ariyorum29_web2 - Arıyorum İTÜ Gazetesi
Transkript
ariyorum29_web2 - Arıyorum İTÜ Gazetesi
arıYORUM istanbul teknik üniversitesi basın yayın kulübü yirmi dokuzuncu sayı, ocak iki bin on beş süreli yayın ISSN: 1305 - 4785 KEREM CANKOÇAK YAZIYOR... Bu yazıda Türkiye’de az bilinen bir akımdan bahsetmek istiyorum: Üçüncü Kültür. İki Kültür kavramı bir süredir bilinmekte. C.P. Snow’un 1959’da verdiği Rede Konferansından ortaya çıkan “İki Kültür” kitabı, 1960’lı yıllarda birçok dile çevrilmiş, 1973 yılında Varlık Yayınevi tarafından ve 2001 yılında da TÜBİTAK Yayınları tarafından Türkçeye... Devamı sayfa 4’te... Telefonlarımızı öğretim hayatımızla entegre etmeye yarayan, hayatımızı kolaylaştıran uygulamalar... // Sayfa 10’de... ‘‘KALBİM İTÜ’DE KALDI’’ SAYFA 7 YAZI DİZİSİ 1 BİR ÜNİVERSİTEYİ ÖĞRENCİ PROJELERİ ÜNİVERSİTE YAPAR İTÜ BULUT TAKIMI YARIŞMAYA HAZIRLANIYOR //Sayfa 2’de İTÜ FACILIS TAKIMI 1 LİTRE BENZİNLE DÜNYA TURU //Sayfa 2’de App Teknik Hayat kurtaran alışverişler için YÜZDE 100 EKOLOJİK PAZARLAR itü gazetesi Öğrenci evinde, yurtta yapılabilecek PRATİK YILBAŞI YEMEKLERİ SAYFA 6 Hindistan’da öğretim görevlisi Dr. Uğur Güven ile uzay teknolojileri ve mühendislik üzerine ‘ilham verici’ bir röportaj dizisi... Sayfa 8-9... ‘‘Çoğu insan uzay teknolojisi deyince işte Ay’a gitmek ya da uydu fırlatmak diye düşünür. Uzay teknolojisi bunun çok öncesinde, bizim modern teknoloji dediğimiz şeyin kapısını açar.’’ ‘‘Hindistan harikalar başarmış bir ülke. Uzay teknolojisi konusunda dünyadaki en ileri 5 ajanstan birine sahip. Bir seferde 10 uyduyu fırlatabilen tek ülke.’’ ‘‘İTÜ, sadece Türkiye değil, dünya açısından da bir mühendisin doğru yetiştirilebilmesi için doğru şeylerin doğru yerde olduğunu gösteren bir üniversite.’’ “İKI SORUNLU SISTEM VAR: ADALET SISTEMI VE EĞITIM SISTEMI” Ünlü haberci Fatih Portakal ile özel söyleşi // Sayfa 11’de... SAYFA SERGİSİ /// ‘MUNTAZIR TEŞRİFİNE HAZIR KAYIK’TA JAN VAN EYCK VE FRANK ABAGNALE VAR ‘‘İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER’’ Kayığımıza bu sayıda sanatta öncü isimlerden biri olan ve bizim de nihayet “buradaydı” diyebileceğimiz Jan Van Eyck ve sadece filmlerde rastlayacağımızı sandığımız hayat hikayesiyle kendisine hayran bırakan Frank Abagnale teşrif ediyor. // Sayfa 14’da... YERALTI EDEBİYATI VE BEYAZPERDE // SAYFA 15 ARIYORUM OCAK 2015 2 Güz dönemini noktalıyoruz... BİR ÜNİVERSİTEYİ ÖĞRENCİ PROJELERİ ÜNİVERSİTE YAPAR BÜŞRA BAYAT [email protected] İTÜ BULUTLARA ÇIKIYOR İTÜ BULUT Takımı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı Hava Harp Okulu Komutanlığı tarafından düzenlenen Future Flight Design yarışmasına, özgün İnsansız Hava Aracı (UAV) ile katılıyor Final dönemi sayımızdan herkese merhaba. Öncelikle bir önceki sayımız ile ilgili aldığımız tebrik ve teşekkürler için son derece gurur duyduğumuzu belirtmek isteriz. Takdir görmek çok güzel bir duygu… Zaman ayırıp bizimle fikir ve görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. Bu yaptığımız işte bize şevk katıyor ve okuyucunun bizi nasıl gördüğünü anlamamıza yardımcı oluyor. FUTURE FLIGHT DESIGN (FFD) NEDIR? Şimdi yeni sayımızda sizlerle buluşturduğumuz haberlerimizden bahsedelim. İstanbul Teknik Üniversite’nin gurur kaynağı olan öğrenci projelerine olan yaklaşımımız, 10 yıldır aynı: “Bir üniversiteyi, öğrenci projeleri üniversite yapar.” Bu sayımızda da projelerinin en önemli safhalarında olan iki takımı, İTÜ Bulut Uçak Takımı ve İTÜ Facilis Takımı’nı sizlere ulaştırdık. Tasarımından üretimine kadar her şeyiyle öğrenci işi olan bu oluşumlara, okulumuzu temsil edecekleri yarışmalarında başarılar dileriz. Hindistan’dan haber var… Kurucu başkanımız Fatih Avcı’nın bitirme projesi için gittiği Hindistan’da, İTÜ Mezunu Dr. Uğur Güven’le yaptığı geniş röportaj, hem öğrencilerin hem öğretim üyelerinin heyecanla okuyacakları çok şeyi barındırıyor. Uğur Hoca’nın üniversite eğitimiyle ilgili İTÜ özelinde anlattıkları ufuk açacaktır muhakkak. Üstelik bu röportajın tamamını web sayfamızdan video olarak da seyredebileceksiniz. Fatih Portakal, neredeyse her akşam televizyon ekranımızdan evimize, yurdumuza misafir olan, farklı habercilik anlayışı ile kısa sürede tanınmış bir isim. Kendisiyle hayatının dönüm noktalarını, üniversitelerin bugünü ve yarınını, gazetecilik ve habercilik anlayışını konuştuğumuz değerli röportajımızı, bu sayımızda okuyabilirsiniz. Ayrıca ilham kokan köşemiz Muntazır Teşrifine Hazır Kayık, Edebiyat Uyarlamaları Yazı Dizisi’nin devamı olan Yeraltı Edebiyatı ve günümüzün en popüler konularından biri olan Ekolojik Pazarlar yazılarımız da okunmaya hazır olarak sizleri bekliyor. Güz dönemini yepyeni bir sayıyla noktalarken, tüm İTÜ öğrencilerine final sınavlarında başarılar diliyor ve herkesin daha dinamik başlayacağına inandığımız bahar döneminde yeniden görüşmek üzere diyoruz. Bizi takip etmeye devam edin! İyi okumalar. ERSAN GÖKTAŞ İ [email protected] TÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nde (UUBF) 2014 Ekim ayı itibari ile çalışmalarına başlayan BULUT Takımı geçmiş yıllardaki deneyimlerinden yola çıkarak 2015 Mayıs ayında Hava Harp Okulu (HHO) tarafından düzenlenen Future Flight Design (FFD) adlı yarışmaya hazırlanıyor BAŞARIYA ALIŞIK BIR EKIP Takım üyelerinin büyük bir kısmı her yıl “The American Institute of Aeronautics and Astronautics” tarafından “Cessna Aircraft Company” ve “Raytheon Missile Systems” sponsorluğunda düzenlenen Design/Build/Fly (DBF) yarışmasına 2010-2013 yılları arasında ATA Takımı olarak katıldı. 2012 yılında 80’e yakın takım arasında 4. olarak, diğer yıllarda da %20 lik dilim içerisinde bulunarak başarıyla döndü. Bu yarışmadan kazandıkları deneyimleri kullanarak verimli bir tasarımla konseptleri benzer olan ve Türkiye’de gerçekleşecek olan uluslararası FFD’ye katılmak için tekrar bir araya geldiler. Yeni takım üyelerini de bünyesine katan takım; aerodinamik, yapısal, üretim tekniği, çizim, itki ve alt sistemler gibi bölümlere ayrılarak göreve yönelik en uygun tasarımı yaparken; skor analizleri de yaparak yarışma sonucunda başarı kazanmak istiyor. Bu yıl “UAV Mothership & Swarm” temasıyla gerçekleşecek olan yarışmada 3 görev olacak. 4 adet su şişesinden oluşan yükü taşıyarak, belirlenen parkurda 3 turu en kısa sürede tamamlama, en fazla sayıda Mikro İnsansız Hava Aracı (MAV) taşıma ve parkurun belirlenen segmentlerine bırakma, en fazla sayıda MAV taşıyarak belirli bir alan içerisine art arda serbest bırakma. TASARIM TAMAM, SIRA ÜRETIMDE Görevler itibari ile askeri bir kargo uçağı gibi olan uçağın ön tasarımı tamamlandı. Bugünlerde üretime başlayan takım, üretimi etkili ve kolay bir metot ile gerçekleştirip uçuş testlerine başlıyor. İnsansız hava aracı, elektrik motorlu ve radyo kontrollü olarak uçuruluyor ve her görev sonrası başarılı olarak yere inmesi isteniyor. Future Flight Design yarışması, 2011 yılından itibaren TSK Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Hava Harp Okulu (HHO) tarafından organize edilen, İstanbul Hezarfen Havaalanı’nda iki yılda bir defa düzenlenen, belirli görevler doğrultusunda tamamen üniversite öğrencileri tarafından tasarlanan, üretilen ve uçurulan insansız hava araçlarının belirli görevleri yerine getirerek yarıştığı uluslararası bir yarışmadır. Dünyanın her yerinden havacılık ve uzay alanında eğitim gören lisans ya da yüksek lisans öğrencileri takımlarını kurarak tasarım aşamasından uçuşuna kadar bütün süreçlerin içerisinde bulunarak ve uygulayarak tecrübe etmektedir. Ayrıca yarışmada belirlenen görevler gerçekçi olarak gelecekte yapılabilecek uygulamalara uyumluluk göstermektedir. ARIYORUM İTÜ GAZETESİ YAYIN KURULU Genel Koordinatör Ferit Çağlar Gündüz [email protected] Genel Yayın Yönetmeni Büşra Bayat [email protected] Yayın Danışmanları Fatih Avcı Serdar Erbay Haber Kurulu: Ecmel Serra Püsküllü Emir Üstünışık Ersan Göktaş Esra Tanısalı Faruk Yılmaz Gözde Bozyiğit Habip Kaplan Hasret Gül Öztop Işılsu Yıldırım Kıvılcım Yarkın Genç Meltem Yurttaş Mustafa Aykut Alp Onur Can Sungur Orhan Tüfek Umur Can Kaya Zeynep Deliballı İTÜ BASIN YAYIN KULÜBÜ ARIYORUM İTÜ GAZETESİ [email protected] www.gazete.itu.edu.tr (541) 646 6062 Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın TEŞEKKÜR Katkılarından dolayı Turkuvaz Dağıtım Pazarlama ve Sayın Ayşe Kaplan’a teşekkür ederiz. ARIYORUM OCAK 2015 ‘‘1 lİTRE BENZİNLE PARİS’E’’ 1 litre benzinle bir araç ne kadar mesafe gider? İTÜ Facilis Takımı 1 litre benzinle en uzun mesafeyi kat etmek için uluslararası arenada yarışıyor. ERSAN GÖKTAŞ F [email protected] acilis Otomobil Takımı, İTÜ Makina Fakültesi bünyesinde 2011 yılında Shell Eco Marathon yarışmasına katılmak amacıyla kuruldu. Latince’de “kolaylaştırmak” anlamına gelen “Facilis”, aynı zamanda ekibin ürettiği ilk araca da verdikleri isim… Vizyon olarak gelecekteki “mobilite” anlayışına farklı bir bakış açısı kazandırmak isteyen İTÜ Facilis, şehir yaşantısıyla bütünleşmiş mobilite çözümlerini İTÜ farkıyla ortaya koymayı amaçlıyor. Makina, Uçak-Uzay, ElektrikElektronik, İşletme Mühendisliği Bölümlerinden öğrenciler barındıran ekip, şimdiye kadar üç farklı aracı başarıyla tasarlayıp üretti ve İTÜ’ye Avrupa Tasarım İkincilik Ödülü’nü kazandırdı. DOĞADAN İLHAM ALAN BIR TASARIM Takım, “Macaw” adlı papağanın süzülüşünden yola çıkarak aerodinamik özellikleri verimli olan Facilis Macaw adlı aracın çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor. Üretim tamamlandığında aracın dış tasarımı da Macaw papağanının renklerinden oluşacak. Takım, 2015 yılı Mayıs ayında Hollanda-Rotterdam’da düzenlenecek olan yarışmaya bu tasarımla katılarak, 1 litre yakıtla en çok mesafe süzülerek 250’ye yakın mühendislik üniversitesinin katıldığı prestijli maratonda yarışacak. Facilis Takımı, geçtiğimiz haftalarda düzenlenen MÜSİAD High Tech Port ve Türkiye İnovasyon Haftası’na geçen yıl ürettikleri araçla katıldı ve ziyaretçilerin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Bu fuarlarda takımın standını Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ahmet Nazif Zorlu, Steve Young gibi önemli isimler de ziyaret etti. Ziyaretçileri önceki araçlarının ve bu seneki tasarımları Facilis Macaw aracı hakkında bilgilendirdiler. Bu fuarlar sırasında birçok medya kuruluşuyla görüşen takım ulusal medyada da “1 Litre Benzin İle Paris’e” sloganıyla geniş yer buldu. Ayrıca İTÜ bünyesinde her sene farklı sektörlerden birçok firmayı bir araya getiren İKZ 15’etkinliğinde de yerlerini alacaklar. Öğrencileri geleceğin yakıt alternatifleriyle çalışan araçları geliştirmeye teşvik etmek ve enerjinin verimli kullanılmasına ilişkin toplum bilincini artırmak amacıyla her yıl gerçekleştirilen uluslararası bir yarışmadır. Etkinlik kapsamında her yıl, dünyanın çeşitli ülkelerinden lise, teknik lise ve üniversite öğrencileri, kendi tasarladıkları ve ürettikleri araçlarla en az yakıtla en uzun mesafeyi kat etmek için yarışıyorlar. İDDIADAN MARATONA Shell’in düzenlediği SEM’in temeli; Shell bilim insanlarının, en az yakıtla en uzun mesafeyi kimin gidebileceğini görmek amacıyla kendi aralarında girdiği bir iddiayla 1939 yılında atıl- dı. O zamanki adıyla, Mileage Marathon’da birinci olan araç, 1 litre yakıtla yaklaşık 20 kilometre yol kat ederken, yıllar içinde sergilenen olağanüstü gelişmeyle aşılan mesafe 4.896 km’ye ulaştı. 1985’den itibaren her yıl çok sayıda ülkeden binlerce öğrencinin katıldığı bir maratona dönüştü. Bugün ise SEM Asya, SEM Avrupa ve SEM Amerika olmak üzere çeşitli kıtalarda düzenlenen etkinliklerden oluşuyor. Takımlar maratona “Prototip” ve “Şehir Konsepti” (Urban Concept) adlı iki kategoride katılabiliyorlar. Geleceğin otomobillerini yansıtan prototipler, hayal gücünü ve mühendisliği zorlayacak tasarıma sahip araçlardan oluşuyor. Şehir Konsepti (Urban Concept) otomobilleri ise şimdilerde kullanılan araçlar gibi tasarlanıyor ve dış görünüş olarak günlük yaşantımızda kullandığımız otomobil modellerine benziyor. Yarışlarda; araçlara güç vermek için dizel, benzin, likit petrol gaz (LPG), Gas-To-Liquid (gazdan sıvıya/GTL), etanol gibi konvansiyonel yakıtların yanı sıra hidrojen, güneş enerjisi, veya elektrik (güneş enerjisi destekli) gibi alternatif enerji kaynakları kullanılabiliyor. 2013’de farklı olarak, güneş ve akü beslemeli elektrik kategorilerinin birleşimi olan yeni bir kategori daha yer aldı. Yarışmada toplam 7 farklı enerji/yakıt kaynağı kullanılabiliyor. Organizasyon; tüm hazırlıkları kendileri yapan öğrencilere, araç üretiminin yanı sıra strateji geliştirme, organizasyon, pazarlama ve uygulama konularında da yeteneklerini gösterme ve deneyim kazanma fırsatı sunuyor. 3 BİR ÜNİVERSİTEYİ ÖĞRENCİ PROJELERİ ÜNİVERSİTE YAPAR SHELL ECO MAR ATHON (SEM) NEDIR? Öğrencileri geleceğin yak ıt alternatifleriyle çalışan araçları geliştirmeye teşvik etmek ve enerjinin verimli kullanılmasına ilişkin toplum bilincini artırmak amacıyla her yıl gerçekleştirilen uluslararası bir yarışmadır. Etk inlik kapsamında her yıl, dünyanın çeşitli ülkelerinden lise, teknik lise ve üniversite öğrencileri, kendi tasarladıkları ve ürettik leri araçlarla en az yak ıtla en uzun mesafeyi kat etmek için yarışıyorlar. İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER SAYFA SERGİSİ Fotoğraflar: ONUR CAN SUNGUR, [email protected] Yazı: UMUR CAN KAYA Malumunuz, üniversitemiz kocaman yerleşkeleriyle adeta ayrı bir şehri andırıyor. Bu şehrin sık kullanılanları elbette fakülteler, kütüphane, yemekhane, kafeler, spor salonları vs. Peki gözden kaçan yerler yok mu hiç? Araştırmaya başlayınca, sıradan 1) İTÜ LOJMAN YOLU bir İTÜ öğrencisinin gözden kaçırdığı çok fazla yerin olduğunu gördük. Üstelik kimi yerler hemen yanı başımızda. Bu sayımızda sizler için İTÜ’de pek bilinmeyen yerleri araştırdık ve aralarından seçtiğimiz yedi fotoğrafla size anlatmak istedik. Nükleer Kapı girişinden sol tarafa gittiğinizde yurtlara, sağ tarafa gittiğinizde ise fakültelere ulaşırsınız. Peki hiç orta yoldan geçtiniz mi? Olur da bir gün merak edip doğruca yoldan ilerlerseniz, yolunuzun sonunda İTÜ Lojmanları’nı göreceksiniz. Bu tenha yolda dilediğinizce şarkı söyleyebilir, kendinizi bir hayli özgür hissedebilirsiniz... ARIYORUM OCAK 2015 4 İKİ KÜLTÜR ARASINDAKİ BOŞLUĞU DOLDURACAK YENİ AKIM: ÜÇÜNCÜ KÜLTÜR Doç. Dr. KEREM CANKOÇAK [email protected] Bu yazıda Türkiye’de az bilinen bir akımdan bahsetmek istiyorum: Üçüncü Kültür. İki Kültür kavramı bir süredir bilinmekte. C.P. Snow’un 1959’da verdiği Rede Konferansından ortaya çıkan “İki Kültür” kitabı, 1960’lı yıllarda birçok dile çevrilmiş, 1973 yılında Varlık Yayınevi tarafından ve 2001 yılında da TÜBİTAK Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılmıştı. Daha sonra 2007 yılında Metis yayınları Snow’un ortaya koyduğu tabloyu değerlendiren Immanuel Wallerstein ve Richard E. Lee’nin derlediği İki Kültürü Aşmak isimli bir kitabı da Türkçeye kazandırdı C.P. Snow’un doğa bilimleri ile insan bilimleri alanında çalışanların birbirlerini anlamalarına engel olan iletişim kopukluğu üzerine yazdığı kitabı, edebi entelektüeller ile bilim adamları arasındaki kültür ve anlayış farkı konusunda günümüzde de süren bir tartışma başlatmıştı. Türkiye’de bu tartışmalar çok fazla yankı bulmadı. Aydınlanma sürecini 200-300 yıl önce değil de 60-70 yıl önce yaşamaya başlayan ülkemizde hâlâ entelektüel denilince edebiyatçılar ya da kimi felsefeciler anlaşılıyor. Benim gençliğimde örneğin entelektüellerin baş temsilcisi Jean Paul Sartre’dı. Oysa insanlık tarihinde bu tuhaf bir durumdur. Öyle ya, Pisagor’a ya da Arşimet’e entelektüel dememek olur mu? Ya da Galilei’ye? Ya Einstein’a ne demeli? Kültür çok geniş bir yelpazedir. Homo sapiens atalarımızın 7 milyon yıl önce ayakları üzerine dikilmelerinden bu yana yaptıkları hemen tüm etkinlikler kültürün tanımı içine girer. İki taşla ceviz kırmaktan, taş balta imal etmeye, mağara duvarlarına resim çizmekten tarımın keşfine kadar bizi insan yapan tüm davranışlarımız aslında bizim kültürümüzü de tanımlar. Şüphesiz bilim ilerledikçe kültürümüz de çok değişti. Artık Homeros zamanındaki gibi etrafımızdaki olayları açıklarken tanrıları işin içine katmıyoruz. Modern bir romanda Zeus’lar ya da Gök Tanrı’lar yok. Ama yine de modern romanların pek azında modern bilimlerin yansımasını görebiliriz. Hem neden entelektüellik sadece edebiyatçıların (ya da genel olarak sanatçıların) tekelindedir? Bunu pek sorgulamayız. Aslında ortada iki kültür olduğu fikri, bütün bir insanlık tarihi düşünüldüğünde çok yeni sayılır. Belki de bunun bir nedeni günümüzde “öteki kültür”den (bilim kültüründen) olanların toplum sorunlarına ya da insana dair daha az söz söylemelerinden kaynaklanmakta. Ama diğer bir neden de edebi entelektüellerin bilime uzak duruşu. 20. yüzyılda bilim baş döndüren bir hızda ilerledi, ama bilim dünyasındaki insanlar çalışmalarının çıkarımları konusunda etkin bir girişimde bulunmadılar. Öte yandan pek çok seçkin bilim insanı (Arthur Eddington, Albert Einstein vs) genel okur için kitaplar yazdılarsa da eserleri kendinden menkul entelektüeller tarafından görmezden gelindi; sunulan fikirlerin değeri ve önemi entelektüel etkinlik babında görünmez kaldı. ‘‘ Bu yazıda Türkiye’de az bilinen bir akımdan bahsetmek istiyorum: Üçüncü Kültür. İki Kültür kavramı bir süredir bilinmekte.’’ Snow 1963 yılında kitabının ikinci baskısına “Üçüncü Kültür”ün ortaya çıkacağını umut ettiği yeni bir yazı eklemişti. Üçüncü kültür, iki kültürün arasındaki boşluğu dolduracaktı; edebi ve bilimsel entelektüeller birbirleri ile konuşabilecekti. Ancak edebi entelektüeller hâlâ bilim adamlarıyla konuşmuyorlar. Yine de 1990’ların başından itibaren, genelde Kuzey Amerikalı bilim insanları ve felsefecilerini başını çektiği yeni bir hareket başladı: Edge topluluğu. Edge, günümüzün entelektüel, teknoloji ve bilim çevrelerinin merkezinde yer alan bilim insanları, sanatçılar, felsefeciler, teknoloji uzmanları ve girişimcilerden oluşmakta. www.edge.org etrafında toplanan entelektüeller arasında yer alan seçkin felsefeci, fizikçi, psikolog, bilişsel bilimci, nörobilimci, dilbilimci, davranışsal genetikçi ve ahlak psikologlarının yazılarından derlenen kitapların bir kısmı Türkçeye de kazandırıldı. NTV Yayınlarından İyimser Gelecek, Kanıtı Olmayan Gerçekler, Gelecek 50 Yıl basıldı, Alfa Bilim Dizisinden Gelecekte Bilim, Zihin ve Kültür kitaplarından sonra Üçüncü Kültür yayıma hazırlanıyor. Bu kitaplardaki yazarlar arasında Türk okurunun tanıdığı pek çok isim var: Jared Diamond, Stephen Jay Gould, Richard Dawkins, Alan Guth, Steven Pinker, Daniel Dennett, Roger Penrose, Martin Rees, Paul Davies, Murray Gell-Mann, V. S. Ramachandran ve Stanislas De- haene bunlardan bazıları. Son 30-40 yılda iki kültür cephesinde denge biraz değişmeye başladı. Pek çok harika popüler bilim kitabı genel okur tarafından beğeni kazandı, okundu. Bu durum pek çok kişinin yeni ve önemli fikirlere büyük entelektüel açlık duyduğunun ve kendilerini eğitmek için çaba sarf etmeye istekliliklerinin kanıtıdır. Öte yandan okurlar bilim kitaplarına (ve youtube videolarına) ilgi duysalar da, edebi aydınlar bilim insanlarıyla pek iletişim kurmuyorlar. Ama bilim insanları doğrudan doğruya genel halkla iletişim kuruyor. Edge etrafında toplanan üçüncü kültür düşünürleri aracıyı kaldırma eğilimindeler ve en derin düşüncelerini akıllı okur kesimine ulaşabilir tarzda ifade etme çabasını göstermekteler. Üçüncü kültür düşünürlerinin geniş bir kitleyi cezbetmeleri yalnızca yazma yetenekleriyle ilgili değil; geleneksel anlamda kullanılan “bilim” bugün artık “popüler kültür” haline gelmeye başladı. Bir gazete ya da dergiyi gözden geçirirseniz ya insanlarla ilgili bilindik haberlere rastlarsınız ya da politika ve ekonomi alanında aynı trajedilere. İnsan doğası pek değişmez oysa bilim hızla değişir ve değişim dünyayı geri dönülmez biçimde değiştirerek gerçekleşir. Günümüzde değişim hızının tepe yaptığı bir çağda yaşıyoruz. Artık bilim medyada (ve sosyal medyada) büyük haber olmuştur. Entelektüelin (aydının) toplumdaki rolü iletişimi de içerir. Aydınlar sadece bir şeyler bilen kişiler değil, farklı görüşleri sentezleyen ve nesillerinin düşüncelerini şekillendiren insanlardır. İşte Üçüncü kültür düşünürlerinin hedefinde bu sentezlerini halka aktarmak da vardır; onlar yeni kamu aydınlarıdır. Günümüzde artık entelektüeller kaos kuramından, fizikten, moleküler biyolojiden, yapay zekadan, yapay yaşamdan, nöral ağlardan, büyük patlamadan, evrenin kaderinden, süper sicimlerden, biyoçeşitlilikten, nanoteknolojiden, insan genomundan, sıçramalı evrimden, bulanık mantıktan, Gaia hipotezinden, sanal gerçeklikten vb habersiz kalma lüksüne sahip değildir. Bunlar, gezegendeki herkesin hayatını etkileyecek konular. Bu konulardan habersiz kalan aydınlar topluma bir şey aktaramaz, fikir üretemez. Artık 19. yüzyıl bilgileriyle torba dolmuyor. Mühendislik ve temel bilim bölümlerinin çoğunlukta olduğu üniversitemizde bizim bir avantajımız var: İki kültüre de yakınız. Yukarıda saydığım bu konuları anlayacak, kavrayacak ve sentezleyecek bilgi birikimine sahip olma şansımız var. Bunun da tek yolu bol bol popüler bilim okumak. ELEKTRIKLI TEK TEKER ‘AIRWHEEL’ TÜRKIYE’DE Şehir trafiğinden bunalanların imdadına yetişmesi beklenen ve tüm dünyada çıktığı günden bu yana büyük bir akım oluşturan kendinden dengeli elektrikli Tek Teker “Airwheel” 1920 Aralık tarihlerinde İTÜ Maslak kampüsünde düzenlenen fuarda meraklılarıyla buluştu. İ ngiltere merkezli Firstwheel firmasının Türkiye’de kurduğu Project42 Limited Şirketi aracılığıyla dağıtımı gerçekleştirilecek olan “Tek Teker” Airwheel ilk kez Türk tüketicisiyle buluştu. HER YOLA UYGUN Project42 Türkiye Sorumlusu Hasan Basri Özaydın, yer kaplamadığı için kullanılmadığı zamanlarda bagajda, otobüste, metroda, yaya alt geçidinde elde taşınabilen rahatlıkla Airwheel Tek Teker’in asfalt, kilit taşı, parke, kaldırım ve toprak yol dahil hemen her türlü yol şartlarına göre tasarlandığını söyledi. Özaydın, Airwheel’in farklı modelleriyle Türk tüketicisine çok yakında sunulacağını belirterek, “Biz Tek Tekerlerimizi Avrupa ülkeleri ile aynı zamanda Türkiye’de satışa sunuyoruz. Fiyat aralığı 1.000 TL ile 2.000 TL arasında değişiklik gösterecek. Beğeniye göre farklı tasarım ve modellerimizle Türk tükecisiyle buluşacağız” diye konuştu. Avrupa’da İngiltere, İrlanda ve Estonya’da satışta olduklarını kaydeden Özaydın, Türkiye’de de ilk yıl ortalama bin 200 adet Airwheel satışı hedeflediklerini, her yıl yüzde 20 büyüme beklediklerini söyledi. BIRKAÇ GÜNDE USTASI OLUNABILIYOR Airwheel Tek Teker’in hem eğlenceli hem de pratik bir taşıma aracı olduğunu vurgulayan Hasan Basri Özaydın, Tek Teker Airwheel’in tüm dünyada hızla yayılan bir akım haline geldiğini, Türkiye’nin de genç ve dinamik nüfusuyla bu akıma ayak uyduracağına inandıklarını söyledi. Birkaç gün pratik yaparak Tek Teker Airwheel’in ustası olunabileceğini dile getiren Özaydın, “Tek Teker’lerimizi daha çok gençlerin tercih ettiğini ancak bisiklet binebilen her yaştan insanın kullanabileceğini söyledi. Çok yakında farklı modelleri ile teknoloji marketler ve www.project42.com. tr adresinden tüketicilere de sunulucak olan Airwheel, 19-20 Aralık tarihlerinde İTÜ Maslak yerleşkesinde düzenlenen fuarda yerini aldı. Çeşitli aktivitelerin ve gösterilerin sergilendiği fuarda gençlerin ilgi odağı haline gelen Tek teker Airwheel’I meraklılar denemek için adeta birbiriyle yarıştılar. HIZLI ŞARJ EDILIYOR Hareketli cihazların yönünün dengelenmesinde kullanılan jiroskop sayesinde Airwheel, hareket halindeyken kesinlikle öne ve arkaya devrilmiyor ve binicisinin vücut hareketlerinden komut alarak kolayca hızlanabiliyor ya da yavaşlayabiliyor. Jiroskop teknolojisi, uçak ve helicopterlerin havada sarsılmasını engellemek için kullanılmasının yanısıra şimdi akıllı cep telefonlarında da yatay ve düşey dengeyi sağlamada kullanılıyor. Şehir trafiğinden bunalan ve yürüme mesafelerinde özgürlük ve konfor sağlayan Tek Teker Airwheel, hızlı şarj edilmesi, uzun mesafeleri katedebilmesi ve bisiklet hızına çıkabilmesi gibi özellikleri ile de dikkat çekerken, sıfır emisyon ve çevre dostu olma özelliği ile de tercih ediliyor. PROJE42 AKADEMI EĞITIM VERECEK Airwheel Tek Teker ile ilgili ürünlerin tanıtım ve eğitimi amacıyla Proje42 Akademi’yi de kurduklarını belirten Hasan Basri Özaydın, genç ve dinamik çalışma ekibinin Türkiye’de üniversitelerde, fuarlarda, alışveriş merkezlerinde ve kamuya açık bazı alanlarda Türk insanına Tek Teker’i tanıtmak ve öğretmek için bazı aktiviteler de düzenlemeye başladıklarını sözlerine ekledi. TEKNIK ÖZELLIKLER: Airwheel Tek Teker’lerin, modeline göre ortalama 300-400 Watt motoru bulunuyor. İçindeki Jiroskop teknoloji ile çalıştığı ve hızlandığı sürece kendisini dengede tutuyor. Kenarlarında açılır katlanır iki pedalı bulunan Tek Teker Airwheel, binicisinin vücut hareketlerini komut olarak algılıyor ve öne eğildiğinde hızlanıyor, topuklara ağırlık verince yavaşlayıp duruyor. Modeline göre ortaama olarak bir saatte şarj oluyor, tek şarj ile lityum pilleri sayesinde modeline göre 10-20 km arasında mesafeyi katedebiliyor ve 18 km hıza ulaşabiliyor. Airwheel Tek Teker’in, Q1,Q3, X3, X5, X6 ve X8 olmak üzere hem tek tekerlekli hem de çift tekerlekli modelleri bulunuyor. Daha fazla bilgi için: Hasan Basri Özaydın Proje42 Türkiye Sorumlusu 0 533 621 11 35 ARIYORUM OCAK 2015 5 ‘‘İlk kez 2005’te Vermont’da Harry Potter’dan esinlenen bir grup öğrencinin kendi arasında eğlenmek için başlattığı quidditch, bügün dünya çapında 700’den fazla takımla oynanan ve gittikçe popülerleşen bir spor haline geldi.’’ HOGWARTS, OXFORD, UCLA, HARVARD, ODTÜ VE SON OLARAK İTÜ! K. YARKIN GENÇ Q [email protected] uidditch, J.K Rowling tarafından ortaya çıkarılan ve yedi Harry Potter serisi boyunca detaylandırılan bir spor. İlk kez 2005’te Vermont’da Harry Potter’dan esinlenen bir grup öğrencinin kendi arasında eğlenmek için başlattığı quidditch, bügün dünya çapında 700’den fazla takımla oynanan ve gittikçe popülerleşen bir spor haline geldi. Hatta uluslararası Quidditch Birliği bile var. Elbette ki gerçek dünyada uçan süpürgeler ve kendi kendini yöneten büyülü toplar bulunamadığından ötürü derme çatma malzemelerle oynanmakta ve dışarıdan bakıldığında oldukça absürt görünen kurallar içermektedir. Kimsenin beklemediği bir şekilde ilgi gören bu oyun öylesi bir fenomen haline gelmiştir ki 2007’de ilk Dünya Kupası düzenlenmiş (sadece iki üniversite takımları arasında olsa dahi), 2010’da ise resmi olarak tanınan Uluslararası Quidditch Topluluğu (IQA) kurulmuştur. 2011’de New York’ta düzenlenen 5. Dünya Kupası’na ise dünyanın dört bir yanından 96 takım katılmıştır. Spor olarak yapılan quidditch, “Muggle Quidditch” olarak da biliniyor. Oyun Türkiye’de ise ilk olarak ODTÜ’de oynanmaya başladı ve artık İTÜ’nün de bir quidditch takımı var! Oyunun ilk başladığı yer Harry Potter romanları olsa da “Muggle Quidditch” artık daha çok kendine has bir hal almaya başladı. Bugün Uluslararası Quidditch Birliği’nin web sitesindeki tarih kısmında Harry Potter’ın ismi bile geçmiyor. Quidditch’in ise nasıl İTÜ’ye geldiğini, nasıl ilgi gördüğünü ve takımın ileride neler yapmak istediğini kurucu üyelerden olan Tayfun Şahin’den dinleyelim Her şey en başta nasıl başladı? Her şey bir tesadüf eseri başladı. Çocukluğumda Harry Potter kitapları okuyarak büyüyen biri olduğumdan quidditchi acayip seviyor ve gerçekte böyle bir spor olmadığından ötürü üzülüyordum; çünkü izlemesi aşırı zevkli bir spor. Bu durumla ilgili bir tweet atmıştım ve aylar sonra acayip bir yanıt aldım! ODTÜ Quidditch Topluluğu diye bir hesap tweetimi yanıtlamıştı. Önce nasıl olur böyle bir şey diyerek araştırmaya başladım, sonra ise bu tarz bir şey neden İTÜ’de olmasın diyerek ODTÜ Quidditch Topluluğu’yla iletişime geçtim. Ne gibi geri dönüşler aldın? Nasıl destek gördün? Mutlaka pürüzlerle karşılaşmışsınızdır, ne gibi zorluklar atlattın? Öncelikle ODTÜ Quidditch Topluluğu (ODTÜQT)’na teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten fazlasıyla bize yardımcı oldular, bize cesaret verdiler. Nasıl başlamamız, devam etmemiz gerektiği hakkında oldukça bilgi verdiler. Tabii biz, ODTÜQT ile bunları konuşurken İTÜ Topluluğu’nu kurmak isteyen küçük bir azınlıktık ve yaz okulu dönemindeydik. Bu yüzden biraz yavaş ilerliyorduk ve bu süreçte pek olumlu şeyler elde edemiyorduk. Nasıl antrenman yapacağımızı, gerekli ekipmanları nasıl karşılayacağımızı, nelerin gerekli olduğunu konusunda tam olarak bilgi sahibi değildik ve İstanbul’da quidditch ile ilgilenenler ilk biz olacaktık. Bu konuda da ODTÜ Quidditch Topluluğu’ndan fikir ve destek aldık. Güz döneminin başlamasıyla beraber çalışmalarımız da hızlandı. Önce Facebook’ta bir sayfa oluşturduk ve tanışma toplantısı ayarladık. Facebook sayfamızla beraber çok fazla kişiye ulaştık. İlgili/ilgisiz birçok insandan destek mesajı aldık. Kulüpler Şenliği’ne yetişemesek de birkaç hevesli quidditch-sever olarak birbirimizi bulmuştuk. Bundan sonrası artık bir ekip çalışmasıydı. Okul destekledi mi? Desteklediyse nasıldı? Sizce yeterli miydi? Okula, Quidditch Topluluğu oluşturmak istediğimizden ve sporun nasıl yapıldığından bahsettik. Böylesine yenilikçi sporların İTÜ’de olmasına önem veriyorlar. Bu bizi motive etti. Sonrasında kulübün kurulmasıyla ilgili gerekli bürokrasi işlerinin yapılması gerekiyordu ve bunda da pek sorun yaşamadık. Kulüp kurulduktan sonra ise antrenman yapacağımız yer olsun, gerekli ekipmanlar olsun hepsini kendi çabalarımızla halletmeye çalıştık. En azından şimdilik okuldan pek bir şey istemediğimizi söyleyebilirim. 7 kişiden oluşan her takımın, en az iki oyuncusunun diğer bir iki oyuncudan farklı cinsiyette bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Bu hem sadece kadın veya sadece erkeklerden oluşan takım anlayışlarına karşı durduğu gibi bir yandan da kadın-erkek ikili tanımlarının dışına çıkıp LGBTQI bireylerini aktif olarak oyunun kurallarına dahil eden bir yapı oluşturuyor. Oyunun kuralları nasıl? Quidditch’te her takım 7 kişiden oluşur ve oyunda 3 çeşit top vardır. Quidditch’te her oyuncunun süpürgesi ve rolünü belirleyen renkte kafalık ya da bandanası olmak zorundadır ve her oyuncunun bir da İTÜ’den birden fazla takım çıkartıp, eli süpürgesinde olmalıdır. Oyuncular derneğin tekrar organize edeceği Türkisüpürgeyi bacak aralarında tutarak koşye Quidditch Ligi’ne hazırlanmak istimak zorundadırlar. Takımlarda 3 kişi yoruz. Ligde de bir başarı elde ettikten İTÜ Quidditch Takımı gelecek için nekovalayıcı (chaser), 2 kişi vurucu (beler düşünüyor, neler yapıyor? sonra IQA tarafından yurtdışında düater), 1 kişi tutucu (keeper) ve 1 kişi de zenlenen turnuvalarda ülkemizi temsil Şu anda ülkemizde International Quarayıcı (seeker) olur. Kovalayıcılar, beyaz etmek istiyoruz. Quidditch ülkemizde idditch Association (Uluslararası Qubaşlıklı oyuncular, quaffle ismi verilen idditch Birliği, IQA) tarafından onayilk olarak ODTÜ’de oynanmaya başladı, havası hafif havası indirilmiş voleybol lanmış Quidditch Derneği adında sonrasında ise biz bir topluluk oluşturtopunu rakip takımın çemberlerinden Türkiye’de quidditch sporunu yöneten, mak için uğraştık ve başardık da ama sageçirmeye çalışır ve bu eylemin değeri 10 quidditchin gelişmesi ve yayılması için dece ODTÜ ve İTÜ yok; bildiğim kadapuandır. Vurucular, siyah başlıklı oyunrıyla Boğaziçi, Bilkent, Hacettepe ve Koç çalışmalar yapan bir dernek var. Bu dercular, bludger adlı hafif havası indirilnek, Ocak ayında Türkiye Quidditch gibi üniversitelerde de kurulmaya çalımiş dodgeball topunu kullanarak rakip şılıyor. Önümüzdeki yıllarda quidditch Kupası düzenleyecek ve biz şu anda bu takımın oyuncularını vurmaya çalışıradını daha sık duyacağımıza eminim. turnuvaya hazırlanıyoruz. Bunun dışınlar. Bludger ile vurulmuş oyuncular kendi takımlarının çemberİTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER lerine dokunana kadar oyun dışı kabul edilir. Tutucular, yeşil başSAYFA SERGİSİ lıklı oyuncular, rakip takımın kovalayıcılarının Quaffe’ı çemberden geçirmesini engeller. Tutucular, sahadaki tutucu alanındaki devirGölet yurtlarında kalanlar bilir elbette, İTÜ’de arkadaşlarınızla oturup melerden etkilenmez, bunun dıbir şeyler yiyebileceğiniz, hatta izin alırsanız mangal bile yakabileceğişında kovalayıcı ile aynıdır. Araniz güzel bir çardak var. Kimya Metalurji Fakültesi’nden Gölet’e doğru yıcılar ise, sarı başlıklı oyuncular, hakemin sahaya saldığı Snitch togiderken sol tarafta... punu yakalayıp, takımına 30 puan kazandırır ve oyunu bitirir. Arayıcılar, snitch oyuna dahil olana kadar kovalayıcı olarak oynayabilirler. Oyun sonunda en çok puan alan takım maçı kazanır. Snitch dediğimiz top ise tamamen sarı kıyafetler giymiş hakemin kıyafetinin arkasından sarkan bir tenis topudur. Bunun dışında oyunda çok fazla faul yoktur, bu yüzden oldukça sert bir oyundur. Sporun dikkat çeken özelliklerinden biri de sahada farklı yaş ve cinsiyet grubundan oyuncuların aynı anda bulunabilmesine olanak sağlaması. Amerika Birleşik Devletleri’nde 9. başlık olarak geçen “Sporda cinsiyet ayrımcılığına karşı hazırlanmış yasalar”dan esinlenen International Quidditch Association’a göre 2) ÇARDAK ARIYORUM OCAK 2015 6 Öğrenci evinde, yurtta yapılabilecek ANNE ELİ DEĞMİŞ GİBİ KOLAY PAÇANGA BÖREĞİ yılbaşı yemekleri MELTEM YURTTAŞ ANNEMİN PASTASI [email protected] Y ılbaşına sayılı günler kala hepimiz neler yapacağımızı kararlaştırmaya çalışıyoruz. Mekan araştırmaları aylar öncesinden yapılmış, program defterlerimiz dolu. Ama bazılarımız var ki evde geçirdiğimiz fındıklı fıstıklı, nar gibi kızarmış tavuklu yılbaşı gecelerini arıyor. Nar gibi kızarmış tavuk için fırına ihtiyacınız var ama üzülmeyin, yurttaki arkadaşlarımızı unutmadık. Basit ama anne eli değmişçesine lezzetli yemekler eşliğinde güzel bir yılbaşı geçirmeniz için size kolay tariflerden oluşan bir menü sunuyoruz. Lezzetli seneler. YOĞURT ÇORBASI Malzemeler: 1 su bardağı yoğurt 1 yumurta 2 çorba kaşığı un 5 su bardağı su 1 çorba kaşığı yağ (tereyağı veya margarin) tuz nane Öncelikle 5 su bardağı su tencereye koyulur ve kaynamaya bırakılır. Bir kenarda yumurta, un ve yoğurt topak kalmayacak şekilde çırpılır. Bu karışım kaynamaya başlayan suyun içine yavaşça dökülür. Bu esnada tenceredeki su karıştırılarak karışımın harmanlanması sağlanır. Kıvamına göre eğer koyu olduysa kaynar su, sıvı olduysa biraz un takviyesi yapılır. Ardından, yoğurdun kesilmemesi için tuz eklenir. Damak zevkinize göre istediğiniz kadar ekleyebilirsiniz. Hazırlanan beyaz karışım, 5 dakika kaynatıldıktan sonra ocaktan alınır. Ayrı bir tavada 1 çorba kaşığı yağ eritilir. Üstüne 1 tatlı kaşığı nane ilave edilip bir kez karıştırıldıktan sonra altı kapatılır. Naneli karışım sıcakken tencerenin içine dökülür. Çorbanızı sıcak ya da soğuk olarak tüketebilirsiniz. Afiyet olsun. ANNEMİN PASTASI 1 paket kakaolu pasta kreması 1 paket pasta keki 1 paket damla çikolata veya muz 1 kutu süt 1 paket vanilyalı puding 1 tatlı kaşığı kahve Öncelikle 1 kahve fincanında kuru kahve sütle birlikte karıştırılır. Pasta kekinin alt parçası düz bir zemine (Geniş bir tabak olabilir) yayıldıktan sonra kahve-süt karışımının ya- rısıyla ıslatılır. Önceden hazırlanmış ve soğumaya bırakmış ılık puding bir kaşık yardımıyla ıslatılan kekin üstüne yayılır. Pudingin üstü, dileğe göre damla çikolata veya muzla kaplanır. İkisiyle de kaplayabilirsiniz. Ardından ikinci kek bu yapının üstüne konulur ve geri kalan süt-kahve karışımıyla ıslatılır. Bir kenarda süt ile pasta kreması hazırlanır. Hazırlanan krema ile pastanın her yeri kaplanır. İstediginiz şekilde süsleyebilirsiniz. Afiyet olsun. BAHARATLI TAVUK 1 paket bütün tavuk Tuz 1 tatlı kaşığı Zerdaçal Pulbiber Kekik Yağ Su Tavuk yemeklik olarak doğranır (Bilmiyorsanız kasabınızdan rica edebilirsiniz, yardımcı olurlar). Tavuk tencereye (Teflon varsa onu tercih edin) konur. Üstüne 1 su bardağı su dökülür ardından 1 tatlı kaşığı tuz eklendikten sonra kısık ateşte suyu çekilene kadar pişirilir. Su çekildikten sonra tavuk parçalarının üstüne yağ (Tereyağı veya margarin) eklenir ve tavuk kızarana kadar karıştırılarak pişirilir. Tavuk parçaları ateşten alınmaya yakın baharatlar ilave edilir. 1 tatlı kaşığı Zerdaçal da bu evrede katılır. Diğer baharatları aşırıya kaçmamak suretiyle istediğiniz kadar ekleyebilirsiniz. Sunumunda süzme yoğurt kullanılabilir. Eklemeler size kalmış. Afiyet olsun. KOLAY PAÇANGA BÖREĞİ Yufka Yumurta Domates Biber Kaşar Salam Galeta unu Tuz Pulbiber vb. NOT: İki yufkadan 4 kişilik börek çıkar. Bu böreğin malzemelerinin miktarını değiştirerek istediğiniz miktarda yapabilirsiniz. 4 kişilik nasıl yapılır onu anlatalım: Öncelikle domatesler küp küp doğranır. Biberler küçük küçük doğrandıktan sonra salamlar ince julyen kesimle doğranır. Kaşar peyniri rendelenir. İki yufka üst üste konur ve 4 parçaya bölünür (Bu işlem sonucu üçgen şekilli yufkalar elde edilir). İki yufka üst üste konulduktan sonra yufkanın geniş kısmına, fazla olmamak kaydıyla, malzeme koyulur (tuz ve istenilen baharatlar bu evrede ilave edilir) ve üç parmak genişliğinde, sarma sarılır gibi katlanır. İçin- deki malzemenin pişmesi için fazla kalın olmamalıdır. Bir tarafta yumurta çırpılır. Katlanan yufka önce yumurtaya ardından galeta ununa bulandıktan sonra kızgın yağ içine atılır. Kızarana kadar pişirildikten sonra tabağa alınır. Afiyet olsun. ARIYORUM OCAK 2015 7 Hayat kurtaran alışverişler için YÜZDE 100 EKOLOJİK PAZARLAR Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından İstanbul’un beş köşesinde muhteşem bir emekle kurulan %100 Ekolojik Pazarlar şehir insanını gerçek besinle ve doğaya saygılı bir ortamla buluşturuyor IŞILSU YILDIRIM [email protected] Yeni kent kültürü ve nüfus patlaması, buna bağlı olarak artan tüketim ve para kaygılı yaşam insanları doğadan her geçen gün daha fazla koparıyor. Günlük hayatın karmaşasında insanlar ne kadar mutsuz ve stresli olduklarını hatta sağlıklarını kaybettiklerini çoğu zaman fark etmiyor bile. Doğanın bir parçası olarak evrimleşen insan, sadece ondan uzaklaşmakla kalmıyor, aynı zamanda onu yok ediyor, dolayısıyla kendini de yok ediyor. Doğanın özünden uzaklaştıkça hem psikolojimiz, hem beden sağlığımız bozuluyor. Dünyanın doğal dengesi bu uzaklaşmayı kaldıramıyor. Rekabetle birlikte düşen fiyatlara rağmen alım gücümüz de düşüyor. Besin dağılımındaki eşitsizlik her geçen gün artıyor. Domates almak istiyoruz. Seçeneklerimiz çok: Organik domates, köy domatesi, tarla domatesi, hormonsuz domates, %100 domates, harika domates, süper ötesi domates… Peki, ama hangisi gerçek domates? Birim alandan daha çok ürün almak, ürünlerin daha ‘’güzel’’ görünmesini sağlamak, hasadı erken yapmak gibi birçok sebeple kullanılan kimyasal gübre, ilaç, hormon ya da böcek öldürücüler insan ve çevre sağlığını son derece olumsuz etkiliyor. Durum böyleyken insanla doğayı bir araya getirecek fikirler ve projeler her geçen gün daha fazla önem kazanıyor. BUĞDAY HAREKETI 1990 yılında Buğday Hareketi olarak temelleri atılan Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, 2002 yılında ortak bir hayali gerçekleştirmek amacıyla kuruldu: İnsanın doğadaki diğer canlılarla uyum içinde yaşaması ve ekolojik bütünlüğe saygılı bir toplum. Bu amaçla sürdürülebilir tarım yöntemlerinin ve geleneksel üretimin korunması ve yaygınlaştırılması, insanların doğa ile uyumlu yaşayabilmesi için bilgilendirilmesi ve farkındalığın arttırılması yönünde adımlar atıldı. Kurulduğu günden bu yana oldukça etkili ve faydalı birçok projeye imza atan Buğday Derneği, Haziran 2006’da ilki kurulan %100 Ekolojik Pazarlar projesiyle insanları gerçek besinlerle buluşturmayı başardı. Bu pazarlar hem kent insanını doğal ve sağlıklı ürünlerle buluşturuyor hem de üreticileri organik tarıma teşvik etmiş oluyor. EKOLOJIK ÜRÜN NEDIR, NEDEN ÖNEMLIDIR? Eğer sağlıklı bir domates tohumu, domatese dönüşüp tüketiciye ulaşana kadar insana veya ekolojiye zararlı hiçbir kimyasala ya da yönteme maruz kalmıyorsa o domates ekolojik demektir. Günümüzde klasik tarım, genetiği değiştirilerek verimi arttırılmış ve tek tipleştirilmiş tohumların, kimyasallarla yetişme süreleri kısaltılarak, renkleri parlaklaştırılıp boyutları büyütülerek yetiştirilmesi anlamına geliyor. Bu yöntemlerle yetiştirilen ürünler kanserden gen mutasyonlarına, üreme bozukluklarına kadar birçok sağlık sorununa yol açıyor. Üstelik bu ürünleri doğrudan tüketmesek bile kullanılan ilaçlar suya ve toprağa karışarak bize ve diğer canlılara ulaşmanın bir yolunu mutlaka buluyor. İnsan sağlığını oldukça kötü etkileyen klasik tarım yöntemleri ayrıca bitki ve hayvanların yaşamlarını, dünyanın binlerce yılda oluşturduğu dengesini de bozuyor. Hem kimyasallardan uzak yetiştirilmiş, hem dünyaya zarar vermeden üretilmiş ekolojik ürünler aynı zamanda klasik tarım ürünlerinden daha besleyici. Yapılan araştırmalar ve testler vitamin, mineral, lif ve antioksidanların ekolojik ürünlerde daha fazla olduğunu gösteriyor. %100 EKOLOJIK PAZARLAR YÜZDE 100 Ekolojik Pazarlar, temiz yetiştirilmiş ve sertifikalı ekolojik ürünlerin üreticiden tüketiciye kolay, güvenli ve en ucuz yoldan ulaştırılması için Buğday Derneği tarafından 2006 yılından beri kuruluyor. Bu pazarlarla birlikte ekolojik ürün kültür ve bilgisinin yayılması, bu ürünlerin kolay ulaşılabilir hale gelmesi ve buna bağlı olarak halk sağlığının iyileştirilmesi amaçlanıyor. Organik tarımın yaygınlaşmasıyla kırsal alanda ekonomik refahın artacağı düşüncesiyle ekolojik tarıma geçen üreticiler destekleniyor ve onlara pazar olanağı sunuluyor. Organik tarım yatırımcıları teşvik edilmiş oluyor. %100 Ekolojik Pazarlar, dünyanın bir bütün ve doğayla uyumun elzem olduğunun farkında olan insanlar için sosyal bir ortam yaratıyor. Daha pazara adım atar atmaz insan kendini daha güzel, daha temiz, daha mutlu bir dünyada hissediyor. İnsanlar iyi bir şeyin parçası olduğunun farkında ve keyifle gülümsüyorlar. Bazı tezgahlarda, malzemele- rinin tamamı ekolojik pazarlardan alınarak pişirilen kekler, börekler, zeytinyağlılar da satılıyor. Vegan ya da vejetaryen seçenekler, mis gibi çay ve güzel insanlarla güzel sohbetler de cabası. EKOLOJIK ÜRÜNLER ÇOK MU PAHALI? Organik ya da ekolojik ürünler genelde sıradan ürünlerden daha pahalı olarak bilinir, bu bir bakıma doğru. Organik tarımda emeğin yoğun olması, kontroller ve sertifikasyon, ilaç kullanılmamasına bağlı olarak kısa dönem verim kaybı gibi sebeplerden dolayı %100 Ekolojik Pazarlardan yapılan alışveriş yaygın market zincirlerinden yapılan alışverişten ortalama %10-20 daha pahalı olabilir. Ancak sağlıksız beslenmeden kaynaklanan sağlık masrafları düşünüldüğünde bu fark hiç de fazla gelmeyecektir. Çünkü kanserin en önemli sebeplerinden biri olarak yanlış beslenme gösteriliyor ve kemoterapi de hiç ucuz sayılmaz. NEREDE BU EKOLOJIK PAZARLAR? *Bakırköy %100 Ekolojik Pazar: Her Cuma, 10.00 – 18.00 saatleri arasında, *Şişli %100 Ekolojik Pazar: Her Cumartesi günü, Feriköy Lala Şahin Sokak’ta 07.00 – 17.00 saatleri arasında, *Beylikdüzü %100 Ekolojik Pazar: Her Cumartesi günü, 10.00 – 18:00 saatleri arasında *Kartal %100 Ekolojik Pazar: Her Pazar günü, 08:00 – 18:00 saatleri arasında *Küçükçekmece % 100 Ekolojik Pazar: Her Pazar günü, 10.00 – 19.00 saatleri arasında *Balıkesir Burhaniye ve Kayseri’deki iki ekolojik pazar ise sezonluk hizmet veriyor ve Kasım ayında kapanıyor. %100 Ekolojik Pazarlar ve Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği hakkında daha ayrıntılı bilgi için: ekolojikpazar.org www.bugday.org İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER SAYFA SERGİSİ 3) GÖLET Eskiden daha meşhurmuş, çok gelen giden olurmuş Gölet’e. Şimdi ise ne zamandır ördekler ziyaretçileri gözler olmuş... ARIYORUM OCAK 2015 8 Hindistan’da bir bilim yolculuğu: Dr. Uğur Güven YAZI DİZİSİ 1 KALBİM İTÜ’DE KALDI FATİH AVCI [email protected] Uzun soluklu bir üniversite macerasının sonuna gelmiştim geçen yıl. 16 yaşındayken öğrencisi olduğum İTÜ, benim için vazgeçilmesi zor bir yer olmuştu. Derslere devam etmek dışında içinde bulunduğum envai çeşit uğraşlar neticesinde, iki basamaklı yıllara ulaşan öğrencilik hayatım nihayet son bulmaktaydı. Bunca yıl boyunca en uzak kaldığım konunun mühendislik olduğunu düşünüp üzülürken, şimdi mühendisliğin hayatın her alanında var olduğunu keşfeden şanslı kişilerden sayıyorum kendimi. 10 yıllık aktif bir öğrencilik hayatına sıkıştırdığım “mühendislik” her daim varmış. Ne yazık ki ben bunu son yılımda fark ettim. Saygıyla andığımız Dr. Hacı İbrahim Keser’den sonra danışmanlığımı üstlenen Dr. Bayram Çelik, sıradan bir bitirme görüşmesini, benim için dönüm noktası olabilecek bir şekle getirdi. Kolayca yapılacak bir bitirme projesi isterken, kendimi Hindistan’da yüksek irtifa uçuşu yaparken bulmamın mihenk taşı Bayram Hoca’dır. Onun vesilesiyle fakültemiz mezunu ve halen Hindistan’da akademik çalışmalarını sürdüren Dr. Uğur Güven’le tanışmam, benim için uzay mühendisliğinin, hayatımdan asla çıkarmak istemeyeceğim bir hale gelmesini sağladı. Özgüvenimin bir türlü yerinde olamadığı “derslerim” konusunda acayip bir son dakika vuruşu yaptı Uğur Hoca. Hindistan topraklarına adım atar atmaz misafirperverlikleriyle beni utandıran, projedeki çalışma azimlerine hayret ettiğim UPES (University of Petroleum & Energy Studies) doktora öğrencisi Gurunadh Velidi ile projede birlikte çalıştığımız yüksek lisans öğrencileri Uvesh Pawar, Smriti Ahuja, Debashish Banerjee ve Nikhil Gupta’nın takım arkadaşlarım olmasından gurur duydum. Tabi bana mühendisliğin aslında ne olduğunu fark ettiren, dünyanın farklı yerlerindeki sayısız genç bilim insanına rehberlik ederek uzay teknolojileri konusunda onları yönlendiren Dr. Uğur Güven’in bana kattıklarını paylaşmamak imkansızdı. Pek çok İTÜ’lüye ilham kaynağı olması için hem Uğur Hoca’yı anlatmak hem de Uğur Hoca’nın anlattıklarından pay çıkararak ‘neden buradayım, aslında ne istiyorum’ gibi türlü sorularla kafası meşgul olan arkadaşlara, hayat muhasebelerinde bir kapı açmak için geniş bir röportaj yaptım. Haliyle tek sayıya sıkışmayacak. Sonraki sayımızda da bu röportajın devamına, hatta röportajın video kaydına da ulaşabileceksiniz. ‘‘7 yaşındayken benim akranlarım dışarıda çanak çömlek veya saklambaç oynarken ben elime kağıt, kalem alıp uzay haritaları çizmeye, yıldız haritaları çıkarmaya çalışırdım.’’ Neden İTÜ’yü seçtiniz, neden bilime bu kadar hevesli oldunuz? Daha ilk doğuştan itibaren uzay teknolojilerine ve uzaya meraklı bir insandım. 7 yaşındayken benim akranlarım dışarıda çanak çömlek veya saklambaç oynarken ben elime kağıt, kalem alıp uzay haritaları çizmeye, yıldız haritaları çıkarmaya çalışırdım. 8 yaşındayken ansiklopedi Britannica’nın tüm ciltlerini okumaya başladım. 10 yaşıma vardığımda, 44 ciltti benim zamanımda sanırım, hepsini okumayı bitirmeyi başardım. Çocukluğum Amerika Birleşik Devletleri’nde geçti, dolayısıyla o açıdan kendimi şanslı görüyorum çünkü uzaya olan merakımı tatmin etme fırsatı buldum. Liseye giderken astronomi kulübü kurdum. Daha sonra ailevi sebeplerden dolayı Türkiye’ye döndüm. Tabi Türkiye’de üniversiteye sınavla giriliyor. Sınavdan sonra üniversite tercihlerimi yaparken şunu düşündüm; sadece İstanbul Teknik Üniversitesine gitmeliyim, sadece Uzay Mühendisliği Bölümü okumalıyım. Bizim zamanımızda yanlış hatırlamıyorsam 18 asil 18 yedek tercih yapılıyordu ancak benim için fark etmedi çünkü tek tercih yaptım. İstanbul Teknik Üniversitesi Uzay Mühendisliği Bölümü yazıp tek tercihle istediğim bölümü kazandım. İTÜ sizin de bildiğiniz gibi çok köklü bir kurum, Türkiye’deki en köklü, en uzun geçmişi olan üniversitelerden bir tanesi. Mühendislik ve teknoloji bir toplumun ileriye gitmesindeki en önemli kriterlerden biri, dolayısıyla İstanbul Teknik Üniversitesi yıllardan beri bu amaca hizmet etmiş, her zaman bilim, teknoloji ve kalkınmayı ön plana atmış bir üniversite. Bu yüzden büyük bir gururla İTÜ’de öğrenci olarak eğitime başladım. Benim sınıfdaşlarıma sorarsanız, çoğu İTÜ’de hoca şimdi, beni ‘deli uzaycı’ olarak tanıyacaklardır. O dönemde de aynı senin gibi çok yoğundum Fatih. Öğrencilik yıllarımda İTÜ’de daha kulüpler yaygın değilken ve hoş görüyle bakılmazken Hava Uzay Bilimleri ve Teknolojileri Araştırma Kulü- ‘‘Şu anda yaşadığımız bu uzay teknolojileri aslında 1950’li 60’lı yıllarda Sergie Korolev ve Wernher von Braun arasındaki kişisel yarışın bir sonucudur.’’ ‘‘İstanbul Teknik Üniversiteli öğrenciler, özellikle yeni öğrenciler için konuşuyorum, çok ciddi olanaklara sahipler. Biz 1980’li yıllarda öğrenciyken hiçbir olanağımız yoktu.’’ Gurunadh Velidi, Fatih Avcı, Uğur Güven, UPES Dehradun yerleşkesinde... bü HUBTAK’ı kurdum. Oldukça da büyük bir yapıyla çalışmaya başladık. O zamanki hocalarımız sağ olsun kimi destek oldu, kimi hafiften gülümseyerek olaylara uzaktan baktı. Çok enteresan şeyler yaptık, çok değerli insanları seminer vermek için davet ettik. Dönemin başbakanı Sayın Turgut Özal ile temasa geçip, Türkiye’de bir uzay ajansı kurulması konusunda ciddi konuşmalarımız oldu. Düşünüyorum ve görüyorum ki o dönemde yaptığımız çalışmalar, sanırım Türkiye’deki ilk uzay teknolojisi bilincinin oluşmasına katkıda bulundu. Çok sayıda ülke gezmişliğim var, farklı ülkelerde çalışmışlığım var. Ama kalbimizde özümüzde her zaman bir İTÜ’lü olarak kaldık ve kalmaya çalışacağız. UZAY ÇALIŞMALARI İKİ İNSANIN EGO YARIŞIYLA GELİŞTİ Peki Hindistan’daki bir üniversiteye neden geldiniz? Bir geziniz sırasında mı karar verdiniz, çok ilginç bir hikayeniz olmalı... Şöyle... Benim dünyada hemen hemen yirmi kadar ülkede vermiş olduğum bir seminerim var, çoğu üniveristeler farklı ülkelerden beni seminer vermeye davet ediyor. Bir tanesi: Uzay Teknolojilerinin Geçmişi – The Past History of Spaceflight. Burada, çoğu insanın bilmediği bir durum var. İlk uzay yarışı başlarken Amerika’nın Almanlardan aldıkları bilim adamı Wernher von Braun ve işte Yuri Gagarin’i uzaya gönderen, ilk köpek Layka’yı uzaya gönderen, ilk kadın Valentina Tereşkova’yı uzaya gönderen Rus Uzay Ajansı’nın başkanı Sergei Ko- Hindistan’da gerçekleştirilen yüksek irtifa balon uçuşu ardından Uğur Güven’in ekibi... sizce? Aslında burada önemli bir noktaya değinmek istiyorum. İstanbul Teknik Üniversiteli öğrenciler, özellikle yeni öğrenciler için konuşuyorum, çok ciddi olanaklara sahipler. DR. UĞUR GÜVEN KIMDIR? rolev arasındaki yarış söz konusu. Şu anda yaşadığımız bu uzay teknolojileri aslında 1950’li 60’lı yıllarda Sergie Korolev ve Wernher von Braun arasındaki kişisel yarışın bir sonucudur. Bir çok insan bunu Amerika ile Rusya arasındaki uzay yarışı gibi bilir ama gerçek tarihçiler bunu çok farklı olduğunu, iki insanın egosunun yarışması sonucunda meydana gelen bir teknolojik yarışma olduğunu bilirler. Seminerlerimin bir tanesini bunu anlatır. İkinci bir seminerim de peki bu noktadan sonra nereye gideriz, bu uzay teknolojisi nereye gidecek, nedir bundan sonraki aşamalar şeklinde: The Future Technologies of Spaceflight... Ben bunları öğrencilerin seveceği bir şekilde, popüler bir tarzda anlatıyorum. Dolayısıyla muhtelif ülkelerden hep davet gelmiştir. Aynı şekilde Hindistan’dan da bu iki seminerimi vermek üzere bana davet geldi. Ben de hiç tereddüt etmeden buraya geldim. O zaman Hindistan hiç geldiğim bir ülke değildi. Tabi ki çok farklı düşüncelerimin olduğu, çok farklı tanıdığım bir ülkeydi. Biraz da tabi mistisizmle anılan bir ülke... O seminerlerimi verdim, çok da başarılı geçti. Hatta, bugüne kadar en uzun alkış aldığım yerlerden biri burası oldu, öğrenciler ayakta alkışladı, seminer salonundan çıkmama izin vermediler. Hal böyle olunca üniversitenin rektörü ve ilgili kişiler de çok şaşırdılar. Ben Türkiye’ye döndükten sonra benimle temasa geçtiler. Öğrenciler rektörlüğe gidip dilekçe vermişler, benim konuk hoca olarak gidip bu konuları detaylı bir şekilde anlatmamı istedikleri için. Dolayısıyla üniversitenin rektörü beni arayıp gelmemi rica etti. Onlarla görüştük, konuştuk, şartları da bana uygun olunca burada hocalığa başladım. Şu anda da çok memnunum. Birçok öğrencim dünya çapında çok güzel, çok enteresan başarılar elde ettiler, çok güzel yayınlar çıkardık, çok güzel araştırmalar yapmaktayım. ARIYORUM OCAK 2015 rayaan projesiyle ayda su olduğunu saptama imkanları oldu. Bildiğim kadarıyla 4 sene içinde uzaya insan göndermeyi planlıyorlar ve 2025 gibi de aya insan göndermeyi planlıyorlar. Uzay çalışmasında yer almaktadır. Dr. Güven şu anda Hindistan’da öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır ve NASA Güneş Sistemi Araştırma Enstitüsü Proje Paneline ana aday gösterilmiştir. Ayrıca yakın bir şekilde NASA Inspires projeleriyle ilgilenmektedir. Şu anki çalışma konusu olarak Aya nano-sonda gönderilmesi ve belli başlı deneylerin yapılması yer almaktadır. Özellikle Uzay Mühendisliği konusunda farkDr Uğur Güven, uzay teknololı ülkelerde ders ve seminerler jileri ve nükleer teknoloji üzevermiş olan Dr Güven, Güney rine 100’den fazla makale ve yarımkürede Uzaya Fırlatma bildiri yazmıştır. Ayrıca ana üssü konusunda fizibilite çalışyazarı ve ikinci yazarı oldumalarına da katılmıştır. Şu an ğu 6 adette kitabı da mevcutABD’de bir belgesel yapımcıtur. Yazmış olduğu makale ve sıyla beraber, Yıldızlararası Sebildiriler arasında Yıldızlararayahat konulu bir mini belgesel sı Seyahat, Lalande 21185 Uçuş seri hazırlamaktadır. KendiMisyonu, Wolf 359 Uçuş Missi şu ana kadar 27 farklı ülkeye yonu, Uzayda İleri Düzey İtki seyahat etmiş olup, bu ülkeleSistemleri, Ayda Nükleer Enerji rin çoğunda “Uzay TeknolojiKullanımı, Füzyon için Aydan leri ve Soğuk Savaş Tarihçesi” Helyum 3 Çıkarılması, Oort ve “Uzay Teknolojilerinin GeleBulutuna Seyahat ve Nüklecekte Durumu” isimli seminerer İtki Sistemleri kullanarak leri vermiş bulunmaktadır. Mars’a Seyahat gibi başlıklar Dr. Güven hem uzay teknolojileri mühendisi hem de nükleer mühendistir. İlgi alanları arasında başlıca Nükleer Uzay İtki Sistemleri ve Yıldızlararası Seyahat sistemleri yer almaktadır. Ayrıca Nükleer Mühendislikte, yeni jenerasyon gaz soğutmalı Nükleer reaktörler konusunda da çalışma yapmaktadır. Hindistan özelinde sormak gerekirse buradaki öğrencilerin diğerlerinden, olanakları daha yüksek öğrencilerden farkı nedir Biz 1980’li yıllarda öğrenciyken hiçbir olanağımız yoktu. Bütün olanakları kendi dişimizden, tırnağımızdan arttırarak oluşturmaya çalışıyorduk. Şu an İTÜ hem maddi hem manevi çok ciddi olanaklar veren, öğrencilerin önünü çok ciddi bir şekilde açan bir üniversite. O yüzden her İTÜ öğrencisi üniversitesiyle gurur duymalı. Hindistan’la kıyaslamak gerekirse, senin de burada görmüş olduğun gibi Hindistan’da hem maddi hem de manevi olanaklar oldukça kısıtlı. Burası öyle bir ülke ki paran varsa bile bir şeyi bulmak, satın almak oldukça zor. Yoğun araştırmalar yapman ya da çok uzaklardan getirtmen gerekiyor. Sadece araştırma bütçesi yeterli olmuyor. Aynı zamanda büyük bir azmin de olması gerekiyor. Buna rağmen Hindistan kısıtlı olanaklara rağmen harikalar başarmış bir ülke. Bugün uzay teknolojisi konusunda dünyadaki en ileri 5 ajanstan birine sahip bir ülke. Bir seferde 10 tane uyduyu fırlatabilen tek ülke. En son Chand- ‘‘Hindistan harikalar başarmış bir ülke. Uzay teknolojisi konusunda dünyadaki en ileri 5 ajanstan birine sahip. Bir seferde 10 uyduyu fırlatabilen tek ülke.’’ ‘‘İTÜ, sadece Türkiye değil, dünya açısından da bir mühendisin doğru yetiştirilebilmesi için doğru şeylerin doğru yerde olduğunu gösteren bir üniversite.’’ bu kısıtlı olanaklarla bile dünyada birkaç ülke haricinde bütün ülkelerin önüne geçmiş bir ülke. Şunu diyebilirim; evet olanaklar az ama azme gelince, Türk deyimiyle kimseye pabucu bırakmıyorlar. Bu alanda İTÜ öğrencilerine ne söylemek istersiniz olanakları değerlendirmek anlamında bilhassa? İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinin özellikle şu anda şu dönemde son derece şanslı. Bilimsel araştırma yapmak istediklerinde teknolojik olanakları çok fazla. Muhtelif araştırma bütçeleri var. Gerek fakültelerin gerek rektörlüğün sunmuş olduğu olanaklar var gördüğüm kadarıyla. Bunlar bir de sosyal olanaklarla, kültürel faaliyetlerle de birleşince bir öğrencinin en iyi şekilde olgunlaşması ve gelişmesini sağlayan çok güzel bir ortamın İTÜ’de olduğunu düşü- ‘‘Çoğu insan uzay teknolojisi deyince işte Ay’a gitmek ya da uydu fırlatmak diye düşünür. Uzay teknolojisi bunun çok öncesinde, bizim modern teknoloji dediğimiz şeyin kapısını açar.’’ nüyorum. Ben hemen hemen dünyada yüzün üzerinde üniversite görmüş bir insan olarak şunu söyleyebilirim; İstanbul Teknik Üniversitesi sadece Türkiye açısından değil, dünya açısından da bir mühendisin doğru yetiştirilebilmesi için doğru şeylerin doğru yerde olduğunu gösteren bir üniversite. İTÜ’nün gelişecek şeyleri yok mudur? Tabi ki vardır. Öğrencilerin kendini geliştirecek imkanı yok mudur? Tabi ki vardır ama benim inancım şu ki, iyi bir öğrenci, meraklı ve istekli bir öğrenci İTÜ’nün imkanlarını kullanarak da çok çok güzel şeyler yapabilir. Hem uzun süren hem de çok pahalı olan uzay çalışmaları bir ülkenin bilimsel gelişimi için neden önemlidir? Olmasa olmaz mı mesela? Çoğu insan uzay teknolojisi deyince sadece işte Ay’a gitmek ya da bir roket fırlatmak, uydu fırlatmak diye düşünür. Esasında uzay teknolojisi bunun çok öncesinde, bizim modern teknoloji dediğimiz şeyin kapısını açar. Mesela çoğu insan bilmez ama şu anda mesela dışarı da sıcaklık 30 derecenin üzerindeyken şu anda benim odamda 18 derecede oturabiliyoruz ki bunu bir klimaya borçluyuz. Klima teknolojisinin, özellikle split klima teknolojisinin gelişmesi tamamen uzay teknolojisinde yapılan çalışmaların sonucudur. Bugün mutfağımızda kullandığımız mikrodalga fırınlar, ilk Apollo uzay programında astronotlar üç günlük bir yolculuk gerektiren Ay’a sırf macun yemesinler, daha başka yiyecekler de yesinler diye icat edilmiş bir teknoloji. Bugün kullandığımız LCD televizyonlar uzay mekiği teknolojisinden türevlenerek bulunmuş teknolojiler. Bugün günlük olarak kullandığımız teknolojilerin çoğunu biz uzay teknolojisinin araştırılmasında yapılan çalışmalara borçluyuz. Özellikle ilaç teknolojisinde kanser ilaçları, antibiyotikler çok ciddi çalışmalarla yer çekimsiz ortamlarda yapılan deneylerden elde edildi. Dolayısıyla bir ülke gelişmek istiyorsa uzay teknolojisine çok önem ver- 9 mesi gerekiyor. Türkiye’de ben uzay teknolojisi alanında yeterli çalışma yapıldığını düşünmüyorum. Evet, şu son zamanlarda bir hareketlilik oldu ancak hatırlatmak isterim ki Kenya gibi bir ülke 1973’te ilk iletişim uydusunu fırlatmıştır. Türkiye’nin 2013 yılına kadar bulunduğumuz noktadan çok çok daha ileri noktalarda şeyler yapmasını beklerdim. İnanıyorum ki bu konuda daha ciddi çalışmalar yapılacaktır. Türkiye ile ilgili gelecek planınız var mı? Türkiye’ye dönmeniz istenirse hemen gideyim mi dersiniz yoksa bazı şartların olgunlaşmasını mı beklersiniz? O konuda biraz daha küresel düşünmeye çalışıyorum. Dünyadaki her insan dokuz ay on günde meydana geldi. Herhangi bir ırk, dil, din ayrımı yapmadan, elimden geldiği kadar dünyadaki uzay mühendisliği öğrenimi yapan öğrencilere yardım etmeye çalışıyorum. Benim açımdan Hintlisi de, Afrikalısı da, Amerikalısı da, Japonu da, Kanadalısı da bir. Tabi olanakların daha az olduğu bir ülkede hizmet etmek ayrı bir haz çünkü burada yaptığınız bir birim eğitim, size iki birim, üç birim sonuç olarak geri dönüyor. O açıdan dünyanın neresinde olursa olsun uzay teknolojilerinin gelişmesi konusunda hizmet emekten memnuniyet duyarım. Elbette bir Türk olarak gönül ister ki Türkiye’deki imkanlar da daha ileriye götürülebilsin. Bu konuda Türkiye’de olayım olmayayım her zaman bir katkıda bulunmaya çalışıyorum. Örneğin nükleer itki sistemleri, yani roketlerin nükleer reaktör kullanarak çalıştırılması konusunda dünyada çalışan sekiz bilim adamından biriyim. Dolayısıyla bir Türk olarak ben bu konuda bilim alanında bir katkıda bulunduğumu düşünüyorum. Bununla birlikte olanaklar olursa, Türkiye’de de bu konuda ciddi çalışmalar yapma arzusu olursa ben de elimden geldiği kadar, özellikle roket teknolojisinde uzman bir bilim adamı olarak yardım etmek isterim. Röportajın devamı 30. sayıda... İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER SAYFA SERGİSİ 4) GÖLET-LOJMAN YÜRÜYÜŞ YOLU Lojmanda yaşayanların bildiği, sağlam kafalarını sağlam vücutlarına borçlu olan insanlar için birerbir bir yürüyüş-koşu yolu. Çekoslavakyalı bir öğrenci çoğumuzdan önce bu yolu çoktan keşfetmiş... ARIYORUM OCAK 2015 10 Hep teknik G App Teknik FARUK YILMAZ [email protected] eçen sayımızda yazmaya başladığımız telefonumuzu öğretim hayatımızla entegre etmeye yarayan, hayatımızı kolaylaştıran uygulamalarımızı tanıtmaya bu sayımızda da devam ediyoruz. Açık kaynaklı eğitim portalı Cep telefonu otomatikleştirici Coursera Tasker Coursera, açık kaynak bir eğitim platformu. Sadece üniversite öğrencilerine değil, hayat boyu kendini öğrenmeye adamış herkese hitap eden uygulamada birçok konu hakkında eğitim bulabilirsiniz. Uygulamaya göz atınca: sanat, biyoloji, iş yönetimi, kimya, yapay zeka, bilgisayar, mühendislik, resim, hukuk, matematik, fizik, eczacılık, sosyal bilimler ve bilgi analizi gibi bir çok konuda materyale ulaşabildiğimizi görünce oldukça seviniyoruz. Oldukça kolay kullanılabilen bir tasarıma sahip uygulama üzerinden istediğimiz makaleyi indirebilir, derslere katılabilir, her zaman kendinizi geliştirmeye ve yeni şeyler öğrenmeye devam edebilirsiniz. Tasker hayatınızı otomatikleştiren bir uygulama. Bu uygulama ile çeşitli tetikleyiciler belirlenerek istediğiniz görevin otomatik olarak başlamasını sağlayabilirsiniz. Mesela kulaklığınızı taktığınızda müzik çaların otomatik olarak başlamasını; ps3 oynarken telefonun otomatik olarak kapanmasını veya okul saatlerinde telefonun otomatik olarak sessiz moda geçmesini sağlayabilirsiniz. Dahası şarjınız %4’ün altına düştüğü zaman sevgilinize ulaşamazsan merak etme hayatım mesajı atıyor; tabi eğer bir sevgiliniz varsa. (Android) (Android/IOS/WinPhone) Matematik problemi çözücü Yemekhane menüsü uygulaması PhotoMath İTÜ Yemekhane PhotoMath matematik problemlerini çözen bir uygulama. Uygulamamız, çözülmesi istenen sorunun sonucunu öss mantığıyla direkt gösterebildiği gibi istersek klasik çözüm mantığıyla adım adım da gösteriyor. PhotoMath’i nasıl kullanacağımıza gelirsek sorunun fotoğrafını çekip gerisini uygulamaya bırakıyoruz. Maalesef uygulama şimdilik el yazısını tanımıyor ve final sınavının sorularını çözemiyor. Eğer Calculus sorularını çözmesini isterseniz geliştiricilere mail atabilirsiniz. En azından memleketinize gittiğinizde ilkokula giden yeğeninizin sorduğu soruyu hızlıca çözmüş gibi yapıp gözünde yücelebilirsiniz. İTÜ Yemekhane, adından da anlaşılacağı gibi o gün yemekhanemizde hangi yemeklerin olduğunu gösteren bir uygulama. Elektronik Haberleşme 3. Sınıf öğrencisi olan Erkan Şen arkadaşımızın yazdığı bu uygulama ile artık whatsapptan, facebooktan kanka yemekte ne varmış diye sormamıza gerek kalmıyor. Uygulamayı indirince görüyoruz ki öğle yemeği ve akşam yemeği seçme şansımız yok! Nerede bu ayarlar diye uğraşırken görüyoruz ki uygulama saat 21:00 ile 14:00 arası öğle yemeği menüsünü 14:00 ile 21:00 arasında da akşam yemeği menüsünü gösteriyor. Röportajımızda sorduğumuzda ise Erkan’dan bunu tıklama zahmetinden kurtarmak için yaptığını öğreniyoruz. AppStore’a konulduğu ilk gün 300 indirme sayısına ulaşan uygulamamızı ve Erkan arkadaşımızı tebrik ediyoruz. Yazılımcı arkadaşımıza ulaşmak isteyenler twitter.com/ErkannYazilim adresinden ulaşabilirler. (IOS/WinPhone) Kamera sözlük Word Lens Translator (Android/IOS) Microsoft’un çeviri uygulamasını ele alıp Google’ın çeviri uygulamasını ele almamak olmaz diyerek bu sayımızda World Lens Translator’u ele alıyoruz. Klasik sözlüklerden öte geçerek yazılı, sesli dahası kamarelı interaktif bir sözlük. Bing Translator gibi bu uygulamamız da kamerayı çevirdiğimiz yerdeki yazıları ‘’şimdilik’’ 3-5 dile çevirme özelliği ile öne çıkıyor. Gerçi İTÜlülerin İngilizceyi ne kadar iyi bildiğini göz önüne alırsak 3-5 dil yeterli oluyor zaten. Benden duymuş olmayın; ama bir sonraki güncellemesiyle birlikte konuşma modunda otomatik algılama özelliğinin sayesinde iki farklı dilden konuşulduğu sırada uygulama konuşulan dili algılayıp hemen tercüme etmesi bekleniyor. Birim çevirici Convertpad Unit Converter (Android /IOS) Belki Kelvin’i Santimetre’ye çeviremeyiz; ama bu uygulama ile birimleri birbirine dönüştürebiliriz. ConvertPad – Unit Converter, yüzlerce birimi birbirine dönüştürebileceğiniz harika bir uygulama, 2013 yılında ‘’En İyi 50’’ arasına girmeye hak kazanacak kadar. vMilyonlarca kişi tarafından kullanılan bu yararlı uygulama, cihazınızda bulunması gereken bir araçlardan. Ağırlık, ısı, uzunluk, hacim, yakıt, döviz vb. daha birçok birimi içerisinde sunan uygulama bu kadarla da yetinmeyip Türkçe dil desteği de sunuyor. (IOS) ARIYORUM OCAK 2015 Ekranların en farklı habercisi: 11 FATİH PORTAKAL FERİT ÇAĞLAR GÜNDÜZ [email protected] Sizi daha çok 2010 yılından beri tanıyoruz. Çok da sevildiniz. Kendi kaleme aldığınız biyografinizde hayatınızla ilgili bazı dönüm noktalarından bahsetmiştiniz. Bunlardan biraz bahsedebilir misiniz? Fatih Portakal: Mesleğe bir kartvizitle başladım. Hiç bilmediğim bir meslekti ama kabul etmiştim; çalışmak zorundaydım. Daha sonra 2006 yılında Mehmet Ali Birand’ın telefonu ile İstanbul’a gelmek bir dönüm noktasıydı. 2009 yılında yine rahmetli Birand’ın desteği ile radyoculuk yapmak… Dönüm noktası diyorum ama riskti aslında bunlar. Daha sonra Kanal D’de öğle kuşağında haberciliğin dışında bir program yapmak bir dönüm noktasıydı. Kitap yazmak aynı şekilde… Sabah haberlerini kendim istedim. Ne kadar hazırlıklıydım ya da değildim bilmiyorum ama o da bir dönüm noktasıydı ve şu anda da ana haber… Tamamen risk almışsınız. Risk almak ve sabretmek çok önemli... Bu tüm gençlere öğütlediğim konuların başında geliyor. Risk almak ve ardından sabretmek… “Çizgiyi kaçırdığınız zaman, iş maymunluğa gider” Sizin ekranda, kameralar karşısında çok sevecen ve içten bir mizacınız var. Gerçek hayatınızda da böyle misiniz yoksa biraz senaryo da devreye giriyor mu? Senaryo devreye girmiyor. Ben gerçek hayatımda çok rahat bir insanım. Yani arkadaş çevremde de aynıyım, işimde de. İşimde biraz daha enerjik oluyorum çünkü o anlarda milyonlara hitap ediyorsunuz. Orada çizgi çok önemli; çizgiyi biraz kaçırdığınız zaman iş maymunluğa gidebilir. Ben tüm duygularımı vermeye çalışıyorum: sevinç, hüzün, mutluluk; yani her şeyi. Ama laubalilik derecesinde değil. Akan yazı kullanmıyorum. Akan yazıda okuduğunuz yazıyı karşınızdaki birileri yazar ve siz onun duygularını kendinize çevirmeye çalışırsınız. Akan yazı kullanmadığım için de tüm duygularımı ifade edebiliyorum; gösterdiğim tepkiler, yüz ifadelerim, her şey doğal gelişiyor. O yüzden insanlar beni seviyor diye tahmin ediyorum. Samimiyet ve o samimiyeti karşı tarafa geçirmek çok önemli. “Bizim yaptığımız habercilik bence Türkiye’nin ötesinde” Türkiye’de habercilik ne durumda sizce? Malum bir sansür uygulaması var. Bu haberciliği nasıl etkiliyor? Türkiye’de habercilik hiç kolay değil. Bu zaten biliniyor. Özgürlük bakımından da bizde bir “Alo Fatih.” durumu yok. Ama kimi yerlerde adı konmamış sansürler var. Bunun sebebi maalesef patronlar... Yerel patronlar gazetecilik ve haberciliğin dışında başka işlerler de uğraştıkları için, ister istemez yolları ihaleler vb. sebeplerle devletle kesişiyor. Türkiye’de demokra- tik bir ortam olmadığı için kişi devletten apayrı başka bir sektörde çalışsa bile önüne set koyabiliyorlar. Bugün gelinen nokta: sansür uygulanıyor. “Oto-sansür” denilen olay uygulatılmaya çalışıyor. Bu tip patronlarda haber yöneticilerine baskı uyguluyorlar. Paranın habercilikten gelmediği öne sürüyorlar. “Ben batarsam sen de batarsın.” gibi bir korku sektörü yaratılmaya çalışılıyor. Ama çok şükür ben bunu FOX’ta yaşamıyorum. Çünkü bizim patronumuz sadece gazetecilikle uğraşıyor; başka bir sektörle değil. Biz bu sayede özgür habercilik yapıyoruz. Eğriye eğri, doğruya doğru… İnsanlarla kendi doğrularımızı değil, bildiklerimizi paylaşıyoruz. Bizim yaptığımız habercilik bence Türkiye’nin ötesinde. Peki FOX’a geçmeden önce bu tip sansür olayları ile karşılaşmış mıydınız? 4-4,5 yıl kadar Kanal D’de rahmetli Mehmet Ali Birand’la çalıştım. Mehmet Ali Abi çok özgürlükçü bir insandı. Ajansa gelen bir baskı olsa bile bize yansıtmazdı. Daha öncesinde muhabirlik yaptığım kurumlar da dahil, sınırlandığımı hatırlamıyorum. Örneğin muhabirlikte yaptığımız haber de belliydi, o habere bizim yapacağımız katkı da belliydi. Ama şu an durum bambaşka. “Anchor” olarak orada oturuyorum ve şu anda hissetsem zaten karşı tarafa da hissettiririm. Ama şu ana kadar herhangi bir sıkıntı yaşamadık. Bundan sonrası için de garantisi yok tabi ki… “Güçlünün dönemi bittiğinde, özeleştirilerini yapacaklardır” Özellikle seçim dönemlerinde, mitinglerde, “yandaş” diye tabir edilen gazetelerden çok çirkin haberler gelebiliyor. Bu haberler toplumca da kabul görebiliyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben tercih olarak görüyorum. O yayın kuruluşunun bir yayın tercihi... Yani vicdanları kabul ediyor ki, yayınlıyorlar. Artık Türkiye’de “bazı” medya gruplarında bunu farklı görüşteki çoğu haberci de yapıyor. Hedef haline getirmek, yargısız infaz yapmak, geçmişten ders almayarak insanları suçlamak, karalamak, yalan haber yapmak, şahsiyeti zedeleyen haber yapmak… Bunu medya kuruluşları çok yapıyor. Terbiyesizce bir şey ama tercih meselesi. O noktada şu soruyu soruyorum: “Vicdanınıza karşı hesap verirken acaba ne diyorsunuz?” Şu anda ben tasvip etmediğimi cümlelerle anlatıyorum ama inanın yıllar sonra yaptıklarının yanlış olduğunu kendileri de görecekler. Güçlünün döneminden kurtulduktan sonra, kendi başlarına kaldıklarında, “Evet ben ne yapmışım? Ben birilerinin deresine su taşımışım; beni kullanmışlar; aslında tetikçi gazetecilik yapmışım.” diye özeleştirilerini yapacaklar. Geçmişte gördük. Ben gelecekte de bugünün bazı gazetecilerinin bu şekilde özeleştiri yapacağına inanıyorum. “Üniversitelerde özgürlükçü ortamın sağlanması gerekiyor” Üniversitelerdeki siyasi kutuplaşma hakkında ne düşünüyorsunuz? Mesela geçtiğimiz aylarda okulumuzda da iki karşıt görüşlü grubun kavgası oldu. Nasıl değerlendiriyorsunuz? Sevilen haber programcısı Fatih Portakal ile Türkiye’deki gazetecilik kavramını, habercilik etiğini, üniversitelerin bugününü ve gündeme dair pek çok şeyi konuştuk Tehlikeli bir gidişat görüyorum. Bu, baskı kültüründen kaynaklanıyor. Hocamı tenzih ederek konuşuyorum ama YÖK Başkanı’nın bir sözü vardı bundan 15-20 gün önce: “Akademisyenler üniversitelerde özgür değil.” demişti. Ben de ona şöyle bir eleştiri getirmiştim: “Ama sorumluluk sahibi sizsiniz. O insanların önünü sizler açmalısınız.” Bastırılmış bir akademik çevre var. Bastırılmaya çalışılan bir üniversite gençliği var. Maalesef hırçınlık da var ruhumuzda. Herkes baskıyı kabul etmiyor. Üniversiteler bence siyasete açılmalı; akademisyenler özgürce konuşabilmeli. Bakın, hukuktan konuşuyoruz ama hiçbir üniversitede hukuk fakültelerinde dekanlar, profesörler çıkıp bir açıklama yapamıyor, konuşamıyorlar. Yeni yasa tasarıları ile ilgili kimse bir şey diyemiyor. Herkes bastırılmış, susmuş durumda. Üniversitelerde özgürlükçü yapının uygulanması gerekiyor. Gençler söz hakkı mı istiyor, o söz hakkını tanımak gerekiyor. Ama şöyle de bir yapımız var: birbirimizi dinlemeye ve anlamaya çalışmıyoruz. Hep kendi düşüncemizin doğru olduğunu düşünüp sözün bittiği yerde de kaba kuvvete başvuruyoruz. Üniversite gençliğinin böyle bir sorunu var. Geçmişte de böyle sorunlar vardı. Ülkenin bazı sorunlarından dolayı bunlar yaşanıyor. Üniversite gençliği birbirine düşecek olursa, o gençliği ayırmak da çok zor olacaktır. Burada özgürlükçü, şeffaf ortamın, çoğulcu ortamın sağlanması çok önemli ama aynı zamanda gençliğin de bunu büyük bir sağduyu içerisinde gerçekleştirmesi, kavganın hiçbir şekilde bu sağduyunun içerisinde yer alamayacağını bilmesi gerekiyor. Gerek kendi içlerinde, gerek arkadaş çevrelerinde onları kavgasızlığa ikna edecek telkinler olması gerektiğini düşünüyorum. “İki sorunlu sistem var: adalet sistemi ve eğitim sistemi” “Gençlik geleceğimizdir” denir. Şu anki gençliğin, bizi daha ileriye götürebileceğini öngörüyor musunuz? Eğitim sistemi bozuk olduğu için görmüyorum açıkçası. Yani sadece üniversiteleri kastetmiyorum. İlköğretimden itibaren bir laçkalığın olduğunu söylemek gerekiyor. 12 yıldır bir iktidar başımızda ve bu iktidarda en fazla görev değişikliğinin olduğu yer, Milli Eğitim Bakanlığı. 6. Bakan oturuyor şu anda. “Ağaç yaş iken eğilir.” İlkokul 1’den, üniversite çıkışa... Serüvenin so- nudur. Ama o 4+4+4’deki 12 yıllık eğitimi nasıl verdiğimiz çok önemli. “İyi, oturaklı, en azından ‘üniversiteye hazırlanabilecek genç nesiller’ yetiştiriliyor mu?” sorusunu sorduğumuzda, ben “Hayır.” cevabını kendi kafamda veriyorum. Hala daha sistemler uygulanmaya çalışıyor. İki sorunlu sistem var: adalet sistemi ve eğitim sistemi. Her gelen yeni bir şey yapmaya çalışıyor. Sınavlarda çıkan suistimaller, uygunsuzluklar, bireyin sınava ve sisteme olan güvenini yitirmesine neden oluyor. Yani böyle bir sistem içerisinde nasıl “Öğrenciyi geleceğe hazırlıyoruz.” diyebiliriz ki? Bunu yetkililer de biliyor ama bir sistem tutturmaya çalışıyorlar. Sistem de maalesef tutmuyor. Ve gördüğüm kadarıyla üniversitelerde teorik olarak da eksiklikler var, öğrencilerin kendilerini ifade edebilmeleri konusunda da. Mesela sormak gerekir: “Bir maden fakültesi öğrencisi kaç kere madene gidiyor?” veya “Üniversite ödenekleri ne kadardır?” Tartışılması gerekir. İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER SAYFA SERGİSİ 5) BİSİKLET VE KOŞU PARKURU İTÜ, Yeşil Kampüs projesinde bir hayli yol aldı. Etiler Çıkışı yolunda tamamlanan bisiklet yolu ve koşu parkuru, sporseverler için güzel bir olanak... ARIYORUM OCAK 2015 12 SADECE BİR ‘‘TOMRİS’’ VAR ‘’Yaşam öykümün yazılmasını istemem.Kendi üzerime düşünmeyi bu kadar önemli saymıyorum.’’ diyen bir kadın… Oysa onu düşünerek yazılmış onlarca şiir var. ‘’Bir kadın’’ diyerek tanımlamaya yetmeyecek nevi şahsına münhasır, paylaşılamayan bir isim: Tomris Uyar. Hiçbir kadın onun kadar sevilmemiştir. Kimler mi var hikayede? İkinci Yeni’den gözünüz ısırıyor hepsini: Ülkü Tamer, Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Edip Cansever. Aşka aşık adamlar ve Türk edebiyat tarihinin en verimli aşıkları… Tomris Hanım öykü yazarı ve çevirmen. Ama şüphesiz ki, şiir yazmayıp yazdırtarak, İkinci Yeni’nin bel kemiklerinden biri oluveren bir öykü yazarı ve çevirmen... GÖZDE BOZYİĞİT [email protected] Tamer’di soyadı önceleri. Ülkü Tamer ile evliydi. Bildiniz mi Ülkü Tamer’i? Bir şairi hayat hikayesinden değil şiirlerinden tanımak gerek… Bakalım kimmiş bu Ülkü Tamer? ‘‘Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün, Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün; Serinlik vurdu korulara, canlandı serçelerim; Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata, Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta. Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.’’ Derken Cemal Süreya giriverdi hayatına. İkisi de evliydi ama sonlandı. Tomris Tamer değildi artık. Ülkü Bey’in bir şiirinde Cemal Bey’e rast geldik: ‘‘Tanrı, Bin birinci gece şairi yarattı, Bin ikinci gece Cemal’i, Bin üçüncü gece şiir okudu Tanrı, Başa döndü sonra, Kadını yeniden yarattı.’’ Şimdi Tomris Hanım’ın gözünden Cemal Bey ile bir anısını aktaralım. Her akşam işten çıkıp şıp diye eve damlıyordu Cemal Süreya. Bir gün Tomris Hanım, “Biraz gez dolaş arkadaşlarınla buluş.” dedi. Ertesi gün geç geldi Cemal Süreya, daha ertesi gün de…Hep geç geldi. Bu akşamlardan birinde, örtü silkelemek için pencereyi açan Tomris Hanım, apartmanın girişinde oturan Cemal’i gördü ve gerçek ortaya çıktı. Her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup ‘gecikiyordu’ Cemal Süreya… Ne de güzel anlatıyordu umutsuzca sevişini bu adam: ‘‘Daha nen olayım isterdin, Onursuzunum senin.’’ Aşk, kadın bedeni ve erotizm öğelerini öne çıkaran şuh anlatımıyla tanıdığımız Cemal Süreya’nın aşk ve cinsellik dolu şiirlerine konu oldu Tomris Hanım... ‘‘Ay ışığında oturduk Bileğinden öptüm seni Sonra ayakta öptüm Dudağından öptüm seni Kapı aralığında öptüm Soluğundan öptüm seni Bahçede çocuklar vardı Çocuğundan öptüm seni Evime götürdüm yatağımda Kasığından öptüm seni Başka evlerde karşılaştık İliğinden öptüm seni En sonunda caddelere çıkardım Kaynağından öptüm seni.’’ O ise üç yıl süren aşklarını hiç yazmamıştı. ‘‘Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikayen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan kimse duymayacak.’’ ...ve sonra ileride biricik, ebedi eşi olacak olan Turgut Uyar’la tanıştı Tomris ‘Uyar.’ Evet Tomris, Tomris Uyar olmuştu artık. Turgut Bey ile şiir ve edebiyat mevzuularında mektuplaşıyorlardı aslında. Turgut Bey yedi yıldır şiire elini sürmemişti, oysa şu meşhur dizeleri dünyaya kazandıracaktı bu güzel kadın: “Derim ki, Saati sorduklarında; Onu ‘‘O’’ geçiyordur Kimse anlam veremez. Tamir ettirmedin gitti derler şu saati. Ettirmek istiyor musun demezler. Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.’’ Birazını da Tomris Hanımın ağzından dinleyelim: “Tanıştığımızda ben yeni evlenmiştim, Turgut nicedir evliydi. Bir gün birlikte olacağımız ikimizin de aklının ucundan geçmemişti. Ayrıca aramızda önemli bir yapı farkı vardı. Ben sırılsıklam aşık olduğum zaman bile çevremdeki güzellikleri kaçırmamaya yatkınımdır. ‘Bir önceki sevgiliden devralınan inceliklerin’ sonraki sevgililikleri kalkındırdığına inanırım. Oysa Turgut Uyar’ın monogam gözü, yanındaki sevgiliden başka kimseyi görmez; hiçbir üçüncü öğenin yer almadığı iki kişilik bir dünya özler. Geçmişin bütünüyle silindiği, geleceğin güvenli olduğu sürekli bir şimdiki zaman peşindedir. Evliliğimizdeki en büyük sürtüşme de bu zıtlıktan doğacaktı sonraları… Turgut beni her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak, ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım’’ (Gündökümü/Bir Uyumsuzun Notları). dim ki hiç.’’ ...ve Edip Cansever… Her doğum gününde yeni bir şiir yazıyordu Tomris Hanım’a. Duygularını yıllar boyunca gizler, kimselere söylemez, sadece o doğum günlerinde çıkardı karşısına Tomris Hanım’ın. Bir şiirle sesini duyurabilmekti isteği… Uzaktan severdi hep Edip Cansever... Her gittiğinde de bir büyük rakı olurdu elinde. Boğaz kenarındaki meyhanelerden birinde baş başa oturdukları rakı masasında şu dizeyi yazmıştı bir peçeteye: Gelelim Tomris’e… Tarihte bilinen ilk kadın hükümdarın ismidir ‘’Tomris’’ ve Tomris Hanım da ismine yaraşır şekilde kendi kurallarını koyan, başına buyruk, güçlü ‘bir kadın’dı. Sağlıklı yaşamak gibi bir derdi yoktu ve dilediği gibi yaşadı. ‘’Tomris rakıyı çok severdi, bense onu...’’ Sitem ederdi hep şiirlerinde Tomris Hanım’a. “Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir” de de olduğu gibi: “Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç. Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki Hani Etiler’den Hisar’a insek bile Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın Çok yaşında her zamanki çocuksun gene Ben seni uzun bir yolda yürürken görme- Tomris Hanım ise onun için şunları söylüyordu: ‘‘Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana.’’ ...ve son olarak Cemal Süreya: “Her şeyin fazlası zararlıdır ya Fazla şiirden öldü Edip Cansever’’ der Edip Cansever için. ‘‘Yahu, iç sigaranı! Benim kadar çok içmek de iyi değil tabii. Ama başka keyif maddesi kalmadı hayatımda. İçki de içemiyorum artık. Belki bir yere kadar az içebilirim; ama öyle yapacağıma, hiç içmem daha iyi. Her şeyim öyledir. İçkiyi içtim mi çok içerdim. Sevgim de öyledir.’’ Toplumun haklı çıkmasını ve başkalarının tahmin ettiği şekilde ölmeyi istemiyordu. Ama olmadı…Kemoterapi seanslarında tükenerek veda etti hayata. Son olarak Tomris Uyar için neydi ölüm? ‘‘Bir şeyin birdenbire yerinde olmaması, ama aynı tiktakın sürüp gitmesiydi ölüm’’ (Yaz Düşleri/Düş Kışları). ARIYORUM OCAK 2015 13 BILGELIK, EGO YÖNETIMI, ENERJIYI YÜKSEK TUTMAK, AŞK, DEĞIŞIM, BAŞARI, STRESI YÖNETME KILAVUZSUZ YAŞAMAYIN Fotoğraflar: UMUR CAN KAYA YAKUP GÖRÜR K [email protected] itabı ilk duyduğumuzda haliyle ‘Yaşamın da kılavuzu mu olurmuş?’ diye içimizden geçirmedik değil. Hayatın kılavuzu varsa eğer, yaşamak da o kılavuzu çözenler için kolay ve tam da istedikleri gibi seyreder. Böyle mi olur? Kafamıza takılan bu ve benzeri sorulara, geçtiğimiz aylarda okuyucuyla buluşan ‘‘Yaşamı Kullanma Kılavuzu’’ kitabının yazarı Figen Karaaslan’la yanıt bulmaya çalıştık... Yakup Görür: Kitabınızın çok iddialı bir adı var. Gerçekten yaşamın kılavuzu mu sizin kitabınız? Figen Karaaslan: Tabi ki herkese tek bir şey sunamazsınız ama önemli olan bu kitabın insana ve yaşama dair, doğru ve olması gereken bir bakış açısı kazandırması. Ben aslında öncelikle insanların doğru bir bakış açısı yakalaması gerektiğine inanıyorum. Herkesin kendi yolu vardır ve bu yolu kendisi çizecektir. Ben kimseye sadece tek doğru budur ve bunu yapmalısınız demek istemiyorum asla. Ben daha çok bakış açımızı doğru bir şekilde oluşturduğumuzda zaten yaşam içerisinde problem yaşamayacağımızı söylüyorum. En doğru kararları verebileceğimizi düşünüyorum. Bu açıdan bu kitapta insan ve yaşamla ilgili önemli saydığım maddeleri ele aldım. Kitabınız okura ne vaat ediyor? Neden “Yaşamı Kullanma Kılavuzu”? Hayat bize verilmiş en büyük hediye. Bu hayata deneyimsiz olarak geliyoruz ve bunu deneye yanıla ve biraz çevrenin yönlendirmesi biraz da kendi deneyimlerimizle öğrenmeye çalışıyoruz. Ben de insanların bazı konularda özellikle takıldığını, zaman zaman zorlandığını ve dışarıdan bazı tüyolar almaya ihtiyaç duyduklarını gözlemledim. Kendi deneyimlerimden de yola çıkarak bu konuda bir eksiklik olduğunu ve bazı dönemeçlerde “Keşke bir örnek olsaydı önümüzde de hazır bilgiyi oradan alarak kendimize uygulayabilseydik.” diye düşündüm. Madem ben zaman zaman bunun eksikliğini hissediyo- rum, birçok insan da hissediyordur diyerek böyle bir kitap yazmaya karar verdim. “OLUMLAMA İLE HAYATINIZ DEĞİŞİR” Hayatı çok karmaşık biliyoruz, çok değişken bir süreç sonuçta. Bu açıdan nasıl değerlendirirsiniz kitabınızı? İşte bu karmaşayı biraz uzaklaştırabilmek için doğru bakış açısıyla bakabilmek gerekiyor. Mesela stresle başa çıkabilmek... Özellikle büyük şehirlerde ve metropollerde bizi çok zorlayan ve yaşam kalitemizi düşüren bir olgu stres... Buna nasıl bakmalıyız, stres nedir, bunun üzerinde ne şekilde hakimiyet kurabiliriz? İlişkileri nasıl ele almalıyız, ne şekilde bakmalıyız? Tüm bunları 15 farklı konu içerisinde, Yaşamı Kullanma Kılavuzu da dahil olmak üzere bölüm bölüm ele almaya çalıştım. Sizin bu kitabı yazarken kılavuzunuz ne oldu? Nelerden yararlandınız? Kişisel gelişim kitaplarından, yaşam koçluğu yaparken bana danışanların deneyimlerinden, felsefe ve psikoloji alanlarından yararlandım. Bunların hepsinin bir araya getirilmesiyle oluşmuş oldu diyebilirim. Peki hayat kesin kılavuzlara sahip mi? Teknik üniversiteliler olarak hayata formüllerle kılavuzluk etmek bizim çok hoşumuza gider. Sizin kılavuzunuz bu formülleri öğretiyor mu? Evet, teorik olduğu kadar bazı pratik bilgiler de var. Zihni en iyi formatlama yöntemlerinden biri olan “olumlama” var. Sonuçta düşüncelerinizi değiştirdiğiniz zaman ve bir süreç boyunca o düşüncede kaldığınız zaman bakış açınız değişiyor; bakış açınız değiştiği zaman davranışlarınız değişiyor; davranışlarınız değiştiği zaman da hayatınız değişiyor aslında. Tabi bunlar bir iki günlük olaylar değil, bir aylık bir süreçte düzenli olarak yapıldığı takdirde geri bildirim alabileceğiniz şeyler. Bununla ilgili bazı pratik bilgiler de yer alıyor kitabın içinde. Burada tabi yazar kadar okuyucuya da iş düştüğünü düşünüyorum. Eğer okuyucu bir şey almaya hazır değilse, istek duymuyorsa, hiçbir şey onu olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyemeyecektir. FİGEN KARAASLAN KİMDİR? İ stanbul’da doğup İzmir’de büyüyen Figen Karaaslan, küçüklüğünden beri okumaya ve edebiyata düşkün bir insan. Halkla ilişkiler ve reklamcılık mezunu. Uzun süre reklam ve metin yazarlığı yapıp reklam kampanyaları hazırlayan Karaaslan, psikoloji ve yaşam koçluğu eğitimleriyle birlikte yazma dürtüsüne kulak verdi- Sosyal sorumluluk ve kişisel gelişim konularında İndigo dergisinde yazarlık yapmaya başladı. Goa Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı Yaşamı Kullanma Kılavuzu, Karaaslan’ın yazarlık kariyerinin önemli bir adımıdır. Aynı zamanda yaşam koçu da olan Karaaslan, dergi yazarlığına devam etmekte, bir iletişim ve bilişim firmasında da editörlük yapmaktadır. İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER SAYFA SERGİSİ 6) YAPI DEPREM UYG-AR MERKEZİ İnşaat Fakültesinden batı yönüne doğru ilerleyince karşınıza genişçe bir bahçe çıkacak. Sakin bir ders çalışma ve sohbet ortamı olarak kullanabileceğiniz özel bir yer... 14 ARIYORUM OCAK 2015 FRANK ABAGNALE EMİR ÜSTÜNIŞIK [email protected] JAN VAN EYCK detaylar ince ince çalışılmıştır; kıyafetlerdeki kıvrımlar, köpeğin tüyleri, portakal yüzeyinin ayrıntıları, aynanın etrafındaki dışbükey parçalar, avize… Birçok ayrıntı daha bu listeye eklenebilir; ancak, en önemli ayrıntı ressamın kendisinin bu tabloda yer alması olsa gerek. Kont öldükten sonra da 1425’te Burgundy Dükü İyi Philip’in saray ressamı olarak çalışmaya başlamış. 1431’de evlendikten sonra Brugge’a yerleşen ressamın, ağabeyi Hubert Van Eyck’in St. Bavo Katedrali için yapmaya başladığı, oldukça büyük bir tablo olan Gent Mihrap Resmi’ni burada 1432’de tamamladığı biliniyor. Bu önemli eser, aslında dini konular ile çeşitli halk gruplarının işlendiği 12 ayrı tablodan oluşuyor. Bazı parçaların boyutlarındaki ve figürlerdeki oransızlık, figürlerin boyutlarını önem hiyerarşisine göre yapmayı amaçlayan gotik gelenekle de örtüşüyor. Tüm bunların dışında bu tablonun özel olmasını sağlayan en önemli şey, aynanın üzerinde yer alan ressamın imzası: “Johannes Van Eyck fuit hic 1434” ( Johannes van Eyck buradaydı, 1434). Bu imza tarihin ilk ressam imzalarından biri niteliğinde aslında; çünkü o zamana kadar ressamlar Tanrı’yı yüceltmek adına resimlerini isimsiz yapıp detayları önemsemezlermiş ancak bu tablo tüm tabuları yıkmış. Ressamın bu tarihten sonra yaptığı ve günümüze ulaşan diğer eserlerinde de imzası görülmektedir. B Frank Abagnale’in hikayesi, ailesinin 16 yaşındayken boşanma kararı almasıyla başlar. Mahkemede hakim beraber yaşaması için aile fertlerinden birini tercih etmesi gerektiğini söylediğinde Frank cevaplayamaz ve duruşmaya ara verildiği sırada mahkeme salonundan kaçar. Annesini 7 sene hiç göremez ve babasını da bir daha ne görebilir ne de konuşabilir. İş aramaya başlayan Frank, başvurduğu yerlerden 16 yaşında olduğu için yeterli parayı alamaz. Büyük gösterdiği için yaşı konusunda yalan söyler ve ehliyetinde yaşını bir sene büyüterek aynı iş için daha fazla para almaya başlar. u tefrika kayığımıza ECMEL SERRA PÜSKÜLLÜ sanatta öncü [email protected] isimlerden biri olan ve “Jan Van Eyck buradaydı.” bizim de nihayet “buradaydı” Bir diğer ilginç nokÖnemli eserlere imza atan Flaman ressam ta, ressamın gerdiyebileceğimiz Jan Van Johannes Van Eyck, yağlı boya kullanımıy- çekçi tabloları için Eyck ve sadece filmlerde la resimde devrim yaratan sanatçılardan- ortaya atılan kudır. Genelde portreler ve dini konular üze- ramlardan birinin rastlayacağımızı sandığımız rine çalışan ressamın, ustalık eseri Gent bu tabloda yer almahayat hikayesiyle kendisine Evi terk ettiğinde Mihrap Resmi olarak geçmesine rağmen, sıdır: dışbükey ayna. en çok bilinen eseri Arnolfini Portresi ya da Ressamın görüntüleyanına aldığı az eşhayran bırakan Frank ri yansıtıp çizmek için diğer adıyla Arnolfini Evlenmesi’dir. yadan bir tanesi ise ayna ve mercekler kulAbagnale teşrif ediyor. çek defteridir. landığı düşünülmektedir Van Eyck’in 1300lerin sonunda Flandres’da çünkü. Yoksa bu kadar gerKeyifli okumalar (Belçika’nın bir kısmı) doğduğu biliniyor New York’ta uzun süre karçekçi nasıl çizebilirsiniz ki? ama 1422 yılında Hollanda Kontu’nun saray şılıksız çekler yazarak birçok dileriz. ressamı oluncaya dek adı pek duyulmamış. bankayı dolandırır. Çekler geri Ayrıca sanatçı, “tempera” yani yumurta bazlı boya yerine yağlı boya kullanmak, ki yağlı boya daha yavaş kuruyarak rötuşa izin verir, reçine üzerine boya katarak farklı renkler elde etmek gibi alışagelmişin dışında malzemeler kullanarak eserlerine daha fazla derinlik ve parlaklık da sağlamıştır. Yıl 1434’e geldiğinde ressam bu kez ileride en çok bilinen tablosu olacak Arnolfini Portresi’ni yapmıştır. Bu tabloyu ayrıcalıklı kılan ise sadece yağlı boya kullanılması değildi tabi ki. Öncelikle, Van Eyck, bu tabloda, döneme zıt giderek dini ya da kraliyet içerikli bir konu işlememiştir. Kimi kaynaklarda, Giovanni di Nicolao Arnolfini ve eşi Giovanna Cenami’nin evliliğinin işlendiği resimde, kadının hamile olduğu yazılır. Kadının evlilikten önce hamile kalması değişen ahlak olgusunu ve tablodaki köpek de evlilikteki sadakati vurgulamaktadır. Bazı kaynaklarda da Arnolfini ve eşinin resmin yapılış tarihinden 13 yıl kadar sonra evlendiği, bunun sadece kendilerinin portresi olduğu ve kadının o dönemin modasına uygun bol kumaşlı bir elbise giydiği yazılmaktadır. İkinci olarak, gerçekçilik oldukça ön plandadır. Her bir objeye ayrı önem verilmiş ve Johannes Van Eyck, 9 Temmuz 1441’de öldükten sonra, Avrupa’da “ressamların kralı” olarak anıldı. Johannes Vermeer gibi birçok sanatçıyı etkisi altında bırakan ressam, eserlerini imzalayarak kendinden sonraki ressamlara kendilerini önemsemeyi de miras bırakmıştır. dönmeye başladığında ve polis peşine düştüğünde Frank Abagnale için artık New York’u terk etme vakti gelmiştir. Chicago veya Miami’de New York kökenli bir çek bozdurduğu takdirde çekin New York’a gidip geri dönmesi uzun zaman alacağından mümkün olduğunca sık yer değiştirmesi gerekir. 16 yaşında tüm bu sıkıntıların pençesinde çaresizce 42. Cadde’de dolaşan Frank, Concord Oteli’nden (şimdiki ismi Hyattt) bir uçuş ekibinin çıktığını görür ve işte bu! Bir pilot gibi davranırsa hem bedava dünyayı gezebilecek, hem de gittiği yerlerde farklı farklı insanlara çeklerini bozdurabilecektir. PanAm havayollarını arar ve uçuş üniformasının kuru temizlemecide kaybolduğunu ve yenisine ihtiyacı olduğunu söyler. Yeni üniformasını alabileceği yeri öğrenir ve artık üniforması da hazırdır. PanAm için kimlik kartı hazırlayan firmaya gider ve kendi şirketine, PanAm formatında bir kimlik hazırlamak istediğini söyler. Tanıtım amacıyla kendine PanAm kimliği çıkarttır. Daha sonra PanAm uçak modellerinden çıkarttığı PanAm simgesini kimlik kartına ve çeklerinin üzerine yapıştırır. Üniforması, kimlik kartı ve PanAm çek defteriyle artık bir PanAm pilotundan farkı yoktur. Tanınmamak için farklı havayolu şirketlerinin uçaklarıyla, kokpitteki boş koltuklarda seyahat eder ve her uçuşta aynı muhabbet döndüğü için cevaplarda uzmanlaşır. Teknik konulardaki açığını belli etmemek için bindiği uçaktaki pilot hangi uçağı uçuruyorsa, o farklı bir tanesini uçurduğunu söyler. Bu şekilde Frank Abagnale, 18 yaşından 20 yaşına kadar toplam 260 uçağa bedava binerek 26 ülke gezmiştir. İyi kazanmasına rağmen bu işi bırakmasının sebebi ise artık FBI’ın peşine düşmüş olmadır. Böylece üniformasını askıya asarak Atlanta’da bekar insanların kaldığı bir otele yerleşir ve burada kendini doktor olarak tanıtır. Pahalı bir araba kullanmasını, pahalı kıyafetler giymesini ve neden çok fazla çalışmadığını açıklayan bir meslektir doktorluk... Atlanta’da ikamet ettiği sırada civardaki hastanenin yönetimi tarafından aranarak, gece nöbetine kalan pratisyen hekimin ailesinden birinin öldüğünü ve yerine bakması için birini aradıkları söylenir. Frank bunu yapamayacağını, çünkü lisansının Georgia eyaleti için geçerli olmadığını söyler. Hastane yönetimi ise bunun bir problem olmadığını ve kendisine geçici bir hekimlik lisansı tahsis edebileceklerini söyler. Böylece Frank pilotluğun yanı sıra lisanslı bir doktor olarak 10 gün boyunca hastanede görev yapar. Hastanedeki görevi süresince kimse ondan şüphelenmemiş ve herhangi bir problem çıkmadan yerine baktığı doktora görevi teslim edebilmiştir. Doktorluğa noktayı koyduktan sonra Louisiana eyaletine giderek 2 ay boyunca hazırlanır ve baro sınavlarını geçer. Bundan sonraki 1 yıl boyunca da bir hukuk bürosunda avukatlık yapar. Her suçlu gibi eninde sonunda Frank de adaletin pençesine düşer ve 21 yaşında Fransız polisi tarafından yakalanarak Perpignan Hapishanesi’ne, buradaki cezası tamamlanınca da İsviçre’de bir cezaevine transfer edilir. Resmi kayıtlara göre hapishaneye girdiğinde 89 kilo olan Frank, çıktığında 49 kilodur. İsviçre’deki ceza süresi bittiğinde ise Amerikan hükümetine teslim edilir ve federal hapishanede 12 seneye mahkum edilir. 4 sene tutukluluk süresinden sonra, 26 yaşında FBI’ın çek sahteciliği ile ilgilenen biriminde çalışmak üzere tutukluluk süresi bitinceye kadar onlar için çalışması teklif edilir. Frank bu sene FBI’daki 38. senesini kutluyor. “Hayatında başına gelen en güzel şey” olduğunu iddia ettiği karısıyla yaşıyor, küçük oğlu Beijin, bir üniversitede yüksek lisans yapıyor. Ortanca oğlu Nevada Üniversitesi’nde ekonomi üzerine doktora yapıyor. Büyük oğlu ise bir FBI ajanı. Hayatını kitaba, filme ve müzikale çeviren herkese minnettar olmasına rağmen; anlatılan hikayelerin yaşadıklarını tam olarak yansıtmadığını ifade ediyor. Onu bir efsane olarak gören insanlara söylediği birkaç söz var: “Ben sadece 16 yaşında bir çocuktum. Bütün 16 yaşındakiler çocuktur ve bütün çocukların anne ve babalarına ihtiyacı vardır. Fransa’daki tutukluluk sürem boyunca tek hayalim, Amerika’ya döndüğüm zaman babamın boynuna sarılıp, öpüp ondan özür dilemekti. Babam ise o sırada her gün yaptığı gibi metronun merdivenlerinden çıkıyordu. O gün ayağı kaydı ve başını vurarak hayatını kaybetti. Steven Spielberg hayatımı konu alan çok güzel bir film yaptı. Fakat ben, iyi bir eş, iyi bir baba olmaktan daha fazlasıyla övünmüyorum.” ARIYORUM OCAK 2015 15 “AŞAĞI” TIRMANANLARIN SESİ, SOLUĞU: YERALTI EDEBİYATI VE BEYAZPERDE Requiem for a Dream ZEYNEP DELİBALLI [email protected] “A ğlayacaksan odanda ağla!” çocukluğumuzdan beri bize öğretilen bir şeydir; odanda ağla ki mutsuzluğun bulaşmasın, insanlar rahatsız olmasın, bu kadar güçsüz olduğunu gösterme. İnsanlar yanında mutsuz ya da sorunlu insan görmek istemezler ama eğer mutluluk yaşıyorsan neredeyse hiç kimse sana “Git başka odada sevin.” demez; mutluluklar görülmeli ama acılar saklanmalıdır. Edebiyat dünyasında da mutlu insanlardan uzak durup, ağlaman gereken oda “Yeraltı Edebiyatıdır”. Yeraltı deyince de insanın aklına gelen, orada bir şeyler olduğu bilinen ama görünmediği için yok sayılan ya da üzerinde düşünülmek istenmeyen şeylerdir; çünkü yerin altı karanlıktır. Acılar, hüzünler yerin altındadır. Hani bir film izlerken bir sahne gelir ya, bir karakter ayağa kalkar ve insanlara bağırır: “Yeter artık! Bu mutluluk oyununuzdan sıkıldım. Ben mutlu değilim, kimse mutlu değil!” Yeraltı edebiyatı da insanlara bu kelimelerle bağırır. Yeraltı edebiyatı, dili zincirlerinden kurtarmak için 19. yüzyılın ortaları ile 20. yüzyılın başlarında oluşmaya başlayan, “Ben özgürüm!” diye bağıran edebiyat türüdür. Popüler edebiyatın içinde bulunduğu mutluluk denizinde yüzmek yerine, kıyıya yüzerek gerçek olanı arar. Amaç, mutlu sonu aramak değil; hayatın acı ve kötü gerçeklerini insanların önüne sermektir. Yeraltı edebiyatının ortaya çıkışının, kapitalizmin ortaya çıkmasıyla paralel olduğunu söylemek yanlış olmaz. 20. Yüzyılın başlarında kapitalizmin yaygınlaşmasıyla insanlar daha çok para kazanmak, mevki elde etmek için önlerine çıkacak tüm engelleri doğru ya da yanlış yollarla acımasızca aşmaya başladılar ve yeni bir dünyanın kapısını araladılar. Bu yeni dünya ile birlikte edebi eserlerde artık sadece güzel şeyleri yazamazdı; insanların ne hale geldiğini, nasıl kötülüklere bulaştığını artık tüm dünya Fight Club ÇIKIŞ NOKTASI INSANLARIN ZAMANLA BOZULAN IÇ VE DIŞ DÜNYASI VE ONLARIN KENDILERIYLE IÇ HESAPLAŞMASI OLAN YERALTI EDEBIYATININ DEĞERI GIDEREK ARTMAKTADIR. BUNA NEDEN OLARAK DÜNYA ILE BERABER INSANLARIN DA GÜNDEN GÜNE KÖTÜLEŞMESI GÖSTERILEBILIR. EDEBIYAT DÜNYASININ BÖYLESI ÇEKICI BIR KONUDAN UZAK DURMASI ELBETTE KI DÜŞÜNÜLEMEZ VE KABUL ETMEK GEREKIR KI EDEBIYAT ASLINDA BIR DOKTORDUR; ÖNCE ARAŞTIRIR SONRA TANI KOYAR VE TEDAVI UYGULAR “EDEBIYAT DÜNYASI’NIN” EN HASTALIKLI KONUSU VE AYNI ZAMANDA EN SERT TEDAVISI DE YERALTI EDEBIYATI’DIR. bilmeliydi… Kökleri Marquis de Sade’e kadar dayanan yeraltı edebiyatı küfrün, şiddetin ve aykırılığın dışavurumudur. Yer altı edebiyatının bilinen en eski yazarlarından biri Charles Bukowski’dir. ‘Factotum’, ‘Kasabanın En Güzel Kadını’ (The Most Beautiful Woman in Town), ‘Pulp’, ‘Postane’(Post Office) eserlerinden sadece birkaçıdır. Özellikle Factotum’da Bukowski kendi gençliğini anlatırken kendinin de bir yeraltı karakteri olabileceğinin sinyallerini vermiştir. TRAINSPOTTING Bir diğer popüler isim olan, İskoç Edebiyatının ünlü yeraltı yazarı Irvine Welsh’in ilk romanı Trainspotting, 16 yaşında uyuşturucu kullanmaya başlayan yazarın kendinden yola çıkarak yazdığı bir kitaptır. Eserde Mark Renton ve arkadaşlarının uyuşturucu bağımlılıkları işlenir, konu odağı daha çok Mark Renton olarak kalır. Renton ve arkadaşlarının hayatlarında uyuşturucu dışında bir konu yoktur. Renton defalarca uyuşturucu bırakma deneyiminin ardından bir gün altın vuruşla ölümle burun buruna gelir. Bu deneyimin ardından bambaşka biri olmaya karar verir. Roman kült yapıt olarak anılmaya başladıktan sonra, yönetmen Danny Boyle tarafından sinemaya aktarılmış ancak bir dönem uyuşturucuya özendirdiği gerekçesiyle fazlaca eleştiri almıştır. O zamanlar İskoçya eski Sağlık Bakanı Sir Kennety Calman, kitabın uyuşturucu ile savaşta tedavi amaçlı olarak ilaç gibi kullanılabileceğine dair bir açıklama da yapmış ve madde bağımlılığıyla mücadele edenlere “Trainspotting” romanını okumalarını, filmini izlemelerini önermiştir. FIGHT CLUB Yeraltı Edebiyatı’nın popülaritesi Chuck Palahniuk’un “Dövüş Kulübü” adlı eserinin 1999 yılında sinemaya taşınmasının ardından zirve yapmıştır. Filmde kendini arayan karakter, “kötü adam” Tyler ile tanışır ve Tyler onu karanlık dünyasına çeker; akla gelmedik kötülükleri dövüş kulübünden başlayarak gösterir. Filmin sonunda anlaşılır ki kötü adam olan Tyler kendisidir ve tüm bunları tek başına yapmıştır. Hayatta denileni yapıp iyi bir insan olmaya çalışırken sadece ezilen kişi olmuşken kötü tarafını ortaya çıkarınca kazanan olmaya başlamıştır. Korkularımız üzerine giden kitap, bizi sınırlarımızı öğrenmenin ve gerçeği anlamlandırmanın kötülüğü anlamakla mümkün olduğunu söyler. Trainspotting çekerken, uzayıp giden paragraflarda karakterlerin dipsiz duygularının okuyucuya işlemesi amaçlanmış. 2000 yılında Darren Aronofsky tarafından beyazperdeye uyarlanan ve Ellen Burstyn, Jennifer Connelly ve Jared Leto gibi isimleri zirveye taşıyan trajedi eseri, Ellen Burstyn’e ayrıca en iyi aktris dalında akademi ödülü kazandırmıştır. 4 mevsimin keskin geçişleri ile paralel olarak işlenen ve uyuşturucu yaşantısının yokuş aşağı giden hikayesinin işlendiği film, ana müziği olan Clint Mansell’in Lux Aeterna adlı eseri ile de bütünleşmiş ve sonrasında pek çok filmde ve fragmanlarında bu etkileyici müzik kullanılmıştır. Ağır Roman TÜRKIYE’DE “YERALTI” Ülkemizde ise yeraltı edebiyatının gelişmiş olduğunu söylemek zor. Bunda doksanlara kadar yoksullukla boğuşan ülkemize kapitalizmin geç uğramasının da payı büyüktür. Türkiye’de yeraltı edebiyatı deyince akla ilk olarak Hakan Günday’ın “Kinyas ve Kayra” ve Metin Kaçan’ın “Ağır Roman” adlı eserleri gelir. 1996 yılında sinemaya uyarlanan Ağır Roman döneminin en çok ses getiren filmlerinden biri olmuştur. Eser adını ağır bir Roman oyun havasından alır. Eser daha sonra İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından dans tiyatrosuna çevrilmiş ve 2006 yılında East Side Story (Doğu Yakasının Öyküsü) adıyla Hollywood’da sahnelenmiştir. Günden güne popülaritesi artmaya devam eden yeraltı edebiyatı tüm dünyanın sıkıntıda olduğu konulardan beslendiği için insanların ilgisini de üzerine çekmeyi başarmaktadır. İnsanlar kendilerindeki sıkıntıyı görmezler ve başkalarının sıkıntılarını gördükçe kendi sıkıntılarının olmadığını zannederler ya da öyle hissetmek isterler. Yeraltı edebiyatının da sinemasının da bu denli başarılı olmasındaki en büyük etken budur. Artık zamanla güzelleşen bir dünya da hayal olduğu için, yer altı edebiyatının hayatımızdaki yeri kaybolmayacağı gibi, yeni konularla da önümüze gelmesi kaçınılmazdır. Dövüş Kulübü’nün başarısından sonra yeraltı edebiyatının eserlerini sinemaya aktarma işi ivme kazanmıştır. Dünyada birçok eser sinemaya başarılı bir şekilde aktarılmıştır. Çoğu insanın sinemaya giderİTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER ken filmden beklentisi sadece iyi vakit geçirip eğlenmek olduğu SAYFA SERGİSİ için birçok yeraltı filminin gişe başarısı filmin kalitesinin aşağısında kalmıştır. 7) İTÜ KREŞ VE ANAOKULU REQUIEM FOR A DREAM Yeraltı edebiyatının en çarpıcı eserlerinden bir diğeri de şüphesiz Hubert Selby’nin 1978 yılında kaleme aldığı Bir Düş İçin Ağıt (Requiem For A Dream) kitabıdır. Dört farklı insanın uğradığı yıkımı, yeraltının sert diliyle yansıtan ve bu kadar yükseğe çıkmanın ancak düşmekle sonuçlanacağını anlatan Selby, Brooklyn’in yoksul mahallerinde uyuşturucunun pençesindeki hayatların, işler yolunda gitmediğinde nasıl savrulduğunu okuyucusuna adeta yaşatıyor. Kitabı son derece etkileyici kılan özelliklerinden biri de, hiçbir bölümünde konuşma çizgisi kullanılmamış olması. Karakterlerin söylediklerinin art arda akıcı bir şekilde yazılması okuyucu maceranın en içine kadar İşte en küçük İTÜ’lüler... Kolej kapısından girip ağaçlı yoldan geçerkensağa doğru giderseniz Alice’in Harikalar Diyarı’na ulaşırsınız... Çok tatlılar, değil mi? arıYORUM istanbul teknik üniversitesi basın yayın kulübü yirmi dokuzuncu sayı, ocak iki bin on beş süreli yayın ISSN: 1305 - 4785 itü gazetesi BİZE KATILIN Bu gazetenin yapımında, dağıtımında, yazımında, etkinliklerinde, kısaca bir kulübün işlerliğinin her aşamasında bulunmak ve bir şeyler üretmek isterseniz bekleriz. [email protected] SNOWBOARD YILDIZLARI ta19-20 Aralık Ü rihlerinde İT ü d a zenStadyumu’nd aca ünlü lenen ve düny ıldızlasnowboard y en Big rını konuk ed rd World Air Snowboa erleri bir Cup, sporsev araya getirdi. NEFES KESTİ T ürkiye Kayak Federasyonu’nun girişimi ile Türkiye’de ilk kez İstanbul’da düzenlenen organizasyona, 22 ülkeden 43 sporcu katıldı. 16 sporcunun yarıştığı finallerde ise, erkek kategorisinde birinci Seppe Smits olurken onu ikinci sırayla Jonas Boesiger ve üçüncü sırayla Brandon Davis takip etti. Ty Walker’ın birinciliği göğüslediği kadınlar kategorisinde ise ikincilik Sina Candian’ın olurken, son basamakta Cheryl Maas yer aldı. Final yarışlarından sonra, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç ile İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca’nın da katıldığı ödül töreni gerçekleştirildi. Büyük bir izleyici kitlesine hitap eden organizasyon, daha önce de İTÜ sahnesinde konser vermiş olan Athena grubunun performansı ile noktalandı.