1.SAYI

Transkript

1.SAYI
HAZIRLAYAN: BİLİM VE TEKNOLOJİ EKİBİ
İÇİNDEKİLER
1) Altın oran nedir?
2) Geometrinin tarihçesi
3) Uzay aracı içinde yerçekimi niçin sıfırdır?
4) Mikro yosunlardan doğal enerji üretmek
5) Olumlu düşünme
6) Bilim ve teknolojinin insan hayatındaki önemi
Altın oran nedir?
Allah kainatı kusursuz bir düzen içinde yaratmıştır. Uzayda, yeryüzünde,
canlılarda, bitkilerde olağanüstü bir uyum, insanı hayrete düşüren ve hayranlık
uyandıran harikalıklar vardır. Rabbimiz bu olağanüstülüğü Mülk Suresi'nde şu
şekilde bildirilmektedir:
... Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt)
göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve
çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz
(uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
(Mülk Suresi, 3-4)
İnsanoğlu kainatı, doğayı, hayvanları, bitkileri ve insan vücudunu inceledikçe
Allah'ın sonsuz sanatının örneklerini daha yakından fark eder ve bu yaratılış
harikalıkları kişinin imanda derinleşmesine, Allah korkusunun ve Allah sevgisinin
artmasına vesile olur.
Bir ayçiçeğinin yapraklarında, salyangozun kabuğunda, çam kozalağında ya da
parmaklarımızın uzunluğunda bulunan matematiksel oran da bu
olağanüstülüklerden bir tanesidir. Bilim adamlarının "Altın oran" ismini verdikleri
bu hayranlık uyandıran uyumu şu şekilde tanımlamak mümkündür:
İtalya'nın Pisa Kenti'nden "Leonardo Pisano" veya lakabı olan "Fibonacci",
Ortaçağ'ın en etkili matematikçisi olarak anılır. Fibonacci'nin bulduğu sayı dizisi,
kendi adı olan Fibonacci sayıları olarak anılmaktadır. Bu sayıların özelliği, dizideki
sayılardan her birinin kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmasıdır.1
Fibonacci dizisi 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987,
1597, 2584, ... şeklinde ilerlemektedir.
Dizideki sayıları bir öncekine böldüğünüzde, birbirine çok yakın sayılar elde
edersiniz. Hatta serideki 13. sırada yer alan sayıdan sonra bu sayı sabitlenir. İşte
bu sayı "altın oran" olarak adlandırılan 1,618'dir.
233 / 144 = 1,618
377 / 233 = 1,618
610 / 377 = 1,618
987 / 610 = 1,618
1597 / 987 = 1,618
2584 / 1597 = 1,618
Bu oran Allah'ın bir mucizesi olarak, doğadaki birçok varlıkta gözlenebilir.
Hücrelerimizin içindeki DNA sarmalından, uzaydaki galaksilerin şekillerine kadar
altın oranı bulmak mümkündür. Talak Suresi'nde "Rabbimiz'in herşey için bir ölçü
kıldığı" bildirilmektedir. (Talak Suresi, 3) İşte Altın Oran da Allah'ın dış alemde
bizler için var ettiği yaratılış delillerinden biridir.
1 Guy Murchie, The Seven Mysteries Of Life, First Mariner Boks, New York s.
58-59
Altın Oran Nerelerde Kullanılır?
1) Ayçiçeği: Ayçiçeği'nin merkezinden dışarıya doğru sağdan sola ve soldan sağa
doğru tane sayılarının birbrine oranı altın oranı verir.
2) Papatya Çiçeği: Papatya Çiçeğinde de ayçiçeğinde olduğu gibi bir altın oran
mevcuttur.
3) İnsan Kafası: Bildiğiniz gibi her insanın kafasında bir ya da birden fazla
saçların çıktığı düğüm noktası denilen bir nokta vardır. İşte bu noktadan çıkan
saçlar doğrusal yani dik değil, bir spiral, bir eğri yaparak çıkmaktadır. İşte bu
spiralin ya da eğrinin tanjantı yani eğrilik açısı bize altın oranı verecektir.
4) İnsan Vücudu: İnsan Vücudunda Altın Oran'ın nerelerde görüldüğüne bakalım:
a) Kollar: İnsan vücudunun bir parçası olan kolları dirsek iki bölüme
ayırır(Büyük(üst) bölüm ve küçük(alt) bölüm olarak). Kolumuzun üst bölü- münün
alt bölüme oranı altın oranı verceği gibi, kolumuzun tamamının üst bölüme oranı
yine altın oranı verir.
b) Parmaklar: Ellerimizdeki parmaklarla altın oranın ne alakası var diyebilirsiniz.
İşte size alaka... Parmaklarınızın üst boğumunun alt boğuma oranı altın oranı
vereceği gibi, parmağınızın tamamının üst boğuma oranı yine altın oranı verir.
5) Tavşan: İnsan kafasında olduğu gibi tavşanda da aynı özellik vardır.
6) Mısır Piramitleri: İşte size Altın Oran'ın en eski örneklerinden biri... Şimdi ne
alaka Altın Oran ve Milattan Önce yapılan Mısır Piramitleri? Alaka şu; Her bir
piramitin tabanının yüksekliğine oranı evet yine altın oranı veriyor.
7) Leonardo da Vinci: Bilindiği gibi Leonardo da Vinci Rönesans devri ünlü
ressamlarındandır. Şimdi bu ünlü ressamın çizmiş oolduğu tabloları inceleyelim.
a) Mona Lisa: Bu tablonun boyunun enine oranı altın oranı verir.
b) Aziz Jerome: Yine tablonun boyunun enine oranı bize altın oranı verir.
8) Picasso: Picasso da Leonardo da Vinci gibi ünlü bir ressamdır. Ve resimlerinde
bu oranı kullanmıştır.
9) Çam Kozalağı: Çam kozalağındaki taneler kozalağın altındaki sabit bir noktadan
kozalağın tepesindeki başka bir sabit noktaya doğru spiraller (eğriler)
oluşturarak çıkarlar. İşte bu eğrinin eğrilik açısı altın orandır.
10) Deniz Kabuğu: Denize çoğumuz gitmişizdir. Deniz kabuklarına dikkat
edenimiz, belki de kolleksiyon yapanımız vardır. İşte deniz kabuğunun yapısı
incelendiğinde bir eğrilik tespit edilmiş ve bu eğriliğin tanjantının altın oran
olduğu görülmüştür.
11) Tütün Bitkisi: Tütün Bitkisinin yapraklarının dizilişinde bir eğrilik söz
konusudur. Bu eğriliğin tanjantı altın orandır.
12) Eğrelti Otu: Tütün Bitkisindeki aynı özellik Eğrelti Otu'nda da vardır.
13) Elektrik Devresi: Ya demek ki Altın Oran sadece Matematik ve kainatta değil,
Fizik'te de kullanılıyormuş. Nasıl mı? Şöyle... Verilen n tane dirençten maximum
verim elde etmek için bir paralel bağlama yapılması gerekir. Bu durumda Eşdeğer
Direnç, yani Reş= yani altın oran olur.
14) Salyangoz: Salyangozun Kabuğu bir düzleme aktarılırsa, bu düzlem bir
dikdörtgen oluşturur (-ki biz bu dikdörtgene altın dikdörtgen diyoruz.-) İşte bu
dikdörtgenin boyunun enine oranı yine altın oranı verir.
15) OTOMOTİV SANAYİ: İlk önce ben size bir soru yönelteyim. Estetik
bakımından bir Murat 131 mi daha çok ilginizi çeker yoksa bir Mazda ya da
Toyota mı? Tabi ki Mazda ya da Toyota demişsinizdir. Peki bunun nedenini hiç
düşündünüz mü? Ben size söyleyeyim. Şimdi Murat 131'e bakıyorsunuz, baktıkça
içiniz kararıyor, yine bakıyorsunuz yine kararıyor. En sonunda ya kardeşim bu ne
biçim araba diyorsunuz. Ama gidip bir Mazda ya da Toyota'ya bakıyorsunuz.
Baktıkça içiniz rahatlıyor, yine bakıyorsunuz ferahlıyorsunuz. Çünkü o kadar güzel
bir estetik var ki. İşte bu estetiği eğim sağlıyor. Mesela Murat 131'in önü, arkası,
kapısı her yeri düz (Mübarek kibrit kutusu) Ama Mazda ya da Toyota'nın
kapısında özellikle ön ve arka tamponunda bir eğim var. İşte bu eğimin eğrilik
açısı araştırılmış ve bunun altın oran olduğu görülmüştür. Bundan dolayı Çin,
Amerika, Japon Otomotiv Sanayi Dünya'da ilk üçü oluştururken; Türkiye
maalesef ve maalesef 30-40-50. sıralarda yer almakta. İnşallah bir gün bunu biz
de akıl ederiz…
16) MİMAR SİNAN: Mimar Sinan'ın da bir çok eserinde bu altın oran
görülmektedir. Mesela Süleymaniye ve Selimiye Camileri'nin minarelerinde bu
oran görülmektedir.
Kaynak:www.bilimvadisi.com
Geometrinin Tarihçesi
Uzayın ve uzayda tasarlanabilen biçimlerin,
kurallara uyularak incelenmesini konu alan matematik dalı. Yunanca «ge»,
yer ve «metron», ölçüden. Geometri Nil kıyılarında doğdu. Bu ırmağın
düzenli aralıklarla taşması, tarlaların sınırlarını siliyor, Mısırlıları güç
sorunlarla karşı karşıya bırakıyordu: çünkü tarlaların sınırlarını yeniden
çizmek, herkese kendi yerini vermek, bunun için de tarlaların
yüzölçümünü hesaplamak, nirengiler dikmek, kısacası, geometri yapmak
gerekiyordu.
Doğru Kavramının Anlaşılması İçin
insanlara, yer ölçümüne ilişkin somut sorunları çözümleme olanağını veren
geometriden, giderek soyut bir geometri doğdu. Böylece aynı kavramın
değişik durumlara uygulanabileceği anlaşıldı. Sözgelimi, deniz üzerindeki
ufuk çizgisiyle çekülün gergin ipi arasında hiç bir maddi ortaklık yoktur;
ama ikisi de geometride doğru adı verilen kavramı belirtir; doğru
kavramı, ancak bunun gibi somut örneklere bakılarak anlaşılabilecek bir
kavramdır.
Bir kâğıdın üstüne çizilen düz bir çizgi, doğru hakkında yaklaşık bir fikir
verir. Oysa doğru, sınırlı değildir (çizgi ise yaprağın kenarında biter) ve
A-A
doğrunun kalınlığı yoktur (çizginin ise ne kadar ince çizilmiş olursa olsun,
bir kalınlığı vardır). Bunun gibi, bir topa, bir küreye bakılarak küre
kavramı hakkında bir fikir sahibi olunabilir.
Eukleides'in Aksiyomları ve Teoremleri
İskenderiyeli bir Yunan bilgini olan Eukleides, M.Ö. III. yy .da geometri
hakkında ilk mükemmel kitabı yazdı. Eukleides o zamanki kitaplarında
(bunlar somut sorunların çözümünü gösteren basit «reçete»
derlemeleriydi) farklı bir açıdan bakarak, öne sürdüğü sonuçları, kesin
kanıtlara başvurma yoluyla kanıtlamak istiyordu.
Bunun için önce, sezgiye dayanan birtakım kavramlar (nokta, doğru,
düzlem) kabul etti (aksiyom), sonra doğru sandığı, ama doğruluğunu
kanıtlayamadığı birtakım gerçekleri belirledi (bütün, parçadan daha
büyüktür; üçüncü bir niceliğe eşit olan iki nicelik birbirine de eşittir)
[postulat]. Bu aksiyom'larla postülat'lara dayanılarak geometri
teorem'leri kurulur.
Kuşkusuz Eukleides, aksiyomlarının doğruluğunu kanıtlayamazdı, ama ona
ve çağdaşlarına göre bunlar, tartışma götürmez gerçeklerdi. Sözgelimi,
dik açı konusunda kesin bir yargıya varabiliyordu, çünkü gerçek hayatta,
deniz üzerindeki ufuk çizgisiyle, elindeki bir çekülün yaptığı dik açıyı
gözleriyle görebiliyordu.
Eukleides geometrisi, üstünde yaşadığımız dünyayı anlamak için
mükemmel bir araçtır; bu geometri, bilim ve tekniğin ilerlemesinde önemli
bir etken olmuştur.
Eukleides Dışı Geometriler
Eukleides aksiyomlarının kesinliği, XIX. yy .dan itibaren tartışılmağa
başladı. Alman matematikçisi Riemann ve Rus matematikçisi Lobaçevski,
Eukleides aksiyomlarının tam karşıtı olan aksiyomlardan işe başladılar.
Böylece ilk bakışta hiç bir pratik yararı yokmuş gibi görünen değişik
geometriler (Eukleides dışı geometriler) doğdu. Ve bu yeni geometriler o
zamandan beri birçok alanda (nükleer fizik, astronotik v.b.) işe yaradı
(Einstein bunlar sayesinde bağıllık kuramını kurabildi).
Cebir tekniklerinin geometriye uygulanması, noktaları sayılara veya
koordinatlara bağlayarak bütün eğrileri hesaplamak ve saptamak olanağı
sağlayan analitik geometri'yi doğurdu (Descartes).
Rönesans Ressamları ve Tasarı Geometri
Tasarı geometri'de, uzay geometrinin şekilleri veya öğeleri, tam ve aslına
uygun biçimde bir düzleme (üzerine şekil çizilen kâğıt) aktarılır.
Rönesans'ın büyük ressam ve mimarları tasarı geometriden
yararlanmışlarsa da, onu gerçek bir matematik sistemi haline getiren
(temel geometri, kaba perspektif), matematikçi Monge olmuştur.
İzdüşüm geometrisi (bir şeklin herhangi bir noktasını esas alarak tümünü
bir düzleme izdüşümle aktarmak), resim ve süsleme sanatı için de çok
önemlidir. Ama asıl yeri, aksiyomları ve ilişkileri bakımından izdüşüm
geometrisi, matematiğin bir dalıdır.
Saf (Katıksız) Geometri
Geometride, her yerde geçerli kesin belirlemeler giderek azalmakta,
başlangıç aksiyomları artık sadece belirli bir geometri için doğru
sayılmaktadır. Burada gerçek olan başka bir yerde yanlış olabilir. Her
şeye rağmen, maddi gerçeklerin incelenmesinde uygulamalı geometrinin
sağladığı olanaklar sonsuzdur.
Yüzölçümü hesaplanmak istenen bir tarlanın çizgisel taslağından tutun da
gökcisimlerinin yörüngelerinin saptanmasına, haritalara, planlara,
coğrafyada kullanılan ölçeklere, makine yapımına, mimarlığa varıncaya
kadar, geometri bilgisinin mutlaka gerekli olduğu alan pek çok ve geniştir.
Bununla birlikte, matematik çalışmaları daha ileriyi, uzak geleceği de göz
önünde tutar. Hemen yararlanma kaygısına kapılmadan yapılan matematik
araştırmalar saymakla bitmez. Bu çalışmalar, doğruluğu mevcut koşullara
bağlı olmayan kusursuz örnekler yaratma amacı güder. Saf geometrinin
esası budur.
Thales
Ünlü bir bilgin ve filozof olan (Yunanistan'ın Yedi Bilge'sinden biridir)
Miletoslu Thales (M.Ö. 640-562), düzlem geometrinin ilk teoremlerini
hazırladı. Thales, bir yapının yüksekliğini, onun gölgesini ölçerek
hesaplayabiliyordu.
Pithagoras
«Birdik üçgende, hipotenüs (dik açının karşısındaki kenar) üzerine kurulan
kare öteki iki kenar üzerine kurulan karelerin toplamına eşittir»: bu
teoremi M.Ö. VI. yy.da yaşamış ünlü Yunan filozof ve matematikçisi
Pithagoras bulmuştur. Çarpım tablosunu ve telli çalgılarda gamı icat eden
de odur.
Monge
Tasarı geometrinin yaratıcısı ve analitik geometrinin büyük kuramcısı
Gaspard Monge (1746-1818), bütün XIX. yy. matematikçilerinin eşsiz
ustasıdır.
Kaynak.: GençBilim
Uzay aracının içinde yer çekimi niçin sıfırdır?
Uzay mekiğinin içindeki astronotların
havada yüzer gibi dolaştıklarını,
eşyaların ortalarda uçuştuklarını
televizyonda görmüşsünüzdür. Uzay
mekiğinin dönüp durduğu yükseklik,
dünyanın boyutları ile mukayese
edildiğinde o kadar da fazla değildir.
Peki nasıl oluyor da bu kadar bir
yükseklikte yer çekimi sıfırlanıyor?
Koskoca Ay'ı bile yörüngesinde tutan dünyamızın çekim gücü,
ufacık bir uzay aracına nasıl etkili olamıyor? Aslına uzay aracında
da yer çekiminin yok olması söz konusu değildir. "Yerçekimsiz
ortam" deyimi doğrudur ama bu, mekiğin yörüngesindeki uçuşundan
doğan bir durumdur.
Astronotları (veya kozmonotları) bu ortama alıştırmak için özel
hazırlanmış yolcu uçaklarının kullanıldıklarını duymuşsunuzdur. Uçak
belirli bir yüksekliğe gelince aniden ve hızla bir eğri çizerek yere
doğru inişe geçer. Saniyeler süren bir sürede uçağın içinde yer
çekimsiz ortam oluşturulmuş olur.
Uzay mekiğinin ve uzay istasyonlarının dünya etrafında dönüşü,
uçağın yaptığı hareketin veya çizdiği rotanın sürekli olan bir
şeklidir. Yerden bakınca düz gidiyormuş gibi görünür ama uzay
aracı devamlı düşüş halindedir. Eğer düz gitseydi (uzaydan
baktığınızı düşünün) yörüngeden çıkar giderdi. Nasıl lunaparkta
eğlence trenleri önce yükseğe çıkar sonra oradan hızla düşermiş
gibi inerse, uzay aracının da dönüşü, aslında bu düşüş hareketinin
devamlı bir halidir.
Uzay araçlarının uçtukları yükseklikte şüphesiz yer çekimi vardır
ama bu sadece aracı yörüngede tutmaya yarar. Dünya'dan Ay'a
doğru düz bir hat üzerinde yolculuk yaptığınızı düşünün. Ay ile
Dünya arasında öyle bir nokta vardır ki burada Dünya'nın
yerçekimi kuvveti biter Ay'ınki başlar. Yani uzayda nereye
giderseniz gidin bir şeyin sizi çekmesinden kurtuluş yoktur.
Kaynak :www.cografyam.net
MİKRO YOSUNLARDAN DOĞAL ENERJİ ÜRETMEK
Geleceğin binaları mikro yosunlardan elde edilen enerji ile beslenecek.
Bu proje, Fansa’da bulunan Ennesys de Nanterre mühendislerinin
gelecek hayali. Bir binanın atık suyunun, ısıtma ve elektrik üretiminde
kullanılmak üzere dönüştürülmesi amaçlanıyor. Kullanılmış su organik
elementler içerir. Bu elementler aydınlık bir ortamda mikro yosunlar
için ideal gübredir. Mikro yosunları besler ve çoğalmasına yardımcı
olur.
Jean-Louıs Kindler, Ennesys Genel Direktör’ü:
“Binanın atık suyunu topluyoruz. Sonra bu suyu seyrelterek mikro
yosunlar için uygun ortamın oluşmasını sağlıyoruz. Mikro yosunlar atık
suda bulunan organik elementlerle besleniyor. Böylece filizleniyorlar.
Daha sonra bu yosunlardan yağ ve bitkisel biyokütle elde ediyoruz.
Elde edilen yağ yakıt olarak kullanılabilir. Mesela burada bir lamba
için kullandık. Böylece elektrik ya da ısınma için enerji
üretebiliriz.”Çatılarda bulunacak foto biyoreaktörler aracılığıyla
üretilecek bu doğal yakıt, transparan borular ile binanın her yerine
taşınacak. Böylece mikro yosunlar, ışık yardımıyla üretilecek.
Lauren Robelin, proje direktörü:
“Önceden yosun ayrıştırma işlemi santrifüjler tarafından yapılıyordu.
Bu sistem, aşırı enerji tüketimine sebep oluyordu. Burada ise daha
verimli bir sistem var. Elektromanyetik şok ve mikro köpürme
yardımıyla suyun yosunlu kısmını ayrıştırıyoruz.”Üretilen yakıt, kömür
ile aynı enerji değerine sahip. Elde edilen su ise yağmur suyuyla aynı
kalitede.
Pierre Tauzinat, proje yöneticisi:
“Bu sistem atık suyu temizleyerek enerji üretme ya da tam tersi,
enerji üreterek atık suyu temizleme anlamına geliyor.”Bir binanın
enerji ihtiyacının yüzde 80’i bu sistem yardımıyla karşılanabilir.
Ayrıca doğaya bir gram bile karbondioksit yaymadan.
KAYNAK: http://tr.euronews.com
Olumlu Düşünce
Beyin, alt beyin, üst beyin, sinir sistemi diye
üç kısımdan oluşur. İnsan beyninin diğer canlılardan farkı, üst beynin gelişmiş
olmasından kaynaklanmaktadır. Alt beyin daha çok otomatik fonksiyonları
denetler. Kalbimizin atması, kan basıncı, hormonlar alt beyin tarafından idare
edilir. Üst beyin ise, daha çok entellektüel işlevlidir. Bilgiler burada
kaydolunur, değerlendirme burada yapılır, davranışlar buradan idare edilir.
Peki, üst beyin alt beyni kontrol edebilir mi? Yapılan araştırmalar, bunun
mümkün olduğunu göstermiştir. Biz, mutlu olmayı düşününce mutlu oluyor,
hastalığı kafamıza takınca da hasta oluyoruz. Yani, düşünce tarzımız; hem
yaşantımızı, hem de bedenimizi etkilemektedir.
O zaman şu ortaya çıkar: Beynimizin bizim için en önemli tekniği, olumlu
düşünmenin ileri şekillerini uygulamasıdır.
Olumsuz zihni kurgu, yani olumsuz düşünce ise beynimizi kendimize karşı
olumsuz çalışmaya programlayacaktır.
Örneğin bir futbolcu, üç kez kaleciyle karşı karşıya kalmasına rağmen topu
dışarıya atmıştır. Bir dahaki maçta aynı hatayı yapmak istememektedir. Bunun
için beynini şöyle programlamıştır: "Topu dışarı atmayacağım. Topu dışarı
atmayacağım." Bunu kendi kendine defalarca söylemiş ve maça çıkmıştır. Sonuç:
Topu yine dışarı atmıştır.
Burada futbolcunun yaptığı hata, topu kaleye atmaya değil, dışarı atmamaya
şartlanmasıdır. Bu durumda beyin, kalenin içine değil, dışına kilitlenmiştir. Bu
olumsuz uyarıcı da, başarıya değil, başarısızlık korkusu yüzünden başarısızlığa
götürmüştür.
Olumlu düşüncede temel nokta, beyni olumlunun üzerine programlamaktır. Yâni,
başarısız olmamayı değil, sadece başarmayı düşünmelisiniz.
Bunu hafıza noktasında düşünürsek, unutmayı değil hatırlamayı seçmeli, ona
kilitlenmelisiniz.
Evet, başarının en önemli anahtarlarından birisi, beynin olumlu düşünceye
programlanmasıdır. Bu ise, gerçek bir özeni gerektirmekle beraber, aslında
zevkli bir uğraştır.
OLUMLU DÜŞÜNMENİN GETİRİLERİ
Amerika'da bir okulda ilginç bir deney yapılır. Özel bir sınıf oluşturulur ve bir
grup öğretmen bu sınıfa verilir.
Öğretmenlere, bu sınıftaki öğrencilerin çok seçme öğrenciler olduğu söylenir.
Öğrencilere de aynı şekilde, öğretmenlerinin çok seçme öğretmenler oldukları
belirtilir.
Yıl sonunda, sınıfın başarısı
toplantı yapar ve sınıfın
oluşturulduğunu açıklar. Bunun
süper öğretmenleriz." derler.
seçildiniz.
hârikadır. Okul müdürü, o öğretmenlerle bir
gerçekte kura ile, gelişigüzel bir şekilde
üzerine öğretmenler, "Bu durumda, demek ki biz
Müdür cevap verir: - Hayır, sizler de kura ile
İnsanların ortaya çıkaracakları eserler, genellikle yakın çevresindeki insanların
kendilerinden bekledikleriyle doğru orantılıdır.
KAYNAK: GençBilim
Bilim ve Teknolojinin İnsan Hayatındaki Önemi
20. yüzyıl bilim ve teknolojinin gelişmesinde altın çağını yakalamış, insan
hayatında vazgeçilmez bir rahatlık sağlamıştır. Bilim hiçbir zaman durağanlık
göstermemekle birlikte bilimin sınırları genişlerken; dünyanın sanıldığı kadar
büyük olmadığı gerçeği ortaya çıkmıştır.
Günümüzde bilim olağanca hızıyla ilerlemekle birlikte, insan hayatının olmazsa
olmazları arasına girmeyi başarmıştır. Bilimin sonucu olarak ortaya çıkan
teknoloji hayatımızı her alanda kolaylaştırmayı başarmıştır. “Bilimle Teknoloji
arasında tabi bir döngüsel bir ilişki vardır; bilimsel çalışmalar uygulamaya
elverişli bilgi üreterek teknolojik gelişmeye yol açarken, teknolojik gelişmeler
de bilimsel araştırmanın daha uygun şartlarda yapılmasını sağlayarak bilimsel
gelişmeyi hızlandırmaktadır. Yeni çağ başlarından itibaren belirginleşmeye
başlayan bilimle teknoloji arasındaki bu ilişki mahiyet değiştirmeden günümüze
kadar devam etmiştir. Ancak 1950’li yıllardan itibaren kullanılmaya başlayan
elektronik bilgisayarlarla birlikte bilim-teknoloji ilişkisi arasındaki döngü
giderek daha kısa sürede tamamlanır olmuştur. Bilgisayarlar her gün biraz
daha güçlenirken, güçlü bilgisayarlar sadece mevcut araştırmaları
hızlandırmakla kalmamakta, önceden imkansız olanı mümkün kılarak yeni bildi
alanları ortaya çıkarmaktadır.bilgimizin sınırları genişlerken mesafeler
küçülmektedir. Bunun tabii bir sonucu günümüz toplumlarında yaşanan hızlı
sosyal ve kültürel değişmedir” I.Rönesans ve Reformla birlikte bilimdeki
gelişmelerin temelleri atılmış, bilgisayar gelişmeyi engellemeye çalışan tüm
olumsuzluklarda ortadan kalkmıştır. (Kilise ve dinin etkisi gibi) insanlar tanrı
bilimsel gerçeklerden sıyrılıp, içinde yaşadıkları dünyayı ve bu dünya ile ilgili
sorunları keşfetmişlerdir. Bu gibi gelişmelerin sonucunda da bilimsel
gelişmeler başlayıp zamanla hız kazanmıştır.
Bilim ve teknolojinin ortaya çıktığı tarihten itibaren insanlar içinde
yaşadıkları dünya ile yetinmemişlerdir. Uzayı merak etmişler, uzayın sırlarını
çözmek amacıyla gizemli bir yolculuk, sistemli bir çalışma içerisine
girmişlerdir. Sıvı yakıtlı motorların bulunması ile uçaklar ulaşım aracı olarak
kullanılmaya başlanmış, insanlara uzak gibi görünen mesafeler artık ortadan
kalkmıştır.
Bunun
sonucunda
insanların
uzaya
gitme
isteği
iyice
artmıştır.Uzayı tanımlayacak olursak; güneşi, gezegenleri, uyduları,
yıldızları, sayısız galaksiyi içine alan sonsuz bir boşluktur. Bu sınırsız boşluk
içerisinde bulunan gök cisimlerin her bir dünya yüzeyindeki toz parçacıkları
kadardır. İlk çağ filozoflarından başlayarak bir çok bilim adamı uzayı
tanımlama çabası içerisine girmişlerdir. Örneğin, Galile’nin gök bilimleri ile
ilgili çalışmaları olmuştur. Teleskop ile gözlemler yapmış, şu anki bilim
adamlarımızın bile
sonucuna
ulaşamadıkları
bir
araştırma
çizgisini
başlatmıştır. Kepler ise gezegenlerin yörüngeleri üzerine çalışmalar yapmış,
elips şeklinde hareketleri saptamayı başarmıştır.
19. yüzyılda çok hızlı uçan uçaklar ve buna takip roketler yapılmıştır. Bu
roketler sayesinde aya gidilebileceği fikri ortaya atılmıştır. Böylece gelişmiş
ülkeler arasında bir yarış başlamıştır. Artık insanların aklında tek bir soru
vardır. O da, “insanlarda uzaya gide bilir mi, eğer giderse yaşayabilir mi?”
idi. Bunun üzerine Alman bilim adamları araştırma yapmaya başladı ve
araştırma sonucu olumluydu. Tek sorun uzayda yaşamın sürüp sürmeyeceği
idi.
Uzayda yaşamın sürüp sürmeyeceğinde temel üç sözcük vardı: atmosfer,
radyasyon ve yer çekimi. Bunlardan en önemlisi insanların yaşamını
sürdürmesi için mutlaka gerekli olan atmosferdir. Solunumun düzenli olması
için de bu Atmosfer için de bulunan gazların doğru miktarda olması gerekir.
Uygun atmosfer şartları sağlandıktan sonra radyasyon yalıtımının yapılması
gerekir. Uzayda bir de yer çekimi sorunuyla karşılaşılır. Dünya’dan
uzaklaştıkça yer çekimi azalır. Bu önlemler alındıktan sonra yolculuk
yapılmalıdır.1935 yılında Ruslar uzaya gönderilecek olan roketin çalışmalarına
başlamışlar ve bu çalışmalar 1957 yılında tamamlanmıştır. 1957 yılında
Sputnik 1 uzay aracı, Ruslar tarafından dünya yörüngesine yerleştirildi.
Böylece “ uzay çağı” başladı.
“NASA ‘nın aya yolculuk planlarının başlangıcı Başkan John F. Kenndy nin 25
Mayıs 1961 ‘de Kongredeki bir özel oturumda yaptığı konuşmaya dayanıyordu.
“önümüzdeki on yıl içinde bir adamın aya gitmeyi ve dünyaya dönmeyi
başaracağına inanıyorum” . Soğuk savaş döneminde uzay çalışmaları
konusunda da Sovyetler Birliği ile yarışan Amerika, uzay harcamaları için
büyük bütçeler ayırıyordu.Aya gönderilecek uzay aracı için çalışmalar uzun
bir süre devam etti. Bu çalışmalar sırasında yapılan test uçuşlarından birinde
NASA üç astronotunu kaybetti.
Sonunda 16 Temmuz 1969 ‘da Neill Armstrong, Edwın Aldrin Jr ve Michael
Collins adlı üç astronotu taşıyan Apollo 11 tarihe geçecek ay yolculuğuna
çıktı. Apollo 11 , 19 Temmuzda ay yörüngesine girdi. Ertesi gün uzay
aracından ayrılan “Kartal (Eagle)” adlı modül ay yüzeyine başarıyla indi ve
Armstrong aya ayak basan ilk insan olarak tarihe geçti Armstrog ‘un
ardından Edwın Aldrın de yüzeye indi. Ay toprağından örnekler alan, bazı
bilimsel deneyler yapan ve Amerikan bayrağını aya diken iki astronot
görevlerini başarı ile tamamlayarak dünyaya döndüler”.
Armstrong, insanlığın uzun zamandır üzerinde çalıştığı efsanevi yolculuğu
başarı ile tamamlayarak aya ulaştı. Armstrong, hem ay yüzeyine attığı ilk
adım ile hem de o adımı atarken sarf ettiği sözler ile tarihe geçti: bu, bir
insan için küçük ama insanlık için büyük bir adım”.Uzayın keşfi ile birlikte
insanoğlunun hayatında önemli değişiklikler oldu. Bu değişiklikleri şöyle
sıralayabiliriz:
a) Uzay bilimi demek olan astronomi sadece gözlemlere dayalı iken deneysel
bir
bilim
haline
geldi.
b) Güneş, gezegenler ve diğer gök cisimleri hakkında daha gerçekçi bilgiler
elde
edildi.
c) Uzaydan çekilen uydu fotoğrafları ile dünyanın gerçek boyutları ölçüldü.
d) Uydu fotoğraflarından yararlanılarak meteorolojide hava tahminleri doğru
olarak
yapılmaya
başlandı.
e) İletişim ve ulaşım teknolojilerinde büyük gelişme ve kolaylıklar
sağlandı”(Ercan ve diğerleri,1999,s:58-60).
Bizimde uzayda TÜRKSAT adını verdiğimiz bir uzay aracımız bulunmaktadır.
Bu sayede uzayın tüm olanaklarından yararlanmaktayız ve kolayca
haberleşmekteyiz.İletişim kurmanın en kolay yolu konuşmaktan geçer bir de
karşımızdaki insanlara duygularımızı ve isteklerimizi anlatmanın diğer bir yolu
da el-kol hareketleridir. Fakat bunların dışında da haberleşme yolları vardır:
eski çağlarda duman ile atlı elçiler ile ve güvercinler…gb. Karadeniz
bölgesinde bulunan köylerimizin bazılarında yer şekillerinin de etkisi ile
dağınık yerleşme görülür evler arasındaki mesafe uzak olduğu için insanlar
ıslıklar ile iletişim kurarlar. Her ıslık tonu başka bir anlam ifade eder.
İnsanların uzaktan haberleşmesine imkan veren teknik araçlar Fransız
devriminden hemen sonra optik telgrafın bulunması ile gelişim sürecine
girdi.1837 de elektrikli telgrafın bulunması ile “iletişim çağı” başlamış oldu .
Telefon 1876 yılında Graham Benn tarafından bulundu. İnsan sesini iletimini
önce ülke içerisinde daha sonrada ülkeler arasında yayılmasına imkan verdi.
Bu yenilik bir çok kaygıyı da beraberinde getirdi. ABD de benimsendi ve
daha sonra ülkeler arasında yayılmaya başladı. 19.yüzyılda etkileşim ağları
kurulmaya, insanlar arasındaki etkileşim gelişmeye başladı.
20. yüzyılda ise kitlesel yayın teknikleri ortaya çıktı. Birinci Dünya
Savaşından sonra radyo, İkinci Dünya Savaşından sonra Televizyon
hayatımıza girdi.Düzenli Tv. Yayınları 31 Ocak 1968 günü gerçekleşmiştir.
İnsanlara hem faydalı hem de zararlı yönleri olmuştur.
Faydaları:
a)
Ufkumuzu
genişletmiş,
bakış
açımızı
değiştirmiştir.
b)
Eğitim
yönünden
önemlidir.
Öğrenciler
eğitici
programlardan
yararlanmıştır.
c) Tv. Çok çeşitli bir eğlence aracıdır. İnsanların bir çok ihtiyacını bir arada
gerçekleştirir.
Zararları:
Son on yılda Tv’ de izlenen programlar nedeni ile işlenen suçlar artmıştır.
Özellikle çocuklar üzerinde etkili olan haydut, dolandırıcı, nedeni ile
çocuklarımızın geleceği tehlikeye girmiştir.Tarihte ilk ses kaydı 1877 yılında
Thomas Edison tarafından yapılmıştır. Son 20 yılda yaşanan gelişme ise
gerek ses kalitesinde gerekse şiddet ve kayıt sisteminde mükemmeli
yakalamayı hedeflemektedir”.İnsanlar aralarındaki mesafe ne kadar uzak
olursa olsun birbiriyle kolayca iletişim kurmaktadır. Örneğin Türkiye’den
telefon ile dünyanın herhangi bir yerindeki kişi ile bize çok yakınmış gibi
konuşabiliriz.
20. yüzyıldaki en büyük gelişme hiç kuşkusuz bilgisayar teknolojisinde
yaşanmıştır. Internet ağının kurulması sonucunda bilgisayar ve Internet;
evimize, işyerimize hatta günlük hayatımıza girmeyi başarmıştır. Bilgisayar
teknolojisi beraberinde çok büyük yenilikler ve kolaylıklar getirmiştir.
Örneğin, bilgisayar hayatımıza girmeden önce para yatırma işlemleri için
saatlerce sıra beklerken bilgisayarın hayatımıza girmesi ile birlikte
işlemlerimizi kısa sürede halledebilmekteyiz.
Biliyoruz ki bu teknoloji burada kalmayacak insanlar yaşadığı sürece
teknolojide ilerleyecektir. Şu an bize hayal gibi gelen çoğu araçlar
hayatımıza girecek ve hayatımızı kolaylaştırmaya devam edecektir.