6100 SAYILI MUHUK MUHAKEMELERİ KANUNU`NDA DAVA

Transkript

6100 SAYILI MUHUK MUHAKEMELERİ KANUNU`NDA DAVA
6100 SAYILI MUHUK MUHAKEMELERİ KANUNU’NDA DAVA ÇEŞİTLERİ
I) GENEL AÇIKLAMA
6100 sayılı Hukuk Mahkemeleri Kanunu (HMK) 105 ve 113’üncü maddelerde sekiz
dava türü tanımlanmıştır. 1086 sayılı HUMK’ta bu tanımlamaların yer almadığı; lakin eda,
tespit ve inşai davanın birbirinden ayrılabilir sınırlar içerisinde düzenlendiği söylenebilir.
HMK’da tanımlanan bu dava türlerini talep edilen hukuki korumaya, talep sonucuna ve
topluluk davası olup olmamasına göre tasnif ederek açıklayacağız.
II) TALEP EDİLEN HUKUKİ KORUMAYA GÖRE DAVA ÇEŞİTLERİ
A) Eda Davaları
HMK m. 105’de düzenlenmiştir. Davacının, talebinde davalının bir şeyi yapmaya, bir
şeyi vermeye veya bir şeyi yapmamaya mahkûm edilmesini istediği dava türüne eda davası
denir. Bu davada şahsi ya da ayni haklara ilişkin taleplerde bulunulabilir. Yine davalının
olumlu ya da olumsuz bir edaya mahkûm edilmesi de istenebilir. Bir taşınmazın tahliyesi, bir
miktar paranın ödenmesi veya bir hakkın tescil edilmesi bu davanın konusuna örnektir.
Davacının bu davayı açmakta hukuki yararı bulunmalıdır. Davalı, davacının hakkını
tanımıyorsa; ya da tanımakla birlikte bu hakka dair edimini ifa etmiyorsa, davacının hukuki
yararının var olduğu söylenebilir. Ayrıca eda davası sonucu kurulacak hüküm, İcra İflas
Kanunu m. 24 çerçevesinde icraya konu olabileceğinden, mahkemece açık ve tereddüt
oluşturmayacak şekilde ortaya konulmalıdır.
B) Tespit Davaları
Bu dava 106’ncı maddede düzenlenmiştir. Bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının
ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesine yönelik davadır.
1
Kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, davacının bu davayı açmakta hukuken
korunmaya değer güncel bir yararı bulunması şartı aranmaktadır.
Delil tespitinden ayrılması için maddi vakıaların tespit davasına konu olmayacağı
düzenlenmiştir. Maddi vakıalar ancak bir hakkın ya da hukuki ilişkini varlığının ya da
yokluğunun belirlenmesi bağlamında bu davanın konusunu oluşturabilir. Olumlu ve olumsuz
tespit davası olmak üzere ikiye ayrılır. Bir hukuki ilişkinin varlığının tespitine yönelik açılan
davalar olumlu (müspet) tespit davası olarak adlandırılır. Kira sözleşmesinin varlığının tespiti
bu türe örnektir. Bir hukuki ilişkinin bulunmadığının tespitine yönelik açılan dava ise,
olumsuz (menfi) tespit davasıdır. Davacının, ileride kendisine karşı icra takibi yapabileceği
endişesiyle, bir başka kişiye karşı bu davayı açması, bu türe örnek teşkil eder. Kısmi eda
davasının açılabildiği, yani dava konusunun bölünebilir olduğu durumlarda HMK m. 107/3
uyarınca tespit davası da açılabilir. Yasanın amir hükmüne göre bu durumda hukuki yararın
varlığı şartı aranmaz.
C) Belirsiz Alacak Davası
Belirsiz alacak davası, istenen hukuki korumanın niteliğine bakıldığında aslında bir tür
eda davasıdır. Eda davasından, davanın açıldığı tarih itibari ile talep sonucunda istenilen
alacağın tam olarak belirlenememesi noktasında farklılık gösterir.
Kanımızca uygulamada en çok sorun yaratabilecek dava türü 107’nci maddede yer
alan bu dava türüdür. Zira bu dava türü HUMK’ta yer almamaktaydı. Uygulamada dava
konusunun belirli olmadığı durumlarda kısmi dava açılması adeta kural haline gelmişti.
Akabinde dava konusunun belirlenmesi üzerine ya dava dilekçesinin talep sonucu ıslah edilir;
ya da daha sonra ikinci bir dava olarak “ek dava” açılırdı.
Belirsiz alacak davası, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam
ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız
olduğu hâllerde alacaklı tarafından hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek
suretiyle açılan davadır. Bu noktada hükmü HMK m. 109/2 ile birlikte yorumlamak gerekir.
Zira anılan hükme göre talep konusu miktar, taraflar arasında tartışmasız ya da açıkça belirli
ise kısmi dava açılamaz. Yani belirsiz alacak davası bu çerçevede kısmi davaya
2
yaklaşmaktadır. Zira hukuki ilişki bu davada asgari miktar üzerinden kısmi olarak ortaya
konulmaktadır. Bu sebeple dava konusunun objektif olarak tespit edilebildiği durumlarda,
belirsiz alacak davasının açılabilmesinin mümkün olmadığını belirtmeliyiz. Ayrıca belirsiz
alacak davasının sadece para alacakları için açılabilen bir dava türü olduğunu da belirtmeliyiz.
Maddi hukukta da belirsiz alacak davası açılabilmesini mümkün kılan düzenlemeler
vardır. Borçlar Kanunu m. 42 ve Türk Ticaret Kanunu m. 58 hükümleri de belirsiz alacak
davası açılmasını mümkün kılan maddi hukuk kaynaklı düzenlemeleridir.
Bu koşulların varlığı halinde belirsiz alacak davasının açılmasından sonra, karşı tarafın
verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi
olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmektedir. Yani bu durumda ıslah
kurumuna gerek kalmamıştır. Eski yasada benzer durumda dava dilekçesindeki talep sonucu
veya dava konusu miktar ya da değer ıslah vasıtasıyla değiştirilebilmekteydi. Bu sebeple yeni
düzenlemenin daha efektif olduğu ve gereksiz işlemleri önleyerek HMK m. 30’da düzenlenen
“usul ekonomisi ilkesi”ne de uygun düştüğü kanaatindeyiz.
Özellikle iş sözleşmesinden kaynaklanan davaların ekseriyetle belirsiz alacak davası
olarak açılabileceği kanaatindeyiz. Bu davalarda kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı
alacağının belki davacı tarafından objektif olarak tespiti mümkün görünse de; çoğu zaman bu
tür davalarda çift bordro uygulaması sebebiyle aylık ücret alacağı objektif olarak tespit
edilememekte; dolayısıyla bu sebeple fazla çalışma alacağı ve diğer alacak kalemlerinin de
tespiti güçleşmektedir. Bu sebeple, iş sözleşmesinden kaynaklı davaların taraflar arasındaki
çekişmenin durumuna göre, belirsiz alacak davası olarak açılması ve tahkikat aşamasında
dava konusu miktarın tam olarak belirlenmesine istinaden, davacının talep sonucunu HMK m.
107/2 kapsamında artırabilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
D) İnşai Davalar
108’inci maddede düzenlenen bu dava, yeni bir hukuki durum yaratılması veya
mevcut bir hukuki durumun içeriğinin değiştirilmesi yahut onun ortadan kaldırılmasına
yönelik açılan davadır. Bu davanın açılabilmesi için hakkın, dava yoluyla kullanılmasının
zorunlu olması gerekli kılınmıştır. Kanunlarda aksi belirtilmedikçe, inşaî hükümlerin geçmişe
etkili olmadıkları öngörülmüştür. Yani kural olarak inşai hükümler geleceği etkilidirler.
3
İnşai dava, davacının tek taraflı iradesinin yeterli olmadığı veya bu konuda tarafların
anlaşmasının mümkün olmadığı, bunun ancak bir mahkeme kararı ile sağlanabildiği
durumlarda açılabilir. Boşanma davası, bu dava türünün en spesifik örneğidir. Eşlerin
aralarında anlaşması ya da bir eşin tek taraflı olarak boşanmak istemesi, bu davayı kabule
şayan kılmaz. Bu davanın kabul edilebilmesi için, muhakkak mahkeme önünde görülmesi ve
Türk medeni Kanunu m. 161 vd. şartları taşıması gerekir.
Her inşai dava, temelde bir inşai hakka dayanır. Yasa koyucunun kamu düzeni ve
çeşitli hukuki sebeplerle, bazı inşai hakların kullanımının tarafların tek taraflı irade beyanına
dayanmasını kabul etmediği durumlarda, iş bu dava türünün açılması zaruridir.
III) TALEP SONUCUNA GÖRE DAVA ÇEŞİTLERİ
A) Kısmi Dava
Kısmi dava, talep konusunun miktarının, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça
belirli olduğu durumlar haricinde ve talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu
durumlarda, talebin sadece bir kısmının dava edilmesidir.
Davadaki talep konusunun miktarı taraflar arasında tartışmasız ise veya taraflar
arasında miktar ya da parasal tutar arasında bir tartışma olmakla birlikte, tarafların
anlaşmasına gerek kalmaksızın, objektif olarak talep konusunun miktarı herkesçe
anlaşılabilecek şekilde “belirli” ise, o talep konusunun sadece bir kısmı dava edilemez.
Örneğin, satım sözleşmesine göre teslimi gereken otomobillerin kaç adet olacağı ve
otomobillerin değeri konusunda sözleşmede açıkça tereddüde yer bırakmayacak bir
düzenleme varsa; uyuşmazlık, teslim zamanına dairse kısmi dava açılması kanaatimizce
mümkün değildir.
Kısmi dava açılmasının talebin kalanından feragat edildiği anlamına gelmeyeceği de
HMK m. 109/3’de hükme bağlanmıştır. Yani kısmi dava açarken, fazlaya ilişkin hakların
saklı tutulması hususunun artık bir ehemmiyetinin kalmadığı aşikârdır.
4
B) Davaların Yığılması (Objektif Dava Birleşmesi)
Davaların yığılması HUMK m. 110 çerçevesinde, taleplerin tamamının aynı yargı
çeşidi içinde yer alması ve taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin
bulunması şartıyla, tek dava dilekçesiyle aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla
asli talebin dava edilmesi olarak tanımlanabilir.
Davaların yığılması söz konusu olduğunda, görünüşte tek dava, gerçekte ise talep
sayısınca dava mevcuttur. Her bir talep için dava dilekçesinde vakıaların ayrı ayrı belirtilmesi
ve ispat edilmesi gerekir. Bu sebeple dava şartları her bir talep için ayrı ayrı belirlenir.
Mahkeme de bu dava sonucunda görünüşte tek hüküm, gerçekte ise talep sayısınca hüküm
tesis edecektir.
C) Terditli (Kademeli) Davalar
HMK m. 111’e göre terditli dava, aynı davalıya karşı arasında hukuki veya ekonomik
bir bağlantının bulunduğu birden fazla talebin, aralarında aslilik-ferîlik ilişkisi kurmak
suretiyle, aynı dava dilekçesinde ileri sürülebildiği davadır.
Mahkemenin, davacının asli talebinin esastan reddine karar vermedikçe, fer’i talebini
inceleyemeyeceği ve hükme bağlayamayacağı da yasada ayrıca belirtilmiştir. Bu davada
önemli olan, terditli taleplerin farklı vakıalara veya farklı hukuki sebeplere dayanması değil;
terditli talepler arasında hukuki veya ekonomik bir bağlantının bulunmasıdır.
D) Seçimlik Davalar
HMK m. 112’de düzenlendiği üzere seçimlik dava, seçim hakkı kendisine ait olan
borçlu veya üçüncü kişinin bu hakkı kullanmaktan kaçınması hâlinde, alacaklının açmış
olduğu davadır.
Seçimlik davanın açılabilmesi için seçimlik bir borcun varlığı ve seçme hakkının
borçlu yahut bir üçüncü kişi tarafından kullanılmaması gerekir. Seçme hakkı bizatihi
alacaklının kendisinde ise, alacaklı bu davayı açamayacak, seçmiş olduğu edimi içeren eda
davası açabilecektir.
5
Seçimlik mahkûmiyet hükmünü icraya koyan alacaklı, takip hukukunun temel kuralı
olan takibin konusunun belirli olması kuralı uyarınca, takibin konusunu seçimlik mahkûmiyet
hükmünde yer alan edim konusu şeylerden birisine hasretmek zorundadır. İcra müdürü de bu
belirleme çerçevesinde, borçluya icra emri çıkartacaktır. Ancak borçlu, hasredilen ve icra
takibinin konusunu oluşturan edim yerine, diğer edimi yerine getirmek suretiyle de takibi
sonlandırabilir.
E) Mütelahik (Yarışan Haklara Dayalı) Davalar
Davacının, dava dilekçesindeki talebini veya taleplerini salt bir hukuki sebebe değil;
bu talebi veya talepleri haklı gösteren birden fazla hukuki sebebe dayandırmasına mütelahik
dava denir. Bu dava türü HMK’da müstakil olarak bir başlık altında düzenlenmemiştir. Lakin
HUMK döneminden bu yana Medeni Usul Hukuku doktrininde bir dava türü olarak tanımı
yapılmıştır.
Mütelahik dava, aslında çoğu zaman eda, tespit ve kısmi dava şeklinde açılır. Bu
davanın özelliği talebin eda veya hukuki ilişkinin tespitini içermesi değil; bu talepleri haklı
kılan birden fazla hukuki sebebin olmasıdır.
Lakin bu davada da esas olan davacının talepte bulunması, bu talebe ilişkin vakıaları
ileri sürmesi ve delilleri getirmesidir. Oysaki HMK m. 33 uyarınca hukuku uygulamak, yani
uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarını tespit etmek hâkimin görevidir. Bu cihetle, hâkim
davanın taraflarınca ileri sürülen hukuki sebeplerle bağlı değildir. Dolayısıyla davacının bu
davada gösterdiği hukuki sebepler yerinde ise, hâkim yarışan hukuk kurallarından davacı için
elverişli olanı re’sen davaya tatbik edecektir. Şüphesiz hâkim, davanın taraflarının belirttiği
hukuki sebepler yerine farklı bir hukuki sebebi de olaya uygulayabilir.
IV) TOPLULUK DAVASI
HMK m. 113’te düzenlenmiştir. Dernek ve diğer tüzel kişilerin, statüleri
çerçevesinde, üyelerinin veya mensuplarının yahut temsil ettikleri kesimin menfaatlerini
korumak için, kendi adlarına, ilgililerin haklarının tespiti veya hukuka aykırı durumun
6
giderilmesi yahut ilgililerin gelecekteki haklarının ihlal edilmesinin önüne geçilmesi için
açtıkları davaya, topluluk davası denir.
Topluluk davası yukarıda aktarmış olduğumuz dava türlerine tam olarak
girmemektedir. Bu dava türünde de yukarıda belirtilen dava türlerine göre dava açılmış
olabilir. Ancak bir grubun, sınıfın veya topluluğun menfaatlerini korumak amacıyla, o
topluluğu temsil ya da o topluluk adına hareket edebilecek olanların dava açmaları ve açılan
bu davanın sonucundan temsil edilen grup ya da topluluğun yararlanması söz konusu
olmaktadır.
HMK’nın getirdiği bir diğer yenilik de bu dava türünün hukuk sistemimize entegre
edilmesidir. Esas itibari ile “topluluk davası” Anglo-Sakson menşeli bir kurumdur. Kıta
Avrupası hukuk sistemlerinde ise yakın zamanda kabul görmeye başlamıştır.
Sosyal hayatın birçok alanında birden fazla kişiyi ilgilendiren ortak menfaatler söz
konusudur. Tüketici, çevre, iletişim vb. alanlarda ortak menfaat sahibi olan herkesin birel
olarak dava açması, hem zor ve gereksiz hem de aynı konunun yargı organlarında tekrar
edilmesi sebebiyle de usul ekonomisine aykırıdır. Bu sebeple bu kurumun mevzuatımıza
girmesi isabetli olmuştur.
Bu davanın açılması durumunda davanın sonucundan, sadece dava açan dernek ya da
topluluğu temsil eden tüzel kişi (sendika vb.) değil; o menfaate ya da hakka sahip olan herkes
yararlanmaktadır. Bu dava türünün en spesifik örneği 4077 sayılı Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanun’un 23/4 ve 24/1’inci maddelerinde yer almaktadır. Bu düzenlemeye göre,
satışa sunulan bir seri malın ayıplı olması durumunda Bakanlık, tüketiciler veya tüketici
örgütleri, ayıplı seri malın üretiminin ve satışının durdurulması ve satış için elinde
bulunduranlardan toplatılması için dava açabilir.
Topluluk davası ile elde edilen hüküm, daha sonra münferiden açılacak davalarda
kullanılabilir. Lakin topluluk davası ile elde edilen sonuç çerçevesinde münferit dava
açılmasına artık gerek kalmamışsa; daha sonra açılan münferit dava, hukuki yarar yokluğu
sebebiyle reddedilecektir.
7