Rekabetin lokomotifi inovasyon

Transkript

Rekabetin lokomotifi inovasyon
Sn. Erdenay Gül
TNT HOLDİNG BV 2008 SAYI: 35 - Ekim 2008
TNT Ekspres’in armağanıdır. Para ile satılmaz.
Rekabetin lokomotifi inovasyon
İçindekiler
editörden
Erdenay Gül [email protected]
TNT Ekspres Türkiye Pazarlama Koordinatörü
08 TNT’nin yeni sloganı, ‘Elbette yapabiliriz‘
20 yaşındayız!
12 Bir kuryenin zamana karşı yarışı
14 İnovasyonla bir adım önde...
29 Sinemada farklı bir göz: Derviş Zaim
24 Boğaz’ın iki beyazı: Martılar ve vapurlar
32 İslam kültürünün büyük mirası, Elhamra
Tam 20 yılı geride bıraktık. Üç şube ve 15 çalışanla başlayan yolculukta ikinci 10 yılımızı doldurduk. Bu yıl dönümleri bizim için çok önemli
çünkü TNT Ekspres Türkiye, geride bıraktığı yılları gözden geçiren ve sorgulamayı görev olarak bilen bir kurum. TNT’nin insana, toplumlara ve çevreye olan duyarlılığı, işte bu sorgulama anlayışının göstergeleri... TNT, böylesine
bir kurum kültürüyle 20’nci yüzyıla damgasını
vururken, Türkiye’de 20’nci yılına ulaşmanın
sevincini yaşıyor.
TNT’nin yeni sloganı ‘Elbette yapabiliriz’, TNT
Ekspres Türkiye’yi de çok iyi ifade ediyor. Farklı
olabilmenin bu denli önem kazandığı bir sistem
içerisinde operasyonlarında mükemmeli yakalamak için çalışan TNT, bu yeni sloganıyla viz-
yonunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Bu sayımızda, faaliyetlerimizde ‘elbette yapabiliriz’ sloganımızın da hayat bulduğu inovasyon
kavramını kapak konumuz olarak belirledik.
2000’li yılların başında birden herkesin diline
dolanan, büyüklü küçüklü tüm şirketlerin içeriğini gerçekten anlamasa da odak olarak belirlediklerini iddia ettikleri bu kavram, günümüzde aldığı son şekliyle sayfalarımıza taşındı.
Kültür-yaşam konulu sayfalarımızda da sinema ve plastik sanatlar dünyasından haberleri,
röportajları; İstanbul’un tarihi vapurlarını konu
aldığımız kent kültürü konularımızı okurken
hoşça vakit geçireceğinizi umuyoruz.
Hepinize keyifli okumalar.
Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Ahmet Lütfi Yavuz, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: Murat Uludağ • Baskı:
Ömür Matbaacılık A.Ş. Tel: 0212 422 76 00 Fax: 0212 422 46 00 • Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, Temmuz 2008 • İmtiyaz Sahibi, Sorumlu Müdür ve Yönetim Yeri Adresi: Ertürk Sok. Uzka İş Merkezi No:9 Kat: 3-4-5-6 Kavacık
- Beykoz 34810 İstanbul Tel: 0216 425 17 30 Fax: 0216 425 17 12 • 3 ayda bir yayınlanır. • Yayının türü: Dergi, Yerel, Süreli • The TNT name & logo are trademarks & TNT Holding B.V.
03
TNT’den haberler
Fuar Departmanı’nın
faaliyetleri genişliyor
TNT, 20 yılın
coşkusunu yaşadı
Ekspres dağıtım sektörünün hızlı ve güvenilir şirketi TNT Ekspres,
Türkiye’deki 20’nci yılını çalışanlarıyla birlikte kutladı. Çubuklu’da
9 Ağustos tarihinde düzenlenen gecede TNT Ekspres’in 20 yıldır sektörde gösterdiği başarının haklı gurur ve sevinci yaşandı.
Gecenin önemine dikkat çekmek amacıyla bir konuşma yapan
TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü Turgut Yıldız; “20 yıl önce
üç şube, 15 çalışanımızla ve sadece kurye taşımacılığıyla başladığımız hizmetlerimiz, bugün müşterilerimizin tüm taşımacılık ihtiyaçlarını karşılayacak konuma, kaliteden ödün vermeden gelmiştir. Bunun için 20 yıl boyunca çok çalıştık, yorulduk, sevindik,
üzüldük, gurur duyduk. Sosyal sorumluluklarımızı unutmadık ve
bir takım olduk. Elbette zor günler de yaşadık ama her zaman
ülkemize ve müşterilerimize en iyi hizmeti sunmak için çabaladık. Böyle bir şirkette çalışıyor olmak çok güzel” dedi.
TNT Ekspres’in, yurtdışında fuarlara katılan firmalar için kurduğu
Fuar Departmanı ekibine yeni bir isim daha katıldı. Daha önce
Expotim Yurtdışı Fuarcılık A.Ş’de Operasyon Müdür Yardımcısı
olarak çalışan Serkan Kes, bundan sonra TNT Ekspres’te Fuar Hizmetleri Müdürü olarak kariyerine devam edecek.
TNT’nin Fuar Departmanı, yapılan atamayla birlikte daha da
güçlenirken faaliyetlerini de genişletiyor. Son olarak yurtdışında
fuarlara katılacak müşterilerinin gönderileriyle ilgili tüm ihtiyaçlarını üstlenen TNT, aynı hizmeti yurtiçine de entegre etti. TNT
Ekspres, bundan böyle CNR EXPO Fuar Merkezi’nde kurulan sabit
standıyla gönderi trafiğinin yoğun olduğu fuar günlerinde hızlı, güvenilir, kaliteli hizmet anlayışıyla müşterilerinin ihtiyaçlarını
karşılayacak.
TNT Ekspres büyümeye devam ediyor
2008 yılının ilk yarısını geride bırakan TNT, ikinci çeyrekteki büyüme ve kârlılık oranlarını açıkladı. İstikrarlı büyüme rakamlarına bu
çeyrekte de devam eden TNT, en büyük gelişimi ekspres taşımacılık
alanında gösterdi.
TNT, 2008 yılı ikinci çeyreğini geride bırakırken, üç aylık dönemde imza attığı büyüme
ve kârlılık oranlarını açıkladı. Grup olarak,
işletme gelirlerinde istikrarlı bir artış göstererek kârlılıkta yüzde 7.5 oranında büyüyen
TNT, ekspres taşımacılık alanında yüzde 10.7
oranında gelişim gösterdi. Gelişmekte olan
pazarlarda ise yüzde 18.3 oranında büyüyen
TNT, yine gelişmekte olan ülkelerin posta ve
kargo alanında yüzde 15.6 oranında büyüme sağladı.
04
İkinci çeyreğin sonuçlarıyla ilgili görüş bildiren TNT CEO’su Peter Bakker, “2008 yılının ikinci çeyreğinde TNT, ekspres taşımacılıkta önemli bir büyüme gösterdi” derken Nisan ve Mayıs aylarında Avrupa’daki
hacmin önceki yıllara oranla tutarlı bir şekilde ilerlediğini fakat Haziran döneminde
durgunluk yaşandığını söyledi. Takip eden
dönemde Avrupa’da meydana gelen zamların, büyüme rakamlarının daha da yukarılara çıkmasını engellediğini belirtti.
TNT hızıyla kıtaları birbirine bağlıyor
TNT Ekspres, yaptığı araştırmalar sonucunda talebin arttığı ve iş sahalarının genişleyerek taşımacılık
hizmetlerine ihtiyacın doğduğu Güneydoğu Asya bölgesine çıkarma yapıyor.
TNT Ekspres, Güneydoğu Asya’da zamanı
kısıtlı yükler için üç yeni taşımacılık hizmeti sunmaya hazırlanıyor. TNT bu adımıyla
Express Freight, Economy Freight ve Freight Plus olarak belirlenen üç özel hizmeti sayesinde, tarifeli transit geçiş programlarıyla, gümrüklerde öncelikli hizmet
ayrıcalığı kazanıyor. Bu önceliğine baştan sona izleme ünitesi de ekleyen TNT,
müşterilerin gününde ve kapılarından
hizmet alımlarını daha da hızlandırıyor.
Beş yıllık planın bir parçası
TNT Ekspres’in geniş karayolu ve havayolu
şebekelerini kullanarak Asya’daki ulaşım
ağını genişletmek yolundaki adımlarından biri olan bu değişim aynı zamanda,
şirketin önümüzdeki beş yılda 100 milyon
avro yatırımla bölgede lider konuma gelmeye yönelik planlanan stratejisinin de bir
parçası.
TNT araştırıyor
Güneydoğu Asya bölgelerinden Avrupa’ya
sunulan en geniş kapsamlı hizmet ağı,
TNT’nin bölgesel pazar ihtiyaçları üzerinde
yapılan çalışmalara dayanıyor. Yapılan talep
araştırmaları doğrultusunda hizmetlerini
genişleten ve geliştiren TNT, son adımının
da hızla benimseneceğini öngörüyor.
Pazar henüz gelişiyor
Yapılan araştırmalar henüz gelişmekte olan
bir pazar niteliği taşıyan Güneydoğu Asya
ve Çin’de iş hacminin, dolayısıyla da talebin arttığını gösteriyor. Buna bağlı olarak
lojistik hizmetleri de zamanla değer kazanıyor. Böylesine büyük bir pazarda geniş bir
hizmet ağı kuran TNT, yeni adım attığı bu
pazarda bugüne dek edindiği bilgi ve tecrübelerine güveniyor.
TNT avantajları saymakla bitmiyoröööööö
Yeni atılımı sonrasında Çin’de faaliyet gösteren Hoau şirketini satın alma hedefi de bulunan TNT, bu adımla Çin’in gümrük zorunluluklarını kolayca aşmayı planlıyor. Ayrıca
bu bölgede hizmette bulunan Boeing 747400 ER kargo uçağının tarifesini, Singapur,
Şanghay ve Avrupa arasında haftada üç tarifeli sefere çıkartan TNT, böylece yeni hizmet
noktalarına da hakim olmayı amaçlıyor.
05
‘Dünyayı değiştiren’ rakamlar
Turgut Yıldız
TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü
Merhaba,
Peter Bakker
2002
Teknoloji geliştikçe mesafeler kısalıyor,
hayat çok daha kolay bir hal alıyor ve işletmeler de bu gelişime ayak uyduruyor.
Her gün daha etkin olmak ve kullanıcısına daha iyi hizmeti kusursuz sunmak
için çalışan TNT, bu vizyona eş değer bir
adımla internet sitesini yeniledi.
Dünyayı Değiştirelim
ile ortaklığın
başlangıç yılı
Dünya ekonomisinde meydana gelen çalkantılar,
global bir dünyada bulunmamız nedeniyle ülkemize de önemli etkiler yaratmaya başlamıştır. Bu etkileri olumsuzdan olumluya çevirmek kolay olmasa da,
olanaksız değildir. Bu noktada, dergimizin bu sayısında da ele alınan inovasyon devreye girmektedir.
31 milyon euro
TNT’nin 2002-2007
yılları arasındaki
yatırım miktarı
İnovasyona sadece yenilikçilik demek yeterli değildir. İnovasyon yeni fikirlerin ticari bir faydaya dönüştürülmesi
sürecidir. Sadece yenilikçi olmak yeterli değil, bunu ticari
faaliyetlerimizle birleştirerek sürdürülebilir bir büyüme ve
kârlılık elde edilmesi, inovasyonu daha iyi açıklar. Rekabet
alanında inovasyonun önemi daha da artmaktadır. Çünkü günümüzün rekabet koşullarında, ürün ve hizmetlerin
birbirine çok benzediği bir ortamda küçük, sadece birkaç
santimlik farklar şirketleri öne çıkarmaktadır. Aynen F1
yarışlarında olduğu gibi... Öyleyse fark yaratmak, bu farkı müşterilerin lehine ve faydasına kullanabilmek doğru
bir inovasyon anlayışı olarak şirkete pozitif yansıyacaktır.
Yani bu farklar bizim ticari faaliyetimizle eşdeğer olmalı
ve sonuçta müşterilerimize bir artı değer yaratmalıdır.
9 milyon euro
Çalışanlardan
yardım için
toplanan miktar
2007
Dünyayı Değiştirelim
ile ortaklığın 5’inci
yılı
Bu farkları her zaman teknolojik alanda beklemek doğru olmadığı gibi, çoğu zaman süreçlerde ve müşteri ilişkilerinde yaratmak daha etkili sonuçlar vermektedir. Bir
şirkette çalışan herkes kendi işinde inovasyon çalışmaları
yaparak önemli farklar yaratabilir. Bu farkların ekip tarafından toplanıp değerlendirilmesi ve kurumun geneline
yayılması bu etkiyi arttıracaktır.
TNT’nin internet
sitesi yeniliğe
açılıyor
2008
Ortaklığın
yenilendiği yıl
Grup sitesi ve ülkelerin ekspres web sitelerini yenileyen TNT, yeni “sure we
can” sloganı çerçevesinde sayfaların kullanım kolaylığı, aranan bilgileri aktarma
özelliği ve erişim kolaylığı da geliştirildi.
Artık yeni sitede menülere erişim daha
kolay ve müşteriler, gönderi takibi, myTNT gibi self-servis gönderim araçlarına
eskisine oranla daha sade ve anlaşılır bir
tasarımla kolayca ulaşabiliyor.
TNT Ekspres CEO’su
Elbette yapabiliriz!
Bugüne kadar üzerinde ‘Sure we can’ (Elbette yapabiliriz) yazan bir uçak veya kamyon gördünüz mü? Artık bu mümkün, çünkü yılın geri kalan kısmında uçaklarımızda ve filomuzdaki
araçlarımızın üzerinde yer alacak yeni sloganımız ‘elbette yapabiliriz’ olacak. Bu slogan, bugüne kadar TNT’nin Global Express, Taşımacılık ve Posta birimlerinin tanıtımı için kullanılacak ve
Express birimimizdeki eski “Bizim işimiz sizinkileri ulaştırmak” sloganımızın yerini alacak.
Sloganı yenilemek, Post ismini taşıyan birimimizin markasının TNT Post olarak değiştirilmesinin
ardından gerekli hale gelmişti. Eski slogan, Express biriminin haricinde özel müşterileri olan
TNT Post’un ifadesini zorlaştırıyordu. Ancak TNT markasını yeniden konumlandırmayı düşünmek için başka nedenler de vardı. İş hizmetlerimizde markamız, kendimizi farklılaştırmanın tek
yolu. TNT olarak rakiplerimizle karşılaştırdığımızda bugüne kadar pazarlamada her yönüyle
sınırlı bir tutum izliyorduk, hep mütevazı davrandık.
‘Elbette yapabiliriz’ bizim için oldukça iyi bir slogan, çünkü kim olduğumuzu kelimelerin tam
anlamıyla anlatıyor. Çalışanlar ve müşteriler arasında yapılan araştırma, insanların TNT hakkında pozitif düşüncelere sahip olduklarını gösteriyor. Herkes bizi ‘elbette yapabiliriz’ sloganının
altını doldurabilecek bir şirket olarak görüyor.
‘Elbette yapabiliriz’ sloganın anlamını açıklamak için önümüzdeki günlerde bir dizi seminer
düzenleyeceğiz. 2009’un ilkbahar aylarında ise dış pazarlarda tüm dünyaya yeni sloganımızı
anlatacağız.
Şimdilik ‘elbette yapabiliriz’ tutumuyla neler başarabileceğimize dair ciddi bir referansımız var.
Eylül ayının başında Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksi’nde gösterdiğimiz üstün performansla
liderlik pozisyonumuzu sürdürdüğümüzü öğrendik. Peki bu başarıyı devam ettirebilecek miyiz?
Elbette yapabiliriz!
Peter Bakker
Turgut Yıldız
00
06
Peter Bakker
07
ğı kusursuz sistemiyle kullanıcıların ilk tercihi
olmayı başaran TNT, iletişim çalışmalarıyla
vizyonunu tamamlıyor.
‘Elbette yapabiliriz’
TNT’nin iletişim çalışmaları için belirlediği ‘elbette yapabiliriz’ (sure we can) sloganı, kurumun problem çözmekteki yaklaşımını, günlük
işlerin yapılış biçimini ve dünyaya olan bakışını ifade ediyor.
Niçin ‘elbette yapabiliriz?’
‘Elbette yapabiliriz’ samimi ve gerçek bir slogan. TNT çalışanlarının günlük dilini ve yaklaşımını tam anlamıyla ifade ediyor. Zaten ‘elbette yapabiliriz’, her TNT çalışanının bugüne
kadar yardım etmek için gösterdiği çabuk ve
direkt bir tepki.
‘Elbette yapabiliriz’
Marka değerini korumayı ve sürdürülebilir liderliği ilke edinen TNT, ‘elbette yapabiliriz’ diyerek
yıllardır operasyonlarında odak noktasında tuttuğu hizmet anlayışını tüm dünyaya duyuruyor.
TNT, marka değerini korumak ve kuruluşundan bu yana koyduğu kusursuz hizmet anlayışını pekiştirmek amacıyla artık operasyonlarında ‘elbette yapabilriz‘ sloganını kullanıyor. Belki bundan 30 yıl öncesi gibi bir ticari
düzen olsaydı günlük sıradan faaliyetlerle
ivmenizi yukarıya taşıyabilir an azından de-
ğerinizden bir şey kaybetmeyebilirdiniz. Ancak bugün markanın kalıcı olmasını sağlamanın yolu farklı olmaktan ve kullanıcınıza bu
farkı hissttirmekten geçiyor. Yeni hizmetler,
sağlanan kolaylıklar, fiyatlandırma politikası, ambalaj, logo kısacası marka dendiğinde
sayılabilecek her şeyin kusursuz olması şart!
Farklı olmak
Bugünün iş dünyasında kendine özgü bir
marka her zaman insanların seçimlerini etkiliyor. Farklı olabilmenin bu denli önem
kazandığı bir sistem içerisinde operasyonlarında mükemmeli yakalamak için çalışan
TNT de yeni sisteme seyirci kalmadı. Sağladı-
‘Sure we can’ sloganı sadece anlam olarak değil stil olarak da güven ve sıcaklığa dayalı bir
yaklaşımla tasarlandı. Yazı karakteri ve çizgisi özenle tasarlanan ‘sure we can‘ sloganıyla
TNT’nin büyük önem verdiği sosyal sorumluluk projelerinde de sıkça karşılaşacağız.
TNT’den haberler
Lüks otel grubu,
üstün hizmetten çok memnun
Küresel ticaret çözümlerinde
pazar büyüyor
Dünyanın en saygın otel markalarından biri olan Jumeirah, TNT ile altı yıllık iş ilişkisinin ardından üç yıllık bir sözleşme daha imzaladı. Jumeirah’ın Tedarik Zinciri ve Lojistik Müdürü Gaurav Malhotra, TNT ile
deneyimlerinin giderek geliştiğini anlatıyor.
ARC’nin raporuna göre küresel ticaret yönetimi uygulamalarındaki pazarın önümüzdeki 5 yılda yıllık
yüzde 10.1 oranında büyümesi bekleniyor.
Jumeirah, merkezi Birleşik Arap Emirlikleri’nin
Dubai emirliğinde olan bir otel yönetim şirketi. Bölgede yönettiği oteller arasında dünyanın tek yedi yıldızlı oteli ünlü Burj El Arab da
bulunuyor. TNT, şirketin günlük iç gönderilerinden, çek toplama işlerinden ve BAE’deki
tüm otellere günlük düzenli servis sorumluluklarının yanı sıra sergi tezgahları ve toplu
pazarlama malzemelerini Avrupa, Asya, Çin
ve ABD ile şirket arasında taşıyarak şirketin
pazarlama faaliyetlerini de destekliyor.
nüstü” diyen Gaurav sözlerini şöyle sürdürüyor: “Taşıdıkları hacim ciddi ölçüde artarken
hizmet kalitesinden ödün vermedi. TNT’nin
girişken yaklaşımından ve bizimle çalışan özel
TNT müşteri temsilcisinden çok memnunuz.
Gelişmelerden her zaman haberdar ediliyoruz ve hizmetlerimiz konusunda yapıcı geribildirim alıp bunları nasıl iyileştirebileceğimizi öğreniyoruz. Nadiren de olsa bir gönderide
yanlışlık olduğunda, TNT bunu da son derece
profesyonelce çözüyor.
Analistler, bazen lojistik yazılım pazarlarında
belli bir ürünün karşısında diğerinin kuyusunu kazarak analizler yapsalar da, bu pazarlardaki ürünler teknolojilerin doğru ve zekice
harmanlanmasıyla fayda sağlıyor.
ARC Advisory Group’un son çalışması “Tüm
Dünyada Küresel Ticaret Yönetimi’ne Bakış:
2012 Pazar Analizleri ve Öngörüleri”, Girişim
Kaynakları Planlaması (ERP) ve Küresel Ticaret Yönetimi (GTM) çözümlerinin bu faydalarını anlatıyor.
İş birliği büyüyerek devam ediyor
Jumeirah ve TNT arasındaki ilişkiler, 2001’den
bu yana hacim ve getiri olarak dört kat büyüdü. “Jumeirah, TNT için çok büyük bir
ulusal müşteri ve giderek büyümeyi sürdürüyor; çünkü Jumeirah, otel portföyünü sadece Ortadoğu’da değil, örneğin Londra, New
York, İspanya ve Şanghay’da da genişletiyor,”
diyen BAE Ulusal Satış Müdürü James Edgeworth şöyle devam ediyor: “Halen grup için
ayda ortalama bin 500 gönderi taşıyoruz.”
“TNT’nin Jumeirah’a sunduğu hizmet olağa-
TNT halen bir çevrimiçi takip sistemini uygulama üzerinde çalışıyor. “Yazılımın kurulması
için Jumeirah’ın bilgi sistemleri ekibiyle görüşmekteyim” diyen Gaurav, sözlerini şöyle
tamamladı: “Gönderilerimizi çevrimiçi takip
edebilme ve e-fatura sistemine geçebilme,
bizim için çok olumlu gelişmeler olacak. Dünyanın pek çok yerinde yeni otellerin yönetimini üstlenmemiz dolayısıyla hacmimiz giderek
arttığı için bu bize çok zaman kazandıracak
ve gerçek zamanlı bilgilerin daha doğru olmasını sağlayacak.”
Beş yılda 300 milyon dolar artış
Sürekli değişen ticaret düzenlemeleri ve küreselleşmeyle, dünya çapındaki GTM uygulamalarına ayrılan kaynakların değerinin yıllık
yüzde 10.1’lik bir artış göstermesi bekleniyor. ARC’nin raporuna göre 2007 yılında 503
milyon dolar olarak gerçekleşen işlem hacmi
2012 yılında 814 milyon dolara çıkacak.
10
Küresel Ticaret Yönetimi’ndeki bu büyümeden lojistik sektörünün de önemli bir pay alması bekleniyor.
11
TNT’yi tercih etmek
Bir gece öncesinden kalan paketleri ayırıyor,
merkezde kendisine ait sepette dağıtım bölgesini hazır buluyor. Tüm paketleri güzergahı
doğrultusunda sıralıyor. Ve dağıtım başlıyor!
Gün içerisinde yurtdışından diğer illere giden
ve oradan İstanbul’a gönderilen paketler de
dağıtılmak için sıraya kaynıyor! Akşam olduğunda sıra paket kaydına geliyor.
“Sahadaki zamanla yarışıma galip
başlıyorum ve galip bitiriyorum.
Bunu önce TNT markasına sonra
da kendi çalışmama borçluyum.”
profesyonel bir şirket. Bunun yanında kontak
kurduğum TNT görevlilerinden de çalışanlarıyla olan ilişkileri konusunda, bilgi alınca böyle
bir şirkette çalışmanın beni ileriye taşıyacağını
düşündüm” diyor ve Çalışkan TNT’deki beşinci
yılını dolduruyor.
Herkesin çalışmak isteyeceği bir şirketteyim
Çalışkan TNT’de çalışmaya başladığında ilk
TNT’de beş yıldır görev yapan Levent olarak eğitimin sonu olmadığını fark ettiğini,
Çalışkan’ın ve diğer 85 kuryenin bir günü böy- ”TNT muhakkak sizi ileriye taşıyacak bir eğitim
le geçiyor. Levent Çalışkan ile bir iş gününün programı hazırlıyor. Bu sayede gelişiyorsunuz.
nasıl geçtiğini ve TNT’yi konuştuk.
Bu gelişim ileride size farklı bir kapı açıyor ve
dik. İleri sürüş teknikleriyle daha profesyonel
bir araç sürücüsü haline geldik. Güvenli sürüş
teknikleriyle daha güvenli hareket ediyoruz.
Ayrıca bu eğitimler sadece görev sırasında
kullandığımız şeyler değil. İş dışında da bir
araç sürücüsü olarak hayatım boyunca faydalanabileceğim şeyler öğrendim” diyerek
direksiyon başında geçen sürelerde faydasını
gördüğü eğitimlere dikkat çeken Çalışkan,
müşteri memnuniyeti konusunda da verilen
genel eğitimlerin yararını göz ardı etmemek
gerektiğini vurguluyor.
kayıtlarını alıyoruz ve bunlar sonradan dijital
ortama aktarılıyor. Sonrasında da merkezden ayrılarak sahaya dağılıyoruz. Ancak dağıtım bununla sınırlı kalmıyor. Yurt dışından
diğer illere giden ve oradan İstanbul’a gelen
paketler oluyor. Bu paketleri öğleden sonra
ofislerden alıyoruz. Ayrıca ofislere geldiğimizde gönderilmek üzere adreslerden teslim
aldığımız paketleri de bıraktıktan sonra günlük dağıtım ağımız şekilleniyor ve paketleri
bir bir alıcılara teslim ediyoruz. Günün son
işlemiyse alınan paketlerin kayıtları. Onların
kayıtlarını da dijital ortama geçişini sağlayan
Her gün zamana karşı yarışıyor
Levent Çalışkan, TNT Ekspres Türkiye’nin 86 kişilik geniş kurye ağının bir dişlisi. TNT’nin kapısından gireli
beş yıl olmuş. TNT markasının müşteriye yaklaşımının sadık uygulayıcılarından... Aracıyla her gün bütün
İstanbul’u gezen Çalışkan, yaptığı işi ‘zamanla yarış’ kelimeleriyle anlatıyor.
Hayatımın dönüm noktası
Levent Çalışkan, öğreniminin ardından çalışma
hayatına bugünden tamamen farklı bir sektörde başlamış. Daha sonra “hayatımın dönüm
noktası” dediği işe girmiş. Bir gümrükleme ve
ambalaj şirketinde göreve başlayan Çalışkan
için bu işin dönüm noktası olma nedeniyse TNT
ile tanışması.
Hayat TNT’ye doğru akıyor
Gümrükleme ve ambalaj işinde çalıştığından
ötürü TNT ile doğrudan diyalogları olduğunu
söyleyen Levent Çalışkan, “TNT, zaten uluslararası operasyon ve organizasyon ağı son derece
12
o kapı her zaman TNT tarafından açılıyor. ”
sözleriyle ifade ediyor. TNT’nin çalışana yaklaşım deyince de Çalışkan hemen ekliyor: “TNT,
çalışanları için dönem dönem iş stresinden
uzaklaşmamızı sağlayan aktivitelere imza atıyor. İşte o günlerde motivasyonunuz daha da
güçleniyor ve veriminiz artıyor.”
TNT ve eğitimleri
TNT, her gün aracıyla kilometrelerce yolu arşınlayan Levent Çalışkan’a ileri sürüş teknikleri, güvenli sürüş teknikleri ve paket teslimatı
gibi temel eğitimler sağlamış. “Bu eğitimler
sayesinde tasarruflu araç kullanımını öğren-
Levent Çalışkan önceleri kendisinin de bir
müşteri olduğundan dolayı soruya rahatlıkla cevap veriyor. Ancak önce müşteri yaklaşımına dikkat çekiyor: “Müşteriler TNT markasını kendi aralarındaki konuşmalardan
ve telkinlerden dolayı öğrenmişse zaten
bizim hizmetimizdeki farkı görüyor. Ancak
mevcut şirketini değiştirecekse veya kargo
şirketleriyle çalışmaya henüz başlamışsa deneme yoluna gidebiliyor.” Çalışkan bu noktadan sonra şirketine ve kendisine oldukça
güveniyor ve kendini müşteri yerine koyuyor: “Deneme yoluyla bir kargo şirketiyle
çalışacak olsam ilk olarak firmanın dünya
markası olmasına dikkat ederim. Daha sonra müşteri memnuniyeti, hizmet kalitesi
gibi şeylere dikkat ederim. Her şey hizmet
kalitesinde çözümleniyor. Ben bu konuda
şirketime ve kendime güveniyorum. Bizi bir
kere deneyen müşterimiz şirketimize sıkı
bir bağla bağlanıyor.”
“‘Dünyayı yürüyelim’
projesini unutamam”
TNT ile geçen bir gün
Sırada Levent Çalışkan ve onun TNT’de geçen
bir günü var. “Yeni gün önceki günün akşamından başlıyor” diyen Çalışkan, işinde en
önemli noktayı rotasyon olarak tayin ediyor.
“Yol planlamasını ve paketlerin ulaştırılması gereken yerleri birlikte düşünerek doğru
rotasyonu oluşturduğunuz zaman çok daha
kolay yol alırsınız” şeklinde konuşan Çalışkan
mesaisini anlatıyor: “Önceki gün kalan paketleri sıraladıktan sonra sabah operasyon merkezine geliyoruz. Merkezde herkesin bir sepeti var. Bunlar biz gelmeden bölgelere göre
ayrılıyor. Daha sonra bize ayrılan paketlerin
arkadaşlarımıza ilettikten sonra evimizin yolunu tutuyoruz.”
Bir de işin özel hizmet boyutu var
TNT’nin sunduğu özel ekspres hizmetleri de
unutmamalı! Levent Çalışkan, bu gibi durumlarda daha hızlı olmak ve vakit kaybetmemek
zorunda olduğunu söylüyor. Örneğin 12:00
Ekspres gönderisi varsa Çalışkan herhangi
bir rotasyon oluşturmadan yola koyuluyor.
Çalışkan, “Operasyon merkezinden hiç vakit
kaybetmemeliyiz” diyor. Teslimattan sonra
gün Levent Çalışkan için eskisi gibi ilerliyor.
Paketler, rotasyon, dağıtım ve kayıtlar...
13
Çalışkan ilk şirkete girdiğinde ‘Dünyayı yürüyelim’ projesinin hazırlıkları yapılıyormuş.
O günü unutamadığını: “Dünyada tüm TNT
çalışanlarının yerel saatleri doğrultusunda
aynı zaman diliminde yürüyor olması ve bu
yürüyüşün gün boyunca TNT’nin bulunduğu her ülkede can buluyor olması gerçekten inanılmaz” sözleriyle ifade ediyor. Çalışkan, ofis içi çalışmaların da TNT’nin sosyal sorumluluk yaklaşımına ışık tuttuğunu
söylüyor. Levent Çalışkan, araç konusunda
yapılan tasarruflara da dikkat çekmeyi ihmal etmiyor: “Yeni dönem itibarıyla şirket
bünyesine dahil edilen araçlar ve mevcut
araçlara uygulanan sistemlerle doğaya gösterilen özen gerçekten saygı duyulması gereken bir yaklaşım. TNT’nin bu çalışmaların
odak noktasında hep ‘insan’ var.”
Kapak
Rekabetin lokomotifi inovasyon
İnovasyon, ortaya atıldığı ilk günden bu yana dilden dile dolaştı ve artık kimsenin dilinden düşmüyor.
Peki inovasyonun anlamını gerçekte kaç kişi biliyor?
İnovasyon akımını politikasına entegre eden
şirketler basamakları ardı arkasına tırmanırken, bu
akımın dışında kalanlar oldukları basamakta dahi
tutunamıyor, ve git gide attığı adımları küçültüyor.
“İnovasyon, yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal ya
da hizmet), veya sürecin; yeni bir pazarlama yönteminin; ya da iş
uygulamalarında, işyeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni
bir organizasyonel yöntemin uygulanmasıdır.”
İnovasyonu anlatırken işe belki de OECD ile Eurostat’ın birlikte
yayınladığı Oslo Kılavuzu’nda yapılan bu tanımın üzerinde etraflı
bir şekilde durmakla başlamak gerekiyor. Çünkü bu tanım, satır
aralarında inovasyonun derdini, ne yapmak istediğini, 21’inci yüzyılın kurumlarına nasıl açılımlar getirdiğini anlatırken, iş dünyasını
bir anda kasıp kavuran, orta ölçeklisinden büyük ölçeklisine tüm
kurumların planlarını şekillendiren kavramı tüm yönleriyle ele alıyor.
İnovasyon kavramının odağında ‘yeni’ kelimesi yer alıyor. Faaliyetin konusuna göre, bazen ‘yeni’ bir ürün, bazen ‘yeni’ bir iş
modeli, bir hizmet şekli, bu hizmetin operasyonunda rol oynayan
etkenlerde uygulanan ve içinde bulunulan piyasada daha önce örneğine rastlanmayan ‘yenilik’, kurumsal bir dille ifade edildiğinde
bambaşka bir tınıyla sesleniyor müşteriye.
Bugünün iş dünyasında rekabet koşulları giderek güçleşiyor. Büyük yarış, yarışmacılarına artık yenilikçi fikirleri şart koşuyor. Bu
şartları yerine getirmeyenleri ise çok geçmeden diskalifiye ediyor.
14
15
Kapak
Dünya dönüyor, kurallar
değişiyor, ayakta kalmak da
zorlaşıyor. Artık aynı ürünü
daha hızlı, daha ucuz ve daha
kaliteli üretmek başarı için
yetmeyebiliyor.
Bügün dünyanın en büyüğü
olarak gösterilen şirketlerin
çoğunun kuruluşundan,
yükselişine inovasyonun hakim
olduğu gözleniyor.
Enerjisini yalnızca bildiği yoldan koşmaya
harcayan yarışçılar, diskalifiye olmasalar bile
bir süre sonra pes etmek durumunda kalıyor.
Çünkü bu yarışçılar, takip mesafesi sabit olmak şartıyla efor sarf ediyorlar sarf etmesine
ama önlerindeki yarışmacının ayak izlerini takip etmenin ötesine geçemiyorlar.
Cesaretlendirici yönetim anlayışı
2000’li yılların başında ABD’den ithal edilen
inovasyon dalgası, Türkiye’yi de bir anda kasıp kavurmuştu. Her ne kadar Türkiye’deki iş
yapma kültürüyle bazı uyuşmazlıklar gösterse
de inovasyon, pek çok kurumun gündemine
girdi ve iş modellerinde yeni fikirlerin ortaya
çıkmasına neden oldu. Kurumdan daha fazla
yenilikçi olma, tüketici ihtiyaç ve taleplerine
daha cevap verebilir olma, aynı zamanda küresel ve çevresel kaygılara cevap verebilme
gibi talepleri olan inovasyon, bu ihtiyaçlarıyla Türkiye’deki şirketlere batı modeli kurumsallaşmanın önemini de bir kez daha artırdı.
İş dünyasının zirvesinde
Çünkü ürün ve hizmet sektörlerinde faaliyet
gösteren tüm şirketler, yeni ürün ve hizmet
ortaya koyabilmek için vizyonel bir kurumsal kimliğe sahip olma gerekliliği gerçeğiyle
yüzleştiler. Bu noktada inovasyonun başarıya
ulaşabilmesi için AR-GE yatırımlarına önemli
ölçekte kaynak ayıran, denetleyici konumdan
ziyade kurum içinde cesaretlendirici bir yönetim anlayışı öne çıkıyor. İnovasyon ancak,
16
Son dönemde daha bir göz önünde
olan inovasyon çalışmaları, IBM’in dünya çapında yürüttüğü rapora göre bine
yakın üst şirket yöneticisinin en önemli
gündem maddeleri arasında. Yine yapılan başka bir araştırmaya göre inovasyon, 3 binden fazla tepe yöneticisinin
günün iş dünyasında bir numara olarak
gördüğü bir silah ve gelişimin en önemli
parçası.
rakiplerin yaptığı işleri kopyalamak ve tekrar öncüsü olduğu ve bugün değeri hesaplanaetmenin ötesinde, özgün bir anlayışı seslen- mayan büyük şirketler kadar düşük değerli
kurumların da kullandığı yaygın bir ticari
direbilen şirketler için uygulanabilir oluyor.
silah. Silah çünkü zamanla büyüyemeyen,
İnovasyon ya da değişik bir şey yapmak mı büyümek bir kenara bulunduğu yerde dahi
sayamadan geriye düşen işletmeler, yeni bir
desek
İnovasyon kelimesinin Türkçe’de tam bir kar- şeyler yapmasının zamanı geldiğini fark edişılığı yok. Ancak ona yakın kavramlar ‘yeni yor ve inovasyon silahını kullanıyor.
ve değişik bir şey yapmak’ anlamını işaret
ediyor. Kelimenin köküyse, Latince ‘innova- Tüm süreçlere dahil ediliyor
re’ kelimesine dayanıyor. İnovasyonun ana Ancak inovasyon bir işletmeye sonradan alıfikrinde de bilim ve teknolojinin ekonomik nan bir program veya son derece etkin perve toplumsal yarar sağlayacak şekilde kulla- formans gösteren bir şirket elemanı gibi tekil
nılarak yenilenmesi yatarken, son yıllarda iş bir parça, kendi başına ayrı bir etkinlik değil.
dünyasının gündemine oturmasının sırrıysa Bilim ve teknoloji etkinliğinin tüm süreçleriyükselen teknoloji ve değişip gelişen pazar- ni kapsayan ve kurumun en derin noktasına
larda saklı.
kadar işleyen bir akım. Şirketin genel işletim
politikasına yerleşen inovasyon her adımda
Kitlelere hükmeden bir ticari silah
farklı bir kimlik kazanabiliyor. Ancak özünü
İnovasyon, daha anlaşılabilir bir karşılıkla ye- yitirmeden uğradığı noktayı yeniliyor ve denilik, dünya ekonomisinin oyuncuları arasın- ğiştiriyor. Ve ondan bilim ve teknoloji etkinda farklı olmanın gerektiğini fark edenlerin liğinde bir fikrin, kuram, eylem ve sonuç ba-
17
İnovasyon sürecinde fikir
İnovasyon şirkette kimin işi olmalı? Bütün çalışanlar rol almalı mı? Herkesin
sorumluluğunun bir parçası mı olmalı?
Bu soruların, her şirket için uygulanabilir net bir cevabı yok. Ancak inovatif çalışmaların daha geniş yelpazede hayat
bulabilmesi için fikir üretme aşamasına
şirketteki herkesin, hatta dış kaynaklardan gelecek fikirlerin de katılabilmesi
değişmez bir gerçek.
En inovatif şirketler
Business Week’in araştırmasına göre
dünyanın en inovatif şirketleri arasında
ilk üçü sırasıyla, Aplle, Google ve 3M
oluşturuyor. Listeyi uzun uzadıya yazmaktansa söylenmesi gereken noktaya
eğilmek daha doğru. Listede yer alan
büyükten küçüğe, 100 şirketin tamamı
faaliyet gösterdiği pazarda belli derecede söz sahibi. İlk 25 ise zaten dünyanın
etrafında döndüğü bütçesi dev rakamlara ulaşmış kurumlar. Ve bu şirketlerin
hamurunda muhakkak ki inovasyon
var.
kımından yarara dönüşerek kuruma pozitif Teknoloji gelişiyor, inovasyon yükseliyor
katkıda bulunması bekleniyor.
İnovasyonun iş dünyasına bir anda hakim olmasınıysa teknolojinin sürekli kendini yenileMecburen inovasyon
yen ve insanlığın yaşamını kolaylaştıran geliBelki bundan uzun yıllar önce çok ciddi bir şimi tetikliyor. Örneğin yıllar önce aramadan
fark getirmeyebilirdi ancak yukarıda da bah- önce imtina ettiğiniz, aradığınızda da kapatsedildiği gibi şirketler dönemin çetin yarışma mak için saniyeleri saydığınız yurt dışı görüşşartları arasında inovatif çalışmaları kurum meleri bugünün teknolojisinde neredeyse
politikalarına yerleştirmek zorundalar. Re- bedava hale geldi. Teknoloji geliştiği gibi
kabetçi ortamda ayakata kalmak isteyen bü- yayıldı. Yeni pazarlar, yeni merkezler doğdu
yüğünden küçüğüne kadar her kurum, kendi ki bu konuya kısaca Uzakdoğu demek daha
gücü oranında yenilikçi akımı bünyesine en- doğru olacaktır) ve aynı orantıda rekabet
eden kurum sayısı da arttı. Bilgiye ulaşmak
tegre etmek durumunda.
çok daha kolaylaştı. İşte bu ve buna benzer
yeni çağ gelişmeleri inovasyonun değer kaKüçülen ayak izleri
Henüz inovasyonun getirdiği yarar ve fayda- zanmasını sağladı.
dan tatmin olmayan ve süreçleri tartışan kurumlar için yarın çok geç olabilir. Ticari hayatta daha da pasifleşen bu kurumlar, zamanla
rekabete ayak uyduramadığından düşen
ekonomik kazancı, ayak izlerini küçülttüğünün farkına varmadan daralma yoluna giderek kapamaya çalışıyor. Bu da beraberinde
cesaretsizlik ve güven kaybını getiriyor. Dolayısıyla bu işletmeler sert yarışta kazanmak
bir kenara sınıf değiştirerek alt kategoriye
düşüyor zamanla da kayboluyor.
18
TNT’nin inovasyon anlayışı
Müşterilerine sunduğu kaliteli ve geniş hizmet yelpazesiyle faaliyet gösterdiği sektörün öncüsü olan TNT de inovatif çalışmalara
önem veriyor. Kalite anlayışı doğrultusunda
defalarca ödüle layık görülen, sosyal sorumluluk programlarıyla sürdürülebilir kalkınma
konusunda temel çalışmalar yürüten TNT,
inovasyon konusunda da boş durmuyor. Son
olarak logosuna eklediği ve slogan olarak ni-
telediği ‘sure we can’ de bir inovatif çalışma
örneği. Önceki sayfalarda da rastladığınız bu
slogan TNT’nin müşteri memnuniyeti konusuna verdiği önemi ve en zorlu işi en çetin
şartlar altında dahi yapma kararlılığını ifade
ediyor.
bu pazardaki diğer satıcılar tarafından takip
edilen öncü bir şirket olmanın yolu, tüm iş
dünyanın yüzünü çevirdiği inovatif hareketlerde yatıyor.
İnternet sitesi yeni yüzüyle karşınızda
TNT, ‘sure we can’ Türkçe karşılığıyla ‘elbette
yapabiliriz’ sloganı doğrultusunda web sitesini de yeniledi. Yenilenen internet sitesinin
bu yüzüyle, ziyaretçilerine kullanım kolaylığı
sağlayacağına inanılıyor. Gezinme kolaylığı
ve içerikteki genişlemeyse, müşterilerin gönderi takibi ve myTNT gibi self-servis gönderim araçlarını kullanmalarını teşvik etmeyi
hedefliyor. TNT kendi sitesini yenilerken kullanıcılarını da unutmuyor. Önceki sayılarda
da okuma şansı yakaladığınız ‘kobiweb’ hizmetiyle TNT kendi adımlarıyla ilerlediği inovasyon yolculuğuna kullanıcılarını da davet
ediyor. Bu çalışmalar da kurumun inovasyon
konusundaki tutumuna ışık tutuyor.
Dünyada sayısı bilinmeyecek kadar derinlikte
iş kolu ve bir o kadar da rekabetçi piyasa var.
İşte o pazarların bir köşesinde tutunmak veya
19
Çıtayı yükseltiyor
İnovatif çalışmaların Türkiye’deki geçmişi çok yeni. Zira bundan dolayıdır ki
sistem itibarıyla Türkiye’deki iş kültürüyle bir takım uyuşmazlıklar yaşanabiliyor.
Ancak buna rağmen inovatif çalışalar,
pek çok kurumun gündemine girdi bile.
Ve şimdi o şirketler hem mevcut paylarını katladı hem de marka değeri konusunda oldukça önemli adımlar attı.
Röportaj
Rumelihisarı’nı mesken tutan Mahsun’un öyküsü,
Tabutta Rövaşata filmini belleklerimize kazımıştı
bundan 12 yıl önce. Kimsesiz, evsiz-barksız Mahsun işsizdi aynı zamanda. Ama miskin değildi ve
hayatın anlamının izini sürmeyi bırakmadı hiçbir
zaman. Bir otomobil çalarak heyecanın, bir kadını ya da bir tavus kuşunu severek aşkın peşinden
koştu. Ama hiç de bu dünyanın insanı değildi ve
sonunda kaybetti; bir sabah sokakta donmuş halde bulundu. Derviş Zaim’in ilk uzun metrajlı filmi
Tabutta Rövaşata, Türk sinema tarihine adını yazdırdı bile. Ardından gelen Filler ve Çimen, Çamur
ve Cenneti Beklerken filmlerinde güç ilişkileri temasını işlemeye devam etti Zaim. Ancak sadece
güç ilişkileri yoktu bu filmlerde. Derviş Zaim’in
deyimiyle otantik temsil aracılığıyla geleneksel kültürü ve tarihi aradı. Tabutta Rövaşata’da
Mahsun’un sarayın bahçesinden tavus kuşunu
kaçırması, Filler ve Çimen’deki ebru sanatı hep
bu arayışın yansımalarıydı. Cenneti Beklerken filminde işin içine mekan da girdi ve Osmanlı’daki
minyatür sanatının estetik anlayışı o zaman-mekan ilişkisi içinde izleyiciyle paylaşıldı. Zaim’in son
filmi Nokta’da bu kez bu otantik temsilci hat sanatı oldu. Derviş Zaim ile filmleri, filmografisi ve
sinema üzerine konuştuk.
“Geçmiş her zaman bizimle beraberdir”
Deviş Zaim, bu toprakların kültürünü ve geleneklerini arayıp filmleriyle beyaz perdeye yansıtıyor;
bunu kimi zaman minyatür, kimi zaman ebru ve kimi zaman hat sanatıyla yapıyor. Yönetmenin
ilk filmi Tabutta Rövaşata’dan son filmi Nokta’ya, yolculuğun izini sürdük.
20
İlk filminiz Tabutta Rövaşata’nın üzerinden 12
yıl geçti. Hâlâ bu filmi izleyip kendi kendinize
sorular sorup eleştiride bulunuyor musunuz?
Filmlerimi bitirdikten sonra çok fazla izlemiyorum. Muhtemelen defalarca izlemiş olmaktan
kaynaklanan bir mesafe alma isteği yatıyor bunun altında. Tabutta Röveşata için bu söz konusuydu ve uzun yıllar izlemedim. Başrolde oynayanlardan birinin ölmüş olması da duygusal bir
anlam yüklüyor ve böyle bakmak istemiyorum.
Ama geçenlerde yeni kopyaları basılacaktı. Renk
düzeltmek için 20 dakikalık bir makarayı izledim. “İyi yapmışlar” dedim. O zaman planları
nasıl bağladığınızı ve küçük detayları tekrar görmek, yaptığınız işe mesafe almanızı sağlıyor. Her
ne kadar 20 dakika izlemiş olsam da pişman olmayacağım bir şey yapmış olduğumu gördüm.
Peki o günden bugüne dek neler değişmiş?
Bunu bilemem, bilsem de söylemem. Bunlar bana
göre bir yaratıcının 40’ıncı odasında saklaması gereken şeylerdir. Sabit olanlar neler, ne değişti, bu değişiklikler ne tarafa doğru seyirtebilir? Tüm bunlar
kendi başına kaldığınız zaman yapmanız gereken
muhasebelerdir. Bunlarım muhasebesini çok lojik,
mantıklı akıl yürütmelerle tartışmanız gerekir; bir
yaratıcı, bir sanatçı olarak... Ama bunları üçüncü
şahıslarla kısmen paylaşmakta veya paylaşmamakta yarar vardır. Biçim tanımayan yaratıcılığı daha
diri halde tutabilmek için bunu yapmak gerekir.
dervis zaim
21
Röportaj
“Bir ülke sinemasının seyirciyle
barışık olması gerekir. Eğer
bir film seyircisiyle barışıksa
ve filmin bir derinliği varsa, o
zaman bu iş olmuş demektir.”
Cenneti Beklerken filminde ‘rüya’ ile
‘tasvir’in aynı şeyler olduğu vurgulanıyordu. Osmanlı kültürünün otantik temsilinde rüya ve tasvir bu temsilin neresinde?
Cenneti Beklerken filminde minyatür sanatının sinemaya nasıl aktarılabileceği konusunda kafa yormaya çalıştım. Gelenekten yararlanmak çok çeşitli biçimlerde olabilir. Gider
saraylarda o dönemin kıyafetleriyle bir film
çekersiniz, o dönemi yansıtırsınız. Ama ben
doğru, yeterli, birçok insanı tatmin eden bir
yapımla birlikte daha derin bir bakış açısının
ortaya konulması gerektiğini düşünüyordum
Cenneti Beklerken’i yaparken. Eğer minyatür
sanatıyla ilgilenen bir nakkaşı hikâye ediyorsam, minyatür sanatı özünde neyi anlatmaya
çalışıyor, meselesi nedir, dünyayı nasıl kavrayışla ele alır gibi soruları çözümlemek için
minyatür sanatını etüt etmem gerekiyordu
ve bunu daha sonra başka bir soruyla desteklemem gerekiyordu. O soru da şudur: Minyatür sanatı sinemaya ne verebilir? Bu sanattan,
hareket edebilir bir sinemasal dil yakalamak
mümkün müdür? Böyle bir araştırma çabası
gelenekten, tarihten ve kültürden yararlanma anlamında çok daha verimli bir yola sevk
eder insanı. Ben bunu yapmaya çalıştım. Rüya
ve tasvir kavramları, Platonculuk ve Neo Pla-
“Geçmiş, hiçbir zaman
buharlaşıp gitmez. Her
zaman bizimle beraberdir.
Geçmiş bir boyutuyla
hayatımızı etkiler.”
tonculukla ilişkilendirilebilecek kavramlardır.
Bunları minyatür sanatı çerçevesinde olabildiğince analiz etmeye çalıştım. Bu kavramlar
sinemaya ne kadar entegre edilebilir diye sordum. Sonuçta ortaya Cenneti Beklerken’deki
yapı çıktı. Bunu yaparken son bir konuda kendimi uyanık tutmam gerekiyordu: O da filmi
deneysel bir hale getirmemek. Düz seyirciyi
salonlara çekme çabasıydı beni bu önlemi almaya iten... Minyatür sanatı ve başka şeylerle
ilgili olarak fikirler ve okumalar versin, aynı
zamanda tüm bunlarla ilgilenmeyen izleyici
bir aşk filmi izliyormuş hissine kapılsın.
yeni ne var? Nasıl bir biçimin peşinde oldunuz?
Aslında Tabutta Rövaşata ile Filler ve Çimen
filmleri, Cenneti Beklerken ve Nokta filmlerinin geleceğini müjdeliyordu. Tabutta
Rövaşata’da kale içerisindeki tavus kuşlarını
hatırlayın. Filler ve Çimen’de ise ebru sanatı
konu ediliyordu. Filmin anlatım biçimi içerisinde oynadığı rolü düşünürseniz, benim
ilgi alanlarımın varlığı oralarda da gözlemlenebilir. Cenneti Beklerken’de minyatürün
ortaya çıkması, Nokta’da hattın ortaya çıkması filmografimde bir atlama olarak değerlendirilmemeli. Yoğunluk olarak tarih
ve kültür öğelerinin daha fazla olduğuna
katılıyorum ancak dediğim gibi bunların
geleceği bir önceki filmlerde görülüyordu.
‘Nokta’nın içeriğini ve biçimini ön plana çıkaran ögelerden bahsedecek olursak… Bir önceki filminiz Cenneti Beklerken’in odağında
yeni bir biçim vardı. Peki Nokta’nın biçiminde
Cenneti Beklerken Osmanlı döneminde geçiyordu, Nokta ise bugünde... İzleyici açısından
düşünürsek filmlerin konu aldığı sorunsallar arasında bağlantı kurabildiler mi sizce?
22
Geçmişi sadece geçmiş zamanlarda olmuş
bitmiş olayları parantez içerisinde anlatılması olarak algılamadığımı söylemeliyim.
Geçmiş, hiçbir zaman buharlaşıp gitmez.
Her zaman bizimle beraberdir. Geçmiş bir
boyutuyla hayatımızı etkiler. Nokta’da günümüzde geçen bir hikaye var ama o günümüzde geçen hikayenin kahramanların
kaderleri geçmiş tarafından büyük ölçüde
belirleniyor. Bu yüzden bizim tarzımızın
bir parçası olan motifleri filmlerin içinde
görmekten mutluluk duyuyorum. Ve bunları tayin edici faktör olarak kullanıyorum.
Peki
Cumhuriyet’le
birlikte
geleneksel izler silikleşti denebilir mi? Sinema izleyicisi ve yönetmenler Cumhuriyet öncesi tarihe yabancılaştı mı?
Türkiye’de tarih ele alındığı zaman biraz idealize edilir. Çok büyük amplifikasyonlar yapılır karakterlerde. Ya Battal Gaziler ele alınır,
ya da İstanbul’un Fethi... Bunlar da bugünün
seyircisinin haz ve beğeni düzeyi belirlenerek
törpülenir. Yaşadığımız konjonktür milliyetçiliği bir fenomen olarak değerlendiriliyorsa ona
göre değerlendirilir ve ona göre film yapılır.
Tuzaklara da olabildiğince az düşmeye çalışır.
Bütün filmlerde böyle bir gelenek mevcut.
Diğer taraftan Türkiye’de sinema izleyicisinin karakteri söz konusu olduğunda çıtayı
biraz daha aşağıda tutmanın izlenirliğin ve
seyirci doygunluğunu artırdığından bahsedilebilir. Siz düzeyi ne kadar düşürürseniz
seyirci salonlara o kadar çok geliyor gibi bir
argüman var. Ve kabaca çok da yanlış değildir. Böyle bir kopukluğun söz konusu olduğu ülkede geçmişten bahsetmeye çalışmak
insanların çabucak anlayamayacakları, kolay
“Film mekan ararken
ortaya çıkar. Kafanızda
bir omurga olacak, ancak
nihai inşada mekan
arayışının çok önemli
katkıları vardır. ”
23
kavramayacakları bir bütünle karşılaştıkları hissiyatını güçlendirebilir. Bu tehlike hep
var. Ama bu tehlike var diye ben kendime bir oto sansür uygulamaktan kaçındım.
Türkiye’deki yeni sinemayı nasıl buluyorsunuz? Mesela en son Venedik Film
Festivali’nde festival direktörünün Semih
Kaplanoğlu için Kiyarüstemi benzetmesi
yaptığınızı biliyoruz. Daha önce Nuri Bilge
Ceylan için de aynı benzetmeler yapılmıştı. Siz Ortadoğu sineması ve Türkiye’deki
sinema hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bizim Ortadoğu ile kültür interlandı anlamında paylaştığımız çok şey var. O yüzden
onların özellikle İran Devrimi’nden sonra
ne yaptıklarını iyi etüt etmek gerekir. Ama
onları taklit etmek gerekmiyor. Yüzlerce
yıl Farsça konuşmuşuz, çini sanatıyla ilgili
,minyatürle ilgili birçok usta oradan buraya
gelmiş, buradan oraya gitmiş. Hat sanatıyla
ilgili birçok formu oradan almışız. Dolayısıyla ortak bir geçmişi paylaşıyorsunuz. O geçmişten gelen yönetmenler bir şeyler yapmış,
dolayısıyla onları izlemek durumundasınız.
Ama bu sadece onların yaptığı şey doğrudur
anlamına gelmiyor. Başka muhtemel çıkış
noktaları olabilir diye yaklaşmak gerekiyor.
Kent kültürü
Martıların en güzel arkadaşları
Herhangi bir İstanbul sabahı… Genç adam aniden direksiyon kıran otomobilin sürücüsünü kornasına
durmaksızın basarak protesto ediyor. Otomobilin sürücüsü ellerini kaldırıyor umursamazca. Aslında ikisinin de bir yere gittikleri yok. Sıkışmış trafikte kaplumbağalarla yarışır bir hızla seyrediyor, sinirleniyor
ve sıkılıyorlar aslında.
Bir vapurun güvertesinde içilen bir bardak demli çayın tadı
başka nerede bulunabilir ki? Ya da penceresinden mavi
ve lacivertin beyazla oynaşmasına dalmışken, bir martının
bakışlarıyla göz göze gelmek başka nerede yaşanabilir?..
Aslında vapurlarda seyahat edilmez, her seferinde ayrı bir
mutluluk serüveni yaşanır sadece.
Az ileride tıplım tıkış bir otobüsün içinde
genç bir öğrenci uyuyor taklidi yapıyor yaşlılara yer vermemek için. Otobüsün de aslında bir yere gittiği yok, o da sıkışmış trafikte
kaplumbağalarla yarışır bir hızda seyrediyor
ancak. Otobüsün içinde bir genç kız ayakta müzik dinliyor kulaklığından, her şeyden
uzaklaşmak istercesine. Otobüsün içindeki herkes; farklı yaşlarda kadın ve erkekler,
farklı hayatlara, sorunlara, mutluluklara sahip olmalarına rağmen rutin bir duyguyu
paylaşıyorlar her sabah olduğu gibi, sinirleniyor ve sıkılıyorlar bu herhangi bir İstanbul
sabahında.
Onlarla aynı anda başka bir adam simidini
paylaşıyor martılarla, elinde bir bardak demli çay. Martıların çığlıkları karışıyor simit ve
çayın tadına. Mavi bir su ve İstanbul akıyor
24
25
önünden. Bir İstanbul vapuru götürüyor onu
laciverdi yararak beyazlıkların içinde…
Bir İstanbul vapuru, mutluluğu resmediyor
ona, kederini dertlerini unutturuyor. Salına
salına seyreden vapura herkes binebiliyor bir
sıkıntının girmesine izin yok burada...
Ya siz? Herhangi bir İstanbul sabahında, hangisinin yerinde olmak istersiniz? Hangisinin
yerinde olduğunuzda kendinizi İstanbullu
gibi hissedersiniz?
O zarif vapurlar İstanbul’un kent kültüründe ve tarihinde ayrılmaz bir yere sahip.
İstanbul’un renk cümbüşünde ise beyazın iki
sahibi var: Biri vapurlar, diğeri martılar… İkisi
de birbirinin en cana yakın arkadaşı zaten.
İdare-i Mahsusa’nın yandan çarklı bir vapuru
İhsan
Dört bir yanı denizle çevrili bir liman kenti
olan İstanbul’da deniz ulaşımı, kentin tarihinde her zaman önemli bir yere sahip olmuştu.
Vapurlardan önce bu ulaşımın ana karakterini de kayıklar oluşturuyordu. Elbette yelkenli
mavnaların da özellikle yük taşımacılığında
önemli yeri vardı.
Şirket-i Hayriye’nin özellikle boğaz köylerine
iskeleler kurdurup düzenli olarak vapur işletmesi, buralarda nüfusun artmasına ve şehrin
gelişmesine önemli katkı sağladı. Boğaziçi’nin
gelişiminde vapurlar ile bir paralellik oluştu.
Yandan çarklı, sonra uskurlu bu vapurların İstanbul kültüründe de önemli etkisi oldu.
Bir özel teşebbüs: Şirket-i Hayriye
Özellikle boğaz hattında ve Kadıköy yakasında ilk buharlı vapurlar Avustralyalılar, Ruslar
ve İngilizler tarafından işletildi. 1844 yılında
ise yerli olarak “Seyr-i Bahri” gemisi sefere
çıktı. Daha sonra da kabotaj hakkı yabancılardan alınıp Nisan 1851 yılında kurulan “Şirket-i Hayriye”ye bırakıldı.
Yakın zamanlara kadar özellikle akşam eve
dönüşte boğaz hattında kurulan “çilingir sofraları”, efsane kaptanların hatıraları, vapur
dostlukları bunların sadece birkaç örneği.
Kamu yatırımı: İdare-i Mahsusa-i Aziziye
1850’li yıllarda Tersane’de kurulan ve devlet
şirketi olan “Fevaid’i Osmaniye” kumpanyası
da Marmara’da yolcu taşımaya başlamıştı. 10
Şirket-i Hayriye bir özel teşebbüs işletmesiydi. yıl içinde vapurlarının sayısını 20’ye çıkaran
Ortakları içinde Fuat ve Cevdet Paşalar gibi şirket’in unvanı sonradan “İdare-i Mahsusa-i
devlet adamları ve sarraflar yer alıyordu.
Aziziye” olarak değişti. Bu idarenin gemilerinin isimlerinin çoğu imparatorluk coğrafyaKöprüde yandan çarklı vapurlar sını yansıtıyordu: Selanik, Batum, Musul, Medaniye gibi… İşletme 1923 yılında ise Türkiye
Seyrisefain İdaresi adını alıyordu
Kahraman vapurlar!
Birinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’un
vapurları donanmaya katılarak, cephelere silah, asker, mühimmat ve erzak taşımak için
kullanıldı ve önemli bir lojistik görev yerine
getirdi.
26
Nevser
57 Numaralı Vapur
taşıdığı onca tarihsel – kültürel değere rağmen müzeleştirilmedi ve korunmadı. Kimi
parçalandı, kimi özel tur teknesi olmak ve
kimliğini yok etmek üzere satıldı.
Şehirle gelişen vapurlar
Cumhuriyetle beraber, Vapurlar daha da gelişti. 1939 yılında kurulan Denizyolları Umum
Müdürlüğü’ne önce Marmara hatlarını, 1945
yılında da Şirket-i Hayriye’yi devraldı. Böylece
deniz ulaşımı tek elde toplanmış oldu.
Bahçe tipi vapurlardan Paşabahçe
Savaş sırasında bu vapurların bazıları Marmara, Ege ve Karadeniz’deki Rus ve İngiliz
denizatlıları tarafından yaralandı ve dokuzu da batırıldı. Bunlardan biri olan Şirket-i
Hayriye’nin 42 baca numaralı vapuru Resanet, 24 Nisan 1916 yılında bir Rus denizatlısının topçu ateşiyle yaralanarak Akçakoca
yakınlarında karaya oturdu. 1919 yılında ise
tekrar kullanılmaya başlandı.
41 baca numaralı Metanet ise önce 11 Mayıs 1900’de Galata Köprüsü’nde beklerken
bir başka vapurun çarpması ile battı. Vapur
padişahın emriyle sudan çıkarılarak tekrar
yüzdürüldü ve sefere konuldu. İsmi de “Eser-i
Merhamet” olarak değiştirildi. Vapur savaşta, Aralık 1915’te bir İngiliz denizatlısı tarafından Erdek limanında tekrar batırıldı. Ama
Osmanlılar gemiyi tekrar yüzdürdüler. Eser-i
Merhamet” son olarak 21 Eylül 1916’da Karadeniz Ereğlisi açılarında bir Rus gemisi tarafından batırıldı.
Yine 68 baca numaralı Güzelhisar Vapuru
1915’te Çanakkale Savaşı’nda yaralı askerleri
İstanbul’a taşımış, İngiliz denizatlısı tarafından torpillenip yaralanmış ama tamir edilerek görevine devam etmişti. Sonra da İstanbullulara yıllarca hizmet etti.
Ne yazık ki tarihi boğaz vapurlarından hiçbiri
Cumhuriyet döneminde Denizcilik Bankası’na
bağlı olarak kurulan İstanbul Şehir Hatları
İşletmesi ise 1945 yılında 55 vapurla İstanbul
ve Marmara’da hizmet veriyordu. Şehir Hatları Vapurları Türkiye Denizcilik İşletmeleri
A.Ş.’ye bağlı olarak 90’lı yılların sonlarına kadar hizmet verdi.
Resanet: 1892 yılında bir seferde
nımlamak mümkün. 1952 yılında biri İtalya
diğer ikisi İngiltere’de inşa edilen bu üç vapura, Paşabahçe, Dolmabahçe ve Fenerbahçe isimleri verildi. Son derece ferah, estetik
ve özgün yapıları, hızları ve büyüklükleri ile
“bahçe tipi” olarak anılan bu vapurlar Adalar
ve Yalova hattının ekspres vapurları olarak
hizmet ettiler. Ayrıca Sirkeci - Kadıköy hattında da uzun süre yolcu taşıdılar. Her biri bir
estetik harikası, tarihi ve kültürel değer olar
bahçe tipi vapurların kalan son ikisi seferde
olsalar da akıbetleri meçhul gibi gözüküyor.
İstanbullu vapurunu seviyor
İstanbullu 150 yılı aşkın bu serüvenin ve dostluğun içinde vapurları hep sevdi: Martıları,
güvercinleri sevdiği gibi… Vapurlar seferden
kaldırıldığında, satıldığında “Vapurumu Vermiyorum” dedi. Hangi vapuru istediği sorulduğunda en “klasiğini” seçti. Vapurları korumak ve yaşatmak için daima bir “sivil” irade
Bugünse Şehir Hatları Vapurları İstanbul Bü- gösterdi.
yükşehir Belediyesi’ne bağlı olan İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri Sanayi ve Ticaret A.Ş) Bugün de öyle… Çünkü, 5000 yıllık geçmitarafından işletiliyor. Mavi suların vapurla- şi olan bir büyük kentin ahalisinden olmak;
rının “otobüse” bağlanışının taşıdığı ironiye kendini gerçekten İstanbullu olarak hissetmek için, bu su kentinde, yolunuzun üzerinise artık siz düşünün!
de mutlaka bir iskele olduğunu bilmek yeterli
sanırım. Çünkü onlar, İstanbul’un o eşsiz va“Bahçe” tipi vapurlar
Şehir Hatları Vapurları içinde bugün en oriji- purları “her şeye rağmen” sizi daima orada
nal olanları “bahçe” tipi vapurlar olarak ta- bekliyor olacaklar.
27
40 yıllık bir yolculuk vaat eden Kitap Fuarı,
1968 hareketinin doğuşunu, ruhunu ve bugüne yansımalarını katılımcısıyla paylaşacak.
Ayrıca ana fikir doğrultusunda yurt içi ve yurt
dışı konukların, yazarların ağırlanacağı fuarda, dönemin yaşam tarzı da ele alınarak
etkinlikler düzenleyecek. Fuara onur konuğu
olarak da modenist akımın güçlü kalemlerinden Füruzan katılacak.
da göz ardı etmemeli. Bunun için yoğun çalışmalar yapılıyor. Gerçekleştirecekler de… Ve
bu nedenle bir çok kişi hamur kağıdı hissetmeden, bitirecek Sabahattin Ali’nin, Umberto Eco’nun, Boris Vian’in kitabını Bir sayfayı
terk ederek öbür sayfaya geçmenin ne denli
güç olduğunu sanal alemde ‘tık’layarak okuyanlar, hamur kağıdın dokusunu ekranda yaşayamayacaklar muhtemelen. Ve aynı dönemin başlamasıyla fuarlarda bu kadar kuvvetli
Sanal alemin, parlak ekranında kitap
Kitap fuarı, yayıncılık demişken, bugünlerde olmayacak. Ve fuarlar da tıpkı hamur kağıtlar
kitabın sanal dünyaya çekilmesi konusunu da gibi bir erozyona uğrayacak.
Sonsuz bir hazine sizi bekliyor
Bir kere hayatınıza girdiyse eğer kurtuluşu yok, yerini dolduramazsınız, hayatınıza girmediyse de
bugüne kadar çok şey kaçırmışsınız demektir. Onlarla gezer, onlarla üzülür, onlarla öğrenirsiniz
Kimi zaman kendi aynanız olurlar, kimi zaman dipteki köşedeki bilgiye ayna tutarlar. Tüm
kitaplar, Kasım ayının ilk 10 günü TÜYAP’ta okurlarını bekliyor.
Kitap, herkes için öznesi değişen bir cümle.
Kimi onu yaşamın vazgeçilmezi olarak görür.
Kimiyse henüz tanışmadığı bu hazinenin ne
denli uçsuz olduğunun farkında bile olmadan yaşar. Kitap öylesine bir şey ki yaşamına
girdiği insanlar için yalnızlık kavramını ortadan kaldırır. Boşa geçen zamanı da… Kitap,
yazarın duygularıyla okurun zihni arasındaki
bağdır. Ve her satırda daha da kuvvetlenir.
Yolculukların vazgeçilmezi, sıkıntıda, sevinçte yakın bir dost olarak hep yakındadır.
Yazarlar hislerini, öykülerini, düşüncelerini kağıda dökerken okur onlara yayınevleri
aracılığıyla ulaşır.
28
Her yerde kitap
Dünyada birçok fuarcılık hizmeti veren şirket, Ulusal Yayın Birlikleri’nin de katkılarıyla
yayınevlerini bir araya topluyor. Bu fuarlardan halen devam eden ve yayıncılıkta bir kült
olan Frankfurt Kitap Fuarı, en bilindik olanı.
Kitp Fuarı Türkiye’deyse Türkiye Yayıncılar
Birliği ve TÜYAP’ın işbirliğinde hazırlanıyor.
40 yıllık yolculuk
Geçtiğimiz yıl ‘Akdeniz’de Edebiyat, Edebiyatta Akdeniz’ temasıyla 800 yazarı, 400 binden fazla katılımcıyla buluşturan fuarın, bu
yılki teması ‘1968-40 Yıl Önce, 40 Yıl Sonra.’
Nasıl giderim?
27’nci İstanbul Kitap Fuarı’na gidebilmek için çeşitli bölgelerden özel otobüsler kaldırılacak. Atatürk Kültür Merkezi önü (Taksim), Atatürk Havalimanı iç hatlar geliş terminali önü,
Bakırköy Deniz Otobüsleri İskelesi otoparkı, Esenler otogarı metro çıkış kapısı gibi merkezi
alanların yanı sıra Yenibosna şehir içi taşımacılık yapan hatlardan Büyükçekmece otobüsleri
de sizi Kitap Fuarı’na götürecektir. Bunların yanında fuara özel aracınızla gitmek istiyorsanız,
E-5 karayolunu Edirne istikametinde takip etmeniz yeterli olup, E-6 karayolunu kullanarak
Büyükçekmece çıkışını kullanarak fuara ulaşabilirsiniz. Bu arada küçük bir not, İstanbul Kitap
Fuarı, yaklaşık 550 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla, ‘ARTİST 2008 – 18. İstanbul Sanat Fuarı’ ile eş zamanlı gerçekleştirilecek. Gelenekte 60’ıncı perde
Konu kitap fuarıysa Frankfurt’u atlamak olmaz. Yarım
asrı geride bırakan Frankfurt Kitap Fuarı her yıl yaklaşık yedi bin yayıncıyı bir araya getiriyor. Çeşitli ülkelerden 400 binin üzerinde ziyaretçiyi ağırlayan Frankfurt
Kitap Fuarı’nın bu yılki onur konuklarından biri de
Türkiye. ‘Bütün Renkleriyle Türkiye’ sloganıyla 15–19
Ekim arasında fuara katılacak Türkiye, Ulusal Yürütme Komitesi ile Türkiye Yayıncılar Birliği’nin ortak düzenlediği sempozyumla Türk Edebiyatı’nı uluslararası
arenaya taşımayı, yazar ve çevirmenlere, yayıncılara,
çağdaş Türk edebiyatını tanıtmayı amaçlıyor.
29
Onur yazarı, Füruzan
Modernist akımın en güçlü kalemlerinden Füruzan, bugüne kadar roman, gezi,
öykü, röportaj şiir ve çocuk kitaplarına
birçok alanda esere imza attı. Başarılı dili,
okuyucuyu sürükleyen anlatımı ve toplumdaki farklı kutupların birbirleriyle olan
ilişkilerini yansıtmadaki başarısıyla 1972
yılında yayımlanan ilk eseri ‘Parasız Yatılı’
ile Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazanan
Füruzan’ın eserlerinde göze çarpan bir diğer özelliği de yurdun dört bir köşesinde
farklı farklı ağızlarla can bulan Türkçe’yi
doğallığını kaybetmeden satırlarında hayat verebiliyor olması. Bir de Füruzan demişken onun 12 Mart dönemini anlattığı
romanı, “Kırk Yedi’liler”i ve 90’lı yıllarda
uç verip ardından hız kazanan Bosna-Hersek savaşının içinde geniş bir coğrafyada
yapılan bir yolculuğu anlattığı Balkan Yolcusu eserlerini de es geçmek olmaz.
Füruzan, Kasım ayıyla birlikte başlayacak
olan 27. İstanbul Kitap Fuarı’nın bu yılki
onur yazarı. 1968 yılından 40 yıllık yolculukların yapılacağı fuar boyunca satır aralarında Füruzan’ın, edebi kişiliği, eserleriyle ilgili bilgiler yakalayabilir, kitabın günlük
yaşamdaki yansımalarından, Türkiye’deki
seyrine kadar yapılacak birbirinden farklı
panellere katılabilirsiniz.
Röportaj
kelere bağımlılığımız da diğer ülkeler kadar.
Bunda ilaç geliştirmenin maddi açıdan oldukça zorlayıcı olmasının da payı bulunuyor. Bu
nedenle de ilaç geliştirme çalışmalarını dünyada çok az ülke yürütüyor. Muadil ilaç yönetimiyse nispeten biraz daha ucuz. Çünkü yeni
geliştirilen ilacın patent süresi dolduktan sonra, yaptığı etkiyi kanıtlamak (biyoeşdeğerlik)
koşuluyla başka firmalar da üretimini yapabiliyor. Geliştirmek bu noktadan sonra biraz
daha ucuzlayabiliyor. İşte bizim de özel uğraş
alanımız klinik biyoeşdeğerlik çalışmaları.
Dünyanın ilacı TNT’ye emanet
Türkiye’de kurulan ilk ilaç araştırma merkezi olan DEKAM; kuruluşundan bu yana TNT ile çalışıyor.
Sekiz yıldır TNT ile işbirliği içinde olan DEKAM’da gönderilerin kaybolması, gecikmesi ve hasar görmesi gibi durumların karşılığı bilinmiyor. Çünkü TNT, işini kusursuz yaparak hataya meydan vermiyor.
DEKAM, 2000 yılından bu yana Erciyes Üniversitesi içerisinde faaliyet gösteriyor. Oldukça pahalı olan ilaç geliştirme çalışmaları yürüten DEKAM, her gün tüm dünyaya yüzlerce
kilo gönderi yapıyor. Ve bu konuda TNT’yi
tercih ediyor. Kuruluştan bugüne kadar
TNT’yi tercih eden DEKAM’ın faaliyetlerini ve
ekspres taşımacılık görüşlerini Prof. Dr. Aydın
Memişoğlu’ndan öğrendik.
DEKAM kaç yıldır faaliyet gösteriyor? Kuruluşundan bugüne gelinen süreçte neler yaşandı?
2000 yılının Haziran ayında kurulan DEKAM,
Türkiye’de kurulan ilk ilaç araştırma merkezi.
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Yönetimi ile
Sağlık Bakanlığı’nın desteğini arkasına alarak
yaptığı çalışmalarla bilim camiası ve ilaç endüstrisi kurumlarından takdir görmeyi başaran DEKAM, sekiz yıldır faaliyetlerini sorunsuz bir biçimde sürdürüyor.
içerisinde kan örnekleri alıyoruz. Daha sonra
bu kan örnekleri, ilgili laboratuarlarda analiz
ediliyor. Yani işin ayrıca bir klinik, laboratuar
aşaması bulunuyor. Biz işin klinik tarafındayız. Bu anlamda gerçekleştirdiği faaliyetler
Türkiye’nin bazı ilaçların ithalatına bağım- konusunda da Türkiye’nin bilgi birikimi ve
lı hale gelmesinde temel nedenler neler? konu ile ilgili kuruluşlarıyla bu alanda yetkin
Bunda ilaç tahlillerinin yetersiz oluşu bun- olduğu söylenebilir.
da ne ölçüde rol oynuyor? DEKAM ya da
Türkiye’deki diğer ilaç araştırma merkezleri Türkiye muadil ilaç tedarikinde ne durumda?
ülkedeki tüm ilaçlarla ilgili tahliller yapacak Ülke olarak orijinal ilaçlara ne kadar muhtaetkinliğe ve yetkinliğe sahip mi?
cız ve bu durum ilaç fiyatlarına nasıl bir etkiBu konuda tahlil sözcüğü yaptığımız çalış- de bulunuyor?
mayı doğru ifade etmiyor. Çünkü biz tahlil Türkiye muadil ilaç konusunda hem üretim
yapmıyoruz. Analizi yapılacak ilaçları, kon- yapan hem de üretiminin bir kısmını ihraç
trolümüz altında gönüllü kişilere uygulanı- eden bir ülke. Ancak yeni geliştirilen ve muyor ve gelişmeler takip ediliyor. Biz bu süre adili üretilmeyen ilaçlar konusunda diğer ül-
30
08
Araştırma merkezinizin uluslararası ölçekte
sertifikaları var mı? İlaç firmaları veya uluslararası standartlar hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorlar?
Bizimle aynı faaliyetleri yürüten firmaların
elbette sahip olmak zorunda olduklar bazı
sertifikalar bulunuyor. Bizde eksiksiz olarak
hepsi bulunuyor. Sertifikaların kriterlerinin
ilki yerel ve ulusal denetimlerden başarıyla
geçmek. Bunun yanında yapılan işin kalitesi
ve sürati de değerlendirme kapsamında yer
alıyor. Dolayısıyla en kaliteli olanı hızlı ve
doğru şekilde üretmek zorundayız.
Ekspres taşımacılık firması seçerken neleri
göz önünde bulunduruyorsunuz? Sizin bir
ekspres taşımacılık şirketinden beklentileriniz neler?
Bizim için en önemli husus gönderilerimizin
zamanında ve bozulmadan teslim edilmesi
ve her hangi şekilde zarar görmemesi. Örneklerimiz her zaman kuru buz içerisinde ve
en az 72 saat içindeki yükü -20 veya -30 aralığında tutacak şekilde gönderilir. Zamanında
ve yükün sağlam olarak teslimi çok büyük bir
öenm taşıyor. Konu bu kadar hassas olunca
da kendimize has kontrol yöntemleri uyguluyoruz. Mesela eskiden gönderilerin içine
Ekspres taşımacılık konusunda
bizim de kendimize göre
kontrollerimiz var. TNT tüm bu
kontrollerden başarıyla geçti ve
sekiz yıldır bizim için güven veren
bir iş ortağı oldu.
sıcaklık kaydedici koyarak sıcaklığı kontrol
ediyorduk. Bunun dışında doküman trafiğimizin de hayli yoğun. Bu dokümanların da
yıpranmaması ve kaybolmaması büyük önem
taşıyor. Çünkü bizim işimizde hata ve hatanın
telafisi söz konusu değildir.
Ekspres taşımacılığın sizin sektörünüz için
önemi nedir? Zamanlama, yaptığınız çalışmaları ne kadar etkileyen bir faktör?
Zaman ve ekspres taşımacılık yaptığımız işin
hayati bir parçası. Bunu örnekle de daha iyi
ifade edebilirim: 2000 yılında yapmış olduğumuz bir gönderinin konşimentosu arşivimizde yer alır. Ne zaman gönderilmiş, ne zaman
31
teslim olmuş, kim teslim almış gibi bilgilere
buradan ulaşırız. Gönderi yapılırken de her
zaman alıcıya konşimento numarası bildirilir.
Alıcı da gönderinin teslimini ve durumunu
yazılı olarak teyit eder. Bizim gönderilerimiz
idrar veya kan örnekleri olduğu için üçüncü
şahıslar için fazla bir değer ifade etmez. Bu
nedenle sigortalamak da idari açıdan mantıklı değildir. Ancak gönderiler bizim için değeri
paha biçilemeyecek ölçüdedir. Bu nedenle sigortayı biz yaparız. Gönderilerimizde her zaman elimizde yedek bulundururuz. İlk parti
teslim edildikten sonra yedekleri göndeririz.
Bu nedenle taşıma işi hem çok güvenilir hem
de gönderinin bozulmaması için çok hızlı olmalı. Bazen gümrüklerde sorunlar çıkabiliyor; böyle bir durumda taşıyıcı bizim sorunun
en seri şekilde çözümünde her durumda yardımcı olmalı. TNT de bu konuda bizi mağdur
etmiyor.
Kriterleriniz doğrultusunda TNT sizin için nasıl bir çözüm ortağı?
2000 yılından beri TNT ile çalışıyoruz. Başlangıçta özellikle kuru buzlu yükü taşıyacak
bir şirket bulmakta zorlandık. Ancak daha
sonra TNT bu konuyla yakından ilgilendi. O
zamanlar konuyla ilgili yeteri kadar yetkin olmamalarına ve bu konuda bölgede yeteri kadar donanımı olmamasına rağmen zamanla
bizim bütün ihtiyaçlarımızı karşılık veren bir
firma oldu. Şimdi herkes ne yapacağını hem
Türkiye’de hem de yurt dışında çok iyi biliyor.
Bizi yakından tanıyorlar artık. Çünkü çok yoğun bir gönderi trafiğimiz var. Her gün tüm
dünyaya kilolarca yük ve doküman dağılıyor.
TNT de bu yoğun trafikte bugüne kadar aksama yaşatmadı. Kayıp, gecikme, hasar gibi durumlarla hiçbir zaman karşı karşıya kalmadık.
Bu da bizim için tasvir edilemeyecek kadar
güzel bir durum.
Kent kültür
Ortaçağ’ın yegâne cenneti
İberya Yarımadası’nda 700 yıl hüküm süren İslam kültürü ve bu kültürün en büyük mirası Elhamra...
Uygarlık anlayışıyla dünyaya feyz veren Ortaçağ Endülüs’ünde bağları, bahçeleri, sarayları, çayırlarıyla
Asabica tepelerinden Granada’yı izleyen mimari bir kent...
Emevi Devleti’nin Kuzey Afrika’daki valisi Musa Bin Nusayr’ın, 711
yılında Tarık Bin Ziyad’ı Arap ve Berberiler’den oluşan ordunun başında İber Yarımadası’na gönderirken nasıl bir vizyona sahipti kim
bilir...
hudileri ve bazı Vizigotlar da krallığın içinde bulunduğu kaos ortamında dış müdahaleyi uygun görenler arasındaydı. 7 bin kişilik bir
orduyla çıkmıştı yola Tarık Bin Ziyad... 5 bin kişilik ek kuvvetle birlikte 12 bin kişi olan ordu, kısa süre içerisinde yarımadanın kuzeybatı
ucunun dışında kalan bölgeyi ele geçirdi.
Ama sefere çıkarken geri dönme ihtimalini ortadan kaldırmak için
gemileri yakması ne kadar iddialı olduğunu gösteriyor sanki. Tarık
Bin Ziyad, Cebelitarık Boğazı’nın geçip Vizigotlar’ın hüküm sürdüğü
İberya topraklarına doğru yola çıkmadan önce, onun bu toprakları
fethetmesini isteyen tek kişi Musa Bin Nusayr değildi. İspanyol Ya-
Müslümanlar Endülüs’te bir kale ele geçirirken Emevi hanedanı,
Abbasiler’in Emeviler’i Bağdat’tan sürmesiyle yeni bir yurt arıyordu
ve rotasını Endülüs’e çevirdi. Abdurrahman bin Muaviye, Endülüs’e
kaçarak kendisini Emevi Emiri ilan ederek Kurtuba’yı başkent seçti.
32
Avrupa Ortaçağ karanlığında yolunu kaybetmişken İberya yarımadasını cennete çeviren Endülüs’ün en parlak dönemi işte böyle başladı.
Öyle bir dönemdi ki bu, yarımadayı dünyanın bilim merkezlerinden
biri yaptı, Avrupa sanatının temelleri burada atıldı, batının adını bile
bilmediği bir şehircilik anlayışı yayıldı, kültürel farklılıklar zenginlik
olarak kabul gördü.
Reconquista’nın eline geçti. Çünkü 8’inci yüzyıldan 11’inci yüzyıla kadar varlığını hissettiremeyerek İspanya’nın büyük bir bölümünü ve
Portekiz’i Müslümanlar’ın himayesine bırakan Hıristiyan Reconquista, yavaş yavaş boy göstermeye başlıyordu. Buna en uzun süre dayanan Granada Prensliği’ydi, ama o da Kastilya ve Aragon hükümdarları olan Fernando ve Isabella’ya 1492 yılının ocak ayında teslim oldu.
Emevi halifeliğindeki bu dönem 750 yılından 11’inci yüzyılın ilk Endülüs’ün simgesi
10’lu yıllarına kadar sürdü. Yeni dönemde daha küçük Müslüman Granada’yı ele geçiren Fernando ve Isabella, Müslümanlar’a hoşgörüprenslikler ortaya çıktı, ancak bu prenslikler birer birer Hıristiyan lü davranacaklarının sözünü vermişti, ancak aradan 10 yıl geçtikten
33
Kent kültür
dan kaynaklanıyor. Kolonlar ve sarkıt benzeri
tavan dekorasyonları, odalarda kendilerini
hissettirirken, sarayların çoğu arabesk tarzın
ve kaligrafinin ruhunu taşıyor.
Elhamra’nın kıyısı köşesi
“Bazı günümüz bilginleri Elhamra’yı özgün İslam sarayı olarak sunmayı
denemişlerdir ama böyle bir şeyin varlığı kuşku götürür. Bazı yönlerden
İspanya’daki daha erken Müslüman saraylardan daha çok Pekin’deki Yasak Kent’le
daha yakın benzerlikler gösterir.”
Robert Irwin – Elhamra (Yapı Kredi Yayınları) Elhamra’nın kıyısı köşesi
Ne zaman, nasıl gezmeli?
sonra Kardinal Ximenes’in Müslümanlar’dan
din değiştirmekle sürgüne gitmek arasında
seçim yapmalarını istemesi bu yaklaşımın geçici olduğunun ispatı oldu.
800 yıldır tadilatta
Dış ve iç mimari, tarih boyunca bölgesine
hükmeden kültürlerin etkileriyle birçok kez
değişikliğe uğradı. Hıristiyan Reconquista’nın
işgalinin ardından zarar görmeye başlayan
Elhamra, önce beyaza boyandı. Beyaz renk
hisarın taş duvarlarını lekeleyen, içine demir
tozları karışmış kırmızı tozlarını ortadan kaldırdı. Duvarlardaki kaplamalar da bozuldu.
Mezarlıklar da Hıristiyan işgalinden zararlı
çıktı ve tahrip oldu. Ardından V. Charles, kış
sarayını yıkarak yerine Rönesans tarzında
yeni bir saray yapmak için çalışmalara başlasa
da bu bölüm hiçbir zaman tamamlanamadı.
1700-1746 yılları arasında saltanat süren V.
Philip ise odaları İtalyan tarzına çevirmek için
tadilatlar yaptırdı.
İberya yarımadasında bunlar yaşanırken, gelişmeleri Asabica tepelerinden Granada’yı
izleyen bir yapı vardı: Adını ‘kırmızı’dan alan
Elhamra, inşasının ardından 150 yılı geride bırakmıştı. Bu saray, Hıristiyan Reconquista’nın
Granada’da Müslümanlar’a karşı kazandığı
zaferin sembolü olacak kadar değerliydi.
Elhamra’nın kaderi Granada’nın fethiyle birden bire değişti. Önce bir Hıristiyan sarayı
oldu ancak daha uzunca bir süre kimse yüzüne bakmadı. Saray adeta bir harabeye dönüştü. Ta ki Wellington Dükü buraya gelip,
tavukları, çingeneleri ve dilencileri buradan
kovup, Elhamra’ya yerleşene kadar...­
Elhamra’nın temeli 1232’de atılmış olsa da,
tarih boyunca sürekli yeni ilave yapılarla
zenginleştirildi, bazen de restorasyonlar ve
yıkımlarla değerinden kaybetti. Kaynaklar
Elhamra’nın bazı bölümlerinin 15’inci yüzyılın ortalarında inşa edildiğini gösteriyor. Ama
en önemli ve estetik açıdan en değerli bölümlerin 14’üncü yüzyılda yapıldığı biliniyor.
İspanyolca’da Altın Oda anlamına gelen Cuarto Dorado, mersin çalılarıyla süslü Mersinli
Avlu ve Aslanlı avlunun tamamı bu dönemin
tarihini taşıyor. Mexuar (Arapça’da danışma
yeri anlamına gelen ‘meşaver’ kelimesinden
sözcüğünden geldiği tahmin ediliyor) tarih ediyor. Bu devasa Elhamra ‘kenti’, dış görüboyunca pek çok kez değişikliğe uğradığı için nümüyle sadeliği, iç mimarisiyle ise ihtişamı
ve süsü yansıtıyor. Tabii süs, İslami sanatın sıherhangi bir tarihe dayandırılamıyor.
nırları dahilinde, heykel ve figüratif yapıdan
uzak olacak şekilde, bahçelerindeki çiçekleri,
Saray değil, kent
Elhamra’ya ‘saray’ demek, onu küçümsemek çeşmeleri ve dereleriyle kendini gösteriyor.
anlamına gelebilir. Çünkü burası duvarları Ve tüm bunlar İslam alemindeki cennet algıiçinde altı sarayı olan kışlaları, camisi, kuş- sını yeryüzünde yaşatıyor. Elhamra’nın sınırhanesi, hayvanat bahçesi, hatta sanayi atöl- larından içeri girince kendini hissettiren boş
yeleri, 40 bin kişilik barınma kapasitesi, 14 alanlar, aslında Endülüs Müslümanları’nın dihektarlık alanıyla ‘kent’ ismini daha fazla ğer Müslüman devletlerden izole bir şekilde
hak ediyor. Hatta Arap kaynakların bir kısmı yaşarken, Hıristiyanlarla ekonomik, siyasi ve
da Elhamra’dan ‘medine’ (kent) olarak söz kültürel anlamda bağlar kurmuş olmaların-
34
saklayan bir asker engellenmiş. Bu hikaye çok
gerçekçi görünmese de Elhamra’nın en azından uzunca yıllar kaderine terkedilmiş olduğu konusunda tüm tarihçiler hemfikir.
Elhamra’nın en çok ziyaretçi akınına uğradığı mevsim yaz... Bu nedenle buranın kış aylarında
ziyaret edilmesi daha sessiz, daha sakin ve daha konsantre bir tur için ideal. Ancak yaz ya da
kış, tüm ziyaretler için rezervasyon şart. www.elhambra.org adresli siteden ya da telefonla
birkaç gün öncesinden yaptırılacak rezervasyon sırasında ziyareti geceyi de kapsayacak şekilde ayarlamak Elhamra’nın ruhunu daha iyi keşfedebilme imkânı veriyor. V. Karl Sarayı’ndaki
Elhamra müzesinde sergilenen kalıntıları da görmeden gelmemek gerekiyor.
Cennet de var, cehennem de...
İslam mimarisinin bugüne kadar ulaştığı en
üst noktalardan biri olan Elhamra, 1001 Gece
Masalları’ndaki düşleri, gerçeküstü hikayeleri ve kıssadan hisseleri, asırlık birikimleriyle
yaşatan, masallardaki mekanların içine çeken bir mimari başyapıt. Ama tüm bu cennet
imajının ardını da görmeden geçmek olmaz.
Robert Irwin’in Elhamra isimli kitabında da
dikkat çektiği gibi ‘arka bahçesi’ de vardır
sarayın. “Bazı açılardan Elhamra’nın cennet olduğu doğru olsa bile başka açılardan
Elhamra’nın Granada’daki cehennem havası
üzerinde inşa edildiğinin göz ardı edilmemesi gerektiğini söylüyor Irwin: “Erhamra’nın
yapımları sırasında köle işçi olarak Hıristiyan
esirler çalıştırıldı. Elhamra’nın duvarına kazın- İslam’ın Endülüs’e kazandırdığı kültürün doğmış olan 14’üncü yüzyıl dizelerinde gerçekten rudan etkisi göz ardı edilemez. İşte o kültürün
en güzel miraslarından biri de Elhamra’da ha1812 yılına gelindiğinde ise Fransız Kont Se- de bunlarla övünülür.”
yat bulup bugüne kadar varlığını sürdürmüşbastiani bazı kuleleri parçaladı. Rivayete göre
Elhamra, bu yıkılan kulelerin akıbetinden son İspanya bugün eğer, kültürü, topraklarında tür. Buraya yapılacak ziyaret, sadece İslamiyet
anda kurtulmuş. Çünkü Elhamra’yı ortadan yaşadığı insanları, örfleri, adetleri ve düşün- tarihinden değil, aynı zamanda uygarlık tarikaldırmak isteyen Napolyon’u patlayıcıları ce biçimleriyle bambaşka bir ülkeyse, bunda hinden izlerin de keşfi anlamına gelir.
35
Sergi
İnsanın özüne dair bir sergi: İnsan Halleri
Dali harikalar diyarında …
“Yaşadığımız kentin sokaklarında her gün sayısız yüzle göz gözeyiz. Bütün bu kent onların sesleri, onların acı ve
sevinçleri ile dolu, onlarla soluk alıp veriyor. Kentin köşesinde kara bir pano. Panonun önünde duran birbirinden
farklı insanlar. Kendilerine ait ne varsa, bütün hikâyeleri ile bize bakıyorlar. Onlar bizim dünyamız. Onlar, biz...”
Doğumundan dokuz ay önce ölen kardeşinin hem ismini hem de ailesine yansımasını üstlenen ünlü ressam
Salvador Dali, yaşamını bu gölgenin altında sürdürmüş. Zamanla bu karmaşa içerisinde kendisine bir harikalar
diyarı yaratarak orayı birbirinden eşsiz eserlerle donatmış. Ve o eserler şimdi İstanbul’da.
Kentin köşesinde kara bir pano. Panonun
önünde duran birbirinden farklı insanlar.
Kendilerine ait ne varsa, bütün hikâyeleri
ile bize bakıyorlar. Onlar bizim dünyamız.
Onlar, biz...”
‘İnsan halleri’
Sıtkı Kösemen, Ergün Turan
Süreyya Yılmaz Dernek
10 Eylül / 25 Ocak 2009
İstanbul Modern
Gece gündüz gün 24 saat… İstanbul’da 24
saat boyunca aynı yollarda yürüyen binlerce
insan var. Aynı anda aynı kaldırımda yürüyen birbirinden farklı binlerce yüz ve tüm
yüzlerin başka anıları, acıları, mutluluklarını anlatan farklı çizgileri… İşte bu yüzlerin
çizgilerini, ölüm hallerini, gülüşlerini, mimiklerini bir harita gibi bize sunan bir sergi
var bugünlerde İstanbul Modern’de: İnsan
Halleri… Sıtkı Kösemen, Ergün Turan ve Süreyya Yılmaz Dernek tam da insanın özünü
anlatan halleri karelemişler. 10 Eylül’de açtıkları fotoğraf sergisi İnsan Halleri 52 farklı
bakış, duruş, mimik, poz, hayat ve ölüm hallerinden oluşuyor.
Bir duvarda hayat, diğerinde ölüm
Dört yıl boyunca İstanbul’un farklı semtlerinde farklı yüzleri kara bir perde önünde
arşivleyen bu sergide, Ergün Turan ve Süreyya Dernek her insanın hikayesinin okunduğu
yüzlerini çekerken aslında kentin hayat hikayesini de bize sunmaktadır. Birçok kurgu
vardır filmlerde, kitaplarda aynı sahneden
insanları, tesadüfleri ve yüzleri anlatan bu
iki ustanın sokaktaki objektifinden sergiye
yansıyan başarılı çalışma da onlardan biri…
Ergün Turan ve Süreyya Yılmaz Dernek’in
sergi için söylediği ‘İnsanın şehri, şehrin
insanı anlattığını’ şu sözlerle ifade ediyor:
“Yaşadığımız kentin sokaklarında her gün
sayısız yüzle, ‘diğer’leriyle göz gözeyiz. Bütün bu kent onların sesleri, onların acı ve
sevinçleri ile dolu, onlarla soluk alıp veriyor.
36
Ölümün donukluğu
Sıtkı Kösemen’in ‘ölü taklidi’ yapan kişileri
saptadığı fotoğraflarında kapkara bir mizah
yer alıyor; savaşları, ölümleri, dünyanın içinde bulunduğu acıları protesto eden kareler...
“Hiç kimse bu poz için hayır demedi – oysa
bir portresini çekmek istediğinizde, lütfen
çekme, bu gün iyi değilim gibi sebepler öne
süren çok kişi olur” diyor Sıtkı Kösemen,
çekim sürecini anlatırken. Ölümünde taklidi olur mu diyenler için sergide asansörde,
ofiste, sokakta, evinin bahçesinde, ormanda, merdivenlerde, kayalıkların üstünde, bisikletlerin arasında farklı ölüm alanlarında
farklı ölüm halleri var. Hepsinde aynı olan
şey aslında boş, donuk bir ifade…
Her gün sayfalarda okuduğumuz ölüm haberlerinde ölüme sebep olanların ifadelerine hiç benzemiyor bu ifadeler. Belki ilerleyen dönemlerde Sıtkı Kösemen onlarında
taklidini yansıtan fotoğraf karelerini de bize
sunar.
Yan yana yürüdüğümüz yüzleri incelemek
ve hep o hayatın bir parçası değilmiş gibi
düşündüğümüz ölümün taklitlerini görmek
için 25 Ocak 2009’a kadar vaktimiz var.
‘İstanbul’da bir sürrealist:
Salvador Dali’
20 Eylül / 20 Ocak 2009
Sakıp Sabancı Müzesi / Emirgan
Dali’nin gerçekliğine dal...
Artık yerde kanlı yatan İspanyol boğalarının yerini insanların aldığı karışık bir sürgün bahçesi olan Avrupa’da II. Dünya Savaşı başlamıştır. Bu günlerde Dali ve Sevgili Gala’sı için Amerikan rüyasına doğru bir
yolculuk başlamıştır. Ve bir ressamı tetikleyen her şey vardır Dali’nin hayatında... Savaş, hüzün, aşk, kaçamak, sürrealizm karşıtlığı ve para tutsaklığı suçlamaları gibi...
“Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak
izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de
benden çok onu.. Babamın sevgisinin bu
sınırları yaşamımın ilk günlerinde itibaren
çok büyük bir yara oldu benim için” diyen
Dali gerçeklikle doğduğu günde yüzleşmiştir.
Düşsel dünyanın kapılarını aralayan, eserlerini yorumlarken bilinç ile bilinçdışını bütünleştiren bir yolu seçen İspanyol ressam
fotoğraf, film ve heykel gibi bir çok alanda eser yaratmıştır. 11 Mayıs 1904 yılında
doğan ünlü ressam doğumundan 9 ay
önce ölen kardeşi Salvador’un hem ismini
hem de ailesinde olan yansımasını borç almıştır. Bu talihsiz ölümün ardından gelen
doğum Dali’yi etkilemiş ve The Secret Life
of Salvador Dali adlı otobiyografisinde”iki
su damlası gibi birbirimize benziyorduk,
fakat yansımalarımız farklıydı [...] O, herhalde benim fazla mutlak olarak tasarlanmış ilk versiyonumdu” diye satırlarda
ölümsüzleşmişti.
Harikalar diyarında Dali artık büyümüş ve
masallara sığmayan kahramanlardan Joan
Miró, André Breton, Sigmund Freud, Max
Kardeşler Paul Éluard ve Pablo Picasso ile
arkadaş olmuştur. Resimlerindeki eriyen
saatlerinin, kadın sembollerinin, uyuyan
sigara içicilerin, isimsiz bedenlerin, askerlerin ne denli zengin bakış açısı ile işlendiği ve etkilendiği isimlerin ne kadar güçlü
olduğunu göstermektedir.
37
Dali bu karmaşa içerisinde harikalar diyarında yarattığı resim, çizim, heykel,
gravür, enstalasyon, hologram, stereoskopi, fotoğraf eserlerini kendi içinde
doğduğu gibi kötü bir kadere emanet
etmemiş. Özgünlüklerini koruyacakları bir çatı olan Salvador Dali Vakfı ve
Dalí Tiyatro-Müzesi’ne emanet etmiş.
İşte bu ünlü İspanyol Sürrealist Kumda
Yatan Figürler, Denizin Önündeki Masa,
Ölüm Şovalyesi, Freud Portresi, Güneş Tutulması ve Bitkisel Osmoz, Aşk Duygusunu İfade Eden 2 Parça Ekmek, Başı Bulut
Dolu Adam ve Atomik Leda gibi 270 eseri
ile şimdi İstanbul’da...
Akbank’ın 60.yıl kutlaması sebebiyle sponsor olduğu bu sergiyi ziyaret edenler akıllarında şu soru ile çıkacaklar… Dali kim
bilir bu gerçek üstü şehir olan İstanbul’u
görseydi nasıl anlatırdı?
DVD / Kitap
Alexandra
(Aleksandra)
There Will
Be Blood
(Kan
Dökülecek)
Le Promeneur
du champ
de Mars
(Son Sosyalist
Mitterand)
Orjinal dil: Rusça
Dublaj: Türkçe
Altyazı: Türkçe
Süre: 95 dk
Orjinal dil: İngilizce
Dublaj: Türkçe
Altyazı: İng., Rumence, Türkçe, Yunanca
Süre: 152 dk
Orjinal dil: Fransızca
Dublaj: Türkçe
Altyazı: Türkçe
Süre: 116 dk
Savaş, o ülkenin insanlarının hayatlarını
nasıl alt üst eder? Hissiyatlar arasında
hangi iyi/kötü/acı/tatlı köprüler kurulur?
Kışla hayatı askerleri nasıl etkiler? Ölümle yaşam arasında geçen günler hayata
nasıl anlamlar yükler? Sokurov’un son
filmi Aleksandra, 7 yıldır görmediği oğlunu ziyarete giden bir annenin hikayesinden yola çıkarak tüm bu soruları
sorduruyor ve yönetmenin gözünden
ortaya çıkan cevapları gösteriyor sinemaseverlere. Filmde anne ve oğul portreleri, ne entelektüel yaklaşımın gölgesinde kalıyor, ne de gişe rekorları kırmaya aday bir basitliğe indirgeniyor. Yani
tam da Sokurov’un kendi çizgisinden
göz kırpıyor.
2007 yılında vizyona giren ‘Kan Dökülecek’, 20’nci yüzyılın başlarında petrolle
tanışan ABD kapitalizminin vahşiliğini,
bu sürecin devinimi içerisindeki güç savaşlarını, rekabetçi yapısını müthiş bir
hikayeyle kurguluyor. Upton Sinclair’in
Petrol isimli kitabından yola çıkılarak yazılan senaryonun başrol oyuncusu Daniel
Plainview, tam da dönem kapitalizminin
ihtiyacı olan bir karakter: Amacı uğruna
gözünü kırpmadan adam öldüren, çürüğe çıkan oğlunu terk etmekte tereddüt
etmeyen ve oğlu bir gün büyüyüp ayakları üzerinde durmaya çalıştığında onu
rekabetin karşı safında konumlandıran
bir ‘zalim’. Çünkü ahlak anlayışı sadece
‘rekabet’ ve ‘bencillik’ üzerine kurulu...
1981-1995 yılları arasında Fransa’da
Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan ve
Fransa da en uzun süre görev yapmış
Cumhurbaşkanı olma unvanını elinde
bulunduran François Mitterand, ülkenin Sosyalist bir partiden seçilmiş son
başkanı... Fransızlar’ın Mitterand anısına çektikleri ‘Son Sosyalist Mitterand’
hayatının anlamını bulamamış, yaşama
bir türlü dört kolla sarılamayan genç gazeteci Antoine Moreau’nun hikayesini
konu alıyor. Moreau, prostat kanserine
yakalanan Cumhurbaşkanı Mitterand’ın
son günlerinde yanındadır. Genç gazeteci, Mitterand’la kurduğu ilişki sürecinde ondan politika, tarih, aşk ve edebiyat
üzerine birçok şey öğrenir.
38
Kalbin
Limon Hali
Elif Ayla
Masumiyet
Müzesi
Orhan Pamuk
Uyku Şehir
Behiç Ak
Kalbin Limon Hali
Elif Ayla,
hayykitap, 2008
136 sayfa
Masumiyet Müzesi
Orhan Pamuk
İletişim Yayınevi, 2008
592 sayfa
Uyku Şehir
Behiç Ak,
İletişim Yayınları, 2008
142 sayfa
Kalbin Limon Hali her biri bir başka şerbetle “tatlanan” öykülerden oluşuyor.
Elif Ayla, yalın ve çarpıcı üslubuyla kadının aynasına düşen hayatları, mutfaktan
evliliğe kadına dair “mahrem”leri, susan
kadının çığlık atan hikâyelerini anlatıyor... Anlattığı kadınlar gibi duru ama
güçlü öyküler; anneannesinin, annesinin, şerbetini, evde kaynatılan şurupları
özleyenlerin kalbine kâh tatlı kâh buruk
bir dokunuş Kalbin Limon Hali. Limon
şerbeti, kayısı şerbeti, demirhindiba şerbeti, erik şerbeti, gül şerbeti... Her öyküde bir şerbet, bir tarif, bir hayat. Mübeccel Hanım, Zeynep, Kazime Hanım, hep
bildiğimiz, tanıdığımız, canı yansa da
yüksek perdeden bağırmayan kadınlar.
Bir adım geride duran, aldatılan, aldatılan ama aldatılmıyor“muş” gibi yapan,
törelerden canı yanan kadınlar... Elif
Ayla’nın öykülerinde bir köşede sessizce
oturup “mahrem” yaşamlara ortak oluyoruz. Boğazımız düğümlense de kimi
zaman, ikram şerbet olunca, tatlandırıyor dilleri, gönülleri.
Kitaptan haberi olmayan kaldı mı? Tüm
kitapevleri vitrinlerinde özel bir köşe
ayırdılar bu kitap için, üstelik bunların
çoğu yayınevinin pazarlama planı dahilinde değildi. Orhan Pamuk, Nobel ödülünü aldıktan sonra yayınlanan ilk kitabıyla bir Nobel ödülü daha almış kadar
oldu. İlgi ve satışlar istenilen düzeyde...
Üstelik bu kitapta işlenen hikâye daha
‘hafif’...
Zamanı tutan, anın keyfini çıkarmaya
çalışan, modernizme başkaldıran, çokça
düşünen, muhafazakar bir dede... Gözünü kapitalizme açmış ve gençliğinde
kapitalizmi düşman bellemiş, devrimcilik yaparak direnmiş, bir süre sonra tüm
ideallerini bir kenara bırakarak günümüz liberallerinden, orta sınıftan biri
haline gelmiş bir baba... Kafka, Marks,
Lenin, emparyalizm ve Sartre’ı tekeline
alan babasının kuşağına tepkili, en iyi
dostu ise sistemin küfürbaz muhalifi Bukowski olan, sınırları zorlayan, hayatını
ince bir çizgiye yaklaştırma girişimlerinde bulunan bir oğul.
Türk aile yapısındaki ilişkilere her zamanki Orhan Pamuk üslubuyla kıyısına
köşesine ayna tutan kitabın kurgusu,
derin bir aşk hikayesi üzerinde yükseliyor. Aradaki ilişkinin boyutları, evlilik,
arkadaşlık, cinsellik, tutku, aile ve mutluluk gibi kavramları didik didik ediyor
ve rengarenk bir dünyayı gün yüzüne
çıkarıyor. 1970’li yıllarda Kemal isimli
bir gencin Füsun’a duyduğu aşkın, tutkuyla beslenen ve ortaya çıkan erdemin
kelimelere dökülen büyüsü daha ilk
sayfalardan okuyucuyu yakalıyor ve 592
sayfa boyunca varlığını koruyor.
39
Üç bölümde anlatılan bu üç kuşak dede,
baba ve oğul kendi hikâyelerini, hayatlarını yansıtan kendi mekânlarında yaşıyor; zamanın asla dokunamadığı kapalı
bir hayattan, zamanın bütün insanların
hayatına hükmettiği bir devre, oradan
da zamanın uykudaki kadar belirsiz ve
ölçülemez olduğu bir ana varıyorlar
Uyku Şehir’de.
Bir küresel ısınma macerası
Bölüm 3
TNT uçağı Şangay’a
yaklaşıyor… Paletlerde
uyuyan kutup ayısı
Kuzey kutuplarındaki
evinin sessizliği ve
huzuru hakkında düşler
kuruyor. Ve karnı
tekrardan acıkıyor.
Ve kutup ayısı kendine uygun
boyutta ‘planet me’ çubuklarını
ayırıyor.
Cömert ev sahibi Panda misafirine
TNT’nin ‘Planet me’ yemek
çubuklarından hediye ediyor.

Benzer belgeler

Hayatta kalite arayanlar bu kentlere aşık olur!

Hayatta kalite arayanlar bu kentlere aşık olur! hoşça vakit geçireceğinizi umuyoruz. Hepinize keyifli okumalar.

Detaylı

geleceğe dönüş

geleceğe dönüş Ömür Matbaacılık A.Ş. Tel: 0212 422 76 00 Fax: 0212 422 46 00 • Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, Temmuz 2008 • İmtiyaz Sahibi, Sorumlu Müdür ve Yönetim Yeri Adresi: Ertürk Sok. Uzka İş Merkezi No:9 ...

Detaylı