emre çelik - Hayatım Futbol

Transkript

emre çelik - Hayatım Futbol
1
4ŞUBAT2
01
4-SAYI
1
1
7
HAY
ALi
Ni
N
PEŞi
NDE
Al
me
i
da
’
nı
nRüy
as
ı
Ni
y
eT
r
ans
f
e
r
Y
apmadı
l
ar
?
Moy
e
s
NeDüş
ünüy
or
?
At
hl
e
t
i
c
’
t
e
Val
v
e
r
deDe
v
r
i
mi
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editör
Cantürk Temelli
Yazarlar
Emre Çelik
Emre Özcan
Güner Çalış
Mustafa Demirtaş
Rıdvan Erdem
Orhan Uluca
Salih Demirci
Hayalinin peşinde koşan adam
Beşiktaş kötü gidişe dur dedi ve adım adım zirveye koşuyor.
Şüphesiz Kartal’ın bu başarısında Hugo Almeida da büyük rol
oynuyor. Öyle ki 29 yaşındaki forvet bu sezon rakip ağlara 11 gol
bırakarak kariyer rekorunu egale etti. Tabii hükmen 3-0 tescil edilen
Galatasaray derbisindeki golünü de sayarsak yıldız futbolcu aslında
siyah-beyazlı formayla kişisel bir rekorun altına imza attı. İşte bu
durum da onu yıllardır hayalini kurduğu Portekiz Milli Takımı’nda
“birinci forvet” olmaya yaklaştırıyor. 2008’de, 2010’da ve 2012’deki
turnuvalarda ilk tercih olarak düşünülmeyen, geri planda kalan
Almeida’nın bugünlerde Portekiz’in 9 numarası olma yolundaki
rakipsiz koşuşu Hayatım Futbol’un 117. sayısında sizlerle... Semih
Şentürk’ten “nöbetçi golcü” unvanını alacak gibi gözüken Ömer
Şişmanoğlu’nun kendi filelerini sarsacak kadar golü düşünmesinin
de ilginç hikayesini bu sayıda bulabileceksiniz.
İngiltere’de taraftarlarına saç baş yoldurtan ve her geçen hafta
zirveden biraz daha uzaklaşan Manchester United’da menajer David
Moyes ne yapmak istiyor diye sorduk ve yanıtladık. Ara transfer
dönemini oyuncu almadan kapatan takımların sebeplerini de
araştırdığımız bu sayımızda İspanya’da yeniden şaha kalkan Athletic
Club’u de tüm detaylarıyla masaya yatırdık. Ve tabii unutmadan
Şampiyonlar Ligi’nde ara bitti... Bu hafta 2. tur heyecanı başlıyor.
İlk etapta sahaya çıkacak 8 takımla ilgili tüm detaylar Hayatım
Futbol’da...
Keyifli okumalar,
Cantürk Temelli
[email protected]
[email protected]
#117 BU SAYIDA
Almeida Brezilya Aşkına
Hugo Almeida, Kasımpaşa ağlarına bu sezonki
11. lig golünü bırakırken bu yıl bir hayal üzerine oynuyor.
Golü Koklayan Adam
Futbolun nasıl oynandığını bile bilmeden yalnızca gol atmak için yola
koyulan bir adamın hikayesi.
Moyes Ne Düşünüyor?
Alex Ferguson sonrası Manchester United’da göreve gelen
David Moyes’un tekdüze taktikleri fazlasıyla can sıkmaya başladı.
Yani Neden Transfer Yapmıyorlar?
Ara transfer döneminde Avrupa’da birçok takım sessiz kalmayı tercih etti.
Valverde Devrimi
2011/12 sezonunda güzel günler geçiren Athletic Club,
Ernesto Valverde önderliğinde yeniden o zamanlara göz kırptı.
Ara Bitti
Şampiyonlar Ligi’nde heyecan dönüyor. 2. turda bu hafta içi
4 karşılaşma oynanacak.
Salih Demirci
Profil
HF117
BREZiLYA AŞKINA
Sezonun yıldızlarından Hugo
Almeida, hafta içi Kasımpaşa
ağlarına bu sezonki 11. lig
golünü bırakırken bu yıl bir
hayal üzerine oynuyor. Yılgın
görünüşlü santrfor, Brezilya
aşkına bu sezon bambaşka…
Topun topu ittiği Kasımpaşa karşılaşması yok
hükmünde sayılınca Hugo Almeida’nın bir golü de
maçla birlikte buhar olmuştu. Kasımpaşa Stadı’nı
seviyordu, daha önce burada bir maç kazandıran
gol atmıştı ama bu sefer biraz başka; çünkü bu
sezon Hugo Almeida çok farklı.
Kariyerinde bir sezonda en fazla 11 lig golü atabilen
Portekizli santrfor ve bu sezon henüz 19 maçta
aynı sayıya ulaştı. Geçtiğimiz salı günü Kasımpaşa
ile oynanan tekrar maçında da iptal edilen
müsabakada attığı golün telafisini yaptı, 0-3’lük
skorun açılış golünü kaydetti. Olcay’ın ikramını boş
çevirmeyip topu ağlara gönderirken yine geri geri
koşarak seviniyordu.
Bu sezon farklı, çünkü etrafında onu tamamlayan
ve onun tamamladığı oyuncular var. Kulübün
daha iyi bir organizasyonu var, Slaven Bilic var ve
daha pek çok şey sayılabilir. Fakat tüm bunların en
önemli olanı ancak kelebek etkisi yaratabilirken,
aslında Hugo Almeida’nın bu sezon bir hayali
var. Önümüzdeki Mayıs ayında 30’unu bitirecek
olan Portekizli, o günleri Milli Takım kampında
geçirmenin rüyasını görüyor. Üstelik bu sefer eskisi
gibi değil, el üstünde tutulan bir santrfor olarak…
Nitekim onun milli takım kariyeri, hep birilerinin
gölgesinde geçti ve azmedip formayı kapsa bile
geçmişte asla muradına eremedi. Euro 2008’de
Nuno Gomes ve Helder Postiga’nın ardından
üçüncü tercih olarak kadroda bulunan Almeida,
turnuvada yalnızca iki maçta ve toplam 27 dakika
süre almıştı. Hâlbuki şampiyonayla biten sezonu
Werder Bremen formasıyla çıktığı 23 maçta 11 gol
atarak tamamlamış ve kariyer zirvesini görmüştü.
2010 Dünya Kupası’nda bu kez Nuno Gomes’in
yerine Liedson ilk tercih oldu. Helder Postiga artık
geride kaldı, ama bundan böyle bir de Cristiano
Ronaldo vardı. Yıllar yılı golcüden yana kıtlık
yaşayan Portekiz için orijinal bir seçenek ortaya
çıkmıştı. Brezilya karşısında bunu denediler,
öncesinde ise Kuzey Kore’ye karşı Hugo Almeida
sahadaydı. Sonra ikinci turda İspanya karşısında
sahaya ilk 11’de çıktı, fakat turnuvada yolun sonu
gelmişti.
Euro 2012’deki hikâye ise öncekilerden kötü
başladı. Süper Lig’in play-off oynanan sezonunda
yine sık sık sakatlanan, güven kazanmaktan uzak
görüntüsüyle ümit vermeyen bir oyuncuydu,
biraz da alternatifsizlikten ötürü Portekiz Milli
Takımı ile birlikte turnuvaya gitti. Ancak Helder
Postiga formayı almıştı ve bir de yeni isim, Nelson
Oliveira ikinci seçenek olarak kadroya girmişti.
Grup maçlarında tek bir dakika dahi süre alamayan
Hugo Almeida, çeyrek final maçında sakatlanan
Postiga’nın yerine oyuna girdi ve yarı finalde -yineİspanya karşısına ilk 11’de çıktı. Sonuç değişmedi,
Almeida’nın formayı kaptığı maçta Portekiz
turnuvadan elendi.
Hugo Almeida Portekiz milli formasıyla gollerini
atsa da bir türlü forvet tercihinde ilk sırada
kendine yer bulamıyordu.
Bu adam ne iş yapar?
Dalyan ve yılgın santrfor, kendini anlatmak için
çaba sarf etse de mesele her zaman bir noktada
tıkandı. İş bitirici bir santrfordan, hakiki bir
golcüden ziyade etrafındakileri tamamlayan
adamdı; gol de atıyordu ama bunlar asla bir
takımın yükünü çekecek boyutta değil. Öyle bir
oyuncuydu ki sürekli yerine ve yanına mutlaka
transfer bakılırdı, bu eski kulüpleri ve milli takımda
olduğu gibi Beşiktaş’ta da böyle. Hele ki geçen
sezonlarda asla taraftarın favorisi olamadı.
Yeri geldi karşı karşıya kaçırdığı goller alay konusu
oldu; zira 2010/11 sezonunda Dolmabahçe’de
oynanan Fenerbahçe maçında gol yapamadığı
pozisyon hala akıllardadır. Hugo Almeida
malum anda teke tek kaldığı Volkan’ı geçemedi,
dönüşünde Matteo Ferrari oyundan atıldı ve maç
Fenerbahçe’ye gitti.
Bir zaman takımdaki verimsiz Portekiz çetesinin
üyesi olarak kötü anıldı, hem fon ile transfer
edilmiş olması da onu biraz karanlık biri yapıyordu.
Zaman zaman istikrarsız görüntü çizen Almeida,
oldukça sert eleştirilere maruz kaldı.
Nihayetinde tüm tartışmalar gelip aynı noktaya
dayanıyordu. Sezonun yarısını adale sakatlıklarıyla
geçiren bu adam, yeterince gol de atamıyorsa ne
yapıyordu?
Verimsiz günler
Vatandaşları Simao ve Quaresma varken hiçbir şey
onun için uygun değildi. Kaleden uzak oynayan,
ceza sahasına koşu yapmayan iki kanat adamı
ile birlikte oynuyordu ve onların hazırladıklarını
atması gerekiyordu. Fakat o iş bitirici adam
değildi, bir süre sonra yapabildiği en iyi iş olan arka
direk koşularının müptelası oldu. Sadece uzak
direkte kafayla gol atabiliyordu, pivot niteliği ve
asist becerisi hiç kullanılmıyordu. Zaten üç maç
oynasa dördüncüsünde kasığına buz sarılması
gerekiyordu ve bir sakatlık sonrası fit olması epey
vakit alıyordu.
Sezon
Takım
Gol
2002/03
Uniao Leiria
3
2003/04
Uniao Leiria
2
2003/04
Porto
-
Bir sen varsın Olcay…
2004/05
Porto
-
Nitekim geçmişi de farklı değil, hiçbir
takımda ligde 30 maçı göremedi. 90 dakikayı
tamamlayacak enerjisi de çoğu zaman yok, hatta
iki maç üst üste belki de imkânsız. Zira bugüne
kadar 181 kez kulüp takımlarında ilk 11 çıkıp,
bunların 97’sinde oyundan çıkmış bir oyuncudan
söz ediyoruz. Tüm bunlara rağmen hava topu
hâkimiyeti ve sol ayağı üst düzeyde, pas becerisi
iyi ve hantal görünüşüne karşın prese katılabiliyor.
2004/05
Boavista
3
2005/06
Porto
4
2006/07
Werder Bremen 5
2007/08
Werder Bremen 11
2008/09
Werder Bremen 9
2009/10
Werder Bremen 7
2010/11
Werder Bremen 9
Şimdilerde yanındaki Olcay Şahan onu tamamlıyor,
o da bu sezon 7 gol 6 asistle oynayan Olcay’a
yardım ediyor. Gökhan Töre, Oğuzhan Özyakup ve
Veli Kavlak hazırlıyor; ona da son vuruşu yapmak
kalıyor. Tabii sahip olduğunu yüksek motivasyon
ve artan özgüvenle birlikte. Eskisi gibi kolay
sakatlanmıyor, belli ki kendine iyi bakıyor ve
oynamak, daha çok iş yapmak istiyor.
2010/11
Beşiktaş
4
2011/12
Beşiktaş
10
2012/13
Beşiktaş
9
2013/14
Beşiktaş
11
Hugo Almeida zor iyileşiyordu, zor form tutuyordu
ama uzun boylu ve kalıbını dolduran fiziğine oranla
hareketli bir santrfor olması onu özel yapıyordu.
Bir de Brezilya
Artık sonuna gelen kontrat bir kenarda duruyor,
onun yenisini yapmak kolay ama hayatının son
Dünya Kupası fırsatı, üstelik as adam olma hayali
ile birlikte onu bekliyor. Kiralık santrforlar Helder
Postiga (Lazio) ve Nelson Oliveira (Rennes) şu
sıralar onun önünde değil. Eğer Hugo Almeida
için işler yolunda gider ve talihsizlik yaşamazsa,
bu sezonki Beşiktaş performansıyla Brezilya’da
Portekiz Milli Takımı’nın has santrforu olabilir.
Onun bu çabası, olur da 30 lig maçı barajını aşar
ve 20 gole ulaşırsa Beşiktaş’ı da yükseltecektir.
Kasığından olması gereken ameliyat ve yeni
sözleşme ise biraz daha bekleyebilir ya da kâğıtlar
başka bir kulübün çekmecesindedir; kim bilir?
Hugo Almeida’nın bugünlerdeki en büyük hedefi;
yazın Brezilya’da düzenlenecek olan Dünya
Kupası’nda Portekiz Milli Takımı’nın ilk santrforu
olmak.
Mustafa Demirtaş
Büyüteç
HF117
GOLÜ KOKLAYAN ADAM
O, futbolun nasıl oynandığını bile bilmeden sadece gol atmak için bu yola
koyulmuştu. Öyle ki topu filelerle buluşturma arzusu ona kendi kalesine gol bile
attırmıştı. Ancak yıllar geçti, futbol mesleği oldu ama hala değişen çok fazla şey yok,
o yine golü aynı istekle kokluyor
Sokaklar, aslında her futbolcunun ilk altyapısıdır,
profesyonel futbolun da öz kaynağı… Çakıl
taşlarıyla süslü boş arsalarda düşüp, dizi
yarmamak için ayakta kalmak; adam alışmada
ilk seçilen olmak için her zaman en iyisini
istemek ve sorumluluk almak öğrenilir. Bugünün
futbolcuların mahallelerine gidilse, yine bugüne
benzer birçok hikâyeyle karşılaşırlar. Ancak Ömer
Şişmanoğlu’nun futbol topuyla ilk buluşması çok
farklı. O, bu oyunun nasıl oynandığını bile tam
olarak bilmeden; kulübe yazılan kuzeninin peşine
takılıp futbola mahallenin çok ötesinde başlıyordu.
Tabii, orası Almanya’ydı ve burasıyla en büyük fark
da buydu.
Bir hevesle futbola atılan 4 yaşındaki Ömer’in
bu oyuna dair tek bir fikri vardı: Topu kaleden
geçirmesi gerektiğini biliyordu. Ama sadece o
kadar… İlk maçına çıkınca gözü bir topta, bir de
kaledeydi. Nihayet beklediği an da geldi, top
onun önüne düşmüştü ve karşısındaki kale de
bomboştu! Topa vurdu ve hayatının ilk golünü
attı. Deli gibi seviniyordu Ömer, ama bu biraz ıssız
bir sevinçti. Çünkü arkadaşları ona sarılmak için
koşmak yerine, ters ters bakmayı tercih etmişlerdi.
Evet, Ömer golünü atmıştı ama o kale, kendi
kalesiydi… Daha sonra eski bir futbol antrenörü
olan babası, oğlunun bu anlattıklarını duyunca
kenara çekti, ona futbolu temelinden öğretti.
Ancak Ömer için pek bir şey değişmeyecek, bu
oyunun sadece gol atma kısmını sevecekti… “Ben
aslında her pozisyonda oynadım. Defansta, orta
sahada da oynadım hatta kalecilik bile yaptım.
Ama forvet oynamayı ve gol atmayı çok sevdim”
diyordu Ömer. Bugünlerde ise futbola başlama
sebebini, Beşiktaş forması altında da sergiliyor.
Her 65 dakikada, 1 gol
Beyaz perdeye de uyarlanan Patrick Süskind’in
“Koku” romanında kahramanımız, diyarlarca
ötedeki gölün üzerinde yüzen ağaç dalına konmuş
bir kelebeğin kokusunu alabilirdi. Benzer bir özellik
Ömer için de geçerli ama sadece gole duyarlı.
Daha ortada pozisyon yokken, birazdan doğacak
karmaşıklıktaki golün kokusunu alabiliyor. Vuruş
yeteneği ayrı konu, ama onun asıl farkı o müthiş
altıncı hissi. Ömer de bunun farkında. “Bence
bir forvet oyuncusunun her şeyden önce ‘gözü’
olması lâzım. Yani zeki olmalı, oyunu iyi okumalı ve
gücünü akıllıca, ekonomik kullanmayı bilmeli. Her
yere deli gibi koşmanın bir anlamı var mı!”
Nam-ı diğer Kibar Feyzo ama Beşiktaşlılar için
ebedi kral Feyyaz Uçar’a göre bencil bir forvet
yoktur. Öz güveni yerinde olan golcü vardır…
Ömer’in sezgileri dışında kendisini gole hep yakın
tutan bir diğer önemli özelliği de o öz güveni.
Her açıdan, her şekilde kaleyi düşünebiliyor ve
bu uğurda gol vuruşlarını da sürekli geliştiren bir
oyuncu. Hâl böyle olunca, geçtiğimiz sezondan bu
yana 65 dakikada 1 gol ortalaması tutturması da
sürpriz olmaktan çıkıyor.
Kenar forvet yolu
Önder Özen’le Beşiktaş üzerine sohbet etme
imkânı bulduğumuzda ona “Ömer’i transfer
ederken, kenar forvette de (Olcay Şahan
bölgesi) oynatabiliriz düşüncesi var mıydı?” diye
sormuştum. Ancak Önder Hoca onu, planında
sadece santrfor yedeğine yazmıştı. Aslında çok
haksız da değildi. Çünkü Ömer’in, birkaç yıl önce
Tam Saha’ya verdiği röportajda kendisinin de
belirttiği üzere taktik eksiklikleri var. Kenar forvet
bölgesinde oyun zekâsını sadece gol için değil,
takım resmi için de kullanmak gerekiyor. Top
Antalyaspor’dan Beşiktaş’a transfer olan Ömer
Şişmanoğlu kenardan gelerek attığı gollerle Türk
futbolunda yeni ‘Nöbetçi golcü’ unvanına talip oldu.
rakibe geçince bek önündeki yerini almak, yeri
geldiği zaman orta sahaya kayıp pas opsiyonu
açmak gibi…
Ömer’de o bölge için yeterince çabukluk, teknik
beceri mevcut. Biraz daha taktik zekâyla,
hücumun her bölgesinde düşünülecek bir silaha
düşünebilir. Sadece Almeida’nın alternatifi değil,
Almeida sahadayken de kenardaki yerini alıp,
onu es geçen ortalara, paslara arka direkte cevap
verebilir. Yani, onun hayat felsefesi adına çok da bir
şey değişmez, belki eskisinden de daha çok gol atar.
Bazen en iyi savunma, farkı birden ikiye çıkararak
yapılır futbolda. Beşiktaş, bunu uzun zamandır
beceremiyordu ama artık “acil telefonlar” listesine
Ömer Şişmanoğlu’nu da yazmış durumda. Ona
ihtiyaç duyulduğu anda bir kulübe kadar yakınlarda
olacaktır. Nasıl olsa artık hangi kaleye gol atacağını
da çok iyi biliyor…
Güner Çalış
İngiltere
MOYES
NE DÜŞÜNÜYOR?
David Moyes’un tekdüze taktikleri fazlasıyla can sıkmaya başladı. Acaba ne kadar
zaman daha aynı şeyleri denemeye devam edecek?
United’ın sezon başında gösterdiği performans
için çok kutuplu bir analize girişmemiz zorunluydu.
Görevi Alex Ferguson’dan devralmanın dünyanın
en zor devir teslimi olduğunu söyleyerek söze
başlayabilirdik. İster istemez, konu oradan kadroya
gelecekti. Manchester United, geçen yıl şampiyon
olduğunda dahi ligin en güçlü kadrosuna sahip
olan takımı değildi. Glazer ailesi, senelerdir
hasıraltı edilen tüm meselelerin baş sorumlusuydu
ve kulübün kaçınılmaz gerilemesi için belki de
en başta onları suçlamak gerekiyordu. Moyes’ın
yetersizliği, nispeten alt sıralara itilmişti. Fakat
artık öyle değil. Manchester United’daki sorunların
David Moyes’a ait olan kısmı son haftalarda
öylesine ayyuka çıkmış durumda ki, şu anda başka
türlü bir yazı yazabilmek mümkün olmuyor.
Görünen o ki, Moyes’un A planı orta açmak üzerine
kurulu. B planıysa, daha fazla orta!
Bu pazar oynanan Fulham maçı, ne kadar ileri
gidebileceklerini görmek açısından ilginç bir
deneyimdi. Manchester United, maçı tam 81
ortayla tamamladı! 5 büyük Avrupa ligi baz
alındığında, son 5 senedir bir maçta bu kadar
fazla orta açan bir takım çıkmamıştı. Daha ilginci,
United’ın attığı iki golün de bu şekilde gelmemesi
ve Fulham’ın açtığı 4 ortada 2 gol bulması oldu. Bir
şeyler ters gidiyor, bu kesin.
HF117
Şanssızlık olabilir mi?
David Moyes, takımın sonuca gitmeyi
başaramadığı maçları istikrarlı şekilde ‘şanssızlık’
olarak yorumluyor. United, bu sene sahiden de
kalesinde olağanüstü goller görüyor ama baş suçlu
gerçekten bu olabilir mi?
Şanssızlık söyleminden daha tatmin edici bazı
gerçekler olduğu aşikar. Bu kadar üst üste tekrar
ettikten sonra, şans faktörünün kendisinin de
sorgulanması gerekiyor. Manchester United,
mucizevi gollerden daha fazlasını, kendi savunma
kurgusundaki ciddi beceriksizliği neticesinde
yiyor. Açıkçası, geçen sene de bu anlamda farklı
değildiler. Bir ara Reading’den ilk yarıda 3 gol
yedikleri dahi olmuştu. Ama aynı maçın ilk
yarı skoru, United lehine 4-3’tü. Manchester
United’ın gerideki kırılganlığı ve orta sahadaki
kalite eksikliği, yazının başında değinmeye
çalıştığımız geçmişten gelen problemler, bunu bir
kenara koymak gerek. Fakat artık yediklerinden
daha fazlasını atamıyorlar ve gol bulmak için
başvurdukları yollara bakılırsa, ilk olarak ‘şans’ı
suçlamakta çok da haklı değiller. Şans biraz da
sizin elinizde. Bu faktörü tamamen göz ardı
edemeyebilirsiniz ama kesinlikle kontrol edebilir
ve minimize edebilirsiniz. Bu nedenle ki, üst
düzey, proaktif oyun anlayışını takip eden takımlar
sorunları öncelikle kendilerinde arıyorlar. Tüm
bunları idare edebilecek kadar kontrol sahibi
olmaları gerektiğini düşünüyorlar. United’ın
tek boyutlu hücum plânıysa, takımın mevcut
potansiyelini yansıtmada yetersiz kalıyor, ve
kalacak da. Oyunu daha geniş boyutlarıyla kontrol
altına almayı başaramadığınızda, şanssızlık elbet
daha rahatsız edici hâle geliyor.
Ters giden ne?
Manchester United artık Old Trafford’da
kazanamıyor. Ama bundan daha can sıkıcı bir
durum daha var: sebebi hakkında Moyes’un da
yaratıcı bir fikri bulunmuyor.
Bu kez Old Trafford’da değil, ama yine öyle
maçlardan biri. United aslında o kadar da berbat
oynamıyor. Lakin hücumda çok vasatlar ve Charlie
Adam’ın kendisinin dahi hayal etmediği bir gol
atacağı tutuyor. Maçı 2-1 kazanan Stoke City. Maç
sonunda mikrofonlar David Moyes’a yöneltiliyor.
“Kazanmak için ne yapmamız gerektiğini
bilmiyorum” diyor Moyes. “Bence iyi oynadık.”
Aslında oynamamışlardı. Pek çok pozisyon yaratıp
bunları değerlendirememelerinden bahsediyor.
“En azından 8-9 kez çizgiye indiğimizi tahmin
ediyorum.” Galiba ters giden kısım burası.
Çizgiye inmek mi? Eğer hücumdaki verim
parametresi buysa, evet, muhtemelen iyi bir
maçtı. Keza United’ın başka şekilde geliştirdiği bir
tehlikeli akın olmadı.
Biraz sayıların yardımı
Bakın, orta-gol oyununu kesinlikle
küçümsemiyoruz. Şehrin mavi yakası, Manchester
City, şu anda ligin en iyi orta-gol oyunu oynayan
takımı. Bu işi gerçekten dünya çapında yapıyorlar.
United’ın yaptığı ise verimsizce ve yalnızca bu şekilde
gol bulmaya çalışmak. İşte eleştirdiğimiz bu.
United’ın bir ay önce Old Trafford’da Tottenham’a
kaybettiği maçın ardından bir analiz yapılmış.
İstatistikler şu an tam olarak güncel değil ama
yine de yol gösterici. Aynı bizim şu an Fulham
maçının ardından söylediğimiz gibi, Tottenham
maçı da o an için United’ın bir maçta açtığı en
fazla ortaya tanık olmuş. United kaybediyordu,
rakibi baskı altına almak istemişti ve tercihi
daha fazla orta açmak oldu. 47 orta. O sırada 20.
lig maçını tamamlayan Manchester United’ın,
533 toplam ortayla ligde birinci sırada yer aldığı
yazıyor. Bu arada bu ortaların yalnızca 90 tanesi
isabetli olmuş. Ayrıca kanat oyuncularından skor
katkısı alınamamasına da bir paragraf açılmış. Tek
boyutlu oyunun bir başka sonucu.
Bir istatik de henüz geçen haftadan. Manchester
United, 2013/14 sezonunda en düşük oranda
merkezden akın geliştiren Premier Lig ekibi.
Yalnızca %24. Önceki senelerde bu alanda 5., 11., 6.
ve 8. olan takım şu anda 20. sırada bulunuyor.
Esas soru: Moyes ne yapmak
istiyor?
David Moyes’un derinliğini kaybettiği konusunda
artık hemfikir olduğumuzu düşünüyorum. Ama
Moyes da elbet uzun topçu Pulis’in orta takıntılı
hâli değil ve bir Stoke City yaratmaya çalışmıyor.
Bu oyun plânının ne ifade ettiğini ve en iyi
ihtimalle nelerin ortaya çıkabileceğini tartışmak
için hocanın Everton’ın günlerine gitmek faydalı
olacak.
Fazlasıyla titiz ve aşama aşama giden bir hoca
olarak, Moyes’un ‘hücum’ oynayan ilk ciddi
takımı geçen sene belirmişti. Bunun öncesinde
de ligi sürekli ilk 6 sıra içinde bitiren ve bir ara
Şampiyonlar Ligi ön elemesi dahi oynayan
Everton, fazlasıyla ‘reaktif’, yani rakibe göre
kendini belirleyen bir takım olarak biliniyordu.
Daha fazlasına doğru ilerlemeye başlayan geçen
yılki Everton’ın sorunlarıysa, bu seneki Manchester
United’la büyük oranda paralellik gösteriyordu.
Çok daha olgun bir takım olarak, fazlasıyla
tempolu ve hatta keyif veren bir takımdılar ama
maçı koparacak golü atamadıkları için berabere
biten maçlar sezonun karakteri hâline gelmişti.
Kanatlardan en fazla akın eden takım Everton’dı;
sol bek Baines de ligin en çok orta açan oyuncusu.
Ama bu takımın yapısında gerçekten ilgi çekici
bazı ögeler de vardı.
David Moyes, dar alanlar içinde rakipten fazla
sayıda oyuncu bulundurarak kombinasyonlar
oluşturmak, bu şekilde rakibe üstün gelmek
istiyor. Örneğin, sol koridordaki Baines – Pienaar
– Fellaini uyumu muazzamdı ve muhtemelen
bu seneki Manchester City ile boy ölçüşecek
düzeydeydi. Forvet arkası oyuncu olarak başlayan
Fellaini, rakibi bozan bir etmen olarak sıklıkla
kanatlara açılıp üçüncü oyuncu ve sırtı dönük
top tutan kişi oluyor; sol ayağını raket gibi
kullanan Baines, durumun uygunluğuna göre
ceza sahasındaki koca adama orta açıyor veya
yanına yaklaşan Pienaar’la al-ver yapıp merkeze
doğru sürüyor; oyun kurucu Pienaar, oyunu ilk
aşamada dengeye getiren isim oluyordu. Everton,
oyunun büyük kısmında kanatlarda 3’e 2 veya 4’e
3 gibi üstünlükle kuruyordu. Kenarları çoklayanlar
arasında merkez orta saha başlayan Leon Osman,
hatta stoper Phil Jagielka gibi isimler de vardı.
Everton bu şekilde fazlalaşarak rakibin hattının
arkasına geçmeyi başarıyordu. Gibson’ın da
takıma katılmasıyla, orta sahada aniden topu
kanatlara açacak yeni bir isim eklendi ve Everton
her şeyi başka bir hızda yapmaya başladı. Hâlâ
büyük ölçüde ‘son pas’larını ortalar üzerinden
gerçekleştiren takıma ‘boyut’ katan yapı buydu, ne
kadar yeterli olabileceği veya Moyes’un ne kadar
ileri götürmek isteyebileceğiyse şu ana kadar tam
anlamıyla test edilememiş durumda. Belki bir
sezon daha izlemek gerekebilirdi.
Bu anlayışın Manchester United’a yansımalarını
özellikle son Chelsea maçında görebilmek
mümkün oldu. Welbeck’in arkasında başlayan
Januzaj maç boyu sürekli sola deplase oldu,
sürekli bloklar arasına girdi çıktı ve bu şekilde
yakalayabildiği birebirlerde çok etkili paslar
çıkarmayı başardı. Bu kez de savunma ve orta
sahadaki zayıflıklar onları yarıyolda bıraktı.
Taktiksel çıkmazları bir yana, Moyes hâlâ United’ın
aradığı uzun vadeli, bu ‘işi’ çok yönlü götürebilecek
nitelikte bir isim olabilir. Fakat saha içindeki çıkmazlar
şu anda gerçekten ciddi bir sorun teşkil ediyor.
Transfer
HF117
NEYE GÜVENDiLER!
Futbolda ara transfer dönemi geride kalırken birçok kulüp kadrosunu
güçlendirmek için hamleler yaptı. Bazıları hiç oralı bile olmazken, bazıları da
imkanları zorladı, bazıları da kadrodan oyuncu gönderdi. İtalya’da ara transferde
sessiz kalan takımın olmaması dikkat çekti. Türkiye’de ise Fenerbahçe dışında her
takım transfer yaptı. Transfer yapmayan takımları mercek altına aldık, bunların
nedenlerini araştırdık
SÜPER LiG
Fenerbahçe
Avrupa Kupaları’ndan men edilen, Türkiye
Kupası’ndan da elenen Fenerbahçe’nin zaten hali
hazırda bol alternatifli bir kadrosu mevcut. Tek
kulvarda yarışcak sarı-lacivertlilerde defansta Yobo
ve sezon başından bu yana kadro dışı bırakılan
Semih gönderilirken transferin son günlerinde
Emenike ve Webo’nun sakatlıkları bir an santrafor
ihtiyacı doğurdu. Alternatif olarak bu bölgeye
Cenk Tosun istenmesine karşın Gaziantepspor’un
sözleşmesi sezon sonu bitecek olan golcü için
yüksek bonservis bedeli istemesi görüşmelerin
daha başlamadan bitmesine neden oldu.
Sow’un da sakatlanması pişmanlık uyandırsa da
Fenerbahçe yine de bu buhranlı dönemi atlatacak
kapasitede. iLKER YILMAZ
BUNDESLIGA
Bayern Münih
Devre arası Bundesliga’da transfer yapmayan iki
kulüpten birisi lider Bayern Münih odu. Kadrosu
öylesine geniş ve nitelikli oyuncuları içerisinde
barındırıyor ki yazın dahi transfer yapmadan
yoluna devam etse sorun yaşamayabilirler.
İlk devre Thiago, Schweinsteiger gibi önemli
sakatlıkların olduğu bölgede dahi Javi Martinez gibi
bir oyuncu yedek kaldı. En çok gol atan oyuncuları
Mandzukic dahi zaman zaman bankta oturtuldu.
Dolayısıyla eksikliklerin olduğu bölgelerde dahi
yıldız oyuncular yedek bırakılıyorsa devre arası
ekstra bir oyuncu alma girişimi olmaması kimseyi
şaşırtmadı. Transfere ihtiyacı olmayan kulübün
asıl sorunu yıldızı bol kadronun rotasyon sürecinde
sızlanmaları en aza indirmek. ORHAN ULUCA
Borussia Mönchengladbach
İlk devre üst üste 8 maçta aynı 11 oyuncuyu sahaya
sürerek 70li yılların efsane kadrosunun rekorunu
egale eden Borussia Mönchengladbach devre arası
herhangi bir ekleme yapmadığı gibi kulüp tarihinin
bonservisine en fazla para verilen oyuncusu olan
Luuk de Jong’u da İngiltere’ye gönderdi. Favre kadro
istikrarına önem veriyor ve ilk devre kapandığında
ideal kadrosuna ulaştığı düşüncesi içerisindeydi.
Öyle ki devre arası oynanan maçlarda attığı gollerle
dikkat çeken Mlapa kadroda yine de kendisine yer
bulamadı. Hatları çekilmiş, çizgileri ka lın bir şekilde
çizilmiş kadronun sezon içi tek sorunu oynamayan
oyuncuların hoşnutsuzluğu olduğu vakit devre
arasında transfer düşünmemelerini anlayabiliyoruz.
De Jong’un gitmesine rağmen hücumda alternatifi
bol bir kadro olsa da savunma konusunda
sıkıntıları mevcut. Korb’un sarı kart cezalısı olduğu
maçta defansif orta saha Nordveit sağ bek
oynamak zorunda kalıyorsa bu kadronun özellikle
savunmasına bir transfer ihtiyacı olduğunun
göstergesidir. ORHAN ULUCA
PREMIER LEAGUE
Manchester City
Manchester City her mevki için iki kaliteli
alternatifle sezona başladı. Organizasyondaki
en önemli dişlileri oluşturan kanat ve forvet
pozisyonlarındaki rotasyondan çok iyi verim
alarak bugüne geldiler fakat stoper ve özellikle
merkez orta sahadaki alternatifler düşündürüyor.
Fernandinho’nun sakatlığında orta sahada
başlayan Demichelis kimseyi ikna etmeyi
başaramadı ve fikstürün kritik dönemlerinde
benzer bir sakatlığın nüksetmesi büyük bir
pişmanlığa neden olabilir. Ama böyle dediğimize
bakmayın, Manchester City hâlâ ligin en güçlü
kadrosuna sahip takımı. Belki de bu yüzden, en ufak
ters gidişe şüpheyle yaklaşılıyor. GÜNER ÇALIŞ
Tottenham geçtiğimiz yaz transfer
döneminde 9 oyuncu transfer edip
121.875.000 € bonservis bedeli ödemişti.
Tottenham
Tim Sherwood yeni transfer istemediğini en
başından beri ısrarla söylüyor. Kadro bu sene
yapılan transferlerle zaten limitini doldurmuştu
ve bu oyuncu grubunun üzerine Villas-Boas’ın ilk
18’e almadığı Adebayor ve altyapıdan Bentaleb
gibi gençler de eklendi. Tottenham’ın şu anda
en son ihtiyacı olan şey yeni bir transfer, takımın
demlenmesi gerekiyor. Jermain Defoe bu sefer
geri dönmemek üzere ayrıldı ve Lamela ile Capoue
de muhtemelen yaz döneminde ayrılacak. Konu
Tottenham olunca uzun vadede bir tahmin
yapabilmek çok güç, ama birkaç transfer dönemini
daha öncelikle satarak geçecekler gibi duruyor.
GÜNER ÇALIŞ
Liverpool
Takımın olağanüstü hücum gücünü oluşturan
Suarez, Sturridge ve Coutinho’nun üçü de
kış transfer döneminde alınmıştı ve Brendan
Rodgers’ın takıma yeni bir yaratıcı güç katma
isteği epeydir biliniyordu. Ukrayna’dan
Konoplyanka’yı almak sandıkları kadar kolay
olmayınca bu kez boş geçtiler. Bu muhtemel
transfer, takımın hücum gücüne yeni bir
patlayıcılık katmasının yanında Philippe
Coutinho’yu da merkeze kaydırması açısından çok
değerli olacaktı. Arsenal ve Everton maçlarının
Konoplyanka için Dnipro 20 milyon euro bedel
isteyince Liverpool bu transferi yapmaktan
vazgeçti.
gösterdiği üzere, bu değişim hayati olabilir.
Sterling’in kanada geçip Coutinho’nun orta üçlüye
kaydırıldığı düzende, Liverpool’un sınırsız pres
gücü ve dikey oynama arzusu en üst düzeydeki
rakipler karşısında bile 15 dakikada maçı bitirmeye
yeterli oluyor. Artık yaza kaldı. GÜNER ÇALIŞ
LA LIGA
Barcelona
Basında yaklaşık 6 ay boyunca Barcelona’nın
ara transferde Klose, Berbatov gibi tecrübeli
ve klasik bir santrfor ve gerekli şartlar oluşursa
bir de stoper alacağı konuşuldu. Fakat Katalan
ekibi beklentilerin aksine son derece sessiz bir
dönem geçirerek devre arasını transfer yapmadan
tamamladı. Bunda ise en büyük etken hiç şüphesiz
kulüpte yaşanan mini-kriz, yani Sandro Rosell’in
istifa etmek zorunda kalması ve göreve Josep
Maria Bartomeu’nun geçmesi oldu. Bir başka
ifadeyle Katalanlar, iç sorunlarıyla uğraşmaktan
kafalarını kaldırıp transfer yapacak vakit
bulamadılar.
Kritik soru ise Barcelona’nın transfer
yapmamasının doğru veya yanlış oluşu. Mevcut
kadro, La Liga’da bir şekilde yarışın içerisinde
olacak, hatta belki de sezonu zirvede bitirecektir
ama Şampiyonlar Ligi için yeterli değil. Özellikle
üst düzey ve kapanan takımların karşısında
bütün yük Messi’nin omuzlarında ve Arjantinli
yıldızı rahatlatmak için santrfor transferi elzemdi.
Elde bu tip bir oyuncunun olmaması da Barça’yı
alternatifsiz kılıyor. Kritik haftalarda Bartra,
Mascherano, Puyol ve Pique’yi hazır tutarak 6 ay
savunma sorununu bir şekilde idare edebilir ama
hücumda hâlâ etkili bir B planı yok. EMRE ÇELİK
Real Madrid
Real Madrid ise Barcelona’ya kıyasla hem Ocak
ayına kadar hem de ara transfer döneminde transfer
haberleri açısından daha sakin bir periyot geçirdi. Real
Madrid için en fazla ihtiyaç hissedilen bölge olarak
santrfor eksikliği öne çıkıyor ama Ronaldo-BaleJese-Di Maria dörtlüsünün performansları şimdilik
Benzema’nın istikrarsızlığını örtmeye yetiyor. Onlar
için devreyi bir şekilde bitirip yeni sezona büyük bir
yıldız golcü transferiyle girecekler denebilir. Ayrıca
takımın Aralık başından bu yana sergilediği yükselen
performans da Real Madrid’in mevcut kadrosuyla
sezon sonuna kadar hedeflerini sonuna kadar
zorlayabileceği algısı yarattı fakat Real Madrid de
tıpkı Barcelona gibi özellikle Şampiyonlar Ligi’nin
kritik periyotlarında sessiz geçen transfer döneminin
etkilerini olumsuz anlamda hissedebilir. EMRE ÇELİK
Sevilla
Sevilla için ise transfer yapılmamasının ise
tamamen takımın yeterliliğinden kaynaklanıyor.
Ekonomik olarak herhangi bir problemi olmayan
Endülüs ekibi, Unai Emery’nin planlamaları
doğrultusunda 2013/14 sezonuna giderken
kiralıklar da dahil olmak üzere 14 oyuncuyu
kadrosuna katmıştı.Geniş bir rotasyonla
oynamayı seçen Emery, şimdilik bu isimlerle bir
düzen oturtmaya çalışıyor ve bunda da başarılı.
Muhtemelen yaz transfer döneminde de büyük
bir kayıp yaşamazsa yine hareketsiz bir transfer
dönemi geçireceklerdir. EMRE ÇELİK
Espanyol
Bulgar golcü Berbatov’un ismi Barcelona ile
geçse de Katalanlar kendi dertlerine daldı,
Berbatov da Monaco’nun yolunu tuttu.
La Liga’da ara transferde hamle yapmayan bir
diğer ekip ise Espanyol oldu. Espanyol kısmen
de olsa İspanya’daki maddi güçlüklerden
dolayı hamle yapmadılar. “Diğer takımlar da bu
problemle uğraşıyor ama transfer yaptılar” sorusu
akla gelebilir elbet fakat Espanyol’da yönetim
diğer takımlara kıyasla daha uzun vadeli planlar
içerisinde ve kriz yaşamadıkça da gelecekte bir
süre kiralık-düşük bonservisli isimlerle idare
edeceklerdir. Mevcut kadroları ligi ortalama bir
yerde bitirebilecek kapasitede olduğundan da
transfer dönemini tamamen sessiz kapattılar.
EMRE ÇELİK
LIGUE 1
Ajaccio
Ligde kalma açısından pek bir ümidi kalmayan
AC Ajaccio ara transfer döneminde kimseyi
almadı. Ligue 2’ye hazırlık yapan kulüp, bununla
yetinmeyip bir de kadrosunda “fazlalık” olarak
gördüğü isimlerle yollarını ayırdı. Sezon başında
Roma’dan kiralanan stoper Alessandro Crescenzi
geri gönderilirken, Juventus’tan kiralanan
Mbaye Diagne’nin akıbeti de aynı oldu. Yıldız
oyuncularından Adrian Mutu’nun sözleşmesini
karşılıklı anlaşarak fesheden kulüp, Marsilya’dan
aldığı Stefan Popescu’yu da Bolton’a gönderdi.
Takımda bekleneni veremeyen bir diğer isim JeanBaptiste Pierazzi ise MLS’in yolunu tuttu ve San
José Earthquakes takımıyla anlaşmaya vardı.
RIDVAN ERDEM
Lyon
Devre arasının bir diğer sessiz takımı Olympique
Lyon oldu. Dar kadrosu yüzünden transfer
yapacağına kesin gözle bakılan Jean Michel
Aulas’ın kulübü kimseyi almadı. Oyuncularından
Maxime Gonalons’a Napoli’nin teklif ettiği 12
milyon euroyu reddeden Olympique Lyon, mevcut
kadrosuyla sezonu bitirme kararı aldı. Hedefini
Şampiyonlar Ligi ön elemelerine katılmak olarak
sabitleyen takım yavaş yavaş oturmaya başlayan
kadrosuna yeni eleman katmamayı tercih etti.
RIDVAN ERDEM
debre arasını boş geçti. Kulübün içinde bulunduğu
maddi koşullar kaliteli bir oyuncu almalarını
engelledi. Kamel Ghilas’ı Charleroi’ya gönderen
takım ligi bu sezon iyi bir noktada bitirip elde
edeceği gelirlerle yazın kadrosunu güçlendirmeyi
planlıyor. RIDVAN ERDEM
Lorient
Sezon başında hareketli bir transfer dönemi
geçiren Lorient ise bu kış kadrosunu koruyan
iki takımdan biri oldu. Transfer yapmayan ve
oyuncu göndermeyen diğer takım ise Lille
OSC. Sochaux’dan almak istedikleri Sebastien
Corchia’nın kontratı DNCG kurulu tarafından
onaylanmayınca bu transferi gerçekleştiremeyen
Lille, kadrosunda bulunan hiç bir oyuncusuyla
da yollarını ayırmadı ve sezonu mevcut ekibiyle
bitirmeye karar verdi. RIDVAN ERDEM
OGC Nice
Kadrosuna güvenen bir diğer takım ise OGC
Nice oldu. Sağ beki Diacko Fofana ile yollarını
ayıran kulüp, stoperlerinden Kévin Gomis’i
de Nottingham Forest’a uğurladı. Elindeki
malzemeyle sezon sonunu getirme kararı alan
teknik direktör Claude Puel’in şimdiden yazın
transfer edeceği oyuncular için maddi kaynak
ayırdığı konuşuluyor. RIDVAN ERDEM
Stade de Reims
Deplasmanların kralı lakabını alan Stade de Reims
Ligin ilk devresini oldukça kötü sonuçlarla
geçiren Lyon, son haftalarda toparlanma
emaresi gösterince transferden vazgeçerek
büyük bir risk aldı.
Emre Çelik
İspanya
HF117
VALVERDE DEVRiMi
Geçtiğimiz sezon bir ara küme düşme korkusunu bile yaşayan Athletic Club, Valverde
ile birlikte tekrar La Liga’nın en fazla keyif veren takımlarından birine dönüştü
2011/12 sezonunda Marcelo Bielsa yönetiminde
tozu dumana katan ve hem Copa del Rey’de hem
de Avrupa Ligi’nde finale çıkma başarısı gösteren
Athletic Club için tam da her şey yolunda giderken
El Loco lâkaplı hocanın yönetimle kapışmasıyla
tablo bir anda tersine dönmüştü. Sezonun
tamamını alt sıralarda geçiren Bask ekibi, Avrupa
Ligi I Grubu’nda da oynadığı 6 maçta sadece 5
puan toplayarak Lyon ve Sparta Prag’ın arkasında
kalıp elenmişti. Takım, La Liga’da sezonu 12’nci
sırada tamamladığında Bielsa ile yolların ayrılacağı
çoktan kesinleşmişti. Başkan Urrutia’nın atacağı
hamle, takımın geleceğini doğrudan belirleyecek
en kritik karar olacaktı. Urrutia, tam 1 sene önce
Bielsa’nın istifasını kabul etmeyerek ne kadar
yanlış bir karar verdiyse 20 Haziran 2013’te
Valverde’nin 8 sene sonra kulübe döndüğünü
açıklayarak deyim yerindeyse nokta atışı yapıp
neredeyse ölmüş durumda olan Bask Aslanlarını
diriltmek için ilk adımı atmış oldu.
İşte La Liga’da bu sezon geride kalan 23 haftada
topladığı 44 puanla dördüncü sırada yer alan ve
Şampiyonlar Ligi ön elemesine katılma adına
İspanya’daki en büyük favori olan Athletic’in
çıkışı böyle başladı. 2011/12’deki beyaz tablonun
ardından, 2012/13 sezonunda kapkara bir görüntü
çizen Athletic’in yeniden ligin üst sıralarına
dönmesini sağlayan, yeni evi San Mames’te bileği
bükülmeyen bir takıma dönüştüren ve belki de en
önemlisi takımın Bielsa’nın en iyi döneminden bile
çok daha göze hoş gelen bir futbol sergiletmesini
sağlayan Ernesto Valverde’den başkası değildi.
Ernesto Valverde’nin Athletic’i tekrar ligin üst
sıralarına taşımasını sağlayan en büyük faktör
hiç şüphesiz maceradan kaçınması oldu. Daha
21 Haziran’daki ilk basın toplantısında “Oyun
sistemini değiştirmeyeceğim. Topa ve oyuna
hakim olan bir takım yaratmayı planlıyorum. Tek
ihtiyacımız olan attığımız gol sayısını artırmak ve
daha az gol yemek.” diyen Valverde, daha 1 sene
takımın Avrupa arenasında Manchester United,
Schalke ve Sporting gibi takımları dize getirmesini
sağlayan Bielsa’nın çok konuşulan sistemini ufak
rötüşların ardından uygulayacağını açıkça belirtti.
İşe de istikrarlı bir 11 oluşturarak başladı. 2012/13
sezonunda savunmada bir türlü ideal dörtlüsünü
bulamayan ve Borja Ekiza, Mikel San Jose,
Fernando Amorebieta, Aymeric Laporte, Carlos
Gurpegi arasından stoper ikilisini seçemediği için
sezonu en fazla gol yiyen dördüncü takım olarak
tamamlayan Athletic’te savunmanın göbeğine
Laporte-Gurpegi ikilisini yerleştirdi. Bir önceki
sezonu Valladolid’de geçiren Balenziaga’yı da
sola yerleştiren Valverde, savunmanın önünde
ise beklentilerin aksine Iturraspe’nin partneri
olarak Benat’tan ofansa sadece paslarıyla değil
koşularıyla da katılan ve savunmada da daha
fazla katkı veren Mikel Rico’yu tercih etti. Bu akılcı
hamleleriyle de daha sert bir takım yaratmayı
başardı.
Geçen sezon 38 maçta 65 gol yiyen Athletic, bu
sezon 23 maçta rakiplerinin 28 gol atmasına izin
verirken tüm sezon boyunca 44 gol atan takım
şimdiden 42 gole ulaştı. Bundaki en önemli
etkenlerden biri ise Bielsa dönemindeki adam
adama tam saha presin Valverde tarafından
da uygulanması ve pozisyon temelli oyunun
Balenziaga ve Iraola gibi iki önemli hücumcu
kanat bekinin kullanılarak alternatifli bir hale
dönüştürülmesi oldu. Barcelona ve Real Madrid’in
dâhil olduğu birçok rakibini bu presle bunaltmayı
başaran Athletic, çoğu kez rakiplerini daha topu
oyuna süremeden ve sahaya yerleşemeden hataya
zorladı. La Liga’da rakiplerinden en fazla top
çalmayı başaran takım olmaları ise bunu ne kadar
başarılı uyguladıklarının bir göstergesi. Ayrıca
Valverde’nin hücumda başka bir akılcı hamlesi de
Llorente ile kıyaslanamayacak olan Aduriz’i doğru
bir rolde kullanmak oldu. Mikel Rico’nun da ileri
çıkışlarıyla Aduriz’in arkasında hareketli bir dörtlü
kurmayı başaran (Munian-Susaeta-Herrera-Rico)
Valverde, Aduriz’i saf bir santrfor olarak değil
daha çok etrafına top indiren bir yardımcı forvet
Sezon başında Athletic’te göreve gelen Ernesto
Valverde takımıyla çıktığı 23 maçta 13 galibiyet,
5 beraberlik ve 5 mağlubiyet aldı.
gibi kullanarak bu isimleri sürekli besledi. Daha
sezonun bitimine 15 kala Aduriz’in La Liga’daki
asist rekorunu kırması ise Valverde’nin oyun
yapısının takır takır işediğini açıkça ortaya koyuyor.
Süper yedek Ibai Gomez
Son derece tempolu, baskılı ve önceliği rakibi
bozma üzerine kuran Athletic, 90 dakika boyunca
bu oyunu sürdürmeyi çoğu zaman başarıyor. Bu
başarı da doğal olarak takımın ligde iyi sonuçlar
almasını sağlıyor ama Valverde’nin başarısını
sadece taktiksel açıdan değerlendirmek fazlasıyla
yetersiz olacaktır.
Eldeki malzemeyi çok iyi tanıyan ve geçtiğimiz
sezon büyük bir düşüş yaşayan Muniain’e ne
kadar fazla ihtiyaç duyacağını bilen Valverde,
takımın başına geçer geçmez kendisine yöneltilen
sorulara “Onun formsuzluğu beni korkutmuyor.
Elimde onun gibi bir oyuncu olmasaydı o zaman
kaygılanırdım.” cevabını vererek ilk dakikada
Munian’i kazandı. Genç yıldız da kendisine olan
güveni boşa çıkarmayarak sahadaki performansını
bir anda 2-3 gömlek yükseltti. Daha da önemlisi,
Bielsa döneminde kızağa çekildiği zamanlar sesini
yükselten Munian, Valverde döneminde ilk 11
başladığı maçların neredeyse yarısında 90 dakikayı
tamamlayamamasına rağmen her seferde takımın
başarısının daha önemli olduğunu vurgulayarak
rolünü benimsediğini ortaya koydu.
Muniain gibi rolünü benimseyen bir diğer isim ise
son olarak Real Madrid’e enfes bir gol kaydeden
süper yedek Ibai Gomez’den başkası değil.
Sezonun geri kalan bölümünde oynadığı 17 maçın
12’sinde oyuna sonradan dâhil olan ve bu maçların
birçoğunda oyunun gidişatına doğrudan etki eden
Ibai Gomez, maç başına 35 dakika süre bulsa
da 8 gol atmayı başardı. Daha da önemlisi tıpkı
Munian gibi her fırsatta rolünü benimsediğini ve
takımın başarısının çok daha önemli olduğunu
vurgulamasıydı. Bu sözleri yalandan söylemediğini
ise normalde bu sezon sonu bitecek olan
sözleşmesini yenileyerek kanıtladı. Avrupa’da
bir çok takımda doğrudan 11 oyuncusu olacak
kapasitedeki 24 yaşındaki Ibai, sözleşmesini
2017’ye kadar uzattı ve bir bakıma takımdaki
büyük çoğunluğun rolleri ne olursa olsun başarıya
inandığının bir göstergesi oldu.
Athletic formasıyla bu sezon 17 maça çıkan
24 yaşındaki İbai Gomez rakip ağlara bıraktığı
8 golle takımının başarısında önemli rol oynuyor.
Aslanların kalesi: San Mames
Zaten sahada iştahlı bir oyun sergileyen
Athletic’in bu sezon en fazla fark yarattığı nokta
ise taraftarıyla da bütünleştiği iç saha maçları
oldu. Bask ekibi, 16 Eylül 2013’te oynanan Celta
Vigo maçıyla açılan yeni San Mames’te oynadığı
11 lig maçında 9 galibiyet ve 2 beraberlik elde
ederek 29 puan toplamayı başardı. Aralarında
Barcelona, Real Madrid ve Villarreal’in de
bulunduğu rakiplerin hepsinden iç sahada puan
almayı başaran Athletic, ligi iyi bir yerde bitirme
konusunda son derece önemli olan iç saha
maçlarının avantajını son derece iyi kullanıyor ve
görünen o ki geri kalan haftalarda da içeride kolay
kolay puan kaybetmeyecekler.
Başarının sürdürülebilirliği
Söz konusu Athletic ve başarı olunca hiç şüphesiz
akla ilk gelen soru bu güzel günlerin ne kadar
Athletic her maç taraftarının desteğini
hissediyor. Öyle ki Bask Aslanları, 16 Eylül
2013’ten bu yana kendi evinde oynadığı 11 maçta
9 galibiyet 2 beraberlik alarak oldukça başarılı bir
grafiğe imza attı.
devam edeceği oluyor. Geri kalan 9 yılda bile 3 kez
Avrupa bileti almasına rağmen ertesi sezonlarda
çok büyük düşüşler gösteren Athletic için bu başarı
yine mi geçici? Hiç şüphesiz bu dengesiz sezonların
en büyük sebebi Athletic’in gelenekleri icabı
sadece Bask oyuncu havuzunu kullanması. Son
2012 yılında hem Kral Kupası hem de UEFA Avrupa Ligi’nde final oynayan Athletic takip eden sezonda
La Liga’yı 12’nci sırada tamamlamış, Avrupa Ligi grubundan da çıkamamıştı.
yıllarda Venezuela doğumlu Amorebieta, Fransız
Baskı Aymeric Laporte, Angolalı bir babanın oğlu
ve Athletic’te oynayan ilk siyahi oyuncu olan Jonas
Ramalho ile bu katı kuralı kısmen gevşetseler
de sonuçta yaklaşık 2.500.000 nüfuslu bir
bölgeden seçim yapabiliyorlar ve rakiplerine
kıyasla son derece dezavantajlı konumdalar. La
Liga’da ekonomik açıdan sıkıntı çekmeyen bir
kulüp olsalar da tıpkı Javi Martinez ve Fernando
Llorente örneklerindeki gibi kontrat bitim tarihleri
ve serbest kalma bedellerinin önüne geçemiyorlar.
Havuzun darlığından da takımı bırakıp daha üst
seviyeye atlayan isimlerin yerlerini doldurmak
kolay olmuyor. Başarı da oyuncularını parlatınca
Athletic kendini kısır bir döngüde buluyor.
Fakat şunu da eklemek gerekir ki Bielsa
dönemindeki gibi birden çözülmeyeceklerdir.
Her ne kadar taktiksel bilgi birikimi ve yetenekleri
tartışılmayacak olsa da başına buyruk hareketleri
ve inatçılığı yüzünden kulübü adeta kaosa
sürükleyen Bielsa’nın aksine, daha önce toplamda
10 sene kulüpte görev alan ve Bask halkını çok
daha yakından tanıyan Valverde’nin, hem de takım
böyle giderken bir anda kendi ayağına sıkmayacağı
kesin. Valverde’nin aslı sınavı ise muhtemelen
başarılı bir biçimde tamamlanacak sezonun
ardından oyuncuları takımda kalıp Avrupa’da
da başarılı olacaklarına iknâ etmek olacak. Eğer
bunu da başarırsa Athletic, önümüzdeki 2-3 yılda
İspanya’nın en fazla heyecan veren kulüplerinden
biri olmaya devam edecektir.
Şampiyonlar Ligi
Şampiyonlar Ligi
Top 16 #1
Futbolun kulüpler düzeyindeki en büyük
organizasyonunda heyecan yeniden başlıyor. 16
takımın mücadele edeceği Şampiyonlar Ligi 2. turunda
ilk etabın startı bu hafta verilecek. 4 karşılaşmanın
oynanacağı 18/19 Şubat günlerinde Manchester CityBarcelona, Arsenal-Bayern Münih, Milan-Atletico
Madrid ve PSG-Leverkusen ikinci maçlar öncesi
avantaj elde etmek için sahaya çıkacak. Temsilcimiz
Galatasaray’ın da yer aldığı bu turda diğer 4 müsabaka
ise 25/26 Şubat günlerinde oynanacak.
18 Şubat Salı
21.45 Manchester City-Barcelona (NTV Spor Smart)
21.45 Leverkusen-PSG (Smart Spor HD)
19 Şubat Çarşamba
21.45 Arsenal-Bayern Münih (Smart Spor HD)
21.45 Milan-Atletico Madrid (Smart Spor 2 HD)
HF117
MANCHESTER CITY BARCELONA
Anahtar: Kontrollü oyun
En iyi dikine oynayan takım
İngiltere’ye 4-4-2 dizilişini başka bir formda
sunan Manchester City, rakiplerini yenmekle
kalmıyor, onları rezil de ediyor. Sezonun daha bu
aşamasında 100 golü aşmayı başaran maviler,
özellikle kanat organizasyonları üzerinden sade
fakat bir o kadar da etkili akınlar geliştiriyor.
4-4-2’nin bu Latin Amerika varyantında,
kanatlardaki oyun kurucuların sürekli ve tahmin
edilemez dinamik oyun yapısı, her fırsatta
çizgiye inen hücumcu bek oyuncuları için sınırsız
pozisyon yaratıyor. Ceza sahasında her daim
iki nitelikli golcünün bulunmasıyla da, City’nin
gollerinin önemli bir kısmı basit ceza sahası
içi tek vuruşlarla gerçekleşebiliyor. Kusursuz
görünen bu oyunlarına tek eleştiri, takımın
omurgasını oluşturan Yaya Toure - Fernandinho
ikilisinin ve özellikle de Yaya’nın zaman zaman
geride bıraktığı boşluklar üzerinden gelişiyor.
Manchester City, şu anda dünyada en iyi
dikine oynayan takımlardan biri. Tata Martino
yönetimindeki Barcelona’nın özellikle bu
anlamda çok kırılgan olması, ilgi çekici bir
eşleşme ortaya çıkarıyor. Diğer yandan,
deplasman performanslarıyla hâlâ çok ciddi
soru işaretleri bulunduruyorlar ve Barcelona’daki
maçta üçüncü orta saha kullanımı gibi sistem
değişikliklerine gitmeleri şaşırtıcı olmayabilir.
GÜNER ÇALIŞ
Sezona Gerardo Martino ve getirdiği değişikliklerle
giren Barcelona, Şampiyonlar Ligi’nde grup
aşamasını geçip ligde de liderliği elinde tutmasına
rağmen değişimin getirdiği sancıları fazlasıyla
hisseden ve bundan dolayı da dönem dönem
eleştirilen bir takım. Katalanlar’da gözlemlenen
en büyük değişim ise hücumda bir B planı
alternatifi üretme girişimi. Eskiye nazaran
kitlenen başlarda kenarları ve uzun topları daha
fazla kullanma yoluna gidiyor. Aslında bu şekilde
kayda değer sayıda gol bulduklarını da söylemek
mümkün ama klasik santrfor eksikliği ve takımın
boy ortalamasından dolayı yüzdeleri fazlasıyla
düşük. City eşleşmesinde ise Messi’nin yükünü
hafifletmek adına alternatif yaratması beklenen
ve bu konudaki en büyük koz olarak öne çıkan isim
ise hiç şüphesiz Neymar olacak.
Barcelona adına turu geçmek için en fazla
belirleyici olacak faktör deplasmanda oynanacak
maç olacak. Kısa süre de olsa Song-Busques
ikilisini bir arada oynatan Martino, tıpkı
Guardiola’nın vaktinde Keita-Busquets ikilisini
kullanarak yaptığı gibi ‘double pivot’ seçeneğini
tercih etmeli; bunun yanı sıra topa %60’ın
üzerinde sahip olduğu maçlarda bile ligde de
zaman zaman denediği kontrollü bir oyunla
kontra-atak opsiyonlarını da kullanmalı.
EMRE ÇELİK
ARSENAL
BAYERN MÜNiH
Kusursuz fırtına
Takım savunması
Arsenal, birbirini çok iyi tamamlayan
oyunculardan oluşan, Wenger’in kafasındakine
her geçen gün daha fazla yaklaşan çok güçlü
bir takım. Golü kimin attığının bir önemi
olmuyor, her gün bir başkası sahneye çıkıyor.
Ama Liverpool yenilgisinin de gösterdiği gibi,
hâlâ belli oyunculara diğerlerinden daha çok
ihtiyaç duyuyorlar. Bu tip kritik maçlarda, taktik
ve teknik açıdan olduğu kadar karakteriyle da
fark yaratan Ramsey, Flamini, Rosicky gibilerin
değeri bir kat daha artıyor.
Arsenal, bu sene savunmadaki sağlam duruşu
ve kendi sahasındaki aldığı 2-0’lık galibiyetlerle
nam salmış olabilir ama ‘pas’ hâlâ en büyük
kozları. Liverpool’un 15 dakikalık muazzam
presine karşı koyamayan takım bir anda
darmadağın oldu ve o arada bloklar arası
verilen boşluklar gerçekten korkutucuydu.
Arsenal, ‘savunma pozisyonu’na geçtiği vakit
geçmiş yıllardan çok daha iyi savunma yapıyor,
ancak öncelikle bu pozisyona geçebilmeliler.
Liverpool’un yaptığını Bayern de kuşkusuz
deneyecektir.
Flamini - Ramsey, hem rakibi presi delip
geçebilen hem de savunmada sert duran en
ideal ikiliydi; sakatlığın zamanlaması bilhassa
talihsiz. GÜNER ÇALIŞ
Bayern Münih’in kusursuzluğa doğru yolculuğu
devam ediyor. İsabetli ve çok sayıda pas
yaparak oyun içerisinde kontrolü her zaman
elinde tutmak isteyen Bavyera ekibi gole gidiş
konusunda çeşitliliğini günden güne arttırıyor.
Mandzukic ve Müller tercihleri Bayern Münih’in
hücum anlayışını değiştirdiği gibi herhangi
bir maç öncesi hangisinin oynayacağını
önceden kestirmek de mümkün değil. Hırvat
golcü ile beraber yüksek top sayısı artarken
Müller ya da Götze ile oluşturulan sahte
dokuzlu formasyonda ise kenar aksiyonları ve
yerden paslar revaçta oluyor. Sorun yaşadığı
maçları kazanmasının içeriği ise Guardiola’nın
oyunu okuma becerisi oldu. Ligin en fazla
“Joker” golüne sahip olması geriye düştüğü
pek çok maçı yapılan değişiklikler nedeniyle
kazanılmasının sonucudur. Ribery olmasa da
Bayern favori.
Arsenal’in şansı var mı?
Bayern Münih deplasmanda oynayacağı bu
ilk maçta iyi bir sonuç almazsa kendi evinde
daha fazla zorlanacağını söyleyebiliriz. Arsene
Wenger’in hem Dortmund hem de Bayern’e
karşı içeride kaybedip dış sahada kazandığını
hatırlatmak gerekir. Nürnberg’in deneyip başarılı
olduğu, Mourinho’nun Barça’da turu geçtiği
4-3-3 ön alan presi ise Wenger’in görünen tek
şansı. ORHAN ULUCA
BAYER LEVERKUSEN
PSG
Topa sahip olmalı
Paris Saint Germain iki sezondur çift forvet
oynuyordu fakat bu yıl takımın başına Laurent
Blanc’ın geçmesiyle birlikte savunmayı daha
sağlama alan bir sistem oturtuldu. 4-3-3 gibi
görünen fakat maç içinde Frank De Boer’un da
ifade ettiği gibi 4-5-1 veya 3-4-3’e kayabilen
bir formasyon bu. Başkent ekibi Cabaye
transferi ile de ort sahada ciddi bir rotasyon
şansına sahip oldu. Motta’yı kullanmak istediği
maçlarda Blanc, Milli takımda da birlikte
oynama alışkanlığı olan Cabaye ile Matuidi’yi
Brezilyalının önünde kullanabilir.
Cavani’nin eksikliği
Marjinal dizilim
Kenar on numaraları Finli teknik adam yönetiminde ilk günden bu yana istikrarlı bir şekilde
korudukları oyun felsefelerinin etkileyici kısmı.
Takım evinde oynadığı zaman bu on numaralar
topu içeriye taşır, geriden gelen bekler çizgiye
iner ve Stefan Kiessling çevresinde muazzam
bir baskı ile oynar iç saha maçlarını. Çam ağacı
olarak dillendirilen 4-3-2-1 sistemini Bundesliga’da Leverkusen dışında benimseyen olmadı.
Özellikle 4-2-3-1 dizilimi ile rakip olan takımlara karşı 3 orta sahanın sayısal üstünlüğünü
gol yemek istemedikleri maçta sonuna kadar
kullanıyorlar. Bu yüzden Leverkusen kendi
evinde fazlasıyla ofansif bir oyun ortaya koyup
gollü sonuçlar alırken deplasmanda sıklıkla
kalesinde gol görmeden tek farklı sonuçlarla üç
puanı defansif bir oyun anlayışıyla topluyor. İki
farklı stratejiyi kusursuz uygulayan bu sistemin vazgeçilmezi ise 9 numara pozisyonunda
oynayan Stefan Kiessling.
PSG’ye karşı ne yapar?
En büyük dezavantajı ilk maçı içeride oynamak
zorunda kalmaları. Bir başka sorun kendisinden daha güçlü bir kadroya saldırmak zorunda
kaldıklarında savunmada verdiği açıklar. Gol
yemeden iç sahadan çıkarsa Leverkusen’in tur
şansı yüzde 51’e ulaşır. ORHAN ULUCA
Edinson Cavani Paris Saint Germain’in
sisteminin işlemesi için anahtar oyuncuların
başında geliyordu. Bayer Leverkusen karşısında
Cavani’nin yokluğunda Laurent Blanc ilk tercih
olarak yavaş yavaş form tutan Pastore ile
Lucas’ı değerlendirecektir.
Turu geçmek için Paris Saint Germain ligde
yaptığı gibi rakibine oranla topa daha çok
sahip olmalı, zira sisteminin işleyişinde bu
unsur büyük bir önem arz ediyor. Ilk maçta
Cavani’nin yokluğunda Pastore’nin performansı
belirleyici bir etken olacaktır. Monaco
deplasmanında yaptıkları gibi lakayıt tavırlar
sergileyeceklerini sanmıyorum. Üst düzey bir
oyun konsantrasyonu Paris’e turu getirecektir.
RIDVAN ERDEM
AC MiLAN
ATLETiCO MADRiD
İspanyolların üçüncü büyüğü?
Milan kötü ama yolu doğru
Clarence Seedorf’un göreve gelişiyle birlikte
farklı bir yapı içine girmeye çalışan Milan’da işler
yoluna giriyor. Son maçlarında deplasmanda
Napoli’ye 3-1 mağlup oldular fakat içinde
bulundukları durum itibarıyla bu çok da anormal
bir sonuç değil. Ocak ayı transfer döneminde
takıma dahil olan Keisuke Honda, Adil Rami,
Adel Taarabt ve Michael Essien gibi oyuncularla
kadro profilini bir hayli yukarı çekmeyi ve
rotasyonu genişletmeyi başardılar. Seedorf’un
iş başı yapmasıyla birlikte Hollandalı hocanın
yeni sistemi 4-2-3-1 olarak açıklaması Kaka’nın
takımın merkezinde ön plana çıkmasını sağladı
ve kenarlardaki Robinho-Honda ikilisiyle
birbirini tamamlayan parçalara da sahip oldular.
Seedorf’un top hakimiyetini ve sürekli hücumu
isteyen yeni yapısı içinde ön alandaki yetenekli
dörtlüyle birlikte hücumdaki akıcılıkları arttı ve
daha iyi bir takım olma yoluna da çabuk girdiler.
Atletico Madrid önünde underdog görünmeleri
de Milan için bir avantaj olacak. İspanyollar
her ne kadar Avrupa’da sezonun flaş takımı
olsalar da Milan, kadrosu itibarıyla Atletico’dan
hala daha yüksek profile sahip. Şampiyonlar
Ligi’nde bu seviyede mücadele etmeye de
daha alışkınlar ve kulüp tecrübeleri bu anlamda
fazlasıyla üst düzey. İşleri kolay olmayacak ama
şansları varsayılandan çok daha fazla olabilir.
EMRE ÖZCAN
Sadece İspanya’da değil, Avrupa’da da bu
sezonun en fazla sükse yapan takımlarından
birisi hiç şüphesiz Atletico Madrid. Ligde geride
kalan 23 haftada Barcelona ile Real Madrid
ikilisine kafa tutmayı başaran Colchoneros,
Porto ve Zenit’in olduğu gruptan namağlup
şekilde çıkmayı başardı. Herhangi bir büyük
takım profilinin aksine rakip kim olursa olsun
son derece kontrollü ve savunmadaki beceri/
sertliğiyle buraya gelen bir takım olduğunu
söylemek yanlış olmaz. Rakibi boğarcasına alan
daraltan zaten 16 takım arasında en az topa
sahip olan 3’üncü takım. Önemli olan nokta ise
bunun Atletico Madrid’in zorunluluktan yaptığı
bir faktör değil ana oyun planı olması. GabiKoke-Arda üçlüsünün yönettiği hızlı gelişen ve
öldürücü ataklar ise Atletico Madrid’in en büyük
silahı. Ayrıca Atletico Madrid için öne çıkan bir
diğer faktör de duran toplardaki başarıları.
Atletico Madrid için turu şekillendirecek iki
faktör var. İlki “Real ve Barcelona’ya direnen
savunma futbolu mu yoksa Copa del Rey’de
3-0’lık Real mağlubiyetine sebep olan cesur
oyun mu?”. İkincisi ise “Diego ile 4-2-3-1 mi
yoksa Diego olmadan 4-4-2 mi?”. soruları
olacak. EMRE ÇELİK

Benzer belgeler