KarabagErmenisorunu

Transkript

KarabagErmenisorunu
PETROLÜN KANLI FATURASI : KARABAĞ
1988 yılında Sovyet yönetiminin gözyumması ile Taşnakların organize ettiği Ermeni milliyetçilerinin
Azerbaycan'ı parçalamak maksadıyla kanlı kampanya'ya başlamasında petrol savaşınında payı vardı.
Karabağ savaşını bilmeden bölgedeki petrol kavgasını anlamak mümkün değildi. Azeri ve Ermeniler
büyük petrol oyununun en çok mağdur olan kesimleridir. Petrol mücadelesinde ' Beyaz Kurt' safdışı
edilmeden barışın sağlanması hayaldi. Kanayan yaraya merhem bu nedenle bir türlü bulunamadı. Savaşta
35 bin insan öldü, 5 kişi kayboldu, 10 kent ve yüzlerce köy tamamen, yakıldı, yıkıldı. Azerbaycan 40
milyar dolar zarar gördü. 1 milyonu aşkın Azeri kendi yurdunda mülteci, göçmen durumuna düştü.
Sert Sovyet diktatörlüğü döneminde, Azeri Türkleri'nin beynine yerleştirilmiş ' halkların dostluğu ve etnik
sorunların başarılı çözümü ' fikirleri nedeniyle sorunun bu denli büyüyüp, sürekli işgale dönüşeceği hiç
hesap edilmemişti. 1992- 1994 yılları arasında yakından cephede izlediğim sıcak çatışmalarda bölgedeki
Rus gücünün Ermenilere gerek asker gerekse silah, sürsat, askeri lojistik destek sağlaması nedeniyle
Azerbaycan topraklarının yüzde 20'si işgal edildi. 12 Mayıs 1994'de Bişkek protokolu ile ateşkes
anlaşması imzalanmasına rağmen Rus askeri desteği sürdü. Ermeniler aleyhine BM'lerin 4 kınama kararı
almasına ve AGİT belgelerinde onlarca uyarıya karşın, işin ilginç yanı Ermenistan hala işgalci olarak
nitelenmedi. Erivan, Dağlık Karabağ'ın bağımsızlığını resmen tanımayarak masum rolüne büründü. Sözde
çatışmalar Karabağ'ın başkenti Hankendi ile Bakü arasında cereyan ediyordu.
Bugüne kadar AGİT çerçevesinde özellikle Rusya, ABD ve Fransa'nın aktif müdahaleleriyle aranan
çözüm, çözüm yollarını çıkmaza sokmaktan başka işe yaramadı. AGİT'in sunduğu alternatifsiz iki
aşamalı çözüm paketi Ermenistan'da hakimiyeti Taşnak gölgesinde Karabağ Ermenilerinin ele
geçirmesiyle fiyaskosu ile sonuçlandı. 1994'de ilk AGİT Barış gücünün Karabağ'a yerleştirilmesini
kararlaştıran AGİT, tek telime ile başarısız oldu. AGİT'in Ermeni yanlı tekliflerini Bakü'nün kabul
etmemesi nedeniyle diplomatik çözüm çıkmaza girdi.
İşte tam bu sırada Eylül 1998'de Suriye'deki yuvasından çıkartılan PKK elebaşı Abdullah Öcalan'ın
Karabağ'a yerleşmek istediği ortaya çıkartıldı. Rusya'da yayımlanan Kommersant Gazetesi'nin, 'Apo,
Yukarı Karabağ'a gidecek' iddiası ile dünya kamuoyunun gözü, Ermenistan'ın bile tanımadığı Azerbaycan
ile Ermenistan arasında tampon bölge görevi gören Karabağ bölgesine çevrildi. Ermenistan Yazarlar
Birliği üyesi olan ve kitapları Ermenice'ye çevrilen Apo'nun havada gezdiği dönemde gizlendiği adresin
Ermenistan'ın sorumluluk kabul etmediği Yukarı Karabağ ve kimsenin denetim altında olmayan işgal
altındaki 7 Azeri kentinden oluşan tampon bölge olduğu iddiaları ağırlık kazanmıştı. Gerçektende Öcalan,
PKK'nın BDT temsilcisi Mahir Welat'ı Ermenistan'a göndermiş, bu ülkede yaşayan Hıristiyan 70 bin
Yezidi Kürt'ünü kendisini barındırmaları için ikna etmeye çalışıyordu.
Laçin ve Kelbecer bölgesinin ahalisi Azeri vatandaşı Kürtlerdi. Rus istihbaratı KGB, daha 1920'de Lenin
ve Stalin'in talimatıyla bölgede Kızıl Kürdistan kurdurulması çalışması başlatmıştı. Bu propaganda işe
yaramış Azerbaycan'ın Zengezur bölgesi Stalin tarafından Ermenilere 1922'de hediye edilirken Kızıl
Kürdistan projesi rafa kaldırılmıştı. Ruslar Azerilere ölümü gösterip sıtmaya razı etmişti. Ancak Zengezur
bölgesinin Ermenistan'a verilmesi nedeniyle Nahçıvan ile Azerbaycan'ın karasal bağlantısı kopartılmıştı.
Karabağ savaşı 1988'den itibaren yavaş yavaş başlayınca Ermeni ve Rus istihbaratı, 1992'den itibaren
Kızıl Kürdistan planını raftan tekrar indirmişti. Azerbaycan'daki Kürt asıllıları tahrik ederek kendileri için
çalışan ' satılık adamlar'da bulmuşlardı. Bunlardan biride Nahçıvan İçişleri Bakan yardımcısıydı. Kızıl
Kürdistan'ın Azerbaycan'dan kopartılacağı ve kendisinin özerk yönetimin başbakanı olacağı vaadi
yetmişti. İşte Öcalan KGB'nin bu Kürt kartından yararlanmak istemişti. Ancak Öcalan'ın bu bölgeye
yerleşmesi halinde Türkiye'nin Karabağ sorunun çözümünde aktif rol oynayacağından, TSK'nin işin içine
gireceğinden korkan Rus KGB'si Öcalan'ın hevesini kursağında bırakacaktı. Öcalan, 15 Şubat 1999'da
Kenya'da yakalandığında Rus KGB'sinn kendisini gözden çıkararak CIA-MOSSAD ikilisiyle birlikte
MİT'e ihbar ettiğini çok geç öğrenecekti.
Halbuki 1983'de Suriye'de Beka vadisi kurulurken Primakov'un başkanlığındaki Rus KGB heyeti her
türlü desteğini Öcalan'dan esirgememişti. Markist Leninst örgütün Türkiye'yi zayıflatması en çok
Rusya'nın işine gelecekti. CIA, MOSSAD, KGB hatta son ipini çeken Yunan istihbaratı belkide tarihinde
ender rastlanan biçimde yıllardır kullandıkları Öcalan'ı istenmeyen adam ilan ediyordu. Peki Karabağ
sorunu neydi? Petrol savaşlarındaki önemi nereden kaynaklanıyordu ?
AĞAÇ KESME İLE BAŞLAYAN SAVAŞ
Karabağ sorunu, 14 Şubat 1988'de Azerbaycan'a bağlı Dağlık Karabağ Özerk Vilayeti'nde yaşayan
Ermenilerin Azerbaycan'dan ayrılarak Ermenistan'la birleşmek istediklerini resmen açıklamalarıyla
başladı. Ermenistan Meclisi bu tarihte Karabağı ilhak kararı aldı. Azerbaycan Parlemantosu da aynı gün
kararı lagvetti. 22 Şubat'da, Karabağ ormanlarının yerleşim yeri açılması için Ermeniler tarafından
kesilmesine miting yaparak tepki gösteren 2 Azeri gencinin Taşnaklar tarafından öldürülmesi ile Ermeni
ve Azeri kamuoyunda savaş tam tamları çalmaya başladı. Erivan'da meydanda toplanan kalabalık '
Karabağ bizim ' diye pankart atarken, Azerbaycan'ın Azatlık ( o tarihte Lenin meydanı ) meydanında
toplanan bir milyona yakın Azeri, '' Karabağ bizim, iki gencin intikamını alacağız '' diye karşılık
veriyordu.
Ne kadar paradoks olsa da Karabağ savaşı, görünürde Karabağ'da ağaçların kesilmesine yönelik
protestoların kıvımlcımdan aleve dönüşmesi sonucu başlamıştı. Yukarı Karabağ'da 42 bin Azeri 80 bin
Ermeni birlikte yaşıyordu. Birbirlerinden kız alıp veriyor, ilişkilerin bu denli kopacağını hiç tahmin
etmiyorlardı. Şuşa’daki Azerilerin yüzde 70’i Ermenilerle akrabaydı. Savaşın asıl sebebi ise eskiye dayalı
Türk düşmanlığı ve Taşnak teröründen kaynaklanıyordu. Ermeniler, Azerileri Türk diye öldürüyordu.
Rus kuvvetleri 1915 Mart'ında Van'a doğru haraket ederken Ermeniler Van'da isyan başlatmış, Van
Rusların eline düşmüştü. Rus Çarı II. Nikola Ermeni çetelecilere mektup göndererek teşekkür ederken,
ABD'de yayımlanan Ermeni gazetesi Goçnak'ın 24 Mayıs 1915 tarihli nüshasında " Van'da sadece 1500
Türk kaldığı " iftiharla bildiriliyordu. Ermenilerin müslüman nüfusunu katletmeye yönelik tavrı devam
edince Osmanlı hükümeti 24 Nisan 1915'de 235 Ermeni komiteci tutuklattı. Hükümet, savaş bölgesindeki
Ermenilerin daha güneydeki Osmanlı topraklarına Suriye'ye Ermenileri tehcir kararı aldı. Tehcir
sırasında, ağır iklim koşulları, yolda intikam peşindeki çetelerin meydana getirdiği kıtallerin halk arasında
oluşturduğu kin bitmeden devam ediyordu. Ayrıca Ermeniler, tifüs salgını nedeniyle çok kayıplar verdi.
Kayıp miktarı iddia edildiği gibi 1.5 milyon değil 300 bin civarındaydı. Bölgedeki Türk kayıpları ise 1
milyon 400 bini buluyordu.
Erivan aslında bir Ermeni kenti değildi. Ermenistan diye bir devlet yoktu. Ermeniler, soykırım diye
yaygara kopardıkları tehcir sayesinde ilk defa biraraya gelebilmişlerdi. Osmanlı döneminde Revan hanlığı
olan ve yüzde 70'ni Türklerin oluşturduğu vilayet bilinçli Rus politikası ile Ermenileştirilmişti.
Ermenilerin bir bölümü ise Karabağ bölgesine yerleşti. Karanlık günler ne kadar unutturulmak istense de,
yine de zihinlerden silenemiyordu. Ermenilik konusunda yapılan tarafsız araştırmalar, 1915 Tehcir
olayının Türk Milleti'ne fatura edilmesi gayretlerinin yanlışlığını ortaya koyuyordu. Asıl suçlu, Ermeni
toplumunu kışkırtan ve aldatan emperyalist devletler idi. Şimdi ki savaşlar cephede değil cephe gerisinden
yürütülüyordu. Günümüzdeki genç Ermeni nesli kin içinde kan davası gütmek için yetiştirmek isteyenler,
Ermenileri tekrar maşa olarak kullanmak isteyen aynı emperyalist güçlerdi.
New York Times'ın İstanbul muhabiri Stephan Kinzer'in ülkemizden giderayak Erzincan'dan tanıklarla
yaptığı söyleşi sonrası yazdığı makalade Ermenileri haklı çıkardı. Radikal yazıları ile tanınan Kinzer,
nedense Türklerin katliamına tanıklık yapmış insanlarla konuşmadı. Türklerin katledildiğini görmezlikten
gelerek hakikatlere gözlerini yumdu. Bir haberci tarafları dinlemeden haberin sacayaklarını oturtmuş
olamazdı. Tek taraflı haber, yanlıdır. Kinzer'in yazamadıklarını bilmek her Türk gencinin bir görevidir.
ARKADAN HANÇERLEYEN " MİLLET-İ SADIKA "
Aslında herşey 1870'lerde Taşnak ve Hıncak Ermeni Komitelerinin kurulmasıyla başladı. 1876-77
Osmanlı-Rus savaşında yenilmemizle birlikte Ermeni kabusu ortaya çıktı. Galip devlet Rusya ile anlaşma
yapmamızda Ermeniler arabulucu idi. Ayastefanos ve Berlin anlaşmalarına göre Ermeniler artık
Osmanlı'yı parçalamak isteyenlerin Truva Atları idi. Bağımsız Ermenistan hayali o dönemde hatta Rus,
İngiliz ve Fransızlara dahi ütopya geliyordu. "Milleti Sadıka" sanılan Ermenilerin ihanet edeceğine
Osmanlı aydınları bir türlü inanmak istemedi. 1914 yılına kadar yaşanan sürtüşmeler geçiştirildi. 1905'de
2. Abdulhamit'e suikast düzenlemeleri bile uyanmamızı sağlamadı. Ancak Birinci Dünya Savaşı ile
birlikte Ermeniler silahları ile birlikte Osmanlı ordusundan firar ettiler. 1914-1916 yıllarında genel bir
isyan başlatan Ermeniler, Rus komutanların emrinde Müslümanların cellatları oldular.
Asker kaçaklarının yakalanması ve celp için köylere giden Jandarmalara ateş açarak karşılık veren
Ermeniler artık zivanadan çıkmıştı. Düşman saflarına geçtikleri yetmiyormuş gibi askerlik görevini
yapmak isteyen askerlere yollarda saldırdılar. Ermeni piskoposu ve Taşnaklar, Ermeni katilleri cinayet
işlemeleri ve haydutluk yapmaları için teşvik ediyordu. Seferberlik ilanı üzerine, Van bölgesinin idaresini
meşhur komitecilerden Van milletvekili Vremyan'a, Bitlis ve Muş çevresini de yine Van milletvekili
Vahan Papazyan'a verdiler. Muş vadisinde Çanklı Manastır, Kızıl Manastır ve Kepenek cephaneliğe
dönmüştü. Bitlis ve çevresinde isyanlar organize edildi. Van'da isyan başlatan Ermeni Komiteciler Erciş
ve Adilcevaz'a dadandılar. Rus ve İran'dan giren 400 Ermeni haydut açıkça 'Ermenistan kuruldu' pankartı
taşıyordu. Bu bölgelere Mısır ve ABD'den bombalar getirildi. Köylere varıncaya kadar çeteler örgütlendi.
Müslüman halk hiç bir zaman Ermeniler kadar silaha sahip olamadı. İlk saldırıyı hep Ermeniler yaptı.
Kan davasını onlar başlattı. Bitlis, Muş,Van, Hakkari, Siirt, Erzurum, Erzincan ve Trabzon illerinde
masum Türkler'e ve Kürtler'e karşı yapılan Ermeni ve Rus mezalimi belgelerle ve dökümanlarla
ispatlanmıştı. Sivil halka yönelik katliamlar o denli dehşetli idi ki, toplu mezarların hepsi henüz
bulunamadı. Ermenilerin bu isyanlardan amacı, askeri muhabere, ulaşım ve haraketlere ihlal, askeri
kuvvet ve birlikleri meşgul etmekti. Ermeni komitecilerin en samimi dostları, akıl hocaları İngiliz, Rus ve
Fransız konsolosları idi. Ermeniler artık devleti değil komiteyi tanıyordu.
Osmanlı hükümetinin bu durum karşısında 1915'te aldığı Tehcir kararı yerindeydi. Hangi ülke olsa 14
ayrı cephede savaşan ordusunun ve cephe gerisindeki milletinin selameti için bu yola tevessül ederdi.
Aslında biraz geç kalınmıştı. Tehcir işlemi başlanana kadar Ermeniler bir milyondan fazla müslümanı
öldürmüştü. Bu artık bir kan davası haline gelmişti. Tehcir sırasında güvenlik güçlerinin tüm dikkatine
rağmen kan davasının kısasının alınmasına engel olmak güçtü. Ayrıca tifo salgını da tehcir sırasında
ölümlere yol açtı. Ancak bu rakam kesinlikte Ermenilerin iddia ettiği gibi 1,5 milyon olmadı. Bu tarihte
bu rakam dünyadaki toplam Ermeni sayısına yakındı. Ölen Ermeni sayısı 300 bin iken öldürülen Türk ve
Kürtlerin sayısı bu rakamın en az dört katı idi.
Savaşı müteakip İtilaf devleti İstanbul'u işgal ettiklerinde Ermeni katliamı iddiasını ispat edemediler.
Amerikan arşivleri ve belgeleri Ermenilerin iddialarının tersini söylüyordu; bu nedenle soy kırım, katliam
komedisi daha 1920'de bitmişti. İşgalci güçleri tatmin etmek için "Günah Keçisi " ilan edilerek idam
edilen Boğazlıyan Kaymakamı'nın dramını her anımsadığımda boğazımda birşeyler düğümlenir.
Ermenilerin öldürdükleri Talat ve Cemal paşalar ile Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilen
34 diplomatımız, yüzyılın yalanının kurbanlarıdır.
Uluslarası hukuk kurallarına göre, soykırımın suçunun varlığını ya da yokluğunu parlamentolar ya da
tarihçiler belirleyemez; soykırım suçunun işlendiğini tesbit edecek makam yargıdır; hangi mahkemenin
yetkili olduğu hususu da 1948 Lahey sözleşmesinde belirtilmiştir. Ermeniler, yargı karşısında elleri zayıf
olduğu için Ankara'nın konunun Lahey Adalet Divanına gitmesine yıllardır karşı çıkıyor ve bel altından
çalışıyorlar. Bu nedenle derneklerin ya da parlamentoların alacakları soykırım kararlarının hiç bir hukuki
sonucunun bulunmaması gerekirdi. Yahudilere uygulanan soykırım konusunda çeşitli ülke
parlamentolarının kararlar aldıkları ve o suçun inkarını cezalandıracak eylem saydıkları bir gerçek ise de,
o Parlamentolar, varlığı bir yargı organı (Nürnberg Mahkemesi) tarafından karara bağlanmış soykırımı
suçuna dayanarak mezkur kararları almış ve yasaları çıkarmışlardı. Bu nedenle yetkili yargı tarafından
varlığı karara bağlanmamış bir jenosit suçu olmadan, siyasi organların veya derneklerin aldıkları kararları
yok saymak gerekirdi. Ayrıca karar vermeden önce Osmanlı arşivlerini inceleme zahmetinde bulunmayan
parlamento üyelerinin tavrı, Ermeni oy avcılığına yönelik bir siyaset çirkinliğinden öte gitmiyordu.
Sözde 1915 soykırımı için 50 yıl sonra 1965'de ilk defa iddiları gündeme getirmeye başlayan Ermeniler,
sözkonusı dönemde kaç Türk ve Kürdü katlettiklerini gizliyordu. Yahudi olayından farklı olarak karşılıklı
kayıpların bulunması Türk tezlerini güçlü kılarken, Ermenilerin mahkemeden kaçmasına neden oluyordu.
Tarihi belgeler aleyhlerinde olmasına rağmen faaliyetlerini artıran ve hayallerini meşru kılmak için var
güçleriyle çalışan Ermenilere karşı Türklerin demokratik yollarla, özellikle sivil toplum olarak doğruları
anlatmaları icap ediyordu. Sözde soykırım iddiaları ABD'nin 52 eyaletinden 30'undan fazlasında yasa
olarak kabul edildi. ABD'de tasarının kabul edildiği eyaletler: Arizona, Arkansas, California, Alaska,
Illinois, Colorado, Connecticut, Florida, Georgia, Minnessota, Maine, Maryland, Massachuesetts,
Michigan, Nevada, New Hampshire, New Jersey, New Mexico, New York, Oklahoma, Oregon,
Pennsylvania, Rhode Island, South Carolian, Virginia, Washington, Wisconsin.
1960’larda başlatılan Ermeni soykırımı iddiaları ilk defa 1985 yılında BM İnsan Hakları Alt
Komisyonu’nda benimsendi, 1987’de Avrupa Parlamentosu’nda bu konuda bir karar tasarısı kabul edildi.
Dünyada sözde soykırım iddialarını kabul eden ülkeler ve kurumlar ise şunlardı: Avrupa Parlamentosu,
Vatican, Fransa Ulusal Senatosu, İtalya Parlamentosu, Lübnan Parlamentosu, İsveç Parlamentosu,
Yunanistan Parlamentosu, Kanada'da Ontario ve Quebec Asambleleri, Quebec parlamentosu, Rusya
Parlamentosu, Arjantin Parlamentosu, ABD Temsilciler Meclisi, Güney Kıbrıs Rum Kesimi Temsilciler
Meclisi, Uruguay Senatosu ve Temsilciler Meclisi, Fransa, İngiltere ve Rusya ortak bildirisi. Sözde yasa
tasarısı ayrıca Avustralya'da da New South Wales Eyalet Meclisi'nde, 2004’de Kanada’da, hatta 2005’de
Polonya’da da kabul gördü.
1950’lerden beri, NATO çatısı altında Türkiye ile Fransa birlikte, Doğu blokuna karşı aynı politikaları
uygulamış, ekonomik, siyasî, askerî ve teknolojik işbirliği içinde bulunmasına rağmen, Ermeni lobisi,
Fransa’nın siyasî gücünü Türkiye aleyhine kullanmayı başarmıştı. Nitekim, 16 yıl süren çaba sonucunda
ve 2001 yılı başında, Fransa Meclisi’nde bu iddiasını, 55 kişilik bir milletvekili grubu ile yasalaştırmıştı.
Türkiye’nin, Fransa ile olan karşılıklı menfaatlere dayalı ilişkilerini bir avantaj olarak Ermeni lobilerine
karşı kullanamamasının, çağdışı olan bürokratik yönetim yapısının bozukluğuna bağlı olduğu, maalesef
henüz algılanamamıştı.
1915'de Osmanlı hükümetinin aldığı Ermenileri tehcir kararı ile Hitler'in Yahudi katliamı arasında hiç
benzerlik olmamasına rağmen Ermeniler, Almanya'nın işledikleri suçu kabul ederek Yahudilere 200
milyar dolar tazminat ödemeye mahkum olmasıyla tarihi yalanlarını ortaya attılar. İşin ilginç tarafı bu
cinlik akıllarına tam 50 yıl sonra 1965'de geldi. Yurtdışındaki Ermenileri yolmak için kin ve intikamlarını
kullanan Ermeni Kiliseleri ve zengin Ermeni lobileri, dindaşlıklarını malzeme yaparak etkin oldukları tüm
ülkelerde Osmanlının mirascısı Türkiye'ye karşı diplomatik savaş açtılar. Bir yandanda ASALA adlı
Ermeni terör örgütü, 34 diplomatımızı öldürdü. Ermeni lobilerine karşı Yahudi lobilerine ve İsrail'e
yaslanmamız, suni Ermeni sorununun bir komplikasyonuydu.
Ermenistan Anayasası’nın 12’nci maddesine, ‘Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiye’si tarafından
1915’te Batı Ermenistan’da işlenen soykırımın, uluslararası alanda kabul edilmesi için sürdürülecek
çabaları destekleyecektir’, hükmü yazıldı. 1998'de Ermenistan'ın başına 1870'lerda kurulmuş ve
Osmanlıyı arkadan hançerleyen Taşnaksutun adlı terör yapılanmasından Karabağ teröristi Robert
Koçaryan'ın gelmesinin ardından soykırım takıntsı Ermeni resmi politikası haline geldi. Türkiye ile
ilişkileri sözde soykırımın kabullenilmesine endeksledi. Ankara, ise sınırını kapatarak Azeri işgali
bitmeden açılmayacağını bildirdi. Hali hazırda Ermenilerin işgali altında tutulan Azerbaycan'ın yüzde
20'si ve Karabağ'da katledilen 35 bin Azeri Türkünün dramı daha sıcak iken, pek çok ülke
parlamentolarında kendilerine yardakçı bulabilmeleri düşündürücü bir ayrımcılıktı.
24 Nisan 1915'de gerçekten ne olduğunu aleyhimizde karar alanlar sorgulamaya yanaşmıyor, hiç merak
etmiyorlardı. Osmanlı arşivlerine ve Genelkurmay belgelerine başvuran yabancı sayısı yok denecek kadar
azdı. Hiç olmazsa o dönemde görev yapan Amerikan, Rus, İngiliz ve Alman diplomatların, askerlerin
yazışmaları ve hatıratlarına baksalar gerçeği net olarak göreceklerdi. 1. dünya savaşı başlar başlamaz
İngiliz ve Ruslarla işbirliği yaparak Anadolumuzda Türk ve Kürt vatandaşlarımızı arkadan vurduğu tesbit
edilmiş Ermeni komiteleri kapatılmış ve yöneticilerinden 2345 kişi, 24 Nisanda "devlet aleyhine faaliyette
bulunmak" suçundan tutuklanmıştı. Ermenilerin her yıl "sözde soykırım anma günü" olarak andıkları 24
Nisan, bu tarih olup tehcirle alakalı değildi. Komitelerin kapatılması, ele başlarının ve bazı teröristlerin
tutuklanması, olayları yatıştıracağına daha da şiddetlendirmişti. Osmanlı Hükümeti son insani çare olarak;
savaş bölgelerindeki halk ile Osmanlı Devleti'ne karşı casusluk ve hiyanetleri görülenlerin, ayrı ayrı -veya
birlikte savaş alanlarından uzak yerlere "sevk ve iskanı" için 27 Mayıs 1915'de "tehcir kanunu"nu çıkardı.
Uygulanışı da 3 Haziran 1915’de oldu. Askeriyeye gönderilmiş olan emri uygulayanlar, o zaman görevli
olan Alman genel kurmayıydı. Ordu birliklerine bakıyorsunuz kurmay başkanı Alman yahut ordu
komutanı Almandı. O sırada böyle bir olay olduğuna dair bunlar hatıralarında ya da yazılarında hiçbir
kelime yazmamışlardı.
25 Nisan 1915'de ise İngiliz, Fransız müttefik çıkarmalarının 250 bin kişi ile Çanakkale'ye yoğun
çıkarması vardı. Bu çıkarma haberi alındığı için orduyu arkadan vurmalarını önlemek için sadece Ermeni
liderleri tutuklandı. Çanakkale'de 18 Mart'da bombalama , 25 Nisan'da ise askeri çıkartma olmuştu.
1915'de Van civarında Ruslar ayrıca Ermeni desteği ile ilerlemekteydi. O zaman Türkiye iki ordu
arasında sıkışmış durumdaydı. 250 bin kişiyi Çanakkale'ye yığmıştı. Doğuda Ruslarla büyük bir mücadele
içindeydi. Bu zamanda 1915 yılında Orta Doğu cephesinde ordu Cemal Paşa ve Kemal Paşa ile bir
hareket yapmaktaydı. Yani üçe bölünmüş ordunun içeride böyle bir katliamı yapması mümkün değildi.
Aslında iç bölgelerde sadece ufak bir jandarma gücü kalmıştı. O zaman mecburen savaş alanından
Ermenileri aşağıya çekmişlerdi. Bu arada çatışma bölgesinden aşağıya kaydırılanlar sadece Ermeniler
değildi. Türk ve Kürt aşiretleri ve bazı diğer unsurlar da Osmanlı'nın Mezopotamya bölgesine doğru
kaydırılmıştı. Bu bir boşaltma olayıydı. Göç ettirme emri 27 Mayıs 1915'de verilmişti. Liderlerinin
tutuklanması olayı nedeniyle Ermeniler tarafından 24 Nisan esas alınıyordu. 24 Nisan tarihinde İstanbul
ve İzmir'deki Ermenilere dokunulmamıştı.
Hatta o zaman Çanakkale savaşlarında savaşan Ermeni birliği bile vardı. Bu göç olayı karşı tarafa yataklık
eden bir grubun ayrım yapılmaksızın aşağıya kaydırılmasıydı. Ayrıca çatışmalar sırasında yerinden
olmamak için "convert" olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de vardı. Bunların kimler olduklarını
bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişiydi. Mesela Hakkari'deki Alevi kardeşlerimiz dönmüş Ermenilerdi.
Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da vardı. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi
vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyordu. Doğuda bir yangın olduğu zaman askerlik ve nüfus
şubeleri ilk önce yanardı. Belkide devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş Ermeni kökenli dönmüş
insanlarımız vardı. Kim oldukları bilinmiyordu. Genelde Ermeni meselesinde dönmelerden hiç
bahsedilmiyordu. Bu arada karşı tarafa geçmiş olanlar olduğu gibi, göç etmiş olanlar da vardı.
1914 yılı resmi verilerine göre, Osmanlı Devleti'nde 1.234.671 Ermeni nüfusu bulunuyordu. Bu sayı
Ermeni patrikhanesi'ne göre 2.5 milyon, Lozan konferansı Ermeni heyetine göre 2.2 milyon, Fransız Mavi
Kitabı'na göre 1.5 milyon, Britannica'ya göre 1.5 milyon, ve İngiliz yıllığına göre 1 milyondu. Buna göre
en fazla 700.000 kişinin göçe tabi tutulduğu bir yer değiştirme olayında, Ermenilerin iddia ettiği gibi 2-3
milyon kişinin öldürülmesi mümkün değildi. Çünkü, zaten Osmanlı devleti içinde 1.230.000 civarında
Ermeni bulunuyordu. Bunun da ötesinde eğer Osmanlı devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi,
bunu asimilasyon yoluyla halledebilirdi.
Bilindiği üzere Ermeniler, imparatorluk içerisinde Türklerden bile rahat bir yaşam sürdürmüşlerdi.
Nitekim ABD'li Ermeni profesör Hovannısıan, 1982 yılında Münih'te yapılmış olan "dünya Ermenilerinin
problemleri kongresi'nde bu gerçeği, "Ermeni soykırımı ispatlanamamıştır. Soykırım hukuken geçersizdir
ve zaten zaman aşımına da uğramıştır" şeklinde dile getirmişti. Ayrıca, 1998 Haziran ayı içerisinde İngiliz
Hükümeti, Lordlar kamarasında Ermeni soykırımına ilişkin sorulara maruz kalmış ve bunlara yazılı
olarak, "Türk Hükümeti'nin Ermeni tebasını yok etmeye dair bir kararının mevcudiyetine ilişkin bir kanıt
bulunamadığından, İngiliz Hükümeti, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımamıştır" yanıtını vermişti.
Nitekim, İstanbul'u işgal eden İngilizler, Malta'ya sürgün ettikleri Türk asker ve sivil yöneticileri, Ermeni
katliamıyla suçlamak için 30 ay süreyle var güçleriyle kanıt aradıktan sonra, dişe dokunur hiçbir şey
bulamayınca serbest bıraktılar.
Tehcir sırasında hayatlarını kaybedenlerin sayısı konusunda çok farklı veriler öne sürülüyordu. Türk
Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun verdiği net belgeli bilgiye göre, tehcir
sırasında 438.758 Ermeni’nin yeri değiştirilmiş, bunlardan 382.148’i istenilen nakil noktalarına ulaşmış;
geriye kalan 56.610 Ermeni’den 10 bini eşkiya tarafından katledilmiş (Ermeni komitelerin 700 bine yakın
çoğu kadın, çocuk, yaşlı sivil insanı bölgede katlettiği hesap edilirse ucuz bir kan davası diyeti sayılır),
30.000’nin dizanteri, tifo gibi hastalıklardan ölmüş, geriye kalan 16.000 Ermeni yurt dışına çıkmıştı.
Buna göre, Ermeni kayıpları eski milletvekili ve Büyükelçi Kamuran Gürün’ün kitabında ileri sürdüğü
gibi 300-350.000 veya başka kaynaklarýn tahmin ettiği gibi 600-800.000, hele Ermenilerin ileri
sürdükleri 1.500.000 hiç değildi; sadece 40.000 kadar Ermeni tehcirde hayatını kaybetmişti.
Hangi yalanı düzeltelim bilemiyorum. İşin kötü tarafı, bu uydurdukları yalanlara sonradan kendileri bile
inandılar. Günümüzde sözde Ermeni soykırımı adı ile bütünleşmiş olarak görünen Ermeni sorununun;
Türkiye'den tazminat almak ve ardından toprak talep etmek, PKK terör örgütüne örtülü de olsa destek
vermek ve Türkiye'ye dost olmayan çevre ülkelerle ittifak kurmak suretiyle ülkemiz aleyhine faaliyetlerde
bulunmak ve yukarı Karabağ ile Azerbaycan konusunda uzlaşmaz bir tutum içerisinde olmak gibi
boyutları bulunuyordu. Bu masal, bölgede güçlü bir Türkiye arzu etmeyenlerin, çeşitli yönleriyle birlikte
sıcak tutulan sun'i bir sorun olarak daha çok başımızı ağrıtacak gözüküyordu.
AZERİ TÜRKLERİ'DE KATLEDİLDİ
Azeri kardeşlerimizin başına Ermeni komiteciler tarafından getirilenler ise tam bir facia olmakla kalmadı,
son yüzyılda Azerbaycan topraklarını gaspeden Ermenistan büyüdükçe büyüdü. 1905-1907 yıllarında
Erivan valiliğine bağlı 100 bin Azeri Türkü'nün yaşadığı 199 köy yakıldı, yıkıldı, 1919'da ise aynı
havalide iki ay içinde 99 Azeri köyü yaşayanlarıyla beraber yok edildi. Bakü'de en korkunç katliam ise 18
Mart 1918'de, Rus ordusunu Azerbaycan'ı antikomünistlerden kurtarmak için çağıran Stephan Şamuyan
başkanlığındaki 24'ü Ermeni olan 26 Bakü komiseri tarafından gerçekleştirildi. Üç gün içinde sadece
Bakü'de 10 bin Azeri Türkü katledildi. Guba ve Şamahı kentlerinde toplu kıyımlar yapıldı. Guba'da iki
gün içinde 2800 kişi öldürüldü, 105 ev yakıldı, 122 köy dağıtıldı. Şamahı'da da 40 köy yakıldı, yıkıldı.
Şamuyan 13 Nisan 1918'de Lenin'e yazdığı mektupda, ' Düşman yok edildi. '' diyordu. Büyük
Britanya'nın Bakü büyükelçisi, Londra'ya gönderdiği telgrafında dehşeti şöyle özetlemişti : '' Bakü'de
ölülerden başka müslüman kalmadı. ''
Soykırım'ın boyutları, yedi düvelle savaşan Osmanlı ordusunun zorlu günlerde dahi kardeşlerine yardım
elini uzatmasıyla büyümeden durduruldu. Doğu Cephesi komutanı Kazım Karabekir, Enver paşa'nın
kardeşi, Nuri Paşa komutasında 15 bin Mehmetçiği Nahçıvan üzerinden Bakü'ye gönderdi. Bakü'yü ele
geçiren Ermenilere karşı Gence'de Mehmet Emin Resulzade'nin baniliğini yaptığı, başbakanlığını ise
Fethali han Foyinski'nin üstlendiği Müsavat hükümeti kurulmuştu. Ağustos 1918'de Ermeni-Rus
ordusunu mağlup eden Enver paşa, eylülde Bakü'ye girerek Müsavat hükümetini buraya taşıdı.
1800 Mehmetçiğin şehit olduğu bu savaşın kahramanları halen Bakü'de şehitler mezarlığında anılarına
yükseltilen anıtta yatıyor. Bu anıtın yapılmasına karşı çıkanlar çoktu ve engellerin aşılmasında o
dönemdeki Azerbaycan Zaman ekibiyle birlikte özel çabam vardı. Türkiye karşıtı Kafkas İslam İdaresi
Başkanı Şii lider Allahşükür Paşazade ve İngiliz askerlerine anıt yapılmasına izin verirken, aldığı rüşvet
nedeniyle Türk anıtına karşı çıkan Bakü Valisi Rafael Allahverdiyev’i 1998 Martında Genelkurmay
Başkanı Orgenaral İsmail Hakkı Karadayı’ya Bina havaalanındaki karşılama töreninde ihbar eden haberi
Azeri muhabir Samed Melikzade ile birlikte yazmıştım. Doğrusu Azerbaycan’da hiç bu kadar sert bir
haber kaleme almamıştım; birinci adam Aliyev dışında tüm suçluları ifşa etmiştik. Tam sayfaya manşet
haberin pazarlanması da bana düşmüştü. Bazılarına göre skandal, bazılarına göre şov olan 10 dakikalık
ayak üstü brifingimde olayı kavrayan Karadayı, Aliyev nezdinde kararlı bir girişimde bulunmuştu. Tabii,
önceden kameramanları ve fotografçıları şova hazırladığım için o gün Azeri ve Türk televizyonlarına
manşet olduk. Gazetemizin ertesi günkü manşeti Karadayı’dan projemize destek idi. Bu tarihe kadar Bakü
büyükelçiliğinin 3 girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı; Bakü Askeri Ateşesi Saldıray Berk’ten
Karadayı’ı beklerken havalimanında tafsilatı öğrenmiştim. ‘İstersen daha fazla bilgi ve belge vereyim’
diyen Ataşe Berk, karşılama protokoluna girip durumu Karadayı’ya anlatacağımdan habersizdi.
Büyükelçi Kadri Ecvet Tezcan, niyetimi anlamış, tam yedi defa protokolden beni zorla çıkarmıştı. Ancak
Karadayı el sıkma merasimine başladığı için sekizinci girişimimi görememişti. Karadayı’ya kim
olduğumu anlatırken yüzünün aldığı ekşimsi hali unutulmazdı. Koynumdan gazeteyi çıkardım nazik bir
dille anlatırken, Azeri Savunma Bakanı Sefer Abiyev ve protokoldaki herkes kulaklarını açmış, bu deliliği
yapan bendenizi hayran hayran izliyordu. Hiçbirşeyden habersiz konumda gözüken Aliyev, masum rolü
yaparak Karadayı’nın ricasını geri çevirmedi ve engel olanları haşladı. Aksi halde bu haber bana pahalıya
patlayabilirdi. Neticede Şehitler Hıyabanındaki modern mimarıda inşa edilmiş Türk anıtı Mayıs 2000’de
Dışişleri Bakanı İsmail Cem tarafından açıldı. Aslında arkadaşlarla ortaya çıkardığımız proje, 1920
Müsavat hükümeti Bakanlar Kurulu’nun kabul ettiği, ancak Rus işgali nedeniyle yapılamamış orjinal bir
mimaride Türk şehitleri anıtıydı. Bakü’ye giden her Türk yetkilinin çelenk koyuşunu televizyondan
izlediğimde bu anımı hatırlar, gurur duyarım. Türk mehmetçiğine fatiha okunacak bir anıt yapılmasına
vesile olmayı nasip ettiği için Allah’a binlerce şükrederim. Olayı görüntüleriyle Samanyolu
televizyonunda etraflıca aktaran Tahir Karanfil, Yayın Yönetmenimiz Enis Öznük ve temsilcimiz Ersin
Demirci’de sanırım benle aynı duyguları ve onuru paylaşıyorlardır. Diplomatların aşamadığı engelleri
medya işte böyle aşmıştı. Nuri Paşa’nın ordusunda babaannemin birinci kocası, üvey dedem Arslan
lakaplı demirci ustası Abbasda vardı ve geri dönmediğine göre şehit olanlar içindeydi.
30 Eylül 1918'de imzalanan Mondros mütarekesi, Enver paşa'nın Bakü'yü Enzeli'de oturan İngiliz
General Thomson'a devretmesini öngörsede, Ermeni teröristleri kısmen temizlenmişti. Thomson, Müsavat
hükümetini tanımakla kalmadı, mart katliamının başmimarı Şamuyan kaçmasına karşın, 25 Bakü
komiserini Türkmenistan'ın Agcakum çölünde kurşuna dizdirerek, ülkede Ermeni komitecilerin
yükselttiği tansiyonu düşürdü. Ancak komiteciler Bakü dışında rahat durmadılar. 1918-1919 yıllarında
Nahçıvan'la Azerbaycan arasındaki Zengezur bölgesinde 115 köy dağıtıldı, 7730 sivil ahali vahşice
öldürüldü. 28 Nisan 1920'de Azerbaycan'ı resmen işgal eden 11. Rus kolordusu komutanı Kirov'un ilk
işlerinden biri 1920'de Zengezur bölgesini Ermenistan'a birleştirmek için siyasi karar almak oldu. 1923'de
ise Karabağ'a zoraki bir özerklik statüsü verildi.
1948-1953 ve 1988'de Ermenilerin soykırım sendromu değişik tarzda nüksetti. Sovyet bürokrasinin
damarlarına sızan Ermeni hastalar, sistemin kuralcılığına rağmen, 250 bin Azeri Türkü'nü bu defa
öldürmeden tarih boyu yurt edindikleri topraklardan kovdu. Eşim Suna ‘nın ailesi bu sürgün sonucu
Bakü’ye gelmişti. Azerbaycan’da bu Azerilere lakap olarak Erivan’dan göç ettikleri için Yeravan-Azeri
birleşimi Yeraz denir. Azerbaycanda bir söz vardır, nerelisin diye sorana henüz evlenmedim diye
mukabele edilir. Dolayısıyla nerelisin diyenlere evlendiğime göre ‘Yerazım’ demeye başlamıştım. Bu
topraklar birzamanlar Türklerindi. Sevan (Asıl adı Göyçe) gölünün çevresi Göyçe bölgesi olarak anılan
eski bir Türk diyarıydı; bu gün mezar kadar sessizdi. Ermenistan'ın tek milletli monopolis'e çevrilmesi
doğrultusunda yürüttüğü sistemli katliamlar, Karabağ kazanınıda kaynattı. Karabağ'da yaşayan 41 bin
Azeri göç etmek zorunda kaldı. Karabağ savaşında 35 bin kişi öldü, 50 bin kişi sakat kaldı.
26 Şubat 1992'de Rus 7. ordusuna bağlı 366. tugayla beraber 7 bin Azeri'nin yaşadığı Hocalı kentini
basmıştı. Soykırım sendromuna yakalanmış Ermeni hastalar, şehri yakmakla kalmadı, 485 kişiyi de
katletti. Bu katliamın fotoğraflarını Karabağ’ın Kara Günleri sergilerine taşıyarak, dünya kamuoyunun
dikkatini Zaman gazetesi çeksede kimse tınmadı. Karabağ'ın Şuşa ve Laçin kentleri dışında işgal edilen 6
Azeri kentlerini boşaltan bir milyonu aşkın Azeri göçmen, Taşnak komitecilerin ve 50 bin Rus askerinin
konuşlandığı Ermenistan'da hayatın normale dönmesini bekliyordu. Rus askeri istihbaratı ve Taşnaklar
ülkeyi manipule ettiği için hayat bir türlü normale dönmüyordu.
Günümüzde de Ermeni soykırımı yalanını gündeme getiren ama hiç bir zaman Türk katliamlarını görmek
istemeyenlerin ulaşmak istedikleri nihai hedef Ermeni diasporasını Anadolu'ya getirmekti. Bazı Ermeni
örgütlerinin izlediği bu politikayı, Ermenistan devlet politikası haline getirdi. Sovyetler'in dağılmasından
sonra sözde bağımsızlığını ilan eden gerçekte Rus idaresinden kurtulamayan Ermenistan, 1998'den
itibaren Taşnakların kontrolüne girdi. Oysa 1994'de bu parti ırkçı ve zararlı görülürek Ermenistan Eski
cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan tarafından kapatılmıştı. Terör Ermenistan'ı teslim aldı.
Cumhurbaşkanlığına Taşnak komitecilerin ellerinde gelen Karabağlı Robert Koçaryan, soykırım için
Türkiye'nin kendilerinden özür dilemesini isteyecek kadar küstahlaştı. Hatta UNESCO'ya mektup
göndererek Osmanlı'nın kuruluşunun 700. yıldönümünün uluslararası düzeyde kutlanmasına engel
olmaya çalışıyordu. Galiba başardı da..
1999 depremi nedeniyle kutlanmasını ertelediğimiz 2000’de ise 'artık geç oldu' bahanesiyle kutlamaktan
vazgeçtiğimiz 700. yıl şöleni törenleri, etkinlikleri esrarengiz biçimde başlamadan bitti. Osmanlı mirası
üzerine kurulmuş 35 devletden temsilcilerin çağrıldığı etkinliğe güya fazla ilgi olmaması nedeniyle tören
iptal edildi. Osmanlı'ya geçmişine küsmüş bir milletin temsilcileri, dünya kamuoyu önünde oynanan
sözde Ermeni soykırım komedisine geçmişine sahip çıkmadan nasıl, ne kadar engel olabilirdi ki?
Yıllardır Amerika'daki güçlü lobileri ve dünya sermayesindeki payları nedeniyle yakın ilişki içinde
olduğumuz İsrail bile ağız değiştirmişti. 24 Nisan'ı her yıl soykırım günü diye anan Ermenilerin imdatına
2000 yılında Yahudiler yetişti. İsrail Milli Eğitim Bakanı Yossi Sarid ve Adalet Bakanı Yossi Beilin'in
arka arkaya yaptığı şok açıklamalar Ankara'yı derinden sarstı. Yahudi bakanlar, " Türkler Ermeni
soykırımını tanısın, bu olayı ders kitaplarına alalım." diyordu. Bu olayı münferit, şahsi görüş diye
geçiştirmeye çalışan Tel Aviv'den Ankara'nın talep ettiği resmi özür gelmedi. Oysa İsrail'de Ermeni
diasporası bulunmuyordu. O halde ne oluyordu?
Ermeniler yıllardır Amerikan Kongresinde, Fransız Senatosunda Rus Dumasında, İtalyan, Belçika, İsveç
ve Danimarka parlamentolarında Ermeni soykırım yasası çıkartmak için tüm güçlerini kullanıyordu.
Bunlardan bazılarında belli ölçüde başarılıda oldular. Başarılı olunmadığı sanılan ülkelerin yönetimleri,
bu kozu Türkiye'ye karşı kullanıyordu. 2000 yılında Ermenilerin özellikle ABD'de taktik değiştirdikleri
gözlemleniyordu. Virginia'da amaçlarına ulaşan Ermeniler, ABD'nin diğer eyaletlerinde artık Yahudilerle
işbirliği yapmaya başladılar. New York'un dört büyük parçasından biri olan New Jersey parlamentosunda
Yahudiler ve Ermeniler ortak bir soykırım tasarısını gündeme getirdiler. Bu tasarıda dünyadaki tüm
soykırımların tanınması öngörülüyordu. Tutsilerden, Bosnalılara, Çeçenlerden Yahudi, Asuri ve Kürtlere
kadar pek çok milletin adı tasarıda geçiyordu. Bu tasarı ile Ermeniler, şimdiye kadar karşılarına çıkan
Yahudileri de cenahlarına çektiler. Ancak Türk lobisinin karşı çıkması ile yine tasarıya geçiremediler. Bu
nedenle Yahudi bakanların sürpriz çıkışları aslında Ankara için sürpriz olmamalıydı. Yahudi diye Genital
Line şirketine sonra Global lobisine bugüne kadar Türkiye lehine lobi çalışması yapması için yılda 3
milyon dolar ödeyen Ankara, ne zaman ABD'de yaşayan Türkleri hatırlayacaktı? Yahudilerde döneklik
yaptığına göre Türk'ün hakkını hukukunu Türk'ten başka kimsenin layıkıyla savunmayacağı açıktı.
Azeri Türkü'nün yaşadığı katliamlar halen sıcaklığını koruyordu. Türkiye Türklerinin yaşadığı katliamın
tanıklarını da bulmak mümkündü. Şahitler, tanıklar, mağdurlar hâlâ yaşıyordu. Türkiye uzmanı olarak
ülkesine döndüğünü sanan Amerikalı gazeteci Stephan Kinzer, Ermenilerin nasıl katliam yaptığını merak
etmiyebilirdi. Ancak Türkler, bunları unutmamak üzere hafızalarına kazımak zorundaydı.
27 Mayıs 1918'de Ermenistan 28'inde Azerbaycan bağımsızlığını ilan ediyordu. 28 Nisan 1920'de 11.
Kızılordu Rus Kirov komutasında Azerbaycan'ı işgal ederken, Ermenilerin teşvikiyle Kirov tarafından
ilk defa Azerbaycan'dan toprak kopartma oyunu sahneye kondu. Kirov,Lenin ve Stalin Azerbaycan
Devlet Başkanı Neriman Nerimanov'a oynadığı oyunla 1920'de Zengezur Azerbaycan'dan koparılarak
Ermenistan'a bağlandı. Türkiye'nin Azerbaycan'la karasal bağlantısı kopartıldı. Anlaşma, Moskova'da
parafe edilirken Nerimanov, Nahçıvan ile Azerbaycan'ı birleştiren Zengezur bölgesininde Ermenilere
verildiğini görerek şaşkınlığını gizlemedi. '' Böyle konuşmamıştık '' diye tepki gösterdi. Ama, artık çok
geçti. Rusların Kızıl Kürdistan kartıda Nerimanov'un direnmesine engel olmuştu.
1921-22 ve 23 'te imzalanan Gümrü, Kars ve Moskova anlaşmalarıyla Karabağ'a Azerbaycan
terkibinde özerklik verildi. Zengezur'un Ermenistan'a verilmesine rıza gösteren Azeriler, Ermenilere
Karabağ'ın Azerbaycan'da kalmasını kabul ettirmişlerdi. Bu mutabakata rağmen Ermenilerin Azeri
toprakları lehine genişleme politikası zamana yayılarak hiç durmadı. Ermeniler Karabağ'da 1850'den
sonra izlenen politikalarla ilk defa çoğunluğu oluşturmuştu. Türkiye Nahçıvan'a garantörlük verilmesi
şartıyla Karabağ'ı aslında henüz bu tarihte gözden çıkarmıştı. Atatürk, Karabağ'da taviz verilmemesini
savunuyordu, ama realitede ortadaydı. Sovyetler gibi bir güç ortaya çıkmış iken Türkiye, ' yurtta sulh,
cihanda sulh ' ilkesiyle içine kapanıyordu. Atatürk, Karabağ'ın ve Nahçıvan'ın Ermenilere verilmemesi ve
Zengezur oyunun bozulması için bölgedeki Türk birliklerine talimat göndermişti. Buna nail olamayınca
Atatürk 1933'te Türk gençlerini şöyle uyarıyordu : " Bir gün Sovyetler dağılacak, oradaki kardeşlerimiz
özgürlüklerine kavuşacak, o gün için hazırlıklı olun. "
İşte 12 - 18 Ekim 1988'de Azerbaycan tarihine diriliş günü olarak geçen ve 2 milyon insanı
Azatlık meydanına toplayan mitinglerle, Azeri kamuoyu hem Karabağ ormanlarını sorumsuzca yok eden
Ermenilere hem de bu bahaneyle Karabağ'da bağımsızlık isteyen Ermenilere tepki gösteriyorlardı. Sovyet
lideri Gorbaçov ekonomi den sorumlu Ermeni yardımcısı Agabekyan'ın etkisiyle Karabağ'ı Ermenilerin
idare etmesine 1988'de gözyummuş, Karabağ'da Yönetim Konseyi Bakü'ye sorulmadan ortadan
kaldırılmıştı. Rus tankları Bakü'de halkı sakinleştirirken, iki halk arasındaki düşmanlık bireylere sıçradı.
Azerbaycan'da 300 bin, Ermenistan'da 250 bin Azeri Türkü yaşıyordu. 1988'de Sumgayt yaşayan
Ermenilerin, KGB oyunu ile öldürülmesi ve suçun Azerilerin üzerine atılması sonucu Ermeni kamuoyu
heyecanlanmış, şiddetli tepki göstermişti. Azerbaycan'daki Ermeniler ülkeyi terketmeye başlamıştı.
Ermenistan'da Taşnaklar, 250 bin Azeri'yi üç gün içinde hiç bir eşya almalarına izin vermeden otobüs ve
trenlere doldurarak Azerbaycan'a kovdu. Bu sürgünde katliam yapmamaları aynı akibetin Bakü’deki
Ermenilere uygulanmasından endişe duymalarındandı. Misilleme olarak Azerbaycan’da Bakü'de yaşayan
Ermenileri gönderdi. Artık iki milletin birarada yaşaması imkansız hale gelmişti. 1997’de Özbek lider
İslam Kerimov’un kulağına Aliyev’in fısıldarken duyduğum ifadeyle dersek; yine de üst düzey Azerilerle
evli olan 35 bin Ermeni kadını, Azerbaycan'a güvenlerini göstererek ülkeyi terketmedi.
21 Eylül 1991'da Dağlık Karabağ Ermenilerinin başkenti Hankendine Ermenileri ikna etmek amacıyla bir
Azeri heyeti ile giden Zaman gazetesinin Azerbaycan'daki ilk temsilcisi Yılmaz Polat, 40 bin Ermeninin
miting yaptığı meydanda Türk olduğu farkedilince birden dövülmeye başlandı. Fotoğraf makinesi elinden
alındı, kamerası kırıldı, deri ceketi yırtıldı. Polat'ı Azeri heyetindekiler kurtarak ölmesini önledi. Yılmaz
beye Ermenilerin saldırması görüntülenmişti. Azerbaycan devlet Televizyonu bu olayı defalarca gündeme
getirdi. Yılmaz Polat 15 defadan fazla televizyona çıkarak olayı anlattı. Artık en ücra Azeri köyüne kadar
tüm Azerbaycan Yılmaz Polat'ı tanımıştı. Türkiye'den gelmiş bir kahraman olarak görüyorlardı.
Yılmaz'da her gün üçü beşi yapılan sokak mitinglerinde ateşli konuşmalar yapıyor, halkı savaşmak için
coşturuyordu. Dönemin cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov, Yılmaz Polat'a Ermenilerin kırdığı fotoğraf
makinesi yerine makine ve yırtılan deri ceketi yerine ceket hediye etti. Başbakan Hasan Hasanov, Yılmaz
Polat'a manevi evlat olarak benimsemişti, bir dediğini iki etmiyordu. Yılmaz her yere istediği gibi girip
çıkıyordu, herkesde büyük saygı gösteriyordu. Hatta milli kahraman ünvanı verilmesi bile teklif edilmişti.
Herkes tarafından sevilirken Özbekistan’a gitmek zorunda kalan Yılmaz’ın tek hatası ünlü gazeteci
Osman Mirzayev’in kızı gazeteci Seville evlenmek için fazla ısrar etmesiydi. Dillere destan bir aşkla
başlayan bu evlilik 3 ay sürmüştü. Aşıklara aracılık yapan bendenizde pişman olmuştu. Kavgayla biten
evlilik sonrası 3 yıl Taşkent’de yaşayan Yılmaz, tekrar Bakü’ye dönecek, BBC’ye çalışan Sevil’in
evlendiğini öğrenecekti. Azeri kamuoyu Yılmaz’ı bu başarısız aşk girişimi nedeniyle unutmuştu. Bir Türk
hanımla evliliğini, 2 çocuğa rağmen 3 yılda noktalayan Yılmaz, yine bir Azeri olan doktor hanımla
evlenecek ve 2 çocuk sahibi daha olarak Bakü macerasına devam edecekti.
SICAK SAVAŞ
1992 yılında sıcak savaş başladı. 1992- 994 yılları arasında cereyan eden sıcak çatışmalarda
bölgedeki Rus gücünün Ermenilere gerek asker gerekse silah, sürsat, askeri lojistik destek sağlaması
nedeniyle Azerbaycan topraklarının yüzde 20'si işgal edildi. 26 Şubat 1992'de Rus 7. ordusuna bağlı 366.
tugayla beraber 7 bin Azeri'nin yaşadığı Hocalı kentini basan Ermeniler, şehri yakmakla kalmadı, 485
kişiyi de katletti. Savaşlar, bölgenin dağlık ve ormanlık olması nedeniyle gerilla savaşı şeklinde yapıldı. 2
Nisan 1993'de Kelbecer'in işgali ile savaş ilk defa Karabağ dışına taştı. Ermeniler, Yukarı Karabağ'ın
Şuşa ve Laçin kentleri dışında, Cebrail, Fizuli, Gubatlı, Zengilan, Agdam ve Kelbecer'i de işgal ederek,
barış görüşmelerinde koz elde etti. Ayrıca Ermenistan ile Karabağ'ın tek karasal bağlantı yolu Laçin
koridoru güvenlik altına alınırken, Azerbaycan ve Ermenistan arasında tampon bir bölge oluşturuldu.
Çünkü iki ülke arasında 1000 kilometrelik uzun sınırın korunması hiçte kolay değildi.
12 Mayıs 1994'de Bişkek protokolu ile ataşkes anlaşması imzalanmasına rağmen Rus askeri desteği
sürdü. Rusya eski Savunma Bakanı Pavel Graçov'un 1997'ye kadar Ermenistan'a 1 milyar dolar turarında
80 Adet T-80 tankı ve 10 adet S- 125 füzeleir gönderdiği ortaya çıktı. Bu skandalı açıklayan Rusya alt
Meclisi Duma'nın Savunma Komisyonu başkanı General Lev Rohlin daha sonra öldürüldü. Skandalın
üstü örtüldü. Rohlin'in kendini vurarak intihar ettiği söylendi. 29 Ağustos 1997'de ise Rusya ile
Ermenistan arasında savunma iş birliği anlaşması imzalandı. 1998'de bu anlaşmalar iki ülke
parlamentosunda da onaylandı. 1999'da ise Rusya Savunma Bakanlığı Ermenistan'a 5 adet Mig-29 savaş
uçağı gönderirken, 10 adet de S-300 füzesi göndermek istemişti. Ermenistan'da Rus üslerinde resmi
olarak 30 bin aslında ise 50 bin asker bulunuyordu. Bu birliklere Rus ordusundaki Ermenilerin
gönderilmesi sağlandığı için yüzde 70'i Ermenileştirilmiş durumdaydı. Bugüne kadar yapılan katliamlar,
Rus - Ermeni işbirliği ile gerçekleştirildi.
Ermeniler aleyhine BM'lerin 4 kınama kararı almasına ve AGİT belgelerinde onlarca uyarıya karşın, işin
ilgin yanı Ermenistan hala işgalci olarak nitelenmedi. Erivan, Dağlık Karabağ'ın bağımsızlığını resmen
tanımayarak masum rolüne büründü. Sözde çatışmalar Karabağ'ın başkenti Hankendi ile Bakü arasında
cereyan ediyordu. Ermeniler , geleceklerini belirleme hakkını kullanıyordu. Ermenilere göre bu hak, BM
ve AGİT prensipleri çerçevesinde yasaldı! Azerbaycan, bu propaganda sayesinde hem işgal edilen,
mağdur hem de Ermenilere hakkını vermeyen ülke konumuna itildi. Uluslararası kamuoyunun lakaytlığı
Ermenileri daha da cesaretlendirdi.
Bu arada boş durmayan Erivan, Karabağ'ın yutulma sürecine hız verdi. Şuşa ve Laçin kentleri onarıldı,
Laçin koridori denilen yol asfatlandı. İşgal edilen Azeri kentlerinde tüm kültürel eserler yok edildi,
mezarlar dümdüz edildi, isimler Ermenice ve Kürtçe olarak değiştirildi. Sanki bu topraklarda hiç Türk
yaşamamış imajı oluşturuldu, tarihi belgeler ortadan kaldırıldı . 12 asırlık Türk toprağı Ermenileştirildi.
Azeri kentlerini boşaltan bir milyonu aşkın Azeri göçmen, kendi yurdunda göçmen, mülteci durumuna
düştü. Yaşadıkları çadırlarda, vagonlarda topraklarına kavuşmayı bekleyenlerin yanı sıra yerleşik düzene
geçenlerde oldu. Savaş sırasında iki taraftandanda 25 bin kişi öldü. 5 bin kişi halen kayıp. Binlerce fiziki
yaralının yanı sıra, binlerce insanın psikilojisinde onulmaz yaralar açıldı. Azerbaycan savaştan 40 milyar
dolar zarar gördü.
KIZIL KÜRDİSTAN PLANI
AGİT 'in taraflara sunduğu Karabağ sorununun çözüm paketine göre, Ermenistan'ın Azerbaycan'a Laçin
ve Kelbecer'i iadesi gerekirken, teslime yanaşmadığı ve bu kentlere bir süredir Yezidi Kürtlerini
yerleştirmeye başladığı ortaya çıktı. Bu kentlerde Kızıl Kürdistan özerk yönetimi kurdurmak için bir
süredir çalışan Rus ve Ermeni istihbarahat birimlerinin, bir yandan oluşturulan tampon bölge ile
Azerbaycan'a karşı Ermenilerin güvenliğini sağlamayı hedeflerken, bir yandan da Kürtlerin devlet kurma
planında Hiristiyan Kürtleri önplana çıkarmayı amaçlıyordu.
Eskiden Kürt kökenli Azerbaycan vatandaşlarının yoğun olarak yaşadığı işgal altındaki Azeri
kentleri Laçin ve Kelbecer'e, Ermeniler Sovyet yönetimi ile birlik olarak 1920'lerde 'Kızıl Kürdistan'
özerk yönetimi kurulması talebinde bulunmuşlardı. Kürtlere özerklik vererek Azerbaycan'dan koparmayı
daha önce başaramayan Erivan'ın ,şimdi bu silahı yeniden sahneye koymak için konjonktürün oluşmasını
bekliyordu. Azerbaycan'da vatan haini ilan edilen Kürt kökenli bir Azeri vatandaşı Vekil Mustafayev
sözde Kızıl Kürdistan özerk bölgesinin başbakanı olarak Erivan'da hazır tutuluyordu. Güvenlik açısından
ikameti daha sonra Kazakistan'a kaydırıldı. PKK lideri Abdullah Öcalan, PKK'nın Moskova temsilcisi
Mahir Welat'ı Ermenistandaki 70 bin Hiristiyan Yezidi Kürt'ünü ziyaret ettirerek, PKK'nın din ayrımı
yapmadan Kürt haklarının savunucu olduğu mesajını gönderdi.
Welat, Bakü-Ceyhan petrol boru hattının üzerinde Kürt halkı bulunduğunu savunuyor, bu projenin
gerçekleşmesinin kendilerine bağlı olduğunu açıkca duyuruyordu. Ruslar bu hattın sabote edilmesi için
PKK'yı kiralamayı planlıyordu. Welat'a göre Türkiye'de PKK'ya yönelik TSK'nin yaptığı operasyonlan
boru hattının yolunu temizlemek içindi. Welat, ne olursa olsun boru hattının kaderinin kendi elllerinde
olduğu tezini ileri sürüyordu. Öcalan'ın İmralı'da misafir edilmesinin ardından PKK'nın tüm bu tehditleri
suya düştü. Öcalan örgütüne silah bıraktırarak barışçı yoldan siyasileşmeyi tavsiye etti. Petrol boru
hattının için artık PKK'nın artık tehlike olmadığı yönünde Ankara'ya güvence verildi. Türkiye, 21 yüzyıla
PKK belasından terör açısından emin girerken, AB adaylığının ardından Avrupa ülkelerinden gelen
PKK'nın siyasileşmesine izin verilmesi baskısı karşısında bunalıyordu.
Karabağ'ın şansı hiç yaver gitmedi. Sorununun uluslararası ihtilaf haline gelmesi , ' barışcı çözüm '
denilen diplomatik sürece üçüncü ülkelerin katılımı ile gerçekleşti. Bugüne kadar AGİT çerçevesinde
özellikle Rusya, ABD ve Fransa'nın aktif müdahaleleriyle aranan çözüm, çözüm yollarını çıkmaza
sokmaktan başka işe yaramadı. AGİT'in fiyaskosu ile çözüm çıkmaza girdi. Azerbaycan Cumhurbaşkanı
Haydar Aliyev'in cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından izlediği kararlı politikalar Karabağ sorunun
çözümünde önemli mesafeler katedildi. Bunda Aliyev'in karizmatik kişiliği ve dış politikada usta olması
önemli rol oynadı. Azerbaycan haklı davasında petrol servetininde koz olarak kullanılması sayesinde
destekçiler bulmaya başladı. Ancak AGİT ve bu kurumda en tecrübeli diplomatlarını görevlendiren ABD,
Rusya, Fransa ve Türkiye, Aliyev'in barış için sağlamış olduğu imkanları yeterince kullanamadı.
Hazırlanan planlarda çıkış yolu bulunmuş iken, Ermenistan'ın Taşnak terörüne mahkum olması, AGİT'i
ve barışı zora soktu.
AGİT'in 1992 Helsinki zirvesinde Karabağ sorunu gündeme getirilmiş olmasına karşın AGİT'in
Karabağ'da müdahil duruma gelmesi , Cumhurbaşkanı Aliyev'in 1993'de Agdam'ın işgalinden sonra
AGİT ve BM'e resmen başvurusuyla başladı. Rusya, bu girişimden rahatsız oldu . Daha önce Karabağ'a
Vlademir Kazimirov'u özel temsilci olarak atayarak Bakü'yü oyalama taktiği izleyen Moskova bu oyunu
daha fazla artık sürdüremeyecekti. 1994'de Budapeşte'de geçirilen AGİT devlet başkanları zirvesinde
Karabağ için bugüne kadar uygulanamasa da tarihi bir karar alındı. AGİT'in ilk barış gücü Karabağ'da
konuşlandırılacak, AGİT , ihtilafa taraf ülkeleri barıştırmak için MİNSK Grubu kurarak arabulucu
misyonu üstlenecekti. Bu arada ABD Josef Pressel'i Türkiye ise Kemal Ayhan'ı Karabağ özel temsilcisi
tayin ederek diplomatik arenada ortaya çıktı.
MİNSK Grubu'nun Rus ve Finli eşbaşkanları, grubtaki 9 ülkeyi temsil eden diplomat, Erivan, Bakü ile
Dağlık Karabağ'ı temsil eden Azeri ve Ermeni topluluğun temsilcileri iki ayda bir biraraya gelmeye
başladı. Bu kadar diplomat yetmiyormuş gibi yine AGİT çerçevesinde bir de AGİT Konferansı diye bir
kurum ihsas etti. AGİT Konferansı'nın eşbaşkanlığını uzun süre Finli ortağı ile beraber Rus Valentin
Lozinski yürüttü. Erivan ve Hankendi uzlaşmaz tavrı ile toplantılarda diplomatları çileden çıkarıyordu.
MİNSK Grubu eşbaşkanlarının sık sık bölgeye gelerek izledikleri mekik diplomasisi de sonuç
vermiyordu. 8 Ağustos 1995'de Türkiye'nin Karabağ özel temsilcisi Kemal Ayhan, Karabağ sorunun
çözümüne ilişkin Demirel'in mektubunu Aliyev’e sundu. MİNSK Grubunun başarısızlığı üzerine Aliyev,
Demirel'den daha aktif olunmasını istemişti.
2 Aralık 1996'da Lizbon'da gerçekleştiren AGİT devlet başkanları zirvesi Karabağ sorunun
çözümünde dönüm noktası oldu. Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan ve Cumhurbaşkanı
Aliyev, son dakikaya kadar toplantıda Karabağ konusunda veto blöfü yaptı. AGİT'de kararların konsensus
esası ile alınması nedeniyle, AGİT toplantısı Erivan - Bakü soğuk savaşına döndü. En sonunda kazanan
Aliyev oldu. AGİT başkanlığından yayımlanan Ermenistan dışında 53 devletin imzasını taşıyan belgede
Karabağ sorunun için üç çözüm prensibi belirleniyordu. ABD, bu zirveden önce tecrrübeli Amerikalı
diplomat Strobe Talbott'u AGİT Konferansı başkanlığına, zirveden sonra ise AGİT MİNSK Grubu
eşbaşkanlığına yine tecrübeli bir diplomat olan Lin Pasco'yu tayin ederek Ermenileri köşeye sıkıştırmayı
başardı. Bu sırada Bakü-Novorasisk hattı için Bakü'nün Moskova'yı sıkıştırması sayesinde Rusya Devlet
Başkanı Boris Yeltsin, Başbakan Viktor Çernomirdin bile Ermeniler aleyhine beyanatlar vermeye,
Karabağ'da adil çözüme çağırmaya başladı.
Ermeniler MİNSK Grubu'nda aleyhlerine dönen dengeyi Gruba üçüncü eşbaşkan olarak Fransız Georg
Vaujer'i tayin ettirmeleri ile değişik bir renk aldı. Fransa'da Karabağ oyunun içine girdi. Cumhurbaşkanı
Aliyev, Fransız şirketleri Total ve Elf Akiten'e Ocak 1997'de Lenkeran Deniz ve Talış Deniz yataklarında
petrol payları vererek, Paris'in sorunun çözümünde olumsuz tavır izlemesinin önlemeye çalıştı. Amerikan,
Rus ve Fransız eşbaşkanları ile çalışmaya başlayan MİNSK Grubu'na Karabağ için alternatifsiz son
çözüm planını sunan AGİT Konferansı eşbaşkanı Strobe Talbott, bu planı 15-18 Haziran'da tarafların
önüne gizlice koydu.
Plan, iki aşamalı olarak 6+2 formulüyle işgal altındaki Azeri topraklarının boşaltılmasını, Karabağ'a çok
uluslu AGİT barış gücünün konuşlandırılarak, Karabağ halkının güvenliğinin sağlanmasını ve Karabağ'a
Azerbaycan terkibinde en yüksek statü verilmesini öngörüyordu. Bakü'nün hemen kabul etiği plana
Hankendi ve Erivan karşı çıksada uluslararası baskılara daha fazla dayanamayan Cumnurbaşkanı Ter
Petrosyan 26 Eylül'de bir basın toplantısı düzenleyerek, barışı kabul etti. 10 Ekim 1997'de Aliyev'le
Strasbourg'da ortak bir deklarosyona imza ederek bu görüşünü belgelerde teyit etti. Hatta, Moskova'da
kalıcı barış anlaşmasının Azerbaycan, Ermenistan, Rusya, Fransa ve ABD devlet başkanlarının katılmıyla
imzalanacağı bile basına sızdırıldı.
Ne olduysa bundan sonra oldu. İki ay sonra bölgeye gelen AGİT MİNSK Grubu eşbaşkanlığını
Rus temsilci Kazimirov'dan devralan Rus Yuri Yukalov, Bakü'ye Ermenilerin bir açık birde kapalı şartı
ile geldiğini söylüyordu. 6 Azeri kenti boşaltılırken Ermeni ordusu'nun Karabağ'da kalmak istediğini
ileten Yukalov, muhtemelen Karabağ'ın statüsü ile ilgili isteği ise kamuoyu önünde açıklamaktan
çekiniyordu. Aslında Rusya, kendi şartlarını yineliyordu. Moskova, sesiz kaldığı AGİT planında
Amerikalılar tarafından by-pass yapılmaktan hoşlanmamıştı. Çünkü Rusya bölgeye AGİT barış gücü
gelirse Kafkasya'da Rus etkinliğinin sona ereceğini ileri sürüyordu. Daha işin başından beri AGİT
gücünde Rus askerinin , Abhazya'daki BM barış gücünde olduğu gibi en az yüzde 70'ini oluşturmasını
istiyordu. AGİT barış gücününün bir türlü bölgeye gelemeyişinin temelinde Rus inadı bulunuyordu.
Petrosyan'ın barış planını kabul etmesi, Ermeni kamuoyunu etkileyen Taşnakların organizesi ile
tam bir infiale yol açtı. Taşnaklar yine sahneye çıkmıştı. Petrosyan'ın yakın çevresine yönelik terör
eylemleri gerçekleştirildi. 1998'e Ermenistan kanlı girdi. Petrosyan'ın yakın adalı Erivan valisi Vano
Sıradekyan'ın istifası, hemen ardından Dışişleri bakanı Aleksandr Arzumanyan'ın istifası ve Meclis'de 50
iktidar partilinin taraf değiştirmesi ile yıkılan Petrosyan 5 Şubat'da istifa ettiğini ve savaş partisinin
kazandığını açıkladı. Taşnaklar, Karabağ savaşını kazandıklarını, masada kaybetmeye niyetli
olmadıklarını savunuyordu.
TAŞNAKLARIN KANSIZ ZAFERİ
Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan 5 Şubat 1998'de istifa mı etti, yoksa kansız
biçimde devrildi mi tartışıladursun, Karabağ sorunun çözümünde asıl engel teşkil eden Taşnakların
legalleşerek yönetimi tamamıyle ele geçirmesi, Karabağ'da dört yıldır süren ateşkes ve barış sürecini,
başladığı noktaya getirmişti.
Erivan’ı bu tarihe kadar Ermenistan Milli Harakatının 11 adamı yönetiyordu. Levon Ter Petrosyan
onlardan biriydi. Petrosyan'ın yönetime gelişi Ermenistanlı olmasındandı; aslında harakatı
yönlendirenlerin tamamına yakını Karabağ Ermenisiydi. Petrosyan'ı deviren radikal kesimin tamamının
Karabağlı olması, Ermenistan'ın Karabağı değil, Karabağ'ın Ermenistan'ı ilhak (!) ettiğini gösteriyordu.
Petrosyan'da 1 Aralık 1989'da Ermenistan parlemantosu'nu Karabağ'ı ilhak kararı alması için zorlamış,
halkı örgütlemişti. 1989'da bu nedenle bir yıl Moskova hapishanesinde yattı.7 dili anadili gibi konuşan
Petrosyan, Taşnaklar sayesinde savaş için örgütlediği orduyu Karabağ dışına da taşarak Azerbaycan'ın 6
kentini işgal ettirmek için kullandı. Ülkesinde 30 bin askeriyle 2 Rus üssü konuşlandıran, Rusya ile askeri
işbirliği anlaşması yapanda Petrosyan'dı. Pekala onu kim devirdi ? Moskova mı, Taşnakların desteğini
almış Karabağlılar mı?
1991 ve 1996'da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini Petrosyan, söz konusu haraketin adayı olarak
kazanmıştı. Ancak Petrosyan 28 Aralık 1994'de Taşnak partisini, terör eylemlerinde bulunduğu ve dış
ülkelerden yardım aldığı gerekçesiyle kapattırdı, liderini ve üyelerini hapse attırdı. Zaten Eylül 1996
seçiminde de yüzde 52 oy alarak kılpayı cumhurbaşkanı olan Petrosyana karşı Taşnaklar ana
muhalefetteki Demokrat parti başkanı Vazgen Manukyan'ı desteklemiş, adayları kazanamayınca 26 Eylül
1996'da parlemantoyu basarak 1 kişinin ölümüne 20 kişinin yaralanmasına yol açmıştı. Seçimde
sahtekarlık yapıldığını öne sürerek anayasa mahkemesine başvuran Manukyan, hem muhalefetin hem de
ABD'de Ermeni lobilerinden destek alsada sonuç elde edemedi. Petrosyan, bu olaydan sonra İçişleri
bakanı ve Güvenlik Teşkilatı başkanı silahdaşı Karen Şahnazaryan'ı görevinden azlederek, Karabağlı Serj
Sarkisyan'ı bu göreve getirerek ilk hatasını işledi. Başbakan Grant Bagranyan'nın istifasının ardından ise
Petrosyan, mayıs 1996'da bu göreve Karabağ'ın sözde Cumhurbaşkanı seçilmiş Robert Koçaryan'ı
getirerek ikinci hatasını yaptı.
Karabağ Harakatının lideri olan şimdi Erivan'da ipleri ele geçiren Robert Koçaryan'ı Petrosyan,
muhalefetle iyi diyaloğu olduğu, ülke içi bütünlüğü sağlamak için tercih etmişti. Azerbaycan
Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in başarılı mekik diplomasisi neticesinde uluslararası baskıya
dayanamayan Petrosyan, barışdan başka yol olmadığını kavramış, ancak bunu halka nasıl anlatacağını,
daha önemlisi, Karabağlı Ermenileri nasıl ikna edeceğini şaşırmıştı. Karabağ konusunda riskli karar
vermek istemeyen ve Karabağlıları da bu karara ortak etmek isteyen; bu amaçla Erivan yönetimine
Karabağlıları doldurarak sonunu hazırlayan Petrosyan, Taşnakları unutmuştu.
Karabag sorunun çözümünde AGİT MİNSK Grubu'nun sunduğu iki aşamalı plana sıcak bakan ve ortak
bir deklarasyona Cumhurbaşkanı Haydar Aliyevle beraber 10 Ekim 1997'de Strassbourg'da imza atan
Petrosyan'a karşı darbe süreci geniş bir platforma yayılarak başlatıldı. Petrosyan'ın ' başka çözüm yolu
yok '' diye ısrar etmesi üzerine Taşnaklar yine terörle sahneye çıktı. Erivan ve Hankendi'nde sürekli
mitingler düzenleyen muhalif grublara, Ermeni basını ve dışarıda Ermeni lobisi de eşlik etti. 18-19 Ocak
1998'te Cumhurbaşkanlığı Koruma müdürü Romik Kazaryan, İçişleri ve Güvenlik birimleri başkanı
Artsrun Markaryan ve Erivan'ın Avan ilçesi başkanı Ruben Ayrapetyan'a art arda suikastlar düzenlenmesi
bardağı taşırdı. Ermenistan Güvenlik Konseyini toplayan Petrosyan güvenlik birimlerini seferber etti.
Terör olaylarının Erivan ile Hankendi arasında AGİT'in Karabağ planı konusunda görüşayrılığından
kaynaklandığı belirtilsede, Petrosyan'ın yakın çevresine karşı düzenmiş terör olaylarını Taşnakların
işlediğini herkes iyi biliyordu. Karabağ liderleri bu iddialara sert tepki gösterek Erivan'a ültimatom verdi.
Petrosyan'ın en yakın adamı, Ermeni Milli Harakatının halen lideri olan Erivan valisi Vano Sıradekyan'ın
istifası üzerine işin ciddi oldugunun farkına varıldı. Çünkü Ermeni kamuoyu, ülkeyi gölge cumhurbaşkanı
gibi Sıradekyan'ın yönettiğine inanıyordu. 2 Şubat'da Dışişleri bakanı Aleksandr Arzumanyan'ın istifa
etmesi ve parlemanto'da 50 milletvekilinin muhalefete geçmesi ardından, kendisine karşı darbe
düzenleyen üçlü grubu yanına çağırdı.Başbakan Robert Koçaryan, İçişleri bakanı ve Güvenlik Teşkilatı
başkanı Serj Sarkisyan ve Savunma bakanı Vazgen Sarkisyan'a Petrosyan, kan dökülmeden istifa
edeceğini açıkladı... Ve ertesi gün 3 şubat da Ermenistan Televizyonundan istifa ettiğini duyururken, barış
çağrısında bulunmayı ihmal etmedi. Petrosyan, Savaş partisinin kazandığını ifade ediyordu. Ama
unutmuştu ki, o da o parti sayesinde Taşnakları kullanarak yönetime gelmişti; geldiği gibide gitmişti.
Ermenistan Meclis başkanı Babken Aratsiyan ve yardımcılarının Petrosyan'ın istifasının parlamento'da
onaylanmasının ardından istifa etmeleri ve yeni Meclis Başkanı seçtirilen Koçaryan'ın müşaviri Hosrov
Artunyan'ın cumhurbaşkanlığı vekilliğini Koçaryan'a teslim etmesi, Ermenistan'a bundan sonra Koçaryan
takımının yani Karabağlıların hükmedeceğini gösteriyordu. 16 martta yapılacak cumhurbaşkanlığı
seçiminde Koçaryan aday olmayabileceğini açıklasada kanunların hali hazırda buna imkan vermiyordu.
Koçaryan Azerbaycan vatandaşıydı. Kanuna göre ise en az 10 yıl süresince cumhurbaşkanı adayının
Ermenistan vatandaşı olması gerekiyordu. Meclis'in anayasa da değişiklik yapması veya parlemantonun
1989'da aldığı hükmü halen lagvedilmemiş Karabağ'ı ilhak kararının yürürlükte kabul edilmesi,
Koçaryan'ı aday yapabilecekti.
Koçaryan, beklenenin aksine savaş kararı almadı; Petrosyan'ın imzaladığı anlaşmaların ve Karabağ'da
AGİT MİNSK Grubu sürecinin devam edeceğini duyurdu. Bakü'de Haydar Aliyev'de barıştan yana tavır
koydu. AGİT sürecine ümidini ve güvenini ifade etti. Bu 40 günlük aşamada savaş beklenmesede, yeni
Cumhurbaşkanının izleyeceği politika durumu daha da netleştirecekti. Koçaryan, Karabağ'a önce statü
verilsin, sonra toprakları boşaltırız diyordu. Pazarlığa yukarıdan başlıyacağı ise kesindi. Bağımsızlık
iddiasından başlayarak Karabağ'a konfederasyon statüsünde ısrar edecek Koçaryan'la Bakü'nün uzlaşması
mümkün değildi. BM Güvenlik Konseyi'nin yaptırım uyğulamayacağını iyi bilen Koçaryan, AGİT'in
tavsiye kararlarına da aldırış etmeyerek, Filistin ve Kıbrıs örneklerinde olduğu gibi sorunu yıllarca
sürüncemede bırakması da muhtemeldi. Çünkü Karabağ konusunda vereceği riskli bir karar onunda sonu
olurdu.
Koçaryan'ın en radikal adımı kendisini başa getirenleri unutmayarak Taşnak partisinin faaliyetini
legalleştirmesi ve siyasi mahkumların tümünü serbest bırakması oldu. Bu seçimde Petrosyan'a karşı
Demokrat parti başkanı Vazgen Manukyan'ı destekleyen Taşnaklar artık Koçaryan'ı destekleyecekti.
Seçim için adaylığını koyan Vazgen Manukyan ciddi bir rakipti. Diğer aday Komünist Parti başkanı
Sergey Badalyan'a yine fazla şans verilmiyordu. Kısacası, Taşnaklar destekli Karabağlılar Ermenistan'a
hakim olarak kansız bir zafer kazandı. Karabağ sorunun iyice düğümleyecek yeni yönetim tabii ki Rusya
ile iyi ilişkiler kuracaktı. Bakü-Ceyhan petrol hattına karar verileceği Ekim 1998 öncesi, Kafkasyadaki
istikrarsız ve güvensiz tablo Moskova'ya hizmet ediyordu.
Ermenistan petrol oyunun dışında kalmak istemiyordu. Bu hattın kendi arazisinden geçmesini istiyordu.
Barışa karşılık boru hattı tavizini Bakü verirse, pekela Moskova bu işe girerdi. Bu denklemin cevabını
Erivan'da ki yeni yönetim vermeliydi. Önce Karabağ'ı, daha sonra Ermenistan'ı karıştıran Karabağ
harakatı'nın lideri olan ve kamuoyunun baskısı üzerinie Petrosyan'ın başbakan yaptığı Koçaryan seçime
kadar cumhurhurbaşkanlığına vekalet ettiği 40 günlük süre içinde, kendisini zirveye taşıyan 1994'de
kapatılan Taşnak partisini açtı, siyasi suçluları serbest bıraktı. 6 yıldır sürgünde bulunan Taşnak lider
Eduard Ohenasyan'ı kendisine Başdanışman yaptı. 16 Mart'da yapılan seçimde Karen Demirciyan ile
ikinci tura kalan Koçaryan iki hafta sonra yapılan ikinci turda cumhurbaşkanı seçildi. Böylece barış için
umut bağlanan iki aşamalı AGİT planı suya düştü. Çünkü Koçaryan, Karabağ'ın bağımsızlığında taviz
vermediği gibi, sorunun tek aşamada bölgeye barış gücü getirilmeksizin, Ermlenilerin güvenliğini
garantiye alacak bir formüle çözümlenmesini istiyordu. Bu uzlaşmaz tavır neticesinde diplomati barış
yolu tıkandı. Cumhurbaşkanı Aliyev'le Moskova 'da 1998'de biraraya gelen Koçaryan'la barış prensipleri
üzerinde anlaşma sağlanamadı.
Azerbaycan hükümeti, Ermenistan işgali altındaki Karabağ topraklarının diplomasi yoluyla geri alınması
fikrini ilk planda tuttuğu ve aksi taktirde toprakların savaşarak alınacağı şeklindeki politikasına 1999 ve
2000 yıllarında da devam etti. Azerbaycan'ın belli bölgelerinde kurulan göçmen kampları, ''Karabağ bir
gün geri alınacak ve göçmenler evlerine geri dönecek'' düşüncesiyle varlıklarını korudu ve çözüm, AGİT
Minsk Grubu'nun getireceği tekliflerde arandı. Savaşma ikinci plana itildi. Ermenistan ile Azerbaycan
arasında yaşanan Karabağ sorununa çözüm getirme arayışlarına devam eden Minsk Grubu, Kasım
1998'de bölgede bir ''Ortak Devlet'' kurulmasını teklif etti. MİNSK Grubu'nda Amerikalı Lin Pasco'nun
yerine Donald Kaiser atanmıştı. Ermenistan, bazı maddelerde değişiklik yapılması halinde teklifin
değerlendirilebileceğini açıklarken, Azerbaycan tarafı teklifi komik ve adaletsiz bulduğunu bildirdi. Bu
tarihten sonra Azeri ve Ermeni lider başbaşa görüşmeler diplomasisine başlasada uzlaşma yolu
bulanamıyordu.
Minsk Grubu'nun tekliflerini adaletsiz bularak geri çeviren Azerbaycan, topraklarını geri almak için
biraz daha süreye ihtiyacı olduğu izlenimi veriyordu. Minsk grubu başkanı yine değişmiş ABD'li Covana
gelmişti. Ama AGİT fiyaskosu devam ediyordu. Ancak bunca yılını çadırlarda geçiren yüzbinlerce
insanın ve bir milyonu aşkın göçmenin daha fazla sabrı kalmamıştı. Bundan sonra Hankendi by-pass
edilerek Azeri ve Ermeni liderler arasında başlayan ikili görüşmelerde ilerleme sağlanmış, kalıcı barış
anlaşması için son noktaya gelinmişti ki, yine Ermenistan karıştı...
Karabağ'ın tam bağımsızlığını savunan Taşnaklar, Karabağ savaşının komutanı Başbakan Vasken
Sarkisyan ve Meclis Başkanı Karen Demirciyan'ında içinde olduğu 8 parlamenteri 27 Ekim 1999'de
Meclis baskını sırasında öldürerek gözdağı verdiler ve Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan'ın Karabağ
barışına imza atmamasını istediler. Güya baskını halkın ekonomik patlama noktasına geldiği için uyarı
için yapmışlardı. Gerçek neden ise kuşkusuz Karabağ'dı. Moskova, Karabağ barışının imzalanmasını
istemiyordu.Hele bu barışta arabulucu ABD ise bu anlaşma kesinlikle imzalanamazdı. Türkiye'de
yayımlanan Ermeni gazetesi AGOS'un Genel Yayın Yönetmeni Hırant Dink'e göre baskını organize eden
Taşnaklara destek veren Ermenistan derin devletiydi. Ermenistan derin devleti Karabağlılardan
oluşuyordu. Karabağlılara destek veren ise Karabağ Genelkurmay Başkanı Samuel Babayan'dan başkası
değildi.
Babayan, Karabağ'da askeri gücünün yanı sıra bölgedeki ticaretin gelirini de elinde bulunduruyordu. Silah
ve uyuşturucu ticareti Babayan'ı bölgesel bir kral yapmıştı. Ama Babayan'ı Erivan'da takan yoktu. Bir
türlü Ermenistan politikasında etkin konuma gelememişti. Dış baskılarla Karabağ'da bir barış anlaşması
imzalanması Babayan'ın bölgesel krallığının sonu anlamına geliyordu.Buna müsade edemezdi. Kendi
vatandaşlarını öldürtür, yine elindeki gücü vermezdi. Nitekim kimsenin ne olduğunu açıklayamadığı
Meclis baskınının perde arkasında Babayan'ın olduğunu Erivan anlamıştı. Yapılan soruşturma da oklar
Babayan'ı ve Ermenistan parlamentosunda ki temsilcilerini gösteriyordu. Soruşturma örtbast edilmeli,
kamuoyu durumu bilmemeliydi. Ermenistan'daki iç mücadele, ülkenin imajını büsbütün sarsmıştı.
Azerbaycan ve Ermenistan'ın siyasi ve ekonomik durumu ve geleceği Karabağ sorunun çözümüne
ipotekliydi. İki düşman komşu, Karabağ endeksli iç ve dış politikalar ile yönetiliyor; halk ise sürekli
ekonomik faturalar ödüyordu. Sorunu çözmek iki ülkenin politikacıları içinde fobi haline getirildi.Taviz
denilince ortam gerginleşiyor, kalıcı barış bilinmiyen tarihe erteleniyordu. Azerbaycan yönünü 1995'ten
itibaren net biçimde ABD'ye çevirdi. Ermenistan ise Rusya ile ABD arasında kaldı.
Karabağ sorununun çözümünde Azeri ve Ermeni taraflarının verdiği karşılıklı tavizlerle sona gelindi.
AGİT Minsk Grubu'nun tekniki detayları tamamladığı, 17-19 Kasım 1999’da AGİT İstanbul zirvesinde
imzalanacak barış anlaşmasının, hukuksal olarak Azerbaycan'ın üniter devlet yapısından federatif devlet
yapısına dönüşmesini zorunlu kılacağı belirtiliyordu. Ancak bu beklenti gerçekleşmedi. 12 Kasım 1995'de
yapılan referandumla kabul edilen Azerbaycan anayasasını hazırlayan Azeri hukuk profesörlerinden
milletvekili Sefa Mirzayev, imzalanacak barış anlaşmasından sonra Azerbaycan anayasasında değişiklik
yapılması gerekeceğini söylüyordu. Karabağ'a verilecek en yüksek statünün anayasada yer bulması
gerekeceğine değinen Mirzayev, Azerbaycan'ın artık üniter değil federatif bir devlet olacağınının altını
çiziyordu.
Sefa Mirzayev, Karabağ anlaşmasında Azeri ve Ermeni liderlerin inisiyatifini kullanarak yaptıkları son
değişikliklerin Azerbaycan ve Ermenistan'da siyasi kaosa ve değişimlere yol açtığını söylüyordu. Karabağ
barışı için işin başından beri çaba gösteren Dış Politika Müşaviri Vefa Guluzade ve Minsk Grubu'nda
1992'den beri Azerbaycan'ı temsilen katılan son Dışişleri bakanı Tevfik Zülfikarov sürpriz biçimde istifa
etti. Azerbaycan'ın son verdiği tavizin altına imza atmak istemediler. Dört yıldır Azerbaycan
Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in en büyük yardımcısı ve kilit adam olan Eldar Namazov'un istifası da bir
tepkinin sonucuydu. Ermenistan'da ise Karabağ'ın tam bağımsızlığını savunan Taşnaklar, Karabağ
savaşının komutanı Başbakan Vazken Sarkisyan ve Meclis Başkanı Karen Demirciyan'ında içinde olduğu
8 parlamenteri öldürerek gözdağı verdiler ve Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan'ın Karabağ barışına imza
atmamasını istediler. Çünkü onları destekleyen Moskova yönetimi bölgede kalabilmek için Karabağ'da
çözümsüzlüğü çözüm olarak görüyordu. Çözümsüzlük Rusya'ya yarardı, kesinlikle çözüme değil
Basına sızmamasına özen gösterilen imzalanacak barış planınında iddialara göre tarafların başında
savunduğu daha sonra taviz verdiği hususlar şöyleydi :
Karabağ'a bağımsızlık verilmesini isteyen Erivan, Azerbaycan'a nisbi bir bağlılıkla Karabağ'a en yüksek
statü verilmesine razı oldu. Bakü, Ermenistan Parlemantosunun 1988'da kabul ettiği Karabağ'ı ilhak
kararının geçersiz sayılmasını karar altına aldırdı. En eski Azeri kentleri Şuşa'nın yanı sıra Laçin'in bir
bölümüne Azeri göçmenlerin dönmemesi konusunda taviz aldı. Savaştan önce burada 30 bin Azeri
yaşıyordu. Ayrıca Ermeniler, Ermenistan ile Karabağ'ı birleştiren Laçin koridorunun Karabağ
yönetiminde kalmasını sağladı Karabağ dışında işgal edilen 7 Azeri kentinin iade edilmesinde Erivan
sorun çıkarmadı. Bunlar içinde altın madenleri ile meşhur Kelbecer kentide yer alıyor. Bir milyona yakın
Azeri göçmenin yurtlarına dönüşüne çok uluslu barış gücünün konuşlanmasından sonra başlanması
kararlaştırıldı. Çok uluslu barış gücünün terkibi konusundaki sorun aşıldı. Rus gücünün yüzdesinin yüzde
30 olması konusunda ısrar eden Erivan, diğer ülkelerle eşit miktarda Rus askeri bulunmasını kabul etti.
Buna karşılık barış gücünün Laçin koridoruna kontrolüne izin verilmedi. Bu gücün tampon bölgede yeşil
bir hat oluşturması kararlaştırıldı. Esirlerin karşlıklı olarak iadesine karar verildi. İki ülke arasındaki
ilişkilerin yeniden başlaması, abluka ve sınır kapatılmasının kaldırılmasına karar verildi.
Ancak AGİT İstanbul Zirvesi'nde imzalanması umutla beklenen Karabağ Barış Anlaşması, yine
çözümsüzlüğü çözüm görenlerin ürettiği kaosun kurbanı oldu. Ermenistan'da provakatörlerin sayesinde
hâlâ Karabağ'da taviz verecek adamın bir gün bile iktidarda kalamayacağı görüşü hakimdi. Bu arada
Ermeniler, refah düzeylerindeki durumun sürekli kötüleşmesinden de şikayetçiydi. 27 Ekim'de Meclis'i
basarak 8 kişi öldüren caninin gerekçesi ekonomide kötü gidişattı. Ermenileri zor bir karar bekliyordu. Ya
açlıktan çelimsiz Afrikalıların haline düşecekler ya da Karabağ'ın Azeri toprağı olduğunu er geç
kabulleneceklerdi.
Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev, izlediği başarılı diplomasi ile iki defa Erivan'ı barışa
zorlamasına rağmen ikisinde de Ermenistan'ın karışması, bu zor kararın alınmasını engelledi. Halbuki
Aliyev, Karabağ'a ' en yüksek statü' vererek tavizin sınırlarını zorladı. En yakın yardımcılarının
istifalarına göğüs gerdi. Azerbaycan bu döneme kadar 6 yılda yabancı petrol şirketleri ile imzalanan 19
petrol anlaşması nedeniyle yapılacak 30 milyar dolar yatırım güvencesinden dolayı geleceğe umutla
bakıyordu. Zira petrol ekonomiye yansıdığında ülkeye 20 yıl içinde 115 milyar dolar girecekti.Yeni
işyerleri açılacak, istihdam sağlanacaktı. Bugün petrol geliri oldukça düşüktü. Üretilen 9 milyon ton
petrolün sadece 2 milyon tonu ihraç ediliyordu. 2003'den sonra ekonomi piyasasında petrolün etkisi
görülmeye başlayacaktı. Yani Azerbaycan'ın Karabağ ve Ermeni işgalinden kaynaklanan eksilere
dayanması mümkündü; bir şansı vardı. Aliyev, halkını ikna ederek uzun soluklu diplomasi ile bu krediyi
kullanıyordu. AGİT'de imzalanan Bakü-Ceyhan projesinden dışlanan Erivan, müttefiki Rusya'ya artık
eski kadar güvenmiyordu.Bu arada Ermeni çıkarlarını korumak için lobi çalışmalarında bulunan Dünya
Ermeni Kongresi Yerkrapa Birliği, Erivan yönetimine Karabağ sorununun çözümünde halk
refarandumuna gidilmesini önerdi.
Ermenistan'ın Şubat 1998'de istifa eden Amerikan vatandaşı cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan'ı
1990'da ülkeye getirten, onun sendelemesinden sonra reytingi yüksek olan Robert Koçaryan'ın
cumhurbaşkanı olması için destek verdiği bilinen Yerkrapa Birliği'nin Karabağ'da referandum önerisine
Ermenistan Dışişleri Bakanlığı tepki gösterdi. Dışişleri sözcüsü Aram Papiyan, yaptığı açıklamada,
Ermenistan parlamentosunda da zaman zaman bazı grupların Karabağ'da referanduma gidilmesi önerisini
gündeme getirdiklerini belirterek, Azeri ve Ermeni liderler arasında doğrudan görüşmelerin sürdüğünü,
AGİT Minsk grubunun arabuculuk girişimlerine ise güvenlerini yitirmediklerini bildirdi. Papiyan,
Yerkrapa Birliği'nin, Cumhuriyetçi Parti Bloku ile söz konusu öneriyi görüştüklerini doğruladı.
Erivan, AGİT'in ' halkların kendi kaderini belirlemesi prensibini'nin Karabağ'da uygulanmasını
savunuyordu. Ancak Karabağ'daki Azeri nüfus savaş nedeniyle göçe mecbur edildiği için burada
yapılacak bir referandumun bir anlamı bulunmuyordu. Bakü, yine AGİT'in ' toprak bütünlüğünün
değişmezliği ' ilkesine göre, Karabağ'ın Azerbaycan terkibinde kalması kaydıyla en yüksek statüyü
vermeyi kabul ediyordu. Referanduma değişik biçimde sıcak bakan Azeri ve Ermeni liderler ise, AGİT
İstanbul zirvesinde, Karabağ'da barış anlaşması imzalanmadan önce mutlaka Ermenistan ve
Azerbaycan'da anlaşmanın halk referandumuna sunularak onaylatılacağını ifade etmişlerdi.
Peki Ermenistan'ın neyi vardı, neye güveniyordu? Ermenistan, Bağımsız Devlet Topluluğu ülkeleri içinde
en fakir ülkeydi. Yapılan bir araştırma Ermeni vatandaşlarının yüzde 95'inin dışarıdan gelen insani
yardımlarla yaşamlarını sürdürdüğünü gösteriyordu. Ermenistan'ın petrolü yok, yabancı yatırımcıları
çekecek cazip bir zenginliği de yoktu. Ermenistan, bölgedeki Rus üslerinin askeri desteğiyle savaşta galip
gelmiş gözüksede barışa mahkumdu. Rusya Ermenistan'ın ekonomisini düzeltemezdi. Nihayet bu acı
gerçeğin farkına varan Ermeni yöneticiler,' sosyal patlama ' endişesi ile şimdi bu zor kararın
eşiğindeydiler. Ermeni halkı, Karabağ'ın faturasını artık ödemek istemiyor, insanca yaşamak istiyordu.
Erivan politikasına Karabağ kahramanlığı edebiyatıyla sinen Karabağlıların hakimiyeti, Ermenistanlıların
içine sinmiyordu.
Radikal görüşleri ve taviz vermeyen tutumu ile tanınan Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan,
2000'den önce son düzenlediği basın toplantısında bu ikilemi şöyle açığa vurdu : " Ya Rusya'ya
yaslanacağız ya ABD'ye. " Ermeniler tarih boyu birilerine yaslanarak bugünlere geldiler; kendi kararlarını
kendileri vermediler, başkaları tarafından sürekli yönlendirildiler.100 yıldır ise Ermeniler Rusların
maşasıydı. Ama Rusya eski Rusya değildi. Rusya, Osmanlı imparatorluğunun çöküş zamanında olduğu
gibi milli devletini arıyordu. Ruslar Atatürk'ünü bulduğu zaman bu radikal adımı atacaklar; bugün buna
hazır değillerdi. İşte o zaman arka bahçe Ermenistan'a ihtiyaçları kalmayacaktı. Oskanyan, yeni dünya
düzeninde dünya jandarmalığına oynayan ABD'nin 21. yüzyılda kendilerine Rusya'dan daha fazla yararlı
olacağını anlamaya başlıyordu. Bu değişim gerçekleşirse Azerbaycan'ın çıkarı ne olurdu ? Bu değişim
2000 yılı başında gittikçe belirginleşiyordu.
ESKİMEYEN YENİ : GOBL PLANI
1999 ve 2000 yıllarında Karabağ'da kalıcı barışın sağlanması için çaba gösteren Azerbaycan Devlet
Başkanı Haydar Aliyev ve Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan'ın yedi defa yaptıkları ikili
görüşmelerde " Gobl planı " olarak bilinen öneri üzerinde durdukları ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel'in onayını alan plana Rusya Başkan Vekili Vladimir Putin'in Demirel'e 29 Şubat
2000'de gönderdiği mektup ile Kafkas İstikrar Paktı ile birlikte Karabağ ihtilafı çözüm önerisine de
olumlu yanıt vermesi, tarafları barış masasına daha da yaklaştırdı.
Azatlık Radyosu eski Müdür Yardımcısı ve Kafkasya uzmanı bir Amerikalı olan Paul Gobl, tarafından
henüz soğuk savaş döneminde ortaya atılan öneriye göre Karabağ ile Zengezur bölgesinin Azerbaycan ve
Ermenistan arasında değiştirilmesi öneriliyordu. İlk defa merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın daha
sonra eski Başbakan Bülent Ecevit'in de desteklediği ' Gobl planı ' olarak bilinen bu öneriden
Koçaryan'ın ek yapılması için direttiği " Bakü -Ceyhan hattının uzunluğunu 1700 kilometreden 1100
kilometreye düşüren ve maliyetini 1.5-2 milyar dolara çeken Hazar petrolüne Ermenistan güzergahı "
şartı kapsam dışına alındı.
Bunun yanı sıra plan üzerinde bazı rotüşler yaparak güncelleştiren Azeri ve Ermeni liderlerin toprak
değişimi yerine koridor değişimi esasını kabul ettiği, bunu ilke olarak imzalamak istemişlerdi. Buna göre
Ermenistan ile Karabağ'ı birbirine bağlayan 20 km'lik Laçin koridorunun genişletilerek 40 km yapılması
öngörülürken karşılığında Erivan Azerbaycan ile Nahçıvan'ı birbirine bağlayan ve savaş öncesi demiryolu
hattı bulunan koridoru, karayolu ulaşımı da sağlanacak biçimde kullanıma açacak ve koridor Azerbaycan
mülkiyetine verilecekti. Bu arada sorunun çözümü için arabuluculuk yapan AGİT Minsk Grubu'nun
Ermenistan'da Koçaryan hakimiyetinden sonra taraflara önerdiği, ancak Bakü'nün karşı çıktığı "
Karabağ'da ortak devlet " planıda yumuşatıldı. İmzalanacak ilke anlaşmasından ortak devlet ifadesi
çıkartıldı. Bunun yerine Karabağ Cumhuriyeti'nin hukuki olarak Azerbaycan terkibinde kalacağı
belirtildi. İki ülkede bu anlaşmayla birbirlerinin toprak bütünlüğünü tanıyacağını ilan edecekti. Ancak,
anlaşmaya göre Karabağ yönetimine içişleri, dışişleri, savunma, ekonomik ilişkilerde serbestiyet
tanınıyordu. Anlaşma metninde bayrağı, parası, marşı olacak Karabağ Cumhuriyeti'nin bağımsız
olmayacağı, cumhurbaşkanı ve parlamentosunu kendisinin seçeceği kaydedildi.
Erivan, bu ilkeler çerçevesinde öncelikli olarak işgal ettiği 7 Azeri kentini boşaltarak buraya Azeri
göçmenlerin dönmesini imkan tanıyacaktı. Göçmenlerin dönüşü sırasında güvenliğin sağlanması için
geçici olarak çok uluslu barış gücünün Karabağ ile diğer 7 kent arasındaki tampon bölgeye yerleştirilmesi
sağlanacaktı. Karabağlı Azeri mültecilerin ise dönüşü kendi isteklerine bırakılacaktı. Bu barış gücünde
Rus askeri sayısının oranı konusunda ise henüz anlaşmaya varılamadı.
Öte yandan liderlerin görüştüğü Gobl planının sızması üzerine harekete geçen Azeri muhalefeti kendi
aralarında bu plana karşıt bir birlik oluşturdu. Azerbaycan Aydınlar Birliği önderliğinde 26 Şubat 2000'de
biraraya gelen 210'a yakın parti, dernek, vakıf tipindeki sivil toplum örgütleri tarafından Milli Mukavamet
Harakatı kuruldu. Elçibeyin bu politikasını yürüten Aliyev'e darbeler düzenlemiş Türkiye masası şefi
Başbakan Müşaviri Yasin Aslandan başkası değildi. Bu haraketin başında Ebulfeyz Elçibey bulunuyordu.
Elçibey iktidarı döneminde de Gobl planına sıcak bakmamıştı. Toprağa toprak değişmek Ermenilerin
işgalci tutumuna haklılık kazandırmak anlamına geliyordu.
ABD'nin, Karabağ'da barış için önerilen "toprak değişimi" projesini kabul etmesi için Ermenistan
yönetimine, bu ülke ekonomisine 3 milyar dolar yatırım yapmayı vaat ettiği ileri sürüldü. Rusya'n ın
İzvestiya gazetesinin, Ermenistan'ın Aravot gazetesinde yer alan bir habere dayanarak verdiği habere
göre, Ermenistan yönetimi de toprak değişimi karşılığı yatırım önerisini "kabul etme eğiliminde"
bulunuyordu. Haberde, "Aravot gazetesi, iyi haber alan kaynaklara dayanarak, Ermenistan yönetiminin,
Karabağ sorununun çözümü konusunda ABD tarafından önerilen seçeneği kabul etme eğilimi içerisinde
bulunduğunu bildirdi. Bunun karşılığında ABD, Ermenistan ekonomisine 3 Milyar dolar yatırım yapmayı
vaadettiği kaydedildi" denildi. İzvestiya'nın haberinde, Azeri ve Ermeni heyetleri arasında yarın, ABD'nin
de katılımı ile Washington'da toplantılar başlatılacağı, bu toplantıların başlatılacak olmasının da ABD'nin
toprak değişimiyle ilgili önerileri konusundaki haberlerin dolaylı bir teyidi anlamına geldiği kaydedildi.
İzvestiya gazetesi, ABD'nin bu planının kabul edilmesi halinde, Rusya'nın Kafkasya'daki tek dayanağı
olan Ermenistan'ı da yitireceğini ve Kafkasya'daki rolünü tamamen kaybedeceğini öne sürüyordu.
Haberde, planın uygulanmaya konulması halinde Rusya'nın, "Azerbaycan'ın ana petrolünün uluslararası
pazarlara aktarılmasında rol alması olasılığının da tamamen ortadan kalkacağı" kaydedildi. Planın
uygulanmasının, Azerbaycan ve Türkiye arasında doğrudan bir koridor açacak olması dolayısıyla Rus
basını, önerinin, Rusya'nın bölgedeki çıkarlarını sarsacağını savunuyordu. Toprak değişimi önerisi
yıllardır gündemde bulunuyordu. Rus ve Ermeni basınının iddialarına göre, ABD'nin de artık resmen
üstlendiği, Dışişleri Bakan Yardımcısı Strobe Talbott'ın sahip çıktığı bu plan, "Karabağ'ın bağımsızlığının
Azerbaycan tarafından kabul edilmesini, Karabağ ve Ermenistan arasında kalan Azeri toprakları üzerinde
bulunan Laçin koridorunun Ermenistan'a verilmesini, bunun karşılığında da Nahçıvan bölgesi ile
Azerbaycan arasında kalan Ermeni toprağı Zangezür bölgesinin Azerbaycan'a verilmesini, böylece
Nahçıvan ve Azerbaycan'ın bağlanmasını" öngörüyordu
Aynı plana karşı çıkan Karabağ Genelkurmay Başkanı Samuel Babayan ise Taşnaklar ve yasadışı Dro
örgütü ile birlikte Erivan yönetimini söz konusu şartlarda anlaşmanın imzalanmaması için baskı
yapıyordu. Meclis baskını ile bu barışın imzalanmasına fiili olarak engel olan Babayan'ın arkasında kimin
olduğunu Bakü ve Erivan iyi biliyordu. Barışa engel olan asıl güç Rusya idi. Nitekim 3 Mart 2000'de
Rusya ile Ermenistan, Rusya Federasyonu'na bağlı askeri üssün Ermenistan'da 25 yıl daha faaliyet
göstermesine ilişkin bir anlaşma imzaladı. Ermenistan'ın başkenti Erivan'da imzalanan anlaşma, Rusya'ya
ait 102. birliğin Ermenistan'da 25 yıl daha kalmasını öngörüyordu. Anlaşma, taraflar arasında 16 Mart
1995'te imzalanan askeri işbirliği anlaşmasının bir parçası olarak değerlendiriliyordu. Ermenistan'da
askeri üs bulunduran aynı Rusya, bu ülke ile Azerbaycan arasındaki Yukarı Karabağ sorununu çözmek
için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı bünyesinde oluşturulan Minsk grubunun eşbaşkanlığını
yapıyordu. Ermenistan, Azerbaycan topraklarının halen yüzde 20'sini işgal altında tutuyordu. Rus askeri
gücü, herhangi bir barış anlaşmasının imzalanması halinde anlaşmayı provoke etmek için hazır
bekliyordu.
Rus derin devletinin sahibi Rus askeri ve istihbarat gücü, Moskova'nın resmi dış politikası ile hiç
uyuşmayan biçimde haraket ediyordu. Rutin dışı davranıyordu. Ermenistan'da 27 Ekim 1999'da
parlamentoya yapılan kanlı saldırıyla ilgili soruşturma nedeniyle Devlet Başkanı Robert Koçaryan ile
parlamento arasında gerilim yaşanıyordu. Parlamento, 25 Nisan 2000'de aldığı kararla Koçaryan'a karşı
azil sürecini başlatmayı benimsemişti. Gerilim, dönemin başbakanı Vazgen Sarkisyan, parlamento
başkanı Karen Demirciyan, parlamentonun iki başkan yardımcısı, bir bakan ve üç milletvekilinin
öldürüldüğü kanlı baskının soruşturmasını yürüten askeri başsavcı Gagik Cihangiryan nedeniyle tırmandı.
Parlamento, olayla ilgili düzenlediği oturuma Cihangiryan'ı da davet etti.
Ancak Koçaryan, Cihangiryan'ın parlamentoyu etkileyebileceğini, parlamentoya baskı yapabileceğini
gerekçe göstererek, askeri başsavcının oturuma katılmasını bir kararnameyle yasakladı. Bunun üzerine
Cihangiryan, protesto amacıyla istifa ettiğini açıkladı, parlamento oturumuna da sıradan bir vatandaş
olarak katıldı. İlerleyen saatlerde de parlamentonun, Koçaryan hakkında azil soruşturması başlatma kararı
aldı. Parlamentonun, azil için 3'te 2 çoğunlukla karar alarak, bunu Anayasa Mahkemesi'ne götürmesi
gerekiyordu Anayasa Mahkemesi'nin de bir ay içerisinde bu konuda karar vermeliydi. Koçaryan'ın
parlamentoyu fesih hakkı da bulunuyordu, ancak azil süreci başladığında bu yetkisini kullanamazdı.
Cihangiryan, 27 Ekim olaylarını "darbe girişimi" olarak tanımlamış, soruşturması çerçevesinde
Koçaryan'ın yakın çevresinden kişileri de tutuklamıştı. Koçaryan, ya yakın çevresini korumaktan
vazgeçecek yada azledilmeyi göze alacaktı. Karabağ sorunun Erivan'da oluşturduğu derin devlet yine
barışı ve Ermenistan yönetimi teslim almıştı. Susurluk bu defa değişik versiyonu ile Ermenistan'da
hortlamıştı.
ABD, bu çelişkiler yumağında Kafkas'a askeri gücünü sokmak istiyordu. Bakü-Ceyhan ve boru hatlarının
güvenliği bunu zorunluluk haline getirdi. ABD-Ermenistan ilişkilerinin gelişmesi, Amerikan
politikalarının uygulanmasını kolaylaştıracaktı. Amerikalı uzmanlara göre Ermenistan Türkiye ile
ekonomik ilişkilerini geliştirerek sosyal patlamadan kurtulacaktı. Karabağ barışı çerçevesinde bölgeye
yerleştirilecek çok uluslu barış gücü, ABD'nin Kafkaslara askeri açıdan el uzatmasının en akılcı yoluydu.
Karabağ barışının bir türlü gerçekleşmemesinde en önemli etken Rusya'nın bu isteğe direnciydi.
Ermenistan'da bulunan resmi rakamlara göre 30 bin esasen 50 bin olan Rus askeri sayısı Erivan'ı yön
değiştirme konusunda zorluyordu. Ancak 20 yüzyılın son üç yılında bu gücün konuşlandığı üslerde görev
yapan Rus askerlerinin gittikçe Ermeni kökenlilere dönüştürülmesi işlemi tamamlandı. Rusya'daki bir
milyon Ermeninin erkekleri askerliklerini bu üslerde yapıyor ve geri gönderilmiyordu.
Ermenistan, Rus askerini ülkesinden gönderme kararı aldığı gün üste kalan Rus askeri sayısı ortaya
çıkacaktı. ABD, Ermenistan'ın temayülünün samimiyetine ancak bu radikal karardan sonra inanabilirdi.
Bölgede Rusyasız barış olmuyordu; ancak bugüne kadar Rusyalı da olmadı. Rusya, 1999-2003 yılını
kapsayan Çeçenistan operasyonu ile gerçek yüzünü gösterdi. Rusya Devlet Başkan Vekili Vladimir
Putin'in, başkan seçilmeden önce 5 Mart'da Rusya'nın bir gün NATO'ya eşit ortak olarak katılabileceğini
açıklaması, Bakü'de şaşkınlık ve kuşku ile karşılanıyordu.
Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı Dış İlişkiler Müdürü Nevruz Memmedov, Rusya'nın NATO'ya
alınmasının dünya politikalarına olumlu biçimde yansıyacağını ifade ederken, kuşkularını da dile
getirmeden edemedi. Putin'in ciddi olup olmadığının araştırılmasını isteyen Memmedov, " Bu sürpriz
çıkışın ardında yatan gerçek nedenler ve sır perdesi aralanmalı. " diye ikaz ediyordu. NATO'nun öncelikli
olarak Varşova Paktı karşısında kurulduğunu, ancak bugün aynı fonksiyona sahip olmadığını hatırlatan
Memmedov, NATO'nun artık Avrupa'da güvenlik ve istikrarın sağlanması için aktif rol oynadığına dikkat
çekti. Memedov, Rusya'nın NATO üyesi olmasının Kafkaslarda barışa da olumlu etki yapacağına işaret
ediyordu. Putin'in ciddi olmadığı daha sonraki beyanatlarında NATO'nun genişlemesine karşı
çıkmasından anlaşılacaktı.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra çoğunluğu eski Sovyet ülkelerinde olmak üzere Barış İçin
İşbirliği ( BİO) programı çerçevesinde Rusya ile de ilişkiler kuran NATO, en son Balkanlarda Kosova
operasyonu ile Rusya'yı bölgede by-pass yapmıştı. BİO programları kapsamında alınan kararlara katılan
Rusya, aleyhinde olabilecek girişimleri bugüne kadar sürekli engelledi. NATO dışı ülkelerin yaptıkları
toplantılarda daima veto hakkını kullandı. Bu nedenle Dnyster ve Karabağ sorunu gibi barış gücü
gerektiren konularda Rusya, Ukrayna, Moldovya, Gürcistan ve Azerbaycan'ın fonksiyonel askeri güç
kullandırılması önerilerine oy vermeyerek bugüne kadar konsensusu bozdu. NATO'nun doğuya doğru
genişleme politikasına da karşı çıkan Rusya, NATO'nun Kafkaslarda da etkinliğini artırmaması için
yoğun çaba harcıyordu..
SUİKASTLAR PEŞPEŞE
Ermeni Parlamentosu'na düzenlenen baskından sonra 21 Mart 2000 geceside Yukarı Karabağ'ın sözde
cumhurbaşkanı Arkadi Gukasyan'a suikast düzenlendi. Gukasyan, Karabağ'da saldırıya uğrayan ilk lider
değildi. Nisan 1992'de selefi Artur Mıkırçyan hâlâ açıklığa kavuşmayan bir suikasta kurban
gitmişti.Gukasyan'ın ağır yaralandığı suikastın eski genelkurmay başkanı taraftarlarınca düzenlendiği
ortaya çıkıyordu. Rus istihbaratı ve Samuel Babayan yine sahnedeydi. 1991 yılında işgal ettikleri Yukarı
Karabağ'da ayrı yönetim ilan eden Ermenilerin sözde "cumhurbaşkanı" Arkadi Gukasyan'ın uğradığı
suikast girişiminde ağır biçimde yaralanmıştı, ama hayati tehlikesi bulunmuyordu.
Suikast girişiminde parmağı olduğu gerekçesiyle eski savunma bakanı ve Genelkurmay başkanı Samvel
Babayan gözaltına alındı. Babayan'ın 28 adamıda gözaltına alınmıştı. Babayan, Yukarı Karabağ'da Aralık
1999'da meydana gelen iç hesaplaşmalar sırasında, Savunma Bakanı General Seyran Oganyan tarafından,
Genelkurmay başkanlığı görevinden alınmış, yerine general Mofses Akopyan atanmıştı. Arkadi
Gukasyan'a düzenlenen suikast girişimi, cumhuriyette sivil ve askeri yönetim arasında son aylarda
tırmanan gerginliğin had safhaya ulaştığını ortaya koyuyordu. Gerginlik, 1999'da Gukasyan ile dönemin
hem "savunma bakanı", hem de "genelkurmay başkanı" olan Samvel Babayan arasında çıkan ihtilafla
başlamış, Babayan önce "savunma bakanlığı" görevinden, bir süre sonra da "genelkurmay başkanlığı"
görevinden azledilmişti.
Babayan'ın azli gerginliği daha da tırmandırmış, ardından ordunun ileri gelen komutanlarından bazıları,
özellikle de Babayan'ın destekçileri, yolsuzluk iddialarıyla tutuklanmış veya görevlerinden alınmışlardı.
Babayan'ın görevden uzaklaştırılmasının asıl sebebi Meclis baskınıydı. Taşnak terörist gazeteci Naira
Unanyan'ı kullanan Babayan ve Rus istihbaratı, Karabağ anlaşmasının imzalanması arifesinde terör
eylemi ile barışa engel oluyordu. Babayan tutuklandıktan sonra verdiği ifadelerde Rus istihbaratı ile
planladıkları karanlık eylemleri bir bir anlattı. Ermeniler Rusya'nın ülkelerini sürekli karıştırmasından
anlaşılan usanmamıştı!
Koçaryan ile Gukasyan arasında iyi bir diyaloğ vardı. Gugasyan, Babayan'a yönelik operasyonu,
"cumhuriyette demokrasi ve hukuka dayalı düzen kurulmasına yönelik çabalar" olarak değerlendiriyor ve
"barış döneminde ordunun siyasete karışmasına izin verilemeyeceğini" söylüyordu. Gukasyan'ın, Karabağ
savaşındaki başarıda büyük payı olan Babayan ile çekişmesi, gerek Ermenistan'da, gerekse Karabağ'daki
bazı siyasi çevrelerde rahatsızlık oluşturmuş, Babayan parti kurup siyasete atılacağını ilan edince,
endişeler biraz olsun giderilmişti.
Yukarı Karabağ'da 18 Haziran'da parlamento seçimleri yapılması planlanıyordu. Babayan'ın
parlamentoda çoğunluk oluşturma ihtimalinin güçlü olması, dolayısıyla Gukasyan'a karşı güçlü muhalefet
oluşturması Koçaryan'ında işine gelmiyordu. Ancak seçimlerin parti listeleriyle değil, sadece bağımsız
adayların katılımıyla yapılacağının birkaç gün önce açıklanması, Babayan ve yandaşlarının planlarını
altüst etti. Suikast girişimi sadece Gugasyan'a yönelik değildi; asıl hedef Koçaryandı. Arkadi Gukasyan,
Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan'ın Ermenistan ordusunun üst yönetiminde yaptığı
değişiklikleri örnek alarak, kendisine bağlı isimleri Karabağ ordusunda kilit noktalara getirmişti. Bu da,
sinirlerin biraz daha gerilmesine yol açtı. Bu gerginliğe 18 Aralık 1999'da dikkat çeken İzvestiya
manşetten verdiği haberinde Karabağ'da darbe olabileceğini yazmıştı. Ayrıca Ermenistan'da, hem de
Karabağ'daki karışıklıkların başlamasının nedeni, Ermeni diasporasından gelen paraların paylaşımındaki
çatışmalardı. Ermeni diasporası, Ermenistan'a ve Karabağ'a yardım yağdırıyordu. Üstelik Rus istihbaratı
tarafından kullanan Babayan, çok tehlikeli bir konuma gelmişti. Gugasyan'a suikast ters dönmüş
Babayan'ın siyasi hayatını bitirmişti.
Rus askeri Ermenistan'ı terkettiği gün Karabağ barışı yakın demekti. Ermeni yöneticiler, bu zor kararı
almalıydı. Azerbaycan ve Ermenistan, siyasi ve ekonomi hayatlarını ipotek altından başka türlü
kurtaramazdı. Karabağ'da kalıcı barış sağlanmadan ne Bakü-Ceyhan hattı nede Azeri petrolüne yapılan
yatırımlar güvencede olmayacağı aşikardı.
ARKA BAHÇEYE DÖNÜŞ
Rusya, devlet başkanlığına Vladimir Putin'in seçilmesiyle Çeçenistan'da ' imha işlemi' nin
tamamlanmasnın ardından eski 'arka bahçe' olan Güney Kafkasya'daki Azerbaycan ve Gürcistan'a radikal
dönüş yapmaya hazırlanıyordu. Eski bir Sovyet bürokratı olan ve son 10 yıldır dış politikadan sorumlu
devlet müşaviri hüviyetiyle bağımsızlıktan sonraki tüm Azerbaycan Cumhurbaşkanlarının
Başdanışmanlığını yapan Vefa Guluzade, Ankara'yı uyararak " Karabağ'da barış anlaşması
imzalanmayacak. Yeni bir Karabağ savaşı için hazırlıklı olun. Bakü-Ceyhan ve Hazar geçişli Türkmen
gazına vize vermeyecekler. Kafkas İstikrar Paktı'na Ruslar bir paçavra gözü ile bakıyor. " mesajını verdi.
Gerçekleri açıkca ifade edebilmek için resmi görevinden istifa ederek Amerikalı stratejistlerle birlikte
Hazar Araştırmalar Fonu'nu kuran Guluzade, Ankara'yı uyaran çok önemli açıklamalarda bulundu.
Guluzade'nin net uyarısını tarihe düşmesi açısından ZAMAN için yaptığım röportajdan aynen
alıntılıyorum: (47)
- Karabağ barış anlaşması AGİT zirvesinde imzalanacaktı. Ne oldu; barışı kimler istemiyor?
V.Guluzade : Anlaşma hazırdı. Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan ikna edilmişti. Ermenistan
parlamentosuna düzenlenen baskınla Başbakan Sarkisyan
ve Meclis başkanı Karen Demirciyan'ın öldürülmesi barışa sıkılan kurşundu. Suikastta uğrayan sözde
Karabağ cumhurbaşkanı Arkadi Gugasyan'da görüşmelere katılmış ' olur' vermişti. Barış isteyen herkesin
ortadan kaldırılması için talimat verildi. Sıradaki suikast Koçaryan'a yapılacak. Bu nedenle Koçaryan
barışı anlaşmasını imzalamak için çekinik davranıyor. Rusya Savunma Bakanlığı, dışişleri bakanlığı gibi
görev yapıyor. Rus ordusunun üst düzey yetkilileri barış istemiyor. Ermenistan'da 4 Rus üssünde 50 bin
Rus askeri var. 25 yıl daha burada kalınması için anlaşma imzalandı. İsterlerse bir haftada bunun üç katını
bölgeye getirirler. Ermenistan'ın iç politikasını karıştırıyorlar. Eski cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan
barış istedi diye gönderildi. Erivan yönetiminin sürekli radikallerden oluşması için suikastlar yapılıyor.
Ilımlı hale gelenler gidiyor, barış konusunda uzlaşylımayacak radikal politikacılar getiriliyor. Şimdi
Koçaryan gidecek, Zori Badalyan gibi barışı görüşemeyeceğimiz biri yönetime getirilecek.
- Azeri ve Ermeni liderler arasındaki görüşmeler tıkandığına , AGİT Minsk Grubu'da devre dışı kaldığına
göre barış çok uzakta mı görünüyor ?
V. Guluzade : Allah bir, iki değil. Ayrı Azeri ve Ermeni Allahları yok ki, aralarında anlaşsınlar. İki
cumhurbaşkanı artık biraraya gelemiyorsa durum çok ciddi demektir.
Azerbaycan'a tekrar geri dönmek isteyen Rus ordusu savaş çıkması için provakasyonlar hazırlıyor. Putin
cumhurbaşkanı seçildikten sonra sahneye konacak. Önce Çeçenistan'da imha işlemi bitirilecek. Sıra
Azerbaycan ve Gürcistan'a gelecek. Bu bölgeden Hazar petrol ve gaz rezervlerinin Moskova'nın inisiyatif
olmadan nakledilecek olmasını hazmedemiyorlar. Haydar Aliyev çok güçlü bir politikacı. Ruslar, O var
iken kirli işlerini göremiyor. Aliyev'den sonrası için planlarını yapıyor. Kaç defa suikast düzenlendi.
Öldüremediler. Sağlık durumunu yakından takip ediyorlar. Aliyev sonrası için sanıldığı gibi eski
cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov'u değil, Azerbaycan Güvenlik Teşkilatının eski başkanı Vakıf
Hüseynov'a getirmek istiyorlar. Barışın olmayacağı ortaya çıkınca Azeri kamuoyu ayaklanacak. Savaş
çıkacak. Ancak bu savaş yine Azerbaycan'ın aleyhine olabilir. Ermeni ordusu bizim ordudan güçsüz: ama
savaşan ilk savaşta olduğu gibi Rus ordusu. ilk savaşta 35 bin kişi öldü, 700 kasaba ve köyümüz talan
edildi. Burasının yüzölüçümü iki Çeçenistan kadar. Savaşı başlatıp, Gence'yi, Kazak'ı işgal etmek, Rus
ordusunu Azerbaycan'a yerleştirmek istiyorlar. Bildiklerim var, bu ciddi bir uyarıdır. Türkiye ile
Azerbaycan'ın ilişkileri 1993'deki gibi değil. Artık stratejik ortağız. Askeri alanda dahil her alanda
işbirliğimiz var. Ankara, ikinci savaşta ilkinde olduğu gibi davranamaz, lakayt kalamaz. Bu defa tepki
göstermeye ve savaşa hazırlıklı olmalı. Çünkü bu savaş başlarsa ne Bakü-Ceyhan kalır nede Hazar geçişli
Türkmen gazı projesi.
- Türkiye ne yapabilir; NATO gücü bölgeye gelebilir mi ?
V. Guluzade: Türkiye, Rusya ile ilişkilerini geliştirmeli ve Kafkasya'daki sorunları ilişkilerinin bir
numaralı meselesi yapmalı. Çeçenistan'da gerek Türkiye, gerekse
Batı dünyası ve ABD yaşanan insanlık dramına iç sorun diye seyirci kaldı. Ermenistan, Türkiye'ye
muhtaç fakir bir ülke. Rusya'nın elinden kendilerini kurtaramıyor, bağımsız karar alamıyorlar. Halbuki
barış en çok bu ülkeyi kalkındıracak. Türk iş adamları ülkelerini ihya edecek. Bu koz kullanılmaya devam
etmeli, Türk-Ermeni sınırı açılmamalı. Ermenistan'ı barışa yaklaştıran bu unsurdur. Rusya'nın en büyük
korkusu bölgeye çok uluslu bir barış gücünün gelmesi. NATO gelsin Abşeron'da üs verelim önerisini
yaparken bir kırılmanın artık olması isteğini dile getirdim. Rusya, Bakü'de yönetimine Rus yanlılarını
getirerek Batı yanlılarını uzaklaştırıyor. Batı dünyası, enerji rezervlerinin merkezi olan Azerbaycan'ı
yalnız bırakamaz. Er geç bölgeye barış gücü gelecek. Rusya, karanlık eylemlere karışarak geleceğini
karartıyor. Barış için işbirliği yapsa, bu kendi yararına da olur.
Demirel'e ikinci cumhurbaşkanlığı yolunun kapandıktan sonra 5 Nisan 2000'de MHP'liler Azerbaycan'ın
eski cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey'i Ankara'ya getirmişti.. İktidardaki MHP, artık Demirelli bölge
politikaları istemiyordu. Elçibey, Türkiye'de Demirel dışında üst düzey yetkililerden 7 yıldan sonra
yoğun bir ilgi gördü.
Elçibey, Kafkaslarda Rusya'nın ülkeleri karıştırmaya devam edeceğini belirterek, yırtıcı düşmanlarına
karşı Azerbaycan'ın Türkiye'nin yardımı ile NATO'ya üye olmasını istiyordu. Azerbaycan'ın güvenliğinin
NATO çerçevesinde sağlanabileceğini, Kosova barış gücünde görev alan 50 Azeri askeri ile bu sürecin
başlattığını söyleyen Elçibey, Ermenistan'la süren ihtilaf nedeniyle NATO'nun üyeliklerine yanıt
vermediğini ifade ediyor ve ekliyordu: " Azeri ordusunun Avrupa tipli olması için çaba gösteren
Türkiye'nin desteğiyle bu konuda olumlu bir karar alınacak." Karabağ'a barışçı bir çözüm bulunmazsa
kaybedilen toprakların savaşarak geri alınması için 210 sivil toplum örgütünün birleşmesiyle Milli
Mukavamet Haraketi'ni kurduklarını dile getiren Elçibey, haraketin amacına yönelik bir soruyu, "
Kıbrıs'ta da böyle bir haraket olmuştu, tüm dünyada vardır.Düzenli orduya ve iktidara karşı değiliz.
Halkın tabanındaki gücünü dış güçlere karşı birleştirmeyi hedefliyoruz. Karabağ gibi önemli bir konuda
iktidar-muhalefet konsensusu sağlıyoruz. " diye cevaplandırıyordu.
İran'daki 30 milyon Azeri Türkü ile Azerbaycan'ın birleşerek 40 milyonluk bir bölge gücü olması tezini
savunan Elçibey, Türkiye ile konfederasyona gidilmesini de önererek, böylece 110 milyon nüfusa sahip
bir gücün ortaya çıkacağını ileri sürdü. Bir milyonu aşkın Azeri göçmen yokluk çekerken dünyanın buna
sustuğuna dikkat çeken Elçibey, BM'de Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünün korunması ile ilgili karar
onaylanırken, Azerbaycan'dan büyük petrol payları koparmış ABD, Fransa ve İngiltere'nin tasarıya
çekimser kalmasını sert bir dille eleştirdi. Elçibey, bütün petrol ve doğal gaz boru hatlarının Türkiye'den
geçmesini desteklediklerini ifade ederken 1993'de devrilmesine yol açan isyan konusundaki bir soruya, "
Rusya, İran ve Ermenistan istihbaratı ortak bir planla iktidarımı devirdiler. Kardeş kanı dökülmemesi için
Rus oyununu bozarak geri çekildim. Rus askerini ülkemden gönderirken 10 gün sonra devrileceğimi
biliyordum. " diye ifşaatda bulundu. Elçibey’in siyasi koordinatörü MHP Sivas Milletvekili Mehmet
Ceylandı. Daha sonra MHP ile anlaşamayarak BBP’ye geçmişti.
MHP'nin Azerbaycan'ın eski Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey'i Ankara'ya getirmesinin ardından ANAP
İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın başkanı olduğu Türk Demokrasi Vakfı'da Azerbaycan
Meclis'inde 6 milletvekili ile ikinci büyük parti olan Azerbaycan Demokrat Parti lideri, Azerbaycan eski
Adalet Bakanı İlyas İsmailov'u Ankara'ya getirdi. ANAP milletvekili Süleyman Çelebi refekâtında
haraket eden İsmailov, İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, Devlet Bakanı Edip Safter Gaydalı ve Devlet
Bakanı Rüştü KazımYücelen ile biraraya geldi. Elçibey gibi Demirel dışında tüm siyasilerle görüştü.
İsmailov'da Karabağ sorununu da gündeme getireceklerini, sorun eğer barışçı yolla çözümlenmezse
savaşla kaybedilen toprakların geri alınması için mücadaleye hazır
olduklarını ifade ediyor, 11 Mart 1999'da Avrupa Parlamentosunun bir karar kabul ederek " Ermeni
toprağı " Karabağ ile Azerbaycan'ın ortak devlet esasına göre anlaşma sağlamasını istemesine karşı
çıkıyordu. Azerbaycan'dan petrol payları kopartan ABD,İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde Azerbaycan'ın
toprak bütünlüğüne halel getiren bu çözüme ses çıkarmamıştı. Ermeni Dışişleri Bakanı Oskanyan, AP'nin
bu kararından cesaret alarak ortak devlet önerisine sıcak bakıyordu. Dünya 21. Yüzyılın eşiğinde bir
toprak işgaline daha gözyummuş, BM ve Wilson ilkeleri yine çiğnenmişti.
Daha açık konuşabilmesi için Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in direktifi doğrultusunda istifa
ettirilmiş eski Başdanışman, Hazar Uluslar arası Araştırmalar Fonu Başkanı Vefa Guluzade, Rus Lider
Vladimir Putin'in Rusya Güvenlik Konseyi'nde ortaya koyduğu yeni Kafkas askeri doktrini üzerine yine
radikal konuşmaya başlıyordu. Rusya 'nükleer silahı ilk kullanan bizde olabiliriz ' diye açıklama yaparak
Batı'nın gözünü korkuturken, ofsayta düşüyordu. NATO'daki Daimi Temsilcimis Onur Öymen bu sırada
Bakü'de NATO'nun Bakü ofisinin açılması için girişimde bulunuyordu. Amerikalılar Kafkasya'da taşın
altına hemen ellerini koymak niyetinde değildi.Türk askerini kullanmak istiyordu. Türkiye ise temkinli
davranıyordu. Türkiye'nin Azeri ordusunu eğitmesinin yeterli olmadığını belirten Guluzade, ' NATO'ya
Abşeron'da üs verelim' teklifi geri tepince bu defa Türk Silahlı Kuvvetlerine Azerbaycan'da üs
verilmesini önerdi .Azerbaycan ve Gürcistan için tehdit oluşturduğuna dikkat çeken Vefa Guluzade, "
Rusya'nın Azerbaycan'a baskıları artacak. Armavir'de 2 bin askerle ortak askeri eğitimde bunun hazırlığı
yapıldı. Ermenistan-Rusya ittifakına karşı Azerbaycan-Türkiye askeri ittifakı karşısına çıkmalıdır. Uyanık
ve hazır olmalıyız " diyordu.
Çeçenistan'daki 41. Rus kolordusunun güçlendirildiğini, ancak Gence ve Yevlak'a yönelik saldırının
Ermenistan üzerinden geleceğini ileri süren Guluzade, " Kısa sürede güçlü ordu kurmamız zor.
Ermenistan Rusya'dan silah alıyor;Azerbaycan ise küçük ve zayıf bir ülke. Türkiye bu işleri artık
üstlenmelidir. Moskova maden Türkiye'yi rakibi görüyor, o halde Türkiye askeri güçlerini ülkemize
konuşlandırsın. Aksi halde Bakü-Ceyhan petrol boru hattı gibi stratejik projelerin geleceği olmayacak. "
şeklinde konuşmuştu.
İşgal altındaki toprakların geri alınacağını, ancak bugün Azerbaycan'ın işgal altında olmayan topraklarını
korumak zorunda bırakılacağını öne süren Guluzade, " Moskova, Batı'nın baskısından kaygı duymuyor.
ABD ve Avrupa devletlerini tepkilerini ortaya koymalılar. Rusya sadece Kafkasya'da değil, Orta Asya ve
kaybettiği Baltık ülkelerine de dönüş yapmak istiyor. Buna askeri,ekonomik ve siyasi güçleri yetmez. Bu
çıkış Putin'in sonu olacak. Ancak bu yıkıntıların altında kalabiliriz. Bundan korkuyorum. " diye
endişelerini dile getiriyordu. Guluzade, Putin'in arka bahce adlandırılan bölgelere " önce iş adamı sonra
büyükelçi gider " sözlerine şu şekilde bir yorum getirdi : " Önce askerleri ve generalleri gider; iş adamları
hiç gitmez. Generalde vali olur. " Guluzade'nin haklı olduğunu tarih gösteriyordu...
ELÇİBEYLE SON RÖPORTAJ
Azeri büyükelçi Nevruzoğlu, beni cepten arayıp Aliyev'in GATA'da yatmakta olan Elçibey'e çiçek
gönderdiğini, oraya gelip haber yapmamı istediğinde Elçibey'in ölüme yaklaştığını anlamıştım. 20
Ağustos Cuma günü idi. Hemen cepten Elçibey’in korumasını aradım. Elçibey'in Sovyet diplomasisinde
düşmanına güle-güle cehenneme demek olan bu jesti Elçibey'in kabul etmediğini öğrendim. Pazar sabahı
22 Ağustos'da Elçibey vefat etti. Halbuki daha beş ay önce çok diri görünüyordu. Mayıs 2000'de
Ankara'da onunla uzun uzun dertleşmiştik. Cumhurbaşkanlığı döneminde işgüzar MHP’liler ve Dışişleri
nedeniyle Gülen Grubuna çektirdiklerinden ötürü özür dilemişti. 35 ülkede okul açtıran dünyanın her çeşit
milletine Türkçe öğreten bir insanı övmek ' Fethullahçılıksa' yaz bende Fethullahçıyım demişti. Keleki'de
4 yıl boyunca Samanyolu Tv'den vaazlarını dinlediği Gülen'in Mevlanavari ufkuna hayran olmuştu. 19921993'de kendisini etkileyen çevreleri affetmiyordu. O, herkesi kendi gibi sanıyordu. Safdı, temizdi,
politikacı olamıyacak kadar dürüsttü. Ancak Zaman yayın yetkilileri konuşma kaseti elimde dememe ve
hala bu kaseti saklamama rağmen Elçibey'in ' Bende Fethullahçıyım' sözlerine inanmamış, Anadolu
baskısında yer alan ifadeler şehir baskısından çıkartılmıştı.
Elçibey, yaklaşık 2 aydır sağlık nedenleriyle Türkiye’de tedavi altında tutuluyordu. Prostat tümörü
nedeniyle önce Ankara Hastanesi’nde tedavi altına alınan Elçibey, hastalığının belirli bir evreye ulaşması
ve kemik tutulumu nedeniyle radyoterapi gerektiği için 9 Ağustos Çarşamba günü GATA’ya radyoterapi
görmek üzere kaldırılmıştı. Eski Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye "metabolik durumunun çok bozuk ve
septik komada, şuuru kapalı olarak" geldiği, Türkiye’de kaldığı sürece durumunun iyiye gittiği, ancak
nefes darlığı, akciğer enfeksiyonu, prostat kanseri hastalıklarını birarada taşıdığı belirtilmişti.
Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey, 1938 yılında Nahçıvan’ın Keleki kasabasında doğdu.
Asıl adı, Ebulfez Kadir Güloğlu Aliyev olan Elçibey, Azerbaycan Bakü Devlet Üniversitesi Arap Dili ve
Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Elçibey, 1970’li yıllarda, eski SSCB topraklarına dahil olan
Azerbaycan’ın bağımsızlığı için mücadele etmeye başladı. 1976 yılında Sovyetler’e karşı propaganda
yaptığı gerekçesiyle tutuklandı ve 1978 yılında şartlı olarak serbest bırakıldı. Ebulfez Elçibey, 1988-1989
yıllarında Azerbaycan halkına bağımsızlık mücadelesi yolunda öncülük ederek, halkından büyük destek
gördü. Elçibey, aktif siyasi hayatına 1989 yılında, Azerbaycan Halk Cephesi Partisi’nin (AHCP) başına
geçerek başladı. Azerbaycan, SSCB’nin 1990’da dağılmasının ardından 18 Ekim 1991 yılında
bağımsızlığını resmen ilan etti. Ayaz Muttalibov’un kısa süren cumhurbaşkanlığının ardından, Ebulfez
Elçibey 7 Haziran 1992’de bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ikinci Cumhurbaşkanı oldu.
Elçibey, daha önce "Milli Kahramanlık Ödülü"nü verdiği Suret Hüseyinov’un Haziran 1993’de
ayaklanmasından sonra cumhurbaşkanlığı görevini terkederek doğum yeri olan Keleki’ye döndü.
Azerbaycan’ın eski Cumhurbaşkanı, 31 Ekim 1997’de Keleki’den Bakü’ye döndü ve AHCP’nin başında
aktif siyasi hayatına devam etti. Elçibey, 1998 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerine, "demokratik
ve adil olmadığı" gerekçesiyle boykot ederek katılmadı. Elçibey, zaman zaman Haydar Aliyev iktidarına
karşı verdiği sert demeçlerle kamuoyunun dikkatlerini üzerine çekti.
Azerbaycan’da 5 Kasım’da yapılan 2. dönem parlamento seçimlerine katılma kararı alan Elçibey,
bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin parlamentosuna girebilmek için ilk defa milletvekilliğine
adaylığını koydu. Hayatı boyunca, Türk dünyasının birleşmesi ve kardeşliği için mücadele eden Elçibey,
bu yönde "Bütün Azerbaycan Yolunda" isimli bir kitap çıkardı. 62 yaşında ölen Ebulfez Elçibey, iki
çocuk babasıydı. Ölümünden çok kısa bir süre önce son röportajını ZAMAN'dan bana veren Ebulfez
Elçibey, yine dobra dobra konuşmuştu. Azerbaycan'ın eski Cumhurbaşkanı ve Azerbaycan Halk Cephesi
Partisi (AHCP) Genel Başkanı Ebulfez Elçibey son röportajında, ülkesindeki ve bölgedeki gelişmeleri
değerlendirdi. 'Bunları birinin açıkça söylemesi gerek.' diyerek, her zamanki açık üslubunu sürdüren
Elçibey, Türkiye ve Azerbaycan'ın sınırları kaldırarak konfederasyona gitmeleri gerektiğini söylemişti.
Bu tarihi röportajı buraya alıntılıyorum. ( 48)
Azerbaycan Halk Cephesi liderliğiniz bir bağımsızlık hareketi olarak başladı. Amacına ulaştı, önce iktidar
sonra parti oldu. İçinden birçok parti çıktı; aynı çizgideki bu partiler neden birleşemiyor?
Elçibey: Bu tabii bir süreçtir. Azerbaycan için bir şeyler yapmak isteyen milliyetçi milyonlar bir araya
toplanarak bağımsızlık için mücadele etti. Bağımsızlığımızı kazandıktan sonra devlet kurmak için iktidar
olmak gerekliydi. Halk Partisi, eğer tek parti olarak kalsaydı buna izin vermezdim. O zaman yine
Komünist Parti'nin yerine oturmuş olur, tek hakimiyetlik devam ederdi. Demokrasi, çok partililikten
başlar. İnsanlar niye böyle bakıyor? Aynı çizgide birçok partinin çıkması, bunların birbiri arasındaki
ihtilafları, tartışmaları gayet normaldir. ABD'de esasen 30'a yakın parti vardır; bunların ikisi öndedir.
Rusya'da da 6'dan fazla Komünist parti var; niye birleşmiyorlar? Kim bilir, Azerbaycan'da da zaman
gelecek iki parti kalacak. Toplumun tabii akışını kimse engelleyemez, kendisi hareket eder, içinden
liderler çıkarır.
İktidarınızın kısa sürmesini nasıl izah ediyorsunuz? Peşinizden koşan milyonlar siz yıkılırken neden
arkanızda değildi?
Elçibey: Ben yıkılacağımı biliyordum. Rus askerini Azerbaycan'dan çıkardığım gün arkadaşlarıma dedim
ki, benim artık iktidarda kalacağıma inanmayın. Rus KGB'si bizi yıktı. Rus ve İran istihbaratı ortak
çalıştı; 100 milyon dolarlık bütçeleri vardı. Azerbaycan'dan Rus askerini kovmaya muvaffak oldum. Evet,
kovdum onları, 'çık git' dedim. Tam 75 bin Rus askeri vardı. Kafkasya'da Bakü, Rus askerî üslerinin
merkeziydi. Gence'de hava komando tugayı vardı ki, bir günde Azerbaycan'ı işgal edebilirdi. Kolay
olmadı. Hadi şimdi çıkartın Rus askerini bir yerden de görelim. Çıkmıyorlar. Ne Gürcistan'dan ne
Tacikistan'dan. Bunun sistemi var. Rus ordusu karışık milletlerden oluşmuştu. Ordunun yüzde 60'ı Rus'tu,
Bunların içinde birbiri ile geçinemeyen Ukraynalılar da vardı. Nahcivan'da sınırı koruyan Rus askerinin
asıl görevi Türkiye'de casusluk yapmaktı. Operasyonlar yapıyor, Anadolu'da türlü türlü işler görüyorlardı.
Rus askerini göndermekle Türkiye'yi de kurtardık.
Gence isyanını bastırmak yerine neden Keleki'ye, köyünüze gittiniz; Türkiye neden sizi desteklemedi?
Elçibey: İsyancı Albay Suret Hüseynov Bakü'ye yürüdüğünde kardeş kanı dökülmesini istemediğim için
Keleki'ye gittim. Hüseynov, Karabağ'da savaşıyordu, başarılar kazanmıştı, askeri çevrelerin telkiniyle ona
kahramanlık ünvanı verdim. Keleki'den iki gün önce Ankara'da ağırlandığım yalandır; bir ay sonra
Türkiye'den maslahat almaya gittiğim de doğru değil. Bir halk, mücadelesini kendi yapmalıdır.
Türkiye'nin başını niye buraya sokalım ki? Türkiye, diplomatik açıdan bizi desteklesin sağol deriz. Yeterli
destek oldu, olmadı tartışması abestir; yeterli ifadesinin sınırı yoktur.
Azerbaycan halen Rus tehdidi altında bulunuyor. Bakü-Ceyhan projesi bu riski artırıyor. Azerbaycan ile
Türkiye arasında nasıl bir ilişki hayal ediyorsunuz?
Elçibey: Bir kere Türkiye ile Azerbaycan arasında vize olmasını kabul edemiyorum. Vize kalkmalı. İki
tarafta da çıkartılan bürokratik engeller nedeniyle ilişkilerimiz istediğimiz noktada değil. Türkiye ile
Azerbaycan konfederasyona gitmeli, birleşmeli. Sınırları kaldırmalıyız. İki ülkenin vatandaşları serbestçe
çalışabilmeli. Bakü-Ceyhan hattının yapılmasını Rusya hazmedemiyor. Azerbaycan'ın petrolü var, dışarı
satamıyor. Biz kardeş Türkiye ile petrolümüzü paylaşmak isteriz. Türkiye ve Azerbaycan arasında askeri
işbirliği Rusya ile Ermenistan arasında olan seviyeye çıkartılmalı. Saldırmazlık anlaşması, Rusya'nın
Azerbaycan'a müdahale imkanlarını ortadan kaldırır. TSK ve NATO Azerbaycan'da askeri üslerini
kurmalı. Azerbaycan NATO üyesi olmalı. Azeri ordusu en modern silahlarla donatılmalı. İki ülkenin
halkı birdir, aynı duygu ve düşüncelere sahiptir. Türkiye'yi vatanım kabul ediyorum. Ben Atatürk'ün
askeriyim.
Karabağ sorununa nasıl çözüm bulunabilir?
Elçibey: Kanla verilen toprak ancak kanla alınabilir. AGİT, yıllardır diplomatik oyunlarla bizi oyalıyor.
Kadim toprağımız Karabağ'ın masada satılmasına gözyummayız. Bunun için 239 teşkilatı birleştirerek
Milli Mukavamet Hareketi'ni kurduk. Bunun amacı halkımızı psikolojik olarak muhtemel bir savaşa
hazırlamaktır, siyasi bir maksadı yoktur. Kafkasya'da ikinci Ermeni devleti kurulmaya çalışılıyor.
Ermenistan zaten Rusya'nın oyuncağı, maşası. Dünyada bir milletin yan yana iki devlet kurduğu
görülmemiştir. Bu oyun tutmayacak. Ermenilere, Karabağ'da ancak kültürel özerklik verilebilir.
Son dönemlerde İran'daki Azeri Türkleri için çalışmalarınızı hızlandırdınız? İran, 21. yüzyılda nasıl bir
değişim geçirecek?
Elçibey: Dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan 40 milyon Azeri Türkü'nün hiçbir yerde kaydı yok. Ne
BM'de ne de İKÖ'de. Ortada bir vurdumduymazlık var, bunu ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Türk folklor
ve kültürünü korumak benim görevimdir. Asimilasyon politikalarına rağmen İran'daki Türkler, Türklük
şuurunu yitirmedi. Tahran rejiminin dışladığı çoğu entelektüel 4 milyon Türk, değişik ülkelere dağıldı.
İran'da bir grup kültürel özerklikten yana. Bir kısmı ise bağımsızlık istiyor. Güney Azerbaycan hareketi
geçtiğimiz yüzyılda üç defa kanlı biçimde bastırıldı. İran'da da bir çeşit KGB rejimi var. Rus sistemi nasıl
çöktüyse insan fıtratı ile uyuşmayan bu baskı rejimi de son bulacaktır. ABD de İran'daki rejimi yıkmak
değil yumuşatmak, liberalleştirmek istiyor. İranlılar da demokratik dünyanın dışında kalamayacaklarını
anlamaya başladılar. Sovyetler Birliği dağılacak dediğimde bana deli gözüyle bakıyorlardı. Şimdi de
İran'daki sistem liberalleşecek, Azeri Türkleri demokratik haklarını elde edecekler diyorum.
Elçibeyle röportajımız aslında 5 saat süren bir dertleşmeydi. Elçibeyi kullanmak isteyen milliyetçi
MİTçiler ölene kadar onun peşini bırakmadı. Elçibey’i bizim darbecilerin şerrinden kurtarmak için tüm
nüfuzumu kullanmaya çalıştım. Elçibey, ilk defa röportaj yaptığımız 1998 baharında, ‘ cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde yüzde 10 alamayacaksınız’ dememe kızmış, bana ‘ Sen de mi Aliyevcisin?’ diyerek
heyecanla ayağa fırlamıştı. Tam kapıyı gösterecekti ki, bir manevra yaptım. Çocuk gibi masum bir
insandı. Ona, ‘sizin Azerbaycan’a yaptığınız bir hizmet var ki, asla unutulmayacak’ demiş ve
yatıştırmıştım. Merakla, ‘ O nedir?’ diye sormuştu. SSCB dağıldıktan sonra Rus ordusunu ülkesinden
tamamen çıkartmayı başarmış tek lider Elçibeydi. Yıkılmak bahasına bunu yapmıştı. Bu nedenle o bir
kahramandı.
ABD'deki bir milyonluk Ermeni lobisi bir yandan sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısını her yıl
Amerikan Kongresi'nin gündemine getirmeye çalışırken bir yandanda Türk işadamlarına, 'Gelin beraber iş
yapalım. Tekstil kotasını bizimle aşın' teklifi yapıyordu. Türk- Ermeni ilişkilerin düzelmesi için ABD'de
en büyük çabalardan birini Metro Golden Mayer (MGM) film şirketinin sahibi Kirk Kerkorian
gösteriyordu. Kükreyen Aslan logosu ile tanınan şirket dünyanın en büyük prodüksiyon firmaları arasında
bulunuyordu. Türk-Amerikan İş Konseyi üyesi ve Türk-Ermeni İş Geliştirme Komitesi Başkanı Kaan
Soyak'te arabuluculuk yapan önemli bir isimdi.
Ermeniler Türk iş adamlarına şu ilginç önerileri sunuyordu : " Ermenistan'da tekstil üretimi yapıp üretilen
malları ABD tekstil kotalarının birlikte doldurmak amacıyla Ermenistan üzerinden satalım. Ermenistan'da
elektrik üretimi fazlası bulunuyor. Türkiye ile Ermenistan arasında bulunan direk hat aracılığıyla
Türkiye'ye anında elektrik verelim, Ermenistan'da bulunan elektrik santrallerinden birini veya bir kaçını
Türkiye'ye kiralayalım. Türkiye'nin Türki Cumhuriyetler ile yaptığı ticaretten doğan alacaklarına karşılık
elektrik enerjisi verelim ve bu alacakları biz tahsil edelim. Ermenistan'da var olan elektronik teknolojisini
kullanıp ortak elektronik cihazlar üretelim. Bu cihazları Bağımsız Devletler Topluluğu pazarına satalım.
Ermenistan'da kurulu bulunan dev çimento fabrikalarını ortak işletelim. Türkiye'nin Doğusunda çimento
ihtiyacını karşılayalım. Ermenistan'da atıl halde bulunan dev doğalgaz ve petrol depolarını birlikte tamir
edelim. Türkiye Rusya'dan aldığı doğagazın bir kısmını burada depolasın. Ermenilerin Hıristiyanlığı
kabulünün 1700'üncü yılı olan 2001 yılında inanç turizmi çerçevesinde 100 bin Ermeniyi Türkiye'ye
getirelim. " Türkiye'deki Ermeni lobisi yoğun baskısını sürdürken Türkiye'nin Kafkaslar ve Türkistan
yolundaki kaderide Ermeniler yüzünden çıkmaza girmeye devam ediyordu.
Ermenistan'ı kalkındırmaktan aciz olan, savaş ve ekonominin çöküşü sonucu bu ülkeden 900 bin kişinin
göç etmesini engelleyemeyen, ülkenin neredeyse tamamını yaptıkları insani yardımlarla yaşatan Ermeni
lobisi, Ermenilerin hayatlarını idame ettirmenin Türkiye sayesinde olacağını biliyordu. Bu gerçeği iyi
analize eden, Ermenileri maşa gibi kullanarak iradelerini ipoteği altına alan Rusya ise, Türklerin
Azerbaycan ve Orta Asya ile ' karasal ve enerjik' bağlarını kopartıyordu. Ermeniler Türkiye'ye muhtaçtı;
ama Türkiye'nin stratejik hedeflerinin gerçekleşmesi Ermenilerin barışa ikna edilmesine endekslenmişti.
Rusya'daki Komünistler ise Ermeni Komünistlerle birleşerek ülkelerini Rusya-Beyaz Rusya ittifakına
bağlamaya çalışıyordu. Rus Duması Başkanı Gennady Selezniyov, Erivan ziyaretinde açıkça ' Karabağ
1828 Türkmençay anlaşmasına göre Rusya toprağıdır ' ifadelerini kullanmış, Ermenistan'la birleşme
düzeyinde ittifak yapmaları ile sorunun kökten çözümleneceğini savunmuştu. Ermenistan gerçektende
Rusya ile ABD arasında gelip gidiyordu.
20. yüzyılı damgasını vuran, 21. yüzyılın fikri ve manevi yapısını şekilllendiren İslam Mütefekkiri
Bediüzzaman Said Nursi, henüz 1915'de acı ama gerçek olan tesbitini yapmıştı. Milis Albay olarak
Ermeni Çetecilere karşı savaşan Nursi, cephede yazdığı Münazarat adlı eserinde, " Türklerin istikbali
Ermenilerin elinde. Onlar ile iyi geçinmelerine bağlı. Ermenilerin kaderide Türklere bağlı. " diyordu. Hiç
bir veciz söz yaşadığımız coğrafyada olan bitenleri bundan iyi ifade edemezdi.
Azerbaycan'ın yüzde 20'sini işgal eden ve bir milyonu aşkın insanı göçmen durumuna düşüren Ermeniler,
Nahçıvan üzerinde de hak iddia etmeye başladı. Nahçıvan doğumlu Ermeniler Erivan'da Nahçıvan Birliği
kurarken, birliğin kurucularından Prof. Dr. Lenser Agalovyan, sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığı için yapılacak seçimlerde aday olduğunu açıkladı. Karabağ harekatı ile ırkçı,
Taşnaksutyun Partisi gölgesinde Ermenistan Cumhurbaşkanlığı'na yürüyen Koçaryan'dan sonra iki yıldır
boş duran makamı isteyen Agalovyan, Nahçıvan'ın da Ermenilere ait olduğunu, bu ideallerini er geç
hayata geçireceklerini iddia etti. Prof. Dr. Rafael Ambarsumyan başkanlığında kurulan Nahçıvan
Birliği'nin kurucuları arasında, Rafael Kazaryan, Lendrun Huraudyan, Gravcik Simonyan'ın yanısıra
Ermenistan Güzel Sanatlar Akedemisi Başkanı Yuri Hocamiryan ile oyuncu Sos Sarkisyan'ın da
bulunması dikkat çekiyordu. Prof. Dr. Zori Badalyan, Nahçıvan'ı Kurtarma Harekatı kurmuş ve Erivan'da
Nahçıvan’a karşı askeri operasyon düzenlenmesi için mitingler organize etmişti.
Azerbaycan’daki seçimlerden yaklaşık 1 ay sonra Kasım 2003'de Rusya Savunma Bakanı Sergey İvanov
Erivan’a gitti ve Ermenistan ile askeri işbirliğini daha da geliştirmeyi düşündüklerini söyledi. İvanov, bu
kapsamda Ermenistan’da konuşlandırılan 102. Rus askeri üssünün yeni silahlarla donatılacağını ve
Ermeni-Rus ortak birliklerin oluşturulacağını bildirdi. Bu açıklamalara tepki gösteren Azerbaycan
Dışişleri Bakanlığı Rusya’ya nota verdi. Bakü, bölgedeki askeri dengelerin değiştirilmesine ve durumun
daha da gerginleşmesine hizmet edecek açıklamalardan endişe duyduğunu Moskova’ya iletti. Ayrıca,
Rusya’nın Yukarı Karabağ için arabuluculuk yapan AGİT Minsk Grubu’nda eşbaşkanlık yapan ülke
olarak, taraflar konusunda dengeli politika uygulaması gerektiği vurgulandı. Bu gerginlikten sonra iki
ülke arasında yeniden karşılıklı yakınlaşmayı hedefleyen adımlar atılıyordu.
24 Kasım 2003’de Azerbaycan Dışişleri Bakanı Vilayet Guliyev Moskova’ya gitti. Guliyev’in Rus
meslektaşı İgor İvanov ile görüşmelerinin ana gündem maddesi Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in Putin’in
daha seçimlerden önce ettiği davet üzerine Moskova’ya yapacağı resmi ziyaretin gündeminin
hazırlanmasıydı. Merkezi Erivan’da bulunan Mediamax’ın haberine göre, iki cumhurbaşkanının
görüşmesi, Ermeni işgali altındaki Yukarı Karabağ sorununun çözümünde arabuluculuk üstlenen AGİT
Minsk Grubu eşbaşkanlarının 2003 sonunda 5–8 Aralık’taki bölge ziyareti sırasında varılan anlaşma
gereği yapılıyordu. İlham Aliyev, 15 Ekim 2003’deki başkanlık seçimlerden sonra ilk defa
cumhurbaşkanı olarak Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan ile ilk kez 2003'ünün son günlerinde bir
araya geldi. Bu arada, Cenevre’de düzenlenen ‘Bilgi Toplumu’ dünya zirvesinde bir konuşma yapan
Aliyev, uluslararası toplumun nüfuzunu kullanarak Azerbaycan topraklarındaki Ermeni işgaline son
vermesi gerektiğini söylemişti.
Azertac’ın haberine göre Aliyev, halen devam eden işgalin, BM’nin 4 kararında, AGİT Minsk Grubu
açıklamalarında ve Avrupa Konseyi’nin resmi belgelerinde de belirtildiğini hatırlatarak, Azeri-Ermeni
sorununun tam bir bölgesel işbirliği yapılmasına engel olduğunu kaydetti. Aliyev, Cenevre’de ayrıca
Kırgızistan lideri Akayev, Makedonya lideri Traykovski ve Bangladeş Başbakanı Halide Ziya Rahman ile
de görüşmüştü. İlham Aliyev’e destek konusunda seçimlerden önceki tavrını başta Devlet Başkanı
Vladimir Putin olmak üzere Rus yetkililerin açıklamaları ile net bir şekilde ortaya koyan Moskova ile bu
destekten memnun kalan Bakü arasında ilişkilerin bütün alanlarını kapsayan yoğun bir diplomasi trafiği
yaşanıyordu. Ancak çeşitli ziyaretler ve anlaşmalarla zengin olan bu trafiğin başında bir protesto notası
vardı.
Bakanların görüşmesinde Yukarı Karabağ sorununa çözüm bulunması sürecinin hızlandırılması için
Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı ve AGİT Minsk Grubu’daki Rus eşbaşkan Vyaçeslav Trubnikov’un
Bakü’ye gelmesi kararlaştırıldı. Bunun ertesi günü daha Guliyev Bakü’ye dönmeden Azerbaycan’a gelen
Trubnimov Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile görüşmede iki ülke arasındaki ilişkilerin “örnek niteliğinde”
olduğunu söyledi. Aynı saatlerde Moskova’da Rusya, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın dini
liderlerinin son 20 yılda ilk toplantısı yapıldı, Kafkasya müslümanları Din Kurumu Başkanı Şeyh ulİslam Allahşükür Paşazade, Ermeni, Gürcü ve Rus meslektaşları ile birlikte Vladimir Putin ile bir araya
geldi. 26 Kasım’da Putin İlham Aliyev’i arayarak, resmi açıklamalara göre, Gürcistan’daki gelişmeleri
ele aldı. 27 Kasım’da Rusya Başbakan Yardımcısı Viktor Hristenko Bakü’ye geldi ve Azeri yetkilileri ile
ekonomik işbirliği konularını görüştü.
Bu sırada ABD’nin Avrupa’daki Kuvvetleri Komutan yardımcısı Charls Wald’ın iki hafta önceki
ziyaretinin ardından Washington’un yurtdışındaki askeri üsslerinin konumunu gözden geçirerek çevik
kuvvet haline getirmesi konsepti için 25 Kasım’da müttefiklerle başlayan istişareler çerçevesinde
Rumsfeld’in Bakü’ye gelmesi ile birlikte ABD’nin Azerbaycan’da askeri üs kurmasa bile, bir şekilde güç
bulundurması konusu yeniden gündeme geldi. Zamanlama açısından uygun bir fırsat yakalanmıştı:
Seçimler yapılmış ve Washington İlham Aliyev’in yönetime gelmesine destek vermişti. Diğer taraftan,
petrole milyarlarca dolar yatırım yapılmış, döşenmekte olan boru hatları ile petrol akacak, bölgede terör
esiyor, petrol ve doğal gaz projelerinin güvenliğinin sağlanması gerekiyordu.
ABD Savunma Bakanı’nın Azerbaycan, Afganistan, Irak ve Gürcistan’ı kapsayan ziyaretinin güzergahı
belki de bir anlamda Bakü’yü üs olarak kullanmasının sembolik bir işaretiydi. Brüksel’den sonra ilk
olarak Azerbaycan’a gelen Rumsfeld, temaslarının ardından burada geceleyerek Kabil’e gitti, gecelemek
için akşam saatlerinde yine Bakü’ye döndü ve ertesi gün güzergahına devam etti. Bakü’de
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Savunma Bakanı Sefer Abiyev ile bir araya gelen Rumsfeld,
görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, Azerbaycan ile NATO’nun Barış için Ortaklık Programı
çerçevesindeki işbirliği, Washinton’un, Azerbaycan’a Hazar’daki sınırlarının korunmasına yardım etmesi
konusunda işbirliği imkanlarını değerlendirdiklerini söyledi. Rumsfeld, bununla, iki ülkenin deniz
kuvvetlerinin bölgedeki petrol ve doğal gaz yatakları ile boru hatlarının olası terör girişimlerinden
korunması alanındaki işbirliğini kastettiklerini vurguladı. ABD’li bakan, ülkesinin Azerbaycan’da askeri
üs bulundurması olasılığı ile ilgili sorulara net yanıt vermekten kaçınsa da, gözlemciler, Washington’un
askeri üsleri çevik kuvvete dönüştürmesi planlarında Azerbaycan’ın da yer alması konusunun
görüşmelerde ele alındığı kanaatindeydi. Irak’daki Azeri askerlerin sayısının 150’den 400’e çıkarılması
ve Yukarı Karabağ sorununun çözümü konuları ele alındı.
Rumsfeld’in ziyaretinin ardından Rusya’nın Bakü Büyükelçisi Nikolay Ryabov apar topar bir basın
toplantısı yaparak, diplomatik çerçeveleri aşan son derece sert açıklamalarda bulundu. Gözlemciler
tarafından tek kelime ile “isyan” olarak nitelendirilen açıklamaların havasını olduğu gibi yansıtmak için
nota not veriyorum: “Azerbaycan yönetimi ülkede ABD’nin askeri üssünün konuşlandırılmasını
düşünmüyor. Parlamento ve devlet kuruluşlarındaki bazı sorumsuz insanlar burada ABD veya başka
yabancı ülkeye ait askeri üs kurulursa Azerbaycan’ın mutluluk kazanacağını düşünüyorlar. Açık
söylüyorum: bu yol Azerbaycan’a zarar verir. Hiçbir yabancı üs Yukarı Karabağ sorununu çözemez, tam
tersi, çözümü ciddi biçimde uzatır. Bunun dışında yabancı üssün kurulması Azerbaycan’ın başta İran ve
Rusya olmak üzere komşuları ile ilişkilerini olumlu yönde etkilemez, daha çok ilişkilerin zedelenmesine
hizmet eder. Boru hatlarının yabancı birlikler tarafından korunmasına gerek yok, Haydar Aliyev, kendi
imkanlarının yeterli olduğunu söylemişti. Amerika Hazar’da yoktu ve olmayacak. Biz buna imkan
vermeyiz, ne işleri var burada Rus Büyükelçi Bakü’de içini dökerken, Rumsfeld Rusya’yı kızdırmak için
Bakü’de başladığı çalışmaları Tiflis’te sürdürüyordu. Rumsfeld, Rusya’nın AGİT İstanbul Zirvesi
kararladı doğrultusunda Gürcistan’daki birliklerini çekmesi gerektiğini hatırlatı. Açıklamalar savaşı,
gerginliği tırmandırırken, Rus istihbaratının Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattına yönelik sabotaj
hazırlıklarına girdiği yolundaki iddialar, Gürcü ve dünya basına sızdı. The Guardian gazetesinin Gürcü
özel istihbarat servisi yetkilisine dayandırılarak yayınladığı haberde, Çeçenlerden oluşacağı tahmin edilen
sabotaj grubu için Rusya Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Dairesi tarafından para ayrıldığı öne
sürülüyordü.
Azerbaycan-Rusya Karma Ekonomik Komisyonu’nun 28 Kasım’da Bakü’de yapılan toplantısının
ardından taraflar arasında 3 anlaşma imzalandı. Bunlardan biri Rusya tarafından kiralanarak çalıştırılan
Azerbaycan’daki Gebele Radar Üssü’nün daha önceki kullanımı için biriken 31 milyon dolarlık borcun
bir bölümünün ödenmesine ilişkindi. İkinci anlaşmaya göre ise Azerbaycan ile Rusya uzay araştırmaları
konusunda işbirliği yapacaklardı. Rus Başbakan Yardımcısı bir de Azeri petrollerinin Bakü-Novorossisk
petrol boru hattı ile taşınması için ticari koşulları Azerbaycan’ın çıkarlarına pek uymayan bir anlaşma
tasarısını da yetkililere sundu. Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi Başkanı Natık Aliyev, tasarının
incelenmeye alındığını bildirdi.
Parlamento seçimleri ve Eduard Şevardnadze’nin istifasının ardından Gürcistan da doğal olarak gerek
Rusya, gerekse de ABD’nin gündeminde ön plandaydı. Her iki ülke Azerbaycan’da yürütülen politikanın
değişmemesine sessiz kaldıkları gibi Gürcistan’da da yönetimin değişmesi konusunda ortak tavır
sergilediler. Eduard Şevardnadze ile bir türlü anlaşamayan Moskova, Ocak ayında seçimleri kazanan
Saakaşvili yönetimi döneminde de Tiflis’i kontrol altına almak için baskı politikasından vazgeçmiyordu.
Tiflis’te seçim hazırlıkları yapılırken, Moskova’da Rusya Dışişleri Bakanı İgor İvanov Gürcistan’a bağlı
Abaza, Güney Osetya ve Acaristan özerk bölgelerinin liderleri ile bir araya gelmişti. Bölgedeki yoğun
diplomasi trafiğinde dikkat çeken başka bir önemli görüşme de vardı. Gürcistan’daki gelişmelerin hemen
ardından Bakü’deki BP yetkilileri Tiflis’e giderek, Bakü-Tiflis-Ceyhan projesini sağlama almak için yeni
yönetim ile temaslarda bulundular. ABD ile Rusya’nın rekabetinin güçlendiği Güney Kafkasya’nın
önümüzdeki dönemde ilginç gelişmelere sahne olacağı benziyordu.
Bu devrede Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra yeterince ezilen Azeri muhalefetinin toparlanması
zaman alacaktı. Bu nedenle, olağanüstü bir gelişmenin meydana gelmemesi halinde, ülke içinde yönetim
uğrunda mücadele bir süre gündeme gelemezdi. Ancak dış politikada 2005 yılı önemli gelişmelere sahne
olacaktı.
Azerbaycan’ın son on yılına damgasını vuran ve birbirine sık bağlı olan Karabağ, yabancı askeri üs ve
petrol konusunda ciddi gelişmeler yaşanacaktı. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı projesi 2004 sonunda
önemli ölçüde tamamlanmış olacak, Azerbaycan’ın yabancı petrol konsorsiyumu ile Hazar’daki “Azeri”,
“Çırak” ve “Güneşli” yataklarının işletilmesini öngören Mega Proje kapsamında petrol üretiminin
artırılmasına karar verilecekti. Petrol 2005 Temmuzunda akıtılacaktı. Petrol alanındaki çalışmaların hız
kazanması, bu sektöre önemli yatırımlar yapan ABD’yi sermayesinin güvenliği için daha ciddi adımlara
zorluyordu. Washington, 2004’te Azerbaycan’a asker sokmaya karar vermiş gibi görünüyordu. Rumsfeld,
2 defa daha Bakü’ye gelerek askeri işbirliğini pekiştirdi. Bu da tabiyatıyla Rusya’nın ciddi tepkisine
neden oluyordu. Hala Kafkaslara “Arka bahçesi” gözüyle bakan Moskova İlham Aliyev’e özel referanslar
gönderiyordu. Başkan Vladimir Putin merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in cenaze törenine
katılmak için Bakü’ye geldi ve İlham Aliyev ile yaklaşık yarım saat baş başa görüştü. 24 Aralık’ta ise
Putin, yas nedeni ile yaş gününü kutlamayan İlham Aliyev’i telefonla arayarak kutladı. Görüşmede
Azerbaycan’ın yeni Cumhurbaşkanının Şubat ayında Moskova’ya planlanan ilk resmi ziyareti ile ilgili
konular ele alındı. İlham Aliyev, BDT toplantılarına katılmayarak Moskova’ya hangi cenahta yer
alacağını göstermişti. Ukrayna ve Gürcistan’da aynı yolu izledi.
Bu arada, Azerbaycan basınında Yukarı Karabağ sorununun çözülmesi için 2005 yılında etkili adımlar
atılacağı yönünde yazılar yoğunlaşıyordu. Tahminlerin ana maddesi, Bakü’nün ABD üssünden
vazgeçmesi halinde Ermenilerin işgali altındaki 3-4 bölgenin geri verilmesi senaryosu vardı. Anlaşılan şu
ki, Azerbaycan, üs kozunu Yukarı Karabağ için kullanmaya çalışacaktı. Bunun için “kelime oyunu”
yapılarak, Moskova ve Washington’un tavırları yoklanıyordu. Azerbaycan hariciye yetkilileri, ABD’ye
asker için “yok” demiyor, ancak Rusya’nın gönlünü almak için de “Ülkeye yabancı askeri üs sokmayız”
diyorlardı. Tabii ki adı üs olmayacak ama ABD askerlerinin “Mobil güç” veya mesela “Boru Hattı
Muhafaza Görevlileri” gibi bir sıfatla Azerbaycan’da konuşlanmalarını Rusya da kolay kolay
hazmedeceğe benzemiyordu. ABD asla Azerbaycan üssünden vazgeçmeyecek ve Erivan’da istediği
hükümeti getirecekti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 Nisanında soykırım iddialarını ortak komisyonla ve tarihçilere
bırakarak halletme tezi ve mektup teatileri yine Koçaryan yönetiminin anlaşılmaz uzlaşmaz tutumu
nedeniyle başarıya ulaşamadı. Koçaryan, Avrupalılardan soykırım iddiaları konusunda Türkiye’yi AB
sürecinde sıkıştırmalarını talep ederek barışı imkansız kıldı. Oysa Karabag’a insan iskan edemediği için
kullanamayan ve işgal ettikleri toprakları iade etmek zorunda bulunan Erivan yönetimin tek şansı Ankara
ile barışmaktı.
Türkiye, Mayıs 2005’de sözde Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden ülkelere ‘misilleme’
yapmaya hazırlanıyordu. Parlamentolarından soykırım kararı çıkaran 15 ülkeyi masaya
yatıracaklarını söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan, “Bunların arasında soykırım yapanlar var. Biz de
bunlarla ilgili olarak Meclis’ten karar çıkaracağız. Biz bu adımı atacağız. Niye? Çünkü Türkiye tarihinde
soykırım yapma gibi bir zilletin içerisine düşmemiştir. Bunu kabul etmemiz de mümkün değildir.” dedi.
Ermeni soykırımı iddialarını, ‘belge ve bilgiye dayalı olmayan, basit lobi faaliyetleri’ olarak nitelendiren
Erdoğan, 17 Mayıs’taki Varşova’daki Avrupa Konseyi Zirvesi’nde yaptığı temaslar hakkında
milletvekillerine bilgi verdi. Türkiye’nin tezlerini ve önemini 46 ülkeye anlatma imkanı bulduklarını ifade
eden Erdoğan, sözde soykırım konusunu da gündeme getirdiklerini belirtti. Türkiye’nin Ermenistan’ı
tanıdığını; ancak diplomatik münasebet kurmadığını hatırlatan Başbakan, iktidar olduktan sonra İstanbulErivan uçak seferlerini başlattıklarını, bir adım daha atarak Akdamar Adası’ndaki Ermeni Kilisesi’nin
restorasyonuna onay verdiklerini; ancak sınır kapılarının kapalı olduğunu vurguladı.
Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan’ın kendisinin olmadığı oturumda sözde soykırımı gündeme
getirdiğini, ertesi günkü konuşmasında buna cevap verdiğini anlatan Erdoğan, ‘arşivleri açalım, uzmanlar
çalışsın’ önerisini Varşova’da da tekrarladığını kaydetti. Koçaryan’ın bu öneriye olumlu cevap
vermediğine dikkat çeken Başbakan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Göç esnasında insanlar ölmüş olabilir.
Doğru. Ama göçe acaba niye zorlandı bu toplum? Belgeler size açık bir şey söylüyor. 3 cephede savaşan
Osmanlı var, içeride ise şunun veya bunun tetiklemesi, gaz vermesiyle isyana başlayan bir Ermeni halkı
var. Tabii, bunlara yönelik olarak içerideki gücünü toparlamak için ister istemez yönetim de böyle bir
tehciri teşvik etmiştir. Bunu teşvik ederken bile tehcire zorladığı insanın yol masrafına destek vermiştir.
Kendilerinin korunmasına yönelik olarak genelgeler yayımlamıştır. Yollarda, vurgunlar olmuş olabilir.
Ama devletin böyle bir soykırım olsun, bundan kaynaklansın dediği şey bizim tarihimizde olmamış,
olmaz da.’’
Washington, Ermenilerle Ankara’nın ilişkilerini düzelmesini istiyordu. Erivan’da ABD’nin yurtdışındaki
en büyük büyükelçiliği inşa edilirken, George Soros’un vakıfları insani yardımlar adı altında Ermeni
halkını örgütlemeye başlamıştı. Ermenistan’da Koçaryan yönetimi yıkılmadan bu ülkenin Rusya
bağımlılığından kurtarılması, Karabağ’da barışın sağlanarak Ermeni sınır kapısının açılması mümkün
gözükmüyordu. Darbe ben geliyorum diyordu. Koçaryan hükümeti er-geç gidiciydi.

Benzer belgeler

Dağlık Karabağ işgalden önce ve sonra

Dağlık Karabağ işgalden önce ve sonra edince Osmanlı hükümeti 24 Nisan 1915'de 235 Ermeni komiteci tutuklattı. Hükümet, savaş bölgesindeki Ermenilerin daha güneydeki Osmanlı topraklarına Suriye'ye Ermenileri tehcir kararı aldı. Tehcir ...

Detaylı