Dinamik gazete 65. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.

Transkript

Dinamik gazete 65. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.
Mart 2012 Yıl: 23 Sayı: 65
Devrimlerin
yıkamadığı
sinema
gazete
12
Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü süreli yayınıdır. Ücretsizdir.
Sonuç çıkmazı
Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs’e
Starbucks şubesi
açılmasıyla başlayan, katılımı ve
etkisi giderek artan
Starbucks işgali,
ikinci dönemin
başlaması ile
son buldu.
YETKİN
GİRGİN’in
haberi
04’te
İstanbul’a iki yeni şehir
Son 40 yılda
nüfusun 3
milyondan
13 milyona
çıktığı ve
hızla artmaya
devam ettiği
İstanbul’da iki
yeni şehir daha
kuruluyor.
Nöbetçi kütüphane
MELİSA ATAY’ın
haberi sayfa 16’da
Aptullah Kuran Kütüphanesi sorunları
üzerine kütüphane yöneticisi
Hatice Ün ile konuştuk.
DUYGU SÖYLER’in haberi sayfa18’de
ETKİNLİKLER
lerin a
Devrimığı
sinem
KİTAP
MÜZİK
SİNEMA
yıkamad
Artık yaz gelsin! 19
kültür sanat
Tanıyamadım?
Dubstep
tanesi de Dubstep.ilk duyuşta kafa
Bunlardan bir
yeni müzik akımları,etkilenerek ortaya
gün yenileri ekleniyor.
Ancak, gelişen
müziklere her
kullanılan farklı bir kesim tarafından biliniyor. bir akım mı? Hangisi hangisinden
yeni
Farklı amaçlarla
isimleri, büyük
aksine tamamen
Dubstytüründeki şarkıların r. “Alternatif müziğin
da rol oynuyor.
zor olabiliyor.
olarak
ortaya çıkmasında
karışıklığı yaratabiliyocevap bulmak kimi zaman
başında,
Dubstep’in “fusion”
önce, 2000lerin
le; Hardstyle ve
oluşmasıyla doğmuş
çıkmış?” gibi sorulara
benzeyen,
Dubstep’ten daha
ortaya çıkıyorbilinen süreç sonucu çıkan Dubstyle,
ve benzer
yine İngiltere’de
ortaya
bir tür. 2010’da
onunla karıştırılan
yapısını ve Dubstep’in
A
zaman zaman
karanlık
olan Dubstep;
Hardsytle’ın melodi
r
ve
kökenlere sahip
benimsemiş. Gelişmekte
[email protected]
sadece
vurgusuyla, boşluk dans
ritmik yapısını
müzik türünden
ruh haliyle, bas
Elektronik
olan milyonlarca çıkan bu türler, radyoyu
hedefi
sessizlikle ayrıştırılıyor.
öne
mübiliniyor, ancak
birkaçı olarak
türüyle karbilinen bu elektronik
müziği türü olarak aynı zamanda zihin.
yeni bir müzik
Music,
Dubstep olarak
açtığınız her an
bir ihtimal
Jamaican Dub
sadece vücut değil,
kadar yüksek
izlerine
zik türünün kökleri and Bass’e dayanıyor.
şılaşmanızın ne nitelikte.
Günümüzde Dubstep’in
gibi)
Drum
bas titreşimleri
UK Garage ve
olduğunu kanıtlar
çıkması ve gelişmesi
(Dubstep’e özgün
dünyaca
Dubstep’in ortaya arası olarak biliniyor.
ve Rihanna gibi
Britney Spears
albümünde rastlanabi2001-2003 yılları başında, bulunduğu
Benga
MART-NİSAN AYLARI
ünlü sanatçıların
2006
Croydon
2005 sonu ve
LİSTESİ
& Status, Skream,
de
ve İngiltere’nin
liniyor. Chase
BÜMK ETKİNLİK
yerli mekanlardan
önemli prodüktörler
günümüzgibi
Artwork
kulüplerinden
ve
büyük rol oynuyor.
şehrinin yeraltı
dışarıya sızıyor.
22 Mart > Yora BÜMK’te Konser
Dubstep’in gelişimindeakımlarından etkiradyo
deki eğlence mekanlarına,
müzik
internet, korsan
Dubstep, diğer
23 Mart > Baden Akustik
gibi müzik türlerinin
Bu dönem boyunca
sayesinde
dijital medya
> Avaz Avaz Müzik
lendiği gibi, Dubstyle
Mart
diğer
ve
27
kanalları
Grime müziğine
Sohbetleri
yayılıyor ve gelişiyor.
SALMİ GAMBAROV
salmi.gambaro
ETKİNLİK LİSTESİ
MART-NİSAN AYI Tarih
Sanatçı
Malia
Bülent Ortaçgil
İskender Paydaş
Photek
MFÖ
Aaron Parks Trio
Kings Of Convenience
Nigel Kennedy Quintet
Tortured Soul
Mustafa Ceceli
*En düşük fiyatlardır.
24 Mart
30 Mart
30 Mart
6 Nisan
7 Nisan
10 Nisan
12-13 Nisan
18 Nisan
20 Nisan
20 Nisan
Mekan
Tamirane
Merkezi
Kadıköy Halk Eğitim
Hayal Kahvesi Şaşkınbakkal,
Babylon
Jolly Joker
Salon İKSV
Babylon
Salon İKSV
Ghetto
Bostancı Kültür Merkezi
Ücret*
45.00
34.00
39.50
44.50
61.00
28.00 (Öğrenci)
144.50
45.00 (Öğrenci)
35.00 (Öğrenci)
Grupları
30 Mart > Boğaziçi
Sahnede
Volkan
31 Mart > Tuluğ TırpanHüsrever Konseri
Saint Marino
5 Nisan > Amerika Korosu
Korosu – BÜMK Caz
RİMİZ
HALA DİNLEDİKLE
34.50
Yabancı
- I Will Always Love
Whitney Houston
You (1992)
a Prayer (1986)
Bon Jovi - Livin’ on
Beat It (1982)
Michael Jackson - Virgin (1984)
Madonna - Like a
Travis - Turn (1999)
(1994)
Yerli
Arnavut Kaldırımı
Demet Sağıroğlu - Oynama (1994)
Burak Kut - Benimle
(1996)
Şebnem Ferah - Yağmurlar (1994)
Serdar Ortaç - Karabiberim
Bakalım(1992)
Sezen Aksu - Hadi
Kültür-Sanat eki içindedir
BOĞAZİÇİ
ÜNİVERSİTESİ
İŞLETME VE
EKONOMİ KULÜBÜ
02 siyaset
Manşet çıkmazı
Dinamik Gazete 3. sayısı ile karşınızda. Geçtiğimiz sayıdaki
Starbucks manşetinden sonra
bu sayıda da manşetimizi
yine Starbucks’taki işgale
ayırdık. Her ne kadar işgal
geçtiğimiz ay sona ermiş olsa
da, üniversitenin tarihinde
oldukça önemli bir yere sahip
olan bu işgali ve sonuçlarını
incelemek istedik. “Sonuç Çıkmazı” manşeti uzun süren beyin
fırtınası sonucu hepimizin aklına
yattı. Manşeti belirlerken kimseGÖKHAN ER
ye haksızlık yapmamak ve olayı
[email protected]
mümkün olduğunca tarafsız bir
şekilde vermek ana amacımızdı.
Peki “Sonuç çıkmazı” ile ne demek istedik? Hepimizin yakından
takip ettiği bu işgalden sonra elimizde bir sonuç olmadığını
söylemek haksızlık olacaktır. İşgal sürecinin elbette birçok
getirisi oldu, ancak bu getirileri ulaşılmak istenen ana sonuçlardan ayırt etmek gerekiyor. Üniversite yönetimi ile öğrenciler
arasındaki ikili görüşmeler sırasında bahsi geçen “Öğrenci
Kooperatifi” ve işgalin başlangıç noktası olarak görebileceğimiz
kampüste öğrenciler için ucuz yemek yiyecek alternatif mekanların olmaması gibi konularda henüz bir sonuç elde edilmiş
değil. Ne tarafından bakarsak bakalım, bir çıkmazda olduğumuzu söyleyebiliriz.
Starbucks yazısında yine bu süreçte öğrencilerle birlikte
aktif rol oynamış olan hocalarımızdan görüş almak istedik.
Aslında gazetenin ilk sayısından bu yana, yazdığımız konulara
hocalardan görüş alarak onların fikirleri hakkında öğrencileri
bilgilendirmek istiyoruz. Ancak bu konuda yaşadığımız sıkıntıları da dile getirmekte fayda var. Hocalar genel olarak öğrenci
gazetesinde öğrencilerin fikirlerinin yer alması yönünde görüş
bildiriyorlar. Oysa gerek gazetenin gerekse okulun daha interaktif olması yönündeki bu çabamız, görüş istediğimiz 20’ye
yakın hocadan yalnız 2-3 tanesinin geri dönüşüyle sıkıntıya
uğruyor. Elbette kendilerince haklı sebepleri olmasına rağmen
bu konudaki çabalarımız da sürecek.
Geçtiğimiz yazın başından beri süren gazete çalışmalarımız
bu sıralar gazeteyi online ortama dökmek konusunda yoğunlaşmış durumda. İki ayda bir çıkmanın yaşattığı dezavantajları
online ortam ile gidermek gibi bir amacımız var. Hedefimiz
online gazeteyi en kısa zamanda sizlerle buluşturmak.
Dinamik Gazete’nin 3. sayısının hazırlanmasında emeği
geçen Editörüm Buse Aylan’a, Yazı ve Reklam İşleri Sorumlularım Duru Öksüz, Kadir Aydın ve Salmi Gambarova’ya ve 2012
Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarımla birlikte yazıları ve emeği
bulunan tüm üyelerimize teşekkür ediyorum.
Sahibi
Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü Adına
Tolgacan Ceylan
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tolgacan Ceylan
Genel Yayın Yönetmeni
Gökhan Er
Editör
Buse Aylan
Yazı ve Reklam İşleri Sorumluları
Duru Öksüz, Kadir Aydın, Salmi Gambarova
Yazı Kurulu
Ali Yağız Kaçar, Baran Karaca, Can Yılmaz, Deniz Yeşil, Duygu Söyler, Elif Cansu
Akoğuz, Melisa Atay, Özben Hafız, Şükran Şençekiçer, Übeyde Yetkin Girgin
Görsel Danışman
Sertaç Bala
Matbaa
Müka Matbaacılık Reklamcılık Yayıncılık San. Ve Tic. Ltd. Şti.
Tel : 0212 54968 24 www.muka.com.tr
Yayın Kurulu
Tolgacan Ceylan, Umut Can Kurt, Barış Karahan, Ecenaz Özcengiz
Ekin Akın, Gökhan Er, Nazım Sansar
Bu gazete süreli yerel yayındır.
Dindar
gençlik yeni
bir hedef mi?
Başbakan Erdoğan’ın “Dindar bir nesil yetiştireceğiz.” açıklaması büyük yankı
uyandırdı. Politikacılardan gazetecilere, sade vatandaştan STK’lara, her kesimden gelen tepkiler ve yorumlarla, tartışmalar kısa zamanda çığ gibi büyüdü.
Bugünlerde medya ve kamuoyu “Dindar bir nesil yetiştirme hedefi, demokratik
devlet ilkeleriyle örtüşür mü?” sorusuna cevap aramakta.
ELİF CANSU AKOĞUZ
[email protected]
Bütün bu tartışmaları ateşleyen konuşmada
Başbakan Erdoğan, nasıl bir nesil yetiştirileceğini tarif ederken Necip Fazıl Kısakürek’in
“Gençliğe Hitabe” adlı eserinden de alıntı
yaptı: “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin,
ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir
gençlikten bahsediyorum. Kökü ezelde, dalı
ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir
gençlikten bahsediyorum.” diyen Başbakan’ın
açıklamasında, özellikle “kininin” ibaresi
dikkatleri üzerine çekti. Konuyla ilgili haber
yaparken bu ibareyi “beyninin” sözcüğüyle
değiştirerek sansürleyen kimi gazeteler ise
eleştirilere hedef oldular.
Muhalefet ve Eğitim-Sen
tepki gösterdi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
Başbakan’ın “Ateist bir gençlik yetiştirmemizi mi bekliyorsun?” sözlerini bir bölücülük
girişimi olarak nitelendirdi ve “Bu nesilden
öncekiler dinsiz miydi?” diye sordu.
Eğitim-Sen, yaptığı basın açıklamasında,
“Müfredatın içeriğinden, yönetici kadrolarının
seçimine kadar eğitim sistemimiz ağırlıkla dinsel referanslarla yeniden biçimlendirilmekte
ve mevcut ırkçı, gerici perspektif korunmaktadır. Bugünü dünden farklı kılan, hızla devletleşen AKP’nin politikalarına karşı muhalefet
edenin cezaevine gönderilmesi ve bu otoriterlik altında yeniden toplum mühendisliği uygulamalarıyla hayatımıza müdahale edilmesidir.
Bu sürecin en önemli yanı ise demokrasiyi
güçlendirmek iddiası ile söz konusu adımların
atıldığı ifadesinin kullanım sıklığıdır.” dedi.
Muhafazakar kesimden yazarların da içinde
bulunduğu pek çok köşe yazarı ise açıklamanın demorkat ve laik bir yönetim anlayışıyla
örtüşmediği eleştirisinde bulundu.
“Öğrenci formatlamıyoruz”
Erdoğan, bu eleştirilere cevaben yaptığı açıklamada, her iktidarın ülkedeki gençlik üzerinde
hedefleri olacağını belirtti ve “Hem çağdaş hem
dindar olunamıyor mu?” diye sordu. Dindar bir
neslin, özgürlüklere ve inançlara saygılı olacağını savunan Erdoğan, “Öğrenci formatlamak
hedefimiz değildir. Hiçbir parti kendi tasavvurunu topluma dayatamaz, biz toplum mühendisliğine karşıyız. İkna odalarının mucitleri
bugün kalkmış bizi eleştiriyorlar.” dedi.
Çok konuşulan bir diğer konu ise
Başbakan’ın “Dindar olmasınlar da tinerci, büyüklerine isyankar, milli manevi değerlerinden
kopuk mu olsunlar?” ifadesi oldu. Başbakanın
bu kavramları birbiriyle ilişkilendirmesi ve
dindarlığın karşıtı olarak sunması tartışmalara
yol açtı.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2012-2016
strateji raporu incelendiğinde ise, Başbakan’ın
açıklamalarını malumun ilanı olarak değerlendirmek de mümkün. Rapora göre, Diyanet
İşleri’nin öncelikli hedefleri arasında öğrencileri umreye götürmek için MEB ile işbirliği yapmak, gençlere ve çocuklara yönelik
dini içerikli roman serileri ve çizgi filmler
hazırlamak, halkı eğitme amaçlı seminerler
düzenlemek ve yurt dışında yaşayan vatandaşların eğitimine yönelik çalışmalar yapmak
bulunuyor. Hükümet sözü edilen projeler ve
daha fazlası için 5 yılda 1 milyar TL harcamayı
planlıyor. Öte yandan çok sayıda gayrimüslim
vatandaşa ev sahipliği yapan “laik” Türkiye
Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın,
sözü geçen rapora göre, bu vatandaşların dini
hak ve özgürlüklerini korumaya yönelik bir
çalışması bulunmuyor.
G RÜŞLER
Başbakan’ın “Dindar bir nesil
yetiştirmek istiyoruz” açıklamasını
ve açıklamaya gelen tepkileri nasıl
yorumluyorsunuz?
Semuhi Sinanoğlu - Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Muhafazakâr siyasa kendi dışında varolabilecek bir uzam kabul etmez, sürekli genişler.
AKP’nin dindar nesil arzusu meşrudur, ancak
Başbakan’ın böyle bir projeyi hayata geçirmesinin en sıkıntılı tarafı, söz konusu “yayılmacı, ötekileştirici” bakış açısıdır. Sekiler
indoktrisyonun karşıtı, onunla aynı safa
düşmektedir.
siyaset
03
SALMİ GAMBAROVA
[email protected]
Ne orada, ne
burada. Çok uzak da
değil sanki...
Esra Erkuş - Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler
Bu cümlenin içinde “dindar”
kelimesinin sansasyon yarattığının
farkındayım. Fakat ben en başta
“Bir nesil yetiştirmek istiyoruz.”
cümlesinin tehlikeli bir cümle olduğunu belirtmeliyim. Bu cümle, neresinden bakarsan bak faşizan bir
yaklaşımın dışa vurumudur. Belli
kalıplara göre bir nesil yetiştirmeye
çalışmanın neresinden çekiştirirseniz çekiştirin özgürlüğün konu
olduğu bir yere varamazsınız. Toplumda tek tip vatandaş istemesinin
sebebi gerçekten vatandaşlarının
sağlığı, manevi dünyası, ahlakı
hakkında endişeleri mi, yoksa belli
bir grubun kurallarına uygun bir
toplum yaratmak mı? Karar sizin.
Mert Ergen - Fizik
Dindarlık ve tinerciliği iki karşıt
kutupmuş gibi gösteren bir ayrımı
mantıksız buluyorum. Ayrıca dindarlık teoride ahlaklı olmayı gerektiriyor olsa da pratikte bu durumun
geçerli olmadığını açıkça görebiliyoruz. Toplumun zaten yeteri kadar
gergin olduğu bir dönemde bunlara
bir yenisini eklemenin gereksiz
olduğunu düşünüyorum.
Sizce dindar bir nesil
yetiştirme hedefi laik ve
demokratik bir devlet yapısıyla örtüşüyor mu?
Mehmet Efeoğlu - Sosyoloji
Uyuşmuyor ama laik devletin de
çok iyi bir devlet yapısı olduğunu
düşünmüyorum. Sabahattin Ali’yi
vuranlar, Nazım’ı bu memlekete
sokmayanlar laik devletti zamanında. Plato’nun devlet anlayışıyla
kurulu bir devlet istiyorum.
Onuralp Elgin - İşletme
Önemli olan laiklik ya da demokrasinin nitelikleri değil. Önemli
olan yetişecek kişilerin bağımsız
düşünme yetisine sahip olabilmesi.
Dogmatik ve beynin özgür yapısına
aykırı bir şekilde iyi bir neslin nasıl
yetişebileceğini anlamış değilim.
ANKET SONUÇLARI
Başbakan’ın yaptığı “dindar gençlik”
açıklamasını doğru buluyor musunuz?
%64
% 88.5
Hayır
% 11.5
Evet
Yürüyüşlerin ve protestoların hızlıca yanından geçerim hep, hatta mümkünse birkaç
metre uzağından. Bu, ülkede yabancı olmamdan kaynaklanan bir şey mi? Yoksa kendimi
tam olarak “ait” hissetmememden mi? Yabancı olmadığım yerde de aynı tepkiyi neden veriyorum? Peki bu ait hissetmem gereken yer
tam olarak neresi? Keskin çizgiler, farklılıklar
var mı? Sonuç: kafa karışıklığı.
Seni anlayan insanlar, nerede durduğunu
ve nasıl baktığını anlarlar. Peki yürüyüşün
veya protestonun parçası olanlar? Genellikle
sana atılan bakışlar sert, kızgın ve seni cahil
kategorisine atan cinstendir. Bu atılan bakışlar daha empati içeren ve arayan cinsten olup
daha az korkutucu olsa durup dinlemek daha
cazip gelebilirdi.
Hiçbir zaman bu tür organizasyonların
parçası olmayacağımı kesin bir şekilde bilmemin yanı sıra çok da hayran kalırım o insanlara. 24 saatin içine sığdırmam gereken bin bir
sorumluluk ve ihtiyaç varken zaman ayırmak
bana imkansıza yakın gibi geliyor. Kırılmayacak ve sağlam duracak inanç ve kararlılık
gerektiren ortamlardır bunlar. Bir adım
attıktan sonra diğerinin devamını tedirginlikle değil de sağlam bir şekilde getiren insanlar.
Birinin attığı sloganın devamını diğeri getirir
ve herkes katılır. Bana göre o ortama girdiğin
anda bilinç, bilinçaltının gölgesinde kalır.
Kendimde bu cesareti görmüyorum, saygı
duyuyorum yapanlara da. Ancak devreye
giren o bilinçaltına atılan bakışlar da bilinçaltına ait. Hiç kimsenin geçmişini ve kişiliğinin
gelişimine etken olan kişileri, yerleri, anları
tahmin edemeyiz. O karmaşayla ve birlik
psikolojisiyle beraber neden onların arasında
olmadığımın cevabını orada o saniye isteyen
bakışlarla soruyorlar.
Ama dilimiz ve kültürümüz çok benziyor,
neden bu karmaşa? Aslında insanlardaki sıcaklık ve samimiyet benim için en soru işareti
içermeyen benzerlik. Mizah anlayışı, eğitim
sistemi ve edebiyatı etkileyen kültürler bana
göre çok farklı Azerbaycan’da. Sırf ülkeler
değil, şehirler de fark ediyor bu noktada.
Türkiye’de her bir şehrin ayrı zenginlikleri ve
alışkanlıkları var. Biraz daraltırsak okullara da sıra gelir. Her bir okul farklı fırsatlar
sunar, farklı kişilikler yetiştirir ve farklı
“tip”lerle uğraştırır.
Boğaziçi’ne geldiğimden beri çok karşılaşır oldum eylemlerle. İlk defa, bir eylemin parçası olan insanlarla aynı okulda ve
aynı sınıftayım. 4-5 senenin sonunda belki
eylemlerin yanından hızlıca geçen adımlarım
küçülür ve yavaşlar ama bakışlar yumuşar mı
bilmiyorum.
04 ekonomi
İşgal gitti,
kavga bitmedi
M. BUSE AYLAN
[email protected]
Kardan geriye kalanlar...
“Son yılların en soğuk kışını yaşadığımız günleri geride bırakıyoruz, bahar havasıyla gittikçe
hareketlenen okulu da özlemişiz.” demek için
ne kadar erken olduğunu tekrar hatırlattı bize
son posta kar yağışı. Havalar ısındı, artık bahar
geliyor diye düşünmeye başlamışken, yine karın
ve soğukların geldiğini görmek şaşırtıcıydı. Bu
sene bir farklı yaşıyoruz kışı, gün günü tutmuyor
diyebiliriz. Yazdan kalma bir gün yaşarken, ertesi
gün yağmurdan her yeri sel götürüyor, hatta kimi
zaman kardan yollar kapanıyor. Özellikle son yıllarda, mevsim değişikliklerinin yeterince farkındaydık zaten ama bu yıl yaşadığımız kış, dünyanın
dengesini ne kadar değiştirdiğimizi göstermiyor
mu sizce de?
Her ne kadar kış mevsimini ve kar yağdığı zaman etrafa yayılan o farklı atmosferi çok seven biri
olsam da bu yıl ben de “Bu kadar kar yeter.” demeden edemedim. Özellikle dışarı çıkmak zorunda
olduğunuz ve sakin sakin kar yağışını izleyebilme
ya da kar yağışına karşı kitap okuma şansınızın
olmadığı zamanlarda sokağa adım atmanın, buzda
kaymadan yürüyebilmek için binbir çaba sarfetmenin -Güney yokuşu inmek ayrı bir yetenek
gerektiriyor- zorluğunu bu sene fazlasıyla anlamış
oldum diyebilirim. İstanbul için kar yağışı zaten
hayatın felç olması demek. Bu kış da durum farklı
olmadı, hatta daha da zorlaştı, malum insanlar kar
nedeniyle duran trafikte tıkanan köprüyü yürüyerek geçti. Yine de, kar yağmaya başladığında ve her
seferinde etrafı bembeyaz hale getirdiğinde oluşan
manzara tüm zorluklarını silip atıyor insanın
aklından, en azından benim için böyle. Daha yakınlara bakarsak, okulun kar altındaki mükemmel
hali var ki işte o noktada hem kayma tehlikesiyle
karşı karşıya kaldığınız anları, hem de karın hayata
kattığı diğer zorlukları unutuveriyorsunuz, karın
tadını çıkarmak kalıyor geriye.
İkinci dönemi geride bırakmaya başladığımız
bu günlerde siz bu yazıyı okurken kar mı yağar,
yağmur sağnağı mı bastırır yoksa ışıl ışıl güneş
mi parlar artık tahmin edemiyorum, ama umarım
hepiniz için eğlenceli, dopdolu ve güzel bir dönem olur.
Dinamik Gazete’nin yeni sayısında...
İkinci dönemin ilk sayısında; sosyal medyada
Boğaziçi’nin durumundan Starbucks işgalinin
ardından son haberlere, “Neden kütüphane 24
saat açık değil?” sorusuna yanıt bulmaya çalıştığımız araştırmadan öğrenciler için hayatı kolaylaştıracak Hisarüstü-Levent arası metro hattına,
Hisarüstü’nde güzel vakit geçirebileceğiniz
mekanlardan yeni müzik akımlarına, Başbakan’ın
yaptığı dindar gençlik açıklamarının yankılarından yeni TFF Başkanı Yıldırım Demirören’e, inkar
yasası ile dikkatleri üzerine toplayan Fransa’dan
2012 Oscar Töreni’ne de damga vuran İran sinemasına, TK kitaplarından vizyona girecek yeni
filmlere, etkinliklere dair her şeyi ve daha fazlasını
bulabileceğiniz bir gazete hazırladık sizlere.
Hepinize keyifli okumalar!
YETKİN GİRGİN
[email protected]
Boğaziçi Üniversitesi Güney
Kampüs’e Starbucks şubesi açılmasıyla başlayan, katılımı ve etkisi
giderek artan Starbucks işgali,
ikinci dönemin başlaması ile son
buldu. Ulusal medyanın yanı sıra
tüm dünyada yankı bulan, hatta
Wall-Street işgalcileri tarafından
hararetle desteklenen işgalin bitişi
ile ilgili çeşitli nedenler mevcut.
İşgalin son bulmasına etki eden
nedenler konusunda çeşitli iddialar
bulunuyor. Yarıyıl tatili sebebiyle
İstanbul’da kalan öğrenci sayısındaki azalmanın, işgalin bitişine
neden olduğu söyleniyor. Bunun
yanı sıra, iç ayrışmalar ve rektörle
uzlaşma yoluna gidilmesi öne çıkan
diğer iki büyük sebep. İç ayrışmaların varlığı, işgalde bulunan kişilerin
görüş bildirme veya bilgi verme
konusundaki isteksizliğinden ve
işgalde bulunan birçok kişinin, son
süreçte yaşananlardan ya da rektörle yapılan konuşmalar hakkında
habersiz oluşundan anlaşılabiliyor.
İşgalde bulunan birçok kişi, rektörle uzlaşmanın tam bir uzlaşma
olmadığını ve rektörün çok iyi bir
politika izleyerek işgalde bulunanların heyecanını birkaç vaat ile
bastırdığını belirtiyor.
Öncelikle, işgalin bitişinde
büyük etkisi olan rektörle görüşmeye bakıldığında, öğrencilerin bu
görüşmedeki isteklerini belirli başlıklar altında toplamak mümkün.
Bunlar; kayıt parasının kaldırılması, remedial öğrencilerin sorunları
ve shuttle’ların ücretsiz olması.
Öğrenciler, bu isteklerinden sadece
kayıt parasının kaldırılmasını elde
etmiş gözüküyor. Yaklaşık altı saat
süren bu görüşmede, rektörün
yapılmasını kabul ettiği şeyler
karşılığında en temel isteğinin,
işgalin bitmesi olduğu söyleniyor.
Hatta bu bir istekten çok önkoşul
gibi görülebilir. Örnek verecek
olursak, bir öğrenci kooperatifi
açılmasının, işgal bitmeden gerçekleşemeyeceğinin şiddetle altını
çiziyor rektör. İşgalin bitmesinin
ardından rektör, hocalardan oluşan
bir komisyon kurulmasını sağlayarak kooperatif konusundaki sözünü
gerçekleştirmeye yönelik bir adım
attı. Geçtiğimiz günlerde toplanan
bu komisyondan çok net bir sonuç
çıkmadı. Komisyonun, çalışmalarına önümüzdeki günlerde devam
etmesi bekleniyor. İşgalde bulunan
öğrenciler bu konuda, rektörü,
oyalama taktiğine başvurmakla ve
öğrencileri yatıştırma yoluna gitmekle suçluyor. Bazı öğrenciler ise,
rektörü, öğrencilerin heyecanını
azaltıp vaatler vermekle suçluyor.
Henüz belirsizliğini koruyan, öğrenci toplantı ve birleşme mekânı
olacak “kooperatif kurulması” fikri
ise öğrencilerin isteklerini diri
tutuyor.
İşgalin bitmesinde diğer öne
çıkan neden ise, işgalde bulunan
kişiler arası fikri uyuşmazlık ve
anlaşmazlık. Ancak birçok öğrenci
bu anlaşmazlıklar sonucu gruplar halinde değil de, teker teker
ve bireysel bağlamda kopmaların, ayrılmaların gerçekleştiğini
belirtiyor. Gruplardan “birinin”,
işgali kendilerinin başlattığı savı
ile karar mekanizmasında ön
plana çıkmaya çalıştığı söyleniyor.
Bu grubun, diğer insanları direkt
olarak dışlamasa bile, kendilerini
dışlanmış hissetmelerine neden
olduğu ve işgalin yayılmasına engel
oldukları söyleniyor ve işgal, 12000
öğrenciye yayılması gereken bir hareket iken 60-70 kişinin mekânı ve
davası haline geliyor. Yine önemli
ayrılıklardan bir diğerinin ise, dini
hassasiyete sahip öğrencilerden
oluştuğu belirtiliyor. İşgale destek
için okula gelmesi ayarlanmış bir
“derneğin” yöneticilerinin, homoseksüelliğin olduğu bir ortama
kendilerinin gelmeyeceğini belirterek, homoseksüel öğrenciler ve bazı
dini hassasiyete sahip öğrenciler
arasında bir soğukluk olmasına ve
nihayet dini hassasiyete sahip bir
grup öğrencinin gruptan ayrılmasına neden olduğu belirtiliyor. Tabii
bu sebeplere ek olarak, işgalin yorucu olması ve somut kazanımının
az olması eklenebilir.
Her ne kadar işgal sonlansa da,
işgalin ardından görüş aldığımız
öğrencilerin büyük çoğunluğunda
işgalin başarılı olduğu gerçeği var.
Çeşitli grup ve düşünceden insanların bir araya gelerek kaynaşması,
paylaşımda bulunması ve bu insanların politik deneyim kazanması
işgalin en dikkat çekici tarafları
olarak gösteriliyor. Diğer bir kazancın ise, öğretim görevlileri-öğrenci
arasındaki hiyerarşiyi yıkması,
sorunun öğrenciler kadar öğretim
görevlileri tarafından da tartışılması ve dayanışma ortamı yaratması
olduğu belirtiliyor. Ayrıca, yönetimin bunda sonra okulu doğrudan
ilgilendiren konularda eskisi kadar
rahat olamayacağı, karar mekanizmasında doğrudan olmasa bile
öğrencileri dikkate almak zorunda
olacağı söyleniyor.
Sonuç olarak işgal, getirdiği
heyecanıyla ve karmaşasıyla bir-
likte sona erdi. İşgalin bitmesinde,
fikri ayrışmalar ve rektörle yapılan
görüşmenin etkili olduğu söylenebilir. Öğrenciler, kendi üniversitelerinde bundan sonra oluşabilecek
her türlü sorunun içerisinde var
olacakları mesajını hissettirdikleri
için mutlular. İşgal bitti, ama etkisi
daha uzun süre hissedilecek gibi.
G RÜŞLER
Starbucks işgali devam
etmeli miydi? Bitiş
kararını nasıl görüyorsunuz?
Selen Gökçe - Kimya
Tabii ki herkesin düşüncesine
saygı duymak istiyorum, ama bir
yerde şunu da düşünmek lazım
burası bir okul ve işgal, ayaklanma tarzı şeyleri pek yakıştıramıyorum. Bence bitmesi iyi oldu,
bazı yeri sevenler olduğu gibi
sevmeyenler de olacak pek tabii,
ama her istemediğimiz şey için
ayaklanmayı doğru bulmuyorum
ben. Yine de dediğim gibi onların
da benim düşünemediğim sebepleri olabilir, saygı duyuyorum.
Ecenur Doğan - İnşaat
Mühendisliği
Okulda Starbucks açılmasına
karşı değilim, ancak protestocu
öğrencilerin de savundukları bazı
fikirleri de haklı buluyorum. Güney Kampüs’te öğrencilerin makul
fiyatlarla yemek yiyebileceği bir
kantin bile yok iken Starbucks
açılması biraz tuhaftı. Yine de
protesto eden arkadaşların eylemlerini bazı insanlar için biraz
ekonomi
05
Kayıt parası kalktı!
Sonunda, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin isteği oldu. Uzun yıllardır öğrencilerin dert yandığı kayıt parası, bu dönem kalktı. Harç
ücretinden farklı olarak kırtasiye vs. masrafları için alınan 75 lira,
her zaman öğrencilerin şikâyet konusu olmuştu.
YETKİN GİRGİN
[email protected]
Kimi öğrenciler kayıt parasını protesto
eden eylemler yaptı, kimileri sadece arkadaş ortamında şikâyette bulundu. Ortak
nokta ise, herkesin bu kayıt parasından
şikâyetçi olması ve bunu haksız bulmasıydı.
Üniversite yönetimi ile yapılan görüşmede, harç parasında herhangi bir değişikliğe gitme veya harç parasını tamamen
kaldırma girişiminde bulunulması neticesinde, YÖK’ü muhatap alma durumunun
mevcut olduğu belirtildi. Kayıt parasının
ise, iç yönetmeliğe bağlı olduğu ve üni-
versitenin, sahip olduğu özgür tasarruf
hakkını kullanarak kayıt parasını kaldırdığı bildirildi.
Diğer taraftan, bu ücretin kaldırılmasında Starbucks işgalcilerinin etkili olduğu
iddia ediliyor. Nitekim, işgale katılan
öğrencilerin bazılarından edinilen bilgilere
göre, rektörle yapılan görüşmenin ana
maddelerinden bir tanesi de kayıt parası.
Bu görüşmeden kısa bir süre sonra sona
eren işgal ile birlikte kayıt parasının kalktığının açıklanması, bu bilgiyi doğrular
mahiyette.
Sonuç olarak sebep ne olursa olsun,
öğrencilerin tamamını sevindiren bir olay
olan kayıt parasının kalkması, şüphesiz
ki birçok öğrenci için kendisine ayıracağı
ekstra para ve dolayısıyla mutluluk demek.
Barış Büyükokutan’ın
gözünden işgal sonrası
rahatsız edici buldum. Bu açıdan
bitmiş olmasına seviniyorum.
İsmini vermek istemeyen
öğrenci - Ekonomi
İşgalin bitmesinden memnunum.
Kendi tepkilerini belirtmelerine
hak veriyordum, ancak yöntemleri yanlış bulduğumu söyleyebilirim. Duyduğuma göre kahve
almak isteyen biriyle münakaşaya
girmişler, kahve müşterinin üzerine dökülmüş. Bence bu yapmak
istedikleri eylemi sadece yıpratıcı bir değer taşıyor. Starbucks
istememe özgürlüğüne sahip
olabilirler, ama Starbucks’ta vakit
geçirmeyi seven, kahvesini oradan
almayı tercih eden insanların
özgürlüğüne de saygı duymalılar.
Starbucks işgali sizin
için ne anlam ifade etti?
Muhammed Yıldırım - Siyaset
Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Ben öğrenci olmanın yanında,
çalışan da olduğum için hayatın gerçeklerinin farkındayım.
Dünyadaki genel akışı durduramayacağımızı düşünüyorum,
fakat yön verebiliriz, ben buna
duruş ya da omurga da diyorum.
Zaman zaman içlerinde bulundum. Bazı haklı istekleri de var ve
desteklenmesi gerekiyordu bence,
fakat oradakilere de söylediğim
gibi benim için uygun olmayan
şeyler de vardı orada. İşgale hak
veriyorum, çünkü öğrencinin
tepkisini sunacağı uygun ortam yok ve bu bir çözüm olarak
yapılmış bir hareket, bir ölçüde
desteğimi de alıyor bu konuda.
Fakat eylemde netlik yoktu, çok
büyük şeyler yapmaya koyulmaları yanlıştı. Kürt sorunu, anadilde
eğitim, gay hakları, azınlıklar, işçi
hakları ve daha niceleri... Bunlar
güzel şeyler konuşulabilir, fakat
yeri değil, amaçtan saptırıyor. Bu
tartışmalar sol cenahtaki kişilerin dış dünyadaki görüşlerinin
baskın çıkmasıyla birleşmiş ve
esas amaçlarının ortada sahipsiz
kalmasına yol açmış ve işgali düşünce ayrılıkları bitirmiştir.
Mustafa Akay - Sosyoloji
Bütün eylemler öncelikle eylem
olduğu için değerlidir. Özellikle
politika algısı, güç mücadelesinin dışına çıkamıyorsa, böyle bir
alanda kitleselleşen bütün bireysel
eylemler gerçek anlamıyla politikadır ve yani olduğumuz gibi var
olma istemidir. Haliyle isyandır,
direniştir. Sıtarbaks eylemi de okul
gündemini sarstığı gibi, yaşadığımız alanlardaki kamusal alan
ihtiyacının, temsil ihtiyacının,
politika ihtiyacının ve yani eylemlilik ihtiyacının bir dillendirilişi
olmuştur. Haliyle değerlidir.
ANKET SONUÇLARI
Starbucks işgali amacına ulaştı mı?
%64
% 17.5
Evet
% 15.8
Bilmiyorum
% 66.7
Hayır
Starbucks işgal sürecinde öğretim görevlileriyle öğrenciler
arasındaki iletişimi
nasıl buldunuz?
İşgale giden süreçte ve
işgal sırasında akademik kadroyla öğrenciler arasında daha önce var olmayan,
yeni iletişim kanalları açıldı. Bunu çok
olumlu buluyorum. Boğaziçi Üniversitesi bir kampüs üniversitesi, yani burada
eğitim ders saatleriyle sınırlı değil. İşgal
sırasında bunun
yeni formlarını gördük; açık dersler,
atölyeler, sohbetler,
açık toplantılar...
Üniversite büyümeye devam ettikçe, bu
yeni formları daha
da arttırmamız
gerekli. Bu konuda
idarenin atacağı
adımlar çok önemli.
İşgalin bitişini
öğretim görevlileri olarak nasıl
değerlendiriyorsunuz? En
azından siz ne
düşünüyorsunuz?
İşgal, kampüsteki Starbucks şubesi
kapanmadan bittiği için üzgünüm. Bu
duyguyu paylaşan çok öğretim üyesi ve
görevlisi var. Ancak bu üzüntümün sebebi, Starbucks’ın kampüse kesinkes yerleştiğini düşünmem değil. Starbucks eninde
sonunda buradan gidecek. Belki iki ay
sonra, belki iki yıl sonra, ama mutlaka o
mekan, üniversite camiasının çıkarları
doğrultusunda yeniden düzenlenecek.
Üzülüyorum, çünkü bu iş doğal sonucuna
vardığında bu süreçte işgalci öğrencilerin
ne kadar büyük bir rol oynadığını görmeyenler olabilecek. İşgal sürecinde ortaya
çıkan öğrenci kooperatifi ve okul meclisi
fikirleri ise hala yaşıyor, bu yöndeki çabaları izlemeye ve gerektiğinde desteklemeye devam edeceğim.
İşgalde yöntemsel bazda hatalar
yapıldı mı? Devamı için neler yapılabilirdi?
Mutlaka yapılmıştır, ama bunları belirlemek bana düşmez.
İşgal sürecinde
koltuğundan kalkmadan işgalcilere
işgal dersi vermeye
çalışanlar oldu. Bu
insanlar iyi niyetli
olsalar da yapıcı bir
rol oynamadılar. O
kervana katılmak
istemiyorum.
Her şeye rağmen
işgal sizin ve
Boğaziçi Üniversitesi için
ne anlam ifade
ediyor?
Niye “her şeye
rağmen?” diyelim? İşgalciler ortalama
toplumsal aktörlerin her gün yaptığından daha yanlış şeyler yapmadılar.
Boğaziçi’nde yeni bir katılımcı ruh
doğdu, ilk adımları biraz sarsaktı belki
ve şimdilik nihai amacına ulaşamamış
gibi gözüküyor, ama bu kampüste şirret
olmadan, klişelere teslim olmadan, yaratıcı bir şekilde siyaset yapmanın yollarını
üretti çok kısa bir zaman içerisinde. Bu
ruhun bir sonraki tezahürünü merakla
bekliyorum.
06 dünya
Bir Ermeni
bir Fransız
ANKET SONUÇLARI
Türkiye’nin Fransa karşısındaki tavrını yeterli buluyor musunuz?
%64
% 23
Evet
% 26
Aşırı buluyorum
% 51
Hayır
bir de Temel...
Üç aylık bir süreçte, değişik tepkiler alarak çok boyutlu bir yapı kazanan Soykırım Yasası tartışmaları, Fransa Anayasa Mahkemesi’nin
verdiği iptal kararıyla bir sonuca bağlanmış görünüyor. Fransa’nın
bu yasanın peşini bırakmayacağı kulislerde çokça konuşulsa da
Türkiye’de bir zafer havası ve rahatlık hakim.
BARAN KARACA
[email protected]
Başlangıcı çok öncelere dayanan süreçte,
yasanın önce Fransa Ulusal Meclisi’nden,
sonrasındaysa Fransız Senatosu’ndan
geçişi ile siyasi tavırlar ileri bir boyuta
taşındı. Yapılan üst üste açıklamalarla
hükümet ve muhalefet partileri kararı
ağır dille eleştirirken, özellikle Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri kamuoyunda geniş yankı buldu. Hükümet kanadının bir bölümü, yasayı “ırkçı” olarak
nitelendirirken, taraflı tarafsız herkesçe
benimsenen ortak tavır, yasanın düşünce
özgürlüğüne aykırı olduğu şeklindeydi.
Konu dış ülke basınlarında da önemli
yer bulurken, meselenin doğrudan ve
dolaylı muhattapları olarak Azerbaycan
ve Ermenistan’ın açıklamaları da ön plana çıktı. Ermenistan yönetimi, yasanın
onaylanmasından duydukları sevinci dile
getirirken Azerbaycan da Türkiye’nin
yanında bir tavır alarak durumu şiddetle
kınadı. Siyasi gerilimin bu denli yükseldiği sırada, bir başka ortak tavır da sağduyu çağrısıydı. Konunun muhattabı ve
tepki odağının Fransız halkı değil, Fransa
hükümeti olduğu vurgulanarak toplum
düzeyinde Fransız karşıtı bir anlayışın
oluşması engellenmeye çalışıldı.
Başbakan Erdoğan’ın, yasanın
kabulünün hemen ardından açıkladığı
8 maddelik yaptırım planına ek olarak,
AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen
Bağış’ın İsviçre’de yaptığı “Ermeni soykırımı yoktur, gelsin beni tutuklasınlar.”
açıklamaları Türkiye’nin geri adım atmayacağı şeklinde yorumlanırken, yasa,
Fransız Parlamentosu’nda yeterli imza
sayısına ulaşılması sonucu Fransa Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü. Bu noktada,
ibrenin Türkiye yönüne döndüğü ifade
edilirken, Ermeni diasporasına yakınlığıyla bilinen ve yasayı geçiren iktidardaki
Halk Hareketi Birliği’nin (UMP), Senato
Grup Başkanı Jean Claude Gaudin’in
açıklamaları bu savı destekler nitelikteydi: “Çok kötümserim, bu yasa Anayasa
Konseyi’nden geçemeyecek. Bundan daha
beteri, mahkeme, 2001 yılında Ermeni
soykırımını tanıyan ve Yahudi soykırımını inkar edenleri cezalandıran Gayssot
Yasası’nı da iptal edebilir.” Keza öyle de
oldu. Anayasa Mahkemesi, Ermeni soykı-
rımını inkar edenleri 1 yıl hapis ve 45 bin
euro para cezası ile cezalandıran yasayı,
ifade özgürlüğü ilkesine ve anayasanın
34. maddesine aykırı bularak iptal etti.
Karar, Türkiye ve Azerbaycan tarafından mutlulukla karşılanırken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından “Fransa
itibarını kurtardı.” sözleriyle yorumlandı.
Konu, dünya basınında da geniş yer bulurken kamuoyu, Cumhurbaşkanı Nicolas
Sarkozy’nin ciddi bir darbe aldığı görüşünde birleşiyor. Türkiye tarafından da
yasayı seçim oyunu olarak kullanmakla
suçlanan Sarkozy, Taşnak Ermeni Ulusal
Kongresi’nin lideri Levon Ter Petrosyan
tarafından da ağır bir dille eleştirildi. Bu
durumun, Sarkozy’nin gelecek seçimlerdeki şansını negatif yönde etkileyebileceği söyleniyor.
Türk kamuoyunda oluşan olumlu
havaya rağmen bazı köşe yazarları ve
siyasetçiler, Türkiye’nin, temel argümanı
olan düşünce özgürlüğü ihlali konusunda aslında pek de inandırıcı olamadığı
özeleştirisini getiriyor. Baskın Oran,
Radikal İki’deki 5 Şubat tarihli yazısında,
“Fransa’da Ermeni soykırımını inkar etmek suç, Türkiye’de kabul etmek serbest
mi?” sorusunu soruyor ve yakın tarihte
bu kapsamda verilen mahkumiyetleri
sıralıyor. Ek olarak, kararın Türkiye’de
algılandığı gibi Ermeni soykırımını
reddetmediği, yalnızca yasayı demokratik yönleriyle incelediği ifade edilenler
arasında.
İptal kararının ardından yeni tasarı
talimatı veren Sarkozy’nin yanı sıra, cumhurbaşkanlığı yarışının en güçlü adayı
olarak ifade edilen François Hollande’ın
da seçilmesi halinde yasayı yeniden gündeme getireceğini açıklaması, konunun
henüz sonlanmadığını gösterse de en
azından Fransa’daki yeni yasama dönemine kadar soykırım gündeminin sakin
geçeceğini belirtmek mümkün. Kararın,
Gayssot Yasası’nı etkileyip etkilemeyeceği
ise Fransa’da merak konusu.
G RÜŞLER
Soykırım yasasının Fransız
Meclisi’nden geçişini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Melis Nilgün - Felsefe
Tamamıyla Ermeniler’den oy alma
amaçlı yapılmış bir yasa tasarısı
bence. Fransa’da yaşayan Ermeniler’in
Türkler’den daha fazla olduğunu
düşünürsek, Sarkozy bu yasayla büyük
çoğunluğun sempatisini kazanacağını
düşündü. Ama şöyle ki tarihi yasa haline getiremezsin ya da madem böyle bir
işe kalkıştın o zaman Cezayir soykırımını da yasa haline getirsinler (birçok
Fransız tarihçinin dediği gibi) Ki birebir
konuştuğum Fransızlar da bu yasanın
çıkışının çok saçma olduğunu belirtmişlerdi senatodan geçmeden önce ve hepsi
de “merak etmeyin, senato bunu kabul
etmeyecektir” demişti. Ama gel gör ki
ne oldu, senatodan da geçti resmi olarak
kabul ettiler!!! Gerçi bu kabul ediş nasıl
oldu, nasıl böyle bir çoğunluk sağlandı
emin değilim ama sonuç olarak kabul
ettiler. Tamamıyla saçmalık bana göre...
Şöyle de bir durum var bu yasanın kabul olduğu dönemde, bu olaylar üzerine
yasanın iptali için imza toplanmaya
başlamıştı, o sırada Fransa’daydım ve
şunu diyebilirim ki bizim yaşımızdaki
Fransız gençleri olaydan bihaberler. Ne
oluyor, ne bitiyor haberleri yok, çok da
umurlarında değil açıkçası..
Kaan Uzunoğlu - Ekonomi
Fransızlar’ın çok büyük bir tutarsızlık
örneği gösterdiğini düşünüyorum. Bir
yandan kendilerini dünyanın en medeni
ülkeleri arasında gösterirken, diğer
yandan düşünce suçunu alenen yasalaştırma çabası büyük bir çelişkidir. Her
ne kadar anayasa konseyinin kararı ile
bu yanlıştan dönülmüş olsa da Fransız
halkını temsilen bulunan bir meclisten
bu yasanın geçmesi talihsiz bir karardır.
Meriç Aydın - Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bu soruya yanıt vermek için yasanın ardında ne olduğununun belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Baktığımızda,
Sarkozy’nin bu yasayı Ermeni kökenli
Fransız vatandaşlarından oy almak
için yaptığı gibi bir durumun varlığı,
meseleyi tamamen bir siyasetçinin çıkar
sağlamak için bir söylemi dayatmasına
ve belirli bir görüşü sabitleştirmesine getiriyor. Soykırım ve tanımı son
derece hassas bir konu ve Türkiye’nin
de savunduğu üzere bu mesele ulusla-
rarası bir tarih komisyonu tarafından
incelemeye alınmalı ve bu komisyonun
kararına saygı gösterilmeli. Böyle konuların siyasete sahne olması ve araçlaştırılması milletlerin kardeşliğinin arka
plana atılması sonucunu doğurması
açısından sakıncalı. Ben ayrıca bu meselenin Fransız demokrasisi için bir test
olduğunu düşünüyorum. Ki zaten bu
görüldü ve yasa veto edildi. Türkiye’nin
bu bağlamda nasıl etkileneceğine
gelince, şu son derece açık ki stratejik
bakıldığında bu durum Türkiye’nin bu
konu ile ilgili olarak dünya kamuoyu
düzleminde elini güçlendirdi.
Oğuzhan Mailmail - Ekonomi
Tarihi bir olayın akademik bir perspektif yerine bir ülkenin meclisi tarafından değerlendirilmesi başlı başına bir
hata iken, bununla kalmayıp farklı
görüş bildirenleri cezalandıracak bir
yasanın Fransız parlamentosundan
çıkarılmasını haddini bilmezlik olarak
değerlendiriyorum. Fransız Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilen
yasayı Sarkozy’nin küçük oy kaygılarıyla yeniden düzenleyerek meclise
gönderme çabaları yalnızca kendisinin
özgürlük anlayışını dünya kamuoyuna
sunacaktır.
İlkan Yudulmaz - Elektrik Elektronik
Mühendisliği
Bence soykırım yasasıyla ilgili olarak
Fransa’nın veya Türkiye’nin vardır/
yoktur demesi, karşılıklı Ermeni-Türk
arşivleri açılmadığı sürece net bir
sonuca varamayacak bir oyalamacadan ibarettir. Neyin oylamacası peki?
ABD’nin global sanayi devleri arasında
yerini bulamamış, fakat pazar arayışını sürdüren büyük şirketlerin “Arap
Baharı” isimli dalgasının Afrika’dan
Ortadoğu’ya sıçraması ve yayılması durumunda ABD’ye müdahale edebilecek
olası bir Rusya’nın dikkatlerini çok daha
yakınındaki Ermeni-Türk sorununa
çekmek üzere tasarlanmış bir düzendir.
Zira Euro’nun da çöküşe giden yolunda,
Avrupa ülkelerinin, global para birimi
Dolar’ın sahibi ABD’nin gizli politikalarını uygulamaktan başka seçeneği
yoktur.
bilim teknoloji
07
İnternete SOPA dayağı
Stop Online Piracy Act, kısaca SOPA, Amerikan senatosu tarafından gündeme getirilen ve aldığı
yoğun tepkiler üzerine rafa kaldırılan internete sansür yasası. Türkiye’de de bir benzeri uygulamaya koyulan bu filtre yasası, 24 Ocak’ta ABD’de oylamaya sunuldu, fakat Obama’nın desteğini çekmesi üzerine gündemden çekildi. Yapım sektörünün, telif haklarını bahane ederek
zemin hazırladığı bu uygulamayla film, müzik ve diğer telif hakkı gerektiren şeylerin
yasadışı yollarla indirilmesini engellemek amaçlandı.
ÖZBEN HAFIZ
[email protected]
Milyonlarca internet kullanıcısını ayağa
kaldıran bu sansür karşısında, tepkilerin
çoğu aynı ortak paydada birleşiyor: “Alışılagelmiş düzende daimi bir kazanç elde
eden büyük şirketler ve internet üzerindeki hukuksal yetkilerini küreselleştirmek isteyen ABD, büyük bir ekonomiyi
“SOPA”lamak ister; fakat sopanın ucu
kendilerine çevrilince taraf değiştirir.”
Sonuç olarak, kongre öncesi birçok internet sitesi bu yasayı protesto etmek amacıyla sayfalarını 24 saat süreyle karartma
kararı aldı. Google, yazısının üzerini
siyah bantla kapayıp “Kongreye söyle:
İnternete sansür getirmesin’’ yazarken,
ABD’deki sosyal haber sitesi craigslist.
com: “Bu çılgınlığa bir son vermeye nasıl
ve niçin yardım edeceğinizin farkına varın çok geç olmadan…’’ ibaresini sitesine
yerleştirdi. Kürenin her yanında yankı
bulan bu eylemlere, Türkiye’de “İnternet Tutulması” adıyla destek verildi.
Türkiye’de de hükümetin bu tarz bir yasa
taslağını uygulamaya koyduğu günler
bizim için çok da eski değil. “İnternetime
dokunma” söylemi ile yapılan eylemlerin Türkiye’de vereceği sonuç, ilerleyen
dönemlerde belli olacak.
İnternetin kitleleri örgütleyebilen
bir güç olduğunu Arap Baharı’nda iyice
anlayan devletler, birer birer bu gücün
kullanımının farkına varmaya başladılar,
ama SOPA Yasası’nın, Amerika’ya sınır
tanımayan birçok yasal hak sunduğu
iddia edilmekteydi. Fikri mülkiyet haklarını koruma mottosuyla yaygınlaşırken,
özgür ifade ortamını yok etme tehlikesi
yarattığı düşünülen bu yasa uyarınca,
telif sahiplerine sınırsız haklar tanınıyordu. Bir nevi kara listeye döneceği
tartışılan yasanın, uzmanlar tarafından,
interneti sekteye uğratacak bir işleyiş
olarak yorumlanması kimseye şaşırtıcı
gelmedi. Yasanın ABD yetkisiyle ülke
dışındaki sitelere de uygulanabilecek
olması, temelde tüm kontrolün
tek bir elde toplanacağını
düşündürttü.
Bu yasayı destekleyenler de yok
değildi tabii.
Görüş ayrılıklarının ciddi
kutuplar
oluşturduğu
bu kanunun
savunucuları,
korsan kullanımının, hak sahiplerini ne denli ciddi
zararlara uğrattığının
göz ardı edildiğini
düşünmekte. ‘‘Profesyonel
bir çalışmanın sonucu olan
her ürün, gerek yapımcısının
gerekse üretenin beklentisini
karşılamaz hale geldi. Birçokları,
bunun endüstri için bir kayıp olduğunda hem fikir. Sonuçlar, sayısız
insanın iş kaybı yaşadığını açıkça ortaya koyuyor ve söz konusu olanın büyük
bir emek hırsızlığı olduğunu vurgulatıyor. Bu eserlerin izinsiz kullanımını
engellemek ve korsanla mücadele etmek,
uluslararası bir suça mahal vermemekle
eşdeğer.’’ Ana hatlarıyla bu söylemde
buluşanlar, azınlık olmadıklarını ispatlamak için birçok çalışma yürütüyorlar.
Büyük şirketlerin de destek verdiği bu
yasa, son olarak, tabir-i caizse, büyük
adamların elini üzerinden çekmesiyle
sonlandı. Sektörde büyük bir çatışmanın
yaşandığı bu son günlerde, haklı ya da
haksız, pastadan kimin en büyük payı
alacağı ve bayrağı sırtlayacağı ise merak
konusu.
Yeni bir sayfa açın: E-KİTAP
DURU ÖKSÜZ
[email protected]
Kalın kitaplar, katlanan sayfalar, yeni
kitap kokuları, sahaflarda alışveriş...
Hepsi, yeni nesillere yabancı kalma
yolunda ilerliyor. Teknolojiyle beraber
artık her türlü yazılı metnin internete
düştüğü 21. yüzyılda, kitaplar da bu gelişimden nasiplerini aldı. Artık, e-kitaplar
yükselişe geçmiş durumda. 2010 yılı
verilerine göre e-kitap, pazarın %8,5’ini
oluşturmakta ve bu daha bir başlangıç
olarak görülüyor. Boyutları ince bir kitap
kadar olan, ancak içine bir kütüphane
sığdırılabileceğiniz e-kitap satışlarıyla
paralel olarak e-kitap okuyucuları da
her geçen sene artıyor. Taraftarlarının
öve öve bitiremediği bu dijital kitaplar sayesinde, kâğıt israfı ve taşınması
zor kitapların verdiği zahmet de sona
eriyor. Bunun yanında, fiyatları da basılı
kitaplara nazaran çok daha ucuz. Üstelik
e-kitapları yüklemek için kullanılan e-
okuyucular ile dergi ve gazete gibi yazılı
basını da takip edebiliyorsunuz. Hafıza
kapasitelerine göre milyonlarca kitabı
yükleyebileceğiniz bu aletler, aynı zamanda farklı farklı özelliklere de sahip.
Örneğin; marka ve modeline göre ışık
ayarlı olan, wi-fi ile internete girebilen
ve basit Office dokümanları yazabilme
imkanı sağlayan çeşitleri bulunuyor.
Ancak bu teknolojiyi benimsemeyenlerin
sayısı da az değil. E-kitapları kütüphane
kültürünü yok etmek ile suçlayan ve sayfa çevirme lüksünün elinden alındığını
savunan bir kesim de mevcut. Bir de bizler gibi şartlardan ötürü yeni teknolojiye
adapte olamayanlar var. Türkiye’deki
yayın evlerinin pazara henüz ciddi bir
yatarım yapmaması ve yeterli çeşitlilikte
e-kitap yayımlanmaması nedenlerinden ötürü Türkçe e-kitap bulmak hiç
de kolay değil. Ancak kısa zamanda bu
problemin ortadan kalkması bekleniyor. Kimileri tarafından çok beğenilen,
kimileri tarafından kabul göremeyen bu
teknolojinin, bir takım alışkanlıkları yok
ederken yerine yenilerini koyacağı kesin.
08 spor
DENİZ YEŞİL
[email protected]
Futbol tarihimizin en çalkantılı yedi
ayında başkanlık görevini yürütmeye
çalışan Mehmet Ali Aydınlar, verdiği
kararlarla ve söylemleriyle şike davasının
baş aktörü oldu. Aydınlar’ın istifasının
ardından spor yazarları birçok yeni başkan adayı önerdi. Bunların arasından,
Beşiktaş’ın eski başkanı Yıldırım Demirören TFF yeni başkanı olarak seçildi.
Peki, bu istifayı körükleyen olaylar
nelerdi? Yedi ay boyunca her türlü
baskıya, eleştiriye göz yuman, başkanlığı
bırakmaya niyetinin olmadığını açıklayan Aydınlar’ı bu kararı almaya iten
sebep neydi? Aslında istifayı getiren
olaylar zinciri çok önceden başlamıştı,
ama açığa çıkaran Kısmet Erkiner oldu.
Court of Arbitration for Sport ya da
kısaca CAS hâkimi olan Erkiner, 30 Ocak
akşamı katıldığı bir televizyon programında UEFA’nın blöfünü TFF’nin göremediğini, Federasyon’un Fenerbahçe’yi
Şampiyonlar Ligi’nden çok erken men
ettiğini ve Avrupa kupalarından ihraç
ihtimalinin olmadığını açıkladı. Daha
da kötüsü UEFA’nın bu konuda Eylül ve
Kasım aylarında TFF’ye gönderdiği iki
mektuptan Aydınlar’ın haberinin olmadığı ortaya çıktı. İlk mektup, UEFA’nın
yolladığı savunmaydı ve bu savunmada
Fenerbahçe’nin men edilmesiyle ilgili
kararın, Türkiye Futbol Federasyonu
yöneticileriyle yapılan görüşmelerin
ışığında alındığına dikkat çekiliyordu.
İkinci mektup ise, UEFA Başmüfettişi
Pierre Cornu’nun raporuydu ve bu rapor,
“TFF, kulüp yetkililerinin şike yaptığı konusunda bir karara varamazsa, UEFA’ya
kulübü Şampiyonlar Ligi’nden çekmenin erken bir karar olduğunu söyleme
yetkisindedir.” diyordu. Bunun üzerine
sadece 1 gün önce yola devam etme
kararı alan yönetimden ilk olarak Göksel
Gümüşdağ, ardından da Mehmet Ali
Aydınlar ve Lütfi Arıboğan istifa ettiler.
İstifa sonrası süreç ise futbol camiası için tedirgin ediciydi. Dağılmış bir
federasyon, mahkemedeki dava görüşmeleri, hâkim kararlarının belirsizliğinin
yanında, yaklaşan play-off dönemi ve
gittikçe artan kamuoyu baskısı her şeyi
daha da içinden çıkılmaz bir hâle getirdi.
Yeni federasyon başkanı için yapılan
tartışmalara, gündemi epey meşgul eden
Aziz Yıldırım’ın savunması da eklenince, kulüpler ile federasyon arasındaki
gerilime bir de kulüplerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklar ve neredeyse
sataşmalara varan tartışmalar dâhil
oldu. 27 Şubat’ta yapılan TFF başkanlık seçiminde 229 oydan 221’i Yıldırım
Demirören’i yeni başkan ilân ederken,
Bursaspor ve Galatasaray delegelerinin
oy kullanmamaları ise -her ne kadar
Galatasaray son dakikada Demirören
kanadına geçse de- protesto olarak
yorumlandı. Zaten uçurumun kenarında
olan Türk futbolunun en son isteyeceği
şey kulüpler arasındaki kutuplaşma
iken, futbol kamuoyu, bu durumun daha
fazla ilerlememesi için bazı kararların
artık verilmesi gerektiğine yeni inanıyor.
Ayrıca devam eden davada, savcı Mehmet Berk’in bulunduğu pozisyonun çok
önemli olduğu belirtiliyor ve kendisinden
adil bir yargılanma süreci eşliğinde play-
Bayrak artık
Demirören’de
3 Temmuz’dan bu yana devam eden şike soruşturması, TFF’deki istifalar ve başlayan davalar ile iyice kızıştı. Özellikle CAS hâkimi Kısmet
Erkiner’in gündemde bomba etkisi yaratan açıklamalarından sonra
gerçekleşen Federasyon’daki üçlü istifa, davanın ve Türk futbolunun
geleceği üzerindeki tartışmalara bir yenisini daha ekledi.
off’a kadar bir karara varması bekleniyor.
Aksi takdirde Türk futbolunun, şu anda
bulunduğu vahim durumdan çok daha
kötülerini görebileceği futbolseverlerin
kaygısı. Bu noktada, yeni başkan Yıldırım
Demirören’in tutumu dava sürecinde belirleyici özellik taşıyacak. Sağlam kararlar
verebilen, verdiği kararların arkasında
durabilen ve inisiyatif kullanabilen bir
TFF Başkanı herkesin ortak arzusu. Böyle
bir ismin önderliğinde bu kaostan en az
zararla çıkmanın hâlâ mümkün olduğu
konusunda herkes hemfikir. Yıldırım
Demirören’in bunu başarıp başaramayacağı ise önümüzdeki aylarda belli olacak.
G RÜŞLER
Yıldırım Demirören’in TFF
yeni başkanı olmasını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Meleke İşcan - FLED
Türk futbolu tam bir kaos içerisinde. Bu durumda hareket etmek için
tüm futbol kamuoyu ortak fikirde
ve görüşte olmalıdır. Galatasaray ve
Bursa cephesinde yaşanan karşı tavır
ve Demirören’in daha önceki dönem
açıklamaları bu birleşmeye engeldir.
ANKET SONUÇLARI
Mehmet Ali Aydınlar’ın istifasını doğru
buluyor musunuz?
% 5.46
Yorumsuz
%64
% 62.42
Evet
% 32.12
Hayır
Talha Emre Yıldırım - Turizm
İşletmeciliği
3 Temmuz’dan bu yana futbolun
yaşadıkları bunu zorunlu kıldı. Yıldırım
Demirören gibi ılımlı bir ismin başkan
olması gerekiyordu. Futbolda Fenerbahçe olmadan devam edemeyeceklerini anladı bütün kulüpler. Bütün
bunların dışında, Fenerbahçe suçluysa
küme düşürülmesini isterim. İddianame yetersiz ve savunma bir o kadar
güçlü ki Aziz Yıldırım ve Fenerbahçeli
yöneticilerin aklanacağına inanıyorum.
Kerim Birgün - İşletme
Yıllardır başkanlığını yaptığı Beşiktaş’a
sportif anlamda ve finans anlamında en
ufak bir katkı sağlamayan Demirören
için başarılı olur demek hayalperestlik
olur. Mevcut adaylara rağmen daha fazla istekli olması onun için bir avantajdı.
Canı gönülden desteklemekle beraber,
görünen köyün kılavuz istemediği bir
gerçek diyorum.
Türk futbolunun içinde
bulunduğu durumla ilgili
Demirören’den beklentileriniz
nelerdir?
Hakan Söyler - Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler
Sahada oynanan futbolun izleyenlere
keyif vermesini sağlayarak başlamalı.
Bunun yolu da futbolcusundan başkanına, hakeminden taraftarına yalnızca
sahadaki mücadele ile ilgilenmektir. 3
Temmuz 2o11’den bu yana insanları en
çok, sahada izlediği futbolun gerçekliğinden şüphe etmiş olmak soğuttu, bu
hissiyatı silmeli.
Erdem Bilgin - Makine Mühendisliği
Beşiktaş’ı yönetme konusunda başarılı olmadığı belli olan Yıldırım
Demirören’in, çok zorlu dönem geçiren
Türk futbolunun başına geçmesi, şike
ve teşvik iddialarıyla sarsılan futbol
dünyasının sorunlarını daha da büyütecektir.
spor
A4-2012 Sefer
sayılı uçuş
okulunuzun
spor salonundan
kalkıyor!
Bu yıl üçüncüsü düzenlenen uluslararası Red Bull Paper Wings kağıt
uçak yarışması 15 Mart’ta ilk seferine
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
öğrencileriyle çıkıyor. Havacılığa meraklı ve her an kanatlanmaya hazır
olan herkes dünya havacılık tarihinin
en ilginç yarışmasına katılabilir.
2012’de Türkiye’deki 9 üniversitede
düzenlenecek olan yarışlarda birbirinden yetenekli pilotlar 3 kategoride
yarışacaklar: en uzun uçuş mesafesi,
en uzun havada kalma süresi ve
en iyi akrobasi. Her kategorinin en başarılı ilk
üçü 4-5 Mayıs’ta
Salzburg
Dün-
09
ya Red Bull Paper Wings Finali’nde
Türkiye’yi temsil edecek. Bu sıra
dışı yarışmayla ilgili ayrıntılı bilgi
için www.redbullpaperwings.com/tr
adresini ziyaret edebilirsiniz.
Yarışmacıların, Avusturya’nın
Salzburg kentindeki Hangar-7’de
düzenlenecek dünya finaline katılmak için, önce kendi ülkelerindeki
rakiplerini elemeleri gerekiyor. Herkesin katılımına açık olan yarışmada
A4 boyutlarında bir kağıt, yaratıcı
bir fikir, güçlü - becerikli kollar ve
biraz da idealist bir hevesle büyük
bir başarı elde etmenin ne kadar
kolay olduğu görülecek. Yarışmalara
katılmak isteyenler www.redbullpaperwings.com/tr adresinden yarışma
tarih ve yerlerini öğrenebilirler.
Yarışmaya katılmak için yarışma
günü alanda bulunmak ve
kaydolmak mecburidir.
Sultans kaldığı yerden
Boğaziçi Üniversitesi takımları son hızla turnuvalara hazırlanıyor. 25 Şubat Cumartesi günü Uçaksavar Sahası’nda İTÜ Hornets ile karşılaşan Boğaziçi Sultans, rakibini 16 - 12 yenerek döneme galibiyet
ile başladı. Diğer takımlarımızın turnuvaları ise devam ediyor.
Snow Break çılgınlığı
Snow Break Spor Kurulu tarafından bu sene 17.si
düzenlenen Snow Break, 4 gece 5 gün boyunca Uludağ Monte Baia’da Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine unutulmaz bir kış tatili yaşattı. Boğaziçi Üniversitesi takımlarının da katılımı ile renklenen Snow
Break, 2012’de yine yüzlerce Boğaziçiliyi kayak ve
snowboard ile tanıştırdı. Gündüzleri, karın keyfini
çıkararak geçiren Boğaziçililer; akşamları ise turnuvalar, çeşitli animasyonlar ve partilerle eğlenerek
festival havasını yaşadılar.
Topla fakülteni, göster kendini!
İlk dönem beş branşta gerçekleşen Fall Games’in
ardından bu dönem Nisan ayında, futbol, basketbol
ve voleybol branşlarında yapılacak olan fakülteler
arası turnuva ile Boğaziçi yine spora doyacak.
Field Day başlıyor!
Türkiye’nin en büyük atletizm müsabakalarından
biri olan Field Day, Türkiye’nin dört bir yanından
sporcuların katılımı ile bu sene 14-15 Nisan tarihlerinde Uçaksavar Sahası’nda gerçekleşecek.
10 sağlık
Organ bağışı
ŞÜKRAN ŞENÇEKİCER
[email protected]
Organ ve doku bağışı, tedavisi sadece
nakil ile mümkün olan hastalar için
büyük bir umut kaynağı. Reşit ve akıl
sağlığı yerinde her vatandaşın rahatça bir parçası olabileceği bu sistem,
tanıtım ve önyargılarla ilgili sıkıntılar
yaşasa da, son zamanlarda gösterdiği
gelişmelerle toplumda günden güne
kabul görmeyi başarıyor. Peki, organ
bağışı tam olarak nedir? Organ bağışı,
kişinin ölmeden önce, ölüm veya beyin
ölümü sonrası alınmak üzere organlarının başka hastaların tedavisinde
kullanılması için izin vermesidir. Kişi
hayattayken de, böbrek gibi vücutta iki
tane bulunan ya da akciğer gibi bir kısmının alınması sağlıklı birey için sorun
yaratmayan organlarını bağışlayabilir.
Konunun bir diğer bilinmeyen boyutu
iste nasıl organ bağışlanabilineceği.
İl Sağlık Müdürlüğü Bölge Koordinasyon Merkezi’nden, Toplum Sağlığı
Merkezleri’nden ya da devlet hastanelerinden belli organları seçme seçeneği
de bulunduran organ bağış kartlarından
alıp yanımızda taşımamız yeterli. Tabii
ilgililer, olası sorunları engellemek
için organ bağışlamak isteyen kişinin,
yakınlarını da haberdar etmesini öneri-
yor. Yetişkin olmayan ya da akıl sağlığı
yerinde olmayan hastaların organ bağışı
yapma kararı ise yakınlarına bırakılıyor.
Nakil sırası bekleyen hastaların durumu
ise şu şekilde ilerliyor: Her hasta için
bilim kurulları tarafından belirlenmiş
öncelik kriterleri mevcut. Hastalar
arasında aciliyet ve uygunluk dışında
hiçbir fark gözetilmiyor. Karaciğer ve
kalp hastaları için, bekleyen tüm acil
hastalar arasında tarama yapılıp naklin
en uygun alıcıya verilmesi sağlanıyor.
Organ bağışları neden yeterli seviyede değil? Türkiye’de
durum ne?
Türkiye organ bağışında Avrupa’nın
en geride olan ülkelerinden biri olarak
kabul ediliyor maalesef. Organ bağışının yeterli seviyede olamamasının dünya çapındaki nedenleri ise şu şekilde:
Ani ölümlerin azalmasına karşılık, tıp alanında gelişen teknolojiyle daha çok hastaya organ nakli
yapılabilir gözüyle bakılması,
Dini sebepler ve organların
kötüye kullanılma ihtimali, (Bazı
ilahiyatçılara göre büyük dinlerin çoğu
organ bağışını destekliyor. Ayrıca, organların kötüye kullanımı pek mümkün
değil. Çünkü organların kullanımı,
yasayla sert bir biçimde sınırlandırılmış durumda. Doktorun veya önceden
belirlenmiş belli bir hastanın faydasına
kullanılması neredeyse imkânsız.)
Bazı devletlerin organ bağışını
engelleyen prosedürleri.
Bütün bunlara rağmen Türkiye’de
geçtiğimiz 2 ay içinde gerçekleştirilen
bir çok operasyon, toplumda organ
bağışının daha çok konuşulmasını
sağladı. Gelişmelerle beraber bağışçı
sayısı da artmaya başladı. Bu gelişmelerden en önemlisi Antalya Akdeniz
Üniversitesi’nde tıp tarihine geçen
operasyon zinciri oldu. Türkiye’nin ilk
tam yüz nakli, Ahmet Kaya’nın yüzünün
Uğur Acar’a verilmesi ile yapılmış oldu.
Büyük ses getiren bu ameliyat, sonrasında bir çok tartışmayı da beraberinde
getirdi. Hastanın medyada bu kadar yer
bulması bazı kesimler tarafından eleştiriler aldı. Bu nakil ameliyatından sonra
Hacettepe Üniversitesi’nde yapılan kol
ve bacak naklinde yaşanan sıkıntılar ve
hastanın hayatını kaybetmesi sistemin
ne kadar iyi ilerlediğine dair soru işaretleri bıraktı. Yıllar içinde sayısı gittikçe
artmakta olan, bir çok insanının hayatını kurtaran bu sistemin asla durmadan
ilerlemesi için insanların tam güvenini
kazanması gerektiği kuşkusuz. Bu
nedenle, soru işaretlerinin giderilmesi
herkesin en büyük temennisi.
ANKET SONUÇLARI
Organlarınızı bağışlamayı düşünüyor musun?
% 22
Hayır
%1
Kararsız
% 77 Evet
KİTAP
MÜZİK
SİNEMA
ETKİNLİKLER
Devrimlerin
yıkamadığı sinema
kültür sanat
Tanıyamadım?
Farklı amaçlarla kullanılan farklı müziklere her gün yenileri ekleniyor. Bunlardan bir tanesi de Dubstep. Dubstep
türündeki şarkıların isimleri, büyük bir kesim tarafından biliniyor. Ancak, gelişen yeni müzik akımları, ilk duyuşta kafa
karışıklığı yaratabiliyor. “Alternatif müziğin aksine tamamen yeni bir akım mı? Hangisi hangisinden etkilenerek ortaya
çıkmış?” gibi sorulara cevap bulmak kimi zaman zor olabiliyor.
SALMİ GAMBAROVA
[email protected]
Dubstep olarak bilinen bu elektronik müzik türünün kökleri Jamaican Dub Music,
UK Garage ve Drum and Bass’e dayanıyor.
Dubstep’in ortaya çıkması ve gelişmesi
2001-2003 yılları arası olarak biliniyor.
2005 sonu ve 2006 başında, bulunduğu
yerli mekanlardan ve İngiltere’nin Croydon
şehrinin yeraltı kulüplerinden günümüzdeki eğlence mekanlarına, dışarıya sızıyor.
Bu dönem boyunca internet, korsan radyo
kanalları ve diğer dijital medya sayesinde
yayılıyor ve gelişiyor. Grime müziğine -
MART-NİSAN AYI ETKİNLİK LİSTESİ
Sanatçı
Malia
Bülent Ortaçgil
İskender Paydaş
Photek
MFÖ
Aaron Parks Trio
Kings Of Convenience
Nigel Kennedy Quintet
Tortured Soul
Mustafa Ceceli
*En düşük fiyatlardır.
Tarih
24 Mart
30 Mart
30 Mart
6 Nisan
7 Nisan
10 Nisan
12-13 Nisan
18 Nisan
20 Nisan
20 Nisan
Dubstep’ten daha önce, 2000lerin başında,
yine İngiltere’de ortaya çıkıyor- benzeyen,
zaman zaman onunla karıştırılan ve benzer
kökenlere sahip olan Dubstep; karanlık
ruh haliyle, bas vurgusuyla, boşluk ve
sessizlikle ayrıştırılıyor. Elektronik dans
müziği türü olarak biliniyor, ancak hedefi
sadece vücut değil, aynı zamanda zihin.
Günümüzde Dubstep’in izlerine
(Dubstep’e özgün bas titreşimleri gibi)
Britney Spears ve Rihanna gibi dünyaca
ünlü sanatçıların albümünde rastlanabiliniyor. Chase & Status, Skream, Benga
ve Artwork gibi önemli prodüktörler de
Dubstep’in gelişiminde büyük rol oynuyor.
Dubstep, diğer müzik akımlarından etkilendiği gibi, Dubstyle gibi müzik türlerinin
Mekan
Tamirane Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
Hayal Kahvesi Şaşkınbakkal,
Babylon
Jolly Joker
Salon İKSV
Babylon
Salon İKSV
Ghetto
Bostancı Kültür Merkezi
Ücret*
45.00
34.00
39.50
44.50
61.00
28.00 (Öğrenci)
144.50
45.00 (Öğrenci)
35.00 (Öğrenci)
34.50
ortaya çıkmasında da rol oynuyor. Dubstyle; Hardstyle ve Dubstep’in “fusion” olarak
bilinen süreç sonucu oluşmasıyla doğmuş
bir tür. 2010’da ortaya çıkan Dubstyle,
Hardsytle’ın melodi yapısını ve Dubstep’in
ritmik yapısını benimsemiş. Gelişmekte
olan milyonlarca müzik türünden sadece
birkaçı olarak öne çıkan bu türler, radyoyu
açtığınız her an yeni bir müzik türüyle karşılaşmanızın ne kadar yüksek bir ihtimal
olduğunu kanıtlar nitelikte.
MART-NİSAN AYLARI
BÜMK ETKİNLİK LİSTESİ
22 Mart > Yora BÜMK’te
23 Mart > Baden Akustik Konser
27 Mart > Avaz Avaz Müzik
Sohbetleri
30 Mart > Boğaziçi Grupları
Sahnede
31 Mart > Tuluğ Tırpan- Volkan
Hüsrever Konseri
5 Nisan > Amerika Saint Marino
Korosu – BÜMK Caz Korosu
HALA DİNLEDİKLERİMİZ
Yabancı
Whitney Houston - I Will Always Love
You (1992)
Bon Jovi - Livin’ on a Prayer (1986)
Michael Jackson - Beat It (1982)
Madonna - Like a Virgin (1984)
Travis - Turn (1999)
Yerli
Demet Sağıroğlu - Arnavut Kaldırımı (1994)
Burak Kut - Benimle Oynama (1994)
Şebnem Ferah - Yağmurlar (1996)
Serdar Ortaç - Karabiberim (1994)
Sezen Aksu - Hadi Bakalım(1992)
12 kitap
TK* Kitapları İncelemesi
Bir Dinozorun Anıları
Cumhuriyet’ten önce
aydınlanmış bir annenin
Cumhuriyet ile ışıldayan
kızı Mina Urgan. Aslında
bir öğretim üyesi olan
Urgan, belki de iki elin 10
parmağını geçemeyecek
kadar insanın yaşayabileceği, yaşamaya cesaret edebileceği
hayatını yazmaya 1998’de bir Bir
Dinozorun Anıları ile başlamış. Daha
sonra bu otobiyografik macerasına Bir
Dinozorun Gezileri ile devam etmiş.
Sohbet edasında geçen Bir Dinozorun
Anıları’nda Cumhuriyet’in ilk zamanlarından 80’lere kadar bir kadının,
bir solcunun ve bir annenin hayatını
anlatıyor.
İlk olarak yaşlılığından başlıyor
Mina Urgan. Hayatında her zaman
olduğu gibi yılların karşısında da
türlü acı ve savaşlarına rağmen ayakta
kaldığından bahsediyor. “Dinç denilen türden bir ihtiyar olarak ayakta
kalabilmem, talihimden başka bir şey
değil aslında.” diyor. Kitabı okudukça
bu Cumhuriyet kadınının tüm talihsizliklere rağmen dolu dolu bir hayat
geçirdiğini görüyorsunuz. Anılarında
Nazım Hikmet’ler, Oğuz Atay’lar var.
Hayatının en güzel zamanlarını Abidin
Dino, Cevat Şakir (bir diğer ismi ile
Halikarnas Balıkçısı), Yaşar Kemal,
Ahmet Haşim, Aziz Nesin, Orhan Veli
ve daha niceleri ile geçiriyor. Halide
Edip’in önünde dizleri titreyen, Necip
Fazıl’ın gençlik yıllarını beraber geçirdiği bir insan Urgan.
Hayatında, herkesten çok annesinin
izi var. Annesinin ikinci kocasını babası olarak benimseyen Mina Urgan’ın
hayatında annesi kadar etkin rol oynayan Falih Rıfkı’nın yeri de yadsınamaz,
ama özelikle annesi sayesinde herkesin
saygı duyduğu kişiliğine bürünmüş.
Her zaman ayakta kalmayı, yenilmemeyi Şefika öğretmiş ona, her zaman
yanında olduğunu hissettirmiş. Bir
Çerkez kadını olarak domine etmeyi de
annesinden öğrenmiş. Hayatının bir
diğer önemli noktası ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi. Dönemi-
nin en donanımlı hocalarıyla yetişmiş.
Hem akademik, hem de kültürel açıdan
sonuna kadar doyarak okumuş Mina
Urgan. O senelerden bahsederken
kültürleri tamamen farklı hocalarından
kazandıklarından övünç ile söz ediyor.
Solculuğunu ve ateistliğini hiç saklamamış. Hatta bu yüzden işinden bile
olduğu dönemler olmuş, ama bu kadar
sağlam bir siyasi duruşa sahip olmasına rağmen kendini hiçbir zaman bir
politikacı olarak yeterli bulmamış. Bu
bağlamdaki hareketleri, eylemlerden
ya da imzalanan bildirilerden öteye
geçmemiş. Öyle ki çevresindeki herkesin bir süre hapse girip çıkmasına içerlemiş kendi giremediği için, kendini
“fazla saf, fazla zararsız” görmüş.
Dili oldukça rahat olan, okurken
bazen kahkahalar atıp, bazen de gözlerinizin dolacağı bir kitap Bir Dinozorun Anıları. Bir yazılı metinden çok,
konudan konuya atlayan ve sonra asıl
konudan saptığını fark edip toparlamaya çalışan bir konuşmacı
var karşınızda. Hem de öyle bir ko-
nuşmacı ki hayatların en tatlısını da
en acısını da Türkiye’nin en aydınlık
insanlarının arasında yaşamış. Kitabı
bitirdiğinizde, bu hayatı sizle paylaştığı
için Mina Urgan’a bir kez daha saygı
duyacaksınız.
Hikayeler
David Lynch’i hepiniz
bilirsiniz. Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın hikâyelerini
okurken, bir an kendinizden geçersiniz kendinize
varmak için çıktığınız
yolda, bir Lynch filmi
izler gibi olursunuz. “Ne
içindeyim zamanın. Ne de büsbütün
dışında. Yekpare geniş bir anın parçalanmış akışında.” deyip hissedersiniz
bu filmi.
Türkiye’de edebiyatın üstatlarından
Tanpınar; ağır dili, şahane üslubu ve
ustaca betimlemelerinin yanında, okurken klasik müzik etkisi bırakan anlatımı
ve zekâ kokan insan psikolojisi çözümleriyle ilgi çekici bir yazardır. Romanlarının ve şiirlerinin yanı sıra, öykülerinin
de kalbinize ve zihninize dokundurduğu
noktalar bolcadır.
Tanpınar’ın hikâyeleri üç bölümden
oluşuyor: Abdullah Efendi’nin Rüyaları,
Yaz Yağmuru ve Kitapların Dışındaki
Hikâyeler. Tanpınar’ın hikâyelerinde
dilin büyüleyici kullanımını görürüz,
ancak bunlara ek olarak “karanlık”,
“puslu” imgelerle ilerleyen bir anlatımla da karşılaşırız. Nerede olduğunuzu
bilmezsiniz, olayların ve yaşanılanların ne zaman geçtiğini anlamazsınız.
Özellikle Abdullah Efendi’nin Rüyaları
hikâyesinde, benlikler arası bir çatışma
söz konusudur, kendisiyle karşılaşmak
isteyen yüzlerin öyküsüdür belki de.
“Hakikatte Abdullah Efendi, ömürlerinin sonuna kadar kendileri olmaktan
kurtulamayan, nefislerini bir an bile
unutamayan, etrafındaki havaya kendilerini en fazla bıraktıkları zamanda bile,
içlerinde, tıpkı alt katta geçen bütün
şeyleri merakla takip eden bir üst kat
kiracısı gibi köşesinde gizli, mütecessis,
gayrimemnun ve zalim ikinci bir şahsın
mevcudiyetini, onun zehirli tebessümünü, inkâr ve istihfaftan hoşlanan
gururunu ve her an için ruhu insafsız
bir muhasebeye davet edişini duyan
insanlardan biriydi.” Belki de kendini
tasvir ediyor burada Tanpınar. Rüyadadır Abdullah Efendi, fiziksel zamanın
dışında ruhuyla, sezgileriyle raks ediyor
ve kendisiyle karşılaşma ihtimalini
elinde tutuyordu.
Diğer önemli öykümüz Yaz
Yağmuru’nda, evli ve iki çocuklu
Sabri Bey’in, bir yaz yağmuru sırasında
ıslanmamak için evine gelen “misafir
kadına” âşık olma süreci anlatılıyor.
Eşini ve çocuklarını tatile gönderdiği
sırada tanıştığı kadına olan ilgisi ve eşinin konumu arasında büyük çatışmalar
yaşamıştır. 40 yıllık dostları Hacıvat
ve Karagöz muhabbet ortakları, dert
paylaşımcılarıdır.
Sıradan olmayan hal ve hareketlere
sahipti misafir kadın, Sabri Bey’in daha
önce tanıştığı kadınlara benzemiyordu,
eşinden ayrı yaşıyordu, ama onu seviyordu. Hikâyenin sonunda kadın gider,
ancak imgesi, Sabri Bey’in zihninin en
güzel köşesinde, evin bahçesindedir
artık.
Peki, neydi, kimdi bu hikâyede ismi
dahi bulunmayan esrarengiz kadın?
Tanpınar, kadın için: “Bir insandan
ziyade bu bahçenin bir köşesinde bu
güzel yaz gecesinden kalmış bir rüya
olabilirdi.” diyor. Hikâyenin alt metninde hissettiğiniz şey, kadının “aslında”
olmadığı ve Sabri Bey’in rüyalarında
var olduğunu düşüncesi. Rüyalar kimsenin müdahale edemediği alanlardır,
Sabri Bey’in tatile gönderdiği eşinin
bile!
Açıkça görüleceği üzere, Tanpınar’ın
hikâyeleri; zaman, rüya, tahliler üçlemesi ile okunması son derece zevkli
anlatılar olarak biliniyor.
Hâlâ
ız
m
ı
r
a
l
k
u
d
u
ok
alar
Âlice Harik ewis Carroll
L
Ülkesinde
in
alter Benjam
Pasajlar - W
al
- Orhan Kem
u
n
u
n
a
K
t
Kur
Borges
- Jorge Luis
ü
g
v
Ö
e
y
e
Gölg
Kafka
Şato - Franz
kov
ladimir Nabo
V
ş
te
A
n
Solgu
alo Calvino
Palomar - It
co
- Umberto E
Gülün Adı
speare
illiam Shake
Hamlet - W
s Vian
öpüğü - Bori
Günlerin K
YENİ ÇIKANLAR
Yok Oluş
David M.Raup
Boğaziçi Yayınevi
Kandilli Rasathanesi El
Yazmaları Cilt 2: Arapça-Farsça Yazmalar
Kolektif - Boğaziçi Yayınevi
İskenderiye
Stratis Tsirkas - Can Yayınları
Neoliberalizm ve
Mahremiyet
Cenk Özbay, Ayşecan Terzioğlu,
Yeşim Yasin - Metis Yayınları
“Altın Nesil” in Peşinde
Yavuz Çobanoğlu
İletişim Yayınları
*Türkçe Dersleri Koordinatörlüğü 222 Kodlu Dersi
sinema
Vizyona
girecek filmler
Titanların Öfkesi - Wrath of the Titans
Yönetmen: Jonathan Liebesman
Oyuncular: Sam Worthington, Liam
Neeson, Rosamund Pike
Türü: Macera, Fantastik, Aksiyon
Vizyona Giriş Tarihi: 30.03.2012
Zeus’un yarı tanrı oğlu Perseus, canavar
Kraken’i cesurca yenmiş ve aradan 1o sene
geçmiştir. Perseus, oğlu Helius ile sakin bir
hayat sürerken tanrılar ve titanlar arasındaki
gerilim de artmaktadır. Kronos’un kaçarak
Zeus’u esir almasıyla Perseus için yeni bir
maceranın kapısı da aralanmış olur.
Toprağın Çocukları
Yönetmen: Ali Adnan Özgür
Oyuncular: Erkan Can, Ufuk Bayraktar, Türkü Turan
Türü: Dram
Vizyona Giriş Tarihi: 30.03.2012
Yaşadığı çingene kampı saldırıya uğrayınca
kaçan Karika’ya, köy enstitüsünde okuyan
Cevher’in enstitüde kalacak yer sağlaması ve
köy halkının bu durum karşısındaki hoşnutsuzluğuyla gelişen olayları anlatan Toprağın
Çocukları, köy enstitülerinin kapatılması
konusuna ve bir döneme ışık tutan bir yapım.
Şahane Misafir - Magnifica Presenza
Yönetmen: Ferzan Özpetek
Oyuncular: Elio Germano, Paola Minaccioni, Vittoria Puccini, Margherita Buy,
Cem Yılmaz
Türü: Dram, Komedi, Gerilim
Vizyona Giriş Tarihi: 30.03.2012
Cem Yılmaz’ın bir hayaleti canlandırdığı ve
Cannes Film Festivali’nde Javier Bardem’le
en iyi erkek oyuncu ödülünü paylaşan Elio
Germano’nun da kadrosunda yer aldığı,
Ferzan Özpetek’in yeni filmi Şahane Misafir
merakla bekleniyor. Filmi için “Şimdiye
kadar hiç yapmadığım bir şey var bu filmde.
İtalyanlar da konuyu merak ediyor, ancak
biz bir şekilde saklı tutuyoruz.” diyen
Ferzan Özpetek’in, ortaya yine başarılı bir iş
çıkardığı konusunda ise herkes hemfikir gibi
görünüyor.
Titanik 3D - Titanic 3D
Yönetmen: James Cameron
Oyuncular: Kate Winslet, Leonardo
DiCapri, Billy Zane
Türü: Macera, Dram, Romantik
Vizyona Giriş Tarihi: 06.04.2012
Bir döneme damgasını vurmuş ve Oscar töreninden 11 ödülle ayrılmış bir film olan Titanik, 3D olarak düzenlenmiş haliyle yeniden
vizyona giriyor. Teknolojinin nimetlerinden
faydalanarak, 3D teknolojisiyle daha vurucu
ve etkileyici hale getirilen film, duygusal olay
örgüsü ve yeni haliyle izleyicileri kendine
tekrar hayran bırakacak.
Devrimlerin
yıkamadığı sinema
Hakkında çok fazla şey bilmediğimiz, insanlara yabancı bırakılmış ve bütün kısıtlamalara rağmen nefes
almayı öğrenmiş, öğrenmek zorunda kalmış İran sineması. Sanatın, söylenecek sözlerin yüksek sesle söylenemediği toplumlarda, her şeye rağmen mesajın iletebileceğinin kanıtı haline gelmiş bir sinema.
ALİ YAĞIZ KAÇAR
[email protected]
İran sinemasının dünyadaki bilinirliğinin
en üst noktalar ulaşması, 2008 yılında
animasyon olarak çekilen Persepolis
ile olmuştu. Bu filmin Oscar adaylığı,
sinema severleri İran sinemasının içine
sokmaya yetmişti. Yeni bir kültüre maruz
kalan bu kitle, aslında dünyada biraz da
saklı kalan, yaratıcı ve özgün bir sinemayı keşfetmiş oldu. Bu sinemanın gelişimine bakıldığında, yüzleşmek zorunda
kaldığı kısıtlamalar yüzünden, hikâyelerin imgeler üzerinden anlatılmaya
başlandığı görülebilir. Örneğin; genelde
çocuk ve erkek oyunculara yönelinilmiş
ve ana görüş onların üzerinden aktarılmış. Zamanla, bir kadının eşarbının nasıl
bağlandığına dahi değinen, ince, sembolik ve bazen de ironik bir dil kullanılmış.
Sonuç olarak, Avrupa ve Amerika sahnelerinde aldığı ödüllerle sıkça konuşulur
hale gelmiş ve kalitesiyle bir Avrupa
filmini aratmayacak niteliğe ulaşmış.
Devrim öncesi ve devrim sonrası
olarak ayrılabilir İran sineması. Devrim
öncesi, sonrasına kıyasla daha silik. Özellikle devrim sürecinde sinamanın batı
yanlısı şeytani bir olgu olduğuna dair
görüşler, sinemayı ortadan kalkmaya
yaklaştırmış. Fakat dini ulemanın görüş
ayrılığını fırsat bilen yönetmen ve yazarlar, sinemayı tekrar yaratmışlar. Senaryo
Denetleme Kurumu’nun kurulması ile
tam anlamıyla kontrol altına alınan devrim sonrası sinema, kadın varlığından
yoksunlaştırılmış ve kadının sinemadaki
varlığı, iffetli ve takva sahibi olması
koşulu ile söz konusu olmuş. Ayrıca,
sinema ve devlet düzeni asla istenilen
ölçüde barışamamış. Bu nedenle, İran
sineması da bulduğu her sistem açığından yararlanıp genişlemiş. Ortaya çıkan
bu yeni akımda Hollywood karşıtı yeni
bir sinema ile modernizmin sorgulanmasını sağlamak için, sinemanın etkileyiciliğinden yararlanmaya çalışılmış. Fakat
toplumdan asla uzaklaşmamış. İmgesel
ve şiirsel üslubu ile öne çıkmış.
İran sinemasından bahsederken, Kirazın Tadı filmi ile Altın Palmiye kazanan
Abbas Kiarostemi’den ya da yasaklı yönetmenler Cafer Panahi ve Muhammed
Rasoulof’den bahsetmemek haksızlık
olur. 2010 Cannes Film Festivali’ne
tutuklu olduğu için katılamayan Cafer
Panahi’nin bu festivale gönderdiği mektubu açılışta okundu ve aynı gün, suçunun ne olduğu tam olarak açıklanmayan
Panahi, çarptırıldığı 6 yıl hapis ve 20 yıl
film çekmeme cezasından kaçmayacağını
söyledi.
MAFM
Emrah Serbes’i
ağırlıyor
Görsel Hafıza
Projesi’ne
başvurular başladı
Gerçekleştirdiği başarılı söyleşilerle öğrencilerin ilgisini çeken Mithat Alam Film
Merkezi, Emrah Serbes’i ağırlıyor. 28 Mart
Çarşamba günü, saat 18:00’da gerçekleşecek söyleşiye Murat Meriç moderatörlük
yapacak.
Türk sinemasının belleğini oluşturmak amacıyla başlatılan ve bir sözlü tarih çalışması
olan Görsel Hafıza Projesi kapsamında çalışmak isteyen gönüllü öğrenciler, Mithat Alam
Film Merkezi’ne Mart ayı içinde başvurularını yapabilirler.
Yenilmezler - The Avengers
Yönetmen: Joss Whedon
Oyuncular: Robert Downey Jr., Chris
Evans, Scarlett Johansson
Türü: Aksiyon, Macera
Vizyona Giriş Tarihi: 27.04.2012
Marvel’ın süper kahramanları Hulk, Demir
Adam, Thor gibi karakterleri bir araya getiren Yenilmezler, SHIELD adıyla bilinen barış
örgütünün başındaki Nick Fury’nin, tüm
dünyayı tehdit eden tehlikeye karşı süper
kahramanları biraraya getirmesiyle kurduğu
ekibin maceralarını izleyiciye sunuyor. Yenilmezler, Marvel’ın fanları için kaçırılmaması
gereken bir film.
13
Bunun yanında, şaşırtıcı şekilde artmakta olan kadın yönetmenler de dikkat
çekiyorlar. Samri Makhmalbaf ve filmi
Kara Tahta, sinemada kadın varlığının
başarılı bir örneği sayılıyor. Başarılı
yönetmen, 2000 yılında Cannes Film
Festivali’nde Jury Grand Prix ödülüne
layık görüldü.
Bugünlerde herkesteki merak duygusunu biraz daha arttıran A Seperation
filminin yönetmeni, ödülünü alırken
aslında İran kültürünün en güzel özetini
yapıyor: “Bugün bizi dünyanın dört bir
yanında milyonlarca İranlı seyrediyor.
Eminim hepsi çok mutlular. İran halkı
mutlu; çünkü siyasetçilerin savaş, tehdit ve saldırıdan söz ettiği bir dönemde
ülkelerinin ismi; siyasetin tozu altında
saklanan, zengin, köklü bir tarihe sahip
ve muhteşem kültürü ile anılıyor.”
Hâlâ
izlemediniz mi
1- Mona Lisa Gülüşü - Mona Lisa Smile (2003)
2- Duvak - The Painted Veil (2006)
3- İngiliz Hasta - The English Patient (1996)
4- Kazablanka - Casablanca (1942)
5- Modern Zamanlar - Modern Times (1936)
6- Ağır Roman (1997)
7- Yağmur Altında - Singin’ in the Rain (1952)
8- Tiffany’de Kahvaltı - Breakfast At Tiffany’s (1961)
9- Cinnet - The Shining (1980)
10- Yukarı Bak - Up (2009)
14 etkinlikler
KADİR AYDIN
[email protected]
Hani marjinal bizdik?
Biraz iddialı, biraz iyi niyetli, biraz kıymet bilir,
biraz paylaşma arzusu içeren bir yazı olacak belki
de. Geniş bir okuyucu kitlesi var tabii karşımda.
Belirsizliğin had safhada olduğu bilinci var. Yazının
‘biraz’ olumlanma ihtimali mevcut. Bu güzel. İçimden geldi, biraz sevdiğim kitaplardan bahsedeyim
dedim.
Büyüklerimiz anlatır -Kenan Evren gibi olmayan büyükler özellikle, saydıklarımızdan- “kitap
okumaya klasiklerden başlayın, marjinal olmak
için okuduğunuz yeni yazarlar da önce klasikleri
okumuştur.” diye. Haklılık paylarının olduğuna
inanırım. Estağfurullah sesleri. Giriş kitaplarını
okumadan bestseller’larla okumaya başlamak
algıda körlüğe yol açar, algıda körlük ne ya? Neyse.
Önünü görmeden uzağı görmeye çalışmak gibi.
Örnek verelim: Küçük Prens. Hayatınızın belli
dönemlerinde okuduğunuz ve bu dönemlerde farklı
çağrışımlar uyandıran, ağlatan, güldüren bir kitap.
Pinokyo yalan söyledikçe burnu uzardı, şimdi ise
anlaşılmadığı için gerçeği var zihnimizde. İnsan
sevmek için Remarque okunabilir. Bu klasikler
önümüzü görmemizi sağlayabilir, önümüzde farklı
noktalardan, yine farklı noktaların içerisindeki
farklı perspektiflerden durum ve kişi analizi yapmamızı sağlayabilir.
Uzattım biraz. Farkındayım. Felsefenin çözemediği bir sorunsal olan ‘intihar’ mevzusuna kafa
yoruyorsanız ve hatta intihar etmeyi düşünüyorsanız Albert Camus’nun Sisifos Söyleni’ni okuyun ve
bir daha düşünün. Yazının devamı için bir ipucu:
Oğuz Atay tavsiye edilmeyecektir, kriterimiz biraz
gerçeklik. Hermann Hesse’nin Demian’ı, iç ve dış
dünya arasındaki çatışmalarımızın müthiş bir gözlem ve anlatımla verildiği bir kitap, hayatınızdaki
Demian’ları bulmak ümidiyle... Bunların arasına
mizahına hayran olduğum, sürekli kitap yazıp
kahkaha attırsın dediğim Alper Canıgüz’ü sıkıştırın.
Kitaplarını üst üste okuyun derim. Gelelim son
dönemde dili bu kadar iyi kullanıp şahane kurgulara sahip olan, romanların ve öykülerin politik
yazarına, Murat Uyurkulak’a. Tol’u ve Har’ı elinize
alınca, dış dünyayla bağlantıyı sadece bu kitaplar
vasıtasıyla gerçekleştireceksiniz. Aslı Erdoğan’ın
Kabuk Adam’ını, Tezer Özlü’nün Yaşamın Ucuna
Yolculuk’unu, Cesar Pavese’nin Yalnız Kadınlar Arasında’sını üçleme yapıp müthiş bir keyif
yaşayabilirsiniz. Hadi biraz ağlayalım, ağladıkça
düşünelim, düşündükçe paylaşalım. Kürk Mantolu
Madonna’ya dokunun, Maria Puder’inizi bulun.
Julio Cortazar okumayan kişilerle arkadaşlık yapmayın. Kitaplarını okumadan Behzat Ç. izleyenlerle
aynı fıstığı paylaşmayın, gülmeyin fesatlar. Barış
Bıçakçı okumadan özgür olamazsınız, özgürlük
‘ayrıntılarda’ gizlidir.
Liste uzar, gider. Unuttuklarım hatırlanmayı
bekleyenlerdir, uğrayacağız onlara da bir müsait
zamanda. Ömer Seyfettin’ lerle başlayan okuma
serüvenimize yeni boyutlar katmamız gerekiyor.
Bizler Ömer Seyfettin’in kaşağısını çalarken, dayak
yerken, Küçük Prens ve Tilki muhabbetini kaçırdık,
bundan sonraki nesillerin kaçırmaması dileğiyle.
‘Oku’ yalım. Kitap okumayanlarla çay içmeyelim.
Carmen - Ballet Flamenco
Maria Carrasco
Gözlerinizi alamayacağınız kostümler, sahne
dekoru, canlı flamenko müziği ve 25 kişilik bir
kadro… Dünyaca ünlü Fransız yazar Prosper
Merimée’nin eseri olan Carmen; özgürlükçü, asi,
kıskanç ve tutkulu bir kadını anlatıyor. Dünyanın
birçok yerinde festivallere katılmış olan İspanyol
topluluk, izleyenleri kendilerine hayran bırakıyor.
Tarih, Saat ve Mekan:
06, 08.04.2012 - 21:00 - Türker İnanoğlu Maslak
Show Center, İstanbul
Ücret:
1. Kategori - 120.00 TL
2. Kategori - 100.00 TL
3. Kategori - 80.00 TL
4. Kategori - 60.00 TL
Venedik Taciri
William Shakespeare’in en önemli eserlerinden
biri olan, Nesrin Kazankaya’nın çevirip yönettiği
Venedik Taciri’ni izleme fırsatını kaçırmayın.
Sahne efektleri ve kostümleriyle İtalya’nın Venedik şehrini ayaklarımıza kadar getiriyor bu oyun.
Yahudi Syhlock ile Hıristiyan tacir Antonio’nun
arasında geçen ölümcül ticaret, Bassanio ve
Portia’nın arasındaki aşk, Antonio’nun batması,
arada geçen intikam savaşı ve daha birçok gerilimli ve eğlenceli sahneyle dolu bu büyülü atmosferi yaşamak için biletlerinizi en yakın zamanda
almayı unutmayın.
Tarih, Saat ve Mekan:
19.03.12 - 20:30 - Caddebostan Kültür Merkezi
01.04.12 - 18:30 - Tiyatro Pera Eren
Uluergüven Sahnesi
Ücret: Tam: 28.50 TL Öğrenci: 18.50 TL
Van Gogh Alive Sergisi
Mutlaka gidilmesi gerekenlerin arasında olan
Van Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi, Mayıs ayının
ortalarına kadar bizlerle. Bu yeni nesil sergi,
Van Gogh’u üç boyutlu yaşama şansı sunuyor.
Van Gogh’un 3000’i aşan meşhur eserleri, dev
kolonlara ve ekranlara yansıtılarak klasik müzik
eşliğinde gösteriliyor. Çerçeveleri ve sınırları aşan
bu görsel şöleni kaçırmayın.
Tarih, Saat ve Mekan:
10.02.2012 - 15.05.2012 - Karaköy Limanı
Antrepoları - 3 No’lu Antrepo
Pazartesi günleri hariç, 11:00-19:00 saatleri
arasında görebilirsiniz.
Ücret: Tam: 18.00 TL Öğrenci: 11.00 TL
Pippa
“Europe Now” projesi için kaleme
alınan bir oyun olan Pippa, İtalyan
bir sanatçının ve Diyarbakır’dan yola
çıkan bir göçmenin yollarının kesişmesini ve yol hikayelerini anlatıyor.
Oyunun yazarı Deniz Altun, gelecek
senelerde başarılarını duyacağımız
isimlerden.
Tarih ve Mekan: 22, 29.03.12 - 12, 19,
26.04.12 - 03, 10, 17, 24.05.12 - Sahne Hal
Ücret: Tam: 28.50 TL Öğrenci: 18.50 TL
Onca Yoksulluk Varken
Umut, yaşama sevinci, kimlik arayışı, barış ve
kardeşlik gibi kafa kurcalayan konuları ele alıyor
Onca Yoksulluk Varken. Yaşlı bir hayat kadınının hikayesini anlatan bu oyun, tiyatro severleri
felsefi yönüyle düşündürecek ve duygulandıracak.
Fransa’da en saygın edebiyat ödülü olan Goncourt Ödülü’ne layık görülen bu oyunu kaçırmak
istemezsiniz.
Tarih ve Mekan:
22, 24, 25, 31.03.12
Profilo KM Küçük/Büyük salon
Ücret: Tam: 45.00 TL Öğrenci: 35.00 TL
Ham Hum “Çok
İştahlı Sergi”
Okulumuza yakın ve popüler
mekanlardan Bebek Lucca ev
sahipliği yapıyor bu sergiye.
Ömer Ozan Erdoğan’ın çeşitli materyallerden yarattığı
karakterler ve mekan seçimi,
farklı bir sergi havası yaratıyor. Merakınızı gidermenin
tek yolu gitmek.
Tarih ve Mekan:
09.02.2012 - 09.04.2012
- Bebek Lucca
Bahar döneminin geldiğinin en
önemli kanıtı, sıcak havaların
dışında, kandaki alkol seviyesinin
artması. Boğaziçi Üniversitesi’nin
Petek’inden ve Manzara’sından
İstanbul’u izlemenin keyfi paha
biçilemez, hele elinizde soğuk
bir içeceğiniz de varsa. Petek ve
Manzara’yı biliyoruz ama bunlar
dışında “Hisarüstü’nde keyifli
vakit geçirip alkol alabileceğim
hatta müzik dinleyebileceğim
nereler var?” derseniz, bu yazıyı
gözden geçirin.
veren mekanlar
Kupkuru hecelere hayat
mekan
CAN YILMAZ
[email protected]
ANKET SONUÇLARI
Okul çevresinde içki içmek
istediğiniz zaman en çok hangi
mekânı tercih ediyorsunuz?
% 12.7
Şükrü Baba
% 13.3
Diğer
% 28.5
Salvador
% 37
La liberta
% 5.5
Citrus
%3
Nexus
15
Salvador
r
Binnur Hanım ve eşinin eski yemek yeri
olan Cook’u içkili mekâna devşirmesiyle
başlamış her şey. Bölgede karı-koca olarak
işletilen tek mekân. Cook’tan kalan kemikleşmiş müşterisi ve öğrencinin isteği
doğrultusunda şekillenen müziği ile “kendi
çalıp kendi söyleyen” bir havası var. Neredeyse gelen herkesi tanıyan Binnur Hanım,
yemek yapma işinden ve işletmecilikten
çok yorulmuş. “Bize gelen tok gelir.” diyor.
Mutfağa sadece patates ve soğan halkası
servis etmek için giriyor. Yoğun günlerde iki
fıçı bira satılan mekânda, masalardan patlamış mısır eksik olmuyor. 50’lik bira: 5 TL
Şükrü
a Baba
Mekânın işletmecisi Cemal Bey, mekânın
adı gibi babacan. Güney Kampüs’ün çaprazında yer alan dingin mekân, hem Türk
Sanat Müziği dinleyip hem rakı içilebilecek
tek yer. Kömürde pişen tavuk pirzolası ise
tadılmaya değer. Öğrenciler dışında kendi
müşterileri de var. “Yemek yiyenlere meyve
ikramını boş geçmeyiz.” diyen Cemal Bey,
maç seven öğrencinin azlığına da değiniyor
ve futbola teşvik için öğrenciden maç parası
almıyor. Mağaracılık ve Yelkencilik gibi
kulüplerin tanışma yemeklerinin düzenlendiği mekân, civardaki tek meyhane. 50’lik
bira: 6 TL
Nexus
s
Hisar Kampüs’e doğru giderken sol tarafta yer
alan Nexus’a bir öğrencinin elinin değdiği çok açık.
Eğer “Boğaziçili kafası” diye bir şey varsa, Nexus
tam da bunu yansıtıyor. Boğaziçi’nin eski öğrencilerinden Fatih Bey, yeni mekânını “Ticari kaygı
değil, heves.” olarak tanımlıyor. Müziğe öğrencinin müdahale edemediği tek mekânda jazz, blues,
lounge gibi müzik türleri hâkim. Bu anlamda
“türünün tek örneği”. Ufak tefek eksikleri yok değil
ama bunlar çok kısa sürede giderilebilecek sorunlar. Mekânda her türlü masa oyunu ve satranç
oynanabiliyor, akşamları ise tempo yükseliyor.
Ayrıca mekânda kapı önünde içilen sigara da ayrı
bir sosyalleşme aracı olabilir. 50’lik bira: 4,5 TL
Citrus
s
Güney Kampüs’ün karşısında, en üst katta
yer alan Citrus’ta bir pub’dan çok bar ve
gece kulübü atmosferi var. Gündüzleri cafe
tarzı faaliyet gösteren mekân, kısmi Boğaz
manzarası ve ferahlığıyla bir parti mekânı
görüntüsü içinde. Zaten Erasmus partilerine ve Büdans’ın salsa gecelerine de ev
sahipliği yapmakta. Canlı müzik de olan
mekânda Salı günleri karaoke’nin başlayacağı belirtiliyor. Citrus’ta gündem şarkıları
çalınmakta. Ayrıca mekânın barı, çoğu gece
kulübünün sahip olamadığı türden. 50’lik
bira: 6 TL
La aLiberta
Kuşkusuz öğrenciler tarafından en çok
tercih edilen mekânların başında gelen La
Liberta’da öğrenci çalışanlar ağırlıkta. “Öğrencinin sahip olduğu yer” imajına sahip
olan mekânda her an yeni biriyle tanışmanız mümkün. Tavanı biraz basık olsa da
öğrenciler bu samimi ortamdan çok memnun. Müzik tamamen öğrencinin isteğine
bırakılmış, Metallica ile coşarken kendinizi
bir anda Ahmet Kaya ile hüzünlenirken bulabilirsiniz. Loş ışığın hâkim olduğu mekân
diğer mekânlar gibi saat 04:00’a kadar açık.
50’lik bira: 5 TL
16 çevre
Çimlerden panzerlere, otoparklardan işgallere...
DURU ÖKSÜZ
[email protected]
Boğaziçi çimleriyle meşhurdur.
Popüler bir karede sağ tarafta Albert
Long Hall ve 1. Erkek Yurdu, ortada
İB, masmavi gökyüzü, çimlerde yatan
bir dolu öğrenci... Ne bir ihtilalde, ne
bir çatışmada o çimlerden kalkmayan şahane bir İstanbul manzarasına
karşı okuyan bir dolu şanslı öğrenci…
Apolitik bir nesil yetişmeden önce bile
apolitik bir öğrenci kitlesine sahip bir
üniversiteymiş Boğaziçi, öyle derler. Ve hatta söylentidir ki, 12 Eylül
sonrası ilk öğrenci eylemi Boğaziçi’nde
olmuştur. “Otopark bizim arabalara
yetmiyor, genişletin şu otoparkı!”
eylemi imiş. 17 yaşındaki çocukların
asıldığı bir dönem sonrası ilk eylem!
Dışarıdan bakana böyle bir okuldur,
içinde okumakta olana ne derece
farklı olduğu değişir. Her zaman diğer
okullardan biraz daha özürlükçü, biraz
daha demokratik olmuştur. Apolitikliği bundan geliyor sanırım. Sanırım
diyorum çünkü henüz okuldaki mila-
dım fazla olmadığından, yargılarım şu
ana kadarki gözlemlerim veya duyumlarından fazlasına temelli değildir.
Ancak özgürlükçülük ve demokratlık,
vurdumduymazlık veya görmezden
gelinmezliktir bu okulda. Özellikle de
değişen ve geçmişle karşılaştırıldığında eskisinden çok daha politik, çok
daha fazla bağıran ve her bağırışıyla
sesini bir öncekinden daha çok duyuran Boğaziçililer için.
Yaşayan daha iyi bilir, havasından
İstanbul’a
iki yeni şehir
Son 40 yılda nüfusun 3 milyondan 13 milyona çıktığı ve hızla
artmaya devam ettiği İstanbul’da iki yeni şehir daha kuruluyor.
MELİSA ATAY
[email protected]
Michigan Üniversitesi’nin Kent Planlama Bölümü tarafından hazırlanan
projede Anadolu Yakası’nda ve Avrupa
Yakası’nın Karadeniz kıyısında birer
milyonluk iki şehir kurulması öngörülüyor. Proje, yeni yerleşim alanları
yaratmak, depreme hazırlık ve kentsel
değişim-dönüşüm amacı taşıyor. Kurulacak şehirlerde binalar arazi yapısına
uygun inşa edilecek. Aynı zamanda
bu binalar kendi enerjilerini büyük
ölçüde kendileri üretecek. Yeşil alanlı
çatı sistemlerinin yanı sıra, binalardaki
enerji ve su ihtiyacı; rüzgâr türbinleri,
güneş panelleri, yağmur suyu toplama
sistemleri, deniz suyu ve yağmur suyundan yeniden yararlanmayı sağlayacak
sistemler aracılığıyla karşılanacak. Bunların yanı sıra, Silivri’de bir havaalanı,
Gümüşyaka’da bir liman, Gazitepe’de
rezerv alanı kurulacak. Şehirde turistik ve kültürel tesisler, doğa turizmi
alanları, kent ormanı, finans merkez-
leri, bilişim ve teknoloji alanları da yer
alacak. Yeni İstanbul, bölgenin eşsiz
doğal özellikleri etrafında ve bu doğal
durumu ve dengeyi bozmayacak şekilde
inşa edilecek. Taş ocaklarının yerini
parklar alacak, apartmanlar 40-50 katlı
olacak. Şehir, şehir nüfusun ve yerleşim yoğunluğunun yarattığı ekolojik
sakıncalara dikkat edilerek tasarlanmış.
Atatürk Parkı, proje için çok büyük bir
büyük önem atfediyor. Projeye göre
Atatürk Parkı, Manhattan’daki Central Park, Londra’daki Green Park ve
Tokyo’daki Imperial Palace ile yarışacak
ve yeni İstanbul’un simgesi olacak. Yeni
İstanbul, Garipçe-Poyrazköy arasında
inşa edilecek olan 3. köprüye de yakın.
Şehrin ulaşımında raylı sistemlere
öncelik veren toplu taşıma yaygınlaştırılacak ve deniz taşımacılığı etkinleştirilecek. Yeni İstanbul, New York ve Tokyo
ile aynı enlemde ve her ikisine de eşit
uzaklıkta yer alacak. Şehrin Karadeniz
kıyısı boyunca uzanan üç hilal şeklinde
planlanması ve binaların kıbleye bakacak olması da projenin ilginç detaylarından.
Boğaziçi’ne metro geliyor!
İstanbul’un en büyük problemlerinden biri olan ulaşımı kolaylaştırmak
için trafiğin yoğun olduğu bölgelerde
mini metro ve füniküler projeleri de
hazırlandı. Hisarüstü’nü Levent Metro
çevre
suyundan mıdır bilinmez ama bu okula bir kere giren, hayatında asla aynı
görüşü paylaşamayacağı insanlara
saygı göstermeyi öğrenir. Dinlemeyi,
konuşmayı, insanca tartışmayı öğrenir. “Bu bir ders olarak gösterilmez.”
diyorum ya, “havasından suyundan
kapılır”. Apolitikliği zamanla yıkan
ancak politik olmayı da kavgalarla,
çekilen bıçaklarla örtüştürmemiş
bir okul olarak bahsetmek gerekir
Boğaziçi’nden. Bu siyasi fikirlerdeki
değişimlerle beraber 80’lerde otopark
eylemi yapan Boğaziçililer ile 2008’de
başörtüsü eylemi yapan, geçen
sene panzerlerle kovalanan, bugün
İstasyonu’na bağlayan bir metro hattı
inşa edilecek. Metro hattı, Boğaziçi
Üniversitesi’ne kadar uzanıp 5 duraktan
oluşacak. Seferler 4 dakika aralıklarla
yapılacak. Hisarüstü’nden Levent’e
gitmek artık yalnızca 5 dakika sürecek.
Bunun yanında Hisarüstü ve Aşiyan
Parkı arasında ulaşım füniküler ile sağlanacak. Fakat Taksim-Kabataş arasındaki fünikülerin aksine okula yapılması
planlanan füniküler, tünelden değil yüzeyden gidecek. Hisarüstü’nden Aşiyan
Parkı’na gitmek böylece sadece 3 dakika
sürecek. Projenin hayata geçirilmesinin
2 yıl sürmesi bekleniyor. Bu projeden
en çok yararlanacak olanlar ise şüphesiz
Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri olacak.
Starbucks’ı işgal eden Boğaziçililer
arasında dağlar kadar fark var desek
yeridir. Bence bu değişimi ateşleyen
de düşünebilmenin ve bahsettiğim
saygıyı duyabilmenin bir getirisi.
Çevremizde olup bitene duyarlı olarak
ama asla karşısında durduğumuzu
rencide etmeden, fiziksel bir şiddet
göstermeden hakkını arayabilmenin
verdiği bir güven ve ayrıcalık duygusunu hissedebiliriz bu kampüsün içinde.
Bu okulu yaşamanın bir getirisi bu
hepimize. Dışarıdan baktığımızda görebiliriz belki, Türkiye’de çoğu zaman
tutturulamayan bir çizgi üzerindeyiz
çoğumuz. Yeri geldiğinde haksızlığa
karşı yanımızdaki için sesimizi duyurmaya, yeri geldiğinde desteklemesek
de köstek olmadan kendi fikirlerimizi
dile getirebilmeye çekinmeyiz.
Sonuca varmanın birbirimizi ezmeden gidilecek yolları olduğunu biliriz,
onları tercih ederiz. Ancak nereye
kadar geçerli bir yargıdır bu? Sınırı
nerede çizilir? Onu anlamak zor. Diğer
üniversitelerle kıyaslama yapıldığında
özgürlüklerin altın tepside sunulduğu
bu fanustan çıkınca kime yakalanacağımızı kestirmek imkânsız. Çünkü en
sert politik grupların bile eriyip yittiği
Türkiye’de politikleşen Boğaziçi’ni
ülkeye mal edemiyoruz. Bizim konuş-
17
mamızı anlamayacak, fikirlerimizi
dinlemeye değer bulmayacak bir grup
insan kalabalığının ortasına giriyoruz.
O zaman da okulda yakaladığımız
özgür ortamı sanki herkes yakalamışçasına fikirlerimizi söylüyor, sonra
kalemlerimizden tutulup
hapse atılıyoruz. Biz burada yaşarken
saygıyı öğreniyor, çıkınca da saygısızlar tarafından düşüncesiz, hedefsiz
apolitikler oluyoruz. Şimdi biz mi
değişip hayatın bizi saygısız yapmasına izin verelim, yoksa bu değişmeyen
düzende bir taş oynatma hayaliyle
düşünmeye, konuşmaya devam mı
edelim?
ANKET SONUÇLARI
Hisarüstü - Levent metro hattı
projesinin ulaşım sorunlarımızı
azaltacağını düşünüyor
musunuz?
% 14.5
Hayır
% 83
Evet
% 2.5
Bilmiyorum
18 kampüsten
Nöbetçi kütüphane
“Kütüphanenin bir üniversite için önemini biliyoruz. Öğrencilerin kütüphaneden yararlanma imkânlarının ve kütüphane kapasitesinin artırılması için elimizden geleni yapıyoruz.” diyen kütüphane yöneticisi Hatice Ün ile Aptullah Kuran Kütüphanesi’nin sorunları üzerine konuştuk.
DUYGU SÖYLER
ANKET SONUÇLARI
[email protected]
Ülkemizdeki kütüphanelerin yetersizliği, kültürel gelişimin önündeki
en büyük engellerden biri olarak
gösterilmiştir. Nüfusumuza kıyasla
sahip olunan kütüphane ve kitap
sayısı Avrupa standartlarının
çok altındayken, mevcut kütüphanelerin sahip olduğu sorunlar
da göz ardı edilemez nitelikte.
Türkiye’de 1432 halk kütüphanesinden 274’ü kapalı. Türkiye’nin en
büyük kütüphanesi sayılan Beyazıt
Devlet Kütüphanesi, Amerika’daki
ortalama bir merkez kütüphanenin
ancak 4’te 1’i kadar kaynağa sahip.
Kütüphane kullanımını engelleyen
en büyük sıkıntı ise kütüphanelerin memur saatleriyle çalışıyor
olması. Çalışan bireyler için
kütüphane kullanımını imkânsız
hale getiren bu uygulama, ne yazık
ki ülkemizin hemen her yerinde
geçerli.
Durum üniversite kütüphaneleri için de farklı değil. 24 saat
kullanılabilir olmasının gerekliliği gayet açıkken, kütüphane
hizmetini tüm gün öğrencilerine
sunabilen, kaynak ve kapasite
açısından sıkıntı yaşamayan
üniversite sayısı oldukça az.
Türkiye’nin en gözde okullarından Boğaziçi Üniversitesi’ne ait
Aptullah Kuran Kütüphanesi,
kategorisindekilere kıyasla iyi
bir yerde olsa da hem öğrenciler
hem de yöneticiler, eksiklikleri
olduğu konusunda hemfikir. 3500
kişi için tasarlanan, ancak bugün
kullanıcılarının sayısı 12000’den
fazla olan kütüphanenin sorunları
üzerine konuştuğumuz kütüphane
yöneticisi Hatice Ün, kapasitenin
ve kütüphanenin kullanılabilirliğinin artırılması için ellerinden
geleni yaptıklarını aktardı.
Özellikle vize ve final dönemlerinde öğrencilerin uğrak mekânlarından biri olan kütüphane,
2009 yılında yapılan genişletme
çalışmalarıyla birlikte bir miktar
rahatlamış olsa da hem öğrenciler
hem de yönetim, kapasite konusunda sıkıntı yaşanıldığı görüşünü
kabul ediyor. Hem Kuzey hem
de Güney Kampüs’te sürdürülen
inşaat faaliyetlerinden sonra
kütüphane için de bir yenilemenin
ve eğer mümkün olursa yeniden bir genişletme çalışmasının
planlananlar arasında olduğunu
belirten Hatice Hanım, kaynakların ise yeterli ve güncel olduğu
görüşünde.
Yaz aylarında daha da kısıtlı
olan kullanım saatleri, ülke gene-
Kütüphanemizi kaynak, kapasite ve çalışma saatleri
açısından yeterli buluyor musunuz?
% 40
Hayır
Sosyal medyada
Boğaziçi
DENİZ YEŞİL
% 60
Evet
linde olduğu gibi bizim kütüphanemizin de en büyük sıkıntısı olarak
görülüyor. Hatice Hanım, Cumartesi günleri kapalı olan ve dönem
içerisinde hafta içi 9:00-22:00
saatleri arasında hizmet veren
kütüphanenin çalışma saatleri
hakkında: “Kullanım saatlerinin
artırılması uzun zamandır gündemimizde olan ve gerçekleştirmeyi
çok istediğimiz bir çalışma. Ancak
bu hem personel sayısının artırılmasını hem de gece vardiyasında
çalışacak bu personellere lojman
veya servis tahsis edilmesini gerektireceğinden ciddi bir maliyeti de
beraberinde getiriyor. Öğrencilerin
şikâyetini sık sık dile getirdiği bu
konu, kütüphane komisyonunda
da sıkça gündeme geliyor. Yakın
vadede Cumartesi günleri açık kalmasını sağlamak için çalışıyoruz,
ancak elbette dileğimiz kütüphanemizin geceleri de açık kalmasını
sağlayarak kullanımını her zaman
mümkün kılmak. Öğrencilerimizin
şikayetlerini her zaman göz önünde
bulunduruyoruz, bize gelen tüm sorulara ve sorunlarla ilgili mesajlara
olumlu veya olumsuz geri dönüş
yapıyoruz.” diyerek kafalardaki
soru işaretlerini gidermiş oldu.
G RÜŞLER
Sizce kütüphanemizin
en büyük eksiği nedir?
Esra Geyne - İşletme
Kütüphanenin en büyük eksiği
kesinlikle çay-kahve makinası!
Ders çalışırken çoğu insan çay,
kahve tüketir, ancak bizim kütüphaneye su makinası bile yeni
geldi. Yakınlarda alınabilecek bir
yer de yok. O yüzden taa kuzey
kantine gitmek gerekiyor bir
kahve alabilmek için.
Özge Tabak - Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler
En büyük eksik olarak aklıma pek
bir şey gelmedi ama, kitapları
rahat okuyabilecek, ders çalışma
haricinde gazete, dergide okuyanlar için mesela daha rahat bir
okuma ortamı olmasını isterdim.
Sandalyeler ve masalar kalabalık
çalışma ortamlarına göre kalıyor
biraz. Belki koltuklar olabilir.
Kütüphanenin eksiği değil de
sorunu olarak da çok erken kapanıyor, bazı okullarda 24 saat açık.
Deniz Seyhanoğlu - Psikoloji
Kütüphanede görmek istediğim
en büyük yenilik 24 saat açık
olması ve bir de kitapları geri bırakma tarihi geçtikten sonra para
cezası olduğu için o dönemde
kitapları biri hold’lamamış olmasına rağmen yenileyemiyorsunuz.
Bunun kaldırılması iyi olurdu.
Ladin Bayurgil - Sosyoloji
Kütüphanenin saatleri fazlasıyla
kısıtlı, bence sabaha kadar açık
olması gerekir ve öğrencilerin
daha rahat vakit geçirebileceği
koltuklar, alanlar olmalı. Üstelik
kütüphanenin alt katı aşırı sıcak
ve havasız. Orada uzun süre vakit
geçirmek çok can sıkıcı. Kütüphane sadece final dönemlerinde
ders çalışmak için gidilecek bir
yer olmaktan öte, okuyarak vakit
geçirilebilecek bir yer olmalı.
Ecem Bayar - Fizik
Boğaziçi üniversitesinin kütüphanesinin oldukça zengin bir kütüphane olduğu biliniyor. Özellikle
eski basım ve ulaşılması zor
kitapları bulmak mümkün. Fakat
günümüz edebiyatına daha fazla
yer verilebilir diye düşünüyorum.
Kütüphane geçmişte ve günümüzde yazılmış tüm kurgusal ya
da bilimsel edebi eserleri kapsamalı sonuçta ama ben günümüz
edebiyatına gerek kitaplara gerek
dergilere çok önem verildiğini düşünmüyorum. Bence bir
kütüphanede bunun da dengesi
olmalı güncel edebiyatı tanıtmak
büyütmek ve geliştirmek adına.
[email protected]
Üniversitemizin Facebook
sayfası, geçtiğimiz iki ayda
düzenlediği yarışmalarla
oldukça dikkat çekti. Birçok
kişinin katıldığı yarışmalar,
okul dışından da büyük
ilgi gördü. Yaklaşık 11 bin
takipçisi bulunan sayfanın
düzenlediği “finallerde ders
çalışma” konulu fotoğraf
yarışmasına gösterilen
büyük ilgiden sonra, bu dönemin başında “consent
request” konulu yarışma da yapıldı. Yine birçok fotoğrafın gönderildiği yarışmada, öğrencilerin hocalara
gönderdikleri birbirinden ilginç consent’ler paylaşıldı.
Peki, bu son iki ayda şahit olduğumuz Facebook sayfasındaki hareketlilik nereden geliyor? Her şey sosyal
medya ekibinin başında bulunan İdari ve İktisadi
Bilimler Dekanı ve Rektör Danışmanı Ayşegül Toker’in
öğrencilere gönderdiği bir mail ile başladı. Bu ekipte
yer almak isteyen öğrenciler, seçim için öncelikle
CV’lerini ve neden bu görevi istediklerini belirten birer
yazı gönderdiler. Ardından uygun görülen öğrenciler
ile Ayşegül Toker mülakat yaptı ve 6 öğrenci ekip için
seçildi. Aykut Kale, Mustafa Aşıroğlu, Andaç Baran Cezayirlioğlu, Cem Kocabaşa, Hazal Soğukpınar ve Yusuf
Öç; Ayşegül Toker ile birlikte sosyal medya ekibinin
başında yer alıyorlar. Ekip, belirli aralıklarla toplantılar yapıyor ve bu toplantılara herkes bir fikirle geliyor.
Yarışmaların belirlenmesi ile ilgili olarak Aykut Kale
şöyle diyor: “Toplantılarda fikirlerimizi beyin fırtınasıyla geliştirip bir konsept haline getirerek proje halinde yarışmaya sunuyoruz.” Ayşegül Toker de ekibin
direkt içinde ve ekipteki öğrencilerle iletişim halinde.
İşletme Yüksek Lisans’ta sosyal medya alanında bir
ders de veren Ayşegül Toker’in, ekibe kattığı fikirleri
de oluyor. Ekip de doğal olarak Ayşegül Toker’e sıkça
danışıyor. “Çünkü bu yarışmaları yaparken bir yandan
hocaların ve okulun da hassasiyetlerini göz önünde
bulundurmak zorundayız. Herhangi bir hocadan
kötü bir geri dönüş almak istemeyiz. Bizim ikilemde
kaldığımız konularda Ayşegül Hoca’nın görüşünü alıyoruz. Şu ana kadar da bizim [email protected].
tr adresimize bu yönde hiçbir hocadan kötü bir geri
dönüş gelmedi. Bu da bizim için sevindirici bir haber.”
diyor Aykut Kale konuyla ilgili olarak. Yeni kurulan
ekiple Boğaziçi Üniversitesi Facebook sayfasına bir
hareketliliğin geldiği aşikâr. Yeni yarışmalar ise dört
gözle beklenir hâle geldi.
ANKET SONUÇLARI
Üniversitemizin Facebook sayfasındaki fotoğraf yarışmaları
hakkında ne düşünüyorsunuz?
% 36
Güzel fakat eksikleri mevcut
% 31
Oldukça başarılı
% 16
İdare eder
% 12
Yorum yok
%5
Başarılı bulmuyorum
kampüsten
Hayatı halaya
alıyoruz!
2002 yılından beri düzenlenen ADventure Reklamcılık Yarışması, bu yıl TTNet – tivibu işbirliği
ile 9.kez gerçekleşecek! Bu seneki konumuz viral
reklamlar.
Hayatı halaya alıyoruz!
20 Mart’ta Anadolu, Bilkent, Boğaziçi, Karadeniz
Teknik ve Ege Üniversitesi’nde aynı anda gerçekleşecek “Hayatı Halaya Alıyoruz!” tanıtım etkinliğiyle
ADventure bir kez daha üniversite öğrencileriyle
buluşuyor. Seni bu 5 üniversitede saat 12.30’da aynı
anda çekilecek halaya katılarak eğlenceyi bizimle
birlikte yeniden keşfetmeye çağırıyoruz!
20 Mart’ta saat 10.00’dan itibaren yukarıdaki
okullarda kurulacak olan standlara uğrayıp hem
başvurunu yapabilir hem de ismini yazdırarak
çekilişle verilecek sürpriz hediyeleri kazanma şansı
yakalayabilirsin.
Başvuru
Yarışmaya başvurmak için standlarımıza uğramak zorunda da değilsin, 20 Mart’tan itibaren
facebook.com/tivibu adresine girip Facebook uygulamasındaki viral reklamcılıkla ilgili soruları doğru
cevaplayarak, 10 Nisan’da yayınlanacak olan brief’e
ulaşabilirsin.
28 Nisan’a kadar, oluşturduğun 3 kişilik grubunla brief doğrultusunda geliştirdiğin fikirleri [email protected] adresine yollaman gerekli.
BÜO’dan yeni
oyun: Sezuan’ın
iyi insanı
İnsan mı değişmeli, dünya mı?
Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) bu dönem Bertolt Brecht’in Sezuan’ın İyi İnsanı oyunu ile
seyirci karşısına çıkıyor. Müziklerin canlı olarak icra
edildiği oyunun Nisan ayında gala yapması planlanıyor. Oyunda, “Ekonomik ve sosyal koşulların
insani değerlerin anlamını yok ettiği bir dünyada,
iyi insan olmak mümkün müdür?” sorusunun cevabı aranıyor. Dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda
ayakta tutmaya çalışan tanrıların yardımıyla, fahişe
Shen Te bir tütün dükkanı açar. Ancak yoksulluğun
yakıcı biçimde yaşandığı Sezuan kentinde hem
iyilik yapmak, hem de ayakta kalmak hiç de kolay
değildir. BÜO’nun, Bertolt Brecht’in 2000’li yıllarda
nasıl yorumlanacağının cevabını aradığı oyun, izleyicilerini bekliyor.
Oyun tarihleri için Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları grubunu Facebook’ta takip edebilirsiniz.
Bırakın,
pazarlama sizi
baştan çıkarsın!
15. Brandmarker Uluslararası Pazarlama İletişimi
Kongresi için geri sayım başladı. 17-23 Haziran
tarihlerinde gerçekleşecek olan uluslararası aktivite,
bu sene de katılımcılarına pazarlamayı farklı bir
pencereden görme fırsatı sunuyor. Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü, “Marketing will
seduce you!” sloganıyla yine pazarlamanın kapılarını sizin için aralıyor.
Ana sponsorluğunu Unilever’in üstlendiği
Brandmarker, 15. senesinde “Social” temasıyla
karşımızda. Ekip, bu yıl da dünyanın dört bir yanından gelen ve pazarlamaya ilgi duyan üniversite
öğrencilerinin pazarlama ve iletişim dünyasındaki
son gelişmeleri duayenlerin ağzından dinlemelerini
amaçlıyor.
Hafta boyunca katılımcılar, “Markaların Sosyalleşen Stratejileri, Sosyal Oyunlar ve Sosyalleşen
İletişim Kanalları” hakkında bilgi edinme fırsatı
yakalayacak. Bunun yanı sıra son gün “Sürdürülebilirlik” üzerine yoğunlaşılacak. Bu sene her zamankinden farklı olarak Unilever’in sponsorluğunda bir
hafta süren bir vaka yarışması düzenlenecek.
Bu kaliteli organizasyonun en önemli parçalarından biri de kusursuz eğlence. Gün boyunca devam
eden eğitimlerin yorgunluğu geceleri düzenlenen
eğlencelerle atılacak. Katılımcıların kaynaşmaları
için oyun geceleri yapılacak, Istanbul’un seçkin
kulüplerinde partiler düzenlenecek ve tekne turları
yapılacak. Bunlara ek olarak kültürlerin birbirlerini
daha iyi tanımasını amaçlayan bir de “Intercultural
Day” olacak.
Siz de Brandmarker’ın 15. yılı özel programına katılmak ve pazarlamayı ayrıcalıklı bir şekilde
öğrenmek istiyorsanız, 17-23 Haziran tarihleri
arasında Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs’e
davetlisiniz.
Detaylı bilgi ve başvuru için: www.brandmarker.
boun.edu.tr
Magic Break 2012
Gelenekselleşen ve Boğaziçililerin merakla beklediği
Magic Break 2012’ye çok
az kaldı! Gezi Makinesi tarafından organize edilen bu
etkinlik, geçen seneki gibi
bu sene de World Palace
Resort Kemer’de gerçekleşecek. Dopdolu bir eğlence
programı ve her şey dahil
uygun fiyatlarıyla 21-24 Nisan tarihlerinde Boğaziçililere rüya gibi geçecek 3 gece 4 gün yaşatacak.
19
İletişim dünyasının
ekseni Boğaziçi’ne kayacak
İletişim dünyasının önemli organizasyonlarından PR
Professional İletişim ve Halkla İlişkiler Günleri yepyeni formatıyla iletişim profesyonellerini öğrencilerle
buluşturmaya hazırlanıyor. İletişim fakültesi bulunmayan Boğaziçi Üniversitesi’nde bu alanda düzenlenen tek aktive olan ve bu sene 6.sı düzenlenecek olan
PR Professional bu yıl 6-7-8 Nisan tarihleri arasında
Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü
tarafından Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü
Demir Demirgil Salonu’nda gerçekleşecek.
Değişen formatıyla heyecanla beklenen PR Professional, PR dünyasının duayenlerini Türkiye’nin
dört bir yanından halkla ilişkilere ilgi duyan ve
merak eden üniversite öğrencileri ile buluşturmaya
devam ediyor.
Önceki senelerde Fügen Toksü, Ceyda Aydede, Serra Görpe gibi sektörün önemli isimlerini ağırlayan PR
Professional’da bu sene de Kurumsal Sosyal Sorumluluk, Kriz Ynetimi, Marka ve İtibar Yönetimi, Sanat
İletişimi, Etkinlik İletişimi gibi konularda UNDP
Türkiye Yöneticisi Hansın Doğan, Zarakol İletişim
Kurucu Başkanı Necla Zarakol, On İletişim Başkanı
İpek Özgüden Özen, Kurumsal İletişimciler Derneği
Başkanı Suat Özyaprak ve daha birçok PR uzmanı
sektörün püf noktalarını öğrencilerle paylaşacaklar.
Ekonomi Zirvesi
tekrar toplanıyor
Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü
tarafından 7.si düzenlenen Ekonomi Zirvesi uzman
ekonomistleri, akademisyenleri ve iş dünyasındaki
öncü şirketlerin yöneticilerini ekonomiye ilgi duyan
öğrencilerle bir araya getiriyor. Bu yılki konusu
“Küresel Mali Kriz” olan Ekonomi Zirvesi 10-11
Nisan tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi Güney
Kampüsü’nde gerçekleşecek.
Küresel mali krizin her yönüyle tartışılacağı Ekomoni Zirvesi önceki senelerde olduğu gibi bu yıl da
çarpıcı konusu ve konuşmacılarıyla şimdiden ilgileri
üzerine çekiyor. Finansbank, D&B, Ernst&Young
sponsorluğunda yapılacak etkinliğe TMSF Başkanı
Şakir Ercan Gül, Citibank CEO’su Serra Akçaoğlu,
SPK Başkanı Prof.Dr. Vedat Akgiray, İMKB Başkanı
Dr. İbrahim Turhan, Prof. Dr. Emre Alkin, Merkez
Bankası Başkan Yardımcısı Mehmet Yörükoğlu,
Türkiye Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın ve
daha birçok uzman isim katılacak.
Bu yıl ayrıca etkinlik öncesinde “Küresel Mali
Krizde En Kötüsü Geride Mi Kaldı?” konulu Bimeks
ve Can Yayınları sponsorluğunda ödüllü yazı yarışması düzenlenecek. Katılımcılardan ABD ve Euro
Bölgesi’ni dikkate alarak en kötünün geride kalıp
kalmadığı ve AB’nin yeniden büyüme yakalayıp
yakalayacağımızı konusunda öngörülerini içeren
bir yazı isteniyor. Yazıların son gönderime tarihi
29 Mart 2012 Perşembe günü akşam 17.00 olmakla
beraber ilk üç dereceye sırasıyla fotoğraf makinesi,
iPod, kitap seti ödülleri verilecektir. Ayrıntılı bilgi
içinhttp://buik.boun.edu.trziyaret edebilirsiniz.
20 umumi
Her sağlam insan bir
engelli adayıdır
Dinamik Gazete’ye ilk
başta ne yazmak istediğimi gerçekten bilmiyordum. Konu sınırlaması
olmadığı için herhangi
bir şey yazabilirdim,
NEŞE İDİL
ama engelli bir adam
[email protected]
hakkında yazmaya karar
verdim. Gerçi çoğu
insan, yazımın bundan sonrasına sadece göz gezdirecektir, ama beni çok etkileyen bu konuyu paylaşmak
ve yaymak zorunda gibi hissediyorum kendimi.
Hiçbir sıradışılığı olmayan, son derece normal ve
sakin bir gün geçiriyordum. Bir arkadaşımla okuldan
çıkmıştık ve metrobüse gidiyorduk. Hava kararmak üzereydi ve gerçekten çok soğuktu. Metrobüse
bineceğimiz saat dört buçuk civarı olduğu için pek
kalabalık değildi Zincirlikuyu. Kahkahalar atarak
merdivenlerden iniyorduk ve o an merdivenlerden
inen yalnızca biz vardık. O an bir ses bir soru sordu:
“Engelli gazetemizi alarak engellilere yardım etmek
ister misiniz?” Sessizleştik. Yürüyüp geçecektik
aslında ama devam edemedik. Sesin sahibi, küçücük
bir taburede kucağında gazetelerin olduğu bir kutuyla oturan görme engelli bir adamdı. Önce sadece
para verdik ve gazeteyi almak istemedik. Hani mendil satan çocuğa para verirsin, ama mendili almazsın
ya, işte öyle.
“Gazete almayacak mısınız?” diye sordu. Biz de
aldık tabii, iyi ki de almışız. O gazetenin o adam
için ifade ettiği şeylerin büyüklüğünü konuşmanın
devamında anladım. Konuşmaya başladı bizimle:
“Gazeteyi aldığınız için çok teşekkür ederim ablacım.
Yüzde 90 görme engelim var benim. Gazete satarak
geçimimi sağlıyorum. Siz gazete alarak hem bana
hem de derneğimize yardım etmiş oluyorsunuz. Gazetede Bedri’den Bir Mektup diye bir bölüm var, onu
mutlaka okuyun. Ben İstinye tarafında bir dernekte
çalışıyorum. Bizim televizyon programlarımız da var
bir kanalda. Hatta o programa geçenlerde ben de
çıktım ve anlattım ablacım. Anlattıklarım da gazetede var. Ameliyat oldum ben kısa zaman önce.” diyor
ve kafasındaki yarayı bize göstermeye çalışıyor. Hatta hortum izi varmış boynunda, onu da gösteriyor.
İnsanın hayatında unutamayacağı sahneler
vardır. Benim için o sahne bunlardan biriydi. Oturduğu için kafası neredeyse bel hizamdaydı. Önümde derdini anlatmaya çalışan bir insan... Ayakta
olmasaydım o anda, aynı hizada oturuyor olsaydık
keşke. Hala aklımdan atamadım. Konuşmamızın bir
yerinde bir kız geliyor ve para veriyor. O da bizim
gibi gazeteyi almakta tereddüt ediyor, fakat sonunda o da alıyor ve gidiyor. Kız gelmeden önce adam
bir şeyler anlattığı için devam etmesini bekliyoruz.
Ancak o gittik sanıyor ve bağırmaya devam ediyor:
“Engelli gazetemizi alarak engellilere yardım etmek
ister misiniz?” Arkadaşımla bakışıyoruz. “Buradayız
biz, giden başkasıydı” diyorum. “Ablacım kusura
bakma. Ben dumanlı görüyorum, yüzde 90 göremiyorum. Gazetedeki yazıyı ağabeyim yazıya geçirdi,
ben anlattım. Bedri’den Bir Mektup’u mutlaka
okuyun”. Sonra gülerek benim bu yazıyı yazmama
sebep olacak cümleyi söylüyor: “Arkadaşlarınıza da
gösterin gazeteyi mutlaka. Onlara gazetedeki resmimi gösterir, ‘Biz gazeteyi bu adamdan aldık.’ diye
hava atarsınız.” dedi.
Bu yazıyı sonuna kadar okuyan kaç kişi olur bilmiyorum, ama eğer okursanız lütfen sadece 1 dakika
bile olsa düşünün. Hepimizin ayrı ayrı dertleri var,
ama engelliler için hayat çok daha farklı. Kiminin
dünyası karanlık, kimininki sessiz, kimininki hareketsiz, ama istisnasız hepsinin dünyası desteksiz
yaşamak için çok zor. Bunun farkında olmak bile bir
başlangıç. Unutmayalım; her sağlam insan bir engelli adayıdır ve engeller ancak paylaşılınca yok olur.
Yol ayrımları
Bazı yol ayrımlarına
geliriz, yol ayrımına geldiğimizi farketmeden.
Bazı bazı farkederiz,
ama bir adım önümüzü
göremeyiz. Bazen çok
BARAN KARSAK
kolay yaparız seçimi,
[email protected]
bazen uzun uzun düşünür, ikilemler yaşarız.
Bazense o kadar hazırlıksız yakalanırız ki her yol aynı
görünür. İşte bu resim o kararsızlık anını anlatıyor.
Hayatıma dair önemli kararları uzun zihinsel çalışmalar sonucunda verdiğimi sanırdım. Geçenlerde
dönüp baktım ki bugünkü yaşamımı belirleyen, beni
ben yapan kararların hepsi aniden yapılan seçimler,
bir anda gelen fikirler, bir flaş patlaması hızında
aydınlanıp derhal karanlığa gömülen düşüncelerden
ibaret.
Bir şiir okuduğunuz vakit çok kısa süreliğine hayatın bir yönüne dair söylenecek her şeyi söylediğinizi,
bir tür bilgeliğe ulaştığınızı hissettiğiniz olmuştur.
Diyelim ki harikulade bir aşk şiiri okudunuz; öyle
hissedersiniz ki artık aşka dair her şeyi öğrenmiş,
hissetmiş ve aşmışınızdır. Öyle ki artık aşka ihtiyacınız da yoktur, dünyevi aşkın ötesine geçmişinizdir
adeta. Ancak çok uzun sürmez bu “geçici bilgelik”.
Şiir bittikten sonra birkaç saniye gözünüz sayfada
kalır hareketsiz, işte bu sürenin keyfini çıkarmak
gerekir. Gözlerinizin ilk hareketi her şeyi bitirecek,
yükseldiğiniz o tanrısal pozisyondan sizi sert bir
şekilde yeryüzüne düşürecektir. Artık siz yeniden o
şiiri okumadan önceki sizsinizdir. Aşka ihtiyacınız da
vardır, bilge milge olduğunuz da yoktur.
Yetersiz hayat tecrübemin şimdiden gösterdiği, en
doğru kararların aniden akla gelen fikirlerin serbest
çağrışımlarla harmanlanıp bilinçaltında kısa sürede
öğütülmesi sonucu ulaşılan kararlar olduğudur. Diğer
bir deyişle üzerine düşünülmemiş kararlar çoğu kez
en doğru kararlardır. Düşünme eyleminin kendisi
zaman kaybıdır. Düşünme süreci sancılıdır. Etraftakilerin baskısı üzerinizdedir.
Bu resme bakarak merdivenleri takip edin.
Merdivenlerin sonunda yolun bitip ışığın başladığı
yerde aşağıdan yukarıya sakalı, çenesi, bıyığı, burnu,
gözleri ve kaşlarıyla bir figür göreceksiniz. İlk bakışta
göremediğimiz ama varlığını hep hissettiğimiz bu
sorgulayıcı yüz; toplumun gözleri, toplum baskısı
veya yapılan her hareketin doğruluğunu inceleyen bir
Tanrı şeklinde yorumlanabilir. Omzumuza konmuş
bir çuval yük gibi, görmesek de hissederiz bu baskıyı
attığımız her adımda.
Gelelim bu yosunlu merdivenleri ne taraftan çıksak sorusuna. Gerçeğin en saf hali şu ki: doğru yolu
kimse bilmiyor. Adımlarınızın uzandığı tarafa kuşku,
pişmanlık duymamamya çalışarak gitmek tek seçenek. Simon&Garfunkel’ın ünlü şarkısında dediği gibi
“Seçim yapman gerektiğinde hangi açıdan bakarsan
bak kaybedersin”. Seçmediğimiz her şey, kaçırdığımız her şeydir. Bu konuda bağırıp çağırmak, şikayet
etmek de yararsızdır. Tek yapabileceğimiz seçtiğimiz
taraftaki sarı binanın köşesinden hayatımızı değiştirecek insanlar çıkması ümidiyle sağlam adımlar atarak merdivenleri tırmanmaya devam etmektir. Bir de
unutmamak gerekir ki her iki yolun sonu da aydınlıktır. Ruhumuza dikilen gözlerin göremediği apartman
girişleri ve binaların girintili-çıkıntılı yapısı, merdivenlerdeki “hayat” denilen bu yolculuğumuza heyecan katmak ve sadece kendimizin bildiği hikayeler
yaratmamıza olanak tanımak için mevcuttur.
Haliç’ten yalnızlığa
Yalnızlık mı istiyorsun?
Bekleyeceksin o zaman
o yağmurun yağmasını.
Sigarasının dumanında
boğulacaksın bu şehrin.
O duman gibi soluk gri
ECEM BAYAR
bir havada kalabalı[email protected]
laşacak trafik ışıkları,
araba farları, sokak
lambaları. Gözünü alacak hepsi. Gözlerini kısacaksın göz kapaklarına vuran yağmur damlalarından.
Rüzgâr işçi elleriyle geriye doğru tarayacak saçlarını hoyratça. Birkaç tel koparıp alacak senden hiç
sormadan etmeden. Üstünde siyah uzun bir paltoyla
hızla yürüyeceksin üstüne doğru rüzgârın. Sırça
damlalar birikecek o siyah paltonun üzerinde. Sen
sağa sola çarptıkça sokaklarda birer birer kırılacak
ve dağılacaklar. Üzüleceksin onlara. Bir gözyaşı gibi
akacaklar asfalta doğru ve ezilecekler yapraklarının
kenarları çürümüş papatyalar gibi. Bacak kasların
acıyacak, alevler içinde yandığını hissedeceksin
bacaklarının topak topak. Durup bakacaksın Haliç
Köprüsü’nden aşağı, balıkları kıskanacak yalnızlığın bir an için. Hemen yanındaki mavi taburede
oturan balıkçı gülümseyecek sana ve sen istemeyerek de olsa karşılık vereceksin hiç düşünmeden.
Yutkunacaksın o gülümseyişi kafanı çevirip beri
tarafa. Dişlerin batacak boğazına kalın sivri bir
kılçık gibi. Saplanıp kalacaklar, acıyacak canın ama
boş vereceksin. Bir parça tükürük biriktirip ağzının
içinde yuvarlayacaksın hemen ardından söküp atsın
bu sahtekârlığı diye. Yürümeye devam edeceksin
hemen aşağı, sahile doğru. Ezanı duyacaksın aniden,
burnunun içini yakacak şalgam tadında bir yankı,
doluşacak kulaklarına, oradan yayılacak içinde her
yere. Dua etmeye bile yüz bulamayacak yalnızlığın.
Ne isteyecek şimdi Tanrı’dan? Ne için okuyacak
onca satırı küçükken anneannesinden öğrendiği?
Ya da ne diye içinden gelenleri anlatıp duracak? Sen
istemedin mi bu yalnızlığı? Susup oturacaksın o
taşın üstüne ıslak da olsa. Tanrı’yı bile unutacaksın,
ezberlediğin duaları da. Yosun yeşili denizin beyaz
köpükleri ellerini uzatacak çamur içinde kalmış
ayakkabılarına. Üstlerinden akıp geri dönecekler
geldikleri yere. Onlar bile terk edecek seni. Sen değil
miydin yalnızlığa hasret, yalnızlığa yoldaş, yalnızlığa
muhtaç? Ne diye bunca isyan her gidişin ardından?
Trene binip yol boyu camdaki yansımama baktım
dönüş yolunda. Haydarpaşa’dan Erenköy’e kadar.
Gözlerim… Kalın sürme çektiğim gözlerim ne kadar
da büyümüştü. Sadece baktım sağ gözüme. Gözümün içinden insanlar, yalnızlıklar, sesler, suskunluklar, aydınlıklar, karanlıklar hatta binalar, arabalar geçti. Geldikleri gibi gitti hepsi, hızla başkaları
doldurdu yerlerini. Gözlerim… Simsiyah sürmenin
altında ne kadar da belirgin içindeki incecik, cılız yeşil çizgiler. Kimsenin göremediği kadar… Kör olmuş
çam ormanları gibi…
eğlence
Boğaziçi
Tweet
one does not simply add
course.
Galip Aydemir
Pavlov’un köpeği benim için
hala ‘havlov’ dur, üzgünüm
İlkgül Özçamur
GPA Calculator açılsa da
havamızı bulsak.
Seray Keskin
21
Öğrenci işi yemek tarifleri
“Bekâr bir adam, asla pişirmesi yemesinden uzun süren bir yemek hazırlamaz.” der Korkma Ben Varım’da Murat
Menteş. Burada öğrenci evlerindeki
öğrencilerin bekâr olduklarını önkabul
olarak alalım. Kısa sürede hazırlanacak,
maliyeti yüksek olmayacak ve en önemlisi doyuracak yemekler ister öğrenciler.
Annelerinin hazırladığı nefis atıştırmalıklar ana yemektir bazı bazı, memleketten getirilen memlekete özgü tatlar da
öyle. İşte size birkaç öğrenci yemeği:
Şu an registrationa girmeye
calısan bounlu gibiyim,
pegasus bilet satıs’a
ulasmaya calısıyorum
açmıyolar e sıcayım
yaptıgınız işe o zaman ben.
Sena Saban
Migros reklamındaki sarışın
uzun saçlı yabancı herifi her
gün Boğaziçi’nde görüyorum
ben, ne ayak?
Destine Bayramoğlu
Halkla ilişkiler dur allahını
seversen zaten ortalık
karışık.
Melih [@Slethron]
Okulun facebookta
düzenlediği consent
yarışmasına katılmak için,
consentlerin gönderilmiş
olması zorunluluğu olsaydı
keşke. Yaz-caps al-sil.
İlkay Yasin Çekin
“burası call center biraz
sessiz olur musunuz”
diye stajyer azarlayan
çalışandan sonra, ofis ve
study arasındaki 7 farkı
bulmak imkânsız.
Duygu Tarhan
Doktor da gitmiyor, hoca da
gitmiyor, yol da gitmiyor
ama o köy bizim. Öyle. Beyin
yikama cok ayip bisey cok.
Ecenaz Özcengiz
“Maklube gibisi yook!”
Maklube. Etli pilav. Pilavın içerisine
serpiştirilebilecek kuş üzümü ve badem
nefis bir tat katabilir. Kuşbaşı veya
tavuk eti ile yapılır. Hazırlanan etli pilav
büyük bir tepsiye boşaltılır. Etli pilavın
aralıklarına yoğurt ve salata da konulur.
En önemli özelliği, maklube hazırlanırken ve yenilirken kollektifliğin sımsıkı
sardığı sözlerin ruhun derinliklerine
uhrevi dalgalarla ulaşmasını sağlarken,
bedene de haz yaşatmayı sağlaması.
“Yap bir pomlet, sofranı inlet”
Şu an elinize iki yumurta aldığınızı görüyorum. Kırıp çırpacağınızı biliyorum,
düz bir tavaya zeytinyağı koyup biraz
ısıtacağınızı da. Çırpılmış yumurtayı
tavaya koyduktan sonra geri çekileceğinizi düşünüyorum. Rendelenmiş patatesleri sabırsızlıkla yumurtanın üzerine
koyup bekleyeceksiniz. Daha sonra can
sıkıntısını önlemek adına, katılaşmaya
yakın yumurtayı havaya atıp pomletin
düzenini sağlayacaksınız, o omlet katlanacak abi/abla. Gurur duyacaksınız,
gaza gelip biraz kekik ve roka ile servis
edeceksiniz. Olacak, hissediyorum.
“Menemen olayı, yemeğin kolayı”
Doymak ister öğrenci, ekmeği bol
kullanır bazen. İşte ekmeğin en bol
kullandığı yemeklerden biri: menemen.
Diriliklerini koruyan üç domates, uzun
ve ince bir yeşilbiber, biraz zeytinyağı
ve iki yumurta. Püf noktalar: Domatesi
soyun, ondan sonra işini halledin. Yu-
Bunları biliyor muydunuz?
� 1906 Olimpiyatları’nda bronz madalya
alan Mihail Dorizas, okulun en başarılı atleti
olarak görüldü.
� Cyrus Hamlin, okulun ilk binasını yaparken testereyle iki parmağını kesti.
� Okulda 1867-68 yıllarında öğrenci olan
Silvio ve Pierre Biscuchia kardeşler kavga
edince, Cyrus Hamlin kavgaya müdahale eder
ve kardeşlere bir anlaşma imzalatır. Anlaşmaya
göre kardeşler birbirlerine domuz, hırsız, köpek
gibi kötü ithamlarda bulunmayacaklardır. Fakat
sonrasında kardeşlerden birinin diğerini bir
kavga esnasında öldürmesiyle anlaşmanın da
bir anlamı kalmaz.
� Türkiye’de basketbol, ilk kez 1906-1907
yıllarında Robert Kolej’de oynandı.
� O dönemin profesörlerinden Van
Millingen’in yeğeni John Henry Charnaud,
okulda disiplin cezası alan ilk kişiydi ve sonrasında okuldan ayrılmak zorunda kaldı.
Recep Çağan Yegül
murta çok pişmemeli, pişerse menemen
olmaz, o artık “başka” bir şeydir.
“İşte size macaroni, bütün gözler
arar oni”
Her ruh hali ile yenilebilecek bir yemektir makarna. Guruldayan karınların
kurtarıcısı, kapitalizmin en ağır düşmanı, ketçabın, soya sosunun, yoğurdun
en gözde aşkıdır makarna. Alırsınız,
sıcak suda kaynatırsınız. 13 dakika
iyidir bu arada. Çıkartırsınız, soslarınızı
dökersiniz üstüne. Güzel görünmesini
sağlamak adına maydanozlar, rokalar
koyarsınız köşelere. Ah şu Fen Bilgisi
dersleri. Hele biraz da şarabınız varsa.
Yeme de yanında için.
22 gurbet*
*
SOYDAN
TURGUT [email protected]
Exchange yazı dizisi
0 kişilik
aklaşık 6 hrin
y
n
e
tt
le
n şe
r mil
kadar he rup olduk, heme ık. Tabii
lee
g
d
c
la
ir
in
ş
b
k
a
e
k
b
ç
ü
e
ey
büy
bazı
ne getirm oldu. Daha ilk
den önce ayılı gün için
tü
e
s
ü
m
ı
it
g
ın
e
a
lt
d
s
a
r
ılın
Aslınd
kadar
ni
aksilikle
on 500 y
tün düze
ı. Her ne
bir takım sonunda şehir s e sezorim vard ada alıştığım bü herkesv
ın
ı
ur
haftamız depremini yaşad
de olsa, b karak ve tanıdığım n farklı
etli
ydı.
d
a
e
a
id
ld
m
ş
ır
o
a
b
y
n
m
e
e
a
d
gerid
arak ta
neboyunca
asırgası
nda ayrıl ir çevrede bir dö
nun ilk k ulunduğum süre
n
ten bir a
b
e
i
r
dan
ü
n
b
s
e
k
y
a
n
a
uzu
e ve
Orad
çok y ın yler
bir ülked ecektim. Kısmen dan,
ltürünü
e
ü
ş
k
ı
z
n
a
a
b
ik
e
r
ir
ın
Ame
ldum v
u
b
mimi geç lık sürecinin ard ağım bir
ğin;
tı
e
a
n
s
r
r
ac
sız
tanıma fı ok ilginç geldi. Ö bir
bir karar n pişman olmay kaç kez
ç
it
n
a
e
te
ir
ma
din
gerçek
inin ken
hiçbir za k, daha önce de b
rdıkve çevres rdı ve hava kara
olmadığım
l
ra
ı
u
c
ta
k
a
n
o
a
b
ım
a
a
d
y
v
a
gi
a
n
tı
d
a
a
u
k
h
r
il
r
o
ğ
k
e
ç
için
’ye do
polis teş ampüs içinde h
gittiğim
tsiz
gton, DC
e
r
in
c
k
h
ü
a
s
e
r
a
r
n
e
W
o
,
tan s
şka bir y alkollü içki
a
bir şehre .
b
m
n
li
a
e
d
,
dan
m
bir nokta orlardı. Ayrıca, ine 21’di
un ardın
yola çıktı
şıy
ks
yolculuğ rdaki bavullarla
ir
b
n
u
olarak ta ı çoğu ülkenin a l tüketz
U
mikta
nin
ş
e
ır
o
a
ıl
y
m
lk
y
ş
a
a
m
s
le
r
ı
in
ti
e
r
r
e
tük
akile
ile
deki hatı ardım ve yurda y in odama
şın altınd e dokunmaları b
a
y
v
iç
u
a
b
m
e
m
u
v
ğ
y
u
e
r
iş
a
ld
ş
,
yurdu
o
ıl
,
e
d
a
a
Ca
imd
yan
nde orad
ışında da
mek bir
eri girdiğ
ilk günü
unların d Türkiye’de çok
endim. İç ında biraz
B
b
.
i
tı
iş
k
k
a
s
k
ya
ibi
ıl
giren il
ra karşıs alar ve
ve Noel g azı günlerin nas
s
m manza
b
Bayramı
ve
n
a
im
y
gördüğü nkü yataklar, ma her şey
a
tt
e
m
k
n
kutla
tanıklı
re
çü
la
e
;
n
z
z
a
m
ü
.
fa
d
u
k
tü
ın
a
k
ld
k
r
o
ü
ir
olm
ına ya
eyim
şigüzel b
da dahil
kutlandığ çok güzel bir den bir sürü
dolaplar ısının önüne geli ortamı
in
cak
ap
tik
benim iç içinde de yapıla ehrin tam
odanın k kılmıştı! Bu kao
ş
n
e
v
ü
s
in
ü
n
a
im
e
p
d
ır
it
r
m
b
s
e
Ka
arar v
Üniver
şekilde
k
ı.
a
d
y
ktiviteler
i
a
a
r
a
v
h
u
e
tm
e
b
ra a
aktivit
an bu ş
ı, hem
s
ıl
a
y
a
s
bir kena
lm
o
bölgeyi
ti
n
e
başke
m de bu
rkezind
ın
e
e
n
h
m
a
,
r
y
o
n
ü
ıy
d
.
k, şehrin
arttır
ya çıktım amını oryantasin sayısı yapıyordu. Üsteli o ağına
r
dolaşma
m
ton
nli
metr
nın ta
Washing
çok güve
ve geniş safesinde
İlk hafta
lmasına
e George kten çok
e
o
h
m
z
T
ü
e
n
d
a
m
m
ır
ü
e
dü
i gerç
rin yür
yona ay
iş
e
y
u
r
b
k
Derslere
,
il
ı.
h
a
in
d
n
h
y’n
Da
ir artıy
rağme
b
li
m
Universit ı belirtmeliyim.
e
e
n
g
(özellikle
aö
ın
exchan
olması d setmek gerekirse i dersiyi yaptığ an itibaren diğer
h
ım
ak
a
d
d
rd
başla
den de b k dersleri) bura
dakikala
naşmaya ısır’dan
y
a
li
k
is
ı.
d
le
d
n
y
iy
e
r
ola
müh
öğrencile an İspanya’ya, M lya’ya
at daha k
gea’d
den kat k n’da sadece 5 ay
stra
r
u
le
v
A
n
a
ve Frans
’d
to
likte
a
g
k
ir
r
b
in
a
h
n
s
nim
Wa
r zama
e
h
a
Fas’a, Da
d
m
r
a
la da
çirmiş ols ve yan yana oda tlar
t
a
k
fa
li,
z
if
u
y
d
zel os
ve ke
olduğum
in çok gü itli şehirlerini
ukça sıcak an kar yağışlı.
iç
ld
o
ız
a
v
ım
a
h
ığ
zam
Yazın
ın çeş
yaşad
merika’n da çok güzel
enel İklim: kten soğuk ve zamanöğrenci kulübü var.
G
A
.
.
C
D
im
,
d
n
to
in
ed
gerçe
iği bir
yor.
ashing
ralarda
azın
y. Şehir: W ra bırakıyor. Kışın ise n kurduğu ve yönett BI) tarafından korunu rle,
dim ve o aha oradayken y a
it
z
e
rs
g
e
iv
e
n
d
U
n
e
ri
la
F
D
rl
sıy
ış
to
.
ile
e
e
a
ğ
g
c
v
s
y
a
n
in
n
im
y
o
IA
h
o
re
d
ir
i, C
öğ
ca k
üren
Was
idip d
vakit geç
he George a yerini sık ve uzun s adında, okuldaki Türkolisi-GWPD, şehir polisor. Bütün gün boyun geçirebilirsiniz.
elerine g ve şimdi
T
i:
lk
ü
m
is
in
e
it
iz
iy
ptık
Ünivers
birbirim
sonbahard Student Association lik birimi (kampüs p Festivali düzenlen asyonlarla dolu vakit , Beyaz Saray,
larını ya
p bakven
Türk
niz
ish
eleri
ü
a
e
z
enin plan um! Geriye dönü york
g
ü
rg
’d
m
rı
o
Tu
a
C
M
z
y
k
li
U
D
e
n
a
a
it
,
g
tl
ia
ş
4
n
W
u
n
G
rı
çe
to
o
ylü
iths
ları m
e ait
erisi:
shing
e civa
çekiyor
mleyi sö
Kampüs önpüs güvenliği: Okul ver yıl Ekim ayında Wa leriyle ve kültürümüzamen ücretsiz olan Sm ezarlar ve savaş anıt stik yerlerin
yazı iple
ece şu cü
d
a
ri
m
k
s
H
e
m
ıt
tu
:
e
n
m
e
n
Kam
Ta
a
is
d
e
e
r:
k
y
t,
iz
a
e
n
ere
Türk
liyor.
tığımd
işim!”
ereken yerlWashington Monume
ok özlediğin
görülmesi g
başında ge
i ki gitm
Gidilmesi g
Türkiye’yi ç
rum: “İy
k
ı
t
r
A az
y
!
n
i
s
l
ge
yd
turgut.so
seri ilanlar
Staj Güncesi
Staj yapmak, kimilerine eğlenceli gelen ve okuldan, sınavlardan, ödevlerden biraz olsun uzaklaştıran farklı bir deneyim iken; kimilerine de
sıkıcı, mecburi bir görevin yerine getirildiği bir
dönem gibi görülür. Ben bu durumda ilk kategoride yer alanlardanım galiba. Çünkü daha 2.
sınıfın başlarındayken kendimi insan kaynaklarında staj yapıyorken buldum; ama çok geçmeden bu departmanın bana ve isteklerime cevap
vermediğini anladım. Daha sonra, kariyerim
adına daha doğru kararlar verebilmek ve ileride
çalışmak isteyeceğim meslekteki imkanları
yakından görebilmek için başka departmanları
denemeye başladım. O zamanlar, bölümüm ile
daha alakalı olacağını düşündüğüm(!) finans
departmanı ile Nestle’de ilk kurumsal stajıma
adım attım. Bu stajımda gerçekten çok şey
öğrendim diyebilirim. Belki de bunlardan en
önemlisi, teori ile pratiğin gerçekten birbirini
pek tutmuyor olmasıydı. Ben bu stajımda, beklediğimin çok üzerinde sorumluluk veren bir
anlayış ile karşılaştım. Yöneticim, beni hemen
her şeye dahil ederken, ben kendimi bir anda
kar-zarar tablolarının, geçmiş yıl/gelecek yıl
bütçelerinin ve yapılan tüm finansal analizlerin,
yani aslında finans departmanının gerçekleştiriyor olduğu en önemli işlerin ortasında
İLANLAR
buldum. Belki de bu anlamda çok şanslıydım;
çünkü hep söylenen “stajyer getir-götür işlerine
bakar, fotokopi çeker” klişelerinin çok dışında,
birebir projelere dahil olabildiğim bir staj gerçekleştirdim. Hem iş hayatının daha da farkına
vardım, hem de -güzel bir şekilde sonlandırmış
olmama rağmen- bu departmanın da bana göre
olmadığını keşfettim. Belki de, mezun olduktan
sonra düşeceğim en büyük hatalardan birini
yapmaktan kurtuldum ve çalıştığım şirketlerde
edindiğim gözlemlerle, hangi alanı istediğim
konusunda çok daha kararlı bir hale geldim.
Bu sebeple, stajlarım sayesinde hem okul
sonrası beni nasıl bir hayatın beklediğini daha
rahat kavradım, hem de bu hayatta benim nerede duruyor olacağımı çok daha kolay belirleyebildim. Eğer siz de ileride hangi alanda devam
edeceğiniz konusunda kararsızsanız ya da nasıl
bir ortamın sizleri beklediğini şimdiden merak
etmeye başladıysanız, hiç durmayın ve başvurulara başlayın derim! :)
Başak Acar
[email protected]
Ekonomi - 3. sınıf
Nestle
arıyoruz!
an arkadaş
ay
b
3.
e
iz
im
Etiler’deki ev
L
Kira: 500 T
-150 TL
derleri: 100
Evin diğer gi
6
2 796 68 0
İletişim: 053
sındadır.
rekçinin bina
ıyoruz. Ev bö
ar
edin!
şı
le
da
ce
ka
A
.
ar
3. ev
uzaklıkta
ka
ki
da
5
e
s’
Güney Kampü ün giderler dahil)
(büt
Kira: 750 TL
403 90 64
32
05
:
im
iş
İlet
kız arkadaş
niş
i evimize 4.
ek
d
’n
ü
uzaklıkta, ge
st
ü
Hisar
a 5-6 dakika
ıy
p
ka
r
le
ti
arıyoruz! E
flı.
ve az masra
3 217 04 87
54
0
:
im
İletiş
lık daire.
ve kombili kira
3+1 full eşyalı
yakındır.
327 77 77
İletişim: 0535
ilya
Satılık mob
ltuk: 40 TL
1 adet 3’lü ko uk: 15 TL*4
TL
kolt
ve 3 raflı): 25
4 adet tekli
hpası (camlı
se
n
yo
iz
ev
Tel
5 720 59 39
İletişim: 050
Boğaziçi Üniversitesi’nin Tek Kampüs Gazetesi Dinamik Gazete’de
Herhangi Bir İlanınızın Yer Almasını İstiyorsanız; [email protected] adresine
veya 0212 359 68 14
numarasına ilanınızı bildirebilirsiniz.
e
Daire caddey
23

Benzer belgeler

Dinamik gazete 71. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.

Dinamik gazete 71. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız. Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarımla birlikte yazıları ve emeği bulunan tüm üyelerimize teşekkür ediyorum.

Detaylı

Dinamik gazete 69. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.

Dinamik gazete 69. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız. Sahibi Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü Adına Tolgacan Ceylan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tolgacan Ceylan Genel Yayın Yönetmeni Gökhan Er Editör Buse Aylan Yazı ve Reklam İşleri Sorum...

Detaylı