Katip Çelebi

Transkript

Katip Çelebi
aile
dostu
ALIŞVERİŞ VE YAŞAM KÜLTÜRÜ DERGİSİ
Sayı 103
KIŞ 2016
FİYATI 1,5 TL
Ömrünü İlme Adamış Bir Osmanlı Alimi
Katip Çelebi
aile dostu
yaşında
Doğru Program,
Doğru Gıdalar:
Sağlıklı Bi̇r Kış
ŞİİRİ OKUMAKTAN ÇOK,
SÖYLEYEN BİR ADAM. YANİ
HİSSETTİĞİ GİBİ, İÇİNDEN
GELDİĞİ GİBİ YANİ...
İBRAHİM
SADRİ
İçinizi Isıtacak
Bitkiler
YAYLASIYLA, DAĞIYLA, MAHARETLİ
AŞÇILARIYLA DOLU DOLU BİR KENT
BOLU
CAHİDE SULTAN’IN
BİRBİRİNDEN
LEZİZ YEMEK
TARİFLERİYLE
YİNE DOPDOLU!
KIŞIN KEYFİNİ SÜRMENİN EN SAĞLIKLI
YOLLARINDANDIR BİR BARDAK BİTKİ ÇAYI
EŞLİĞİNDE, EN SEVDİĞİNİZ KİTAP ELİNİZDE,
SAKİN BİR HAFTA SONU GEÇİRMEK…
Mutfaklarda
Yeni Bir Akım:
Vintage
2
içindekiler
103
Sayı
KIŞ 2016
İmtiyaz Sahibi
Yeşilimsi Yayıncılık
Ltd. Şti. Adına Tekin Güner
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tekin Güner
Editör
Gülsün Kurt Öney
24
İçinizi Isıtacak
Bitkiler
52
Ömrünü İlme Adamış
Bir Osmanlı Alimi
Katip Çelebi
Sanat Danışmanı
R. Yeşim Güner
YAPIM
GREENS DESIGN
Yayın Kurulu
Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı
Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ,
Salih Yılmaz,
Lider Anaç, Yıldız Liva,
Yönetim Yeri
Ankara Dünya Ticaret Merkezi
Tahran Caddesi No: 30 Kat: 2 / 202
Kavaklıdere / Çankaya - Ankara
Tel: 0 312 427 20 93 - 94
Faks: 0 312 427 14 05
www.greenstasarim.com
Baskı
Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Bahçekapı Mah. 2477. Sok.
No: 6 Şaşmaz/ ANKARA
Tel: 0312 278 82 00
Baskı Tarihi 30 Aralık 2015
Aylık yerel süreli yayındır. ISSN 1306-1739
[email protected]
[email protected]
Reklam Rezervasyon
Halil Arslanpınar
[email protected]
82
Bu Sene
Ne ile Isınalım?
92
Orta Asya’nın Kıdemli
Ev Sahipleri: Orta
Asya Türkleri
40
Yaylasıyla, Dağıyla,
Maharetli Aşçılarıyla
Dolu Dolu Bir Kent
“Bolu”
66
Parfümün Büyüyerek
Devam Eden
Yolculuğu
86
Şiiri Okumaktan
Çok, Söyleyen
Bir Adam. Yani
Hissettiği Gibi,
İçinden Geldiği
Gibi Yani...
İbrahim Sadri
3
içindekiler
Gülsün KURT ÖNEY
Bir an evvel geçip gitsin istediğimiz ne kadar çok zaman vardı
önümüzde… Çok gençtik… Yıllar bir an önce geçsin, bir an önce
zaman kendi kararlarımızı alabildiğimiz tarihleri göstersin isterdik. Öyle çok uzun boylu kararlar da değildi hani. Ve bize ne kadar
da büyük özgürlükler gibi görünürlerdi. Pırasa yememe, meşrubatı dilediğin kadar içebilme özgürlüğü mesela… Sonra nasıl
olduğunu anlamadan sınavlar ve dersler arasında bir de baktık
ki o hiç hoşlanmadığımız pırasayı biz alıp gelir olmuşuz eve. Ve
karşımızda küçücük bir ağızdan bir zamanlar bizim olan cümleler dökülür olmuş: “Bir gün gelecek istemediğim hiçbir şeyi
yemiycem işte!”
Gülümsemelerimiz burulsa da hala içinde olmaktan memnun
olduğumuz yaşlardaydık. Kendi düzenimizin içinde, kendi ufak
sıkıntılarımız bile tatlıydı. Yıllar geçiyordu. ..Bu sefer de geçmese
diye diliyorduk içimizden. Artık büyümek istemiyorduk. Ama yıllar bizimle aynı fikirde değildi…
Zaman bildiğini okudu… Geçip gitti… Fakat gariptir ki içimizde o
beklediğimiz burukluk yoktu. Mutluyduk da üstelik. Hatta yaşımızı da ayrı bir gururla söylüyorduk. Çünkü zaman bizden yıllarımızı alırken yerine çok güzel anılar bırakmıştı. Yaşadığımız her
bir “keşke” bir yenisinin oluşmasını önlemişti.
Şimdi biz; daha çok doğru ve daha az yanlış yapıyoruz. Sürekli
kavga halinde olduğumuz zamanla bir sulh var aramızda. Yıllar
hiç de korkutucu değil. Yüreğimizdeki tevekkül yok etti bütün
yersiz hırsları. Şimdi hayat en güzel haliyle bizimle… Bu güne
dek yaşadığımız her bir güne sonsuz şükürle…
4
bizden haberler
Adese ve Selva Gıda
Konya’nın En Değerli Markaları Arasında
MARKETİNG TÜRKİYE DERGİSİ TARAFINDAN KONYA’DA BU YIL İKİNCİSİ DÜZENLENEN İNTERAKTİF PAZARLAMA
ZİRVESİ ETKİNLİĞİNDE AÇIKLANAN ARAŞTIRMA SONUÇLARINA GÖRE ADESE VE SELVA GIDA, “KONYA’NIN EN DEĞERLİ
MARKALARI” ARASINDA YER ALDI.
Marketing Türkiye’nin “İnovasyon, Teknoloji ve Finansal Enstrümanlar” temasıyla
Anadolu’da başlattığı interaktif pazarlama zirvesinin üçüncü durağı Konya oldu.
“İnovasyon, Teknoloji ve Finansal Enstrümanlarla Anadolu Yarına Hazırlanıyor”
temasıyla gerçekleştirilen etkinlikte Konyalı pazarlama ve reklam profesyonelleri
ve iş adamları bir araya geldi. Etkinlikte;
“Değişen Ekonomik Koşullarda Yenilikçi
ve Alternatif Finansal Çözümler”, “İşletmeler İçin İşleyen Bir İnovasyon Kültürü
Yaratmak”, “Yeni İş Süreçleri, Yeni Üretim
Modelleri”, “İnternet Reklamcılığında Yeni
ve Etkili İş Yapış Biçimleri Nelerdir, Nasıl
Kullanmalısınız”, “Duygusal Pazarlama ve
İnsanlaşan Markalar” konularında, profesyoneller tarafından sunum ve değerlendirmeler yapıldı.
Dedeman Otel’de düzenlenen İnteraktif
Pazarlama Zirvesi’nin finalinde, Marketing Türkiye Dergisi’nin Akademetre ile
birlikte yaptığı “Konya İtibar ve Marka Değer Performansı Araştırması”nın sonuçları da açıklandı. Akademetre tarafından,
Konya’daki vatandaşlara Konya denilince
akla gelen markalar soruldu ve böylece
Konya’nın öne çıkan en değerli markaları
belirlenmiş oldu. Buna göre İttifak Holding markalarından Adese ve Selva Gıda,
“Konya’nın En Değerli Markaları” arasında
yer alarak başarılarını bir kez daha tescillemiş oldu. Konya’nın en değerli markaları
arasında yer alan Adese adına ödülü, Kurumsal İletişim Müdürü Salih Yılmaz, Selva
Gıda adına da Pazarlama Müdürü Hatice
Küçükhemek aldı.
5
Adese’ye İki Yeni
Genel Müdür Yardımcısı
ADESE’NİN GENEL MÜDÜR YARDIMCISI POZİSYONLARINA PERAKENDE SEKTÖRÜNÜN ULUSAL MARKALARINDA UZUN
YILLAR GÖREV YAPMIŞ OLAN CENGİZ DURMAZ VE AHMET TETİK GETİRİLDİ.
Ahmet Tetik
Cengiz Durmaz.
İttifak Holding’in perakende sektöründeki ulusal markası Adese, yönetim kadrosunu profesyonel isimlerle güçlendiriyor.
Perakende sektöründeki büyümesine tüm
hızıyla devam eden Adese’nin yeni Genel
Müdür Yardımcıları Cengiz Durmaz ve Ahmet Tetik, görevlerine 15 Ekim 2015 tarihi
itibarıyla başladı.
yılları arasında Pazarlama Şefi, 1997-2014
yılları arasında da Bölge Satış Müdürü olarak görev yapan Durmaz’ın perakende sektöründe 20 yılı aşkın tecrübesi bulunuyor.
Haziran 2014’ten bu yana eski eser restorasyonu projelerinde çalışmalar yürüten
Durmaz, 15 Ekim 2015 tarihinde Adese’ye
Genel Müdür Yardımcısı olarak getirildi.
1967 İskenderun doğumlu olan Cengiz Durmaz, 1988 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümünde lisans eğitimini
tamamladı. 1990 yılında kurucu ortak olarak Best Sigorta Aracılık Hizmetleri şirketinde kariyerine başlayan Cengiz Durmaz,
1994 yılında Mağaza Müdür Yardımcısı
olarak Migros ailesine katıldı. 1995-1997
1972 Adana doğumlu olan Ahmet Tetik,
1995 yılında Çukurova Üniversitesi Gıda
Mühendisliği bölümünde lisans, Koç Üniversitesi Yönetici Geliştirme bölümünde
lisansüstü eğitimini tamamladı.
Kariyerine 1997 yılında Migros’ta FMCG
Ürünleri Kategori Yönetici Yardımcısı ola-
rak başlayan Ahmet Tetik, 2006 yılına kadar gıda ve gıda dışı kategorilerinde farklı
pozisyonlarda görev yaptı. 2006-2014 yılları
arasında yine Migros’ta Elektrikli ve Elektronik Ürünler Kategori Müdürü olarak kariyerini sürdüren Tetik, 2014 yılından bu yana
freelance olarak Pazarlama Danışmanlığı
yaptı. Migros Genel Müdürlüğü bünyesinde görev yaptığı süre içerisinde ayrıca Tansaş, 5M, Makro, Mjet, Şok, Kangurum.com
gibi birbirinden farklı formatların kategori
yönetiminde de deneyim kazanan Tetik, 15
Ekim 2015 itibarıyla Adese’ye Genel Müdür
Yardımcısı oldu.
6
Adese ve İŞKUR İşbirliği Sürüyor
İTTİFAK HOLDİNG’İN ULUSAL PERAKENDE MARKASI ADESE, İNSAN KAYNAKLARI POLİTİKASI ÇERÇEVESİNDE
İŞKUR’LA BİRLİKTE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ PROJE KAPSAMINDA 200 KİŞİYE PERAKENDE SATIŞ ELEMANI EĞİTİMİ
VEREREK BAŞARILI OLAN 92 KURSİYERE İŞ İMKÂNI SAĞLADI.
Murad Yavuz Gök
Konya’nın en çok istihdam sağlayan firmalarından Adese’nin İŞKUR ile birlikte
gerçekleştirdiği Perakende satış elemanı
eğitimi tamamlandı. Adese Genel Müdürü Murad Yavuz Gök ve Konya Çalışma ve
İş Kurumu İl Müdürü Emrah Keleş öncülüğünde gerçekleşen projede, 200 kişiye
perakende satış elemanı mesleğinde 6 ay
süreyle işbaşı eğitimi verildi ve başarılı olan
kursiyerlerden 92’si Adese mağazalarında
istihdam edildi.
İŞKUR’la birlikte pek çok başarılı proje gerçekleştirdiklerini dile getiren Adese Genel
Müdürü Murad Yavuz Gök, “Türkiye’nin en
önemli sorunlarından olan işsizliğin çözü-
mü için İŞKUR ile yürüttüğümüz son projemizle, işbaşı eğitim programları çerçevesinde 200 kişiye eğitim verdik. Eğitimlerini
başarıyla tamamlayan kursiyerlerimizi işe
alarak iş ve meslek sahibi olmaları yönünde katkı sağladık. İŞKUR ile istihdama yönelik gerçekleştirdiğimiz iş birlikteliğiyle
hem birçok kişiye iş imkânı sunuyor, hem
de kurs sürecinde verilen eğitimler sayesinde onların bilgi birikimine katkı sağlıyoruz. İŞKUR’a da yaptıkları işbirliğinden
dolayı Adese adına teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.
Konya Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü
Emrah Keleş ise Adese’nin istihdam konu-
sunda verdiği destekten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “İşbaşı Eğitim Programı, işgücü piyasasına girmekte zorlanan iş
arayanlar kadar nitelikli personel bulmakta
zorluk çeken firmalar için de bir fırsattır.
Programın en başarılı uygulandığı yerlerden biri şüphesiz Adese’dir. 2011 yılından
bu yana düzenlemiş olduğumuz 32 İş Başı
Eğitim Programı ile 913 kişinin meslek öğrenmesini sağladık. 358 kişinin ise nitelikli
olarak Adese’de iş başı yaptığını görüyoruz.
Özellikle bayanların bu program sayesinde
yüksek oranda istihdamı ayrıca sevindirici
bir durumdur.” dedi.
Selva Online Satışa Başladı
SELVA GIDA, YENİLENEN WEB SİTESİ SELVA.COM.TR ÜZERİNDEN ÜRÜNLERİNİN ONLİNE SATIŞINA BAŞLAYARAK
SEKTÖRÜNDE BİR İLKE İMZA ATTI.
Türkiye ve dünyanın Kristal Lezzet Ödüllü
tek makarna markası Selva, satış-dağıtım
ağını güçlendirmeye devam ediyor. 10 kategoride 170’i aşkın ürün ile sektörde en
geniş ürün yelpazesine sahip olan Selva,
online pazarlama kanalları üzerinden de
tüketici taleplerine cevap vermek amacıyla
yine sektöründe bir ilke imza atarak ken-
di web sitesi selva.com.tr üzerinden satışa
başladı.
Üstün lezzete ulaşmak isteyen tüketicileri
için web sitesinde birçok kolaylık sağlayan
Selva; kredi kartı, havale ve EFT gibi ödeme seçeneklerinin yanı sıra, siparişleri aynı
gün içinde hızlı teslimat ile kargoya veriyor
ve 50 TL ve üzeri alışverişlerde müşterilerinden kargo ücreti almıyor. Piyasaya
çıkardığı yeni ürünleri market raflarından
önce web sitesi aracılığı ile müşterilerine
tanıtan Selva, ilerleyen dönemlerde sipariş
seçeneklerini geliştirmeyi planlıyor.
7
8
bizden haberler
Adese, Yeni Mağazalarıyla Büyümeye Devam Ediyor
YENİ MAĞAZA AÇILIŞLARINA TÜM HIZIYLA DEVAM EDEN ADESE, ANKARA’DA AÇTIĞI İKİ YENİ MAĞAZA İLE BİRLİKTE
ANKARA’DA 13 ŞUBEYE ULAŞIRKEN TOPLAM MAĞAZA SAYISINI 150’YE YÜKSELTTİ.
Güventepe Adese
İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, yeni mağaza açılışları ve mağaza
yenileme çalışmalarıyla büyüme ivmesini
sürdürüyor. Ankara’da iki haftada iki yeni
mağaza açılışı gerçekleştiren Adese, 4
Aralık’ta Barıştepe ve 15 Aralık’ta da Güventepe mağazasını müşterilerinin hizmetine sundu.
Yeni açılan mağazalar hakkında bilgi veren Adese Genel Müdürü Murad Yavuz
Gök; “Hem yeni mağaza açılışlarımız hem
de mağaza yenileme çalışmalarımız ile
müşterilerimize daha çok noktada daha iyi
hizmet vermeyi hedefliyoruz. Bu doğrultuda Ankara Barıştepe ve Güventepe mağazalarımızın açılışıyla birlikte Ankara’daki
şube sayımızı 13’e, toplam şube sayımızı
da 150’ye yükselttik. Önümüzdeki günlerde
Ankara’da ve diğer illerde yeni mağazalarımızı müşterilerimizle buluşturmaya devam
edeceğiz.” dedi.
Barıştepe Adese
Barıştepe Adese mağazasının açılış töreni
4 Aralık Cuma günü, Adese Genel Müdür
Yardımcısı Cengiz Durmaz, Ankara Bölge
Müdürü İbrahim Teke, Adese yöneticileri
ve müşterilerinin yoğun katılımıyla gerçekleştirildi. Barıştepe mağazasında 410 m²
ticari alanda 11 personeliyle müşterilerine
hizmet vermeye başlayan Adese; gıdadan
temizliğe, kozmetiğe kişisel bakım ürün-
Barıştepe Adese
Güventepe Adese
lerine, züccaciyeden elektrikli ev aletlerine
kadar 5 bin farklı ürünü bir arada sunuyor.
Güventepe Adese
15 Aralık Salı günü gerçekleştirilen törenle
hizmete giren Güventepe Adese’nin açılış
kurdelesini Adese Genel Müdürü Murad
Yavuz Gök ve mağaza çalışanları birlikte
kesti. 150. Adese şubesi olan Güventepe
Adese, gıdadan temizliğe, kozmetik ürünlerden elektrikli ev aletlerine ve züccaciyeden ev tekstiline kadar 5 bin ürün çeşidiyle
toplam 600 metrekarelik alanda 2 kasa ve
12 personeliyle müşterilerine hizmet verecek.
9
10
bizden haberler
Adese Yenilenmeye Devam Ediyor
İTTİFAK HOLDİNG’İN ULUSAL PERAKENDE MARKASI ADESE, MAĞAZA AÇILIŞLARININ YANI SIRA MAĞAZA
YENİLEMELERİNE DE HIZ KESMEDEN DEVAM EDİYOR. BU YENİLEME ÇALIŞMALARI KAPSAMINDA ZAFER VE BEYZADE
MAĞAZALARINI ALIŞVERİŞ KEYFİNİ DAHA DA ARTIRACAK ŞEKİLDE MODERNİZE EDİLDİ.
Zafer Adese
Mağaza yenilemelerine tüm hızıyla devam eden Adese, 1997 yılında faaliyete
başlayan Zafer Mağazası’nı daha çevre
dostu ve modern bir görünüme kavuşturdu. Baştan aşağıya yenilenen Zafer Adese
Mağazası’nın açılışı 20 Kasım Cuma günü,
Adese Yönetim Kurulu Üyesi Fahri Akay,
Adese Genel Müdürü Murad Yavuz Gök,
Adese Genel Müdür Yardımcısı Cengiz Durmaz, Adese yöneticileri ve müşterilerin yoğun katılımıyla gerçekleşti.
Adese, modernizasyon çalışmaları çerçevesinde Beyzade mağazasını da daha
modern yapıda tasarlayarak, reyonlardan
soğutucu gruplara, aydınlatma sistemlerinden mağaza görsellerine kadar baştan
sona yeniledi. 11 Aralık 2015, Cuma günü
gerçekleştirilen açılış töreni İttifak Holding
Zafer Adese
Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Korkmaz, Adese Genel Müdürü Murad Yavuz
Gök, Adese yöneticileri ve müşterilerin katılımıyla gerçekleştirildi.
Mevcut mağazalarımızdaki yenileme çalışmalarımıza ve mağaza açılışlarımıza önümüzdeki dönemde de ara vermeden devam
edeceğiz” dedi.
Mağazalarda gerçekleştirilen modernize
çalışmaları ilgili bilgi veren Adese Genel
Müdürü Murad Yavuz Gök; “Adese’yi her
geçen gün yeni mağazalarla büyütürken
diğer yandan da mevcut mağazalarımızı yeniliyoruz. Müşterilerimizin alışveriş deneyimini üst seviyede yaşayabilmelerini sağlamak için mağazalarımızı teknik, mimari ve
görsel anlamda yeniden yorumluyor, tasarlıyor ve dizayn ediyoruz. Bu anlayışla Zafer
ve Beyzade mağazamızı yeni konsepte uygun bir biçimde daha modern bir yapıda ve
doğa dostu teknolojilerle baştan sona yenileyerek değişimi başlatmış bulunuyoruz.
Zafer Adese Mağazası’nın yenilenen reyonlarında; gıdadan temizliğe, manavdan unlu
mamullere, konfeksiyondan ayakkabıya,
kozmetikten ev tekstiline kadar 15 bin çeşit
ürün müşterilerin beğenisine sunuluyor.
Zafer Adese; 1570 metrekarelik alanda 6
kasa ve 51 personeliyle müşterilerine 365
gün kaliteli ve hesaplı alışverişin keyfini yaşatacak.
Beyzade Adese
Beyzade Adese, yenilenen yüzüyle; 265
m²’de 11 personeli ve 5 bin çeşit ürünle
müşterilerine hizmet verecek.
11
12
bizden haberler
“GPD – Ortak Gelişim Kongresi”nde
750 perakendeci ve tedarikçi buluştu
İTTİFAK HOLDİNG PERAKENDE GRUP DANIŞMANI SITKI ERBEN, GELECEĞİN BAŞARILI FORMATLARININ ANAHTARINI
“HIZ, HAZ, NAZ” ÜÇLÜSÜ OLARAK ÖZETLEDİ.
Sıtkı Erben
Gıda Perakendecileri Derneği (GPD) tarafından geçtiğimiz hafta ikincisi düzenlenen
‘GPD – Ortak Gelişim Kongresi’nde 750
perakendeci, üretici ve tedarikçi bir araya
geldi. İttifak Holding Perakende Grup Danışmanı Sıtkı Erben’in de konuşmacı olarak
katıldığı kongre, Türkiye’deki market zincirleri, gıda servis zincirleri ve tedarikçilerini bir araya getirdi. Kongrede, sektörün
önde gelen ulusal ve uluslararası oyuncuları; verimlilik, sürdürülebilirlik ve ortak
çözüm geliştirme gibi kavramların hayata
geçmiş uygulamalarını paylaştı.
Müşteriler mağazalara ‘format atıyor’
Bu yıl ikincisi düzenlenen Kongre’deki
oturumlar, verimlilik, sürdürülebilirlik ve
ortak çözüm geliştirme gibi kavramların
yaşama geçmiş uygulamaları açısından
zengin kazanımlara yol açan konuşmalara
sahne oldu.
CarrefourSA Genel Müdürü Mehmet T.
Nane’nin moderatörlüğünü yaptığı ‘Dinamik Perakende: Format Verimliliği’ oturumunda İttifak Holding Perakende Grup Danışmanı Sıtkı Erben, CHEP Türkiye Genel
Müdürü Şafak Aktekin, Yıldız Holding bizim
Toplu Satış Mağazaları ve ŞOK A.Ş. Yönetim
Kurulları Üyesi Tahsin Pamir, P&G Türkiye
ve Kafkasya Yönetim Kurulu Başkanı Tankut Turnaoğlu “değişen müşteri davranışı ve trendlerin sektörün karşısına hangi
fırsatları çıkardığını ve format savaşlarına
üretici ve perakendeci gözüyle bakış”ı tartıştılar.
Geleceğin başarılı formatlarının anahtarı:
“Hız, Haz, Naz”
Kongrenin ilk oturumunda konuşan İttifak
Holding Perakende Grubu Danışmanı Sıtkı
Erben, hayatımıza giren tüm formatların
kaynağında insan ihtiyaçlarının olduğunu
ifade etti. Alışverişçi olarak tanımlanan
kavramın özünde insan olduğunu ve dolayısı ile insanın ihtiyaçlarının perakende sektöründeki formatları da şekillendirdiğini
belirten Erben; “Perakendeciyi yeni format
arayışlarına sokan, hatta mecbur bırakan
aslında alışverişçi olarak tanımladığımız
olgunun merkezindeki insanın değişimidir.
İnsandaki yaşanılan değişimi üç başlıkta;
psikolojik, sosyolojik ve teknolojik olarak
ifade edebiliriz. Bu değişimlerle beraber,
insan farklı arayışlara giriyor. Bu arayışları
da hız haz ve naz arayışı olarak tanımlayabiliriz” dedi. Erben sözlerini şöyle sürdürdü:
“Günümüz dünyasında artık her şey çok
daha hızlı ve hayat bir önceki yüzyıl, bir
önceki yıl, bir önceki ay belki de bir önceki
güne göre çok daha hızlı akmaya başladı.
Bu hızın sektörümüz üzerindeki etkilerine
baktığımızda artık insanlar, hayatlarında
bazı şeyleri ayırdıkları zaman itibari ile kısaltmak ve yeni şeylere yer açmak istiyorlar. Hayatlarına almak istedikleri ve hayatlarından çıkarmak istedikleri var. Çünkü
artık zaman çok değerli bir olgu haline geldi. Ayrıca şehirleşme, metropollerde yaşama, globalleşme, dijitalleşme yani kısaca
sekülerleşme ile birlikte bireysel hazlarını
tatmin etmeye çalışan ve bireysel hazları
karşılandığı zaman mutlu olan insan psikolojisi karşımıza çıkıyor. Biz de perakendeciler olarak insanlarla temas ettiğimiz noktalarda daha hızlı hareket edemezsek ya da
yeni deneyimler, yeni hazlar sunamazsak
bizimle geçirdikleri vakitleri kısaltarak, bu
kısalttıkları bölüme de hayatlarına sokmak
istedikleri ve listede beklettikleri başka
şeyleri koyacaklar. Çocuklarıyla vakit geçirmek, doğaya çıkmak gibi… Dolayısı ile
bunun formatlara etkisine baktığımızda;
son yıllarda yakın, hızlı, ulaşılabilir ve yaygın olan formatların büyürken daha yüksek
metrekarelerde insanların daha fazla vakit
harcamak zorunda kalacakları formatların
küçüldüğünü yakinen müşahede ediyoruz.
Müşteri memnuniyeti de sektörümüzün en
önemli ve asli alanlarından birisi. Günümüzde iletişim alanları çeşitlenip genişledi.
İnsanların bizimle beraberken ya da bizden
ayrıldıktan sonra bizimle ilgili yaşadıkları
deneyimi, her an her yerde paylaşabildikleri bir dünyadayız. Günümüz insanı, kendisini görmezden gelmeyen ve nazlanabildiği
markalar istiyor. Dolayısı ile naz, gelecekte
müşteri memnuniyetinin anahtar konularından biri olacak diye düşünüyorum.
Özetle, insanın ana değişim noktalarını hız
haz ve naz olarak ifade edebiliriz. Karşımızda böyle bir insan profili var ve bu insan aynı
zamanda bizim alışverişçimiz. Gelecekte,
bu ihtiyaç ve beklentileri karşılayacak düzeyde dizayn edilmiş, insanı merkeze koyan
formatların daha başarılı olacağını düşünüyorum. Geleceğin başarılı formatlarının
anahtarını bu kavramlarla özetleyebiliriz.”
13
14
Cahide Sultan’dan Özel Tarifler
www. cahidejibek. com
Şehriyeli
Domates
Çorbası
(8 kişilik)
Malzeme
Hazırlanışı
z 1 kg. Domates
z Domatesleri ikiye bölüp baş kısımlarını bıçakla alın. Yapışmaz tavaya çok az yağ
ekleyip, harlı ateşte domatesleri arkalı önlü kızartın.
z 1 çay bardağı tel şehriye
z 2 tepeli yemek kaşığı un
z 2 su bardağı et suyu
z Yeteri kadar içme suyu
z 1 küçük çay bardağı süt
z 1 yemek kaşığı tereyağı
z 3 yemek kaşığı zeytinyağı
z 1 diş sarmısak
z Arzuya göre kişniş, nane veya
doğranmış maydanoz
z Tuz
z Bir tencereye alıp üzerine çıkana kadar su ekleyin ve pişmeye bırakın. Pişen
domatesleri blenderdan geçirin. Eğer çekirdekleri sizi rahatsız ediyorsa süzgeçten
geçirin.
z Ayrı bir tencerede unu ve yağı beraber tencereye alın.
z Un hafif pembeleşene kadar kavurun.
z Domatesi, ezilmiş 1 diş sarmısağı ve et suyunu ekleyip hızlı bir şekilde kaynayana
kadar karıştırın. (unun topaklanmaması için önce bir bardak soğuk su koyarak tel
çırpıcıyla çırpın sonra sıcak domates püresini ekleyin yoksa un sıcak püreyle birleşince
topaklaşabilir)
z Kaynara çıktıktan sonra normal çorba kıvamına gelene kadar kaynar su ilave edin.
Bu esnada şehriyeyi ekleyin.
z 6-7 dakika kadar kaynatmaya devam edin.
z Sütünü ilave edip, bir taşım daha kaynatın.
z Kişniş, kuru nane veya maydanoz ekleyip lezzetini arttırabilirsiniz.
z Afiyet şifa olsun.
NOT: Arpa şehriye kullanmak isterseniz bu yöntemle yumuşaması zor olur. Önce biraz
suyla şehriyeyi haşlayıp sonra çorbaya ilave etmeniz gerekir.
15
Narlı Yaprak
Sarması
(8 kişilik)
Malzemeler
z 2 su bardağı pirinç
z 1 iri soğan
z 4 diş sarımsak
z 1.5 yemek kaşığı salça (domatesbiber karışık)
z 1 büyük çay bardağı zeytinyağı
z 2 yemek kaşığı kuru nane
z 1 tatlı kaşığı karabiber
z Yarım demet maydanoz
z Yeteri kadar tuz
z Yeteri kadar asma Yaprağı
z 1 adet ekşi nar
Sarmaların üzerine gezdirmek
için ayrıca: 1 küçük çay bardağı
zeytinyağı
Hazırlanışı
z Asma yapraklarını kaynayan suya atıp 2-3 dakika haşlayın. Burada yaprağın cinsi
çok önemlidir. Eğer yaprak kalın ve sertse biraz fazla kaynatmanız gerekebilir. Ya da
haşlanmadığı halde narin, ince yapılı bir yapraksa, sadece sıcak suya batırıp 10 saniye
tutmanız yeterli olur. Yaprakları sıcak sudan çıkardıktan sonra mutlaka soğuk suya
tutun. Çıkardığınız haliyle kalırsa, kendi sıcaklığıyla yaprak eriyebilir.
z Pirinci yıkayıp üzerine çıkacak kadar sıcak su ekleyin.
z Yarım saat kadar ıslanan pirincin suyundan birazını süzün. Dibinde bir su bardağı
kadar su kalsın.
z Soğan, sarımsak ve maydanozu küçük doğrayın.
z Salça yağ ve baharatlarını ekleyip karıştırın.
z Asma yaprağının sap kısmını koparın. 1 tatlı kaşığı iç malzemesi ekleyerek sarın.
z Tencerenin dibine tanelenmiş ekşi nardan serpiştirin. Üzerine yaprak sarmalarını
dizin. Sarmaların üzerine yeniden ekşi nar taneleri serpiştirin. Bir kat sarma, bir kat
nar tanesi olarak sarmayı tamamlayın.
z En üste yine nar taneleri serpiştirin. 1 çay bardağı zeytinyağını sarmaların üzerine
gezdirin. Dolma taşı veya düz bir pasta tabağını sarmaların üzerine kapatın. Üzerine
çıkacak kadar sıcak su ekleyin. Tencereyi ocağa koyun.
z Sarmanın suyu kaynamaya başlayınca altını kısıp en az 1 saat pişirin. Bir saatin
sonunda kontrol edin. İstediğiniz gibi pişmemişse 15 dakika daha pişirin. Suyu azsa
biraz daha sıcak su ilave edin. En az yarım saat dinlendirip servis edin.
16
Bulgur
Köfteli Tavuk
Yahnisi
(6 kişilik)
Köftesi için
Hazırlanışı
z 1 su bardağı ince bulgur (simit,
esmer değil, sarı bulgur olacak)
z Önce köfteleri hazırlayın.
z 1.5 su bardağı ılık su (ıslatmak
için)
z Yarım su bardağından bir parmak
fazla un
z Tuz
Malzemeler
z Yarım çay bardağı zeytinyağı
z 20 adet arpacık soğanı
z 2 adet tavuk göğsü
z 1 yemek kaşığı salça (Domates
biber karışık)
z 5 bardak su
z Tuz
z Arzuya göre: 1 küçük kase
haşlanmış nohut.
Üzeri için: 1 yemek kaşığı tereyağı
z Bulguru yoğurma kabına alın. Ilık suyu döküp karıştırın. Üzerini örtüp şişene kadar
yaklaşık 1 saat bekletin bekleme süresi sonunda tuzu ve unu ekleyip karıştırın. Azar
azar su ilavesiyle 10 dakika kadar yoğurun.
z Kıvamının olup olmadığını anlamak için bir parça alıp avucunuzun içinde yuvarlayın.
Rahat yuvarlanıyorsa kıvamı olmuş demektir. Bütün hamuru küçük köfteler halinde
hazırlayın. Üzerini örtüp bir kenarda bekletin.
z Diğer tarafta arpacık soğanları soyup tencereye alın zeytinyağını ekleyin. Orta ateşte
karıştırarak soğanları soteleyin kuşbaşı şeklinde doğranmış tavuk etlerini ilave edin.
z Etler hafif pembeleşince salçayı ekleyin. Sıcak suyu ilave edip kaynamaya bırakın.
Kaynamaya başladıktan sonra kapağını kapatıp kısık ateşte 15 dakika kadar pişirin
hazırladığınız köfteleri ilave edin arzuya göre bu esnada nohudu da ekleyin. Yeniden
kapağını kapatıp 10 dakika daha pişirin.
z Köftelerin pişip pişmediğini anlamak için bir tane alıp yeyin. Hamur kıvamında
değilse yani dişinize yapışmıyorsa pişmiş demektir. Suyu az gelirse biraz sıcak su ilave
edebilirsiniz.
z Diğer tarafta tavaya tereyağını alıp eritin 1 tatlı kaşığı nane ilave edin nanenin rengi
çıkana kadar kızartın naneli yağı yemeğin üzerine gezdirin servis esnasında tabakların
üzerine gezdirebilirsiniz.
17
Patlıcan
Çığırtma
(6 kişilik)
Malzemeler
z 5 adet orta boy patlıcan
z 7-8 adet yeşil biber
z 3 orta boy domates
z 5-6 iri diş sarımsak
z 1 su bardağı kadar zeytinyağı
z Tuz
Hazırlanışı
z Patlıcanları yıkayıp alacalı soyun. Verev olarak bıçağı döndererek çizin ama orta kısmı kesmeyin. Patlıcanlar bütün kalmalı.
Bunu patlıcanlar çabuk pişsin ve diğer sebzelerin aroması ve tuz patlıcana geçsin diye yapıyoruz. Aralarına tuz serpip yarım saat
kadar bekletin. Yıkayıp kurulayın. Eğer beyaz cins patlıcan kullanacaksanız tuzlamaya gerek yok.
z Yayvan bir tencereye yağı koyup kızdırın.
z Patlıcanları ve ara yerlerine ikiye bölünmüş biberleri koyup kapağını kapatın.
z Bir tarafı kızaran patlıcanları ve biberleri çevirin.
z Diğer tarafları da kızarınca aralarına iri doğranmış sarımsakları ve küp doğranmış domatesleri ekleyin. Tuzunu atıp yine
kapağını kapatın. Orta ateşte 10 dakika kadar pişen yemeğin kapağını açıp suyunu çekene kadar pişirin. Sıcak sıcak servis edin.
z Afiyet şifa olsun.
Enginar
Salatası
(5 kişilik)
Malzemeler
z 2 orta boy enginar çanağı
z 1 su bardağı garnitür (Patates,
havuç, bezelye, mısır)
z Yarım demet dereotu
z Yarım çay bardağı zeytinyağı
z Yarım limon suyu
z Tuz
Hazırlanışı
z Enginarları yumuşayana kadar haşlayıp süzün.
z Garnitür ve ince kıyılmış dereotuyla karıştırın.
z Tuz, limon ve zeytinyağını ekleyip yeniden karıştırın.
18
Yuvalama
Çorbası
(6 kişilik)
Malzemeler
Hazırlanışı
z 2 su bardağı pirinç unu
z Pirinç ununu yoğurma kabına alın. İçine kıymayı, karabiber ve tuzu da ilave edip
yoğurmaya başlayın.
z Azar azar su ilave ederek şekil verilecek kıvamda köfte hamuru hazırlayın.
z Daha sonra elinizi hafif ıslatarak 10 dakika kadar yoğurmaya devam edin.
z Hamurdan küçük parçalar alıp, kalem kalınlığında rulolar yapın.
z Bu rulolardan küçük küçük bölerek nohut büyüklüğünde köfteler yuvarlayın. Hatta
Antepli Hanımlar nohudun yarısı büyüklüğünde köfteler yapıyorlar.
z Kuşbaşı eti, küçük doğranmış kuyruk yağını(Kuyruk yağı bence orijinal lezzet için
gerekli), akşamdan ıslatılmış nohudu tencereye koyup 25-30 dakika boyunca pişirin.
z Köfteleri de ilave edip pirinçler pişene kadar kaynatın.
z Yoğurda un ve yumurtayı ekleyip çırpın. İçine biraz yemeğin suyundan alıp karıştırın
ve ılımasını sağlayın ki yoğurt kesilmesin. Daha sonra yemeğe devamlı karıştırarak
ekleyin.
z Yoğurdu kattıktan sonra bir taşımdan fazla kaynatmayın ki; yoğurt kesilmesin.
z Diğer tarafta tereyağını eritin, içine bolca nane ilave edip naneyi biraz kızartın.
z Naneli yağı yemeğin üzerine gezdirin. Yuvalamamız hazır afiyet olsun…
z 400 gr yağsız kıyma
z karabiber,tuz
z 1 su bardağı haşlanmış nohut
z 250 gr. kuşbaşı et (Tercihen
koyun veya yumuşak dana eti)
z 50 gr. kuyruk yağı
z 3 su bardağı yoğurt
z 6 su bardağı su
z 1 yumurta
z Tereyağı, bolca nane
19
Kolay
Kumpir
Tarifi
(5 Kişilik)
Malzemeler
Hazırlanışı
z 2 adet büyük patates
z Patatesleri soyup iri parçalara bölün ve buharda haşlayın. Veya çatalla bir kaç
yerinden delerek kabuklu olarak haşlayın.
z Haşlanan patatesi sıcakken ezin. İçine tuz, karabiber tereyağı ve kaşar peynirini
ekleyip karıştırın.
z Uygun bir tepsiye malzemeyi yerleştirin. Ben 22 cm bir kap kullandım.
z Tepsiyi önceden ısıtılmış 200 derecelik fırına sürün. Üzeri hafif pembeleşmeye
başlayınca fırından alın.
z Üzerine doğranmış malzemeleri ekleyin. İsterseniz üzerine kaşar peyniri serpip
yeniden fırına sürebilirsiniz. Ben daha kalorili olacağını düşünerek buna gerek
duymadım.
z Son olarak ketçap ve mayonez gezdirerek servis edin.
z Kumpir sıcakken yenmeli. Soğuyunca lezzeti olmuyor.
z Ekşi tadı sevmeyenler turşu eklemeyebilirler. Veya yanına servis edilebilir.
z Afiyet şifa olsun.
NOT: Kumpiri küçük kaselerde de hazırlayabilirsiniz.
z 2 yemek kaşığı tereyağı
z 1 su bardağı kaşar rendesi
z Tuz ve biraz karabiber
Garnitürü için: İstediğiniz pek çok
farklı malzeme kullanabilirsiniz.
Ben havuç, bezelye, salatalık
turşusu ve mısır kullandım. (Turşu
haricindeki bütün malzemeleri
haşladım) Sosis veya salam
bulabilirseniz o da çok güzel olur.
20
Havuçlu
Elmalı
Topkek
(16 adet)
Malzemeler
Hazırlanışı
z 3 yumurta
z Yumurta ve şekeri köpürene kadar, yaklaşık 5 dakika çırpın.
z 1 su bardağı şeker
z Zeytinyağını ekleyin. Rendenin iri gözünden rendelenmiş havuç ve elmayı, ince
z Yarım su bardağı zeytinyağı
rendelenmiş portakal kabuğunu ilave edip karıştırın.
z 1 orta boy elma (rendelenmiş
hali 1 su bardağı)
z Elenmiş un ve kabartma tozunu ekleyip mikserin düşük deviriyle karışana kadar
z 1 orta boy havuç (rendelenmiş
hali 1 su bardağı)
z Ceviz ve baharatları da ekleyip kaşıkla karıştırın.
z 1 portakal kabuğu rendesi (şart
değil)
kalıbın yarısını geçmeli.
z 2 su bardağı un
z 1 tatlı kaşığı kabartma tozu
z 1 su bardağı ceviz
z 2 çay kaşığı tarçın
z 1 çay kaşığı yenibahar (isteğe
bağlı)
çırpın. Çok çırparsanız kek sert olur.
z Kağıt kek kapsüllerine yani top kek kalıplarına kek hamurlarını paylaştırın. Hamur
z 180 derecelik fırında yaklaşık 35 dakika kadar top kekleri pişirin. Fırından almadan
önce kürdan testi yapın. Kürdan kuru çıkıyorsa pişmiş demektir.
z Arzuya göre üzerlerine pudra şekeri eleyerek servis edebilirsiniz.
21
İncirli
Etimek
Tatlısı
( Ortalama 16 dilim)
Malzemeler
Hazırlanışı
z 1 buçuk paket etimek
z Öncelikle şerbeti hazırlayın. 1 bardak şekeri tencereye koyup orta harlı ateşe alın.
Kenarlarından erimeye başlayınca tencereyi sallayın. Düzgün erimesine gerek yok.
Pütürler olabilir. Hatta hepsi erimese de olur. Biraz karamelize olması yeterli.
z Kalan şekeri, suyu ve limon suyunu ekleyip kaynamaya bırakın. Kaynamaya
başladıktan sonra 5 dakika kaynatmaya devam edin.
z Etimekleri büyük boy borcama dizin. Şerbeti sıcak olarak etimeklerin üzerine dökün.
z İncirleri yıkayıp küçük parçalar halinde doğrayın. Cevizleri de bıçakla kıyın. İncir ve
cevizi etimeklerin üzerine serpin.
z Muhallebi için un ve şekeri tencereye alıp karıştırın. Yumurta sarıları ve sütü
ekleyin. Çırpıcıyla çırparak tamamen karışmasını sağlayın. Ocağın altını yakıp
muhallebi kaynayana kadar devamlı karıştırın.
z Kaynayan muhallebinin altını kapatıp, vanilya, portakal kabuğu ve tereyağını ekleyip
mikserle 2 dakika kadar çırpın.
z Beklemeden muhallebiyi tatlının üzerine döküp yayın.
z Muhallebi soğuyunca, 1 poşet krem şantiyi soğuk sütle çırpıp muhallebinin üzerine
yayın.
z Dolapta en az 2 saat bekleyen tatlı servise hazırdır.
z Afiyet şifa olsun.
Küçük bir uyarı: Tatlı iki günden fazla beklememeli. Çok beklerse içindeki incir ağızda
buruk bir tat bırakıyor.
z iki buçuk su bardağı su
z iki buçuk su bardağı şeker
z çeyrek limon suyu
Kreması için
z 5 yemek kaşığı veya 1 su
bardağı un
z 4 yemek kaşığı şeker
z 4 su bardağı süt
z 2 yumurta sarısı
z 100 gram tereyağı
z 1 tatlı kaşığı portakal rendesi
z 1 paket vanilya
Arası için: 10 12 adet kuru incir
1 su bardağı ceviz
Üzeri için: Bir poşet krem şanti,
1.5 çay bardağı süt
22
23
Aile Dostu
10 Yaşında
Her daim arkasında hissettiği destek ve okuyucularından aldığı
güçle Aile Dostu 10 yaşında. Sizlerle olmanın mutluluğu ve gördüğü
ilginin onuruyla… Tam 10 yıldır; yazdığımız her bir satır, sorduğumuz her bir soru ve almak için çabaladığımız her bir cevap sizler
için ve sizin sayenizde. Bu gün dostluğunuzdan aldığımız güçle devam ediyoruz yolumuza.
Ardımızda bıraktığımız on yılın bize kattığı birikim ve her yeni sayımızda eksilmeksizin bize ilham veren heyecanımızla daha dolu,
daha renkli, daha samimi nice on yıllara…
Aile Dostu…
24
İçinizi Isıtacak
Bitkiler
KIŞIN KEYFİNİ SÜRMENİN EN SAĞLIKLI YOLLARINDANDIR BİR
BARDAK BİTKİ ÇAYI EŞLİĞİNDE, EN SEVDİĞİNİZ KİTAP ELİNİZDE,
SAKİN BİR HAFTA SONU GEÇİRMEK…
25
Isırgan otundan
ebegümecine,
kuşburnundan enginar
yaprağına kadar ne de
çok nimet var aslında
elimizin altında olup
da şifasından bihaber
olduğumuz.
Soğuk kış günlerinin en keyifli zamanlarıdır koltuğunuza uzanıp, battaniyenizi örtüp,
elinize aldığınız bir bardak sıcacık çay. Hele
ki bu çay, lezzetinin yanı sıra bir de sağlık
veriyorsa tadından içilmez…
Birçoğunu hoş kokusu ve güzel tadından
dolayı keyif için tükettiğimiz çayların aslında çok daha önemli özellikleri de var. Bu
çaylar, biz farkında olsak da olmasak da
günlük hayatta karşılaştığımız pek çok rahatsızlığa iyi geliyor veya önlüyor.
Özellikle kış aylarında hastalıklara karşı
daha savunmasız hale gelen vücudumuz
için her biri ayrı bir misyon üstlenmiş durumda.
Ebegümeci çayı
Adını günlük hayatta pek sık duymadığımız
ancak bir şekilde aşina olduğumuz bir bitki
ebegümeci. En sık tüketim şeklini haşlanıp
limon, tuz ve zeytinyağı ile servis edilmesi
olarak bildiğimiz bu yeşil yapraklı bitki, çay
olarak tüketildiğinde de oldukça faydalı.
Özellikle solunum sistemi tahrişlerinde
koruyucu olarak kullanılıyor. Üst solunum
yolları enfeksiyonlarına iyi geliyor. Ayrıca
göğüs yumuşatıyor, balgam söktürüyor ve
öksürük kesiyor. Ağız mukozası hastalıkları, faranjit, bronşit, soğuk algınlığı, astım ve
grip için de bir hayli faydalı.
Isırgan Otu Çayı
Özellikle Akdeniz ve Ege Bölgelerinin en
gözde bitkilerindendir ısırgan otu. Tazeyken çıplak elle dokunmanın mümkün olmadığı bu bitki, adını bu özelliğinden almış.
Ancak sıcak su ile buluştuğu anda sönüyor
ve adeta kendini yemeğe teslim ediyor. Yöreye özgü sac böreği ve salatalarda lezzeti ile özellikle tercih edilen bu otun başka
maharetleri de var.
Çay gibi demleyerek tüketebileceğiniz ısırgan otu, idrar arttırıcı bir özelliğe sahiptir.
Metabolizmayı hızlandırır ve ödem attırır.
Toksinlerden arındırıcı ve bakterilere karşı
koruyucu özellikleri ile de oldukça sık tercih edilir.
Mide ve sindirim sistemi için oldukça rahatlatıcıdır. Vücut direncini arttırır ve bağışıklık sistemi için çok iyi bir destekleyicidir.
İçerdiği A vitamini sayesinde gözler için ve
bilhassa gece körlüğü için iyi gelir.
Yeşil Çay
Adını belki de en fazla duyduğumuz bitki
çaylarından biridir. Ancak birçoğumuz oldukça farklı faydaları olan bu çayın kaynağı hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz.
Yeşil çay aslında bildiğimiz siyah çayın işlem görmemiş hali. Mayalanma işleminden
geçmediği için de sağlık için yararlı etken
madde içeriği çok daha fazla.
Birçok hastalığa karşı koruyucu özelliği var
bu sağlık kaynağı çayın:
Kuşburnu Çayı
- Kanser
Kuşburnu da tıpkı birçok diğer bitki ve meyve gibi farklı şekillerde de tüketilebilmektedir. Özellikle marmeladı ve soğuk olarak
tüketilen şurubu yine Akdeniz ve Ege sahillerinin en gözde ikramları arasındadır.
Bu haliyle de oldukça faydalı olan kuşburnu meyvesi, çay olarak demlendiğinde ise
birçok rahatsızlık için koruyucu özelliğe
sahiptir.
- Romatizma
Sahip olduğu vitaminler açısından bir hayli
zengindir. Kendinizi daha dinç hissetmenizi
sağlar. İçindeki C, B1 ve B12 vitaminleri sayesinde kanı temizler ve özellikle raşitizm
hastalığı için oldukça güçlü bir destektir.
- Yüksek kolesterol
- Kalp ve damar rahatsızlıkları
- Enfeksiyon
- Yaşlanma
- Alzheimer, demans
- Kemik erimesi
- Diş çürümesi, ağız kokusu
- Yavaş metabolizma
- Şeker
- Stres, depresyon, yorgunluk
- İshal ve mide rahatsızlığı
26
Artık devir önlem
devri. Hastalanıp
yatağa düştükten
sonra iyileşmek için
değil, hastalanmadan
önce sağlığımızı
korumak için daha
fazla çaba sarf
etmek gerekiyor.
Bunun için de bitki
çayları en büyük
yardımcılarımızdan…
Kekik Çayı
Genellikle hoş kokusu ve rahatlatıcı içimi
ile keyif çayı olarak tercih edilen kekik çayı
aslında oldukça güçlü bir koruyucu. Ancak
bu çayı hazırlarken dikkat edilmesi gereken
önemli husus ise kapalı baharat paketlerini
değil aktardan alabileceğiniz ve dağ kekiği
olarak satılan işlenmemiş halini tercih etmek. Ayrıca cezveye atıp kaynatmak yerine
bir bardağa koyduğunuz kekiğin üzerine sıcak su ilave edip 5 ila 10 dakika arasında
bekleterek demlemeniz etkisini daha fazla
almanızı sağlayacaktır.
Gelelim bu güzel kokulu çayın faydalarına.
Bakterilere karşı verdiği savaş gerçekten
de bilim dünyasını kıskandıracak türdendir. Ayrıca oldukça iyi bir balgam söktürücüdür. Bunun yanında kuru öksürüğe de
birebirdir.
Ihlamur Çayı:
İçine bir-iki limon dilimi ve bir de küçük elma doğrayıp bir tatlı kaşığı balla
annelerimizin elimize tutuşturduğu
birinci adım tedavi yöntemidir ıhlamur çayı.
Annelerimize de annelerinden hatta anneannelerinden miras kalmış belki de en geleneksel karışımdır.
Bu atalarımızdan yadigar yöntemin soğuk
algınlığına karşı tedbir ve tedavi amaçlı faydalarının yanı sıra iştah açıcı ve gaz
söktürücü bir özelliği de vardır. Balla karıştırıldığı takdirde mide rahatsızlıklarında
rahatlama sağlar. Ihlamur çayı; yatıştırıcı,
idrar söktürücü, göğüs yumuşatıcı, balgam
söktürücü ve gıcık giderici olarak da kullanılır.
Enginar Çayı
Çaylar arasında en enteresan olanlarından
biridir enginar çayı. Çünkü nedense pek
tanıdık gelmez kulağa. Ama bundan sonra
sık sık duymaya ve kullanmaya alışmak lazım çünkü faydaları saymakla bitecek gibi
değil.
konusunda bir hayli etkilidir. Ayrıca, Romatizma ve gut hastalığına iyi gelir.
z
Eklem yanmalarını azaltır.
z
İştah açar.
z
Kan basıcını azaltıcı ve tansiyon düşürücü bir etkisi vardır.
z
Mide ve bağırsak hastalıklarında, ishal
ve dizanteride etkilidir.
z
Safra kesesi, karaciğer hastalıklarında
ve sarılıkta etkilidir.
z
Karaciğeri rahatlatır
z
Beyin yorgunluğunu azaltır
z
Hepatit hastalığında etkilidir.
z
Obezite için kullanılabilir.
z
Kurdeşen, ekzema için çok faydalıdır.
z
Enfaktüs ve beyin kanamalarını önleyicidir.
z
Mideyi dezenfekte ederek rahat çalışmasını sağlar.
z
Toksinlerin atılmasına yardımcı olur.
Peki nasıl hazırlanır bu enginar çayı?
-Enginar yapraklarından 2 kaşık kadar
demliğe koyulur ve üzerine 400-500 ml
kaynar su ilave edilir.5-10
dakika daha kaynatılır. Daha
sonra 5-10 dakika demlenmesi için beklenir ve süzülerek
içilir.
Vücuttaki toksinleri atmak
27
28
Sanatın Kenar Süsü:
Tezhip
İSLAM’I BÜYÜK BİR SAYGI VE ÖZENLE YAŞAYAN OSMANLI,
ÖZELLİKLE KUR’AN SÜSLEMELERİNDE BİLHASSA KULLANMIŞ
BU SANATI. AYRICA BERATLAR, NAĞMELER VE KIYMETLİ KABUL
EDİLMİŞ KİTAPLAR İÇİN DE SIKLIKLA KULLANILMIŞ.
29
Altının dövülerek
ince bir tabaka
haline getirilmesi,
sanatın icrasının
ilk basamağıdır.
Altın, varak suyun
içerisinde ezilerek
jelatin malzeme ile
karıştırılır. Bu işlem
karışımın kıvama
gelmesi içindir.
Boyalar ise özellikle
toprak boyalardan
tercih edilir.
Altın rengi, hatta altın tozu ile ince ince çalışılmış, emek harcanmış, yürek katılmış
süsleri sayfaların… İnsanda ister istemez
bir hayranlık duygusu uyandıran şahane
bir görsel sunum. “ Sadece kenarındaki
süs için bile bu kadar emek harcanmış ise
içinde yazan bilgi ne kadar kıymetlidir ki?”
diye düşünmekten alamıyor insan kendini.
Aslında bu düşüncesinde de haklı bu harika süslemeleri görenler. Çünkü tam da bu
gaye doğrultusunda ortaya çıkmış bu sanat.
Tezhip Sanatı… Özellikle Kur’an süslemeleri, ferman ve beratlar için icra edilmiş.
Sanatın işçiliğinin ve görselliğinin ihtişamı,
çevresini sardığı bilginin de ne denli değerli
olduğunun bir kanıtı imiş.
Tezhip, Arapça bir kelime… 17. Yüzyılda
altın çağını yaşamış Osmanlı’da. Hızlı bir
şekilde de kabul ve icra görmüş. Zamanla
Osmanlı’da bir gelenek halini almış tezhip
sanatı. İslam’ı büyük bir saygı ve özenle ya-
şayan Osmanlı, özellikle Kur’an süslemelerinde bilhassa kullanmış. Ayrıca beratlar,
nağmeler ve kıymetli kabul edilmiş kitaplar
için de sıklıkla kullanılmış.
Altın bu süslemenin olmazsa olmazlarından olmuş ve göz alıcı renkli bu değerli
madene ise en çok eşlik eden renk lacivert
imiş. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman
Han döneminde yıldızı oldukça parlayan bu
sanatın en önemli isimleri arasında yine
Kanuni döneminde yaşamış olan Şah Kulu
ve Kara Memi vardır.
Klasik Türk Sanatları Vakfının yaptığı çalışmaya göre Osmanlı’da Tezhip Sanatının
seyri 17. Yüzyıldan sonra duraklamaya uğramış: “18. yüzyılda III. Ahmed Devri süresince Batılı akımların etkisi daha net hissedilmeye başlamıştır.
Fransız Rokoko akımı 1721 den sonra Osmanlı sanatlarını etkisi altına almıştır.
Neredeyse tüm sanat dallarını etkileyen
bu akımdan tezhip de nasibini almıştır.
Bu dönemde Avrupa Barok üslubuna Türk
sanatının unsurlarının katılmasıyla oldukça zevkli eserler de verilmiştir. Bazı sanat
öğreticilerimiz bu dönem sanatına “Türk
Baroğu” adını vermekte bir sakınca görmemişlerdir.
III. Ahmed döneminde başlayan değişim
yaygınlaşıp 19. yüzyılın başlarına kadar
sürmüştür. Yüzyıl sonuna kadar devam
eden süreçte klasik tezhip üslubu oldukça
değişmiş ve barok unsurları olan iri çiçekler, buketler, vazo, saksı veya sepet içinde
buketler, kurdela ile bağlanmış çiçekler
bolca kullanılmıştır.
Ülkemizde, tezhip sanatının öğretildiği
ilk eğitim kurumu, 1914’te Medresetü’lHattâtîn adı ile açılmıştır.”
Altının dövülerek ince bir tabaka haline ge-
30
tirilmesi sanatın icrasının ilk basamağıdır.
Böylece altın artık varak olarak kullanılmak
üzere hazırdır. Altın, varak suyun içerisinde ezilerek jelatin malzeme ile karıştırılır.
Bu işlem karışımın kıvama gelmesi içindir.
Boyalar ise özellikle toprak boyalardan tercih edilir.
Süsleme malzemesinin hazırlanmasının
ardından müzehhip yani tezhip sanatçısı,
kağıda, tasarlamış olduğu deseni çizer.
Daha sonra sert bir zemin olan çinkonun
üzerine sabitlenen bu desen çizilmiş kağıttaki çizgilerin üzerine bir iğne ile sık de-
likler delinmek sureti ile tekrar üzerinden
geçilir. Bu işlem tamamen bittikten sonra
noktalanmış olan kâğıt, desenin işleneceği
yerin üzerine yerleştirilir. Delikleri yapışkan bir siyah toz madde ile doldurur. Delikli
olan kâğıt kaldırılır ve altında motifin zemine çıkmış olduğu görülür. Bu aşamanın
ardından motif iyice belirgin hale getirilir
ve sonra altın veya boya yardımı ile doldurularak tezhip sanatı icra edilir.
Günümüzde ise meraklıları tarafından hala
ciddi bir ilgi görüyor bu sanat. Yine kitap
ciltleri tezhip ustalığının ilk sergi yerlerin-
den olsa da uygulama alanı daha da çeşitlenmiş. Minyatürler, süs sandıkları, hatta
son yıllarda daha sık rastladığımız, kıyafetlerde de bu sanatın inceliklerini görmek
mümkün.
Eskiye merakın hayatımızın her alanında
kendini göstermeye başladığı bu günlerde
birden çok eşyanın üzerinde rastlıyoruz
tezhip sanatı desenlerine. Kravatlardan tutun da tavan, duvar ve mobilya süslemelerine kadar birçok alanda ihtişamlı görüntüsü nedeniyle özellikle tercih ediliyor.
31
32
Pasta Süsleme
Sanatı
PEMBE, MOR, SARI ÇİÇEKLERLE VEYA BİR FUTBOL SAHASI TASARIMI İLE
SÜSLENMİŞ RENGARENK, İŞTAH AÇICI PASTALAR… HER BİRİ ADETA BİR
SANATÇININ ELİNDEN ÇIKMIŞ GİBİ DURAN, HAYAL GÜCÜNÜ ZORLAYAN
FİGÜRLER… HAYRAN OLMAMAK, HAKKINI VERMEMEK MÜMKÜN DEĞİL…
33
Lezzetinden önce
görsel bir şölen sunan
bu harika pastaları
biz yapabilir miyiz
acaba? Cevap
kesinlikle evet. Bunun
içinse ihtiyacımız
olan tek şey biraz
hayal gücü ve biraz
el becerisi. E biraz da
malzeme tabii…
Pastanelerde, pasta kataloglarında, televizyon ekranlarında rastladığımızda hayranlıkla seyrettiğimiz her biri adeta bir sanat eserini andıran pastalar… Hani birçok
başka şey için kolayca “amaan ne var bunda biraz uğraşsan yapılır” diyebildiğimiz
ama bu sefer gözümüzle şahit olduğumuz
bu olağanüstü mahareti el mahkum kabul
ettiğimiz şaheserler… Rengarenk dekorlar,
çikolata ile eşsiz bir uyum yakalamış vanilya ve harika kokusu ile yumuşacık kremalar… Sırrına bir türlü eremediğimiz, her an
dalından yeni kopmuş gibi görünen iştah
kabartan meyveler…
Eminim birçoğumuz evde şöyle renkli, görüntüsü ile herkesi kıskandıracağını düşündüğümüz bir pasta denemesine birden
fazla kez girişmişizdir. Sonuç bir facia olmasa da ne yazık ki aklımıza aldığımıza pek
de yakın bir yere ulaştırmaz bizi. Yeşil için
ıspanak, pembe için çilek hatta kırmızı pancar çoğu kez yeterli olmuştur da iş maviye,
kırmızıya, turkuaza gelince takılırız. Ve bir
pasta denememiz daha üzerine sıra sıra
dizilmiş çilek veya kivi süslemesiyle son
bulur. Herkes ne kadar beğenirse beğensin
biz asıl istediğimize ulaşamamış olmanın
hayal kırıklığı içinde çoğu kez tadına bile
bakmayız pastamızın.
Oysa artık bu kadar zahmete girmeden o
şahane pastaları yapmak mümkün. Elbette ki bunun için en doğru adres pastacılık
kursları. Ancak eğer o kadar sabrım yok
ben bugün başlamak istiyorum ve kendi denemelerime güveniyorum diyorsanız gerçekten de bu gün başlayabilirsiniz. Bütün iş
doğru malzeme ve sizin hayal gücünüzü el
becerinizle birleştirmenizde bitiyor.
Pasta süslemede kullanılan başlıca malzeme elbette ki şeker hamurları… Cıvıl
cıvıl renkleriyle bu hamurlar her ne kadar
çocukların oyun hamurlarını andırsa da aslında yenilebilen ve tadı da bir hayli lezzetli
süsleme yiyecekleri. Biraz araştırdığınızda
olduğunuz şehirde muhakkak pasta malzemeleri satan dükkanlar olduğunu göreceksiniz. Eğer bu kadarı bile benim için
zahmetli diyorsanız bu siparişi internetten
de vermeniz mümkün. Üstelik sadece şeker hamuru da değil. Birbirinden farklı şekillerde kalıplar ve işinizi kolaylaştıracak
yardımcılar da bulabilirsiniz.
Peki nedir bu şeker hamuru? Nasıl yapılır?
Ne kadar sağlıklıdır? Çoğu kez toz karışımlar halinde satılan bu hamurlar sanıldığı
ya da merak edildiği kadar sağlıksız değiller. Pastörize yumurta, un, yağ ve süttozu
kullanılarak üretilen bu hamurlara renk
vermek içinse bakanlık tarafından izin verilen gıda boyaları kullanılıyor. Burada en
dikkat edilmesi gereken nokta aldığınız
ürünün ISO:22000 Gıda Güvenliği sertifikasına sahip olup olmadığı. Çünkü bu sertifika sayesinde hamur için kullanılan tüm
malzemelerin ısıl işlem görmüş ve zararlı
mikroorganizmalardan temizlenmiş olduğundan emin olmuş olabilirsiniz.
Ancak bütün bu önlemlere rağmen bu malzemelere yüzde yüz sağlıklı demek de doğru değil elbette. Çünkü ne de olsa içinde
bol miktarda glikoz ve toz jelatin gibi çok
da tercih edilmemesi gereken maddeler de
var. Eğer ”benim için görüntü çok önemli
ben gerekirse dışını yemem (☺) “diyorsanız o zaman birbirinden renkli bu hamurlar emrinize amade. Yok “ben yine de varsa
sağlıklısını tercih edeyim” diyorsanız o zaman sizin için de alternatifler var tabii.
Her aşama ile bizzat ilgilenmek isteyenler
evde kendi şeker hamurlarını kendileri de
yapabilirler. Üstelik bu zannedildiği kadar
zor bir işlem de değil. Mutfağınızdaki malzemeler dışında ihtiyacınız olacak olan tek
şey renk vermesi için gıda boyası. Bu yolu
tercih etmenizin bir diğer avantajı da ne
kadar ihtiyacınız olacaksa o kadar hamur
yapabiliyor olmanız. Gelelim malzemelere
ve yapılışına.
34
Pastayı olduğundan
çok farklı bir
sunumda karşımıza
çıkaran pasta süsleme
çalışmaları için illa
ki hazır malzemeler
kullanmak zorunda
değilsiniz. Evde
hazırlayabileceğiniz
renkli şeker hamurları
ve çikolata süsleri
de hazır aldıklarınız
kadar başarılı olabilir.
35
Pasta süslemede
en büyük
yardımcılardandır
renkli drajeler ve
marshmallow…
İster pastanın
içinde isterseniz de
dış süslemesinde
kullanabileceğiniz bu
malzemeler, pastanın
genel havasını
birkaç dokunuşla
değiştirebiliyor…
Evde Şeker Hamuru Yapıyoruz:
Malzemeler:
z 4 yemek kaşığı nişasta
z 2 yemek kaşığı pudra şekeri
z 2 çağ kaşığı katı yağ (mümkünse tereyağı)
z 4 yemek kaşığı su
z İstediğiniz renk yoğunluğuna göre ( kalem
ucu büyüklüğünden başlayarak ekleyebilirsiniz) gıda boyası
Hazırlanışı:
Tercih ettiğiniz miktarda gıda boyası ve su
karıştırılır. Daha sonra bu karışıma pudra
şekerinin hepsi ve nişastanın 2 kaşığı eklenir ve yağ da ilave edilerek pişirilir. Kaynayıp piştikten sonra soğumaya bırakılır.
Soğuyan bu karışım elimizde kalan diğer 2
kaşık nişasta ile yoğurulur. İşte dilediğiniz
gibi şekillendirebileceğiniz lezzetli ve nispeten daha sağlıklı şeker hamurunuz hazır.
Gözümüzde büyüttüğümüz ve sanki yapması saatler alırmış gibi görünen o harika
pastaların yapımı bu kadar kolay. Bunun
için olması gereken en büyük özellik hayal
gücü ve el becerisi.
Şeker hamuru meselesi çözüldüğüne göre
pasta süslemenin bir diğer soru işaretine geçebiliriz: Çikolatadan şekiller, pasta
kenarları ve hatta çanaklar. Aslına bakacak olursanız işin bu kısmı şeker hamuru
kısmından bile daha kolay. Çünkü bu sefer
malzeme almaya gitmek veya siparişi beklemek gibi bir zamana da ihtiyacınız yok.
Mesela yuvarlak kalıpta yapmış olduğunuz
bir pastanın etrafını çikolatadan şekillendirilmiş bir çitle çevirmek istiyorsunuz diyelim. Belki farkında değilsiniz ama en kolay
süsleme yolunu çoktan seçmiş bulunuyorsunuz. Nasıl mı? Görelim.
Malzemeler:
z 150 gram çikolata (Renk ve tat tercihi size
kalmış. İster beyaz, ister bitter, ister sütlü
çikolata kullanabilirsiniz.)
Malzemeler bu kadar.
Hazırlanışı:
Kekinizin etrafına tam gelecek ölçüde kestiğiniz alüminyum folyoyu pastanızın yük-
sekliğine göre katlayın ve düz olan tarafı
kullanacağınız şekilde hazırlayın. Çikolatanızı benmari usulü eritin. (Benmari usulü:
su koyduğunuz bir kabın içine başka bir
kap veya cezve koyun. Parçalara ayırdığınız
çikolatanızı içine atın ve yavaşça karıştırarak erimesini bekleyin. Tamamen eriyince
ocaktan alın). Erimiş çikolatayı tercihinize
göre belirlediğiniz bir uç taktığınız pasta şırıngasına koyun. Daha sonra bu şırınga ile
alüminyum folyonun üzerine ileri geri veya
daireler halinde, ya da hayalinizdeki ne ise,
birbirine bağlı şekiller çizin. Birkaç dakika
bekledikten sonra pasta çitinizi yavaşça folyodan kaldırın ve hemen pastanızın etrafına
sarın. Vee doğru buzdolabına. Donduğundan emin olana kadar orada kalmasında
fayda var.
İşte o gözünüzü korkutan pasta çitleri ve
pasta dekorları bu kadar kolay hazırlanıyor.
Eee artık bu kadar bilgiden sonra çitin içini
süslemek de size kalıyor.
36
Yaşam Kalitemizi Etkileyen
Tikler ve Sebepleri
Yard. Doç. Dr. Adnan ÇOBAN
TIRNAK YEMEKTEN TUTUN DA YÜZÜMÜZLE VEYA VÜCUDUMUZLA
YAPTIĞIMIZ TİKLERE VARINCAYA KADAR BİR ÇOK KÖTÜ ALIŞKANLIK
VE HATTA HASTALIK NE KADAR KÜÇÜK GÖRÜNSE DE HAYAT
KALİTEMİZDE VE İNSANLARLA İLİŞKİLERİMİZDE OLDUKÇA
RAHATSIZ EDİCİ OLABİLİR. PEKİ NEDİR BUNUN SEBEBİ?
37
Çabuk öfkelenen,
huzursuz, yerinde
durmakta zorlanan,
dikkat eksikliği olan
çocuklarda daha sık
görülmektedir.
Tik Bozuklukları
Tikler, istem dışı belirli kas gruplarında
meydana gelen, yineleyici, ritmik olmayan
hareketlerdir. Çocuğun tikleri, içsel çatışma ve gerilimden kurtulma çabası içerisinde olduğunu gösterir.
görülen mimikler, aynı sözü tekrarlama,
üstünü başını düzeltme sayılabilir.
Çabuk öfkelenen, huzursuz, yerinde durmakta zorlanan, dikkat eksikliği olan çocuklarda daha sık görülmektedir.
Çocuklarda Tiklere Eşlik Eden
Tiklerin Yaşa ve Cinsiyete Göre Diğer Durumlar
z Öğrenme Güçlüğü
Görülme Sıklığı
Tikler, genellikle erken yaşlarda başlamaktadır. Tikler, sıklıkla 3-4 yaşından sonra görülmektedir. Nadiren, 15 aylık gibi
erken bir dönemde de görülebilir. En sık
görüldüğü yaşlar ise, 6-7 yaş ve 11-13 yaşları arasıdır.
Toplum içinde görülme oranı %1-2’dir. Genellikle erkek çocuklarda daha fazla görülmektedir. Erkeklerde kızlara göre 2 kat
daha fazla görülmektedir. Sosyo-ekonomik
durumdan bağımsızdır. Aile bireylerinin
birinde varsa, sıklık ve şiddeti birtakım
faktörlerden (stres, yorgunluk vb. ) etkilenmektedir.
En sık görülen tikler arasında, göz kırpma,
kaş kaldırma, dudak ve burun oynatma sayılabilir. Bunun yanı sıra bazı tikler de karmaşıktır. Kompleks tikler arasında, yüzde
z Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu
z Obsesif Kompulsif Bozukluk
Tik Çeşitleri
1-Gelip geçici tikler, tekil veya çoğul motor
ve/veya vokal tiklerden oluşur. Bir yıldan
uzun sürmeyen, her gün artmalar ve azalmalarla gözlenebilen basit tiklerdir. Bir çok
olguda, stres ve çevresel faktörler etkilidir.
2-Kronik motor ya da vokal tikler, bir yıldan
daha uzun sürmektedir. Tiklerin olmadığı
dönem üç aydan daha azdır. Vokal tikler,
burun çekme, boğaz temizleme gibi duyulabilen tikler iken, motor tikler kaş kaldırma, göz kırpma, baş sallama, omuz silkme
gibi görülebilen tiklerdir.
3-Tourette Bozukluğu, çocukluk çağlarında
(ortalama olarak 7-10 yaşlarında) başla-
yan bir bozukluktur. Artmalar ve azalmalar
gösterir. Motor (hareketle ilgili )ve vokal
tikler (ses çıkarma) birlikte görülebilir. Nedenleri arasında, genetik, nörobiyolojik ve
çevresel etkenler sayılabilir.
4-Başka türlü adlandırılamayan tik bozukluğu, tanı ölçütünü karşılamayan tiklerle
devam eden bozukluklar için kullanılmaktadır. 18 yaşından sonra başlamakta veya
dört haftadan daha kısa sürmektedir.
Nedenleri
Nedeni tam olarak anlaşılamamış olmakla birlikte tiklerin oluşumunda genetik ve
çevresel etkenlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Basit tikler genellikle çocuğun
öfke ve duygularını ifade edebilme becerisi
geliştirmesiyle hızla sönmektedir.
z Genetik faktörler ( Beyin kimyasallarından biri olan dopaminin anormal metabolizmasından kaynaklandığına dair görüşler
bulunmaktadır)
z Stres (Tik belirtileri gerginlik veren bir ortam sonrasında artar)
z Aşırı kontrolcü, titiz, otoriter ve baskıcı
tutum
z Çocuğa yönelik ilgi ve sevgi azlığı
z Çocuğun davranışlarının eleştirilmesi
38
Tiklerin tedavisinde,
kronik bir hastalığın
olması, yetersiz
aile desteği
gidişatı olumsuz
etkileyebilir.
z Çocuktan performansının, yeteneklerinin
üstünde bir şeyler beklenmesi
z Akranları veya kardeşleri ile kıyaslanması
z Aile içinde sorunlar, geçimsizlikler
z Kardeş kıskançlığı
z Güvensiz ve kaygı veren ortam
z Ortaya çıktığı bölgenin veya organın rahatsızlığı.
z Ebeveynin sürekli olarak çocuğun tiklerine dikkat çekmesi.
z Kişilik özellikleri olarak, ürkek, titiz, aşırı
duygusal, endişeli çocuklarda tikler daha
uzun devam etmektedir.
TİKLER VE SOSYAL ÇEVRE
Tikler, çocuğun alay konusu olmasına veya
dışlanmasına neden olabilir. Bu durum, çocuğun özgüvenini etkiler, çocuk üzerinde
bir stres meydana getirir. Alay edilme veya
dışlanma durumuna maruz kalan çocuğun
tiklerinin sıklığı ve şiddeti artabilir. Bu du-
rum da, çocuğun sosyalleşmesini, arkadaş
edinmesini, sosyal uyumunu olumsuz etkiler. Çocuğun sosyalleşmesi, olumlu sosyal
ilişkiler içerisine girmesi konusunda destek olunması önemlidir.
TEDAVİ
Tik bozuklukları, çocuğun benlik saygısında
düşmeye, aile veya okul yaşamında bozulmaya, uyum sorunlarına yol açabilir. Seyri
genellikle iyi bir gidişat gösterir. Kronik bir
hastalığın olması, yetersiz aile desteği gidişatı olumsuz etkileyebilir.
Çocuk tiklerini belirli durumlarda, belirli
ortamlarda gösteriyorsa bunun nedenlerinin değerlendirilmesi önemlidir. Anne babanın kaygısı nedeniyle çocuğun davranışlarını kontrol etmeye çalışması sonucunda
açığa çıkan gerginlik çocuğun tiklerinin
artmasına neden olur. Aile ve çevre tarafından yapılan uyarılar, cezalandırmalar,
çocuğu duygusal ve fiziksel yük altına sokmakta, tiklerin devam etmesine ya da yeni
tikler oluşmasına yol açabilmektedir.
Tikleri söndürmede aile, öğretmen ve tedavi ekibinin iş birliği içinde olması önemlidir.
Anne, baba ve öğretmenin çocuğa destek
olması, çocuğun tiklerinin istemli olmadığını kabullenmesi gereklidir. Çocuğa sevildiği hissettirilerek, olumlu benlik algısı ve
kendine güven duygusunun geliştirilmesi
sağlanmalıdır. Tedavide, çocuğun benlik
saygısının arttırılması, aile içi ilişkilerin iyileştirilmesi, stresin azaltılması önemlidir.
Tikler kronikleşmişse ilaç tedavisi de eklenmelidir.
39
Abant Gölü
YAYLASIYLA, DAĞIYLA, MAHARETLİ
AŞÇILARIYLA DOLU DOLU BİR KENT
BOLU
“Benden selâm olsun Bolu Beyi’ne
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
At kişnemesinden, kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir”
41
Hareketli, adrenalin
dolu bir kış tatili
istiyorsanız adresiniz
Bolu olmalı… Ancak
istediğiniz tatil sıcacık
ve sakin birkaç günse
adres yine aynı…
Ya da yemyeşil bir
ormanın içinde bir
kampsa düşlerinizi
süsleyen bunun için
tercih edebileceğiniz
yer de yine Bolu…
Batı Karadeniz’in en güzel şehirlerinden
birisidir Bolu. Yemyeşil ormanların içine
kurulmuş… Başınızı ne yöne çevirseniz içinizi huzurla doldurmaya yetecek kadar da
sebep mevcut bu şirin kentte. Bunun en
güzel kanıtı da Bolu deyince aklınıza ilk gelenlerin listesidir: Kartalkaya, Abant, Yedigöller, Mudurnu, Mengen… Böylece uzayıp
gidebilir bu liste.
8.276 km²’lik alanı ve yaklaşık 178.000’lik
nüfusu ile Batı Karadeniz’in en sakin şehirlerinden biridir. Bolu, iklimsel olarak Karadeniz iklimi ile karasal iklim arasındaki
geçiş alanındadır. Karadeniz kıyısına yakın
olan ilçelerde Karadeniz ikliminin özellikleri ağır basarken; iç bölgelere gidildikçe,
iklim karasallaşır. % 59’luk orman alanı
oranı ile Türkiye ormanları içinde % 2,55’lik
bir paya sahiptir. Yeşil alandan bu kadar
cömert olan Bolu’da Karadeniz iklimin
görüldüğü kıyı bölgelerde kayın ve meşe,
yüksek yerlerde göknar ve sarıçam türleri
daha çok görülüyor. Karasal iklimin hakim
olduğu iç bölgelerde ise antropojen bozkırlar daha baskın.
Bolu denildiği zaman ilk akla gelen kış turizmidir. Kış turizmi denildiğinde ilk akla
gelen ise elbette Kartalkaya’dır. Bolu İl
Kültür Turizm Müdürlüğü’nün verilerine
göre: “Kartalkaya kayak merkezi Batı Karadeniz Bölgesi’nde, Bolu il merkezinin 38
km. güneydoğusunda, Köroğlu Dağı turizm
alanı içerisinde yer almaktadır. Kayak alanı 1850–2200 m. yükseklik kuşağı üzerinde
bulunmaktadır. Yöre, yarı ılıman bir iklime sahiptir. Kartalkaya Kayak Merkezi ve
çevresi orman örtüleri ile kaplıdır. Hakim
rüzgâr yönü batı–kuzeybatıdır. Alp kayağı,
kayaklı koşu (cross-country) ve tur kayağı
için uygun koşullara sahiptir. Yılın 4 ayı (15
Aralık-15 Nisan) kayak yapmak mümkündür. Ortalama 250 cm. kar kalınlığı vardır.”
bulunan Bolu, bunun bir neticesi olarak
da oldukça fazla jeotermal kaynağa sahip.
Çok uzun yıllardır misafirlerini ağırlayan
bu kaplıcalar, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sine bile girmiş. Sağlık açısından bir
çok faydası bulunan kaplıcaların bu konudaki resmi kayıtları ise şöyle:” Banyo ve
içme kürlerine elverişli olan sular, romatizmal hastalıklara, deri, kan dolaşımı ve
kalp hastalıklarına, solunum yolu hastalıklarına, kadın hastalıklarına, sindirim sistemi, safra kesesi, böbrek ve idrar yolları
hastalıklarına, kemik ve kireçlenme rahatsızlıklarına, metabolizma ve beslenme bozukluklarına iyi gelmektedir. Büyük kaplıca
suları 1767 mg/lt eriyik mineral değerine
sahiptir.”
Eğer soğuktan çok fazla hoşlanmıyorsanız
ve karlı dağların size göre olmadığını düşünüyorsanız Bolu’nun sizin için de bir alternatifi var: Kaplıcaları. Karacasu’da hemen
Seben Dağı’nın eteklerinde doğa ile iç içe
ve sıcacık birkaç gün geçirmek isteyenler
için oldukça ideal bu kentin kaplıcaları.
Türkiye’nin en önemli fay hattı üzerinde
Doğa ile haşır neşir olmaktan hoşlanan bir
tarafınız var ise sizin için de en iyi seçim
Abant Gölü olacaktır. Bolu’nun güneybatısına düşen Abant Gölü, bir heyelan set gölü.
Merkeze olan uzaklığı 37 kilometre olan
göle gitmek içinse illa ki şahsi bir aracınız olması gerekmiyor. Şehir merkezinden
kalkan otobüslerle de ulaşımı sağlamak
42
Köroğlu’nun adı
yiğitlik mertlik ve
aşkla anılmaya
devam ederken, tüfek
keşfedilir:
“Tüfek icad oldu,
mertlik bozuldu.
Eğri kılıç kında
paslanmalıdır.”
43
Tadına doyulmaz
yemeklere bir de
Mengenli aşçıların eli
değince bu sadece
lezzetli bir yemek
olmaktan çıkıyor ve
bir ziyafete dönüşüyor.
mümkün. Batı Karadeniz Dağları’nın Abant
ve Keremali Dağları üzerinde bulunan göl,
1350 metre yükseklikte. Göl çevresinde
bulunan bungalov tarzı evler ise kendi evinin rahatlığını arayanlar için tercih sebebi
olabilir. Toplam 7 kilometrelik çevre uzunluğuna sahip olan ve yılın her zamanı size
farklı bir görsel şölen yaşatmayı vaad eden
Abant Gölü’nde yapabileceğiniz aktiviteler
de bir hayli fazla. Piknik, kamping, sportif
olta balıkçılığı, yürüyüş, bisikletle, faytonla,
atla gezinti bunların en fazla rağbet görenlerinden.
Bolu ilinin bir diğer görülmeye değer yerlerinden biri de Mudurnu ilçesi. Mudurnu
sahip olduğu tarihi mimari ile Bolu’nun göz
bebeği adeta. Kentsel sit alanı olarak ilan
edilen Mudurnu’da 165 adet konut ve 8 adet
cami, çeşme, hamam olmak üzere toplam
173 adet mimari değeri yüksek yapı bulunmakta.
Kentin bilinen tarihi M.Ö. 8. yüzyıldan daha
eskilere dayanıyor. M.S. 7 ve 10. Yüzyıllar
arası Bizans hakimiyetinde bulunan şehir,
11. Yüzyılda Anadolu Selçuklu yönetimine
girmiş. Sonrasında tekrar el değiştirerek
İlhanlılar hakimiyetine girse de Osman
Gazi döneminde tekrar Osmanlı topraklarına dahil edilmiş. Bu tarihten sonrası için
Bolu Defterdarlığı’nın kentin tarihi ile ilgili
yaptığı çalışma ise şöyle: “Bu dönemde, bir
ara İsfendiyaroğulları’nın istila ettiği Bolu,
1692’de sancak beyleri yerine atanan Voyvodalarca yönetildi. 1811’de II. Mahmud
voyvodalığı kaldırınca, Bolu-Viranşehir
adıyla yeniden sancak oldu. 1864 Vilayet
Nizamnamesi ile Bolu Sancağı Kastamonu
Vilayetine bağlandı. II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Bolu Kastamonu’ya bağlı olduğundan, ilk Bolu Mebusları Kastamonu mebusları arasında yer almıştır. II. Meşrutiyetten
(1908) Cumhuriyet dönemine kadar bağımsız sancak olarak yönetilen Bolu, 1923’te
Vilayet haline getirildi. Bolu’nun son Mutasarrıfı Ahmet Fahrettin Bey, Bolu’nun ilk
valisi oldu.
Roma döneminde Bithynium olarak anılan kente İmparator Claudius’un hüküm
sürdüğü yıllarda Claudiopolis adı verildi. M.S. 12. yüzyıl başlarında İmparator
Hadrianus’un sevgilisi Antinoos’un doğum
yeri olması nedeniyle önem kazanan kent
daha sonra Hadrionapolis olarak adlandırılmaya başlandı. Bir piskoposluk merkezi olan ve Bizans döneminde Polis denen
kenti, 11. yüzyılda yöreye gelmeye başlayan
Türkmenler Bolu olarak adlandırdılar.”
Her ne zaman olursa olsun Bolu adı geçtiğinde ağzımıza takılıveren bir dörtlük vardır
hani: “Benden selâm olsun Bolu Beyi’ne”
diye başlayan. Zalim
Bolu Beyi ile
kahraman Köroğlu’nun dillere destan hikayesinin bir ürünüdür aslında bu şiir. Yazar
Pertev Naili Boratav’ın kalemine göre destan şöyle vuku bulmuştur: “Ruşen Ali küçük bir çocukken Bey, babasından kendisi
için iki tay seçmesini ister. Seyis Yusuf’un
seçtiği tayları Bey beğenmez ve Seyis’in
gözlerine mil çektirerek kör eder. Yusuf
gözleri kör olarak iki tayla döner. Bundan
sonra taylar Yusuf’un istediği gibi büyütülür. Bunlardan bir tanesi Köroğlu’nun Kır
44
Piknik, kamping,
sportif olta balıkçılığı,
yürüyüş, bisikletle,
faytonla, atla gezinti...
Bunlar Abant Gölü’nde
yapılabilecek
faaliyetlerden sadece
bir kaçı.
Bolu Dağları
45
Göynük Kulesi
Bolu’nun göz bebeği
Mudurnu... 165 adet
konut ve 8 adet cami,
çeşme, hamam olmak
üzere toplam 173 adet
mimari değeri yüksek
yapısı ile kentsel sit
alanı Bolu’nun
At’ı olacaktır. Kır At eşi bulunmaz bir küheylan olunca, Seyis Yusuf, ona oğlunu bindirir ve intikamını almak için dağ başlarına
yollar. Ruşen Ali’nin adı dağlara çıkıp ayaklanmalara imza atmasından sonra Köroğlu
olur.
Köroğlu Çamlıbel’e yerleşir; kahramanlığıyla ün salar. Bu şöhretiyle etrafına namlı
yiğitler toplar. Bunların bir kısmını mağlup
ederek kendine hayran bıraktıklarıdır. O
tarihten sonra Köroğlu’nun vefalı ve fedakar yiğitleri olurlar. Bir kısmını da kaçıra-
rak kendine yoldaş yapar. Kendi gibi kahraman bu adamlarıyla beylere, paşalara,
hükümdarlara ferman okur; onları titreten
bir kuvvet halini alır. Beylerin, paşaların
zulmünden kaçan başkaları da gelip ona
sığınır. Köroğlu, adi bir haydut olarak kalmaz. Zayıfların hamisi olur. Zenginlerin
servetini alarak fakirlere dağıtır. Köroğlu
Destanı’nın da kaynağı diğer destanlardır.
Motifler hayaller, çevre ve adetler bütünüyle kendinden önceki destanlardan alınmış
ve onların üzerine kurularak geliştirilmiştir. Bugüne kadar duyulan Köroğlu Destanı
rivayetleri, Azerbaycan’dan Rumeli’ne kadar uzanan geniş sahada yirmi dört çeşitleme şeklindedir. Bunlar, birbirinden farklı
gibi görünse de aslından tek bir çekirdeğin
etrafında gelişen parçalar gibidir. Nitekim,
hala halk arasında söylenen Köroğlu şiirleri de; ya birer olay anlatmakta, ya bir güzelleme ile destandaki olayların mekanını tespit etmekte; ya da bir koçaklama ile destan
kahramanlarından birini çizmektedir.
Bunun yanı sıra birinin macerasını vermekle beraber bazen de türküyle olaylar
birbirine bağlanır. Köroğlu’nun adı yiğitlik
mertlik ve aşkla anılmaya devam ederken,
tüfek keşfedilir:
Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu.
Eğri kılıç kında paslanmalıdır.
Dizeleri bu dönemde dökülür dudaklarından. Ve günümüze kadar anlamını yitirmeden nesilden nesile, ağızdan ağza değerini
yitirmeden gelir.”
Doğal güzellikleri, tarihi değerleri, destanları derken Bolu’nun öyle bir yönü daha
vardır ki bunun için sadece “Mengen” desek yeterli olur galiba. Elbette ki Bolu
mutfağından bahsediyoruz. Bir de enfes
yemeklere ayrı bir tat veren hünerli Mengen aşçılarından… Peki neden özellikle
Mengen? Bu sorunun cevabı Osmanlı’da
saklı. Bolu Mengenli aşçıların saraya girmesi Padişah I. Ahmet zamanında başlar.
Bu zamandan sonra da hünerlerini bir bir
ortaya döken aşçılar “Bolulu Aşçı “ geleneğini o günden bu güne kadar taşımışlardır.
Her yıl Eylül ayının ilk haftasında geleneksel olarak düzenlenen “Aşçılık Festivali” de
Mengenlilerin bu konudaki hassasiyetini
ortaya sermektedir.
Bolu’nun kendine has mutfağının ne kadar
leziz tatlarla dolu olduğu yemek isimlerinden belli aslında: Ovmaç Çorbası, Kızılcık
Tarhana Çorbası, Yoğurtlu Bakla Çorbası,
46
Bolu Mengenli
aşçıların saraya
girmesi Padişah I.
Ahmet zamanında
başlar. Bu zamandan
sonra da hünerlerini
bir bir ortaya döken
aşçılar “Bolulu Aşçı “
geleneğini o günden
bu güne kadar
taşımışlardır.
Mengen Pilavı
İmaret Çorbası, Çiğ Börek, Kabaklı Gözleme, Acı Su Bazlamacı, Çantıklı Pide, Ekmek
Aşı, Patatesli Köy Ekmeği, Kedi Batmaz,
Orman Kebabı, Kaldırık Dolması, Kaşık
Sapı, Mengen Pilavı, Höşmerim, Katık, Kaşık Atmaç, Bakla Çullaması, Paşa Pilavı,
Kabak Hoşafı, Kara Kabak Tatlısı, Palize,
Coş Hoşafı, Karavul Şerbeti, Kızılcık Şurubu, Saray Helvası.
Bu kadar farklı tat arasından birkaçını
paylaşmadan geçmek olmaz muhakkak.
Aralarında en meşhur olanlarının başında
Mengen Pilavı geliyor:
Mengen Pilavı:
Malzemeler:
z 2 su bardağı pirinç,
z 400 gram kuşbaşı kuzu eti,
z 100 gram tereyağı,
z bir adet orta boy soğan,
z kekik, dereotu,
z ceviz,
z şeker, tuz, biber.
Hazırlanışı:
Haşlanmış pirinçler tuzlu suda bekletildikten sonra, tencerede yağ ve soğan ve et kızdırılır. Biraz su ile pişirildikten sonra pirinç,
şeker, tuz, biber ilave edilir. Piştikten sonra
üzerine tekrar yağ gezdirilip kekik, dereotu
ve ceviz ile tatlandırılır.
Bolu mutfağının bir diğer ilginç lezzeti ise
“Kedi batmaz” yemeği. Üstelik yemeğe adını veren en az adı kadar ilginç de bir hikayesi var: Fakir bir ailenin oğlu bir kız sever
ve evlenirler. Ancak kayınvalide bir türlü
gelinini sevemez. Bu yüzden de sürekli gelinini kötüleyebilecek bir açık arar durur.
Günlerden bir gün gelin yemek yapmak için
mutfağa girdiğinde malzeme olarak un ve
keşten başka hiçbir şey olmadığını görür.
Ama yapacak bir şey yoktur. El mahkum bu
iki malzemeyle başlamış bir şeyler yapmaya. Ama ortaya gerçekten çok güzel görünen bir yemek çıkmış. Kayınvalide gelinin
başarısını görünce yemeği bozmak için
evdeki kediyi alıp ayaklarını çorbaya batırmaya çalışmış.
Ancak kedi ayaklarını öyle bir toplamış ki,
kayınvalide bir türlü batıramamış içine.
Böylece bu yemeğin adı da o gün bugündür “Kedi batmaz” kalmış. Elbette bu tarif
zaman içinde biraz daha geliştirilmiş. Gelelim bu kadar meşhur olmuş bu yemeğin
tarifine:
Su kaynatılır ve içine un koyularak topaklanmaması için sürekli karıştırılır. Kıvamlı
bir hale gelen hamur sırasıyla tencereden
kaşıkla alınır. Sonra ayrı bir kaşık suya batırılır ve bu kaşıkla hamurlu kaşıktan bir
parça alınarak şekil verilir. Bu şekilde şekil
verilerek işlem tamamlanır. Eğer bu tarifi
ciğer de ekleyerek yapacaksanız (malum
tarif geliştirilmiş ve bazılarında ciğer de
eklenmiş) servis etmeden önce üzerine tereyağı gezdirmeniz tavsiye edilir.
47
48
ÇOCUKLARDA
DİŞ
SAĞLIĞI
ÇOCUĞUN KORKUSUNU
YENMESİ VE DİŞ HEKİMİNE
OLAN GÜVENİNİ SAĞLAMAK
İÇİN İLK GÖRÜŞMEDE İŞLEM
YAPMAKTAN ÇOK ALETLERİMİZİ
TANITIR, SOHBET EDER, ÇOĞU
ZAMAN DA DİŞLERİNİ BERABER
SAYARIZ. BÖYLELİKLE SONRAKİ
RANDEVULARIMIZA ÇOCUKLAR
KENDİ İSTEK VE KARARIYLA
GELMİŞ OLACAKTIR.
Diş Hekimi Bülent MERAL
49
Diş fırçalama
alışkanlığının ve
etkin temizliğin,
9-10’lu yaşlara kadar
oluşmamasından
dolayı bu döneme
kadar en azından
geceleri annebabaların eşliğinde
yapılmalıdır.
Diş sağlığı her yaşta insan için oldukça
önemli. Ancak sağlıklı dişlere sahip olmak
için de biraz çaba sarf etmek lazım. İşte bu
çaba en baştan yani çocuklukta kazanılan
doğru akışkanlıklarla başlar. İsterseniz
çocuklarda diş sağlığı ile ilgili en önemli
noktalara bir göz atalım ve en çok sorulan
soruları cevaplayalım.
Soru 1: Süt dişleri ne zaman
çıkarlar ?
Süt dişlerinin ağızda ilk görülmeye başlaması 4. ila 12. ay arasındadır .Çocuğumuzun
yaşı geçtiği halde diş sürmesi görülmediyse diş hekiminize ulaşmanız gerekmektedir. Süt dişlerinin tamamlanması ile birlikte alt çenede 10 üst çenede 10 olmak üzere
ağızda toplam 20 adet diş görülür.
Soru 2: Çocuklarda diş hekimi
kontrolü ne zaman başlar ?
Çocuklarınızın diş hekiminden korkmaması
için herhangi bir sorun çıkmasını beklemeden diş hekiminizle tanıştırmanız önemlidir. Bizler genellikle ilk tanışma randevusunda çocuğun korkusunu yenmesi ve bize
olan güvenini sağlamak için işlem yapmaktan çok aletlerimizi tanıtır, sohbet eder,
çoğu zaman da dişlerini beraber sayarız.
Böylelikle sonraki randevularımıza çocuklar kendi istek ve kararıyla gelmiş olacaktır. Tabi ki sizlerden ricamız sizlerin onları
korkutmaması...
Soru 3: Süt dişleri çıkarken
neden ateş ve iştahsızlık
görülür ?
Diş sürme döneminde salya miktarının artması neticesinde iştahsızlık görülse de ateş
çıkması bilimsel olarak tartışma konusu
olmaya devam ediyor. Sürme bölgesindeki
ağrı -kaşıntı nedeniyle huzursuzluk görülebilir. Bu durumlarda eczanelerden alabileceğimiz diş kaşıyıcı materyaller ve jeller
bize yardımcı olacaktır.
Soru 4: Ağız ve diş temizliği ne
zaman başlar?
Bebeklerde dişler çıkmadan önce bile ağızlarında pamukçuk tarzı görüntüler oluşmaması için beslenme işlemini takiben steril
bir bezle ağız temizliği yapılmalıdır. Dişler
göründükten sonra parmak fırçası yardımı
ile diş fırçalama işlemi yapılabilir. Tüm süt
dişleri çıkınca da çocuk diş fırçası ve macunları yardımıyla tüm ağız temizlenmelidir. Unutulmaması gereken nokta ise diş
fırçalama alışkanlığının ve etkin temizliğin,
9-10’lu yaşlara kadar oluşmadığından dolayı bu döneme kadar en azından geceleri
anne-babaların eşliğinde yapılmalıdır. Hem
böylelikle çocuğumuzla beraber güzel bir
aktivite gerçekleştirmiş oluruz.
Soru 5: Peki dişlerde görülen
her renkleşme çürük müdür ?
Tabi ki hayır çoğu zaman kullanılan demir
içerikli prepratlar dişleri griden siyaha boyayabiliyor bu da düzenli fırçalamayla geçmektedir.
Tetrasiklin renkleşmelerinde ise sebep gebelik ve emzirme döneminde annenin veya
14-15 yaşına kadar çocuğun bu antibiotik
grubunu kullanmasıdır ki günümüzde doktorlarımız bu konuda dikkatli olduklarından
vaka sayısı çok azalmıştır.
Anne ve babada kan uyuşmazlığı sonucu
süt dişlerinde yeşilimsi-mavi renkte lekeler görülse de korkulacak bir durum yoktur çocuğumuz büyüdükçe dişlerinin rengi
normale dönecektir.
Yine dişlerin gelişimi sırasında fazlaca
alınan flour sonucu dişlerde gri-beyaz bir
görüntüden kahverengine kadar renkleşme görülebilir. Biz bu duruma flourozis
diyoruz. Flour miktarı bölgeden , kullanılan
suya kadar değişkenlik gösterir.
Bunlarda birkaç örnek olup sayamayacağımız kadar renkleşme çeşitleri vardır ve iyi
bir hekim hasta ilişkisi sorunlarınızın kesin
cevabı olacaktır.
50
Süt dişinin çekilmesi
gereken durumlarda
alttan gelecek dişin
durumu ve zamanı
önemlidir. Eğer sürekli
dişin gelmesi yakınsa
boş bırakılabilir ama
daha zamanı varsa
gelecek olan dişin
yerini korumak için
yer tutucular yaparak
alttan gelen dişin
düzgün yerleşmesi
sağlanmalıdır.
Soru 6: Peki ya çürükler nasıl
oluşur, ne yapmak gerekir ?
Süt dişlerinin yapısı sürekli dişlerden daha
zayıftır(daha çok organik materyal içermesinden dolayı) çürümeye daha yatkındır. Bir
de buna diş fırçalama el becerilerinin gelişmemesi ve ebeveyn ilgisizliği eklenirse
durum daha vahim bir hal almaktadır.
Yapılan hatalara göz atacak olursak kullanılan emziklerin şekerli gıdalara(reçel, bal
v.s)bandırılarak verilmesi, gece yatarken
az ağlasın uyanmasın diye biberonun uzun
süreli verilmesi ve hatta içine yine şekerli
gıdaların konulması, kırılmasınlar diye laf
söyleyemediğimiz akrabaların getirdiği şekerler, çikolatalar, gazlı içecekler .....
Tüm bunlar ve daha niceleri çürük oluşumunu tetikleyen unsurlar olup biraz önce
anlattığımız ağız temizliği ve diş hekimi
kontrolü ile önlenebilmektedir. Doktorumuz gerekli dişlere tedaviler yaparak çürükleri önleyebileceği gibi dişlerin çürüğe
karşı direncini artırmak için flour jel uygulaması yapabilir.
Altı yaş önemli bir dönem olup ağızda ömür
boyu kullanılacak 4 adet azı dişi sürer. Bunlar alt ve üst çenede her iki tarafta süt dişlerinin hemen arkasına görülürler. Yapılan
en büyük hata bunları süt dişleri ile karıştırmak ve çürüse de nasıl olsa değişeceği
fikrine kapılmaktır. Bunun sonucu olarak
bizler genç yaşta bu dişlerini kaybeden çok
hastaya rastlamaktayız. Yine bu dönemle
birlikte sürekli azı dişlerimizi korumak için
çiğneme bölgelerine fissür sealent dediğimiz akışkan materyalle örtüyoruz; böylece
düzensiz çiğneme bölgelerinde gıdaların
tutunmamasını sağlıyoruz.
Soru 7: Süt dişlerinin kaybı
durumunda neler yapılabilir ?
Süt dişinin çekilmesi gereken durumlarda alttan gelecek dişin durumu ve zamanı
önemlidir. Eğer sürekli dişin gelmesi yakınsa boş bırakılabilir ama daha zamanı
varsa gelecek olan dişin yerini korumak
için yer tutucular yaparak alttan gelen dişin
düzgün yerleşmesi sağlanmalıdır. Bu gibi
durumlarda ağızdan ölçü alarak yüzüğe
benzer bir materyal yaptırıp yandaki dişe
tuttururuz. Alttan gelen diş görününce yer
tutucuyu çıkarırız.
Bir de çeşitli sebeplerle(oyun dönemindeki
çocukların düşmesi, çarpışması v.s.) dişin
yerinden çıkması durumu vardır. Yapmamız
gereken panik olmadan fırlayan dişi temiz
bir sütün içine koyarak en kısa zamanda
diş hekimimize ulaşmamızdır; fırlayan dişi
hekiminiz yerine yerleştirerek bu kazayı hiç
yaşanmamış yapabilir. Unutmayalım ki çocuklar düşe kalka büyüyecek ve oynayarak
öğreneceklerdir.
Soru 8: Sürekli dişler ne zaman
tamamlanır?
Süt dişlerinden sürekli dişlere geçiş 6 ila 13
yaş arasında olup bu dönemde gelen dişler
farklı yönlerden sürüyormuş ve yamuk geliyormuş gibi görünse de her zaman söylediğimiz gibi hekim kontrolü, doğabilecek
olumsuzlukları engelleyen ve sizi rahatlatan bir sigortadır.
51
52
Ömrünü İlme Adamış Bir Osmanlı Alimi
Katip Çelebi
HENÜZ YEDİ YAŞLARINDAYKEN KUR’ÂN-I KERİM’İN
YARISINI EZBERLEDİ. KÂTİP ÇELEBİ 14 YAŞINA
GELDİĞİNDE ARAPÇA VE FARSÇAYI MÜKEMMEL
DERECEDE BİLMEKTEYDİ. AYRICA HAT SANATINDA DA
HAYLİ MAHARET KAZANMIŞTI…
Prof. Dr. Said Öztürk - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
53
Kâtip Çelebi, himmet sahibi,
iyi huylu, az konuşur ve
hâkim meşrepli birisiydi.
Küçükle küçük, büyükle
büyük olurdu. Vakur tabiatlı
olup, hicivden hoşlanmazdı.
Mizaha eserlerinde çok az
yer vermiştir. İfadelerinde
sade bir dil kullanmış,
meramını açık ve kısa olarak
anlatmaya çalışmıştır.
çalışan mütecessis bir aydındır. Üzerinde
inceleme yapan bilim adamlarının ortak
kanaati şudur ki, Kâtip Çelebi, Batı’nın bilimsel ürünlerini kullanan ilk Osmanlı aydınıdır.
Kâtip Çelebi, Osmanlı ilim ve kültür dünyasının mühim bir siması, en büyük bibliyograf ve coğrafyacısıdır. Kısa süren hayatına
çok sayıda eseri sığdıran velûd bir kalemdir. Eserleri gerek bizde, gerekse Batı’da
büyük bir dikkat ve alakaya mazhar olmuştur.
Hayatı hakkındaki bilgileri eserlerine serpiştirdiği bilgilerden elde ediyoruz. Özellikle “Süllemü’l-Vüsul ilâ Tabakatil-Fühul” ve
“Mizânü’l-Hak fi İhtiyari’-Ehak” adlı iki eserinin sonunda ayrıntılı bilgi vermiştir.
Kâtip Çelebi, İslam medeniyetinin yetiştirdiği büyük mütefekkirlerinin eserlerinin
yanı sıra, kendi kültür ve ilim dünyası ile
sınırlı kalmayarak Batılı bilim adamlarının
eserlerine müracaat eden, çağını anlamaya
Kâtip Çelebi’nin asıl adı Mustafa, babasının
adı ise Abdullah’tır. Annesinin ismini bilmiyoruz. Şubat 1609’da İstanbul’da doğdu.
Babası Enderun’a girmiş ve oradan silahtarlık hizmetiyle çıkmıştı. Âlimlerin meclis-
Belki bu yönüyle ona “ilk Osmanlı oksidantalisti” (Batı’yı bir Doğu’lu olarak yeniden
inşa edip söylemleştiren) dense yeridir.
Ancak kesin olan Batı biliminden bigâne
kalmak istemediğidir.
Hilmi Ziya Ülken, Kâtip Çelebi için “XVII. asır
fikir tarihimizde Garba çevrilmiş düşünceyi
hazırlayan sağlam realist görüşe sahip bir
fikir adamımızdır” der. Kâtip Çelebi’yi, yaşadığı asrın özellikleri dikkate alındığında
farklı kılan da budur.
Çocukluğu ve Gençliği
lerine devam eden, geceleri ibadetle meşgul olan dindar bir insandı.
Kâtip Çelebi, zamanının eğitim anlayışına
uygun olarak daha küçük yaşta iken, 5 veya
6 yaşında dinî eğitim almaya başladı. Babası, İmam İsa Halife el Kırımi’yi, ona Kur’an
ve tecvid öğretmek üzere hoca olarak tuttu.
Daha sonra Zekeriya Ali İbrahim Efendi ve
Nefeszade’den ders gördü. Kur’an’ı yarısına kadar ezberledi. İlyas Hoca’dan Arapça
dersleri, Böğrü Ahmet Çelebi’den hat dersleri aldı. On dört yaşına ayak bastığı zaman,
babası ona aylığından on dört dirhem harçlık bağladı ve kendi yanına aldı. Böylece
Divan kalemlerinden Anadolu Muhasebesi
Kalemine şakirt (çırak) oldu. Kalemdeki
halifelerden birinden hesap kaidelerini, erkam ve siyakat yazısını öğrendi. Kısa sürede ders aldığı halifeyi geride bıraktı.
Seferde Geçen Yıllar
1623 yılında Abaza Mehmed Paşa İsyanını
bastırmak üzere İstanbul’dan yola çıkan
orduya babasıyla birlikte katılarak Tercan Seferine gitti. Kayseri civarında başlayan savaşı, bizatihi gözlemlemek fırsatı
buldu. Bağdat seferine iştirak etti. Bu savaşın da tanığı oldu. “Asker-i İslam’ın bu
yolda çektiği meşakkati bir tarihte çekmiş
54
1623 yılında Abaza
Mehmed Paşa İsyanını
bastırmak üzere
İstanbul’dan yola çıkan
orduya babasıyla
birlikte katılarak
Tercan Seferine gitti.
“Asker-i İslam’ın bu
yolda çektiği meşakkati
bir tarihte çekmiş değil
idi” sözleriyle bu ric’atın
ne derece feci geçtiğini
anlattı.
55
Katip Çelebi 6 Ekim
1657 Cumartesi
tarihinde sabah
kahvesini içerken
fenalık hissederek
fincan elinden düşmüş
ve ansızın vefat etmiştir.
değil idi” sözleriyle bu ric’atın ne derece
feci geçtiğini anlattı. Musul’a ulaştıklarında (Ağustos-Eylül 1626) babasını kaybetti;
Abdullah Efendi oradaki Cami-i Kebir mezarlığına defnedildi. Bir ay sonra da amcası,
Nusaybin’de vefat etti. Kâtip Çelebi akrabalarından biriyle Diyarbakır’a geldi ve bir
süre burada ikamet etti.
Babasının arkadaşlarından Mehmet Halife
kendisini Süvari Mukabelesine tayin edince, 1627’de İstanbul’a döndü. Bu sırada zamanının kudretli âlimlerinden Kadızade’nin
derslerine devam etti. Daha sonra Erzurum
muhasarasında bulundu. Tekrar İstanbul’a
döndü ve yine Kadızade’nin derslerine devam etmeye başladı. Kâtip Çelebi bu zatın
kuvvetli tesiri altında kaldı. Daha önce gördüğü ulûm-ı âliye derslerini onunla müzakere imkânı buldu.
Hocasından tefsir, ihya-ı ulûm, şerh-i
mevâkıf, dürer ve tarikat (-ı Muhammediye)
okudu. 1633 yılında ordu, Mehmet Paşa’nın
serdarlığında asker kışlamak üzere Halep’e
çekildiği zaman, Kâtip Çelebi Halep’ten
Hicaz’a geçip hac farizasını yerine getirdi.
Dönüşünde ordunun Diyarbakır’da bulunduğu sırada, kışı bu şehirde geçirerek bazı
âlimlerle sohbet imkânını elde etti. 1634
yılında IV. Murat’ın Revan Seferine katıldı.
Kâtip Çelebi on yıl kadar ordu ile seferlere iştirak ettikten sonra İstanbul’a döndü
ve kendisini bütünüyle ilme verdi. O devri
“Cihad-ı asgar”dan (İslâm müdâfaası için
silahla savaşma) “cihad-ı ekber”e (Nefis ile
savaşma) dönüş olarak tarif etmiştir. Kendisine kalan küçük bir mirasın tamamını
kitaba yatırdı. Halep’te bulunduğu sırada
sahaflarda gördüğü kitapların isimlerini
yazmaya başlamıştı. İlgisini çeken kitaplar
daha çok tarih, tabakal ve vefeyat türü kitaplardı. 1638’de akrabasından zengin bir
tacirin vefatıyla kendisine intikal eden mirasın üç yük (300.000) akçesini kitaba verdi;
geri kalan parayla da Fatih Camisi ile Yavuz
Sultan Selim Camisi arasındaki evini tamir
ettirdi; aynı yıl evlendi.
Kâtip Çelebi, çok beğendiği, fazileti ve ihatası (kavrayış) ile meşhur A’reç Mustafa
Efendi’nin derslerine devam etti. Hocası da
ona diğer talebelerinden daha fazla teveccüh gösterdi.
Ayasofya müderrisi Kürt Abdullah ve Süleymaniye Dersiamı Keçi Mehmet Efendilerin
derslerini dinledi. Vaiz Veli Efendi’den, Ermenek müftüsü Molla Veliyüddin’den dersler aldı. On yıl kadar geceli gündüzlü kendisini tamamıyla ilmî araştırmalara verdi.
Bu sırada birçok talebesi de oldu 1645 yılında, sırası geldiği halde halifeliğe yükseltilmediği için Mukabele Başhalifesiyle arası
açıldı ve görevinden istifa etti. Üç yıl kadar
münzevi bir hayat devam ettirdi. Bu sırada
hastalandı. Tedavi yolları aramak için tıp kitaplarını incelemeye, havas kitaplarını okumaya başladı. 1648 sonlarında kaleme aldığı “Takvimü’t-Tevarih” adlı eseri dolayısıyla
yakın arkadaşı Şeyhülislam Abdurrahim
Efendi’nin, Veziriazam Koca Mehmet Paşa
nezdinde tavassutu sayesinde, “ikinci halifelik” unvanını aldı. Çoğu eserini bundan
sonra telif etti. Şeyh Mehmet İhlasi’nin yardımlarıyla “Atlas Minör” başta olmak üzere
Latinceden bazı eserleri tercüme etti.
Vefatı
Telifatının yoğunlaştığı bir dönemde Kâtip
Çelebi ansızın vefat etti. 6 Ekim 1657 Cumartesi tarihinde sabah kahvesini içerken
fenalık hissederek fincan elinden düşmüş
ve ansızın vefat etmiştir. Mezarı Zeyrek
Camii’ne varmadan mektebin altındaki sebilin bitişiğinde küçük bir haziredeyken yol
çalışmaları dolayısıyla caddenin karşısında
Voynuk Şuca Camii kabristanına kaldırılmış
ve 1953 yılında yeni bir mezar yaptırılmıştır.
Kişiliği ve görüşlerine dair
Kâtip Çelebi, himmet sahibi, iyi huylu, az
konuşur ve hâkim meşrepli birisiydi. Küçükle küçük, büyükle büyük olurdu. Vakur
tabiatlı olup, hicivden hoşlanmazdı. Mizaha
eserlerinde çok ve kısa olarak anlatmaya
çalışmıştır. Mükeyyifata düşkün olmayıp
tütün içmezdi. Çiçek yetiştirmeye merakı
vardı.
Farklı fikirlere müsamahayla yaklaşan, çalışmalarında tarafsız olmaya özen gösteren
biriydi. Kendisinin Hanefi mezhebinde ve
işraki meşrebinde olduğunu söylerdi.
Kitap merakı yüksekti. Kâtip Çelebi asrının
bir Ali Emiri’siydi. Seferlerde bulunduğu
sıralarda sahafları ziyaret ederek birçok kitap toplamıştı. Akrabasından kendisine in-
56
tikal eden paranın büyük bir kısmını kitaba
vermişti. Elinden 1300 tarih kitabı geçtiği
söylenir.
Tarihin gayesi ona göre maziyi anlamak;
faydasının da bu ahvalden ibret almaktır. Tarihin vazifesi “vekayii vukuu üzere
beyan”dır. M. Tayip Gökbilgin, onun tarih
anlayışının öz ve mümkün olduğu kadar
sıhhatli malumat vermek üzerine isnat
edildiğini söyler.
Kâtip Çelebi’nin merak saldığı konulardan biri de coğrafyadır. Coğrafya kitaplarını okudukça Batılıların bu ilim dalında
ileri olduklarını, İslam müelliflerinin ise
geri kaldığını görür. Bu eksikliği telafi için
“Cihannümâ” adlı eseri kaleme almıştır.
Onun ifadesiyle “Arabî ve Farisî ve Türkî
tedvin olunan ekâlim ve büldaniyat ve
mesâliküimemâlik kitapları cümle muhtel
ve müşevveş görülüp zaruri mecmuundan
Cihannümâ ismiyle bir kitap intizâma azimet olunmuş idi...” (cihannümâ, s. Ib).
Orhan Şaik Gökyay onun hakkında şu değerlendirmede bulunur: “Kâtip Çelebi’nin
eserlerinin çoğu birer toplama mahiyetinde olmakla beraber, onda asıl kıymetli ve
mühim olan, hakikati arayıp bulma endişesi, fikirlerini müdafaadaki cesareti, (...)
ihtilaf ve münakaşa mevzularını tarafsız bir
hâkim gibi ele alışı, (...) çok sonraları bile
tehlikeli sayılan bahislere ilim, cevap, sual
ve kanun üzere her babdan kıyl ü kaldır diyerek cüretle temas etmesi, garb kaynaklarından faydalanması, kendisine verilen
yüksek mevkiyi hak etmeye yeter”.
Eserleri
Kâtip Çelebi, büyük bir yekûn tutan eserlerinin bir kısmını tamamlamış, genç yaşta
vefat etmesiyle bir kısmı müsvedde halinde
kalmıştır. Eserlerinin bir kısmı şöyledir:
1-Cihannümâ: Coğrafya konusunda Osmanlı Devleti’nde çığır açan bir eserdir. Batılı eserlere müracaat ederek oluşturulan
bu eser, bir dönüşümü de gerçekleştirmiş,
Müslümanların coğrafya ve astronomi konusundaki görüşlerine batılı bilgileri, bazen
ikame, bazen de ilave etmiştir. Hamit Sadi
Selen, “Cihannümâ, Şarkta coğrafya sahasında başlıca müracaat kitabı sayıldığı gibi,
dünya ilim âleminde de birçok memleketin,
hususiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı
kısımlarının tarihi coğrafyası için değerli
bir kaynak olmuştur” der.
Cihannümâ iki defa kaleme alınmıştır.
Birinci Cihannümâ, İslam müelliflerinin
meydana getirdiği “Mesâlik ve Memâlik”
ve coğrafya kitaplarından fayadalanarak
yazılmıştır. Bu eserde klasik eserlere göre
planlanmış bir kozmografya düşünmüş,
ancak İngiltere, Hebrenya (İrlanda) ve İzlanda Adaları konusunda bilgiye ulaşamayınca eserini yarım bırakmıştır.
Kâtip Çelebi bir memleketin tasvirine başladığı zaman, idare merkezinin mevkii, coğrafi durum, saltanat ve riyaset ahvali, başlıca beldeler, sular, nehirler, göller, dağlar,
ovalar, bitkiler, toprak mahsulleri, mesafeler, idari taksimat, dinî ve ilmî hayat, sanat,
ticaret, adap, ahlak, adat vb. birçok konuda
bilgi verir.
Kâtip Çelebi’nin genç yaşta ölmesiyle eseri
yarım kalmıştır. Bu eserde Kâtip Çelebi’nin
en son anlattığı yer Van’dır. İbrahim Müteferrika 1732 yılında Ebubekir b. Behram EdDimeşki’nin ve kendi ilaveleriyle eseri tab
etmiştir. 422. sayfadan itibaren Dimeşki’nin
kitabından yapılan eklemeler başlamaktadır. Erzurum’dan başlanarak Anadolu, ElCezire, Irak, Arap yarımadası, Şam
2- Keşfü’z-Zünûn An Esâmî’l-Kütübi Ve’lFünûn: Kâtip Çelebi’nin en tanınmış eseridir, İbn-i Nedim’in Fihrist’inden beri bu
tarzda yazılmış eserlerin devamı niteliğindedir. Bibliyografya bakımından bir şaheserdir. Yirmi yıl süreyle bizzat okuduğu,
sahaflarda ve kütüphanelerde gördüğü
eserleri alfabe tertibine göre sıralamıştır.
3-Düsturü’l-Amel li-Islahi’l-Halel: Mali
konularda Kâtip Çelebi’nin tavsiyelerinden
oluşan bir eserdir. Kâtip Çelebi, 1652-53
yılında devlet bütçesinin açık vermesi üzerine toplanan divana iştirak etmiş ve kendi
tecrübe ve tavsiyelerini kapsayan bu eserini kaleme almıştır. Kitabın mukaddimesinde, cemiyetlerin hayatının insan hayatı gibi
devrelere ayrıldığını, Osmanlı Devleti’nin
duraklama devresine girdiğini, iş başındakilerin buna göre tedbir almaları gerektiğini söylemektedir.
4-İlhamü’l-Mukaddes
Eî Feyzi’l-Akdas:
Kâtip Çelebi’nin zamanın Şeyhülislamı
Bahai Efendi’den sorduğu, ancak cevap
alamadığı üç meseleyle ilgili olarak kaleme
aldığı bir risaledir. Bu üç mesele şudur:
1) Şimal memleketlerinde namaz ve oruç
vakitleri,
2) Güneşin aynı cihetten doğması ve gurubunun dünyanın bir noktasında mümkün
olup olmadığı,
3) Her tarafa teveccüh olunsa kıble olabilecek Mekke’den başka bir memleket bulunup bulunmadığı.
57
58
Mutfaklarda
Yeni Bir Akım:
Vintage
ESKİ İLE YENİNİN BELKİ DE EN
GÜZEL BULUŞMA HALİNİ YAŞIYOR
MUTFAKLAR BUGÜNLERDE. KLASİK
MODELLERİN ÜZERİNE YERLEŞMİŞ
BİRBİRİNDEN HOŞ RENKLER
MUTFAKLARA HİÇ OLMADIKLARI
KADAR FARKLI BİR HAVA VERİYOR.
59
Vintage tarzını bu kadar
estetik hale getiren
ise eski ve yeninin
olağanüstü uyumu.
Geçmişin romantik
havası geleceğin
teknolojisi ile hiç bu
kadar uyumlu olmamıştı.
Eskilerin camlı ya da
tel dolaplarının yeniden
dizayn edilmiş bu ferah
hali hem şık hem sıcacık
bir mekan sunuyor.
Son yılların, özellikle de bu yılın en gözde
tasarımlarından biri vintage tarzı mutfaklar. Peki nasıldır bu tarz? Birçoğumuzun
aklına ilk gelen “eskitme mi acaba” sorusu
oluyor. Her ne kadar eskitmeler de bu kapsama girse de aslında daha geniş anlamı ile
eski yılların tarzı demek daha doğru. Yani
antika görünümden çok daha fazlası vintage.
Birçok modern mutfak tasarımının aksine
birkaç yıldır liste başındaki yerini koruyor
bu estetik görünüm. Üstelik görüntüsünün
hoşluğu yanında insanın içini ısıtan bir tarafı da var. Daha adımınızı atar atmaz sizi
sarıp sarmalıyor adeta. Öyle ki insan başka
bir yaşam alanına ihtiyaç duymazmış gibi
geliyor içindeyken.
Bu tarz mutfakların hakim rengi beyaz. Beyazın birçok tonunun tercih edildiği mutfak
dolaplarını renklendirmek için farklı renklerde aksesuar ve eşya kombinasyonları
kullanılıyor. Bunların arasında hemen her
mağazada muhakkak bir örneğine rastlayabileceğiniz tonlar ise beyaz ve pudra
pembe ikilisi. Beyaz balon kapak dolapların
pembe ve kuvvetle muhtemel küçük çiçekli
kulpları her ne kadar kulağa klasik gelse de
gerçekten de albenisi yüksek duruyor. Yine
pudra pembe tonlarının ağır bastığı halı ve
perdeler de işin içine girince gerçekten bir
masal evi havası esiyor mutfaklarda.
Beyazın hakimiyeti elbette tartışılmaz ancak tıpkı Yeşilçam filmlerinden hatırladığımız üzere karşımıza çıkan yeşil, mavi, hatta
fuşya gibi renklere de rastlamak mümkün.
İlk etapta kulağa biraz enteresan gelse de
doğru bir tasarımcının elinden çıktıysa eğer
güzelliği tartışılmaz.
Vintage tarzını bu kadar estetik hale getiren ise eski ve yeninin olağanüstü uyumu
muhakkak. Geçmişin romantik havası geleceğin teknolojisi ile hiç bu kadar uyumlu
olmamıştı herhalde. Bu görsel uyum rahat
kullanımda da aynı konforu sağlıyor bizlere. Eskilerin camlı ya da tel dolaplarının yeniden dizayn edilmiş bu ferah hali hem şık
hem sıcacık bir mekan sunuyor.
Her ne kadar zevkler farklılık gösterse de
her zevke uygun bir vintage mutfak tasarımı bulmak mümkün bu günlerde. Peki bu
görsel şölenin fiyatı da güzelliği kadar ihtişamlı mı? -Eğer her şeyi sıfırdan yeniden
yaptıralım derseniz pek de ucuz sayılmaz.
Ama hali hazırdaki mutfağınızın üzerinde
yapacağınız oynamalarla bu rakamı olabildiğince küçültmek mümkün. Mesela bu durumda en şanslı olanlarımız, mutfak dolapları en eski olanlarımız muhakkak. Çünkü
eski yapılardaki dolapların birçoğu bu tarza
yakın balon kapaklarla yapılmış. Bu durumda yapmanız gereken yüksek ihtimalle
ceviz olan dolap rengini beyaza çevirmek.
Ufak tadilatlar ve birçok mağazada oldukça
uygun fiyata bulabileceğiniz bu tarza uygun
kulplarla işte dolaplarınız halloldu bile.
Pek çoğumuzun evindeki ahşap mutfak masaları da bu yeni dekorasyon için biçilmiş
kaftan aslında. Dolaplarınızın rengine göre
ister beyaz, ister farklı bir renk kullanabilirsiniz. Önemli olan genel görüntüye uygun
olması. Ancak eğer dolaplarınızda beyazın
dışında bir renk tercih ettiyseniz masanızı
da bu renge boyatmanız biraz boğucu bir
ortam olmasına neden olabilir. Bu sebepten genel görüntüyü en başta tasarlayarak
uygulama adımlarını ona göre ayarlamak
daha doğru ve masrafsız olacaktır. Bu bölümde bir sonraki aşama ise sandalyeler.
Sandalyelerinizi sadece boyamanız yetmeyecek. Eğer var ise minderlerinin kılıflarını da değiştirmek gerekecektir. Ama bu
konuda da rahat olabilirsiniz çünkü döşemecilerdeki kumaşların yarısından fazlası
bu yeni tarza hitap ediyor bu günlerde. Tek
yapmanız gereken doğru desendeki kumaşı
seçmek.
Sıradaki adım ise galiba en eğlenceli olanı
60
Bütün bu dekorasyonu tasarlarken
en çok dikkat etmeniz gereken
noktaların başında ise renk seçimi
geliyor.
yani dekorasyon kısmı. Perdeler, halılar,
mutfak aksesuarları… Daha önce de söylediğimiz gibi eğer en baştan aklınızda genel
bir fikir ile yola çıkarsanız gerisi gerçekten
de oldukça eğlenceli olacak sizin için. Çok
büyük olmayan, hatta sadece dekor amaçlı olarak kullanacağınız bir halı veya kilim
mutfağınızı doldurmaya yetecektir. Buradaki desen konusunda ise yine eski zamanları gözden geçirmekte fayda var. Zira çiçek
deseninin ana tema olduğu gerçeğinden
pek de uzaklaşmamak lazım. Yine küçük
desenli olarak tercih edebileceğiniz perdeleriniz içinse en uygun modellerin başında
aplikler geliyor. Tam ortadan büyükçe bir
kurdele ile bağlayabileceğiniz perdeleriniz
de mutfağınızı tamamlayan en önemli parçalardan biri olmuş olacak.
Bütün bu dekorasyonu tasarlarken en çok
dikkat etmeniz gereken noktaların başında
ise renk seçimi geliyor. Çünkü dolaplardan,
sandalyelere, halıdan, küçük aksesuarlara
kadar renk uyumu, en büyük belirleyicilerden. Ayrıca renkleri seçerken çeşidi abart-
mamak da önemli. Yaptığınız çalışmanın
göze görünmesini istiyorsanız az ve pastel
renkler seçmekte fayda var. Bu konuda en
güzel renk kombinasyonlarının başında
su yeşili, pudra pembe ve beyaz üçlemesi
geliyor. Mümkünse üç renkten fazlasını da
geçmemek lazım zaten. Fazlası karmaşık
bir görüntüye sebep olabiliyor. Bu arada
bebek mavisi, beyaz ve sarı da bir diğer
üçlü alternatif olabilir.
61
62
Karanlık Dünyaların
Işık Dolu Hayalleri
Dünyada da Türkiye’de de hem görme engelli olup hem
de oldukça sağlıklı bir insanın bile ulaşamadığı başarılara
ulaşmış insanlar var. Onlar, azmin ve kararlılığın
temsilcileri.
63
Görme engelini hayata
karşı bir engel değil,
yaşamlarına yeni
bir basamak yapmış
insanlar onlar…
Örnek alınası, ardında
durulası, eli öpülesi
insanlar…
Gözlerimizi kapatıp sadece birkaç adım
atmaya çalışmak bile yeterli aslında bize
bahşedilmiş bu lütfun kıymetini anlamak
için. Ve şükretmek için binlerce kere… Ve
dua etmek için görmeyen gözlere…
Dünya nüfusunun %4’ü her hangi bir sebepten ötürü görme engelli. Ancak birçoğu, beyaz bastonları, özel alfabeleri ve
ışıl ışıl umutları ile bizden daha çok varlar
bu dünyada. Üstelik de daha fazla azim ve
daha fazla kararlılıkla…
TÜİK verilerine göre Türkiye’deki körlük
oranı binde altı. İlk duyulduğunda bu oran
kulağa az gibi görünse de rakama çevrildiğinde çıkan sayı oldukça fazla. Bu durum;
doğuştan, bir hastalık veya kaza sonucu
meydana gelmiş olabiliyor.
Sağlıklı insanların hayal ederken bile sıkıntısını yaşadıkları bu engelle bir ömür yaşamak zorunda olan insanlar… Zorluklarla
mücadeleye en sıkı yerinden başlayanlar
yani… Ama onların umutlarının ve hayallerinin gerçekleşme oranı çoğu kez diğer
insanlara göre daha yüksek. Çünkü onlar
bunu hayata karşı bir engel olarak değil beraber yaşayıp gidecekleri bir yaşam süreci
olarak görüyorlar.
Dünyada da Türkiye’de de hem görme engelli olup hem de oldukça sağlıklı bir insanın bile ulaşamadığı başarılara ulaşmış
insanlar var. Onlar, azmin ve kararlılığın
temsilcileri.
Mesela hepimizin tanıdığı ve sevdiği çok
değerli bir isim: Aşık Veysel ŞATIROĞLU.
Henüz 7 yaşında bir çocukken kaybeder
ünlü ozan gözlerini. Ondan bir gözünü alan
çiçek hastalığı aynı zamanda kız kardeşini
de almıştır. Talihsizliklerin arkası kesilmez
ve kısa bir süre sonra bir kaza sonucu diğer gözünü de kaybeder. Bu yüzden artık
arkadaşları ile de oynayamayan Veysel için
babası bir bağlama alır oyalansın diye. Ünlü
ozan için hayatının dönüm noktasıdır bu
bağlama. Kırk yaşından sonra kendi türkülerini de bestelemeye başlayan ozanın Ala
Gözlü Benli Dilber, Uzun İnce Bir Yoldayım,
Dostlar Beni Hatırlarsın, Kara Toprak gibi
eserleri bugün hala dilden dile dolaşmaktadır. Hayata küsmek yerine dört elle sarılmanın en güzel örneklerinden biridir Aşık
Veysel.
Bu başarı yolunda örnek gösterilebilecek
isimlerden biri de 2004 yılında aramızdan ayrılan Kani Karaca’dır. 1930 yılında
Adana’da doğdu ünlü hafız. İki aylıkken
geçirdiği kazada gözlerini kaybetti. İlkokul
yıllarında, aynı zamanda köyün imamı olan
öğretmeninden Kur’an dersi almaya başladı ve Kur’an’ı hıfz etti. Dini musiki çalışmalarına 1950 yılında İstanbul’da Saadettin
Kaynak ile devam etti. Naathan, ayinhan ve
64
Eşref Armağan
Kendi türkülerini
besteleyip, kendi
dünyalarının
resimlerini
çizdiler. Ve kendi
hikayelerini yazdılar…
Herkesinkinden güzel,
herkesinkinden sahici…
Ve inancın nuru ile
aydınlattılar karanlık
alemlerini…
kudümzen olarak katıldığı Mevlana’yı anma
haftalarının her yıl değişmez başmisafiri idi. Kani Karaca son yüzyılın en başarılı
mevlidhan ve hafızlarından biri olarak tanınmakta. Görme engelli ünlü hafız “Kur’an
Bülbülü” olarak anılmakta idi.
Kani Karaca
Eğer ki kişi isterse herkes tarafından eksik
olarak görülen bir durumun belki de yepyeni ve daha sağlam bir başlangıç olabileceğinin en güzel kanıtlarından biri onun
hayatı. Cemil Meriç… 1916 yılının Aralık
ayında Adana Reyhanlı’da oldukça sağlıklı
bir bebek olarak dünyaya geldi. Hayatının
38 yılını dünyayı görerek geçirdi. Ancak 38
yaşında başına gelen kaza sonucu görme
yetisini kaybetti. Çalışma hayatına lisede
Fransızca öğretmeni olarak başlayan ünlü
yazar, daha o yıllarda yüksek derecedeki
miyop rahatsızlığı yüzünden askerden muaf
tutulmuştu. İstanbul Üniversitesi Fransızca
okutmanlığı görevini ise emekli oluncaya
sürdürmüştü. 1954 yılına kadar farklı dergiler için yazdığı yazılar ve yaptığı kitap çevirileri ile duyurdu adını. Ancak bu tarihte
geçirdiği kaza onu edebi hayattan bir süre
uzaklaştırdı. Ancak daha sonra yaptığı güçlü dönüş ile en unutulmaz eserlerini verdiği
ve en verimli çağını yaşadığı altın devri başladı. Cemil Meriç, 1987 yılında Peygamberimize olan aşkını sayıklayarak vefat etti.
Ve başarı hikayelerinde sırada öyle bir isim
var ki namı ülke sınırları dışına taşmış. Görenleri de, duyanları da şaşkına çevirmiş
doğuştan görme engelli ünlü bir ressam:
Eşref Armağan. Evet doğru okudunuz Eşref
Armağan doğuştan görme engelli ve resim
yapıyor. Görme anlamında ufacık bir sıkıntısı dahi olmayan birine hayatı boyunca hiç
görmediği bir nesnenin resmini çizmesi
söylense sizce ne kadar başarılı olur? İşte
Armağan bunu başarmış üstelik de oldukça iyi. Dünya çapında belgesellere konu olmuş, tıp literatürüne geçmiş bir isim o.
Eşref Armağan’ın kendi web sitesi sizi
şu cümlelerle karşılıyor: “Eşref görmez
bir ressamdır. Doğuştan kördür. Hiç görmemiştir ve renkleri anlamaz.” Hem
Türkiye’de hem de yurtdışında birçok sergi
açmış ünlü ressam. Görmemesi onun için
en imkansız olan şeyi başarmasını engelleyememiş. Hiç görmediği şeyleri, hiç bilmediği renklerle geçirmiş kağıtlara. Onu
en güzel anlatan kelimeler aslında kendisinin de konuk olarak ağırlandığı Discovery
Channel’in meşhur belgeselinin adında:
“Gerçek Süper İnsanlar”
65
66
Billur Şişeli Buhur Suyu, Porselen Gülabdanlardan
Yayılan Gül Esansı Kokusu…
Parfümün
Büyüyerek Devam
Eden Yolculuğu
AMBER, MİSK, SANDAL… KOKULARIN BAŞ DÖNDÜREN
DÜNYASININ BAŞ AKTÖRLERİ… BİLLUR ŞİŞELERİNDE
MAĞRUR VE BİR O KADAR MASUM…
67
Osmanlı’da da oldukça
rağbet gören parfümün
kullanımı bir hayli eski.
Ancak çağdaşlarından
en büyük farkı 19. yüzyıl
sonlarına kadar esans ve
parfüm imalatında alkol
kullanılmamış olması.
Koku… Düş bahçelerinde gezinirken de,
huzur aleminin kapılarını aralamışken de,
sevinirken de, üzülürken de ve en büyük
acıyı çekerken de aslında hep en yakınımızda olandır. Gözümüzün gördüğünü, kulağımızın duyduğunu unuturuz da yaşadığımız duyguyla aynı anda beynimize ulaşan
“o” kokuyu unutmayız. Bir gün, bir anda
yüzümüze vuran bir meltemle alır bizi ve
varlığını bile unuttuğumuz bir güne tekrar
bırakıverir. Öylece, orta yerinde buluveririz
kendimizi o günkü duyguların. Sanki zaman
hiç geçmemiş, sanki hiçbir şeyi eskitmemiş gibi… Mutluluk da ilk günkü tazeliğinde
karşılar bizi, keder de…
Koku bilimsel olarak da kanıtlandığı üzere
bize anılarımızı hatırlatan en kestirme duyudur. Aynı şeyi tekrar gördüğümüzde veya
duyduğumuzda belki hatırlayamayız. Ancak
yaşadığımız bir olay esnasında aldığımız
kokuyu üzerinden çok zaman geçmiş olsa
bile tekrar hissettiğimizde çok daha kolay
ve detaylı anımsarız.
En keskin duyularımızdan biri olan koku
alma duyusu için BBC’nin yaptığı çalışma
da oldukça açıklayıcı: “Koku alma duyusu
en eski duyudur; havadaki ve sudaki kimyasal maddeleri algılamak için gelişen,
bakterilerin bile sahip olduğu ilkel duyulara kadar uzanır. Görme, işitme ve hatta
dokunma duyusundan önce, canlıların etraflarındaki kimyasallara tepki verebilmesi
için koku alma duyusu gelişmiştir önce.
Görmek, insan gözündeki dört ışık duyargası ile mümkündür. Buradaki alıcı işlevi
gören hücreler, ışığı beynin anlayacağı dilden elektrokimyasal sinyallere dönüştürür.
Dokunma duyusu ise en az dört tür basınç
ve ayrıca sıcak, soğuk ve acıyı algılayan çeşitli alıcılara bağlıdır.
Fakat bunlar koku alma duyusunun ya-
nında gölgede kalır. Çünkü insanda koku
almayı sağlayan 1000’den fazla alıcı vardır. Bunlar yaşadığımız sürece yenilenir ve
alışkın olduğumuz kokulara göre değişir.
Bu karmaşık yapı çok sayıda farklı kokuyu
birbirinden ayırmamızı sağlar.” “Beyinde
kokuları işleme koyan ve “koku alma soğanı” olarak adlandırılan bölge, beyin çıkıntısı
(hipokampüs) ile yan yanadır. Denizatı şeklindeki bu soğan, beyin zarından (korteks)
gelen tüm bilgilerin toplandığı yerdir. Nörologlar hipokampüsün yeni olaylar için hafıza oluşturmada önemli bir işlevi olduğunu
tespit etti.
Beyninin bu bölgesi hasara uğrayan kişiler
hatırlamada zorluk çeker. Bisiklet sürme
gibi yeni becerileri ve kişilerin isimleri gibi
yeni bilgileri öğrenseler de bunlara dair
hafıza oluşturamazlar. Bu aralıklı “epizodik
hafıza”’dır. Koku alma soğanı, yani kokunun beyindeki yeri, bu tür hafızanın kaynağı
68
Osmanlı’da hem
sarayda hem de
halk arasında
bir hayli önemli
ve saygın bir
yere sahip olan
kokular, sadece hoş
kokmak için değil,
yemeklere hoş bir
koku katmak için de
kullanılıyordu.
olan hipokampüsün yanında olduğu için kokular bazı anıları çağrıştırıyor diyebiliriz.”
İnsan hayatında bu kadar önemli bir yere
sahip olan kokuların sınıflandırması ise bir
hayli zor. Kötü veya hoş olarak ikiye ayırmak maalesef mümkün değil. Çünkü bu
her iki sınıfa da girmeyen ancak gün içinde
bile birçok kez karşılaştığımız kokular var.
Ancak elbette ki bizim tercihimiz hoş olanlarından yana olacak. Aslına bakarsanız tarihte hoş kokuların yani esansların ilk ortaya çıkışı da bu kötü diye tarif edebileceğimiz
kokuları kamufle etmek için olmuş.
Latince kokulu duman anlamına gelen
“parfumum” kelimesinden geliyor parfüm
ismi. Tarihi ise bundan yaklaşık 5000 yıl öncesine taa Mısırlılara dayanıyor. Ölülerinin
mezarlarına hoş kokulu yağlar ve esanslar koydukları bilinen Mısırlıların en büyük
hükümdarlarından olan Tutankhamon’un
mezarından da, yapılan kazılarda, parfüm
ve krem kutuları çıkmıştır.
Daha yakın tarihe gelecek olursak bilinen
haline en yakın şekli 1370 yılında üretilmiş
parfümün. Esans, biberiye ve lavanta yağı
kullanılarak hazırlanmış olan bu hoş koku
dönemin Macar kraliçesi için tasarlanmış
ve adına da “Macar Suyu” denmiş. Parfümün gelişmesi ise 16. Yüzyılda Fransa’da
hız kazanmış. Özellikle deri eldivenlerde
kullanılan esans dönemin gözdeleri arasında imiş. Çünkü o tarihlerde Fransa sokaklarındaki dayanılmaz kötü koku sebebi ile
insanlar burunlarına bu eldivenleri tutarak
yürürlermiş.
Ancak aslına bakılacak olursa esans, 16.
Yüzyıldan da 14. Yüzyıldan da önce 11.
Yüzyılda İran’da keşfedilmişti. İbn-i Sina
damıtma yöntemini kullanarak bugünkü
adıyla eterik yağ ve gülsuyu elde etmeyi başarmıştı. Üstelik kullanmış olduğu damıtma yolu da Avrupa ülkelerindeki bilimsel
çalışmalara da ışık tutmuş oldu.
Osmanlı’da da oldukça rağbet gören parfümün kullanımı bir hayli eski. Ancak çağdaşlarından en büyük farkı 19. yüzyıl sonlarına
kadar esans ve parfüm imalatında alkol
kullanılmamış. Bu koku yaklaşık 550 yıllık
bir geçmişe sahip. Gülsuyunun içerisine
Sandal, Aselbent, Kalenbek ve Öd ağacının katılarak kaynatılması ile elde edilirdi.
İstanbul’un fethinden Tanzimat dönemine kadarki sürede de geleneksel olarak
her yıl Ramazan ayının 15. gününden sonra padişaha sunulurdu. Prof. Dr. Nazan
Apaydın Demir’in bu konudaki çalışması
Osmanlı’nın bu konuda ne kadar özenli
olduğunu gözler önüne seriyor:” Osmanlı
İmparatorluğu’nda koku, adeta bir devlet
politikası halini almış ve resmi protokolün
bir parçası olarak uygulanmıştır.
Buhur suyu, Hırka-i Şerif Alayı’na katılacaklar için davetiye yerine geçerdi. İngiliz
elçisi, Kraliçe Elizabeth’e sunduğu raporda İstanbul’da şerefine verilen ilk ziyafette
yemek bitince ellerini “buhur suyu” denilen
içinde öd ağacı, misk, sandal ağacı ve çiçek
suyu bulunan çok güzel kokulu bir su ile
yıkadığını büyük bir heyecan ile yazmıştır.
1708 tarihli Çamaşırcı başı Yusuf Ağa’nın
defterinde buhur suyu ile ilgili detaylı bilgi-
69
Gülsuyu için adına
“gülabdan” denilen ve
bu mis kokulu suyun
sunumu için özel olarak
tasarlanmış şişeler
üretilirdi. Üstelik de her
biri özel olarak ince ince
işlenmiş, el yapımı şişeler…
ler yer almaktadır. Bu kayda göre padişah,
çamaşırcı başının sunduğu buhur suyunu
kabul ettiğinde; 15 altın çamaşırcı başına,
bine r akçe de diğer yoldaşlarına dağıtmak
üzere ihsanda bulunmuştur.
Buhur suyunu devlet ricaline götüren ağalara da, devlet ricali tarafından mevkilerine uygun birer hediye ve bahşiş verilmesi
de eski adetlerdendi. Yıllar geçtikçe buhur
suyu getiren ağalara verilmesi zorunlu hale
getirilen bu hediye ve bahşişlerin ricale
ağır geldiği de ifade edilmeye başlanmıştır.
Bu durumu işiten Sultan III. Mustafa’nın
bundan böyle sadrazam ve şeyhülislam dışında ricale, buhur suyu gönderilmemesi
için talimat verdiği de yine kayıtlarda yer
almaktadır.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde buhur suyunun İstanbul’daki misk satıcılarında ve
gül suyu esnafında bulunduğunu, halka satıldığını yazmıştır.”
Osmanlıda en çok tercih edilen kokulardan
biri de gülsuyu idi. İslam’daki yeri ve anla-
mı da tercih edilmesi için güçlü sebeplerden biriydi. Hem ilahi güzelliği hem de Hz.
Muhammed (SAV)’i temsil eder gül. İslam
inancı için bu kadar önemli bir yere sahip
olan gülden elde edilmiş olan gülsuyu da
mevlitlerin olmazsa olmazlarıdır. O kadar
ki adına “gülabdan” denilen ve bu mis kokulu suyun sunumu için özel olarak şişeler
üretilirdi. Üstelik de her biri özel olarak
ince ince işlenmiş, el yapımı şişeler…
Gül suyu ve buhur suyu dışında Osmanlı’da
kullanılan bir diğer parfüm de “galliyeler”
idi. Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir galliyeler ile ilgili oldukça ilginç paylaşımlarda
bulunuyor: “Galliyeler hakkındaki en eski
bilgilere 1640 tarihli Es’ar Deftreri’nde
rastlanıyor. Galliye, misk ve amber karışımına sümbül, tütsülenmiş söğüt, saf beyaz
mum ve nişasta eklenerek hazırlanmaktadır. Bu kokular galiyedan denilen küçük
kaplar içinde saklanır ve parmak ucuyla
çok az alınarak saç ve kaşlar üzerine sürülerek kullanılan parfümlerdi. 20. Yüzyılın
başlarına kadar seyyar esans satıcılarının
çantalarında bulunabilen ve erkeklerin bıyıklarına sürerek kullandıkları galiyeler,
Kafe-i Misk-İ Fiamator ve Kalye-i misk-i
Mısır olmak üzere iki şekilde anılmaktadır.”
Osmanlı’da hem sarayda hem de halk arasında bir hayli önemli ve saygın bir yere sahip olan kokular, sadece hoş kokmak için
değil, yemeklere hoş bir koku katmak için
de kullanılıyordu. O zamanlardan bu zamanlara gelen bazı yemek ve tatlılar bunun
en güzel ispatı. Güllaç ve gülsuyu şerbeti
tıpkı o günlerde olduğu gibi bugün de özellikle Ramazan ayının ve mevlitlerin vazgeçilmezleri arasında.
70
DOĞRU PROGRAM,
DOĞRU GIDALAR:
SAĞLIKLI BİR KIŞ
Bağışıklık Sistemi, vücuda zararlı olan bakteri,
virüs, mantar gibi yabancı maddelere karşı
koruyan hücre, doku ve organlardan oluşan bir
yapıdır.
71
Bağışıklık Sistemi için
Önemli Vitamin ve
Minaraller: A, C, E,
B6, B12 Vitaminleri,
Demir, Selenyum,
Çinko Mineralleri,
Flovonoidler.
Dyt.Şule İskender
Beyaz Kanatlar Sağlıklı Yaşam Eğitim ve
Danışmanlık Merkezi
Havaların çok soğuk olduğu şu günlerde
hepimiz soğuk algınlığı, gribal enfeksiyonlar gibi bağışıklık sistemine bağlı rahatsızlıklarla daha sık baş etmek zorunda kalıyoruz. O nedenle gelin beraberce bağışıklık
sistemimizi her geçen gün daha çok nasıl
güçlendirebiliriz buna bakalım.
Bağışıklık Sistemi Nedir ?
Vücuda zararlı olan bakteri, virüs, mantar
gibi yabancı maddelere karşı koruyan hücre, doku ve organlardan oluşan bir yapıdır.
Bağışıklık sistemimizi sürekli sağlıklı kılmak ve güçlendirmek için neler yapmamız
gerekir?
z
Yeterli ve dengeli beslenme
z
Düzenli uyku
z
Bol su tüketimi
z
Probiyotiklerin kullanımı
z
Omega 3 kullanımı
z
Spor yapmak
Bağışıklık sistemimizi neden
güçlendirmeliyiz?
z
Enerjimizi yükseltmek
z
Enfeksiyonlara karşı korunmak
z Kanser ve pek çok bağışıklık sistemi
hastalıklarından korunmak
A Vitamini: Kırmızı et, karaciğer, böbrek,
balık, peynir gibi hayvansal gıdalarda. Havuç, greyfurt, kayısı, bal kabağı ve yeşil yapraklı sebzelerde bulunur. 2-3 köfte büyüklüğünde karaciğer bir kişinin bir haftalık
ihtiyacını karşılar. 100 gr çiğ yeşil yapraklı sebze 2 günlük ihtiyacın, 3 adet kayısı 1
günlük A Vitamini ihtiyacını karşılar.
C Vitamini: Maydonoz, yeşil biber, kırmızı
biber, ıspanak, karnıbahar, lahana, kuzu
kulağı, roka,kivi, portakal, limon, mandalina, greyfurt, şeftali, çilek, kuşburnu. Kış
aylarında limonlu ılık su bağışıklığı kuvvetlendirir. Tropikal meyvelerdeki guava çok
yüksek oranda C vitamini bulundurur.
E Vitamini: Kuru baklagiller, fındık, fıstık,
badem, ceviz, yeşil yapraklı sebzelerde bulunur. Grip virüsüne karşı direnci arttırır.
B6 Vitamini: Nohut, somon, tavuk, kırmızı
et, patetes, muz, bulgur, kuruyemiş.
B12 Vitamini: Karaciğer, somon, kırmızı
et, süt, yoğurt, peynir, yumurta. Yetersizliğinde bağışıklık sistemi için önemli olan
antikor üretiminde azalmaya neden olur.
Yaşlılarda B12 emilimi azalır, o yüzden de
yoğun olarak eksikliği görülür.
Demir: Karaciğer, kırmızı et, beyaz et, yumurta, pekmez, kuru baklagiller, kuru
üzüm, kuru kayısı, kuru erikte bulunur.
olarak vitamin ve minerallerin vücutta emilimini arttırır, toksik maddelerin vücuttan
daha kolay atılmasını sağlar.)
Likopen: Domateste bulunur. Vücuda alımı
pişmiş domatesten daha kolay sağlanır. Bu
nedenle yazdan hazırlanan pişmiş menemenlik malzeme, domates suyu, salça en
iyi likopen kaynaklarıdır.
Baharatlar: Zencefil, zerdeçal, çörek otu
( çöre otu ), ekinezya iyi koruyuculardır.
Turpgillerin hepsi: kırmızı turp, şalgam,
pancar, kırmızı havuç bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmek için iyi besin kaynaklarıdır.
Bütün bunlara rağmen sağlıklı bir vücut
deyince nedense akla gelen ilk şey zayıf
olmaktır. Kilo hepimizin çokça üzerinde
düşündüğü bir konu. Modern çağ insanına medya tarafından dayatılan bir güzellik
kavramı var. Bizler de bu güzel kavramına
ulaşmaya çalışıyoruz. Önemli olan sadece
görsel olan o kavrama ulaşmak. Her ne
pahasına olursa olsun. Sağlıklı kilolarda
olmayı önemsemek yerine güzel görünmek
hedef. Ya bu durum sağlığımızı kaybettiğimiz bir güzellik olursa?
Hepimiz kilo vermek, diyet yapmak deyince
birşeyler biliyoruz, fakat bunun ne kadarı
doğru?
Çevresel zararların etkisini azaltmak
Selenyum: Sarmısak, somon balığı, karides.
Yeterli ve Dengeli Beslenme: Almamız gereken besin ögelerini yeterince ve doğru
şekilde vücudumuza almaktır.
Üstelik bazen de gerçekten metabolizmamızdan ya da biyolojik bazı sorunlardan
kaynaklanan durumlar var.
Çinko: Deniz mahsulleri, kırmızı et, tavuk,
süt, peynir, kuru baklagiller, kakao.
Önce gelin bir bakalım neden kilo alırız?
Bağışıklık Sistemi için önemli vitamin ve
minaraller: A, C, E, B6, B12 Vitaminleri,
Demir, Selenyum, Çinko Mineralleri, Flovonoidler.
Bakır: Kırmızı et, kuru baklagiller, patates.
1)Aşırı Besin alımı :Günlük enerjinin alınması gerekenden fazla alınması
Omega 3: Özellikle somon, ton balığı, alabalık, uskumru, semiz otu, ceviz.
z
Probiyotikler: Kefir, turşu, boza, şalgam.
(Bağırsak florasını düzenler ve buna bağlı
a)Karbonhidratlı besinlerin fazla alınması
(pilav,makarna,ekmek,hamurişleri,tatlılar
vs)
72
2-3 köfte
büyüklüğünde
karaciğer bir kişinin
bir haftalık A Vitamini
ihtiyacını karşılar. 100
gr çiğ yeşil yapraklı
sebze 2 günlük
ihtiyacını, 3 adet
kayısı ise 1 günlük
ihtiyacını karşılar.
b)Yağ tüketiminin fazla olması
c)Yanlış beslenme alışkanlıkları
-Ara öğün yapmamak
-Bir öğünde çok fazla yemek yemek
-Duygusal durumlara göre beslenmeyi kontrol edememek; üzüntü,sinirlilik
mutsuzluk,tatminsizlik gibi duygusal dünyayla başa çıkamayıp yemek miktarını arttırmak
-Fast food tarzı beslenme
2)Fiziksel hareketin yetersiz olması
3)Kalıtımsal nedenler
4)Hormonal nedenler:
-Hipotrid :Troid fonksiyonlarının yavaş çalışması
-Hipofiz, böbreküstü, pankreas ve cinsiyet
hormonlarının yapımında ve fonksiyonlarındaki bozukluklar
-Cushing sendromu
-insülin direnci
-Menepoz döneminde ki hormonel değişiklikler sonucunda kişinin iştahı artabi-
lir, bazal metabolizma hızı yavaşlayabilir
(uyurken organların yaktığı kalori) ve enerji
dengesi bozularak şişmanlık oluşabilir.
5)Vücutta bazı minerallerin azlığı
-Demir eksikliği
yaşında biter, kadınlarda daha erken başlar
70 yaşında biter.
7)Bazı ilaçlar
-Doğum kontrol hapları
-B12 eksikliği
-Psikolojik tedavide kullanılan ilaçlar: antidepresan, duygu durum düzenleyici ilaçlar
-Folik asit eksikliği
-Nöroloji alanında kullanılan ilaçlar
-Vitamin D eksikliği
Kilo alma nedenimizi tespit ettikten sonra
eğer bu biyolojik bir sorunsa önce o sorunu halletmeli, daha sonra sağlıklı beslenme eğitimi almalı, sağlıklı bir şekilde kilo
vermeli, sağlıklı kilo aralığında olmalı ve
edindiğimiz beslenme davranış ve alışkanlıklarını hayatımıza uygulamalıyız.
Bazı minerallerin azlığı kilo alma nedeni
olabilir yada kilo vermek sürecini yavaşlatabilir.
6)Yaş ve cinsiyete bağlı nedenler: Yaşın
ilerlemesiyle birlikte vücut çalışması için
harcanan enerji(BMH) yavaşlar, fiziksel
aktivite azalır. Harcama azaldığında enerji
alımı azaltılmazsa enerji dengesi bozulur
ve ağırlık artar.
Kadınlarda vücutta yağlanmanın erkeklere
oranla daha erken başlaması, gebelik-emziklilik dönemlerinde alınan fazla kilonun
verilememesi ve vücutlarındaki kas oranının daha düşük olması sonucu şişmanlık
daha çok görülmektedir
Erkeklerde yağlanma 20 yaşında başlar 60
Yaşam tarzı değişikliği yapılmadığı sürece
vücut tekrar eski kilosuna geri dönecektir. Her yeni diyet programı bir öncekinden
daha zor bir sürece dönüşecektir.
Amaç sadece görsel güzellik olmamalı.
Görsel güzelliği sağlıklı kilolarda, sağlıklı
bir vücuda sahip olmak olarak algılamalıyız.
73
74
AYAĞINIZA
SAĞLIK
Derinizde, su toplamaları, kızarıklık, nasır
oluşumu veya acı veren bir oluşum olduğunda
harekete geçin. Tabanınızda çökme, ağrı,
topuk ağrısı veya bacaklarınızda bir ağrı varsa
harekete geçin.
75
Doğru ayakkabıyı
doğru aktivitede
giyilmeli. Eğer yürüyüş
yapacaksanız yürüyüş
ayakkabısı giymeli.
Ayakkabı seçerken
rahat olmasına dikkat
edin.
Ne güzel söylemiş atalarımız “ İnsan ayaktan, at tırnaktan kapar” diye. Pek de yabana
atılacak gibi bir laf değil bu aslında. Çünkü
çoğu kez hoyratça davrandığımız ayaklarımız birçok hastalığın davetiyesi olabilir.
Aile Dostu: Sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?
Sevgi ÇORAPCI: Ben Sevgi Çorapcı, 1986
yılında Sydney Avustralya’da Sydney Institute of Technology’den, Podiatrist olarak
mezun oldum.
1986-1990 yılları arası Blacktown Health
Care, Hills Health centre ve Mt.Druitt polikliniklerinde hizmet verdim.
1990-1995 arasında Avustralya’da Cremorne bölgesinde kendi kliniğimi çalıştırdım.
1995 yılında Türkiye’ye ailemle birlikte taşındım. Antalya’da Akdeniz Tıp Fakültesi
sonra, Ankara Güven hastanesi ve 2003 yılında Ankara’da Sevgi Çorapcı Ayak Sağlığı
Merkezi’mi açarak bugüne kadar binlerce
hastanın ayak sorunlarına çare oldum.
Sadece Ayak adlı kitabımı yazarak halkımızı
bilinçlendirmeye çalıştım. Birçok TV programına katıldım ve yazılı medyada ayak
sağlığı ile ilgili röportajlar yaptım.
A.D. : Gün içinde hoyratça kullandığımız
ayaklarımızın sağlığı aslında en az diğer
uzuvlarımız kadar önemli. Peki neden?
A.D. : Ayaklarımızdaki bir takım sıkıntıları
anlayabilmek için yapılan test ya da ölçümler var mıdır?
Sevgi ÇORAPCI: Ayaklarımız maalesef en
ihmal ettiğimiz uzuvlarımızdır çünkü çok
uzaktalar. Çoraplarımızı ve ayakkabılarımızı giyeriz ve onlar bizi rahatsız etmedikçe
onlarla pek ilgilenmeyiz. Yaşımız ilerledikçe hareketimiz azalır, gözlerimizin görüşü
azalır, göbek büyür ve ayaklarımız ulaşılamaz olur.
Sevgi ÇORAPCI : Ayaklarımızda taban çökmesi, topuk dikeni, genel taban ağrısı, diz
ağrısı, yürüme bozuklukları, haluks valgus
kemik çıkıntısı veya genel postür bozukluğu olduğu zaman Podiatrist o kişiyi muayene eder. Bunun muayenesi farklıdır çünkü
sorunun nereden kaynaklandığını anlamalıyız. Nasıl ayağımızdaki şekil bozukluğu
dizlerimizi etkiliyorsa aynı zamanda dizlerimizdeki sorun da ayağımızı ağrıtabilir.
Muayene ederken, iskeleti, yumuşak dokuyu, postür ve gerekiyorsa ayaktaki basınç
noktalarını ölçeriz.
Aynı zamanda Türkiye’de ayak sağlığı ile
ilgili bilinç düşük ve yapılan aktivitelerde
yanlış ayakkabı giyerek Türk insanı ayaklarını hoyratça kullanıyor.
A.D. : Ayağımızla ilgili ne tür şikayetler bizi
harekete geçirmeli?
Sevgi ÇORAPCI: Ayaklarınız; kaşınıyor,
kokuyor, acıyor veya ağrıyorsa harekete
geçin. Tırnaklarınızın rengi ve yapısı değişiyorsa, kalınlaşıyorsa, şekli değişiyorsa
ve batıyorsa harekete geçin. Derinizde, su
toplamaları, kızarıklık, nasır oluşumu veya
acı veren bir oluşum olduğunda harekete
geçin. Tabanınızda çökme, ağrı, topuk ağrısı veya bacaklarınızda bir ağrı varsa harekete geçin.
A.D. : Kişi ayak sağlığıyla ilgili bir sorun olduğundan şüpheleniyorsa nereye başvurmalı, nasıl bir yol izlemeli?
Sevgi ÇORAPCI: Podiatrist; ayak ve ayaktan kaynaklanan sorunlara bakan bir sağlık
profesyonelidir. Tabii ki kişinin ayak sorunu
varsa bu konunun uzmanına gitmeli, o da
bir Podiatrist’tir .Maalesef ülkemizde Podiatri eğitimi veren yüksekokul yoktur . Sadece Türkiye’de geçen yıldan itibaren mezun
olan ‘Podolog’ lar vardır. Ayrıca sektördeki
76
Ayaktaki sorunun
doğru teşhisi
konulmazsa ve
tedavi yöntemi
doğru yapılmazsa
küçük olan bir sorun
büyüyüp uzvun
kaybına bile yol
açabilir.
bu boşluğu fark eden bazı kişiler kendilerine Podiatrist veya Podolog demektedirler.
Diplomaları olmayan 1 ya da 2 aylık eğitimlerle ayağa müdahale etmeye çalışan bu
kişilere dikkat edilmelidir.
A.D.: Birebir ayaklarımızla bağlantılı olarak
vücudumuzda ne gibi hastalıklar baş gösterebilir?
Sevgi ÇORAPCI : Ayaklarımız genel sağlığımızın aynasıdır. Bedeninizdeki hastalıklar
deriyi, tırnakları ve iskeleti etkiler.
Birkaç örnek verecek olursak:
Diyabet hastasında ayaktaki belirtiler; deri
kuruluğu, tırnak ve deri mantarı, ayakta
hissizlik, dolaşım bozukluğu veya yaraların
iyileşmemesi şeklindedir.
Romatizma hastasında; ayak ağrıları, nasır, deride kuruluk, tırnaklarda kalınlaşma
meydana gelebilir.
Dolaşım bozukluğu; deride kuruluk ve incelme, kalın tırnaklar, morarma şikayetleri
ile görülebilir.
tırnak, nasır, tırnakta kalınlaşma ve mantar, ayakta siğil , taban çökmesi, topuk dikeni ve genel ayak ağrıları şeklinde oluyor.
için tedavi yöntemleri de değişiyor muhakkak. Biraz bu yöntemlerden bahsedebilir
misiniz?
Aynı zamanda; diyabet hastaları, ayaklarını
göremeyen, ulaşamayan ve bakımı ile ilgilenemeyenler başvuruyorlar.
Sevgi ÇORAPCI: Ayakta oluşabilecek o kadar çok sorun var ki, onların tedavilerini
tek tek anlatmak pratik olmayacak. Ancak,
ayak tedavisindeki en önemli unsurlardan
biri aletlerin steril olması ve yapılan işlemin doğru uzman tarafından yapılması.
Çünkü ayaktaki sorunun doğru teşhisi konulmazsa ve tedavi yöntemi doğru yapılmazsa küçük olan sorun büyüyüp uzvun
kaybına bile yol açabilir.
A.D. : Herhangi bir şikayeti olmayan biri
korunma amaçlı ne gibi önlemler almalı?
Sevgi ÇORAPCI : Ayaklarımızı temiz tutalım, parmak araları kuru ve diğer yerleri
nemli tutalım. Ayaklar hava almalı, ne çok
sıcak ne de soğuk olmalı. Tırnaklar doğru
kesilmeli, çok kısa kesilmemeli ve uzun
tutulmamalı. Doğru ayakkabıyı doğru aktivitede giymeli. Eğer yürüyüş yapacaksanız yürüyüş ayakkabısı giyilmeli. Ayakkabı
seçerken rahat olmasına dikkat edin. En
rahat ayakkabı; dolgu ve 4-5 cm yükseklikte bir topuğu olandır. Ayağın şekline göre
ayakkabı seçilmeli. Pamuklu veya gümüş
iplik içeren çoraplar giyilmeli. Lastiği az olmalı yani ayakları boğmamalı.
A.D. : En çok hangi sıkıntılarla başvuruyorlar size?
Ayaklarınızı gereksiz kurcalamayın ya da
başkalarına kurcalatmayın. Pedikür yapılacaksa tırnaklar şekline göre kesilmeli.
Tırnak diplerindeki kütikülleri aldırtmayın.
Tırnak törpüsüyle tırnaklarınızı kaldırtmayın.
Sevgi ÇORAPCI: En sık başvurular; batık
A.D.: Ayakta baş gösteren rahatsızlıklar
Tiroid; deride aşırı kuruluk ve tırnaklarda
beyazlaşma ve kalınlaşmaya neden olabilir.
A.D.: Ayak bakımı ve sağlığında eskiye
oranla teknolojik ve tıbbi açıdan nasıl gelişmeler yaşanıyor?
Sevgi ÇORAPCI: Türkiye’ye 20 yıl önce geldiğimde ayak bakımını pedikürcüler pedikür adı altında yapıyorlardı. 20 yıl sonra
ise pedikürcüler ‘ayak bakımı’ yapıyorlar.
Alınan eğitimde değişiklik olmadan yapılan
işin ismi değişti.
Ancak sonunda ‘Podoloji’ (Ayak bakım Teknisyeni) eğitimi başladı. Türkiye için ayak
sağlığı konusunda en önemli gelişme budur.
77
78
NE KADAR MODAYI TAKİP EDERSEK EDELİM HERKESİN
KENDİNE HAS BİR TARZI VARDIR PEK DE DIŞINA ÇIKMAYA
CESET EDEMEDİĞİ. ANCAK BU YILIN KIŞ KREASYONLARI BUNU
DEĞİŞTİRMEK KONUSUNDA BİR HAYLİ İDDİALI.
79
Bu kışın çok konuşulacak ve çok
aranacak parçalarından biri de triko
elbiseler olacak. Farklı renkleri ve
trikodan beklenmeyecek kadar farklı
modelleri ile bu elbiseler modacıların
en yerinde çalışmalarından olmuş.
50’LERİN ETEKLERİ
Bu yıl sıkça karşılaşacağımız giysilerin
başında etekler geliyor. Ancak bu seneki
modeller bizi alıp taa 1950’lere götürecek.
O zamanların en moda giysilerinden olan
kloş etekler, bu yıl da kışa damga vuracak
gibi. İster diz hizasında ister ayak bileğinde
bitsin her iki boy da oldukça şık. Özellikle
tesettür giyim tercih eden bayanlar için
botlarla veya çizmelerle kombin edilmiş
uzun tasarımlar oldukça göz dolduracak
gibi görünüyor. Üstelik renk tercihinde de
özgürsünüz. Eskinin romantizmini günümüze taşıyan bu etekleri tarzınız ne olursa
olsun kullanmanız mümkün üstelik. Hoş
bir gömlek, fular ve topuklu olarak tercih
edeceğiniz ayakkabılar ile klasik bir şıklık
yakalayabilirsiniz. Ya da spor bir deri ceket
ve vintage tarzı botlarla aynı eteği spor bir
kombinasyonla kullanabilirsiniz.
KAR TANESİ DESENLİ
KAZAKLAR
Eskilerin geri dönüşü kazaklarda da kendini hissettirecek bu kış. Üstelik tek başına da değiller. Yine bir zamanların oduncu
gömleklerinin renkli, kareli desenleri bu
senenin gömleklerinde de yeniden hayat
buluyor. Bize kışı hissettiren koyu renk ka-
zakların üzerindeki rengarenk desenlere,
hareketli tonları ile eşlik ediyorlar.
süveter de sizi oldukça farklı ve şık bir gögö
rünüme kavuşturabilir.
Kazaklardaki, nakışlara benzetilmiş bu
desenlerin yanı sıra sade ve özellikle kısa
kollu olanlarını da sıklıkla göreceğiz bu kış.
Eğer günlük hayatın dışında, iş yerinde de
tercihiniz kazaktan yana olacaksa bu modeller tam size göre. Hemen hemen her
rengin içine tercih edebileceğiniz beyaz bir
gömlek ile oldukça şık bir görünüme kavuşmanız işten bile değil.
BU SENE ELBİSELER ÇOK
FARKLI
GÖSTERİŞLİ BLUZLAR
Modadaki eskiye dönüşün en dorukta yaşandığı parça 2016 kışında bluzlar olacak.
Ortaçağın bütün ihtişamını yansıtan bu hareketli, kocaman fiyonklu yakalar ve geniş
kesimli ve bilekte bir manşetle toplanmış
kollar sıradan bir pantolonu bile olduğundan çok daha yukarılara taşıyabilir.
Eğer siz de modada zıtlıktan hoşlanıyorsanız bu gösterişli bluzların altına giyeceğiniz spor kesim bir pantolon ve bir çift spor
ayakkabı sizi çok da göze batmadan amacınıza ulaştırmış olacaktır.
Bu harika parçalarla ilgili ufak bir kombin
tüyosu da verelim. Pastel tonlarda bir bluzun üzerine tercih edeceğiniz desenli bir
Sıkıştırılmış kumaş olarak da bilinen, kaban kumaşından yapılmış elbiseler bu kışın en gözde parçalarından olacak. Her ne
kadar ilk bakışta bir mantoyu andırsa da
hemen sonrasında aslında bunun bir elbise
olduğu ve sizin de modayı takip etme konusunda ne kadar cesur olduğunuz hemen
fark edilecektir.
Kendinden desenli ve renkli kumaşların
tercih edildiği bu kalın ve sıcacık elbiseler
için etek boyu diz altı veya ayak bileği. Deri
çantalar ve bileğin biraz üzerinde biten botlarla görünüm olarak daha da estetik bir
sonuç da yakalayabilirsiniz.
TRİKO HER YERDE
2015-2016 kışı tam trikoların hakimiyetinde geçeceğe benziyor. Kazaktan, hırkaya,
süveterden elbiseye… Evet evet yanlış okumadınız elbise… Bu kışın çok konuşulacak
ve çok aranacak parçalarından biri de triko
elbiseler olacak. Farklı renkleri ve trikodan
beklenmeyecek kadar farklı modelleri ile
bu elbiseler modacıların en yerinde çalış-
80
malarından olmuş. Özellikle pastel renklerin ve bilhassa siyahın tercih edildiği renk
seçimi her zevke de hitap ediyor üstelik.
Genel olarak spor bir çağrışım yapsa da topuklu botlarla da hiç fena durmuyor.
Triko egemenliğindeki bu elbiselerin en
güzel yanı ise birçok farklı kombinde kullanılabilmesi. Üzerine giyeceğiniz bir kot
ceketle günlük, boynunuza alacağınız bir
fularla ofis için ya da farklı ve gösterişli taşlardan yapılmış takılarla dışarıda yenecek
bir akşam yemeği için bile oldukça ideal
olabilir.
PUANTİYEYE ÇİÇEK EKLENDİ
Bu yıl da geçen yıl olduğu gibi puantiyeler
zirvedeki yerini koruyor. Küçük ya da büyük
hiç fark etmeden süslemeye devam edecek elbise dolaplarını. Ancak bu kış onlara
eşlik edecek oldukça dişli bir rakipleri var:
kocaman çiçekler. Özellikle soğuk ayların
vazgeçilmez kumaşı olan kaşelerde sık sık
karşımıza çıkacak çiçekler. Üstelik de bir
hayli canlı renklerde. Pastel tonların tercih
edildiği tek renk kaşe elbise ve eteklerin
üzerinde cıvıl cıvıl ve kocaman çiçekler eskilerin kanaviçesini andırmıyor değil hani.
KÜRKLER YAKAYA ÇIKTI
Tamamen kürkten yapılmış hırka veya kabanları artık görmeyeceğiz bu kış. Çünkü
kürkler bu sene daha çok yakalarda olacak.
Üstelik sadece kaban ve hırka yakalarında
değil. Kazakların yakalarında da sıklıkla kürke yer verilmiş. Özellikle öne çıkan
renkler ise karamel ve siyah. Size bu konuda küçük bir de kullanım hilesi verelim.
Eğer kürkleri çok seviyorsanız ve bunun
sadece bir hırkanızın yakasıyla sınırlı kalmasını istemiyorsanız bunun için oldukça
ekonomik bir yol kullanabilirsiniz. Bu yıl
yine oldukça fazla karşımıza çıkacak olan
kürk etollerden istediğiniz veya gardırobunuza uyan bir iki tane edinin. Uygun renklerle kombinleyip boynunuza alacağınız bu
etoller sizi büyük bir ekonomik yükten kurtarmış olacak. Böylece hangi hırka, kazak
ya da kabanı isterseniz sanki yakası kürklü
imiş gibi gösterebileceksiniz.
81
82
Bu sene
Ne ile Isınalım?
Gün boyu kombiyi düşük bir ısı seviyesinde ancak sürekli
çalıştırmak, evin ısısı stabil kalacağı için aşırı bir güç ve gaz
harcaması yapılmasının önüne geçmiş olacaktır.
83
Artık birçok şehirde
doğalgaz kullanımı yaygın
olsa da hala doğalgazın
gitmediği yerleşim
yerlerimiz var. Ya da
doğalgaz olmasına rağmen
gerek keyfe keder bir tercihle
gerekse mecburiyetten soba
kullananların sayısı hiç de
az değil.
Kış gelecek, geliyor derken sonunda kapıya
dayandı. Soğuk havaların ısıttığı tek yer ise
cebimiz muhakkak. Her ne kadar ısınma
tercihlerimiz farklı farklı olsa da bir gerçek
var ki o pek de değişmiyor: Sıcacık kış gecelerinin içimizi yakan maliyeti.
Yaşanılan bölgeye veya şehre göre şekilleniyor elbette ısınma tercihleri. Ancak aslına
bakılacak olursa sağlığımız ve cüzdanlarımız için faydalarını ve zararlarını da gözden
geçirmek lazım bu tercihi yaparken.
Doğal Gaz
Doğal gaz teknolojinin insan hayatına en
güzel katkılarından biridir şüphesiz. Sadece bir tuşu çevirerek ya da bir düğmeyi
açarak bütün evi ısıtmanın mümkün olduğu
bu sistem sayesinde çetin kış soğuklarını
evimizin içinde hissetmiyoruz.
Mesela herhangi bir veya birkaç odayı kapatmak ya da genel olarak kombiyi sürekli
kapalı tutup çalıştırmak için özellikle akşam saatlerini beklemek aslında bir tasarruf hareketi değil. Tam tersine bu durumda
kombiniz o saate kadar buz gibi olan evinizi
normal bir ısıya getirebilmek için normalden çok daha fazla güç ve gaz harcayacak.
Bunun önüne geçmek içinse mümkünse
evin bütün odalarındaki petekleri kullanmak ve gün boyu kombiyi düşük bir ısı seviyesinde ancak sürekli çalıştırmak gerekli.
Böylece evin ısısı stabil kalacağı için aşırı
bir güç ve gaz harcamasına gidilmeyecektir.
Elektrikli ısıtıcılar
Aynı zamanda diğer ısınma yollarına nazaran da tehlike oranı daha düşük. Kısa süreli
doğalgaz solumalarında herhangi bir zehirlenme söz konusu değil ancak bu sürenin
uzaması durumunda elbette hayati tehlikesi var. Ancak soba zehirlenmeleri gibi sık
karşılaşılan durumlarla kıyaslandığında
tehlike oranı oldukça az.
Isınma yolları arasında en fazla tartışılan
yardımcılardan biri elektrikli ısıtıcılardır.
Oluşturduğu elektromanyetik alan sağlık
açısından, elektrik faturasındaki şişkinlik de tüketicinin cebi açısından defalarca
tartışıldı durdu yıllarca. Üretici firmaların
ısrarla sağlık açısından herhangi bir sıkıntı
teşkil etmediği ve çok az elektrik tükettiği
yolundaki açıklamaları kullanıcılarının içini rahatlatsa da maalesef ki bu her marka
ürün için geçerli değil.
Mali açıdan da doğal gaz kullanımını olduğundan daha ucuza mal etmek mümkün.
Piyasada onlarca çeşit elektrikli ısıtıcı markası var. Ancak ne yazık ki bunlardan çok
azı gerçekten kaliteli üretilmiş malzemeden yapılmış. Geri kalan birçoğu ise taklit.
Üstelik de kötü taklitler.
Sağlığa etkileri konusundaki uzman görüşleri değişiyor. Kimileri baş ağrısı, halsizlik,
uykusuzluk gibi sorunlar doğurabileceğini
söylese de çoğu herhangi bir problem teşkil etmeyeceği konusunda hemfikir. Ayrıca WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından
yapılan açıklamaya göre de oluşturdukları
elektromanyetik alan nedeni ile baş ağrısı,
anksiyete (gerginlik), halsizlik, bulantı gibi
sağlık üzerinde olumsuz etkileri olduğu
konusunda öne sürülen görüşleri destekleyen bilimsel veri yok.
Gelelim elektrik maliyetine. Bunu anlatmanın en iyi yolu örneklemek galiba. Mesela
16 metrekarelik bir oda için, en düşük termostat ayarında kullanıldığında 1 saat için
elektrik harcaması yaklaşık 1 KW.
En Geleneksel Yöntem:
Sobalar
Artık birçok şehirde doğalgaz kullanımı
yaygın olsa da hala doğalgazın gitmediği yerleşim yerlerimiz var. Ya da doğalgaz
olmasına rağmen gerek keyfe keder bir
tercihle gerekse mecburiyetten bu yöntemi kullananların sayısı hiç de az değil. Peki
84
Klima ile ısınma yönteminin
pahalı mı yoksa ucuz mu
olduğu konusu hep biraz
tereddütte bırakır tüketiciyi.
Klimayı en verimli ve en
düşük maliyetle kullanmak
istiyorsanız bunun için ilk
şart ısıtacağınız alanın ya
da binanın yalıtımının çok
iyi olması.
gerçekten ekonomik mi? Evet ekonomik.
Çünkü kış ayları için alacağınız odun-kömür fiyatı ne kadar uygunsa kışı çıkaracağınız rakam da o kadar düşük oluyor. Ancak
tıpkı elektrikli ısıtıcılar gibi sobanın da tercih edilmemesinin başlıca sebeplerinden
biri sadece bulunduğu odayı ısıtması. Bu
yöntemde evin diğer odalarının kullanımın
işkence haline geldiği doğru. Çünkü diğer
ısıtıcılara oranla sobalar oldukça güçlü bir
kaynak. Üstelik de odanın tamamını kaliteli
bir şekilde ısıtmaya da muktedir. Bu sebeple de odadan çıktığınız anda dışarıdaki
soğuğu iki kat fazla hissediyorsunuz.
Ama bütün bunların yanında göz ardı edil-
memesi gereken en önemli nokta taşıdığı
yüksek risk. Özellikle kömür sobaları yüzünden her yıl yaşanan talihsizlikler çoğu
kez ölümle sonuçlanıyor. Bu yüzden de bu
ısınma yolunu seçecekseniz oldukça dikkatli olmanız gerekiyor.
Klimalar
Klimalar son yılların en gözde cihazlarından. Başlıca tercih nedeni ise hem kışın
hem yazın kullanılabiliyor olması. Ancak
tıpkı elektrikli ısıtıcılar ve sobalarda olduğu
gibi klimaların da sadece bulunduğu odayı
ısıtıyor olması dezavantajlarından biri. Klima ile ilgili olarak da sağlık açısından sı-
kıntı çıkarıp çıkarmadığı tartışma konusu.
Ancak klima üreticileri bu tartışmaya, hastanelerde bile klima kullanıldığını örnek
göstererek önde başlamış gibi görünüyorlar.
Bu ısınma yönteminin pahalı mı yoksa ucuz
mu olduğu konusuna gelince. Klimayı en
verimli ve en düşük maliyetle kullanmak
istiyorsanız bunun için ilk şart ısıtacağınız
alanın ya da binanın yalıtımının çok iyi olması. Eğer yalıtımsız veya yetersiz yalıtım
yapılmış bir mekan ısıtılacaksa bunun için
yöntem kesinlikle klima olmamalı.
85
86
ŞİİRİ OKUMAKTAN ÇOK,
SÖYLEYEN BİR ADAM. YANİ
HİSSETTİĞİ GİBİ, İÇİNDEN
GELDİĞİ GİBİ YANİ...
İBRAHİM
SADRİ
“Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim
Bir de yıldızları sevdim
Eylül akşamlarında gelip,
Gözlerinde tutulan.
Düştüğün zaman kanayan yaralarını
Ve tuhaflığını üşüdüğün zaman
Sakız satan çocukları
Yeni çıkan şarkıları
Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim
Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe
Ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte
Ben Sevdim mi ADAM GİBİ Severim”
87
Çok erken yaşlarda
pazarlama elemanlığı,
şarküteri tezgahtarlığı,
tavuk işçiliği yaptım.
1981 yılında düğün
salonlarında
komedyen olarak
sahneye başladım.
Başlayış, o başlayış...
Yıl 1998… Radyolar en birinci müzik dinleme aracı. Mp3 yok o zamanlar… Cd de yok
hatta… Kasetçalar var. Eğer bir walkman
sahibi iseniz sizden şanslısı yok. Ve işte o
zamanlar radyoların başından ayrılmadan,
daha girişini duyduğumuzda sesi sonuna
kadar açtığımız, ama sırf büyüsü bozulmasın diye dinlerken ağzımızı hiç açmadığımız
bir adam vardı. Yeni çıkmıştı. Şarkı falan da
söylemiyordu üstelik. Şiir okuyordu. Gerçi
O konuşsa da bize şiir gibi geliyordu ya…
Hiç bitmesini istemeyerek dinliyorduk…
Bütün kalbimizle dinliyorduk… Her birimiz
bir İbrahim Sadri olup oymuşuz gibi yaşayarak dinliyorduk… O “Adam Gibi” okuyor,
biz “Adam Gibi” dinliyorduk…
Aile Dostu: Çoğumuz, İbrahim Sadri’yi
“Adam Gibi” tanıyoruz aslında ama bir kez
de sizden dinlemeyi isteriz. Nerede, ne zaman doğdunuz? Hangi eğitimleri aldınız?
Evli misiniz? Çocuklarınız var mı? Gibi…
İBRAHİM SADRİ: 1963 İstanbul doğumluyum. Sırasıyla Işık Lisesi, Kasımpaşa Lisesi,
İÜ İşletme, Bilsak Tiyatro Atölyesi’nde tamamladım eğitimlerimi. 1986 yılından beri
evliyim. İki oğlum bir kızım var. Aslen Erzincanlıyım. Hayatımın tamamı İstanbul’un
eski ve güzel semtlerinde geçti: Fatih, Cihangir, Tophane, Kasımpaşa, Üsküdar. Bunun bana çok şey kattığına inanıyorum. Çok
erken yaşlarda pazarlama elemanlığı, şarküteri tezgahtarlığı, tavuk işçiliği yaptım.
1981 yılında düğün salonlarında komedyen
olarak sahneye başladım. Başlayış, o başlayış...
Aile Dostu: Tiyatro sizin ilk göz ağrınız. Hala
aktif olarak devam edebiliyor musunuz?
İBRAHİM SADRİ: Maalesef hayır. Ama çok
istiyorum. Şiir dinletilerimde aralarda küçük öyküler anlatarak o tiyatro sevdamı devam ettirmeye uğraşıyorum. Çok isterdim
hep bir tiyatro oyuncusu olarak kalmayı.
Kim bilir belki tekrar dönmek kısmet olur…
Aile Dostu: Şiir ne zaman ve nasıl girdi hayatınıza?
İBRAHİM SADRİ: Aslında ilkokuldan itibaren, bayramlarda törenlerde şiir okumaya
başlayarak. Mesela 7. Sınıfta henüz 14 yaşındayken İstanbul okullar arası şiir okuma
ikinciliğim var benim. Yıl 1977 idi sanırım.
Ama edebi anlamda hayatıma girişi 198182’de Mavera dergisi ve merhum Cahit
Zarifoğlu’nu tanımayla başladı. İlk şiirlerim
de o yıllarda yayınlandı.
Aile Dostu: Yerli ve yabancı şairler veya
akımlardan takip etikleriniz var mı?
İBRAHİM SADRİ: Akımlardan çok şairlerim
var benim. Her fırsatta döne döne okuduğum. Onlar beni hep yazmaya kışkırtmıştır. Zarifoğlu en başta.. Sonra.. Orhan Veli,
Nurullah Genç, Mevlana İdris, Necip Fazıl,
Refik Durbaş, Abdürrahim Karakoç, İlhan
88
Akımlardan çok
şairlerim var benim.
Her fırsatta döne döne
okuduğum. Onlar
beni hep yazmaya
kışkırtmıştır. Zarifoğlu
en başta… Sonra…
Orhan Veli, Nurullah
Genç…
89
“Bir yere kadar
aklınızla, mantığınızla,
tecrübelerinizle yol
alabilirsiniz. Amma bu
hayatta bir noktadan
sonra aşk gerektir
insana. O nimete
ermişlere ne mutlu!”
Berk, İsmail Kılıçaslan, Dilaver Cebeci, İbrahim Tenekeci…
Aile Dostu: Türkiye sizin önce şiir okumanıza hayran oldu. Sonra bir de bu şiirlerin bizzat tarafınızdan yazıldığını öğrendiğimizde
ise bu hayranlığımız daha da büyüdü. Ve biz
anladık ki siz bu işi gerçekten yüreğinizle
yapıyorsunuz. Bize şair, duygusal İbrahim
Sadri’yi anlatır mısınız? En çok nelere sevinir, nelere üzülür, vs…
İBRAHİM SADRİ: Teşekkür ederim, güzel
sözleriniz için. Kendimi bir şair olarak tanımlayamam. Ama iyi bir yorumcu olmaya çabaladığım doğrudur. Ben aslında şiir
okumaktan çok, söyleyen biriyim. Yani hissettiğim gibi, içimden geldiği gibi... Hayatımda ise merhamet benim olmazsa olmazımdır. Necip Fazıl diyor ya; “Merhamet...
Alem bu temel üzerinde” diye. İşte aynen
öyle.
Aile Dostu: Şiir ve aşk, ister bir insana dair,
ister maneviyata dair olsun her zaman aynı
anda gelir akla. Sizin aşka bakışınız nasıldır?
İBRAHİM SADRİ: Evet şiir aşka, aşk da şiire
çok yakışıyor doğrusu. Ben aşkın, muhabbetin Allah-ü Teala tarafından insanoğluna bahşedilmiş en büyük nimetlerden
biri olduğuna inanıyorum. Bir yere kadar
aklınızla, mantığınızla, tecrübelerinizle yol
alabilirsiniz. Amma bu hayatta bir noktadan
sonra aşk gerektir insana. O nimete ermişlere ne mutlu!
Aile Dostu: “Adam Gibi” sizin 6. Albümünüz
diye biliyoruz. Ve biz sizi bu albümle tanıdık? Neden daha önce değil de bu albümde? Farkı neydi sizce?
İBRAHİM SADRİ: Bilmem… Buna baht diyorlar galiba. Ama tabi Adam Gibi albümü
yapım olarak daha çok titizlendiğimiz bir
albümdü. İlk kez bazı şiirlerin arasına şarkılar koyduk filan… Yine de asıl cevap baht
ya da kısmette bence…
Aile Dostu: Hem kendi şiirleriniz için de
hem de diğer şairlere ait şiirler içinde bilhassa beğenerek yorumladığınız şiirler var
mı? Ve neden?
İBRAHİM SADRİ: Olmaz mı? Mesela rahmetli Abdürrahim ağabeyin Mihriban’ı…
Her bir dinletide olmazsa olmazımdır. Atilla
İlhan’ın Ben Sana Mecburum şiiri de öyle…
Nurullah Genç’in Yağmur şiirini de okumayı
pek severim. Kendi yazmaya çalıştıklarımdan ise Bir Adın Kalmalı ve Bugün Pazar’ı
okumayı çok severim…
Aile Dostu: Biz, dinlemeye doyamadığımız
şiirleri ile tanıdığımız İbrahim Sadri’yi bir
gün kahvaltı haberlerini okurken bulduk
karşımızda. Biz sizin sesinizden ne olsa
dinleriz de sizin için nasıl bir deneyimdir
bu, onu gerçekten merak ediyoruz.
90
Yağmur var çok
sevdiğim rüzgar da
Bugün pazar daha
uyanmadı komşular
Damların üzerinde
kuşlar daha rahatlar
Radyolarda eski
şarkılar çalıyorlar bu
saatlerde
Gönül penceresinden
ansızın bakıp
geçenlere doğru
Yağmur da var çok
sevdiğim rüzgar da
Bugün pazar ve ben
seni çok özledim
İBRAHİM SADRİ: Hiç sormayın. Hayatımın
en zor ve en yorucu tecrübesiydi. Şartlar
öyle gelişti ve kendimi sabah haber sunarken buldum. Açık söylemek gerekirse çok
öğretici bir süreçti benim için. Mesleki anlamda yani. Ama çok zordu. Şimdi geriye
dönüp baktığımda bana yarar sağladığını
düşünüyorum. Keşke ülke gündemi o kadar
yoğun olmasaydı da ben de daha eğlenceli ve sevimli bir bülten sunsaydım. Yine de
çok şey öğrendim Kahvaltı Haberlerinden.
Aile Dostu: Yakın zamanda hayata geçecek
yeni projeleriniz var mı?
İBRAHİM SADRİ: Proje biter mi? Hayat bitince ancak… Kısmetse Aralık ayından itibaren yeniden bir şiir programı ile televizyona dönüyorum. Bununla birlikte sahnede
de sürpriz bir sanatçı dostumla “Yunus Diye
Göründüm” projesine başlayacağız. Bir de
aramızda kalsın önümüzdeki sene beni bir
sinema projesinde görebilirsiniz. Bakalım,
ya nasip!
Aile Dostu: Son olarak bize biraz evdeki
İbrahim Sadri’yi anlatır mısınız? Bize, karlı
havalarda kan kırmızı, dumanı üzerinde bir
bardak çayın kıymetini yeniden hatırlatan
bu şair çay mı sever kahve mi? Hangi yemeğe hayır diyemez? Hangi müzik iyi gelir
ruhuna? Hangi resimde dolar gözleri?..
İBRAHİM SADRİ: Biraz huysuz biriyim aslında evde. Çok şükür ki bana tahammül
etmeyi bilen bir aile efradım var. Aslında
kahveyi çok seviyorum, sade Türk kahvesini. Fakat sağlık sorunları nedeniyle biraz
seyrek içebiliyorum. Çayı akşamları içiyorum daha çok. Şekersiz. Yemek yemek kadar yapmayı da çok severim. Özellikle soslu, salçalı yemekleri. Tabi eşim bırakırsa
Her tür müziği dinlerim. Çalışırken ve yazarken ise genellikle new age ya da klarnet
taksimleri… Tiyatro ve sinema da olmazsa
olmazlarımdır. Ve okumak elbette… Hep
okumak…
91
92
ORTA ASYA’NIN
KIDEMLİ EV SAHİPLERİ:
ORTA ASYA
TÜRKLERİ
“TÜRK’ÜN İKİ OĞLU OLDU: TATAR VE MOĞOL”
93
Uygurların diğer Türk
Devlet ve topluluklarına
göre bir hayli gelişmiş bir
sosyal yapısı vardı. Ayrıca
onları kendilerinden önceki
topluluklardan ayıran çok
ciddi adımlar da atmışlardı.
Türkler’in bilinen ilk ana yurdudur Orta
Asya. Batı’da Hazar Denizi’nden Doğu’da
Kingan
Dağları’na,
Kuzey’de
Altay
Dağları’ndan Güney’de Hindukuş ve Karanlık Dağları’na kadar uzanan alanda kah
küçük topluluklar kah büyük devletler kurarak yaşamışlardır. İlk dönemlerinde genellikle göçebe yaşam tarzını tercih etmiş
olan Türk toplumunun daha sonra bu bölgeyi kendilerine Ana Yurt olarak seçmelerinin temel nedeni ise coğrafi yapısı ve iklim
şartlarının elverişli olmasıdır.
Herat şehri gücünün yanı sıra bilim alanında da önderlik etmiştir. Adını tarih kitaplarının ilk satırlarında okuduğumuz Ali Şir
Nevai o dönemde yetişmiş en önemli dilbilimci ve edebiyatçılardandır.
Afganistan Türkleri
Kırım Türkleri
Bilinen ilk resmi Türk devleti olan Asya Hun
devleti ve onu takiben kurulmuş Göktürkler, Uygurlar, Avarlar ve diğerleri… Yaşadıkları coğrafyaya bıraktıkları kültür de arkalarında bıraktıkları Türk toplulukları da
hala varlığını ve önemini korumakta. İşte
bu toplulukların en önemlilerinden olan Afganistan Türkleri de Akhunlardan bu yana
bu toprakların ev sahipliğini yapmakta. Akhunların yaptığı bu açılışın ardından Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Cengiz
İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü Güney
Türkistan en güçlü zamanlarını ise Timur
İmparatorluğu döneminde yaşamıştır. Bu
gün hala Türklerin yoğun olarak yaşadığı
Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler ve Özbeklerden oluşan Güney Türkistan’daki Türk
topluluklarının torunları bugün bölgede yaşamaya devam etmektedirler. Birliklerini
korumuş olmalarının bir neticesi olarak da
bugün hatırı sayılır bir söz hakkına sahiptir
Afganistan Türkleri.
Asya’da adından söz ettirmeyi başarmış bir
diğer tarih aktörü de Kırım Türkleridir. Altınorda Devletinin yıkılmasının ardından bayrağı onlardan devralan Kırım hanlığı, Fatih
Sultan Mehmet döneminde Osmanlı hakimiyetini kabul etmiştir. Küçük Kaynarca
Antlaşmasına kadar Osmanlı sınırları içinde yaşayan Kırım Türkleri kuzey sınırlarının
korunmasında da çok büyük rol üstlenmişlerdir. Bu anlaşmayla birlikte Osmanlı’dan
kopan Hanlık kısa bir süre sonra uğradığı
Rus işgali neticesinde oldukça sancılı bir
döneme girmiştir. Halkının büyük çoğunluğu soykırıma uğramış, geri kalanlar
ise Osmanlı’ya sığınmıştır. Öyle ki bugün
Türkiye’de yaşayan Kırım Türkü sayısı
Kırım’da yaşayanlardan fazladır.
Tatar Türkleri
Tatar Türkleri diğerleri içinde adından en
eski söz edilenlerdendir. Türk Dünyası Birlik Platformu’na göre, hakkında birden fazla farklı yorumda bulunulan Tatarlarla ilgili
çalışma bir hayli ilginç: “Tarihte Tatar adı
antik Çin yazıtları başta olmak üzere İran,
Hint ve Bizans kaynaklarında zikredilir.
Tatar adının ilk kullanımı Türk-Türük adı
kadar eskidir ve pek çok kez birbirinden
farklı Türkçe konuşan kabileler tarafından benimsenmiştir. Manası kesin olarak
bilinmeyen Tatar isminin en eski Türkçe
kelimelerden biri olduğu bilinmektedir.
Tatar adı tarihi kaynaklarda çeşitli Türk
topluluklarının yanında Moğollar için de
kullanılmıştır. Cengiz Han istilası pek çok
Türk, Fars ve Arap tarihçi tarafından Tatar istilası olarak adlandırılır. Bunda Moğol
komutanların ordularında Moğolların sekiz
katı kadar Türk askerinin olması da etkili
olmuş olabilir. Selçuklu ve Osmanlı kaynakları da Altınorda ve İlhanlı hükümetlerini ‘Tatar Devleti’ olarak zikreder. Moğol,
Tatar ve Türk isimleri bu yıllarda sıkça
birbirlerinin yerine kullanılmıştır. 15. yüz-
94
Kazaklar, Kırgızlar,
Türkmenler ve Özbeklerden
oluşan Güney Türkistan’daki
Türk topluluklarının torunları
bugün bölgede yaşamaya
devam etmektedirler. Birlik
ve beraberliklerini korumuş
olmalarının bir neticesi olarak
da bugün hatırı sayılır bir söz
hakkına sahiptir Afganistan
Türkleri.
95
Asya’nın en güçlü
hükümdarlarından biri de
Timur yani Türklerin kendi
aralarındaki deyimiyle Aksak
Timur’dur. Namı Avrupa’ya
kadar ulaşmış olan Timur’a
İranlılar Timur-leng,
Avrupalılar ise Tamarlane
demekteydiler.
yılda Emir Timur’un kendisi için yazdırdığı
şeceresinde şöyle denmektedir “Türk’ün
iki oğlu oldu: Tatar ve Moğol” Türk adlı kişi
burada tüm Türk ve Moğol boylarının ortak
atası olarak inanılan Oğuz Kağan gibi bozkır kavimlerinin ilk atasıdır.”
Tatar Türkleri kendilerini diğer topluluklardan farklı kılan bir özelliğe de sahipler:
“Milli hassasiyetleri üst seviyede olan Tatarlar, Türkçülük-Turancılık hareketinin de
mimarları olarak anılabilir. Nitekim Tatar
entelektüelleri, yine bir Tatar Türkü olan
Kırımlı İsmail Gaspıralı Bey’in izinden gide-
rek Cedidcilik hareketini Türk dünyasının
geri kalanına yaydılar. Türkiye’de Türkçü
cenahın başlıca doktrini olan Üç Tarz-ı
Siyaset bir Tatar Türkü olan Yusuf Akçura Bey tarafından kaleme alındı ve Osmanlı
içerisinde Türkçülüğün elitler tarafından
benimsenmesinin önünü açtı. Yine Kazak
ve Özbek milli hareketleri Tatar entelektüellerinden etkilenerek doğdu.”
Türk mimari eserlerini meydana getirmişlerdir.
Uygur Türkleri
Dünyanın sayıca en çok etnik toplum ve dile
sahip olduğu bölgelerinden biridir Kafkaslar. Ortak geçiş noktasında ve “kavimler
göçü” güzergahında olması bu bölgenin
kimliğinin de bu kadar çeşitli olmasının en
temel sebebidir. Kafkaslardaki bu etnik
topluluklardan biri de kültürünü yüzyıllar
boyunca korumayı başarmış olan KaraçayMalkar Türkleridir. Kafkasya’da oldukça
geniş ve farklı bölgelerde varlıklarına devam edegelmişlerdir. Ancak yerleştikleri alanlar sadece Kafkaslarla kalmamış
Anadolu’nun birçok ilinde ve yurtdışında da
kendilerine yurt kurmuşlardır.
Asya’da en eski Türk devletlerinden birini
de 745 Yılında Uygurlar kurdu. Önceleri Hun
devleti bayrağı altında yaşayan Uygurlar,
Hunların yıkılmasının ardından Göktürk himayesine girdi. Ancak boyunduruk altında
daha fazla yaşamaya tahammül edemeyen
bu Türk topluluğu da 745 yılında bağımsızlığını ilan ederek kendi devletini kurup Karabalgasun bölgesinde 95 yıl hüküm sürdü.
Uygurların diğer Türk Devlet ve topluluklarına göre bir hayli gelişmiş bir sosyal yapısı
vardı. Ayrıca onları kendilerinden önceki
topluluklardan ayıran çok ciddi adımlar da
atmışlardı:
z Göçebe hayattan yerleşik hayata geçerek
tarım ve ticaret faaliyetleriyle uğraşan İslamiyet öncesi ilk Türk Devletidir.
z Yerleşik hayata geçmelerinin bir neticesi olarak kurdukları köy ve kasabalarla ilk
z Çinlilerle iyi ilişkileri sonucunda ilk kez
kağıt ve matbaayı kullanmışlardır.
z Kullanmış oldukları Uygur alfabesini ise
kendileri oluşturmuşlardır.
Karaçay – Malkar Türkleri
Yazar Mirza Bala, Karaçaylar ile ilgili şöyle diyor: “Karaçay ve Malkarlar eski kabile
teşkilatını muhafaza ederler. Bu teşkilata
göre, kabilenin başında biy veyahut tavbiyler bulunurdu. Onları hür halkın nüvesine teşkil eden Özden veyahut Karaözdenler
takip etmekte idi. Geniş halk tabakası, ka-
96
Cengiz Han istilası pek çok
Türk, Fars ve Arap tarihçi
tarafından Tatar istilası olarak
adlandırılıyor. Bunda Moğol
komutanların ordularında
Moğolların sekiz katı kadar
Türk askerinin olması da etkili
olmuş olabilir.
97
İster göçebe yaşasınlar ister
yerleşik bir yaşam sürsünler
Türklerin özellikle Orta Asya
üzerindeki varlığı ve ağırlığı
hiç bir zaman bitmemiş,
en fazla zaman içinde yer
değiştirmiştir.
ra-kişi, yasakçı ve çağar gibi zümrelerden
ibaret idi. En aşağı tabakayı teşkil eden ve
Balkarlarda kazak ve karavaş denilen köleler Karaçaylarda kul adı altında birleşiyorlardı. İslamiyet’in intişarı, bu eski derebeylik teşkilatını temelinden sarsmış ve
kölelik müessesesini de yıkmış idi. Bunun
neticesi olarak, kul tabakasında zümreleşme vücuda gelmiş ve serbest bırakılan kölelerden ibaret bir azatlı sınıfı doğmuş idi.
Bilhassa Osmanlılar devrinde başlayan bu
içtimai ve medeni tekamül, Rus hakimiyeti
devresinde durmuş ve geriye doğru bir seyir takip etmeye başlamıştır. Ortaçağ kölelik nizamına dayanan derebeylik Rusya’sı
yeni imtiyazlar bahşetmek sureti ile biy ve
özdenleri kendine bağlamaya çalışıyor ve
kısmen muvaffak dahi oluyordu. Bolşevik
hakimiyeti devrinde ise bütün hakim zümreler imha edilmiş ve mülkiyete son verilmiş olduğu için millet sınıfsız bir cemiyet
haline getirilmiştir.”
Azerbaycan- İran Türkleri
Azerbaycan- İran Türklerinin İran’a yerleşimi 9. Yüzyılda Selçuklu Hanedanlığı zamanına denk gelmekte olarak bilinse de
aslında asıl yerleşim Selçuklulardan daha
önceki dönemde buraya yerleşen Türkmen
aşiretleri tarafından olmuştur. Horasan
bölgesinde yoğunlaşan Türk nüfusu 11 ve
12. Yüzyıllarda sayıca daha çok artış göstermiştir. 1941 yılına dek ülke sırasıyla Selçuklular, İlhanlılar, Safeviler, Nadir Şah ve
Kaçarlar yönetiminde olmuştur. Türk Dünyası Birlik Platformunun araştırmalarına
göre “günümüzde İran İslam Devleti’nin 74
milyonluk nüfusunun %35’i Azeri Türkleri
%3’ü Türkmenler, %2’si Kaşkaylar ve %2’si
Avşar, Kaçar, Halaç gibi diğer Türk boyları olmak üzere toplam %42’si Türklerden
%45 ise Farslardan oluşmaktadır. Türkler,
ülkenin Kuzeybatısı (Güney Azerbaycan) ile
güneyi ve kuzeydoğusunda yoğunlaşmaktadır. Tebriz, İsfahan, Urumiye ve Tahran
Türk nüfusunun en çok yaşadığı şehirlerdir.
Türkçe’nin dünya üzerinde en çok konuşulduğu ikinci şehir ise İstanbul’un ardından
İran’ın başkenti Tahran’dır.”
98
DOĞA’NIN BİLİNMEYEN, İLGİNÇ VE
ŞAŞKINLIK VEREN
HAYVANLARI
Hayalimizde bile canlandıramayacağımız kadar ilginç
yaradılışlı canlılar… Hayran olunacak güzellikte ve insan
tarafından ne kadar uğraşılsa elde edilemeyecek kadar farklı
ve parlak renkler… Yaşamın doğasına aykırı diyebileceğimiz
yaşam şekilleri… Yaratanın büyüklüğünü bir kez daha gözler
önüne sermez mi?
99
Dünyanın farklı bölgelerinde veya
okyanuslarında yaşayan birçok
canlı türü, biz henüz varlığından
bile haberdar olamadan nesli
tükenerek kayboluyor. Büyük bir
çoğunluğunun yok olma sebebi ise
maalesef yanlış avlanma.
Doğa, bildiğimiz ya da bilmediğimiz birçok
canlıya ev sahipliği yapıyor. Ve biz bunların
belki de büyük bir kısmının varlığından bile
bihaberiz... Henüz belki adını bile bilmediğimiz ve canlı olarak görme şansımızın
dahi olmadığı birbirinden ilginç bu hayvanlar, aslında yaşadığımız dünyanın ne kadar
büyük olduğunu bir kez daha hatırlatıyor
bize.
Okapi
Okapiler zürafagiller familyasının renkli
isimlerinden. Gövde kısmına bakıldığında
bir zebraya, boyun ve baş kısmına bakıldığında ise daha çok ata benzerler. Orman
zürafası veya Kısa boyunlu zürafa olarak da
adlandırılabilirler. Tahmini olarak maksimum yirmi bin civarında kaldığı tahmin edilen bu türün yaşam bölgesi ise Demokratik
Kongo Cumhuriyetidir.
Ortalama ömürleri 25 yıl olan Okapiler,
bölge halkı tarafından eti için avlanan bir
hayvandır. Ayrıca Okapiler etçil hayvanlar
değillerdir. Genellikle meyve, ot veya bazı
mantar türleri ile beslenirler. Hareketli
yaşam için gündüzleri tercih eden Okapiler geceleri dolaşmazlar. Okapiler sürüler
halinde yaşamak yerine yalnız yaşamayı
tercih ederler.
Quokka
Quokka hayvanı ile ilgili şöyle genel bir
bilgiye sahip olmak niyeti ile yapacağınız
araştırmaların hepsinde ilk cümle aynı:
“Dünyanın en sempatik ve cana yakın hayvanı.” Oldukça dost canlısı olan bu hayvan
bir o kadar da şirin. Bu sıcakkanlı hayvanın
özelliği ise neslinin tükenmesinin başlıca
sebebi. Sadece Avustralya’nın güneybatısında yaşayan bu canlıların en büyük dezavantajı yaşam alanlarını tilkilerle paylaşıyor olmaları. Kurnaz tilkilerin dostluk
gösterilerine aynı samimiyetle yanıt veren
Quokkalar bu iyi niyetlerinin bedelini ise
maalesef tilkilere yem olarak ödüyorlar.
International Union for Conservation of Nature (Uluslararası Doğayı Koruma Birliği,
IUCN) adlı kurum tarafından kırmızı listeye
alınan Quokkaların türü ciddi bir tehlike altında. Bu sebeple de bu hayvana yaklaşmak
dahi suç sayılıyor.
Aksolotl
Su dünyasının en sevimli üyelerinden olan
bu renkli canlıların boyu 10 ile 17 cm arasında farklılık gösterir. Türlerinin bir kısmı
oldukça parlak ve canlı renklere sahipken
aralarında bu açıdan oldukça fakir olanla-
100
En küçüğünden en büyüğüne,
en yırtıcısından en sevimlisine
kadar hemen hepsinin bir
var oluş amacı ve doğanın
hayranlık uyandıran
dengesi içinde çoğu kez yeri
doldurulamaz bir görevi var.
101
rı da mevcuttur. Oldukça ilginç bir gelişim
evresine sahip olan bu deniz hayvanları
hakkında Discovery Animal’ın araştırmasına göre:” Aksolotl amfibiler dünyasının
parmak çocuğudur. Çünkü daha su larvası evresindeyken kendi türünü üretmeyi
başarır. Bu; adi kurbağa, karakurbağası
ve keler gibi amfibilerin normal gelişmesinden farklıdır. Bu saydığımız hayvanlar
larva ya da tetar halindeyken sadece tatlı
suda yaşayabilirler. Ergin halde ise hem
karada, hem suda yaşamaktadırlar.” “Aksolotllar tam bir güven içinde bir arada tutulamazlar. Çünkü birbirlerinin bacaklarını
ve solungaçlarını koparıp atmaları ihtimali
vardır. Karşılarındakilerin kuyruklarından
parçalar da koparabilirler. Bu olaydan ve
birbirlerinden ayrıldıktan sonra eksik kısımları zamanla kendiliğinden yenilenir.
Doğada bağımsızca yaşayan aksolotllar
sadece Meksiko nehrinin etrafındaki belirli bazı göllerde bulunurlar. Bu hayvanlar o
bölgede nefis bir yiyecek sayılır ve kızartılarak yenirler. Aksolotl, Meksika dilinde su
eğlencesi anlamına gelir.”
Dugong
“Deniz ineği” takımının bir üyesidir. Okyanuslar başlıca yaşam alanlarıdır. Hint
okyanusu, Doğu Afrika, Güneydoğu Asya
kıyıları, Avustralya’nın kuzey kıyıları ve
Hindistan’ın batı sahilleri yaşamlarını sürdürdükleri sulardır. Ancak maalesef ki artık bu tür de diğer birçok tür gibi hatalı avlanma sebebi ile yok olmaya yüz tutmuştur.
Ortalama 2 ile 3 metre arasında değişen
boyları yüzünden her ne kadar et ile beslendikleri düşünülse de aslında Dugonglar
vejetaryendir. Bitkilerle beslenirler. Görünüm olarak ilk bakışta fokları andırsalar da
görüntü benzerliği dışında esasen bir ilgileri yoktur.
Sakallı Akbaba
Nuri kuşu, Kuzu kuşu ve Karakuş bilinen
diğer adlarıdır. Kilo olarak 5-7 kilo arasında
değişen ağırlıkları ve 95-125 cm arasında
değişen boyları ile oldukça ihtişamlı bir görünümleri vardır. Sakallı Akbabalar atmacagillerdendir. Adından da anlaşılacağı gibi
diğer türdaşlarının aksine kel değillerdir.
Sakallı Akbabalar tek eşlidirler. Yılda sadece bir kez kuluçkaya yatarlar ve yumurta
sayıları da bir veya ikidir.
Sakallı akbabanın Avrupa dağılımı Pirene
Dağları (İspanya-Fransa), Alpler, Korsika,
Girit Adası, Yunanistan ve Türkiye ile sınırlıdır. Bunun dışında ise Kuzeybatı Afrika,
Ortadoğu ve Kafkaslar’ın bazı bölgelerinde
yaşarlar ve bu bölgelerdeki sayıları da oldukça azdır.
Kakapo
Kakapo bir tür papağandır. Onu diğerlerinden farklı kılan özelliği ise dünyanın
uçamayan tek papağanı olmasıdır. Betaş
Hayvanlar Ansiklopedisine göre: “Papağanların en acayibi ve normal dışı olanı
Yeni Zelanda’nın Kakapo’su ya da Baykuş
Papağanıdır. Bu çok ender bulunan kuş,
Yeni Zelanda’da dışarıdan getirilmiş olan
yırtıcı hayvanlar yüzünden ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Zira kuş,
uçma gücünü kaybetmiştir. Kakapo yaklaşık 50 santim boyunda iri bir kuştur. Yumuşak tüylerinin üzerinde belli belirsiz, yeşil,
kırmızı, kahverengi ve siyah tonlarında
çizgiler vardır. Daha çok geceleri faal olur.
Gündüzleri kayalardaki oyuklarda ve ağaç
köklerinin altına saklanır. Akşamları besin
bulmak için ortaya çıkar. Yerde hızlı koşar.
Acelesi olduğu zaman genellikle kanatlarını da açar. Meyve ve balözü için ağaçlara
tırmanır, sonra da bir planör gibi havada
kayarak yere iner. Kaydedilen en uzun kayma yaklaşık 81 metredir. Yaşadığı ormanda
dolaşırken karşısına çıkan kök ya da bitkileri gagasıyla kopararak yol ve patikaları
daima açık tutar. North Island’da artık hiç
Kakapo kalmadığı sanılmaktadır.”
102
BİLMECE
&
BULMACA
Verilen eş sesli sözcükleri bulmacaya yerleştiriniz
ASMA
CİLT
SAÇMA
BEL
KUŞAK
TON
KANUN
YAŞ
ALAY
SOLUK
GÜL
HAYIR
YAŞLI
AK
GELİN
DOLU
103
MATEMATİK
BULMACA
Toplama işlemlerinin sonuçlarını çengel bulmacaya rakamla yazınız.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
499+111=
700+80=
564+229=
389+554=
480+259=
686+167=
444+444=
8. 147+152=
9. 345+423=
10. 568+426=
11. 429+215=
12. 153+729=
13. 127+487=
14. 289+176=
104
TARİHTEKİ
ÜNLÜ
MUCİTLERİ
TANIYALIM
James C. Maxwell
Doğum:
13 Haziran 1831
Edinburgh, İskoçya
Ölüm:
5 Kasım 1879
Cambridge, İngiltere
Milliyeti:
İskoç
Dalı:
Matematik, Fizik
Öğrenim:
Edinburgh Üniversitesi
Önemli başarıları
Maxwell denklemleri
Maxwell dağılımı
105
görülür. Maxwell’in bilime katkıları Isaac Newton ve
Albert Einstein’ınkilerle eşdeğer görülür. 1999’un
sonlarında 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen
milenyum oylamasında Maxwell, tüm zamanların
en iyi fizikçileri arasında Einstein ve Newton’dan
sonra 3. sırayı almıştır. 1931 yılında Einstein,
Maxwell’in doğumgünü töreninde Maxwell’in
çalışmasını “Newton’dan sonra fizikte en verimli ve
en önemli çalışmadır” diye tanımlamıştır.Einstein
çalışma odasının duvarına Michael Faraday ve Isaac
Newton’un yanı sıra Maxwell’in de fotoğrafını asmıştı.
Yaşamı
İlk Yılları (1831-1839)
James Clerk Maxwell (d. 13 Haziran 1831 - ö. 5
Kasım 1879), İskoç teorik fizikçi ve matematikçi. En
önemli başarısı klasik elektromanyetik teorisinde daha
önceden birbirleriyle ilişkisiz olarak gözüken elektrik
ve manyetizmanın aynı şey olduğunu kendisine
ait olan Maxwell Denklemleri’yle (4 denklem)
ispatlamıştır. Bu denklemler elektrik, manyetik ve
optik alanlarında kullanılır. Maxwell Denklemleri
sayesinde bu alandaki klasik denklemler ve yasalar
basitleştirilmiş oldu. Maxwell’in elektromanyetik
alandaki çalışmaları, birincisi Isaac Newton tarafından
gerçekleştirilmiş, “fizikteki ikinci büyük birleşme”
olarak isimlendirilir.
Maxwell elektrik ve manyetik alanların uzayda dalga
formunda sabit ışık hızında ilerlediğini bulmuştur.
1864 yılında Maxwell A Dynamical Theory of the
Electromagnetic Field (Elektromanyetik Alanın
Dinamik Teorisi) adlı kitabı yayınlamıştır. Işığın aslında
aynı ortamda dalga hareketi yaptığı, bunların da
elektriksel ve manyetik bulgular olduğu ilk kez bu
kitapta yer almıştır. Elektrik kuvveti ile manyetik kuvveti
birleştirdiği elektromanyetizm modeli, fizikteki en
önemli gelişmelerden biri olarak kabul edilir.
Maxwell ayrıca gazların kinetik teorisini istatistiksel
olarak açıklayan Maxwell-Boltzmann Dağılımı’nın
geliştiricilerinden biridir. Bu iki buluş modern fizikte
yeni bir çağın başlamasına neden olmuş, özel
görelilik ve kuantum mekaniğinin başlamasına katkıda
bulunmuştur. Maxwell ayrıca 1861’de ilk gerçek
renkli fotoğrafı icat etmesi ve birçok köprünün yapısını
oluşturan çubuk-mafsal sistemlerinin esnemezliği
(Rijitlik) konusundaki temel oluşturan çalışmalarıyla
bilinir.
Bir çok fizikçi tarafından 19. yüzyılda yaşayıp 20.
yüzyıl fiziğini en büyük katkıyı sağlayan kişi olarak
James Clerk Maxwell 13 Haziran 1831 tarihinde
İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da avukat John
Clerk Maxwell ve eşi Frances Maxwell’in çocukları
olarak dünyaya gelmiştir. Babası Penicuik bölgesinin
baronluğunu elinde bulunduran Clerk aileden
olan varlıklı bir kişi olup, kardeşi 6. baron ünvanı
almıştır. Asıl adı John Clerk olan babası, Middlebie,
Kirkcudbrightshire kasabasında, soylulardan
Maxwell ailesi ile olan bağlantısından kendisine miras
kalmasından sonra Maxwell soyadını ekletmiştir.
Maxwell henüz küçükken ailesi Middlebie
kasabasında 6.1 km2 üzerine inşa ettirdikleri Glenlair
House diye anılan eve taşınmıştır. Eldeki bütün
işaretler Maxwell’in daha o yaşta bitmeyen bir merak
duygusuna sahip olduğunu göstermiştir. 3 yaşında
iken çevresinde hareket eden, ışık saçan, ses çıkaran
her şeyi sorguladığı söylenmiştir.
Eğitimi (1839-1847)
106
13 yaşında kazandığı matematik madalyası ile
İngilizce-şiir birincilik ödüllerine kadar karşılıksız
kalmıştır.
Viktorya dönemi’nde sıkça görüldüğü üzere,
potansiyeli kolaylıkla fark edilebilen genç James’in
eğitiminden sorumlu kişi annesi Frances’ti. Fakat
karın kanserine yakalanan annesi, başarısız bir
ameliyattan sonra Aralık 1839’da Maxwell daha 8
yaşındayken hayatını kaybetmiştir. Bundan sonra
onunla babası John Maxwell ile kardeşinin karısı Jane
ilgilenmiş, ikisi de hayatında önemli rol oynamıştır.
Okul hayatı babasının tuttuğu 16 yaşındaki özel
hocası gözetiminde kötü başlamıştır. Bu kişi hakkında
çok bilgi olmasa da John’a acımasızca davrandığı,
yavaş ve dik başlı olduğu gerekçesiyle azarladığı
söylenmiştir. Babası 1841 Kasım’ında bu hocayı
kovmuş, bunu yerine James’i saygın Edinburgh
Akademisi’ne göndermiştir. Buradaki dönemde halası
Isabella’nın yanında kalmış, kendisi yetenekli bir
ressam olan kuzeni Jemima onu çizime olan tutkusu
konusunda cesaretlendirmiştir.
Kırsaldaki evlerinde çevresinden izole bir şekilde
büyüyüp 10 yaşına gelen Maxwell, okula uyum
sağlayamamıştır. İlk yıl sınıfları dolu olduğu için,
kendisinden bir üstteki sınıflara katılmak zorunda
kalmıştır. Kendine has davranışları ve sahip olduğu
Gallowey aksanı sebebiyle köylü olarak görülmüş,
okulun ilk gününde giydiği el yapımı ayakkabı
ve giysiler sebebiyle arkadaşları ona salak, deli
anlamlarına gelen daftie lakabını takmıştır. Maxwell
bu duruma rağmen hiç gücenmiş gibi görünmemiş,
şikayet etmeden durumu kabullenmiştir. Akademideki
yalnızlığı sonraki dönemlerde tanınmış isimler haline
gelen yaşıtları Lewis Campbell ve Peter Guthrie Tait
ile tanıştığında sona ermiş, onlarla ömür boyu dost
kalmıştır.
Maxwell ilk döneminde geometri’ye büyük ilgi
duymuş, herhangi bir ödev, yönlendirme olmadan
düzenli çok yüzlü kavramını yeniden keşfetmiştir.
Maxwell’in zekâsı bu duruma rağmen büyük oranda
fark edilememiş; okuldaki ikinci yılında kazandığı
kutsal metin ödülüne rağmen, akademik çalışmaları
İlk bilimsel makalesini 14 yaşında yazan Maxwell,
bu çalışmasında bir parça ip ile oluşturabilen
matematiksel eğrilerin mekanik anlamlarıyla birlikte
elipslerin ve ikiden fazla odaklı eğrilerin özelliklerini
ortaya koymuştur. Oval Eğriler (Oval Curves) adlı
çalışması o dönem Edinburgh Üniversitesi’nde
doğa felsefesi profesörü olan James Forbes
tarafından Edinburgh Kraliyet Topluluğu’na (Royal
Society of Edinburgh) sunulmuştur. Maxwell’in
bu sunumu yapmak için çok genç olduğu
düşünülmüştür. Maxwell’in bu çalışmasının,
Descartes’in de 17. yüzyılda çok odaklı eğrileri
incelediği düşünüldüğünde, tamamen özgün olduğu
söylenemese de; çalışma bu yapıları basitleştirmiştir.
Edinburgh Üniversitesi
Maxwell 1847’de akademiyi bırakıp Edinburgh
Üniversitesi’nde derslere katılmaya başladı.
Cambridge Üniversitesi’ne katılma şansı elde etse
de, bunun yerine Edinburgh’daki lisans derslerini
bitirmeye karar verdi. Maxwell’in üniversitede
bulunduğu dönemde Edinburgh Üniversitesi’nin
akademik kadrosu birçok saygı değer kişiyi
içermekteydi. İlk senesinde Sir William Hamilton’dan
mantık ve metafizik, Philip Kelland’dan matematik
ve James Forbes’dan doğa felsefesi dersleri aldı.
Fakat üniversitedeki dersleri pek çekici bulmayan
Maxwell boş zamanlarında, özellikle Glenlair’deki
evinde, kendini özel çalışmalarına verdi. Asıl ilgi alanı
polarize ışığın özellikleriydi. Şekillendirilmiş jelatin
blokları farklı baskılara maruz bırakıp, kendisine
ünlü bilim insanı William Nicol tarafından verilen
polarizasyon prizmalarını kullanarak jelatinde oluşan
renkli fringeleri(ışığın kırılmasıyla oluşan koyu
çizgiler) gösterdi. Bu denemesi sırasında (daha
sonraları madde üzerindeki baskıyı hesaplamak için
kullanılacak olan) fotoelastisiteyi buldu. 18 yaşında iki
farklı makale yayımlayan Maxwell “kürsüde durmak”
için çok genç olarak nitelendirilmiş ve makalelerin
sunumu hocası Kelland tarafından gerçekleştirilmiştir.
107
Bunları
Biliyor
musunuz?
Çakmak mı Daha Önce İcat Edildi, Kibrit mi?
Bu sorunun cevabını eminim daha akla yatkın olduğu için kibrit
olarak veririz birçoğumuz. Ancak işin aslı öyle değil. Çünkü
çakmak kibritten daha önce bulunmuş. Sanayisel anlamda ilk
çakmak üretimi 1823 yılında yapılmış. Kibrit ise ondan yıllarca
sonra 1850 yılında üretilmeye başlanmış.
Kağıt Para Kağıttan mı Yapılır?
Bir çoğumuz düşünmeden, biraz da isminden dolayı
kağıttan tabii ki diye söyledik bile cevabı. Oysa kağıt
paranın hammaddesi oldukça ilginç: Pamuk. Evet
yanlış duymadınız pamuk. Özel bir pamuk ve keten
karışımından üretiliyor paranın kağıdı. İçine katılan
bir takım özel kimyasal maddeler sayesinde de son
halini alıyor.
Dünyada en çok yağmur Nereye Yağar?
Dünyada en çok yağmur alan bölgeyi saptamak için öncelikle
iklim koşulları, deniz seviyesinden yüksekliği, dağların
yönü gibi bir çok bilginin toplanarak değerlendirilmesi
gerekmektedir. İşte bütün bu değerlendirmeleri yapan bilim
adamları bu bilgiye ulaşmışlar. Dünyanın en çok yağış alan
bölgesi Hawaii’deki Kauai Adası’nda bulunan Wai-’ale-’ale
Dağı’dır. Bu bölgeye, her yıl 350 gün boyunca yağmur yağar.
108
LABİRENT
BULMACA
Korsanın gemisine ulaşmasına yardım eder misin?
109
Çalışmayı Seviyorum
Çalışmayı Seviyorum kitabıyla çocuklar sorumluluk bilincini kavrayacaklar ve
planlı çalışmanın önemini öğrenecekler. Erdemler serisinde yer alan her bir
kitap, birbirini pekiştirecek tarzda hazırlanmış öykü ve etkinliklerden oluşuyor.
Çocuklarımız öyküleri keyifle okuyacak, etkinlikler ve oyunlarla eğlenirken erdemli insan olma yolunda emin adımlarla ilerleyecekler.
Yazarlar: Mehmet Zeki Aydın, Necla Saydam, Nuray Çatiç, Vahide Ulusoy, Rukiye Karaköse, Saadet Kocagöz Uzun
50 mimarlık fikri
Yazar: Philip Wilkinson
Çevirmen: Volkan Atmaca
Yayınevi : Domingo Yayınevi
Gerçekten Bilmeniz Gereken 50 Mimarlık Fikri, Mısır piramitlerinden Guggenheim
Müzesi’ne, baroktan günümüzün yeşil binalarına, mimarlık tarihindeki büyük fikirler, göz alıcı başarılar ve bunların ardındaki zihinlerle tanıştırıyor bizleri.
Bir binanın ne zaman sadece bir bina, ne zaman sanat olduğunu kestirebilmek,
çoğu zaman bakıp geçtiğimiz binaların ardında yatan birikim ve estetiğin farkına varıp bilindik sokakları bambaşka bir gözle yürümek ve mimari tercihlerimizin
yüzyıllardır yaşam tercihlerimizle nasıl örtüştüğünü görmek için harika bir rehber
Gerçekten Bilmeniz Gereken 50 Mimarlık Fikri.
(Tanıtım Bülteninden)
Osmanlı Motifleri
Yazar: Kolektif
Hazırlayan: Mihriban Çınar
Yayınevi : Nemesis Kitap
Kim demiş boyamanın yaşı olur diye... Biraz kafa dinlemek ve sıkıntılarınızdan
uzaklaşmak istediğinizde , renklerin dünyasına yolculuk etmek iyi gelir. Hayallerinizin bahçesine adım atmaya karar verdiğinizde , ihtiyacınız olan yol arkadaşınız sadece boya kalemleriniz. Kitabınızı elinize alın ve boya kalemlerinizin
ucundan akan renklerin ,gününüzü renklendirmesine izin verin.(Tanıtım Bülteninden)
110
sinema
Kardeşim Benim
Filmin Türü: Drama Filmleri Oyuncular: Burak Özçivit, Murat Boz, Aslı Enver
Yönetmen: Mert Baykal
Filmin Süresi: N/A
Filmin Ülkesi: Türkiye
Yapım Yılı: 2015
Vizyon Tarihi: 15 Ocak 2016
Burak Özçivit ve Murat Boz’un başrollerini üstlendiği Kardeşim Benim bomba gibi geliyor.
Vizyona girmeden oyuncu kadrosu ile ilgiyi üstüne toplayan Kardeşim Benim filminin
vizyona girmesi sinemaseverler tarafından merakla bekleniyor.
C
M
Y
İyi Bir Dinazor
Vizyon Tarihi: 15 Ocak 2016
OYUNCULAR: Raymond Ochoa , Jeffrey Wright
TÜR: Animasyon
YÖNETMEN: Peter Sohn
“Disney Pixar’dan İyi Bir Dinozor” şu soruyu soruyor: Ya dünyayı sonsuza dek değiştiren
o meteor gezegeni tamamen ıskalasaydı ve dinozorların soyu asla tükenmeseydi? Pixar
Animasyon Stüdyoları sizi Arlo isimli bir Apatozorun sıra dışı bir arkadaş edindiği dinozorlar dünyasında destansı bir yolculuğa çıkartıyor. Arlo, zorlu ve gizemli arazide yolculuk
ederken korkularıyla yüzleşmenin gücünü öğreniyor ve gerçekte neler yapabileceğini
keşfediyor. Yönetmenliği Peter Sohn ve yapımcılığı Denise Ream (Arabalar 2) tarafından
yapılan “İyi Bir Dinozor” 15 Ocak 2015’te beyaz perdeye giriyor.
Star Wars: Güç Uyanıyor
Vizyon Tarihi: 6 Aralık 2015
OYUNCULAR: Harrison Ford , Carrie Fisher , Mark Hamill
TÜR: Aksiyon
YÖNETMEN: J. J. Abrams
J.J Abrams’ın yönetmenliğinde çekilen ve serinin son filmi olan Lucasfilm ve vizyoner
yönetmen J.J Abrams’ın güçlerini birleştirdiği Star Wars: Güç Uyanıyor filmiyle Star Wars
serisi ekranlara geri dönüyor. Harrison Ford, Mark Hamill, Carrie Fisher, Adam Driver,
Daisy Ridley, John Boyega, Oscar Isaac, Lupita Nyong’o, Andy Serkis, Domhnall Gleeson,
Anthony Daniels, Peter Mayhew ve Max Von Sydow’un oynadığı filmde Kathleen Kennedy,
J.J. Abrams ve Bryan Burk, Tommy Harper ve Jason McGatlin ile birlikte yardımcı yapımcılığı üstleniyor. Senaryo ise J.J. Abrams, Lawrence Kasdan ve Michael Arndt’e ait.
CM
MY
CY
CMY
K
111
112
112
reyondakiler
Gillette Fusion ProGlide
FlexBall Tıraş Makinesi
Yeni FlexBall teknolojisine sahip Gillette Fusion ProGlide, yüz hatlarına
maksimum temas sağlıyor. Sağa ve sola dönen başlığı sayesinde yüz
kıvrımlarında rahatça hareket ediyor, daha ince ve daha keskin bıçakları
ile hemen hemen tüm sakalı kesip alıyor. Gillette Fusion ProGlide
FlexBall yeniden geliştirilen 5 yeni tıraş bıçağı ile hassas ciltlerde bile
pürüzsüz bir tıraş deneyimi sunuyor.
Kenton Trileçe Tatlısı
Pasta ve tatlıların vazgeçilmez markası Kenton, Geleneksel Lezzetler serisinin yeni ürünü Trileçe tatlısını tüketicinin beğenisine
sundu. Trileçe yapımı için gerekli olan tüm malzemeleri tek kutuda
toplayan Kenton Trileçe’nin ambalajında kek karışımı, ıslatma sosu
ve karamel sos yer alıyor. Arnavutluk’tan gelen namı değer trileçe
tatlısı hafif ve eşsiz lezzeti ile tatlı severlerin vazgeçilmezi olmaya
aday. Karamelin süt ile mükemmel uyumunu arayanlar şimdi evde
Trileçe tatlısını kolayca hazırlayabilirler.
ACE Hassas Ölçülü Jel
Yeni Ace Hassas Ölçülü Jel, hassas ölçü kapağıyla içeriğindeki çamaşır suyu ve yağ
çözücü jel sayesinde küçük yüzeylerde ve beyaz çamaşırlardaki ön işlemlerde etkili ve
kusursuz temizlik sunar. Özel yoğun formülü ve yenilikçi hassas ölçü kapağı sayesinde
israfı önleyerek ev yüzeylerinden ve beyaz çamaşırlarınızdan yağları sökmede, lekeleri
çıkarmada ve hijyenize etmenize yardımcı olur.
aile
dostu
ALIŞVERİŞ VE YAŞAM KÜLTÜRÜ DERGİSİ
Sayı 103
KIŞ 2016
FİYATI 1,5 TL
Ömrünü İlme Adamış Bir Osmanlı Alimi
Katip Çelebi
aile dostu
yaşında
Doğru Program,
Doğru Gıdalar:
Sağlıklı Bi̇r Kış
ŞİİRİ OKUMAKTAN ÇOK,
SÖYLEYEN BİR ADAM. YANİ
HİSSETTİĞİ GİBİ, İÇİNDEN
GELDİĞİ GİBİ YANİ...
İBRAHİM
SADRİ
İçinizi Isıtacak
Bitkiler
YAYLASIYLA, DAĞIYLA, MAHARETLİ
AŞÇILARIYLA DOLU DOLU BİR KENT
BOLU
CAHİDE SULTAN’IN
BİRBİRİNDEN
LEZİZ YEMEK
TARİFLERİYLE
YİNE DOPDOLU!
KIŞIN KEYFİNİ SÜRMENİN EN SAĞLIKLI
YOLLARINDANDIR BİR BARDAK BİTKİ ÇAYI
EŞLİĞİNDE, EN SEVDİĞİNİZ KİTAP ELİNİZDE,
SAKİN BİR HAFTA SONU GEÇİRMEK…
Mutfaklarda
Yeni Bir Akım:
Vintage

Benzer belgeler

Ramazan ve Gelenekleri Bir Yudum Serinlik

Ramazan ve Gelenekleri Bir Yudum Serinlik İmtiyaz Sahibi Yeşilimsi Yayıncılık Ltd. Şti. Adına Tekin Güner Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tekin Güner Editör Gülsün Kurt Öney

Detaylı

Baharat Mevsimi

Baharat Mevsimi KONYA’NIN YAŞAM VE EĞLENCE MERKEZİ KULESİTE, İMZA GÜNÜ ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA 5-6 VE 8 KASIM

Detaylı

bizden haberler

bizden haberler Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tekin Güner Editör Gülsün Kurt Öney

Detaylı

cenevre parıs

cenevre parıs Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tekin Güner Editör Gülsün Kurt Öney

Detaylı