E.Ü. HYO Dergisi Cilt 24 - Sayı 1 - 2008 - Hemşirelik Fakültesi

Transkript

E.Ü. HYO Dergisi Cilt 24 - Sayı 1 - 2008 - Hemşirelik Fakültesi
EGE ÜNĐVERSĐTESĐ
HEMŞĐRELĐK YÜKSEK OKULU
DERGĐSĐ
Cilt: 24
Sayı: 1
V
2008
ISSN – 1300 – 3046
Cilt 24, Sayı 1
2008
Yayın Sahibi
Prof. Dr. Gülümser ARGON
Hemşirelik Yüksek Okulu Adına
Sorumlu Müdür
Prof. Dr. Ahsen ŞĐRĐN
Yayın Alt Komisyonu
Prof. Dr. Çiçek FADILOĞLU (Başkan)
Prof. Dr. Gülümser ARGON
Prof. Dr. Alev DIRAMALI
Prof. Dr. Ayla BAYIK TEMEL
Doç. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL
Dergi Yayın Kurulu
Prof. Dr. Olcay ÇAM (Editör)
Prof. Dr. Leyla KHORSHID (Editör Yrd)
Prof. Dr. Ahsen ŞĐRĐN
Prof. Dr. Aynur ESEN
Prof. Dr. Süheyla ALTUĞ ÖZSOY
Doç. Dr. Zümrüt BAŞBAKKAL
Doç. Dr. Meryem YAVUZ
Basım Yeri
Ege Üniversitesi Basımevi
Bornova – Đzmir
Baskı Tarihi
01.08.2008
Yönetim Yeri
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu (EÜHYO) tarafından
yılda üç sayı/bir cilt olarak yayınlanır.
HAKEMLĐ DERGĐ
VII
AÇIKLAMALAR
Bu dergi 22 Ekim 1984 gün ve 18553
sayılı Resmi Gazetede yayınlanan "Üniversitelerde Ders Aracı Olarak Kullanılan Kitaplar, Teksirler ve Yardımcı Ders
Kitapları Dışındaki Yayınlarla Đlgili
Yönetmelik" bağlamında yayınlanmaktadır.
Yayın Türleri
Adı geçen yönetmeliğin 2. ve 3. maddeleri uyarınca dergide eğitim ve araştırma çalışmalarına paralel olarak orjinal
araştırma raporları, bilimsel tarama
yazıları, yeni bir yöntem veya teknik
tanımlayan kısa bildiri yazıları ve çok
önemli bilimsel çeviriler yayınlanabilir.
Yayın Hakları
Yayınlanacak yazıların bilim dil bakımından sorumluluğu yazarlara aittir.
Yayın Kurulu gerekli değişiklik veya
kısaltmaları yazardan isteyebilir veya
yazarın izni alınarak içeriği bozmayacak
değişiklikler yapabilir. Basılmayacak
yazılar için bir ay içinde yazara bilgi
verilir.
HEMŞĐRELĐK YÜKSEKOKULU DERGĐSĐ
DERGĐ HAKEM KURULU
PROFESÖRLER
AKBAYRAK Nalan
AKDEMĐR Nuran
AKSOY Güler
AKYOLCU Neriman
ALGIER Lale
ARGON Gülümser
ARSLAN Hediye
AŞTI Nesrin
AŞTI Türkinaz
BAHAR Zuhal
BAYIK TEMEL Ayla
BAYRAKTAR Nurhan
BEDÜK Tülin
BULDUKOĞLU Kadriye
BUZLU Sevim
ÇAM Olcay
ÇAVUŞOĞLU Hicran
ÇĐMETE Güler
DIRAMALI Alev
DOĞAN Selma
ENÇ Nuray
ERDĐL Fethiye
ERDOĞAN Semra
EROĞLU Kafiye
ESEN Aynur
EŞER Đsmet
ETĐ ASLAN Fatma
FADILOĞLU Çiçek
GÖKDOĞAN Feray
GÖRGÜLÜ Selma
GÖZÜM Sebahat
HATĐPOĞLU Sevgi
KANAN Nevin
KARADAKOVAN Ayfer
KARANĐSOĞLU Hacer
KARATAŞ Nimet
KHORSHID Leyla
KIZILKAYA BEJĐ Nezihe
KOCAMAN Gülseren
KÖMÜRCÜ Nuran
NAHÇĐVAN Nursen
OCAKÇI Ayşe
OKUMUŞ Hülya
OLGUN Nermin
ÖZ Fatma
ÖZBAŞARAN Ferda
ÖZHAN ELBAŞ Nalan
ÖZSOY Süheyla
PASĐNLĐOĞLU Türkan
PEK Hatice
PINAR Rukiye
SABUNCU Necmiye
SAVAŞER Sevim
SEVĐĞ Ümit
SEVĐL Ümran
ŞĐRĐN Ahsen
TAŞOCAK Gülsün
TERZĐOĞLU Fisun
ULUSOY Filiz
ÜSTÜN Betsi
DOÇENTLER
ABAAN Süheyla
BAŞBAKKAL Zümrüt
ÇELĐK Sevilay
DĐNÇ Leyla
ECEVĐT ALPAR Şule
EMĐROĞLU Oya Nuran
ERCĐ Behice
ERDEMĐR Firdevs
KARADAĞ Ayişe
KARADENĐZ Gülten
UÇAR Hülya
YAVUZ Meryem
YILDIRIM Aytolon
YILDIZ Suzan
V
ĐÇĐNDEKĐLER
Editörden
Araştırmalar
-
Hemşire ve Hekimlerin Ağrılı Hastaya Yaklaşımlarına Đlişkin Hastaların
Görüşlerinin Đncelenmesi
A Study About Patients’ Views Related To Approaches Of The Nurses And
Doctors To The Patients In Pain
Đsmet EŞER, Leyla KHORSHID, Gülşah GÜROL ARSLAN ...................... 1-14
-
Hemşirelik Mesleğini Algılamada Đlk Klinik Uygulamanın Etkisi
The Effect Of The First Clinical Practice To The Perception
Of Nursing
Đsmet EŞER, Leyla KHORSHID, Yıldız DENAT...................................... 15-26
-
Annelerin Uyguladığı Masajın Prematüre ve Düşük Doğum
Ağırlıklı Bebeklerin Büyüme Gelişmesine Etkisi
The Effect of Massage on Growth Development of Premature
Infants and Babies With Low Birth Weight
Seher SARIKAYA KARABUDAK, Candan ÖZTÜRK ............................... 27-42
-
Hemşirelik Yüksekokulundaki Öğrencilerin Hemşirelik Mesleği
ve Eğitimi Đle Đlgili Görüş ve Beklentileri
School Of Nursing Students’ Views And Expectations Related To
Nursing Profession And Education
Semra ÜNLÜ, Gönül ÖZGÜR, Aysun BABACAN GÜMÜŞ ..................... 43-56
-
Hemşirelik Öğrencilerinin Yaşam Kalitesi Konusundaki
Görüşleri ve Yaşam Doyumları
The View Of Nursing Students Regarding To Quality Of Life And
Their Life Satisfaction
Gönül ÖZGÜR, Serap YILDIRIM, Gülcan ZĐYARETLĐ .......................... 57-65
-
Hemşirelerin Stresle Baş Etme Tarzları Đle Depresyon
Belirti Düzeyleri Arasındaki Đlişki
The Relation Between Depression Symptomes’ Level And Stres
Coping Strategies Of Nurses
Çiğdem TATAR YÜKSEL, Gönül ÖZGÜR .............................................. 67-82
Derleme Yazılar
-
Bedenden Ruha: Pediatrik Konsültasyon Liyezon Hemşireliği
From Body To Soul: Pediatric Consultation Liaison Nursing
Fatma TAŞ, Seher SARIKAYA KARABUDAK, Bahire BOLIŞIK .............. 83-89
-
Cerrahi Hemşireliğinde Aile Merkezli Yaklaşım
Family-Centered Approach In Perioperative Nursing
Nurten TAŞDEMĐR, Meryem YAVUZ .................................................... 91-99
VII
-
Kan Transfüzyonunda Hemşirenin Dikkat Etmesi Gereken Noktalar
Important Points In Blood Transfusion For Nurse
Filiz ÖĞCE ......................................................................................101-112
-
Menstruasyon Sporcularda Günlük Yaşam Aktivitelerini Nasıl Etkiler?
How Does Menstruation Impact The Activities Of Daily Living Among
Sportswomen?
Güliz ONAT BAYRAM, Aylin AKTAŞ .................................................113-121
Editörden Okura,
Değerli Okuyucularımız,
Okulumuzun dergisinin 2008 yılı ilk sayısını çıkarırken dergimize
gösterilen yoğun ilgi nedeniyle, memnuniyetimizi bildirmek isterim.
Ancak yayın sayısındaki artış hızıyla, derginin basım hızı paralel
gidemediği için, yeni bilgileri aynı hızla ulaştırmamız biraz gecikmiş
oldu. Basım sürecindeki sıkıntılar Üniversitemizde de yaşanmaktadır.
Önümüzdeki sayılarda bu sıkıntıların aşılacağını, kaliteli yayınların en
hızlı şekilde basılacağını ve çağdaş bilgilere meslektaşlarımızın hızla
ulaşacağını ümit ediyorum.
Bu sayıda 6 araştırma ve 4 derleme makale yer almaktadır.
Makalelerin konuları çeşitlilik göstermekte olup, her biri hemşirelik
açısından önemli konulardır. Yeni konuların ele alınacağı makaleleriniz
için ışık tutacağını ümit ederek yazarlarımıza, hakemlerimize ve
okuyucularımıza sevgi ve saygılarımı sunarım.
Prof. Dr. Olcay ÇAM
EDĐTÖR
[email protected]
[email protected]
Đletişim Mail Adresi:
Özen DURAKOĞLU
[email protected]
Posta Adresi: Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu
Yayın Đşleri 35100 Bornova/ĐZMĐR
IX
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 1-14, 2008
HEMŞĐRE VE HEKĐMLERĐN AĞRILI HASTAYA YAKLAŞIMLARINA
ĐLĐŞKĐN HASTALARIN GÖRÜŞLERĐNIN ĐNCELENMESĐ
A STUDY ABOUT PATIENTS’ VIEWS RELATED TO APPROACHES OF THE
NURSES AND DOCTORS TO THE PATIENTS IN PAIN
Prof.Dr. Đsmet EŞER*
Prof.Dr. Leyla KHORSHID*
Öğr.Gör.Dr. Gülşah GÜROL ARSLAN**
*E.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Hemşirelik Esasları AD.
**Celal Bayar Üni.Manisa Sağlık Yüksekokulu
Bu araştırma, 3. Uluslararası ve 10. Ulusal Hemşirelik Kongresinde Poster Bildiri olarak
sunulmuştur 7-10 Eylül 2005, Đzmir AKM
ÖZET
Amaç: Bu araştırma, hemşire ve hekimlerin ağrılı hastaya yaklaşımlarına
ilişkin hastaların görüşlerini ve beklentilerini incelemek amacıyla planlanmış
tanımlayıcı bir çalışmadır.
Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini Temmuz-Eylül 2005
tarihleri arasında Manisa Devlet Hastanesi dahili ve cerrahi servislerinde yatan,
olasılıksız örneklem seçim yöntemiyle belirlenen, araştırmaya katılmayı kabul
eden 117 ağrılı yetişkin hasta oluşturdu. Veriler araştırmacılar tarafından
hazırlanan anket formu ile toplandı. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu
Bilimsel Etik Kurulu ve Manisa Devlet Hastanesi’nden izin alındı.
Çalışmanın istatistiksel analizinde ki-kare testi kullanıldı.
Bulgular ve Sonuç: Hastaların yaş ortalaması 45.1±14.8’dır. Hastaların
%69.2’si kadın %68.4’ü evli, %54.7’si ortaokul veya altı eğitim düzeyindedir.
Hastaların yarısından çoğu (%59.8) cerrahi servisinde yatmaktaydı. Hastaların
yarısından azının (%45.3) ağrısının nedenini bilmediği, %55.6’sında ağrı
kesicilerin bazen etkili olduğu saptandı. Ağrılı hastaların %76.1’i ağrısı
olduğunda hemşirenin, %65.8’i hekimin kendisiyle ilgilendiğini belirtti.
Hastaların yaş gruplarına göre, ağrılarını hekim veya hemşireye sözel
olarak ifade etme oranları arasında anlamlı fark olduğu saptandı (x²=9.29,
p<0.05). Yaş arttıkça bireylerin ağrılarını hekime veya hemşireye söyleyerek
ifade etme oranı da artmaktadır. Hemşirelerin büyük çoğunluğunun ağrısı
olduğunda hastalara ağrı kesici ilaç verdikleri ancak hastaların bunun yanında
hemşirelerden ilaç dışı yöntemler uygulamalarını bekledikleri; hekimlerin de
ağrılı hastalara analjezik verdikleri ve hekimlerin bu yaklaşımının hastaların
beklentisini karşıladığı saptandı.
1
Sonuç olarak, hastaların yaş, cinsiyet, eğitim, ekonomik durum ve ağrı
sıklığının hekim ve hemşirenin yaklaşımını etkilemediği saptandı (p>0.05).
Hekim ve hemşirelerin hastaların ağrılarını dikkate aldıkları bulundu.
Anahtar Kelimeler: Ağrı, hasta, hemşire yaklaşımı, hekim yaklaşımı.
ABSTRACT
Objective: This is a descriptive study that aimed to detect of patients’
views about approaches of the doctors and nurses to the patients in pain.
Methods: The sample of this descriptive study was consist of 117
voluntary adult patients in pain who hospitilized, between the dates of JulySeptember 2005 in internal and surgical clinics of Manisa State Hospital. The data
collected by means of questionnaire developed by the researchers. Approval to
conduct the study was obtained from the hospital, the Ege University Nursing
High School Ethic Committe. In this study descriptive statistics and chi-square test
was used.
Results: Mean age of the patients was 45.1±14.8 years. Most of the
patients (69.2%) were women, 68.4% were married, 54.7% were educated primary
school or lower education level. More than half of the patients (59.8%) were
treated in surgical service. Less than half (45.3%) of the patients didn’t know
cause of their pain and analgesics are sometimes effective on the 55.6% of the
patients. Most of the patients (76.1%) in pain were stated that nurses had
regarded for them and, 65.8% of them expressed that the doctors had regarded
for them.
According to the age groups of the patients it was determined that there
was a significant difference between stating their pain to the nurse or the doctor
(x²=9.29, p<0.05). While the age increases, rate of stating their pain to the nurse
or the doctor also increased.It is determined that most of the nurses gave
analgesics to patients who had pain but the patients expected to application nonpharmacologic metods beside analgesics from nurses; also doctors gave
analgesics to patients who had pain and this approach was respond to patients'
expectation.
Conclusion: it was determined that the age, gender, education and
economical status or frequency of pain did not effect approaches of nurses and
doctors (p>0.05). It was found that, doctors and nurses were regarding for the
patients in pain.
Key Words: Pain, patient, physician approach, nurse approach.
GĐRĐŞ
Evrensel bir deneyim olan ve yüzyıllardır insanoğlunun
açıklamaya çalıştığı ağrı kavramının günümüzde en geçerli tanımını
Uluslararası Ağrı Araştırma Teşkilatı (IASP) yapmıştır. Bu teşkilata göre
ağrı; var olan veya olası doku hasarına eşlik eden veya bu hasar ile
tanımlanabilen, hoşa gitmeyen duygusal ve emosyonel bir deneyimdir
(Miller ve Newton 2006, Aslan 2002, Özer ve Bölükbaş 2001). Ancak
klinik olarak en yararlı tanımı Mc Caffery yapmıştır. Bu tanıma göre;
2
“Ağrı, hastanın söylediği şeydir, eğer söylüyorsa vardır.” (Ferrell ve ark.
1991, Olgun ve Aslan 1998, Yürügen 2001). Etkili ağrı yönetimi
rehberlerinde de hastanın ağrı ifadesinin değerlendirilmesinin önemli
bir kriter olduğu belirtilmektedir (Slack ve Faut-Callahan 1991).
Ağrıyı dindirmek için öncelikle ağrının tanımlanması gerekir. Đyi
bir ağrı kontrolü hastayı rahatlatma ve yaşam kalitesini yükseltmenin
yanı sıra komplikasyon insidansını ve hastanede yatma süresini
azaltmada etkilidir. Bu yönüyle ağrı kontrolü ağrının neden olduğu
maddi kayıpların önlenmesi açısından da önemlidir. Ağrı kontrolünde
ekibin üç önemli üyesi hasta, hemşire ve hekimdir (Özer ve Bölükbaş
2001, McMillan ve ark. 2000). Başarılı ağrı kontrolünde üyelerin her biri
farklı yönlerden katkı sağlar. Hekim, hastanın fiziksel patolojisine göre
ilaç yazar; hemşire, hastanın tedaviye verdiği yanıtları değerlendirir;
ağrılı hasta da ağrının seyri hakkında bilgi verir. Bu nedenle ağrının
farmakolojik kontrolü multidisipliner bir yaklaşım gerektirir (Kocaman
1994).
Ağrı literatürü incelendiğinde, konuyla ilgili çalışmaların,
hastaların ağrı deneyimi ve şiddeti ile ilaçların ağrı kontrolündeki
etkinliğini belirlemede yoğunlaştığı görülmektedir. Oysa hemen herkesin
yaşamı boyunca birçok kez deneyimlediği ve çoğu zaman kendi kendine
gidermeye çalıştığı ağrı sorunu ile başa çıkmak için hastaların hemşire
ve hekimlerden nasıl bir yaklaşım gördükleri ve bu konudaki
beklentilerini gösteren çalışmaların olmadığı görülmektedir.
Çalışma, hemşire ve hekimlerin ağrılı hastaya yaklaşımlarına
ilişkin hastaların görüşlerini incelemek amacıyla planlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Araştırmanın evrenini Temmuz-Eylül 2005 tarihleri arasında
Manisa Devlet Hastanesi dahili ve cerrahi servislerinde yatan hastalar
oluşturdu. Bu hastalardan araştırmaya katılmayı kabul eden 117 ağrılı
yetişkin hasta örneklemi oluşturdu. Verilerin toplanmasında,
sosyodemografik bilgiler ve araştırmacılar tarafından ilgili literatür
doğrultusunda hazırlanmış hastaların ağrılı durumda hemşire ve
hekimlerden gördükleri yaklaşımları ve bu konudaki beklentilerini
içeren soru formu kullanıldı. Veriler araştırmacılar tarafından
hazırlanan anket formu ile toplandı. Çalışmanın istatistiksel analizinde
ki-kare testi kullanıldı.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Hastaların yaş ortalaması 45.1+14.8 olup, %69.2’si kadın (n=81),
%68.4’ü (n=80) evli, %54.7’si (n=64) ortaokul ve altı eğitim düzeyindedir.
Hastaların %59.8’i (n=70) cerrahi servisinde yatmaktaydı.
3
Hastaların yarısına yakınının (%45.3) ağrısının nedenini bilmediği
saptandı. Bunun, hastaların sağlık ekibi üyeleri tarafından hastalıkları
hakkında yeterince bilgilendirilmemelerinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Hastaların %55.6’sında ağrı kesicilerin bazen etkili olduğu
bulundu. Yeterli ağrı kontrolünün sağlanamadığını görülmektedir.
Yetersiz ağrı kontrolü klinik uygulamada yaşanan eski ve yaygın bir
sorundur (Beck ve Falkson 2001). Ağrıları olduğunda hastaların;
%76.1’i hemşirenin, %65.8’i hekimin ilgilendiğini belirtti. Hastaların
ağrısı ile daha çok hemşirelerin ilgilenmesinin, analjezik uygulaması ve
ağrı izleminin hemşirelerin sorumluluğunda olmasından kaynaklandığı
düşünülmektedir.
Tablo 1. Hastaların Ağrı Deneyimleri Đle Ağrı Kontrolüne Đlişkin Hemşire Ve Hekimlerden
Karşılaştıkları Yaklaşımların Dağılımı
Hemşire ve Hekimin Ağrılı Hastaya Yaklaşımı
Hekimi çağırıp, önerdiği ağrı
kesici ilacı veriyor
Ağrılı hastaya
hemşirenin yaklaşımı
Ağrı kesici ilaç veriyor
Ağrıyı değerlendiriyor
Hemşireden ilaç
uygulamasının istiyor
Ağrılı hastaya
Ağrı kesici ilaç veriyor
hekimin yaklaşımı
Ağrıyı değerlendiriyor
Benimle konuşarak
rahatlamamı sağlıyor
Sayı
34
%
29.1
87
33
48
74.4
28.2
50.0
25
12
11
26.0
12.5
11.5
* Birden fazla yanıt verildiğinden yüzdeler her ifade ile ilgili n üzerinden alınmıştır.
Tablo 2. Hastaların Ağrı Deneyimleri Đle Ağrı Kontrolüne Đlişkin Hemşire Ve Hekimlerden
Bekledikleri Yaklaşımların Dağılımı
Ağrılı Hastanın Hemşire ve Hekimden Beklediği
Yaklaşım
Psikolojik destek sağlaması
Hekime haber vererek ilaç
Hastanın ağrısı
vermesi
olduğunda
Ağrının nedenini ortadan
hemşireden
kaldırması
beklediği yaklaşım
Pozisyon değiştirmesi ve
masaj uygulaması
Psikolojik destek sağlaması
Hastanın ağrısı
Đlaç vermesi
olduğunda
Ağrının nedenini ortadan
hekimden beklediği
kaldırması
yaklaşım
Pozisyon değiştirmesi ve
masaj uygulaması
Sayı
%
40
43
34.2
36.8
38
32.5
24
20.5
43
95
56
36.8
81.2
50.4
31
26.5
*Birden fazla yanıt verildiğinden yüzdeler her ifade ile ilgili n üzerinden alınmıştır.
4
Tablo 3. Hastalara Göre Hemşire ve Hekimlerin Ağrılı Hastaya Yaklaşımlarını Etkileyen
Faktörlerin Dağılımı
Hastalara göre;
Kişilik yapısı
Psikolojik durumu
Đş yükü/yorgunluk
Bireysel ağrı deneyimi
Kişilik yapısı
Hekimin ağrılı hastaya
Psikolojik durumu
yaklaşımını etkileyen
Đş yükü/yorgunluk
faktörler
Bireysel ağrı deneyimi
Hemşirenin ağrılı hastaya
yaklaşımını etkileyen
faktörler
Sayı
54
56
74
30
54
56
76
31
%
46.2
47.9
63.2
25.6
46.2
50.4
65.0
26.5
* Birden fazla yanıt verildiğinden yüzdeler her ifade ile ilgili n üzerinden alınmıştır.
Amerikan Ağrı Derneği ve Amerikan Geriatri Derneği ağrı
değerlendirmesinde altın standartlardan birinin, hastanın ağrısını sözel
olarak ifade etmesi olduğunu belirtmektedirler (Herr 2002). Bu
çalışmada, hastaların %52.1’inin (n=61) ağrısını davranışsal,
%47.9’unun (n=56) ise sözel olarak ifade ettikleri bulundu. Chung ve
arkadaşları (1999) çalışmalarında hastaların %46.2’sinin ağrılarını ifade
etmekten çekindiğini, Pederson ve Paran (1999) ise hastaların ağrılarını
sözel olarak ifade ettiklerini saptamışlardır. Hastaların ağrı
değerlendirmesinde en önemli öge olan ağrının sözel olarak ifade
edilmesinden çok davranışsal ifadeleri kullandıkları görülmektedir.
Literatürde belirtildiği gibi hastalar, iyi hasta olma, özellikle kültürel
etkenler ile ağrıya katlanma eğilimi gösterebilmektedir (Kuğuoğlu 2006,
Kocaman 1994, Potter ve Perry 1993).
Hastaların büyük çoğunluğu (%74.4) ağrısı olduğunda hemşirelerin
ağrı kesici ilaç verdiklerini, küçük bir oranı ise ağrıyı değerlendirdiğini
belirtti (Tablo 1). Hemşirelerin ağrı yönetimi konusunda ağrı
değerlendirme gibi bağımsız fonksiyonlarını yerine getirmeyip, bağımlı
fonksiyonlarla sınırlı kaldıkları görülmektedir. Oysa ağrı yönetimi ağrı
değerlendirmesi ile başlar (Kocaman 1994). Hemşirelerin bilgi ve
davranışlarındaki yetersizlikler etkisiz ağrı yönetiminin bir nedeni
olarak gösterilmektedir (Rond ve ark. 2000).
Hastanın ağrısı olduğunda, hekimlerin çoğunluğunun ilaç
uyguladığı, %11.5’inin ise hasta ile konuşarak rahatlamasını sağladığı
saptandı (Tablo 1). Đlaç uygulaması, ağrı kontrolünde hastaların
hekimden bekledikleri bir yaklaşımdı (Tablo 2). Bu durumun hekimin
ilaç istemi verme yetkisine sahip olması ve ilaç dışı yöntemleri pratikte
yaygın olarak kullanmamalarından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Hemşire ve hekimlerin ağrı giderilmesi amacıyla en fazla ilaç verdikleri
görülmektedir (Tablo 1). Hekimlerin ilaç vermesi hastaların hekimlerden
bekledikleri bir yaklaşımdı (Tablo 2). Ancak, hastalar hekim ve
hemşirelerden ağrılarını ortadan kaldırmaları ve psikolojik destek,
masaj, pozisyon değiştirme gibi ilaç dışı ağrı giderme yöntemlerini
5
uygulamalarını da beklemektedir (Tablo 2). Hastaların, hemşire ve
hekimlerden bekledikleri ve karşılaştıkları yaklaşımlar arasında fark
olduğu görülmektedir. Ayrıca, hastaların ağrı nedeninin ortadan
kaldırılması ve ilaç verilmesi konusunda hekimlerden beklentilerinin
hemşirelere göre daha yüksek olması (Tablo 2) hekimin tedavi edici rolü
ile ilişkili olabilir. Özer ve arkadaşları (2006) hemşirelerin %52.5’inin
kliniklerinde ağrılı hastalar için ilaç dışı bir yöntem isteminde
bulunulmadığını ifade ettiklerini saptamışlardır.
Hastalar, hemşire ve hekimlerin ağrıya yaklaşımlarını en fazla
etkileyen faktörün iş yükü/yorgunluk ikincisinin ise psikolojik durum
olduğunu belirttiler (Tablo 3). Sağlık personelinin tükenmişlik sorunu
yaşadığı ve bu durumun hastaya verilen hizmeti etkilediği bilinmektedir
(Çimen 2002, Aslan ve Aslan 1997).
Hastaların yaş grubuna göre, ağrılarını hekime veya hemşireye
sözel olarak ifade etme oranları arasında anlamlı fark olduğu saptandı
(x²=9.29, p<0.05). Yaş arttıkça bireylerin ağrılarını hekime veya
hemşireye sözel olarak ifade etme oranı artmaktadır. Literatürde,
hastanın yaşının ağrı ifadesine etkisine ilişkin farklı sonuçlar yer
almaktadır (Kocaman ve Karayurt 2001, Olgun ve Eti Arslan 1998).
Tablo 4. Hastaların Yaş Grubuna Göre; Hemşire ve Hekimin Ağrı Yaklaşımına Đlişkin
Görüşlerinin Karşılaştırılması
Yanıtlar
Hekim ağrı kesici veriyor
Özellikler
YAŞ
18-29 yaş
30-39 yaş
40-50 yaş
51 ve
üzeri yaş
%
5.4
30.3
25.0
39.3
Test
p
X²: 8.40
Sd: 0.84
.038
Hemşire hekime haber verip
önerdiği ağrı kesici ilacı veriyor
%
Test
P
18-29 yaş
9.3
X²: 8.42
.038
30-39 yaş
23.3
40-50 yaş
20.9 Sd: 1.04
51 ve
46.5
üzeri yaş
Hastaların ağrısı olduğunda hekimin “ağrı kesici vererek’’
ilgilendiğini belirtme oranının daha ileri yaş grubundaki hastalarda
yüksek ve gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu
saptandı (p<0.05) (Tablo 4).
Araştırmada yaş gruplarına göre hastaların ağrısı olduğunda
hemşirenin “hekime haber verip, önerdiği ağrı kesici ilacı vererek”
ilgilendiğini belirtme oranları arasında anlamlı fark olduğu saptandı
(p<0.05) (Tablo 4). Elli bir yaş ve üzeri yaş grubundaki hastalarda
(%46.5) bu oranın daha yüksek olduğu belirlendi. Hemşireler hastanın
ağrı ve konforunu yakından izleyen kişiler olarak doktor ve hasta
arasındaki koordinasyonu sağlamada rol almaktadırlar (Özer ve ark
2006). Bu nedenle, hemşirelerin “hekime haber vererek, önerdiği ağrı
6
kesici ilacı verme” yaklaşımında olduğu, diğer bir deyişle ağrı yönetimi
konusunda hekimi karar verici, hemşirenin ise uygulayıcı olarak rol
aldığı düşünülmektedir.
Tablo 5. Hastaların Ağrı Kesicilerin Etki Etme Durumu ve Ağrı Sürelerine Göre Hemşire
ve Hekimlerin Ağrı Kontrolüne Yaklaşımlarının Karşılaştırılması
Yanıtlar
Özellikler
Ağrı
kesicilerin
etkisi
Ağrı
süresi
Hemşire hekime haber verip,
önerdiği ağrı kesici ilacı veriyor
%
Test
p
Etkili
23.5
Etkisiz
23.5 X²: 14.68
.001
Sd: 0.83
Bazen
52.9
etkili
Akut
44.1
X²: 4.00
.045
Sd: 0.50
Kronik
55.9
Hemşire ağrı kesici ilaç veriyor
Etkili
Etkisiz
Bazen
etkili
Akut
Kronik
%
34.5
4.6
60.9
37.9
62.1
Test
p
X²: 8.13
Sd: 0.94
.017
X²: 4.41
Sd: 0.46
.036
Araştırmada hastaların aldıkları ağrı kesicilerin etkili olma
durumlarına göre hemşirenin “hekime haber verip, önerdiği ağrı kesici
ilacı verdiğini” belirtme oranları arasında anlamlı fark olduğu saptandı
(p<0.05) (Tablo 5). Sonuç olarak aldıkları ağrı kesicilerin bazen etkili
olduğunu belirtenlerde bu oranın (%52.9) daha yüksek olduğu
belirlendi. Özer ve arkadaşları (2006) ile Bağdatlı Aydın (2002)
çalışmalarında, hemşirelerin büyük çoğunluğunun ağrı konusunda
hastanın doktoru ile iletişime geçtiğini belirtmektedir.
Ağrı kesicilerin bazen etkili olduğunu ifade eden hastalardan
hemşirenin “ağrı kesici ilaç vererek ilgilendiği”ni belirtenlerin oranının
(%60.9) diğerlerinden anlamlı düzeyde yüksek olduğu görüldü (p<0.05)
(Tablo 5). Ağrı kesicilerin bazen etkili olduğunu belirten hastalarda bu
sonucun daha yüksek olmasının, bu grupta yeterli ağrı kontrolünün
sağlanamaması nedeniyle analjezik talep etmelerinden kaynaklandığı
düşünülmektedir. Bunun yanı sıra ağrı tedavisinin etkili olmamasının
hekim ve hemşirelerin ağrı değerlendirmesi, psikolojik destek ve diğer
ilaç dışı yöntemleri yeterince kullanmamalarının bir sonucu olduğu
düşünülmektedir. Literatür bilgileri bu tür sorunların yaşandığını
göstermektedir (Faries ve ark. 1991).
Kronik ağrısı olan hastaların çoğunluğunun (%62.1) hemşirelerin
“ağrı kesici ilaç vererek ilgilendikleri”ni belirttikleri görüldü ve gruplar
arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05) (Tablo 5).
Olgun ve Aslan’ın (1998) çalışmasında, hemşire ve hekimlerin büyük
çoğunluğunun beklenen ağrının tedavisinde düzenli aralıklarla analjezik
verilmesini uygun gördükleri saptandı. Bulgular çalışmamızın sonucunu
desteklemektedir.
7
Hastaların ağrı sürelerine göre hemşirenin “hekime haber verip,
önerdiği ağrı kesici ilacı vererek ilgilendiği”ni belirtme oranları arasında
anlamlı fark olduğu saptandı (p<0.05) (Tablo 5). Bu farkın kronik ağrısı
olan hastalardan (%55.9) kaynaklandığını düşünülmektedir.
Ağrı kesicilerin etkili olduğunu belirten hastaların ağrısı olduğunda
hem hekimin hem de hemşirenin yaklaşımında “kişilik yapısı”nın etkili
olduğunu belirtenlerin oranı daha yüksek bulunmuştur. Bu farklar
istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0.05) (Tablo 6). Hemşire ve hekimin
ağrıya karşı tutumu tedavide çok önemlidir (Kocaman 1994). Kourbani
ve arkadaşları (2004) hemşirenin deneyimleri ve empatisinin ağrı
yönetimi bilgisinde etkili olduğu belirtmektedirler. Hastalar ve
hemşireler arasındaki etkileşimi empatinin derecesi etkilemekte ve bu
yaklaşım bakımın yararını etkilemektedir (Kourbani ve ark. 2004).
Hemşirenin ağrıya gösterdiği yaklaşımda “daha önceki bireysel
ağrı deneyimi”nin etkili bir faktör olduğunu düşünen hastalar arasında
eğitim düzeylerine göre anlamlı fark olduğu belirlendi (p<0.05) (Tablo 6).
Bu farkın lise ve üzeri eğitimlilerden (%61.3) kaynaklandığı görülmüştür.
Eğitim düzeyi yüksek olan hastaların ağrı yönetiminde empatinin
etkisinin farkında oldukları düşünülmektedir. Kourbani ve arkadaşları
(2004) çalışmalarında, hemşirelerin ağrı ile ilgili eğitim, ağrı yönetimi
bilgisi arasındaki ilişkinin bireysel ve profesyonel ağrı deneyimleri ve
ağrı yönetimindeki becerileri kadar etkili olduğu belirtilmiştir. Aynı
çalışmada, hemşirelerin bireysel ağrı deneyiminin hastanın tedavisinde
etkili olduğunu, bireysel ağrı deneyiminin tanımlanan pozitif profesyonel
ağrı deneyimi ile ilişkili olduğu saptanmıştır (Kourbani ve ark. 2004).
Her ne kadar bu sonuç hemşirelerin bireysel ağrı deneyimleri ile ilgili
olmasa da hemşirelerin yaklaşımında da bireysel ağrı deneyiminin etkili
bir faktör olduğu yorumunun yapılabileceği düşünülmektedir.
Çalışmada, ağrı kesicilerin etkili olma durumlarına göre ağrısı
olduğunda hekimin “ağrının nedenini ortadan kaldırmasının daha etkili
olacağını” belirtenler arasındaki farkın anlamlı olduğu saptandı (p<0.05)
(Tablo 7). Ağrı kesicilerin bazen etkili olduğunu belirtenlerin oranının
(%61.1) daha yüksek olduğu belirlendi. Bu durum, hastaların semptomatik
tedavi yerine etkenin ortadan kaldırılmasının ağrı kontrolünde daha
etkili olduğunun farkında olduklarını düşündürmektedir. Olgun ve
Aslan’ın (1998) çalışmasında hemşire ve hekimlerin %52.9’unun varolan
ağrının öncelikle nedenini araştırdıkları bulunmuştur.
Hastaların eğitim durumlarına göre, ağrısı olduğunda hekimlerin
“kendisi ile konuşarak rahatlamasını sağlamasının daha etkili olacağını”
belirtme oranları; hemşirenin ne yapmasının daha etkili olacağı
sorulduğunda “pozisyon ve masaj uygulaması”; hekimin ise “psikolojik
destek ve rahatlama tekniklerini kullanmasının daha etkili olduğu”
yanıtını verenlerin oranları arasındaki farkın anlamlı olduğu saptandı
8
(p<0.05) (Tablo 8). Bu bulgular, eğitim düzeyi yüksek olanların ilaç dışı
yöntemlerin farkında olduklarını düşündürmektedir. Đşsever ve
arkadaşları (1998) ile Arslan ve arkadaşlarının (1997) çalışmalarında da
hastaların eğitim düzeyi arttıkça ilaç dışı yöntemleri kullanmanın da arttığı
saptanmıştır. Pederson ve Parran’ın (1999) çalışmalarında da hastaların
büyük bir çoğunluğunun ağrılarını azaltmak için rahatlama teknikleri,
düşleme, masaj gibi ilaç dışı teknikleri kullandıkları belirlenmiştir.
Çalışmada, ağrısı olduğunda hekimin “ilaç vererek ağrıyı gidermesinin
daha etkili olduğu” görüşünün ortaokul ve daha düşük eğitim düzeyine
sahip olanlarda daha yüksek (%87.5) ve gruplar arasındaki farkın
istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı(p<0.05) (Tablo 8). Bu durumun
eğitim düzeyi düşük olan kişiler tarafından ilacın ağrı kontrolünde kısa
sürede etki eden en etkili yöntem olarak görülmesi, hekimin analjezik
yazma yetkisine sahip olduğunun düşünülmesi ve ağrı kontrolünde ilaç
dışı yöntemleri bilmemeleri ile ilgili olduğu düşünülmektedir.
Hastaların ağrı yaşama sıklığına göre, hemşire ve hekimlerin
“bireysel psikolojik durumlarının” ağrılı hastaya yaklaşımlarını etkilediğini
belirtenler arasındaki farkın anlamlı olduğu saptandı (p<0.05) (Tablo 9).
Bu farkın her iki grupta da nadiren ağrı yaşayanlarda daha yüksek
olduğu görüldü. Literatürde ağrının tanımlanması ve ağrı kesicilerin
yönetiminde hemşirenin pozitif tutumunun önemli bir faktör olduğu
belirtilmektedir (Nash ve ark. 1993). Yetersiz bilgi, olumsuz davranışlar
hemşirelerin verdikleri ağrı bakımını etkiler (Özer ve ark. 2006).
Hekimin hastanın ağrısına yaklaşımında “bireysel ağrı deneyimi”nin
etkili bir faktör olduğunu düşünen hastalardan nadiren ağrı
deneyimleyenlerin oranının (%71.0) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
yüksek olduğu saptandı (p<0.05) (Tablo 9). Kourbani ve arkadaşları
(2004) yaptıkları literatür incelemesinde, hemşirelerin ağrıyla ilgili
geçmiş bireysel ve profesyonel deneyimlerinin ağrılı hastaya yaklaşımlarını
etkilediğini belirtmektedirler. Son zamanlardaki çalışmalarda, hemşirelerin
bireysel ağrı deneyiminin onların ağrı yönetimi bilgisinin yetersizliği ile
ilişkili olduğu belirtilmektedir (Kourbani ve ark. 2004).
Yapılan çalışmalarda hemşirelerin ağrı yönetimi ve ağrı problemleri
konusundaki kararlarının hastaların o anki durumunu tanılamaktan
çok, ağrı ile ilgili kendi tutumları ve yanlış algılamalarından etkilendiği
gösterilmiştir (Özer ve ark. 2006).
Hastaların, ağrısı olduğunda hekim veya hemşirenin kendisiyle
ilgilendiğini belirtme oranlarının; yaş, cinsiyet, eğitim, ekonomik durum
ve ağrı sıklığına göre farklılık göstermediği saptandı (p>0.05).
9
Tablo 6. Hastaların Ağrı Kesicilerin Etki Etme Durumuna Göre Hekim Ve Hemşirenin Ağrılı Hastaya Yaklaşımında Etkili Olduğunu
Düşündükleri Faktörün Karşılaştırılması
Yanıtlar
Özellikler
Ağrı
kesicilerin
etkisi
Hekimin kişilik yapısı
%
Test
p
Etkili
50.0
X²: 9.57
.008
Sd: 0.95
Etkisiz
9.3
Bazen
40.7
etkili
Hemşirenin kişilik yapısı
%
Test
p
Etkili
51.9
X²: 11.19 .004
Sd: 0.97
Etkisiz
5.6
Bazen
42.6
etkili
Hemşirenin bireysel ağrı deneyimi
%
Test
Ortaokul ve
38.7
altı
X²: 4.35
Eğitim
durumu Lise ve
Sd: 0.49
üzeri
61.3
p
.030
Tablo 7. Hastaların Ağrı Kesicilerin Etki Etme Durumu ve Ağrı Sürelerine Göre Ağrı Kontrolünde Daha Etkili Olacağını Düşündükleri Hemşire
ve Hekim Yaklaşımlarının Karşılaştırılması
Yanıtlar
Özellikler
Ağrı kesicilerin etkisi
10
Etkili
Etkisiz
Bazen etkili
Hekimin ağrının nedenini ortadan kaldırması
%
Test
31.6
X²: 6.19
7.4
Sd: 0.98
61.1
p
.045
Tablo 8. Hastaların Eğitim Durumuna Göre; Ağrısı Olduğunda Daha Etkili Olacağını Düşündükleri Hemşire ve Hekim Uygulamalarının
Karşılaştırılması
Özellikler
Eğitim durumu
Hemşirenin pozisyon ve masaj uygulaması
%
Test
p
Ortaokul ve altı
37.5
X²: 3.60
.047
Sd: 0.49
Lise ve üzeri
62.5
Hekimin kendisi ile konuşarak rahatlamasını sağlaması
%
Test
p
Ortaokul ve altı
81.8
X²: 3.60
.048
Sd: 0.40
Lise ve üzeri
18.2
Özellikler
Eğitim durumu
Hekimin ilaç vererek ağrıyı gidermesi
%
Test
p
Ortaokul ve altı
58.9
X²: 3.67
.047
Sd: 0.30
Lise ve üzeri
41.1
Hekimin psikolojik destek sağlama tekniklerini kullanması
%
Test
p
Ortaokul ve altı
37.2
X²: 8.39
.007
Sd: 0.50
Lise ve üzeri
62.8
Tablo 9. Hastaların Hastalık Durumu ve Yaşadıkları Ağrı Sıklığına Göre; Hemşire ve Hekimlerin Ağrılarına Yaklaşımlarında Etkili Olduğunu
Düşündükleri Faktörlerin Karşılaştırılması
Yanıtlar
Özellikler
Ağrı Sıklığı
Hemşirenin ağrılı hastaya yaklaşımında
“bireysel psikolojik durumunun etkili
olduğu”nu belirtme
%
Test
p
Sık sık
28.6
X²: 9.85
.003
Nadiren
71.4
Sd: 0.84
Hekimin ağrılı hastaya yaklaşımında “
bireysel psikolojik durumunun etkili
olduğu”nu belirtme
%
Test
p
Sık sık
33.9
X²: 4.54
.041
Nadiren
66.1
Sd: 0.84
Hekimin ağrılı hastaya yaklaşımında
“bireysel ağrı deneyiminin etkili
olduğu”nu belirtme
%
Test
p
Sık sık
29.0
X²: 3.63
.044
Nadiren
71.0
Sd: 0.85
11
SONUÇLAR
Sonuç olarak; hastaların yarısından fazlasının ağrılarını davranışsal
olarak ifade ettikleri saptandı. Hemşirelerin büyük bir çoğunluğunun,
ağrısı olduğunda hastalara ağrı kesici ilaç verdiği, ancak hastaların
ilacın yanı sıra hemşirelerden psikolojik destek, masaj, pozisyon
değiştirme gibi ilaç dışı ağrı giderme yöntemlerini beklediği saptandı.
Hekimlerin de ağrılı hastalara ağrı kesici ilaç verdikleri ve bu yaklaşımın
hastaların beklentisini karşıladığı bunun yanı sıra hastaların
hekimlerden de ilaç dışı yöntemler uygulamalarını bekledikleri görüldü.
Yaş, eğitim, hastalık durumu, ağrı sıklığı, süresi, ağrı kesicilerin
etkisi değişkenlerinin hastaların ağrılı durumda karşılaştıkları
yaklaşımları ve beklentilerini değerlendirmesinde etkili olduğu saptandı.
ÖNERĐLER
Bu verilerin ışığı altında:
·
Hastaların ağrılarını sözel olarak ifade etmeleri için desteklenmesi,
hemşire ve hekimlerin ağrı değerlendirmesinde hastaların davranışsal
ifadelerinin de değerlendirilmesi,
·
Sağlık bakım hizmetlerinin kalitesini yükseltmek için hemşire ve
hekim sayısının hasta sayısına orantılı olarak arttırılmasının sağlanması,
·
Hizmetiçi eğitimin yanı sıra hemşire ve hekimlerin çalışma ortamının
stresini tolere edebilme, uyumlarını arttırabilme ve kişilik gelişimlerini
sağlayabilmeleri için eğitim programlarının planlanması,
·
Hemşire ve hekimlere disiplinlerarası bir organizasyonla ağrıyı
değerlendirme, ağrıyla başa çıkma yöntemleri konusunda hizmetiçi
eğitim verilmesi,
·
Ülkemizde toplumun ağrı kontrolü konusundaki tutumlarının,
ağrıya yaklaşım konusunda hemşire ve hekimlerden beklentilerinin
belirlenmesi amacıyla geniş tabanlı çalışmalara gereksinim olduğu
görüşündeyiz.
KAYNAKLAR
1. Aslan F. E. (2002) Ağrı Değerlendirme Yöntemleri. Cumhuriyet Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 6(1): 9-16.
1. Aslan S. H., Aslan R. O. (1997) Hekimlerde Tükenmede Cinsiyetle Đlişkili Etmenler.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 22(2): 132-136.
12
2. Bağdatlı
Aydın
H.,
(2002)
Hemşirelerin ve
Kanserli Hastaların Ağrı
Değerlendirmelerinin Karşılaştırılması. Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Hemşirelik Programı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
3. Beck SL, Falkson G (2001) prevalance and management of cancer pain in South
africa. Pain oct. 94(1): 75-84.
4. Chung T.K., French P., Chan S. (1999) Patient-related Barriers to Cancer Pain
Managenet in A Palliative Care Setting in Hong Kong. Cancer Nursing, 22(3): 196203.
5. Çimen M. (2002) Maslach Tükenmişlik Ölçeği Sağlık Personeli Türkiye Normlarının
Silahlı Kuvvetler Sağlık Personeli Tükenmişlik Puanları Đle Karşılaştırılmalı Olarak
Đncelenmesi. Toplum ve Hekim, 17(13): 212- 216.
6. Faries J.E., Mills D.S., Philips K.D. et all. (1991) Systematic Pain Records and Their
Impact on Pain Control. Cancer Nursing, 14(6): 306-313.
7. Ferrell B. R., Eberts M. T., McCaffery M., Grant M. (1991) Clinical Decision Making
and Pain. Cancer Nursing, 14(6): 289-297.
8. Herr K. (2002) Pain Assessment in Cognitively Impaired Older Adults. AJN December
102(12): 68.
9. Đşsever H., Aslan F. E., Özyalçın S., ve ark. (1998) Bireylerin Yaşadıkları Bölgeler ve
Ağrı ile baş etme Yöntemleri Arasındaki Đlişki. Ağrı Dergisi, 10(2): 42-60.
10. Kocaman G. (1994) Ağrı: Hemşirelik Yaklaşımları. Saray Tıp Kitabevleri, Đzmir.
11. Kocaman G., Karayurt Ö. (2001) Postoperatif Ağrının Hasta ve Hemşireler Tarafından
Değerlendirilmesi. 3. Ulusal Cerrahi Kongresi, Đstanbul.
12. Kourbani E. P., Tafas C. A., McDonald D. D., et al. (2004) Personal and Professional
Pain Experiences and Pain Management Knowledge Among Greek Nurses.
International Journal of Nursing Studies, 41: 345-354.
13. Kuğuoğlu S. (Editör: Eti Arslan F.) (2006) Ağrı Algısını Etkileyen Faktörler. Ağrı
Doğası ve Kontrolu. Avrupa Tıp Kitapçılık Đstanbul, s: 51-59.
14. Miller C., Newton S. E. (2006) Pain Perception and Expression: The Influence of
Gender, Personal Self-Efficacy, and Lifespan Socialization. Pain Management
Nursing, 7(4): 148-152.
15. Nash R., Edwards H., Nebauer M. (1993) Effect of Attitudes, Subjective Norms and
Perceived Control on Nurses’ Intention to Assess Patients’ Pain. Journal of Advanced
Nursing, 18: 941-947.
16. Olgun N., Aslan F. E. (1998) Hemşire ve Hekimlerin Ağrıya Yaklaşımları. Ağrı Dergisi,
10(1): 32-36.
17. Özer N., Bölükbaş N. (2001) Postoperatif Dönemdeki Hastaların Ağrıyı Tanımlamaları
ve Hemşirelerin Ağrılı Hastalara Yönelik Girişimlerinin Đncelenmesi. Atatürk
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 4(1): 7-17.
18. Özer S., Akyürek B., Başbakkal Z. (2006) Hemşirelerin Ağrı ile Đlgili Bilgi, Davranış ve
Klinik Karar Verme Yeteneklerinin Đncelenmesi. Ağrı, 18(4): 36-43.
19. Pederson C., Paran L. (1999) Pain in Adullt Recipients of Blood or Marrow
Transplant. Cancer Nursing, 22(6): 397-407.
20. Potter P. A., Perry A. G. (1993) Surgical Client:Fundamentals of Nursing-Concepts,
Process and Practice, Third. Edition, St. Louis, Mosby Year Book Inc., s.1182.
13
21. Rond M. E. J., Wit R., Van Dam F. S. A. M., Van Campen B. T. M. et all. (2000) A
Pain Monitoring Program for Nurses: Effects on Nurses’ Pain Knowledge and Attitude.
Journal of Pain and Symptom Management, 19(6): 457-467.
22. Slack J., Faut-Callahan M. (1991) Pain Management. Nursing Clinics of North
America, 26(2): 463-474.
23. Yürügen B. (2001) Ağrı ve Opioid Analjeziklerin Kullanımına Bağlı Olarak Ortaya
Çıkan Komplikasyonlarda Hemşirelik Yaklaşımları. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik
Yüksekokulu Dergisi, 4(1): 1-6.
14
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 15-26, 2008
HEMŞĐRELĐK MESLEĞĐNĐ ALGILAMADA ĐLK KLĐNĐK UYGULAMANIN
ETKĐSĐ
THE EFFECT OF THE FIRST CLINICAL PRACTICE TO THE PERCEPTION
OF NURSING
Prof.Dr. Đsmet EŞER
Prof.Dr. Leyla KHORSHID
Ar.Gör.Dr. Yıldız DENAT
E.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Hemşirelik Esasları AD.
“23-26 Mayıs 2007- 2nd International Nursing Conference in Kosovo” Poster Bildiri
olarak sunulmuştur.
ÖZET
Amaç: Çalışmanın amacı ilk klinik uygulamanın hemşirelik mesleğini
algılamaya etkisini belirlemektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmanın örneklemini Ege Üniversitesi Hemşirelik
Yüksekokulu 2004–2005 öğretim yılında ilk kez klinik uygulamaya çıkan 111
birinci sınıf öğrencisi oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında “Birey Tanıtım
Formu” ile “Hemşirelik Mesleğini Algılama Ölçeği” (HMAÖ) kullanılmıştır. Ölçek
“Mesleki Nitelikler” ve “Mesleki Statü” olmak üzere 2 alt ölçekten oluşmuştur.
Birey Tanıtım Formu ve HMAÖ öğrencilere teorik derslerin sonunda ilk
klinik uygulamaya çıkmadan önce ve klinik uygulama sonunda olmak üzere iki
kez uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; sayı ve yüzdelik dağılımı ile
iki eş arasındaki farkın önemlilik testi kullanılmıştır.
Bulgular ve Sonuç: Çalışmada, HMAÖ toplam puan ortalaması; klinik
uygulama öncesi 86.36 ±10.93 iken, klinik uygulama sonrası 87.97 ± 7.17
olarak saptanmıştır. Öğrencilerin klinik uygulama öncesi ve sonrası HMAÖ
puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır
(p>0.05). Klinik uygulama öncesi ve sonrası ölçeğin “Mesleki Nitelikler” alt ölçek
puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmasına
(p<0.05) karşın “Mesleki Statü” alt ölçek puan ortalamaları arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05).
Çalışma sonucunda ilk klinik uygulamanın hemşirelik mesleğinin mesleki
niteliklerini algılamada etkili olduğu saptanmıştır. Bu doğrultuda öğrencilerin
hemşirelik mesleğini algılamalarının olumlu yönde geliştirilmesi için klinik
eğitimin özenle planlanması, bilgili, deneyimli öğrenciye rol modeli öğretim
elemanlarının rehberlik ve danışmanlığında yürütülmesi önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Hemşirelik, klinik uygulama, hemşireliği algılama.
15
ABSTRACT
Objective: The aim of this study was to identify the effect of the first
clinical practice to the perception of nursing.
Methods: The sample of this study is the 111 students of Ege University
School of Nursing who first clinically practiced in 2004-2005 education year. For
data collection, “Personal Identification Form” and “Perception of Nursing
Professional Scale” (PNPS) is used. Scale has 2 sub-scale: “Professional Qualities”
and “Professional Statute”.
Personal Identification Form and PNPS were applied to the students twice,
once at the end of the theoretical lessons before their clinical practice and at the
end of the clinical practice. The percentages and the Paired-Samples T Test were
used in the analysis of the data.
Results: In this study, it was seen that PNPS total point mean was
87.97±7.17 after the clinical practice while it was 86.36±10.93 before the clinical
practice. There was no statistically meaningful difference between PNPS mean
points of the students before and after the clinical practice (p>0.05). Before and
after the clinical practice, although there was a statistically meaningful difference
between the “Professional Qualities” sub-scale mean points (p<0.05), there was
no statistically meaningful difference between the “Professional Statuts” sub-scale
mean points (p>0.05)
Conclusion: In conclusion, it was assigned that the first clinical practice
affects the perception of professional qualities of nursing. In this sense, in order to
develop the students’ perception of nursing profession positively, it can be
recommended that the clinic training be meticulously planned and provided to the
knowledgeable and experienced students under the quidance and counseling of
role-model teaching staff.
Key Words: Nursing, clinical practice, perception of nursing
GĐRĐŞ
Meslek seçiminde, mesleğe uyum sağlamada ve verimli bir çalışma
yaşamı sürdürmede o mesleğe ilişkin olumlu bir görüş ve tutuma sahip
olmak mesleğin gelişimi açısından önemlidir (Demirkıran ve ark. 2005).
Meslek bilincinin temeli okul yaşamı sırasında atılır, tüm meslek
yaşamı boyunca devam eder ve meslek üyesinin mesleki felsefesinin
kristalleşmesini sağlar (Bilecan ve ark. 2005, Özsoy ve ark 1999, Ulusoy
1992). Öğrencilerin meslek bilinciyle yeterince donanmış olarak çalışma
ortamına atılmaları bu bilincin daha hızlı olgunlaşmasına, profesyonelliğin ve hemşirelik eğitiminin gelişmesine neden olur (Demirkıran ve
ark. 2005, Özsoy ve ark 1999, Ulusoy 1992).
Toplumdaki önyargılarla ve mesleği tanımadan hemşirelik eğitimine
başlayan öğrencilerin okula ilk başladıklarında mesleğe ilişkin tutarlı bir
görüşe sahip olmaları beklenmemektedir (Dereli ve Demir 1998).
Öğrencilerin meslekle ilgili düşünceleri, aldıkları teorik ve uygulamalı
16
eğitimler sonrasında olumlu ya da olumsuz yönde değişebilmektedir
(Erdemir 1997, Karadakovan 1996).
Hemşirelik eğitimi kuramsal ve uygulamalı öğretim ve öğrenimi
kapsar (Kanan ve ark. 1990, Oktay 1989, Özgür ve ark. 1997).
Uygulamalı eğitimin önemli bir bölümünü oluşturan klinik eğitim,
hemşirelik müfredatının da önemli bir parçası (Dunn and Hansford
1997) olup; öğrencilerin hemşirelik mesleğinde varolan değer, tutum,
bilgi ve becerilerin kullanılmasında yeterlilik kazanmasını, öğrencilikten
profesyonelliğe geçmelerini sağlamayı amaçlamaktadır (Atalay ve ark.
1994, Dunn and Hansford 1997, Karaöz 2003, Özcan ve ark. 1997).
Öğrenciler klinik uygulamalar sırasında hemşirelerin sağlık ekibi, hasta
ve ailesi ile ilişkilerini gözlemlerler aynı zamanda klinik hemşireleri,
sağlık ekibi üyeleri, hasta ve ailesi ile iletişim kurar ve onlardan geri
bildirim alırlar. Dolayısıyla öğrenciler daha ilk klinik uygulamalarında
meslekleriyle daha yakından tanışmakta, mesleklerinin sağlık ekibi
içindeki yerini kavramaya başlamakta ve hemşirelik mesleğine yönelik
algılamaları değişebilmektedir (Ulupınar ve Ekizler 1997, Khorshid ve
ark. 1992). Bu nedenle öğrencilerin mesleklerini algılamalarında ilk
klinik deneyimlerinin önemli bir role sahip olduğu düşünülmektedir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışma, ilk klinik uygulamanın hemşirelik mesleğini algılamaya
etkisini belirlemek amacıyla planlanmıştır.
Çalışmanın evrenini ve örneklemini 2004 – 2005 öğretim yılında
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu’nda öğrenim gören ve ilk kez
klinik uygulamaya çıkan 160 birinci sınıf öğrencisinin oluşturması
planlanmış fakat çalışmanın yapıldığı günlerde okula gelen ve
araştırmaya katılmayı kabul eden 111 öğrenci araştırmanın örneklemini
oluşturmuştur.
Verilerin toplanmasında “Birey Tanıtım Formu” ve “Hemşirelik
Mesleğini Algılama Ölçeği” kullanılmıştır. Öğrencilerin hemşirelik mesleğini
algılamalarını ölçmek için Eşer ve arkadaşları (2006) tarafından
geliştirilen
“Hemşirelik
Mesleğini
Algılama
Ölçeği”
(HMAÖ)
kullanılmıştır. Ölçek 5’li likert tipi bir ölçek olup 22 maddeden ve iki alt
ölçekten oluşmaktadır; “Mesleki Nitelikler” ve “Mesleki Statü”. Mesleki
Nitelikler alt boyutu; Hemşirelik yoğun iletişim, fedakarlık gerektiren,
bağımsız uygulamaları olan, bilgiye, beceriye dayalı, doyum verici,
yorucu, stresli, çalışma koşulları ağır, ekip çalışması, teknoloji
kullanımı, problem çözme becerilerinin kullanımını ve yükseköğrenim
gerektiren, bilime dayalı meslektir gibi mesleğin pek çok yönlerini
açıklayan ifadeleri içermektedir. “Mesleki Statü” alt boyutu ise
hemşireliğin diğer sağlık meslekleri arasındaki konumunu, prestijini,
17
toplumdaki yerini içeren ifadelerden oluşmaktadır. Ölçeğin Cronbach
Alpha kat sayısı 0.83 ve alt ölçeklerin Cronbach Alpha kat sayıları ise
“Mesleki Nitelikler” için 0.85, “Mesleki Statü” için 0.79 bulunmuştur.
Ölçeğin en yüksek puanı 110, en düşük puanı 22 olup, “Mesleki
Nitelikler” alt boyutunun (17 madde) en yüksek puanı 85, en düşük
puanı 17, “Mesleki Statü” alt boyutunun en yüksek puanı 25, en düşük
puanı 5’tir. Ölçekten elde edilen toplam puanın yükselmesi meslek
algısının olumlu yönde olduğunu göstermektedir.
Birey Tanıtım Formu ve Hemşirelik Mesleğini Algılama Ölçeği
öğrencilere teorik derslerin sonunda klinik uygulamaya çıkmadan önce
ve klinik uygulama sonunda olmak üzere iki kez uygulanmıştır.
Verilerin değerlendirilmesinde; sayı ve yüzdelik dağılımı ile iki eş
arasındaki farkın önemlilik testi kullanılmıştır.
Araştırmanın yapılabilmesi için Ege Üniversitesi Hemşirelik
Yüksekokulu’ndan ve okulun Etik Kurulu’ndan yazılı, çalışmanın
uygulanması sırasında ise öğrencilerden sözel izin alınmıştır.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Araştırmada öğrencilerin %59.3’üne (111öğrenci) ulaşılmıştır.
Araştırma kapsamına alınan öğrencilere ait tanıtıcı özellikler Tablo 1’de
verilmiştir.
Tablo 1: Öğrencilerin Tanıtıcı Özelliklerine Göre Dağılımı
Öğrencilere Đlişkin Tanıtıcı Özellikler
Yaş
17-20
21-24
Mezun Olduğu Okul
Lise
Anadolu Lisesi
Süper Lise
Uzun Süre Yaşadığı Yer
Köy/Belde
Đlçe
Şehir
Büyük Şehir
Toplam
Sayı
70
41
%
63.1
36.9
35
34
42
31.5
30.6
37.9
18
35
21
37
111
16.2
31.5
18.9
33.3
100
Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 20.14±1.09 olup;
öğrencilerin %63.1’inin 17-20 yaş grubunda, %37.9’unun süper lise
mezunu olduğu saptanmıştır (Tablo 1). Yapılan pek çok çalışmada HYO
öğrencilerinin düz lise mezunu olduğu saptanmış olup (Akbaş ve ark
2003, Atalay 1988, Fadıloğlu ve ark. 1999, Dereli ve Demir 1998, Karaöz
1997, Özsoy ve ark. 1999, Öztürk ve Bahçecik 2003, Torun ve ark 2003,
18
Turgay ve ark. 2005) bizim çalışmamızda öğrencilerin çoğunluğunun
süper lise ve Anadolu Lisesi mezunu olması hemşirelik yüksekokulu
öğrencilerinin niteliğinin olumlu yönde değiştiğini göstermektedir.
Üniversite sınav sisteminin değişmesinin, öğrencilerin üniversite sınavı
puanları açıklandıktan sonra aldıkları puana göre tercih yapmalarının
da bu sonucu etkilediği düşünülmektedir.
Araştırmamızda öğrencilerin %33.3’ünün uzun süre büyük
şehirde yaşadığı saptanmıştır. Benzer çalışmalarda da hemşirelik
yüksekokulu öğrencilerinin uzun süre bir il merkezinde yaşadıkları
görülmektedir (Akbaş ve ark. 2003, Bayık ve ark 1999, Turgay ve ark.
2005).
Tablo 2: Öğrencilerin Ailelerine ĐlişkinTanıtıcı Özelliklerinin Dağılımı
Aileye Đlişkin Tanıtıcı Özellikler
Annenin Eğitim Durumu
Okur yazar ve ilkokul
Ortaokul
Lise ve yüksekokul/fakülte
Babanın Eğitim Durumu
Đlkokul
Ortaokul
Lise ve yüksekokul/fakülte
Ailenin Gelir Düzeyi
Gelir giderden az
Gelir gidere eşit
Gelir giderden fazla
Ailede Sağlık Çalışanı Bulunma Durumu
Var
Yok
Toplam
Sayı
77
15
19
%
69.4
13.5
17.1
50
17
44
45
15.3
39.7
24
81
6
21.6
73.0
5.4
14
97
111
12.6
87.4
100
Araştırmaya katılan öğrencilerin ailelerine ilişkin tanıtıcı özellikleri
incelendiğinde, öğrencilerin %69.4’ünün annesinin, %45’inin babasının
ilkokul mezunu olduğu, %73’ünün gelirinin giderine eşit olduğu, %87.4’
ünün ailesinde sağlık çalışanı bulunmadığı saptanmıştır (Tablo 2).
Çalışmamızda öğrencilerin çoğunun anne ve babalarının ilkokul mezunu
olması yapılan pek çok çalışma ile benzerlik göstermektedir (Akbaş ve
ark. 2003, Atalay 1988, Başer 1995, Bayık ve ark 1999, Kuzulu ve
Koçak 1993, Özsoy ve ark. 1999, Öztürk ve Bahçecik 2003, Turgay ve
ark 2005). Khorshid ve ark. (1992) tarafından yapılan bir çalışmada
öğrencilerin anne ve babalarının eğitim düzeyi düştükçe hemşirelik
mesleğini seçme durumunun yükseldiği saptanmıştır (Khorshid ve ark
1992). Başer’in de belirttiği gibi hemşirelik yüksekokullarında okuyan
öğrencilerin anne ve babalarının eğitim düzeyleri diğer fakülte ve
yüksekokullara göre daha düşüktür. Bu durum 1983’lerden 2001 yılına
kadar neredeyse hiçbir farklılık göstermemiş (Başer 1995, Öztürk ve
19
Bahçecik 2003) olup çalışmanın yapıldığı 2005 yıllında da benzer sonuç
elde edilmiştir.
Çalışmamızda öğrencilerin ailelerinin gelirlerinin giderlerine eşit
olduğu saptanmış olup yapılan çalışmalarda da hemşirelik yüksekokullarındaki öğrencilerin sosyo ekonomik açıdan orta düzeydeki ailelerden
geldikleri saptanmıştır (Bayık ve ark 1999, Dereli ve Demir 1998, Özsoy
ve ark. 1999, Öztürk ve Bahçecik 2003, Turgay ve ark. 2005).
Tablo 3: Öğrencilerin Meslek Seçimine Đlişkin Görüşlerinin Dağılımı
Meslek Seçimi Đle Đlgili Görüşler
Mesleği Đsteyerek Seçme Durumu
Đsteyerek Seçen
Đstemeden Seçen
*Meslek Seçiminde En Çok Etkili Olan Kişi
Bireyin Kendisi
Ailesi
Öğretmenleri
Arkadaşları
Akrabalarım
Sayı
52
59
%
46.8
53.2
41
57
7
4
8
35.1
48.8
5.9
3.4
6.8
*Birden fazla cevap verilmiştir.
Mesleklerin pek çoğunda kişinin başarılı olabilmesi mesleği bilerek
ve isteyerek seçmeleri ile yakından ilişkilidir (Özsoy ve ark. 1999).
Araştırmamıza katılan öğrencilerin de meslek seçimi ile ilgili görüşleri
incelendiğinde öğrencilerin %53.2’sinin mesleği isteyerek seçmediği,
%48.8’inin mesleği seçmesinde ailesinin etkili olduğu, %35.1’inin kendi
isteği ile mesleği seçtiği saptanmıştır (Tablo 3). Öğrencilerin üniversite
sınavında hemşirelik mesleğini tercih sıralamaları incelendiğinde ise
öğrencilerin %48’inin hemşireliği ilk 5 tercih sıralamasına aldığı,
%26’sının ise hemşirelik mesleğini birinci sırada tercih ettiği
saptanmıştır. Çalışma sonucunda öğrencilerin meslek seçiminde aile
dışında sosyal çevrenin çok fazla etkili olmadığı görülmektedir.
Yapılan pek çok benzer çalışmada öğrencilerin çok düşük bir
oranının hemşireliği ilk sıralarda tercih ettikleri, ailelerinin isteği ve
çeşitli zorunlu nedenlerle mesleği tercih ettikleri saptanmıştır (Erdemir
1997, Fadıloğlu ve ark. 1999, Özsoy ve ark. 1999, Öztürk ve Bahçecik
2003, Ulupınar ve Ekizler 1997, Ulusoy 1992). Son yıllarda yapılan
çalışmalarda ise öğrencilerin hemşireliği ilk beş tercih sıralamasına
aldıkları saptanmıştır (Akbaş ve ark. 2003, Bezci ve Bayık 2005,
Demirkıran ve ark. 2005, Öztürk ve Bahçecik 2003). Araştırmamızın
sonuçları son yıllarda yapılan çalışmaları destekler nitelikte olmakla
birlikte çalışmamızda öğrencilerin yarıya yakınının mesleği istemeden
seçmesine rağmen yüksek bir oranının mesleği ilk 5 sırada tercih etmesi
20
çelişkili bir bulgu olarak görülmektedir. Bu durum üniversite sınav
sistemindeki değişiklikler nedeniyle öğrencilerin istemeden de olsa
hemşirelik mesleğini üst sıralarda tercih ettiklerini düşündürmektedir.
Çünkü günümüz sınav sisteminde sınav puanları belirlendikten sonra
öğrencilerden tercih yapmaları istenmekte, öğrenciler de puanlarına
göre meslek tercihinde bulunmaktadırlar.
Tablo 4: Öğrencilerin Okula Başlamadan Önce Mesleğe Đlişkin Düşüncelerine Göre
Dağılımı
Okula Başlamadan Önce Mesleğe Đlişkin Düşünceler
Olumlu
Kısmen Olumsuz
Olumsuz
Toplam
Sayı
40
57
14
111
%
36.0
51.4
12.6
100
Meslek seçiminde, mesleğe uyum sağlamada ve verimli bir çalışma
yaşamı sürdürmede o mesleğe ilişkin olumlu bir görüş ve tutuma sahip
olmak gerekir (Demirkıran ve ark. 2005). Araştırmamızda öğrencilerin
%51.4’ü okula başlamadan önce mesleğe ilişkin düşüncelerinin kısmen
olumsuz olduğunu %36’sı olumlu, %12.6’sı ise olumsuz olduğunu
belirtmiştir.
Hemşirelik mesleğini çeşitli nedenlerle tercih eden öğrenciler
hemşirelik hakkındaki toplumsal imajdan etkilenmektedir (Demirkıran
ve ark. 2005, Dereli ve Demir 1998). Hemşirelik mesleğinin toplumdaki
imajının olumsuz olduğu ve bu olumsuzluğun mesleğe giriş üzerinde
olumsuz etkileri olduğu literatürde vurgulanmaktadır (Özsoy 2000).
Oysaki mesleğe ilişkin olumlu bir görüş ve tutuma sahip olmak bireysel
başarıda önemli olduğu kadar mesleğin gelişimi açısından da önemlidir
(Demirkıran ve ark. 2005).
Yapılan pek çok çalışmada toplumda hemşirelik imajının olumsuz
olarak algılandığı, hemşirelerin mesleklerinin toplumdaki saygınlığını
düşük bulduğu, hemşire öğrencilerin toplumsal imajdan ve önyargılardan
olumsuz yönde etkilendiği, lise öğrencilerinin hemşireliği meslek olarak
seçmek istemedikleri saptanmıştır (Bayık ve ark 1999, Çakmakçı ve
Aycan 2003, Khorshid ve ark. 1992, Özcan ve Özgür 1990, Özsoy 1999,
Tan ve ark 2005, Ulupınar ve Ekizler 1997). Araştırmamıza katılan
öğrencilerin de hemşirelik eğitimine başlamadan önce genel olarak
olumsuz bir görüşe sahip olmalarında hemşireliğin toplumsal imajının
etkisi olabileceği düşünülmektedir.
Hemşirelik eğitiminde klinik eğitimin temel amacı, öğrencilerin,
hemşirelik mesleğinde varolan değer, tutum, bilgi ve becerilerin
kullanılmasında yeterlilik kazanmasını ve öğrencilikten profesyonelliğe
21
geçmelerini sağlamaktır (Atalay ve ark. 1994, Karaöz 2003, Özcan ve
ark. 1997). Öğrenciler ilk klinik uygulamalarında meslekleriyle daha
yakından tanışmakta, mesleklerinin sağlık ekibi içindeki yerini
kavramaya başlamakta ve bunun sonucunda hemşirelik mesleğine
yönelik algılamaları değişebilmektedir (Karadakovan 1996, Khorshid ve
Ulufer 1993).
Tablo 5: Öğrencilerin Uygulamadan Önce ve Sonra Hemşirelik Mesleğini Algılama
Durumlarına Göre Dağılımı ve Karşılaştırılması
Hemşirelik
Mesleğini Algılama
Ölçeği Alt
Boyutları
Meslek Nitelikleri
Mesleki Statü
Algılama Ölçeği
Toplam Puanı
Uygulamadan önce
X
71.60
14.75
86.36
SS
8.79
3.98
10.93
Uygulamadan
sonra
X
73.26
14.71
87.97
SS
4.99
3.95
7.17
t
-2.098
0.129
-1.718
p
0.038
0.898
0.089
Öğrencilerin klinik uygulama öncesi ve sonrası hemşirelik mesleğini
algılama durumları incelendiğinde, öğrencilerin klinik uygulama öncesi
(86.36 ±10.93) ve sonrası (87.97 ± 7.17) Hemşirelik Mesleğini Algılama
Ölçeği toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
fark bulunmamıştır (p>0.05) (Tablo 5).
Öğrencilerin Hemşirelik Mesleğini Algılama Ölçeğinin alt boyutlarına
ilişkin puan ortalamaları incelendiğinde öğrencilerin klinik uygulama
öncesi (71.60±8.79) ve sonrası (73.26 ± 4.99) “Mesleki Nitelikler” alt
boyutu puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
bulunmuştur (p<0.05) (Tablo 5). Bu sonuç öğrencilerin daha ilk klinik
uygulamadan itibaren hemşireliğin mesleki özelliklerini kavramaya
başladıklarını, meslektaşlarını klinik uygulamalar sırasında gözlemleyip
mesleğin özelliklerini değerlendirdiklerini, ilk klinik uygulamanın
mesleğin niteliklerini algılamada etkili olduğunu düşündürmektedir.
Öğrencilerin klinik uygulama öncesi (14.75 ± 3.98) ve sonrası
(14.71±3.95) “Mesleki Statü” alt boyutu puan ortalamaları arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Bu sonuç
ilk klinik uygulamanın öğrencilerin mesleğin statüsünü algılamalarını
olumlu yönde değiştirmede etkili olmadığını düşündürmektedir.
Çalışmamızda öğrencilerin hemşirelik mesleğini oldukça yüksek
düzeyde algıladıkları, klinik uygulamanın öğrencilerin özellikle meslek
niteliklerini algılamalarını etkilediği görülmektedir.
Andersson (1993) tarafından Đsviçre’de bir hemşirelik okulunda
yapılan çalışma sonucunda öğrencilerin hemşireliği geleneksel rollerde
algıladıkları ve algılamaların eğitim periyodu sırasında değişmediği
22
saptanmıştır (Andersson 1993). Ülkemizde birinci sınıf hemşirelik
öğrencileriyle yapılan çalışmalarda öğrencilerin dönem sonunda kendilerini bu mesleğe uygun gördükleri, eğitimleri süresince düşüncelerinin
olumlu yönde değiştiğini ifade ettikleri saptanmıştır (Atalay ve ark 1994,
Bezci ve Bayık 2005, Turgay ve ark 2005). Son sınıf hemşirelik
öğrencileriyle yapılan çalışmalarda da öğrencilerin meslek bilinçlerinin
orta düzeyde olduğu, öğrencilerin hemşireliği meslek olarak algıladıkları,
sınıf ilerledikçe hemşirelik hakkındaki düşüncelerinin olumlu olarak
değiştiği belirlenmiştir (Bezci ve Bayık 2005, Çakmakçı ve Aycan 2003,
Özsoy ve ark. 1999, Turgay ve ark. 2005, Ulusoy 1992). Demirkıran ve
ark. (2005) tarafından SYO ebelik ve hemşirelik bölümü birinci sınıf
öğrencileri ile yapılan çalışmada da ilk klinik uygulamadan sonra
öğrencilerin meslekle ilgili düşüncelerinin olumlu yönde değiştiği
saptanmıştır (Demirkıran ve ark. 2005). Görüldüğü gibi ülkemizde
hemşirelik eğitimi sırasında daha ilk klinik uygulamalardan itibaren
öğrencilerin hemşirelik mesleğini algılamaları olumlu yönde değişim
göstermektedir.
Tablo
6:
Öğrencilerin
Mezun
Olunca
Çalışmayı
Düşündükleri
Alanların
Klinik
Uygulamadan Öncesi ve Sonrasına Göre Dağılımı
Mezun Olunca Çalışması
Düşünülen Alan
Hastanede Hemşire
Hastanede Yönetici Hemşire
Hemşire Okulunda Eğitimci
Hemşirelik Dışında Başka Bir Meslek
Sağlıkla Ilgili Hemşirelik Dışında Bir
Görevde
Uygulamadan önce
Sayı*
%
31
23.3
29
21.8
62
46.6
4
3.1
7
5.2
Uygulamadan
Sayı*
40
26
60
6
8
sonra
%
28.5
18.6
42.8
4.3
5.8
*Birden fazla yanıt verilmiştir.
Araştırmada öğrencilerin klinik uygulamaya çıkmadan önce ve
klinik uygulamaya çıktıktan sonra mezun olduklarında çalışmayı
düşündükleri alan incelendiğinde; öğrencilerin mezun olduktan sonra
en yüksek oranda eğitimci hemşire olmak istedikleri görülmektedir
(Tablo 6). Yapılan pek çok çalışmada da öğrencilerin yüksek oranda
eğitimci/akademisyen ya da yönetici hemşire olmak istedikleri
saptanmıştır (Dereli ve Demir 1998, Öztürk ve Bahçecik 2003). Klinik
uygulama öncesi ve sonrası öğrencilerin daha yüksek oranda eğitimci
olmak istemelerinde toplumsal imajın ve eğitimcileri rol modeli
almalarının etkisi olabileceği düşünülmektedir. Nitekim Atalay ve ark
(1994) tarafından yapılan çalışmada da öğrencilerin %58.4’ünün
öğretim elemanlarını rol modeli aldığı saptanmıştır (Atalay ve ark. 1994).
Çalışmamızda klinik uygulama sonrası eğitimci ve yönetici olarak
çalışmak isteyenlerin oranı azalırken, hastanede hemşire olarak
23
çalışmak isteyen öğrenci oranında artma gözlenmektedir (Tablo 6). Bu
sonuçta, klinik uygulama sırasında bilgi ve becerileri kullanmanın,
başkalarına yardım etmenin, hastayla birebir iletişim kurmanın
öğrenciye verdiği doyumun etkisi olabileceği gibi öğrencilerin klinik
ortamda mesleklerini daha yakından tanımaları ve klinikte çalışan
hemşireleri kendilerine rol modeli almaları da etkili olabilir.
Çalışmamızda ilk klinik uygulamanın mesleki nitelikleri algılamada
etkili olduğu sonucu da göz önüne alındığında klinik hemşirelerinin ve
onların çalışma düzeninin, takındıkları tutum ve davranışların
öğrencilerin mesleği algılamalarında önemli bir yere sahip olduğunu
düşündürmektedir. Tüm bu sonuçlar hemşirelik mesleğini algılama,
mesleği kabullenme ve mesleği geliştirmede eğitimin özellikle de klinik
eğitimin önemini göstermektedir.
ÖNERĐLER
Öğrencilik yıllarından itibaren hemşirelik imgesinin olumlu yönde
geliştirilmesi hemşirelik eğitimcilerinin sorumluluğundadır. Bu doğrultuda
öğrencilerin klinik uygulamalardan olumlu yönde etkilenmelerini sağlamak
için eğitimcilerin, klinik ortamda özellikle yapıcı geribildirimlerle
öğrencileri desteklemeleri, etkin rol modeli olmaları, klinikte çalışan
hemşirelerin etkin rol modeli olma ve öğrenme ortamının yaratılmasında
önemli işlevleri olduğunu göz önünde bulundurarak klinik eğitimi özenle
planlamaları önerilebilir.
KAYNAKLAR
1. Akbaş M, Alparslan N, Öztunç G (2003). Çukurova Üniversitesi Adana Sağlık
Yüksekokulu I. sınıf öğrencilerinin mesleği tercih etme, okula başlama ve devam
etmelerine ilişkin görüşlerinin incelenmesi. I. Uluslar arası ve V. Ulusal Hemşirelik
Eğitimi Kongresi Kitabı, Đstanbul: Özlem Grafik Matbaacılık, 187-190.
2. Andersson E.P (1993). The perspective of student nurses and their perceptions of
professional nursing during the nurse training programme. Journal of Advanced
Nursing, 18, 808-815.
3. Atalay M (1988). Hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinin hemşireliği isteyerek seçip
seçmeme durumları ile okuldaki başarıları arasındaki ilişkinin açıklanması. I. Ulusal
Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu Kitabı, 11-12: Eylül 1986 Đstanbul: Hilal
Matbaacılık, 117-124.
4. Atalay M, Tel H, Altun E, Tel H (1994). Hemşirelik birinci sınıf öğrencilerinin klinik
uygulamada yaşadıklıkları güçlükler ve yardım beklentileri. Hacettepe Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 1: 1, 19-25.
5. Başer G (1995). Hemşirelik yüksekokullarında öğrenim gören öğrencilerin sosyal
özellikleri, okulu tercih sıralamaları ve seçme nedenleri. Hacettepe Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 2: 1, 11-20.
6. Bayık A, Durmuş H, Uysal A (1999). Lise son sınıf kız öğrencilerinin hemşirelik
mesleğini seçme ve bu mesleğe ilişkin görüşlerinin incelenmesi. VII. Ulusal
Hemşirelik Kongresi Kitabı, Erzurum; A.Ü.H.Y.O., 390-394.
24
7. Bezci G, Bayık A (2005). Hemşirelik öğrencilerinin hemşireliği algılamaları. IV. ulusal
hemşirelik öğrencileri kongresi, Ankara: Kök Yayıncılık, 51.
8. Bilecan D, Çakır Z, Demircan H ve ark. (2005). Zonguldak Karaelmas Üniversitesi
Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik son sınıf öğrencilerinin mesleki yeterlilik açısından
kendilerini algılayış düzeylerinin belirlenmesi, IV. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri
Kongresi, Ankara: Kök Yayıncılık, 42.
9. Çakmakçı A, Aycan N (2003). Lise son sınıf öğrencilerinin hemşirelik mesleğine bakış
açıları ile mesleği tercih etme durumları; Manisa örneği. Hemşirelik Forumu, 6: 1, 3342.
10. Demirkıran F., Türk G, Denat Y (2005). Đlk klinik uygulama öğrencilerin mesleklerine
ilişkin görüşlerini etkiler mi? Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Özel
Sayısı.
11. Dereli N, Demir Ü (1998). Hemşirelik yüksekokulu birinci sınıf öğrencilerinin mesleğe
ilişkin düşüncelerinin incelenmesi. Ege Üniversitesi hemşirelik Yüksekokulu Dergisi.,
14: 2, 119-128.
12. Dunn SV, Hansford B (1997). Undergraduate nursing student’s perceptions of their
clinical learning environment. Journal of Advanced Nursing, 25, 1299-1306.
13. Erdemir F (1997). Hemşirelik yüksekokulu 1. sınıf öğrencilerinin hemşirelik
yüksekokulunu tercih etme, okula başlamaya karar verme özellikleri ve okula devam
etmede etkili faktörler. IV. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu Kitabı, Đstanbul:
Çevik Matbaacılık, 322-327.
14. Eşer, Đ., Khorshid, L., Denat, Y. (2006) “Hemşirelik Mesleğini Algılama” Ölçeği
Geçerlik Güvenirlik Çalışması. Çınar Dergisi, 10 (1).
15. Fadılıoğlu Ç, Esen A, Akyol AD (1999). Öğrenci ve mezun hemşirelerin klinik
uygulamalara ilişkin beklentilerinin karşılaştırılması. IV. Ulusal Hemşirelik Eğitimi
Sempozyumu Kitabı (Uluslararası Katılımlı), Đstanbul: Çevik Matbaacılık, 30-36.
16. Kanan N, Aksoy G, Akyolcu N (1990). Đstanbul Üniversitesi Florence Nightingale
Hemşirelik Yüksekokulu 4. sınıf IX-X stajyerlik dönemi öğrencilerinin uygulama
alanlarını seçimlerine ilişkin bir çalışma. II. Ulusal Hemşirelik Kongresi Bildirileri
Kitabı, Đzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 461- 465.
17. Karadakovan A (1996). Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Öğrencilerinin
eğitimin başlangıcında ve mezuniyetten önce meslek seçimi beklentileri ve çalışmak
istedikleri alanlar ile ilgili görüşlerinin incelenmesi. Türk Hemşireliğinde
Yükseköğrenimin 40. Yılı Sempozyumu Kitabı, Đzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 301.
18. Karaöz S (1997). Hemşirelik Esasları dersi alan öğrencilerin klinik uygulamaya ilişkin
değerlendirmeleri. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 1: 1, 23-30.
19. Karaöz, S (2003). Hemşirelikte klinik öğretime genel bir bakış ve etkin klinik öğretim
için öneriler. Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi, 1, 15-21.
20. Khorshid L, Eşer Đ, Demir Ü, Ulufer F, Yıldız T (1992). Lise son sınıf öğrencilerinin
hemşirelik mesleğini tercih etme durumlarının incelenmesi. II. Ulusal Hemşirelik
Sempozyumu Kitabı, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, 831837.
21. Khorshid LK, Ulufer F (1993). Hemşirelik mesleğini seçen öğrenciler hemşireliği ne
kadar biliyor? Ege Üniversitesi Hemşireilk Yüksekokulu Dergisi, 9:3, 21-27.
22. Kuzulu K, Koçak F (1993). H.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu 1. sınıf öğrencilerinin
mesleğe yönelmelerini etkileyen faktörler ve değer sistemleri. III. Hemşirelik Eğitimi
Simpozyumu Kitabı (Uluslar arası Katılımlı), Đstanbul: Đ.Ü. Basımevi ve Film Merkezi,
120-125.
25
23. Oktay S (1989). Öğretimin ve öğretmenin öğrenci tarafından değerlendirilmesi.
Hemşirelik Bülteni, 3: 13, 13-27.
24. Özcan A, Özgür H (1990). Hemşirelerin mesleki benliklerini algılayışları. II. Ulusal
Hemşirelik Kongresi Kitabı, Đzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 226-232.
25. Özcan A, Yazıcı S, Karataş B (1997) Hastane uygulamaları sırasında öğrenci ve
hemşirelerin yaşadıkları anlaşmazlıklar ve çözüm önerileri. III. Hemşirelik Eğitimi
Simpozyumu Kitabı (Uluslar arası Katılımlı), Đstanbul: Đ.Ü. Basımevi ve Film Merkezi,
411-419.
26. Özgür G, Karaaslan A, Kılıç M (1997). Eğitimci hemşirelerin uygulamalı eğitim ile ilgili
görüşleri. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 13: 1-3, 33-44.
27. Özsoy SA (2000). Toplumda hemşirelik imajının belirlenmesi. Ege Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 16: 2-3, 1-19.
28. Özsoy SA, Uysal A, Bayık A, Erefe Đ (1999). Hemşire öğrencilerin mesleğe ilişkin
görüşlerinin ileriye dönük incelenmesi. VII. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı,
Erzurum: A.Ü.H.Y.O., 345-350.
29. Öztürk H, Bahçecik N (2003). Öğrencilerin meslek olarak hemşireliği seçmelerini
etkileyen faktör ve gelecekteki mesleki beklentileri. I. Uluslararası ve V. Ulusal
Hemşirelik Eğitimi Kongresi Kitabı, Đstanbul: Özlem Grafik Matbaacılık, 387-392.
30. Tan M, Zengin E, Oksaş M ve ark. (2005). Üniversite öğrencilerinin hemşireliğe bakış
açıları. IV. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri Kongresi, Ankara: Kök Yayıncılık, 91.
31. Torun S, Alparslan N, Öztunç G (2003). Adana Sağlık Yüksekokulu öğrencilerinin
klinik uygulamalar sırasında yaşadıkları güçlükler ve çözüm önerileri. I. Uluslararası,
V. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Kongresi Kitabı, Đstanbul: Özlem Grafik Matbaacılık,
179-182.
32. Turgay AS, Karaca B, Çeber E, Aydemir G. (2005). Hemşirelik öğrencilerinin mesleği
algılayışları. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 8: 1, 54-62.
33. Ulupınar S, Ekizler H (1997). Hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinin okulları ile ilgili
görüşlerine ilişkin niteliksel bir çalışma. IV. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu
Kitabı, Đstanbul: Çevik Matbaacılık, 188-189.
34. Ulusoy MF (1992). Hemşirelik yüksekokulları son sınıf öğrencilerinin meslek
bilinçlerinin araştırılması. III. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı, Sivas: Esnaf Ofset
Matbaacılık, 24-26.
35. Yavaş G, Erol G, Eravcı A ve ark. (2005). Hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinin
kendilerini diğer üniversite öğrencileri arasında algılayışları. IV. Ulusal Hemşirelik
Öğrencileri Kongresi, Ankara: Kök Yayıncılık, 48.
26
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 27-42, 2008
ANNELERĐN UYGULADIĞI MASAJIN PREMATÜRE VE DÜŞÜK
DOĞUM AĞIRLIKLI BEBEKLERĐN BÜYÜME GELĐŞMESĐNE ETKĐSĐ
THE EFFECT OF MASSAGE ON GROWTH DEVELOPMENT OF
PREMATURE INFANTS AND BABIES WITH LOW BIRTH WEIGHT
Ar.Gör. Seher SARIKAYA KARABUDAK*
Yard.Doç.Dr. Candan ÖZTÜRK**
*E.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD.
** Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Hemşireliği AD.
Sarıkaya S, Öztürk C, Annelerin Uyguladığı Masajın Prematüre Ve Düşük Doğum Ağırlıklı
Bebeklerin Büyüme-Gelişmesine Etkisi, 50. Milli Pediatri, 6. Milli Çocuk Hemşireliği
Kongresi, 8-12 Kasım 2006, Antalya, Sözlü Bildiri (09 Kasım 2006)
ÖZET
Amaç: Bu çalışma, Mayıs 2001-Mayıs 2002 tarihleri arasında, Sağlık
Bakanlığı Aydın Doğumevi Pediatri Servisinde, annelerin uyguladığı masajın
prematüre ve DDA bebeklerin büyüme gelişmesine etkisini ölçmek amacıyla
yarı deneysel olarak planlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Araştırma örneklemini 30 prematüre ve DDA bebek
(15 kontrol grubu, 15 deney grubu) oluşturmuştur. Örnekleme alınan bebekler;
34-36 gestasyon haftasında doğmuş, doğum kiloları 1800-2500gr arasında
olan, doğumdan sonra 15-35 gün içinde doktor kontrollerinin yapılarak sağlıklı,
stabil masaj yapılabilir durumda olduğuna karar verilmiş ve taburcu olmuş,
anne sütüyle beslenen, Apgar Skoru(1. dk) 5 ve üzerinde olan bebeklerdir.
Örnekleme alınan bebeklerin anneleri; en az ilkokul mezunu, herhangi
bir metabolik ya da kronik hastalığa sahip olmayan kadınlardır.
Araştırmada gerekli verileri toplamak amacıyla; Bilgi Toplama Formu,
Eğitim Planı Formu, Masaj Kontrol Formu, Masaj Uygulama Rehberi, Masaj
Đzlem Formu, Ankara Gelişim Tarama Envanteri (AGTE), bebek tartı aleti
kullanılmıştır.
Toplanan veriler Ki-kare ve Mann-Whitney U testleri ile analiz edilmiştir.
Bulgular ve Sonuç: Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin
ortalama kilo alımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardır
(p<0.05). Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin ortalama mental
gelişim puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardır (p<0.05).
Deney grubu bebeklerin ortalama motor gelişim puanları kontrol grubunun
27
puanlarından yüksek bulunsa da fark istatistiksel olarak anlamlı değildir
(p>0.05).
Sonuç olarak, annelerin uyguladığı masaj prematüre ve DDA bebeklerin
büyüme gelişmesine olumlu katkıda bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: “Bebek Masajı”,”Prematüre Bebek”, “Hemşirelik”, “Bakım”
ABSTRACT
Objective: The study has been planned as semi-experimental for the
purpose of measuring the effect of massage applied by mothers on growth
development of premature infants and babies with low birth weight (LBW).
Metods: 30 (15 control, 15 experiment) premature and LBW babies have
constituted the sampling. The babies included in the sampling; are the babies
which were born on the 34-36 gestation week, of which the birth weights were
between 1800-2500 gr, which were discharged upon the doctor controls made
within 15-35 days from birth with the decision of being healthy and in suitable
condition to be massaged, which are fed by mother milk, with Apgar Score (1.min)
5 or above.
The mothers of the babies included in the sampling; are the women who
are at least elementary school graduates who do not possess any metabolic or
chronic diseases.
The collected data are analyzed with Ki-square and Mann-Whitney U tests.
Results: While a statistically meaningful difference is present between the
average weight gains and average mental development points of trial group
babies and control group babies (p<0.05), no meaningful difference has been
found between the average motor development points (p>0.05).
Conclusion: The massage applied by the mothers has a positive
contribution on growth developments of premature and LBW babies.
Key Words: Baby Massage, Premature Baby, Nursing, Care
GĐRĐŞ
Dokunma duyusu, doğum sonrası bebekte, en çabuk gelişen duyu
olması ve bebeğin yaşamının ilk haftalarında çevresiyle iletişimi
sağlaması nedeniyle, beş duyu arasında ayrıcalıklı bir konumdadır
(Bond 2002, Moore 1978). Hem bebeklik hem de tüm yaşam dönemleri
boyunca bireyin dokunma duyusuna olan gereksinimi de yadsınamaz.
Dokunma ya da diğer bir deyişle tensel temas, yenidoğanın
duygusal gelişimine katkıda bulunurken biyolojik gelişimine de destek
sağlamaktadır. Anne farenin dokunmasından yoksun bırakılan yavru
farelerin yaşamlarını kaybettikleri, anne sevgisinden, dokunuşundan
yoksun olan çocuk yuvalarındaki çocukların büyüme ve gelişmelerinin
akranlarına göre geri olduğu, ileri yaşlarda duygusal sorunlar
yaşadıkları ve topluma uyumda güçlük çektikleri bilinmektedir (Ekşi
28
1999, Elias 2000, Kavaklı 1992, Moreno 2006, Uzuner 1998). Annelerin,
bebeklerini çıplak göğüslerine yaslayarak tensel temasta bulunmaları ile
bebeklerin solunum ritimleri düzenli olmakta, apne sayıları azalmaktadır
(American Academy of Pediatrics 1990, Bond 2002). Bu etkiler sadece
gelişigüzel dokunma ile olabilmektedir.
Masaj olarak tanımlanan sistemli dokunma ile nöro-endokrin
sistem uyarılmakta, gelişmeler bu yolla olmaktadır. Katekolamin ve kortizol
yıkımının artması ile stres düzeyinin azalması sonucu, bağışıklığın
güçlenmesi (hastalıklara yakalanmanın azalması), bebeğin büyüme ve
gelişmesinin hız kazanması, nervus vagus’un uyarılması ile, besin
emilimini arttıran insülin, gastrin gibi hormonların salgılanmasının
artarak kilo alımının gerçekleşmesi, yenidoğan masajının bilinen en
yaygın ve önemli etkilerindendir (Elias 2000, Field et al 1986, Field et al
2006, Jump et al 2006, Moreno et al 2006, Scafidi et al 1990, Touch
Research Institute 2007, Uzuner 1998, Vickers et al 2004). Ayrıca,
sistemli dokunma sonrası elektroensefolografi (EEG) ile görüntülenen
artmış beyin dalgaları, masajın mental gelişime katkı sağladığı şeklinde
yorumlanmaktadır (Elias 2006, Touch Research Institute 2007, Uzuner
1998).
Pek çok yararı belirlenen bu sistemli dokunma tekniğinin, her
sağlıklı yenidoğana uygulanması önerilmektedir. Masajın, büyüme gelişme
açısından normal bir yenidoğana göre daha dezavantajlı durumda olan
riskli yenidoğanlar yararına kullanılması, olumlu sonuçlarından
faydalanılması daha büyük önem taşımaktadır.
Riskli yenidoğanlar içinde en büyük çoğunluğu prematüre bebekler
oluşturmaktadır (Nelson 1996, Wong 2000, Wong 2003). Prematüre
bebeklerin büyük çoğunluğu aynı zamanda düşük doğum ağırlıklı (DDA)
bebeklerdir. Prematüre ve DDA bebekler, nörolojik, fiziksel, mental,
motor ve sosyal fonksiyonlar yönünden normal yenidoğan bebeklere
göre daha çok risk taşımaktadırlar (Rice 1979, Wong 2000, Wong 2003).
Pek çok yönden risk taşıyan bu bebeklere yapılacak her işlemin
güvenli olması gerekir. Yapılan araştırmalarda çok erken doğan
bebeklerde bile yapılan masajın fizyolojik ve davranışsal yönlerden
bebeklere bir zarar vermediği, klinik olarak stabil bebeklerde güvenli
olduğu desteklenmiştir (Bond 2002, Burns et al 1994, Taylor 1983,
Touch Research Institute 2007, White Traut 1993).
Masaj çoğu insanın sandığı gibi elleri sadece beden yüzeyinde
gezdirmek değil özel bilgi ve beceri gerektiren bir uygulamadır (Elias
2000). Uzun yıllardır gevşemeyi sağlamada, kas krampları ve anksiyeteyi
azaltmada, uyku bozukluklarında ve ağrıda, fiziksel bozukluğu veya
terminal hastalığı olan bireylerde, beden imajını geliştirmede, hemşire
ve diğer bazı sağlık personeli tarafından uygulanmaktadır (Beyazova
2000, Vickers, Zollman 1999). Çocuklar fizyolojik yapıları, gelişimsel
29
durumları, farmokolojik ve patolojik bakımdan özel uygulama alanlarına
sahip olmaları nedeniyle her sağlık personelinin girişim yapabileceği bir
grup değildir (Freeg 1999). Bebek masajını uygulayacak ve aileye
öğretecek en önemli sağlık personeli, bebek konusunda özel bilgi ve
beceri kazanan pediatri hemşireleridir. ‘’Pediatri hemşiresi çocukların
özelliklerini ve farklılıklarını bilerek, emosyonel ve gelişimsel
gereksinimlerini göz ardı etmeden, aileyi de bakımın ögesi konumuna
getirecek bir sorumluluğu üstlenmiştir’’ (Servonsky, Opas 1987).
Pediatri hemşiresinin; aile savunuculuğu rolü, koruyuculuk rolü, destek
olma/öneri verme rolü, teropatik rolü, koordinasyon oluşturma/
işbirliği kurma rolü, sağlık bakımı planlama rolü gibi pek çok rolünün
yanında sağlık eğitimi gibi önemli bir rolü daha vardır. Sağlığı
geliştirecek optimum sağlık seviyesine ulaşmayı sağlayacak her tür
eğitim aileye pediatri hemşiresi tarafından verilir (Wong 2000).
Konu ile ilgili literatür incelenmesi sonucu; yurtdışında sağlık
profesyonellerinin yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yaptığı
çalışmaların olduğu (Field et al 1986, Field et al 2006, Field et al 1987,
Scafidi et al 1990, Standley 1998, Vickers et al 2004, White- Traut
1993), annelere eğitim verildiği fakat verilen eğitimin sonuçlarının
değerlendirilmesine yönelik (Rice 1979) çok sayıda çalışma olmadığı
saptanmıştır. Bu çalışma ülkemizde, annelerin uyguladığı masajın
prematüre ve DDA yenidoğanların büyüme gelişmesine etkisini inceleyen
ilk çalışmadır.
Buradan yola çıkarak planlanan çalışmanın amacı; annelerin
uyguladığı masajın prematüre ve DDA bebeklerin büyüme gelişmesine
etkisini ölçmektir.
Araştırmanın hipotezleri şunlardır:
H1: Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre
ve DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve
DDA bebeklerin kilo alımları farklıdır.
H2: Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre
ve DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve
DDA bebeklerin mental gelişimleri farklıdır.
H3: Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre
ve DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve
DDA bebeklerin motor gelişimleri farklıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Yarı deneysel olarak planlan bu çalışma Mayıs 2001-Mayıs 2002
tarihleri arasında, Sağlık Bakanlığı Aydın Doğumevi Pediatri Servisinde
yapılmıştır.
30
Pediatri Servisinde 2001 yılında yatan 176 prematüre ve DDA
bebekten 30’u araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Örnekleme
alınan bebeklerin özellikleri;-34-36 gestasyon haftasında doğmuş,
doğum kiloları 1800-2500gr arasında, doğumdan sonra 15-35 gün
içinde doktor kontrollerinin yapılarak sağlıklı, stabil masaj yapılabilir
durumda olduğuna karar verilmiş ve taburcu olmuş, anne sütüyle
beslenen, Apgar Skoru(1. dk) 5 ve üzerinde olan bebeklerdir.
Örnekleme alınan bebeklerin annelerinin özellikleri; en az ilkokul
mezunu, herhangi bir metabolik ya da kronik hastalığa sahip olmayan
kadınlardır. Bebekler çalışma sürecinde herhangi bir hastalık geçirirse,
masaj yapılmasına engel bir durum ortaya çıkarsa, anneler masajı
günde üç kez yapmazsa veya kontrol grubu anneler masajı uygularsa,
bu bebekler ve anneleri çalışmadan çıkarılmıştır. Ailelerden Aydın ilinde
yaşayanlar ve çalışmayı kabul edenler çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya
dolaylı etki edeceği düşünülen; bebeklerin çalışmaya başlamadan önceki
kiloları, anne; yaşları, sosyoekonomik düzeyleri, emzirme deneyimleri
değişkenleri incelenmiş, iki grup arasında anlamlı bir fark
görülmemiştir (p>0,05).
Veri Toplama Araçları:
Araştırmada gerekli verileri toplamak amacıyla; Bilgi Toplama
Formu, Eğitim Planı Formu, Masaj Kontrol Formu, Masaj Uygulama
Rehberi, Masaj Đzlem Formu, Ankara Gelişim Tarama Envanteri (AGTE),
bebek tartı aleti kullanılmıştır.
Anne ve bebek hakkında bilgi toplamak için Bilgi Toplama Formu
kullanılmıştır. Araştırmacı tarafından hazırlanan bu form, toplam 17
sorudan oluşmaktadır. Anneye ait toplanan bilgiler; yaş, eğitim
durumu, emzirme deneyimi, aile tipi, sosyoekonomik düzey, geçirilen
obstetrik komplikasyonlardır. Bebeğe ait toplanan bilgiler ise; doğum
kilosu, gestasyon yaşı, hastanede kalış süresi, çalışmaya başlama günü,
Apgar Skoru’dur (1.dakika)
Annelere bebek masajını öğretmek için verilecek eğitimin
sistematik bir şekilde yapılması amacı ile araştırmacı tarafından Eğitim
Planı Formu geliştirilmiştir. Annelere verilecek eğitimin, maket üzerinde
ve bebek üzerindeki basamakları bu formda açıklanmıştır.
“Bebek Masajına Hazırlık” ve “Bebek Masajı Adımları”ndan oluşan
Masaj Kontrol Formu, annelere masaj öğretilirken araştırmacıya yol
göstermesi amacıyla, araştırmacı tarafından hazırlanmıştır.
Özel bir firmasının annelere bebek masajını öğretmek amacıyla
hazırlattığı “Adım Adım Bebek Masajı” adlı broşür; annelerin masajı
öğrenmelerinde yardımcı olması, öğrendikten sonra evde uygulama
sırasında başvuru kaynağı oluşturması amacıyla, Masaj Uygulama
Rehberi olarak annelere verilmiştir. Masajın önemini, masaja hazırlığı,
31
bebek masajının adımlarını, dikkat edilmesi gereken durumları anlatan
bölümlerden oluşmaktadır.
Annelerin evde uyguladıkları masajın sayısı, yapmadılar ise
yapmama nedenleri gibi sorulardan oluşan Masaj Đzlem Formu annelerin
evdeki 10 günlük masaj süreçleri hakkında bilgi edinmeyi sağlamak
amacıyla araştırmacı tarafından hazırlanmıştır.
Masajın bebeklerin mental, motor gelişimine etkisini ölçmek için
Işık, Sezgin, Erol tarafından geliştirilen Ankara Gelişim Tarama
Envanteri (AGTE) kullanılmıştır. Bu envanterde Dil-Bilişsel (Mental),
Đnce Motor ve Kaba Motor (Motor), Sosyal Beceri Öz Bakım alt
gruplarından oluşan 13 soru bulunmaktadır. Bu çalışmada Dil-Bilişsel
(Mental) alt grubuna ait dört, Đnce Motor ve Kaba Motor (Motor) alt
grubuna ait beş soru kullanılmıştır. Envanterdeki sorular annelere
sorularak puanlanmıştır. Soruya verilen yanıt evet ise 1, hayır ise 0
puan verilmiştir. Sorulara verilen yanıtlar araştırmacı tarafından da
kontrol edilmiş, şüpheli yanıtlar ya da annenin yanıt veremediği
sorularda araştırmacının yanıtı puanlanmıştır. Puan artışı bebeğin
mental, motor gelişiminin iyi olduğunu göstermektedir. 0-3 aylık
dönemde alınabilecek en yüksek mental puan dört, en düşük mental
puan 0 iken en yüksek motor puan beş, en düşük motor puan ise 0 dır.
Tüm bu alt grupların geçerlik güvenirlik çalışmaları yapılmıştır.
Her bir grubun 0-12 aylar için iç tutarlılığı Cronbach Alpha katsayıları
hesaplanarak incelenmiştir (Dil-bilişsel=.93, Đnce Motor=.92, Kaba
Motor=.91). Test-tekrar test güvenirliği Pearson momentler çarpımları
r=.99 olarak bulunmuştur. Çok kullanılan gelişim ölçeklerinden Denver
Gelişim Tarama Envanteri ile AGTE arasındaki ilişkinin yüksek olduğu
belirtilmiş, Bayley Bebekler için Gelişim Ölçeğinin zihinsel ve motor
ölçekleri ile AGTE ilişkisi beş farklı yaş grubunda incelenmiş ve iki araç
arasındaki korelâsyonun anlamlı olduğu bulunmuştur (3–4 ay grubu
için=.79 ) (Işık ve ark 1998).
UNICEF’ in önerdiği manuel kullanımlı Salter marka tartı aleti,
bebeklerin kilolarını ölçmek amacıyla araştırmacı tarafından kullanılmıştır.
Aletin doğru ölçüp ölçmediği çalışmanın başlangıcında ve çalışma
süresince aralıklı olarak kontrol edilmiştir.
Araştırma Basamakları:
Çalışmaya katılmayı kabul eden anneler ve bebekleriyle ilgili
bilgileri içeren Bilgi Toplama Formu hastanede doldurulmaya başlanmıştır.
Deney grubu bebeklerin annelerine Masaj Eğitim Planı Formu
uygulanarak masaj öğretilmiştir. Annelere Masaj Uygulama Rehberi,
bebek yağları araştırmacı tarafından verilmiştir. Çalışmaya başlamadan
önce 34. günde, bebekler evlerinde araştırmacı tarafından tartılmış,
Masaj Đzlem Formu anneye verilerek, ertesi günden itibaren masaja
32
başlanmıştır. Masaj, on gün, günde üç kez, 15 dakika uygulanmıştır.
Telefonla iletişim sürdürülmüştür. On gün masaj uygulamanın
tamamlanmasından sonra 11. günde kiloları tekrar aynı tartıyla
evlerinde ölçülmüştür. AGTE’ ye göre motor, mental gelişimleri
değerlendirilmiştir. Kontrol grubu bebeklere bu süreç boyunca masaj
uygulanmamıştır. Çalışmanın sonunda konrol grubu bebeklerin
annelerine masaj hakkında bilgi verilerek Masaj Uygulama Rehberi
verilmiş, isteyen annelere masaj uygulaması öğretilmiştir.
Toplanan veriler Ki-kare ve Mann-Whitney U testleri ile analiz
edilmiştir.
Araştırma Etiği:
Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Etik Kurulu
tarafından değerlendirilmiş, çalışmanın yapıldığı Sağlık Bakanlığı Aydın
Doğumevinden yazılı izin alınmıştır. Annelere araştırma hakkında bilgi
verilmiş ve katılmak isteyen anneler çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmanın
sonunda konrol grubu bebeklerin annelerine masaj hakkında bilgi
verilerek Masaj Uygulama Rehberi verilmiş, isteyen annelere masaj
uygulaması öğretilmiştir.
BULGULAR
Çalışmaya katılan; deney grubu 15 bebekten, 10’u kız (%66.6), 5’i
erkektir (%33.3). Kontrol grubu 15 bebekten, 9’ u kız (%60), 6’ sı erkektir
(%40). Gruplar arasında, bebeklerin cinsiyetlerine göre dağılımları
açısından anlamlı bir fark yoktur ( p=0.70).
Tablo 1: Prematüre ve DDA Bebeklerin Tanıtıcı Özellikleri (n=30)
Özellikler
Doğum Kilosu
Çalışmaya Başlama Kilosu
Gestasyonel yaşı
Apgar Skoru(1.dk)
Hastanede Kalış Süresi
Deney Grubu
X
Sd
2217
±108
3163
±279
35,06
±0,7
8,00
±0,6
4,80
±2,9
Kontrol Grubu
X
SS
2265
±157
3180
±379
35,26
±0,7
8,20
±0,68
3,07
±3,15
P
0,25
0,55
0,48
0,40
0,07
Bebekler, doğum kiloları, çalışmaya başlama kiloları, gestasyon
yaşları, birinci dakika apgar skorları ve hastanede kalış süreleri
açısından karşılaştırıldığında, bu özellikler açısından deney ve kontrol
grubu bebekler arasında anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır (p>0.05)
(Tablo 1).
Deney grubu bebeklerin annelerinin yaş ortalaması 25.67±4,39,
kontrol grubu bebeklerin annelerin yaş ortalaması 26.87±5,95 dir.
Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin annelerinin yaş
ortalamaları arasında anlamlı bir fark yoktur (p=0.83).
33
Tablo2: Prematüre ve DDA Bebeklerin Annelerinin Tanıtıcı Özellikleri (n=30)
Özellikler
Emzirme Deneyimi
Var
Yok
Eğitim Durumu
Đlkokul
Ortaokul
Lise
Obstetrik Komplikasyon Geçirme Durumu
Var
Yok
Aile Tipi
Çekirdek Aile
Geniş Aile
Deney Grubu
Sayı
Yüzde
Kontrol Grubu
Sayı
Yüzde
7
8
46,6
53,3
10
5
66,6
33,3
12
1
3
80
6,6
13,3
13
0
2
86,6
0
13,0
5
10
33,33
66,66
3
12
20
80
0,40
8
7
53,33
46,66
7
8
46,66
53,33
0,71
p
0,26
Anneler, emzirme deneyimi, obstetrik komplikasyon geçirme
durumu, aile tipi açısından karşılaştırıldığında deney ve kontrol grupları
arasında anlamlı bir fark yoktur (p>0.05). Deney grubu bebeklerin
annelerinin %80’i ilkokul mezunu iken kontrol grubu bebeklerin
annelerinin %86.6’sı ilkokul mezunudur (Tablo 2).
Grafik 1: Prematüre ve DDA Bebeklerin Kilo Farklarının Karşılaştırılması (n=30)
500
480
460
440
Deney Grubu
Kontrol Grubu
420
400
380
Kilo
Farkı
Deney grubu bebekler ve kontrol grubu bebeklerin, uygulama
süreci (on günlük) öncesi ve uygulama süreci sonrası ölçülen kiloları
değerlendirildiğinde; deney grubu bebeklerin ortalama 496,6±71,8 gram,
kontrol grubu bebeklerin ortalama
430±70,2 gram kilo aldıkları
saptanmıştır. Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin
ortalama kilo alımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
vardır (p=0.01) (Grafik 1).
34
Grafik 2: Prematüre ve DDA Bebeklerin Mental Puanlarının Karşılaştırılması (n=30)
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Deney Grubu
Kontrol Grubu
Mental
Puan
Deney grubu bebekler ve kontrol grubu bebeklerin uygulama
sürecinden (on günlük) sonra iki aylık (45 günlük) olduklarında
değerlendirilen AGTE mental puanları; deney grubu bebeklerin ortalama
3,53±0,64 puan, kontrol grubu bebeklerin 2,47±0,74 puan olarak
saptanmıştır. Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin
ortalama mental gelişim puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı
bir fark vardır (p=0.00) (Grafik 2).
Grafik 3: Prematüre ve DDA Bebeklerin Motor Puanlarının Karşılaştırılması (n=30)
3
2,5
2
1,5
Deney Grubu
1
Kontrol Grubu
0,5
0
Motor
Puan
Deney ve kontrol grubu bebeklerin uygulama sürecinden (on
günlük) sonra iki aylık (45 günlük) olduklarında değerlendirilen AGTE
motor puanları; deney grubu bebeklerin ortalama 2,67±0,82 puan
alırlarken kontrol grubu bebeklerin 2,07±0,88 puan olarak
saptanmıştır. Deney grubu bebekler ile kontrol grubu bebeklerin
35
ortalama motor gelişim puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
fark bulunmamıştır (p=0.06) (Grafik 3).
TARTIŞMA
Bebeklere Uygulanan Masajın, Bebeklerin Kiloları Üzerine Etkisi:
Bu çalışmada 34-36 gestasyon haftasında, 1800-2500 gram
arasında doğmuş, anne sütüyle beslenen bebekler çalışmaya alınmıştır.
Tüm aileler düşük sosyoekonomik düzeyden ailelerdir. Anne yaşları
ortalamaları açısından gruplar arasında fark yoktur (p>0,05). Annelerin
emzirme deneyimleri bakımından da fark bulunmamıştır (p>0,05). Bu
kriterler eşleştirilerek bebeğin kilo alımına etki edebileceği düşünülen
dış etkiler ortadan kaldırılmıştır.
Büyüme gelişmenin önemli göstergelerinden biri olan kilo alımı ile
ilgili bulgular; annelerin uyguladığı masaj sonrası bebeklerin, masaj
uygulanmayan bebeklere göre daha fazla kilo aldıklarını göstermiştir
(p<0,05). Masaj uygulanan bebelerin ortalama kilo artışı 496,6 ±71,8
iken masaj uygulanmayan kontrol grubu bebeklerin ortalama kilo artışı
430 ±70,2’ dir (Grafik 1).
Rice’ın (1979) yaptığı bir çalışmada 15 preterm bebeğe annelerin
uyguladığı masaj (15 dk, günde 4 kez, bir ay ), bebekler taburcu edilip
eve ulaştıklarında başlamış (ortalama yoğun bakım kalış süreleri 45
gün) ve bebekler 4 aylık olduklarında pediatrist, psikolog, pediatri
hemşiresi tarafından kontrol edilmiştir. Masaj uygulanan deney grubu
bebeklerin masaj uygulanmayan kontrol grubu bebeklerden daha fazla
kilo aldıkları istatistiksel olarak gösterilmiştir (Rice 1979).
Field ve arkadaşlarının (1986) yaptığı bir çalışmada 20 prematüre
bebeğe araştırmacı tarafından masaj (15 dk, günde 3 kez, 10 gün)
uygulanmıştır. Bebeklerin ortalama gestasyon yaşları 31 hafta, doğum
kiloları 1280 gr, çalışmaya başlamadan önceki yoğun bakımda kalış
süresi 20 gündür. Bu çalışmada deney grubu günlük ortalama %47
daha fazla kilo kazanmıştır (Field et al 1986).
Field ve arkadaşlarının (1987) yaptığı diğer bir çalışmada, masaj
uygulaması bittikten altı ay sonra ölçümler tekrarlanmış ve deney
grubu bebeklerin kilo alımının daha iyi sürdüğü belirtilmiştir (Field et al
1987).
Scafidi ve arkadaşlarının (1990) yaptığı bir çalışma sonucunda;
ortalama gestasyon yaşları 30 hafta, ortalama doğum kiloları 1176gr,
yenidoğan yoğun bakım ünitesindeki kalış süresi 14 gün olan 20
prematüreden oluşan deney grubu bebeklere günde üç kez, 15 dakika,
10 gün masaj uygulanmıştır. Deney grubu bebeklerin kilo alımları,
kontrol grubundan, günlük %21 daha fazla bulunmuştur (Scafidi et al
1990).
36
Standley’in (1998) müzik ve masajı bir arada uyguladığı
çalışmada, deney grubu prematüre bebeklerin kilo alımını kontrol
grubundan daha fazla olduğu gösterilmiştir (Standley 1998).
Vickers ve arkadaşları (2004) litaretürü incelemiş ve yapılan
çalışmalarda 37 haftadan erken, 2500 gr dan az doğan preterm
bebeklere masaj uygulamasının, bebeklerin kilo alımlarını günlük
ortalama 5.1 gr arttırdığı, 4-6 aylardaki kilo alımlarının da olumlu
etkilendiği belirtilmiştir (Vickers et al 2004).
Son olarak Field ve arkadaşları (2006) hafif şiddette basınçlı
masajla orta şiddette basınçlı masajın bebeklerin kilo alımlarına etkini
değerlendirmiştir. Ortalama 30 haftalık 68 prematüre bebek iki gruba
ayrılmış, günde 3 kez, 5 gün, 15 dk. masaj uygulanmış ve orta basınçta
uygulanan masajın kilo alımlarında anlamlı fark yarattığı saptanmıştır
(Field et al 2006).
Masajın stres düzeyini azaltmadaki etkisi, bebeğin büyüme
gelişme hızının artması üzerinde etkili olmaktadır (Touch Research
Institute 1997, Touch Research Institute 2007, Uzuner 1998). Ayrıca
farelere uygulanan dokunmanın büyüme hormonunu arttırdığı
belirtilmiştir (Touch Research Institute 1997). Dokunma yoluyla olan
büyüme hormonundaki bu artış, benzer mekanizmalara sahip
bebeklerde de ortaya çıkabilir.
Masaj uygulanan bebeklerin insülin ve gastrin hormonlarının
arttığı görülmüştür. Gastrin ve insülin, besinlerin absorbsiyonunu
sağlayan ve vagal yolla kontrol edilen hormonlardır. Uygulanan masajın
vagal aktiviteyi arttırması sonucu, besin absorbsiyonu arttıran gastrin
ve insülin hormonları seviyesinde artış gözlenmiştir (Touch Research
Institute 1997, Uzuner 1998). Bu durumda, bebeklere aynı miktar besin
verilse de masaj uygulanan bebekler daha fazla kilo almaktadırlar (Field
et al 1986). Çalışmada ortaya çıkan deney grubu bebeklerin kilo alımındaki
farkın, bu mekanizmalar yoluyla ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Elde ettiğimiz sonuçlar doğrultusunda; anneleri tarafından masaj
uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebekler ile masaj
uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin kilo alımları
farklı bulunarak hipotez 1 kabul edilmiştir.
Bebeklere Uygulanan Masajın, Bebeklerin Mental Gelişimleri
Üzerine Etkisi:
Araştırmada, masaj uygulanan bebeklerin mental gelişimleri,
masaj uygulanmayan bebeklere göre çok daha iyi bulunmuştur
(p<0,05). Masaj bebeklerin mental gelişimlerini olumlu yönde
etkilemektedir (Grafik 2).
Field (1987) ve Rice’ ın (1979) çalışmalarında masaj uygulanan
deney grubu bebeklerin mental gelişim puanları, masaj uygulanmayan
37
kontrol grubu bebeklerden anlamlı olarak yüksek saptanmıştır (Field et
al 1987, Rice 1979).
Masajın bebeklerin mental gelişimine etki
değerlendiren çalışmalar literatürde bulunamamıştır.
mekanizmasını
Bunun yanında bebeklerin tüm büyüme gelişme alt alanlarında
olduğu gibi mental gelişlerinde de annesiyle olan etkileşimi,
yakınlaşmasının önemi çok büyüktür (Ekşi 1999). Dokunma ve göz göze
iletişim anne bebek yakınlaşmasını arttırıcı faktörlerdendir. Çalışmada
kullanılan masaj tekniği içerisinde tensel temasın sağlanması , göz
göze iletişimin kurulması ve bebekle konuşma gibi aktiviteler yer
almaktadır. Böylece bebek etkileşimi arttırılmakta ve bebeğin mental
gelişiminin hız kazanmasına yardımcı olunmaktadır. Tüm bunların
deney grubu bebeklerin mental puanlarının daha yüksek bulunmasını
sağladığı düşünülmektedir.
Elde ettiğimiz sonuçlar doğrultusunda; anneleri tarafından masaj
uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebekler ile masaj
uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin mental
gelişimleri farklı bulunarak hipotez 2 kabul edilmiştir.
Bebeklere Uygulanan Masajın, Bebeklerin Motor Gelişimleri
Üzerine Etkisi:
Çalışmamızda annelerin uyguladığı masajın bebeklerin motor
gelişimleri üzerine anlamlı bir etki etmediği saptanmıştır. Masaj
uygulanan bebekler ile uygulanmayan bebeklerin motor gelişimleri
arasında, anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Đstatistiksel olarak
anlamlı bir fark bulunmamasına rağmen deney grubu bebeklerin motor
gelişim puanları, kontrol grubu bebeklerin motor gelişim puanından
daha yüksek bulunmuştur (Grafik 3).
Masaj ve prematüre bebeklerin motor gelişimleri arasındaki
ilişkinin incelendiği çalışmalardan biri olan Field
ve
arkadaşlarının
(1986) çalışmasında; prematüre ve DDA bebeklere masaj uygulanmış
Brazelton Yenidoğan Davranış Skalasına göre motor gelişimleri
değerlendirilmiştir. Masaj uygulanan bebeklerin motor gelişimlerinin
masaj uygulanmayan bebeklerden daha iyi olduğu gösterilmiştir (Field
et al 1986).
Field’ın ve arkadaşlarının (1987) bir başka çalışmasında, Bayley
Bebekler için Gelişim Ölçeğiyle, masaj uygulaması bittikten altı ay sonra
motor gelişim değerlendirmesi yapılmış ve masaj uygulanan prematüre
ve DDA bebeklerin daha iyi motor gelişim gösterdikleri belirtilmiştir
(Field et al 1987).
Bu iki çalışmanın tersine Rice (1979), annelerin uyguladığı
masajın prematüre bebeklerin motor gelişimlerine anlamlı etki
etmediğini saptamıştır. Dördüncü ayda Bayley Bebekler için Gelişim
38
Ölçeği kullanılarak değerlendirilen deney grubu bebeklerin motor
gelişimleri ile kontrol grubu bebeklerin motor gelişimleri arasında
anlamlı bir fark görülmemiştir (Rice 1979).
Motor gelişim; nöromüsküler gelişim, kavrama ve mental gelişim
ile yakın ilişki içerisinde gelişir (Kavaklı 1992). Masaj yardımıyla
bebeklerin mental gelişimlerinde ortaya çıkan olumlu gelişmenin, motor
gelişimi olumlu yönde etkileyebileceği düşünülebilir.
Masaj sayesinde meydana gelen etki ile stres hormonlarının
azaltılması ve böylece büyüme gelişmenin hız kazanması, kilo alımının
artması, solunum ve dolaşımın düzene girmesi, kas gelişiminin
hızlanması gibi etkiler sonucunda bebek daha hareketli bir hal alır ve
motor gelişiminde bir ilerleme görülebilir. Çalışmamızda da deney grubu
bebeklerin motor gelişim puanları kontrol grubundan yüksek
bulunmuştur ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı bir fark değildir.
Field’ın (1987) çalışmasında, Bayley Bebekler için Gelişim Ölçeği
kullanarak yaptığı motor gelişim değerlendirmesi altıncı ayda yapılmıştır
(Field et al 1987). Aynı ölçek kullanılan Rice’ ın çalışmasında ise
dördüncü ayda yapılmıştır (Rice 1979). Bizim çalışmamızda motor
gelişim ikinci ayda AGTE ile değerlendirilmiştir. Field (1987) ve Rice’ ın
(1979) çalışmalarında kullanılan Bayley Bebekler için Gelişim Ölçeğinin
bizim çalışmamızda kullanılan Ankara Gelişim Envanteriyle arasında
anlamlı bir korelasyon vardır (Işık ve ark 1998).
Benzer ölçekler kullanılarak yapılan Field, Rice ve bu
araştırmadan sadece Field’ın çalışmasında motor gelişim, deney
grubunda anlamlı olarak fazla çıkmıştır. Bu üç çalışmadan; bizim
çalışmamız ve Rice’ın çalışması ile Field’ ın çalışması arasındaki
farklılığın nedeni, masajın motor gelişim üzerine olan etkisinin farklı
aylarda değerlendirilmiş olması olabilir.
Çalışmamızdan elde ettiğimiz bulgular sonucunda; anneleri
tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve DDA bebekler
ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA bebeklerin
motor gelişimleri farklı bulunmayarak hipotez 3 reddedilmiştir.
SONUÇ VE ÖNERĐLER
Bu çalışmanın sonuçları şöyledir:
Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve
DDA bebeklerin kilo alımları, masaj uygulanmayan kontrol grubu
prematüre ve DDA bebeklerin kilo alımlarından fazla bulunarak hipotez
1 kabul edilmiştir.
Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve
DDA bebeklerin mental gelişim puanları, masaj uygulanmayan kontrol
39
grubu prematüre ve DDA bebeklerin mental gelişim puanlarından fazla
bulunarak hipotez 2 kabul edilmiştir.
Anneleri tarafından masaj uygulanan deney grubu prematüre ve
DDA bebekler ile masaj uygulanmayan kontrol grubu prematüre ve DDA
bebeklerin motor gelişim puanları farklı bulunmayarak hipotez 3
reddedilmiştir.
Pediatri servislerinde çalışan hemşirelere yönelik bazı öneriler
şunlardır:
·
Günde üç kez, 15 dakika uygulanan masajın, 10 gün gibi kısa bir
sürede prematüre ve DDA bebeklerin büyüme gelişmesini iyi yönde
etkilediği gösterilmiştir. Erken dönemde yoğun bakım ünitelerinde ve
pediatri servislerinde masajın başlatılarak, taburcu olmadan önce
pediatri hemşiresi tarafından ailelere de öğretilmelidir.
·
Çalışmada, annelerin eğitimi sırasında kullanılan masaj broşürleri,
bebek maketi gibi araçlarla yapılan eğitim etkili olmuş, anneler kısa
sürede masajı öğrenebilmiştir. Anneye eve yanında götürebileceği
masaj broşürleri ya da el kitapçığı verilmesi uygulamanın
unutulmasını önlemiştir. Masajın, hemşireler tarafından annelere
öğretilebilmesi için aynı araçlardan yararlanılabilir, annelere masaj
broşürü yada el kitapçığı verilebilir.
·
Çalışma sırasında masajı yapmayan anneler olmuştur. Kanıta dayalı
hemşirelik çerçevesinde, annelerle bu çalışmanın sonuçları
paylaşılarak masaja verilen önem arttırılabilir.
·
Masaj konusunda eğitimli pediatri hemşireleri tarafından ebe, halk
sağlığı hemşiresi, kadın sağlığı hastalıkları hemşiresi gibi anne ve
bebekle klinikte ve sahada birlikte olabilen sağlık personeli de
eğitilerek multidisipliner ekip yaklaşımıyla masajın devamlılığı
sağlanabilir.
Araştırmacılar için bazı öneriler şunlardır:
·
Yapılan kilo, mental gelişim, motor gelişim değerlendirmeleri daha
sonraki aylarda (altıncı aydan sonra) yeniden değerlendirilerek masajın
bebeklerin büyüme gelişmesine uzun süreli etkileri araştırılabilir.
·
Erişkin eğitiminin temellerinden olan yaparak öğrenme en kısa
sürede becerinin kazanılmasını sağlamıştır. Diğer çalışmalarda;
eğitim için ayrı bir eğitim odası sağlanarak ve bu çalışmada
planlanmasına rağmen kullanılamayan videokaset kullanılarak
yapılacak eğitimlerin etkinliği değerlendirilebilir.
·
Bu araştırma sırasında ziyarete gidilen bölgeleri tanıyan, uzman bir
halk sağlığı hemşiresinden ve bir ebeden destek alınmıştır. Bu ekip
çalışmasından çok olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Ailelerle güven
40
ilişkisi geliştirme, evlerin kolaylıkla bulunmasının sağlanması gibi
yönlerden önemli kolaylıklar elde edilmiştir. Bu nedenle ileride
yapılacak araştırmalarda multidisipliner çalışmalar planlanabilir.
·
Yapılan çalışma daha büyük örneklemle tekrarlanabilir.
KAYNAKLAR
1. American Academy of Pediatrics (1990), Kangroo Baby Care: Just a Nice Experience
or An Đmportant Advence for Preterm?, Pediatrics; 85, 604-605.
2. Beyazova N (Ed) (2000), Gökçe Kutsal Y., Fiziksel Tıp ve Rehabilitaston, Cilt1, Güneş
Kitabevi, Ankara, 842-53.
3. Bond C (2002), Positive Touch And Massage Đn The Unit: A British Approach, Semin
Neonatol; 7, 477-86.
4. Burns K,et al (1994), Infant Stimulatıon: Modification of An Intervention Based on
Physiologic and Behavioral Cues, JOGNN; 23(7), 581-88.
5. Ekşi A (Ed) (1999), Ben Hasta Değilim: Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal
Yönü, Nobel Kitabevi, Đzmir, 17-21.
6. Elias M (2000), Touch Therapy-A hands on Approach to Promote Health,
www.longevity101.com
7. Field T, et al (1986), Tactile Kinestetic Stimulatıon Effects on Preterm Neonates,
Pediatrics; 77, 654-58.
8. Field T, et al (2006), Moderate Versus Light Pressure Massage Therapy Leads To
Greater Weight Gain in Preterm Infants, Infant Behavior & Development: V: 29, 57478.
9. Field T,et al (1987), Massage of
Preterm Newborns to Improve Growth and
Development, Pediatric Nursing; V: 13, N: 6, 385-87.
10. Freeg V.D (1999), What Makes Pediatric Nursing So Special?, Pediatric Nursing; SepOct, V: 25,Issue: 5, 468.
11. Işık S, Sezgin N, Erol N (1998), Ankara Gelişim Tarama Envanteri, Genişletilmiş 2.
Basım, Ankara.
12. Jump V.K, Fargo J.D, Akers J.F (2006), Impact Of Massage Therapy On Health
Outcomes Among Orphaned Infants in Ecuador, Family & Community Health; V:29,
N: 4, 314-19.
13. Kavaklı A (1992), Çocukluk Yaşlarında
Đstanbul.
Büyüme ve Gelişme, Hilal Matbaacılık,
14. Moore M.L (1978), Realities in Childbearing, Sounders Company: 479-82.
15. Moreno A.J, Posada G.E, Goldyn D. T (2006), Presence and Quality of Touch
Influence Coregulation in Mother- Infant Dyads, Infancy; V: 9(1), 1-20.
16. Nelson W (1996), Nelson Textbook of Pediatrics, 15.th ed, Sounders Com.
17. Rice R (1979), The Effects of The Rice Infant Sensoriomotor Stimulation Thretment on
the Development of High Risk Infants, Birth Defects: Orginal Article Series; V: 15,N:
7, 7-26.
18. Scafidi F, et al (1990), Massage Stimulates Growth in Preterm Infants: A replication,
Infant Behavior and Development; V: 13, 167-188.
41
19. Servonsky J, Opas S (1987), Nursing Management of Children, Jones and Bartlett
Publishers; 8.
20. Standley J.M (1998), The Effects of Music and Multimodal Stimulation on Responses
of Prematüre Infants In Neonatal Intensive Care, Pediatric Nursing, Vol.24,No.6,
November-December, 532-38.
21. Taylor P.S(1983), Massage in A Special Care Nursery, The Australian Nurses Journal;
V: 12, N: 7, 42-45.
22. Touch Research Institute (1997), Touch Research Institute Studies,PR Newswirel.
23. Touch Research Institute (Erişim 2007), Research at TRI, http://www6.miami.edu
/touch-research/research.htm
24. Uzuner Y.Y(1998), Dokunmanın Önemi, Hemşirelik Forumu; 1(6), 245-51.
25. Vickers A, et al (2004), Massage for Promoting Growth and Development of Pretem
and Low Birth Weight Đnfants, Cochrane Database of Systematic Reviews 2007 Issue
3, -HD-(2): CD: 000390, http://www.mrw.interscience.wiley.com/cochrane/clsysrev/
articles/CD000390/frame.html.
26. Vickers A, Zollman C (1999), Massage Therapies, British Medical Journal; Issue:
7219, 1254.
27. White-Traut R (1993), Patterns of Physiolojic and Behavioral Response
Intermediate Care Preterm Infants to Intervention, Pediatric Nursing; 19, 625-29.
of
28. Wong D.L, et al (2000), Wong’s Essentials of Pediatric Nursing, Sixth Ed., Mosby.
29. Wong D.L. (2003), Wong’s Nursing Care of Đnfants
Mosby.
42
and Children, Seventh Ed.,
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 43-56, 2008
HEMŞĐRELĐK YÜKSEKOKULUNDAKĐ ÖĞRENCĐLERĐN HEMŞĐRELĐK
MESLEĞĐ VE EĞĐTĐMĐ ĐLE ĐLGĐLĐ GÖRÜŞ VE BEKLENTĐLERĐ
SCHOOL OF NURSING STUDENTS’ VIEWS AND EXPECTATIONS
RELATED TO NURSING PROFESSION AND EDUCATION
Hemşire Semra ÜNLÜ*
Yrd.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR**
Arş.Gör. Aysun BABACAN GÜMÜŞ**
*E.Ü.
**E.
Tıp Fakültesi Hastanesi.
Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği AD.
6. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri Kongresi’nde sunulmuştur.
ÖZET
Amaç: Bu araştırma, Hemşirelik Yüksekokulu (HYO) öğrencilerinin
hemşirelik mesleği ve eğitimi ile ilgili görüş ve beklentilerini belirlemek amacıyla
yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini, 2005-2006 öğretim yılında,
Ege Üniversitesi HYO’da öğrenim gören 150 öğrenci oluşturmuştur. Veriler,
araştırmacılar tarafından geliştirilmiş anket formu ile toplanmıştır. Verilerin
değerlendirilmesinde sayı ve yüzde dağılımı kullanılmıştır.
Bulgular ve Sonuç: Öğrencilerin %98,7’si kız, %53.3’ü Anadolu/süper
lise mezunudur. %56’sı kendi isteğiyle, %42.7’si “iş bulma kolaylığı” nedeniyle
HYO’yu seçmiştir. Öğrencilerin %56.8’inin teorik eğitimi, %42.1’inin ders
uygulamalarını, %13.7’sinin psikososyal yönden okul yaşantısını yetersiz bulduğu
saptanmıştır. Öğrencilerin %44’ünün toplumun hemşirelik mesleği hakkındaki
görüşlerinden olumsuz olarak etkilendiği, %51.3’ünün hemşireliğin bağımsız
işlevlerinin artmasıyla saygınlığının artacağını düşündüğü belirlenmiştir.
Elde edilen bulgulara göre, Hemşirelik Yüksekokullarında teorik ve pratik
eğitimi bütünleştiren eğitim modellerinin uygulanması ve hemşireliğin saygın ve
profesyonel bir kimlik kazanması için gerekli girişimlerde bulunulması
önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hemşirelik öğrencileri, meslek, eğitim, görüş, beklenti
ABSTRACT
Objective: This research was done in order to determine the School of
Nursing (SN) students’ views and expectations related to nursing profession and
education.
Methods: The sample of the research consisted of 150 students of Ege
University SN in the academic year 2005-2006. Data was gathered with the
43
questionnaire form developed by researchers. In the assessment of the data;
number and percent distribution were used.
Results: 98.7% of students are girls, 53.3% of them had graduated from
Anatolia/Super High School. 56% of students were voluntarily, 42.7% of them
because of easiness of finding job had chosen SN. It was determined that 56.8%
of students found theoretical education, 42.1% of them found lessen applications
and 13.7% of them found school life in terms of psychosocially inadequate. It was
determined that 44% of students affected negatively from the society’s point of
view about nursing profession. 51.3% of them thought that esteem of nursing
would increase with the increase of independent functions of nursing.
Conclusion: According to findings, SN teaching models were applied in
order to integrate theoretical and practical education and it has been suggested to
be in required attempts to provide nursing won an esteemed and professional
identity.
Key Words: Nursing students, profession, education, view, expectation.
GĐRĐŞ
Ülkemizde yüksek öğretim kurumlarına belirli ve sınırlı sayıda
öğrenci alınmakta ve öğrenciler, herhangi bir yüksek öğretim kurumuna
girebilmek için, çoğu kez istek ve yeteneklerinin dışında, bilinçsizce ve
rastlantı sonucu bir okul tercih etmektedir. Bu nedenle ülkemizde
meslek seçimi, genellikle rastlantıya bağlı olarak gerçekleşmektedir. Bu
durum hemşirelik mesleği için de geçerli olup, hemşirelerin de bilmeden
ve istemeden bu mesleği seçtikleri bilinmektedir (Özsoy ve ark. 1999,
Yanıkkerem ve ark. 2004).
Meslek, bireylerin hayatlarını kazanmak için yaptıkları, kuralları
toplumca belirlenmiş ve belli bir eğitimle kazanılan, bilgi ve becerilere
dayalı etkinlikler bütünü olarak tanımlanmaktadır (Yanıkkerem ve ark.
2004). Meslek seçimi kararının, doğru ve yerinde olabilmesi için, kişinin ne
istediğini ve neleri yapabileceğini iyi bilmesi gerekmektedir. Hemşirelik
gibi insan sağlığını doğrudan ilgilendiren mesleklerin seçiminde de bu
özellikler büyük önem taşımaktadır (Khorsid ve ark. 1992).
Toplumumuzda hemşirelik mesleği ve işlevleri ile ilgili pek çok
görüşe rastlanmaktadır. Bu görüşlerin oluşmasında ön yargılarla
birlikte olumsuz örneklerin de payı bulunmaktadır (Soydemir ve
Sökmen 2005). Hemşireliğin genel olarak profesyonel bir meslek olarak
değil de, kısa yoldan iş sahibi olmak veya aileye ek gelir için sürdürülen
bir uğraş olarak görüldüğü bildirilmektedir. Ücret, iş koşulları, otonomi
düzeyi, mesleğin kan ve atıklarla yakın temas gerektiren bir meslek
olması, kadın mesleği oluşu ve baskın bir grup altında (hekimlik) yer
alması gibi nedenler toplumun hemşirelik mesleği hakkındaki
görüşlerini etkilemektedir (Özsoy 2000).
Bunların yanı sıra hemşireliğin toplumsal konumunu, hemşirelik
eğitiminden gelen nedenler, mesleki bilincin yeterince gelişmemiş
44
olması, hekim–hemşire, hasta-hemşire, hemşire-hemşire ilişkisinin
genelde mesleki ilişki niteliğinde olmayışı, hemşirenin işe yönelik hizmet
vermesi ve kadın mesleği olması gibi etkenler de olumsuz olarak
etkilemektedir (Öz 1987). Geleceğin sağlık bakım sistemi içinde,
hemşireliğin güçlü ve vazgeçilmez bir meslek olması için, mesleğin
araştırma temeline dayandırılması ve yapılanmasında gerekli değişiklerin
yapılması gerekmektedir (Taşocak 1999).
Hemşirelik eğitimi, teorik ve uygulamalı öğrenim ve öğretim
yaşantılarını içeren bir eğitimdir. Amacı ise, öğrencilere profesyonel
hemşirelik özelliklerini kazandırmak, öğrencileri gelecekteki meslek
yaşantılarına uygun şekilde hazırlamak, ülkesine karşı görev ve
sorumluluklarının bilincinde, mevcut sağlık sorunlarına yanıt
verebilecek nitelikte hemşireler yetiştirmektir. Hemşirelik eğitiminde
istendik davranışların kazandırılabilmesi içinde, teorik ve uygulamalı
eğitim birlikte yürütülmelidir (Bektaş 2004).
Bununla birlikte teorik ve klinik öğretimin başarılı olabilmesi için
hemşire eğitimcilerin önemli roller üstlenmeleri gerekmektedir. Hemşire
eğitimcilerin en önemli rolleri, öğrencilere klinik bilgi, yargı ve beceri
üzerine temellendirilmiş teknik yetenek kazandırmak, onları anlamak,
yönlendirmek ve ufuklarını geliştirmektir (Aştı 1990).
Eğitim sürecindeki önemli faktörlerden bir diğeri ise öğrencilerdir.
Hemşirelik öğrencileri eğitim süreçleri boyunca, mesleği sevmeme,
teorik bilgileri çok kısa sürede işleme, bu yoğun bilgilerin hepsini
öğrenmekle sorumlu olma, klinik uygulamalarda hastanede veya yabancı
bir ortamda bulunma, klinik ortamın ve ekibin yarattığı stresörler,
öğretim elemanı ve öğrenciler arasında yaşanan sorunlar, ders
uygulamalarında ve bakım vermede yetersiz olma gibi çeşitli güçlükler
yaşamaktadırlar (Kömürcü ve Gençalp 1999, Bektaş 2004). Bu açıdan
bakıldığında, hemşirelik eğitimi yoğun, yorucu ve stresli bir eğitim
olarak değerlendirilmektedir (Pektekin 1990).
Bu bağlamda müfredat programlarının değerlendirilerek hemşirelik
eğitim kalitesinin arttırılmasında, eğitim ortamlarının daha nitelikli hale
getirilmesinde, eğitimci ve öğrenciler arasındaki sorunların çözümlenmesinde, öğrencilerin eğitimden ve mesleklerinden alacağı doyumun
arttırılmasında, hemşireliğin olumsuz yönlerinin değiştirilerek istenilen,
tercih edilen bir meslek haline getirilmesinde, öğrencilerin hemşirelik
mesleği ve eğitimi ile ilgili görüş ve beklentilerini belirlemenin yararlı
olacağı düşünülmektedir.
Bu gerekçeler doğrultusunda bu araştırmanın amacı, öğrencilerin
hemşirelik mesleği ve eğitimi ile ilgili görüş ve beklentilerini
belirlemektir.
45
GEREÇ VE YÖNTEM
Araştırma tanımlayıcı tipte bir çalışmadır. 2005-2006 öğretim
yılında, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu’nda okuyan 901 öğrenci
araştırmanın evrenini, bu evrenden seçilen 150 öğrenci araştırmanın
örneklemini oluşturmuştur. Örnekleme tesadüfi örnekleme yöntemi ile
ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerinden 50’şer öğrenci
alınmıştır. Hazırlık sınıfında okuyan öğrenciler araştırma kapsamı
dışında bırakılmış, birinci sınıf öğrencileri ise entegre eğitime geçilmesi
nedeniyle araştırma kapsamına alınmamıştır.
Araştırmanın verileri, 15-16 Aralık 2005 tarihinde toplanmıştır.
Veriler toplanmadan önce öğrencilere çalışma hakkında bilgi verilmiş,
çalışmaya katılmayı kabul eden ve anket formlarını tam olarak dolduran
öğrenciler araştırma kapsamına alınmıştır. Veri toplama aracı olarak,
araştırmacılar tarafından ilgili literatür taranarak oluşturulmuş anket
formu kullanılmıştır. Anket formu, üç bölümden ve kapalı-açık uçlu
olarak hazırlanan 34 sorudan oluşmaktadır. Birinci bölümde, öğrencilerin
sosyodemografik özelliklerini belirlemeye yönelik 15 soru; ikinci
bölümde öğrencilerin hemşirelik mesleği ile ilgili görüşlerini saptamaya
yönelik 10 soru; üçüncü bölümde öğrencilerin hemşirelik eğitimi ile ilgili
görüşlerini saptamaya yönelik 9 soru yer almaktadır.
Veriler SPSS 11.5 paket programı ile değerlendirilmiştir. Verilerin
dökümü sayı ve yüzde olarak verilmiştir.
BULGULAR VE TARTIŞMA
ÖĞRENCĐLERĐN SOSYODEMOGRAFĐK ÖZELLĐKLERĐ
Tablo 1: Öğrencilerin sosyodemografik özellikleri (n=150)
Sosyodemografik özellikler
Yaş ort.
Yaş grubu
19-21
22 ve üzeri
Cinsiyet
Kız
Erkek
Medeni durum
Bekar
Evli
Mezun olunan lise
Anadolu / Süper lise
Normal lise
Sağlık meslek lisesi
En uzun süre yaşanılan yer
Köy
Kasaba
46
Sayı
%
21.98 ± 3.66
89
61
59.3
40.7
148
2
98.7
1.3
144
6
96.0
4.0
80
60
10
53.3
40.0
6.7
14
13
9.3
8.7
Şehir
Büyük şehir
Babanın eğitim düzeyi
Okuryazar
Đlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Annenin eğitim düzeyi
Okuryazar
Đlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Gelir algısı
Đyi
Ne iyi ne kötü
Kötü
Kalınan yer
Yurt
Ailesi ile birlikte evde
Arkadaşları ile birlikte evde
Burs alma durumu
Evet
Hayır
Burs alınan kurum
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu
Başbakanlık
Özel bir kurum/kuruluş
Đşte çalışma durumu
Bir işte çalışmıyor
Hemşire olarak çalışıyor
61
62
40.7
41.3
18
41
18
51
22
12.0
27.3
12.0
34.0
14.7
31
66
21
25
7
20.7
44.0
14.0
16.7
4.7
63
79
8
42.0
52.7
5.3
47
67
36
31.3
44.7
24.0
94
56
62.7
37.3
71
31
11
47.3
20.7
7.3
141
9
94.0
6.0
Öğrencilerin sosyodemografik özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir.
Buna göre, araştırmaya katılan öğrencilerin büyük çoğunluğunu kız
öğrenciler oluşturmaktadır. Hemşirelik okullarına uzun süredir erkek
öğrenci alınmasına karşın, erkek öğrencilerin hemşirelik mesleğini
tercih etme oranlarının oldukça düşük düzeyde olduğu görülmektedir.
Öğrenciler mezun oldukları liselere göre incelendiğinde, %53.3’ünün
Anadolu/Süper lise mezunu olduğu belirlenmiştir (Tablo 1). Bu bulgu,
daha önce yapılan araştırmalarla karşılaştırıldığında, hemşirelik
mesleğini seçen öğrencilerin, sağlık meslek lisesi mezunlarından normal
lise ve Anadolu/Süper lise mezunlarına doğru bir değişim gösterdiği
söylenebilir (Ender ve ark. 1990, Yalın 1990, Yanıkkerem ve ark. 2004).
Buna göre araştırmaya katılan öğrencilerin yarıdan fazlasının Anadolu/
Süper lise mezunu olması, hemşirelik yüksekokullarında öğrenci
profilinin değiştiğini göstermektedir.
Araştırmaya katılan öğrencilerin en uzun süre yaşadıkları yere
göre dağılımlarına bakıldığında, büyük çoğunluğunun yaşamının önemli
bir kısmını büyük şehir ve şehirde geçirdiği söylenebilir (Tablo 1).
47
Öğrencilerin anne ve babalarının eğitim düzeyleri incelendiğinde,
%34’ünün babası lise mezunu, %44.’ünün annesi ilkokul mezunudur
(Tablo 1). Bu bulgulara göre genel olarak babaların eğitim düzeyi annelerin
eğitim düzeyinden daha yüksektir. Bu sonuçlar yapılan çalışmalarla
benzerlik göstermektedir (Kocaman ve Okumuş 1982, Başer 1995).
Öğrencilere kendi gelir düzeylerini nasıl değerlendirdikleri
sorulduğunda; %52.7’si “ne iyi ne kötü”, %42’si “iyi”, %5.3’ü “kötü”
olarak değerlendirmiştir (Tablo 1). Özsoy ve arkadaşlarının (1999) Ege
Üniversitesi HYO’da yaptıkları araştırmada, öğrencilerin %77’sinin gelir
düzeyini “gelir gidere denk” olarak tanımladığı bildirilmiştir. Bu
sonuçlar, genel olarak hemşirelik mesleğinin “orta” gelir düzeyine sahip
öğrenciler tarafından seçildiğini göstermektedir.
Araştırmaya katılan öğrencilerin %44.7’sinin ailesiyle birlikte evde,
%31.3’inin yurtta, %24’ünün arkadaşlarıyla evde kaldığı saptanmıştır
(Tablo 1). Özsoy ve ark.nın (1999) yaptıkları araştırmada ise öğrencilerin
%61.5’inin yurtta, %30.3’ünün ailesi ile birlikte evde, %4.9’unun
kirada, %3.3’ünün lojmanda kaldığı bildirilmiştir. Bu sonuçlar, bizim
bulgularımızla karşılaştırıldığında, hemşirelik öğrencilerinin eğitimleri
sırasında aileleriyle birlikte yaşama durumlarının son yıllarda arttığı
söylenebilir. Ayrıca bu sonuç, öğrencilerin bulundukları şehirdeki
yüksek öğretim kurumlarını daha fazla tercih etmelerinden
kaynaklanabilir.
Öğrencilerin %94’ünün bir işte çalışmadığı, çalışan öğrencilerin
ise “hemşire” olarak çalıştıkları bulunmuştur. Öğrencilerin %62.7’sinin
burs aldığı, en yüksek oranda burs alınan kurumun ise Yüksek
Öğrenim Kredi Ve Yurtlar Kurumu olduğu belirlenmiştir. (Tablo 1). Bu
bulgular, yapılan araştırma sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir
(Fadıloğlu ve ark. 1986, Özsoy ve ark. 1999).
ÖĞRENCĐLERĐN HEMŞĐRELĐK MESLEĞĐ ĐLE ĐLGĐLĐ GÖRÜŞLERĐ
Tablo 2: Öğrencilerin hemşirelik mesleğini tercih etme durumları (n=150)
Hemşirelik mesleğini tercih etme durumları
Hemşireliği isteyerek tercih etme
Đsteyerek tercih etme
Đstemeyerek tercih etme
Hemşirelik tercih sıralaması
1-5
6-10
11-15
16-20
21-25
Hemşireliği tercih etme nedenleri
Đş bulma kolaylığı için
Açıkta kalmamak için
48
Sayı
%
84
66
56.0
44.0
86
23
12
15
14
57.3
15.3
8.0
10.0
9.4
64
49
42.7
32.7
Đdeali olduğu için
Ailesi istediği için
Hemşireliği tercih etmede etkilenilen kişiler (n=211)
Anne
Baba
Akrabalar
Tanıdıklar
Öğrencilerin etkilendikleri kişilerden etkilenme durumu
Olumlu
Olumsuz
23
14
15.3
9.3
88
77
37
9
41.8*
36.5*
17.5*
4.2*
136
14
90.7
9.3
*Satır yüzdesi (Birden fazla yanıt verilmiştir)
Tablo 2’de görüldüğü gibi, öğrencilerin %56’sının kendi isteğiyle
hemşirelik mesleğini seçtiği ve %57.3’ünün hemşireliğe ilk beş tercihi
içinde yer verdiği saptanmıştır (Tablo 2). Bu bulgular yapılan çalışmalarla
(Atalay 1986, Fadıloğlu ve ark. 1986a, Başer 1995, Yanıkkerem ve ark.
2004) benzerlik göstermekte olup, hemşirelik mesleğinin gelişimi
açısından oldukça önemlidir ve hemşirelik gibi insan sağlığını doğrudan
ilgilendiren mesleklerin seçiminde büyük önem taşımaktadır.
Araştırmaya katılan öğrencilerin büyük bir kısmı, hemşireliği “iş
bulma kolaylığı” ve “açıkta kalmamak” için tercih ettiğini belirtmiştir
(Tablo 2). Yapılan araştırmalarda da öğrencilerin hemşireliği seçme
nedenleri benzer bulunmuştur (Başer 1995, Bektaş 2004, Karakaya
2001, Özsoy ve ark.1999). Bu bulgulara göre, öğrencilerin hemşireliği
seçmelerinde en etkili olan faktörlerin “gelecek kaygısı” ve “bir yüksek
öğrenim kurumuna girememe korkusu” olduğu öngörüsüne götürmektedir.
Bu faktörlerin öğrencilerin eğitim/öğretim yaşantılarındaki başarılarını
olumsuz yönde etkileyebileceği gibi mesleklerini sevmeyen ve
mesleklerinden doyum almayan hemşirelerin yetişmesine de neden
olabileceği düşünülmektedir.
Tablo 3: Öğrencilerin hemşirelik mesleğinin toplumdaki yerine ilişkin görüşleri (n=150)
Hemşirelik mesleğinin toplumdaki yerine ilişkin görüşler
Öğrencilerin toplumun görüşlerinden etkilenme durumu
Olumlu etkiliyor
Olumsuz etkiliyor
Etkilemiyor
Kısmen etkiliyor
Öğrencilerin hemşireliğin toplumdaki yerine ilişkin
görüşleri
Hemşireliğin bağımsız işlevleri artınca saygınlığı artacaktır
Hemşirelik yardımcı sağlık personeli olarak küçümsenir
Hemşireliğe erkeklerin alınmasıyla saygınlığı artacaktır
Hemşireliğin toplumda saygın bir yeri vardır
Sayı
%
32
66
44
8
21.3
44.0
29.3
5.4
77
46
16
11
51.3
30.7
10.7
7.3
Öğrencilerin çoğu, hemşirelik mesleğini seçmede anne ve babasının
etkili olduğunu belirtmiştir. Bu etkinin yönünü ise öğrencilerin %90.7’si
49
“olumlu” olarak değerlendirmiştir (Tablo 2). Yapılan araştırma sonuçları
da, bu bulguları destekler niteliktedir (Bahar ve Keskin 1996, Özsoy ve
ark. 1999).
Öğrencilerin %44’ü toplumun hemşirelik mesleği ile ilgili
görüşlerinden “olumsuz” olarak etkilendiğini belirtmiştir (Tablo 3). Bu
bulgu, yapılan araştırmalarla benzerlik göstermektedir (Kocaman ve
Okumuş 1982, Özsoy ve ark. 1999). Toplumun hemşirelik mesleği
hakkındaki görüşlerinin öğrencileri olumsuz etkilemesi, hemşirelik
mesleğinin tercih edilmemesi ve geleceği açısından önemli bir bulgu
olarak değerlendirilebilir.
Öğrencilerin hemşirelik mesleğinin toplumdaki yerine ilişkin
görüşleri incelendiğinde, %51.3’ünün “hemşireliğin bağımsız işlevlerinin
artmasıyla saygınlığının artacağını” %30.7’sinin “hemşireliğin toplumda
yardımcı sağlık personeli olarak küçümsendiğini” düşündüğü saptanmıştır.
Bu bulgulara göre, öğrencilerin çok az bir kısmı, hemşirelik mesleğinin
toplumda saygın bir yeri olduğunu düşünmektedir (Tablo 3).
Karadakovan’ın (1996) yaptığı araştırmada da benzer sonuçlar
bulunmuş olup, öğrencilerin hemşireliğin bağımsız işlevlerinin artmasıyla,
yönetimde hemşirelerin söz sahibi olmasıyla ve erkek öğrencilerin
mesleğe alınmasıyla saygınlığının artacağını düşündüğü bildirilmiştir.
Kaya ve arkadaşlarının (2004) çalışan hemşirelerle yaptıkları çalışmada
da hemşirelerin %75.8’inin mesleki imajlarını “olumsuz” olarak
değerlendirdikleri belirlenmiştir.
Tablo 4: Öğrencilerin hemşirelik mesleğinden beklentileri (n=150)
Hemşirelik mesleğinden beklentiler
Hemşirelik mesleğinden beklenti durumu
Beklentisi olan
Beklentisi olmayan
Beklentiler (n=128)
Hemşirelik mesleğinin standartlarının yükseltilmesi
Hemşireliğin profesyonel bir meslek olarak kabul edilmesi
Hemşirelik mesleğinin en iyi şekilde yapılması
Lisans üstü eğitimin yaygınlaştırılması
Hemşirelik örgütlenmesinin yaygınlaştırılması
Sayı
%
102
48
68.0
32.0
50
49
19
6
4
39.1*
38.3*
14.8*
4.7*
3.1*
*Satır yüzdesi (Birden fazla yanıt verilmiştir)
Öğrencilerin %68’inin hemşirelik mesleğiyle ilgili beklentisinin
olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin beklentilerinin başında ise “hemşirelik
mesleğinin standartlarının arttırılması” ve “hemşireliğin profesyonel bir
meslek olarak kabul edilmesi” gelmektedir. Bununla birlikte lisansüstü
eğitimin ve mesleki örgütlenmenin yaygınlaştırılması, öğrencilerin daha
düşük oranda belirttikleri beklentilerdir (Tablo 4). Bu sonuçlar
doğrultusunda, öğrencilerin hemşirelik mesleğinin profesyonelliğiyle ilgili
50
beklentilerinin daha yüksek olduğu, buna karşın mesleki örgütlenmeye
ve branşlaşmaya yönelik beklentilerinin daha düşük düzeyde olduğu
söylenebilir.
Tablo 5: Öğrencilerin mezuniyet sonrasına ilişkin görüşleri (n=150)
Mezuniyet sonrasına ilişkin görüşler
Mezuniyet sonrası mesleki kaygı durumu
Kaygısı olan
Kaygısı olmayan
Mezuniyet sonrası mesleki kaygı nedenleri (n=105)
Ekip çalışmasının olmaması, ağır çalışma koşulları
Đyi bir hastanede iş bulamama korkusu
Kazanılan özlük haklarının verilmemesi
Kazanılan
bilgi
ve
becerinin
çalışma
alanında
kullanılamaması
Hastaya zarar verme korkusu
Fizik ve ruh sağlığını kaybetme korkusu
Toplumun mesleğe olumsuz bakış açısı
Mezuniyet sonrası çalışılmak istenen alanlar
Üniversitede öğretim elemanı
Hastanede yönetici hemşire
Hastanede sorumlu hemşire
Acil servis hemşiresi
Yoğun bakım hemşiresi
Yeni bir bölüm/fakülte seçme isteği
Evet
Kararsızım
Sayı
%
86
64
57.3
42.7
28
27
14
14
10
7
5
26.6*
25.7*
13.3*
13.3*
9.5*
6.6*
4.8*
52
35
29
21
13
34.7
23.3
19.3
14.0
8.7
61
89
40.7
59.3
* Satır yüzdesi (Birden fazla yanıt verilmiştir)
Tablo 5’te görüldüğü gibi, öğrencilerin %57.3’ünün mezuniyet
sonrasına ilişkin mesleki kaygı duyduğu belirlenmiştir. Mesleki
kaygılarının başında ise “ekip çalışmasının olmaması, ağır çalışma
koşulları” ve “iyi bir hastanede iş bulamama korkusu” gelmektedir. Son
yıllarda hemşirelerin sağlık kurumlarında düşük ücretlerle sözleşmeli ve
özlük haklardan yoksun olarak çalıştırılmaları bu kaygıları doğrular
niteliktedir. Bahar ve Keskin’in (1996) yaptıkları araştırmada da
öğrencilerin %83.3’ünün mesleklerinden kaygı duydukları bildirilmiştir.
Araştırmaya katılan öğrencilerin mezuniyet sonrası çalışmak
istediği alanlar incelendiğinde, büyük bir kısmının “akademisyen” ve
“yönetici hemşire” olarak çalışmak istediği görülmektedir (Tablo 5). Oysaki
akademisyenlik ve yönetici hemşirelik, hemşirelerin çalışabileceği kısıtlı
alanlardır. Öğrenci hemşirelerin tedavi ve bakım verici hizmetlerde daha
düşük oranlarda çalışmak istemeleri ise son yıllarda hemşirelerin iş
bulma olanakları ve çalışma koşullarındaki kötüleşmenin bir göstergesi
olarak değerlendirilebilir. Bu sonuç yapılan çalışmalarla benzerlik
göstermektedir (Dereli ve Demir 1998, Ulusoy 1992).
51
Öğrencilerin mezuniyet sonrası yeni bir bölüm/fakülte seçme
isteği değerlendirildiğinde; %59.3’ünün bu konuda kararsız olduğu
belirlenmiştir (Tablo 5). Bu bulgu, öğrencilerin meslek seçimiyle ilgili
arayışlarının devam ettiği şeklinde değerlendirilebilir. Bu bulguyu,
Yanıkkerem ve arkadaşlarının (2004) yaptığı araştırma sonuçları da
desteklemekte olup, hemşirelik öğrencilerinin %45.7’sinin tekrar
üniversite sınavına girmeyi istediği bildirilmiştir.
ÖĞRENCĐLERĐN HEMŞĐRELĐK EĞĐTĐMĐ ĐLE ĐLGĐLĐ GÖRÜŞLERĐ
Tablo 6: Öğrencilerin hemşirelik eğitiminden memnun olma durumları (n=150)
Hemşirelik eğitiminden memnun olma durumları
HYO’nun eğitim programından memnun olma
Memnun
Şöyle böyle memnun
Memnun değil
HYO’nun fiziki yapısından memnun olma
Memnun
Şöyle böyle memnun
Memnun değil
HYO’da öğrenci-öğretim elemanı iletişiminden memnun olma
Memnun
Şöyle böyle memnun
Memnun değil
HYO’da öğrenci-öğrenci iletişiminden memnun olma
Memnun
Şöyle böyle memnun
Memnun değil
HYO’da öğrenci– personel iletişiminden memnun olma
Memnun
Şöyle böyle memnun
Memnun değil
Sayı
%
27
60
63
18.0
40.0
42.0
17
30
103
11.3
20.0
68.7
33
58
59
22.0
38.7
39.3
87
46
17
58.0
30.7
11.3
72
57
21
48.0
38.0
14.0
Araştırmaya katılan öğrencilerin hemşirelik eğitiminden memnun
olma durumları Tablo 6’da görülmektedir. Buna göre, öğrencilerin
%18’inin HYO’da uygulanan eğitim programından, %11.3’ünün HYO’nun
fiziki yapısından (sınıf büyüklüğü, kütüphane vb.), %22’sinin HYO’daki
öğrenci-öğretim elemanı iletişiminden, %58’inin öğrenci-öğrenci
iletişiminden, %48’inin öğrenci-personel iletişiminden “memnun” olduğu
belirlenmiştir (Tablo 6). Öğrencilerin büyük çoğunluğunun HYO’daki
eğitimden memnun olmaması yapılan araştırma sonuçlarıyla benzerlik
göstermektedir (Fadıloğlu ve ark. 1986b, Kuzu ve ark. 2003). Bunun
nedeni, teorik derslerin ve ders uygulamalarının işleniş biçiminden,
öğrencilerin ders ve uygulamalara aktif olarak katılamamalarından ve
araç-gereç yetersizliğinden kaynaklanabilir. Öğrencilerin HYO’daki fiziki
yapıdan memnun olmamalarının nedeni, her sene artan öğrenci sayısı
52
nedeniyle okul kullanım alanlarının yetersiz kalması olabilir. Elde edilen
veriler doğrultusunda, öğrencilerin arkadaşları ve okul personellerine
göre, öğretim elemanlarıyla olan iletişimlerinden daha az düzeyde memnun
oldukları söylenebilir. Bu sonuç, HYO’daki yüksek öğrenci sayısı nedeniyle,
öğretim elemanlarına düşen öğrenci sayısının fazla olmasından,
öğrencilerin öğretim elemanlarından çekinmelerinden veya beklentilerine
yönelik yeterince destek alamamalarından kaynaklanabilir.
Tablo 7: Öğrencilerin hemşirelik eğitiminden beklentileri (n=150)
Hemşirelik eğitiminden beklentiler
HYO’daki eğitimi yeterli bulma durumu
Yeterli bulan
Yetersiz bulan
HYO’nun eğitiminde yetersiz bulunan alanlar (n=121)
Teorik eğitimle ilgili sorunlar
Ders uygulamalarıyla ilgili sorunlar
Psikososyal sorunlar
Fizik yapı yetersizliği
HYO’daki eğitimden beklenti durumu
Beklentisi olan
Beklentisi olmayan
HYO’daki eğitimden beklentiler (n=98)
Đyi bir hemşirelik eğitimi almak
Aktif bir eğitim almak
Uygulama ağırlıklı eğitim almak
HYO’daki teorik eğitimden beklentiler (n=134)
Teorik eğitimin aktif olması
Her konunun uygulama ile birlikte verilmesi
Teorik ders sürelerinin uygulamaya göre daha kısa olması
HYO’daki ders uygulamalarından beklentiler (n=116)
Uygulamalara aktif olarak katılmak
Öğretim elemanlarının destek olması
Rotasyon sürelerinin uzun olması
Uygulama gruplarındaki öğrenci sayısının az olması
Sayı
%
48
102
32.0
68.0
58
43
14
6
47.9*
35.5*
11.6*
5.0*
96
54
64.0
36.0
61
31
6
62.2*
31.6*
6.1*
96
27
11
71.6*
20.1*
8.2*
49
31
25
11
42.2*
26.7*
21.6*
9.5*
*Satır yüzdesi (Birden fazla yanıt verilmiştir)
Tablo 7’de görüldüğü gibi, öğrencilerin %68’i HYO’da verilen
eğitimi “yetersiz” bulduğunu ifade etmiştir. Öğrencilerin %47.9’u teorik
eğitimi (ezberci eğitim sistemi, teorik derslerin kısa sürede hızla
verilmesi, derslerin işleniş biçimi, öğrencilerin derse aktif katılamaması,
araştırma yetersizliği), %35.5’i ders uygulamalarını (uygulama süresinin
kısa olması, hemşire vizitinin yapılmaması, bakım planı ağırlıklı hasta
bakımı, araç-gereç yetersizliği), %11.6’sı psikososyal yönden okul
yaşantısını (öğrenci-öğretim elemanı iletişiminin yetersizliği, sosyal
aktivite yetersizliği, not kaygısı, stajda öğretim elemanlarından korkma
ve destek alamama), %5’i okulun fiziki yapısını “yetersiz” olarak
değerlendirmiştir (Tablo 7). Bu bulguları yapılan araştırma sonuçları da
desteklemektedir (Fadıloğlu ve ark. 1986b, Kuzu ve ark. 2003).
53
Araştırmaya katılan öğrencilerin %64’ü hemşirelik eğitiminden
beklentisi olduğunu belirtmiştir. Bu beklentilerin başında ise, “iyi bir
hemşirelik eğitimi almak” ve “aktif bir eğitim almak” gelmektedir (Tablo
7). Bu sonuç, ülkemizde hemşirelik eğitimi veren okulların ve bu
okullarda uygulanan eğitim programlarının farklılığından kaynaklanabilir.
Öğrencilerin teorik derslerle ilgili beklentilerinin başında “aktif bir
teorik eğitim almak”, ders uygulamalarıyla ilgili beklentilerinin başında
“uygulamalara aktif olarak katılmak” gelmektedir (Tablo 7). Bu
doğrultuda, öğrencilerin teorik ders ve uygulamaları aktif bir şekilde ve
bir arada öğrenmek istedikleri, öğretim elemanlarından daha fazla
destek bekledikleri ve ders uygulamalarında daha küçük gruplarda
çalışmak istedikleri söylenebilir. Özaltın’nın (1996) yaptığı araştırmada,
öğrenciler hemşirelik eğitimden beklentilerini “öğretim elemanlarından
ilgi görme”, “küçük gruplarda eğitim alma”, “stajların nitelikli olması”,
“teorik ve uygulama bütünlüğünün sağlanması” olarak bildirmişlerdir.
Bu sonuçlar da araştırma bulgularını destekler niteliktedir.
SONUÇ VE ÖNERĐLER
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, hemşirelik öğrencilerinin
büyük çoğunluğunu kız öğrenciler oluşturmaktadır, erkek öğrencilerin
ise sayıca çok az olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin yarıdan fazlası
Anadolu/süper lise mezunudur. Büyük bir kısmı “orta” gelir düzeyine
sahip olup, ailesiyle birlikte evde kalmakta, bir işte çalışmamakta ve
burs almaktadır.
Öğrencilerin çoğu, kendi isteğiyle ve iş bulma kolaylığı nedeniyle
hemşirelik mesleğini seçmiştir. Öğrencilerin teorik eğitim başta olmak
üzere, ders uygulamalarını, psikososyal yönden okul yaşantısını ve
okulun fiziki yapısını yetersiz olarak değerlendirdiği belirlenmiştir.
Öğrencilerin çoğunun hemşirelik eğitimiyle ilgili beklentilerinin
olduğu, bu beklentilerin ise genel olarak, aktif bir eğitim verilmesi
yönünde yoğunlaştığı saptanmıştır.
Öğrencilerin önemli bir bölümünün “hemşirelerin toplumda
yardımcı sağlık personeli olarak görülüp küçümsendiğini” ve “hemşireliğin
bağımsız işlevlerinin artmasıyla saygınlığının artacağını” düşündüğü ve
de toplumun hemşirelik mesleği hakkındaki görüşlerinden “olumsuz”
olarak etkilendiği belirlenmiştir.
Öğrencilerin çoğunluğu, mezuniyet sonrasına ilişkin olarak mesleki
kaygı duymaktadır. En fazla oranda akademisyen ve yönetici olarak
çalışmak istedikleri saptanmıştır.
Öğrencilerin önemli bir kısmının “hemşireliğin standartlarının
geliştirilmesi ve profesyonel bir meslek olarak kabul edilmesi” yönünde
54
hemşirelik mesleğiyle
belirlenmiştir.
ilgili
ileriye
yönelik
beklentilerinin
olduğu
Bu bulgular doğrultusunda;
·
Hemşirelik Yüksekokullarında teorik ve pratik eğitimin aktif bir
şekilde yürütülmesi,
·
Nitelikli teorik eğitim için; sınıflardaki öğrenci sayısının azaltılması,
okulların fiziksel yapısının öğrenci sayısına göre düzenlenmesi, ve
her konunun uygulaması ile birlikte verilmesi,
·
Nitelikli uygulamalar için; gruplardaki öğrenci sayılarının her öğrenciye
eşit uygulama fırsatı verecek şekilde düzenlenmesi, öğretim
elemanlarının öğrencilerin yaşadıkları güçlükleri paylaşmaları,
onlara destek olmaları ve uygulama sürelerinin uzatılması,
·
Hemşireliğin toplumdaki statüsünü arttırmak ve hemşireliği tercih
edilen bir meslek haline getirebilmek için, çalışma ortamı ve
koşulları, sosyal haklar, görev, yetki ve sorumluluklar konusunda
gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, güncelleştirilmesi ve mesleki
örgütlenmenin sağlanması önerilmektedir.
KAYNAKLAR
1. Aştı N (1990) Hemşirelik eğitiminde öğrenci-öğretmen ilişkileri. Hemşirelik Bülteni;
4(17): 50-55.
2. Atalay M (1986) Hemşirelik Yüksekokulu öğrencilerinin hemşireliği isteyerek seçip
seçmeme durumları ile okuldaki başarıları arasındaki ilişkinin açıklanması. I. Ulusal
Hemşirelik Eğitim Sempozyumu, 11-12 Eylül, Đstanbul, 117-124.
3. Bahar Z, Keskin S (1996) Öğrencilerin hemşirelik mesleğini seçme nedenleri ve kendi
mesleklerine ilişkin görüşleri. E.Ü. HYO Dergisi; 12(2): 45-55.
4. Başer G (1995) Hemşirelik yüksek okullarında öğrenim gören öğrencilerin sosyal
özellikleri, okulu tercih sıralamaları ve seçme nedenleri. Hacettepe Ü. HYO Dergisi;
2(1): 11-20.
5. Bektaş H (2004) Hemşirelik öğrencilerinin kuramsal ve uygulamalı eğitimde
yaşadıkları güçlükler ve öğretim elemanlarından beklentileri. Hemşirelik Forumu
Dergisi; 7(2): 45-54.
6. Dereli N, Demir Ü (1998) Hemşirelik Yüksekokulu 1. sınıf öğrencilerinin mesleğe
ilişkin düşüncelerinin incelenmesi. E.Ü. HYO Dergisi; 14(2): 119-128.
7. Ender R, Öztaş M, Töre O (1990) Sağlık hizmetleri meslek yüksek okullarında
hemşirelik eğitimi sorunları. THD Dergisi; 33(3), 15-16.
8. Fadıloğlu Ç, Yılmaz D, Esen A, Karadakovan A (1986a) Ege Üniversitesi Hemşirelik
Yüksekokulu öğrencilerinin eğitim sorunları ve mesleksel beklentilerinin saptanması.
I. Ulusal Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu Kitabı, 11-12 Eylül, Đstanbul, 110-116.
9. Fadıloğlu Ç, Argon G, Esen A ve ark. (1986b) E. Ü. HYO öğrencilerinin etkinlikleri ve
sorunları. E.Ü. HYO Dergisi; 2(3): 100-110.
55
10. Karadakovan A (1996) E.Ü. HYO öğrencilerinin mesleğin toplumdaki statüsü ve
hemşireliğe erkek öğrenci alınmasına ilişkin görüşleri. III. Hemşirelik Eğitimi
Sempozyumu, Đstanbul, 377-383.
11. Karakaya H (2001) Hemşirelik öğrencilerinin mesleğe yönelimleri ve değer sistemleri
üzerine bir tutum araştırması. I. Uluslar arası VIII. Ulusal Hemşirelik Kongresi, 29
Ekim-2Kasım, Antalya, 315-320.
12. Kaya ÖK, Şimşek Z, Kabalcıoğlu F, Dayı FF (2004) Hemşirelerin mesleki imajlarını ve
mesleği algılama durumlarını etkileyen faktörler. Hemşirelik Forumu Dergisi; 7(1): 16
13. Khorsid LK, Eşer Đ, Demir Ü ve ark (1992) Lise son sınıf kız öğrencilerinin hemşirelik
mesleğini tercih etme durumlarının incelenmesi. III. Ulusal Hemşirelik Kongresi, 2426 Haziran, Sivas, 831-836.
14. Kocaman G, Okumuş H (1982) Öğrenci hemşirelerin mesleklerine ilişkin görüşleri
üzerine bir araştırma, T.H.D Dergisi; 2(3): 9-15.
15. Kömürcü N, Gençalp NS (1999) Yeni mezun hemşirelerin eğitimden beklentileri. VII.
Ulusal Hemşirelik Kongresi, 22-24 Haziran, Erzurum, 335-340.
16. Kuzu N, Bayramova N, Korkmaz G, Taşdemir G (2003) Sağlık Yüksekokulu
hemşirelik ve sağlık memurluğu öğrencilerinin eğitimlerine ve geleceklerine ilişkin
düşünceleri. Hemşirelik Forumu; 6(5): 40-44.
17. Öz F (1987) Sosyal statü ile ilgili sorunlarımız. T.H.D Dergisi; 37(2): 22-26.
18. Özaltın G (1996) Öğrenci hemşirelerin teori ve uygulama sorunlarını temel alan bir
çalışma. III. Hemşirelik Eğitimi Sempozyumu, Đstanbul, 432-441.
19. Özsoy SA, Uysal A, Bayık A, Erefe Đ (1999) Hemşire öğrencilerin mesleğe ilişkin
görüşlerinin ileriye dönük incelenmesi. VII. Ulusal Hemşirelik Kongresi. 22-24
Haziran, Erzurum, 345-349.
20. Özsoy SA (2000) Toplumda hemşirelik imajının belirlenmesi. E. Ü. HYO Dergisi; 16(23): 1-19.
21. Pektekin Ç (1990) Hemşirelikte öğretim-öğrenim süreci. Hemşirelik Bülteni; 4(17):
43-45.
22. Soydemir E, Sökmen S (2005) Hemşirelik mesleği hakkındaki toplumsal görüş. IV.
Ulusal Hemşirelik Öğrencileri Kongresi, 5-6 Mayıs, Ordu, 283.
23. Ulusoy F (1992) Hemşirelik Yüksekokulları son sınıf öğrencileri mezuniyetten sonra
hangi görevlerde çalışmak istiyor? THD Dergisi; 42(2): 3-7.
24. Yalın S (1999) Öğrenci hemşirelerinin kuramsal bilgilerini uygulama alanlarında
uygularken karşılaştıkları güçlüklerin saptanması. II. Ulusal Hemşirelik Kongresi
Bildirileri Kitabı, 12-14 Eylül, Đzmir, 465-470.
25. Yanıkkerem E, Altıparmak S, Karadeniz G (2004) Gençlerin meslek seçimini etkileyen
faktörler ve benlik saygıları: Manisa Sağlık Yüksekokulu örneği. Hemşirelik Forumu
Dergisi; 7(2): 60-67.
56
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 57-65, 2008
HEMŞĐRELĐK ÖĞRENCĐLERĐNĐN YAŞAM KALĐTESĐ KONUSUNDAKĐ
GÖRÜŞLERĐ VE YAŞAM DOYUMLARI
THE VIEW OF NURSING STUDENS REGARDING TO QUALITY OF LIFE
AND THEIR LIFE SATISFACTION
Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR
Ar.Gör.Dr. Serap YILDIRIM
Yük.Hem. Gülcan ZĐYARETLĐ
E. Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği AD.
3.Uluslararası- 10.Ulusal Hemşirelik Kongresi, Poster Bildiri olarak sunulmuştur, 07-10
Eylül 2005, ĐZMĐR.
ÖZET
Amaç: Hemşirelik öğrencilerinin yaşam kalitesi konusundaki görüşleri ve
yaşam doyumlarının incelenmesi amacıyla yapılmış, tanımlayıcı bir
araştırmadır.
Gereç ve Yöntem: Araştırma, 2003-2004 öğretim yılında Ege
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, Atatürk Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik
Bölümü ve Ödemiş Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü’ nde eğitim gören
dördüncü sınıf öğrencileriyle (n=161) yapılmıştır. Örneklem seçimine
gidilmemiştir. Araştırmanın verileri; Tanıtıcı Bilgi Formu ve Yaşam Doyum
Ölçeği (YDÖ) ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde
dağılımları, ortalama, standart sapma ve verilerin analizinde varyans analizi ve
“t”-testi kullanılmıştır.
Bulgular ve Sonuç: Öğrencilerin YDÖ puan ortalaması 22.23 ± 5.48’ dir.
Yaşam doyumlarının mezun oldukları okul, ailelerinin ve kendilerinin sosyoekonomik düzeyleri yanı sıra aile, arkadaş ilişkileri ve genel sağlık
durumlarından etkilendiği saptanmıştır.
Öğrencilerin yaşam kalitesi konusundaki görüşleri ve yaşam doyumları
göz önünde bulundurularak bu doğrultuda öğrencilerin yaşam doyumlarını
yükseltici girişimlerde bulunulması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hemşirelik öğrencileri, yaşam kalitesi, yaşam doyumu
ABSTRACT
Objective: It is a descriptive research carried out in order to examine
nursing students’ views about quality of life and life satisfaction.
Methods: Research has been performed on 4th class students (161) getting
education at Ege University School of Nursing, Atatürk School of Health Nursing
Program and Ödemiş School of Health Nursing Program at training year of 2003-
57
2004. Data was collected by using Identification Form and Satisfaction with Life
Scale (SLS). For evaluating data, number, percentage, average and standart
deviation and for analyzing data variance analysis and “t”-test were used.
Results: Average SLS score was 22.23 ± 5.48. It has been determined that
students’ life satisfaction was depended upon the schools they were graduated
from, level of their own and parents’ socio-economical situation, their family and
friend relations, level of general health status.
Conclusion: It is suggested that interventions raising the students life
satisfaction in the directionmof considering the life satisfaction of the students
and their wievs about quality of life should be made.
Key Words: Nursing students, quality of life, life statisfaction
GĐRĐŞ
Günlük yaşamda “yaşam kalitesi” kavramı giderek daha yaygın
ifade edilmekte ve önemsenmektedir. Akyol (1993a, 1993b), Başalan-Đz
ve Özer’ in (2003) belirttiği üzere, yaşam kalitesi kavramı ilk kez
Thorndike (1939) tarafından ortaya atılmış ve “sosyal çevrenin bireyde
yansıyan tepkisi” şeklinde tanımlanmıştır. DSÖ’ ne (1996) göre yaşam
kalitesi, bireyin amaçları, beklentileri ve ilgi alanlarıyla ilişkili olarak ve
yaşamındaki kültür ve değer sistemi bağlamında bireyin yaşamdaki yeri
ile ilgili algısıdır. Bilgin (2003) sosyal psikoloji sözlüğünde, yaşam kalitesi
kavramının sosyal psikoloji literatürüne 1970’ li yıllarda girdiğini ve bu
kavramın insanların yaşamlarından aldıkları doyum düzeyini ifade
ettiğini belirtmektedir. Aynı zamanda yaşam kalitesinin maddi refah
yanı sıra psiko-sosyal faktörleri ve bireyin algılarını da kapsayan bir
kavram olduğunu ifade etmiştir. Zaman içinde araştırmacılara göre
değişim gösteren bu kavram, dinamik ve geniş kapsamlı bir kavramdır
(Cimeti 2003).
Bu geniş kapsam içinde, yaşam kalitesinin objektif ve subjektif
göstergeleri vardır. Fiziksel iyilik hali, fiziksel aktiviteleri yapabilme,
fonksiyonel yetersizlik, çalışma durumu, hastalık semptomları ve sağlık
durumu objektif, psikolojik/ duygusal iyilik hali ve yaşam doyumu ile
ilgili konular subjektif göstergelerdir (Akyol 1993a, Durdu 2006).
Yaşam kalitesini etkileyen faktörler de iki başlık altında
toplanmaktadır. Yaşam kalitesini arttıran faktörler; anlamlı ve aktif bir
yaşantı içinde olma, sosyal çevre ile olumlu ilişkiler, otonomi, huzur ve
güven içinde yaşama, inanç ve değerlere saygı, özgün bir birey olarak
algılanma, ekonomik ve sosyal güvenceye sahip olma, rahatlık ve gereken
konfora sahip olma. Yaşam kalitesini azaltan faktörler ise şunlardır;
kronik yorgunluk, temel gereksinimlerin karşılanmaması, seksüel
fonksiyonda bozukluk, destek sistemlerin yetersizliği, gelecek ile ilgili
kaygılar, akut/kronik sağlık sorunları, aile ve arkadaşlarla ilişkilerin
bozulması (Eser 2004, Moles ve Bilgin 1985, Ökmen 2004, Şahin 1997).
58
Yaşam kalitesi kavramı ayrıca bireyin ait olduğu ortam koşulları
ile yakından ilişkilidir. Ortam koşulları ile ilgili, çevrenin fiziksel niteliği,
çevresel zenginlik ve çevresel güvenlik/ süreklilik gibi üç temel boyuttan
söz edilmektedir. Bu bağlamda, bireyin daha iyi bir yaşam için gösterdiği
çaba ve çevrenin bu çabaya gösterdiği tepkidir. Kısacası yaşam kalitesi,
çevreye bağlıdır (Bilgin 2003, Moles ve Bilgin 1985, Yetim 1985). Yaşam
kalitesini olumsuz yönde etkileyen çevresel faktörler şöyledir; işyeri
memnuniyetsizliği, ders başarısızlığı, düşük aile geliri, düşük anne-baba
eğitim düzeyi, kızlara ikinci sınıf muamelesi gösteren topluluklar, ücret
yetersizliği ve hastalık durumudur (Erbay-Dündar ve ark 2004).
Öğrencilerin yaşam kalitesi genel olarak, sınav stresi, eğitim sistemi,
sosyal ilişkilerden kaynaklanan sorunlar, aileden ayrı yaşama, yaşanılan
ortam koşulları ve ekonomik durum gibi stresörlerden etkilenir (Balcı
2003). Bunun yanı sıra, hemşirelik öğrencilerinin eğitimleri sırasında
eğitimcilerle öğrenciler arasındaki iletişim biçimleri, uygulamaya çıktığı
kurumlarda karşılaştıkları olaylar ve yaşadıkları zor koşullar onların
yaşam kalitesini etkilemektedir. Öğrencilerin yaşam kalitesini etkileyen
bu koşullar aynı zamanda yaşam kalitesiyle yakından ilişkili olan yaşam
doyumunu da etkileyecektir.
Yaşam doyumu, bireyin yaşam biçimini ve yaşam kalitesi düzeyini
de belirleyen önemli bir öğedir. Türkçe’de birbiri yerine kullanılan yaşam
doyumu ve yaşam memnuniyeti yaş, cinsiyet, çalışma/üretme, eğitim
düzeyi, din, medeni durum, boş zaman aktiviteleri, bağımsız işlevsellik
düzeyi gibi faktörlerden etkilenmektedir (Durdu 2006, Vara 1999, Yetim
1992).
Hemşirelik eğitimi alan öğrencilerin, hastane ve toplumda çalışırken,
verdikleri bakımla kişilerin yaşam kalitelerini yükseltmeleri söz konusudur.
Aynı zamanda, öğrenci hemşirelerin yaşam doyumlarının yaşam kalitesini
de etkileyebileceği göz ardı edilmemelidir. Bu durum hemşirelik
öğrencilerinin öncelikle yaşam kalitesi konusunu nasıl algıladıkları ve
yaşam doyumlarının nasıl olduğunun saptanmasının gerekliliğini ortaya
çıkarmaktadır. Bu bilgilerden yola çıkarak araştırmada hemşirelik
öğrencilerinin yaşam kalitesi konusundaki görüşleri ve yaşam
doyumlarının incelenmesi amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Tanımlayıcı tipteki bu araştırma, Ege Üniversitesi’ ne bağlı
Hemşirelik Yüksekokulları’ nda 28.02.2004-28.03.2004 tarihleri arasında,
okullardan gerekli izinler alındıktan sonra yapılmıştır. Araştırmanın
evrenini, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu (n= 96), Atatürk
Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü (n=38) ve Ödemiş Sağlık
Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü’ nde (n= 27), 2003-2004 öğretim yılı
59
içerisinde eğitim gören dördüncü sınıf öğrencileri (n= 161) oluşturmaktadır.
Örneklem seçimine gidilmemiş, evrenin tamamına ulaşılmıştır.
Veri Toplama Araçları
Araştırma verilerinin toplanmasında, veri toplama aracı olarak iki
form kullanılmıştır. Bunlar; “Tanıtıcı Bilgi Formu” ve “Yaşam Doyum
Ölçeği (YDÖ)” dir.
Tanıtıcı Bilgi Formu, araştırmacılar tarafından geliştirilen, öğrencilerin
sosyo-demografik özelliklerini (10) ve öğrencilerin yaşam kalitesi
hakkındaki algı ve görüşlerini içeren (7) toplam 17 sorudan oluşmuştur.
Yaşam Doyum Ölçeği (YDÖ), öğrencilerin yaşam doyumlarını
değerlendirmek amacıyla kullanılmıştır. Ölçek Diener, Emmans, Larsen
ve Griffin (1983) tarafından ABD’de geliştirilmiştir. Yetim (1985) tarafından
Türkçe’ye uyarlanmıştır. Yaşam Doyum Ölçeği altı ifadeden oluşmaktadır ve
yedi basamaklı (1-7) puanlama ile değerlendirilmektedir. Puan aralığı 649 dur. Ölçekten alınan yüksek puanlar yaşam doyumunun fazla olduğunu
gösterir. Yaşam doyumu ölçeğinin bu araştırma için güvenirlik katsayısı
0.78’ dir.
Verilerin Analizi
Veriler değerlendirilmesinde SPSS 10.0 for Windows paket programı
kullanılarak sayı ve yüzde dağılımlar, ortalama, standart sapma ve
verilerin analizinde ise varyans analizi ve “t”-testi kullanılmıştır.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Araştırmaya katılan hemşirelik öğrencilerinin sosyo-demografik
özellikleri incelendiğinde, yaş ortalamasının 23.17±1.2 olduğu, %57.8’
inin düz lise mezunu olduğu, %42.1’ inin arkadaşlarıyla bir evde
yaşadığı, %90.1’ inin ailelerinin sosyo-ekonomik düzeyini “orta” düzeyde
algıladığı saptanmıştır.
Öğrencilerin en yüksek oranda belirttikleri yaşam kalitesi kavramları
sırasıyla; yaşam standartlarının iyi olması (%37.9), yaşamdan doyum
alma (%23.6), fizik sağlığın “iyi” olması (%14.3), ruh sağlığının “iyi”
olması (%15.5) olarak belirttiği saptanmıştır (Tablo1). “Yaşam
standartlarının iyi olması” ifadesi ile neyi anlatmak istedikleri veriler
toplanırken sorulduğunda öğrenciler şunları belirtmişlerdir; iyi bir
meslek ve buna bağlı iyi bir gelirin olması, yaşanılan ortam koşullarının
iyi olması ve eğitim düzeyinin iyi olması. Aynı zamanda, öğrencilerin
belirttiği tüm ifadeler “yaşam kalitesi” kavramımın tanımıyla da
örtüşmektedir (Balcı 2003).
Tablo 1’ de öğrencilerin %67.1’ i maddi koşullardan, %38.5’ i aile ve
çevre desteğinden, %30.4’ ü sağlığın korunması ve sürdürülmesinden,
60
%23.0’ ünün ise ders yoğunluğundan yaşam kalitesinin etkilendiğini
belirttikleri saptanmıştır. Üniversite öğrencilerinin yarısından fazlasının
yaşam kalitesinin maddi koşullardan etkilendiğini dile getirmesi,
günümüz tüketim toplumunda beklenilen bir sonuçtur. Aynı zamanda,
öğrencilerin ailelerinden ayrı yaşamaları nedeniyle aile ve çevre desteğine
daha çok gereksinim duymaları, benzer şekilde yalnız yaşamaları
nedeniyle sağlığın korunması ve sürdürülmesinin önem kazanması ve
ders yoğunluğunun sosyal yaşama izin vermemesi nedeniyle bu
faktörleri belirttikleri düşünülmektedir.
Tablo 1: Öğrencilerin algıladıkları “yaşam kalitesi” kavramı ve yaşam kalitelerini
etkileyen faktörlerin dağılımı
Algılanan Yaşam Kalitesi Kavramları ve Yaşam Kalitesi
Etkileyen Faktörler
Algılanan yaşam kalitesi kavramları
Yaşam standartlarının iyi olması
Fizik sağlığın iyi olması
Ruh sağlığın iyi olması
Yaşamdan doyum alma
Gereksinimlerin giderilmesi
Düzenli kişilerarası ilişki
Kişinin farkındalık düzeyi
Kişinin fırsat ve olanaklardan yararlanması
Kişinin yaşama bakış açısı
Düzenli sosyal yaşam
Yaşam Kalitesi Etkileyen Faktörler
Eğitimde fırsat eşitliği
Okul ve işi bir arada yürütmek
Hayata bakış açısı
Sınıfın fiziki yapısı sınıf kalabalığı
Okul organizasyonu
Öğrencinin kaldığı yer
Ders yoğunluğu
Sağlığın korunması, sürdürülmesi
Toplumun öğrencilere bakışı
Maddi koşullar
Aile ve çevre desteği
n
%*
61
23
25
38
20
10
16
18
22
18
37.9
14.3
15.5
23.6
12.4
6.2
9.9
11.2
13.7
11.2
12
10
7
9
33
32
37
49
17
108
62
7.5
6.2
4.3
5.6
20.5
19.9
23.0
30.4
10.6
67.1
38.5
*satır yüzdesi
Araştırmaya katılan hemşirelik öğrencilerin yaşam kalitesi
kavramı konusunda bilgi alma ve meslekleri açısından önemli bulma
durumları incelendiğinde, öğrencilerin %77.6’ sının bu konu hakkında
bilgi almadığı ancak %94.4’ ünün yaşam kalitesini hemşirelik mesleği
açısından önemli bulduğu saptanmıştır (Tablo 2). Yaşam kalitesi hakkında
hemşire öğrencilerle yapılan araştırmada, öğrencilerin bilgisinin yetersiz
olduğu (Orgun ve ark. 2002) belirtilirken, hemşirelerle yapılan araştırmada
hemşirelerin bu konuyu önemli bulduğu (Ökmen 2004) saptanmıştır.
Đki araştırma bulgusu da, bu araştırma bulgusunu desteklemektedir.
61
Bu sonuçlar değerlendirildiğinde öğrenci hemşire ve hemşirelere “yaşam
kalitesi” konusunda eğitim verilmesinin gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Tablo 2: Öğrencilerin yaşam kalitesi kavramı konusunda bilgi alma ve meslekleri
açısından önemli bulma durumlarının dağılımı
Bilgi Alma ve Önemlilik Durumu
Bilgi Alma Durumu
Evet
Hayır
Önemlilik Durumu
Önemli
Önemsiz
Toplam
n
%
35
125
21.7
77.6
152
9
161
94.4
5.6
100.0
Araştırmaya katılan öğrencilerin yaşam doyumları incelendiğinde,
YDÖ toplam puan ortalamasının 22.23±5.48 olduğu saptanmıştır.
Durdu (2006) yurtta ve evde kalan öğrencilerle yaptığı araştırmasında,
yurtta kalan öğrencilerin YDÖ toplam puan ortalamasını 25.14±6.07,
evde kalan öğrencilerin YDÖ toplam puan ortalamasını 27.66±6.19 olarak
saptarken, Vara (1999) yoğun bakım hemşireleriyle yaptığı araştırmasında
YDÖ toplam puan ortalamasını 20.69±6.62 olarak, Ökmen (2004)
cerrahi birimlerde çalışan hemşirelerin YDÖ toplam puan ortalamasını
22.45±6.3, dahili birimlerde çalışan hemşirelerin YDÖ toplam puan
ortalamasını 22.64±5.7 olarak saptamıştır. Bu araştırmalarla
karşılaştırıldığında öğrenci hemşirelerin yaşam doyumlarının yurtta ve
evde kalan öğrencilerden düşük, yoğun bakım hemşirelerinden yüksek,
cerrahi ve dahili birimlerde çalışan hemşirelerle paralellik gösterdiği
söylenebilir.
Araştırmaya katılan öğrencilerin yaşam doyumlarını etkileyen
faktörler incelendiğinde, sağlık meslek lisesi mezunlarının YDÖ toplam
puan ortalamasının (24.32±4.83 ), düz lise (21.50±5.42) ve diğer lise
(21.74±5.93) mezunu olanlardan daha yüksek olduğu ve bu farkın da
istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (F=3.93, p<0.05) (Tablo
3). Sağlık meslek lisesi mezunu öğrencilerin yaşam doyum puan
ortalamasının yüksek olmasının nedeni, ekonomik özgürlük yanı sıra
yaşam deneyimlerinin de diğer lise mezunlarından farklı olması ile
açıklanabilir. Ancak çalışan hemşirelerle yapılan çalışmalarda Vara
(1999) sağlık meslek lisesi mezunlarının, Ökmen (2004) ise düz lise
mezunlarının yaşam doyumlarını daha yüksek bulmuştur.
Öğrencilerinin kendi sosyo-ekonomik düzeylerini algılama
durumları incelendiğinde, sosyo-ekonomik durumlarını “orta” düzeyde
algılayanların YDÖ toplam puan ortalamasının (22.82±5.28), “düşük”
düzeyde algılayanlara (19.76±5.66) göre yüksek olduğu ve bu farkın
istatistiksel olarak anlamlı bulunduğu saptanmıştır (t=8.15, p<0.01)
62
(Tablo 3). Yaşam kalitesi ve yaşam kalitesiyle ilişkili olan yaşam doyumu
tanımlanırken sosyoekonomik düzeyin etkili olduğuna yer verilmektedir
(Balcı 2003, Bilgin 2003). Araştırma bulgusu da bu tanım
doğrultusundadır. Durdu (2006) yurtta ve evde kalan öğrencilerle
yaptığı araştırmasında, sosyo-ekonomik düzeyini “yüksek” olarak
değerlendiren öğrencilerin, Ökmen (2004) hemşirelerle yaptığı
çalışmasında sosyo-ekonomik düzeyini “orta” olarak değerlendiren
hemşirelerin yaşam doyumlarının yüksek olduğunu bulmuştur.
Öğrencilerin ailelerinin sosyo-ekonomik düzeyleri ile YDÖ toplam
puan ortalamaları karşılaştırıldığında, sosyo-ekonomik durumlarını “orta”
düzeyde algılayanların YDÖ toplam puan ortalamasının (22.62±5.37)
“düşük” düzeyde algılayanlara (17.86±4.97) göre yüksek olduğu ve bu
farkın istatistiksel olarak da anlamlı bulunduğu saptanmıştır (t=-3.08,
p<0.01) (Tablo 3). Yaşam doyumunda algılanan sosyo-ekonomik
durumun etkili olduğu bu sonuçla da desteklenmektedir.
Öğrencilerin aile ilişkilerini “çok iyi” olarak değerlendirenlerin
yaşam doyum düzeyleri (24.08±4.98), “iyi” (20.90±4.97) ve “şöyle böyle”
(17.46±6.98) olarak değerlendirenlere göre daha yüksek bulunmuştur.
Yapılan varyans analiziyle de bu fark istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuştur (F=12.24, p<0.01). Öğrencilerin arkadaş ilişkileri
değerlendirildiğinde de benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Arkadaş ilişkilerini
“çok iyi” olarak değerlendiren öğrencilerin yaşam doyumu düzeyleri
(24.32±5.16), “iyi” olarak değerlendirenlere (21.37±5.40) göre daha
yüksek bulunmuştur. Bu fark istatistiksel olarak da anlamlıdır (t=3.19,
p<0.01) (Tablo 3). Sosyal çevreyle olan ilişkinin niteliği, bireyin yaşam
kalitesini ve dolayısıyla yaşam doyumunu da etkileyen bir faktör
olduğunun önemi yadsınamaz (Eser 2004). Araştırma bulguları da bu
görüşü desteklemektedir.
Öğrencilerin genel sağlık durumları ile YDÖ toplam puan
ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur
(F=6.04, p< 0.01). Genel sağlık düzeylerini “çok iyi” algılayanların yaşam
doyum düzeyleri (24.71±4.15), “iyi” (22.46±5.17,) ve “şöyle böyle”
(19.84±6.34) algılayanlara göre daha yüksektir (Tablo 3). Yaşam
kalitesiyle ilişkili olan yaşam doyumun da etkili olan diğer bir faktörde
algılanan sağlık durumudur (Eser 2004, Durdu 2006, Vara 1999). Bu
bağlamda, araştırmanın bu bulgusu beklenen bir sonuçtur.
Öğrenci hemşirelerin yaşam doyumunu etkilemeyen faktörler
incelendiğinde, öğrencilerin YDÖ puan ortalaması ile öğrencilerin
öğrenim gördüğü yüksekokul, kaldıkları yer karşılaştırıldığında
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (Fokul=0.34,
Fyer=0.34, p>0.05).
63
Tablo 3: Öğrencilerin “Yaşam Doyum Ölçeği (YDÖ)” toplam puan ortalamasını etkileyen
etmenlere göre dağılımı
Sosyo-demografik Özellikler
Yüksek Okul
E.Ü.Hemşirelik yüksek okulu
E.Ü.Atatürk Sağlık YO Hemşirelik
Bölümü E.Ü.Ödemiş Sağlık YO
Hemşirelik Bölümü
Mezun Olunan Lise
Sağlık meslek lisesi
Düz lise
Diğer
Kaldığı Yer
Yurt (devlet, özel)
Tek başına evde
Arkadaşlarla evde
Ailesiyle birlikte
Öğrenci Sosyo Ekonomik Durum
Düşük/çok düşük
Orta
Aile Sosyo Ekonomik Durum
Düşük/çok düşük
Orta
Aile Đlişkileri
Çok iyi
Đyi
Şöyle böyle
Arkadaş Đlişkileri
Çok iyi
Đyi
Sağlık Durumları
Çok iyi
Đyi
Şöyle böyle
n
X
Ss
F
t
p
96
38
27
22.49
21.62
21.60
5.51
5.80
5.02
39
93
29
24.32
21.50
21.74
4.83
5.42
5.93
28
19
68
46
20.66
23.81
22.35
22.34
7.07
4.27
5.25
5.06
31
130
19.76
22.82
5.66
5.28
8.15
0.00
13
148
17.86
22.62
4.97
5.37
-3.08
0.00
79
71
11
24.08
20.90
17.46
4.98
4.97
6.98
47
114
24.32
21.37
5.16
5.40
23
104
34
24.71
22.46
19.84
4.15
5.17
6.34
0.34
0.71
3.73
0.02
1.32
0.27
12.27
0.00
3.19
6.04
0.00
0.00
p<0.01
SONUÇ VE ÖNERĐLER
Öğrencilerin yaşam kalitesi konusunda bilgi almadıklarını ve
meslekleri açısından önemli bulduklarını belirtmeleri, eğitimde bu konuya
daha fazla önem verilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Yaşam kalitesi
kavramını, standart kavramı ile birlikte düşünmeleri ise kalite konusunu
daha çağdaş bir bakış açısıyla algıladıklarını göstermektedir. Öğrencilerin
yaşam doyumlarını da bireysel ve sosyal faktörlerin etkilediği
saptanmıştır.
Bu bulgular doğrultusunda;
· Öğrencilerin eğitim programlarına yaşam kalitesini anlatan konular
eklenmesi,
64
· Öğrencilerin yaşam doyumlarını etkileyen faktörler göz önünde
bulundurularak bu doğrultuda öğrencilerin yaşam doyumlarını
yükseltici girişimlerde bulunulması,
· Yaşam doyumunu arttırmada etkili olan faktörler önemsenerek, bu
faktörlerin belli aralıklarla değerlendirilmesi önerilebilir.
KAYNAKLAR
1. Akyol A (1993a). Yaşam Kalitesi ve Yaklaşımları, E.Ü.H.Y.O.Dergisi, 9(2): 75-77.
2. Akyol A (1993b). Yaşam Kalitesinin Hemşirelik Yönünde Önemi, E.Ü.H.Y.O.Dergisi,
9(3): 71-75.
3. Balcı G (2003). Öz-bakım Gücü ve Yaşam Kalitesinin Etkilendiği Bazı Durumlar ve
Hemşirenin Rolü, Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 2: 69-76.
4. Başalan-Đz F, Özer M (2003). Yaşam Doyumu ve Yaşam Kalitesi Kavramlarına Bir
Bakış, Hemşirelik Forumu Dergisi, 6(4): 23-26.
5. Bilgin N (2003). Sosyal Psikoloji Sözlüğü; Kavramlar, Yaklaşımlar Önsöz Basın
Yayıncılık Đstanbul, Haziran, 426.
6. Cimeti G, Gencalp NS, Keskin G (2003). Quality of Life and Job Satisfaction of
Nurses, Journal of Nursing Care Quality, 18(2): 151-158.
7. Durdu B (2006). Yurtta ve Evde Kalan Öğrencilerin Yaşam Kalitesi Konusundaki
Görüşleri ve Yaşam Memnuniyetlerinin Đncelenmesi, E.Ü.H.Y.O.Lisans Tezi, Đzmir.
8. Erbay-Dündar P, Bilge B, Boydur H ve ark. (2004). 17 Yaş ve Üzeri Çalışan Gençlerin
Yaşam Kalitesini Belirleyen Faktörler, I. Sağlıkta Yaşam Kalitesi Sempozyum Kitabı,
8-10 Nisan, 60, Đzmir.
9. Eser E (2004). Sağlıkta Yaşam Kalitesi, 1. Sağlıkta Yaşam Kalitesi Sempozyumu, 810 Nisan, Đzmir, 4-6.
10. Moles AA, Bilgin N (1985). Yaşam Kalitesi ve Çevresel Đstikrarlılık, Seminer, 4: 113131.
11. Orgun F, Özkütük N, Bayık A (2003). Hemşire Öğrencilerin Öğretim Sistemine Đlişkin
Görüş ve Önerileri, 2.Uluslar Arası 9.Ulusal Hemşirelik Kongresi Bildiri Kitabı, 7-11
Eylül, Antalya, 132.
12. Ökmen E (2004). Hemşirelerin Yaşam Kalitesi Konusundaki Görüşleri ve Yaşam
Doyumlarının Đncelenmesi, E.Ü.H.Y.O.Lisans Tezi, Đzmir.
13. Şahin H (1997). Eski Bir Kavram Yeni Bir Ölçüt: Yaşam Kalitesi, Toplum ve Hekim
Dergisi, 12(2): 40-46.
14. The WHOQOL Group (1996). What is quality of life? World Health Forum.17(48):
354–356.
15. Vara Ş (1999). Yoğun Bakım Hemşirelerinde Đş Doyumu ve Genel Yaşam Arasındaki
Đlişkinin Đncelenmesi, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi,
Đzmir.
16. Yetim Ü (1985). Değişik Sosyo Kültürel Kesimlerden Kişilerde Yaşam Kalitesi, E.Ü.
Edebiyat Fakültesi Yüksek Lisans Tezi, Đzmir.
17. Yetim Ü (1992). Kişisel Projeler Açısından Yaşam Doyumu, E.Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Doktora Tezi, Đzmir.
65
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 67-82, 2008
HEMŞĐRELERĐN STRESLE BAŞ ETME TARZLARI ĐLE DEPRESYON
BELĐRTĐ DÜZEYLERĐ ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐ
THE RELATION BETWEEN DEPRESSION SYMPTOMES’ LEVEL AND
STRESS COPING STRATEGIES OF NURSES
Ar.Gör. Çiğdem TATAR YÜKSEL*
Yard.Doç.Dr. Gönül ÖZGÜR**
*Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hemşirelik Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği AD.
**E. Ü.Hemşirelik Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği AD.
III. Uluslar arası-10.Ulusal Hemşirelik Kongresinde (7-10 Eylül 2005, Đzmir) poster
bildirisi olarak sunulmuştur.
ÖZET
Amaç: Bu araştırma, hemşirelerin stresle baş etme tarzları ile depresyon
belirti düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelenmek amacıyla planlanmış tanımlayıcı
tipte bir araştırmadır.
Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini Balıkesir Đli Bandırma Đlçesi
MGK Devlet Hastanesinde çalışan hemşireler (N:106) ve Bandırma SSK
Hastanesinde (N:52) çalışmakta olan hemşireler (N:158) oluşturmaktadır.
Veriler, hemşireleri Tanıtıcı Bilgi Formu, Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği
(SBTÖ) ve Beck Depresyon Envanteri (BDE) ile toplanmıştır. Verilerin
değerlendirilmesinde, sayı ve yüzde dağılımlar, aritmetik ortalama, “t” testi,
varyans analizi ve korelasyon analizi kullanılmıştır.
Bulgular ve Sonuç: Hemşirelerin BDE puan ortalaması 7.77 ± 6.27 dır.
Hemşirelerde çocuk sayısının fazla olmasının, meslekte çalışma yılı, işten memnun
olma düzeyinin, algılanan
ruh sağlığı düzeylerinin, hasta sayısının fazla
olmasının ve personel sayısının az olmasının depresyon belirti puan ortalamasında
etkili olduğu saptanmıştır. Diğer taraftan, stresle baş etmede “kendine güvenli
yaklaşım” ve “iyimser yaklaşımı” kullanan hemşirelerin daha az depresif belirtiler
gösterdiği, “sosyal destek arama”, “çaresiz yaklaşım” ve “boyun eğici yaklaşımı”
kullanan hemşirelerin daha çok depresif belirtiler gösterdiği saptanmıştır.
Hemşirelerin depresyon belirti düzeyinin düşük olduğu, stresle baş
etmede “kendine güvenli yaklaşım” ve “iyimser yaklaşım” kullanan hemşirelerin
depresyon geliştirme riski taşımadıkları saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Hemşire, stres, depresyon, baş etme tarzı
ABSTRACT
Objective: This study has been planned as a descriptive research to
examine the relation between the level of depression symptomes and coping
strategies of nurses.
67
Methods: The sample of this study consists of 158 nurses who work at
Social Security Hospital (52) and Goverment Hospital (106). The data was
collected by a questionaire included three instruments: 1) The Descriptive
Đnformation Form, 2) Scale of the Ways to Cope With Stress 3) Beck Depression
Inventory. Data were evaluated using mean, standard deviation and t-test,
variance analyse and korelasyon analyse.
Results: According the research findings, the mean score of Nurses’ Beck
Depression Inventory were 7.77 ± 6.27. At thr same time, increasing child number
of nurses, working years, nurses job satisfaction, percieved menthal health as
“neither good nor bad”, increased patients number and decreased staff number
were founded effective factores for depressif symptom’s occur. “The Submissive
Style”, “The Helpless Style” and “Seeking for Social Support Style” approaches
increased nurses’ depressif symptoms and “Self Confident Approach” and
“Optimistic Approach” degreased nurses’ depressif symptoms.
Conclusion: The level of nurses’ depressıon symptomes were low. At the
same time, it was founded that coping strategies which were used by nurses such
as“Self Confident Approach” “Optimistic Approach had not risk for geting
depression symptomes .
Key Words: Nurse, stress, depression, coping strategies
GĐRĐŞ
Bireyin, fizik ve sosyal çevreden gelen uyumsuz koşullar nedeniyle,
bedensel ve psikolojik sınırların ötesinde harcadığı gayrete “stres” denir.
Talepler karşısında vücudun tepkisi olan stres, günlük hayatın olağan
bir parçasıdır. Uçman’ın (1990) yaptığı çalışmada, Folkman ve
Lazarus’un stres tanımının, birey-çevre etkileşiminde kişinin uyumunu
tehlikeye düşüren ve mevcut kaynaklarını zorlayan ya da aşan çevre
talepleri olduğunu ifade etmiştir. “Baş etme”, bireyin kendisi için stres
oluşturan olay ya da etkenlere karşı direnmesi ve bu durumlara karşı
dayanma amacıyla gösterdiği bilişsel, duygusal ve davranışsal tepkilerin
tümü olarak tanımlanmaktadır (Folkman ve ark. 1986, Cüceloğlu 1991,
Hargreaves G 1999, Uçman 1990).
Strese neden olan bir çok faktör vardır. Đnsanın fizyolojik ve
psikolojik dengesini etkileyen her türlü unsur bir stres kaynağı olarak
görülebilir. Bu doğrultuda, bireyin iş çevresi ve iş dışı çevresi birbirini
etkileyerek stres oluşumuna neden olur. Đşe bağlı gerginlik ve tükenme
kişide depresyon, anksiyete, çaresizlik duyguları gibi ruhsal; baş ağrısı,
kaslarda gerginlik, uykusuzluk gibi fizyolojik etkilere yol açmaktadır
(Bingöl ve Naktiyok 2001, Öztürk ve ark. 2001). Stres yaşantısının erken
belirtisi özellikle başta, ensede, sırtta ve omuzda kas sertleşmesi, uzun
dönemde hazımsızlık, ülser başlangıcı gibi sindirim sistemi sorunlarıdır.
Bunlara ek olarak; terleme, nefes darlığı, tansiyon yükselmesi,
yorgunluk, alerji, mide bulantısı da stresle tetiklenen tepkilerdendir
(Altuntaş 2003, Güney 2000).
68
Stres tek başına düşünülmesi imkânsız bir olgudur. Birçok çalışma
stres ile ilişkili başka kavramların (psikosomatik hastalıklar, tükenmişlik
sendromu, kontrol odağı vb.) varlığını işaret etmektedir. Günümüz
insanı, yaşamın her alanında kendini hissettiren zorlanmalarla dolu bir
dünyayla karşı karşıyadır. Bu zorlanmalar bireyin tüm dengesini altüst
edebilmekte ve sağlığını tehdit etmekte, kişiyi bir semptom örüntüsü
olan tükenmişliğe götürmektedir (Buldukoğlu ve ask. 1995, Uğurlu ve
ark. 2000)
Norbeck (1985) yaptığı çalışmada, Cherniss’in çalışmalarında
tükenmişlik sendromunu çalışanların iş ortamına karşı tepki gösterme
yolu olarak tanımladığını ifade etmiştir. Bu tepki hem dışsal faktörler (iş
ortamı, çalışma arkadaşları vb.) hem de içsel faktörlere (kişilik, bireysel
stresle baş etme teknikleri gibi) bağlıdır (Norbeck 1985).
Sağlık çalışanlarından biri olan hemşire, yoğun iş yükü, ağır ve
ölümcül hastalara bakım verme, gerektiğinde hasta ve yakınlarına
duygusal destek verme gibi stres yaratan deneyimler yaşamaktadır. Ayrıca
sağlık hizmetlerindeki yetersizlikler, hizmetin ve personelin dengesiz
dağılımı da çalışanlar için önemli bir stres unsurudur (Öztürk ve ark.
2001). Çalışma yaşamının bireyi, bireyin de çalışma yaşamını etkiledigi
bir gerçektir. Bu gelişimin olumlu yönde olması bireyin sağlığı ve
kurumun başarısı ile sonuçlanır (Gözüm 1997).
Çalışma yaşamında sağlık profesyonelleri içinde önemli yeri olan ve
hastalarla birebir uzun mesai saatleri boyunca birlikte olan hemşirelerin
toplumda cinsiyetlerine göre dağılımı göz önüne alındığında, neredeyse
tamamına yakınının kadın olduğu görülmektedir. Bu nedenle, iş
yaşamından gelen zorlukların yanısıra ev yaşamında kadın ve anne
rolünün getirdiği sorunlar ile toplumsal baskıların neden olduğu
streslerin hemşirelerin depresyon yaşamasında göz ardı edilemeyecek
önemli faktörler olduğu düşünülmektedir. Kaynaklarda da kadınlara
özgü çok çeşitli tıbbi, ruhsal ve toplumsal faktör nedeniyle, depresyonun
daha sık görüldüğü belirtilmektedir (Köroğlu 1997, Görgülü 1998,
Yüksel 2001).
Hemşirelerin sağlığının bozulması; iş gücü kaybı, verimin düşmesi,
kurum ve ülke için ekonomik kayıp, kazaların artması ve hizmet
sundukları birey ya da hastaların risk altına girmesine neden olabilir
(Tayran ve Talas 2001). Bu nedenle hemşirelerin çalışma yaşamları ile
ilgili streslerinin neler olduğu, bu stresörlerle ne düzeyde ve nasıl baş
ettiklerinin değerlendirilmesi ve stresin uzun süreli yaşanmasına bağlı
olarak ortaya çıkan depresyon belirtilerinin incelenmesi gerekmektedir.
Bu konularda araştırmalar yapılmasının, hem hemşirelerin yaşam
kalitesinin, hem de verdikleri bakımın kalitesinin artmasına katkı
sağlayacağı düşünülmektedir. Stres yaşama ve depresyona girme
açısından risk altında bulunan hemşirelerin stresle etme çıkma tarzları
69
ile depresyon arasındaki ilişkinin, araştırmalarla ortaya konulmasına
giderek daha fazla gereksinim duyulmaktadır. Bu çalışmanın amacı,
hemşirelerin stresle baş etme tarzları ile depresyon arasındaki ilişkinin
incelenmesidir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu araştırma, 31 Mayıs-7 Haziran
2004 tarihleri arasında yapılmıştır. Balıkesir Đli Bandırma Đlçesi Mehmet
Güven Karahan (MGK) Devlet Hastanesinde çalışan hemşireler (N:106)
ve Bandırma Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Hastanesinde çalışan
hemşireler (N:52) araştırmanın evrenini (N:158) oluşturmaktadır. Örneklem
seçimine gidilmemiştir. Evren aynı zamanda örneklemi oluşturmuştur.
Araştırmya tüm hemşireler (N:158) katılmıştır.
Araştırma verileri üç ayrı form kullanılarak toplanmıştır. 1)
Hemşirelerin tanıtıcı özelliklerini içeren “Tanıtıcı Bilgi Formu” 2)
Hemşirelerin stresle etme tarzlarını belirlemek amacıyla ‘‘Stresle Başa
Çıkma Tarzları Ölçeği (SBTÖ)’’ 3) Hemşirelerin depresyon belirtilerinin
düzeylerini belirlemek amacıyla da ‘‘Beck Depresyon Envanteri (BDE)”
kullanılmıştır.
Tanıtıcı Bilgi Formu: Araştırmaya katılan hemşirelerin özelliklerini
belirlemek amacıyla araştırmacı tarafından geliştirilmiştir. Bu form,
hemşirelerin sosyo-demografik özellikleri (7), çalışma özellikleri (6), kendi
sağlıklarını ve kişiler arası ilişkilerini algılayışları (3), iş yeri ile ilgili
stres kaynakları ve baş etme davranışlarını (4) kapsayan 20 sorudan
oluşmaktadır.
Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBTÖ): Folkman ve Lazarus
tarafından geliştirilen “Ways Of Coping Inventory” ölçeğinden Türkçe’ye
uyarlanan “Stresle Baça Çıkma Tarzları Ölçeği”nin ülkemiz için geçerlik
ve güvenirlik çalışması Şahin ve Durak (1995) tarafından yapılmıştır.
Form Likert tipi bir ölçek olup 30 maddeden oluşmaktadır. Bu ölçeğin
probleme yönelik etkili yollar ve duygulara yönelik etkisiz yollar olarak
isimlendirilebilecek iki boyutu vardır. Bu iki boyut beş alt ölçekte
yansımaktadır (Işıkhan 2004).
Bu ölçeğin alt ölçekleri şunlardır; Kendine Güvenli Yaklaşım (8,
10, 14, 16, 20, 23, 26), Çaresiz Yaklaşım (3, 7, 11, 19, 22, 25, 27, 28),
Boyun Eğici Yaklaşım (5, 13, 15, 17, 21, 24), Đyimser Yaklaşım (2, 4, 6,
12, 18), Sosyal Destek Arama Yaklaşımı (1, 9, 29, 30).
Sosyal destek aramanın 1. ve 9. maddeleri hariç diğer maddeler
için puanlama şu şekildedir: Hiç uygun değil “0”, uygun değil “1”, uygun
“2”, tamamen uygun “3” puan olarak hesaplanmıştır. Sosyal destek
arama boyutunun 1. ve 9. maddelerinde ise, Hiç uygun değil “3”, uygun
70
değil “2”, uygun “1”, tamamen uygun “0” puan olarak hesaplanmıştır
(Işıkhan 2004). Her faktöre ait puanlar ayrı ayrı hesaplanmakta, toplam
puan ise hesaplanmamaktadır (Işıkhan 2004). Kendine Güvenli
Yaklaşım toplam puanı 0-21 aralığında, Çaresiz Yaklaşım toplam puanı
0-24 aralığında, Boyun Eğici Yaklaşım toplam puanı 0-18 aralığında,
Đyimser Yaklaşım toplam puanı 0-15 aralığında, Sosyal Destek Arama
Yaklaşımı toplam puanı 0-12 aralığında değişmektedir. Her yaklaşım
için toplam puanın artışı bireyin o başa çıkma tarzını daha çok
kullandığını şeklinde değerlendirilir (Işıkhan 2004).
Beck Depresyon Envanteri (BDE): Bu ölçek depresyonda görülen
somatik, duygusal, bilişsel ve motivasyonel belirtileri ölçmektedir. Ölçeğin
amacı depresyon belirtilerinin derecesini objektif olarak belirlemektir.
Beck tarafından geliştirilen bu ölçeğin Türkçe’ye uyarlanması Nesrin
Hisli (1995b) tarafından yapılmıştır. Formda 21 belirti kategorisi vardır.
11 kategori bilişsel belirtileri, 2 kategori duygusal belirtileri, 2 kategori
açıkça görülen davranışları, 1 kategori kişilerarası sorunları, 5 kategori
somatik semptomları ölçmektedir. Bu kategoriler: Duygu durum,
Kötümserlik, Başarısızlık Duygusu, Doyumsuzluk, Suçluluk Duygusu,
Cezalandırılma Duygusu, Kendinden Nefret Etme, Kendini Suçlama,
Kendini Cezalandırma Arzusu, Ağlama Nöbetleri, Sinirlilik, Sosyal
Đçedönüklülük, Kararsızlık, Bedensel Đmge, Çalışabilirliğin Ketlenmesi,
Uyku bozuklukları, Yorgunluk-Bitkinlik, Đştahın Azalması, Kilo Kaybı,
Somatik Yakınmalar, Cinsel Dürtü Kaybı’ dır. Her madde dört
seçenekten oluşmaktadır ve sıfır ile üç arasında puan almaktadır. Bu
puanların toplanmasıyla depresyon puanı elde edilir. Puan aralığı 063’tür. Toplam puanların yüksek oluşu, depresyon düzeyinin ya da
şiddetinin yüksekliğini gösterir. Ölçeğin Türkiye için kesme noktası
17’dir (Hisli 1995).
Araştırma verileri hemşirelere çalışırken, onlar için uygun bir saatte,
sözlü onamları alınarak, görüşme ve kağıt-kalem yöntemi ile toplanmıştır.
Verilerin değerlendirilmesinde SPSS paket programı kullanılmıştır.
Veriler; sayı ve yüzde dağılımlar, aritmetik ortalama, “t” testi, varyans
analizi ve korelasyon analizi kullanılarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Hemşirelerin % 45.6’sı 23-31 yaş grubunda olup, yaş ortalamaları
33.24 ± 7.12’dir. Hemşirelerin erişkin yaş grubunda olduğu görülmektedir.
Pektekin ve ark. (1990) yaptıkları çalışmada da hemşirelerin çoğunluğunun
26-35 yaş grubunda olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin % 82.3’ü evlidir.
Yapılan diğer çalışmalarda hemşirelerin % 53 ile % 62.7 oranında evli
olduğu belirlenmiştir (Çam 1992, Okumuş ve ark. 1999). Hemşirelerin
% 77.2’sinin çocuk sahibi olduğu, % 43.7’sinin bir çocuk sahibi olduğu
saptanmıştır. % 47.5’inin üç kişilik bir ailede, % 93.7’sinin çekirdek
71
ailede yaşadıkları, % 62.6’sının gelirinin giderine denk olduğu saptanmıştır.
Hemşirelerin % 69.0’unun Ön Lisans mezunu olduğu saptanmıştır.
Önceki senelerde yapılan çalışmalarda hemşirelerin sağlık meslek
liselerinden mezun olma oranları daha yüksek bulunmuştur. Okumuş
ve Maltepe’nin (1992) yaptığı bir araştırmada bu oran % 52.8 bulunmuştur.
Altun’un yaptığı çalışmada ön lisans mezunu hemşirelerin oranı %
52’dir. Talas ve Tayran’ın 2001 yılında yaptıkları araştırmada bu oran %
36.1 iken ön lisans ve lisans mezunu oranı % 63.9’dur. Bulgular, eğitim
düzeyinin yıllarla doğru orantılı olarak arttığını göstermektedir.
Hemşirelerin % 29.1’inin 11-15 yıldır meslekte, % 48.1’inin Dahili
Bilimlerde, % 91.8’inin ise servis hemşiresi olarak çalıştıkları bulunmuştur.
Hemşirelerin % 88.6’sının nöbet tutarak çalıştığı saptanmıştır. Görgülü
(1998) yaptığı çalışmada nöbet sisteminde ve dönüşümlü (vardiya)
çalışmanın meslekte stres etkenlerinden olduğu ve duruma bağlı
anksiyete düzeylerini yükselten bir faktör olduğunu ifade etmiştir.
Hemşirelerde fizik ortamdan kaynaklanan stres nedenleri incelendiğinde, % 30.4’ünün fiziksel ortamın sağlık koşullarına uygun olmayışı,
% 22.2’sinin servis organizasyonunun bozukluğu, % 17.7’sinin malzeme
yetersizliği, % 14.6’sının fiziki yapıda yetersizlik nedeniyle stres
yaşadıkları saptanmıştır. Yetersiz araç gereç ile çalışmanın çalışma
koşullarını zorlaştırdığı ve hasta bakımını aksatarak verilen hizmetin
kalitesini ve iş doyumunu azalttığı saptanmıştır (Demir 2004).
Hemşirelerde kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan stres nedenleri
incelendiğinde, %33.5’inin ekip üyeleri ile girilen diyaloglar, % 27.2’sinin
hasta yakınları ile girilen diyaloglar, % 24.1’inin hastalar ile girilen
diyaloglar nedeniyle stres yaşadıkları saptanmıştır. Ekip anlayışının
sağlık hizmetlerinde benimsenmemesi ve uygulamaya yansıtılmaması
nedeni ile ekip üyeleri ile iletişimin en yüksek oranda stresör olduğu
söylenebilir.
Hemşirelerde mesleki uygulamalardan kaynaklanan stres nedenleri
incelendiğinde % 16.5’inin görev karmaşası, % 13.9’unun hasta sayısının
fazla olması, % 11.4’ünün personel azlığı, % 10.8’inin mesleki bilginin
kullanılmaması nedeniyle stres yaşadıkları saptanmıştır. En yüksek
oranda görev karmaşasının bulunması, sağlık profesyonellerinin görev
tanımlarının yapılmamış oluşu ile ilişkilendirilebilir. Demir (2004)
çalışmasında, hemşire sayısının azlığının iş yükünü arttırdığını,
dolayısıyla hemşire başına düşen hasta sayısının arttığını, bunun da
hemşirelerde fiziksel bitkinliğe ve hastalardan olumsuz geri bildirim
alınmasına neden olduğunu belirtmektedir. Hemşirelerin hasta yakınları ve
hastalar ile girilen diyaloglar nedeniyle stres yaşadığını ifade etmeleri bu
kapsamda değerlendirilebilir.
72
Hemşirelerin hasta bakımı verirken karşılaştıkları stres nedenleri
incelendiğinde, % 17.1’inin bakım verdikleri hastanın sağlığının kötüye
gitmesini, 12.0’ının hastaların ajite olmasını stres nedeni olarak
belirttikleri bulunmuştur. Araştırmaya katılan 158 hemşireden 41’i
hastayla ilgili en az bir stres nedeni ifade etmiştir. Bu oranın yüksekliği,
hemşirelerin hasta bakımında oldukça profesyonel oldukları ya da
duyarsız davrandıklarını düşündürmektedir.
Hemşirelerin çalışırken kendilerini stresli hissettiklerinde yaptıkları
davranışlar incelendiğinde, % 32.3’ünün biriyle konuştuğu, % 19.0’ının
ortamdan uzaklaştığı, % 19.0’ının işine devam ettiği, % 18.4’ünün
çözüm aradığı, % 17.7’sinin “diğer davranışlar” kapsamında sigara içtiği,
ağladığı, sıcak içecekler içtiği, birşeyler okuyarak başka şeyler düşünmeye
çalıştığı, % 12.0’ının sustuğu/sakin kaldığı saptanmıştır. Hemşirelerin
duygu odaklı başa çıkma tarzlarını daha fazla kullandığı söylenebilir. Bu
bulgular Işıkhan’ın (2004) araştırma sonuçlarıyla paralellik göstermektedir.
Verilen cevaplar arasında “dua ederim”, ”içimden birden ona kadar
sayarım”, “gözlerimi kapatarak beni mutlu eden şeyleri düşünürüm” gibi
ifadeler bulunmaktadır. Literatürde spirütializmin depresyondan
koruyucu etkenler arasında yer aldığı belirtilmektedir (Ünal ve ark.
2000).
Hemşirelerin % 48.1’inin işinden “kısmen memnun” olduğu, %
44.9’unun işinden “memnun” olduğu, % 7.0’ının işinden “memnun
olmadığı” saptanmıştır. Talas ve Tayran’ın (2001) yaptıkları araştırmada
memnun olmayan ve kısmen memnun olanların oranı % 56.8, memnun
olanların oranı % 43.2’dir. işinden memnun olanların BDE toplam puan
ortalaması X=6.26 ± 5.46, kısmen memnun olanların X=8.75 ± 6.32,
memnun olmayanların ise X=10.72 ± 8.67’dir. Hemşirelerin memnuniyet
durumlarına göre BDE toplam puan ortalamaları arasındaki bu fark
istatistiksel analiz ile anlamlı bulunmuştur (F= 4.36, P<0.05).
Anova ile gruplar arası farklılık tespit edilmiştir ve gruplar arası
farkın anlamlı olması nedeniyle Bonferroni Çoklu Karşılaştırma Testi ile
grupların ikili analizi gerçekleştirilmiştir. Đşinden kısmen memnun olan
hemşirelerin, işinden memnun olduğunu ifade eden hemşirelere göre
daha çok depresif belirtiler gösterdiği saptanmıştır. Đşten memnun olma
düzeyi arttıkça depresyon puan ortalamaları azalmaktadır.
Fizik sağlığını “iyi” olarak değerlendiren hemşirelerin BDE toplam
puan ortalaması X=6.26 ± 4.93, “ne iyi ne kötü” olarak değerlendirenlerin
X= 10.75 ± 7.51 olarak bulunmuştur. Hemşirelerin fizik sağlıklarını
değerlendirmeleri durumları ile BDE puan ortalamaları arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmıştır (F=7.83, P<0.01).
iyi
Yapılan ileri analizde, bu farkın fizik sağlığını değerlendirmede ne
ne kötü cevabını veren hemşireler ile iyi cevabını veren
73
hemşirelerden kaynaklandığı saptanmıştır (P<0.01). Ne iyi ne kötü
cevabını veren hemşireler, iyi cevabını veren hemşirelere oranla oldukça
yüksek oranda depresif belirtiler göstermektedirler. Fizik sağlığın
çalışma yaşantısı etkileyen bir faktör olduğu bilinmektedir.
Ruh sağlığını “çok iyi” olarak değerlendiren hemşirelerin BDE
toplam puan ortalaması X=5.07 ± 3.30, “iyi” olarak değerlendirenlerin
X= 6.04 ± 4.36, “ne iyi ne kötü” olarak değerlendirenlerin X= 11.87 ±
7.94 olarak bulunmuştur. Hemşirelerin BDE puan ortalamaları ile ruh
sağlıklarını değerlendirme arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık saptanmıştır (F=18.84, P<0.01).
Anova ile gruplar arası farklılık tespit edilmiştir ve gruplar arası
farkın anlamlı olması nedeniyle Bonferroni Çoklu Karşılaştırma Testi ile
grupların ikili analizi gerçekleştirilmiştir. Ruh sağlığını değerlendirme
durumu için “ne iyi ne kötü” ifadesini kullanan hemşirelerin, ruh
sağlığını değerlendirme durumu için “iyi” ve “çok iyi” ifadelerini kullanan
hemşirelere göre daha çok depresif belirtiler gösterdiği saptanmıştır.
Ruh sağlığı değerlendirme durumu için “iyi” ve “çok iyi” ifadesini
kullanan hemşireler arasında depresyon yönünden anlamlı bir fark
bulunmamıştır. Hemşirelerin depresif belirtilerinin artması ruh sağlığı
yakınmalarını arttırmaktadır.
Hemşirelerin çalışırken kendilerini stresli hissettiklerinde
yaptıkları davranışlardan çözüm arama davranışının, BDE toplam puan
ortalaması X=5.27 ± 3.49’dur. Hemşirelerin çalışırken kendilerini stresli
hissettiklerinde yaptıkları diğer (ortamdan uzaklaşmak, konuşmak, işe
devam etmek, susmak, sigara içmek, kitap okumak, ağlamak, sıcak
içecekler içmek gibi diğer kapsamına giren davranışlar) davranışlardan
çözüm arama davranışındaki BDE toplam puan ortalaması farkı
istatistiksel analiz ile anlamlı bulunmuştur (F= 7.84, P<0.01).
Bağımsız iki grup ortalaması için T testi uygulanmıştır. Çözüm
ararım ifadesini kullanmayan hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması,
bu ifadeyi kullanan hemşirelerin BDE toplam puan ortalamasına göre
anlamlı düzeyde farklılık göstermiştir (P<0.01, T=2.40, sd=156). Çözüm
arama davranışını sergileyen hemşirelerin, sergilemeyenlere göre daha
az depresif belirtiler gösterdiği saptanmıştır.
Ortamdan uzaklaşmak, konuşmak, işe devam etmek, susmak,
sigara içmek, kitap okumak, ağlamak, sıcak içecekler içmek gibi “diğer”
kapsamına giren davranışlar hemşirelerin BDE toplam puan ortalamalarını
etkilememektedir. Çözüm arama davranışı arttıkça, umutsuzluk
çaresizlik duygularıyla karakterize depresif semptomlar azalmaktadır.
Hemşirelerin genellikle etkisiz başa çıkma yolları kullandıkları dikkat
çekmektedir.
74
Tablo 1: Hemşirelerin SBTÖ ve BDE Puan Ortalamaları
SBTÖ Puan Ortalamaları
Kendine Güvenli Yaklaşım
Đyimser Yaklaşım
Çaresiz Yaklaşım
Boyun Eğici Yaklaşım
Sosyal Destek Arama Yaklaşımı
BDE Puan Ortalamaları
X
SS.
Min.
Max.
14.91
9.67
9.12
4.39
8.08
2.13
1.81
3.24
2.46
1.92
10.00
3.00
1.00
0.00
2.00
20.00
14.00
20.00
10.00
12.00
7.77
6.27
0.00
34.00
Hemşirelerin SBTÖ alt ölçek puan ortalaması incelendiğinde, en
yüksek puan ortalamalarının sırasıyla Kendine Güvenli Yaklaşım
( X =14.91) Đyimser Yaklaşım ( X =9.67), Çaresiz Yaklaşım ( X =9.12) ve Sosyal
Destek Arama ( X =8.08) olduğu; en düşük puan ortalamasının ise Boyun
Eğici Yaklaşım ( X = 4.39) olduğu saptanmıştır (Tablo 1). Şahin (1995b)
SBTÖ’ nün geçerlik, güvenirlik çalışmasını yaptığı araştırmasında,
Kendine Güvenli Yaklaşımın ve Đyimser Yaklaşımın stresle olumlu başa
etme yöntemi olduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan depresif belirtileri
yüksek olan kişilerin, stresli durumlarda diğerlerine oranla daha farklı
davrandıkları; kullandıkları başa çıkma mekanizmalarının daha çok
duygulara yönelik olduğu, probleme yönelik davranışları ise daha az
kullandıkları ifade edilmiştir (Şahin 1995b).
Literatürde depresif belirtileri yüksek grubun, “boyun eğici”, “çaresiz”
yaklaşımları daha fazla kullandıkları; belirtileri düşük grubun ise
“kendine güvenli” ve “iyimser” yaklaşımları daha fazla kullandıkları
gözlenmiştir. Depresif belirtileri yüksek olan kişilerin, stresli durumlarda
diğerlerine oranla daha farklı davrandıkları; kullandıkları başa çıkma
mekanizmalarının daha çok duygulara yönelik olduğu, probleme yönelik
davranışları ise daha az kullandıkları ifade edilmiştir (Öztürk 2001).
Hemşirelerin BDE puan ortalamaları incelendiğinde toplam puan
ortalamasının 7.77 ± 6.27 olduğu belirlenmiştir. Bu araştırmada, ölçekten
alınan minimum puan 0.00, maksimum puan 34.00 olmuştur (Tablo1).
Şahin (1995), 17 ve üstündeki BDE puanlarının, tedavi gerektirebilecek
depresyonu % 90 üzerinde bir doğrulukla ayırt edebildiğini görmüştür.
Bu araştırmada da 17 puan ve üzeri puan alan 15 (%9.4) hemşire
olduğu saptanmıştır.
Kadınlarda depresyon görülme sıklığının % 5-20 arasında olduğu
ifade edilmektedir (Yüksel 2001). Köroğlu (2004), kadınların % 20’sinin
yaşamlarının bir döneminde klinik depresyon geçirdiğini ifade etmiştir.
Araştırmada örnekleme alınan hemşirelerin tamamının kadın olması,
çok düşük olmayan bir oranda depresyon görülmesinin nedeni olarak
düşünülmektedir. Aynı zamanda Kadınlık rollerinin, toplum yapısından
75
kaynaklanan stres verici yönleri olduğu ve depresyona neden olan bir
çok faktörü beraberinde getirdiği bilinmektedir (Navaro 2002).
Tablo 2: Hemşirelerin BDE Toplam Puan Ortalamalarının Çocuk Sahibi Olma Durumuna
Göre Dağılımı
Tanıtıcı Özellikler
Çocuk Sahibi Olma
Durumu (N=158)
Var
Yok
BDE Toplam Puan Ortalaması
N
X
Ss
122
36
8.17
6.41
6.57
4.93
T
1.48
sd
156
P
0.04*
*P<0.05
Tablo 2’de hemşirelerin çocuk sahibi olma durumuna göre BDE
toplam puan ortalamaları dağılımı incelendiğinde, çocuk sahibi olan
hemşirelerin BDE puan ortalamasının (X=8.17 ± 6.57), çocuk sahibi
olmayan hemşirelerin BDE puan ortalamasından (X=6.41 ± 4.93)
yüksek olduğu görülmektedir.
Toplum Ortalamalarına Dayalı Đki Örneklem T Testi ile gruplar arası
farklılık tespit edilmiştir. Bu fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur
(t: 1.48, P<0.05). Gruplar arası farkın anlamlı olması nedeniyle çocuk
sahibi olan hemşirelerin çocuk sayıları dikkate alınarak Bonferroni
Çoklu Karşılaştırma Testi ile grupların ikili analizi gerçekleştirilmiştir.
Sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (F=3.99, P<0.05).
Hemşirelerden üç çocuğa sahip olanların, çocuğu olmayan, bir
çocuğu olan ve iki çocuğu olan hemşirelere göre, daha çok depresif belirtiler
gösterdiği saptanmıştır (P<0.01). Üç çocuklu bir ailede en az beş kişinin
(anne, baba, çocuklar) var olduğu düşünülecek olursa bunun hem
maddi hem manevi güçlüklerinin olması kaçınılmazdır. Günümüz tüketim
toplumunun zorlanmaları da bu güçlüklerin daha yoğun yaşanmasına
neden olacaktır. Bu bağlamda, hemşirelerin depresif belirtileri
yaşamasında, çocuk sayısının risk etmeni olduğu söylenebilir. Navaro’da
(2002), kadınlık rolünden oluşan depresyonları tanımlarken kadınların,
ailenin beslenme sorunu, çocukların sağlığı, terbiyesi ve eğitimiyle
genellikle tek başına ilgilenen bireyler olduğunu, çalışan kadınların ise
hem iş sorumluluğunu hem de evin sorumluluğunu taşıyan bireyler
olduğunu ve bunların da depresyon için neden olduğunu ifade etmiştir.
Hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması meslekte çalışma
süresine göre incelendiğinde, meslekte 16-20 yıl çalışan hemşirelerin, 15 yıl, 6-10 Yıl, 11-15 Yıl ve 20 Yıl ve üzerinde çalışan hemşirelere göre
daha fazla depresif belirtiler gösterdikleri saptanmıştır. Yapılan ileri
analizde, farkın meslekte 1-5 yıl çalışan hemşireler ile 16-20 yıl çalışan
hemşirelerden kaynaklandığı tespit edilmiştir (P<0.05) (Tablo 3).
76
Meslekte çalışma yılları arttıkça, depresyon belirtileri de artmaktadır.
Ergüney (2001) araştırmasında, çalışma yılının işe bağlı gerginlik,
anksiyete ve stres düzeyini etkileyen bir faktör olduğunu açıklamıştır.
Tablo 3: Hemşirelerin BDE Toplam Puan Ortalamalarının Meslekte Çalışılan Süreye ve
Đfade Ettiği Stres Kaynaklarına Göre Dağılımı (N: 158)
Tanıtıcı Özellikler
Meslekte Çalışılan Süre
1-5 Yıl
6-10 Yıl
11-15 Yıl
Yıl
20 Yıl ve ­
Stres Kaynakları/Mesleki
Uygulamalar
Hasta Sayısının Fazla Olması
Personel Azlığı
Görev Karmaşası
Mesleki Bilginin Kullanılmaması
N
BDE Toplam Puan Ortalaması
X
Ss
F
26
35
46
20
31
6.26
9.71
6.60
10.20
7.00
5.88
6.09
4.73
10.38
4.46
N
X
Ss
t
22
18
26
17
11.31
11.27
9.65
9.52
8.05
7.52
6.65
7.14
3.02
1.85
0.61
0.56
2.57
P
0.04**
P
0.00*
0.01*
0.09
0.22
*P<0.01, ** P<0.05
1-5 yıl çalışanların daha depresif belirtiler gösterme nedeninin
oryantasyon ve adaptasyon yönünden sorun yaşamaları olabileceği
düşünülmektedir. Depresyon puanlarının 1-5 yıl çalışanlarda daha
yüksek olması, bu kişilerde iş yükünün fazla olmasına ve mesleki
yaşamlarının henüz başında olmalarının getirdiği işle ilgili belirsizlikleri
daha sık yaşamalarına bağlanabilir. Bilici ve arkadaşlarının (1998)
araştırma sonuçları da bu bulguları desteklemektedir.
16-20 yıl çalışan hemşirelerin en yüksek puanı almalarının nedeni,
çalışma koşullarının zorlaması yanısıra emekliliğin yaklaşması olabilir.
Bununla beraber hemşirelik mesleğinde iş tanımlarının olmaması sonucu
tüm hemşirelerin benzer asgari düzeydeki işleri yapmaları ve bu sebeple
iş yaşantısında uzun yıllar deneyimi olan hemşirelerin kapasitelerini atıl
olarak kullanarak potansiyellerini değerlendirememeleri gerçeği de göz
önünde bulundurulmalıdır. Kuyurtar ve arkadaşları (2002) yaptıkları
çalışmada potansiyelini değerlendiremeyen çalışanların işine gittikçe
yabancılaşacaklarını, yeteneklerinin ve yeterliliklerinin köreleceğini ve iş
doyumu düzeylerinin düşeceğini ifade etmiştir.
Hemşirelerin
mesleki uygulamalardan kaynaklanan stres
kaynaklarına göre BDE Puan Ortalamalarının Dağılımı incelendiğinde,
hasta sayısının fazla olmasının ve personel sayısının az olmasının BDE
toplam puan ortalamasını etkilediği saptanmıştır.
Mesleki uygulamalardaki stres nedeni olarak hasta sayısının fazla
olduğunu belirten hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması X=11.31 ±
77
8.05’tir. Hemşirelerin BDE puan ortalamaları ile hasta sayısının fazla
olmasının stres kaynağı olduğunu belirten hemşirelerin BDE toplam puan
ortalaması arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur
(t=3.02, P<0.01) (Tablo 3).
Benzer şekilde personel sayısının az olduğunu belirten hemşirelerin
de BDE toplam puan ortalaması X=11.27 ± 7.52’dir. Hemşirelerin BDE
puan ortalamaları ile personel sayısının az olmasının stres kaynağı
olduğunu belirten hemşirelerin BDE toplam puan ortalaması arasındaki
fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur ( t=1.85, P<0.05) (Tablo 3).
Hasta sayısının artması ve hemşire sayısının azalması hemşirelerin
depresyon puan ortalamalarını yükseltmektedir. Araştırma bulguları
Demir (2004)’in bulguları ile paralellik göstermektedir. Demir’de
çalışmasında, hemşire sayısının azlığının iş yükünü arttırdığını,
dolayısıyla hemşire başına düşen hasta sayısının arttığını, bunun da
hemşirelerde fiziksel bitkinliğe ve hastalardan olumsuz geri bildirim
alınmasına neden olduğunu belirtmektedir.
Tablo 4: Depresyon ve Stresle Başa Çıkma Tarzları Alt Ölçek Toplam Puanları Arasındaki
Depresyon Toplam Puanı
Kendine Güvenli
Yaklaşım Toplam Puanı
Çaresiz Yaklaşım Toplam
Puanı
Boyun Eğici Yaklaşım
Toplam Puanı
Đyimser Yaklaşım Toplam
Puanı
Sosyal Destek Arama
Yaklaşımı Toplam Puanı
*: P<0.05
Sosyal Destek
Arama
Yaklaşımı
Toplam Puanı
Đyimser
Yaklaşım
Toplam Puanı
Boyun Eğici
Yaklaşım
Toplam Puanı
Çaresiz
Yaklaşım
Toplam Puanı
Kendine
Güvenli
Yaklaşım
Toplam Puanı
Depresyon
Toplam Puanı
Đlişki (Pearson Korelasyon Tablosu)
1
-0.201*
1
0.383**
-0.258**
1
0.174*
-0.358**
0.455**
1
-0.147
0.608**
-0.101
-0.084
0.031
0.184*
0.054
0.130
0.213**
1
1
**: P<0.01
Hemşirelerin BDE Puan Ortalamaları ile Görev karmaşası (t: 0.61,
P>0.05) ve Mesleki bilginin kullanılmamasının stres kaynağı olduğunu
ifade eden hemşirelerin BDE toplam puan ortalamaları (t: 0.56, P>0.05)
arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır (Tablo 3). Bu bulgular,
hemşirelerin profesyonellikleri konusunda daha az zorlanmaları yanısıra
kaygılarının da daha az olduğu şeklinde yorumlanabilir.
78
Tablo 4 incelendiğinde, Kendine güvenli yaklaşım ile depresyon
toplam puanı arasında istatistiksel olarak anlamlı ve olumsuz (negatif)
yönde bir ilişki bulunmuştur (r=-0.201, P<0.05). Kendine güvenli
yaklaşım kullanımı arttıkça depresyon puanının azaldığını göstermektedir.
Çaresiz yaklaşım ile depresyon toplam puanı arasında anlamlı ve
olumlu yönde (r = 0.383, P<0.01) ve çaresiz yaklaşım ile kendine
güvenli yaklaşım toplam puanı arasında da anlamlı ve olumsuz yönde
bir ilişki bulunmuştur (r=-0.258, P<0.01) (Tablo 4). Başka bir anlatımla,
Çaresiz yaklaşım kullanımının artması, depresyon toplam puanını
arttırdığı, aynı zamanda çaresiz yaklaşım kullanımının artması, kendine
güvenli yaklaşım kullanımını azalttığı görülmektedir.
Boyun eğici yaklaşım ile depresyon toplam puanı arasında pozitif
yönde ve anlamlı (r = 0.174, P<0.05), boyun eğici yaklaşım ile kendine
güvenli yaklaşım toplam puanı arasında negatif yönde ve anlamlı (r = 0.358, P<0.01), aynı zamanda boyun eğici yaklaşım ile çaresiz yaklaşım
toplam puanı arasında anlamlı ve pozitif yönde (r = 0.455, P<0.01) bir
ilişki bulunmuştur (Tablo 4). Boyun eğici yaklaşım kullanımının
artması, depresyon toplam puanını arttırırken, çaresiz yaklaşım kullanımını
arttığı ve kendine güvenli yaklaşım kullanımını azalttığı görülmektedir.
Đyimser yaklaşım toplam puanı ile depresyon toplam puanı
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (r=-0.147,
P>0.01) (Tablo 4). Hemşirelerde iyimser yaklaşım kullanma arttıkça,
depresyon belirtilerinin görülmesinin de arttığı görülmektedir. Ancak
iyimser yaklaşımın depresyon belirtilerinin yaşanmasında etkili değildir.
Aynı zamanda, Đyimser yaklaşım toplam puanı ile kendine güvenli
yaklaşım toplam puanı arasında anlamlı ve olumlu yönde bir ilişki
bulunmuştur (r=0.608, P<0.01) (Tablo 4). Hemşirelerin iyimser yaklaşım
kullanması depresyon belirti düzeyinde etkili değildir. Diğer taraftan,
iyimser yaklaşım kullanımının artması, kendine güvenli yaklaşım
kullanımını da arttırmaktadır.
Sosyal destek arama yaklaşımı ile depresyon toplam puanı
arasında olumsuz yönde ancak istatistiksel olarak anlamlı olmayan bir
ilişki bulunmuştur (r=-0.031, P>0.01). Sosyal desteğin depresyon
belirtilerinin yaşanmamasında önemli bir etkisi olduğu bilinmektedir.
Hemşirelerde de sosyal destek arama davranışı azaldıkça depresyon
belirtilerinin görülmesinin arttığı görülmektedir. Ancak sosyal desteğin
depresyon üzerinde etkili olmadığı bulunmuştur. Sosyal destek arama
yaklaşımı ile kendine güvenli yaklaşım toplam puanı arasında anlamlı
ve olumlu yönde bir ilişki bulunmuştur (r = 0.184, P<0.05) (Tablo 4). Bu
ilişki, sosyal destek arama yaklaşımının artmasıyla, kendine güvenli
yaklaşım kullanımının da arttığını göstermektedir. Ancak, sosyal destek
arama yaklaşımı ile boyun eğici yaklaşım toplam puanı arasında
anlamlı ve olumsuz yönde bir ilişki bulunmuştur (r=-0.213, P<0.01)
79
(Tablo 4). Hemşirelerde sosyal destek arama yaklaşımı arttıkça, kendine
güvenli yaklaşım kullanımın artması yanısıra boyun eğici yaklaşım
kullanımının azalması beklenen bir sonuçtur. Sosyal destek bireyin
benlik saygısını arttırarak, zorlukların üstesinden gelme konusunda
güçlü hissetmesini sağlar.
Hemşirelerde depresif belirtiler arttıkça , “boyun eğici”, “çaresiz”
yaklaşımları daha fazla kullandıkları; belirtiler azaldıkça “kendine
güvenli” ve “iyimser” yaklaşımları daha fazla kullandıkları belirlenmiştir.
Stresle etkili biçimde başa çıkabilenler “kendine güvenli” ve “iyimser”
yaklaşımları, başa çıkamayanların ise “boyun eğici”, “çaresiz” yaklaşımları
daha fazla kullanmaktadır. Diğer taraftan, stresli durumlarla başa
çıkmaya çalışırken iyimser ve kendine güvenli davranışlar arttıkça,
çalışma hayatıyla ilgili çeşitli durumlardan duyulan doyumun da
birlikte arttığı; çaresiz ve boyun eğici davranışlar arttıkça doyumun
azaldığı da ifade edilmektedir (Altun 2001).
SONUÇ VE ÖNERĐLER
·
·
·
·
Hemşirelerin % 9.4’
depresyonu olduğu,
nün
tedavi
edilmesi
gerekecek
düzeyde
Hemşirelerde, çocuk sayısı ve meslekte çalışma yılı yanısıra bakım
verilen hasta sayısının fazla olmasının ve personel yetersizliğinin
depresif belirtilerin yaşanmasında etkili olduğu,
Hemşirelerin SBTÖ alt ölçek puan ortalaması incelendiğinde, en
yüksek puan ortalamasının sırasıyla; Kendine Güvenli Yaklaşım,
Đyimser Yaklaşım ve Çaresiz Yaklaşım olduğu,
Hemşirelerde depresif belirtilerin yaşanmasında da kendi güvenli
yaklaşım, çaresiz yaklaşım ve boyun eğici yaklaşımın etkili olduğu,
iyimser yaklaşım ve sosyal desteğin ise etkili olmadığı saptanmıştır.
Araştırma bulguları doğrultusunda öneriler şunlardır;
·
·
·
80
Çocuk sahibi olan ve 16-20 yıldır meslekte çalışanlar hemşirelerin
depresyon açısından risk grubu olarak ele alınması,
Aynı zamanda hemşirelerin bakım verdiği hasta sayısının ve hizmet
veren personel sayısının depresyon yaşanmasında etkili olduğu göz
ardı edilmeyerek, gerekli düzenlemelerin yapılması,
Mesleki bilginin kullanılması ve güncellenmesi konusunda hemşirelere
hizmet içi eğitim verilmesi, kurslar, kongreler, sempozyumlara
katılmasının sağlanması, desteklenmesi, bu konuda gelişmeleri takip
edebilmeleri için her hastanenin hemşirelikle ilgili süreli yayınlara
abone olmasının sağlanması,
·
Hemşirelerin başvurabilecekleri bir danışmanlık biriminin kurulması
önerilebilir.
KAYNAKLAR
1. Altun, Đ., (2001) “Kocaeli’nde Çalışan Hemşirelerin Öncelikli Profesyonel Değerleri Đle
Tükenmişlik Düzeyleri Arasındaki Đlişki” Hemşirelik Forumu Dergisi, Cilt: 4, Sayı:2-3,
ss: 41
2. Altuntaş, E. (2003) “Stres Yönetimi”, Alfa / Aktüel Kitapevi, Đstanbul, s: 13
3. Bilici M., Mete F., Soylu C., (1998) “Bir Grup Akademisyende Depresyon Ve Tükenme
Düzeyleri”, Türk Psikiyatri Derg 9: 181-189.
4. Bingöl, D., Naktiyok, A., (2001) “Yönetici Akademisyenlerin Temel Stres Kaynakları ve
Stresle Mücadele Teknikleri”, 9. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildirileri,
Yayın No: 10, Đstanbul Üniversitesi Đşletme Fakültesi
5. Buldukoğlu, K., Doğan S., (1995) “Stres ve Hemşirelik Modülü”, T.C. Sağlık Bakanlığı
Genel Koordinatörlüğü, Ankara, s: 1-23
6. Cüceloğlu, D., (1991) “Đnsan ve Davranışı”, Evrim Matbaacılık, Đstanbul, s: 321
7. Çam, O., (1992) “Hemşirelerin Tükenmişlik Düzeyleri ve Tükenmişliği Etkileyen Bazı
Etmenlerin Đncelenmesi”, III. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı, Sivas, 463-475
8. Demir, A., (2004), “Hemşirelikte Tükenmişliğe Bir Bakış” Atatürk Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, Cilt:.7, Sayı:1, ss:71-80
9. Ergüney, S., ve ark., (2001), “Hemşirelerin Karşılaştıkları Mesleki Riskler” Atatürk
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, Cilt:4, Sayı:1, Erzurum, ss: 63-73
10. Folkman S., (1984) Personal control and stress and coping processes: a theoretical
analysis. J Pers Soc Psychol; 46: 839-852.
11. Folkman S., Lazarus RS., Gruen RJ., DeLongis A., (1986) Appraisal, coping, health
status, and psychological symptoms. J Pers Soc Psychol; 50: 571-579.
12. Görgülü S., (1998), “Hemşirelik ve Anksiyete”, Türk Hemşireler Dergisi, Cilt:38, Sayı:
3-4, s: 23-24
13. Gözüm, S. Koruyucu Saglık Hizmetlerinde görev yapan hemşire ve ebelerde iş
doyumunu etkileyen örgütsel faktörlerin ve iş doyumu, tükenmişlik ve işe
devamsızlık arasındaki ilişkinin araştırılması. (1997), Hemşire, 47: 37-45
14. Güney, S. (2000), “Davranış Bilimleri”, Genişletilmiş 2. Baskı, Nobel Yayın Dağıtım,
Ankara
15. Hargreaves G., (1999), “Stress Management”, Çeviri: Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan
Kitapçılık
16. Işıkhan, V., (2004), “Çalışma Hayatında Stres ve Başa Çıkma Yoları”, 1. baskı, Sandal
Yayınları, Ankara
17. Köroğlu, E., (1997), “Major Depresif Bozukluk” Psikiyatri Temel Kitabı, Hekimler
Yayınları Birliği, Ankara, ss: 423-428
18. Köroğlu, E., (2004), “Depresyon Nedir? Nasıl Baş Edilir?” Hekimler Yayınları Birliği,
Ankara.
19. Kuyurtar F., Yamaç T., Kanık A., Yurdakul M., (2002), Đçel Đl Merkezinde Çalışan
Hemşirelerin Örgütsel Đş Doyumları ve Etkileyen Faktörler, Mersin Üniversitesi Tıp
Fakültesi Dergisi, Mersin, Sayı 4, s. 449 – 454
81
20. Navaro L., (2002), “Depresyonda Kadın Erkek Farklılıkları, Đki Boy Ufak Pabuç”,
Đkinci Basım, Remzi Kitapevi.
21. Norbeck, JS., (1985), “Types and sources of social support for managing job stress in
critical care nursing”, Nursing Research, 34 (4), ss: 225-230
22. Okumuş H., ve Maltepe H., (1999) “Hemşirelerin işe Devamsızlıkları Nedeni Olarak
Hastalık Durumlarının Đncelenmesi”, III. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı, Sivas, ss:
414-418
23. Öztürk M., Kişioğlu, A. N., Kırbıyık S., Uskun E., (2001), ''Isparta Đl Merkezinde
Birinci Basamak Sağlık Hizmeti Veren Kurumlarda Çalışan Personelde Tükenmişlik,
Đşe Bağlı Gerginlik ve Đş Doyumu Düzeyleri'', Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 2. Ulusal
Kongresi Kitabı.
24. Pektekin Ç., ve Đbrikçi S., (1990), “Çeşitli Hizmet Alanlarında Çalışan Hemşirelerin
Ruh Hastalıklarına Eğiliminin Araştırılması” II. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı,
Đzmir, ss: 362-370
25. Şahin N. H., Durak A., (1995), “Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği: Üniversite
Öğrencileri Đçin Uyarlanması”, Türk Psikoloji Dergisi, Cilt:10, Sayı:34, Haziran,
Ankara ss: 56-73
26. Şahin, N. H., (1995) “Stresle Başa Çıkma, Olumlu Bir Yaklaşım”, 2. Basım , Sistem
Yayıncılık & Türk Psikologlar Derneği Yayını.
27. Şahin N. H., Durak A., (1995b), “Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği: Üniversite
Öğrencileri Đçin Uyarlanması”, Türk Psikoloji Dergisi, Cilt:10, Sayı:34, Haziran,
Ankara ss: 56-73
28. Tayran N., Talas S., (2001), ''Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Hastanesi'nde
Çalışan Hemşirelerin Çalışma Koşullarından Kaynaklanan Risklerin Đncelenmesi'',
Türk Hemşireler Derneği, 2. Ulusal Klinisyen Hemşire ve Ebeler Kongresi Bildirileri,
ss: 407-419
29. Uçman, P. (1990), ''Ülkemizde Çalışan Kadınlarda Stresle Başaçıkma ve Psikolojik
Rahatsızlıklar'', Psikoloji Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 24, Ankara, ss: 58-75
30. Uğurlu, N., Polat, H., (2000),
Cilt:.16, Sayı: 2-3, 59-73
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi
31. Ünal S., ve Özcan E., (2000) “Depresyonda Hazırlayıcı, Ortaya Çıkarıcı ve Koruyucu
Etkenler” Anadolu psikiyatri dergisi Cilt1(1), ss: 41-45
32. Yüksel N., ( 2001), “ Ruhsal Hastalıklar”, Đkinci Baskı, Hatipoğlu Yayınevi, Ankara,
ss: 223.
82
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 83-89, 2008
BEDENDEN RUHA: PEDĐATRĐK KONSÜLTASYON LĐYEZON
HEMŞĐRELĐĞĐ
A STUDY ABOUT PATIENTS’ VIEWS RELATED TO APPROACHES OF THE
NURSES AND DOCTORS TO THE PATIENTS IN PAIN
Ar.Gör. Fatma TAŞ
Ar.Gör. Seher SARIKAYA KARABUDAK
Yard.Doç.Dr. Bahire BOLIŞIK
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD.
ÖZET
Konsültasyon liyezon, biyopsikososyal anlayışı hayata geçirmeyi, fiziksel
bakım ve tedavi ile ruhsal tedavi ve bakımı bütünleştirmeyi sağlar. Pediatrik
konsültasyon liyezonda, erişkinden farkı ilgilenilen hasta grubunun değişik
özelliklerinden kaynaklanan sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm önerilerine
ait farklı yaklaşımlar vardır. Çocukların öykü verme güçlükleri ve aileye
bağımlılıkları nedeniyle tedavi sürecinde ailenin
de yer almasını
gerektirmektedir.
Pediatri hemşiresi holistik yaklaşım çerçevisinde bakım verir. Bu bağlamda
pediatrik konsültasyon liyezon hemşiresi, çocukların/ailelerin emosyonel,
felsefi, gelişimsel, bilişsel ve davranışsal tepkilerini, ruhsal ve psikososyal
sorunlarını, tanımlama, tedavi ve bakımında önemli rol alır.
Anahtar Kelimeler: Konsültasyon liyazon, pediatri, hemşire
ABSTRACT
Consultation liaison effecs biopsychosocial understanding while providing
integration of physical care and treatment and spiritual treatment and care. In
pediatric consultation liaison, there are problems originating from different
features of the interest patient group and there are different approaches regarding
the solutions to these problems. Moreover, difficulty of the child in providing a
history as well as her/his dependence in the family, both necessitate the
inclusion of the family in the treatment process.
The pediatric nurse should provide care by using a holistic approach. In
this context, the pediatric consultation liaison nurse plays a significant role in
defining emotional, philosophical, developmental, cognitive, and behavioral
responses as well as spiritual and psychosocial problems of children/families in
addition to the treatment and care of them.
Key Words: Consultation liaison, pediatric, nurse
83
GĐRĐŞ
Sağlık ve hastalık kavramlarına bakışta 20. yüzyılda önemli
değişiklikler gerçekleşmiştir. Önceleri tıpta hastalıkların temelinde bir
fizyolojik bozukluk arayan biyomedikal model kabul görürken günümüzde
hastalıkların temelinde biyolojik, psikolojik ve sosyal etkenlerin varlığını
kabul eden biyopsikososyal model daha fazla destek bulmaktadır (Şener
ve ark 2000). Konsültasyon liyezon (KL)’un dayandığı bu model; hastanın
değerlendirilmesi ve ele alınmasında biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel
etkenlerin bütüncül olarak ele alınması gereğini vurgulamaktadır
(Engstrom 2002, Lakhan 2006). Günümüzde bu anlayışın kabul
görmesi konsültasyon liyezon psikiyatrisine olan ilgiyi artırmıştır
(Harden et al 2005, Abalı ve ark. 2006).
Konsültasyon liyezon, biyopsikososyal anlayışı hayata geçirmeye,
fiziksel bakım ve tedavi ile ruhsal tedavi ve bakımı bütünleştirmeye
dönük olup, genel hastane uygulamasında bireylere psikiyatrik tedavi ve
bakım hizmetlerinin sunulmasını sağlar (Ekinci ve Okanlı 2001,
Kocaman 2005a). Beden-beyin-ruh-çevre etkileşimini, fiziksel tedavi
bakım ile psikolojik tedavi ve bakımın birlikteliğini ortaya koyar (Şener
ve ark 2000, Özkan 2006).
KL’nin temel amacı, psikiyatrik bozuklukların yaygınlığını önlemek;
tanımlamak; tedavi etmek; hastalıkların ortaya çıkmasında, seyrinde,
tedavisinde ve bakımında psikososyal etkenlerin rolünü inceleyerek,
hizmetleri bütüncül kılmaktır (Kocaman 2005a)
Tıbbi uygulamalar ile mental sağlık uygulamaları birbirinden
farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar sıralanacak olursa; beden
sağlığına (tıbbi uygulama) karşı zihin sağlığı (mental sağlık); organ ya da
sistemlere karşı bütün olarak çocuk; bireye karşı aile; kısa sürece karşı
uzun süreç; yaşam ya da ölüme karşı yaşam kalitesi; aktif tedaviye
karşı pasif tedavi ve tedaviye karşı bakım olarak özetlenebilir (Engstrom
2002).
Pediatrik Konsültasyon Liyezon (PKL)
Konsültasyon liyezonun kullanım alanlarından biri pediatridir.
Çocuklar
yaşamlarının herhangi bir döneminde hastalıklarla
karşılaşırlar. Bu hastalık çocuğun yaşı, içinde bulunduğu koşullar,
kişiliği, hastalığın tipi ve süresi gibi çok çeşitli etkenlere bağlı olarak çok
hafif dereceden ciddi derecelere kadar sıkıntı oluşturabilmekte, bu
sıkıntı ise çocukta geçici ya da tüm yaşamını boyunca etkileyecek izler
bırakabilmektedir (Çavuşoğlu 2004).
Pediatrik yaklaşımda sorunların tedavisinden ziyade sorun ortaya
çıkmadan koruyucu önlemlerin alınması büyük önem taşımakta,
çocuğun biyopsikososyal yönden sağlıklı gelişmesi amaçlanmaktadır
84
(Knapp and Harris 1998). Bu amaca yönelik önemli hizmetlerden biri
PKL hizmetleridir.
Pediatrik ve erişkin konsültasyon liyezon birbirinden farklı yönlere
sahiptir. Pediatrik konsültasyon liyezonun, erişkinden farkı; ilgilenilen
hasta grubunun değişik özelliklerinden kaynaklanan sorunlar ve bu
sorunlara yönelik çözüm önerilerine ait farklı yaklaşımların olmasıdır.
Ayrıca çocukların öykü verme güçlükleri ve aileye bağımlılığı tedavi
sürecinde ailenin de yer almasını gerektirmektedir (Shelton 1999, Şener
ve ark 2000, Harden et al 2005).
Pediatrik konsültasyon liyezon, tanının desteklenmesi, hastanın
servise ya da tedaviye uyum sağlayamaması (Wiss et al. 2003), intihar
girişimi ya da çocuğa kötü davranılması gibi akut kriz durumlarında,
aile sorunlarının ve anne baba psikopatolojisinin değerlendirilmesinde,
özgül psikopatolojik belirtilerin değerlendirilmesinde (Carter et a. 2003)
ve tedavinin yanı sıra kronik hastalıklarda da etkin olmaktadır (Carter
et al. 2003, Shaw et al. 2006).
Emosyonel ve davranışsal bozukluğu olan çocukların %20’den
fazlasının kronik hastalığa sahip çocuklar olduğu bildirilmektedir (Knapp
and Harris 1998). Kronik hastalıklar içinde KL hizmetine gereksinim
duyan riskli pediatrik gruplar vardır. Fiziksel engeli olan, sık ağrı
yaşayan, yaş grubu küçük olan çocuklar, tek ebeveynli ve geliri düşük olan
aileler, erkek cinsiyet, genetik yatkınlık, ebeveynin hastalığı algılayışı ve
semptomları, beyni etkileyen hastalık ve beyni etkileyen tedavi gören
çocuklar sayılabilir (Knapp and Harris 1998). Ayrıca evlat edinilme
durumunda iyi bir iletişimi sağlamak için KL hizmeti başarılı olabilir
(Harden et al 2005). Kronik hastalık aile dinamiklerini ciddi şekilde
etkileyen, ebeveynlerin, psikososyal olarak yaşamsal süreçlerindeki
dengeyi bozan bir durumdur. Aynı zamanda kronik hastalığa sahip
çocukların bakımından sorumlu olan sağlık bakım profesyonelleri de KL
hizmetlerine ihtiyaç duymaktadır (Carter et al. 2003).
Yoğun bakım, hemodiyaliz, yanık merkezi, organ nakli, onkoloji ve
ağrı klinikleri gibi kronik hastalıklara hizmet veren birimlerde
psikososyal sorunlar daha sık ve acil olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
nedenle servislerde psikopatolojinin erken ve doğru tanınmasındaki
ciddi güçlükler de dikkate alınınca PKL hizmetinin önemi daha iyi
anlaşılır (Carter et al. 2003, Harden et al. 2005).
Pediatrik Konsültasyon Liyezon Hemşiresi
Bedensel hastalığı olan bebek, çocuk, ergen ve ailesinin ruhsal
açıdan değerlendirilmesi ve desteklenmesi PKL hemşireliği ilgi alanına
girmektedir. PKL hemşireliği, çocukların/ailelerin emosyonel, felsefi,
gelişimsel, bilişsel ve davranışsal tepkilerini, ruhsal ve psikososyal
sorunlarını tanımlama, tedavi ve bakımında rol alarak, izlemler yapar
85
(Kocaman 2005). Çocuk ile 24 saat birlikte olan hemşire, sıklıkla
çocuğun davranışlarındaki değişiklikleri gözlemekte ve hastaların
psikolojik bakımı için yardım gereksinimlerini belirleyebilmektedir. Bu
nokta da PKL hemşiresi önemli bir konumdadır (Harden et al 2005).
Pediatrik grupla çalışan tüm hemşirelerin sağlık hizmeti sunmada
temel felsefesi aile merkezli bakım ve bütüncül yaklaşım olmalıdır.
Pediatri hemşiresi çocuğun fiziksel, sosyal, duygusal yönden
bütünlüğünün yanı sıra, sağlığı ve hastalığı, geçmişi ve geleceği, ailesi
ve çevresini bir bütün olarak kabul eder. Bu temel yaklaşımlara ek
olarak pediatrik konsültasyon hemşiresinin çocukla ilgili temel bilgilere,
büyüme gelişme süreci özelliklerine ve çocuğun hastaneye yatma
tepkileri gibi özgün bilgilere hakim olması beklenir (Shelton 1999, Wong
2003).
PKL hemşiresinin birincil amacı; fiziksel hastalığı olan hastaların
bütüncül (holistik) sağlığını yükseltmek, psikososyal uyumuna yardım
etmek, psikiyatrik bozuklukları önlemek ve azaltmak, çocuğun mevcut
hastalığı ile ve hastalığın yol açtığı yaşam sorunlarıyla baş edebilecek
güce gelmesine yardımcı olmaktır. PKL hemşiresi birincil amacına
yönelik olarak doğrudan hizmet verir (Kocaman 2005b).
Bu amaçla hemşire;
Çocuğun ve ailenin psikososyal gereksinimlerini belirlemeye yönelik
veri toplar (psikososyal tanılama yapar) (Engstorn 2002), hemşirelik
tanısı koyar, psikososyal bakım verir ve sonuçlarını değerlendirir.
Özellikle hastanın ve ailesinin hastalık ve hastanede yatmakla ilgili
streslerini, krize reaksiyonlarını, başetme davranışlarını ve uyum
düzeylerini değerlendirir. Hasta ve ailesinin hastalığı algılamalarını
değiştirmede, problemlerini çözmede, anksiyete yönetiminde yardımcı
olur. Pediatrik hasta bakımında çocukların ve ailelerin desteklenmesini
sağlar (Shaw et al. 2006). Girişimler; başetme stratejilerini
kuvvetlendirmeyi, destek sistemlerini harekete geçirmeyi, duyguların
ifade edilmesini kolaylaştırmayı, krize müdahale yöntemlerini, bilişseldavranışçı teknikleri, danışmanlığı ve eğitimi içerir.
Birincil Amaçta Yer Alabilecek Hemşirelik Tanıları
PKL hemşiresinin olgularda sık kullanabileceği tanılar aşağıda
verilmiştir.
·
Sağlık ekibinin uygulamalarına, hastanın yanında hasta hakkında
konuşmalarına bağlı çocukta ve ailede görülen korku,
·
Fiziksel sınırlılıklara bağlı öz bakım eksikliği,
·
Akranların olumsuz tepkilerine, algılanan mental eksikliklere ve
performansa ilişkin gerçekçi olmayan beklentilere bağlı benlik
saygısında rahatsızlık,
86
·
Gelişimsel görevleri başarabilmede yetersizliğe bağlı büyüme ve
gelişmede gecikme riski,
·
Hastane ya da kurumsal sınırlamaların etkilerine bağlı ebeveynlerde
güçsüzlük (Carpenito-Moyet 2005, Yıldız 2006).
·
PKL hemşiresinin ikincil amacı ise; hemşirelerin ve diğer bakım
verenlerin psikososyal tanılama ve bakım becerilerini geliştirmek,
profesyonel gelişimlerini kolaylaştırarak onların kendi klinik
uygulamaları ve bakım aktiviteleri ile ruh sağlığı kavramları ve
uygulamalarını bütünleştirmelerinde yeterli olmalarını sağlamaktır
(Kocaman 2005).
PKL hemşiresi ikincil amacına yönelik olarak dolaylı hizmet verir
(Kocaman 2005b). PKL hemşiresi, psikiyatri dışı tıbbi-cerrahi servislerde
çalışan hemşirelerin, çocukların ve ailelerinin psikososyal gereksinimlerine
duyarlılığı arttırmaya, gözlem, tanılama ve terapötik iletişim becerilerini
iyileştirmeye yönelik danışmanlık yapar. Çalışanlara formal ve informal
yollarla eğitim verir. Çocuk ve ailesi ile iletişimlerini kolaylaştırmada,
hemşire-hasta arasındaki terapötik ilişkiyi sağlamada, kişilerarası veya
ekip içi çatışmaların çözümlenmesinde yardımcı olur (Kocaman 2005b).
Đkincil Amaçta Yer Alabilecek Hemşirelik Tanıları
PKL hemşiresinin olgularda sık kullanabileceği tanılar aşağıda
verilmiştir.
·
Aile üyesinin işlev görme yeteneğinde değişime bağlı aile içi
süreçlerin devamlılığında bozulma,
·
Hastalık, özürlülük ya da tedavilerin getirdiği kısıtlamalar, çoklu ve
sürekli bakım gereksinimlerine bağlı bakım verici rolünde zorlanma
riski,
·
Çocuğun sağlık ekibinin kontrolünde olmasına bağlı çaresizlik,
·
Olumlu sonuçlanamayan kronik hasta bakımı ve sık karşılaşılan
hasta kaybına bağlı hemşirede baş etmede yetersizlik,
·
Olumlu sonuçlanamayan kronik hasta bakımına ve sık karşılaşılan
hasta kaybına sekonder hemşirede tükenmişliğe bağlı kronik keder
(Carpenito-Moyet 2005, Yıldız 2006).
Konsültasyon liyezon hemşiresinin hizmetlerinin sonuçlarını
değerlendirmeye yönelik yapılan çalışmalarda;
·
Hasta-hemşire-tedavi ekibinin diğer üyeleri arasında iletişimin
iyileştiği,
·
Hemşirelerin hastaların psikiyatrik durumlarıyla ilgili farkındalığının
arttığı,
87
·
Konsültasyon isteklerinin nitelik ve niceliğinin arttığı,
·
Hemşirelerin, hastaların gereksinimlerini karşılamada becerilerinin
arttığı,
·
Hasta bakım sürecinin ve sonucunun iyileştiği,
·
Psikososyal hasta bakım standartlarının yükseldiği,
·
Hasta ve aile memnuniyetine katkıda bulunduğu,
·
Hemşirelerin yaşadığı emosyonel gerginliğin azaldığı,
·
Đş memnuniyetinin arttığı,
·
Maliyet etkinliğinin sağlandığı belirtilmiştir (Kocaman 2005b).
SONUÇ
Fiziksel hastalığı olan, hastanede yatarak tedavi ve bakım alan
çocuğa ve ailesine bütüncül bakım verilmesinde PKL hemşiresi bu
servislerde çalışan hemşirelerle ve tedavi ekibinin diğer üyeleriyle
işbirliği içinde çalışmalıdır. Böylece çocuğa ve ailesine tıbbi desteğin
dışında psikolojik ve sosyal yönden destek sağlamış olur.
ÖNERĐLER
Psikososyal bakım ile ilgili bilgilerin beceriye dönüştürülmesi,
uygulanması, PKL hemşireliğinin yaygınlaştırılması hemşireliğin gelişimine
ve hemşirelik bakım kalitesinin arttırılmasına katkı sağlayacaktır. PKL
hemşireliği ile ilgili çalışmalar yapılması ve özellikle ihtiyaç duyulabilecek
pediatrik kliniklerde bu hizmeti sunacak profesyonel ekibin
yapılandırılması önerilir.
KAYNAKLAR
1. Abalı O, Tüzün Ü, Gürkan K (2006) Çocuk psikiyatrisi konsültasyonlarının
değerlendirilmesi. Genel Tıp Derg, 16: 3, 121-124 .
2. Carpenito-Moyet LJ (2005) Hemşirelik Tanıları El Kitabı. Çev. F. Erdemir. Đstanbul:
Nobel Tıp Kitabevleri.
3. Carter BD, Kronenberger WG, Baker J et al. (2003) Inpatient pediatric consultationliasion: a case-controlled study. Journal Pediatric Psychology, 28: 6, 423-432.
4. Çavuşoğlu H. (2004) Çocuk Sağlığı Hemşireliği. Cilt 1, 8. Baskı, Ankara: Sistem Ofset
Basımevi, 53-58.
5. Ekinci M, Okanlı A (2001) Konsültasyon liyezon hemşireliği. Atatürk Üniversitesi
Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 4: 2, 75-80.
6. Engstrom I (2002) Consultation–liaison work in paediatric care. International
Congress Series, 1241, 217-220.
88
7. Harden S, Stathis S, Wagner I (2005) Redevelopment of a consultation-liaison service
at a tertiary paediatric hospital. Australasian Psychiatry, 13: 2, 169-172.
8. Kocaman N (2005a) Konsültasyon liyezon hemşireliği ve rolü nedir? Atatürk
Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 8: 3,107-118.
9. Kocaman N (2005b) Genel hastane uygulamasında psikososyal bakım ve
konsültasyon liyezon psikiyatrisi hemşireliği. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi,
9: 1,49-54.
10. Knapp PK, Harris E (1998) Consultation-liaison in child psychiatry: a review of the
past 10 years. part I: clinical findings. J. Am. Acad. Child Adolesc. Psychiatry, 37:
1,17-25.
11. Lakhan S (2006) The biopsychosocial model of health and ıllness. Version,1: 2,3.
12. Shaw RJ, Wamboldt M, Bursch B et al. (2006) Practice patterns in pediatric
consultation-liaison psychiatry. Psychosomatics, 47: 1, 43-49.
13. Özkan S (2006) Konsültasyon liyezon psikiyatrisi; kavramlar, kurumsallaşma,
uygulama. Türkiye Klinikleri J. Int. Med. Sci, 2: 47, 1-13.
14. Shelton TL (1999) Family-centered care in pediatric practice: when and how? J. Dev.
Behav. Pediatr, 20: 117-118,
15. Şener Ş, Ertürk Y.D, Şenol S (2000) Pediatrik liyezon psikiyatrisi alan saptamasına
yönelik bir ön çalışma. Klinik Psikiyatri, 3: 111-116.
16. Wiss M, Lenoir P, Malvy J et al. (2004) Child consultation-liaison psychiatry within
the hospital: a prospective study. Archives de Pediatrie, 11, 4-12.
17. Wong DL (2003) Wong’s Nursing Care of Đnfants and Children. 7.Edition, Newyork,
Mosby, 13-18.
18. Yıldız S (2006) Acile başvuran çocuk ve aileye psikososyal yaklaşım. Atatürk
Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 9: 3, 69-87.
89
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 91-99, 2008
CERRAHĐ HEMŞĐRELĐĞĐNDE AĐLE MERKEZLĐ YAKLAŞIM
FAMILY-CENTERED APPROACH IN PERIOPERATIVE NURSING
Ar.Gör. Nurten TAŞDEMĐR
Doç.Dr. Meryem YAVUZ
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AD.
ÖZET
Aile merkezli bakım, hem hastalara hem de onların ailelerine bakım
sağlayan yaklaşımdır. Bu yaklaşım tüm sağlık kurumlarında ve her yaştaki
hastaya uygulanabilir. Cerrahi işlemler hastalar ve aileleri için anksiyete
oluşturan bir durumdur. Aile merkezli cerrahi hemşireliğinin temel amacı;
hasta ve hasta ailesinin ameliyatla baş etmesinde desteklenmesidir. Bu
makalede cerrahi hemşireliğinde aile merkezli yaklaşım incelendi.
Anahtar Kelimeler: Aile, aile merkezli bakım, cerrahi hemşireliği.
ABSTRACT
Family-centered care is an approach for providing care to patients and their
families. This approach may practiced in any healthcare setting and patients of all
ages. Surgical intervations are an anxiety-producing situation for patients and
family members. The primarily aim of family-centred perioperative nursing is
supporting patients and families coping with the operation. In this article family
centered approach in perioperative nursing is examined.
Key Words: Family, family centered care, perioperative nursing.
GĐRĐŞ
Aile, insan türünün sürekliliğini sağlayan, ilk toplumsallaşma
sürecini oluşturan, karşılıklı ilişkileri belirli kurallara bağlayan, toplum
kültürünü kuşaktan kuşağa aktaran, biyolojik, psikolojik, ekonomik,
hukuksal yönleri bulunan toplumsal bir kurumdur (Ayoğlu ve Kanan
2003). Đnsan yaşamında, doğumdan önce başlayan ve ömrünün sonuna
dek etkili bir kurum olan aile, bireyi, fizyolojik, ekonomik ve toplumsal,
duygusal ve davranışları açısından biçimlendirip yönlendirir.
“Aile Sistemleri Teorisine” göre aile üyelerinden birinde hastalık
olduğunda etkisini sadece hasta birey üzerinde göstermez; bu etki tüm
aile sistemleri üzerine yansır (Akyolcu 1999). Cerrahi hem hastalar hem
de aileler için stres yaratan hastalık durumlarından biridir. Hasta ve
91
hasta aileleri cerrahi girişim sürecinde stres deneyimlemektedirler
(Leske 1992, Leske 1996, Carley ve Anderson 1999, Majasaari ve ark.
2005). Ameliyat olacak hasta aileleri genellikle anestezi, sevdikleri
birinin kaybı ya da sakat kalması, ameliyatın etkinliği ve getireceği risk
faktörleri, olası komplikasyonlar, ekonomik güçlükler ve hasta bireye
nasıl yardımcı olacaklarını bilememe gibi konularda korku ve endişe
yaşamaktadırlar (Ayoğlu ve Kanan 2003, Uzun ve ark. 2002). Hastanın
bakım ve tedavisinin planlanmasında, hastada yaşamı fiziksel ve psikolojik
yönden tehdit eden durumlara öncelik verilmesi, hasta ailesinin
gereksinimlerinin ihmal edilmesine ya da gözden kaçmasına neden
olabilmektedir (Uzun ve ark. 2002).
AĐLE MERKEZLĐ BAKIM
Aile merkezli bakım hem hastalara hem de onların ailelerine
bakım sağlayan yaklaşımdır. Bu bakımın temeli, hastalar ve ailelerin bir
bütün olarak kabul edilip, tüm aile bireylerini de içermesidir. (Henneman ve
Cardin 2002). Aile merkezli bakımda, sağlık bakımı verenler ailenin
fiziksel ve duygusal açıdan desteklenmesine yardımcı olmaktadır.
(Calvin ve Kolar 2000). Aile merkezli bakım kavramı ilk olarak 1950’lili
yıllarda çocuk hastaların aileleri ile birlikteliğinin sürdürülmesi ile
başlamıştır Bu kavram ilk olarak çocuk hastalarda çalışılmış, daha
sonra cerrahi hastalar içinde tercih edilmeye başlanmıştır (Shields
2007). Fakat bu yaklaşım her yaştaki hastaya ve bütün sağlık
kurumlarında uygulanabilir (Shields ve ark. 2006, Shields 2007).
Aile merkezli bakımda sağlık bakımı verenlerin ailenin; bilgi
gereksinimi, güven ve destek gereksimi ile hastanın yanında olma
gereksinimi karşılamaları gerekir.
CERRAHĐ HEMŞĐRELĐĞĐNDE AĐLE MERKEZLĐ BAKIM
Günümüzde cerrahi girişimlerde, anestezi tekniklerinde, ameliyat
sonrası bakımdaki gelişmeler sonucunda, cerrahi en son başvurulan
tedavi yöntemi olmaktan çıkmış ve rutin olarak uygulanmaktadır (Tea
2004). Amerikan Hastane birliğinin 1992 yılında yaptığı açıklamaya göre
hastaneye kabul edilen yatışların %55- 75 arasında cerrahi ile ilgili
olduğu bildirilmiştir (Yavuz 2002). Cerrahi hemşireliği ameliyat olacak
hastanın ameliyat öncesi, ameliyat sırası ve ameliyat sonrası bakımını
kapsayan hasta bakım uygulamalarını içermektedir (Tea 2004). Hemşire
ameliyatın türü ve tipine bağlı olmaksızın hastanın ameliyata hazırlanmasında, ameliyat esnasında gözetimi sürdürmede, komplikasyonları
önleme ve ameliyat sonrası bakımda önemli rol oynar. Cerrahide her
alanın kendine özgü hasta bakımı olsa da hepsinde kapsamlı bir
ameliyat öncesi hemşirelik değerlendirilmesi, aile ve hastaya yapılabilecek
92
hemşirelik girişimleri vardır. Hemşirelik bakımında, cerrahi girişimden
önce hasta ve ailesinin sahip olduğu iyilik düzeyine eşit ya da daha iyi
koşulların sağlanmasına çalışılmalıdır (Akyolcu 2004). Bütüncül sağlık
yaklaşımının önemli bir boyutu, hastanın ailesi ile birlikteliğinin
hastane koşullarında da sürdürülmesidir (Shields 2007).
Hasta bireye evdeki aile üyelerinin bakması yüzyıllar boyunca
uygulanan bir yöntemdir. Aile merkezli cerrahi hemşireliğinin temel amacı
hasta ve hasta ailesinin ameliyatla baş etmesinde desteklenmesidir
(Paavilainen ve ark. 2001). Hastanın ve ailesinin stres kaynakları
tanımlanmalı ve duygularını ifade etmeleri sağlanmalıdır (Garbee ve
Gentry 2001 Majasaari ve ark. 2005). Hemşire aile üyelerini hasta ile
zaman geçirmeye teşvik etmeli, bakıma katılımlarını desteklemelidir.
Özellikle hasta ameliyat için beklerken zaman geçirmesinin en basit ve
maliyet etkili yolu hastanın aile üyeleri ile birlikte olmasıdır (Carley ve
Anderson 1999).
Leske tarafından belirlenmiş, beş temel aile gereksinimi vardır. Bu
gereksinimler; hasta hakkında bilgi, hasta ile birlikte ya da yakınında olma,
psikolojik destek, hastaya yardım edebilme ve kişisel gereksinimler
olarak sıralanmıştır. Bu gereksinimler akut bakım verilen ortamların
tümü için geçerlidir (Uzun ve ark. 2002, Cunningam ve ark. 2003).
Burada cerrahi girişimin üç aşamasındaki aile merkezli bakım
uygulamaları incelenecektir.
Ameliyat Öncesi Dönem
Cerrahi girişim kararı verildiğinde başlar, hasta ameliyathaneye
gönderildiğinde biter (Tea 2004). Bu dönemde hasta ailelerinin
gereksinimleri arasında bilgilendirme en öncelikli sıradadır ve hastanın
destek sistemi olan ailenin/yakınlarının eğitimi de önemlidir (Uzun ve
ark. 2002, Carley ve Anderson 1999, Fox 1998).
Cerrahi girişim ile ilgili bilgilendirme: Cerrahi girişim ile ilgili
genel bilgi ile ameliyat öncesi ve sonrası bakım aktivitelerini içeren
işlemlerin açıklanmasıdır. Hasta ve ailesinin ne olacağına ilişkin bilmek
istediklerini ve öğrenme gereksinimlerini kapsar. Aşağıdaki sorulara
verilen uygun açıklamaları içerir (Akyolcu 2004).
· Kliniğin yeri,
· Đşlem ne zaman başlayacak?
· Đşlem ne kadar sürecek?
· Hasta odasına ne zaman dönecek?
· Ameliyat sırasında hastanın ailesi veya yakınları nerede bekleyecek?
· Hasta ameliyathaneye nasıl gönderilecek?
· Hastaya verilecek anestezi türü ne?
93
· Cerrahi girişim ile ilgili diğer özel koşullar ne?
· Ameliyat sonrası hasta da olabilecek herhangi bir araç / gerecin ne
ve nasıl olduğuna ilişkin bilgi verilir (Akyolcu 2004).
Ameliyat Sırası Dönem
Hastanın ameliyathaneye kabulüyle başlar, ayılma ya da yoğun
bakım ünitesine nakledilmesiyle biter. Bu dönemde Hasta ameliyatta
iken bekleme odasındaki hasta yakınlarına, hastanın durumu ile ilgili
bilgi alabileceği telefon numarası verilerek, iletişim kurmaları
sağlanmalıdır. Cerrahi girişimde herhangi bir gecikme olduğunda ya da
tamamlanamadığında aile bireylerine haber verilir. Ameliyat sırasında,
aile bireyleri hastanın durumuna ilişkin sürekli bilgilendirilmeli ve
hastanın ameliyat sonrası ilk olarak nereye (yoğun bakım, ayılma odası)
gideceği açıklanmalıdır (Tea 2004, Akyolcu 2004).
Erdil ve ark. (2000)’nın çalışmasında ameliyat olan 120 hasta
yakınının %55’i bilgi aldığını ifade etmiştir, alınan bilgilerin yetersiz
olduğu belirtilmektedir (Erdil ve ark. 2000). Özellikle ameliyat sırasında
beklerken hasta aileleri yüksek düzeyde anksiyete yaşamaktadırlar
(Leske 1992; Leske 1996). Leske’nin (1992) ameliyat sırasında ameliyathane
hemşiresi tarafından verilen ameliyatın ilerlemesine ilişkin bilgilerin
hasta ailesinin anksiyete düzeyini düşürmede etkili olduğu saptanmıştır
(Leske 1992). Ayoğlu (2003)’nun çalışmasında, cerrahi girişim öncesi ve
sırasında eğitim ve bilgilendirilme yapılmasının ve bu bilgileri içeren el
kitapçıklarının verilmesinin aile üyelerinin anksiyete düzeylerini ve kan
basıncını düşürmede etkili olduğu saptanmıştır (Ayoğlu 2003).
Majasaari ve ark. (2005)’nın çalışmasında ise, cerrahi işlem geçiren 100
hastanın %80’i ailelerine bilgi verilmesi gerektiğini düşündüğü, hasta
ailelerinin ise %53’ü yeterli bilgi aldıkları belirtilmiştir (Majasaari ve ark.
2005). Paaivilainen ve ark. (2001)’nın çalışmalarında acil cerrahi yapılan
112 yetişkin hasta ve hasta ailesinin ameliyat sürecine katılımı
değerlendirilmiş; ameliyat sırasında hasta ailelerin %77’sinin bilgi
alamadığı saptanmıştır. Buna rağmen hastaların sadece %13’ü ameliyat
masasında iken ailenin hastanede bulunmasının baş etmesine yardımcı
olacağını düşünmüştür (Paaivilainen ve ark. 2001).
Ameliyat Sonrası Dönem
Hasta ayılma odasına gönderildiğinde başlar ve hasta iyileşinceye
kadar devam eder (Tea 2004, Akyolcu 2004). Bu dönemde aile üyelerinin
hastayı mümkün olan en kısa sürede görmeleri sağlanmalıdır. Hastanın
ameliyat sonrası bakımı sağlanırken, hasta ailesinin de yapılan
uygulamalara hakkında bilgilendirilmesi gerekmektedir (Paavilainen ve
ark. 2001). Ameliyat sonrası komplikasyonlar ve rehabilitasyon konusunda
ailenin bilgi gereksinimi değerlendirilerek ailenin bilgilendirilmesinin
ekip yaklaşımı gerektireceği ve hasta/ hasta aileleri ile yakın ilişki içinde
94
bulunan hemşirelerin bu konuya duyarlı olmaları ve sorumluluk
almaları gerekmektedir (Ayoğlu ve Kanan 2003).
Hastaların nitelikli bakım almalarında ailenin bakıma katılımı,
hastayı destekleme ve özellikle taburculuk döneminde hastanın yardım
alacağı bir kaynaktır (Ayoğlu 2003). Taburcu olma planı hastayı ve aileyi
hastanedeki bakımdan evdeki bakıma hazırlayan bir süreçtir (Yavuz ve
Dramalı 1998). Genel olarak taburculuk eğitimi kapsamında; hastaneden
çıktıktan sonra sürekli bakımda sorumluluk alacak kişiyi (hekim/
hemşire) belirleme, aileye evde güvenli çevrenin oluşturulmasında
yardımcı olma, bireysel bakım felsefesini destekleme, finans ya da
sosyal servisler/evde bakım kurumları ile iletişim için, önerilerde
bulunma ve taburculuk işlemlerini düzenleme gibi aktiviteler yer alır
(Akyolcu 2004). Taburculuk eğitimi kapsamında hasta ve aile üyelerinin
evde bakım ve olası sorunlara karşı bilgilendirilmeleri ve beceri eğitimi
olmalıdır.
Tablo 1: Aile Merkezli Cerrahi Hemşireliği
Ameliyat öncesi dönem
Ameliyat sırasında
Ameliyat sonrası dönem
Ailenin durumunun belirlenmesi
Hasta tarafından seçilen aile üyesinin bilgilendirilmesi
Ailenin duygularının dikkate alınması
Ailenin desteklenilmesi
Aileye bilgi ve danışmanlık sağlama
Ailenin durumunun değerlendirilmesi
Ailenin desteklenilmesi
Aile üyesinin taburculuk eğitimine dahil edilmesi
Ailenin geleceğinin planlanması
Paavilainen E, Seppanen S, Astedt-Kurki P, (2001). Family involvement in perioperative
nursing of adult patients undergoing emergency surgery. Journal of Clinical Nursing (10),
sayfa 232’ den alınmıştır.
Ayılma Ünitesine Aile Ziyareti: Ameliyat sonrası ayılma ünitesine
aile üyelerinin ziyareti tartışmalı bir konu olmakla birlikte, yurt dışında
yapılan çalışmalarda hastalar ve hasta yakınlarının bu uygulamayı
yararlı buldukları belirtilmektedir (Smykowski ve Rodriguez 2003, Tuller
ve ark. 1997).
Hasta Ailesinin Beklediği Alanların Düzenlenmesi
Cerrahi girişim yapılan bölümlerin çoğunda hasta yakınları için
bekleme alanı olmalıdır. Ülkemizde hasta yakınlarının ameliyat sırasında
bekleyebilecekleri alanlar ve hasta ailelerini destekleyecek personel
sayısal olarak yetersizdir. Hasta yakınlarına ayrılan bu alanda hemşire,
sosyal hizmet uzmanı, hekim ya da gönüllüler hasta ailesini desteklemekte
ve iletişimi sağlamaktadırlar (Dexter ve Epstein 2001). Bekleme alanı
olmadığında hasta yakınları ya da aile üyeleri yataklı servislerin dışında
95
veya ameliyathane trafiğini engelleyecek şekilde ameliyathane önündeki
koridorda beklemektedirler (McEven ve ark. 1998).
Erdil ve arkadaşları (2000) 120 hasta yakınını kapsayan çalışmasında, hasta yakınlarının % 75‘i bekleme salonlarını yetersiz bulmuşlardır
(Erdil ve ark. 2000). Carmichael ve Agre (2002)’nin çalışmalarında, 284
ameliyat olan hasta ailesinin bekleme alanlarından beklentileri
değerlendirilmiş; hasta ailelerinin %84’ü hekimle görüşebilecekleri
alanların, % 81’i telefonun, %77’si iyileşme dönemine ilişkin eğitimsel
materyallerin, %72’ si yemek ya da çalışmak için masaların, %43’ü
yumuşak bir müzik %33’ü büyük bir televizyonun olmasını bekledikleri
saptanmıştır (Carmichael ve Agre 2002).
Günübirlik Cerrahi ve Hasta Ailesi
Günübirlik cerrahi, hastanede yatan hastalara uygulanan cerrahi
girişimi temel alan, ancak yatış gerektirmeyen ve aynı gün taburculuğu
öngören bir yaklaşım olarak tanımlanmaktadır. Hekimler, hemşireler ve
toplum tarafından günübirlik cerrahi çok yaygın kabul görmesinin
nedenleri olarak; fiyatlarının uygun olması, cerrahi teknolojideki gelişmeler,
(lazer, laparoskopik cerrahi vb.) anestezi yöntemlerinin gelişmesi, (kısa
etkili anestezikler), analjezi yöntemlerinin gelişmesi (uygun ağrı kontrolü)
sağlık sigorta sistemlerindeki değişiklikler (maliyeti azaltma isteği) sağlık
bakımı alacak kişilerin önceliklerindeki değişiklikler (işe erken dönme)
etken olarak gösterilmektedir (Yavuz 2002). Michel günübirlik cerrahinin
"hastaneye yatan veya yatmadan ameliyat olan hastalar için gereken
aletleri, ağrıyı, hasta ve ailesini ortadan kaldırmadığını, sadece boşa
geçen zamanı azalttığını" belirtmektedir (Michel ve Myrick 1990).
Günübirlik
cerrahi
işlemlerinin
genişletilmesi,
hemşirelik
uygulamalarında da hasta gereksinimlerinin değişmesine bağlı olarak
farklılıklar oluşturmaktadır. Günübirlik cerrahi hastalarının gereksinimleri
hastaneye yatan hastalardan farklıdır ve bu yönden değerlendirilmelidir.
Günübirlik cerrahi yatan hastalara eş değer bir hazırlık, yeterlilik ve
güvenlik gerektirmektedir (Yavuz 2002).
Cerrahi sonrasında evde iyi bir bakım şarttır. Bu yüzden hastalara
kiminle yaşadıkları, nasıl bir yerde barındıkları ve meslekleri sorulmalıdır.
Ayrıca hastanın bakmakla yükümlü olduğu kaç kişi varsa bu kişilere de
iyileşme süresince yardımcı olunmalıdır. Bu tedavinin gerektireceği işbirliği
ve anlayışa sahip olmayan erişkinler günübirlik cerrahiye alınmazlar.
Günübirlik cerrahinin gereklerinden biri de uygun ev koşulları ile
hastanın ameliyat sonrası en az 24- 36 saat süreli evde bakım
sorumluluğunu üstlenebilecek birinin olmasıdır. (Aksoy ve Yazıcı 2004,
Yavuz 2002). Özellikle günübirlik cerrahi uygulamasında istenilen
başarının elde edilmesi, ameliyat öncesi ve sonrası hasta ve ailesinin ele
alınması, iyi bir bakım ve eğitim verilmesiyle mümkündür (Karadağ
2003). Hastaya bakacak kişilerin görevlerini tam olarak yerine getirebil96
meleri için hastanın yaşadıklarını, evde neler ile karşılaşabileceklerini ve
ne yapacaklarını bilmelidirler. Hastaya bakım verecek kişinin ilgili,
fiziksel olarak yeterli güçte, yardım veya bakım için istekli, öğrenme
kapasitesi olan, gerçekçi beklentileri olan evde gerekli şartları
sağlayabilecek ve hastanın gereksinim duyacağı yardımlar konusunda
planlı düşünebilen kişi olması gereklidir (Bean 1990, Yavuz 2002). Bu
nedenle taburcu olan hastanın mutlaka yanında onu eve götürecek ve
ilk 24 saat ona bakım verecek bir refakatçisi olmalıdır. Hemşire hastayı
taburcu olurken bu kişiye teslim etmelidir (Yavuz 2002).
Günübirlik Cerrahide Hasta Ailesi ve Diğer Hasta Yakınlarına
Yapılacak Açıklamalar:
Aileye hastanın odasından uzak olduğu sürenin, ameliyat süresini
kapsamadığı, ameliyathanede bazı gecikmelerin olabileceği ve ameliyat
sonrası hastanın bir süre ayılma odasında kalacağı açıklanmalıdır. Ayrıca
hastanın odasına dönüşünde hala uyuyor olabileceği damar içi sıvılar,
kan transfüzyonu, oksijen uygulaması, drenaj tüpleri ya da ameliyata
bağlı özel araç gereçle gelebileceği aileye önceden, neden ve sonuçlarıyla
birlikte anlatılmalıdır. (Yavuz 2002).
SONUÇ
cerrahi girişimin, hastanın yanı sıra hasta ailesi üzerine de etkileri
vardır. Bu nedenle; hasta bireyin yanı sıra ailenin de durumunun
değerlendirilmesi, ameliyat süreci ile baş etmesinde desteklenmesi ve
hastanın bakımına katılması sağlanmalıdır. Bu doğrultuda aşağıdaki
önerilerde bulunulmuştur.
ÖNERĐLER
· Aile ile cerrahi ekip arasında uygun iletişimin sağlanması,
· Hasta aileleri ve yakınları için ameliyat sırasında bekleyebilecekleri
alanların oluşturulması, var olan alanların hasta ailelerinin/
yakınlarının gereksinimlerini karşılayacak şekilde düzenlenmesi,
· Ameliyat sırasında hasta ailelerine ameliyat sürecine ilişkin bilgi
sağlanması,
· Hasta ve ailesine ameliyat sonrası dönem aktivitelerine yönelik eğitim
verilmesi,
· Hasta aileleri ve yakınları için ameliyata ve iyileşme dönemine ait
bilgileri içeren kitapçık/broşürlerin sağlanmasıdır.
97
KAYNAKLAR
1. Aksoy G, Yazıcı SY, (2004), Günübirlik cerrahide hasta hazırlığı. Cumhuriyet
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Cilt: 8, Sayı: 2, 39- 46.
2. Akyolcu N, (2004), Perioperatif Hasta ve Ailesinin Gereksinimleri ve Hemşirenin Rolü,
Ulusal Cerrahi Kongresi Cerrahi Hemşireliği Seksiyonu Panel Ve Bildirileri 26–30
Mayıs 2004 Antalya, Kongre Kitabı. Ege Üniversitesi Basımevi, Đzmir, 97- 108.
3. Akyolcu N. (1999). Hasta ve ailesinin hastalığa adaptasyonu. Hemşirelik Bülteni, 11
(43- 44); 23- 31.
4. Ayoğlu T, Kanan N, (2003), Ameliyat öncesi ve sırası bilgi vermenin hasta ailelerinin
anksiyete düzeylerine ve kan basıncına etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Đstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü.
5. Bean M. (1990), Preparation for surgery in Ambulotary Surgery Unit, Journal of Post
Anesthesia Nursing 5(1) 42- 47.
6. Calvin R, Kolar KR, (2000), Development of a family liaison model during operative
procedures. AORN Journal 72 (2), 308- 310.
7. Carley JM, Anderson FR, (1999), When a minute seems like a millennium. Journal of
PeriAnesthesia Nursing 14 (5), 275- 277.
8. Carmichael MJ, Agre P, (2002), Preferences in Surgical Waiting Area Amenities, AORN
Journal 75 (6); 1077- 1083.
9. Cunnigham M, Hanson- Heath C, Agre P, (2003), A perioperative liaison program:
CNS intervations for cancer patients and their families. Journal of Nursing Care
Quality 18 (1), 16- 21.
10. Dexter F, Epstein HR, (2001), Reducing Family Members’ Anxiety While Waiting on
the Day of Surgery: Systematic Rewiew of Studies and Implications HIPAA Health
Information Privacy Rules. Jorurnal of Clinical Anesthesia 13, 478–481.
11. Erdil F. ve ark. (2000). Hasta yakınlarının ameliyat Öncesi Döneme Đlişkin Bilgi
Gereksinimleri Ameliyatı beklerken yaşadıkları Duyguları ve Ameliyathane Bekleme
Salonuna Đlişkin Görüşleri. Hemşirelik Forumu 3(6), 1–5.
12. Fox V, (1998), Postoperative education that works. AORN Journal 67 (5), 1010–1017.
13. Garbee DD. Gentry JA. (2001). Coping with the stres of surgery. AORN Journal 73 (5),
946- 951.
14. Hanneman EA, Cardin S, (2002), Family- Centered critical care: practical approach
to making it happen. Critical Care Nurse 22(6), 12- 19.
15. Karadağ M, (1999), Ayaktan Cerrahi Uygulamalarında Hasta Eğitimi, Cumhuriyet
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Cilt:3, Sayı:2, 27- 34.
16. Leske JS, (1992), Effects of intraoperative progress reports on anxiety of elective
surgical patients’ family members. Clinical Nursing Research 1, 266- 277.
17. Leske JS, (1996). Intraoperative progress reports decrease family members' anxiety.
AORN Journal 64(3), 428- 436.
18. Majasaari H ve ark., (2005), Patients’ Perceptions Of Emotional support and
Information Provided To family Members. AORN Journal 81 (5).
19. McEven DR. Ve ark. (1998). Family-centered perioperative nursing care takes on a
new look. AORN Journal 68 (1), 97–100.
98
20. Michel LL, Myrick C. (1990). Current and future trends in Ambulatory Surgery and
their impact on nursing practice, Journal of Post Anaesthesia Nursing, 5(5), 347349.
21. Paavilainen E, Seppanen S, Astedt-Kurki P, (2001). Family involvement in
perioperative nursing of adult patients undergoing emergency surgery. Journal of
Clinical Nursing. 10; 230–237.
22. Shields L, Pratt J, Hunter J, (2006), Family centered care: a review of qualitatives
studies. Journal of Clinical Nursing 15, 1317- 1327.
23. Shields L, (2007), Family centered care in the perioperative area:an international
perspective. AORN Journal 85 (5), 893- 903.
24. Smykowski L, Rodriguez W, (2003), The postanesthesia Care unit experiences A
Family- Centered approach. Jornal of Nursing Care Quality. 18 (1), 5- 15.
25. Tea C, (2004), Preoperative Nursing Management. Brunner & Suddarth’s Textbook of
Medical Surgical Nursing. Ed: Smeltzer SC. Bare BG. 10. Edition. Philadelphia:
Lippincott Williams& Wilkins, A Wolters Kluwer Company. 398-416.
26. Tuller S, ve ark., (1997), Patient, visitor, and nurse evaluations of visitation for adult
postanesthesia care unit patients. Journal of PeriAnesthesia Nursing 12(8), 402- 412.
27. Uzun Ö, Özer N, Akyıl ÇR, (2002), Bazı Cerrahi Kliniklerinde ve Cerrahi Yoğun Bakım
Ünitelerinde Yatan Hastaların Aile Üyelerinin Gereksinimleri, AÜTD 34, 39- 45.
28. Yavuz M, (2002). Günübirlik cerrahide hemşirelik bakımı. Ulusal Cerrahi Kongresi
Cerrahi Hemşireliği Seksiyonu Panel Ve Bildirileri 15- 19 Mayıs Antalya, Kongre
Kitabı. Ege Üniversitesi Basımevi, Đzmir.
29. Yavuz M, Dramalı A. (1998), Pediatrik Günübirlik Cerrahide Hasta ve Ailesinin
Taburculuğa Hazırlanması ve Taburcu Edilme Kriterleri. Hemşirelik Forumu, 1(6),
266–269.
99
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 101-112, 2008
KAN TRANSFÜZYONUNDA HEMŞĐRENĐN DĐKKAT ETMESĐ GEREKEN
NOKTALAR
IMPORTANT POINTS IN BLOOD TRANSFUSION FOR NURSE
Yar.Doç.Dr. Filiz ÖĞCE
E.Ü. Đzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu
ÖZET
HIV ve hepatit C gibi bilinen virüsler kontrol edildiğinde, genellikle kan
transfüzyonu güvenli kabul edilir. Oysaki enfeksiyonla ilgili olmayan ve
tamamen ortadan kaldırılamayan pek çok transfüzyon riski bulunmaktadır.
Kan transfüzyonu yapılan hastalar, gözlem eksikliği nedeniyle yanlış kan
uygulamasından, ortaya çıkan reaksiyonlara etkin müdahale edilememesine
kadar birçok risk altında bulunmaktadırlar. Hayat kurtarma amaçlı yapılan
transfüzyon uygulamasının hayatı tehdit eden bir sorun haline gelmemesi
sağlık çalışanlarının elindedir.
Ekip çalışmasını gerektiren kan ve kan ürünlerinin transfüzyonunda
yaşanan olumsuzlukların giderilmesinde hemşirelerin daha etkin olmaları
zorunludur. Bunun için de kanın donörden alınmasından transfüzyonun
sonlanmasına kadar olan aşamaları bilerek hareket etmeleri önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Kan transfüzyonu, hemşirenin sorumlulukları, hemşirelik
ABSTRACT
Blood transfusion is generally considered safe when the infused blood is
tested only known viruses like HIV and hepatitis C. However, there are varieties
of transfusion risks, many of which are non-infectious in nature, cannot be
entirely eliminated,
Patients having blood transfusion are put at risk of getting the wrong blood
infusion or of delayed management of adverse reactions, through
misidentification and lack of observation. Thus, it lies on the hands of health
teams not to have life threatening problems of transfusion, that is performed for
life saving.
Nurses must be more active on this matter in order to avoid the possible
problems of transfusion of blood and blood products. Therefore, they should
follow the steps, from blood letting from the donor to the end of the transfusion.
Key Words: Blood transfusion, responsibilities of nurse, nursing
101
GĐRĐŞ
Kan transfüzyonu, kan ya da kan ürünlerinin dolaşıma verilmesidir.
Đnsanlar arasındaki ilk transfüzyon 1818’de James Bundell tarafından
gerçekleştirilmiştir. 1901’de kan gruplarının bulunması, 1907’de transfüzyon öncesi ve çapraz karşılaştırma reaksiyonu ve 1915’de Richard
Lewinsohn’un %0,2’lik sodyum sitratı bulmasından sonra daha güvenli
ve etkili transfüzyon yapılabilmiştir. Yine non toksik antikoagülanlar ve
tüp, torba, şişe gibi teknolojik gelişmeler kanın komponentlerine
ayrılarak hastaya sadece gerekli olanı verebilme gibi kolaylıkları
sağlamıştır (Celkan 2007).
Kan transfüzyonu, hemşirelikle ilgili bir uygulamadır ve hemşire,
transfüzyonun hazırlanması, transfüzyon öncesi, sırası ve sonrası
değerlendirmelerden sorumludur. Olası komplikasyonların önlenmesi
için transfüzyon süresince hasta takibinin düzenli yapılması
gerekmektedir (Potter ve Perry 1997, DeWit 1999, Short 2006).
Kan transfüzyonu tedavisinin başlıca amaçları;
· Kanama ve yanık gibi vücutta sıvı kaybına neden olan durumlarda
oluşan kayıpları yerine koymak,
· Anemiyi tedavi ederek dokulara yeterli oksijen taşınmasını sağlamak,
· Yetersiz pıhtılaşma faktörleri veya kan elemanlarını yerine koymak,
· Vücudun mikroorganizmalara olan direncini arttırmak,
· Yenidoğanın hemolitik hastalığını tedavi etmek,
· Şoku önlemek ve tedavi etmektir.
Kan “apherezis” adı verilen bir işlemden geçirilerek ürünlerine
ayrılabilmekte ve hastaya sadece gerekli olan kan ürünü
verilebilmektedir. Böylece gereksiz yere fazla sıvı ve immunolojik açıdan
riskli yabancı proteinlerin verilmesi önlenirken, bir ünite tam kandan
birden fazla hastanın yararlanabilmesi sağlanmaktadır (Bulut 1998,
Torpy 2004).
Donörde olması gereken koşullar: Hem donör hem de alıcıyı
korumak için, kan transfüzyonu için kan almadan önce donörün genel
sağlık durumu ve tüm risk faktörleri her açıdan incelenmelidir.
Donörün;
· 17- 65 yaşları arasında olması,
· Donörün vücut ağırlığının 50kg altında olmaması,
· Geçmişinde herhangi bir hepatit öyküsü olmaması ve 6 aylık süre
içinde diyaliz hastası olmaması
· Hepatitli ile temas etmemiş olması,
· 2 aylık süre içinde kan alınmamış olması,
· Geçmiş yıllarda malarya, sifiliz gibi hastalık geçirmemiş olması,
102
·
·
·
·
·
·
·
·
·
·
·
·
·
·
·
Đlaç ve diğer madde bağımlısı olmaması,
AIDS virüsü bulaşma ihtimali bulunmaması,
Kan alınacak bölgede bir cilt enfeksiyonu bulunmaması,
Astım, ürtiker, ilaçlara alerjisi bulunmaması,
Hamile olmaması,
72 saat içinde diş çekimi veya oral cerrahi girişim öyküsü
bulunmaması,
Alıcıya geçme riski olan 3 haftalık bir süre içinde bir enfeksiyon
hastalığına maruz kalmaması,
Geçmişteki aşılanma durumu (1 ay içinde rubella, 1 yıl içinde kuduz
aşısı olmuş olmaması),
En son dövme, piercing, akapunktur öyküsü,
Kanser öyküsü bulunmaması,
Son 3 gün içinde aspirin ve türevlerini kullanmaması,
Oral olarak vücut ısısının 37,5 o C’yi geçmemiş olması,
Nabzının düzenli olması veya 50-100dk arasında olması,
Kan basıncı, sistolik 90-180mmHg ve diastolü 50–100 mmHg olması,
Hemoglobin düzeyi kadınlarda en az 12,5 g/dl, erkeklerde 13.5g/dl
olması gerekmektedir (Smeltzer ve Bare 2000, Torpy 2004, Zou
2005).
KAN VE KAN ÜRÜNLERĐNĐN TAŞINMASINDA DĐKKAT
EDĐLECEK NOKTALAR
Tam Kan ve Kırmızı Kan Hücrelerinin Taşınması
Hastane bünyesinde kan bankası yoksa;
·
Isıyı 1-10o C tutan iyi izole edilmiş karton veya köpüklü kolilerle ya
da sulu buz ve su sızdırmayan (plastik torbalar gibi) konteynırlarla
taşınmalı,
·
Kullanılacak buzun hacminin kanın hacmine eşit olmasına dikkat
edilmeli ve yavaş erimesi nedeniyle küp buz kullanılmalıdır.
Dondurulmuş Ürünlerin Taşınması
·
Taze dondurulmuş plazma ve cryoprecipitatı–18 o C veya daha düşük
ısı sağlayan iyi izole edilmiş konteynırlarla taşınması,
·
Belirtilen ısıyı sağlamak için kuru buz parçacıklarının (veya hava
kabarcıklı plastikler/kuru paketleme parçacıkları) konteynır tabanına,
ürün tabakaları arasına ve konteynır üstüne konması gereklidir.
Trombosit ve Granülositlerin Taşınması
·
Trombosit ve granülositler, iç ısıyı 20–24o C’de tutan konteynırlarla
taşınmalı,
103
·
Konteynır içine buz konmamalı,
·
Sıcak havalarda ve uzun sürecek taşıma mesafelerinde, ısıyı 20–24 oC’
de 12 saat süresince muhafaza eden özel kimyasal dondurucu
torbalar veya güç kaynaklı konteynırlar kullanılmalıdır.
Kan ve kan ürünleri bu konuda eğitimi olan elemanlar tarafından
taşınmalıdır (Gürkan 1998).
KAN VE KAN ÜRÜNLERĐNĐN SAKLANMASINDA DĐKKAT
EDĐLECEK NOKTALAR
Kan ve Kan Ürünleri;
·
Ev tipi buzdolaplarında kesinlikle saklanmamalı,
·
Kan bankalarında kullanılan standart soğutucu/dondurucularda 40 oC
de saklanmalı,
·
Ameliyathane, yoğun bakım üniteleri ve kliniklerde saklanan kan ve
kan ürünleri de kan bankalarındaki standart soğutucu/
dondurucularda saklanmalıdır (Gürkan 1998, Atterbury 2000).
KAN VE KAN ÜRÜNLERĐNĐN UYGULANMASINDA DĐKKAT
EDĐLECEK NOKTALAR
Hemşirenin sorumluluğunda olan bu aşamada kan ve kan
ürünlerinin transfüzyonunun başlamasından sona ermesine kadar
gözden kaçırılmaması gereken önemli noktalar bulunmaktadır.
Kan Transfüzyonu Öncesinde;
Hastanın bilgilendirilmesi: Hastanın anlayabileceği bir dille;
·
Uygulanacak kan ve kan ürününün amacı ve yararları,
·
Transfüzyon reaksiyonundan kaynaklanan ateş, titreme, solunum
sıkıntısı gibi belirtilerinin olabileceği,
·
Transfüzyon reaksiyonu belirtileri geliştiğinde hemşireyi haberdar
etmesinin gerektiği,
·
Transfüzyonu reddetmesi durumunda ortaya çıkabilecek sorunlar
açıklanmalıdır.
Kan ve Kan Ürünlerinin Transfüzyon Öncesinde Klinikte
Bekletilmesi ve Isıtılması;
·
Kan bankası dolabından çıkarılan kan ve kan ürünleri bekletilmeden
en kısa zamanda (30 dakikada) hastaya verilmelidir. Hastanın venine
damla damla giden kan ve kan ürünü hemen ısındığı için, normal
hızda verildiğinde ısıtılmaları gerekmez.
104
·
Fazla miktarda kanın kısa sürede verildiği transfüzyonlarda,
yenidoğanın exchange transfüzyonunda, soğuk aglutinin (düşük
ısılarda aktifleşen antikor) olan hastalarda, dondurulmuş plazma ve
diğer donmuş ürünler (F VIII, dondurulmuş eritrosit süspansiyonu
vb.) uygulanmadan önce ısıtılmalıdır.
·
Kan ve kan ürünlerini ısıtmak için; sıcak su içinde, radyatör
üzerinde, soba yanında, battaniye altında, hasta/yakını bedeninde
bekletme gibi ısının kontrol edilemediği yöntemler kesinlikle
kullanılmamalıdır.
·
Kan ve kan ürünlerinin aşırı ısınmasını önlemek için görsel veya
işitsel alarm sistemi olan (kuru ısıtıcı, radyo frekanslı ısıtıcı vs.)
ısıtma araçları kullanılmalı,
·
Eğer bu cihazlar yoksa oda ısısında 30 dakika bekletme dışında
ısıtma yöntemi kullanılmamalıdır.
·
Transfüzyona 30 dk içinde başlanmadıysa, ürün kan bankasına geri
gönderilmelidir (Gürkan 1998, Atterbury 2000).
Hastaya Doğru Kan ve Kan Ürünü Verilmesine Yönelik
Kontroller: Hemşire tarafından;
·
Hekimin yazılı istemi,
·
Transfüzyon tarihi,
·
Transfüzyon yapılacak ürünün adı,
·
Verilecek ünite sayısı,
·
Đnfüzyon hızı,
·
Transfüzyonla ilgili testler,
·
Transfüzyon yapılacak hastanın adı, dosya numarası,
·
Kan ve kan ürünlerinin son kullanma tarihleri; renk değişimi
(kahverengi) ve pıhtı yönünden gözlenmeli,
·
Alıcı ve vericinin kan grupları,
·
Hepatit, AIDS gibi hastalık testlerinin sonuçları,
·
Cross-match yapılma durumuyla sonucu ve
·
Hastanın yazılı onayı tamamlanmalıdır. Đnançları nedeniyle
transfüzyonu kabul etmeyen hastalarda olası riskler ve
transfüzyonun gerekliliğinin açıklanması önemlidir (Atterbury 2000).
Belirtilen kontrollerin mümkünse iki hemşire ile yapılması ve
şüpheli bir durum söz konusu olduğunda transfüzyona başlanmaması
gerekir.
105
Transfüzyon Sırasında:
Kan ve kan ürünlerinin transfüzyonunun başlatılması aşamasında;
·
Transfüzyona başlamadan önce, uygulanacak kan ve kan ürünlerinin
pıhtı oluşumu, anormal görünüm yönünden incelenmesi,
·
Transfüzyon öncesi, torba içindeki kan ve ürünlerinin yavaşça
çevrilip karıştırılması,
·
Çocuklar için 21–25, yetişkinler için 18–19 no’lu ya da daha kalın
iğnenin kullanılması,
·
Kan ve kan ürünlerinin filtreli bir set aracılığı ile uygulanması,
·
Filtrenin etkinliği ve hemoliz gelişimini önlemek için, setin tamamen
doldurulması
·
Kan ve kan ürünlerinin diğer sıvıların verildiği yoldan verilmemesi,
transfüzyon için ikinci bir damar yolu (IV yol) açılması,
·
IV yolun açılamadığı durumlarda, iğne büyüklüğü kontrol edilerek ve
filtreli set takarak, daha önceki IV yolun kullanılması,
·
Transfüzyon için en uygun ven olarak ön kol ve el sırtının tercih
edilmesi,
·
Zorunlu olmadıkça
kullanılmaması,
·
Transfüzyon sırasında aseptik kurallara uyulması, Đnfeksiyon
hastalıklarından korunmak için işlem sırasında eldiven giyilmesi,
bulaşmış vücut yüzeylerinin yıkanması ve
·
Transfüzyon sona erdiğinde kan ve kan ürünleri ile bulaşan
patojenlerin yayılımını önlemek için torba ve setin uygun bir şekilde
yok edilmesi gerekir.
santral
venöz
yolun
transfüzyon
için
Kan ve kan ürünlerinin veriliş hızının düzenlenmesi;
·
Transfüzyonun
uygulanması,
·
Đlk 15 dakikada reaksiyon gelişmezse hekim istemine göre belirtilen
hızda uygulanması (80-100 damla/dk) önerilir.
·
Kanın veriliş hızının hastanın klinik durumuna göre değişebileceğinin
unutulmaması; ciddi hipoperfüzyon tedavisinde ilk 500 ml kan 10 dk
içinde verilebilir, hızlı perfüzyonlar CVP (santral venöz basınç)
kontrolü altında yapılmalıdır (Bulut 1998).
·
Transfüzyon için infüzyon
okunması uygun olur.
106
ilk
15
dk’da
kan
ve
pompası
kan
ürünlerinin
kullanılıyorsa,
yavaş
kılavuzun
Kan ve kan ürünleri ile birlikte diğer sıvıların verilmesi;
·
Kan ve kan ürünleri ile birlikte hastaya verilebilecek sıvı serum
fizyolojiktir. Bu sıvı dışındaki sıvı ve ilaçlar için ikinci bir IV yol
açılması gerekir.
·
Đkinci IV yol açılamıyorsa, daha önce verilmeye başlanan sıvılara ara
verilerek, kan ve ürünlerinin tek başına uygulanması,
·
Transfüzyon sırasında IV yolla ilaç verilmesi gerektiğinde, ikinci bir
IV yol açılması, açılamıyorsa; transfüzyona ara verilerek, ilacın tek
başına uygulanması gerekir.
·
Kan ve kan ürünleri transfüzyonunda aynı yoldan sıvı veya ilaç
verilmesi gerektiğinde, işlemden önce ve sonra IV yol 10cc Serum
fizyolojikle yıkanır, transfüzyon bittikten sonra aynı setten serum
verilmesi
gerekirse
bu
serumun
içinde
kalsiyum
iyonu
bulunmamalıdır (Bulut 1998, Atterbury 2000).
Hastanın transfüzyon reaksiyonları yönünden gözlenmesi;
·
Kan ve kan ürünleri
bulgularının kontrolü,
·
Transfüzyon öncesinde, transfüzyon reaksiyonları ile karıştırmamak
için hastaya baş dönmesi, kaşıntı, solunum güçlüğü gibi bir şikayeti
olup olmadığının sorulması,
·
Şiddetli reaksiyon belirtileri çoğunlukla transfüzyonun ilk 15
dakikasında ortaya çıktığından, bu süre içinde hastanın yanında
bulunma, izleme ve yaşam bulgularının kontrolü,
·
Transfüzyon süresince hasta bireyin 30 dk’da bir izlenmesi,
transfüzyon tamamlanınca ve bitiminden birkaç saat sonra da
hastanın yaşam bulgularının kontrol ve kayıt edilmesi gerekmektedir
(DeWit 1999, Short 2006).
transfüzyonu
öncesi
hastanın
yaşam
Kan Transfüzyonunda Kayıt Đşlemleri;
Gözlem kağıdına;
·
Hekim istemi,
·
Hastanın yazılı onayı,
·
Kan ürününün tipi,
·
Transfüzyon başlama ve bitiş saati,
·
Ürünün seri numarası ve grubu,
·
Ürünün veriliş hızı,
·
Hastanın yaşam bulguları,
·
Transfüzyon girişiminde bulunan hemşirenin imzası,
107
·
Hastanın şikayetleri, reaksiyon belirtileri,
·
Hastada reaksiyon gelişti ise uygulanan girişimler,
·
Verilen miktar,
·
Transfüzyona son verilmişse nedeni ve
·
Önemli bulunan diğer bilgiler kaydedilmelidir.
KANIN TEKRAR DEĞERLENDĐRĐLMESĐ
Klinikte kullanımı ertelenmiş olan kanın yeniden değerlendirilmesi
için;
·
Kan torbasının kapağının açılmamış olması,
·
Kan bankası dışına çıkmış kan ve kan ürünün uygun ısıda
saklanması,
·
Eğer klinikte kan bankası tipi soğutucu yoksa kullanılmayan
ürünün en geç 30 dk içinde kan bankasına geri gönderilmiş olması
gerekir.
·
Belirtilen koşullar sağlanmadığı
kullanılmamalıdır (Gürkan 1998).
sürece kan
ve kan
ürünleri
KAN TRANSFÜZYONUNUN KOMPLĐKASYONLARI
Kan ve kan ürünleri önemli tedavi edici yararlarının yanında, çeşitli
komplikasyonlara neden olabilmektedir. Transfüzyon komplikasyonunun yaklaşık olarak %2–5 ve bu komplikasyonlara bağlı ölüm oranın da
1/2000–2500 olduğu ifade edilmektedir.
AKUT TRANSFÜZYON KOMPLĐKASYONLARI
Hemolitik transfüzyon reaksiyonu: Akut ya da gecikmiş olabilir.
Akut reaksiyonda, dolaşımdaki kırmızı kan hücrelerinin zarar görmesi
ve serbest hemoglobinin açığa çıkması söz konusudur. Genellikle neden,
yanlış kan grubu, hatalı grup tayini ve çapraz karşılaştırma gibi
nedenlerle hastaya doğru kan verilmemesine bağlı ABO grup
uyuşmazlığıdır. Diğer nedenler ise; kanın mikroorganizmalarla bulaşmış
olması, hipotonik ve hipertonik sıvılarla ya da ilaçlarla birlikte verilmesi,
uygun koşullarda korunmaması ve mekanik travmaya uğraması
şeklindeki hatalardır.
Belirtileri, infüzyon yerinde yanma, ateş, titreme, anksiyete,
bulantı, kusma, göğüs ağrısı, sırt ağrısı, taşikardi, yüzde kızarıklık,
hipotansiyon, dispne, hemoglobinüri, şok, böbrek yetmezliği ve DIC
(Diffüz Intravasküler Koagülopati) sonucu kanamadır.
Görülme sıklığının 1/600 olduğu saptanmıştır.
108
Hemolizli kan transfüzyonuna bağlı reaksiyon: Kanın hızlı ve
aşırı bir şekilde ısıtılması, gereğinden daha uzun süre saklanması,
kanın ev tipi buzdolabında saklanması sonucu eritrositlerin hemolize
olmaları, kanın %5 dekstroz solüsyonu ile karıştırılması sonucu osmotik
hemoliz ve kanın infekte olması nedenlerindendir. Normalde torbadaki
kanın plazması berrak görünmelidir. Eğer plazma koyu renkli ise bu
kan kullanılmamalıdır. Hemolize kanın transfüzyonu; şok, böbrek
yetmezliği ve DIC ile birlikte ağır reaksiyonlara neden olabilir.
Febril reaksiyon: Birden fazla transfüzyon yapılmış kadınlarda
daha sık görülür. Reaksiyondan, donör lökositlerine karşı alıcının
serumunda oluşan anti-lökosit antikorlar sorumludur ve vericinin
lökositleri ile alıcının antikorlarının etkileşmesi ateşin yükselmesine yol
açar. 1/2-2saat içinde ateş titremeyle yükselir ve 39 oC’yi aşabilir.
Hastada taşikardi, halsizlik, hipotansiyon gibi bulgular olabilir. Bu
reaksiyonu önlemek için, lökositten fakir eritrosit süspansiyon ve küçük
mikronlu filtrelerin kullanımı yararlıdır.
Allerjik reaksiyon: En sık rastlanan reaksiyondur. Dönor
plazmasındaki antijenler sorumludur. En yaygın belirtileri ürtiker,
astım ve anaflaksidir. Bu durumlarda transfüzyon yavaşlatılır ve
antihistaminikler uygulanır.
Anaflaktik reaksiyon: Nadir görülen bu reaksiyon, daha önceki
transfüzyonlarda anti-Ig A oluşmuş kişilerde görülür. Kısa sürede
solunum güçlüğü ve şok tablosu gelişir. Transfüzyon hemen durdurulmalıdır. Bu reaksiyon gelişen kişilere eritrosit süspansiyonları verilmelidir.
Dolaşım yüklenmesi: Çocuk ve yaşlı hastalar, böbrek ve kalp
yetmezliğine yatkın kişilere yapılan hızlı transfüzyonlar, ciddi sorunlara
yol açabilir. Akciğer ödemi gelişirse ölüm gelişebilir. Anksiyete, takipne,
dispne, öksürük, taşikardi, siyanoz ve hepatomegali önemli
bulgularındandır. Önlem için transfüzyon durdurularak hastaya semi
fawler pozisyon verilir ve oksijen uygulanmasına başlanır.
Đnfekte kana bağlı reaksiyon: Donörden kan alınırken, kanın
infekte olması deriden ya da havadan gram-negatif bakterilerin
bulaşmasına bağlıdır. Kanın uzun süre oda ısısında bırakılması bakterilerin
çoğalmasını kolaylaştırır. Titreme, ateş, kusma, ishal, karında
kramplar, şok, yaygın kanamalar ile karakterize 1 saat içinde ortaya
çıkar. Tedavide transfüzyon sonlandırılır, şoku önlemek için hidrasyon,
kortizon ve geniş spektrumlu antibiyotikler uygulanır.
Masif transfüzyonlara bağlı komplikasyonlar: Hemorajik ya da
metabolik bazı bozukluklara bağlıdır, karaciğer fonksiyonları bozuk ve
yaşlı hastalarda daha kolay ortaya çıkabilir. Kanamaya eğilim, sitrat ve
potasyum toksisitesi, asidoz, hipotermi ortaya çıkabilir. Riskli hastalarda;
transfüzyonun yavaş bir şekilde verilmesi, iki haftadan fazla beklemiş
109
kanın kullanılmaması, gerekirse transfüzyonun sonlandırılması ve
hastanın ısıtılması gereklidir.
Hava
embolisi:
Transfüzyona
başlarken
verme
setinin
transfüzyon sıvısı ile tam doldurulmaması, plastik torbaya dışarıdan
baskı yapılması gibi nedenlere bağlıdır. Genellikle ani dispne ve
siyanozla başlayan ağır bir tabloya neden olur. Böyle bir durumda
transfüzyon sonlandırılmalıdır. Sağ ventrikül veya atriumdaki lokalize
emboli ve pulmoner infarküsü önlemek için hasta derhal sol yana
yatırılıp, ayakları yükseltilmeli, yaşam bulguları, EKG izlenerek, oksijen
tedavisine başlanmalıdır (Potter ve Perry 1997, DeWit 1999, Smeltzer ve
Bare 2000, Perrota ve Synder 2001).
GECĐKMĐŞ KOMPLĐKASYONLAR
Enfeksiyon hastalıklarının bulaşması: Kan transfüzyonuna bağlı
virüsler (hepatit A,B, C, HIV, Herpes virüsü vs.), parazitler (plasmodia,
toksoplasma gondii vs.), bakteriler (treponema pallidum, borrelia
burgdorferi) bulaşabilir.
Kan üzerinde yapılan hastalık testlerinin %100 hassas olmaması,
hastalığın latent döneminde test sonuçlarının negatif olabilmesi,
hastalık bulaşmasının önlenmesini zorlaştırmaktadır. Bunu önlemenin
en uygun yolu sağlık personelinin eğitimidir.
Alloimmünizasyon: Kırmızı kan hücresi, trombosit ve lökositlerin
yüzeyindeki antijenlere karşı alıcıda duyarlılık gelişmesidir. Bu
antikorların bir defada tespit edilmiş olması, sonraki transfüzyonların
riskli olacağının işaretidir.
Graft versus host disease: Đmmun yetersizliği olan dokuların donör
lenfositleri tarafından reddi söz konusudur. Nadir komplikasyondur,
daha çok immun yetersizliği olan ya da kemik iliği nakli yapılan
hastaların ciddi sorunu olmaktadır. Korunma amacıyla; riskli hastalara
kan transfüzyonu yapılacaksa kan, granülosit veya trombosit
süspansiyonları 1500–3000 rad ışınlanmalıdır.
Akut Akciğer Yaralanması: Sık görülmeyen ama ciddi bir
komplikasyondur. Transfüzyonu izleyen 6 saatte ortaya çıkar. Klinik
olarak solunum zorluğu sendromuna benzer; hızlı gelişen dispne, taşipne,
siyanoz, ateş ve hipotansiyon görülür. Görülme sıklığı kan ve kan
ürünleri tansfüzyonunda 1/5000, taze donmuş plasma transfüzyonunda
1/7900’dür.
Transfüzyon hemosiderozu: Her ünite kanın 225–230 mg arası
demir içermesi, özellikle kronik transfüzyonlar sonrasında bu elementin
kalp kası, pankreas, karaciğer ve endokrin organlarda birikmesine bağlı
birçok hastalık tablosunu ortaya çıkarmaktadır.
110
Tromboflebit: Transfüzyon uzun sürdüğünde (48 saat ve üzeri),
plastik kateterler ve alt ekstremite venleri kullanıldığında, irritan IV
solüsyonlar infüze edildiğinde sık görülen ve bazen septik olabilen bir
reaksiyondur. Hafif vakalarda analjezik ve sıcak kompres uygulaması
yapılır. Gerekirse antibiotik tedavisine başlanır (Perrota ve Synder 2001,
Ezidiegwu ve ark. 2004, Stainsby ve ark. 2005, Goodnough 2005, Baret
ve Kam 2006, Newman ve ark. 2006).
Kan Transfüzyonu Reaksiyonu Belirtileri:
· Titreme
· Sırt ağrısı
· Ateş
· Bel ağrısı
· Ürtiker
· Bulantı
· Taşikardi
· Kusma
· Dispne
· Kanın verildiği ven boyunca kızarma, yanma
· Hipotansiyon
· Baş ağrısı
· Göğüs ağrısı
· Baş dönmesidir.
Bu Belirtiler Görüldüğünde Yapılması Gerekenler;
· Đşlemin derhal durdurulması ve reaksiyon belirtilerinin hekime
bildirilmesi,
· Ürünün verildiği iğnenin çıkarılmaması, IV yolun % 09’luk NaCl ile
açık tutulması ve şiddetli reaksiyon durumunda sette kalan kanın
verilmemesi, setin değiştirilmesi,
· Daha önce yapılan kontrollerin gözden geçirilmesi,
· Hastanın yaşam bulguları, pulmoner arter basıncı, idrar miktarı ve
EKG’sinin kontrolü,
· Kan bankası ile iletişim kurularak, incelenmesi için kanın tekrar geri
gönderilmesi,
· Hastadan kan ve idrar örneği alınarak, laboratuara gönderilmesi,
· Hekim istemine göre gerekli acil tedavinin uygulanması (Potter ve
Perry 1997, DeWit 1999, Smeltzer ve Bare 2000) .
SONUÇ
Kan transfüzyonu bir yandan hayat kurtarırken, dikkat ve
kontrol edilmeden uygulandığında kişinin yaşamını tehdit edebilecek
sonuçlar doğuran önemli bir sağlık uygulamasıdır. Kan ve kan ürünlerinin
Hepatit C ve HIV virüsü gibi bilinen virüsler açısından kontrol edilmiş
olması transfüzyonun güvenli olacağı anlamına gelmemektedir. Bu nedenle,
kanın donörden alınmasından alıcıya nakline kadar tüm aşamalarda
kontrolün elden bırakılmaması gerekir. Ekip çalışması gerektiren bu
111
konuda hemşirenin etkin rol üstlendiği bölüm, kan transfüzyonunun
uygulanma aşamasıdır. Bu konuda görev yapan hemşirelerin transfüzyonun tüm basamaklarıyla ilgili bilgi sahibi olmalarının, uygulama
sırasındaki olumsuzlukları erken fark etmeleri ve yasal açıdan kendilerini
korumaları açısından önemli olduğu unutulmamalıdır. Bu doğrultuda
kan transfüzyonu ile ilgili hizmet içi eğitim programları geliştirilmesi
önerilebilir.
KAYNAKLAR
1. Atterbury C, Wilkinson J (2000). Blood transfusion. Nursing Standard, 14; 34, 47-52.
2. Baret NA., Kam PCA (2006). Transfusion-related acute lung injury: a literature
review. Anesthesia, 61, 777-785.
3. Bulut T (1998). Cerrahi Kanama ve Transfüzyon. (içinde) Değerli Ü (ed). Genel
Cerrahi. Đstanbul, Nobel Tıp Basımevi, 77-91.
4. Celkan T (2007). Kan ve kan ürünlerinin kullanımı ve sorunlar. XIII. TPOG Ulusal
Pediatrik
Kanser
Kongresi,
Hemşire
Programı..
20
Haziran
2007’de
http://www.tpog.org.tr/pdf/hem_15.pdf adresinden indirildi.
5. DeWit, S.C. (1999). Essentials of Medical-Surgical Nursing, Fourth Edition, W.B.
Saunders Company, Philadelphia, 127-129.
6. Ezidiegwu CN, Lauenstein KJ, Rosales LG. ve ark. (2004). Febrile nonhemolytic
transfusion reactions. Arch Pathol Lab Med,128, 991-995.
7. Goodnough LT. (2005). Risks of blood transfusion. Anesthesiol Clin North America,
23:2, 241-252. [Medline].
8. Gürkan A (1998). Đstanbul ili genel cerrahi kliniklerinde kan ve kan ürünlerinin kan
bankasından alınması, saklanması, kullanılması ve yeniden değerlendirilmesi ile ilgili
uygulamaların saptanması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, M.Ü Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Đstanbul.
9. Newman BH, Satz SL, Janowicz NM ve ark. (2006). Donor reactions in high-school
donors: the effects of sex, weight, and collection volume. Transfusion, 46, 284-288.
10. Perrota PL., Synder EL (2001). Non-infectious complications of transfusion therapy.
Blood Reviews, 15, 69-83.
11. Potter PA, Perry AG. (1997). Fundamentals of Nursing. Fourth Edition, Mosby, St.
Louis, 1283-1290.
12. Short R. (2006). Poor cecks for bedside lood transfusion put patients at risk. British
Medical Journal, 332; 7551, 1171.
13. Smeltzer CS, Bare GB. (2000). Brunner & Sudarth’s Textbook of Medical-Surgical
Nursing, Lippincott, Baltimore,778-787.
14. Stainsby D, Russell J, Cohen H ve ark.(2005). Reducing adverse events in blood
transfusion. British Journal of Haematology,131, 8-12.
15. Torpy JM (2004). Blood transfusion.JAMA patient page. JAMA, 292; 13, 1646.
16. Zou S, Musavi F, Notari EP ve ark. (2005). Prevalence of selected viral infections
among temporarily deferred donors who returned to donate blood: American Red
Cross blood donor study. Transfusion, 45, 1593-1600.
112
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 24 (1) : 113-121, 2008
MENSTRUASYON SPORCULARDA GÜNLÜK YAŞAM AKTĐVĐTELERĐNĐ
NASIL ETKĐLER?
HOW DOES MENSTRUATION IMPACT THE ACTIVITIES OF DAILY LIVING
AMONG SPORTSWOMEN?
Ar.Gör. Güliz ONAT BAYRAM*
Ar.Gör. Aylin AKTAŞ**
*Đstanbul Üniversitesi Bakırköy Sağlık Yüksekokulu
**Đstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Yüksekokulu
ÖZET
Menstruasyon kadının yaşamını, günlük yaşam aktivitelerini ve çalışma
yaşamındaki üretkenliğini önemli ölçüde etkiler. Bu çalışmada bayan
sporcularda menstruasyonun günlük yaşam aktivitelerine ve sportif
performanslarına etkileri “Yaşam Modeli” rehberliğinde tartışılmıştır. Yaşam
modeli; hem hemşirelik sürecine kolay adapte edilebilir olması, hem de sadece
hasta birey için değil aynı zamanda sağlıklı birey için de uygun olması
nedeniyle son yıllarda hemşireler tarafından büyük oranda kabul görmüştür.
Bu makalede bayan sporcuların menstruasyon sürecinde yaşadıkları
problemlerde, hemşirelerin üstlenebilecekleri rollere dikkat çekilmiştir. Ayrıca
bayan sporcularda performans-siklus ilişkisini inceleyen az sayıda araştırmanın
yapılmış olması göz önüne alınarak, hemşirelerin konuya ilgilerini çekmek ve
konuyla ilgili bilgileri edinmesini sağlamak amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Menstruasyon, bayan sporcular, fiziksel aktivite, yaşam
modeli, günlük yaşam aktiviteleri
ABSTRACT
Menstruation has multiple impacts on women’s life; it affects both daily
activities and the productivity of their working life. In the guidance of “The Model
of Living”, this study examines the impact of menstruation on the activities and
sportive performance conducted by sportswomen. The Model of Living has become
a widely accepted model among nurses in the recent years for the reason that it is
easily applicable on the nursing process and can be used on healthy people as
well as the ill patients. This article calls attention to the roles of nurses in the
problems of sportswomen during menstruation. There are few studies concerning
the relationship between sportive performance and menstrual cycle of
sportswomen. This study aimed to create awareness among the nursing
profession about the links between menstruation and the productivity of
sportswomen.
113
Key Words: Menstruation, sportswomen, physical activity, model of living,
activities of daily living
GĐRĐŞ
Đngiltere’de hemşirelik bakımıyla ilgili en tanınmış model N. Roper
tarafından 1976’da ortaya konan ve daha sonra W. Logan ve A.T.
Tierney tarafından geliştirilmiş olan Yaşam Modeli’ dir. Bu modelin hem
hemşirelik sürecine kolay adapte edilebilir olması, hem de sadece hasta
birey için değil aynı zamanda sağlıklı birey için de uygun olması nedeniyle
son yıllarda hemşireler tarafından büyük oranda kabul görmüştür
(Sabuncu ve ark. 1991, Roper ve ark.1996, Birol 2002).
Yaşam Modeli, karmaşık bir olgu olan yaşamın başlıca özelliklerini
belirleyerek, bireyin yaşamını oluşturan öğeler arasında var olan ilişkilerin
tümünü kapsar (Velioğlu 1999). Modelin 5 ana öğesi vardır. Bunlar;
·
Yaşam süresi
·
Günlük yaşam aktiviteleri
·
Günlük yaşam aktivitelerini etkileyen faktörler
·
Bağımlılık/ bağımsızlık dizgesi
·
Yaşamda bireyselliktir.
Bütüncü bir yaklaşımla ele alındığında insan fertilizasyonla başlayıp
ölümle son bulan yaşam süresinin herhangi bir evresinde, biyo-fizyolojik,
psikolojik, sosyo-kültürel, çevresel, politiko-ekonomik faktörlerin günlük
yaşam aktivitelerini etkilemesi sonucunda günlük yaşam aktivitelerinde
bağımlılık bağımsızlık dizgesinin herhangi bir yerinde yer alabilmektedir.
Hemşire bireye özgü olarak yaşam süresi boyunca yardım etmektedir
(Sabuncu ve ark. 1991, Roper ve ark. 1996).
Menstruasyon kadının yaşamını, günlük yaşam aktivitelerini ve
çalışma yaşamındaki üretkenliğini önemli ölçüde etkiler. Meslek yaşamında
üretken bir grup olarak nitelendirilebilecek olan bayan sporcuların
üretkenliğinin en önemli göstergelerinden biri sportif performanslarıdır.
Sağlıklı bireyler için de uygun olan yaşam modeli doğrultusunda,
sağlıklı bir grup olarak bayan sporcular seçilmiş ve bu grup üzerinden
menstruasyonun günlük yaşam aktivitelerine etkileri tartışılmıştır.
YAŞAM MODELĐ DOĞRULTUSUNDA MENSTRUASYON
1.YAŞAM SÜRESĐ
Yaşam modeline göre yaşam süresi, konsepsiyonla başlar, ölümle
sonlanır (Velioğlu 1999). Kadınların bir yaşam evresi olarak kabul
edilen doğurganlık çağı menarş ile başlayıp menapoz ile son bulur.
114
Bireyin yaşam süresinin her evresinde sürekli değişim görülür
(Sabuncu ve ark. 1991, Roper ve ark. 1996). Kadınların doğurganlık
çağında, bu değişimin başlangıcı menarş olarak kabul edilir. Menarş
kadının yaşam evrelerinde üreme fonksiyonlarının faaliyete başladığı
dönemdir. Ortalama menarş yaşı 12-13’tür. Menarş yaşını birçok faktör
etkiler. Bunlardan biri yoğun egzersizdir. Yoğun egzersizin hipotalomik
disfonksiyona yol açması sonucu
sporcu bayanlarda anovulatuar
sikluslara rastlanır (Yaman 2005). Spor yapan genç kızlarda ve beden
kitle indeksi düşük olan genç kızlarda menarş yaşı gecikir (Çakmakçı ve
ark. 2005). Castelo-Branco ve arkadaşlarının (2006), 12-18 yaş arası
dansçılar ve aynı yaş aralığında herhangi bir sportif aktiviteyle uğraşmayan
iki grup arasında yaptığı çalışma sonucunda (n:115), yoğun fizik
aktivitenin menarş yaşını geciktirdiği ve menstruel bozukluklara yol
açtığı belirlenmiştir. Warren ve Perlroth (2001)’ın yaptığı benzer bir
çalışmada da, yoğun egzersizin menarş yaşını geciktirdiği ve menstrual
bozuklukların gelişmesine yol açtığı vurgulanmaktadır.
2. GÜNLÜK YAŞAM AKTĐVĐTELERĐ
Roper ve arkadaşları, günlük yaşam aktiviteleri kapsamında 12
yaşamsal aktivite saptamışlardır. Bunlar; güvenli çevrenin sağlanması
ve sürdürülmesi, iletişim, solunum, beslenme, boşaltım, kişisel temizlik
ve giyinme, beden ısısının kontrolü, hareket, çalışma ve eğlenme, cinselliği
ifade etme, uyku ve ölümdür. Modelde tüm günlük yaşam aktivitelerini
etkilediği savunularak ölüme de yer verilmiştir (Sabuncu ve ark. 1991,
Roper ve ark. 1996).
Menstruasyon günlük yaşam aktivitelerinin tümünü etkilemektedir.
Bayan sporcuların performanslarını etkileyen en önemli günlük yaşam
aktivitelerinin hareket, güvenli çevrenin sağlanması ve sürdürülmesi
olduğu düşünülerek, aşağıda bu konulara ilişkin ayrıntılı bilgi verilmiştir.
Hareket Aktivitesi
Hareket aktivitesi; ayakta durma, oturma, yürüme, koşma gibi
büyük kas gruplarının kullanılması ile oluşan aktiviteler kadar, sözsüz
iletişimin önemli bir bölümünü oluşturan yüz ifadesi, el, kol hareketi
gibi küçük kas gruplarının hareketini sağlayan bir dizi aktiviteyi içerir.
Bir yaşam aktivitesi olarak hareketin amacının sınırları oldukça geniştir
(Sabuncu ve ark. 1991). Özellikle hareket aktivitesi sporcular için çok
önemlidir. Sporcu bayanlar için hareket aktivitesi, performanslarını
sergilemek amacıyla kullanılır.
Bayan sporcularda performans-siklus ilişkisini inceleyen az sayıda
araştırma yapılmış ve çelişkili yorumlarda bulunulmuştur. Bayanlar
anatomik, fizyolojik, psikolojik ve hormonal durumlarındaki farklılıklar
nedeniyle sportif uygulamalarda bazen avantajlı bazen de dezavantajlı
115
konuma düşmektedirler (Çakmakçı ve ark. 2005).
Literatürde
menstruasyon dönemindeki sporcu bayanların performansının normal
döneme göre daha iyi olduğu ya da daha zayıf kaldığı yönünde bilgiler
bulunmaktadır. (Çakmakçı ve ark. 2005, Özdemir ve Küçükoğlu 1993).
Yüzücülerde menstrual siklus fazlarının yüzme performansına etkilerini
inceleyen araştırmalarda, menstrual siklusun, sportif performansı
etkilemediği tespit edilmiştir (Çakmakçı ve ark. 2005, Şinoforoğlu 2006).
Doolittle ve Engebretsen menstrual siklusun dört fazında sporcuların
performanslarında farklılık olmadığını bulmuşlardır. Ayrıca verilere göre
bayanlar tarafından gösterilen sıra dışı performans veya dünya rekorlarının,
menstrual siklusun her fazında alınmış olduğu belirlenmiştir (Çakmakçı
ve ark. 2005, Şinoforoğlu 2006). Bu bilginin aksine Özdemir ve Küçükoğlu
(1993)’nun çalışmasında belirttiği üzere, Wearing ve arkadaşları yaptıkları
benzer bir çalışmada, en kötü sportif performansın menstrual fazda
ortaya çıktığını bildirmişlerdir. Higgs ve Robertson (1981) menstruasyon
fazlarının sportif performansta bir değişiklik yapmadığını savunmasına
karşın, Brian ve arkadaşları (1991) sportif performansın menstruasyon
döneminde, diğer günlere göre daha yüksek olduğunu tespit etmişlerdir
(Özdemir ve Küçükoğlu 1993).
Literatür bilgisi dahilinde menstruasyondan bayan sporcuların
özellikle hareket aktivitelerinin farklı derecelerde etkilendiği sonucuna
varılabilir.
Güvenli Çevrenin Sağlanması ve Sürdürülmesi Aktivitesi
Bireyin canlı olarak kalabilmesi ve diğer günlük yaşam aktivitelerini
(hareket) gerçekleştirebilmesi için güvenli bir ortam içinde bulunması
gerekir. Güvenli çevre terimi, hem fiziksel, hem ruhsal hem de sosyal
yönden güvenli ortamı çağrıştırır (Velioğlu 1999, Birol 2002).
Literatürde sportif performansı etkileyen menstrual faktörlerin
başında premenstrual sendromun olduğu bildirilmektedir. Premenstrual
Sendrom (PMS), menstrual siklustan 7-10 gün önce bazı emosyonel
(gerginlik hissi, depresyon, aşırı hassasiyet, düşmanlık ve uyuşukluk),
davranışsal (çalışma alışkanlığında değişme, libidoda artma ya da
azalma, insan ilişkilerinden kaçma, ağlama nöbetleri ve kavgaya eğilim)
ve somatik (baş ağrısı, yorgunluk, şişkinlik ve sırt ağrısı, iştahın artması
ya da azalması, tatlı ya da tuzlu yiyeceklere düşkünlük) semptomların
görüldüğü ve bu semptomların menstruasyonun başlangıcıyla sona
erdiği klinik tablodur. Bu olumsuz belirtilerin hemen hepsi gelişen
ödemle ilgilidir. Kadınların % 75-95’i bazı premenstrual değişiklikler
bildirmişlerdir. Bu değişiklikler bireysel farklılıklar gösterebildiği gibi,
aynı birey için her bir siklusta da farklılık gösterebilir. Bu farklılıkların
nedenleri olarak biyolojik yapı, beslenme, uyku alışkanlıkları, stresli
yaşam ve
egzersiz yapma durumundaki farklılıklar gösterilebilir.
Günümüzde PMS’nin tedavi yöntemleri konusunda tam bir fikir birliği
116
sağlanabilmiş değildir. Tedavide kullanılan bazı medikal ve non-medikal
yöntemler bulunmaktadır. Çoğu kez PMS’li kadınlara orta derecede
egzersiz önerilmektedir (Dickerson ve ark. 2003, Gangar 2001, Gençdoğan
2006, Kızılkaya 1994, Taşkın 2005). Bu konuda yapılmış ilk çalışmalardan
biri olan Prior ve arkadaşları (1987) sedanter bayanlar ve koşucular
üzerinde yaptığı araştırmasında, altı aylık bir egzersiz programının her
iki grupta da PMS semptomlarını hafiflettiğini ileri sürmüştür. Ahanoff
ve Boyle (1994)’nin sporcu bayanlarda premenstrual sendromu
değerlendirdiği, düzenli egzersiz yapan ve yapmayan 97 bayanla
Menstrual Distres Şikayet Listesi (MDQ)’ni kullanarak yapmış olduğu
çalışmada, düzenli egzersiz yapan grubun zayıf konsantrasyon, negatif
etki, davranışsal değişiklikler ve ağrı gibi MDQ ait puanları; egzersiz
yapmayan gruba göre istatistiksel olarak daha düşük çıkmıştır. Đki grup
arasında, pozitif etki ve diğer fiziksel semptomlar bakımından farklılık
olmadığı belirlenmiştir. Karacan (2000)’ın yapmış olduğu çalışmada,
premenstrual sendromun performansı belirleyici özelliklerinden olan
dikkat, konsantrasyon ve motivasyonun, sürat ve çabukluk yetilerini
olumsuz yönde etkilediği bildirilmektedir. Menstrual fazlardaki
değişikliklerin, sporcu bayanlar, düzenli egzersiz yapanlar ve sedanter
bayanlar olmak üzere 3 farklı grupta değerlendirildiği Choi ve Salmon
(1995)’un 143 kadınla yaptığı karşılaştırmalı çalışmasında; genel mood
ve semptomların siklus ortası döneme göre premenstrual ve menstrual
dönemde daha kötü olduğu bildirilmektedir. Bu çalışmada; sık egzersiz
yapmanın menstruasyon sırası ve premenstrual dönemde mooddaki
bozulmaları önleyici olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu bilgiler ışığında PMS sporcuların fiziksel ve ruhsal yönden
güvenli ortamını etkileyen faktörlerden biri olarak düşünülebilir.
3. GÜNLÜK YAŞAM AKTĐVĐTELERĐNĐ ETKĐLEYEN
FAKTÖRLER
Bireyin günlük yaşam aktivitelerini etkileyen biyo-fizyolojik,
psikolojik, çevresel, sosyokültürel ve politiko-ekonomik faktörlerin tümü,
birbiri ile etkileşim içinde olan ve bağımsız olarak değerlendirilmemesi
gereken faktörlerdir (Roper ve ark. 1996).
Bayan sporcularda menstruasyonun günlük yaşam aktivitelerine
etkilerini anlamada, performans-siklus ilişkisini etkileyen biyofizyolojik
faktörleri bilmek önemlidir. Ayrıca bu süreci etkileyen tek bir faktörün
olmadığı ve birden fazla faktörün bu süreçte rol aldığı açıkça bilinmektedir.
Spor yapan bayanlarda vücut ağırlığı, hipotalamus-hipofiz eksenindeki
düzensizlikler, beslenme alışkanlığı, yeme bozuklukları ve stres gibi
biyofizyolojik ve psikolojik faktörler performans-siklus ilişkisini etkiler
(Yaman 2005).
117
Dismenore: Menstruasyon sürecinde günlük yaşam aktivitelerini
etkileyen biyofizyolojik faktörlerden biri de dismenoredir. Dismenore;
menstruasyon sürecinin ağrılı olmasıdır. Menstruasyon döneminde
ağrısı olan bayan sporcuların performanslarının ağrıdan dolayı olumsuz
etkilendiği düşünülebilir. Özdemir ve Küçükoğlu (1993), 35 bayan sporcuda
menstruasyonun sürat ve dayanıklılığa etkisini araştırmış, menstruasyonun sportif performansın birer parçası olan sürat ve dayanıklılık
üzerine bir etkisi olmadığını, ancak menstruasyon döneminde ağrısı olan
bayanlarda, ağrının bu dönemde dayanıklılığı olumsuz olarak etkilediğini
saptamıştır. Bunun yanı sıra Çakmakçı ve arkadaşları (2005),
menstruasyon dönemini ağrısız ve az ağrılı geçiren 30 bayan sporcu
üzerinde menstruasyonun anaerobik güce etkisini araştırdığı çalışma
sonucunda, menstruasyonun 2. ve 14. günlerinde değerlendirilen performanslar arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık bulamamıştır.
Dismenorenin bayan sporcuların performanslarını etkileyen en önemli
etken olduğu, bazı çalışmalarda dismenorenin sporcu gruplarda sporcu
olmayan gruplara göre daha sık görüldüğü belirtilmektedir.
Vücut ağırlığı: Günlük yaşam aktivitelerinden biri olan “hareket”
aktivitesi pek çok biyofizyolojik faktörlerden etkilenir. Bu faktörlerden
birisi de vücut ağırlığıdır. Spor yapan genç kızlarda ve beden kitle indeksi
düşük olan genç kızlarda menarş yaşı gecikir (Çakmakçı ve ark. 2005).
Hormonal düzensizlikler: Hipotalamus-hipofiz eksenindeki
düzensizlikler, menstruel siklus bozukluklarına yol açar. Bu
bozukluklardan bazıları amenore ve oligomenoredir.
Amenore ve Oligomenore: Siklus ortalama 28 gün (28±7 gün)
devam eder. Adet görmeme “amenore” ve menstruasyonun 30-35 günden
daha uzun aralıklarla gerçekleşmesi “oligomenore” olarak adlandırılır.
Castelo-Branco ve arkadaşlarının (2006) yaptığı çalışma sonucunda,
oligomenore ve amenorenin dansçı grupta daha fazla oranda görüldüğü
(p=0.004) belirlenmiştir. Yaman (2005)’ın çalışmasında belirttiği gibi
sekonder amenore normal populasyonda % 2-5 oranında görülürken,
sporcu bayanlarda bu oran % 44’tür. Toriola ve Mathur (1986)’un 475
sporcu ve 606 sporcu olmayan bayanla yaptıkları çalışmada düzensiz
menstruasyonun, oligomenore ve sekonder amenorenin sporcu
bayanlarda daha sık görüldüğü bildirilmektedir. Ayrıca bu çalışmada
menarştan önce sportif eğitime başlayan sporcularda menstrual rahatsızlıkların daha sık (% 43) görüldüğü belirtilmektedir. Şinoforoğlu (2006)
ise ağır antremanlar sonucu menstruasyon bozuklukları yaşanabileceğini,
uzun mesafe koşucularında % 19 oranında düzensiz menstruasyonlar,
% 23’ünde ise amenore görüldüğünü bildirmektedir.
Yoğun egzersizin hipotalomik disfonksiyona yol açması sonucu
sporcu bayanlarda kısalmış luteal evre ve anovulatuar sikluslara rastlanır.
Bu tür şikayetleri olan bayan sporcuların infertilite açısından
değerlendirilmeleri gerekir (Yaman 2005).
118
BAĞIMLILIK-BAĞIMSIZLIK DĐZGESĐ
Yaşam modelinin bu bileşeni dinamiktir. Bireyin yaşam aktivitelerinin
bazılarını yerine getiremediği yaşam dönemleri vardır (Velioğlu 1999,
Roper ve ark. 1996). Bu dönemlerden biri de menstruasyon siklusudur.
Sporcu bayanların sağlıklı bireyler olduğu düşünüldüğünde bağımlıkbağımsızlık dizgesinde bağımsızlık durumunda olduğu söylenebilir.
YAŞAMDA BĐREYSELLĐK
Yaşamda bireysellik kişiye özgüdür. Her birey yaşamı boyunca yaşam
aktivitelerini yerine getirir. Ancak her bireyin yaşam aktivitelerini yerine
getirme şekli ve bunlarda başarıya ulaşma durumu oldukça farklıdır
(Roper ve ark. 1996).
Menstruasyondaki değişiklikler bireyden bireye farklı derecelerde
yaşanır. Bunun yanı sıra bu değişikliklerin, aynı birey için her bir siklusta
da farklı olması, menstruasyonun günlük yaşam aktivitelerini her bir
siklusta farklı derecelerde etkilemesine neden olur.
HEMŞĐRELĐK YAKLAŞIMI
Roper ve arkadaşlarına göre hemşirelik, insanlara yaşamları
boyunca sağlıklarını koruma, sürdürme ve geliştirebilmeleri için yardım
etmektir (Birol 2002).
Hemşire sağlıklı / hasta insan / ailenin;
· Bağımlılık durumu ile başa çıkmasına yardım etmeli,
· Davranış değiştirmesine olanak sağlamalı,
· Eğitim vermeli, sağlıklı kalabilmesi için önleme- koruma ve
· Yeni davranışlar oluşturması için bilgi ve davranış kazandırmalıdır
(Sabuncu ve ark. 1991, Roper ve ark. 1996).
Sağlıklı bireyler olarak kabul edilen bayan sporcuların
menstruasyon sürecinde yaşadıkları problemlerde hemşire;
· Menstruasyon dönemini ağrılı geçiren bayan sporculara ağrıyla baş
etmelerinde destek vermeli,
· Beslenme durumları ve antrenman programlarının düzenlenmesini
sağlamalı
· Konuyla ilişkili başta sporcular olmak üzere sporcu aileleri ve
antrenörlere yönelik eğitim programları planlamalı
· Menstürel düzensizliği olan ve buna bağlı gelişen infertilitede bayan
sporcuları hekime yönlendirmelidir.
119
Günümüzde halen bir tartışma konusu olan menstruasyonun
performansa etkisi ile ilgili net bilgilere ulaşmak için daha çok araştırma
bulgusuna ihtiyaç vardır. Bu konuya hemşirelerin ilgisinin artması ve
kanıta dayalı araştırmalarla desteklenmesi önerilebilir.
KAYNAKLAR
1. Aganoff JA, Boyle GJ. (1994). Aerobic exercise, mood states andmenstrual cycle
symptomps. J Psychosom Res. 38(3): 183-192.
2. Birol L (2002). Hemşirelik süreci. 5. Baskı, Đzmir : Etki Matbaacılık., 85-114.
3. Castelo-Branco C, Reina F, Montivero A ve ark. (2006). Influence of high-intensity
training and of dietetic and anthropometric factors on menstrual cycle disorder in
balet dancers. Gynecological Endocrinology 22; 1: 31-35.
4. Choi PY, Salmon P. (1995). Symptom changes across the menstrual cycle in
competitive sportswomen, exercisers and sedentary women. British Journal of
Clinical Pschology 34; 3: 447-460.
5. Çakmakçı E, Sanioğlu A, Patlar S ve ark. (2005). Menstruasyonun anaerobik güce
etkisi. Spormetre Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi 3(4): 145-149.
6. Dickerson LM, Mazyck P, Hunter MH. ( 2003). Premenstrual syndrome. American
Family Physican 67(8): 1743-1752.
7. Gençdoğan B (2006). Premenstruel sendrom için yeni bir ölçek. Türkiye’de Psikiatri 8;
2: 81-87.
8. Gangar EA (2001). Gynaecological nursing a practical guide. London: Harcourt
Publishers Limited., 87-91.
9. Karacan S (2000). Bayan sporcularda menstruasyon ve premenstrual sendromun
bazı temel motorik özelliklere ve fizyolojik parametrelere etkisi. Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulu.
10. Kızılkaya N (1994). Perimenstrual şikayetlerin hafifletilmesinde hemşirelik
girişimlerinin etkinliği.Yayınlanmamış Doktora Tezi, Đstanbul: Đstanbul Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı.
11. Özdemir R, Küçükoğlu S. (1993). Bayan sporcularda menstruasyonun sürat ve
dayanıklılığa etkisi. Spor Bilimler Dergisi 4(4): 4-7.
12. Prior JC, Vigna Y, Sciarretta D ve ark. (1987): Conditioning exercise decreases
premenstrual symptoms: a prospective, controlled 6-month trial. Fertil Steril 47(3):
402-408.
13. Roper N. Logan WW. Tierney AJ (1996). The elements of nursing. 4.ed.., Edinburgh:
Churchill Livingstone., 20-66.
14. Sabuncu N, Babadağ K, Taşocak G ve ark. (1991). Hemşirelik esasları. Eskişehir:
Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları No: 225, Etam A.Ş., 1-22.
15. Strenfeld B, Jacobs M, Quesenberry CP ve ark. (2002). Physical activity and
menstrual cycle characteristics in two prospective cohorts. American Journal of
Epidemiology 156(5): 402-409.
16. Şinoforoğlu T .Menstruasyon ve Spor. http:// w3.gazi.edu.tr/~tubas/calismalar_
dosyalar/kadinvespor.ppt. erişim tarihi:29.09.2006.
17. Taşkın L (2005). Doğum ve kadın sağlığı hemşireliği. 7. Basım, Ankara: Sistem Ofset
Matbaacılık., 563-567.
120
18. Toriola AL, Mathur DN (1986). Menstrual dysfunction in Nigerian athletes. Br J
Obstet Gynaecol 93(9): 979-985.
19. Velioğlu P (1999). Hemşirelikte kavram ve kuramlar. Đstanbul:Alaş Ofset., 39-46.
20. Yaman H ( 2005). Bayan sporcularda adet düzensizlikleri. http://www.saglik.tr.net
erişim tarihi: 04.08.2006.
21. Warren MP, Perlroth NE (2001). The effects of intense exercise on the female
reproductive system. Journal of Endocrinology 170; 1: 3-11.
121
2007 YILI ĐKĐNCĐ SAYIDA YAYINLANAN MAKALELER
Editörden
Araştırmalar
- Bir Yüksekokul Çalışanlarının Kişisel Değerlerinin Đncelenmesi
Personel Values of Employees of a Hıgher Educatıon School
Süheyla ALTUĞ ÖZSOY, Fahriye VATAN .................................................1-11
- Sağlıklı Bireylerde Kanser Risk Faktörleri
Cancer Rısk Factors In Healthy Indıvıduals
Ülkü YAPUCU GÜNEŞ, Ayten ZAYBAK, Đsmet EŞER,
Leyla KHORSHID .................................................................................. 13-22
- Muğla Üniversitesi Öğrencilerinin Cinsel Sağlık/
Üreme Sağlığı Hizmetleri Đle Đlgili Görüşlerinin Đncelenmesi
Investigation of The Views of The Students At Muğla University
About Sexual Health/Reproduction Health Services
Hülya BAYBEK, Adile TÜMER, Aynur KAYAR ........................................ 23-30
-
Evliliğe Yönelik Đnançlar ve Tutumlar: Sağlık Đnanç Modeli Ölçeği’nin
Türk Toplumu Đçin Geçerlilik Ve Güvenilirliğinin Đncelenmesi
Belıefs and Attıtudes Towards Marrıage: Analysıs of Valıdıty and
Relıabılıty of Health Belıef Model Instrument For Turkısh Socıety
Bilgin Kıray VURAL, Ayla Bayık TEMEL................................................. 31-50
- Hemşire Eğitimcilerin Stersle Başetme Düzeylerinin Đncelenmesi
Investıgatıon Of Nurse Educator’s Copıng Stress Levels
Gönül ÖZGÜR, Şeyda DÜLGERLER, Neslihan ARPA.............................. 51-68
-
Meme ve Gastrointestinal Sistem Kanserli Hastaların Depresyon,
Aksiyete ve Yetiyitimi Durumlarının Belirlenmesi
Determınıng of The Presence of Depressıon, Anxıety and Dısabılıty
of Breast and Gastro Intestınal System (Gıs) Cancer Patıents
Sevgi ÖZKAN, Filiz ÖĞCE, Adalet KUTLU KOCA ................................... 69-80
- Hemşirelerin Đlaç Hatası Yapmalarına Yol Açabilecek Etkenlerin
Saptanması
The Determination Of Factors That Nurses Can Cause Medication Error
Đsmet EŞER, Leyla KHORSHID, Gülengün TÜRK, Filiz TOROS ............. 81-91
- Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Öz Bakım Gücü ve Etkileyen Faktörler
Self Care Agency of Nursıng Home Resıdents And Effectıve Factors
Serap YILDIRIM, Gönül ÖZGÜR, Aysun BABACAN GÜMÜŞ.................93-103
-
Huzurevinde Yaşayan Yaşlıların Umutsuzluk Düzeyleri ve
Etki Eden Faktörler
The Level of Hopelessness of Nursıng Home Resıdents and
Effectıve Factors
Aysun BABACAN GÜMÜŞ, Gönül ÖZGÜR, Serap YILDIRIM............... 105-116
-
Hemşirelerde Kontrol Odağı Đnancı Đle Stresle Başa Çıkma
Stratejileri ve Psikolojik Belirti Gösterme Durumları Arasındaki Đlişkiler
The Relatıonshıps Between The Locus of Control of Nurses,
Copıng Strategıes of Streess and Dısplay of Mental Symptom Sıtutatıons.
Nezihe UĞURLU, Mine EKĐNCĐ .......................................................... 117-130
XIII
Derleme Yazılar
- Yaşlı Bireylerde Ağrı
Paın In Old People
Öznur USTA YEŞĐLBALKAN............................................................... 131-144
- Bağlanma Süreci: Ruh Sağlığı Açısından Literatürün
Gözden Geçirilmesi
Attachment Process: Review Of The Literature In Terms Of
Mental Health
Gülseren KESKĐN, Olcay ÇAM ........................................................... 145-158
- Bağlanma Sürecinin Ergen Açısından Değerlendirilmesi
The Evaluatıon of Attachment Process Poınt of Adolescence
Olcay ÇAM, Gülseren KESKĐN ........................................................... 159-172
- Metabolik Sendrom
Metabolic Syndrome
Asiye DURMAZ AKYOL ..................................................................... 173-182
- Anne ve Babaya Ait Bağlanma ve Hemşirenin Rolü
Maternal and Paternal Attachment and The Role of Nurse
Oya KAVLAK, Ahsen ŞĐRĐN................................................................ 183-194
- Çocuk ve Ergenlerde Cinsel Kötüye Kullanım ve
Hemşirelik Yaklaşımları
Sexual Abuse of Chıldren and Adolescents and Nursıng Approach
Şeyda DÜLGERLER, Olcay ÇAM........................................................ 195-206
- Kişilerarası Đlişkilerde Çatışma ve Çatışma Yönetimi
Conflıct and Conflıct Management in Relatıonshıps
Olcay ÇAM, Ebru AKGÜN.................................................................. 207-221
- Overyen Hiperstimulasyon Sendromu (Ohss) ve Hemşirelik Yaklaşımı
Ovarıan Hyperstımulatıon Syndrome and Nursıng Approach
Selma ŞEN, Oya KAVLAK .................................................................. 223-232
- Türkiye’de ve Dünyada Ebelik Eğitimi
Midwifery Education in Turkey and in The World
Derya KAYA, Mine YURDAKUL .......................................................... 233-241
- Yaşlılık ve Cinsel Yaşam
Sexualıty in The Aged People
Hilmiye AKSU, Ahsen Şirin............................................................... 243-253
EGE ÜNĐVERSĐTESĐ HEMŞĐRELĐK YÜKSEKOKULU DERGĐSĐ
SON KONTROL LĐSTESĐ
1. Makalenin Türü
Araştırma
Derleme
Olgu sunumu
Başlık Sayfası
2. Makalenin Türkçe ve Đngilizce başlığı büyük harf ile yazıldı
3. Yazarlar ve kurumları belirtildi
4. Tüm yazarların yazışma adresleri, iş tel, gsm, e-posta belirtildi
5. Makale bir kongrede sunulmuş ise, sunulduğu toplantı ve yılı
belirtildi
Özet Sayfası
6. Türkçe ve Đngilizce yapılandırılmış özet yazıldı (250-300 sözcük)
7. Türkçe ve Đngilizce özet birbiriyle uyumlu
8. Türkçe ve Đngilizce anahtar sözcükler yazıldı
9. Özetler sayfası metnin 1. sayfası olacak şekilde numaralandırıldı
Ana Metin
10. Açık, güncel ve rahat anlaşılır Türkçe kullanıldı
11. Gramer ve yazım kurallarına uyuldu
12. Yeni, alışılmadık ve yabancı terimler kullanılmışsa yanlarına
Türkçe eşanlamlılarına yer verildi
13. Kısaltmalar kullanılmışsa ilk kullanımda terimin yanında
parantez içinde kısaltması belirtildi
14. Araştırma makalelerinde alt bölüm başlıkları istenen şekilde
yazıldı
15. Derleme makaleler giriş anlatımını izleyen alt başlıklarda
toplanarak uygun bir sonuç anlatımıyla bağlantılı bir şekilde
sunuldu.
Kaynaklar
16. Kaynak gösterimi metin içinde belirtilen kurallara (yazar soyadı
ve yayın tarihi) uygun olarak yapıldı
XV
17. Kaynaklar alfabetik sıra ile dizildi ve kaynak gösterimi kurallara
uygun olarak yapıldı
18. Doğrudan yararlanılmayan herhangi bir kaynak kullanılmadı
(Elimde kaynakların tümü mevcut ve gerektiğinde dergi yayın
kuruluna bunu ispat edebilirim.)
Tablo ve Resimler
19. Belirtilen kurallara uygun olarak hazırlandı
20. Başka kaynaklarda alınan şekil, resim, tablolarda kaynak
gösterildi
Tüm Makale
21. Makalenin sayfa kenar boşlukları kontrol edildi
22. Makalenin satır aralıkları uygun
23. Makalenin ilgili bölümlerinde uygun yazı karakteri kullanıldı
24. Makalenin ilgili bölümleri uygun puntoda yazıldı
25. Makale sayfa sınırlarını aşmayacak şekilde yazıldı
26. Makalede uygun şekilde sayfa numarası verildi
DERGĐ YAZIM KURALLARI
Yayının Kabulü: Basılması istenen yazılar, aşağıda belirtildiği
şekilde, 3 kopya halinde hazırlanıp dergi editörlüğüne gönderilecektir.
Adres: Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi Editörlüğü, Ege
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, 35100 Bornova-ĐZMĐR. Makaleler
üç bağımsız hakem tarafından incelenip, onayları alındıktan sonra
yayınlanabilir. Hakemler, gerekli gördükleri yazılara değişiklik
önerebilirler. Makalenin yayınlanmasında son karar, editör görüşü ile
Dergi Yayın Kuruluna aittir. Dergiye gönderilen yazılar geri gönderilmez.
Dergide yayınlanan yazılar için, herhangi bir ücret yada karşılık
ödenmez. Gönderilen yazıların kabul edilip edilemeyeceği yazarlara
bildirilir. Makalenin kabulü halinde, başlıkların altına yazar ad(lar)ı
eklenip diskete/CD’ye kaydedilerek gönderilmelidir.
Makalenin Hazırlanışı: Makale, Microsoft Word programında A4
kağıt boyutunda yazılmalıdır. Başlık 10 punto Bookman, Özet 9 punto
Bookman, ana metin 10 punto, tablo ve kaynaklar 8 punto olacak
şekilde yazılmalıdır. Araştırma raporları 16 sayfa, derleme ve olgu
sunumları 10 sayfayı (kaynaklar dahil) geçmemelidir.
Makalenin Yazılışı şu sırayı izlemelidir.
BAŞLIK SAYFASI
· Türkçe Başlık (büyük harf ile),
· Đngilizce Başlık (büyük harf ile),
· Yazarların adları ve soyadları (soyadı büyük harf ile)
· Yazarların Yazışma adresleri,
· Makale bir kongrede bildiri olarak sunulmuş ise, sunulduğu toplantı
ve yılı belirtilmelidir.
ÖZET SAYFASI
Özetler Türkçe ve Đngilizce Olmak üzere iki dilde olmalı, yazının
Türkçe ve Đngilizce başlıklarını taşımalı, araştırmanın temel anlamını
metne bakmayı gerektirmeyecek şekilde 250-300 sözcük ile
yansıtmalıdır.
Araştırma makalelerinin özetleri; “Amaç”, “Gereç ve Yöntem”,
“Bulgular ve Sonuç” bölümleri ile anahtar sözcükleri içermelidir.
Araştırma makalelerinin Đngilizce özetleri; “Objective”, “Methods”,
“Results”, “Conclusion” ve “Key Words” bölümlerini içermelidir.
Derleme Makalelerinin özetleri; Giriş, amaç, gelişme ve sonuç
anlamı taşıyacak şekilde içeriği tam olarak yansıtmalıdır. Anahtar
XVII
Sözcükler yer almalıdır. Derleme makalelerinin Đngilizce özetleri; aynı
şekilde olmalıdır.
Olgu Sunumu özetleri olguyu kısaca tanımlamalı ve hemşirelik
süreçlerini içermelidir. Đngilizce özetleri de aynı şekilde olmalıdır.
Özetler
sayfası
numaralandırılmalıdır.
metnin
birinci
sayfası
olacak
şekilde
METĐN:
Dil ve biçim (üslup) açısından aşağıdaki özellikleri taşımalıdır.
· Açık, güncel ve rahat anlaşılır olmalıdır.
· Gramer ve yazım kurallarına uyulmalıdır.
· Yeni, alışılmadık ve yabancı terimler kullanılmışsa yanlarında Türkçe
eşanlamlarına yer verilmelidir
· Kısaltmalar kullanılmışsa ilk kullanımda terimin yanında parantez
içinde kısaltması belirtilmiş olmalıdır.
· Makale bir kongrede bildiri olarak sunulmuş ise, sunulduğu toplantı
ve yılı belirtilmelidir.
Araştırma Raporları: Giriş, Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular ve
Tartışma, Sonuç ve Öneriler, Kaynaklar başlıklarını taşıyan
bölümlerden oluşmalıdır. Araştırmaya katılmamış, ancak destek
sağlamış olan kişi ve kuruluşlara teşekkür başlığı altında teşekkür
edilebilir. Verilerin toplanmasında, örneklem gruplarının haklarının
korunması açısından etik kurallara uyulduğu açıkça belirtilmeli, kritik
gruplarla yürütülen çalışmalarda etik kurul veya kurum izin
belgelerinin fotokopileri eklenmelidir.
Tablo ve Şekiller: Grafik, fotoğraf ve çizimlere sıra numarası
verilmelidir. Her tablonun üstünde ve şekillerin altında sıra numarası ve
şekilleri kısaca açıklayan bir anlatım bulunmalıdır. Araştırma raporları
derleme ve olgu sunumları için en çok 4 şekil kabul edilmektedir. Tablo,
şekil ve grafikler, bilgisayarda çizilip metin içinde olması gereken yere
yerleştirilmelidir. Başka bir kaynaktan alınan tablo ve şekillerin altına,
alındığı kaynak şu şekilde belirtilmelidir.
Güvenç B (1970) Kültür kuramında bütüncülük sorunu üzerine bir
deneme. Ankara, s.51’den alındı.
Fotoğrafların eni 11 cm. boyu 15 cm.’i aşmamalı, metin içinde
fotoğrafın yerleştirileceği yer boş bırakılıp fotoğraf altına gerekli
açıklama yapılmalıdır.
Derlemeler: Konuyu yeterince irdeleyen kapsamlı literatür
taramasına dayandırılmış olmalı; giriş anlatımını izleyen alt başlıklarda
toplanarak gelişme ve sonuç anlatımıyla sunulmuş olmalıdır. Kaynakça
kullanım kurallarına uyulmalıdır.
Olgu Sunumları; Giriş, Olgu Sunumu, Tartışma ve Kaynaklar
verilerek yazılmalıdır. Olgu sunumu fotoğraf ve akış şemaları ile
desteklenebilir. Fotoğraf ve akış şemaları için gerekli izinler alınmalıdır.
KAYNAK KULLANIMI
Metin içinde: Yazarın soyadı ve yazının yayın tarihi ile birlikte
belirtilmeli, yazar ve tarih arasına virgül konmamalıdır. Đki yazarlı
kaynaklarda, yazarların her ikisinin soyadı, ikiden fazla yazarlılarda ise,
birinci yazarın soyadı ve “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir.
Örnekler
Graydon (1988), depresyonun…
Sarna ve Mc Corkle (1996), araştırmalarında……
Lasry ve ark. (1987), yaptıkları çalışmada……
………Saptanmıştır (Graydon 1998).
….ortaya çıkarılmışlardır (Bard ve Sutherland 1955).
Aynı yazarın, aynı yıldaki değişik yayınları (Bayık 1996 a, Bayık 1996 b)
şeklinde belirtilmelidir.
Birden çok yazar aynı anda gösterileceği zaman, aynı parantez içinde
virgülle ayrılarak gösterilmelidir. Kaynaklar tarih sırasına göre
sıralanmalıdır.
Örnek:
(Argon 1992 , Karadakovan 1992).
Kaynakçada: Kaynaklar, alfabetik sıra ile dizilmelidir. Yazar ad
(lar) ının baş Harfleri arasına noktalama işaretleri konulmamalıdır. Üç
Yazara kadar çoğul yazarlı kaynaklarda, yazar soyadı ve adının baş
harfini izleyerek aralarına virgül konulmalıdır. Üçten fazla yazarlı
kaynaklar, ilk üç isimden sonra “ve ark.” Şeklinde belirtilmelidir.
Dergi isimleri, Index Medicus’a uygun olarak kısaltılmalıdır. Dergi
makalesi, kitap isimleri yazılırken, ilk kelimenin baş harfi büyük,
diğerleri küçük harfle yazılmalıdır.
Kaynakların Yazılışı Đle Đlgili Örnekler
Dergi Makalesi
Lorig K, Gonzales VM, Ritter P ve ark. (1997). Coparison of three
methods of data collecetion in an urban Spanish-speaking population.
Rurs res, 46:4, 230-234
XIX
Dergi Eki (Supplement)
Weiss ME (1991) Tymapanic infrared thermometry for fullterm and
preterm neonates. Clin. Pedatr, 30 (Suppl. 4) , 42-45.
Kitap:
Karasar N (1995) Araştırmalarda rapor hazırlama. 8.basım, Ankara: 3A
Araştırma Eğitim danışmanlık Ltd., 101-112.
Kitap Bölümü:
Kaufman CA, Wyatt RJ, (1987). Neuroleptic Malignant Syndrome.
(içinde) Melszer HY (ed). Psychopharmacology. New York: raven Pres,
1421-31.
Kitap Çevirisi:
Wise MG, Rundell JR (1994) Konsültasyon Psikiyatrisi (Çev. TT Tüzer, V
Tüzer). Compos Mentis yayınları, Ankara, 1997.
Metin içinde “Wise ve Rundell (1994)” şeklinde gösterilir.
Yazar Adı Olmayan Yayınlar
(Sık kullanılan Çeviri Kaynaklara Örnekler):
American Psikiyatri birliği (1994) Mental Bozukluklarının Tanısal
ve Sayımsal El Kitabı, dördüncü baskı (DSM-IV) ( Çev.ed.: E Köroğlu)
Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1995.
Metin içinde “American Psikiyatri Birliği (1994)” şeklinde gösterilir.
Dünya Sağlık Örgütü (1992) IDC-10 Ruhsal ve Davranışsal
Bozukluklar Sınıflandırılması. (Çev. Ed.;MO Öztürk, B Uluğ, Çev.:
F.Çuhadaroğlu, Đ.Kaplan, G. Özgen, MO Öztürk, M rezaki, B Uluğ).
Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği Yayını, Ankara, 1993.
Metin içinde “Dünya Sağlık Örgütü (1992)” şeklinde gösterilir.
Kongre Bildirileri:
Kayır A (1986). Tek ve kardeşli ergenlerde şahsiyet yapısı. XXI. Ulusal
Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Kongresi Kitabı, Đstanbul: Mimeray Ofset,
546-52.
Kongre bildirileri kitap haline getirilmemişse, sunulduğu kongrenin adı,
yeri, yılı ve sözel yada poster bildiri olduğu belirtilmelidir.
Yayınlanmamış Tez
Yavaş O (1993). Bir üniversite hastanesinde çalışan hemşirelerin iş
doyumu ve örgütsel gereksinimlerine ilişkin bir inceleme. Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Đzmir: Ege Üniversitesi sağlık bilimleri Enstitüsü,
53-55.
Yazarı Editör Olan Yayınlar
Uyer G (Ed) (1986). Yeni bir birimin planlanması ve organizasyonu.
(içinde) Hemşirelik hizmetleri yönetimi el kitabı. 1. Baskı, Đstanbul:
Birlik Ofset Ltd. şti., 52-61.
Basılmamış Yayınlar
Gordes G, Cole JO, Haskell D ve ark. The naturel history of tardive
dyskinesia. J.Clin Psychophormacol, (Baskıda).
Gazete Makalesi
Akbal O (1992). Bilimin özgürlük savaşı. Milliyet Gazetesi, 7 Temmuz 12.
Đnternet üzerinden alınan belgeler kaynak Olarak Kullanılıyorsa;
Yararlanılan yazının yazarı, yazarı yoksa kurum adı UNICEF gibi kurum
adı yoksa kaynak gösterilmemelidir. Yayının başlığı, internet adresi ve
son erişim tarihi belirtilerek gösterilebilir.
Frederickson BL (2000, Mart 7). Cultivating positive emotions to
optimize health and well being. Prevention& Treatment 3,
Makale0001a. 20 Kasım 2000’de http://Journals.apa.org/
prevention/volume3/pre0030001a. html adresinden indirildi.
Kaynakların
doğruluğundan
yazarlar
sorumludur.
Doğrudan
yararlanılmayan ya da başka kaynaklardan aktarılmış kaynaklar
belirtilmemeli, basılmamış eserler, kişisel haberleşmeler, Medline
taramalarından ulaşılan makalelerin özetleri kaynak gösterilmemelidir.
XXI