eylül - TRT Müzik Dairesi Başkanlığı

Transkript

eylül - TRT Müzik Dairesi Başkanlığı
TRT AYLIK MÜZİK DERGİSİ SAYI 14 EYLÜL 2016
Söz: Şenol Göka
Beste - Solist: Kerem Demircioğlu
Düzenleme: Murat Tunalı
Tulum: Volkan Arslan
Supervisor: Amber Türkmen
Şenol GÖKA
TRT Genel Müdürü
YOL ARKADAŞIDIR MÜZİK;
GURBETE DE GİDİLİR, SILAYA DA DÖNÜLÜR…
Doğduğumuz andan itibaren hayatımız sürekli bir yolculuktur aslında. İnsan, zaman, ihtiyaçlar ve
manzaralar değişir ama yol her zaman ileri doğru gider. Yolculuk; kimileri için yaşamının ayrılmaz bir
parçasıdır, kimileri için mesleğinin bir gereği, bazen de kendi iç dünyasını keşfetmenin bir anahtarıdır
diyebiliriz. Bir yerden bir yere gitmek sadece çevrenizi değiştirmenize değil aynı zamanda farklı
yaşamlar görmenize de olanak sağlar.
Yolculuklar düşüncelere gebedir. Engin düşünceler geniş manzaralara; yenilenmeye hazır düşünceler
yeni mekânlara ihtiyaç duyar. Düşüncenin bir uyaranı, aklın diğer kısımlarını, müzik dinlemek veya bir
sıra ağaç izlemek gibi eylemlerle görevlendirmektir. Müzik ve manzara aklın hiç durmadan çalışan
kısmını bir süreliğine dinlenmeye bırakır.
Müzik aynı zamanda yalnızlığınızı paylaşır yolculuklarda, size yarenlik eder; gurbet yolunda yanık bir
türkü, sılaya doğru vuslatın dili olur.
Bazen de müziğin yanında bir ses, seyahat ederken yalnız olmadığımızı bize hatırlatır. Bu seslerden
en önemlisi de radyodur. Radyo, teknolojisi gereği uzaklardan bir ses olsa bile, yalnızlığı gideren dost
bir nefestir. Her zaman, hemen ulaşılabilecek insanı, insanları çağrıştırır. Radyoda içeriğe uygun olarak
sesin etkisini arttırmak üzere kullanılan efektler, müzikler, az sonra kısacık, bir anons süresi kadar da
olsa, insanı hissettirdiği için hoş gelir herkese.
Sözün özü müzik ve radyo yolculuklarımızın en önemli yol arkadaşlarıdır diyebiliriz…
Sevgili okuyucularımız, 15 Temmuz gecesi yaşanan hain darbe girişiminin ilk hedef aldığı
kurumlardan biri de Milli iradenin sesi TRT olmuştur. Milletin sesini kesmeyi amaçlayan bu terörist
çete, hain emellerini gerçekleştirmek maksadıyla, zorla kuruma girerek çalışanlarımızın başına silah
dayamış ve ağır tacizlerde bulunmuştur.
O gece büyük bir azim ve kararlılık içerisinde, vatandaşlarımızla, emniyet güçlerimizle omuz omuza
vererek hep birlikte TRT'yi bu hain terör örgütüne (FETÖ) teslim etmedik.
Bu itibarla büyük bir cesaret örneği göstererek, özveriyle ve demokrasi bilinciyle ülkesine,
kurumlarına sahip çıkan ve TRT'nin önünden bir an olsun ayrılmayarak bizleri yalnız bırakmayan Aziz
Milletimize, hassasiyet içerisinde görevlerini yürüten emniyet güçlerimize bir kez daha şükranlarımı
sunuyorum. Bu alçak girişimin hedeflerinden biri olan kurumumuzun başından beri yanında olan
Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza, hükümet üyelerimize, milletvekillerimize ve siyasi
gruplara; aynı zamanda yine desteğini bizden esirgemeyen sivil toplum örgütlerine, yayınlarıyla
yanımızda olan tüm medya kuruluşlarına, teşekkürü bir borç biliriz.
Bu tür girişimler bizleri hedeflerimizden asla saptıramayacaktır. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu
her zaman olduğu gibi halkın sesi olmaya devam edecektir. Güzel yarınlara olan inancımızla,
kahraman gazilerimizin ve aziz şehitlerimizin önünde bir kere daha saygıyla eğiliyoruz.
Şenol GÖKA
BİR DÜNYA KONU
MEYDANLARIN DİLİ 10
KENETLENME ZAMANI
15 Temmuz darbe girişiminin ardından milletçe
bir demokrasi zaferine ortak olduğumuz
bu günlerde, bizde dergi ekibi olarak
hazırladığımız dosya ile süreç içerisinde müziğe
dair neler yaşanmış aktarmak istedik.
TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON
KURUMU ADINA SAHİBİ ve
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Amber TÜRKMEN
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Birsen YÜKSEL TAYMAZ
EDİTÖRLER
Figen GÖKTAŞ
Ümit DİRİCAN
Nesri BÜYÜKTURAN
GRAFİK TASARIM
Birsen YÜKSEL TAYMAZ
YÖNETİM YERİ
TRT MÜZİK DAİRESİ BAŞKANLIĞI
TRT SİTESİ A BLOK KAT 9
Tel: (312)463 32 48
ISSN 2149-7982
SAYI 14 / EYLÜL 2016
YAYIN TÜRÜ
Yaygın/Süreli
YAYIN TARİHİ
1 EYLÜL 2016
YAYIN YERİ
www.trtmuzikdairesibaskanligi.com
TRT Bir Dünya Müzik
@birdunyamuzik
[email protected]
2
BAVULUMDA
ŞARKI,TÜRKÜ
22
“Bunca zaman ne ile kurduysan kendini odur
seçeceğin yolculuk… Gideceğin güzergâh,
bakacağın yön, düşeceğin yol sensindir, o yol için
seçeceğin şarkı, türkü de öyle.” Diyerek sizi içsel
bir yolculuğa çıkartan duygu dolu bir yazı…
PAUL DWYER
26
Müzik yapmak için 3 aylığına geldiği
ülkemizde 28 senedir yaşayan İskoç şarkıcının
bizden biri olma hikayesini anlatırken sizi de
yollar düşürecek çok keyifli bir sohbet…
KOZMOS’UN
MÜZİĞİ
30
Yaz gelip de tam da gözümüz yollara bakar
olduğunda, kanımız kaynamaya bahane
aradığında, en ilgisiz olanlarımızın bile omuzlarını
kıpırdattıran bir Hint şarkısını yolculuk müzikleri
listesine eklemeyenimiz var mıdır? İşte Hint
müziğinin iki genç temsilcisi Simplers’ Project…
GENEL YAYIN YÖNETMENİ’NDEN
Bir Dünya Selam,
MÜZİKTEN
40
YAŞAMA KÖPRÜLER
TRT Radyo-3 Klasik Kuşağının bu programını,
çocukluk hayalini hayata geçirerek “Müzikten
Yaşama Köprüler” i hazırlayan Dr. Itır Eskioğlu
anlatıyor bütün içtenliğiyle… Bu samimi yazı
Sesli Kütüphanede…
THE SOUND OF
SILENCE…
44
“Paul Simon demişken Arthur Garfunkel'den
bahsetmemek olmaz tabi ki. Aynı sahneyi
paylaşan, beraber albümler çıkaran 1960'ların
en popüler ikililerindendir.” Diyor Rahmi Mert
Özcan ve devam ediyor Müzik Kutusu’nda…
EYLÜL…
46
En güzel aylardan biridir Eylül. Aynı zamanda
Mehmet Rauf‘un unutulmaz romanının
adıdır ve edebiyat tarihimizin ilk psikolojik
romanı olarak bilinir. Aylardan Eylül ve Eylül
romanının ayrıntıları Murat Örem’in bu çok
aydınlatıcı ve keyifli yazısında…
CAZ KERVANI
48
İnsanın kendinden kaçışı mıdır, kendini
bulma yolculuğu mudur bilinmez ama
yol ve yolculuk, caz müziğinin de sevdiği
temalar arasında gelir. Ve Feridun Ertaşkan’ın
doyumsuz yazısıyla hadi “Hit the Road
Jack”…
Farklı yönleriyle keşfe çıktığımız müziği her ay dip köşe
irdeleyip beğeninize sunuyoruz. Ekibimiz adına dolu
dolu geçtiğini düşündüğüm bir seneyi aşan beraberliğimizde, siz okuyucularımızın beğeni ve destekleri daima
rehberimiz oldu.
Eylül sayımızda da beraber olmaktan çok mutlu olduğumuzu belirterek bu ay ki konumuza geçelim. Bu ay sizlerle
paylaştığımız, araştırmalarımız ve en kalbi duygularımızla görücüye çıkardığımız konumuz “Yol ve Yolculuk
Müzikleri”…
Alışıldığı gibi bu ay da Ankara Radyosu ekibinin gönüllü
olarak gerçekleştrdiği, sesli dergi CD’si; yapımda Hakan
Doğan, Selim Aşkın, ses almada Mahmut Üçer, Fazlı
Aygör ve Seval Şimşek, Teknik Yönetmen Ahmet Engin,
spikerler, Hülya Ayaz, Mücella Karadağ ve Haluk Ertem’in
katkılarıyla hazırlanmıştır.
“Bütün Yollar Müziğe Çıkar” başlığıyla yola çıktığımız bu
ayki sayımızda, hayat denen uzun ince yolda ve bu doğrultuda ilerlerken çıkılan yolculuklarda bize yarenlik eden
şarkıları ve türküleri inceledik. Merhum üstat Neşet Ertaş
ne güzel söylemiş ve özetlemiş; “Bir anadan dünyaya gelen yolcu, görünce dünyaya gönül verdin mi? Kimi böyük,
kim böcek, kimi kul marak edip heçbirini sordun mu?”
Bu ayki müzik yolculuğumuzda konser ve haberlerin
ardından özel bir dosya hazırladık. Milletçe bir demokrasi
zaferine ortak olduğumuz bu günlerde biz de dergi ekibi
olarak hazırladığımız dosya ile süreç içerisinde müziğe
dair neler yaşanmış aktarmak ve bu sürece destek olmak
istedik. “Meydanların Dili-Kenetlenme Zamanı” adını verdiğimiz özel dosyayı Ümit Dirican ve Nesrin Büyükturan
hazırladı. Siz sadık okuyucularımızı, Figen Göktaş’ın giriş
yazısından sonra “Bavulumda Şarkılar, Türküler” adlı yazısı ve Hintli bir müzik grubuyla yaptığı röportajıyla Nesrin
Büyükturan’ın keyifli satırları bekliyor. Ümit Dirican’ın
Paul Dwyer ile yaptığı tadı damağınızda kalacak samimi
sohbet de sayfalarımızda yer alıyor. TRT’nin güzide
bölümlerinden Dış Yayınlar Türkiye’nin Sesi Radyosunu ve
beğenilen programlarından olan “Bu Şarkı Benim Olsun”u
Figen Göktaş’ın yorumu ve anlatımıyla okuyabileceksiniz. Radyo-3 Klasik Kuşağında Dr. Itır Eskioğlu, çocukluk
hayalini “Müzikten Yaşama Köprüler” programıyla nasıl
gerçekleştirdiğini anlatıyor. TRT İstanbul Radyosu’nun
sayfasında ise “Cihat Aşkın’la Klasik Müzik Konserleri”
konu ediliyor. Rahmi Mert Özcan Müzik kutusunda Simon
& Garfunkel’dan The Sound of Silence şarkısını anlatmıyor
sanki yaşatıyor. Reşit Saraçoğlu’nun yazısında her yol
Roma’ya çıkarken, Murat Örem bizi Eylül’ün gizemleriyle
tanıştırıyor. Feridun Ertaşkan ise caz müzisyenleriyle yollara revan olup bizi de götürüyor. Albüm Ekşisi sayfalarında
Murat Ekşi kendine özgü yorumlarıyla sayfalarımıza
hareket kazandırmaya devam ediyor. Cahit Cesur Zaman
Tünelinde yine sizi bir yolculuğa çıkararak Ulvi Cemal
Erkin’den Erkut Taçkın’a, Jose Feliciao’dan Ruhi Su’ya
götürüyor. Ekim sayımızda bambaşka konu ve konuklarla
görüşmek dileğiyle,
Müzikle kalın…
Amber TÜRKMEN
3
BİR DÜNYA KONSER
İSTANBUL
EYLÜL
KONSERLERİ
Empyrium
Tarkan
Ferit Odman
Pinhani
Sahnelerden…
Koliva, “Yüksek Dağlara Doğru” albümüne ait şarkıları seslendireceği konseriyle 1 Eylül’de, BaBa ZuLa da son albümü “34 Oto Sanayi”den seslendireceği şarkılarla 2 Eylül’de
Kadıköy Sahne’de müzikseverlerle buluşuyor. Sevilen şarkıcı Mabel Matiz, son albümü olan Gök Nerede ‘den şarkılar seslendireceği konseriyle 3 Eylül’de IF Performans Hall
Ataşehir’de yer alıyor.
Aşk şarkılarının güçlü yorumcusu Özdemir Erdoğan sevenlerine 2 Eylül’de UNIQ Açıkhava Sahnesi’nde duygu dolu
saatler yaşatırken, dünyanın en kendine özgü gruplarından biri olmayı başaran Empyrium, Türkiye’de ilk kez 2 - 3
Eylül tarihlerinde Zorlu PSM sahnesinde iki gece üst üste
müzikseverlerle buluşacak. Cahide Sonku’nun çalkantılı
ve sarsıcı öyküsü müzikal melodram tarzında 21 Eylül’de
Ustaların Sahnesi’nde izlenebilir. Cem Adrian 3 Eylül’de,
Türkiye’de rock müzik tarihinin en önemli gruplarından
biri olan Moğollar 9 Eylül’de, Birsen Tezer ise 23 Eylül’de
Kadıköy Sahne’de yer alıyor. Cem Adrian 23 Eylül, Ceylan
Ertem ve Ezginin Günlüğü 24 Eylül’de Kadıköy Halk Eğitim
Merkezi sahnesinde müzikseverlerle bir araya geliyor.
4
“Denizde Caz” başkadır!
İstanbul Boğazı’nın eşsiz sahnesi ülkemizin değerli caz
müzisyenlerini ağırlamaya devam ediyor. Etkinlik kapsamında 03 Eylül’de Ferit Odman Quartet ve 24 Eylül’de de
İlham Gencer Quartet
The Primetime Cruise gemisinin konforunda cazseverlerle
birlikte olacak.
“Müzik Boğaz’dan Gelir” konserleri
“Müzik Boğaz’dan Gelir” tekne konserleri kapsamında;
What da Funk ve Sattas 2 Eylül’de, Pinhani ise 23 Eylül’de
Müzik Boğaz’dan Gelir Teknesi’ne konuk oluyor.
Caz sanatçısı Jehan Barbur, 27 Eylül’de Akasya Kültür Sanat
sahnesinde caz müzik tutkunlarına doyumsuz anlar yaşatacak. Sıla 22 Eylül, Nil Karabirahimgil 26 Eylül, Candan
Erçetin ise 29 Eylül’de Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava
Sahnesi’nde izlenebilir. Hayko Cepkin 30 Eylül’de Akasya
Kültür Sanat Sahnesi’nde müzikseverlerle beraber olurken, elektronik müzik dünyasının duayen ismi Armin van
Buuren, “Armin Only Embrace” dünya turnesi kapsamında
30 Eylül’de Life Park İstanbul’da müzikseverleri muhteşem
bir deneyim yaşamaya davet ediyor.
BİR DÜNYA KONSER
ANKARA
Oda Tiyatrosu Sunar…
Yıllardır denenmemiş bir oyun Ah Süreyya müzikali 24
Eylül’de Ertan Gösteri Merkezi’nde sahneleniyor. Siyah
beyaz Türk filmi tadında olan ve özlediğiniz her tip figürü
bulabileceğiniz bu müzikalde, Serdar Ortaç şarkılarından
Perihan abla müziklerine kadar hemen hemen her şarkıcının albümünde imzası olan Özkan Turgay’ın müzikleri
ve sayısız oyun yazmış Kaan Erkam’ın sözleri ile dinlemeye doyamayacağınız şarkılar da yer alıyor. Kimisi komik,
kimisi romantik, kimisi ağır arabesk, kimisi de dokuz sekizlik roman havası…
55 yıllık sanat hayatı ile Türk rock müziğinin en köklü
sanatçılarından ve duayenlerinden biri olan efsane isim
Erkin Koray 1 Eylül’de IF Performance Hall sahnesinde
sizlerle özlem gidermeye hazırlanıyor.
Müziksever Ankaralılara şöyle küçük bir de hatırlatma yapalım, Jolly Joker Ankara bir ilke daha imza atarak, 1 yıl
boyunca ortalama 100 konseri kombine bilet sistemi ile
izlenmeye açıyor.
İZMİR
Aşk şarkılarının vazgeçilmez sesi Yaşar en güzel şarkılarını
2 Eylül’de Hayal Kahvesi Çeşme Marina’da seslendiriyor.
Rap müziğin sevilen isimlerinden Eypıo ile Burak King
2 Eylül, Bir Gece Yarası” adlı yepyeni albümüyle dönüş
yapan rock grubu Zakkum 3 Eylül, dinamik müzikleriyle
Adamlar 9 Eylül, Karadeniz müziğinin güçlü ismi Volkan
Konak 12 Eylül, Bora Öztoprak ve Emre Kınay, 13 Eylül,
Berkay 17 Eylül, Ceylan Ertem 23 Eylül, Levent Yüksel 24
Eylül ve farklı ses rengiyle dikkatleri üzerine çeken Cem
Adrian son albümüne ait şarkılarıyla 30 Eylül’de Oooze
Venue Sahnesi’nde müzikseverlere sesleniyor. Linet 14
Eylül, İstanbul Ses Kayıt & Serkan Kaya ise 16 Eylül’de
Efes Royal Palas’ta izlenebilir. Kardeş Türküler ve Candan
Erçetin de 24 Eylül’de İzmir Kültür Park Açıkhava Tiyatrosu’nda birlikte sahne alacaklar.
ŞEHİR ŞEHİR
Ricky Martin Antalya’da!
Dünyaca ünlü Porto Rikolu şarkıcı Ricky Martin 12 Eylül’de Expo 2016 Antalya sahnesinde hayranlarına unutulmaz bir konser keyfi sunuyor.
“SunSplash Bodrum Müzik Festivali”
SunSplash 2009’dan beri her yıl olduğu gibi bu yıl da ziyaretçilerine deniz, güneş ve kaliteli müziğin birleşeceği
unutulmaz bir butik festival deneyimi yaşatacak. Ağaçların
gölgesinde, egzotik ve büyülü bir afmosferde, gün boyunca türlerinin en iyilerinden oluşan bir müzikal seçki eşliğinde, çeşitli atölye çalışmalarına katılabilir, yerel ve özgün
tasarımcıların yer alacağı Sunsplash Bazaar’ı keşfedebilir
ve söyleşilerde sanatçılarla tanışabilirsiniz…
DJ Mag tarafından 2015 senesinin 1 numarası seçilen ve
son 3 yılda başta Avrupa olmak üzere Asya, Avustralya,
Amerika da tozu dumana katan ikili Dimitri Vegas & Like
Mike muhteşem bir performans sergilemek için ülkemize geliyor. Harika sahne şovları ve müzikleriyle 2 Eylül’de
Expo 2016 Antalya Kır Aktivite Alanı’nda izlenebilir.
Türkiye’de pek çok ilke imza atan Nilüfer Müzik Festivali,
2 Eylül’de Balat Atatürk Ormanı Bursa’da müzikseverlerle
buluşuyor, festival kapsamında; Duman, Athena, Mashrou’
Leila, La Chiva Gantiva gibi grupların yanı sıra, daha birçok
grup ve sanatçı yer alacak.
Anadolu Ateşi 15. Yılına ait özel gösterimiyle 20 Eylül’de
Aspendos Arena’da 25 Eylül’de de Bursa Açıkhava Sahnesi’nde izlenebilir.
5
Kamil Özler yönetimindeki TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası, 23. İstanbul Caz Festivali kapsamında Zorlu Performans Sanatları
Merkezi’nde bir konser verdi. Orkestra, Joan Beaz’ın darbe girişimini
bahane ederek gelmediği organizasyonda Brooklyn caz sahnesinin
en tecrübeli isimlerinden, ödüllü
caz vokalisti Allan Harris, iki Grammy ödüllü caz trompetçisi Roy
Hargrove ve caz vokalin İtalya’dan
çıkan en büyük ismi Roberta Gambarini ile birlikte sahne aldı. TRT
İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası, Allan Harris, Roy Hargrove, ve
Roberta Gambarini konseriyle caz
severlere çok özel bir gece yaşatırken... İKSV İstanbul Caz Festivali de
23’üncü yaşını doldurmuş oldu.
6
TRT Hafif Müzik ve
Caz Orkestrası’ndan müzik ziyafeti…
BİR DÜNYA HABER
2016 MTV Video Müzik
Ödülleri sahiplerini buldu…
New York’ta Madison Square Garden’da düzenlenen
2016 MTV Video Müzik Ödülleri sahiplerini buldu. Geceye Beyonce damgasını vurdu. 11 dalda aday olan Amerikalı şarkıcı “en iyi klip” dahil altı ödüle değer bulundu.
Törene kızı Blue Ivy ile birlikte katılan Beyonce, kırmızı
halıya son aylarda ABD’de polis tarafından öldürülen
siyah gençlerin anneleri ile birlikte çıkarak desteğini
yineledi. Gecenin bir diğer yıldızı da Rihanna idi. Ödül
töreninde sahne alan Rihanna’nın şovu büyük beğeni
topladı. Sanatçı 4 farklı kostüm ile sahnede adeta moda
rüzgarları da estirdi
“Pavarotti’nin mirası’ Türkiye’de…
Müziğin farklı türlerini sentezleyen müzikal tiyatro şovu “Belcanto the
Luciano Pavarotti Heritage”, sanatseverlerle buluşacak. Luciano Pavarotti’nin izinde ilerleyen genç sanatçılardan oluşan topluluk, IEG Live ve
PIU Entertainment iş birliğiyle Volkswagen Arena’da sahne alacak. Ekibi
12 şarkıcı, 7 müzisyen ve 7 dansçıdan oluşan müzikalde, “Rönesans’tan
Barok’a Belcanto”, “18. yüzyıldan İtalyan ve Avrupa güldürücü operası”,
“Giuseppe Verdi”, “Giacomo Pucini”, “Neapolitan şarkısı” ve “Dünyadan
Belcanto” olmak üzere altı ana tema sahnelenecek. Son yüzyılın en ünlü
tenorlarından Luciana Pavarotti’ye bir saygı duruşu niteliğindeki müzikal, opera aryaları, orijinal performansları ile Napoliten şarkılar ve İtalyan
Belcanto stili ile düzenlenmiş çağdaş kompozisyonlar sunuyor. Şarkıcıları, Pavarotti ile iş birliği içinde bulunmuş isimlerden seçilen “Belcanto
the Lucıano Pavarotti Heritage”, 17 ve 18 Aralık’ta izlenebilecek.
Borusan Uzakdoğu yolcusu…
Genç bir orkestra olmasına rağmen birçok başarıya imza atmış
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO), 2016-2017 sezonunda Uzakdoğu turnesine çıkacak. BİFO, 15-16 Şubat 2017
tarihlerinde 45. Hong Kong Sanat Festivali’ne konuk olacak.
Sanat yönetmeni ve sürekli şefi Sascha Goetzel yönetimindeki
topluluk, festivalde vereceği ilk konserde dünyaca ünlü keman
virtüözü Vadim Repin; ikincisindeyse dünyaca ünlü piyanistimiz Gülsin Onay’a eşlik edecek. Orkestra festivalde artık imzası
hâline gelmiş Rimsky-Korsakov’un ‘Şehrazat’ süitini, Balakirev’in
‘Islamey’ini ve Ahmet Adnan Saygun’un piyano konçertosunu
seslendirecek.
Genç Tenor’a büyük ödül…
Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçısı tenor Arda Doğan, Uluslararası Beethoven Ödülü’nü kazandı. 13 Ağustos’ta “2016 European Music Academy” tarafından düzenlenen şan yarışmasında en büyük ödül olan “Beethoven Ödülü”,
Ankara Devlet Opera ve Balesi solist sanatçısı tenor Arda Doğan’a verildi.Çek
Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da gerçekleştirilen yarışmada, Avrupa Müzik
Akademisi “Beethoven Ödülü” için, dünyanın seçkin opera müdürleri ve yönetmenleri jüri üyeliği yaptı. Tenor Arda Doğan, 2016-2017 sezonunda, orkestralı
üç konser için Çek Cumhuriyeti’ne davet edildi. Doğan, “Hoffman’ın Masalları”
operasında Hoffman rolüyle, “La Boheme” operasında ise Rodolfo rolüyle, 20162017 sezonunda Ankaralı sanatseverlerle buluşacak.
7
BİR DÜNYA HABER
Tarkan sevenlerini kırmadı…
Megastar, Harbiye Açıkhava’da sevenleriyle hasret giderecek. Ünlü pop müzik şarkıcısı Tarkan, yoğun ilgi üzerine 3
olan açıkhava konserlerinin sayısını 6’ya çıkardı.
Geleneksel açıkhava konserlerinde sahne alacak Tarkan,
daha önce açıklanan ve biletleri tükenen 3, 4 ve 6 Eylül’deki konserlerinin yanı sıra 7, 9 ve 10 Eylül’de Harbiye Cemil
Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde hayranlarıyla buluşuyor.
Megastar, iki bölümden oluşacak konserlerinin ilk yarısında yoğun ilgi gören Türk Sanat Müziği albümü Ahde
Vefa’da yer alan eserleri, ikinci yarısında ise sevilen klasikleşen pop şarkılarını seslendiriyor. Tarkan, sürprizleri ve müthiş performansıyla da sevenlerine özel bir gün yaşatıyor.
Metallica’dan
yeni şarkı…
8 yıl aradan sonra, 18 Kasım’da yayınlanacak olan yeni Metallica albümünden ilk şarkı Metallica hayranlarıyla
buluştu. 18 Kasım’da 2 CD’lik
“Hardwired… To Self-Destruct“ albümünü çıkarmaya hazırlanan Metallica, albümün açılış şarkısı ‘Hardwired’ı
yayınladı. Grup haziran ortasında
yeni albümünün miksajına başladığını açıklamıştı. Lars Ulrich de Nisan
başındaki açıklamasında Metallica’nın
yeni albümünü tamamlamak üzere
olduğunu söylemişti. Metallica en son
2008’de ‘Death Magnetic’ albümünü
yayınlamıştı.
Tahrif’ten opera çıktı…
İspanya’nın Borja kentinde 2012 yılında Cecilia Gimenez isimli bir kadının restore etmek isterken tahrif ettiği Hz. İsa freski, ‘Behold the Man’ adlı operaya
ilham kaynağı oldu. Sosyal medyada kadının yaptığı
deformasyon büyük ses getirdi ve yıllarca konuşuldu.
İspanya’nın Borja kenti de eseri görmek için gelen ziyaretçilerin akınına uğradı. NY Times’ın haberine göre,
şimdi de Gimenez’in yaptığı restorasyon bir opera
eserine ilham oldu. 45 dakikalık eser olan ‘Behold the
man’ isimli opera, Andrew Fleck ve Paul Fowler tarafından bestelendi. Opera eseri, Gimenez’in fresk üzerinde
yaptıklarını ve Borja’nın nasıl çekim merkezine dönüştüğünü anlatıyor.
8
BİR DÜNYA HABER
Leonard Cohen’den albüm müjdesi…
Geçtiğimiz günlerde eski sevgilisi Marianne Ihlen’e ölümünden hemen önce gönderdiği mektupla gündeme gelen Kanadalı ozan Leonard Cohen, Facebook hesabından yeni bir albümün haberini verdi.
“You Want It Darker” adlı albüm sonbahar aylarında raflarda olacak.
Albüm, sanatçının 2014’te çıkardığı ‘Popular Problems’ ardından piyasaya sürülen ilk yeni Cohen çalışması. Albümün sonbahar aylarında
yayınlanacağı belirtilirken, aynı adı taşıyan ‘You Want It Darker’ adlı
şarkı ‘Peaky Blinders’ dizisinin bir sahnesinde görücüye çıktı bile.
Erhan Güleryüz besteleri
meydanlarda yankılandı.
Ayna grubunun kurucusu sanatçı Erhan Güleryüz’den
arka arkaya besteler geldi. Güleryüz, 15 Temmuz gecesi yaşanan hain saldırılara tepki amacıyla ilk olarak “Türkiye İçin” adlı şarkıyı yazarak, şarkıya ait videoyu sosyal
medya hesabından paylaştı. Ardından Ayna grubu olarak seslendirdikleri “Millet Marşı” ile meydanları “Haydi
birliğe büyük Türkiye’m” sözleriyle birlik ve beraberliğe
çağırdı.
Volkan Arslan ve Ömer Hayri
Uzun’dan 15 Temmuz şarkısı. Grup Yürüyüş’ten
15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminden sonra
TRT İstanbul Radyosu sanatçılarından Volkan Arslan da
bir şarkı yazdı. Söz ve müziği Arslan’a ait olan “15 Temmuz Gecesi” isimli şarkı, bir hafta gibi kısa bir sürede
TRT Ankara Radyosu sanatçılarından Şef Ömer Hayri
Uzun aranjörlüğünde düzenlendi.
Mehter ve yürüyüş metronomunda; zurna, trompet ve
ritimlerin eşlik ettiği beste, dinleyenlerin milli duygularına hitap ediyor. Tüm kesimler tarafından beğenilen
şarkı meydanlarda büyük bir coşkuyla çalındı ve söylendi.
15 Temmuz’a şarkı..
FETÖ’nün darbe girişimine temmuz ayında “Halk Geliyor”
eseriyle tepki gösteren Grup Yürüyüş, şair Ali Emre’nin
şiirinden bestelediği ikinci eseri “Temmuz Türküsü”nü
sosyal medyada hayranlarıyla paylaştı. Grubun solisti Mehmet Ali Arslan’ın seslendirdiği eserin klibinde 15
Temmuz’u anlatan illüstrasyonların, fotoğrafların yanı
sıra, darbe girişiminde şehit düşen Piyade Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir, Halil Kantarcı, Erol ve
Abdullah Tayyip Olçok’un da fotoğrafları yer alıyor.
9
MEYDANLARIN DİLİ
MEYDANLARIN DİLİ Hazırlayanlar: Ümit DİRİCAN, Nesrin BÜYÜKTURAN
Vatan, doğduğun, doyduğun, güldüğün, ağladığın, cehennemini de cennetini
sevdiğin, her zerrende tüm kültüründen bir şeyler taşıdığın, yeri geldiğinde de
tankın, tüfeğin önüne dimdik dikildiğin ipekten topraklardır. Vatan her şeyden
önemlisi koca bir mânâ evrenidir. Seni sen yapan ne varsa taşından, toprağından, havasından, suyundan almışsındır. Onun için de tek bir taşı ömrünü
verecek kadar kıymetlidir. Ve onun için de 15 Temmuz gecesi memleketi karıştırmak isteyen hain ellerin karşısına, koca tankların, silahların karşısına tereddütsüz dikildi bu halk. Türk insanı için vatan; namus demektir, onur demektir,
inanç demektir, aşk, sevgi demektir...
10
KENETLENME ZAMANI
KENETLENME ZAMANI
Bu millet “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında
yerimize başka kuvvetler hâkim olabilir.” diyen Ata’sından aldığı feyzle sever vatanını. Ve “Asker toplayıcılar
gene dolaşmaya başlamış köy köy. Büyüğü Balkan Harbinde kaybettim, ortancayı Çanakkale’de. Sonuncusu
pek küçük ama kabul ederlerse yerine ben giderim.” diyen anaların evlatlarıdır. Yeri geldiğinde de Ata’ları gibi,
dedeleri, babaları, anaları gibi sahip çıkar memleketine.
11
MEYDANLARIN DİLİ
MEYDANLARIN DİLİ -
12
KENETLENME ZAMANI
KENETLENME ZAMANI
15 Temmuz 2016 gecesi demokrasimize kirli eller uzanmış
ve bu kirli eller, tüm ülkeyi karanlığa ve esarete mahkûm
etmek istemişti. Ancak başta Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın milletine duyduğu güven ve güçlü
iradesiyle yaptığı çağrı üzerine; millet tek yürek, tek bilek
olarak, demokrasi ve özgürlüğe tuzak kuranların bu hain
emellerini suya düşürdü. Özgürlüğe ve demokrasiye sahip
çıkma yolunda haftalarca meydanlarda birlik ve beraberlik içerisinde nöbetler tutuldu. Kendi adımıza kurumumuz
TRT’nin, başta Genel Müdürümüz Şenol Göka olmak üzere her bir çalışanının bu hainlerin saldırılarına karşı kararlı,
net tavrının gururunu taşıdığımızı da belirtmek isteriz.
Halkın birlik ve beraberliğinin tartışılmaz gücü, sosyal ha-
yatta olduğu kadar kültür ve sanat hayatında da oldukça
etkili elbette. Bu nedenle milletçe en sık bir araya gelinen
yerlerin yani kültür ve sanat etkinliklerinin düzenlendiği
platformların gücünü göz ardı etmemek gerekir. Bu platformlar arasında belki de en önemlisi müzik etkinliklerinin
düzenlendiği alanlar ve tabii ki konser mekânları. Bir araya
gelen kalabalıklar müziğin de birleştirici gücüyle daha da
bir kenetlenir tek ses, tek nefes olur adeta.
Milletçe bir demokrasi zaferine ortak olduğumuz şu günlerde biz de elimizden geldiğince bu birlikteliğe destek
olmak ve bu süreç içerisinde müziğe dair neler yaşanmış
bunları sizlerle paylaşmak istedik.
13
MEYDANLARIN DİLİ
MEYDANLARIN DİLİ -
Her karışı şehit kanıyla sulanmış vatan
toprağımızı milletçe nasıl savunacağımızı tüm dünyaya bir kez daha kanıtladık. 15 Temmuz’da kahramanca
siper edilen göğüsler ve günlerce
tutulan demokrasi nöbetleri dünyaca
ünlü starlar tarafından da takdir gördü…
Elton John destek mektubu gönderdi.
1970’lerden bu zamana kadar 250
milyondan fazla albümü satılan ve
gelmiş geçmiş en büyük şarkıcılar
arasında gösterilen Elton John, Türkiye’de yaşanan olaylar karşısında
duyarsız kalamayarak bir destek mektubu gönderdi. Türkiye’yi daha önce
gerçekleştirdiği konserlerden dolayı
çok yakından tanıdığını belirten Elton John mektubunda, yaşananları
bir ‘baş ağrısı’ olarak nitelendirerek
olayların Türkiye’nin demokrasi ve
14
özgürlük ortamını bozmaya yönelik
yapıldığının farkında olduğunu vurguladı. Olayların Türkiye’nin güzelliklerine gölge düşüremeyeceğinin de
altını çizen Elton John bu nedenle 9
Eylül’de EXPO 2016 Antalya’daki konserini büyük bir zevkle gerçekleştireceğini de müjdeledi.
Demokrasi mücadelesine bir destek
de Belçikalı Lara Fabian’dan geldi.
Lara Fabian 24 Eylül’deki konseri öncesinde sosyal medya hesaplarında
yaptığı paylaşımda ücretsiz gerçekleştireceği konser için, “Ruhu yaralı bu
güzel ulusa küçük bir katkı” ifadelerini
kullandı.
15 Temmuz’da yaşanan olayların ardından dünyaca ünlü sanatçılardan
Türkiye’ye destek gelmeye devam
ediyor. EXPO 2016 Antalya’da konser
verecek olan aşk şarkılarının büyülü
sesi Lara Fabian, 1 milyon 200 bine
yakın takipçisi olan sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla Türk halkının yanında olduğunu gösterdi.
Jamala da konserini gerçekleştirerek
desteğini gösterdi.
Eurovision Şarkı Yarışması’nda “1944”
adlı şarkısıyla birinci olan Kırımlı Tatar
sanatçı Jamala konserine, İstanbul’da
olmaktan çok mutlu olduğunu söyleyerek başladı. Konserde İngilizce
ve Türkçe şarkılar seslendiren Jamala,
“Anavatan” şarkısını seslendirmeden
önce “Biz vatanımızdan ayrı yaşamanın ne olduğunu biliyoruz, vatanımızdan uzakta sürgüne düştük ama
her zaman biliyoruz ki sığınacak bir
anavatanımız var. Vatan için ölen tüm
şehitleri rahmetle anıyorum” diye konuştu. Sanatçı konserin bir bölümünde de; “Ukrayna’nın acı tecrübelerine
KENETLENME ZAMANI
KENETLENME ZAMANI
15
MEYDANLARIN DİLİ
MEYDANLARIN DİLİ -
göre çok iyi biliyorum ki müzik insanlar için bir ilham ve
umut kaynağı oluyor. O yüzden Türkiye’ye geldim. Kendimi Türkiye’de tamamen güvende hissediyorum. Hiçbir
tehlike hissetmiyorum.” İfadelerini kullandı.
Bir destek de aşkın tutkulu sesi Buika’dan…
Flamenko geleneğiyle cante tarzını cazla daha yükseğe
taşıyan dünyaca ünlü İspanyol şarkıcı Buika da Türkiye
sevdasını planlanan konserlerini iptal etmeyerek kanıtladı.
“Türkiye ile bağlarım her konserle daha çok güçleniyor” diyen şarkıcıyı Antik Tiyatroda dinlemeye, yaklaşık 3 bin kişi
16
KENETLENME ZAMANI
KENETLENME ZAMANI
geldi. Buika söylediği İspanyol şarkılarla hayranlarına müzik ziyafeti verdi.
Hayal kırıklığı yaratanlar oldu…
Ülkemize desteğini bu dönemde birçok sanatçı gösterdi verdikleri konserlerle. Ancak bir isim var ki bugüne
kadar özgürlük mücadelelerinin hep
yanında olduğunu iddia etmesine
rağmen Türkiye’de vereceği konseri
iptal ederek büyük hayal kırıklığı yarattı. Bu isim ne yazık ki Joan Baez. Sanatçı sosyal medya hesabında şunları
yazdı: “Türkiye’deki arkadaşlarım, Türkiye’deki konserlerimi iptal etme kararı
aldım. Onca zamandır savaş bölgelerine, diktatörlük rejimine sahip ülkelere, sivil arbedelerin yaşandığı yerlere
gittim. Ama bugünün Türkiye’sindeki
gibi beklenmedik ve çok büyük tehlike gibisini gördüm mü emin değilim.
Aktivist meslektaşlarıma bile ne kadar
kararlı olsalar da önermem, kendimi,
grubumu ve ekibimi Türkiye’de yükselen kâbusun içine sokamam. Umarım
acı çekmeden ve barbarca cezalar almadan birlikte şarkı söyleriz.”
Bu talihsiz açıklama üzerine ise İstanbul Caz Festivali Direktörü Pelin
Opçin, Joss Stone’un konserini iptal
etmemesine rağmen Joan Baez’in
Türkiye’ye gelmemesine ve açıklamasında “beklenmedik tehlike ve
kâbus” gibi kelimeler kullanmasına
tepki göstererek sosyal medya hesabında Baez’e yanıt niteliğinde bir yazı
paylaştı. Opçin yazısında şöyle dedi:
“Güvenlik koşullarından emin olmadığınızı anlayabiliyorum, Türkiye’ye
gelmekten çekinmenizi de anlıyorum, konserinizi yapamayacağınızı
düşündüğünüz için iptal ettiğinizi de
biliyorum. Ama savaş bölgesi durumu
konusunda hızlı karar almanızı ve ya-
zınızda ‘beklenmedik tehlike ve kâbus’
kelimelerini kullanmanızı anlayamıyorum. Evet, sorun yaşıyoruz, yaşanılanları inkâr etmiyoruz, evet yastayız ama
topluma sanatla toplumun iyiliği için
barış ve bilgelik getirebileceğimizi
düşünüyoruz. Bize kendimizi yalnız
hissettirdiniz. Bir takım izole etme
şekliyle bize kendimizi cezalandırılmış
hissettirdiniz. Pozitif bir ilham kaynağısınız ve lütfen bizi cesaretlendirin.
Durumumuzun ne kadar kötü olduğu konusunda fikir yürütmeyin. Çünkü öyle değil. Joss Stone konserinde
dans edeceğim çünkü Stone İstanbul’da konser verecek kadar cesur.”
Bir Dünya Müzik ekibi olarak bu kritik
17
MEYDANLARIN DİLİ
MEYDANLARIN DİLİ -
dönemde, bize destek olan tüm sanatçılara teşekkür ederken Joan Baez’i kınıyoruz.
Türk milleti, 15 Temmuz ihanet kalkışması sonrasında
meydanlarda kenetlendi. Bu birlik ve beraberlik duygularıyla şarkılar, türküler ve marşlar bestelendi.
Hep bir ağızdan meydanlarda yankılandı marşlar…
Demokrasi darbe yemiş, şaşkındı millet
Ya özgürlük bundan sonra, yahut da zillet
Başkomutan emir verdi: İnin meydana!
Sahip çıkın al bayrağa, aziz vatana!
Her ne ile meşgul ise hemen bıraktı
Yedi-yetmiş bütün millet sokağa aktı
Milyonların ayak sesi titretti yeri
Elde bayrak, dilde tekbir, koştu ileri.....
Uğur Işılak, Murat Kekilli, Grup Ayna, Ümit Besen, İsmail
Türüt, Hanefi Söztutan, Bekir Köse ve daha birçok sanatçı
besteledikleri marşlarla destek oldular demokrasi mücadelesine.
Güftesi Gümüşhaneli şair Dilaver Cebeci’ye ait “Türkiyem”
şiirine bestesiyle can veren Mustafa Yıldızdoğan da konserleriyle demokrasi mücadelesine destek verirken “Türkiyem” şarkısı da bir marş gibi Türkiye’nin 81 ilindeki alanlarda sürekli çalındı.
En uzun gece
Sırattan ince
El ele verdik
Geçtik milletçe…
İşte bu dizelerle başlayan bir türkü bestelemiş Ordulu sa-
18
natçı Aydın Beyoğlu… Sanatçı utanç verici geceyle ilgili :
“Türkiye büyük bir sınav verdi ve bu sınavı halkın gücüyle
Yaradan’ın gücüyle geçti. İnşallah, böyle bir olay bir daha
yaşanmaz. Yıllardır radyoda, televizyonlarda ve konserlerimde hep birlik beraberlik mesajları verdim. Benim bir sanatçı olarak elimdeki gücüm kalemim, iyi niyette kullanacağım silahım, sazım ve sözüm. Geç saatlerde meydanlara
çıkan arkadaşlarım, kardeşlerim kadar güçlü olsaydım keşke. Onların ellerindeki bayraklarla meydanlara, yollara çıkışı, milletin, devletin yanında yer almaları beni de sazımla,
sözümle duygulandırdı, güçlendirdi” ifadelerini kullanmış.
15 Temmuz’un ardından müzik dünyası da demokrasi mücadelesi için meydanlarda toplandı, sosyal medya hesaplarından da hain kalkışmayı kınayan birçok sanatçı, milyonlarca takipçilerine de beraberlik mesajı verdiler.
Sanatçılardan darbe girişimine ortak tavır geldi.
Kültür sanat dünyasının ünlü isimleri, darbe girişimine tepki amacıyla “Darbeye Hayır” bildirisi yayımladı. Demokrasiye sahip çıkan sanatçıların yayımladığı bildiri şöyle:
Dört darbe yaşamış Türkiye, 15-16 Temmuz gecesi yeni bir
darbe tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Darbecilere direnen
cesur halkımıza ateş açıldı. En az 200 insanımızı kaybettik.
Darbeciler, hepimizin temsilcilerinin olduğu Meclisimizi on
bir kez vurdular.
Biz, bu bildiride imzası olanlar, aramızdaki tüm görüş farklılıklarını bir tarafa bırakarak bu korkunç darbeye karşı demokrasimizin yanındayız. Darbeye direnirken hayatlarını
kaybeden kahraman insanları saygıyla anıyoruz.
KENETLENME ZAMANI
KENETLENME ZAMANI
Bildiride imzası bulunan isimler ise şöyle:
Adnan Özer, Ahmet Güneştekin, Ahmet Hakan, Ali Bayramoğlu, Ali Sunal, Aras Bulut İynemli, Arzum Onan, Aslıhan
Gürbüz, Ayberk Pekcan, Ayberk Sak, Ayda Aksel, Ayşegül
Akdemir, Balçiçek İlter, Barış Yıldız, Basri Albayrak, Belçim
Bilgin Erdoğan, Berrak Tüzünataç, Beste Bereket, Bige Önal,
Binnur Kaya, Birkan Sokullu, Buğra Gülsoy, Burak Hakkı,
Burçin Abdullah, Burçin Terzioğlu, Bülent İnal, Bülent Şakrak, Cansu Tosun, Cengiz Bozkurt, Cengiz Kurtoğlu, Ceyda
Düvenci, Çağla Kubat, Demet Akbağ, Demet Genç, Devrim Yakut, Dolunay Soysert, Ebru Akel Sancak, Ece Çeşmioğlu, Ecem Özkaya Üstündağ, Edip Saner, Elif Atakan, Elifcan Ongurla, Emre Karayel, Engin Akyürek, Engin Öztürk,
Eray Akyamaner, Erkan Avcı, Erkan Bektaş, Erkan Can, Esra
Bilgiç, Esra Dermancıoğlu, Esra Ronabar, Etyen Mahçupyan, Ezgi Mola, Ferat Bilgin, Fikret Kuşkan, Fuat Keyman,
Genco Özak, Gökçe Bahadır, Gülçin Avşar, Gülay Göktürk,
Gülenay Kalkan, Gülse Birsel, Gün Koper, Günay Karacaoğlu, Güven Kıraç, Hakan Altun, Hakan Boyav, Hakan Kurtaş,
Halil Berktay, Halil Ergün, Halit Ergenç, Hande Doğandemir, Hande Soral, Hande Yener, Hasan Saltık, Hasibe Eren,
Hatice Şendil Sağyaşar, Hazal Kaya, Hazar Ergüçlü, Hikmet
Barutçugil, Hilmicem İntepe, Hülya Koçyiğit, Hüseyin Avni
Danyal, İbrahim Çelikkol, İclal Aydın, İlker Kaleli, İnanç Konukçu, İpek Acar, İpek Karapınar, İrem Sak, İskender Pala,
İskender Paydaş, İsmail Demirci, İsmail İçen, Kerem Bürsin,
Kıvanç Kasabalı, Korhan Herduran, Kutluğ Ataman, Kutsi,
Leyla İpekçi, Leyla Lydia Tuğutlu, Mehmet Ada Öztekin,
Mehmet Akbay, Mehmet Aslantuğ, Melis Birkan, Menderes Samancılar, Mert Tünay, Mert Yazıcıoğlu, Metin Celal,
Muhsin Kızılkaya, Murat Dalkılıç, Murat Yıldırım, Mustafa
Erdoğan, Mustafa Şahin, Mustafa Üstündağ, Nihal Bengisu Karaca, Nur Fettahoğlu, Olgun Toker, Oral Çalışlar, Ozan
Çobanoğlu, Özlem Balcı, Özge Gürel, Özgü Namal, Özgür
Çevik, Polat Yağcı, Rıza Kocaoğlu, Sarp Akkaya, Sarp Levendoğlu, Seda Yılmaz, Sedat Yurtdaş, Sedef Avcı, Selçuk
Aydemir, Selma Ergeç, Semih Kaplanoğlu, Sercan Badur,
Serenay Sarıkaya, Serhat Teoman, Serkan Altunorak, Serkan Çayoğlu, Sinan Tuzcu, Songül Öden, Suat Suna, Şencan Güleryüz, Şükran Ovalı, Şükrü Özyıldız, Tanju Çolak,
Tarık Ünlüoğlu, Tolga Çevik, Tolga Sarıtaş, Tolgahan Sayışman, Tuna Kiremitçi, Turgay Tanülkü, Uğur Arslan, Uğur
Güvercin, Yasemin Kay Allen, Yavuz Bingöl, Yavuz Ekinci,
Yeliz Kuvancı, Yıldıray Oğur, Yurdaer Okur, Yusuf Esenkal,
Zafer Algöz.
19
MEYDANLARIN DİLİ
20
KENETLENME ZAMANI
Biz de vatanı uğruna canını hiçe sayanların, vatanın sadece toprak parçası demek olmadığını tüm karanlık güçlere gösteren
asıl kahramanların ruhları önünde saygıyla eğiliyoruz. Ruhları şad olsun. Biz geride kalanlara düşen görev de memleketimize
sahip çıkıp, beklenen karanlıklara izin vermemektir. Onun için de yan yana, beraberce türkülerimizi, şarkılarımızı söylememiz
çok önemlidir. Yetmiş iki milletin sesini, nefesini taşıyan memleketimizden dünya var oldukça şen şarkılar, türküler eksik olmasın…
21
KAPAK KONUSU
YolaRevan Oldum,
Heybemde Türlü Çeşit
Hazırlayan: Figen GÖKTAŞ
Hayat yolculuğumuz başladığında acı tatlı görecek
günlerimizin en başında bizi, ilk sevgilimiz, bizi ilk sevenden ninniler karşılar.
Ninnilerin benim olsun
Uykularım senin olsun
Akan sular ömrün olsun
Ninni yavrum, kuzum ninni…
Sonra yol aldıkça büyür, yaş aldıkça biriktiririz. Yollar
zaman zaman kavşaklara taşır bizi. Önemli kavşaklardan biri ergenliktir ki burada dinlenen müzikler de kişiye özel eşlik ederek ruhunu besler. Bu kavşakta içine
kapananlar depresif şarkılarla, Göksel’in 2000’li yıllara
damgasını vuran şarkısı gibi…
Bugün evden çıkmadım,
Telefona bakmadım,
Çok yedim, çok ağladım…
Depresyondayım,
Unutuldum,
Aldatıldım.
İsyankârlar ise çığlık çığlığa bunu dile getirebilecekleri
şarkılarla yolunu seçmeye, bulmaya çalışır. Hard rock
olur, metal olur, Türkçe rock o da olur. O zaman Şebnem Ferah’tan gelsin;
Ben şarkımı söylerken istersen sesi açarsın
İstersen kısıp, bunu da yok sayarsın
Kim bilir belki gülümser belki ağlarsın
Yüreğimdeki sesleri susturamazsın...
22
Bol bunalımlı, isyanlı bu kavşak da atlatıldıktan sonra
uzun ince yolda hayat gailesinin başlayacağı eş ve iş
seçimi yapılacak önemli kavşak gelir karşımıza. Ve burada aşk acısından mutlu sona, pişmanlıklardan ‘İşte
budur’ nidalarına uzanan benliğini ve kendini bulma
yolunda, geniş bir yelpazede bin bir çeşit şarkı, türkü
eşlik eder bize.
Ne güzel özetlemiş Barış Manço “Yol” şarkısında ömür
denen yolu…
Uçsuz bucaksız bir yolda
Yürüyorum tek başıma
Herkes hakkını helal etsin
Kalmasın tek bir lokma
Bu yolda ölmek var belki de dönmemek
Ömür bitse bile yol bitmeyecek…
Topraktan geldi insan yine toprağa dönecek,
İki lokma ekmek için ömür boyu dövüşecek.
Ve ne güzel anlatmış gönülden gönüle yolculuğu büyük ozan Neşet Ertaş;
Gönül Dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar dil gizli gizli
Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçanın gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle yol gizli gizli…
YOL VE YOLCULUK
Ezgiler
Ne amaçla olursa olsun yolculuklarımızda bize eşlik
eden müzikler her türlü duygusal anımızın şahididir.
Kimi zaman otobüs camına yaslanıp hayal kurarak Teoman’ın Yollar şarkısını,
Aslında yollar
Yalanını görmez, yaraları sarmaz
Hiç bitmez
Aslında yollar
Daralıp açılmaz, sonuna da varmaz…
Kimi zaman direksiyon başında avaz avaz haykırarak,
derdimizi kederimizi kusarcasına- Deep Purple’dan
Highway Star’ı,
Kimse arabamı almayacak, yerde yarıştıracağım onu
Kimse arabama vurmayacak, sesin hızını kıracak
Ooh, o katil bir makine, her şeyi var
Süren güç gibi, büyük şişman tekerlekler ve her şey…
Kimi zaman arabanın arka koltuğunda sicim gibi gözyaşları akıtıp salya sümük iç çekerek ya da Ray Charles’ın Hit the Road Jack şarkısını dinleyip parmaklarımızı
şıklatıp tempo tutarak dinlediğimiz, yol arkadaşımızdır
yolculuk müzikleri.
Uzun lafın kısası, hayat denen yolda biz de kısa bir mola
verdik ve bu ay dergimizde yol ve yolculuk müziklerine
farklı açılardan bakmaya çalıştık. Bendeniz Figen Göktaş’ın bu girişinden sonra Nesrin Büyükturan bavulunda şarkılar ve türkülerle sizi uzun bir yolculuğa çıkartacak şimdi…
23
Bavulumda Türküler
YOL VE YOLCULUK
‘‘Işınlama Beni Scotty. Etrafı Görmek İstiyorum.’’
Hazırlayan: Nesrin BÜYÜKTURAN
“Yine dertli geçirdim geceyi,
Şarkılar, türkülerle.” (Orhan Veli Kanık-Yol Türküleri)
Piyangodan büyük ikramiyenin çıkma
ihtimali on milyonda bir gibi bir şeymiş. Sorun, kime çıkarsa çıksın borcunu
derdini hallettikten sonra yapacağı ilk
iş neymiş? Ben söyleyeyim, yolculuğa
çıkmak. Hayalde gidilecek bir yol vardır
mutlaka. Yol bazen ta uzaklardır, bazen
yerinden kıpırdamadan içinin en derinlerinedir. Yol senin tüm ömründür.
Bunca zaman ne ile kurduysan kendini
odur seçeceğin yolculuk… Gideceğin
güzergâh, bakacağın yön, düşeceğin
yol sensindir, o yol için seçeceğin şarkı,
türkü de öyle.
Hazırlıklar yapılır, son kontroller; pasaportlar, biletler ve yol için seçilen müzikler (bunlarsız yola çıkılamaz). Müzik
seçimi… Bazen seçtiğin müzik yolu
belirler, bazen yol seçeceğin müziği
belirler. Şairin dediği gibi uzak dediğin
birikir insanın içinde. Sonrası mı? “Sonrası yalnızca yoldur…”
İster radyodan gelsin müzik, isterse
dijital aygıtlardan, yol da yolculuk da
müziksiz geçmez. Radyo her zaman
öncelikli tercih olur yolculuklarda.
1970’lerde radyonun yanına kasetçalar da yerleşir. 1990’lardan itibaren ka-
Hayalde gidilecek bir yol vardır mutlaka. Yol bazen ta
uzaklardır, bazen yerinden kıpırdamadan içinin
en derinlerinedir. Yol senin tüm ömründür.
Bunca zaman ne ile kurduysan kendini odur seçeceğin
yolculuk…
24
BAVULUMDA TÜRKÜLER
setçalarlar, kompakt disklere bırakır yerini. 2000’lerde dijital
müzik çalarlar eklenir sisteme. Radyo her daim araçlardaki
yerini ve yolculuklardaki saltanatını korur. Üç aşağı beş yukarı, zevkine göre yayın yapan radyoyu seçip, bahtına çıkacak şarkılarla kader ortaklığı yapılır. Çıkan parça nasıl da
içinden geçeni bilir, halden anlar.
Hazırladığın listende ise bahtın oyunlarına yer yoktur. İşini
sağlama alırsın. Bakarsın, dinlersin, eklersin, silersin. Ben listenin önemli bir bölümünü “bizim blueslarımız” olan türkülere ayırırım. Her duruma uygun bir türkü vardır. Sade, duru,
mesajı nettir türkülerin. Hadi o zaman yol arkadaşı olarak
bavulumuza doldurduğumuz şarkılar, türkülerle yola revan
olalım. Ama biraz tersinden olsun yolculuğumuz. Türküyü
yakanın bedeninden, gözlerinden bakalım. Şu durmadan
dağılıp birleşen âlemde kim yalnız sadece kendi zerrelerinden oluşur ki zaten?
“Hereke’den çıktım yola,
Selâm verdim sağa sola,
Haydi, benim bu dünyaya garip gelmiş şairim,
Yolun açık ola!”
Bir Garip Orhan Veli, Yol Türküleri şiirinde yola türküyle başlar bizim gibi, yolları türkülerle geçer. İzmit’i, Adapazarı’nı,
Bolu’yu geçip Zonguldak’a varana dek, türkülerden şiir yazar. Türküsüz bir karış toprağı yoktur Anadolu’nun. O yüzden
Anadolu’yu aşan yollara da en çok türkü yaraşır. Daha doğduğun andan itibaren türkülerle bu toprakların tüm kederi,
neşesi işlenir her zerrene. Sazını sözünü bilmesen de bilirsin
ne dediğini. Bir türkü çalar, hiç edinmediğin bir yaran sızlar
derinlerinde. Suyu bile ateşe çeviren o kor, dağlar yüreğini:
Baba bugün dağlar yeşil boyandı
Kim yattı kim uyandı
Mine boylum kalbime ateş düştü
İçinde yar da yandı
Su serptim ateş sönsün
Serptiğim su da yandı
Aman aman Azrail aman
Alma canım bir zaman
Gider o yâre haber yar da yanar bir zaman…
Her yolculuk, insanın kendine giden bir yoldur bir yandan
da. Hele uzun bir yola çıktıysanız, düşünecek, hesaplaşacak
bolca zaman bulursunuz. Gecenin karanlığında yol alırken,
bir yandan bir şeyleri arkada bırakmanın efkârı, öte yandan
bir şeylere yaklaşmanın heyecanı birbirine karışır. Geride
kalan koca bir hayattır; teker her döndüğünde biraz daha
uzaklaşır… Önünüzde olan yine koca bir hayattır; teker her
döndüğünde biraz daha yaklaşır…
Yola neden çıktığın, kimle çıktığın, gidiş dönüş mü yoksa tek
gidiş mi olduğu önemlidir, çok şey anlatır sana dair. Hangi
araçla yola düştüğün de ele verir seni. Yol aynıdır ama trende başka, kendi aracınla başka, uçakta başka bir yolculuk yaşanır. Sırtına dünyanın yükünü vurmuş kamyon sürücüsünün yoluyla, saatte iki yüz elli kilometreyle giden hızlı trenin
25
YOL VE YOLCULUK
Huduttan hududa atılmışım
yolu hiç bir olur mu? Japonben…”
ya’da geleneksel trenler seZaman değiştikçe, etrafımızferden kalktığında, TCDD’nin
la kurduğumuz ilişki de deİstanbul-Ankara arasında çağişiyor. Yüksek teknoloji, bu
lışan Ankara Ekspresi, Japon
ilişkiyi zayıflatıyor ne yazık
turistlerin akınına uğramıştı.
ki. Kişisel yolculuğumuzun,
Bir bildikleri vardır değil mi?
anılarımızın oyuncuları biHer şey bu kadar hızlı olmak
rer birer çekiliyor sahneden.
zorunda mı? Keşke Ankara
Her şey daha hızlı ve daha
Ekspresi sembolik de olsa sekolay tüketilmek üzere taferlerine devam etse…
sarlanıyor. Yeni tekno kültür,
Kullandığımız her araç keninsanın doğayla, çevresiyle,
di kültürünü oluşturuyor.
birbiriyle olan ilişkisini belirKendi resmini, edebiyatını,
Anadolu’yu aşan yollara da en çok liyor. Sanal dünya kendi külmüziğini… Halit Refiğ’in
hâkim kılıyor. Ancak
Gurbet Kuşları filmindeki
türkü yaraşır. Doğduğun andan itiba- türünü
insan değişmiyor aslında. İnaçılış sahnesinde yüksek hızlı
treni oynatabilir misiniz? Ya ren türkülerle bu toprakların tüm ke- san yine birilerine, bir yerlere
ait olmak istiyor, kendisini
da Şehir Hatları’nın emektar,
yorgun vapurunun yerine, deri, neşesi işlenir her zerrene. Sazını hayata bağlayan köklerini
istiyor. Sevilmek
deniz otobüsü olur mu? Atlı
sözünü bilmesen de bilirsin ne dedi- hissetmek
istiyor, sevdiğine ulaşmak isarabayla değil de ne bileyim
hızlı trenle yolculuk yapsaydı ğini. Bir türkü çalar, hiç edinmediğin tiyor. Duyguları bendini zorladığında, dilsiz kaldığında
Faruk Nafiz Çamlıbel, yol bobir yaran sızlar derinlerinde
söylemeden, anlatmadan
yunca han duvarlarına çizikbölüşmek, paylaşmak istiyor.
tirilmiş üç beş boynu bükük
satır aracılığıyla, memleketin hal-i pür melalini anlatan Han Koşarken, yarışırken, ilerlerken, sürekli sinir krizinin eşiğinde
gezerken bent olacak anahtarları arıyor. En sık başvurduğu
Duvarları’nı yazabilir miydi?
çözüm de toplayıp müziklerini kendini yollara vurmak oluUykuya varmak için bu hazin günde, erken,
yor. Çok şükür ki “ışınla beni Scotty” noktasına henüz gelKapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
medik ve hâlâ yolculuğun tadını çıkarabileceğimiz araçlar
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
var. Vapurlar var, hızlı olmayan trenler var. Yolda okunacak
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
kitaplar, dinlenecek müzikler var. Sabaha karşı otobüs sürü…
cüsünün dinlediği radyodan gelen sesle uyanmak var. İnce“On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan
cik sesli bir kadın, sevdadan ölünen, hastalığın bile incesinin
Baba ocağından yar kucağından
olduğu dönemlerden uzanıp, tam da canda en kuytunuza
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
dokunur:
Ben kendimi aman
Gülün dibinde buldum
Kuru kuru sevdaymış, sarardım soldum
Aşk bir rüyaymış, kendime yordum…
Bu güzel topraklarda binlerce yıldır türküler yakıldı. Her yol,
uğrayan her yolcunun sadâsını taşır. Gurbete gidene, askere
gidene, gelin olup gidene, dağları aşana, yaylaya çıkana, türküler söylendi. Yüreğin közü, yolların tozu, özlemin kor ateşi
turnaların kanatlarına yüklenip yollandı gurbetten sılaya.
Allı turnam bizim ele varırsan,
Şeker söyle kaymak söyle bal söyle.
Eğer bizi sual eden olursa,
Boynu bükük, benzi soluk yar söyle.
Dağlar geçit vermeyince, yâre giden yolları harami tutmuşsa,
26
BAVULUMDA TÜRKÜLER
Türkülerle, şarkılarla derman
olunan, şifa bulunan Anadolu’yu,
bir de türkülerle, şarkılarla dolaşın
derim. Her taşın dibini, her ağaç
gölgesini bildiğinizi; her gideni,
her döneni bir yerlerden tanıdığınızı
göreceksiniz.
göz arkada kalmışsa, yine türkü oldu duygular:
Aşamadım Hacı Hasan belini
Yaylanıza varamadım a gelin
Deldi geçti yağlı kurşun tenimi
Ellerinden tutamadım a gelin.
Askerlik de zordur asker yolu gözlemek de. Askere davulla
zurnayla, türküyle şarkıyla uğurlanır delikanlılar. Ama herkes
bilir ki gönlünde bir güzelin gölgesi varsa, askerlikte sevda
çekmek zordur. Vatan görevi bitene kadar bir sigara içimi
dinlenmelerde duman duman yavuklunun kaşı, gözü, gülüşü, bakışı kaplar içini. Askere giden yavuklusunu bekleyen
genç kız da bir türkünün dizelerine iliştirir hasretini:
Mendilimde tel oya
Gülmedim doya doya
Asker yolu beklerim
Günleri saya saya.
Her şeye rağmen dertlerin en kabul edilenidir sevda. Bin
dermana yeğ tutulandır. Çıkılan her yolu rengine boyayandır. Kim, hangi sevgili için yazarsa yazsın, her dinleyene ve
her söyleyene uyar yüreğinin yettiği kadar. Bir de ağıtlar öyledir... Derler ki Erzurum kapılarına dayanınca düşman, yollardan insanlar ve gözyaşı iki koldan sel olup akmış. Bir ağıt
yükselmiş göğe doğru, Çifte Minareli Medrese, Ulu Camii,
Yakutiye ve Erzurum Kalesi ile kucaklaştıktan sonra acı bir
feryat olup ovaya dağılmış. Mükerrem Kemertaş’ın muhteşem sesinden dinleyin o ağıtı, öğrenmeden bildiğiniz o
feryadı bulacaksınız yüreğinizde.
Göç göç oldu, göçler yola dizildi,
Uyku geldi, ela gözler süzüldü,
Üç gün oldu, elim yardan üzüldü,
Nerden aşar gelir yaylanın yolu?
Türkülerle, şarkılarla derman olunan, şifa bulunan Anadolu’yu, bir de türkülerle, şarkılarla dolaşın derim. Her taşın dibini, her ağaç gölgesini bildiğinizi; her gideni, her döneni
bir yerlerden tanıdığınızı göreceksiniz. Varsın yol bir yere
varmasın. Yol bir yere varmasa da yolda olmak çok güzel.
Işınlama Beni Scotty. Etrafı Görmek İstiyorum…
Orhan Veli’yle başladık, yine onunla bitirelim:
“Gemiler vardı limanda gemiler
Her biri yeni bir ufka gider.”
27
BİR DÜNYA SOHBET
İskoç eteğini giyip
Anadolu topraklarını
karış karış gezen
Paul Dwyer,
programlarında bize
kendi kültürümüzden
örnekler verdi,
farklı farklı yörelere ait
türküler söyledi.
Uzun İnce Bir Yolda…
28
PAUL DWYER
Röportaj: Ümit DİRİCAN
Müzik yapmak için 3 aylığına geldiği
Türkiye’de tam 28 senedir yaşayan ve
artık kelimenin tam manasıyla bizden biri olan bir müzisyen Paul Dwyer.
Onu ilk olarak Türkiye’de kurdukları
“Andy ve Paul” müzik grubuyla tanıdık. Daha sonra yaptığı “Paul ve Yol”
adlı televizyon programıyla adeta
bağrımıza bastık. İskoç eteğini giyip
Anadolu topraklarını karış karış gezen
Dwyer, programlarında bize kendi
kültürümüzden örnekler verdi, farklı
farklı yörelere ait türküler söyledi. Türkiye’de yaptığı birçok programa en son
TRT Kent Radyo İstanbul’dan gerçekleştirdiği “Müzik ve Paul” programını
da ekleyen sanatçı, bizi stüdyosunda
ağırladı. Kültürümüzü kendine bu kadar yakın hisseden ve özümseyen, gönül ve müzik insanı Paul Dwyer ile çok
keyifli bir sohbet sizleri bekliyor…
3 aylığına gelmişsiniz Türkiye’ye
kaç yıl oldu? Bizden biri olmuşsunuz artık aslında.
Evet, “geliş o geliş” dersiniz ya öyle
oldu.
Ne için gelmiştiniz iş için mi biraz
bahsedebilir misiniz?
Evet, iş için Andy ile beraber gelmiştik.
Bir otel zincirinde çalışıyorduk. 3 aylık
bir anlaşmamız vardı orada da eşimle
tanıştık aynı zamanda.
Türkiye’de biz sizi ilk olarak “Andy
ve Paul” olarak tanıdık. Sonra ayrıldınız ve Andy Amerika’ya mı döndü?
Tabii ama biz ayrılmadık yani ayrıldık
demiyoruz çünkü biz hala görüşüyoruz. 34 yıllık bir kardeşlik diyelim onunla beraber büyüdük biz. Bazı projeler
yapıyoruz tabii. Günümüz teknolojilerini kullanıyor, onunla müzik paylaşımı
yapıyoruz. En son onunla 2010 senesinde bir albüm yaptık.
Sizin müzik çalışmalarınız şu an devam ediyor mu? Yeni bir albüm var
mı ya da başka bir proje?
Ben son iki sene içerisinde 2 albüm
yaptım bu yol programının sayesinde.
Programın kapanışında ben o yöreye
has bir türkü söylüyordum. O türküle-
Karadeniz’le başladık
baktık ki sırf 3-4 bölüm
orayı kapsıyor.
Her yörede farklı sazlar
ve o kadar fazla
yorumlarla tanıştık ki;
âşıklar, ozanlar, çok değişik sazlar…
İşte o zaman bu yol 13
bölüm derken,
120 bölümü geçti.
ri toplayıp bir albüm yaptım anonim
türküler olarak. Kendi aranjmanlarım
ve icralarımla. Çok minimalistik, gitarlı, bazen perküsyon sazlarla. Sonra da
hep yapmak istediğim bir klasik gitar
albümü yaptım. Çünkü benim eğitimim ona dayanıyor. O albümde de
bazen bulduğum türküleri genişlettim; klasik gitar veya düet, bazılarında
3 gitar için aranjman yaptım. Bir de
kendi bestelerim var tabii Türk motifleri var. Çok uzun zamandır İngilizce
bir albüm yapmadım, yani ana dilimde, o var sırada.
Siz İskoç’sunuz değil mi?
Anne tarafı İskoç, baba tarafı İrlanda,
biz tam Keltiz aslında. Dolayısıyla bir
İngilizce albüm hazırlamaktayım.
29
BİR DÜNYA SOHBET
Ne zaman çıkacak bu albüm?
Bu albüm henüz demo aşamasında
yani daha 4-5 sene önce yazdığım
parçalar var. Bu albüm gerçekleşene
kadar tekrar bir gözden geçirmek, belki yeni aranjmanlar yapmak lazım.
Dergimizin bu ay kapak konusu yol
ve müzik, yolculuk ve müzik ilişkisi.
Siz de daha önce bir televizyon kanalında uzun soluklu bir program
yaptınız ve o programda sürekli
yollardaydınız. Anadolu’yu belki
de tabiri caizse karış karış gezdiniz.
Sadece gezmekle de kalmayıp o
yörelere ait türküleri de tanıtıp seslendiriyordunuz.
Şimdi biz bu programa başladığımız
zaman yolumuzun bu kadar uzun olacağını hiç tahmin etmedik. Biz 13 bölüm çekecektik. Karadeniz’le başladık
baktık ki sırf 3-4 bölüm orayı kapsıyor.
Her yörede farklı sazlar ve o kadar fazla
yorumlarla tanıştık ki; âşıklar, ozanlar,
çok değişik sazlar… İşte o zaman bu
yol 13 bölüm derken, 120 bölümü
geçti.
Çok da sevildi programınız değil
mi?
Evet, öyle oldu. Türkiye tamamen bir
mozaik; mesela Gaziantep’teki barak
havasından tutun, Karadeniz’e gittiğinizde horon havası, Aydın’a gittiğinizde zeybekler, hatta zeybeklerin bile
farklı tarzları var. Mesela Milas’ta ağır
zeybek, Bodrum’a indiğinizde 30-35
km civarında, yöresel kıyafetler bambaşka orada da kırık zeybek oynuyorlar. Yani bu kadar kısa mesafe içinde
bile o kadar fark var.
Bir de siz o programlarda yörelerin
türkülerini oranın ağzı ve şivesiyle
30
Türkiye tamamen bir
mozaik; Gaziantep’teki
barak havasından tutun,
Karadeniz’e gittiğinizde
horon havası,
Aydın’a gittiğinizde
zeybekler,
hatta zeybeklerin bile
farklı tarzları var.
Mesela Milas’ta
ağır zeybek, Bodrum’a
indiğinizde yöresel
kıyafetler bambaşka
orada...
seslendiriyordunuz. Mesela Karadeniz’de bir türkü söylemiştiniz
“Denizde karartı var” gibi… Yöreye
özgü şivelerle okumaya çalışıyordunuz türküleri.
Evet, ben Hopa’da söylemiştim o türküyü. Bir de “Dido” türküsü var onu da
söylemiştim yine o şiveyle. Bazı şiveler
tabii benim için ilk olarak çok zordu
çünkü zaten Türkçe anlamak benim
için bir maceraydı diyebilirim. Bir de
mesela Diyarbakır’a gitmiştim. Diyarbakır’ın simgesi 10 gözlü köprü var
o köprünün altında bir Zazaca parça
söylemiştim “El Hajiye” diye. Orada
onu söylemek, o simgenin yanında
söylemek müthiş bir his veriyor insana. Yollarımız hep böyle değişik yerlere götürdü bizi.
Peki, Türkiye’de yaşadığınız için
mutlu musunuz? 28 senenizi geçirdiniz burada.
PAUL DWYER
Tabii ömrümüzün yarısı. Mutluyum
tabii eşim burada, çocuklarım burada. Bir atasözünüz var ne dersiniz siz?
Doğduğun yer değil doyduğun yerdir
ülken, işte onun gibi bir şey. İnanın
ki ben hayatımda hep bunu yapmak
istiyordum bir yola çıkmak, farklı yörelere gidip, o toprakları koklamak istiyordum. Saf Anadolu’nun toprağına
değmek, o müziğin içine girmek istiyordum, birebir yaşamak.
Siz gitar çalıyorsunuz fakat bağlamaya da ilgi duymuşsunuz. Türkülere ve bağlamaya olan bu ilginiz
nasıl başladı?
Esasında bağlama nereden geldi? Biz
90’larda Zülfü Livaneli ile iki albüm
yaptık Andy ile beraber. Zülfü Bey o
sırada kısa saplı bir bağlama çalıyordu,
‘‘Bağlama derslerine
başladım. Hatta Sivas’ta
ozanlarla atışma
yapmayı bile denedik
orası âşıkların diyarı
malum. Bir kere
Osmaniye’de bir âşık
atışması yaptık ve bir saz
kazandım. Onun
üzerine de bir ağacın
altında türkü söyledim
o sazla.
tınısı çok güzeldi. Orada merak başladı. Biz o albümleri yaparken de büyük
üstad Çetin Akdeniz’le tanıştık, müthiş
bir bağlama üstadı kendisi. O sevgiyle
aldık sazı elimize diyelim. Öyle bir sevgi başladı. Andy ile dedik ki bizim de
mutlaka bağlama yaptırmamız lazım.
Yaptırdık hatta hala şurada duruyor.
O sazı ilk çalan da Orhan Gencebay.
Ben sazı almaya dükkâna gittiğimde
usta tellerini takıyordu ve yanında da
Orhan Gencebay vardı. Aldı sazı çaldı
ve evet üstad artık senin dedi ben de
aldım ve direk kılıfının içine koydum.
Ondan sonra ben nasıl çalabilirdim
ki. Sonra işte bağlama derslerine başladım. Hatta Sivas’ta ozanlarla atışma
yapmayı bile denedik orası âşıkların
diyarı malum. Bir kere Osmaniye’de
bir âşık atışması yaptık ve bir saz kazandım ve onun üzerine de bir ağacın
altında “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsünü söyledim o sazla.
Hala bağlama çalıyor musunuz?
Çalıyorum diyemem, zaten ben bağlamayı biraz gitar gibi çalıyorum aslında. Bazen yaptığım müziklerde renk
olarak kullanıyorum bağlamayı. Tekrar başlamayı düşünüyorum ama çok
sevdiğim için.
TRT Kent Radyo İstanbul’da da
program yapıyordunuz ondan da
bahsedebilir misiniz?
Evet, Müzik ve Paul programı. Ben canlı müzik ve sohbet çok severim. Öyle
bir konsept istiyorduk. Öncelikle Türkiye’de yaşayan yabancılarla, benim gibi
müzikle uğraşanlarla başladık ama sadece orada kalmak istemedim. Benim
birçok Türk müzisyen arkadaşım da
var; uğraşıyorlar, mücadele ediyorlar
çünkü müzik piyasası gerçekten zor
ve müzisyenlik de zor bir meslek. Bu
meslekte yani müzik yolculuğumuzda
yaşadığımız sıkıntıları paylaştık o programda, tabii canlı müzik eşliğinde,
programın amacı buydu. Çok güzel
bir programdı. Bazı programlarda istek geliyordu onları söylüyordum. İşte
gittiğim yörelerde seslendirdiğim türküleri istiyorlardı. Örneğin Çanakkale
İçinde, Hey On beşli, Mamoş türküsü
gibi türküleri istiyorlardı.
31
BİR DÜNYA SOHBET
KOZMOS’UN
MÜZİĞİ:
Simplers’ Project
Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN
Hint müziği dünyanın en eski müzik
kültürlerinden biri sayılıyor. Felsefi
ve estetik açıdan mükemmel sayılan
bu müzik hangi coğrafyada yaşıyor
olursak olalım dünyanın her yerinde
kendine dinleyiciler buluyor. Bu paldır
kültür hayattan, itiş kakış ilişkilerden
bunalıp da bir Ravi Shankar parçası
eşliğinde, ruhunda yolculuğa çıkmayanımız var mıdır? Ya da yaz gelip de
tam da gözümüz yollara bakar olduğunda, kanımız kaynamaya bahane
aradığında, en ilgisiz olanlarımızın
bile omuzlarını kıpırdattıran bir Hint
şarkısını yolculuk müzikleri listesine eklemeyenimiz var mıdır? İşte biz
de Hint müziğinin iki genç temsilcisi
Simplers’ Project grubunun üyeleriyle
müziklerini ve Hint müziğiyle yol arkadaşlığımızı konuştuk. Biz dinledik
beğendik müziklerini size de tavsiye
ederiz.
Müzikle nasıl tanıştınız, grubunuzu
biraz tanıtır mısınız bize?
En baştan alacak olursak, uzun süredir
doyumsuz bir şekilde farklı türlerde
müzik dinleyen biri olduğumu söylemem gerek. Bu da bana ailemden
geçmiş. Yani müzik sevgisi çocukluğumdan beri içimde var. Annem, çocukken yatağımın başında radyo olmadan uyuyamadığımı anlatır, çünkü
o günlerde en başlıca müzik kaynağı
radyoydu. Ama müzik yapmaya üniversite yıllarında başladım. Bir geçiş
32
Hepimiz kardeşiz,
müzik de milliyetimiz,
ırkımız, banka hesaplarımız ne olursa olsun
anlaşabileceğimiz tek
evrensel dildir. O yüzden
ne kadar çok müzik dinler
ve yaparsak sadece
insanlar olarak değil
doğa ananın çocukları
olarak bir o kadar birlik
oluruz. Bunu hiç aklımızdan çıkarmıyoruz.
süreciydi. Hindistan’da tek mesleğinizin müzisyenlik olması oldukça zor
bir iştir. Üniversitede İngiliz Edebiyatı
eğitimi aldım, müziği de internetteki
çeşitli dersler üzerinden öğrendim. Taşınabilir bir kayıt cihazı satın aldım ve
makinelerin, kuşların, ağaçların, çeşitli
ev aletlerinin sesini tanımlayıp, kaydettiğim bir yolculuğa başladım. Aynı
zamanda kendi kendime klasik Hint
flütü ve org çalmaya başladım. Bu girişimlerim yavaş yavaş bir araya geldi ve
müzik düzenlemesi ve programlaması
gibi yeni bir pencere açıldı önümde.
Böylece bazı akustik ve organik sesleri
elektronik olarak birleştirmeye çalıştım.
Bu arada bir gün, soundcloud’da
Simplers’ Project’in bir diğer yarısı olan
Ritaban’ın bazı şarkılarına rastladım.
Şarkı söyleyişi ve tonal kalitesi, beni
tam anlamıyla kendimden geçirdi. Hiç
gecikmeden onunla temasa geçtim,
müzikal bir işbirliği teklif ettim, o da
kabul etti. Ama o sıralar birbirine 1200
kilometre uzaklıktaki farklı şehirlerde
yaşıyorduk. Oturup birlikte müzik yapmamız olanaksızdı, hem zaten ikimiz
de düzenli bir işte çalışıyorduk. Ama
bilirsiniz niyet varsa gerisi gelir. Skype
üzerinden parçalar besteledik, o vokal
ve gitarı Mumbai’de kaydetti, bana
yani Chennai’ye gönderdi, ben de
parçayı yaptım. Böylece beş yepyeni
parçadan oluşan “Waves” adlı ilk EP’y-
SIMPLER’S PROJECT
le Simplers’ Project’in öyküsü başladı.
Bunu bağımsız olarak internet üzerinden yayınladık ve hiçbir reklamını yapmaksızın dünyanın dört bir yanından
büyük bir destek aldık. Böylece yola
koyulmuş olduk.
Bu projelerinizi biraz anlatır mısınız?
Simplers’ Project orgda, düzenlemede
ve programlamada Diptendu Das’la
(yani benimle), vokalde ve gitarda Ritaban Das’tan oluşan bir ikili projesi.
Simplers’ Project, elektronik ve akustik
seslerin organik bir karışımını yaratma
arayışıdır; hiç bir zorluk olmaksızın herkes tarafından dinlenilebilir. Müziğimizi insanların ruhsal kökleriyle bağlantı
kurabilecekleri, rahat ve duygu dolu
bir sesler okyanusuna dalabilecekleri
bir tarzda yapmak istiyoruz. Umarım
sizin de ruhsal bir yolculuğa çıkmanız için bir araç olabilir. Geçtiğimiz yıl,
“Waves” adlı ilk EP’mizi yayınladık. Şu
sıralar, “Into The Woods” adlı ilk albümümüz üzerine çalışıyoruz. Albüm,
ormanın onsuz hayatta kalamayacağımız bir yaşam kaynağı olduğu fikrine
dayanıyor. Öyleyse neden bütün şarkılarımızı ona adamayalım?
Sizin ve müziğiniz hakkında bilmemiz gereken en belirgin şey nedir?
Müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Müziğimizin en belirgin yanı, bir bütün olarak o olmaksızın nefes alamayacağımız gerçeğidir. Bence müziğimizde hiç kimsenin takip edemeyeceği,
anlayamayacağı hiçbir şey yok. Tam
bir keyif, duygu ve sevgidir müziği-
Müziğimiz tam olarak
klasik Hint müziğini yansıtmıyor gibi görünse de
yüzyıllarca birikmiş bir
mirastan geliyoruz. Ve bizim kültürümüzde müzik
doğumdan ölüme kadar
yaşamımızla iç içedir.
Hint müziği doğaçlamaya da olanak tanır. Bu da
insanın kendi içindeki
müziği aramasına, bulmasına, keşfetmesine
yardım ediyor.
mizi zenginleştiren, bu da insanların
hiçbir sınır olmaksızın müziğimizi kabullenmesini sağlar. Her bir şarkımız
aracılığıyla iletmek istediğimiz birçok
mesaj var. Ama genel olarak, sınırların
ötesinde hepimizin insan olduğunu
aktarmak istiyoruz, hepimiz kardeşiz,
müzik de milliyetimiz, ırkımız, banka
hesaplarımız ne olursa olsun anlaşabileceğimiz tek evrensel dildir. O yüzden
ne kadar çok müzik dinler ve yaparsak
sadece insanlar olarak değil doğa ananın çocukları olarak bir o kadar birlik
oluruz. Bunu hiç aklımızdan çıkarmıyoruz.
Yaptığınız müzik nelerden besleniyor?
Müziğimizin beslendiği ana kaynak
duygulardır. Sizin de gördüğünüz gibi
tam olarak klasik Hint müziğini yansıtmıyor yaptığımız müzik. Ama tabi ki
çok zengin bir kültürün, özel olarak da
müzik kültürünün içinde doğup büyüyoruz. Müziğimiz tam olarak klasik Hint
müziğini yansıtmıyor gibi görünse de
yüzyıllarca birikmiş bir mirastan geliyoruz. Ve bizim kültürümüzde müzik
doğumdan ölüme kadar yaşamımızla iç içedir. Hem de Hint müziğinin
önemli bir özelliği de doğaçlamaya
olanak tanımasıdır. Bu da insanın kendi
içindeki müziği aramasına, bulmasına,
keşfetmesine yardım ediyor. Bizim müziğimiz genel olarak duygu dolu, elektro-akustik ses kuşaklarıyla birlikte organik duygulardan besleniyor. Daha çok
elektronik seslerle, batılı folk tarzına
odaklanıyor. Ama tabii ki pratik yoluyla
33
BİR DÜNYA SOHBET
ziğini dinleyenleri başka bir bilinç
düzeyine götürüyor. Bizim müzikte
önem verdiğimiz noktaların başında
geliyor bu da.
Sizin müziğiniz de çok ruhani; bu
bilinçli bir tercih mi yoksa Hint müziğinin yapısı gereği kendiliğinden
olan bir durum mu?
Müziğimiz aracılığıyla bu ruhaniliği
hissettiğiniz için çok şanslıyız. Biz çoğunlukla hiç kimseye müziğimizle
ilgili bir duygu dayatmak istemeyiz.
Akan bir nehir gibi, gerçeküstü bilincin okyanusuna doğru kendi yolunu
bulacaktır. Duygu ve ruh bizim geleneksel müziğimizin kalbidir. İnsan
kendi duygularını ararken, kendi ruhuna ve müziğine ulaşmaya çalışırken
kendiliğinden bu hissi veren müzikler
yapıyor olabilir.
Bu kadar baskın bir müzik kültüründen gelip, sınırları aşarak diğer
müziklerle kendi müziğinizi nasıl
harmanlıyorsunuz?
Daha önce de dediğimiz gibi, müziğin evrensel bir dil olduğuna inanıyoruz. Her zaman da bu dil aracılığıyla
sohbet etmek istiyoruz. Bu nedenle
sınırlar ötesindeki müzisyenlerle işbir-
çok şey öğreniyoruz. Bütün bu geleneklerden sıyrılıp müzik yapmıyoruz.
Tarzınızı “Batılı folk” olarak tanımlıyorsunuz. Bu tarzınızı oluştururken
ilham aldığınız müzisyenler, sanatçılar var mı?
Evet, çok var. Coldplay, William Fitzsimmons, Ravi Shankar, Satyajit Ray, A.
R. Rahman, John Hopkins, Benjamin
Francis Leftwich, Yanni, Mister Lies,
Richard Devine. Howard Shore, The
Taksim Trio, Görkem Şen, Amid Trivedi.
34
Taksim Trio’yu ilham verici bulduğunuza göre Türk müziği hakkında
bilgi sahibi misiniz?
Türk müziğinden ve müzisyenlerinden tanıdıklarımız var ancak yeterince
bilgi sahibi olduğumuz söylenemez.
Taksim Trio’yu takip ediyoruz, Türkiye’den müzisyen arkadaşlarımız var,
müziklerine ve çalgılarına bayılıyoruz.
Son derece duygu dolu ve ruhani bir
müzik yapıyorlar. Tabii ki Görkem Şen’e
ve muhteşem çalgısına hayranız. Mü-
Türkiye’den müzisyen
arkadaşlarımız var, müziklerine ve çalgılarına
bayılıyoruz. Son derece
duygu dolu ve ruhani
bir müzik yapıyorlar.
Tabii ki Görkem Şen’e
ve muhteşem çalgısına
hayranız. Müziğini dinleyenleri başka bir bilinç
düzeyine götürüyor.
Bizim müzikte önem
verdiğimiz noktaların
başında geliyor bu da.
SIMPLER’S PROJECT
Biz çoğunlukla hiç
kimseye müziğimizle
ilgili bir duygu dayatmak
istemeyiz. Akan bir nehir
gibi, gerçeküstü bilincin
okyanusuna doğru kendi
yolunu bulacaktır. Duygu
ve ruh bizim geleneksel
müziğimizin kalbidir.
İnsan kendi duygularını
ararken, kendi ruhuna ve
müziğine ulaşmaya
çalışırken kendiliğinden
bu hissi veren müzikler
yapıyor olabilir.
liği içinde müzik yapmak çok coşkulu
olacaktır.
“Dünya Müziği” diye bir tanımlama var. Siz yerel müziklerin “Dünya
Müziği” olarak adlandırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası uzun bir süredir “Dünya Müziği”nin iyi bir takipçisiyim ve erken dönem çalışmalarımda da etkisi görülür.
Bence bu tanım, sadece yerel müziği
sınıflandırmakla kalmaz, müzikle icracıların dünyevi kökleri arasındaki
bağlantıya işaret eder. Gün geçtikçe
evrimleşmekte, süregiden uygulamalı
ve yenilikçi deneyimlerle yeni biçimlere bürünmektedir. Yani tüm dünyanın
mirasından beslenmekte.
Hem içsel yolculuklara çıktığımız
hallerimizin hem de özellikle yaz
seyahatlerimizin ayrılmaz bir parçası oluyor Hint müzikleri. Siz bunu
Hint müziğinin hangi özelliğine
bağlıyorsunuz?
“Hint Müziği”, birçok müzik türünü
içeren çok geniş bir alanı kapsar. Hint
inanışında müziğin, kozmik gücün bir
göstergesi olarak, tüm gök cisimleri-
nin, kürelerin hareketlerinden oluşan
titreşimlerinin ve uyumun sağlayıcısı
olduğu düşünülür. Ve Hintli mistikler
bu titreşimleri anlayanların yaşamın
tüm sırrını da anladığını düşünür. Bu
inanışın izlerini takip eden bir müziğin
ruhani yolculuklara da keyif ve neşenin izinden giden dünyevi yolculuklara da eşlik etmesi doğaldır sanırım.
Son olarak Türk müzikseverler için
söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Türkiye halkına sevgilerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz. Ülkeniz muhteşem
bir güzelliğe sahip, ziyaret etmekten,
müziğimizi ve düşüncelerimizi paylaşmaktan çok memnun oluruz. Son
olarak da müziğimizi dinlemenizi, sevginizi göstermenizi ve mutlu olmanızı
diliyoruz. Coğrafi bakımdan birbirimizden oldukça uzak olduğumuzu
biliyoruz ama yüreklerimiz birbirine
komşu. Hepinizi seviyoruz.
35
BİR DÜNYA PROGRAM
Gurbet Kuşlarına Sıladan Ezgiler…
“Bu Şarkı Benim Olsun”
Röportaj: Figen GÖKTAŞ
TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu, gurbetten Türkiye’ye açılan
pencere, yurdumun sesi, şarkıları ile anıları hep taze tutan, türküleri ile özlemimizi, hasretimizi dile getiren, uzak
diyarlarda ülkemiz ile tek bağımız... Böyle diyor memleket
hasretini bu radyoyu dinleyerek dindirmeye çalışan Türkiye sevdalıları uzuun yıllardır.
Örneğin bir dinleyici Almanya’dan yazıyor, Türkiye’nin Sesi
Radyosu’na sevgisini... Buram buram sıla hasreti kokan
mektubunda bir anısını anlatarak;
“Bir gün radyoyu kapatmadan uyumuşuz. Uykumun derinliklerinde yanık, içli bir türkü duyuyorum. Beni yuvama,
sevdiklerime alıp götüren bir rüya bu diye düşünüyor, bu
güzel türkü bitmemeli, uyanmamalıyım diyorum. Türküye
yenileri ekleniyor, ayrılığı anlatan bir Eğin türküsünü, deyişler onu da içli yanık bir kaval ezgisi izliyor. Ne kadar sürdü bu sabah programı; 15 dakika var yok ama benim için
sonsuzca… Ve sonra duru, temiz, aydınlık, neşe saçan,
umut dolduran muştular salan bir sesle, güzel bir Türkçeyle spiker, ‘Burası Türkiye’nin Sesi Radyosu’ diyor. O zaman
ülkemden kilometrelerce uzakta ama çok sevdiğim bir
yakınımın sesini duymuş gibi oluyor, sevinçle açıyorum
gözlerimi yeni güne…”
Yine gurbet ellerden bir başka dinleyici müziğin sınır tanımaz, uzak yakın fark etmez yanına örnek olacak başka
bir mektupta TRT’ye Türkiye’nin Sesi Radyosu’na teşekkür
ediyor…
36
“TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu,
gurbetten Türkiye’ye açılan
pencere, yurdumun sesi,
şarkıları ile anıları hep taze tutan,
türküleri ile özlemimizi,
hasretimizi dile getiren,
uzak diyarlarda ülkemiz ile
tek bağımız...”
BU ŞARKI BENİM OLSUN
“İnleyen nağmelerinizle ruhumuzu
sardınız. Hüseynî bir türküyle çoşturdunuz, Bozlaklarınızla Yozgat yaylasında yaylattınız. Bir kırık havayla
kanımızı kaynattınız. ’Gün Devam Ediyor’ dediniz, ‘Türkçenin tadı’ diyerek
güzel dilimizden örnekler sundunuz.
Bir arkadaş, bir dost oldum sizlerle.
Suskun bırakmadınız beni bu yâd ellerde… Teşekkürler Türkiye’nin Sesi.”
TRT’nin önemli birimlerinden biri olan
Dış Yayınlar Dairesi Başkanlığında yer
alan Türkiye’nin Sesi Radyosu, gurbetteki vatandaşlara ulaşmanın yanında
iş icabı veya tatil için yurtdışında uzun
yollar kat eden dostlara da sesleniyor.
İşte bu yayınlardan biri de “Bu Şarkı
Benim Olsun”…
Özellikle uzun yol şoförlerinin yoldaşı,
sırdaşı olan müzikli istek programı “Bu
Şarkı Benim Olsun” sayfalarımıza konuk
oldu. Programı 2009 yılından bu yana
hazırlayan Emine Esra Özbay bütün içtenliğiyle sorularımızı yanıtladı.
Program ağırlıklı olarak Türk Halk
Müziği ve Türk Sanat Müziği eserlerinden oluşuyor, istekler daha çok
bu yönde galiba?
Çünkü dinleyicilerimiz daha çok bu tür
şarkılar istiyor. Uzun yol sürücüleri dinleyici profilimizde oldukça büyük bir
yer kaplıyor. Sürücü dinleyenler zaman
zaman gittikleri yerde 2- 3 ay kalabiliyor, mesela İngiltere’ye gidiyorlar 3 ay
kalıyorlar. Yollarda ve kaldıkları süre
boyunca TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu,
onların en yakın dostu oluyor. Bazen
radyoları bozulunca, “bu sefer yolculuğu yoldaşımız olmadan eksik geçirdik,
senin programın yoktu, radyo yoktu,
keyif almadık” diyorlar. Seçtiğimiz parçalar genellikle gurbet kokan, hasret
kokan şarkılar oluyor. Duygularına tercüman olmaya gayret ediyoruz. Yalnızca uzun yol sürücüleri değil aileleri de
bizim dinleyici potansiyelimizi oluşturuyor. Ayrıca program sayesinde diğer
şoför dostlarının nerede olduğunu
da öğrenebildiklerini ve bundan çok
memnun olduklarını söylüyorlar.
Yıllardır büyük beğeniyle dinlenen
programınızın bu uzun soluklu başarısını neye bağlıyorsunuz?
Özellikle uzun yol
şoförlerinin yoldaşı,
olan müzikli istek
programı “Bu Şarkı
Benim Olsun” u 2009
yılından bu yana Emine
Esra Özbay hazırlıyor.
Seçtiğim şarkıları çok beğeniyorlar.
Mesela “tam içimizden geçirdiğimiz
türkü çaldı, tam şu anda düşündüğümüz şarkı çaldı” gibi telefonlar alıyorum. Programda çaldığımız bütün
şarkıları bizzat kendim tek tek, uzun
mesailer harcayıp, empati yaparak
seçiyorum. İnce eliyor, sık dokuyorum. İstesem 30 şarkıyı 10 dakikada
seçer arka arkaya sıralarım. Ama öyle
yapmıyorum. Genelde hasret kokan,
bu hayatın zorluklarını içeren şarkı ve
türkülerimiz var ben onları seçiyorum,
onun için onlar da geri dönüşlerde,
o içten sıcacık fikirlerini, beğenilerini
bizlerle paylaşıyor.
Programınıza dinleyicilerden dönüşler nasıl oluyor? Amacına ulaştığını düşünüyor musunuz?
Programın bu kadar sevilmesinde
eser seçimleri kadar yayını sunan spiker arkadaşlarım ve yayının aksamadan dinleyiciye ulaşmasını sağlayan
teknisyen arkadaşlarımın da emeği ve
katkısı çok fazla. Telefon ya da sosyal
ağlar aracılığıyla ulaştıkları bir program olduğumuz için, birebir duygu ve
düşüncelerine şahit oluyorum. Çünkü
aracı olmadan direkt onlarla ben muhatap oluyorum. Arkadaşlar, en çok
telefonla aranan programlardan birinin de bizimki olduğunu söylüyorlar
bana. Saat 13:00 oluyor programın
artık son anonsunu yapmış olmamıza
rağmen haberlere geçmek üzereyken
telefonlar devam ediyor. Şoförler yurtdışında seferlerini tamamlayıp Türkiye’ye döndüklerinde de bize bildirip,
aileleriyle bizi arıyorlar. Bunlar da bizi
çok duygulandırıyor tabi.
“Bu Şarkı Benim Olsun” programı, hangi periyodda yayınlanıyor.
Hafta içi 4 gün yayınlanan programımız TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda
11:00 haberlerini takiben başlıyor ve
haberler bitmeden ilk dinleyici bize
ulaşmış oluyor. 12:05- 13:00 arasındaki
yayınımızı, hem Türkiye’nin Sesi Radyosu’ndan hem de TRT Memleketim
FM’den dinleyiciye ulaştırıyoruz.
Peki müzik sizin için de iyi bir yol
arkadaşı mıdır?
Ben çok iyi bir radyo dinleyicisiyim.
Radyoya çok düşkünüm, yolda da
arabaya biner binmez TRT radyolarını
açarım mutlaka. Müzik her zaman benim için vazgeçilmez bir yol arkadaşı
gerçekten. Ben de hep radyoda müzik
programı dinlediğimde şarkılardan fal
tutardım, kaderin bir cilvesi olarak yıllar içinde böyle bir program yapmak
bana da nasip oldu.
37
RADYO
TRT İSTANBUL RADYOSU MESUT CEMİL STÜDYO KONSERLERİ - RADYO-3 KONSERLERİ
Cihat Askın
,
KONSER SERİSİ
İstanbul Radyosu’nun yani Radyoevi’nin girişinde sağa ve sola ayrılan iki
merdivenin ortasında bulunan ahşap
kapıdan içeri girer girmez, ihtişamı
ve sıcacık havasıyla karşımıza çıkan
Mesut Cemil stüdyosu başlı başına bir
tarihtir. Zaman içinde nice sanatçılar
bu stüdyoda eşşiz kayıtlar gerçekleştirmişler aynı zamanda kültürümüze
çok değerli hazineler kazandırmışlardır. Öyle ki burada kayıt yapan sanatçı bir nev’i rüştünü ispat etmiş sayılır.
Mesut Cemil, bu sene 100. Ölüm yılını
idrak ettiğimiz belki de bazılarınca kabul edildiği gibi Türk müziğinin en büyük saz sanatçısı Tamburi Cemil Bey’in
oğludur. Musikişinaslığının yanında
radyoculukla ilgisi oldukça önemlidir
Mesut Cemil’in. 1927 de Türk Telsiz ve
Telefon Şirketinde ilk radyo yayınlarına dahil olan Mesut Cemil spikerlik,
program yapımcılığı, müzik yayınları
şefliği, İstanbul ve Ankara radyo müdürlükleri ve baş danışmanlık yanısıra
doğal olarak sanatçı olarak da radyoda yer aldı. Onun Ankara Radyosunda
kurmuş olduğu klasik koro Türk müziği için bir devrim niteliği taşımaktadır. Sadece klasik eserler değil halk
müziği eserleri alanında da yaptığı
çalışmalarla gelecek tarihimize ışık
tutan Mesut Cemil, babası Tamburi
Cemil Bey’in gölgesinde kalmaması
gereken bir fenomendir. Müziğimiz
ve radyomuz için yapmış olduğu çalışmalar, vermiş olduğu eserler daima
yaşatılmalıdır. TRT İstanbul Radyosu
Mesut Cemil Stüdyosu da bu anlamda en güzel örneklerden biridir. Mesut Cemil’in çok yönlü müzikal kişiliği,
38
İSTANBUL RADYOSU
döneminde hem klasik müziğimiz
hem halk müziğimiz hem de çoksesli
müzik alanında eserler vermiş olması
radyo yayınlarına da tesir etmiş, bütün bu müzik türleri büyük bir ahenk
içerisinde icra edilmiştir.
Bugün Mesut Cemil Stüdyosunda
başlatmış olduğumuz Cihat Aşkın’la
Klasik Müzik Konserleri işte Mesut
Cemil’in başlatmış olduğu bu hareketin yaşatılması amacını taşımaktadır.
Çünkü Mesut Cemil müzikte çeşitliliğin bir zenginlik yaratacağını hissetmiş, görmüş ve çocukluk hayatından
başlamak üzere tüm hayatında müziğin her tarzı ile ilgilenmiş ve eserler
vermişti. İşte radyomuz uzun yıllar
sonra yeniden Mesut Cemil’in yaratmış olduğu tarzı hayata geçiriyor ve
dinleyicilerimize zengin bir çeşitlilik
sunuyor.
Ülkemizin en önemli keman virtüözlerinden Cihat Aşkın’ın Radyo-3 Konserleri serisi üzerine görüşleri :
“Cihat Aşkın Konserler Serisi benim
uzun yıllar yapmak istediğim bir proje idi. Aslında radyoculuğa karşı da
ilgisiz değildim. Zira öğrencilik yıllarımda Londra’da haftada 30 dakika ile
bana verilen Londra Türk Radyosunda yapmış olduğum kültür ve sanat
programları, Londra’da yaşayan Türk
toplumuna gurbette yaşayan değerli
sanatçılarımızı anlatmaya yönelikti.
Yurda döndükten sonra hobi olarak
devam ettirdiğim radyoculuğu hevesli olarak hazırladığım bazı müzik
programları ile bazı özel radyolarda
devam ettirdim. TRT ile çalışmalarım
bir sanatçı olarak çocukluk yıllarıma
rastlar. Küçük bir çocukken yastığımın
altına koyduğum pilli radyonun sabah açılışı ile kalkar, akşam kapanışı ile
yatardım ve müzik programlarını dinlerdim. Daha sonra kader beni ilk defa
15 yaşımdayken Mesut Cemil stüdyosundaki sihirli mikrofonun karşısına
getirdi. Rahmetli Yavuz Özüstün’ün
kaydettiği kemanım ile Türkiye beni
ilk defa TRT‘den dinledi. O yıllarda
canlı olarak yayınlanan ve kaydedilen
konserleri İstanbul Radyosu stüdyo-
“Radyo-3 Cihat Aşkın
Konser Serisinde”
her konserde çalıyorum
ve farklı sanatçıları
davet ederek onlarla
birlikte radyomuzun
arşivine bir damla,
dinleyicilerimizin
ruhlarına bir seda
bırakıyorum.
suna öğrenci olarak gelip izleyen biri
olarak yıllar sonra aynı stüdyoya gelip
program yapmaya başlamak da ayrı
bir nostalji benim için. 2014 yılında
başlamış olduğum ve iki dönem devam ettirdiğim Minyatürler isimli radyo programından sonra 2016 yılında
başladığımız “Radyo-3 Cihat Aşkın
Konser Serisinde” her konserde çalıyorum ve farklı sanatçıları davet ederek
onlarla birlikte radyomuzun arşivine
bir damla, dinleyicilerimizin ruhlarına
bir seda bırakıyorum.
Radyo dinlemek bir sevdadır. Bu sevdadan vazgeçmeyelim. Çünkü aynı
zamanda kültürel kimliğin bir parçası
olan radyomuz gelecekte bizim anılarımızı oluşturan vazgeçilmez değerlerimizin en önemlilerinden birisi
olacaktır.”
Cihat Aşkın/1 Ağustos 2016, İstanbul
22 Ocak’ta başlayan konserlerde ilk defa İtalyan piyanist Roberto Issoglio ve Alman
viyolonselci Debby Bald ile buluşarak klasik bir repertuar seslendirdi Cihat Aşkın.
11 Mart’ta piyanist Gökhan Aybulus ile gerçekleşen resitalden ardından
15 Nisan’da Can Okan, Beste ve Laçin Modiri ses ve saz konseri oldukça ses getirdi.
7 Haziran’da kapanan bahar sezonu konserinde ise Mesut Cemil Stüdyosu’na gelen
konuklar İtalyan piyanist Laura Nocchiero’yu dinlediler.
9 Eylül, 7 Ekim ve 16 Aralık’ta gerçekleştirilecek olan konserlerde yer alacak uluslararası
sanatçılardan bir tanesi ise ünlü Polonyalı piyanist Joanna Trzeciak olacak.
39
SESLİ KÜTÜPHANE
Hazırlayan:
Itır ESKİOĞLU
TRT Radyo-3 Klasik Kuşağının genç
programlarından “Müzikten Yaşama
Köprüler” bir çocukluk hayali idi aslında. Tahta saplı atlama ipi “mikrofonumuz”, dolaplı dikiş makinesi “sahnemizdi”. İpin bir ucundaki mikrofon spikerin
-yani benim- öteki ucu solist ablamın
elinde olurdu. Spiker, radyodan gün
boyu duyduğumuz cümleleri kendine
uyarlarken; solist, annemizin bizi götürdüğü operalardan aryaları uydurma
bir dille icra eder, bazen de o dönemin
popüler müziklerini, ekranda yeni boy
gösteren video kliplerdeki danslarıyla
taklit ederek söylerdi.
40
O yıllarda, radyolar hiç susmaz, TRT
Ankara Radyosu’nun haber, kültür,
eğlence, eğitim programları adeta
yaşama bakışımızı belirlerdi. Dış kaplaması ahşaptan, önünde piyano tuşuna benzeyen düğmeleri olan radyolarda, “ajans” saati kaçırılmaz, radyo
tiyatrolarıyla zamanda yolculuklara
çıkılır, “Arkası Yarın”ların arkası merakla
beklenir, mutfakta şarkılara eşlik edilir,
balkonda çiçeklerle uğraşılırken, tek
bir anı dahi kaçırmamak için, radyonun ses gürlüğü yükseltilirdi. Yaşam,
adeta radyonun akışına göre ayarlanır,
hatta sanki zaman değil, radyoda yayın
akar ve günün neresinde olduğunuzu
size o söylerdi. Ve müzik, sevimli parantezler içinde, akıp giden zamanın her
anına, yaşamın her sahnesine sinerdi.
Zamanla, kulağıma çalınan her tanıdık
melodi, gözlerimi kapattığımda yaşamdan sahneye bir köprü kurar oldu.
Klasik müzik, halen toplum nüfusumuzun küçük bir kısmında etkin biçimde
dinlenmektedir. Ama toplumun her
kesiminde tartışmasız günlük yaşamın
parçası olan ne çok olgu ve konu vardır. Örneğin matematik her yerdedir:
karnelerimizde, sonra çocuklarımızın,
torunlarımızın karnesinde; alışverişte,
RADYO-3
yemek tariflerinde, günlük programımızda, giysilerimizde, eşyalarımızın
tasarımında… Dolayısıyla hepimizin
yaşamındadır…
Sağlık! Hangi insanın konusu değildir
ki? Ya da hukuk, doğmak, ölmek, sevmek, evlenmek, ibadet etmek, bir saksı
çiçeğine bakmak, ölecek kadar bunalmak ya da uçacak kadar sevinmek…
Ve evet, bunlar hepimizin yaşamındadır ve müzik bunların hepsindedir.
Öyleyse, (örneğin) çocuğunun matematik notunu fonda çalan bir Mozart
Sonatı ile yükseltebileceğini öğrenmekten keyif duymayacak biri var mıdır? Pek çok insan için ölene dek bir
büyülü soyut bilmece olarak kalacak
olan “fizik” acaba müzik ile anlaşılır,
elle tutulur hale nasıl gelir? Ya suladığımız, toprağına vitaminler sokuştur-
duğumuz, güneş ışığını alma açısını,
saksısını, toprağını değiştirdiğimiz halde bir türlü açmayan çiçekler özenle
seçilen müziklerle acaba nasıl coşar?
Biyoloji-fizik ve müzik arasındaki bağı
bilmenin, evdeki kavga gürültüyü azaltabileceğini, kimi hastalıkların müzikle
sağaltılabileceğini keşfetmeyi kim istemez?
Programımızda yaşam ve müzik arasında kurduğumuz tüm bu köprüler
dışında; özel bölümler de yer alıyor:
milli ve dini bayramlar; özel günler;
bestecilerin, yorumcuların, şeflerin,
müzik araştırmacıları ve yazarlarının,
müzik eğitimcilerinin ölüm-doğum
yıldönümleri… Köprüler o günlerde;
o sanatçıların yaşam öyküleri; eserleri,
yetiştirdikleri sanatçılar ile veya günün
konusu ile kuruluyor.
Bu bağlamlarda, Müzikten Yaşama
Köprüler programının birinci amacı
klasik müziği sevdirmek ve dinlenme
oranını artırmaktır ki bu amaçta hedef
kitle yediden yetmişe genel dinleyicidir. İkinci amaç ise, seçkin bestecilerin
önemli eserlerini, seçkin yorumcuların kayıtlarıyla dinleyicinin beğenisine
sunmaktır ve hedef kitle klasik müzik
dinleme alışkanlığı olan, dinlediklerinde seçici davranan profesyonel dinleyici kitlesidir.
Bir çocukluk hayali, yıllar sonra, TRT
Radyo-3 Çoksesli Müzikler Müdürü Elif
Gökalp’in “neden çocukluk hayalini uzmanlık alanın ve deneyimlerinle birleştirerek gerçekleştirmiyorsun?” önerisi
ile Müzikten Yaşama Köprüler programında can buldu.
Başta Elif Gökalp olmak üzere, tüm teknik ekibin ve deneyimli, dost program
yapımcılarının yol göstericiliğinde ilerledi. Kendi mesleki deneyimlerimle biçimlendi. Dinleyicilerimizin yorum ve
talepleri ile içeriği çeşitlendi.
Stüdyolarda Mahmut Üçer, Seval Şimşek, Fazlı Aygör ile sesi güzelleşti, teknik
yapımda ilk aylarında Özcan Coşkun
ve sonrasında Yaman Yıldırım ile dinleyicilerimizin beğenilerine sunulmaya
hazır hale geldi.
İkinci yılını tamamlamakta olan programımız her Pazar, saat 13.00’te TRT
Radyo-3 “Klasik Kuşağı”nda dinleyici
ile buluşmaya devam ediyor. Kaçıran
dinleyicilerimiz için TRT ana sayfasının
Radyo bölümünde podcast seçeneği
bulunuyor. Facebook Müzikten Yaşama Köprüler ve Radyo 3 sayfalarında
dinleyicinin yorum ve önerileri değerlendiriliyor.
Bu önerilerde dikkatimizi çeken özel
bir alan ise, isim anneliğini Elif Gökalp’in yaptığı Çoksesli Anadolu programı... Klasik batı müziği ve çoksesli
Türk müziği alanında Türkiye’nin yetiştirdiği besteciler, düzenlemeciler, yorumcular ve şefler ile çoksesli müziğe
konu olmuş halk ezgileri ile Türk Sanat
Müziği ezgilerini konu alan bu ikinci
program ise her Pazartesi, saat 13.00’te
TRT Radyo-3 Klasik Kuşağında yer alıyor.
41
KENT HİKAYELERİ
Her Yol Roma’ya Çıkar
Reşit SARAÇOĞLU
[email protected]
Her yolculuk atılan bir küçük adımla başlar ve o küçük adım
ve o küçük adımla başlanan yolculuk, bazen umulmadık şekilde dünyayı ya da dünyanın bir parçasını değiştirir. J.R.R.
Tolkien’in yolculuğunun edebiyat dünyasını değiştirdiği
gibi.
Bir İngiliz edebiyatı profesörü olan J.R.R. Tolkien’in yolculuğu Hobbit kitabıyla başladı. 1937 senesinde basılan ve elflerden, cücelerden, ejderhalardan ve onlarca başka ırktan
bahseden Hobbit’in bir çocuk kitabı olması düşünülmüştü.
Başlangıcın ve yolun sonunda ulaşılmak istenen menzilin
mütevazılığı yolculuğun büyümesini, devleşmesini engellemedi. Çocuklar için yazılan Hobbit büyüklerin de ilgisini
çekti ve gelen yoğun talep üzerine Tolkien kendisini “Yüzüklerin Efendisi” serisini yazarken buldu. Sonuç? Dünya edebiyat tarihi geri dönüşü olmayacak şekilde değişmiş, fantastik
edebiyat diye bir tür ortaya çıkmıştı. Tolkien muhtemelen
yolculuğunun sonucunun bu olacağını tahmin etmiyordu
Hobbit’i yazarken. Yolun ve yolculuğun sonunu tahmin
etmek de pek işe yaramıyordu açıkçası zira kaderin rüzgarı savuruveriyordu insanı bulunması gereken yere. Aynen
Kristof Kolomb’u savurduğu gibi.
42
Her yolculuk atılan bir küçük adımla
başlar ve o küçük adım ve
o küçük adımla başlanan yolculuk,
bazen umulmadık şekilde dünyayı ya
da dünyanın bir parçasını değiştirir.
Konu insansa yürünen yolun nihai
menzili bellidir. Dönülmez akşamın
ufkunadır gidiş ama aslolan kişinin
yoldaki halidir.
Amerika kıtasını keşfeden insan olarak tarihe geçen
Kolomb, yolculuğuna başlarken ne yeni bir kıta keşfetmeyi
planlıyordu ne de Amerika diye bir yerin varlığından haberdardı. Cenovalı bu gezgin, kaşif ve sömürgecinin tek amacı
dünyayı tersten dolaşmak, batıdan doğuya doğru yapacağı
seferle Hindistan’a varmak ve bu ülkenin zenginliklerini batılı efendilerinin hizmetine sunmaktı. Hedefini o kadar saplantı haline getirmişti ki, yolculuğu neticesinde vardığı yerin
yeni bir kıta olduğunu hayatı boyunca reddetti. Bu yüzden
de vardığı yere Doğu Hindistan, orada gördüğü halka da
Indios(Hintliler) adını verdi. Aslında tarihin en büyük fiyaskolarından birine imza atan Kolomb, kaderin bir cilvesi olarak tarihe Amerika’yı keşfeden insan olarak geçmişti ama
yol, yolcunun dileğini umursamamış ve kendisini olması
gereken menzile eriştirmişti.
Güzergah ne olursa olsun, yol nereden geçerse geçsin, bir
zamanlar tek menzil Roma’ydı ve tüm yollar Roma’ya çıkardı. İçinde bir tutam kibir barındıran bu ifade aslında önemli
bir gerçeğe işaret ediyordu. Roma İmparatorluğu, insanoğlunun o zamana kadar yaratabildiği en büyük devlet
yapılanması ve en başarılı organizasyondu. Popüler kültürde gladyatör savaşlarıyla bilinen Roma İmparatorluğu’nun
insanlığa kattıkları o kadar çoktu ki, yıkılmasının üzerinden
yüzyıllar geçtikten sonra bile hukuk fakültelerinde “Roma
Hukuku” dersleri okutulmaya devam edildi.
Spartaküs, işte bu Roma’ya başkaldıran bir köleydi. Acıydı
hikayesi. Yolculuğu Trakya’da başlamış, Romalılar’a esir düş-
mesinin ardından gladyatör dövüşlerinde kullanılmıştı. En
sonunda diğer kölelerle birlikte Roma’ya isyan etmiş, o koca
devi epeyce korkutmuştu. Arkadaşlarıyla birlikte üzerlerine
gönderilen onlarca Roma ordusunu perişan eden Spartaküs, gene de akıbetinden kaçamamış ve sonu çarmıh olmuştu. Çarmıha gerilip tüm insanları bekleyen nihai menzile vardığı an, aslında Spartaküs’ün ölümsüzleştiği andı.
İnsanlar, M.Ö. 71 yılında ölen bu özgürlük sevdalısı köleyi
ortak hafızalarında yaşattılar. Hakkında filmler çekildi, müzikaller yazıldı ve dizilere konu oldu.
Avusturalyalı Andy Whitfield, işte bu dizilerden birinde
Spartaküs’ü canlandıran bir aktördü. 1971 doğumluydu ve
başrolünü üstlendiği Spartacus dizisi büyük ölçüde onun
maharetiyle inanılmaz popüler hale gelmişti. 2010 senesinde vizyona giren dizi izlenme rekorlarını altüst ediyor, genç
aktör de kazandığı ünün tadını çıkartmaya hazırlanıyordu.
2004 senesinden beri sinema ve televizyon sektöründe
olan Whitfield emeklerinin karşılığını almaya başlamış, yolu
aydınlık hale gelmişti. Ta ki kader onu savurana kadar. Genç
yaşında kanser teşhisi konan aktörün rahatsızlığı yüzünden
dizinin ikinci sezonu geciktirildi, iyileşmesi beklendi. İyileşir
gibi olan Whitfield nihai mücadeleyi kaybetti ve 2011 senesinde vefat etti. Kaderin rüzgarı gene yolcuyu umursamamış, muhtemelen hep hayalini kurduğu ün tam gelmişken,
en kıymetli hazineyi, yaşamın kendisini Whitfield’in elinden
alıvermişti ve bir küçük adımla başladığı yolculuğu müthiş
bir başarı hikayesine dönerken Whitfield’in hikayesi beklenmedik şekilde sona ermişti.
Her yolculuk atılan bir küçük adımla başlar ve o küçük adımla başlanan yolculuk, bazen umulmadık şekilde dünyayı ya
da dünyanın bir parçasını değiştirir. Konu insansa yürünen
yolun nihai menzili bellidir. Dönülmez akşamın ufkunadır
gidiş ama aslolan kişinin yoldaki halidir. İster fark etsin yarattığı etkiyi, ister farkında olmasın, sonuç değişmez. Gelip
geçmiş her insan bir yol yürür bu dünyada ve nihai menzil
belli olsa da mutlaka bir etkisi olur yürüdüğü yolun bu dünyaya.
43
MÜZİK KUTUSU
“ Merhaba karanlık, eski dostum.
Buraya tekrar seninle konuşmak için geldim.
Çünkü bir görüntü var ve o yavaşça emekliyor.
Beynimin içinde saplantı olmuş hala orada duruyor
Sessizliğin sesi içinde. “
Rahmi Mert ÖZCAN
[email protected]
Şöyle bir düşündüğümde üst üste elli sefer dinlediğim şarkılar olmuştur. Abartısı
yok. Hatta biraz eksiği de olmuş olabilir.
Kişi için o anda ne kadar da özel, ne kadar
da unutulmaz olur o şarkılar. Önce alır sizi
götürür, hemen ardından uzunca bir düşündürür. Tam da şarkının etkisine girdik
derken bir anda da bitiverir. İşte bittiği yerden yeni bir yolculuk yeniden başlar. Sardık mı başa? Etki,
duygu ve düşünceler yönünde devam eder. Kendine sorarsın, hayata sorarsın, herhangi birine sorarsın veya sadece
susarsın. Anlamaya, anlatmaya, anlamlandırmaya başlarsın
ya da hiç bir şey yapmazsın ama işin en özü şudur ki 32, 33,
34 olmuşken bir anda kaybolursun sessizliğin sesi içinde.
44
Bu dizeleri yazan ve besteleyen, beni bu
duygulara ulaştıran, hala dinlememiş olan
varsa da duygunun bir noktasında kendisinde eksikliğini muhakkak hissedeceğini
düşündüğüm bir müzisyenden Paul Frederic Simon’ dan ve bu efsanevi parçası olan
The Sound of Silence’ den bahsediyorum.
74 yaşındaki Amerikalı müzisyen pop-rock
alanında ya da kendi tabiriyle halk müziklerinin folk- rock
tınılarıyla geçmişten bugüne etkisi altına alıyor bizi. Elinden gitarını pek düşürmeden yazan, besteleyen hatta pek
çok albümünün yapımcılığını üstlenen Simon yıllara meydan okumaya ve sahnelerde bizimle buluşmaya devam
ediyor.
SIMON & GARFUNKEL
“ Huzursuz rüyalarda bir başıma yürüdüm.
Arnavut kaldırımı dar caddelerde,
bir ışığın halesi altında...
Soğuk ve neme doğru, geceyi yoran,
sessizliğin sesine dokunan. “
Paul Simon demişken Arthur Garfunkel’den bahsetmemek olmaz tabi ki. Aynı sahneyi paylaşan, beraber albümler çıkaran 1960’ların en popüler ikililerindendir. İlk olarak
isimlerini ön plana çıkartmadan “Tom & Jerry” grup adıyla
kendilerini duyurmuşlardır. Daha sonrasında soy isimleri
ile 1964 yılında içinde “The Sound of Silence” şarkısının da
bulunduğu “Wednesday Morning 3 A.M. “ albümü ile fanları olmaya aday büyük topluluklara konserler vermişler
ve başarı basamaklarını da yavaş yavaş tırmanmaya başlamışlardır. Farklı iki karakterin müzikte birleştiği en güzel
örneklerden birisidir Simon & Garfunkel ikilisi. Müzisyenliğinin yanında iyi bir şair olan Garfunkel şarkılarda sözlere
dokunuyor, aktörlüğü ile sahnede göz dolduruyor ve farklı armonik bakış açılarıyla da iyi bir matematik öğretmeni
olduğunu bizlere gösteriyor. Simon’ın ise Brodway çalışmaları, yaptığı besteler, bu ikiliyi daha da yukarı taşıma ve
hatta ilginçtir ki “Time” dergisi tarafından da dünyayı yönlendiren yüz kişiden biri olarak seçilmesi bu ikiliyi sahnede
farklı detaylarla bir araya getiriyor ve müziklerinin lezzeti
de vazgeçilmez oluyor.
The Sound of Silence için
çokça söz ve yorum yapılmış.
Beni en çok etkileyeni “Nostalji
trenine bilet veren şarkı” yorumu
olmuştur... Öyle bir şarkıdır ki hangi
yorum olursa olsun, kime değerse
değsin bir sessizliğe bir dinginliğe
bırakıverir sizi. Sonrasında da nostalji
treninin bir kompartımanında
yankılanır da yankılanır
sessizliğin sesi.
“ Ve çıplak ışık içinde gördüm on bin insanı.
Söylemeden konuşan insanları.
Dinlemeden duyan insanları.
İnsan seslerinin asla paylaşmayacağı
şarkıları yazan insanları.
Ve kimse cesaret etmedi sessizliğin sesini bozmaya. “
Bu şarkı için söylenmiş çokça söz, yorum ve yapılmış pek
çok röportaj var. Bunların içinde beni en çok etkileyeni
“Nostalji trenine bilet veren şarkı” yorumu olmuştur. Gerçek
anlamda tam bir nostaljidir. Şarkılarının farklı albümlerinde
farklı yorumları ayrıca The Sound of Silence’nin cover versiyonları da çok kez farklı kişiler tarafından yapılmış ve söylenmiştir. Yalnız öyle bir şarkıdır ki hangi yorum olursa olsun,
kime değerse değsin bir sessizliğe bir dinginliğe bırakıverir
sizi. Daha sonrasında da işte o nostalji treninin bir kompartımanında yankılanır da yankılanır sessizliğin sesi.
“ Size dedim ki bilmiyorsunuz.
Sessizlik bir kanser gibi yayılır.
Duyun size öğretebileceğim sözlerimi.
Tutun size ulaşabileceğim kollarımdan.
Ama sözlerim sessiz yağmur damlaları gibi düştü.
Ve yankılandı sessizliğin kuyularında.
Ve kimse cesaret etmedi sessizliğin sesini bozmaya. “
Sessizliğin farklı tonlarını anlatan asla eskimeyecek bir şarkı The Sound of Silence. Sessizliğe övgü, sessizliğe öfke...
Suskunluğa dokunuş, suskunluğa itiraz... Gerçek, huzur, yalnızlık, utanç, korku, heyecan ve daha neler neler... Hepsinin
içinden geçiriyor bu eşsiz şarkı insanı. Daha girişindeki o
kısa introyla bile ele geçirebiliyor sizi. Öyle bir şakı ki bu siz
dinledikçe adeta bir kanser gibi içinizde yayılır. Her bir sözü
tek tek içinizde duymaya çalışın! Hissedin! Ulaşın ona! İnin
en derine! Cesurca keşfedin sessizliğin kuytularını en derin
kuyularda. Korkmayın düşen yağmur damlaları altında boğulmaktan. Hadi bir cesaret , sessizliğin sesini duymaya...
45
BİR DÜNYA İNSAN
EYLÜL;
Murat ÖREM
[email protected]
Her şeyi süpürebilirsin, sonbaharı asla !
Eylül...
Ayların güzelidir...
Eylül aynı zamanda Mehmet Rauf‘un unutulmaz romanının da adıdır ve edebiyat tarihimizin ilk psikolojik
romanı olarak bilinir...
Mehmet Rauf, yayınlandığı dönemde, romanını bir başka edebiyat ustası Halit Ziya Uşaklıgil’e ithaf etmiştir...
Eğitim ve okul yıllarında okunması şart kılınan (!) Eylül romanını bugün gençlerin kaçı gerçekten okuyor ve kalanların kaçı da internet sitelerinden özetleyerek / copy-paste
yaparak okumuş gibi davranıyor maalesef tahmin etmek
mümkün...
Oysa Eylül, özeti hızlıca kâğıda yazılacak, geçiştirilecek bir
roman değildir… Eylül, yudum yudum tekrar tekrar okunacak bir romandır çünkü kitaptaki karakterler sınırları zorlayan aktörlerdir...
Hayatı öğreten karakterlerdir...
46
Mehmet Rauf, Eylül romanında iç seslere yer vererek dengi dengine yaşanmayan aşkların, duyguların ve evliliklerin
pişmanlıklarına, arayışlarına, keşkelerine, ödenen ve ödetilen bedellerine değinir... Söylemek istediklerinin önemli
kısmını da roman karakterlerine söyletir Mehmet Rauf...
Eylül romanı zor bir döneme gidişin, aynı dili konuş(a)
mayanların, duyguları için gözü kara biçimde bedel ödeyenlerin ve “gerekiyorsa yanalım, kimseler anlamasa da,
pisipisine de olsa ikimiz birlikte yanalım” diyenlerin de romanıdır...
MEHMET RAUF-EYLÜL
Aynı yöne bakıp da bambaşka şeyler
gördükleri için hayatı birbirine zehir
edenlerin arayışlarının da romanıdır
Eylül...
Hayat hızlandıkça ve adına geçim derdi, ekmek parası dediğimiz oyun, her
şeyin yalnızca kendine göre kurgulanmasını talep ettikçe, dünya daha başka, daha zor, daha sevimsiz ve hepsinden önemlisi çok daha duygusuz, çok
daha sevgisiz bir yer oluyor...
Duygunun ve sevginin bu kadar ihmal edilip horlandığı bir ortamda şiir,
hikâye, roman okumak da yazmak da
hatta düşünmek de büyük çoğunluk
için farazi ve boş işler olarak görülüyor... Mesleği ve hayat biçimi okuyup
yazmak ve düşünmek olanlar bile dedikoduların, günlük hayattaki sıradan
zevklerin cazibesine kapılıyor...
Oysa okuduğu her hakiki hikâye ve romandaki karakterleri tanıyıp anlamaya çalıştıkça, yaşadığı tek bir ömrün
üstüne nice nice ömürler, tecrübeler,
yaşanmışlıklar ve deneyimler koyar insanoğlu, insankızı...
Çoğunluk bunun farkında değil...
Azınlığın da sesi ve gücü bu kadar...
Mehmet Rauf’un neredeyse bir asır önce yazdığı Eylül romanı Hâlâ çok kıymetli... Hâlâ çok katmanlı…
Çünkü Eylül; hayatın içindeki gelgitlerin, hayal kırıklıklarının, aynı dili konuş(a)mamaya yemin etmişlerin ve adına
ahlak denilen ikiyüzlü çemberin sınırlarına vura vura yenilenlerin, “umut kalacağına emek kalsın” diye diye içindeki
sese yürüyerek, ‘ağaçlar gibi ayakta ölenlerin’ romanı…
Eylül’ü hiç okumayıp, imtihanlarda sorulursa doğru şıkkı
bilmek için Türk edebiyatındaki ilk psikolojik roman olarak ezberleyenler bu kitabı okumayarak kendilerini ne çok
şeyden mahrum ediyorlar...
Bir bilseler…
Şimdi yine eylül ayının içindeyiz, başındayız...
Eylüllü zamanlardayız...
Nerede olursak olalım; bir büyük şehirde, kasabada, köyde
mezrada, eylül kendini hatırlatır her zaman... Sararan yapraklar hızla kısalan günler vardır bir yanda öte yanda da
hala yazdan kalmaya çalışan güneş...
Kâh bulutlu bir sabahla gelir eylül kâh yarım kalan umutlarla...
Çünkü eylül de her seferinde tıpkı hayat gibi dönüp dönüp aynı şeyleri hissettirmekte hakikaten mahirdir, çok
mahirdir...
Hayat bazen ne yaptıklarınızın değil neleri yapmadıklarınızın toplamıdır...
Eylül; hayatın içindeki gelgitlerin,
hayal kırıklıklarının, aynı dili
konuş(a)mamaya yemin etmişlerin ve
adına ahlak denilen ikiyüzlü
çemberin sınırlarına vura vura
yenilenlerin, “umut kalacağına emek
kalsın” diye içindeki sese yürüyerek,
‘ağaçlar gibi ayakta ölenlerin’
romanı…
Ve gün gelip bu muhasebe karşınıza küt diye çıktığında
bomboş geçirilen zamanlara hayıflanıp aynalara bakmak
içinizden gelmeyebilir...
İşte o zaman eylülün güneşinden medet umun....
Çünkü bağışlayıcı bir tarafı vardır her zaman eylül güneşinin...
Tıpkı haziranın yaz ışıkları gibi...
Ve...
Kökleri dışarı çıksa da,
toprağa iyi tutunduysa bir hayat,
daha ne eylüller
ne haziranlar görecek güçtedir
her şeye inat...
( Murat Örem / 2016 / Ankara....)
Başlıktaki dizelerin ilham kaynağı Özdemir Asaf’a saygıyla…
47
BİR DÜNYA CAZ
Feridun ERTAŞKAN
Cazkolik.com
İnsanın kendinden kaçışı mıdır,
kendini bulma yolculuğu mudur
bilinmez ama yol ve yolculuk caz
müziğinin de sevdiği temalar arasında gelir.
Müzikte türlere göre ‘yol ve yolculuk’ teması nasıl farklılıklar gösteriyor olabilir? Özellikle, pop ve ‘easy
listening’ tabir edilen türlerin ‘yol
ve yolculuk’ kavramından anladığıyla diğer türlerin anladığı arasında farklar var.
Bu konu kendi başına özel bir yazı
olmalı diye düşünürken “Bir Dünya
Müzik”in yaz mevsiminin en sevi48
len konularından yol ve yolculuk
temasını işlemesi üzerine denk
geldi. Yazının başına oturduğumda ilham verici olması bakımından bir yandan dinlemek için ne
çalıyım diye düşünürken aslında
çok önce farkettiğim bir detayı yeniden hatırladım. Pop ve kısmen
rock müziğinde yolculuk teması
yol hikayeleri eksenli gelişmeye
müsait ya da dinleyicinin kendini
içinde hissedeceği öykülere ağır-
lık verirken cazda bu tema daha
ziyade melodik, armonik, smooth
müzikler ağırlıklıdır. Pop ve Rock
müzisyenleri -genellikle- yılda bir
ve uzun süren turnelere çıkar, uluslararası üne sahip caz müzisyenleri nerdeyse yılın tamamını turne
demeyelim konser peşinde geçirir. Pop ve rock müzikte turne ve
yol hikayeleri kalabalık otobüsler,
kamyonlar dolusu eşya ve personel kalabalığının uzun ve zahmetli
seyahatleriyken caz müzisyenleri
muhtemelen sadece kendi enstrümanlarıyla -o da enstrüman
büyükse onu da almazlar- uçaktan
otele, otelden uçağa dünyayı dolaşırlar.
Yol ve yolculuk konusunda cazın
kendi içinde de farklar vardır, çok
seyahat ettiklerinden midir bilinmez ama ‘road’ kavramı Amerikan
cazında Avrupa’ya göre çok daha
güçlüdür. Avrupa cazda ‘road’ kav-
JAZZ ON THE ROAD
ramına ne kadar az yer vermişse
-ki o kadar da az demeyelim ama
Amerikan cazına göre kastımızTürk caz albümlerinde de o denli
geniş değinilen bir konudur.
Türk caz müziğinde
yol ve yolculuk...
Yol ve yolculuk işin doğrusu bu
topraklarda üretilen her müzikte
aşk kadar, sevda kadar ön sıralarda
yeralan bir konudur. Sevgiliyle ilgili
yol hikayeleri bitmez tükenmez bir
arşiv oluşturur ama bu kez gelin
Türk caz müziğindeki duruma bakalım sonra dışarıya göz atarız.
Kıymeti az bilinmiş bir albüm olan
piyanist Ömer Göksel’in 2007 tarihli çalışmasındaki 10 parçanın
yarıya yakını yol ve gitme fikriyle
ilgilidir, daha albümün açılışında
yer alan “Tren” müziğiyle raylar
üzerinde yol alan lokomotifin biteviye soundlarını anımsatır. “Ben Gidiyorum”, “Kervan”, “Yol” isimli parçalar albümün en güzel müzikleri
arasındadır.TRT Hafif Müzik ve Caz
Orkestrası’nın ünlü trompetçilerinden İmer Demirer kariyerinin ilk ve
tek albümü “You, Me and Char”da
yer verdiği “Railroad” harikulade bir
caz parçasıdır.
Pop ve Rock müzikte
turne ve yol hikayeleri
kalabalık otobüsler,
kamyonlar dolusu eşya
ve personel kalabalığının
uzun ve zahmetli
seyahatleridir.
Yol ve yolculuk konusunda cazın kendi içinde de
farklar vardır, çok seyahat
ettiklerinden midir
bilinmez ama ‘road’
kavramı Amerikan
cazında Avrupa’ya göre
çok daha güçlüdür.
Aşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım” caz müzisyenlerinin de
yorumlamayı en sevdiği müzikler
arasındadır. Sesiyle caz dünyasının
özel isimlerinden Jülide Özçelik
2011 yılında yayınladığı “Jazz İstanbul” isimli albümünde bu yorumların en dikkat çekenlerinden birine
yer vermişti. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama gelin biraz da
Amerikan cazının ‘road song’ hikayelerine biraz yakından bakalım.
Amerikan cazında ‘Road Song’
Büyük Amerikan caz tarihinde bu
temayı tek bir yazıda toparlamanın imkanı yok bu yüzden sadece
smooth müziklerdeki belirgin örneklere bakmak bile yeterli olabilir.
Caz gitaristi Lee Ritenour “Road
Song” isimli parçasıyla en ünlüler
arasında gelir, onu takip eden bir
diğer isim ise yakışıklı trompetçi
Chris Botti’nin “Drive Time” isimli
parçasıdır ki tam direksiyon sallarken dinlemesi çok güzeldir. Jeff
Golub’un “Cadillac Jack”i kült statüsünde bir müzik olarak külliyatta
yerini almıştır. Seksenlerin efsane
topluluklarından Spyro Gyra’nın
“Bright Lights” isimli bestesi gece
karşıdan gelen arabaların farlarını anlatır adeta. Bu tarzın en ünlü
isimlerinden The Rippingtons’un
“Miles Away”ı tam bir yol hikayesidir.
Bu isimleri anarken Ray Charles’ın
“Hit the Road Jack”ini unutmak
mümkün mü? Yine bu dönemin
önde gelen isimlerinden organist Jimmy Smith’in “King of the
Road”u bir zamanların ünlü hitleri arasındaydı. Duke Ellington’la
özdeşleşen “Take the A Train” bir
metro hattını anlattığı için bu gruba almayalım ama Dave Grusin’in
“Two for the Road”unu almazsak
olmaz. Sayfalar boyu sürecek bu
anmaları gelin gitarist Steve Lukather’ın Jack London’ın kitap roman
isimlerini hatırlatan “Tütün Yolu” ve
bu konuda yapılmış en dikkat çekici son dönem işlerden biri olarak
Sonny Rollins’in yollarda geçen 40
yılını özetlediği 4 albümlü serisi
“The Road Show” ile tamamlayalım.
49
BİR DÜNYA FESTİVAL
FESTİVALLERDEN
Metallica, Beatles ve Don Kişot Adana’da…
Röportaj: Nesrin BÜYÜKTURAN
Sinemayı sevenlerin heyecanla beklediği festival sezonu 23.
Uluslararası Adana Film Festivali ile açılıyor. Festival 19-25 Eylül boyunca, binlerce izleyiciyi sinemanın büyülü dünyasında
misafir edecek. Adana Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği
festivalin programında, Türkiye ve dünya ilk gösterimini yapacak filmler var. Sinefillerin heyecanla kıpırdanmaya başladığını görür gibiyiz. Sizin de bildiğiniz gibi festivaller için seçilen
filmler özeldir; çok katmanlı, çok kapılı, çok okumalıdır. Festivalin bu seneki programı yine bu duruma uygun hazırlanmış.
Biz de size hem festivalin açtığı kapılardan geçmeyi salık vereceğiz hem de müzikseverlere müjdesini vereceğimiz üç filmden söz edeceğiz. Babak Jalali’nin yönettiği Radio Dreams/
Metallica’yı Beklerken ve Ron Howard’ın yönettiği The Beatles:
Eight Days a Week - The Touring Years filmleri 2016 yapımı ve
Türkiye’de ilk kez Uluslararası Adana Film Festivali’nde gösterilecek. Bir diğer film ise, Arthur Hiller’in yönettiği 1952 yapımı
Man Of La Mancha. Don Kişot’u perdede izlemek hem de artık
tarih olan 35mm kopyadan izlemek için son şans olabilir.
50
Radio Dreams - Metallica’yı Beklerken
Babak Jajali’nin yönettiği Radio Dreams, müzik grubu Metallica ile Afganistan’ın ilk rock grubu olan Kabul Dreams’i
San Francisco’daki bir radyo istasyonunda buluşturmak
gibi tutkulu bir hayalin pesinden giden İranlı egzantrik bir
yazarın çalışmalarını anlatıyor
Hamid (Mohsen Namjoo) Amerika’ya yazarlık kariyerini ve
Amerikan Rüyasını gerçekleştirmek için göç etmiş fakat
kendini küçük bir İran radyosunda ezoterik programlar
yaparak sanatsal bir doyuma ulaşmaya çalışırken bulmuştur. Bu arada radyo istasyonunun sahipleri Hamid’in
programında Kabul Dreams isimli grupla idolleri olan Metallica’yı bir canlı yayın esnasında bir araya getirme hayalini paraya çevirmeye çalışmaktadırlar. Sonuçta, sanatsal
ahlakla, duygusuz ve soğuk ticari dünya arasında süregelen fikir ayrılığı ve çatışma, Hamid’in tutkuları ve ahlaki pusulası arasında bir denge sağlamaya çalışması esnasında
müthiş bir şamata ve dokunaklı bir mesajla yankılanır.
Babak Jajali film hakkında şöyle diyor: Radio Dreams
sürgündeki bir adamın San Francisco’ya, müzik ve sanat
aracılığıyla kendi kültürünü getirmek isteyişini, fakat kar
amaçlı radyoculuk anlayışı gerçeği ile engellenişini anlatır.
Filmde, şimdilerde Amerika’da sürgünde olan ve İran’ın
Bob Dylan’i olarak kabul edilen dünyaca ünlü müzisyen
Mohsen Namjoo, Afganistan’ın ilk rock grubu olan Kabul
Dreams’in San Francisco’da yaşayan üyeleri ve ünlü Metallica grubu üyesi Lars Ulrich rol alıyor.
The Beatles: Eight Days a Week - The Touring Years….
Ron Howard tarafından yönetilen The Beatles: Haftada 8 Gün - Turne Yılları, Beatles’ın Liverpool The Cavern
Club’tan başlayıp San Francisco’daki son konserlerine
(1962’den 1966’ya) kadar süren turnelerine yer veren bir
belgesel.
BİR DÜNYA FESTİVAL
Film Paul McCartney, Ringo Starr, Yoko Ono Lennon ve Lovia Harrison’in katkılarıyla yapılmış.
The Beatles: Haftada 8 Gün- Turne Yılları 1962-1966 yılları arasında Beatles üyelerinin kariyerlerinin başlangıcına
odaklanan ve Lennon, Mc Cartney, Harrison ve Starr’ın nasıl
bir araya geldiklerini anlatan bir film. Belgesel adını, grubun
1964’te çıkış yapan single’ından almış.
Film, grup üyelerinin iç dinamiğini, müzik dehalarını ve
benzersiz kişilik özelliklerini bir keşfe çıkıyor.
Man Of La Mancha…
Müziği Mitch Leigh tarafından yapılan ve şarkı sözlerini Joe
Darion’un yazdığı Man of La Mancha, Dale Wasserman’in
yaptığı bir Broadway müzikali olan Man of La Mancha’nın
1972 yapımı bir uyarlama.
Arthur Hiller tarafından yönetilen filmde Miguel de Cervantes ve Don Kişot rolleriyle Peter O’Toole, Cervantes’in
uşağı ve Don Kişot’un yaveri rolleriyle James Coco ve Don
Kişot’un Dulcinea olarak kabul ettiği mutfak hizmetçisi ve
hayat kadını rolleriyle Sophia Loren gibi yıldızlar rol almış.
Daha sonrasında Cats müzikalinin koreografisini yapan Gillian Lynne, dövüş sahneleri dâhil olmak üzere filmin koreografisini yapmış.
Cervantes ve uşağı İspanyol Engizisyonu tarafından hapse
atılır ve Cervantes’in el yazması, kendisini sahte bir duruşmayla yargılayan hapishane arkadaşları tarafından ele geçirilir. Cervantes’in savunması bir oyun şeklinde gerçekleşir;
aklını kaçırmış ve artık bir şövalye olması gerektiğine inanan
yaşlı bir centilmen olan Alonso Quijano kimliğine bürünür.
Quijano kendisine Don Quixote de La Mancha ismini verir
ve yardımcısı Sancho Panza ile maceralara atılır.
Uluslararası Adana Film Festivali Festivali bu sene de zengin
programıyla sanatla, sinemayla yüzümüzdeki gülümseme-
yi, içimizdeki enerjiyi yükseltecek. Türk filmleri için ayrı bir
önem taşıyan festivalde Ulusal Uzun Film kategorisinde de
on iki film Altın Koza için yarışacak. Milletçe karanlıkların
karşısında dimdik durduğumuz şu günlerde biz de Cervantes’in “Müziğin olduğu yerde kötülük barınmaz.” sözünü
genişletelim ve sanatın olduğu yerde kötülük barınmaz diyelim.
İstanbul nefes alıyor…
Her yıl birbirinden çeşitli etkinliklerle, dünya çapında müzisyenleri bir araya getirerek müzik festivalleri arasında hatırı sayılır bir yere sahip olan Uluslararası Klarnet Festivali,
16-25 Eylül tarihleri arasında beşinci kez gerçekleştirilecek.
Festivalin bu yılki programında, klarnetin dünya duayeni, 7
Akademi Ödülü kazanmış Schindler’s List film müziğinin
klarnet sololarını çalan Giora Feidman ile hem klasik hem
de modern parçaları uyarlayan Rastrelli Cello Quartett, dünyaca ünlü Türk neyzen Mercan Dede, her tarzdan seslendirdiği parçalarla Türk müziğinin vazgeçilmez ismi Zara ve
Makedonya’nın ünlü trompetçisi Dzambo Agusev, yaptığı
efsaneleşmiş parçalarla birçok aşka yoldaşlık eden Kayahan
anısına Ustaya Saygı Konseri, Orta Doğu ve Batı müziği sentezini yansıtan Mısır asıllı müzisyen Natacha Atlas ile Türkiye’nin dünyaca ünlü nefesi klarnet sanatçısı Serkan Çağrı,
Gypsy, Balkan ve caz tınılarını harmanlayan Amsterdam
Klezmer Band ve daha bir çok etkinlik bulunuyor.
51
BİR DÜNYA ALBÜM
Murat EKŞİ
[email protected]
MELBREEZE – “Yok Ya” EP
Melbreeze’in “Yok Ya” adlı kısa albümü 3 adet şarkıdan oluşuyor: “Şakkadana”, “Vay Hayvan Vay” ve “O Biçim”. Melbreeze, “Caz’dan el almış pop” şeklinde basitçe tanımlayabileceğimiz tınısını bu kısa albümde de büyük ölçüde devam
ettirmekte. Kayıtlarının ABD’deki önemli stüdyolarda yapıldığı, Jimmy Haslip, Scott Kinsey, Oz Noy, Gergo Borlai,
Arto Tunçboyacıyan, Selim Bölükbaşı gibi ünlü ve müzik
dünyasında yeri olan isimlerin ciddi görevler üstlendiği albüm için iki kelime yazalım, her şeyi özetlesin: Hayal kırıklığı. Başta vokal performansı olmak üzere, sözler, besteler
üzerinde fikir beyan edilmeyecek ölçüde yetersiz, çapsız,
yaratıcılıktan uzak ve derinliksiz. Öyle ki bir sonraki kayıt
için umut dahi beslemek mümkün değil.
ORHAN ÖLMEZ
“Adam & Kadın”
Orhan Ölmez’i nasıl bilirsiniz? Bundan önce ne yapıyordu? Yanıtlarınız bu albüm için de geçerli. Aşk, sevmek,
ilişkiler, ayrılık gibi klişeleşmiş kavramların klişeleşmiş
halini fantezi müzik tavrında sunmayı sürdürüyor Ölmez. Bilindik fantezi söz/beste ikilisi halinde sıralanmış
şarkıların atom büyüklüğünde yeni bir şey diyemediği
albümün iki olumlu yanı var: Birincisi, Ölmez ne yaparsa yapsın organik/akustik çalıyor ve kaydediyor. Bu gerçeklik hissini tetikliyor. İkincisi, Ölmez’in söz ve besteleri
türü sevenleri gerçekten tatmin edecek seviyede. Müzik tarihi adına anlamı olmayan ama fantezi müzik sevenler, Türkçe sözlü aşk şarkıları ile içli dışlı olanlar için
iyi bir albüm “Adam & Kadın”.
ASLI ZEN - “Beyaz Geceler”
Son zamanların albüm içerikleri ve
süreleri epey kafa karıştırıcı. “Beyaz
Geceler” de bu tip bir içerikle sunuldu. Albüm, biri remix olmak üzere 7
şarkıdan oluşuyor. Normal bir albüm
desek, bunun için kısa. Hayır, bu bir
kısa albüm desek, o da değil, bir kısa
albüm için uzun kalıyor. Müzik ve pop
müzik tarihi, işin ekonomisi ve formatıyla ülkemizde yeniden yazılıyor...
52
Dinleyicilerin dikkatine. Albüme gelince, ülkede binlerce örneğine rastlayabileceğiniz, sıcak ama içi boş melodilerle kotarılmış, tek düze nakaratlı,
sıradan tınılı, vasatın altında vokal performanslı bir “Türkçe Pop” albümü. Bir
tane daha, bir adet daha…
Artık Türk dinleyicisine dünya ölçeklerinde müzik sunmanın zamanı gelmedi mi?
ALBÜM EKŞİSİ
FRANK OCEAN
“Blonde”
2012’de müzik dünyasını sallayan ve tüm dünyadaki dergilerin yılsonu albüm listelerinin üst sıralarında yer alan
“Channel Orange” sonrası Frank Ocean’ın ne yapacağı merak konusu idi. Bu üçüncü albümünde Ocean’ın tınısı artık
iyiden iyiye R&B’den PBR&B’ye kaymış durumda. Şarkılara
dağıttığı rap’lerden ve dolayısıyla içinden geldiği kültürlerin
önemlilerinden, hip-hop’dan da vazgeçmeyen Ocean, tınısını ve bestelerinin ruhunu alternatif çizgiye çektikçe entelektüel derinleşmeye gitmiş. Kayıt gayet organik ve gerçek
hissettirirken, bu Ocean’ın diğer PBR&B üretenlerden farkını
ortaya koyan bir nokta olarak göze çarpıyor. Tutkulu ve heyecanı hep yukarıda tutmayı başaran, modern zamanların
hissiyatını yansıtacak synth, vokal besteleri ve davul vuruşları ile parıldayan Ocean, şüphe götürmeyen şekilde yılın
en iyi albümlerinden birini yayınladı. Prestijli dergilerin “yılın
en iyi albümleri” listelerinde görüşmek üzere.
GLASS ANIMALS
“Life Itself”
2014’deki ilk albümleri “Zaba” ile indie/alternatif çevrelerde bir hayli sükse yapan Oxford’lu dörtlünün yeni albümleri bizi pek de bekletmeden yayınlandı. Bu albümde grubun orta tempo ve alttan alta akıp giden hipnotik
şarkılar devri daiminde biraz değişiklik mevcut. Daha
pop tadına yaklaşan, daha hızlı olabilen, mesajını daha
doğrudan ve yüzeyden veren bir Glass Animals gözlemliyoruz. Gruba özgü -bir nevi- folk dokunuşlarının soğuk
hissiyatla dolanarak gidişi yerini daha dolambaçsız yollara bırakmışa benziyor. Dinleyeni yakalama adına böyle
bir hamle yapılmış ise bunun pek de doğru bir hamle
olmadığını söylemek zor değil. Bu noktayı bu albümde
kısa zaman dilimlerinde yakalamış, gerisinde bu aralığın
dışında kalmış İngilizler. Bu dörtlü bunun çok daha iyisini yapabilir.
DEAD GAZE - “Easy Travels”
Eski Flaming Lips’vari cazırdayan gitarlar, olabildiğince saf ve üzerinde oynanmamış bir lo-fi tını. İşte Missisipili R.Cole Furlow’un
Dead Gaze’i. “Easy Travels” şaşırtıcı şekilde akor, melodi geçişleri ile kıvılcımlar çakarken, bir yandan da Amerikan gitarlı müziğine ait sakin hissiyatları size verebiliyor. Gösterişsiz, doğrudan
kaydedilmiş gitar-bas-davul-vokal kayıtlarının beste ve söz ikilisi
çerçevesinde içerikte ne kadar zenginleşebildiklerinin önemli
örneklerinden “Easy Travels”. “Running All Around” gibi Amerika’da ses getirmesi gereken şarkılar bir yana, albüm her anıyla bir
samimiyet ve iyi müzik sunuyor. Üzerinde düşünülmüş, kaliteli
ama gösterişsiz bir kayıt bu. Eh, zaten Dead Gaze de bu demek.
Gitarlı müziğin, organik tınıların kalitesizliğinden dem vuranlara
ilaç gibi bir kayıt “Easy Travels”.
53
Cahit CESUR
[email protected]
Ulvi Cemal Erkin
14 Mart 1906’da İstanbul’da doğdu. Düyunu Umumiye Komiserlik Kalemi Müdürü Mehmet Cemal Bey’in oğludur. Annesi
piyano çalar, ağabeyi Feridun Cemal Erkin keman dersleri alırdı. Böyle bir ortamda yetişen Ulvi Cemal, küçük yaşta müziğe
ilgi duydu. Sekiz yaşında piyano derslerine başladı, önce Mercenier adlı bir Fransız’dan sonra ünlü öğretmen Adinolfi’den
ders alarak kısa sürede büyük aşama kaydetti ve yeteneğini
kanıtladı.
Galatasaray Lisesi’nde okurken değişik birçok bestecinin yapıtlarını tanıdı ve öğrendi. O yıllarda Cumhuriyetin kurulmasıyla
başlayan atılımlar ve ulusal bilincin yaratılması doğrultusundaki girişimler müzik alanında da yenilikleri gündeme getirmişti.
Çağdaş Türk Müziği’nin temellerini atabilmek için Atatürk’ün
akademik eğitim yapmış Türk sanatçılarına gereksinimi vardı.
Bu nedenle Atatürk çeşitli dallarda öğrenim yapacak gençleri
Avrupa’ya yolladı. Ulvi Cemal de bunlardan biridir. 1925 Yılında,
Milli Eğitim Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak Paris’e gönderildi. Bir buçuk yıl özel dersler aldıktan sonra, giriş sınavı son
derece güç olan Paris Konservatuvarının sınavını kazandı.
Ulvi Cemal, Paris’te önce Jean Batalla ile piyano ve yardımcısı
Beduin’le piyano ve armoni, sonra Isidor Philipp ve yardımcısı Camille Decreus ile piyano ve Jean Gallon’la armoni çalıştı.
1930’da Ecole Normale de Musique’de Nadia Boulanger Müzik
Okulunu üstün başarıyla bitirdi. Aynı yılın Eylül ayında Musiki
Muallim Mektebine piyano ve armoni öğretmeni olarak atandı.
Yirmi dört yaşında öğretmenliğe başlayan Erkin, bu arada ilk
ürünlerini verdi. Paris’te yazmaya başladığı orkestra için “İki
Dans” ile keman ve piyano için “Ninni, Emprevizasyon ve Zeybek Türküsü” adlı yapıtı, piyanoda Ferhunde Remzi, kemanda
Necdet Remzi virtüöz kardeşler tarafından seslendirildi. Bir
54
yıl sonra, piyano için “Beş Damla”yı yazdı. Bu eser, Ankara’dan
başka, Viyana, Berlin ve öteki müzik merkezlerinde başarıyla
yorumlandı.
Ulvi Cemal, 29 Eylül 1932 günü, aynı okulda piyano öğretmeni
olan Ferhunde Remzi ile evlendi. Bu evlilikten sonra ürünlerinin esin kaynağı ve piyano yapıtlarının en iyi yorumcusu eşi
Ferhunde Erkin oldu. Bir ömür boyu sürecek bu sanat yolculuğunda, yurt içinde ve dışında verdikleri konserlerle, heyecanları, mutlulukları, başarıları birlikte yaşadılar.
1930 yılından Ankara Devlet Konservatuvarının kuruluş yılı
olan 1936’ya kadar yapıtlarının sayısı yediye çıkmıştır. Erkin’in
yapıtları seslendirildikçe, besteciliği konusunda övücü yazılar
yayınlanmaya başladı.
Erkin, ilk konçertosunu I942’de tamamladı. Aynı yıl Cumhuriyet Halk Partisi’nin ödülünü kazanan bu piyano konçertosunu
Ferhunde Erkin’e adadı. Ulvi Cemal daha sonra “Köçekçeler”i
besteledi. Son derece renkli olan bu yapıt, ilk kez Dr. Preatorius
yönetimindeki orkestrayla Ankara Radyosunda seslendirildi.
Köçekçeler, bestecinin en tanınan ve sevilen yapıtıdır.
Erkin, besteciliğinin ve öğretmenliğinin yanı sıra, Konservatuvar Orkestrasını ve Opera Orkestrasını da uzun süre yönetti.
1949-1951 Yılları arasında Ankara Devlet Konservatuvarının
müdürlüğünü yaptı. Gazi Eğitim Enstitüsünde 25 yıl piyano
öğretmenliğini sürdürdü. Necil Kâzım Akses ile birlikte yirmiye
yakın operanın çevirisini tamamladı. Kendi yapıtlarının seslendirilişinde bulunmak için birçok kez dış ülkelere gitti. Kırk yılı
aşkın piyano öğretmenliğinde, bugün Türk müzik yaşamımızda seçkin yeri olan birçok piyanist yetiştirdi.
Sanatçı, 15 Eylül 1972’de, altmış beş yaşında iken Ankara’da
yaşamını yitirdi.
ZAMAN TÜNELİ
29 Eylül 1887
İlk gramofon patenti,
Alman mucit Emil Berliner
tarafından alındı.
Gramafona kayıt yapma çalışmalarıyla tanınan Alman asıllı Amerikalı mucit
Emile Berliner ilk gramofon patentini
aldı. Berliner bu önemli buluşunu gerçekleştirdikten sonra The Berliner Gramophone Company şirketini 1895’te,
The Gramophone Company şirketini
1897’de Londra’da, Deutsche Grammophon şirketini 1898’de Hanover/
Almanya’da ve Berliner Gram-o-phone
Company of Canada şirketini de 1899
yılında Montreal’de kuracaktır.
15 Eylül 1975
Pink Floyd’un “Wish You
Were Here” albümü piyasaya
çıktı.
Pink Floyd, felsefi şarkı sözleri, yenilikçi albüm kapakları, etkileyici sahne şovları ile
dünya çapında en çok albüm satmış ve
modern müzik tarihini etkilemiş, dünya
çapında başarıya ulaşmış rock grubudur.
Dünyada en çok satan rock albümü olan
olan “Dark Side of the Moon” albümünden sonra “Wish You Were Here” adlı albümü piyasaya çıkardı. Pink Floyd’un en
önemli albümlerinden birisi olan “Wish
You Were Here”, grubun kurucularından
olan David Gilmour ve Rick Wright’a
göre ise grubun en iyi albümü.
20 Eylül 1985
Ruhi Su, beyin kanaması
sonucu hayata veda etti.
Türk Halk Müziği sanatçısı Ruhi Su, geçirdiği beyin kanaması sonucu hataya
veda etti. Türkülere olan tutkusu çocuk
denecek yaşında başlamış ve neredeyse
tüm hayatını Türk Halk Müziğine adamış
olan değerli sanatçı, kayıtlarında bilinen
Türk Halk Müziği parçalarını bas bariton
sesi ve bağlama eşliğinde kendine özgü
üslubuyla yorumlamıştır.
1 Eylül 1924
Musiki Muallim Mektebi
(MMM) Ankara’da açıldı.
1924 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün
emri ile Ankara Cebeci’de bulunan 3
katlı kerpiç bir bina, Cumhuriyetin ilk
Müzik Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi) olarak hizmet vermeye
başladı. Daha sonra 1928 yılında Avusturyalı mimar Ernest Arnold Egli tarafından projelendirilen bina, 1938 yılında
eklenen yeni mekânlarla genişleyerek
genç Cumhuriyetimizin ilk “Devlet Konservatuarı” olacak ve 1985 yılında yeni
binasına taşınıncaya kadar geçen süre
içerisinde bu bina, ünleri ülke dışına taşan birçok sanatçıyı yetiştirecekti.
18 Eylül 1993
“Devlet Sanatçısı” unvanı verilen Nida
Tüfekçi 18 Eylül 1993 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.
Nida Tüfekçi aramızdan
ayrıldı.
Türk folklorunun müzik ve oyun dallarında, yurt içinde ve yurt dışında seçkin
bir yer edinmiş, kültürümüze yapmış
olduğu katkılarla halk müziği dünyasına damgasını vuran Nida Tüfekçi,
1947’den itibaren Ankara Radyosu’nun
Yurttan Sesler kayıtlarında ses ve saz
sanatçısı olarak görev aldı, 1953 yılından itibaren başta Ankara Radyosu
olmak üzere TRT’nin birçok biriminde
yöneticilik yapmış, yaptığı çalışmalarla
Türk Halk Müziğine çok değerli katkılarda bulunmuştur.
1991 yılında Kültür Bakanlığı tarafından
55
26 Eylül 1996
22 Eylül 2001
Zeki Müren geçirdiği kalp
krizi sonucu hayata gözlerini
yumdu.
6 Aralık 1931 tarihinde Bursa’da doğan
Sanat Güneşimiz Zeki Müren, 1950’de
sınavla İstanbul Radyosu’na girdi. Türkiye radyolarında düzenli olarak okumaya başladı. Radyo programları on beş
yıl sürdü. Müren bundan sonra kendini
daha çok sahne ve plak çalışmalarına
verdi. İki yüz dolayında şarkı besteledi.
“Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu” (suzinâk), “Manolyam” (kürdilihicazkâr), “Bir demet yasemen” (nihavend),
“Gözlerinin içine başka hayal girmesin”
(nihavend) güfteli şarkıları sık sık okunan,
en sevilen şarkılarıdır. Zeki Müren kalp
rahatsızlığı ve şeker hastalığı yüzünden
1980’den sonra sahne hayatından ve
musikiden uzaklaştı. Bodrum’daki evine
kapandı, münzevi bir hayat yaşadı.
Besteci ve müzik yorumcusu
Fikret Kızılok öldü.
Türk Hafif Müziğine beste ve yorumlarıyla çok büyük emek vermiş, sanatçı kişiliğiyle kendinden sonra yetişen birçok sanatçıya örnek olmuş Fikret Kızılok, uzun
süren kalp rahatsızlığı sonucu hayata
gözlerini yumdu. Kızılok, özellikle Anadolu ezgilerinin rock formundaki düzenlemeleriyle büyük başarı sağladı. Tamzara, Hereke, Uzun İnce Bir Yoldayım, Güzel
Ne Güzel Olmuşsun, Silifke’nin Yoğurdu,
Ay Osman ve Benim Aşkım Beni Geçti
bu türdeki çalışmalarından bazılarıdır.
6 Eylül 2007
İtalyan tenor Luciano
Pavarotti hayata veda etti.
Enrico Caruso’dan sonra opera dünyasının gördüğü en parlak yıldız tenor olan
Luciano Pavarotti, 6 Eylül 2007’de Modena’daki evinde ailesi ve yakın dostlarının
yanında hayata veda etti. Opera sanatına
yepyeni bir çehre kazandıran, Sting ve
U2 gibi popüler müzik dünyasının yıldızları ile bir araya gelip şarkı söylemekten
çekinmeyen, operayı milyonlarca insana
ulaştıran ve sevdiren bu sevimli şişman
tenor, pankreas kanserine yenik düştü.
İtalyan tenor Luciano Pavarotti hayata
veda etti.
Enrico Caruso’dan sonra opera dünyasının gördüğü en parlak yıldız tenor olan
Luciano Pavarotti, 6 Eylül 2007’de Modena’daki evinde ailesi ve yakın dostlarının
25 Eylül 2012
Neşet Ertaş prostat kanserine yenik düştü.
Abdallık geleneğinin son temsilcisi, Türk
Halk ozanı ve halk müziği sanatçısı Neşet Ertaş bir süredir yakalandığı prostat
kanserine yenik düştü. Yaşamı boyunca
56
yanında hayata veda etti. Opera sanatına
yepyeni bir çehre kazandıran, Sting ve
U2 gibi popüler müzik dünyasının yıldızları ile bir araya gelip şarkı söylemekten
çekinmeyen, operayı milyonlarca insana
ulaştıran ve sevdiren bu sevimli şişman
tenor, pankreas kanserine yenik düştü.
Türk halkı tarafından çok sevilen ve
adeta yaşayan bir efsaneye dönüşen
Ertaş, kendisine teklif edilen Devlet
Sanatçılığı unvanını kabul etmemişti.
25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet
konservatuarı tarafından fahri doktora
ödülüne layık görülmüş, bağlamadaki tavrı ve türküleri konservatuarlarda
ders olarak okutulmuştur.

Benzer belgeler