastanesi ve SSYB Tepecik Göğüs Hastalıkları Hastanesi Yoğun Bakım Üniteleri’nde çalışan 150 hemşire bu çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Hemşirelerin durumluk ve sürekli anksiyete düzeylerini ölçmek için, Spielberger’in Durumluk-Sürekli Anksiyete Envanteri (State-Trait Anxiety Inventory) kullanılmıştır. Elde edilen verilerin sayısal ve yüzdelik dağılımı gösterilerek, verilerin analizinde iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (t testi) ve varyans analizi kullanılmıştır. Bu araştırmada; yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerin normal çalışma koşullarındaki durumsal anksiyete düzeyi arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu (t=14.64, p=0.0000<0.05), hemşirelerin normal çalışma koşullarındaki sürekli anksiyete düzeyi ile ölüm sonrasındaki sürekli anksiyete düzeyi arasındaki farkın da istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (t=8.82, p=0.0000<0.05). Sonuç olarak hastanın ölümünü deneyimleyen hemşirenin durumsal ve sürekli anksiyetesinin arttığı saptanmıştır. 394 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri İNTRAMÜSKÜLER ENJEKSİYONA BAĞLI AĞRININ AZALTILMASINDA LOKAL BUZ UYGULAMASININ ETKİNLİĞİNİN İNCELENMESİ Şerife CİHANGİR KÖKTEPE Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Leyla KHORSHID İzmir-1998 SUMMARY This study is planned to aim the effect of ice application for reducing the pain of intramuscular injection site. Research has been made between 25 February 1998 and 27 August 1998 dates in clinics of Ege University Medical Hospital. This research included 46 patients who staying at clinics of Ege University Hospital and who were applied intramuscular injection. This patients applied left ventrogluteal injection site with standard tecnique and right ventrogluteal injection site, after two minute ice application. Patients are determined their pain during injection and after 15-30 min. and 12-24 hours after the injection. The Student-t Test, Wilcoxan Test, Mann-Whitney U Test and Friedmen Test were used at the analysis of data by giving the numbers and percentages of the data we got. It was determined that the difference between the pain point that patient perceived after the standart injection and the pain point that patient perceived after injection which was made after putting ice into practice after 15 minutes, 30 minutes, 12 hours, 24 hours was not meaningful at every 3 injection practice. It was determined that patients between 40 and 59 year old perceived the pain which was after putting ice into practice at higher level than patients between 20 and 39 year old. It was determined that from the injections among age groups that there was no relation between the after15 minutes and the pain after 30 minutes. It was determined that the men felt more pain at injections which was after putting ice into practice than women. 395 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HEMŞİRELERİN, HEMŞİRELİK İŞLEVLERİNİ YERİNE GETİRİP, GETİREMEME DURUMLARI VE NEDENLERİNİN İNCELENMESİ Aysel AYEV Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Nilgün DERELİ İzmir-1998 SUMMARY This research is carried out in order to determine whether or not the nurses who work at Atatürk Education Hospital are realising their nursery functions properly and if not, what are the reasons behind their failures. The research is planned as definitive and analytical. The scope of this study is the 223 nurses working as active bed-side patient care nurses. The data are provided by researcher personally by using questionnaire forms between July 1 and September 30-1997. The questionnaire form includes questions such as sociodemographic properties of nurses, whether they realise their functions properly, the reasons behind their failures, ther personal views regarding nursery. Arithmetic average, percentage and X² importance tests are conducted in evaluation of the data. From the evaluation of the results of this study, it has been determined that the nurses had realised their functions predominantly defined by the “Boarding Health Care Institution Code” The reasons why they realise their functions are stated in a planned, logical and conscious way. The reasons why they can’t realise their functions properly are stated as time shortage, inefficient staff and equipment, and the services done by unqualified staff. In order to realise their functions properly and willingly, the nurses want their duties, authority and responsibilities be emphasised; in house educational courses be held and be inspected; the necessary equipment for health care be provided; in order to keep pace with the latest developments they should be encouraged to follow regularly professional literature. 396 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri CERRAHİ KLİNİKLERİNE AMELİYAT OLMAK ÜZERE YATAN HASTALARIN HASTANEYE YATIŞTAKİ ANKSİYETELERİ VE ANKSİYETEYİ GİDERMEDE HEMŞİRELİK YAKLAŞIMININ ETKİSİNİN İNCELENMESİ Züheyla DÖNMEZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Nilgün DERELİ İzmir-1998 SUMMARY Getting ill and being admitted to a hospital is a process which affects human life in varios aspects and during which anxieties and worries grow and one’s balance is upset. Illness disconcerts one’s regular life pattern, alters his self-image, and leads to anxiety. Being hospitalized for an operation increases one’s anxiety to a greater extent, which, in turn, reduces his cognitive to think and cope with events. Anxiety reaches its peak on the very first day of hospitalization. A person admitted to a hospital fort the first time finds himself in an un familiar environment. He is far a way from the environment where he is known, supported and cared for. He experiences different feelings including anxiousness about what is going to happen and what is going to be done to him, fear of the unknown, abandonment, ioneliness, separation from family and his immediate environment. It is of utmost importance during the training of nurses that they explain various facts and events to the patients in an effort to ease their anxieties. Also discussed in this study was the fact that familiarizing a newly-admitted patient with the social and physical structure of the ward, explaining the daily routine of the hospital and providing him with information about how to reach the nurse, when to see the doctor, how to meet with his family, what to expect as a patient in the being, how to prepare himself in case a certain test or treatment is to be certain test or treatment is to be applied and why this is necessary whole contribute to the lessening of the patient’s worries and anxieties. The study was carried out so as to determine the initial anxiety levels of adult patients admitted to the general surgical clinics to be operated on. The study included adult patients in the general surgical clinic at the (Social Insurance Association) between September 15 th and October 31 St, 1997, Research subjects consisted of 241 patients, 121 of whom were experiment and the remaining 120 were control. “Improbable Sampling Method” was utilized in the formation of the experiment and control groups. Without giving any preliminary information to the clinic nurses, patients who were admitted through a routine reception procedure were given the Cattel Anxiety test within the first 1-2 hours and the anxiety levels of the patients forming the control group were assessed. Then the nurses working in the same clinics were given written and verbal information as to the procedures to be followed while receiving patients and the proper approach by the nurses. Furthermore, information 397 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı about the hospital and the clinic was compiled in to a brochure and passed on to the clinics concerned to be distributed to the patients being treated there. Patients met by nurses in training were included in the experiment group and administered the Cattel Anxiety Test during the first 1-2 hours. Statistical analyses of the data obtained were evaluated by means of percentage distribution, significance test for the difference between the two averages (t test) and variance analysis. According to the results of these evaluations, it was determined that a significant difference existed between the averages for the anxiety levels in the experiment and control groups. It was fond that these results were supporting the hypotheses of the research. In view of these findings, it was emphasized that the patients admitted to the hospital needed to be received by the nurses and provided with sufficient information about the hospital, the clinic and the procedures to be carried out. 398 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri HASTANEDE YATAN YETİŞKİN HASTALARIN HEMŞİRELİK BAKIMINA İLİŞKİN MEMNUN OLMA DURUMLARININ İNCELENMESİ Şadan ÖNCEL KAYACIK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. İsmet EŞER İzmir-1998 ÖZET Yataklı tedavi kurumlarında hasta memnuniyetini etkileyen en önemli konu literatürde de belirtildiği gibi hemşirelik hizmetlerinin sunumu ve bu hizmetin algılanışıdır. Bu araştırma; hastaların hemşirelik bakımından memnun olma durumlarını ve bunları etkileyen hasta özelliklerini incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak planlamıştır. Araştırma İzmir Atatürk Eğitim Hastanesinde; 1 Mart-30 Nisan 1998 tarihleri arasında, dahili ve cerrahi bilimlere bağlı kliniklerde yatmakta olan, olasılıksız örneklem tekniği ile seçilmiş 217 hasta ile yapılmıştır. Araştırma kapsamına; 19-65 yaş arası yetişkin, soruları anlayıp yanıtlayabilecek durumda olan ve katılıma istekli taburcu olan hastalar alınmıştır. Veri toplama aracı olarak hastaların sosyo-demografik özelliklerine ilişkin 10 soru ve hemşirelik bakımından memnuniyetlerine ilişkin 32 sorudan oluşan likert tipi bir anket formu kullanılmıştır. Anket formunun geçerli ve güvenilir olduğu saptanmıştır. Araştırma verileri görüşme tekniği ile toplanmıştır. Araştırmada elde edilen veriler, aritmetik ortalama, yüzdelik hesapları, varyans analizi ve t testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Hastaların hemşirelik bakımına ilişkin en memnun oldukları hemşirelik işlevleri sırasıyla şöyledir: - Hemşirelerin, beden sıcaklığı, kan basıncı, nabız ölçümü sonuçlarını söylemeleri. - Rahat uyumalarına yardımcı olmaları, - İlaçları zamanında dağıtmaları, - Alınan ve çıkarılan sıvı izlemi yapmaları, - Rahat solunum için gerekeni yapmaları, - Dinlenebilmelerinin sağlanması, - Anlaşılır anlatımlarda konuşmaları, - Gece izlemlerinin yapılması - Kazalardan korumaları, - Gerektiğinde hemşirelerin hemen bulunması, - Ağrıyı gidermek için gerekeni yapmaları - Güler yüzlü davranmaları, - Yatış ve taburcu işlemleriyle ilgili bilgi vermeleri, - Enfeksiyondan korumaları, - Mahremiyetlerine önem vermeleri, 399 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı - Yemek yemek için gereken kolaylıkları sağlamaları, - İlaç uygulamaları hakkında bilgi vermeleri, - Ziyaret saatleri ve klinik olanakları hakkında bilgi vermeleri - Beslenmeleri hakkında bilgi vermeleri, - Temiz bir yatakta yatmayı sağlamaları, - Tanı işlemleri hakkında bilgi vermeleri, - Hastalıkları hakkında bilgi vermeleri, - Boş zamanlarını değerlendirmeye yardımcı olmaları, - Kliniğe gelinen ilk gün yataklarının gösterilmesi, - Pozisyon değiştirmeye yardımcı olmaları, - Boşaltım gereksinimlerini karşılamaları, - Yataktan kaldırıp yürümeye yardımcı olmaları, - Giysilerinin değiştirilmesine yardımcı olmaları, - Tedavi dışı zamanlarda da konuşmaya zaman ayırıp, duygu ve düşüncelerini dinlemeleri - Bireysel temizliklerinin sağlanması, - Diğer hastalarla tanıştırmaları, - Sağlık ekibi ile tanıştırmalarıdır. Hastaların tanıtıcı özelliklerinden cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi, meslek ve yatılan gün sayısının grupları ile hemşirelik bakımına ilişkin memnuniyet toplam puan ortalamaları arasındaki farkın istatiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır. Bu bilgiler ışığında; hemşirelik bakım kalitesinin yükselmesi ve hastaların hemşirelik bakımından daha fazla memnun olmalarını etkileyebilecek düzenlemeler yapılması konusunda önerilerde bulunulmuştur. SUMMARY As it has been stated in the litarature; the most important subject which effects the patient satisfaction in hospitals is the presentings of nursing services and understanding of this service. The aim of this survey planned for; to measure the patient satisfaction and to examine the patient characteristics which effect this state. This survey was made at the İzmir Atatürk Eğitim Hospital between March 1st-April 30 rd, in the clinics of medical and surgical units. 217 patients chosen randomly from the hospitalized ones joined survey. The survey includes the adults between 19-65 age, who are able to understand and answer the questions, eager to be in the survey, and discharged ones. In order to get the the information a likert type survey form was used. İn this survey, ten questions were related to the socio-demographic characteristics of the patients, the other thirty two questions were related to patient satisfaction of nursing care. The survey is a valid and reliable resource informations. Informations for the were gathered through interviwing method. For the evalutaion process of obtained information; arithmetic mean percantage, analysis of varience and “T” test were used. The areas the patients were satisfied fort he nursing functions are at the below: -Getting informations about their body temparature, blood pressure and pulse measurement. -Helping to sleep comfortable in their beds. -Giving their medicine in time. 400 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri -Following of the liquids that were taken from the patient. -Doing the necessary things for good breathing. -Make the patients rest. -Talking in an understadable way. -Following the patients situations at night. -Protecting them getting injured. -Finding the nurses when they needed. -Doing the necessary carings for recovering the patients from their pains. -Looking friendly. -Giving informations to the patients about their hospitalization and discharging process. -Protection from infections. -Being a confidential person. -Helping the patients for eatings. -Giving them informations about the appilications of drugs. -Giving informations of the visiting hours and clinics. -Enabling them clean beds. -Helping them to learn about their diagnosis process. -Giving them informations of diseases. -Have the patients do somethings in their leisure times. -Showing their beds in their first day at the hospital. -Helping them when they need a position changing. -Giving informations about their food nourishment. -Helping them to stand up and walk in the clinic. -Changing their clothes. -Listening their thoughts and feelings out of the medical treatment time -Enabling them personel hygiene. -Introducing them to the other patients. -Introducing them to the health care team. It was stated that; the total point means difference between the defined characteristics of the patient (sex, age, education, occupation, and hospitalized days) and the satisfaction that concerning the nursing care are statisticaly meaninful. Under the highlights of this information; it was suggested about raising the quality of nursing care and making the new regulations related to the patients satisfaction about the nursing care. 401 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HEMŞİRELERİN, HEMŞİRELİK SÜRECİNE İLİŞKİN BİLGİ VE GÖRÜŞLERİNİN İNCELENMESİ Nursel YILMAZ Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Nilgün DERELİ İzmir-2000 ÖZET Bu araştırma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde çalışan hemşirelerin, hemşirelik sürecine ilişkin bilgi ve görüşlerini incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Araştırmanın evrenini Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi kliniklerinde görevli hemşireler, sorumlu hemşireler ve klinik başhemşireleri oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini rastgele tabakalama yöntemi ile evrenden alınan 200 hemşire oluşturmuştur. Araştırma verileri 10 Şubat-10 Mart 2000 tarihleri arasında anket formu kullanılarak araştırmacı tarafından toplanmıştır. Anket formu, hemşirelere ait sosyodemografik özellikler, hemşirelik sürecine ilişkin bilgi soruları ve hemşirelerin görüşlerini içeren sorulardan oluşmaktadır. Verilerin değerlendirilmesinde, sayı ve yüzdelik dağılımlar, X2 önemlilik testi kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesi sonucunda, araştırmaya katılan hemşirelerin hemşirelik sürecine ilişkin bilgilerinin yeterli olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin çoğunluğu, hemşirelik sürecini uygulamak istemediklerini belirtmişler; bakımından sorumlu oldukları hasta sayısının çok olduğunu, hemşirelik süreci uygulamasının çok zaman alacağını, çalıştıkları kliniklerin hemşirelik süreci uygulamasına sıcak bakmadığını, hasta bakımına katkısı olduğuna inanmadıklarını, nasıl uygulanacağını bilmediklerini neden olarak ifade etmişlerdir. Hemşirelik sürecinin kliniklerde uygulanabilirliğinin sağlanması için; kliniğe özel, kolay uygulanabilir hemşirelik süreci formlarının geliştirilmesi, hemşirelerin görev ve yetkilerinin tam olarak belirlenerek meslek dışı işleri yapmasının engellenmesi, yönetici konumundaki hemşirelere hemşirelik sürecinin gerekliliği hakkında bilgi verilmesi, hastanın bakım gereksinimlerine göre hemşire sayısının belirlenmesi, öğrencilik yıllarında uygulanan hemşirelik sürecinin kapsamının daraltılması, okullar arası işbirliği yapılarak bu konudaki farklılıkların ortadan kaldırılması, hemşirelere hemşirelik süreci konusunda hizmet içi eğitim verilmesi önerilmiştir. SUMMARY In this research, it has been aimed to determine the attitude and knowledge of the nurses towards nursing process and it has been worked at the Ege University of Medical Faculty Hospital. The research was planned as a descriptive study and its universe was covered the nurses, chief nurses and manager nurses in the clinics of University of Ege Medical Faculty Hospital. Two hundred (200) nurses were selected by using random sampling method from the universe of the research. The research data was collected by the researcher using a questionnaire from from 10th of 402 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri February to 10th of March 2000. The inquiry used for the study comprises the questions on nurses’ socio-demographic features and knowledge on nursing process. In the processing of the data gathered, number and percentage distribution and the test of goodness-of sit to a X2 distribution tests were used. As a result of the study, it has been evaluated that the nurses’ knowledge on the nursing process was adequate. On the other hand, it has been found out that most of the nurses were unwilling to implement the nursing process. The reasons forwarded for this unwillingness were appeared as excessive number of the clinics towards nursing process. It has been also noticed that the nurses did not belive in the nursing process has any positive effect on patient care and did not know how to apply it. As a conclusion, for the application of the nursing process in clinics, some precautions were offered such as developing nursing process forms unique to each clinic instead of standard ones, determination of the clear job terms of reference for the nurses in order to prevent them to spend extra time and labour at the different jobs, introduction the necessity of the nursing process to the manager nurses, assigning adequate number of nurses depending client’s health care needs, to reduce the concept of the nursing process applied in undergraduate classes, establishing a co-operation between the school to compansate the differences between applications and conducting a training program for the nurses concerning nursing process. 403 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı HASTA KONTROLLÜ ANALJEZİ YÖNTEMİNE İLİŞKİN VERİLEN HASTA EĞİTİMİNİN POSTOPERATİF AĞRININ GİDERİLMESİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ Necla ÇETİN Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. İsmet EŞER İzmir-2000 ÖZET HKA uygulaması hastaların ağrıların yönetiminde daha fazla kontrol sağlamak amacıyla geliştirilmiştir. Buna rağmen bir çok hasta HKA uygulaması ile ilgili bilgi eksikliğine bağlı olarak orta dereceliden şiddetliye varan ağrıdan yakınmaya devam etmektedir. Bu çalışmada preoperatif eğitimin ağrının giderilmesine etkisi incelenmiştir. Araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde, 10.01.1999-24.06.1999 tarihleri arasında yapılmıştır. Total abdominal histerektomi girişimi uygulanan, yaşları 35-60 arasında değişen 40 hasta araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Hastaneye yatış sırasına göre ilk 20 hasta kontrol grubuna, diğer 20 hasta ise uygulama grubuna dahil edilmiştir. Örneklem; ameliyattan bir gün önce, günlük ameliyat listesinden 18-60 yaşları arasında olan ve anestezist tarafından HKA uygulamasına karar verilen hastalar arasından seçilmiştir. Gruplar denek sayısı, yaş, öğretim düzeyi, ameliyat deneyimi, seçilen anestezi tipi, HKA uygulama yolu, çalıştırma metodu ve kullanılan analjezik ilaç bakımından eşitlenmiştir. Ameliyattan bir gün önce araştırmacı hastalar ile görüşmüş ve her iki grup Vizüel Analog Skala (VSA) kullanımı hakkında bilgilendirilmiştir. Uygulama grubuna HKA uygulamasına ilişkin bir eğitim broşürü ile karşılıklı görüşülerek eğitim verilmiş, kontrol grubu klinikteki rutin preoperatif hazırlığa bırakılmıştır. Broşürün anlaşılırlığını değerlendirmek için HKA uygulaması değerlendirme formu hazırlanmış ve uygulanmış, anlaşılır bulunmuştur (x=28.650+1.81). Araştırma verileri preoperatif dönemde hasta ile görüşülerek ve postoperatif dönemde hasta dosyalarından ve hasta kontrollü ağrı pompası ekranından toplanmıştır. Ağrı puanları ise ilk 4 saat için 2 saatte bir ve 24 saatlik süre için her 4 saatte bir değerlendirilmiştir. Grupların ağrı puan ortalamaları, morfin tüketimi, analjezik istek sayıları ve başarılı istekleri sonucu HKA cihazının verdiği bolus sayıları 24 saatlik süre için karşılaştırılmıştır. Grupların ağrı düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). Uygulama grubundaki analjezik istek sayısı ve başarılı istek sonucu, HKA cihazının verdiği bolus sayısının kontrol grubuna göre düşük olduğu gözlenmiştir. Analjezik istek sayısı ve başarılı istek sonucu HKA cihazının verdiği bolus sayılarındaki farklar istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). 404 Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri SUMMARY Patient-controlled analgesia (PCA) therapy was designed to provide patients with greater control in managing their pain. Howewer, many patitents continue to suffer from moderate to severe pain due to lack of knowledge about how to use PCA therapy. This study examined the effect of structured preoperative teaching on relief of pain. This research was carried out at the obstetrics and gynecology clinic of Agean University Medical Faculty Research and Application Hospital, between the dates of 10, January 1999 and 24, June 1999 on 40 patitents aged between 35-60 who were applied total abdominal hysterectomy. According to their hospitalization order, the first 20 patients were included in the control group and the following 20 were in the application group. The sample was selected on the day prior the surgery from the daily operating room list from among the patients aged between 18-60 and who were decided by the anaesthetist’s planned PCA treatment. Groups were matched according to the number of the patients’, patients’ age, level of education and experience of operation, type of anesthesia, type of PCA administration, mode and analgesic drug. On the day prior to surgery the researcher visited the patients and both groups were educated about use of the visual analog scale. The application group received a written pamphlet about PCA treatment. The control roup received the usual preoperative prepation on the ward. PCA Therapy Pamphlet Evaluation Form was prepared to evaluate the pamphlet’s comprehensibility and applied, it was found compehensive (x=28.650+1.81) Data were collected interview with the patients. Preoperatively patient files and pca pump screen. Patients pain scores were measured on the first 4 hours every 2 hours and every 4 hours within a 24 hour preriod. Groups pain scores, 24-hour morphine consumptions, demand and delivery values within a 24 hour period were compared. All results were analysed using SPSS-PC soft ware. The levels of pain were not significantly different between groups (p<0.05). 24-hour morphine consumption was found reasonably low in application group in comparison to the control group (p<0.05) It was observed that the numbers of the demands and deliveries of the application group were lower than those of the control group. Differences in the numbers of the demands and deliveries were found to be statistically reasonable (p<0.05). 405 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 406 HEMŞİRELİKTE YÖNETİM ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZLERİ Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı 408 Hemşirelikte Yönetim Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri SERVİS HEMŞİRELERİNİN HİZMET-İÇİ EĞİTİM GEREKSİNİMLERİNE İLİŞKİN BİLDİRİMLERİ İLE YÖNETİCİ HEMŞİRELERİN GÖRÜŞLERİ Meral YAMANDAĞLI Danışman Öğretim Üyesi: Prof.Dr. İnci EREFE İzmir-1990 ÖZET Bu araştırma Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nde yapılmıştır. Hastanede çalışan hemşirelerin hizmet-içi eğitimi için düzenlenecek programlarda hangi konulara öncelik verilmesi gerektiğini saptamak ve bu konuda hemşirelerin kendi ihtiyaçlarını ve yöneticilerin görüşlerini belirlemek üzere karşılaştırmalı survey deseninde planlanmış bir çalışmadır. Evrenin %47.7’sini kapsayan örneklem, yönetici hemşirelerin tamamı (30) ve servis hemşirelerinin yaklaşık %50’sini kapsayan 317 servis hemşiresinden oluşmuştur. Veri toplama araçları servis hemşireleri için geliştirilmiş bir soru formu ile onun yönetici hemşireler için modifiye edilmiş şekli olmak üzere iki formdur. Hemşirelerin genel niteliklerini değerlendiren dereceleme ölçeği formunda iki kısımdan oluşmuş olan araç, bir belirli günde örnek grubuna uygulanarak veri toplanmıştır. Veriler IBM’de değerlendirilmiş, hemşirelerin eğitsel gereksinimleri ile yöneticilerin görüşleri chi-kare ve varians analizleri ile karşılaştırılmıştır. Sonuçlar, hemşirelerin %33.7’ye ulaşan bir bölümün hiçbir şekilde sürekli eğitim programlarından yararlanamadığını göstermiştir. Yönetici hemşirelerin katıldığı program sayısı ortalama 4-7 seminer tipi program olup servis ortalama 0-3 seminere katılmışlardır. Kendi bildirimlerine göre servis hemşirelerinin ana eğitim grupları ile ilgili gereksinimleri, Hastane hijyeni ve epidemiyoloji, Doğrudan hasta bakımı işlevleri, Tıbbı bakımı destekleyici fonksiyonlar, kişiler arası ilişkiler, Eğitim ve danışmanlık konu gruplarında “hiç yok “ ve “oldukça az” olarak belirlenmiştir. Yönetici hemşirelerin görüşleri ise buna karşıt biçimde hemşirelerin bu konulardaki eğitim gereksinimlerinin “oldukça fazla” ve “çok fazla” şeklinde belirlenmiştir. Yine servis hemşirelerinin bildirimlerine göre ana eğitim grupları ile ilgili gereksinimleri, Bazı tıbbi fonksiyonlar, Özel durumlu hastaların bakımı, idari ve yasal konular ve Bireysel gelişim konularında büyük çoğunlukla “oldukça yüksek “ ve “çok yüksek” şeklinde belirlenmiştir. Yönetici hemşirelerin bu konulardaki görüşleri de servis hemşireleri ile benzer bulunmuştur. Bütün bu sonuçlar hastanede ve gerçek ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenecek bir Eğitim Birimi’nin kurulmasına gereksinme olduğunu doğrulamış, bu konuda yapılabilecekler önerilmiştir. SUMMARY This research has been conducted at the Ege University Research and Aplication Hospital, during the months of March to September, 1990. Research has been planned in a survey desing 409 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı aming to collect necerray data about the educational needs of the nurses who work at the various clinical settings of the hospital. The size of sample group was 347 nurses, consisting by the total of the nurse administrators 30 and 317 nurses from various service and unit settings. Research tools were two questionairs which developed by the researcher and subjected to critisism of 5 education authority from the Ege University School of Nursing. Data were collected in two sequences. First the nurse administrators, then the service group under the supervision of the administrators, were filled theirs questionaires during one uniqe day, in order to avoid the unnecessary transactions. The data were transfered to Fortran Coding Forms and the data analyses were made on the IBM computer at the Statistical Center of Ege Unıversity. Results have showered that there was a group of 33.7 percent nurses who were never attended to any educational programs. Administrators had more chance with a mean of 4-7 seminar type programs, than the service group who dad a mean of 0-3 seminars. According to their own notificatious, service nurses ‘needs on the main educational subject group as, Hospital hygiene and epidemiology, Direct nursing care, functions, Functions to support medical care, Interpersonel relations, Education and colsultance, v have been as,”not at all” and “very low. Contrasting with their views, the nurse administrators have notified that service nurses” educational needs on this subjects were “considerably high” or “very high”. Service nurses ”notifications for their own educational subject groups as, Some medical functions, Care of the patients with sepecial condition, Administrative and legal issues and Personal developement have been mainly as ”considerably high” and “very high”. The views of nurse administrators have been similar to service nurses on these subject groups. These results have confirmed that there is a need to establish an educational unit which will organize the in-service education of nursing personnell according to their realistic needs. 410 Hemşirelikte Yönetim Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri HASTANEDE YATAN HASTALARIN DOYUMLULUK DURUMLARI VE BU DURUMA ETKİ EDEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Zerrin ERTÜRK Danışman Öğretim Üyesi: Yard.Doç.Dr. Armağan YÜREKLİ İzmir-1991 ÖZET Bu araştırma, hastanede yatan hastalarda doyumluluk durumları ve buna etki eden faktörlerin saptanması amacıyla yapılmıştır. Araştırma Ege Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Gastroenteroloji ve Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Kliniklerinde 20 Ocak 1991 ve 20 Mart 1991 tarihleri arasında yatan, bilinci açık, konuşabilecek durumda olan ve bir sonraki gün taburcu olacak hastalarla oluşturulan örneklem üzerinde yapılmıştır. Veri toplamada anket formu kullanılmıştır. Anket, hastanede yatan hastalarda doyumluluk durumları ve bu duruma etki eden faktörlerin saptanması amacıyla düzenlenmiş üç bölümden oluşan 56 soruyu içermektedir. Veriler, görüşme tekniğiyle anketin uygulanması sonucu elde edilmiştir. Araştırmanın sonuçları, hastanede yatan hastaların, sağlık ekibi ile olan ilişkilerinin, doyumlarını etkileyen en önemli faktör olduğu ve bunu hastane ortamına ait faktörlerin izlendiğini göstermektedir. Yönetimce yapılabilecek çalışmalarla, tespit edilen konularda alınacak önlemler hasta doyumunun arttırılmasını sağlayabilir. 411 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı BİR ÜNİVERSİTE HASTANESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN İŞ DOYUMU VE ÖRGÜTSEL GEREKSİNİMLERİNE İLİŞKİN BİR İNCELEME Özgül YAVAŞ Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülümser ARGON İzmir-1993 ÖZET İş doyumu her meslekte çok önemlidir. Ancak sağlık ile ilgili dallarda iş doyumu daha da önemlidir. Sağlık alanında hastane nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan ve günün 24 saati hizmet veren hemşirelerde iş doyumu son derece önem kazanmaktadır. İş doyumsuzluğunun işe devamsızlık, işten ayrılma gibi örgütsel bazı olumsuz sonuçlarının yanında hemşirenin hastaya vereceği kapsamlı hasta bakımının kalitesini etkileyerek iş performansında azalmasına neden olmaktadır. İş doyumunu etkileyen etmenlerin çok fazla olması nedeniyle bu çalışma örgütsel gereksinimlerin saptanması ve iş doyumu üzerindeki etkilerinin incelenmesi ve hemşirelerin yönetimsel bazı öğelere ilişkin görüş ve düşüncelerini saptamak amacı ile yapılmıştır. Bu çalışma Ege üniversitesi uygulama ve araştırma Hastanesi’nde çalışan hemşirelerin tümü (8n=740) araştırma evrenini, bu evrenden ulaşılabilen 450 hemşirenin tümü araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Bu araştırma tanımlayıcı, kısmen analitik, kesitsel bir çalışma olarak yapılmıştır. Araştırmanın verileri hemşirelerin sosyo-demografik özelliklerini, örgütsel gereksinimlerini ve örgüte bağlılık düzeylerini içeren bir anket formu uygulanarak elde edilmiştir. Gülten İncir tarafından geliştirilen ve bir çalışmada kullanılan, çalışanların doyum düzeylerini ve örgüte bağlılıkları araştırması soru kağıdı hemşirelere bir kez uygulanmıştır. Araştırmada veriler, yüzdelik hesapları, varyans analizi ve t testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde, hemşirelerin iş doyum düzeylerinin düşük olduğu, takdir edilme (3.93), bilgi edinme (3.75), yapılamaya değer bir iş olduğuna inanma (3.36), yükselme olanağı (3.27), kişinin saygınlığına, değerine verilen önem gereksinimi (3.15) ilk beş sırada önemli gereksinim olarak saptanmıştır. Takdir edilmenin iş doyum düzeyini etkilediği, eğitim düzeyi yükseldikçe iş doyum düzeyinin de yükseldiği, hemşirelerin yaşları ve çalışma yılları arttıkça, doyum düzeylerinde arttığı, sorumlu olarak oldukları gözlenmiştir. Bu sonuçların bir kısmı ilgili literatürü desteklerken, diğer bir kısmı da farklılık göstermiştir. Bu bilgiler ışığında, hemşirelerin çalışmalarının, hemşire müdürlüğünce değerlendirilirken, çalışanları takdir eden, çeşitli sorumluluklar veren bir yönetim politikası önerilmiştir. SUMMARY Job satisfaction is an important subject in every profession. However, it is even more important in health care professions. In nursing, which composes a big portion of health care professionals in hospitals, and which provides 24 hours of service, it becomes prominent. 412 Hemşirelikte Yönetim Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri Job dissatisfaction leads to an indirect decrease in the quality of patient care, and to some contradictory results in management such as retention, absenteeism. There have been many factors that effect job satisfaction such as education, age, managment style. Relatively, this study has been conducted to determined nurses’managemental needs, to identify their opinions about some mental factors. The population of this study (n=740) work in the Ege University Hospital, and the sample is composed of 450 nurses. The study was designed as descriptive and analytic study. The data was collected by a questionnairre which examined those details; the sample’s socio-demographic characteristics, its managemental needs and the degree of their loyality to the institution. The data has been examined by the statistical test of T test and Variance analysis. The results demonstrated that nurses were experiencing job dissatisfaction. It was determined that they identified wive important needs as follows; approval from managers (3.93), better communication with managers (3.75), belief on carrying out a worthwhile job (3.36), career advancements (3.27), and respect from managers (3.15). It was found that approval from managers effect job satisfaction highly. Besides there was a correlation between job satisfaction and nurses’ training levels. Graduate nurses felt more satisfaction then the other levels of nurses. Likewise, there was another correlation between working years and job satisfaction, that nurses who were job longer, experienced more satisfaction. In addition it was found out that nurses who work as supervisors felt satisfaction with their work. The results showed interaction with some literature whereas controdiction with others. As a result, it is recommended that nursing departments in hospitals should follow a management style in which nurses’ performance are approved and respensibilities are shared. 413 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı BİR ÜNİVERSİTE HASTANESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN MOTİVASYONEL DURUMLARININ İNCELENMESİ Pakize ŞENGÜL SARI Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülümser ARON İzmir-1994 ÖZET Motivasyon, insan davranışlarının belirli amaçlar doğrultusunda yönlendirilmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Motivasyon 2 yönlü olmaktadır. Birincisi, insanın gösterdiği davranışların nedenlerinin araştırılması, ikincisi de nedenleri bilinen insan davranışlarının belirli amaçlar doğrultusunda yönlendirilmesidir. Hastane ortamında motivasyon çok önemlidir. Yeterli hasta bakımının sağlanması için etkin olarak görev yapan insana ihtiyaç vardır. Hemşirelerin vardiya sisteminde çalışması, uyku düzensizliği, fiziksel koşulların yetersizliği, mesleki riskler ve stress yaratıcı etmenlerle çok sık karşılaşması, iş doyumsuzluğu yaratmakta, performansın düşmesine neden olmaktadır. Bu noktada yönetici motivasyon araçlarından faydalanmalıdır. Hemşirelerin motivasyonel durumlarını, motivasyon araçlarını kullanma durumu ve her motivasyon aracına ilişkin motivasyon düzeyleri, yönetici iş gören ilişkisini belirlemek amacı ile planlanan bu çalışmanın örneklemini Atatürk Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Hastanesinde Çalışan hemşirelerden ulaşılabilen 181 hemşire oluşturmaktadır. Tüm hemşirelerin sayısı 205 olup, evrene ulaşma oranı %88.72’dir. Bu araştırma, tanımlayıcı ve kısmen analitik bir çalışma olarak yapılmıştır.Araştırmanın verileri hemşirelerin sosyo-demografik özelliklerini, motivasyonel durumlarını ve yönetici iş gören ilişkilerine yönelik motivasyon düzeylerini içeren 3 bölümlük bir anket formu uygulanarak elde edilmiştir. Anket formunun motivasyon araçlarına ilişkin bölümünde bulunan araçların geçerlilik değerleri r=0.53-0.83, güvenirlik katsayısı r=0.88, yönetici iş gören ilişkisine yönelik olan bölümün geçerlilik değerleri r=0.4-0.65, güvenirlilik katsayısı r=0.91’dir. Araştırmada veriler yüzdelik hesapları, varyans analizi ve t testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmada elde edilen bulgular değerlendirildiğinde; hemşirelerin orta motivasyon düzeyinde (2.56) olduğu, yüzyüze haberleşme olanağına ilişkin yüksek (4.37) motivasyon düzeyinde, gelişme ve başarı olanağı (3.22) yetki ve sorumluluk (3.00), karara katılma (2.83) sosyal katılma (2.74), kontrol düzeyi (2.70), çevreye uyum (2.43) değer ve statü (2.39) ve fiziksel koşullara ilişkin (2.39)orta motivasyon düzeyinde, başarının ödüllendirilmesi (2.29), maaş (2.29), eğitim ve yükselme (2.00), amaç birliği (1.82) ve sosyal uğraşlara ilişkin (1.38) düşük motivasyon düzeyinde olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin eğitim düzeyi yükseldikçe, kararlara katılma, değer ve statü, başarının ödüllendirilmesi, eğitimde ve yükselme ve kontrol düzeyine ilişkin motivasyon düzeyinin düştüğü saptanmıştır. 414 Hemşirelikte Yönetim Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri Hemşirelerin kararlara katılma, kontrol düzeyi, değer ve statü ve başarının ödüllendirilmesine ilişkin motivasyon düzeyleri ile çalışma yılları arasında yapılan analizde grublar arasında gark önemli bulunmuştur. Hemşirelerin yönetici-iş gören ilişkisine yönelik orta motivasyon düzeyinde (2.85) olduğu saptanmıştır. Sorumlu hemşirelerin yönetici-iş gören ilişkisinin, sosyo-demografik grafik özellikler ve çalışma durumlarına ilişkin bulgulara göre farklılık göstermediği saptanmıştır. Hemşirelerin yönetici-iş gören ilişkisi, medeni durum, görev alanları, çalışma süreleri ve çalışma şekillerine göre farklılık göstermiştir. Bu bilgiler ışığında, başarının ödüllendirilmesi, eğitim ve yükselme fırsat eşitliğinin sağlanması, bireysel ve örgütsel amaçların uyumlandırılması ve kararlara katılma olanaklarının sağlanmasına ilişkin motivasyon araçlarının kullanılması ve bu konularda yeniden düzenlenmeler yapılması önerilmiştir. SUMMARY Motivation is defined as motivating human behaviour to wards certain aims motivation is of two kinds. The first is achieved by searching the reasons of human behaviour, the second is achieved by directing human behaviour the reasons which are known towards certain aims. Motivation is very important in hospital environment. Those serving effectively are needed to obtain saticfactory patient care. It creates dissatisfection and causes decrase of performancee that the nurses work in shifting hours, they have irregular sleepinghours, they work under insufficient physical conditions and that they often face proffessional risks and stress–creating effects. At this point the unit manager must use the motivational means. Of the nurses working at Atatürk University Research and application Hospital 181 whom we could reach from the samples of this study which was planned to determine the motivational conditions of the nurses, the manner of use of motivation means, and the relations between the administrator and the employees. Total number of the nurses was 205 and the rate of the totality reach is 88.72%. This investigation was conducted to be both definitive and partially analythical. The resulting data has been obtained by a three stage questionaire including the socio-demographical features, the motivational conditions of the nurses and the motivational levels towards administratoremplayee relations. The validity coefficient of the means included in the section related to the motivational means in the questionaire is r=0.53-0.83, the coefficient of reliability is r=0.88, the validity coefficient of the section related to the administrator-employee relations is r=0.42-0.65, and coefficient of reliablity is r=0.91. In this research, the percentage calculations were evaluated by applying variant analyses and “t” test. When the findings obtained through this research have been evaluated the following data have been determined; the nurses were of a mid-level (2.56 ) motivation, they had high (4.37) motivation in terms of face-to-face communication facilities; the progress and success facility (3.22), authority and responsibility (3.00), contribution to the decisions (2.83), joining social activities (2.74), overcontrol level (2.70), social integration (2.43), value and status (2.399; ın terms of physicial conditions; mid-level motivation (2.39), admiration of success (2.29), payment (2.29), training and progress (2.00): unity of common aims (1.82); and in terms of social activities. (1.38) low-level. The motivation level of married nurses as compared to that of the single ones and the motivation level of nurses serving continuosly daytime as coppared to that of those serving in day-and night shift was found to be higher. 415 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı It has been determined that the motivation level in joining the decisions, value and status, admiration of success, training and progress and the overcontrol level decreased as the education level of the nurses went up. As a result of the analysis made between the years of service and the motivation levels concerning the joining of the decisions, social integration overcontrol level, value and status, and admiration of success the distinction between the groups has been found to be significant It has been determined that the nurses were of mid-level (2.85) motivation level in terms of administrator-employee relations. It has also been dedermined that the unit managers showed no differences in trems of socio-demographical and occupational conditions of the administratoremployee relations. The administrator-employee relations of the nurses have proved to be different according to marital status, compational fields, working period, and the working status. In the light of these findings, it has been recommended that the motivational means related to admiration of success the opportunity equality in training and progress, the accordance of individual and organisational aims and facilitating the joining in decisions be used and that revisions made in these regards. 416 Hemşirelikte Yönetim Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezleri SSK EGE DOĞUMEVİ VE KADIN HASTALIKLARI HASTANESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN GERÇEKLEŞTİRDİKLERİ HEMŞİRELİK UYGULAMALARI VE BU UYGULAMALARIN GEREKLİLİĞİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİNİN İNCELENMESİ Aytaç OLGUNDENİZ TURPCULU Danışman Öğretim Üyesi: Doç.Dr. Gülümser ARGON İzmir-1996 ÖZET Toplumda, sağlık kurumlarında hastaların bakımlarının iyi yapılmadığı görüşü yaygındır. Özellikle SSK Hastanelerinde, hemşirelerin hemşirelik işlemlerini tam olarak yerine getirmeyip, hemşirelik dışı işlemlere yönetilmesi, hasta bakımının aksamasına neden olmaktadır. Hemşirelerin uyguladıkları hemşirelik işlemlerini ve bu işlemlerin gerekliliğine ilişkin görüşlerinin incelendiği bu araştırmanın amacı; hemşirelerin sosyo demografik özelliklerini incelemek, doğrudan ve dolaylı bakım işlemlerini uygulama durumlarını saptamak, hemşirelerin bazı özelliklerinin bu işlemlere etkisini incelemek, hemşirelerin doğrudan ve dolaylı bakım görevlerinin gerekli olduğuna ait görüşlerini ve hemşirelere özgün bu işlemlere etkisini incelemek ve onların hemşirelik işlemlerini uygulama durumları ile bu uygulamaların gerekliliğine ilişkin görüşlerini karşılaştırmaktır. Bu çalışma SSK Ege Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Hastanesinde Kasım 1996’da yapılmıştır. Araştırmaya yatak başı bakım veren 50 hemşire alınmış ancak bunlardan sadece 48 hemşireye ulaşılmıştır. Bu araştırma yukarıdaki kavramları tanımlayıcı bir çalışma olarak yapılmıştır. Araştırmanın verileri, hemşirelerin sosyo demografik özelliklerini belirleyen ve hemşirelik işlemlerinin uygulanışı ve gerekliliğini ölçen, iki bölümlük bir anket formu uygulanarak toplanmıştır. Araştırmada elde edilen veriler, aritmetik ortalama, yüzdelik hesapları, varyans analizi ve t testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmada elde edilen bütün bulgular değerlendirilmiş ve aşağıdaki sonuçlara kesin bir şekilde ulaşılmıştır. Hemşirelerin yaptıkları intra venöz, intra muskuler tedavisine tam zamanında ve gerçeklere uygun olarak yapıldığı ve bunun sıklığında bir aksamanın görülmediği, - Mesane jimnastiğinin büyük çapta yapıldığı, - Perine bölgesinin hemşirelerce dikkatle bakımının yapıldığı, - Hastanın hijeni ile ilgili olan yatağa bağımlı kişilerin yatakta banyosu, ağız ve dişlerinin, tırnak ve saçlarının bakımında az role sahip oldukları, - İnvolüsyon kontrolünün nadiren uygulandığı, - Hemşire vizitinin zaman zaman gerçekleştiği sonucu elde edilmiştir. Diğer açıdan dolaylı bakım işlemlerinde ise elde edilen sonuçlar şu şekildedir; - İlaç kadehi hazırlama ve doktor vizitine katılma, taburcu işlemleri, vizite kağıdı takip etme, laboratuar işlemleri, hastanın çıkış evraklarının imzalanması işlemlerinin büyük çapta uygulandığı 417 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Ek Sayı - Hasta kabul işlemlerinin büyük çapta uygulandığı sonucuna ulaşılmıştır. Hemşirelerin bazı özelliklerinin onların yaptığı doğrudan bakım işlemlerine etkisi olmadığı saptanmıştır. Dolaylı bakım işlemlerini uygulamasında ise bulundukları görevin etkili olduğunu, diğer özelliklerinin etkili olmadığı saptanmıştır. Hemşirelerin doğrudan bakım işlemlerini uygulamalarının gerekli olup olmadığı üzerindeki düşünceleri ise aşağıdaki şekilde özetlenebilir. - Hastanın yaşamsal belirtilerinin takibi, hastanın yatağının yapılması ve temiz yatak sağlanması çok gereklidir. - Hastaların hijyeni ile ilgili olarak yatağa bağımlı kişilerin yatakta banyo yapılması, ağız, diş, tırnak, saç bakımı pek az gereklidir. - Gavaj ile beslenme az gereklidir. - Kanamaların takibi, hastaların servisler arası ve nöbet değişimlerinde teslimi, hemşire viziti, hemşirelik süreci aşamaları çok gerekli olarak değerlendirilmiştir, yatak yapımı v