E.Ü. HYO Dergisi Cilt 24 - Sayı 1 - 2008 - Hemşirelik Fakültesi
Transkript
E.Ü. HYO Dergisi Cilt 24 - Sayı 1 - 2008 - Hemşirelik Fakültesi
EGE ÜNĐVERSĐTESĐ HEMŞĐRELĐK YÜKSEK OKULU DERGĐSĐ Cilt: 24 Sayı: 1 V 2008 ISSN – 1300 – 3046 Cilt 24, Sayı 1 2008 Yayın Sahibi Prof. Dr. Gülümser ARGON Hemşirelik Yüksek Okulu Adına Sorumlu Müdür Prof. Dr. Ahsen ŞĐRĐN Yayın Alt Komisyonu Prof. Dr. Çiçek FADILOĞLU (Başkan) Prof. Dr. Gülümser ARGON Prof. Dr. Alev DIRAMALI Prof. Dr. Ayla BAYIK TEMEL Doç. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL Dergi Yayın Kurulu Prof. Dr. Olcay ÇAM (Editör) Prof. Dr. Leyla KHORSHID (Editör Yrd) Prof. Dr. Ahsen ŞĐRĐN Prof. Dr. Aynur ESEN Prof. Dr. Süheyla ALTUĞ ÖZSOY Doç. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL Doç. Dr. Meryem YAVUZ Basım Yeri Ege Üniversitesi Basımevi Bornova – Đzmir Baskı Tarihi 01.08.2008 Yönetim Yeri Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu (EÜHYO) tarafından yılda üç sayı/bir cilt olarak yayınlanır. HAKEMLĐ DERGĐ VII AÇIKLAMALAR Bu dergi 22 Ekim 1984 gün ve 18553 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan "Üniversitelerde Ders Aracı Olarak Kullanılan Kitaplar, Teksirler ve Yardımcı Ders Kitapları Dışındaki Yayınlarla Đlgili Yönetmelik" bağlamında yayınlanmaktadır. Yayın Türleri Adı geçen yönetmeliğin 2. ve 3. maddeleri uyarınca dergide eğitim ve araştırma çalışmalarına paralel olarak orjinal araştırma raporları, bilimsel tarama yazıları, yeni bir yöntem veya teknik tanımlayan kısa bildiri yazıları ve çok önemli bilimsel çeviriler yayınlanabilir. Yayın Hakları Yayınlanacak yazıların bilim dil bakımından sorumluluğu yazarlara aittir. Yayın Kurulu gerekli değişiklik veya kısaltmaları yazardan isteyebilir veya yazarın izni alınarak içeriği bozmayacak değişiklikler yapabilir. Basılmayacak yazılar için bir ay içinde yazara bilgi verilir. HEMŞĐRELĐK YÜKSEKOKULU DERGĐSĐ DERGĐ HAKEM KURULU PROFESÖRLER AKBAYRAK Nalan AKDEMĐR Nuran AKSOY Güler AKYOLCU Neriman ALGIER Lale ARGON Gülümser ARSLAN Hediye AŞTI Nesrin AŞTI Türkinaz BAHAR Zuhal BAYIK TEMEL Ayla BAYRAKTAR Nurhan BEDÜK Tülin BULDUKOĞLU Kadriye BUZLU Sevim ÇAM Olcay ÇAVUŞOĞLU Hicran ÇĐMETE Güler DIRAMALI Alev DOĞAN Selma ENÇ Nuray ERDĐL Fethiye ERDOĞAN Semra EROĞLU Kafiye ESEN Aynur EŞER Đsmet ETĐ ASLAN Fatma FADILOĞLU Çiçek GÖKDOĞAN Feray GÖRGÜLÜ Selma GÖZÜM Sebahat HATĐPOĞLU Sevgi KANAN Nevin KARADAKOVAN Ayfer KARANĐSOĞLU Hacer KARATAŞ Nimet KHORSHID Leyla KIZILKAYA BEJĐ Nezihe KOCAMAN Gülseren KÖMÜRCÜ Nuran NAHÇĐVAN Nursen OCAKÇI Ayşe OKUMUŞ Hülya OLGUN Nermin ÖZ Fatma ÖZBAŞARAN Ferda ÖZHAN ELBAŞ Nalan ÖZSOY Süheyla PASĐNLĐOĞLU Türkan PEK Hatice PINAR Rukiye SABUNCU Necmiye SAVAŞER Sevim SEVĐĞ Ümit SEVĐL Ümran ŞĐRĐN Ahsen TAŞOCAK Gülsün TERZĐOĞLU Fisun ULUSOY Filiz ÜSTÜN Betsi DOÇENTLER ABAAN Süheyla BAŞBAKKAL Zümrüt ÇELĐK Sevilay DĐNÇ Leyla ECEVĐT ALPAR Şule EMĐROĞLU Oya Nuran ERCĐ Behice ERDEMĐR Firdevs KARADAĞ Ayişe KARADENĐZ Gülten UÇAR Hülya YAVUZ Meryem YILDIRIM Aytolon YILDIZ Suzan V ĐÇĐNDEKĐLER Editörden Araştırmalar - Hemşire ve Hekimlerin Ağrılı Hastaya Yaklaşımlarına Đlişkin Hastaların Görüşlerinin Đncelenmesi A Study About Patients’ Views Related To Approaches Of The Nurses And Doctors To The Patients In Pain Đsmet EŞER, Leyla KHORSHID, Gülşah GÜROL ARSLAN ...................... 1-14 - Hemşirelik Mesleğini Algılamada Đlk Klinik Uygulamanın Etkisi The Effect Of The First Clinical Practice To The Perception Of Nursing Đsmet EŞER, Leyla KHORSHID, Yıldız DENAT...................................... 15-26 - Annelerin Uyguladığı Masajın Prematüre ve Düşük Doğum Ağırlıklı Bebeklerin Büyüme Gelişmesine Etkisi The Effect of Massage on Growth Development of Premature Infants and Babies With Low Birth Weight Seher SARIKAYA KARABUDAK, Candan ÖZTÜRK ............................... 27-42 - Hemşirelik Yüksekokulundaki Öğrencilerin Hemşirelik Mesleği ve Eğitimi Đle Đlgili Görüş ve Beklentileri School Of Nursing Students’ Views And Expectations Related To Nursing Profession And Education Semra ÜNLÜ, Gönül ÖZGÜR, Aysun BABACAN GÜMÜŞ ..................... 43-56 - Hemşirelik Öğrencilerinin Yaşam Kalitesi Konusundaki Görüşleri ve Yaşam Doyumları The View Of Nursing Students Regarding To Quality Of Life And Their Life Satisfaction Gönül ÖZGÜR, Serap YILDIRIM, Gülcan ZĐYARETLĐ .......................... 57-65 - Hemşirelerin Stresle Baş Etme Tarzları Đle Depresyon Belirti Düzeyleri Arasındaki Đlişki The Relation Between Depression Symptomes’ Level And Stres Coping Strategies Of Nurses Çiğdem TATAR YÜKSEL, Gönül ÖZGÜR .............................................. 67-82 Derleme Yazılar - Bedenden Ruha: Pediatrik Konsültasyon Liyezon Hemşireliği From Body To Soul: Pediatric Consultation Liaison Nursing Fatma TAŞ, Seher SARIKAYA KARABUDAK, Bahire BOLIŞIK .............. 83-89 - Cerrahi Hemşireliğinde Aile Merkezli Yaklaşım Family-Centered Approach In Perioperative Nursing Nurten TAŞDEMĐR, Meryem YAVUZ .................................................... 91-99 VII - Kan Transfüzyonunda Hemşirenin Dikkat Etmesi Gereken Noktalar Important Points In Blood Transfusion For Nurse Filiz ÖĞCE ......................................................................................101-112 - Menstruasyon Sporcularda Günlük Yaşam Aktivitelerini Nasıl Etkiler? How Does Menstruation Impact The Activities Of Daily Living Among Sportswomen? Güliz ONAT BAYRAM, Aylin AKTAŞ .................................................113-121 Editörden Okura, Değerli Okuyucularımız, Okulumuzun dergisinin 2008 yılı ilk sayısını çıkarırken dergimize gösterilen yoğun ilgi nedeniyle, memnuniyetimizi bildirmek isterim. Ancak yayın sayısındaki artış hızıyla, derginin basım hızı paralel gidemediği için, yeni bilgileri aynı hızla ulaştırmamız biraz gecikmiş oldu. Basım sürecindeki sıkıntılar Üniversitemizde de yaşanmaktadır. Önümüzdeki sayılarda bu sıkıntıların aşılacağını, kaliteli yayınların en hızlı şekilde basılacağını ve çağdaş bilgilere meslektaşlarımızın hızla ulaşacağını ümit ediyorum. Bu sayıda 6 araştırma ve 4 derleme makale yer almaktadır. Makalelerin konuları çeşitlilik göstermekte olup, her biri hemşirelik açısından önemli konulardır. Yeni konuların ele alınacağı makaleleriniz için ışık tutacağını ümit ederek yazarlarımıza, hakemlerimize ve okuyucularımıza sevgi ve saygılarımı sunarım. Prof. Dr. Olcay ÇAM EDĐTÖR [email protected] [email protected] Đletişim Mail Adresi: Özen DURAKOĞLU [email protected] Posta Adresi: Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Yayın Đşleri 35100 Bornova/ĐZMĐR IX Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 1-14, 2008 HEMŞĐRE VE HEKĐMLERĐN AĞRILI HASTAYA YAKLAŞIMLARINA ĐLĐŞKĐN HASTALARIN GÖRÜŞLERĐNIN ĐNCELENMESĐ A STUDY ABOUT PATIENTS’ VIEWS RELATED TO APPROACHES OF THE NURSES AND DOCTORS TO THE PATIENTS IN PAIN Prof.Dr. Đsmet EŞER* Prof.Dr. Leyla KHORSHID* Öğr.Gör.Dr. Gülşah GÜROL ARSLAN** *E.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Hemşirelik Esasları AD. **Celal Bayar Üni.Manisa Sağlık Yüksekokulu Bu araştırma, 3. Uluslararası ve 10. Ulusal Hemşirelik Kongresinde Poster Bildiri olarak sunulmuştur 7-10 Eylül 2005, Đzmir AKM ÖZET Amaç: Bu araştırma, hemşire ve hekimlerin ağrılı hastaya yaklaşımlarına ilişkin hastaların görüşlerini ve beklentilerini incelemek amacıyla planlanmış tanımlayıcı bir çalışmadır. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini Temmuz-Eylül 2005 tarihleri arasında Manisa Devlet Hastanesi dahili ve cerrahi servislerinde yatan, olasılıksız örneklem seçim yöntemiyle belirlenen, araştırmaya katılmayı kabul eden 117 ağrılı yetişkin hasta oluşturdu. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu ile toplandı. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Bilimsel Etik Kurulu ve Manisa Devlet Hastanesi’nden izin alındı. Çalışmanın istatistiksel analizinde ki-kare testi kullanıldı. Bulgular ve Sonuç: Hastaların yaş ortalaması 45.1±14.8’dır. Hastaların %69.2’si kadın %68.4’ü evli, %54.7’si ortaokul veya altı eğitim düzeyindedir. Hastaların yarısından çoğu (%59.8) cerrahi servisinde yatmaktaydı. Hastaların yarısından azının (%45.3) ağrısının nedenini bilmediği, %55.6’sında ağrı kesicilerin bazen etkili olduğu saptandı. Ağrılı hastaların %76.1’i ağrısı olduğunda hemşirenin, %65.8’i hekimin kendisiyle ilgilendiğini belirtti. Hastaların yaş gruplarına göre, ağrılarını hekim veya hemşireye sözel olarak ifade etme oranları arasında anlamlı fark olduğu saptandı (x²=9.29, p<0.05). Yaş arttıkça bireylerin ağrılarını hekime veya hemşireye söyleyerek ifade etme oranı da artmaktadır. Hemşirelerin büyük çoğunluğunun ağrısı olduğunda hastalara ağrı kesici ilaç verdikleri ancak hastaların bunun yanında hemşirelerden ilaç dışı yöntemler uygulamalarını bekledikleri; hekimlerin de ağrılı hastalara analjezik verdikleri ve hekimlerin bu yaklaşımının hastaların beklentisini karşıladığı saptandı. 1 Sonuç olarak, hastaların yaş, cinsiyet, eğitim, ekonomik durum ve ağrı sıklığının hekim ve hemşirenin yaklaşımını etkilemediği saptandı (p>0.05). Hekim ve hemşirelerin hastaların ağrılarını dikkate aldıkları bulundu. Anahtar Kelimeler: Ağrı, hasta, hemşire yaklaşımı, hekim yaklaşımı. ABSTRACT Objective: This is a descriptive study that aimed to detect of patients’ views about approaches of the doctors and nurses to the patients in pain. Methods: The sample of this descriptive study was consist of 117 voluntary adult patients in pain who hospitilized, between the dates of JulySeptember 2005 in internal and surgical clinics of Manisa State Hospital. The data collected by means of questionnaire developed by the researchers. Approval to conduct the study was obtained from the hospital, the Ege University Nursing High School Ethic Committe. In this study descriptive statistics and chi-square test was used. Results: Mean age of the patients was 45.1±14.8 years. Most of the patients (69.2%) were women, 68.4% were married, 54.7% were educated primary school or lower education level. More than half of the patients (59.8%) were treated in surgical service. Less than half (45.3%) of the patients didn’t know cause of their pain and analgesics are sometimes effective on the 55.6% of the patients. Most of the patients (76.1%) in pain were stated that nurses had regarded for them and, 65.8% of them expressed that the doctors had regarded for them. According to the age groups of the patients it was determined that there was a significant difference between stating their pain to the nurse or the doctor (x²=9.29, p<0.05). While the age increases, rate of stating their pain to the nurse or the doctor also increased.It is determined that most of the nurses gave analgesics to patients who had pain but the patients expected to application nonpharmacologic metods beside analgesics from nurses; also doctors gave analgesics to patients who had pain and this approach was respond to patients' expectation. Conclusion: it was determined that the age, gender, education and economical status or frequency of pain did not effect approaches of nurses and doctors (p>0.05). It was found that, doctors and nurses were regarding for the patients in pain. Key Words: Pain, patient, physician approach, nurse approach. GĐRĐŞ Evrensel bir deneyim olan ve yüzyıllardır insanoğlunun açıklamaya çalıştığı ağrı kavramının günümüzde en geçerli tanımını Uluslararası Ağrı Araştırma Teşkilatı (IASP) yapmıştır. Bu teşkilata göre ağrı; var olan veya olası doku hasarına eşlik eden veya bu hasar ile tanımlanabilen, hoşa gitmeyen duygusal ve emosyonel bir deneyimdir (Miller ve Newton 2006, Aslan 2002, Özer ve Bölükbaş 2001). Ancak klinik olarak en yararlı tanımı Mc Caffery yapmıştır. Bu tanıma göre; 2 “Ağrı, hastanın söylediği şeydir, eğer söylüyorsa vardır.” (Ferrell ve ark. 1991, Olgun ve Aslan 1998, Yürügen 2001). Etkili ağrı yönetimi rehberlerinde de hastanın ağrı ifadesinin değerlendirilmesinin önemli bir kriter olduğu belirtilmektedir (Slack ve Faut-Callahan 1991). Ağrıyı dindirmek için öncelikle ağrının tanımlanması gerekir. Đyi bir ağrı kontrolü hastayı rahatlatma ve yaşam kalitesini yükseltmenin yanı sıra komplikasyon insidansını ve hastanede yatma süresini azaltmada etkilidir. Bu yönüyle ağrı kontrolü ağrının neden olduğu maddi kayıpların önlenmesi açısından da önemlidir. Ağrı kontrolünde ekibin üç önemli üyesi hasta, hemşire ve hekimdir (Özer ve Bölükbaş 2001, McMillan ve ark. 2000). Başarılı ağrı kontrolünde üyelerin her biri farklı yönlerden katkı sağlar. Hekim, hastanın fiziksel patolojisine göre ilaç yazar; hemşire, hastanın tedaviye verdiği yanıtları değerlendirir; ağrılı hasta da ağrının seyri hakkında bilgi verir. Bu nedenle ağrının farmakolojik kontrolü multidisipliner bir yaklaşım gerektirir (Kocaman 1994). Ağrı literatürü incelendiğinde, konuyla ilgili çalışmaların, hastaların ağrı deneyimi ve şiddeti ile ilaçların ağrı kontrolündeki etkinliğini belirlemede yoğunlaştığı görülmektedir. Oysa hemen herkesin yaşamı boyunca birçok kez deneyimlediği ve çoğu zaman kendi kendine gidermeye çalıştığı ağrı sorunu ile başa çıkmak için hastaların hemşire ve hekimlerden nasıl bir yaklaşım gördükleri ve bu konudaki beklentilerini gösteren çalışmaların olmadığı görülmektedir. Çalışma, hemşire ve hekimlerin ağrılı hastaya yaklaşımlarına ilişkin hastaların görüşlerini incelemek amacıyla planlandı. GEREÇ VE YÖNTEM Araştırmanın evrenini Temmuz-Eylül 2005 tarihleri arasında Manisa Devlet Hastanesi dahili ve cerrahi servislerinde yatan hastalar oluşturdu. Bu hastalardan araştırmaya katılmayı kabul eden 117 ağrılı yetişkin hasta örneklemi oluşturdu. Verilerin toplanmasında, sosyodemografik bilgiler ve araştırmacılar tarafından ilgili literatür doğrultusunda hazırlanmış hastaların ağrılı durumda hemşire ve hekimlerden gördükleri yaklaşımları ve bu konudaki beklentilerini içeren soru formu kullanıldı. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu ile toplandı. Çalışmanın istatistiksel analizinde ki-kare testi kullanıldı. BULGULAR VE TARTIŞMA Hastaların yaş ortalaması 45.1+14.8 olup, %69.2’si kadın (n=81), %68.4’ü (n=80) evli, %54.7’si (n=64) ortaokul ve altı eğitim düzeyindedir. Hastaların %59.8’i (n=70) cerrahi servisinde yatmaktaydı. 3 Hastaların yarısına yakınının (%45.3) ağrısının nedenini bilmediği saptandı. Bunun, hastaların sağlık ekibi üyeleri tarafından hastalıkları hakkında yeterince bilgilendirilmemelerinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Hastaların %55.6’sında ağrı kesicilerin bazen etkili olduğu bulundu. Yeterli ağrı kontrolünün sağlanamadığını görülmektedir. Yetersiz ağrı kontrolü klinik uygulamada yaşanan eski ve yaygın bir sorundur (Beck ve Falkson 2001). Ağrıları olduğunda hastaların; %76.1’i hemşirenin, %65.8’i hekimin ilgilendiğini belirtti. Hastaların ağrısı ile daha çok hemşirelerin ilgilenmesinin, analjezik uygulaması ve ağrı izleminin hemşirelerin sorumluluğunda olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Tablo 1. Hastaların Ağrı Deneyimleri Đle Ağrı Kontrolüne Đlişkin Hemşire Ve Hekimlerden Karşılaştıkları Yaklaşımların Dağılımı Hemşire ve Hekimin Ağrılı Hastaya Yaklaşımı Hekimi çağırıp, önerdiği ağrı kesici ilacı veriyor Ağrılı hastaya hemşirenin yaklaşımı Ağrı kesici ilaç veriyor Ağrıyı değerlendiriyor Hemşireden ilaç uygulamasının istiyor Ağrılı hastaya Ağrı kesici ilaç veriyor hekimin yaklaşımı Ağrıyı değerlendiriyor Benimle konuşarak rahatlamamı sağlıyor Sayı 34 % 29.1 87 33 48 74.4 28.2 50.0 25 12 11 26.0 12.5 11.5 * Birden fazla yanıt verildiğinden yüzdeler her ifade ile ilgili n üzerinden alınmıştır. Tablo 2. Hastaların Ağrı Deneyimleri Đle Ağrı Kontrolüne Đlişkin Hemşire Ve Hekimlerden Bekledikleri Yaklaşımların Dağılımı Ağrılı Hastanın Hemşire ve Hekimden Beklediği Yaklaşım Psikolojik destek sağlaması Hekime haber vererek ilaç Hastanın ağrısı vermesi olduğunda Ağrının nedenini ortadan hemşireden kaldırması beklediği yaklaşım Pozisyon değiştirmesi ve masaj uygulaması Psikolojik destek sağlaması Hastanın ağrısı Đlaç vermesi olduğunda Ağrının nedenini ortadan hekimden beklediği kaldırması yaklaşım Pozisyon değiştirmesi ve masaj uygulaması Sayı % 40 43 34.2 36.8 38 32.5 24 20.5 43 95 56 36.8 81.2 50.4 31 26.5 *Birden fazla yanıt verildiğinden yüzdeler her ifade ile ilgili n üzerinden alınmıştır. 4 Tablo 3. Hastalara Göre Hemşire ve Hekimlerin Ağrılı Hastaya Yaklaşımlarını Etkileyen Faktörlerin Dağılımı Hastalara göre; Kişilik yapısı Psikolojik durumu Đş yükü/yorgunluk Bireysel ağrı deneyimi Kişilik yapısı Hekimin ağrılı hastaya Psikolojik durumu yaklaşımını etkileyen Đş yükü/yorgunluk faktörler Bireysel ağrı deneyimi Hemşirenin ağrılı hastaya yaklaşımını etkileyen faktörler Sayı 54 56 74 30 54 56 76 31 % 46.2 47.9 63.2 25.6 46.2 50.4 65.0 26.5 * Birden fazla yanıt verildiğinden yüzdeler her ifade ile ilgili n üzerinden alınmıştır. Amerikan Ağrı Derneği ve Amerikan Geriatri Derneği ağrı değerlendirmesinde altın standartlardan birinin, hastanın ağrısını sözel olarak ifade etmesi olduğunu belirtmektedirler (Herr 2002). Bu çalışmada, hastaların %52.1’inin (n=61) ağrısını davranışsal, %47.9’unun (n=56) ise sözel olarak ifade ettikleri bulundu. Chung ve arkadaşları (1999) çalışmalarında hastaların %46.2’sinin ağrılarını ifade etmekten çekindiğini, Pederson ve Paran (1999) ise hastaların ağrılarını sözel olarak ifade ettiklerini saptamışlardır. Hastaların ağrı değerlendirmesinde en önemli öge olan ağrının sözel olarak ifade edilmesinden çok davranışsal ifadeleri kullandıkları görülmektedir. Literatürde belirtildiği gibi hastalar, iyi hasta olma, özellikle kültürel etkenler ile ağrıya katlanma eğilimi gösterebilmektedir (Kuğuoğlu 2006, Kocaman 1994, Potter ve Perry 1993). Hastaların büyük çoğunluğu (%74.4) ağrısı olduğunda hemşirelerin ağrı kesici ilaç verdiklerini, küçük bir oranı ise ağrıyı değerlendirdiğini belirtti (Tablo 1). Hemşirelerin ağrı yönetimi konusunda ağrı değerlendirme gibi bağımsız fonksiyonlarını yerine getirmeyip, bağımlı fonksiyonlarla sınırlı kaldıkları görülmektedir. Oysa ağrı yönetimi ağrı değerlendirmesi ile başlar (Kocaman 1994). Hemşirelerin bilgi ve davranışlarındaki yetersizlikler etkisiz ağrı yönetiminin bir nedeni olarak gösterilmektedir (Rond ve ark. 2000). Hastanın ağrısı olduğunda, hekimlerin çoğunluğunun ilaç uyguladığı, %11.5’inin ise hasta ile konuşarak rahatlamasını sağladığı saptandı (Tablo 1). Đlaç uygulaması, ağrı kontrolünde hastaların hekimden bekledikleri bir yaklaşımdı (Tablo 2). Bu durumun hekimin ilaç istemi verme yetkisine sahip olması ve ilaç dışı yöntemleri pratikte yaygın olarak kullanmamalarından kaynaklandığı düşünülmektedir. Hemşire ve hekimlerin ağrı giderilmesi amacıyla en fazla ilaç verdikleri görülmektedir (Tablo 1). Hekimlerin ilaç vermesi hastaların hekimlerden bekledikleri bir yaklaşımdı (Tablo 2). Ancak, hastalar hekim ve hemşirelerden ağrılarını ortadan kaldırmaları ve psikolojik destek, masaj, pozisyon değiştirme gibi ilaç dışı ağrı giderme yöntemlerini 5 uygulamalarını da beklemektedir (Tablo 2). Hastaların, hemşire ve hekimlerden bekledikleri ve karşılaştıkları yaklaşımlar arasında fark olduğu görülmektedir. Ayrıca, hastaların ağrı nedeninin ortadan kaldırılması ve ilaç verilmesi konusunda hekimlerden beklentilerinin hemşirelere göre daha yüksek olması (Tablo 2) hekimin tedavi edici rolü ile ilişkili olabilir. Özer ve arkadaşları (2006) hemşirelerin %52.5’inin kliniklerinde ağrılı hastalar için ilaç dışı bir yöntem isteminde bulunulmadığını ifade ettiklerini saptamışlardır. Hastalar, hemşire ve hekimlerin ağrıya yaklaşımlarını en fazla etkileyen faktörün iş yükü/yorgunluk ikincisinin ise psikolojik durum olduğunu belirttiler (Tablo 3). Sağlık personelinin tükenmişlik sorunu yaşadığı ve bu durumun hastaya verilen hizmeti etkilediği bilinmektedir (Çimen 2002, Aslan ve Aslan 1997). Hastaların yaş grubuna göre, ağrılarını hekime veya hemşireye sözel olarak ifade etme oranları arasında anlamlı fark olduğu saptandı (x²=9.29, p<0.05). Yaş arttıkça bireylerin ağrılarını hekime veya hemşireye sözel olarak ifade etme oranı artmaktadır. Literatürde, hastanın yaşının ağrı ifadesine etkisine ilişkin farklı sonuçlar yer almaktadır (Kocaman ve Karayurt 2001, Olgun ve Eti Arslan 1998). Tablo 4. Hastaların Yaş Grubuna Göre; Hemşire ve Hekimin Ağrı Yaklaşımına Đlişkin Görüşlerinin Karşılaştırılması Yanıtlar Hekim ağrı kesici veriyor Özellikler YAŞ 18-29 yaş 30-39 yaş 40-50 yaş 51 ve üzeri yaş % 5.4 30.3 25.0 39.3 Test p X²: 8.40 Sd: 0.84 .038 Hemşire hekime haber verip önerdiği ağrı kesici ilacı veriyor % Test P 18-29 yaş 9.3 X²: 8.42 .038 30-39 yaş 23.3 40-50 yaş 20.9 Sd: 1.04 51 ve 46.5 üzeri yaş Hastaların ağrısı olduğunda hekimin “ağrı kesici vererek’’ ilgilendiğini belirtme oranının daha ileri yaş grubundaki hastalarda yüksek ve gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (p<0.05) (Tablo 4). Araştırmada yaş gruplarına göre hastaların ağrısı olduğunda hemşirenin “hekime haber verip, önerdiği ağrı kesici ilacı vererek” ilgilendiğini belirtme oranları arasında anlamlı fark olduğu saptandı (p<0.05) (Tablo 4). Elli bir yaş ve üzeri yaş grubundaki hastalarda (%46.5) bu oranın daha yüksek olduğu belirlendi. Hemşireler hastanın ağrı ve konforunu yakından izleyen kişiler olarak doktor ve hasta arasındaki koordinasyonu sağlamada rol almaktadırlar (Özer ve ark 2006). Bu nedenle, hemşirelerin “hekime haber vererek, önerdiği ağrı 6 kesici ilacı verme” yaklaşımında olduğu, diğer bir deyişle ağrı yönetimi konusunda hekimi karar verici, hemşirenin ise uygulayıcı olarak rol aldığı düşünülmektedir. Tablo 5. Hastaların Ağrı Kesicilerin Etki Etme Durumu ve Ağrı Sürelerine Göre Hemşire ve Hekimlerin Ağrı Kontrolüne Yaklaşımlarının Karşılaştırılması Yanıtlar Özellikler Ağrı kesicilerin etkisi Ağrı süresi Hemşire hekime haber verip, önerdiği ağrı kesici ilacı veriyor % Test p Etkili 23.5 Etkisiz 23.5 X²: 14.68 .001 Sd: 0.83 Bazen 52.9 etkili Akut 44.1 X²: 4.00 .045 Sd: 0.50 Kronik 55.9 Hemşire ağrı kesici ilaç veriyor Etkili Etkisiz Bazen etkili Akut Kronik % 34.5 4.6 60.9 37.9 62.1 Test p X²: 8.13 Sd: 0.94 .017 X²: 4.41 Sd: 0.46 .036 Araştırmada hastaların aldıkları ağrı kesicilerin etkili olma durumlarına göre hemşirenin “hekime haber verip, önerdiği ağrı kesici ilacı verdiğini” belirtme oranları arasında anlamlı fark olduğu saptandı (p<0.05) (Tablo 5). Sonuç olarak aldıkları ağrı kesicilerin bazen etkili olduğunu belirtenlerde bu oranın (%52.9) daha yüksek olduğu belirlendi. Özer ve arkadaşları (2006) ile Bağdatlı Aydın (2002) çalışmalarında, hemşirelerin büyük çoğunluğunun ağrı konusunda hastanın doktoru ile iletişime geçtiğini belirtmektedir. Ağrı kesicilerin bazen etkili olduğunu ifade eden hastalardan hemşirenin “ağrı kesici ilaç vererek ilgilendiği”ni belirtenlerin oranının (%60.9) diğerlerinden anlamlı düzeyde yüksek olduğu görüldü (p<0.05) (Tablo 5). Ağrı kesicilerin bazen etkili olduğunu belirten hastalarda bu sonucun daha yüksek olmasının, bu grupta yeterli ağrı kontrolünün sağlanamaması nedeniyle analjezik talep etmelerinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bunun yanı sıra ağrı tedavisinin etkili olmamasının hekim ve hemşirelerin ağrı değerlendirmesi, psikolojik destek ve diğer ilaç dışı yöntemleri yeterince kullanmamalarının bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Literatür bilgileri bu tür sorunların yaşandığını göstermektedir (Faries ve ark. 1991). Kronik ağrısı olan hastaların çoğunluğunun (%62.1) hemşirelerin “ağrı kesici ilaç vererek ilgilendikleri”ni belirttikleri görüldü ve gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05) (Tablo 5). Olgun ve Aslan’ın (1998) çalışmasında, hemşire ve hekimlerin büyük çoğunluğunun beklenen ağrının tedavisinde düzenli aralıklarla analjezik verilmesini uygun gördükleri saptandı. Bulgular çalışmamızın sonucunu desteklemektedir. 7 Hastaların ağrı sürelerine göre hemşirenin “hekime haber verip, önerdiği ağrı kesici ilacı vererek ilgilendiği”ni belirtme oranları arasında anlamlı fark olduğu saptandı (p<0.05) (Tablo 5). Bu farkın kronik ağrısı olan hastalardan (%55.9) kaynaklandığını düşünülmektedir. Ağrı kesicilerin etkili olduğunu belirten hastaların ağrısı olduğunda hem hekimin hem de hemşirenin yaklaşımında “kişilik yapısı”nın etkili olduğunu belirtenlerin oranı daha yüksek bulunmuştur. Bu farklar istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0.05) (Tablo 6). Hemşire ve hekimin ağrıya karşı tutumu tedavide çok önemlidir (Kocaman 1994). Kourbani ve arkadaşları (2004) hemşirenin deneyimleri ve empatisinin ağrı yönetimi bilgisinde etkili olduğu belirtmektedirler. Hastalar ve hemşireler arasındaki etkileşimi empatinin derecesi etkilemekte ve bu yaklaşım bakımın yararını etkilemektedir (Kourbani ve ark. 2004). Hemşirenin ağrıya gösterdiği yaklaşımda “daha önceki bireysel ağrı deneyimi”nin etkili bir faktör olduğunu düşünen hastalar arasında eğitim düzeylerine göre anlamlı fark olduğu belirlendi (p<0.05) (Tablo 6). Bu farkın lise ve üzeri eğitimlilerden (%61.3) kaynaklandığı görülmüştür. Eğitim düzeyi yüksek olan hastaların ağrı yönetiminde empatinin etkisinin farkında oldukları düşünülmektedir. Kourbani ve arkadaşları (2004) çalışmalarında, hemşirelerin ağrı ile ilgili eğitim, ağrı yönetimi bilgisi arasındaki ilişkinin bireysel ve profesyonel ağrı deneyimleri ve ağrı yönetimindeki becerileri kadar etkili olduğu belirtilmiştir. Aynı çalışmada, hemşirelerin bireysel ağrı deneyiminin hastanın tedavisinde etkili olduğunu, bireysel ağrı deneyiminin tanımlanan pozitif profesyonel ağrı deneyimi ile ilişkili olduğu saptanmıştır (Kourbani ve ark. 2004). Her ne kadar bu sonuç hemşirelerin bireysel ağrı deneyimleri ile ilgili olmasa da hemşirelerin yaklaşımında da bireysel ağrı deneyiminin etkili bir faktör olduğu yorumunun yapılabileceği düşünülmektedir. Çalışmada, ağrı kesicilerin etkili olma durumlarına göre ağrısı olduğunda hekimin “ağrının nedenini ortadan kaldırmasının daha etkili olacağını” belirtenler arasındaki farkın anlamlı olduğu saptandı (p<0.05) (Tablo 7). Ağrı kesicilerin bazen etkili olduğunu belirtenlerin oranının (%61.1) daha yüksek olduğu belirlendi. Bu durum, hastaların semptomatik tedavi yerine etkenin ortadan kaldırılmasının ağrı kontrolünde daha etkili olduğunun farkında olduklarını düşündürmektedir. Olgun ve Aslan’ın (1998) çalışmasında hemşire ve hekimlerin %52.9’unun varolan ağrının öncelikle nedenini araştırdıkları bulunmuştur. Hastaların eğitim durumlarına göre, ağrısı olduğunda hekimlerin “kendisi ile konuşarak rahatlamasını sağlamasının daha etkili olacağını” belirtme oranları; hemşirenin ne yapmasının daha etkili olacağı sorulduğunda “pozisyon ve masaj uygulaması”; hekimin ise “psikolojik destek ve rahatlama tekniklerini kullanmasının daha etkili olduğu” yanıtını verenlerin oranları arasındaki farkın anlamlı olduğu saptandı 8 (p<0.05) (Tablo 8). Bu bulgular, eğitim düzeyi yüksek olanların ilaç dışı yöntemlerin farkında olduklarını düşündürmektedir. Đşsever ve arkadaşları (1998) ile Arslan ve arkadaşlarının (1997) çalışmalarında da hastaların eğitim düzeyi arttıkça ilaç dışı yöntemleri kullanmanın da arttığı saptanmıştır. Pederson ve Parran’ın (1999) çalışmalarında da hastaların büyük bir çoğunluğunun ağrılarını azaltmak için rahatlama teknikleri, düşleme, masaj gibi ilaç dışı teknikleri kullandıkları belirlenmiştir. Çalışmada, ağrısı olduğunda hekimin “ilaç vererek ağrıyı gidermesinin daha etkili olduğu” görüşünün ortaokul ve daha düşük eğitim düzeyine sahip olanlarda daha yüksek (%87.5) ve gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı(p<0.05) (Tablo 8). Bu durumun eğitim düzeyi düşük olan kişiler tarafından ilacın ağrı kontrolünde kısa sürede etki eden en etkili yöntem olarak görülmesi, hekimin analjezik yazma yetkisine sahip olduğunun düşünülmesi ve ağrı kontrolünde ilaç dışı yöntemleri bilmemeleri ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Hastaların ağrı yaşama sıklığına göre, hemşire ve hekimlerin “bireysel psikolojik durumlarının” ağrılı hastaya yaklaşımlarını etkilediğini belirtenler arasındaki farkın anlamlı olduğu saptandı (p<0.05) (Tablo 9). Bu farkın her iki grupta da nadiren ağrı yaşayanlarda daha yüksek olduğu görüldü. Literatürde ağrının tanımlanması ve ağrı kesicilerin yönetiminde hemşirenin pozitif tutumunun önemli bir faktör olduğu belirtilmektedir (Nash ve ark. 1993). Yetersiz bilgi, olumsuz davranışlar hemşirelerin verdikleri ağrı bakımını etkiler (Özer ve ark. 2006). Hekimin hastanın ağrısına yaklaşımında “bireysel ağrı deneyimi”nin etkili bir faktör olduğunu düşünen hastalardan nadiren ağrı deneyimleyenlerin oranının (%71.0) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptandı (p<0.05) (Tablo 9). Kourbani ve arkadaşları (2004) yaptıkları literatür incelemesinde, hemşirelerin ağrıyla ilgili geçmiş bireysel ve profesyonel deneyimlerinin ağrılı hastaya yaklaşımlarını etkilediğini belirtmektedirler. Son zamanlardaki çalışmalarda, hemşirelerin bireysel ağrı deneyiminin onların ağrı yönetimi bilgisinin yetersizliği ile ilişkili olduğu belirtilmektedir (Kourbani ve ark. 2004). Yapılan çalışmalarda hemşirelerin ağrı yönetimi ve ağrı problemleri konusundaki kararlarının hastaların o anki durumunu tanılamaktan çok, ağrı ile ilgili kendi tutumları ve yanlış algılamalarından etkilendiği gösterilmiştir (Özer ve ark. 2006). Hastaların, ağrısı olduğunda hekim veya hemşirenin kendisiyle ilgilendiğini belirtme oranlarının; yaş, cinsiyet, eğitim, ekonomik durum ve ağrı sıklığına göre farklılık göstermediği saptandı (p>0.05). 9 Tablo 6. Hastaların Ağrı Kesicilerin Etki Etme Durumuna Göre Hekim Ve Hemşirenin Ağrılı Hastaya Yaklaşımında Etkili Olduğunu Düşündükleri Faktörün Karşılaştırılması Yanıtlar Özellikler Ağrı kesicilerin etkisi Hekimin kişilik yapısı % Test p Etkili 50.0 X²: 9.57 .008 Sd: 0.95 Etkisiz 9.3 Bazen 40.7 etkili Hemşirenin kişilik yapısı % Test p Etkili 51.9 X²: 11.19 .004 Sd: 0.97 Etkisiz 5.6 Bazen 42.6 etkili Hemşirenin bireysel ağrı deneyimi % Test Ortaokul ve 38.7 altı X²: 4.35 Eğitim durumu Lise ve Sd: 0.49 üzeri 61.3 p .030 Tablo 7. Hastaların Ağrı Kesicilerin Etki Etme Durumu ve Ağrı Sürelerine Göre Ağrı Kontrolünde Daha Etkili Olacağını Düşündükleri Hemşire ve Hekim Yaklaşımlarının Karşılaştırılması Yanıtlar Özellikler Ağrı kesicilerin etkisi 10 Etkili Etkisiz Bazen etkili Hekimin ağrının nedenini ortadan kaldırması % Test 31.6 X²: 6.19 7.4 Sd: 0.98 61.1 p .045 Tablo 8. Hastaların Eğitim Durumuna Göre; Ağrısı Olduğunda Daha Etkili Olacağını Düşündükleri Hemşire ve Hekim Uygulamalarının Karşılaştırılması Özellikler Eğitim durumu Hemşirenin pozisyon ve masaj uygulaması % Test p Ortaokul ve altı 37.5 X²: 3.60 .047 Sd: 0.49 Lise ve üzeri 62.5 Hekimin kendisi ile konuşarak rahatlamasını sağlaması % Test p Ortaokul ve altı 81.8 X²: 3.60 .048 Sd: 0.40 Lise ve üzeri 18.2 Özellikler Eğitim durumu Hekimin ilaç vererek ağrıyı gidermesi % Test p Ortaokul ve altı 58.9 X²: 3.67 .047 Sd: 0.30 Lise ve üzeri 41.1 Hekimin psikolojik destek sağlama tekniklerini kullanması % Test p Ortaokul ve altı 37.2 X²: 8.39 .007 Sd: 0.50 Lise ve üzeri 62.8 Tablo 9. Hastaların Hastalık Durumu ve Yaşadıkları Ağrı Sıklığına Göre; Hemşire ve Hekimlerin Ağrılarına Yaklaşımlarında Etkili Olduğunu Düşündükleri Faktörlerin Karşılaştırılması Yanıtlar Özellikler Ağrı Sıklığı Hemşirenin ağrılı hastaya yaklaşımında “bireysel psikolojik durumunun etkili olduğu”nu belirtme % Test p Sık sık 28.6 X²: 9.85 .003 Nadiren 71.4 Sd: 0.84 Hekimin ağrılı hastaya yaklaşımında “ bireysel psikolojik durumunun etkili olduğu”nu belirtme % Test p Sık sık 33.9 X²: 4.54 .041 Nadiren 66.1 Sd: 0.84 Hekimin ağrılı hastaya yaklaşımında “bireysel ağrı deneyiminin etkili olduğu”nu belirtme % Test p Sık sık 29.0 X²: 3.63 .044 Nadiren 71.0 Sd: 0.85 11 SONUÇLAR Sonuç olarak; hastaların yarısından fazlasının ağrılarını davranışsal olarak ifade ettikleri saptandı. Hemşirelerin büyük bir çoğunluğunun, ağrısı olduğunda hastalara ağrı kesici ilaç verdiği, ancak hastaların ilacın yanı sıra hemşirelerden psikolojik destek, masaj, pozisyon değiştirme gibi ilaç dışı ağrı giderme yöntemlerini beklediği saptandı. Hekimlerin de ağrılı hastalara ağrı kesici ilaç verdikleri ve bu yaklaşımın hastaların beklentisini karşıladığı bunun yanı sıra hastaların hekimlerden de ilaç dışı yöntemler uygulamalarını bekledikleri görüldü. Yaş, eğitim, hastalık durumu, ağrı sıklığı, süresi, ağrı kesicilerin etkisi değişkenlerinin hastaların ağrılı durumda karşılaştıkları yaklaşımları ve beklentilerini değerlendirmesinde etkili olduğu saptandı. ÖNERĐLER Bu verilerin ışığı altında: · Hastaların ağrılarını sözel olarak ifade etmeleri için desteklenmesi, hemşire ve hekimlerin ağrı değerlendirmesinde hastaların davranışsal ifadelerinin de değerlendirilmesi, · Sağlık bakım hizmetlerinin kalitesini yükseltmek için hemşire ve hekim sayısının hasta sayısına orantılı olarak arttırılmasının sağlanması, · Hizmetiçi eğitimin yanı sıra hemşire ve hekimlerin çalışma ortamının stresini tolere edebilme, uyumlarını arttırabilme ve kişilik gelişimlerini sağlayabilmeleri için eğitim programlarının planlanması, · Hemşire ve hekimlere disiplinlerarası bir organizasyonla ağrıyı değerlendirme, ağrıyla başa çıkma yöntemleri konusunda hizmetiçi eğitim verilmesi, · Ülkemizde toplumun ağrı kontrolü konusundaki tutumlarının, ağrıya yaklaşım konusunda hemşire ve hekimlerden beklentilerinin belirlenmesi amacıyla geniş tabanlı çalışmalara gereksinim olduğu görüşündeyiz. KAYNAKLAR 1. Aslan F. E. (2002) Ağrı Değerlendirme Yöntemleri. Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 6(1): 9-16. 1. Aslan S. H., Aslan R. O. (1997) Hekimlerde Tükenmede Cinsiyetle Đlişkili Etmenler. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 22(2): 132-136. 12 2. Bağdatlı Aydın H., (2002) Hemşirelerin ve Kanserli Hastaların Ağrı Değerlendirmelerinin Karşılaştırılması. Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Programı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. 3. Beck SL, Falkson G (2001) prevalance and management of cancer pain in South africa. Pain oct. 94(1): 75-84. 4. Chung T.K., French P., Chan S. (1999) Patient-related Barriers to Cancer Pain Managenet in A Palliative Care Setting in Hong Kong. Cancer Nursing, 22(3): 196203. 5. Çimen M. (2002) Maslach Tükenmişlik Ölçeği Sağlık Personeli Türkiye Normlarının Silahlı Kuvvetler Sağlık Personeli Tükenmişlik Puanları Đle Karşılaştırılmalı Olarak Đncelenmesi. Toplum ve Hekim, 17(13): 212- 216. 6. Faries J.E., Mills D.S., Philips K.D. et all. (1991) Systematic Pain Records and Their Impact on Pain Control. Cancer Nursing, 14(6): 306-313. 7. Ferrell B. R., Eberts M. T., McCaffery M., Grant M. (1991) Clinical Decision Making and Pain. Cancer Nursing, 14(6): 289-297. 8. Herr K. (2002) Pain Assessment in Cognitively Impaired Older Adults. AJN December 102(12): 68. 9. Đşsever H., Aslan F. E., Özyalçın S., ve ark. (1998) Bireylerin Yaşadıkları Bölgeler ve Ağrı ile baş etme Yöntemleri Arasındaki Đlişki. Ağrı Dergisi, 10(2): 42-60. 10. Kocaman G. (1994) Ağrı: Hemşirelik Yaklaşımları. Saray Tıp Kitabevleri, Đzmir. 11. Kocaman G., Karayurt Ö. (2001) Postoperatif Ağrının Hasta ve Hemşireler Tarafından Değerlendirilmesi. 3. Ulusal Cerrahi Kongresi, Đstanbul. 12. Kourbani E. P., Tafas C. A., McDonald D. D., et al. (2004) Personal and Professional Pain Experiences and Pain Management Knowledge Among Greek Nurses. International Journal of Nursing Studies, 41: 345-354. 13. Kuğuoğlu S. (Editör: Eti Arslan F.) (2006) Ağrı Algısını Etkileyen Faktörler. Ağrı Doğası ve Kontrolu. Avrupa Tıp Kitapçılık Đstanbul, s: 51-59. 14. Miller C., Newton S. E. (2006) Pain Perception and Expression: The Influence of Gender, Personal Self-Efficacy, and Lifespan Socialization. Pain Management Nursing, 7(4): 148-152. 15. Nash R., Edwards H., Nebauer M. (1993) Effect of Attitudes, Subjective Norms and Perceived Control on Nurses’ Intention to Assess Patients’ Pain. Journal of Advanced Nursing, 18: 941-947. 16. Olgun N., Aslan F. E. (1998) Hemşire ve Hekimlerin Ağrıya Yaklaşımları. Ağrı Dergisi, 10(1): 32-36. 17. Özer N., Bölükbaş N. (2001) Postoperatif Dönemdeki Hastaların Ağrıyı Tanımlamaları ve Hemşirelerin Ağrılı Hastalara Yönelik Girişimlerinin Đncelenmesi. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 4(1): 7-17. 18. Özer S., Akyürek B., Başbakkal Z. (2006) Hemşirelerin Ağrı ile Đlgili Bilgi, Davranış ve Klinik Karar Verme Yeteneklerinin Đncelenmesi. Ağrı, 18(4): 36-43. 19. Pederson C., Paran L. (1999) Pain in Adullt Recipients of Blood or Marrow Transplant. Cancer Nursing, 22(6): 397-407. 20. Potter P. A., Perry A. G. (1993) Surgical Client:Fundamentals of Nursing-Concepts, Process and Practice, Third. Edition, St. Louis, Mosby Year Book Inc., s.1182. 13 21. Rond M. E. J., Wit R., Van Dam F. S. A. M., Van Campen B. T. M. et all. (2000) A Pain Monitoring Program for Nurses: Effects on Nurses’ Pain Knowledge and Attitude. Journal of Pain and Symptom Management, 19(6): 457-467. 22. Slack J., Faut-Callahan M. (1991) Pain Management. Nursing Clinics of North America, 26(2): 463-474. 23. Yürügen B. (2001) Ağrı ve Opioid Analjeziklerin Kullanımına Bağlı Olarak Ortaya Çıkan Komplikasyonlarda Hemşirelik Yaklaşımları. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 4(1): 1-6. 14 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 15-26, 2008 HEMŞĐRELĐK MESLEĞĐNĐ ALGILAMADA ĐLK KLĐNĐK UYGULAMANIN ETKĐSĐ THE EFFECT OF THE FIRST CLINICAL PRACTICE TO THE PERCEPTION OF NURSING Prof.Dr. Đsmet EŞER Prof.Dr. Leyla KHORSHID Ar.Gör.Dr. Yıldız DENAT E.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Hemşirelik Esasları AD. “23-26 Mayıs 2007- 2nd International Nursing Conference in Kosovo” Poster Bildiri olarak sunulmuştur. ÖZET Amaç: Çalışmanın amacı ilk klinik uygulamanın hemşirelik mesleğini algılamaya etkisini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmanın örneklemini Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu 2004–2005 öğretim yılında ilk kez klinik uygulamaya çıkan 111 birinci sınıf öğrencisi oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında “Birey Tanıtım Formu” ile “Hemşirelik Mesleğini Algılama Ölçeği” (HMAÖ) kullanılmıştır. Ölçek “Mesleki Nitelikler” ve “Mesleki Statü” olmak üzere 2 alt ölçekten oluşmuştur. Birey Tanıtım Formu ve HMAÖ öğrencilere teorik derslerin sonunda ilk klinik uygulamaya çıkmadan önce ve klinik uygulama sonunda olmak üzere iki kez uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; sayı ve yüzdelik dağılımı ile iki eş arasındaki farkın önemlilik testi kullanılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Çalışmada, HMAÖ toplam puan ortalaması; klinik uygulama öncesi 86.36 ±10.93 iken, klinik uygulama sonrası 87.97 ± 7.17 olarak saptanmıştır. Öğrencilerin klinik uygulama öncesi ve sonrası HMAÖ puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Klinik uygulama öncesi ve sonrası ölçeğin “Mesleki Nitelikler” alt ölçek puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmasına (p<0.05) karşın “Mesleki Statü” alt ölçek puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Çalışma sonucunda ilk klinik uygulamanın hemşirelik mesleğinin mesleki niteliklerini algılamada etkili olduğu saptanmıştır. Bu doğrultuda öğrencilerin hemşirelik mesleğini algılamalarının olumlu yönde geliştirilmesi için klinik eğitimin özenle planlanması, bilgili, deneyimli öğrenciye rol modeli öğretim elemanlarının rehberlik ve danışmanlığında yürütülmesi önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Hemşirelik, klinik uygulama, hemşireliği algılama. 15 ABSTRACT Objective: The aim of this study was to identify the effect of the first clinical practice to the perception of nursing. Methods: The sample of this study is the 111 students of Ege University School of Nursing who first clinically practiced in 2004-2005 education year. For data collection, “Personal Identification Form” and “Perception of Nursing Professional Scale” (PNPS) is used. Scale has 2 sub-scale: “Professional Qualities” and “Professional Statute”. Personal Identification Form and PNPS were applied to the students twice, once at the end of the theoretical lessons before their clinical practice and at the end of the clinical practice. The percentages and the Paired-Samples T Test were used in the analysis of the data. Results: In this study, it was seen that PNPS total point mean was 87.97±7.17 after the clinical practice while it was 86.36±10.93 before the clinical practice. There was no statistically meaningful difference between PNPS mean points of the students before and after the clinical practice (p>0.05). Before and after the clinical practice, although there was a statistically meaningful difference between the “Professional Qualities” sub-scale mean points (p<0.05), there was no statistically meaningful difference between the “Professional Statuts” sub-scale mean points (p>0.05) Conclusion: In conclusion, it was assigned that the first clinical practice affects the perception of professional qualities of nursing. In this sense, in order to develop the students’ perception of nursing profession positively, it can be recommended that the clinic training be meticulously planned and provided to the knowledgeable and experienced students under the quidance and counseling of role-model teaching staff. Key Words: Nursing, clinical practice, perception of nursing GĐRĐŞ Meslek seçiminde, mesleğe uyum sağlamada ve verimli bir çalışma yaşamı sürdürmede o mesleğe ilişkin olumlu bir görüş ve tutuma sahip olmak mesleğin gelişimi açısından önemlidir (Demirkıran ve ark. 2005). Meslek bilincinin temeli okul yaşamı sırasında atılır, tüm meslek yaşamı boyunca devam eder ve meslek üyesinin mesleki felsefesinin kristalleşmesini sağlar (Bilecan ve ark. 2005, Özsoy ve ark 1999, Ulusoy 1992). Öğrencilerin meslek bilinciyle yeterince donanmış olarak çalışma ortamına atılmaları bu bilincin daha hızlı olgunlaşmasına, profesyonelliğin ve hemşirelik eğitiminin gelişmesine neden olur (Demirkıran ve ark. 2005, Özsoy ve ark 1999, Ulusoy 1992). Toplumdaki önyargılarla ve mesleği tanımadan hemşirelik eğitimine başlayan öğrencilerin okula ilk başladıklarında mesleğe ilişkin tutarlı bir görüşe sahip olmaları beklenmemektedir (Dereli ve Demir 1998). Öğrencilerin meslekle ilgili düşünceleri, aldıkları teorik ve uygulamalı 16 eğitimler sonrasında olumlu ya da olumsuz yönde değişebilmektedir (Erdemir 1997, Karadakovan 1996). Hemşirelik eğitimi kuramsal ve uygulamalı öğretim ve öğrenimi kapsar (Kanan ve ark. 1990, Oktay 1989, Özgür ve ark. 1997). Uygulamalı eğitimin önemli bir bölümünü oluşturan klinik eğitim, hemşirelik müfredatının da önemli bir parçası (Dunn and Hansford 1997) olup; öğrencilerin hemşirelik mesleğinde varolan değer, tutum, bilgi ve becerilerin kullanılmasında yeterlilik kazanmasını, öğrencilikten profesyonelliğe geçmelerini sağlamayı amaçlamaktadır (Atalay ve ark. 1994, Dunn and Hansford 1997, Karaöz 2003, Özcan ve ark. 1997). Öğrenciler klinik uygulamalar sırasında hemşirelerin sağlık ekibi, hasta ve ailesi ile ilişkilerini gözlemlerler aynı zamanda klinik hemşireleri, sağlık ekibi üyeleri, hasta ve ailesi ile iletişim kurar ve onlardan geri bildirim alırlar. Dolayısıyla öğrenciler daha ilk klinik uygulamalarında meslekleriyle daha yakından tanışmakta, mesleklerinin sağlık ekibi içindeki yerini kavramaya başlamakta ve hemşirelik mesleğine yönelik algılamaları değişebilmektedir (Ulupınar ve Ekizler 1997, Khorshid ve ark. 1992). Bu nedenle öğrencilerin mesleklerini algılamalarında ilk klinik deneyimlerinin önemli bir role sahip olduğu düşünülmektedir. GEREÇ VE YÖNTEM Çalışma, ilk klinik uygulamanın hemşirelik mesleğini algılamaya etkisini belirlemek amacıyla planlanmıştır. Çalışmanın evrenini ve örneklemini 2004 – 2005 öğretim yılında Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu’nda öğrenim gören ve ilk kez klinik uygulamaya çıkan 160 birinci sınıf öğrencisinin oluşturması planlanmış fakat çalışmanın yapıldığı günlerde okula gelen ve araştırmaya katılmayı kabul eden 111 öğrenci araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında “Birey Tanıtım Formu” ve “Hemşirelik Mesleğini Algılama Ölçeği” kullanılmıştır. Öğrencilerin hemşirelik mesleğini algılamalarını ölçmek için Eşer ve arkadaşları (2006) tarafından geliştirilen “Hemşirelik Mesleğini Algılama Ölçeği” (HMAÖ) kullanılmıştır. Ölçek 5’li likert tipi bir ölçek olup 22 maddeden ve iki alt ölçekten oluşmaktadır; “Mesleki Nitelikler” ve “Mesleki Statü”. Mesleki Nitelikler alt boyutu; Hemşirelik yoğun iletişim, fedakarlık gerektiren, bağımsız uygulamaları olan, bilgiye, beceriye dayalı, doyum verici, yorucu, stresli, çalışma koşulları ağır, ekip çalışması, teknoloji kullanımı, problem çözme becerilerinin kullanımını ve yükseköğrenim gerektiren, bilime dayalı meslektir gibi mesleğin pek çok yönlerini açıklayan ifadeleri içermektedir. “Mesleki Statü” alt boyutu ise hemşireliğin diğer sağlık meslekleri arasındaki konumunu, prestijini, 17 toplumdaki yerini içeren ifadelerden oluşmaktadır. Ölçeğin Cronbach Alpha kat sayısı 0.83 ve alt ölçeklerin Cronbach Alpha kat sayıları ise “Mesleki Nitelikler” için 0.85, “Mesleki Statü” için 0.79 bulunmuştur. Ölçeğin en yüksek puanı 110, en düşük puanı 22 olup, “Mesleki Nitelikler” alt boyutunun (17 madde) en yüksek puanı 85, en düşük puanı 17, “Mesleki Statü” alt boyutunun en yüksek puanı 25, en düşük puanı 5’tir. Ölçekten elde edilen toplam puanın yükselmesi meslek algısının olumlu yönde olduğunu göstermektedir. Birey Tanıtım Formu ve Hemşirelik Mesleğini Algılama Ölçeği öğrencilere teorik derslerin sonunda klinik uygulamaya çıkmadan önce ve klinik uygulama sonunda olmak üzere iki kez uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; sayı ve yüzdelik dağılımı ile iki eş arasındaki farkın önemlilik testi kullanılmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu’ndan ve okulun Etik Kurulu’ndan yazılı, çalışmanın uygulanması sırasında ise öğrencilerden sözel izin alınmıştır. BULGULAR VE TARTIŞMA Araştırmada öğrencilerin %59.3’üne (111öğrenci) ulaşılmıştır. Araştırma kapsamına alınan öğrencilere ait tanıtıcı özellikler Tablo 1’de verilmiştir. Tablo 1: Öğrencilerin Tanıtıcı Özelliklerine Göre Dağılımı Öğrencilere Đlişkin Tanıtıcı Özellikler Yaş 17-20 21-24 Mezun Olduğu Okul Lise Anadolu Lisesi Süper Lise Uzun Süre Yaşadığı Yer Köy/Belde Đlçe Şehir Büyük Şehir Toplam Sayı 70 41 % 63.1 36.9 35 34 42 31.5 30.6 37.9 18 35 21 37 111 16.2 31.5 18.9 33.3 100 Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 20.14±1.09 olup; öğrencilerin %63.1’inin 17-20 yaş grubunda, %37.9’unun süper lise mezunu olduğu saptanmıştır (Tablo 1). Yapılan pek çok çalışmada HYO öğrencilerinin düz lise mezunu olduğu saptanmış olup (Akbaş ve ark 2003, Atalay 1988, Fadıloğlu ve ark. 1999, Dereli ve Demir 1998, Karaöz 1997, Özsoy ve ark. 1999, Öztürk ve Bahçecik 2003, Torun ve ark 2003, 18 Turgay ve ark. 2005) bizim çalışmamızda öğrencilerin çoğunluğunun süper lise ve Anadolu Lisesi mezunu olması hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinin niteliğinin olumlu yönde değiştiğini göstermektedir. Üniversite sınav sisteminin değişmesinin, öğrencilerin üniversite sınavı puanları açıklandıktan sonra aldıkları puana göre tercih yapmalarının da bu sonucu etkilediği düşünülmektedir. Araştırmamızda öğrencilerin %33.3’ünün uzun süre büyük şehirde yaşadığı saptanmıştır. Benzer çalışmalarda da hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinin uzun süre bir il merkezinde yaşadıkları görülmektedir (Akbaş ve ark. 2003, Bayık ve ark 1999, Turgay ve ark. 2005). Tablo 2: Öğrencilerin Ailelerine ĐlişkinTanıtıcı Özelliklerinin Dağılımı Aileye Đlişkin Tanıtıcı Özellikler Annenin Eğitim Durumu Okur yazar ve ilkokul Ortaokul Lise ve yüksekokul/fakülte Babanın Eğitim Durumu Đlkokul Ortaokul Lise ve yüksekokul/fakülte Ailenin Gelir Düzeyi Gelir giderden az Gelir gidere eşit Gelir giderden fazla Ailede Sağlık Çalışanı Bulunma Durumu Var Yok Toplam Sayı 77 15 19 % 69.4 13.5 17.1 50 17 44 45 15.3 39.7 24 81 6 21.6 73.0 5.4 14 97 111 12.6 87.4 100 Araştırmaya katılan öğrencilerin ailelerine ilişkin tanıtıcı özellikleri incelendiğinde, öğrencilerin %69.4’ünün annesinin, %45’inin babasının ilkokul mezunu olduğu, %73’ünün gelirinin giderine eşit olduğu, %87.4’ ünün ailesinde sağlık çalışanı bulunmadığı saptanmıştır (Tablo 2). Çalışmamızda öğrencilerin çoğunun anne ve babalarının ilkokul mezunu olması yapılan pek çok çalışma ile benzerlik göstermektedir (Akbaş ve ark. 2003, Atalay 1988, Başer 1995, Bayık ve ark 1999, Kuzulu ve Koçak 1993, Özsoy ve ark. 1999, Öztürk ve Bahçecik 2003, Turgay ve ark 2005). Khorshid ve ark. (1992) tarafından yapılan bir çalışmada öğrencilerin anne ve babalarının eğitim düzeyi düştükçe hemşirelik mesleğini seçme durumunun yükseldiği saptanmıştır (Khorshid ve ark 1992). Başer’in de belirttiği gibi hemşirelik yüksekokullarında okuyan öğrencilerin anne ve babalarının eğitim düzeyleri diğer fakülte ve yüksekokullara göre daha düşüktür. Bu durum 1983’lerden 2001 yılına kadar neredeyse hiçbir farklılık göstermemiş (Başer 1995, Öztürk ve 19 Bahçecik 2003) olup çalışmanın yapıldığı 2005 yıllında da benzer sonuç elde edilmiştir. Çalışmamızda öğrencilerin ailelerinin gelirlerinin giderlerine eşit olduğu saptanmış olup yapılan çalışmalarda da hemşirelik yüksekokullarındaki öğrencilerin sosyo ekonomik açıdan orta düzeydeki ailelerden geldikleri saptanmıştır (Bayık ve ark 1999, Dereli ve Demir 1998, Özsoy ve ark. 1999, Öztürk ve Bahçecik 2003, Turgay ve ark. 2005). Tablo 3: Öğrencilerin Meslek Seçimine Đlişkin Görüşlerinin Dağılımı Meslek Seçimi Đle Đlgili Görüşler Mesleği Đsteyerek Seçme Durumu Đsteyerek Seçen Đstemeden Seçen *Meslek Seçiminde En Çok Etkili Olan Kişi Bireyin Kendisi Ailesi Öğretmenleri Arkadaşları Akrabalarım Sayı 52 59 % 46.8 53.2 41 57 7 4 8 35.1 48.8 5.9 3.4 6.8 *Birden fazla cevap verilmiştir. Mesleklerin pek çoğunda kişinin başarılı olabilmesi mesleği bilerek ve isteyerek seçmeleri ile yakından ilişkilidir (Özsoy ve ark. 1999). Araştırmamıza katılan öğrencilerin de meslek seçimi ile ilgili görüşleri incelendiğinde öğrencilerin %53.2’sinin mesleği isteyerek seçmediği, %48.8’inin mesleği seçmesinde ailesinin etkili olduğu, %35.1’inin kendi isteği ile mesleği seçtiği saptanmıştır (Tablo 3). Öğrencilerin üniversite sınavında hemşirelik mesleğini tercih sıralamaları incelendiğinde ise öğrencilerin %48’inin hemşireliği ilk 5 tercih sıralamasına aldığı, %26’sının ise hemşirelik mesleğini birinci sırada tercih ettiği saptanmıştır. Çalışma sonucunda öğrencilerin meslek seçiminde aile dışında sosyal çevrenin çok fazla etkili olmadığı görülmektedir. Yapılan pek çok benzer çalışmada öğrencilerin çok düşük bir oranının hemşireliği ilk sıralarda tercih ettikleri, ailelerinin isteği ve çeşitli zorunlu nedenlerle mesleği tercih ettikleri saptanmıştır (Erdemir 1997, Fadıloğlu ve ark. 1999, Özsoy ve ark. 1999, Öztürk ve Bahçecik 2003, Ulupınar ve Ekizler 1997, Ulusoy 1992). Son yıllarda yapılan çalışmalarda ise öğrencilerin hemşireliği ilk beş tercih sıralamasına aldıkları saptanmıştır (Akbaş ve ark. 2003, Bezci ve Bayık 2005, Demirkıran ve ark. 2005, Öztürk ve Bahçecik 2003). Araştırmamızın sonuçları son yıllarda yapılan çalışmaları destekler nitelikte olmakla birlikte çalışmamızda öğrencilerin yarıya yakınının mesleği istemeden seçmesine rağmen yüksek bir oranının mesleği ilk 5 sırada tercih etmesi 20 çelişkili bir bulgu olarak görülmektedir. Bu durum üniversite sınav sistemindeki değişiklikler nedeniyle öğrencilerin istemeden de olsa hemşirelik mesleğini üst sıralarda tercih ettiklerini düşündürmektedir. Çünkü günümüz sınav sisteminde sınav puanları belirlendikten sonra öğrencilerden tercih yapmaları istenmekte, öğrenciler de puanlarına göre meslek tercihinde bulunmaktadırlar. Tablo 4: Öğrencilerin Okula Başlamadan Önce Mesleğe Đlişkin Düşüncelerine Göre Dağılımı Okula Başlamadan Önce Mesleğe Đlişkin Düşünceler Olumlu Kısmen Olumsuz Olumsuz Toplam Sayı 40 57 14 111 % 36.0 51.4 12.6 100 Meslek seçiminde, mesleğe uyum sağlamada ve verimli bir çalışma yaşamı sürdürmede o mesleğe ilişkin olumlu bir görüş ve tutuma sahip olmak gerekir (Demirkıran ve ark. 2005). Araştırmamızda öğrencilerin %51.4’ü okula başlamadan önce mesleğe ilişkin düşüncelerinin kısmen olumsuz olduğunu %36’sı olumlu, %12.6’sı ise olumsuz olduğunu belirtmiştir. Hemşirelik mesleğini çeşitli nedenlerle tercih eden öğrenciler hemşirelik hakkındaki toplumsal imajdan etkilenmektedir (Demirkıran ve ark. 2005, Dereli ve Demir 1998). Hemşirelik mesleğinin toplumdaki imajının olumsuz olduğu ve bu olumsuzluğun mesleğe giriş üzerinde olumsuz etkileri olduğu literatürde vurgulanmaktadır (Özsoy 2000). Oysaki mesleğe ilişkin olumlu bir görüş ve tutuma sahip olmak bireysel başarıda önemli olduğu kadar mesleğin gelişimi açısından da önemlidir (Demirkıran ve ark. 2005). Yapılan pek çok çalışmada toplumda hemşirelik imajının olumsuz olarak algılandığı, hemşirelerin mesleklerinin toplumdaki saygınlığını düşük bulduğu, hemşire öğrencilerin toplumsal imajdan ve önyargılardan olumsuz yönde etkilendiği, lise öğrencilerinin hemşireliği meslek olarak seçmek istemedikleri saptanmıştır (Bayık ve ark 1999, Çakmakçı ve Aycan 2003, Khorshid ve ark. 1992, Özcan ve Özgür 1990, Özsoy 1999, Tan ve ark 2005, Ulupınar ve Ekizler 1997). Araştırmamıza katılan öğrencilerin de hemşirelik eğitimine başlamadan önce genel olarak olumsuz bir görüşe sahip olmalarında hemşireliğin toplumsal imajının etkisi olabileceği düşünülmektedir. Hemşirelik eğitiminde klinik eğitimin temel amacı, öğrencilerin, hemşirelik mesleğinde varolan değer, tutum, bilgi ve becerilerin kullanılmasında yeterlilik kazanmasını ve öğrencilikten profesyonelliğe 21 geçmelerini sağlamaktır (Atalay ve ark. 1994, Karaöz 2003, Özcan ve ark. 1997). Öğrenciler ilk klinik uygulamalarında meslekleriyle daha yakından tanışmakta, mesleklerinin sağlık ekibi içindeki yerini kavramaya başlamakta ve bunun sonucunda hemşirelik mesleğine yönelik algılamaları değişebilmektedir (Karadakovan 1996, Khorshid ve Ulufer 1993). Tablo 5: Öğrencilerin Uygulamadan Önce ve Sonra Hemşirelik Mesleğini Algılama Durumlarına Göre Dağılımı ve Karşılaştırılması Hemşirelik Mesleğini Algılama Ölçeği Alt Boyutları Meslek Nitelikleri Mesleki Statü Algılama Ölçeği Toplam Puanı Uygulamadan önce X 71.60 14.75 86.36 SS 8.79 3.98 10.93 Uygulamadan sonra X 73.26 14.71 87.97 SS 4.99 3.95 7.17 t -2.098 0.129 -1.718 p 0.038 0.898 0.089 Öğrencilerin klinik uygulama öncesi ve sonrası hemşirelik mesleğini algılama durumları incelendiğinde, öğrencilerin klinik uygulama öncesi (86.36 ±10.93) ve sonrası (87.97 ± 7.17) Hemşirelik Mesleğini Algılama Ölçeği toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05) (Tablo 5). Öğrencilerin Hemşirelik Mesleğini Algılama Ölçeğinin alt boyutlarına ilişkin puan ortalamaları incelendiğinde öğrencilerin klinik uygulama öncesi (71.60±8.79) ve sonrası (73.26 ± 4.99) “Mesleki Nitelikler” alt boyutu puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0.05) (Tablo 5). Bu sonuç öğrencilerin daha ilk klinik uygulamadan itibaren hemşireliğin mesleki özelliklerini kavramaya başladıklarını, meslektaşlarını klinik uygulamalar sırasında gözlemleyip mesleğin özelliklerini değerlendirdiklerini, ilk klinik uygulamanın mesleğin niteliklerini algılamada etkili olduğunu düşündürmektedir. Öğrencilerin klinik uygulama öncesi (14.75 ± 3.98) ve sonrası (14.71±3.95) “Mesleki Statü” alt boyutu puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Bu sonuç ilk klinik uygulamanın öğrencilerin mesleğin statüsünü algılamalarını olumlu yönde değiştirmede etkili olmadığını düşündürmektedir. Çalışmamızda öğrencilerin hemşirelik mesleğini oldukça yüksek düzeyde algıladıkları, klinik uygulamanın öğrencilerin özellikle meslek niteliklerini algılamalarını etkilediği görülmektedir. Andersson (1993) tarafından Đsviçre’de bir hemşirelik okulunda yapılan çalışma sonucunda öğrencilerin hemşireliği geleneksel rollerde algıladıkları ve algılamaların eğitim periyodu sırasında değişmediği 22 saptanmıştır (Andersson 1993). Ülkemizde birinci sınıf hemşirelik öğrencileriyle yapılan çalışmalarda öğrencilerin dönem sonunda kendilerini bu mesleğe uygun gördükleri, eğitimleri süresince düşüncelerinin olumlu yönde değiştiğini ifade ettikleri saptanmıştır (Atalay ve ark 1994, Bezci ve Bayık 2005, Turgay ve ark 2005). Son sınıf hemşirelik öğrencileriyle yapılan çalışmalarda da öğrencilerin meslek bilinçlerinin orta düzeyde olduğu, öğrencilerin hemşireliği meslek olarak algıladıkları, sınıf ilerledikçe hemşirelik hakkındaki düşüncelerinin olumlu olarak değiştiği belirlenmiştir (Bezci ve Bayık 2005, Çakmakçı ve Aycan 2003, Özsoy ve ark. 1999, Turgay ve ark. 2005, Ulusoy 1992). Demirkıran ve ark. (2005) tarafından SYO ebelik ve hemşirelik bölümü birinci sınıf öğrencileri ile yapılan çalışmada da ilk klinik uygulamadan sonra öğrencilerin meslekle ilgili düşüncelerinin olumlu yönde değiştiği saptanmıştır (Demirkıran ve ark. 2005). Görüldüğü gibi ülkemizde hemşirelik eğitimi sırasında daha ilk klinik uygulamalardan itibaren öğrencilerin hemşirelik mesleğini algılamaları olumlu yönde değişim göstermektedir. Tablo 6: Öğrencilerin Mezun Olunca Çalışmayı Düşündükleri Alanların Klinik Uygulamadan Öncesi ve Sonrasına Göre Dağılımı Mezun Olunca Çalışması Düşünülen Alan Hastanede Hemşire Hastanede Yönetici Hemşire Hemşire Okulunda Eğitimci Hemşirelik Dışında Başka Bir Meslek Sağlıkla Ilgili Hemşirelik Dışında Bir Görevde Uygulamadan önce Sayı* % 31 23.3 29 21.8 62 46.6 4 3.1 7 5.2 Uygulamadan Sayı* 40 26 60 6 8 sonra % 28.5 18.6 42.8 4.3 5.8 *Birden fazla yanıt verilmiştir. Araştırmada öğrencilerin klinik uygulamaya çıkmadan önce ve klinik uygulamaya çıktıktan sonra mezun olduklarında çalışmayı düşündükleri alan incelendiğinde; öğrencilerin mezun olduktan sonra en yüksek oranda eğitimci hemşire olmak istedikleri görülmektedir (Tablo 6). Yapılan pek çok çalışmada da öğrencilerin yüksek oranda eğitimci/akademisyen ya da yönetici hemşire olmak istedikleri saptanmıştır (Dereli ve Demir 1998, Öztürk ve Bahçecik 2003). Klinik uygulama öncesi ve sonrası öğrencilerin daha yüksek oranda eğitimci olmak istemelerinde toplumsal imajın ve eğitimcileri rol modeli almalarının etkisi olabileceği düşünülmektedir. Nitekim Atalay ve ark (1994) tarafından yapılan çalışmada da öğrencilerin %58.4’ünün öğretim elemanlarını rol modeli aldığı saptanmıştır (Atalay ve ark. 1994). Çalışmamızda klinik uygulama sonrası eğitimci ve yönetici olarak çalışmak isteyenlerin oranı azalırken, hastanede hemşire olarak 23 çalışmak isteyen öğrenci oranında artma gözlenmektedir (Tablo 6). Bu sonuçta, klinik uygulama sırasında bilgi ve becerileri kullanmanın, başkalarına yardım etmenin, hastayla birebir iletişim kurmanın öğrenciye verdiği doyumun etkisi olabileceği gibi öğrencilerin klinik ortamda mesleklerini daha yakından tanımaları ve klinikte çalışan hemşireleri kendilerine rol modeli almaları da etkili olabilir. Çalışmamızda ilk klinik uygulamanın mesleki nitelikleri algılamada etkili olduğu sonucu da göz önüne alındığında klinik hemşirelerinin ve onların çalışma düzeninin, takındıkları tutum ve davranışların öğrencilerin mesleği algılamalarında önemli bir yere sahip olduğunu düşündürmektedir. Tüm bu sonuçlar hemşirelik mesleğini algılama, mesleği kabullenme ve mesleği geliştirmede eğitimin özellikle de klinik eğitimin önemini göstermektedir. ÖNERĐLER Öğrencilik yıllarından itibaren hemşirelik imgesinin olumlu yönde geliştirilmesi hemşirelik eğitimcilerinin sorumluluğundadır. Bu doğrultuda öğrencilerin klinik uygulamalardan olumlu yönde etkilenmelerini sağlamak için eğitimcilerin, klinik ortamda özellikle yapıcı geribildirimlerle öğrencileri desteklemeleri, etkin rol modeli olmaları, klinikte çalışan hemşirelerin etkin rol modeli olma ve öğrenme ortamının yaratılmasında önemli işlevleri olduğunu göz önünde bulundurarak klinik eğitimi özenle planlamaları önerilebilir. KAYNAKLAR 1. Akbaş M, Alparslan N, Öztunç G (2003). Çukurova Üniversitesi Adana Sağlık Yüksekokulu I. sınıf öğrencilerinin mesleği tercih etme, okula başlama ve devam etmelerine ilişkin görüşlerinin incelenmesi. I. Uluslar arası ve V. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Kongresi Kitabı, Đstanbul: Özlem Grafik Matbaacılık, 187-190. 2. Andersson E.P (1993). The perspective of student nurses and their perceptions of professional nursing during the nurse training programme. Journal of Advanced Nursing, 18, 808-815. 3. Atalay M (1988). Hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinin hemşireliği isteyerek seçip seçmeme durumları ile okuldaki başarıları arasındaki ilişkinin açıklanması. I. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu Kitabı, 11-12: Eylül 1986 Đstanbul: Hilal Matbaacılık, 117-124. 4. Atalay M, Tel H, Altun E, Tel H (1994). Hemşirelik birinci sınıf öğrencilerinin klinik uygulamada yaşadıklıkları güçlükler ve yardım beklentileri. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 1: 1, 19-25. 5. Başer G (1995). Hemşirelik yüksekokullarında öğrenim gören öğrencilerin sosyal özellikleri, okulu tercih sıralamaları ve seçme nedenleri. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 2: 1, 11-20. 6. Bayık A, Durmuş H, Uysal A (1999). Lise son sınıf kız öğrencilerinin hemşirelik mesleğini seçme ve bu mesleğe ilişkin görüşlerinin incelenmesi. VII. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı, Erzurum; A.Ü.H.Y.O., 390-394. 24 7. Bezci G, Bayık A (2005). Hemşirelik öğrencilerinin hemşireliği algılamaları. IV. ulusal hemşirelik öğrencileri kongresi, Ankara: Kök Yayıncılık, 51. 8. Bilecan D, Çakır Z, Demircan H ve ark. (2005). Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik son sınıf öğrencilerinin mesleki yeterlilik açısından kendilerini algılayış düzeylerinin belirlenmesi, IV. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri Kongresi, Ankara: Kök Yayıncılık, 42. 9. Çakmakçı A, Aycan N (2003). Lise son sınıf öğrencilerinin hemşirelik mesleğine bakış açıları ile mesleği tercih etme durumları; Manisa örneği. Hemşirelik Forumu, 6: 1, 3342. 10. Demirkıran F., Türk G, Denat Y (2005). Đlk klinik uygulama öğrencilerin mesleklerine ilişkin görüşlerini etkiler mi? Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Özel Sayısı. 11. Dereli N, Demir Ü (1998). Hemşirelik yüksekokulu birinci sınıf öğrencilerinin mesleğe ilişkin düşüncelerinin incelenmesi. Ege Üniversitesi hemşirelik Yüksekokulu Dergisi., 14: 2, 119-128. 12. Dunn SV, Hansford B (1997). Undergraduate nursing student’s perceptions of their clinical learning environment. Journal of Advanced Nursing, 25, 1299-1306. 13. Erdemir F (1997). Hemşirelik yüksekokulu 1. sınıf öğrencilerinin hemşirelik yüksekokulunu tercih etme, okula başlamaya karar verme özellikleri ve okula devam etmede etkili faktörler. IV. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu Kitabı, Đstanbul: Çevik Matbaacılık, 322-327. 14. Eşer, Đ., Khorshid, L., Denat, Y. (2006) “Hemşirelik Mesleğini Algılama” Ölçeği Geçerlik Güvenirlik Çalışması. Çınar Dergisi, 10 (1). 15. Fadılıoğlu Ç, Esen A, Akyol AD (1999). Öğrenci ve mezun hemşirelerin klinik uygulamalara ilişkin beklentilerinin karşılaştırılması. IV. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu Kitabı (Uluslararası Katılımlı), Đstanbul: Çevik Matbaacılık, 30-36. 16. Kanan N, Aksoy G, Akyolcu N (1990). Đstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Yüksekokulu 4. sınıf IX-X stajyerlik dönemi öğrencilerinin uygulama alanlarını seçimlerine ilişkin bir çalışma. II. Ulusal Hemşirelik Kongresi Bildirileri Kitabı, Đzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 461- 465. 17. Karadakovan A (1996). Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Öğrencilerinin eğitimin başlangıcında ve mezuniyetten önce meslek seçimi beklentileri ve çalışmak istedikleri alanlar ile ilgili görüşlerinin incelenmesi. Türk Hemşireliğinde Yükseköğrenimin 40. Yılı Sempozyumu Kitabı, Đzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 301. 18. Karaöz S (1997). Hemşirelik Esasları dersi alan öğrencilerin klinik uygulamaya ilişkin değerlendirmeleri. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 1: 1, 23-30. 19. Karaöz, S (2003). Hemşirelikte klinik öğretime genel bir bakış ve etkin klinik öğretim için öneriler. Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi, 1, 15-21. 20. Khorshid L, Eşer Đ, Demir Ü, Ulufer F, Yıldız T (1992). Lise son sınıf öğrencilerinin hemşirelik mesleğini tercih etme durumlarının incelenmesi. II. Ulusal Hemşirelik Sempozyumu Kitabı, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, 831837. 21. Khorshid LK, Ulufer F (1993). Hemşirelik mesleğini seçen öğrenciler hemşireliği ne kadar biliyor? Ege Üniversitesi Hemşireilk Yüksekokulu Dergisi, 9:3, 21-27. 22. Kuzulu K, Koçak F (1993). H.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu 1. sınıf öğrencilerinin mesleğe yönelmelerini etkileyen faktörler ve değer sistemleri. III. Hemşirelik Eğitimi Simpozyumu Kitabı (Uluslar arası Katılımlı), Đstanbul: Đ.Ü. Basımevi ve Film Merkezi, 120-125. 25 23. Oktay S (1989). Öğretimin ve öğretmenin öğrenci tarafından değerlendirilmesi. Hemşirelik Bülteni, 3: 13, 13-27. 24. Özcan A, Özgür H (1990). Hemşirelerin mesleki benliklerini algılayışları. II. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı, Đzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 226-232. 25. Özcan A, Yazıcı S, Karataş B (1997) Hastane uygulamaları sırasında öğrenci ve hemşirelerin yaşadıkları anlaşmazlıklar ve çözüm önerileri. III. Hemşirelik Eğitimi Simpozyumu Kitabı (Uluslar arası Katılımlı), Đstanbul: Đ.Ü. Basımevi ve Film Merkezi, 411-419. 26. Özgür G, Karaaslan A, Kılıç M (1997). Eğitimci hemşirelerin uygulamalı eğitim ile ilgili görüşleri. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 13: 1-3, 33-44. 27. Özsoy SA (2000). Toplumda hemşirelik imajının belirlenmesi. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 16: 2-3, 1-19. 28. Özsoy SA, Uysal A, Bayık A, Erefe Đ (1999). Hemşire öğrencilerin mesleğe ilişkin görüşlerinin ileriye dönük incelenmesi. VII. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı, Erzurum: A.Ü.H.Y.O., 345-350. 29. Öztürk H, Bahçecik N (2003). Öğrencilerin meslek olarak hemşireliği seçmelerini etkileyen faktör ve gelecekteki mesleki beklentileri. I. Uluslararası ve V. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Kongresi Kitabı, Đstanbul: Özlem Grafik Matbaacılık, 387-392. 30. Tan M, Zengin E, Oksaş M ve ark. (2005). Üniversite öğrencilerinin hemşireliğe bakış açıları. IV. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri Kongresi, Ankara: Kök Yayıncılık, 91. 31. Torun S, Alparslan N, Öztunç G (2003). Adana Sağlık Yüksekokulu öğrencilerinin klinik uygulamalar sırasında yaşadıkları güçlükler ve çözüm önerileri. I. Uluslararası, V. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Kongresi Kitabı, Đstanbul: Özlem Grafik Matbaacılık, 179-182. 32. Turgay AS, Karaca B, Çeber E, Aydemir G. (2005). Hemşirelik öğrencilerinin mesleği algılayışları. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 8: 1, 54-62. 33. Ulupınar S, Ekizler H (1997). Hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinin okulları ile ilgili görüşlerine ilişkin niteliksel bir çalışma. IV. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu Kitabı, Đstanbul: Çevik Matbaacılık, 188-189. 34. Ulusoy MF (1992). Hemşirelik yüksekokulları son sınıf öğrencilerinin meslek bilinçlerinin araştırılması. III. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı, Sivas: Esnaf Ofset Matbaacılık, 24-26. 35. Yavaş G, Erol G, Eravcı A ve ark. (2005). Hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinin kendilerini diğer üniversite öğrencileri arasında algılayışları. IV. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri Kongresi, Ankara: Kök Yayıncılık, 48. 26 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 27-42, 2008 ANNELERĐN UYGULADIĞI MASAJIN PREMATÜRE VE DÜŞÜK DOĞUM AĞIRLIKLI BEBEKLERĐN BÜYÜME GELĐŞMESĐNE ETKĐSĐ THE EFFECT OF MASSAGE ON GROWTH DEVELOPMENT OF PREMATURE INFANTS AND BABIES WITH LOW BIRTH WEIGHT Ar.Gör. Seher SARIKAYA KARABUDAK* Yard.Doç.Dr. Candan ÖZTÜRK** *E.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD. ** Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD. Sarıkaya S, Öztürk C, Annelerin Uyguladığı Masajın Prematüre Ve Düşük Doğum Ağırlıklı Bebeklerin Büyüme-Gelişmesine Etkisi, 50. Milli Pediatri, 6. Milli Çocuk Hemşireliği Kongresi, 8-12 Kasım 2006, Antalya, Sözlü Bildiri (09 Kasım 2006) ÖZET Amaç: Bu çalışma, Mayıs 2001-Mayıs 2002 tarihleri arasında, Sağlık Bakanlığı Aydın Doğumevi Pediatri Servisinde, annelerin uyguladığı masajın prematüre ve DDA bebeklerin büyüme gelişmesine etkisini ölçmek amacıyla yarı deneysel olarak planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma örneklemini 30 prematüre ve DDA bebek (15 kontrol grubu, 15 deney grubu) oluşturmuştur. Örnekleme alınan bebekler; 34-36 gestasyon haftasında doğmuş, doğum kiloları 1800-2500gr arasında olan, doğumdan sonra 15-35 gün içinde doktor kontrollerinin yapılarak sağlıklı, stabil masaj yapılabilir durumda olduğuna karar verilmiş ve taburcu olmuş, anne sütüyle beslenen, Apgar Skoru(1. dk) 5 ve üzerinde olan bebeklerdir. Örnekleme alınan bebeklerin anneleri; en az ilkokul mezunu, herhangi bir metabolik ya da kronik hastalığa sahip olmayan kadınlardır. Araştırmada gerekli verileri toplamak amacıyla; Bilgi Toplama Formu, Eğitim Planı Formu, Masaj Kontrol Formu, Masaj Uygulama Rehberi, Masaj Đzlem Formu, Ankara Gelişim Tarama Envanteri (AGTE), bebek tartı aleti kullanılmıştır. Toplanan veriler Ki-kare ve Mann-Whitney U testleri ile analiz edilmiştir. Bulgular ve Sonuç: Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin ortalama kilo alımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardır (p<0.05). Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin ortalama mental gelişim puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardır (p<0.05). Deney grubu bebeklerin ortalama motor gelişim puanları kontrol grubunun 27 puanlarından yüksek bulunsa da fark istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0.05). Sonuç olarak, annelerin uyguladığı masaj prematüre ve DDA bebeklerin büyüme gelişmesine olumlu katkıda bulunmaktadır. Anahtar Kelimeler: “Bebek Masajı”,”Prematüre Bebek”, “Hemşirelik”, “Bakım” ABSTRACT Objective: The study has been planned as semi-experimental for the purpose of measuring the effect of massage applied by mothers on growth development of premature infants and babies with low birth weight (LBW). Metods: 30 (15 control, 15 experiment) premature and LBW babies have constituted the sampling. The babies included in the sampling; are the babies which were born on the 34-36 gestation week, of which the birth weights were between 1800-2500 gr, which were discharged upon the doctor controls made within 15-35 days from birth with the decision of being healthy and in suitable condition to be massaged, which are fed by mother milk, with Apgar Score (1.min) 5 or above. The mothers of the babies included in the sampling; are the women who are at least elementary school graduates who do not possess any metabolic or chronic diseases. The collected data are analyzed with Ki-square and Mann-Whitney U tests. Results: While a statistically meaningful difference is present between the average weight gains and average mental development points of trial group babies and control group babies (p<0.05), no meaningful difference has been found between the average motor development points (p>0.05). Conclusion: The massage applied by the mothers has a positive contribution on growth developments of premature and LBW babies. Key Words: Baby Massage, Premature Baby, Nursing, Care GĐRĐŞ Dokunma duyusu, doğum sonrası bebekte, en çabuk gelişen duyu olması ve bebeğin yaşamının ilk haftalarında çevresiyle iletişimi sağlaması nedeniyle, beş duyu arasında ayrıcalıklı bir konumdadır (Bond 2002, Moore 1978). Hem bebeklik hem de tüm yaşam dönemleri boyunca bireyin dokunma duyusuna olan gereksinimi de yadsınamaz. Dokunma ya da diğer bir deyişle tensel temas, yenidoğanın duygusal gelişimine katkıda bulunurken biyolojik gelişimine de destek sağlamaktadır. Anne farenin dokunmasından yoksun bırakılan yavru farelerin yaşamlarını kaybettikleri, anne sevgisinden, dokunuşundan yoksun olan çocuk yuvalarındaki çocukların büyüme ve gelişmelerinin akranlarına göre geri olduğu, ileri yaşlarda duygusal sorunlar yaşadıkları ve topluma uyumda güçlük çektikleri bilinmektedir (Ekşi 28 1999, Elias 2000, Kavaklı 1992, Moreno 2006, Uzuner 1998). Annelerin, bebeklerini çıplak göğüslerine yaslayarak tensel temasta bulunmaları ile bebeklerin solunum ritimleri düzenli olmakta, apne sayıları azalmaktadır (American Academy of Pediatrics 1990, Bond 2002). Bu etkiler sadece gelişigüzel dokunma ile olabilmektedir. Masaj olarak tanımlanan sistemli dokunma ile nöro-endokrin sistem uyarılmakta, gelişmeler bu yolla olmaktadır. Katekolamin ve kortizol yıkımının artması ile stres düzeyinin azalması sonucu, bağışıklığın güçlenmesi (hastalıklara yakalanmanın azalması), bebeğin büyüme ve gelişmesinin hız kazanması, nervus vagus’un uyarılması ile, besin emilimini arttıran insülin, gastrin gibi hormonların salgılanmasının artarak kilo alımının gerçekleşmesi, yenidoğan masajının bilinen en yaygın ve önemli etkilerindendir (Elias 2000, Field et al 1986, Field et al 2006, Jump et al 2006, Moreno et al 2006, Scafidi et al 1990, Touch Research Institute 2007, Uzuner 1998, Vickers et al 2004). Ayrıca, sistemli dokunma sonrası elektroensefolografi (EEG) ile görüntülenen artmış beyin dalgaları, masajın mental gelişime katkı sağladığı şeklinde yorumlanmaktadır (Elias 2006, Touch Research Institute 2007, Uzuner 1998). Pek çok yararı belirlenen bu sistemli dokunma tekniğinin, her sağlıklı yenidoğana uygulanması önerilmektedir. Masajın, büyüme gelişme açısından normal bir yenidoğana göre daha dezavantajlı durumda olan riskli yenidoğanlar yararına kullanılması, olumlu sonuçlarından faydalanılması daha büyük önem taşımaktadır. Riskli yenidoğanlar içinde en büyük çoğunluğu prematüre bebekler oluşturmaktadır (Nelson 1996, Wong 2000, Wong 2003). Prematüre bebeklerin büyük çoğunluğu aynı zamanda düşük doğum ağırlıklı (DDA) bebeklerdir. Prematüre ve DDA bebekler, nörolojik, fiziksel, mental, motor ve sosyal fonksiyonlar yönünden normal yenidoğan bebeklere göre daha çok risk taşımaktadırlar (Rice 1979, Wong 2000, Wong 2003). Pek çok yönden risk taşıyan bu bebeklere yapılacak her işlemin güvenli olması gerekir. Yapılan araştırmalarda çok erken doğan bebeklerde bile yapılan masajın fizyolojik ve davranışsal yönlerden bebeklere bir zarar vermediği, klinik olarak stabil bebeklerde güvenli olduğu desteklenmiştir (Bond 2002, Burns et al 1994, Taylor 1983, Touch Research Institute 2007, White Traut 1993). Masaj çoğu insanın sandığı gibi elleri sadece beden yüzeyinde gezdirmek değil özel bilgi ve beceri gerektiren bir uygulamadır (Elias 2000). Uzun yıllardır gevşemeyi sağlamada, kas krampları ve anksiyeteyi azaltmada, uyku bozukluklarında ve ağrıda, fiziksel bozukluğu veya terminal hastalığı olan bireylerde, beden imajını geliştirmede, hemşire ve diğer bazı sağlık personeli tarafından uygulanmaktadır (Beyazova 2000, Vickers, Zollman 1999). Çocuklar fizyolojik yapıları, gelişimsel 29 durumları, farmokolojik ve patolojik bakımdan özel uygulama alanlarına sahip olmaları nedeniyle her sağlık personelinin girişim yapabileceği bir grup değildir (Freeg 1999). Bebek masajını uygulayacak ve aileye öğretecek en önemli sağlık personeli, bebek konusunda özel bilgi ve beceri kazanan pediatri hemşireleridir. ‘’Pediatri hemşiresi çocukların özelliklerini ve farklılıklarını bilerek, emosyonel ve gelişimsel gereksinimlerini göz ardı etmeden, aileyi de bakımın ögesi konumuna getirecek bir sorumluluğu üstlenmiştir’’ (Servonsky, Opas 1987). Pediatri hemşiresinin; aile savunuculuğu rolü, koruyuculuk rolü, destek olma/öneri verme rolü, teropatik rolü, koordinasyon oluşturma/ işbirliği kurma rolü, sağlık bakımı planlama rolü gibi pek çok rolünün yanında sağlık eğitimi gibi önemli bir rolü daha vardır. Sağlığı geliştirecek optimum sağlık seviyesine ulaşmayı sağlayacak her tür eğitim aileye pediatri hemşiresi tarafından verilir (Wong 2000). Konu ile ilgili literatür incelenmesi sonucu; yurtdışında sağlık profesyonellerinin yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yaptığı çalışmaların olduğu (Field et al 1986, Field et al 2006, Field et al 1987, Scafidi et al 1990, Standley 1998, Vickers et al 2004, White- Traut 1993), annelere eğitim verildiği fakat verilen eğitimin sonuçlarının değerlendirilmesine yönelik (Rice 1979) çok sayıda çalışma olmadığı saptanmıştır. Bu çalışma ülkemizde, annelerin uyguladığı masajın prematüre ve DDA yenidoğanların büyüme gelişmesine etkisini inceleyen ilk çalışmadır. Buradan yola çıkarak planlanan çalışmanın amacı; annelerin uyguladığı masajın prematüre ve DDA bebeklerin büyüme gelişmesine etkisini ölçmektir. Araştırmanın hipotezleri şunlardır: H1: Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin kilo alımları farklıdır. H2: Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin mental gelişimleri farklıdır. H3: Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin motor gelişimleri farklıdır. GEREÇ VE YÖNTEM Yarı deneysel olarak planlan bu çalışma Mayıs 2001-Mayıs 2002 tarihleri arasında, Sağlık Bakanlığı Aydın Doğumevi Pediatri Servisinde yapılmıştır. 30 Pediatri Servisinde 2001 yılında yatan 176 prematüre ve DDA bebekten 30’u araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Örnekleme alınan bebeklerin özellikleri;-34-36 gestasyon haftasında doğmuş, doğum kiloları 1800-2500gr arasında, doğumdan sonra 15-35 gün içinde doktor kontrollerinin yapılarak sağlıklı, stabil masaj yapılabilir durumda olduğuna karar verilmiş ve taburcu olmuş, anne sütüyle beslenen, Apgar Skoru(1. dk) 5 ve üzerinde olan bebeklerdir. Örnekleme alınan bebeklerin annelerinin özellikleri; en az ilkokul mezunu, herhangi bir metabolik ya da kronik hastalığa sahip olmayan kadınlardır. Bebekler çalışma sürecinde herhangi bir hastalık geçirirse, masaj yapılmasına engel bir durum ortaya çıkarsa, anneler masajı günde üç kez yapmazsa veya kontrol grubu anneler masajı uygularsa, bu bebekler ve anneleri çalışmadan çıkarılmıştır. Ailelerden Aydın ilinde yaşayanlar ve çalışmayı kabul edenler çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya dolaylı etki edeceği düşünülen; bebeklerin çalışmaya başlamadan önceki kiloları, anne; yaşları, sosyoekonomik düzeyleri, emzirme deneyimleri değişkenleri incelenmiş, iki grup arasında anlamlı bir fark görülmemiştir (p>0,05). Veri Toplama Araçları: Araştırmada gerekli verileri toplamak amacıyla; Bilgi Toplama Formu, Eğitim Planı Formu, Masaj Kontrol Formu, Masaj Uygulama Rehberi, Masaj Đzlem Formu, Ankara Gelişim Tarama Envanteri (AGTE), bebek tartı aleti kullanılmıştır. Anne ve bebek hakkında bilgi toplamak için Bilgi Toplama Formu kullanılmıştır. Araştırmacı tarafından hazırlanan bu form, toplam 17 sorudan oluşmaktadır. Anneye ait toplanan bilgiler; yaş, eğitim durumu, emzirme deneyimi, aile tipi, sosyoekonomik düzey, geçirilen obstetrik komplikasyonlardır. Bebeğe ait toplanan bilgiler ise; doğum kilosu, gestasyon yaşı, hastanede kalış süresi, çalışmaya başlama günü, Apgar Skoru’dur (1.dakika) Annelere bebek masajını öğretmek için verilecek eğitimin sistematik bir şekilde yapılması amacı ile araştırmacı tarafından Eğitim Planı Formu geliştirilmiştir. Annelere verilecek eğitimin, maket üzerinde ve bebek üzerindeki basamakları bu formda açıklanmıştır. “Bebek Masajına Hazırlık” ve “Bebek Masajı Adımları”ndan oluşan Masaj Kontrol Formu, annelere masaj öğretilirken araştırmacıya yol göstermesi amacıyla, araştırmacı tarafından hazırlanmıştır. Özel bir firmasının annelere bebek masajını öğretmek amacıyla hazırlattığı “Adım Adım Bebek Masajı” adlı broşür; annelerin masajı öğrenmelerinde yardımcı olması, öğrendikten sonra evde uygulama sırasında başvuru kaynağı oluşturması amacıyla, Masaj Uygulama Rehberi olarak annelere verilmiştir. Masajın önemini, masaja hazırlığı, 31 bebek masajının adımlarını, dikkat edilmesi gereken durumları anlatan bölümlerden oluşmaktadır. Annelerin evde uyguladıkları masajın sayısı, yapmadılar ise yapmama nedenleri gibi sorulardan oluşan Masaj Đzlem Formu annelerin evdeki 10 günlük masaj süreçleri hakkında bilgi edinmeyi sağlamak amacıyla araştırmacı tarafından hazırlanmıştır. Masajın bebeklerin mental, motor gelişimine etkisini ölçmek için Işık, Sezgin, Erol tarafından geliştirilen Ankara Gelişim Tarama Envanteri (AGTE) kullanılmıştır. Bu envanterde Dil-Bilişsel (Mental), Đnce Motor ve Kaba Motor (Motor), Sosyal Beceri Öz Bakım alt gruplarından oluşan 13 soru bulunmaktadır. Bu çalışmada Dil-Bilişsel (Mental) alt grubuna ait dört, Đnce Motor ve Kaba Motor (Motor) alt grubuna ait beş soru kullanılmıştır. Envanterdeki sorular annelere sorularak puanlanmıştır. Soruya verilen yanıt evet ise 1, hayır ise 0 puan verilmiştir. Sorulara verilen yanıtlar araştırmacı tarafından da kontrol edilmiş, şüpheli yanıtlar ya da annenin yanıt veremediği sorularda araştırmacının yanıtı puanlanmıştır. Puan artışı bebeğin mental, motor gelişiminin iyi olduğunu göstermektedir. 0-3 aylık dönemde alınabilecek en yüksek mental puan dört, en düşük mental puan 0 iken en yüksek motor puan beş, en düşük motor puan ise 0 dır. Tüm bu alt grupların geçerlik güvenirlik çalışmaları yapılmıştır. Her bir grubun 0-12 aylar için iç tutarlılığı Cronbach Alpha katsayıları hesaplanarak incelenmiştir (Dil-bilişsel=.93, Đnce Motor=.92, Kaba Motor=.91). Test-tekrar test güvenirliği Pearson momentler çarpımları r=.99 olarak bulunmuştur. Çok kullanılan gelişim ölçeklerinden Denver Gelişim Tarama Envanteri ile AGTE arasındaki ilişkinin yüksek olduğu belirtilmiş, Bayley Bebekler için Gelişim Ölçeğinin zihinsel ve motor ölçekleri ile AGTE ilişkisi beş farklı yaş grubunda incelenmiş ve iki araç arasındaki korelâsyonun anlamlı olduğu bulunmuştur (3–4 ay grubu için=.79 ) (Işık ve ark 1998). UNICEF’ in önerdiği manuel kullanımlı Salter marka tartı aleti, bebeklerin kilolarını ölçmek amacıyla araştırmacı tarafından kullanılmıştır. Aletin doğru ölçüp ölçmediği çalışmanın başlangıcında ve çalışma süresince aralıklı olarak kontrol edilmiştir. Araştırma Basamakları: Çalışmaya katılmayı kabul eden anneler ve bebekleriyle ilgili bilgileri içeren Bilgi Toplama Formu hastanede doldurulmaya başlanmıştır. Deney grubu bebeklerin annelerine Masaj Eğitim Planı Formu uygulanarak masaj öğretilmiştir. Annelere Masaj Uygulama Rehberi, bebek yağları araştırmacı tarafından verilmiştir. Çalışmaya başlamadan önce 34. günde, bebekler evlerinde araştırmacı tarafından tartılmış, Masaj Đzlem Formu anneye verilerek, ertesi günden itibaren masaja 32 başlanmıştır. Masaj, on gün, günde üç kez, 15 dakika uygulanmıştır. Telefonla iletişim sürdürülmüştür. On gün masaj uygulamanın tamamlanmasından sonra 11. günde kiloları tekrar aynı tartıyla evlerinde ölçülmüştür. AGTE’ ye göre motor, mental gelişimleri değerlendirilmiştir. Kontrol grubu bebeklere bu süreç boyunca masaj uygulanmamıştır. Çalışmanın sonunda konrol grubu bebeklerin annelerine masaj hakkında bilgi verilerek Masaj Uygulama Rehberi verilmiş, isteyen annelere masaj uygulaması öğretilmiştir. Toplanan veriler Ki-kare ve Mann-Whitney U testleri ile analiz edilmiştir. Araştırma Etiği: Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Etik Kurulu tarafından değerlendirilmiş, çalışmanın yapıldığı Sağlık Bakanlığı Aydın Doğumevinden yazılı izin alınmıştır. Annelere araştırma hakkında bilgi verilmiş ve katılmak isteyen anneler çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmanın sonunda konrol grubu bebeklerin annelerine masaj hakkında bilgi verilerek Masaj Uygulama Rehberi verilmiş, isteyen annelere masaj uygulaması öğretilmiştir. BULGULAR Çalışmaya katılan; deney grubu 15 bebekten, 10’u kız (%66.6), 5’i erkektir (%33.3). Kontrol grubu 15 bebekten, 9’ u kız (%60), 6’ sı erkektir (%40). Gruplar arasında, bebeklerin cinsiyetlerine göre dağılımları açısından anlamlı bir fark yoktur ( p=0.70). Tablo 1: Prematüre ve DDA Bebeklerin Tanıtıcı Özellikleri (n=30) Özellikler Doğum Kilosu Çalışmaya Başlama Kilosu Gestasyonel yaşı Apgar Skoru(1.dk) Hastanede Kalış Süresi Deney Grubu X Sd 2217 ±108 3163 ±279 35,06 ±0,7 8,00 ±0,6 4,80 ±2,9 Kontrol Grubu X SS 2265 ±157 3180 ±379 35,26 ±0,7 8,20 ±0,68 3,07 ±3,15 P 0,25 0,55 0,48 0,40 0,07 Bebekler, doğum kiloları, çalışmaya başlama kiloları, gestasyon yaşları, birinci dakika apgar skorları ve hastanede kalış süreleri açısından karşılaştırıldığında, bu özellikler açısından deney ve kontrol grubu bebekler arasında anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 1). Deney grubu bebeklerin annelerinin yaş ortalaması 25.67±4,39, kontrol grubu bebeklerin annelerin yaş ortalaması 26.87±5,95 dir. Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin annelerinin yaş ortalamaları arasında anlamlı bir fark yoktur (p=0.83). 33 Tablo2: Prematüre ve DDA Bebeklerin Annelerinin Tanıtıcı Özellikleri (n=30) Özellikler Emzirme Deneyimi Var Yok Eğitim Durumu Đlkokul Ortaokul Lise Obstetrik Komplikasyon Geçirme Durumu Var Yok Aile Tipi Çekirdek Aile Geniş Aile Deney Grubu Sayı Yüzde Kontrol Grubu Sayı Yüzde 7 8 46,6 53,3 10 5 66,6 33,3 12 1 3 80 6,6 13,3 13 0 2 86,6 0 13,0 5 10 33,33 66,66 3 12 20 80 0,40 8 7 53,33 46,66 7 8 46,66 53,33 0,71 p 0,26 Anneler, emzirme deneyimi, obstetrik komplikasyon geçirme durumu, aile tipi açısından karşılaştırıldığında deney ve kontrol grupları arasında anlamlı bir fark yoktur (p>0.05). Deney grubu bebeklerin annelerinin %80’i ilkokul mezunu iken kontrol grubu bebeklerin annelerinin %86.6’sı ilkokul mezunudur (Tablo 2). Grafik 1: Prematüre ve DDA Bebeklerin Kilo Farklarının Karşılaştırılması (n=30) 500 480 460 440 Deney Grubu Kontrol Grubu 420 400 380 Kilo Farkı Deney grubu bebekler ve kontrol grubu bebeklerin, uygulama süreci (on günlük) öncesi ve uygulama süreci sonrası ölçülen kiloları değerlendirildiğinde; deney grubu bebeklerin ortalama 496,6±71,8 gram, kontrol grubu bebeklerin ortalama 430±70,2 gram kilo aldıkları saptanmıştır. Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin ortalama kilo alımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardır (p=0.01) (Grafik 1). 34 Grafik 2: Prematüre ve DDA Bebeklerin Mental Puanlarının Karşılaştırılması (n=30) 4 3,5 3 2,5 2 1,5 1 0,5 0 Deney Grubu Kontrol Grubu Mental Puan Deney grubu bebekler ve kontrol grubu bebeklerin uygulama sürecinden (on günlük) sonra iki aylık (45 günlük) olduklarında değerlendirilen AGTE mental puanları; deney grubu bebeklerin ortalama 3,53±0,64 puan, kontrol grubu bebeklerin 2,47±0,74 puan olarak saptanmıştır. Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin ortalama mental gelişim puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardır (p=0.00) (Grafik 2). Grafik 3: Prematüre ve DDA Bebeklerin Motor Puanlarının Karşılaştırılması (n=30) 3 2,5 2 1,5 Deney Grubu 1 Kontrol Grubu 0,5 0 Motor Puan Deney ve kontrol grubu bebeklerin uygulama sürecinden (on günlük) sonra iki aylık (45 günlük) olduklarında değerlendirilen AGTE motor puanları; deney grubu bebeklerin ortalama 2,67±0,82 puan alırlarken kontrol grubu bebeklerin 2,07±0,88 puan olarak saptanmıştır. Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin 35 ortalama motor gelişim puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0.06) (Grafik 3). TARTIŞMA Bebeklere Uygulanan Masajın, Bebeklerin Kiloları Üzerine Etkisi: Bu çalışmada 34-36 gestasyon haftasında, 1800-2500 gram arasında doğmuş, anne sütüyle beslenen bebekler çalışmaya alınmıştır. Tüm aileler düşük sosyoekonomik düzeyden ailelerdir. Anne yaşları ortalamaları açısından gruplar arasında fark yoktur (p>0,05). Annelerin emzirme deneyimleri bakımından da fark bulunmamıştır (p>0,05). Bu kriterler eşleştirilerek bebeğin kilo alımına etki edebileceği düşünülen dış etkiler ortadan kaldırılmıştır. Büyüme gelişmenin önemli göstergelerinden biri olan kilo alımı ile ilgili bulgular; annelerin uyguladığı masaj sonrası bebeklerin, masaj uygulanmayan bebeklere göre daha fazla kilo aldıklarını göstermiştir (p<0,05). Masaj uygulanan bebelerin ortalama kilo artışı 496,6 ±71,8 iken masaj uygulanmayan kontrol grubu bebeklerin ortalama kilo artışı 430 ±70,2’ dir (Grafik 1). Rice’ın (1979) yaptığı bir çalışmada 15 preterm bebeğe annelerin uyguladığı masaj (15 dk, günde 4 kez, bir ay ), bebekler taburcu edilip eve ulaştıklarında başlamış (ortalama yoğun bakım kalış süreleri 45 gün) ve bebekler 4 aylık olduklarında pediatrist, psikolog, pediatri hemşiresi tarafından kontrol edilmiştir. Masaj uygulanan deney grubu bebeklerin masaj uygulanmayan kontrol grubu bebeklerden daha fazla kilo aldıkları istatistiksel olarak gösterilmiştir (Rice 1979). Field ve arkadaşlarının (1986) yaptığı bir çalışmada 20 prematüre bebeğe araştırmacı tarafından masaj (15 dk, günde 3 kez, 10 gün) uygulanmıştır. Bebeklerin ortalama gestasyon yaşları 31 hafta, doğum kiloları 1280 gr, çalışmaya başlamadan önceki yoğun bakımda kalış süresi 20 gündür. Bu çalışmada deney grubu günlük ortalama %47 daha fazla kilo kazanmıştır (Field et al 1986). Field ve arkadaşlarının (1987) yaptığı diğer bir çalışmada, masaj uygulaması bittikten altı ay sonra ölçümler tekrarlanmış ve deney grubu bebeklerin kilo alımının daha iyi sürdüğü belirtilmiştir (Field et al 1987). Scafidi ve arkadaşlarının (1990) yaptığı bir çalışma sonucunda; ortalama gestasyon yaşları 30 hafta, ortalama doğum kiloları 1176gr, yenidoğan yoğun bakım ünitesindeki kalış süresi 14 gün olan 20 prematüreden oluşan deney grubu bebeklere günde üç kez, 15 dakika, 10 gün masaj uygulanmıştır. Deney grubu bebeklerin kilo alımları, kontrol grubundan, günlük %21 daha fazla bulunmuştur (Scafidi et al 1990). 36 Standley’in (1998) müzik ve masajı bir arada uyguladığı çalışmada, deney grubu prematüre bebeklerin kilo alımını kontrol grubundan daha fazla olduğu gösterilmiştir (Standley 1998). Vickers ve arkadaşları (2004) litaretürü incelemiş ve yapılan çalışmalarda 37 haftadan erken, 2500 gr dan az doğan preterm bebeklere masaj uygulamasının, bebeklerin kilo alımlarını günlük ortalama 5.1 gr arttırdığı, 4-6 aylardaki kilo alımlarının da olumlu etkilendiği belirtilmiştir (Vickers et al 2004). Son olarak Field ve arkadaşları (2006) hafif şiddette basınçlı masajla orta şiddette basınçlı masajın bebeklerin kilo alımlarına etkini değerlendirmiştir. Ortalama 30 haftalık 68 prematüre bebek iki gruba ayrılmış, günde 3 kez, 5 gün, 15 dk. masaj uygulanmış ve orta basınçta uygulanan masajın kilo alımlarında anlamlı fark yarattığı saptanmıştır (Field et al 2006). Masajın stres düzeyini azaltmadaki etkisi, bebeğin büyüme gelişme hızının artması üzerinde etkili olmaktadır (Touch Research Institute 1997, Touch Research Institute 2007, Uzuner 1998). Ayrıca farelere uygulanan dokunmanın büyüme hormonunu arttırdığı belirtilmiştir (Touch Research Institute 1997). Dokunma yoluyla olan büyüme hormonundaki bu artış, benzer mekanizmalara sahip bebeklerde de ortaya çıkabilir. Masaj uygulanan bebeklerin insülin ve gastrin hormonlarının arttığı görülmüştür. Gastrin ve insülin, besinlerin absorbsiyonunu sağlayan ve vagal yolla kontrol edilen hormonlardır. Uygulanan masajın vagal aktiviteyi arttırması sonucu, besin absorbsiyonu arttıran gastrin ve insülin hormonları seviyesinde artış gözlenmiştir (Touch Research Institute 1997, Uzuner 1998). Bu durumda, bebeklere aynı miktar besin verilse de masaj uygulanan bebekler daha fazla kilo almaktadırlar (Field et al 1986). Çalışmada ortaya çıkan deney grubu bebeklerin kilo alımındaki farkın, bu mekanizmalar yoluyla ortaya çıktığı düşünülmektedir. Elde ettiğimiz sonuçlar doğrultusunda; anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin kilo alımları farklı bulunarak hipotez 1 kabul edilmiştir. Bebeklere Uygulanan Masajın, Bebeklerin Mental Gelişimleri Üzerine Etkisi: Araştırmada, masaj uygulanan bebeklerin mental gelişimleri, masaj uygulanmayan bebeklere göre çok daha iyi bulunmuştur (p<0,05). Masaj bebeklerin mental gelişimlerini olumlu yönde etkilemektedir (Grafik 2). Field (1987) ve Rice’ ın (1979) çalışmalarında masaj uygulanan deney grubu bebeklerin mental gelişim puanları, masaj uygulanmayan 37 kontrol grubu bebeklerden anlamlı olarak yüksek saptanmıştır (Field et al 1987, Rice 1979). Masajın bebeklerin mental gelişimine etki değerlendiren çalışmalar literatürde bulunamamıştır. mekanizmasını Bunun yanında bebeklerin tüm büyüme gelişme alt alanlarında olduğu gibi mental gelişlerinde de annesiyle olan etkileşimi, yakınlaşmasının önemi çok büyüktür (Ekşi 1999). Dokunma ve göz göze iletişim anne bebek yakınlaşmasını arttırıcı faktörlerdendir. Çalışmada kullanılan masaj tekniği içerisinde tensel temasın sağlanması , göz göze iletişimin kurulması ve bebekle konuşma gibi aktiviteler yer almaktadır. Böylece bebek etkileşimi arttırılmakta ve bebeğin mental gelişiminin hız kazanmasına yardımcı olunmaktadır. Tüm bunların deney grubu bebeklerin mental puanlarının daha yüksek bulunmasını sağladığı düşünülmektedir. Elde ettiğimiz sonuçlar doğrultusunda; anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin mental gelişimleri farklı bulunarak hipotez 2 kabul edilmiştir. Bebeklere Uygulanan Masajın, Bebeklerin Motor Gelişimleri Üzerine Etkisi: Çalışmamızda annelerin uyguladığı masajın bebeklerin motor gelişimleri üzerine anlamlı bir etki etmediği saptanmıştır. Masaj uygulanan bebekler ile uygulanmayan bebeklerin motor gelişimleri arasında, anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Đstatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamasına rağmen deney grubu bebeklerin motor gelişim puanları, kontrol grubu bebeklerin motor gelişim puanından daha yüksek bulunmuştur (Grafik 3). Masaj ve prematüre bebeklerin motor gelişimleri arasındaki ilişkinin incelendiği çalışmalardan biri olan Field ve arkadaşlarının (1986) çalışmasında; prematüre ve DDA bebeklere masaj uygulanmış Brazelton Yenidoğan Davranış Skalasına göre motor gelişimleri değerlendirilmiştir. Masaj uygulanan bebeklerin motor gelişimlerinin masaj uygulanmayan bebeklerden daha iyi olduğu gösterilmiştir (Field et al 1986). Field’ın ve arkadaşlarının (1987) bir başka çalışmasında, Bayley Bebekler için Gelişim Ölçeğiyle, masaj uygulaması bittikten altı ay sonra motor gelişim değerlendirmesi yapılmış ve masaj uygulanan prematüre ve DDA bebeklerin daha iyi motor gelişim gösterdikleri belirtilmiştir (Field et al 1987). Bu iki çalışmanın tersine Rice (1979), annelerin uyguladığı masajın prematüre bebeklerin motor gelişimlerine anlamlı etki etmediğini saptamıştır. Dördüncü ayda Bayley Bebekler için Gelişim 38 Ölçeği kullanılarak değerlendirilen deney grubu bebeklerin motor gelişimleri ile kontrol grubu bebeklerin motor gelişimleri arasında anlamlı bir fark görülmemiştir (Rice 1979). Motor gelişim; nöromüsküler gelişim, kavrama ve mental gelişim ile yakın ilişki içerisinde gelişir (Kavaklı 1992). Masaj yardımıyla bebeklerin mental gelişimlerinde ortaya çıkan olumlu gelişmenin, motor gelişimi olumlu yönde etkileyebileceği düşünülebilir. Masaj sayesinde meydana gelen etki ile stres hormonlarının azaltılması ve böylece büyüme gelişmenin hız kazanması, kilo alımının artması, solunum ve dolaşımın düzene girmesi, kas gelişiminin hızlanması gibi etkiler sonucunda bebek daha hareketli bir hal alır ve motor gelişiminde bir ilerleme görülebilir. Çalışmamızda da deney grubu bebeklerin motor gelişim puanları kontrol grubundan yüksek bulunmuştur ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı bir fark değildir. Field’ın (1987) çalışmasında, Bayley Bebekler için Gelişim Ölçeği kullanarak yaptığı motor gelişim değerlendirmesi altıncı ayda yapılmıştır (Field et al 1987). Aynı ölçek kullanılan Rice’ ın çalışmasında ise dördüncü ayda yapılmıştır (Rice 1979). Bizim çalışmamızda motor gelişim ikinci ayda AGTE ile değerlendirilmiştir. Field (1987) ve Rice’ ın (1979) çalışmalarında kullanılan Bayley Bebekler için Gelişim Ölçeğinin bizim çalışmamızda kullanılan Ankara Gelişim Envanteriyle arasında anlamlı bir korelasyon vardır (Işık ve ark 1998). Benzer ölçekler kullanılarak yapılan Field, Rice ve bu araştırmadan sadece Field’ın çalışmasında motor gelişim, deney grubunda anlamlı olarak fazla çıkmıştır. Bu üç çalışmadan; bizim çalışmamız ve Rice’ın çalışması ile Field’ ın çalışması arasındaki farklılığın nedeni, masajın motor gelişim üzerine olan etkisinin farklı aylarda değerlendirilmiş olması olabilir. Çalışmamızdan elde ettiğimiz bulgular sonucunda; anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin motor gelişimleri farklı bulunmayarak hipotez 3 reddedilmiştir. SONUÇ VE ÖNERĐLER Bu çalışmanın sonuçları şöyledir: Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebeklerin kilo alımları, masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin kilo alımlarından fazla bulunarak hipotez 1 kabul edilmiştir. Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebeklerin mental gelişim puanları, masaj uygulanmayan kontrol 39 grubu prematüre ve DDA bebeklerin mental gelişim puanlarından fazla bulunarak hipotez 2 kabul edilmiştir. Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin motor gelişim puanları farklı bulunmayarak hipotez 3 reddedilmiştir. Pediatri servislerinde çalışan hemşirelere yönelik bazı öneriler şunlardır: · Günde üç kez, 15 dakika uygulanan masajın, 10 gün gibi kısa bir sürede prematüre ve DDA bebeklerin büyüme gelişmesini iyi yönde etkilediği gösterilmiştir. Erken dönemde yoğun bakım ünitelerinde ve pediatri servislerinde masajın başlatılarak, taburcu olmadan önce pediatri hemşiresi tarafından ailelere de öğretilmelidir. · Çalışmada, annelerin eğitimi sırasında kullanılan masaj broşürleri, bebek maketi gibi araçlarla yapılan eğitim etkili olmuş, anneler kısa sürede masajı öğrenebilmiştir. Anneye eve yanında götürebileceği masaj broşürleri ya da el kitapçığı verilmesi uygulamanın unutulmasını önlemiştir. Masajın, hemşireler tarafından annelere öğretilebilmesi için aynı araçlardan yararlanılabilir, annelere masaj broşürü yada el kitapçığı verilebilir. · Çalışma sırasında masajı yapmayan anneler olmuştur. Kanıta dayalı hemşirelik çerçevesinde, annelerle bu çalışmanın sonuçları paylaşılarak masaja verilen önem arttırılabilir. · Masaj konusunda eğitimli pediatri hemşireleri tarafından ebe, halk sağlığı hemşiresi, kadın sağlığı hastalıkları hemşiresi gibi anne ve bebekle klinikte ve sahada birlikte olabilen sağlık personeli de eğitilerek multidisipliner ekip yaklaşımıyla masajın devamlılığı sağlanabilir. Araştırmacılar için bazı öneriler şunlardır: · Yapılan kilo, mental gelişim, motor gelişim değerlendirmeleri daha sonraki aylarda (altıncı aydan sonra) yeniden değerlendirilerek masajın bebeklerin büyüme gelişmesine uzun süreli etkileri araştırılabilir. · Erişkin eğitiminin temellerinden olan yaparak öğrenme en kısa sürede becerinin kazanılmasını sağlamıştır. Diğer çalışmalarda; eğitim için ayrı bir eğitim odası sağlanarak ve bu çalışmada planlanmasına rağmen kullanılamayan videokaset kullanılarak yapılacak eğitimlerin etkinliği değerlendirilebilir. · Bu araştırma sırasında ziyarete gidilen bölgeleri tanıyan, uzman bir halk sağlığı hemşiresinden ve bir ebeden destek alınmıştır. Bu ekip çalışmasından çok olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Ailelerle güven 40 ilişkisi geliştirme, evlerin kolaylıkla bulunmasının sağlanması gibi yönlerden önemli kolaylıklar elde edilmiştir. Bu nedenle ileride yapılacak araştırmalarda multidisipliner çalışmalar planlanabilir. · Yapılan çalışma daha büyük örneklemle tekrarlanabilir. KAYNAKLAR 1. American Academy of Pediatrics (1990), Kangroo Baby Care: Just a Nice Experience or An Đmportant Advence for Preterm?, Pediatrics; 85, 604-605. 2. Beyazova N (Ed) (2000), Gökçe Kutsal Y., Fiziksel Tıp ve Rehabilitaston, Cilt1, Güneş Kitabevi, Ankara, 842-53. 3. Bond C (2002), Positive Touch And Massage Đn The Unit: A British Approach, Semin Neonatol; 7, 477-86. 4. Burns K,et al (1994), Infant Stimulatıon: Modification of An Intervention Based on Physiologic and Behavioral Cues, JOGNN; 23(7), 581-88. 5. Ekşi A (Ed) (1999), Ben Hasta Değilim: Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü, Nobel Kitabevi, Đzmir, 17-21. 6. Elias M (2000), Touch Therapy-A hands on Approach to Promote Health, www.longevity101.com 7. Field T, et al (1986), Tactile Kinestetic Stimulatıon Effects on Preterm Neonates, Pediatrics; 77, 654-58. 8. Field T, et al (2006), Moderate Versus Light Pressure Massage Therapy Leads To Greater Weight Gain in Preterm Infants, Infant Behavior & Development: V: 29, 57478. 9. Field T,et al (1987), Massage of Preterm Newborns to Improve Growth and Development, Pediatric Nursing; V: 13, N: 6, 385-87. 10. Freeg V.D (1999), What Makes Pediatric Nursing So Special?, Pediatric Nursing; SepOct, V: 25,Issue: 5, 468. 11. Işık S, Sezgin N, Erol N (1998), Ankara Gelişim Tarama Envanteri, Genişletilmiş 2. Basım, Ankara. 12. Jump V.K, Fargo J.D, Akers J.F (2006), Impact Of Massage Therapy On Health Outcomes Among Orphaned Infants in Ecuador, Family & Community Health; V:29, N: 4, 314-19. 13. Kavaklı A (1992), Çocukluk Yaşlarında Đstanbul. Büyüme ve Gelişme, Hilal Matbaacılık, 14. Moore M.L (1978), Realities in Childbearing, Sounders Company: 479-82. 15. Moreno A.J, Posada G.E, Goldyn D. T (2006), Presence and Quality of Touch Influence Coregulation in Mother- Infant Dyads, Infancy; V: 9(1), 1-20. 16. Nelson W (1996), Nelson Textbook of Pediatrics, 15.th ed, Sounders Com. 17. Rice R (1979), The Effects of The Rice Infant Sensoriomotor Stimulation Thretment on the Development of High Risk Infants, Birth Defects: Orginal Article Series; V: 15,N: 7, 7-26. 18. Scafidi F, et al (1990), Massage Stimulates Growth in Preterm Infants: A replication, Infant Behavior and Development; V: 13, 167-188. 41 19. Servonsky J, Opas S (1987), Nursing Management of Children, Jones and Bartlett Publishers; 8. 20. Standley J.M (1998), The Effects of Music and Multimodal Stimulation on Responses of Prematüre Infants In Neonatal Intensive Care, Pediatric Nursing, Vol.24,No.6, November-December, 532-38. 21. Taylor P.S(1983), Massage in A Special Care Nursery, The Australian Nurses Journal; V: 12, N: 7, 42-45. 22. Touch Research Institute (1997), Touch Research Institute Studies,PR Newswirel. 23. Touch Research Institute (Erişim 2007), Research at TRI, http://www6.miami.edu /touch-research/research.htm 24. Uzuner Y.Y(1998), Dokunmanın Önemi, Hemşirelik Forumu; 1(6), 245-51. 25. Vickers A, et al (2004), Massage for Promoting Growth and Development of Pretem and Low Birth Weight Đnfants, Cochrane Database of Systematic Reviews 2007 Issue 3, -HD-(2): CD: 000390, http://www.mrw.interscience.wiley.com/cochrane/clsysrev/ articles/CD000390/frame.html. 26. Vickers A, Zollman C (1999), Massage Therapies, British Medical Journal; Issue: 7219, 1254. 27. White-Traut R (1993), Patterns of Physiolojic and Behavioral Response Intermediate Care Preterm Infants to Intervention, Pediatric Nursing; 19, 625-29. of 28. Wong D.L, et al (2000), Wong’s Essentials of Pediatric Nursing, Sixth Ed., Mosby. 29. Wong D.L. (2003), Wong’s Nursing Care of Đnfants Mosby. 42 and Children, Seventh Ed., Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 43-56, 2008 HEMŞĐRELĐK YÜKSEKOKULUNDAKĐ ÖĞRENCĐLERĐN HEMŞĐRELĐK MESLEĞĐ VE EĞĐTĐMĐ ĐLE ĐLGĐLĐ GÖRÜŞ VE BEKLENTĐLERĐ SCHOOL OF NURSING STUDENTS’ VIEWS AND EXPECTATIONS RELATED TO NURSING PROFESSION AND EDUCATION Hemşire Semra ÜNLÜ* Yrd.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR** Arş.Gör. Aysun BABACAN GÜMÜŞ** *E.Ü. **E. Tıp Fakültesi Hastanesi. Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği AD. 6. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri Kongresi’nde sunulmuştur. ÖZET Amaç: Bu araştırma, Hemşirelik Yüksekokulu (HYO) öğrencilerinin hemşirelik mesleği ve eğitimi ile ilgili görüş ve beklentilerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini, 2005-2006 öğretim yılında, Ege Üniversitesi HYO’da öğrenim gören 150 öğrenci oluşturmuştur. Veriler, araştırmacılar tarafından geliştirilmiş anket formu ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı ve yüzde dağılımı kullanılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Öğrencilerin %98,7’si kız, %53.3’ü Anadolu/süper lise mezunudur. %56’sı kendi isteğiyle, %42.7’si “iş bulma kolaylığı” nedeniyle HYO’yu seçmiştir. Öğrencilerin %56.8’inin teorik eğitimi, %42.1’inin ders uygulamalarını, %13.7’sinin psikososyal yönden okul yaşantısını yetersiz bulduğu saptanmıştır. Öğrencilerin %44’ünün toplumun hemşirelik mesleği hakkındaki görüşlerinden olumsuz olarak etkilendiği, %51.3’ünün hemşireliğin bağımsız işlevlerinin artmasıyla saygınlığının artacağını düşündüğü belirlenmiştir. Elde edilen bulgulara göre, Hemşirelik Yüksekokullarında teorik ve pratik eğitimi bütünleştiren eğitim modellerinin uygulanması ve hemşireliğin saygın ve profesyonel bir kimlik kazanması için gerekli girişimlerde bulunulması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Hemşirelik öğrencileri, meslek, eğitim, görüş, beklenti ABSTRACT Objective: This research was done in order to determine the School of Nursing (SN) students’ views and expectations related to nursing profession and education. Methods: The sample of the research consisted of 150 students of Ege University SN in the academic year 2005-2006. Data was gathered with the 43 questionnaire form developed by researchers. In the assessment of the data; number and percent distribution were used. Results: 98.7% of students are girls, 53.3% of them had graduated from Anatolia/Super High School. 56% of students were voluntarily, 42.7% of them because of easiness of finding job had chosen SN. It was determined that 56.8% of students found theoretical education, 42.1% of them found lessen applications and 13.7% of them found school life in terms of psychosocially inadequate. It was determined that 44% of students affected negatively from the society’s point of view about nursing profession. 51.3% of them thought that esteem of nursing would increase with the increase of independent functions of nursing. Conclusion: According to findings, SN teaching models were applied in order to integrate theoretical and practical education and it has been suggested to be in required attempts to provide nursing won an esteemed and professional identity. Key Words: Nursing students, profession, education, view, expectation. GĐRĐŞ Ülkemizde yüksek öğretim kurumlarına belirli ve sınırlı sayıda öğrenci alınmakta ve öğrenciler, herhangi bir yüksek öğretim kurumuna girebilmek için, çoğu kez istek ve yeteneklerinin dışında, bilinçsizce ve rastlantı sonucu bir okul tercih etmektedir. Bu nedenle ülkemizde meslek seçimi, genellikle rastlantıya bağlı olarak gerçekleşmektedir. Bu durum hemşirelik mesleği için de geçerli olup, hemşirelerin de bilmeden ve istemeden bu mesleği seçtikleri bilinmektedir (Özsoy ve ark. 1999, Yanıkkerem ve ark. 2004). Meslek, bireylerin hayatlarını kazanmak için yaptıkları, kuralları toplumca belirlenmiş ve belli bir eğitimle kazanılan, bilgi ve becerilere dayalı etkinlikler bütünü olarak tanımlanmaktadır (Yanıkkerem ve ark. 2004). Meslek seçimi kararının, doğru ve yerinde olabilmesi için, kişinin ne istediğini ve neleri yapabileceğini iyi bilmesi gerekmektedir. Hemşirelik gibi insan sağlığını doğrudan ilgilendiren mesleklerin seçiminde de bu özellikler büyük önem taşımaktadır (Khorsid ve ark. 1992). Toplumumuzda hemşirelik mesleği ve işlevleri ile ilgili pek çok görüşe rastlanmaktadır. Bu görüşlerin oluşmasında ön yargılarla birlikte olumsuz örneklerin de payı bulunmaktadır (Soydemir ve Sökmen 2005). Hemşireliğin genel olarak profesyonel bir meslek olarak değil de, kısa yoldan iş sahibi olmak veya aileye ek gelir için sürdürülen bir uğraş olarak görüldüğü bildirilmektedir. Ücret, iş koşulları, otonomi düzeyi, mesleğin kan ve atıklarla yakın temas gerektiren bir meslek olması, kadın mesleği oluşu ve baskın bir grup altında (hekimlik) yer alması gibi nedenler toplumun hemşirelik mesleği hakkındaki görüşlerini etkilemektedir (Özsoy 2000). Bunların yanı sıra hemşireliğin toplumsal konumunu, hemşirelik eğitiminden gelen nedenler, mesleki bilincin yeterince gelişmemiş 44 olması, hekim–hemşire, hasta-hemşire, hemşire-hemşire ilişkisinin genelde mesleki ilişki niteliğinde olmayışı, hemşirenin işe yönelik hizmet vermesi ve kadın mesleği olması gibi etkenler de olumsuz olarak etkilemektedir (Öz 1987). Geleceğin sağlık bakım sistemi içinde, hemşireliğin güçlü ve vazgeçilmez bir meslek olması için, mesleğin araştırma temeline dayandırılması ve yapılanmasında gerekli değişiklerin yapılması gerekmektedir (Taşocak 1999). Hemşirelik eğitimi, teorik ve uygulamalı öğrenim ve öğretim yaşantılarını içeren bir eğitimdir. Amacı ise, öğrencilere profesyonel hemşirelik özelliklerini kazandırmak, öğrencileri gelecekteki meslek yaşantılarına uygun şekilde hazırlamak, ülkesine karşı görev ve sorumluluklarının bilincinde, mevcut sağlık sorunlarına yanıt verebilecek nitelikte hemşireler yetiştirmektir. Hemşirelik eğitiminde istendik davranışların kazandırılabilmesi içinde, teorik ve uygulamalı eğitim birlikte yürütülmelidir (Bektaş 2004). Bununla birlikte teorik ve klinik öğretimin başarılı olabilmesi için hemşire eğitimcilerin önemli roller üstlenmeleri gerekmektedir. Hemşire eğitimcilerin en önemli rolleri, öğrencilere klinik bilgi, yargı ve beceri üzerine temellendirilmiş teknik yetenek kazandırmak, onları anlamak, yönlendirmek ve ufuklarını geliştirmektir (Aştı 1990). Eğitim sürecindeki önemli faktörlerden bir diğeri ise öğrencilerdir. Hemşirelik öğrencileri eğitim süreçleri boyunca, mesleği sevmeme, teorik bilgileri çok kısa sürede işleme, bu yoğun bilgilerin hepsini öğrenmekle sorumlu olma, klinik uygulamalarda hastanede veya yabancı bir ortamda bulunma, klinik ortamın ve ekibin yarattığı stresörler, öğretim elemanı ve öğrenciler arasında yaşanan sorunlar, ders uygulamalarında ve bakım vermede yetersiz olma gibi çeşitli güçlükler yaşamaktadırlar (Kömürcü ve Gençalp 1999, Bektaş 2004). Bu açıdan bakıldığında, hemşirelik eğitimi yoğun, yorucu ve stresli bir eğitim olarak değerlendirilmektedir (Pektekin 1990). Bu bağlamda müfredat programlarının değerlendirilerek hemşirelik eğitim kalitesinin arttırılmasında, eğitim ortamlarının daha nitelikli hale getirilmesinde, eğitimci ve öğrenciler arasındaki sorunların çözümlenmesinde, öğrencilerin eğitimden ve mesleklerinden alacağı doyumun arttırılmasında, hemşireliğin olumsuz yönlerinin değiştirilerek istenilen, tercih edilen bir meslek haline getirilmesinde, öğrencilerin hemşirelik mesleği ve eğitimi ile ilgili görüş ve beklentilerini belirlemenin yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu gerekçeler doğrultusunda bu araştırmanın amacı, öğrencilerin hemşirelik mesleği ve eğitimi ile ilgili görüş ve beklentilerini belirlemektir. 45 GEREÇ VE YÖNTEM Araştırma tanımlayıcı tipte bir çalışmadır. 2005-2006 öğretim yılında, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu’nda okuyan 901 öğrenci araştırmanın evrenini, bu evrenden seçilen 150 öğrenci araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Örnekleme tesadüfi örnekleme yöntemi ile ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerinden 50’şer öğrenci alınmıştır. Hazırlık sınıfında okuyan öğrenciler araştırma kapsamı dışında bırakılmış, birinci sınıf öğrencileri ise entegre eğitime geçilmesi nedeniyle araştırma kapsamına alınmamıştır. Araştırmanın verileri, 15-16 Aralık 2005 tarihinde toplanmıştır. Veriler toplanmadan önce öğrencilere çalışma hakkında bilgi verilmiş, çalışmaya katılmayı kabul eden ve anket formlarını tam olarak dolduran öğrenciler araştırma kapsamına alınmıştır. Veri toplama aracı olarak, araştırmacılar tarafından ilgili literatür taranarak oluşturulmuş anket formu kullanılmıştır. Anket formu, üç bölümden ve kapalı-açık uçlu olarak hazırlanan 34 sorudan oluşmaktadır. Birinci bölümde, öğrencilerin sosyodemografik özelliklerini belirlemeye yönelik 15 soru; ikinci bölümde öğrencilerin hemşirelik mesleği ile ilgili görüşlerini saptamaya yönelik 10 soru; üçüncü bölümde öğrencilerin hemşirelik eğitimi ile ilgili görüşlerini saptamaya yönelik 9 soru yer almaktadır. Veriler SPSS 11.5 paket programı ile değerlendirilmiştir. Verilerin dökümü sayı ve yüzde olarak verilmiştir. BULGULAR VE TARTIŞMA ÖĞRENCĐLERĐN SOSYODEMOGRAFĐK ÖZELLĐKLERĐ Tablo 1: Öğrencilerin sosyodemografik özellikleri (n=150) Sosyodemografik özellikler Yaş ort. Yaş grubu 19-21 22 ve üzeri Cinsiyet Kız Erkek Medeni durum Bekar Evli Mezun olunan lise Anadolu / Süper lise Normal lise Sağlık meslek lisesi En uzun süre yaşanılan yer Köy Kasaba 46 Sayı % 21.98 ± 3.66 89 61 59.3 40.7 148 2 98.7 1.3 144 6 96.0 4.0 80 60 10 53.3 40.0 6.7 14 13 9.3 8.7 Şehir Büyük şehir Babanın eğitim düzeyi Okuryazar Đlkokul Ortaokul Lise Üniversite Annenin eğitim düzeyi Okuryazar Đlkokul Ortaokul Lise Üniversite Gelir algısı Đyi Ne iyi ne kötü Kötü Kalınan yer Yurt Ailesi ile birlikte evde Arkadaşları ile birlikte evde Burs alma durumu Evet Hayır Burs alınan kurum Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Başbakanlık Özel bir kurum/kuruluş Đşte çalışma durumu Bir işte çalışmıyor Hemşire olarak çalışıyor 61 62 40.7 41.3 18 41 18 51 22 12.0 27.3 12.0 34.0 14.7 31 66 21 25 7 20.7 44.0 14.0 16.7 4.7 63 79 8 42.0 52.7 5.3 47 67 36 31.3 44.7 24.0 94 56 62.7 37.3 71 31 11 47.3 20.7 7.3 141 9 94.0 6.0 Öğrencilerin sosyodemografik özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir. Buna göre, araştırmaya katılan öğrencilerin büyük çoğunluğunu kız öğrenciler oluşturmaktadır. Hemşirelik okullarına uzun süredir erkek öğrenci alınmasına karşın, erkek öğrencilerin hemşirelik mesleğini tercih etme oranlarının oldukça düşük düzeyde olduğu görülmektedir. Öğrenciler mezun oldukları liselere göre incelendiğinde, %53.3’ünün Anadolu/Süper lise mezunu olduğu belirlenmiştir (Tablo 1). Bu bulgu, daha önce yapılan araştırmalarla karşılaştırıldığında, hemşirelik mesleğini seçen öğrencilerin, sağlık meslek lisesi mezunlarından normal lise ve Anadolu/Süper lise mezunlarına doğru bir değişim gösterdiği söylenebilir (Ender ve ark. 1990, Yalın 1990, Yanıkkerem ve ark. 2004). Buna göre araştırmaya katılan öğrencilerin yarıdan fazlasının Anadolu/ Süper lise mezunu olması, hemşirelik yüksekokullarında öğrenci profilinin değiştiğini göstermektedir. Araştırmaya katılan öğrencilerin en uzun süre yaşadıkları yere göre dağılımlarına bakıldığında, büyük çoğunluğunun yaşamının önemli bir kısmını büyük şehir ve şehirde geçirdiği söylenebilir (Tablo 1). 47 Öğrencilerin anne ve babalarının eğitim düzeyleri incelendiğinde, %34’ünün babası lise mezunu, %44.’ünün annesi ilkokul mezunudur (Tablo 1). Bu bulgulara göre genel olarak babaların eğitim düzeyi annelerin eğitim düzeyinden daha yüksektir. Bu sonuçlar yapılan çalışmalarla benzerlik göstermektedir (Kocaman ve Okumuş 1982, Başer 1995). Öğrencilere kendi gelir düzeylerini nasıl değerlendirdikleri sorulduğunda; %52.7’si “ne iyi ne kötü”, %42’si “iyi”, %5.3’ü “kötü” olarak değerlendirmiştir (Tablo 1). Özsoy ve arkadaşlarının (1999) Ege Üniversitesi HYO’da yaptıkları araştırmada, öğrencilerin %77’sinin gelir düzeyini “gelir gidere denk” olarak tanımladığı bildirilmiştir. Bu sonuçlar, genel olarak hemşirelik mesleğinin “orta” gelir düzeyine sahip öğrenciler tarafından seçildiğini göstermektedir. Araştırmaya katılan öğrencilerin %44.7’sinin ailesiyle birlikte evde, %31.3’inin yurtta, %24’ünün arkadaşlarıyla evde kaldığı saptanmıştır (Tablo 1). Özsoy ve ark.nın (1999) yaptıkları araştırmada ise öğrencilerin %61.5’inin yurtta, %30.3’ünün ailesi ile birlikte evde, %4.9’unun kirada, %3.3’ünün lojmanda kaldığı bildirilmiştir. Bu sonuçlar, bizim bulgularımızla karşılaştırıldığında, hemşirelik öğrencilerinin eğitimleri sırasında aileleriyle birlikte yaşama durumlarının son yıllarda arttığı söylenebilir. Ayrıca bu sonuç, öğrencilerin bulundukları şehirdeki yüksek öğretim kurumlarını daha fazla tercih etmelerinden kaynaklanabilir. Öğrencilerin %94’ünün bir işte çalışmadığı, çalışan öğrencilerin ise “hemşire” olarak çalıştıkları bulunmuştur. Öğrencilerin %62.7’sinin burs aldığı, en yüksek oranda burs alınan kurumun ise Yüksek Öğrenim Kredi Ve Yurtlar Kurumu olduğu belirlenmiştir. (Tablo 1). Bu bulgular, yapılan araştırma sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir (Fadıloğlu ve ark. 1986, Özsoy ve ark. 1999). ÖĞRENCĐLERĐN HEMŞĐRELĐK MESLEĞĐ ĐLE ĐLGĐLĐ GÖRÜŞLERĐ Tablo 2: Öğrencilerin hemşirelik mesleğini tercih etme durumları (n=150) Hemşirelik mesleğini tercih etme durumları Hemşireliği isteyerek tercih etme Đsteyerek tercih etme Đstemeyerek tercih etme Hemşirelik tercih sıralaması 1-5 6-10 11-15 16-20 21-25 Hemşireliği tercih etme nedenleri Đş bulma kolaylığı için Açıkta kalmamak için 48 Sayı % 84 66 56.0 44.0 86 23 12 15 14 57.3 15.3 8.0 10.0 9.4 64 49 42.7 32.7 Đdeali olduğu için Ailesi istediği için Hemşireliği tercih etmede etkilenilen kişiler (n=211) Anne Baba Akrabalar Tanıdıklar Öğrencilerin etkilendikleri kişilerden etkilenme durumu Olumlu Olumsuz 23 14 15.3 9.3 88 77 37 9 41.8* 36.5* 17.5* 4.2* 136 14 90.7 9.3 *Satır yüzdesi (Birden fazla yanıt verilmiştir) Tablo 2’de görüldüğü gibi, öğrencilerin %56’sının kendi isteğiyle hemşirelik mesleğini seçtiği ve %57.3’ünün hemşireliğe ilk beş tercihi içinde yer verdiği saptanmıştır (Tablo 2). Bu bulgular yapılan çalışmalarla (Atalay 1986, Fadıloğlu ve ark. 1986a, Başer 1995, Yanıkkerem ve ark. 2004) benzerlik göstermekte olup, hemşirelik mesleğinin gelişimi açısından oldukça önemlidir ve hemşirelik gibi insan sağlığını doğrudan ilgilendiren mesleklerin seçiminde büyük önem taşımaktadır. Araştırmaya katılan öğrencilerin büyük bir kısmı, hemşireliği “iş bulma kolaylığı” ve “açıkta kalmamak” için tercih ettiğini belirtmiştir (Tablo 2). Yapılan araştırmalarda da öğrencilerin hemşireliği seçme nedenleri benzer bulunmuştur (Başer 1995, Bektaş 2004, Karakaya 2001, Özsoy ve ark.1999). Bu bulgulara göre, öğrencilerin hemşireliği seçmelerinde en etkili olan faktörlerin “gelecek kaygısı” ve “bir yüksek öğrenim kurumuna girememe korkusu” olduğu öngörüsüne götürmektedir. Bu faktörlerin öğrencilerin eğitim/öğretim yaşantılarındaki başarılarını olumsuz yönde etkileyebileceği gibi mesleklerini sevmeyen ve mesleklerinden doyum almayan hemşirelerin yetişmesine de neden olabileceği düşünülmektedir. Tablo 3: Öğrencilerin hemşirelik mesleğinin toplumdaki yerine ilişkin görüşleri (n=150) Hemşirelik mesleğinin toplumdaki yerine ilişkin görüşler Öğrencilerin toplumun görüşlerinden etkilenme durumu Olumlu etkiliyor Olumsuz etkiliyor Etkilemiyor Kısmen etkiliyor Öğrencilerin hemşireliğin toplumdaki yerine ilişkin görüşleri Hemşireliğin bağımsız işlevleri artınca saygınlığı artacaktır Hemşirelik yardımcı sağlık personeli olarak küçümsenir Hemşireliğe erkeklerin alınmasıyla saygınlığı artacaktır Hemşireliğin toplumda saygın bir yeri vardır Sayı % 32 66 44 8 21.3 44.0 29.3 5.4 77 46 16 11 51.3 30.7 10.7 7.3 Öğrencilerin çoğu, hemşirelik mesleğini seçmede anne ve babasının etkili olduğunu belirtmiştir. Bu etkinin yönünü ise öğrencilerin %90.7’si 49 “olumlu” olarak değerlendirmiştir (Tablo 2). Yapılan araştırma sonuçları da, bu bulguları destekler niteliktedir (Bahar ve Keskin 1996, Özsoy ve ark. 1999). Öğrencilerin %44’ü toplumun hemşirelik mesleği ile ilgili görüşlerinden “olumsuz” olarak etkilendiğini belirtmiştir (Tablo 3). Bu bulgu, yapılan araştırmalarla benzerlik göstermektedir (Kocaman ve Okumuş 1982, Özsoy ve ark. 1999). Toplumun hemşirelik mesleği hakkındaki görüşlerinin öğrencileri olumsuz etkilemesi, hemşirelik mesleğinin tercih edilmemesi ve geleceği açısından önemli bir bulgu olarak değerlendirilebilir. Öğrencilerin hemşirelik mesleğinin toplumdaki yerine ilişkin görüşleri incelendiğinde, %51.3’ünün “hemşireliğin bağımsız işlevlerinin artmasıyla saygınlığının artacağını” %30.7’sinin “hemşireliğin toplumda yardımcı sağlık personeli olarak küçümsendiğini” düşündüğü saptanmıştır. Bu bulgulara göre, öğrencilerin çok az bir kısmı, hemşirelik mesleğinin toplumda saygın bir yeri olduğunu düşünmektedir (Tablo 3). Karadakovan’ın (1996) yaptığı araştırmada da benzer sonuçlar bulunmuş olup, öğrencilerin hemşireliğin bağımsız işlevlerinin artmasıyla, yönetimde hemşirelerin söz sahibi olmasıyla ve erkek öğrencilerin mesleğe alınmasıyla saygınlığının artacağını düşündüğü bildirilmiştir. Kaya ve arkadaşlarının (2004) çalışan hemşirelerle yaptıkları çalışmada da hemşirelerin %75.8’inin mesleki imajlarını “olumsuz” olarak değerlendirdikleri belirlenmiştir. Tablo 4: Öğrencilerin hemşirelik mesleğinden beklentileri (n=150) Hemşirelik mesleğinden beklentiler Hemşirelik mesleğinden beklenti durumu Beklentisi olan Beklentisi olmayan Beklentiler (n=128) Hemşirelik mesleğinin standartlarının yükseltilmesi Hemşireliğin profesyonel bir meslek olarak kabul edilmesi Hemşirelik mesleğinin en iyi şekilde yapılması Lisans üstü eğitimin yaygınlaştırılması Hemşirelik örgütlenmesinin yaygınlaştırılması Sayı % 102 48 68.0 32.0 50 49 19 6 4 39.1* 38.3* 14.8* 4.7* 3.1* *Satır yüzdesi (Birden fazla yanıt verilmiştir) Öğrencilerin %68’inin hemşirelik mesleğiyle ilgili beklentisinin olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin beklentilerinin başında ise “hemşirelik mesleğinin standartlarının arttırılması” ve “hemşireliğin profesyonel bir meslek olarak kabul edilmesi” gelmektedir. Bununla birlikte lisansüstü eğitimin ve mesleki örgütlenmenin yaygınlaştırılması, öğrencilerin daha düşük oranda belirttikleri beklentilerdir (Tablo 4). Bu sonuçlar doğrultusunda, öğrencilerin hemşirelik mesleğinin profesyonelliğiyle ilgili 50 beklentilerinin daha yüksek olduğu, buna karşın mesleki örgütlenmeye ve branşlaşmaya yönelik beklentilerinin daha düşük düzeyde olduğu söylenebilir. Tablo 5: Öğrencilerin mezuniyet sonrasına ilişkin görüşleri (n=150) Mezuniyet sonrasına ilişkin görüşler Mezuniyet sonrası mesleki kaygı durumu Kaygısı olan Kaygısı olmayan Mezuniyet sonrası mesleki kaygı nedenleri (n=105) Ekip çalışmasının olmaması, ağır çalışma koşulları Đyi bir hastanede iş bulamama korkusu Kazanılan özlük haklarının verilmemesi Kazanılan bilgi ve becerinin çalışma alanında kullanılamaması Hastaya zarar verme korkusu Fizik ve ruh sağlığını kaybetme korkusu Toplumun mesleğe olumsuz bakış açısı Mezuniyet sonrası çalışılmak istenen alanlar Üniversitede öğretim elemanı Hastanede yönetici hemşire Hastanede sorumlu hemşire Acil servis hemşiresi Yoğun bakım hemşiresi Yeni bir bölüm/fakülte seçme isteği Evet Kararsızım Sayı % 86 64 57.3 42.7 28 27 14 14 10 7 5 26.6* 25.7* 13.3* 13.3* 9.5* 6.6* 4.8* 52 35 29 21 13 34.7 23.3 19.3 14.0 8.7 61 89 40.7 59.3 * Satır yüzdesi (Birden fazla yanıt verilmiştir) Tablo 5’te görüldüğü gibi, öğrencilerin %57.3’ünün mezuniyet sonrasına ilişkin mesleki kaygı duyduğu belirlenmiştir. Mesleki kaygılarının başında ise “ekip çalışmasının olmaması, ağır çalışma koşulları” ve “iyi bir hastanede iş bulamama korkusu” gelmektedir. Son yıllarda hemşirelerin sağlık kurumlarında düşük ücretlerle sözleşmeli ve özlük haklardan yoksun olarak çalıştırılmaları bu kaygıları doğrular niteliktedir. Bahar ve Keskin’in (1996) yaptıkları araştırmada da öğrencilerin %83.3’ünün mesleklerinden kaygı duydukları bildirilmiştir. Araştırmaya katılan öğrencilerin mezuniyet sonrası çalışmak istediği alanlar incelendiğinde, büyük bir kısmının “akademisyen” ve “yönetici hemşire” olarak çalışmak istediği görülmektedir (Tablo 5). Oysaki akademisyenlik ve yönetici hemşirelik, hemşirelerin çalışabileceği kısıtlı alanlardır. Öğrenci hemşirelerin tedavi ve bakım verici hizmetlerde daha düşük oranlarda çalışmak istemeleri ise son yıllarda hemşirelerin iş bulma olanakları ve çalışma koşullarındaki kötüleşmenin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu sonuç yapılan çalışmalarla benzerlik göstermektedir (Dereli ve Demir 1998, Ulusoy 1992). 51 Öğrencilerin mezuniyet sonrası yeni bir bölüm/fakülte seçme isteği değerlendirildiğinde; %59.3’ünün bu konuda kararsız olduğu belirlenmiştir (Tablo 5). Bu bulgu, öğrencilerin meslek seçimiyle ilgili arayışlarının devam ettiği şeklinde değerlendirilebilir. Bu bulguyu, Yanıkkerem ve arkadaşlarının (2004) yaptığı araştırma sonuçları da desteklemekte olup, hemşirelik öğrencilerinin %45.7’sinin tekrar üniversite sınavına girmeyi istediği bildirilmiştir. ÖĞRENCĐLERĐN HEMŞĐRELĐK EĞĐTĐMĐ ĐLE ĐLGĐLĐ GÖRÜŞLERĐ Tablo 6: Öğrencilerin hemşirelik eğitiminden memnun olma durumları (n=150) Hemşirelik eğitiminden memnun olma durumları HYO’nun eğitim programından memnun olma Memnun Şöyle böyle memnun Memnun değil HYO’nun fiziki yapısından memnun olma Memnun Şöyle böyle memnun Memnun değil HYO’da öğrenci-öğretim elemanı iletişiminden memnun olma Memnun Şöyle böyle memnun Memnun değil HYO’da öğrenci-öğrenci iletişiminden memnun olma Memnun Şöyle böyle memnun Memnun değil HYO’da öğrenci– personel iletişiminden memnun olma Memnun Şöyle böyle memnun Memnun değil Sayı % 27 60 63 18.0 40.0 42.0 17 30 103 11.3 20.0 68.7 33 58 59 22.0 38.7 39.3 87 46 17 58.0 30.7 11.3 72 57 21 48.0 38.0 14.0 Araştırmaya katılan öğrencilerin hemşirelik eğitiminden memnun olma durumları Tablo 6’da görülmektedir. Buna göre, öğrencilerin %18’inin HYO’da uygulanan eğitim programından, %11.3’ünün HYO’nun fiziki yapısından (sınıf büyüklüğü, kütüphane vb.), %22’sinin HYO’daki öğrenci-öğretim elemanı iletişiminden, %58’inin öğrenci-öğrenci iletişiminden, %48’inin öğrenci-personel iletişiminden “memnun” olduğu belirlenmiştir (Tablo 6). Öğrencilerin büyük çoğunluğunun HYO’daki eğitimden memnun olmaması yapılan araştırma sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir (Fadıloğlu ve ark. 1986b, Kuzu ve ark. 2003). Bunun nedeni, teorik derslerin ve ders uygulamalarının işleniş biçiminden, öğrencilerin ders ve uygulamalara aktif olarak katılamamalarından ve araç-gereç yetersizliğinden kaynaklanabilir. Öğrencilerin HYO’daki fiziki yapıdan memnun olmamalarının nedeni, her sene artan öğrenci sayısı 52 nedeniyle okul kullanım alanlarının yetersiz kalması olabilir. Elde edilen veriler doğrultusunda, öğrencilerin arkadaşları ve okul personellerine göre, öğretim elemanlarıyla olan iletişimlerinden daha az düzeyde memnun oldukları söylenebilir. Bu sonuç, HYO’daki yüksek öğrenci sayısı nedeniyle, öğretim elemanlarına düşen öğrenci sayısının fazla olmasından, öğrencilerin öğretim elemanlarından çekinmelerinden veya beklentilerine yönelik yeterince destek alamamalarından kaynaklanabilir. Tablo 7: Öğrencilerin hemşirelik eğitiminden beklentileri (n=150) Hemşirelik eğitiminden beklentiler HYO’daki eğitimi yeterli bulma durumu Yeterli bulan Yetersiz bulan HYO’nun eğitiminde yetersiz bulunan alanlar (n=121) Teorik eğitimle ilgili sorunlar Ders uygulamalarıyla ilgili sorunlar Psikososyal sorunlar Fizik yapı yetersizliği HYO’daki eğitimden beklenti durumu Beklentisi olan Beklentisi olmayan HYO’daki eğitimden beklentiler (n=98) Đyi bir hemşirelik eğitimi almak Aktif bir eğitim almak Uygulama ağırlıklı eğitim almak HYO’daki teorik eğitimden beklentiler (n=134) Teorik eğitimin aktif olması Her konunun uygulama ile birlikte verilmesi Teorik ders sürelerinin uygulamaya göre daha kısa olması HYO’daki ders uygulamalarından beklentiler (n=116) Uygulamalara aktif olarak katılmak Öğretim elemanlarının destek olması Rotasyon sürelerinin uzun olması Uygulama gruplarındaki öğrenci sayısının az olması Sayı % 48 102 32.0 68.0 58 43 14 6 47.9* 35.5* 11.6* 5.0* 96 54 64.0 36.0 61 31 6 62.2* 31.6* 6.1* 96 27 11 71.6* 20.1* 8.2* 49 31 25 11 42.2* 26.7* 21.6* 9.5* *Satır yüzdesi (Birden fazla yanıt verilmiştir) Tablo 7’de görüldüğü gibi, öğrencilerin %68’i HYO’da verilen eğitimi “yetersiz” bulduğunu ifade etmiştir. Öğrencilerin %47.9’u teorik eğitimi (ezberci eğitim sistemi, teorik derslerin kısa sürede hızla verilmesi, derslerin işleniş biçimi, öğrencilerin derse aktif katılamaması, araştırma yetersizliği), %35.5’i ders uygulamalarını (uygulama süresinin kısa olması, hemşire vizitinin yapılmaması, bakım planı ağırlıklı hasta bakımı, araç-gereç yetersizliği), %11.6’sı psikososyal yönden okul yaşantısını (öğrenci-öğretim elemanı iletişiminin yetersizliği, sosyal aktivite yetersizliği, not kaygısı, stajda öğretim elemanlarından korkma ve destek alamama), %5’i okulun fiziki yapısını “yetersiz” olarak değerlendirmiştir (Tablo 7). Bu bulguları yapılan araştırma sonuçları da desteklemektedir (Fadıloğlu ve ark. 1986b, Kuzu ve ark. 2003). 53 Araştırmaya katılan öğrencilerin %64’ü hemşirelik eğitiminden beklentisi olduğunu belirtmiştir. Bu beklentilerin başında ise, “iyi bir hemşirelik eğitimi almak” ve “aktif bir eğitim almak” gelmektedir (Tablo 7). Bu sonuç, ülkemizde hemşirelik eğitimi veren okulların ve bu okullarda uygulanan eğitim programlarının farklılığından kaynaklanabilir. Öğrencilerin teorik derslerle ilgili beklentilerinin başında “aktif bir teorik eğitim almak”, ders uygulamalarıyla ilgili beklentilerinin başında “uygulamalara aktif olarak katılmak” gelmektedir (Tablo 7). Bu doğrultuda, öğrencilerin teorik ders ve uygulamaları aktif bir şekilde ve bir arada öğrenmek istedikleri, öğretim elemanlarından daha fazla destek bekledikleri ve ders uygulamalarında daha küçük gruplarda çalışmak istedikleri söylenebilir. Özaltın’nın (1996) yaptığı araştırmada, öğrenciler hemşirelik eğitimden beklentilerini “öğretim elemanlarından ilgi görme”, “küçük gruplarda eğitim alma”, “stajların nitelikli olması”, “teorik ve uygulama bütünlüğünün sağlanması” olarak bildirmişlerdir. Bu sonuçlar da araştırma bulgularını destekler niteliktedir. SONUÇ VE ÖNERĐLER Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, hemşirelik öğrencilerinin büyük çoğunluğunu kız öğrenciler oluşturmaktadır, erkek öğrencilerin ise sayıca çok az olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin yarıdan fazlası Anadolu/süper lise mezunudur. Büyük bir kısmı “orta” gelir düzeyine sahip olup, ailesiyle birlikte evde kalmakta, bir işte çalışmamakta ve burs almaktadır. Öğrencilerin çoğu, kendi isteğiyle ve iş bulma kolaylığı nedeniyle hemşirelik mesleğini seçmiştir. Öğrencilerin teorik eğitim başta olmak üzere, ders uygulamalarını, psikososyal yönden okul yaşantısını ve okulun fiziki yapısını yetersiz olarak değerlendirdiği belirlenmiştir. Öğrencilerin çoğunun hemşirelik eğitimiyle ilgili beklentilerinin olduğu, bu beklentilerin ise genel olarak, aktif bir eğitim verilmesi yönünde yoğunlaştığı saptanmıştır. Öğrencilerin önemli bir bölümünün “hemşirelerin toplumda yardımcı sağlık personeli olarak görülüp küçümsendiğini” ve “hemşireliğin bağımsız işlevlerinin artmasıyla saygınlığının artacağını” düşündüğü ve de toplumun hemşirelik mesleği hakkındaki görüşlerinden “olumsuz” olarak etkilendiği belirlenmiştir. Öğrencilerin çoğunluğu, mezuniyet sonrasına ilişkin olarak mesleki kaygı duymaktadır. En fazla oranda akademisyen ve yönetici olarak çalışmak istedikleri saptanmıştır. Öğrencilerin önemli bir kısmının “hemşireliğin standartlarının geliştirilmesi ve profesyonel bir meslek olarak kabul edilmesi” yönünde 54 hemşirelik mesleğiyle belirlenmiştir. ilgili ileriye yönelik beklentilerinin olduğu Bu bulgular doğrultusunda; · Hemşirelik Yüksekokullarında teorik ve pratik eğitimin aktif bir şekilde yürütülmesi, · Nitelikli teorik eğitim için; sınıflardaki öğrenci sayısının azaltılması, okulların fiziksel yapısının öğrenci sayısına göre düzenlenmesi, ve her konunun uygulaması ile birlikte verilmesi, · Nitelikli uygulamalar için; gruplardaki öğrenci sayılarının her öğrenciye eşit uygulama fırsatı verecek şekilde düzenlenmesi, öğretim elemanlarının öğrencilerin yaşadıkları güçlükleri paylaşmaları, onlara destek olmaları ve uygulama sürelerinin uzatılması, · Hemşireliğin toplumdaki statüsünü arttırmak ve hemşireliği tercih edilen bir meslek haline getirebilmek için, çalışma ortamı ve koşulları, sosyal haklar, görev, yetki ve sorumluluklar konusunda gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, güncelleştirilmesi ve mesleki örgütlenmenin sağlanması önerilmektedir. KAYNAKLAR 1. Aştı N (1990) Hemşirelik eğitiminde öğrenci-öğretmen ilişkileri. Hemşirelik Bülteni; 4(17): 50-55. 2. Atalay M (1986) Hemşirelik Yüksekokulu öğrencilerinin hemşireliği isteyerek seçip seçmeme durumları ile okuldaki başarıları arasındaki ilişkinin açıklanması. I. Ulusal Hemşirelik Eğitim Sempozyumu, 11-12 Eylül, Đstanbul, 117-124. 3. Bahar Z, Keskin S (1996) Öğrencilerin hemşirelik mesleğini seçme nedenleri ve kendi mesleklerine ilişkin görüşleri. E.Ü. HYO Dergisi; 12(2): 45-55. 4. Başer G (1995) Hemşirelik yüksek okullarında öğrenim gören öğrencilerin sosyal özellikleri, okulu tercih sıralamaları ve seçme nedenleri. Hacettepe Ü. HYO Dergisi; 2(1): 11-20. 5. Bektaş H (2004) Hemşirelik öğrencilerinin kuramsal ve uygulamalı eğitimde yaşadıkları güçlükler ve öğretim elemanlarından beklentileri. Hemşirelik Forumu Dergisi; 7(2): 45-54. 6. Dereli N, Demir Ü (1998) Hemşirelik Yüksekokulu 1. sınıf öğrencilerinin mesleğe ilişkin düşüncelerinin incelenmesi. E.Ü. HYO Dergisi; 14(2): 119-128. 7. Ender R, Öztaş M, Töre O (1990) Sağlık hizmetleri meslek yüksek okullarında hemşirelik eğitimi sorunları. THD Dergisi; 33(3), 15-16. 8. Fadıloğlu Ç, Yılmaz D, Esen A, Karadakovan A (1986a) Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu öğrencilerinin eğitim sorunları ve mesleksel beklentilerinin saptanması. I. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu Kitabı, 11-12 Eylül, Đstanbul, 110-116. 9. Fadıloğlu Ç, Argon G, Esen A ve ark. (1986b) E. Ü. HYO öğrencilerinin etkinlikleri ve sorunları. E.Ü. HYO Dergisi; 2(3): 100-110. 55 10. Karadakovan A (1996) E.Ü. HYO öğrencilerinin mesleğin toplumdaki statüsü ve hemşireliğe erkek öğrenci alınmasına ilişkin görüşleri. III. Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu, Đstanbul, 377-383. 11. Karakaya H (2001) Hemşirelik öğrencilerinin mesleğe yönelimleri ve değer sistemleri üzerine bir tutum araştırması. I. Uluslar arası VIII. Ulusal Hemşirelik Kongresi, 29 Ekim-2Kasım, Antalya, 315-320. 12. Kaya ÖK, Şimşek Z, Kabalcıoğlu F, Dayı FF (2004) Hemşirelerin mesleki imajlarını ve mesleği algılama durumlarını etkileyen faktörler. Hemşirelik Forumu Dergisi; 7(1): 16 13. Khorsid LK, Eşer Đ, Demir Ü ve ark (1992) Lise son sınıf kız öğrencilerinin hemşirelik mesleğini tercih etme durumlarının incelenmesi. III. Ulusal Hemşirelik Kongresi, 2426 Haziran, Sivas, 831-836. 14. Kocaman G, Okumuş H (1982) Öğrenci hemşirelerin mesleklerine ilişkin görüşleri üzerine bir araştırma, T.H.D Dergisi; 2(3): 9-15. 15. Kömürcü N, Gençalp NS (1999) Yeni mezun hemşirelerin eğitimden beklentileri. VII. Ulusal Hemşirelik Kongresi, 22-24 Haziran, Erzurum, 335-340. 16. Kuzu N, Bayramova N, Korkmaz G, Taşdemir G (2003) Sağlık Yüksekokulu hemşirelik ve sağlık memurluğu öğrencilerinin eğitimlerine ve geleceklerine ilişkin düşünceleri. Hemşirelik Forumu; 6(5): 40-44. 17. Öz F (1987) Sosyal statü ile ilgili sorunlarımız. T.H.D Dergisi; 37(2): 22-26. 18. Özaltın G (1996) Öğrenci hemşirelerin teori ve uygulama sorunlarını temel alan bir çalışma. III. Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu, Đstanbul, 432-441. 19. Özsoy SA, Uysal A, Bayık A, Erefe Đ (1999) Hemşire öğrencilerin mesleğe ilişkin görüşlerinin ileriye dönük incelenmesi. VII. Ulusal Hemşirelik Kongresi. 22-24 Haziran, Erzurum, 345-349. 20. Özsoy SA (2000) Toplumda hemşirelik imajının belirlenmesi. E. Ü. HYO Dergisi; 16(23): 1-19. 21. Pektekin Ç (1990) Hemşirelikte öğretim-öğrenim süreci. Hemşirelik Bülteni; 4(17): 43-45. 22. Soydemir E, Sökmen S (2005) Hemşirelik mesleği hakkındaki toplumsal görüş. IV. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri Kongresi, 5-6 Mayıs, Ordu, 283. 23. Ulusoy F (1992) Hemşirelik Yüksekokulları son sınıf öğrencileri mezuniyetten sonra hangi görevlerde çalışmak istiyor? THD Dergisi; 42(2): 3-7. 24. Yalın S (1999) Öğrenci hemşirelerinin kuramsal bilgilerini uygulama alanlarında uygularken karşılaştıkları güçlüklerin saptanması. II. Ulusal Hemşirelik Kongresi Bildirileri Kitabı, 12-14 Eylül, Đzmir, 465-470. 25. Yanıkkerem E, Altıparmak S, Karadeniz G (2004) Gençlerin meslek seçimini etkileyen faktörler ve benlik saygıları: Manisa Sağlık Yüksekokulu örneği. Hemşirelik Forumu Dergisi; 7(2): 60-67. 56 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 57-65, 2008 HEMŞĐRELĐK ÖĞRENCĐLERĐNĐN YAŞAM KALĐTESĐ KONUSUNDAKĐ GÖRÜŞLERĐ VE YAŞAM DOYUMLARI THE VIEW OF NURSING STUDENS REGARDING TO QUALITY OF LIFE AND THEIR LIFE SATISFACTION Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR Ar.Gör.Dr. Serap YILDIRIM Yük.Hem. Gülcan ZĐYARETLĐ E. Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği AD. 3.Uluslararası- 10.Ulusal Hemşirelik Kongresi, Poster Bildiri olarak sunulmuştur, 07-10 Eylül 2005, ĐZMĐR. ÖZET Amaç: Hemşirelik öğrencilerinin yaşam kalitesi konusundaki görüşleri ve yaşam doyumlarının incelenmesi amacıyla yapılmış, tanımlayıcı bir araştırmadır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, 2003-2004 öğretim yılında Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, Atatürk Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü ve Ödemiş Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü’ nde eğitim gören dördüncü sınıf öğrencileriyle (n=161) yapılmıştır. Örneklem seçimine gidilmemiştir. Araştırmanın verileri; Tanıtıcı Bilgi Formu ve Yaşam Doyum Ölçeği (YDÖ) ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde dağılımları, ortalama, standart sapma ve verilerin analizinde varyans analizi ve “t”-testi kullanılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Öğrencilerin YDÖ puan ortalaması 22.23 ± 5.48’ dir. Yaşam doyumlarının mezun oldukları okul, ailelerinin ve kendilerinin sosyoekonomik düzeyleri yanı sıra aile, arkadaş ilişkileri ve genel sağlık durumlarından etkilendiği saptanmıştır. Öğrencilerin yaşam kalitesi konusundaki görüşleri ve yaşam doyumları göz önünde bulundurularak bu doğrultuda öğrencilerin yaşam doyumlarını yükseltici girişimlerde bulunulması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Hemşirelik öğrencileri, yaşam kalitesi, yaşam doyumu ABSTRACT Objective: It is a descriptive research carried out in order to examine nursing students’ views about quality of life and life satisfaction. Methods: Research has been performed on 4th class students (161) getting education at Ege University School of Nursing, Atatürk School of Health Nursing Program and Ödemiş School of Health Nursing Program at training year of 2003- 57 2004. Data was collected by using Identification Form and Satisfaction with Life Scale (SLS). For evaluating data, number, percentage, average and standart deviation and for analyzing data variance analysis and “t”-test were used. Results: Average SLS score was 22.23 ± 5.48. It has been determined that students’ life satisfaction was depended upon the schools they were graduated from, level of their own and parents’ socio-economical situation, their family and friend relations, level of general health status. Conclusion: It is suggested that interventions raising the students life satisfaction in the directionmof considering the life satisfaction of the students and their wievs about quality of life should be made. Key Words: Nursing students, quality of life, life statisfaction GĐRĐŞ Günlük yaşamda “yaşam kalitesi” kavramı giderek daha yaygın ifade edilmekte ve önemsenmektedir. Akyol (1993a, 1993b), Başalan-Đz ve Özer’ in (2003) belirttiği üzere, yaşam kalitesi kavramı ilk kez Thorndike (1939) tarafından ortaya atılmış ve “sosyal çevrenin bireyde yansıyan tepkisi” şeklinde tanımlanmıştır. DSÖ’ ne (1996) göre yaşam kalitesi, bireyin amaçları, beklentileri ve ilgi alanlarıyla ilişkili olarak ve yaşamındaki kültür ve değer sistemi bağlamında bireyin yaşamdaki yeri ile ilgili algısıdır. Bilgin (2003) sosyal psikoloji sözlüğünde, yaşam kalitesi kavramının sosyal psikoloji literatürüne 1970’ li yıllarda girdiğini ve bu kavramın insanların yaşamlarından aldıkları doyum düzeyini ifade ettiğini belirtmektedir. Aynı zamanda yaşam kalitesinin maddi refah yanı sıra psiko-sosyal faktörleri ve bireyin algılarını da kapsayan bir kavram olduğunu ifade etmiştir. Zaman içinde araştırmacılara göre değişim gösteren bu kavram, dinamik ve geniş kapsamlı bir kavramdır (Cimeti 2003). Bu geniş kapsam içinde, yaşam kalitesinin objektif ve subjektif göstergeleri vardır. Fiziksel iyilik hali, fiziksel aktiviteleri yapabilme, fonksiyonel yetersizlik, çalışma durumu, hastalık semptomları ve sağlık durumu objektif, psikolojik/ duygusal iyilik hali ve yaşam doyumu ile ilgili konular subjektif göstergelerdir (Akyol 1993a, Durdu 2006). Yaşam kalitesini etkileyen faktörler de iki başlık altında toplanmaktadır. Yaşam kalitesini arttıran faktörler; anlamlı ve aktif bir yaşantı içinde olma, sosyal çevre ile olumlu ilişkiler, otonomi, huzur ve güven içinde yaşama, inanç ve değerlere saygı, özgün bir birey olarak algılanma, ekonomik ve sosyal güvenceye sahip olma, rahatlık ve gereken konfora sahip olma. Yaşam kalitesini azaltan faktörler ise şunlardır; kronik yorgunluk, temel gereksinimlerin karşılanmaması, seksüel fonksiyonda bozukluk, destek sistemlerin yetersizliği, gelecek ile ilgili kaygılar, akut/kronik sağlık sorunları, aile ve arkadaşlarla ilişkilerin bozulması (Eser 2004, Moles ve Bilgin 1985, Ökmen 2004, Şahin 1997). 58 Yaşam kalitesi kavramı ayrıca bireyin ait olduğu ortam koşulları ile yakından ilişkilidir. Ortam koşulları ile ilgili, çevrenin fiziksel niteliği, çevresel zenginlik ve çevresel güvenlik/ süreklilik gibi üç temel boyuttan söz edilmektedir. Bu bağlamda, bireyin daha iyi bir yaşam için gösterdiği çaba ve çevrenin bu çabaya gösterdiği tepkidir. Kısacası yaşam kalitesi, çevreye bağlıdır (Bilgin 2003, Moles ve Bilgin 1985, Yetim 1985). Yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen çevresel faktörler şöyledir; işyeri memnuniyetsizliği, ders başarısızlığı, düşük aile geliri, düşük anne-baba eğitim düzeyi, kızlara ikinci sınıf muamelesi gösteren topluluklar, ücret yetersizliği ve hastalık durumudur (Erbay-Dündar ve ark 2004). Öğrencilerin yaşam kalitesi genel olarak, sınav stresi, eğitim sistemi, sosyal ilişkilerden kaynaklanan sorunlar, aileden ayrı yaşama, yaşanılan ortam koşulları ve ekonomik durum gibi stresörlerden etkilenir (Balcı 2003). Bunun yanı sıra, hemşirelik öğrencilerinin eğitimleri sırasında eğitimcilerle öğrenciler arasındaki iletişim biçimleri, uygulamaya çıktığı kurumlarda karşılaştıkları olaylar ve yaşadıkları zor koşullar onların yaşam kalitesini etkilemektedir. Öğrencilerin yaşam kalitesini etkileyen bu koşullar aynı zamanda yaşam kalitesiyle yakından ilişkili olan yaşam doyumunu da etkileyecektir. Yaşam doyumu, bireyin yaşam biçimini ve yaşam kalitesi düzeyini de belirleyen önemli bir öğedir. Türkçe’de birbiri yerine kullanılan yaşam doyumu ve yaşam memnuniyeti yaş, cinsiyet, çalışma/üretme, eğitim düzeyi, din, medeni durum, boş zaman aktiviteleri, bağımsız işlevsellik düzeyi gibi faktörlerden etkilenmektedir (Durdu 2006, Vara 1999, Yetim 1992). Hemşirelik eğitimi alan öğrencilerin, hastane ve toplumda çalışırken, verdikleri bakımla kişilerin yaşam kalitelerini yükseltmeleri söz konusudur. Aynı zamanda, öğrenci hemşirelerin yaşam doyumlarının yaşam kalitesini de etkileyebileceği göz ardı edilmemelidir. Bu durum hemşirelik öğrencilerinin öncelikle yaşam kalitesi konusunu nasıl algıladıkları ve yaşam doyumlarının nasıl olduğunun saptanmasının gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Bu bilgilerden yola çıkarak araştırmada hemşirelik öğrencilerinin yaşam kalitesi konusundaki görüşleri ve yaşam doyumlarının incelenmesi amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM Tanımlayıcı tipteki bu araştırma, Ege Üniversitesi’ ne bağlı Hemşirelik Yüksekokulları’ nda 28.02.2004-28.03.2004 tarihleri arasında, okullardan gerekli izinler alındıktan sonra yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu (n= 96), Atatürk Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü (n=38) ve Ödemiş Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü’ nde (n= 27), 2003-2004 öğretim yılı 59 içerisinde eğitim gören dördüncü sınıf öğrencileri (n= 161) oluşturmaktadır. Örneklem seçimine gidilmemiş, evrenin tamamına ulaşılmıştır. Veri Toplama Araçları Araştırma verilerinin toplanmasında, veri toplama aracı olarak iki form kullanılmıştır. Bunlar; “Tanıtıcı Bilgi Formu” ve “Yaşam Doyum Ölçeği (YDÖ)” dir. Tanıtıcı Bilgi Formu, araştırmacılar tarafından geliştirilen, öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerini (10) ve öğrencilerin yaşam kalitesi hakkındaki algı ve görüşlerini içeren (7) toplam 17 sorudan oluşmuştur. Yaşam Doyum Ölçeği (YDÖ), öğrencilerin yaşam doyumlarını değerlendirmek amacıyla kullanılmıştır. Ölçek Diener, Emmans, Larsen ve Griffin (1983) tarafından ABD’de geliştirilmiştir. Yetim (1985) tarafından Türkçe’ye uyarlanmıştır. Yaşam Doyum Ölçeği altı ifadeden oluşmaktadır ve yedi basamaklı (1-7) puanlama ile değerlendirilmektedir. Puan aralığı 649 dur. Ölçekten alınan yüksek puanlar yaşam doyumunun fazla olduğunu gösterir. Yaşam doyumu ölçeğinin bu araştırma için güvenirlik katsayısı 0.78’ dir. Verilerin Analizi Veriler değerlendirilmesinde SPSS 10.0 for Windows paket programı kullanılarak sayı ve yüzde dağılımlar, ortalama, standart sapma ve verilerin analizinde ise varyans analizi ve “t”-testi kullanılmıştır. BULGULAR VE TARTIŞMA Araştırmaya katılan hemşirelik öğrencilerinin sosyo-demografik özellikleri incelendiğinde, yaş ortalamasının 23.17±1.2 olduğu, %57.8’ inin düz lise mezunu olduğu, %42.1’ inin arkadaşlarıyla bir evde yaşadığı, %90.1’ inin ailelerinin sosyo-ekonomik düzeyini “orta” düzeyde algıladığı saptanmıştır. Öğrencilerin en yüksek oranda belirttikleri yaşam kalitesi kavramları sırasıyla; yaşam standartlarının iyi olması (%37.9), yaşamdan doyum alma (%23.6), fizik sağlığın “iyi” olması (%14.3), ruh sağlığının “iyi” olması (%15.5) olarak belirttiği saptanmıştır (Tablo1). “Yaşam standartlarının iyi olması” ifadesi ile neyi anlatmak istedikleri veriler toplanırken sorulduğunda öğrenciler şunları belirtmişlerdir; iyi bir meslek ve buna bağlı iyi bir gelirin olması, yaşanılan ortam koşullarının iyi olması ve eğitim düzeyinin iyi olması. Aynı zamanda, öğrencilerin belirttiği tüm ifadeler “yaşam kalitesi” kavramımın tanımıyla da örtüşmektedir (Balcı 2003). Tablo 1’ de öğrencilerin %67.1’ i maddi koşullardan, %38.5’ i aile ve çevre desteğinden, %30.4’ ü sağlığın korunması ve sürdürülmesinden, 60 %23.0’ ünün ise ders yoğunluğundan yaşam kalitesinin etkilendiğini belirttikleri saptanmıştır. Üniversite öğrencilerinin yarısından fazlasının yaşam kalitesinin maddi koşullardan etkilendiğini dile getirmesi, günümüz tüketim toplumunda beklenilen bir sonuçtur. Aynı zamanda, öğrencilerin ailelerinden ayrı yaşamaları nedeniyle aile ve çevre desteğine daha çok gereksinim duymaları, benzer şekilde yalnız yaşamaları nedeniyle sağlığın korunması ve sürdürülmesinin önem kazanması ve ders yoğunluğunun sosyal yaşama izin vermemesi nedeniyle bu faktörleri belirttikleri düşünülmektedir. Tablo 1: Öğrencilerin algıladıkları “yaşam kalitesi” kavramı ve yaşam kalitelerini etkileyen faktörlerin dağılımı Algılanan Yaşam Kalitesi Kavramları ve Yaşam Kalitesi Etkileyen Faktörler Algılanan yaşam kalitesi kavramları Yaşam standartlarının iyi olması Fizik sağlığın iyi olması Ruh sağlığın iyi olması Yaşamdan doyum alma Gereksinimlerin giderilmesi Düzenli kişilerarası ilişki Kişinin farkındalık düzeyi Kişinin fırsat ve olanaklardan yararlanması Kişinin yaşama bakış açısı Düzenli sosyal yaşam Yaşam Kalitesi Etkileyen Faktörler Eğitimde fırsat eşitliği Okul ve işi bir arada yürütmek Hayata bakış açısı Sınıfın fiziki yapısı sınıf kalabalığı Okul organizasyonu Öğrencinin kaldığı yer Ders yoğunluğu Sağlığın korunması, sürdürülmesi Toplumun öğrencilere bakışı Maddi koşullar Aile ve çevre desteği n %* 61 23 25 38 20 10 16 18 22 18 37.9 14.3 15.5 23.6 12.4 6.2 9.9 11.2 13.7 11.2 12 10 7 9 33 32 37 49 17 108 62 7.5 6.2 4.3 5.6 20.5 19.9 23.0 30.4 10.6 67.1 38.5 *satır yüzdesi Araştırmaya katılan hemşirelik öğrencilerin yaşam kalitesi kavramı konusunda bilgi alma ve meslekleri açısından önemli bulma durumları incelendiğinde, öğrencilerin %77.6’ sının bu konu hakkında bilgi almadığı ancak %94.4’ ünün yaşam kalitesini hemşirelik mesleği açısından önemli bulduğu saptanmıştır (Tablo 2). Yaşam kalitesi hakkında hemşire öğrencilerle yapılan araştırmada, öğrencilerin bilgisinin yetersiz olduğu (Orgun ve ark. 2002) belirtilirken, hemşirelerle yapılan araştırmada hemşirelerin bu konuyu önemli bulduğu (Ökmen 2004) saptanmıştır. Đki araştırma bulgusu da, bu araştırma bulgusunu desteklemektedir. 61 Bu sonuçlar değerlendirildiğinde öğrenci hemşire ve hemşirelere “yaşam kalitesi” konusunda eğitim verilmesinin gerektiği ortaya çıkmaktadır. Tablo 2: Öğrencilerin yaşam kalitesi kavramı konusunda bilgi alma ve meslekleri açısından önemli bulma durumlarının dağılımı Bilgi Alma ve Önemlilik Durumu Bilgi Alma Durumu Evet Hayır Önemlilik Durumu Önemli Önemsiz Toplam n % 35 125 21.7 77.6 152 9 161 94.4 5.6 100.0 Araştırmaya katılan öğrencilerin yaşam doyumları incelendiğinde, YDÖ toplam puan ortalamasının 22.23±5.48 olduğu saptanmıştır. Durdu (2006) yurtta ve evde kalan öğrencilerle yaptığı araştırmasında, yurtta kalan öğrencilerin YDÖ toplam puan ortalamasını 25.14±6.07, evde kalan öğrencilerin YDÖ toplam puan ortalamasını 27.66±6.19 olarak saptarken, Vara (1999) yoğun bakım hemşireleriyle yaptığı araştırmasında YDÖ toplam puan ortalamasını 20.69±6.62 olarak, Ökmen (2004) cerrahi birimlerde çalışan hemşirelerin YDÖ toplam puan ortalamasını 22.45±6.3, dahili birimlerde çalışan hemşirelerin YDÖ toplam puan ortalamasını 22.64±5.7 olarak saptamıştır. Bu araştırmalarla karşılaştırıldığında öğrenci hemşirelerin yaşam doyumlarının yurtta ve evde kalan öğrencilerden düşük, yoğun bakım hemşirelerinden yüksek, cerrahi ve dahili birimlerde çalışan hemşirelerle paralellik gösterdiği söylenebilir. Araştırmaya katılan öğrencilerin yaşam doyumlarını etkileyen faktörler incelendiğinde, sağlık meslek lisesi mezunlarının YDÖ toplam puan ortalamasının (24.32±4.83 ), düz lise (21.50±5.42) ve diğer lise (21.74±5.93) mezunu olanlardan daha yüksek olduğu ve bu farkın da istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (F=3.93, p<0.05) (Tablo 3). Sağlık meslek lisesi mezunu öğrencilerin yaşam doyum puan ortalamasının yüksek olmasının nedeni, ekonomik özgürlük yanı sıra yaşam deneyimlerinin de diğer lise mezunlarından farklı olması ile açıklanabilir. Ancak çalışan hemşirelerle yapılan çalışmalarda Vara (1999) sağlık meslek lisesi mezunlarının, Ökmen (2004) ise düz lise mezunlarının yaşam doyumlarını daha yüksek bulmuştur. Öğrencilerinin kendi sosyo-ekonomik düzeylerini algılama durumları incelendiğinde, sosyo-ekonomik durumlarını “orta” düzeyde algılayanların YDÖ toplam puan ortalamasının (22.82±5.28), “düşük” düzeyde algılayanlara (19.76±5.66) göre yüksek olduğu ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı bulunduğu saptanmıştır (t=8.15, p<0.01) 62 (Tablo 3). Yaşam kalitesi ve yaşam kalitesiyle ilişkili olan yaşam doyumu tanımlanırken sosyoekonomik düzeyin etkili olduğuna yer verilmektedir (Balcı 2003, Bilgin 2003). Araştırma bulgusu da bu tanım doğrultusundadır. Durdu (2006) yurtta ve evde kalan öğrencilerle yaptığı araştırmasında, sosyo-ekonomik düzeyini “yüksek” olarak değerlendiren öğrencilerin, Ökmen (2004) hemşirelerle yaptığı çalışmasında sosyo-ekonomik düzeyini “orta” olarak değerlendiren hemşirelerin yaşam doyumlarının yüksek olduğunu bulmuştur. Öğrencilerin ailelerinin sosyo-ekonomik düzeyleri ile YDÖ toplam puan ortalamaları karşılaştırıldığında, sosyo-ekonomik durumlarını “orta” düzeyde algılayanların YDÖ toplam puan ortalamasının (22.62±5.37) “düşük” düzeyde algılayanlara (17.86±4.97) göre yüksek olduğu ve bu farkın istatistiksel olarak da anlamlı bulunduğu saptanmıştır (t=-3.08, p<0.01) (Tablo 3). Yaşam doyumunda algılanan sosyo-ekonomik durumun etkili olduğu bu sonuçla da desteklenmektedir. Öğrencilerin aile ilişkilerini “çok iyi” olarak değerlendirenlerin yaşam doyum düzeyleri (24.08±4.98), “iyi” (20.90±4.97) ve “şöyle böyle” (17.46±6.98) olarak değerlendirenlere göre daha yüksek bulunmuştur. Yapılan varyans analiziyle de bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (F=12.24, p<0.01). Öğrencilerin arkadaş ilişkileri değerlendirildiğinde de benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Arkadaş ilişkilerini “çok iyi” olarak değerlendiren öğrencilerin yaşam doyumu düzeyleri (24.32±5.16), “iyi” olarak değerlendirenlere (21.37±5.40) göre daha yüksek bulunmuştur. Bu fark istatistiksel olarak da anlamlıdır (t=3.19, p<0.01) (Tablo 3). Sosyal çevreyle olan ilişkinin niteliği, bireyin yaşam kalitesini ve dolayısıyla yaşam doyumunu da etkileyen bir faktör olduğunun önemi yadsınamaz (Eser 2004). Araştırma bulguları da bu görüşü desteklemektedir. Öğrencilerin genel sağlık durumları ile YDÖ toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (F=6.04, p< 0.01). Genel sağlık düzeylerini “çok iyi” algılayanların yaşam doyum düzeyleri (24.71±4.15), “iyi” (22.46±5.17,) ve “şöyle böyle” (19.84±6.34) algılayanlara göre daha yüksektir (Tablo 3). Yaşam kalitesiyle ilişkili olan yaşam doyumun da etkili olan diğer bir faktörde algılanan sağlık durumudur (Eser 2004, Durdu 2006, Vara 1999). Bu bağlamda, araştırmanın bu bulgusu beklenen bir sonuçtur. Öğrenci hemşirelerin yaşam doyumunu etkilemeyen faktörler incelendiğinde, öğrencilerin YDÖ puan ortalaması ile öğrencilerin öğrenim gördüğü yüksekokul, kaldıkları yer karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (Fokul=0.34, Fyer=0.34, p>0.05). 63 Tablo 3: Öğrencilerin “Yaşam Doyum Ölçeği (YDÖ)” toplam puan ortalamasını etkileyen etmenlere göre dağılımı Sosyo-demografik Özellikler Yüksek Okul E.Ü.Hemşirelik yüksek okulu E.Ü.Atatürk Sağlık YO Hemşirelik Bölümü E.Ü.Ödemiş Sağlık YO Hemşirelik Bölümü Mezun Olunan Lise Sağlık meslek lisesi Düz lise Diğer Kaldığı Yer Yurt (devlet, özel) Tek başına evde Arkadaşlarla evde Ailesiyle birlikte Öğrenci Sosyo Ekonomik Durum Düşük/çok düşük Orta Aile Sosyo Ekonomik Durum Düşük/çok düşük Orta Aile Đlişkileri Çok iyi Đyi Şöyle böyle Arkadaş Đlişkileri Çok iyi Đyi Sağlık Durumları Çok iyi Đyi Şöyle böyle n X Ss F t p 96 38 27 22.49 21.62 21.60 5.51 5.80 5.02 39 93 29 24.32 21.50 21.74 4.83 5.42 5.93 28 19 68 46 20.66 23.81 22.35 22.34 7.07 4.27 5.25 5.06 31 130 19.76 22.82 5.66 5.28 8.15 0.00 13 148 17.86 22.62 4.97 5.37 -3.08 0.00 79 71 11 24.08 20.90 17.46 4.98 4.97 6.98 47 114 24.32 21.37 5.16 5.40 23 104 34 24.71 22.46 19.84 4.15 5.17 6.34 0.34 0.71 3.73 0.02 1.32 0.27 12.27 0.00 3.19 6.04 0.00 0.00 p<0.01 SONUÇ VE ÖNERĐLER Öğrencilerin yaşam kalitesi konusunda bilgi almadıklarını ve meslekleri açısından önemli bulduklarını belirtmeleri, eğitimde bu konuya daha fazla önem verilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Yaşam kalitesi kavramını, standart kavramı ile birlikte düşünmeleri ise kalite konusunu daha çağdaş bir bakış açısıyla algıladıklarını göstermektedir. Öğrencilerin yaşam doyumlarını da bireysel ve sosyal faktörlerin etkilediği saptanmıştır. Bu bulgular doğrultusunda; · Öğrencilerin eğitim programlarına yaşam kalitesini anlatan konular eklenmesi, 64 · Öğrencilerin yaşam doyumlarını etkileyen faktörler göz önünde bulundurularak bu doğrultuda öğrencilerin yaşam doyumlarını yükseltici girişimlerde bulunulması, · Yaşam doyumunu arttırmada etkili olan faktörler önemsenerek, bu faktörlerin belli aralıklarla değerlendirilmesi önerilebilir. KAYNAKLAR 1. Akyol A (1993a). Yaşam Kalitesi ve Yaklaşımları, E.Ü.H.Y.O.Dergisi, 9(2): 75-77. 2. Akyol A (1993b). Yaşam Kalitesinin Hemşirelik Yönünde Önemi, E.Ü.H.Y.O.Dergisi, 9(3): 71-75. 3. Balcı G (2003). Öz-bakım Gücü ve Yaşam Kalitesinin Etkilendiği Bazı Durumlar ve Hemşirenin Rolü, Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 2: 69-76. 4. Başalan-Đz F, Özer M (2003). Yaşam Doyumu ve Yaşam Kalitesi Kavramlarına Bir Bakış, Hemşirelik Forumu Dergisi, 6(4): 23-26. 5. Bilgin N (2003). Sosyal Psikoloji Sözlüğü; Kavramlar, Yaklaşımlar Önsöz Basın Yayıncılık Đstanbul, Haziran, 426. 6. Cimeti G, Gencalp NS, Keskin G (2003). Quality of Life and Job Satisfaction of Nurses, Journal of Nursing Care Quality, 18(2): 151-158. 7. Durdu B (2006). Yurtta ve Evde Kalan Öğrencilerin Yaşam Kalitesi Konusundaki Görüşleri ve Yaşam Memnuniyetlerinin Đncelenmesi, E.Ü.H.Y.O.Lisans Tezi, Đzmir. 8. Erbay-Dündar P, Bilge B, Boydur H ve ark. (2004). 17 Yaş ve Üzeri Çalışan Gençlerin Yaşam Kalitesini Belirleyen Faktörler, I. Sağlıkta Yaşam Kalitesi Sempozyum Kitabı, 8-10 Nisan, 60, Đzmir. 9. Eser E (2004). Sağlıkta Yaşam Kalitesi, 1. Sağlıkta Yaşam Kalitesi Sempozyumu, 810 Nisan, Đzmir, 4-6. 10. Moles AA, Bilgin N (1985). Yaşam Kalitesi ve Çevresel Đstikrarlılık, Seminer, 4: 113131. 11. Orgun F, Özkütük N, Bayık A (2003). Hemşire Öğrencilerin Öğretim Sistemine Đlişkin Görüş ve Önerileri, 2.Uluslar Arası 9.Ulusal Hemşirelik Kongresi Bildiri Kitabı, 7-11 Eylül, Antalya, 132. 12. Ökmen E (2004). Hemşirelerin Yaşam Kalitesi Konusundaki Görüşleri ve Yaşam Doyumlarının Đncelenmesi, E.Ü.H.Y.O.Lisans Tezi, Đzmir. 13. Şahin H (1997). Eski Bir Kavram Yeni Bir Ölçüt: Yaşam Kalitesi, Toplum ve Hekim Dergisi, 12(2): 40-46. 14. The WHOQOL Group (1996). What is quality of life? World Health Forum.17(48): 354–356. 15. Vara Ş (1999). Yoğun Bakım Hemşirelerinde Đş Doyumu ve Genel Yaşam Arasındaki Đlişkinin Đncelenmesi, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Đzmir. 16. Yetim Ü (1985). Değişik Sosyo Kültürel Kesimlerden Kişilerde Yaşam Kalitesi, E.Ü. Edebiyat Fakültesi Yüksek Lisans Tezi, Đzmir. 17. Yetim Ü (1992). Kişisel Projeler Açısından Yaşam Doyumu, E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Đzmir. 65 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 67-82, 2008 HEMŞĐRELERĐN STRESLE BAŞ ETME TARZLARI ĐLE DEPRESYON BELĐRTĐ DÜZEYLERĐ ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐ THE RELATION BETWEEN DEPRESSION SYMPTOMES’ LEVEL AND STRESS COPING STRATEGIES OF NURSES Ar.Gör. Çiğdem TATAR YÜKSEL* Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR** *Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hemşirelik Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği AD. **E. Ü.Hemşirelik Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği AD. III. Uluslar arası-10.Ulusal Hemşirelik Kongresinde (7-10 Eylül 2005, Đzmir) poster bildirisi olarak sunulmuştur. ÖZET Amaç: Bu araştırma, hemşirelerin stresle baş etme tarzları ile depresyon belirti düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelenmek amacıyla planlanmış tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini Balıkesir Đli Bandırma Đlçesi MGK Devlet Hastanesinde çalışan hemşireler (N:106) ve Bandırma SSK Hastanesinde (N:52) çalışmakta olan hemşireler (N:158) oluşturmaktadır. Veriler, hemşireleri Tanıtıcı Bilgi Formu, Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBTÖ) ve Beck Depresyon Envanteri (BDE) ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, sayı ve yüzde dağılımlar, aritmetik ortalama, “t” testi, varyans analizi ve korelasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Hemşirelerin BDE puan ortalaması 7.77 ± 6.27 dır. Hemşirelerde çocuk sayısının fazla olmasının, meslekte çalışma yılı, işten memnun olma düzeyinin, algılanan ruh sağlığı düzeylerinin, hasta sayısının fazla olmasının ve personel sayısının az olmasının depresyon belirti puan ortalamasında etkili olduğu saptanmıştır. Diğer taraftan, stresle baş etmede “kendine güvenli yaklaşım” ve “iyimser yaklaşımı” kullanan hemşirelerin daha az depresif belirtiler gösterdiği, “sosyal destek arama”, “çaresiz yaklaşım” ve “boyun eğici yaklaşımı” kullanan hemşirelerin daha çok depresif belirtiler gösterdiği saptanmıştır. Hemşirelerin depresyon belirti düzeyinin düşük olduğu, stresle baş etmede “kendine güvenli yaklaşım” ve “iyimser yaklaşım” kullanan hemşirelerin depresyon geliştirme riski taşımadıkları saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Hemşire, stres, depresyon, baş etme tarzı ABSTRACT Objective: This study has been planned as a descriptive research to examine the relation between the level of depression symptomes and coping strategies of nurses. 67 Methods: The sample of this study consists of 158 nurses who work at Social Security Hospital (52) and Goverment Hospital (106). The data was collected by a questionaire included three instruments: 1) The Descriptive Đnformation Form, 2) Scale of the Ways to Cope With Stress 3) Beck Depression Inventory. Data were evaluated using mean, standard deviation and t-test, variance analyse and korelasyon analyse. Results: According the research findings, the mean score of Nurses’ Beck Depression Inventory were 7.77 ± 6.27. At thr same time, increasing child number of nurses, working years, nurses job satisfaction, percieved menthal health as “neither good nor bad”, increased patients number and decreased staff number were founded effective factores for depressif symptom’s occur. “The Submissive Style”, “The Helpless Style” and “Seeking for Social Support Style” approaches increased nurses’ depressif symptoms and “Self Confident Approach” and “Optimistic Approach” degreased nurses’ depressif symptoms. Conclusion: The level of nurses’ depressıon symptomes were low. At the same time, it was founded that coping strategies which were used by nurses such as“Self Confident Approach” “Optimistic Approach had not risk for geting depression symptomes . Key Words: Nurse, stress, depression, coping strategies GĐRĐŞ Bireyin, fizik ve sosyal çevreden gelen uyumsuz koşullar nedeniyle, bedensel ve psikolojik sınırların ötesinde harcadığı gayrete “stres” denir. Talepler karşısında vücudun tepkisi olan stres, günlük hayatın olağan bir parçasıdır. Uçman’ın (1990) yaptığı çalışmada, Folkman ve Lazarus’un stres tanımının, birey-çevre etkileşiminde kişinin uyumunu tehlikeye düşüren ve mevcut kaynaklarını zorlayan ya da aşan çevre talepleri olduğunu ifade etmiştir. “Baş etme”, bireyin kendisi için stres oluşturan olay ya da etkenlere karşı direnmesi ve bu durumlara karşı dayanma amacıyla gösterdiği bilişsel, duygusal ve davranışsal tepkilerin tümü olarak tanımlanmaktadır (Folkman ve ark. 1986, Cüceloğlu 1991, Hargreaves G 1999, Uçman 1990). Strese neden olan bir çok faktör vardır. Đnsanın fizyolojik ve psikolojik dengesini etkileyen her türlü unsur bir stres kaynağı olarak görülebilir. Bu doğrultuda, bireyin iş çevresi ve iş dışı çevresi birbirini etkileyerek stres oluşumuna neden olur. Đşe bağlı gerginlik ve tükenme kişide depresyon, anksiyete, çaresizlik duyguları gibi ruhsal; baş ağrısı, kaslarda gerginlik, uykusuzluk gibi fizyolojik etkilere yol açmaktadır (Bingöl ve Naktiyok 2001, Öztürk ve ark. 2001). Stres yaşantısının erken belirtisi özellikle başta, ensede, sırtta ve omuzda kas sertleşmesi, uzun dönemde hazımsızlık, ülser başlangıcı gibi sindirim sistemi sorunlarıdır. Bunlara ek olarak; terleme, nefes darlığı, tansiyon yükselmesi, yorgunluk, alerji, mide bulantısı da stresle tetiklenen tepkilerdendir (Altuntaş 2003, Güney 2000). 68 Stres tek başına düşünülmesi imkânsız bir olgudur. Birçok çalışma stres ile ilişkili başka kavramların (psikosomatik hastalıklar, tükenmişlik sendromu, kontrol odağı vb.) varlığını işaret etmektedir. Günümüz insanı, yaşamın her alanında kendini hissettiren zorlanmalarla dolu bir dünyayla karşı karşıyadır. Bu zorlanmalar bireyin tüm dengesini altüst edebilmekte ve sağlığını tehdit etmekte, kişiyi bir semptom örüntüsü olan tükenmişliğe götürmektedir (Buldukoğlu ve ask. 1995, Uğurlu ve ark. 2000) Norbeck (1985) yaptığı çalışmada, Cherniss’in çalışmalarında tükenmişlik sendromunu çalışanların iş ortamına karşı tepki gösterme yolu olarak tanımladığını ifade etmiştir. Bu tepki hem dışsal faktörler (iş ortamı, çalışma arkadaşları vb.) hem de içsel faktörlere (kişilik, bireysel stresle baş etme teknikleri gibi) bağlıdır (Norbeck 1985). Sağlık çalışanlarından biri olan hemşire, yoğun iş yükü, ağır ve ölümcül hastalara bakım verme, gerektiğinde hasta ve yakınlarına duygusal destek verme gibi stres yaratan deneyimler yaşamaktadır. Ayrıca sağlık hizmetlerindeki yetersizlikler, hizmetin ve personelin dengesiz dağılımı da çalışanlar için önemli bir stres unsurudur (Öztürk ve ark. 2001). Çalışma yaşamının bireyi, bireyin de çalışma yaşamını etkiledigi bir gerçektir. Bu gelişimin olumlu yönde olması bireyin sağlığı ve kurumun başarısı ile sonuçlanır (Gözüm 1997). Çalışma yaşamında sağlık profesyonelleri içinde önemli yeri olan ve hastalarla birebir uzun mesai saatleri boyunca birlikte olan hemşirelerin toplumda cinsiyetlerine göre dağılımı göz önüne alındığında, neredeyse tamamına yakınının kadın olduğu görülmektedir. Bu nedenle, iş yaşamından gelen zorlukların yanısıra ev yaşamında kadın ve anne rolünün getirdiği sorunlar ile toplumsal baskıların neden olduğu streslerin hemşirelerin depresyon yaşamasında göz ardı edilemeyecek önemli faktörler olduğu düşünülmektedir. Kaynaklarda da kadınlara özgü çok çeşitli tıbbi, ruhsal ve toplumsal faktör nedeniyle, depresyonun daha sık görüldüğü belirtilmektedir (Köroğlu 1997, Görgülü 1998, Yüksel 2001). Hemşirelerin sağlığının bozulması; iş gücü kaybı, verimin düşmesi, kurum ve ülke için ekonomik kayıp, kazaların artması ve hizmet sundukları birey ya da hastaların risk altına girmesine neden olabilir (Tayran ve Talas 2001). Bu nedenle hemşirelerin çalışma yaşamları ile ilgili streslerinin neler olduğu, bu stresörlerle ne düzeyde ve nasıl baş ettiklerinin değerlendirilmesi ve stresin uzun süreli yaşanmasına bağlı olarak ortaya çıkan depresyon belirtilerinin incelenmesi gerekmektedir. Bu konularda araştırmalar yapılmasının, hem hemşirelerin yaşam kalitesinin, hem de verdikleri bakımın kalitesinin artmasına katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Stres yaşama ve depresyona girme açısından risk altında bulunan hemşirelerin stresle etme çıkma tarzları 69 ile depresyon arasındaki ilişkinin, araştırmalarla ortaya konulmasına giderek daha fazla gereksinim duyulmaktadır. Bu çalışmanın amacı, hemşirelerin stresle baş etme tarzları ile depresyon arasındaki ilişkinin incelenmesidir. GEREÇ VE YÖNTEM Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu araştırma, 31 Mayıs-7 Haziran 2004 tarihleri arasında yapılmıştır. Balıkesir Đli Bandırma Đlçesi Mehmet Güven Karahan (MGK) Devlet Hastanesinde çalışan hemşireler (N:106) ve Bandırma Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Hastanesinde çalışan hemşireler (N:52) araştırmanın evrenini (N:158) oluşturmaktadır. Örneklem seçimine gidilmemiştir. Evren aynı zamanda örneklemi oluşturmuştur. Araştırmya tüm hemşireler (N:158) katılmıştır. Araştırma verileri üç ayrı form kullanılarak toplanmıştır. 1) Hemşirelerin tanıtıcı özelliklerini içeren “Tanıtıcı Bilgi Formu” 2) Hemşirelerin stresle etme tarzlarını belirlemek amacıyla ‘‘Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBTÖ)’’ 3) Hemşirelerin depresyon belirtilerinin düzeylerini belirlemek amacıyla da ‘‘Beck Depresyon Envanteri (BDE)” kullanılmıştır. Tanıtıcı Bilgi Formu: Araştırmaya katılan hemşirelerin özelliklerini belirlemek amacıyla araştırmacı tarafından geliştirilmiştir. Bu form, hemşirelerin sosyo-demografik özellikleri (7), çalışma özellikleri (6), kendi sağlıklarını ve kişiler arası ilişkilerini algılayışları (3), iş yeri ile ilgili stres kaynakları ve baş etme davranışlarını (4) kapsayan 20 sorudan oluşmaktadır. Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBTÖ): Folkman ve Lazarus tarafından geliştirilen “Ways Of Coping Inventory” ölçeğinden Türkçe’ye uyarlanan “Stresle Baça Çıkma Tarzları Ölçeği”nin ülkemiz için geçerlik ve güvenirlik çalışması Şahin ve Durak (1995) tarafından yapılmıştır. Form Likert tipi bir ölçek olup 30 maddeden oluşmaktadır. Bu ölçeğin probleme yönelik etkili yollar ve duygulara yönelik etkisiz yollar olarak isimlendirilebilecek iki boyutu vardır. Bu iki boyut beş alt ölçekte yansımaktadır (Işıkhan 2004). Bu ölçeğin alt ölçekleri şunlardır; Kendine Güvenli Yaklaşım (8, 10, 14, 16, 20, 23, 26), Çaresiz Yaklaşım (3, 7, 11, 19, 22, 25, 27, 28), Boyun Eğici Yaklaşım (5, 13, 15, 17, 21, 24), Đyimser Yaklaşım (2, 4, 6, 12, 18), Sosyal Destek Arama Yaklaşımı (1, 9, 29, 30). Sosyal destek aramanın 1. ve 9. maddeleri hariç diğer maddeler için puanlama şu şekildedir: Hiç uygun değil “0”, uygun değil “1”, uygun “2”, tamamen uygun “3” puan olarak hesaplanmıştır. Sosyal destek arama boyutunun 1. ve 9. maddelerinde ise, Hiç uygun değil “3”, uygun 70 değil “2”, uygun “1”, tamamen uygun “0” puan olarak hesaplanmıştır (Işıkhan 2004). Her faktöre ait puanlar ayrı ayrı hesaplanmakta, toplam puan ise hesaplanmamaktadır (Işıkhan 2004). Kendine Güvenli Yaklaşım toplam puanı 0-21 aralığında, Çaresiz Yaklaşım toplam puanı 0-24 aralığında, Boyun Eğici Yaklaşım toplam puanı 0-18 aralığında, Đyimser Yaklaşım toplam puanı 0-15 aralığında, Sosyal Destek Arama Yaklaşımı toplam puanı 0-12 aralığında değişmektedir. Her yaklaşım için toplam puanın artışı bireyin o başa çıkma tarzını daha çok kullandığını şeklinde değerlendirilir (Işıkhan 2004). Beck Depresyon Envanteri (BDE): Bu ölçek depresyonda görülen somatik, duygusal, bilişsel ve motivasyonel belirtileri ölçmektedir. Ölçeğin amacı depresyon belirtilerinin derecesini objektif olarak belirlemektir. Beck tarafından geliştirilen bu ölçeğin Türkçe’ye uyarlanması Nesrin Hisli (1995b) tarafından yapılmıştır. Formda 21 belirti kategorisi vardır. 11 kategori bilişsel belirtileri, 2 kategori duygusal belirtileri, 2 kategori açıkça görülen davranışları, 1 kategori kişilerarası sorunları, 5 kategori somatik semptomları ölçmektedir. Bu kategoriler: Duygu durum, Kötümserlik, Başarısızlık Duygusu, Doyumsuzluk, Suçluluk Duygusu, Cezalandırılma Duygusu, Kendinden Nefret Etme, Kendini Suçlama, Kendini Cezalandırma Arzusu, Ağlama Nöbetleri, Sinirlilik, Sosyal Đçedönüklülük, Kararsızlık, Bedensel Đmge, Çalışabilirliğin Ketlenmesi, Uyku bozuklukları, Yorgunluk-Bitkinlik, Đştahın Azalması, Kilo Kaybı, Somatik Yakınmalar, Cinsel Dürtü Kaybı’ dır. Her madde dört seçenekten oluşmaktadır ve sıfır ile üç arasında puan almaktadır. Bu puanların toplanmasıyla depresyon puanı elde edilir. Puan aralığı 063’tür. Toplam puanların yüksek oluşu, depresyon düzeyinin ya da şiddetinin yüksekliğini gösterir. Ölçeğin Türkiye için kesme noktası 17’dir (Hisli 1995). Araştırma verileri hemşirelere çalışırken, onlar için uygun bir saatte, sözlü onamları alınarak, görüşme ve kağıt-kalem yöntemi ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS paket programı kullanılmıştır. Veriler; sayı ve yüzde dağılımlar, aritmetik ortalama, “t” testi, varyans analizi ve korelasyon analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. BULGULAR VE TARTIŞMA Hemşirelerin % 45.6’sı 23-31 yaş grubunda olup, yaş ortalamaları 33.24 ± 7.12’dir. Hemşirelerin erişkin yaş grubunda olduğu görülmektedir. Pektekin ve ark. (1990) yaptıkları çalışmada da hemşirelerin çoğunluğunun 26-35 yaş grubunda olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin % 82.3’ü evlidir. Yapılan diğer çalışmalarda hemşirelerin % 53 ile % 62.7 oranında evli olduğu belirlenmiştir (Çam 1992, Okumuş ve ark. 1999). Hemşirelerin % 77.2’sinin çocuk sahibi olduğu, % 43.7’sinin bir çocuk sahibi olduğu saptanmıştır. % 47.5’inin üç kişilik bir ailede, % 93.7’sinin çekirdek 71 ailede yaşadıkları, % 62.6’sının gelirinin giderine denk olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin % 69.0’unun Ön Lisans mezunu olduğu saptanmıştır. Önceki senelerde yapılan çalışmalarda hemşirelerin sağlık meslek liselerinden mezun olma oranları daha yüksek bulunmuştur. Okumuş ve Maltepe’nin (1992) yaptığı bir araştırmada bu oran % 52.8 bulunmuştur. Altun’un yaptığı çalışmada ön lisans mezunu hemşirelerin oranı % 52’dir. Talas ve Tayran’ın 2001 yılında yaptıkları araştırmada bu oran % 36.1 iken ön lisans ve lisans mezunu oranı % 63.9’dur. Bulgular, eğitim düzeyinin yıllarla doğru orantılı olarak arttığını göstermektedir. Hemşirelerin % 29.1’inin 11-15 yıldır meslekte, % 48.1’inin Dahili Bilimlerde, % 91.8’inin ise servis hemşiresi olarak çalıştıkları bulunmuştur. Hemşirelerin % 88.6’sının nöbet tutarak çalıştığı saptanmıştır. Görgülü (1998) yaptığı çalışmada nöbet sisteminde ve dönüşümlü (vardiya) çalışmanın meslekte stres etkenlerinden olduğu ve duruma bağlı anksiyete düzeylerini yükselten bir faktör olduğunu ifade etmiştir. Hemşirelerde fizik ortamdan kaynaklanan stres nedenleri incelendiğinde, % 30.4’ünün fiziksel ortamın sağlık koşullarına uygun olmayışı, % 22.2’sinin servis organizasyonunun bozukluğu, % 17.7’sinin malzeme yetersizliği, % 14.6’sının fiziki yapıda yetersizlik nedeniyle stres yaşadıkları saptanmıştır. Yetersiz araç gereç ile çalışmanın çalışma koşullarını zorlaştırdığı ve hasta bakımını aksatarak verilen hizmetin kalitesini ve iş doyumunu azalttığı saptanmıştır (Demir 2004). Hemşirelerde kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan stres nedenleri incelendiğinde, %33.5’inin ekip üyeleri ile girilen diyaloglar, % 27.2’sinin hasta yakınları ile girilen diyaloglar, % 24.1’inin hastalar ile girilen diyaloglar nedeniyle stres yaşadıkları saptanmıştır. Ekip anlayışının sağlık hizmetlerinde benimsenmemesi ve uygulamaya yansıtılmaması nedeni ile ekip üyeleri ile iletişimin en yüksek oranda stresör olduğu söylenebilir. Hemşirelerde mesleki uygulamalardan kaynaklanan stres nedenleri incelendiğinde % 16.5’inin görev karmaşası, % 13.9’unun hasta sayısının fazla olması, % 11.4’ünün personel azlığı, % 10.8’inin mesleki bilginin kullanılmaması nedeniyle stres yaşadıkları saptanmıştır. En yüksek oranda görev karmaşasının bulunması, sağlık profesyonellerinin görev tanımlarının yapılmamış oluşu ile ilişkilendirilebilir. Demir (2004) çalışmasında, hemşire sayısının azlığının iş yükünü arttırdığını, dolayısıyla hemşire başına düşen hasta sayısının arttığını, bunun da hemşirelerde fiziksel bitkinliğe ve hastalardan olumsuz geri bildirim alınmasına neden olduğunu belirtmektedir. Hemşirelerin hasta yakınları ve hastalar ile girilen diyaloglar nedeniyle stres yaşadığını ifade etmeleri bu kapsamda değerlendirilebilir. 72 Hemşirelerin hasta bakımı verirken karşılaştıkları stres nedenleri incelendiğinde, % 17.1’inin bakım verdikleri hastanın sağlığının kötüye gitmesini, 12.0’ının hastaların ajite olmasını stres nedeni olarak belirttikleri bulunmuştur. Araştırmaya katılan 158 hemşireden 41’i hastayla ilgili en az bir stres nedeni ifade etmiştir. Bu oranın yüksekliği, hemşirelerin hasta bakımında oldukça profesyonel oldukları ya da duyarsız davrandıklarını düşündürmektedir. Hemşirelerin çalışırken kendilerini stresli hissettiklerinde yaptıkları davranışlar incelendiğinde, % 32.3’ünün biriyle konuştuğu, % 19.0’ının ortamdan uzaklaştığı, % 19.0’ının işine devam ettiği, % 18.4’ünün çözüm aradığı, % 17.7’sinin “diğer davranışlar” kapsamında sigara içtiği, ağladığı, sıcak içecekler içtiği, birşeyler okuyarak başka şeyler düşünmeye çalıştığı, % 12.0’ının sustuğu/sakin kaldığı saptanmıştır. Hemşirelerin duygu odaklı başa çıkma tarzlarını daha fazla kullandığı söylenebilir. Bu bulgular Işıkhan’ın (2004) araştırma sonuçlarıyla paralellik göstermektedir. Verilen cevaplar arasında “dua ederim”, ”içimden birden ona kadar sayarım”, “gözlerimi kapatarak beni mutlu eden şeyleri düşünürüm” gibi ifadeler bulunmaktadır. Literatürde spirütializmin depresyondan koruyucu etkenler arasında yer aldığı belirtilmektedir (Ünal ve ark. 2000). Hemşirelerin % 48.1’inin işinden “kısmen memnun” olduğu, % 44.9’unun işinden “memnun” olduğu, % 7.0’ının işinden “memnun olmadığı” saptanmıştır. Talas ve Tayran’ın (2001) yaptıkları araştırmada memnun olmayan ve kısmen memnun olanların oranı % 56.8, memnun olanların oranı % 43.2’dir. işinden memnun olanların BDE toplam puan ortalaması X=6.26 ± 5.46, kısmen memnun olanların X=8.75 ± 6.32, memnun olmayanların ise X=10.72 ± 8.67’dir. Hemşirelerin memnuniyet durumlarına göre BDE toplam puan ortalamaları arasındaki bu fark istatistiksel analiz ile anlamlı bulunmuştur (F= 4.36, P<0.05). Anova ile gruplar arası farklılık tespit edilmiştir ve gruplar arası farkın anlamlı olması nedeniyle Bonferroni Çoklu Karşılaştırma Testi ile grupların ikili analizi gerçekleştirilmiştir. Đşinden kısmen memnun olan hemşirelerin, işinden memnun olduğunu ifade eden hemşirelere göre daha çok depresif belirtiler gösterdiği saptanmıştır. Đşten memnun olma düzeyi arttıkça depresyon puan ortalamaları azalmaktadır. Fizik sağlığını “iyi” olarak değerlendiren hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması X=6.26 ± 4.93, “ne iyi ne kötü” olarak değerlendirenlerin X= 10.75 ± 7.51 olarak bulunmuştur. Hemşirelerin fizik sağlıklarını değerlendirmeleri durumları ile BDE puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmıştır (F=7.83, P<0.01). iyi Yapılan ileri analizde, bu farkın fizik sağlığını değerlendirmede ne ne kötü cevabını veren hemşireler ile iyi cevabını veren 73 hemşirelerden kaynaklandığı saptanmıştır (P<0.01). Ne iyi ne kötü cevabını veren hemşireler, iyi cevabını veren hemşirelere oranla oldukça yüksek oranda depresif belirtiler göstermektedirler. Fizik sağlığın çalışma yaşantısı etkileyen bir faktör olduğu bilinmektedir. Ruh sağlığını “çok iyi” olarak değerlendiren hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması X=5.07 ± 3.30, “iyi” olarak değerlendirenlerin X= 6.04 ± 4.36, “ne iyi ne kötü” olarak değerlendirenlerin X= 11.87 ± 7.94 olarak bulunmuştur. Hemşirelerin BDE puan ortalamaları ile ruh sağlıklarını değerlendirme arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmıştır (F=18.84, P<0.01). Anova ile gruplar arası farklılık tespit edilmiştir ve gruplar arası farkın anlamlı olması nedeniyle Bonferroni Çoklu Karşılaştırma Testi ile grupların ikili analizi gerçekleştirilmiştir. Ruh sağlığını değerlendirme durumu için “ne iyi ne kötü” ifadesini kullanan hemşirelerin, ruh sağlığını değerlendirme durumu için “iyi” ve “çok iyi” ifadelerini kullanan hemşirelere göre daha çok depresif belirtiler gösterdiği saptanmıştır. Ruh sağlığı değerlendirme durumu için “iyi” ve “çok iyi” ifadesini kullanan hemşireler arasında depresyon yönünden anlamlı bir fark bulunmamıştır. Hemşirelerin depresif belirtilerinin artması ruh sağlığı yakınmalarını arttırmaktadır. Hemşirelerin çalışırken kendilerini stresli hissettiklerinde yaptıkları davranışlardan çözüm arama davranışının, BDE toplam puan ortalaması X=5.27 ± 3.49’dur. Hemşirelerin çalışırken kendilerini stresli hissettiklerinde yaptıkları diğer (ortamdan uzaklaşmak, konuşmak, işe devam etmek, susmak, sigara içmek, kitap okumak, ağlamak, sıcak içecekler içmek gibi diğer kapsamına giren davranışlar) davranışlardan çözüm arama davranışındaki BDE toplam puan ortalaması farkı istatistiksel analiz ile anlamlı bulunmuştur (F= 7.84, P<0.01). Bağımsız iki grup ortalaması için T testi uygulanmıştır. Çözüm ararım ifadesini kullanmayan hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması, bu ifadeyi kullanan hemşirelerin BDE toplam puan ortalamasına göre anlamlı düzeyde farklılık göstermiştir (P<0.01, T=2.40, sd=156). Çözüm arama davranışını sergileyen hemşirelerin, sergilemeyenlere göre daha az depresif belirtiler gösterdiği saptanmıştır. Ortamdan uzaklaşmak, konuşmak, işe devam etmek, susmak, sigara içmek, kitap okumak, ağlamak, sıcak içecekler içmek gibi “diğer” kapsamına giren davranışlar hemşirelerin BDE toplam puan ortalamalarını etkilememektedir. Çözüm arama davranışı arttıkça, umutsuzluk çaresizlik duygularıyla karakterize depresif semptomlar azalmaktadır. Hemşirelerin genellikle etkisiz başa çıkma yolları kullandıkları dikkat çekmektedir. 74 Tablo 1: Hemşirelerin SBTÖ ve BDE Puan Ortalamaları SBTÖ Puan Ortalamaları Kendine Güvenli Yaklaşım Đyimser Yaklaşım Çaresiz Yaklaşım Boyun Eğici Yaklaşım Sosyal Destek Arama Yaklaşımı BDE Puan Ortalamaları X SS. Min. Max. 14.91 9.67 9.12 4.39 8.08 2.13 1.81 3.24 2.46 1.92 10.00 3.00 1.00 0.00 2.00 20.00 14.00 20.00 10.00 12.00 7.77 6.27 0.00 34.00 Hemşirelerin SBTÖ alt ölçek puan ortalaması incelendiğinde, en yüksek puan ortalamalarının sırasıyla Kendine Güvenli Yaklaşım ( X =14.91) Đyimser Yaklaşım ( X =9.67), Çaresiz Yaklaşım ( X =9.12) ve Sosyal Destek Arama ( X =8.08) olduğu; en düşük puan ortalamasının ise Boyun Eğici Yaklaşım ( X = 4.39) olduğu saptanmıştır (Tablo 1). Şahin (1995b) SBTÖ’ nün geçerlik, güvenirlik çalışmasını yaptığı araştırmasında, Kendine Güvenli Yaklaşımın ve Đyimser Yaklaşımın stresle olumlu başa etme yöntemi olduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan depresif belirtileri yüksek olan kişilerin, stresli durumlarda diğerlerine oranla daha farklı davrandıkları; kullandıkları başa çıkma mekanizmalarının daha çok duygulara yönelik olduğu, probleme yönelik davranışları ise daha az kullandıkları ifade edilmiştir (Şahin 1995b). Literatürde depresif belirtileri yüksek grubun, “boyun eğici”, “çaresiz” yaklaşımları daha fazla kullandıkları; belirtileri düşük grubun ise “kendine güvenli” ve “iyimser” yaklaşımları daha fazla kullandıkları gözlenmiştir. Depresif belirtileri yüksek olan kişilerin, stresli durumlarda diğerlerine oranla daha farklı davrandıkları; kullandıkları başa çıkma mekanizmalarının daha çok duygulara yönelik olduğu, probleme yönelik davranışları ise daha az kullandıkları ifade edilmiştir (Öztürk 2001). Hemşirelerin BDE puan ortalamaları incelendiğinde toplam puan ortalamasının 7.77 ± 6.27 olduğu belirlenmiştir. Bu araştırmada, ölçekten alınan minimum puan 0.00, maksimum puan 34.00 olmuştur (Tablo1). Şahin (1995), 17 ve üstündeki BDE puanlarının, tedavi gerektirebilecek depresyonu % 90 üzerinde bir doğrulukla ayırt edebildiğini görmüştür. Bu araştırmada da 17 puan ve üzeri puan alan 15 (%9.4) hemşire olduğu saptanmıştır. Kadınlarda depresyon görülme sıklığının % 5-20 arasında olduğu ifade edilmektedir (Yüksel 2001). Köroğlu (2004), kadınların % 20’sinin yaşamlarının bir döneminde klinik depresyon geçirdiğini ifade etmiştir. Araştırmada örnekleme alınan hemşirelerin tamamının kadın olması, çok düşük olmayan bir oranda depresyon görülmesinin nedeni olarak düşünülmektedir. Aynı zamanda Kadınlık rollerinin, toplum yapısından 75 kaynaklanan stres verici yönleri olduğu ve depresyona neden olan bir çok faktörü beraberinde getirdiği bilinmektedir (Navaro 2002). Tablo 2: Hemşirelerin BDE Toplam Puan Ortalamalarının Çocuk Sahibi Olma Durumuna Göre Dağılımı Tanıtıcı Özellikler Çocuk Sahibi Olma Durumu (N=158) Var Yok BDE Toplam Puan Ortalaması N X Ss 122 36 8.17 6.41 6.57 4.93 T 1.48 sd 156 P 0.04* *P<0.05 Tablo 2’de hemşirelerin çocuk sahibi olma durumuna göre BDE toplam puan ortalamaları dağılımı incelendiğinde, çocuk sahibi olan hemşirelerin BDE puan ortalamasının (X=8.17 ± 6.57), çocuk sahibi olmayan hemşirelerin BDE puan ortalamasından (X=6.41 ± 4.93) yüksek olduğu görülmektedir. Toplum Ortalamalarına Dayalı Đki Örneklem T Testi ile gruplar arası farklılık tespit edilmiştir. Bu fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur (t: 1.48, P<0.05). Gruplar arası farkın anlamlı olması nedeniyle çocuk sahibi olan hemşirelerin çocuk sayıları dikkate alınarak Bonferroni Çoklu Karşılaştırma Testi ile grupların ikili analizi gerçekleştirilmiştir. Sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (F=3.99, P<0.05). Hemşirelerden üç çocuğa sahip olanların, çocuğu olmayan, bir çocuğu olan ve iki çocuğu olan hemşirelere göre, daha çok depresif belirtiler gösterdiği saptanmıştır (P<0.01). Üç çocuklu bir ailede en az beş kişinin (anne, baba, çocuklar) var olduğu düşünülecek olursa bunun hem maddi hem manevi güçlüklerinin olması kaçınılmazdır. Günümüz tüketim toplumunun zorlanmaları da bu güçlüklerin daha yoğun yaşanmasına neden olacaktır. Bu bağlamda, hemşirelerin depresif belirtileri yaşamasında, çocuk sayısının risk etmeni olduğu söylenebilir. Navaro’da (2002), kadınlık rolünden oluşan depresyonları tanımlarken kadınların, ailenin beslenme sorunu, çocukların sağlığı, terbiyesi ve eğitimiyle genellikle tek başına ilgilenen bireyler olduğunu, çalışan kadınların ise hem iş sorumluluğunu hem de evin sorumluluğunu taşıyan bireyler olduğunu ve bunların da depresyon için neden olduğunu ifade etmiştir. Hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması meslekte çalışma süresine göre incelendiğinde, meslekte 16-20 yıl çalışan hemşirelerin, 15 yıl, 6-10 Yıl, 11-15 Yıl ve 20 Yıl ve üzerinde çalışan hemşirelere göre daha fazla depresif belirtiler gösterdikleri saptanmıştır. Yapılan ileri analizde, farkın meslekte 1-5 yıl çalışan hemşireler ile 16-20 yıl çalışan hemşirelerden kaynaklandığı tespit edilmiştir (P<0.05) (Tablo 3). 76 Meslekte çalışma yılları arttıkça, depresyon belirtileri de artmaktadır. Ergüney (2001) araştırmasında, çalışma yılının işe bağlı gerginlik, anksiyete ve stres düzeyini etkileyen bir faktör olduğunu açıklamıştır. Tablo 3: Hemşirelerin BDE Toplam Puan Ortalamalarının Meslekte Çalışılan Süreye ve Đfade Ettiği Stres Kaynaklarına Göre Dağılımı (N: 158) Tanıtıcı Özellikler Meslekte Çalışılan Süre 1-5 Yıl 6-10 Yıl 11-15 Yıl Yıl 20 Yıl ve Stres Kaynakları/Mesleki Uygulamalar Hasta Sayısının Fazla Olması Personel Azlığı Görev Karmaşası Mesleki Bilginin Kullanılmaması N BDE Toplam Puan Ortalaması X Ss F 26 35 46 20 31 6.26 9.71 6.60 10.20 7.00 5.88 6.09 4.73 10.38 4.46 N X Ss t 22 18 26 17 11.31 11.27 9.65 9.52 8.05 7.52 6.65 7.14 3.02 1.85 0.61 0.56 2.57 P 0.04** P 0.00* 0.01* 0.09 0.22 *P<0.01, ** P<0.05 1-5 yıl çalışanların daha depresif belirtiler gösterme nedeninin oryantasyon ve adaptasyon yönünden sorun yaşamaları olabileceği düşünülmektedir. Depresyon puanlarının 1-5 yıl çalışanlarda daha yüksek olması, bu kişilerde iş yükünün fazla olmasına ve mesleki yaşamlarının henüz başında olmalarının getirdiği işle ilgili belirsizlikleri daha sık yaşamalarına bağlanabilir. Bilici ve arkadaşlarının (1998) araştırma sonuçları da bu bulguları desteklemektedir. 16-20 yıl çalışan hemşirelerin en yüksek puanı almalarının nedeni, çalışma koşullarının zorlaması yanısıra emekliliğin yaklaşması olabilir. Bununla beraber hemşirelik mesleğinde iş tanımlarının olmaması sonucu tüm hemşirelerin benzer asgari düzeydeki işleri yapmaları ve bu sebeple iş yaşantısında uzun yıllar deneyimi olan hemşirelerin kapasitelerini atıl olarak kullanarak potansiyellerini değerlendirememeleri gerçeği de göz önünde bulundurulmalıdır. Kuyurtar ve arkadaşları (2002) yaptıkları çalışmada potansiyelini değerlendiremeyen çalışanların işine gittikçe yabancılaşacaklarını, yeteneklerinin ve yeterliliklerinin köreleceğini ve iş doyumu düzeylerinin düşeceğini ifade etmiştir. Hemşirelerin mesleki uygulamalardan kaynaklanan stres kaynaklarına göre BDE Puan Ortalamalarının Dağılımı incelendiğinde, hasta sayısının fazla olmasının ve personel sayısının az olmasının BDE toplam puan ortalamasını etkilediği saptanmıştır. Mesleki uygulamalardaki stres nedeni olarak hasta sayısının fazla olduğunu belirten hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması X=11.31 ± 77 8.05’tir. Hemşirelerin BDE puan ortalamaları ile hasta sayısının fazla olmasının stres kaynağı olduğunu belirten hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (t=3.02, P<0.01) (Tablo 3). Benzer şekilde personel sayısının az olduğunu belirten hemşirelerin de BDE toplam puan ortalaması X=11.27 ± 7.52’dir. Hemşirelerin BDE puan ortalamaları ile personel sayısının az olmasının stres kaynağı olduğunu belirten hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur ( t=1.85, P<0.05) (Tablo 3). Hasta sayısının artması ve hemşire sayısının azalması hemşirelerin depresyon puan ortalamalarını yükseltmektedir. Araştırma bulguları Demir (2004)’in bulguları ile paralellik göstermektedir. Demir’de çalışmasında, hemşire sayısının azlığının iş yükünü arttırdığını, dolayısıyla hemşire başına düşen hasta sayısının arttığını, bunun da hemşirelerde fiziksel bitkinliğe ve hastalardan olumsuz geri bildirim alınmasına neden olduğunu belirtmektedir. Tablo 4: Depresyon ve Stresle Başa Çıkma Tarzları Alt Ölçek Toplam Puanları Arasındaki Depresyon Toplam Puanı Kendine Güvenli Yaklaşım Toplam Puanı Çaresiz Yaklaşım Toplam Puanı Boyun Eğici Yaklaşım Toplam Puanı Đyimser Yaklaşım Toplam Puanı Sosyal Destek Arama Yaklaşımı Toplam Puanı *: P<0.05 Sosyal Destek Arama Yaklaşımı Toplam Puanı Đyimser Yaklaşım Toplam Puanı Boyun Eğici Yaklaşım Toplam Puanı Çaresiz Yaklaşım Toplam Puanı Kendine Güvenli Yaklaşım Toplam Puanı Depresyon Toplam Puanı Đlişki (Pearson Korelasyon Tablosu) 1 -0.201* 1 0.383** -0.258** 1 0.174* -0.358** 0.455** 1 -0.147 0.608** -0.101 -0.084 0.031 0.184* 0.054 0.130 0.213** 1 1 **: P<0.01 Hemşirelerin BDE Puan Ortalamaları ile Görev karmaşası (t: 0.61, P>0.05) ve Mesleki bilginin kullanılmamasının stres kaynağı olduğunu ifade eden hemşirelerin BDE toplam puan ortalamaları (t: 0.56, P>0.05) arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır (Tablo 3). Bu bulgular, hemşirelerin profesyonellikleri konusunda daha az zorlanmaları yanısıra kaygılarının da daha az olduğu şeklinde yorumlanabilir. 78 Tablo 4 incelendiğinde, Kendine güvenli yaklaşım ile depresyon toplam puanı arasında istatistiksel olarak anlamlı ve olumsuz (negatif) yönde bir ilişki bulunmuştur (r=-0.201, P<0.05). Kendine güvenli yaklaşım kullanımı arttıkça depresyon puanının azaldığını göstermektedir. Çaresiz yaklaşım ile depresyon toplam puanı arasında anlamlı ve olumlu yönde (r = 0.383, P<0.01) ve çaresiz yaklaşım ile kendine güvenli yaklaşım toplam puanı arasında da anlamlı ve olumsuz yönde bir ilişki bulunmuştur (r=-0.258, P<0.01) (Tablo 4). Başka bir anlatımla, Çaresiz yaklaşım kullanımının artması, depresyon toplam puanını arttırdığı, aynı zamanda çaresiz yaklaşım kullanımının artması, kendine güvenli yaklaşım kullanımını azalttığı görülmektedir. Boyun eğici yaklaşım ile depresyon toplam puanı arasında pozitif yönde ve anlamlı (r = 0.174, P<0.05), boyun eğici yaklaşım ile kendine güvenli yaklaşım toplam puanı arasında negatif yönde ve anlamlı (r = 0.358, P<0.01), aynı zamanda boyun eğici yaklaşım ile çaresiz yaklaşım toplam puanı arasında anlamlı ve pozitif yönde (r = 0.455, P<0.01) bir ilişki bulunmuştur (Tablo 4). Boyun eğici yaklaşım kullanımının artması, depresyon toplam puanını arttırırken, çaresiz yaklaşım kullanımını arttığı ve kendine güvenli yaklaşım kullanımını azalttığı görülmektedir. Đyimser yaklaşım toplam puanı ile depresyon toplam puanı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (r=-0.147, P>0.01) (Tablo 4). Hemşirelerde iyimser yaklaşım kullanma arttıkça, depresyon belirtilerinin görülmesinin de arttığı görülmektedir. Ancak iyimser yaklaşımın depresyon belirtilerinin yaşanmasında etkili değildir. Aynı zamanda, Đyimser yaklaşım toplam puanı ile kendine güvenli yaklaşım toplam puanı arasında anlamlı ve olumlu yönde bir ilişki bulunmuştur (r=0.608, P<0.01) (Tablo 4). Hemşirelerin iyimser yaklaşım kullanması depresyon belirti düzeyinde etkili değildir. Diğer taraftan, iyimser yaklaşım kullanımının artması, kendine güvenli yaklaşım kullanımını da arttırmaktadır. Sosyal destek arama yaklaşımı ile depresyon toplam puanı arasında olumsuz yönde ancak istatistiksel olarak anlamlı olmayan bir ilişki bulunmuştur (r=-0.031, P>0.01). Sosyal desteğin depresyon belirtilerinin yaşanmamasında önemli bir etkisi olduğu bilinmektedir. Hemşirelerde de sosyal destek arama davranışı azaldıkça depresyon belirtilerinin görülmesinin arttığı görülmektedir. Ancak sosyal desteğin depresyon üzerinde etkili olmadığı bulunmuştur. Sosyal destek arama yaklaşımı ile kendine güvenli yaklaşım toplam puanı arasında anlamlı ve olumlu yönde bir ilişki bulunmuştur (r = 0.184, P<0.05) (Tablo 4). Bu ilişki, sosyal destek arama yaklaşımının artmasıyla, kendine güvenli yaklaşım kullanımının da arttığını göstermektedir. Ancak, sosyal destek arama yaklaşımı ile boyun eğici yaklaşım toplam puanı arasında anlamlı ve olumsuz yönde bir ilişki bulunmuştur (r=-0.213, P<0.01) 79 (Tablo 4). Hemşirelerde sosyal destek arama yaklaşımı arttıkça, kendine güvenli yaklaşım kullanımın artması yanısıra boyun eğici yaklaşım kullanımının azalması beklenen bir sonuçtur. Sosyal destek bireyin benlik saygısını arttırarak, zorlukların üstesinden gelme konusunda güçlü hissetmesini sağlar. Hemşirelerde depresif belirtiler arttıkça , “boyun eğici”, “çaresiz” yaklaşımları daha fazla kullandıkları; belirtiler azaldıkça “kendine güvenli” ve “iyimser” yaklaşımları daha fazla kullandıkları belirlenmiştir. Stresle etkili biçimde başa çıkabilenler “kendine güvenli” ve “iyimser” yaklaşımları, başa çıkamayanların ise “boyun eğici”, “çaresiz” yaklaşımları daha fazla kullanmaktadır. Diğer taraftan, stresli durumlarla başa çıkmaya çalışırken iyimser ve kendine güvenli davranışlar arttıkça, çalışma hayatıyla ilgili çeşitli durumlardan duyulan doyumun da birlikte arttığı; çaresiz ve boyun eğici davranışlar arttıkça doyumun azaldığı da ifade edilmektedir (Altun 2001). SONUÇ VE ÖNERĐLER · · · · Hemşirelerin % 9.4’ depresyonu olduğu, nün tedavi edilmesi gerekecek düzeyde Hemşirelerde, çocuk sayısı ve meslekte çalışma yılı yanısıra bakım verilen hasta sayısının fazla olmasının ve personel yetersizliğinin depresif belirtilerin yaşanmasında etkili olduğu, Hemşirelerin SBTÖ alt ölçek puan ortalaması incelendiğinde, en yüksek puan ortalamasının sırasıyla; Kendine Güvenli Yaklaşım, Đyimser Yaklaşım ve Çaresiz Yaklaşım olduğu, Hemşirelerde depresif belirtilerin yaşanmasında da kendi güvenli yaklaşım, çaresiz yaklaşım ve boyun eğici yaklaşımın etkili olduğu, iyimser yaklaşım ve sosyal desteğin ise etkili olmadığı saptanmıştır. Araştırma bulguları doğrultusunda öneriler şunlardır; · · · 80 Çocuk sahibi olan ve 16-20 yıldır meslekte çalışanlar hemşirelerin depresyon açısından risk grubu olarak ele alınması, Aynı zamanda hemşirelerin bakım verdiği hasta sayısının ve hizmet veren personel sayısının depresyon yaşanmasında etkili olduğu göz ardı edilmeyerek, gerekli düzenlemelerin yapılması, Mesleki bilginin kullanılması ve güncellenmesi konusunda hemşirelere hizmet içi eğitim verilmesi, kurslar, kongreler, sempozyumlara katılmasının sağlanması, desteklenmesi, bu konuda gelişmeleri takip edebilmeleri için her hastanenin hemşirelikle ilgili süreli yayınlara abone olmasının sağlanması, · Hemşirelerin başvurabilecekleri bir danışmanlık biriminin kurulması önerilebilir. KAYNAKLAR 1. Altun, Đ., (2001) “Kocaeli’nde Çalışan Hemşirelerin Öncelikli Profesyonel Değerleri Đle Tükenmişlik Düzeyleri Arasındaki Đlişki” Hemşirelik Forumu Dergisi, Cilt: 4, Sayı:2-3, ss: 41 2. Altuntaş, E. (2003) “Stres Yönetimi”, Alfa / Aktüel Kitapevi, Đstanbul, s: 13 3. Bilici M., Mete F., Soylu C., (1998) “Bir Grup Akademisyende Depresyon Ve Tükenme Düzeyleri”, Türk Psikiyatri Derg 9: 181-189. 4. Bingöl, D., Naktiyok, A., (2001) “Yönetici Akademisyenlerin Temel Stres Kaynakları ve Stresle Mücadele Teknikleri”, 9. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildirileri, Yayın No: 10, Đstanbul Üniversitesi Đşletme Fakültesi 5. Buldukoğlu, K., Doğan S., (1995) “Stres ve Hemşirelik Modülü”, T.C. Sağlık Bakanlığı Genel Koordinatörlüğü, Ankara, s: 1-23 6. Cüceloğlu, D., (1991) “Đnsan ve Davranışı”, Evrim Matbaacılık, Đstanbul, s: 321 7. Çam, O., (1992) “Hemşirelerin Tükenmişlik Düzeyleri ve Tükenmişliği Etkileyen Bazı Etmenlerin Đncelenmesi”, III. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı, Sivas, 463-475 8. Demir, A., (2004), “Hemşirelikte Tükenmişliğe Bir Bakış” Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, Cilt:.7, Sayı:1, ss:71-80 9. Ergüney, S., ve ark., (2001), “Hemşirelerin Karşılaştıkları Mesleki Riskler” Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, Cilt:4, Sayı:1, Erzurum, ss: 63-73 10. Folkman S., (1984) Personal control and stress and coping processes: a theoretical analysis. J Pers Soc Psychol; 46: 839-852. 11. Folkman S., Lazarus RS., Gruen RJ., DeLongis A., (1986) Appraisal, coping, health status, and psychological symptoms. J Pers Soc Psychol; 50: 571-579. 12. Görgülü S., (1998), “Hemşirelik ve Anksiyete”, Türk Hemşireler Dergisi, Cilt:38, Sayı: 3-4, s: 23-24 13. Gözüm, S. Koruyucu Saglık Hizmetlerinde görev yapan hemşire ve ebelerde iş doyumunu etkileyen örgütsel faktörlerin ve iş doyumu, tükenmişlik ve işe devamsızlık arasındaki ilişkinin araştırılması. (1997), Hemşire, 47: 37-45 14. Güney, S. (2000), “Davranış Bilimleri”, Genişletilmiş 2. Baskı, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 15. Hargreaves G., (1999), “Stress Management”, Çeviri: Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık 16. Işıkhan, V., (2004), “Çalışma Hayatında Stres ve Başa Çıkma Yoları”, 1. baskı, Sandal Yayınları, Ankara 17. Köroğlu, E., (1997), “Major Depresif Bozukluk” Psikiyatri Temel Kitabı, Hekimler Yayınları Birliği, Ankara, ss: 423-428 18. Köroğlu, E., (2004), “Depresyon Nedir? Nasıl Baş Edilir?” Hekimler Yayınları Birliği, Ankara. 19. Kuyurtar F., Yamaç T., Kanık A., Yurdakul M., (2002), Đçel Đl Merkezinde Çalışan Hemşirelerin Örgütsel Đş Doyumları ve Etkileyen Faktörler, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, Mersin, Sayı 4, s. 449 – 454 81 20. Navaro L., (2002), “Depresyonda Kadın Erkek Farklılıkları, Đki Boy Ufak Pabuç”, Đkinci Basım, Remzi Kitapevi. 21. Norbeck, JS., (1985), “Types and sources of social support for managing job stress in critical care nursing”, Nursing Research, 34 (4), ss: 225-230 22. Okumuş H., ve Maltepe H., (1999) “Hemşirelerin işe Devamsızlıkları Nedeni Olarak Hastalık Durumlarının Đncelenmesi”, III. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı, Sivas, ss: 414-418 23. Öztürk M., Kişioğlu, A. N., Kırbıyık S., Uskun E., (2001), ''Isparta Đl Merkezinde Birinci Basamak Sağlık Hizmeti Veren Kurumlarda Çalışan Personelde Tükenmişlik, Đşe Bağlı Gerginlik ve Đş Doyumu Düzeyleri'', Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 2. Ulusal Kongresi Kitabı. 24. Pektekin Ç., ve Đbrikçi S., (1990), “Çeşitli Hizmet Alanlarında Çalışan Hemşirelerin Ruh Hastalıklarına Eğiliminin Araştırılması” II. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı, Đzmir, ss: 362-370 25. Şahin N. H., Durak A., (1995), “Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği: Üniversite Öğrencileri Đçin Uyarlanması”, Türk Psikoloji Dergisi, Cilt:10, Sayı:34, Haziran, Ankara ss: 56-73 26. Şahin, N. H., (1995) “Stresle Başa Çıkma, Olumlu Bir Yaklaşım”, 2. Basım , Sistem Yayıncılık & Türk Psikologlar Derneği Yayını. 27. Şahin N. H., Durak A., (1995b), “Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği: Üniversite Öğrencileri Đçin Uyarlanması”, Türk Psikoloji Dergisi, Cilt:10, Sayı:34, Haziran, Ankara ss: 56-73 28. Tayran N., Talas S., (2001), ''Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Hastanesi'nde Çalışan Hemşirelerin Çalışma Koşullarından Kaynaklanan Risklerin Đncelenmesi'', Türk Hemşireler Derneği, 2. Ulusal Klinisyen Hemşire ve Ebeler Kongresi Bildirileri, ss: 407-419 29. Uçman, P. (1990), ''Ülkemizde Çalışan Kadınlarda Stresle Başaçıkma ve Psikolojik Rahatsızlıklar'', Psikoloji Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 24, Ankara, ss: 58-75 30. Uğurlu, N., Polat, H., (2000), Cilt:.16, Sayı: 2-3, 59-73 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 31. Ünal S., ve Özcan E., (2000) “Depresyonda Hazırlayıcı, Ortaya Çıkarıcı ve Koruyucu Etkenler” Anadolu psikiyatri dergisi Cilt1(1), ss: 41-45 32. Yüksel N., ( 2001), “ Ruhsal Hastalıklar”, Đkinci Baskı, Hatipoğlu Yayınevi, Ankara, ss: 223. 82 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 83-89, 2008 BEDENDEN RUHA: PEDĐATRĐK KONSÜLTASYON LĐYEZON HEMŞĐRELĐĞĐ A STUDY ABOUT PATIENTS’ VIEWS RELATED TO APPROACHES OF THE NURSES AND DOCTORS TO THE PATIENTS IN PAIN Ar.Gör. Fatma TAŞ Ar.Gör. Seher SARIKAYA KARABUDAK Yard.Doç.Dr. Bahire BOLIŞIK Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD. ÖZET Konsültasyon liyezon, biyopsikososyal anlayışı hayata geçirmeyi, fiziksel bakım ve tedavi ile ruhsal tedavi ve bakımı bütünleştirmeyi sağlar. Pediatrik konsültasyon liyezonda, erişkinden farkı ilgilenilen hasta grubunun değişik özelliklerinden kaynaklanan sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm önerilerine ait farklı yaklaşımlar vardır. Çocukların öykü verme güçlükleri ve aileye bağımlılıkları nedeniyle tedavi sürecinde ailenin de yer almasını gerektirmektedir. Pediatri hemşiresi holistik yaklaşım çerçevisinde bakım verir. Bu bağlamda pediatrik konsültasyon liyezon hemşiresi, çocukların/ailelerin emosyonel, felsefi, gelişimsel, bilişsel ve davranışsal tepkilerini, ruhsal ve psikososyal sorunlarını, tanımlama, tedavi ve bakımında önemli rol alır. Anahtar Kelimeler: Konsültasyon liyazon, pediatri, hemşire ABSTRACT Consultation liaison effecs biopsychosocial understanding while providing integration of physical care and treatment and spiritual treatment and care. In pediatric consultation liaison, there are problems originating from different features of the interest patient group and there are different approaches regarding the solutions to these problems. Moreover, difficulty of the child in providing a history as well as her/his dependence in the family, both necessitate the inclusion of the family in the treatment process. The pediatric nurse should provide care by using a holistic approach. In this context, the pediatric consultation liaison nurse plays a significant role in defining emotional, philosophical, developmental, cognitive, and behavioral responses as well as spiritual and psychosocial problems of children/families in addition to the treatment and care of them. Key Words: Consultation liaison, pediatric, nurse 83 GĐRĐŞ Sağlık ve hastalık kavramlarına bakışta 20. yüzyılda önemli değişiklikler gerçekleşmiştir. Önceleri tıpta hastalıkların temelinde bir fizyolojik bozukluk arayan biyomedikal model kabul görürken günümüzde hastalıkların temelinde biyolojik, psikolojik ve sosyal etkenlerin varlığını kabul eden biyopsikososyal model daha fazla destek bulmaktadır (Şener ve ark 2000). Konsültasyon liyezon (KL)’un dayandığı bu model; hastanın değerlendirilmesi ve ele alınmasında biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel etkenlerin bütüncül olarak ele alınması gereğini vurgulamaktadır (Engstrom 2002, Lakhan 2006). Günümüzde bu anlayışın kabul görmesi konsültasyon liyezon psikiyatrisine olan ilgiyi artırmıştır (Harden et al 2005, Abalı ve ark. 2006). Konsültasyon liyezon, biyopsikososyal anlayışı hayata geçirmeye, fiziksel bakım ve tedavi ile ruhsal tedavi ve bakımı bütünleştirmeye dönük olup, genel hastane uygulamasında bireylere psikiyatrik tedavi ve bakım hizmetlerinin sunulmasını sağlar (Ekinci ve Okanlı 2001, Kocaman 2005a). Beden-beyin-ruh-çevre etkileşimini, fiziksel tedavi bakım ile psikolojik tedavi ve bakımın birlikteliğini ortaya koyar (Şener ve ark 2000, Özkan 2006). KL’nin temel amacı, psikiyatrik bozuklukların yaygınlığını önlemek; tanımlamak; tedavi etmek; hastalıkların ortaya çıkmasında, seyrinde, tedavisinde ve bakımında psikososyal etkenlerin rolünü inceleyerek, hizmetleri bütüncül kılmaktır (Kocaman 2005a) Tıbbi uygulamalar ile mental sağlık uygulamaları birbirinden farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar sıralanacak olursa; beden sağlığına (tıbbi uygulama) karşı zihin sağlığı (mental sağlık); organ ya da sistemlere karşı bütün olarak çocuk; bireye karşı aile; kısa sürece karşı uzun süreç; yaşam ya da ölüme karşı yaşam kalitesi; aktif tedaviye karşı pasif tedavi ve tedaviye karşı bakım olarak özetlenebilir (Engstrom 2002). Pediatrik Konsültasyon Liyezon (PKL) Konsültasyon liyezonun kullanım alanlarından biri pediatridir. Çocuklar yaşamlarının herhangi bir döneminde hastalıklarla karşılaşırlar. Bu hastalık çocuğun yaşı, içinde bulunduğu koşullar, kişiliği, hastalığın tipi ve süresi gibi çok çeşitli etkenlere bağlı olarak çok hafif dereceden ciddi derecelere kadar sıkıntı oluşturabilmekte, bu sıkıntı ise çocukta geçici ya da tüm yaşamını boyunca etkileyecek izler bırakabilmektedir (Çavuşoğlu 2004). Pediatrik yaklaşımda sorunların tedavisinden ziyade sorun ortaya çıkmadan koruyucu önlemlerin alınması büyük önem taşımakta, çocuğun biyopsikososyal yönden sağlıklı gelişmesi amaçlanmaktadır 84 (Knapp and Harris 1998). Bu amaca yönelik önemli hizmetlerden biri PKL hizmetleridir. Pediatrik ve erişkin konsültasyon liyezon birbirinden farklı yönlere sahiptir. Pediatrik konsültasyon liyezonun, erişkinden farkı; ilgilenilen hasta grubunun değişik özelliklerinden kaynaklanan sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm önerilerine ait farklı yaklaşımların olmasıdır. Ayrıca çocukların öykü verme güçlükleri ve aileye bağımlılığı tedavi sürecinde ailenin de yer almasını gerektirmektedir (Shelton 1999, Şener ve ark 2000, Harden et al 2005). Pediatrik konsültasyon liyezon, tanının desteklenmesi, hastanın servise ya da tedaviye uyum sağlayamaması (Wiss et al. 2003), intihar girişimi ya da çocuğa kötü davranılması gibi akut kriz durumlarında, aile sorunlarının ve anne baba psikopatolojisinin değerlendirilmesinde, özgül psikopatolojik belirtilerin değerlendirilmesinde (Carter et a. 2003) ve tedavinin yanı sıra kronik hastalıklarda da etkin olmaktadır (Carter et al. 2003, Shaw et al. 2006). Emosyonel ve davranışsal bozukluğu olan çocukların %20’den fazlasının kronik hastalığa sahip çocuklar olduğu bildirilmektedir (Knapp and Harris 1998). Kronik hastalıklar içinde KL hizmetine gereksinim duyan riskli pediatrik gruplar vardır. Fiziksel engeli olan, sık ağrı yaşayan, yaş grubu küçük olan çocuklar, tek ebeveynli ve geliri düşük olan aileler, erkek cinsiyet, genetik yatkınlık, ebeveynin hastalığı algılayışı ve semptomları, beyni etkileyen hastalık ve beyni etkileyen tedavi gören çocuklar sayılabilir (Knapp and Harris 1998). Ayrıca evlat edinilme durumunda iyi bir iletişimi sağlamak için KL hizmeti başarılı olabilir (Harden et al 2005). Kronik hastalık aile dinamiklerini ciddi şekilde etkileyen, ebeveynlerin, psikososyal olarak yaşamsal süreçlerindeki dengeyi bozan bir durumdur. Aynı zamanda kronik hastalığa sahip çocukların bakımından sorumlu olan sağlık bakım profesyonelleri de KL hizmetlerine ihtiyaç duymaktadır (Carter et al. 2003). Yoğun bakım, hemodiyaliz, yanık merkezi, organ nakli, onkoloji ve ağrı klinikleri gibi kronik hastalıklara hizmet veren birimlerde psikososyal sorunlar daha sık ve acil olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle servislerde psikopatolojinin erken ve doğru tanınmasındaki ciddi güçlükler de dikkate alınınca PKL hizmetinin önemi daha iyi anlaşılır (Carter et al. 2003, Harden et al. 2005). Pediatrik Konsültasyon Liyezon Hemşiresi Bedensel hastalığı olan bebek, çocuk, ergen ve ailesinin ruhsal açıdan değerlendirilmesi ve desteklenmesi PKL hemşireliği ilgi alanına girmektedir. PKL hemşireliği, çocukların/ailelerin emosyonel, felsefi, gelişimsel, bilişsel ve davranışsal tepkilerini, ruhsal ve psikososyal sorunlarını tanımlama, tedavi ve bakımında rol alarak, izlemler yapar 85 (Kocaman 2005). Çocuk ile 24 saat birlikte olan hemşire, sıklıkla çocuğun davranışlarındaki değişiklikleri gözlemekte ve hastaların psikolojik bakımı için yardım gereksinimlerini belirleyebilmektedir. Bu nokta da PKL hemşiresi önemli bir konumdadır (Harden et al 2005). Pediatrik grupla çalışan tüm hemşirelerin sağlık hizmeti sunmada temel felsefesi aile merkezli bakım ve bütüncül yaklaşım olmalıdır. Pediatri hemşiresi çocuğun fiziksel, sosyal, duygusal yönden bütünlüğünün yanı sıra, sağlığı ve hastalığı, geçmişi ve geleceği, ailesi ve çevresini bir bütün olarak kabul eder. Bu temel yaklaşımlara ek olarak pediatrik konsültasyon hemşiresinin çocukla ilgili temel bilgilere, büyüme gelişme süreci özelliklerine ve çocuğun hastaneye yatma tepkileri gibi özgün bilgilere hakim olması beklenir (Shelton 1999, Wong 2003). PKL hemşiresinin birincil amacı; fiziksel hastalığı olan hastaların bütüncül (holistik) sağlığını yükseltmek, psikososyal uyumuna yardım etmek, psikiyatrik bozuklukları önlemek ve azaltmak, çocuğun mevcut hastalığı ile ve hastalığın yol açtığı yaşam sorunlarıyla baş edebilecek güce gelmesine yardımcı olmaktır. PKL hemşiresi birincil amacına yönelik olarak doğrudan hizmet verir (Kocaman 2005b). Bu amaçla hemşire; Çocuğun ve ailenin psikososyal gereksinimlerini belirlemeye yönelik veri toplar (psikososyal tanılama yapar) (Engstorn 2002), hemşirelik tanısı koyar, psikososyal bakım verir ve sonuçlarını değerlendirir. Özellikle hastanın ve ailesinin hastalık ve hastanede yatmakla ilgili streslerini, krize reaksiyonlarını, başetme davranışlarını ve uyum düzeylerini değerlendirir. Hasta ve ailesinin hastalığı algılamalarını değiştirmede, problemlerini çözmede, anksiyete yönetiminde yardımcı olur. Pediatrik hasta bakımında çocukların ve ailelerin desteklenmesini sağlar (Shaw et al. 2006). Girişimler; başetme stratejilerini kuvvetlendirmeyi, destek sistemlerini harekete geçirmeyi, duyguların ifade edilmesini kolaylaştırmayı, krize müdahale yöntemlerini, bilişseldavranışçı teknikleri, danışmanlığı ve eğitimi içerir. Birincil Amaçta Yer Alabilecek Hemşirelik Tanıları PKL hemşiresinin olgularda sık kullanabileceği tanılar aşağıda verilmiştir. · Sağlık ekibinin uygulamalarına, hastanın yanında hasta hakkında konuşmalarına bağlı çocukta ve ailede görülen korku, · Fiziksel sınırlılıklara bağlı öz bakım eksikliği, · Akranların olumsuz tepkilerine, algılanan mental eksikliklere ve performansa ilişkin gerçekçi olmayan beklentilere bağlı benlik saygısında rahatsızlık, 86 · Gelişimsel görevleri başarabilmede yetersizliğe bağlı büyüme ve gelişmede gecikme riski, · Hastane ya da kurumsal sınırlamaların etkilerine bağlı ebeveynlerde güçsüzlük (Carpenito-Moyet 2005, Yıldız 2006). · PKL hemşiresinin ikincil amacı ise; hemşirelerin ve diğer bakım verenlerin psikososyal tanılama ve bakım becerilerini geliştirmek, profesyonel gelişimlerini kolaylaştırarak onların kendi klinik uygulamaları ve bakım aktiviteleri ile ruh sağlığı kavramları ve uygulamalarını bütünleştirmelerinde yeterli olmalarını sağlamaktır (Kocaman 2005). PKL hemşiresi ikincil amacına yönelik olarak dolaylı hizmet verir (Kocaman 2005b). PKL hemşiresi, psikiyatri dışı tıbbi-cerrahi servislerde çalışan hemşirelerin, çocukların ve ailelerinin psikososyal gereksinimlerine duyarlılığı arttırmaya, gözlem, tanılama ve terapötik iletişim becerilerini iyileştirmeye yönelik danışmanlık yapar. Çalışanlara formal ve informal yollarla eğitim verir. Çocuk ve ailesi ile iletişimlerini kolaylaştırmada, hemşire-hasta arasındaki terapötik ilişkiyi sağlamada, kişilerarası veya ekip içi çatışmaların çözümlenmesinde yardımcı olur (Kocaman 2005b). Đkincil Amaçta Yer Alabilecek Hemşirelik Tanıları PKL hemşiresinin olgularda sık kullanabileceği tanılar aşağıda verilmiştir. · Aile üyesinin işlev görme yeteneğinde değişime bağlı aile içi süreçlerin devamlılığında bozulma, · Hastalık, özürlülük ya da tedavilerin getirdiği kısıtlamalar, çoklu ve sürekli bakım gereksinimlerine bağlı bakım verici rolünde zorlanma riski, · Çocuğun sağlık ekibinin kontrolünde olmasına bağlı çaresizlik, · Olumlu sonuçlanamayan kronik hasta bakımı ve sık karşılaşılan hasta kaybına bağlı hemşirede baş etmede yetersizlik, · Olumlu sonuçlanamayan kronik hasta bakımına ve sık karşılaşılan hasta kaybına sekonder hemşirede tükenmişliğe bağlı kronik keder (Carpenito-Moyet 2005, Yıldız 2006). Konsültasyon liyezon hemşiresinin hizmetlerinin sonuçlarını değerlendirmeye yönelik yapılan çalışmalarda; · Hasta-hemşire-tedavi ekibinin diğer üyeleri arasında iletişimin iyileştiği, · Hemşirelerin hastaların psikiyatrik durumlarıyla ilgili farkındalığının arttığı, 87 · Konsültasyon isteklerinin nitelik ve niceliğinin arttığı, · Hemşirelerin, hastaların gereksinimlerini karşılamada becerilerinin arttığı, · Hasta bakım sürecinin ve sonucunun iyileştiği, · Psikososyal hasta bakım standartlarının yükseldiği, · Hasta ve aile memnuniyetine katkıda bulunduğu, · Hemşirelerin yaşadığı emosyonel gerginliğin azaldığı, · Đş memnuniyetinin arttığı, · Maliyet etkinliğinin sağlandığı belirtilmiştir (Kocaman 2005b). SONUÇ Fiziksel hastalığı olan, hastanede yatarak tedavi ve bakım alan çocuğa ve ailesine bütüncül bakım verilmesinde PKL hemşiresi bu servislerde çalışan hemşirelerle ve tedavi ekibinin diğer üyeleriyle işbirliği içinde çalışmalıdır. Böylece çocuğa ve ailesine tıbbi desteğin dışında psikolojik ve sosyal yönden destek sağlamış olur. ÖNERĐLER Psikososyal bakım ile ilgili bilgilerin beceriye dönüştürülmesi, uygulanması, PKL hemşireliğinin yaygınlaştırılması hemşireliğin gelişimine ve hemşirelik bakım kalitesinin arttırılmasına katkı sağlayacaktır. PKL hemşireliği ile ilgili çalışmalar yapılması ve özellikle ihtiyaç duyulabilecek pediatrik kliniklerde bu hizmeti sunacak profesyonel ekibin yapılandırılması önerilir. KAYNAKLAR 1. Abalı O, Tüzün Ü, Gürkan K (2006) Çocuk psikiyatrisi konsültasyonlarının değerlendirilmesi. Genel Tıp Derg, 16: 3, 121-124 . 2. Carpenito-Moyet LJ (2005) Hemşirelik Tanıları El Kitabı. Çev. F. Erdemir. Đstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri. 3. Carter BD, Kronenberger WG, Baker J et al. (2003) Inpatient pediatric consultationliasion: a case-controlled study. Journal Pediatric Psychology, 28: 6, 423-432. 4. Çavuşoğlu H. (2004) Çocuk Sağlığı Hemşireliği. Cilt 1, 8. Baskı, Ankara: Sistem Ofset Basımevi, 53-58. 5. Ekinci M, Okanlı A (2001) Konsültasyon liyezon hemşireliği. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 4: 2, 75-80. 6. Engstrom I (2002) Consultation–liaison work in paediatric care. International Congress Series, 1241, 217-220. 88 7. Harden S, Stathis S, Wagner I (2005) Redevelopment of a consultation-liaison service at a tertiary paediatric hospital. Australasian Psychiatry, 13: 2, 169-172. 8. Kocaman N (2005a) Konsültasyon liyezon hemşireliği ve rolü nedir? Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 8: 3,107-118. 9. Kocaman N (2005b) Genel hastane uygulamasında psikososyal bakım ve konsültasyon liyezon psikiyatrisi hemşireliği. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 9: 1,49-54. 10. Knapp PK, Harris E (1998) Consultation-liaison in child psychiatry: a review of the past 10 years. part I: clinical findings. J. Am. Acad. Child Adolesc. Psychiatry, 37: 1,17-25. 11. Lakhan S (2006) The biopsychosocial model of health and ıllness. Version,1: 2,3. 12. Shaw RJ, Wamboldt M, Bursch B et al. (2006) Practice patterns in pediatric consultation-liaison psychiatry. Psychosomatics, 47: 1, 43-49. 13. Özkan S (2006) Konsültasyon liyezon psikiyatrisi; kavramlar, kurumsallaşma, uygulama. Türkiye Klinikleri J. Int. Med. Sci, 2: 47, 1-13. 14. Shelton TL (1999) Family-centered care in pediatric practice: when and how? J. Dev. Behav. Pediatr, 20: 117-118, 15. Şener Ş, Ertürk Y.D, Şenol S (2000) Pediatrik liyezon psikiyatrisi alan saptamasına yönelik bir ön çalışma. Klinik Psikiyatri, 3: 111-116. 16. Wiss M, Lenoir P, Malvy J et al. (2004) Child consultation-liaison psychiatry within the hospital: a prospective study. Archives de Pediatrie, 11, 4-12. 17. Wong DL (2003) Wong’s Nursing Care of Đnfants and Children. 7.Edition, Newyork, Mosby, 13-18. 18. Yıldız S (2006) Acile başvuran çocuk ve aileye psikososyal yaklaşım. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 9: 3, 69-87. 89 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 91-99, 2008 CERRAHĐ HEMŞĐRELĐĞĐNDE AĐLE MERKEZLĐ YAKLAŞIM FAMILY-CENTERED APPROACH IN PERIOPERATIVE NURSING Ar.Gör. Nurten TAŞDEMĐR Doç.Dr. Meryem YAVUZ Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AD. ÖZET Aile merkezli bakım, hem hastalara hem de onların ailelerine bakım sağlayan yaklaşımdır. Bu yaklaşım tüm sağlık kurumlarında ve her yaştaki hastaya uygulanabilir. Cerrahi işlemler hastalar ve aileleri için anksiyete oluşturan bir durumdur. Aile merkezli cerrahi hemşireliğinin temel amacı; hasta ve hasta ailesinin ameliyatla baş etmesinde desteklenmesidir. Bu makalede cerrahi hemşireliğinde aile merkezli yaklaşım incelendi. Anahtar Kelimeler: Aile, aile merkezli bakım, cerrahi hemşireliği. ABSTRACT Family-centered care is an approach for providing care to patients and their families. This approach may practiced in any healthcare setting and patients of all ages. Surgical intervations are an anxiety-producing situation for patients and family members. The primarily aim of family-centred perioperative nursing is supporting patients and families coping with the operation. In this article family centered approach in perioperative nursing is examined. Key Words: Family, family centered care, perioperative nursing. GĐRĐŞ Aile, insan türünün sürekliliğini sağlayan, ilk toplumsallaşma sürecini oluşturan, karşılıklı ilişkileri belirli kurallara bağlayan, toplum kültürünü kuşaktan kuşağa aktaran, biyolojik, psikolojik, ekonomik, hukuksal yönleri bulunan toplumsal bir kurumdur (Ayoğlu ve Kanan 2003). Đnsan yaşamında, doğumdan önce başlayan ve ömrünün sonuna dek etkili bir kurum olan aile, bireyi, fizyolojik, ekonomik ve toplumsal, duygusal ve davranışları açısından biçimlendirip yönlendirir. “Aile Sistemleri Teorisine” göre aile üyelerinden birinde hastalık olduğunda etkisini sadece hasta birey üzerinde göstermez; bu etki tüm aile sistemleri üzerine yansır (Akyolcu 1999). Cerrahi hem hastalar hem de aileler için stres yaratan hastalık durumlarından biridir. Hasta ve 91 hasta aileleri cerrahi girişim sürecinde stres deneyimlemektedirler (Leske 1992, Leske 1996, Carley ve Anderson 1999, Majasaari ve ark. 2005). Ameliyat olacak hasta aileleri genellikle anestezi, sevdikleri birinin kaybı ya da sakat kalması, ameliyatın etkinliği ve getireceği risk faktörleri, olası komplikasyonlar, ekonomik güçlükler ve hasta bireye nasıl yardımcı olacaklarını bilememe gibi konularda korku ve endişe yaşamaktadırlar (Ayoğlu ve Kanan 2003, Uzun ve ark. 2002). Hastanın bakım ve tedavisinin planlanmasında, hastada yaşamı fiziksel ve psikolojik yönden tehdit eden durumlara öncelik verilmesi, hasta ailesinin gereksinimlerinin ihmal edilmesine ya da gözden kaçmasına neden olabilmektedir (Uzun ve ark. 2002). AĐLE MERKEZLĐ BAKIM Aile merkezli bakım hem hastalara hem de onların ailelerine bakım sağlayan yaklaşımdır. Bu bakımın temeli, hastalar ve ailelerin bir bütün olarak kabul edilip, tüm aile bireylerini de içermesidir. (Henneman ve Cardin 2002). Aile merkezli bakımda, sağlık bakımı verenler ailenin fiziksel ve duygusal açıdan desteklenmesine yardımcı olmaktadır. (Calvin ve Kolar 2000). Aile merkezli bakım kavramı ilk olarak 1950’lili yıllarda çocuk hastaların aileleri ile birlikteliğinin sürdürülmesi ile başlamıştır Bu kavram ilk olarak çocuk hastalarda çalışılmış, daha sonra cerrahi hastalar içinde tercih edilmeye başlanmıştır (Shields 2007). Fakat bu yaklaşım her yaştaki hastaya ve bütün sağlık kurumlarında uygulanabilir (Shields ve ark. 2006, Shields 2007). Aile merkezli bakımda sağlık bakımı verenlerin ailenin; bilgi gereksinimi, güven ve destek gereksimi ile hastanın yanında olma gereksinimi karşılamaları gerekir. CERRAHĐ HEMŞĐRELĐĞĐNDE AĐLE MERKEZLĐ BAKIM Günümüzde cerrahi girişimlerde, anestezi tekniklerinde, ameliyat sonrası bakımdaki gelişmeler sonucunda, cerrahi en son başvurulan tedavi yöntemi olmaktan çıkmış ve rutin olarak uygulanmaktadır (Tea 2004). Amerikan Hastane birliğinin 1992 yılında yaptığı açıklamaya göre hastaneye kabul edilen yatışların %55- 75 arasında cerrahi ile ilgili olduğu bildirilmiştir (Yavuz 2002). Cerrahi hemşireliği ameliyat olacak hastanın ameliyat öncesi, ameliyat sırası ve ameliyat sonrası bakımını kapsayan hasta bakım uygulamalarını içermektedir (Tea 2004). Hemşire ameliyatın türü ve tipine bağlı olmaksızın hastanın ameliyata hazırlanmasında, ameliyat esnasında gözetimi sürdürmede, komplikasyonları önleme ve ameliyat sonrası bakımda önemli rol oynar. Cerrahide her alanın kendine özgü hasta bakımı olsa da hepsinde kapsamlı bir ameliyat öncesi hemşirelik değerlendirilmesi, aile ve hastaya yapılabilecek 92 hemşirelik girişimleri vardır. Hemşirelik bakımında, cerrahi girişimden önce hasta ve ailesinin sahip olduğu iyilik düzeyine eşit ya da daha iyi koşulların sağlanmasına çalışılmalıdır (Akyolcu 2004). Bütüncül sağlık yaklaşımının önemli bir boyutu, hastanın ailesi ile birlikteliğinin hastane koşullarında da sürdürülmesidir (Shields 2007). Hasta bireye evdeki aile üyelerinin bakması yüzyıllar boyunca uygulanan bir yöntemdir. Aile merkezli cerrahi hemşireliğinin temel amacı hasta ve hasta ailesinin ameliyatla baş etmesinde desteklenmesidir (Paavilainen ve ark. 2001). Hastanın ve ailesinin stres kaynakları tanımlanmalı ve duygularını ifade etmeleri sağlanmalıdır (Garbee ve Gentry 2001 Majasaari ve ark. 2005). Hemşire aile üyelerini hasta ile zaman geçirmeye teşvik etmeli, bakıma katılımlarını desteklemelidir. Özellikle hasta ameliyat için beklerken zaman geçirmesinin en basit ve maliyet etkili yolu hastanın aile üyeleri ile birlikte olmasıdır (Carley ve Anderson 1999). Leske tarafından belirlenmiş, beş temel aile gereksinimi vardır. Bu gereksinimler; hasta hakkında bilgi, hasta ile birlikte ya da yakınında olma, psikolojik destek, hastaya yardım edebilme ve kişisel gereksinimler olarak sıralanmıştır. Bu gereksinimler akut bakım verilen ortamların tümü için geçerlidir (Uzun ve ark. 2002, Cunningam ve ark. 2003). Burada cerrahi girişimin üç aşamasındaki aile merkezli bakım uygulamaları incelenecektir. Ameliyat Öncesi Dönem Cerrahi girişim kararı verildiğinde başlar, hasta ameliyathaneye gönderildiğinde biter (Tea 2004). Bu dönemde hasta ailelerinin gereksinimleri arasında bilgilendirme en öncelikli sıradadır ve hastanın destek sistemi olan ailenin/yakınlarının eğitimi de önemlidir (Uzun ve ark. 2002, Carley ve Anderson 1999, Fox 1998). Cerrahi girişim ile ilgili bilgilendirme: Cerrahi girişim ile ilgili genel bilgi ile ameliyat öncesi ve sonrası bakım aktivitelerini içeren işlemlerin açıklanmasıdır. Hasta ve ailesinin ne olacağına ilişkin bilmek istediklerini ve öğrenme gereksinimlerini kapsar. Aşağıdaki sorulara verilen uygun açıklamaları içerir (Akyolcu 2004). · Kliniğin yeri, · Đşlem ne zaman başlayacak? · Đşlem ne kadar sürecek? · Hasta odasına ne zaman dönecek? · Ameliyat sırasında hastanın ailesi veya yakınları nerede bekleyecek? · Hasta ameliyathaneye nasıl gönderilecek? · Hastaya verilecek anestezi türü ne? 93 · Cerrahi girişim ile ilgili diğer özel koşullar ne? · Ameliyat sonrası hasta da olabilecek herhangi bir araç / gerecin ne ve nasıl olduğuna ilişkin bilgi verilir (Akyolcu 2004). Ameliyat Sırası Dönem Hastanın ameliyathaneye kabulüyle başlar, ayılma ya da yoğun bakım ünitesine nakledilmesiyle biter. Bu dönemde Hasta ameliyatta iken bekleme odasındaki hasta yakınlarına, hastanın durumu ile ilgili bilgi alabileceği telefon numarası verilerek, iletişim kurmaları sağlanmalıdır. Cerrahi girişimde herhangi bir gecikme olduğunda ya da tamamlanamadığında aile bireylerine haber verilir. Ameliyat sırasında, aile bireyleri hastanın durumuna ilişkin sürekli bilgilendirilmeli ve hastanın ameliyat sonrası ilk olarak nereye (yoğun bakım, ayılma odası) gideceği açıklanmalıdır (Tea 2004, Akyolcu 2004). Erdil ve ark. (2000)’nın çalışmasında ameliyat olan 120 hasta yakınının %55’i bilgi aldığını ifade etmiştir, alınan bilgilerin yetersiz olduğu belirtilmektedir (Erdil ve ark. 2000). Özellikle ameliyat sırasında beklerken hasta aileleri yüksek düzeyde anksiyete yaşamaktadırlar (Leske 1992; Leske 1996). Leske’nin (1992) ameliyat sırasında ameliyathane hemşiresi tarafından verilen ameliyatın ilerlemesine ilişkin bilgilerin hasta ailesinin anksiyete düzeyini düşürmede etkili olduğu saptanmıştır (Leske 1992). Ayoğlu (2003)’nun çalışmasında, cerrahi girişim öncesi ve sırasında eğitim ve bilgilendirilme yapılmasının ve bu bilgileri içeren el kitapçıklarının verilmesinin aile üyelerinin anksiyete düzeylerini ve kan basıncını düşürmede etkili olduğu saptanmıştır (Ayoğlu 2003). Majasaari ve ark. (2005)’nın çalışmasında ise, cerrahi işlem geçiren 100 hastanın %80’i ailelerine bilgi verilmesi gerektiğini düşündüğü, hasta ailelerinin ise %53’ü yeterli bilgi aldıkları belirtilmiştir (Majasaari ve ark. 2005). Paaivilainen ve ark. (2001)’nın çalışmalarında acil cerrahi yapılan 112 yetişkin hasta ve hasta ailesinin ameliyat sürecine katılımı değerlendirilmiş; ameliyat sırasında hasta ailelerin %77’sinin bilgi alamadığı saptanmıştır. Buna rağmen hastaların sadece %13’ü ameliyat masasında iken ailenin hastanede bulunmasının baş etmesine yardımcı olacağını düşünmüştür (Paaivilainen ve ark. 2001). Ameliyat Sonrası Dönem Hasta ayılma odasına gönderildiğinde başlar ve hasta iyileşinceye kadar devam eder (Tea 2004, Akyolcu 2004). Bu dönemde aile üyelerinin hastayı mümkün olan en kısa sürede görmeleri sağlanmalıdır. Hastanın ameliyat sonrası bakımı sağlanırken, hasta ailesinin de yapılan uygulamalara hakkında bilgilendirilmesi gerekmektedir (Paavilainen ve ark. 2001). Ameliyat sonrası komplikasyonlar ve rehabilitasyon konusunda ailenin bilgi gereksinimi değerlendirilerek ailenin bilgilendirilmesinin ekip yaklaşımı gerektireceği ve hasta/ hasta aileleri ile yakın ilişki içinde 94 bulunan hemşirelerin bu konuya duyarlı olmaları ve sorumluluk almaları gerekmektedir (Ayoğlu ve Kanan 2003). Hastaların nitelikli bakım almalarında ailenin bakıma katılımı, hastayı destekleme ve özellikle taburculuk döneminde hastanın yardım alacağı bir kaynaktır (Ayoğlu 2003). Taburcu olma planı hastayı ve aileyi hastanedeki bakımdan evdeki bakıma hazırlayan bir süreçtir (Yavuz ve Dramalı 1998). Genel olarak taburculuk eğitimi kapsamında; hastaneden çıktıktan sonra sürekli bakımda sorumluluk alacak kişiyi (hekim/ hemşire) belirleme, aileye evde güvenli çevrenin oluşturulmasında yardımcı olma, bireysel bakım felsefesini destekleme, finans ya da sosyal servisler/evde bakım kurumları ile iletişim için, önerilerde bulunma ve taburculuk işlemlerini düzenleme gibi aktiviteler yer alır (Akyolcu 2004). Taburculuk eğitimi kapsamında hasta ve aile üyelerinin evde bakım ve olası sorunlara karşı bilgilendirilmeleri ve beceri eğitimi olmalıdır. Tablo 1: Aile Merkezli Cerrahi Hemşireliği Ameliyat öncesi dönem Ameliyat sırasında Ameliyat sonrası dönem Ailenin durumunun belirlenmesi Hasta tarafından seçilen aile üyesinin bilgilendirilmesi Ailenin duygularının dikkate alınması Ailenin desteklenilmesi Aileye bilgi ve danışmanlık sağlama Ailenin durumunun değerlendirilmesi Ailenin desteklenilmesi Aile üyesinin taburculuk eğitimine dahil edilmesi Ailenin geleceğinin planlanması Paavilainen E, Seppanen S, Astedt-Kurki P, (2001). Family involvement in perioperative nursing of adult patients undergoing emergency surgery. Journal of Clinical Nursing (10), sayfa 232’ den alınmıştır. Ayılma Ünitesine Aile Ziyareti: Ameliyat sonrası ayılma ünitesine aile üyelerinin ziyareti tartışmalı bir konu olmakla birlikte, yurt dışında yapılan çalışmalarda hastalar ve hasta yakınlarının bu uygulamayı yararlı buldukları belirtilmektedir (Smykowski ve Rodriguez 2003, Tuller ve ark. 1997). Hasta Ailesinin Beklediği Alanların Düzenlenmesi Cerrahi girişim yapılan bölümlerin çoğunda hasta yakınları için bekleme alanı olmalıdır. Ülkemizde hasta yakınlarının ameliyat sırasında bekleyebilecekleri alanlar ve hasta ailelerini destekleyecek personel sayısal olarak yetersizdir. Hasta yakınlarına ayrılan bu alanda hemşire, sosyal hizmet uzmanı, hekim ya da gönüllüler hasta ailesini desteklemekte ve iletişimi sağlamaktadırlar (Dexter ve Epstein 2001). Bekleme alanı olmadığında hasta yakınları ya da aile üyeleri yataklı servislerin dışında 95 veya ameliyathane trafiğini engelleyecek şekilde ameliyathane önündeki koridorda beklemektedirler (McEven ve ark. 1998). Erdil ve arkadaşları (2000) 120 hasta yakınını kapsayan çalışmasında, hasta yakınlarının % 75‘i bekleme salonlarını yetersiz bulmuşlardır (Erdil ve ark. 2000). Carmichael ve Agre (2002)’nin çalışmalarında, 284 ameliyat olan hasta ailesinin bekleme alanlarından beklentileri değerlendirilmiş; hasta ailelerinin %84’ü hekimle görüşebilecekleri alanların, % 81’i telefonun, %77’si iyileşme dönemine ilişkin eğitimsel materyallerin, %72’ si yemek ya da çalışmak için masaların, %43’ü yumuşak bir müzik %33’ü büyük bir televizyonun olmasını bekledikleri saptanmıştır (Carmichael ve Agre 2002). Günübirlik Cerrahi ve Hasta Ailesi Günübirlik cerrahi, hastanede yatan hastalara uygulanan cerrahi girişimi temel alan, ancak yatış gerektirmeyen ve aynı gün taburculuğu öngören bir yaklaşım olarak tanımlanmaktadır. Hekimler, hemşireler ve toplum tarafından günübirlik cerrahi çok yaygın kabul görmesinin nedenleri olarak; fiyatlarının uygun olması, cerrahi teknolojideki gelişmeler, (lazer, laparoskopik cerrahi vb.) anestezi yöntemlerinin gelişmesi, (kısa etkili anestezikler), analjezi yöntemlerinin gelişmesi (uygun ağrı kontrolü) sağlık sigorta sistemlerindeki değişiklikler (maliyeti azaltma isteği) sağlık bakımı alacak kişilerin önceliklerindeki değişiklikler (işe erken dönme) etken olarak gösterilmektedir (Yavuz 2002). Michel günübirlik cerrahinin "hastaneye yatan veya yatmadan ameliyat olan hastalar için gereken aletleri, ağrıyı, hasta ve ailesini ortadan kaldırmadığını, sadece boşa geçen zamanı azalttığını" belirtmektedir (Michel ve Myrick 1990). Günübirlik cerrahi işlemlerinin genişletilmesi, hemşirelik uygulamalarında da hasta gereksinimlerinin değişmesine bağlı olarak farklılıklar oluşturmaktadır. Günübirlik cerrahi hastalarının gereksinimleri hastaneye yatan hastalardan farklıdır ve bu yönden değerlendirilmelidir. Günübirlik cerrahi yatan hastalara eş değer bir hazırlık, yeterlilik ve güvenlik gerektirmektedir (Yavuz 2002). Cerrahi sonrasında evde iyi bir bakım şarttır. Bu yüzden hastalara kiminle yaşadıkları, nasıl bir yerde barındıkları ve meslekleri sorulmalıdır. Ayrıca hastanın bakmakla yükümlü olduğu kaç kişi varsa bu kişilere de iyileşme süresince yardımcı olunmalıdır. Bu tedavinin gerektireceği işbirliği ve anlayışa sahip olmayan erişkinler günübirlik cerrahiye alınmazlar. Günübirlik cerrahinin gereklerinden biri de uygun ev koşulları ile hastanın ameliyat sonrası en az 24- 36 saat süreli evde bakım sorumluluğunu üstlenebilecek birinin olmasıdır. (Aksoy ve Yazıcı 2004, Yavuz 2002). Özellikle günübirlik cerrahi uygulamasında istenilen başarının elde edilmesi, ameliyat öncesi ve sonrası hasta ve ailesinin ele alınması, iyi bir bakım ve eğitim verilmesiyle mümkündür (Karadağ 2003). Hastaya bakacak kişilerin görevlerini tam olarak yerine getirebil96 meleri için hastanın yaşadıklarını, evde neler ile karşılaşabileceklerini ve ne yapacaklarını bilmelidirler. Hastaya bakım verecek kişinin ilgili, fiziksel olarak yeterli güçte, yardım veya bakım için istekli, öğrenme kapasitesi olan, gerçekçi beklentileri olan evde gerekli şartları sağlayabilecek ve hastanın gereksinim duyacağı yardımlar konusunda planlı düşünebilen kişi olması gereklidir (Bean 1990, Yavuz 2002). Bu nedenle taburcu olan hastanın mutlaka yanında onu eve götürecek ve ilk 24 saat ona bakım verecek bir refakatçisi olmalıdır. Hemşire hastayı taburcu olurken bu kişiye teslim etmelidir (Yavuz 2002). Günübirlik Cerrahide Hasta Ailesi ve Diğer Hasta Yakınlarına Yapılacak Açıklamalar: Aileye hastanın odasından uzak olduğu sürenin, ameliyat süresini kapsamadığı, ameliyathanede bazı gecikmelerin olabileceği ve ameliyat sonrası hastanın bir süre ayılma odasında kalacağı açıklanmalıdır. Ayrıca hastanın odasına dönüşünde hala uyuyor olabileceği damar içi sıvılar, kan transfüzyonu, oksijen uygulaması, drenaj tüpleri ya da ameliyata bağlı özel araç gereçle gelebileceği aileye önceden, neden ve sonuçlarıyla birlikte anlatılmalıdır. (Yavuz 2002). SONUÇ cerrahi girişimin, hastanın yanı sıra hasta ailesi üzerine de etkileri vardır. Bu nedenle; hasta bireyin yanı sıra ailenin de durumunun değerlendirilmesi, ameliyat süreci ile baş etmesinde desteklenmesi ve hastanın bakımına katılması sağlanmalıdır. Bu doğrultuda aşağıdaki önerilerde bulunulmuştur. ÖNERĐLER · Aile ile cerrahi ekip arasında uygun iletişimin sağlanması, · Hasta aileleri ve yakınları için ameliyat sırasında bekleyebilecekleri alanların oluşturulması, var olan alanların hasta ailelerinin/ yakınlarının gereksinimlerini karşılayacak şekilde düzenlenmesi, · Ameliyat sırasında hasta ailelerine ameliyat sürecine ilişkin bilgi sağlanması, · Hasta ve ailesine ameliyat sonrası dönem aktivitelerine yönelik eğitim verilmesi, · Hasta aileleri ve yakınları için ameliyata ve iyileşme dönemine ait bilgileri içeren kitapçık/broşürlerin sağlanmasıdır. 97 KAYNAKLAR 1. Aksoy G, Yazıcı SY, (2004), Günübirlik cerrahide hasta hazırlığı. Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Cilt: 8, Sayı: 2, 39- 46. 2. Akyolcu N, (2004), Perioperatif Hasta ve Ailesinin Gereksinimleri ve Hemşirenin Rolü, Ulusal Cerrahi Kongresi Cerrahi Hemşireliği Seksiyonu Panel Ve Bildirileri 26–30 Mayıs 2004 Antalya, Kongre Kitabı. Ege Üniversitesi Basımevi, Đzmir, 97- 108. 3. Akyolcu N. (1999). Hasta ve ailesinin hastalığa adaptasyonu. Hemşirelik Bülteni, 11 (43- 44); 23- 31. 4. Ayoğlu T, Kanan N, (2003), Ameliyat öncesi ve sırası bilgi vermenin hasta ailelerinin anksiyete düzeylerine ve kan basıncına etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Đstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü. 5. Bean M. (1990), Preparation for surgery in Ambulotary Surgery Unit, Journal of Post Anesthesia Nursing 5(1) 42- 47. 6. Calvin R, Kolar KR, (2000), Development of a family liaison model during operative procedures. AORN Journal 72 (2), 308- 310. 7. Carley JM, Anderson FR, (1999), When a minute seems like a millennium. Journal of PeriAnesthesia Nursing 14 (5), 275- 277. 8. Carmichael MJ, Agre P, (2002), Preferences in Surgical Waiting Area Amenities, AORN Journal 75 (6); 1077- 1083. 9. Cunnigham M, Hanson- Heath C, Agre P, (2003), A perioperative liaison program: CNS intervations for cancer patients and their families. Journal of Nursing Care Quality 18 (1), 16- 21. 10. Dexter F, Epstein HR, (2001), Reducing Family Members’ Anxiety While Waiting on the Day of Surgery: Systematic Rewiew of Studies and Implications HIPAA Health Information Privacy Rules. Jorurnal of Clinical Anesthesia 13, 478–481. 11. Erdil F. ve ark. (2000). Hasta yakınlarının ameliyat Öncesi Döneme Đlişkin Bilgi Gereksinimleri Ameliyatı beklerken yaşadıkları Duyguları ve Ameliyathane Bekleme Salonuna Đlişkin Görüşleri. Hemşirelik Forumu 3(6), 1–5. 12. Fox V, (1998), Postoperative education that works. AORN Journal 67 (5), 1010–1017. 13. Garbee DD. Gentry JA. (2001). Coping with the stres of surgery. AORN Journal 73 (5), 946- 951. 14. Hanneman EA, Cardin S, (2002), Family- Centered critical care: practical approach to making it happen. Critical Care Nurse 22(6), 12- 19. 15. Karadağ M, (1999), Ayaktan Cerrahi Uygulamalarında Hasta Eğitimi, Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Cilt:3, Sayı:2, 27- 34. 16. Leske JS, (1992), Effects of intraoperative progress reports on anxiety of elective surgical patients’ family members. Clinical Nursing Research 1, 266- 277. 17. Leske JS, (1996). Intraoperative progress reports decrease family members' anxiety. AORN Journal 64(3), 428- 436. 18. Majasaari H ve ark., (2005), Patients’ Perceptions Of Emotional support and Information Provided To family Members. AORN Journal 81 (5). 19. McEven DR. Ve ark. (1998). Family-centered perioperative nursing care takes on a new look. AORN Journal 68 (1), 97–100. 98 20. Michel LL, Myrick C. (1990). Current and future trends in Ambulatory Surgery and their impact on nursing practice, Journal of Post Anaesthesia Nursing, 5(5), 347349. 21. Paavilainen E, Seppanen S, Astedt-Kurki P, (2001). Family involvement in perioperative nursing of adult patients undergoing emergency surgery. Journal of Clinical Nursing. 10; 230–237. 22. Shields L, Pratt J, Hunter J, (2006), Family centered care: a review of qualitatives studies. Journal of Clinical Nursing 15, 1317- 1327. 23. Shields L, (2007), Family centered care in the perioperative area:an international perspective. AORN Journal 85 (5), 893- 903. 24. Smykowski L, Rodriguez W, (2003), The postanesthesia Care unit experiences A Family- Centered approach. Jornal of Nursing Care Quality. 18 (1), 5- 15. 25. Tea C, (2004), Preoperative Nursing Management. Brunner & Suddarth’s Textbook of Medical Surgical Nursing. Ed: Smeltzer SC. Bare BG. 10. Edition. Philadelphia: Lippincott Williams& Wilkins, A Wolters Kluwer Company. 398-416. 26. Tuller S, ve ark., (1997), Patient, visitor, and nurse evaluations of visitation for adult postanesthesia care unit patients. Journal of PeriAnesthesia Nursing 12(8), 402- 412. 27. Uzun Ö, Özer N, Akyıl ÇR, (2002), Bazı Cerrahi Kliniklerinde ve Cerrahi Yoğun Bakım Ünitelerinde Yatan Hastaların Aile Üyelerinin Gereksinimleri, AÜTD 34, 39- 45. 28. Yavuz M, (2002). Günübirlik cerrahide hemşirelik bakımı. Ulusal Cerrahi Kongresi Cerrahi Hemşireliği Seksiyonu Panel Ve Bildirileri 15- 19 Mayıs Antalya, Kongre Kitabı. Ege Üniversitesi Basımevi, Đzmir. 29. Yavuz M, Dramalı A. (1998), Pediatrik Günübirlik Cerrahide Hasta ve Ailesinin Taburculuğa Hazırlanması ve Taburcu Edilme Kriterleri. Hemşirelik Forumu, 1(6), 266–269. 99 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 101-112, 2008 KAN TRANSFÜZYONUNDA HEMŞĐRENĐN DĐKKAT ETMESĐ GEREKEN NOKTALAR IMPORTANT POINTS IN BLOOD TRANSFUSION FOR NURSE Yar.Doç.Dr. Filiz ÖĞCE E.Ü. Đzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu ÖZET HIV ve hepatit C gibi bilinen virüsler kontrol edildiğinde, genellikle kan transfüzyonu güvenli kabul edilir. Oysaki enfeksiyonla ilgili olmayan ve tamamen ortadan kaldırılamayan pek çok transfüzyon riski bulunmaktadır. Kan transfüzyonu yapılan hastalar, gözlem eksikliği nedeniyle yanlış kan uygulamasından, ortaya çıkan reaksiyonlara etkin müdahale edilememesine kadar birçok risk altında bulunmaktadırlar. Hayat kurtarma amaçlı yapılan transfüzyon uygulamasının hayatı tehdit eden bir sorun haline gelmemesi sağlık çalışanlarının elindedir. Ekip çalışmasını gerektiren kan ve kan ürünlerinin transfüzyonunda yaşanan olumsuzlukların giderilmesinde hemşirelerin daha etkin olmaları zorunludur. Bunun için de kanın donörden alınmasından transfüzyonun sonlanmasına kadar olan aşamaları bilerek hareket etmeleri önemlidir. Anahtar Kelimeler: Kan transfüzyonu, hemşirenin sorumlulukları, hemşirelik ABSTRACT Blood transfusion is generally considered safe when the infused blood is tested only known viruses like HIV and hepatitis C. However, there are varieties of transfusion risks, many of which are non-infectious in nature, cannot be entirely eliminated, Patients having blood transfusion are put at risk of getting the wrong blood infusion or of delayed management of adverse reactions, through misidentification and lack of observation. Thus, it lies on the hands of health teams not to have life threatening problems of transfusion, that is performed for life saving. Nurses must be more active on this matter in order to avoid the possible problems of transfusion of blood and blood products. Therefore, they should follow the steps, from blood letting from the donor to the end of the transfusion. Key Words: Blood transfusion, responsibilities of nurse, nursing 101 GĐRĐŞ Kan transfüzyonu, kan ya da kan ürünlerinin dolaşıma verilmesidir. Đnsanlar arasındaki ilk transfüzyon 1818’de James Bundell tarafından gerçekleştirilmiştir. 1901’de kan gruplarının bulunması, 1907’de transfüzyon öncesi ve çapraz karşılaştırma reaksiyonu ve 1915’de Richard Lewinsohn’un %0,2’lik sodyum sitratı bulmasından sonra daha güvenli ve etkili transfüzyon yapılabilmiştir. Yine non toksik antikoagülanlar ve tüp, torba, şişe gibi teknolojik gelişmeler kanın komponentlerine ayrılarak hastaya sadece gerekli olanı verebilme gibi kolaylıkları sağlamıştır (Celkan 2007). Kan transfüzyonu, hemşirelikle ilgili bir uygulamadır ve hemşire, transfüzyonun hazırlanması, transfüzyon öncesi, sırası ve sonrası değerlendirmelerden sorumludur. Olası komplikasyonların önlenmesi için transfüzyon süresince hasta takibinin düzenli yapılması gerekmektedir (Potter ve Perry 1997, DeWit 1999, Short 2006). Kan transfüzyonu tedavisinin başlıca amaçları; · Kanama ve yanık gibi vücutta sıvı kaybına neden olan durumlarda oluşan kayıpları yerine koymak, · Anemiyi tedavi ederek dokulara yeterli oksijen taşınmasını sağlamak, · Yetersiz pıhtılaşma faktörleri veya kan elemanlarını yerine koymak, · Vücudun mikroorganizmalara olan direncini arttırmak, · Yenidoğanın hemolitik hastalığını tedavi etmek, · Şoku önlemek ve tedavi etmektir. Kan “apherezis” adı verilen bir işlemden geçirilerek ürünlerine ayrılabilmekte ve hastaya sadece gerekli olan kan ürünü verilebilmektedir. Böylece gereksiz yere fazla sıvı ve immunolojik açıdan riskli yabancı proteinlerin verilmesi önlenirken, bir ünite tam kandan birden fazla hastanın yararlanabilmesi sağlanmaktadır (Bulut 1998, Torpy 2004). Donörde olması gereken koşullar: Hem donör hem de alıcıyı korumak için, kan transfüzyonu için kan almadan önce donörün genel sağlık durumu ve tüm risk faktörleri her açıdan incelenmelidir. Donörün; · 17- 65 yaşları arasında olması, · Donörün vücut ağırlığının 50kg altında olmaması, · Geçmişinde herhangi bir hepatit öyküsü olmaması ve 6 aylık süre içinde diyaliz hastası olmaması · Hepatitli ile temas etmemiş olması, · 2 aylık süre içinde kan alınmamış olması, · Geçmiş yıllarda malarya, sifiliz gibi hastalık geçirmemiş olması, 102 · · · · · · · · · · · · · · · Đlaç ve diğer madde bağımlısı olmaması, AIDS virüsü bulaşma ihtimali bulunmaması, Kan alınacak bölgede bir cilt enfeksiyonu bulunmaması, Astım, ürtiker, ilaçlara alerjisi bulunmaması, Hamile olmaması, 72 saat içinde diş çekimi veya oral cerrahi girişim öyküsü bulunmaması, Alıcıya geçme riski olan 3 haftalık bir süre içinde bir enfeksiyon hastalığına maruz kalmaması, Geçmişteki aşılanma durumu (1 ay içinde rubella, 1 yıl içinde kuduz aşısı olmuş olmaması), En son dövme, piercing, akapunktur öyküsü, Kanser öyküsü bulunmaması, Son 3 gün içinde aspirin ve türevlerini kullanmaması, Oral olarak vücut ısısının 37,5 o C’yi geçmemiş olması, Nabzının düzenli olması veya 50-100dk arasında olması, Kan basıncı, sistolik 90-180mmHg ve diastolü 50–100 mmHg olması, Hemoglobin düzeyi kadınlarda en az 12,5 g/dl, erkeklerde 13.5g/dl olması gerekmektedir (Smeltzer ve Bare 2000, Torpy 2004, Zou 2005). KAN VE KAN ÜRÜNLERĐNĐN TAŞINMASINDA DĐKKAT EDĐLECEK NOKTALAR Tam Kan ve Kırmızı Kan Hücrelerinin Taşınması Hastane bünyesinde kan bankası yoksa; · Isıyı 1-10o C tutan iyi izole edilmiş karton veya köpüklü kolilerle ya da sulu buz ve su sızdırmayan (plastik torbalar gibi) konteynırlarla taşınmalı, · Kullanılacak buzun hacminin kanın hacmine eşit olmasına dikkat edilmeli ve yavaş erimesi nedeniyle küp buz kullanılmalıdır. Dondurulmuş Ürünlerin Taşınması · Taze dondurulmuş plazma ve cryoprecipitatı–18 o C veya daha düşük ısı sağlayan iyi izole edilmiş konteynırlarla taşınması, · Belirtilen ısıyı sağlamak için kuru buz parçacıklarının (veya hava kabarcıklı plastikler/kuru paketleme parçacıkları) konteynır tabanına, ürün tabakaları arasına ve konteynır üstüne konması gereklidir. Trombosit ve Granülositlerin Taşınması · Trombosit ve granülositler, iç ısıyı 20–24o C’de tutan konteynırlarla taşınmalı, 103 · Konteynır içine buz konmamalı, · Sıcak havalarda ve uzun sürecek taşıma mesafelerinde, ısıyı 20–24 oC’ de 12 saat süresince muhafaza eden özel kimyasal dondurucu torbalar veya güç kaynaklı konteynırlar kullanılmalıdır. Kan ve kan ürünleri bu konuda eğitimi olan elemanlar tarafından taşınmalıdır (Gürkan 1998). KAN VE KAN ÜRÜNLERĐNĐN SAKLANMASINDA DĐKKAT EDĐLECEK NOKTALAR Kan ve Kan Ürünleri; · Ev tipi buzdolaplarında kesinlikle saklanmamalı, · Kan bankalarında kullanılan standart soğutucu/dondurucularda 40 oC de saklanmalı, · Ameliyathane, yoğun bakım üniteleri ve kliniklerde saklanan kan ve kan ürünleri de kan bankalarındaki standart soğutucu/ dondurucularda saklanmalıdır (Gürkan 1998, Atterbury 2000). KAN VE KAN ÜRÜNLERĐNĐN UYGULANMASINDA DĐKKAT EDĐLECEK NOKTALAR Hemşirenin sorumluluğunda olan bu aşamada kan ve kan ürünlerinin transfüzyonunun başlamasından sona ermesine kadar gözden kaçırılmaması gereken önemli noktalar bulunmaktadır. Kan Transfüzyonu Öncesinde; Hastanın bilgilendirilmesi: Hastanın anlayabileceği bir dille; · Uygulanacak kan ve kan ürününün amacı ve yararları, · Transfüzyon reaksiyonundan kaynaklanan ateş, titreme, solunum sıkıntısı gibi belirtilerinin olabileceği, · Transfüzyon reaksiyonu belirtileri geliştiğinde hemşireyi haberdar etmesinin gerektiği, · Transfüzyonu reddetmesi durumunda ortaya çıkabilecek sorunlar açıklanmalıdır. Kan ve Kan Ürünlerinin Transfüzyon Öncesinde Klinikte Bekletilmesi ve Isıtılması; · Kan bankası dolabından çıkarılan kan ve kan ürünleri bekletilmeden en kısa zamanda (30 dakikada) hastaya verilmelidir. Hastanın venine damla damla giden kan ve kan ürünü hemen ısındığı için, normal hızda verildiğinde ısıtılmaları gerekmez. 104 · Fazla miktarda kanın kısa sürede verildiği transfüzyonlarda, yenidoğanın exchange transfüzyonunda, soğuk aglutinin (düşük ısılarda aktifleşen antikor) olan hastalarda, dondurulmuş plazma ve diğer donmuş ürünler (F VIII, dondurulmuş eritrosit süspansiyonu vb.) uygulanmadan önce ısıtılmalıdır. · Kan ve kan ürünlerini ısıtmak için; sıcak su içinde, radyatör üzerinde, soba yanında, battaniye altında, hasta/yakını bedeninde bekletme gibi ısının kontrol edilemediği yöntemler kesinlikle kullanılmamalıdır. · Kan ve kan ürünlerinin aşırı ısınmasını önlemek için görsel veya işitsel alarm sistemi olan (kuru ısıtıcı, radyo frekanslı ısıtıcı vs.) ısıtma araçları kullanılmalı, · Eğer bu cihazlar yoksa oda ısısında 30 dakika bekletme dışında ısıtma yöntemi kullanılmamalıdır. · Transfüzyona 30 dk içinde başlanmadıysa, ürün kan bankasına geri gönderilmelidir (Gürkan 1998, Atterbury 2000). Hastaya Doğru Kan ve Kan Ürünü Verilmesine Yönelik Kontroller: Hemşire tarafından; · Hekimin yazılı istemi, · Transfüzyon tarihi, · Transfüzyon yapılacak ürünün adı, · Verilecek ünite sayısı, · Đnfüzyon hızı, · Transfüzyonla ilgili testler, · Transfüzyon yapılacak hastanın adı, dosya numarası, · Kan ve kan ürünlerinin son kullanma tarihleri; renk değişimi (kahverengi) ve pıhtı yönünden gözlenmeli, · Alıcı ve vericinin kan grupları, · Hepatit, AIDS gibi hastalık testlerinin sonuçları, · Cross-match yapılma durumuyla sonucu ve · Hastanın yazılı onayı tamamlanmalıdır. Đnançları nedeniyle transfüzyonu kabul etmeyen hastalarda olası riskler ve transfüzyonun gerekliliğinin açıklanması önemlidir (Atterbury 2000). Belirtilen kontrollerin mümkünse iki hemşire ile yapılması ve şüpheli bir durum söz konusu olduğunda transfüzyona başlanmaması gerekir. 105 Transfüzyon Sırasında: Kan ve kan ürünlerinin transfüzyonunun başlatılması aşamasında; · Transfüzyona başlamadan önce, uygulanacak kan ve kan ürünlerinin pıhtı oluşumu, anormal görünüm yönünden incelenmesi, · Transfüzyon öncesi, torba içindeki kan ve ürünlerinin yavaşça çevrilip karıştırılması, · Çocuklar için 21–25, yetişkinler için 18–19 no’lu ya da daha kalın iğnenin kullanılması, · Kan ve kan ürünlerinin filtreli bir set aracılığı ile uygulanması, · Filtrenin etkinliği ve hemoliz gelişimini önlemek için, setin tamamen doldurulması · Kan ve kan ürünlerinin diğer sıvıların verildiği yoldan verilmemesi, transfüzyon için ikinci bir damar yolu (IV yol) açılması, · IV yolun açılamadığı durumlarda, iğne büyüklüğü kontrol edilerek ve filtreli set takarak, daha önceki IV yolun kullanılması, · Transfüzyon için en uygun ven olarak ön kol ve el sırtının tercih edilmesi, · Zorunlu olmadıkça kullanılmaması, · Transfüzyon sırasında aseptik kurallara uyulması, Đnfeksiyon hastalıklarından korunmak için işlem sırasında eldiven giyilmesi, bulaşmış vücut yüzeylerinin yıkanması ve · Transfüzyon sona erdiğinde kan ve kan ürünleri ile bulaşan patojenlerin yayılımını önlemek için torba ve setin uygun bir şekilde yok edilmesi gerekir. santral venöz yolun transfüzyon için Kan ve kan ürünlerinin veriliş hızının düzenlenmesi; · Transfüzyonun uygulanması, · Đlk 15 dakikada reaksiyon gelişmezse hekim istemine göre belirtilen hızda uygulanması (80-100 damla/dk) önerilir. · Kanın veriliş hızının hastanın klinik durumuna göre değişebileceğinin unutulmaması; ciddi hipoperfüzyon tedavisinde ilk 500 ml kan 10 dk içinde verilebilir, hızlı perfüzyonlar CVP (santral venöz basınç) kontrolü altında yapılmalıdır (Bulut 1998). · Transfüzyon için infüzyon okunması uygun olur. 106 ilk 15 dk’da kan ve pompası kan ürünlerinin kullanılıyorsa, yavaş kılavuzun Kan ve kan ürünleri ile birlikte diğer sıvıların verilmesi; · Kan ve kan ürünleri ile birlikte hastaya verilebilecek sıvı serum fizyolojiktir. Bu sıvı dışındaki sıvı ve ilaçlar için ikinci bir IV yol açılması gerekir. · Đkinci IV yol açılamıyorsa, daha önce verilmeye başlanan sıvılara ara verilerek, kan ve ürünlerinin tek başına uygulanması, · Transfüzyon sırasında IV yolla ilaç verilmesi gerektiğinde, ikinci bir IV yol açılması, açılamıyorsa; transfüzyona ara verilerek, ilacın tek başına uygulanması gerekir. · Kan ve kan ürünleri transfüzyonunda aynı yoldan sıvı veya ilaç verilmesi gerektiğinde, işlemden önce ve sonra IV yol 10cc Serum fizyolojikle yıkanır, transfüzyon bittikten sonra aynı setten serum verilmesi gerekirse bu serumun içinde kalsiyum iyonu bulunmamalıdır (Bulut 1998, Atterbury 2000). Hastanın transfüzyon reaksiyonları yönünden gözlenmesi; · Kan ve kan ürünleri bulgularının kontrolü, · Transfüzyon öncesinde, transfüzyon reaksiyonları ile karıştırmamak için hastaya baş dönmesi, kaşıntı, solunum güçlüğü gibi bir şikayeti olup olmadığının sorulması, · Şiddetli reaksiyon belirtileri çoğunlukla transfüzyonun ilk 15 dakikasında ortaya çıktığından, bu süre içinde hastanın yanında bulunma, izleme ve yaşam bulgularının kontrolü, · Transfüzyon süresince hasta bireyin 30 dk’da bir izlenmesi, transfüzyon tamamlanınca ve bitiminden birkaç saat sonra da hastanın yaşam bulgularının kontrol ve kayıt edilmesi gerekmektedir (DeWit 1999, Short 2006). transfüzyonu öncesi hastanın yaşam Kan Transfüzyonunda Kayıt Đşlemleri; Gözlem kağıdına; · Hekim istemi, · Hastanın yazılı onayı, · Kan ürününün tipi, · Transfüzyon başlama ve bitiş saati, · Ürünün seri numarası ve grubu, · Ürünün veriliş hızı, · Hastanın yaşam bulguları, · Transfüzyon girişiminde bulunan hemşirenin imzası, 107 · Hastanın şikayetleri, reaksiyon belirtileri, · Hastada reaksiyon gelişti ise uygulanan girişimler, · Verilen miktar, · Transfüzyona son verilmişse nedeni ve · Önemli bulunan diğer bilgiler kaydedilmelidir. KANIN TEKRAR DEĞERLENDĐRĐLMESĐ Klinikte kullanımı ertelenmiş olan kanın yeniden değerlendirilmesi için; · Kan torbasının kapağının açılmamış olması, · Kan bankası dışına çıkmış kan ve kan ürünün uygun ısıda saklanması, · Eğer klinikte kan bankası tipi soğutucu yoksa kullanılmayan ürünün en geç 30 dk içinde kan bankasına geri gönderilmiş olması gerekir. · Belirtilen koşullar sağlanmadığı kullanılmamalıdır (Gürkan 1998). sürece kan ve kan ürünleri KAN TRANSFÜZYONUNUN KOMPLĐKASYONLARI Kan ve kan ürünleri önemli tedavi edici yararlarının yanında, çeşitli komplikasyonlara neden olabilmektedir. Transfüzyon komplikasyonunun yaklaşık olarak %2–5 ve bu komplikasyonlara bağlı ölüm oranın da 1/2000–2500 olduğu ifade edilmektedir. AKUT TRANSFÜZYON KOMPLĐKASYONLARI Hemolitik transfüzyon reaksiyonu: Akut ya da gecikmiş olabilir. Akut reaksiyonda, dolaşımdaki kırmızı kan hücrelerinin zarar görmesi ve serbest hemoglobinin açığa çıkması söz konusudur. Genellikle neden, yanlış kan grubu, hatalı grup tayini ve çapraz karşılaştırma gibi nedenlerle hastaya doğru kan verilmemesine bağlı ABO grup uyuşmazlığıdır. Diğer nedenler ise; kanın mikroorganizmalarla bulaşmış olması, hipotonik ve hipertonik sıvılarla ya da ilaçlarla birlikte verilmesi, uygun koşullarda korunmaması ve mekanik travmaya uğraması şeklindeki hatalardır. Belirtileri, infüzyon yerinde yanma, ateş, titreme, anksiyete, bulantı, kusma, göğüs ağrısı, sırt ağrısı, taşikardi, yüzde kızarıklık, hipotansiyon, dispne, hemoglobinüri, şok, böbrek yetmezliği ve DIC (Diffüz Intravasküler Koagülopati) sonucu kanamadır. Görülme sıklığının 1/600 olduğu saptanmıştır. 108 Hemolizli kan transfüzyonuna bağlı reaksiyon: Kanın hızlı ve aşırı bir şekilde ısıtılması, gereğinden daha uzun süre saklanması, kanın ev tipi buzdolabında saklanması sonucu eritrositlerin hemolize olmaları, kanın %5 dekstroz solüsyonu ile karıştırılması sonucu osmotik hemoliz ve kanın infekte olması nedenlerindendir. Normalde torbadaki kanın plazması berrak görünmelidir. Eğer plazma koyu renkli ise bu kan kullanılmamalıdır. Hemolize kanın transfüzyonu; şok, böbrek yetmezliği ve DIC ile birlikte ağır reaksiyonlara neden olabilir. Febril reaksiyon: Birden fazla transfüzyon yapılmış kadınlarda daha sık görülür. Reaksiyondan, donör lökositlerine karşı alıcının serumunda oluşan anti-lökosit antikorlar sorumludur ve vericinin lökositleri ile alıcının antikorlarının etkileşmesi ateşin yükselmesine yol açar. 1/2-2saat içinde ateş titremeyle yükselir ve 39 oC’yi aşabilir. Hastada taşikardi, halsizlik, hipotansiyon gibi bulgular olabilir. Bu reaksiyonu önlemek için, lökositten fakir eritrosit süspansiyon ve küçük mikronlu filtrelerin kullanımı yararlıdır. Allerjik reaksiyon: En sık rastlanan reaksiyondur. Dönor plazmasındaki antijenler sorumludur. En yaygın belirtileri ürtiker, astım ve anaflaksidir. Bu durumlarda transfüzyon yavaşlatılır ve antihistaminikler uygulanır. Anaflaktik reaksiyon: Nadir görülen bu reaksiyon, daha önceki transfüzyonlarda anti-Ig A oluşmuş kişilerde görülür. Kısa sürede solunum güçlüğü ve şok tablosu gelişir. Transfüzyon hemen durdurulmalıdır. Bu reaksiyon gelişen kişilere eritrosit süspansiyonları verilmelidir. Dolaşım yüklenmesi: Çocuk ve yaşlı hastalar, böbrek ve kalp yetmezliğine yatkın kişilere yapılan hızlı transfüzyonlar, ciddi sorunlara yol açabilir. Akciğer ödemi gelişirse ölüm gelişebilir. Anksiyete, takipne, dispne, öksürük, taşikardi, siyanoz ve hepatomegali önemli bulgularındandır. Önlem için transfüzyon durdurularak hastaya semi fawler pozisyon verilir ve oksijen uygulanmasına başlanır. Đnfekte kana bağlı reaksiyon: Donörden kan alınırken, kanın infekte olması deriden ya da havadan gram-negatif bakterilerin bulaşmasına bağlıdır. Kanın uzun süre oda ısısında bırakılması bakterilerin çoğalmasını kolaylaştırır. Titreme, ateş, kusma, ishal, karında kramplar, şok, yaygın kanamalar ile karakterize 1 saat içinde ortaya çıkar. Tedavide transfüzyon sonlandırılır, şoku önlemek için hidrasyon, kortizon ve geniş spektrumlu antibiyotikler uygulanır. Masif transfüzyonlara bağlı komplikasyonlar: Hemorajik ya da metabolik bazı bozukluklara bağlıdır, karaciğer fonksiyonları bozuk ve yaşlı hastalarda daha kolay ortaya çıkabilir. Kanamaya eğilim, sitrat ve potasyum toksisitesi, asidoz, hipotermi ortaya çıkabilir. Riskli hastalarda; transfüzyonun yavaş bir şekilde verilmesi, iki haftadan fazla beklemiş 109 kanın kullanılmaması, gerekirse transfüzyonun sonlandırılması ve hastanın ısıtılması gereklidir. Hava embolisi: Transfüzyona başlarken verme setinin transfüzyon sıvısı ile tam doldurulmaması, plastik torbaya dışarıdan baskı yapılması gibi nedenlere bağlıdır. Genellikle ani dispne ve siyanozla başlayan ağır bir tabloya neden olur. Böyle bir durumda transfüzyon sonlandırılmalıdır. Sağ ventrikül veya atriumdaki lokalize emboli ve pulmoner infarküsü önlemek için hasta derhal sol yana yatırılıp, ayakları yükseltilmeli, yaşam bulguları, EKG izlenerek, oksijen tedavisine başlanmalıdır (Potter ve Perry 1997, DeWit 1999, Smeltzer ve Bare 2000, Perrota ve Synder 2001). GECĐKMĐŞ KOMPLĐKASYONLAR Enfeksiyon hastalıklarının bulaşması: Kan transfüzyonuna bağlı virüsler (hepatit A,B, C, HIV, Herpes virüsü vs.), parazitler (plasmodia, toksoplasma gondii vs.), bakteriler (treponema pallidum, borrelia burgdorferi) bulaşabilir. Kan üzerinde yapılan hastalık testlerinin %100 hassas olmaması, hastalığın latent döneminde test sonuçlarının negatif olabilmesi, hastalık bulaşmasının önlenmesini zorlaştırmaktadır. Bunu önlemenin en uygun yolu sağlık personelinin eğitimidir. Alloimmünizasyon: Kırmızı kan hücresi, trombosit ve lökositlerin yüzeyindeki antijenlere karşı alıcıda duyarlılık gelişmesidir. Bu antikorların bir defada tespit edilmiş olması, sonraki transfüzyonların riskli olacağının işaretidir. Graft versus host disease: Đmmun yetersizliği olan dokuların donör lenfositleri tarafından reddi söz konusudur. Nadir komplikasyondur, daha çok immun yetersizliği olan ya da kemik iliği nakli yapılan hastaların ciddi sorunu olmaktadır. Korunma amacıyla; riskli hastalara kan transfüzyonu yapılacaksa kan, granülosit veya trombosit süspansiyonları 1500–3000 rad ışınlanmalıdır. Akut Akciğer Yaralanması: Sık görülmeyen ama ciddi bir komplikasyondur. Transfüzyonu izleyen 6 saatte ortaya çıkar. Klinik olarak solunum zorluğu sendromuna benzer; hızlı gelişen dispne, taşipne, siyanoz, ateş ve hipotansiyon görülür. Görülme sıklığı kan ve kan ürünleri tansfüzyonunda 1/5000, taze donmuş plasma transfüzyonunda 1/7900’dür. Transfüzyon hemosiderozu: Her ünite kanın 225–230 mg arası demir içermesi, özellikle kronik transfüzyonlar sonrasında bu elementin kalp kası, pankreas, karaciğer ve endokrin organlarda birikmesine bağlı birçok hastalık tablosunu ortaya çıkarmaktadır. 110 Tromboflebit: Transfüzyon uzun sürdüğünde (48 saat ve üzeri), plastik kateterler ve alt ekstremite venleri kullanıldığında, irritan IV solüsyonlar infüze edildiğinde sık görülen ve bazen septik olabilen bir reaksiyondur. Hafif vakalarda analjezik ve sıcak kompres uygulaması yapılır. Gerekirse antibiotik tedavisine başlanır (Perrota ve Synder 2001, Ezidiegwu ve ark. 2004, Stainsby ve ark. 2005, Goodnough 2005, Baret ve Kam 2006, Newman ve ark. 2006). Kan Transfüzyonu Reaksiyonu Belirtileri: · Titreme · Sırt ağrısı · Ateş · Bel ağrısı · Ürtiker · Bulantı · Taşikardi · Kusma · Dispne · Kanın verildiği ven boyunca kızarma, yanma · Hipotansiyon · Baş ağrısı · Göğüs ağrısı · Baş dönmesidir. Bu Belirtiler Görüldüğünde Yapılması Gerekenler; · Đşlemin derhal durdurulması ve reaksiyon belirtilerinin hekime bildirilmesi, · Ürünün verildiği iğnenin çıkarılmaması, IV yolun % 09’luk NaCl ile açık tutulması ve şiddetli reaksiyon durumunda sette kalan kanın verilmemesi, setin değiştirilmesi, · Daha önce yapılan kontrollerin gözden geçirilmesi, · Hastanın yaşam bulguları, pulmoner arter basıncı, idrar miktarı ve EKG’sinin kontrolü, · Kan bankası ile iletişim kurularak, incelenmesi için kanın tekrar geri gönderilmesi, · Hastadan kan ve idrar örneği alınarak, laboratuara gönderilmesi, · Hekim istemine göre gerekli acil tedavinin uygulanması (Potter ve Perry 1997, DeWit 1999, Smeltzer ve Bare 2000) . SONUÇ Kan transfüzyonu bir yandan hayat kurtarırken, dikkat ve kontrol edilmeden uygulandığında kişinin yaşamını tehdit edebilecek sonuçlar doğuran önemli bir sağlık uygulamasıdır. Kan ve kan ürünlerinin Hepatit C ve HIV virüsü gibi bilinen virüsler açısından kontrol edilmiş olması transfüzyonun güvenli olacağı anlamına gelmemektedir. Bu nedenle, kanın donörden alınmasından alıcıya nakline kadar tüm aşamalarda kontrolün elden bırakılmaması gerekir. Ekip çalışması gerektiren bu 111 konuda hemşirenin etkin rol üstlendiği bölüm, kan transfüzyonunun uygulanma aşamasıdır. Bu konuda görev yapan hemşirelerin transfüzyonun tüm basamaklarıyla ilgili bilgi sahibi olmalarının, uygulama sırasındaki olumsuzlukları erken fark etmeleri ve yasal açıdan kendilerini korumaları açısından önemli olduğu unutulmamalıdır. Bu doğrultuda kan transfüzyonu ile ilgili hizmet içi eğitim programları geliştirilmesi önerilebilir. KAYNAKLAR 1. Atterbury C, Wilkinson J (2000). Blood transfusion. Nursing Standard, 14; 34, 47-52. 2. Baret NA., Kam PCA (2006). Transfusion-related acute lung injury: a literature review. Anesthesia, 61, 777-785. 3. Bulut T (1998). Cerrahi Kanama ve Transfüzyon. (içinde) Değerli Ü (ed). Genel Cerrahi. Đstanbul, Nobel Tıp Basımevi, 77-91. 4. Celkan T (2007). Kan ve kan ürünlerinin kullanımı ve sorunlar. XIII. TPOG Ulusal Pediatrik Kanser Kongresi, Hemşire Programı.. 20 Haziran 2007’de http://www.tpog.org.tr/pdf/hem_15.pdf adresinden indirildi. 5. DeWit, S.C. (1999). Essentials of Medical-Surgical Nursing, Fourth Edition, W.B. Saunders Company, Philadelphia, 127-129. 6. Ezidiegwu CN, Lauenstein KJ, Rosales LG. ve ark. (2004). Febrile nonhemolytic transfusion reactions. Arch Pathol Lab Med,128, 991-995. 7. Goodnough LT. (2005). Risks of blood transfusion. Anesthesiol Clin North America, 23:2, 241-252. [Medline]. 8. Gürkan A (1998). Đstanbul ili genel cerrahi kliniklerinde kan ve kan ürünlerinin kan bankasından alınması, saklanması, kullanılması ve yeniden değerlendirilmesi ile ilgili uygulamaların saptanması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, M.Ü Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Đstanbul. 9. Newman BH, Satz SL, Janowicz NM ve ark. (2006). Donor reactions in high-school donors: the effects of sex, weight, and collection volume. Transfusion, 46, 284-288. 10. Perrota PL., Synder EL (2001). Non-infectious complications of transfusion therapy. Blood Reviews, 15, 69-83. 11. Potter PA, Perry AG. (1997). Fundamentals of Nursing. Fourth Edition, Mosby, St. Louis, 1283-1290. 12. Short R. (2006). Poor cecks for bedside lood transfusion put patients at risk. British Medical Journal, 332; 7551, 1171. 13. Smeltzer CS, Bare GB. (2000). Brunner & Sudarth’s Textbook of Medical-Surgical Nursing, Lippincott, Baltimore,778-787. 14. Stainsby D, Russell J, Cohen H ve ark.(2005). Reducing adverse events in blood transfusion. British Journal of Haematology,131, 8-12. 15. Torpy JM (2004). Blood transfusion.JAMA patient page. JAMA, 292; 13, 1646. 16. Zou S, Musavi F, Notari EP ve ark. (2005). Prevalence of selected viral infections among temporarily deferred donors who returned to donate blood: American Red Cross blood donor study. Transfusion, 45, 1593-1600. 112 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 113-121, 2008 MENSTRUASYON SPORCULARDA GÜNLÜK YAŞAM AKTĐVĐTELERĐNĐ NASIL ETKĐLER? HOW DOES MENSTRUATION IMPACT THE ACTIVITIES OF DAILY LIVING AMONG SPORTSWOMEN? Ar.Gör. Güliz ONAT BAYRAM* Ar.Gör. Aylin AKTAŞ** *Đstanbul Üniversitesi Bakırköy Sağlık Yüksekokulu **Đstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Yüksekokulu ÖZET Menstruasyon kadının yaşamını, günlük yaşam aktivitelerini ve çalışma yaşamındaki üretkenliğini önemli ölçüde etkiler. Bu çalışmada bayan sporcularda menstruasyonun günlük yaşam aktivitelerine ve sportif performanslarına etkileri “Yaşam Modeli” rehberliğinde tartışılmıştır. Yaşam modeli; hem hemşirelik sürecine kolay adapte edilebilir olması, hem de sadece hasta birey için değil aynı zamanda sağlıklı birey için de uygun olması nedeniyle son yıllarda hemşireler tarafından büyük oranda kabul görmüştür. Bu makalede bayan sporcuların menstruasyon sürecinde yaşadıkları problemlerde, hemşirelerin üstlenebilecekleri rollere dikkat çekilmiştir. Ayrıca bayan sporcularda performans-siklus ilişkisini inceleyen az sayıda araştırmanın yapılmış olması göz önüne alınarak, hemşirelerin konuya ilgilerini çekmek ve konuyla ilgili bilgileri edinmesini sağlamak amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Menstruasyon, bayan sporcular, fiziksel aktivite, yaşam modeli, günlük yaşam aktiviteleri ABSTRACT Menstruation has multiple impacts on women’s life; it affects both daily activities and the productivity of their working life. In the guidance of “The Model of Living”, this study examines the impact of menstruation on the activities and sportive performance conducted by sportswomen. The Model of Living has become a widely accepted model among nurses in the recent years for the reason that it is easily applicable on the nursing process and can be used on healthy people as well as the ill patients. This article calls attention to the roles of nurses in the problems of sportswomen during menstruation. There are few studies concerning the relationship between sportive performance and menstrual cycle of sportswomen. This study aimed to create awareness among the nursing profession about the links between menstruation and the productivity of sportswomen. 113 Key Words: Menstruation, sportswomen, physical activity, model of living, activities of daily living GĐRĐŞ Đngiltere’de hemşirelik bakımıyla ilgili en tanınmış model N. Roper tarafından 1976’da ortaya konan ve daha sonra W. Logan ve A.T. Tierney tarafından geliştirilmiş olan Yaşam Modeli’ dir. Bu modelin hem hemşirelik sürecine kolay adapte edilebilir olması, hem de sadece hasta birey için değil aynı zamanda sağlıklı birey için de uygun olması nedeniyle son yıllarda hemşireler tarafından büyük oranda kabul görmüştür (Sabuncu ve ark. 1991, Roper ve ark.1996, Birol 2002). Yaşam Modeli, karmaşık bir olgu olan yaşamın başlıca özelliklerini belirleyerek, bireyin yaşamını oluşturan öğeler arasında var olan ilişkilerin tümünü kapsar (Velioğlu 1999). Modelin 5 ana öğesi vardır. Bunlar; · Yaşam süresi · Günlük yaşam aktiviteleri · Günlük yaşam aktivitelerini etkileyen faktörler · Bağımlılık/ bağımsızlık dizgesi · Yaşamda bireyselliktir. Bütüncü bir yaklaşımla ele alındığında insan fertilizasyonla başlayıp ölümle son bulan yaşam süresinin herhangi bir evresinde, biyo-fizyolojik, psikolojik, sosyo-kültürel, çevresel, politiko-ekonomik faktörlerin günlük yaşam aktivitelerini etkilemesi sonucunda günlük yaşam aktivitelerinde bağımlılık bağımsızlık dizgesinin herhangi bir yerinde yer alabilmektedir. Hemşire bireye özgü olarak yaşam süresi boyunca yardım etmektedir (Sabuncu ve ark. 1991, Roper ve ark. 1996). Menstruasyon kadının yaşamını, günlük yaşam aktivitelerini ve çalışma yaşamındaki üretkenliğini önemli ölçüde etkiler. Meslek yaşamında üretken bir grup olarak nitelendirilebilecek olan bayan sporcuların üretkenliğinin en önemli göstergelerinden biri sportif performanslarıdır. Sağlıklı bireyler için de uygun olan yaşam modeli doğrultusunda, sağlıklı bir grup olarak bayan sporcular seçilmiş ve bu grup üzerinden menstruasyonun günlük yaşam aktivitelerine etkileri tartışılmıştır. YAŞAM MODELĐ DOĞRULTUSUNDA MENSTRUASYON 1.YAŞAM SÜRESĐ Yaşam modeline göre yaşam süresi, konsepsiyonla başlar, ölümle sonlanır (Velioğlu 1999). Kadınların bir yaşam evresi olarak kabul edilen doğurganlık çağı menarş ile başlayıp menapoz ile son bulur. 114 Bireyin yaşam süresinin her evresinde sürekli değişim görülür (Sabuncu ve ark. 1991, Roper ve ark. 1996). Kadınların doğurganlık çağında, bu değişimin başlangıcı menarş olarak kabul edilir. Menarş kadının yaşam evrelerinde üreme fonksiyonlarının faaliyete başladığı dönemdir. Ortalama menarş yaşı 12-13’tür. Menarş yaşını birçok faktör etkiler. Bunlardan biri yoğun egzersizdir. Yoğun egzersizin hipotalomik disfonksiyona yol açması sonucu sporcu bayanlarda anovulatuar sikluslara rastlanır (Yaman 2005). Spor yapan genç kızlarda ve beden kitle indeksi düşük olan genç kızlarda menarş yaşı gecikir (Çakmakçı ve ark. 2005). Castelo-Branco ve arkadaşlarının (2006), 12-18 yaş arası dansçılar ve aynı yaş aralığında herhangi bir sportif aktiviteyle uğraşmayan iki grup arasında yaptığı çalışma sonucunda (n:115), yoğun fizik aktivitenin menarş yaşını geciktirdiği ve menstruel bozukluklara yol açtığı belirlenmiştir. Warren ve Perlroth (2001)’ın yaptığı benzer bir çalışmada da, yoğun egzersizin menarş yaşını geciktirdiği ve menstrual bozuklukların gelişmesine yol açtığı vurgulanmaktadır. 2. GÜNLÜK YAŞAM AKTĐVĐTELERĐ Roper ve arkadaşları, günlük yaşam aktiviteleri kapsamında 12 yaşamsal aktivite saptamışlardır. Bunlar; güvenli çevrenin sağlanması ve sürdürülmesi, iletişim, solunum, beslenme, boşaltım, kişisel temizlik ve giyinme, beden ısısının kontrolü, hareket, çalışma ve eğlenme, cinselliği ifade etme, uyku ve ölümdür. Modelde tüm günlük yaşam aktivitelerini etkilediği savunularak ölüme de yer verilmiştir (Sabuncu ve ark. 1991, Roper ve ark. 1996). Menstruasyon günlük yaşam aktivitelerinin tümünü etkilemektedir. Bayan sporcuların performanslarını etkileyen en önemli günlük yaşam aktivitelerinin hareket, güvenli çevrenin sağlanması ve sürdürülmesi olduğu düşünülerek, aşağıda bu konulara ilişkin ayrıntılı bilgi verilmiştir. Hareket Aktivitesi Hareket aktivitesi; ayakta durma, oturma, yürüme, koşma gibi büyük kas gruplarının kullanılması ile oluşan aktiviteler kadar, sözsüz iletişimin önemli bir bölümünü oluşturan yüz ifadesi, el, kol hareketi gibi küçük kas gruplarının hareketini sağlayan bir dizi aktiviteyi içerir. Bir yaşam aktivitesi olarak hareketin amacının sınırları oldukça geniştir (Sabuncu ve ark. 1991). Özellikle hareket aktivitesi sporcular için çok önemlidir. Sporcu bayanlar için hareket aktivitesi, performanslarını sergilemek amacıyla kullanılır. Bayan sporcularda performans-siklus ilişkisini inceleyen az sayıda araştırma yapılmış ve çelişkili yorumlarda bulunulmuştur. Bayanlar anatomik, fizyolojik, psikolojik ve hormonal durumlarındaki farklılıklar nedeniyle sportif uygulamalarda bazen avantajlı bazen de dezavantajlı 115 konuma düşmektedirler (Çakmakçı ve ark. 2005). Literatürde menstruasyon dönemindeki sporcu bayanların performansının normal döneme göre daha iyi olduğu ya da daha zayıf kaldığı yönünde bilgiler bulunmaktadır. (Çakmakçı ve ark. 2005, Özdemir ve Küçükoğlu 1993). Yüzücülerde menstrual siklus fazlarının yüzme performansına etkilerini inceleyen araştırmalarda, menstrual siklusun, sportif performansı etkilemediği tespit edilmiştir (Çakmakçı ve ark. 2005, Şinoforoğlu 2006). Doolittle ve Engebretsen menstrual siklusun dört fazında sporcuların performanslarında farklılık olmadığını bulmuşlardır. Ayrıca verilere göre bayanlar tarafından gösterilen sıra dışı performans veya dünya rekorlarının, menstrual siklusun her fazında alınmış olduğu belirlenmiştir (Çakmakçı ve ark. 2005, Şinoforoğlu 2006). Bu bilginin aksine Özdemir ve Küçükoğlu (1993)’nun çalışmasında belirttiği üzere, Wearing ve arkadaşları yaptıkları benzer bir çalışmada, en kötü sportif performansın menstrual fazda ortaya çıktığını bildirmişlerdir. Higgs ve Robertson (1981) menstruasyon fazlarının sportif performansta bir değişiklik yapmadığını savunmasına karşın, Brian ve arkadaşları (1991) sportif performansın menstruasyon döneminde, diğer günlere göre daha yüksek olduğunu tespit etmişlerdir (Özdemir ve Küçükoğlu 1993). Literatür bilgisi dahilinde menstruasyondan bayan sporcuların özellikle hareket aktivitelerinin farklı derecelerde etkilendiği sonucuna varılabilir. Güvenli Çevrenin Sağlanması ve Sürdürülmesi Aktivitesi Bireyin canlı olarak kalabilmesi ve diğer günlük yaşam aktivitelerini (hareket) gerçekleştirebilmesi için güvenli bir ortam içinde bulunması gerekir. Güvenli çevre terimi, hem fiziksel, hem ruhsal hem de sosyal yönden güvenli ortamı çağrıştırır (Velioğlu 1999, Birol 2002). Literatürde sportif performansı etkileyen menstrual faktörlerin başında premenstrual sendromun olduğu bildirilmektedir. Premenstrual Sendrom (PMS), menstrual siklustan 7-10 gün önce bazı emosyonel (gerginlik hissi, depresyon, aşırı hassasiyet, düşmanlık ve uyuşukluk), davranışsal (çalışma alışkanlığında değişme, libidoda artma ya da azalma, insan ilişkilerinden kaçma, ağlama nöbetleri ve kavgaya eğilim) ve somatik (baş ağrısı, yorgunluk, şişkinlik ve sırt ağrısı, iştahın artması ya da azalması, tatlı ya da tuzlu yiyeceklere düşkünlük) semptomların görüldüğü ve bu semptomların menstruasyonun başlangıcıyla sona erdiği klinik tablodur. Bu olumsuz belirtilerin hemen hepsi gelişen ödemle ilgilidir. Kadınların % 75-95’i bazı premenstrual değişiklikler bildirmişlerdir. Bu değişiklikler bireysel farklılıklar gösterebildiği gibi, aynı birey için her bir siklusta da farklılık gösterebilir. Bu farklılıkların nedenleri olarak biyolojik yapı, beslenme, uyku alışkanlıkları, stresli yaşam ve egzersiz yapma durumundaki farklılıklar gösterilebilir. Günümüzde PMS’nin tedavi yöntemleri konusunda tam bir fikir birliği 116 sağlanabilmiş değildir. Tedavide kullanılan bazı medikal ve non-medikal yöntemler bulunmaktadır. Çoğu kez PMS’li kadınlara orta derecede egzersiz önerilmektedir (Dickerson ve ark. 2003, Gangar 2001, Gençdoğan 2006, Kızılkaya 1994, Taşkın 2005). Bu konuda yapılmış ilk çalışmalardan biri olan Prior ve arkadaşları (1987) sedanter bayanlar ve koşucular üzerinde yaptığı araştırmasında, altı aylık bir egzersiz programının her iki grupta da PMS semptomlarını hafiflettiğini ileri sürmüştür. Ahanoff ve Boyle (1994)’nin sporcu bayanlarda premenstrual sendromu değerlendirdiği, düzenli egzersiz yapan ve yapmayan 97 bayanla Menstrual Distres Şikayet Listesi (MDQ)’ni kullanarak yapmış olduğu çalışmada, düzenli egzersiz yapan grubun zayıf konsantrasyon, negatif etki, davranışsal değişiklikler ve ağrı gibi MDQ ait puanları; egzersiz yapmayan gruba göre istatistiksel olarak daha düşük çıkmıştır. Đki grup arasında, pozitif etki ve diğer fiziksel semptomlar bakımından farklılık olmadığı belirlenmiştir. Karacan (2000)’ın yapmış olduğu çalışmada, premenstrual sendromun performansı belirleyici özelliklerinden olan dikkat, konsantrasyon ve motivasyonun, sürat ve çabukluk yetilerini olumsuz yönde etkilediği bildirilmektedir. Menstrual fazlardaki değişikliklerin, sporcu bayanlar, düzenli egzersiz yapanlar ve sedanter bayanlar olmak üzere 3 farklı grupta değerlendirildiği Choi ve Salmon (1995)’un 143 kadınla yaptığı karşılaştırmalı çalışmasında; genel mood ve semptomların siklus ortası döneme göre premenstrual ve menstrual dönemde daha kötü olduğu bildirilmektedir. Bu çalışmada; sık egzersiz yapmanın menstruasyon sırası ve premenstrual dönemde mooddaki bozulmaları önleyici olduğu sonucuna varılmıştır. Bu bilgiler ışığında PMS sporcuların fiziksel ve ruhsal yönden güvenli ortamını etkileyen faktörlerden biri olarak düşünülebilir. 3. GÜNLÜK YAŞAM AKTĐVĐTELERĐNĐ ETKĐLEYEN FAKTÖRLER Bireyin günlük yaşam aktivitelerini etkileyen biyo-fizyolojik, psikolojik, çevresel, sosyokültürel ve politiko-ekonomik faktörlerin tümü, birbiri ile etkileşim içinde olan ve bağımsız olarak değerlendirilmemesi gereken faktörlerdir (Roper ve ark. 1996). Bayan sporcularda menstruasyonun günlük yaşam aktivitelerine etkilerini anlamada, performans-siklus ilişkisini etkileyen biyofizyolojik faktörleri bilmek önemlidir. Ayrıca bu süreci etkileyen tek bir faktörün olmadığı ve birden fazla faktörün bu süreçte rol aldığı açıkça bilinmektedir. Spor yapan bayanlarda vücut ağırlığı, hipotalamus-hipofiz eksenindeki düzensizlikler, beslenme alışkanlığı, yeme bozuklukları ve stres gibi biyofizyolojik ve psikolojik faktörler performans-siklus ilişkisini etkiler (Yaman 2005). 117 Dismenore: Menstruasyon sürecinde günlük yaşam aktivitelerini etkileyen biyofizyolojik faktörlerden biri de dismenoredir. Dismenore; menstruasyon sürecinin ağrılı olmasıdır. Menstruasyon döneminde ağrısı olan bayan sporcuların performanslarının ağrıdan dolayı olumsuz etkilendiği düşünülebilir. Özdemir ve Küçükoğlu (1993), 35 bayan sporcuda menstruasyonun sürat ve dayanıklılığa etkisini araştırmış, menstruasyonun sportif performansın birer parçası olan sürat ve dayanıklılık üzerine bir etkisi olmadığını, ancak menstruasyon döneminde ağrısı olan bayanlarda, ağrının bu dönemde dayanıklılığı olumsuz olarak etkilediğini saptamıştır. Bunun yanı sıra Çakmakçı ve arkadaşları (2005), menstruasyon dönemini ağrısız ve az ağrılı geçiren 30 bayan sporcu üzerinde menstruasyonun anaerobik güce etkisini araştırdığı çalışma sonucunda, menstruasyonun 2. ve 14. günlerinde değerlendirilen performanslar arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık bulamamıştır. Dismenorenin bayan sporcuların performanslarını etkileyen en önemli etken olduğu, bazı çalışmalarda dismenorenin sporcu gruplarda sporcu olmayan gruplara göre daha sık görüldüğü belirtilmektedir. Vücut ağırlığı: Günlük yaşam aktivitelerinden biri olan “hareket” aktivitesi pek çok biyofizyolojik faktörlerden etkilenir. Bu faktörlerden birisi de vücut ağırlığıdır. Spor yapan genç kızlarda ve beden kitle indeksi düşük olan genç kızlarda menarş yaşı gecikir (Çakmakçı ve ark. 2005). Hormonal düzensizlikler: Hipotalamus-hipofiz eksenindeki düzensizlikler, menstruel siklus bozukluklarına yol açar. Bu bozukluklardan bazıları amenore ve oligomenoredir. Amenore ve Oligomenore: Siklus ortalama 28 gün (28±7 gün) devam eder. Adet görmeme “amenore” ve menstruasyonun 30-35 günden daha uzun aralıklarla gerçekleşmesi “oligomenore” olarak adlandırılır. Castelo-Branco ve arkadaşlarının (2006) yaptığı çalışma sonucunda, oligomenore ve amenorenin dansçı grupta daha fazla oranda görüldüğü (p=0.004) belirlenmiştir. Yaman (2005)’ın çalışmasında belirttiği gibi sekonder amenore normal populasyonda % 2-5 oranında görülürken, sporcu bayanlarda bu oran % 44’tür. Toriola ve Mathur (1986)’un 475 sporcu ve 606 sporcu olmayan bayanla yaptıkları çalışmada düzensiz menstruasyonun, oligomenore ve sekonder amenorenin sporcu bayanlarda daha sık görüldüğü bildirilmektedir. Ayrıca bu çalışmada menarştan önce sportif eğitime başlayan sporcularda menstrual rahatsızlıkların daha sık (% 43) görüldüğü belirtilmektedir. Şinoforoğlu (2006) ise ağır antremanlar sonucu menstruasyon bozuklukları yaşanabileceğini, uzun mesafe koşucularında % 19 oranında düzensiz menstruasyonlar, % 23’ünde ise amenore görüldüğünü bildirmektedir. Yoğun egzersizin hipotalomik disfonksiyona yol açması sonucu sporcu bayanlarda kısalmış luteal evre ve anovulatuar sikluslara rastlanır. Bu tür şikayetleri olan bayan sporcuların infertilite açısından değerlendirilmeleri gerekir (Yaman 2005). 118 BAĞIMLILIK-BAĞIMSIZLIK DĐZGESĐ Yaşam modelinin bu bileşeni dinamiktir. Bireyin yaşam aktivitelerinin bazılarını yerine getiremediği yaşam dönemleri vardır (Velioğlu 1999, Roper ve ark. 1996). Bu dönemlerden biri de menstruasyon siklusudur. Sporcu bayanların sağlıklı bireyler olduğu düşünüldüğünde bağımlıkbağımsızlık dizgesinde bağımsızlık durumunda olduğu söylenebilir. YAŞAMDA BĐREYSELLĐK Yaşamda bireysellik kişiye özgüdür. Her birey yaşamı boyunca yaşam aktivitelerini yerine getirir. Ancak her bireyin yaşam aktivitelerini yerine getirme şekli ve bunlarda başarıya ulaşma durumu oldukça farklıdır (Roper ve ark. 1996). Menstruasyondaki değişiklikler bireyden bireye farklı derecelerde yaşanır. Bunun yanı sıra bu değişikliklerin, aynı birey için her bir siklusta da farklı olması, menstruasyonun günlük yaşam aktivitelerini her bir siklusta farklı derecelerde etkilemesine neden olur. HEMŞĐRELĐK YAKLAŞIMI Roper ve arkadaşlarına göre hemşirelik, insanlara yaşamları boyunca sağlıklarını koruma, sürdürme ve geliştirebilmeleri için yardım etmektir (Birol 2002). Hemşire sağlıklı / hasta insan / ailenin; · Bağımlılık durumu ile başa çıkmasına yardım etmeli, · Davranış değiştirmesine olanak sağlamalı, · Eğitim vermeli, sağlıklı kalabilmesi için önleme- koruma ve · Yeni davranışlar oluşturması için bilgi ve davranış kazandırmalıdır (Sabuncu ve ark. 1991, Roper ve ark. 1996). Sağlıklı bireyler olarak kabul edilen bayan sporcuların menstruasyon sürecinde yaşadıkları problemlerde hemşire; · Menstruasyon dönemini ağrılı geçiren bayan sporculara ağrıyla baş etmelerinde destek vermeli, · Beslenme durumları ve antrenman programlarının düzenlenmesini sağlamalı · Konuyla ilişkili başta sporcular olmak üzere sporcu aileleri ve antrenörlere yönelik eğitim programları planlamalı · Menstürel düzensizliği olan ve buna bağlı gelişen infertilitede bayan sporcuları hekime yönlendirmelidir. 119 Günümüzde halen bir tartışma konusu olan menstruasyonun performansa etkisi ile ilgili net bilgilere ulaşmak için daha çok araştırma bulgusuna ihtiyaç vardır. Bu konuya hemşirelerin ilgisinin artması ve kanıta dayalı araştırmalarla desteklenmesi önerilebilir. KAYNAKLAR 1. Aganoff JA, Boyle GJ. (1994). Aerobic exercise, mood states andmenstrual cycle symptomps. J Psychosom Res. 38(3): 183-192. 2. Birol L (2002). Hemşirelik süreci. 5. Baskı, Đzmir : Etki Matbaacılık., 85-114. 3. Castelo-Branco C, Reina F, Montivero A ve ark. (2006). Influence of high-intensity training and of dietetic and anthropometric factors on menstrual cycle disorder in balet dancers. Gynecological Endocrinology 22; 1: 31-35. 4. Choi PY, Salmon P. (1995). Symptom changes across the menstrual cycle in competitive sportswomen, exercisers and sedentary women. British Journal of Clinical Pschology 34; 3: 447-460. 5. Çakmakçı E, Sanioğlu A, Patlar S ve ark. (2005). Menstruasyonun anaerobik güce etkisi. Spormetre Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi 3(4): 145-149. 6. Dickerson LM, Mazyck P, Hunter MH. ( 2003). Premenstrual syndrome. American Family Physican 67(8): 1743-1752. 7. Gençdoğan B (2006). Premenstruel sendrom için yeni bir ölçek. Türkiye’de Psikiatri 8; 2: 81-87. 8. Gangar EA (2001). Gynaecological nursing a practical guide. London: Harcourt Publishers Limited., 87-91. 9. Karacan S (2000). Bayan sporcularda menstruasyon ve premenstrual sendromun bazı temel motorik özelliklere ve fizyolojik parametrelere etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulu. 10. Kızılkaya N (1994). Perimenstrual şikayetlerin hafifletilmesinde hemşirelik girişimlerinin etkinliği.Yayınlanmamış Doktora Tezi, Đstanbul: Đstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı. 11. Özdemir R, Küçükoğlu S. (1993). Bayan sporcularda menstruasyonun sürat ve dayanıklılığa etkisi. Spor Bilimler Dergisi 4(4): 4-7. 12. Prior JC, Vigna Y, Sciarretta D ve ark. (1987): Conditioning exercise decreases premenstrual symptoms: a prospective, controlled 6-month trial. Fertil Steril 47(3): 402-408. 13. Roper N. Logan WW. Tierney AJ (1996). The elements of nursing. 4.ed.., Edinburgh: Churchill Livingstone., 20-66. 14. Sabuncu N, Babadağ K, Taşocak G ve ark. (1991). Hemşirelik esasları. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları No: 225, Etam A.Ş., 1-22. 15. Strenfeld B, Jacobs M, Quesenberry CP ve ark. (2002). Physical activity and menstrual cycle characteristics in two prospective cohorts. American Journal of Epidemiology 156(5): 402-409. 16. Şinoforoğlu T .Menstruasyon ve Spor. http:// w3.gazi.edu.tr/~tubas/calismalar_ dosyalar/kadinvespor.ppt. erişim tarihi:29.09.2006. 17. Taşkın L (2005). Doğum ve kadın sağlığı hemşireliği. 7. Basım, Ankara: Sistem Ofset Matbaacılık., 563-567. 120 18. Toriola AL, Mathur DN (1986). Menstrual dysfunction in Nigerian athletes. Br J Obstet Gynaecol 93(9): 979-985. 19. Velioğlu P (1999). Hemşirelikte kavram ve kuramlar. Đstanbul:Alaş Ofset., 39-46. 20. Yaman H ( 2005). Bayan sporcularda adet düzensizlikleri. http://www.saglik.tr.net erişim tarihi: 04.08.2006. 21. Warren MP, Perlroth NE (2001). The effects of intense exercise on the female reproductive system. Journal of Endocrinology 170; 1: 3-11. 121 2007 YILI ĐKĐNCĐ SAYIDA YAYINLANAN MAKALELER Editörden Araştırmalar - Bir Yüksekokul Çalışanlarının Kişisel Değerlerinin Đncelenmesi Personel Values of Employees of a Hıgher Educatıon School Süheyla ALTUĞ ÖZSOY, Fahriye VATAN .................................................1-11 - Sağlıklı Bireylerde Kanser Risk Faktörleri Cancer Rısk Factors In Healthy Indıvıduals Ülkü YAPUCU GÜNEŞ, Ayten ZAYBAK, Đsmet EŞER, Leyla KHORSHID .................................................................................. 13-22 - Muğla Üniversitesi Öğrencilerinin Cinsel Sağlık/ Üreme Sağlığı Hizmetleri Đle Đlgili Görüşlerinin Đncelenmesi Investigation of The Views of The Students At Muğla University About Sexual Health/Reproduction Health Services Hülya BAYBEK, Adile TÜMER, Aynur KAYAR ........................................ 23-30 - Evliliğe Yönelik Đnançlar ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin Türk Toplumu Đçin Geçerlilik Ve Güvenilirliğinin Đncelenmesi Belıefs and Attıtudes Towards Marrıage: Analysıs of Valıdıty and Relıabılıty of Health Belıef Model Instrument For Turkısh Socıety Bilgin Kıray VURAL, Ayla Bayık TEMEL................................................. 31-50 - Hemşire Eğitimcilerin Stersle Başetme Düzeylerinin Đncelenmesi Investıgatıon Of Nurse Educator’s Copıng Stress Levels Gönül ÖZGÜR, Şeyda DÜLGERLER, Neslihan ARPA.............................. 51-68 - Meme ve Gastrointestinal Sistem Kanserli Hastaların Depresyon, Aksiyete ve Yetiyitimi Durumlarının Belirlenmesi Determınıng of The Presence of Depressıon, Anxıety and Dısabılıty of Breast and Gastro Intestınal System (Gıs) Cancer Patıents Sevgi ÖZKAN, Filiz ÖĞCE, Adalet KUTLU KOCA ................................... 69-80 - Hemşirelerin Đlaç Hatası Yapmalarına Yol Açabilecek Etkenlerin Saptanması The Determination Of Factors That Nurses Can Cause Medication Error Đsmet EŞER, Leyla KHORSHID, Gülengün TÜRK, Filiz TOROS ............. 81-91 - Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Öz Bakım Gücü ve Etkileyen Faktörler Self Care Agency of Nursıng Home Resıdents And Effectıve Factors Serap YILDIRIM, Gönül ÖZGÜR, Aysun BABACAN GÜMÜŞ.................93-103 - Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Umutsuzluk Düzeyleri ve Etki Eden Faktörler The Level of Hopelessness of Nursıng Home Resıdents and Effectıve Factors Aysun BABACAN GÜMÜŞ, Gönül ÖZGÜR, Serap YILDIRIM............... 105-116 - Hemşirelerde Kontrol Odağı Đnancı Đle Stresle Başa Çıkma Stratejileri ve Psikolojik Belirti Gösterme Durumları Arasındaki Đlişkiler The Relatıonshıps Between The Locus of Control of Nurses, Copıng Strategıes of Streess and Dısplay of Mental Symptom Sıtutatıons. Nezihe UĞURLU, Mine EKĐNCĐ .......................................................... 117-130 XIII Derleme Yazılar - Yaşlı Bireylerde Ağrı Paın In Old People Öznur USTA YEŞĐLBALKAN............................................................... 131-144 - Bağlanma Süreci: Ruh Sağlığı Açısından Literatürün Gözden Geçirilmesi Attachment Process: Review Of The Literature In Terms Of Mental Health Gülseren KESKĐN, Olcay ÇAM ........................................................... 145-158 - Bağlanma Sürecinin Ergen Açısından Değerlendirilmesi The Evaluatıon of Attachment Process Poınt of Adolescence Olcay ÇAM, Gülseren KESKĐN ........................................................... 159-172 - Metabolik Sendrom Metabolic Syndrome Asiye DURMAZ AKYOL ..................................................................... 173-182 - Anne ve Babaya Ait Bağlanma ve Hemşirenin Rolü Maternal and Paternal Attachment and The Role of Nurse Oya KAVLAK, Ahsen ŞĐRĐN................................................................ 183-194 - Çocuk ve Ergenlerde Cinsel Kötüye Kullanım ve Hemşirelik Yaklaşımları Sexual Abuse of Chıldren and Adolescents and Nursıng Approach Şeyda DÜLGERLER, Olcay ÇAM........................................................ 195-206 - Kişilerarası Đlişkilerde Çatışma ve Çatışma Yönetimi Conflıct and Conflıct Management in Relatıonshıps Olcay ÇAM, Ebru AKGÜN.................................................................. 207-221 - Overyen Hiperstimulasyon Sendromu (Ohss) ve Hemşirelik Yaklaşımı Ovarıan Hyperstımulatıon Syndrome and Nursıng Approach Selma ŞEN, Oya KAVLAK .................................................................. 223-232 - Türkiye’de ve Dünyada Ebelik Eğitimi Midwifery Education in Turkey and in The World Derya KAYA, Mine YURDAKUL .......................................................... 233-241 - Yaşlılık ve Cinsel Yaşam Sexualıty in The Aged People Hilmiye AKSU, Ahsen Şirin............................................................... 243-253 EGE ÜNĐVERSĐTESĐ HEMŞĐRELĐK YÜKSEKOKULU DERGĐSĐ SON KONTROL LĐSTESĐ 1. Makalenin Türü Araştırma Derleme Olgu sunumu Başlık Sayfası 2. Makalenin Türkçe ve Đngilizce başlığı büyük harf ile yazıldı 3. Yazarlar ve kurumları belirtildi 4. Tüm yazarların yazışma adresleri, iş tel, gsm, e-posta belirtildi 5. Makale bir kongrede sunulmuş ise, sunulduğu toplantı ve yılı belirtildi Özet Sayfası 6. Türkçe ve Đngilizce yapılandırılmış özet yazıldı (250-300 sözcük) 7. Türkçe ve Đngilizce özet birbiriyle uyumlu 8. Türkçe ve Đngilizce anahtar sözcükler yazıldı 9. Özetler sayfası metnin 1. sayfası olacak şekilde numaralandırıldı Ana Metin 10. Açık, güncel ve rahat anlaşılır Türkçe kullanıldı 11. Gramer ve yazım kurallarına uyuldu 12. Yeni, alışılmadık ve yabancı terimler kullanılmışsa yanlarına Türkçe eşanlamlılarına yer verildi 13. Kısaltmalar kullanılmışsa ilk kullanımda terimin yanında parantez içinde kısaltması belirtildi 14. Araştırma makalelerinde alt bölüm başlıkları istenen şekilde yazıldı 15. Derleme makaleler giriş anlatımını izleyen alt başlıklarda toplanarak uygun bir sonuç anlatımıyla bağlantılı bir şekilde sunuldu. Kaynaklar 16. Kaynak gösterimi metin içinde belirtilen kurallara (yazar soyadı ve yayın tarihi) uygun olarak yapıldı XV 17. Kaynaklar alfabetik sıra ile dizildi ve kaynak gösterimi kurallara uygun olarak yapıldı 18. Doğrudan yararlanılmayan herhangi bir kaynak kullanılmadı (Elimde kaynakların tümü mevcut ve gerektiğinde dergi yayın kuruluna bunu ispat edebilirim.) Tablo ve Resimler 19. Belirtilen kurallara uygun olarak hazırlandı 20. Başka kaynaklarda alınan şekil, resim, tablolarda kaynak gösterildi Tüm Makale 21. Makalenin sayfa kenar boşlukları kontrol edildi 22. Makalenin satır aralıkları uygun 23. Makalenin ilgili bölümlerinde uygun yazı karakteri kullanıldı 24. Makalenin ilgili bölümleri uygun puntoda yazıldı 25. Makale sayfa sınırlarını aşmayacak şekilde yazıldı 26. Makalede uygun şekilde sayfa numarası verildi DERGĐ YAZIM KURALLARI Yayının Kabulü: Basılması istenen yazılar, aşağıda belirtildiği şekilde, 3 kopya halinde hazırlanıp dergi editörlüğüne gönderilecektir. Adres: Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Editörlüğü, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, 35100 Bornova-ĐZMĐR. Makaleler üç bağımsız hakem tarafından incelenip, onayları alındıktan sonra yayınlanabilir. Hakemler, gerekli gördükleri yazılara değişiklik önerebilirler. Makalenin yayınlanmasında son karar, editör görüşü ile Dergi Yayın Kuruluna aittir. Dergiye gönderilen yazılar geri gönderilmez. Dergide yayınlanan yazılar için, herhangi bir ücret yada karşılık ödenmez. Gönderilen yazıların kabul edilip edilemeyeceği yazarlara bildirilir. Makalenin kabulü halinde, başlıkların altına yazar ad(lar)ı eklenip diskete/CD’ye kaydedilerek gönderilmelidir. Makalenin Hazırlanışı: Makale, Microsoft Word programında A4 kağıt boyutunda yazılmalıdır. Başlık 10 punto Bookman, Özet 9 punto Bookman, ana metin 10 punto, tablo ve kaynaklar 8 punto olacak şekilde yazılmalıdır. Araştırma raporları 16 sayfa, derleme ve olgu sunumları 10 sayfayı (kaynaklar dahil) geçmemelidir. Makalenin Yazılışı şu sırayı izlemelidir. BAŞLIK SAYFASI · Türkçe Başlık (büyük harf ile), · Đngilizce Başlık (büyük harf ile), · Yazarların adları ve soyadları (soyadı büyük harf ile) · Yazarların Yazışma adresleri, · Makale bir kongrede bildiri olarak sunulmuş ise, sunulduğu toplantı ve yılı belirtilmelidir. ÖZET SAYFASI Özetler Türkçe ve Đngilizce Olmak üzere iki dilde olmalı, yazının Türkçe ve Đngilizce başlıklarını taşımalı, araştırmanın temel anlamını metne bakmayı gerektirmeyecek şekilde 250-300 sözcük ile yansıtmalıdır. Araştırma makalelerinin özetleri; “Amaç”, “Gereç ve Yöntem”, “Bulgular ve Sonuç” bölümleri ile anahtar sözcükleri içermelidir. Araştırma makalelerinin Đngilizce özetleri; “Objective”, “Methods”, “Results”, “Conclusion” ve “Key Words” bölümlerini içermelidir. Derleme Makalelerinin özetleri; Giriş, amaç, gelişme ve sonuç anlamı taşıyacak şekilde içeriği tam olarak yansıtmalıdır. Anahtar XVII Sözcükler yer almalıdır. Derleme makalelerinin Đngilizce özetleri; aynı şekilde olmalıdır. Olgu Sunumu özetleri olguyu kısaca tanımlamalı ve hemşirelik süreçlerini içermelidir. Đngilizce özetleri de aynı şekilde olmalıdır. Özetler sayfası numaralandırılmalıdır. metnin birinci sayfası olacak şekilde METĐN: Dil ve biçim (üslup) açısından aşağıdaki özellikleri taşımalıdır. · Açık, güncel ve rahat anlaşılır olmalıdır. · Gramer ve yazım kurallarına uyulmalıdır. · Yeni, alışılmadık ve yabancı terimler kullanılmışsa yanlarında Türkçe eşanlamlarına yer verilmelidir · Kısaltmalar kullanılmışsa ilk kullanımda terimin yanında parantez içinde kısaltması belirtilmiş olmalıdır. · Makale bir kongrede bildiri olarak sunulmuş ise, sunulduğu toplantı ve yılı belirtilmelidir. Araştırma Raporları: Giriş, Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular ve Tartışma, Sonuç ve Öneriler, Kaynaklar başlıklarını taşıyan bölümlerden oluşmalıdır. Araştırmaya katılmamış, ancak destek sağlamış olan kişi ve kuruluşlara teşekkür başlığı altında teşekkür edilebilir. Verilerin toplanmasında, örneklem gruplarının haklarının korunması açısından etik kurallara uyulduğu açıkça belirtilmeli, kritik gruplarla yürütülen çalışmalarda etik kurul veya kurum izin belgelerinin fotokopileri eklenmelidir. Tablo ve Şekiller: Grafik, fotoğraf ve çizimlere sıra numarası verilmelidir. Her tablonun üstünde ve şekillerin altında sıra numarası ve şekilleri kısaca açıklayan bir anlatım bulunmalıdır. Araştırma raporları derleme ve olgu sunumları için en çok 4 şekil kabul edilmektedir. Tablo, şekil ve grafikler, bilgisayarda çizilip metin içinde olması gereken yere yerleştirilmelidir. Başka bir kaynaktan alınan tablo ve şekillerin altına, alındığı kaynak şu şekilde belirtilmelidir. Güvenç B (1970) Kültür kuramında bütüncülük sorunu üzerine bir deneme. Ankara, s.51’den alındı. Fotoğrafların eni 11 cm. boyu 15 cm.’i aşmamalı, metin içinde fotoğrafın yerleştirileceği yer boş bırakılıp fotoğraf altına gerekli açıklama yapılmalıdır. Derlemeler: Konuyu yeterince irdeleyen kapsamlı literatür taramasına dayandırılmış olmalı; giriş anlatımını izleyen alt başlıklarda toplanarak gelişme ve sonuç anlatımıyla sunulmuş olmalıdır. Kaynakça kullanım kurallarına uyulmalıdır. Olgu Sunumları; Giriş, Olgu Sunumu, Tartışma ve Kaynaklar verilerek yazılmalıdır. Olgu sunumu fotoğraf ve akış şemaları ile desteklenebilir. Fotoğraf ve akış şemaları için gerekli izinler alınmalıdır. KAYNAK KULLANIMI Metin içinde: Yazarın soyadı ve yazının yayın tarihi ile birlikte belirtilmeli, yazar ve tarih arasına virgül konmamalıdır. Đki yazarlı kaynaklarda, yazarların her ikisinin soyadı, ikiden fazla yazarlılarda ise, birinci yazarın soyadı ve “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir. Örnekler Graydon (1988), depresyonun… Sarna ve Mc Corkle (1996), araştırmalarında…… Lasry ve ark. (1987), yaptıkları çalışmada…… ………Saptanmıştır (Graydon 1998). ….ortaya çıkarılmışlardır (Bard ve Sutherland 1955). Aynı yazarın, aynı yıldaki değişik yayınları (Bayık 1996 a, Bayık 1996 b) şeklinde belirtilmelidir. Birden çok yazar aynı anda gösterileceği zaman, aynı parantez içinde virgülle ayrılarak gösterilmelidir. Kaynaklar tarih sırasına göre sıralanmalıdır. Örnek: (Argon 1992 , Karadakovan 1992). Kaynakçada: Kaynaklar, alfabetik sıra ile dizilmelidir. Yazar ad (lar) ının baş Harfleri arasına noktalama işaretleri konulmamalıdır. Üç Yazara kadar çoğul yazarlı kaynaklarda, yazar soyadı ve adının baş harfini izleyerek aralarına virgül konulmalıdır. Üçten fazla yazarlı kaynaklar, ilk üç isimden sonra “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir. Dergi isimleri, Index Medicus’a uygun olarak kısaltılmalıdır. Dergi makalesi, kitap isimleri yazılırken, ilk kelimenin baş harfi büyük, diğerleri küçük harfle yazılmalıdır. Kaynakların Yazılışı Đle Đlgili Örnekler Dergi Makalesi Lorig K, Gonzales VM, Ritter P ve ark. (1997). Coparison of three methods of data collecetion in an urban Spanish-speaking population. Rurs res, 46:4, 230-234 XIX Dergi Eki (Supplement) Weiss ME (1991) Tymapanic infrared thermometry for fullterm and preterm neonates. Clin. Pedatr, 30 (Suppl. 4) , 42-45. Kitap: Karasar N (1995) Araştırmalarda rapor hazırlama. 8.basım, Ankara: 3A Araştırma Eğitim danışmanlık Ltd., 101-112. Kitap Bölümü: Kaufman CA, Wyatt RJ, (1987). Neuroleptic Malignant Syndrome. (içinde) Melszer HY (ed). Psychopharmacology. New York: raven Pres, 1421-31. Kitap Çevirisi: Wise MG, Rundell JR (1994) Konsültasyon Psikiyatrisi (Çev. TT Tüzer, V Tüzer). Compos Mentis yayınları, Ankara, 1997. Metin içinde “Wise ve Rundell (1994)” şeklinde gösterilir. Yazar Adı Olmayan Yayınlar (Sık kullanılan Çeviri Kaynaklara Örnekler): American Psikiyatri birliği (1994) Mental Bozukluklarının Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, dördüncü baskı (DSM-IV) ( Çev.ed.: E Köroğlu) Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1995. Metin içinde “American Psikiyatri Birliği (1994)” şeklinde gösterilir. Dünya Sağlık Örgütü (1992) IDC-10 Ruhsal ve Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırılması. (Çev. Ed.;MO Öztürk, B Uluğ, Çev.: F.Çuhadaroğlu, Đ.Kaplan, G. Özgen, MO Öztürk, M rezaki, B Uluğ). Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği Yayını, Ankara, 1993. Metin içinde “Dünya Sağlık Örgütü (1992)” şeklinde gösterilir. Kongre Bildirileri: Kayır A (1986). Tek ve kardeşli ergenlerde şahsiyet yapısı. XXI. Ulusal Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Kongresi Kitabı, Đstanbul: Mimeray Ofset, 546-52. Kongre bildirileri kitap haline getirilmemişse, sunulduğu kongrenin adı, yeri, yılı ve sözel yada poster bildiri olduğu belirtilmelidir. Yayınlanmamış Tez Yavaş O (1993). Bir üniversite hastanesinde çalışan hemşirelerin iş doyumu ve örgütsel gereksinimlerine ilişkin bir inceleme. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Đzmir: Ege Üniversitesi sağlık bilimleri Enstitüsü, 53-55. Yazarı Editör Olan Yayınlar Uyer G (Ed) (1986). Yeni bir birimin planlanması ve organizasyonu. (içinde) Hemşirelik hizmetleri yönetimi el kitabı. 1. Baskı, Đstanbul: Birlik Ofset Ltd. şti., 52-61. Basılmamış Yayınlar Gordes G, Cole JO, Haskell D ve ark. The naturel history of tardive dyskinesia. J.Clin Psychophormacol, (Baskıda). Gazete Makalesi Akbal O (1992). Bilimin özgürlük savaşı. Milliyet Gazetesi, 7 Temmuz 12. Đnternet üzerinden alınan belgeler kaynak Olarak Kullanılıyorsa; Yararlanılan yazının yazarı, yazarı yoksa kurum adı UNICEF gibi kurum adı yoksa kaynak gösterilmemelidir. Yayının başlığı, internet adresi ve son erişim tarihi belirtilerek gösterilebilir. Frederickson BL (2000, Mart 7). Cultivating positive emotions to optimize health and well being. Prevention& Treatment 3, Makale0001a. 20 Kasım 2000’de http://Journals.apa.org/ prevention/volume3/pre0030001a. html adresinden indirildi. Kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur. Doğrudan yararlanılmayan ya da başka kaynaklardan aktarılmış kaynaklar belirtilmemeli, basılmamış eserler, kişisel haberleşmeler, Medline taramalarından ulaşılan makalelerin özetleri kaynak gösterilmemelidir. XXI