Türkiye`den ayrıldığımızdan beri ilk kez bu kadar
Transkript
Türkiye`den ayrıldığımızdan beri ilk kez bu kadar
UZAKLAR II UZAKLARII Dünyanın ucuna yolculuk... Osman Atasoy www.osmanatasoy.org Brezilya’daki Gökova Sabahın erken saatleri... Güneş henüz doğuyor olmasına rağmen hava çok sıcak. Rüzgâr yok. Sigara dumanı dikine yükseliyor. U zaklar II, motorla Brezilya anakarası boyunca güneye doğru iniyor. Arkamızda tüm haşmetiyle Corcovado Dağı yükseliyor. Dağın zirvesindeki Hz. İsa heykeli kanatlanmaya hazır bir kartalı andırıyor. Kollarını iki yana açmış, altındaki şehri ve okyanusu süzüyor. Copacabana Plajı’nın açığından geçiyoruz. Sabahın bu saatinde bile kumsalda denize girenler var. Yola çıktığımızdan beri teknenin çok yavaş gidiyor olması dikkatimizi çekmişti. Plaj şemsiyelerine bakınca hızımızın azlığı daha iyi belli oluyor. Motor 1200 devirde çalışmasına rağmen ancak 4 knot yapıyoruz. Hâlbuki bu devirde en az 1 mil daha fazla gitmeliyiz. Rio de Janeiro’da su acayip kirliydi. Etrafımızda demirli teknelerin çoğu sakal tutmuştu. Anlaşılan bizim de altımız yosun ve kekamozla kaplanmış. Gövdeye yapışan deniz canlıları sürtünmeyi artırıyor. Bu da süratimizi düşürüyor. 162 KASIM 2010 KASIM 2010 163 UZAKLAR II Marinsonic cİhazı Karinaya sürdüğümüz zehirli boyanın artık hükmü kalmadı. Boyayı sürdüğümüzden beri üç yıla yakın zaman geçti. Kısmet olursa Arjantin’de tekneyi karaya çekip yeni zehirli süreceğiz. Sonra da Marinsonic adlı cihazı çalıştıracağız. Türkiye’de imal edilen bu cihazı postayla getirtmiştik. Puro kutusu büyüklüğündeki alet ses dalgaları yayarak deniz canlılarını gövdeden uzak tutuyor. Onu çalıştırdıktan sonra artık bir daha zehirli sürmeye gerek kalmayacak. Ancak o zamana kadar sık sık dalıp karinayı raspayla temizlemek gerekecek. Rio’nun pis sulu limanında dalamamıştık. Uzaklar’ın pruvası şimdi Ilha Grande Adası’na çevrili. Kılavuz kitapların yazdığına göre burası Brezilya’nın okyanustaki en güzel adalarındanmış. Geniş bir körfezde Grande Adası’ndan başka 340 tane daha küçük ada varmış. Öğlen doğudan esmeye başlayan rüzgârla motoru kapatıyoruz. Vardiyayı yelkenler alıyor. Biraz sonra rüzgâr kıça dönünce yelken düzeni değiştiriliyor. Ana yelken sancağa, cenova gönderle iskeleye alınıyor. Uzaklar bu yelken tertibini çok seviyor. Kelebek kanadı gibi iki yana açılmış yelkenlerin altında yalpalamadan, düz bir hat üzerinde hızla yol alıyor. Yelkenler iyi trim edilmişse dümene hiç yük binmiyor. Oto-pilot ya da rüzgâr dümeni, hangisi iş başındaysa yorulmadan, oflayıp poflamadan tekneyi idare ediyor. Açıkdenİz balıkçılığı Böyle sakin havalarda bize de yapacak pek bir iş kalmıyor. Arada sırada dışarı çıkıp, rotamız üzerinde gemi var mı, diye etrafı kolaçan ediyor, eğer rüzgârın yönü ve hızı değişmişse yelkenleri ayarlıyor, son olarak da peşimiz sıra gelen oltayı kontrol edip tekrar kamaraya iniyoruz. Son zamanlarda seyirdeyken balık tutamaz olduk. Oltalarımız mı bu sulara göre değil, yoksa kısmetimiz mi kapandı bilemiyoruz. Kullandığımız takım, Ege’de ‘sırtı’ olarak tabir edilen türden. 50 metre uzunluğunda, 50 kilo yüke dayanıklı misinayı ucundaki çiftli zokaya geçirilmiş kalamar taklidi plastik yemle çekiyoruz. Misinayla zoka arasındaki bir kulaçlık bölümde misina yerine esnek çelik tel kullanıyoruz. Köpekbalığı veya baraküda gibi saldırgan bir balık atlarsa, dişleriyle takımı kesmesin diye… Oltanın sonuna doğru küçük bir kurşun takıyoruz. Bu ağırlık oltanın suyun yarım metre kadar altından gelmesini sağlıyor. Teknede boy boy, renk renk plastik kalamarlarımız, plastik ahtapotlarımız var. Olta malzemesi satan dükkânlarda desteyle satılan ucuz şeyler. Basit, ama çok kullanışlı yemler. Kafamıza ve zevkimize göre içlerinden birini seçip kullanıyoruz. Takımı ben yapacaksam genellikle kırmızıyı seçiyorum. Sibel yaparsa pembe üzerine parlak simli kalamarlardan birini kullanıyor! Herkesin zevki farklı… Teknede en İyİ yemek Eğer balık gelmezse yemek pişirme işi genellikle Sibel’in oluyor. Seyir sırasında kuzinede çalışırken içim fena oluyor. Bir Doğudan esmeye başlayan rüzgarla motoru kapatıp yelkenleri basıyoruz. Rüzgar kıça dönünce ana yelkeni sancağa, cenovayı iskeleye alıyoruz. Uzaklar, bu yelken tertibini çok seviyor. 164 KASIM 2010 tek balık pişirebiliyorum. Onun dışında ne pişirmeye çalışsam midem bulanıyor. Bu yüzden balık haricindeki yemekleri Sibel hazırlıyor. Belki de bu yüzden Sibel’in donattığı takımlar çok daha iyi netice veriyor! Balık yoksa patates yemeği, pilav veya nohut gibi kuru bakliyatla yapılmış bir yemek yiyoruz. Ama ikimizin de favorisi makarna. İkimiz de makarnayı çok seviyoruz. Uzunca bir süre yemesek özlüyoruz. Atlantik’i geçerken sabah akşam balık yiyorduk. Gece güverteye düşen uçan balıklarla kahvaltı yaparak güne başlıyorduk. Gün içinde de sırtıya muhakkak büyük bir balık takılıyordu. Öğlen ve akşam bu balığın ancak bir bölümünü bitirebiliyor, gece vardiyalarında da kalan kısımlarını didikliyorduk. Sabah olunca yeniden güverteye çıkıyor, gece düşmüş uçan balıkların irilerini elimizdeki kovaya dolduruyorduk. Yemek düzenimiz uzun bir süre bu rutinde sürmüştü. Günler sonra bir gün ikimiz de makarnayı çok özlediğimizi fark ettik. O gün kendimizi ödüllendirmeye karar verdik. Sabah oltayı atmadık ve Bugün yemek yapma sırası bende. akşama kadar makarna yedik. Yıllar önce İtalyan denizci Antonio’dan spagetti yapmanın inceliklerini öğrenmiştim. Lezzetli bir spagettinin püf noktası makarnayı bol suda haşlamaktı. Küçük bir teknenin en değerli stoku tatlı su olduğundan, Antonio ufak bir kazanı andıran spagetti tenceresinin içine üçte bir oranında deniz suyu koyuyordu. Güneş enerjİsİyle yemek Açıkdenizdeyken biz de aynı yöntemi uyguluyoruz. Su kadar mutfak gazımız da kıymetli. Tüpümüzü idareli kullanmak UZAKLAR II Uzaklar, sakin koylara olan hasretini gideriyor. zorundayız. Makarna tenceresine suyu koyduktan sonra tencereyi siyah çöp poşetiyle sarıp güvertede güneş gören bir yere sıkıştırıyoruz. Öğle güneşinin altında, bir saate kalmadan su ısınıyor. Ocağın üzerine koyunca çabucak kaynıyor. Burgu türü makarnaları süzmüyoruz. Suyunu çektirerek pişiriyoruz. Haşlarken içine, salça, bol kırmızı pul biber ve sarımsak koyuyoruz. Bazen patates, havuç, lahana gibi teknede uzun süre dayanan sebzelerden de ilave ediyoruz. Doyurucu ve lezzetli bir yemek oluyor. 500 gramlık bir paketten yaptığımız makarna ikimize iki öğün bol bol yetiyor. Grande Adası’na yaklaşırken rüzgâr kalıyor. Karanlık olmadan varmak için motoru çalıştırıyoruz. Karaya yaklaşınca tabiatın zenginliği karşısında ikimizin de dili tutuluyor. Karşımızda büyüleyici bir güzellik uzanıyor. Dik yamaçlar deniz kenarından tepelere kadar göz alabildiğine uzanan yemyeşil bir bitki örtüsüyle kaplı. Sipsivri hindistan cevizi palmiyeleri, üzerlerinden sarmaşıklar sarkan kalın Türkiye’den ayrıldığımızdan beri ilk kez bu kadar güzel bir yere geliyoruz. Doğanın haşmetini gözlerimle içime çekerken aklıma Gökova geliyor. Yeryüzü cenneti Gökova... gövdeli ağaçlar her yanı sarmış. Gözün gördüğü tüm alan koyu yeşil bir halıyla kaplanmış. Tek bir boşluk, kel alan, hatta kahverengi toprak parçası bile görünmüyor. Brezİlya’nın en güzel yerİ Türkiye’den ayrıldığımızdan beri ilk defa bu kadar güzel bir yere geliyoruz. Doğanın haşmetini gözlerimle içime çekerken aklıma Gökova geliyor. Yeryüzü cenneti Gökova… Löngöz, İngiliz Limanı, Çatı, Yedi Adalar, Küfre, Bördübet… Önünden geçtiğimiz koylar, altımızdaki su ne kadar da oraları andırıyor. Burası da dünyanın diğer ucundaki, Brezilya’daki Gökova olmalı, diye düşünüyorum. Demirleyeceğimiz Enseada das Palmas Koyu’na girerken tiz bir sesle irkiliyoruz. Kulak kabartıyoruz. Islığa benzer ses Denizden topladığımız hindistan cevizleri. Ilha Grande Adası’nda yaşayan minik maymunlar. 166 KASIM 2010 Bu küçücük cihaz karinayı yıllarca temiz tutuyor. motordan geliyor olmalı. İkimizin de canı sıkılıyor. Tam bu kadar güzel bir yere girerken olacak şey mi... Yedi metreye demirleyip motoru stop ediyoruz. Hayret, ıslık sesi kesilmiyor. O zaman kulağımıza gelen sesin motordan kaynaklanmadığını fark ediyoruz. Sesler az ilerimizdeki kesif ormandan geliyor. Ağaçların arasındaki böcekler, kuşlar, maymunlar çığlık çığlığa haykırıyor. Sanki görünmez bir orkestra bilinmez bir senfoniyi icra ediyor. Seslerin çoğu bize yabancı… Sadece ağustos böceğininkini ayırt edebiliyoruz. Havuzluğun kenarına oturup yorgunluk kahvelerimizi içerken etrafı seyretmeye devam ediyoruz. Sahilde altın rengi bir kumsal uzanıyor. Birkaç adım arkasında orman başlıyor. Ağaçların arasında birkaç yerli kulübesinin çatısı gözüküyor. Burnumuza odun ateşinden çıkan dumanın kokusu geliyor. Tanıdık köy kokusu… Demek ki evlerden birinde akşam yemeği pişiriliyor. Koku aklımı başımdan alıyor. Bir an onların hayatına özeniyorum. Biraz sonra ailece sofraya oturacaklarını hayal ediyorum. Yemeklerini yiyip evlerinin emniyetinde yataklarına çekilecekler. Kaç kişi olduklarını, küçük çocukları olup olmadığını merak ediyorum. Ormandaki gizli orkestranın müziği hava iyice kararana kadar devam ediyor. Sonra onlar da susuyor, yuvalarına çekiliyorlar. Biz de kalkıp kamaraya iniyoruz. MBY
Benzer belgeler
Eski bir cezaevi kolonisi olan Anchieta`da
getirmiştik. Akşam tekneye dönmeden hamam sefası yapacağız. Kahvaltıya oturuyoruz. Sibel sabah erken kalkıp ekmek pişirmişti. Bu sefer hamurun içine Oda Boro’nun ekmek tarifindeki gibi iki kaşık ze...
DetaylıDünyanın Ucuna Yolculuk
devirde çalışan motorla 4.5 – 5 knot yapıyoruz. Akşam olurken Nisiros Adası’nı bordaladık. Hayret, bizim cep telefonları buraya kadar çalıştı. Akşam yemeği için Sibel patlıcan ve biber kızartıyor. ...
Detaylı