www.ontodergisi.com

Transkript

www.ontodergisi.com
1
www.ontodergisi.com
Genel Yayın Yönetmeni
Mehmet Karasu
Editör
Sercan Karlıdağ
Tasarım
Erdem Ömüriş
Sosyal Medya Sorumluları
Remziye Yeşilyaprak
Veysel Bişgin
www.ontodergisi.com
2
İçindekiler
Önsöz (4)
İlişkilerin Sıkıcı Karakteri Üzerine En Az İlişkiler Kadar Sıkıcı Bir Hicviye (5)
Gül Kitabevi’nde Kötülüğü Okumak (10)
IŞİD ve Otoriterlik Üzerine (13)
Toplumsal Cinsiyet İnşasında Kadın (18)
Milliyetçilik Söylemi Üzerine (22)
3
Mülteci Çocuklara Psikososyal Bir Bakış (27)
Toplumsal Barışın Sağlanmasında Kelman’ın Öne Sürdüğü Beş Koşul (32)
Sistemi Meşrulaştırma Geleneği (36)
Bir Tahakküm Biçimi Olarak Türcülük: Etin Cinsel Politikası Üzerine (44)
Süregelen Notlar – 2 (49)
Kitap İncelemesi: “Celâl Sâlik’in Müze Evi”ne
Evi” Çevre Psikolojisince Bakış (51)
Öykü: Zavallı Bir Adamın Zalim “Konuşma”sı
“Konuşma”s (60)
Online
line Araştırma (64)
V for Venus (65)
www.ontodergisi.com
Varoluş vakumu zamanı bile büker,
Güneşin altındaki insan çaresizce ölümü bekler.
4
Mehmet Karasu
İzmir, Şubat 2016
www.ontodergisi.com
bu denli bir yaşantı kıtlığının baş göstermiş olmasına
ne demeliydi? Ya evlilikle birlikte resmiyete dökülen
şu soyut kanibalizme ne demeli? Birbirini gözetlemekten başka hiçbir şey yapmayan tarafların temsil ettiği
ilişkinin, bazen malum tarafların, gözetleme sırasında
İLİŞKİLERİN SIKICI KARAKTERİ
kendilerini unutmaları sebebiyle evliliğe dönüşmesi
ÜZERİNE EN AZ İLİŞKİLER KADAR
soyut bir yamyamlığı çağrıştırabilir. Yamyamlığın
SIKICI BİR HİCVİYE
Afrika’dan bütün dünyaya yayılma olanağı bulamamasının sebebi ne yerli kabilelerin geri kalmışlığıyla ilgiliydi ne de kültürel rölativizmle; insanlık, yepyeni bir

Emre Oral
yamyamlığı keşfederken, fiyatı düşen eski tip yamyamlık elde kalmıştı.
Kişi, nesneyi kendisinden aşırı derecede korumayı
bir kenara bırakarak onunla gerçek bir ilişki kurar.
Yaşantı repertuarımızı oluşturan şeylerin neredeyse
Adam Phillips
B
tamamı, sanal ya da gerçek ilişkiler tarafından temsil
izler dünyaya gelirken, yaşadığımız çağ hak-
ediliyor (yoksa italik yazılması gereken “sanal”
kında bile çoğu şey söylenmişti. Kısaca bize
mıydı?). Öyle ki, çığlıklarla dünyaya geldiğimiz daha o
söylenebilecek çok az şey kaldığını söyleye-
ilk anlarda, kaçınılmaz olduğu ölçüde travmatik bir
biliriz –buna (hele hele teorik bir üslupla) itiraz ede-
ilişkiyle kuşatılıyoruz. Bu ilk ilişkinin, o küçük dene-
bilecek kadar sıkıcı birini düşünemiyorum. Özellikle
yimin ana rahminden çıktığı anda kazandığı ilk hızı
19. Yüzyıl’da yaşamış çoğu vakanüvis ve düşünür, şu
ondan adeta gasp ederek, onu bir bebeğe dönüş-
anda içinde bulunduğumuz çağın nasıl bir çağ olaca-
türmesi, an meselesi. Bebek, anne kucağıyla birlikte,
ğını aşağı yukarı öngörmüşlerdi. Onların, ömürlerini
yalnızlığı –dolayısıyla arzuyu– deneyimliyor. Önemli bir
bu kadar sıkıcı bir uğraşla tüketmiş olmaları bir yana,
psikanalist olan D. W. Winnicott, bebeğin arzusunu,
günümüzü bu kadar tahmin edilebilir kılan şey, insan-
“ilkel bir acımasızlık” olarak tasavvur edip bunun bir
oğlunun yeryüzünde yaşayabileceği tüm kombinas-
tür sadizm anlamına gelmediğini; sadece bebeğin,
yonları yaşamış olması olabilir miydi? Evet, söylene-
kendisine olanak tanındığında, anneyi kayıtsız bir
cek ya da yazılacak çok az şey kalmış olabilirdi; ancak

Kendi çapında bir estet, erotist ve düşünür.
www.ontodergisi.com
5
biçimde sevme yöntemi olduğunu söyler.1 Winnicott’
sebep olmamalı. Duraklarda, asansörlerde, sahil ke-
ın “ilkel bir acımasızlık” ifadesini ilk okuyuşumda,
narında veya parlamentoda ortaya çıkabilecek koca
aklım, onun kendisine gelmesini beklemeden, doğru-
koca bebeklerin, uluslararası ilişkilerde de aynı teklif-
dan yamyamlık kavramına gittiyse de, bunu kurnazca
sizlik ve kolaylıkla zuhur edebildiklerini henüz gördük.
kanibalizm sözcüğüne gizlemeyi akıl etmiştim. Yalnız,
Şu hâlde, şimdiye dek yıldız tozundan ibaret olduğunu
Winnicott’ın bebeğin arzusu için kullandığı bu ifade,
düşünen herkesin, bir süreliğine koca birer bebekten
olumsuz dış görünüşüne rağmen, olumlu bir içeriğe
ibaret olduğunu söylemek yerinde olur. İlişkiler, her
sahip olabilirdi. Yani ironi, kendisini, bebeğe atfedilen
ne kadar yıldız tozları arasında yaşanmıyorsa da, artık
bu acımasızlığın, anneyi baştan çıkarışında ifade
yıldız tozları tarafından kutsanmaya ihtiyaç duyuyorlar
ediyor olabilirdi –anne, ne olursa olsun, bebeğin bu
–derin bir nefes aldıktan sonra “Hepimiz yıldız
kayıtsız sevgisine, eşdeğer bir kayıtsızlıkla cevap vere-
tozuyuz.” diye fısıldayıp birbirine sarılan ilişikler çok
meyecekti. Dolayısıyla bebek, doğal olarak, anneyi
uzakta değiller. Çağ, yüzünü [derin] düşünceye ve [her
ayrı bir insan olarak görmeye ve kendisini suçlu
şeyi] sorgulamaya artık tamamen dönmüşken, bir tür
hissetmeye başlayacaktı. Eğer şu manzarada kime
çürümenin arkadan yaklaşmakta olduğunu fark
(bebeğe mi, anneye mi) acıyacağı konusunda karar-
etmek oldukça zorlaşıyor ki, nil admirari [hiçbir şeye
sızlık yaşayanlar varsa, onları bebeğe acımaya davet
şaşırma] felsefesinin kötü bir taklidi de, bu noktada
etmezdim; zira bebek, öyle bir durumda birden çok
ortaya çıkmasına rağmen, o gerçek ve kurtarıcı
“anne” ile mücadele etmek zorunda kalırdı. Yine de
uyuşmayı sağlayamıyor. İnsan, şaşırmakla kalıyor: “En
bebek hakkında bu kadar iyimser olmamak gerekiyor;
sevdiğimin en yakınındayken bu ıstırap da neyin
çünkü o çoğu durumda, sırtlanacağı geçmişinde, ge-
nesi?”, ne bir replik ne de mitolojiden bir alıntı; bu,
leceğe doğru bir miktar suçluluk duygusu taşıyacak
farklı kelimelerle sürekli tekrarlanan bir dua gibi artık
[Sisyphos?].
–evlerini Kutsal Dağ’ın eteklerine inşa eden yerlilerin,
ilk kez aktif hâle gelen volkandan üstlerine yağan lava
Bir kadının, ilişik durumda bulunduğu erkeğin kapris-
bir anlam verememesi gibi. İnsan zihninin böylesine
lerini yatıştırmak adına, ona “koca bebek” diye hitap
pornografik bir biçimde teşhir edilmesi, önce insanı
ettiğine rastlanmıştır; ancak genel durumun daha da
kendisinden saklanmaya zorlamış; sonra hiç yoktan
beter olduğunu söylemek, birtakım sıkıcı itirazlara
ona kendisini yakalatmış [Kendini Arayan Adam?] ve
onu derin bir paranoyayla, kendisine sarılmaya sevk
1
Adam Phillips, Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine (Ayrıntı
Yayınları, 2012), s. 49.
etmiştir (pornoda önceleri baş gösteren aşırı detay-
www.ontodergisi.com
6
cılığın ve endüstrileşmenin, daha sonra gizlilik ve
“... Ahlâkın aşılanması gerektiğine inananlar, küçük
amatör çekimler tarafından dengelenmesi). Manza-
çocuklara bu yönde eğitim vermekte; kişisel ve birey-
rayı böylece özetledikten sonra, kayıtsız bir biçimde
sel yöntemlerle sunulan iyi bir ortamda, sağlıklı
sevme yöntemine geri dönebiliriz.
biçimde yetişen çocuklarda, ahlâkın doğal biçimde
gelişmesini izlemek zevkinden mahrum kalmak-
Horribiledictu [lafı bile korkunç] kayıtsızlık, her çağda,
tadırlar...”2 Winnicott’ın, ahlâkın gelişimini temel
o çağın kendisine has şekillerde lanetlenmiş, tuhaf bir
alarak yaptığı bu açıklamayı, burada, ilişkiler bağlamı-
meziyettir; eğer bu meziyetle ilk kez karşılaşıyor
na uyarlayabiliriz: aşkın, ilişki bilincinin, sevişin vs.
olsaydık, aklımızda kötü bir cin olarak kalabilirdi.
aşılanması gerektiğine inananlar, insanları bu aşıyı
Kayıtsızlığın Eski Çağ’daki cezası, Sokrates olmak;
olmaya zorlamakla, kayıtsız sevginin, tamamen onun
Ortaçağ ve modern çağlardaki cezası, bu çağlarda
kendisine has bir ortamda, doğal olarak ortaya
yaşamıyor olmak; çağdaş dönemdeki cezası ise tam
çıkışını izlemek zevkinden mahrum kalıyor olabilirler.
da bu çağda yaşıyor olmak olabilir. Ancak aslen yıkıcı
Başka bir deyişle; kendi gözlerini elleriyle kör eden bir
bir öze sahip olmasına rağmen, iğdiş edilerek ya da
âşık, ayaklarının altına aldığı maşukunu, karanlıkta,
bekâreti alınarak zararsız bir dış görünüşe bürün-
kendi içinde bulduğunu söyler –ona hak vermek
dürülen sevgi, satabildiği her çağda çok satmıştır.
gerekir; aksi hâlde o, kendi içinde bütün dünyayı
Kayıtsızlığın ve sevginin doğal buluşma noktası olan
bulabilir. Çeşitliliği artırmak adına, âşık idealizminin
bebekte kayıtsızlık, her ne kadar iğdiş edilmeyi engel-
komşusu mahiyetindeki bir başka bakış açısını, çoğu
leyemese de ya da alınan bekâreti geri veremese de,
zaman “materyalizm” diye ifade edilse de, “ıssız
sevgiyi çırılçıplak bırakarak, yıkıcı özüyle yeniden
idealizm” diye tanımlayabiliriz [Issız Adam?]. İnsan
buluşturur. Bu, özellikle anne için, ölü bir dilde oku-
ıssızlaşırken yoğunlaşan iç sesler; maddeleşen ve
nan bir ilahi gibidir. Belki daha doğru bir ifadeyle; bu
uzayda yer kaplamaya başlayan hayaletler, esasında
ilahi, anneye göre, henüz doğmamış bir dilde
sipariş üzerine gelmemişler midir?3 Şu hâlde insan
okunuyordur –o, bebeği, bildiği tüm diller çerçevesinde algılar. Annenin, yıkıcı özünü kaybetmiş sevgisinin,
2
bebeğin kayıtsız bir biçimde sevme yöntemini yenilgiye uğratması, bir tür asimilasyonu çağrıştırmalıdır. Bu
noktada bir model olarak, Winnicott’ın, küçük çocukların gelişimine dair şu ifadelerini anmak yerinde olur:
3
Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine içinde, D. W. Winnicott,
“Psychoanalysis and the Sense of Guilt”, The Maturational
Processes and the Facilitating Environment (Londra: Hogarth
Press, 1965), s. 15.
İngilizler “Don’t matter.” (“Dert etme.”) sözüyle kayıtsız kalırlar (ki
onların kayıtsızlığı tamamen ağır ve hantal bir hayvanın kayıtsızlığına benzer) ve bir anlamda, bir şeylerin “maddeleştirilmemesini” beklerler. İngilizce’de “madde”, “husus” ve özellikle “sorun”
gibi birçok anlama gelen “matter” kelimesinin, Latince’de “anne”
anlamına gelen “mater” kelimesinden türemiş olması şaşırtıcı
www.ontodergisi.com
7
dünya çapında ıssızlaşırken çıkagelen Das Kapital’i ve
etmiştir, ancak Phintias, kalan işlerini bitirmek için
diyalektik materyalizmi garipsememek gerekir; bun-
kendisine bir mühlet verilmesini ister. Arkadaşı
lar, birçok yönden, dünyayı ya da onun çeşitli içerik-
Damon, Phintias’ın geri döneceğini vaat ederek, ona
lerini kayıtsız bir biçimde sevemeyen insanın belirtil-
kefil olur. Phintias kararlaştırılan süre içinde geri
erine benzer.
dönmezse, Damon ölecektir. Phintias, tam zamanında döner ve bu durum, kralı fazlasıyla etkiler. Kral,
İnsanın bu dünyaya kayıtsızca bir sevgiyle gelmiş
Phintias’ı affettiği gibi, iki arkadaştan, kendisini de
olması, onun, belki de yalnızca sevişirken kayıtsız
üçüncü bir arkadaş olarak aralarına almalarını ister.
kalmasını yasaklıyordur (böyle bir yasak yürürlükte
Arkadaşlık mefhumunu bugünkü sıkıcı konumuna
olsaydı, bu muhtemelen, bir parça bulutla satranç
sürükleyen yegâne şey, yine bir tür kayıtsız kalamama
oynamanın yasak olmasına benzerdi). Sevişememe-
zafiyeti olabilir. Damon, Phintias’ın durumuna kayıtsız
nin hakiki ıssızlığı, yavaş yavaş sevişmeme tavrına
kalamazdı; çünkü onunla başka bir boyutta sevişiyor-
dönüşüyor,
kleistogam4
insanlar giderek
du (ve doğa, belki de insanın yalnızca sevişirken
artarken, diğer tarafta yılmadan çoğalan kitle, tüm
kayıtsız kalmasını yasaklıyordu). Derin düşüncenin
istikrarını cansiperane biçimde koruyor –işte birbirin-
hâkim olduğu bu çağda, sahnenin önemli dekorları da
den sıkıcı iki grup. Elbette böyle bir belgesel dili
ortadan kaldırılmıştır sonra; kötü taklitlerini saymaz-
kullanıyor olmak rahatsızlık verici, ama bu rahatsızlık,
sak, ne kral ne de ölüm cezası söz konusudur. Antik
bir yanlış anlamadan kaynaklanıyor. Örneğin, interak-
çağlardan biraz daha günümüze doğru yaklaştığımız-
tif sözlüklerde ve bloglarda sık sık göze çarpan bir
da, Fransız İhtilali’nden sonra kurulan halk mahkeme-
soru da, insanın, arkadaşıyla sevişip sevişemeyeceği
lerinde, kral ve kraliçenin giyotine gönderilmesinin ar-
üzerineydi; ancak şüphesiz, Kierkegaard, arkadaşın,
dından, makam sahibi arkadaşların birbirlerine gös-
felsefedeki “zorunlu ikinci” değil, lüzumsuz üçüncü
terdikleri hürmet dikkatimizi çeker.6 Bir arkadaşla,
olduğunu
ancak
söylerken5
bunu kastetmemişti. Cicero’nun
arkadaşlık kurumunun bünyesinde bir araya gelmenin
aktardığı bir hikâyeye göre, pek arkadaşı olmayan
tehlikesi, yine de bir arkadaşla, herhangi bir davanın
Syracusa kralı Dionysios, Phintias’ı ölüme mahkûm
bünyesinde bir araya gelmenin tehlikesinin yanında
4
5
olmamalı. Ayrıca “baba”, Latince’de “pater” demektir ve bu da
İngilizce’ ye “örnek”, “desen”, “model” ve “patron” gibi birçok
anlama sahip “pattern” kelimesiyle geçmiştir.
Daima kapalı duran ve hiç açılmadan, kendi kendine
döllenebilen çiçeklere verilen sıfat.
Søren Kierkegaard, Either/Or (New York, Doubleday Anchor
Books, 1959), cilt 1, s. 294.
devede kulak kalır –hele hele bu arkadaş, bir
devrimden bahsediyorsa. Artık arkadaşın varoluşu,
6
Robespierre, dava arkadaşı olan Danton’u “ılımlı olmakla” suçlayıp giyotine yolladığında, Danton, “İhtilal kendi çocuklarını yiyor.”
diye söylenmiş.
www.ontodergisi.com
8
sadece, gündelik hayatın temel bileşenlerinden biri
ancak in vivo [laboratuara girmeden] söyleyebiliriz ki,
olarak toz hâline getirilmesine ve paket paket
internet ortamında gelişen sosyal ağ yapılarının,
satılmasına rağmen, yok edilemeyen belirsizliğin öte-
şehirlerin oluşması sırasında ortaya çıkan ağ desen-
lenmesine dair olabilir. Belirsizliğe kayıtsız kalamayan
lerine benzemesi, acı bir ironiyi çağrıştırıyor. İnsan,
insan, önce onu darp eder, sonra öteler, sonra bir
içinde hep bir öteki ihtiyacı taşıyor olabilir mi? Cehen-
şaka gibi algılamaya çalışır ve son olarak da ona
nemin ikonografisi, çoğu kez mutlu zebanilere ve
alışır. Ne getireceği belirsiz olan bu hayatta, bir
bahtiyar şeytanlarla doludur –ateş, onları yakmaz.
cenazenin ardından taziye verebilecek, yeni yerleştiği-
İnsanın başkalarına duyduğu ihtiyacın tatminine
kottabos7
ayırdığı muazzam enerji göz önüne alındığında,
oynanabilecek, belki şu iç seslerin birer hayalete
cehennemle anlaşarak bir zebaniye ya da şeytana
dönüşmesine engel olabilecek bir arkadaş, oldukça
dönüşmesi, güvenli ve kolay olmasının (ki bu yaygın
önemli bir figür gibi görünür, önemlidir de. Ancak
kanıdır) aksine, oldukça güvensiz bir yoldur (dolayı-
onun önemi, arkadaşlık ilişkisi dâhilinde oynayabile-
sıyla yıkıcı sevgi burada ortaya çıkabilir). Çünkü bu
ceği bağlayıcı rolden ileri gelir ve o, kişinin etrafında,
yol, hiç de dolaylı olmayan, yasak bir yoldan, başkala-
bağlayıcılığı ölçüsünde karşıt bir entelektüel alan
rına duyulan ihtiyacı tatmin etmekle kalmayıp işin
yaratır; içebakışa ket vurur –öyle ki, bir “birlikte içe-
kaymağını vaat eder. İşin kaymağı, temel bir ihtiyacın
bakış” bile teklif edebilir. Ondan korunmanın bir yolu
tatminin ardından gelen boşluk, belirsizlik ve esrime
da, bir süredir devam eden ortak harekete rağmen,
[orgazm?8] hissi olarak kendisini gösterir. Bu boşluk
zamanı geldiğinde gerekecek olan kaçış yollarını hep
ve belirsizlik –ve daha sonra esrime–, esasında insan
açık tutmaktır.
hayatına yöneltilen küçük bir soruya benzer; belki tüm
niz evinize ziyarete gelebilecek, birlikte
bu sıkıcı şeylerden geriye, her öznenin kendisine öz“Cehennem başkalarıdır.” deyişinde, cehennemin,
gü, küçük bir soru kalmıştır ve bu soruya kayıtsız
başkalarına değil; başkalarına duyulan ihtiyaca karşı-
kalabilmek de mümkündür.
lık geliyor olması hiç de örtük değildir, bir itiraf bile
sayılmaz. Teknolojinin, insanın kendi ihtiyaçlarıyla mücadelesinden doğduğu varsayılırsa, başkalarına duyulan ihtiyaçla mücadelede de etkin olması beklenirdi;
7
Bir şarap kabında kalan son damlaları bir madeni çanağa dökmeye ve çıkan sesleri, tanrılardan gelen birer aşk kehaneti olarak
yo-rumlamaya dayanan Antik Yunan oyunu.
8
Orgazmın hemen ardından, beyinde hipotalamus, haz ve
mutluluk hormonunu salgılamayı ani bir biçimde kestiğinden,
buradaki boş-luk ve belirsizlik hissine benzer hisler baskın hâle
gelir. Belki de bir tür adaletsizlikten ötürü, insanın, bu boşluk ve
belirsizlik hissinin yokluğuna alışması daha kolaydır. Diğer
durum, insanın bu hislerin varlığına alışması olamaz; bu durum,
insanın bu hislere teslim olması ya da onlarla bütünleşmesi diye
ifade edilebilir. Dokunma duyusu dikkate alındığında, alışmak,
örneğin sürekli olarak kol derimize dokunan bir nesnenin, kol
derimizdeki sinirler tarafından yok sayılmasına karşılık gelir.
www.ontodergisi.com
9
modeli, yaşananların sosyal–psikolojik arka planını
göreli olarak da olsa görünür kılmak adına, burada da
yinelemekte fayda var.
İnsanlar beş adımda dış gruba2 karşı kolektif nefretle
GÜL KİTABEVİ’NDE
KÖTÜLÜĞÜ
bezenmiş şiddet eylemlerini kolaylıkla gerçekleştire-
OKUMAKi
bilmekte ve bu eylemleri kendi zihinlerinde meşrulaştırmaktalar: İlk adımda (hâlihazırda buldukları, seçtik-
Mehmet Karasu
leri ya da maruz kaldıkları) sosyal gruplara şu veya bu
nedenle aidiyet hissederek, gruba ilişkin bir sosyal
kimlik inşa etmekteler. Bu adım bireyin ait olduğu
G
eçtiğimiz günlerde1 Kırşehir’deki bir kitabevinin yıkıcılığa varan bir nefretle tahrip edilip
yakılması, Sivas’ta ve nicelerinde yaşananla-
rın aslında sadece tarihin belirli bir zaman diliminde
ve belirli bir mekânında gerçekleşmediğini, aksine
‘uygun’ sosyal şartlar oluştuğunda yeniden bu tarz
olayların ortaya çıkmasının çok kolay olduğunu gösterir nitelikte. Bu tespit, kabul etmek gerekir ki, sarsıcı
ve bir hayli rahatsız edici. Peki, insan(lar) nasıl bu kadar acımasızca ve bir o kadar kuralsızca davranabiliyor?ii
numla tutarlı bir biçimde ve fakat birbirleriyle aynı
süreçlere gönderme yapan farklı kavram ve yaklaşımlarla cevap verebilir. Bu bağlamda Sosyal Psikoloji
literatüründe son zamanlarda sıkça dile getirilen bir
Ege Üniversitesi, Arş. Gör.
1
8 Eylül 2015
kimlikleşme sürecine karşılık geliyor. İkinci adımda
dış grup muhtelif yollarla ait olunan grubun çizdiği
sınırların dışına atılarak dışlanır ve dolayısıyla dış grup
üyeleri birtakım yasal ve örfe dayalı haklardan
mahrum bırakılır. Üçüncü adımda, iç grup kendi sosyal varoluşunun yok olma ihtimaline karşı, ki bu
ihtimal gerçek ya da hayali gerekçeler barındırabilir,
dış grubu tehdit unsuru olarak gösterir. Dördüncüsünde, iç grubun paylaşılmış erdemleri (hoşgörü, adalet,
cesaret vb.) ön plana çıkarılır ve yüceltilir. Son adımda
Bu soruya pek çok yaklaşım, kendi işgal ettikleri ko-

grupla (iç grup) özdeşim kurmasına yani bireyin
ise dahil olunan grubun erdemlerini korumak adına
dış grubun imhası törensel bir dokuda kutsanır.
Bahsedilen beş adım gerçekleştiğinde dış gruba ya da
göreli olarak dezavantajlı gruba yapılan her türlü
eylem, bizzat eylemi gerçekleştirenlerin ve seyircilerin
2
Dış grup, bireyin aidiyet duygusuyla bağlı olmadığı, ‘biz’ ve ‘onlar’
ayrışmasında ‘onlar’ söylemine tekabül eden sosyal gruptur.
www.ontodergisi.com
10
zihninde meşru olarak kodlanır. Dahası birlikte yaşa-
arasında değerlendirilebilecek seyircilerin de rolünü
mayı mümkün kılan kuralların bağlayıcılığı zayıflar ve
görünür kılmak gerekiyor. Bir taraftan yaşananları
hatta tamamen etkisizleşir.
akıllı telefonlarla mühim bir görevi yerine getiriyormuşçasına kaydedenler, diğer tarafta uzaktan da olsa
Diğer taraftan bütün bu adımlar kendi işleme biçimin-
biraz kaygılı, fakat eylemleri destekleyen bakışlarla
de sürüp giderken, yıkıcılığa varan şiddet eylemlerini
izleyenler, yaşananlardan, eylemi gerçekleştirenler
gerçekleştirenler tıpkı şekerin çayda erimesi gibi dahil
kadar sorumlu sayılabilir. Eylemler artık kontrolden
oldukları sosyal grup içinde eriyip kaybolur ve grup
çıktığında, seyircilerin sürece müdahil olmak husu-
üyeleri tek bir organizma gibi hareket etmeye başlar.
sunda bazı çekincelere sahip olmasının makul gerek-
Bireyliğin yitirildiği bu anlarda, işlenen her türlü suç ve
çeleri olabilir, fakat müdahale edilebilecek zaman
günah grubun diğer üyelerine dağıtılarak sorumluluk-
dilimlerinde harekete geçmemenin ne tür bahanesi
tan zihinsel ya da vicdani olarak uzaklaşılır. Hâlbuki
olabilir ki? Bir kişi de çıkıp “yahu ne yapıyorsunuz,
bu tür eylemleri gerçekleştirenler çoğu kez kendi
insanları yakacaksınız” gibisinden bir tepki vermiyor.
gündelik rutinlerinde sıradan bir şekilde hayatını
sürdüren insanlardan oluşur. Asıl can sıkıcı olan kısmı
Esas itibariyle yıkıcı olaylarla görünür olan bu tarz
da esasen burası değil mi? Zira bu tarz eylemlerin
olgular, toplumun farklı grupları arasında süregiden
faillerini saldırgan, Vandal, serseri, psikopat, anormal,
zorlu çatışmalarla ilgilidir. Zorlu çatışmalar, temel ola-
hasta, canavar gibi belirli kişilik özellikleri ve patolo-
rak kimlik, değerler, güvenlik, toprak talebi gibi varo-
jikleştirme söylemleriyle açıklamak, gerçekle doğru-
luşsal ve sosyal–psikolojik faktörlerle tetiklenen ve
dan yüzleşme cesareti gösteremeyen insanlar için çok
sürdürülen, şiddeti barındıran ve en az bir neslin
daha rahatlatıcı. Fakat bu tutum ve dolayısıyla bu
müdahil olduğu ya hep ya hiç süreçlerini kapsar. Zor-
anlama biçimi, gerçeği yansıtmaktan çok uzak görü-
lu çatışmalar toplum üyelerince paylaşılmış toplumsal
nüyor, tıpkı Türkiye’de meydana gelen pek çok sosyal
inançlarla sürdürülür ki bu inançlar güvenlik, karşı
olayda sürekli olarak şu veya bu şekilde “düğmeye
grubun gayrimeşrulaştırılması, kendini düşmanının
basan birtakım dış güçler” arama gayretindeki gibi.
kurbanı olarak sunma gibi mekanizmalarla görünür
olur. Çatışmayı sürdüren grupların her biri kendi pay-
Belki de bütün olan biten sırasında süreçte aktif bir
laşılmış toplumsal inançlarının bir arada yaşama
şekilde gözlemci olarak bulunan dolayısıyla sosyal
iradesi yönünde değişip dönüşmesi ölçüsünde barış
sorumluluk hissetmeyen aslında yaşananların failleri
ortamını mümkün kılabilir. Ancak bu süreçler hiç kuş-
www.ontodergisi.com
11
kusuz burada işaret edilen şekliyle kolayca işlemez,
zira özelliklerine kısmen değindiğim bu paylaşılmış
i
Bu yazı 24/10/2015 tarihinde Bianet/Biamag’te yayımlanmıştır.
ii
Yazı boyunca Melek Göregenli, Stephen Reicher, S. Alexander Haslam, Rakshi Rath, Nuri Bilgin ve Daniel Bar-Tal
gibi sosyal psikologların konuyla alakalı basılı ve sözel olarak belirtilmiş görüşlerinden istifade ettim. Ayrıca değerli
arkadaşlarım Sercan Karlıdağ ve Çağlar Solak’a katkılarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim.
toplumsal inançlar, bir yandan toplum ve devletin
kendisi tarafından kurumsallaştırılırken diğer yandan
bireysel ve toplumsal eksendeki kayda değer işlevleri
bakımından yeniden inşa edilerek sürdürülür.3
Ezcümle, yıkıcılığa varan nefretin yol açtığı acımasız
eylemlerin sosyal–psikolojik arka planına dair bu
kısmi bakış –yazının başında işaret ettiğim– sosyal
koşulların, davranışları bazen doğrudan ya da dolaylı
etkilediği; bazen de belirlediği önermesiyle temellenmektedir. İnsanlar içlerinde ‘kötü’ arzular, talepler ya
da hevesler barındırabilir. Ancak kötü olanın ortaya
çıkabileceği bağlamsal koşullar, bir arada, barış içinde yaşayabileceğimiz sosyal koşullar lehine değiştirilip–dönüştürüldükçe kötülüğün görünürlüğü ve dolayısıyla deneyimlenmesi o ölçüde azalma eğiliminde
olacaktır. Kötülüğün tamamen yok edilmesi gibi romantik bir arzuya sahip olmaktan öte; kötülüğü sosyal
koşullar üzerinden yönetebileceğimize işaret etmeyi
değerli görüyorum.
3
Çatışmaların çözümüne dair süreçler bu yazının kapsamını bir
hayli aşacağı için, burada sadece bu süreçlere işaret etmekle
yetindim.
www.ontodergisi.com
12
ettiği
bölgelerdeki
tutumlarında
ciddi
bir
“benmerkezcilik” var ki örgütün dayandığı kutsal da
Ben’in güçlenmesini sağlamaktadır. Arno Gruen’in dediği gibi otorite, otoritesini koruduğu sürece kişisel önemlilik ve güvenlik duygusu sağlar. Bağdadi halifelik
IŞİD VE OTORİTERLİK ÜZERİNEi
hamlesiyle, bunu güçlendirerek bu zamana değin getirdi ve mensuplarının kendisini daha büyük hissetmesini de sağlamış oldu.
Caner Özdemir
Tanrıbilimsel açıdan bakarsak, halifelik Tanrısal otori-
1
9. yüzyılda otorite halka bir pastiş olarak
tenin bir aktarımıdır. Ayrıca skolastik kurama göre de
sunlurken, tuvalin üzerinde itimat, güven diye
otorite Tanrısal bir öze sahiptir. Tanrı insanın en üst
gösterildi. Aidiyet duygusu insanlar tarafın-
yargıcı olarak biçimlendirilirken, tanrısal bir otorite
dan bir özlem olarak karşılanırken, geçmişteki birlik-
olan Halife de aynı zamanda yargıçtır. Ve Tanrısal
teliklere hüzünle baktılar. Tuvalde güveni sağlayan
otoriteyi en net olarak Baba–Tanrı ifade eder. Burada
baba imgesiydi. Bu aynı zamanda patron imgesi ol-
ciddi bir ataerkil anlam bulunmakta ve IŞİD’lileri
makla beraber paternalizmi ifade ediyordu.
pazarda kadın satmaya götüren ideolojik süreç bu şekilde yürümekte demek mümkün gözüküyor. Ayrıca
Bugün IŞİD terörü adeta bir tuvalin üzerini boyar gibi
paternalist oluşumun tipik bir örneğidir ki erkeğin
Mezopotamya’yı kan kırmızısıyla boyuyor. Ve katliam-
kendi otoritesini, büyük ölçüde inançlara dayandırma-
ların emrini veren Bağdadi, kendisini “Baba Tanrı” o-
sı da bununla ilişkili.
larak konumlandırıyor.
Marksist bir sosyolog olan Max Weber’in yaklaşımları
Otorite Kuramları Işığında IŞİD
da aslında Bağdadi ve IŞİD’in pozisyonunu iyi anlatı-
2014’ün Temmuz ayında bir Cuma hutbesinde
yor. Weber’e göre otoriterlik üçe ayrılır:
Bağdadi Halifeliğini ilan ederken, bütün Müslümanlara kendisine itaat etme çağrısında bulundu. Gerek
1.Çok eski geleneklere göre kurumsallaşmış bir inan-
bu itaat çağrısında, gerekse IŞİD’li teröristlerin işgal
ca,

Varoluşçu İnsancıl Psikoterapist, yazar, müzisyen ve tangocu;
Birleşik Haziran Hareketi üyesi
2.Kuralların yasallığına,
www.ontodergisi.com
13
3.Karizmatik otorite olarak ortaya çıkan, “bir müritler
hareketinin orada kurmak istediği otoritenin, “akılcı”
topluluğunun bir bireyin kutsallığına ya da kahraman-
bir işleyişi olduğunu görüyoruz. Yine Esad yönetiminin
ca gücüne ya da örnek alınacak bir kişi oluşuna ve
seküler ve çok kültürlü yapısı da buna örnek göste-
onun koyduğu ya da yarattığı düzene olağandışı bi-
rilebilir. Bu yüzden her ikisi de IŞİD yobazlığı için ciddi
çimde kendini adayışına” dayalıdır. Weber, Muham-
bir tehlike.
med Peygamber ve İsa Peygamberi buna örnek gösterir. Bağdadi kötü bir karizmatik liderdir aslında. Çünkü
Tabi IŞİD’in akıl dışı şiddet üzerine kurulu siyaseti,
örnek alınacak bir insan olmak, dayatma ve korku
Batı Tanrıbilimcilerin çok tartıştığı, “insanın çürümüş
yoluyla gerçekleşmesi mümkün değil. Ve en önemlisi
ya da iyi kılınabilecek bir varlık mı” meselesini de
tarih dinsel ve milliyete dayalı ayrımcılık yapanları, ka-
dolduruyor. Burada şiddet çok belirleyicidir. Ama
dınlara tecavüz edenleri ve çocuk gelinleri yasalaştı-
şiddetin ne olduğu daha belirleyicidir. Erich Fromm
ranları kahraman diye yazmaz.
şiddeti, tepkisel, öç alıcı ve ödünleyici şiddet olmak
üzere
üçe
ayırır.
Tepkisel
şiddet,
bir
insanın
Freudyen kuram bu anlattıklarımıza göre çok farklı bir
kendisinin ya da başkasının özgürlüğünü, yaşam
pencere. Tanrı olgusu İslam toplumu için otoriter vic-
hakkını korumak için yaptığı şiddettir. Örneğin
danı temsil eder. Çünkü bir dış yaptırım korkusu ola-
Geziciler “tepkisel” şiddete başvurmuştur. Haziran
rak ‘çarpılma’ birçok davranışın harekete geçmesini
direnişinde, halkın ortak bir alanının sermayeleşme-
engeller ki bu durum Freud’un süperego olarak
sine karşı direnişe geçmesi, yaşamın hizmetine dönüş
bahsettiği bilinçtir. IŞİD ahlaksızca yaptığı eylemlerle
olmuştur ve savunma amaçlıdır. Gezi’de kurulan
bir bakıma otoriter vicdanını yitirmiştir. Ancak süper-
çadırlar bir işgal değil, kapitalistlerin işgaline karşı bir
ego kavramı bir dış yaptırıma dayalı olduğu için insa-
savunma biçimidir. Ve bu bakımdan son derece
nın kendi iradesi dışında gelişmektedir ve yine bir ita-
ilericidir. Hatta bu şiddet biçiminin, ölen onca insana
at söz konusudur. Bu yüzden yetersizdir.
rağmen “öç alıcı” forma dönüşmemesi de ne kadar
barışçıl olduğunu gösterir. Ayrıca Kemal Kılıçdaroğlu’
Erich Fromm ise otoriteyi “akıl dışı” ve “akılcı” olmak
nun; “YPG kendi vatanını kurtarmak için örgütlenmiş
üzere ikiye ayırır. Örneğin, IŞİD’in işgal ettiği bölgeler-
bir oluşumdur” ifadesi “tepkisel” şiddetin tanımına
deki insanlara olan faşizan tutumu “akıl dışı” otorite-
içkin bir cümledir.
dir. Ancak hem seküler hem de kadını toplumsal hayatın merkezine koyan yapısıyla, Kobanê’de Kürt
www.ontodergisi.com
14
IŞİD ise “ödünleyici” şiddet modeli için uygundur. Bu
Louis Althusser’in ışığında bakacak olursak; bu bir
şiddet formu, bulunduğu çevredeki herkesi ve her
bakıma IŞİD’in ‘baskı aygıtı’ydı. Devlet aygıtları hem
şeyi denetimi altına almayı amaçlar. IŞİD tüm hamle-
ideolojiyi, hem de baskıyı kullanır ama buradaki
lerinde hem bu içeriği hem de “sadizmi” görmek
önceliğin kime verildiği çok önemlidir. IŞİD terör
mümkündür. Çünkü sadizm, birisinin üzerinde mutlak
örgütü bir devlet olmadığından; eğitim, aile, hukuk ve
tahakküm kurmak, onunla dilediği gibi oynamak de-
kültür gibi özerk yapılarla, ideolojik aygıtlarını kurması
mektir. Yezidi kadınların cariye yapılması, erkeklerin
mümkün değildi. Tam aksine ‘baskı aracı’ olan ‘korku’
ise köle olarak çalıştırılması bu motife uygun örnekler-
yu ve terörü kullanarak, önce ideolojik aygıtları inşa
dir.
edebilecek ortamı kurmak istediler.
Otorite ve Korku
IŞİD’in otoriterce siyaseti kolayca yayılmasında, kar-
IŞİD eylemler düzenlediği bölgelere kolayca hâkim
şısında kendisi kadar güçlü bir otorite bulmaması
olabilmek için otorite olmanın birçok özelliği arasında
sayesinde de oldu. ABD askerlerinin geri çekilmesin-
en çabuk yayılacak olanı seçti: Korku! Korku bir politik
den sonra, ne Irak halkını tatmin eden bir anayasa
argüman olarak uygulandığında, toplumu rahatlıkla
yapıldı ne güçlü bir ordu kuruldu, ne de yönetimde
baskı altına alabilecek ve kendisini kabul ettirebile-
halkın birleştiği bir liderlik çıktı. Yine, savaşın yaraları-
cek bir duygu. İnternet teknolojisinin geldiği bu nokta-
nı sarmak adına toplumsal dayanışma ağı da kurul-
da videolar yoluyla bunu yaymak IŞİD için hiç de zor
madı. Bütün bunların sonunda toplumun birçok kesi-
olmadı.
mi kendisini dinsel, mezhepsel ve milliyetçi olarak
ifade etti ve insanlar arasında büyük bir yabancılaş-
Ve toplumu dönüştürmek için de denilebilir ki aciliyet-
ma meydana gelmiş oldu.
le, kadınlara korku salarak, onları tahakküm altına
aldı. İslam yaşantısında kadının ailedeki rolü gereği
Aslında Saddam sonrası (ya da ABD işgali sonrası) dö-
en kilit olanı seçti. Korku sadece işgal ettikleri bölge-
nem bize toplumsal bir gerçeği hatırlattı. Otorite sahi-
ler için değil, işgal edecekleri bölgeler için de avantaj
bi kişiden korkulsa da bu kişinin ortadan kalkmasın-
sağladı. Kobanê dışında karşılarında direnen kimseyi
dan insanlar daha çok korkar. Çünkü mevcut toplum-
bulmadılar. Özellikle IŞİD’in işkence, katliam ve teca-
sal çerçeve dağılacağından daha kötüye gitme endi-
vüz hikâyeleri ve cinayet sahneleri burada çok etkili
şesi vardır. Ve IŞİD en utanç verici biçimiyle de olsa
oldu.
www.ontodergisi.com
15
bir çerçeve sunduğu için maalesef Irak ve Suriye
feodal karakteristiğe sahip Peşmerge ve seküler,
bölgesinde birçok Müslümanın desteğini aldı.
modernist YPG ve Esad yönetimi var. Bu IŞİD sonrası
dönemde, ufukta bir otorite savaşı olacağını gösteri-
Kapitalizm, Paternalizm ve Otoriterlik
yor. Özellikle Davutoğlu’nun Esad’a karşı duran ve
IŞİD’in işgal ettiği yerler arasında güçlü bir direnişle
ÖSO’yu destekleyen ifadeleri, şimdiden bir kamplaş-
karşılaştığı tek bölge Kobanê oldu, demiştik. Her ne
ma yaratıyor.
kadar direniş çok güçlü de olsa, günümüzde bir bölge
işgal edilebildiğine göre orada otorite yok demektir.
Tabi AKP’nin ÖSO’yu desteklemesinin ardında neo–
Çünkü otoritenin güçlü bir imajı vardır ve yenilmezlik
liberalizm gerçeği durmakta. Türkiye AKP hükümeti ile
görüntüsü verir. Tabi Kobanê’deki devlet örgütlenme-
birlikte vahşi bir kapitalistleşme sürecine girdi. 20.
sinin çok yeni olduğunu da unutmamak gerek. Ancak
yüzyılın başlarında Avrupalı ülkeler, nasıl kapitalizmi
Kürt hareketinin Kobanê halkıyla olan bağları, direnişi
güçlendirmek için Arap dünyasına yöneldiyse, Arap
örgütlemeyi başardı.
Baharı eliyle de Türkiye burada aynısını yapmaya
çalıştı. Bu süreçte birçok lider düşerken, Türkiye’nin
Bununla beraber, Arap Baharı dalgasıyla başta Özgür
burası için düşündüğü model neo–liberal otoriterlikti.
Suriye Ordusu (ÖSO) olmak üzere, birçok silahlı
Bu otoriterliğin, biçimsel olarak el değişmesinden
örgütlerce yorulan Esad yönetimi, IŞİD’in gelişim ve
başka hiçbir şey değildi ve amaç Neo–Osmanlıcılık
ilerleme sürecine müdahale konusunda etkisizdi.
politikasıyla, Neo–liberalizm İmparatorluğu kurmaktı.
Ama batı IŞİD’e doğru hedef değiştirince o da
Bu yüzden ÖSO terör örgütü, Suriye’de AKP için çok
müdahale şansı buldu. Fakat Esad yönetimi ve
ideal bir yapı. Ve elbette ki ABD ve diğer NATO ülke-
Kobanê halkı IŞİD’e karşı ABD’nin desteğini istemek
leri, IŞİD’e karşı direnenlere destek verirken, kendi
durumunda da kaldı. Bu ‘baba tanrı’ya karşı savaşır-
neo–liberal çıkarlarını kenara bırakmadığını, bunu in-
ken ‘baba patron’a el uzatmaktı. Gerek ABD’nin silah
sanlığın ve Kobanê halkının kurtuluşu için yapmadı-
yoluyla gerekse de ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) ve Peş-
ğını biliyoruz. Hatta Suriye halkının kendi kaderini ta-
merge güçleri gibi sekter yapıların dahil olmasıyla, bu
yin etmesine izin vermeyeceğine de.
savaş paternalistler arası iktidar kavgasına da dönüştü.
IŞİD ile beraber sadece neo–liberal amaçlar ertelendi
ve Esad ile ittifak yapıldı. Ve ABD bu bölgede nihai o-
Bölgeye baktığımızda, IŞİD’e karşı, siyasal İslamcı
ama Arap Baharı’nın ideolojik izlerini barındıran ÖSO,
www.ontodergisi.com
16
larak Kral Abdullah gibi ‘baba sermaye’ ye destek verenleri görmek istiyor.
i
Bu yazı 29/10/2015 tarihinde Bianet/Biamag’te yayımlanmıştır.
17
www.ontodergisi.com
olarak toplumsal cinsiyet kodlarımızı tanımlar. Bu
kültürel kodlar, içinde bulunduğumuz toplum yapısı
tarafından belirlenir. Kadınlarla erkekler arasında
bazı farklılıklar olsa da bu farklılıklar toplumsal kodlar
aracılığıyla abartılan stereotiplere dönüşmüşlerdir.
TOPLUMSAL CİNSİYET
Üstelik bu farklılıklar daha çok kadınların aleyhine
İNŞASINDA KADIN
işleyen bir cinsiyet eşitsizliği meydana getirirler.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, bir kadın ve erkek
Nursel Avcı
arasındaki ikili ilişkiyle sınırlandırılmayacak kadar
karmaşık bir toplumsal sorundur. Erk merkezli hiyer-
S
«Kadını götürüp mutfağa ya da
süslenme odasına kapatıyor,
sonra da ufkunun darlığına şaşıyoruz;
kanatlarını kesiyoruz,
sonra uçamıyor diye yakınıyoruz.»
arşiye dayanan bu sınıflandırma sistemi gelenek,
imon de Beauvoir’den alıntıladığım bu tespiti
göstererek kadını sürekli öteki cins konumuna
daha önce de payıma düşmüş kimliklerin et-
düşürmektedir. Şu da belirtilmelidir ki, yeryüzündeki
kisiyle dile getirmiştim. Bu kez bir kadın ola-
eşitsizliklere maruz kalan gruplar arasında kadınlar
bilim, hukuk, siyaset, sanat ve daha birçok alan tarafından pekiştirilir. Kadını mağdur eden bu eşitsizlik,
gerek kamusal alanda gerekse özel alanda kendini
sırf kadın oldukları için bir kat daha dezavantajlı
rak yazıyorum.
duruma düşmektedirler.
Toplumsal cinsiyet inşasında birbirinden farklı fakat
bir o kadar birbiriyle iç içe geçmiş iki kavram: cinsiyet
Öğrenilmiş bir rol olarak cinsiyet
(sex) ve toplumsal cinsiyet (gender). İlki biyolojiye,
Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetin bağlam içinde
diğeri psikolojik ve kültürel bir işleyişe gönderme
harmanlanmış hâli gibidir. Çocuklar, kendi bağlam-
yapan bu iki kavram, kadın özelinde bütün cinsel
larında yaşamı algıladıkları ilk andan itibaren cinsiyet
kimlik ve yönelimleri doğrudan inşa etmektedir.
kategorilerine göre kendi cinsiyetlerine uygun olan ve
Biyolojik cinsiyetimiz sadece biyolojik varlığımızı ta-
olmayan tutum, arzu, davranışları ailelerin onayla-
nımlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumdaki konu-
ması ya da cezalandırmasına göre öğrenmeye başlar
mumuzu da derinden etkiler ve “kadın” veya “erkek”
ve böylelikle içselleştirirler. Daha çocuk doğmadan
cinsiyetine göre tasarlanan odalar, alınan kıyafetler,

Psikolog
www.ontodergisi.com
18
oyuncaklar, uygun görülmüş isimler ve daha sayama-
görülmektedir. Bu iş bölümü kadının daha az ekono-
dığımız birçok faktör; büyüdüğünde nasıl davranaca-
mik bağımsızlık kazanmasına ve daha az seçme şan-
ğına, nasıl güleceğine, hangi durumlarda ağlayıp–
sına sahip olmasına neden olmakta, dolayısıyla kadını
ağlamayacağına, hangi renkten giysiler giyebileceğine
erkeğe daha fazla bağımlı hâle getirmektedir. Duru-
dair kendisine bir rol repertuarı hazırlar. Bu süreç aynı
mun böyle olması bir taraftan herhangi bir işte çalış-
zamanda erkek ve kadının farklı gruplara ait
mayarak “ev hanımı” sıfatını elde etmiş kadınların e-
olduklarına dair bir algı oluşturmalarını kolaylaştırır ve
meklerini hiçleştirmekte ya da değersizleştirmekte,
kadını
konumuna
diğer yandan çalışan kadının mesai bitimi ardından
dönüştürür. Çocukların öğrendiği bu roller daha sonra
üstüne üstlük ev işlerini de yaparak tükenmeye vara-
okul, medya gibi kanallarla süreklilik kazanarak adeta
cak düzeyde yıpranmasına yol açmaktadır. Bu gele-
kurumsallaşır. Ebeveynlerin çocuğa karşı olan tutu-
neksel iş bölümü bizzat kadınlar tarafından o kadar
mu, hangi ebeveynin çocukla nasıl zaman geçireceği
içselleştirilmiş ve cinsiyetleştirilmiştir ki bugün mev-
dahi çocuğun cinsiyeti tarafından belirlenir çoğu kez.
cut geleneksel rol kalıplarını övünerek aştığını dile ge-
Ebeveynlerin kız çocukları ile daha fazla zaman geçir-
tiren kadın ve erkelerin pek çoğu bile evde birlikte
meleri, onların üzerine daha fazla titremeleri erken
yapılan işleri “erkeğin kadına yardım etmesi” şeklinde
dönemde başarılı bir bireyselleşme dönemi geçirme-
algılayabilmektedir. Yine çalışan kadınların iş yerlerin-
lerini engellemektedir ve dolayısıyla kadınlar erkek-
de üstlendikleri görevlerin dahi cinsiyetleri temelinde
lere kıyasla daha bağımlı bir kişiliğe sahip olma eğili-
dağıtıldığını söylemek pek de yanlış olmayacaktır.
mini gösterebilmektedirler.
Baktığımızda
erkeğe göre
bir
öteki
cins
genellikle
teknik
bilgi
ve
beceri
gerektiren işler çok fazla kadınlara verilmemektedir.
Günlük pratiklerin cinsiyetleştirilmesi
Ayrıca iş yerlerinde yönetici konumunda çalışan ka-
Kadın ve erkeğe atfedilmiş cinsiyet kalıplarının ken-
dınlar ile erkekler arasındaki sayısal fark da belirgin
disini bariz bir şekilde gösterdiği en önemli alanlardan
bir şekilde kendini göstermektedir.
biri, iş bölümü dağıtımında görünür olmaktadır. Cinsiyete dayalı iş bölümü, kadını erkeğe göre daha edil-
Anaakım psikolojide kadın
gen kılacak şekilde ve erkeğin egemenliğini sürdür-
Anaakım psikolojinin ortaya çıkışı birçok dezavantajlı
mek üzere tasarlanmıştır. Kadının sorumluluğu ve gö-
grup gibi kadını da göz ardı etmiştir. Psikoloji daha
revleri daha çok ev içi faaliyetleriyle belirlenirken;
çok “erkek merkezli” bir bilim olarak ortaya çıkmıştır,
kamusal aladaki işler erkeğe özgü işler olarak
diyebiliriz. Psikoloji biliminin oluşum ve gelişim süreci
www.ontodergisi.com
19
boyunca motor becerilerden tutun da sayısal zekâ,
Örneğin, depresif duygu durumu ve anksiyetenin ka-
duygusal zekâ, kişilik özelliklerine kadar pek çok
dınlarda daha sık görülmesinde kadına yüklenen rol
konuda kadın ve erkek arasındaki farklara ilişkin
ve toplum baskısının payı yadsınamaz. Somatoform
çalışmaların yürütüldüğünü daha lisans eğitimlerimi-
bozukluklarının –özellikle konversiyon bozukluğu-
zin ilk yıllarında hepimiz deneyimledik.
nun– kadınlarda belirgin bir şekilde erkeklerden fazla
görülmesi, kadına yönelik cinsiyetçi tutuma karşı
Bununla birlikte bu çalışmaların kadınların hislerine
kadının bu durumla başa çıkamaması ve bu yönde
ya da ihtiyaçlarına pratikte çok da bir cevap niteliği
ifade edemediği duygularının biçim değiştirerek dışa
taşımadığına şahit olduk. Anaakım psikolojide değinil-
vurumu olarak yorumlanabilir. Zaten bu tür ruhsal bo-
mesi gereken diğer bir önemli nokta ise; tüm bilimler
zuklukların geleneksel toplumlarda kadınlarda daha
gibi psikoloji tarihinde de emek sarf etmiş bilim kadın-
sık görülmesi bize bu konuda bir fikir vermektedir.
larının önüne kadın olmaları nedeniyle engeller çıkarılmış ve emekleri hep tarihin arka odalarına itilmiştir.
Erken yaşta zorla evlendirilmenin, kadınların –daha
Ama yakın tarihe bakıldığında psikolojinin bir kadın
doğrusu çocukların– ruh sağlığını olumsuz yönde
mesleği hâline geldiği de bir gerçektir. Kadın psikolog-
etkileyeceğini tahmin etmek hiç de zor değil. Ayrıca
ların erkeklere oranla daha fazla sayıda olması dahi
gebelik ve doğum sürecinde kadının yaşadığı hormo-
cinsiyet kalıplarıyla yakından ilişkili görünmektedir.
nal ve fiziksel değişikliklerle birlikte yeterli sosyal des-
Lise döneminde sözel ve sayısal derslerde ortalama
tek görmemesi de psikopatolojinin önemli nedenleri
akademik başarı yönünden aynı düzeyde olmalarına
arasında durmaktadır. Kadının istememesine rağmen
rağmen, cinsiyet rollerinin etkisiyle erkekler otoritenin
erkeğin isteği doğrultusunda çocuk doğurması ya da
ve hiyerarşinin daha çok hissedildiği hukuk alanına
kürtaja zorlanması da kadını derinden etkileyen
yönelirken, kadınlar çözüm odaklı psikoloji bölümünü
deneyimlerdir. Erkeklere oranla kadınlarda daha sık
seçme eğilimi göstermektedirler.
görülen onca ruh hastalığına rağmen, kadınlar, sağlık
hizmetlerinden
erkeklere
kıyasla
daha
az
Toplumsal cinsiyet rolleri ve psikopatoloji
yararlanmakta veya süren bir tedaviyi tamamlayama-
Ruh sağlığıyla ilgili çalışmalar dahi çoğu zaman kadın
maktadırlar. Sadece kadın olma değişkeni bile, bu
ve erkek arasındaki farka odaklanmaktadır; fakat
tarz davranış örüntülerinde büyük oranda açıklayıcı
esas sorun, bu farklılıkların toplumsal cinsiyete dayalı
bir faktör olarak karşımıza çıkabilmektedir. Dolayısıyla
sebeplerinin üzerinde yeteri kadar durulmamasıdır.
kadınların yarıda bırakılmış tedavileri, hastalıklarının
www.ontodergisi.com
20
daha fazla ilerlemesine veya kronikleşmesine neden
erkek, kadını sindirmek için şiddete başvurabiliyor.
olabilmektedir.
Hatta kadının en temel hakkı olan yaşama hakkını
elinden alabiliyor.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık1 ve kadına yönelik şiddet
Cinsiyet ayrımcılığına dayanan kadına yönelik şiddet,
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun rapo-
yüzyılladır dünya üzerinde adeta süreklilik kazanmış
runa göre, 2015 yılında 303 kadın öldürülmüş.
bir problemdir. Kadına yönelik şiddetin altında yatan
Raporda bu kadınların %78’i kendi hayatına dair
sebepler incelendiğinde, şiddetin toplumsal cinsiyet
karar almak istemeleri sonucunda öldürüldüğü ifade
eşitsizliğine, erkeğin kadın üzerinde oluşturduğu hi-
edilmiştir. Yine öldürülen evli kadınların yaklaşık
yerarşiye dayandığı açık bir şekilde görülebilir. Kadın
%70’i evliliğini sonlandırmak istediği için öldürülmüş-
sadece kadın olduğu için çoğu defa şiddete maruz
tür. Fiziksel veya cinsel şiddete direndiği için öldürü-
kalmaktadır. Erkeğin kadına fiziksel şiddetin yanı sıra
len kadın sayısını da göz önünde bulundurduğumuz-
psikolojik şiddet de uygulaması ve bu şiddetine sözde
da, bir kez daha kadınların da bir ruhlarının olduğu-
kadın kaynaklı temelsiz iddialar ileri sürmesi kadının
nun erkekler tarafından unutulduğunu görebiliyoruz.
suçluluk hissetmesine, dolayısıyla uğradığı şiddeti
Dahası bu şiddet ve kadının ruh hâli arasındaki ilişki,
çevresiyle paylaşmasını engellemeye yol açmaktadır.
bir kısır döngüye dönüşmüş kronik bir mesele olarak
Bu şekilde tabu hâline gelen kadına yönelik şiddet,
karşımızda bütün can sıkıcılığıyla durmaktadır.
daha da artmaktadır.
Kaynaklar
Süreklilik kazanan şiddetin sonuçları giderek kadın
S. Austin, D. Fox, I. Prilleltensky (2012). Eleştirel Psikoloji. İstanbul.
üzerinde daha da yıkıcı etkiler bırakmaktadır. Kadının
Ayrıntı Yayınları.
insanlıktan çıkartılması, erkeğe ait bir obje olarak görülmesi gerek özel alanda gerekse kamusal alanda
Ş. Yüksel, L. Gülseren, A. D. Başterazi (2013). Kadınların Yaşamı ve
Kadın Ruh Sağlığı. Ankara. Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları.
açık bir şekilde görülmektedir. Kadın kendisi için
çizilen imajı kabul etmeyip kendini bir birey olarak
ifade etmeye kalkıştığında mevcut otoritesini ve
dolayısıyla ayrıcalıklı davranışlarını sürdürmek isteyen
1
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2015 yılı raporu.
(İnternetten alınma tarihi: 2 Şubat 2016)
http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2551/kadincinayetlerini-durduracagiz-platformu-2015-yili-raporu
Toplumsal cinsiyet rollerinin mağduru hiç şüphesiz yalnızca
kadınlar değildir. Konun geniş yelpazesi ve alt başlığa sadık
kalma çabası nedeniyle sadece kadın ile ilgili olan kısım ele
alınmaya çalışılmıştır.
www.ontodergisi.com
21
yokluğunda sığınılmış bir liman” olarak mı bakmak
gerekir? “Milliyetçilik ne kadar erildi ve ne derece bir
erki bünyesinde barındırıyordu?” “Ya da tarih, psikoloji, ekonomi–politik, sosyoloji, antropoloji, felsefe,
edebiyat eleştirisi vb. disiplinlerden hangisi bizim
MİLLİYETÇİLİK SÖYLEMİ ÜZERİNE
milliyetçiliği derinlemesine anlamamızı sağlayacaktı?”
Bu soruların ve türevlerinin peşi sıra gelmesi; anlaşılaTansu Tepekule

cağı üzere tek tip bir milliyetçilik tanımı yapmanın da
mümkün olamayacağını kanıtlar nitelikte görünüyor.
“Kıyı göründü” nidaları akılcılık, deneycilik, pozitivizm,
bilimcilik, idealizm, spiritüalizm, nasyonalizm gibi serap
kıyılarda boş semalarda aksetmiş ama büyük hayal
kırıklıkları art arda gelmişti. Nereye demirleyecekti artık
insanoğlu gemiyi? Kim garanti verecekti bu kıyının salim ve
kalıcı olduğuna? Ve “salim” bir kıyı var mıydı sahiden de?1
Milliyetçiliğin tanımını yapma girişiminde bulunanların, tabiri yerindeyse, “okyanusu içme hülyasındaki
insanın; okyanusun içindeki bir damladan ibaret kalacağı” bir manzarayla karşılaşmak da kaçınılmaz son
B
uzlu camlar ardından kendi yüzünü arayan
olsa gerek. Zira milliyetçilik bir literatürdür; buna
Batılı İnsan, aklın bu umutsuz seyahatinde
rağmen tanımlardan vazgeçmek de pek mümkün
demirleyebileceği bir kıyıyı bulamadı belki
görünmüyor. Lakin milliyetçiliğe dair analitik bir
ama gemide yaşayanlar için metafizik göndermeleri
çabanın bir söylem olarak milliyetçiliği kavramsallaş-
içeriye sevk edecek bir “tutkal” bulmuştu. Bu tutkal,
tırmaya yönelmesi ya da farklı bir ifadeyle milliyet-
hem bir metafizik asabiye ihtiyacını karşılayacak, hem
çiliğin retoriğini anlamaya çalışması oldukça önemli-
de dışarıya karşı toplumu zinde tutucu bir coşkuyu
dir.3 “Milliyetçiliğin gücü, her şeyden önce bir kimlik
barındıracaktı.2
Bu tutkal, şüphesiz milliyetçilikti. Peki,
duygusu yaratma yeteneğinden kaynaklanmaktadır.”
milliyetçiliğe bireyselliklerin çoğunlukla izole edilip
Kuşku ile dolu bir dünyada, parçalanmışlık içinde ve
“birlikteliğin eşsizliğini” ön plana çıkaran bir kavram
bireyler için yaşamı anlamlı kılacak ideolojilerin yoklu-
olarak mı, yoksa “kopuşların, ötekilerin inşa ettiği ve
ğunda ulusalcılık en etkin güç haline gelir. Hroch,
bireyler için yaşamı anlamlı kılacak ideolojilerin
“çözülen bir toplumda ulusalcılık, bütünleştirici faktörleri içermektedir. Toplum yenildiğinde ulus son güven-

1
2
Ege Üniversitesi Tarih ve Psikoloji Bölümü Öğrencisi
Mustafa Armağan, Tartışılan Sınırlar Değişen Milliyetçilik, (Çeviren: İsmail Türkmen) Şehir Yayınları, İstanbul 2001, s. 7.
Mustafa Armağan, a.g.e., s. 7.
3
Emine Gökalp, “Milliyetçilik: Kuramsal Bir Değerlendirme”,
Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 1, ss.
286-288.
www.ontodergisi.com
22
ce olarak görülür” demektedir.4 Bu tanımlamanın tam
açık eder. Bu karmaşadan tam anlamıyla kurtulmak
anlamıyla doğruyu yansıtamadığını söylemek müm-
da pek mümkün görünmüyor. Bu hususu Zelyüt
kündür. Dolayısıyla milliyetçiliği yalnızca çözülmeye
“milliyetçiliğin ne bir teorisi ne de bir teorisyeni”
yüz tutmuş toplumlara indirgemek de talihsiz olacak-
vardır; “teorisiz bir apolojidir” şeklinde ifade etmek-
tır. Zira çözülmenin olmadığı toplumlarda da görmek
tedir.6 Ancak bu ifade milliyetçilik üzerine düşünen-
mümkündür milliyetçiliği. Bu tanımlama belki de bizi
lerin olmadığı kanısına varmamıza kesinlikle karşı
Nietzsche’nin “Tanrı Öldü!” söylemine götürebilir.
çıkar, zira bu konuda düşünenler azımsanamayacak
Buradaki söylem basit bir arzunun çok daha ötesinde
kadar fazladır. Lakin gerek teori öncesi aşamada,
yorumlanabilir. Şüphesiz modern çağda artık insani
gerekse sonrasında sosyal bilimlerin felsefi sınırlarını
ilişkileri yöneten insan–üstü bağlar ortadan kalkmış
zorlayan nüansları ve özü itibariyle adeta bir bukale-
durumdaydı. Yani Nietzsche’nin niyeti, sanıldığı gibi
mun havası yaratmasıyla birçok makro teoriyi çıkma-
nihilizmi yüceltmek ve onun bayrağı altında toplan-
za soktu milliyetçilik. Onun hem yeryüzü ölçeğinde
maktan ziyade Nihilizmin aşılması gereken “geçici bir
evrensellik kazanmış olması, hem de her ülkede ev-
durak” olarak görüyor ve ortaya çıkacak yenidünyada
renselliğe
yeni değerlere göre yaşayacak Üst–insanlar ortaya
tablonun dışına çıkıyor olması onu, sosyal bilimcilerin
çıkacaktır.5 Peki, bu üst–insanlar neye göre yaşaya-
işlerini bütünüyle zorlaştıran bir boyuta dönüştürmüş-
caklardı veya modernizmin iki önemli kavramı olan
tür ki bu haliyle “sosyal bilimlerin kör noktası” olmaya
“bireycilik ve evrensellikle” milliyetçiliğin örtüşmesi
devam etmektedir.
meydan
okuyan
ruhuyla
resmettiği
mümkün müydü? Bu akıl almaz bir ironidir. Çünkü
bakıldığında Modern Öncesi dönemde bir “milliyetçilik
Zelyut ve Göregenli’nin ifadesiyle; milliyetçiliğe felsefi
kavramından” söz etmek mümkün değil, lakin
ve politik psikoloji bağlamında bir bakış açısı geliştire-
patriotismden bahsedilebilir. Bunun bizim literatürde-
cek olursak öncelikle bu farklı disiplinlerin işlevlerini
ki karşılığı olarak “vatanseverlik” kabul edilir. En niha-
tanımlamakla işe başlamalıyız. Felsefe her şeyi oldu-
yetinde bu malum tezat durumda, yani modernitenin
ğu gibi bırakır lakin olduğu gibi bırakmadığı tek bir şey
aslında hiç de böyle bir niyetinin olmadığı halde, çıkan
vardır o da; “kavramlardır” yani kavramları değiştir-
sonucun istenenle uyum gösteremediği fikri kendini
mek bir bakıma dünyayı değiştirmektir. Bu anlamda
nasyon, nasyonalizm, ulusçuluk, patriotism vb. her
4
5
Montserrad Guibernau, 1997, “Milliyetçilikler”, 20. Yüzyılda
Ulusal Devlet ve Milliyetçilikler, Çev. N. N. Domaniç, İstanbul:
Sarmal Yayınevi, s. 221.
Mustafa Armağan, a.g.e., s. 6.
6
Solmaz Zelyüt, Melek Göregenli, “Felsefi ve Psikolojik Açıdan
Milliyetçilik ve Irkçılık” Paneli, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,
Kasım 2012.
www.ontodergisi.com
23
birine ayrı ayrı sınırlar çizer ve bu çerçevede onları
varlığını koruma kudretinin artması, müstakil bir
açıklamaya çalışır. “Bu anlamda nasyonalizm nasıl
siyasi varlık olarak yaşayabileceğine, kendi milli
işler?” sorusu kaçınılmaz olarak “illüzyonu ifşaya”
mevcudiyetini herhangi bir mütecavize karşı koruya-
sevk eder. Yani millet hayal edilen bir topluluktur;
bileceğine itimadının kuvvetlenmesi ve bütün bun-
tahayyül edersin ve o keşif değil bir icattır. Dolayısıyla
ların fertlerin ruhlarında tecellisi ve bu millete men-
“zaruri yanılsama” olduğunu ifşa ile “onun nasıl
sup fertlerde hayatiyetin biyolojik ve psikolojik dina-
işlediğine de bir atıf kabul edebiliriz.7 Batılıların icat
mizmin, yaşamak ve yaratmak kudret ve arzusunun
ettiği bu kavramların arka planını oluşturan şey
kesifleşmesi, bu neticelerin mühimlerindendir. Bir mil-
“hayattır”. Psikoloji ise bu kavramların bireyde ya da
letin şekillenerek meydana gelmesinin mazideki ba-
grupta tezahürüne bakmakla yükümlüdür. Bu durum
şarı veya felaketlerine kutsi nazariyle bakmaları şek-
bir nevi psikolojinin geleneksel olarak insan davranış-
linde kendini gösterir.8
larını incelemesinden kaynaklanır. Dolayısıyla değiştirmek için bilgi üretmek zorundadır. Politika, bu anlam-
Milliyetçi insan milletinin tarihteki parlak devirlerini,
da kendimizi gerçek dünyanın bir yerine konumlandır-
başarılarını hatırladığı zaman, gurur duyar, karanlık
mamızdır. Bu durum kendimiz ve diğerlerinin nasıl
devirlerini, felaket ve ıstıraplarını hatırladığı zaman ise
işleyeceğini inşa etmektedir. Birey bir grubun içine
mahzunluk hisseder. Milletlerin psikolojisinde, dikka-
doğar ve sosyalizasyon sürecini inşa etmeye başlar.
te şayan bir ruhi hadise müşahede edilmiştir: “Bir
Bireysel kimliğimizin yanı sıra bir de sosyal kimliğimiz
millet tarihte ne kadar çok hazin ve ıstıraplı devirler
vardır ve bu bizim kanaatimizin dışında gelişir
geçirmiş ise, yabancı milletlerin tecavüz, zulüm ve
“makbul aile/gruba” veyahut “makbul olmayan” bir
istibdadına ne kadar maruz kalmış ise, o nispette
aile/gruba doğmak mümkündür ve bu doğal ortama
milletine bağlı ve o nispette de milliyetçi olur.” Polon-
aidiyet, kimlik özdeşliği inşa eder. Bir ülke içinde,
yalılar ve Yahudiler bunun güzel birer misalidirler. Mil-
insan zümrelerinin bir tek hâkimiyet altında birleşme-
liyetleri yüzünden asırlardır çektikleri ıstırap ve fela-
sinin, bir millet mahiyetini iktisap etmesinin müspet
ketlere rağmen bu iki millet Lehler ve Yahudiler dün-
neticeleri mevcuttur. Ülke içinde sağlanmış hukuki
yanın en milliyetçi milletlerindendir.9 Baktığımız za-
nizam sayesinde iktisadi hayatın inkişafi, medeniyet-
man bu durum evrenin, yaşamın ve hatta insanın
çe yükselme imkânlarının genişlemesi, milletin kendi
özünün bu örüntünün bir ürünü olduğu sonucuna
7
Solmaz Zelyüt, Melek Göregenli, “Felsefi ve Psikolojik Açıdan
Milliyetçilik ve Irkçılık” Paneli, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,
Kasım 2012.
8
9
Sadri Maksudi Arsal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları,
Ötüken Yayınları, 3. Baskı, s. 21-37.
Sadri Maksudi Arsal, age. , s. 21-37.
www.ontodergisi.com
24
doğru bizi sürükleyebilir. Mevzu bahis bir klişe lakin
liktedir. Dolayısıyla milletler kendi (milli) tarihlerini ve
insanı olgunlaştıran “acılar” belki de insanların üret-
kendi kendilerinin yorumlarını yaratmaları sürecini ifa
tiği milletleri de var ediyor, olgunlaştırıyor ve hatta ke-
eder.
netliyordur. Bu husus bizi Nietzsche’nin güç istemi
fikrine bir başka kulvardan bakmaya sevk edebilir.
Sonuç itibariyle; birey dış dünyanın kendisine zorla
Nietzsche, insanın “her değerlendirme ediminde, yü-
kabul ettirdiği değerlere karşı bir savunma savaşı
reğinin kin ve öfkesinde ... her aşk ve arkadaşlık
verir. Bir tür “hayali elek” yaratır ve elinden geldiğince
arzusunda güç isteminin kendini ifşa ettiğini” düşü-
özü korumaya çalıştığı gibi ortadan kaybolanı da
nür.10 Milliyetçilik bir tutku bir bağ ise bu uğurda yaşa-
bulup yeniden yerine yerleştirme eylemi gerçekleştirir.
nanlar belki de varoluşun ta kendisiydi…
Böylece milliyetçilik toplumsal kendilikler arasındaki
etkileşimler
aracılığıyla
toplumlar
ve
kültürler
Yeryüzünde zuhur edip de, bugüne kadar yaşamaya
tarafından sürekli olarak yeniden yaratılmaktadır.
muvaffak olan bütün milletler, cesur fertler, büyük
Kişinin üyesi olduğu toplumsal kendiliği dünyanın geri
şahsiyetler yetiştirmiş olan milletlerdir. Milletin hayat
kalanından ayıran fiziksel ve yapısal sınırların bulanık-
ve bekasının bahis mevzu olduğu mücadele ve savaş-
laştığı bir dönemde milliyetçi duyarlılıklar daima has-
larda büyük yararlıklar göstermiş, millete olağanüstü
saslaşmaktadır. “Burada kişilerin değişmesini iste-
hizmetlerde bulunmuş insanlara “kahraman” adı
medikleri kendi benlikleridir.”12 Dolayısıyla dikkat çe-
verilir. Bu büyük şahsiyetler milletin hafızasında derin
ken husus milliyetçiliğin grup ve bireylere yansıması-
ve ebedi izler bırakırlar. Millet içinde zuhur eden
nın basit bir kolektif hareketle açıklanamayacağıdır.
milletsever halk şairleri bu kahramanların menkı-
Çünkü milliyetçiliği bu denli aktif kılan veyahut hemen
belerini şiirle inşa edip onlar hakkında destanlar ya-
kana karıştıran şey bireylerin kendilerini ait hisset-
zarlar. Bu suretle kahraman milletin mukaddesat
tikleri, bir nevi varoluş ve yitme arafında yaşadıkları
hazinesinde yer
alır.11
Bu durum Edward Said’in
sürecin tayin ve kararlılığıdır. Bireyler kendilerine
milletlerin tahayyül edilen topluluklar olduğu kadar
atfettikleri manevi değeri yitirmemek uğruna maddi
yorumlayıcı topluluklarda oldukları fikrini yansıtır nite-
benliklerinden vazgeçmeyi dahi göze alırlar; çünkü
maddi benliğin yitmesi kadim olanın geleceğe akta-
10 Raymond
Belliotti, Stalking Nietzsche, Grennword Press, London,
1998 s. 83 bkz. aynı zamanda s. 114-117. İnsani tutku-larla güç
istemi arasındaki ilişkiye ilişkin benzer bir psikolojik yorum için
bkz. Robert C. Solomon, Living With Nietzsche, Oxford Uni-versity
Press.; Oxford, s. 70-78.
11 Sadri Maksudi Arsal, a.g.e., s. 21-37.
rılmasını sağlayacaktır. Bu durum milliyetçiliği yalnız-
12 Ayşe
Serap Beyli, “Milliyetçilik ve Sosyal Psikolojik Zemin”,
Turkish Studies Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 5, Ankara 2014, s. 419.
www.ontodergisi.com
25
ca siyasi bir örüntüden müteşekkil bir ürün bakış
açısının daha da ötesine geçirerek bir nevi bireyin çok
katmanlı örüntüsünün dışavurum çabası olduğunu
bize gösterir niteliktedir.
26
www.ontodergisi.com
Savaş deneyimleri, ülkeden kaçış, anne babadan
ayrılma yahut kayıp deneyimi, mülteci kampları gibi
etkenler mülteci çocuklar için psikolojik sorunların
ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Savaş nedeniyle
ölümle burun burana kalan bu çocuklar ve aileleri
MÜLTECİ ÇOCUKLARA
ülkelerinde yaşayamayacaklarını anlayınca başka
PSİKOSOSYAL BİR BAKIŞ
ülkelere sığınmaya başlıyorlar. Ancak birçok ülke bu
ailelere kapılarını açmak istemiyor. Yasal yollarla ülke-
Remziye Yeşilyaprak
ye girişleri engellenen mülteciler, bu durumda kaçak
yollara başvuruyorlar. Sınırların tel örgülerinden geç-
S
avaş yüzünden yahut dini, politik, ideolojik ve
etnik nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kalarak başka bir ülkeye sığınma talebin-
de bulunan ve bu talepleri kabul edilen kişilere mülteci denir. Savaş nedeniyle ülkelerinden kaçan bu kişilerin sayıları gün geçtikçe artıyor ve bu durum yeni
meye çalışan mülteci çocuk fotoğraflarına sosyal
medyada rastlamadığımız gün yok gibi. Gazetelerdeki
haberlerde Avrupa’ya gitmek amacıyla botlarla Ege
Denizi’ni aşmaya çalışan mültecilerin sayısı gün
geçtikçe artıyor. Denizi geçmeye çalışırken botun batması sonucu ölen ve cesedi kıyıya vuran 3 yaşındaki
Aylan’ın cesedi (BBC, 2015), sadece Türkiye açısın-
dünyayı büyük bir krize doğru sürüklüyor.
dan değil, tüm dünya açısından da giderek büyüyen
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin
(BMMYK) Kasım 2014 tarihli verilerine göre; savaş
nedeniyle ülkelerinden kaçan Suriyeli mültecilerin
sayısı 3 milyona ulaşmış durumda ve bu sayının yarısından fazlasını çocuklar oluşturmaktadır. Yine rapora
göre, Suriyeli mültecilerin en fazla göç ettikleri ikinci
ülke Türkiye’dir. Türkiye içerisindeki Suriyeli mültecilerin toplam sayısı 2.291.900 kişidir. Bu nüfusun
%54.2’sini çocuklar oluşturmaktadır (UNHCR, 2015).
mülteci krizinin çocuklar üzerindeki öldürücü sonuçlarını gösterdi. Geçtiğimiz Kasım ayı içerisinde gazetelere yansıyan diğer bir haberde (Evren, 2015), 10
yaşındaki Afgan kızın bindiği botun batması halinde
suda ıslanıp, ağırlık yapacağı düşünülerek kesilen
saçları bu çocukların sadece savaş sırasında değil
sonrasındaki deneyimlerinde de birçok zorlukla mücadele ettiklerini aynı şekilde gözler önüne sermişti.
Mülteci aileler, kendileri ve çocukları için bir kurtuluş
olarak gördükleri yeni ülkelerde birçok olumsuz

Ege Üniversitesi, Psikoloji Bölümü öğrencisi
www.ontodergisi.com
27
deneyim yaşıyorlar ve bu deneyimler özellikle çocuk-
d) Ötekileştirme (marginalization): Küçük kültürün
ların birçok psikolojik problemle karşılaşmalarına
baskın kültürden ayrı tutulması, öteki olarak
neden olabiliyor. Yeni bir ülkeye yerleşme sonucu
nitelenmesi.
farklı insanlar, farklı bir dil, bambaşka bir kültür ve
değer yargıları ile karşılaşmaları, mülteci çocukların
Bütünleşme haricindeki diğer üç koşul –asimilasyon,
akültüratif
olabilir.
reddetme, ötekileştirme– kişilerin akültüratif stres
Akültüratif, kişilerin kendi kültürleri dışında bir ya da
geliştirmeleri üzerinde oldukça önemli bir paya sahip.
daha fazla kültüre taşınması ile oluşan deneyimdir
Ötekileştirmenin ardından yerel kültürün üyeleri
(Yako & Biswas, 2014). Akültüratif stres; kişilerin yeni
tarafından mülteci bireylere –özellikle çocuklara– izo-
kültüre alışamamaları üzerinde etkili olan şartların
lasyon uygulanması en sık karşılaşılan durumlardan
toplamının bir çıktısıyla meydana gelen öz saygıda
biri olarak karşımızdadır.
stres
geliştirmelerine
sebep
düşüklük, depresyon ve stres hali olarak tanımlaYeni kültürün, mülteci çocukların etnik ve dini
nabilir.
kimliklerine yönelik ayrımcı tutumları, aile üyelerinin
Mülteci aileler yeni bir kültüre taşındıklarında birçok
yaşadıkları finansal ve dilsel sıkıntılar mülteci çocuk-
zorlukla karşılaşıyorlar ve bu zorluklarla baş etmeye
ların en sık karşılaştıkları problemlerdir. Savaş son-
çalışıyorlar. Berry, kişilerin yeni bir kültürle karşılaş-
rası mültecilik deneyimi yaşayan çocuklarla gerçek-
tıkları dönemde kültürlenme süreçlerinde dört farklı
leştirilen bir çalışmada (Yohani, 2010), bu çocukların
koşulla karşılaşabileceklerinden bahsediyor (Berry ve
mültecilik deneyimi sonucunda aile üyelerinin işsiz
ark., 1989). Bu koşullar;
kalması ve finansal zorluklar, ebeveyn stresine maruz
kalma, dil sorunları, okul başarısında düşüş, yalnızlık
a) Asimilasyon (assimilation): Küçük grubun karşılaşılan yeni baskın kültür içerisinde asimile olması.
b) Bütünleşme (integration): Küçük grup ile karşılaşılan yeni kültürün harmanlanması veya birleşmesi.
ve izolasyon, önyargı ve ayrımcılık gibi psikososyal
sorunlarla karşılaştıkları gözlenmiştir. Avrupa ülkelerine kaçan mülteci çocukların ayrımcılığa uğramalarının
en temel sebeplerinden biri de dini inançları olarak
c) Reddetme (rejection): Karşılaşılan yeni kültürün
gözüküyor. Göç eden ailelerin birçoğu Müslüman ve
küçük kültürü kabul etmediğini duyurması, kültü-
dini inançları göç ettikleri ülkedeki yaygın dini inanç-
rünü reddetmesi.
tan farklı olduğu için, bu çocuklar akranları, öğretmenleri, komşuları ve en önemlisi sığındıkları ülkenin
www.ontodergisi.com
28
yöneticileri tarafından ayrımcılığa uğrayabilmektedir-
tedir. Bu çocukların birçoğu ailelerine maddi açıdan
ler. Betancourt ve arkadaşlarının (2015) ABD’deki
yardımcı olabilmek için çalışmak zorunda kalıyorlar.
mülteci çocuklarla gerçekleştirdikleri çalışmada, So-
Bu durum da çocuk işçiliği sorununu körüklüyor. Save
malili çocukların en temel iki probleminin maddi sıkın-
the Children ve UNICEF’in yayınladığı son rapora göre,
tılar ve dini ibadet veya ahlaki eğitim olanaklarının ol-
Suriye’deki
maması olarak bulgulanmıştır. Aynı çalışmada Butanlı
çocuklar hane gelirine katkı sağlamak için çalışıyorlar
çocukların temel iki probleminin ise, dil konusunda
(Bianet, 2015).
ailelerin
dörtte
üçünden
fazlasında
zorluk çekme ve maddi sıkıntılar olduğu gözlemlenYeni kültür deneyimlerine bağlı olarak mülteci çocuk-
miştir.
lar ve aileleri arasında kuşak çatışmalarının yaşanMülteci çocukların bazılarında dil bozulmaları ve ikinci
ması da oldukça sık karşılaşılan bir durum. Ekşi’ye
dili edinmede zorlanmalar gözlenebilmektedir. İkinci
göre
dili edinmede yaşanan zorlanmanın arka planında;
kültürlerinden daha çabuk etkilenirler; yaşlı kuşaklar
sınırlayıcı
eğitimin
ise yaşadıkları eski ülkenin kültürünü uzun süre
kesintiye uğraması, travma, sosyal izolasyon ve sosyo-
taşımaya ve dolayısıyla sürdürmeye devam ederler.
ekonomik dezavantajlar yattığını söylemek mümkün-
Çocuk ve ergenler yeni kültürün dilini yaşlılara göre
dür (Mace & ark., 2014).
daha çabuk edinmekte ve geldikleri ülkelerin dilini
engellerle
karşılaşma,
temel
(2002),
genç
kuşaklar
gittikleri
ülkelerin
unutmaları da bir o kadar çabuk gerçekleşebilmekTaşındıkları yeni ülkede aile üyelerinin iş bulamaması
tedir. Bunun sonucunda da çocuklar ve yetişkinler
sonucu beslenme, barınma, kışın ısınma ve giyecek
arasında muhtelif çatışmaların yaşanması oldukça
imkânlarının kısıtlanması bu çocukların karşılaştıkları
olasıdır. Çocukların anne ve babalarıyla iletişime
diğer önemli problemlerdendir. Kendi ülkelerinde
geçememeleri ve sonucunda çeşitli çatışmaların mey-
doktor, avukat, mühendis vb. mesleklere sahip ebe-
dana gelmesi, mülteci çocukların karşılaştıkları ailesel
veynlerin, yeni kültürde özellikle dille ilgili sıkıntılar
sorunlar içerisinde başat bir role sahip görünüyor.
sebebiyle kendi uzmanlık alanlarındaki işlerde çalışamamaları ve alışık olmadıkları işler yapmak zorunda
Mülteci çocukların, savaş ve sonrasında meydana
kalmaları, mutsuz olmalarına sebep olmakta ve bu
gelen deneyimler sonucunda travmatize olmaları ve
durumun çocuklarına yansıması sonucuysa, aile
psikolojik sorunlarla karşılaşmaları bir açıdan kaçınıl--
ilişkilerinin bozulması gibi sonuçlar gözlenebilmek-
maz oluyor. Genel nüfus içerisinde, mültecilerin psiko-
www.ontodergisi.com
29
lojik hastalıklara sahip olma olasılıklarının daha fazla
köyden kente göç eden çocuklara nazaran başka
olduğuna dair verili bilgiler mevcuttur (akt. Betancourt
ülkeden göç etmiş çocukların sokak çocuğu olma
& ark., 2015). Zorunlu olarak ülkelerinden ayrılma
olasılıklarının daha yüksek olduğu bulunmuştur.
deneyimi yaşayan kişilerde Post Travmatik Stres
Bozukluğu (PTSB,) kabuslar görme, ayrılma anksiye-
Çocukların yüzleştikleri problemler karşısında ortaya
tesi ve agresif davranışlar geliştirme oranlarında artış
çıkan sorunlar ve baş etmelerine yardımcı faktörler
olduğu görülmüştür (Mace ve ark., 2014). ABD
farklılaşmaktadır. Çocukların kişilik özelliklerine bağlı
nüfusundaki mülteciler için PTSB oranı %54, depres-
olarak nasıl tepki verdikleri, duygusal gelişimleri,
yon oranı %30 iken genel nüfus içinde bu oran, PTSB
ruhsal durumları, öncesine ait mental problemlerinin
için %5, depresyon için %11’dir (Betancourt ve ark.,
varlığı, otonom sistemleri, baş etme becerileri ve
2015).
sosyal ve ailesel destek bu farklılaşmada etkili
olmaktadır (Yohani, 2010). Bulundukları topluluğa ait
ABD içerisindeki Somali ve Butanlı mülteci çocuk ve
üyelerin varlığı, arkadaşlar, ev ödevlerine yardımcı
ergenlerle gerçekleştirilen bir çalışmada (Betancourt
olacak kişilerin varlığı, finansal yardım, bulundukları
ve ark., 2015) Somalili çocukların davranış problem-
ülkenin hükümetinin mültecilerle ilgili yasaları gibi
leri, kaygı, öfke, devamlı üzüntü hali olmak üzere dört
pek çok faktör mülteci çocukların yaşadıkları ülkede
temel sendroma sahip oldukları görülürken; Butanlı
problemlere
çocukların davranış problemleri, kaygı ve devamlı
(Betancourt & ark., 2015). Yako & Biswas’ın (2014)
üzüntü hali olmak üzere üç temel sendroma sahip
çalışmasında mültecilerin dini inançlarını serbestçe
oldukları gözlenmiştir. Ayrıca aynı çalışmada Butanlı
yaşamalarının da stresi azalttığı bulunmuştur. Tıbbi ve
çocuk ve ergenlerde yüksek oranda kendine zarar
psikolojik alanlarda uzmanlaşmış kişilerin varlığı ve
verme ve intihar etme düşüncesinin olduğu gözlem-
destekleri
lenmiştir.
alışmalarını ve umutlarının yeniden inşa edilmesini
karşı
bu
koruyucu
çocukların
işlev
görmektedir
bulundukları
ülkeye
kolaylaştırıyor.
Bu çocuklarda psikolojik sorunların yanı sıra; okula
gitmeme, sigara içme, alkol veya madde kullanma,
Savaş, etkileri ve sonuçları bakımında sadece şe-
çeteye katılma veya sokak çocuğu olma gibi
hirleri değil insanları da yakıp yıkıyor. Bu durumdan
durumlarla da sık sık karşılaşılabiliyor. Göçmen ço-
muzdarip olanlar ise daha ziyade 18 yaşın altındaki
cuklarla yapılan çalışmada (Vameghi & ark., 2014)
çocuklar. Savaş sırasında şiddete uğrayan, ölümle
www.ontodergisi.com
30
burun buruna geldikleri için kaçarak kurtulmaya
Erişim Tarihi: 26.01.2016
çalışan bu çocuklar, yollarda yaşadıkları deneyimler
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150902_suriyeli_
cocuk_fotografi
ve yeni ülkede karşılaştıkları zorlu şartlarla mücadele
etmeye çalışıyorlar. Savaştan sağ kurtulanların birço-
Koç, E. (2001, 20 Haziran). Mülteci, Sığınmacı, Göçmen Nedir?
ğu yaşam umuduyla farklı ülkelere kaçmaya çalışır-
Erişim
ken ölüyor. Hayatta kalanların birçoğu ise psikolojik
haklari/2953-multeci-siginmaci-gocmen-nedir
problemlerle baş etmeye çalışıyor. Literatürde bu ço-
Tarihi:
07.01.2016
http://bianet.org/bianet/insan-
Mace, A. O., Mulheron, S., Jones, C., & Cherian, S. (2014).
cukların geliştirdikleri psikolojik sendromlarla ilgili bir-
Educational, developmental and psychological outcomes of
çok çalışma mevcut. Savaşın bu yıkıcı etkileri göz
resettled refugee children in Western Australia: A review of School
önünde bulundurulduğunda, açıkça belirtmek gerekir
of Special Educational Needs : Medical and Mental Health input.
ki; barışa hepimizin ihtiyacı var ama en çok çocukla-
Journal of Paediatrics and Child Health, 50(May), 985–992.
http://doi.org/10.1111/jpc.12674
rımızın…
Suriye Krizi Çocuk İşçiliğini Körüklüyor. (2015, 6 Temmuz). Erişim
Kaynaklar
Tarihi:
Berry, J. W., Kim, U., Power, S., Young, M., & Bujaki, M. (1989).
suriye-krizi-cocuk-isciligini-korukluyor
25.01.2016
https://bianet.org/bianet/cocuk/165827-
Acculturation attitudes in plural societies, Applied Psychology, 38,
Türkiye İstatistikleri. (2014). United Nations High Commissioner for
185-206.
Refugees.
Betancourt, T. S., Frounfelker, R., Mishra, T., Hussein, A., &
http://www.unhcr.org/turkey/uploads/root/tr(35).pdf.
Erişim tarihi: 26.01.2016
Falzarano, R. (2015). Addressing Health Disparities in the Mental
Health of Refugee Children and Adolescents Through Community-
Vameghi, M., Homeira, S., Hassan, R., & Arash, R. (2014). The
Based Participatory Research: A Study in 2 Communities. American
Socioeconomic Status of Street Children in Iran : A Systematic
Journal of Puclic Health, 105.
Review on Studies over a Recent Decade, 28, 352–365.
Ekşi, A. (2002). Sığınmacı ve Göçmenlerde Psikopatoloji. Türk
Yako, R. M., & Biswas, B. (2014). “ We came to this country for the
Psikiyatri Dergisi, 13(3), 215–221.
future of our children . We have no future”: Acculturative stress
among Iraqi refugees in the United States. International Journal of
Evren, H. (2015, 30 Aralık). Mülteci Çocuk Geride Saçlarını Bıraktı.
Intercultural Relations, 38, 133–141.
Erişim Tarihi: 26.01.2016
http://www.evrensel.net/haber/268706/multeci-cocuk-geride-
Yohani, S. (2010). Nurturing hope in refugee children during early
saclarini-birakti
years of post-war adjustment. Children and Youth Services Review,
32(6), 865–873.
Kıyıya Vuran Mülteci Çocuk Cesedi İnfial Yarattı (2015, 2 Eylül).
www.ontodergisi.com
31
vatan bölünmez” sloganlarıyla saldıran insanların
gerçekten var olduğuna inanmamıştım, tıpkı milli maç
sırasında yaşamını kaybedenler için yapılan saygı
duruşunu
“Ya
Allah,
bismillah,
Allahu
Ekber”
nidalarıyla ıslıklayanların varlığına inanmadığım gibi.
TOPLUMSAL BARIŞIN
Normal zamanlarda görülme olasılığı düşük bu
SAĞLANMASINDA KELMAN’IN ÖNE
davranışların kırılma dönemlerinde daha rahat ortaya
SÜRDÜĞÜ BEŞ KOŞUL
çıktığı görülmektedir. Yukarıda örneklerini verdiğim,
bizzat
deneyimleme
veya
gözlemleme
imkânı
bulduğum bu tepkilerin asıl nedeninin ne olduğuna

Ercan Şen
Evlerin pencerelerini tamamıyla açabilen
tek bir rüzgar biliyorum: Ortak keder.
Max Horkheimer
daha detaylı olarak bakıldığında karşımıza tek bir
neden çıkıyor: Kürt meselesi. Dolayısıyla, siyasi bir
problem olarak ortaya çıkan Kürt meselesinin acılarda bile ortaklaşamayan farklı toplumsal grupların
oluşmasına neden olduğu görülmektedir. Bu durum,
K
rizler ve kırılma anları, normal zamanlarda
başta Kürt meselesi olmak üzere farklı sosyal gruplar
ortaya çıkma ihtimali düşük bazı davranış-
arasındaki toplumsal barışın sağlanmasının gereklili-
ların ortaya çıkma ihtimalini yükseltmek-
ğini bir daha gündeme getirmektedir. Buradan hare-
tedir. Örneğin; 2011 depremi sonrası Vanlı hemşeri-
ketle, bu yazıda, çatışma çözümü ve toplumsal barış
lerime taş ve bayrak gönderme inceliğinde bulunan
alanındaki önemli çalışmalarıyla bilinen Harvard Üni-
insanlar bulunduğunu duyduğumda çok şaşırmış ve
versitesi
buna inanmak istememiştim. Roboski Katliamı sonra-
Kelman’ın toplumsal barışın sağlanmasında gerekli
sında Ankara Konur Sokak’ta dağıttığımız el ilanını yü-
gördüğü beş aşamanın kısaca özetlenmesi amaçlan-
züme çarpıp “Bu insanlar bunu hak etmişti. Çünkü
maktadır.
Sosyal Psikoloji profesörü Herbert C.
onlar kaçakçıydı,” diyen eğitimli, orta sınıfa mensup
ablanın sözlerine inanmak istemediğim gibi. Birkaç
Kelman’a (2008) göre, çatışma halindeki taraflar
dakikalık farkla ölümden döndüğüm Ankara Katliamı
arasında toplumsal barışın sağlanması ancak aşağıda
sonrası yapılan protesto gösterilerine “Şehitler ölmez,
sayılan beş koşulun sağlanmasıyla mevcut olabilir.
Dayatma, tehdit veya güç kullanımıyla tarafları barış-

Ankara Üniversitesi DTCF, Psikoloji Bölümü, Arş. Gör.
www.ontodergisi.com
32
tırmanın uzun vadeli ve kalıcı barışı sağlayamaya-
2. Barış İçin Ortak Bir Ahlaki Zeminin Geliştirilmesi
cağını ifade eden Kelman, toplumsal barışın sağlan-
Toplumsal barış için koşulların oluşturulması, barışın
masının en temel koşulunun da tarafların barış için
pragmatist bir düşünceden çıkarılıp ahlaki temeller
hazır oluşu ve istekliliği olduğunu ifade etmektedir.
üzerine oturtulmasını zorunlu kılmaktadır. Nazizm ve
Kelman’ın toplumsal barışın sağlanması için gerekli
Apartheid rejimleri sonrasında toplumsal barışın
gördüğü beş koşul şunlardır:1
sağlanması süreçlerinde görüldüğü gibi, barış görüşmelerinin başlangıcında bu yönde bir ahlaki yaklaşı-
1. Tarafların Diğer Tarafın Milliyetini (Kimliğini) ve
mın ortaya çıkması başarının elde edilmesini kolaylaş-
İnsanlığını Kabul Etmesi
tırmaktadır. Bir başka deyişle, barış ilkesel bir durum
Toplumsal barışın sağlanmasının temel koşullarından
haline getirilmelidir. Barışın bizatihi kendisi siyasal çı-
ilki, tarafların birbirlerinin varlığını toplumsal olarak
karların ötesinde, ortak bir ahlaki duruş olarak kabul
kabul etmesi ve buna saygı göstermesidir. Çünkü
görmeli ve şiddet ise ahlak dışı kabul edilmelidir.
taraf olarak kabul edilmeyen bir yapıyla barışın
Dolayısıyla, tarafların ahlaki olarak barışta ısrarcı
sağlanması mümkün değildir. Bu sayede, insanlıktan
olmaları, barış görüşmelerini kolaylaştırıcı bir zeminin
çıkarılmış (dehümanizasyon) karşı tarafın meşru bir
ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
grup olarak görülüp ortak kimliğin bir parçası haline
dönüştürülmesi amaçlanır. Karşı tarafın politik olarak
3. Tarihle Yüzleşme
tanınması, yerleşik olduğu topraklar üzerindeki tarih-
Tarihle yüzleşme, toplumsal barışın sağlanması için
sel bağlarının kabul edilmesi ve self determinasyon
gerekli koşulların en önemlilerinden birini oluşturmak-
(kendi kaderini belirleme) hakkı da dahil olmak üzere
tadır. Tarihle yüzleşme aşaması temel olarak çatışma
milli haklarının tanınması karşı tarafa duyulan
sürecinde yaşananların tarafsız bir şekilde ortaya ko-
saygının içeriğini belirlemektedir. Bununla birlikte,
nulmasını gerektirmektedir. Çatışma döneminde ya-
karşı tarafın onuruna ve değerlerine saygı da karşı
şananlar gruplar tarafından farklı şekilde algılanır ve
tarafın kabul edilmesinin önkoşullarını oluşturmakta-
yorumlanır. Bu yüzden, her kesimin ayrı bir gerçekliği
dır. Kısacası, tüm tarafların aidiyetleri ve kimlikleri
ve yorumu vardır. Dolayısıyla, ortak bir tarih yazmak
meşru olarak kabul edilmeli ve tanınmalıdır.
mümkün olmayabilir. Bu süreçteki temel amaç,
gerçeklerin ortaya çıkarılmasının sağlanması ve her
1
Yazı boyunca, istifade edilen yayının künyesi:
Kelman, H. C. (2008). Reconciliation from a social-psychological
perspective. Nadler A., Malloy, T.E. ve Fisher, J.D.
(Ed). The
social psychology of intergroup reconciliation içinde (s 15-32).
New York: Oxford University Press.
grubun kendi yanlı ve sınırlı bakış açısına diğer
grubun yaşadıklarını da dahil etmesidir. Buna rağ-
www.ontodergisi.com
33
men, tüm taraflar yaptıklarının objektif olarak ortaya
aracılığıyla, anlaşmazlıkların şiddet yolu yerine yapıcı
çıkarılıp bilinir hale getirilmesine hazır olmalıdır. Çün-
bir yolla çözülmesi sağlanır. Problem çözme çalıştay-
kü gerçek barış ancak hakikatlerin ortaya çıkarılması
ları barış girişimlerinin sonuca ulaşması için uygun
ile mümkün olur.
çerçeveler ortaya koyabilir.
4. Sorumluluğun Kabulü
Özetle; yukarıda sayılan beş koşulun tamamı, çatışan
Toplumsal barış taraflardan birinin diğerine yaptığı
gruplar arasında toplumsal barışın sağlanmasının
yanlışın sorumluluğunu kabul etmesini zorunlu kıl-
önünü açmaktadır. “Dış grubun” kendi kolektif kimliği
maktadır. Bu sorumluluk özür dileme gibi sembolik bir
üzerindeki olumsuz etkilerinden ancak bu koşulların
şekilde de olabilir; mağdurların zararlarının karşılan-
yerine getirilmesi yoluyla kurtulabilinir.
ması, yani tazminat ödenmesi şeklinde de gerçekleşebilir. Kelman’a göre, sorumluluğun kabul edilmesi
2013 Diyarbakır Newroz’unda Abdullah Öcalan’ın
neticesinde hem özür dilenmesi hem de maddi tazmi-
çağrısıyla başlayan ve Temmuz 2015’de buzdolabına
natın ödenmesi toplumsal barışın ortaya çıkma süre-
kaldırılan “Barış Süreci”nin nihai çözüme kavuşma-
cini kolaylaştırmaktadır. Bununla birlikte, tarafların in-
ması yeniden bir çatışma ortamının oluşmasına ve
tikamcı yöntemler kullanmadan barışı inşa etmeye
maalesef ölüm haberlerinin sıklaşıp sıradanlaşması-
çalışması, barış girişimlerinin olumlu sonuçlanmasını
na neden olmuştur.
kolaylaştırmaktadır.
Sonuç olarak, yeni bir ulus–devlet yaratma fikriyle
5. İşbirliği Mekanizmaları için Kurumsal Altyapının
Kürt kimliğini bastırma ve Kürtleri asimile etme girişi-
Oluşturulması
mi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ulus–devletin bekası
Siyasi uzlaşmalar yoluyla oluşturulmayan mekanizma-
için yapıldığı iddia edilen bu uygulamaların işlemediği,
lar olmadan sadece ekonomik, eğitsel, kültürel veya
günümüz gerçekliğiyle uyuşmadığı aşikârdır. Bu yüz-
sağlık mekanizmalarla toplumsal barışın sağlanabil-
den, devlet politikalarında temel bir paradigma deği-
mesi mümkün değildir. Buna karşın, bu tür girişimler
şikliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Aslında barış süreci
siyasi çözümün ilerlemesini ve gelişmesini sağlayabi-
olarak adlandırılan girişimin temelinde de varolan
lir. Kesişen bağlar, ortak çıkarlar, kişisel ilişkiler ve
resmi paradigmamın iflası üzerinden girilen bir
işbirliğine yönelik aktivitelerle sağlam ve güçlü bir
girişimin izlerini görmek mümkündür. Fakat iki yılı
barış temininin önü açılabilir. Bu tür mekanizmalar
aşkın bir süre boyunca devam eden barış sürecinde
Kelman’ın (2008) öne sürdüğü önkoşulların neredeywww.ontodergisi.com
34
se tamamının ihmal edildiği veya tamamıyla görmezden gelindiği de bir vakıa olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, sadece silahların ortadan kalktığı bir
barışa değil, toplumun bütün kesimlerine hitap eden
bir barışa ihtiyacımız vardır. Ortak bir kadere sahip
olmanın yolu, ortak bir kederi paylaşmaktan geçer.
Benimle aynı kederi yaşamayan insanlarla kaderimin
aynı olması mümkün mü?
35
www.ontodergisi.com
ların nasıl olur da aleyhlerindeki sosyal ve politik
yaptırımlara karşı çıkmadıkları meraklandırmıştır.
Güçlü olanın bu güç geleneğini yaşatma arzusu kolayca anlamlandırılırken, dezavantajlı grup üyelerinin
SİSTEMİ MEŞRULAŞTIRMA GELENEĞİ
hangi dinamikleri kullanarak sistemi yaşatmaya katkı
sundukları öğrenilmek istenmiştir. Yapılan çoğu
çalışma, bu olguyu açığa çıkartmak istemekte ve
Elif Kutlu

işleyişle ilgili kuramsal fikirleri bizlerle paylaşmaktadır. Sistemi meşrulaştırmanın bilişlerimiz üzerindeki
M
etkisini aşağıdaki iki örnek üzerinde inceleyelim:
nuçları izlemekte ve yaşamaktayız. İktidara, erk
Allport, deneylerinin birinde deneklere elinde ustura
olana, güçlü olana verdiğimiz inisiyatifler; tabana, dişi
olan beyaz biriyle elleri boş olan bir siyahın fotoğrafını
olana, görece güçsüz olana sadece var olduğu için
göstermiştir. Deneklerin yarısı aktarımlarda usturanın
kabul edilen bir “sistem” döngüsü içerisinde tesir
siyah kişinin elinde olduğunu söylemişlerdir. Allport,
etmektedir. Makineleşmeyi de bize hatırlatan sistem,
fotoğrafı bu şekilde hatırlayan deneklerin; usturanın
köklenip desteklenerek yerini sağlamlaştırmakta ve
siyah kişiye yakışacağı, beyaz olanına ise yakışmaya-
sonra dişlilerini çalıştırıp hiyerarşik grup ilişkilerini ve
cağı düşüncesine sahip olabileceğini ifade etmiştir
adaletsiz sosyal yapıları besleyerek çarkını döndür-
(Gürel, 2011).
edeniyete kavuşturulmuş dünya toplumları olarak, medeniyetten umduğumuz
meziyetleri taşımamanın doğurduğu so-
I.
mektedir. Sistem birbirinden beslenen iki güruh insanın omuzlarında yükselmekle beraber bir tarafın kulağındaki fısıltı, diğerininse boynundaki yükten ibaret
II.
Steele ve Aronson (1995)’un çalışmasında Amerikalı
siyah ve beyaz öğrencilere verilen zor bir sözel görev
kalmaktadır.
iki deney koşuluyla çalışılmıştır. Birinci koşulda, bu
Hiyerarşik ilişkilerin ve adaletsiz sosyal sistemlerin
görevin entelektüel performansları ayırt edici olduğu
nasıl oluştuğu ve sürdürülmesinde nelerin etkili oldu-
söylenmiştir ve siyahların ‘siyahların zihinsel kapasite-
ğuyla ilgilenen Sosyal Psikologları, dezavantajlı grup-
si düşüktür’ stereotipinin etkisinde kalarak performanslarının düştüğü gözlenmiştir. Diğer koşulda ise

Psikolog
www.ontodergisi.com
36
siyahlarla beyazlar arasında bir fark görülmemiştir
ğü, gördükleri ayrımcı ve eşit olmayan muamelelerin
(Bilgin, 2011).
varoluşlarının bir neticesi olduğunu, hatta bu olanları
hak ettiklerini düşündükleri görülmüştür (Jost ve
Bilişsel Sosyal Psikolojiye göre, insanlar, diğer insan-
Hunyady, 2005; akt. Göregenli, bt). Dezavantajlı gru-
lar ve onların içinde bulundukları koşullar hakkında
bun da kendisinin tüm bunları hak etmiş olduğunu
tahminlerde bulunan ve bu bilgiler ışığında davranış-
düşünmesi sistemi tamamlamaktadır. Peki, ama bu
larına yön veren “yapılandırıcı düşünür”lerdir (Snyder
nasıl olmaktadır? İnsanın kendisi ve insanların bir-
ve ark., 1977; akt. Demirtaş, 2004). İnsanları içine
biriyle ilişkilerinde çok önemli bir kilit olan sistemi
yerleştirdiğimiz kategorileri ifade eden stereotipler
meşrulaştırmaya katkı sağlama olgusu, çeşitli kuram
(Bilgin, 2011) bu noktada devreye girer. I. örnekte
ifadeleri ve etkilerle detaylandırılmaya çalışılacaktır:
görüldüğü gibi çoğu zaman dezavantajlı grupların
stereotiplere maruz kaldığı görülmektedir. Peki, ama
Sistemi Meşrulaştırma Kuramı
neden? Früstrasyon –saldırganlık– teorisine göre; her
1994 yılında kuramın temellerini atan Jost ve Banaji;
kültürde çocuk eğitimi bir takım yasaklar içerir.
sistem terimiyle aile, sosyal kurumlar, hükümet,
Bundan dolayı çocukta saldırgan bir eğilim oluşur.
organizasyonlar ve doğadaki sosyal düzenlemeler gibi
Olgun yaşa erişen kişi, çevresine karşı genelleşmiş bir
geniş bir otorite yelpazesini kastettiklerini ifade
düşmanlık hissi duyabilir; ama bunu yöneltecek
etmişler ve “sistemin meşrulaştırılmasını bireylerin
meşru bir ‘hedef’ bulamaz. Bastırılmış eğilim, toplum-
mevcut durumları ve düzenlemeleri bunların sürdürül-
ca saptanmış ve onaylanmış bir hedef bulduğunda
mesi ve pekiştirilmesiyle sonuçlanabilecek biçimde
vicdan rahatlığı içinde ondan nefret edebilir (Bilgin,
algılamalarına ve açıklamalarına ilişkin psikolojik bir
2011). Stereotiplerin, gerçekliği tahmin etmeye başla-
süreç olarak kavramsallaştırmışlardır” (Göregenli,
dığı noktada “stereotip tehdidi” dediğimiz olgu devre-
b.t.).
ye girer. Bunu II. örnekte görebilmekteyiz.
Sosyal Kimlik Kuramı
Karmaşık olmayan bir biliş dahi iki güruha sunulan
Sosyal kimliğin oluşmasında önemli olan iç grup ve
olanakların eşit olmadığını fark edebilecek kapasite-
dış grup faktörlerinin algılanması ve gruba olan inanç,
deyken nasıl olur da sistem iyi, gerekli, yeterli görülüp
kişinin değerli olmayı kime layık gördüğü konusunda
desteklenmektedir? İnsanların, dezavantajlı grupları,
önemli etki oluşturmaktadır. Kişiler, iç gruplarının
içinde bulundukları olumsuz koşullar için hor gördü-
sosyal ve ekonomik statü açısından dış gruptan
www.ontodergisi.com
37
düşük bir düzeyde olduklarına inandıkları zaman iç
iii.
Son olarak; bazı alanların belli grupların
gruplarını değersizleştirip dış grubu olumlu değerlen-
tekelinde olduğu şeklinde algılamalar sonu-
dirirken, aksi durumda ise değerlendirmelerin tam
cunda damgalı kişiler, aidiyet grubunun
tersine dönmektedir (Jost, 2001; akt. Göregenli, b.t.).
toplumda mahrum bırakıldıklarını gözeterek
Sistemin
avantajlı
yaşantılarını biçimlendirebilmektedirler. Ter-
(yüksek statülü) grup üyelerinin iç grup yanlılığının
cih etmek istedikleri alanlar kişisel bir tercih
arttığı ve iç gruba çift kutuplu tutumlarının azaldığını;
olmaktan çıkmış bulunmaktadır. Neyi hak
düşük statülü grupların üyeleri arasında ise iç grup
ettikleri, nasıl yaşayabilecekleri kendi tercih-
yanlılığının azaldığını ve iç gruba karşı çift kutuplu
lerinin dışına çıkmakta ve daha çok aidiyet
tutumların arttığı belirtilmiştir (Göregenli, b.t.). Siste-
grubu bunu etkisi altına almaktadır. “Hak
min meşrulaştırılmasında artma ya da azaltmadan
etmenin değerinin düşürülmesi duygusu”
bahsetmemek suretiyle Bilgin (2011, s. 204) damgalı
dezavantajlı grupların kendi hak ettikleri
kişilerin grup ilişkilerine önemli bir yerden bakmıştır.
konusunda objektif olamadığını anlatır. Jost’
Damgalanma olgusu, önyargı ve stereotiplerin sosyal
a göre, bu, eşitsizliğin içselleştirilmesidir
yaşamda kullanılmasıyla ortaya çıkar. Sosyal gruplara
(Göregenli, b.t). Kimi zaman da meşrulaştır-
yüklenen bu damgalar, bu gruptaki kişilerin yaşantı-
ma, bilişsel uyumsuzluğu hafifletmeye aracı-
larını aşağıdaki üç şekilde etkileyebilmektedir:
lık eder. Jost, Banaji ve Nosek (2004) sosyal
meşrulaştırmasının
artmasıyla
ve fiziksel yoksunluk içindeki insanların, keni.
ii.
Stereotiplerin yaygınlaşması sonucu, deza-
di çelişkilerini azaltmak için yaşadıkları acıla-
vantajlı kişiler aynı stereotipi paylaşan kişiler-
rı meşrulaştırma ihtiyacı içinde olduklarını
le daha çok etkileşime girip eleştirilere bera-
bulgulayan araştırmalara dikkat çekmişlerdir
ber maruz kalabilmektedirler.
(Göregenli, b.t.). Henry ve Saul (2006)’un
Damgalı grubun üyeleri kendileri için riskli ko-
araştırma sonuçlarına göre yoksul bir ülke
nulardan uzaklaşma eğilimine girebilmekte-
olan Bolivya’da, düşük statülü grup üyeleri-
dirler. Damgalı kişi, kendisi doğrudan bir ba-
nin, devlete karşı konuşma baskılarını onay-
şarısızlık yaşamasa da, arkadaşlarının yaşa-
lamak gibi sistemi meşrulaştırıcı inançları,
dıkları başarısızlıkları kendisine mâl ederek
yüksek statülü grup üyelerine göre daha fazla
kopma stratejisine başvurabilmektedir. Kop-
onayladıkları görülmüştür (Göregenli, b.t.).
ma, motivasyonu azaltan bir süreçtir.
www.ontodergisi.com
38
Tehdit, belirsizlik, iktidarsızlık, kaygı gibi faktörlerin
Sosyal baskınlık yönelimi; bazı grupların diğerlerinden
üstesinden gelmeye çalışmak dezavantajlı grup üye-
avantajlı olmasında sakınca bulmamak, eşitliğin
lerinin sistemi meşrulaştırıcı pratiklere angaje olma-
artmasını ve tüm gruplara eşit şans verilmesini iste-
larına yol açarken, ayrıcalıkları ve çıkarlarını korumak
memekle ilişkilendirilebilir. Sosyal baskınlık yönelimi-
avantajlı grupları sistemi meşrulaştırıcı pratiklere
nin empati, ilişkisellik, diğerkamlık ile negatif ilişkili
bağlamıştır (Jost ve ark., 2003; akt. Göregenli, bt).
olduğu gözlenmiş, yüksek statülü grup üyelerinin dü-
“Sistemi meşrulaştırma güdüsü” olarak da adlandıra-
şük statülü grup üyelerine göre daha yüksek sosyal
bileceğimiz bu durum sistemle başa çıkmayı amaçla-
baskınlık yönelimine sahip oldukları bulunmuştur
makta ve statükonun adil, iyi, arzulanır ve kaçınılmaz
(Pratto ve ark., 1994; Wang ve ark., 2006; akt.
görülmesine neden olmakta; meşruluk atfetmektedir
Göregenli, b.t.)
(Jost ve Banaji, 1994; akt. Göregenli, b.t.). Karşılandığı takdirde belirsizlik ve tehdidin üstesinden gelmeyi
Benlik, Kimlik ve Sistemi Meşrulaştırma
sağlayan epistemik, varoluşsal ve ideolojik ihtiyaçları,
‘Kendini sınıflandırma’ kavramını geliştiren Turner;
daha yüksek düzeyde olanların sistemi daha fazla
insanların başkalarını olduğu kadar kendilerini de sı-
meşrulaştıracakları düşünülmüştür (Jost ve Hunyady,
nıflandırdıklarından bahsetmiştir (Hogg ve McGarty,
2005; akt. Göregenli, b.t.).
1990, s. 13; akt. Demirtaş, 2003). Sosyal Kimlik
Kuramı, ‘kendini sınıflandırma’ yoluyla bir gruba
Sosyal Baskınlık Kuramı
üyeliğine anlam yükleyen bireyin, benlik saygısını
Sosyal Baskınlık Kuramı, Sistemi Meşrulaştırma Kura-
korumak ve yüceltmek için üyesi olduğu grubu hangi
mından farklı olarak evrimsel psikolojideki modern
yolla kayırarak algıladığı ve aynı amaca hizmet etmesi
düşüncelerden beslenmiştir. Grup temelli sosyal
için, ‘diğer’ grupları ve diğer grupların üyelerini nasıl
hiyerarşilerin, kurumsal ayrımcılık ve davranışsal
ötekileştirdiği üzerinde durmaktadır (Madran, 2011).
asimetri süreçleriyle güdülendiğine; bu süreçlerin ise
meşrulaştırma mitlerinden etkilendiğine değinmişler-
Benlik kavramı kişinin kendisi hakkında bildikleri,
dir. Meşrulaştırma mitlerine ilişkin tutumların, sosyal
başkalarının kişiye ilişkin görüşlerinden yansımış
hiyerarşiye ilişkin genel yönelim olan ‘sosyal baskınlık
olanlar ve kişinin kendine ilişkin değerlendirmelerin-
yönelimi’ tarafından düzenlendiğini ileri sürmüşlerdir
den elde edilir. Başkalarının kişiye yansıttığı özellikler
(Sidanius ve Pratto, 1999; akt. Göregenli, b.t)
kişinin kendisi hakkında elde ettiği bilgiler gibi etkili
olur. Kişi kendisi hakkında sıklıkla söylenen şeyleri
www.ontodergisi.com
39
benliğinin bir parçası olarak görür ve ifade eder. Çoğu
lik, benliğin, başkalarının tutumlarının içselleştirilip
zaman da benliğine uygun davranmaya çalışır
çözümlenmesinden
(Cüceloğlu, 1997; akt. Özen ve Gülaçtı, 2010).
başkalarının kendisine karşı gösterdiği tutumlar
Hegelci fenomenolojiye göre kişi ancak ötekini
ışığında kendisi hakkında düşünmeye başlar, özbilin-
yaşayarak ve öteki tarafından yaşanarak, öteki
cine varır ve toplumsal bir benlik edinir (Özen ve
tarafından tanınarak benliğini inşa edebilir. Ötekinin
Gülaçtı, 2010).
oluşan
yönüdür.
Birey,
tanıdığı ve ötekinin o olduğunu iddia ettiği benlik,
onun kendi benliğini tanımasında etkilidir. Dezavan-
Yansıtmalı Özdeşim Kuramına göre zihnimizde bilinç-
tajlı grup üyelerinin kendilerini tanımlama biçimlerine
dışı olarak taşıdığımız benlik sistemimiz yeterince iyi
buradan bakılarak açıklık getirilebilir. Kendilerini sü-
düzeyde bütünleşmemişse benlik sistemimiz mutlak
rekli maruz kaldıkları stereotiplere uygun tanımlayıp
iyi ve mutlak kötü olmak üzere ikiye bölünür. Sağlıklı
tanımlamadıkları bu görüş çerçevesinde incelenmeye
olan kendimizi kimi zaman kötü, kimi zaman iyi biri
uygundur. Combs ve Synng’e göre, bireyin davranışı
olabilecek şekilde algılamaktır. Öte yandan kendimizi
onun çevresini ve kendisini algılayış biçimine bağlıdır.
mutlak kötü olarak algılamak, özdeğeri düşürdüğü
Belirli bir durumda bireyin algılayabildikleri, kendisine
gibi ızdırap vericidir de. Bu ızdıraptan kurtulmak için
ve yeteneklerine ilişkin benlik kavramına bağlıdır.
insan zihni mutlak kötü’yü dışarı yansıtır. Örneğin;
Cooley, bireyin toplum içerisinde diğer insanlarla
bilinçdışında Kürtlerden nefret eden bir Türk “Kürtler
etkileşimde bulunurken oluşan benliğini ‘ayna benlik’
benden nefret ediyor” şeklinde bu düşüncesini yansı-
kavramıyla açıklamıştır. Ayna Benlik Kuramı, fiziksel
tabilmektedir. Yansıtmayla dışarı atılan mutlak kötü
görünüşümüzü kontrol etmek için aynaya duyduğu-
parçalar, kimi zaman yansıtma yapılan ötekiler
muz ihtiyaçla, nasıl biri olduğumuzu kontrol etmek
tarafından özdeşim kurularak alınır ve yansıtma
için çevremizdekilerin görüşlerine duyduğumuz ihtiya-
yapana kötülük olarak döner. Yansıtma yapan kişinin
cı ilişkilendirir; kişinin kendisini, başkalarının kendini
bu tarz düşünceleri pekişmiş olur (Paker, 2012).
algıladığı gibi algılamasına gönderme yapar. Mead’e
Bilgin (2004), uzun süre ayrımcılığa uğrayan grupların
göre, diğerinin bizden beklediklerini içselleştirerek
kendilerine atfedilen özellikleri paylaştıklarından ve
onun bizim hakkımızdaki imgesini alırız ve ‘ben’imiz
stereotip yönünde benlik imgelerinin değiştiğinden
şekillenir. Benliği bilen ve bilinen diye ikiye ayırabiliriz.
bahsetmiştir. “Ayrımcılık, başlangıçta ayrımcılığa yol
Bilinen
ve
açan tutumların haklılaştırılmasına doğru davranışları-
görüşlerine değer veren yönüdür. Ayrıca bilinen ben-
mızı yönlendiren etkileşimsel bir süreç gibi belirmek-
benlik,
benliğin
başkalarının
tutum
www.ontodergisi.com
40
tedir. Bu anlamda önyargı, belirli bir talep gibi işler-
doyurmak çoğu zaman sosyal kimliğe düşer (Madran,
ken, ayrımcılık bir beklentiye karşı gösterilen bir süreç
2011). Terör Yönetimi Kuramına göre, başa çıkılama-
gibi görünmektedir” (Aebischer ve Oberle, 1990; akt.
yan olay karşısında özsaygı düşer ve kişiler özsaygıyı
Bilgin,2004). Tüm bunlar grubun kendini ‘baştan
yükseltmek için yerleşik normlara sımsıkı sarılırlar
yenik’, ‘kaybetmeye mahkûm’ hissetmesine ve bek-
(Bilgin, 2011)
lenti düzeyinin düşmesine yol açabilir. Denetim odağı
teorisyenlerinin temel varsayımlarından biri olan
Kendini ve diğer insanları sınıflandırma süreci
‘başarı olasılığına inancın etkisi’ kavramı bu noktada
sonunda birçok kalıpyargı oluştururuz ve bunun etki-
oldukça önemlidir; bireylerin başarma yönündeki ça-
siyle kendimizin ve diğerlerinin üyesi olduğumuz gru-
baları, büyük ölçüde, onların başarı şansları konusun-
bun pek çok niteliğini taşıdığını varsayarız. Hogg ve
daki tahminlerine bağlıdır.
Bu açıdan ayrımcılığın
Turner (b.t; akt. Demirtaş, 2003) kendimize dair kalıp-
hedefi olan gruplarda herhangi bir konuda ‘teşebbüs-
yargılamanın sonuçlarını toplumsal cinsiyet kimliğiyle
te bulunmama’ kişisel mazeretler arayarak kendi kö-
ilgili araştırmalarıyla açığa çıkarmışlardır. Kadın ve
şesinde kalma tarzı bir davranış eğilimi tarzı ortaya
erkek üniversite öğrencileriyle yapılan bir çalışmada;
çıkabilir” (Bilgin, 2004).
kişisel kimlik koşulu ve sosyal kimlik koşulu ortamı
sağlanmıştır. Kişisel kimlik koşulu aynı cinsten, sosyal
Sosyal Kimlik kuramcıları bireylerin belirli bir grubun
kimlik koşulu iki kız ve iki erkekten oluşan grup
üyesi olduklarında kişisel kimliklerinde ne gibi
arasında gerçekleştirilmiş ve tartışmaları istenmiştir.
değişiklikler gerçekleştiğiyle ilgilenmişlerdir. “Bu üyeli-
Sonuçlara göre, ikinci koşulda toplumsal cinsiyet
ğin bireyin kişisel kimliğine, güdülerine, hem kendile-
kimliklerini
rine hem de başkalarına ilişkin algılarına nasıl yansı-
kalıpyargılayarak kadınsı ve erkeksi özellik sergilemiş-
dığını belirlemeyi hedef edinmişlerdir.” Birey her grup
lerdir (Demirtaş, 2003). Görülüyor ki kendini kalıpyar-
üyeliğinden bir sosyal kimlik çıkarmamaktadır. Ancak
gılamayla beraber insanlar olması gerektiklerini dü-
bireyin gerçekten önemsediği, kendini gerçekten ait
şündükleri gibi davranışlar sergilemeye başlamakta-
hissettiği grup üyelikleri bu duyguyu doğurmaktadır.
dırlar. Gruplararası çatışma, ayrımcılık gibi bazı koşul-
Bireyin önem verdiği bir grup üyeliği, kişisel kimliğin
lar altında insanlar grup üyeliklerinden normal zaman-
yerini sosyal kimliğe bırakmasıyla sonuçlanır (Madran,
lara göre daha çok etkilenirler ve birey olarak
2011). Turner’e göre olumlu benlik saygısına sahip
davranmayı bir kenara iterek grup üyesi olarak davra-
olma gereksinimi temel güdülerdendir ve bunu
nırlar. Sosyal kimlik de bu noktada ortaya çıkar. Buna
www.ontodergisi.com
ortaya
koymuşlar
ve
kendilerini
41
göre, denilebilir ki; ait hissettiğimiz grubun başarılarıy-
lere, rastlantısal olarak seçilen ve sınıf arkadaşların-
la övünürüz, bu bir futbol takımı olabileceği gibi siyasi
dan farkı olmayan bir grup öğrencinin test sonuçları-
bir yapılanma da olabilir (Madran, 2011).
na göre sekiz ay içerisinde çok büyük bir zihinsel
gelişim gösterecekleri belirtilmiştir. Bu fark öğretmen-
Beklentiler ve Kendini Gerçekleştiren Kehanet
lerin kafasında oluşturulmuş ve bunun sonucunda
Merton’a(1948, s. 194; akt. Demirtaş, 2004) göre
öğretmenlerin daha sabırlı, ilgili ve yüreklendirici
belli bir duruma ilişkin tanımlamalar (kehanetler ya
davrandıkları sonucuna ulaşılmıştır. Ve tekrar ölçüm
da yordamalar) bir süre sonra bu durumun ayrılmaz
sonucunda, bu grubun zihinsel gelişme gösterdiği
bir parçası haline gelirler ve bu da daha sonraki
tespit edilmiştir. Yine bir başka çalışmada; Snyder,
gelişmeleri etkiler. Kendini doğrulayan kehanet,
Berscheid ve Tanke (1977; akt. Madran, 2011)
başlangıçta, durumun yeni bir davranışa yol açan
araştırmalarında erkek katılımcılara telefonda eşleş-
yanlış bir tanımlamasından ibaretken, sonunda,
tirildikleri kadınla konuşacaklarını söylemişler ve bu
temelde yanlış olan bir durumu gerçeğe dönüştürür.
kadına ait oluğunu söyledikleri çekici ya da çekici
olmayan kadının fotoğrafını göstermişlerdir. Araştır-
Rubovits ve Maehr (1973; akt. Demirtaş, 2004)
çalışmalarında; birçok beyaz ve orta sınıf öğretmenin
alt sınıftan gelen siyah öğrencilerden yönelik düşük
akademik başarı beklediğini ortaya koymuşlardır.
Bunu incelemek için 66 öğretmenden dörder kişilik
gruplara ders vermeleri istenmiştir ve gözlemciler
dersler sırasında öğrencilerin yanına oturmuş ve
macıların beklentisi, erkek katılımcılarca kadınların
çekiciliğine ilişkin inançlarının, onları eşlerine yönelik
beklentiler yönelteceği şeklinde olmuştur. Erkek denekler bu beklentiler doğrultusunda hareket etmişler
ve bu da eşlerinin davranışını etkilemiştir. Çekici
olduğu düşünülen kadınların eşlerine daha sıcak ve
samimi davrandığı görülmüştür (Madran, 2011).
öğretmenlerin davranışlarını övme, düzeltme, yüreklendirme açısından değerlendirmişlerdir. Sonuçlara
Kendini gerçekleştiren kehanetin varlığı pek çok
göre, beyazlara daha fazla dikkat yöneltildiği; beyaz
tartışmanın konusu olmuştur ve varlığını kanıtlamak
öğrencilerin daha az övüldüğü ve fakat daha çok
için
eleştirildiği gözlenmiştir (Demirtaş, 2004). Rosenthal
Rosenthal ve Rubin’in (1978) kendini gerçekleştiren
ve Jacopson’un (1968; akt. Madran, 2011) Sınıftaki
kehanet üzerine yapılan ilk 345 araştırmayı kapsayan
Pygmalion adını verdikleri çalışmada da benzer
meta analiz sonucunda neredeyse tümüyle sona
sonuçlar ortaya konmuştur. Bir ilkokulda öğretmen-
ermiştir.” (Demirtaş, 2004). Araştırmacılar kendini
pek
www.ontodergisi.com
çok
çalışma
yapılmıştır.
“Tartışmalar,
42
gerçekleştirmeyen kehanetten de bahsetmişlerdir.
Gürel, N. (2011). Kişilik psikolojisi, önyargının psikolojisi ve
Fakat bu konuda yapılan çalışma azdır. Madran
kamuoyu;
Gordon
Alport
ve
WalterLippmann’ın
görüşleri
çerçevesinde bir değerlendirme. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
(2011), kendini gerçekleştiren kehanetten kural
olarak bahsederken, kendini gerçekleştirmeyen keha-
Enstitüsü Dergisi, 2(2).
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/49/1572/17056.pdf
net’e istisna olarak yer vermiştir.
Madran, A. (2011). Temel beklenti etkisi: Kendini gerçekleştiren
Sistemi meşrulaştırma olgusunu açıklamaya çalışan
kehanet.
http://www.secbir.org/wp-content/uploads/2011/01/03-ANDAC-
başlıca kuramlar yukarıda özetlenerek verilmeye çalı-
DEMIRTAS-MADRAN-1.pdf
şılmıştır. Literatürde yerini alan, bu merak uyandırıcı
konu Sosyal Psikologlarca çalışılmaya ve bulguları
Madran, A. (2011). Sosyal kimlik ve ayrımcılık.
paylaşılmaya devam etmektedir.
http://www.secbir.org/wp-content/uploads/2011/01/07-ANDACDEMIRTAS-MADRAN-2.pdf
Kaynaklar
Özen, Y. ve Gülaçtı, F. (2010). Benlik kavramı ve benliğin gelişimi
Bilgin, N. (2001). Sembolik iletişim kapasitesi ve kimlik. İnsan
bilen benliğe gereksinim var mı? Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi,
ilişkileri ve kimlik (2. Baskı) içinde (164-180). Ankara: Sistem
12(2). http://www.pegem.net/akademi/3-131324-Benlik-Kavrami-
Yayıncılık.
ve-Benligin-Gelisimi-Bilen-Benlige-Gereksinim-Var-Mi.aspx
Bilgin, N. (2004). Farklılaşma yeri olarak gruplar. Sosyal Bilimler
Paker, M. (2011). Önyargı ve ayrımcılığa ilişkisel psikanalitik bir
Kavşağında Kimlik Sorunu içinde (182). İzmir: Ege Yayıncılık.
bakış.
http://www.secbir.org/wp-content/uploads/2011/01/05-
MURAT-PAKER-2.pdf
Bilgin, N. (2011). Gruplararası ilişkiler. Sosyal psikoloji (4.Baskı)
içinde (200-212). İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi.
Demirtaş, A. (2003). Sosyal kimlik kuramı, temel kavram ve
varsayımlar.
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/23/665/8472.pdf
Demirtaş, A. (2004). Sosyal sınıflandırma, kişilerarası beklentiler ve
kendini doğrulayan kehanet.
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/23/666/8486.pdf
Göregenli, M. (b.t.). Gruplararası ilişkilerde yeni yaklaşımlar:
Sistemin
meşrulaştırılması
ve
Sosyal
baskınlık
kuramları.
Yayınlanmamış makale.
www.ontodergisi.com
43
na göre acı (en geniş anlamıyla alındığında), kötü olan
tek şeydir ve dolayısıyla bütün ahlakın temelini oluşturur.”
Türcülüğün Pratikteki Hali
BİR TAHAKKÜM BİÇİMİ
Zihnimize
yerleşmiş
olan
türcülük,
hayatımızda
OLARAK TÜRCÜLÜK:
kendini türcü söylemler veya bazı doğrudan uygula-
ETİN CİNSEL POLİTİKASI ÜZERİNE
malar olarak gösterir. “Eşek” gibi çalışmak, “ayı” gibi
kaba olmak şeklindeki benzetmeler ve “köpek”,
“domuz”, “öküz” gibi sözcükler karşımızdakini aşağı-
Ayça Ilgaz
lamak için kullandığımız ve buna hayvanları dahil etti-
Eda Pınar
ğimiz türcü söylem örnekleridir. Hayvanlara doğrudan

verilen zararlar ise türcülüğün diğer hâlidir ve çok da-
Sena Yaprak Özdemir
ha önemlisidir. Hayvanları gıda, giyim, eğlence, spor,
Eğer hayatımda tanrısal bir şey olduysa,
o da hayvanlara olan bu ürkek sevgimdi.
deney gibi sektörlerde kullanarak onlara doğrudan
Ellias Canetti, Hayvanlar Üzerine
edilebileceği gibi gıda sektörüdür. Birleşmiş Milletler’
zarar veririz. En çok kullanıldığı alansa tahmin
deki Food and Agriscultural Organization’na (FAO)
ngiliz yazar, psikolog ve hayvan hakları savunucu
İ
Richard Ryder türcülüğü şöyle ifade ediyor: “Türcülüğün anlamı, bir başka türün mensubu olması ge-
göre insanlar, balık ve diğer deniz hayvanları dışında,
yemek için yılda yaklaşık olarak 53 milyar hayvan
öldürüyor.1
rekçesiyle onlara zarar vermekte yatar. Bu sözcüğü,
1970’te, kısmen ırkçılık ve cinsiyetçilikle paralellik
kurmak amacıyla ortaya attım. Bu ayrımcılık biçimlerinin hepsi, fiziksel görünüme dayalı oldukları için akıldışıdırlar. Bu yaklaşımlar, tüm ırklar, cinsiyetler ve
türler arasındaki çok büyük bir benzerliği –fiziksel ya
Mezbahalar ve dünya savaşları, modern dünyanın
“harcanabilir”leri yok etme girişimleri olarak benzer
zamanlarda karşımıza çıkıyor. Hitler’in imha kampı
modelini ABD’deki fordist üretim bantlarından ve
Henry Ford’unsa bu bant fikrini Chicago’da ziyaret
da ruhsal acı çekme yetimizi– görmezden gelirler. Ba1

Ege Üniversitesi, Psikoloji Bölümü öğrencileri
(Alınma tarihi: 10 Şubat 2015)
http://www.abolitionistapproach.com/media/pdf/ARAA_Pamphl
et_Turkish.pdf
www.ontodergisi.com
44
ettiği bir mezbahadan alması, türcülükle ırkçılık ara-
ürünlerin reddedilmesini ifade eder.”3 Veganlık, insan
sındaki bağa ışık tutuyor. Gerçi Tolstoy bu sözü
dışı hayvanların da, insanlar gibi hissedebilir, duygu-
söylediğinde Hitler hayatta bile değildi; ama “güçlü-
sal varlıklar olduğu gerçeği göz önüne alınarak, onlara
nün güçsüzü sömürmesi ve kan dökerek iktidara
karşı olan etik yükümlülüğümüzü yerine getirmektir.
gelme tarihte sabittir.”
Hayvanların yaşamı kendi yönelimleri doğrultusunda
kendileri tarafından şekillendirilmelidir. Bizim, onları
Veganizmin, Hayvan Özgürlüğünün Kısa Tarihi
yiyecek, giyecek, sirk, deney gibi amaç ve faaliyetleri-
The Vegan Society’nin kurucularından Donald Wat-
mize hizmet etmek için kullanmaya hakkımız yoktur.
son, 1944 yılında, veganlığı şu şekilde tanımlıyordu:
Bu yüzden onları alışkanlıklarımız, damak tadımız, eğ-
“Veganlık hayvanlar alemine dair sömürü ve zulmün
lence kültürümüz uğruna öldürmek, sömürmek kabul
tüm biçimlerini dışlamanın ve yaşamı gözetmenin yo-
edilemez birer yanlıştır.
ludur. Et, balık, kümes hayvanı, yumurta, bal, hayvansal süt ve türevlerini dışlayıp bitkiler aleminin ürünle-
Türcülüğün ortaklaştığı bir diğer tahakküm mekaniz-
riyle yaşamak ve tamamen ya da kısmen hayvanlar-
ması ise cinsiyetçiliktir. Hayvan bedenine yönelik şid-
dan üretilen tüm ticari malların alternatiflerini kullan-
det ile kadın bedenine dönük iktidari mekanizmalar
mak şeklinde pratiğe
dökülür.”2
yeni bir tanım doğurmuştur: Etin Cinsel Politikası.
Vegan kelimesi daha sonra, 1979 yılında, The Vegan
ETİN CİNSEL POLİTİKASI
Society tarafından şu şekilde tanımlandı: “Veganlık
Et yemenin karnizm, fordizm gibi üstyapılaşmış tanım-
hayvanların gıda, giyim ya da başka amaçlarla maruz
ları dışında cinsiyetçilik ve dolayısıyla ataerkil argü-
kaldıkları sömürü ve zulmün her türlüsünden –uygula-
manlarla da örtüştüğü birçok nokta bulunmaktadır.
nabilir olan en mümkün mertebede– kaçınan ve buna
Hayvanların, özellikle de dişi hayvanların tahakkümü
ek olarak insanların, hayvanların ve çevrenin yararı-
ile kadın bedenine yönelik tahakkümün ortaklaşması,
na, hayvan kullanımı içermeyen alternatiflerin geliş-
etin cinsel politikasını tartışmaya açmıştır. “Kadınları
tirilmesini ve kullanımını destekleyen felsefe ve
hayvanlaştıran, hayvanları da cinselleştirip dişileştiren
yaşam biçimidir. Beslenme söz konusu olduğunda,
bir tavır ve davranışlar bütünü”4 olarak etin cinsel po-
hayvanlardan tamamen veya kısmi olarak elde edilen
3
2
(Alınma tarihi: 10 Şubat 2016) www.yeryuzuneozgurluk.org
https://tr.wikipedia.org/wiki/Veganlık
4
(Alınma tarihi: 10 Şubat 2016)
https://www.vegansociety.com/go-vegan/definition-veganism
Carol J. Adams, Etin Cinsel Politikası, Ayrıntı Yayınları.
www.ontodergisi.com
45
litikası, bu örtüşmenin politik alt zeminine ışık tutmak-
Erkekleşmiş Et Kültürü
tadır.
Etsiz kuru fasulyenin ‘adam’dan sayılmadığı, erkekliğin etli yemeklerle pekiştiği gibi çeşitli efsaneler
Erkekliğin günden güne kutsallığının nüksettiği günü-
sofralarımızı etli yemeklerle ve zihinlerimizi kirli dü-
müz ataerkil dünyasında hayvan bedenine yönelik
şüncelerle zehirlemeye devam ediyor. Etin ve etteki
politikalar, şüphesiz diğer tahakküm biçimlerini arka-
proteinin erkeğin kadından daha fazla ihtiyacı olduğu
sında bırakacak düzeydedir. İlk baskı ve tahakkümün
gibi söylenceler kadınların zayıf varlıklar olduğunu
hayvanların evcilleştirilmesiyle başladığı söylencesi bu
düşündüren cinsiyetçiliği farklı varyasyonlarla besli-
durumu kanıtlar niteliktedir. Kadınlara yönelik ikinci
yor. Reklam panolarında sıklıkla karşılaştığımız ‘ka-
sıraya oturan tahakküm –cinsiyetçilik– ile hayvanlara
dınsı piliçler”, kadınlığı ve kadınsılığı çağrıştıran nug-
dönük tahakkümün –türcülük– birleşmesi ve bir nevi
getlar ve onları yerken görüntülenen erkekler… Kadın-
“et” olarak tariflenen kadın bedeninin uzamsal
ların erkeklerin zihinlerinde yer ettiği “et” temsiliyle
kesitleri olan bölümlere ayrılmanın kendini her geçen
“et”in homo saphiens’teki –özellikle erkek olanları
gün yenilemesi yeni bir tanımın gerekliliğini işaret
için– temsilinin yakınlığı reklam panolarının içinden,
etmiştir. Bu, etin cinsel politikasıdır şüphesiz. Etin
sofralarımıza yansıyor.
ataerkil dünyası; kadın bedenini günden güne
parçalıyor, nesnelerine ayırıyor ve tüketiyor. Bu nesne-
Tecavüz5 ve Kesim
leştirme ve tüketme döngüsü günlük hayatın rutin
“Feminizm ve Tercümeleri” adlı üst başlıklı Princeton’
basamaklarını –birçoğumuzun fark etmeyeceği düzey-
ın Lisansüstü Kadın Çalışmaları Konferansı’nda, Cin-
de– günlük alışkanlıklarımızla tırmanırken gerçekleşi-
sel Şiddet: Temsil ve Gerçeklik adlı panelde Carol
yor. Carol Adams’ın ‘dişilleştirilmiş protein’ adını ver-
Adams, cinsel temsillerle ilgili dikkat çekici bir pasaja
diği, dişi hayvanlardan elde edilen süt ve yumurtanın
yer verir konuşmasında:
kadın bedeni ve onun doğurganlığı ile olan ortaklığını
düşündüğümüzde insan şu soruyu sormadan duramı-
“Aynı ay içerisinde, yüz kilometreden daha yakın bir
yor: “Kadın bedeni de çoğunlukla etin yerini tutmuyor
yerde, Gary Heidnik’in Philadelphia’daki evinin
bodrumunda, üç kadın zincirlenmiş şekilde bulundu.
mu?”
5
Irza geçme veya tecavüz, kişinin rızası dışında cinsel ilişkide bulunulmasıdır. Genelde erkek tarafından kadına ve kız–
erkek çocuklara doğru yapılan bir eylem olan tecavüz insanlık
suçu olarak kabul edilir. (Alınma Tarihi: 10 Şubat 2016)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Irza_geçme
www.ontodergisi.com
46
Mutfaktaki fırında, ocaktaki tencerede ve
Kadın bedeni ile hayvan bedeninin işaret ettiği ortak
buzdolabında bir kadının bedeninin parçalarına
temsiller bütünü tecavüz ve kesimi ‘erkek insan’ için
rastlandı. Kadının kolları ve bacakları orada esir
algısal olarak meşrulaştırmaktadır.
tutulan diğer kadınlara yedirilmişti. Kurtulanlardan
biri, zincirlenmiş olarak kaldığı süre boyunca
Kayıp Gönderge
Heidnik’in kendisine defalarca tecavüz ettiğini
Kayıp gönderge terimi, Carol Adams ile birlikte ele
bildirdi.”6
alınan ve onun politize ederek etin cinsel politikasıyla
birleştirdiği bir kavramdır. Adams kavramın içeriğini
Pasajda sözü edilen ve hayvanların kesimini düşündü-
şöyle açıklamaktadır:
ren Heidnik’in tecavüzle birleşen kesim pratiği aklımıza ilk olarak hayvanlara dönük tecavüzü ve kesimi
“Hayvanlar, tüketiciler onların ölü bedenlerini
getirmiyor mu? Bu durum, tecavüz ve kesim sarmalı-
yemeden önce dil tarafından yok edilir. Kültürümüz
nın bir kültüre dönüşmesinden mi, yoksa işaret ettiği
gastronomik bir dille ‘et’ kelimesini daha da
anlaşılmaz hale getirir. Böylece ‘et’ dediğimizde
ortak temsillerden mi kaynaklanıyor?
aklımıza kesilmiş, öldürülmüş hayvanlar değil, mutfak
Her ikisi de! Et yemenin bir kültüre dönüştüğü gerçek-
gelir. Dil, hayvanların yokluğuna bu şekilde katkıda
liğinde insandan daha zayıf olarak nitelenen hayvan-
bulunur. Hayvanların kayıp göndergelere
lara dönük kesim pratiği rahatlıkla özdeşi olarak
dönüşmesinin aslında üç yolu vardır. Biri çok açıktır:
düşünülebilecek ve görece erkekten daha zayıf olarak
Az önce anlattığım gibi et yenirken hayvanlar,
algılanan kadın bedenine yönelebilir. Özgecan Aslan
kelimenin tam anlamıyla yoktur. Zira ölülerdir. Bir
ve daha sonrasında haber kanallarında sıklıkla tanık
diğeri tanımsaldır: Hayvanları yerken onlar hakkında
olduğumuz tecavüz ardından defalarca kez bıçaklama
konuşma biçimlerimizi değiştiririz. (…) Et kelimesinin
ve vücudu çeşitli uzuvlara ayırma ritüeli (!) sözü edilen
kayıp göndergesi vardır, o da ölü hayvanlardır.”
durumun, coğrafyamızdaki en güzel örneklerindendir.
Günlük konuşma rutinimiz içerisinde sıklıkla erittiğimiz, hayvan kesimi için daha süslü ve kesimi anımsatmayacak ifadeler kullandığımız bir gerçektir. Sözgelimi “bugün harika bir ceset yedim” yerine “harika bir
6
Heidnik iki kasten öldürme, altı insan kaçırma, beş tecavüz, dört
nitelikli saldırı ve bir zorla sapkın cinsel ilişkiye girmek
suçlarından mahkûm edildi.
yemek yedim” demeyi tercih ediyoruz. Kesim pratiği
aklımıza geldiğinde yemek istemeyeceğimiz hayvanwww.ontodergisi.com
47
ları, kullandığımız dilin akışında her geçen gün biraz
daha unutuyoruz. Dil, algısal yönetimin en önemli
parçasıdır. Ve bir şeyi ne kadar dolaylı anlatırsanız,
meselenin özünden o kadar ulaşırsınız.
SON SÖZ YERİNE
Marx’ın deyişiyle ‘katı olan her şeyin’ buharlaşıp gittiği
bir evrende kendimiz dışında kalan birçok şeyi
ötekileştiriyoruz. Dahası bunu çoğunlukla alışkanlıkların gölgesinde tekrarlıyoruz. Damak tadımızı değiştirmek her ne kadar zor gibi gözükse de ve protein ihtiyacımızı etin dışında herhangi bir besinden alamayacağımız her ne kadar aksettirilse de şeyleşmiş kuruntularımızı bir an önce terk etmemiz ve her türden
tahakkümü reddetmemiz artık bir zorunluluktur.
Fran Winant’ın Pilav Ye Kadınlara İnan şiirindeki
çağrıyı tekrarlıyoruz ve diyoruz ki şansımız var bilmediğimizi öğrenmeye:
“Pilav ye, kadınlara inan
Bilmediğim her neyse
Hala şansım var öğrenmeye…”
www.ontodergisi.com
48
şince acıkıyorum. Her sabah bir gün eksik uyanıyorum
ömrümden. Kafamdaki insan olamıyorum kendi
ömrümdeymiş gibi rahat yaşayamıyorum. Herkes
ağzına kadar başkası dolu. İçimde hiç kötülük yok. Bu
çok kötü… Ömrüm bir dönem çok açık kaldı, hayatıma
SÜREGELEN NOTLAR – 2
kaç insan girdi hatırlamıyorum. Aslında ileride çok
mutlu olunacak sote yerler biliyorum. Bazı sabahlar

Önder Aydemir
dünya, çok zor alışıyor bana. Orijinal birkaç insan
arıyorum. Atsan atılmaz, satsan satılmaz bir yük gibi
geliyor bazen hayat. Hayatta bir ağırlığım olsun diye
Yaşayamıyorum
şişmanlamak istiyorum, o da olmuyor. Üçün biri’ni se-
Gerektiği kadar iyi yaşayamıyorum. İşin komiği ‘gerek-
çerken bile ikilem’e düşüyorum. Yaşamak için sonsuz
tiği kadar iyi’ nasıl yaşanır, onu da pek bilmiyorum.
ideal bir yer var mı? Ben bulamıyorum. Yaşamam
Devamsızlığım çok hayatta... Bir yıl düş’e dokunur gibi
gereken birçok şey ve yaş, başka birçok şey ve yaşları
hiçbir şey yaşamıyorum, sonra, ertesi yıl bir gömülüyo-
düşünürken
rum hayata ve aşk’a, kaldırabilene aşk olsun. Nerede,
yaşıyorum. Ömrüm son bulduğunda neleri yaşamış
nasıl, ne zaman, kiminle, ne kadar daha fazla mutlu
olayım. Neleri yaşamış olmalıyım. Bilmiyorum. Bu be-
olunur, bilmiyorum. Olmadığım yerleri, yapmadığım
nim ilk tecrübem dünyada. Bütün güzel kızları, iyi
şeyleri düşlüyorum bazen. Bazen diyorum, cinsim
oğlanları kapmışlar. Bütün şahane mevzuları çok ön-
başka olsaydı daha mı mutlu olurdum acaba?
ceden konuşmuşlar. Bütün güzel pozisyonlarda biz
Sallıyorum günleri, bugünün ne içerdiğine bakmadan,
yokken sevişmişler. İyi bir ömür, hangi iyi bir ömürle
ertesi gün’e geçiyorum hemen. Yaşayacaklarımı hep
kıyaslanabilir ki? Kim olarak öleceğimi, ne olarak ka-
son ana bırakıyorum. Kendimi çoğunlukla yaşayama-
lacağımı bilmiyorum. Hayat, benden zevk alıyor mu
yacak kadar yorgun hissediyorum. Ne yaşarsam yaşa-
acaba? Bilmiyorum.. Tanrı veya doğa, beni böyle kul-
yayım, gözüm hep öteki hayatlar’da kalıyor bazen.
lanarak ne yapmak istiyorlar, anlamıyorum.
geçip
gidiyor.
Bazen
çok
Yaşamaya iyi konsantre olamıyorum. Bence hayat,
cinselliğin önemli bir parçası. Bazıları çalıp–çırpıyor
Ancak yine de “ömrümden geleni” yapıyorum.
her şeyi, öteki hayatlar’da otluyor hep bazıları. Sevi***

Sinek
www.ontodergisi.com
geriden
49
İnsanlar ve Köpekler
Parası olmadığı için fırının önünde durup gelip geçene
“Bana bir ekmek alabilir misin evladım” diyen teyze,
torunları için garsonluk yapmak zorunda kalan ve çocuğu yaşındaki insanlara “efendim” diyen dede, markette bizim elimiz kolumuz doluyken parası yetmediği
için çocuk bezini geri bırakan baba, annesi babası
olmadığı için oynarken düştüğünde ağlamak yerine
kalkıp yarasını temizleyen çocuklar, parkta çocuğunu
sallayan bir anneye çocuğunun sorduğu “Anne şu
anda etrafta ne var? Park nasıl bir yer?” sorusu ve o
annenin görmeyen yavrusuna göz oluşu, herkes evine
koşarken yağmurun altında kalem satmaya çalışan
adam, hastaneye verecek bir günlük daha parası
olmadığı için bitkisel hayattaki çocuğunun fişini
çektirmek zorunda kalan baba, sattıkları midyenin
tadını bilmeyen çocuklar, hiç çilek yememiş yavrusuna “Ya severse ben ona nasıl alırım bir daha” diye
ikram edilen çileği tattırmayan anne, açlıktan fırının
camındaki buharı yalayan ve ben onu sevmeye kalktığımda yediği dayaklar yüzünden korkup kaçan köpek... İnsanlar neden köpekleri döver? İnsanlar neden
insanlara bunları yapar?
www.ontodergisi.com
50
Kitap İncelemesi
Taksim Meydanı ve Beyoğlu’nun ve buralardaki pek
çok kişisel anının bir tarihidir, hem de bu noktalardan
çıkarak bütün İstanbul’u tarihiyle kucaklama çabasıdır. Bu ikisinin birleştiği yer; benim korkularım, hayat
“CELÂL SÂLİK’İN MÜZE EVİ”NE
sevgim ve kimi zaman esrar, kimi zaman da kişisel
ÇEVRE PSİKOLOJİSİNCE BAKIŞ
paranoyalarımdır diye düşündüğüm yarı karanlık bölgedir.”1
Sercan Karlıdağ
Kara Kitap her dem kara! Söylemesi belki kusurlu,
belki değil; yayımlandığı ilk zamandan bu yana
“6 Kasım 1972. Ünite 12.
Ödev: Evimiz, bahçemiz.
Evimizin bahçesinde dört tane ağaç var. Bunlar iki
tane kavak ağacı, bir tane büyük söğüt bir tane küçük
söğüt ağacı. Bahçemizin duvarlarını babam taşlardan
ve telle ördü. Ev insanları kışın soğuktan, yazın
sıcaktan koruyan barınaktır. Ev bizi kötülüklerden
korur. Evimizin 1 kapısı, 6 penceresi, 2 bacası var.”
Yazının altındaki kurukalemle boyalı resimde Galip
bahçe içindeki evi, ağaçları gördü. Kiremitler önce tek
tek çizilmiş, sonra sabırsızlıkla kırmızıya karalanmıştı.
Galip resimdeki kapı, pencere, ağaç ve baca sayısının
yazıdakileri doğruladığını görünce içindeki huzurun
büyüdüğünü hissetti.i
üzerine hayli mesai harcanmış, ki bugün için artık
iyiden iyiye de demlenmiş bir roman olarak, buna karşın yine handiyse her dem demeye uygun düşercesine bu satırlarca da, yine, kurcalanmakta Kara
Kitap. Romana dair tanıtıcı yahut hatırlatıcı demeli,
kimi bilgiler aktarıp mekânsal analiz odağı olan bölüme hazırlık yaparak, Galip’le birlikte, Celâl’in evine
gireceğiz…
Başta ifade etmeli ki, kesin bir şey varsa o da...Orhan
Pamuk’un elbette İstanbullu, ve dahi Nişantaşlı
1 . . . Hayalet Ev’e, «Celâl’in Müze Evi’ne» varmazdan
olduğudur! (Çevre psikolojisi bilgisi ‘yer kimliği’ lafzını
önce . . .
kullanmam konusunda aklımı çeliyor.) Hadzibegovic,
G
irizgâhı, uzun tutmuş olmak pahasına,
Kara Kitap’ın Sırları’nda “hep bir ‘İstanbul yazarı’ ol-
Orhan
başlamamız
duğu söylenen ve Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanır-
gerekiyor: “Kara Kitap, hem benim kendi ha-
ken ödül komitesi tarafından ‘şehrin ruhunda, mede-
yatımın, sevdiğim dükkânların, şeylerin, hâlâ açık olan
niyetlerin çatışması ve kaynaşması için yeni simgeler
Alaaddin’in
bulduğu’ vurgulanan Pamuk, ilk defa Kara Kitap saye-
Pamuk’un
dükkânının,
sözleriyle
Nişantaşı
Karakolu’nun,
1

Ege Üniversitesi, Psikoloji Bölümü öğrencisi
Orhan Pamuk, Öteki Renkler: Seçme Yazılar ve Bir Hikâye, İletişim Yayınları, 1999, s. 139.
www.ontodergisi.com
51
sinde ‘İstanbul yazarı’ nitelemesini hak etmişti”2 de-
Renkler’de, Kara Kirap’ı kişisel bir İstanbul ansiklope-
mektedir. O’na göre, Kara Kitap’taki İstanbul imgesi,
disi olarak ifade ediyor. O’na göre, bu İstanbul ansik-
Orhan Pamuk’un sonra yazacağı romanları da belir-
lopedisi ‘kolaj’ “romanın kalbinde ise gene Nişantaşı,
lemiştir.
apartman hayatı, Alaaddin’in Dükkânı gibi gerçek
yerler yer alıyor. Bu noktadan Beyoğlu’na ve bütün
Uğurlu’ya göre; İstanbul özelinde Nişantaşı ve çevre-
İstanbul’a açılıyor kitap. Oradan da Doğu’nun hikâye
sinin farklı dönemlerinin, Pamuk’un eserlerinde, farklı
geleneğine, tasavvufi hikâyelere, meselelere, Mevla-
kurmacalarda bir araya gelişi, anlamca dikey zaman–
na’ya ve Şeyh Galip’e.” Yazar, Rüya ile Galip’in aşkını,
mekân ilişkilerine gönderen Bakhtinyen bir kavram-
Galip’in İstanbul’da gezinmelerini anlatırken Şeyh
sallaştırma olarak kronotop ile karşılık bulur. Ki
Galip’in Hüsn–ü Aşkı’ını da aklında tuttuğunu özellikle
kurmacalar arası doku ve Kara Kitap özelinde roman-
ifade ediyor.5
daki çok katmanlı metin dokusu Nişantaşı’nın mahiyetini anlamamızda başlıca önem arz eder.3 Bunu ko-
Hadzibegovic’in ifadesiyle; “Kara Kitap, Türk edebiyat
laylıkla açımlamak mümkün: “Nişantaşı’nda bir a-
tarihinde İstanbul’u yalnızca bir arka plan değil, bir
partmanın çatı katında kendi müze evini kuran
kahraman olarak da gören az sayıda romandan
Celâl’in yaşadığı 1980’lerden 700 yıl önce, Mevlana
birisidir.”6
Celâleddin-i Rumi, öldürülen dostu Şemsi Tebrizi’yi
“İstanbul, romanın esas kahramanı!” Buradan denile-
aramak için Nişantaşı’ndadır. Şemsi Tebrizi’nin
bilir ki bir adım ötede, Irzık, Orhan Pamuk’un yapmış
cesedinin atıldığı 700 yıllık kuyunun Nişantaşı’nda ve
olduğu şeyi “görünürdeki kenti bir başka kentin
hatta Galip’in çocukluğunun geçtiği Şehrikalp Apart-
gölgesi olarak, bir işaretler kenti olarak anlamlı ve
manı’nın apartman aralığının altında yer aldığı ima
okunur kılmak, yani onu metinleştirmek” değerlendir-
edilir. Şehzade Osman Celâlettin Efendi’nin av köşkü
mesiyle izah ediyor. Irzık’a göre, “romanın uzun tüm-
Teşvikiye sırtlarındadır. Tüm bunlar, karakterler ara-
celeri ayrıntıları, özellikle ucuz, taklit eşyaları, kaybo-
sındaki isimler ya da yerlerin benzerliğinden daha öte
lan kişilerin geride bıraktığı kalıntıları, epik kataloglar
bir sistemin parçasıdır.”4 Orhan Pamuk, yine Öteki
gibi listeler halinde içerir, İstanbul’un sokaklarında,
Bu değerlendirmesinde, şüphesiz, haklı da.
apartman aralarında, Boğaz’ın dibinde biriken çöpler
Darmin Hadzibegovic, Kara Kitap’ın Sırları, Yapı Kredi Yayınları,
2013, s. 13.
3 A. Ayşegül Uğurlu, Orhan Pamuk Romanında Atmosfer, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık
Bölümü, 2003.
4 A. Ayşegül Uğurlu, a.g.e., s. 18.
2
gibi birbiri üstüne yığar. Yine bu tümcelerde, özneler
5
6
Orhan Pamuk, a.g.e., s. 138.
Darmin Hadzibegovic, a.g.e., s. 11.
www.ontodergisi.com
52
birbiri içine geçen sayısız yan tümce arasında, kent
- Rüya, evi ve kocasını terk etmiştir.. (Yeşil
sokaklarında amaçsız dolaşan, yolunu şaşıran birey-
tükenmezle yazılmış, 19 kelimelik mektup!)
ler gibi kaybolur. Kişiler zaman içinde değişmez, tak-
Galip, eşi Rüya’yı aramakta..
litler, taklitlerin taklitleri olarak mekân içinde çoğa-
- Rüya ve Celâl kayıp..
lır.”7
- Celâl Sâlik, ünlü köşe yazarı ve Rüya’nın
ağabeyi.. Galip’in amcasının oğlu..
Tüm bunlar şöyle dursun, transaksiyonel yönelimli bir
analiz denemesi dersek buna (garip niteleme?) bütün
bir romanı bilsek de, akışın bir yerinde onu dondurup
(bunda pekâlâ hürüz!) vaziyete çevre psikoloji voka-
- Henüz Hayalet Ev’e gelmeden, tebdil-i
mekânda (elbette ferahlık var ama..) Şehir
İşaretleri’nin boğumunda, bir kahvede, okul
defterinden koparıldığı belli kâğıt parçasındaki
büleriyle, insan–mekân ilişkileri üzerine eğilerek yak-
ödeve rast gelir Galip. (Bu ödev, yazının en
laşmaya çalışacağız. Odak noktada yalnızca eşlik–
başındaki gri-italik alıntı..) Bu rastlaşmayla
refakat edeceğimiz Galip değil, aslında demin olduğu
artık Galip için Rüya ve Celâl’i araması
üzere yazarın kendisi ve belki ünlü köşe yazarı Celâl
ödevleşir belki bir parça.. Ki Rüya’yı bulması,
Sâlik, yer yer birbirine karışacak ve çözülecek olan
basit mantık örgüsünce Celâl’i bulmasıyla eş
perspektif düğümlerinde buluşuyorlar.
değer hâlde olunca, ödevi de Celâl’i bulmaya
dönüşmüş durumdadır artık, diyebiliriz.. Ve
Artık Pamuk’un imzası haline gelmiş8 üstkurmaca tek-
ama...buraya bir not düşmeli..ii
niği ile kaleme alınan Kara Kitap’ta (öğreneceğiz ki
- “Nişantaş’a Şişli’ye kendi geçmişinin ta
Galip yazmaktadır Kara Kitap’ı) Hayalet Ev’e gelme-
kalbine” iner Galip.. Teşvikiye Caddesi’ndeki
den ve üçnokta’ya varmaksızın, elimizde neler var,
Apartmanın en üst katında tek başına oturan
yarı–bilinç akışı bakalım:
Celâl! Ama yıllar önce boşaltmıştır orayı..
- 30 yıl önce, orada, bütün aile bir arada
yaşamaktaydılar..
- Çocukluğunda büründüğü yeni bir kişiliği izler
gibi, Şehrikalp Apartmanı’nı kolaçan eder
7
8
Sibel Irzık, Edebiyatta Kişileşen, Metinleşen, Silinen Kentler,
“Kara Kitap Üzerine Yazılar”ın içinde, der. Nüket Esen, İletişim
Yayınları, 1996, s. 269.
Bu niteleme, Tahsin Yaprak’a naziredir; ayrıca üstkurmaca
üzerine bkz. Orhan Pamuk’un Romanlarını Yazan Roman
Kahramanları, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 1, Sayı:
1, Aralık 2013.
Galip.. Mankenlerle Apartmanı seyir...taklinin
taklidi! “Bir zamanlar Celâl’in ve sonra da
anne–babasıyla Rüya’nın yaşadığı” en üst kat..
- 40 yıllık kapıcı.. İsmail Efendi.
www.ontodergisi.com
53
- Celâl’i ve dolayısıyla Rüya’yı bulabilmesi için
peşinen, “Celâl’in burası noktası” olduğunu belirtmek
ev’e girmesi şarttır!
gerekir.
- Geçmişle yüzleşme..
Şehir İşaretleri’nin bizi getirdiği noktada...İstanbul’da,
- Galip’in kapıcı İsmail Efendinin evinde, onun
Nişantaşı’nda,
eşi Kamer’le laflarken, bir punduna getirip
Alaaddin’in
dükkânına,
Nişantaşı
Karakolu’na olanca yakınlıkta, Teşvikiye Caddesi’
Celâl’in evinin yedek anahtarlarını çalar..
ndeki Şehrikalp Apartmanı’nda, bizzat Celâl’in müze
Kara Kitap’ta, Şehrikalp Apartmanı’nın somut mimari
evindeyiz. Celâl’in ‘burası noktası’nda.iii
özelliklerinden fazla söz edilmez. Apartmanı Nişantaşı’ndaki benzerlerinden ayıran kendine özgü apartman aralığı kokusuyla ıslak taş, küf, kızarmış yağ ve
soğan kokusunun karışımı kokusudur. Şehrikalp
Apartmanı’nı Kara Kitap’taki diğer yerlerden ayıransa
ismindeki metinlerarası anlamın yanı sıra “yuva”yı
Celâl’in yer kimliğini, büyük ölçekte bakarsak,
Nişantaşı’yla çizdiğini biliyoruz. Bunu Korpela’nın yere
aitlik–ait olma anlayışına göre, bir bağlılık ve kök
salmışlık mekânı olarak ele almamız mümkün.11
Özelde ise, Bilgin’in ifadesiyle,12 ‘başka yer’e karşıt
olarak bir ‘burası’ noktası tahayyülünde Şehrikalp
temsil etmesidir.9
Apartmanı’nın en üst katındaki bu ev özelinde
Nişantaşı, Celâl’in kimlik yeridir anlaşılan. Bu evse,
2 . . . Galip, «Celâl’in Müze Evi»nde.
her şeyden önce, mahrem ve kişisel bir mekân olarak
Celâl Sâlik
karşımızdadır. Bunu, Westin’in mahremiyet tipolojisin-
Bilgin, yaşayan özne için mekânı bir koordinatlar
den ayrı tutma/kendine saklama’ya yakıştırabilmemiz
sistemiyle ifade edemeyeceğimizi söylemektedir:10
mümkün.13 Mahremiyetle oldukça ilişkili olarak kişisel
“Bireyler yaşam alanlarını özelleştirir ve birbirinden
mekân noktasında, bir kimlik yeri olarak andığımız
farklılaştırır. Çeşitli mekânları, özellikleri bakımından
Şehrikalp Apartmanı’ndaki bu evin, Celâl açısından
farklılaştırarak bir ‘yer kimliği’ne büründürme eğilimi
psikolojik ve sembolik bir yatırım odağı mahiyetinde
gösterir.” Az sonra Galip’e eşlik ederek uzun uzun
oluşunu hesaba katmamız gerekmektedir. Buna
havasını teneffüs edeceğimiz bu evin, Hayalet Ev’in,
Melek Göregenli, a.g.e., ss. 183-184.
Nuri Bilgin, a.g.e.
13 Melek Göregenli, Çevre Psikolojisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2015, s. 63’ten sonra. Westin’in diğer üç mahremiyet
duru-mu betimi şöyle; [1] kendi başına olma, inziva, [2] yakınlık,
teklif-sizlik, [3] anonimlik.
11
12
9
A. Ayşegül Uğurlu, a.g.e., s. 23.
Nuri Bilgin, Sosyal Değişme Sürecinde İnsan-Eşya İlişkileri, Ege
Üniversitesi Yayınları, 2009, s. 188.
10
www.ontodergisi.com
54
karşın, daha kişilerarası bir çevresel deneyimin odağı
anahtarla açmaya cesaret etmesinin ertesinde, ka-
olan hayalet ev; büyük ölçekte alansallığa da
ranlık dairenin içerisinde, belki henüz eşikten adımını
göndermektedir, demek yanlış olmayacak.
atmamışken çalmaya başlamış telefonla imtihan, hiç
de kolay iş değildi. Rüya ve Celâl içeride mi? Telefon
Galip’e geçmeden önce, belirtmeliyiz ki, Sommer;
dördüncü defa çalmışken...evet, pekâlâ, evde kimse
kişisel mekânı, kişinin vücudunu görünmez sınırlarla
yoktu. Beşinci çalışta ise, evde olmalıydılar! Çünkü
saran ve davetsiz misafirlerin girmesine izin verilme-
telefonu ancak evin boş olmadığına inan biri bu kadar
yen bir alan olarak tanımlar.14 Böylesi düşünüşte
uzun çaldırır diye düşünmüştü. Altıncı çalışta, en son
Galip davetsiz olmasa gerek? (Burası, romanın olay
on beş yıl önce girdiği dairenin elektrik düğmelerini el
örgüsünde bulunduğumuz yeri gözetirsek, şimdilik
yordamıyla arayıp, ama nafile, başaramayıp eşyalara
karanlıkta.)
çarparak ve kimisini devirerek telefona yetişir.
Galip
Celâl’i yalnızca Galip aramıyor, bunu biliyoruz. Deyim
Boş bir ev kadar hüzünlü hissetti kendini!
yerindeyse bütün ülke ayakta. Nitekim telefondaki
kişi de (Mehmet Üçüncü. İsmini sonra öğreneceğiz.)
“Kara Kitap, eleştirmenlerin de dediği gibi, okuru bir
yazı dünyasıyla başbaşa bırakır. Yazılar, işaretler, oyunlar, göndermeler romanın epigraflarıyla başlar.”15
“Hayalet Ev” bölümü tam da bu epigrafla açılıyor.
Celâl’i aramakta. Karşı taraftaki, telefonu açanı Celâl
sanarak, onu bulduğuna seviniyor da. Galip’se ilk
saniyeden hiç mi hiç açık vermiyor, telefonu Celâl’in
yerine açıyor, konuşurken Celâl’e bürünüyor adeta...
Epigraf, yazı içindeki esrarı öldürür sanılırsa da bu bütünüyle safsatadır... Kaldı ki böyle ölecekse ölsün de!
Oda, tıpatıp, yirmi beş yıl önce Celâl bekâr bir
Esrar satan yalancı bir peygamber olacak halimiz yok-
gazeteciyken burada oturduğu zamanki gibiydi. Bütün
tu ya(?)
eşyaların, perdelerin, lambaların yeri, renkleri, gölgeleri ve kokuları yirmi beş yıl önce olduğunun tıpkısıydı.
Biz epigrafa dair lakırdı ederken Galip telefonu açtı
bile. Gerçi bu pek de kolay oldu sayılmaz. Celâl’le
Rüya’nın evde olması ihtimaline karşı kapı zilini
defalarca çalmasının ve arkasından nihayet (çaldığı)
14
15
Akt. Melek Göregenli, a.g.e., s. 101.
Darmin Hadzibegovic, a.g.e., s. 20.
Sanki bazı yeni eşyalar, Galip’e oyun etmek, yaşadığı
çeyrek yüzyılı yaşamadığına onu inandırmak için bazı
eski eşyaların taklidini yapıyorlardı. Ama Galip biraz
daha dikkatle bakınca eşyanın bir oyun oynamadığına, çocukluğundan bu yana yaşadığı zamanın bir
www.ontodergisi.com
55
anda bir sihirle eriyip yok olduğuna karar verecek gibi
lojik özelliklerle imli bu evde, Galip’in algı dâhilinde
hissediyordu kendini. Tehlikeli karanlığın içinden bir-
karşılık bulan her eşya, Bilgin’in ifadesiyle diyebiliriz
denbire çıkıveren eşyalar yeni değildi. Onlara yenilik
ki, “sübjektif yaşantıların dış yanını oluşturur.”
duygusunu veren büyü, Galip’in kendi anılarıyla birlikte eskidiklerini, parçalandıklarını, belki de yok olduk-
Bilgin’e göre, eşya, kimliği istikrarlı kılan ve taşıyan bir
larını sandığı bu nesnelerin, en son gördüğü ve unut-
işleve sahiptir. Zira eşyanın bir geçmişi, ânı ve
tuğu halleriyle yıllar sonra yeniden karşısına çıkıver-
geleceği vardır; [1] bir geçmiş olarak eşya, maddi ve
meleriydi.
sosyal dünyayla ilişkili deneyimlerimizi, anılarımızı
temsil eder; [2] mevcut an olarak mekânı yapılandırır,
Galip’in içinde olduğu, maruz kaldığı bu durumun
işaret noktaları sağlar, eylem vektörleri ve vasıtaları
psikolojik pahasını anlamadan, yani şaşkınlıksa bu, o
sağlar ve [3] gelecek olaraksa, eylem olanaklarını,
şaşkınlığı
ulaşılacak sonuçları, gerçekleştirilebilecek şeyleri
paylaşmadan
yahut
isabetli
ifadeyle,
eşyalara o yenilik duygusunu veren büyüye kapılma-
kestirmemizi sağlar.16
dan Celâl’in evinde gezinebilmemiz oldukça güç.
Galip kendi kişisel tarihinin izinde –Celâl Sâlikvari
Tekrar çalan telefon ve karşı tarafta Celâl’le görüş-
ifadeyle– kendi hafıza bahçesinin içinden bizatihi bir
mekte olduğunu sanan malum (aynı) kişinin Galip’e
mekânsal bellek yoklamasına girmektedir ki eski
buluşma yönündeki yoğun baskısı, Galip’in Celâl
masalar, soluk perdeler, kirli küllükler, yorgun koltuk-
rolüne iyiden iyiye bürünmesi ve yer yer geçmişe
lar, ayakları aslan ayağına benzeyen aynı ceviz masa,
dönük (yirmi beş yıl civarı) çağrışımları, ayrıca denile-
kaloriferin üzerindeki bozuk saatlerin ve tırnak maka-
bilir ki muazzam bir iştahla Celâl’in yazılarından ko-
sının duruşu ve dahası, özelde eşya belleğini çağırıyor
nuşmayı bir ‘es’ olarak sayarak; Bilgin’in eşya için
görünmektedir. Zamansal tezahürde eşya ve eşya
betimlediği bu düzlemden pay çıkarmaya çalışalım.
belleği izinde insan–eşya ilişkisi, burada, mekânsal
Üç noktasını açımladığımız bu zamansal tezahürlerin
organizasyonun öğesi fizik mekân unsurları olarak
düzleminden bir düşünüşle, Galip’in, sosyal ve me-
bahsi geçen, masa, perde, küllük, koltuk, saat, tırnak
kânsal diyalektikler nezdinde, ilkin geçmişiyle imlediği
makası bütün sembolik yüklerinin pahasında, yani
eşyalar, hemen arkasından, mevcut anda işaret nok-
eşyanın denotatif/düz anlamındansa, konotatif/yan
taları ve eylem vektörleri olarak görünür kılınmakta:
anlamını bahis konusu etmemiz noktasında bizi
dürtüyorlar. Bütünüyle yaşantılara çağıran, fenomeno16 Nuri
Bilgin, a.g.e., s. 188.
www.ontodergisi.com
56
Karanlıkta telefona koşarken devirdiği sehpanın üze-
açısından irdelenmeye, görüldüğü üzere oldukça
rinde duran iki fincana bakılırsa, Celâl eve başkalarını
müsait. Bunun yanında, bölüm süresince aslında,
da getiriyordu. Ama narin fincanlar kırıldıkları için dip-
(eşyanın anlamını oluşturan kaynaklardan biri kavrayı-
lerindeki incecik telve tabakasını tadarak (Rüya kah-
şında) “kişiler arası bağın temsilleri olarak eşya”dan
vesini her zaman çok şekerli içerdi) bir sonuç çıkar-
söz etmiş bulunuyoruz.17
mak mümkün olmamıştı.
Diyebiliriz ki eşyaların öyle ya da böyle Galip’e
Buna koşut olarak, anda zahir işaret noktaları, eylem
anlattıkları şeyler var. Galip’se onları kuru kuruya
olanakları ve ulaşılabilecek sonuçlarla, gelecek olarak
dinliyor sanılmasın! Galip’in, kapıcı İsmail Efendi’den,
da yer yer belirmekte:
günlerdir usanmadan Celâl’i aramış olduğunu söyleyen Mehmet Üçüncü’den pekâlâ Celâl’e dair öğren-
Mavi çubuklu asker pijamasından çamuru taze ayak-
dikleri var; ama Celâl’in kişisel mekânı ve mahremi
kabısına, bu mevsim sık sık giydiği koyu lacivert palto-
olan bu ev ve eşyalar, ona, doğrudan Celâl’le bir
sundan kışlık yelek ve sayısız iç çamaşırına (eski yazı-
iletişim sağlıyor. Galip nihayet Celâl’le iletişim kurma-
larından birinde Celâl, çocukluk ve gençliğini sıkıntıyla
ya başlamıştır.
geçirdikten sonra, orta yaşta zengin olan erkeklerin
birçoğunun kullanmayacakları kadar don ve atlet sa-
(...) Galip evde ‘yeni’ olarak gördüğü tek eşyayı, helay-
tın alma hastalığına yakalandıklarını yazmıştı) ve ça-
la mutfak arasındaki uzun duvarı boydan boya kapla-
maşır torbasındaki kirli çoraplara kadar, ev, işten her
yan, karaağaçtan yapılma o camlı dolabı ve içindeki
an dönüp her zamanki günlük hayatına hemen başla-
kâğıtları karıştırmak için koridora döndü.
yabilecek birinin evi gibiydi.
Galip’in hele de onca geçmişle yüklü eşyayla teması
İç odalardaki teftiş ve oturma odasındaki hayalet
ve bütünüyle geçmişten kopup gelmiş bu malum ev,
dekora kıyasla değişimin sınanmasında, bu gibi ör-
denilebilir ki romanın dönüm noktasıdır. Bölüm içeri-
nekler ve daha naif ve kırılgan ayrıntılar; özellikle
sindeki başat nokta ise, Celâl’in bütün yazılarının için-
Rüya ve ikisinin çocukluktaki anılarını, Galip’in aile ve
de olduğu cam dolabı keşfe çıkmaktır!
mikro çevre dâhilinde aidiyet bağlarını içeriyor. Celâl’
in yoğun psikolojik yatırımının köşe bucak her yere
bezeli olduğu, ki bu bakımdan yıllar öncesine açılan
17 Nuri
Bilgin, a.g.e., s. 124: Rickins’in eşyanın anlamını oluşturan
dört kaynak ayırdından diğer üçü; [1] eşyanın yararı, fayda değeri,
[2] haz/zevk sağlama değeri, [3] kimlik ve benlik ifade değeri.
bu ev, Galip’e refakatimizde eşya ve bellek ilişkisi
www.ontodergisi.com
57
İfade etmek gerekir ki Galip’in eylemleri; Celâl’in
apartmanın yıllardır unuttuğu kendi iç seslerini, kalo-
müze evinin, yani bu davranış ortamının ranjında
riferdeki tıkırtıyı, duvarların sessizliğini, parkelerin
şekillenmekte (ve/yahut şekillenecektir). Göregenli’
gerinişini, musluktaki ve su borularındaki iniltiyi, yeri-
nin ifadesiyle, “çevreyle herhangi bir iletişim bir davra-
ni unuttuğu bir saatin boğuk tiktaklarını dinler Galip.
nış ortamı
yaratır.”18
Ekolojik psikoloji çalışmaları olan
Barker ve Wright’ın çalışmalarıyla ilişkili davranış orta-
Karanlıkta el yordamıyla Celâl’in odasına girdiğinde
mı kavramsallaştırması, mekânı özne kılar, ki bu da
çok vakit geçmişti. Elbiselerini çıkarırken, Celâl’in pi-
bizim Galip’in kişisel özelliklerindense, davranış orta-
jamalarını giyerken, dün gece pavyonda rastladığı
mının Galip’e biçtiği rolden bahsetmemizle aynı bap-
acıklı yazarın tarihi hikâyesinde bir kahramanın öteki-
tandır diyebiliriz.
nin karanlık, sessiz ve boş yatağına uzanıverdiği geldi
aklına. Yatağa girdi, ama hemen uyuyamadı.
Galip, karalıkta, eve girip telefona yetişmesi ve onu
Orhan Pamuk
Celâl sanan ve daha sonraları muazzam bir ısrarla
buluşmayı teklif edecek Mehmet Üçüncü’ye “Alo?”
Eşyalar konuşurken uyuması elbette güçtür!
demesiyle Celâl rolüne soyunmaktadır.iv Bu açıdan
Celâl’in müze evi, Galip’in burada hangi role bürüneceğini en başta açık eder. Galip’in Celâl’e dönüşümü,
evi kendilemeye başlamasının izlerinde saklıdır şüphesiz. Galip hece hece, sözcük sözcük evcilleşmekte.
Ve bu mekânsal deneyimde, tarih yüklü eşyalarla
kurduğu yeni bağ ile, hemen her şeyi kendinin kılmaya başlamaktadır bu hayalet evde.
Şimdi gelir, dese de, elektrik kesintisi uzun sürer.
Karanlıkta girdiği eve ve iştahla sürdürdüğü keşfine,
58
Yazar, Öteki Renkler’de, 18 Haziran 1987 tarihli
“Kara Kitap’ı Yazarken Tuttuğum Bir Defterden” başlıklı kısacık bir yazıda, romanın yazım sürecine, mutfağa, ufak bir kapı aralıyor:
(...) defalarca temize çekip yeniden yazarak en
sonunda bitirdiğim ilk iki bölümünden sonra, ilerideki,
ortalardaki bir bölüme atlamaya karar verdim. (Galip,
Celâl’in kendi hayatının özel müzesi haline getirdiği
Şehrikalp Apartmanı’na anahtarı kapıcı İsmail’in odasından
çalarak girdikten sonra, karanlık evde telefon çalmaya
başlıyor vb.) Ama yeni bölümün, hele öncesi yazılmamış bir
bölümün ilk cümlelerini yazmak her zamanki gibi bir
işkence.
elektrik kesintisinin azizliğinde, yine karanlıkta ara
veriyor sanabiliriz. Ama bunda yanıldığımız an itibariy-
Pamuk, mekânı özne kılarak, Galip’in öyküsünde ‘ara-
le ayan beyan ortadadır. Bu hiç de fena şey sayılmaz,
yış’ sorununu, kimlik sorununu; mekânsal düzleme
oturtup önce açık sorun haline getirmekte, yüzleştir-
18 Melek
Göregenli, a.g.e., s. 7.
www.ontodergisi.com
mekte ve arkasından çözüme kavuşturmaktadır...
Yaprak, T. (2013). Orhan Pamuk'un Romanlarını Yazan Roman
Pamuk, baktığımızda, Galip’in bütün bir kimlik arama
Kahramanları. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi , 1 (1), 258269.
sürecini mekânsallaştırmada oldukça mahir görünmektedir. Çevre psikoloji vokabüleriyle irdelemeye
çalıştığımız Hayalet Ev bölümü, malum ‘arayış’ düğü-
i
Bu ve devam eden 2. Bölümdeki pasajlarda, gri-italik vurguyla yazılan alıntılar, Kara Kitap’tan alıntılardır.
ii
Şener’in (1996) ifadesiyle; Galip’in Rüya’yı, İstanbul’un
sokaklarında, mahallelerinde, semtlerinde gece gündüz
arama serüveni olayların yatay gelişiminin ana çizgisini
oluşturur. Oysa yazarın ne amacı, ne de hüneri bu serüvenin başlatılıp geliştirilmesinde ve sonuçlandırılmasında
görülmeyecektir. İlginin odağına bir kimlik arayışı yerleştirilmiştir (s. 110). Geçmişin izdüşümünde, saklambaç oyununda çıkarsadığı üzere, Galip bugünkü arama serüveninde; her zaman kendisinden daha iyi saklandıklarını bildiği
Rüya ve Celâl’in, birlikte olduğunu tahmin etmiş ve aramalarını Celâl’e yöneltmiştir (Şener, 1996). Hadzibegovic
ise (a.g.e.), Kara Kitap’ın önce bir aile romanı, kısa sürede, kayıp karısını arayan İstanbullu genç bir avukatın
günlük hayatını ele alan bir dedektif romanı oluşu ki
henüz yarılamamışken felsefi, sosyolojik ve antropolojik
bir araştırmanın karmaşasında bireysel ve milli kimliğin
çelişkileri, dahası İstanbul’un tarihi yaşam ve üslubu
üzerine düşünme ve başkaca boyutlarını açımlayarak
romanın ele gelmez yapıda olduğunu öne sürer. Bu üst
bakışı önemsemek gerekir.
münün en başat noktasına dair söz üretmek oldu,
diye düşünebiliriz.
Kaynaklar
Bilgin, N. (2009). Sosyal Değişme Sürecinde İnsan – Eşya İlişkileri.
İzmir: Ege Üniversitesi Yayınları.
Göregenli, M. (2015). Çevre Psikolojisi (3. b.). İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Hadzibegovic, D. (2013). Kara Kitap'ın Sırları. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Irzık, S. (1996). Edebiyatta Kişileşen, Metinleşen, Silinen Kentler.
N. Esen (Dü.) içinde, Kara Kitap Üzerine Yazılar (s. 262-271).
İstanbul: İletişim Yayınları.
iii
Uğurlu’ya göre (a.g.e., s. 23); “romanın ilk bölümlerinde
Kara Kitap ile Mesnevi ve özellikle Hüsn ü Aşk arasında
bir takım bağlar kurulacağı, Galip (Şeyh Galip) ve Celâl
(Mevlana Celâleddin-i Rumi) adlarından anlaşılır. Hüsn ü
Aşk’ta Diyar-ı Kalp ya da Kalp Kalesi olarak geçen yer,
Kara Kitap’ ta Şehrikalp Apartmanı olarak Nişantaşı’na
yerleşir. Hüsn-ü Aşk’ta Aşk’ın düştüğü kuyu, Şehrikalp
Apartmanı’nda apartman karanlığıdır.”
iv
Görüşme şöyle başlıyor:
Pamuk, O. (1999). Öteki Renkler: Seçme Yazılar ve Bir Hikâye (2.
b.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Şener, S. (1996). İşaretleri Değerlendirme Kitabı. N. Esen (Dü.)
içinde, Kara Kitap Üzerine Yazılar (s. 110-114). İstanbul: İletişim
Yayınları.
Uğurlu, A. A. (2003). Orhan Pamuk Romanında Atmosfer.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi,
Mimarlık Bölümü.
“Alo?”
“Demek sonunda geldiniz!” dedi hiç tanımadığı bir ses.
“Evet.”
“Celâl Bey, kaç gündür sizi arıyorum. Gecenin bu saatinde
rahatsız ettiğim için özür dilerim. Sizi bir an önce görmem
gerek.” (...)
www.ontodergisi.com
59
Öykü
ZAVALLI BİR ADAMIN ZALİM “KONUŞMA”SI
Kiremit Suyu
Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.
İyi nişan alırdı kendini asan zenci,
Bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.
Ülkü Tamer
Ö
nce iç sesi uyandı, gözleri kapalıydı ve karanlığın içinden sesleniyordu iç sesi; uyan! “Neden uyanayım ki” diye
düşündü Ansou. “Acılarım canlansın diye mi? Hissetmek acı veriyor, acıyı hissetmek benimkisi. Şimdi kalksam tekrar düşeceğim biliyorum.”
Gözlerini açtı düşünürken burnundan hala kan sızıyordu, ağzı yüzü kan içindeydi. Belki de ölmüştü kendi de
emin değildi. Acı çekiyordu. Tarif edilemez bir acı. Her yanını yorgun bir kurt ısırıyordu sanki. Yavaş ve sancılıydı
hareketleri. Ağzındaki kanı elinin tersiyle sildi. Kanı görmek için eline baktı siyah pıhtılarla beraber bir sürü kan
bulaştı eline. Gömleğinin kollarını ele geçirmişti kan. Gömleğinin eteği ile yüzündeki kanı sildi. Sağ gözü bulanık
görüyordu. Dişleri ağrıyordu. Sol dirseğinde müthiş bir acı hissediyordu ve ayağına yüklenmemeye dikkat ediyordu.
Gömleğinin ilk üç düğmesi kopmuştu. Ağzına toprak dolmuştu. Kanın ve toprağın demir tadı midesini bulandırıyordu.
Her yanı toz toprak içindeydi.

Uzak diyarların çare bilmez kuşlarından biri
www.ontodergisi.com
60
Dudağında gayri ihtiyari bir gülümseme ... İçinde mutlakmış gibi hissettiren ölümsüz bir huzur, karşılığı
ödenmiş günahlar, acılar, yoksulluklar. Bedeli ödenmiş onca yanlış, şimdi daha hafif hissediyordu. Böyle hafif
hissetmese ağlardı. Böyle hafif hissetmese polise giderdi. Düşünürdü, bağırırdı, dururdu, kalkmazdı. Etrafındaki
insanların meraklı bakışları arasında ambulansı beklerdi. Henüz aranmamış ambulansı... Paramparça olmuş gözlüğünü arardı böyle hafiflemese belki. Cebini yokladı cüzdanı yoktu, ama diğer cebinde 13 lira 90 kuruşu duruyordu.
Telefonunu almamışlardı. Acıyan yerleri artıyordu. Acısı arttıkça, kapatıyordu bütün kapılarını.
Karşıda ki banka kadar topallayarak gitti. Oturdu. Aklına Youssou N’Dour1 şarkısı geldi ağrıyan dişlerinin
arasından biraz mırıldandı. Dudağında ki gülümseme git gide acı bir gülümsemeye dönüştü. Kalktı. Topallaya topallaya Yıldırım Bayezit Camii’ne vardı. Abdest almak için oturduğunda etrafındaki insanların ona baktığını fark etti. Eğdi
başını niyet etti. Akan suya karışan kanı izledi. Kan durmuyordu. Ne kadar yıkasa da kan durmuyordu. Böyle camiiye
giremezdi. Dışarıda camii kapısının önünde durdu. İçeride cemaat kulaktan kulağa bir şeyler söylüyordu birbirlerine.
Bakmadı. İmam kapıdan girerken Allahın selamını bıraktı. Ansou iade–i selam etti. Ezan okundu.
Namaz kılmaya başladığı ilk andan itibaren her hareketinde acıları tazelenmesine rağmen namazı sonuna
kadar bitirdi. Duaya başladı. Önce “Tilene” için dua etti, yaraları için yaralar için, acılar için dua etti. Kendisine
taşıyabileceği acılardan fazla acı verip vermeğini sordu gizlice. Herkes dışarı çıkarken kendisi hala dua ediyordu.
Sonra biri geldi yanına oturdu. Durdu sesli dua etti. Aklını okur gibi, acılar için dua etti, Ansou’nun yaraları için,
yaralar için... Ansou her duada ağırlaştı, ağırlaştı taş oldu, taş geldi boğazında düğümlendi. Gözleri doldu. Ağlamaya
başladı. Yaralara değen gözyaşları yaktıkça daha fazla ağlıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağladı, dua ettiği kadar. Bütün
dualarını gözyaşları ve kanla suladı. Biliyordu Plateau2’da yaşamak zordu. Ama orayı özlüyordu. Plateau’da yalnızca
yoksulluk dertti. O ve ailesi... Fakat burada yalnızdı. Ve bazen yalnızlık, bu hayatta nefes alınacak iğne ucu kadar yer
bırakıyordu. Kor bir iğne ucu...
Amin!
Döndü baktı. Yanına oturan adam beyaz sarığıyla imamdı. Gözleri gülüyordu. Gözleri dolu gülüyordu. İçi bir
tuhaf oldu bu görüntü karşısında. Ne yapacağını ne düşüneceğini bilemedi. Çok yüce bir acıma hissediyordu. Dayak
1
2
Senegal’in önemli ve ünlü ses sanatçısı.
Senegal’de mevcut ismi “Tilene” olan eski yaşam yeri.
www.ontodergisi.com
61
yiyen karşısındaki insanmış gibi hissetti bir an. Adam elini uzattı. İsmini söyledi. Ansou ismini söyledi, o sırada öksürdü. Hiç konuşmadılar. İmam yavaş yavaş kalktı. Rahlede Kur’an’ın sayfasını çevirdi.
”
﷽ ‫”اﻋﻮذ ﺑﺎ ﻣﻦ اﻟﺸﯿﻄﺎن اﻟﺮﺟﯿﻢ‬3
Ansou hayatına olduğu gibi devam etmek ve aslında yeni acılara başlamak için kalktı, topallayarak uzaklaştı. Arkasını dönüp imama baktığı zaman imamın kendisini izlemekte olduğunu gördü. Ağzından çıkan Arapça kelimelerden tamamen yabancı değildi fakat ilk defa bu kadar korkuyordu o kelimelerden.
İşlediği günahlar aklına geldi. Bu onların bir cezasıydı belki. Öksürdü tekrar. Bu şehirde yaşamak, bu
insanlar arasında. Küçük çocukların şaşkın, büyüklerin ise alaycı bakışları altında. Her an tetikte yaşamak. Her şeyi
daha pahalıya satın almak. Pazar poşetlerinin dibinden çıkan çürük meyve, sebzeler bile artık yoruyordu onu.
Nedeni belli olmayan küfürler sarıyordu etrafını mahallede yürürken. Geceleri dışarı çıkmasını unutmuştu. Geceleri
insanlar daha acımasız oluyordu. Kalabalıkta insanlar daha acımasız oluyordu. İnsanlar hep acımasız oluyordu. Bir
iki kere sataşıp, bir iki vurmuşlardı ama hiç böyle olacağını tahmin etmemişti. Oysa hiçbir şey yapmamıştı kimseye
Ansou. Bu dünyada herkes üzerine düşen acıyı fazlasıyla alıyordu yine de biliyordu. Kimseye borçlu kalmamanın
rahatlığıyla topallıyordu. Bir ağacın altına oturdu. Vücudu ve çürükleri tekrar hatırlattı kendini. Gülümsedi. Bir kuşun
yavrusunu beslemesini izledi. Yapraklar dökülüyordu üstüne. Yaprakların düşüşüne değil belki ama renklerine dikkat
kesilmişti. Bir bir aktı yapraklar önünden. Şimdi ne düşünmesi gerektiği düşünceleri arasına kaynadı.
Tuhaf ılık bir şey aktı içinden. Yasemin kokuyordu burnunun içi. Gözleri kapanıyordu yavaşça. Bir tren kalkıyordu, renklerini söyleyemediği, yaprakların döküldüğü o ağacın altına. Bir bilet tutuyordu elinde, kimbilir bu bilet
onu Plateau’ya götürebilirdi. Birden bilet elinden uçtu. Yavaş yavaş yükselmeye başladı. Yükseldikçe daha çok bir
yaprağa benziyordu bilet. Güneş damlıyordu içine yaprağın. Yaprak serin bir aydınlıkla ıslanıyordu. Bilet birden silindi.
Gözlerini açtı Ansou. Kim bilir kaçıncı uyanışıydı. Yorulmak istemiyordu artık. Tatlı küçük çakıl taşları görmüştü gölün kenarında. Tatlı küçük çakıl taşları dolu bir çuval hissediyordu göğsünün ortasında. Bütün zihni ve iç organları küçük bir kibrit kutusuna sığmıştı. Midesi yanıyordu. Dili damağı kurumuştu. Döndü camiiye topallamaya başladı.
3
Euzu besmele.
www.ontodergisi.com
62
Sokaklar dünyada ki herhangi bir yerin yaz akşamından daha soğuktu. İyi yerleştirilmemiş kaldırım taşları topal
ayağa büyük bir işkenceydi. Kabuk tutmuş yaraları açılıyordu her hareketinde. Yavaş yavaş camiye kadar geldi.
Kapıda durdu. Karanlıkta heybetli camiyi ne kadar izlediğini bilse, kendisi bile korkardı belki. İçeriye gireceği sırada
caminin ışıklarının yanmamış olduğunu fark etti. Kulağına sayfaların çevriliş sesi geliyordu. Büyük bir tedirginlikle
doldu içi. Korkuydu bu. Tüyleri diken diken eden bir buğulu, çatallı bir ses Arapça kelimeleri yeniden, metal bir tek
düzelikle söylemeye başladı. Ansou donmuştu. Ne yapacağını bilmiyordu. Gözlerini kapadı. Yalnızca Arapça sözcüklerin tonunu dinlemeye başladı. Birden ses kesildi. Ansou gözlerini açmadı. Rüyasında ki bileti düşünüyordu. İçinde
ki ılık huzura yolculuğunu...
Uzun süren bir sessizliğin ardından gözlerini açtı. Karşısında imam duruyordu. Gözleri karanlıkta korkunç
görünüyordu. Nefes alış verişlerini duyabiliyordu. Zaman durmuştu sanki. İçinde büyük bir devrim yaşanıyordu. Kan,
korku, umut, mutluluk, ölüm, endişeler... Böyle ne kadar durduklarını biz bilseydik eminim delirirdik. İmamın dudakları kıpırdadı.
“Allah kimseye kaldırabileceğinden fazla acı vermemeli!”
Ansou’nun gözleri doldu. Sımsıcak damlalar dökülüyordu dizlerine. Yüzüne serin bir yel vuruyordu. İmam
dua etti, yaralar, acılar için kendi günahlarının affını ekledi. Bilmeyiz kaçıncı tövbesini. Ansou alnında soğuk bir çember hissetti...
www.ontodergisi.com
63
ONLINE ARAŞTIRMA
Mavi Renginin Çağrışımları
64
www.ontodergisi.com
V FOR VENUS
www.vforvenus.com
65
www.ontodergisi.com
66
www.ontodergisi.com
67
www.ontodergisi.com
68
www.ontodergisi.com
Dergide yayımlanan yazıların
bilimsel, hukuki ve etik sorumluluğu
yazarlarına aittir.
69
İletişim
[email protected]
Takip Adresleri
(Erişim için simgelerin üzerine tıklayınız.)
www.ontodergisi.com
70
www.ontodergisi.com