SEV Amerikan Koleji

Transkript

SEV Amerikan Koleji
SAY I
18
YAZ’14
I
SOMA’YA!
M
UNUT
L AR
ON
LER
İÇ İN N E İR İZ ?
İL
B
YA PA
SEV AMERİKAN
KOLEJİ
EĞİTİME BAŞLIYOR
Daha az tüketim. Daha fazla sürüş keyfi.
Yeni BMW X3
www.bmw.com.tr
MÜKEMMELLİK AİLEDEN.
YENİ BMW X3. 1.6 LİTRE TWINPOWER TURBO.
Sportif tasarımı, zenginleştirilmiş standart donanımı ve 170 beygir gücünde
1.6 litre TwinPower Turbo motor seçeneği ile BMW X3 şimdi çok daha cazip.
8 ileri otomatik şanzımanı ile sürüş keyfini yükselten BMW X3, yüksek
performans ve düşük yakıt tüketimini de aynı anda sunuyor. Hayalinizdeki
bu otomobil, Borusan Otomotiv Yetkili Satıcıları’nda sizi bekliyor.
Sheer
Driving Pleasure
editör
C E Y D A AY D E D E A C I ’ 7 3
S E V Yö n e t i m Ku r u l u B a ş k a n ı
Önce sadece fikir vardı...
Yüz yılı aşkın düşü
gerçek yapma fikri.
Yani, SEV Vakfı’nın
yeni bir okula
kavuşması... Bu işin
nasıl olacağını kimse
bilmiyordu.
Sonra yavaş yavaş proje haline geldi.
Herkes elindekini verdi. Proje, ete, kemiğe büründü. SEV Amerikan Koleji adını
aldı.
Temelleri çok sağlam atılmıştı.
Her birinin içinde yüzlerce yılın birikimi vardı.
Bu birikimin üzerine inşa edilecek
yeni okulumuz, çok dilli bir Babil Kulesi
gibi evrensel, bilginin özenle saklandığı
bir İskenderiye Kütüphanesi kadar renkli
olmalıydı.
Bu hedefi gerçekleştirmek için yola çıkıldı. Çok farklı ekipler çalıştı.
Özellikle, Mütevelli Heyeti Başkanımız Sayın Prof. Dr. İlter Turan’a, SEV
Yönetim Kurulu eski Başkanı Erhan
Dumanlı’ya (TAC’67), Mütevelli Heyeti
üyemiz Tamer Şahinbaş’a (TAC’58), inşaatın denetimini üstlenen Semih Bilgin’e
(TAC’68), Ziya Köseoğlu’na ve inşaatın
müteahhitliğini yapan Haluk Sert’e teşekkür ediyoruz. Okulumuz sonunda Eylül
ayında kapılarını açıyor.
Hepimiz şimdiden meraklanmaya
başladık. Acaba kapıların arkasında nasıl
bir dünya var?
İsterseniz, birlikte okulun içinde bir
gezintiye çıkalım.
İlk girişte bizi gün ışığı karşılıyor.
Mimarımız Mehpare Evrenol, dünyaca
ünlü, pek çok uluslararası ödülü olan bir
mimarlık bürosunun sahibi. Okuldaşım,
basketbol takım arkadaşım, ACI’72 mezunu Evrenol, yeni okula mimarlık bilgilerinin yanı sıra duygularını, gönlünü
katıyor. Bir ipucu verelim: Çocukların
kapıdan koridora değil, doğrudan bahçeye çıkacağı bir kompleks tasarlamış
durumda.
Derken, dört kuşaktır kurumlarımıza
hizmet eden ailenin üyesi, “Efsane Müdür” Mr. Shepard’a, bu okulun diğerinden farkını anlatmasını rica ediyoruz.
Mr. Shepard, “Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV), bir buçuk asra yakın geçmişi
olan okullarından kazandığı birikim ve
uzmanlığı, 21. yüzyılın gereksinimleri
doğrultusunda, öncü ve yenilikçi bakış
açısıyla harmanlayarak SEV Amerikan
Koleji’ni kurmuştur. Üç liseden gelen
birikim ve tecrübe, yeni lisenin temel
taşlarındandır,” diyerek tanıtıyor yeni
okulunu.
Mr. Shepard, “Çok sağlam temeller
üzerine kurulmuş bu eğitim kurumunu,
öğrencilerimiz, katılımcı rolleriyle şekillendirip daha da ileriye taşıyacaklar,” sözleriyle devam ediyor: “Bilimin, teknolojinin hızla geliştiği, toplumsal değişimin
sürekli yaşandığı dünyamızda, öğrencilerimizin birçok alanda donanımlı, kendine güvenen, yaratıcı ve analitik düşünme
yeteneğini kazanmış bireyler olarak yetişmesi için onlarla birlikte çalışacağız.”
Öğrencilerin önerileri ve katılımıyla birçok şeyin şekilleneceğini vurgulayan Mr.
Shepard, “Tarihi bir olayın oyuncuları
olacağız ve bunun heyecanını taşıyoruz,”
diyerek de duygularını ifade ediyor.
Bu arada Stevens Institute of Technology profesörlerinden Dilhan Kalyon da
(TAC’71), İstanbul’da yaptığımız sohbette
yeni okulumuza vereceği desteği paylaştı:
“Türkiye’de ilk kez bir lisede, nanoteknoloji, doku mühendisliği, 3D modelleme
ve yeni medya laboratuvarı gibi altyapıları çocuklarımızın kullanımına açmayı
planlıyoruz.”
Yeni okulumuzun açılmasına haftalar
kaldığı şu dönemde heyecanla sona yaklaşırken Soma’dan gelen, içimizi yakan
haberlerle sarsıldık. Kötü günlerde ailemizin fertlerinin kenetlendiğine bir kez
daha şahit olduk. Kalıcı yardımlar için
başlattığımız çalışmalara tüm okullarımızın mezunlarından destek önerileri aldık.
Vakit geçirmeden bizi temsilen İzmir
SEV İlköğretim Okul Müdürü Nilhan
Çetinyamaç Çubuk, Ege Çağdaş Eğitim
Vakfı Başkanı, mezunumuz Berrin Ertürk (ACI’73) ve gönüllü mezunumuz
Canan Öner (ACI’72) Soma’yı ziyaret
ettiler.
Bölgede yerel yöneticilerle görüşerek,
mevcut projelerin tamamlanarak hayata
geçirilmesi ve yeni projelerin oluşturulması konusunda, özellikle eğitim alanında önerilerin bulunduğu bir rapor hazırladılar. Bu konuda çalışıyoruz, onlar için
yapabileceğimizin azamisini yapacağız.
Geleceğin bize neler göstereceğini bilmek mümkün değil.
Ama biz, her ortamda nasıl süratle bir
araya gelebileceğimizi biliyoruz.
Madencilerimize Tanrı’dan rahmet,
acılı ailelerine sabır diliyorum.
BULUŞMA 3
içindekiler
yaz 2014
56
28
şimdi
Yüzyıllık Ziyaret..........................................................6
TAC’nin İlk Kadın Müdürü......................................8
Evlerine Döndüler......................................................9
ACI’da Yeni Müdür..................................................10
2014 ECIS Konferansı.............................................12
Muhtar Kent’ten Gençlere Hayat Dersleri..........13
Soma İçin Bir Araya Geldik...................................14
söyleşi
Bedel Türker ÜAA’14..............................................16
Prof. Dr. Mustafa Karahan TAC’79......................18
Nüket Franko Filiba ÜAA’95................................22
Metin Hara ÜAA’00................................................24
kapak
SEV Amerikan Koleji (SAC) Açılıyor.................32
K Ü N Y
gündem
Her Kıvılcım Bir Ateşin Parçası...........................42
Pizza Başka Bir Dünya, Başka Bir Kafa..............46
Generali’nin Tek Kadın CEO’su...........................48
Bizim Gazetede Kimse Kimsenin Üstü Değil...50
Bir Ömür Boyu Süren Türkiye Sevgisi...............52
teneffüs
Haydi Osmaniye......................................................58
İrem Yıldırım ACI’06.............................................56
Şeli De Eskinazis ÜAA’03......................................60
Defne Ongun Müminoğlu TAC’89.....................62
Banu Savaş ÜAA’01.................................................64
Her Yaşa Uygun Bir Yaz Kampı...........................66
Yeni Mezunlar Hoş Geldiniz!...............................70
forum
Taşeron Yasası Tasarısı...........................................78
Üniversiteyi Çin’de Okumak. Neden Olmasın?.79
Kitaplık......................................................................82
E
SEV Yönetim Kurulu Adına Sahibi: Ceyda Aydede. Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Binnur Karademir.
Yayın Kurulu: Binnur Karademir, Tülay Güngen, Ebru Şenol, Nazlı Toprak, Aydın Demirer, Resul Buksur, Sevin Oran,
Ali Cerrahoğlu, Dilek Gürdal Ölçer, Funda Cüceloğlu, Pelin Çağlayan, Nilhan Çubuk, Arzu Özçetin.
Yayına Hazırlayanlar: Aydın Demirer, Resul Buksur. Redaksiyon: Ayhan Kurt. Reklam Sorumlusu: Çağla Şengil.
Yönetim Tel: +90 (0216) 531 57 38. Faks: +90 (216) 530 01 55. Yazı İşleri İletişim: [email protected] Reklam: [email protected]
Baskı: Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere 34524, Beylikdüzü, İstanbul
Tel: +90 (212) 4227600 F: +90 (212) 4224600
Buluşma dergisinin içerik ve tasarımı, Fikir ve Sanat Eserleri Yasası kapsamında eser olarak koruma altındadır. Buluşma dergisinde yayımlanan yazı ve fotoğrafları yayma hakkı SEV’e ait olup
kaynak gösterilse dahi hak sahiplerinin yazılı izni olmaksızın ticari amaçla kullanılamazlar. Dergide yayımlanan yazılar, yazarların ve söyleşi yapanların kişisel görüş, tavsiye ve yorumlarını
içermektedir. Yazıların, fotoğrafların bir kısmını üstlenen SEV, yazılarda yer alan bilgi, görüş ya da tavsiyelerden doğacak maddi ve manevi zararlardan hiçbir şekilde sorumlu değildir.
4 BULU Ş MA
SOMA
BAŞ SAĞLIĞI
ÜAA Bahçesinden...
SOMA’DA HAYATINI KAYBEDEN
MADENCİLERİMİZE TANRI’DAN RAHMET,
ACILI AİLELERİNE SABIR DİLERİZ.
şimdi
LYNDa godsell blake 1907’de, bir yaşındayken abD’den
ailesiyle osmanlı tOPRAKLARINA geldi. merzifon’da görev aldı.
iki çocuğu burada doğdu. Okul kapanınca izmir’e atandı.
1948’den 1971 yılına kadar uzun bir süre ACI’In müdürlüğünü
yaparak efsaneleşti. blake, okulun türk müdürü meziyet
cuylan ile birlikte GÖRÜLÜYOR.
N
PAUL CLAYTON | Amerikan
Board üyesi olarak uzun yıllar
ABD’de görev yapan Paul Clayton,
Türkiye’deki okulları ve vakfı
yakından tanıyor.
6 BULU Ş MA
isan ayında SEV merkez ofisinin çok özel ziyaretcileri vardı.
1960 yılında Üsküdar Amerikan
Lisesi’nde öğretmenlik yapan Jacklyn Blake
Clayton ve eşi Paul Clayton, Türkiye ziyaretleri sırasında ÜAA’yı unutmadılar.
Anne babası Merzifon’da öğretmen iken doğan Jacklyn B. Clayton, daha sonra hayatının
ilk yıllarını annesi Lynda Blake’in müdürü
olduğu İzmir Amerikan Koleji’nde geçirdi.
1954 yılında üniversite eğitimi için ABD’ye
dönen Jacklyn Blake Clayton, eğitiminin
ardından, 1960’ta tekrar Türkiye’ye dönüp
annesi gibi öğretmenlik yapmaya başladı. İki
Jacklyn blake clayton
merzifon’da, annesinin görev
yaptığı okulda doğdu.
tüm çocukluk ve gençliğini
türkiye’de ve istanbul’da
geçirdi. boğaz’ı yüzerek geçti.
| Redhouse
ve SEV’deki görevlerinden
emekli olan Yaylalı, ÜAA’da
öğretmeni olan Mrs. Clayton ve
eşini yanlız bırakmadı.
MELİKA YAYLALI
iki kültürlülük
1962’DE ABD’YE DÖNEN MRS.
CLAYTON, ÖĞRETMENLİĞE DEVAM
EDERKEN ÇOKKÜLTÜRLÜ EĞİTİM
SİSTEMLERİ ÜZERİNE AKADEMİK
ÇALIŞMALAR yürüttü.
yıl kadar Üsküdar Amerikan’da İngillizce öğretmeni olarak görev
aldı. Eşi Paul ile tanıştıktan ve çocukları olduktan sonra, onların
eğitimini de düşünürek ABD’ye dönmeye karar verdiler. Ama ikili
Türkiye’den hiç kopmadı. Mr. Clayton ise uzun yıllardır ABD’de,
Board Merkezi’nde çalışmış ve Türkiye’yi yakından tanıyor.
1960’lardan sora, ilk defa 1970’de turist olarak gelirler ve tam bir
ay ailece tüm Anadolu’yu dolaşırlar. Mavi yolculukla tüm sahilleri
gezerler. 1978, 1992, 1996 ve 2000 yıllarında yine kalabalık aile
ve arkadaş gruplarıyla gezmeye gelirler. Son olarak, 2008 yılında
ACI’nın 130’uncu kuruluş yıldönümüne davet edilirler. Kendisini
iki kültürlü olarak gören Mrs. Clayton, ABD’de öğretmenliğe
devam eder. Çokkültürlü eğitim alanında önce yüksek lisans ve
doktora yapar. Bu konuda yazılmış, One Classroom, Many World
ve Your Land, My Land: Children in the Process of Acculturation
adında iki kitabı bulunuyor. Çocukluğu Türkiye’de geçen Mrs.
Clayton, 12 yaşında Avrupa-Asya kıtasını Boğaz’dan yüzerek
geçtiğini hatırlıyor.
En son 2009 yılında Türkiye’nin doğusunu gezmişler. Doğanın
çeşitliliği ve insanların imkânlarının azlığına rağmen mutlu
olmalarından etkilenmişler. Hayatı boyunca insanlara İngilizce
öğretirken aynı zamanda kültürel farklılıkları ve bunun güzelliğini öğretmeye çalıştığını söyleyen Mrs. Clayton, halen Boston
Üniversitesi’nde yardımcı profesör olarak bu fikirlerini yeni nesil
öğretmenlere aktarıyor.
Fotoğraf: Çoşkun Çeler
BULUŞMA 7
DİYABET MERKEZİ Gaziantep SEV Amerikan Hastanesi’nin yenilenen
şimdi
Diyabet Kliniği, Uzman Diyetisyen Dilara Koçak’ın katıldığı bir törenle
17 Nisan 2014 Perşembe günü açıldı.
Günselİ Yüksel TAC’87
TAC’nin İlk
Kadın Müdürü
G
ünseli Yüksel, uzun yıllarını
Tarsus Amerikan’a vermiş bir
isim. Kısa bir süre çalışırım diye
geldiği okuldan, aradan 20 yıl geçmiş
olmasına rağmen hâlâ kopabilmiş değil.
Hatta yola, müdürlük gibi yeni ve önemli bir sorumluluk alarak devam ediyor.
Yüksel ile yeni görevi, hedefleri, IB, burslar, kampüs, yatılılık ve öğrenciler üzerine konuştuk.
Okula gelişinizi ve kendinizi kısaca
anlatır mısınız?
TAC’ye kız öğrenci almaya, daha bir
yıl önce başlamışlardı. Okulda böyle bir
değişiklik olması ile doğan bu fırsat ve
okulun köklü geçmişi annemi ve babamı çok heyecanlandırmıştı. Okula kayıt
için geldiğimiz günü dün gibi hatırlıyorum. Kapıdan girdiğim an büyülendim...
TAC’deki öğrencilik yıllarım hayatımın
en özel dönemlerinden biri oldu. Öğrenirken aynı zamanda çok eğlendiğimizi, okula severek geldiğimizi çok iyi
hatırlıyorum. Ben, okuldan 1987 yılında
mezun oldum. Öğretmen olarak TAC’ye
dönüşüm ise, 1994 yılının son aylarıydı.
Mersin’de bir devlet lisesinde öğretmenlik yapıyordum. Çok sevgili edebiyat
hocamız Mustafa Nacar’ın bana telefon
edip, “Neyi düşünüyorsun? Bu okulun
sana ihtiyacı var; gelecek hafta gelip göreve başlayacaksın,” demesi hayatımda
dönüm noktası oldu. Çok da iyi olmuş.
TAC’de 20 yıldır hep çok keyif alarak çalıştım.
8 BULU Ş MA
Yeni göreviniz neleri kapsıyor?
Öğrencilerimizin hem sosyal hem
de akademik performanslarına katkıda
bulunmak; birer dünya vatandaşı olarak yetişmeleri için ihtiyaç duyacakları
altyapıyı hazırlamak ve kariyer planlamalarına destek olmak. Öğrencilerin
farklı öğrenme ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak, okuldaki tüm faaliyetleri,
öğrencilerin öğrenmeleri doğrultusunda
planlamak.
Tabii ki tüm bu hedeflere ulaşabilmek
için okulumuzdaki tüm paydaşların aynı
hedefler doğrultusunda karşılıklı güven
ve şeffaflık ilkeleri ile kenetlenerek, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olması gerekiyor.
Yeni öğretim yılında neler yapmayı
planlıyorsunuz?
Tüm öğrencilerimizin akademik çalışmaların yanı sıra, hem sportif aktivitelere
hem de toplum hizmetleri çalışmalarına
aktif olarak katıldıkları bir okul hedef-
Okulun en hoş
yanlarından biri bu.
Hem öğrencilikte hem
mezuniyet sonrasında
müthiş bir bağlılık var.
liyorum. Bunun yanı sıra, Uluslararası
Bakalorya programını öğrenci ve velilerimize daha iyi anlatabilmeyi, programdan daha çok öğrencimizin faydalanması için çalışmalar yapmayı planlıyorum.
Yeni yapılan kampüse nasıl bir yatırım yapıldı?
Tarsus’ta yatılılığın canlandırılmasına
yönelik olarak yapılan yeni kampüs, 11
bin metrekarelik bir alana yayılmış durumda. Toplam olarak 30 milyon lira
harcandı.
Okulda bir ‘abi – abla’ kültürü var.
HOMECOMING’E BİR KİTAP GETİR SEV Yayıncılık ve TAC Mezunlar Derneği, bu yıl
“HomecomIng’e Bir Kitap Getir!” sloganıyla, 4-18 yaş aralığındaki çocuklar için
kitap topladı. kitaplar yeni eğitim döneminde bölgedeki okullara dağıtılacak.
Mezunlar arasında da olağanüstü bir
dayanışma olduğu söyleniyor...
Evet. Okulun en hoş yanlarından
biri bu. Hem öğrencilikte hem mezuniyet sonrasında müthiş bir bağlılık var.
Büyük sınıflarda abiler, ablalar, küçük
sınıfların sorunlarıyla yakından ilgileniyorlar, onlara her konuda yardım ediyorlar. Okuldan sonra tüm mezunlar bir
ağın parçası haline geliyor. Sürekli olarak
birbirleriyle haberleşiyorlar, ortak faaliyetlerde bulunuyorlar. Tabii ki bu ağlarla
toplumda ciddi birer lobi haline geliyorlar, güç kazanıyorlar.
TAC’nin başarısının sırrı nedir? Nasıl
oluyor da 125 yıldır Stickler merdivenlerini çıkıp okula giren hemen hemen
her öğrenci hayatta başarılı oluyor?
Öğrencilik yılları süresince, aramızdaki güçlü bağ ve aidiyet duygusu bizim kendine güvenen bireyler olarak
yetişmemizi sağlıyor. TAC öğrencisi
mezun olduğunda güçlü bağları olan bir
network’ün parçası olduğunu bilir. Kendine güvenli olmasının yanı sıra, içinde
yer aldığı aktivitelerden dolayı, içinde
bulunduğu toplumun ihtiyaçlarının bilincindedir ve liderlik özellikleri kazanır.
Her şeyden önemlisi, adil olmayı ve hakkını aramasını bilir. TAC mezunu, okuldaki kültürel zenginlik ve aktivitelerin
çeşitliliği sayesinde dengeli ve donanımlı
bir birey olarak yetişir. Aslında okulun
eğitim felsefesini tek cümleyle özetleyebiliriz: “Türkiye İçin Liderler, Dünya İçin
Liderlik.”
Sizin eğitim felsefeniz nedir?
Yaşadığımız bilgi çağında bilgiye
ulaşabilen herkesin iyi bir öğrenim görebileceğine, dolayısıyla öğrenmeyi öğrenmenin esas olduğuna inanıyorum.
Bilgiye her yerde ulaşılabilir, ama eğitim
emek ister. Eğitim, bence kendine güven
duyan, çevresindekilerle iletişim kurabilen, topluma hizmet eden, kendine
inanan, kendiyle barışık olan ve daha da
önemlisi, öğrenmekten haz duyabilen,
mutlu bireyler yetiştirmektir.
Evlerine döndüler
Tarsus Amerikan Koleji mezunları, her yıl
olduğu gibi, 19 Mayıs’a en yakın cumartesi olan 17 Mayıs 2014 günü geleneksel
Homecoming etkinlikleri için ‘evlerine’
döndüler.
En büyüğü 72 yıl önce 1942 yılında mezun
olan 92 yaşındaki Ali Kemal Yazıcıoğlu
abimiz ve en genci de geçen yıl mezun
olan 2013 mezunları olmak üzere bine
yakın mezun ve eşleri okul bahçesinde
düzenlenen etkinliklere katılarak okullarıyla
ve arkadaşlarıyla hasret giderdiler.
40. ve 50. yıl mezunları efsane edebiyat
öğretmenimiz Haydar Göfer Hocamızın
elinden plaketlerini aldılar. Beşinci yıldan
başlayarak mezuniyetlerinin belli yıllarını
kutlayanlara da günün anısına sertifikalar
verildi. Bir grup mezunun sahneye koyduğu
Mezun Kumpanyası Hababam Sınıfı
oyunu kahkahalarla izlendi. Okulumuzun
95 yaşındaki efsane edebiyat öğretmeni
Haydar Göfer Hocamız bizimle birlikteydi.
Aynı gün finalini yaptığımız Geleneksel
Güner Baykal Basketbol Turnuvası’na
ülkemizin önemli kulüpleri katıldılar.
Homecoming gününde TAC Müzesi’nin de
açılışını yaptık. 125 yıllık tarihimizin değerli
hatıralarını izledik.
BULUŞMA 9
şimdi
HASTANE KORİDOR KİTAPLIĞI Kütüphane Haftası’nda sonlandırdığımız
bağış kampanyası büyük ilgi gördü. Kampanyadan elde edilen kitaplar,
Haydarpaşa Numune Hastanesi Çocuk Polikliniği’nde oluşturduğumuz
Dİdem erpulat acı’87
Bir gün
gazetede
ACI’nın tarih
öğretmeni
aradığını
okudum...
D
idem Erpulat, ACI’nin yeni okul
müdürü... Yıllarını bu okula vermiş. Tam da Boğaziçi Üniversitesi’nde akademik kariyere hazırlanırken, gazetede ACI’nın tarih öğretmeni
aradığını okumuş. Bercis Hanım ve
Alparslan Bey, kendisini okula gelmeye
ikna etmişler. Erpulat’ın daha sonra yaptıklarına bakınca insan, ‘çok da iyi etmişler’ diye düşünüyor.
Buluşma olarak, Erpulat’a okulda
neler yaptığını ve yeni görevinin neleri
içerdiğini soruyoruz
Biraz özgeçmişinizi anlatır mısınız? Özellikle ACI ile ilgili... Kaç yıldır
okuldasınız, hangi görevlerde bulundunuz?
1987 yılında ACI’dan mezun olduktan
sonra, 1991 yılında Boğaziçi Üniversitesi
Tarih Bölümü’nü bitirdim. Üniversiteye
dönüp akademik kariyer yapmayı planlarken gazetede ACI’nın tarih öğretmeni
aradığına ilişkin ilanını gördüm. ACI’daki tarih öğretmenim sevgili Yaşar Hanım
emekli olmuştu ve yerine öğretmen arıyorlardı. İçimden gelen bir dürtü ve kafamda sorularla görüşmeye gittim. Okula geldiğimde efsane Lise Müdürümüz
Bercis Hanım’ın sıcak karşılaması ve
Okul Müdürümüz Alparslan Özbay’ın
yüreklendirici sözleri ile öğretmenliğe
başvurdum. Öğretmen sertifikam bile
olmadığı için o yaz 9 Eylül Üniversite’sinden pedagojik formasyon aldım ve
1993 yılında ACI’da tarih öğretmenliği1 0 BU L U Ş MA
ne başladım. O günden beridir büyük
bir aşkla bu mesleği yapıyorum.
ACI’da tarih konusunda ne tür çalışmalar yaptınız?
Üniversitede aldığım tarih formasyonunu, lise tarih eğitimine entegre
etme konusunda çok çalıştım. Klasik
metodolojilerden uzak, yaratıcı projelerle desteklenen, öğrenci merkezli ve
çok canlı bir tarih eğitimi yaratmaya
çalıştım. 90’lı yıllarda bunlar ülkemizde
hiç gündemde değildi. Ülkemizin lise
düzeyindeki ilk Uygarlık Tarihi seçmeli
dersini ve Aile Tarihi projesini başlattım.
Bu çalışmalarım Türkiye Ekonomik ve
Toplumsal Tarih Vakfı’nın dikkatini çekti ve pek çok ulusal ve uluslararası tarih
eğitimi konferansına ve çalışma grubuna
konuşmacı olarak davet edildim. Bu ko-
nuda bazı makalelerim yayınlandı. Ayrıca, Türkiye’deki tarih öğretmenlerine
eğitim verdim. Bütün bunları yaparken
ACI gibi özgür ve aydın bir okulda çalışıyor olmam bana büyük avantaj sağladı.
Okulum, öğrencilerim ve veliler tarafından hep desteklendim.
Bugüne kadar ne tür idari görevler
üstlendiniz?
Sanırım ACI mezunu ilk tarih öğretmeni olduğum için mesleki anlamda okulda ilerlemem de çok hızlı oldu.
1997’de Sosyal Bilimler Bölüm Başkanı,
2000 yılında da Lise Müdür Yardımcısı
oldum. 14 yıldır da bu görevi çok severek
yapıyorum. İdarecilik, tarih öğretmenliğini biraz geri plana atsa da, öğretmenlik
hâlâ işimin en anlamlı bölümü. Yoğun
idari tempodan kaçıp sınıfa girdiğimde
Koridor Kütüphanesine yerleştirildi. Dört temsilci öğrencimiz ve
ÜSKÜDAR SEV İLKÖĞRETİM okul müdürü Arzu Özçetin’in katılımıyla
kütüphane hazır hale getirildi ve ilk küçük hastaya kitap verildi.
dünyanın en mutlu insanıyım.
Öğretmenliğim ve idari görevimin
yanı sıra, öğrenci aktiviteleri içinde de
aktif olarak yer aldım. 1995 yılında okulumuzun en köklü ve ilk uluslararası
kulüplerinden Model Birleşmiş Milletler
Kulübü’nü kurdum ve o yıldan beri aralıksız olarak sponsorluğunu yapıyorum.
Öğrencilerimizle 50’nin üzerinde
uluslararası konferansa katıldık. Her yıl
Hollanda’nın Lahey kentinde düzenlenen dünyanın ilk ve en büyük MUN
konferansı olan THIMUN’un Danışma
Kurulu’ndaki tek Türk üyeyim.
Son olarak da Öğrenci Birliği’nden
söz etmem gerek. 14 yıldır Öğrenci
Birliği’nin sponsor öğretmeniyim ve
hem ACI’nın tüm geleneklerini devam
ettirmek hem de çeşitli yenilikler yaratmak adına onlarla çok severek çalışıyorum. Seçim süreçlerinden başlayarak, o
gençlerin mükemmel birer lider olarak
yetişmelerine tanıklık etmek bana büyük mutluluk veriyor. Onlarla gezilere
gitmek, aktiviteler hazırlamak, birlikte
eğlenmek ve okul ruhunu canlı tutmak
işimin en zevkli parçası.
Prof. Dr. Dilhan Kalyon ile birlikteydik
Haziran ayında SEV yöneticileriyle katıldığımız bir
toplantıda Prof. Dr. Dilhan Kalyon ile birlikteydik. Dilhan
Hoca (TAC’71), ABD’deki ünlü Stevens Institute of
Technology okulunun profesörlerinden.
Vakıf ve Dilhan Hoca çok önemli bir eğitim projesini hayata
geçirmek için bir araya geliyorlar. ABD’de üstün yetenekli
çocuklara yönelik kurulan laboratuvarları, Türkiye’deki
okullarımızda da uygulayabileceklerini belirten Dilhan
Hoca, “Türkiye’de bir lisede nanoteknoloji veya doku
laboratuvarı, 3D modelleme ve üretim laboratuvarı, yeni
medya laboratuvarı gibi altyapılar neden olmasın,” diyor. Kalyon, kendi okulu
Stevens’dan MIT’ye kadar birçok ABD üniversitesine uzanacak yardımlarla,
bu laboratuvarlardaki öğretmenlerin eğitiminden, çocukların yurtdışındaki
laboratuvarlarda yaz stajları yapmasına kadar birçok konuda destek sözü verdi.
Yeni göreviniz neleri kapsıyor?
Okul müdürlüğü okulun tamamına
her açıdan hâkim olmak demek. Sadece
öğrencilerle değil, öğretmenler, veliler,
mezunlarla da yakın iletişim kurmam
gerekiyor. Milli Eğitim Bakanlığı açısından da okulun en büyük sorumluluğu
sizde. Sağlık ve Eğitim Vakfı ile de çok
yakından çalışmalı ve okulun yönetimsel kararlarını işbirliği içinde almalısınız. Pek çok resmi ve bürokratik konuya
vâkıf olunmalı, kanunlar, yönetmelikler
bilinmeli, takip edilmeli. Okulun dışarıya açılan en önemli yüzüsünüz. Bütün
bunlar büyük sorumluluklar getiriyor.
Ancak ACI’da başka pek az kurumda
görülebilecek bir takım çalışması anlayışı var. Genel Müdürümüz, diğer idareci
arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, okul
ve ofis personelimizle her sorumluluğun
altından kalkacağımıza inanıyorum.
BULUŞMA 1 1
şimdi
SEV’de yeni dönem SEV VAKFI’nda, Aralık ayından bu yana genel
koordinatör yardımcısı olarak görev yapan binnur KarAdemir,
Haziran başında SEV genel koordinatörlüğüne atandı. Kendisiyle yapılmış
özel bir söyleşiyi önümüzdeki sayıda okuyabilirsiniz.
Minyatür
futbolda zafer
2003’lerin
TAC Mezunlar Derneği İstanbul Şubesi’nin her yıl düzenlediği Minyatür Kale
Futbol Turnuvası’nda zafer, 2003 mezun
takımının oldu. Bu yıl Rase Tekstil sponsorluğunda yapılan turnuvada final maçı
10 Mayıs Cumartesi günü Vezirspor
tesislerinden oynandı. 2000 mezunlar
takımıyla karşılaşan 2003’ler maçı, 45
alarak şampiyonluğa ulaştılar. Aynı
takımdan oyuncu olan Doruk Doruk ise
gol kralı oldu.
Efe Çakarel
kapak oldu
Türkiye’de üç ayda bir yayınlanacak
olan teknoloji girişimcilik dergisi Startup
ilk sayısında Mubi.com’u kuran Efe
Çakarel’i (ACI’94) kapak yaptı. Kısa bir
sürede dünyanın en büyük bağımsız sinema yayın platform haline gelen Mubi.
com, halen 177 ülkede, 7 milyonun
üzerinde üyesine ayda 300 bine yakın
filmi online izletiyor. MUBI’nin kurucusu
Efe Çakarel, MIT Bilgisayar Mühendisliği mezunu ve Stanford’ta MBA yapmış,
Goldman Sachs’ta çalışmış ve Avrupa
Parlamentosu’nda görev almıştı.
1 2 BU L U Ş MA
2014 ECIS Konferansı
Okullarımızın üye
olduğu European
Council of International Schools
(ECIS) dünyadaki
en iyi eğitim örneklerinin
paylaşılmasına olanak
sağlayan
Dilek YAKAR
küresel
bir ağ.
SEV İlköğretim Okulları
Düzenledikleri
Eğitim Koordinatörü
konferanslar da,
uluslararası eğitim platformunda gerçekleşen en ideal
ve güncel yaklaşımları desteklemek, yaygınlaştırmak amacı ile eğitim liderlerini bir
araya getiren harika bir öğrenme ortamı.
Tüm dünyada tanınan, alanlarında uzman
eğitmenlerin sunumları ve paylaşımları tüm
bilgilerin tazelenmesine fırsat veriyor. Gerçekleşen atölye çalışmalarında, dünyanın
farklı yerlerinden gelen eğitim liderlerinin
deneyimlerini paylaştıkları ortamlar ise,
mesleki gelişime büyük katkı sağlıyor.
Her yıl nisan ayında geleneksel olarak
yapılan Okul Yöneticileri Konferansı, bu
yıl İspanya’nın Sevil şehrinde gerçekleşti.
Çeşitli ülkelerden 500 civarında delegenin
katıldığı konferansta, eğitim ve öğretim
adına gerçekleştirilen yenilikler konuşuldu,
okullarda yapılan çalışmaların paylaşıldığı
paneller ve atölye çalışmaları düzenlendi.
Bu yılın teması olan “Liderlik” ile ilgili ko-
nularının yoğun olarak işlendiği konferansın konuk konuşmacıları, Kakenya
Ntaiya, Ben Walden, Peter Dalglish ve
Toby Greany idi. Özellikle Afganistan
ve Kenya’da olumsuz koşullarda yaşamlarını sürdüren çocuklara eğitim
olanağı sağlamak amacı ile yaptıkları
özverili çalışmaları anlatan Peter John
Dalglish ve Kakenya Ntaiya, inanılmaz
yaşam öyküleri ile dinleyicilere ilham
verdiler. Konferansın öne çıkan diğer
temaları eğitimde teknoloji kullanımı,
stratejik plan oluşturma aşamaları ve
etkin liderlik becerileri idi. Teknoloji
kullanımında iPad’in eğitimde kullanımına yönelik araştırmalar dikkat çekiciydi. Sınıfta iPad kullanılmasının sınıf
etkinliklerinin çeşitlendirilmesini sağlayarak öğrenme üzerinde olumlu etki
yarattığı belirtildi.
Sevil’in tarihi ve otantik dokusu, yapılan çalışmaların daha da güzel bir
ortamda gerçekleşmesini sağladı.
Konferansa katılan SEV eğitim liderlerimiz okullarına yeni ve güncel bilgiler
ile dönerek, öğretmen ve idarecilerle
paylaşımlarda bulundular.
CIS akreditasyonuna sahip olan okullarımız, ECIS konferanslarını ve benzeri uluslararası çalışmaları takip ederek,
güncel öğretim yaklaşımlarını ve yenilikleri okul yaşamına yansıtmak üzere
çalışmalarına devam etmektedir.
l’oreal’de KURUMSAL İLETİŞİMİN BAŞINA bir tarsuslu... L’Oreal
Türkiye’de 2014 ülke yönetim komitesi atamaları tamamlandı. Buna göre, L’Oreal
Türkiye Kurumsal İletişim Direktörlüğü pozisyonuna ve Ülke Yönetim Komitesi
Üyeliğine Sinem Sandıkçı Gökçen (TAC’96) atandı.
Türkiye asil
üye olmalı
Muhtar Kent’ten
gençlere hayat dersleri
H
ürriyet gazetesi yazarlarından
Nuran Çakmakçı, geçtiğimiz günlerde, Coca-Cola’nın
CEO’su Muhtar Kent’in (TAC’71) Tarsus Amerikan Koleji mezuniyet törenindeki konuşmasını kaleme alan bir
yazı yazdı.
Yazının bir bölümünü yayınlıyoruz.
Söz Çakmakçı’da:
“Kent’in yaptığı konuşmada liselilere
önerilerinden bazıları şunlar:
Eğitimin dönüştürücü bir güç olduğunu ve beraberinde de bazı sorumluluklar getirdiğini hiçbir zaman unutmayın. Birbirinize olan sorumluluklar,
içinde bulunduğunuz toplumlara olan
ve tabii ki ülkenize olan sorumluluklar.
Zaman içinde tabii üniversiteden
mezun olacaksınız, iş hayatına atılacaksınız. Yapacağınız işe hep temelden
başlayın, tutkularınızın peşinde koşun.
Asla yalnız yemek yemeyin. Ben hep
ona dikkat ederim; ofiste, nerede olursa olsun, özel hayatımda, çalışma hayatımda, çok yoğun günler geçirirken
bile mutlaka bir veya iki arkadaşımı benimle birlikte yemesi için ikna ederim,
davet ederim. İlişkiler çok önemlidir,
bilhassa yemek yerken ve karşınızda
oturan herkesten kim olursa olsun yeni
bir şeyler öğrenebilirsiniz. Bunu unut-
mayın.
Alçakgönüllü olun. Kibir kötü bir şeydir ve okulumuzun mezunlarına ve öğrencilerine hiçbir zaman
yakışmaz. Ve her zaman size fayda getirir alçakgönüllü olmak.
Neleri yapmayacağınıza karar verin. Eğer hayatta
önünüzdeki yola odaklanmayı başarırsanız, başarıya
giden yolun kısaldığını göreceksiniz. Her şeyi başarmak, her şeyi bilmek zorunda değilsiniz. Önemli
olan, her ne yapıyorsanız, o konunun uzmanı olmayı
başarmanızdır.
Kendinize lütfen ama lütfen vakit ayırın arkadaşlar.
Yapmayı seçtiğiniz iş, kariyeriniz tabii ki önemli. Ancak hem kendinize hem de ailenize mutlaka zaman
ayırmalısınız. Sadece işe odaklı monoton bir hayattan beslenmeniz mümkün değildir. Yakıtınızın erken
bitmesini de hiçbirimiz istemeyiz.
Dünyanın her zaman yapıcı olarak halinden memnun olmayanlara ait olduğunu unutmayın. Yani hep
daha ileriyi hedeflemek, biri başardığınızda ikiyi de
gerçekleştirmek için gayret etmek önemlidir. Yani
her şey iyi bile gitse, bir parça halinizden memnun
olmamayı her zaman aklınızdan esirgemeyin.
Hem almayı, ama onun kadar da vermeyi bilin ki
hayatınızda çok iyi bir şekilde bunlar dengelensin.
Yani hem almak hem vermek. Her zaman yardım
edecek birilerini bulmalısınız. Bir genç, sizden mentörlük bekleyen, yardım bekleyen, eğitim bekleyen
bir genç veya bir yaşlı akrabanız, tanıdığınız, hep yardımcı olmaya çalışın hayatta, her zaman hayattan o
şekilde daha memnun olacağınızı göreceksiniz.”
Sağlık ve Eğitim Vakfı’nın
kurucularından ve mütevelli heyeti üyesi Doç.
Dr. Engin Ünsal, (TAC’55)
15-17 Mayıs tarihleri
arasında İtalya’nın Verona
kentinden yapılan, AB’ye
üye ülkelerin barolarının
oluşturulduğu Avrupa Barolar Assamblesi (CCBE)
toplantısına, Türkiye
Barolar Birliği’nin (TBB)
temsilcisi olarak katıldı.
Türkiye, AB üyesi olmadığı için bu toplantılarda oy
verme hakkı bulunmuyor.
Ancak söz söyleme hakkını kullanabiliyor.
Ünsal, bu toplantıda,
Türkiye Barolar Birliği’nin,
Avrupa Barolar Assamblesi asil üye olması önerisini dile getirdi. Engin
Ünsal şunları söyledi:
“Hukuksuzluğu yaratan
iktidara karşı, hukuku
ve adaleti savunmak,
uluslararası dayanışmayla
güçlü biçimde yapılabilir.
Bu nedenle, TBB’nin CCBE’nin asil üyesi olması,
Türkiye’deki avukatlık
mesleği ve hukuk adına
çok önemli olacaktır.”
BULUŞMA 1 3
şimdi
BEDEL TÜRKER ÜAA’14
İki seçeneğim vardı:
Biri Harvard, diğeri Oxford...
Abdullah Bedel Türker, kısa bir süre önce
hayata ilişkin çok ciddi kararlar verdi. Peki
dünyaca ünlü iki üniversite arasında tercih
yaparken nelere dikkat etti?
B
edel, başarılı bir öğrenci.
Ama hepsi bu
kadar
değil.
Üsküdar Amerika’nı kazanınca, doğduğu ve
eğitimini gördüğü Elazığ’dan,
İstanbul’a gelmiş. Okulu bitirince dünyanın parmakla
gösterilen iki okulu Harvard
1 4 BU L U Ş MA
ve Oxford’dan kabul almış.
Sonunda Harvard’ı seçmiş.
Peki, bunu nasıl başarmış?
Anlatalım...
Bedel, Elazığlı, iyi eğitim
görmüş bir ailenin çocuğu.
Anne noter. Baba avukat.
İlk önce özel bir okula gidiyor, sonra da devlet okuluna
geçiyor. Kentin favori okulu
Elazığ Fen Lisesi. Burası, Türkiye çapında güçlü
bir okul. Çoğu kez okulun, ülke çapında ilk 10’a
girdiğini söylüyor Bedel.
Sonra sınavı kazanıp Üsküdar Amerikan’a geliyor ve hazırlık sınıfına başlıyor. İlk zamanlar
İngilizceyle biraz uğraşıyor ama sonradan hızla
öğreniyor. “İngilizceyle bayağı uğraştım,” diyor.
“Ama burada iyi bir İngilizce eğitim alınıyor. Bir
de kitap okumaya başlayınca, baktım İngilizcem
çok hızlı gelişiyor. İnce kitaplarla başladım. Sonra romanlara geçtim. İlk önce, bilmediğim kelime sayısı çok olduğu için bir sayfayı 10 dakikada
okuyabiliyordum. Şimdi bir sayfayı bir dakikada
okuyabiliyorum.”
Bedel’in okula başlar başlamaz hayli aktif bir
yaşamı olmuş. Öğrenci Birliği Başkanlığı yapmış,
tarih kulübü kurmuş, perküsyon çalmış. Hazır-
lıklara mentorluk yapmış.
Bu faal yaşamı, okulun dışında
arkadaş çevresi olmamasına bağlıyor: “Okula bağlanmam şöyle oldu:
Okul dışında bir arkadaş çevrem
yoktu. Böyle olunca, her türlü aktivitenizi okulda yapıyorsunuz.
Bu bana, okulda çok sayıda kişiye
yakınlaşmamı sağladı. Benim alt
dönemlerle aramın bu kadar iyi
olması da bu nedenleydi... Başkan
seçilmemin nedeni, iyi bir uyum
sağlamamdan çok, okulla ilgili çok
şey yapmış olmamdı.”
Peki, Elazığı’daki arkadaşlar? Bedel, onlarla ilişkisini de kopartmamış. “Elazığlı bir arkadaşımı halen
kendime daha yakın hisediyorum.
Çünkü onlarla 15 yıl yaşadım. Buradaki arkadaşlarımlaysa birkaç
yıl.”
HARVARD KİMLERİ KABUL
EDER?
Geliyoruz Harvard’a kabul edilmesine... Bedel anlatıyor: “Yabancılar seçim yaparlarken bir sürü şeye
bakıyorlar. Okul notların, öğretmenlerden alınan tavsiye mektupları... Nasıl bir karakterin var? Bunları öğrenmek istiyorlar. Scolastic
Aptitude Test (SAT) ile okula uyumunu tartıyorlar. İngilizce dil bilgisi yeteneklerini ölçüyorlar. Akademik bilgilerini görmek istiyorlar.
Okulda gittiğin kulüplere bakıyorlar. Bir makale yazmanı istiyorlar.
Konu olarak, ‘Senin ergenlikten
yetişkinliğe geçtiğini gösteren bir
olay olsun’ demişlerdi. Sonuç olarak seni anlamaya çalışıyorlar. Birçok şey yolluyorsun. Ben mesela
Kapalıçarşı’da iki yıl çalıştım. Biblo, tabak filan satan bir yer vardı,
yazları oradaydım. Bu şekilde hem
İngilizcemi geliştiriyordum hem
de çok değişik insanlarla tanışıyordum. Nasıl satış yapıldığını öğreniyordum. Sonuçta, bunların hepsini
dosya yapıp gönderiyorsun. Bunlara bir de CV’ni ekliyorsun.
Acaba bunu rakamlara dökersek,
karşımıza nasıl bir tablo çıkıyor?
Harvard, bu yıl, 34 bin civarında
başvuru almış. Bunların yaklaşık 4
bini erken başvuruda gelmiş. Yani
okul, yüzde 20’sini erken başvuruda alıyor. Bu da 900 kişi kadar ediyor... Toplam 2 bin 100 kişiye kabul
göndermişler. Bunların arasından
1600–1700 kişi okula kayıt yaptırmış.
Peki Bedel, iki büyük okuldan
Harvard’ı, Oxford’a niye tercih etti?
Öncelikle, “Harvard’ta girişte bölüm seçimi yoktur,” diyor. “İki sene
sonra seçiyorsun. Bu benim için
çok iyiydi. Oxford’da ise ilk iki yıl
felsefe, politika, ekonomi okunuyordu. Ben, gerçi, hem politika hem
ekonomi öğrenmek istiyordum. İngiltere’nin kötü yanı, değişik konuların kabul edilmemesi. Bir sanat
tarihi dersi alamıyorsunuz örneğin.
ABD’de ise, bir disiplin içinde, “yaparım,” diyorsanız, dersi alabiliyorsunuz. “Matematik okuyorum ama
sosyolojiye de meraklıyım,” demek
mümkün.
Öte yandan, Harvard’ta mezunlar arasında iyi bir dayanışma var.
Oxford, üç sene sürdüğü için daha
ucuza geliyor. Ama İngiltere, Amerika’ya göre pahalı. Bir de, okulu
bitirdikten sonra iki hafta içinde
işe girmeniz veya dönmeniz gerekiyor. Kısacası, İngiltere, ‘iyi bir işe
giremezsen, burada kalamazsınız’
diyor.
Bedel’in ideali, sosyal kuruluşlarda ve araştırma kurumlarında çalışmak. “Genellikle politika ekonomi
okuyanlar bankaya filan giriyorlar.
Ama ben banka düşünmüyorum,”
diyor: “Sosyal bir şeyler yapmak
istiyorum. Sosyal kuruluşlarda çalışabilirim. Greenpeace gibi. Think
tank kuruluşları da olabilir.”
BULUŞMA 1 5
şimdi
Soma için
Bir araya
Geldik
Vakfımız ve EÇEV yöneticileri Soma’yı ziyaret
ederek yerel yöneticilerle görüştüler. Hedefimiz,
Soma’nın gelişmesine, burada yaşayan işçilere ve
ailelerine katkıda bulunabilecek projeler hakkında
bilgi almaktı. Konuyla ilgili raporu
Nilhan Çetinyamaç Çubuk (ACI’83) kaleme aldı.
1 6 BU L U Ş MA
3
0 Mayıs Cuma günü, EÇEV
Yönetim Kurulu Başkanı
Berrin Ertürk (ACI’73),
EÇEV Yönetim Kurulu Üyesi Yasemin Reşitoğlu, gönüllü Canan Öner (ACI’72) ve SEV Vakfı’nı
temsilen Nilhan Çetinyamaç Çubuk’un
katılımı ile Soma’ya bir ziyaret gerçekleştirdik.
Bu ziyaretin amacı, yetkili mercileri
ziyaret ederek kaza sonrası genel durum
hakkında bilgi edinmek, Soma’nın gelişmesine ve Soma’da yaşayan işçilere ve
ailelerine katkıda bulunabilecek projeler
hakkında bilgi almaktı.
Sırası ile aşağıda adı geçen mercileri
ziyaret ettik:
• Manisa Milli Eğitim Müdürü Vekili
Fevzi Yüksel,
Bu ziyaretin amacı, yetkili mercilerle görüşerek kaza sonrası genel durum
hakkında bilgi edinmek, Soma’nın gelişmesine ve Soma’da yaşayan işçilere ve
ailelerine katkıda bulunabilecek projeler hakkında bilgi almaktı.
Nilhan Çetinyamaç Çubuk
• Manisa İl Sağlık Müdürlüğü, Kamu
Hastaneleri Genel Sekreteri Murat
Türkyılmaz,
• Soma Milli Eğitim Müdürlüğü İl
Milli Eğitim Müdürü Mustafa Dikici,
• EÇEV Yurdu bağışçısı Dr. Engin
Tonguç,
• Soma Kaymakamı Mehmet Bahattin Atçı,
• Soma Belediye Başkan Yrd. Ali Tulup.
Yapılan ziyaret sırasında, planlama ve
koordinasyon konusunda yetkili makam olan Kaymakam Mehmet Bahattin
Atçı’nın işbirliğine açık olduğunu ve ihtiyaçları bildiğini gözlemledik. Kaymakam ve İl Sağlık Müdürlüğü yetkilerinin
ele alınabilecek projeler konusundaki
önerileri şu yönde olmuştur:
• Birinci tercih olarak bir ‘İşçi Sağlığı
Merkezi’ kurulması söz konusu edilmiştir. Bu merkezde, işçilerin rutin sağlık
kontrollerinin ve hava ölçümlerinin
yapılabileceği ve içinde laboratuvarların olduğu bir merkez tanımlanmıştır.
Bu merkezin aynı zamanda, işçilerin iş
emniyeti, can güvenliği gibi konularda
da eğitim verebilecek bir departmanın
da olabileceği yönünde görüşler paylaşılmıştır. Kaymakam tarafından bu veya
benzeri projeler için arsa tahsisatı yapılabileceği bilgisi de verilmiştir.
• Kaymakam, Soma’da yapımına başlanmış ve yarım kalmış, özürlü çocuklar
için ‘eğitim uygulama merkezi’ projesi
olduğunu, bu projenin de bitirilebileceğini söylemiştir. Bu projeyi tamamlama
maliyetini, tahmini olarak 500 bin TL
olarak ifade etmiştir.
• Kaymakamın diğer önerisi, bir
‘gençlik merkezi’nin kurulması olmuştur. Şu an Gazi Üniversitesi, Altınordu
futbol takımı gibi kuruluşların çocuk
ve gençleri eğitmek ve yetiştirmek için
gönüllü olduğunu, ancak bu çalışmaları gerçekleştirecek bir mekân olmadığını ifade etmiştir. Bu projenin de
maliyetinin 650 bin TL civarında olabileceğini söylenmiştir.
• Cenk Yeri isimli yerleşim alanında çoğunlukta madencilerin yaşadığı,
ancak bu bölgede okul bulunmadığını
bildirmiştir.
• Belediye Başkan Yardımcısı Ali Tulup, bölgede 4 bin 500 öğrenci kapasiteli bir meslek okulu olduğunu, ancak
öğrencilerin barınma sorunu olduğunu söylemiş, bir ‘öğrenci yurdu’ yapılmasını önermiştir.
• Manisa İl Sağlık Müdürlüğü’nde
görevli Murat Türkyılmaz, hasta yakınlarının kalabileceği 20 yataklı ‘hasta
bekleme evi’ yapılabileceğini ifade etmiştir.
• Murat Türkyılmaz, diğer bir öneri
olarak da, ağır durumda ve son evrelerde olan hastaların düzgün bir şekilde
bakıldıkları, beslendikleri ve hobi odaları ile oyalandıkları bir merkez olabileceğini de ifade etmiştir.
Kaymakam Bey, seçilen projenin tamamı karşılanamayacak bile olsa, üstünü tamamlayacak kişilerin organize
edilmesi konusunda yardımcı olabileceğini ifade etmiştir.
EÇEV Vakfı’nın Beklentisi:
EÇEV Yönetim Kurulu Başkanı
Berrin Ertürk ile birlikte EÇEV tarafından işletilen Müstesna Tonguç Kız
Yurdu’nu ziyaret ettik. Bakımlı, Soma
koşulları için oldukça güzel bir yurttu.
64 yatak kapasiteli yurdun 33 yatağının dolu olduğu yönünde bilgi aldık.
Soma’da cemaat yurtlarının çok cüzi
ücretler ile kız öğrencileri bünyesinde
topladığını öğrendik. EÇEV tarafından
beklentiler şu şekilde ifade edilmiştir:
• Sağlık ve Eğitim Vakfı’nın, EÇEV’in
Soma’daki kız yurdu için barınma ve
eğitim bursu vermesini ve kapasitenin
doldurulmasına destek vermesini beklemektedirler.
Yıllık öğrenci maliyeti 4.000 TL olup,
burs verilecek her öğrenci için 4.000x4
yıl=16.000 TL bir fonun garantilenmesini istemektedirler.
• Burs verilecek öğrencilerin başarılı
çocuklar arasından, kendileri tarafından seçilebileceğini ifade etmişlerdir.
• Ceyda Aydede’nin önerdiği; başarılı öğrencileri bulup onların dershane
paralarını karşılayarak lise ve üniversite sınavlarına giriş hazırlıklarına destek
olunmasına, daha sonra başarılı çocukların bir kısmının İzmir Amerikan ve
Tarsus Amerikan liselerinde veya Boğaziçi Üniversitesi’nde burslu öğrenci
olarak okutulmasına, SEV Okulları’nda
öğretmen yetiştirme projelerinin desteklenmesine hazır olduklarını ifade
etmişlerdir.
• SEV Vakfı’nın üstleneceği bir projeye de gönüllü bağışçılar ile destek olabileceklerini de söylemişlerdir.
BULUŞMA 1 7
şimdi
Prof. Dr. Mustafa Karahan, Avrupa Diz
Cerrahisi Derneği Yönetim Kurulu’na seçildi.
Kendisiyle spor hekimliğini, TAC’deki spor
ortamını ve özgür düşünce kültürünün
temellerini konuşuyoruz. Kendisinden TAC’li
olmanın formülünü öğreniyoruz.
1 8 BU L U Ş MA
T
arsus Amerikanlı kimdir?
Nasıl yetişmiştir? Hangi aşamalardan geçip farklı olmayı
becermiştir?
Prof. Dr. Mustafa Karahan’la
konuşmaya klasik sorularımızı sorarak başlıyoruz.
Analitik düşünen bir doktor titizliğiyle, Tar-
prof. dr. MUSTAFA KARAHAN TAC’79
Başarının
altında Tarsuslu
azmi yatıyor
sus’u Tarsus yapan değerlerin nasıl
oluştuğunu teker teker anlatmaya başlıyor.
Merakla dinliyoruz:
“Mesela bir amfi vardı futbol sahasının yanında. Yaklaşık 30 kişilikti.
Akşamüstü oraya oturur, herhangi bir
konuyu konuşurduk. Her kafadan bir
ses çıkar, ama konu akar giderdi. 30
kişi bir konu üzerine güler, konuşur,
ortaya laf atardı. Bu bir grup psikolojisiydi. Birbirini baskılayan değil, ilerleten bir gruptu.”
Dr. Mustafa Karahan bunu anlatırken insanın aklına, Antik Yunan’daki
Sokrates’in, Aristotales’in öğrencile-
riyle yaptığı, herkesin söyleyecek bir
lafı olduğu, tartışmalı toplantılar geliyor.
Peki, öğrencilerin, o küçük amfide,
her türlü konuyu serbestçe tartışabilmelerini sağlayan zemin nasıl oluşmuştu?
Dr. Mustafa Karahan, ilginç bir
sentezden bahsediyor: “O birliktelik,
o ruh, planlı, entelektüel ve üretime
yönelik değildi. Güneyin havası, Amerikalıların getirdiği kültürle birleşmiş,
rahat, özgürlükçü bir ortam oluşmuştu.”
Tabii ki böyle bir ortamın en önemli kurumu ‘Öğrenci Konseyi’ olmuş.
Mustafa Karahan, “Öğrenci Konseyi’nin hayır dediği bir karar, kesinlikle
kabul edilmezdi,” diyor.
Bir de, bu yapının getirdiği adalet
anlayışı vardı. Söz, yine Karahan’da:
“Öğrencilerden biri, kötü bir şey
yapmış. Dayanamamış başka birinin
Converse ayakkabısını gizlice almış.
O zaman Converse ayakkabılar ateş
pahası. Ayakkabıyı aldığı anlaşılmasın
diye başka renge boyamış ve okula getirmiş. İş anlaşıldı ve bütün okul kendisiyle konuşmadı.”
Ve tabii ki öğretmenler... Dr. Karahan devam ediyor: “Şu ya da bu şekilde
kendisini bir şeye vakfetmiş insanlar
vardı. Misyoner olmaları tartışılıyor.
Ama onlardan bir kez bile din, Allah
lafını duymadık.”
Ve ilginç bir anekdot daha: “Okulda musluklar tersti. İlk önce, ‘bunları
yanlış koymuşlar’ diye düşündüm.
Sonra anladım. Öğretmenler, çamurlu
ya da toz toprak içindeki ellerle, klasik
musluklardan su içmemizi sakıncalı
bulmuşlardı. Herhalde birkaç hoca
oturdu, ‘Biz bu işi nasıl çözeriz?’ diye
düşündü ve bunda karar kıldı. Şartlar
bunu gerektiriyordu. İşte o özgünlük
bize de yansıyordu.”
Dr. Karahan devam ediyor: “TarBULUŞMA 1 9
şimdi
FUTBOLCULAR
KOLEZYUMDAKİ
GLADYATÖRLER GİBİ
Dr. Karahan eşi ile birlikte.
sus’ta, ne sorduysanız hoca ona cevap
verirdi. Bizde ise, 14 yaşındaki çocuk
soru sorduğunda, öğretmen bu çocuğun susması gerektiğini düşünür ve
ona göre cevap verir.
Lise 2. Sınıf öğrencisiydik. Yeni bir
müdür geldi. Öğrenci Konseyi’ni topladı ve ‘Etrafınıza yararlı ne yapabilirsiniz?’ diye sordu. Hepimiz bir şeyler
söyledik. Adana-Mersin yolu, o yıllarda çok kötüydü. Çok fazla kişi hayatını kaybediyor, ‘Bunu azaltmak için bir
şey yapacağız’ dedi.
Sıralama çok doğruydu. Önce sorun tespit edildi. Ona uygun fikir üretildi. Ardından gücümüz tartıldı ve
mobilizasyon sağlandı. Gidin bakın
dünyaya. Her şey böyle planlanıyor.
Bu bir, ‘etrafa katma değer yaratma’
olayı ve hareler halinde büyüyor.”
SPOR CENNETİ
Geliyoruz doktorluğa...
Özellikle spor doktorluğunu niye
tercih ettiğini soruyoruz. Cevap Tarsus ile ilgili: “Tarsus bir spor bahçesiy2 0 BU L U Ş MA
di. Notlarım da iyiydi. Ders çalışmak
yerine hep spor yapardım. Vakit de
bol. İçinde spor olmadığı bir dünya
düşünemiyordum. Tıp fakültesinde
ortopediye yöneldim. Ortopedi de,
spor aşkıyla birleşti.”
Peki, acaba takımlarla çalıştı mı?
Dr. Karahan, “Benim yaşımda artık
takımlarla çalışılmıyor. Daha çok danışmanlık gibi oluyor,” diyor ve ekliyor: “Önceden 10-15 sene yaptım. Voleybol ve basketbol ağırlıklıydı. Sonra
danışma kurullarında yer aldım. Marmara Spor Akademisi’nde öğretim
üyesiyim. 20 yıldır ders veriyorum.”
Tarsus’un aşıladıkları bugüne kadar hiç değişmemiş. Bunlardan biri
de özgüven. Söz yine Dr. Karahan’da:
“Bir gün, asistanlardan birine anlatıyorum, hem biraz fırça çekiyorum,
hem de ders vermeye çalışıyorum.
‘Nasıl yapamazsın, yapacaksın. Kendine güveneceksin, sen hayatta başka
kime güvenebilirsin ki...’ Çocuk bir an
durdu. ‘Yahu hocam, bu da biraz fazla
olmadı mı?’ dedi.”
Ayda 30-40 civarı ameliyat yapıyor. Ortopedide ameliyatlar genel
olarak 1,5-2 saat sürüyor.
En çok sakatlanmaya yol açan
spor Amerikan futbolu. Karate
sert gibi görünüyor ama çok sakatlık olmuyor. Amerikan futbolundan sonra futbol geliyor.
Peki, sakatlamalar daha çok
başka bir oyuncunun müdahalesiyle mi oluyor ya da koşarken
veya ters bir hareket yaptığında mı
oluyor?
Dr. Karahan, “Yüzde 70’i müdahaleyle oluyor,” diyor.
Bu biraz vicdansızlık değil mi diye
soruyoruz, sakatlanınca adamın
spor hayatı bitiyor.
Dr. Karahan’ın cevabı ilginç: “Evet
ama futbol, Roma’da, Kolezyum’daki olayının devamı. Modern
gladyatörler savaşıyor. Mentalite
aynı.”
SPOR CERRAHİSİ NE YAPAR?
Dr. Karahan’ın alanına giren başlıca
konular şunlar: Eklem, menisküs yaralanması, ön çapraz bağ
kopması, omuz çıkığı, aşil tendonu
yaralanması, kas yırtığı, kıkırdak
hasarları... Bunlarla uğraşanlara da
spor cerrahı deniyor.
Karahan’ın yukarıda değindiğimiz
çok önemli bir başarısı var. Geçtiğimiz aylarda Avrupa Diz Cerrahisi
Derneği Yönetim Kurulu’na seçildi.
Dr. Karahan, “İşte onun kökeni de
Tarsus. Daha doğrusu, Tarsus’un
kazandırdığı azim,” diyor. “Süreç,
6-7 yıl sürdü. Bu süre boyunca, karar verilen projelerin üstünde sebatla ilerledim.” Dr. Karahan bu şekilde,
dört yıl boyunca, artroskopik cerrahi
eğitiminden sorumlu olacak.
#FO[FSTJ[CJSIBZBUÅOJ[MFSJ
éTUBOCVM«VOmJ[HJMFSJ
åJNEJ&NBBS4RVBSF«EF
1BSJT«UFO/FX:PSL«BV[BOBOFOz[FMEOZBNBSLBMBSÅOBFWTBIJQMJçJZBQBO
z[MFEJçJNJ[LFOUMJZBæBNÅZFOJEFOUBOÅNMBZBOWFIFSEFUBZÅOEBTPGJTUJLFCJSIBZBUÅO
J[MFSJOJUBæÅZBO&NBBS4RVBSFéTUBOCVM«EBOBMEÅçÅJMIBNMBéTUBOCVM«VONFSLF[JOEFZLTFMJZPS
4ÅOÅSTÅ[PMBTÅMÅLMBSMBEPMVBZSÅDBMÅLMÅCJSIBZBUCVCFO[FSTJ[QSPKFEFTJ[JCFLMJZPS
3&;é%"/4"-*å7&3éå&è-&/$&05&-0'é4
&NBBS4RVBSFéTUBOCVM4BUÅæ0GJTJ"ZB[NB$BE/PbBNMÅDBfTLEBS5FMFNBBSTRVBSFDPNUS]FNBBSDPNUS
şimdi
O kokular
120 yıldır
bizi baştan
çıkartıyor
NÜKET FRANKO FİLİBA ÜAA’95
On yıl önce ortağı olduğu yüz
yıllık markalardan Rebul’u
şimdi başta Rusya olmak üzere
dünyaya açıyor.
B
ir arkadaşım anlattı.
Tatillerde Yunanistan’a, Türkiye’den göç etmiş bir ailenin yanına gidermiş. Giderken
de, ‘Türkiye’den bir şey ister misiniz?’ diye
sorarmış. Her seferinde aynı cevabı alırmış: “Evet! Rebul’un lavanta kolonyası.”
Başka bir arkadaşım anlattı. 25 yıldır gittiği berber, son
bir yıldır Rebul’un lavantasını keşfetmiş. Hep onu kullanır olmuş.
İstanbul’da yaşayıp, kokuya meraklı olup da Rebul’u
bilmemek herhalde pek mümkün değil.
Rebul’un ortaklarından Nüket Filiba ile görüşüyoruz.
ÜAA’lı. 1995 mezunu. Daha karma eğitime geçilmediği ve geleneksel ev işleri derslerinin okutulduğu son
sınıftan kendisi. “Son kızlar sınıfı”ndan yani. Filiba,
“Yemek dersimiz vardı, pizza yapmayı bile öğrenmiştik. Dikiş dersi de vardı... Başka bir dünyaydı ve biz
bunun sonuna yetişebildik,” diyor.
Okula biraz da annesinin zoruyla girmiş. Avusturya
Lisesi’ne zaten puanı tutuyormuş. Onun için, Üsküdar Amerikan diye iddiacı olmamış. Ama annesinin
aklı hep Üsküdar Amerikan’daymış. Kızını kaydetmek
için her gün okula gidip gelmeye başlamış. Sonunda
2 2 BU L U Ş MA
yedeklerde yer açılınca Nüket Hanım’ı okula sokmayı
başarmış.
Nüket Filiba, girip başlayınca okulu çok sevmiş. O yıllarda kendisinin hırslı bir öğrenci olduğunu söylüyor.
Liseden sonra Boğaziçi Üniversitesi İşletme’yi kazanmış. Üniversite sonrasında da hemen L’Oreal için çalışmaya başlamış. Şirkete ilişkin izlenimleri çok olumlu.
Şunları söylüyor: “L’Oreal’in için ‘Üsküdar’dan sonra
ikinci okulum’ diyebilirim. Okulun verdiği ruhun bir
benzerini, burada şirket oluşturmuş. Burada ürün müdürü olarak dört sene çalıştım.”
Nüket Hanım, daha sonra, tesadüfler sonucunda, asırlık Rebul şirketinin üçüncü kuşak temsilcisi Kerim
Müderrisoğlu ile tanışır. Müderrisoğlu abisinin arkadaşıdır. Aile dostları Korel Bingöl de işin içine dahil
olur. 2004 yılında yeni Rebul için ortaklık kurulur.
Nüket Franko Filiba, “Çok ciddi emek verdik. Özel
hayatımızdan feragat ettik,” diyor ve ekliyor: “Geçenlerde, markanın gittiği yön ve hızı hakkında, dışarıdan
çok net görünüyor dediler, çok hoşuma gitti.”
Rebul Eczanesi
maalesef
1895’ten beri
hizmet verdiği
Rumeli Han’dan
taşınıyor.
Meşelik
Sokak’taki
Rebul 1895
Eczanesi’nde
hizmete
devam edecek
olan Rebul,
İstiklal’deki
dükkanı Bağdat
Caddesi’ne
taşıyacak.
PIRILTILI BİR ÇEKİM ALANI
Alınan mesafe küçümsenecek gibi değil. Nüket Hanım, “Geçmişte yararlanarak bugünü kuruyoruz,”
diyor ve yaptıklarını anlatıyor: “Rebul Kozmetik A.Ş.
diye yeni bir şirket kurarak kozmetik piyasasındaki en
önemli oyunculardan biri haline geldik. Şimdi perakende sektörüne girdik. Ciddi bir mağazalaşma süreci
içindeyiz. Altıncı mağazayı Cevahir’de açıyoruz. İyi
lokasyonlar çok önemli. Çok detaylı araştırıyoruz. En
iyi AVM’lerde olmaya çalışıyoruz. Rebul’un pırıltılı bir
çekim alanı var. Ben ona bir tutku markası diyorum.”
Peki, Nüket Franko Filiba ve ortakları, Rebul markasında neyi yakaladılar? Sözü yine Nüket Hanım’a bırakıyoruz: “Rebul Eczanesi 1895 yılında kuruluyor.
Dolayısıyla marka kodlarında zaten eczacılık geleneği,
yani farmakolojik uzmanlık, buna ek olarak da Fransız
zerafeti var. Biz bütün oyunu, genlerimizinde olan bu
marka kodlarının üzerine kurduk. Özellikle perakende
sektöründe... Bu şekilde de geçmişi güncellemiş olduk.
Biz sadece nostaljik bir marka olmak istemiyorduk. İstediğimiz, günü yakalamış, geçmişten mirasını almış,
güne doğru şekillenmiş bir markaydı.”
Peki, acaba markanın yeniden konumlandırılması,
rakamsal bir başarıyı da
beraberinde getirdi mi?
Nüket Hanım, ciro bazında her yıl büyüyen bir
firma olduklarını söylüyor. Son bir yılda, 2013 Mart
ayından 2014 Mart ayına, yüzde 56’lık bir büyüme
gerçekleştirmişler.
DÜNYA MARKASI MI? NEDEN OLMASIN?
Kendisine, şirketin hangi temeller üzerine yükseldiğini
soruyoruz. Üç ayak söylüyor: iç pazar, ihracat ve private label. “Dünya markalarına özel markalı üretim yapıyoruz. Türkiye’deki bazı büyük markaların kozmetik
ürünlerini de üretiyoruz,” diyor.
Şirketin önümüzdeki yıl önemli bir hedefi var. Filiba, “2015 yurtdışı açılımı yapacağımız ilk yıl olacak,”
diyor. İlk hedefleri Rusya. Bağlantılar yapılmış. Kontratlar hazırlanmış. Rusya’nın, kozmetiğe ilginin çok
yoğun olduğu bir pazar olduğunu belirten Filiba, “ihracat yapıyoruz, ama ilk kez yurtdışında bir mağaza
açacağız,” diyor.
Acaba niye ilk tercih edilen ülke Rusya olmuş?
“Rusya paranın olduğu bir pazar,” diye söze başlıyor.
“Burada bazı Fransız markaları hâkim. Yves Rocher
gibi, L’Occitane gibi. Şu anda pazar çok dolu değil, ama
doluyor.”
Nüket Hanım ikinci hedef pazarın Almanya olacağını
söylüyor: “Pazarları da oradaki partnerlerimize göre
seçiyoruz. Rusya’ya da kendi başımıza gitmiyoruz.
Orada iyi bir partnerle başlıyoruz. Her pazarın kendi
özellikleri oluyor. Oradaki durumu tam olarak bilemediğimiz için doğru ortaklıklarla gidiyoruz.”
Şirketin marka değerini soruyoruz. Malum, son yılların en çok üzerinde durulan verileriden biri.
Nüket Hanım, bu konuda ellerinde kesin bir rakam olmadığını söylüyor. “Ama 2008 yılından bu yana sekiz
kat artmış olacağını tahmin ediyoruz,” diyor.
Gelelim şirketin yönetimine...
Söz yine Nüket Filiba’da: “Biz üç ortak olarak birbirimizi çok iyi tamamladık. Bir puzzle’ın parçası gibiyiz.
Herkesin ilgi alanı ve konsantrasyonu farklı yerde.
Bir ortağımız, tamamen üretime bakıyor. Diğeri satış
odaklı... Ben tamamen pazarlamaya ve yeni ürün geliştirmeye bakıyorum. Kimse birbirinin alanına girmiyor. Yönetim kurulu toplantılarında, icra kurulu
toplantılarında ciddi iletişim halindeyiz. Herkes kendi
alanında hedefe doğru koşuyor.”
Rebul, Türkiye’de, İstanbul dışındaki ilk mağazasını
Bursa’da açmış. Bu sene sonuna kadar 10 yeni mağaza
açma hedefi var. Üç sene sonrada 35 mağazaya ulaşmayı hedefliyor. İzmir, Ankara, Adana, hedefleri arasında. Nüket Franko Filiba, Rebul’un kokusunu tüm
dünyaya taşımakta kararlı...
BULUŞMA 2 3
şimdi
METİN HARA ÜAA’00
Mucize Değil...
Herkes
Yapabilir...
Yeter ki...
2 4 BU L U Ş MA
Bir tesadüf sonucu ÜAA’dan
bir arkadaşının annesi tarafından
keşfediliyor. Ezoterik bilgiler konusunda
eğitimler alıyor. Ardından tıp eğitimi
görüyor. Sonra da ilgi duyduğu her şeyi
okuyor. Doğu felsefesi, sufizm, Chi
enerjisi... Bir süre Aborjinlerle yaşıyor.
Keops piramidine gidiyor. Sonunda, bütün
bunları sentezlendiği bir bilgi ve eğitim
sistemini hayata geçiriyor. Hara ile gizemli
bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?
M
etin Hara ile görüşmeye gitmeden, kendisiyle yapılmış pek
çok söyleşiyi okuyoruz. Etkilenmemek
elde değil. Verdiği eğitimin temelleri Üsküdar’da atılmış. Her mezunun bugün
geldiği yerde ÜAA’nın önemli bir yeri
var. Ama Metin Hara’nınki öyle değil.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: ÜAA’ya
gitmeseydi bugünkü Metin Hara olmayabilirdi.
Çünkü okul olmasaydı, kendisine
ezoterik içsel bilgiler veren kişiyle tanışmamış olacaktı. Babasının geçirdiği son
derece ağır trafik kazasından sonra, attığı her adımda arkasında okulun koruyucu kanatlarını hissetmeseydi, her şey
farklı olabilirdi.
Hara ile ÜAA’dan konuşmaya başlıyoruz. “Benim için çok önemli bir okul,”
diyor. İlkokuldan mezun olduktan sonra
karşımda birçok farklı okul seçeneği var.
Ama buraya gelip âşık oldum.”
Bu aşka rağmen ilk günler zor geçiyor. Okula başladığının ilk haftasında
“detention” aldığı için annesine giderek
‘Beni Alman Lisesi’ne aldırın’ diye ağlamaya başlıyor.
“Annem de çok güzel bir cevap veriyor,” diyor: “Biz sana hepsini sunduk.
Burayı sen seçtin ve sen okuyacaksın.”
Hara, tabii ki okulda kalıyor. Mezun
olana kadar da parlak bir öğrenci olmuyor. Ama bu sevilmeyen bir öğrenci
olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine,
Metin Hara, arkadaşları ve öğretmenleri
tarafından fazlasıyla seviliyor. O günleri
anlatması için sözü kendisine veriyoruz:
“Üsküdar Amerikan’ın bence en önemli
farkı şu: Ben not ortalaması en düşük
olan 10 kişiden biriydim. Ama annem
her geldiğinde, oldukça kötü notlarım
olmasına rağmen bütün hocalar ciddi
anlamda bana destek verirdi. Ve anneme şunu söylerlerdi: ‘Evet çalışmıyor.
Ama çok iyi bir çocuk. İnsani değerleri
çok yüksek. Okuldaki notların o kadar
önemli yok.”
Metin Hara, “herkes lisede okulundan biraz tiksinir ya... Benim en büyük
idealim günün birinde çocuklarımın burada okuması,” diyor: “İnsani değerlere
önem veren, çocukları notların üzerinde tutan bir anlayış. Kesinlikle bir dünya
vatandaşı yarattı bizlerden. Biz felsefe de
okuduk, edebiyatta inanılmaz yazarları
tanıdık. O zaman bize saçma geliyordu.
Ama büyük değerler sunduğunu ve bizi
erdemli yetiştirdiğini gördük.”
DÖNÜM NOKTASI: KAZA
Hara’nın babası 2000 yılında büyük
bir trafik kazası geçirir ve bir sene yatalak halde kalır. Aile mal varlığını kaybederken okul, çok büyük jest yaparak
taksitleri siler. Metin Hara, “Ben bütün
senemi babamın başında geçirdim,”
diyor: “Orada fizik tedaviciler babamı
ayağı kaldırdıkları için ben fizik tedavi
okumaya karar veriyorum. O süreç bana
büyük bir devinim kazandırıyor.”
Derken Çapa Tıp Fakültesi yılları geliyor. “Orada da çok parlak bir öğrenci
değildim,” diyor. “Hatta oradaki doktorlar, staj yapana kadar benim buraya
layık olmadığımı ve mezun olmamam
gerektiğini söylüyorlardı. Ta ki stajda
hastalarla nasıl mucizeler gerçekleştirdiğimi görünceye kadar. Okuldan kıl payı
mezun oluyorum yine. 2.03 ile...”
Yine Üsküdar’a dönüyoruz. Söz yeniden Hara’da: “Bilgiler çok önemli ama
ÜAA’nın bana verdiği matematik bilgisini ya da İngilizceyi, kasarsın ama başka
yerde de öğrenebilirsin. Buradaki erdemi, neyin değerli olduğunu öğrenemezsiniz. Türkiye’deki pek çok ünlü okuldan
mezun olmuş ama sadece matematik
öğrenen insanlar var. Ama insanlara nasıl davranacağını öğrenememiş , bu devirde bunları öğretebilirseniz en büyük
değer. Seanslarda babaları ağlattığım
oluyor. ‘Para harcayacağına vakit harca.
Bunun dışında iyi bir baba değilsin, üzgünüm’ diyorum.”
Geliyoruz ezoterik içsel bilgilere.
Hara anlatmayı sürdürüyor: “12 yaşındayken bazı şeyleri düşünmeye ve
sorgulamaya başladım. Hayatla ilgili birkaç tokat yediğim zamanlar... Bazı stresleri ilk kez tanıdığım, hayatla ilgili daha
derinlikleri merak ettiğim zamanlar.
Birçok şeyi okumaya başlıyorum. 15 yaşından itibaren biri tarafından keşfediliyorum. ÜAA’dan arkadaşımın annesi...
Ve bu ezoterik içsel bilgiler konusunda
eğitilmeye başlıyorum.”
Ardından o kötü trafik kazası geliyor.
Hara, 18 yaşında, özellikle babasının kazasıyla bir noktada, olayın içine girmek
durumunda kaldığını söylüyor. Her şeyi
sorgulamaya başlıyor: Ne oluyor? Neden böyle bir şey oldu? İyileşme nasıl
tetiklenebilir?
Dahası, babasının kazasındaki süreçte, dünyanın dört bir yanından, binden
fazla alternatif teknik inceliyor. Avustralya’ya gidip Aborjinlerle birlikte kalıyor. Mısır’a gidip Keops piramitine giriyor. Fas’a, Çek Cumhuriyeti’ne gidiyor.
Sufizm eğitimi alıyor. Ezoterik, Batîni
öğretilere dalıyor.
Peki, bu sentez nasıl bir noktaya doğru evriliyor?
Hara anlatıyor:
“Bu, renksiz, kokusuz, tatsız, herhangi bir kitleye yakınlaşmayan, herhangi
bir inanç sisteminin diğerinden üstün
görmeyen, ama evrensel bir bakış açısı
yaratıyor.”
Hara, buradan, içsel yolculuğunu anlatmaya geçiyor. “Ana yol, babamın kazasıyla uyandığım süreç ve tamamlayıcı
Tıptan felsefeye,
fizyolojiden
vücut duruşuna
kadar birçok
bilgiyi
birleştiriyor...
BULUŞMA 2 5
şimdi
olan Çapa’daki öğrenimim oluyor. Yani
ikisi de tabii çok değerli. İnsan bedeni
hakkında bu kadar bilmeden bunları
anlatsam çoğu insan dinlemez. Önce
doğu tıbbından başlayıp sonra Batı tıbbına kayan bir sıra izledim. Şimdi daha
bütüncül bir yapı var. Bu da tabii hastaların iyileşmesinde dışarıdan mucizevi gibi
görünen cevaplar almamızı sağlıyor.”
Peki hastaları iyileştirmesi tanrısal
bir yetenek mi? Herkes aynısını yapabilir mi?
Söz yine Hara’da: “Ben insanlara
şunu diyorum. Ben bir şeyler yaptığım
zaman anlatmaya başlayınca ve insanlardaki değişikliği görünce, orada bir
ışınlanma var sanıyorlar. Odaya giriyor,
çıkıyor. Altı hafta sonra görüyor, MS’li
bir hastanın yürümesi daha iyi olmuş.
İnsanlar ‘bu bir mucize’ diyor. Çünkü
aradaki süreci hiç bilmiyor. Halbuki
hasta, bunun mucize olmadığını biliyor.
Çünkü o zaman o kadar, nasıl emek verildiğini, nelerin değiştiğini görüyor.”
Metin Hara’nın bir eğitim sistemi
var. Eğitimin önemli amaçlarından biri,
insanlara Hara’da doğaüstü bir güç olmadığını göstermek.
Sözü kendisine bırakıyoruz: “Eğitimin amacı şu: Bende doğaüstü bir şey
yok. Dediklerimi yapan, beyin dalgasını düşüren herkes, bunları yapabilir.
Ödevleri yapıp, beni takip edip, hayatı
değişmeyen olursa ücretini iade ediyorum. Derken insanlar eğitime geldi.
Aralarında, ‘Hiç umurum değil’ diye
oturan da vardı. ‘Valla bi bakıcam ona
göre’ diyen de... Binlerce eğitime katıldım, bugüne kadar bir tane bile iade
eden olmadı.”
Hara başarıya giden formülü de veriyor mezun arkadaşlarına: “Burada bilim
ile ruhsallık öyle bir emekle birleştirildi,
o içsel dönüşüm, psikolojik dönüşüm,
bilimle o kadar desteklendi ki, bir şeyler
garantili şekilde değişiyor.”
Eğitimin en önemli yerlerinden biri,
hiçbir kimyasal uyarıcının bulunmama2 6 BU L U Ş MA
sı... Metin Hara devam ediyor:
“Burada en önemli özellik şu: Tedavilerde ya da eğitimde en ilginç özellik
kimyasal uyarıcıların olmaması. Şunu
al, şu otu kaynat gibi şeyler yok. Hiçbir
makine yok. Pozitif olumlama, kutsal,
kolye, taş, hiçbir şey yok. Sistem tamamen katılımcının kendi üzerine yapacağı ödevlerden ibaret.”
EĞİTİMİN İNCELİKLERİ
Hara, “Bu tamamen özgün bir eğitim,” diyor: “Bir yerden alınmış değil.
İlk dersin ikinci yarısında beyin dalgalarını anlatıyorum. Bu tıpla alakalı bir durum. Amacım insanları tıbbı anlatmak
değil. Algılarını nasıl değiştireceklerini
ve Pollyannacılık oynamadan, bunun
nasıl yapılabileceğini anlatıyorum.
Birinci derste düşünce güçleriyle
mucizevi bir şeye tanıklık ettiriyorum.
Herkes kendisi yapıyor. Beyin dalgalarını düşürdükten sonra bir düşünce gücü
testi yapıyoruz. Zaten orada bariyerler
yıkılıyor. Diyorlar ki, ‘Acayip bir şey
yaşadık’. Burada ölçülebilir, kameralara
kayıt ettirilebilir bir şeyden bahsediyorum. Sonrasında, ‘tak’ diye çok ağır ruhsal bir ders var. Bayağı Uzakdoğu dövüş
sporlarından, Chi enerjisini yönlendirmeye, bazı formları yapmaya başlıyoruz.
Bazı nefesler işin içine giriyor. Enerjiye
odaklamayı öğretiyorum. Üçüncü ve
dördüncü derste, bunu kullandırmak
için değişik eğitimler var. İyileşme nasıl
tetiklenir? Hangi enerji merkezlerine ne
yapılır? Beşinci derste bazı dengeler var.
Hayatımızda direnç unsuru olan dört
dengesizliği anlatıyorum. Var olan bütün sıkıntıların bu dengesizlikten kaynaklandığını ve bunun nasıl çözüleceğini söylüyorum. Beşinci derste, şimdiyi
daha rahat yaşayabilmeniz için geçmişi
temizlemek var.
Altıncı derste bir Kabala tekniği geliyor. Çok eski mistik bir teknikle biraz
hastalıkları hissetmeye, bir parça olsun
-toprağın altında tohum nerede var, bu
ne zaman çatlayacak?- bunları bilmeye
çalışıyoruz. Bir anda ‘kanserle karşı karşıya kaldım’ dememeniz için, önleyici
tıbbi kendi kendine yapabilmeniz için,
beden farkındalığını artırıyoruz.
Yedincide Uzakdoğu tekniklerinden
esinlenmiş bir ders var. Hastalıkların
psikolojik etmenlerini anlatmaya başlıyoruz. Bununla da insanlara neredeyse
bugünkü tıp kadar bilimsel ilerleyen bir
harita çıkarıyoruz. Sekizinci ders, düşünce gücüyle maddeyi etkilemek. Bu
da bilimsel bir çalışma ve veda dersi...”
Hara, “Eğitimiz bu,” diyor: “Tıptan
felsefeye, fizyolojiden vücut duruşuna,
postürden psikolojiye kadar çok farklı
şeyleri yelpaze içine alıyor. Zaten güzelliği de orada. Burada eğitimde bir yelpaze olması çok önemli. Çıktıklarında,
geçmişle ilgili bir problem olduğunda,
bir alet edevat var. Stresle ilgili bir problem olduğunda da alet edevat var. Yani
tamamen yaşam içerisinde benden hiçbir hizmet almasına gerek duymadan,
tam bir özgürleşmeden bahsediyoruz.
Her eğitim iki saat, toplam olarak 16
saat.”
Hara, tüm bu tekniklerini dört yıldır üzerinde çalıştığı üç kitaplık Aşkın
İstilası serisinde kaleme aldı. Serinin ilk
kitabı olan Yol ise yola çoktan çıktı.
2014 MEZUNLARINA
BAŞARILAR DİLERİZ
kapak
SEV AMERİKAN
KOLEJİ
EĞİTİME BAŞLIYOR
2 8 BU L U Ş MA
SAC, yani SEV Amerikan Koleji, Sağlık ve Eğitim Vakfı’nın yeni kurumu olan okul, Eylül 2014’te
eğitime başlıyor. Herkes yeni okulda öğrencileri nasıl bir eğitimin beklediğini merak ediyor.
Okulun Kurucu Genel Müdürü Whitman Shepard, Okul Müdürü Elvan Tongal ve İngilizce
Bölüm Başkanı Michael Constantini, Buluşma dergisine SAC’nin kodlarını anlatıyor...
Ö
lü Ozanlar Derneği filmini izlemişsinizdir.
Skolastik
eğitimle
modern eğitimin çarpışmasını anlatan, daha
iyi bir film yapılmamış, senaryo yazılmamıştır herhalde.
İnsanı fena halde çarpan pek çok
sahnesi vardır. Bunlardan birini anlatalım. Filmde, öğretmeni oynayan Robin
Williams, okula yeni öğretim yılı için
gelen çocukları bir araya toplar, “Size
ilginç bir şey göstereceğim, benimle
gelin,” der. Çocukları geniş bir duvarın
önünde durdurur. Duvara asılı duran,
siyah beyaz çekilmiş hayli eski bir fotoğraf ya da fotoğraflardır.
Fotoğrafta ya da fotoğraflarda yer
alanlar da, bir dönemin çoktan mezun
olmuş kolej öğrencileri...
Öğretmen, yeni öğrencilere, “Bakın,”
der, “Onlar da, sizinle aynı yaştalardı.
Koleje, aynı sizler gibi gelmişlerdi. Kendilerine olan güvenleri tamdı. Hayata
ve geleceğe umutla bakıyorlardı. Ama
şu anda hepsinin sadece kemikleri kalmış durumda.”
Ve onlara filmin esas mesajını verir: ‘Günü Yakala’ ya da çok bilinen ve
söylenen Latincesiyle, ‘Carpe Diem’.
‘Günü yakalamak’ sözünün gerçekten
ne kadar çok şeyi kapsadığını öğrenciler o gün kavrarlar. Onlarla birlikte biz
seyirciler de...
Günü yakalamak, ‘edebiyatla uğraş’
anlamına geliyordu. Ya da ‘spor yap’.
Veya ‘tiyatro’... Ya da canın ne istiyorsa
onu... Bunlarla da yetinme, tartışmalara katıl, görüşünü serbestçe ifade et,
kimsenin karşısında boyun eğme, kendi ayaklarının üzerinde dur...
Sonuç olarak, hayatını boşa geçirme!
Onu anlamlı kıl.
Üsküdar Amerikan, İzmir Amerikan, Tarsus Amerikan’daki yüzyıllar
içinde oluşan eğitim anlayışı da böyle.
SEV de kurum olarak, ‘bu eğitim
ruhu kaybolmadan yaşasın, yüzyılı
aşan birikimleri ve değerleri heba olup
gitmesin’ diye kuruldu.
Yıllarca bu okulların en büyük destekçisi olan SEV, şimdi tarihi bir adım
atıyor. Yüz yılı aşkın birikimiyle devasa
bir projeyi hayata geçirecek.
Yeni bir okul... SEV American College (SAC)... Eylül 2014’te ilk öğrencilerini alarak eğitime başlayacak.
Bugünlerde yöneticilerin, öğretmenlerin, öğrencilerin kafasında benzer bir
soru var:
SAC’nin kapıları açıldığında, içeride
bizleri neler bekliyor olacak? Eğitim
müfredatından öğretmenlerine, mimarisinden sınıflarına, kütüphanesinden
spor solanlarına, laboratuvarlarından
koridorlarına kadar merak edilenleri
masaya yatırdık.
Kısaca söyleyelim.
Öncelikle son derece titizlikle oluşturulmuş bir ekip, iş başında... Eğitim
alanında kendilerini ispatlamış, heyecanlı yöneticiler ve öğretmenler...
Arkasından, güneşin ve aydınlığın
bol olduğu, sınıflardan karanlık koridorlara değil bahçeye çıkıldığı, bazı
yerlerin Ege’nin antik kentlerinden ilham alınarak düzenlendiği, farklı bir
mimari anlayış...
Ve okulda atılacak her adımda katkıları olacak öğrenciler. Kısacası, okulda,
nelerin nasıl yapılacağını, kısacası ruhunu, öğretmenlerle öğrenciler ortaklaşa kararlarla inşa edecekler.
Okulun Genel Müdürü Whitman
Shepard, Türkiye’deki Amerikan okullarında öğretmen ve yönetici olarak görev yapmış, oldukça deneyimli bir isim.
Kuşaklardır burada yaşayan ABD’li bir
aileden geliyor ve Türkiye eğitim sistemini yakından tanıyan bir eğitimci.
Okulun kapısından ilk girecek herkes için, bunu büyük bir avantaj olarak
görüyor. Niye mi? Ortada, geleneklerin
ve birikimlerin oluşturduğu sağlam
temeli olan bir yapı var. Eğitmenler ve
öğrenciler bu birikimin üzerine gelecek
ve yeni okulun felsefesini, bu hazinenin
üzerine istedikleri gibi inşa edecekler.
Shepard, hedefledikleri katılımcı öğrenci profilini şöyle anlatıyor: “Öğrenciler, araştıran, sorgulayan, eleştiren,
alternatif arayan, çözüme ve sonuca
odaklı bireyler olarak yetişecek.”
SAC’nin İngilizce Bölüm Başkanı
olan Michael Constantini de, Whitman
Shepard’ın bahsettiği katılımcı öğrenci
profilini yetiştirmek, hatta dünya ile
derdi olan bireyler konusunda oldukça
hassas: “SAC’de öğrencilerimden, gelecekte öğretmen olmalarını isteyeceğim. Buradan mezun olduklarında bu
mesleği seçmeleri hedeflerimden biri.
Nedenini açıklayayım. Bence, bugün
insanlığın, yeni iş adamlarından, yeni
avukatlardan ve doktorlardan çok, yeni
bir düşünce biçimine, bunu oluşturacak bir nesile ihtiyacı var. Öyle çocuklara ihtiyacımız var ki, öğretmen olsunlar, insanlara teknolojiyi kullanmayı,
yaratıcılıklarını geliştirmeyi anlatsınlar.
Gelecekte bize ilham veren öğretmenlerimiz olacak ve bu öğretmenlerin
SAC’den mezunlar arasından çıkacağına inanıyorum.”
SAC Okul Müdürlüğü görevini yürütecek Elvan Tongal ise, geleceğe
ilişkin şöyle bir tespit yapıyor: “Bizim
öğrencilerimiz dokuzuncu sınıfa başladıklarında, var olan mesleklerden
bazıları mezuniyetlerinde belki olmayacak bile. Onlar mezun olduklarında,
şu anda tanımlayamadığımız yepyeni
meslekler ortaya çıkacak. Dünya artık
böyle bir yer. Dolayısıyla, hızla değişen
dünyada, mutlu olacakları işi ve yaşam
tarzını kendi başlarına kurabilen donanım ve becerilere sahip bireyler yetiştiren bir okul olmayı hayal ediyoruz.”
Evet! SAC Eylül 2014’te eğitime başlıyor.
Nefesler tutuldu...
Köklü eğitim birikiminden yeni
öğretmenlerine, modern eğitim felsefesinden okul mimarisine kadar, her
yanıyla dört dörtlük bir eğitim kurumu
olarak tasarlanan SAC, geleceği birlikte
kuracak çocuklarını bekliyor.
BULUŞMA 2 9
kapak
Geçmişin Gücüyle
Geleceğe, Birlikte!
Bir buçuk asrın ardından İstanbul’da yeni bir Amerikan Koleji açılıyor... SEV Amerikan
Koleji (SAC)... Kurucu Genel Müdür Whitman Shepard anlatıyor.
D
ört kuşaktır Türkiye’de
yaşayan Amerikalı bir ailenin üyesi olan Whitman
Shepard, Sağlık ve Eğitim
Vakfı’nın (SEV) Eylül 2014’te açılacak
olan SEV Amerikan Koleji’nin Genel
Müdürlüğü görevini üstlendi. Robert
Kolej ve Üsküdar Amerikan Lisesi
gibi köklü okulları uzun yıllar yönetmiş olan Mr. Shepard, SEV Amerikan Koleji’ni ve eğitim felsefesini anlatıyor.
Eylül ayında eğitime başlayacak
olan SEV Amerikan Koleji, Sağlık
ve Eğitim Vakfı’nın (SEV) kaçıncı
okulu olacak?
SEV’e bağlı üç lise ve üç ilköğretim okulu var. SEV Amerikan Koleji,
vakfa bağlı olan Üsküdar Amerikan
Lisesi (1876), İzmir Amerikan Koleji (1878) ve Tarsus Amerikan Koleji
(1888) gibi geçmişi yüz yılı aşan lise3 0 BU L U Ş MA
lerimizin dördüncüsü olacak.
Niçin SEV Amerikan Koleji’ne ihtiyaç duyuldu?
Sağlık ve Eğitim Vakfı’nın, bir buçuk asra yakın geçmişi olan okullarından kazandığı birikim ve uzmanlığı var. Velilerden uzun zamandır
gelen talebi göz ardı edemezdik.
Bu birikim ve deneyimin modern
çağın yenilikçi bakış açısıyla harmanlanmasından SEV Amerikan Koleji doğdu. Şimdi de, 2014-15 öğretim
yılında, yeni okulumuzu öğrencilerimizle buluşturacak olmanın heyecanı içindeyiz.
Bir okulu okul yapan, okulun temel yapı taşlarından biri de öğrencileridir, değil mi?
Kesinlikle. Yeni okulumuzu kurarken, “Geçmişin Gücüyle Geleceğe,
Birlikte!” felsefesiyle çalıştık. Sağlam
temeller üzerine kurulmuş SEV Ame-
rikan Koleji’ni ileriye taşıyacak olanlar öğrencilerimiz olacak. Okullarını
katılımcı rolleriyle şekillendirip, geliştirip daha da ileriye götürecekler.
Onlara bu ortamı sağlayacağız. Kendilerini, geleceklerini ilgilendiren konularda söz sahibi olmalarını, karar
vermelerini, seçmelerini teşvik edeceğiz. Öğrencilerimizin, okullarının
ve aynı zamanda kendi geleceklerinin
mimarları olmaları için çalışacağız.
Öğrencilerin katılımcı rolünün
önemini vurguladınız. Peki, bu katılımcı rol, bir öğrenciye ne kazandırıyor?
Böyle bir ortamda yetişmiş olanlar, araştıran, sorgulayan, eleştiren,
alternatifler arayan, çözüme ve sonuca odaklanan bireyler olarak yetişiyor. Bilimin ve teknolojinin hızla
geliştiği, toplumsal değişimin sürekli yaşandığı dünyamızda, birçok
alanda daha donanımlı, kendine güvenen, yaratıcı ve analitik düşünme
yeteneğini kazanmış insanlar oluyorlar.
Bahsettiklerinizden yola çıkarak
SEV Amerikan Koleji’nin misyonunu nasıl özetlersiniz?
SEV Amerikan Koleji’nin misyonu, öğrencilerimizin bireysel, sosyal
ve çevreye yönelik sorumluluk bilincinin ve özgüvenlerinin gelişimine
katkıda bulunmaktır. SEV Amerikan Koleji’nde bizler, öğrencilerimizi İngilizceye anadili kadar hakim,
iyi eğitimli, yaşam boyu öğrenme
alışkanlığını edinmiş, etkili iletişim
kurabilen, her yönüyle nitelikli bir
yaşam süren, ülkesine ve insanlığa
hizmet için gereken beceri, tutum ve
sorumluluğu kazanmış bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlamaktayız.
Yeni okuldaki eğitimden de bahseder misiniz ?
SEV Amerikan Koleji, öğrencilerimize bir yılı hazırlık olmak üzere beş yıllık bir lise eğitimi verecek.
Hazırlık senesinde yoğun İngilizce
dil programı ve yine İngilizce ma-
tematik ve İngilizce fen dersleri olacak. Öğrencilerimiz, Türkçe ve İngilizceden oluşan akademik müfredatı
izlerken, aynı zamanda Türk ve yabancı uyruklu öğretmenlerle çift dilçift kültür ortamında eğitim görecekler. İkinci yabancı dil de yine
hazırlık sınıfında başlayacak.
Hazırlık sınıfı şart mı?
Kesinlikle. SEV Amerikan Koleji yönetimi olarak hazırlık senesini
çok önemsiyoruz. Hazırlık sınıfı, sadece öğrencilerimiz için İngilizcelerini geliştirecekleri bir yıl olmakla kal-
WHITMAN SHEPARD SAC Genel Müdürü
Üniversite eğitimini ABD’de
Middlebury Koleji’nde
Matematik ve Psikoloji dallarında
tamamladı. Harvard Üniversitesi’nde
Uluslararası Eğitim alanında yüksek
lisans yaptı. Ardından, 1981 yılında
Türkiye’ye gelerek, Tarsus Amerikan
Koleji’nde matematik öğretmenliğine
başladı. Tarsus’tan sonra, 18 yıl
boyunca Robert Kolej’de matematik
öğretmeni, Matematik Bölüm
Başkanı, Spor Kulübü Başkanı ve
Lise Müdürü olarak görev yaptı.
Son olarak, Üsküdar Amerikan
Lisesi’nde dokuz yıl müdürlük
yapan Shepard, son üç yıl boyunca
Sağlık ve Eğitim Vakfı’nda Liseler
Eğitim Koordinatörlüğü görevini
sürdürdü. Ayrıca, Uluslararası Okullar
Konseyi’nin akreditasyon ekibinin
başkan yardımcılığı ve başkanlığı
görevlerinde bulundu. Özel Okullar
Birliği’nin Yürütme Kurulu ve Sınav
Kurulu’nda görev yaptı.
BULUŞMA 3 1
kapak
mayacak, aynı zamanda gelecek dört
yıl için hazırlanma dönemi de olacak.
Daha sonraki sınıflarda daha da geliştirecekleri analitik ve eleştirel düşünme eğitimini almaya başlayacaklar.
Hazırlık sonrası sınıflarda eğitim
nasıl olacak?
Hazırlık sonrası sınıflarda, matematik ve fen bilimleri İngilizce, sosyal bilimler, Türk dili ve edebiyatı da Türkçe olacak ve öğrenciler her iki dili de
doğru dil bilgisi ve zengin kelime dağarcığı ile kullanmayı öğrenecekler.
Ana branşlardaki derslerin yanı sıra
öğrencilerimiz, sanattan müziğe, dramadan spora kadar, farklı yelpazedeki
seçmeli ders olanakları ile kişisel donanımlarını da artırabilecekler.
İkinci yabancı dil Hazırlık’ta başlayacak dediniz. Hangi dili ikinci
dil olarak öğrenebilecekler?
SEV Amerikan Koleji’nde öğrencilerimiz Fransızca, Almanca veya İspanyolca dillerinden birini ikinci yabancı dil olarak seçebilecekler.
Öğretmen kadronuzdan da bahseder misiniz? Yabancı öğretmenler de olacak mı?
Öğretmen kadrosu Türkiye ve
Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan titiz araştırma ve görüşmeler sonucunda oluşturuldu. Zira, öğrenciler
için oluşturmak istenilen, katılımcı,
sorgulayan, öğrenmeyi öğrenecekleri
ve sevecekleri eğitim ortamını ancak
onlarla birlikte oluşturabiliriz. Kısaca
bilgi vermek gerekirse, İngilizce Bölümü eğitim kadromuzun yüzde 90’ı
anadili İngilizce olan öğretmenlerden
oluşuyor ve toplam öğretmen kadromuzun yüzde 45’i de yabancı uyruklu.
Aynı zamanda, SEV Amerikan Koleji
öğretmen ve yönetim kadrosu olarak,
eğitimde teknolojinin akıllı kullanımı
konusunda dünyadaki trendleri yakından takip ederek öğrencilerimizle paylaşmayı ve birlikte uygulamayı
amaç edineceğiz.
SEV Amerikan Koleji’nde, Uluslararası Bakalorya (IB) Programı
olacak mı?
Okulu açar açmaz, IB için başvuracağız. Akreditasyon takibi yapacağız.
Fakat bu konu uzun vadeli bir çalışma
gerektiriyor. Öncelikle bir sınıfımızı mezun etmeniz lazım, ondan sonra bunu resmen yapabilirsiniz. Benim
daha önceki okullardan bu konuyla ilgili tecrübem var. Öğrencilerimiz, dünyanın herhangi bir yerinde,
herhangi bir ülkenin vatandaşıyla rahatlıkla diyalog kurabilsin istiyoruz.
Kendi fikirlerini anlatabilsin, savunabilsin, karşısındakini ikna edebilsin...
Bizim, eğitimin uluslararası boyutundan anladığımız felsefe budur. Ayrıca,
öğrencilerimiz Uluslararası Bakalorya (IB) sistemiyle, hem yurtdışı hem
de yurtiçinde birçok prestijli üniversiteye başvuru, kabul ve burslu okuma
hakkından yararlanma sürecinde bir
adım önde olacaklar.
Peki, SEV Amerikan Koleji’nin kampüsü nasıl olacak? Binalar, sınıflar...
Kampüsümüzü İstanbul’un Anadolu Yakası’nda, Çekmeköy’de, 14.500
metrekarelik bir tepe alana inşa ettik.
Binamız mimarisiyle 2013’te Almanya’da ödül aldı. (Iconic Awards 2013
Concept Winner) Doğal gün ışığının
binanın her noktasına girebileceği şekilde tasarlandı, yani ferah ve gün ışığının verdiği enerjiyle dolu bir ortam.
Modern teknoloji ile donatılmış sınıflar, laboratuvarlar, ders dışı aktiviteler için sınıf ve atölyeler, spor alanları... Öğrencilerimizin topluluklar
karşısında hitap ve sunum becerilerini geliştirecekleri oditoryum, sanatsal faaliyetleri sergileyecekleri amfitiyatro... Severek gelecekleri, öğrenmeyi
sevecekleri bir ortamdan bahsediyoruz.
SEV Amerikan Koleji’nde, ders
dışı etkinlikler için de öğrencilerin yararlanabileceği yaşam alanları olacak mı?
Tabii ki. Spor, sanat, teknoloji alanında ders dışı etkinlikleri gerçekleştirebilecekleri sınıflar, spor sahası,
tiyatro salonlarımız olacak. Aynı şekilde, on binlerce kitap kapasitesine
sahip olacak kütüphanemiz de öğrenci ve öğretmenlerimizin önerileriyle
daha da zenginleşecek.
Bir veli size ‘Neden SEV Amerikan
Koleji’ni tercih edeyim?’ derse, ona
bir cümleyle nasıl cevap verirsiniz?
‘Yüz yılı aşkın birikim ve uzmanlığın üstüne inşa edilmiş, yeni çağın gereksinimlerine cevap verecek, öncü ve
yenilikçi eğitim olanaklarının hâkim
olacağı bir öğrenim ortamından bahsediyoruz’ derim.
Titizlikle sürdürülen inşaat çalışmaları
açılışa haftalar kala artık
sona yaklaşıyor.
3 2 BU L U Ş MA
SAC Genel Müdürü Whitman Shepard, Okul Müdürü
Elvan Tongal, İngilizce Bölüm Başkanı Michael Constantini.
BULUŞMA 3 3
kapak
OKULU ÖĞRENCİLERLE KURACAĞIZ!
Elvan Tongal, “Müthiş bir şansımız var, biz bu okulu öğrencilerimizle
birlikte kuracağız,” diyor ve devam ediyor: “Öğrenciler ve öğretmenler, tarihi bir âna şahit olacaklar.”
3 4 BU L U Ş MA
Yeninin, Farklının,
Geleceğin Peşinde...
SAC Okul Müdürü Elvan Tongal, hayatı boyunca mevcut görevlerle yetinmemiş, hep farklı
düşüncelerin, alternatif fikirlerin, değişik araştırmaların, yeninin, geleceğin peşinde koşan
bir eğitimci. SAC’nin heyecan verici bir okul olacağını söylüyor.
E
lvan Tongal, tarih öğretmeni olduğunda henüz 21 yaşındaymış.
İlk durağı dersane öğretmenliği
oluyor.
Sonra bakıyor ki öğrenciler bir yıl
sonra gidiyorlar, ‘öğrencilerin kalplerine ve karakterlerine daha uzun süre
dokunmak için’ dersaneyi bırakıp özel
bir okula geçiyor.
Çok sevdiği, çağdaş bir eğitim yuvası olarak değerlendirdiği, şimdi kapanmış olan Moda Koleji’nde
Uluslararası Bakalorya (IB) ile ilgili
çalışmaları yaparken merak onu dürtüyor. Bir tarih öğretmeni olarak, dışarıda başka şeyler olduğunu görüyor.
‘Kendimi yetiştirmeliyim’ diyor. Kendisi gibi düşünen IB öğretmenleriyle
ve okullarla bağlantılar kuruyor. Sabancı Üniversitesi’nde Halil Berktay
ile birlikte bir grup oluşturuluyor ve
eğitimlere başlanıyor.
Tongal, IB çalışmasını yaparken,
İngilizce bilmenin ne kadar önemli olduğunu görüyor. Radikal bir kararla, bir yıllığını İngiltere’ye giderek
İngilizcesini geliştiriyor. İngiltere’den
dönüşte kendisini ENKA Okulları’nda görüyoruz. 12 yıl boyunca bu
kurumda kalıyor. İlk üç yıldan sonra müdür yardımcısı olarak görev yapıyor. Sürekli kendini geliştiren Tongal, “Mademki yöneticilik yapıyorum,
master’ını da yapayım,” diyor ve Bahçeşehir Üniversitesi’nde yüksek lisans
yapıyor.
Yüksek lisansın ardından kendisini yine farklı bir görevde görüyoruz.
“İçimde ukde kalmıştı, hiç devlette çalışmadım,” diyen Tongal’ın imdadına
Öğretmenler Akademisi Vakfı yetişiyor. Orada öğretmenlerin bilgilerini
tazelemek için geliştirilen bir projede,
eğitici olarak görev alıyor. Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte yapılan bu
projeyle 100 bin öğretmene ulaşılıyor.
Öğretmen eğitimi sayesinde, Anadolu’yu adım adım gezme fırsatı da buluyor.
Gelelim SAC’ye gelişine...
Bir arkadaşının kendisini SAC yöneticilerine tavsiye etmesi hayatında
bir dönüm noktası oluyor. Tavsiyeden
sonra tanışılıyor. Okula müdür arayışından bahsediliyor ve Tongal da,
“Bana bir şey katacak, benim de bir
şey katacağım bir pozisyon olursa, neden olmasın?” diyor.
Elvan Tongal’dan, SAC’nin kendisine cazip gelen yönlerini anlatmasını istiyoruz: “Tabii ki geleneği olan bir
yere gelmek harika bir şey,” diyor. “Burası büyük bir aile. Bu ailenin üyesi olmayı, çok büyük bir şans olarak görüyorum. Çünkü bir yandan da şahane
bir geçmiş var. Evet deme nedenlerimden biri, Mr. Shepard’ın bizzat
kendisidir. Türkiye’nin en iyi okullarında yöneticilik yapmış ve Türkiye’yi,
Türk eğitim sistemini çok iyi bilen birisi. Onunla çalışmayı kendim için bir
öğrenme süreci olarak algılıyorum.”
Elvan Hanım’a göre, işin en güzel
yönlerinden biri de, okulun öğrencileriyle birlikte sıfırdan kurulacak olması. Elvan Tongal, “Müthiş bir şansımız var, biz bu okulu öğrencilerimizle
birlikte kuracağız,” diyor ve devam
ediyor: “Öğrenciler ve öğretmenler,
tarihi bir âna şahit olacaklar.”
BULUŞMA 3 5
kapak
ÖNEMLİ OLAN TUTKUDUR
“Kendi kendime, teknolojinin eğitimi nasıl değiştirdiğini anlamaya
çalışıyorum? Teknolojiyi, öğretmenin yerine sınıflara koyamayız. Öğrencilere, öğrenmenin teknolojiden çok, kendileriyle ilgili bir şey olduğunu anlatabilmeyiz. Öğrencilere, nasıl doğru, düzgün araştırma
yapabileceklerini, bilgiye ulaşabileceklerini öğretmeliyiz. Kendi bilgilerini inşa edebilecekleri kabiliyetleri sağlamalıyız. SAC’de bir araya
gelen bu ekipten gerçekten çok etkilendim. Bir çalışmaya başladık
mı, oldukça eğleneceğiz. Tutku çok önemli. SAC’deki en büyük hayalim, öğretmen olmak isteyen öğrenciler yetiştirmek. Bence bugün
dünyanın yeni doktorlara, yeni iş insanlarına, yeni politikacılara, yeni
avukatlara ihtiyacı yok. Onlardan yeterince var ve bugün yeni bir düşünme biçimine ihtiyacımız var. Gelecekte, ilham verecek öğretmenlere ihtiyacımız olacak. İşte bu öğretmenlerin SAC’den çıkacağına
inanıyorum.”
3 6 BU L U Ş MA
Öğretmen Olmak İçin
Doğmuş...
SAC’nin anahtar konumdaki öğretmenlerinden biri Michael Constantini...
Öğretmenlik mesleğine tutkun. Ama öyle böyle bir tutku değil. Dünyanın parasını
kazandığı ilaç sektöründeki işini bırakıp, evindeki eşyaları sokaktan geçenlere dağıtıp
öğretmenlik yapmak için yollara düşmüş. Kısacası, emsali az bulunur bir ‘Ferrari’sini
Satan Bilge’ öyküsüyle karşı karşıyayız.
C
onstantini’nin ailesi bizimkilere benziyor. Baba ve
anne öğretmen. Dolayısıyla çok zengin bir ortamda
büyümüyor. Klasik olarak, bütün aileler gibi çocukları Michael’ın da, avukat, doktor gibi iyi para kazandıran bir
mesleğe sahip olmasını istiyorlar.
Michael, okulu bitirince ailesi ve
toplumun beklediği gibi çok para kazandıran bir iş buluyor. ABD’de New
York’ta ilaç sektöründe bir şirkette satış ve pazarlamada çalışmaya başlıyor.
Söylediğine göre, çok iyi para kazanıyor, devasa bir apartman dairesinde
oturuyor, ama bir türlü huzuru bulamıyor.
O sıralarda birlikte yaşadığı arkadaşı, çıkış yolunu gösteriyor: “Öğretmen
ol,” diyor. “Çünkü aramızdaki sohbetlerde sürekli olarak öğretmekten bahsediyorsun.”
Bu yeni iş fikri, Constantini’nin kafasına çok yatıyor.
İnternetten iş aramaya başlıyor. Özgeçmişini yazıp dünyadaki pekçok değişik ülkeye gönderiyor. “Hayatımdaki her şeyi değiştirmek istiyordum, her
şeyi...” Ve yollara düşüyor. 10 yıl süren
macera SEV Amerikan Koleji’nde devam ediyor.
Constantini, o günleri anarken,
“Eski işimi bir günde bıraktım. Hayatımızın önemli bir bölümünde kendi yapmak istediklerimizi değil, diğer
insanların bizden istediklerini yapıyoruz,” diyor.
İlaç sektöründen anlattığı çok ilginç
bir anekdot var. Bir doktora, bir akşam yemeğinde ilaç sunumu yaparken,
doktor kendisine şunları söylemiş:
“Ben 30 yıllık doktorum. Bu ilaçla ilgili her şeyi biliyorum zaten. Bana kendini, kim olduğunu anlat!” İnsanları
tanımanın ürün pazarlamaktan daha
önemli olduğunu o gün kavramış.
Güney Kore’ye, Seul’e, İngilizce öğretmenliği yapmaya, işte bu gerekçeyle
gitmiş. Öğretmenlik mesleğini ne kadar sevdiğini burada anlamış. Arkasından Mısır, Kahire’ye ve Türk eşiyle
İstanbul’a uzanan uluslararası öğretmenlik yolculuğu böyle başlamış... Bu
kentlerde yeni kültürleri tanımak, ikisine de çok iyi gelmiş. Son olarak, Mısır’daki politik olaylar nedeniyle eşi
vize alamayınca Türkiye’ye dönmüşler.
İstanbul’da öğretmenlik için sekiz-dokuz okulla görüşmüş. Son olarak, özel bir okulda İngilizce öğretmeni olarak işe başlamış. Derken, geçen
yıl bir gün kendisini, Whitman Shepard’ın karşısında buluvermiş. Devamını kendisinin ağzından dinliyoruz:
“Bugüne kadar yaptığım iş görüşmelerinden oldukça farklı bir deneyim
yaşadım. Karım ‘görüşme nasıl geçti’
diye sorduğunda, kendiliğinden ‘muhteşem’ dediğimi hatırlıyorum. Aramızda bir bağ kurulmuştu. Mr. Shepard’in
kurduğu ekipte olmak beni çok heyecanlandırdı. İki-üç görüşme daha yaptık. Burada olmak istediğimi ve yapmak istediklerimi anlattım. Burada
çalışmak bugüne kadar verdiğim en iyi
karardı ve çalıştığım en iyi kurum...”
SEV ile anlaşan Constantini, bütün
yılını üç kampüsü, yani Üsküdar, İzmir
ve Tarsus Amerikan’ı gezerek ve inceleyerek geçiriyor: “Öğretmenlerle, öğ-
rencilerle görüştüm. Neler konuşuyorlar, neler yapıyorlar, neler yapmıyorlar?
Neden hoşlanıp neden hoşlanmıyorlar? Öğretmenler kendi planlarını ve
hedeflerini biliyorlar, ama acaba çocuklarınkini ne kadar biliyorlar? Onları gerçekten tanıyorlar mı? Zihinsel
olarak da tanıyorlar mı?”
Peki sonuç? Constantini şunları söylüyor: “Şunu anladım ki, bu yıl kazandığım bilgi ve becerilerle, sanki master
yapmış kadar oldum. Bütün bu okulları gezdikten sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Ben de bu okullarda
öğrenci olmak isterdim. O kadar yetenekli İngilizce öğretmenleriyle karşılaştım ki... Bana ilham verdiler.”
SAC’de de İngilizce Hazırlık eğitiminin çok önemli bir yer tutacağını ekleyen Michael Constantini, hangi okuldan gelirse gelsin herkesin Hazırlık
okumasını zorunlu tuttuklarını belirtiyor. Hatta potansiyel velilerin bazılarının, çocukların hazırlık okumadan
bir üst sınıfa devam etmeleri konusundaki ısrarına şöyle yanıt veriyor: “İngilizce konuşmak ile İngilizce düşünmek
farklı şeyler. Günlük konuşmalarda,
insanlar, ortalama 500 kelimeyle idare ediyorlar. Ama konu İngilizce düşünmek olunca bu rakamın çok düşük
kalacağı ortada. Bu nedenle biz Hazırlık sınıfını çocukların İngilizce düşünebilmelerinin önünü açacak bir dönem olarak görüyoruz. Bunun için en
önemli faktör de kelime bilgisi. SEV
okullarında haftada 80-100 kelime öğretiliyor. Yani, yılda 38 hafta eğitim yapıldığı düşünüldüğünde, 3-4 bin kelime ediyor ki, bu çok çok iyi bir rakam.”
BULUŞMA 3 7
kapak
3 8 BU L U Ş MA
_ SEV Amerikan
Koleji projesi 2013
yılında German Iconic
Awards’dan “En İyi
Konsept Projesi”
ödülünü.
_ Evrenol Architects,
2013 yılında ArkiParc
Gayrimenkul Ödül
Programı’ndan Akasya
Acıbadem projesiyle
“En iyi Konut Yerleşimi”
ödülünü,
_ 2013 yılında, dünyanın
en prestijli mimarlık
organizasyonlarından
biri olan MIPIM’de
Akasya Acıbadem
ve Bosphorus City
projeleriyle “People’s
Choice” ve “Best
Turkish Project”
ödüllerini,
_ 2012 European
Property Awards’ta
Akasya Kent Etabı
ile Türkiye ve Avrupa
kategorilerinde “Best
High Rise” ödüllerini,
_ Albarakatürk İç Mimari
projesiyle Türkiye ve
Avrupa kategorilerinde
“Best Interior Design”
ödüllerini almıştır.
Işık, Daha Fazla Işık...
SAC’nin okul binasının mimarı, ACI’72 mezunu Mehpare Evrenol ve şirketi Evrenol
Architects. Yeni okulu birinci elden anlatması için Evrenol’u ofisinde ziyaret ediyoruz.
A
merikan Kolejlerinde
okul binalarının çoğu
zaman özel ve sembolik
bir anlamı var. Eskiden
çoğunluğu yatılı olan bu
okullarda büyük oranda bir kampüs
hayatı yaşanıyordu. Bu nedenle, okul
binaları mezunların hatıralarında geniş bir yer tutuyor. Örneğin, Tarsus
Amerikan’daki Stickler binası buna
güzel bir örnek gösterilebilir.
SEV Amerikan Koleji’nin okul binası projesini yaratan Evrenol Architects
uluslararası ödüllere alışkın bir şirket.
Mehpare Evrenol, şirketini anlatırken,
“Biz, 30 yılı aşkın tarihi olan bir mimari ofisiz,” diye giriyor söze. İşe, yıllar önce kendisi gibi mimar olan eşiyle
beraber başlamışlar. Eşini kaybedince, yalnız başına, genç ve dinamik ekibiyle yola devam etmiş. Evrenol Architects büyük yerleşim projelerinden
butik projelere, genel merkezlerden
iç mimari projelerine kadar çok farklı ölçekte işler üreten bir mimarlık ofisi. Mehpare Evrenol, mezun olduğu
ACI’nın mottosu olan,“enter to learn,
depart to serve” ilkesini sürdürebildiği, bu SEV projesiyle onur duyduğunu ve bu projenin kendisinin kıymetlisi olduğunu belirtiyor.
Peki, SEV Amerikan Koleji’nin inşasıyla ilgili nasıl bir süreç yaşandı?
Evrenol, “Yaklaşık beş seneden bahsediyoruz,” diyor ve ekliyor: “Karşımıza
bürokratik engeller, değişen yönetmelikler gibi sorunlar çıktı, ama bu genel
bir durumdur. Birçok proje sürecinde
bu ve benzer durumlarla karşılaşabiliyoruz.”
BİZ AÇIK ALANLARI SEVERİZ
Yeni okulun mimari felsefesini soruyoruz Mehpare Hanım’a...
SAC’nin olmazsa olmazları neler olacak? “SAC’deki mimari projemizin
çok önem verdiğimiz birkaç noktası
var,” diyor. “Okul tasarımında iç ve dış
mekân ilişkisini doğru kurgulamaya
özen gösterdik. Açık alanlardan, sosyal faaliyetlerde ve boş zamanı değerlendirme açısından yüksek kalitede
verim almayı hedefledik.”
Projede binaların formu ve fonksiyonla olan ilişkileri, topoğrafyanın
eğiminden faydalanılarak üç farklı
kotta düzenlenmiş, birbirlerine rampalarla bağlanılan bahçelerle zenginleştirilmiş. En üst kotta düzenlenen
geniş platodaki tören alanı, orta kotta
binanın kuzey cephesine dayalı geniş,
ışıklı bahçeleri ve sınıfların da açıldığı
geniş, üçgen iç avlular bulunuyor.
En alt kotta yemekhanenin ve konferans salonunun açıldığı ana bahçe alanı var. Tüm bunlar projenin
mekânsal zenginliğini artıran mimari çözümler. Amaç, öğrencilerin daha
ışıklı, daha havadar, daha sağlıklı, psikolojilerine, kişiliklerinin gelişmesine
daha uygun mekânlarda öğrenim görmeleriydi.”
İç mimari tasarım ise, projenin genel ele alış kararları doğrultusunda,
öğrencilerin ve çalışanların sürekli mekânsal derinliği hissedeceği bir
anlayışla geliştirilmiş. Her katında
farklı bir rengin uygulandığı okulun
iç mekânlarında dört farklı renk özel
bir amaca hizmet ediyor: Doğanın ve
huzurun rengi Yeşil, canlılık ve dinamizmin rengi Kırmızı, dışa dönüklüğün ve güvenin rengi Turuncu, neşe,
zekâ ve pratikliğin rengi Sarı. Koridor
ve sınıflarda uygulanan renk konsepti, renklerle geometrinin birleştiği her
alanda öğrenciler için özel deneyimler
sunacak.
Mehpare Evrenol, ‘aydınlık’ ve ‘açık
alan’ gibi öğrenciler için çok önemli olacak iki kavramdan bahsediyor:
“Pek çok okulda olduğu gibi, karanlık koridorlardan iki tarafta kapıları
olan klasik bir binaya dağılmıyorsunuz. Burada koridorlar çok aydınlık.
Sınıftan çıkıp, hemen en fazla iki sınıf
ötede, açık bir alana çıkabiliyorsunuz.
Sonra, teneffüs alanları açık ve havadar, ışıkla iç içe.”
Bir başka özellikten bahseden Evrenol, “Çocukları koridorların içinden
sınıflara dağılan bir konseptten çıkartmak istedik,” diyor ve ekliyor: “Bu nedenle binamızda, üçgen şekilde tasarlanmış iç avlulu bir sistem oluşturduk.
O iç avlu, zemin katında rahatlama,
toplanma fonksiyonlarına hizmet ediyor. Tepesinde açıklıklar var. Tüm balkon ve teras çatıları yeşillendiriyoruz.”
PROJENİN İÇİNDE AMFİ VAR
Antik Yunan’daki eğitim sistemini
düşünün. Ünlü filozofların ders verdiği amfileri… Mehpare Hanım, bir
Egeli olarak, bunlardan da ilham almış: “Projemizin kalbinde benim kendi okulumdan sevgiyle andığım bir
amfimiz vardır. Medeniyetin beşiği
Ege’nin amfileri insanların toplanıp
görüştüğü, konuştuğu, kültürel alışverişin olduğu yerdir ve ben kendi okulumda bunu buldum. Projemizde topografyanın sunduğu olanaklardan
faydalanarak açık bir amfi tasarlama
şansımız oldu.”
KENDİ ELEKTRİĞİNİ ÜRETECEK
Mehpare Evrenol: “Bir hayalimiz var. Çatı katlarında fotovoltaik elemanlar kullanarak, yeşil bina konseptiyle, binadaki enerji giderini
optimize etmek istiyoruz. Elektriğimizi kısmen kendimiz üreteceğiz.”
BULUŞMA 3 9
kapak
SAC’de En Merak Edilenler
Okulun adı nedir?
2014-2015 eğitim öğretim yılında
Çekmeköy’de kapılarını açacak olan
okulumuzun adı: SEV American
College (SAC) - SEV Amerikan Koleji.
SAC, Sağlık ve Eğitim Vakfı’na bağlı
bir okul mu olacak?
SAC, Sağlık ve Eğitim Vakfı’na bağlı
eğitim kurumlarının yedincisi olacak.
Aynı şekilde, vakfa bağlı Üsküdar
Amerikan Lisesi (1876), İzmir Amerikan
Koleji (1878) ve Tarsus Amerikan Koleji
(1888) gibi yüz yılı aşan geçmişleri olan
köklü liselerin de dördüncüsü olacak.
SEV Amerikan Koleji’nde Hazırlık
ve öğrenim nasıl olacak?
Bir yılı Hazırlık olmak üzere beş
yıllık bir lise eğitim ortamı sağlayan
SEV Amerikan Koleji’nde, Hazırlık
senesinde yoğun İngilizce dil programı
ve yine İngilizce matematik ve İngilizce
4 0 BU L U Ş MA
fen dersleri olacak. Öğrenciler, Türkçe
ve İngilizce’den oluşan akademik
müfredatı izlerken, aynı zamanda Türk
ve yabancı uyruklu öğretmenlerle
çift dil-çift kültür ortamında eğitim
görecekler. İkinci yabancı dil de
Hazırlık’ta başlayacak.
Ana branş dersleri dışında ne gibi
dersler olacak?
Ana branşlardaki derslerin yanı
sıra öğrenciler, sanattan müziğe,
dramadan spora kadar farklı
yelpazedeki seçmeli ders olanakları ile
kişisel donanımlarını artırabilecekler.
İkinci yabancı dil olacak mı?
Öğrencilerimiz İngilizce ve Türkçe’nin
yanı sıra, Fransızca, İspanyolca ve
Almanca dillerinden birini seçerek,
çokdillilik yetkinliğine sahip olacaklar.
Uluslararası Bakalorya (IB) sistemi
bulunacak mı?
Uluslararası Bakalorya Diploma
Programı seçeneği planlanıyor.
Okul açılır açılmaz otorizasyon için
başvurulacak.
Eğitim kadrosu nasıl oluşturuldu?
Eğitim kadrosu, SAC Kurucu Genel
Müdürü Whitman Shepard ve
tecrübeli eğitmenlerin liderliğindeki
ekip tarafından, Türkiye ve ABD’de
yapılan titiz araştırma ve görüşmeler
sonucunda oluşturuldu. Öğretmen
kadrosunun yüzde 45’i yabancı
uyruklu. İngilizce Bölümü eğitim
kadrosunun yüzde 90’ı ana dili
İngilizce olan öğretmenlerden
oluşuyor.
Kampüs nerede?
Kampüs, İstanbul’un Anadolu
Yakası’nda, Çekmeköy’de, 14.500
metrekarelik bir tepe alana inşa edildi.
SAC derslikleri ve altyapısı nasıl
olacak?
Doğal aydınlatmaya sahip 40
derslik bulunuyor. Öğrencilerin tüm
gereksinimleri düşünülerek tasarlanan
kampüste, her biri dijital donanımlı,
etkileşimli akıllı tahtaya ve projeksiyon
sistemine sahip derslikler var. 590
kişilik bir konferans salonu ve 63
kişilik daha küçük bir tiyatro salonu
öğrencilerin kullanımına sunulacak.
Kütüphane nasıl olacak?
On binlerce kitap kapasitesine sahip
olması planlanan kütüphane, öğrenci
ve öğretmenlerin önerileriyle daha da
zenginleşecek.
Öğrenci kapasitesi ne kadar
olacak?
Toplamda 600 öğrenci olmak üzere,
24 kişilik dersliklerde öğrenim
görecekler.
2014-15 öğretim yılında hangi sınıf
seviyeleri açılacak?
2014-15 eğitim yılı için, toplam 120
öğrenciyle 5 şube Hazırlık sınıfı ile
toplam 48 öğrencisiyle 2 şube, 9. Sınıf
planlanıyor.
SEV Amerikan Koleji’ne kayıtkabul şartları nasıl olacak?
I. Hazırlık Sınıfına Kayıt,
a) SEV İlköğretim Kurumlarının 8.
sınıfından mezun olan öğrencilerden,
Ortaokul bitirme puanı 75 ve
üstü olanlar, en yüksek puandan
başlayarak başarı sırasına göre
sıralanıp, kontenjan dahilinde
SAC Hazırlık sınıfına doğrudan
kaydedilecek. Kayıtlar, okul tarafından
ilan edilen ‘Kayıt Dönemi’nde
gerçekleştirilecek.
b) Diğer okulların mezunları, yapılacak
sınav veya merkezi sınav sonucuna
göre, ilan edilen taban puanı esas
alınarak oluşturulacak sıralama
listesinden, ilan edilen kontenjan kadar
kayıt yaptırılabilecek.
II. 9. Sınıfa Kayıt
Okul Yönetimince belirlenen usulesaslara dayalı olarak; Türkçe,
İngilizce (yazılı ve sözlü) ve İngilizce
Matematik derslerinden yapılacak
sınav sonucunda ilan edilen taban
puana göre oluşturulan sıralama
listesinden, ilan edilen kontenjan
kadar öğrenci, nakil yolu ile kesin kayıt
yaptırabilecek.
Farklı dilde eğitim yapan bir lisede
hazırlık okuyan bir öğrenci, liseye
transfer yapabilecek mi?
Evet. Dokuzuncu sınıf transfer sınavına
girebilmek için tek koşul, 2013-14
eğitim yılında, programında İngilizce’ye
de yer veren bir lisenin Hazırlık
sınıfında öğrenim görmek.
Yatılılık olacak mı?
Yakın zamanda yatılılık planlanmıyor.
Okul ücreti nasıl olacak?
Eğitim ücreti, vakfımızın İstanbul
Okullarının seviyesinde olacak.
Burs imkânları olacak mı?
Sağlık ve Eğitim Vakfı, Amerikan
Liseleri ve SEV İlköğretim Okulları’nda
öğrenim gören öğrencilerine verdiği
Başarı Bursu ve Mali Destek Bursu
olanaklarını SAC öğrencileri için de
sunacak.
BULUŞMA 4 1
gündem
Her kıvılcım
bir ateşin
parçası
SEMA BAŞOL (ARKAT) ÜAA’70
Sema Başol, Amerika’da çok
başarılı bir iş hayatından sonra
kendisini Kıvılcımlar’a adamış.
Çoğunlukla orta sınıf kökenli,
üniversitede okuyan, çalışkan ama
hayata girme konusunda gerekli
becerilere ulaşamayan kızlara...
Başol, üniversitelerde kız-erkek
oranı neredeyse yarı yarıya iken,
mezuniyetten sonra kızların
zamanla ortadan çekilmesinden
oldukça rahatsız olup kolları
sıvamış.
S
ema Başol, kariyerinin her adımında başarıyı tatmış. Pek çok yöneticinin hayal
edemediği yerlere gelmiş. Emekli olduktan
sonra da kendini, yukarıda kısaca değindiğimiz sosyal sorumluluk projesine adamış.
‘Kıvılcımlar’ın ilginç hikâyesini kısaca anlatalım.
Başol, doğma, büyüme İstanbullu. Üsküdar Amerikan’dan 1970 yılında mezun olmuş. Üniversiteyi
Boğaziçi’nde okumuş. Sonra da, Türk Eğitim Vakfı’nın bursuyla Amerika’ya, MBA yapmaya gitmiş.
4 2 BU L U Ş MA
“Okuldan sonra dönme mecburiyeti vardı. Dönünce Koç Holding’e girdim ve çalışmaya başladım,”
diyor. “Ancak Amerika’da tanıştığım eşimle evlenmeye karar verince, Amerika’ya geri döndük. O zamandan beridir, yani 40 yıla yakın bir süredir ABD’de
yaşıyoruz.”
Sema Hanım, kısa bir süre sonra, iş hayatına atılmış. Evine yakın bir iş ararken, Barbie bebeklerini
yapan ünlü oyuncak şirketi Mattel’e girmesi bir yana,
burada en alt pozisyondan başlayıp şirketin uluslararası pazarlama direktörlüğüne kadar yükselmiş olması ayrıca bir başarı öyküsü.
Mattel, oyuncak markasıyla çocuk ürünleri geliştirmeye karar verince, Başol’un hayatı da değişiyor.
Örneğin, küçük kızlar için Barbie parfümü, tişörtü,
kitabı, ayakkabısı gibi yeni ürünler oluşturulmuş.
Sema Başol, “Onları sıfırdan yarattık ve bizim için
çok eğlenceli oldu,” diyor.
Şaşırıyoruz. Demek dünyada büyük satış rakamlarına ulaşan ünlü Barbie aksesuarlarının altındaki
imzalardan biri de Sema Hanım’a ait.
NASA’LI UZAY KAMPI
Sema Başol, 19 yıl çalıştıktan sonra Mattel’den
emekli olmuş. Los Angeles’ta Kaya Tuncer adında başarılı bir Türk işadamıyla tanışmış. Tuncer’in,
İzmir’deki Türkiye’nin en büyük ve ilk özel serbest
bölgesinin kurucusu olduğunu söyleyelim. Toplum
sorunlarına duyarlı olan Kaya Tuncer, ‘Çocukların
eğitimine katkıda bulunacak ne yapabilirim’ diye düşünürken, yakın bir arkadaşının tavsiyesi ile, İzmir
Serbest Bölgesi’nde (ESBAŞ) bir uzay kampı kurmaya
karar vermiş.
Kamp gayet güzel yapılmış ama, ilk senelerinde
biraz da Türkiye’deki krizden dolayı pek ilgi uyandıramamış. Tuncer, bir gün Sema Hanım’ı aramış. Devamını Başol’dan dinleyelim: “Kaya Bey, 2000 yılında
ABD’den lisans alarak bu kampı açmış. Benim Mattel’de çalıştığımı biliyordu. ‘Sen çocuk dünyasını tanıyorsun, başka memleketlerden de çocukların gelip
birbirleri ile dost olabilecekleri, Türkiye’yi tanıyacakları, sevecekleri bir kamp yapalım. Bunun için de bir
vakıf kuralım. Bu vakfı kurup yönetir misin?’ dedi.
Ben de böylelikle vakıf dünyasıyla tanışmış oldum.
Hemen kolları sıvadım. Çok zevk alarak çalıştım.”
Sema Başol, “Kamp öncelikle Türk çocukları için
yapılmıştı. Programa İngilizceyle, sosyal ve kültürel
faaliyetleri de ekleyerek uluslararası bir kamp haline
getirdik. Birçok ülkede kampı tanıtmaya başladık.
Kısa bir zamanda ABD, Yunanistan, İsrail, Kıbrıs,
Filistin, Azerbaycan gibi ülkelerden gençler gelmeye
başladı,” diyor.
Başol, kampın güvenirliğini ve imajını güçlendir-
mek için NASA ve Amerika’daki okullarla çalışmaya
başlamış. Böylelikle NASA’nın yardımıyla Türkiye’den ilk defa çocuklar bir uzay istasyonuna canlı
yayın bağlanmışlar ve oradaki astronotlar ile konuşmuşlar.
SİLİKON VADİSİ’NDE HERKES
20 YAŞINDA
Sema Hanım “Vakıfçılık, yani Türkiye ile ilgili bir
şeyler yapmak, eğitim programları geliştirmek, bana
çok zevk verdi,” diyor. Bu arada, Başollar, iş gereği Silikon Vadisi’ne taşınmışlar. Bu da hayatlarında önemli bir değişikliğe neden olmuş. Sözü yine kendisine
bırakıyoruz:
“Eşim mühendis. Uzay Kampı projesi üzerinde çalışırken Los Angeles’ta yaşıyorduk. Sonradan Silikon
Vadisi’ne taşındık. Bir baktım, burada sanki herkes
25 yaşında, ya Facebook’ta çalışıyor, ya Google’da ya
da Twitter’da.
Beni aldı bir dert, ‘ben ne yapacağım’ diye. Bayağı bir araştırdım. İnsana çok değer veren bir bölge Silikon Vadisi. O kadar çok imkân ve kurs var ki,
ben bunların içine attım kendimi.” Bu imkânlar ve
kurslar, bir süre sonra sosyal sorumluluk projesine,
Kıvılcımlar Programı’na yolu açmış. “Kadın ve kızları
yetiştirme konusu beni çok ilgilendiriyordu. ‘Bir kızı
nasıl yetiştirirsiniz?’ Silikon Vadisi’nde bu konuda çalışan birçok kuruluş vardı. Oralara gönüllü olarak girip çalıştım. ‘Bu işi nasıl yapıyorlar?’ diye inceledim.
Girls For a Change adlı bir derneğin kullandığı model
benim çok hoşuma gitti.”
HEDEF ORTA SINIFIN EĞİTİMLİ KIZLARI
Bu vesileyle çalışmalar başlamış. Sema Hanım,
“Gittik geldik, Türkiye’ye ne yapabiliriz diye araştırdık,” diyor. “Bugün çok önemli ve güzel çalışmalar
yürütülüyor kızlarımız için. Bu bizi çok sevindirdi.
Ancak, bir alanda, bir boşluk hissettik,” diyor: “Hiç
maddi imkânları olmayan kızlar için yaratılmış birçok imkânlar var. Ailevi durumu çok iyi olan kızlar,
zaten bir şekilde yolunu buluyordu. Ama üniversitede okuyan, orta halli ailelerin akıllı ve çalışkan kızlarının kendilerini geliştirmeleri ve potansiyellerine
erişmeleri için çok fazla imkân olmadığını gördük.”
Sema Başol, bu kızların büyük bir nüfusu oluşturduğunu söylüyor. Bugün üniversitelerde okuyan öğrencilerin yüzde 46’sının kız olduğunu da sözlerine
ekliyor. “Ama devamı gelmiyor,” diyor: “Sonra bakıyorsunuz, bu kızlara ne oluyor okuldan sonra diye...
Ortada yoklar... İş gücüne gelişmiş memleketler seviyesinde katılmıyorlar. Toplumda lider seviyesine erişemiyorlar. Bunun birçok sebebi var tabii. Ama genel
olarak, üniversiteli kızlarımızın toplum hayatı için
BULUŞMA 4 3
gündem
hazır olmadıklarını, bunun için gerekli becerilerinin
yeterli olmadığı gördük. Anne babaları, imkânları
olmadığı için ya da eğitimli olmadıkları için onlara
pek destek olamıyorlar. Zaten bu kızlar genellikle
ailelerinde ilk üniversiteye giden kişiler. Okudukları
okullar devlet okulu ve genellikle onların da imkânları kısıtlı.”
Sonuçta, söz konusu kesime yönelik bir program
geliştirilmiş. Programın adı ‘Kıvılcımlar Programı’,
Kızlara da ‘Kıvılcımlar’ denilmiş. Sema Hanım, bütün
kızları, bu toplumda önemli değişiklikleri ateşleyecek
birer kıvılcım olarak gördüklerini söylüyor.
SİSTEM NASIL ÇALIŞIYOR?
Burada söz konusu olan sekiz aylık bir program.
Her yıl Ekimde başlıyor, mayısa kadar sürüyor. Her
hafta, 5-10 kişilik gruplar halinde, ‘kolaylaştırıcı’ adı
verilen genç bir kadınla buluşuyorlar. Sema Başol,
“Biz, bu gruplardan, belirli bir zaman zarfında kendi çevrelerindeki bir sorunu çözecek sosyal değişim
projesi gerçekleştirmelerini istiyoruz,” diyor ve devam ediyor: “O projeyi yaparken kendi eksiklerini
görüyor ve bu sekiz ay süresince bu eksiklikleri gideriyorlar. Mesela diğer insanlara gidip kendilerini
anlatmaktan çekinmiyorlar. Hiç tanımadıkları insanları arayıp randevu almakta zorlanmıyorlar. Topluluk
önünde konuşma yapmayı öğreniyorlar. Vakitlerini
etkili bir şekilde (time management) yönetmeyi öğreniyorlar. Takım çalışmasını tatbik ediyorlar. Toplantıları efektif bir şekilde idare etmek, gündem oluşturmak, notlarını yazmak gibi becerileri öğreniyorlar.”
4 4 BU L U Ş MA
Sema Hanım şöyle devam ediyor: “Biz, onlara,
daha okuldayken, ‘git kendi mesleğini yapan kadınlarla tanış’ diyoruz. Belki memur olmak istersin, belki
patron, belki kendi işini kuracaksın. Belki part-time
çalışacaksın. Böylelikle Türkiye’de meslek ve toplum
hayatında kadın olmak nasıl oluyor, bunu görebiliyorlar.” Bu faaliyetlere beş yıl önce başlanmış. “İlk
önce bizim çalışmalarımıza inanan kişilerin olduğu
şehirlerde başladık,” diyor Sema Başol. “Mesela Düzce Üniversitesi’nin rektörüyle ABD’de bir konferansta
tanıştım. Türkiye’nin en genç kadın rektörü. Çok değerli bir insan. Bize gerekli kapıları açtı. Sonra bana
tahsilim için Amerika’ya gitme imkânını veren Türk
Eğitim Vakfı’na gidip, vakfın İzmir’de üniversiteli kızlar için açtığı yurtta kalan kızlar ile bu programı yapmaya başladık. Yurdun müdürü ve benim ÜAA’dan
sınıf arkadaşım Jale Ergelen’in (ÜAA’70) sayesinde,
İzmir’de de bu program hızla gelişiyor.”
Türkiye’deki bütün faaliyetleri 2011 yılında kurulan Değişim Liderleri Derneği yürütüyor. Derneğin
genç ve dinamik Genel Müdürü de İzmir Amerikan
mezunu Nazlı Ergenç Güneş (ACI’98). Yönetim hep
gençlerden oluşuyor. Şimdiye kadar 152 kız ‘Kıvılcımlar Program’ını bitirip mezun olmuş.
Sema Başol, bu çalışmalar sayesinde ilk kez kendini test etme imkânını bulduğunu söylüyor. “Ben
Mattel’de Tüketici Ürünleri Bölümü’nü (Consumer
Products Division) kurdum. Ama arkamda koskocaman bir şirket vardı. Vakıf kurdum, arkamda koskoca
Kaya Bey vardı. ‘Kıvılcımlar’ benim yaptığım bir şey
ve bana bir test oluyor. Hakiki testiniz bu aslında. Ne
olduğunuzu o zaman anlıyorsunuz.”
Peki, çalışmalar nasıl finanse ediliyor? Sema Hanım, “Ben buna kendi imkânlarımla başladım,” diyor.
“Bizim modeli bilhassa az maliyetli yaptık, sürdürülebilir olsun diye. Benim imkânlarımla buraya gelindi. Şimdi, başka insanların da devreye girmesi lazım.
Fon bulmak için epey araştırdık, şirketler mi olsun,
şahıslar mı veya vakıflar mı diye.” Sonuçta, öncelikle
şahıslar üzerinden destek istenmeye karar verilmiş.
Başol şunları ekliyor: “Bizim insanlardan istediğimiz,
yılda 100 lira ya da 200 lira vermeleri... Bütçemizi bu
oluşturacak. Buna ‘giving circle’ dedik, yani “imece
çemberi”. Bu Türkiye’de yeni başlayan bir konsept.
Nasıl çalışıyor derseniz, iki hafta önce, ÜAA’dan sınıf
arkadaşlarımız toplandık. Ben de burada olduğum
için onlara katıldım ve yaptıklarımı anlattım. ‘Bana
senede bir kere bağış verir misiniz?’ dedim. Eksik
olmasınlar birçoğu kabul etti. İşte bu bir ‘giving circle’dır.”
Sema Hanım kararını vermiş bir kere. Şimdilik
152 ‘Kıvılcım’la yola çıkmış durumda. Bugüne kadar
yaptıklarından belli ki arkası gelecek. Ve burada bizlere de destek anlamında sorumluluklar düşüyor.
başarı
AYÇA MUTLUER BAYRAKTAR ÜAA’95
Pizza Başka
Bir Dünya,
Başka Bir
Kafa
Pizza sektöründe işler, ‘hamuru al, üstüne
peynir ve malzeme dök’ gibi yürümüyor. İyi
tedarikçi, saate karşı yarış, pizza okulunda
görülen dersler, taze ve değişik fikirler,
Anadolu’daki değişik pizza restoranı algısı,
titizlikle uyulması gereken standartlar...
Domino’s Pizza’nın Pazarlama ve Satış
Müdürü Ayça Mutluer Bayraktar (ÜAA’95),
bize işin görünmeyen kısmını anlattı.
4 6 BU L U Ş MA
A
yça Mutluer, Domino’s Pizza’nın Pazarlama ve Satış Müdürü. Bir buçuk
yıldır bu işte. Pizza ile ilgili, okul yıllarından çok ilginç bir anekdotu var.
Ayça Hanım, Amerikan Kız Okulları’nın efsanevi ‘ev ekonomisi’ dersini son kez okuyan
sınıfta yer alıyor. Ev ekonomisi dersinde öğrencilere
klasik bir ev kadının bilmesi gerekenler öğretiliyor.
Her ne kadar modern iş kadının hayatı ile örtüşmese de, o tarihe kadar bir gelenek olarak kabul edilip
muhafaza edilmiş. Bu derslerden birinde kızlar, pizza
yapmak üzere malzemeleri hazırlarlar, fırını yakarlar.
Tam pizalar pişmek üzereyken deprem olur, öğretmenler çocukları bahçede toplar, mis gibi pizzalar da
kuşlara yem olur.
Ayça Mutluer’i okuldan sonra Unilever’de ve PepsiCo’da görüyoruz. İki şirkette 13 yılı geçiyor. Son bir
buçuk yıl da Domino’s Pizza’da...
Pizza sektörü diğerlerinden farklı. Mutluer ilginç
bir ayrıntıya dikkat çekiyor: “Buraya kadar çalıştığım
yerlerde ürünler bir fabrikadan çıkıyordu. Oysa, şu
anda 375 şubemiz var ama hiçbir ürünümüz fabrikadan çıkmıyor.”
Pizza, hemen hemen herkesin lezzetli bulduğu,
genel kabul gören bir yiyecek. Peki işin
arka planında neler var? Domino’s gibi
devasa bir pizza şirketinde, işler nasıl
yürüyor?
Sözü Ayça Mutluer’e bırakıyoruz:
“İnsanlar, bunu bilmiyor, ama biz önceden değil, siparişi aldığımızda hamuru
açıyoruz. Malzemeleri koyduktan sonra fırına veriyoruz. Unumuz Kazakistan’dan geliyor. Peynirimiz yüzde 100
mozarella. Türkiye’de üretiliyor. Sebzelerin dalından kopartıldıktan sonra, üç
ila beş gün arasında tüketilmesi gerekiyor. Mutfak sürecimizde hiç bir donmuş madde yok. Mikrodalga yok. Özel
kızartma makinesi yok. Hızlı servis
sektöründe görebileceğiniz en sağlıklı
ürün.”
NİŞANTAŞI’NDA BİR EĞİTİM
KURUMU: PİZZA OKULU
İşin önemli kısımlarından biri, çalışanlara verilen eğitim. Ayça Mutluer,
“Çalışanlara yoğun eğitimler veriyoruz,” diyor ve ekliyor: “Bizim pizza okulumuz da var... Nişantaşı şubemizde.
Ama zaman zaman başka şubelerde
de eğitim aldığımız oluyor. Hamura
dokunmak, ne yaptığımızı bilmek çok
önemli.”
Şirketin önemli uygulamalardan birini de 30 dakika taahhüdü oluşturuyor.
Eğer sipariş ettiğiniz pizza 30 dakikada
gelmiyorsa, şirket sizden para almıyor.
Bu taahhüdü yerine getirmek de kolay
değil.
Mutluer, normal olarak, ortalama
21-22 dakikada pizzayı müşteriye ulaştırdıklarını söylüyor. “Taahhüdümüz
mutfaktaki hızımızdan geliyor,” diyor:
“Ürünümüzün 15 dakika içerisinde
çıkması gerekiyor. Bu da mutfakta iyi
bir ekip çalışmasını beraberinde getiriyor. Sipariş alınacak, hemen hamur açılacak, şu kadar dakikada fırına girecek.
Bu kadar zamanda, yani sekiz dakikada
oradan çıkacak. Bütün bunlar neredeyse askeri bir disiplinle gerçekleşiyor.”
Çok şubeli, devasa bir pizza şirketi
için önemli olan unsurlardan biri, bir
pizzanın İstanbul’da ya da Anadolu’nun
uzak bir yerinde, aynı lezette, aynı standartta olması... Ayça Hanım, “Onun
için eğitim çok önemli,” diyor. “Şubele-
re denetimlerimiz oluyor. Malzemeler
doğru koyuluyor mu? Gerekenler yapılıyor mu? Kendi kendimize puanlar,
notlar veriyoruz.”
Domino’s Pizza, şu anda, Türkiye’de,
62 kentte ve 375 şubede faaliyet gösteriyor. Hedef, her yıl 80 yeni şube açmak.
Şirket, 2014 sonu itibariyle, planlarını
dünyada ilk beş pazar arasına girmek
üzerine yapıyor. Bunlar, pizzaya rağbetin çok olduğu, ABD, İngiltere, Avustralya ve Hindistan gibi yerler. Unutmadan söyleyelim, Domino’s Pizza
Türkiye, ciro büyümesinde geçtiğimiz
yıl ikinci sırada yer aldı.
PİDE VE PİZZA...
KARDEŞ YİYECEKLER
Ayça Hanım, Türkiye’de pizzanın bu
kadar sevilmesinin nedenini, Anadolu
yemek kültürüne bağlıyor. “Un, peynir,
domates, üzerine koyduğumuz etler ve
pide de Anadolu’da var.”
Şirket, 2013 yılının Eylül ayında, yöresel lezzetler lansmanı yapmış. Adanalım’da malum Adana, Konyalım’da tandır, Kayserilim’de pastırma var.
Mutluer, “Değişik pişirme teknikleri
araştırdık,” diyor: “Müşteriler ile farklı
reçeteler oluşturduk, ürünleri test ettik.
Bunları test ede ede de, sonunda nihai
reçeteye geldik. İlk başta pizza yapıyoruz, üzerinde de malzemeyi koyuyoruz
gibi görünüyor. Ama arka plandaki inovasyon ekibinin yaptığı çalışma bizim
için çok çok önemli.”
Taze fikirler... Her şirketin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar.
Ayça Hanım, fikirler ve yaratıcılık
süreci konusunda şunları söylüyor:
“Nasıl taze fikirler olabilir diye düşünüyoruz. Bunu araştırma ajanslarıyla ve
müşteri gruplarıyla yapıyoruz. Onların
fikirlerini alıyoruz. Bu fikirler bağlamında konseptler oluşturuyoruz. Sonra, konseptlere uygun, farklı reçeteler
hazırlıyoruz. Bazı şubelerde operasyonel pilot testler yapıyoruz. Kampanyaya karar verdiğimizde, şubeye özel bir
ürün de çıkartabiliyoruz. Bazı şubeler,
daha değişik şeyleri de müşterilerine
sunuyor. Onları arıyoruz. Nasıl geri
dönüş aldıklarını soruyoruz. ‘Bu kampanyayı ulusala koymalı mıyız?’ diye
de tartışıyoruz. Örnek mi? İşte yöresel,
Adanalı, Kayserili lezzetler...”
Peki, dünya pizza pazarındaki yerimiz nasıl?
Söz, Ayça Mutluer’de: “Amerika’da
ortalama olarak bir kişi iki haftada bir
pizza yiyor. Yani yılda 26 kere. Türkiye’de ise bu rakam yılda üç kez. Mutluler, ilginç bir gözlemini de aktarıyor.
Domino’s, pek çok Anadolu kentinde,
oranın lüks markası olarak kabul ediliyor. “İnsanlar ailece geliyorlar. ‘Kapıya
gelsin’ istemiyorlar. Onların istediği,
Domino’s’ta oturup ailece yemek yemek. Tabakların, bardakların kâğıttan
olması da olumsuz bir nokta değil.”
Şirket, bu ilgiyi görünce, Anadolu’da
‘Pizza Tiyatrosu’ adlı bir uygulamaya
geçmiş. Buna göre, meraklı müşterilere, pizzanın A’dan Z’ye nasıl hazırlandığı gösteriliyor. Bu arada, geçenlerde,
bir Anadolu kentinde, damatla gelin,
nikahtan sonra akrabalarıyla birlikte
Domino’s şubesine gelmişler. Mutluer, “Oralardaki imajımız farklı. Bunlar
çok güzel şeyler. Bizi de mutlu ediyor,”
diyor.
Gelelim okul yıllarına... Ayça Mutluer, “Beni ben yapan en önemli şey
ÜAA ve orada aldığım eğitim,” diyor.
Pepsi’deki kurumsal hayatın da kendisini şekillendirdiğini söylüyor: “ÜAA,
bana bir olaya farklı açılardan bakabilmeyi, değişik düşünceleri kabul etmeyi,
bunlara açık fikirlilikle yaklaşabilmeyi,
bunları dinleyebilmeyi öğretti. Okul
zordu. Öğretmenler bizden çok fazla
şey istiyorlardı. Ama iyi ki de istemişler. O eğitimin çok yararını görüyoruz
bugün.”
BULUŞMA 4 7
gündem
Generali’nin
tek kadın
CEO’su
MİNE AYHAN TAC’86
SEV Yönetim Kurulu’nda da yer
alan Mine Ayhan, kısa bir süre
önce dünyanın en saygın iş
kadını kuruluşlarından Women
Corporate Directors’a davet
edildi. Generali Sigorta Türkiye
CEO’su, “Tarsus Amerikan
sayesinde buralara geldim,” diyor.
M
ine Ayhan, TAC’ye 1979’da girmiş,
86 mezunu. Tahmin edeceğiniz
gibi, karma eğitime geçildiğinde
okula giren ilk kızlardan... Ailesi,
Adana, Mersin, Tarsus civarının
yerlisi. Yakın akrabalar arasında çok olmasa da, uzak
akrabalar arasında bayağı bir Tarsus Amerikanlı var.
Mine Hanım’ın sınıfı okula girer girmez ciddi bir
muhalefetle karşılaşmış. Büyük sınıflar, ‘bu okulda
kız istemiyoruz’ diye ayaklanmışlar. Ciddi ciddi oylama da yapmışlar, kızlar okula girsin mi, girmesin mi
diye... Ama sonra, daha küçük sınıftaki abiler, kızlara
sahip çıkmışlar ve zamanla bir güven ilişkisi oluşmuş.
Tabii, dönemin koşullarında, bu tür bir güven ilişkisi kurmak hayli önemli. Türkiye’de sokakta her gün,
4 8 BU L U Ş MA
ortalama 30-40 kişinin öldürüldüğü yıllar... Bir kısım
insanlarda Amerika’ya karşı büyük bir nefret var ve
çocuklar bir Amerikan okulunda okuyorlar. Yollarda
laf atılıyor, hatta öğrencilere silah gösterildiği bile oluyor. Ama sonuçta o yıllar kazasız belasız atlatılıyor.
Mine Ayhan’ın okul günlerine ait hatırladığı iki
anekdot var.
Birincisi şöyle: Son sınıfta okuyan abiler konuşuyor. Mine Ayhan kulak misafiri. Aralarından biri,
‘Hiçbir yere giremezsem, Boğaziçi İşletme’ye girerim’
diyor. Öğrencilerin düzeyinin ne kadar yüksek olduğunu siz anlayın artık.
İkincisi... Futbolda milli takımımız İngiltere’ye
8-0 yenilmiş. Devamını Mine Ayhan anlatıyor: “Fizik öğretmenimiz İngiliz Mr. Smith o gün bize nispet
yaparak bastonunu kaldıra kaldıra bütün okulu turladı. Mezuniyet töreninde de, bizim çocuklar hocayı
yakalayıp, uzun bir çeşme vardı, oraya attılar. Adam
sırılsıklam oldu. Ama hoca da kahkahalarla gülüyor,
bizimkiler de... Böyle bir hoşgörü vardı.”
Bu arada, Mine Ayhan’ın okuldaki parlak spor
kariyerine de değinmeden geçmeyelim. Atletizmde
takım kaptanı, 100 metrede dereceleri var, basket takımında oynuyor ve hentbol takımın kalecisi...
MR. SHEPARD MATEMATİĞİ BİZE SEVDİRDİ
Okulun kendisine neler kattığını şöyle anlatıyor:
“Yönetim Kurulu’na ilk girdiğimizde, bir basın toplantısı yaptık. Basından, ‘Sizin okul neden pahalı? Üstünlüğünüz nereden geliyor’ gibi sorulara muhatap
olduk.
Ben söz aldım. Mr. Shepard da orada oturuyor.
Dedim ki, bizim okullarımızın şöyle bir farkı vardır:
Mesela benim durumum. Ben, matematikte başarılı
bir öğrenci değildim. Matematik öğretmenimiz de
Mr. Shepard idi. Orta üçte, ne yaptı etti bize matematiği sevdirdi. Biliyor musunuz ki, ben sonra Boğaziçi
Matematik’ten mezun oldum. İşte farkımız bu. Bizde,
‘bu çocuk başarısız’ denip, bırakılmaz.”
Peki, Mine Ayhan’ın sigortacılık sektörüyle tanışması nasıl oldu?
Mine Hanım, Boğaziçi Matematik’te okurken,
aktüerya hocası İrini Dimitriyadis’in anlattıklarından etkilenmiş. “Aktüerya dersleri aldım. Oradan,
sigortacılık kafama yattı,” diyor: “Eniştem de Tarsus
Amerikanlı. Benden tam 20 sene önce mezun olmuş.
Staj için beni Halk Sigorta’ya tavsiye etmiş. Onlar da,
‘gelsin bir bakalım’ demişler. Halk Sigorta o zamanlar
Çukurova Grubu’nundu. Zaten o zamanlar TAC’liler
ya Çukurova’da çalışırlar ya da Sabancı’da... Neyse,
eniştem sadece staj için yardımcı oldu. ‘Ben senin staj
yapman için konuştum. Ondan sonrası sana ait. Benim prensibim bu, artık tek başınasın’ dedi.”
Bu arada hatırlatalım. Halk Sigorta’nın sonra ismi
Yapı Kredi Sigorta oldu.
Her stajyerin aklına gelen ilk soru, yani, ‘Bakayım
acaba ben bu işi sevecek miyim’? sorusu, Mine Hanım’ın da işe başlarken kafasını kurcalamış. Ama çok
kolay adapte olduğunu görmüş. Sonrası için, “Ben
şirketi çok sevdim, onlar da beni,” diyor. Değişik departmanlarda çalışmış. Üstelik 14 sene boyunca. Ayrıldığında genel müdür yardımcısıymış.
“Daha da ayrılmazdım ama ikinci bebek için zorunlu kaldım,” diyor.
Bugün genel müdürlüğünü yaptığı Generali Mine
Ayhan’ın çalıştığı dördüncü şirket... Sektörde 25 yıllık
bir kariyere sahip olan Mine Hanım, beş yıldır Generali’de...
Mine Ayhan, şirkette, biraz TAC havası buluyor:
“Burası da böyle bir yer,” diyor. “Çok eski bir şirket.
64 ülkede faaliyet gösteriyor. İtalyan sermayeli ama
şirketin kuruluşu Avusturya–Macaristan İmparatorluğu’nda gerçekleşmiş. Kuruluş tarihi 1831. 1863’te,
İstanbul’a, Bankalar Caddesi’ne gelmiş. Mimarı ünlü
Giulio Mongeri ilk kez Generali’nin binasını yapmak
için Türkiye’ye gelmiş. Sonra, Ziraat Bankası Genel
Müdürlüğü, Osmanlı Bankası Genel Müdürlüğü, İş
Bankası Genel Müdürlüğü, Taksim Anıtı, Sen Antuan Kilisesi, Maçka Palas’ın mimarlığını yapmış.”
Mine Hanım’ın başka yerlerde de yönetim kurulu
üyelikleri var.
Bunlardan biri, dünya çapında faaliyet gösteren üst düzey yönetici kadınların yer aldığı Women
Corporate Directors...
Aynı zamanda, İtalyan Ticaret Odası’nda yönetim
kurulu üyesi.
Sigorta Şirketleri Birliği’nde yönetimde yer alıyor. “Çok önemsiyorum. Çünkü sektörüm için çok
önemli. Oradaki tek kadın yöneticiyim,” diyor.
Ve SEV Yönetim Kurulu yedek üyesi...
Mine Ayhan, “Ben bugün CEO olduysam, bu
TAC’nin sayesinde oldu,” diyor: “Orada aldığım eğitim sayesinde. Bunun bir karşılığını vermem gerekli
diye düşünüyorum.”
Mine Hanım’ın Generali’de ulaştığı yer ise çok
önemli. 64 ülkede faaliyet gösteren şirketin tek kadın
CEO’su durumunda. Sözü kendisine veriyoruz: “Generali’de 85 bin kişi çalışıyor. 200 kişilik lider grubu
var. 20’si kadın. Bu 20 kadın arasında da tek CEO
olan benim.”
BULUŞMA 4 9
gündem
WDC NEDİR?
KADINLAR NEDEN YÖNETİCİ OLMAK
İSTEMİYORLAR?
Peki kadınlar, yönetimde niye erkekler kadar yer
almıyorlar? Ayhan, “Kadınların yapısında da birşey
var. Bu onlara şans verilmediğinden değil,” diyor.
“Öyle çok kadınla tanıştım ben. Kendisine bir üst
makam verseler de hayır diyeceklerini söylüyorlar.
Niye mi? ‘O kadar uğraşamam’ diye cevap veriyorlar.
Yine de Türkiye’de kadın CEO’ların oranı, Avrupa’dan
daha yüksek. Bunun nedeni de bizde aile bağlarının
halen güçlü oluşu. Anneler yardımcı oluyor. Bakıcı
bulmamız, yabancılara göre daha kolay. Benim de
çocuklarıma kimse bakamasaydı, ben de yükselemezdim.”
Mine Ayhan’ın rahat, stressiz, doğal bir ifadesi var.
Kendisine soruyoruz: Acaba çalışma hayatı stresini yenmiş olabilir mi?
Cevap veriyor: “Epeyce uğraştım stresi yönetebilmek için. Ama tam olarak o duruma daha gelmedim.
Bu konuyla ilgili çok fazla gelişim kitapları ve biyografiyi okudum.
Bir de yaşlanınca insan, daha sakin oluyor. Daha
bilgili, belki biraz daha ulvi... Kendimden büyük insanları hep dinlerim, onların deneyimlerinden yarar5 0 BU L U Ş MA
_Uluslararası üç bin şirketin CEO koltuğunda ve yönetim
kurulunda görev yapan, dünyanın en güçlü kadın liderlerini
bir araya getiriyor. WCD Platformu bir süredir faaliyetlerini
Türkiye’de de sürdürüyor.
_WCD’nin hedefi, yönetim kurullarında ve kademelerinde
daha fazla görev yapması için kadınları teşvik etmek.
_Platform, bu amaç doğrultusunda, dünya çapında
araştırmalar yapıyor, konferanslar düzenliyor, kâr amacı
gütmeyen kurum ve kuruluşlarla ortak projeler yürütüyor.
lanmaya çalışırım. Bir de şunu gördüm: Stresin insana faydası yok.”
Kendisine Women Corporate Directors’tan ne zaman davet geldiğini soruyoruz.
Yaklaşık bir ay önce davet geldiğini ve toplantılarına katıldığını söylüyor. Türkiye’de kendisinden
başka önemli isimler de var. Örneğin POAŞ’ın Genel
Müdürü Gülsüm Azeri... Sabancı Grubu’nun İnsan
Kaynakları Departmanı Genel Müdürü Neriman Ülsever... Yönetim Kurulu, güçlü isimlerden oluşuyor.
Kuruluşun hedefi, yönetim kurullarına tüm dünyada,
daha çok kadın girmesi.
Mine Ayhan, “Gülsüm ve Neriman Hanımlar 60’lı
yaşları geçmişler,” diyor: “Ortada, müthiş bir birikim ve tecrübe var. Onların enerjisi beni motive etti.
Gençler bana, ‘Sizin yerinizde olsak biz Bodrum’a
yerleşiriz’ diyorlar. Onlara şöyle sesleniyorum: Çocuklar ben çalışacağım daha...”
ALİ CEM ERTEKİN ÜAA’01
Bizim gazetede
kimse kimsenin
üstü değil
Ali Cem, iki yıldır Kanada McGill’de siyaset
okuyor. Amacı, bu dalda akademik kariyer
yapmak. Bir yandan da okulun gazetesinde
çalışıyor. Kendisiyle Kanada’da üniversitede
gazeteci olmak üzerine konuştuk.
Okul gazetesi ne zaman faaliyete geçti?
1911 yılından bu yana yayınlanan bir gazete. Adı The
McGill Daily. Önce günlükmüş. Şimdi haftalık. Ama
internet ortamında yine günlük olarak da yayınlanıyor.
Bir de rakip gazete var. Onun formatı ayrı, bizim
formatımız ayrı.
Sizin gazetenin farkı nedir?
Bizim gazetenin ilkelerinin yazıldığı bir bildirgesi var.
Buna göre, misyonumuz, ırk, din, cinsiyet konularında
ayrımcılık yapmamak ve ayrımcılık yapanlara karşı
savaşmak...
McGill’de gazetecilik bölümü var mı?
Hayır, yok. Hatta, okul yönetimi, öğrencilere, ‘Bizde
gazetecilik bölümü yok ama, size bir gazetecilik deneyimi
veriyoruz’ diyor.
Esas bölümün siyasal. Bu dalda mı kariyer
yapmak istiyorsun?
Evet. Siyaset felsefesi, siyaset teorisi çok hoşuma
gidiyor. Bu dalda akademisyen olmayı düşünebilirim.
Gazeteci olarak neler yapıyorsun?
Önce şunları söyleyeyim: Bizim gazetenin okulla,
isim haricinde hiçbir bağlantısı yok. Bizim yönetimin
gazetenin işleyişinde hiç bir hakkı yok. Bizim öğrenci
birliklerinin de gazetenin işleyişinde bir hakkı yok. Biz
kendimiz bir kurumuz.
Bağımsız bir gazete nasıl finanse ediliyor?
Öğrenci Birliği tarafından dört yılda bir referanduma
gidiliyor. Birlik, herkesten 1,5 dolar gibi bir aidat alıyor.
Eğer Öğrenci Birliği’ne üye iseniz, bu aidatı ödemek
durumundasınız. Yalnız, ‘Vermeye devam etmek istiyor
musunuz, istemiyor musunuz?’ diye soruluyor. Bugüne
kadar hiç kimse hayır demedi.
Yönetim nasıl yapılanmış durumda?
Tamamen yatay bir örgütlenme var. Kimse kimsenin
üstü değil. Yalnızca editörlere para ödeniyor. Çünkü işleri
çok. Çok fazla çalışıyorlar. Haberler geliyor. Onların edit
edilmesi lazım. Cuma sabahına kadar ‘production
night var. Yazılar diziliyor, resimler bulunuyor, sayfaya
konuluyor. Toplam 10-15 civarında editör bulunuyor.
Gazetenin bölümleri var. Spor, haber, sanat, bilim
teknik gibi. Bunların hepsinin bir ya da iki editörü
mevcut. Sadece haberin dört editörü var.
Nasıl editör olunuyor?
Bizde editörler seçimle iş başına geliyor. Basbayağı
kapalı seçimle... Aday olan kişi odadan çıkıyor. O
anki editör (o kişiyle çok çalışmış olması gerekiyor)
aday hakkında diğerlerine bilgi veriyor. Sonra
adaylara beş tane soru soruluyor. Ondan sonra oy
veriliyor, girebiliyorsun ya da giremiyorsun... Ben
iki kere editör olmaya oynadım. Altı kişiydik. Dördü
editör olarak seçildi. Onların seçilmesine de çok
memnunum. Çünkü iyi adaylardı. Önümüzdeki sene
tekrar deneyeceğim.
Haber yazarken nerelere dikkat ediyorsunuz?
Ana akım medyada varsa, biz bu haberi yapmak
istemiyoruz. Aktivist bir yayın olarak düşünün.
Yapılmayan haberleri yapmak, konuşulmayan
adamlarla konuşmak istiyoruz. Diyelim ki başbakan
Montreal’e geldi. Yapacağımız şey onunla konuşmak
değil. Çünkü onunla herkes konuşuyor. Ama bir
Kızılderili’nin başbakan ile bir sorunu varsa, o
Kızılderili’yi bulup konuşuyoruz.
Haberler coğrafi alanlara göre nasıl dağılıyor?
Haber sıralamamız, önce okul, sonra Montreal,
sonra Quebec, sonra Kanada ve dünyadır. Uluslararası
bir şey yazacaksak mantığı şöyle: Türkiye’den bir
haber yazılacaksa, bunun McGill öğrencilerini nasıl
etkilediği yazarız.
Gazeteciliğin geleceğini nasıl görüyorsun?
Kâğıda basılı gazete için durum tehlikeli olabilir.
Ama ben de, arkadaşlarım da, gazeteleri hep web’den
okuyoruz. Bilginin gelecekte daha ne kadar değerli
olacağı ortada. Gazetecilik de hep değerli olacaktır.
BULUŞMA 5 1
tarih
Bir ömür boyu süren
Türkiye sevgisi...
Kızları Roxanne Scott Barry’nin kaleminden, 37 yıl Türkiye’de öğretmenlik
yapan John ve Gwen Scott.
2
0 yıldır FABSIT Derneği’nin yönetim kurulunda
bulunan ve bu sene emekli
olan, okullarımızda müdürlük ve öğretmenlik
yapmış olan Gwen ve John Scott’ın kızı
Roxanne Scott Barry, ailesini ve okul
günlerini anlatıyor:
Babam John W. Scott, Carleton Koleji’nden (Northfield, Minnesota) mezun
genç bir öğretmen olarak 1937-1940
yılları arasında Tarsus’ta öğretmenlik
yaptı. Tarsus Amerikan Koleji’nde İngilizce, matematik ve fen öğretmeni
olarak çalıştığı yıllarda, öğrencileriyle
birlikte, Stickler binasının üst katında kaldı, öğrencilerini çok seviyordu.
Kimine babalık, kimine de ağabeylik
5 2 BU L U Ş MA
yaptı. O yıllarda yaşı oldukça genç olduğundan, okul müdürü William Sage
Woolworth bazı lise öğrencilerinden
daha büyük görünmesi için sakal bırakmasını bile önermiş.
John Scott İngiliz edebiyatı ve fen
dersi öğretmeyi, öğrencilerine ödevlerinde yardım etmeyi ve günlük gelişmeleri onlarla birlikte izlemeyi seviyordu.
John Scott aynı zamanda iyi bir fotoğrafçıydı ve Tarsus’ta geçirdiği günlerde
birçok fotoğraf çekmişti. Tarihi de seviyordu ve Türkiye’nin dünyadaki rolünü
yakından takip ediyor ve ilgileniyordu.
Dünyada barış , ülkeler arasında uzlaşma olması gerektiğini düşünüyordu.
Genç bir ulus olan Türkiye’nin de, bir
gün, barışın gerçekleşmesinde büyük
etkisi olacağına inanıyordu. Bir keresinde öğrencileriyle birlikte Türkiye’nin
vizyon sahibi lideri Atatürk’ü görme
imkânları olmuştu ve çok heyecanlanmıştı. Atatürk bir öğleden sonra trenle
Tarsus’a ziyarete gelecekti ve tüm okul
öğrencileri en yeni formalarını giyerek
tren istasyonuna kadar marşlar söyleyerek Atatürk’ü karşılamaya gitmişlerdi.
Öğretmenler de öğrencileri gibi oldukça heyecanlıydılar. Atatürk için özel bir
hediye hazırlamışlardı. Atatürk istasyona vardığında okul marşı ile kendisini
karşıladılar ve Atatürk’e Tarsus’ta ilk yetişen greyfurttan bir kasa hediye ettiler.
Tarsus’ta üç yıl öğretmenlik yaptı.
İstediği kadınla evlenmek için Amerika’ya döndü. Üç yıl boyunda birbirle-
rini görmemelerine ve telefonla bile konuşmamalarına rağmen annem Gwen
Stinger’ın babamın Türkiye’deki hayatı
hakkında, her hafta yazdığı detaylı mektuplar sayesinde bilgisi vardı. Birçok kez
dünyanın iki farklı yerinde aynı dolunayı seyreden bu iki insan için birbirlerini
evlenmeye ikna etmek zor olmadı. 1946
yılında birlikte Türkiye’ye döndüler ve
34 yıl boyunca evleri olarak benimsedikleri bu ülkede kızlarını Roxanne ve
Deborah’ı büyüttüler.
Bu kez Bay ve Bayan Scott olarak Kayseri yakınlarındaki Talas Amerikan Ortaokulu’nda işe başladılar. Kayseri şehrine yukarıdan bakan karlı Erciyes Dağı
manzaralı bir tepe üzerinde bulunan
hem ev, hem de işyerleri olan bu okulda 14 yılları geçti. 128 erkek çocuğunu
barındıran okulda John Scott müdürlük
yaparken eşi Gwen Scott da onun en
büyük yardımcısı ve okulda İngilizce
öğretmeniydi. Öğrencileri onların kendi çocukları gibiydi. Çocuk yaşta, henüz
12’li yaşlarında Talas Ortaokulu’na gelen öğrencileri, aileleri Amerikalı öğretmenlerle okula bıraktıklarında, Scott’lara, “Eti senin kemiği benim” sözünü
söylerlerdi. Öğrenciler okuldan 4-5 yıl
sonra sorumluluk sahibi, İngilizce eğitim görebilecek nitelikte ve liderlik vasıflarına sahip gençler olarak ayrılırlardı.
MR. SCOTT, TÜRKİYE’YE GELDİĞİNDE
OLDUKÇA GENÇTİ. HATTA BİR GÜN
TAC MÜDÜRÜ WOOLWORTH ONA, BÜYÜK
GÖSTERMEK İÇİN SAKAL BIRAKMASINI
ÖNERMİŞTİ.
Birçoğu Tarsus’taki Amerikan Koleji’ne, İstanbul’daki Robert Kolej’e gittiler
ve birçoğu iş dünyasında tıp, eğitim, hukuk, sanat, medya alanlarında hem Türkiye’de hem de dünyada tanınan liderler
oldular.
Senede 24 saat 366 gün bir okul yönetmenin yanında Mr. ve Mrs. Scott öğrencilerini ders dışında örnek oluşturacak aktivitelere de yönlendirdiler. Daha
sonra bu aktiviteler ‘4H’ olan Talas’ın
mottosunu oluşturdu (Head, Hand, Heart and Health / Baş, El, Kalp ve Sağlık).
Okulda okuyan öğrenciler yatılı oldukları için hafta sonlarında, spor aktiviteleri, tarihi bölgelere geziler, örneğin Kapadokya ve Başkent Ankara’ya ziyaretler,
yürüyüş, piknik, çevredeki tepelere ağaç
dikme çalışmaları yapıyorlardı. Ben de
bu yürüyüşlerden birine katıldığımda
’Abi’lerden birinin omzunda geri döndüğümü hatırlıyorum. Konak binasının
alt katındaki yatakhanede cumartesi
akşamları oynanan piyesler her zaman
eğlenceli olurdu.
Piyeslerde aynı zamanda İngilizce
pratik yapılır ve tüm roller, kız öğrenci
olmadığından erkek öğrenciler tarafından oynanırdı.
Oynayan erkek öğrencilerden birine
makyaj ve kız kıyafetlerinin ne kadar
yakıştığını hatırlıyorum. Daha sonra bu
öğrenci Türkiye’de uluslararası bir star
oldu. Müzik, izcilik, marangozluk, tiyatro, karlı tepelerde kayak yapmak hafta
sonları öğrencilerin öğretmenlerinden
İngilizcenin yanı sıra öğrendikleri ekstra aktivelerdi. Talas Ortaokulu büyük
bir aile gibiydi. Kardeşimle birlikte anne
ve babamıza bizim bir erkek kardeşimiz
olacak mı diye sorduğumuzda aldığımız
cevap 128 tane olduğuydu.
Kız kardeşim Debby ile birlikte ilkokula gitme yaşımız geldiğinde ailemiz bizi aşağı Talas’taki devlet okuluna
gönderdiler. Bu verdikleri en iyi karardı,
çünkü kardeşim ve ben en yakın arkadaşlarımızla birlikte olmaktan çok mut-
BULUŞMA 5 3
şimdi
tarih
luyduk ve çok iyi Türkçe öğrendik. Her
sabah arkadaşlarımızla birlikte, “Türküm, Doğruyum, Çalışkanım” nakaratını söylerdik.
1960 yılında Üsküdar Amerikan Lisesi’nin ortaokuluna başlayacağım zaman
ailem de İstanbul’a, çocuklarının öğrenim göreceği yere taşınmaya karar verdi. 20 yıl Üsküdar Amerikan Lisesi’nde
öğretmenlik yaptılar. Fen dersi ve İngilizce öğretmenliği yaparken uluslararası
anlayış, sosyal yardım, çok çalışma, öğrenme tutkusu, terbiye ve yaşam sevgisi
aşılamaya çalıştılar.
Mr. Scott, Üsküdar Amerikan Lisesi’nde gezici kitaplık, yetimhane ziyaretleri, işçi çocuklarına İngilizce öğretme, yakın civardaki köylerde kamp
çalışmaları, Atatürk Korusu’na ağaç
dikme gibi birçok aktivitenin başındaki öğretmendi. Yaz aylarının çoğunu
Scott ailesi Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki kamplarda yurtdışından gelen
üniversite öğrencilerinin köylere okul,
yol ve su getirme gibi çalıştıkları projelerde yöneticilik yaparak geçirdiler. Bu
aktivitelerin uluslararası anlayışı destekleyeceğine, gençler arasında barış ve
dayanışma sağlayacağına, genç nesillere
çok çalışma ve demokrasinin anlamını
öğreteceğine inanıyorlardı.
Öğrencilerini çok sevdiler, Türkiye’de
birlikte çalışarak, nerede yaşarsak yaşayalım, dünya barışında fark yaratacağımıza inandılar. Öğrencileri ve birlikte
çalıştıkları arkadaşları tarafından çok
sevildiler.
Mr. Scott, 60 yaşında Üsküdar’da
çalıştığı yıllarda kalp krizinden vefat
etti. Mrs. Scott eşinin naaşının yakılarak küllerinin uzun yıllarını geçirdiği
Türkiye’de kalmasına karar verdi. Mrs.
Scott 65 yaşında emekli olup Amerika’ya, çocuklarının yanına yerleşene
kadar Üsküdar’da, sevgili öğrencilerine
öğretmenlik yapmaya devam etti. Fakat
artık o da sevgili eşi ile birlikte yan yana,
İstanbul’da yuva olarak benimsedikleri Türkiye’de yatıyor. 30 yıl Türkiye’den
uzak yaşamış olmasına rağmen 6 Haziran 2009 tarihindeki cenaze törenine
öğrenci ve arkadaşlarından 100 kişi
katıldı. Bunların çoğu 50’li, 60’lı, 70’li
yaşlarındaydı ve ona veda etmek, Mr.
ve Mrs. Scott’ı onurlandırmak, onların
ömür boyu süren Türkiye sevgisini kanıtlamak için katılmışlardı.
Öğrencilerini çok sevdiler,
Türkiye’de birlikte çalışarak,
nerede yaşarsak yaşayalım, dünya
barışında fark yaratacağımıza
inandılar.
5 4 BU L U Ş MA
SCOTT’LARA
KISA BİR BAKIŞ
Bilmeyenler için hemen
söyleyeyim, Roxanne Scott Barry
ve kız kardeşi Debby, bizim
zamanımızda Talas’taki Okul
Müdürümüz John Scott ve Gwen
Scott’un kızlarıdır.
Kardeşi Debby ile birlikte Talas’taki
devlet ilkokulunu bitirdikten
sonra Roxanne, 1966’da Üsküdar
Amerikan Koleji’nden mezun
olmuştur. Roxanne daha sonra
sırasıyla eşi Don Barry ile birlikte,
1973-1976 yılları arasında TAC’de;
1976-1980 yılları arasında Robert
Kolej’de ve 1980-2014 yılları
arasında da şimdi emekli olmayı
düşündükleri Minneapolis’teki
Philips Academy’de öğretmenlik
yapmışlardır. Philips Academy,
200 yıl önce Türkiye’deki Board
okullarını başlatan Mission
Movement (önce ABCFM,
sonra UCBWM) hareketinin
başladığı ve Talas ve Tarsus’taki
öğretmenlerimizin işe alındığı
yermiş.
Doğrusu, babası Mr. Scott’un da
Talas’taki görevine başlamadan
önce, 1937-1940 yılları arasında
TAC’de öğretmenlik yapmış
olduğunu Roxanne’ın yazısından
yeni öğrendim.
Yücel AKYÜREK TAC’61
SEV LiveTV
yayında!
Mezuniyet törenlerinin canlı yayınları ve okullarımızla
ilgili birbirinden keyifli etkinlikleri istediğiniz zaman
izleyebileceğiniz SEV Live TV şimdi yayında.
http://www.sevlive.tv/
As Osmaniye Gençlik
Kız Basketbol Takımı
Y A Z
2 0 1 4
Haydi Osmaniye..
BULUŞMA 5 7
teneffüs
Devler TAC’de
Beşiktaş Integral Forex ve
Galatasaray Liv Hospital
basketbol takımları Tarsus
Amerikan Koleji’ni ziyaret
ederek öğrencilerle sohbet
ettiler ve fotoğraf çektirdiler.
Organizasyon TAC mezunu
eski milli basketbolculardan
Necati Güler tarafından gerçekleştirildi. Necati Güler’in
iki oğlu milli basketbolcular Muratcan ve Sinan’ın da
Beşiktaş ve Galatasaray’da
forma giydiğini belirtelim.
Haydi Osmaniye...
Gazeteci Çiğdem Çorum (TAC’95) Adanamedya’da Osmaniye Kadın
Basketbol Takımı’nın Başkanı, işadamı Mehmet Serkan Erdem (TAC’90)
hakkında yazdı.
Mehmet Serkan Erdem, Osmaniyeli. Henüz dokuz yaşında babasını kaybetmiş.
Babasının yokluğu onu yıldırmıyor. Çok
çalışıyor ve Tarsus Amerikan’ın sınavını
kazanıyor. Okuldan sonra ihracat-ithalat
işleriyle ilgileniyor ve başarılı bir işadamı oluyor. ‘Memleketim için ne yapsam,
ne etsem?’ diye düşünürken, kadın basketboluyla yolları kesişiyor. İki kuzeniyle
birlikte İkinci Lig’de oynayan As İstanbul
takımının adını As Osmaniye Gençlik Kulübü olarak değiştiriyor ve başkanlığı üstleniyor.
Erdem, niye kadın basketboluna ilgi duyduğunu şu sözlerle açıklıyor: “Her şeyden önce, bizim bulduğumuz bölgede, Antakya, Ceyhan, Tarsus, Mersin ve
Adana BOTAŞ olmak üzere kadın basketbolu çok popüler bir spor dalı. Kadın
basketbolu, çok uzun yıllar önce, Cey5 8 BU L U Ş MA
han Belediyespor ve Adana BOTAŞ’ın
başlattığı bir akımdan esinlerek, halk tarafından çok sevilen bir spor branşı haline geldi. Ben özellikle pozitif ayrımcılık
yapılmasından yanayım.
As Osmaniye Gençlik, iyi bir takım çalışmasıyla, yeni kurulmuş bir kulüp olmasına rağmen, yedi ay gibi kısa bir sürede
play-off’lara, yani altılı finallere yükselebilecek takımlar arasında yer alıyor.
Ama birinci lige yükselme maçını kaybediyor. Çiğdem Çorum aktarıyor: “Sonuç
ne olursa olsun, yaptıkları iş kocaman
bir alkışı hak ediyor. Mehmet Serkan Erdem, hedefini hiçbir zaman küçük tutmuyor. Amacı, Osmaniye’yi elbirliğiyle
Türkiye’nin spor başkenti yapmak.
Olur mu? Bence olur. İnanıyorum. Başaracaklar. Çünkü kocaman yürekli harika
bir liderleri var başlarında.”
Yeni Türk Mutfağı
Ayhan Sicimoğlu (TAC’70)
Mutfak ve Yaşam dergisi’nin sorularını cevaplandırdı. Sicimoğlu’na göre, Türk
mutfağını tanıtmanın yolu,
ünlü aşçı Ducass gibi ustaları davet etmekten geçiyor.
Söz kendisinde: “Yeni Türk
Mutfağı yapmalıyız. Tüm
eski beğendileri, tas kebaplarını yeniden yorumlamalı,
modern haline getirmeliyiz.
Ünlü ustalar buraya gelsinler ve yemeklerimizi yeniden
yorumlasınlar.”
Gökyüzünde
Balonlar
Sağlığına
Format At
Ünlü çocuk kutapları
yazarı Aytül Akal
(ACI’71) Gökyüzünde
Balonlar isimli
kitabında, günlük
hayata dair konuları,
dokuz eğlenceli
öyküyle bir araya
getiriyor.
Yıka Beynini ve
Beynine Format At
kitaplarının yazarı Barış
Muslu (TAC), kısa bir
süre önce yayınlanan
yeni kitabı Sağlığına
Format At’ı yayınladı:
“Uyarayım. Ezberinizi
bozacağım.”
Yol
Modern zamanların
dervişi olarak
görülen Metin
Hara’nın (ÜAA’00),
uzun süredir
hazırlıklarını yaptığı
üç kitaplık
Aşkın İstilası
serisinin ilk olan
Yol yola çıktı.
İlham kaynağı
semboller
L’Officiel ve Trend dergilerinde Mayıs sayısında
moda tasarımcısı İrem Yıldırım (ACI’06) ile yapılan
söyleşiler yer aldı. L’Officiel’deki kısa söyleşide
soruları yanıtladı.
Sizi tanıyabilir miyiz?
İzmir’de doğdum. İzmir Amerikan Lisesi’nin ardından Yeditepe Üniversitesi’nde moda
ve tekstil tasarımı bölümünde
okudum. 2011 yılında Londra’da yaşadığım dönemde bir
yandan St. Martins’te moda
pazarlama ve marka yönetimi dersleri aldım, diğer yandan Swash adlı şirkette çalıştım. Türkiye’ye döndüğümde
kendi tasarımlarımı yaratmaya başladım.
Nerede deneyim kazandınız?
İlk profesyonel tasarımım, Armaggan markası için hazırladığım, tamamen el yapımı ve
doğal ürünlerden oluşan bir
elbiseydi.
Neden sadece tişört ve sweatshirt’lere odaklandınız?
Modaya ayakkabı tasarımıyla adım attım. Bir yıl sadece
ayakkabı tasarladıktan sonra,
başta sadece kendim için yaptırdığım tişörtleri arkadaşlarım
için de üretmeye başladım.
İlham kaynaklarınız?
İnsan ve görebildiği semboller en büyük ilham kaynağım.
Tasarımlardaki grafik desen çalışmaları size mi ait?
Bunlar, yıllardır biriktirdiğim
resimler, semboller ve onların
yeniden şekillendirilmiş halleri. Yeni koleksiyonlarda kalemini beğendiğim illüstratörlerle çalışmayı planlıyorum.
İlerleyen dönemde yalnızca
benim yaptığım illüstrasyonların yer aldığı tişörtler de koleksiyonda yer alacak.
Materyal seçimleriniz?
Asıl farkımın burada yattığını
düşünüyorum. Ailem uzun zamandır tekstil üretimi yapıyor.
Kendi üretimimiz olan yüzde
yüz pamuklu, organik kumaşlar ve karışım kumaşları kullanmayı tercih ediyorum.
2014-15 Sonbahar-Kış koleksiyonunuzun moodboard’unda neler var?
Moodboard’um her zaman o
sezon için hissettiğim duygularla paralel şekilde ilerliyor. Sanırım tasarımlar her zaman olumlu
sosyal mesajlar içerecek.
BULUŞMA 5 9
teneffüs
ŞELİ DE ESKİNAZİS ÜAA’03 / VERDA DE ESKİNAZİS
Komşuda pişer,
artık size ‘kesin’ düşer
İnternet ortamında bir pazar yeri düşünün. Konu yemek. Aklınıza gelen yiyeceği sipariş ediyorsunuz,
kapınıza geliyor. Yemeksepeti ve benzerlerinden farklı. Çünkü arkada fast-food zincirleri veya
restoranlar yok. Onun yerine amatör ama iddialı ev aşçıları var. Sitenin adı Favoreat.com.
O
nlar hem kuzen hem genç iki internet girişimcisi... Şeli de Eskinazis
(ÜAA’03) ve Verda de Eskinazis,
herkesin çalışmak için can atacağı,
dünyanın en büyük şirketlerinde,
anahtar konumdalarken, birdenbire her şeyi bırakıp
kendi işlerini yapmaya karar vermişler.
Yaptıkları, çok özet olarak, sanal âlemde, yemek
konulu bir pazar yeri oluşturmak. Canınız, diyelim
zeytinyağlı enginar istedi. Giriyorsunuz siteye, zey6 0 BU L U Ş MA
tinyağlı enginar yapan birkaç kişinin adresinizi bulup siparişinizi
veriyorsunuz. Bu mahalledeki Rukiye Teyze de olabilir, İzmir’deki
Hande Hanım da... İşin içinde sıcak ve lezzetli bir buluş var. Hatta bir adım daha atalım. Dünyada, bizim bildiğimiz kadarıyla bir
benzeri daha yok. Buluşma olarak hemen soruyoruz: Bu fikir ve
girişim nasıl doğdu?
Şeli Hanım, “Çevremizde sürekli olarak yemek yapıp satmaya çalışan insanları gördük,” diyor: “Örneğin, annemin arkadaşlarını
ya da insanların bloglarına yazdıklarını, mini sitelere yemek koyduklarını, iletişim adreslerini bırakarak sipariş aldıklarını gördük.
Biraz araştırınca bu alanda bir ihtiyaç olduğunu farkettik.”
Verda Hanım, hedef kitleyi şöyle tarif ediyor: “Vakti olmayan, becerisi olmayan, ev yemeğini tercih eden ya da daha butik şeyler
yemek isteyenler...”
ENDÜSTRİYEL YEMEK GİREMEZ
Sitenin en önemli özelliklerinden biri, burada servis edilen yemeklerin endüstriyel olmaması...
Verda de Eskinazis, “Elmalı turtaya tarçın istemiyorum diyebilirsiniz,” diyor: “İnsanlar birbirleriyle iletişim içinde olarak, kendilerine özgü, farklı bir lezzet sunumu yaratabiliyorlar.”
Site, geçen yılın ağustos ayında açılmış. Şeli Hanım sürekli olarak değişik ihtiyaçlara cevap verdiklerini söylüyor ve devam ediyor: “Buna göre sitemizi güncelleştiriyoruz. Ödeme sistemlerini
de yaptık. Ağustosta açıldık ama bunların hepsini yapmak ocak
ayını buldu.”
Aslında bu, fazlasıyla süreklilik gerektiren bir iş.
Şeli De Eskinazis şunları söylüyor: “Başka bir şey görüyorsunuz, yeni bir model gözünüze çarpıyor. Böyle yapsak daha mı iyi
olur? diyorsunuz. İnsanları dinliyoruz, neleri istediklerini öğrenmeye çalışıyoruz.”
Kuzenlere önemli bir noktayı soruyoruz: O kadar yemek arasından, hangisinin daha lezzetli olduğunu nasıl seçeceksiniz?
Cevap veriyorlar: “Her sipariş sonrasında puanlama ve yorum
bırakma hakkı var. Buna istinaden de işlerini iyi yapanlar öne çıkıyor.”
Peki, değişik yörelere özgü yemekler de olacak mı?
Şeli Hanım, “Biz, özellikle böyle bir ayrımı site içinde yapmadık,” diyor ve devam ediyor: “Kategorileri ana kategoriler olarak
ayırdık. Çünkü yemeği uçsuz bucaksız kategorilere ayırabilirsiniz.
İnsanların kafasını çok karıştırmayalım diye düşündük.”
Gelelim yemek satanların cephesine... Satıcıların sisteme üye
olmaları gerekiyor. Kendi vitrinlerini açıyorlar. Fotoğraflarını
yüklüyorlar. Gönderim bölgelerini ve çalışma saatlerini açıklıyorlar. Sonuçta, burası, tamamen kendilerine özel bir dükkân haline
geliyor.
Aklımıza geliyor, acaba Sahibinden.com’a benziyor mu? Verda
Hanım, “Evet, onun gibi ama önemli bir fark var. Bizimkisi sadece
yemekle ilgili,” diyor.
sonra da gönlünde yatan kurumsal bir şirkette çalışmakmış. “Aslında bu tür bir girişimciliği hiç mi
hiç düşünmemiştim,” diyor. “Kendi işimi yapayım,
risk alayım isteyen bir insan değildim. Boğaziçi’nde kimya okudum. Kurumsal bir firmada güzel bir
pozisyon bularak hayatıma devam edeceğim kanısındaydım.” Sonra iki dev firmada, Henkel ve L’Oreal’de çalışmış.
Verda Hanım, liseden sonra ABD’de, lider yetiştirme programlarıyla ünlü Tufts’ta ekonomi ve uluslararası ilişkiler okumuş. Ardından, Columbia’da
MBA yapmış. Sonra da üç yıl McKinsey’de çalışmış.
Ve sonuçta iki kuzen için de girişimcilik ağır basmış.
Peki, acaba buna değer mi?
Şimdiden çok iyi geri dönüşler aldıkları düşünüldüğünde, ‘neden olmasın’ diyoruz. Bu kadar iyi
eğitimin, titizliğin, yaratıcılığın sonunda ciddi bir
başarı gelecek gibi görünüyor.
Ev ekonomisine katkı
olsun... Bu insanlara
dokunmak istiyoruz.
Gerekirse eğitim bile veririz.
KADIN İŞ GÜCÜNE KATKI
Acaba böyle bir uygulama, kadın emeğinin değerlenmesine
katkıda bulunur mu? Ev kadınları için ayrı bir kazanç kapısı olabilir mi?
Şeli de Eskinazis “Kadın iş gücüne önem veren sponsor firmalarla görüşüyoruz,” diyor. “Destek vermeyi düşünüyoruz. Tabii ki
çok isteriz... Buraya yemeğini koyabilsin, satabilsin... En azından
ev ekonomisine katkıda bulunsun... Bu insanlara dokunmak istiyoruz. Onlara gerekirse eğitim bile veririz.”
Şeli Hanım, akademik disiplinden kendi güven duygusunun
oluşmasına kadar ÜAA’nın kendisine pek çok değer kazandırdığını söylüyor. Okulda çok çalışkan bir öğrenciymiş. Okuldan
BULUŞMA 6 1
teneffüs
6 2 BU L U Ş MA
Önce bebek doğdu,
arkasından
altızlar...
DEFNE ONGUN MÜMİNOĞLU TAC’89
Bebeği doğduktan sonra, sifirkilometrebizdiklar.com
adıyla bir blog yazmaya başladı. Çocuk kitapları
yayınlayan yayınevlerine çeşitli işler yaparken,
geçen yıl altı kitaptan oluşan Burcu ve Berk ile
adıyla kendi çocuk kitabı serisini yazdı. Altıncı
ve son kitabı geçtiğimiz aylarda tamamlanan
serinin ilk baskısı bir ayda tükendi. Kendini bir anda
çocuk kitabı yazarı olarak bulan Ongun, şimdi yeni
kitapların peşinde.
H
erhalde hepimizin hayatının dönüm noktası,
çocuklarımızın doğumudur.
Ama Defne Ongun Müminoğlu için bu biraz daha böyle. Çünkü doğumdan hemen sonra yaptığı
işler, doğrudan bebekler ve çocuklarla
ilgili...
İsterseniz öyküyü başından anlatalım.
Defne Ongun, TAC 1989 mezunu.
Okuldan sonra dört yıl turizm okumuş,
dört yıl da bu sektörde çalışmış. Daha
sonra da uzunca bir süre, yine TAC’den
mezun Tümer kardeşlerin kurduğu
halkla ilişkiler şirketinde görev yapmış.
Burada çok iyi vakit geçirmiş. Ajansın
temposu hızlıymış, Defne Ongun da
bu tempoyu çok sevmiş.
Ama sonra, yukarıda kısaca değindiğimiz gibi, Maya doğmuş.
Ve çalışan kadının bir numaralı sorunu olan, ‘çocuğa kim bakacak’ durumu gündeme gelmiş. Anneanne ya da
babaanne mi dediniz? Maalesef onlar
çoktan özgürlüklerini ilan etmişler.
SIFIR KİLOMETRE BIZDIKLAR
Defne Ongun, bunun üzerine, ‘bu
işlere biraz ara vereyim’ demiş. Maya,
biraz büyüdükten sonra, Sıfır Kilometre Bızdıklar adında bir blog kurmuş. “Amacım anne-babalıkla biraz
dalga geçmekti,” diyor. İlk yazılar da
böyle olmuş. Fakat bir süre sonra, hep
kendinden ve çocuktan bahsetmenin
sıkıcı olduğunu farketmiş. Yazılarda
başka konulara yer vermeye başlamış.
Doktorları davet etmiş, çocuk bakımı
dergilerine köşe yazmaya başlamış. Bir
süre sonra, eğitici kartlar hazırlayan
bir firmadan teklif gelmiş. “Kartların
içeriğini hazırlar mısınız?” demişler.
Derken çocuklar için yapbozlar devreye girmiş. Altı karttan oluşan dört ayrı
puzzle üretmiş.
Defne Ongun, bütün bunlardan sonra, bir gün yayınevine farklı bir projeyle
gitmiş. Çocuklara çeşitli konularda bilgi veren kitaplar yapmayı, bunları teker
teker yayınlamayı teklif etmiş. Yayınevinin sahibinin, “Tek bir kitapla değil,
altı taneyle birden çıkalım,” demesiyle
Ongun işe koyulmuş. “Zaten kafamda
10-11 konu vardı. Onlara beş tane daha
ekleyip, Burcu ve Berk ile serisini 2013
yılında bastırdık,” diyor. Birinci baskı
ilk ayda tükenmiş. Bu arada, kitaplar için uzmanlarla birlikte çalışılmış.
Ongun, “Onların desteği çok önemli.
Çünkü ben hiçbir konunun uzmanı
değilim,” diyor ve ekliyor: “Vücudumuz
kitabı hazırlandı, ama ben doktor değilim. Uzman doktorlarla görüşüyorum.
Yazmadan önce çok okuyorum, araştırıyorum.”
Peki, birinci baskı acaba nasıl bu kadar çabuk tükendi? Her şeyden önce,
Defne Ongun hayli sosyal bir yazar. Bir
arkadaşı onun için, “Kendisini tanıyanlar, okul olsun, küçük butik yayınevleri
olsun, kitap meraklıları... Yayınevinden
çok ona geliyorlar,” diyor. Tabii ki internetin de tanıtım konusunda çok yararı
olmuş. Büyük AVM’lerin kitapçılarında yaptıkları etkinlikleri de buna eklemekte yarar var.
Defne Ongun etkinliklerle ilgili bir
anekdot anlatıyor: “Bebek’te, Sihirli
Sayfalar adlı kitabevi vardı. Gerçekten
sırf çocuk kitabı satan butik bir dükkândı. Gidip, sahibiyle tanışıp, çocuklara her gün belirli bir gün ve saatte,
ücretsiz okuma günü yapmayı önerdim. Kızım Robert Kolej’in yuvasındaydı. Oradaki arkadaşlarım, “Sen kızı
getirirsen biz de geliriz,” dediler. Öyle
ücretsiz, birçok insan gelmeye başladı.
Gelelim okul yıllarına...
Ongun, çok çekingen bir çocuk olduğunu söylüyor. İlkokuldan sonra bir
sene New York’ta kalmış.
“TAC’de, kabak çiçeği gibi açıldım,”
diyor.
Peki neydi TAC’yi TAC yapan?
Ongun, okulun getirdiklerini sıralıyor: “Soru sor, hakkını ara, not konusu içine sinmediyse git hocanla konuş.
Ben bunu hak etmedim de. Kendine
güven, söylediğinin arkasında dur.”
Son olarak, kendisine sektörün durumunu soruyoruz. İki çarpıcı rakam
veriyor. Birincisi umut verici. Türkiye’de 2 bin civarında çocuk kitapları
basan yayınevi var. İkincisiyse umut
kırıcı: Efektif olarak hizmet verenlerin
sayısı sadece 50 adet.
Ongun başka bir olaya değiniyor.
Bazı muhafazakâr yayınevleri çocuklara farklı mesajlar veren kitaplar da
yayınlıyor. Örneğin, bazı kitaplarda,
bir kız çocuğunun hayatta bütün amacının büyüyüp evlenip yuva kurması
ve kocasının dediğini yapması olduğu
vurgulanıyor. Ya da başka bir kitapta
Ömer Seyfettin’e namaz kıldırılıyor.
Ongun, yazdığı bir blogda bu konulardan bahsedince, ‘cehennemde odun
olarak yanacaksınız’ gibi karşılıklar da
aldığı olmuş.
Defne Ongun’un bunlara aldırdığı
da yok. O, şimdilerde, Burcu ve Berk ile
ve yeni projeler için harıl harıl çalışıyor.
Yani yeni kitaplar yolda...
BULUŞMA 6 3
teneffüs
6 4 BU L U Ş MA
BANU SAVAŞ ÜAA’01
Beni müziğin
olduğu yere
götür...
Küçük yaşlarda tiyatroya büyük ilgi ve Şehir
Tiyatroları’nda oyunculuk... Konservatuvar
ve opera dersleri... Paris’te Ecole Normale
de Musique’de öğrencilik... Marmara
Üniversitesi’nde gazetecilik lisansı...
Galatasaray Üniversitesi’nde siyaset alanında
master... Caz, pop müzikte besteler, şiirler ve
söz yazarlığı... Ve kısa bir süre önce çıkan ilk
albümü: Beni Güzel Bir Yere Götür. Karşınızda
Banu Savaş...
B
u kadar da fazla diyebilirsiniz. Ama Banu Savaş
öyle demiyor. İlgi duyduğu alanlarda, hiç durmadan yeni bir şeyler yapmayı sürdürüyor. Şiir
yazıyor, edebiyatı takip ediyor, konserler veriyor, siyasette olup bitenleri yakından izliyor.
İlk büyük merakı tiyatro... Ardından da opera... Operaya merakı nasıl uyanmış, biliyor musunuz? Bir gün Muhsin
Ertuğrul’da provadan çıkmış, Harbiye’den Taksim’e yürürken
bir CD satıcısına rastlamış. Satıcı, temel bir pazarlama taktiği
uygulayarak, ‘iki alana bir bedava’ deyince, şansını denemeye
karar vermiş. Maria Callas CD’leri almış. “Karma karışık, saçma sapan doldurulmuş, best of CD’leriydi,” diyor. Ama bu kötü
CD’ler, onu 13-14 yaşındayken Callas ve opera ile tanıştırmış.
Operaya ilgi uyanınca, ‘acaba benim sesim yeterli olur mu’
diye merak etmeye başlamış. Üsküdar’daki müzik öğretmeni,
her zaman sesinin iyi olduğunu söylerlermiş. Yine de konservatuvara başvurarak, oradaki öğretmenlere sesini test ettirmiş
ve opera söyleyecek kadar iyi olduğunu öğrenmiş. Yalnız, ailesi, ancak ikinci bir alanda daha eğitim görmesi şartıyla müzik
yapma konusunda onay vermiş.
PARİS’TE ZORLU GÜNLER
Bunun üzerine üniversite yılları gelmiş. Savaş, “Önce gazetecilik okudum. Ama mesleği yapmadım. Gazeteciliği teori
düzeyinde biliyorum,” diyor. Aynı zamanda İstanbul Devlet
Konservatuvarı’nın Opera ve Şan Bölümü’ne girmiş. Daha
sonra seviye sınavını vererek, Paris’in ünlü müzik okulu Ecole
Normale de Musique’e geçmiş. “Çok dürüst davranayım, zor
geldi,” diyor. Sinir bozucu bir rekabetle karşı karşıya
kalmış: “Her yıl üç bin civarında aday konkura giriyor.
Çok az insan alıyorlar,” diyor.
Bir de, Paris’te ister istemez yalnızlıkla tanışmış.
Sözü kendisine bırakalım: “Avrupa’dasın ve yalnızsın.
Herkes burada. Sen oradasın. Bana depresif bir şey gibi
geldi. Bir yandan da çok beste yapıyordum. Gitar çalıyordum. Şarkı sözü yazıyordum. Şarkılarımı sanatçı
arkadaşlarımla paylaşıyordum.”
Banu Savaş bugün hafif müzik yapıyor. Caz da söylüyor. Tarzına gelince... Indie-pop olduğunu söylüyor.
Opera söylemiş olmanın getirdiği bir rahatlığı da var.
Ama bu rahatlık, yan gelip yatmak anlamına gelmiyor:
“Caz da olsa, pop da olsa, her şarkıcının mutlaka her
gün çalışması gerekiyor. Opera için ise daha fazla. Ben
o disiplini aldım. Sahnede de, stüdyoda da çok rahatım.”
Ve çok sevindirici bir olay: Banu Savaş, Beni Güzel
bir Yere Götür ile şarkılarını ilk kez bir albümde toplamış oldu.
BEKLENENİN ÜSTÜNDE GERİ DÖNÜŞ
“Bu kadar iyi olacağını tahmin etmiyordum,” diyor:
“Promosyona hiç para vermedim. Müzisyenlerin bir
araya gelip çok az para koyarak yaptıkları bir albüm
bu. Promosyonumuz o kadar az ve yetersizdi ki, müzik eleştirmenlerine yollamayı bile unuttuk. Arkadaşlarım, ‘Banu, seni yazmışlar’ dediklerinde fark ettim.
Kulaktan kulağa yayıldı. Bir klip de çekmiştik. Ben, televizyonlar bunu asla yayınlamaz diye düşünüyordum.
Sonra arkadaşlar klibi televizyonda izlemişler, bana
mesaj yolladılar.”
Geliyoruz standart sorumuza: Banu Savaş’ın Banu
Savaş olmasında ÜAA’nın rolü ne oldu?
Savaş cevap veriyor: “ÜAA çok keyifliydi, ama içinde yaşarken bunu tam olarak anlayamadık. O günlerin
kıymetini bilemedik. Çünkü çocuktuk. Orada büyüdük. O yaşlarda da okul hakkında söylenip duruyorsun. Ama sonunda da açık fikirli biri olarak mezun
oluyorsun. Düşüncelerini topluyorsun. Dünya vatandaşı haline geliyorsun.”
Banu Savaş, geçenlerde ilginç bir araştırma okumuş.
Buna göre öğrenciler, okuldan mezun olduklarının 15.
yıldönümünde tekrar bir araya gelme isteği duyuyorlarmış. “Bende de tamamen böyle oluyor gibi,” diyor.
“Şu anda tam 15. yılımız ve bugünlerde okulu çok özlediğimi fark ediyorum. Neyse ki sosyal medya var, insanlar birbirlerinden kolayca haberdar oluyorlar.”
Bu dönemde aktif politika yapmanın önemine
değiniyoruz son olarak. Bir sorumluluk hissettiğini
söylüyor ve Nâzım Hikmet’in ünlü şiirinin sözlerini
değiştirerek atıfta bulunuyor: “Sen yapmasan... Ben
yapmasam...”
BULUŞMA 6 5
teneffüs
Her yaşa uygun
bir yaz kampı
Çocukların yaşıtlarıyla bir arada olduğu yurtiçi ve yurtdışındaki yaz kamplarına ilgi hızla
artıyor. Dil geliştirmekten basketbola, sörften matematik kampına kadar çok farklı
alanlardaki etkinlik çocuklarımızı bekliyor.
yusuf ERKMEN TAC’02
Kamp seçimi yaparken, ilk olarak
etkinliklerin yaş
gruplarına göre
farklılık gösterdiğini unutmayın.
Örneğin,
6-14
yaş grubunu kamplara gönderirken
aranan özellikler değişiyor. Güvenlik,
ilgi ve yönlendirme ön plana çıkıyor.
Bu yaşlarda fazla akademik programlar
yerine, eğlence ağırlıklı ya da eğlence
ile akademik/kültürel çalışmaların dengesini sağlayabilmiş programlar tercih
edilmeli. Aksi takdirde gençler mutsuz
ve program verimsiz oluyor. O yazdan
sonra da bu kamplara bir daha gitmek
istemiyorlar.
14-16 yaşları arasındakiler ise dil
ağırlıklı programlarda daha başarılı
oluyor. Ergenlik dönemlerinde sosyal
ve kültürel paylaşıma açık oluyor gençler.
Daha üst yaş grubunu oluşturan 1618 yaşlarındaki gençler içinse akademik
programlar ön planda. Artık üniversite
planları yapmaya başlayan gençler için
kendilerine bir şeyler katabilecek programlar önemli. Bu TOEFL ya da SAT
çalışmaları olabilir. Bunun yanı sıra
üniversite derslerinin de verildiği, hangi bölümü ya da mesleği sevebileceğine
ilişkin ipucu veren yaz kamplarını tercih etmeleri yerinde olur.
6 6 BU L U Ş MA
1 ] ABD’DE İNGİLİZCE & EĞLENCE KAMPLARI
Amerika’daki dil okulları, hem İngilizce öğrenmek hem de eğlenmek için iyi bir fırsat.
Özellikle Hazırlık sınıfını veya 9. sınıfı yeni bitirmiş öğrenciler için. (UCLA, Brown
üniversiteleri zengin programlar sunuyorlar.)
2 ] ABD’DE AKADEMİK PROGRAMLAR
ABD’de 10. ve 11. sınıf öğrencileri için ise TOEFL ve SAT derslerinin (Amerikan
üniversitelerinin kampüsünde) yoğun olarak verildiği akademik programlar mevcut
bulunuyor.
3]
İNGİLTERE’DE FUTBOL KAMPI İngilizce
programlarına çok sıcak bakmayan ve de spor
düşkünü (özellikle futbol) gençler için İngiltere’de
ünlü futbol kulüplerinin açtığı kamp programları
var. Hem futbol antrenmanları yapıyor öğrenciler,
hem de İngilizce derslerine girerek yabancı
dillerini geliştiriyorlar. Ünlü teknik adamlar ve
futbolcularla tanışıp onların antrenmanlarına
katılma şansını da yakalıyorlar (Manchester
United gibi kulüpler).
4]
RÜZGAR SÖRFÜ Alaçatı gibi sörfe uygun
bölgelerde gençlik kampları düzenleniyor.
Alternatif bir spor dalını öğrenmek için ideal.
(Bu sene en popüleri Çağla Kubat Wind Surf
Academy Camp olacak gibi gözüküyor.)
5]
MATEMATİK KAMPI Kıbrıs’taki ODTÜ
kampüsünde 10-12 günlük matematik
kamplarında yoğun bir matematik ve geometri
programı uygulanıyor. (Bu sene temmuzda
Coaching İstanbul şirketi düzenliyor.)
BULUŞMA 6 7
teneffüs
6 ] YURTİÇİ
BASKETBOL
KAMPLARI
8I
ÜÇ BOYUTLU YAZICILAR Evet!, internet
girişimciliği sayesinde bilgisayarda üç
boyutlu çizebildiğiniz her şeyi, özel bir
plastik malzemeyle tıpkı kâğıt çıkışı alır
gibi üç boyutlu olarak basabiliyorsunuz.
Çocuklar kâğıt üzerindeki gen haritası
resmine bakmak yerine, üç boyutlu bir
kromozom basıp ellerinde çevirebiliyor.
9I
SOSYAL SINIF Eski kuşak eğitimi
sembolize edecek bir şey varsa, o da
tahtaya konuşanların yazılmasıdır herhalde.
Artık sınıfta sınırsızca konuşmak serbest.
Olamaz mı? Küçük bir sosyal medya
ortamı yaratan aplikasyonla, çocuklar
kendi aralarında dersle ilgili sürekli bir
şeyler araştırıp arkadaşlarıyla paylaşırken,
bir yandan da dersi dinleyebiliyorlar. Ders
sonunda kim ne bulmuş, ne yapmış,
bakabiliyorsunuz.
İstanbul’da Şile’de, İzmir’de
ve Antalya’da basketbol
yeteneklerini geliştirmek
isteyen gençler için
harika bir fırsat. Eski Milli
Basketbolcu Necati Güler
ve basketçi iki oğlunun da
yer aldığı Güler Legacy
Basketbol Yaz Kampı’na
ilgi yoğun oluyor.
7]
VAKIF ÜNİVERSİTELERİNDE
YAZ KAMPI Son yıllarda
en popüler olan yaz
aktivitelerinden biri.
Çok sayıda üniversite,
yazları lise öğrencileri için
kamplar yapmaya başladı.
Yurtlarda kalan öğrenciler,
üniversitelerin sınıflarında
derslere girerek ve de çeşitli
dersler alarak hedeflerini
netleştiriyorlar. (Sabancı,
Koç ve diğer birçok vakıf
üniversitesi.)
8 ] KÜLTÜR, SANAT VE SPOR KAMPLARI
İzmir Foça’da çok çeşitli el sanatlarıyla sporun birlikte yer aldığı yaz kampları düzenleniyor her yaz. Enstrüman çalmaktan
tutun da takı tasarımına kadar çok sayıda aktivite atölyelerde yapılıyor.
6 8 BU L U Ş MA
9]
ÇİN KÜLTÜR KAMPI Ankara’da ODTÜ’nün
işbirliğiyle Çin kültür kampları düzenleniyor.
Sanatıyla, kültürüyle bambaşka bir medeniyet
tanımak isteyenler için değişik bir fırsat.
10 ]
KRİPTOLOJİ KURSU TÜBİTAK tarafından
düzenlenen orijinal bir yaz kursu. Günlük
hayatımızda farkında olmadan kriptoloji ile nasıl
iç içe olduğumuzu gösteren bir program.
11 ]
İZMİR UZAY KAMPI İzmir’de klasikleşen uzay
kampı, meraklı gençleri bilime yönlendiriyor.
BULUŞMA 69
69
teneffüs / mezuniyet
7 0 BU L U Ş MA
YENİ MEZUNLAR,
SEV AİLEMİZE HOŞ
GELDİNİZ!
Sevgili 2014 Mezunlarımız,
Herkes bilir ki, okulun son günlerinde insan karışık duygular içerisindedir. Mezuniyet heyecanı
ve mutluluğuyla birlikte insanın içini hüzün de kaplar. Pek çok şeyi paylaştığınız, güzel anılarınız
olan, ailenizden neredeyse daha çok gördüğünüz arkadaşlarınızla artık daha az görüşeceğinizin
farkına varmaya başlarsınız. Böyle bir dönem sonrasında umarız şimdi yaz tatilinizin keyfini
çıkarıyor, hayatınızın yeni sayfası için enerji depoluyorsunuzdur.
Sizler Türkiye’nin en iyi liselerinden mezun oldunuz ve Sağlık ve Eğitim Vakfı okullarının mezun
ordusuna katıldınız. SEV ilköğretim okulları ve liselerimiz olmak üzere toplam 15 bin mezunumuz
var. Mezunlarımız Türkiye’de ve diğer ülkelerde çok değişik alanlarda, değişik pozisyonlarda
görev yapmakta... Hepsinin ortak özelliği ise, bulundukları ortamda donanımları ve eğitimleri
nedeniyle öne çıkıyor ve fark yaratıyor olmaları.
Mezunlar arasındaki güçlü bağ, yaşamınızın her aşamasında karşınıza güzel sürprizler ve fırsatlar
sunacaktır. Bu bağ da, ancak sizlerin desteğiyle mümkün olabilir. Mezun olduğunuz okulun
mezun ağıyla iletişiminde olmanız çok önemli ve buna paralel olarak da vakfımızın üzerinden
kardeş okul mezunlarıyla da iletişimde olmak size fayda sağlayacaktır.
Sizlerden ricamız, en önemli zenginliğimiz olan siz mezunlarımızın ‘network’üne sahip çıkmanız
ve daha da geliştirmeniz.
SEV web sitemiz’deki Mezun Haber Merkezi, tüm okullarımızın mezunlarının iletişimde kalmasını
sağlamak için geliştirildi. Buluşma dergimiz yine aynı amaçla hazırlanıyor. Bu çalışmalar, sizler
için yapılabileceklerin sadece birkaçı. Haberlerinize, önerilerinize, eleştirilerinize, özetle, ilginize
ihtiyacımız var.
Bizler başarılarınızı her zaman gururla takip edeceğiz. Üniversite, iş hayatı ne kadar yoğun olursa
olsun, lisede kurulan saygı, sevgi, dayanışma bağlarının yeri ayrıdır. Yıllar geçtikçe bu bağın
önemini daha da anlayacaksınız.
Birikimlerinizi sizden sonraki SEV’lilere aktarmanız için kapımız size her zaman açık olacak....
İletişimde kalmak üzere diyor, başarılar diliyoruz.
Binnur Karademir
SEV Genel Koordinatörü
Ceyda Aydede
SEV Yönetim Kurulu Başkanı
teneffüs / mezuniyet
İZMİR AMERİKAN KOLEJİ 2014 MEZUNLARI
Dilara Ahman, Doğan Akad, Emily Su Akdoğan, Utku Akın, Selahattin Alper Aksüt, Rakel Rital Alaluf, Ege Alpaykut,
Eyyüp Altan, Selen Amado, Deniz Amado, Yasemin Atabay, Ece Ateş, Özkan Atmış, Utku Aydıner, Şive Bağdınlı, Bensu
Baran, Bora Bardük, Beste Büsem Bayer, Selin Baysak, Utku Bildik, Nilsu Bilgen, Gökhun Boztepe, Zeynel Umut Canbaba,
Canberk Coşar, Ali Berk Coşkuntuna, Ayşın Çatıkkaş, Ceren Çelik, Elif Çelik, Aslı Çetin, Doğu Çiloğlu, Ayşe Devecioğlu,
Kardem Dim, Mevhibe Ecem Diren, Ada Doğrucu, İlayda Doğrusöz, Deniz Dokuzer, Öykü Dugles, Alp Eren Elçi, Defne
Erdinç, Yasemin Erdinç, Berk Soylu Eren, Gülce Ersan, Sera Naz Ersoy, Ece Erşan, Mert Ertin, Burcu Galip, Sare Genç,
İsmet Genelioğlu, Deniz Gökçin, Kemal Gözegir, Yasemin Güldal, Arda Gülşen, Arda Gülyapan, Ayşegül Gündüz, Ege
Alp Güneri, Rüya Gürgün, Irmak Gürsel, Irmak Güzel, Ahmet Emre Harsa, Berkan Hızıroğlu, Emre İnce, Selim Kabadayı,
Can Berk Kanat, Kaan Karaca, Pelin Karaca, Okan Karagöz, Kayacan Kavaklı, Aylin Kavalcıoğlu, Alara Kaynar, Alara Ekin
Keleşoğlu, Levent Kestelli, Kaan Kızıltoprak, Ceylin Kocagöz, Ayşen Kocakabak, Esra Koraltan, Ceren Korkut, Sıla Kumral,
Tuna Kunt, Nisan Külahçı, Leyla Kürşat, Anna İlayda Masautova, Canberk Meral, Bahar Gökçe Meşe, İdil Mutafoğlu, İpek
Mutafoğlu, Mustafa Nalbantoğlu, Ceren Okumuş, Bora Olcav, İlkan Onar, Can Opçin, Emre Can Oral, Kayra Sıla Özalp, Esra
Özbaş, Melisa Özen, Oğul Doğukan Özen, Berkan Özer, Pırıl Özgerçin, Barış Özkalemkaş, Hande Özkayagan, Çağlar Özkul,
Timuçin Öztepe, İlayda Özvarlık, Emre Pehlivan, Ester Saba, Sedef Sağlam, Kaan Saraçoğlu, Feyza Sayman, Sevgi Seçen, Eda
Seyok, Ahmet Uzay Sezer, Ece Sezgin, Sıla Sınık, Faruk Sipahioğlu, Deniz Aydın Sokullu, Zaferhan Soylu, Gürsen Selin Subaşı,
Neslişah Ayşe Sungur, Rahmi Şahin, Hakan Şen, Uğur Çağlar Şenol, Ali Tankurt, İrem Taş, Sahra Tellioğlu, İsmail Tiryaki, Emel
Dilara Topanoğlu, Can Uçar, Melis Uysal, İdil Uz, Eren Ülkümen, Başak Ünligil, Selim Ünsal, Melodi Var Öngel, Emir Vurgun,
Ardan Yaman, Nazlı Yazaydın, Lidya Yengül, Zeynep Yeniçeri, Can Yılmaz, Merve Yolcu.
teneffüs / mezuniyet
TARSUS AMERİKAN KOLEJİ 2014 MEZUNLARI
Zişan İrem Çelebi, Şafak Çelik, Pırıl Gümürdülü, Ayça Dost, Ercan Özer, Arda Sertel, Sevde Ege, Utku Gökberk Şen, Emin
Bilen Tümer, Sera Yalaz, Erciyes Çeteci, Emre Tanyeli, İlayda Sayın, Burcu Canataroğlu, Levin Aram Silvan Irmak, Ekrem Kağan
Yılmaz, Peri Kından, Eray Özdemir, Berk Selekoğlu, Dilara Fettahoğlu, Utku Tek, Berk Öcal, Duygu Tekin, Burak Elbeyli, İlke
Manolya Özdemir, Berk Yıldız, Deniz Esen, Oğuz Can Genç, Arda Tunçel, Hayrettin Gürlek, Metin Can Yiğit, Mustafa Çanakcı,
Cenur Menki, Canan Gisela Sevim, Viktor Kerim Sayek, Emre Yenigün, Karla Diyab, Erke Yılmaz, Mert Can Özcan, Nüket
Gelegen, İpek Gök, Burak Bedük, Mehmet Can Milcan, Özgür Doruk İnmez, Asel Tambay, Gözde Bucak, Feyyaz Mert
Kurt, Beliz Ezgi Bacaksızlar, İpek Güveli, Ayşe Seran Taftaf, Ecenur Boro, Beyza Tuyan, Esra Serttaş, Bora Demir, Nur
Aktan, Cansu Milcan, Asya Jeyan Çat, Eylül Zeynep Akyürek, Merve Kanar.
teneffüs / mezuniyet
ÜSKÜDAR AMERİKAN LİSESİ 2014 MEZUNLARI
Aylin Ülkücü, İlayda Usluer, Erhan Cüceloğlu, Emel Kangi, Dilara Ege Çağatay, Serdarhan Usta, Pınar Subaşı, Ulaş Algül, Elif
Oğuz, Eylül Kozol, Ayşegül Ege Akyüz, Nihat Can Sinayiş, Serra Çizmeci, Bilgi Nur Aydoğmuş, Irmak Uzuner, Utku Öner, Gökçe
Gömeç, Caner Şahinli, Berke Cem Çekmece, Neriman Elif Işık, Ali Özkaya, Ezgi Özatalay, Cansu Uluçay, Ömer Hikmet Kama,
Diba Öncel, Mert Bostancıoğlu, Nazlı Irmak Pekel, Ece Karabinar, Cevdet Mümtaz Berkan, Pınar Başak Seven, Semih Cantürk,
Alp Kurbetci, İpek Boldağ, Defne Deniz Saylam, Ali Onat Üner, İdil Ece Küçük, Buğra Han Egeli, Selin Yıldız, Emre Şekeroğlu,
Ayşe Obalı, Ece Tanova, Sinan Tuna, Çağla Vardar, Tunç Şenman, Başak Ünsal, Doğan Aykaş, Ayşe Sena Kaya, Lerzan Tuğdem
Berna, Deniz Tanyolaç, Adnan Alperen Demirci, Erdem Meral, Ezgi Sever, Berkay Çıtmacı, Abdullah Bedel Türker, İrem Caran,
Efe Erkmen, Şeyma Busenaz Tunç, Emine Nihan Ulusoy, Kağan Ataman, Lara Erel, Can Acay, Begüm Naz Güngil, Hatice Zeynep
Coşkunkan, Umut Serkan Arslan, Zeynep Yurdoğlu, Berke Mustafa Oral, Didem Kefman, Turhan Eker, Nazlı Ergüder, Sinan
Ege Koramaz, Hülya Sima Kaseyko, Berk Abay, Vanessa Toledo, Bora Nicolas Kural, Ayşegül Enginyurt, İlker Mehmet
Ilıca, Aylin Şençift, Yılmaz Doruk Emre, Ezgi Tekdemir, Onur Orhan, Birce Lal Yalçın, İsmail Cem Kaymakçı, Talha Cem
Semerci, Tuğçe Çetin, Serra Naz Şalom, Öykü Barlas, Boğaç Aybey, Başak Nuhoğlu, Viktor Cef İnselberg, Barkın Aydın,
Defne İnhan, Anıl Güçer Aktürk, Elif Arife Baylar, Cesur Gedik, Deniz Beste Akdoğdu, Ceylan Kırmacı, Lale Aslıhan
Ertuğlu, Teoman Deniz Yücel, Ceyda Bölükbaşı, Mert Dolapçıoğlu, Yasemin Atiyas, Elif Öztimur, İmge Sena Yaltur, Güney
Kızılateş, Egehan Başoğul, Selin Onat, Deniz Eksin, Mustafa Saim Birpınar, Nuri Alperen Erkoç, İpek Düzel, Can Ertan,
Ece Pıdik, Emir Berk Tutkan, Mert Kocabaş, Mehmet Uygar Gülkaynak, Duru Şahin, Kıvanç Şengün, Hale Tuba Yılmaz,
Aslı Atabek, Ahmet Can Şen, Kaan Diren, Yiğit İpek, Uzay Baran Özsevimli, Sultan Cemre Ayhan, Cem Deniz Polat, Defne
Büyükduman, Dilek Demiray, Gülnaz Ör, Kadri Efe Özyeşil, Berfin Özsoy, Ahmet Ömer Esen, Muhammed Mert Aygün,
Serra Ece Köse, Mehmet Cem Erden, Onur Soysal, Ali Tarık Zadil, Orhan Alay.
forum / hukuk
Ö
ncelikle taşeron kelimesinin İş Kanunu’ndaki anlamını kısaca belirleyelim. İş Kanunu uyarınca, işveren
ile, işyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde veya asıl işin
bir bölümünde, işletmenin ve işin gereği ile
teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren
işlerde, iş alan arasında kurulan ilişkiye asıl
işveren-alt işveren ilişkisi denir. Belirtelim
ki, alt işveren bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece söz konusu işyerinde aldığı
işte çalıştırabilir. Ayrıca, asıl işverenin, alt
işverenin işçilerine karşı da belirli sorumlulukları bulunmaktadır.
Tasarıda özellikle asıl işverenin sorumluluğunun genişlediğini görüyoruz. Asıl
işveren, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı
kapsamında alt işverenin işçilerinin sağlığı
ve güvenliğine ilişkin sorumluluklarını yerine getirdiğini ve işçilerine gerekli eğitimleri
verdiğini kontrol etmek ile yükümlü tutuluyor.
Taşeron
Yasası
Tasarısı
Hazırlayan: ÇETİNKAYA AVUKATLIK ORTAKLIĞI
İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı...
Geçtiğimiz ay Soma kömür madeninde
hayatını kaybeden 301 kişinin yasını
tutuyoruz hâlâ. Denetim hatası, yetkililerin
sorumluluğu, işçilerin çalışma koşulları,
sağlığı ve güvenliği ile ilgili gerçekler ile
yüzleştik. Biz de bu faciada hayatlarını
kaybeden maden işçilerimizi anmak adına,
makalemizi taşeron yasası olarak da
adlandırılan ‘Tasarı’ üzerine hazırladık.
7 8 BU L U Ş MA
Tasarı ile maden işçilerini korumak ve iş
koşullarını düzeltmek adına düzenlemeler
de getirilmesi planlanmakta. Bu düzenlemelerden belki de en önemlileri, yeraltında
çalışan işçiler için getirilen yenilikler. Genel
kural olarak en az otuz işçinin çalıştığı işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçilerin belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshi
geçerli bir sebebe dayandırılmalıdır. Fakat
Tasarı ile istisnai olarak yeraltında çalışan
işçiler bakımından en az altı aylık kıdem
şartı aranmayacaktır. Bununla beraber, kural olarak yeraltı işlerinde çalışan işçilere
fazla mesai yaptırılamaz. Yine bir istisnai
durum olarak, Tasarı uyarınca yeraltı işçileri
haftada en fazla otuz altı, günlük ise en fazla altı saat çalıştırılabilirler.
Ayrıca, Tasarı ile sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan davalarda, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumu’na
müracaat edilerek yargı yoluna başvurulmadan önce idari aşamada uyuşmazlıkları
çözmek hedeflenmiştir.
Umarız ki Tasarı, işçilere en azından hak
ettiklerinin bahşedilmesine vesile olur.
forum
Üniversiteyi
Çin’de okumak…
Neden olmasın?
İngilizce ve Çince bilen elemanlara
her zamankinden daha fazla rağbet
var. Avrupa ve ABD’de ekonomiler
sıkıntıya düştükçe, işsizlikten
kaçanlar Çin üniversitelerini tercih
ediyorlar. Türk öğrencilerin ve eğitim
kurumlarının da Çin’e ilgisi artıyor.
BULUŞMA 7 9
forum
TÜRKİYE’DE ÇİNCE
Pekin Üniversitesi
Çin, yakın bir gelecekte dünyanın en büyük
ekonomisine sahip olacak.
Ülkeyi bu başarıya götüren unsurlardan biri de,
yükseköğretime verdiği önem, üniversitelerinin
kalitesi…
Dünyadaki en başarılı üniversiteler sıralamalarında her yıl, ilk sıralarda mutlaka birkaç Çin üniversitesini görüyoruz.
Peki Çin’de okumanın avantajları neler?
Her şeyden önce, Çince öğrenmek. Ülkede en
çok konuşulan dil Mandarin ve 1 milyar kişinin
üzerinde kişi bu dili konuşuyor. Çin’de toplam altı
büyük dil var.
Bir de Çinlilerin hayat tarzıyla ilgili bir dalda öğrenim yaptıysanız, iyi bir iş bulma şansınız artıyor.
ÇİNCE VE İNGİLİZCE BİLEN AVUKAT
Örnek mi? İngilizce bilen, üstüne Çince öğrenen bir genç, hukuk fakültesine girerse, dünyanın
en iyi işlerinden birine sahip oluyor. Çünkü ülkede
on binlerce yabancı şirket var. Ama Çin hukuku
bilen Batılı avukat sayısı sınırlı.
Avrupa’da, krizden sonra lise mezunları arasında Çin’de okumaya gitmek bir trend oldu. Bir örnek vermek gerekirse, bugün üç bin Fransız şirketi Çin’de faaliyet gösteriyor. 30 bin Fransız genci
de Çin’de yaşıyor.
Üniversiteden yeni mezun bir yabancı ayda
yaklaşık 1.000-1.200 euro kazanıyor.
8 0 BU L U Ş MA
Peki Türkiye’de önce Çince öğrenip sonra gitmek
mümkün mü?
Çin’de eğitim konularında
Türkiye’nin önde gelen kurumlarından biri, yılda yaklaşık 100-120 öğrenciyi Çin’de
üniversite okumaya gönderen ve bu konuda resmi bir
kuruluş olan Çin Eğitim Hizmetleri… Bu kurumun müdürü Mustafa Karslı, Türkiye’de
iki devlet üniversitesinde
(Ankara Dil Tarih ve Kayseri
Erciyes üniversiteleri) Çince
bölümlerin (Sinoloji) olduğunu söylüyor. Ayrıca, vakıf üniversitelerinden ise Fatih ve
Okan üniversitelerinde Çince
bölüm bulunuyor.
Mustafa Karslı’ya soruyoruz: Türk öğrenciler Çin’de en çok hangi branşlarda eğitim görmeyi tercih ediyorlar?
Karslı’ya göre ilk yıl, “Önce Çince öğreneyim,
ondan sonra uluslararası ticaret, maliye ve iktisat
okurum,” diye gittiklerini söylüyor. Çoğunun sonradan Çin dili ve edebiyatı okuduğunu ve çevirmenlikle işe başladığını sözlerine ekliyor.
Türk öğrencilerin başarı katsayısı yüksek.
Çabuk adapte oluyorlar. Öğrenciler için çalışma
imkânı da var ama eğitim döneminin haricindeki
aylarda çalışmalarına izin veriliyor.
Türk öğrencilerin büyük çoğunluğu tatillerini
serbest ticari rehberlik yaparak değerlendiriyor.
Özellikle Şangay ve Guanzo bölgelerinde bu işi
yapan pek çok Türk öğrenci mevcut.
Mustafa Karslı, “Guanzo’da, Çin İhraç Malları
Fuarı var örneğin. Çok büyük,” diyor ve ekliyor:
“Her yıl iki-üç bin işadamımız oraya gidiyor. Bunun dışında, Şangay’da Expo var, yılda altı milyon
kişi bunun için Çin’e gidiyor. Bizim öğrencilerimiz
de buradaki işadamlarına rehberlik yaparak iyi
gelir elde ediyorlar.”
FİYATLAR batı’ya GÖRE MAKUL
Gelelim işin maliyetine… Üniversite eğitimi
2.000 ile 3.500 dolar arasında. Barınma konusunda üniversite yurtlarında yer bulmak sorun olmuyor. İki kişilik odada tek kişi için 250 dolarla 350
dolar arasında bir ücret ödeniyor. Yurtlar modern.
EN İYİ 9 ÇİN ÜNİVERSİTESİ
Mustafa Karslı
Çin Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü
Klimadan internete kadar öğrencinin her türlü gereksinimi karşılanıyor. Ayrıca, ev tutmak da mümkün. İki artı bir evlere 500-600 dolar kira veriliyor.
Çin’de İngilizce eğitim yapan üniversiteler de
var. Bu üniversitelerde belli bir TOEFL puanı isteniyor. Çince eğitim için ise HSK adı verilen Çince
dil sınavını geçmek gerekiyor. Bu sınav, Türkiye’de
Okan Üniversitesi’nde yapılıyor.
Herkesin merak ettiği konu, binlerce karakterli
alfabenin nasıl öğrenildiği… Mustafa Karslı şunları söylüyor: “Önce Latin harfleriyle öğretiyoruz.
Buna Pinyin sistemi deniliyor. Pinyin, İngilizce temellendirerek Çinceyi yabancılara öğretmek için
hazırlanmış bir sistem. Konuşmak Çincenin en
kolay tarafıdır. Konuşulanı anlamak biraz zorlaşır.
Sonra okumak gelir. Bilgisayarla yazmak Pinyin
sayesinde bir hayli kolay. Elle yazmak ise Çincenin en zor tarafı.”
Karslı, öğrencilerin dokuz ayda 500 karaktere
ulaşabildiklerini söylüyor. Dokuz ay, üç aylık kurlara denk geliyor. 500-600 karakterle de Çin’de
iletişim kurmak mümkün oluyor. Bundan sonraki
hedef üç binlik bir karakter öğrenmek… Karslı,
“Çince gözünüzü korkutmasın. Grameri çok kolaydır. Fiil çekimi ya da kuraldışı fiiller yoktur örneğin,” diyor.
Sonuç olarak Çin, dinamizmiyle, akademik disipliniyle, lisans, lisansüstü ya da doktora için göz
ardı edilmemesi gereken iyi bir alternatif oluşturuyor.
Tsinghua Üniversitesi
Fudan Üniversitesi
Shanghai Jiao Tong Üni.
Nanjing Üniversitesi
Çin Bilim ve Teknoloji Üni.
Zhejiang Üniversitesi
Xi’an Jiao Tong Üniversitesi
Harbin Teknoloji Enstitüsü
BULUŞMA 8 1
forum
Kitaplık
Hazırlayan: Burcu ÜNSAL
Yaz için yeni kitaplar, yeni yazarlar...
8 2 BU L U Ş MA
Tek Kanatlı
Bir Kuş
Yaşar Kemal
(Yapı Kredi
Yayınları)
Yeryüzüne
Dayanabilmek
İçin
Tezer Özlü
(Yapı Kredi
Yayınları)
Yolun
Sonundaki
Okyanus
Neil Gaiman
(İthaki
Yayınları)
Daha
Hakan Günday
(Doğan Kitap)
Beyoğlu’nun
En Güzel
Abisi
Ahmet Ümit
(Everest
Yayınları)
Galiz
Kahraman
İhsan Oktay
Anar
(İletişim Yayınevi)
Muinar
Latife Tekin
(İletişim
Yayınevi)
Kolay Para
Jens Lapidus
(Domingo
Yayınevi)
189 Sayfa
Murathan
Mungan
(Metis Yayınevi)
Reddediyorum
Per Petterson
(Metis
Yayınevi)
Yeni Hayat
Orhan Pamuk
(Yapı Kredi
Yayınları)
Deliduman
Emrah Serbes
(İletişim)
Ne giydiğiniz değil,
ne düşündüğünüz önemli...
Rase Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş.
www.rase.com.tr • [email protected] • Tel.: (0216) 385 91 81

Benzer belgeler

Eğitimde Teknoloji Trendleri

Eğitimde Teknoloji Trendleri Yayın Kurulu: Binnur Karademir, Tülay Güngen, Ebru Şenol, Nazlı Toprak, Aydın Demirer, Resul Buksur, Sevin Oran, Ali Cerrahoğlu, Dilek Gürdal Ölçer, Funda Cüceloğlu, Pelin Çağlayan, Nilhan Çubuk, A...

Detaylı