AKOB 5. SAYI Görüntülemek İçin Tıklayınız

Transkript

AKOB 5. SAYI Görüntülemek İçin Tıklayınız
5
GOTTLIEB
WALLISCH
Mersin'den bir yıldız geçti.
Borusan Kültür İmparatorluğu
Borusan's Cultural
Empire
ŞADİ
ERDOĞAN
ile söyleşi
BIPO Debut CD
BİFO, Borusan İstanbul Filarmoni
Orkestrası'ndan ilk CD
2010-2011 sezonu
sahnelerimizden
haberler
4-6
sf.
Gottlieb Wallisch
sf.
Fazıl Tütüner
8-13
Borusan Kültür İmparatorluğu
Borusan's
Cultural Empire
Akdeniz Opera ve Bale Kulübü
adına imtiyaz sahibi
Fazıl Tütüner
Alexandra Ivanoff
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
A. Vahap Kokulu
Yayın Kurulu
İhsan Toksöz
F. Hakan Gürkan
sf.
14-17
Şadi Erdoğan'la Söyleşi
F. Hakan Gürkan
A. Vahap Kokulu
Semihi Vural
Kapak Görseli
Gottlieb Wallisch
Fotoğraf
Wolfgang Werzowa
sf.
18-21
BİFO: Borusan İstanbul Filarmoni
Orkestrası'nın ilk CD'si
BIPO: Borusan Istanbul
Philharmonic's Debut CD
Alexandra Ivanoff
sf.
sf.
22-23
"Sevgili Hocam"
24-25
Nihat Taner
Mersin Üniversitesi
Devlet Konservatuvarı
Semihi Vural
Baskı
Lamineks Matbaacılık - İzmir
sf.
IV. Gülden Turalı
Ulusal Keman Yarışması
Dijital Baskı İşleri San. ve Tic. Ltd. Şti.
5627 Sk. No:37 Çamdibi / İZMİR
Tel: 0 232 433 33 55
İhsan Toksöz
Basım Tarihi
30 Kasım 2010
sf.
28
İstanbul Devlet Opera
ve Balesi
sf.
İŞ BANKASI Uray Şubesi
26-27
31
İzmir Devlet Opera ve
Balesi
sf.
30
Ankara Devlet Opera ve
Balesi
sf.
33
Antalya Devlet Opera
ve Balesi
sf.
36
Samsun Devlet Opera
ve Balesi
ve tek örneği. Kâr amacı güdülmüyor. Satılmıyor. Derneğin bu
dergi için ayırabileceği bir bütçesi yok. Sadece reklâm gelirleri
ile basılıyor ve ücretsiz dağıtılıyor. Amatör bir ekip olarak bu işe
soyununcaya kadar bir dergi yayınlamanın, hele bir müzik ve sanat
dergisi çıkartmanın nasıl zorluklar getireceğini pek düşünememiştik
doğrusu. Bu yüzden çevremizden yardımcı olmalarını istemeye
başladık. Bu çağrılarımız ilk sayıdan itibaren dergi sunuş
yazılarımıza da yansıdı.
YUMURTA
REKLAMININ
MÜZİK
DERGİSİNDE
NE İŞİ VAR?
İhsan Toksöz
[email protected]
Geçen sayımızda yayınlanan bir yumurta reklamı bazı kişilerin çok
tuhafına gitmiş. “Yumurta reklamının müzik dergisinde ne işi var?”
diye soruyorlar. ‘Yumurta Reklamı’nın derginin profesyonel içeriğine
ve tasarımına zarar verdiğini düşünenler var. Oysa diğer reklamlar da
taşımacılık, sağlık, inşaat, mobilya, gıda, tıp vs. sektörlerine ait. Buna
kimse dikkat etmiyor! Mersin’de yayınlanan dergimizin Türkiye müzik
camiasına ve sektörüne kendisini duyurması ve reklam alması biraz
zaman alacak gibi görünüyor. Ama bu konuda umutla bekliyoruz
doğrusu Mersin dışından gelecek katkıları da.
Burada diyeceğimiz şu: “Hayır efendim, yumurta reklamı AKOB’un
profesyonel görünümüne zarar vermiyor. Aksine AKOB’un
yaşamasına katkıda bulunuyor. Bu vesile ile bu reklamı veren firmayı
ve ilk sayıdan beri reklam destekleriyle bizleri ve Erilya yönetimini
yalnız bırakmayan tüm firmalarımızı, önemli ve değerli bir kültür
hizmetinin sessiz tanıkları ve destekleyicileri oldukları için kutluyor ve
buradan kendilerine teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Her sayıda kişilere yardım çağrıları yapmak hiç de hoş bir şey değil
tabii. Hedef ve umudumuz, yılda 6 kez çıkacak dergimiz için yıllık
reklam verecek firmalarımızı arttırmak. Bizler de Erilya ajansının
yanı sıra bu konuda yakında yeni kapılar çalmaya devam edeceğiz.
Yapılan işin Mersin kent kültürüne ve imajına, Türkiye Opera ve
Bale sanatına, karınca kararınca yapacağını düşündüğümüz katkı
göz önüne alınırsa bundan hiç gocunmadığımızı da belirtmek
isterim.
AKOB’ un 2010/2011sezonu açılış konseri olarak 7 Kasım’da
gerçekleştirdiği “Gottlieb Wallisch” piyano resitali ve araya giren
uzun bayram tatili nedeni ile gecikmeli olarak çıkıyor bu ay
dergimiz.
Bu sayımızda; Fazıl Tütüner “Gottlieb Wallisch” resitali hakkında
bilgi veriyor bizlere.
Alexandar Ivanoff ‘un ise iki yazısı var. İlkinde, “Borusan Sanat
İmparatorluğu”nu tanıtıyor. İkinci yazısında ise “BIFO - Borusan
İstanbul Filarmoni Orkestrası”nın ilk CD kaydını ele alıyor. Her iki
yazı da İngilizce ve Türkçe olarak yayınlandı yine.
F. Hakan Gürkan’ın bu kez DOB Genel Müdür Yardımcısı Şadi
Erdoğan ile bir söyleşisi var sayfalarımızda.
Semihi Vural, Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı tanıtıyor
bizlere yazısında. Ardından benim MEU, Oda Müziği Araştırma ve
Uygulama Merkezi bünyesinde yapılan, IV. Gülden Turalı Keman
Yarışması ile ilgili haber yazım geliyor. Bu yazımız kentimizde olan
biteni bilmeyenlere bir rehber olacaktır.
Nihat Taner, yine belgeleri konuşturarak, kent tarihine mal
edilecek bir mektubu tozlu raflardan indiriyor. Tarsus Amerikan
Koleji’ndeki öğretmeni Haydar Göfer’e 1964 yılında bir öğrencisi
tarafından İtalya’dan yazılmış bir mektubu konu ediyor yazısında.
1964 yılında öğretmenlerimizin birikimlerini nasıl öğrencilerine
aşıladıklarını ve öğrencilerin kültür düzeyini göstermesi açısından
ilginç ipuçları veriyor bu mektup. Bu mektubu okuduktan sonra
günümüz eğitim sisteminde okullarımızda sanat, müzik, felsefe
vb. derslerine verilmesi gereken önemin neden göz ardı edildiğini
tekrar tekrar sorgulamalıyız diye düşünüyorum. Sanat ve Müzik,
Edebiyat ve Felsefe bireyin büyüme çağında verilecek mayalar
çünkü. Maya verilmezse ortaya çıkan ürün de yavan, yamyassı bir
kişilik olur. Buradan Haydar Göfer Hoca’ya koskocaman bir selam
gönderiyorum ve ellerinden öpüyorum.
Eskiden annelerimiz “yumurta içmek sesi güzelleştirir” derlerdi. Bu
nedenle bence “yumurta reklamı Opera sanatıyla en yakın ilişkisi olan
reklam!” Bu reklamı veren firmayı ödüllendirmek için dergi ajansımız
Erilya bu sayımızda kendileri için “AKOB uyumlu!” özel bir tasarım
yaptı. Sayfalarımızda göreceksiniz. Artık bu konuda kimse bir şey
diyemez umarım!
Bu sayıda, Devlet Opera ve Bale Müdürlüklerinin 2010/2011
sezon etkinliklerini tanıtan yazıları da dergimize renk kattı.
Tekrar belirtmek isterim ki tüm Opera / Bale müdürlüklerinden
dergimize sadece haber yazıları değil, sahnelenen eserler ile ilgili
tüm konularda, besteciler, sahneye koyma/reji, dekor ve kostüm
tasarımı, müzik, koreografi vs. konularında profesyonel yazılar
bekliyoruz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi bu dergi ‘Akdeniz Opera ve Bale
Kulübü Derneği’ yönetimi tarafından özverilerle yayınlanan bir imece
yayını. Mersin’de yayınlanan AKOB Dergisi, Türkiye’de türünün ilk
Dergimizin içinde “abonelik çağrı formumuzu” bulacaksınız.
Aramıza katılınız diyoruz.
Hayatınız sanat ve müzik dolu olsun!
2
AKOB
KASIM 2010
MERSİN’DEN
BİR YILDIZ GEÇTİ
GOTTLIEB
WALLISCH
Fazıl Tütüner
[email protected]
Fotoğraf: Oliver Wia
AKOB 2010/2011 konser sezonunu bomba gibi bir
resitalle açtı. Genç neslin yükselen yıldızlarından
Avusturyalı piyanist Gottlieb Wallisch 7 Kasım
Pazar akşamı Mersin Kültür Merkezi’nde hayranlık
uyandıran bir performans sergileyerek dinleyicilere
unutamayacakları bir gece yaşattı.
1978 yılında müzisyen bir ailede dünyaya geldi Wallisch.
İlk piyano derslerini dört yaşında annesinden almaya
başladı. Altı yaşında Viyana Üniversitesi Müzik ve Drama
Okulu yetenekliler sınıfına kabul edildi. On altı yaşında
Amerika Birleşik Devletleri’nde prestijli uluslararası
piyano yarışması “Stravinsky Ödülleri” nden birincilik
ödülünü aldı.1996 yılında ünlü şef Yehudi Menuhin’in
yönettiği konserde solist olarak çalması uluslararası
kariyerinin başlangıcı oldu. O günden bu yana hem tek
başına, hem ünlü orkestra ve şeflerle konserler vererek
4
AKOB
KASIM 2010
dünyayı dolaşıyor. Çok sayıda CD si yayınlanmış, birçok
radyoevinde kayıtları yapılmış bulunuyor. Eleştirmenler
piyano çalışının analitik bir derinliği, duygusallık ve özerk
teknik arası bir dengesi olduğunu söylüyorlar. Detaylı
özgeçmişini buraya koyuyoruz.
6 Kasım sabahı Adana Havaalanı’na kendisini
karşılamaya gittik yayın yönetmenimiz İhsan Toksöz ile.
İstanbul’dan sis nedeniyle uçaklar kalkamadığı için sekiz
saat biz Adana Havaalanı’nda, Wallisch ise iki buçuk
saati uçağın içinde olmak üzere İstanbul Havaalanı’nda
beklemek zorunda kaldık. Gece geç saatte otele
yerleştirebildik kendisini. Ertesi sabah Wallisch İhsan
Toksöz’ün evindeki piyanoda çalıştı. Güneşli bir yaz
öğleninde Wallisch’e Mersin Tenis Kulübü bahçesinde
şişe geçirilmiş ve ateşte pişirilmiş hamsi ikram ettik bol
Akdeniz salataları ile birlikte. Akşam konserden önce
GOTTLIEB
WALLISCH
PİYANO
RESİTALİ
7 Kasım 2010 Mersin Kültür Merkezi
sahnede sponsorumuz Teknosa’ya Oser Reklam’da
yaptırdığımız bir cam teşekkür plaketi sunduk
Gottlieb Wallisch’in üçüncü gelişiydi Mersin’e.
Birincisinde bir solo konser verdi, ikincisinde ise Mersin
Devlet Opera ve Balesi Orkestrası ile şef Vladimir
Lungu yönetiminde solist olarak çalmıştı. Bu üçüncü
gelişinde ise AKOB’un organize ettiği konserde Mozart,
Beethoven, Schumann’dan eserler ve kendisi için genç
Avusturyalı besteci Themessl tarafından bestelenmiş iki
eser çaldı. Themessl’in eserlerinde yeni bir uygulamaya
yer vererek piyano içindeki tellere monte edilen ve
seslerin yankılanmasını sağlayan (pedal efekti veren)
küçük bir e-bow (elektronik yay) aleti kullandı. Eserler
arasında Almanca açıklamalarda bulundu, biz de
Türkçeye çevirdik.
Wallisch Mersin’deki müzik hareketliliğinden
etkilendiğini, önceki gelişlerinden farklı
olarak bu kez bir müzik kuruluşu olarak
AKOB’un da Mersin’in sanat hayatına atılmış
olduğunu, bunun Mersin’e katkıları olacağını
umduğunu, kendisinin de gelişmekte
olan Viyana-Mersin sanat köprüsüne katkı
sağlamak için çalışacağını söyledi. Çok alkış
alması üzerine bis olarak Viyanalı besteci
Schubert’ten bir parça daha çaldı.
Konser sonrasında Mersin Üniversitesi İletişim
Fakültesi’nden iki genç kızımız kendisi ile
bir söyleşi yaptılar. Klasik sorulardan birisi
“konser öncesi stresi” ile ilgiliydi ve kendisinin
verdiği cevap ilginçti. “Konserlerimden önce
her zaman ‘pozitif stres’ yaşarım.” Bence,
işte bu pozitif stres konser boyunca dinleyiciyi
sarıp sarmaladı, içine çekti. Wallisch
sahneye çıkınca pozitif stres, pozitif enerjiye
dönüşüyordu.
Konser sonrası yönetim kurulu üyemiz
Yeşim Antmen ve eşi Alpay Antmen’in
daveti üzerine bir Mersin markası olan
Göçtü Kebap’a gittik. Konuğumuza Mersin
tatlarından ikram edildi. Wallisch dergimize
bir yazı göndereceğini söyledi. Güzel bir
konserin ardından güzel bir Mersin akşamı da
yaşamış olduk ve ertesi sabah konuğumuzu
erken saatlerde uğurladık.
Gottlieb Wallisch tekrar Mersin’e gelecektir.
Bizlere söz verdi.
Resitalini kaçıranlara Wallisch Mersin’e tekrar
geldiğinde kaçırmayınız diyoruz.
Yurtdışından gelen birçok sanatçıya ev
sahipliği yapıyor Mersin. Müzik dünyasının
bir parçası olabilmek için ciddi çalışmalar,
ciddi emekler var Mersin’de. Yurtdışındaki
ve yurtiçindeki sanatçı dostlarımızın sayısı
artıyor günden güne. Opera, bale, orkestralar,
korolar, konservatuar, güzel sanatlar lisesi,
festivaller, keman ve piyano yarışmaları,
sanat dernekleri, kentimizin sanatçıları ve
müzik öğrencileri, konuk sanatçılar, izleyiciler,
gönüllü çalışanlar, sponsorlar, AKOB un
müzik dergisi ile yıllardır müzik dokusu dantel
gibi işleniyor Mersin’de.
Adeniz Opera ve Bale Kulübü 2010 yılında
Goethe Enstitüsü ile birlikte Friedrich
Kleinhapl(çello) / Andreas Woyke(piyano)
konseri, AKOB organizatörlüğünde Viyana
String Inspirations Quintet konseri, Hakan Ali
Toker (piyano) resitali, Avusturya Büyükelçiliği
ile Viyana Johann Strauss Topluluğu konseri
ve yine Avusturya Kültür Ofisi ile Gottlieb
Wallisch (piyano) resitali olmak üzere 5
etkinlik gerçekleştirdi.
2011 yılında yine güzel konserlerde
buluşmak üzere müzik dolu bir yıl diliyoruz
sizlere.
AKOB
KASIM 2010
5
Gottlieb Wallisch kimdir?
Gottlieb Wallisch ilk piyano derslerini 4 yaşında
annesinden aldı. 6,5 yaşında Viyana Üniversitesi
Müzik ve Drama bölümüne girdi ve buradan
en yüksek derece ile mezun oldu. Çalışmalarına
Viyana, Berlin ve Paris’te devam eden sanatçı Oleg
Maisenberg ve Dmitrij Bashkirov ile de çalıştı, Stephen
Kovacevich’in ustalık kurslarına katıldı. 1995 yılında
Amerika’da Uluslararası İllionis “Stravinsky Ödülleri”
Yarışması’nda birincilik ödülü ile “İvo Pogorelich
Büyük Ödülü”nü aldığında 16 yaşında idi. 1996
yılında Lord Yehudi Menuhin yönetimindeki konseri
uluslararası kariyerinin başlangıcı oldu. Sonraki
başarıları ise Brüksel Kraliçe Elisabeth Uluslararası
Piyano Yarışması (1999) ile İsviçre Vevey XXI. Clara
Haskil Yarışması’nda (2005), finalist olması…
Gottlieb Wallisch’in çaldığı orkestralar arasında;
Viyana Filarmoni, Viyana Senfoni, Varşova Senfoni,
Viyana Radyo Senfoni Orkestrası, Güstav Mahler
Gençlik Orkestrası, Camerata Salzburg, Stuttgart
Oda Orkestrası, Royal Liverpool Filarmoni Orkestrası,
Londra Filarmoni Gençlik Orkestrası, Zagreb Filarmoni
Orkestrası, Het Brabants Orkestrası, Linz Brückner
Orkestrası, Trondheim Senfoni Orkestrası var.
Birlikte çaldığı orkestra şefleri ise şunlardır: Giuseppe
Sinopoli, Dennis Russell Davies, Lord Yehudi
Menuhin, Louis Langrée, Sir Neville Marriner,
Christopher Hogwood, Philippe Entremont, Lawrence
Foster, Helmut Müller-Brühl, Martin Haselböck,
Walter Weller ve Mathias Bamert,
Çeşitli konser turları ile birçok ülkede çaldığı ünlü
konser salonları arasında Amerika’da Washington
Carnegie Hall, İngiltere’de Wigmore Hall ve Queen
Elizabeth Hall, Brüksel Palais des Beaux Arts,
Musikhalle Hamburg, Japonya, Hong Kong, Orta
Doğu ülkeleri, Doğu Afrika ile İspanya, Almanya
ve İsviçre dahil birçok Avrupa ülkesindeki salonlar
sayılabilir.
‘Uluslararası Yükselen Yıldızlar” konser turları ile
Avrupa başkentlerinde, Viyana Musikverein, Stokholm
Konserthaus, Brüksel Société Philharmonique, Londra
Wigmore Hall, Atina Konser Salonu’nda ve New York
Carnegie Hall’de de resitaller vermiştir.
Sanatçı 2008 yılı Mart ayında Şef Antonio Pirolli
yönetiminde İstanbul Devlet Orkestrası ile ve
kentimizde Şef Vladimir Lungu yönetiminde Mersin
Devlet Opera ve Bale Orkestrası ile birer konser
vermiştir.
Lucerne Festivali, Ruhr Piyano Festivali, Salzburg
Festivali, Schubertiade Schwarzenberg, Zürih
Tonhalle, Newbury Bahar Festivali ve daha birçok
festivale katılan Wallisch’in en son performansları
arasında Hamburg Musikhalle, Köln Filarmoni,
Rotterdam “De Doelen”, Viyana Festwochen,
6
AKOB
KASIM 2010
Fotoğraf: Wolfgang Werzowa
Budapeşte Bahar Festivali, Bonn Bach Festivali, Wallonie
Festivali, Singapur Sanat Festivali sayılabilir.
Sanatçının performansları Avusturya ORF Radio,
Uluslararası Radio France, Belçika RTBF, Londra BBC ve
Minnesota Public Radio’ da yayınlanmıştır.
Çok geniş bir repertuvara sahip olan sanatçının Scarlatti,
Haydn, Schumann, Brahms, Schubert, Stravinsky, Mozart,
Strauss ve Pfitzer’in eserlerinden CD kayıtları vardır. Viyana
piyano geleneğinin saygın bir sanatçısı olan Wallisch en
son olarak İngiliz kayıt şirketi LINN Records ile bir anlaşma
imzalamış ve LINN ile ilk CD kaydı “Mozart in Vienna” bu
yıl satış standlarında yerini almıştır.
www.gottliebwallisch.com
Avusturya Büyükelçiliği Basın Açıklaması
Eine Brücke der Kunst von
Wien nach Mersin
Mersin - Die Stadt Mersin an der östlichen
Mittelmeerküste der Türkei ist in den letzten Jahren
zu einem kulturellen Zentrum mit zahlreichen
Verbindungen nach Österreich geworden. Unterstützt
durch die langjährige Tätigkeit des dortigen
österreichischen Honorarkonsuls Fazil Tütüner und in
Zusammenarbeit mit der Österreichischen Botschaft
Ankara sowie dem Kulturforum Istanbul können in
Mersin regelmäßig österreichische und österreichischtürkische KünstlerInnen ihr Können beweisen. So
gab am 7. November der Ausnahmepianist Gottlieb
Wallisch ein umjubeltes Konzert, bei dem er Werke
von Mozart, Beethoven, Schumann und dem
zeitgenössischen österreichischen Komponisten
Sebastian Themessl zu Gehör brachte. Bereits im
Frühjahr gab es Wiener Klänge in Mersin mit dem
Johann-Strauß-Ensemble von Alfred Pfleger.
Das außergewöhnlichste musikalische Projekt ist
aber sicherlich das vor sechs Monaten ins Leben
gerufene Orchester “Eine Brücke der Kunst von
Wien nach Mersin”. Serkan Gürkan, in Österreich
lebender Komponist, Violinist und Gründer des String
Inspirations Quintett und sein Bruder Hakan Gürkan,
Künstler an der Staatsoper in Mersin, geben mit
diesem Jugendorchester Kindern, die in Heimen der
Jugendfürsorge untergebracht sind, die Möglichkeit,
ein Instrument zu lernen, gemeinsam zu musizieren
und die einstudierten Stücke sowohl in der Türkei als
auch in Österreich auf der Bühne zu präsentieren.
Regionale Institutionen und auch die österreichische
Botschafterin Heidemaria Gürer unterstützen das
Projekt, das auf das Engagement von Freiwilligen
angewiesen ist. „Mehr als alles möchte ich aus vollem
Herzen Musik machen“, so beschreibt es einer der
jüngsten Geiger dieses bemerkenswerten Orchesters,
das zugleich eine vitale musikalische Verbindung
zweier Länder ist.
Mersin:
Avusturya ve Türkiye
arasında müzikal bir köprü
Mersin – Türkiye’nin Doğu Akdeniz kısmında
kalan Mersin son yıllarda birçok Avusturya
bağlantısı bulunan bir kültür merkezi
haline geldi. Uzun yıllardır Avusturya Fahri
Konsolosluğu’nu yürüten Fazıl Tütüner’in
desteği ve Ankara Avusturya Büyükelçiliği ile
Avusturya İstanbul Kültür Ofisi’nin işbirlikleri
sayesinde Mersin’de düzenli olarak Avusturyalı
ve Avusturyalı-Türk sanatçılar becerilerini
sergileyebiliyorlar. Bu çerçevede piyanist
Gottlieb Wallisch 7 Kasım’da, Mozart,
Beethoven, Schumann ve çağdaş Avusturyalı
bestecilerden Sebastian Themessl’den eserler
sunduğu hayranlık uyandırıcı bir konser verdi.
Mersin’de Viyana ezgileri ilkbaharda da
Alfred Pfleger’in Johann-Strauss Topluluğu ile
duyulmuştu.
Ancak şüphesiz en olağanüstü müzikal proje altı
ay önce hayata geçirilen orkestra: “Viyana’dan
Mersine Sanat Köprüsü”. Avusturya’da ikamet
eden bir besteci, viyolonist ve String İnspirations
Quintett’in kurucusu Serkan Gürkan ile Mersin
Devlet Operası sanatçısı kardeşi Hakan Gürkan
bu gençlik orkestrası vesilesiyle Çocuk Esirgeme
Kurumlarında yetişen gençlere bir müzik aleti
öğrenme, birlikte müzik yapma ve öğrenilen
eserleri hem Türkiye hem de Avusturya’da
olmak üzere sahnede sunma şansı veriyorlar.
Yerel kurumlar ve Avusturya Büyükelçisi
Heidemaria Gürer, gönüllü yardımcıların
desteğine ihtiyacı olan bu projeyi destekliyorlar.
İki ülke arasındaki canlı bir müzikal bağlantı
olan bu olağanüstü orkestranın en genç
kemancı üyelerinden biri kendini işte bu sözlerle
ifade ediyor: “Her şeyden çok bütün kalbimle
müzik yapmak istiyorum.”
AKOB
KASIM 2010
7
Borusan Holding parasını sizin zevkiniz için harcayan bir
kuruluş. İstanbul’da 1997 yılında kurulan Borusan Kültür
Sanat Şubesi, İstiklal Caddesi’nde iki binaya sahip. Ayhan
Işık sokağında bulunan, görsel sanatçılara ev sahipliği
yapan bir diğer binada ise 200 sanat eserinden oluşan bir
koleksiyon ve bir butik basımevi bulunmakta.
[email protected]
BORUSAN
KÜLTÜR
İMPARATORLUĞU
BORUSAN’S
CULTURAL
EMPIRE
8
AKOB
KASIM 2010
Müziksel varlıkları arasında ise bir filarmoni orkestrası,
ödüllü bir yaylı sazlar dörtlüsü, bir çocuk korosu ve bir
de müziğe olan tutkusu nedeni ile orkestra müziğini
dünya çapında destekleme zorunluluğunu hisseden icra
kurulu başkanı var: Ahmet Kocabıyık. “Kültür ve sanat
dünyasında en değerli öğreti olduğunu düşündüğüm
klasik müziğe tutkum lise günlerime kadar gitmekte”
diyor kendisi. Bir kişisel gelişim aracı olmasının ötesinde bir
toplumun gelişim düzeyini göstermekte olan klasik müzik,
değişik kültürleri bir araya getirme işlevi de olan yüksek bir
sanat formu. Borusan’ın yararlı imparatorluğu bu yıl her
zamankinden daha fazla genişlemekte. Bir göz atalım:
Kültür Merkezi olarak kullanılan İstiklal Caddesi’ndeki
binalardan biri ayni zamanda zengin bir müzik
kütüphanesine ev sahipliği yapmaktadır. Karşısındaki
beş katlı bir 19. Yüzyıl binası olan Borusan Müzik Evi’nin
içi yakınlarda ultra modern bir tasarımla yenilenmiştir.
Geçen Ocak ayı içerisinde açılan bina bir sanat galerisi ve
konser salonu olarak kullanılmaktadır. Sanat galerisinde
Çeviri/Translation
İhsan Toksöz
Borusan is a Turkish industrial holding
company that spends its money for your
enjoyment. In Istanbul, its Borusan Kültür
Sanat division, founded in 1997, owns two
buildings on Istiklal Caddesi, another on Ayhan
Işık Sokak in Beyoğlu for housing visual artists,
and a contemporary art collection numbering
200 pieces as well as a boutique publishing
house. Their musical real estate includes their
own philharmonic orchestra, a prize-winning
string quartet, a children’s chorus, and an
executive board chairman, Ahmet Kocabıyık,
whose commitment to music compels him to
support orchestral music on a global scale.
“My love for classical dates back to my high
school days and I consider it a most valuable
discipline in the world of culture and arts,”
he states. “Beyond its function as a tool for
personal development, classical music is a
high form of art representing a society’s
level of development which also operates to
bring different cultures together.” Borusan’s
beneficent empire is looming larger than ever
this year. Let’s take a tour.
One building on Istiklal houses the cultural
headquarters’ offices as well as a well-stocked
music library. Across from it is the Borusan
Müzik Evi, a 5-story 19th century building that
has a newly renovated, ultra-modern interior.
Just having made its debut last January, it
functions as an art gallery and a concert hall.
BORUSAN’S
CULTURAL
EMPIRE
AKOB
KASIM 2010
9
halen 20 Kasım’2010 tarihine kadar sürecek olan
New York, “Lehmann Maupin” galerisinden eserler
sergilenmektedir. Konser salonunda ise klasik, caz,
dünya müziği, çağdaş müzik, oda müziği ve genç
klasik müzisyenlerini içeren karışık müzik alanlarında
sunumlar yer almaktadır. Bu yılki sezon açılış konseri 5
Kasım’2010 tarihinde “Mercan Dede ve Secret Tribe”
konseri ile yapıldı. Ertesi akşam Grammy ödüllü İsveç
çağdaş müzik topluluğu “Sonanza” vardı. Kasım ve
Aralık aylarında ilgi çekecek konserler arasında; vurmalı
çalgılar topluluğu, arp ve elektronik düo konseri, caz
besteci ve piyanistleri, bir solo soprano resitali, Los
Angeles müzik grubu “Divan Consort” ve iki harika
çocuk konseri bulunmakta.
10 AKOB
KASIM 2010
Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü
Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü (Esen Kıvrak/birinci
keman, Olgu Kızılay/ikinci keman, Efdal Altun/Viyola
ve Çağ Erçağ/Çello,) Avusturya , Kore, Macaristan,
Türkiye, Rusya ve Amerika’dan 87 den fazla müzisyen
ve toplulukların katıldığı New England Oda Müziği
Vakfı tarafından Boston’da düzenlenen 2010 Oda
Müziği Yarışması’nda birincilik ödülü için yarıştı. İki
ayrı bölümde ödüllendirildiler. New York Carnegie Hall,
Weill Resital Salonunda 8 diğer topluluk arasında Fazıl
Its current art exhibit, featuring works from New York
gallery Lehmann Maupin, is in place until November
20. The concert hall presents a mix of musical spheres:
classical, jazz, world, contemporary, chamber music,
and young classical musicians. It opens its season on
November 5 with Mercan Dede and the Secret Tribe.
The next night, the Grammy Award-winning Swedish
contemporary music ensemble, Sonanza, performs.
Highlights in November and December include a
percussion ensemble, harp and electronics duo, jazz
composer/pianists, a solo soprano recital, the Los
Angeles-based music group Divan Consort, and two
child prodigies.
Borusan String Quartet
The Borusan String Quartet (Esen Kıvrak, first violin,
Olgu Kızılay, second violin, Efdal Altun, viola and Çağ
Erçağ, cello) competed with over 87 musicians and
ensembles from Austria, Korea, Hungary, Turkey,
Russia and USA to win the first prize at the 2010
International Chamber Music Competition, organized
by the New England Chamber Music Foundation
in Boston. They won in two different divisions, the
second being in Carnegie Hall’s Weill Recital Hall
in New York against eight other ensembles, to win
the gold medal with their performance of Fazıl Say’s
String Quartet, Op. 29. At Andante magazine’s 2010
Music Awards in Istanbul in May, they were awarded
“Chamber Ensemble of the Year.”
The quartet has its own schedule of concerts in the
Süreyya Opera House in Kadiköy. On November 1,
they performed music by Boccherini, Borodin and Fazıl
Say; on February 7, pianist Toros Can joins them in
an evening of Shostakovich; and on May 16, pianist
Gülsin Onay joins the program of Erkin and Ravel.
Borusan Philharmonic’s phenomenal growth
Say’ın String Quartet, Op. 29 eserini seslendirerek altın
madalyayı kazandılar. İstanbul’da yayınlanan Türkiye’nin
Klasik Müzik dergisi Andante tarafından Mayıs ayında
düzenlenen müzik ödüllerinde ise “Yılın Oda Müziği
Topluluğu” ödülünün sahibi oldular.
Borusan Istanbul Philharmonic Orchestra has become
the crown jewel of symphonic life in Istanbul and
is preparing to be a new kind of Turkish cultural
representative, since its auspicious debut at the
Salzburger Festspiele last summer. The orchestra was
founded in 1999 with Gürer Aykal as its conductor,
who lovingly guided it in its formative years like a
proud father until it was ready to become part of the
adult symphonic world. In 2008, the dynamic young
Viennese conductor Sascha Goetzel was recruited
to the podium to put the ensemble through some
Kadıköy Süreyya Opera Evi'nde konserler veren Toluluk
1 Kasım'da Boccherini, Borodin ve Fazıl Say'ın eserlerini
seslendirmiştir. 7 Şubat 2011 tarihinde ise piyanist Toros
Can'ın kendilerine katılımıyla bir Shostakovich gecesi
sunacaktır. 16 Mayıs 2011 tarihinde ise piyanist Gülsin
Onay'ın katılımıyla Erkin ve Ravel'in eserlerinden oluşan
bir program sunacaktır.
AKOB
KASIM 2010
11
Borusan Filarmoni’nin İnanılmaz Yükselişi
İstanbul’un Filarmonik Müzik yaşamının yıldızı olan
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO), geçen yaz
çıktığı Salzburg Festivali’ndeki ilk konserinden sonra
yeni bir Türkiye Kültür Temsilcisi olmaya hazırlanıyor.
Şefleri Gürer Aykal’ın kuruluş yıllarından itibaren, erişkin
senfoni dünyasının bir parçası oluşuna kadar gururlu
bir baba şefkatiyle rehberlik ettiği, orkestra 1999 yılında
kurulmuştur. 2008 yılında topluluğa ciddi bir akademik
cila vermek üzere genç ve dinamik Viyanalı şef Sascha
Goetzel podyuma atanır. Onun en akıllıca yaptığı stratejik
uygulaması, Viyana Filarmoni’den 40 yaşındaki Peter
Goetzel’in de kemancılar arasına alınması ve bu deneyimli
kemancının bilgi ve birikimini tüm elemanlarla paylaşması,
olmuştur.
Festivalin 90. yılının kutlanacağı açılış gününde ilan
edilmemiş etkinlikler içinde yer alan orkestranın konserine
25 Temmuz günü Salzburg’ta katıldım. Dikkatlerden uzak
konumlandırmaya rağmen o gün Avusturya’da bir Türk
orkestrası beklentisi meraklı bir kalabalığın toplanmasına
neden olmuştu. Borusanlıların da aralarında olduğu
ve adeta amigoluk yaptıkları dinleyicilerle büyük salon
dolmuş ve hatta Türklerin dışındaki dinleyicilerden de
taraftarlar kazanılmıştı. Konser heyecanlı enerji, renk ve
ustalık dolu idi. Ustalık derken; her sakininin Wolfgang’ın
yazdığı her notayı bildiği, kutsal Mozart ülkesinde, Mozart
çalmaya cesaret etmelerini kastediyorum. BİFO bu yakıcı
denemeyi, sadece Fazıl Say’ın “Mozart, A majör, K.414”
performansıyla değil, ayni zamanda Respighi’nin “Queen
of Sheba ”, Hindemith’in muazzam eseri Symphonic
Metamorphosis “ ve Say’ın Dünya prömiyerini yaptığı
eseri “Nirvana Yanıyor” ile geçti. Erkin’in “Köçekçe”si nin
tekrarı olan bis parçaları neşeli bir şekilde salonu bulaşıcı
Türk ritimleri ve çekici zil sesleri ile doldurup, solo klarnetin
son final melodi dizeleri havada yükselerek sükunetle
minor ikiliye yerleştikten ve herkes gittikten sonra, salonda
titrekçe parıldayan bir hilal asılı kaldı. Avrupa basını belki
bunu benim dediğim gibi yazmadı ama eleştirilerde
tereddütsüz Borusan’ın olağanüstü yetkinliğini kayda
geçirerek performansın tarihi önemini takdir ettiler.
Orkestra İstanbul’da 2010-2011 sezonunu Ekim ayında
temel Alman içeriği ile (Mozart, Beethoven ve Brahms)
açarken, genç enerjinin erişkin zarafetle dengelendiği
sofistike bir ustalığın yeni seviyelerini gösterdi.. Yılın kalan
kısmında, 25 Kasım’da Chopin, Ravel ve Tschaikowsky
ile devam edilecek, Aralık ayında Fazıl Say müziği ile 3
günlük bir festival planlanmakta. Ocak 2011’den itibaren
şef Goetzel, Verdi ‘nin “Requiem”’ini, Saygun’un “Eski
Üslupta Kantat”’ını ve 2 ayrı gecede uluslararası solistler
tarafından sunulacak, değişik opera seçkilerini içeren
geniş vokal/koral eserler seçmiş bulunuyor Ve BIFO ilk
defa, anlatıcısının Mehmet Ali Alabora olacağı bir çocuk
konserini, Prokofiev’in “ Peter ve Kurt” isimli eserini
sunacak.
Fakat benim asıl ilgilendiğim, tanınmış program
kitapçığının içine sessizce yuvalanmış olan 23 Şubat
konseri. Markus Schirmer tarafından yorumlanacak,
Avusturyalı besteci Joseph Marx’ ın 2. No.lu Piyano
12 AKOB
KASIM 2010
serious post-graduate polishing. One clever tool in his
strategy was to put his violinist father, Peter Goetzel,
a 40-year veteran of the Vienna Philharmonic, to
play in the violin section and donate his wisdom and
experience to all the players.
I attended the concert in Salzburg on July 25,
when the orchestra was among the opening day’s
unannounced ceremonial events that inaugurated
the festival’s 90th year. Despite its somewhat obscure
positioning, the anticipation of a Turkish orchestra
in Austria produced a curious crowd that day. The
large auditorium was full, and even with the Borusan
contingent sitting among them and functioning
almost like cheerleaders, the non-Turkish audience
sector was clearly won over. The performance was
full of thrilling energy, color, and craft. And by craft,
I mean they dared to play Mozart in sacred Mozart
territory, where every inhabitant knows every note
Wolfgang ever wrote. BIPO passed the acid test with
not only Fazıl Say’s performance of Mozart’s Piano
Concerto in A major, K. 414, but also Respighi’s
“Queen of Sheba,” Hindemith’s mighty “Symphonic
Metamorphosis,” and the world premiere of Say’s
“Nirvana Yanıyor.” Their encore, a repeat of Erkin’s
“Köçekçe - Dance Rhapsody” so joyfully filled the
room with infectious Turkish rhythms and sexy zil
sounds that when the solo clarinet’s final looming
melody line arched through the air, landing lazily on
the minor second of the scale, it left a shimmering
crescent moon suspended in the hall long after
everyone left. The European press didn’t express
it like I just did, but their reviews noted without
hesitation Borusan’s extraordinary competence and
they appreciated the historical significance of the
performance.
In October, the orchestra opened the 2010 season in
Istanbul with a program of German staples (Mozart,
Beethoven and Brahms), wherein they showed new
levels of sophisticated mastery by balancing youthful
energy with mature refinement. The rest of the year
continues with Chopin, Ravel, and Tchaikowsky on
November 25, then a three-day festival is planned for
December with Fazıl Say and his music. Starting in
January 2011, Goetzel has chosen large vocal/choral
works: Verdi’s “Requiem, ” Saygun’s “Eski Üslupta
Kantat,” and two different nights of opera selections
with international soloists. And for the first time, BIPO
will offer a children’s concert, featuring Prokofiev’s
“Peter and the Wolf” with Mehmet Ali Alabora as the
narrator.
But the real item of interest to me, nestled quietly
among the more recognizable program fare, is the
concert on February 23: Austrian composer Joseph
Marx’ Piano Concerto No. 2 “Castelli Romani,” to
be performed by Markus Schirmer. Being a singer, I
knew Marx as a prolific composer of fine songs in the
late German Romantic style, but I had never heard
Konçertosu ”Castelli Romani.” Bir şancı olarak ben
Marx’ı, geç Alman Romantik stilindeki güzel şarkılarıyla,
üretken bir besteci olarak tanıyorum. Ancak kendisinin
piyano konçertolarını hiç duymadım. 1964 yılında ölen
Marx tarafından 1930 yılında bestelenmiş ve konserlerde
nadiren seslendirilmiş olan bu parça, sadece bir kez,
2005 yılında kaydedilmiş. 35 dakika süren, dayanıklılık
ve kas gücü gerektiren büyük bir konçerto. Richard
Strauss’un “Alpine” senfonisi ile eşleştiriliyor. Ultraromantik yolculukta seçimi yapılan diğer cüretkâr seçim
olan bu eser yerine ben şahsen gecenin İtalyan tadını
arttırmak için Respighi’nin “Roma’nın Çamları”nı tercih
ederdim. Yine de son zamanlardaki aşırı yüklü Chopin
(sanırım Chopin tarafından yazılan her nota İstanbul’da
kutlanan 200.doğum yılı nedeni ile defalarca çalındı.)
ve birçok konser programına hakim olan Mozart,
Brahms ve Beethoven yerine yapılan bu seçimi övgü
ile karşılıyorum. Fakat Goetzel’in, Marx konçertosunu
seçmesindeki ilginç risk alışını sembolize eden tek
unsur, Avusturya bağlantısının yanı sıra orkestranın ve
dinleyicilerin hazır olduğunu hissetmesi olmuştur.
İmparatorluğun Genişlemesi
Ve şimdi, her iki Goetzel’den alınan iki yıllık yoğun
Avrupa Müzik yaklaşımlarıyla temel bilgilerini geliştiren
BIFO yeni iddialı repertuvarlara (Örneğin: 27 Mart’
2011’deki Bruckner 7. Senfonisi gibi) ve Avrupa Müzik
sahnesindeki saygın yerini almaya hazırdır. Respighi
ve Hindemith gibi gösterişli iki vitrin eseri ve Florent
Schmitt’in “ Salome’nin Trajedisi” eserini içeren iİlk CD
kayıtları bu yıl ONYX bandrolü ile satışa sunulmuştur.
Küçük ve sıradan bir satış acentası tarafından biletleri
satılan BIFO’nun Salzburg’daki konseri aslında,
uluslararası orkestraları destekleyeceğini duyuran
Borusan Holding ve Kocabıyık’ın kamu yararına projesi
olan çok daha büyük bir aysbergin görünen ucudur.
Kurum önümüzdeki üç yıl boyunca, her yıl bir orkestra
olmak üzere, Salzburg Festivali’ne katılacak orkestraları
destekleyecektir. Borusan Holding’in Avusturya ile
olan bir diğer bağlantısı ise halen Avusturya tarafından
devam edilen Efes kazılarına olan katkılarıdır. Alicenaplığı
ve sanatsal perspektifi nedeniyle kendisine Temmuz
ayındaki festival konseri arasındaki bir törenle “Avusturya
Şeref Haçı” nişanı verilmiştir. Nişanı alırken Kocabıyık,
“Müzik sınır tanımayan tek dildir” demiştir. “Ve
kültürlerimizi ve ruhlarımızı birleştiren tek araçtır.”
Katıldığınız BIFO veya Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nün
Müzik Evi’ndeki veya Beyoğlu Sanat Merkezi’ndeki
konserlerinde, gelecek yılın Salzburg Festivali’ne
müziksel katkıda ve hatta Efes kazılarında İmparatorluk
sizin zevkiniz için hazır ve nazırdır.
www.borusansanat.com
www.borusanmuzikevi.com
of his piano concertos. This one is very rarely played
in concerts, and evidently has been only recorded
once, in 2005. And Marx, who died in 1964, wrote
it in 1930. It is a blockbuster of a concerto, requiring
brawn and endurance, and is around 35 minutes long.
It’s being paired up with Richard Strauss’ “Alpine”
Symphony, another audacious choice to complete the
journey into ultra-romantic fare, although personally
I would have chosen Respighi’s “Pines of Rome” to
boost the Italian flavor of the evening. Nevertheless,
I laud this departure from the recent overload of
Chopin (I think every piece Frédéric ever wrote has
been played several times in Istanbul’s celebration
of his bicentennial year) and the surfeit of Mozart,
Brahms and Beethoven that dominate so many
concert programs. But Goetzel’s selection of the
Marx concerto, aside from the Austrian connection,
symbolizes taking a very interesting risk -- one that
he feels the orchestra, and the ticket-buying public, is
ready for.
The Empire’s expansion
So now, after two years of rigorous uptake of
European musical approaches from the two Goetzels,
BIPO has polished the basics, is ready to tackle new
challenging repertoire (like Bruckner’s Symphony No.
7, slated for March 27), and can find its place as a
respected entity in the European musical scene. Their
debut CD, with the same two brilliant showpieces by
Respighi and Hindemith, and Florent Schmitt’s “The
Tragedy of Salome,” was released this year on the
Onyx label.
BIPO’s concert in Salzburg wasn’t, in fact, an ordinary
booking through a music agent; it was the tip of the
iceberg of a much larger philanthropic project by
Borusan Holding and Kocabıyık, who has declared his
intentions to sponsor international orchestras. The
organization will provide support for the next three
years, for one orchestra per year, to perform at the
Salzburger Festspiele. Another connection to Austria
is Borusan Holding’s contributions to an ongoing
Austrian archeological excavation in Ephesus. To
recognize the scope of Kocabıyık’s generosity and
artistic perspective, he was awarded the Austrian
Cross of Honor in a ceremony after the intermission
of July’s festival concert. “Music is the only language
without borders,” said Kocabıyık upon accepting the
award, “and it’s the best tool to bridge cultures and
bring our spirits together.”
Whether you attend concerts by BIPO, the string
quartet, at the Müzik Evi, the Art Center in Beyoglu,
next year’s musical contribution to the Salzburger
Festspiele, or even the dig in Ephesus, the Empire is
open and available for your pleasure.
AKOB
KASIM 2010
13
şadi erdoğan
Söyleşi: F. Hakan Gürkan
[email protected]
Genel müdürlüğümüz dışında önceki görev yerlerinizde
de birçok idarecilik görevi üstlendiniz, müzik öğretmenliği
yaptığınız ve o dönemlerde okul orkestraları kurdunuz. Müziğe
yönelmeniz, öğretmenliği bırakarak sanatçı olma fikriniz nasıl
oluştu?
Köy Enstitüsü mezunu idealist, yetenekli, çalışkan bir ilkokul
öğretmeniydi babam. Diğer becerilerinin yanında müzik ve el
sanatlarında daha etkiliydi. Okulda öğrendiği nota ve kemanı
öğretmenlik yaşamı boyunca başarıyla kullandı. Kemanın
yanı sıra bağlama çalar, yöresinin türkülerini söyler, sahiplenir
ve derlemeler yapardı. Yanında olmak, bir şeyler öğrenmek,
onun gibi enstrüman çalmak, türkü söylemek, en keyif aldığım
zamanlardı. Çok iyi öğretmendi. Onu her yönüyle taklit
etmek, onun gibi olmak isterdim. Ve onun temel öğretileri ile
müziği hiç bırakmadım, hep öğrendim ve sonunda 1974 de
müzik öğretmeni olarak Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun
14 AKOB
KASIM 2010
olup babamın mezun olduğu eski köy enstitüsü, Kastamonu
Gölköy Öğretmen Lisesi’ne müzik öğretmeni olarak atandım.
İlk atandığım günün sevincini hiç unutmam. Ben de babam
da, ailece çok sevinmiştik. Askerliğimin ardından ikinci görev
yerim Eskişehir Yunus Emre Öğretmen Lisesi oldu. İstiklal
Marşı’nı ezbere çalamayan öğrencileri mezun etmezdik. Bir
öğretmen adayı için en önemli dersler; müzik, resim, beden
eğitimi olarak değerlendirilirdi. Acapella korolar, çoksesli
okul orkestraları kurdum. Öğrencilerimin hepsi nota bilir,
bir enstrüman çalardı. Daha da önemlisi iki üç sesli armoni
diktesi yaptırıp kulak eğitimi değerlendirmesi yapardık. Kısa
da olsa idareciliğim de oldu. 1980 yılında Ankara Radyosu
Çok Sesli Korosu sınavını kazanarak Walter Strauss ile acapella
çalıştım ve önemli şan pedagoglarından şan eğitimi almaya
devam ettim. Konserler, kayıtlar derken 1981 de Ankara’da
Opera sınavlarını korist olarak kazandım. Zaman zaman
solo rollerde söyleyerek birçok prova, temsil, konser, turne,
bir toplum olmamıştır yeryüzünde. Çok çeşitli müzik türleri
var ama “herkes istediğini dinlesin, istediğini sevsin”
diyemiyorum. Çoksesli müziğin görkemi, o muhteşem
çatısı tartışılmaz. Bazen büyük emeklerle, özel yeteneklerle
yaratılan büyük eserlerin bestecilerinin insan olmadığını
düşünüyorum. Çoksesli müziğin, İnsanın açıklayamadığı,
beyninin ta derinliklerinde bıraktığı o etki, o haz anlatılamaz.
Neden tüm insanlar bu tınıyı, o armoniyi duymasınlar, o anı
algılayıp yaşamasınlar? İşte, çoksesli müzik eğitimini “bir harf
öğretenin kulu kölesi olurum” deyişiyle özdeşleştiriyorum
ben. Mesleğimiz Opera sanatçılığı, dolayısı ile çokseslilik
eğitimlerinde okullar kadar bizimde görevlerimiz olduğu
bir gerçek, DOB müdürlüklerimizde çocuk korosu, çocuk
balesi kurslarını önemsiyor ve özellikle ilgileniyorum. Genel
müdürlük olarak daha programlı, detaylarını önemseyerek
hazırladığımız müfredatımıza dayandırılan bir eğitim yapmayı
hedefliyoruz. Çocuklarımız opera ve baleyle iç içe yaşıyorlar,
bazı oyunlarımızda sanatçı olarak görev alıyorlar ve mutlu
oluyorlar. Keşke daha çok çocuk ve gencimize ulaşabilsek!
Geleceğimizin mimarlarının çoksesli düşünmek kadar çoksesli
müziğin hazzını öğrenmek ve yaşamak hakları değil mi?
Güzel olan, etkileyici olan, daha çok renk kullanılarak her
devlet opera
ve balesi
genel müdür
yardımcısı
festival sonrasında, 6 yıl Koro Teknik Kurul Temsilciliği, 2 yıl
Disiplin Kurulu Temsilciliği yaptım. 2005 yılı Mayıs ayında
DOBGM Genel Müdür yardımcılığı görevine atandım. Halen
çalışmalarıma idareci, sanatçı olarak devam ediyorum.
Eğitimci ve sanatçı kimliğinizle geleceğimizin teminatı olan
çocuklara ve gençlere verdiğiniz önemi takip etmekteyiz.
Sizce, özlemini duyduğumuz gelecekteki eğitimli opera ve bale
izleyicisini bugünlerden başlayarak oluşturabilmek için ne
yapılmalıdır?
Şimdi okullarımızda müzik dersleri seçmeli oldu. Müzik
eğitiminin benim öğrencilik ve öğretmenlik dönemlerimdeki
gibi önemsendiğini düşünmüyorum. İyi öğretmenlerimiz var
ama bu dalda müfredat içeriğinden dolayı eğitim grafiğinin
düştüğü bir gerçek. Müzik, güzel sanatlarda toplumun en
çok benimsediği, iç içe yaşadığı bir olgu. Herhalde müziksiz
birimi ayrı bir anlam ifade eden muhteşem bir tablo gibi
de algılayabiliriz çok sesli müziği. Bir şeyler anlattığı ve
ifade ettiği gerçeğiyle, bizim görme ve algılama estetiğimiz
çerçevesinde, verilecek eğitimle gençlerimizin daha çabuk
algılama, sevme ve etkilenme, haz alma yetenekleri artacaktır.
Kocaman bir senfoni ya da opera orkestrasını, solo, koro, tüm
enstrüman ve şan’ın ayrılmaz bir bütün olduğu o görkemli
mimariyi özümsemek ve algılamak elbette ki kültür olarak
alışık olmadığımız bir şey, ama neden olmasın? Neden
alışılmasın, sevilmesin? Öğrenmeye yakın çevreden, anneden,
aileden, sonra okuldan başlıyorsak, çokseslilik olgusu da öyle
olmalı diye düşünüyorum. Sonuca ulaşmak için izlenecek
yol bellidir. Başlangıçta, tınısının algılanması zor olmayan,
bizim kültürümüzden, bizim hikâyelerimizle hazırlanmış
çocuk ve gençlik oyunlarını çoğaltmalıyız. Orkestra tınısını,
koroyu, soloyu, çocuk ve gençlerin sevebilecekleri formlarla
hazırlamalıyız ve bu süreklilik arz etmelidir. Üretilecek eserler
Genel Müdür Yardımcılığı
görevini sürdürdüğüm
son 5 yılda yaptığım
değerlendirmeler,
başkalarının yaptığı başarısız
çalışmalar ve “gördükleri
ilgi!” özgüvenimi artırdı.
eğitici, öğretici olmalı ve dikkatle uygulanmalıdır. Böylece
geleceğin opera, bale ve çoksesli müziği anlayan ve seven
izleyicileri kendiliğinden oluşmuş olacaktır ve tüm emek ve
yatırımın geleceğimizin çağdaş mimarları için boşa gitmediği
görülecektir.
Araştırmasını yapıp metnini yazdığınız “Seslerle Anadolu”
eseriyle sanat dünyamıza önemli bir eser kazandırdınız.
Yukarıdaki kriterlere göre hazırladığınız bu eseriniz daha
önce opera ve bale sahnesine hiç gelmemiş olan ve kendisini
uzak hisseden kesimlere de ulaştı, sevildi ve benimsendi.
Geleneklerimizi, türkülerimizi ve halk danslarımızı opera
sahnemize taşımanızdaki düşüncelerinizi bizlere aktarabilir
misiniz?
Öğrencilik yıllarımda, afiş ve broşür tasarımı, makale,
hikâye, oyun yazarlığı gibi çalışmalarım oldu. Fakat
yaptıklarımı hiç beğenmedim. Hep mükemmeliyetçi, zor
beğenen, işin o kadar kolay olmadığını düşünen bir kişiliğim
var. Bunun beni ne kadar engellediğini çok geç fark ettim.
Genel müdür yardımcılığı görevini sürdürdüğüm son 5 yılda
yaptığım değerlendirmeler, başkalarının yaptığı başarısız
çalışmalar ve “gördükleri ilgi!” özgüvenimi artırdı. Her
şeyden önce çoksesli müziği kendi topraklarımızda, kendi
insanlarımıza, ama birçok kesime ulaşarak sevdirmek ve
kaynaştırmak düşüncesindeyim. Yurtdışında yapılan bazı
klasik etkinliklerin ilgi çekmediğini görünce, çokseslilikten
ödün vermeden yeni renklerin, farklı tını, ritim ve seslerin
ulusal ve uluslararası arenada daha çok ilgi çekeceği
düşüncesi ile Seslerle Anadolu projesini 22 Kasım 2009’da
Ankara’da Dünya prömiyeri yaparak hayata geçirdim.
Böylelikle, çoksesli müzikte de ortak noktalarımız
fazlalaşacak birbirimizi daha iyi anlayacaktık...
Dünya prömiyerini gerçekleştirdiğiniz eserin ilk izlenimleri
nasıl oldu? Sonraki temsillerde izlenimler ne şekilde devam
etmektedir?
Eser yerleşik temsillerde ve turnelerde çok ilgi çekti.
Başından beri savunduğum düşüncelerimin, gerçek
hayata dönüştüğünde, seyirciyle buluşma noktasında
16 AKOB
KASIM 2010
doğruluğunun teyit edilmesi matematiksel olarak da
kanıtlamış oldu. Prömiyeri yapıldığından bu yana toplam 22
temsilin ortalama doluluk oranı %98 olarak gerçekleşmiştir.
Dünya prömiyerinden kısa bir süre sonra bir yurt dışı turnesi
gerçekleştirildi. Buradaki tepkiler nasıldı? Salonda Türk
izleyiciler var mıydı?
Seslerle Anadolu’nun ilk yurtdışı turnesini Akdeniz Müzikleri
Enstitüsü’nün davetiyle Barselona’ya giderek gerçekleştirdik.
%100 dolu olan salonun %98’ ini İspanyollar oluşturuyordu.
Müziklerimizin benzerliğinden mi yoksa biz mi çok
başarılıydık bilemiyorum, temsil sonunda 15 dakika ayakta
alkışlanmamızı unutamam. Belki de işin en güzel tarafı
aylarca emek verdiğimiz eserimizin uluslararası boyutta da
takdirle karşılanmış olmasıdır. İzleyicilerin tekrarını yaşamak
istemeleri, bizim hedeflerimizi, ulaşmak istediğimiz noktaları
iyice genişletmiştir. Kendi müziğiniz ve kültürünüzle ortaya
koyduğunuz eserin çoksesli olarak gerçekleşmesi eserin
kendi ülkeniz dışında da beğenilmesini sağlıyor. Bundan
sonra gücümüz ve zamanımız yettiğince yurt dışında da
performansımızı sergilemeye sonuna kadar devam edeceğiz.
Eser içinde önemli bir rolünüz var. Sanatçı olarak sanatınızı
icra ederken aynı zamanda eseri oluşturan kişi olmanız sizde
farklı bir duygu uyandırıyor mu? Neler hissediyorsunuz?
Eserde başrol oynuyorum. Diğer rol arkadaşlarımla uyumlu ve
başarılı bir gurup oluşturduk. Her temsilde ayakta alkışlanmak,
kutlanmak hoşuma gidiyor. Demek ki başarmışız diyorum, bir
sonraki temsili heyecanla bekliyorum.
Türk insanını başarılı bir şekilde tanıtan bu eseriniz için
yeni yurtdışı temsil planlarınız var mı? Bundan sonra da
repertuvarımıza kazandıracağınız yeni eserleriniz olacak mı?
Anadolu Jet tüm yurtiçi ve yurtdışı turnelerimiz için ulaşım
sponsorumuz oldu. Epeyce turne teklifleri alıyoruz, hepsini
gerçekleştiremesek te gayret ediyoruz. Bu arada yeni bir
çocuk oyunu librettosu yazdım. Sevgili Selman Ada hocamız
çocuk müzikali olarak besteledi. Adı Keloğlan’ın Sırrı. İzmir
Devlet Opera ve Balesi müdürlüğümüz 6 Ocak 2011 tarihinde
Dünya prömiyeri yapacak. Sözlerimi sonlarken eserlerde emeği
geçen herkese ve Anadolu Jet yetkililerine teşekkürü bir borç
bilirim.
Ayrıca, teşekkürler AKOB…
seslerle anadolu
Devlet Opera ve Balesi Genel
Müdür Yardımcısı Şadi Erdoğan`ın
araştırmasını yapıp metnini
yazdığı eser ülkemizin tüm
renklerini içinde barındırıyor.
22 Kasım 2009 tarihinde Ankara’da Dünya prömiyeri
yapılan eserin o günkü kadrosu söyle:
Metin : Şadi Erdoğan
Türkü düzenlemeleri ve müzikler : Ali Aykaç
Sahne düzeni : Murat Akar
Dramatizasyon : Serdar Ongurlar
Koreografi : Özden Aktürk
Sahne ve kostüm tasarımı : Nursun Ünlü
Işık düzeni : Fuat Gök
Anlatıcı “Meddah” : Şadi Erdoğan ve Murat Akar
Tenor : Metin Turan ve Ayhan Uştuk
Soprano : Sema Özer ile Gül Seçkin
Mezzosoprano : Şebnem Algın ve Oylun Erdayı
Bas : Sabri Karabudak ve Mithat Karakelle
Eser Meddah’ın sunumuyla başlıyor. Eserde, “Benden
Selam Söyle Bolu Beyine”, Beyaz Giyme Toz Olur”,
“Ben Seni Sevdiğimu Dünyalara Bildirdim”, gibi şarkı
ve türküler, Eski İstanbul Roman havası, Zeybek havası,
Mevlevilik ve sema, horon, halay, Karagöz-Hacivat
gölge oyunu geleneği de sahneye getiriliyor.
Eserin final bölümünde, sinevizyon desteğiyle
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet`in kuruluşu anlatılıyor.
Sinevizyonda Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün
görüntülerinin de sahneye geldiği yapıt, “Onuncu Yıl
Marşı” nın seslendirilmesiyle sona eriyor.
AKOB
KASIM 2010
17
[email protected]
bifo
BORUSAN İSTANBUL FİLARMONİ
ORKESTRASI’NIN İLK CD KAYDINDAKİ
İTALYAN, ALMAN VE FRANSIZ
BESTECİLERİNDEN ORYANTALİST
İZLENİMLER
Çeviri / Translation: İhsan Toksöz
[email protected]
Bu yıl ONYX bandrolu ile çıkan Borusan İstanbul Filarmoni
Orkestrası’nın ilk CD kaydındaki, öznellikle dinlemesi büyüleyici
olan, Respighi, Hindemith ve Schmitt’in harika üç vitrin eseri
objektif olarak ele alındığında orkestrayı uluslararası müzik
dünyasının radar ekranına fırlatıyor.
2008 yılında göreve gelen yeni maestro Sascha Goetzel’in
yönetimindeki orkestra, iki az bilinen eser ve standart
repertuvardan bir eserin sadece egzotik Doğu’yla olan
bağlantılarıyla değil (exotic Orient:19 yüzyıl Anadolusu ve daha
doğuya ait Batı romantisizmi), üç öykü kahramanı efsanevi
kadınla; İncil’deki Saba Melikesi Belkıs, Buz Kraliçesi Turandot
ve Salomé ile nefes kesen bir maceraya atılıyor. Baştan çıkarıcı
dans melodileri, coşkulandırıcı ritimler ve kusursuz sinematik
sürükleyicilikleri ile parçaların seçimleri sırf bu güçlü performans
ile İstanbul’u (efsanevi ve modern anlamda) uluslararası müzik
haritasına yerleştirebilir.
Saba Melikesi Belkıs - Ottorino Respighi
Yalnızca Ottorino Respighi’nin Saba Melikesi Bekıs’ını dinlemekle
tüylerim ürperdi. O kadar olağanüstü ve tanımlayıcı ki, bu
eserin konser ve bale dünyasındaki sadece karın doyurmak
18 AKOB
KASIM 2010
için yapılan diğer parçalar kadar popüler
olmayışına inanamıyorum. Respighi’nin beş
bale eserinden sonuncusu olan dört ölçülü
bu suit, orijinal olarak 1931 yılında koro,
solistler, orkestra, birçok vurmalı çalgılar,
Hint sitarı, arka planda mızıka bandı ve bir
anlatıcının olduğu büyük çaplı performanslar
için yazılmıştı.1931 yılında Milano La Scala
Operası’ndaki prömiyer sonrasında Arturo
Toscanini ve New York Filarmoni Orkestrası
tarafından Amerika prömiyeri için seçildi
ve basında bir başarı dönüm noktası olarak
tanımlandı.
Respighi eseri sonradan standart bir orkestra
için uyarladı, Performans şansını arttıracağı için
belki de bu akıllıca bir hareketti. Süleyman’ın
Rüyası ile başlayıp iki hükümdarın erotik
birleşmesinin anlatıldığı Orgiastic -heyecanlı
dans ile sona eren eserde, muhtemelen
binlerce kişilik azgın ve taşkınlıkla dans eden
bir oyuncu kadrosu tarafından çevrelenmiş
Saba Kraliçesi’nin kral Süleyman’ın muhteşem
sarayını ziyaretinin şehvetli ve dramatik
tarifi anlatılmaktadır. Avrupalıların bir asır
önceki oryantalist izlenimlerinin harika bir
örneği olarak suit o kadar nefes kesici tutku
ve işlenmemiş güç ile dolu ki naif tadı ve
olağanüstü çekiciliği karşısında şaşkınlıktan
çenenizin düşmemesi imkânsızdır. Çağ Erçağ’ın
birinci kısımdaki çağrışımlarla dolu viyolonsel
solosu ve flütçü Bülent Evcil ve kemancı Pelin
Halkacı Akın’ın sonraki soloları orkestranın
verimli performansına katkıda bulunan tutku
dolu ve ustalıklı damlamalardı. Finalin sizi hiç
değilse şaşırtacağını garanti ederiz..
Carl Maria Weber’in Temalarında
Senfonik Metamorfozlar – Paul Hindemith
Yukarıdaki akademik ve neredeyse bilimsel
başlık sizi yanıltmasın; Bu eser bazı yerlerde
- özellikle sonunda, kusursuz bir Holywood
eserinde bulunabilecek tuhaf dokunuşlarla,
neşeli marşlarla.dolu, heyecanlandırıcı ve
sinematik bir müzik destanı… Alman besteci
Paul Hindemith’in’in 1943 yılında yazdığı
ve popüler orkestra eserlerinden biri olan
“Senfonik Metamorfozlar” bizi görkemli
orkestral renklerin ve yapısal maceracılığın
arasında büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor.
Konusunu ülkesinin müzik atalarının
birinden, Carl Maria von Weber’den alıyor
ve (Weber’in rastlantısal ‘Turandot’ müziğini
yansıtan) özellikle Çin etkisindeki flüt ve
pikolo sololarını, caza benzer tekrarlanan
kısa trombon pasajlarını ve vurmalı çalgılarla
çalınan canlı marşları yaratıcı bir şekilde
kullanıyor. Dört ölçüde birçok kısımda
bipo
BORUSAN ISTANBUL
PHILHARMONIC'S DEBUT CD
Orientalist Impressions by Italian
German, and French Composers
Released this year on the Onyx label, Borusan Istanbul Philharmonic
Orchestra's debut CD's three brilliant showpieces by Respighi,
Hindemith, and Schmitt is, subjectively, alluring listening; but
objectively, it springs the orchestra onto the music world's radar
screen. Conducted by their new maestro, Sascha Goetzel, who took
the helm in 2008, the orchestra takes on a breathless adventure
through two lesser-known works and one from the standard repertoire
that have links to not only the "exotic Orient" (the West's 19th
century romanticizing about Asia Minor and points further East),
but three legendary fictional women: the Biblical Queen of Sheba,
the ice princess Turandot, and Salomé. The sultry dance melodies,
exhilarating rhythms, and pure cinematic sweep of the selections could
very well put Istanbul (in both a mythical and a modern-day sense)
on the international musical map via the sheer power of this robust
performance.
AKOB
KASIM 2010
19
üflemelilerin tantanası, davul salvolarını takip eden
okyanus dalgalarından çıkmışçasına gelip giden
etkili yaylılar ile adeta askeri bir his veriyor. Bu
Hindemith’in muhteşem senfonik müfrezesiyle tüm
dünyada dörtnala yapılan heyecanlı bir gezinti.
Goetzel cesaretle uğraşarak bu dört ölçülük esere
tüm palet renklerinin görüneceği şekilde ince ayar
yapmış.
Not: Hindemith Türkiye’nin 20 yüzyıldaki
modernizasyonunun başlangıcında kritik bir role
sahiptir. 1930’larda yeni cumhuriyetin müzik
konservatuvar sisteminin ve Devlet Opera ve
Balesi’nin kurulması için Atatürk tarafından
seçilmiştir.
Salome Trajedisi – Florent Schmitt
Tiril tiril bir Fransız empresyonist tülüyle bir felaketin
geleceğini önceden hissettiren karanlık başlangıç,
altı bölümün içindeki en uzun bölüm olan, nadir
uzunluktaki (9 dakikadan fazla) dramatik Prelüd
içinde bulunan sürpriz birçok soloya zemin
oluşturmaktadır. Her şey harika görünmekte
(sadece korno ve arpler arasındaki kısa şüphe
uyandıran bir akort hariç), bizleri tam bir zenginlikle
sarmalamaktadır. İkinci İncilerin Dansı’nda,
Stravinski’nin, eserin daha geniş guruplar için olan
1910 transkripsiyonunu neden övdüğünü anlıyoruz.
Orkestrasyon kendisininki kadar (gerçekten sık sık
ve özellikle ‘The Enchantments of the Sea – Denizin
Büyüsü’nde’ onun ve Debussy’nin stilini taklit
etmektedir) görkemli ve sarsıcıdır.
Bu eseri dinlemek kendinizi, tek kişilik, melodik
motiflerden yoksun bir konser parçasından daha
tanımlayıcı, yoğun ve şaşırtıcı bir duygusal çıkmazın,
gerçekdışı muazzam bir operatik balenin iliklerinize
kadar içine sokmak gibi… Aniden, tercihen
Isadora Duncan gibi biriyle ve onun tarzıyla yapılan
dansı görmeyi arzu edersiniz. Abartılı ve şiddetli
finaldeki Korkunun Dansı ile muhtemelen insanlık
tarihindeki en baştan çıkarıcı olaya tanıklık ettiğinizi
hissedersiniz. Ve Borusan ile Goetzel’in sıkı çalışma
ve müzik tutkuları dehşeti daha da canlı gösteriyor.
Bu CD ayni zamanda Borusan’ın varlığının onuncu
yılında olağanüstü profesyonel büyümesinin,
orkestra dünyasında ( Klasik Batı Müziği’ni sadece
bir asır önce benimseyen bir ülkeden gelmelerine
rağmen) tutarlı bir profil sahibi olmasının ve
kendilerini Türkiye’nin sanat temsilcileri olarak
lanse etmelerinin, başarılarının da bir dönüm
noktası... Arka plandaki dışarıdan gelen ve yinelenen
gürültülere rağmen tamamen heyecan verici ve
unutulmayacak bir kayıt…
Örnek dinlemeler için Web linki:
http://www.onyxclassics.com/cddetail.php?
CatalogueNumber=ONYX4048#
20 AKOB
KASIM 2010
"Belkis, Queen of Sheba" by Ottorino Respighi
Just listening to Ottorino Respighi's "Belkis, Queen of Sheba,"
I got chills. It's so unearthly beautiful and descriptive, I can't
believe this piece isn't as popular as some of the other
potboilers of the concert and ballet worlds. The last of
Respighi's five works for ballet, this four-movement suite
in 1931 was originally for massive forces: chorus, soloists,
orchestra, a huge number of percussion instruments, Indian
sitar, backstage brass bands, and narrator. After its premiere
at Teatro La Scala in Milan in 1931, it was selected by Arturo
Toscanini and the New York Philharmonic for its American
premiere, and was pronounced "a milestone achievement" by
the press.
Later Respighi reduced it for a standard orchestra, probably
a smart move, since it would increase its chances of being
performed. It's a sensual and dramatic description of the
Queen of Sheba's visit to King Solomon's splendid palace,
starting with "The Dream of Solomon" and ending with
"Orgiastic Dance" depicting the erotic union of the two
monarchs, probably surrounded by a cast of thousands
dancing with wild abandon. The suite is so full of breathless
lust and raw energy that it's impossible to not to have your
jaw drop at its naïve deliciousness and, as a wonderful
example of the dreamy enchantment of the "orientalist"
impressions by Europeans so prevalent a century ago. Çağ
Erçağ's evocative cello solo in the first section, and later
solos by flutist Bülent Evcil and violinist Pelin Halkacı Akın
added more dripping sensuality and finesse to the orchestra's
exuberant performance. The ending is guaranteed to knock
your socks off, if not more.
"Symphonic Metamorphosis on Themes by Carl Maria
von Weber" by Paul Hindemith
Don't let its professorial, almost scientific title put you
off -- it's a thrilling, cinematic music epic, full of joyous
marches and whimsical touches that are pure Hollywood in
places, especially the end. One of German composer Paul
Hindemith's most popular orchestral works, the "Symphonic
Metamorphosis" from 1943 takes us on a captivating
journey through the glories of orchestral colors and textural
adventurousness. He takes a theme by one of his country's
music forebears, Carl Maria von Weber, and uses it in
many creative ways, most notably Chinese-influenced flute
and piccolo solos (reflecting Weber's incidental music to
"Turandot"), jazzy trombone riffs, and vigorous marches with
full-throttle percussion. Many sections within four movements
have an almost military feel to them, with brass fanfares,
drum artillery, followed by a massive string sweep that comes
in like oceanic waves. It's an exciting ride, galloping all over
the globe with Hindemith's symphonic battalions in full glory.
Goetzel has fine-tuned this four-movement masterpiece to
show its full-color palette with plenty of bite and bravura.
(Nota bene: Hindemith was a critical figure for Turkey's 20th
century initial modernization. He was chosen by Mustafa
Kemal Atatürk to help set up the new Republic's music
conservatory system and the State Opera and Ballet in the
1930s.)
bipo
"The Tragedy of Salome" by Florent Schmitt
A very dark and foreboding beginning with a French
impressionist gauzy veil provides a backdrop for
numerous sprightly solos in the unusually long (over 9
minutes) dramatic "Prelude," the longest section of the
six. Everything sounds blissfully wonderful (except a
brief moment of suspect tuning between the horns and
harps) as it envelops us in sheer opulence. In the second
"Dance of the Pearls" one can see why Stravinsky lauded
the work's 1910 transcription for a larger ensemble: the
orchestration is as splendidly shocking as his (in fact, it
very often apes his style as well as Debussy's, especially
in "The Enchantments of the Sea").
Listening to this work is like completely drenching
yourself in a surreal, gigantic operatic ballet that is more
descriptive of a thick and twisted emotional dilemma
than as a stand-alone concert piece because of its lack
of melodic motives. It urgently makes you want to see
the dance, with preferably someone like Isadora Duncan
and her ilk doing it. By the bombastic and violent Finale,
"The Dance of Fear," we truly feel like we've witnessed
possibly the most depraved event in human history.
And Borusan's and Goetzel's completely sweaty musical
passion makes the horror all that much more vivid.
This CD is also Borusan's "milestone achievement:" of
their remarkable professional growth within a decade
of their existence, of establishing a viable profile in the
orchestral world (and coming from a country which
formally adopted Western classical music only a century
ago), and launching themselves as artistic representatives
of Turkey abroad. Despite some recurring ambient noises
in the background, it's a totally thrilling recording -- one
that you won't forget.
Web link for free samples:
http://www.onyxclassics.com/cddetail.php?
CatalogueNumber=ONYX4048#
OTTORINO RESPIGHI (1879–1936)
Belkis, Queen of Sheba
1. I The Dream of Solomon 8.45
2. II War Dance 2.57
3. III The Dance of Belkis at Dawn 7.41
4. IV Orgiastic Dance 5.35
PAUL HINDEMITH (1895–1963)
Symphonic Metamorphosis on Themes
by Carl Maria von Weber
5. I Allegro 4.29
6. II Turandot: Scherzo 7.59
7. III Andantino 4.28
8. IV Marsch 4.55
FLORENT SCHMITT (1870–1958)
The Tragedy of Salome
9. I Prelude 9.25
10. II Dance of the Pearls 4.27
11. III The Enchantments of the Sea 7.07
12. IV Dance of Lightning 3.39
13. V Dance of Fear (I) 3.30
14. Vi Dance of Fear (II) 2.29
Total timing: 77.32
Borusan Istanbul Philharmonic Orchestra
Sascha Goetzel conductor
Catalogue No: ONYX4048
A stunning debut recording from the
remarkable Borusan Istanbul Philharmonic
Orchestra under their young Austrian Chief
Conductor, Sascha Goetzel.
Sevgili
Hocam
Nihat Taner
[email protected]
1888 yılında Tarsus’ta Saint Paul’s Institute adında bir misyoner
mektebi açıldı. Amaç yöredeki gayrimüslim gençlere eğitim
vermek, onlara meslek sahibi olacakları becerileri öğretmek ve
dini açıdan kendi mezheplerine uygun şekilde yetiştirmekti. 1923
yılında tevhid-i tedrisat (eğitim birliği) yasasının yürürlüğe girmesi
ve din eğitiminin yasaklanması üzerine okul kapatıldı. Ancak bir
sene sonra laik Cumhuriyetin bir eğitim kurumu olarak hizmet
vermeye başladı. Adı da değişti ve Tarsus Amerikan Koleji oldu.
Kuruluşundan 60 sene sonra 1948 senesinde okula genç bir
edebiyat öğretmeni geldi. Haydar Göfer, Pertevniyal Lisesi’ni,
Edebiyat Fakültesi’ni bitirmiş, 5 sene İstanbul’da çeşitli okullarda
yardımcı öğretmenlik yaptıktan sonra Cumhuriyet gazetesindeki
bir ilan üzerine müracaat ettiği Tarsus Koleji tarafından kabul
edilmişti.
Haydar Göfer Tarsus Amerikan Koleji’nde 1975 senesine
kadar öğretmenlik yaptı. Sadece edebiyat dersi vermekle
kalmadı, edebiyatı öğrencilerine sevdirdi. Fotoğrafçılık ve tiyatro
konularında öğrencileri eğitti. Mavi Devriye, Zafer Madalyası,
Buzlar Çözülmeden, Paydos, Harput’ta bir Amerikalı, öğrencilerin
oynadığı oyunlardan birkaçıydı. 1967’de oynanan Hababam
Sınıfı’nda Kel Mahmut rolünü üstlendi, öğrencileriyle birlikte
sahneye çıktı.
Öğrencileriyle yakınlığını ders dışında ve mezuniyetlerinden sonra
da sürdüren Haydar Hoca öğrencilerinden gelen mektupları büyük
bir özenle sakladı. Yıllar sonra bu mektupları gören öğrencisi,
gazeteci (1) Mete Akyol bunları derledi ve Sevgili Hocam – Bir
Öğretmene Mektuplar başlığıyla yayınladı.
Aşağıdaki 1964 tarihli mektup, Haydar Göfer’in öğrencisi
Tarsus Amerikan Koleji 1960 mezunu Kadri Kaynak Küçükpınar’a
ait (2). İtalya’da yaşayan genç bir Türk öğrencisinin Leyla Gencer’in
Napoli’deki konserinde ne denli gururlandığını, duygularını sevgili
öğretmenine nasıl heyecanla anlattığını gösteren bu mektubu
sayfalarımıza alarak tarihe mal ediyoruz.
O akşam Gencer’i alkışlayanların aslında Atatürk’ü alkışladıklarını,
batı medeniyetinin kapılarını bizlere açan ulu önder Atatürk’e ne
kadar borçlu olduğumuzu düşünen Küçükpınar halen Bursa’da
yaşıyor. Ona sanat, yurt ve Atatürk sevgisini aşılayan 1919
doğumlu sevgili öğretmenimiz Haydar Göfer ise Tarsus’ta yaşamını
sürdürüyor ve hala etrafına ışıklar saçarak biz eski öğrencilerini
aydınlığıyla gönendiriyor.
Teşekkürler sevgili hocam…
22 AKOB
KASIM 2010
1
Mete Akyol, Sevgili Hocam - Bir
Öğretmene Mektuplar,
3. Baskı, Ocak 2006
SEV Matbaacılık ve Yayıncılık Eğitim Ticaret
A.Ş., İstanbul
( SEV : Tarsus Amerikan Koleji dahil
Türkiye'deki Bord Okullarının bağlı olduğu
Sağlık ve Eğitim Vakfı )
2 Kadri Kaynak Küçükpınar, 1960 yılında
MEB sınavlarını kazanarak burslu olarak
gittiği İtalya’da, Napoli Üniversitesi’nin Gemi
İnşaatı, Makine Mühendisliği bölümünden
1968 yılında mezun oldu. 1970 yılında Tofaş
Türk Otomobil Fabrikası’nda işe başladı.
Buradaki görevinden 1994 yılında ayrılarak
yine otomotiv sanayinde olan Mako Elektrik
Sanayii A.Ş. de Genel Müdür olarak iş hayatına
devam etti. 2002’de emekli olan Küçükpınar,
2005-2009 yılları arasında B-Plas Plastik Sanayii
A.Ş. de yönetim danışmanı olarak çalıştı.
Halen kitaplarını okuyarak, biri Almanya’da
diğeri Amerika’da yaşayan iki kızından olan
torunlarını ziyaret ederek Bursa’da emekliliğin
tadını çıkarıyor.
Sevgili Hocam,
Hotel Splendid, Napoli
8 Mayıs 1964
En az benim kadar sizi de sevinç ve gurura boğacak bir haberi
müjdelemek istiyorum.
Çarşamba akşamı buradaki opera evinde Donizetti’nin
“Roberto Devreux”u oynadı. “Kraliçe Elizabeth” başrolünde
Leyla Gencer oynuyordu.
Napoli, gerek lirik, gerek oda müziği bakımından hayli
parlak bir geçmişe sahiptir. Opera sanatının gerçekten sevilip,
değerlendirildiği bir şehir olarak İtalya’da başta gelir.
Çarşamba akşamı Leyla Gencer’i siz de dinleyecektiniz.
Asırlık koca opera salonunu tıklım tıklım dolduran Napoli
halkı o akşam sanki çıldırmıştı hayranlıktan. Leyla Gencer’i
kaç kere sahne dışına çıkardılar, kaç demet gül, karanfil
attılar hatırlayamıyorum. Geçen sene bir daha alkışlanmıştı
Leyla. O artık dünyaya mal olmuş bir sanatkâr.
Çarşamba akşamı aklımdan geçenleri anlatamam. Bir an
her şeyi unutmuş ben de o çıldırasıya alkışa katılmıştım,
ama artık Leyla’yı alkışlamıyordum. Sanki sahneden halkı
selâmlayan o derin tebessüm bir uzak ülkeden geliyordu. Bir
an Mustafa Kemal belirmişti önümüzde Leyla değil, Atatürk
alkışlanıyordu.
O akşam duyduğum kör bir milliyet hissi değil, asırlardır bizi
körelten yobaz peçeyi silip, Türkiye’yi bütün insanlığa mal
eden Mustafa Kemal’in sevgisiydi.
Türk denince “Barbar” diye yüz çeviren keferenin, bir Türk
sanatkârını böyle çıldırasıya alkışlayışı, bizlerin Mustafa
Kemal’e ne kadar borçlu olduğumuzun ifadesi değil mi?
Kadri Kaynak Küçükpınar
AKOB
KASIM 2010
23
Mersin
Üniversitesi
Devlet
Konservatuvarı
Semihi Vural
[email protected]
Devlet Konservatuvarı 1940 yılında Türkiye’de ilk defa
Ankara’da yönetmeliği kabul edilerek etkinliklere başladı.
1959 yılında İzmir Devlet Konservatuvarı’nın kurulmasıyla
birlikte “Sahne Sanatları Bölümü Opera Ana Sanat Dalı” adı
altında eğitime başlandı. 2 Ekim 1970’de açılan İstanbul Devlet
Konservatuvarı ise ancak 1 Kasım 1971’de eğitim-öğretime
başlayabildi.1982 yılına kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
bağlı olarak eğitim veren Ankara Devlet Konservatuvarı aynı
yıl Yüksek Öğrenim Kurumu kapsamına alınarak Hacettepe
Üniversitesi'ne bağlandı. Anadolu Üniversitesi’nde ise Sahne
Sanatları Bölümü 1989 tarihinde kuruldu. Ankara, İstanbul ve
İzmir dışında kurulan ilk Sahne Sanatları Bölümü oldu.
Mersin Üniversitesi 3 Temmuz 1992 tarihinde TBMM’nin kabul
ettiği kanunla kuruldu, 10 Kasım 1992 tarihinde yaşama geçti.
Kurucu rektör Prof. Dr. Vural Ülkü, Güzel Sanatlar Fakültesi ve
Devlet Konservatuvarını eş zamanlı olarak ve öncelikle kurmak
düşüncesindeydi. Nedeni sorulduğunda şöyle yanıt vermişti:
“Küçük bir Anadolu kentinde batı müziğinden habersizdim.
Ankara Dil-Tarihe girdiğimde bana önce yabancı gelen batı
müziğiyle tanıştım. 1955 yılından itibaren Cumhurbaşkanlığı
Senfoni Orkestrası konserlerini keyifle izlerdim. Bana fırsat
verildiğinde ise, fen bilimlerinin yanında sosyal bilimleri,
özellikle Güzel Sanatları kurmak (elbette gerçek konservatuvar
olan Devlet Batı Müziği Konservatuvarı) ilk düşündüğüm
bölümlerdi.”
Mersin Üniversitesi 1993/1994 eğitim-öğretim yılında
Fen-Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İktisadi ve
24 AKOB
KASIM 2010
İdari Bilimler Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve birkaç
yüksekokuldan oluşuyordu.
Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ise 15 Ekim
1994 tarihinde kuruldu. 1994/1995 eğitim-öğretim
döneminde 12’si ortaokul ve 10’u lise devresi olmak üzere
toplam 22 öğrenci ile eğitime başladı. Düşünce güzel ama
olanaklar kısıtlıydı. Üstelik konservatuvar en pahalı eğitim
kurumlarından biriydi. 1995 yılında klasik batı müziği
alanında ilk kez ortaöğretim düzeyinde eğitim vermeye
başladı ve sadece iki sınıftı. Kampustaki eski “B” binasının
bodrum katında bir koridor üzerindeki birkaç odadan
oluşuyordu. Dönemin konservatuvar müdürü Meltem
Kula, çocukların notaları düzgün yazmalarını sağlamak
için, özel bir “güzel yazı” dersi koymuştu. (*).
1996 yılında konservatuvar öğrencilerinden oluşan bir
senfoni orkestrası kuruldu. 2002/2003 eğitim-öğretim
döneminde ise Mersin Üniversitesi Oda Orkestrası kuruldu.
Yükseköğretim Yürütme Kurulu’nun 13 Aralık 1996
tarihli toplantısında ise 1997/1998 öğretim yılında lisans
düzeyinde öğretime başlanması uygun bulundu. Bugün
Mersin Konservatuvarı pek çok önemli ustalık kurslarına,
konserlere ve yarışmalara ev sahipliği yapmaktadır. Okulda
1 müzik laboratuvarı, 1 kütüphane, 14 kültür sınıfı, 5 teori
sınıfı, 56 çalgı sınıfı olmak üzere toplam 75 adet sınıf
bulunmaktadır. Ayrıca 6 adet büyük derslik mevcuttur.
Bir saygı ve vefa düşüncesiyle iki salona Ahmet Adnan
Saygun Salonu ve Nuri İyicil Salonu adları verilmiştir.
Altı ana sanat dalından birisi Opera diğeri Bale
Halen, “Müzik ve Sahne Sanatları Bölümleri” altında yer
alan; Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Ana Sanat Dalı,
Yaylı Çalgılar Ana Sanat Dalı, Üfleme ve Vurma Çalgılar
Ana Sanat Dalı, Piyano Ana Sanat Dalı, Opera Ana Sanat
Dalı ve Bale Ana Sanat Dalı olmak üzere altı ana sanat
dalında eğitim sürdürülmektedir.
Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda halen 1
doçent, 2 yardımcı doçent, 25 öğretim görevlisi olmak
üzere toplam 28 akademik personel görev yapmaktadır.
Opera bölümünde ise 11 öğretim elemanı çeşitli dersler
vermektedir. Dersler oldukça yüklüdür. Hepsini sayamasak
bile, ağırlıklı olarak, zorunlu Şan, Sahne, Mimik, Dans,
Müzikal Formasyon, Opera Tarihi, Opera Analizi, Opera
Yorumu, Eskrim derslerinin yanında ayrıca Almanca,
İngilizce, Fransızca, İtalyanca yabancı dil öğrenimi vardır.
Toros dağlarının eteklerinde kurulu olan Mersin
Üniversitesi Konservatuvarı ciddi bir öneme sahiptir.
Değerini her üniversite etkinliğinde görev alarak
kanıtlamaktadır. Sanatçıları ve öğrencileri Mersin'i
ve Üniversitesini Türkiye’de ve yurtdışında verdikleri
konserler ve katıldıkları festivallerde başarılı bir şekilde
temsil etmektedirler. Birçok önemli müzisyeni bünyesinde
barındırmakta, iyi müzisyenler yetiştirip Türkiye'nin bir avuç
olan klasik müzik dünyasına kazandırmaktadır.
Mersin Konservatuvarı’nın Vizyonu ve Misyonu
Dünya standartlarında verecekleri eğitim-öğretim ve
üretilecek bilgi birikimi ile üstün nitelikli sanatçılar
yetiştirmek vizyonu ile donanmış öğretim üyelerinin misyonu
da bellidir: Lisans öğrencilerine çağdaş düzeyde eğitimöğretim vermek, yetkin eğitmenlerinin deneyimlerinden
yararlanarak uluslararası platformlarda yer alabilecek kaliteli
iyi besteciler, orkestra şefleri, muhtelif enstrüman icracıları,
opera ve bale sanatçıları yetiştirmek… Yetişecek sanatçılar
arasından solistler çıkacak, orkestralarda ve Devlet Opera
ve Balelerinde görev alacaklardır. Burada hedef kitlenin
en başında öğrenciler (Orta, Lise, Lisans) gelmekte olup,
öğrenci velileri ve yapılacak etkinliklerle toplumun her
kesimine ulaşan bir müzik ve sanat sevgisinin ve eğitiminin
verilmesi amaçlanmaktadır.
.
Akademik Oda Orkestrası
Türkiye’de Ankara, İstanbul, İzmir dışında birkaç ilde
varlığını korumaya çalışan konservatuvarlar var. Bunların
arasında öne çıkabilen, üniversite ve kent desteğini alan,
bir yıl öncesinde hazırladığı programla ve 10 yılı aşkın
süredir kesintisiz konserler veren Mersin Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı Akademik Oda Orkestrası, Mersin’in haklı
gururu olmuştur. Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı
şimdi “Oda Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi” ile
daha da güçlenmiş durumda. Bu yıl konser sezonunu
açan kurum müdürü sanatçı-öğretim elemanı Selahattin
Yünkuş’un mesajı şöyle::“Mersin Üniversitesi Oda Müziği
Uygulama ve Araştırma Merkezi 2010-2011 Sezonu
etkinliklerini bu yıl da sunabilmenin mutluluğunu yaşıyoruz.
Oda Müziği Araştırma Merkezi olarak bu yıl sizlere
ülkemizin birbirinden değerli şef ve solistlerini izleyeceğiniz;
6 Akademik Oda Orkestrası Konseri,1 Seminer, 5 Resital,
1 Oda Müziği Dinletisi, 1 Kanun / Gitar Dinletisi hazırladık.
Bunun yanı sıra asli görevimiz olan konservatuvar
öğrencilerimizin eğitimi için de 6 master class, 5 atölye
çalışması yapabilme olanağı bulduk. İyi bir konser
sezonu geçirmeniz dileğiyle ve gelecek sezonlarda da
karşınıza çıkabilme umuduyla eleştirilerinizi ve katkılarınızı
bekliyoruz.”
Mersin Konservatuvarı katkılarınızın karşılığını fazlasıyla
veriyor. Tüm Mersin halkının desteğini hak ediyor.
(*) “Güzel Yazı” dersini bir yarıyıl Semihi Vural vermiştir.
AKOB
KASIM 2010
25
Mersin’i seviyorum ve önemsiyorum. Kentin Akdeniz’de
bir kültür ve sanat merkezi olma potansiyelini gören, bu
konuda bıkmaksızın kafa yoran ve de yılmaksızın proje
üretip uygulamalarını tüm güçlüklere karşın sürdüren
insanları var. Sessizce çok büyük işler başarılıyor...
Mersin Üniversitesi (MEÜ), Oda Müziği Araştırma
ve Uygulama Merkezi tarafından bu yıl dördüncüsü
düzenlenen Gülden Turalı Ulusal Keman Yarışması, 29
Ekim - 1 Kasım tarihleri arasında yapıldı. Yarışma her
iki yılda bir yapılıyor. Böyle bir etkinliği sürdürebilmek,
bilgi birikiminin yanı sıra her şeyden önce adanmışlık,
inanmışlık, azim ve özveri ister. Mersin Üniversitesi
Devlet Konservatuvarı eğitim ordusunun içinde bunların
hepsini üzerlerinde toplamış sanatçılar var. Başta şu
anki Konservatuvar Müdürü Selahattin Yünkuş ve Ebru
Yünküş olmak üzere tüm konservatuvar hocaları yıllardır
gönül vermiş bir kadro ile inanılmaz bir iş başarıyorlar.
Gencecik dimağlara müzik sevgisini aşılayarak, onlara
bilgi ve birikimlerini aktararak birer sanatçı olarak
yetişmeleri için uğraş veriyorlar. Bunu yaparken diğer
konservatuvar ve müzik okullarında okuyan öğrencilerle
de tanışma ve kaynaşma imkânı verecek bir yarışma ile
bunu ulusal bazda pekiştirmeye çalışıyorlar. Konuk müzik
eleştirmeni Şefik Kahramankaptan’ın ödül gecesindeki
konuşmasında altını çizdiği gibi, gençler için bu bir
yarışmadan çok dayanışma, katılımcılık ve deneyim
platformu. Geleceğin keman sanatçılarını motive etmek,
çalışma azimlerini arttırmak ve hedef göstermek için
düzenlenen bir yol haritası.
MEÜ Rektörü, yarışmanın onursal başkanı Prof. Dr.
K. Suha Aydın, konuşmasında bu yarışmaya destek
vermenin bir görev olduğunu ve kendisinin bu görevi
zevkle yerine getirdiğini söyledi. Yarışmanın ileriki yıllarda
uluslararası düzeye geleceğine olan inancını belirtti. Bir
kentin gelişmesinde Üniversite’nin katkısı son derece
önemlidir. Mersin şanslı bir şehir, MEÜ, yeni bir üniversite
olmasına karşın diğer okulların önüne geçerek böyle bir
etkinliği gerçekleştirerek örnek oluyor.
Ödül töreninden önceki 31 Ekim günü yapılan Gala
gecesinde, MEÜ Devlet Konservatuvarı Gençlik
Oda Orkestrası bir konser verdi. Şef Münif Akalın
yönetimindeki konserde keman sanatçıları Çiğdem İyicil
ve Zeynur Erengönül solist olarak yer aldılar. Bu orkestra
konserlerinin zaman zaman kampüsten kente taşınması
gerektiği konusunda herkes fikir birliğine vardı o gece.
Kentin mimari yapısı değişirken kullanılan harcı ise
Sanat ve Müzik olmalı.
Konser öncesinde yapılan kokteyldeki kısacık
görüşmemizde Selahattin Yünkuş, heyecanla ileride daha
güzel proje ve haberlerle kentin karşısına çıkacaklarını
belirtti. Bu yarışmayı uluslararası bir yarışma yapmak
istediklerini ve bu konuda çalışmalarını sürdürdüklerini
söyledi. 2008 yılında I. ve geçen yıl II. Ulusal Viyolonsel
Yarışması’nı gerçekleştirdiklerini, yine geçen yıl Kamuran
Gündemir 1. Ulusal Piyano Yarışması’nı düzenlediklerini
hatırlattı. Bu yarışmaları da geliştirerek sürdüreceklerini
söyledi. Dağarcıklarında başka yeni projeleri de var.
Sadece enstrüman yarışmaları ile kalmayacak bu iş. Bir
de kompozisyon yarışması var sırada! Kentine sahip
çıkan üniversiteye kentlilerin de destek vermesi gerekiyor.
Ancak kampüste olanların Mersin kent içinde pek fazla
yansıması olmuyor. Bu nedenle, AKOB olarak her zaman
yanlarında olacağımızı, dışarıdan her türlü lojistik desteği
vereceğimizi belirttik.
26 AKOB
KASIM 2010
MEÜ
Devlet Konservatuvarı
Oda Müziği Araştırma ve
Uygulama Merkezi
İhsan Toksöz
[email protected]
Türkiye’nin ilk kadın başkemancısı olan 2002 yılında yitirdiğimiz
Gülden Turalı anısına, MEÜ, Çiftlikköy Kampüsü, Prof. Dr. Uğur
Oral Kültür Merkezi’nde bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilen
yarışmaya 27 öğrenci katıldı. Yarışma üç kategoride yapıldı:
1. Kategori - 2000 ve sonrası doğumlular
2. Kategori - 1996-1999 doğumlular
3. Kategori - 1992-1995 doğumlular
Jüri Başkanı : Prof. Koral Çalgan
Jüri Üyeleri: Prof. Hazar Alapınar, Prof. Dr. Cihat Aşkın
Prof. Çiğdem Yonat İyicil, Doç. Yusuf Güler Aksöz
Lukas David, Veniamin Varsavski
1. Kategori
2000 ve sonrası doğumlular
1. Ödül
: Sofiko Tchumburidze (MEÜ)
2. Ödül
: Doğa Altınok (ÇÜ)
3. Ödül
: Deniz Şensoy (ÇÜ)
Mansiyon
: İdil Yünkuş (MEÜ)
Mansiyon
: Alpay Can İnkilap (Bilkent)
Mansiyon
: Elif Ece Cansever (Bilkent)
En iyi Türk Bestecisi
Yorumcusu
: Doğa Altınok (ÇÜ)
2. Kategori
1996-1999 doğumlular
1. Ödül
: Ezgi Su Apaydın (ÇÜ)
2. Ödül
: Sesim Bezdüz (MEÜ)
3. Ödül
: Yunus Asilkan Çelik (MEÜ)
Mansiyon
: Azra Berfin İren (Bilkent)
Mansiyon
: Kerem Tuncer (Bilkent)
En iyi Türk Bestecisi
Yorumcusu
: Ezgi Su Apaydın (ÇÜ)
3. Kategori
1992-1995 doğumlular
1. Ödül
: Yiğit Karataş (İst. Üni.)
2. Ödül
: Merve Nur Uslu (İst. Üni.)
3. Ödül
: Onur Gürler (MEÜ)
Mansiyon
: Sena Umul (Mimar Sinan)
Mansiyon
: Muhd. Can Sharipov (Bilkent)
En iyi Türk Bestecisi
Yorumcusu
: Merve Nur Uslu ( İst. Üni.)
3. Kategori birincisi Yiğit Karataş’a özel yapım bir
keman hediye edildi. Kategori birincileri 1500 TL.
para ödülü kazandılar. Ayrıca tüm kategorilerdeki
birinciler Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda
solist olma hakkı kazandılar.
İkincilere 1000’er lira para ödülü verildi.
Ayrıca İzmir Senfoni Orkestrası ‘nda
solist olma hakkı kazandılar.
Üçüncülere 750’şer lira para ödülü verildi.
Ayrıca Antalya Senfoni Orkestrası’nda
solist olma hakkı kazandılar.
En iyi Türk Bestecisi yorumcularına
500’er lira para ödülü verildi.
Mansiyon alanların ödülü ise
Varol Müzik tarafından verilen
tel ve reçine oldu.
Tüm yarışmacıları tebrik ediyor ve
başarılarının devamını diliyoruz.
GÜLDEN TURALI:
Türkiye’nin ilk kadın
başkemancısı
Ankara'da doğan Gülden Turalı keman
çalmaya altı yaşında Nazım Ülgen ile
başladı. Ankara Devlet Konservatuvarı
yüksek bölümünde Lico Amar'ın sınıfından
mezun oldu. Aynı yıl Münih Yüksek Müzik
Akademisi'ne kabul edilerek önce Karl
Freund sonra da Wilhelm Stross ile çalışıp
akademiyi bitirdi. Daha sonra Rudolf
Hindemith ile üç yıl yorum ve oda müziği
çalışıp 1961 senesinde yurda döndü.
Bir süre İstanbul Şehir Orkestrası'nda
çalıştıktan sonra İstanbul Devlet Senfoni
Orkestrası'na başkemancı olarak atanan
Turalı bu görevini ölümüne dek sürdürdü.
Solist olarak ve kurduğu yaylı çalgılar
dörtlüsü ile yurt içi ve dışında resital ve
konserler veren sanatçı. İstanbul Devlet
Senfoni Orkestrası başkemancılığının
yanında, İstanbul Oda Orkestrası, Mimar
Sinan Solistleri, Akbank Oda Orkestrası gibi
oda orkestralarının başkemancılığını yaptı.
1974'den 1992'ye kadar Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde keman
öğretmeni olarak birçok değerli kemancı
yetiştiren Gülden Turalı, Türkiye'nin ilk
bayan başkemancılarındandır. 20 Ocak
2002’de vefat eden sanatçının anısına
2004 yılından itibaren her iki yılda bir
olmak üzere Mersin Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı Oda Müziği Araştırma
ve Uygulama Merkezi bünyesinde
Gülden Turalı Ulusal Keman Yarışması
yapılmaktadır.
AKOB
KASIM 2010
27
İSTANBUL
Müdür ve Sanat Yönetmeni
Suat Arıkan
İngilizce seslendirilecek
"The Turn of the Screw"
korku operası ses getirecek.
28 AKOB
devlet opera
ve balesi
İstanbul Devlet Opera ve Balesi yeni sezonda 2 Ekim 2010 akşamı Aya
İrini’de Müdür ve Sanat Yönetmeni Suat Arıkan’ın sunumuyla gerçekleşen
görkemli bir açılış konseriyle perdelerini açtı. Yıllardır bir gelenek haline
gelen bu konserde, Mozart’tan Rossini’ye, Verdi’den Donizetti’ye,
Offenbach’dan Britten’a kadar yeni sezonda sahnelenecek olan opera
eserleri Sevil Berberi, Don Pasquale, Mançalı Adam, Şen Dul, Figaro’nun
Düğünü, Hoffmann’ın Masalları ve La Traviata’dan, müzik ve opera tarihinin
en değerli bestecilerini bir araya getiren bölümler İstanbul Devlet Opera ve
Balesi sanatçıları tarafından seslendirildi.
YENİ SEZONDA YENİ ESERLER
Geçtiğimiz sezonda da ilgiyle izlenen operalar “La Traviata”, “Don Pasquale”,
“Figaro’nun Düğünü”, “Hoffmann’ın Masalları” ile “Don Quixote”,
“Concerto Barocco – Creatures – Mi Favorita”, “Dört Duvar” baleleri ve
“Şen Dul” müzikali bu sezonda da repertuvar programının vazgeçilmezleri
arasında yer alırken yeni eserlere de yer veriliyor.
İlk yeni eser G. Rossini’nin müziğiyle “Sevil Berberi” operası. Eseri şef
Antonio Pirolli yönetiyor, rejisörü ise İtalyan Flavio Trevisan. Bu eserde
genç ve deneyimli sanatçıları sahnede bir arada göreceğiz. Konusunu
Cervantes’in “Don Quixote”u yazma öyküsünden alan “Mançalı Adam” adlı
opera Murat Göksu rejisiyle sahnelenecek. “Wolfgang ve Lorenzo” adlı eser
ise besteci Amadeus Mozart ve libretto yazarı Lorenzo Da Ponte’nin parlak
işbirliğinden doğan üç büyük opera; “Le Nozze di Figaro”, “Don Giovanni”
ve “Cosi Fan Tutte”den parçalar içeriyor. Eseri Aydın Büke yönetiyor. Bu üç
yeni eser yeni yılın ilk sürprizleri olarak seyirci karşısına çıkıyor.
“The Turn of the Screw” ise bir korku operası ve bu sezonun en çok ses
getirecek eserlerinden biri olacak. İlk kez İngilizce olarak sahnelenecek bu
eser, opera sanatının geleneksel tema anlayışının dışına çıkarak günümüzün
önemli bir sorununu, çocuklara yönelik uygulanan şiddet ve tacizi konu
alıyor.
İlk kez İzmir Devlet Opera ve Balesi tarafından Uğur Seyrek koregorafisiyle
sahnelenen “Otello” balesi ise, dönüşümlü repertuvar programı kapsamında
İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından yorumlanacak. Dünyaca ünlü
koreograf Uwe Scholz’un “İkinci Senfoni”si ile “Creatures”in koreografı
Patrick de Bana’nın İstanbul Balesi için özel olarak yaratacağı “Batık” adlı
eser de ilk kez bale severlerle buluşacak. Ayrıca ülkemizi baleyle tanıştıran
“Dame Ninette de Valois”, ölümünün 10. yılında özel bir programla anılacak.
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın programında yer alan “Mukavemet
Oratoryosu” (Kuva-i Milliye), Mevlit/Mozart Requiem”, “Sevmek Nedir?”,
“Genç Yetenekler” ve “Fuaye” konserleri ilk kez sanatseverlerin karşısına
çıkarken, her yıl ilgiyle takip edilen “Yeni Yıl”, “Bahar”, “Cumhuriyet ve
Atatürk’ü Anma” konserleri de Oda Korosu Şan Konserleri dizisi ile birlikte
devam edecek.
Çocuklara yönelik sahnelenen müzikli oyunlar, “Bremen Mızıkacıları”,
“Mutlu Prens”, “Heidi”nin yanı sıra “Çocuk Dünyası” ve ilk kez interaktif bir
çocuk oyunu olan “Müziğe Dokunmak” genç seyircilerle tanışacak.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi, geçen sezon olduğu gibi bu sezon da tüm
eserlerini Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası Sahnesi’nde sergilemeye
devam edecek. İDOB
KASIM 2010
AKOB
KASIM 2010
29
Bize Ankara seyircisini değerlendirebilir misiniz?
Geçtiğimiz sezon en dikkatimi çeken şey genç jenerasyonun
taleplerinin artması ve gençlerin 4 saate yakın süren eserleri
bile sonuna kadar izlemeleri oldu. Özellikle üniversitelilerin
temsillerimize geniş katılımının olması bizim için büyük bir keyif.
Ankara’da yaklaşık 190 temsil yaptık, bunun dışında yurt içinde
ve yurt dışında birçok turnelerimiz oldu. Ve de sadece Ankara’da
geçen sezon 20.000’in üzerinde izleyiciye ulaştık. Bu oldukça
başarılı bir durum… Yeni sezonda daha büyük başarılara imza
atmayı istiyoruz elbette. Ankara içinde 40 ayrı noktada tanıtım
afişleri ile şehirle bütünleşmeye çalışıyoruz.
Geçen yıl başlatmış olduğunuz birçok proje oldu. Ne aşamada olduklarından bahseder misiniz?
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ”SHÇEK” projesi,
Çocuk Esirgeme Kurumu’nda kalan çocuklarımızın OperaBale’de eğitim görmesine yönelik, 1974’lerde yapılıp daha sonra
unutulan bir proje. Bu proje Türkiye’nin sanat yaşamına bir katkı
sağlayacak. Oradaki çocuklarımızın bir değer olduğunu, sanatla
bütünleşebilecek kadar önemli olduklarını anlatmayı amaçladık.
Çocuklarımız, Leyla Gencer Sahnesi’ndeki temsillerimizi ücretsiz
izliyor. Bunun yanı sıra eğitime gelen öğrencilerimizin tüm
masraflarını ADOB olarak biz üstleniyoruz. Projenin en önemli
noktası da şu; onlar için eğitim vermiyoruz. Biz kendi eğitimimizin
içine onları adapte ediyoruz. Bu şekilde topluma kazandırılmalarını
arzu ediyoruz.
Yurtiçi ve yurtdışı turnelerinde bu sene ciddi bir artış oldu
değil mi?
Fazlasıyla artış oldu. Harem balesi ile çok başarılı iki büyük yurtdışı
turnesi geçirdik. Çin ve Almanya’ya yapılan temsillerde çok büyük
beğeni topladık. Yurtiçinde geçen sezon Seslerle Anadolu ile
birçok turne yapma fırsatı bulduk. 2010 / 2011 sanat sezonunda
da Anadolu Jet sponsorluğunda Seslerle Anadolu’nun yeni
versiyonu ile yurtiçi ve yurtdışı turnelerine devam edeceğiz. Hatta
25 Kasım’da Kıbrıslı sanatseverlerle buluşacağız.
2010 / 2011 sezonunda Ankaralıları nasıl bir repertuvar
bekliyor?
15 sene önce oynanan Tosca operasının prömiyeri ile sezonumuzu
açtık. Ekim ayının 2. Prömiyeri ise Bir Tenor Aranıyor adlı 2 perdelik
müzikal komedi oldu. Oldukça eğlenceli olan bu oyun Mayıs
ayına kadar seyirciyle buluşmaya devam edecek. Kasım ayında
ise yine yıllar önce oynanmış olan Emmerich Kalman’ın Çardaş
Prensesi ile prömiyer yaptık. Çok beğeniyle izleneceğinden emin
olduğum bu operet Nisan ayına kadar seyirciyle buluşmaya devam
edecek. Aralık ayında Ankara seyircisini 3 prömiyer bekliyor. İlk
prömiyerimiz koreografi ve librettonun Leonid Lorca Massine’ye
ait olduğu Zorba balesi. İkinci prömiyerimiz herkesin bildiği, 8 yıl
kapalı gişe oynayan, Yekta Kara’nın sahneye koyacağı Mozart’ın
Saraydan Kız Kaçırma operası. Bu eseri Ankara’da oynamamızın en
büyük sebeplerinden biri de turne eseri olması. Hem Aspendos’a
hem de Estonya’ya gidiyor. Daha sonra başka ülkelerde de bu eseri
sergilemeyi düşünüyoruz. Aralık ayının son prömiyeri ise Modern
Dans Topluluğu’nun İçimizden Biri adlı eseri. İki bölümden oluşan
bu eserin birinci bölümünün koreografisi Berk Sarıbey’e, ikinci
bölümünün ise Özgür Adam İnanç’a ait. Ocak ayının başında
Operet Sahnemizde bir Türkiye prömiyeri yapıyoruz. Handel’in
Timurlenk eseri; Timurlenk’in yaşantısından bir kesitin sunulduğu,
Mehmet Ergüven’in sahneye koyduğu bir barok opera. Bu ay
içerisindeki bir diğer prömiyerimiz ise küçük izleyicilerimiz için
Leyla Gencer Sahnemizde; Zeynep Çelen Tamer’in uyarlayacağı,
Müdür ve Sanat Yönetmeni
Erdoğan Davran
ANKARA
devlet opera
ve balesi
Erdoğan Davran ile
yeni sezona kısa bir bakış
Söyleşi: F. Hakan Gürkan
[email protected]
Nazlı İktu’nun sahneye koyduğu Sihirbaz Oz. Ve ayın sonunda iki bale
çıkarıyoruz. Denge adındaki bu balemiz Backstage, Chery Dans, diğeri
Beethoven 7. Senfoni. Beethoven 7. Senfoni koreografisine yurtdışından
iki koreograf geliyor. Şubat ayının başında İstanbul, İzmir ve Mersin’den
sonra Ankara seyircisiyle buluşturacağımız bir Türk operası olan Okan
Demiriş’in Yusuf ile Züleyha eserinin Ankara prömiyeri gerçekleşecek.
Ayın sonundaki bir diğer prömiyerimiz ise uzun yıllardır Ankara seyircinin
özlediği Puccini’nin 4 perdelik La Boheme operası. Flavio Trevisan’ın
sahneye koyduğu bu eser Nisan ayına kadar seyirciyle buluşmaya
devam edecek. Mart ayında ADOB başkoreografı Armağan Davran ve
ADOB başöğretmeni Volkan Ersoy’un koreografisini yaptıkları, müzik
düzenlemelerini ise orkestra şefi Bujor Hoinic’in hazırladığı Notre
Dame’ın Kamburu balesi ilk defa Ankara seyircisiyle buluşacak. Nisan
ayında Modern Dans Topluluğu yurtdışından gelecek koreograflarla bir
eser hazırlıyor. Mayıs ayında Türkiye’de ilk defa Wagner’in Tannhauser
operasını sergileyeceğiz. Bu sezon 2 temsil olarak hedeflediğimiz eser
için Alman rejisör geliyor ve müzik direktörümüz ile çıkartacağız. Mayıs
ayındaki bir diğer prömiyerimiz çocuklar için; Bir Orman Masalı eseri ile
olup, sezonu ayın ortasındaki Genç Türk Koreograflarla kapatıyoruz.
Kısaca akılda kalması kolay olması için ADOB’ta bu sezon toplam 27
etkinlik bulunuyor. 8 opera, 5 klasik bale, 1 operet, 3 modern dans, 1
birim dans, 5 çocuk oyunu, 4 farklı yapıda eser ve 20’ye yakın konser ve
resitaller Ankara izleyicisiyle buluşuyor.
Son olarak eklemek istediğiniz…
Geçen sene yaptığımız yeni yıl konseri çok beğeni kazandı. Bu sene de
yeni yıl konseri yapacağız. Bu yeni yıl konserlerinde yine farklı konseptler
düşündük. Biraz sürpriz olsun diye yine zaman geçmesini istiyorum.
Yeni yıl konserlerini yine çok keyifli bir yeni yıl balosuna dönüştürmek
için şimdiden çalışmalara başladık. İnşallah ocak ayının başında olacak
olan 2 etkinliğimizle birlikte keyifle yeni yıla girilmiş olacak.
İZMİR
devlet opera
ve balesi
22 ayrı
eserle İzmirli
sanatseverlerin
karşısına çıkıyor…
Son yıllarda sezonu uzatmak adına eylül ayından başlayarak
haziran ayı sonlarına değin etkinlikler sunan İZDOB, bu sezonu
28 Eylül’de Selman Ada - Bestecilikte 50. Yıl Konseri ile açtı.
Sezon boyunca; 7 opera, 1 müzikal, 9 bale, 2 oratoryo, 3 çocuk
oyunu ve onlarca konseri İzmirli sanatseverlerin beğenisine
sunmayı planlayan İzmir Operası, ezber bozmaya da devam
ediyor. Bu sezonda yine ülkemizde hiç sahnelenmemiş olan
Gluck’un Iphigenia Tauris’te adlı operası ülkemizde ilk kez
İzmir’de sahnelenecek.
Çetin Işıközlü’nün Dudaktan Kalbe, Verdi’nin Otello, Mozart’ın
Cosi fan Tutte ve Gluck’un Iphigenia Tauris’te adlı operaları
bu sezon ilk kez sahnelenecek. Ayrıca geçen sezonlardan
R.Strauss’un Ariadne Naksos’ta, Puccini’nin La Boheme,
Selman Ada’nın Aşk-ı Memnu operaları bu sezonda da
sunulmaya devam ediyor.
İzmir Devlet Opera ve Balesi, geçen sezonlarda Uğur Seyrek’in
büyük başarı ile gerçekleştirdiği Otello adlı baleden sonra,
bu sezonda yine bir dünya prömiyerine ev sahipliği yapma
cesareti gösteriyor. Tevfik Akbaşlı’nın müziği ve Uğur Seyrek’in
koreografisiyle sahneye aktarılması planlanan Kösem Sultan
bu sezonun en yeni balesi olacak. Her şeyden önce ülkemiz
bale dağarcığı yepyeni bir bale eserine daha sahip olacak.
İlteriş Sun’un müziği, İhsan Bengier’in koreografisiyle ile sahneye
aktarılan Guguk Kuşu adlı dans tiyatrosu, Stravinski’nin Ateş
Kuşu, Bach ve Philip Glass’ın müzikleri ile Fırtınalı Duygular adlı
baleler konuk Koreli koreograf Young Soon Hue-Su Simon’un
koreografisiyle sahnelenecek. Bunlar bu sezonun yeni eserleri.
Çaykovski’nin Kuğu Gölü, C. Orff’un Carmina Burana adlı
sahne kantatının bale versiyonu, Minkus’un Don Kişot,
Strauss’un Cinderella, Mendelssohn’un Bir Yaz Gecesi Rüyası
baleleri repertuvarda yer almaya devam ediyor.
İZDOB, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası işbirliğiyle, Sabri
Tuluğ Tırpan’ın Kahraman Türk Kadınları adlı oratoryosunu
10 Kasım Atatürk’ü Anma günü dolayısıyla sunacak. Hasan
Niyazi Tura’nın Şehitler Oratoryosu, Bizet’nin Carmen
operası müzikleri eşliğinde, Özlem Belkıs’ın metni, Ahmet
Kahyaoğlu’nun müzik düzenlemeleri, Haldun Özörten’in
rejisi ile Carmen Carmen’dir adıyla bir müzikli oyun, bu sezon
İZDOB’un programını süsleyecek diğer eserler.
İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin geçen yıllarda büyük başarı ile
uygulamakta olduğu çocuk oyunları bu sezonun zenginliğini
arttırmaya devam ediyor. Selman Ada’nın müzikleri, Şadi
Erdoğan’ın metni ile Keloğlan’ın Sırrı adıyla yeni bir çocuk
oyunu sahnelenecek. Hülya Nüfusçu’nun Pamuk Prenses ve
Haldun Özörten’in Sihirli Dünya adlı çocuk oyunları, operanın
çocuk sanatseverleri için sunuluyor.
Müdür ve Sanat Yönetmeni
Aytül Büyüksaraç
32 AKOB
KASIM 2010
İzmir Devlet Opera ve Balesi, geçen yıllarda olduğu gibi
Elhamra Sahnesi’nin yanı sıra, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne
ait Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi, Konak Belediyesi’ne
ait Selahattin Akçiçek Salonu, Dokuz Eylül Üniversitesi’ne ait
Sabancı Kültür Sarayı, Ege Üniversitesi’ne ait Atatürk Kültür
Merkezi ve Kampus Kültür Merkezi, Özel Ege Lisesi’ne ait
Yüksel Eraslan Kültür Merkezi’nde de etkinlikler sunmak
suretiyle İzmir’in her noktasına ulaşmayı hedefliyor. IZDOB
Müdür ve Sanat Yönetmeni
Nilay Genç
ANTALYA
devlet opera
ve balesi
bu yıl
çok renkli
Perdelerini Ekim ayında Mozart’ın Osmanlıları konu alan
eseri Zaide ile açan ANTDOB; yeni sezonda şimdiden merak
uyandıran eserlerle izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
Broadway’in vazgeçilmez müzikali West Side Story, Selman
Ada’nın operaya uyarladığı Halid Ziya Uşaklıgil’in unutulmaz
eseri Aşk-ı Memnu, Giuseppe Verdi’nin Il Trovatore operası,
Anna Karenina ve Hırçın Kız balesi sezonda yer alacak yeni
eserlerden sadece birkaçı.
West Side Story’den Aşk-ı Memnu’ya…
Kasım ayında Giuseppe Verdi’nin eseri Il Travatore”nin
prömiyeri yapılırken, Aralık ayında ise ünlü Rus besteci
P.İ.Çaykovski’nin Anna Karenina balesi izleyici ile buluşacak.
Ocak ayında ise sürpriz bir müzikal var. Leonard Bernstein'in
bestelediği West Side Story Oldukça genç bir kadroya sahip
olan ANTDOB, West Side Story’de oldukça iddialı. Hırçın
Kız balesi, fantastik bir müzikal olan Backstage ve bestesini
Selman Ada’nın yaptığı Aşk- ı Memnu‘da sezonun dikkat çeken
yeni eserlerinden. Bremen Mızıkacıları, çocukları bekleyen
yeni sürprizlerden. Ayrıca her ayın ilk haftası farklı ülkelerin
bestecilerinin eserlerinin yer aldığı piyanolu konserler; 25 ve
30 Aralık tarihlerinde iki tane çok özel yılbaşı konseri de yine
ANTDOB sahnesinde izleyici ile buluşacak.
34 AKOB
KASIM 2010
Öğrenciler opera ve bale ile tanışıyor. Antalya ‘da 31
okul’da…‘1 Piyano ve 4 Solist Projesi’
Antalya Devlet Opera ve Balesi şehrin kültür ve sanat hayatına
yaptığı katkının yanı sıra, kurumun kültürel ve sosyal yaşam
başta olmak üzere birçok alandaki sorumluluğunu da artırıyor.
Bu sorumluluk duygusundan ve özellikle eğitim konusundaki
hassasiyetten hareketle, Antalya Devlet Opera ve Balesi’nin bu sezon
gerçekleştireceği projelerden biri de ‘1 piyano ve 4 solist’ projesi…
Antalya Devlet Opera ve Balesi bugün tüm opera ve bale temsillerini,
konserlerini kendi sahnesi olan Haşim İşcan Kültür Merkezi’nde
gerçekleştirmektedir. Her ne kadar Antalyalı sanatseverlerin bu
temsillere ilgisi özellikle son yıllarda giderek artmakta ise de,
opera ve bale temsillerine gelme imkânı olmayan birçok kişi de
bulunmaktadır. Herkesi opera ve bale temsillerine getirmek mümkün
değildir. Ancak özellikle öğrencilerimizi erken yaşta opera ve bale
sanatı ile tanıştırmak, her şeyden önce onlara opera ve bale sanatının
ne olduğunu anlatmak, onların hoşuna gidebilecek eserleri onlara
dinletmek mümkündür. Bu projenin en büyük amacı, Antalya’nın
uzak bölgelerinde, köylerde ve şehrin ücra yerlerinde kalmış
bölgelerde yaşayan, ekonomik ve sosyal imkânları kısıtlı ve yetersiz,
opera ve bale sanatını belki de hayatları boyunca kendilerinin çok
uzağında gören ailelerden gelen çocukların ağırlıkta olduğu okulların
öğrencilerine ulaşabilmek. İlk aşamada hedef, çocukları temsillere
getirmeden önce onlara okullarında ulaşıp, gerçekten opera ve
bale sahnesini merak etmelerini sağlamak ve bir eseri dinlemenin,
izlemenin nasıl bir şey olabileceği duygusunu onlara yaşatmak…
Sonrasında da onları ANTDOB salonunda ağırlanmaları…
‘1 piyano ve 4 solist‘ projesi; soprano, mezzo soprano, tenor,
bas-bariton gibi farklı ses renklerine sahip solistleri ve bir piyanisti
kapsamaktadır. Bu sayede öğrencilere doğadaki en kusursuz ses olan
insan sesinin farklı renklerini dinletme olanağı bulunmuş olacaktır.
Ülkemizde her yerde piyano bulmak oldukça zor olduğundan
projenin hedef kitlesi düşünüldüğünde bunu en kolay ve pratik hale
getirmek için projede dijital piyano kullanılacaktır. Proje kapsamında
okullara gidilip bir ders saati boyunca öğrencilere, yaşları itibariyle
onların ilgisini çekebilecek eserleri dinletmek ve sonrasında da
eserler hakkında onları bilgilendirmek hedeflenmektedir.
Bu projeyle öğrencilerin ilerleyen dönemlerde opera ve bale
sanatı hakkında en azından bir fikir sahibi olmaları ve sonrasında
yapacakları seçimler ile ilgili olarak onları yönlendirme imkânı
sağlanacaktır. Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile görüşülerek
kentin farklı bölgelerindeki 9’u yatılı olmak üzere toplam 31 okul
tespit edilmiş, okullar bilgilendirilmiş ve projenin her hafta farklı
bir okulda bir ders saati boyunca gerçekleştirilecek şekilde hayata
geçirilmesi için tüm hazırlıklar yapılmıştır. ANTDOB
2009 / 2010 temsil sezonuna 1 Ekim 2009 tarihinde Kamelyalı
Kadın adlı opera ile başlayan Samsun Devlet Opera ve Balesi
Müdürlüğü, halen ülkemizin en genç opera ve bale kurumu
olma özelliğini taşımaktadır. Atatürk Kültür Merkezi’nde
çalışmalarını sürdüren kurum kuruluşundan bugüne kadar
sezon boyunca 12- 16 etkinlik sayısı ile izleyicilerine temsillerini
sunmaktadır. Düzenli temsillerin yanı sıra İl Milli Eğitim
Müdürlüğü ile yapılan protokolle, ortaöğretimde eğitim gören
öğrencilere eğitim etkinliği düzenlenmiş, her ay yaklaşık 2000
öğrencinin Samsun’da Murat Göksu’nun Opera Zamanı adlı
oyununu izlenmesi sağlanmıştır. Geçen sezon sonunda 12
bin’e yakın ortaöğretim öğrencisi opera, bale ve çok sesli
müzik ile tanıştırılmışlardır.
Sanatsal eğitim misyonunun diğer bir gereği olan çocuk
balesi, çocuk korosu ve gençlik korosu kursları kurularak ilk
sezonda yaklaşık 150 öğrenci kursiyer olarak kayıt edilmiş,
halen kurslarda eğitim gören öğrenci sayısı 200’e yaklaşmıştır.
Temsillerin Samsun’un yanı sıra bölgede de sürdürülebilmesi
için turneler düzenlenmiş, repertuardaki eserlerden; Fantastik,
Arşın Mal Alan, Güldestan, Opera Zamanı, Mevlâna-Çağrı ve
çeşitli konserler ile bölgedeki geniş halk kitlelerine ulaştırılmaya
çalışılmıştır.
Kuruluşunun üzerinden henüz iki sene geçmesine rağmen
Samsun Opera ve Balesi, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize,
Artvin, Kars, Iğdır, Van, Sinop, Kastamonu, Çorum, Amasya,
Tokat, Sivas, Merzifon, Çarşamba, Vezirköprü, Lâdik, Bafra,
KKTC, Fransa ve Gürcistan da olmak üzere çeşitli il, ilçe ve
ülkelerde toplam 34 turne temsili gerçekleştirilmiştir. 2010
/ 2011 temsil sezonunda da yukarıdaki il ve ilçelere Yozgat,
Gümüşhane, Erzincan, Erzurum, Bayburt, Eskişehir, Kavak,
Terme eklenerek turneler devam edecek, çevre il ve ilçelerin
sahne koşullarına göre eserler seçilerek etkinlikler geniş halk
kitlelerine ulaştırılacaktır.
2010 - 2011 temsil sezonuna G. Bizet’in Carmen operası ile
başlayan Samsun Opera ve Balesi sezon sonuna kadar Bir Tenor
Aranıyor, Ali Baba 40 Haramiler, Venedik’te Bir Gece, Saraydan
Kız Kaçırma, Arşın Mal Alan, Kontes Mariza opera ve operetleri
ile Kuklacı, Sihirbaz Oz, Hansel ve Gretel çocuk oyunları ve
1001 Gece Masalları, Güldestan, Mevlâna-Çağrı, Korsan
ve Amazonlar bale eserlerini seyircileri ile buluşturacaktır.
Amazonlar’ın Samsun Terme’de yaşamış olmaları gerçeğinden
hareketle bu bale eserinin Samsun Devlet Opera ve Balesi
tarafından Dünya prömiyeri’nin yapılacak olması Samsun’u da
ön plana çıkaracaktır.
36 AKOB
KASIM 2010
Müdür ve Sanat Yönetmeni
Erdoğan Şanal
Devlet Opera ve
Balelerinin en genci;
SAMSUN
devlet opera
ve balesi
Geçen yıl en çok
turne yapan DOB
oldu.

Benzer belgeler