Slayt 1 - ODTÜ GVO

Transkript

Slayt 1 - ODTÜ GVO
Haziran 2016
SAYI 17
ODTÜ G.V. ÖZEL MERSİN İLKÖĞRETİM OKULU KÜLTÜR YAYINI
KÜÇÜK ROBOT GEZİYOR
Küçük robot lunaparka gitti. Sonra
lunaparktan ayrıldı. Eve döndüğünde bir
de ne görsün! Bir hırsız evdeki bütün
eşyaları çalıyor. Küçük robot
hemen
hırsızın üzerine atladı. Hırsız kaçtı.
Küçük robot evden yine ayrıldı. Küçük
robot oyuncak almak için oyuncakçıya
gitti. Bir oyuncak aldı. Ama başka bir
oyuncak o kadar güzel görünüyordu ki
aldığı oyuncaktan vazgeçti. Parasını geri
aldı. iki oyuncak arasında kalmıştı ve
karar
veremiyordu.
Buna
karar
veremeyeceğini anladı. Oradan çıktı. Bir
kedi almaya karar verdi. Sonra bir kedi
aldı. Kediye o kadar iyi bakıyordu ki , kedi
annesini unutmuştu. Artık kedinin annesi
küçük robot oldu. Kedi eski annesini hiç
özlemedi ama annesi yavrusunu özlemişti.
Yavrusuna bir sürü oyuncak almıştı. Kedi
ise küçük robota hediye aldı. Bu bir yavru
kediydi.Küçük robot kedisine sıkı sıkı
sarıldı ve kedisini geziye çıkardı. Kedisi
ilk defa bu kadar renk görmüştü. Küçük
robot kedisine yanar dağları gösterdi. Bu
yanar dağların patladığını söyledi. Kedi
çok şaşırdı. Daha önce hiç patlayan bir
şey
görmemişti.
Gezmeye
devam
ettiler.Yavru kedinin başka bir kedi
dikkatini çekti. Sanki onu tanıyordu. Kedi
yavru kedinin yanına yaklaşıyordu. Birden
hatırladı. Bu kedi onun annesiydi.
Birbirlerini buldukları için çok mutlu
oldular. Küçük robot da onları böyle
görünce çok mutlu oldu. Hep birlikte
evlerine gittiler.
Artun BEDEN 1A
ECE İLE MİRA
Bir zamanlar bir kız varmış. Adı
Ece'ymiş. Evde oturuyormuş. İki saat
sonra kapı çalmış. Kapıyı çalan arkadaşı
Mira’ymış. Ece oyun oynamak istemiş.
Mira da kabul etmiş. Ama Ece dışarıda
oyun oynamak istiyormuş. Mira da
dışarıda oynamak istediğini söylemiş.
Evden çıkmaya karar vermişler. Tam
çıkarken Ece'nin annesi gelmiş. Ece'nin
annesi her zaman sekizde geliyormuş.
Ama o gün Ece için erken gelmiş. Annesi
yine de Ece'ye bir saat oynaması için
izin vermiş. Ece annesine teşekkür
etmiş. Ece ve Mira bir çok oyun
oynamışlar.
Ece
oyunlar
sırasında
zamanın geçtiğini fark etmiş. Mira'ya
akşam olduğunu söylemiş. Ece'nin annesi
de onları eve çağırmış. Ece ve Mira,
Ece'nin annesini dinlemeyerek oyun
oynamaya devam etmişler. Hava iyice
kararmış ve çok korkuyorlarmış. Fark
etmeden evden gittikçe uzaklaşmışlar.
Eve dönmek istiyorlarmış ama evin
yolunu bulamıyorlarmış. Sokak sokak
dolaşmışlar. Birden Ece arkadaşı Nil'i
görmüş. Nil onları görünce çok şaşırmış
Ece ve Mira, Nil'e kaybolduklarını
söylemişler.
Nil
onları
eve
götürebileceğini söylemiş. Hep birlikte
eve gitmişler. Bu arada Ece ve Mira'nın
anneleri onları çok merak etmiş.
Mira'nın annesi de Ecelerin evine gelmiş.
Ece ve Mira eve dönünce annelerinden
özür dilemişler. Bir daha evden
uzaklaşmayacaklarına söz vermişler.
Ece ÖZDEMİR 1A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
2
YARAMAZ ÇOCUK OKULDA
Bir çocuk varmış. Bu çocuğun adı
Can'mış. Can okula gitmiş ve ders
başlamış. Can çok yaramazmış. Derste
hep yaramazlık yapıp dururmuş. Hiç bir
soruyu anlamazmış. Böyle böyle günler
geçmiş. Öğretmeninden annesine mesaj
gelmiş. Annesi Can'ın derslerden düşük
not almasını istemiyormuş. Annesi ve
öğretmeni artık Can'a kızıyormuş. Can'ın
evde bir sürü test kitabı varmış ama Can
hiç test çözmüyormuş. Bir gün Can
dersten düşük not almamak için test
çözmeye karar vermiş. Annesinin yanında
test çözmeye başlamış. Bütün sorularda
annesinden
yardım
istemiş.
Sabah
olmuş.Can yine okula gitmiş. Can'ın
şansına sınavda akşam çözdüğü sorular
çıkmış. Can iki dakikada soruların hepsini
bitirmiş. Can artık akıllı bir çocuk olmuş.
Akıllı olmaya da devam edecekmiş.Artık
her gün Can test çözüyormuş. Ödevini ve
testlerini kendi başına yapıyormuş.
Bundan sonra Can uslu bir çocuk olmayı
anlamış.
Ceylin GÜNAYDIN 1A
ARKADAŞ OLAMAYAN HAYVAN
Bir varmış, bir yokmuş. Bir dinozor
varmış. Dinozorun gözleri çok büyükmüş.
Dinozor çok hızlı koşarmış. Bir gün
arkadaş bulmaya karar vermiş. Hiç
kimse onu sevmezmiş.Bu yüzden arkadaş
bulması çok zormuş. Sonra aramış
aramış aramış; hiç arkadaş bulamamış.
En sonunda bir dinozor gelmiş. Onunla
arkadaş olmuşlar.Sonra akşam olmuş.
Dinozorlar
uyumuş.
Güzel
güzel
uyumuşlar. Sabah olmuş. Kendilerine ev
yapmışlar. Evi kontrol etmişler. Ev çok
güzelmiş. Sonra da yemek bulmuşlar.
Onu hemen yemişler. Karınları doymuş.
Dışarıya çıkmışlar. Dinozorlardan bir
tanesi yanlışlıkla ağaca çarparak onu
devirmiş. Çok üzülmüş.O ağacın yerine
bir ağaç dikmiş. Onu her gün sulamış.
Ağaç birden uzamış. Devirdiği ağaçtan
daha büyük olmuş. Çok sevinmiş.
Arkadaşı
da
ağacı
görmüş.
Bu
davranışından dolayı arkadaşını kutlamış.
İkisi bu ağaca çok iyi bakmışlar. Bu ağaç
da onların arkadaşı olmuş.
Ekin Beren KARA 1A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
3
KÜÇÜK KUŞ
Bir kuş varmış. Ormanda yaşarmış.
İki yaşındaymış. Bir gün annesi ve babası
onu
ağacın
aşağısında
unutmuşlar.
Ormanlar kralı gelmiş. Bu bir aslanmış.
Çok büyük ve korkunçmuş. Aslan tam
küçük kuşu yiyecekken bir baykuş gelmiş.
Baykuş, küçük kuşu tutup götürmüş.
Küçük kuş çok şaşırmış. "Beni neden
aldın?" diye sormuş. Baykuş "Aslan az
kalsın seni yiyecekti." demiş. Baykuş,
küçük kuşa nerede yaşadığını soracakken
“Boooooooommmmmm!” diye bir ses
gelmiş. Baykuş ağaca çarpmış. Baykuş,
küçük kuşa yaralanıp yaralanmadığını
sormuş. Küçük kuş yaralanmadığını
söylemiş. O da baykuşa sormuş. Neyse ki
baykuş da yaralanmamış.
Yola devam
etmişler. Baykuş "Sen çok küçüksün. Seni
annene götürmeliyim." demiş. Ama küçük
kuş
yuvasının
nerede
olduğunu
bilmiyormuş. Baykuş da onu kendi evine
götürmeye karar vermiş. Baykuşun evine
doğru uçarlarken tam o sırada küçük
kuşun annesi onları görmüş. Yanlarına
doğru uçmuş. Küçük kuş annesi ile
buluştuğu için çok mutlu olmuş. Mutlu
mutlu yaşamışlar.
Damla YILMAZ 1A
DİNO
Tarih öncesi dönemde yaşayan Dino
adında bir dinozor varmış. Dino
otçulmuş. Kuyruğunda çok sert bir top
varmış. Dino'nun sırtında ise sivri
dikenler varmış. Dino, treksi bile
yenecek kadar güçlüymüş. Dino ile
arkadaşları çok sıkılmışlar. Bir şeyler
yapmak istemişler. Dino bir çukur açmak
istemiş. Arkadaşlarıyla birlikte kazı
yapmaya başlamışlar. Çukur derinleşmiş.
Bu çukurun altında bir mağara varmış. Bu
mağarada tireksler yaşıyormuş. Birden
mağaradan on beş tane tireks çıkmış .
Dino, ailesi ve arkadaşlarıyla birlikte
tirekslerle savaşmış. Tirekslerin hepsi
ölmüş. Çünkü Dino ve ailesinin topu
varmış. Bu özellik onların tirekslerden
daha
güçlü
olmasını
sağlıyormuş.
Ormanda gezerken başka tirekslerle
karşılaşmışlar. Birbirlerine saldırmışlar.
Bu sefer berabere kalmışlar. Çünkü Dino
ve ailesi önceki saldırıdan dolayı
yorgunmuş. Dino'nun ailesinden ve
arkadaşlarından bazıları ölmüş. Hayatta
kalanlar oradan uzaklaşmışlar. Onların
yavruları olmuş. Yavruları büyümüş.
Sayıları
çoğalmış.
Yine
ormanda
gezerken
vahşi
canavarlarla
karşılaşmışlar.
Onlarla
savaşmışlar.
Dino'nun
arkadaşlarından
bazıları
bayılmış ama sonra geri uyanmışlar.
Hayatlarına yavrularıyla mutlu bir
şekilde devam etmişler.
Egemen MEYDANER 1A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
4
DİNOZOR KUŞU VE ARKADAŞLARI
Bir gün tarih öncesi dinozor kuşu
ormanda dolaşıyormuş.
Bu kuş çok
büyükmüş. Herkes ondan korkarmış. Ama
onun çok yumuşak bir kalbi varmış.
Kimseye zarar vermezmiş. Bir anda
meteor yağmuru başlamış. Herkes korkup
kaçmış. Dumanların arasında biri kalmış .
Dinozor kuşu onu görmüş. Bu bir
tradonmuş. Büyük ama kısa boyluymuş.
Dinozor kuşu onu alıp götürmüş. Meteor
yağmuru bitmiş. Tradon, dinozor kuşuna
teşekkür
etmiş. Arkadaş olmuşlar.
Birlikte güzel oyunlar oynamışlar. Mutlu
yaşamışlar.
Onur GÜNDOĞDU 1A
MELİS VE TAVŞANI
Benim küçük bir tavşanım var. Ama
bu tavşanın boyu çok kısa. Ben onun bu
özelliğini hiç beğenmiyorum. Çünkü hiç
büyümüyor. Acaba daha büyümesi için ne
yapabilirim? Hiç bilmiyorum. Aaaaaaaa,
buldum! Onu daha uzatmak için bir iksir
hazırlamam gerek. İksir için sıkıntı tozu
yapmam gerek. Onun için ekmek lazım.
Bir de su lazım. En özel malzemeyi
unuttum yani yaprakları. Onu da ekledim.
İşte şimdi hazır. Şimdi bunu sütle
karıştırmam gerek . Bunu tavşanıma
içirebilirim. Tavşanım bunu içti. Ama
hiçbir şey olmadı. Bir malzemeyi mi
unuttum acaba? Niye olmadı ki? Niye
olmadı? Ne yapacağım? Düşün Melis
düşün ne unuttun? Aaaaaaaaaaaa, şimdi
hatırladım! Tabi ya, deniz suyu olacaktı.
Hemen deniz kenarına gittim. Kovanın
içini deniz suyu ile doldurdum. Sonra
eve gittim ve karışımı tekrar yaptım.
Tavşanıma iksiri içirme zamanı geldi.
Tavşanım iksiri içti. İşte oldu. Başardım.
Tavşanım hemen büyüdü. İksir işe
yaradı. Tavşanımın büyüdüğünü görünce
çok mutlu oldum.
Aysu Melis YALÇIN 1A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
5
BORA'NIN TAVŞANI
Bora tavşanları çok severmiş. Anne
ve babasını ikna etmiş. Tavşan almak için
hayvan barınağına gitmişler. Barınakta
çok fazla tavşan varmış. Ama Bora tek
bir tavşanı çok sevmiş. Bu tavşanın
bembeyaz tüyleri varmış. Ayrıca tüyleri
yumuşacıkmış. Tavşanı alıp eve gitmişler.
Bora tavşanına çok iyi bakmış. Bir gün onu
gezdirmek için ormana gitmişler. Oyunlar
oynamışlar.
Sonra
Bora
tavşanını
bulamamış. Bora'nın tavşanı kaybolmuş.
Bora eve ağlayarak dönmüş. Annesi
Bora'ya tavşanının nerede olduğunu
sormuş.
Bora
tavşanının
ormanda
kaybolduğunu söylemiş. Annesi Bora'ya
merak
etmemesini
onu
bulacağını
söylemiş.
Birlikte
tekrar
ormana
gitmişler. Aramışlar, aramışlar, aramışlar.
Bir ağaç gövdesindeki delikte beyaz bir
şey görmüşler. Yaklaşmışlar. Bora'nın
tavşanı ordaymış. Bora çok mutlu olmuş.
Annesi ile birlikte mutlu mutlu eve
dönmüşler.
Bora KONUK 1A
DOĞAYI KORUYAN DOĞA
Doğa bir gün doğaya çıktığında bir
kuş yuvası gördü. Bu yuvada kaç kuş
olduğunu merak etti. Yakından bakmak
için yuvaya yaklaştı. Bu yuvada yavru
kuşlar vardı. Doğa, yavru kuşların orda
yalnız olmasına çok üzüldü. Annesi ve
babasına yavru kuşları gördüğünü anlattı.
Annesi ve babası ile birlikte yavru
kuşlara yemek götürdüler. Doğa çok
mutlu oldu. Mutlu bir şekilde eve döndü.
Bir de ne görsün?
Annesi ona bir doğa oyunu almıştı.
Doğa, doğa oyununu alıp bahçeye çıktı.
Ama hiç arkadaşı olmadığı için oyunu
oynayamadı. O anda bahçenin etrafında
dolaşan bir çocuk gördü. Doğa onu
görünce mutlu oldu ve ona gülümsedi.
Çocuk içeri girdi. Doğa ile çocuk
tanıştılar. Çocuğun adı Ali’ydi. Doğa ve
Ali doğa oyununu oynadılar. Çok
eğlendiler.
Ali’nin artık eve gitmesi
gerekiyordu. Ali, Doğa’ya onunla oynadığı
için teşekkür etti. Doğa hala oynamak
istiyordu. Oyununu toplayıp eve gitti.
Doğa evde annesiyle oyunu tekrar
oynadı. Doğa bu oyunu çok sevdi.
Annesine onunla oynadığı için teşekkür
etti.
Sonra Doğa bahçeye çıktı. Kuşlara
baktı. Onları sevdi. Kuşları eve götürmek
istedi. Annesinden izin istedi. Annesi
izin verdi. Doğa çok mutlu oldu.
Doğa ÖZDEMİR 1A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
6
MİNİK ROBOT
Bir zamanlar küçük bir robot varmış.
Bu robot çok iyi kalpliymiş ama biraz
yaramazmış. Bunun üzerine parktaki
robotlar onunla oynamazmış. Çünkü o her
şeyi bozuyormuş . Ama bu olay kim bilir
ne kadar sürecekmiş. Bu nedenle günler
geçmiş yıllar yılları kovalamış. Robot okula
başlamış ama matematik dersinde hiç
dersi dinlemezmiş. Bu nedenle hiç
öğrenememiş. Bu arada parktaki robotlar
onunla oynamamaya devam etmişler.
Arkadaşları ona her gün matematik
soruları sorarlarmış ve robot hiçbirini
bilemezmiş. Bu nedenle arkadaşları hep
ona gülüyormuş. Her güldüklerinde
robotun kalbi kırılıyormuş. Hep onlara
kalbinin kırıldığını söylüyormuş. Onlar ise
gülmeye devam ediyorlarmış. Sonra
evlerinden taşınmışlar. Yeni evlerinin
yanında park varmış. Bu parka gitmiş.
Orada başka robotlarla tanışmış. Daha
önce yaptığı davranışları yapmamaya
dikkat etmiş. Parktaki arkadaşları onu
çok sevmiş. Minik robot sonraki yıllarda
çok mutlu olmuş.
Batu ŞENTUT 1A
ÜÇ DİNOZOR
Çok eski zamanlarda yaşayan üç
dinozor vardı. Birinin adı Trek, diğerinin
adı Trekdon, öbürünün adı Trekreks'ti.
Arkadaşları
olan
Dodo'nun
başı
dertteydi. Çünkü dağlarda dolaşırken
lavlara
yakalanmıştı.
Uçamıyordu.
Yanardağ patlamıştı. Dodo'nun kuyruğu
yanıyordu.
Trekdon hemen su aldı.
Dodo'yu söndürdü. Sonra birlikte oradan
uzaklaştılar. Ama uzaklaşırken insanları
gördüler.
İnsanlar
yanardağdan
kaçıyorlardı.
Dinozorlar,
insanlarla
tanıştılar. Yanardağdan avcılar, askerler
ve bir çok insan kaçıyordu. Sonra
avcılarla askerler arasında sorun çıktı.
Savaşmaya
başladılar.
Dinozorlar
savaşanların arasına girdiler. Barış
yaptılar. Yanardağın lav püskürttüğü
yerler kapandı. Oralara Jurassic Park ve
hayvanat bahçesi kuruldu. Teknolojik
aletler yapıldı. Dinozorlara insan evleri
yapıldı. Parklar açıldı. Dinozorlar için de
parklar yapıldı. Dinozor meclisi kuruldu.
Orada güzel kararlar verildi. İnsanlarla
dinozorlar güzel ve mutlu yaşadılar.
Arda Doruk KAYTANCI 1A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
7
ÜÇ ARKADAŞ VE DİNOZOR
Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar
üç arkadaş dinozor aramaya gitmişler.
Ama kaybolmuşlar. Sonra evin yolunu
aramışlar. Ama bulamamışlar. Sonra bir
dinozor görmüşler. Dinozor onlara yadım
etmiş. Dinozor onları çok sevmiş ve
onlardan ayrılmak istememiş. Sonra üç
arkadaş ve dinozor oyun oynamışlar ve
çok eğlenmişler. Ama hala evlerini
bulamamışlar. Çok üzgünlermiş. Ama
farkında değillermiş. Üç arkadaş dinozoru
çok sevmişler. Dinozor da onları çok
sevmiş. Hava çok kararmış ve aileleri
onları çok merak etmiş. Onları aramaya
başlamışlar. Hava kararınca üç arkadaş
çok
korkmuşlar.
Fark
etmeden
birbirlerinden ayrılmışlar. Ayrıldıkları için
daha da korkmuşlar. Dinozor, ormanı iyi
bildiği için onları teker teker bulmuş ve
bir araya getirmiş. Çözüm aramışlar.
Dinozordan yardım istemişler ve dinozor
onları ormanın çıkışına kadar götürmüş.
Onlar tam gideceklermiş ki dinozor
onlardan ayrılmak istememiş. Onlar da
dinozoru eve götürmüşler. Mutlu bir
şekilde hayatlarına devam etmişler.
Toros LEVENT 1A
PARKTAKİ PARMAKLIK
Eda adında bir kız varmış. Eda
parmaklık yapmayı çok severmiş. Hep
parmaklık yaparmış. Eda çok hareketli
bir çocukmuş. Parmaklık yapmadan
duramazmış.
Parka
gittiği
zaman
parmaklığa atlarmış . Oradaki çocuklar
şaşkınlık içinde kalırmış. Eda'nın gözü
bir tek parmaklığı görürmüş. Parmaklık
yaparken elleri yara oluyormuş. Eda yine
de parmaklık yapıyormuş. Babası ona çok
kızıyormuş. Eda babasını dinlemiyormuş.
Bir gün Eda o kadar uzun süre parmaklık
yapmış ki elleri yara içinde kalmış. Keşke
parmaklık yapmasaydım diye düşünmüş.
Çünkü elleri çok acıyormuş. Elleri ile
hiçbir
şey
tutamıyormuş.
Yazı
yazamadığı için derste yapamıyormuş.
Çok canı yandığı için oyun da
oynayamıyormuş. Hayatı birden sıkıcı
olmaya
başlamış.
Babasının
haklı
olduğunu düşünmüş. Onu sinirlendirdiği
için babasından özür dilemiş. Elleri iyi
olana kadar parmaklık yapmamış. Daha
sonra da parmaklık yaparken çok dikkat
etmiş.
Eda KEMAL 1A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
8
CESUR KAPLAN
Afrika'da bir kaplan yaşarmış. Bu
kaplan çok cesurmuş ve çok hızlıymış. Bir
de sivri dişleri vardır. Bir gün ormanda
yürürken arkadaşını görmüş. Onunla oyun
oynamak istemiş. Arkadaşı kabul etmiş.
Saklambaç oynamışlar.Ağaca çıkmışlar.
Ağaçta bir maymunla tanışmışlar. Ağaçtan
indiklerinde ormanda yürüyüşe çıkmışlar.
Orada bir aslan görmüşler. Aslan onları
kovalamış ve ısırmaya çalışmış. Kaplan ve
arkadaşı
kaçmışlar.
Aslan
onları
göremeyince kükremiş. Kaplan ve arkadaşı
sese doğru gitmişler. Aslan onları
yakalamış. Onları ağaca asmış. Kısa bir
süre sonra akşam olmuş. Aslan uyumuş.
Maymun ağaca tırmanıp kaplan ve
arkadaşını kurtarmış. Sabah olduğunda
aslan onları ağaçta görememiş. Ama onlar
ağacın üstündeymiş. Aşağıdaki aslana
elma atmışlar. Aslan onları görmüş ve
ağaca tırmanmış. Kaplan ve arkadaşları
ağaçtan atlamışlar. Aslan da atlamış ama
kafa üstü yere yapışmış. Bu sırada kaplan
ve arkadaşları kaçmışlar. Aslan onları
bulamayınca çok sinirlenmiş. Kaplan ve
arkadaşları kaçtıkları için çok mutlu
olmuşlar.
Demiralp DEMİR 1A
KUTUP AYISI İLE ÇOCUK
Bir zamanlar bir kutup ayısı varmış.
Bu ayının çok korkutucu dişleri varmış.
Bütün canlılar ondan korkarmış. Ama
aslında o ayı çok iyi yürekliymiş. Bir gün
bir penguenle konuşmayı denemiş. Ama
penguenle hiç konuşamamış. Penguen
ondan baya bir korkmuş. Sonra bir balık
avlamış. Onu yiyememiş. Sonra Dodo
kuşu görmüş . Dodo kuşu tam yere
ayağını değdirecekken kutup ayısını
görmüş ve yükseklere çıkıp uçmaya
devam etmiş. Sonra bir tane araba kuşu
gelmiş. o da ondan korkmuş. Aradan bir
kaç gün geçmiş. O gün gelince bir okçu
adam sürüsü gelmiş. Kutup ayısı çok
korkmuş. Ama adamlar çok acımasız
oldukları için biri kutup ayısına okunu
fırlatmış. Kutup ayısı oktan uyuşmuş.
Sonra okçu adamlar gitmişler. Sonra bir
çocuk gelmiş. Kutup ayısına saplanmış
olan oku oradan çıkarmış. Bir gün sonra
uyanacağını söylemiş. Bir gün geçmiş
kutup ayısı uyanmış ve çocuğa teşekkür
etmiş. Çocuk sonra eve gitmiş. Kutup
ayısı da evine gitmiş. Aradan yıllar
geçmiş. Kutup ayısı tam evinden çıkarken
onu kurtaran çocuğu orada beklediğini
görmüş. Kutup ayısı onu kurtaran çocuk
olduğunu görmüş ve arkadaş olmuşlar.
Doruk GÜRGENER 1A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
9
23 NİSAN
Talat adında bir çocuk varmış.23
Nisan'ı yirmi dört gözle bekliyormuş.
Çünkü 23 Nisan'da birbirinden güzel
oyunlar oynuyorlarmış. Bir de Talat bu
bayramı Atatürk armağan ettiği için çok
çok çok seviyormuş.23 Nisan sabahı çok
ama çok heyecanlıymış. Kahvaltısını
çabucacık
yapmış.
Üzerine
güzel
kıyafetler giyinmiş. Annesiyle evden
çıkmışlar. Talat'ın okuluna gitmişler.
Talat'ın okulunda çok güzel bir şenlik
varmış.Önce törende şarkı ve şiirleri
dinlemişler. Sonra sıra oyunlara gelmiş.
Bidirbir oynamışlar. Annesi ile birlikte
yemek yemişler. Balık yemiş. Çünkü o
balığı çok severmiş. Talat her şeyle
oynamak istiyormuş.Boğaya binip rodeo
yapmış. Şişme oyuncaklarda çok eğlenmiş.
Tramboline binmiş. Annesiyle çimlerde
oynamış. Arkadaşlarını gördüğü için çok
mutlu olmuş. Parkta da oynamış.
Kaydıraktan
kaymış.
Salıncağa
binmiş.Bugünün
bitmesini
hiç
istemiyormuş. Ama artık eve gitme
zamanı gelmiş. Çok güzel zaman geçirmiş.
Çok eğlenmiş.
Mira KOYUNCU 1A
ELSA VE ANNA
Bir gün bir Elsa varmış. Elsa'nın
buz gücü varmış. Elsa hemen doktora
gitmiş.
Doktor
her
yerinin
buz
olabileceğini ve dokunduğu yeri de buz
yapabileceğini söylemiş. Elsa evine
dönmüş.Anna, Elsa'nın kapısına gelmiş.
Elsa çok üzgünmüş. Anna, ona ne
olduğunu merak etmiş. Elsa buz gücünü
doğru kullanamadığını söylemiş. Bu
sorunu çözememişler. Aslında kimse
ondan korkmuyormuş ama Elsa yine de
korkuyormuş.
Bu
yüzden
oradan
uzaklaşıp yeni bir yere taşınmış. Orada
kendine buzdan bir ev yapmış. Buzdan
evi çok güzel ve büyükmüş. Sonsuz odası
varmış. Elsa evinde çok mutluymuş Ama
bir süre sonra yalnızlıktan sıkılmaya
başlamış.Anna, Elsa'nın nerede olduğunu
merak etmiş. Her yerde Elsa'yı aramış.
Sonra Elsa'yı bulmuş. Anna, Elsa'yı
görünce çok üzülmüş. Onu dışarı
çıkarmak istemiş. Elsa bunu hiç
istemiyormuş. Çünkü insanları buz
yapmaktan korkuyormuş. Buna bir çözüm
bulmayı düşünmüşler. Anna'nın aklına bir
fikir gelmiş. Elsa, eldiven takarsa
insanlara zarar vermeyebilirmiş. Sonra
Elsa eldivenini takmış. Eskiden yaşadığı
yere geri dönmek istiyormuş. Çünkü
oradaki arkadaşlarını çok özlemiş. Sonra
bir araba bulmuş. Elsa, Anna ile birlikte
arabaya binmiş. Eskinden yaşadığı yere
geri dönmüşler. Artık arkadaşlarıyla
zaman geçirirken hiç korkmuyormuş.
Elsa daha sonra mutlu bir hayat yaşamış.
Eylül ÇEBİ 1A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
10
SÜPER PANDA VE ARKADAŞLARI
Bir panda varmış. Bu pandanın adı
Süper Panda’ymış. Çünkü her şeyi çok
doğru yaparmış. Süper Panda ve
arkadaşları bir gün şehirde bir yangın
görmüşler. Hepsi yangına doğru gitmişler.
Her birinin elinde bir su hortumu
varmış. “Süper panda biraz hızlı olun,”
demiş. Sonunda yangın bitmiş. Süper
Panda’nın arkadaşlarından biri “Galiba bir
sürü sorun çözeceğiz,” demiş. Evlerine
dönerken Süper Panda arkadaşlarından
birine “En sevdiğin renk ne?” demiş.
Arkadaşı ona “Mavi.” demiş. “O zaman sen
en çok buzlu dondurmayı seversin.” demiş.
Evet, diye cevap vermiş arkadaşı gülerek.
Şaka olduğunu söylemiş. En sevdiği
dondurmanın ateşli olduğunu söylemiş
gülerek.
Evlerine
geldiklerinde
yemeklerini
yemişler
ve
dişlerini
fırçalamışlar ve derin bir uykuya
dalmışlar.
Süper Panda ve arkadaşları o gün
çok yorulmuşlar. Süper Panda rüya
görüyor olabilirmiş. Çünkü ha bire kıpır
kıpır hareket ediyormuş ve sabah
kalkınca her şey dönüyormuş.
Gökçen DAĞ 1B
ÜÇ ARKADAŞ
Üç arkadaş bir gün bahçeye çıkmış.
Bahçeye çıkınca yürümeye başlamışlar.
Yürüdükçe yürümüşler. Yürürken bir
mağara
görmüşler.
Mağaraya
girmişler.İçerisi çok karanlıkmış. Üç
arkadaştan biri, bir meşale yakmış. Bu
mağara çok ilginçmiş. Duvarlarında
resimler varmış. Arkadaşlardan bir
tanesi yarasa görmüş.Yürümeye devam
etmişler. Üç arkadaş birden köşeden
bakan iki çift göz görmüşler. Çok
korkmuşlar. Hemen oradan kaçmışlar.
Evlerine gitmişler.Evlerinde yorganın
altına girmişler. Ama bir tanesi hala o
mağarayı merak ettiğini söylemiş.
Diğerleri
de
gitmek
istemişler..
Mağaraya gitmişler. Mağarada dev gibi
iki canavar görmüşler.
Canavarlar
onlara
saldırmış.
Canavarlardan
kaçmışlar.
Evlerine
gitmişler. O mağaraya bir daha
gitmemeye karar vermişler.
Yusuf Renas KURTULUŞ 1A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
11
OYUN BOZAN
Bir oyun kutusu varmış. İçinde
Oyunbozan diye bir oyun adamı varmış.
Evlere çocuklar girmiş. Oyunbozan gelmiş.
Camları kırmaya başlamış. Tamirci gelmiş.
Camları tamir etmiş. Oyunbozan kendi
oyununa girmemiş. Kendi oyunundan
çıkmış. Savaş oyununa girmiş. Savaş
oyununda kupalara bakmaya gitmiş.
Kupaları görünce onların yanına yaklaşmış.
Onlardan birini almaya çalışmış ve almış.
O sırada bir böceği uyandırmış. Böceğin
kendisinden kaçmış sonra kendi oyununa
girmiş. Kendi oyununu oynamaya başlamış.
O oyun kutusu kaldırılmış. Başka bir
markete koyulmuş. O market kapanmış. O
oyun kutusunu bir çocuk almış. O çocuk
evine koymuş. Her sabah ve akşam
oynamış. Okul gününe kadar oynamış hiç
bırakmamış.
Onun beynindeki hücreler ölmüş ve
oyunu dışarı atmışlar. Onu başka birisi
almış. Onunla sadece tatillerde oynamış ki
iyi olsun diye. Sonra o makine bozulmuş
ve dışarı atmışlar.
Deniz BÖLLÜ 1B
EYVAH YANDIK BİLGİSAYAR
MİKROBU
Bir zamanlar Saftirik diye bir
çocuk varmış. O her zaman hep sıfır alan
bir çocuk olduğu için annesi ona her gün
kızıyormuş.
Bir gün tatile çıkmışlar. Saftirik
annesine “Anne kaç dakika kaldı?” demiş.
Annesi “ Yarım saat kaldı.” demiş. “Oh
,sonunda geldik!” Bir gün sonra havuza
giderlerken
babası
ona
kardeşini
tuvalete götürmesini söyledi. Saftirik
kardeşini kaybetti. Babasının yanına
geldi.
Babası
yine
başaramadığını
söyledi. İki ay sonra okul başladı.
Saftirik Türkçe dersinden sıfır aldı.
Annesi ona bir ceza verdi. Çıkıp çimleri
biçmesini istedi. Onun sevdiği bir iş
değildi. Onun sevdiği şey bilgisayardı.
Sonra onun annesi ve babası neden bizim
oğlumuz böyle diye düşündü.
Annesi ve babası bir karar alıp
Saftirik’i
doktora
götürdüler.
O
mikrobun adı bilgisayar mektubuymuş.
Doktorlar o mikrobu aldılar. Artık
ödevlerinin puanı hep yüz olmuş.
Aras Kuzey DOĞAN 1B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
12
KEDİ İLE PANDA
Kedi turuncuymuş. Panda siyahmış.
Bir gün kedi ile panda bir ormana
gitmişler. Kedi ile panda bir ormana
gidince bir maymunla karşılaşmışlar.
Maymun, kedi ile pandaya “Muz ister
misiniz?” demiş.
Kedi ile panda “Yok istemeyiz.”
demiş. Kedi ile panda yoluna devam
etmişler. Sonra yollarına bir aslan gelmiş.
Kedi ile panda aslana “ Biz kaybolduk.”
demişler. Evimizin “Nerede olduğunu
biliyor musun?” demişler. Aslan “ Evet,
biliyorum.” demiş. Aslan, kedi ve panda
yola çıkmışlar. Aslan aslında şaka yapmış.
Kedi ile panda yolda bir kurbağa ile
karşılaşmışlar. “Bize yemek verir misin ?”
demişler. Kurbağa, kediye balık vermiş.
Pandaya bambu vermiş. Kedi ile panda
yemeklerini yemişler. Sonra yine yola
çıkmışlar. Birden evlerini görmüşler. Ama
hala yol varmış. Yola devam etmişler.
Yola düşmüş bir ağaç varmış. Kedi
ile panda düşünmüşler düşünmüşler.
Kedinin aklına bir fikir gelmiş. Ağacın
üstüne çıkmayı düşünmüş. Gitmişler
gitmişler ve sonunda evine gelmişler.
Kapıyı açmışlar ve yataklarına yatmışlar.
Rüyalarında
arkadaşlarının
parkta
oynadıklarını görmüşler.
Eylül KURT 1B
YAVRU PANDA
Bir panda varmış. Ağaca çok iyi
tırmanırmış.
Yemek
yemeyi
hiç
sevmezmiş. Onun arkadaşı ise ağaca
tırmanmayı hiç sevmezmiş. Yemek
yemeyi çok severmiş.
Panda ormanda giderken boz ayı ile
karşılaşmış. Boz ayı onu kovalamış. Panda
ağaca tırmanmış. Pandanın arkadaşı,
“Neden ağaca tırmandın? Hemen ağaca
çık, yoksa seni yiyebilir. Daha yukarıya
çıkalım. Yoksa boz ayı tırmanır ve bizi
yer ya da ağacı kesebilir” demiş.
Ağaçtan inmişler. Boz ayı gitmiş. Panda
“Yemek yiyelim mi?” demiş. Yemek
yemişler. Panda “Oyun oynayalım mı?”
demiş. “Evet ama ne oynayalım, biz hiç
oyun oynamayı bilmiyoruz değil mi?”
demiş. Arkadaşı “Ama benim canım oyun
oynamak istiyor.” demiş.
Beraberce bir oyun uydurmaya
karar
vermişler.
Yerden
yüksek
oynamışlar. Panda arkadaşına oyunu
anlatmış. Oyun oynarken deprem olmuş.
Arkadaşı “Ne yapalım?” demiş. Panda
“Tamam boz ayının ağacına tırmanalım.”
demiş.
Ateş Ekin DEMİRDELEN 1B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
13
CİCİ KÖPEK BİBO
Günün birinde Bibo adında bir köpek
varmış. Bibo çok akıllıymış. Sahibi ona çok
kötü davranırmış. O da günün birinde
hırslanarak kaçmaya karar vermiş. Gece
uyumadan plan yapmış. Arkadaşı Kiko
sayesinde evden kaçmayı başarmış.
Sokakta
kaçtım
kaçtım
diye
sevinirken, ben nerede yatacağım diye
düşünmüş.
Çabucak
yatak
aramaya
başlamış. Yatak ararken birden arkadaşı
Kiko’ yu görmüş. Kiko’ ya “ Burada ne
arıyorsun?” demiş. Hep birlikte yatak
aramaya başlamışlar. Yatak ararken bir
köpek görmüşler. Köpekle arkadaş olmak
istemişler ama köpek havlamaya başlamış.
Havlaya havlaya yorulmuşlar. Arkadaş
olmaya karar vermişler. Barınağa gitmek
istemişler ve barınağın yolunu tutmuşlar.
Barınağın
yolundayken
avlanmaya
başlamışlar. Koyun avlamışlar. Sonra
yürümüşler
yürümüşler
bir
nehir
görmüşler. Oradan su içip dinlenmişler.
Barınağın nasıl bir yer olduğunu merak
etmeye başlamışlar. Bir çocuk görmüşler.
O çocuk onları kovalamaya başlamış.
Herkes birbirine girmiş ve çok gür
bir ses çıkmış. Bu çocuğun sesiymiş. Bibo
onu ısırmış. Sonra barınağa gelmişler ve
sevinç içinde birbirlerine sarılmışlar.
Hepsi testten yüz üzerinden yüz almışlar
ve mutlu mesut yaşamışlar…
Demir GÖKPINAR 1B
TATLI PANDA
Bir panda yaşarmış. Çok oburmuş.
Herkes onu çok severmiş. Bir gün Leyla
ile buluşacaklarmış ki başlamış oburluğa.
Ye ye duramamış. Leyla çok sıkılmış.
“İçinden nerede kaldı?” demiş. Sonra
avcılar onu yakalamışlar. Yemeğini
bitirince onun yanına gitmiş. Ama hiç
kimseyi görememiş.
Teker izleri bulmuş. Teker izlerini
takip etmeye başlamış. Bir de ne görsün,
ormandan uzaklaşmış. Bir hayvanat
bahçesine
gelmiş.
Orada
annesini
görmüş. Ona aşı vurulacakmış. İkisini de
ayrı kafeslere koymuşlar. Gece olmuş ve
bir kaçış planı yapmaya başlamışlar.
Sonra
kaçmasınlar
diye
bekçi
hayvanların
etrafında
dolaşmaya
başlamış. Birisi onun dikkatini dağıtmış.
Birisi de cebindeki anahtarı almaya
çalışmış. Diğer hayvanlardan sessizce
yardım istemiş. Kurtulmayı başarmışlar.
Başka
hayvanları
yakalamak
için
gitmişler. Arkalarından atlamışlar ve
yola koyulmuşlar. Tam ormana gelmek
üzereyken kaza yapmışlar. Arabalarını
bırakıp yürümeye başlamışlar. Ormana
geldiklerinde
ağaçları
kesmeye
başlamışlar. Hemen saklanıp kulaklarını
kapatmışlar.
Ağaçlar
birer
birer
yıkılmaya başlamış.
Saklandıkları
yerden
sessizce
çıkmışlar. Tüm pandalara anlatmışlar ve
ormanın kralını da unutmamışlar. Hemen
koşup ona da anlatmışlar. “Hımmm bir
çözüm buldum.” Çalı çırpıyla birbirimizin
üstüne çıkıp onları korkutabiliriz. Onları
ormandan kovmuşlar.
Esin Duru AKDOĞAN 1B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
14
UZAY
Eski zamanlarda bir astronot varmış.
Çok yetenekliymiş. Bir gün komutanı onu
çağırmış. “Hey, gel buraya!” demiş.
“Uzaya gideceksin.” demiş. Astronot
“Neden?” diye sormuş. Çünkü dünyaya
uzaydan seksen sekiz gün sonra meteor
taşı düşecekmiş. O meteor taşı düşerse
büyük depremler, büyük dalgalar ve beş
alışveriş merkezi büyüklüğünde bir çukur
oluşacakmış. “Hadi, bir an önce rokete
binelim. Hadi,koş.”demiş. Uzaya çıkmışlar.
Uzayda karşılarına kötü astronot ve
komutanı çıkmış. Astronot “ Peşimizden
gelme.” demiş. Ama kötü astronot
dinlememiş. Takip etmeye devam etmiş.
Meteor taşı düşmek üzereymiş. Gaza
basıp gitmişler. Komutan “ Meteor taşı
üstümüze
düşmeden
gidelim.
Taş
kazıyıcıyı
çıkar,”
demiş.
Astronot
“Tamam, komutanım,” demiş. Çaaattt!
diye göktaşı patlamış. Komutan “Aferin,
astronot hadi eve dönelim.” demiş.
Astronot “ Ama biraz manzarayı
izleyelim.” demiş. Sörf tahtası alıp Ay’ a
gitmişler. Sonra eve gidip, cips yiyip, didi
içmişler. Mutlu mutlu yaşamışlar.
Yağız Sertaç DURAN 1B
YAVRU AT
Bir gün kahverengi bir at varmış.
Kuyruğu siyahmış. Burnu beyazmış.
Yelesi siyahmış. Annesi bir gün Doru’nun
yanına gelmiş. Doru “ Ne yapıyorsun?”
diye seslenmiş.
Anne, “Ben Kara Tay’la oyun
oynarken
uyuya
kaldım.”
demiş.
Akşamüstü avcılar gelmiş. Doru onların
sesini duymuş. Hemen sürünün yanına
koşmuş. Sabah olmuş. Kara Tay uyanmış.
Şelalenin yanına gitmiş ama şelale
yokmuş. Doru uyanmış. Kara Tay, kurt
görmüş. Savunmak üzere etrafını kurtlar
sarmış ve bütün gücü ile savunmuş.
Kurtlar düşmüşler ve sürünün
yanına dönmüş. Sürü, Doru’nun cesaretini
beğenmiş. Ertesi sabah çiftçiler gelmiş.
Tuzakları kontrol etmişler ve Doru
kurtulmuş. Sonra arkadaşları taşa
takılmış. Kara Tay yardıma koşmuş ve
Doru kurtulmuş.
Kaan BASKIN 1B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
15
AJAN YAVRU KÖPEK
Bir tane market varmış. O marketin
içine gizli gizli bir köpek girmiş. O köpeği
biri almış. Evine götürmüş. O evden
kaçmış. Sokaklara gelince bazı kişiler onu
kovalamış. Çünkü açık renkli ve yavru
köpekmiş.
Neyse ki kurtulmuş ama büsbüyük
kurtlar görmüş. Anlamamaları için onların
üstüne çıkmış ve burunlarını sıkmış.
Ondan sonra Sibirya kurtları gelmiş.
Onları da çok kolay yenmiş. Çünkü başka
yavru köpeklerde gelmiş. Ondan dolayı
çok rahat yenmiş. Ama sahibi çok
üzgünmüş. Ama köpek mutluymuş.
İlkbahar
mevsimi
30
Mayıs
günündeymiş. Köpek alfabe öğreniyormuş.
a, b, c, ç, d, e, f, g, ğ, h, i, ı, j, k, l, m, n, o,
ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, y, z. Hiçbir şey
anlamamış. Bir daha denemiş ve öğrenmiş.
Arkadaşlarına anlatmış. Ondan sonra
sahibini özlemiş ve evine dönmüş.
Birbirlerine sarılmışlar.
Kaan TÜRE 1B
ÇÖP YİYEN BALIK
Bir balık varmış. Bu balığın bütün
balıklardan bir farkı varmış. Sizce bu
özellik ne? Çöp yemekmiş. Bu yüzden
adını Çöp Yiyen Balık koymuş. Bu balığı
tanımayan yokmuş. Herkes onunla çöp
yiyen balık diye dalga geçermiş.
Bu yüzden çok üzülürmüş. Sonra
başka bir üzüldüğü gün bir gemi kadar
çöp bidonu gelmiş. Nerdeyse tüm
balıklar ölecekmiş. Ama çöp balığı bütün
balıkları ölmekten kurtarmış Bu yüzden
çöp balığı ile hiç kimse dalga geçmemeye
başlamış. Kral köpekbalığı onu yardımcısı
ilan etmiş. Ama kabul etmemiş. Kral
köpekbalığı “ Neden?” demiş. Çöp balığı
bunu hak etmediğini söylemiş. Kral
köpekbalığı onun ne istediğini sormuş. O
da “ Herkesin huzurlu olmasını ve
herkesi doyurmak istiyorum.” demiş.
Kral köpekbalığı kabul etmiş ve bunun
üzerine parti yapmışlar.
O kadar güzel bir partiymiş ki kral
köpekbalığı, balinaların bütün türleri,
akrabaları gelmiş. Yani dünyadaki,
şehirlerdeki, ülkelerdeki en nadir
balıklar da anneler de, babalar da,
oğullar da gelmiş.
Doruk EROL 1B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
16
YAVRU KEDİ
Bir kedi varmış. Bir gün biri gelmiş
ve onu kucağına almış. Onu evine
götürmüş. Onu evde ısıtmış. Sonra onunla
oynamış. Onunla birlikte yemek yemişler.
Sonra da uyumuşlar.
Sonra kahvaltılarını yapmışlar. Sonra
arkadaşı okula gitmiş. Okula varmış.
Teneffüs olmuş. Arkadaşı ona vurmuş.
Kavga bitmiş. Ders başlamış ve bitmiş.
Servise binmişler. Eve gelmiş ve kedisini
çok özlemiş. Elini yüzünü yıkamış.
Yemeğini yemiş. Ödevini yapmış. Kedisiyle
oynamış. Sonra birden kedisi kusmuş.
Hemen doktora gitmişler. Doktora
varmışlar. Doktor “ Sen çok yemek
yemişsin.” demiş. Başka bir şeyinin
olmadığını söylemiş. Yola çıkmışlar. Sahibi
ona kitap okumuş. Ertesi gün tatilmiş.
Annesiyle pikniğe gitmişler. Orada
da dondurma yemişler. Ahmet kedisini
çok seviyordu. Kedi de onları çok
seviyordu. Mutlu mutlu yaşamışlar.
Mekselina MEYDANER 1B
KEDİCİKLER
Bir gün üç yavru kedi varmış. O üç
yavru kediyi bir kız sahiplenmiş. O kızın
adı Feriha’ ymış. O üç kedi çok açlarmış.
Karınlarını doyurduktan sonra parka
gitmişler. Bir de ne görsünler, onlar gibi
bir kedi görmüşler.
Feriha o kediyi de sahiplenmiş. Eve
dönmüşler. Televizyon izlemişler ve
yemeklerini yiyip yatmışlar. Güneş
doğmuş. Feriha uyanmış. Kedicikler daha
sonra uyanmış. Sahile gitmişler. Orada
yumak oynamışlar. Sonra aniden önlerine
bir köpek çıkmış. Sahiplerinin yanına
koşmuşlar. Sonra eve gitmişler. Evde
mısır yemişler. Sinemaya gitmişler.
Sinemadan çıkınca oyuncak almışlar.
Kedicikler eve gider gitmez ikinci
yumakla
oynamışlar.
Artık
yemek
yedikten sonra yavru kediler uyudular.
Gün doğmuş ve sabah kahvaltısını
yapmışlar. Bir kedicik hasta olmuş.
Günler geçmiş. İyileşmiş. Bir gün de
tembellik günü yapmışlar. Tembellik
gününde yumakla oynamışlar.
Yaz olmuş havuza girmişler ve
sonra dondurma yemişler. Sahipleri ile
şezlongda
dinlenmişler.
Limonata
içmişler.
Dergi
okumuşlar.
Okula
gitmişler. Eve dönmüşler. Kedicikler
büyümüş.
Irmak APAKİ 1B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
17
KORSANLAR VE VİKİNKLER
Bu korsanlar çok iyi insanlarmış. Bir
gün korsanlar hazine aramaya karar
vermişler. Daha sonra bir grup Vikinkler
gelmiş. Kavga etmeye başlamışlar.
İçlerinden en büyükleri dedi ki “Siz
neden
bizim
bölgemize
girdiniz?”
Vikinklerin en büyüğü, “Siz asıl bizim
bölgemize girdiniz” demiş.Korsanların
bilgesi gelmiş ve “Bence Vikinkler
haksız.”demiş.
Vikinklerin en bilgesi gelmiş ve
“Bence
Korsanlar
haksız.”demiş.
Korsanların en şapşalı geldi ve “Bence
hiçbiriniz haklı değilsiniz.” demiş. Sonra
birisi “Burası korsanlara ait” demiş. Bir
başkası “Vikinklere ait” demiş. Kavga
etmeye başladılar. Bağırdılar, bağırdılar.
Çok çağırdılar. Baya bir bağırdılar. O
kadar çok bağırdılar ki ağaçlar sarsıldı.
Ormanlar kralı aslan geldi. Aslan dedi ki
”Burası
hiçbirinizin
değil,
burası
hayvanların yani bizim”. Korsanlar ve
Vikinkler pişman oldular. Çekip gittiler.
Demir AKSU 1B
KENDİNE GÜVENMEYEN ASKER
Çok eski zamanlarda çok çalışkan,
çok zeki ve çevik bir asker varmış. Ama
bu asker kendine güvenmiyormuş. Çok
çalışkan, çok zeki ve çevik bir asker
olduğunu bilmiyormuş.
Bir gün beklenmedik bir anda bir
savaş çıkmış. Herkes savaşa katılmış.
Ama o asker katılmamış. O asker
katılmayınca bir kişi eksik kalmış. Bu
yüzden savaşa katılmak zorunda kalmış
ve katılmış. Savaş yüz gün yüz gece
sürmüş. Savaşta savaşmış, savaşmış,
savaşmış… Bütün gücünü göstermiş ve
savaşa devam etmiş. Savaş onu çok
yormuş ama devam etmiş. Savaşın
ortasında bir çocuk görülmüş. Kimse onu
kurtarmaya cesaret edememiş. Ama o
asker cesaret etmiş. O askerin yaptığı
şey
fark
edilmiş.
Onun
ödüllendirilmesine karar verilmiş. Askeri
ödül verecekleri yere çağırmışlar.
Asker bunu duyunca kendine güveni
tam olmuş ve asker ödülünü almış.
Hayatının sonuna kadar mutlu yaşamış.
Her
zaman
kendine
güvenmesi
gerektiğini anlamış.
Eymen SARP 1B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
18
PANDA VE KAPLUMBAĞA
Bir panda varmış. Onun en sevdiği
arkadaşı kaplumbağaymış. Pandanın en
sevdiği renk siyahmış. Bir gün ormanda
gezerken bir aslanla karşılaşmış. Sonra
aslan onu yemek istemiş. Onu bir şaka ile
yemek istiyormuş. Ama başaramamış.
Panda ile kaplumbağa yiyecek
aramaya çıkmışlar. Bir kavanoz görmüşler.
Onun içine bakmışlar. Bir sürü arı varmış.
Arılar onları vızz diye sokmuşlar. Ama
panda ve kaplumbağanın elleri acımamış.
Sonra bir kelebekle karşılaşmışlar.
Kelebeğe nerede yiyecek bulabiliriz diye
sormuşlar. Kelebek demiş ki “Diyarların
en uzağında bir elma ağacı var.” ve uçup
gitmiş.
Sonra o uzak diyara gitmişler. Oraya
gittiklerinde elma ağacı yokmuş. Ne
olduğunu
anlamamışlar.
Sonra
eve
dönmüşler. Bakmışlar ki elma ağacı
oradaymış. Onu paylaşarak yemişler.
Kelebeğe teşekkür etmişler.
Sonra eğlenip oynamışlar. Top
oynamışlar, çok eğlenmişler, şarkılar
söylemişler, resim yapmışlar. İki arkadaş
birlikte havuza girmişler. Çok şey
yapmışlar. En son tüm arkadaşlarını
çağırmışlar. Dondurma yemişler ve mutlu
yaşamışlar.
Melis Duru KÖLKÖY 1B
KRAL VE PRENSES
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman
içinde, kalbur zaman içinde bir krallık
varmış. Bu kral hep muhafızlarına
emrediyormuş. Bir gün kralın oğlu
kaybolmuş.
Prenses ağlamış ve çok üzülmüş.
Muhafızlar kralın arabasını getirmişler.
Prenses ben de geleceğim
diye
tutturmuş. Kral “ Sen de gel hadi.”
demiş. Öğlen şatoya döndüğünde plan
yapmış. Ama oğlu ondan kaçıyormuş.
Karşısına
aslan
çıkmış.
İkindin
döndüğünde yine plan yapmış. Fakat işe
yaramamış. Çocuk göle atlamış. Aslana
yakalanmadan şatoya gelmiş. Kral ve
prenses çok mutlu olmuş. Çocuk “ Anne
baba sizi çok özledim.” demiş. Sonra
dedesi ve anneannesi gelmediği için
ağlamış. Evlerine arka kapıdan bir hırsız
girmiş.
Sonunda muhafızlar fark etmiş.
Muhafızlar “Dur ,kaçma!” demişler.
Peşine takılmışlar. Ama yakalanmışlar.
Oğullarına oyuncak almışlar. Oyuncak da
bir arabaymış.
Yiğit TOK 1B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
19
ÇINAR VE ARKADAŞI
Bir çocuk varmış. Çocuğun adı
Çınar’mış. Bir arkadaşı varmış. Onun adı
da Demir’miş. Çınar çok akıllı bir
çocukmuş.
Boyu
kısaymış.
Saçları
siyahmış.
Arkadaşı ile parka gitmişler. Çınar’ın
kolu ağrıyormuş. Doktora gitmişler ve on
mikrop görmüşler. Sonra arabaya binip
eve gelmişler.
Demir çok üzülmüş. Çünkü en yakın
arkadaşının
kolunun
çok
acıdığının
farkındaymış. Demir kendini Çınar’ın
yerine
koymuş
ve
yarın
kampa
gitmişler.Tatlı bir tavşan görmüşler. Ona
yemek vermişler. Ona bir isim bulmuşlar.
Adı Korsan olmuş. O tavşanı eve
götürmüşler. Tavşan kızmış. Hamile
olmuş. Üç yavrusu olmuş.
Tavşanlara yemek vermişler. Akşam
olduğunda yavru tavşanları uyutmuşlar.
Bir yıl sonra tavşanlar büyümüş.
Osman Efe BUCAK 1B
PIRILTILI KAHRAMAN
Bir sarayda bir prenses varmış.
Sihirli güçleri varmış. Ama süper güçlü
olduğunu bilmiyormuş. Sarayda kötü biri
varmış.
Prensesin
adı
Pırıltılı
Kahraman’mış.
Hırsızları
kovalar,
insanları
kurtarırmış.
Birilerini
kurtarırken bir süper kahraman işini
almaya çalışmış.
Yanan dağdan alev saçılmış. Lav
saraya doğru gitmiş. Pırıltılı Kahraman
ve Gizemli Kahraman onları kurtarmaya
çalışırken kötüler tahtı ele geçirmeye
çalışmışlar. Kahramanlar lavın şehre
gitmesini engellemeye çalışıyorlarmış.
Lavı
nehre
götürmüşler.
Şehir
kurtulmuş.
Bu yere çok çok çok güzel bir
bahçe
yapıp
bir
şeyler
yetiştiriyorlarmış. Hem de sağlıkla
yiyorlarmış. Pırıltılı Kahraman ve Gizemli
Kahraman birlikte bahçede sebze ve
meyve yetiştirmişler. Artık kötüler yok,
hırsızlar hapiste iyi bir şehir olmuş.
Herkes mutlu yaşamış.
Pırıltılı Kahraman gücünün farkına
vardı, herkesi kurtarmaya başladı.
Bebeği uçurumdan kurtarmış. Kırkap
diye bir kötü karşılarına çıkmış. Pırıltılı
Kahraman ve Gizemli Kahraman onunla
savaşmış. Şehri kurtlar basmış. Ama
kahramanlara karşı şansları yokmuş.
Kötüler iyi olmaya karar verip onlara
yardım etmişler. Herkesi kurtarıp iyi
olmuşlar.
İdil KALYENCİOĞLU 1B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
20
KÜÇÜK KAPLAN İŞ BAŞINDA
Bir gün ormanda küçük bir kaplan
varmış. Annesi ona ormana gitmesi için
izin vermemiş. O da annesinin sözünü
dinlememiş. Sonra karşısına kocaman bir
aslan çıkmış. Aslan çok açmış. Kaplan
aslanın aç olduğunu anlayınca hemen
oradan uzaklaşmış.
Küçük kaplan kaçarken kendisini
denizin
kenarında
bulmuş.
Deniz
kenarında demir atmış gemiyi görmüş
hemen gemiye koşup atlamış. Gemi
şelaleye doğru gidiyormuş. Şelaleye daha
da yaklaşmışlardı ki son anda gemiyi
küçük kaplanın uyarısıyla döndürmüşler.
Küçük kaplan bir sonraki limanda
gemiden inmiş. Küçük kaplan evine
gitmeye karar vermiş. Yolda giderken
arkadaşı tilki ile karşılaşmış. Arkadaşı
tilki onu evine kadar götürmüş.
Eve geldiğinde annesi ona çok
kızmış. Ama küçük kaplan başına gelenleri
annesine anlatınca annesi çok üzülmüş.
Bundan sonra dışarı çıkarken annesinin
sözünü dinleyeceğine söz vermiş.
Ertesi gün küçük kaplan annesinden
izin alıp dışarıya çıkmış. Kendisini
affettirmek için annesine çiçek almış.
Çiçeği annesine götürdüğünde annesi çok
mutlu olmuş. Birbirlerine sarılmışlar ve
oyun oynamaya başlamışlar.
Mehmet Berk İLHAN 1C
JAGUAR İLE BO
Bir zamanlar Afrika’daki bir
ormanda bir jaguar yaşarmış. O jaguar
hep dışarı çıkmak istermiş ama annesi
izin vermezmiş. Jaguar annesinin sözünü
dinlememiş evden fırlayıp çıkmış.
Bütün gün boyunca arkadaşlarıyla
eğlenmiş. Bir anda gökyüzünden yere bir
uzay gemisi inmiş. O an ne yapacağını
bilememiş. İki tane uzaylı gelip jaguarı
almışlar ve gemiye bindirmişler. Annesi
onu uyandırdığında anlamış ki gördükleri
bir rüyaymış.
Ertesi
sabah
jaguar
yine
annesinden izinsiz dışarı fırlamış. Bu
sefer karşısına bir çita çıkmış. Çok
korkmuş. O an ne yapacağını bilememiş.
Birden arkadaşı Bo’yu görmüş. Ona
seslenmiş Bo da gelip yardım edip
jaguarı kurtarmış.
Sonra ikisi gezerken bir sirk
gördüler. Tam içeri gireceklerdi ki
kendilerini kafesin içinde bulmuşlar.
Bağırdılar, kafese pençe attılar ama
kimse onları duymuyormuş. İkisi de çok
korkuyormuş.
Annesi onu uyandırdığında anlamış
ki gördükleri yine bir rüyaymış. Ama bu
rüyadan da bir ders çıkarmış ve asla
annesinden izinsiz dışarı çıkmaması
gerektiğini anlamış. Çünkü dışarısı bazen
tehlikeli olabiliyormuş.
Ahmet ERLEBLEBİCİ 1C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
21
MIRMIR İLE ILGAZ
Adaların birinde Mırmır, Susam ve
Miyavcık adında üç kedi varmış. En
küçükleri Mırmır’mış. Bir gün üçü balık
tutmak için sözleşmişler. Pazartesi
Mırcık Gölü’nün orada buluştular. Mırmır
uzakta bir balık görmüş. Hemen üzerine
atlamış ama göle düşmüş. Susam ve
Miyavcık onu yakalayamamışlar.
Sonunda
sürüklenerek
nehrin
sonundaki mağaraya ulaşmış. Orada
uyumaya karar vermiş. Akşamın on
ikisinde bir ses duymuş. Etrafına
bakınmış ve bir çocuk görmüş. Çocuk
kendisini tanıtmış. Adının Ilgaz olduğunu
öğrenmiş çocuğun ve ona başına gelenleri
anlatmış.
Ilgaz ona yardım etmiş. Teknesiyle
onu arkadaşlarının yanına götürmüş.
Mırmır, Ilgaz’ı arkadaşlarıyla tanıştırmış.
Hep birlikte oyun oynamaya karar
vermişler. Oyunun adı taş, kağıt
makasmış. Birinci oyunu Mırmır, ikinci
oyunu Ilgaz kazanmış.
Mırmır birden bir ses daha duymuş.
Birileri ona uyanmasını söylüyormuş.
Mırmır gözlerini açmış. O anda anlamış ki
gördükleri bir rüyaymış.
Rüyasını arkadaşları Susam ve
Miyavcık’a anlatmış. Sonra hep birlikte
oyun oynamaya devam etmişler. Hayatları
boyunca mutlu bir arkadaşlıkları olmuş.
Deniz ERKILIÇ 1C
LUNAPARK
Ece ile Defne adında iki kız varmış.
Uyanmışlar sözleştikleri gibi parkta
buluşmuşlar. Çok eğlenmişler ama iki
kişilik oyunlarda sıkılmışlar.
Tam o sırada diğer arkadaşlarını da
görmüşler.
Onları
da
çağırmışlar
yanlarına. Kalabalık olmuşlar ve bir çok
oyun oynayabilmişler.
Ardından lunaparka gitmeye karar
vermişler. Hep birlikte lunaparka gidip
çarpışan arabalara binmişler. Daha sonra
dönme dolaba binmişler. En tepeye
geldiklerinde her şeyin ne kadar da
küçük gözüktüğünü fark etmişler.
Sonra salıncağa binmişler. Çok hızlı
dönüyormuş salıncak. Ece biraz korkmuş.
Defne is çok eğleniyormuş. İndiklerinde
Ece ve Defne birbirlerine sarılmışlar.
Bu güzel ve eğlenceli gün artık sona
eriyormuş. Hep birlikte evlerinin yolunu
tutmuşlar. Arkadaşlık ne güzel şey diye
düşünmüşler.
Defne SOYLU 1C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
22
SEBZELER VE MEYVELER
Bir gün Nil ve Ece sinemaya
gitmişler. Filmin adı “Buzdolabındaki
Meyve Sebzeler”miş. Film başlayınca her
taraf karanlık olmuş. Sırayla tüm
meyveler gelip kendilerini tanıtmışlar.
Elma, muz, armut, turunçgiller oldukça
heyecanlı gözüküyorlarmış. Daha sonra
sebzeler gelmeye başlamış. Patlıcan,
domates, marul ve havuç gelmişler
meyveler kadar heyecanla kendilerini
tanıtmışlar. Ne kadar yararlı olduklarını
söylemişler.
Sonra Nil ve Ece derin bir uykuya
daldılar. Rüyasında elektrikler kesilmişti,
yağmur yağıyordu, şimşek çakıyordu.
Birden, “Ben buradayım” diye bir ses
duydular. Çok korkmuşlardı, bu ses
buzdolabından geliyordu. Buzdolabı “Beni
açın” dedi. Korkarak açtılar ama içindeki
pırıl pırıl meyve ve sebzeleri görünce çok
mutlu oldular. Birden birilerinin onlara
seslendiğini duydular. Uyandıklarında her
taraf karanlıktı. Her yere baktılar ama
hiç kimse yoktu. Etraf patlamış mısır ve
içecek çöpleriyle doluydu. Kapıyı açmaya
çalıştılar ama kapı kilitliydi. Çünkü sinema
kapanmıştı. Kapıyı biraz daha kuvvetlice
ittiler ve kapı açıldı dışarı çıktıklarında
her yer karanlıktı.
Hızlıca eve döndüler ve anne
babalarına sarılıp onların yanaklarına
kocaman bir öpücük kondurdular. Sonra
olan
biteni
anlattılar.
Yataklarına
yatmadan önce dişlerini fırçalarken ve bu
enteresan günü düşündüler. Hızlıca
yataklarına koşup mışıl mışıl uykuya
daldılar.
Ece KÖSE 1C
ÖYKÜ VE ÇİÇEĞİ
Öykü diye bir kız çocuğu varmış. Bu
çocuk kırlarda gezerken güzel bir çiçek
görmüş. Bu çiçeği koparmış. Ama çiçeğin
canı çok acımış. Öykü çiçeği alıp eve
götürmüş.
Çiçeği evde bir vazoya koymuş.
Sonrada onu sulamış. Annesi vazodaki
çiçeği görünce “Öykü, çiçeği bahçeye
eksen daha iyi olmaz mı?” demiş. Öykü,
“Peki anneciğim.” demiş.
Annesiyle birlikte çiçeği bahçedeki
diğer çiçeklerin yana ekmişler. Öykü
çiçeğe,
“Seni
hiç
ilgisiz
bırakmayacağım.” demiş.
Çiçeğin mutlu olduğunu gören Öykü
ödevini yapmaya başlamış. Kitabını
okumuş. Tüm bunları yaparken çiçeğini
unutmuş. Annesi biraz dışarı çıkabilirsin
deyince arkadaşlarının yanına koşmuş.
Arkadaşları Ali ve Ayşe ile oyun
oynamışlar. Çok eğlenmişler. Sonra
herkes eve gitmiş. Öykü’nün aklına
birden çiçeği gelmiş. Hemen yanına
koşmuş ama çiçeği solmuş halde bulmuş.
Öykü çiçeğinden özür dilemiş ve çiçeği
tekrar iyileşmiş.
Derin BEDEN 1C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
23
AKILLI TAVŞAN İLE
YARAMAZ KÖPEK
Bir gün bir tane yavru tavşan varmış.
Arkadaşı köpek çok yaramazmış. Her gün
tavşanın yanına geldiğinde tavşanın
üstüne çıkarmış. Sahibi onun yanına
gelmiş köpekle onu görünce çok korkmuş.
Köpek tavşanın sahibini görünce çok
korkmuş. Hemen evden kaçmış.
Sahibi evden çıkıp köpeğini bulmaya
çalışmış. Akşam olmuş eve dönmüş. Köpek
ise kaçtığı ormanda kaybolmuş. Köpek çok
korkmuş. Sabah olmuş köpek etrafına
bakmış ve orada oynayan akıllı tavşanı
görmüş. Tavşan ona yolu göstermiş. Köpek
evine döndüğü için çok mutlu olmuş ve
tavşandan özür dilemiş.
Evine döndüğünde sahibine sarılmış
ve ondan da özür dilemiş. Evde
arkadaşlarıyla bir parti vermeye karar
vermişler. Kediyi, kelebeği, kurtçuğu yani
tüm arkadaşlarını çağırmışlar. Partide çok
eğlenmişler ve arkadaşlığın önemini bir
kez daha anlamış yaramaz köpek.
Partiden sonra sinemaya gitmişler.
Sinemada okul arkadaşları salyangozu
görmüşler.
Film
bitince
hayvanat
bahçesine gitmişler. Orada diğer tüm
hayvanları görmüşler. Daha sonra eve
dönüş yolunda anne ve babalarıyla
karşılaşmışlar. Hep birlikte pikniğe
gitmeye karar vermişler. Yaramaz köpek
piknikteyken tavşana yaptığı hatasını
düşündü. Piknikte köpek uykuya daldı.
Ağzı açık uyumaya başladı. Çok az sonra
ağzına tam sinek girecekken uyandı ve
evlerini yolunu tuttular.
Elif BASKIN 1C
KÖTÜ GÜNLER GÜZEL BİTER
Bir gün kırda yaşayan bir kedi
varmış. Bu kedinin adı Boncuk’muş.
Boncuk’un sahibi Ada adında bir kızmış.
Ada okula gidiyormuş ki kedisi onu
bırakmamış. Ada kedisini okula götürmek
zorunda kalmış.
Okul bittikten sonra Boncuk bir
kelebek görmüş ve kelebeği kovalamaya
başlamış ve son anda kaybolmuş.
Ada
kedisinin
kaybolduğunu
anlayınca çok üzülmüş. Hemen ablasının
yanına gitmiş olan biteni anlatmış. Ablası
pati izlerini takip ederek Boncuk’u
bulmuş. Boncukla birlikte sinemaya
gitmişler. Ardından lunaparka gidip çok
eğlenmişler.
Çarpışan
arabalara
binmişler. Atlıkarıncaya binmişler.
Eve geldiklerinde ikisi de çok
mutluymuş. Birbirlerine sarılıp derin bir
uykuya dalmışlar. İkisi de rüyasında
lunaparkı görmüşler.
Ela Defne BOZAT 1C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
24
EĞLENCE DOLU BİR GÜN
Bir gün Leo diye bir çocuk varmış.
Evleri ormanın içindeymiş. Leo her
zaman ki gibi sabah kalkmış kahvaltısını
yapmış, üzerini giyinmiş ve okula gitmiş.
Okuldan çıkıp eve giderken yolda
bir kuş görmüş. Kuşu yakalamaya
çalışmış. Kuş kaçmış Leo kovalamış. Tam
yakalamış ki kuş elinden kaçmış. Leo kuş
uçup giderken etrafa bakmış ve yolunu
kaybettiğini fark etmiş. Evleri ormana
giden
yoldaymış.
Ormanın
içinde
ilerlemeye başlamış. Hava kararmış. Bir
mağara görmüş, onun içine girmiş.
Mağaranın içinde ayı varmış. Ayı dost
canlısıymış. Leo’yu evine kadar götürmüş.
Eve gittiğinde tüm bu yaşadığı korku
dolu günü unutmak için annesinden izin
alıp arkadaşları ile sinemaya gitmiş.
“Dağınık Kız” filmini izlemişler. Film
bitince hep birlikte Migros’a gidip sakız
almışlar ve evlerine doğru yola çıkmışlar.
Eve girmeden biraz spor yapmak
için Leo tenis kursuna gitmiş. Kurs
bitince arkadaşlarının yanına parka
gitmiş. Parkta oynadıktan sonra eve
gelmiş
ödevlerini
yapmış
yatağa
yattığında yaşadığı orman macerası
gelmiş aklına. Gülmüş ve uykuya dalmış.
İbrahim Eren BALIOĞLU 1C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
25
KAPLANCIK
Bir gün çok güçlü bir kaplan varmış.
Kaplan arkadaşlarını tehlikelere karşı hep
korurmuş. Arkadaşı kedi, köpek, aslan ve
jaguar ile birlikte avlanırmış.
Kaplancığın doğum günü gelmiş.
Arkadaşlarının hepsi kaplanın doğum günü
partisine gelmişler ve çok güzel vakit
geçiriyorlarmış. Partiye birden çok güçlü
bir at ve bir aslan gelmiş. Kaplan ikisini de
yenmek için arkadaşlarıyla güçlerini
birleştirmiş ve onları öldürmüşler.
Sonra bir gün insanlar, kaplan ve
arkadaşlarının
yaşadığı
ormanı
keşfetmişler. Ormandaki bütün ağaçları
kesmişler ve çok büyük bir şehir
oluşturmuşlar. Kaplan ve arkadaşlarını ise
kafeslere
kapatmışlar.
Onları
bir
kamyonun arkasına koyup başka bir şehre
hayvanat bahçesine götürmüşler.
Hayvanat bahçesinde kaplan ve
arkadaşlarına eziyet etmişler. Sonra bir
gün bir polis gelmiş ve onları bu eziyetten
kurtarmış.
Kaplan ve arkadaşları kendilerine
başka bir orman bulmuşlar. Yeni evlerinde
o kadar güzel zaman geçiriyorlarmış ki
sanki istedikleri zaman istedikleri her
şeyi yapabilirlermiş gibi hissediyorlarmış.
Artık çok mutlularmış.
Güney GÜNDÜZ 1C
KÜÇÜK KAPLANIN MACERALARI
Bir gün ormanda yaşayan bir kaplan
varmış. Küçük kaplan her gün ormana
gitmek istermiş. Ama annesi ona “Orman
tehlikeli.” dermiş. Küçük kaplan annesini
dinlememiş ve ormana gitmiş. Ormanda
korkunç uğultular duymuş! Bir de ne
görsün! Bir kurt sürüsü!
Hemen oradan uzaklaşmış. Ama
kaçarken korkudan önündeki dereyi
görememiş. Dereye düşmüş. Tam timsaha
yem
olacakken,
“İmdaaaaat!”
diye
bağırmış. Oradan geçen Mert diye bir
çocuk onu kurtarmış. Küçük kaplanda
Mert’e teşekkür etmiş ve yoluna devam
etmiş.
Küçük
kaplan
evinin
yolunu
kaybettiğini fark etmiş. Kurtarma ekibi
ona “Ne oldu küçük kaplan?” diye sormuş.
Küçük
kaplanda
olanları
anlatırken
kurtarma ekibi oradan uzaklaşmış. Mert
ve küçük kaplan evin yolunu aramaya
birlikte devam etmişler. Sonra onları
Öykü adında bir kız çocuğu bulmuş ve
evlerine götürmüş. İkisi de Öykü’ye
teşekkür
etmişler.Eve
gittiklerinde
annelerine başlarına gelenleri anlatmışlar
ve annelerinin haklı olduğunu anlamışlar.
Ertesi gün küçük kaplan başına gelenleri
öğretmenine anlatmış. Öğretmeni de
annelerinin haklı olduğunu söylemiş ona.
Sonra ormanla ilgili konuşmuşlar. Okul
bittiğinde
serviste
yanında
oturan
arkadaşına ormanla ilgili bilmeceler
sormuş.
Eve gittiğinde annesine okulda
yaşadıklarını anlatmış. Annesine sarıldı
özür dilemiş. Ödevini yapıp bitirmiş.
Yemeğini yemiş ve uykuya dalmış.
Mert AYTEMİZ 1C
ADADAKİ ARKADAŞLIK
Bir gün bir adada çok huzurlu bir
gün yaşanıyormuş. Bu adada Ada adında
bir jaguar yaşarmış. Ada, adadaki
huzuru çok severmiş. Nail böyle huzurlu
yaşadıklarını merak etmiş. Sebebini
araştırmaya başlamış.
Sabah olduğunda adanın kurdu
aslana sormuş. Aslan da bilmediğini
söylemiş. Ada sonra tilkiye sormuş.
Tilkinin cevabı da aslanın cevabıyla aynı
olmuş. Ada, kargaya ve fareye de
sormuş ama cevap yine aynıymış.
Jaguar
Ada,
adasındaki
tüm
hayvanlara tek tek sormuş ama hepsinin
cevabı da aynı olmuş. Herkes merak
içince toplanmış. Düşünmüşler “Bu adada
ki huzurun sebebi nedir?” diye.
Düşünürken
de
birbirlerinin
fikirlerini saygılı bir şekilde dinlemişler.
Konuşan
arkadaşlarına
teşekkür
etmişler, alkışlamışlar. Fikir üretemeyen
arkadaşlarını da desteklemişler.
Derken adanın kuytu köşesinde
yaşayan yaşlı kaplumbağa gelmiş ve
onlara adalarındaki huzurun sebebinin bu
güzel
arkadaşlıklarının
olduğunu
söylemiş.
Leon SALİHOĞLU 1C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
26
UZAY MACERASI
Bir gün Mert diye bir çocuk varmış.
Uzayla ilgili birçok dergi okumuş. Bir gün
uzay aracı yapmış Uzay aracıyla yolculuğa
başlamış. Yolculuk sırasında aracında
kedisini görmüş. Kedisini yakalamaya
çalışırken kedisi düğmelerin üstüne
atlamış.
Uzay
aracının
düğmelerini
bozmuş. Uzayda araç bir yere düşmüş.
Beklemiş beklemiş... Ve aniden bir
uzaylı karşısına çıkmış. Uzaylı Mert’ e
yardım etmek istemiş ve ona bir çiçek
vermiş. Mert o anda anlamış onun aslında
dost canlısı bir uzaylı olduğunu.
Uzaylıyla birlikte bozulan uzay
aracının yanına gitmişler uzaylı babasına
haber vermiş. Babası aracı tamir ederken
Mert ve uzaylı arkadaşı oyun oynamışlar.
Sonra
uzaylı
arkadaşının
okuluna
gitmişler. Arkadaşları ve öğretmeni
Mert’i görünce çok sevinmişler. Mert’ten
dünyadan ve kendisinden bahsetmesini
istemişler. Mert de onlara öğrenmek
istedikleri her şeyi anlatmış.
Öğretmen
Mert’ten
hikaye
yazmasını istemiş Mert yazı yazmayı
bilmiyormuş. Uzaylı arkadaşının babası ve
ağabeyi ona yazmayı öğretmiş. Mert
hemen gidip hikayesini yazmış ve
öğretmene vermiş. Sınıftaki arkadaşları
ve öğretmeni çok şaşırmış. Mert’i tebrik
etmişler.
Ozan Deniz POLAT 1C
DEFNE VE ÇİÇEĞİ
Defne adında bir kız çocuğu varmış.
Defne’nin bir çiçeği varmış. Çiçeği
pembe renkliymiş. Defne çiçeğine çok iyi
davranırmış. Ama Defne çiçeğinin
rengarenk olmasını istermiş.
Bir gece herkes yatınca çiçeğini
boyamış. Sabah olunca çiçeği bahçeye
koymuş. O gün yağmur yağmış ve
çiçeğindeki tüm boyalar akmış. Çiçeği
yine eski haline dönmüş. Defne çok
üzülmüş.
Ertesi gün Defne çiçeğin tüm
yapraklarını sökmüş. Bahçedeki diğer
çiçeklerin yapraklarını koparmış. Tüm
yaprakları kendi çiçeğine yapıştırmış.
Bahçesine koymuş. Ama o gün de fırtına
çıkmış, çiçeğin tüm yaprakları dökülmüş.
Sonra Defne rengarenk bir çiçek
çizip annesine göstermiş. Bu çiçeği kesip
pembe çiçeğin üstüne yapıştırmış.
Bahçesine koymuş. Ama o günde yıldırım
düşmüş çiçeği parçalanmış. Sabah olup
Defne çiçeğinin parçalandığını görünce
çok üzülmüş.
Annesi ona yeni bir çiçek almış ve
o çiçeğin bütün yaprakları sarı ve
kırmızıymış. Defne yeni çiçeğini çok
sevmiş. Annesine sarılıp teşekkür etmiş.
Çiçeğine hep çok iyi bakmış.
Nil LOKMANOĞLU 1C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
27
ÖZGÜ KEDİ PEŞİNDE
Özgü adında bir kız çocuğu varmış.
Özgü odasında oyun oynamayı çok
severmiş. Odasında oyun oynarken annesi
çağırmış kahvaltı yapmışlar.
Özgü
tekrar
odasına
gitmiş.
Çantasını hazırlamış ve servisine binmek
için aşağı inmiş. Servisine binen Özgü
okula gitmiş. Öğretmeni yazı yazdırmış.
Sonra resim dersine gitmişler.
Okul bittiğinde servise giderken bir
kedi görmüş. Kedinin peşine takılıp
kediyle oynamaya başlamış. Kedinin peşine
takılan Özgü okuldan çok uzaklaştığını
fark etmiş. Evinin yolunu nasıl bulacağını
düşünüyormuş.
Karşısına birden Mert çıktı. Mert
onun teyzesinin oğluydu. Mert Özgü’yü
evlerine bıraktı.
Özgü başına gelenleri annesine
anlattı. Annesi ona daha dikkatli olması
gerektiğini söyledi. Birlikte yemek
yediler ve kitap okumaya başladılar.
Öykü ÖMÜRTAŞ 1C
MERT’İN TATİL MACERASI
Mert adında bir çocuk varmış. Bir
gün öğretmeni onları çok çalıştıkları için
ödül olarak tatilde bir adaya gemi ile
geziye göndermeye karar vermiş. Mert
hemen valizine kişisel bakım setini ve
kıyafetlerini
koymuş.
Son
olarak
kitaplarını koymuş. Gezi zamanı gelmiş.
Heyecanla gemiye binmişler. Mert biner
binmez kamarasına yerleşmiş ve kitap
okumaya başlamış.
Aniden gemi sallanmaya başlamış.
Mert kitabını bırakıp öğretmenine
koşmuş ve öğretmenine ne olduğunu
sormuş.
Öğretmeninden
fırtınaya
yakalandıklarını öğrenmiş. Mecburen
başka bir adaya demir atmış gemi.
Ertesi gün fırtına durulunca tekrar
yola çıkmışlar. Gezi yapacakları adaya
ulaşmışlar.
Kalacakları
otele
yerleşmişler. İlk önce balık tutmuşlar ve
akşam olduğunda tuttukları balıkları
yemişler. Ertesi gün denizde yüzmüşler.
Artık eve dönüş zamanı geldiği için
yola çıkmışlar. Bu sefer fırtınaya
yakalanmamışlar.
Evlerine
dönerken
yaşadıklarını düşünmüşler.
Okula gittiklerinde öğretmenleri
onlardan bu tatili anlatan bir hikaye
yazmalarını istemiş. Herkes kafasında
ne yazacağını belirlemiş. Yazmaya
başlamışlar
bitirince
resimlemeye
geçmişler. Ve bu hikayeyi yıl sonunda
anne ve babalarına okumuşlar.
Mustafa Ömer ERSOY 1C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
28
PLANLI HAYAT
Bir gün Utku adında bir çocuk
varmış. Utku yaramaz mı yaramaz bir
çocukmuş.
Hiçbir
zaman
yatağını
toplamazmış Ödevini tam yapmazmış.
Bir gün okula gitmek için uyanmış.
Kahvaltısını yapmış. Üzerini giyinmiş.
Servise binmek için aşağıya inmiş.
Servise bindiği an aklına yatağını yine
toplamadığı gelmiş. Okulda tüm gün bunu
düşünmüş.
Sonunda eve gitme zamanı gelmiş.
Servise binen Utku eve gider gitmez
yatağını toplayacakmış. Eve gidince
yatağını toplamış. Sonra televizyonda
başlayan bir film dikkatini çekmiş. Filmi
izlemeye
başlamış.
Filmi
izlerken
uyuyakalmış.
Sabah
uyandığında
kendisini
yatağında bulmuş. Hemen hazırlanıp okula
gitmiş. Serviste ödevini yapmadığını
hatırlamış ve çok üzülmüş.
Öğretmenine
tüm
bu
olayları
anlatmış öğretmeni ona planlı ve düzenli
olmanın ne kadar önemli olduğunu
anlatmış. Utku artık düzenli olacağına söz
vermiş.
Utku ÖZER 1C
ULUÇ UZAYDA
Uluç adında bir çocuk varmış. Bir
gün bahçesindeki işini bırakmış. Yeni bir
iş bulmuş. Astronot olacakmış. Ertesi
gün babasına bu isteğini söylemiş. Babası
da astronotmuş. Birlikte uzay aracına
binip yola çıkmışlar.
Hangi
gezegene
gideceklerini
düşünürken Mars’a gitmeye karar
vermişler. Yola çıkmadan önce yanlarına
aldıklara iki şişe su ile babası ve Uluç su
savaşı yapmışlar. Yedi gün yirmi dört
saat su savaşı yaparak çok eğlenmişler.
Farklı gezegenlere de gitmişler.
Oralarda
da
su
savaşı
oyununu
oynamışlar. Mars’a geri dönmüşler.
Mars’ta fasulye yetiştirmeye karar
vermişler.
Yanlarında
getirdikleri
astronot köpekleri ile birlikte orada bir
ev yapmışlar. Ama artık Uluç annesini
özlemeye başlamış. Dünyaya dönmeye
karar vermişler.
Eve
döndüklerinde
annesine
yaptıklarını anlatmış. Getirdiği bir kilo
uzay fasulyesinden annesi onlara yemek
yapmış ve afiyetle yemişler.
Fahri Uluç UZLAR 1C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
29
YARIŞMA
Kırık Bacak en iyi yüzücülerle
yarışıyormuş. Kırık Bacak oyuncuları
geçmiş yarışı kazanmış ve kupaya adını
yazdırmış.
Ödülü aldıktan sonra bir takım
kaybettiği için tartışma çıkmış. Kırık
Bacak da kavganın içinde kalmış.
Hakem diğerlerini ayırmış. Demiş ki
"Siz
böyle
yaparsanız
bir
daha
yarıştırırım ya da sizi sonuncu yaparım."
Kırık Bacak da "Son yarış yapılmadan
kupayı kimseye veremezsiniz." demiş.
Tekrar yarış yapılmasına karar
vermişler. Kırık Bacak sabah saatlerinde
yarışma
salonuna
gitmiş.
Biraz
antrenman yaptıktan sonra aynı anda
tüm yüzücülerle suya atlamışlar.
Kırık Bacak yeniden şampiyon
olmuş.Bir başarıya daha imza atmış.
Toprak Efe ŞENTÜRK 1C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
30
DAİRE
Ben Güneş'e benzerim.
Büyük bir top gibiyim.
Var mı benle oynamak isteyen?
Sanki ben gülen bir yüzüm,
Çünkü ben bir daireyim.
Hiç köşem yoktur benim,
Sanki bir tekerleğim.
Dünya gibi kendi etrafımda dönerim,
Çünkü ben bir daireyim
Perisu KİNEŞÇİ 2A
ATATÜRK BİR GÜNEŞTİR..
Bizi
ilerilere
götürdü.
Eski
zamanlarda kızlar okula gidemezdi.
Ata'mın sayesinde şimdi kızlarda eğitim
görebiliyor.
Ülkemizi
düşmanlardan
kurtaran ulu önderim sayesinde ülkemiz
aydınlandı. Onun sayesinde özgürüz
çünkü cumhuriyet ile yönetiliyoruz.
Atatürk Türkiye'nin batmayan güneşidir.
O güneş bizim için her zaman ışıl ışıl
parlayacaktır.
Bizler
onun eserini
korumak için hiç yılmadan çalışacağız.
Onun bize verdiklerini hiç unutmadan
ülkemize sahip çıkacağız. O benim canım,
o benim vazgeçilmez Güneş'im, Ata'm
seni çok seviyorum.
Beste BALCI 2A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
HAYALİMDEKİ TATİL
Benim hayalimdeki tatil Meksika’nın
Meksikocity şehrinde olmaktır. Buradan
kocaman bir denizde çok yüksek bir
tramplenden atlamak en büyük hayalim.
Cömert insanların olduğu, barmenlerin ve
aşçıların en iyi ülkelerden seçildiği bir
tatil yerinde olmayı hayal ediyorum. Çok
sıcak hava jakuzili havuzda olmayı
istediğim bir tatil hayalimde. Bu tatilde
büyük bir lunaparkta olsun istiyorum. Bu
parkın içinde çeşit çeşit oyun yerleri ve
oyuncaklar olsun istiyorum. Tatili en çok
da tatil için hayal kurmayı çok seviyorum.
Denis TAHİNCİ 2A
31
YARAMAZ SİLİNDİR
Yuvarlanır tıpır tıpır
Sanki yürür pıtır pıtır
Bazen kendini durduramaz
Sonra yerinden kımıldamaz.
Bu silindir pek yaramaz.
Gezer kahramanlık yapar.
Sonra küser kaçar.
Bazen utanır kaçınır,
Bazen ise kaşınır.
Bu silindir pek yaramaz.
Ayda BURUBATUR 2A
SİHİRLİ ELMALAR
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman
içinde kalbur saman içinde pireler berber,
develer tellal iken ben babamın beşiğini
tıngır mıngır sallar iken, Okuyan
Gezegeni'nde tatlı mı tatlı bir kız
yaşarmış. Bu kızın ismi Eda'ymış. Bir de
kardeşi Çınar varmış. İki kardeş kendi
gezegenlerinde gezerken bir gün Okuyan
Baykuş' u görmüşler. Baykuşun biraz
morali bozukmuş. İki kardeş durumu fark
edip hemen sormuşlar. Neden üzgün
olduğunu öğrenmek istemişler. O da ne?
Okuyan Baykuş' un gezegende hiç
okuyacağı kitap kalmamış; bunun için de
çok ama çok üzgünmüş. İki kardeş hemen
sihirli kitap dağının yanına gitmişler
baykuşun sorununu çözmek için. Bir de ne
görsünler sihirli dağda bir sepet elma. İki
kardeş elma sepetini alıp hızla oradan
uzaklaşmışlar. Elmalar meğer sihirliymiş.
Yemek için ellerine aldıkça kitaba
dönüşüyormuş, aldıkça çeşit çeşit yeni
kitaplar oluyormuş. Bunu gören baykuş
sevinç çığlılıkları atmış.
Sidelya ÖZALP 2A
KONİ
Sanki bir dağ,
Bazen de şapka ya da dondurma.
Isıtır içini her zaman yanında.
Koni adı en farklısı.
Dikkat et ona!
Hiç zarar verme sana.
Aniden önüne çıkar,
Hiç beklemeden sen.
Çünkü o en farklısı.
Ozan PİLANCI 2A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
32
CANIM ÖĞRETMENİM
Canım benim, bir tanem.
Gece gündüz demen,
Çalışırsın bizlere.
KÜP
Ben bir küpüm
Geometrik cisimlerin önüyüm.
Şeklim buz gibi,
Kalbim sıcacık sevgi.
Annemiz, babamız gibi,
Tutarsın bizi,
Isıtırsın içimizi.
Nasıl olur bu ilginç şekil dersen?
Dönüp baksın etrafına herkes.
Oyun zarı, silgi, kalemtıraş...
Daha pek şeye bakınca görürsün beni!
Çınar BABAT 2A
Hep elimizden tutarsın,
Ata' mızı anlatırsın,
Sen bizim canımızsın,
Can öğretmenim bir tanem.
Nuh Eren TAŞKIRAN 2A
SÜNGER BOB İLE BİR MACERA
Sünger Bob ile bir maceraya çıksam
denize giderdim. Orada tüm arkadaşlarını
yakından tanır ve Bay yengeç' in
lokantasında çalışırdım. Sonra Sünger
Bob' un evine gidip salyangozu ile
oynardım. Salyangoz ile parka giderdim .
Böyle bir denizde olmanın heyecanını
içimde hissetmek bile çok ama çok
eğlenceli. Eminim orada çok güzel vakit
geçirirdim. Keşke böyle bir macera
yaşayabilsem. Denizin içindeki yaşamak
düşüncesi ne kadar da ilginç ve
eğlenceli....
Duru YURDAKUL 2A
MİT
Ben Mit ile bir maceraya çıksaydım,
onula beraber kırmızı çimlerin olduğu bir
futbol sahasına giderdim. Orada birinci
devrede sakatlık yaşar, ikinci devre
oyuna girerdim. Maçın ilk skoru 3 - 0
iken
ben skoru 4 -3 yapardım.
Gittiğimiz bütün maçları kazanırdım. Çok
eğlenceli, bol kırmızılı, mutlu, neşeli bir
macera yaşamak isterdim. Çünkü MİT
çok eğlenceli bir kahraman.
Ali Deniz ADALIOĞLU 2A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
33
MACERA DEMEK ELİS DEMEK
Eğlenceli, güzel ve harika. Macera
demek ben demek; çünkü içinde eğlence,
coşku
var.
Macera
kelimesini
duyduğumda adeta kalbimde kelebekler
uçuşuyor. Macerayı çok seviyorum. Hele
ki bir de Karlar Ülkesi’nde Elsa, Anna ve
Olaf ile maceraya çıkmak beni daha da
çok heyecanlandırıyor. Çünkü onların çok
şirin, cana yakın, arkadaş canlısı ve
maceraperest olduklarını düşünüyorum.
Elsa,doğa
üstü
güçleri
olan
bir
kahramanken, Anna ise onun küçük,
yaratıcı ve şirin kardeşidir. Olaf,
Elsa'nın sihirli güçleri ile yarattığı bir
kardan
adamdır.
Onlarla
Karlar
Ülkesi’nde maceraya çıkmak için çok ama
çok sabırsızlanıyorum.
Elis EKMEN 2A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
RALLİ MACERASI
Maceram çok güzel bir ralli
şampiyonası pistindedir. Önce Raoul
Çaroule piste geldiğinde yarış start alır.
O anda Raoul Çaroule araba olduğu için o
arabalarla yarışacak. Ben ise koşarak
yarışacağım. Yarış yaparken arabalara
dikkat etmeyi unutmayacağım. Çünkü
arabaların
ezme
tehlikesi
ile
karşılaşabilirim. Böyle bir macerada Raoul
Çaroule ile birlikte olmanın vereceği keyif
inanılmaz güzelliktedir. Macera dolu bir
yarış için kolları sıvama zamanı... Haydi
herkes bu ralli yarışına katılmaya...
Erkin YENER 2A
HAYALİMDEKİ TATİL
Benim tatilimde gökten su kaydırağı
gelir. Uçsuz bucaksız denizin içinde bir
tane su koltuğu üstünde de bir tane su
koltuğu vardır. Denizin üstündeki su
koltuğunun üstünde bir deve vardır.
Hayalimdeki tatilimi yaşayacağım yerde
bazı düğmeler vardır. Bu düğmelerden
birine basınca matematik problemleri,
diğerine basınca Türkçe soruları, bir
başkasına ise bastığınızda matematik
soruları karşınıza çıkacaktır. Hayalimdeki
tatil yeri çok özeldir. Bu yer herkes
gelemez çünkü özel bir bilekliğinin olması
gerekir.
Berk OBAY 2A
34
SÜNGER BOB' UN MACERASI
Bu macerada Sünger Bob' u
yakından tanımayı ve arkadaşları bir
arada olmayı isterdim. İlk olarak Sünger
Bob' un yakın arkadaşı Petric ile vakit
geçirmek isterdim. Bence Petric arkadaş
canlısı olan bir kahraman. Sünger Bob'
un yanında bir macera yolculuğuna
çıkmak çok güzel hem de çok eğlenceli.
Ben macerada çok arkadaş edineceğim
için çok heyecanlıyım. Bu macerada
Sünger Bob ile beraber bir mağaraya
giderek orada kaybolmayı çıkmak için
türlü türlü yollar keşfetmeyi isterdim.
Bu keşif sırasında ise yaşayacağım
eğlenceli anlar ise bana çok güzel birer
hatıra olacaktır.
Nisa ERKOL 2A
BÜYÜLÜ ORMAN
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman
içinde kalbur saman içinde pireler berber,
develer tellal iken ben babamın beşiğini
tıngır mıngır sallar iken, annem düştü
eşikten
babam
düştü
beşikten.
Zamanların birinde iki kardeş büyülü bir
ormanda yaşarmış. Bu ormanda ne dilek
tutulursa gerçek olurmuş. İki kardeş bir
gün ormanda gezmek istemişler. Bu gezi
sırasında bir dilek tutmuşlar. Dilekleri ise
lezzetli
elmaların
olduğu
bir
sepetmiş.Dilekleri olmuş, fakat tam
sepetten bir elma yiyeceklermiş ki
baykuş gelip sepeti büyük dağın üzerine
bırakmış. İki kardeş düşünmüş düşünmüş.
Hemen bir dilek daha tutmaya karar
vermişler ve dilekleri gerçekleşmiş sepet
uçarak geri gelmiş. Gökten üç elma
düşmüş; biri masalı okuyana, biri sihirli
ormanı görene diğeri ise bu masalı
sevene...
Defne ÖZCAN 2A
SPOR MACERAM
Ben bu macerada Spiderman ile bir
tatile
çıkardım.
Orada
renkli
arkadaşlarını çok yakından tanıma fırsatı
bulurdum. Sarı spiderman ile futbol,
kahverengi spiderman ile tenis oynardım.
Sonra gümüş renkli spiderman ile araba
yarışı yapardım. Siyah beyaz spiderman
ile zıplama yarışı yapardım. Bu kadar
etkinlikten sonra ise derin bir uyku
çekerdik. Yeni, heyecan dolu, eğlenceli
bir macera için enerji toplardık. Ama bu
sefer tüm renkli spidermanler bir araya
gelerek hep birlikte heyecanlı bir
etkinlik yapardık. Bu etkinlikte en çok
kazanan ise spidermanler değil ben
olurdum. En sonunda ise mutlu sonla
maceramız biterdi.
Demir DEĞİRMENCİ 2A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
35
HAYALİMDEKİ TATİL...
Benim
hayalimdeki
tatilde
su
kaydırakları, bir çok havuzun olduğu lüks
bir otel vardır. Bu otelin havuzlarında ise
birçok can simidi vardır. Bu simitlerin ise
bir özelliği acıkınca yenile bilmesidir.
Ayrıca çok büyük basketbol sahaları,
voleybol ve futbol sahaları vardır. Çeşit
çeşit tramplenler ve dev satranç yerlerini
de unutmamak gerekir. Tabi bir de bu
otelin en büyük özelliği ise Satranç
Turnuvaları için seçilen en lüks otel
olmasıdır. İşte hayalimdeki tatil yeri ve
orada etkinlik yapabileceğim yerler işte
böyledir.
İlkin Murat SEYHAN 2A
MACERAYI SEVİYORUM
Ben Iron Man ile büyük maceraya
kucak açmak isterdim. Kötülere karşı
savaşıp iyiliğin kazanması için mücadele
ederdim. Bu macerada birçok kötüye
karşı iyiliğin kazanmasını sağlardım.
Thor ve Kaptan Amerika'nın da bu
macerada olmasını isterdim. Onlara iyi
olmanın ne kadar doğru bir davranış
olduğunu öğretmek isterdim. Çünkü
insanların en önemlisi de çocukların
mutlu ve huzur içinde olması için kötü
düşünceli insanların bu düşüncelerden
kurtulması gerekir. Bu macerada tüm
dünyaya iyiliğin ve barışın gelmesi için
Iron Man ile çabalardım.
Asrın ÇAPAROĞLU 2A
BENİM CANIM KAHRAMANIM
Ben kahramanımla kitap okumayı ve
bu kitaplarda yeni yerler keşfetmeyi
istiyorum. Kahramanımla göklere uçmak
istiyorum. Bulutların üstünde zıplamak
istiyorum.
Özellikle
de
birlikte
maceradan maceraya koşmak istiyorum.
Onunla beraber çok neşeli yaşamak
istiyorum. Aslında bu kahraman gerçek
hayat olsa onu mutlaka arar bulur ve bu
söylediklerimin hepsini yaparım. Bu
arada
kahramanımın
yaşadığı
yer
esrarengiz kasabada olmak için de can
atıyorum. Çünkü bu kasabada korkunç ve
gizemli olaylar yaşanıyor
Asya KARİP 2A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
36
DAİRE
Vııın vııın gider,
Her yeri gezer.
Görmediği yerleri,
Merak edip sorar.
Ben olmadan bir yere gitmez.
HAYALİMDEKİ TATİL
Benim hayalimdeki tatilde çok uzun
bir kaydırak var. Dağlara kadar havuzu
olan bir otel var.
Bu otelin sayısı
sayılamayacak kadar çok olan odaları
var. Çeşit çeşit hamamı olan bir tatil
yeri. Havuzların bazılarının içinde
alışveriş yapılacak mağazalar var. Bu
mağazalara girebilmek için özel bir
kıyafet giymek gerekir. Çünkü mağazaya
başka türlü giremezsiniz. Böyle bir tatil
yerinin
olmasını
hayallerde
değil
gerçekte de çok isterim. Çünkü böyle bir
yerde hem mutlu oluruz hem de
dinlenerek eğlenmiş oluruz. Bu tatil
herkesin hayali olmalı; çünkü insan hayal
kurdukça eğlenir ve neşe dolar.
Alya BAYDAR 2A
En iyi arkadaşım,
Can yoldaşım.
Tekerlekleri çok kaygandır
Bu yüzden hızlıdır.
Benim canım arabam.
Demir EROL 2B
UÇARAK YENİ YERLERİ GEZİYORUM
Merhaba, ben Irmak. Tatile çıktım.
Uçarak yeni yerler keşfediyorum. Bugün
İstanbul’un Kız Kulesi’ndeyim. Şu an çok
eğleniyorum.
Babam
bana
geceleri
“Hebilüp Tatide” diye bir masal anlatıyor.
Bu masal beni çok mutlu ediyor. Şimdi bir
hotele
gitmek
istiyorum.
Orada
tramplenden
atlayacağım.
Hatta
yakalarsam babamı itmeyi planlıyorum.
Birlikte aquaya gidip en korkutucu
kaydıraktan kaymayı istiyorum. Tatilimin
bitmesini hiç istemiyorum!
Irmak SEYHAN 2B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
37
SİLİNDİR KEDİ
Benim şeklim silindir,
Silindir gövdeli bir kedi.
Çok tatlıdır, her şeye karışır.
Ne yaparsam yapayım,
Peşimi bırakmaz, vazgeçmez.
Çok güzel ve tatlı,
Çok sevimli ve güzel.
Kanatları da mavi...
Mavi ona ne de yakışır!
Kendisi sarıdır, güneş gibi parlar.
Parla ŞENEL 2B
MİNİK KUŞ
Minik, yaramaz, sarı bir kuş,
Gövdesi turuncu silindir.
Uçar havada, en tepeye çıkar.
Alt ve üst tabanı daire, bir de yan yüz.
Pamuk gibi tüyleri,
Masmavi gözleri,
Tatlı mı tatlı gagası.
En sonuna da kalıyor,
Şeker gibi sesi!
Nehir Laçin GEZEK 2B
KARE PRİZMA
Benim bir köpeğim var,
Adı da Pati.
Gövdesi kare prizma,
Eğlenir topla.
Gövdesinde on iki ayrıt,
Sekiz köşe ve altı yüzey.
Severim ben köpeğimi
Eğlenir her zaman benle,
Yaramaz Pati.
Efe Can ÖZCAN 2B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
38
RENKLİ DONDURMAM
Benim bir dondurmam var,
Külahı koni.
Tepe noktası, bir yamuk yüzey.
Çocuklar görünce,
Almak için sabırsızlanır.
Alınca çok beğenirler,
Sonra her gün buraya gelirler.
Eğlencedir onlara,
Dondurmam müthiştir
Herkes gelsin buraya!
Sera GEDİK 2B
ÜÇGEN PRİZMA ROKETİM
Benim bir roketim var,
Aynı üçgen prizmaya benzer.
Dokuz ayrıtlı roket.
Uzayda uçuşuyor, minik roket.
Yıldızları seyrediyor, binen kişiler.
Binenler korkuyorlar,
Uzayın koyu mavi renginden.
Roketimi çok severim.
Kimseye vermem roketimi,
Beş köşeli, neşeli roketi.
Ekin DEĞİRMENCİ 2B
KÜP
Benim oyuncak ayımın adı Jack.
Jack’ in gövdesi küp,
Gövdesi çok yumuşak.
Ayımın gövdesinin on iki ayrıtı var.
Sekiz köşe, altı yüzey.
Jack’in elleri çok güçlü,
Her yere tırmanır.
Tırnakları uzar,
Keserim yine uzar.
Ben bu ayıcığı çok severim.
Melodi TÜRKARSLAN 2B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
39
AQUAPARK
Ben
hayalimdeki
tatilde
penguenlerle birlikte aquaparka gitmek
istiyorum. Aquaparktaki havuz çok derin
ve sıcak. Tünelleri çok korkunç ve uzun
hatta mide bulandırıcı! Penguenlerle
birlikte tramplenden koşarak atlıyorum.
Aquaparkın en üst bölümünde tam on
dört tane eğri dönme yeri var. Buradan
kaymak çok eğlenceli ve heyecanlı.
Umarım istediğim bu tatili yapabilirim!
Çağlar Efe KÖKÇÜ 2B
PARAŞÜTLE ATLAMA
Ben bu yaz tatilimde paraşütle
atlamak istiyorum çünkü çok eğlenceli.
Aslında paraşütle atlamak korkunç da
olabilir ama yine de denemek istiyorum.
Paraşütle atlamak tehlikeli olabilir ama
gerekli
önlemleri
alırsam
bunu
başarabileceğime inanıyorum. Gökyüzünde
özgürce uçmak ve yıldızları izlemek
şimdiden beni çok heyecanlandırıyor.
Defne EFE 2B
UZAYA GİDİYORUM
Benim en büyük hayalim uzayı
gezmek bunun içinde bu yaz bunu
gerçekleştirmek
istiyorum.
Uzayla
başlayacak olan yolculuğuma tüm dünyayı
gezerek devam etmek istiyorum. Hatta
ailem ve arkadaşlarımla birlikte uzay
aracımda parti yapmak ve eğlenmek çok
heyecanlı olurdu! Bir yandan en sıcak
gezegene yaklaşmak bir yandan da
uzaylılarla tanışmak güzel bir macera
olabilirdi!
Andaç YURDAGÜL 2B
HAYALİ ORDUM
Yaz tatilinde bir ordumun olmasını
ve bu orduyla şakacıktan dünyayı yok
etmek istiyorum. Ordumun içinde özel
güçleri olan üç tane arı canavarı var. İki
tane uçan örümcek canavarı ve iki tane
de dev var. Hepsi onuncu seviyedeler.
Ben de bu ordunun kralıyım. Benim
söylediğim her şeyi yapıyorlar bu yüzden
ben onları çok seviyorum.
Arda YENİGÜN 2B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
40
AQUAPARK
Su kaydıraklarına bayılırım! Bu yaz
tatilinde aquaparka gidip arkadaşlarımla
sırılsıklam olsam ne güzel olur değil mi?
Birlikte su savaşı yapıp deliler gibi
eğleniriz. Kaydıraklardan hızlıca kayarız
ve birbirimize şakalar yaparız. Sabahtan
akşama kadar yüzüp yorulunca eve
gideriz. Heyecanlı bir tatil olmaz mı
sizce?
İbrahim ARAS 2B
SPIDERMAN VE BEN
Günlerden bir gün Spiderman’le
buluşmaya karar verdik. Buluştuğumuzda
ilk
önce
binadan
binaya
atladık.
Yorulmuştuk, onun evine gidip playstation
oynamaya karar verdik. Birkaç saat oyun
oynadıktan sonra tekrar dışarı çıktık ve
Joker ile karşılaştık. Bu karşılaşma biraz
kötü oldu, savaştık. Karşılıklı savaşımız
çok zor oldu ama sonunda kazandık. Bu
sayede herkes bizi tanımaya başladı.
İkimizin de birçok arkadaşı oldu. Birlikte
çok mutlu bir hayat sürdük.
Mert AYDIN 2B
DENİZALTI GEZİNTİSİ
Denizaltı her zaman bana çok ilginç
gelmiştir. Düşlerimde denizaltına indim
ve oraları keşfetmeye başladım. Birçok
canlı gördüm hepsi birbirinden tatlıydı.
Yosunlar, balıklar, denizatları, kayalar,
deniz anaları, ahtapotlar vardı. Yüzerken
ayaklarım hep kayalara takılıyordu.
Onlarla arkadaş olup oyunlar oynadım,
baloncuklar patlattım. Kostümüm parıl
parıl parlıyordu. Yosunlar çok yapışkandı.
Rengarenk
balıklar
beni
çok
heyecanlandırıyordu. İyi ki bu düşe
dalmışım!
Ceren GÜR 2B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
OLAF’LA MACERA
Olaf ve ben çok iyi iki arkadaşız.
Birlikte zaman buldukça maceradan
maceraya koşarız. Bir gün Olaf’la birlikte
dağa çıkarken benim ayağıma diken battı.
Canım çok acıyordu. Olaf bana yardım
etti ve ayağımdaki dikeni çıkardık.
Yolumuza devam ettik. Tam zirveye
ulaşmıştık ki birden bir patlama oldu. Bu
bir volkan patlamasıydı. Oradakilerle
birlikte kaçmaya başladık. Sonunda
kurtulmayı başardık.
Ela AKSOY 2B
41
İBİ İLE TOSİ
İbi çok güzel bir kızdır ve her
zaman çok mutludur. Kaplumbağa Tosi
ise patlak yemişleri yer. Tosi, Tidebo’nun
en sevdiği torunudur. Hep birlikte önce
Zaman Adası’na, oradan da Üçgen
Adası’na giderler. Adalarda çok güzel
zaman geçirirler. Her yerde mis kokulu
rengarenk çiçekler vardır. O kadar güzel
oyunlar oynarlar ki gökyüzünde kalp
balonları dolaşır.
Deniz SÜMER 2B
SİRK EĞLENCESİ
Ben sirkleri çok severim çünkü
sirkler çok eğlencelidir. Sirklerde çeşit
çeşit hayvanlar ve bizleri eğlendirmek
için de palyaçolar var. Annem ve babam
eğer izin verirse yaz tatilimi sirkte
geçirmek isterim. Oradaki hayvanlarla
arkadaş olmak ve gösterilere katılmak
çok heyecanlı olabilir. Ayrıca çadırdaki
koltuklarda bizi izleyen çok fazla izleyici
olur.
Umarım
bu
hayalimi
gerçekleştirebilirim!
Ata YILDIR 2B
SÜPER KAHRAMAN
En sevdiğim süper kahraman bana
bir gün sürpriz yaptı. Bunu hiç
beklemiyordum. Onunla tanışmak ve oyun
oynamak benim en büyük hayalimdi.
Birlikte dışarıya çıktık ve parklarda
dolaştık. Ellerim heyecandan terlemişti.
Beni
diğer
süper
kahramanlarla
tanıştırdı. Çok eğlenceli oyunlar oynadık
ve gökyüzünde uçtuk. Akşam olunca beni
eve
bıraktılar.
Bu
günü
hiç
unutmayacağım!
Umut Melih MUNGAN 2B
MASTERHINE İLE BEN
Masterhine çok öfkeliydi ve benimle
kavga etmeye başladı. Ben ona göre
güçsüzdüm
ve
kavgayı
kaybettim.
Masterhine benim üzüldüğümü görünce
yanıma geldi ve beni de Masterhine yaptı.
Arkadaş olduk ve çok güzel vakit
geçirmeye başladık. Masterhine beni
diğer arkadaşlarıyla da tanıştırdı. Birlikte
büyük bir parti yaptık, havai fişek
patlattık. Şarkılar söyledik ve çok
eğlendik. Hiç kavga etmeden çok ama çok
mutlu yaşadık.
Defne AYDOĞMUŞ 2B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
42
KÜRE VE KÜP
Merhaba ben küre,
Geometrik bir cisimim.
Tek düşmanım küptür.
Çünkü nereye gitsem yolumu durduruyor.
Nedeni ise ne köşem var, ne de ayrıtım.
Adım küptür benim,
Hep kürenin yolunu durdururum.
Küre de buna çok kızar,
Altı yüzüm,
On iki ayrıtım ve sekiz köşem var benim
Ilgaz GÖKTEN 2C
KÜRE
Ben küreyim en büyük benim,
Atarsan yuvarlanır giderim.
Herkesi ezip geçerim.
Köşem yok, ayrıtım yok.
Topların lideriyim.
Yok, benim gibisi,
Gezegenlerin efendisiyim,
En güzel küre benim!
Burak OBAY 2C
KÜP
Ben bir küpüm.
Beni atsanız hep dururum.
Televizyona benzerim.
Karton kutuya benzerim.
Ben bir küpüm.
Sekiz köşem, altı yüzüm,
On iki ayrıtım var.
Bir de arkadaşım var!
Birbirimize çok benzeriz.
Doya doya güleriz…
Ben bir küpüm.
ARTİST KÜP
Kutu gibiyim,
Zarı severim.
Hava atmakla meşhurum.
Küreyi durdururum.
Bitiririm işi.
Efe DİNÇ 2C
Altı eşit köşeli,
On iki ayrıtlı,
Sekiz köşeli
Küçük bir buzum.
Ali Alp AKDENİZ 2C
KÜP
Küptür benim adım,
Herkese hava atarım.
Her bir karem birbirine eşit,
Oyun oynarken ve zar atarken beni
kullanırsın.
Ben bir zekâ küpüyüm,
Bu yüzden çok akıllıyım.
Her yerde kullanılırım,
Her yüzüm aynı şekil.
Altı yüzüm, sekiz köşem ve
On iki ayrıtım var.
Bu yüzden çok kullanışlıyım.
Beril ŞEN 2C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
KONİ
Sadece tepe noktam var.
Dondurma, topuklu ayakkabı,
Şapkaya benzerim.
Herkes beni ayakta alkışlar.
İşte ben buyum, havalıyım.
Herkes tarafından tanınırım.
Çünkü ben çok havalıyım.
Ceylin Alpin KAYA 2C
43
ATAM SİZ BİR GÜNEŞSİNİZ, ÇÜNKÜ...
Siz yurdumuzu aydınlatıp, herkesi
aydınlığın yanına çektiniz.
Size ne kadar teşekkür etsem
yanınızda hiç kalır. Ben de büyüyünce
yurdumdaki herkesi iyiliğe çekeceğim ve
hep kendime inanacağım. Siz o kadar iyi
kalpli,cesur, yardımsever, akıllı birisiniz
ki bir liderin olamayacağı kadar
özelliklere sahipsiniz. Çiziyor, planlar
kurup yurdumuz için savaşıyorsunuz. Ah
Ata'm siz çocukların iyiliğini düşünüp
neler yaptınız onlara... Siz olmasanız
dünya bizim için bir hiç olurdu.Çok
teşekkür ederiz size Atam!
Irmak ÇAĞLAYAN 2C
Bizi kurtardınız. Türk Dil
Kurumu'nu getiriniz. Seyahat etmemizi
sağladınız. Siz bize eğitim verdiniz. Hak
ve hürriyet verdiniz. Şu anda
yaşayabiliyorsak sizin ve askerlerinizin
sayesinde. Size çok borcumuz var.
Büyüyünce sizin güneş ışığınızı
söndürmeyeceğim.
Altuğ Berat İPLİK 2C
Bir dal gibi sardın bizi. Gücünle
kurtardın. Biz de senin sayende aydınlık
sevginle yaşadık. Sen varken biz hiç
üşümedik Ata’m. Biz de seni bir Güneş
gibi saracağız!
Süleyman YILMAZ 2C
Çünkü çocukları seven, aç susuz
savaşan, neredeyse ölmek üzere olduğu
halde pes etmeyen bir lidersin! Vatanını
ve cumhuriyeti sevdin. Onu korudun.
Askerlerin ve sen bir adım bile geri
çekilmeyerek
cesurca
savaştınız.
Askerlerinizin ne kadar az olduğunu
düşünmeyerek İngiliz ve Fransızlarla bir
sürü savaş yaptınız. Hiçbirinde de
yenilmediniz. Atam sen bizi ısıttın ve biz
de seni ısıtacağız. Cumhuriyeti kurup
ölsen de biz seni hiç unutmayacağız.
Bayramların en önemlisini; yani 23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını
bize verdin. Teşekkürler Ata'm!
Mert Efe GÖKDAYI 2C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
Sen tepede bir Güneş gibi parladın.
Sen bize bayramlar verdin. Biz sana
inandık. Gece gündüz bizim özgürlüğümüz
için savaştın. Sen Güneş’sin. Bizi ısıtıp
neşe verdin. Sizi çok seviyorum Ata’m!
Sevgiyle sardın bizi. Senin sayende
aydınlandık. Acaba her şey çok kitap
okuduğun için mi oluyor? Sen varken biz
hiç üşümedik Atam!
Melis AYDIN 2C
44
Çünkü cumhuriyeti kurarak bizi
ısıttın. Işığınla bize doğru yolu
gösterdin. Bize hak ve hürriyetleri
verdin. Sen olmasaydın biz şu anda köle,
esir ve mutsuz olurduk. Ben de senin gibi
çalışkan, akıllı ve cumhuriyetçi olacağım.
Senin izinden gidip dünyayı daha da
güzelleştireceğim. Sana hep saygı
duyacağım.
Ece AKDOĞAN 2C
Çünkü sen bizi aydınlatansın Ata’m!
Senden
başka
aydınlatan
yoktur
bizi.çünkü sen çok özelsin. Sen dünyanın
liderisin. Seni çok seviyorum Ata’m!
Senin için çok kitap okuyacağım.
Ödevlerimi yapıp çok bilgili olacağım.
Rüzgar ER 2C
Çünkü bizi kurtardın. Teşekkürler
Ata’m. Ben de senin gibi kitap
okuyacağım. Planlı olacağım. Sen bize
eğitim hakkı verdin. Çocukları çok
sevdiğin için 23 Nisan’ı verdin. Ben de
herkesi kurtaracağım ve herkes beni
örnek alacak.
Onat OĞUR 2C
Çünkü bize hak ve hürriyetleri
öğrettin. Yolumuzu bir güneş gibi
aydınlattın. Teşekkürler Ata’m!
Doruk Ekin ASLAN 2C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
45
KÜÇÜK DİNAZOR MASALI
Bir varmış bin yokmuş. Dondurma
seven, kedi kılıklı, küçük ve tembel bir
dinozor varmış. Her akşam yıldızları
seyredermiş. Bir kulübede yaşarmış.
Papatyaları hiç sevmezmiş. Bir gün dinozor
Corc tarafından bir tuzağa düşmüş. O
tuzakta bir sürü papatya varmış. Çünkü
Corc onunda bütün sürü gibi papatya
sevmesini istiyormuş. Artık o da papatya
seviyormuş.
Ata Ege ERSOY 2C
DÜNYAMIZI KORUYALIM
Dünyamızı koruyalım.
Korumayanlar kendinden utansın!
Dünya çevre gününde
Hep birlikte ağaç dikelim.
Bora ATEŞ 2C
DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ
Dünyaya iyilik yaptık,
Dünya bizi yaşattı.
Hatta bize arkadaş verdi.
Her şeye rağmen bize su ve yiyecek verdi.
Bizim en güzel şekilde yaşamamızı sağladı.
Çevreyi korumayana yazıklar olsun!
Hepimiz çevreyi koruyalım!
Mehmet ÖZCAN 2C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
46
KALP DÜNYAM TEMİZ Mİ?
Ey temiz dünyam top gibisin,
El ele verelim Dünya’yı koruyalım.
Sen bizim kalbimiz gibisin.
Sen bizi hep izliyorsun,
Acaba beni de görüyor musun?
Hep seni görmek isterim.
Kaç il, şehir, ülke var merak ederim.
Uzaydaki gezegenleri tanımak isterim.
Kalp dünyam senin izindeyim!
Betül SAPAN 2C
DÜNYA’YI KORU
Dün ya dünya söyle bana,
Senden güzel kim var bu uzayda?
Sen olmasaydın Mars’ta yaşardık,
Sen sevilmeseydin çöl olurdun,
Bu dünya olmazdın.
Sen yoksan biz de olmazdık.
Biz seni çok güzel koruyacağız.
Doğayı, Dünya’yı her yeri seveceğiz.
Senin denizlerine artık çöp atmayacağız.
Seni artık çok koruyacağız.
Meryem Melis ÇINAR 2C
YUMURTA
Ben bir yumurtayım.
Uyandığımda bir gıdak!
İki gıdak,
Annemindi o gıdak,
Bir insan geldi.
Beni almak istedi.
İzin vermedi annem,
Gıt gıt gıdak!
Aldı altına annem beni,
Ama sıvıyken hayat,
Hiç de eğlenceli değildi.
Böylece günler geçti.
Birinci gün,
İkinci gün,
Üçüncü gün.
Çok sıkıcıydı sıvıyken hayat.
Biraz katılaştım.
Biraz daha, biraz daha…
Korktum, kaçmak istedim
Sonra kabuğumu kırdım.
Artık görmüştüm,
Dünyayı, annemi.
Sonra bana benzeyen şeyler geldi.
Oyun oynayalım dediler.
Çok iyi arkadaşlarım oldu,
Bu tavuk ailesinde.
Sonra tavuğa benzeye şeyler geldi.
Annem bu senin baban dedi.
Sonra kardeşlerim geldi.
Çok büyük bir aileydik artık.
Yaptılar bize ayrı bir kümes,
Çok mutluydu herkes.
Babam bana hikayeler anlattı.
Çok sevdim ben bu hayatı.
O yumurtadan iyi ki çıkmışım.
Ben de bir baba olacakmışım.
Efe SELÇUK 3A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
LİMON
Sevgili arkadaşlar ben limon. Benim
size söylemek istediklerim var. Ben, sizin
beni
dalımdan
koparmanızdan
şikayetçiyim.
Eğer
siz
beni
koparmasaydınız
büyük hayallerimi
gerçekleştirecektim. Büyüyüp sapsarı bir
limon olacaktım ama siz hayallerimi yok
ettiniz. Şu an kendimi çok mutsuz
hissediyorum ve kalbim acıyor. Ailemi,
arkadaşlarımı ve ağacımı özlüyorum.
Onlar olmayınca bir boşluk hissediyorum.
Beni tam olgunlaşmadan kopardığınız için
rengim çok soluk. Dalında olgunlaşmayı
bekleyen diğer limonlar ne kadar da
şanslılar.
Onlar
adına
seviniyorum.
Umarım bu söylediklerimi önemsersiniz ve
beni
anlamaya
çalışırsınız.
Benim
yaşadıklarımı
başka
limonlara
yaşatmazsınız.
Mina Su ÖZ 3A
OYUN VE ŞEYTAN
Umut, oyun oynamayı çok seven, aynı
zamanda da çok aceleci bir çocukmuş.
Oyun oynamak için ödevlerini hızlıca
yaparmış. Annesi ona bunun yanlış
olduğunu söylermiş ama Umut annesini hiç
dinlemezmiş. Bir gün yine aynı şekilde
ödevini hızlıca yapmaya başlamış. O
sırada elinde mızrağı ile şeytan gelmiş.
Umut’u dürtmeye başlamış. Şeytan
Umut’a “Hadi acele et, acele et!”
diyormuş. Umut’un eli ayağına dolanmış,
kafası karışmış ve çok korkmuş. O günden
sonra acele etmemeye karar vermiş ve
anlamış ki “Acele işe şeytan karışır.”
Umut Osman BAYRAKTAR 3A
47
UÇMAK ÇOK GÜZEL
Sevgili İnsanlar,
Beni gökyüzüne kadar uçurduğunuz
için size çok teşekkür ederim. Ben
gökyüzünde çok mutluyum ve çok
eğleniyorum.
Kırtasiyede
iken
çok
sıkılıyordum ve en büyük hayalim
gökyüzünde
süzülmekti.
Gökyüzünde
süzülürken aşağıda sevinçle oynayan
çocukları görmek, uçurtma arkadaşlarımla
sohbet etmek bana büyük keyif veriyor.
Tabi bu arada sizden bir şey isteyeceğim.
Fırtınalı
havalarda beni
gökyüzüne
salmasanız çok iyi olacak. Fırtına benim
kuyruğuma, çıtalarıma zarar veriyor.
Fırtınalı havalarda uçarken simsiyah
bulutların içinden geçmek beni çok
ürkütüyor.
İpimin,
kuyruğumun
kopacağından korkuyorum. Bu durum beni
çok üzer, eminim sizi de üzer.
Bu arada beni oluşturan kırtasiyeci
amcayı da çok özlüyorum. O olmasaydı
ben bu duyguları asla yaşamayacaktım.
Ona sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.
Gökyüzünde
bir
çok
arkadaş
edindim. Uçurtma arkadaşlarım, bulut
arkadaşlarım, arkadaşım güneş, kuşlar ve
tabi ki de en sevdiğim arkadaşım rüzgar.
Rüzgar en sevdiğim arkadaşım. O
olmasaydı ben gökyüzünde böyle güzel
süzülemezdim.
Bana
bu
mutluluğu
yaşattığınız için hepinize çok teşekkür
ederim.
Ada YILDIRIMEL 3A
KIRIK UÇURTMA
Merhaba, ben bir uçurtmayım.
Güzel
bir
mahallede,
küçük
bir
kırtasiyede satılmayı bekliyordum ama
kimsecikler beni almıyordu. Neden mi?
Sağım solum biraz kırıktı da ondan. Ben
de her gün pencereden, gökyüzüne doğru
süzülen diğer uçurtmaları izliyordum.
Günlerden bir gün Kerem adında bir
çocuk girdi kırtasiyeye. Babasına beni
gösterdi ve beni almak istediğini söyledi.
Çok mutlu olmuştum. Babası sağıma
soluma şöyle bir baktı ve Kerem’e olmaz
anlamında kafa salladı. O an bütün
hayallerim suya düşmüştü. Kerem ısrar
etti. Babası ısrarlara dayanamadı ve beni
alıp
evlerine
götürdüler.
Kerem
babasından beni tamir etmesini istedi
ama babası Kerem’e kızgın olduğu için
ona yardımcı olmadı. Kerem beni
uçurmayı denedi ama hasarlı olduğum
için bir türlü uçamadım. Kerem sonunda
pes etti. Beni bir çöp bidonunun yanına
bıraktı. Kendimi çaresiz ve mutsuz
hissettim. Sonra şiddetli bir rüzgar esti.
Beni çöp bidonunun yanından aldı ve
oraya buraya fırlattı. Rüzgar dindiğinde
kendimi bir kapının önünde buldum.
Kapıyı sevimli bir çocuk açtı. Beni
görünce çok mutlu oldu ve hemen içeri
aldı. Babasıyla birlikte beni tamir
ettiler. Ertesi gün mahallede çocuk,
benim sahibimi aradı ama kimsecikleri
bulamadı. O günden sonra bu sevimli
çocuğun uçurtması olmuştum ve bu beni
çok mutlu etmişti.
Arda KAYA 3A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
48
ATATÜRK’Ü ANLAYIP, ANLATMAK
Atatürk’ü anlamak onun gibi cesur
olmaktır, vatanını korumaktır. Mustafa
Kemal Atatürk’ün bizler için açtığı
aydınlık yolda pes etmeden ilerlemektir.
Atatürk
Türkiye
Cumhuriyeti’ni
bizim için kurdu ve onu korudu. Bir karış
toprağını bile vermedi. Biz de onun
yolundan giderek topraklarımıza sahip
çıkacağız. Bağımsızlığımızı koruyacağız,
cesur olacağız, ilke ve inkılaplarına sahip
çıkacağız.
Unutmayalım ki o bize özgürlük
getirdi. Birlik ve beraberliğin önemini
öğretti. Biz Türk gençleri de onun bizlere
emanet ettiği bunca güzel koruyacağız.
Onun ilke ve inkılaplarını takip ederek
Atatürk’ü yaşatacağız,anlayıp anlatacağız.
Toprak YETİM 3A
İZEBELLA
Bir varmış, bir yokmuş. Bir
zamanlar çok güzel bir krallık varmış. Bu
krallığın kralının adı Yüce, kötü kalpli
kraliçenin adı Liza ve dünyalar kadar
güzel prensesin adı ise İzebella’ymış.
Kraliçe
Liza
İzebella’nın
üvey
annesiymiş. Kraliçe kötü kalpli olduğu
için İzebella’yı hiç sevmezmiş ve çok
kıskanırmış.
Günlerden bir gün kraliçe Liza
neden İzebella kadar güzel olmadığını
düşünürken çok öfkelenmiş ve kötü bir
büyü yapmaya karar vermiş. Önce
dünyanın en kötü büyüsünü yaparak
karalı öldürmüş. Sonra güzelliğini almak
için gece yarısı İzebella’nın odasına
girmiş. İzebella ne olduğunu anlamadan
kötü kraliçe bir çırpıda İzebella’nın
güzelliğini çalmış. Sabah olduğunda
İzebella aynaya bakmış ve kendini çok
kötü bir halde bulmuş. Durumuna çok
üzülmüş ve ağlamaya başlamış. İzebella o
kadar iyi kalpliymiş ki göz yaşlarına
dayanamayan periler yanına gelmişler ve
üzülmemesini söylemişler. İzebella’ya
olanları anlatmışlar. Bir sihir yaparak
İzebella’ya güzelliğini geri vermişler.
İzebella muhafızları çağırmış. Kraliçenin
yaptıklarını
anlatmış.
Muhafızlar
kraliçeyi zindana atmışlar. Kraliçe
sonsuza kadar zindanda yaşamış.
Ceren GÜVEN 3A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
ATATÜRK
Atatürk’ü anlamak onun devrimlerini
korumak, herkese saygı duymak, kısacası
Atatürk
gibi
olmaktır.
Atatürk’ün
sözlerini anlamak, hoşgörülü olmak,
saygıyı unutmamak, Atatürk olmaktır.
Atatürk, bizim gelecek olduğumuza
inanırdı. Biz çocuklara güvenirdi. Onun
güvenini boşa çıkarmamalı, çok çalışıp
başarılı olmalıyız. Atatürk’ün izinden
korkmadan
gitmeliyiz.
Cumhuriyeti
korumalıyız.
Yağız KÖSE 3A
49
DAĞINIK NİLSU
Melike ve Nilsu iyi arkadaşlardı.
Melike çok düzenli, Nilsu ise tam tersi
çok dağınıktı. Melike arkadaşını dağınık
olmaması konusunda sürekli, uyarırdı.
Nilsu, Melikelere geldiğinde her yeri
karıştırırdı.
Melike
ve
annesinin
yürüyüşe çıktığı bir gün Nilsu Melikelere
gitti. Eline ne geçtiyse fırlattı. Ortalığı
dağıttı. Dolapları boşalttı. Melike
döndüğünde odasını bu şekilde bulunca
gözleri fal taşı gibi açıldı. Nilsu ellerini
arkasında kavuşturdu ve yüzüne sahte
bir gülücük kondurdu. Melike, Nilsu’ya
çok kızdı. O günden sonra Nilsu’yu
odasına almadı. Nilsu hatasını anladı ama
iş işten geçmişti.
Sema ATLAR 3A
ZİZİ’NİN DAĞINIKLIĞI
Zizi çok dağınık bir kızdı. Bu yüzden
aradığı hiçbir şeyi bulamazdı.
Bir sabah Zizi okul formasını
aramaya başladı. Her yeri aradı.
Çekmecedeki her şeyi yere attı ama
formasını bulamadı. Arkasına dönüp
baktığında her yerin dağıldığını gördü.
Odayı nasıl toplayacağını düşünmeye
başladı. İş gözünde büyüdü. Annesi odayı
görünce Zizi’ye kızdı ve onu uyardı. Zizi
okula da geç kaldı. Okula gittiğinde
öğretmeni de geç kaldığı için Zizi’ye kızdı.
Dağınıklığı, Zizi’nin başına çok işler
açmıştı. Eve gidince önce annesinden özür
dinledi sonra odasını topladı. Bundan
sonra çok düzenliği olacağına dair hem
kendine hem de annesine söz verdi.
Duru Servet ÇINKI 3A
ALİ’NİN DAĞINIK ODASI
Ali, bir sabah uyandığında çok
sevdiği, zıplayan topunun ortalıkta
görünmediğini fark etmiş. Odası o kadar
dağınıkmış ki topunu bir türlü bulamamış.
Odasına giren kişiler, mutlaka bir
şeylere takılır ve düşerlermiş. Annesi,
her gün Ali’ye odasını toparlamasını
söylermiş. Ali topunu ararken annesinin
söyledikleri aklına gelmiş. Odasını bu
kadar dağıttığı için çok pişman olmuş ve
üzülmüş. En sevdiği topunu bulamamak
onun canını çok sıkmış. Sonra ne
yapabileceğini düşünmüş. Annesinden
yardım
istemiş,
birlikte
odasını
toplamaya başlamışlar. Odasını toplarken
topunu bulmuş ve sevinçten havalara
uçmuş. Annesine çok teşekkür etmiş.
Annesine,
odasını
bir
daha
dağıtmayacağına ve çok düzenli bir
çocuk olacağına söz vermiş.
Yusuf Toprak DEMİRDELEN 3A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
50
CANIM ARKADAŞIM
Arkadaşlık kardeşlik demektir. İyi
bir arkadaş size karşı her zaman
dürüsttür.
İyi
bir
arkadaşla
mutluluğunuzu,
üzüntünüzü,
daha
doğrusu tüm duygularınızı paylaşırsınız.
Arkadaşınız olmadan kendinizi yalnız
hissedersiniz.
İyi bir arkadaş sizi korur kollar ve
koşulsuz sizi sever. Sınıfta yalnız
kaldığınızda o bir anda yanınızda belirir
ve sizi neşelendirir. Bizi önemsediğini
gösterir.
Sıkıldığımızda
tıpkı
bir
kurtarma ekibi gibi bizi sıkıntılarımızdan
kurtarır. Birlikte güler birlikte ağlarız.
Arkadaş candır. Arkadaş, yalnızlık
giderici bir makinedir.
Güneş ALTUNEL 3A
SONKIŞ
Yeni mevsim geldi köyümüze.
Herkes sevdi bu mevsimi.
Adı sonkış bu mevsimin,
Sonkış hoşuna gider herkesin.
Bu mevsimde hem kar yağar,
Hem de hava seni birden yakar.
Arada bir gelir, herkesi sevindirir.
Sonkış harika bir mevsimdir.
Ekrem BİRİN 3A
DOSTUM
Hey, dostum!
Gel bisiklet sürelim,
Hep birlikte eğlenelim.
Yeni oyunlar üretelim.
Gel dostum.
Oyunları birleştirelim.
Yeni oyunlar üretip
Arkadaşları sevindirelim.
Alp AKINAN 3A
ARKADAŞLIK
En değerli şeydir.
Bu dünyada arkadaşlık
Zor zamanlarda yanımda,
Arkadaşım hep kolumda.
Yardımı çok sever.
Bazen yolumu gözler
İyi bir arkadaş
Seni her zaman önemser.
Beren Ege BAYRAM 3A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
51
AY ve GÜNEŞ
Ay ile güneş ,
İki sevecen kardeş,
Biri gelir biri gider,
İkisi birbirini çok sever.
İkisi de tam tepede,
Hayat verir bizlere,
Biri günü aydınlatır,
Diğeri ışık verir gecelere.
Aleyna ÖZEN 3A
KIŞBAHAR
Ben mevsimlerin kralıyım.
Ne kış, ne de baharım.
Biraz sarı bira mor,
Beni bir bilene sor.
Kışla sonbahar bir araya gelir,
Benim adımı verir.
Canı sıkılan çocuklara biraz kar,
Dinlenmek isteyen anne babalara,
Biraz huzur veririm.
Alper DEMİR 3A
KELEBEK
Uçar her zaman gökte,
Kanatları bin bir renkte.
Görürüz onu,
Mis kokulu içeklerin üstünde.
GÜNEŞ
Güneş ısıtır bizi,
Sımsıcaktır her yeri.
Severim onu,
Dünyanın şöminesi o.
Kelebekler göklerde,
Neşe verir bizlere.
Görünce çok sevinirim.
Bütün kelebekler benim olsun isterim.
Derin ASLAN 3A
Yoktur eşi benzeri,
O sever hepimizi.
Can verdiği için doğaya
Biz de severiz güneşi
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
Güneşin sıcağında yüzerim.
Aynı anda güneşlenirim.
Kışın yüzünü göstermesini beklerim.
Güneş her şeyim benim.
Nisan KAPLAN 3A
52
FIRILDAK
Kış geldi havalar değişti.
Kıştan sonra hangi mevsim gelir ki.
Yeşil ilkbahar, aslan sonbahar.
Bu gelen ne ilkbahar ne de sonbahar !
Bir kar yağar bir güneş açar
Bu mevsim nedir ki?
Bu mevsimin adı FIRILDAK
Terlemezsin , üşümezsin
Baharmış gibi de çok esmezsin.
Bu mevsimi bilemezsin.
Deren DAĞLI 3B
ANNEM
Canım annem,
Çok severim seni,
Sen de beni.
Ben ve sen aynıyız.
Tıpkı güneşle ayız.
Sevdiklerim içinde en değerlisi.
Kardeşimin de annesi.
Hiçbir şeye değişmen
Annemin sevgisini.
Umut GİZDAŞ 3A
YAZ
Ne güzeldir o kumların sıcaklığı,
Ne güzeldir denizin mavi rengi,
Severim ben yazı,
Severim o sıcaklığı.
Kim sevmez ki dondurma.
Herkes bayılır ona.
Dondurmadan sonra
Buz gibi limonata.
Herkes ister
Hemencecik suya girmek.
Herkes ister
Arkadaşlarıyla yarışa girmek.
Yazdır bu
Isınır buhar olursun
Yazdır bu hep beraber olursun
Dila BOZKURT 3B
SON MEVSİM
Mevsimim benim.
En sevdiğim…
Ne çok sıcak,
Ne çok soğuk;
Ilıktır benim mevsimim.
Orada tüm kötülükleri
Yok ederim.
Canım mevsimim gelince
Herkes eğlenir.
İyilik ararsanız
Mevsimim size açık.
Kötüyseniz eğer,
Girmeyin içeri…
Ege SELÇUK 3B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
53
ACELE ETME
Adı Tavch olan bir çocuk varmış. Bu
çocuk sarı saçlı, mavi gözlü ve uzun boylu
bir çocukmuş. En büyük hobisi basketbol
oynamakmış.
Bir gün Tavch okula gitmek için
evden ayrılmış. Öğretmeni derslerinin
matematik olduğunu söylemiş ve bir
çalışma dağıtmış ve bitirenlerin basketbol
oynamaya gidebileceğini söylemiş. Tavch
bir an önce basketbol oynamak için
çalışmasını aceleyle yapmış.
Öğretmen
Tavch’in
çalışmasını
kontrol etmek istemiş. Tavch çalışmayı
vermiş ve hep dışarı bir an önce çıkmak
için uğraşmış. Öğretmen çalışmada çok
hatası olduğunu görünce çalışmayı tekrar
yaptırmış.
Tavch, acele etmeyip anlayarak
yapsaydı daha kısa sürede çıkabileceğini
en sonunda anlamış ve bir daha acele
etmemiş.
Ömer Sarp ÇETİNKAYA 3B
İLKBAHAR
Çiçekler açar.
Anneler, babalar ,
Çocuklar oynar.
Bazıları çimde yatar.
Mutluluk verir herkese
İlkbahar.
Mehmet Efe ŞENAYAR 3B
İŞİ HIZLI YAPMA
Onur diye bir çocuk vardı. Her işini
çok hızlı ve aceleyle yapardı.
Bir gün Onur’un öğretmeni tüm
sınıfa uzun bir ödev verdi. Onur, ödevini
yapmak için arkadaşı Ali’ ye gitti. Onur ,
Ali’yle
oynayabilmek için ödevini
aceleyle yaptı. Ali de Onur çabuk
bitirdiği için aceleyle yaptı. Çok
eğlendiler ve güzel zaman geçirdiler.
Sabah oldu ve okula gittiler.
Öğretmen, ödevleri kontrol ederken
ikisinin de ödevini özensiz yaptığını
gördü. O gün öğlen arası çıkmayıp
ödevleri tekrardan yaptılar. Öğretmen “
Acele işe şeytan karışır.” dedi. Onur ve
Ali bir daha aceleyle iş yapmadılar.
İbrahim Efe DEMİR 3B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
54
ACELE İŞE ŞEYTAN KARIŞIR
Günlerden salıydı. Her zamanki gibi
yorucu, eğlenceli, öğretici ve güzel bir
okul gününden sonra piyano kursuna
gitmiştim.
Piyano kursuna çalışkan annem
benden önce gelmişti. Ama bu sefer bir
tuhaflık vardı annem yoktu. Bekledim
bekledim gelmiyordu. Sekretere gittim
ve annemin nerede olduğunu sordum. O “
Sen otur ben ararım. “ dedi. Annem
kardeşimi alıp parka gitmiş. Saatin
farkına varmamış. Saatin çok geç
olduğunu görünce çok acele etmesi
gerektiğini düşünmüş. Arabayı park ettiği
yerden çok acele davrandığı için
çıkamamış.
Annem beni almaya geldiğinde çok
mahcup ve üzgündü. Benden sürekli özür
diledi. Okuldan aceleyle çıktık ve eve
geldik. Yemek yemeye başlıyorduk ki kapı
çaldı. Okuldan aceleyle çıktığımız için
çantalarımız okulda kalmış. Annem Bu
günün özeti olarak “ Acele işe şeytan
karışır.” dedi. Hepimiz çok güldük.
Duru ÜNLÜ 3B
ACELECİ KORASTO
Korasto, sabah erkenden kalkıp
aceleyle üstünü giydi. Hemen kahvaltısını
yapıp aşağıya indi. Maket uçağını
yapmaya başladı. Uçağı yaparken kafası
çok karışıyordu. Aceleyle maket uçağını
yaptı. Hemen atölyeye doğru bisikletiyle
gitti.
Atölye, evlerinden biraz uzaktaydı
ve Karasto burada zaman geçirmeyi çok
seviyordu. Atölyeye vardığında, ustasının
çalıştığını gördü. Ustasına uçağını
gösterdi ve ustası çok güzel olduğunu
söyledi.
Uçağı
birlikte
uçurmaya
çalıştılar ama uçak bir türlü uçmuyordu.
Ustası, uçağı açtı ve nerede sorun
olduğunu bulmak için bakmaya başladı.
Korasto iki kabloyu zıt şekilde takmıştı.
Bu yüzden uçak uçmuyordu. Ustası, “
Acele işe şeytan karışır. Demek ki bu
uçağı aceleyle yapmışsın.” dedi. Korasto
bir daha aceleyle iş yapmayacağı için söz
verdi.
Soydan ACAT 3B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
ÇİVİ ‘ DEN MEKTUP VAR
Sevgili İnsanlar,
Ben çivi. Beni ürettiğinizden beri
canım çok yanıyor. O çekici bana
gösterdiğinizde yüreğim ağzıma geliyor.
Ben bu durumdan çok sıkıldım artık! Bana
daha nazik davranmazsanız ben de
çalışmam artık ve sizler de evsiz
kalırsınız. Eğer istediğiniz buysa siz
bilirsiniz, memnuniyetle yerine getirir,
hiçbir şey yapmam. Bana ve aileme daha
kibar davranırsanız bunu bir özür olarak
kabul eder ve işimi yaparım. Canımızı
yakmayın ve bizi düzgün kullanın olur mu?
Çivi
Ata ARSLAN 3B
55
BUZ KÜPÜ
Kışın kar yağdı. Karlar suları
dondurdu ve ortaya bir buz küpü çıktı.
Buz küpü heyecanlandı ve zıplayarak bir
cama yapıştı. Yapıştığı cam, bir araba
camıydı. Arabanın sahibi, buz küpünü fark
etmedi ve camı açtı. Buz küpü yere düştü.
Buz küpü öyle sinirlendi ki hızla zıpladı
.Karların üzerine düştü. Burası çok
yumuşaktı, rahat hareket edemiyordu. Bu
yüzden buradan ayrıldı. Kendisi gibi
buzlarla
karşılaştı.
Yolda
giderken
kafasını gökyüzüne çevirdi ve güneşi
gördü. Güneş onu ısıtıyordu fakat buz
küpü bunun farkına geç vardı. Eridi eridi
ve su oldu. Nehirlere, nehirlerden
denizlere gitti ve sürekli buz, buhar ve su
olarak değişti.
Vedat Ali SARIDİLEK 3B
BAŞARILI CORE
Bir zamanlar küçük bir bahçede
Core adlı bir köpek yaşarmış. Core’nin
sahibi Bay Krop’muş. Bay Krop köpeğini
köpeklerin yarıştığı bir yarışmaya
götürecekmiş. Core katılmak
istemiyormuş ama bunu sahibine
söyleyemiyormuş. Bay Krop köpek
eğitimi veren bir yere gitmiş. Core
burada çok çalışmış. Ama bir sorun
varmış. O da kendine halen
güvenmemesiymiş. Core planlı bir şekilde
çalıştıkça özgüveni artmış. Ve yarışma
günü gelmiş.
Core, yarışmadaki bütün engelleri
tek tek aşmış. Son parkura geldiğinde
engelin çok uzun olduğunu görmüş ve
yapamayacağım diye düşünmüş. Sonra
kendisine güvenmiş ve hızlıca koşarak
engeli aşmış. O günden sonra her zaman
kendisine güvenmiş.
Onur DEVRİLEN 3B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
BENİM ADIM SANDALYE
Benim
adım
sandalye.
Dört
ayaklıyım. Benim bir sahibim var; adı
Özlem. İnsanlar yorulduklarında hemen
üstüme otururlar. Bazen kilolu insanlar
oturur üstüme ve canımı acıtırlar. Onlar
üstüme oturduklarında çok korkarım
kırılacağım diye.
Bir gün Özlem’in arkadaşı Sevda
kahve içmeye geldi. Çok heyecanlıydı.
Bana doğru yürüyerek yaşadığı olayı
anlatıyordu. Üstüme doğru geldikçe
korkmaya başladım. Koşarak uzaklaşmak
istedim ama olmadı. Üstüme oturdu ve
zıplamaya başladı. Her ayağımdan sesler
geliyordu ve en sonunda ayaklarım bu
acıya dayanamadı kırıldı.
İnsanların
sadece
kendilerini
düşünüp bizi düşünmemeleri çok üzücü.
Perinaz SAYHAN 3B
56
MERHABA İNSANLAR,
Ben Fırıldak. Sizden çok uzaklarda
yaşıyorum. Annemin adı Mırıldak, babamın
adı Tırıldak ve erkek kardeşimin adı
Şirindak. Kardeşim adı gibi çok şirindir.
Ben çok uzaklarda yaşıyorum demiştim
size ama sizi görebiliyorum. Benim ne
olduğumu tahmin ettiniz mi? Ben bir
uçurtmayım. Genelde tek başına uçan bir
uçurtma; çünkü
hiç arkadaşım yok.
Arkadaşım yok, kendi kendime uçmayı
seviyorum.
Yukarıdan aşağıyı izlemek çok
keyifli. Yerde kuğu gölü balesi yapan
kuğular, berrak sular, ağaçlar…
Bir gün anneme biraz dolaşmak
istediğimi söyledim ve evden çıktım.
Annem çok uzaklaşmamam gerektiğini
söyledi ve beni öptü. Gökyüzünde
dolaşırken o kadar çok eğleniyordum ki
çok uzaklaştığımı fark etmedim. Birden
hortum çıktı ve uçmamı engelledi.
Hortumun içinde dönüp duruyordum.
Sonra kendimi yerde buldum. Tahtalarım
kırılmıştı ve çok üzgündüm.
Sanırım
annemi dinlemeliydim.
Ağrıdan
uyuyakalmıştım.
Uyandığımda yanımda bir tavşan, bir
karınca, bir de şahin vardı. Benim nerede
yaşadığımı biliyorlardı. Beni ağaçların
dallarını kullanarak tamir ettiler. Onlara
teşekkür ettim ve evime doğru uçmaya
başladım.
Beril EKER 3B
TOMBUL PATATES
Benim adım Tombul. Çok tombul
olduğum için annem ve babam bana bu
adı verdiler.
Ben bir gün annemden izinsiz dışarı
çıkmıştım ki bir şey unuttuğumu fark
ettim.
Bizi
bu
gün
toplamaya
geleceklerdi
ve
toprağın
altında
olmalıydım. Koşarak annemlerin yanına
gidiyordum ki bir el bana doğru uzandı
ve beni bir çuvala koydu. Çok
korkmuştum. Benim gibi birçok patatesi
daha yanıma, üstüme koydular. Gidene
kadar canım çok acıdı bu yüzden.
Gözlerimi açtığımda çok kalabalık
bir yerdeydim. Uyuyakalmışım sanırım.
Bu kalabalık yer sanırım annemin bana
anlattığı pazardı. Patateslerle bakışıyor
ve korkuyorduk. Sonra bir el uzandı beni
ve arkadaşlarımdan bazılarını poşete
koydu. Bizi eve götürdü ve güzelce
yıkadı. Sonra kabuklarımızı soymaya
başladı. Sanırım kurutacak bizi diye
düşünürken ateşe attı ve kızartmaya
başladı. Arkadaşlarımla çok üzüldük ve
çok ağladık. Şimdi hiç bilmediğimiz bir
yerde yaşıyoruz.
Annemin
sözünden
çıkmamam
gerektiğini çok üzücü bir şekilde
öğrenmiş oldum.
Özge Berçin İDİŞ 3B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
57
BATE VE ARKADAŞLARI
Bir varmış, bir yokmuş. Dağınık
Bate adında bir çocuk varmış. Bate’nin
odası çok dağınıkmış ve bu odada
Bate’nin hayali arkadaşları varmış.
Çekmece Kurbağası Peto, Duvar Resmi
Reşko, oyuncak çetesi ve giysi çetesi.
Okulundan gelen Bate hayali
arkadaşlarının çok hasta olduğunu gördü.
“ Ne oldu size ?” diye bağırdı.
Arkadaşları hep bir ağızdan “ Sorunu
sen bul ve aklına bu sorunu yaz ki bir
daha yaşanmasın.” demişler.
Bate sorunun ne olabileceğini
bulmak için iyice düşünmüş. Düşünürken
de odasını toplamış. Çok uykusu geldiği
için yatmış. Ertesi sabah uyanmış. Odada
“ Günaydın, Bate.” diye bir ses duymuş.
Bati sese doğru bakmış ve arkadaşlarının
iyileştiğini görmüş. Odasını düzenlediği
için arkadaşları eski sağlığına kavuşmuş.
Bate, sonsuza dek odasını düzenli
tutacağına yemin etmiş.
Mehmet Yiğit SERT 3B
SİNİRLENMEK NELERE YOL AÇAR?
Bir sabah Mina, arkadaşı Tina ile
odasında oyun oynuyordu. Mina ve Tina
oynadıkları oyundan sıkıldılar ve yeni bir
oyun oynamak istediler. En sevdikleri
oyun olan “ Mankenciliği” oynamaya karar
verdiler. Mina en sevdiği kıyafeti
dolaptan alırken birden Tina’nın saçı
dolaba sıkıştı. Mina yardım etmeye çalıştı
fakat Tina çok sinirlendiği için bütün
eşyaları bir sağa bir sola fırlatmaya
başladı.
Sakinleşince odanın çok
dağıldığını fark etti ve toplamak için çok
uğraştı. Tina bir daha odayı dağıtmaması
gerektiğini anladı ve ikisi de birbirinden
özür diledi.
Deniz ARSLAN 3B
OKUL MACERASI
Bir gün Taha kitap okurken
arkadaşları onu çağırmışlar. Okul gezisi
olacakmış ve okul gezisi için bir hazırlık
yapacaklarmış. Okul gezilerinin keyifli
olması için gittikleri yere fidan dikmeye
karar vermişler. Gezi günü geldiğinde
hepsi çok heyecanlıymış ve fidanlarını da
alıp arabaya binmişler. Gittikleri yerde
hiç ağaç yokmuş ; bu yüzden yanlarındaki
fidanları dikmişler ve okula dönmüşler.
İki
yıl
sonra
arkadaşlarıyla
fidanlarına bakmak için bir gezi daha
yapmışlar. Gittiklerinde kurak olan yerin
ormana dönüştüğünü görmüşler ve çok
mutlu olmuşlar.
Uğur ÇELİKCAN 3B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
58
ALİ’NİN DAĞINIKLIĞI
Ali evde sıkıldığı için arkadaşlarını
evine
çağırmak
istemiş.
Arkadaşı
Jeko’yu aramış ve Jeko gelmiş. Birlikte
odada oyun oynamaya başlamışlar. Ali
tüm oyuncaklarını yere dökmüş. En
sevdiği oyuncağını da getirmiş. Bütün
oyuncaklarla oynamışlar ve her yeri
dağıtmışlar. Ali’nin annesi onları yemeğe
çağırmış ve yemek yemek için mutfağa
gitmişler. Hava kararınca Jeko gitmiş.
Ali odasına gitmiş ve en sevdiği oyuncağı
göremeyince aramaya başlamış; fakat
bulamamış. Ali annesine seslenmiş ve
birlikte aramaya başlamışlar. Ali çok
üzülmüş ve dersini almış.
Bir daha
dağınık olmamaya karar vermiş.
Kerem ÜNAL 3B
YAZIK KIZA
Bir yaz sabahı Gizem çok neşeliydi;
çünkü arkadaşı Aslı o gün onlara gelmişti.
Oyun oynayacaklardı; fakat Gizem çok
dağınık
olduğundan
oynayacakları
oyuncağın parçasını bulamadı. Aradılar,
aradılar ve aradılar ama bulamadılar.
Zaten parça çok küçüktü ve bu
dağınıklıkta bulmak çok zordu.
Öğlen olmuştu. Gizem’in annesi,
yemek yemeleri için onları mutfağa
çağırdı. Gizem ve Aslı hemen yemeklerini
yiyip odaya gittiler ve parçayı aramaya
devam ettiler. “ Aaaa ! “ dedi Aslı. Gizem
ne olduğunu anlayamamıştı. Aradıkları
parça Aslı’nın ayağına batmıştı. Çok
sevindiler parçayı bulunca. Gizem “ Hadi,
oynayalım!” dese bile , Aslı çok geç
olduğu için eve dönecekti.
O gün Gizem dağınık olmaması
gerektiğini anlamıştı.
Mina DAYE 3B
KÜÇÜK EJDERHA
Bir varmış, bir yokmuş. Ormanın
birinde küçük bir ejderha varmış. Bu
ejderha çok küçük olduğu için güçlü
ateşler püskürtemiyormuş. Bu yüzden
diğer
ejderhalar
onunla
dalga
geçiyorlarmış. Küçük ejderha bu duruma
bir türlü çözüm bulamamış ve bu olayı
annesine anlatmaya karar vermiş. Annesi
“ Kendi sorununuzu kendiniz çözün.”
demiş.
Küçük ejderha birkaç gün sonra
ormanda büyük bir yarışma yapmaya
karar vermiş. Eğer bu yarışmada birinci
olursam ormandakiler benimle dalga
geçmez diye düşünmüş. Yarışma haberini
herkesin görmesi için ağaçlara asmış.
Yarışma gününe kadar çok çalışmış,
çok
yorulmuş.
Asla
pes
etmeyi
düşünmemiş.
Yarışma
günü
bütün
ejderhalar hazırlanıp gelmişler. Hepsi o
kadar güçlü ateş çıkarıyormuş ki
hangisinin birinci olacağı bilinmiyormuş.
En hızlı parkuru tamamlayan ve en iyi
ateş püsküren küçük ejderha olmuş ve
bir daha kimse onunla dalga geçmemiş.
Nehir ANTMEN 3B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
59
EY SPOR AYAKKABISI
Ey, spor ayakkabısı
Ben Derya’nın babası.
Beni hatırladın mı?
Seni sevinçle aldık ama.
Sevinçle de bırakacağız seni.
ŞEKER KIŞ
Severim şekeri, kış mevsimini,
Bayılırım ikisini yemeyi.
Kışta üşürüm şeker yerim,
Keyfimi yerine getiririm.
Diğer mevsimler ne ki,
Beni sevmiyorlar sanki.
Tamam dedim, sabrettim.
Sonunda kendime engel olabildim.
Sevmiyorlar çünkü beni,
Ya terletiyorlar ya üşütüyorlar.
Bende kalın, ince giyinirim.
İşte o an dengeyi bulabilirim.
Eylül KİREMİTÇİ 3C
Ben düşündüm senin dediklerini,
Emekli olmak istediğini.
Tamam, peki.
Gidebilirsin, benden izinli
Zeynep EKMEN 3C
BENİ CİLALA
Derya’nın babası
Aferin çok iyi bir kız yetiştirdin.
Başardı beni kazandı.
Çok çalışkan
Ve çok iyi yüzüyor.
Kendine güveniyor,
Bu beni sevindiriyor.
Bu arada,
Artık beni cilala!
Alya ARSLAN 3C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
MEVSİMLER
Yaz bir aydır,
Sıcak basar tüm dünyayı,
İlkbahar sanki çiçek cenneti,
Her dal tomurcuk.
Sonbaharda ağaçlar üşür,
Hiç yaprakları kalmaz.
Kış olunca uyanır kardan adamlar
Macera başlar...
Her yer bembeyaz olur
Sanki bir halı kaplar.
Çocuklar kartopu oynar.
Yapılır kardan adamlar,
Burna havuç, ağza kömür.
Elleri unutma süpürgeyi de ekle!
Arda ELKOCA 3C
60
YAZ MEVSİMİ
Yaz geldi çattı.
Havuzlar açıldı.
Herkes dışarı çıktı,
Çok güzel bir yaz bu yaz.
Haydi, çocuklar dışarıya,
Eller havaya,
Hep birlikte ama
Başkaları kalmasın ev ve sokakta.
Haydi çocuklar parka.
Kalan arkadaşınız varsa
Getirin buraya
Haydi çocuklar
Alkım Yalçın DAĞTEKİN 3C
DOMATESİN SİTEMİ
Aldılar beni tarladan, soyacaklardı.
Beni ezdiler sonra günah ettiler bana
Ziyan oldum şimdi
Çöpte yıllar geçti
Bir çöpçü aldı,
Doğaya götürüp bıraktı beni.
Mutluluk içindeyim şimdi toprakla
Domatesler şarkısı söyledim.
Ezilmiş halimle ailemi özledim.
Pars Pieter OOSTERHUİS 3C
PATATES ÇETESİ
Ben bir patatesmişim, ilk kez
tavaya girmişim. Çok heyecanlandım.
Bana annem pişmeyle ilgili şeyler
anlatmıştı
“Tık” diye bir ses geldi bir anda
tavaya yapışmışım. Patates görevlileri
alarm verdi. Ben çok korktum, görevliler
beni kurtarmaya çalıştı. Ama pek de işe
yaramadı.
Çok sonra pişmişim. Çocuğun annesi
beni yedirmek istedi ben saklandım
diğerlerin arkasına ama patates seven
çocuk çoktan yemişti artık beni...
Kemal Efe ARTAR 3C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
DOMATES
Ben domatestim, kırmızı ve büyük.
Beni ezdiler. Üzüldüm çünkü beni
düşünmemişlerdi. Beni ezmeyin demiştim.
Ezdiler, dinlemediler. Kokum kaldı geriye.
Her yer mis gibi domates...
Kokum onlarla konuştu. Hemen ailemi
sordu. Ailemi ezmemişler, işte buna çok
sevindim.
Ege GÜNGÖR 3C
61
SANDALYE
Ben bir sandalyeyim,
Benimle şaka yaparlar.
Arkadaşı tam otururken çeker,
Otururlar üstüme
Yemek yerler.
Dört ayağım var
Kaçamam ama,
Keşke insan olsam
Onların üstüne otursam.
Cansu Beren AKÇA 3C
BEN BİR UÇURTMAYIM
Uçuruyordu beni Ali,
Uçurtma uçurmayı seviyorum, dedi.
Birden bir rüzgar geldi,
Aldı götürdü beni.
İçimden diledim dilek,
Korku duygum gitsin diyerek
Ali bana korkma, dedi.
Ben Ali’ye güvendim
Kendimi koyuverdim.
Mehmet Niyazi KOLUKIRIKOĞLU 3C
UÇURTMA OLSAM
Uçurtma oldum,
Rüzgarda uçtum.
Fırtınalarla savaştım.
Ağaca takıldım,
Bir macera yaşadım.
Annemi bulamadım
“Yardım edin” diye bağırdım.
Duyan olmadı
Çok üzgündüm ağlıyordum.
Fırtına durdu.
Güneş yine açıldı.
Annemi gördüm.
Çok mutlu oldum.
İpek ERDEVİREN 3C
SANDALYE
Off! Ben bu mutfaktan çok sıkıldım.
Birileri gelse de oyun oynasak.
O zaman çok sıkılmazdım
İşte biri geldi.
Benimle oynar mı ki?
Tamam oynarım dedi..
Oleeey! Arkadaş buldum çok mutluyum.
Dört ayaküstünde döner dururum.
Leyla ARIKAN 3C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
62
UÇURTMA
Ben bir uçurtmayım,
Hayatın eğlencesini yaşarım.
Göklerde süzülerek uçarım.
Bir gün fırtına çıktı,
Gökyüzünde şimşekler çaktı.
Bir yanım yaralı çünkü şimşek bana çaktı.
Fırtına dindi.
Gökyüzü temizlendi.
Aman ben nerdeyim? Evimde değilim.
Bir çocuk beni aldı, yaralarımı sardı.
Tekrar uçurdu beni,
Ona borçluydum ama çok mutlu oldum.
Duru DOĞAN 3C
BEN BİR UÇURTMAYIM
Ben bir uçurtmayım,
Bir çocuk beni uçururken çok mutluydum.
Her şey karınca gibi gözüküyordu.
Bir fırtına çıkıyor,
Çocuk beni hemen elinden kaçırıyor,
Ben fırtınadan zor kurtuldum.
Bir gökkuşağı gelir;
Hemen ben onu üstünden kaydım.
Gökkuşağı sonuna geldim,
Ve şeker şehrine geldim.
Gökkuşağı çok güzeldi.
Elif BAĞIŞ 3C
UÇURTMA
Ben uçurtma olsam,
Göklerde uçsam,
Bulutlara dokunsam,
Gökkuşağından kaysam.
Bir fırtına olur,
Kuyruğum kopar.
Çok uzağa uçarım,
Başka ülkelere yol açarım.
Mine AYGAR 3C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
63
GÜZEL KUŞUM
Can adlı bir çocuk varmış. Bu çocuk
çok sevgi doluymuş. Annesi ve babası bir
gün Can ‘ a kuş almışlar.
O, kuşunu her gün besliyormuş. Bir
gün kötü kartal onu yemek istemiş. Tam
o sıra da Can gelip kuşu kurtarmış. O
hızla birlikte kaykaya binip kaymışlar.
Sonra
kaykay
taşa
takılıp
düşmüşler. Kuş o anda yaralanmış.
İlerleyen günlerde kuş yavru doğurmuş
ve kuş ölmüş. Bu duruma Can çok
üzülmüş ama onun yavruları tesellisiymiş.
Alp UYSAL 3C
MERHABA FARE
Merhaba fare, senin çok iyiliğini
gördüm ve sözünde duran iyi biri olduğunu
anladım. İyi ki seninle karşılaşmışım. Sen
bana kimseyi küçümsememeyi ve iyi
olmayı öğrettin.
Sana çok çok teşekkür ederim.
Bundan sonra benim en iyi dostumsun.
Sevgiler Bayan Aslan
Zehra Naz ÇOBAN 3C
AĞDAN ASLAN’A
Ey fare,
Sana diyorum.
Niye beni kemirdin,
Delik deşik ettin.
Aslan orada bağlıydı.
Benim canım yanmazdı.
Aslında aslan seni yakalamıştı.
Niye sırtını kaşındırdın?
Dolaşmasaydı,
Böyle bir şey olmazdı!
Melek İdil EVİNTAN 3C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
UZMAN KELEPÇE
Ben suçluları yakalarım,
Herkes korkar benden
Kaçın, kaçın, kaçın!
Uzman kelepçe geliyor, derler.
Suçlular hapse, iyiler cennete,
Yükseliyor iyiler, alçalıyor kötüler.
Ben bu işi iyi yaparım...
Uzman kelepçe koşuyor izin peşinden
Ahmet Can YETER 3C
64
DOĞAL AFETLER
Doğadan gelir doğal afetler
Kasırga, deprem, sel
Doğa hiç acımaz.
Önlemler almalısın.
Öldüm deme sonra
Bu doğal afet
Sana hiç acımaz.
Doğal afetler durmaz,
Durdurulamaz!
Doğa Ana yaptı mı yapar.
Bu doğal afet arkadaş!
Berkay ATASOY 4A
SAĞLIĞIMIZIN YEDEĞİ YOKTUR
Sağlık…Sağlık denilince aklınıza ne
geliyor? Bu sorunun cevabı size göre
basit gelebilir ama hiç de göründüğü
gibi değil. Sağlık sizin
için doktor,
hemşire, hastane ve benzeri şeyler
olabilir. Oysa yanlış kullanılan ilaçlar
insanların
sağlığını
tehdit
eder.
Maalesef bu yanlış kullanım insanların
%75’ini ölüme sürükler. Bazen hasta
oluruz ve internetten araştırırız öyle
değil mi? BU ÇOK YANLIŞ ! Mutlaka
doktora gitmeliyiz. Çünkü internette
yazılan çoğu şey doğru değildir. Ayrıca
doktora danışmadan alınan ilaçlar çok
büyük rahatsızlıklara yol açabilir.İlaç
kullanımı önemli bir konudur,ilaç almak
yerine mutlaka doktora danışılmalıdır.
Artık sanıyorum ki sağlığın çok çok
önemli olduğunu anladınız. Kim ne derse
desin size anlattığım bu doğru yoldan
çıkmayınız ki sağlıklı bir hayatın
anahtarına ulaşın. Sağlıkta doktordan
daha doğru söyleyen yoktur
İnsu SAĞLAM 4A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
SAĞLIKLA YAŞAYALIM
Sağlıklı yaşamak özgürlüğe açılan bir
pencere
Sağlıklı yaşa sende
Keyif alırsın mutlu olursun
Hayata kollarınla sarılırsın.
Spor yap iyi beslen
Dik dur gülümse
Deniz GÖKAYAZ 4A
SAĞLILI YAŞAM
Sağlıklı yaşam çok önemlidir. Sağlıklı
birey kendini mutlu ve huzurlu hisseder .
Doğru beslenmek sağlıklı
olmanın
başlangıcıdır . Bu yüzden abur cubur
yerine sağlıklı yemekler yemek gerekir ve
her yemekten sonra, ellerimizi yıkamayı
ihmal etmemeliyiz ve haftada üç gün duş
almalıyız.
Nilsu GIRAN 4A
65
19 MAYIS
19 Mayıs 1919,
Yeni bir gün doğdu,
Samsun’da bir Ata,
İnsanlara yol oldu.
Savaşlar oldu o günlerde,
O da Kurtuluş Savaşı,
Hep barış oldu cepheler temizlendi,
Hep özgürlük oldu Ata rahat uyudu.
YELİZ LİSA BÖLLÜ 4A
23 NİSAN
23 Nisan dünyada kutlanan ilk
çocuk bayramıdır. Atatürk'ün Türk
çocuklarına armağan ettiği bu bayram
şenliklerine,
son
yıllarda
yabancı
ulusların
çocukları
da
katılmaya
başlamıştır. Atatürk çocuklara çok
değer verir, gezilerinde okullara uğrar,
ders dinler, sorular sorardı. «Bugünün
küçükleri yarının büyükleridir.» diyen
Atatürk, yönetimin bayram süresince
öğrencilere
bırakılması
geleneğini
başlattı. 23 Nisan'da yönetim birimleri
seçimle gelen kurullar bir süre çocuklara
bırakılırdı. Bu güzel gelenek her yıl
yinelenir. Her 23 Nisan'da yurdumuz bir
bayram alanı olur. Çocuklar törenlerde
konuşmalar yaparlar, şiirler okurlar.
Gece fener alayları düzenlenir.
Deniz Çınar TEMEL 4A
19 MAYIS
Atatürk, 19 Mayıs Gençlik ve Spor
Bayramı’nı gençlere armağan etmiştir.
Ayrıca Atatürk, 19 Mayıs 1919’da
Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkmıştır.
Oraya gittiğinde, önemli kongreler ve
toplantılar yaparak, bu toplantılar ve
kongreler
sayesinde
halkı
bilinçlendirmiştir. Bu sayede halk bütün
gücüyle ülkesini kurtarmak için Kurtuluş
Savaşında savaşmıştır.
Beril TOKER 4A
19 MAYIS
Her yerde şenlik var.
Şenlikte eğlence var.
Eğlencede gençler var.
Bu gün 19 Mayıs.
ÖYLE DURUR MU MUSTAFA KEMAL
İşgal edildi yurdumuz.
Mustafa Kemal durur mu?
Vatana açıklar her şeyi,
Anlar herkes durumu.
Öyle durur mu Mustafa Kemal,
Büyüksün, yücesin.
Bunu düşmana kanıtla.
Bu vatanı,
Bu milleti kurtardı düşmanlardan
Şimdi sana borçluyuz
Büyük Mustafa Kemal.
Bora DAĞLI 4A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
Atatürk liderimiz.
O varken yenilmeziz.
Eğer Samsun’a gidiyorsak,
Aklımızla gideriz.
Umut KAVRAR 4A
66
23 NİSAN
Sevinçliyiz hepimiz,
Taştı bütün neşemiz,
Eğleniriz, güleriz
Geldi 23 Nisan
Süsleriz biz her yanı
Geldi çocuk bayramı
Atatürk armağanı
Yaşa 23 Nisan
Gülsu ŞAHİN 4A
10 KASIM
10 Kasım geldi hüzün geldi.
Keşke ölmese ama bilirim ki hep
kalbimizde.
Feryatlar atılsa da 10 Kasımda,
Biliriz yaşıyor o hep aramızda.
GÜZEL ATAM
Atam güzel Atam!
Senin sayende Türkiye’yi kazandık.
Atam güzel Atam!
Sen olmasaydık ne okur ne de yazardık.
Atam güzel Atam!
Yurdun için, halkın için ömrünü verdin.
Atam güzel Atam!
Sen dünyadaki en cesur ve vatan sever
kişisin.
Benim güzel Atam!
Eren Dora CEREBOĞLU 4A
10 Kasım geldi hüzün geldi .
Herkes Anıtkabir’de ses yok kimsede,
Atamı anıyoruz bugün de.
Unutmayacağız, sonsuza dek içimizde.
Cenk BÜYÜKBAŞ 4A
10 KASIM
Güzel ülkem canım Türkiye'm.
Deniziyle doğasıyla,
Sıra sıra dağlarıyla,
Geniş dümdüz ovasıyla,
Şanslıyım yaşıyorum bu vatanda.
Saat dokuzu beş geçe,
Görev verildi biz gençlere,
Eğitimde, teknolojide,
Ülkenin ilerlemesinde ,
Hiç durmadan yürüyeceğime,
Ant içerim Atam sen üzülme.
ERBAY KUNTBAY 4A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
67
TEKNOLOJİ
Eskiden yoktu teknoloji,
Hayaller olamazdı yani.
İnsanlar zeka ile doldu,
Ummadık hayaller oldu.
TEKNOLOJİ
Teknoloji hoştur,
Koşuşturmalar boştur.
Varken uçak tren araba,
Bisikletler boştur.
Eskiden yürürdü insanlar,
Zorluk çekerlerdi yürürken.
İnsanlar teknolojiyi geliştirdi,
Her yer araba ile doldu.
Yapamaz dediler yaptık,
Uçamaz dediler uçtuk.
Yüzemez dediler yüzdük.
Biz her şeyi yaptık.
Eskiden mum vardı,
Güçlükle görürdü insanlar.
Sonra ampul oldu,
İnsanlar mutluluk ile doldu.
Ne var ki teknoloji doğayı yok etmese,
Ağaçları kesmese,
Suları kirletmese,
Ne var ki doğayı yok etmese.
Eskiden kuş ve mektup vardı,
Yani haberleşme zordu.
Sonra telefon çıktı,
Herkesin elinde bir telefon oldu.
Umut Ali ÜNAL 4A
Bitmez bu koşuşturmaca,
Gider bütün meslekler.
Gelir yeni işler,
Yok olur eski dünya.
Umut BAKIR 4A
DÜNDEN BUGÜNE
Teknoloji gün geçtikçe değişiyor ve
gelişiyor. Mesela eskiden büyük olan
araçlar, teknoloji geliştikçe küçülüyor,
cebe sığar hale geliyor ve daha kullanışlı
oluyor. Eskiden ulaşımda at arabası
kullanılıyordu ya da bir yerden bir yere
yürüyerek gidiyorduk ama şimdi araba
ile kolay, hızlı ve konforlu bir yolculuk
yapabiliyoruz.
Önceden
haberleşme
aracı olarak mektuplar kullanılıyordu ve
mektubun gönderdiğimiz kişiye ulaşması
uzun zaman alıyordu ama şimdi
telefonlar
ile
kolayca
haberleşebiliyoruz.
Kısaca
teknoloji
geliştikçe bizim hayatımız kolaylaşıyor.
Defne TUNCER 4A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
68
MESLEK SEÇİMİNİN ÖNEMİ
Her mesleğin yaşamımızda büyük
önemi vardır. Meslekler, ilk insanlar
zamanından beri ihtiyaçlardan dolayı
ortaya çıkmıştır. Birlikte yaşayabilmek ve
birbirimizin ihtiyaçlarını karşılayabilmek
için herkesin bir mesleği olması gerekir.
Mesleği olan herkesin bir görevi ve
sorumluluğu vardır. İnsanlar meslek
sahibi olarak kendisini daha rahat ifade
edebilir ve bu sayede yaratıcılığımız da
artar. Sahip olduğumuz meslek sayesinde
para kazanırız ve ekonomik özgürlüğümüz
de olur.
Mesleğin iyisi kötüsü olmaz çünkü
her mesleğe bizim ihtiyacımız vardır.
Yaşamımızı
sürdürmek
için
veya
hastalanmadan yaşamak için doktora,
okumak
öğrenmek
için
öğretmene,
çöplerin toplanması hatta atık maddelerin
geri dönüşüm olarak kullanılabilmesi için
çöp toplayan insanlara ihtiyacımız vardır.
Ben de büyüdüğüm zaman, çok
sevdiğim için ve insanları sevdiklerine
kavuşturmak
için
pilot
olmayı
düşünüyorum bunun için derslerime
çalışıyorum.
Ada Elif TÜRKCAN 4A
MESLEKLER
Mühendis
Doktor
Veteriner
Çeşit çeşittir meslekler
Kimisi evimizi aydınlatır
Kimisi zihnimizi
Hepsi etkiler geleceğimizi
Zorluklardan kurtarır bizi
Hemşire,
Aşçı, fırıncı,
Hepsi bir derdimizin ilacı,
Başımızın tacı
Efe YORULMAZ 4A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
69
23 NİSAN
Amerika, Fransa, Almanya,
Dosttur bütün dünya.
Hepimiz yan yana dursak,
Yenilmeyiz biz asla.
SEVGİLİ ATATÜRK
Güneş gibi parladın bu ülkede,
Aydınlattın bizi ışığınla.
Armağan ettin bize bu güzel vatanı.
TBMM açıldı.
Çocuk şenliği başladı.
Atatürk'e teşekkür ederiz,
Sayende kardeşiz biz.
Önderliğin ile,
İleri gider bu ülke.
Rahat yaşarız seninle,
Biz bu güzel ülkede.
Çocuklar mutlu olsun,
23 Nisanımız kutlu olsun.
Atatürk olmasaydı,
Bu bayramlar olmazdı.
Korkma sen rahat uyu,
Emanetin biz çocukların elinde.
Yolcusuyuz hürriyetin,
Bekçisiyiz cumhuriyetin.
Kerem Akın MUNGAN 4B
Atatürk çocukları severdi,
Çocukları gözünde,
Geleceğin lideri bilirdi.
Bu bayram onun anısına,
Kutlarız her yılda.
Beril DOĞAN 4B
23 NİSAN
Atatürk'ten gelen bir armağan,
Çocuk bayramıdır inan 23 Nisan.
Atatürk çok severdi çocukları,
23 Nisan'ı yarattı.
Özgürlük çerçevesidir,
23 Nisan işte bu gün
O bayram,
Neşe doluyor insan.
Yaşasın, 23 Nisan!!!
Elif Duru ÖZER 4B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
70
23 NİSAN TRENİ
23 Nisan geliyor.
Sanki bir mutluluk treni ile,
Bize neşe katıyor,
Kalbimiz huzurla doluyor.
23 Nisan treni,
Dünyadaki bütün çocukları topluyor.
Ayrı ayrı seviyor hepsini
23 Nisan’ın coşkusuyla
23 Nisan’ı armağan etti Atam,
Çocuklar dünyaya iyi bakacak diye.
Çocuklar bu dünyayı
Özgürlüğe kavuşturacak diye.
Biz de bu dünyaya sahip çıkalım,
23 Nisan’ı
Hep birlikte coşku ile kutlayalım.
Ada AYDENİZ 4B
CUMHURİYET ÖZGÜRLÜKTÜR
Cumhuriyet, vatandaşların eşit
olduğu ve bireylerin yöneticilerini
oylarıyla seçtiği yönetim biçimidir.
Benim ülkemde cumhuriyet 29 Ekim
1923’te
Mustafa
Kemal
Atatürk
tarafından ilan edildi. Biz cumhuriyet
sayesinde eşit ve özgürüz. Cumhuriyetle
birlikte
kazandığımız
haklarımız
sayılamayacak kadar çoktur. Bunların en
önemlisi kadınlara verilen haklar ve
seçme
seçilme
hakkımızdır.
Cumhuriyetle birlikte gelen yenilikler
sayesinde ülkemiz modern ve çağdaş bir
ülke olma yolunda çok büyük adımlar
atmıştır.
Bizim en önemli görevimiz bu
haklarımızı ve yenilikleri sonsuza kadar
savunmaktır. Bağımsızlık yolundan asla
dönmemektir.
Alp ALPAR 4B
BAŞARACAĞIM BİLİYORUM
Sevgili Atam,
Senin sayende bu günlere geldik.
Senin izinden yürüyerek,
Uygarlığa ulaştık.
Senden aldığımız güçle,
Ben kendimi korudum.
Şimdi senin yolundan,
İleriye bakıyoruz.
Senden aldığımız güvenle,
Karanlıkları deliyoruz.
Mehmet Ali MUTLU 4B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
71
SENİ HEP ANACAĞIZ
Seni andık, anacağız,
Unutmayız seni, unutturmayız.
Senin yolunda kaldık, kalacağız,
Asla vazgeçmeyeceğiz,
Senden ve devrimlerinden!
Koruyacağız cumhuriyeti!
Başka ülkelere bağlanmayacağız.
Başka ülkelerin sömürgesi olmayacağız.
Savaşacağız sonuna kadar eserlerin için,
Sen yanımızda değilsin belki,
Ama yaptıkların hep bizimle…
Naz İZOL 4B
FARKLIYIZ AMA YAN YANA
MUTLUYUZ
Büyük bir dünyada farklı insanlar,
Adımlar konuşuyor tıkır tıkır
Kimileri hızlı ve çabuk,
Kimileri ise sakin bu dünyada
Beraber olmak güzel,
Konuşmayı bilince.
Dünyada sevgi ve saygı var,
Hep birlikte el ele.
Murat KAPLAN 4B
SOĞUK KIŞ
Hayvanlar kış uykusuna yatıyor,
Kış soğuk geçiyor.
Kalın giysiler giymezsek
Üşütüp hasta oluyoruz.
Korunmalıyız her zaman soğuktan,
Tadını da çıkarmalıyız bu güzelliklerin.
Bembeyaz bir örtü altında dünya,
Bütün çirkinlikleri örtüyor.
Eren Alkım İDUĞ 4B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
72
BİR BULUT OLSAM
Ben bir bulut olsam,
Uçarak dünyayı dolaşsam.
Ağaçları büyütsem,
Su kaynağı olsam canlılara.
DOĞA
Doğayı çok seviyorum onu hep
korumak istiyorum. Şırıl şırıl akan sulara,
cik cik diye öten kuşlara, o yemyeşil
çimenlerin üzerinde yuvarlanmaya ve o
güzel çiçekleriyle ağaçların gölgesinde
dinlenmeye bayılıyorum. Doğanın kendi
sesinde resim çizmenin mutluluğu ne
kadar güzel. O sesin içinde kaybolmak
istiyorum. Fakat ne oluyor bu dünyaya?
Hep birlikte yok ediyoruz bu güzellikleri.
Hepimiz
birlikte
kirletiyoruz
bu
güzellikleri. Ben geri istiyorum bu huzur
veren ortamı. Benim yeşil dünyamı geri
getirin.
Dilara DİNAR 4B
Ben bir orman olsam,
Hayvanları korusam, kollasam.
Yaşam kaynağı olsam,
Ağaçlarımla dünyayı yaşatsam.
Ben bir fotoğraf olsam,
Geçmişi hatırlatsam.
İnsan bana bakınca,
Geçmiş güzellikleri anlasa.
Mehmet Can SAÇAR 4B
KIŞ MEVSİMİNDE
SABAH VE ZAMAN
Kış mevsiminde
Sabah zamandan daha hızlı
Herkeste atkı, kazak, hırka…
Bütün çiçekler karlar altında
Tek çiçek hariç,
Kardelen.
Kumdan kale yerine kartopu oynar,
Kardan adam yapar çocuklar.
Bazı hayvanlar kış uykusundadır,
Ta, ilkbahara kadar.
Aslı BAYRAM 4B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
GÜZEL DOĞA
Bir göz atın bu görsele. yemyeşil
büyük ağaçlara, şırıl şırıl akan bu masmavi
dereye, gökyüzüne bir göz atın. Ne kadar
güzel değil mi? O gri dumanlarla boğulan
ülkemizi
bu
resimdeki
manzaraya
dönüştürebiliriz. Ağaçsız yerlere fidanlar
dikebilir,
fabrika
bacalarına
filtre
takabiliriz. Trafiğe çıkan araç sayısını
azaltıp, atıkların çevreye zarar vermesini
engelleyebiliriz. Şimdi iyice bir daha
düşünün, böyle bir ortam mı, yoksa gri bir
dünya mı? Bu dünya bizim onu korumak
için elimizden geleni yapmalıyız.
Sara MAKKİ 4B
73
RÜYA
Her akşam kafamı yastığa koyduğumda,
Rüyalar görmeye başlarım.
Kimi güzel, kimi kötü.
Benim için en önemlisi,
Rüyamın güzel olması.
Beni güzel diyarlara uçurması,
Mutlulukla uyandırması.
Diyar MEŞE 4B
FARKLILIKLAR
Farklılıklarımız var,
Bin bir çeşit farklılıklar.
Hiç kimse birbirinin aynısı olamaz.
Bu hiçbir zaman değişmez.
Birinin saçı sarı,
Diğerinin kahverengi.
Birinin gözleri mavi,
Diğerinin yemyeşil.
Biri zenci olur,
Diğeri beyaz tenli.
Farklılar renk katar dünyaya,
Biz yan yana mutluyuz, bir arada.
Ayşe İlim ÖZSAVRAN 4B
İHTİYAÇLAR
Herkesin ihtiyaçları vardır,
Bu dünyada,
Kiminin spora,
Kiminin ağaçlara,
Kimininse uykuya..
Biri der ki oynayacak bir çocuk olsa
yanımda,
Diğeri der ki bir evcil hayvanım olsa.
Herkesin ihtiyaçları vardır,
Bu dünyada….
Selin GÜZEL 4B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
74
IŞIK KİRLİLİĞİ
Yıllar önce bir deprem olmuş.
Evlerinde
kalmaya
korkan
insanlar
dışarıda kalmaya başlamışlar. Bu sürede
şaşırtıcı bir olaya tanık olmuşlar. Yıldızlar
pırıl pırıl parlıyormuş. Neden sadece bu
süre içinde görmüşler yıldızları? Yoksa
her gün bulutlu muymuş hava?
Tabi ki hayır. Bu yıldızların
görülmemesinin nedeni ışık kirliliğiymiş.
Işık kirliliği mi? O da ne? Evlerde,
sokaklarda yani ışık kullandığımız her
yerde ışıkların yanlış kullanılması sonucu
ortaya çıkar. Günümüzde de bu kirlilik
daha da artmış bir şekilde devam
etmektedir. Özellikle hayvanlar (göçmen
kuşlar, karetta karettalar) bu kirlilikten
olumsuz
etkilenmektedir.
İnsan
sağlığındaki
olumsuz
etkileri
sayılamayacak kadar çoktur. Bu kirlilikle
boşuna enerji kaybı da olmaktadır.
Dünyayı azıcık seviyorsak, bu
kirlilikten korunmak için çevremizi ve
dünyayı bilinçlendirelim. Çevremizi ve
hayvanları yok olmaktan kurtaralım.
Defne ÇOLAK 4B
İNSANLAR BİRBİRLERİNİN AKLINI
OKUSAYDI
İnsanlar
birbirlerinin
aklını
okuyabilselerdi, bence hayat çok sıkıcı
olurdu. Bir sürpriz hazırlıyorsan sürprizi
anlarlardı. Sürprizin hiçbir anlamı
kalmazdı. Sırrı olanların sırrı herkes
tarafından bilinirdi.
Annemize bir şey
söylemek
istemiyorsak bizim aklımızı okuyup bize
kızardı. Aslında herkes akıl okumayı çok
ister.
Özellikle
öğrenciler
“Öğretmenimizin aklını okusak ne güzel
olur.” der. Bu durumun kötü yanları da
var. Özel bir şeyin ortaya çıkması sizi de
utandırmaz mı? Bir sürprizi yapmak
isterken sürpriz sürprizlikten çıkardı.
Ben böyle bir dünyada yaşamak
istemezdim. Söyleyeceklerimin hemen
bilinmesi, izlenilecek bir filmin sonunun
izlemeden anlaşılması çok rahatsız edici
olurdu. Kimsenin içinde merak oluşmaz
ve yeni şeyler öğrenemezdik. Ben böyle
bir dünyada yaşamak istemem. Herkes
eskisi gibi kalsın.
Irmak AYTUN 4B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
HUZUR VERİCİ ORMAN
İşte bu orman, huzur veriyor,
rahatlatıyor insanı. Yaşlı ağaçların kuru
yaprakları hışırdıyor. Binlerce kuş hep bir
ağızdan güzel şarkılar söylüyor. Sarı
kıvırcık saçlı adamın çaldığı keman, parlak
güneş ışığını yansıtıyor. Masmavi dere,
şırıl şırıl akıyor. O büyük ülkede yaşayan
insanlar, huzur verici yemyeşil doğayı
koruyor,
zarar
vermiyorlar.
Dağ
kulübesinde yaşayan sevgi dolu insanlar;
ağaçları seviyor, köpekleri ile oynuyor,
masmavi derede yüzüyorlar. Ama bir gün
eli testereli adamlar buraya gelip, burayı
da yok edecekler. Düşünsün herkes “Bir
fidan dikersek bu dünyada ne değişir?”
diye. Ben diyorum ki küçük fidanlar
BÜYÜK UMUTLAR….
Boran AKDOĞAN 4B
75
ÖRÜMCEK
Sen bir örümceksin,
Sekiz ayaklı.
Uçarsın evimin köşesine,
Ağdan yuva yaparsın.
Narin ve biraz da yaramaz.
Gezersin odamı gizli gizli.
Beni görünce kaçarsın.
Sen gerçekten,
Çok yaramazsın.
Aras AVCI 4C
SAAT ON İKİ
Saat on ikiydi,
Dalıma akarsuda doğan bir martı kondu.
Kanatları bir rüzgar,
Kafası melek gibiydi.
Gagasıyla, esen rüzgardan bir gül
getirmişti.
Bir mektup gibiydi.
Mektubu okuduğumda saat on ikiydi.
Yapraklarımın arasına,
Rüzgar sesleri gibi bir bülbül çıktı
karşıma.
Boğazında en güzel ezgiler
Sesini dinlediğimde,
Saat on ikiydi.
Atasagun ÇELİK 4C
ÇOCUKLAR GİTTİ
Çocuklar gitti,
Oyunlar yalnız kaldı.
Sokaklarda yaprak sesleri vardı.
Topum zıplayamadı,
Arabalarım yarışamadı.
BİR SABAH
Merminin tüfekten çıkışı,
Beni yatağımdan kaldırdı.
Bakışlarım pencereye yöneldi,
Bir şey göremedim, her yer dumandı.
Kağıtlar bomboş kaldı.
Kalemler dans edemedi,
Pastalar tabaklarda kaldı.
Herkes beklemeye başladı.
Çocuklar gitti.
Güneş doğmadı.
Peki ama ne zaman gelecekler?
Bircan CANÇELİK 4C
Hemen odama gittim.
Savaşsız bir dünya çizdim.
İçine hemen girdim.
Etrafa baktım bir süre.
Hiç büyük yoktu orada.
Nedenini hemen buldum.
Savaşın nedeni büyükler,
Büyükler varsa, savaş var.
Arın Taylan KARA 4C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
76
KORKUYORUM
Üst sınıfa geçmekten korkuyorum
Arkadaşlarımı kaybetmekten,
Öğretmenime veda etmekten
Korkuyorum!
Üzmekten, üzülmekten korkuyorum.
Zebralar gibi pijamamı kaybetmekten,
Penguen gibi smokinimi unutmaktan,
Serçe kuşu gibi yavrumu bulamamaktan
Korkuyorum!
İşte o anda yalnızlaşıyorum,
Her şeyimi, kalbimi bile kaybediyorum.
Bundan daha çok korkuyorum.
O sırada hırçın bir poyraz geçiyor.
Hem de üstümden,
Eziyor, acıtıyor canımı
Toprağa gömülüyorum,
Bir de bakmışım ki kurtarmış biri beni,
Ama bulamıyorum onu,
Utangaç yüzüyle bana bakıyor.
Karşımda yıllar sonra.
Yıllar önceki masum koku onu andırıyor.
En iyi arkadaşımı bulmuşum yıllar sonra.
Bir bakmışım ki,
Korkularım hiç açılmamak üzere kilitli
deftere kapatılmış.
Bir hayal gibi kalmış onlar
Arkadaşlık sihri sayesinde.
Bengisu ERGENE 4C
SAYIN SOKAK SAKİNLERİ!
Bu
gördüğünüz
alet
parayla
satılmaz. Bütün halka açık bir alettir. Bu
alet elektrik direğinde elektrik kaçağı
varsa size haber verir ya da elektrik
direği sağlam değilse size haber verir.
Gördüğünüz gibi aletin yukarısında lamba
ve iki tane mikrofon vardır. Lamba
geceleri elektrik direğinde bir sorun
varsa yanar. İki mikrofon ise bunu anons
eder. Biliyoruz ki bazı insanlar sokakta
dolaşmayı sever. Biz de bu insanlar için
küçük bir alet tasarladık. Bu aleti her
yere koyabilirler. Ceplerine, çantalarına
ve buna benzer yerlere koyabilirler. Bir
de ellerinde taşıyabilirler. Bu aleti
sadece evinizde elektrik kaçağı olursa
kullanabilirsiniz. Evinizde öyle bir durum
olursa hemen yardım düğmesine basın
çünkü
yardım
operasyonu
hemen
gelecektir. Gördüğünüz üzere aletimizin
küçük bir maketi var. Bu maket aletimiz
gibi çalışmaktadır. Sizin hayatınız ne
kadar önemliyse doğanın temizliği de o
kadar önemlidir. İnsanlar çöpleri hep
yere atıyor bunun yerine geri dönüşüm
kutularına atabilirler. Bizim aletimizde
de bu saydığımız şeylerden ziyade
yuvarlak bir şey var buraya atık
malzemeleri atıyorsunuz ve aletimiz onu
işlemlerden geçirerek kullanışlı bir cisim
haline getiriyor. Bu konulara özen
gösterirseniz bizi çok mutlu etmiş
olursunuz. Elektrik ve çevre konusunda
bizi dinlediğiniz için TEŞEKKÜRLER!
Azra SARI 4C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
YILDIZLAR
Gece olunca yukarı bakın.
Işıl ışıl gökyüzü.
Minik olsalar da,
İşleri büyük.
Gökyüzünün fenerleri onlar.
Eğlenceli ve yaramaz.
Yıldızlar benim parlak arkadaşlarım.
Efe Emre ERAY 4C
77
KARAHİNDİBA‘YA NE OLDU?
Yeşil örtülerle kaplanmış bir
ormanda küçük bir Karahindiba yaşarmış.
Bir gün bu yeşil örtülü orman,
fabrikaların
olduğu
bir
alana
dönüştürülmüş. Artık yeşilden eser
kalmayan ormanda bir tek Karahindiba
bitkisi
kalmış.
Çevreci
insanlar
Karahindiba’nın ve ormanın bu duruma
gelmesini önlemek için çok düşünmüşler
ancak bir çözüm yolu bir türlü
bulamıyorlarmış ki tam bu sırada çevreci
insanlardan bir tanesi “ -Buldum buldum,
bir fikrim var!” diye bağırmış. Herkes
onun bulduğu bu fikri çok merak etmiş.
Çevreci insan:
-Karahindiba‘ı korumak için cam bir
kafes yapabiliriz, demiş.
Bu fikri herkes çok beğenmiş ve
çalışmalara başlamışlar. Ancak bencil,
görgüsüz ve hayatta hiç mutlu olamayan
bir adam gelip Karahindiba’yı dalından
koparmış. Sonra da bu yetmezmiş gibi
Karahindiba’nın bütün tüylerini kopartıp
atmış. Neye uğradığını anlayamayan
Karahindiba uzun bir süre rüzgârda
oradan oraya savrulup durmuş. Artık
gözlerini kapatmış öylece oradan oraya
umutsuzca savruluyormuş. İşte tam da
bu sırada birden gözlerini açmış ve
yaşadığı şehirden bambaşka bir yerde
bulmuş kendisini. Gözlerine inanamamış.
Çünkü burası yemyeşil ağaçlar, çiçekler
ve böceklerle doluymuş. Karahindiba
uzun zamandır bu kadar güzel bir doğayı
görmediği için bütün bitkilere, böceklere
sevgi ile sarılmış. O kadar mutluymuş ki
kopmuş olan bütün tüylerini bile
unutmuş. Birden çok yoksul, engelli
olmasına rağmen çok mutlu bir insan
gelmiş.
Başlamış
Karahindiba’yı
incelemeye. Bu insan Karahindiba’yı
kendisine çok yakın hissetmiş. Çünkü her
ikisinin de hayatında engeller varmış.
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
Bu duyarlı insan Karahindiba’yı almış ona
bakmış, onunla ilgilenmiş, en önemlisi de
ona sevgisini vermiş. Çevresindeki bütün
tanıdıkları “Bu bitki artık ölmüş, baksana
bütün tüyleri de dökülmüş, bu artık
yaşamaz.” demesine rağmen o kimseye
aldırış etmemiş. Karahindiba yapılan
bunca iyilik karşısında duyarsız kalmamış,
bir
gün
gelmiş
ve
Karahindiba’yı
iyileşmeye başlamış. Çevreci insan bu
durumu görünce mutluluktan havalara
uçmuş ve Karahindiba’yı toprağa ekmiş.
Fakat engelli adam güneşli bir günde can
vermiş. Ama Karahindiba engelli adamın
ruhuyla toprakta uzun yıllar yeşermeye
ve yaşamayı çoğaltmaya devam etmiş.
Çınar CAN 4C
78
BEYAZA SAKLANMIŞ SEVİNÇ
Güvercinler zeytin dallarının altında,
Bulutlar kömürle oynamış, kapkara.
Sevinç güvercine saklanmış.
Kara bulutlar beyazı aramış.
Ama bulamamış.
Çünkü iyilik beyazı saklamış.
Bu oyunda beyazlar kazanmış.
Destan ÇAKAR 4C
SONBAHARIN NİNNİSİ
Sonbaharın son gecesinin ninnisi
Yapraklar yerde turuncu bir örtü,
Rüzgarın sesi annemin ninnisi,
Yağan yağmurun habercisi,
Kara bulutların hışırtısı.
Geç kalan ağustos böceklerinin yemek
arayışı,
Şehir sokaklarında yalın ayak kibritçi
kızların ağlaması,
Sonbaharın son gecesinin ninnisi,
Genç müzisyenin yağmurda çalması.
Saat 12’de son nefesini veren Bay Nincıl.
Ay, yıldızlar bu havada o gülümsemeleri ile
Belli etmeseler de bizi, herkesi izliyorlar.
Sonbaharın son gecesinin ninnisi çok
karmaşık.
Ece AYTAN 4C
HAYAL DÜNYASI
Dünyadan farklı bir yer orası,
Her düşündüğün gerçek.
Üzüntü ölmüş burada,
Mutluluk çoğalmış.
Dünyada çölü yaşıyorsun,
Burada her yer yağmur ormanı.
İki gezegen arası,
Burası Hayal Dünyası.
Dilem UÇAR 4C
KAPI
Her evin anahtarı,
Demirden bazısı,
Bazısı tahtadan.
Kapılar bizim sırlarımız.
KOLTUK
Evimizin başköşesinde,
Yumuşak, renkli,
Biraz da gösterişli.
Dinlendirir bizi.
Kalabalık gösterir evimizi.
Efe Mert YÜREKLİ 4C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
79
FISILTI KUTUM
Bir kutum var,
İçinde mutluluk
Açıyorum, bakıyorum
Yüzüme atlıyor mutluluk.
Bir kurbağa gibi zıplıyor,
Gözlerinden alevler fışkırıyor.
O beni kovalıyor ben onu,
Dönüp duruyoruz mutluluğun içinde.
Olsun sonuçta birlikteyiz.
Arkadaşız, yan yanayız.
İşte gerisi boş bir kutu,
Sadece atların çayırlarda koşuşu,
Birlikte olmamız,
Benim için yeter,
Fısıltı kutum, arkadaşım.
Yasmin OSMANAĞAOĞLU 4C
ÇOCUKLAR
Anne çantam nerede?
Anne acıktım.
Anne anne anne !
Gereksiz yere yorarlar anneleri.
Her şeyi bilirler
Yine de üzerler anneleri.
Dağıtırlar bütün evi.
Sonra da kaçar giderler dürbünleriyle.
Ama eve dönünce offf pofff olur işleri.
Yemeğe gelince sıra ıyy mıyyy !
Elif KİSİN 4C
BARIŞ DÜŞÜ
Dostlukla doludizgin,
Barışa gideriz biz,
Gücümüz sevgimizdir,
Silah yüreklerimiz,
BARIŞ
O eski günlerdeki,
Çocuklar oyun oynasın.
Artık bitsin bu savaşlar.
Çocuklar gezegenlerle yaşasın.
Oğulcan APAKİ 4C
Sevgi sınır taşımaz,
Dostluk dağları aşar,
Barışa engel olmaz,
Enlemler ve boylamlar,
Hep bir olsun sesimiz,
Amacımız sevgi oluşturmak,
Dünya bilmeli barış,
Barışla gerçekleşir…
Melis Nehir TİTİZ 4C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
80
GİTARIM BENİM
Gitarım benim
Tellerin çiçek açar.
Çalarım seninle,
Tüm ezgilerimi.
Tellerin sarmaşıktan,
Göbeğin delikli notalardan,
Altında iki denizyıldızı var.
Birinin dikeni mavi birinin kırmızı
Tanıdım seni artık
Benim güzel gitarım.
Mert KAYA 4C
ŞAKACI MUTLULUK
Kelebek gibi uçmak istiyorum.
Kaybolmak istiyorum mutluluk tarlasında.
Mutluluğu büyütmek istiyorum,
Bir bebek gibi.
Haber geldi.
Dediler ki mutluluk hasta,
İnsanlar yasta.
Meğer bizim şakacı mutluluk,
Güneşe saklanmış.
Çocukları kandırmış.
Nisanur KARATAŞ 4C
KORKMA KÜÇÜK
Korkma küçük çocuk!
Ağlama lütfen,
Annen gitmez,
Seni terk etmez.
Güneş gider dağların ardına.
Ay Dede gider sabah olunca.
Ama annen gitmez.
Mikail İNANGİL 4C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
81
BİR GÖÇMENİN KALEMİNDEN
Hatırlıyorum.
Silah
seslerini
hatırlıyorum. Ben daha sadece 7 yaşında
bir çocuk iken gözümün önünde ölen
insanları. Onları tanımasam bile içimden
uçup giden o parçayı. Sevenlerinin
gözyaşlarını.
Kendi
gözyaşlarımı
hatırlıyorum. Bunun için yaşıyorum.
Dünya'ya adaleti getirmek için.
Doğduktan sonraki 7 yılımı Suriye
de geçirdim. Ta-ki iç savaş başlayana
kadar. Annem babam ve ben kaçma
kararı aldık ama ağabeyim kalmak istedi,
savaşta, ülkesi için çabalamak istedi.
Zaten
bunu
gerçekleştirmek
için
evimizin kapısından çıkıp o sonsuz
boşluğa ilerledikten sonra ondan haber
alamadık.
Yaklaşık 1 hafta sonra sabah saat 5
gibi alacakaranlıkta evden çıktık ve sanki
hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken bir
yolculuğa koyulduk. Her silah sesi ile
içimdeki korku ve endişe daha da
büyüyordu. Hatay'dan Türkiye sınırları
içerisine girdiğimiz zaman içimi bir
rahatlık kaplamış fakat ağabeyimden
haber alamadığımız için bir süre o
hüznün
biteceğini
düşünmüyordum.
Hatay'dan Mersin'e geçtik ve ortama
alışmaya çalıştık. Yollarda, kaldırımlar da
geçiniyorduk ama en azından silah
sesleri yoktu ya o bize yeterdi. Sokakta
yürüyen
insanlardan
dilenerek
geçiniyorduk. Tam 4 yılımız sokaklarda
dilenerek geçti. Sonunda Avrupa'ya
temelli göç etmeye karar verdik. Bot ile
denizden gidecektik. Her şeyimiz
hazırdı. Bir gece, saat 12 gibi botu
şişirdik ve bot ile denize atladık.
Almanya'ya yerleşecek ve güzel bir
hayat geçirecektik.
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
Ege'den Avrupa'ya geçerken büyük
dalgalar çıktı. Botumuz devrildi. En az
yarım saat kadar bot ve dalgalar ile
cebelleştik ama o ana dair en net
hatırladığım şey gecenin karanlığında,
denizin içinde kaybolan nur yüzlü
annemdi, bana hayat veren kadındı.
Babamla
benim
gözyaşlarımız
ve
hıçkırıklarımız
bir
türlü
bitmek
bilmemişti. Avrupa sınırları içerisine
girdiğimiz zaman, ağlamaktan şişmiş
gözler ve sinir bozucu bir sessizlik
vardı...
Almanya'ya yerleşeli tam bir yıl
olmuştu. Zamanın kısaldığı gibi babamın
da ömrü kısalıyordu. Çok hastaydı. Nefes
alış verişleri gün geçtikçe kısalıyor, benim
kalbimdeki çatlak daha da büyüyordu.
Doktorlar en fazla 1 yılı olduğunu
söylediğinden beri kalbim buruktu.
Babam ile çok küçük bir evde
yaşıyorduk.
Buradaki,
bizler
gibi,
tanıdığımız insanlar bizleri çok seviyor,
biz de onları çok seviyorduk. Onlar babam
için ellerinden gelen her şeyi yaparak
bizleri çok mutlu ediyorlardı. Fakat bu,
babamın ömrünü uzatmıyordu.
Çok korkuyordum. Babamın da
gitmesinden, tek başıma kalmaktan çok
korkuyor, kendimi yiyip bitiriyordum. Ama
o da gidecekti bunu biliyordum.
Günler, haftalar, aylar geçmiş,
doktorların belirledikleri tarihe sadece
bir ay kalmıştı. Gözümden bir damla yaş
düştü, sonra aklıma ağabeyim geldi.
Neredeydi acaba? Yaşıyor muydu? Mutlu
muydu? Bizi merak etmiyor muydu?
"Baba, sence ağabeyim yaşıyor
mudur?"
"O gerçekten güçlü bir çocuktu.
İnan bana hala capcanlı duruyordur o."
"Nasıl bu kadar eminsin?"
"Ben onun babasıyım, onu çok iyi
tanıyorum"
Bir ayı kalmıştı ve ben onu Allah'a
teslim ederken mutlu olmasını istiyordum,
bu yüzden hemen konuyu değiştirdim.
82
"Eee, büyük kaptan sana ne
yapayım? Yumurta olur mu?"
"Olur kızım"
"O zaman bir haşlanmış yumurta
geliyor"
Bir ay sonra... Güneş gözüme
vurarak kaldırdı beni o sabah. Hemen
babamın odasına geçtim.
"Hadi kalk büyük kaptan yeni bir
güne daha hazır mısın?"
Ama o bana cevap vermemişti.
Gözümden bir damla yaş düştü. Ben
yalnız mı bırakacaktı?
"Kaptan şakanın sırası değil. Kalk
lütfen. Yalnız bırakma beni, tek mi
kalacağım ben. Böyle mi gidecektin?
Senin hikayen böyle mi bitecekti? Benim
hikayem sensiz mi kalacaktı?"
Hayır! Hayır! O da gitmişti. Ve ben
artık tek başıma kalmıştım. Hiç kimsem
kalmamıştı. Beni koruyacak kimse yoktu.
Sadece
14
yaşında
bir
kızdım,
savunmasız ve çok küçüktüm. Kendimi
koruyamazdım. Beni sarıp, kollayıp,
kendimi güvende hissedeceğim kimse
kalmamıştı. En azından gülümsememi
sağlayacak kimse kalmamıştı...
Hemen komşularımın yanına gittim
ve yardım istedim. Babamı dışarı
çıkardık.
Üç gün sonra küçük bir cenaze
eşliğinde babamı defnettik. Evde tek
başıma kalmam güvenli olmadığı için
komşularım bana evlerini açtılar.
Günler sessiz geçiyordu, kuru bir
kahvaltı için ekmek almaya giderken
takım elbiseli bir adam ile tanıştım. Bana
okula gidip gitmediğimi sordu. Okula
gitmediğimi
öğrenince
beni
okula
gönderebileceğini söyledi ben de kabul
ettim.
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
Hayatımı eğitimime adamaya karar
verdim. Avukat olup Dünya'ya adaleti
getirmek istemiştim hep çünkü benim
başıma gelen her şey dünya'da adaletin
olmamasından kaynaklanmıştı.
Senelerce
çalıştım,
yüksek
öğrenimimi Almanya'nın en iyi üniversitesi
olan Münih Üniversitesi'nde okudum ve
bir avukat oldum. Avukatı olduğum
arkadaşımın duruşmasında haklı tarafın
kazanmasını sağladım.
Ben Raika, hayatımın son anına kadar
adaletin
yerini
bulması
için
çabalayacağıma yemin ediyorum.
Albina ERKUT 5C
83
HAYALLERİMDİR ÖYKÜM
Ocak ayı için sıcak sayılabilecek
güneşli bir gündü. Burak odasının
penceresinden dışarı bakıyor ve her
zamanki gibi hayaller kuruyordu. Oysa
yapılması gereken tonlarca ödevi,
çözülmeyi bekleyen test soruları ve bir
de haftaya yapılacak yarışma için
yazılması gereken şu öykü vardı. Bunların
hepsini oturduğu yerden hiç kalkmadan
sadece
hayal
kurarak
yapıp
bitirebilseydi ne güzel olurdu. Düşünmek
hem çok kolay hem de zevkliydi.
Kağıtların arasında saatlerce mecbur
olduğunu bildiği ve aslında hiç ilgisini
çekmeyen konularda ödev yapmakta
neyin nesiydi?
Burak yaşıtlarına göre oldukça uzun
boylu ve iri yapılı, on yaşında bir
çocuktu.
Vücut
yapısının
tersine
duygusal olarak sanki beş yaşında bir
çocuk
gibiydi.
Oynamayı
sevdiği
oyuncaklar,
kurduğu
hayaller
anasınıfından beri hiç değişmemişti.
Yaşıtları gibi bilgisayar oyunları, oyun
konsolları hiç ilgisini çekmezdi. En
kıymetli şey Legolarıydı onun için. Çünkü
kurduğu hayalleri Legolarıyla hayata
geçirir, onlara yaşatırdı. Yüzlerce
değişik Legosu vardı. Kimiyle çiftlik
evleri kurar ve hayvanları birbiriyle
konuşturur kimiyle de modern şehirler
kurar uçan arabalar, yemek ve ev işleri
yapan robotlar tasarlardı. Kendisini
bazen bir çiftçi bazen de uzay çağında
yaşayan bir mucit bilim adamı olarak
hayal eder ve o oyuncaklardan birinin
yerine geçen saatlerce fısıltıyla konuşur
dururdu. Elbette oyuncaklarına olan bu
bağımlılığı evde bazen sorun çıkarıyordu
çünkü oyuncaklara ayırdığı zamanın çok
daha
azını
bile
ders
çalışmaya
ayırmıyordu. Annesi onu her hafta uyarır
hatta oyuncakların hepsini çöpe atmakla
tehdit ederdi. Buna karşılık Burak bir
süre planlı ve düzenli çalışır ya da çalışır
gibi görünür sonra her şey eski haline
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
dönerdi. Burak günün büyük bölümünü
zaten okulda geçirip eve geldikten sonra
da neden ders çalışması gerektiğini bir
türlü anlamaz, bu kadar çok çalışırsa
oyuncakları ile oynayacak yeni hikayeler
bulmamaktan korkardı çünkü bu hikayeler
bir senaryo gibi oluşturup sonra film
çeker gibi oyuncaklara uyarlamak sanıldığı
kadar kolay değildi. Bazen o oyuncaklar
yıllar süren savaşlar yapar ve barışa
ulaşmak için yen bir ülke kurarlardı.
Bazen Burak’ın hayallerindeki gibi bir okul
olur çılgın mucitler yetiştirir ve mezun
ederdi.
Pencerenin
kenarından
halıya
oyuncaklarının yanına geçti Burak onlara
bugün neden fazla zaman ayıramayacağını
anlattı ve ödevlerini yapmak üzere
çalışma masasına geçti. Annesi birkaç kez
yanına uğradı. Burak’ın bir dilim kek ve
bir bardak süt getirdiğinde ve yardıma
ihtiyacı olup olmadığını sormak için…
Sabırla ödevlerini bitiren Burak
heyecanla oyuncakların yanına geçti. Öykü
yazmadan önce prova edecekti nasılsa
kısa bir sürede bu oyunlardan birine bir
kağıda
geçiriverirdi.
Oyunlar
yine
birbirini
kovaladı.
Kızılderililer
kovboylarla
savaştı,
uçan
arabalar
gökyüzündeki istasyonlardan yakıt aldılar
ve hayal bu ya yalnızca çöp ile çalışıyor bu
arabalar. Bunlardan hangisini öyküsüne
konu yapacağını düşünüp oynarken halını
üzerinde uyuyup kalmıştı. Annesi onu
yatağına taşıdığında anlaşılmaz bir şeyler
mırıldandı…
Sabah
bir
heyecanla
uyandı.
Oyuncakları bıraktığı yerde değil çalışma
masanın üzerindeydi, kağıda yazılmış
öykünün tam yanında. Nasıl yani uyumadan
bu öyküyü yazmış mıydım ben, diye
düşünse de fazla zamanı yoktu çantasını
topladı ve bir şeyler yiyip okula gitti.
Birkaç hafta sonra müdür yardımcısı
Burak’ı yanına çağırdığında öğrendiği
öyküsünü yarışmada üçüncü olduğunu. İyi
de bu öykü kimindi sahiden! Oyuncakların
ona yardım ettiğine kim inanırdı ki?
Selina ALPAR 6B
84
İKİ KAHRAMAN BİR HAYAT
Ela gözlü, turuncu saçlı, çilli bir
çocuğun hikâyesi bu. Anne ve babası
yaşlı oldukları için o ve ağabeyleri
çalışıyor. Bu çocuk araba tamircisinde
çalışıyor. Her gün tüm vaktini o asık
suratlı ustasıyla geçirdiği için de
okuyamıyor. Çocuk da anne ve babasının
ölüm
döşeğinde
olduklarına
ve
okuyamadığına çok üzülüyor. Bir de onun
paragöz ustası çocuğu her gün azarlıyor
ve şiddet uyguluyor bu nedenle kusursuz
davranmaya çalışsa da ustası her şeye
bir bahane buluyor.
Bir gün çöp konteynırından çıkan
bir gözü olmayan, muz kabuklarıyla kaplı
bir ayı onun o asık suratını değiştiriyor.
Onu görünce muz kabuklarını silkeleyip
hemen tek odalı evine doğru koşup
annesine: “Anne, anne bak ne buldum
bunu temizler misin?” diye sordu. Annesi
titrek sesiyle “Tamam oğlum” der
çocuğun gözündeki heyecana bakarak.
Annesi ayının gözü için düğme arar ama
bulamaz sonra da ceketinden bir düğme
koparır ve
onu diker. Çocuk işten
dönünce annesi ayıyı temiz bir şekilde
verir. Çocuğun gözleri dolar ve annesine
sarılır. Akşam onunla birlikte yatağa
girer. Ayıcığına sımsıkı sarılır ve
ardından
uykuya
dalar.
Rüyasında
okumayı ve
yazmayı öğrendiğini ve
kütüphanede kitap okuduğunu görür.
Sabah kalkar ve ağabeylerine “ Okuma
yazma biliyor musunuz?” diye sordu
cevabını biliyor olsa bile. Her zamanki
gibi” Hayır” yanıtını alır. Hemen
ardından işine gider. Yolda ayakkabısını
sürterek gittiği için hem ayakkabısının
önleri yırtılıyor hem de işine geç
kalıyordu. O çocukluğunu bitiren yere
varmıştı. Ustasının bakışları hiç iyi
değildi ve anlaşıldı. İşte o kulakları
rahatsız eden sesiyle “Niye geç kaldın!”
diye bağırır ve ardından “ÇAT” sesini
duyar
duymaz
yanağına
yanağına
vurduğunu anladı. Suratında siyah
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
parmak izleri oluştu. Gözleri doldu.
Ardından bir müşteri gelir. Çocuk
dikkatini çeker ve sorar:
-Ne oldu sana böyle?
Çocuk cevap veremez.
-Okula gidiyor musun?
Çocuk başını öne eğer. Müşteri anlar
ki okula gitmiyor. Bu müşteri bir
öğretmendir. Çocuğa okuma yazma
öğretmeye kara verir. O öğretmen tekrar
gelir ve bu sefer elinde defter, kalem ve
tahta. Ustasından izin alır zor olsa da.
Çocuk
çekinse
de
okuma-yazma
öğrenmeyi çok ister. Gün geçtikçe daha
iyiye gider. Ardından okuma yazmayı
okuma- yazmayı çözdükten sonra okula
gönderir ve tüm okuma masraflarını
karşılar. Öğretmen evladı gibi bakıyordu
ona. Bir kütüphane önerdi ve artık vaktini
ustasının yanında değil kitapların yanında
geçiriyordu. Sonrasında sadece iyi bir
okur değil iyi bir yazar da oldu. Kitaplar
sayesinde hayata daha farklı bakıyordu.
Tabi bir de ona ilham veren ayısını da asla
yanından ayırmadı.
Bu çocuğun hayatı sadece o adam
sayesinde değil, kitaplar sayesinde de iyi
bir yazar oldu. Hala da
kitapların
kahramanı olduğunu düşünmekte…
Şevval Deniz AKDENİZ 6B
85
KAMPÇILAR
Şırıl şırıl akan şelalenin sesi,
gökkuşağının renkleri bile onları mutlu
etmiyordu,
artık
kaybolduklarına
eminlerdi. Sema:
-Her hafta gittiğimiz ormana
gitmeliydik.
Fatih:
-Ama her hafta aynı yere gitmek
sıkıcı oluyor.
Sema:
-Sıkıcı olabilir ama o ormandaki
yolları biliyorduk.
Mert:
-Nasıl kaybolduk anlamadım. Bir de
baktım ki aynı yerleri dolanıp duruyoruz.
Sema:
-Evet, kaybolmuş olabiliriz ama
hayatımızda ilk kez şelale gördük. Yağan
yağmurun altında hiç birimiz mutlu
değildik. Hemen ardından çıkan güneş
hepimizin yüzünü aydınlattı.
Fatih:
-Şelaleyi boş ver de nasıl yolumuzu
bulabiliriz onu düşünün.
Derin bir sessizlik oldu herkes
düşünüyordu ama neyi? Sana iki aydır
görmediği engelli kardeşini düşünürken
gözleri doldu engelli kardeşi bir gün
evden çıkmış ve geri gelmemişti, kim
bilir başına neler gelmişti. O an Mert’in
aklına bir fikir geldi ve Mert:
-Kaybolunca kuzeye gidin derler.
Çantamda pusula var onu kullanabiliriz.
Mert, çantasından pusulayı çıkartır,
yürümeye başlarlar ve çok garip bir ses
duyarlar. Sema sessiz olun anlamına
gelen bir işaret yapar. Sesin geldiği yere
doğru gider ve kardeşini görür.
Kardeşini görünce sevinç dolu bir çığlık
atar. Sema kardeşini kucaklar ve
arkadaşlarının yanına döner “Buraya nasıl
geldin?” der. Bunu der demez kardeşi
Sema’nın kucağından atlar ve koşmaya
başlar ve koşarken de “Bu yoldan” der.
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
Sema
kardeşinin
konuştuğunu
duyunca bir çığlık daha atar ve kardeşinin
peşinden koşmaya başlar. Mert ve Fatih
de Sema’nın peşinden giderler bir iki saat
koştuktan sonra Semaların evine ulaşırlar.
Fatih ve Mert Sema’nın evine çok yakın
olan evlerine mutlu bir şekilde giderler.
Soner AKÇIL 5C
86
da bana kalmıştı. Babaannem çok
yaşlıydı. Okulda ne şartla olursa olsun
erkeklere bakmamız yasaktı. Bir gün
okula gidemedim ve öğretmenimiz de o
gün sınav konularını vermişti. Okula
gidememe sebebim bizim köyümüzde
yılda bir bütün yaşını almış kadınlar
toplanır ekmek yaparlardı ve biz gençler
onlara odun getirir ayak işlerine bakardık.
Ertesi gün okula geldiğimde notları
arkadaşlarımdan alacaktım fakat şu
aklıma geldi; sınıfımızda benim dışımda
sadece iki kız vardı. Onlar da benim gibi
okula gidememişti. Bu notları çok isteme
sebebim önceki iki sınava katılamamamdı.
Okula zaten geç başlamıştım ve şunu
biliyordum
ki
babam
beni
okula
göndermemekte karalıydı ve bir hata
okuluma devam edememe sebebim olurdu.
Tek çarem komşumuzun oğlu Ahmet’den
notları almaktı. Kendisi bedenen çalışmayı
sevmeyen tembel bir insandı ama ders
notlarını çok düzenli tutardı. Bunun
nedeni ise sanayide işçi olmak yerine
işveren olmak ve çok para kazanmak için
iyi bir okula gitmek istiyordu. Ondan
notları gizlice alacaktım ve öyle yaptım.
Ben böyle diye düşünürken bizim sınıftaki
bir kız beni Ahmet ile gürmüş ve babama
yetiştirmişti. Hayatımın bittiği an babam
akşam eve geldiğinde başladı. Çok
sarhoştu ve bana bağırmaya başladı.
Sopayı aldı ve ayaklarıma vurarak “Bu
ayaklarla mı gittin?” diye kendini
koruyordu. Ayşe içeriden koşarak geldi.
Sanki bile küçük bedeniyle hissetmişti
ama babam gözü dönmüş bir halde
Ayşe’ye de vurdu. Ayşe hızlı adımlarla
babaannemin yanına koştu. Bana yaşattığı
eziyet ne kadar sürdü bilmiyorum. O gece
o kadar uzundu ki, hiç uyumamıştım.
Aklımda tek düşünce vardı “Acaba yarın
okula gidebilecek miyim?” Tabi okula da
gidemedim.
ŞİDDETİN ESİRİ
Merhaba, ben Selma. Şiddetin bir
kurbanıyım netice itibari ile; o cansız
bedenimden yazıyorum. Bu şiddet
kurbanı insan, hiç kimsenin bilmediği
bilip de olağan geldiği, açmadığı sırrını
size anlatacak. Benim iç acıtan hikayem
böyle başlıyor:
Annemin adı Kamuran babamın adı
Nusret. Biz dört kardeşiz; iki kız, iki
oğlan. Abilerim o zamanlar 18-19
yaşında, minik kardeşim Ayşe’de yeni
doğmuştu, ben ise 5 yaşındaydım.
Hayatımda derinden hatırladığım ilk
acıyı o zaman yaşadım. Biz Şanlıurfadaki
Akbilek köyünde yaşıyorduk. Babam
alkole ve kumara bağımlı bir insandı,
annem ise ben doğduğumdan beş yıl
sonra Ayşe’nin doğumunda ölmüştü. Bizi
babaannem büyütmüştü. Babam hiç eve
gelmiyordu.
Kısaca
zorunluluktan
babaannemle kalıyorduk. Ben ve Ayşe
çok küçüktük. Ben annemi görmüştüm
ama hatırlamıyordum ama Ayşe annemi
hiç görmemişti. Ben dokuz yaşında,
dördüncü sınıf öğrencisiydim, o zamanlar
kardeşim Ayşe de dört yaşına yeni
basmıştı. Abilerim ise hiç okumadı. Yedi
yaşından itibaren sanayide çalışmaya
başlamışlardı. Biz okula Ayşe ile beraber
giderdik. Eğer kardeşimi de yanımda
götürmezsem okula gidemezdim. O yaşta
hem anne hem de öğrenci olmak zorunda
kaldım. Şartlar sadece bu değildi.
Okuldan sonra ev işleri ve yemek yapımı
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
87
Babam beni bir gün karşısına aldı ve
dedi ki “Yarın Ahmet ile evleniyorsun.”.
Tabi yıkıldım ama çaresiz ağlıya ağlıya
evlendim. Zamanla Ahmet babam gibi
alkole bağımlı oldu ve şiddete başladı.
Her akşam artık eve elinde bir şişe ile
mayışmış bir halde geliyordu. Bir süre
sonra beni dövmeye başladı. Nedenini
anlamaya çalışıyordum. Her şeyi eksiksiz
yapıyordum
ama
bir
türlü
yüzü
gülmüyordu, memnun olmuyordu. Bir gün
içeride bulaşıkları yıkıyordum. Yine alkol
içmişti. Mutfağa girdi ve bütün tabakları
üstümde kırmaya başladı. Kırılan camlar
kollarıma her yerime battı. Bağırıyordu
“Senin yüzünden okula gidemedim ve
evlenmek zorunda kaldım” diye. O son
tabak kafanda kırıldı ve şu anda yerde
kanlar içinde yatıyorum. Ahmet kaçtı
ben ise soğuk zeminde her geçen dakika
ölüyorum. Benim hayatım böyle bitti.
Yeter diyemedim ve buna katlandım. Tek
tesellim çilemin sonlanması ve bu acılara
katlanacak çocuğumun olmamasıydı.
Ülker Şeher EPSİLELİ 5C
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
KEDİM BONCUK
Ben hayatımda en çok kedileri
sevdim, çünkü onlar çok sevimli, uysal ve
yumuşaklar. Kedilere baktığım zaman
içimi sıcaklık ve mutluluk kaplıyor. Bir
kediye sarıldığım zaman o sıcak duygu ile
kendimi evimde hissediyorum. O kadar
savunmasızlar ki elimi her kaldırdığımda
ürkmeleri ve onlara zarar vereceğimizi
sanmaları beni üzüyor. Kısacası ben
merhamet duygusunu, insan olmanın
önemini bir kediye baktığımda çok daha
fazla hissediyorum.
Kediler bana yuva olmayı ifade
ediyor. Bu duyguyu Boncuk ile tanışınca
daha sık hissetmeye başladım. Boncuk
sokakta bulduğumuzda yaralı bir kediydi.
İlk elimize aldığımızda bizden çok
korkuyordu fakat zamanla bana ve aileme
alıştı. Evde miskin miskin dolaşmaya
başladı. Tüyleri sarı ve beyaz karışımı
olan Boncuk’un en sevdiği şey yumakla
oynamak ve pembe minderinde bana
şımarıklık yapmak olmaya başladı. Eskiden
onun eksikliğini bilmezken şimdi o
olmadan hayatımızın çok tatsız olacağını
düşünüyoruz. Çünkü yaramazlıklarla ve
oyunlarla kendini herkese sevdirmeyi
başarıyor.
Bir insanın bir kedi ile olan bu
yakınlığının diğer insanlarla da olamaması
ne kadar üzücü bir durum. Oysa bana
göre herkes birbirini çok sevmeli ve bir
kedi kadar birbirine dost olabilmeli.
Benim canım acıdığında Boncuk yüzünü
asıyor ve ağlamaklı sesler çıkarıyor.
Keşke tüm insanlar da hayvanlar kadar
duyarlı ve sevecen olabilse. O zaman
dünya daha yaşanılacak bir yer olabilir ve
hepimiz çok mutlu yaşabiliriz.
Yağmur TAYAR 5B
88
BENİM GÖZÜMDEN GÖKKUŞAĞI
Benim için gökkuşağı Tabiat ananın
bizi hatırlamasıdır. Tabiat Ana bizlerin
yağmurdan
sıkıldığını
düşünerek
gökkuşağını oluşturur. Yağmur damlaları
bildiğiniz gibi önceden deniz suyudur. O
denize giren çocukların girdiği sulardan
yükselir gökkuşağı.
Gökkuşağı yay biçimindedir çünkü
zeki çocuklar gökkuşağına salıncak
kurabilirler. Her yedi renk bir şeyi temsil
eder. Altı ya da sekiz renk yok çünkü yedi
sayısı çocukların hayal güçlerinin biteceği
yaştır. Yedi yaşını bitiren çocukların
hayal güçleri zedelenir. Herkesin bakış
açısı farklıdır bu yüzden aynı gökkuşağını
göremezler. Kimisi onu düş havuzu olarak
görür kimisi de köprü…
Gökkuşağının altından geçen şimdilik
yok ama tek bildiğim şey hikayenin
birinde adam gökkuşağını geçmiştir ve
Tabiat Ana’yı görmüştür. Tabiat Ana ise
zamanını böyle gereksiz harcayacağına
yani gökkuşağını geçmek yerine ağaç
dikseydin,
diyerek
adamı
toprak
parçasına dönüştürmüştür.
Benim gözümde gökkuşağı böyle,
sizin gözünüzde nasıl?
Polen DOĞAN 5C
GÖKYÜZÜNÜN ASKERLERİ
Kafanı kaldırıp bakınca göklere
Aklına gelir bin bir hikâye.
Bulutlardır hayallerin askerleri
Gökyüzünün tatlı süsleri.
Küçücük bir çocuğun aklında
Bulutlar bir dondurma.
Yetişkinler çok yorgun
Yastık da olur onlara.
Emine TAŞKIRAN
Bade KOLUKIRKOĞLU 6A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
89
MUCİZE
Esin adında bir çocuk vardı. Deniz
mavisi gözleri, kahverengi saçları vardı.
Hayatı bir kutuda geçerdi. Yaşadığı
kutuda... Ailesi onu küçük yaşlarda küçük
bir mahalleye bırakmıştı. Eskiden küçük
evleri olan minicik bir sokaktayken,
başkaları yemek verirdi. Mahallenin
muhtarı onu çok severdi. Kısacası
mutluydu. Orada mutlu bir şekilde
hayatını sürdürürdü. Fakat şubat ayının
başlarında muhtar araba kazası geçirdi
ve o günden sonra Esin onu bir daha
görmedi. Esin adını ona mahalledeki
çocuklar vermişti. Bu adı seviyordu.
Kendisini daha güçlü hissederdi. Yeni
gelen muhtar acımasızdı. ‘Esin gibi biri
mahallemizde olamaz!’ dediği gibi onu
oradan atması bir olmuştu. Başta
mahalledekilerin bundan haberi yoktu.
Haberi öğrendiklerindeyse artık çok geç
olmuştu.
Yeni hayatına Esin alışmıştı. Nefret
ettiği hayatına. Beton yerde,yırtık
şorttan ve ona bol gelen çöpte bulduğu
lekeli gömlekten başka hiçbir şeyi yoktu.
Her sabah kedilerle aynı yerden
beslenirdi. Yani çöpten. Sabah erken
saatlerde uyanır, çöpü karıştırır daha
sonra büyük bir hamburger lokantasının
arkasındaki
çöplüğü
karıştırırdı.
Genellikle gazeteye sarılmış birkaç et
parçası olurdu. Bunu kedilere koyarlardı.
Yaşadığı mahalledeki insanlar onu hiç
sevmezdi.
O da insanları sevmezdi.
Hayatının her saniyesi mutsuz geçerdi.
Hayal kurmazdı, kuramazdı. Kendisine
kızardı. İnsanlar onun farklı olmasından
hoşlanmadığı için onu sevmezdi. Yanından
geçtiklerinde ona garip garip bakışlar
atarlardı.
Pazar sabaları insanlar etrafta pek
fazla olmazdı. Esin rastgele bulduğu
çöpün içine tırmandı ve çöpü karıştırdı.
Eline muz kabuğu atığı, pembe bir renkte
sakız, kalpli bir tokadan başka bir şey
gelmedi. Tam çöpten çıkacakken ayağına ,
tahta bir zemin değdi. Elini uzattı ve
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
tahta şeyi aldı. Üstünde büyük harfler
vardı. Eski mahallesindeki çocuklar ve
emekli teyzeler ona okumayı öğretmişti.
Fakat bu yazıyı okuyamadı. Dokunduğu
tahta ona tanıdık gelmişti. Sanki önceden
buna benzer bir cisim ellemişti. Tam o
sırada hatırladı. Kitaptı bu! Dokunduğu
ellediği şey kitaptı! Hızlı adımlarla
kutusuna geri döndü. Kitabı eline aldı.
Başladı ilk sayfasını okumaya. Üstünde
‘Bulutlardaki Hayat’ yazılıydı. Başladı
okumaya. Kitap hoşuna gitmeye başladı.
Daha önceden hiç böyle şeylerle
ilgilenmezdi. Her gün biraz okumaya
başladı. Kitap hayallerinin peşinden
koştuğu için başarıya kavuşan bir çocuk
ile ilgiliydi. Esin hayal kurmaya başladı.
Her gün kendisini biraz biraz sevmeye,
mutlu olmaya başladı. Çevresindekilerle
kendisini eşit gördü. Bu nedenle daha
cesaretli
ve
merhametliydi.
Çevresindekilerde onu sevmeye başladı.
Hayal kurudukça hayata karşı, daha da
barışçıl oluyordu. Kitabı bitirdiğinde
artık mutluydu. Bu değişimini gören
mahalleliler onu her gün daha çok
sevmeye başladı. Bunların aralarında bir
karı koca da vardı. Onu çok sevmişlerdi.
Onu evlat edinmeye karar verdiler. Esin
bir odaya, oyuncaklara, yeni kıyafetlere
ve bir aileye sahip oldu. Hayalleri
gerçekleşmişti. Günden güne daha da
mutlu olmaya başlamışlardı. Esin okula
gidebildi, eski mahalledeki arkadaşlarını
ziyaret edebildi. Ersin başarılı olmuştu ve
arkadaş çevresi çoktu. Kitap okumaya ve
hayal kurmaya devam etti. Her gün kitap
okudu, derslerine çalıştı ve mutlu oldu...
Rebeka KIDEYŞ 5B
90
VER ELİNİ GÜNEŞE
Aylar öncesinden hazırlandığımız
gün sonunda gelmişti. Bu gece diğer
gecelerden çok daha farklıydı benim için.
Daha önceden de birçok heyecanın ele
geçirdiği uykusuz gecelerim olmuştu.
Kiminde sabah olmasın, kiminde de bir
sabah
daha
olsun
dediğim
anlar
yaşamıştım. Ama bu gecenin sabahı, eski
düşüncelerim için de bir başlangıçtı,
bunun farkındaydım.
Bütün gece karanlığı ve yıldızları
izledim. Yıldızlar bana sabah buluşacağım
çocukları hatırlattı. Çünkü o çocuklar
karanlığın yıldızlarıydı. Dünyanın ışığı olan
o çocuklarımızın tutsak ve dört duvar
arasında, birçok suçluyla yaşamasının
acizliği içerisinde, dakikaların geçmesini
bekliyordum.
Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, belki
de aklımdan hiç çıkmayacak o olayın ilk
adımları için hazırlıklarıma başladım.
Arkadaşlarımla toplandık ve aracımıza
binerek cezaevine doğru yola koyulduk.
Uzun ve yıpratıcı birkaç ay geçirmiştik.
Bugüne gelmemiz çok kolay olmamıştı.
İzinler, annelerle görüşmeler onların
güvenini kazanmak hiç de kolay bir süreç
değildi. Amacımız cezaevinde doğup
büyümüş 3-6 yaş arası çocukları özgür
dünyayla tanıştırmaktı. Onlara bir ışık
yakmak,
içinde
bulundukları
hayal
kırıklığını, korkularını bir an için
unutturmaktı. Bu düşünceler, bütün
zorlukların
üstesinden
gelmemizi
sağlıyordu.
Yol
boyunca
bugünün
nasıl
geçeceğini
ve
bende
nasıl
izler
bırakacağını düşündüm. Bu karşılaşmanın
bir tarafının beni mutlu edeceğini
düşünürken, bir yandan da ayrılma anının
yaratacağı hüzünle kendimi çaresiz
hissedeceğimi biliyordum.
Nihayet cezaevinin önüne gelmiştik.
Detaylı bir aramadan sonra çocuklarla
buluşmuştuk. Çocukları teslim aldıktan
sonra; onların gözlerindeki merak, coşku
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
ve
heyecan çocukluğumdaki
anlara
götürmüştü beni. Onların bu mutluluğu,
yaptığımız işin güzelliğinin habercisiydi.
Hepsine tek tek bakıyordum; ellerine,
yüzlerine
ve
gözlerine…
Gözlerimi
kapattım hissettirmeden birer öpücük
kondurdum yanaklarına ve sıkı sıkı
sarıldım minicik bedenlerine ve bir an
hayal ettim.’’ Anne ve babalarının günahını
yaşamayan, acı çekmeyen, açlıktan
ölmeyen,
savaşlarda
katledilmeyen
çocukların gülüştüğü özgür dünyayı…
Yolculuğumuzun ilk durağı büyük bir
alışveriş merkeziydi. Birçoğu ilk defa
geliyordu. Burası yılbaşı konseptiyle
süslenmişti. Yıldızlar, karlar; kırmızılar,
beyazlar ve Noel Babalar… Çocuklardan
Hünkar, hareketli Noel Baba oyuncağını
gerçek zannetmiş ve yanına gitmişti.
Elini sıkabilir miyim amca?
Noel Baba cevap vermeden dans
etmeye devam etmişti. Hünkar, cevap
alamadığı için çok üzülmüştü ve bana
dönerek:
Çok saygılı sordum, neden elimi
sıkmadı ki?
Usulca saçını okşadım ve yanağına
bir öpücük kondurdum. Elini tutarak
yürümeye
devam
etim.
Bugün
yaşayacaklarımın derin izlerinden biri
yüreğime ince bir sızı ile yerleşmişti.
Anladım ki bugün birçok soruya cevap
veremeyecektim. Gözlerimi aşağı yukarı
hareket ettirerek, gözlerimdeki nemi
dağıtmaya
çalışıyordum.
Burada
yaptığımız alışverişten sonra ,ikinci
durağımıza doğru arabaya binme vakti
gelmişti. Aracımıza doğru ilerlerken,
çocuklar bir taraftan üzülüyor, bir
taraftan da yeni bir yere gitmenin
heyecanı ve mutluluğunu yaşıyorlardı.
İkinci
durağımız
akvaryumdu.
Çocuklar ilgi ve merakla balıkları
seyrediyor, bir balıklara bir de bize
bakıyorlardı. Biz de birbirimize bakarak
gözlerimizle
anlaşmaya
çalışıyorduk.
İçlerinden Güneş:
91
Ben ilk defa bu balıktan gördüm.
Çocukların
söyledikleri
sözlere
verecek
cevabımız
olmamasının
çaresizliği
içerisindeydim.
Saçlarını
okşayıp bir öpücük kondurmaktan başka
bir şey gelmiyordu elimden.
Çocuklar her araca bindiklerinde
yeni sürprizlerle karşılaşmanın heyecanı
içindelerdi. Derken lunaparka gelmiştik.
Hep beraber arabadan indik. Gökçe ile
göz göze geldik. Önce bana sonra bu
ışıltılı oyuncak dünyasına baktı. Ben de
gözlerimi kırparak içinden nasıl geliyorsa
öyle davran demeye çalıştım. Sanki
benden onay bekler gibi bir hali vardı.
Belli ki izinsiz hareket etmemenin
tutsaklığı içindeydiler. Hayat hiç onlara
sormadan
almıştı
çocuk
olmanın
şımarıklığını…
Hepsini
istedikleri
oyuncaklara
teker teker bindirmiştim. Onlar o ışıltılı
diyarda koşturup, dururken ben de
onların gözlerindeki gerçek mutluluğu
içime kadar solumaya çalışıyordum. Öyle
ki mutluluk bütün hücrelerime kadar
sinmeliydi. Ne zaman değersiz, anlamsız,
küçük şeylerden mutsuz olma gafletine
düşersem, beni bu gaflet uykusundan
uyandırsın diye…
Her ayrılık, onların gözlerini arkada
bırakıyordu.
Yaşayamadıkları
çocukluklarını
bir
güne
sığdırmaya
çalışıyorduk.
Onlar
da
bunun
farkındalardı ve bu yüzden gözleri
çocukluklarında kalıyordu. Çünkü hep
onlara sorulmadan oluşan zamanların
başlangıç ve bitişini yaşamışlardı.
Artık son kez, aracımıza binmenin
zamanı gelmişti. Barış: şimdi nereye
gidiyoruz, yeni bir sürpriz mi? diye sordu
bana. ‘Hayır’ artık geri dönüyoruz, demem
gerekiyordu ama diyemiyordum. Zor olsa
da başımı öne eğerek ‘geri dönüyoruz’
dedim. Barışın gözlerindeki yaş bütün
vücudumu ıslatmıştı, birden üşüdüğümü
hissettim. ‘Hayır, beni oraya götürmeyin’
cevabıyla etrafı derin bir sessizlik
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
kaplamıştı… bu sözler ruhumda derin bir
deprem yaratmış, sarsmıştı.
Başladığımız
noktaya
gelmiştik.
Hepsini teker teker öperek içimde tarif
edilemez bir hüzün yaşadım. Onlar da
bize el sallarken ‘bir daha gelin’ diyen
gözleri beni bir ateş çemberine almıştı.
Attığım
her
adım
bu
çocukların
çaresizliğini bir kez daha hatırlatmıştı
bana.
Onlar
için
özgürlük
neydi?
Anneleriyle birlikte tutsak yaşamak mı
yoksa dışarıda annesiz bir dünya mı?
Anladım ki bu çocukların dışarısı da
içerisi de esaretti. Benim için de
çocukların tutsak olduğu bir dünya artık
özgür değildi.
Yiğit Kaan KAHRAMAN 7B
92
BABAMIN HİKAYELERİ
Küçüklüğümden
beri
hayvanlarla
ilgilenmekten çok hoşlanırım. Bebekken,
daha yeni yürümeye başladığımda yavru
köpeklerin
peşinden
koşarak
onlarla
oynamak isterdim. Kreş ve anaokulu
zamanında okulda çeşitli hayvanların
bulunduğu küçük bir hayvanat bahçesi
vardı. Sık sık hayvanat bahçesine giderdik,
hayvanları beslerdik. Geceleri uyumadan
önce babama içinde hayvanlar olan
hikayeler anlattırırdım. Babam anlatırken
tüm
hayvanlar
sıralanmaya
başlardı
yatağımın başucunda. Sonra Karakulak’ın
“hav hav” sesi gelirdi ve hepsi kaybolur
giderdi.
Babam Tıp Fakültesi’nden mezun
olduktan sonra genç bir pratisyen hekim
olarak Tokat ilinin bir köyünde çalışmaya
başlamış.
Köy
bir
dağın
eteğinde
bulunuyormuş. Dağda çok çeşitli ağaçlardan
oluşan bir orman varmış. Köye gittiğinde
Sağlık Ocağı’nın bahçesindeki lojmana
yerleşmiş. Lojmanın bahçesinde meyve
ağaçları ve çam ağaçları bulunuyormuş.
Ayrıca bahçede küçük bir süs havuzu da
varmış. Sağlık Ocağı’nın hemen yanında
koyun ağılları bulunuyormuş.. Buradaki
koyunları korumak için Sivas Kangal Çoban
köpekleri varmış. Bu köpekler daha önce
Sağlık
Ocağı
çalışanları
tarafından
beslendiğinden sık sık bahçeye gelip
giderlermiş.
Babam
ilk
olarak
bu
köpeklerden bir tanesini görünce çok
korkmuş. Köpek çok iri yarı olup ve
boynunda çengelli kocaman bir tasması
varmış. Sağlık Ocağı’nın hizmetlisi “Doktor
bey köpeklerden korkma! Hayvanları
beslersen onlar da sana sahip çıkar.”demiş.
Bunun üzerine babam 4 tane olan çoban
köpeklerini beslemeye karar vermiş.
Hayvanlara kulak şekli ve rengine göre
kafadan isimler vermiş. En korkunç
görünümlü olana “Karakulak” adını vermiş.
Her gün köpekler aynı saatte lojmanın
önüne
gelirlermiş.
Babam
akşamları
köpeklere ekmek ve diğer yemeklerden
verirmiş. Bir süre sonra köpekler babama
çok alışmışlar. Karakulak her gece saat
21.00’de babamın kaldığı yere gelip iki kere
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
havlarmış. Işık açık olup pencereden
bakınca evde olduğu anlayıp ayrılırmış.
Babam evde yoksa gelene kadar Karakulak
kapıda beklermiş. Bazı geceler acil hastalar
için çağırıldığında bu köpekler uzaktan
babamı takip edip tekrar eve getirirlermiş.
Bir gün köydeki lojmanda babamın
yattığı yere hırsız girmeye çalışmış.
Karakulak
hırsızın
peşinden
koşarak
korkutup kaçmasını sağlamış. Yine bir gün
kışın karlı bir havada babam sabah
uyandığında lojmanın önünde kan izleri
görmüş. “Acaba gece kanamalı bir hasta
geldi de ben mi duymadım” diyerek
düşünmüş.
Sonra
Sağlık
Ocağı
personelinden geceleri birbiriyle ve av
köpekleriyle boğuşan çoban köpeklerinin
uğraması sonucunda o kan izlerinin
olduğunu öğrenmiş.
Kış mevsimi geçtikten sonra bir gün
koyun ağıllarının sahibi Sağlık Ocağı’na,
doktor olan babama ziyarete gitmiş. Çok
üzgün olan köylü avcıların kendi köpeklerini
zehirlediğini söylemiş. Karakulak hayatını
kaybetmiş.
Diğer
bir
köpeğin
can
çekiştiğini ve onun da ölmek üzere olduğunu
söylemiş. Bunun üzerine babam birlikte
çalıştığı Sağlık Memuru’na “Gidip şu
hayvana bir de biz bakalım.” demiş. Tarım
ilacı ya da zehir olarak kullanılan bir başka
ilaçla köpeklerin zehirlenmiş olduğunu
düşünmüşler. Babam, sağlık memuru ve
köpeğin sahibi köpeğin yanın gittiğinde
köpek sadece gözleriyle izliyor ve
hareketsiz
yatıyormuş.
Yanlarında
götürdükleri ilaçları hayvana uygulamak
gerektiğinde babam “Ben daha önce hiç
köpeğe iğne yapmadım.”diyerek sahibine
iğneyi yaptırmış. İğne yapar yapmaz köpek
canlanarak hareket etmiş ve ormana
kaçmış. Üç gün sonra sağlam bir şekilde
geri dönmüş. Böylece babam çok sevdiği bir
köpeği kaybederken diğer bir köpeğin
hayatını kurtarmış.
Büyüdüğüm için babam artık geceleri
hikayeler anlatmıyor bana. Ama bazı
geceler yatağımın etrafında dolaşan bir
“Karakulak” hayali beni hala mutlu ediyor.
Yaşar DELİBAŞ 5A
93
oraya gitmemi sağlamıştı. Yemeklerimizi
afiyetle yedik. Yemekten sonra da beni
evime bırakmayı teklif etti. Arabam
olmadığı ve evime kadar yürümek
istemediğimden kabul ettim teklifini.
Yolda çok hızlı sürüyordu. Ancak
rahattı. Sanırım kırmızı ışığı görmedi.
Ben de görmemiştim. Gördüğüm tek şey
bir çocuğa çarpmasıyla çocuğun yere
devrilmesinin bir olduğuydu. Görebildiğim
kadarıyla çok fazla kan yoktu. Fakat
çocuk kendinde değildi.
Arkadaşım panik içinde gaza basıp
hızla kaçmaya başladı. Ona bir şey
söyleyemedim. Nasıl söyleyebilirdim ki?
O anın şokuyla donakalmıştım. Arkadaşım
bir arkasına bakıyor, bir gaza basıyor;
hızlandıkça hızlanıyordu. Benim evimin
önüne gelince hemen inmemi söyledi.
Ayrıca bir şey görmediğimi, kimseye bir
şeyden
bahsetmemem
gerektiği
konusunda da uyardı beni. Şoktaydım.
Çocuğa
çarpması
yüzünden
değil,
soğukkanlılığından... Kaçıp hiçbir şey
olmamış gibi davranması beni çok şaşırttı.
Onun
böyle
bir
insan
olduğunu
bilmiyordum.
Evimin
merdivenlerini
çıkarken
dizlerim titriyordu. Evin perdeleri kapalı
olduğundan ev karanlıktı. Ancak bu
karanlık her zamankinden daha yoğundu.
Bu yoğun karanlığı ışığa dokunup deldim.
Tüm o gri binalar üstüme geliyordu sanki,
tüm ağaçlar bir bir devriliyordu.
Düşünceler kafamda dolanıp durdu tüm
gün. Neden böyle yapmıştı? E tabi, o
kadar panik olmuştu, korkmuştu. Ne
yapabilirdi ki? Peki ben ne yapmalıydım?
Aklımı kullanıp arkadaşımı ihbar mı
etmeliydim, yoksa kalbimi dinleyip hiçbir
şey olmamış gibi mi davranmalıydım? Peki
hangisi daha doğru olacaktı? Aklım
arkadaşlığından,
kalbim
vicdanından
“vazgeç” diyordu. Doğru olanı yapmak için
aklımı kullanmalıydım belki de. Belki de
çocuğun durumu o kadar da önemli
değildir…
DALGA
Rüzgara kapılmış kavak ağacı
gibiydi
şehir.
Sürekli
sendeliyor,
sallanıyordu. Bir bina sağa, bir bina sola
gidiyordu ve tek ortak yönleri hepsinin
gri olmasıydı.
Şehir dar yollardan oluşmuştu.
Bazıları yeni asfaltlanmış, bazılarının
asfaltı parçalanmış, bazıları ise küçük
taşlardan oluşmuş yollardı.
İşte böyle bir şehirde küçük bir
apartman dairesinde yaşıyordum. Evim
çok büyük değildi ama ben yine de
memnundum bu durumdan. İşim de fena
değildi.
En
azından
kendimi
geçindirebiliyordum. Günlerim sıkıcı ve
olaysız, durgun akan bir nehir gibiydi.
Fakat ilk defa o gün sıkıcı ve olaysız
hayatımı özlemiştim. Bir gün önce
arkadaşım arayıp: "Yarın işim yok.
Seninle bir yerlere gideriz diye
düşünmüştüm. Yemek yeriz belki."
demişti. Kabul etmiştim. Sonuçta benim
de eğlenmeye, gezmeye hakkım vardı.
O gün, o sabah her gün olduğu gibi
normal bir güne açtığımı sanıyordum
gözlerimi: hani şu kuşların şarkılar
söylediği,
gökyüzünün
dünyaya
gülümsediği, güneşin insanların başlarını
ağrıtacak kadar sıcak olduğu bir günün
sabahıydı.
Sokaktaki insanlar yoğun çalışma
saatlerine başlamıştı. Dükkanlar açılıyor,
insanlar yüzlerindeki yastık izlerini de
yanlarına
almış
işlerine
yetişmeye
çalışıyorlardı. Rüzgar tatlı tatlı esiyordu.
Güzel bir sabahtı. Arkadaşım aramış,
lokantanın yerini söylemişti. Açlığım
benim hızlı bir şekilde hazırlanıp hemen
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
94
"Akıl, yürekten daha mantıklı
kararlar verebilir. Adalet için de mantık
gerekir" diye düşündüm.
“Ama öyle zamanlar vardır ki, vicdan
ve merhamet duygusu adaleti sağlayacak
temel unsurlar haline gelir. Bu iki temel
unsurun kaynağı ise her zaman yürektir.
Bu da adaletin yüreğe her zaman ihtiyaç
duyduğunu
gösterir.”.
O
zaman
merhametli mi olmalıydım arkadaşıma
karşı? Bilemiyordum. Ne yapmalıyım,
bilemiyordum.
Gece kabuslar rahat bırakmadı beni.
Nefes nefese uyandım. Ne yapmam
gerektiğine
karar
verebilmek
için
çocuğun durumunu görmeye karar verdim.
Hastanede annesi başında ağlıyor, babası
sürekli eli çenesinde volta atıyordu.
Çocuk ise kapalı gözlerle yatakta
yatıyordu. Bu durum aklımı tetiklemişti.
Ama karar vermeden önce bir de
arkadaşımı görmeye karar verdim. Evine
gittiğimde onun hali çok kötüydü. Sanki o
da arada kalmış gibiydi. Kara gözlerinde
şimşekler
çakıyordu.
Pişmanlık
duygusunun kalbini, korkunun ise aklını
kemirdiğini söylemişti. O da aklı ve kalbi
arasında kalmıştı. Onun bu halini görmek
yeniden aklım ile kalbimin eşitlenmesine
yol açtı. Onun yanına oturup ne
düşündüğünü sordum.
"Hapse girmek benim en büyük
korkum, ama biliyorum ki teslim
olmazsam uykularım bana küsecek. Sence
ne
yapmalıyım?"
dedi.
Uykularını
kurtarmak ağır basmıştı.
Doğru
bir
karar
vereceğine
güvenerek ayrıldım yanından.
Ertesi gün ilk iş karakola gitti.
Dediğine göre yaptıklarını tek tek
anlatmış. Kaçtıktan sonra ne kadar
pişman
olduğunu,
hiç
kaçmaması
gerektiğini ve kazadan dolayı çok üzgün
olduğunu söylemiş.
Polis çocuğun
ölmediğini, bu yüzden çok bir ceza
almayacağını,
endişelenmemesi
gerektiğini belirtmiş. Oradan da çocuğu
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
ziyaret edip durumunu görmek ve
kendisinden özür dilemek için hastaneye
gitmiş. Ailesin durumu anlatıp özür
dilemiş.
"Çocuğumuz
senin
yüzünden
yaralandı. Fakat o, dikkatsizce yoldan
geçtiğini söyledi. Yani bizim gözümüzde
tamamen senin hatan değil. Senin sadece
daha yavaş sürmen ve kaçıp gitmemen
gerekirdi." demiş annesi. Fakat onu suçlu
bulup
bulmayacaklarını
daha
bilmediklerini de eklemişler. Bunun
üzerine arkadaşım,
"Cezamın ne olacağı önemli değil.
Önemli
olan
çocuğunuzun
beni
affetmesi." demiş.
Ertesi gün de mahkemeye birlikte
gittik.
Yaptıklarını
çarptırmadan,
eksiltmeden ve arttırmadan anlattı.
Başta biraz korktuğunu fakat zamanla
rahatladığını fark ettim. Mahkeme çok
uzun sürmedi. Hiçte korktuğu gibi de
olmadı. Çocuğun ailesi onu affetmiş.
Hakim de onaylayınca hapis cezası yerine
sadece para cezası aldı.
Mahkemeden çıkınca bana teşekkür
etti.
"Önemli değil. Asıl ben sana beni bu
yükten kurtardığın için teşekkür ederim.
Sen doğru olanı yaptın ve bak, sadece
para cezası aldın." dedim. Gülümsedi.
O doğru olanı yaptı: Adalet
sağlamak için ne akıl, ne de yürek tek
başına yeterli... Akıl tek başına çok katı,
yürek ise çok yumuşak kalıyor. Onları
öyle bir karıştırmalıyız ki kıvamı
tutturabilelim.
Rüzgara kapılmış kavak ağacı gibiydi
şehir. Sürekli sendeliyor, sallanıyordu.
Eve doğru yürüyordum… Adı yaşam olan
durgun nehrimdeki bu küçük çalkantı hep
hatırlayacağım bir dalgaya dönüşmüştü.
Selin Deniz AKDOĞAN 7B
95
İNSANLIĞIN BİTMEDİĞİ YER
Hızlı hızlı koşuyor, topu kaleye
sokmak için adeta ecel terleri döküyordu.
Bedeni terden sırılsıklam olmuş, çakır
gözleri büyümüş, yanakları al al olmuştu.
Küçük, tombul bedeni kendini daha ileriye
atmaya çalışıyordu. Top kaleye girdi ve
yine, küçükler takımının oyuncuları bu
minik
dostlarını
ellerinin
üstünde
taşıdılar,
elden
ele
atlattılar,
kucaklarında
hoplatıp
zıplatmaya
başladılar. Karşı takım yine mağlup
olmanın verdiği utançla başları önde
evlerine giderken her zamanki gibi kısa
yolu değil de uzun yoldan gitmenin
faydalarını kendilerince sayıyorlardı. Her
gelen geçen Mustafa’nın becerilerini ,
ayak hareketlerini sorup duracaktı çünkü.
Az yaramaz değildi Mustafa. Çakır
gözleri etrafa dolu dolu bakar, bir elinde
taş bir elinde sapan gezer dururdu her
gün. Bazen cam indirir bazen de sadece
etraftaki komşuların ağaçlarından meyve
aşırırdı.
Her şeyin güzel göründüğü bir günde
köylü her zamanki gibi huzurla, horoz
sesleriyle
uyandığında
günün
getireceklerini bilmiyorlardı. Köye henüz
girmiş, yırtık pantolonu ve griye çalan
üstüyle apaçık aykırı gözüken Murat,
eskilikten çatısı çökmüş, etrafta saman
yığınları olan karanlık bir ahır bulmuştu.
İçeriye girdi ve çaldıklarına baktı.
Ganimet fena değildi fakat yetmezdi.
Birkaç parça temiz eşya ve onu köyden
biri gibi gösterecek kıyafetler de vardı.
Gözlerini yavaş yavaş kapatmaya başladı,
gözkapakları uykusuzluktan ağırlaşmıştı
ve gözlerinin içi alev gibi yanıyordu.
Sırtının altına toplanan saman yığınının
yumuşaklığıyla uykuya daldı.
Uyandığında
telaşa
kapıldı.
Rüyasında o kadar şey olup bitmiş, ona
muhtaç olan ailesini hatırlamıştı ki,
hüzünlendi.
Alnında boncuk boncuk
terler
birikmişti,
gözbebekleri
büyümüştü.
Açlığı
da
başını
döndürüyordu. Uyumadan önce yaptığı
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
planları zihninden sildi. Saçını düzeltti ve
şişesinde kalan birkaç yudum suyu da
kuru dudaklarına değdirdi. Çantasını
samanların arasına sakladı, hazırdı. Ahırın
kapısını aralayarak, dışarıyı kontrol etti.
Gelen geçenlere baktı. Birkaç dakika
böyle
sürüp
gitti.
Murat
sabırsızlanıyordu. Cesaretini topladı ve
ahırın kapısını açarak dışarıya çıktı,
arkasından sıkıca kapatmayı da ihmal
etmedi. Emin ama boş ve yavaş adımlarla
nerede olduğunu bilmediği bakkala doğru
yürümeye çoktan başlamıştı. Yürürken
ele geçirdiği paraların cebinde yarattığı
hissi sevmişti ve istemeden olsa da
gülümsemesini saklayamadı. İçinden bu
işi de başaracağını sadece biraz daha
paraya ihtiyacı olduğunu geçiriyordu.
Dudağı hafifçe yukarıya kıvrılmıştı ki
kendisini süzen bir çift iri çakır gözle
karşılaştı. Kendisine nasıl da bakıyordu!
Gözlerini çocuktan hemen kaçırarak
yoluna devam etti. Üzerinde renkli
posterler, reklamlar ve fiyatlar yazan
renkli camın bakkala ait olduğunu
düşünerek içeriye adeta şükrederek
girdi. Yüzünde katı bir ifade vardı.
İçeriye girdiğinde konuşan iki arkadaş
bir anda bu tanımadıkları adamın adeta
rüzgarla içeriye zorla soktuğu ciddiyetle,
konuşmalarını
bitirip
müşteriyle
ilgilenmeye başladılar. Seçtikleri ürünleri
torbalara yerleştirip ona uzattılar ve
neredeyse her müşteriyle yaptıkları o
anlamlı ve uzun konuşmalardan birini
yapamadan
arkasından
bakakaldılar.
Mustafa çakır gözlerini dikip nereden
geldiğini bilmediği yabancıyı hiç hoş
karşılamamıştı. Üstü başı buralardan
96
olmadığının bir kanıtıydı. Televizyonda
arada sırada ablasının izlediği dizilere
falan bakardı Mustafa. Oradan kaçıp
gelmiş gibiydi. Saçları, yırtık pırtık
pantolonu ve gri üstüyle hiç de sevecen
ve köyden gözükmüyordu. Ah, şu annesi
eve
çağırmasaydı,
bu
gizemi
de
çözüverirdi işte! Fakat hiçbir çaresi
yoktu. Yavaş ve düşünceli adımlarla eve
yürürken arkadaşı Feryal’i gördü bir
anda. Elindeki pembe ipi sallıyordu.
Saçlarının arasından hafifçe akan ter
damlacıkları
yüzünün
kenarlarından
boynuna kadar bir yol oluşturmuştu, teni
güneşten yanmış, dudakları da kenarlarını
ısırmaktan tahriş olmuştu fakat mavi
gözleri hala aynıydı. Gözleri, masmavi
denizin ve sapsarı kumun havada
oluşturduğu o güzel yaz günlerini geri
getiriyor, etrafı saran güzel kokuları
Mustafa’nın burnunun dibine kadar
sokuyordu. Saçlarının uçları hafifçe
açılmış, yüzünde küçük çiller belirmeye
başlamıştı.
Mustafa
Feryal’i
her
gördüğünde bunu düşünmekten kendini
alamıyordu. Hem onunla konuşmak hem de
bu yeni oluşan gizemi çözmek için köydeki
yabancıyı anlattı. Eve doğru yürürken
akşamüstü buluşmak ve yabancıyı aramak
için sözleştiler.
Akşamüstü göl kenarında oturup
etrafta gezen ördeklere ekmek atmaya
başladılar. Suyun değdiği taşları toplayıp
ceplerini doldurdular. Daha sonra eski
oyun yerleri olan, yardımlaşarak içine bir
de salıncak yaptıkları ahıra gittiler.
Ahırın kapısına vardıklarında içeriden
öksürük sesleri, hırıltılar ve sigaranın
yoğun kokusunu hissettiler. İkisinin de
gözleri büyümüş, tüyleri diken diken
olmuş ve kaşları çatılmıştı. Hiç kimsenin
kullanmadığı, köyden kente giden bir
komşularının boş bıraktığı bir ahırdı bu.
Mustafa, sağ gözünü kocaman açıp aralığa
dayadı ve ahırdaki adamın sabah gördüğü
adama benzediğini düşündü. Feryal’e
işaret edip ahırı gösterdi ve Feryal de
ahırın içine bakmaya başladı. Çocuklar
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
düşünürken hava karadığı için evlerinin
yolunu tuttular.
Koşarak evine giren Mustafa,
kendisini kapı eşiğinde dili dışarda
bekleyen köpeği Çinko’nun başını okşadı
ve içeri gidi. Yatağına uzandı ve dün
bitiremediği çizgi romanını okumaya
başladı.
Kısa bir süre sonra gözleri
hafifçe bir örtü gibi bakışlarını örttü ve
uykuya daldı. Gece, üstündeki battaniyeyi
atmasından dolayı ürpermişti ve saçları
kaşınıyordu. Uyuyamıyordu. Gün boyu
orada burada gezerken sıcak hava onu bir
hayli terletmiş fakat akşam eve
döndüğünde de banyo yapmayı ihmal
etmişti. Odasının ışığını açmak için
düğmeye bastı fakat ışık açılmadı. Demek
yine elektrik kesilmişti. Aniden karşıdaki
odada hızla hareket eden bir karartı
gördü. Gördüklerinin gerçek olduğunu
anlayıncaya
kadar
sessizce
izledi.
Yastığının altındaki sapanı,
masa
üstündeki
kutudan
göl
kenarından
topladığı seçilmiş taşları aldı. En irilerini
alarak bir bir sapana yerleştirdi. Dur
durak
bilmeden
karartıya
taşları
yağdırdı. Taşlardan bazıları hedefi
şaşırmadı. Karartı, kapıdan kaçmaya
yeltenince Çinko adamın paçasından tuttu
ve dişlerini sanki birbirine kenetlenmiş
birer beton misali kapadı. Babası ve
annesi aceleyle odalarından fırladılar. Yan
evlerden sesi duyanlar da aceleyle
evlerinden bir ok misali fırlayıp geldiler.
Adam neye uğradığını şaşırmış ve daha o
hareket edemeden etrafının meraklı ve
sinirli gözlerle çevrili olduğunu fark
etmişti. Bazıları ellerindeki fenerleri
doğrudan ona doğru tutuyor ve kim
olduğunu görmeye çalışıyorlardı. Tatlı
uykularından uyandırılmış, saçları başları
dağınık köy halkı adamı yakaladılar.
Murat, çaresizliğin ve yaptığı şeyin yanlış
olduğunu bile bile yapmasının tek bir
nedeni olduğunu hatırlattı kendisine.
97
-Sizden
çok
özür
dilerim
fakat…Cümlesini tamamlamasına gerek
yoktu çünkü çaresizliği her halinden belli
oluyordu.
-Henüz iki ay öncesine kadar doğru
düzgün bir işim vardı fakat artık yok.
İşten çıkarıldım, tazminatımı alamadım
gibi hakkımı da arayamadım. Ne eve
götürebileceğim bir somon ekmek ne de
bir tas yemeğim var. Yeni doğmuş bir
kızım ve okula yeni başlayan bir oğlum
var. Banka kredisinin son taksitlerini
ödeyemediğim için evime el konuldu,
çaresiz durumdayım. Lütfen bana iş
verin, yanınızda çalışayım ama polise
söylemeyin. Tarlada, bağda, bahçede
nerede
isterseniz
orada.
Bunları
söylerken gözlerinden çektiği acılar birer
şimşek oluyor, çaresizlikle yoğrulup
çakıyordu.
Köylü el birliğiyle onun ve ailesinin
yaralarını sardı ve şefkat ellerini
uzattılar. Murat bankadan kurtardığı
evini sattı, herkese verdiği zararı ödedi
ve eskiden çalıştığı şirkete dava açarak
hakkı olan ve alın teriyle çalıştığı parasını
aldı. Bu günü soracak olursanız, Murat
köyde
sonradan
edindiği
gerçek
dostlarıyla el ele verip organik tarım
çalışmalarına başladılar.
Ezgi Zeynep HÜSEYİNOĞLU 7B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
98
çocuk geldi, bu Mert’ti. Öğretmenimiz
Mert’e hoş geldin, dedi ardından Mert
sınıfa kendini tanıttı.
Teneffüs vakti gelmişti. İkimiz de
şaşkındık. Yanıma gelip “Kantine çıkalım
mı?’’ dedi. Olur, dedim. Aldığımız
krakerleri yerken bana “Hafta sonu bana
biraz etrafı gezdirir misin? Hem sohbet
de ederiz. Olur mu?” dedi. Havalar soğuk
ama o gün kar yağmazsa neden olmasın,
dedim.
O hafta sonu buluştuk. O siyah
paltosu, mağara gibi gözaltları ile çok
yorgun görünüyordu. “Bir şey mi oldu?”
diye sordum. Yüzüme baktı. Kaçamak
cevapların ilki geliyordu. “Hayır.” Dedi
sadece. “Emin misin?” dedim. Kaçamak
cevapların ikincisi geliyordu. “Evet…”
dedi.
Mahallenin aşağısındaki düzlükteki
elma bahçesine doğru yürürken o
sessizce
etrafa
bakıyordu.
Merak
ediyordum aslında ama o kadar yakın
değiliz belki de anlatmak istemiyordur
ısrar
etme
deyip
durduruyordum
kendimi… .
Elma ağaçlarının yanına geldiğimizde
cebinden peçeteye sarılı yeşil bir elma
çıkardı. Bir daldan kopardığımız kırmızı
elmaya bakarak bana: “Hasta insanlar
neden bu dallardaki kırmızı elmalar gibi
canlı ve neşeli görünmüyorlar?” dedi. Bir
şey olmuş, dedim. “Evet,” dedi. “Çok yakın
bir arkadaşım hasta. Oksijen tüpü
olmadan hiçbir yere gidemiyor. Yarın onu
ziyarete gideceğim sen de gelmek ister
misin?” diye sordu. Evet, isterim dedim.
Ertesi sabah hastanede Mert’le
buluştuk. Odaya girmeden önce Mert’e
“Adı ne?” diye sordum. “Peker” dedi.
Odaya girdik. Soluk vücudu, kar beyazı
yüzü ile zar zor kafasını kaldırdı.
Duyulması güç bir sesle “Hoş geldiniz.”
dedi. Mert, kendini yorma deyip omzuna
dokundu. Eğilip çekmeceden bir kâğıt
ON BASAMAKTA GÖKYÜZÜ
Sabah
uyandığımda
her
yer
güneşliydi, gökyüzünde mavinin o huzur
verici açık tonu vardı. Şubat ayında
olmamıza rağmen hava bugün diğer
günlere kıyasla daha iyiydi. Dışarıdan
köpeğim Piko’nun sesi geliyordu. Kesin
yine o derme çatma ağaç evin yanına
gitti, diye düşündüm. Hemen okul
formalarımı giydim. Ben adımlarımı
hızlandırarak aşağıya inerken sesler
yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyordu.
Bahçeye indiğimde gözlerim Piko’yu
buldu, bir kediyi kovalıyordu. Benim
yaşlarımda sarışın, mavi gözlü bir çocuk
da peşlerindeydi. Kediyi yakaladığı gibi
kucağına aldı. Hızlı adımlarla Piko’yu
almak için yanlarına gittim. Gülümseyerek
“Merhaba” dedi. “Merhaba’’ dedim.
Annem içeriden seslendi: “Yasemin içeri
gel hemen kahvaltı edeceğiz, yoksa okula
aç gideceksin...”. Aceleyle adını sordum.
Mert’miş. Görüşürüz, deyip eve geri
döndüm.
Hemen kahvaltımı yaptım. Dün
çamurdan kahverengiye dönen botumu
giyip dışarı çıktım. Piko’nun kulübesinin
önüne yiyecek koydum. Hızlı adımlarla
okula doğru yürümeye başladım.
Sınıfa girdiğimde herkesin gözleri
meraklıydı. Arkadaşım Sinem masada
duran sınıf defterine gözleriyle işaret
etti. Tam açacakken sınıfa öğretmen
girdi. Ardından sarışın, mavi gözlü bir
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
99
kalem çıkardı. Peker kâğıdı aldı.
“Adın ne?” yazdı kâğıdın üstüne. Bana
doğrulttu kâğıdı. Yasemin, dedim. Kâğıda
benim adım Peker, yazdı. Peker ne demek
ki, dedim. Güçlü erkek demek, yazdı.
Sonra da adımın anlamıyla ben pek
örtüşmüyoruz,
diye
yazdı.
Mert
gülümseyerek araya girdi: “Doğum günün
iki ay sonra heyecanlı mısın?” dedi. “Pek
sayılmaz.” dedi Peker. Doğum gününe ne
istersin, diye sordu Mert. “Gökyüzüne
yakın
olmak,
özgür
olmak…
Ben
hapsolduğum
bu
yerde
boğulmak
üzereyim, keşke yerden uzak, gökyüzüne
yakın olsam... Yapabilir misin?” diye yazdı
ve kalemi bıraktı başucundaki komodine.
Mert ile birbirimize baktık. O sırada
içeri giren hemşire ziyaretçi saati bitti
çocuklar, dedi.
Çıktık,
eve
doğru
yürümeye
başladık. “Ne yapacağız?” dedim. “Peker’i
gökyüzüne çıkartacağız.” dedi. “Nasıl,
uçağa falan mı bindireceksin?” dedim.
Güldü, “Ne kadar da kolaycısın.” dedi. Eve
gelmemize az kalmıştı ki evimizin biraz
aşağısındaki ağaç evin önünde durdu. “
Bana
yardım
eder
misin?”
dedi.
Anlamıştım.
Ağaç
evi
onaracaktık.
“Karşılaştığımız gün, buraya bu ağaç ev
için gelmiştim, eksik ihtiyaç ne varsa not
almak için. Ağaç evi iki aya kadar
onarmamız lazım. Peker, doğum gününde
iki saatliğine dışarı çıkabilecek.” Dedi.
Kendi başımıza burayı onaramazdık.
Mert babasının yardım edeceğini söyledi.
Ben de babamla konuştum. O da yardım
edeceğini söyledi. Fakat en büyük
problemimiz
merdivenlerdi.
Eğer
merdivenleri Peker’in çıkabileceği şekilde
yerleştiremezsek çıkamayacaktı. Mert’in
babasıyla babam 10 basamaklı bir
merdiven yaptılar. Mert’le ben tahtadan
duvarları maviye boyadık. Kuruyunca
üstüne beyaz boyalarla bulutlar çizdik.
Doğum gününe bir gün kala ev bitmişti.
Ertesi sabah Peker gelmeden Mert
elinde, içinde ne olduğunu bilmediğim,
küçük bir kutuyla geldi. Ne olduğunu
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
100
sordum. Hediyesi, dedi. Ağaç eve çıktık
son hazırlıklara başladık. Mert mumları
sonsuzluk işareti şeklinde dizmişti,
istediği bütün dilekleri dilesin diye.
Beyaz bir araba geldi. Mert ve ben
aşağıya indik. Hoş geldin, deyip annesinin
yardımıyla
Peker’i
yukarı
çıkardık.
Pastanın mumlarını üfledi. Dileğini bize
söylemese de biliyorduk: istediği şey
gökyüzüne
yakın,
yerden
uzaktı.
Pastamızı yedikten sonra Mert hediyesini
uzattı, Peker kutuyu açtı. İçinde bir sürü
kitap vardı. “Eğer yerdeyken özgür olmak
istersen,
bir
süreliğine
dünyadan
uzaklaşmak istersen ağaç ev burada.
Kitaplar da yanında olacak.” dedi. Peker
kitapları incelemeye başladı, seçtiği bir
kitabı bana uzattı. Kitabın adı “Göğe
Yazılan Masallar”dı. “Benim için okur
musun?” dedi. Tabii ki, dedim ve okumaya
başladım:
“Sabahın ilk saatleriydi. Çocuklar
yokuş
aşağı
koşarken
geceden
biriktirdikleri masalların iplerini yavaş
yavaş salıyorlardı gökyüzüne. Gökyüzü
peşine takmıştı tüm çocukları… Bu mavilik
ne
çok
sıkılıyordu
da
durmadan
çağırıyordu yanına çocukları…”
Elif BÜYÜKBAŞ 8B
TERAZİNİN KEFESİ
“Mehmet
Yıldırımoğlu...”
diye
mırıldandı
hakim.
“Hırsızlıktan
ve
cinayete
teşebbüsten
dolayı
yargılanıyorsun. Salı günü saat... ”
kağıtlarına
baktı.
“Saat
17:50’de
Osmancık mahallesindeki Deniz Market’e
silahlı soygun yapma teşebbüsünde
bulunmuşsun. O sırada oradan geçen...”
bir an durdu ve tanıklardan en ön sırada
oturan kel bir adamı işaret etti “... bir
sivil tarafından olay görülünce polislere
haber verilmiş ve...” Mehmet duymuyordu
artık. O yapmamıştı. Yalandı hepsi. Koca
bir yalan, o kadar. Sadece kendi halinde
yaşayan
bir
karikatüristti.
“Ben
yapmadım...” diye sessizce yakardı. “Bir
şey mi dedin?” diye sordu bir anda hakim.
“Hayır efendim..” dedi Mehmet. “Öyleyse
devam edeyim.” dedi hakim. “Daha sonra
ise gözaltına alındın, senin de bildiğin
gibi...”
O gün, Mehmet evinde oturmuş, bir
gazete için biraz siyasi bir karikatür
çiziyordu. Milletvekili adayının, gelecek
seçimler için usulsüz yollardan elde ettiği
kaçak kömürü vatandaşa dağıtması
gündemdeydi ve bu da Mehmet’e ilginç
bir fikir daha vermişti. Son zamanlarda
üzerinde çalıştığı tek konu bu olmuştu ki,
bu da milletvekilinin Mehmet’ten nefret
eder hale gelmesine sebep olmuştu, ne de
olsa
kendisiyle
ve
“oy
toplama
kampanyalarıyla” dalga geçiyordu bu
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
101
karikatürler. Üstüne bir de, seçmen bu
karikatürleri görünce bir an için oyunu
onun için kullanıp kullanmamak arasında
kalabilir, oy için rüşvet almış gibi
hissedebilirdi. Mehmet’in bunlara devam
etmesi, milletvekilinin tahtına tekrar
kurulmasına engel olabilirdi. Bir an evvel
bu kapının önüne bir takoz koymalıydı. Bir
süre çalıştıktan sonra fark etmişti ki,
karısı hastane nöbetindeydi. Üstelik
evinde yemek yapmak için malzeme yoktu
ve annesi ile babası İstanbul’dan
gelecekti. Saatine baktı ve panik içinde
sandalyesinden kalkıp kapıdan dışarı
koşarak çıktı. Evine en yakın market dört
ya da beş kilometre uzakta olduğundan,
olabildiğince hızlı bir şekilde koşmaya
başladı.
Tabelalar
yanından
hızla
geçiyordu: Sultan Mahallesi, Ahmet Paşa
Mahallesi, Namasaki Mahallesi (şehirdeki
küçük bir Japon mahallesiydi), Osmancık
Mahallesi… Tam yolda koşarken yakında
bir market gördü: Deniz Market. Durdu.
“Yeni bir market herhalde..” diye
mırıldanıp içeri girdi ve yerde yatan
Deniz Bey’i -tabii ki o zaman adını
bilmiyordu- gördü. Panik içinde yanına
koştu
ve
eğilip
elini
boynundaki
damarların üstüne koydu. Tam o sırada
arkasından bir bağırış duydu: “YAT
YERE!” Ne olduğunu anlamak için arkasını
döndüğünde bir polis memuru gördü.
“Memur bey! Lütfen yardım...” diye
başlamıştı ki polis ağzına yumruğu
patlatıp yere yıktı onu. Mehmet, elindeki
Deniz Bey’in kanını gördü yere düşerken.
Sonra bilincini kaybederken bileğini
saran soğuk metali ve zincirlerin
şıngırtısını duydu.
Uyandığında kendini bir hapishane
koğuşunda, yatakta yatarken buldu.
Dudağı acıyordu. Sonra kapıdan gelen
anahtar sesini duydu. İçeri kirli sakallı
bir adam girdi. Saçları siyah ve yağlı,
gözlerinin
altı
mosmordu.
Sanki
haftalardır sakalını kesmiyordu.
Mehmet’i kolundan yakalarken pis bir
koku yayıldı etrafa. “Haydi, haydi! Hızlı
yürü be adam!” dedi ve Mehmet’i ileri
doğru ittirdi. Çıkış kapısına doğru
yürüyorlardı. Bir araba bekliyordu
bahçede. Siyah ve büyük. Adam,
Mehmet’i arabanın içine ittirdi. “Haydi!
Binsene artık!” dedi ve bir küfür savurdu.
Yere tükürüp arabanın ön koltuğuna bindi.
Arkasına doğru dönüp “Sakın olay
çıkarmaya
çalışma!”
dedi.
Sonra,
parmağını Mehmet’e doğrultup “Eğer ki
olay çıkarmaya çalışırsan, seni vururum”
dedi ve sanki bir silah tutuyormuş gibi
yaptı ve kendi yaptığı espriye -espri
olduğunu sandığı şeye- kahkahalarla
güldü. “Demek bir polis bile bu kadar
insanlık dışı olabiliyormuş..” diye düşündü
Mehmet. Sonra ise mahkemeye doğru
yola çıkmıştı.
“Kendini savunmak için bir şey
söyleyecek misin?” dedi hakim. Avukatına
baktı Mehmet. Avukatı -siyah, kısa saçlı,
hafif kilolu, otuz beş ya da kırk
yaşlarında bir adamdı.- elindeki kağıtlara
baktı ve ayağa kalkıp uzun uzun
konuşmaya başladı. Konuşurken ağzı sanki
açılmıyormuş gibiydi fakat nasılsa sesi
bütün salonda rahatlıkla duyuluyordu.
“İtiraz ediyorum!” diye bir ses duyuldu
karşı taraftan. Konuşan, tanıktı. “Ben
kimi gördüğümü gayet iyi biliyorum ve bu
kişi kesinlikle bu adamdı. Maske taktığını
biliyorum fakat boy ve kilosu soygunu
yapan kişiyle aynı. Hatta sesi bile
benziyor.” dedi adam. “Ne de olsa maske
vardı yüzünde, sesinin boğuk çıkması
normal herhalde, değil mi?” diye devam
etti. Sonra hakim yine başladı, sonra
avukat, sonra yine tanık. Saatler böyle
geçti; tıpkı bir voleybol maçı gibiydi, top
bir oraya bir oraya. Fakat kazanan taraf
diye bir şey olmadı saatler boyu. En
sonunda hakim topu tuttu havada. Saat
geç olmuştu ve dava yarın devam
edecekti; sanki sokakta oynanan bir
futbol maçında annenin topun sahibi olan
çocuğu çağırması, oyuna yarın devam
edilecek olması gibi…
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
102
Etrafa baktım bir an. Salondan en
son çıkanların arasında sarı saçlı, yeşil
gözlü bir adam vardı. Şok içinde fark etti
Mehmet onun kim olduğunu: milletvekili
adayı. Bir an durdu ve onu süzdü Mehmet.
Ama neden orada olduğunu düşünmedi
pek. Bir an gözünün önüne çizmiş olduğu
karikatür
geldi:
Emin
Kömür’ü
karikatürde yerde duran kömür çuvalının
üzerine çizmiş, baba kömürü sobaya
atarken karısına “Sonunda bir işe yaradı!”
diyordu. Bir memur -sabah onu oraya
getiren polis memuru- geldi ve onu
kolundan tutup ittirdi. “Haydi!” diye
bağırdı. “Bu adamın tek bildiği de ‘haydi’
diye bağırmak..” diye düşündü Mehmet.
Salondan çıkarken arkasına baktı ve
milletvekilini -Emin Kömür- gördü. Kömür,
bir an etrafa baktı ve kürsüye doğru
yaklaştı. Daha sonra ise cebinden bir
banknot çıkarıp tanık kürsüsünün salondaki pek çok kürsüde olduğu gibiüzerindeki gümüş terazinin kefelerinden
birine koydu. “Artık anlamışsındır benim
gibi biriyle uğraşmanın nelere mâl
olduğunu...” diye mırıldandı ve kürsüden
uzaklaştı.
Mehmet,
memura
belli
etmeden bir ayağıyla diğerinin bağcığını
çözdü. “Memur bey.. Bağcığım çözülmüş
de.. Bağlayabilir miyim?” dedi. “Tamam
be! Ama çabuk ol!” Mehmet ayakkabılarını
bağlarken etrafa baktı ve sinsice kürsüye
yanaşan “tanığı” gördü. Tanık, gümüş
terazinin kefesinden banknotu alıp
cebine koydu. Ne olduğunu anlayan
Mehmet’in kara gözlerinde şimşekler
çaktı o an, aklından karısı ve daha beş
yaşındaki oğlu geçti, kendine yapılan bu
adaletsizlik yüzünden oğlu ve karısı da en
az Mehmet kadar acı çekecekti. Öfkeli
gözleri kefeye kilitlenmişti adeta, sanki
bakışlarıyla
onu
parçalayabilecekmiş
gibi… Donan bakışları ile kefe de donmuş,
kaskatı kesilmişti adeta. O an kefenin
üzerinden
parlayan ışığı
gözyaşına
benzetmişti Mehmet: Adaletin Göz
Yaşları.
“Planın da çok iyiydi aslında.” dedi
Emin Kömür. “Bir haftadır peşindeydik
onun.. En küçük fırsatı bekliyorduk ve
sonunda gerçekleşti…” dedi tanık. Sonra
odanın köşesindeki birine doğru işaret
edip
“Zaten
‘Memur
Bey’
de
yanımızdaydı” derken memur, cebinden
bir sigara çıkarıp ağzına aldı. “Nişancımız
da pek fena değildi… Sokağın öbür
ucundan Mehmet’in bakkala girdiğini
görüp Deniz Bey’i vurabildi ne de olsa.
Hem de tam boynundan” deyip işaret ve
orta parmağını birleştirip boynunun
yanına koydu ve ateş eder gibi yaparken
diğer eliyle de Kömür’ün ona doğru attığı
para destesini havada yakaladı. Sırıttı bir
an. Ne de olsa bir haftada iki kez ödeme
almıştı.
Diğer
sabah,
Mehmet’in
oğlu
gözlerini ovuşturarak yatağından kalktı
ve mutfakta yalnız oturan, gözlerinde yaş
ile bekleyen, bekleyen ve bekleyen
annesinin yanına oturdu ve televizyonda
babasını görünce bir an “Anne bak!
Babam televizyona çıkmış!” diye mutlu bir
çığlık attı. Okumayı bilmiyordu ne de
olsa…
Ekin İNAN 7B
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
103
BEYAZ YOLCULUK
Günün
ilk
ışıklarıyla
birlikte
bahçemizden gelen sesle uyandım. En
yakın arkadaşım Elis’in sesiydi bu: “Ceylin
uyan, bahçedeki havuza gel çabuk!”
Pencereyi açtığımda dışarıdan gelen
soğukla ürperdim. Tamam Elis, geliyorum,
deyip hızlıca kapattım pencereyi. Hemen
üzerimi giyinip kendimi bahçeye attım.
Havuza yaklaşınca karşımda gördüğüm
kocaman kutulara şaşırdım. Elis havuzun
başında bir ileri bir geri gidip geliyordu.
Neden bu kadar telaşlısın, hem bu
kutularda ne, diye sordum. Elis, üzgün bir
ses tonuyla karşılık verdi. “ Dün izlediğim
bir televizyon programında gördüm. Her
yeri sararmış otlarla dolu bir yer vardı.
Üzerlerindeki giysileri eskimiş, incecik
ama o kadar ince ki kemikleri belli oluyor,
siyah tenli çocuklar ve insanlar gördüm.
Burada kuraklıkla birlikte açlık, susuzluk
ve yokluk vardı. İnsanlar burada bir arada
çadırların içinde yaşıyordu. Çocukların
ellerinde kuru ekmekler vardı. O kadar
iştahla yiyorlardı ki sanki kek yer gibi...
Susadıklarında çadırların olduğu alanın
ortasında bulunan az miktardaki suyu
yudum yudum içiyorlardı…”
Elis’i uzun zamandır bu kadar üzgün
görmemiştim. Bana anlattıklarına ben de
çok üzülmüştüm. Elis, anlatmaya devam
ediyordu. “Birden upuzun bir aracın
geldiğini gördüm. Çadırların olduğu alanın
ortasında durdu. Aniden insanlar aracın
etrafında
kalabalıklaştı.
Herkesin
gözlerinde sevinç vardı. Derken aracın
arka kapağı açıldı ve kutular inmeye
başladı. Her açılan kutudan kıyafet,
yiyecek, giyecek, ilaç ve su çıkıyordu.
Kutularını
alan
insanlar
mutlulukla
çadırlarına dönüyordu. Ve bunları izlerken
birden ekranın altında bir numara belirdi.
Hemen altta yazan numarayı arayıp
çadırlarda yaşayan insanlara kutular
göndermek istediğimi söyledim. Onlar da
buna çok mutlu olacaklarını belirttiler.”
dedi.
Elis’in
boynuna
atladım.
Biz
herkesten daha çok yardımda bulunmak
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
104
istiyorduk. Kafamızda soru işaretleri
vardı. O gün tüm gece oturup nasıl daha
çok kutu hazırlayabiliriz diye düşündük.
Ve
sonunda
okulda bir
kampanya
başlatmaya karar verdik.
Ertesi gün okula gittiğimizde Elis’in
televizyonda
gördüklerini
öğretmenlerimize anlattık ve bununla ilgili
bir
kampanya
yapmak
istediğimizi
söyledik. Öğretmenlerimiz buna çok
sevindi. Elis’in getirdiği büyük kutuları
okulun girişine koyduk. Kutuları içlerine
ayrı ayrı ilaç, kıyafet, yiyecek ve su
koyulabilecek
şekilde
isimlendirdik.
Başladık kimi gördüysek anlatmaya…
Arkadaşlarımızın da içine dokunmuş olacak
ki bir iki günde çok sayıda kutuyu
doldurmayı başardık. Elis’le böyle bir
yardıma katıldığımız için çok mutluyduk ve
aynı
zamanda
çok
heyecanlıydık.
Birbirimize bakıyor ve gülümsüyorduk.
Birkaç gün sonra yardım kuruluşunun
kamyonu okulumuzun önündeydi. Kamyon
mavi renkteydi ve üzerinde uçan iki büyük,
beyaz kuşun resmi vardı. Kamyondan inen
iki abi hazırladığımız kolileri özenle
kamyona taşıdılar, bize teşekkür ettiler
ve okul yolunda kaybolup gittiler. Bitmişti.
Başladığımız işi güzelce tamamlamış
olmaktan doğan bir huzurla içeri girdik...
Hayatımın en güzel günlerinden
biriydi. Okul çıkışı ayrılırken bir an
durduk, birbirimizin gözlerine baktık ve
aynı anda belki yapabileceğimiz başka
şeyler de vardır, deyip kalplerimizle
sarıldık birbirimize.
Işıklarını saçan güneş tükenmiş,
batmıştı. Yatağımda, huzurlu olmak için
biraz iyilik yapmak yeterliymiş, diye
düşünürken uykuya daldım. Rüyamda Elis
yine bana sesleniyordu. Bahçeye indiğimde
havuzumuzda yüzen iki kuğu bizi sırtına
alıp uzak diyarlara doğru yolculuğa çıkardı.
Alçalıp indiğimiz yerde çadırlar vardı.
Çocuklar neşeli çığlıklarla önlerinde duran
kocaman kutuları açmaya çalışıyorlardı…
Ceylin CANATAR 7B
BİSİKLETİMDEN KALANLAR
Dar,
evlerin
pencerelerinden
rahatça sohbet edebileceğimiz bir
sokaktı yaşadığımız yer. Gencinden
yaşlısına herkesin birbirini tanıdığı,
sohbetlerin eksik olmadığı, cumbalı eski
ve yorgun evlerden akşamüstü yükselen
yemek kokularının birbirine karıştığı bir
sokak:
Kuyulu Bakkal Sokağı. Buraya
taşındığımızda ben daha birinci sınıfa
yeni başlamıştım. Annemin beni ilkokula
yazdırmasını ve o yaz tatilinde alınan
mavi kırmızı renkli güzel bisikletimi hiç
unutmam. Tek eğlencemiz akşam okuldan
geldikten
sonra
simsiyah
asfaltın
üzerinde bisikletlerimizle yarış yapmaktı.
Bisikletimizin lastiği patladığında ya da
herhangi bir arızasında, sokağımız
köşesindeki kahverengi kapılı bisikletçi
Ahmet Amcaya götürür onun tamir
etmesini izlerdik. Ahmet Amca öğretmen
emeklisi olduktan sonra babasından kalan
bu apartmana yerleşmiş, çocukları çok
sevdiğinden onlarla en iyi sohbet edeceği
bisikletçiyi açmış, bu işi öğrenmek için
çok çalışmıştı.
Bir
gün,
yazın
en
kavurucu
günlerinden birinde, bisiklet sürmeye
çıkmıştık. Birbirimizle yarışıyor doyasıya
eğleniyorduk. Gün bitiminde birbirimizle
saat
konusunda
anlaşıp
akşam
yemeklerimizi yemek üzere evlerimize
dağılmıştık. Çok vakit kaybetmemek için
bisikletimi kapının önüne koyup hızla
merdivenlerden yukarı çıktım. Karnım o
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
105
kadar açtı ki. Annemin hazırladığı ve
benim en sevdiğim kaşarlı patatesi bir
solukta yedim. Yemeğimi yerken bisiklet
yarışında ne kadar eğlendiğimizi anneme
anlattım. Yemek sonrası masayı toplamak
benim işim olduğundan aceleyle sofradaki
tabakları
mutfağa
götürüp,
merdivenlerden aşağı hızlıca indim. Ancak
son
merdivene
geldiğimde
duvara
çarpmışçasına
durdum.
Bisikletim
bıraktım yerde değildi. Acaba yanlış mı
hatırlıyorum buraya koymadın mı diye
hızlıca bir saat öncesine dönüp hafızamı
tazeledim.
Hayır,
emindim
buraya
dayamıştım. Acaba arkadaşlarım olduğu
yerden onu alıp akşam süreceğimiz yere
götürüp bana sürpriz yapmış olabilirler mi
diye buluşacağımız yere koştum. Herkes
oradaydı ancak benim kırmızı mavi çizgili
bisikletim yoktu. Alındığı gün daha dün
gibi aklımda olan çok sevdiğim bisikletim
çalınmıştı. Yaşadığım hayal kırıklığı ve
üzüntüyle eve doğru yürümeye başladım.
Karanlık
sokaktaki
beyaz
ışıklar
sayesinde
oluşan
gölgemi
izlerken
gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu.
Ne kadar zorlukla almıştık o bisikleti.
Aylarca
annemlerin
bisiklet
için
ayıracakları
bütçeyi
beklemiş,
en
sevdiğim çikolataları yememiş, harçlığımı
biriktirip destek olmuştum bu bisikletin
alınmasına.
Nasıl
yapabilirdi
insan
kendisinin olmayan bir şeyi almayı. Ona
binerken pedallarını çevirirken hiç mi
eski sahibini düşünmeyecekti. Vicdanı
rahat mıydı? Hiç anlamıyordum. Ahmet
Amcanın okumuş olduğu bir kitaptan
bizlere sürekli olarak söylediği o söz
kulaklarımda yankılandı. “En mükemmel
adalet vicdan değil miydi?“
Merdivenlerden
yukarı
çıktım.
Ağlamaktan şişmiş burnum, kıpkırmızı
yüzümü gören annem, heyecanla bana:
-Neyin var? İyi misin? diye sordu.
Annem gözyaşlarıma hiçbir zaman
dayanamazdı.
Bana
öyle
şefkatli
bakıyordu ki, dayanamayıp kucağına
atıldım ve hüngür hüngür ağlamaya
başladım.
Bisikletim,
bisikletim
çalınmış.
Birileri bisikletimi çalmış.
Annemde çok üzülmüştü ama benim
daha fazla üzülmemi istemiyordu. Sadece
sıkıca sarılıp kaldı. O gece bisikletimin ilk
alındığı günü, kullanmayı öğrenirken
bacağıma aldığım ve hala izleri duran
çiziklerimi, annemin heyecanla arkamdan
bırakıp gidişimi nasıl izlediğini konuşup
durduk. İçime atmak yerine konuşmak
çok iyi gelmişti. Annem, daha fazla
üzülmememi, insanların yaşadığı her kötü
olayın onlara yeni bir şeyler öğrettiğini,.
çevrendeki insanların yaşadığın zor
durumda sana nasıl davrandıklarını
görerek
gerçek dostluğu bulduğunu
anlattı. Bütün gün yaşadığım bu olay
yüzünden erkenden yatıp uyumak üzere
yatağımın yolunu tuttum.
Günler sonra dışarı çıktığımda
herkes bisikletleri ile yarış yapmaya
hazırlanıyordu. Arkadaşlarımdan biri
istersem
onun
bisikletini
kullanabileceğimi
ve
yarışa
katılabileceğimi söyledi. Çok sevinmiştim.
Bir an için bisikletimi bile unutmuştum.
Arkadaşımla neşe içinde sohbet ederken
karşıdan kırmızı mavilimi ve yanında
onunla birlikte yürüyen kıvırcık sarı saçlı,
cam gibi mavi gözlü, bisikletimle
neredeyse aynı boylarda bir kızın bize
doğru yaklaştığını gördüm. Yanında ise
yüzü bembeyaz, belli ki yeni yataktan
kalkmış, solgun görünümlü fakat çok
güzel gözlere sahip bir kadın vardı.
Gözlerimi ovuşturdum. Sanırım hayal
görüyordum. Ama Ayberk de, adını
söylemeyi
size
söylemeyi
unutmuş
olduğumu
fark
ettiğim
arkadaşım,
kırmızılı mavili diye bağırınca gerçek
olduğunu anlayıp onunla bende bağırdım.
KIRMIZI MAAAVİLİ! Sarışın kız ve
annesi yanımıza geldiklerinde bisikletimin
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
106
çalınmış
olduğunu,
yaşadıklarımı,
üzüntülerimi
hepsini
ama
hepsini
unutmuştum. Kız geçen gün annesinin çok
rahatsızlandığını öğrenince o heyecanla
orada gördüğü bisikleti alıp hızlıca
gittiğini, ama gecelerce uyuyamadığını,
annesinin iyileşmesinin ardından yaptığı
yanlışlığı hemen düzeltmesi gerektiğini,
bisikleti aldığı yere getirdiğini ve
annemin onları buraya gönderdiğini,
gerçekten çok üzgün olduğunu gözleri
dolarak anlattı. Aynı zamanda büyük
pembe kurdeleye sarılmış rengarenk
kutuyu bana doğru uzatmıştı. İçini açıp
baktığımda en sevdiğim çikolataları
görünce zaten çoktan affetmiş olduğum
sarışın kıza sarıldım. Kız ve annesiyle
vedalaşıp bisikletime bindiğimde galiba
ben bir yaş daha büyümüştüm.
Cemre Deniz KURU 7B
AYNA
Bir tane daha, bir tane daha ve bir
tane daha… Boğazından kayıp gidiyordu
onca sıkıntılı güne kafa tutan minik
lokmaları. Kendinden geçmemesi mümkün
değildi. Her biri diline değdiğinde farklı
bir
sıkıntıyı
çıkarıyordu
içinden.
Yapılması gereken işler şuanda umurunda
değildi, kim onun arkasından konuşmuş,
kim ona laf etmiş de ayıplamış gerçekten
kafasına takmıyordu. Elindeki kırmızı
naylon torbanın içindeki simit parçaları
bugün her şeyin ilacı olmaya gönüllüydü.
Kocasından azar yiyeceğini bile bile bir
tane daha atıyordu ağzına, böylelikle
devamı geliyordu her birinin sırayla.
Kavşağı döndü. Elindeki torba
bacakları üzerinde yaptığı manevrayla
çıtırdadı, kalınca ve kaba olan bacakları
her yürüdüğünde etraftan ilgi topluyordu.
Şişmandı, bu da olağan bir durumdu,
insan şişman diye hamur işi yememenin
tadına varmamalı diye bir şey yazmıyordu
onun kitabında. Yazarı da, okuyanı da,
önereni de oydu bu kitabın.
Az daha ilerledi, ağzı her adımla
beraber yeni bir lokmanın açlığıyla
sulanıyordu. Dili vahşi bir etobura
dönüşmüş, yeni kurbanlarını ağzında
çevirmeyi bekliyordu. Görünüşünde bile
vahşilik olan kadının kıvırcık saçları, koca
koca iki düğmeye benzeyen gözleri vardı.
Görenin onu hatırlaması için bir bakması
yeterli oluyordu: ‘Aaa… Şişman Betül mü?
Tamam, tamam hatırladım!” naralarının
ardı arkası kesilmiyordu sonra.
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
107
Kocasından azar yemesinin nedeni
de belliydi. İçeri girdiği zaman elindeki
naylon pastane poşetini görecek ve
burnundan soluyarak ellerini beline
koyacaktı. Sonra binbir türlü hakaretler,
suçlamalar, ‘senden zayıfları da var!’ gibi
soğuma hamlelerini takip edecekti.
İstese gidebilirdi o çırpı gibi adam, ona
ihtiyacı yoktu. Kendisi şişmanlıktan
kaynaklanan
çatlaklarıyla,
diyabet
ilaçlarıyla, kocaman gövdesiyle mutlu
olacak bir kadındı. Güçlüydü güçlü
olmasına, acınacak bir durumu yoktu.
Arada bir içinden iyi ki bir çocuğunun
olmadığını
geçirir
dururdu.
(‘Daha
büyüyecek de, okula gidecek de… Ohooo!’)
Kavşaktan döndüğü zaman gözüne ilk
görünen kişiye kahkahalar atarak gülmek
istedi ama ağzı bugünün zorluklarını ona
unutturacak minik ve susamlı köleleriyle
doluydu. Ağzındaki sulanma önündeki
zavallıcığın mırıltılarına karışmıştı:
“-Abla… İki gündür bir şey
yemedim… Gönlünden ne koparsa ver be
abla… N’olursun, ha? Lütfen…”
Aynı kendi yaşlarında bir kadın
duruyordu önünde. Gözlerinin rengi aynen
kendisine benzi
yordu, saçlarının şekli de öyle.
Günlerdir yıkamadığı çok belli olan
ellerini
açmıştı,
zımpara
kâğıdına
benzeyen dili ağzının içinde çok net
görülebiliyordu. Midesi bulandı, kadının
görünüşüne aldırmadan şuan üzerine
midesinde ne varsa kusabilirdi. Kendini
varoş bir semtte bulmak için kafasını
kaldırdı, ama hayır, burası şehrin en
büyük alışveriş merkezinin tam önüydü.
“Polis!” diye bağırmamak için
kendini zor tutuyordu. İnce elleri olan
kadını şöyle bir süzdü, sonra kendine
baktı. Ellerini inceledi. Bilekleri kocaman
birer halkanın içine sıkıştırılmış gibiydi,
iri vücutluydu. Elindeki simit bunu sinsice
onaylar gibi göz kırpıyordu.
“-Abla…”dedi çelimsiz kadın, gözleri
çakmak çakmak. Önünde kapı gibi duran
kadına bakıyordu. Kadının elindeki simide
ağız sulandırılmamalıydı, hayır! O onun
malı değildi, kendine bir değişik bakan
önündeki kişiye aitti. Hani, biraz para
verse o da alabilirdi belki ama…
Şişman kadın zorlukla yutkundu.
Kara gözlerinde şimşekler çakıyordu: “Yok, canım para mara! Aaa, ne bu böyle!
Allah versin!”dedi kalınca sesiyle, gerdanı
büklüm
büklüm
kıvrılarak.
“-Allah
versin…”diye
söylendi
ve
simit
parçalarından bir tane daha ağzına attı.
Sonra bir tane daha, bir tane daha ve bir
tane daha…
Uzaklaşmaya çalıştı, arkasından
çelimsiz kadının sesi geliyordu. Direk onu
muhatap alan bir iması yoktu bu seslerin,
ondan
ümidi
çoktan
kesmişti
ve
başkalarından
bambaşka
şeyler
dileniyordu. Şişman kadının ayakları ise
sanki onun başında nöbet tutan bir
kişiymiş gibi asfalt yola yapışıp kalmıştı.
Yüzüne
şatafatlı
mağaza
ışıkları
vuruyordu –kırmızı, turuncu, sarı, yeşil,
mavi, mor… İçini karartan bu pis kadının
yanında yüzüne gökkuşağı yansısa ne
fayda!
Elini
simit
poşetine
soktu,
yumuşacık
simit
parçalarından
bulamıyordu. Daha doymamıştı ki, yemeye
devam etmeliydi. Yoksa tüm akşamı
burnunda aynı koku, genzinde aynı tatla
zehir olurdu. Gidip bir daha alabilirdi ama
bacakları yapışıp kalmıştı. Elleri yağ
içindeydi.
Birden poşeti kadının yanına bıraktı
ve uzaklaşmaya başladı. Boş olan şey
atılmalıydı ona göre, buna kendi kocası ve
bazı insanlar da dâhil olabilirdi eğer şöyle
bir düşünürse!
Çelimsiz kadın poşete uzandı ve
ellerini kocaman açarak onu kavradı.
Ambalajındaki kırmızılık çatlamış ellerine
yansıyordu, ne güzel bir renkti. Poşetin
tortop edilmiş ağzını çevirdi ve hevesle
içine
baktı.
Gözleri
heyecandan
yuvalarından fırlayacak gibiydi.
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
108
Bir avuç susam… Ellerinin üzerinde
döktü, hâlâ sıcacıklardı. Susuzluktan
kavrulmuş dilini susamların üzerine
değdirdi, midesinden müthiş bir açlık
gurultusu yükselince vücudunu sıkı sıkıya
örttü. Ayıp!
Dilinin ucundaki minik susamların
tadını yutmadan hissedebiliyorsa, kim
bilir midesinde ne tür bir etki
yapacaklardı!
Belki
birkaç
gün
acıkmayacaktı, kim bilir. Bu zevke
hayatında hiç varmadığı su götürmez bir
doğruydu.
Elini ağzına doğru eğdi, gözleri
mutlulukla kapanıp açılıyordu. Susamları
ağzına yavaş döktü. Elinin titremesiyle
susamlardan üstünde oturduğu, yıllarca
evi olarak bildiği taş kaldırım da nasibini
almıştı. Ağzındakileri sızlayan dişleriyle
çiğneyerek başparmağını ıslattı ve
kaldırımın üstündeki susamlara bastırdı.
Parmağının altında yaptıkları küçük
potluklar bile onu mutlu ediyordu.
Yemeğinin, karnını çok az da olsa
doyurabileceği bir şeyin olmasını bilmek
çok güzeldi. Parmağını kaldırımdan
çektiğinde eline yapışmış olan susamları
teker teker yaladı. Ağzında hemen
çiğnemiyordu, ilk ıslatıyor, sonra dilinin
altına alıyordu. Parmağındaki susamlar
azalıyordu.
Bir tane daha, bir tane daha ve bir
tane daha…
Aysu ÇAM 8B
SOKAKLARIN KÜÇÜK ADAMI
Mavi gökyüzünün altında, kızgın
dalgaların üstünde, ince ve neredeyse
görünmeyen ipe asılmış olan balonları
bana verdikleri o kocaman tüfekle
patlatmaya çalışıyordum. Sonuç ise pek iç
açıcı değildi. Tek bir balon bile
vuramamıştım! Oysaki benden önce gelen
genç abi tam tamına beş balon
patlatmıştı! Sabırsız bir şekilde sıranın
ona gelmesini bekleyen çocuğa döndüm ve
sinirli yüzüne baktım. “Daha boncuklarım
bitmedi!” Sinirli yüz hatları yerini alaycı
bir sırıtışa bıraktı. “Yüz tane boncuk
verseler yine de bir tane balon bile
patlatamayacağına eminim! Beceriksiz!”
Gözlerim yavaşça dolarken iki elimle
tuttuğum koca tüfeği ona bıraktım. Yaşlı
gözlerle ona baktım. Yeşil, kocaman ama
kararlı bakan gözleri, çatık kaşları ve
yaşı küçük olmasına rağmen iki kaşının
ortasında belirgin bir çizgi vardı.
Annemde
de
vardı
bu
çizgiden.
Sorduğumda ise “Hayata dair çok
kırgınlığı olanların izleri bedeninde
herhangi bir yere yansır. Bazılarının
gözlerinden
belli
olur,
bazılarının
nefeslerinden. Bazılarının ise kaşlarının
ortasında toplanmıştır kırgınlıklar. Her
çatıldığında daha da çöker oraya.”
demişti bana. Benden en fazla bir yaş
büyük çocuğun hayata dair ne gibi
kırgınlıkları olabilirdi? Üstündekilere
baktım. Turuncu; kirlenmiş ve yırtık bir
tişört, gri; ona küçük gelen bir eşofman
ve kendi ayaklarından çok daha büyük
ayakların kullanabileceği türden bir çift
terlik giymişti. Arkamı dönüp hızlı
adımlarla kaldırımda ilerlemeye başladım.
O, ağır şartlarda yaşayan, annemin yolda
rastladığımızda “Çalışmazsan onun gibi
olursun!” dediği insanlardan biriydi.
Annemin bu görüşünü hep yanlış
bulurdum. Neden çalışıp onlar için daha
iyi bir dünya yaratmak yerine çalışıp
onlardan üstün olma çabasındaydık?
Kendileri seçmemişlerdi bu hayatları ve
bizim bunu onların tercihleriymiş gibi
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
109
göstermeye hakkımız yoktu.
Karşı kaldırıma geçerken bir balonun
patlama sesi gelmişti. Bana beceriksiz
diyen
çocuk
çoktan
ilk
boncuğu
tutturmuştu balona. Gülümsedim. Az
önceki yaşlı gözlerimin yerini neşeyle
bakan gözlere bıraktı. Sevinmem tuhaf
bir durumdu ama onun bir şeyde başarılı
olması beni mutlu etmişti. Gülerek
ilerlerken gözlerim kolumda annemle
pazardan aldığımız pembe saate takıldı.
Geç kalmıştım! Hem annemin ekmek
almam için verdiği parayı boşuna
kullanmıştım ama dayanamamıştım işte!
Balkonumdan görünen o balonlar ve onları
tek denemede patlatan benden yaşça ve
endamca büyük insanların yaşadığı
duyguyu hep merak etmiştim. Anneme
gitmek istediğimi söylediğimde ise
elindeki örgü şişini sallayıp gözlüklerinin
üstünden bir bakış atmıştı. Yetmişti
susmam için.
Eve gitmeden önce annemin verdiği
paradan arta kalanla iki ekmek aldım.
Beyaz renkteki ekmek poşetini savurarak
yolda ilerliyordum. Çoktan unutmuştum
balonları, aklımdaki tek şey annemin geç
kaldığım için bana kızacağıydı. Korkarak
eve ilerledim. Yerdeki biçimsiz taşları
sıkıntılı bir şekilde ayağımla ittiriyordum.
Gözlerim, büyük terlikleri görünce
bacaklarım sustular. Kapımızın önünde
oturmuş, elinde tek kalan mendile
bakıyordu. Sıkıntılıydı ve gözleri doluydu.
Ama akmıyordu yaşları. Sanki kendini
yönetiyor gibiydi. Bakışlarını aniden bana
çevirince onu incelediğimi fark etti ve
kaşları yine çatıldı. İlk duyduğumda minik
kalbimi
ezen
sesi
şimdi
ise
meraklandırmıştı.
“Ne
bakıyorsun?”
Açıkçası bu kadar kaba olmasını
beklemiyordum. Ben onun gözlerindeki
sıkıntının sebebini öğrenmek istiyordum.
Korkarak yanına oturdum. Korkmamın
sebebi kesinlikle annemin onlara yaptığı
kötü yakıştırmalar değildi. Ben, beni
tersleyecek diye korkmuştum.
“Neden üzgünsün?” diye sordum
kısık bir sesle. Başımı öne eğmiştim ve
parmaklarımla
oynuyordum
yavaşça.
Sıkıntıyla iç çekti. “Babam, mendilleri
satıp parasını getirmemi söylemişti. Ama
ben mendilleri satıp parasıyla oyun
oynadım!
Herkes
oynuyordu.
Kimi
çocuklar babalarıyla geliyorlardı ve
babaları
onlara
tüfek
tutmasını
öğretiyordu. Benim babam ise hasta.
Sırtından rahatsız. Fıtıkmış. Öyle der
doktorlar.” Bu bana benim problemimden
kat ve kat kötü gelmişti. Cebimdeki
parayı tarttım. Bir oyun parasından daha
çok kalmıştı. Oyunun parasını ona
verirsem gurur yapacağını düşünüyordum.
“Peki, bir mendil ne kadar?” diye
sordum gülümseyerek sevecen sesimle,
çocuk bana bakmadan yanıtladı sorumu.
Düşünüyormuş gibi yaptım. “Mendile
ihtiyacım var ama cebimde bozuk param
yok. Tüm versem?” ilk önce kaşları
çatıldı. Sonra yeşil gözlerini bana çevirdi.
Suratımda en ufak bir samimiyetsizlik
bırakmadan gülümsedim ona. Yavaşça o da
gülümsedi.
“Adım Furkan.”
O gün annem iyice azarlamıştı beni
ama gülümsemeyi bırakmamıştım. Ertesi
gün kumbaramdan para alıp balonlara
gittim. Furkan da oradaydı ve mendil
satıyordu. İki atışta yapamayınca ben
yanıma gelip düzgün tutmayı öğretmişti
ve
onun
sayesinde
ilk
balonumu
vurmuştum!
Hava
kararana
kadar
Furkan’la mendil satıp sohbet etmiştik.
Bir yaş vardı aramızda. Ben büyüktüm
ondan. Tüm yazım Furkan’la mendil satıp
balon vurmakla geçmişti. Okulun ilk günü
ise sabah Furkan’ı gördüm. Aynı yerde,
baloncunun yanında bekliyordu beni.
Yanına oturduğumda başını kaldırdı. İlk
gülümsedi gözleri. Sonra sırtımdaki
çantayı ve mavi önlüğümü görünce çatıldı
yine kaşları.
“Bugün müydü okul?” başımı aşağı
yukarı salladım. “Sen gelmiyor musun?”
kaşları daha da çatıldı ve yine doldu yeşil
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
110
gözleri. Tavırlı bir şekilde “Yok!” dedi ve
sırtını döndü. Üzülmüştüm o gün.
İsteksizce
okula
gidip
isteksizce
derslere girmiştim. Sonra kızmıştım bu
halime.
O
giremiyordu
ve
buna
üzülüyordu.
Oysa
ben
girmek
istemiyordum
derslere.
Bencildim!
Kendime çok kızmıştım. Çıkışta yine onu
balonların yanında görüp yanına oturdum.
Sırtı dönüktü ama geldiğimi anlayınca
sanki mümkünmüş gibi biraz daha döndü.
Aklıma gelen fikirle ders kitabımı çıkarıp
ona hiç düşünmeden bugün öğrendiklerimi
anlatmaya başladım. “Bak bu A harfi…”
ben anlattıkça yaklaşıyordu bana ve
sonunda döndüğünde barışmıştık bile.
Uzunca sarıldım ona ve her hafta içi ne
öğreniyorsam çıkışta ona anlatmaya
başladım. Hafta sonları da mendil
satıyorduk ve hava kararınca eve
gidiyordum.
Birkaç uzun yılın ardından bir hafta
sonu Furkan’ı elinde sazla gördüm. Saz
çalabildiğini bilmiyordum. O sevdiğim bir
şarkıyı çalarken yanına oturdum ve
söylemeye
başladım.
Gülümsedi.
Balonların yerinde –ki son yıllarda
balonlar yoktu- o çalıyordu, ben
söylüyordum. Beremin uçmasıyla başımı
yere çevirdim ve geri almak için bir
hamle yaptım fakat atılan bir bozuk para
buna engel oldu. Furkan’la birbirimize
bakıp gülümsedik ve devam ettik.
Etrafımızda onlarca kişi vardı ve
alkışlayıp eşlik ediyorlardı. Berem parayla
dolmuştu.
Artık hafta sonları müzik yapıp para
kazanıyorduk ve parayı yarı yarıya
bölüşüyorduk.
Ben
benimkine
dokunmamıştım
ve
yeteri
kadar
biriktirdiğimde Furkan’a ders çalışmayı
sevdiğinden test kitabı aldım. Benden çok
daha başarılı biriydi ve konuyu ona
anlatınca
hemen
kapıyor,
notları
üşenmeden kendi defterine küçücük
yazarak geçiriyordu. Sınava çalışmam
gerektiğinde beni çalıştırıyordu ve
sınavdan yüksek alıyordum.
Yıllar yılları kovalarken Furkan, bir
liseden burs kazanıp oraya gitmişti ve
lise diploması için çok çalışıyordu.
Görüşemiyorduk.
Aramızdaki
bağ
tamamen kopunca ben üniversiteye
başladım. Dereceyle bitirip iyi bir iş
buldum ve yuva kurdum. Bir gün, bacağım
ileri derecede ağrımaya başladı. Kendimi
en iyi hastanelerden birine attım ve
hastanenin
en
iyi
ortopedistinden
randevu aldım. Sırada beklerken adımı
anons ettiler ve yavaşça beyaz kapıdan
girdim.
Doktor Furkan Sayın.
Daha soyadını bile bilmediğim bu
küçük
kırık
çocuk
hayatın
tüm
zorluklarına rağmen doktor olmuştu.
Onlar sadece bir sokak çocuğu değildiler.
Onlar kalitesiz insan değildiler. Onlar
ellerinde şans bulunmadığından dolayı
güçlü
ruhlarının
hayat
tarafından
ezilmesine göz yummak zorunda kalan
insanlardı. Furkan, Sokakların Küçük
Adamı, tırnaklarıyla kendine ufacık bir
şans yaratıp çalışarak onu büyütmüştü.
Özenilesi bir insandı.
Cemre ONBAŞLI 8A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
111
GÜNÜMÜZ İNSANI
İnsanların her geçen gün daha fazla
şeye sahip olmak istemeleri Dünya’nın
çok değişmesine neden oldu. Eskiden
çocuklar bilye, uzun eşek oynarlardı.
Kendi yaptıkları sapanlarla bazı şeyleri
vurmaya çalışırlardı. Aileleri onlara bir iki
tane sakız alabilecek kadar harçlık
verirdi.
Gün
boyu
mahallelerinde
koşuşturur, akşam geç saatte evlerinde
olurlardı. Herkes hayatından memnundu.
Kimse
sahip
olduğundan
fazlasını
istemezdi.
Fakat artık insanlar daha
fazlasına sahip olabileceklerini biliyorlar.
Bunun için neden daha azıyla yetinsinler?
Çok küçük çocuklardan tutun yaşlılar
dahi teknolojiye uyum sağlıyorlar. Herkes
dokunmatik telefonlarla başa çıkabiliyor.
Herkesin
büyük
ekran
ipince
televizyonları, bilgisayarları var. Çok
küçük çocukların konsol oyunları var.
Çocuklar mis gibi havada dışarıya çıkıp
dolaşmak, koşturmak, oyun oynamak
yerine evlerine kapanıp daha dün çıkıp
bugün herkesin gözdesi olan tabletleri
oynuyorlar.
Bilmiyorlar
ki
ileride
başlarına büyük sorunlar açılacak.
Sırf bu yüzden çocuklar okuldan
geldiklerinde yemek yemiyor, ödevlerini
yapmıyor, ders çalışmıyor, yaşıtlarıyla
zaman geçirmiyor ve çok geç yatıyorlar.
Yemek yemedikleri ve geç yattıkları için
bünyeleri zayıf düşüyor ve hasta
oluyorlar.
Ders
çalışmadıkları
için
derslerinden geri kalıyorlar. Uzun süre
ekrana baktıkları için gözleri bozuluyor.
Ve en önemlisi ruhları da teknolojinin
büyüsüne kapılıyor. İnsanların hayal
güçleri, yaratıcılıkları ve düşünebilme
kapasiteleri
yavaşlıyor.
Gerçek
olamayacak şeylere inanıyorlar. Gerçek
Dünya’dan çıkıp başka Dünya’ya giriyorlar.
Sağlıklı düşünemiyorlar.
Aslında
teknoloji
doğru
kullanıldığında süper bir şey. İyi ki
hayatımızda
var.
Bence
teknoloji
olmasaydı hayatımız daha zor olurdu.
Sonuçta ne olursa olsun insanlar Dünya’yı
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
112
geliştirecekti. Bunu yapmak zorundaydık.
Çünkü ihtiyacımız vardı. Ama insanların
bu kadar bağımlı olması çok yanlış.
Teknoloji hayatımızı kolaylaştırmak ve
eğlenmemiz içindir. Biz bağımlı olursak
teknoloji bizim hayatımız olur. Çoğu insan
için öyle. İnsanlar önemli ve güzel bir an
yaşadıklarında
onu
beyinlerine
kaydetmeliler.
Ama
o
olayı
ölümsüzleştirmek için özçekim yapıyorlar.
Sanal alem de onları paylaşıp bütün gün
insanların
o resimleri
beğenmesini
bekliyorlar.
Teknoloji bize maddi anlamda da
zararlar veriyor. İlk dokunmatik ekran
telefonlar çıktığı zaman maddi durumu
yetenler telefonun parası ne olursa olsun
satın almıştı. Bunun normal bir şey
olduğunu savunabiliriz çünkü o zaman
ilkti. İnsanlar daha önce hiç görmemişti.
Fakat artık aynı telefonun farklı çeşitleri
çıkıyor. Aslında bakarsanız özelliklerinde
bizi daha çok şaşırtacak şeyler yok.
Sadece ekranı daha büyük veya daha ince
diye ilk çıkanın parasının çok çok üstünde
bir para veriyorlar. Bu kadar parayı
gereksiz ve ihtiyacımız olmayan şeylere
vermemeliyiz. Bunlara gelene kadar
önceliklerimize para harcamalıyız. Aynı
şekilde bir evde her aile bireyinin farklı
tabletleri veya bilgisayarları olmamalı.
Evde
bir
tane
olması
herkesin
kullanamayacağı anlamına gelmiyor.
Fark ettiyseniz şu zamanlarda
yazılan yazıların çoğu bu konuyla ilgili.
Uzmanların dikkatini çeken bir konu,
hatta hastalık. Bazı insanlar farkındalık
yaratmak için yazılar yazsa da çok etkili
olduğu söylenemez. Dilerim ki insanlar
hayatlarına geri döner.
Gamze BAYAR 7A
İNSANLAR
-İnsan mı?! İnsan olmaz!
-Sakin ol. Sadece bir aylığına. Hem
bence bu senin için iyi olacak.
-Nasıl iyi olabilir?! İnsanlar tehlikeli
yaşam formları. Onlar galaksinin
en
barbarları! Onların gezegenine bir aylığına da
olsa gitmem! Orada sağ kalmam bir mucize
olur!
-Abartma lütfen. Bütün insanlar kötü
değildir.
-Evet öyleler. Her biri acımasız birer
organizma!
-Bu konuda seninle tartışmayacağım.
Gitmem gerek. Sen de hazırlanmalısın.
Birazdan yola çıkıyorsun.
Homurdandım.
Dünya’ya
gitmek
istemiyordum. Ancak ben bir araştırmacıyım
ve patron nereye derse oraya gidip dominant
türün yaşamını araştırmak zorundayım.
Eşyalarıma küçültücü sprey sıkıp cebime
koydum. Rokete bindim ve Dünya’ya doğru
yola çıktım. Haritama göre Asya Kıtası’ndaki
Türkiye adlı ülkenin Mersin iline inmiştim.
Burada bir okula girmem gerekiyordu. En
yakındaki okula girdim. Müdürün odasını
buldum ve “taşınabilir ikna edici” ile beni
sekizinci sınıfa almasını sağladım. “Şimdiye
kadar hiç hasar almadım.” dedim kendi
kendime.
-Ne?
Ses arkamdan gelmişti. Yavaşça arkama
döndüm ve bir kız gördüm.
-Hasar alman mı gerekiyordu?
-Ne? Hayır. Hasır almam gerekiyordu.
Evet, hasır.
-Peeeki.
Galiba garip davranmıştım.
-Ben yeni öğrenciyim. Ege.
-Nil. Hangi sınıftasın?
-8-A
-Ben de! Gel seni sınıfa götüreyim.
Bu sefer hata yapmamıştım. Sınıfa
kadar Nil’i takip ettim. Sınıf boştu.
-Birazdan gelirler. Hepsi çok iyi
insanlardır.
“Tabi.
Sanki
mümkünmüş
gibi.”
diyordum içimden. “Sen de diğer insanlar gibi
kötüsün.
Beni
böyle
iyi
davranarak
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
113
kandıramazsın.” O sırada on beş kadar insan
içeri girdi.
-Geldiler. Arkadaşlar! Bu Ege. Yeni
öğrenciymiş.
Hepsi bağrışmaya başladı. Kimisi
kendini tanıtıyor, kimisi hoşgeldin diyor,
kimisi bana sorular soruyordu. Açıkçası biraz
korkmuştum.
-Tamam! Sakin olun! Rahat bırakın
çocuğu!
Nil’in sesiydi bu. Yine nazik davranmıştı.
-Öğretmen geldi!
Adını duyamadığım bir insandı bunu
söyleyen. Herkes yerine geçti ve içeri diğer
insanlardan daha yaşlı görünen bir insan
girdi.
-Günaydın, oturun.
Herkes oturdu. Ben de oturdum.
-Gelmeyen var mı?
-Doruk ve Melisa.
Bir deftere iki tane sayı yazdı. Bunu
kayıt etmeliydim. Daha önce böyle bir şey
görmemiştim. Elimi kayıt cihazıma uzatırken
büyük insan:
-Yeni bir arkadaş mı geldi?
dedi. Hep bir ağızdan:
-Evet!
diye bağırdılar.
-Adın ne?
-Ege.
Bu büyük insandan korkmuştum.
-Nereden geldin?
Bu sorunun cevabını bilmiyordum.
Onlara başka bir gezegenden geldiğimi
söyleyemezdim.
-Dünya’nın başka bir yerinden.
dedim. Herkes gülmeye başladı. Yanlış
bir şey mi söylemiştim?
-Peki. Madem öyle defterini aç bakalım.
-Defter?
-Defterin yok mu?
-Hayır.
-Kağıt çıkar yaz o zaman.
Kağıdım da yoktu. Yanımda oturan Nil’e
baktım. Gülümsedi ve defterinden bir sayfa
koparıp bana verdi. Kırk dakika boyunca yine
Nil’den aldığım bir kalemle o sayfaya yazı
yazdım. Neyse ki gelmeden beynime alfabeyi
ve yazım kurallarını yüklemişlerdi. Ama bir
sorun vardı. Daha önce hiç yazı yazmamış
olan ellerim çok acıyordu. Kalem çok
acımasız bir şeydi. İnsanları anlamaya
başlıyordum galiba. Derste yanımdaki diğer
çocuğa bunu her gün yapıp yapmadıklarını
soruyordum ki büyük insan:
-Susun
bakayım!
Dersimde
ses
istemiyorum!
diye bağırdı. Bu büyük insan gerçekten
kötüydü ve bunu saklama gereği de
duymuyordu. Her an bana daha çok acı veren
bir kalem verebilirdi. Ondan korkuyordum
ama korkum dersi dinlememi sağlamıyordu.
Aksine, tüm dikkatimi kırk dakika boyunca
ses çıkarmadan oturmaya verdim. İnsan
yavrularının büyük insanlardan daha çok
enerjisi olduğunu biliyordum. Nasıl oluyordu
da büyük insan bile ayakta dolaşırken,
çocukların kırk dakika boyunca hareketsiz
oturmasını bekliyorlardı? Belki de insanlar bu
yüzden kötüydü. Eğer benim ırkım da
çocukları tüm gün yazı yazmaya, bu kadar
uzun süre hiçbir şey yapmadan oturmaya
zorlasaydı ben de acımasız olurdum. Sonunda
büyük insan:
-Bunlar yarına kadar beş kere yazılıp
ezberlenecek. Sınavda var. Çıkabilirsiniz.
dedi. “Neler? Yazdıklarımızın hepsi mi?
Nasıl mümkün olabilir ki böyle bir şey?” diye
düşünüyordum. “Bu resmen zihinsel işkence!
Ama kimse şikayet etmedi. Demek ki bu
normal. Ama aldığım bilgiye göre insanların
beyni bu kadar bilgiyi bu kadar çabuk
öğrenemez.
Nasıl
oluyor
da
bunu
yapabiliyorlar? Hem sınav da ne?”
Ben
bunları düşünürken sınıftaki son öğrenci de
çıkmıştı. Onları takip ettim. Nil dersteki
rahatsızlığımı fark etmiş olmalı ki “teneffüs”
dendiğini sonradan öğrendiğim o zaman
aralığında yanıma geldi ve:
-Sen gerçekten nereden geldin?
dedi. Benden şüphelenmişti. Bu soruyu
cevaplamam
gerekiyordu
ama
ne
diyebileceğimi bilmiyordum.
-Boş ver, önemli değil.
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
114
dedim. İşe yaramış gibiydi. Sonra başka
soru sormadı.
Neyse
ki
okulun
bitişine
denk
gelmiştim. Bütün insanlar kendi servislerine
binip evlerine gittiler. Ben de roketime
gittim ve bir sonraki gün çok fazla soruyla
karşılaşmamayı umarak uykuya daldım.
Her
gün
benzerdi.
Sorulardan
kurtulmayı
öğrendim
ve
günler
düşündüğümden daha hızlı geçti. İnsanlar
bana hiç zarar vermemişti. Hatta iyi bile
davranmışlardı. Beni hiç yalnız bırakmadılar.
İnsanlar gerçekten eğlenceli olabiliyordu.
Dönüş zamanı geldiğinde beklentimin aksine
üzülmüştüm. Son bir ay içinde gerçekten
eğlenmiştim.
Ama
gezegenime
geri
dönmeliydim. Son gün insanlar gitmeden
hemen önce hafızalarını sildim. Kurallardan
biri de buydu. Beni hatırlayamazlardı. Hepsi
bittiğinde roketime yeniden bindim ve geri
döndüm. Üzüntümü çok belli etmemeye
çalışarak masama oturdum ve araştırma
raporumu yazmaya başladım.
“Dünya’daki bir aylık araştırmama göre
bütün insanlar sanıldığı gibi kötü değildir…
İdil YAZICI 8A
ALTI YÜZ DOKSAN SEKİZ
Yorgunluktan morarmış olan gözleri
daha
fazla
uykunun
ağırlığına
dayanamayıp, kapandı. Bir çığlık duydu.
Bir an için kabus gördüğünü zannetti ama
o çığlığın hayal olamayacak kadar gerçek
olduğunu fark ettiği an yataktan fırladı.
Üstüne ilk bulduğu ceketi alıp, odasından
çıktı.
Koridorda
hemşireler
koşuşturuyordu.
Bir
anda
bütün
koridorda ürkünç bir çığlık yankılandı.
Korku içinde deneklerin bulunduğu tarafa
doğru hızla ilerledi. Belli aralıklarla
çığlıklar geliyordu, belli aralıklarla
gelmesi durumu daha da ilginç kılıyordu.
Deneklerin
bulunduğu
koridor
çok
kalabalıktı. Yürürken insanın zorlanacağı
türden bir kalabalık. Sonunda kendi
biriminden
birini
gördü,
yirmili
yaşlarındaki kadın ona “ Denek 698’de
ilaç ters tepki yaratı. ” dedi. Denek 698
ismini duyduğu anda buz kesildi, o denek
onunla bir kaç kez iletişime girmeye
çalışmıştı. Ama bu kesinlikle yasaktı,
anlamadığı bir nedenden dolayı üst düzey
yöneticiler deneklerden çok korkarlardı.
Birkaç kez bir deneğin doktorlardan
birini öldürdüğünü duymuştu ama bunun
şehir efsanesi olduğuna inandırılmıştı. Ki
zaten böyle yerlerde çalıştırılıyorsanız
kendinize
ait
fikirlerinizin
olması
istenmezdi. Zaten çoğu kişi kendine ait
fikirleri olamayacak kadar kendilerini
tanımıyorlardı.
Kendilerini
tanımamalarının
asıl
nedeni
böyle
yerlerde çalışmaya başlamadan önce
gerekli şeyler dışında bütün hafızanızın
silinmesiydi. “ Denek 698 mi dedin?” diye
sordu “ Evet, efendim.” dedi kadın ve
hızlıca koridorun öbür tarafına doğru
ilerledi. Denek 698in odasına doğru
ilerledi. Kapıdan içeri girdiği an Denek
698’in ona bakarak çığlıkla karışık
kahkahalar attığını fark etti. Tepkisiz bir
şekilde değerlerin olduğu tarafa ilerleyip
698’in değerlerini inceledi, bu sırada
Denek 698 de korkutucu sessizliğini
bozarak “ Nasılım doktor, ölecek miyim?”
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
115
diye kahkaha atarak sordu. Bir yandan da
Denek
698’in
dosyalarını
okumaya
başladı. Daha önce hiç görmediği bir
dosyayı dolapların altında buldu. Üstünde
sanki olacak kötü şeylerin habercisi gibi
büyük puntolarla “ Çok Gizli ” yazıyordu.
Dosyayı açtı. Sayfanın sol üst köşesinde
Denek 698’in fotoğrafı vardı. Alt
kısımlarda ise bir sürü prosedür. Tam
ikinci sayfaya geçecekti ki Denek 698 “
Neden
burada
çalışıyorsun?
Ne
yaptığınızın farkında mısın? Sen kimsin?”
diye sordu. Tam cevap vermek için ağzını
açmıştı ki, cevaplarını kendisinin de
bilmediğini fark etti. Bu sorular aslında
küçük bir çocuğun bile sorabileceği basit
sorulardı ama bunların cevapları hakkında
hiç kafa yormamıştı. Oysaki bu sorular
yerine bir fizik sorusu sorsaydı hemen
cevaplardı. Bu sorular ona tokat gibi
gelmişti, o kimdi. Bu sorular beyninde
dönerken, dosyayı aldı ve kendini odadan
dışarı attı. Arkasından Denek 698 sinsice
gülüp “ Gene beklerim.” dedi.
Beynin en derin köşelerini bile delik
deşik
etmişti ama Denek
698’in
sorularına
hala
yanıt
bulamıyordu.
Özellikle de kim olduğuna dair olana, o
kimdi, neredeydi, neden buradaydı, ismi
neydi, ne zamandır buradaydı, kaç
yaşındaydı? Bu sorulara cevap aramak
için aynanın karşısına oturdu. Yüzüne
baktığında hiçbir şey görmüyordu.
Gördüğü şey sadece duygulardan yoksun
beyni aynı bir makine gibi işleyen yirmili
yaşlarının sonunda bir kadındı. Bunları
düşündükçe içi içini yiyordu. Sonunda bu
sorulara dayanamayıp, uyumaya karar
verdi. Yatağa girdi. Yumuşak yorgan biraz
olsun onu rahatlatmıştı, uyumak için
gözlerini sımsıkı kapattı. Ama ihtiyacı
olan uyku ona hiç uğramadı. Uyumaya
çalışırken de bu sorular beynini o kadar
meşgul ediyordu ki sonunda yataktan
çıkıp o dosyayı okumaya karar verdi.
Önce kapısının kitli olduğuna emin
oldu daha sonar da soğuk mermer zemine
oturdu. Mermer zemin bütün vücudunu
titretti. Yaklaşık iki dakika kadar
dosyaya boş boş baktı. Dosyayı açtığı
anda ilk kez bir insan olarak bir şey
hissettiğini fark etti, merak. Merak
insanı insan yapan şeydi. Merak olmasaydı
insan gelişemezdi, Ay’da ne olduğunu
merak ettiğimiz için Ay’a gittik, suyun
altında neler olduğunu merak ettiğimiz
için suyla tanıştık, şimdi de o kim
olduğunu merak ediyordu ve öğrenecekti
de. Çok korktuğu Denek 698’e şimdi
teşekkür ediyordu, bunu onun o basit
soruları sağlamıştı. Dosyada her sayfa
çevirdiğinde içindeki umut git gide yok
oluyordu. Her sayfa çevirişinde aynı
maddelerin farklı kelimelerle yazılmış
versiyonuyla karşılaşıyordu. Tam bundan
sıkılıp dosyayı kapatacakken ilgisini çeken
bir sayfaya geldi. Her cümleyi okurken
gözleri daha da büyüyordu. Sonunda kim
olduğunu, ne yaptığını, niye burada
olduğunu anlamıştı. O ve onun gibi
diğerleri genetiği değiştirilmiş insan
silahlar üretiyordu. Deneklerin hepsi
aslında birer silahtı.
Odadan çıkarken arkasına baktı,
gerçekten bunu yapmalı mıyım diye
düşündü. Ama artık her şeyi biliyordu
bunları bilirken burada çalışmaya ve bu
enstitünün çalışmaya devam etmesine
asla göz yumamazdı. Kapıyı yavaşça açtı
ve etrafın güvenli olduğuna inandıktan
sonra,
koridorun
sonundaki
yangın
merdivenine doğru koşmaya başladı. Hızla
aşağı inmeye başladı. Sonunda alarmın
bulunduğu kata vardı. Bu alarm binanın
imhasını başlatacaktı. Bu alarmla beraber
binadan çıkmak için sadece beş dakikası
olacaktı
ama
imhayı
başlatması
gerekiyordu. Bütün bu araştırmaların kül
olması gerekiyordu, bu birçok insanın
hayatına sebep olacak olsa bile bu
araştırmayı durdurmanın tek yolu buydu.
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
116
Bütün cesaretini toplayıp alarma
bastı, tam o sırada geri sayım başladı. Bu
sonun
başlangıcıydı.
Yangın
merdivenlerine geri yöneldi ve aşağı
doğru inmeye başladı. Bir dakika bile
geçmeden insanlar çığlıklar ve korku
içinde merdivende kendilerine yer
buldular. Herkes olabildiğince hızlı bir
şekilde binayı terk etmeye çalışıyordu.
Zemin kata vardığında bir çok insanın
çıkışa koştuğunu gördü, o da diğer
insanlar gibi çıkışa koştu.
Yirmi saniye kala kendini dışarıda
buldu. İlk defa hiç arkasına bakmadan,
hiçbir şey düşünmeden kendini rüzgara
bırakıp koşmaya başladı.
Duru Okuyaz 8A
EVRENİN RİTİMLERİ
Hepimiz dünyaya bir hiç için geliyoruz.
Zamanı gelince ise bizim için ayrılmış vaktin
sonuna gelip, ölüyoruz. Hayatı yeni yeni
keşfetmeye başladığımız, olan bitene pozitif
baktığımız, hayatı tozpembeden ibaret
gördüğümüz evreyle, çocukluk dönemiyle
başlıyor evrenin bize oynadığı oyunlar.
Çocukluk… Kimi için doğumdan ölüme kadar
geçirdiğimiz evrelerden sadece biri. Kimi için
ise insanın doğumundan ölümüne kadar
geçirdiği en masum süreç.
Çocuklar saf ve temizdir. Belki de ömrü
hayatımızın en güzel yıllarını çocukluk
döneminde
yaşarız.
Geçmişe
dönüp
baktığımızda, yüzümüzde sıcak bir tebessüm
oluşturacak
bütün
anıları
çocukken
topladığımıza
inanıyoruz
hatta.
Çünkü
doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü ayıracak
kadar olgun değiliz çocukken. Ama en
önemlisi, hayatın bize atacağı tekmelerden
haberdar değiliz.
İlerleyen çağlarda çocukluğumuzu ne
zaman hatırlasak, o büyük özlemin kıvılcımları
bizi kavurmaya başlıyor. Hiçbir şeyin eskisi
gibi olmadığını kavramış olmanın hüznüyle
beraber, o günlerin neden daha güzel olduğu
hakkında sorguluyoruz kendimizi.
Mesela hatırladığınız en eski doğum
gününüzü düşünün. Gelen her hediyeyi
beğenir, hatta bazen şaşkınlıktan ne
yapacağınızı şaşırırdınız o zamanlar. Fakat
şimdi, kimisi doğum gününü sadece hediyeler
için yapıyor. Formaliteden pasta üflüyor
vesaire. Gelen hediyeleri çoğu zaman uygun
bulmuyor üstüne üstlük burun bile kıvırıyor.
Bunu yalanlayamazsınız, çünkü doğru.
Anasınıfında
veya
kreşte
âşık
olmuşuzdur çoğumuz. Birlikte sürekli vakit
geçirdiğimiz kıza veya erkeğe tutulmuşuzdur
nedensizce.
Başka
birinin
oyuncağıyla
oynadığında sitem eder, onu diğerlerinden
uzak tutmak için nelerimizi vermezdik.
Masum ve temiz kalbimizle, ilk heyecanı
tatmış olurduk böylece. Bu aşkın en can alıcı
noktası ise, kıskançlık dışında hiçbir kötü
duyguya yer olmamasıdır bence.
Çocuklar kin, öfke, nefret nedir
bilmezler. Her şeye gülüp geçerler. Ve
insanların en çok kıskandıkları, çocukluğa dair
en
çok
özlediği
şey bence budur.
Etrafımızdaki olumsuz düşüncelere, olaylara,
sadece gülüp geçmek…
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
117
Çocuklar
için
hayat
eğlenceden
ibarettir. Evde, okulda, sokakta… Her yerde
oyun oynamak isterler. Aileleri ise bu
isteklerini yerine getirmek için ellerinden
gelen her şeyi yaparlar çocuklarının
mutluluğu için.
Ailelerin klasik bir lafı vardır ve
çoğumuz herhangi bir aile bireyinden
duymuştur bu sözü; “Keşke hiç büyümesen.”
Her zaman bunu neden söylediklerini
sorgulamışımdır kendimce. Acaba sadece bizi
sevip, yanaklarımızı sıkıştırmak için mi
söylerlerdi bu sözü, yoksa büyüyüp kendi
ayaklarımızın üzerinde durabilecek vakit
geldiğinde evden ayrılacağımız için mi? Ben
şahsen söylenenlerden etkilenip hemen
büyümek isterdim. Şimdi büyüdüm. Ve tekrar
çocuk olmak istiyorum. Her şey biraz daha
net kafamda mesela. Yap-boz parçaları
yerine tam oturmasa da, her şeyi biraz daha
iyi kavrayabiliyorum en azından.
Ama çocukken olduğu gibi her şeye
masumane
bakamıyorum.
Hayat
artık
tozpembe değil de, sadece siyah ve beyazdan
oluşuyor. Ya çok iyi, ya çok kötü. Ya çok
normal, ya hiç normal değil.
Bir de asla unutulmayan meslek
tartışmaları var. Doğduğumuzdan itibaren,
anne- babalarımız herkese “Benim çocuğum
doktor olacak, benim çocuğum mühendis
olacak, seçimi oğlum/kızım değil okullar
yapacak…” ve daha sürüyle olan övgüler
yağdırıyor herkese. Ama sadece kendilerince
övünüyorlar.
Büyüyünce
onların
yoğun
baskısıyla istemediğimiz bir meslek seçip,
hayatımızı karartıyoruz.
Şimdiki
çocuklar
eskisi
gibi
yaşayamıyor çocukluklarını. Çünkü saçma
sınav sistemleri, zorunlu kılınan kurallar…
Çocukları her geçen gün biraz daha
bıktırıyor. Şimdiki sistem hep ders hep sınav.
Bazı minikler yaşının kaldıramayacağı
şeyler de yaşıyor çok küçükken. Aile içi
şiddet, aile tarafından yeteri kadar ilgi
görmeme,
ebeveynlerin
ayrı
olması…
Kaldırılamayacak şeyler yaşayan çocuklar
genelde erken olgunlaşır çünkü hayatın kimi
zaman yüksek, kimi zaman düşük ritimlerini
erkenden kavrarlar. Peki şimdi bir de siz
düşünün, bazıları çocukluklarını özlememekte
haklı değil mi sizce?
Eliz ŞAHİN 8A
ÇOCUKLUĞUM ÇALINIYOR
Hani insanın içinde ne olduğunu
bilmediği bir sıkıntı ile güne gözlerini
açtığı sabahlar olur ya işte o sabahlardan
birine
uyandım.Gözlerimi
açtığımda
göğsümdeki karabasanı kovalamak için
ıslıkla şarkılar tutturdum, olmadı; su
damlalarını
başımdan
aşağı
kristal
tanecikleri
gibi
indirdim,
fayda
etmedi.Her zamankinden koyu bir kahve
yapıp camın önünde içimden farksız sisli
İstanbul sabahını seyre daldım, nafile!
Oysa
diğer sabahlar, İstanbul hangi
mevsimde hangi hava şartında olursa
olsun
yüreğimde
kelebekler
uçurturdu.Sanki bu sabah göğsümdeki
karabasan
İstanbul’u
da
kaplamıştı.Anlaşılan o ki bugün uykuma
eşlik eden karabasan günüme de eşlik
edecekti.
Trençkotumu giyip içimdeki sıkıntıyı
arkamda bırakacağımı umarak evin
kapısını çektim. Karabasanı da eve
kitlercesine kapıyı her zamankinden de
fazla ve sert kilitledim.İşe gitmek üzere
yola koyuldum.
Hani derler ya: "Sevdiğim bir işim
var…" Oysa benim sevmeye çalıştığım bir
işim var.Üniversiteyi bitirir bitirmez
işsizler
ordusuna
katılmamak
için
bulduğum ilk işe sevebileceğimi umarak
derhal başladım, hani yine derler ya :
"Sevgi emek ister…"
Ben de işimi
sevebilmek için çok emek harcadım.Bazen
kimse işe gelmeden ben ofiste oluyorum
bazen de gece güvenliğinin
" Daha
burada mısınız?"sorusuna "Az sonra
çıkacağım." cevabını verip gün ışırken bir
duş ve kahve molası için eve gidiyor sonra
yeniden ofise dönüyorum.
İşim bir avukatlık bürosunda,
önceleri üniversiteden yeni mezun bir
avukat olarak adliye koridorlarında
ofisteki kıdemli avukatların mahkeme
öncesi getir götür işlerini yapmakla
piştim daha sonraları küçük davalara
girmeye başladım. Azmim üstlerimi
etkiledikçe ofiste ki büyüyen masamda
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
118
dava dosyaları yükselmeye başladı.Genç
bir avukat olmama rağmen tecrübem her
geçen gün artıyordu.Küçük davalardan
önemli ve zor davaların aranılan avukatı
olamaya başlamıştım.
Yol boyunca bana eşlik eden
karabasan ofise de benimle geldi ve her
sabah yapılan ofis toplantısına da benimle
girmeye
kararlıydı.Masama
geldim,
çantamı bıraktım,trençkotumu askıya
asıp bir kahve almak üzere makinelerin
durduğu köşeye doğru ilerledim. Odamın
kapısına yönelmişken masamın üzerinde
“TOPLANTIYA KADAR İNCELE!” yazısı
yapıştırılmış
dosyaya
gözlerim
ilişti.İçimde uyanan merak
dosyanın
kapağını açmam için adeta beni kışkırtmış
ve heyecanlandırmıştı.
Dosya
içerisindeki
sayfaları
çevirdikçe bu sabah bana eşlik eden
karabasanın yeni davamın habercisi
olduğunu
düşünmekten
kendimi
alamadım.Dosya dipsiz bir kuyu gibi beni
içine çekmişti. Toplantı saati gelmişti ve
ben ilk kez bir toplantıya geç kalıyordum.
Koşarak kendime bir kahve almaya gittim
ve kahvemi dökmemek için büyük
adımlarla telaşla toplantı odasına girdim.
"Özür dilerim…"dediğimde odadakiler
benim geç kalmama hiç ama hiç alışık
olmadıkları gibi dingin halimin yerine
heyecanlı ve telaşlı görünümüme de bir
anlam
verememişlerdi.Toplantı
her
zamanki işleyişiyle başladı ve bitti, bu
sürede ben üzerindeki notu delercesine
gözlerimi diktiğim dosyayı kahvemle
birlikte yudum yudum içiyordum..Toplantı
odası boşalmaya başladı ve sonunda
hukuk büromuzun en büyük ortağı ile baş
başa kaldık. "Ne diyorsun?Davayı alalım
mı?" cümlesi daha bitmeden "Ne zaman
onunla konuşabilirim?"diye sordum.
-Emin misin? dedi
"Evet…"İlk kez bir dava için bu
kadar
heyecanlanmıştım."Eminim…"
dedim.
"Mahkemelerimizin
hiç
alışık
olmadığı bir dava bu…" dedi.
"Bu gün tanışabilir miyim?"diye
sordum.
"Sekreterim senin için arayacak,
saat 14.00 iyi mi?" dedi.
Odamda tekrar tekrar dosyayı
incelerken gözümü saatten alamıyordum.
Artık yerimde oturamaz olmuştum,
ofiste bilmem kaçıncı adımımı atarken
kapı açıldı ve içeriye saçları neredeyse
boyuna yakın, kara gözlerinde şimşekler
çakan, dudağında alaycı bir gülümseme ile
küçük bir kız girdi. Dünyanın devi
oymuşçasına emin adımlarla ilerlerken
yanındaki sarışın kadına sanki o eşlik
ediyormuş
gibiydi.Sekreter
odamın
kapısına yaklaştığında ben çoktan kapıyı
açmış elimi uzatmıştım.
"Merhaba, hoş geldiniz."dediğimde
uzanmış elimi aynı kendinden emin tavırla
sıktı.
"Davamı aldığınız için teşekkür
ederim."derken gözleri gibi sesi de
kendinden çok emin ve kendinden çok
büyüktü.
Oturmaları için yer gösterdim. "Bir
şey içer misiniz?" dememe fırsat
kalmadan konuya girmek istediğini
söyledi.
Neydi onu bu kadar sabırsız
kılan?İyice merak etmiştim.
"Neden ailene karşı dava açmak
istiyorsun? Büromuz senin yaşında
birinin-çocuğun demeye dilim varmamıştıanne ve babasına-göğsümdeki karabasan
demek ki bu iki kelimeymiş-dava açması
ile ilk kez karşı karşıya" dedim.
Anne ve babalarımız için biz ne
kadar değerliysek onlar da bizim için o
kadar değerlidirler ve şimdi bir çocuk
anne ve babasına dava açmak istiyor.Bu
inanılmaz bir şeydi,gazete başlıklarını
görür gibiydim.Dokuz yaşında bir kız
çocuğu anne ve babasına
açıyor ve
cezalandırılmalarını istiyordu.
"Evet,"diye cümleye başladı,başını
yanında oturan sarışın kadına doğru
çevirerek. "Gözümü açtığım ilk günden
beri annem olduğunu sanarak baktım ona.
119
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
Çünkü sadece onu görüyordum. Bebek de
olsak bizlerin de duyguları olduğunu
unutuyorsunuz.Bu hanım dışında kimseyle
karşılaşmadığım için babasız olduğuma
inanmaya başlamıştım.Bu nedenle bir gün
odamda beni kucağına alan uzun boylu bir
adamla
karşılaşınca
ağlamaya
başladım.Onu
tanımıyordum.Derken
içeriye kızıl saçlı bir kadın girdi-gerçek
annemmiş- telaşla "Neden ağlatıyorsun
şimdi çocuğu,gürültü yapmayın, okumam
gereken kağıtlar var…" dedi.
Zaman içerisinde bu iki insanın
“anne ve baba” olduğunu öğrendim.
Artık yürümeye ve konuşmaya
başlamıştım.Bu arada dişlerim çıkmış,
saçlarım uzamış kendi başıma yemek
yemeyi,giyinmeyi öğrenmiştim.”
Yine başını sarışın kadına doğru
çevirmişti. “Hep yanımdaydı.Evimiz çok
büyüktü ve her şey vardı, oyun bahçesi
bile.Bazen sokağımızın arkasındaki parka
giderdik, orada anne ve babalarıyla
oynayan çocukları görürdüm. Hayatımda
bazı şeylerin doğru işlemediğini yavaş
yavaş anlamaya başlamıştım.Benim de bir
ailem olmalıydı,annem ve babam...Eve
gelince
kucağında
beni
havalara
uçuran,bana
akşamları
masal
okuyan,üzerimi örten bir babam, benimle
yalancıktan evcilik oynayıp oyuncak kahve
takımlarımla kahve içen bir annem.
Okula
başladığım
yıl
okuma
bayramıma gelmediler,veli toplantısı,
karne günü hiç yanımda olmadılar.”
Bir kez daha bakışları sarışın
kadının üzerine yoğunlaşmıştı. “Anne ve
babasına söyleyin çok akıllı,terbiyeli ve
başarılı bir kızları var…notu ile eve
dönerdik ancak ben yatana kadar kimse
evde olmadığı için bu not iletildiğinde
verilen cevabı hiç duyamazdım.
Okuldaki arkadaşlarım çoğaldıkça iki
kişilik dünyamda her ne kadar sevgiyi ve
sıcaklığı yaşasam da, ailem tarafından
bana yapılanların hiç de adil olmadığını
gördüm.
Ben bir çocuktum, annem ve babam
ile
büyümek
onlara
sarılarak
uyumak,yemek
masasının
etrafında
günümüzün nasıl geçtiğini konuşarak
yemek yemek ,annemle havalara bulutlar
uçurarak kek pişirmek, babamla bisiklet
sürmeyi öğrenmek benim çocukluk
haklarımdı
ve
bunlardan
yoksun
bırakılmak hiç de adaletli değildi. Bu
yüzden anne ve babama yapmadıkları
görevlerinden
dolayı
dava
açmak
istiyorum.Şimdiye kadar beni onlardan
mahrum bıraktıklar, mahkemenin adil bir
kararla
üzerine
düşeni
yapmasını
istiyorum.
O anda gözümün önünde binlerce
masum çocuk yüzü belirdi.Anne babalarını
pencere camlarına yapışarak bekleyen ya
da kreşlerde büyüyen çocuklar.Ne çok
hakları vardı çocukların bizde.Çocuklara
karşı yeterince adil miydik.Çocuklardan
çocukluklarını çalarken en büyük hırsızlığı
yapmıyor muyduk.Hangi mahkeme bu
adaleti sağlayabilirdi.Belki de sadece
içimizdeki mahkeme, vicdanımız bu
adaleti sağlayabilirdi.
Aksel KONAR 8A
© ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları
120

Benzer belgeler