Bilal Ekşi - UTED Dergi

Transkript

Bilal Ekşi - UTED Dergi
258
AYLIK HAVACILIK DERGİSİ
2146-6394
MAYIS 2013 YIL:22 www.uted.com.tr
SHGM Genel Müdürü
Bilal Ekşi
ile söyleşi
ELEKTROMANYETİK
DALGALARIN
UÇAK ÜZERİNDEKİ
ETKİLERİ
Don
Kişot
OPERASYONEL
TADİLAT
MODİFİKASYON
METOTLARI
DÜNYAYI DAHA DEĞERLİ KILMAK
Saygıdeğer meslektaşlarım ve değerli okurlar,
Ardımızda bıraktığımız nisan ayının gündemi, nükseden HAVA-İŞ ve THY uyuşmazlığı oldu.
Bu toplu sözleşme uyuşmazlığı, adet olduğu üzere bekleniyordu. Ama öncekilerden farklı
olarak bu sözleşme, iş akdi feshedilen 305 çalışanın işe iadelerini olmazsa olmaz şart olarak
içeriyor. Sektörün içindeki bir meslek birliği olarak, hem hakkını arayan çalışanımız, iş
arkadaşlarımız, meslektaşlarımız hem de beraber büyütüp ekmeğini yediğimiz şirketimiz
için hayırlı olmasını, bir an önce herkesin mutlu olacağı şekilde bitmesini ve çalışanın açık
zihinle işe devam etmesini canıgönülden diliyoruz.
1968
Nisan ayı içinde söz etmeye değer güzellikler, günümüzün mutluluğu ve geleceğimizin
umudu çocuklarımız... 23 Nisan’da derneğimizin İstanbul Akvaryum’a düzenlediği bir
etkinlikle bu bayramı üyelerimizle birlikte kutladık. Mutlu olmalarını sağladık ise ne mutlu
bize. Umarım ki çocuklarımıza, bizim bulduğumuz ve yaşadığımız dünyadan daha güzel bir
dünya bırakabiliriz. Böylece insanlığın en eski ve en güzel duygularından birini yaşamış
oluruz.
UÇAK
Rİ
YENLE
TEKNİS EĞİ
DERN
Mayıs ayı ise bayramlarla dolu. Çalışarak; elinin, gözünün, aklının emeği ile dünyayı bir nebze
daha değerli kılan tüm emekçilerin 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun. Umarım dünyayı
değerli kıldığımız ölçüde, henüz bulamadığımız "saygı"yı bulabileceğimiz günlerin ilki olur.
Atatürk'ün Samsun'a ayak bastığı gün olan ve Kurtuluş Savaşı'mızı müjdeleyen 19 Mayıs
Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı tüm milletimize, 12 Mayıs'ta kutlayacağımız
Anneler Günü ise tüm uygarlığa ve annelerimize kutlu olsun.
Dergimizin bu sayısında SHGM Genel Müdürü Bilal Ekşi ile sektörümüz ve mesleğimiz için
önemli bir röportaj gerçekleştirdik. Keyifle okumanız dileğiyle...
Sağlık ve mutlulukla kalın.
Saygılarımla.
Ümit Sayıl
Uçak Teknisyenleri Derneği Başkanı
[email protected]
3
UTED
İstanbul Cad. Üstoğlu Apt.
No: 24, Kat: 5 Daire: 8
Bakırköy/İstanbul
Tel: 0212 542 13 00/543 29 74
Faks: 0212 542 13 71
www.uted.com.tr
www.uteddergi.com
www.uted.org
[email protected]
28
12
42
İmtiyaz Sahibi
Uçak Teknisyenleri Derneği Adına
Ümit Sayıl
1968
Genel Yayın Yönetmeni ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Sefa İnan / [email protected]
UÇAK
Rİ
YENLE
N
TEK İS EĞİ
DERN
Basın-Yayın Sekreterliği
İsmet Şahin / [email protected]
Elif Arslan /[email protected]
Yazı Kurulu
Kıvanç Bayezit, Zafer Ulavur, Ahmet Akpınar,
İsmet Şahin, Elif Arslan, Celal Batur,
Dr. Handan Diker
Katkıda Bulunanlar
Şebnem Bayezit, M. Rüzgar Yılmaz,
Arif Sankaya, Hasan Büber, Gülay İyibakanlar
50
22
ik
32 Tekn
al
34 Orijin
ik
38 Tekn
acılık
42 Hav
acılık
44 Hav
e
46 Portr
YAPIM
Umar İletişim Hizmetleri Ltd. Şti.
Harman Sok. No: 31/1
34153 Florya - İstanbul
Tel: 0212 573 15 65
[email protected]
www.umariletisim.com
BASKI
Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti.
Halkalı Cad. No:164 B-4 Blok Sefaköy - Küçükçekmece İstanbul
Tel: 0 212 697 30 30
Yayın Türü: Aylık, süreli, yaygın
18
UTED’E ABONE OLABİLİRSİNİZ
Dergimize abone olmak için yıllık abone ücretini banka hesabımıza yatırdıktan
sonra dekontu bize fakslamanız yeterli. Uted dergisi her ay adresinize
gönderilecektir. Lütfen ayrıntılı bilgi için derneğimizle irtibata geçiniz.
UTED dergİsİnİn geçmİş sayılarına web sİtemİzden ulaşabİlİrsİnİz.
4
erler
06 Hab
da
10 Ajan
ortaj
12 Röp
i
18 Gez
acılık
22 Hav
ra
akika A
D
ş
e
B
26
ür
28 Kült
e
49 Çevr
a
50 Doğ
52 Tarih
i
54 Hob
ası
n Düny
u
y
O
6
5
s
talamu
o
ip
H
8
5
in
uklar İç
60 Çoc
lık
62 Sağ
me
64 Gur
aca
66 Bulm
64
5
Haberler
1968
UÇAK
Rİ
YENLE
TEKNİS EĞİ
DERN
UTED’liler 23 Nisan’da
İstanbul Akvaryum’daydı
TED, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda
üyelerine çok özel bir sürpriz hazırladı. UTED’in internet sitesinde yayınlanan duyurunun ardından UTED
Genel Merkezi’ni arayıp rezervasyon yaptıran ilk 100
UTED üyesi, çocuklarıyla birlikte 23 Nisan’da İstanbul Akvaryum’a
gitmeye hak kazandı.
Atatürk Havalimanı’ndaki
yeni kule faaliyete girdi
UTED’den akıllı
telefonlar için
teknik sözlük
TED üyelerinin isteği doğrultusunda hazırlanan “UTED Teknik
Terimler Sözlüğü”, iTunes Store
ve Google play’e eklendi. Tüm
UTED üyeleri ve havacılıkla ilgilenen herkes
sözlük uygulamasını ücretsiz olarak Android
işletim sistemini kullanan akıllı telefonlara ve
iPhone’lara indirebilecek.
tatürk Havalimanı’nda yaklaşık 30 yıldır hizmet veren hava trafik kontrol kulesinin yerini alacak olan ve yapımı 2 yıl
önce tamamlanan yeni kule faaliyete geçti. Eski kulede sadece yaklaşma ve yol kontrol birimleri hizmet verecek. “Hava
Trafik Modernizasyonu Projesi (SMART)” çerçevesinde başlanan kontrol kulesi inşaatının tamamlanmasının ardından
yeni kuleye geçiş tamamlandı.Yeni kulede uçakların iniş-kalkışlarına izin veren kule hizmetlerinin yanı sıra uçakların yerdeki hareketlerini kontrol eden hava trafik kontrolörleri görev yapacak. Yeni kuledeki diğer sistemlerin tamamlanmasıyla birlikte,
Atatürk Havalimanı’nda 30 yıldan beri hizmet veren eski hava trafik kontrol kulesinin yerine 4 uçaklık park alanı yapılacak.
“2013, Doğu ve Güneydoğu’da havacılık yılı olacak”
laştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım,Türkiye’nin son 10 yılda havacılık alanında çok
önemli başarılar elde ettiğini vurgulayarak, 2003 yılında 2,2 milyar dolar olan sektör cirosunun bugün
15 milyar doları aştığını söyledi. Anadolu Ajansı’na konuşan Yıldırım, inşası devam eden Bingöl, Şırnak
ve Hakkari havalimanlarının bu yıl hizmete gireceğini belirterek, “2013, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgelerimiz için havacılık yılı olacak” dedi. Kars, Adıyaman, Ağrı ve Mardin havalimanlarında da yeni terminal
binaları inşa edileceğini söyleyen Yıldırım, halihazırda yurtdışı seferlerinin düzenlenemediği Diyarbakır
Havalimanı’na da yeni bir terminal binası ve pat sahaları yapılacağını hatırlattı. Beş milyon yolcu kapasiteli yeni terminal binası hizmete girdikten sonra Diyarbakır Havalimanı’nda günde 10 binin üstünde
yolcu hareketi olacağına dikkat çeken Yıldırım, bölge ekonomisine ve turizmine büyük katkı sağlayacak havalimanının, 2015 yılında uluslararası uçuşlara başlayacağını söyledi.
Atatürk Havalimanı, Güney Avrupa’nın
en iyi havalimanı
stanbul Atatürk Havalimanı, İngiltere merkezli araştırma grubu Skytrax
tarafından düzenlenen “Dünyanın En İyi Havalimanları Ödülleri 2013”te,
Güney Avrupa’nın “En İyi Havalimanı” seçildi. İsviçre’nin Cenevre kentinde düzenlenen ve havacılık sektörünün önemli isimlerinin katıldığı törende Atatürk Havalimanı’nın ödülü, Skytrax CEO’su Edward Plaisted tarafından
TAV Havalimanları Strateji ve İş Geliştirme Direktörü Serkan Kaptan’a takdim
edildi. Skytrax Dünyanın En İyi Havalimanları Ödülleri, dünya genelindeki 395
havalimanında doldurulan 12,1 milyon anket sonucunda belirlendi.
6
THY, Boeing’den 95 uçak
alacak
ürk Hava Yolları (THY), 2016-2021 yılları
arasında toplam 95 uçak alımı için Boeing
ile anlaştı. Geçtiğimiz ay Avrupalı uçak üreticisi Airbus’tan 117 uçak alacağını açıklayan THY, Boeing’le yaptığı anlaşma ile ilgili şu açıklamayı yaptı: “Ortaklığımız Yönetim Kurulu, dar gövde
uçak ihtiyacının temini kapsamında 2016 yılında 20
adet, 2018 yılında 20 adet, 2019 yılında 15 adet, 2020
yılında 30 adet ve 2021 yılında 10 adet olmak üzere,
70 adedi kesin ve 25 adedi opsiyonlu olan ve 20 adedi
B737-800, 65 adedi B737-8 MAX ve 10 adedi B737-9
MAX olmak üzere toplamda 95 adet uçağın Boeing
firmasından satın alınmasına karar vermiştir”. Boeing,
THY’nin kesin sipariş verdiği 70 uçağın liste fiyatının
6,9 milyar dolar olduğunu açıkladı.
THY, MNG Teknik’i satın aldı
ürk Hava Yolları (THY), MNG Teknik’i satın aldığını
açıkladı. THY’nin Kamuyu Aydınlatma Platformu’na
yaptığı açıklamada, “Ortaklığımız Yönetim Kurulu’nca,
önümüzdeki dönem filo planlaması çerçevesinde artan bakım ve onarım ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak
MNG Teknik Uçak Bakım Hizmetleri A.Ş. firması ile ortaklık veya
satın alma alternatiflerine ilişkin görüşmelere ve durum tespiti çalışmalarına başlanmasına karar verildiği bildirilmişti. Yapılan
görüşmeler sonucunda MNG Teknik Uçak Bakım Hizmetleri
A.Ş.nin ortaklığımızca satın alınmasına karar verilmiş olup, Rekabet Kurulu’nun onayını müteakip, taraflar arasında Hisse Devir
Sözleşmesi imzalanacaktır” denildi. Altmış bin metrekare kapalı
alana sahip MNG Teknik A.Ş., aynı anda 16 dar gövdeli uçağa veya
4 geniş ve 8 dar gövdeli uçağa hizmet verebiliyor.
7
Haberler
Boeing 737 ve 757’lere denetim
eçtiğimiz günlerde Amerikan Federal Havacılık İdaresi’nin (FAA) 787 Dreamliner’ın yeni bataryalarını test etmesi
için izin vermesiyle rahat bir nefes alan Boeing, kurumdan 737 modeli ile ilgili aldığı uçuşa elverişlilik direktifi
nedeniyle bir dizi denetim yapmak zorunda kalacak. FAA, Boeing’in 737-600, 737-700, 737-700C, 737-800, 737900 ve 737-900ER serilerinin kuyruk kısımlarının denetimden geçmesini istedi. Yalnızca 56 bin uçuş döngüsünü
tamamlamış olan uçaklar için geçerli olan direktif sadece ABD’de 1050 uçağı etkileyecek ve denetimin toplam maliyeti 10
milyon doları bulacak. FAA yayınladığı başka bir direktifle Boeing’in 757 serisinden 600 adet uçağın da yakıt tanklarının test
edilmesini istedi.
Havacılık sektörü Londra’da bir araya geliyor
vrupa’nın ticari havacılık ve bakım sektöründeki en büyük etkinliklerinden biri olan “ap&m europe 2013”, 7-9 Mayıs
tarihlerinde Londra’da gerçekleştirilecek. Bu yıl onuncusu düzenlenecek olan etkinlik çeşitli konferanslar, seminerler ve atölye çalışmalarına evsahipliği yapacak. Havayolu şirketleri, uçak bakım, teknik satınalma, tedarik zinciri yönetimi ve ilgili destek faaliyetleri ile ilgili pek çok konunun ele alınacağı ve sayısız standın yer alacağı etkinlik, 10.000
metrekarelik bir alanda gerçekleştirilecek.
Emirates-Qantas
ortaklığı başladı
mirates ve Qantas, tarihi ortaklıklarının resmi başlangıcını,
31 Mart sabahı Sydney Limanı
üzerinde 500 metre yükseklikte bir Qantas A380 ve bir Emirates A380
uçağıyla gösteri uçuşu yaparak kutladı.
Aynı gün iki havayolu şirketinin ilk ortak
seferleri Sydney ve Melbourne’den hareketle Dubai uluslararası
merkezi üzerinden aktarmalı olarak Londra’ya yapıldı. 27 Mart’ta
Avustralya Rekabet ve Tüketici Komisyonu (ACCC) tarafından
onaylanan ortaklık kapsamında Emirates ve Qantas, müşterilerine
daha geniş bir uçuş ağına erişimin yanı sıra sık uçan yolculara özel
avantajlar ve birinci sınıf seyahat deneyimleri sunuyor. İki şirket
Avustralya ile Dubai arasında haftada 98 uçuş gerçekleştirecek.
8
“2050’ye kadar uçuşlardaki
türbülans artacak”
ngiltere’nin Reading ve East Anglia üniversitelerindeki çevrebilimcilerin yaptığı bir araştırmaya
göre, önümüzdeki yıllarda iklim değişikliğinin
etkisi arttıkça rüzgarların şiddeti de artacak ve
2050 yılına kadar hava ulaşımında türbülans çok daha
sık rastlanan bir durum haline gelecek. Buna göre, havayolu şirketlerinin türbülansa yol açan hava boşluklarından kaçınmak için rota değiştirmeleri daha fazla
yakıt harcamalarına, bu da bilet fiyatlarının artmasına
yol açacak. Araştırmaya göre 2050 yılına kadar iklim değişikliği ile bilet fiyatları arasında doğrudan bir bağlantı
oluşacak.
Boeing 787 yakında
gökyüzünde
Boeing’in yeni teslimat
merkezi açıldı
merikan Federal Havacılık İdaresi’nin (FAA)
19 Nisan’da Boeing 787 Dreamliner’ın batarya sistemindeki tasarım değişikliklerine
onay vermesinin ardından Japon havayolu
şirketi All Nippon’un satın aldığı 5 uçağın bataryalarının
değişimine başlandı. Boeing’in “kapsamlı ve kalıcı” bir
çözüm olarak nitelendirdiği değişikliklerin uygulanmasının ardından 787’nin ABD, Japonya ve diğer ülkelerde
yeniden hizmete girmesi bekleniyor. Uçması yasaklanan
787’lerin tamir edilmesi için dünyanın birçok yerindeki
ekiplerini mobilize eden Boeing, yeni üretilen 787’leri
de yeni batarya sistemine göre modifiye ederek bu yılın
sonunda teslim etmeyi planlıyor. Öte yandan Boeing’in
lityum-iyon bataryalarla yaşadığı sorunlar nedeniyle B
planı olarak A350 XWB modelinde güvenilirliği kanıtlanmış olan nikel-kadmiyum bataryaları devreye alacağını açıklayan Airbus’ın bu gelişme üzerine ne yapacağı
da merak konusu.
oeing’in 747-8, 767, 777 ve 787 modelleri için
Washington’da kurduğu yeni Everett Teslimat
Merkezi hizmete açıldı. Açılış törenine Boeing
çalışanları ve müşterilerinin yanı sıra havacılık
sektörünün önemli isimleri de katıldı.On altı bin metrekarelik tesis eskisinden üç kat daha büyük ve operasyonel verimliliği artırmayı hedefliyor. Üç katlı binada yirmi
konferans odası, bir müşteri salonu, dört toplantı odası ve
otuz beş ofis yer alıyor. Açılış töreninde konuşan Everett
Teslimat Merkezi Başkan yardımcısı Tom Maxwell, “Geçen
yıl 183 uçak teslim ettik. Yeni tesisimiz teslimat sayısını artırmamızı sağlayacak” dedi.
Havalimanları CAA
standartlarını sağlamak için
çalışıyor
GE Havacılık, yıl boyu
sürecek jet motoru testlerine
başlıyor
elişmekte olan ülkelerde turizm sektörünün büyümesine paralel olarak artan uçuş sayıları havalimanlarındaki güvenlik önlemlerinin de artırılması gerekliliğini beraberinde getiriyor. Havalimanlarının Birleşik
Krallık Sivil Havacılık Otoritesi (CAA)’nin koyduğu standartlara
uyması için çıkarılan yeni yasalar kapsamında bir havalimanının
altyapısında yapılacak herhangi bir değişikliğin CAA tarafından
önceden onaylanması gerekiyor. Bu yapılmadığı taktirde havalimanı cezalar ve uçuş sınırlamalarıyla karşı karşıya kalabiliyor.
Gelişmekte olan ülkelerdeki pek çok havalimanı CAA’nın koyduğu standartlara uyabilmek için kalkınma bankalarından borç
alarak yenileme çalışmalarına girişiyor. Systems Interface gibi
şirketler havalimanlarının hava trafiği yönetimi sistemlerini uygun maliyetlerle yükseltmelerini sağlıyor.
E Havacılık, Kanada’nın Winnipeg kentindeki
Test, Araştırma ve Geliştirme Merkezi’ni yıl boyunca jet motorlarının test edilmesine elverişli
olacak şekilde genişletmeye karar verdiğini duyurdu. Şirket, jet motorlarının soğuk hava ve buz testlerinin
yapılması için kurulan tesise geçen yıl dijital sıcaklık ölçme,
türbülans kontrolü ve rüzgar tünelinde farklı türde testler
yapılmasına izin veren beton bir temel gibi eklemeler yapmak için 2,5 milyon dolar harcamıştı. Tesiste yıl boyunca
test yapılabilmesi GE’nin geliştirdiği yeni motor programları için hayati öneme sahip olacak. Önümüzdeki yıllarda tesiste, Boeing 737 MAX ve Airbus A320neo’da kullanılmak
üzere seçilen CFM Leap motorunun testleri yapılacak.
9
vİzyona
gİrecekler
Iron Man 3 (3 Mayıs)
Tony Stark milyarder bir iş adamı, kahraman
ve bir mucittir. Pek çok düşmanı vardır ama
bu seferki çok daha güçlüdür. Stark düşmanıyla
girdiği zorlu mücadelede, yakınlarını korumak
için sadece zeka ve cesaretini değil, içgüdülerini de kullanmak zorundadır. Filmin başrolünde Robert Downey Jr., Samuel L. Jackson ve
Gwyneth Paltrow gibi önemli isimler var.
Büyük Düğün (10 Mayıs)
Dünyanın kuklası İstanbul’da
İngiltere, Hollanda ve Meksika’dan gelen dünyanın en seçkin kukla gösteri grupları 16. Uluslararası Kukla Festivali
kapsamında İstanbullulara unutulmaz gösteriler sunacak.
Kuklalar, 11 Mayıs’ta Forum İstanbul, 12 Mayıs’ta ise Marmara Forum ziyaretçileriyle buluşacak. Festival kapsamında
Hollanda’dan Meksika’ya, İngiltere’den Yunanistan’a kadar
15 farklı ülkeden gelen kukla sanatçıları, toplam 30 farklı
gösteriyle büyük-küçük tüm izleyenlere muhteşem saatler
yaşatacak.
“Heaven on Earth”
Tüm müzikseverler tarafından yıl boyunca sabırsızlıkla beklenen ve Lounge FM’in
katkılarıyla gerçekleştirilen Chill-Out Festival İstanbul, 19 Mayıs Pazar günü Kemer
Golf&Country Club’da, öğlen 12.00’den gecenin ilerleyen saatlerine kadar; doğanın
içinde, açıkhavada, dünya çapında isim yapmış birbirinden ünlü sanatçı ve grupların
konserleriyle katılımcılara unutulmayacak bir deneyim yaşatacak. Festivalin bu yılki
başlığı ise “Heaven on Earth”.
Flamenkonun ustası
CRR’de
Gitarist John McLaughlin, Larry Coryell ve Al
Di Meola gibi caz dünyasının ünlü isimleriyle
birlikte konserler vermiş olan ve stüdyo kayıtları bulunan flamenkonun efsane gitaristi
Paco de Lucia, 30 Mayıs Perşembe akşamı saat
20.00’de, CRR Konser Salonu’nda müzikseverlere unutulmaz anlar yaşatacak.
“Bir Delinin Hatıra Defteri”
Candan Erçetin yeni
albümüyle BGM’de
Dillerden düşmeyen şarkılarıyla 7’den 70’e tüm
Türkiye’nin en sevdiği sanatçılardan biri olan Candan
Erçetin, yeni albümünün ilk konseri ile 12 Mayıs saat
16.00’da, Bostancı Gösteri Merkezi’nde.
10
Metin Zakoğlu’ndan Gogol’un “Bir Delinin
Hatıra Defteri” adlı klasik oyununa
bambaşka bir yorum. Zakoğlu seyirciyi
de oyuna kattığı bu sıradışı yorumuyla,
kim oyuncu kim seyirci soruları ile bir
şizofrenin iç dünyasına yolculuk yapmanızı
sağlayacak. Zakoğlu’nun seyirci-oyuncu
ilişkisini, denizle kumsal ilişkisi gibi
kurguladığı oyun 11 Mayıs Cumartesi saat
18.00’de, Metin Zakoğlu Cafe Theatre’da
izlenebilir.
Uzun zaman önce boşanmış bir çift
olan Don (Robert De Niro) ve Ellie (Diane Keaton), oğullarının düğününde henüz bu
boşanmadan haberi olmayan aile bireyleriyle
yüzleşmenin stresini yaşamaktadır. Bu durumu açıklama stresine girmemek için hala
evliymiş gibi davranmaya karar verirler. Muhteşem Gatsby
(17 Mayıs)
Yazar olma basamaklarını tırmanan Nick
Carraway 1920’lerde eğlence hayatının gözdesi konumuna yükselen New York’a gelir.
Kendi Amerikan rüyasının peşindeyken tesadüfen, milyoner Jay Gatsby ile yolları kesişir.
Carraway’in alkolün su gibi aktığı göz kamaştırıcı partilerle tanışması fazla zaman almaz. Öte
yandan bu büyülü Amerikan rüyasının çöküşü
de yaklaşmaktadır.
Hızlı Ve Öfkeli 6
(24 Mayıs)
Dom (Vin Diesel) ve Brian’a (Paul Walker)
Rio’da yaptıkları hırsızlık işinden 100 milyon
dolar kalmıştır. Bu soygundan sonra kahramanlarımız dünyaya dağılıp izlerini kaybettirirler. Ancak kaçak oldukları için eve dönememeleri, yarım bir hayat sürmelerine
neden olmaktadır.
Hangover 3:
Felekten Bir Gece
(31 Mayıs)
Bu sefer düğün yok. Bekarlığa veda partisi
yok.Ters gidebilecek ne olabilir ki? Ancak bir
Amerikan atasözünün dediği gibi; kurt sürüsü
yollara düştüğünde tüm bahisler kapanır.
Onlar her şeyin yolunda gittiğini düşünürken
muhteşem üçlüyü bu sefer oldukça sıradışı
bir macera bekliyor.
11
RÖPORTAJ
:
i
ş
k
E
l
a
l
Bi
ü
r
ü
d
ü
M
l
SHGM Gene
e
y
e
t
i
l
a
k
i
r
e
l
e
m
t
e
l
ş
i
u
l
”
i
l
e
m
“Havayo
r
e
v
m
e
n
ö
a
l
z
a
f
n
her şeyde
Uçak teknisyenliğinin
lisanslandırılması gereken
en önemli meslek dallarından
biri olduğunu kaydeden Sivil
Havacılık Genel Müdürlüğü
(SHGM) Genel Müdürü Bilal Ekşi,
bakım faaliyetlerindeki kalitenin
ve nitelikli insan kaynağının
artırılmasını hedeflediklerini
söylüyor. Ekşi; Teknisyen
Yetiştirme Programı’ndan lisans
konusuna, Sivil Havacılık Ceza
Yönetmeliği’nden İngilizce
yeterliliğe pek çok konuda önemli
bilgiler verdi.
SHGM Genel Müdürü olarak uçak bakım teknisyenliği mesleğini ve sivil havacılıktaki yerini
tanımlar mısınız?
Bilindiği üzere hava aracı bakım ve onarım sektörü; işgücü
(mühendis, teknisyen), tesis, malzeme, teçhizat ve metotta uluslararası geçerliliğe sahip olması gereken ve havacılık
endüstrisinin gelişimine uyum sağlamada insan kaynağının
stratejik önem taşıdığı bir sektördür. Uluslararası havacılık
örgütlerinin belirlemiş olduğu standart ve kurallara göre yapılandırılması gereken havacılık sektöründe, uçuş emniyeti
12
ve havacılık güvenliği açısından hayati öneme sahip konuların
başında bakım gelmektedir. Bu çerçevede uçak bakım teknisyenliği, bu faaliyetlerin yürütülmesinden sorumlu personel
olması nedeniyle sivil havacılık için olmazsa olmaz derecede
önemli bir meslek konumundadır. Bu sebeple lisanslandırılması gereken en önemli meslek dallarından biri olup, uçakların
bakımının yapılması ve ardından uçuşa verilmesi noktasında
anahtar konumdadır. Uçak bakım teknisyenlerimizin yaptığı
işin niteliği, uçuş emniyetinin en önemli halkalarından biridir.
Sizce Türk uçak bakım sektörü dünya şirketlerine göre hangi durumda? Sektörün sorunlarından ve bunları çözmek üzere hazırladığınız
planlardan bahseder misiniz? Geleceğe ilişkin
hedefleriniz nelerdir?
Sivil havacılıkta yaşanan gelişmeler ve havayolu işletmelerimizdeki büyümeye paralel olarak Türk uçak bakım sektöründe de son 10 yılda önemli aşama kaydedildi. Türkiye’de MRO
13
RÖPORTAJ
uçak teknisyenlerimizin ve bakım personelinin, hızla gelişen
havacılık sektörü içinde istihdam edilmesinde önümüzdeki
yıllar itibariyle herhangi bir sorun olmayacağı aşikardır. İhtimal dahilinde değil ancak istihdam talebinin düşük kalması
durumunda uçak teknisyenlerimiz, kendilerini iyi yetiştirmeleri kaydı ile dünya genelindeki ihtiyaç çerçevesinde, yurtdışında da iş bulabileceklerdir.
SHGM, uçak bakım teknisyenliği lisansı için
EASA’yı örnek alıyor. Ancak henüz Part-66 lisansı verme yetkisine sahip değil. Gelecek için
neler söyleyebilirsiniz? Dünya çapında, tüm
uçak bakım şirketlerinde kabul görecek bir lisans verebilecek misiniz? Böyle bir geçiş söz
konusu olduğunda geçmişte örnekleri bulunan,
lisansa sınırlandırma getirme gibi hak kaybına
neden olacak uygulamalar önlenebilecek mi?
Bilindiği üzere bu konuda AB ile görüşmelerimiz devam etmektedir. Lisanslarımızın tanınmaması, teknik eksikliğimizden
kaynaklanmamaktadır. Bir AB ajansı olan EASA bünyesindeki
uygulamalarda, sadece üye ülkelerin ihtiyaçları göz önüne
alınmakta ve teknik konular dışında başka konular gündeme
gelebilmektedir.
faaliyetlerinde bulunan işletmelerin yaşadığı hızlı gelişim ve
devam eden kapsamlı yatırımlar sonucunda, ülkemiz hava
araçlarının yanı sıra yabancı ülke hava araçları da, komponent dahil olmak üzere bakım konusunda Türkiye’yi tercih
etmekte ve ülkemizi tercih eden hava aracı sayısı her geçen
gün daha da artmaktadır. Orijinal parça üreticileri ile sağlanan işbirlikleri de MRO alanındaki gelişmeye önemli katkı
sağlamaktadır. Bölgesel açıdan bakarsak Türkiye’nin bulunduğu coğrafyadaki ihtiyaç, her geçen gün daha da artmaktadır.
Bu kapsamda havayolu işletmelerinin insan kaynağına yatırım
yapması, kaliteye her şeyden daha fazla önem vermesi, sadece emek yoğun bakım faaliyetlerine değil aynı zamanda Part
21 kapsamındaki faaliyetlere de yönelmesi gerekmektedir.
Genel Müdürlük olarak da gerek mevzuat gerekse denetleme faaliyetlerinde bu noktaya ağırlık vermekteyiz. Özellikle
bakım faaliyetlerindeki kalitenin artırılması ve nitelikli insan
kaynağı ile yürütülmesi amacıyla İngilizce dil yeterliliğinin geliştirilmesi ve Havacılık Emniyet Sistemi’nin (SMS) oluşturulması konusu büyük önem arz ediyor. Ayrıca Part 21 ile paralel olarak yerel mevzuatımızı da hızla harekete geçiriyoruz.
Sektördekilerle birlikte oluşturduğumuz MRO grubu ile sektörün problemlerine ve bunların çözümüne beraber karar
veriyoruz. Diğer taraftan Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi’nde
bakım sektörü yer almadığı yani bir sanayi olarak var olmadığı için yaşanan eksiklikler, uçak bakım sektörünü ciddi oranda
etkilemektedir. Ülkemizde havacılık sanayinin yeni olması ve
son birkaç yıldır yeni adımlar atılmaya başlanmış olması ümit
verici gelişmelerdir. Bu çerçevedeki yapılandırma ve mevzuat
çalışmalarının ilgili kurumlar tarafından hayata geçirilmesinin
ardından ilgili sorunların aşılarak uçak bakım sektörünün
daha da gelişeceği düşünülmektedir.
14
Sektörün, son dönemlerde duyduğu uçak teknisyeni ihtiyacını Teknisyen Yetiştirme Programı (TYP) adıyla açtığı kurslarla karşılamasına ve
bu süreçte açılan çok sayıdaki teknik okula nasıl
bakıyorsunuz? Bu okullar, sektör doyma noktasına gelince bugünün öğrencilerinin ve sektörün
geleceğini nasıl etkileyecek; öngörülerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Açılan okullarda verilen eğitim, milli ve uluslararası mevzuata uygun olduğu müddetçe herhangi bir sorun görmüyorum.
Önemli olan personelin, standartlara uygun eğitim alarak yetiştirilmesidir. Bu alandaki ihtiyacımız önümüzdeki dönemde
de devam edeceğe benziyor. Mevcut büyüme oranları göz
önüne alındığında, daha uzun yıllar doyum noktasına gelinmesi de beklenmemektedir. Endüstriyel analizler ve üretici
kuruluşların raporlarında; küresel sivil hava ulaştırma araçlarına ilişkin (uçak, motor ve komponent) bakım, onarım
ve yenileme (MRO) pazarının iş hacminin 50 milyar doları
geçtiği, gelecek on yılda 70 milyar dolara ulaşacağı ve 2030
yılı itibariyle, dünyada 650 bin yeni teknisyen ihtiyacı olacağı
belirtilmektedir. Dolayısıyla önümüzdeki 20 yıl içinde dünyanın ihtiyaç duyacağı uçak teknisyeni sayısı dikkate alındığına,
havacılık sektöründeki kalifiye personel ihtiyacının sadece
ülkemizin değil diğer ülkelerin de en öncelikli meselesi olduğu açıkça görülmektedir. SHGM olarak bu konuda çok
önemli bir adım atarak sivil havacılığın çeşitli branşlarındaki
eğitimlerin, tüm üniversitelerimizi kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması amacıyla bir çalışma başlattık. Eğitim içeriklerinin
kalitesinin artırılarak belirli bir standardın sağlanabilmesi için
YÖK’le bir işbirliği protokolü imzaladık. Protokol kapsamında
bakım personeli yetiştirilmesi de yer almaktadır. Dolayısıyla
Sivil Havacılık Ceza Yönetmeliği yayınlandı.
Yönetmelik incelendiğinde çalışanların işverene
göre çok ağır cezalara maruz bırakıldığı görülüyor. Sizce bu cezaların getireceği düzenleme,
oluşturacağı baskının ve tedirginliğin yanı sıra
fayda da sağlayacak mı?
Bu uygulamada amaç tamamen caydırıcılık olup, şahıslara verilen cezalar en düşük seviyededir. Konuya daha fazla önem
verilmesi noktasından yola çıktık. Fayda sağlamasını bekliyoruz. Sivil havacılık sektöründe çalışan personel hangi seviyede olursa olsun kurallara uymak ve gerekeni yapmak zorundadır. Cezalar hatalara değil ihlallere verilmektedir.
Mesleğimiz için zorunlu olan İngilizce yeterliliği
ve İngilizce yönetmeliği konusundaki görüşleriniz nelerdir? Diğer EASA ülkeleri için tekrarlı dil
yeterliliği sınavı isteniyor mu?
Dil yeterliliği konusu tamamen ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır.
Denetimlerimizde, onaylayıcı personel tarafından yürütülen çalışmaların, imalatçı şirketin dokümanlarının tam olarak
anlaşılamaması nedeniyle emniyetsizliğe neden olduğu görülmüştür. Dil yeterliliği konusundaki bu uygulama, bu gibi
durumların engellenmesi amacıyla başlatılmıştır. Başlangıçta
eleştiri almış olsak da bu uygulamayla İngilizce öğrenme yolunda önemli adımlar atılmakta ve başarı seviyesi dolayısıyla
teknik uygulama konusunda önemli ilerlemeler kaydedilmektedir. Bu uygulamanın EASA ülkelerinde olup olmaması,
aldığımız kararda etkili olmamıştır. Kararımız tamamen denetimlerde tespit ettiğimiz sorunların ve muhakkak düzeltilmesi gerektiğini düşündüğümüz zayıf noktamızın giderilmesine yöneliktir. Bu zayıf nokta emniyeti de tehdit etmektedir.
15
RÖPORTAJ
Emniyetin sağlanması tüm paydaşların temel amacı olduğundan, bu uygulamayı hayata geçirmiş bulunuyoruz.
SHGM, mevcut bakım kuruluşlarının mesai saatleri ve vardiya sistemleri hakkında ne düşünüyor? Uçak teknisyenlerinin çalışma şartlarının düzeltilmesi adına yapmayı planladığı bir şey
var mı?
Genel Müdürlük olarak bilindiği üzere, havacılık sektörü ile
eşgüdüm içinde hareket ederek, sorunlarımıza karşılıklı görüş alışverişi yoluyla çözüm üretmeye çalışan bir yaklaşıma
sahibiz. Sektörümüzdeki tüm kuruluşlarla toplantılar düzenleyerek gerek talep ve beklentilerin giderilmesi gerekse yeni
atılacak adımlar noktasında birlikte hareket ediyoruz. Ancak
mesai saatleri ve vardiya konusunda, mevcut İş Kanunu’na ait
düzenlemeler esas alınmaktadır; bu kurallar bağlayıcı niteliktedir. Öncelikle çalışanlar bu sorunların giderilmesini ve yeni
bir düzenleme yapılmasını talep etmek durumundadır. Genel
Müdürlük olarak bu konuda teknisyen derneklerimizin ve
MRO grubumuzun önerilerini almaya hazır olduğumuzu da
belirtmek isterim.
THY Eğitim ve MNG Eğitim gibi şirketlerin elinden, lisans sınavı yapma yetkisinin alınmasının
nedeni nedir? Bu yetki ne zaman geri verilecek?
Uçak bakım teknisyenliği lisans sınavlarına giren
adayların en büyük sorunlarından biri, soruların
tamamının bulunduğu, SHGM onaylı kaynak bir
ders kitabının olmaması. Ortada referans teşkil
edecek bir kitap olmadan sınav yetkisi vermek
16
ne kadar doğru; bu konuyla ilgili bir çalışmanız
var mı?
Eğitim konusunda THY Teknik veya MNG Teknik işletmelerinin elinden yetki alınması gibi bir durum sözkonusu değildir. Sadece yapılan denetimlerde bu kuruluşların, verdikleri
temel eğitimin ardından yetkileri olmamasına rağmen sınav
düzenlediği tespit edilmiştir. Bunun yetki kapsamında olmadığı kendilerine bildirilince, her iki eğitim kuruluşu da sınav
yapmayı durdurmuştur. Kamuoyunda yetkileri alınmış gibi bir
algı oluşmuştur ancak esasen bu doğru değildir. THY Eğitim,
kurumumuza, yetki almak için başvuru yapmak üzere hazırlıklara başladığı bilgisini vermiştir. Sınav sisteminin merkezi
bir soru bankası üzerinden yürütülmesi yönünde çalışmalar
yapılmaktadır.
Türkiye’de çeşitli isimler altında verilen EASA
kursları ve lisansı sonrası SHGM baypas edilmiyor mu? Kontrol ve denetleme, dolayısıyla otoriteden taviz verilmiyor mu? Bu durumda SHY
66 lisansı almanın ne gibi bir avantajı var?
Bu konuyu SHGM’nin baypas edilmesi olarak görmüyoruz
çünkü verdiğimiz herhangi bir eğitim veya yetki bulunmamaktadır. EASA Part 145 kapsamında bakım merkezlerinde
görev alınması ve EASA ülkesi tescilindeki uçaklara bakım
yaparak, uçağı hizmete verebilmek için gerekli olan bu uygulama, tamamen kursu düzenleyen eğitim merkezinin bağlı
bulunduğu Sivil Havacılık Teşkilatı’na aittir. Bu uygulamanın,
yukarıda bahsedilen emniyet anlaşmasının gerçekleşmesi ile
sona ereceği düşünülmekte olup, bu süreçte geçici bir uygulama olarak EASA sorumluluğunda kullanılabilmektedir.
17
GEZİ
Yazı: Dr. Handan DİKER
Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
[email protected]
MUSTAFA
KEMAL’İN
SELANİK’İNDEN
18
unanların sıkça kullandığı bir söz var; “kalimera”. Hem
söylenişi kulağa hoş gelen hem de anlamı güzel olan bir
söz; “merhaba” demek. O kadar sık kullanıyorlar ki
bir süre sonra siz de bu söze aşina oluyorsunuz. Sizin
Türk olduğunuzu anladıklarında ise bunu hemen Türkçeyle birleştirip şöyle diyorlar: “Kalimerhaba!”
Bu kez yolum Yunanistan’a düştü. Hani bazı yerler vardır ya,
yakın olduğu için nasıl olsa istediğim zaman giderim der ama
gidişinizi sürekli ertelersiniz. İşte Yunanistan da benim için hep
öyle olmuştur. Ertelediğim için bir türlü gidemediğim bu güzel,
bu bizden ülkeye nihayet gitme fırsatı buldum. İzmir’in adeta
kopyası, Mustafa Kemal’in doğduğu şehir, Beyaz Kule vs. derken, methini duyduğum bu yerleri görmek üzere yola çıktım.
Ama bu kez tercihim karayolu oldu. İstanbul-Selanik arası, karayolu ile 10 saat sürüyor. Keyifli, dümdüz, bitmesini hiç istemediğim bir yol oldu. Yol boyunca beni en çok etkileyen şey
İpsala sınır kapısından geçip Yunanistan’a girmekti. İpsala gümrüğü Edirne’ye bağlı ve Kapıkule’den sonraki ikinci sınır kapımız. Hep resimlerde gördüğünüz, E-25 karayolu ve Yunanistan
ile Türkiye’yi birbirine bağlayan muhteşem İpsala Köprüsü de
burada yer alıyor. Köprünün altından ise Meriç Nehri akıyor. Bu
köprü ve burada dalgalanan Türk ve Yunan bayraklarının oluşturduğu muhteşem görüntü beni o kadar etkiledi ki, daha sınırdan girer girmez Yunanistan’ı çok sevdim. Burası çok sayıda tırın
giriş-çıkış yaptığı oldukça hareketli bir sınır kapısı. Karayolu çok
düzgün, araba kullanmak çok keyifli; yollar oldukça güzel, zaman
zaman Ege Denizi’ne paralel gittiğiniz oluyor. Kısacası Ege Denizi ile buluşuyorsunuz. Sonuçta 10 saatin nasıl geçtiğini anlamadan Selanik’e varıyorsunuz. Selanik’e ilişkin ilk izlenimim şöyle:
Başlangıçta daha çok Lefkoşa’ya benzettiğim ancak İzmir’e de
çok benzeyen bir şehir burası; kısacası benim gözümle Lefkoşa ve İzmir karışımı, sevimli, sıcacık, cana yakın, sizi hemen kucaklayan bir şehir. İşte size Selanik. Yunanistan’ın ikinci büyük
kenti olan şehir, Osmanlı ve Bizans’ı içinde barındırıyor. 1246
yılında Bizans egemenliğine giren şehir 1430’da Sultan 2. Murat
tarafından fethedilince Osmanlı Devleti’nin yönetimine girmiş.
Buraya ilk başta Anadolu’dan gelen Türkmenler yerleştirilmiş.
Ancak daha sonraları Osmanlı Devleti, 1492 yılından itibaren
İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudilerine kapılarını açınca Selanik bu kez de Yahudilerin yerleştiği bir kent durumuna gelmiş.
500 yıla yakın bir süre de Osmanlı kenti olarak kalmış.
Selanik’i bu kadar cana yakın bulup sevmemin, Mustafa Kemal’in
burada doğmuş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Aslında Selanik’e gelmemin en önemli nedeni, ulu önderin doğduğu evi görmek. Kentin merkezinde yer alan,Yunanlıların verdiği
isimle “Atatürk Evi”, çok şık ve mütevazı bir ev. Bunu daha ilk
bakışta hissediyorsunuz. Hiçbir abartısı olmayan, sade bir ev.
Adres kaydı Apostolu Pavlu Caddesi, 75 numara olarak geçen,
kitaplarda resmini gördüğünüz 3 katlı pembe ev karşımda duruyor işte. Yanında Türk Konsolosluğu olduğu için çok sayıda
Türkün bulunduğu bir yer burası. Evin üzerinde mermer bir
plaka yer alıyor. Bu plakanın Cumhuriyetin 10. yıldönümü şere19
GEZİ
fine (29 Ekim 1933),Türk-Yunan dostluğu adına Selanik Belediyesi tarafından konulduğu belirtiliyor. Plakada şu yazıyor: “Türk
Milletinin büyük müceddidi ve Balkan ittihadının müzahiri Gazi
Mustafa Kemal burada dünyaya gelmiştir.”
Evin zemin katında kiler ve mutfak bulunuyor. Giriş katında ilk
gözüme çarpan şey ise geniş sofa oldu. Burada Mustafa Kemal’in
kişisel eşyaları yer alıyor. Misafir odası ve sandık odası sofaya
açılıyor. Burada ayrıca ufacık ama çok şık bir mutfak da bulunuyor. İkinci katta Atatürk’ün doğduğu oda ve kişisel eşyalarının
yer aldığı vitrinler var. Size belki ilginç gelecek ama beni en çok
evin bahçesi etkiledi. Güllerle bezenmiş olan bahçe o kadar
bakımlı ve güzel ki anlatamam. Mustafa Kemal’in evini gezmek
için o kadar çok turist geliyor ki ziyaretçileri, 5 ya da 7 kişilik
gruplar halinde içeri alıyorlar. Evin etrafında kafeler ve bir tane
de hediyelik eşya satan dükkan bulunuyor. Çok etkilendiğimi
söylemek isterim. Kitaplarda resmine bakarak büyüdüğüm için
çok tanıdık gelen bu evi yakından görmek ve gezmek, beni anlatması tarifsiz duygular içinde bıraktı. Çünkü burası Atatürk’ün
eviydi. Hatırası altında bir kez daha ulu önderimizi saygı ve rahmetle anıyorum.
lenmektedir. Selanik’in kordon boyunda yer alan bu etkileyici
kule, Osmanlılar tarafından kale, garnizon ve hapishane olarak
kullanılmıştır. Ancak Balkan Savaşları’nın sonunda Selanik, bu
kez Yunanlıların eline geçince kule sembolik bir vaftiz uygulaması olarak beyaza boyanmış ve “Beyaz Kule” adını almıştır.
Kule, şehrin en güzel yerinde yani kordon boyunda yer alıyor
ve müze olarak kullanılıyor. Kulenin önünde sıra sıra faytonlar
yer alıyor, isterseniz bunlara binip bir Selanik turu atabiliyorsunuz. 1997 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilen Selanik aynı
zamanda ünlü “Aristoteles Üniversitesi”ne evsahipliği yapıyor.
Şehrin kalabalık bir genç nüfusa sahip olmasının başlıca nedeni
bu üniversitenin varlığı. Kentin kalbi, en önemli yeri neresidir
diye sorarsanız “Aristoteles Meydanı” derim. Nikis Bulvarı’nın
üzerinde bulunan meydan 1918’de Fransız mimar Ernest Hebrard tarafından dizayn edilmiş. Meydanı çevreleyen büyük ve
görkemli binaların çoğu bugün 4 ya da 5 yıldızlı lüks oteller
olarak kullanılıyor. Burası aynı zamanda siyasi toplantı ve miting
alanı. Çok sayıda kafe ve barın da bulunduğu meydan oldukça
turistik bir yer. Meydanda Aristoteles’in de kocaman bir heykeli
yer alıyor.
Bir benzetme yapmak gerekirse Selanik, Osmanlı Devleti’nin
yönetimi altında önemli olaylara tanık olmuş ama hala dimdik
ayakta durmaya çalışan yaşlı ve yorgun bir kent. Örneğin Jön
Türk hareketinin başlangıç noktası Selanik olmuştur. Ardından
Balkan Savaşları’nın çıkmasıyla 9 Kasım 1912 yılında da Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmıştır. Selanik’in turistik ve tarihi
yapılarından biri de Beyaz Kule. Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılan kulenin mimarının Mimar Sinan olduğu söy-
Selanik adı, Büyük İskender’in üvey kardeşi olanThessalonica’dan
geliyormuş. Sonraları Selanik denir olmuş. Kimi şehirler güzel
ya da çirkinidir. Ben böyle adlandırırım. Selanik bence çok güzel
bir şehir. Şehri güzel kılan nedir derseniz, belki de yanıtım şu
olur: Güzel bir iklim, tatlı tatlı esen bir rüzgâr, etkileyici bir tarih
ve yabancılık çekmeden yiyebileceğiniz Ege mutfağına ait lezzetler. Selanik’i mutlaka görün; benim gibi nasılsa giderim diye
ertelemeyin çünkü çok beğeneceksiniz.
20
21
havacılık
Havacılıktaki nİhaİ zafer:
“Boşluk”un fethİ
İnsanoğlunun merakı sınır
tanımıyor. Tahta çubuklara
çakılmış kumaştan kanatlarla
kendini boşluğa bırakan o ilk
kahramanların naif çabası,
bugün uzaya yükselen bir
asansör inşa etmeye varmış
durumda... Uzaya yolculuk ise
sandığımızdan daha yakın bir
tarihte gerçekleşecek demek
içinse çok geç kaldık çünkü
başladı bile!
avacılık, kendini ütopik kanatlarla yüksek tepelerden bırakan o ilk kahraman
öncülerden bugüne, Mars’ın gizemlerini keşfe yönelik “gezegen-aşırı” çabalara dek, en ilkelinden en ilerisine,
aslında bir “boşluğun fethi” gayretiydi. Atmosferik boşluk, aslında daha
İkinci Dünya Savaşı yıllarında “evcilleştirilmiş”, takip eden yıllarda Soğuk
Savaş’ın -çok tehlikeli ama bir o kadar da itici- gücüyle kara ve
sudan sonra insanın yaşayabildiği bir tür üçüncü boyut haline
gelmişti. Sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar 100 bin yıldır olduğu gibi, başını göğe her çevirdiğinde insanı kendine çağırıyordu.
“Boşluk”un fethi gökkubbeyle başlamıştı ama insanlığın bunun22
la yetinmeyeceği, onun da ötesine geçeceği aşikardı. İnsanoğlu
aşkın bir fethe doğru adım adım ilerliyordu… Soğuk Savaş’ın
devasa askeri bütçelerinden beslenen sivil ve askeri havacılık
çalışmaları, 1950’li yıllardan itibaren “uzay araştırmaları”yla birleşti. Sovyetler Birliği ve ABD’nin öncülüğünde, modern insanın
bütün bilgi birikimi, zihinsel enerjisi ve maddi olanakları uzayın,
uzay boşluğunun fethine harcanır oldu. Siyasi ve askeri nedenlerle ve “öteki”ni daha iyi izlemek/denetlemek ve “gerektiğinde
vurmak” için de olsa, SSCB ve ABD, uzay biliminin ufkunu tahmin edilemeyecek ölçüde genişlettiler…
Bugün ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)’nin genel merkezine her gün binlerce fotoğraf ve video görüntüsü
gönderen, kendi haznesindeki analiz aparatlarıyla zemin etütleri, minerolojik inceleme ve kimyasal ortam tespitleri yapan
kaşif cihazın atası sayılabilecek ilk prototipin, Kızıl Gezegen’e
1972’de gönderildiğini biliyor muydunuz? Sovyetler Birliği’nin
Mars yüzeyinde ve atmosferinde inceleme yapmak üzere gönderdiği iki cihazdan biri, iki seneyi aşkın süren bir yolculuğun
ardından 12 Aralık 1972’de, Kızıl Gezegen’in yüzeyine başarıyla
indi ve dünyadaki üsle 8 saniye iletişimde kalmayı başardı. Bu
8 saniye, Mars hakkında değilse bile Mars’a nasıl gidilebileceği hakkında engin bir tecrübe ve bilgi birikimi kazandırmıştı
insanlığa. Bağlantı kesildiğinde, binbir emekle hazırlanan cihaz,
sonsuza dek hiçliğe gömülmüş gibi görünüyordu. Ama ABD’nin
2012 yazında Mars yüzeyine inen keşif robotu, Sovyet atasının parçalarını buldu ve fotoğrafladı. Sovyetlerin yumuşak iniş
roketlerine ait kalıntıların fotoğrafları, milyonlarca kilometre
uzaklıktaki bir başka gezegende birbirine denk gelen iki ülke
arasındaki bu amansız yarışın geldiği, bilim açısından umut verici
noktayı gösteriyordu aslında.
Yörüngede 9 gün
SSCB ve ABD’nin, yerküredeki “real-politik” ekseninde endişe
verici bir silahlanma ve gerginliği tırmandırma yarışına dönüşen
bu rekabeti, bütün insanlığa faydalı olacak bilimsel-teknolojik
gelişmelerin yaşanmasına da tekabül ediyordu. “Üçüncü” ya da
“öteki” ülkelerin payına düşense çoğunlukla bu rekabeti uzaktan izlemek, zaman zaman onun bir “ara oyuncusu” olmak ve
genellikle de o gelişimin sağladığı yüksek ufukları seyre dalmaktı! Bizim “Turist Ömer Uzayda” adlı, ismiyle müsemma kült filmimiz de bu seyir işinin bir ürünü niteliğinde görülmeli. Belki
23
havacılık
Dennis Tito
Anousheh Ansari
MIR Uzay Üssü
uzay araştırmaları ve sonsuz boşluğun derinliklerindeki gizemler hakkında yeterli ve etkili bir çabamız yoktu ama sonsuz uzayın bir “mesire yeri” gibi de algılanacağına dair “avangard” görüş
de bizden çıkmıştı işte…
İnsanoğlunun uzay boşluğuyla “çok bilinmeyenli” bir denklem
olarak başlayan zorlu öyküsü, günümüzde bu sonsuz boşluğu
bir “tatil destinasyonu”na çevirecek kadar mesafe kat etmiş durumda... Uzay turizmi çok uzun yıllardır sadece bilimkurgu meraklılarının değil, yatırımcıların da hayaliydi. Yani artık “Bodrum
tatiline harcayacağın parayla Avrupa’ya gidersin” önermesinin,
“Avrupa’ya gideceğin parayla uzayı turlarsın”a evrilmesine az
kaldı. 2001’de Rusya’nın başlattığı uzay turizmi hızla gelişiyor.
Pek çok ülke uzay turizmini mümkün kılabilmek için harıl harıl çalışıyor. Japonlar “uzay asansörü” yapmanın peşinde! Eski
NASA yöneticileri de uzay turizmi işine el attı ve bir şirket
kurdu. Diğer bazı ülkelerdeyse “şöyle bir bakıp çıkmak” olarak tabir edilecek kısa yolculuklar için hazırlıklar neredeyse
tamamlanmış durumda. Gelecek elbette gelecek ama gelin biz
uzay turizminin geçmişine bir göz atalım...
Uzaya turistik seyahatler ilk olarak 1980’li yıllarda gündeme
geldi; Rusya bu alanda başarı sağlayan ilk ülke oldu. Birçok kişi
Amerikalı zenginlerden Dennis Tito’nun uzay yolculuğunu hatırlayacaktır. Tito “çocukluk hayalim” dediği uzay yolculuğunu
24
60 yaşında gerçekleştirdi. Rusların “Soyuz” adlı uzay aracı ile
28 Nisan 2001’de yola çıkan Tito, yörüngede 9 gün geçirdikten
sonra 7 Mayıs’ta dünyaya döndü. Gezegenine yeniden ayak bastıktan sonra Tito şunları söyleyecekti: “Dünyanın etrafında 28
dönüş yaptım. Her yeni dönüşte bulutların oluşturduğu farklı
görüntüleri, farklı ışıkları gördüm. Altında dönen gezegen hakkında çok fazla yeni şey öğreniyorsun. Tabii onu Ay yüzeyinden
izlenebildiği kadar iyi göremezsin, ama yine de Dünya’nın ne
kadar eşsiz ve paha biçilmez olduğunu anlıyorsun. Mesela atmosfer aslında gezegen üzerindeki ince bir çizgi, görünce insanın ona gerçekten zarar verebileceğini anlıyorsun.”
Uzaya bir-ki!
Tito, ilk uzay yolcusuydu ancak son olmayacaktı. Hemen ardından bir yıl sonra Güney Afrika teknoloji sektörünün önde gelenlerinden Mark Shuttleworth uzaya gitti. Dünyanın çok ilgisini
çeken uzay turistlerinden bir diğeri de İran asıllı ABD vatandaşı Anousheh Ansari’ydi. Ansari “uzaya giden ilk kadın turist”
olarak tarihe geçti. Ansari’nin 2006 yılında yaptığı 10 günlük
geziden dönüşte yaptığı yorum şöyleydi: “Uzay yanık kurabiye
gibi kokuyor…” Uzay turizmi epeyce pahalıydı. Rusya’nın yolcu başına 20-30 milyon dolara yakın ücret aldığı belirtiliyordu.
Örneğin ilk turist Tito, 20 milyon dolar ödemişti. Buna karşın
rezervasyon listesi neredeyse hiç boş kalmadı. Rusya’daki MIR
Uzay Üssü’nün “uzay turu” paketleri arasında 200 bin dolara
“atmosfer dışına şöyle bir gidip dönmek” de var! 20 bin dolara
ise herhangi bir yere gitmeden sadece “eğitim” veriliyor yani
bir tür “teorik uzay yolculuğu” yaşatılıyor. Türkiye’de ise o yıl
yani 2001’de bir turizm şirketi, turistleri MIR Uzay Üssü’ne götüren bir tur düzenledi ve epey ilgi çekti.
Bu asansör uzaya çıkıyor!
Uzaya seyahat konusunda ise geldiğimiz son durum şu: Tokyo
merkezli Obayashi firması, 2050 yılında hazır olacak uzay asansörü için harıl harıl çalışıyor. Plan şöyle: Yüzeyden 96 bin kilometre yukarı gönderilecek kablo, bir denge ağırlığa bağlanacak.
Diğer ucu ise yüzeyde kurulacak uzay istasyonuna bağlı olacak.
Asansör 30 kişilik olacak ve saatte 200 km hızla hareket edecek. Dünya yüzeyinden 36 bin kilometre yüksekte kurulacak
istasyona gidip gelmek 1 haftayı bulacak.
NASA’nın eski yöneticileri ise geçen yıl “Ay’a turist göndermek
için bir şirket kurduklarını” duyurdu. Golden Spike adlı şirket,
ilk Ay seferini 2020 yılından önce düzenlemeyi amaçlıyor. Şirketin başkanlığını yapan eski NASA yöneticilerinden Alan Stern,
halihazırda var olan roketlerle kapsülleri satın alacaklarını ve Ay
turistleri için yeni uzay kıyafetleri dizayn edeceklerini söylüyor.
25
beş dakİka ara
kültürel hafızamızın tarih kokan bahçesi
Her adımında tarih kokan, türlü çiçekler ve asırlık ağaçlarla bezeli
bir yer Gülhane Parkı. Padişahlar, fermanlar ve reformlar gördü;
çocukken parklarında oynayanlar gençliklerinde aşıklarıyla
adımladılar yollarını. Bu şehirde yaşayıp da Gülhane’de hatırası
olmayan var mıdır acaba?
araköy’den Eminönü’ne geçen tramvayımız
yoluna devam ediyor. Sirkeci İstasyonu’ndan
sonraki durak Gülhane... Pek çoğumuzun ilk Gülhane anısı, tarihini ve belli başlı maddelerini
ezbere bilmemiz beklenen Tanzimat Fermanı,
yani Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile ilgilidir belki de. 1839 yılında, dönemin Osmanlı Padişahı II. Mahmut tarafından planlanan ama onun ölümü nedeniyle oğlu Abdülmecit tarafından ilan edilen ferman, Türk tarihinin ilk demokratikleşme
paketiydi ve Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa tarafından, o
dönem Topkapı Sarayı’nın bahçesi olarak kullanılan Gülhane
Parkı’nda okunduğu için Gülhane Hatt-ı Hümayunu adıyla da
anıldı. İçindeki binlerce çeşit çiçek, özellikle de gül ve lale ile
kıymetli ağaçlar bulunan, Topkapı Sarayı’nın has bahçelerinden biri olan Gülhane Parkı daha sonra saraydan ayrıldı ve
1912 yılında halka açıldı. Kağıthane’deki Sadabad’la birlikte,
dönemin önemli mesire yerlerinden biri olan Gülhane Parkı, özellikle resmi tatil günü olan cuma günleri piknik yapan
26
ailelerle dolardı. Cumhuriyetin ilanından sonra da önemli
olaylara tanıklık eden park,Türkiye’deki ilk Atatürk anıtına da
evsahipliği yapıyor. 1926 yılında parka dikilen heykel, Avustralyalı heykeltıraş Kripel’in imzasını taşıyor. Gülhane’nin tanık olduğu bir başka önemli olay ise 1928 yılında gerçekleşiyor ve Mustafa Kemal yeni Türk harflerini halka, 24 Kasım
1928’de, Gülhane Parkı’nda düzenlenen bir törenle tanıtıyor. İlerleyen yıllarda içinde gazinolar, kafeteryalar, çeşitli dinlenme ve eğlenme mekanları açılan Gülhane Parkı, özellikle 80’li
yıllarda Gülhane Şenlikleri adıyla düzenlenen halk konserleriyle ün yaptı. İçinde yer alan hayvanat bahçesinin bakımsızlıktan döküldüğü bu yıllarda, park da fazlasıyla ihmal edildi ve
eski günlerinden oldukça uzak bir görünüme büründü. 2003
yılında, içinde bulunan tarihi eserler korunarak yapılan kapsamlı bir restorasyonla yeniden hayata dönen Gülhane Parkı,
bugün tarihi İstanbul’un tarihi yarımadasını arşınlamakta olan
yerli ve yabancı gezginler için oksijen dolu bir mola yeri olarak yoğun ilgi görüyor.
kültür
olculuk nedir? Daha doğrusu, yolculuk (ya da seyahat) deyince aklımıza ilk gelen nedir? Her şey
bir yana, yolculuğun bir “araç”; tatil ya da başka
bir nedenle varılmak istenen yere, yani asıl hedefe ulaşmak için bir “taşıyıcı” olduğunu söylersek
yanılmış olmayız herhalde. Bu yüzden bizi ne kadar gitmek istediğimiz bir yere götürürse götürsün yolculuk, tatilin
başlayabilmesi için, sonlanmasını temenni ettiğimiz bir aşamadır;
öyle değil mi?
Ama öyle yolculuk biçimleri ve araçları var ki, bunlar başlı başına
bir “tatil”, başlı başına bir “deneyim” oluştururlar. Bir yere varmak
için yapılan bir yolculuktan çok, içinde bulunulmak istenen bir aktivite, bir alternatiftir o yolculuklar. Yaşadıkları korkunç trajediler
bir yana, Titanik transatlantiğinin ve Hindenburg Zeplini’nin böyle bir yanı vardı örneğin. Titanik’e binenler, Grönland buzullarına
28
Kahverengi deri kuşetler,
kabartma desenli kadife
kanepeler, ince dantelli
abajurlar, hoş bir sürpriz
olarak yatak üstlerine
bırakılan harika İsviçre
çikolataları, dünyanın en
güzel şarapları... İşte OrientExpress yani Şark Ekspresi...
çarparak batacak bir geminin içinde olduklarını bilmiyorlardı elbette; ya da Hindenburg’takiler, bir
patlamayla yok olacaklarını...Ama bugün bizim bildiğimiz anlamdaki ünlerine kavuşmadan önce de bu
araçlar birer fenomendi. Dünyanın en büyük transatlantiği ve zeplini... Onların içinde olmak, onlarla
yolculuk etmek bir ayrıcalıktı.Titanik Grönland’a değil de Grenada’ya doğru da gitse belki aynı yolcular, aynı hevesle doluşacaklardı içine. İşte orada, gidilecek yer değil de, götüren “şey” önemliydi.
Böyle fenomen olmuş kaç yolculuk aracı vardır? Titanik, Hindenburg, Orient-Express... Tabii ya
Orient-Express! Bizim Şark Ekspresi!
Romanla gelen şöhret
1883’ten 1977’ye kadar, Paris-İstanbul arasında sefer yapan Şark Ekspresi, dünyanın en tanınmış, en
popüler yolcu treniydi. Ünlü İngiliz yazar Agatha Christie’nin 1934’te yayınlanan “Şark Ekspresi’nde
Cinayet” adlı romanı da bu trenin ününe ün kattı. Defalarca sinemaya uyarlanan romanda, tipili
bir kış gecesinde, gece yarısından sonra yoluna devam edemeyen ekspres ıssız bir yerde durmak
zorunda kalır. Seçkin yolcularıyla tamamen dolu olan lüks trende, sabah saatlerinde Amerikalı bir
yolcunun eksikliği fark edilir. Bahtsız Amerikalı defalarca bıçaklanarak öldürülmüştür ama ilginç bir
29
kültür
şekilde kompartımanının kapısı içeriden kilitli kalmıştır. Aynı
trende yolculuk etmekte olan, Christie’nin efsane dedektifi
Hercule Poirot olayı incelemeye başlar ve yaşlı dedektif, çok
zekice bir planla işlenmiş cinayeti, yine çok zekice saptamalarla
çözer. Okuyucuyu, son ana kadar sürükleyici bir gerilimin içinde
tutarak ve olağanüstü bir finalle şaşırtarak romanı tamamlayan
Agatha Christie’nin, neredeyse trenin kendisi kadar büyük bir
sükse yarattığını söylemek abartı olmaz.
İstanbul’un büyüsü
1883 yılında Fransız şirketi “Compagnie Internationale des
Wagons-Lits” tarafından başlatılan seferlerin ilkine, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı’dan da diplomatlar
katıldı. Hatta bu geziye katılan The Times gazetesi muhabiri
Edmond About, Sultan II. Abdülhamit’le görüşmek için bir süre
İstanbul’da kaldı.
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı, Osmanlı’nın içe dönük
yaşamdan büyük oranda kurtulup, Batı’yla daha yakın kültürel
ilişkiler içine girdiği bir dönemdi. Batılılar da hakkında sadece efsaneler duydukları, çoğunlukla ürkütücü hikayeler, egzotik masallar dinledikleri bu ülkeyi ve onun gözbebeği İstanbul’u merak
ediyorlardı elbette. Wagons-Lits şirketi son derece başarılı bir
ticari girişimle bu meraktan büyük bir yolcu potansiyeli yarat30
mıştı. Şehre gelince çeşitli otellerde kalan yolcular, 1895 yılından itibaren, şirketin satın aldığı Pera Palace Hotel’de kalmaya
başladılar. Artık büyülü İstanbul’u görmek için Şark Ekspresi’ne
binmek ve Pera Palace’ta konaklamak Avrupa sosyetesi için
gözde bir tatil seçeneği olmuştu.
Ta ki 1. Dünya Savaşı’na kadar. Savaş, trenin ilk durağı ile son
durağının bulunduğu ülkeleri karşı karşıya getirmişti. Fransa ve
Osmanlı, karşı cephelerde savaşıyorlardı ve Şark Ekspresi yeniden yola koyulmak için savaşın bitmesini beklemek durumundaydı. Fakat savaşın bitişinde de çok önemli bir rol oynayarak
döneme damgasını vurdu, Şark Ekspresi. İngiltere ve Fransa ile
Almanya arasındaki, 1. Dünya Savaşı’nın sona erdiğini gösteren
ateşkes anlaşması, onun 2419 numaralı vagonunda imzalandı.
Fransızlar, zaferlerine tanıklık etmiş bu vagonu müzeye kaldırdılar.
1919 yılında seferler yeniden başladı; ama bir farkla: Şark Ekspresi artık savaşın mağluplarının, yani Almanya ve Avusturya’nın
topraklarından geçmeyecekti. Yine Paris’ten kalkacak; Lozan,
Milano, Venedik, Belgrad ve Sofya üzerinden İstanbul’a ulaşacaktı. Ne yazık ki bu güzergahın önünü de savaş kesti. 1939’da
başlayan 2. Dünya Savaşı’nda Fransa’yı işgal eden Almanlar, bir
önceki savaşın kötü anılarını hatırladılar ve teslim anlaşmasını
imzaladıkları tarihi vagonda bu kez Fransızların teslim olmasını
istediler. 2419 numaralı vagon, Hitler’in emriyle müzeden çıkarıldı ve bu kez Fransa’nın teslim oluşuna tanıklık etti. Hitler,
vagonun Almanya’ya götürülerek korunmasını istedi. Savaş biterken,Almanya’nın teslim olmasından kısa bir süre önce bir SS
birliği vagonu imha etti.
Savaştan sonra trenin güzergahında yine sorunlar yaşandı. Hat
üzerindeki ülkelerin bir kısmında sosyalist iktidarlar kurulmuş
ve Soğuk Savaş, Avrupa’yı pençesine almıştı. Bu gergin politik
ortam ve coğrafyada Şark Ekspresi önemini kaybetmeye başladı ve 27 Mayıs 1977’de son seferine çıktı. Trenin bazı vagonları
Fas Kraliyet Sarayı Müzesi tarafından satın alındı. 1983’te, çok
sayıda ünlünün katıldığı bir 100. yıl seferi gerçekleştirildi.
Ekspres yola devam ediyor
1977’de klasik Şark Ekspresi son seferine çıktıktan sonra, bu
ismin ününden yararlanmak isteyen pek çok girişim oldu. Uzak
Asya’nın içlerine kadar uzanan “Orient-Express” güzergahları
bile ortaya çıktı. Ama hiçbirisi, 20. yüzyıl başındaki klasik trenin
başarısına ulaşamadı. Gökyüzünde seyahat çağında Şark Ekspresi bir erişim, ulaşım aracı olmaktan çıktı ve bizzat kendi tarihinin
oluşturduğu otantik, nostaljik bir değer kazandı. 1998 yılında
bu amaçla yeniden başlayan seferler bugün de sürüyor. Şark
Ekspresi’ni çeken lokomotif eskisi gibi sıcak buhar bulutları arasında öfkeli bir kara boğa gibi puflayarak koşmuyor ama onun
kahverengi deri kuşetleri, kabartma desenli kadife kanepeleri
ve cam kenarlarındaki dantelli abajurları yerli yerinde duruyor.
Parfüm kokuları, kompartımanlardan salonlara doğru karmaşık
ve güçlü notalar oluşturuyor. Bar vagonda yine, akşamları şıklık
yarışındaki hanımlar ve beyler arzıendam ediyor. Smokinli ve
beyaz eldivenli garsonlar, kristal kadehlere, şarap denen iksirin
en lezzetlilerinden dolduruyor. Kısacası, Şark Ekspresi yolculuğuna devam ediyor...
31
TEKNİK
dayanan tamirler, tekrarlı kontrol ve parça değişiklerini içerir.
TYE yayınlanması ile ilgili esaslar aşağıdaki gibi özetlenebilir:
• Uçak yapı ve sistemleri ile ilgili bir işlem için uçak TYE’si,
• Komponent ile ilgili işlemler için işlem göreceği yere bakılmaksızın (uçak üzerinde veya atölyede) komponent TYE’si,
• Uçak yapı ve sistemleri ile ilgili tekrarlı kontroller için bakım kartı, kontrol sonucuna göre uygulama periyodu değişiyorsa tekrarlı TYE,
• Komponentlere uygulanacak tekrarlı kontroller için, işlem
göreceği yere bakılmaksızın (uçak veya atölye) tekrarlı komponent TYE’si hazırlanır.
niyeti ilgilendiren konularda, bire bir teknik içerik kontrolü
zorunludur. TYE, parça değişimini içeriyorsa elde şu bilgilerin
bulunması gerekir:
• Tamamen değiştirilebilir; yeni parça eski parça yerine, eski
parça da yeni parça yerine kullanılabilir.
• Tek yönlü değiştirilebilir; yeni parça eski parça yerine kullanılabilir, eski parça yeni parça yerine kullanılamaz.
• Değiştirilemez; birbirinin yerine kullanılamaz.
OPERASYONEL TADİLAT
MODİFİKASYON METOTLARI
Yazı: Mehmet ERTEK
Mühendis
M
odifikasyon*; uçak, motor veya komponentleri belirli
bir standarda ulaştırmak veya güvenirliğini artırmak
için yapılan değişikliklerdir. Bir uçağa modifikasyon
uygulamayı gerektiren genel nedenler şunlardır:
• Sivil havacılık otoriteleri tarafından konulan direktifler (ADAirworthiness Directive)
• Alert (uyarı) ve mandatory (zorunlu) servis bültenleri (SLService Letter, SIL-Service Information Letter) ile ETOPS
modifikasyonu, tamir ve kontrolleri
• Üretici firma tarafından önerilen ve uçuş emniyetini etkilediği belirlenen kontroller, modifikasyonlar, tamir ve diğer
hususlar
• Şirket yönetimi ve diğer ünitelerden gelen talepler
32
• Kullanılmakta olan bir parça veya malzemenin üretimden
kalkması veya temininin imkansızlaşması
• Uçak, motor, komponent ve ilgili teçhizatların aynı standartta olmamasından veya uyuşmazlığından kaynaklanan
problemler
• Yolcu talep ve konforuna yönelik kabin içi değişiklikler
• Ekonomik nedenler
• Filoya zaman farkı ile aynı tipte uçak, motor veya komponent girmesinin getirdiği modifikasyon ihtiyaçları
* Modifikasyon işlemi için TYE (teknik yetki emri) yayınlanır.
TYE; uçak, motor, komponent, simülator ve ilgili teçhizat üzerinde yapılacak her türlü modifikasyon ile servis bültenine
Eğer TYE’nin uygulanması uçak üzerinde bir istasyon, ağırlık,
moment ve elektrik yükünün veya uçağın sigorta değerinin
değişimine neden oluyorsa, bu değişimlerin belirlenip kayıt
altına alınması ve ilgili birimlere bildirilmesi gerekir.
Bir TYE, uygulanabilmesi için bazı bilgiler içerebilir. Bunlar:
• Açılması gereken panellerin listesi
• Sökülmesi gereken donanım listesi (elektrik, yakıt, hidrolik
veya başka bir parça)
• Uçak elektriğinin kesilmesi
• Uçağın jack’e alınması
• Yakıt tanklarının boşaltılması
• Motorun çalıştırılması
• Uçaklara ilişkin malzemelerin temin yolları
• Ana depoda, hat istasyonlarında veya fly-away kit içinde bulunan parçalara uygulanacak işlemler
• Uçaktan komponent söküm/takım bilgisi
(metin, şekil, resim vb.)
• Test uçuşu
TYE ile yapılacak işlem, uçuş prosedürlerini veya dokümanlarını etkiliyorsa, kokpit veya kabinde fiziksel olarak bir
değişiklik getiriyorsa, uçak, motor veya komponentlerinde
önemli sistem değişikliği gerektiriyorsa ve teknik eğitim içeriğinde de değişiklik yapılmasını zorunlu kılıyorsa, bu durum
ilgili birimlere bildirilmelidir. TYE, format ve teknik içerik yönünden kontrol edilir. Özellikle AD uygulamalarında ve em-
Uçak üzerinde yapılacak bir TYE’nin başında iş tarifi yoksa,
iş tarifi içeren başka bir TYE çıkarılıp ikisi birbiri ile ilişkilendirilebilir. Uçak üzerinde yapılmayacak bir TYE ise sökülen
parçanın gayri faal kartına, ilgili TYE bilgisi (kodu, adı vb.) yazılmalıdır. İş tarifinde istenen işlemler yapıldıkça TYE’nin, işlemi yapan veya kontrol eden onaylayıcı personel tarafından
imzalanması ve mühürlenmesi gerekir. Bir işlem veya adımın
herhangi bir nedenle uygulanabilir olmaması durumunda,
onaylayıcı personel tarafından işleme gerekçesi belirtilerek
uygulanamaz olduğu (N/A) yazılır. TYE’nin tamamı bittiğinde, onaylayıcı personel tarafından TYE’yi kapatma imzası ve
mührü atılır. TYE ile ilgili tüm kayıtların saklanması esası bulunmaktadır.
Esen kalın...
33
orİJİNAL
Deli, dahi, çılgın ve gözüpek
La Mancha’lı yaratıcı asilzade
Don Kişot
Cervantes’in efsane karakteri Don Kişot
neredeyse kutsal kitaplar gibi 400 yılı
aşkın süredir insanı ve onun düşünsel
dünyasını derinden etkiliyor. Öyle
görünüyor ki 1000 sayfalık bu “birey
destanı”, uygarlık hazinemizin en nadide
mücevherlerinden biri olarak daha
yüzyıllar boyu parlamaya devam edecek.
azı kitaplar, görünürdeki türdeşleri gibi “salt bir
kitap” değildir. Kimi vakit
içeriklerinin gücü, kimi vakit denk geldikleri tarihsel
gerçeklik, kimi vakit başlı
başına tesadüflerin cilvesi
ve kimi vakit de bunların hepsi
birden bir metni, bir eseri alır ve döneminin çok ötesine taşır; etki gücünü devasa boyutlara çıkarır ve onu bir başyapıt
haline getirir. Platon’un “Devlet”i böyledir örneğin... “Erdem”
beklentisi ile toplumsal yaşamı organize eden, devlet aygıtına
ilişkin “bilgelik” tavsiyeleri içeren ve yazıldığı tarih itibariyle
insanlığın bugün geldiği devletleşme düzeyinin çok “gerisinde”
kalmış olan bu eser, yazıldıktan yaklaşık 2500 yıl sonra bugün
dahi önemini ve dahası, anlamını korur. Bazı insanların, çocukluklarıyla özdeşleşmiş bazı oyuncakları atamayıp imgesel
bir yükle bezeyerek saklaması gibi “insanlık” da kendi erken
döneminin ikonlarına sahip çıkıyor; geçmişinin mücevherlerine bugünkü “pazar değeri” yerine manevi değeriyle kıymet
biçiyor. Marx’ın “Kapital”i de öyledir... 20. yüzyılın bir ucundan
ötekine bir işaret fişeği gibi geçen ve değdiği her şeyde iz
bırakan Marksizmin bu başucu kitabı, “yıkılmasını” öğütlediği,
hatta er geç yıkılacağını müjdelediği kapitalist düzenin yönetici sınıfları ve savunucuları tarafından bile büyük bir itibarla
karşılanmıştır. Görüşü ne olursa olsun siyasetle ilgilenen hemen herkesin kitaplığının baş köşesinde yer almıştır.
İşte bu kült kitapların belki de en iyisi sayılabilecek “Don Kişot” da, La Mancha’lı hayali bir şövalyenin kimi zaman gerçeğin sınırlarını zorlayan maceralarını anlatır. İspanyol yazar
Miguel de Cervantes Saavedra’nın, ilk bölümleri 1605 yılında
yayınlanmaya başlanan ve o tarihten günümüze kadar geçen
408 yıl boyunca en çok okunan ve eleştirilen, hakkında en
çok konuşulan, en çok “ahkam kesilen” ve belki de en çok
“taklit edilen” bu romanı; kendisinden sonraki tüm romanların da “babası” ve çağdaş anlamıyla romanın ilk örneğidir.
Tam adı “La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Kişot” olan bu
olağanüstü başyapıt, günümüzde sinemadan tiyatroya ve drama sanatlarına, bu alanlarda ortaya konmuş ne kadar iş varsa hepsini etkilemiştir. Bugün yazılmış tek bir kısa öykü bile
yoktur ki, çılgın bir şövalyenin maceralarını anlatan bu eşsiz
yapıttan etkilenmemiş olsun… Tiyatrocuların tekrar etmekten çok hoşlandıkları,“Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık”
eğretilemesi, burada çok daha güçlü bir gerçeği vurgulamaktadır:Yaklaşık 410 yıldır bir drama kurgusu içinde yazılan her
şey bir şekilde, sıradışı şövalye Don Kişot’un atının terkisinden çıkmıştır!
Cervantes, artık gençlik çağını geride bırakmış ve edebi şöhret hayalini neredeyse toprağa vermiş bir yaştayken yayınlanmaya başladı, Don Kişot… Dolayısıyla bu kitap, sıradışı kahramanı gibi yazarının da “görünmeyen değirmenlere” karşı
savaşıydı. Hayali kahramanı kaybetse de Cervantes verdiği
savaşı kazanacaktı ama bunu öngörememiş olacak ki şu mütevazı sözlerle başlamıştı, başyapıtına:
“Aylak okur: Bu kitabın, zihnin, düşünülebilecek en güzel, en
zarif, en akıllıca ürünü olmasını isterdim; buna yeminsiz inanabilirsin. Ancak tabiat kanununa karşı çıkamadım; tabiatta
her şey, benzerini doğurur. Benim kısır, gelişmemiş zekam da,
her türlü rahatsızlığın hakim olduğu, her türlü hazin sesin
duyulduğu bir hapishanede doğmuşçasına kuru, kırışık, maymun iştahlı ve çok çeşitli, kimsenin aklına gelmeyecek düşüncelere boğulmuş bir evlattan başka ne doğurabilir?.. Ama
Don Kişot’un babası gibi görünsem de üvey babası olan ben,
adetlere uyup, başkalarının yaptığı gibi neredeyse gözlerimde
yaşlarla, oğlumda göreceğin kusurları affetmen veya görmezden gelmen için sana yalvarmayacağım sevgili okur.”
Cervantes’in de dediği gibi: “Tabiatta her şey benzerini doğuruyor!” Ve La Mancha’lı hayali şövalye de yaratıcısının sinir
uçlarından doğmakla kalmıyor, zihninin ve çağından özümsediği değişimin izlerini taşıyor. Büyük yazarının, yukarıda
alıntıladığımız alçakgönüllü satırlarla takdim ettiği bu roman,
sınırsız bir hayal ve mizah gücüyle, gerçeküstü savaşlar yap-
34
35
orİJİNAL
mak için ovalarda dolaşan gülünç bir şövalye ve onun, “gerçeğe daima daha yakın” ve bu yüzden de daima “daha düz
ve sıradan” olan silahtarı Sanço Panza’nın yaşadığı akıl almaz
olayları anlatıyor. Edebiyatın bütün biçim ve yeteneklerinin
ustalıkla kullanıldığı bu bir tek romandan, 400 yıldır, insanlığın
türlü halleri için oldukça şık elbiseler dikiliyor! Ve bu elbiselerin hepsi, şaşırtıcı şekilde giydirildiği döneme tam oturuyor.
Nasıl mı? Şöyle…
Don Kişot, sevgili atı Rosinante, hem silah arkadaşı ve yardımcısı hem de seyisi olan Sanço Panza ve Panza’nın emektar
eşeği Rucio’nun başrolde olduğu roman, 1605’te yayınlanmaya başladığında tüm Avrupa, Rönesans kültürünün hegemonyası altındaydı. Türler ve biçimler arasındaki akıcı geçişleri ve
yüksek söz gücü sayesinde bu roman, Rönesans’ın sanatçı üslubuna oldukça denk düşmüş ve yayınlandıktan kısa bir süre
sonra çağının önemli bir eseri haline gelmişti. Aynı yüzyılın
sonlarından başlayarak 18. yüzyıl boyunca yeni bir hakimiyet
kuracak olan akıl ve bilim çağı Aydınlanma da bu eserde kendinden izler bulacaktı. Don Kişot, kendisini felakete sürükleyen ibretlik öyküsüyle akla bir güzelleme, akıldışı yaşam ve
davranışlara bir “tersiye”ydi! Dünyayı insanın iradi çabasıyla
değiştirmeye ahdetmiş olarak aklın sınırlarını zorlayan duy-
36
gularla sahneye çıkan 19. yüzyıl romantikleri de La Mancha’lı
şövalyede kendilerini buldular. Onlara göre, Don Kişot’un
değirmenlere karşı savaşla simgelediği gerçeküstücülük, “romantik hakikat”in ta kendisiydi. Gerçeği elde etmek için imkansızı talep etmek gerekiyordu zira. “Mutlak akıl” tarafından
dışlanmış idealizmin ve yaratıcı düşüncenin bir temsilcisiydi
onlara göre çılgın şövalye…
20. yüzyılın “modern” insanı ve onun artık yepyeni bir biçime bürünmüş bireysel yaşamının da sığınabileceği bir çatısı
vardı, bu büyük yapıtın. Modern çağın “yalnız insan”ının anlam arayışına odaklanan varoluşçular onda, toplumsal yapının
baskılarına karşı bireyin özerkliğini temsil eden bir “direniş”
noktası gördüler.Yerleşik önyargılara ve çoğunluğun baskısına
karşı, “abes” bile olsa bireysel bir itirazdı zira Don Kişot’un
macerası.
Don Kişot, benzerlerine neredeyse ancak kutsal kitaplarda
rastlanan bir etkiyle 400 yılı aşkın süredir insanı ve onun
fikri-sanatsal etkinliklerini etkilemeye devam ediyor. 1000
sayfalık bu “birey destanı”nın, kendisiyle samimi bir ilişki kuran herkese bir ufuk vermesi, edebiyatın olağanüstü gücünün
de bir kanıtı. Yüzyıllardır her yeni okumayla adeta yeniden
yazılan bir metinle karşı karşıyayız. İyi bir sanat eserinin özelliklerinden biri de bu değil mi?
Bu müthiş romanı okuyun, daha genç yaştakiler için hazırlanmış makul özetlerini çocuklarınıza okutun ve taklidi olarak
edebiyat evrenine salınmış binlerce eserin içinde hala nasıl
bir Kuzey Yıldızı gibi parladığına tanık olun.
37
Haberler
TEKNİK
ELEKTROMANYETİK DALGALARIN
UÇAK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Elektromanyetik uyumluluk
(ElectroMagnetıc Compatıbılıty-EMC)
Bir cihaz,
• Kendi içinde girişime yol açmıyorsa (öz uyumluluk-self compatibility)
• Diğer cihazlara girişimde bulunmuyorsa
• Diğer cihazlardan kaynaklanan girişime bağışıksa,
“elektromanyetik uyumlu”luğa sahip demektir.
EMC, cihaz veya sistemlerin karşılıklı olarak yaydıkları elektromanyetik etkiye dayanma özelliğidir. Elektrikli veya elektronik
cihazlar, çalışırken ürettikleri ve çevreye yaydıkları elektromanyetik gürültü veya darbelerle, diğer elektrikli veya elektronik
cihazların fonksiyonlarını veya performanslarını etkilememelidir. Bununla birlikte herhangi bir elektrikli cihaz, çalışırken, ortamdan gelebilecek elektromanyetik etkilere karşı bağışıklık
sistemine sahip olmalıdır. EMC; bir cihaz veya sistemin, kendi
elektromanyetik ortamında, kabul edilebilir değerlerin dışında
kalan elektromanyetik parazitlere yol açmadan ve bunlardan
etkilenmeden, işlevini uygun biçimde yerine getirebilme yeteneğidir. Sistemler veya cihazlar daima elektromanyetik parazitlere maruz kalmaktadır. Elektrikli cihazlar, elektromanyetik
parazit üretecidir denilebilir. Elektromanyetik parazitler akım
veya gerilimdeki ani değişimler olarak kabul edilir. Topraklanmadıkları takdirde ciddi sorunlara yol açabilmektedirler. Son
yıllarda ortaya çıkan bazı eğilimler sayesinde EMC özellikle
uçaklarda her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.
Elektromanyetik girişim
(ElectroMagnetIc Interference-EMI)
Elektromanyetik girişim; elektrik ve elektronik cihazların performansının bozulmasına, istenmeyen tepkiler vermesine veya
hatalı işlemesine yol açan radyo frekanslarında, doğal veya insan kaynaklı her türlü bozucu etki, işaret ve emisyondur.
• RADHAZ: Elektromanyetik ışımanın insan, mühimmat ve
yakıt üzerinde oluşturduğu tehlikeler (Electromagnetic RADiation HAZards)
• TEMPEST: Elektromanyetik emisyonun bilgi içeriğinin düşman tarafından kullanılması (elektromanyetik dinleme ve güvenlik sistemleri)
• EMI/EMC: Elektromanyetik girişim/uyumluluk
(ElectroMagnetic Interference/Compatibility)
Yıldırım ve yıldırımın
elektromanyetik etkisi
Yıldırım, atmosfer ile yeryüzü arasında artan elektrik potansiyelini eşitleyen bir elektrik boşalımıdır. Yüksek akımlı geçici
bir etkidir. Doğal EMI kaynaklarının en önemlisidir. Yıldırımın
uçak üzerindeki etkisi doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki
şekilde gerçekleşir.
1) Doğrudan yıldırım etkisi, yıldırımın oluşturduğu akım
kanalına doğrudan maruz kalma sonucu, uçak sistemlerinin
yapısında veya elektrik ve elektronik teçhizatında meydana
gelen fiziki zararlar şeklinde ortaya çıkar.
Yazı:Yard. Doç. Dr. Gülay İyibakanlar
Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi
Havacılık Elektrik ve Elektroniği Bölümü
E
lektromanyetik dalgalar elektronik cihazların çalışmasını olumsuz etkileyen faktörlerdendir. Özellikle dijital cihazların üzerinde
etkili olmaktadırlar. Bilindiği gibi uçaklar,
elektronik sistemlere sahip hava araçlarıdır.
Dışarıdan bir elektromanyetik dalga veya
uçak içerisindeki elektronik aksamların birbirlerine uyguladığı manyetik dalgalar, bu sistemlerin çalışmasını olumsuz yönde etkiler. Özellikle cihazdan
cihaza ya da dışarıdan uçağa gerçekleşen EM (elektromanyetik) sızıntının kaynağının bulunması, nedenlerinin anlaşılması
ve kontrol altında tutulması gerekir.
Elektromanyetik yükler, topraklanmadıkları takdirde ciddi so38
runlara yol açabilirler. Düşük yükler, uçakta ve uçağın herhangi
bir devresinde elektronik sistemi bozabilirler. Bu yükler çok
düşük olmalarına rağmen, elektronik ürün ve cihazlar üzerinde ciddi etkileri olabilir. Özellikle de seste parazit, görüntüde
dalgalanma ve renkte bozukluk yaratabilirler. Bu düşük yüklerin hasar verici özelliği o denli yüksektir ki, bu yüklerin etkilerini önlemek için kimi yerde harici cihazlar kullanılmakta,
bu cihazların yerleştirilemeyeceği tüm diğer yerler için EMC
(electromagnetic compatibility-elektromanyetik uyumluluk)
ürünleri gerekmektedir. EMC’deki amaç, elektromanyetik parazit tarafından yaratılan istenmeyen etkilere çözüm bulmak
ve hem sürekli hem de gelip giden enterferansları bertaraf
etmektir.
Uçağın elektromanyetik ortam etkileri
Uçakta elektromanyetik ortam etkileri
• Yıldırım
• HIRF:Yüksek şiddetli radyasyon alanı
• EMP: Elektromanyetik darbe (ElectroMagnetic Pulse)
• ESD: Elektrostatik deşarj (ElectroStatic Discharge)
Yıldırım etkisinin akım-zaman gösterimi
Doğrudan etkiler genelde, yıldırımın akım yolunda bulunan
unsurların elektriksel davranışları ile ilgilidir. Akımı taşıyabilecek bir iletken herhangi bir fiziksel zarara uğramazken
39
TEKNİK
yüksek dirençli iletken veya yalıtkan malzemelerin, yıldırımın
izlediği yola bağlı olarak fiziksel zarara uğraması muhtemeldir. Doğrudan etki testinde iki unsur değerlendirilir:
• Yalıtkan unsurlar üzerindeki iletkenlerin, yıldırım akımını iletimi (Doğrulama:Yüksek gerilim testleri)
• İletken yapıların, yıldırım akımını kaldırabilme kapasiteleri
(Doğrulama:Yüksek akım testleri)
2) Dolaylı yıldırım etkileri ise yıldırım akımının uçak gövdesi
üzerinden akarken güçlü manyetik alanlar oluşturması ve ortaya çıkan manyetik akımın uçak gövdesindeki kablolar üzerinde gerilim indüklemesi sonucu geçici etkiler olarak ortaya
çıkar [9].
Dolaylı etkilerin testinde manyetik kuplaj esas olduğundan,
akımın zamana bağlı hızlı yükselme kaydettiği komponentler
önem taşır. Dolaylı etki testi, uçağın tümü üzerinde gerçekleştirilir. Uçağın gövdesinden akım geçişi sağlanır ve bu sırada
uçağın elektrik-elektronik teçhizatında performans bozulmaları izlenir. Uçak gövdesinden geçen akımın dönüş yolu ise,
uçağı bir kafes gibi saran çoklu iletkenlerdir.
Yapılan araştırmalar yıldırım çarpmalarının genellikle yüksek
irtifada, çok düşük sıcaklıklarda ve bulut tavanları gibi bölgelerde meydana geldiğini ortaya koymuştur. Pilotların büyük
çoğunluğu bu tip bölgelerde uçmaktan kaçınırlar. Meydana
gelen çarpmaların çoğu orta irtifalarda freezing level’ın (donma noktası) 10 derece içerisindeki sıcaklıklarda, tırmanıştan
düz uçuşa geçiş safhasında görülmüştür. Yıldırım çarptığında,
geçici elektromanyetik etki ortadan kalkana kadar yalnızca
birkaç saniye geçer. 200.000 amperin de üzerinde bir akım,
gövde üzerindeki elektromanyetik alanların da yardımıyla,
iletken olmayan boşluklardan; örneğin pencerelerden uçağın
iç kısımlarına doğru yayılır ve elektronik aviyonik sistemlerde
ani voltaj değişimlerine sebep olur. Günümüzde uçak gövdeleri Faraday kafesi biçiminde tasarlanır ve birçok parçası
Akımın uçak gövdesi üzerinden akması
karbon fiber takviyeli plastikten (CFRP-Carbon Fibre Reinforced Plastic) imal edilmiştir. Bu materyal, uygulanan çeşitli
tekniklerle, elektriği ileten bir malzemeye dönüştürülmüştür.
Yıldırım darbelerinin bir noktada toplanarak hasara yol açması yerine, bu büyük miktardaki elektrik akımının uçağın
tüm gövdesi üzerinde yayılarak etkisini yitirmesi amaçlanarak yapılan çalışmalar başarılı sonuçlar vermiştir. Bu tip tasarımlar sayesinde uçak gövdeleri, herhangi bir ciddi riskle
karşılaşmadan, yüksek miktarda elektrik akımı taşır duruma
gelmiştir.
HIRF-Yüksek şiddetli radyasyon alanı
Uluslararası havacılık otoriteleri, 10 kHz’den 40 GHz’e kadar
olan radyo frekans dalgalarının uçağın aviyonik sistemlerinde
meydana getireceği etkileri, “yüksek şiddetli radyasyon alanı
(HIRF)” olarak tanımlamaktadır. Dünyada; radar ve uydu vericileri, mikrodalga haberleşme sistemleri, yüksek güçlü radyo ve televizyon vericileri gibi havaya elektromanyetik dalga
(radyo frekans) yayan 500.000’den fazla HIRF kaynağı mevcuttur. Bu kaynakların havaya yaydığı elektromanyetik dalgalara uçaklar da maruz kalır. HIRF, uçağın motor, uçuş kontrol
Uçakta yıldırım testleri
40
ve navigasyon sistemlerini etkileyerek temel fonksiyonlarını
yerine getirmesine engel olabilir. Örneğin bir kargo uçağı, iniş
sırasında fren sisteminin çalışmaması sonucu pistten çıkmış,
yapılan araştırmalar sonucu havaalanı yakınında yayın yapan
bir vericinin frekansının, uçağın fren sistemine ait elektronik
devreleri etkilediği tespit edilmiştir. Güvenli uçuş ve iniş için
uçaklarda HIRF önlemleri alınmaktadır. Örneğin uçaklarda
cep telefonu kullanmak yasaktır. Bunun nedeni cep telefonlarının anteninden yayılan elektromanyetik dalgaların, uçağın
aviyonik sistemlerini etkileyerek uygun performansta çalışmasına engel olmasıdır. Ayrıca uçaklarda yolcular, tam güvenliğin sağlanması için inişte ve kalkışta dizüstü bilgisayar, CD
çalar, kasetçalar gibi elektromanyetik alan üreten elektronik
aletleri kullanmamaları konusunda da uyarılır. Uçaklarda kullanılan tüm sistemlerin ve materyallerin, elektromanyetik
girişimi önlemeye yönelik olması (CE uygunluk) gerekmektedir. Ayrıca güvenli uçuş ve iniş için HIRF kontrolleri de yapılmaktadır. Havacılık kuralları gereği HIRF önlemlerini almak
ve kontrollerini (risk analizleri) yapmak gerekmektedir.
Elektrostatik deşarj
(ESD-ElectroStatIc DIscharge)
Farklı yüklere sahip iki madde birbirine yaklaştırıldığında ve
yüksüz maddeler birbirine temas ettiğinde veya sürtüldüğünde, bir maddeden diğerine elektron akışı olur. Bu akıma
“elektrostatik deşarj (ESD)” denir. Uçaklarda, kabinde oluşan statik elektrik uçuş güvenliğini tehdit etmektedir. Bazen
15.000 volta çıkan statik elektrik, yolculara büyük zarar verebilir. Ayrıca elektronik aletlerin bozulmasına sebep olabilir. Kokpitte bulunan ve çok hassas olan uçuş bilgisayarları, radarlar veya kabindeki kişisel ekranlar, statik elektrik
nedeniyle çok sık arıza yapmaktadır. Yapılan araştırmalarda,
çok uzun menzilli uçuşlarda, dijital yolcu kontrol ünitesinde, değişik uçak tiplerinde 5000-10.000 volt arası değerlerde
statik elektrik görülmüştür. Uzun menzilli uçuşlarda yolcular
üzerinde yaklaşık 15.000 volt statik yük birikebilir. Uçakların dış yüzeylerinde de bulutlardan ve hava zerreciklerinden
dolayı statik elektrik yükü oluşur. Bu yükün deşarj edilmesi
için uçaklarda deşarj püskülleri bulunur. Ayrıca yakıt ikmali
sırasında da topraklama yapılarak ESD koruma önlemi alınır.
Referanslar:
1. http://www.stctapes.com
2. Endüstriyel&Otomasyon (Ekim 2003)
3. http://www.ume.tubitak.gov.tr
4. http://www.onera.fr
41
havacılık
Caution to the wind*
Yazı: Arif Sankaya, Hasan Büber
arih, 31 Ekim 2000. Singapur Havayolları’na ait
SQ006 sefer sayılı Boeing 747-400, SingapurLos Angeles seferini yapmak üzere aktarma istasyonu olan
Tayvan’daki Taipei Chiang Kai Shek Havalimanı’nda kalkış pistine doğru ilerliyor. Kaptan Pilot Foon Chee Kong komutasındaki uçakta, 20 farklı ülkeden 159 yolcu ve 20 mürettebat
seyahat ediyor.
Taipei’nin yerel saati ile 23.00’te, 9V-SPK kuyruk koduna sahip 747, Xiangsane kasırgasının etkili olduğu Chiang Kai Shek
Havalimanı’nın B5 numaralı park pozisyonundan, NP taksi
yolunu kullanarak pist başına gitmek üzere hareket ediyor.
Kokpit ekibi kasırga nedeniyle oldukça endişeli ve telaşlı çünkü Taipei’de etkili olan çapraz rüzgarın hızı 30 knot ve şiddeti
giderek artıyor. Kaptan pilot eğer bir an önce havalanmazlarsa uzun bir süre orada mahsur kalacaklarını biliyor. Taipei
yerel saati ile 23.15’te kontrol kulesi, Singapur SQ006’ya, 05L
pistinden kalkış izni veriyor ve kokpit ekibi 23.16’da 05R pistinden kalkış için 747’yi hızlandırıyor. Fakat bilmedikleri bir
şey var. Kalkış için girdikleri pist, kulenin izin vermiş olduğu
05L pistine paralel olan 05R; bakım çalışması nedeniyle uçuş
trafiğine kapalı ve pistin ortasında iş makineleri bulunuyor.
Kaptan pilotun, 05L pisti için kalkış izni almış olmasına rağmen 215 m önce dönüş yaparak 05R pistine girdiğini, yoğun
yağış ve kasırga nedeniyle ve uçakların havalimanındaki hareketlerini takip etmeye yarayan yer radarına sahip olmadığı
için trafik kontrol de fark edemiyor.
Her şeyin yolunda gittiğini düşünen yolcular uçakta, onlarca
42
insanın canına mal olacak bir hata yapan kokpit ekibi gibi az
sonra başlarına gelecek olan felaketten habersiz 05R pistinde
hızla ilerliyorlar. Bu arada kokpitte yardımcı pilot, Kaptan Pilot Foong Chee Kong’a V1’e yani kalkış için gerekli olan sürat
olan 290 km/s’e ulaştıkları ikazını bildiriyor. Bu ikazdan 3,5
saniye sonra dev uçak şiddetle sarsılıyor ve pistin ortasındaki 2 ekskavatör, 2 zemin düzeltme silindiri, 1 küçük küreme
kepçesi ve hava kompresörüne çarpıyor. Uçak, çarpışmanın
şiddeti ile üç parçaya bölünerek kelimenin tam anlamıyla
bir alev topuna dönüşüyor. Los Angeles seferi için yüksek
miktarda yakıt alan 747-400’de, çarpışmanın şiddetiyle çıkan
yangın nedeniyle 83 kişi feci şekilde can veriyor. 39’u ağır
olmak üzere 71 kişi de çeşitli şekillerde yaralanıyor. 25 kişi
ise kazadan yara almadan kurtuluyor.
Çarpışma gerçekleştikten yaklaşık 2 dakika sonra havalimanında sirenler çalıyor; yardım ekipleri olay yerine 41 itfaiye
aracı, 58 ambulans, 9 aydınlatma birimi ve 436 personel ile
gelerek olaya müdahale ediyor ve 10 dakika gibi kısa bir sürede yangını kontrol altına alıyorlar. Yangın nedeniyle hayatını kaybeden yolcuların kimlikleri ancak, yakınlarından alınan
DNA örnekleri vasıtası ile teşhis edilebiliyor. Kazanın ardından soruşturma süreci başlıyor.
Çin Halk Cumhuriyeti Havacılık Güvenlik Konseyi (ASC) kazayı incelemek ve soruşturmak için kontrolü ele alıyor. ASC,
yaptığı tüm araştırmalar ve tetkiklerden sonra resmi kaza
raporunu 24 Nisan 2002’de yayınlıyor. Rapora göre, 21 Ocak
1997’de Singapur Havayolları’na katılan Boeing 747’nin ba-
kım kayıtlarında en son kontrolün 16 Eylül 2000 tarihinde
yapıldığı görülüyor; böylece uçakta kazaya sebep olacak herhangi bir teknik aksaklık olmadığı ortaya çıkıyor. Bu saptamanın ardından dikkatler, kokpit ve havalimanı trafik kontrol
ekibine çevriliyor.
İncelenen kokpit ses kayıtları gösteriyor ki, kuleden kaptan
pilota gelen komut, net ve anlaşılır bir şekilde 05L pistini kullanarak kalkış yapması yönünde. Kaptan Pilot Foong Chee
Kong, elinde 05R pistinin uçuşa kapalı olduğunu gösteren
havalimanı çizelgesi bulunmasına ve kalkışın 05L pistinden
olacağını onaylamasına rağmen yanlış piste yöneliyor. Bunu
kısmen de olsa fark eden kokpit ekibi kaptanı uyarmıyor.
Şüphesiz ki kokpitte kumanda, otorite sahibi kaptanda bulunuyor fakat benzer olaylarda da görüldüğü gibi Singapur vatandaşı olan kokpit ekibi için bu otorite daha farklı ve derin
bir anlam taşıyor.
Düşük görüş koşulları nedeniyle kontrol kulesinin sağlıklı takip edemediği Boeing 747-400 böylece büyük bir felakete
sürükleniyor. Havalimanı işletmesini ve trafik kontrolü de soruşturmaya dahil eden havacılık güvenlik konseyi, bu kazada
kokpit ekibi kadar havalimanı ile trafik kontrolün de hatalı
olduğuna karar veriyor. Çin Halk Cumhuriyeti Havacılık Güvenlik Konseyi; pist ve taksi yollarını gösteren yeterli işaretleri ve yağışlı havalarda düzgün aydınlatmayı sağlayamayan
havalimanı, uçakların konumunu yerde de takip edebilecek
bir radar sistemine sahip olmayan trafik kontrol ve tehlikeyi
fark etmiş olmasına rağmen önleyici herhangi bir faaliyette
bulunmayan kokpit ekibi nedeniyle Singapur Havayolları’nın
yüklü miktarda para cezasına çarptırılmasına ve kazada hayatını kaybeden yolcuların yakınlarına tazminat ödenmesine
hükmetmiştir. Karar sonucunda verilen cezalar ve uygulanan
yaptırımlar, her ne kadar sistemi geliştirip hataları en düşük
seviyelere çekse de bu, kazada ölen 83 kişinin geri getirilemeyeceği gerçeğini değiştirmeyecektir.
*İhtiyatı elden bırakmak
43
havacılık
BEBEK YOLCU
Yazı: Şebnem BAYEZİT
Ticari ve Yer Hizmetleri Eğitmeni
9 senedir yurtdışında yaşayan Mustafa Kayabaş ve
ailesi, son iki yıldır memleket ziyareti yapmamışlardı.
Bu seneki yaz tatillerini geçirmek için memleketlerine gitmişler ve günler su gibi geçmişti. Mustafa
Kayabaş için işe başlama tarihi yaklaşmış ve artık kıtalararası yolculuk yapmanın zamanı gelmişti. Anneanne, babaanne ile büyükbabaları ise bir hüzün sarmıştı. Hiç
değilse torunlarla biraz daha zaman geçirmek için oğulları
Mustafa’dan çocukların bir süre daha kendileriyle beraber
kalmasını istediler. Peki Mustafa Kayabaş çocuklarından hangisini anneannesi ile bırakabilirdi?
16 yaşında ikizleri ve 20 aylık bir kızı vardı, Kayabaş’ın. Aile
büyükleri torun sevgisi ile 3 çocuğu da kendileriyle bırakmasında ısrarcıydılar ancak… Havayolu şirketleri pek çok konuda farklı kurallara sahiptir ama bazı kurallar vardır ki hepsinde aynıdır. Örneğin bebek yolcunun bileti. Havacılıkta 0-2 yaş
arasında olan yolcular bebek kabul edilirler. Bebek yolcunun
bilet ücreti olarak bazı havayolu şirketlerinde sadece vergiler,
bazılarında ise büyük yolcu için ödenmiş koltuk ücretinin belli bir oranı artı vergiler alınırken bir başka şirkette ise hiç ücret alınmamaktadır. Bebek yolcunun bilet ücreti havayoluna,
ülke kurallarına ve nereden nereye seyahat ettiğine göre de
değişir. Uçuş sırasında ise yasal ebeveynin kucağında seyahat
etme hakkına sahiptirler. Aile daha fazla ücret ödeyerek bebeği için koltuk satın almak isterse bazı şartların sağlanması
durumunda bu hizmeti veren havayolları da vardır.
Bebek yolcunun kabindeki yeri
Kucakta seyahat edecek bebek yolcuya uçakta verilen koltuk
yeri yine havayolundan havayoluna ve uçak tipine göre deği44
şebilir. Bebek ile seyahat eden yolcu, uçaktaki bebek kemeri
ve oksijen maskesi miktarına göre uçağa kabul edilir. Ancak
bazı havayolları bebekli yolcuyu business ya da first kabinine
kabul etmeyerek sadece ekonomi kabininde uçmasına izin
verir. Bebek ile seyahat eden yolcuya uçuş ekibi tarafından ek
kemer verilir. Böylece bebek yolcu ebeveyn yolcunun kucağında güvenli bir şekilde seyahat eder.
Bebek yolcu ile seyahat etmesi gereken
yolcu kimdir?
Ebeveyn ya da bebek yolcu ile seyahat edecek yolcunun on
sekiz yaşından büyük olması gerekmektedir. Annenin yaşının
18’in altında olması durumunda bu yolcuyu uçuşa kabul etmeyecek havayollarının sayısı oldukça fazladır. Bu durumda
ya bu yolcularla seyahat eden 18 yaşından büyük üçüncü bir
yolcu olmak zorundadır ya da havayolu şirketinden refakat
kabin memuru hizmeti almaları gerekmektedir. Bu durumda
bebek yolcunun ablası ya da ağabeyi ile seyahat etmesinin
istenmesi durumunda ailenin 18 yaş kuralını göz ardı etmemesi gerekmektedir.
Pek çok havayolu, bir bebeğin yasal ebeveynleri olmadan uçuş
yapmasının talep edilmesine olumlu yanıt vermez. Yani havayolu şirketi, 0-2 yaş arası bir bebeğin yasal ebeveyni olmadan
uçuş yapmasına izin vermez. Bir annenin iki bebeğinin olması
durumunda ise havayolları ikinci bebek için başka bir ebeveyn
yolcu olmadan seyahati reddedebilir ya da anneden, ikinci bebek için refakat kabin memuru hizmeti almasını isteyebilir.
Tabii ki bu hizmet ek bir ücret ödenerek alınabilir. Yapılacak
ödeme ile ilgili detaylar, havayoluna göre değişmektedir. İyi
uçuşlar…
45
portre
O, Kavuklu Hamdi’den
İsmail Dümbüllü’ye uzanan
meddahlık geleneğinin son
temsilcilerindendi. Türkiye’nin
en sevilen aktörlerinden ve
kendi deyimiyle “tiyatronun
eri” Erol Günaydın’ı geçtiğimiz
yıl sonsuzluğa uğurladık
ama o; gülüşü, bakışları ve
alicenaplığıyla kalbimizdeki o
kocaman yerini koruyor.
46
933 yılında Trabzon, Akçaabat’ta doğdu, tiyatro
ve sinemanın usta ismi Erol Günaydın. Önce
Nasreddin Hoca tiplemesi ve meddah gösterileriyle, ardından rol aldığı sayısız dizi ve filmle tanındı. 7’den 70’e herkes sevdi, bu el attığı her işi hakkıyla
yapan adamı. Son yıllarında, felçli bir yaşlı adamı canlandırdığı
“Çiçek Taksi” adlı dizide, rol gereği hiç kımıldamadığı halde
gözleri ve mimikleriyle öyle bir oyunculuk sergiledi ki tüm
Türkiye’nin bir kez daha takdirini kazandı; herkesi kendine
bir kez daha hayran bıraktı. Yalnızca oyunculuğuyla değil hayattaki duruşu ve günlük yaşantısıyla da örnek bir sanatçıydı, Erol Günaydın. Teşvikiye’de, güzel bir apartmanın zemin
katında oturuyordu. Dairesinin salonu, diğer apartmanların
arasında sıkışıp kalmış sevimli bir bahçeye açılıyordu. Kedisi
ve köpeği, erik ve manolya ağaçlarının süslediği bahçesiyle
mütevazı ancak gerçekten mutlu bir hayat sürüyordu, Günaydın. Çiçeklerinden karo taşlarına kadar özenle baktığı bu
bahçeyle gurur duyuyor, boş zamanlarının büyük bölümünü
burada geçiriyordu. Yeniyetme şöhretlerin şaşaalı hayatının aksine pek çok güngörmüş sanatçı gibi o da “en”lerin,
“çok”ların insanı değildi. Hayatı boyunca çalışıp didinip sahip olduğu bir evi vardı, bir de yıllar yılı nazını çektiği kadim
dostu “Vosvos”u. Ne kadar mütevazı olduğunu, en çok neden keyif aldığı sorulduğunda, “Bahçeme kurduğum şen sofralarda, dostlarımla oturup saatler süren sohbetler etmek”
demesinden anlayabilirdiniz. Mutluluğunun sırrı da burada
aranabilirdi pekala. Bir zamanlar aksıra tıksıra taklidini yaptığı yaşlılar kadar yaş almış olmasına ve bu nedenle pek çok
kez ameliyat geçirmiş, hatta yoğun bakımda kalmış olmasına
karşın yalnızca ağzıyla değil gözleriyle gülmesinin nedeni de
buydu belki. Akçaabat’tan Galatasay Lisesi’ndeki öğrencilik
yıllarına, oradan Dormen Tiyatrosu’na ve beyazperdeye, en
nihayetinde ise sevenlerinin kalbine uzanan o güzel yolculuğunu yani hayatını anlatırken kendisi de böyle söylüyordu bir
röportajında: “Ben ne çok eğlenmişim ya. Ne güzel bir hayat
geçirmişim.”
Akçaabat’tan İstanbul’a
Bu mutlu mesut bakış açısında Akçaabat’taki masalsı hayatının ve yörede “Kizirin delileri” olarak anılan hepsi de birbirinden neşeli aile fertlerinin de payı büyüktü. Kuzuları otlatıp
yazın arkadaşlarıyla derede yüzdüğü o güzel zamanlardaki
haletiruhiyesini, “Sanki birine aşıktım da içim içime sığmıyordu” sözleriyle dillendirmişti, usta oyuncu. Hayatı boyunca
unutamadığı figürler vardı; birer fotoğraf gibi anı çekmecesinde özenle sakladığı insanlar ve hatıralar. Erol Günaydın’ı
Erol Günaydın yapanlar... Mesela köydeki halaları. Altı halası
vardı, Günaydın’ın. Hepsi de şıkır şıkır, fıkır fıkır; giyinip kuşanmayı, takıp takıştırmayı seven neşeli mi neşeli kadınlardı.
Hele Saadet Hala’sı tam bir efsaneydi, Günaydın’ın gözünde. Yaşlandığında tüm köyün Saadet Amca demeye başladığı
halası… Kahveye gidip erkeklerle birlikte oturduğu ve her
daim küfürlü konuştuğu için almıştı “amca” lakabını… Babası
nakliye işleriyle uğraşıyordu. Bir gün babasının “Hadi gidiyoruz” demesi üzerine maaile, tası tarağı toplayıp bir kamyonun arkasında İstanbul’a geldiklerinde, küçük Erol henüz 8
yaşındaydı. Beşiktaş’ta Alaybey Sokağı’na yerleşen Günaydın
ailesi bu büyük şehre alışmaya, Erol ise okulda ve mahalleli çocuklar arasında epeyce yadırganan Karadeniz şivesini
düzeltmeye çalışıyordu. Galatasaray Lisesi’ne yatılı olarak
girdiğinde, diksiyon sorununu neredeyse çözmüştü. Diğer
çocukların aksine yatılı okulu epey sevmişti, Erol. Aile baskısı
üstünden kalkmıştı çünkü. Galatasaray’daki hocaları ve arkadaşlarıyla iyi anlaşmış, kendini, sahip olduğundan daha büyük
bir ailenin parçası olarak görmeye başlamıştı. Okul bağları
güçlenirken ailesiyle bağları zayıflayacaktı. Sınıf arkadaşları ise Çetin Emeç, Mümtaz Zeytinoğlu ve Tanju Bileda gibi
gelecekte alanlarında, ülkenin en önemli şahsiyetleri olacak
isimlerdi. Öğrenciler arasında Anadolu’dan gelen de vardı,
üç kuşak İstanbullu olan da. Erol Günaydın, Galatasaray’ın
en çok bu yönünü sevdiğini sık sık dile getirirdi. Galatasaray
adeta bir ortaoyunu gibi, derdi; pek çok farklı ve nevi şahsına
münhasır tip var. Arkadaşları arasında Laz da vardı, Doğulu
da; Trakyalı da vardı Arnavut da... Sanılanın aksine pek çoğu
memur çocuğuydu. Ailesi zengin olanlar azınlıktaydı.
Tiyatro sevdası
Günaydın’ın tiyatroya duyduğu merak daha o çağlarda kendini göstermeye başlamıştı. Öğretmenlerinin, özellikle de
47
portre
ÇEVRE
Sıcak, çok sıcak, daha da
sıcak olacak!
• Avrupa’daki kıyı kentleri sular altında kalacak.
• İngiltere’de “Sibirya” soğukları yaşanacak.
• Küresel ısınmanın kuruttuğu bölgelerde su kaynaklarına sahip ülkeler,
ellerindeki doğal kaynakları korumak için nükleer silahlara başvuracaklar.
• Tarım alanlarının ve su havzalarının korunması ve ele geçirilmesi amacıyla tüm dünyada
çatışmalar çıkacak, bu yerel savaşlar terör örgütleri kanalıyla bölgesel savaşlara dönüşecek.
coğrafyacı Şeşbeş Selahattin’in taklidini yapıyordu. Hocalarını biraz kızdırmış olabilirdi ama öğrenciler onun taklitlerine
bayılıyorlardı.Tüm okul tanıyordu onu.Yalnızca kendi akranlarına değil üst sınıflara, liselilere de gösteriler yapıyordu.
İş öyle bir hal almıştı ki bu işten para kazanır hale gelmişti;
küçük çocuklardan kişi başı 25 kuruş büyüklerden daha da
fazla alıyor, harçlığını çıkarıyordu. Özellikle liseliler arasında
çok meşhurdu. Sahneye çıktığında büyük alkış alıyor, kazandığı paradan daha çok bu alkışlar sevindiriyordu onu. Galatasaray üzerine bir tekerleme dahi yazmıştı: “Bu hayat fani/
Çaka çaka bitirsek ne olur yani.”
Önce arkadaşlarına, ünü biraz duyulunca da diğer sınıflara küçük gösteriler yapmaya başlayan Günaydın, sonunda
kendini okulun tiyatro kulübünde buldu. Tiyatro onun için
bir oyun, bir hobi olmaktan çıkmış, zamanının neredeyse tamamını alan bir uğraş haline gelmişti. Öyle ki sahne tutkusu
derslerini dahi etkilemiş, notları düşmeye başlamıştı. Buna
karşın hayatından bir hayli memnundu. Hocaları da onun
bu yeteneğini görmüş ve bu alanda ilerlemesini onaylar
hatta teşvik eder hale gelmişti. Hatta öyle ki okul bittikten
sonra devlet bursuyla Fransa’ya dahi gitti ünlü oyuncu, tiyatro öğrenimi görmek üzere… Türkiye’den sonra Fransa
sahnelerinin, kulislerinin tozunu yuttu. Orada kalmayı düşündü ama meslektaşı Ergun Köknar’ın teşvikiyle, eğitimini
tamamladıktan sonra “devlete borcunu ödemek için” yurda
48
döndü. Döndüğü için Muhsin Ertuğrul bir güzel payladı onu,
neden döndün diyerek. Fransa’da tiyatro kariyeri yapamadı belki ama oradan getirip tercüme ettiği oyunları burada sergileme fırsatı buldu. 1955’te Haldun Dormen’in Cep
Tiyatrosu’nda çalışmaya başladı. Sahneye ise yine aynı yıl
“Papaz Kaçtı” adlı oyunla çıktı. Bu profesyonel bir oyuncu olarak rol aldığı ilk oyundu. Ardından devlet tiyatrosuna
geçti. Bir yıl kadar Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalıştıktan
sonra Dormen Tiyatrosu’na döndü. Küçük Sahne’de, Ses
Tiyatrosu’nda ve kendi deyişiyle Türkiye’de ne kadar tiyatro varsa hepsinde çeşitli roller üstlendi. 38 yılık eşi Güneş
Hanım’la da Kenterlerle birlikte çıktığı İzmir turnesi sırasında tanıştı. Hatta Güneş Hanım’ı ailesinden istemeye, Yıldız
ve Müşfik Kenter’le birlikte gitti. Güneş Hanım’la üç kız çocuğu oldu Erol Günaydın’ın; Ayşe, Fatoş ve Günfer.
1960 yılında sinema da girdi hayatına. İlk filmi “Yeşil Kurbağa” o yıl gösterime girdi. Fransız ekolüyle gelenekselliği
birleştiren sanatçı, ilk defa 1967’de, “Sinekli Bakkal” filminde
Kız Tevfik tipiyle “zenne”liği denedi. Son yıllarında Ferhan
Şensoy’un Ortaoyuncular tiyatro grubuyla birlikte sahneye çıktı. 1955 yılından, hayata gözlerini yumduğu 15 Ekim
2012’ye kadar çok sayıda tiyatro oyununda, filmde ve dizide
oynadı; pek çok karaktere ses verdi. Gerek usta oyunculuğu
gerek sıcacık sesi gerekse içten gülümsemesiyle hepimizin
gönlünde taht kurdu. Huzur içinde yatsın.
Bir felaket filminin fragmanı gibi sıralanan bu kehanetler, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon)’nın bir raporunda, 2020
yılından itibaren dünyada gerçekleşmeye başlayacağı öngörülen problemler. BM her yıl şubat ayında gerçekleştirdiği
Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nde, uzun çalışmalar sonucunda hazırladığı iklim değişikliğine ilişkin raporunu açıkladı. Rapor tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Hazırlık sürecine 2 bin 500
bilim adamının katıldığı raporda, iklim değişikliğinin olası etkilerine ilişkin saptamalar da yer alıyor.
Bu verilere göre 2100 yılına kadar sıcaklıkların 1,1 ila 6,4 santigrat derece yükselmesi bekleniyor. Buzulların erimesi ile deniz seviyesinin de yüzyılın sonuna kadar 18 ila 59 santimetre
yükselmesi, tayfun ve sel felaketleri ile aşırı sıcak hava dalgalarının artması, bu durumun çölleşme ve kuraklığın daha geniş alanlara yayılmasına yol açması da raporda
yer bulan öngörüler arasında. Ancak raporu fazlaca “karamsar olmak” ya da
“tahmini modellerle gerçeği birbirine fazla karıştırmak”la eleştirenler de var.
Raporu hazırlayan sürece 2 bin 500 bilim adamının katıldığını ama ortaya
çıkan rapora bunlardan sadece 150 kadarının imza attığını, diğerlerinin ise “çeşitli nedenlerle” rapordan imzasını çektiğini belirtmeden
geçmeyelim. Fakat şüphesiz imzasını geri çeken bilim adamları da
dünyanın “güllük gülistanlık” bir yer olduğunu düşünmüyor. Onların itirazının önemli bir bölümünün, yaratılan “panik havasına”
yönelik olduğu söylenebilir. Büyük ilgi çeken felaket öngörülerine bir başka itiraz ise gezegenin kendi dinamiklerinin işleri
yoluna koyacağı ve bu süreçte belki de insan uygarlığını tasfiye edeceği yönünde.
Küresel ısınma nedir?
Gezegenimiz 4,6 milyar yıllık uzun jeolojik tarihi boyunca, iklim sisteminde birçok değişiklik yaşadı. Bu değişimler, kimi zaman milyonlarca yılda, kimi zaman birkaç
on yıl içinde gerçekleşti. Özellikle buzul hareketleri ve
deniz seviyesinde gerçekleşen bu değişimler, yalnız
dünya atlasını değiştirmekle kalmadı, ekolojik sistemlerde de kalıcı değişikliklere yol açtı.Ama 19. yüzyıldaki
Sanayi Devrimi’yle birlikte, iklimdeki doğal değişime
ek olarak, insanların gerçekleştirdiği faaliyetlerin de
belirleyici olduğu yeni bir döneme girildi. Bu nedenle
günümüzde iklim değişikliği, sera gazı birikimini artıran insan etkinlikleri dikkate alınarak tanımlanıyor.
Özellikle fosil yakıtların kullanımının artması, ormansızlaşma ve çevre dostu olmayan sanayiler, atmosfere
salınan sera gazı birikiminin hızla yükselmesine neden
oluyor. Kentleşmenin artması da doğal sera etkisinin
artmasına ve yeryüzüyle birlikte atmosferin alt kesimlerindeki sıcaklığın da yükselmesine yol açıyor. İşte bugün “küresel ısınma” adını verdiğimiz sürecin doğadaki
karşılığı tam olarak bu.
49
Cezir
DOĞA
Hartlepool - İngiltere
gelgit
Ayın güncesi:
Mavi sular beyaz eteklerini
kıyılardan çektiğinde,
geride inanılması güç
manzaralar bırakıyor. Ayın,
dünyanın çekim gücüne
meydan okuması anlamına
gelen gelgitler, kimileri
için ise meşakkatli ancak
bereketli bir ekmek kapısı...
artlepool, İngiltere’nin kuzeyinde bir
liman kasabası. Burada yaşayan bazı aileler, belki de dünyanın en güç ve en
ilginç işlerinden birini yaparak geçiniyor. Anlatmaya çalışalım: Günde iki kez
gerçekleşen gelgit, denizin derinliklerinden kıyıya doğru kömür madeni taşıyor. Toprağın altında
değil, üstünde çalışan kömürcüler, çekilen sular
yeniden yükselene kadar, ellerinden geldiğince çok kömürü
kamyonlara yüklüyor. Aceleyle.Tonlarca kömüre karşı verilen
bir yarış bu, yaz-kış devam ediyor... Gelgit yüzünden ya da
gelgit sayesinde...
Ayın öfkesi
Ay, dünyanın çevresinde tükenmek bilmez bir enerjiyle dö50
St. Peter - Almanya
Galler’in turistik Tenby
kasabasından med-cezir
manzaraları.
Fundy Körfezi - Kanada
mesiyle dünyanın dört
bir yanında eşsiz manzaralar ortaya çıkıyor...
nüp duruyor. Dünyanın çekim gücünün tutsağı o, umarsız bir
aşık gibi. Umarsız çünkü dünya ona göre o kadar büyük ki...
Ne geceleri sunduğu mehtap, ne yakamoz gönlünü çalabiliyor
dünyanın. O da öfkesine yenik düşüyor günde (genellikle) iki
defa. Bir nefeste dünyanın sularını itiyor, bir nefeste geri çekiyor. İşte ne oluyorsa bu arada oluyor. Kimi limanlarda koca
gemiler karaya oturuyor, çaresiz. Kimi sahil kasabalarında,
kıyıda ne var ne yoksa hemen toplanıyor, sular yükselirken.
Ama insanoğlu bu küçük aşk oyunlarından yararlanabilecek
kadar zeki. Gelgitin kıyıya bıraktıklarını topluyor örneğin, yukarıda sözünü ettiğimiz Hartlepoollular gibi. Gelgitten arda
kalan balıklar, yengeçler ve diğer deniz canlıları da ayın diğer
ganimetleri. Ayın bu küçük oyununu boşa çıkarmaya o kadar
kararlıyız ki, belirli noktalara gelgit santralleri kurarak enerji
elde ediyoruz. Gelgitin somut yararları bir yana, suların çekil-
Gelgit turizmi
Kanada’daki Fundy sahili, gelgitin bütün görkemiyle gözlenebildiği
noktalardan biri. Pek
çok kaynağa göre, dünyanın gelgit rekortmeni,
Fundy. Atlantik kıyısında, ABD sınırında yer alan bu güzel
körfez, sadece bu yönüyle, 2009 yılında “Dünyanın Yeni Yedi
Harikası” listesine aday gösterildi. Kanada’nın kuzeybatısındaki Ungava Körfezi, Fundy’nin en büyük rakibi. Burada da
su seviyesinin yüksekliğinin kimi dönemlerde 17 metre kadar
bir fark gösterdiği belirtiliyor. Karların sadece yılın küçük bir
bölümünde eridiği Ungava, bu özellikleriyle macera turizminin gözdelerinden.
Atlantik’in diğer yakası
Gelgitler, Kuzey Amerika kadar Britanya sahillerinde de şaşırtıcı tablolar çiziyor. Galler’in Tenby şehri, yaklaşık dört
kilometrelik sahil şeridiyle adanın dört bir yanından turistleri cezbediyor. Sular onlarca metre çekildiği için ziyaretçiler,
Tenby’de kumsalın ve denizin tadını aynı anda değil, dönü-
şümlü olarak ve saate bakarak çıkarıyor. Gelgit, günde iki kez
hem sahili hem de denizi temizliyor.
Bristol yakınlarındaki Yedi Haliçler de ayın hükmünün sürdüğü Britanya kıyılarından. Bu körfezde kurulması planlanan
santrallerle, tüm ülkenin enerji ihtiyacının yüzde 5’inin karşılanabileceği ileri sürülüyor. Ancak çevreci gruplar, santralin
doğal yapıya zarar verebileceği görüşünde.
Nasıl oluyor?
Gelgitler, gündüz ve gece kadar düzenli doğa hareketleri. Her
gün yaklaşık 50 dakikalık gecikmelerle gerçekleşiyor. Dünyanın büyük bir kısmında 6 saatlik döngülerle, günde iki kez
ortaya çıkan gelgit, Meksika Körfezi gibi bazı noktalarda günde sadece bir kez yaşanıyor. Ayın çekim gücünün yeryüzündeki sular üzerindeki etkisinden kaynaklanıyor, gelgit. Basit
bir dille açıklamaya çalışırsak, ayın kütlesi, dünyadaki suların
moleküllerinden çok daha büyük ve ayın dünyaya yaklaştığı
noktalarda sular çekiliyor. Yine de gelgitlerin sadece yüzde
70 kadarı ayın etkisiyle meydana geliyor. Geri kalan kısmında
tsunamiler ve fırtınalar etkili. Küçük bir seviye değişikliği de
güneşin etkisiyle gerçekleşiyor. Evet, güneş aydan çok daha
büyük ama ay, bu konuda dünyaya yakın olmanın avantajını
kullanıyor. Belki de ayın, kendi halinde bir uydu olarak dünyayı
etkilemek konusunda güneşi geride bırakabildiği tek alan, gelgit. Ay, her gün insanoğlunu şaşırtarak, onun hayatına olumlu
ya da olumsuz yönde etki ederek teselli buluyor.
51
tarİh
19 mayıs'ın türk
Yazı: Dr. Handan DİKER
Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
[email protected]
9 Mayıs 1919 Gençlik ve Spor Bayramı.Atatürk’ün Türk
gençliğine armağan ettiği bu önemli günün aslında Türk
devrimi içinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Çünkü bu
tarihte devrimimizin ihtilal yönü başlamıştır. Devrim iki
evreden oluşan bir eylemdir: Önce düşünce sonra da aksiyon. Devrimin gerçekleştirilmesi için eskimiş, yıpranmış
olan devlet ve toplum yapısının değiştirilmesi ve modernleştirilmesi düşüncesinin ortaya atılması gerekir. Bu düşünce
halk tarafından benimsenince de ihtilal yapılacak, eski düzen
yıkılarak yerine çağdaş bir düzen gelecektir. İşte Türk devrimi dendiğinde de 19 Mayıs 1919 tarihinin, Anadolu ihtilalinin başlangıç tarihi olması açısından ayrı bir önem taşıdığını
görürüz. Yani 19 Mayıs kurtuluşa, bağımsızlığa ve çağdaşlığa
atılan ilk adımdır.
M. Kemal, 16 Mayıs 1919 akşamı arkadaşlarıyla birlikte Bandırma Vapuru’na binmeden, Rauf Orbay, gemilerinin batırılacağına ilişkin bir haber aldığını söyler. Haber M. Kemal’e ulaştığında ise o, şöyle demiştir: “Yıldırımla vurulmuşa döndüm.
52
“Yaşayan her şey bazı izler bırakır. Biz
onlardan bir anlam çıkarabilecek kadar zeki
isek bu izlerin bizim için bir anlamı olur.”
M. KEMAL ATATÜRK
Bir an yalnız kaldım ve düşündüm: Bu dakikada düşmanların
elindeydim. Bana her istediklerini yapamazlar mıydı? Beynimde bir şimşek çaktı; tutabilirler, sürebilirler; ama öldürmek?
Bunun için beni Karadeniz’in coşkun dalgaları arasında yakalamak gerekirdi. Bu olasılık mantığa uygundur. Ancak benim
için artık yakalanmak, tutuklanmak, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan alıkonulmak; hepsi ölümle eşitti. Hemen karar
verdim, arabaya atlayıp Galata Rıhtımı’na geldim. 27 yıllık yaşlı
kaptana ürkütücü olasılıkları anlattım. Ne ters rastlantı, dedi.
Bu denizi de iyi tanımam, pusulamız da biraz bozuk. Elverdiğince kıyıları izlemesini söyledim. Çünkü bundan sonra benim
tek istediğim,Anadolu’ya ait bir kara parçasına ayak basmaktı.
Sinop’ta, Samsun’a kolaylıkla gidilebilecek yol olup olmadığını
soruşturdum; yazık ki yokmuş. Bilmem neden, Samsun’a bir
devrimindeki yeri
an önce ayak basmak için öyle acele ediyordum ki, zaman yitirmektense tehlikelere göğüs germeyi yeğledim. Yeni baştan
Bandırma Vapuru’na bindik, sonunda Samsun’a vardık.”
“Sonunda Samsun’a vardık…” Bu sözler bize kurtuluşa,
bağımsızlığa, yeni bir devlete doğru adım atmayı muştuluyor. Gerçekten de Samsun’da, çağdaş ve laik bir Türkiye
Cumhuriyeti’ne gidişin temelleri atılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti iki temel ilkeye dayalıdır. Bir yandan “Yaşamda en doğru yol
gösterici, bilimdir” ilkesine, öte yandan da “Egemenlik kayıtsız
şartsız ulusundur” ilkesine. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin
temelinde bilim olması gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre
bir ülke ancak bilimle yönetilebilir. Bilim demek, doğru yöntem demektir. Doğru araştırma, gözlem yapma, doğru akıl
yürütme ve sonuç çıkarma yöntemi demektir. Onun bilime
ilişkin görüşleri şöyledir: “Gözlerimizi kapatıp her şeyden soyutlanmış olarak yaşadığımızı sanamayız. Ülkemizi bir çember
içine alıp dünya ile ilişkisiz yaşayamayız. Tersine ilerlemiş, uygar bir ulus olarak uygarlık alanının üstünde yaşayacağız. Ve
bunu, ulusun her bir bireyinin kafasına koyacağız.”
Atatürk bilimin ülke yönetiminde, temel alınması gereken en önemli koşul olduğunu söyler. Onun geleceğe ilişkin tüm umutları ise gençliktedir. Gençliğe öğütleri, birçok
konuşmasının ana konusunu oluşturur. Onlara hep
güven ve cesaret vermiş, yüreklendirmiş ve neler yapmaları gerektiğini söylemiştir. Bunları yaparken onlara karşı sonsuz bir güven duygusu beslemektedir.
Hepsinden önemlisi de gençlere inanmaktadır. Onların zorlukları aşabileceğine inanmıştır. O şöyle diyor:
“Gençler, yaşam savaşımdan ibarettir. Bundan dolayı yaşamda yalnız iki şey vardır: Yenmek ve yenilmek. Size,
Türk gençliğine terk edip bıraktığımız vicdani emanet,
yalnız ve daima yenmektir ve eminim daima yeneceksiniz. Ulusun yükselme gerek ve koşulları için yapılacak
şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle duraksamayın. Ulusu o yükselme aşamasına götürmek için dikilecek engellere hep birlikte mani olacağız. Bunun için zihinlerinize,
irfanlarınıza, bilginize, gerekirse bileklerinize, pazılarınıza,
bacaklarınıza başvuracak fakat sonuçta mutlaka ve mutlaka o amaca varacağız. Bu ulus, sizin gibi evlatlarıyla, layık
olduğu olgunluk derecesini bulacaktır.”
53
hobİ
Macera sizi çağırıyor:
Ya tutkunusunuzdur ya da nefret edersiniz. Konu kampçılık
olunca ikisinin arasında olmak mümkün değil. Bir yandan doğaya
teslim olurken yeri geldiğinde onunla mücadele etmekten tat
alabileceğinizi düşünüyorsanız, durmayın çantanızı hazırlayın.
imileri için bir tutku; kimileri içinse koşulları ağır,
yorucu bir zaman kaybı. Tutkunları için şehrin kirinden doğaya döndüren ruhani bir arınma; konfor
sevenler için düşüncesi bile rahatsız edici.
Kimisi için basit, mütevazı ve aynı zamanda
maceralara açık bir serüven; diğerleri için karmaşık, zorlayıcı
ve korkutucu bir kabus.
Konu kampçılığa gelince, doğayla iç içe ve aynı zamanda onunla
mücadele halinde olmak konusunda orta yol yok gibi. Kısacası,
ya öyle ya da böyle bir kez denersiniz ve hayatınız boyunca
tutkunu olursunuz; ya da hiç denemez veya en azından bir kere
cesaret edersiniz ve ettiğinize pişman olursunuz. Ancak bugün
dünyanın dört bir yanında, uygun mevsimi bekleyen tutkunları
için kampçılık, doğa ile mücadele etmenin ötesinde, ona teslim
olmak ve her maceranın sonunda ruhen ve bedenen daha da
olgunlaşmak anlamına geliyor.
keşfetmeden önce, gelin bu aktivitenin püf noktalarına kısaca bir
göz atalım. Kamp yapmak için her şeyden önce çelikten sinirlere
sahip olmak gerekiyor. Hem sebat etmeyi bileceksiniz, hem de engellere rağmen pes etmeden devam etmeyi. Eğer bu olmazsa olmaz özelliklere sahip değilseniz bile endişelenmeyin; sadece birkaç
ufak kurala uyarak doğada hayatta kalmak mümkün.
Mademki vahşi doğanın ortasındayız, o halde atalarımızın basit
ama hayat kurtarıcı kurallarına dönmekte fayda var. Önceliğiniz
güvenli ve sağlam bir sığınak bulmak olmalı. Sıradan tek ya da iki kişilik bir çadır veya tam donanımlı bir karavan; seçim tamamen size
kalmış ama, siz siz olun sığınağınızın konumunu hava kararmadan
önce belirleyin ve onu çok geç olmadan kurun. Ne de olsa geceyi
aç veya susuz geçirebilirsiniz fakat üzerinizde bir “çatı” olmadan
kalmak hiç de akıllıca olmayabilir.
Sığınmayı hallettiniz; sıra diğer içgüdülere kulak vermeye geldi.
Kalacağınız gün sayısına göre (önceden aşağı-yukarı belli olmasına
özen gösterin) yemek istihkakınızı hazır edin. Kuru ve uzun ömürlü gıdalar seçmekte fayda var. Öğünlerinizi en azından plastik bir
torba içinde muhafaza etmeye dikkat edin. İki önemli husus: Karnınızı doyurduktan sonra plastik torbaları doğaya “armağan” etmekten kaçının ve unutmayın; açık havada iştahınız açılabilir! Kamp
alanınızın temiz su kaynaklarına yakın olduğundan da emin olun.
Temel ihtiyaçlarımızı giderdiğimize göre güvenlik konusuna eğilebiliriz. Modern hayatınızda “trend belirleyen” bir giyim tarzınız
olabilir fakat kamp sırasında belirleyici olan doğanın ta kendisidir,
bu yüzden etkinliğe ve mevsimine uygun giyinmeye özen gösterin. Vahşi hayvanlardan, böceklerden ve zehirli bitkilerden uzak
durmakta fayda var; kamp alanınızı bu tehditleri göz önüne alarak
belirleyin.
Kaybolmamaya dikkat edin desek de kaybolacaksınız; en azından kaybolursanız yolunuzu kolayca bulabileceğiniz yerleri seçin.
Geçtiğiniz yollara ekmek kırıntıları bırakmak da bir yöntem ama
yanınıza pusula, harita veya GPS cihazı almak da etkili olabilir. Çan-
tanızda muhakkak bir ilkyardım çantası bulundurun ve ıslansa da
yanan kibritleri bu çantaya koymayı ihmal etmeyin. Kirlenmekten
kaçış olmasa da, hijyene özen gösterin; en azından yanınızda el dezenfektanı bulundurun ve her öğünden önce ellerinizi temizleyin.
Son olarak, eğer çocuklarınız ve ev hayvanlarınızı da maceranızın
bir parçası olacaklarsa; yukarıdaki kurallar ve daha fazlasına ihtiyacınız olacak.
En iyi kamp mekanları
Hazırlıklarınız tamam, şimdi sıra yer seçiminde.Türkiye kamp tutkunları için bulunmaz bir cennet ve bu konuda birçok popüler
ülke ile yarışır durumda. Yeni başlayanlar için Antalya bölgesi iyi
bir tercih olabilir. Hem birbirine yakın en az üç kamp mekanını
barındırıyor, hem de modern dünyadan çok da uzakta kalmıyorsunuz. Çocuklu aileler Çavuşköy’ün hemen ilerisindeki Adrasan’ı
tercih ederken, genç maceracılar Olimpos’a akın ediyor. Bölgenin
bizce en iyisi ise Köprülü Kanyon. Hierapolis-Pamukkale, kamp
tutkusuna antik ve termal yönler katarken hem tarihi dokusu hem
de deniz ile göl keyfini bir arada sunmasıyla öne çıkan Köyceğiz de iyi bir seçenek. Termik santralin korkutucu görüntüsünden
rahatsız olmazsanız, Ören, Akbük Koyu da sizi bekliyor; buradaki
güzellikleri görmek için son şansınız olabilir. Mavi ile yeşili harmanlayan Fethiye’deki Katrancı Koyu’nun yanı sıra Kelebekler Vadisi
de bölgenin en iyi kamp alanlarından. Deniz yolu dışında ulaşımın
olmadığı ve cep telefonlarının bile çekmediği vadi, ileri seviyedeki
kampçılara hitap eden bir mekan.
Eğer şartları biraz daha zorlamaya niyetliyseniz rotanızı Karadeniz’e
çevirin: Hırçın doğasıyla Sinop’taki Hamsilos Koyu;Artvin’in Şavşat
Karagöl’ü; Rize’nin Ayder Yaylası veya Trabzon’un Uzungöl’ü tam
size göre seçenekler olabilir.
Halen gözünüz korkmadıysa, yaz gelmeden diğer tatil planlarından
vazgeçin ve çok daha uygun maliyetli bir macera için çantanızı hazırlayın. Kamp ateşiniz gür olsun!
Püf noktaları
Kampçılığa dair zıt kutupların hangi tarafında konuşlandığınızı
54
55
OYUN DÜNYASI
Bioshock In
finite
Yapımcı: Irratio
nal Games
Tür : FPS/Actio
n
Yaş sınırı: 18+
Çıkış tarihi: 26
Mart 2013
Platformlar: PC
, MAC, PS3, XBO
X
360,VITA
Ortalama puan
ı: 9/10
Yazı: Ahmet AKPINAR
Merhaba,
Bu ay sizlere benim de sonlarına yaklaştığım ve şimdiden
2013’ün en iyi oyunu olmaya en güçlü aday olarak gördüğüm
BioShock Infinite oyununu tanıtacağım. BioShock Infinite, ismine bakıldığında tek bir oyun gibi görünse de aslında BioShock
serisinin üçüncü oyunu. İlk bakışta klasik bir FPS oyunu gibi gözükse de diğer FPS oyunlarından farklı olarak oynanış yönünden
çok, hikayesiyle ön plana çıkan bir oyun. İlk BioShock, hikayesiyle
bizde bir tokat etkisi bırakmıştı. Karanlık atmosferi, detaylara indiğinizde bulabileceğiniz yan hikayeler, oyunun dramatik havasını
içinize çekmeniz için sizi dürtüyordu. Bu havaya bir de muhteşem final katılınca zevkten dört köşe olmuş bir şekilde oyunu
bitiriyordunuz. İkinci BioShock oyunu da ilk oyunda tanıştığımız
Rapture şehrinde geçiyordu. Ancak hikaye olarak ilk oyunun oldukça gerisindeydi ve oynanış anlamında da fazla bir yenilik vaat
etmiyordu. Bu sebeple ilk BioShock kadar akılda kalmadı.Ancak
serinin genel kalitesini korumayı başardı. İkinci oyunla bizleri
çok tatmin edemeyen yapımcı firma meğerse arka planda gizli
gizli BioShock Infinite’i geliştiriyormuş. Duyurulduğu ilk andan
beri heyecanla beklediğim oyun hakkında bazı şüphelerim vardı
ancak oynadıkça, serinin en iyisi olduğunu anlamam pek uzun
56
sürmedi. Infinite’in hikayesi, daha önce BioShock serilerinde olduğu gibi alternatif bir dünya tarihi içeriyor. Özellikle Amerikan
tarihini alıp değiştiren ve güzeller güzeli uçan şehir Columbia’yı
bu akışa entegre eden Infinite ekibi, gerçekten çok başarılı bir
dünya çıkartmış. Amerika’nın karanlık tarihini olduğu gibi alıp,
ırk, din, cinsiyetçilik ve bunun gibi tabu olan pek çok konuyu korkusuzca işleyen Irrational firması, bu konuda ayakta alkışlanmayı
hak ediyor doğrusu. Gökyüzünün ötesinde uçan mucize şehir
Columbia’ya ilk ayak bastığınız vakit buranın bir cennet olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz; insanları, yaşamları ve kimlikleriyle
gerçek anlamda yaşayan bir yer, Columbia.
Oyundaki karakterimiz Booker DeWitt adında bir dedektif.
Zor bir hayat geçiren DeWitt’in başına bela olan iki problemi
var: Alkol ve kumar. İşte tüm hikaye burada başlıyor. Borcunun
ödenmesi karşılığında kendisinden, Columbia’da tutulan bir kızı
kurtarması isteniyor. Booker eğer bu kızı bulup adamlara teslim
edebilirse, geçmişinde yaşadığı tüm problemler ortadan kalkacak
ve hayata temiz bir başlangıç yapacak. Ana karakterimiz Booker
DeWitt, ses tonu ve konuşmalarıyla gerçekten çok iyi hazırlan-
mış, ancak ondan daha iyi bir karakter varsa o da Elizabeth. İlk
gördüğünüz andan itibaren kendini sevdirmeyi başarıyor. Oyun
bitene kadar onu korumak için elinizden geleni yapıyorsunuz ve
o da size bol bol yardımcı oluyor. Örneğin canınız veya merminiz azaldığında hemen size takviye yapıyor. Bunun dışında etrafta para bulduğunda da hemen bize fırlatıyor. Kızımız ayrıca kilit
açma konusunda da kendini çok geliştirmiş. Etrafta bulduğunuz
kasaları ve kilitli kapıları hemencecik açıveriyor size. Siz siz olun,
oyunda açılmadık şey, girilmedik yer bırakmayın. Her an her yerden işinize yarayacak bir şeyler çıkabiliyor.
Yıllardır çıkan birçok FPS oyununda çokça tercih edilen zamanla iyileşme durumu BioShock’ta maalesef bulunmuyor. Maalesef
dediğime bakmayın, bence çok yerinde bir karar olmuş. Bunun
en büyük nedeni, etrafta ateş ederek koşturmak yerine, her kapışmadan sonra etrafta can ve mana arıyor oluşunuz. Artık ateş
ederek etrafta koşturmaktan o kadar sıkıldım ki, bu gibi tercihler yeni bir şeymiş gibi geliyor bana.Tabii her zaman etrafta can
şişe bulamıyorsunuz. Bunun için de bulabildiğiniz bütün yiyecek
ve içecekleri tüketmelisiniz.Ancak etrafta bulamasanız da, sık sık
karşınıza çıkan alışveriş robotlarından para karşılığında tedarik
edebiliyorsunuz. Peki sadece can ve mana mı satın alabiliyorsunuz? Elbette ki hayır. Mermi, silah ve yetenek geliştirme ihtiyaçlarınızı da buradan karşılayabiliyorsunuz. Özellikle yetenek ve
silah geliştirmelerine, oyunun ilerleyen bölümlerinde çok fazla
ihtiyacınız olacak. Bunun en büyük nedeni ise, düşman çeşitliliğinin artması. Silahlarınızın ve özel güçlerinizin yetersiz kalması,
düşmanlarınız karşısında büyük bir dezavantaj.
BioShock Infinite, anlatılması ve hemen anlaşılması oldukça güç
bir sanat eseri. Üzerinde biraz düşünüp kafa yormak, Irrational
ekibinin bizler için yarattığı bu nadide dünyayı arşınlamak ve tarihimizden pek çok kavram ve olayla ilgili okuma yapmayı gerektiriyor. Bu bağlamda daha hafif şeyler tercih eden,“hikayeye kafa yoramam” diye düşünen insanların uzak durması gereken bir yapım.
Çünkü Infinite size daha önce kendinize sormadığınız soruları sordurtabilir ve vereceğiniz cevaplardan memnun kalmayabilirsiniz.
BioShock Infinite hakkında yazılacak şeyler tabii ki bu kadar değil. Tavsiyem, oyunu sindire sindire oynamanız ve hikayeyi takip
ederek oyunu bitirmeniz. Sonunda neden bu oyuna sanat eseri
dediğimi anlayacaksınız.Gelecek ay görüşmek üzere, iyi oyunlar.
57
HİPOTALAMUS
SONUN BAŞLANGICI
Yazı: M. Rüzgar Yılmaz
58
aşlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır ve her
şey “neden-sonuç” ilişkisi içinde olgunlaşır.
Dünyadaki hiçbir şey sebepsiz, boş yere
ve anlamsız yaratılmamıştır. Hayata dair
en ufak olguların, yaşamların, varoluşların,
organizmaların, düşünen veya düşünemeyen
bütün varlıkların yaşaması için bir sebep vardır. Bu “nedensonuç” ilişkisini anlamlı kılan yegane güç ise, dünyada aklıyla
hareket eden tek varlık olan insandır. İnsan sadece ve
sadece başka insanların dünyalarında zaman geçirerek çeşitli
olgunlaşma noktalarına erişir ve ruhunu bu yolda arındırır.
Çünkü Goethe’nin de dediği gibi “İnsan kendini yalnızca
insanda tanır”.
Basitlik, erdemliliktir; basit olmak insanlığın temelidir. Kibir
ise insanın en güçlü düşmanıdır. Batan bir gemi gibidir
hayat… Bu hayatın tomurcukları da geminin tahtaları
gibidir. Bu tomurcuklar zayıf olursa geminin denizin dibine
battığı gibi hayat da anlamını kaybeder ve yitip gider.
Büyüklük hülyası bütün açgözlülüklerin başıdır. Büyük
değil küçük olabilmelidir insan. Mütevazılık damarlarda
akan kan gibidir; bu noktaya ancak kanları kırmızı, yüreği
beyaz olanlar erişebilir. İnsan, hayatta neyle karşılaşacağını
bilmez; bilinmezlik, insanoğlu için yegane gizem ve keşfetme
arzusudur. Büyüdükçe büyüyen istekleri karşısında zayıf düşen
her canlı, bir gün saplantılarının kurbanı olmak zorundadır.
Dr. Çağlar saplantılarının peşinden giderek, aslında hiç
istemediği bir yola girmiş ve ruhunu karanlığa teslim etmiştir.
Bilinmezlik en büyük düşmanı, büyüklükse en acımasız dersi
olmuştur.
Saat 19.56. Çocuğu gibi gördüğü deneyini baştan dizayn eden
bu çılgın doktor, artık ürünün son parçasını yerleştirip Deney
19’a son halini vermek istemektedir. TC90 ismini verdiği son
nükleer ateşleyiciyi de süpersonik silahına yerleştirdi. Test
aşamasına geçmek için sabırsızlanıyor ve içinde giderek artan
bu duygu, onu adeta bir canavara dönüştürüyordu. Gecenin
ilerleyen saatlerine doğru kamyonuna yüklediği bu süper
cihazı, uzak diyarlardaki boş bir araziye götürmek için yola
koyuldu. Daha sonraları dedektif Alper tarafından bulunan
günlüğünde yola çıkış macerasını şu şekilde anlatıyordu:
“Yolculuğumun başında yağmur çiseliyordu ve esrarengiz bir
hava vardı. Büyük bir sis destanına tanık olacaktık anlaşılan.
‘Hey!’ diye bağırdı karga,‘Gidiyoruz işte!’ Kanatlarını çırparak
uzaklaştı benden; havasını bulmuştu… Keyifliydim, karmaşayı
ve anlamsızlığı arkada bıraktığımın, zamanla ilgili tek ve yüce
işlevimizi yerine getirmekte olduğumun farkındaydım. Bu,
hareket etmekti.”
Hareket etti ve sonunda istediği zamanda, istediği mekana
ulaştı. Derhal makinesi için yer seçti ve yerleştirdi. Gerekli
enerji işlemlerini tamamladıktan sonra ateşleme için düğmenin
başına geçip gözlerini sonsuz boşluğa dikti. “En büyük benim”
edasında düğmeye bastı ve zamanın ötesinde olan silahını
ateşledi. Mitralyöz gibi hareket eden, dönmeye başlayan
nükleer reaktörün parçaları tam olarak üç saniye sonra büyük
bir gürültü ile hedefindeki beton duvara isabet etti. Bugüne
kadarki en büyük ve en güçlü silah olan bu cihazın ihtişamı,
doktoru çılgına çevirdi. Karşısında bulunan titanyumdan kaplı
duvarı adeta moleküllerine ayırmıştı. Aslında silahın gücünü
anlatmak için adeta kelimesi yetersiz kalırdı. Silah çok net bir
biçimde duvarı “atomizer” gibi paramparça etti. Tam o sırada
şehrin elektrik hattında kopmalar oldu. Bazı yerlerde kısa
süreli elektrik kesintileri yaşandı, radyo sinyalleri bozuldu.
Badsektör’le birlikte buldukları odada istediği sonucu
elde edemeyen Alper, hayal kırıklığı içinde, arabasıyla evine
dönüyordu. Radyoda haberleri dinlerken bir anda ses
bozulup titreşimler oluşturmaya başladı. Sinyallerin karışması
işlerin kötüye gittiğine işaret ediyor, diye düşündü. Odada
buldukları yazıyı, not ettiği defterinden bakarak okumaya
başladı: “Hayatın sanki dehliz gibi olan kıvrımlı akışından
dolayı sızlanışlar tekrarlanıyor ve güzel saatlerin mutlu
hayalleriyle avunarak benden önce ölmüş o iyi insanların
adları anılıyor.” Bu cümleler, bozuk radyo sinyalleri eşliğinde
aklını işgal etti ve düşündükçe, denizin dibine battı. Buna
anlamlar yüklemeye çalışıyor fakat bir türlü bulamıyordu.
Doktor Çağlar süper silahının çalışmasını heyecanla izledi ve
amacını gerçekleştirmek için silahın yönünü İnci Kasabası’na
doğru çevirdi. Yaptığı silah sadece karşısındaki elementleri
parçalamıyor, radyasyon etkisi yayarak çevresindeki canlı
varlıkları da radyasyona boğuyor ve genetik bozukluğa sebep
oluyordu. Doktor, İnci Kasabası’ndan nefret ediyor ve burayı
tamamen haritadan silmek istiyordu. Sona çok yaklaşmıştı.
Acaba doktor neden bu kadar nefretle doluydu?
59
çocuklar İÇİN
Tah ta atlardan
tablet PC'lere
çocukların zekasını
geliştiren oyu nlar
Çocuğunuz ne oynamak istediğini sizden iyi
biliyor. Sizse hangi oyunun sağlıklı olduğunu
ve onun zekasını nasıl parıldatacağını... Bize
kalırsa çocukluğunuzdaki “güvenilir”
oyunlarla modern seçenekleri harmanlayın.
Sonuçtan, eminiz ki siz de keyif alacaksınız.
linizde silindir şeklinde bir bardak var.
İçi ağzına kadar su dolu ve size bu suyun sadece yarısı lazım ama tam yarısı!
Elinizde ölçüm yapmak için hiçbir alet
yok. İkinci bir bardak da yok. Nasıl ölçeceksiniz? Öncelikle bir konuda anlaşalım. Çocuklar, sevmedikleri hiçbir oyunu
oynamaz. Bir oyunu severlerse de ellerindeki oyuncağı almak,
timsahın ağzından yemeğini almak kadar zordur; kimi dişlerini bir silah gibi kullanır, kimi yürek parçalayıcı gözyaşlarını. Ama
çocuk olmanın raconunda, oyuncağını teslim etmeye yer yoktur.
Bu nedenle ailelerin, çocukların oyun dünyasındaki tasarruflarının kısıtlı olduğunu söyleyebiliriz.Yine de ebeveynler, sundukları
seçeneklerle bir yere kadar yönlendirici olabilir. Üstelik güç bir
iştir oyuncak seçmek. Yaşa-cinsiyete uygunluk, ilgi çekicilik, sağlığa uygunluk derken, oyunun ve oyuncağın çocuğun zeka gelişimine ne kadar yarar sağlayacağı konusu biraz ikinci planda kalabilir. İşte tam noktada, uzman tavsiyesi niteliğinde bir teklifimiz
var size: Harmanlayın.
Neyi mi? Şu raflarda gördüğünüz, bir türlü akıl sır erdiremediğiniz ve doğrusu biraz da kıskançlıkla baktığınız modern oyuncaklarla çocukluğunuzdan kalan oyuncakları ve oyunları... Daha
basiti, eskiyle yeniyi harmanlayıp yeni oyunlar türetin. Nasıl mı?
Çıngırak-biberon çağını geçtiysek, biraz daha ele avuca gelen
oyuncaklarla işe başlayabiliriz.
Şu küçük ahşap küpleri düşünün. Dünyanın en basit oyuncaklarından. Hiçbir çocuk önünde bu küplerden dururken onları
üst üste koyup devirmeden, birbirine vurup ses çıkarmadan
duramaz. Ve tüm bunları motor kaslarının gelişmekte olduğunu;
60
cisimlerin boyutlarını, dokularını ve sesini öğrendiğini fark
etmeden yapar. Oyun oynamaya bir süre sonra, küp yerine
basit şekilli başka oyuncaklarla devam edebiliriz. Piramitleri,
küpleri, küreleri doğru deliklere yerleştirmek gibi oyunlara.
Bunun için üretilmiş plastik oyuncaklar var. Ancak sağlığa
uygunluk belgelerine dikkat etmeniz gerekiyor. Şimdi küp
sayısının biraz daha fazla olduğu ve bir yüzünde resim bulunan setlere geçebiliriz. Ne de olsa artık büyüdük; ağabey,
abla olduk ve yaşımız yetiyor. Küplerin resimli yüzlerindeki
boyalı parçaları, bütün bir resim oluşturacak şekilde dizebiliriz! Resimleri eksiksiz tamamlayan miniklere vermek için, altı
yüzü de boyalı küplerden daha iyi bir hediye olabilir mi? Motor kaslarının gelişmesi ve beyninin gri hücre depolaması için
mandallı oyuncakları da unutmayın; hani şu iki çubuğun arasında taklalar atan cambaz oyuncakları... Bu aşamadan sonra
devreye benzerleri girecek; tahta atlar, yapbozlar...
Dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde ahşap oyuncaklar halen
kullanılıyor. Bunun en büyük nedeni ahşabın verdiği o sıcak
etki ve sağlıklı oluşu. İlkokula başlama yaşı, ahşapla harika bir
başka oyunu daha öğrenme yaşı aslında; modası geçmeyen
bir oyun bu. Tahta atlar, filler, vezirler. Satranç, çocuk zeka-
sında öyle kanallar açar ki, onlara sadece
keyifli anlar değil, aynı zamanda ömür boyu
yitirmeyecekleri bir analitik düşünme yeteneği de verir. Buna bir de konsantre olmayı
öğrenmeyi ekleyelim. Anne-babayı, sekize
sekiz bölünmüş bir tahtanın üzerinde ara
sıra mağlup etmenin sağlayacağı özgüven de
cabası. Bu arada ahşap bir yana, yeni seçeneklere de tamamıyla kapalı olmayın. Doğru
kullanıldığında tablet PC oyunlarının da zeka
gelişimine katkı sağladığı aşikar. Bu konuda
uzman tavsiyelerini mutlaka dikkate alın; yaş
ve buna uygun olarak günlük kullanım süresi çok önemli. Eh, artık her bulduğumuzu
ağzımıza atacak yaşı da geçtiysek, go oyununu da oynayabiliriz. Ustaların söylediğine
bakılırsa go, zeka gelişiminde satrançtan da
iddialı. “Satranç muharebe ise go savaşın ta
kendisidir,” diyorlar. Hem satrancı hem de
go oyununu internette ya da bilgisayarda oynamak da çok sakıncalı olmasa gerek. Tabii
anne-babanın denetimi altında.
Sözün kısası, işin sırrı hem problem çözmekte, hem de tabi maddelerle yeterince haşır
neşir olmakta yatıyor. Yoksa jenga’dan origamiye pek çok oyunun bir çocuğun zeka gelişimi için faydalı olduğunu söyleyebiliriz. Ve
oyun tecrübesi yeterli ise yeni yeni geometri
öğrenen bir çocuk bile yazının başında sorduğumuz sinir bozucu soruyu yanıtlayabilir.
NOT: Suyun yarısı mı lazım? Bardağı hafifçe eğin ve suyu yavaş yavaş dökmeye başlayın. Bardağı verev kesen su hattının bir ucu
bardağın tam dibine bir ucu da tam ağzına
değdiğinde kalan su, bardağın tam yarısı kadardır.
61
sağlık
Küçük değişikliklerle
Bahar yorgunluğunu
üstünüzden atın
Bahar geldi. Doğada müthiş bir
hareketlilik var. Ancak siz bu
değişime ayak uyduramıyorsunuz.
Enerjiniz düşük, keyfiniz kaçmış…
Uykusuz bir geceden sonra,
yeterince dinlenmemiş olarak
yataktan kalkıyor, yorgunluğunuzu
bütün gün bir gölge gibi peşinizde
sürüklüyorsunuz. Ancak
endişelenmeyin, baharın neden
olduğu bu geçici durumla başa
çıkabilirsiniz.
üneşli bahar günleri yorgunluk
hissini de beraberinde getiriyor.
Mevsimsel geçiş dönemlerinde
sürekli değişen hava şartları, insan sağlığı ve günlük hayat temposunu olumsuz etkiliyor. Bahar
aylarıyla birlikte havadaki pozitif
ve negatif yüklü iyonların artması
da insan biyoritminde düzensizliğe neden oluyor. Pozitif iyonlar insanın daha zinde hissetmesini sağlarken negatif iyonların
artması, halsizliği ve yorgunluğu beraberinde getiriyor. Bu dönemde metabolizma, vücudun daha aktif olmasını sağlayacak
hormonlar salgılıyor ancak kişide vitamin eksikliği ve beslenme
bozukluğu varsa vücut yeni mevsime uyum sağlayamıyor. Kas ve
eklem ağrıları, uyku bozuklukları, depresyon ve iştah azalması;
fiziksel ve ruhsal olarak insanları olumsuz etkiliyor. Hava kirliliği ve stres de bu yorgunluk hissini ve dolayısıyla şikayetleri
artırıyor. Bahar yorgunluğu en çok düzensiz ve stresli bir hayatı
olanlarda, sağlıksız beslenenlerde, öğün atlayanlarda, aşırı kilolularda ve yoğun çalışanlarda görülüyor. Bu dönemsel durumla
baş etmenin yolu ise egzersiz ve doğru beslenmeden geçiyor.
Yor­gun­luk­la baş et­mek için ön­ce­lik­le vücudun sahip olduğu
enerjiyi doğ­ru kul­lan­ma­yı öğ­renmek gerekiyor. Ça­lış­ma ve din­
len­me pe­ri­yot­la­rı­nı­ doğ­ru ayar­la­yıp sık sık din­len­me molası ve­
re­rek yor­gun­lu­ğun or­ta­ya çık­ma­sı­ ön­le­nebilir. Ça­lı­şır­ken vü­cut
me­ka­nik­le­ri­nin doğ­ru kul­la­nılması ise kas ağ­rı­la­rı­nı en­gel­le­yebilir.
Ça­lış­ma or­ta­mı­iyi ha­va­lan­dırılmalı ve oda ısısı, vücut sıcaklığında olmalıdır. Çok sıcak ve­ya so­ğuk or­tam­lar vü­cu­du­muz­ üzerinde eks­tra bir stres ya­ra­tır. Vü­cu­dun çok hafif düzeyde su­suz
kal­ma­sı da­hi me­ta­bo­liz­ma­yı ya­vaş­la­ttığından, yeterli sıvı tüketimi
oldukça önemlidir. Büyük şehirlerin yoğun temposu, hava kirliliği, sanayi kirliliği, trafik sorunları, küresel ısınmanın yol açtığı
mevsim kaymaları, bahara geçiş döneminde sürekli değişen hava
koşulları, ısı ve nem dengelerinin değişmesi, aydınlık ve karanlıkta geçen saatler arasındaki süre farklılıkları gibi pek çok neden,
bahar şikayetlerinin artmasına neden olabilir. Hayat kalitemizi
olumsuz etkileyen bahar yorgunluğunu üzerimizden atmanın ise
küçük ama etkili bazı yolları var. İşte uzmanların önerileri:
Kafeinli içeceklerden uzak durun
Gün içerisinde yorgunluğu atmak ve uyanık kalmak için sıkça
tükettiğimiz çay, kahve gibi kafeinli içeceklerden olabildiğince
uzak durun. Yüksek miktarlarda alınan kafein, kalp çarpıntısına
ve vücutta su kaybına neden olabileceği için özellikle mevsim
değişikliklerinde kahve, çay ve asitli içecekler yerine rahatlatıcı
özelliği olan bitki çaylarını tercih edin.
C vitamini alın
Gün içerisinde özellikle C vitamini içeren sebze ve meyve tüketimini artırın.Yemek menünüze brokoli, ıspanak, sivribiber, maydanoz gibi yeşil sebzeler ve portakal, kivi, kuşburnu ve greyfurt
gibi meyveler ekleyin.
Düzenli uyumaya özen gösterin
Uykusuzluk ve düzensiz uyku, kendinizi daha yorgun hissetmenize neden olur. Uyku düzeninize dikkat edin. İyi bir uyku, gün
içerisinde kendinizi daha enerjik hissetmenize yardımcı olacaktır. Günde 6-8 saat uyumaya çalışın.
Fiziksel aktivitenizi artırın
Haftada 3 gün yapılan tempolu yürüyüşler, yüzme ve gevşeme
egzersizleri sizi bahar yorgunluğuna karşı korur. Eğer “vaktim
yok” diyorsanız en azından yürüyerek gidebileceğiz yerlere arabasız gitme, asansör yerine merdivenleri tercih etme gibi küçük
değişikliklerle fiziksel aktivitenizi artırabilirsiniz.
Sosyal yaşantınızda küçük
değişikLİKler yapın
Bol bol güneşlenmek, mevsime uygun giysiler tercih etmek,
sabahları ılık bir duş almak, arkadaşlarla vakit geçirmek, strese neden olan faktörlerden uzak durmak ve olumlu düşünmek,
bahar yorgunluğunun giderilmesinde basit ama etkili yöntemler
arasında.
Su içme alışkanlığı edinin
Havaların ısınmasıyla oluşabilecek sıvı kayıplarını
önlemek ve mevsimsel değişikliğe bağlı dolaşım
problemlerini çözmek için bol bol su tüketin.
Susamadan su içmeyi alışkanlık haline getirin.
Alkol tüketimini azaltın
Mevsim geçişlerinde yüksek miktarlarda
tüketilen alkol, bahar yorgunluğunun daha
da artmasına neden olur. Bu nedenle alkol
tüketimini en aza indirmeye çalışın. Hafif alkollü olanları tercih edin ve 1-2 kadehten fazla
içmeyin.
62
63
gurme
Zamanın
cezvesinden
sohbetin fincanına
Türk
kah vesi
Etiyopya’da ortaya çıkıp önce Yemen’e ardından
tüm Ortadoğu’ya yayılan kahve İstanbul’a
vardığında kahvehanelerle birlikte kendi
kültürünü yaratmakla kalmadı, Viyana’dan
Avrupa’ya girip bugünkü evrensel niteliğini
kazandı. İşte, kahvenin yolculuğu...
64
affa’daki bir tepede koyunlarını otlatan çoban
şaşkındı. Kavurucu Afrika güneşine rağmen koyunları tarifsiz bir canlılık içindeydi. Hopluyorlar, zıplıyorlar, tepeyi bir inip bir çıkıyorlardı. Fakat bu nasıl olmuştu? Bu durumun,
tembelliği ile ün yapmış olan bu hayvanların, kahve bitkilerinin
filizlendiği bir merada otlamasıyla bir ilgisi olabilir miydi acaba?
Lezzet dünyamıza ilk adımlarını Etiyopya’da attığı neredeyse kesin olan kahve ile ilgili bilinen en eski efsane böyle diyor. Ancak kahvenin porselen fincanına kavuşması için uzun
yıllar, uzun yollar gerekiyordu. Hazırlanması biraz olsun geciktiğinde, “Yemen’den mi geliyor?” serzenişlerine neden
olan kahve Yemen’e nasıl geldi, peki? Etiyopyalı fatihlerle mi
dersiniz? Nasıl öğütüldü, pişirildi? Bütün bunlar, kahvenin
lezzeti gibi muğlak. Daha 14. yüzyılda sufilerin sohbetlerine eşlik ediyordu, kahve. Daha sonra Bağdat, Mekke ve
Kahire’ye düştü yolu. Kahvenin, asli kalıbını bulmak, daha
sonra tüm dünyada tanınacak olan Türk kahvesi adını almak içinse Boğaz’ın incisine ulaşması gerekiyordu.
Kahvenin İstanbul yolculuğuna dair çeşitli görüşler var.
Kimi tarihçilere göre kahve, 1550’li yıllarda Suriyeli iki tüccarın heybesinde geldi İstanbul’a. Diğer bir görüşe göre,
Osmanlı’nın Yemen Valisi Özdemir Paşa kahveyi İstanbul’a
bu ülkeden getirdi. Kim getirirse getirsin kahve sarayda kısa
sürede çok sevildi. Öyle ki Kanuni Sultan Süleyman’ın 40
kişilik bir kahve ustası ekibi vardı. Çok geçmeden haremde,
cariyelere kahve pişirme dersleri verilmeye başlandı.
Kahvenin saraydan çıkarak halka yayılması da uzun sürmedi. Anlatılanlara göre, önce Halepli esnaf Hakem ve Şamlı Şems İstanbul’a gelerek Taht-ul Kale’de, bugünkü adıyla
Tahtakale’de birer büyük kahvehane açtılar. Ehli keyifler,
yazarlar buralarda kalabalık toplantılar düzenliyordu. O zamanlar kahvehanelerde kitap, yazı ve gazeller okunur, tavla
ve satranç oynanır, edebiyat tartışılırdı. Kahvehaneler, dost
toplantıları için de uygun yerlerdi. Büyük ziyafetlerin yerini çok daha hesaplı olan kahve toplantıları almaya başladı.
Tahtakale’deki 55 kahvehane, 200 çalışanıyla bu yeni tiryakiliğin ortak bir kültür yaratmasını sağlıyordu.
Kahvehaneler, atama ve tayin bekleyen memurların da uğrak
yeri haline geldi. Kahve başlı başına bir sosyalleşme unsuruydu. Paylaşılan lezzet, kahveye eşlik eden sohbet, her zaman bir samimiyet göstergesi olarak kabul edildi. Bu lezzetin
sunulduğu mekanların artması, kahvehaneleri deyim yerindeyse sosyal yaşamın kalbine yerleştirdi. Mevki sahibi kişiler
için kahvehanelere uğramak elzem hale gelmişi. Çünkü artık
memleket meseleleri dahil pek çok konu kahvehanelerde konuşulur olmuştu. 1583’te III. Murad, buralarda devlet işlerinin
tartışılmasını sakıncalı bularak kahvehaneleri kapattı. Bundan
sonra kahvehaneler, ülkede yaşanan siyasi çalkantılara bağlı
olarak bir açılıp bir kapanacaktı.
Kahve küreselleşiyor
Türkiye’de hiç yetişmediği halde, pişirilme yöntemi nedeniyle tüm dünyada Türk kahvesi adıyla anılan “kara inci”,
1615’te Venedikli, 1650’de de Marsilyalı tacirler tarafından
uzak ülkelere taşındı. 1669’da Osmanlı Sefiri Hoşsohbet
Nüktedan Süleyman Ağa, Türk kahvesini Paris’e götürdü.
Fransa ile birlikte Avrupa’nın “kahve merkezi” olan Avusturya ise kahveyle 1683’te, Viyana kuşatması sırasında tanıştı. Kahve çekirdeğini daha önceden tanıyan bir gezginin,
Viyanalı askerlerin, deve yemi sandıkları çuvallar dolusu
kahveyi Tuna’ya dökmelerini engellediği anlatılıyor. Kahve, Avrupa’da önce büyük bir dirençle karşılandı. 1645’te
İtalya’da açılan ilk kahvehane derhal kapatıldı ve dönemin
papası kahveyi “Müslüman içkisi” diye adlandırarak içenlerin aforoz edileceğini ilan etti. Ancak kahve burada da
kısa sürede egemenliğini kurdu. André Gide, Balzac gibi
pek çok edebiyatçının damak zevkini fetheden kahve, J.S.
Bach’ın "Kahve Kantatı" adlı eserine bile ilham verdi.
Bugün dünyanın birçok ülkesinde farklı kahve türlerinden
yüzlerce çeşit kahve yapılıyor. Ancak Türk kahvesinde kullanılan Arabica, bu türlerin en makbul olanı. Arabica yani
Türk kahvesi, sağlık açısından Batılı ve Latin Amerikalı rakiplerine kıyasla bir adım önde. Çünkü içerdiği kafein miktarı çok fazla değil. Ayrıca, sadece suyu içilen tek kahve.
Dibe çöken telvenin içilmemesi, Türk kahvesinin lezzetini
de özgün kılıyor. Ve fincanın dibinde bırakılan telve, fal olup
düşlerin kapısını aralıyor. Bir fincan kahvenin ardından bakılan fal, iyi dileklerin dolaylı yoldan iletilmesinin en nazik
yöntemi olsa gerek.
65
bulmaca
Artarak giden rakamlar
Boş kutucukları, her satır ve sütunda sadece 3 rakam yer alacak şekilde 0-9 arası rakamlarla doldurun. Bu
rakamlar artan bir aritmetik sıra oluşturmalı ve sayıların farkı birbirine eşit olmalı; 1, 2, 3 ve 1, 5, 9 gibi.
ÖRNEk:
2
6
1
5
1 2 3
0 3
6
1
5 9
2 5 8
5
0
6
4
7
5
6
ÖRNEK:
3
6
6
6
8
8
3
6
6
6
8
8
3
1
2
2
8
4
20
7
7
7
7
8
4
7
5
7
7
8
4
6
9
5
3
1
6
Toplamı bul
5
5 30
5
5
8 48
4
32
29
37
16
SUDOKU
7
2
9
2
7
1
4
6
2
66
4
5
28
5
4
7
Her kutucuğa 1-8
arasında bir rakam
gelmeli. “n” rakamından “n” kadar olmalı
ve aynı rakamlar yan
yana yer almalı. Bir
sütunun altındaki veya
bir satırın sağındaki
sayılar o sütun veya
satırdaki rakamların
toplamına eşit olmalı.
6
9
3
Sudoku bulmacamızı
doğru cevaplandırarak
[email protected]
adresine ya da posta ile
derneğimize gönderen
1 okurumuz, Bosch
IXO şarjlı vidalama aleti
kazanacak.
Talihliler, 20 Mayıs’a kadar doğru cevabı gönderen
okurlarımız arasında yapılacak çekilişle belirlenecektir.
Geçen ayın sudoku talihlisi: Pelin OKŞAN
1
Haberler
68

Benzer belgeler

Hangar Dergisi - Ege Meslek Yüksekokulu

Hangar Dergisi - Ege Meslek Yüksekokulu tatürk Havalimanı’nda yaklaşık 30 yıldır hizmet veren hava trafik kontrol kulesinin yerini alacak olan ve yapımı 2 yıl önce tamamlanan yeni kule faaliyete geçti. Eski kulede sadece yaklaşma ve yol ...

Detaylı

Güney Kutbu - UTED Dergi

Güney Kutbu - UTED Dergi Arif Sankaya, Hasan Büber, Gülay İyibakanlar

Detaylı