Değerli Hocalarım, Öncelikle hürmetlerimi arz ediyorum

Transkript

Değerli Hocalarım, Öncelikle hürmetlerimi arz ediyorum
Değerli Hocalarım,
Öncelikle hürmetlerimi arz ediyorum.
Sohbetimizde istifade ettiğim malzemeyi sizlerle –ilgili birimlerin izni ile- paylaşmak
imkanını araştıracağımı ve imkan halinde paylaşacağımı arz etmiştim. Bahsettiğim
Sempozyum Kitabından yeteri kadar kalmadığı için ancak ilgili makaleleri
paylaşabileceğiz.
Sohbetimiz esnasında herhangi bir hak söz konusu olduysa hak helalliği istirhamıyla,
hizmetlerimizde kolaylıklar, muvaffakiyetler diliyor, bereketli olmasını temenni
ediyorum.
Allah yardımcımız olsun.
Cenksu ÜÇER
I.
TOPLUMSAL SORUNLAR İLGİLİ VAAZ VE HİTABET
OLAĞANÜSTÜ ZAMANLARDA DİN HİZMETLERİ –DİYARBAKIR
ÖRNEĞİ-
RELIGIOUS SERVICES IN EXTRAORDINARY TIMES
–THE EXAMPLE OF DIYARBAKIR-
Ejder OKUMUŞ, Doç. Dr.
Dokuz Eylül Üniversitesi
GİRİŞ
“Din hizmetleri”, genel anlamda insanlar için din adına yapılan hizmetleri, yani
çalışmaları ifade eden bir kavramsallaştırmadır. Bir takım sivil veya resmî kişi, grup ve
kurumların, hitap ettikleri insanların “dinî ihtiyaç”larına cevap vermek için yaptıkları iş, görev
ve faaliyetlere din hizmetleri demek mümkündür. Bu tanımlamada geçen “dinî ihtiyaç”
ifadesi, çok geniş bir alam içeriğine sahiptir; çünkü hem hizmeti yapanlar, hem de hizmet
alanlar tarafından dinî ihtiyaç olarak kabul edilen ihtiyaçları ifade etmektedir. “Hizmet”
sözcüğünün anlam içeriğinde gönüllü çalışma iması vardır. Bu, nitekim bizim geleneğimizde
de bu anlam içeriğiyle gerçeklik bulmuştur. Hizmet, din alanında söz konusu olup “dinî
1
hizmet” olarak ele alındığında gönüllülük daha da artmakta ve “Allah’ın rızasını kazanmak”
amacıyla veya “Allah rızası için” yapılan çalışmaları ifade etmektedir. Yapılan din
hizmetlerinden dolayı para alınıp alınmaması ve din hizmetlerinin bir meslek alanı olup
olmaması çok önemli değildir; para alınsın veya alınmasın, müstakil bir meslek alanı olarak
algılansın veya algılanmasın önemli olan, gönüllük temelinde çalışmak ve dine hizmet
etmektir.
Din hizmeti veya hizmetleri, insanların dinî hayatını idame etmeleri için yapılan
hizmetleri ifade etmesi hasebiyle toplumsal bir olgudur. Din hizmetlerinde hizmet verenler
ve hizmet alanlar vardır. Hizmet alanlarla verenler, hizmet aracılığıyla ve hizmet ortamında
karşılıklı ilişki ve etkileşim halinde olurlar.
Bu çalışmada din hizmetleriyle, resmî bir teşkilat olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
“İslam Dininin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütme, toplumu din konusunda
aydınlatma ve ibadet yerlerini yönetme” görevleri çerçevesinde yürüttüğü din hizmetleri
kastedilmektedir. Her ne kadar Diyanet’in merkez teşkilatında “Dinî Hizmetler Daire
Başkanlığı” adıyla özel bir birim bulunsa da genel olarak Diyanet’in yürüttüğü hizmetlerin
bütünü, din hizmetleridir. Dinî ihtiyaç ise yukarıda söylenilen iki yönlü boyuta sahip olmakla
beraber genel anlamda Anayasa ve yasalarda belirtildiği şekliyle toplumumuzun din
ihtiyaçlarını ifade etmektedir. Bu bağlamda din hizmetlerinde bulunanlar (hademe-i hayrat)
Diyanet İşleri Teşkilatı’nda çalışan din görevlileridir.
“Olağanüstü zamanlar”a gelince, olağanüstülük, genel geçer toplumsal şartların
yerine çeşitli sebep ve amillerle sıradışı, sıkıntılı ve zor şartların geçerli olduğu olağan dışı
toplumsal durumu ifade etmek için kullanılmaktadır. Örneğin Türkiye’de yaşanan Marmara
Depremi, bu depremin yaşandığı İstanbul, İzmit, Düzce gibi yerlerde olağanlığı ortadan
kaldırmış ve olağanüstü şartları oluşturmuştur. Benzer bir biçimde 12 Eylül 1980 askerî
darbesi ve onun getirdiği ara dönem, bir olağanüstü sosyal durum ortaya çıkarmıştır.
Diyarbakır ve çevresi de dahil Doğu ve Güneydoğu’nun bir çok yerinde 1980’den itibaren
kendini gösteren ve bugüne kadar çeşitli biçimlerde varlığını sürdüren terör olayları ve bu
olaylara karşı devletin geliştirdiği tedbirler, 1990’larda hızlı ve yoğun olarak yaşanan göç,
toplumsal değişim ve dönüşümler, siyasal gelişmeler vs. ile birlikte söz konusu yerlerde
ortaya çıkan sıradışı durum da olağanüstülük veya olağan-dışılıktır. Nitekim bu çalışmada,
Diyarbakır, bu anlamda 1980-2007 yılları arasında olağanüstü zamanların geçerli olduğu yer
olarak kabul edilmektedir.
İnsanları rutin toplumsal durumun dışına çıkaran olağanüstü zamanlar, bir
çalışmasında Subaşı’nın da ifade ettiği (1999: 113, 125-126 vd. Krş. Aktay, 1999) gibi içinde
toplumsal hayatta, gündelik hayat kalıp ve stratejilerini altüst eden karmaşık, gerilimli,
stresli, çalkantılı ve bunalımlı ilişki biçimlerinin oluştuğu durumları ifade etmek için kabul
edilebilecek bir kavramsallaştırmadır. Olağanüstü zamanlar veya durumlar, hem bizatihi bu
durumları, hem de bu durumlarda ortaya çıkan düşünce ve çözüm yollarını inceleme ve
araştırma imkanı vermesi bakımından sosyolojiye zengin bir çalışma alanı açmaktadır. Bu
çerçevede Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizin büyük bir kısmı, sadece söz konusu
bölgelerde yaşayanları değil, tüm Türkiye’yi, hatta Türkiye’nin uluslar arası ilişkilerini olumsuz
etkileyen terör olayları ve ona bağlı toplumsal, ekonomik, dinî, siyasal ve kültürel süreçler, o
2
bölgeler örneğinde olağanüstü durumlar doğurmuş ve bir olağanüstü durumlar
sosyolojisinden bahsetmeyi gerekli kılmıştır.
Kendine has bir sosyolojik yapı doğuran olağanüstü durumlar (Subaşı, 1999: 112),
genel olarak sosyoloji için özel bir araştırma alanını oluştururken, olağanüstü durumlarda
din, din sosyolojisinin özel bir inceleme alanını meydana getirmektedir. Bu bağlamda
olağanüstü zamanlarda din hizmetleri konusunun, din sosyolojisi açısından oldukça önemli
olduğu söylenebilir. Şu da belirtilmelidir ki olağanüstü durumlarda din konusu, din sosyolojisi
için hem metodoloji hem de içerik açısından sorunlu bir alandır. Denilebilir ki, Türkiye’nin
Güneydoğu’su söz konusu olduğunda din hizmetlerinin sosyolojik açıdan incelenip
araştırılması, orada var olan toplumsal ve dinî yapının kendine has özellikleri temelinde bir
yöntem veya yöntemler geliştirilerek başarılı sonuçlar almamızı sağlayabilir. Bölgede bu
şekilde yapılan araştırmalardan yararlanılarak yapılacak din hizmetleri de, başarılı olacak ve
orada yaşayan insanların hayatlarının altüst olmalarının önüne geçmede kayda değer
katkılarda bulunacaktır.
Olağanüstü zamanların bölgesi ve Diyarbakır mezkur olağanüstü toplumsal durum
içinde, Türkiye’nin başka yerlerinden farklı özellikler arz etmektedir. Öncelikle bölgede
azalmakla birlikte etkisini hâlâ sürdüren aşiret yapısı içinde aşiretlerin birbirleriyle ve devletle
ilişki biçimleri, aşiret kültürünün topluma yayılmasıyla toplumda kendini gösteren aşirete
dayalı ilişki biçimleri, şiddete uygun toplumsal zemin, geleneğe ve töreye bağlı hayat tarzı,
katı ataerkil kültürel kalıplara dayalı olarak kadına yüklenen anlam, siyasete, devlete,
yöneticilere, eğitim dahil resmi kurumlara bakış, eşyayı ve olayları Eş’arilik ve Şafiiliğin etkili
olduğu algılama biçimleri ve töreci anlayışın zaman zaman bu algılamayla beslenmesi,
oluşumunda mezhebin, tarikatları, grupların, örgütlerin de etkili olduğu farklı dindarlık
biçimi, medreselerin işlevselliği gibi durumlarla birlikte terör ve teröre bağlı olarak ele
alınabilecek oluşum, değişim ve dönüşümler, farklı toplumsal hafıza vs. orada yaşayan
insanların durumunu farklı kılmaktadır. Bu yönleri dikkate alınmadan yapılacak din
hizmetleri, beklenen nitelikte ve düzeyde başarılı olamaz ve bölge halkının toplumsal
hayatına katkı sunamaz.
Bu çalışmada, ulusal düzlemde, Türkiye’de resmi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı
tarafından yürütülen din hizmetleri, yerel çerçevede, olağanüstü şartların hakim olduğu
Diyarbakır ilimiz örneğinde ele alınmaktadır. Çalışmanın amacı, Diyanet’e bağlı olarak
gerçekleştirilen din hizmetlerinin, görece kısa sayılmayacak bir zaman dilimi içinde
olağanüstü şartları yaşayan ve halen olağanüstülüğün etkisinde bulunan bir il olarak
Diyarbakır’daki genel durumunu ve problemlerini tespit etmek, tartışmak ve öneriler
getirmektir. Araştırmada, Müftülüklerde, Camilerde, Kur’an Kurslarında vs. Diyanet’in
Diyarbakır Müftülüğü’nün hizmet alanları, sosyolojik verilerden de yararlanılarak ele
alınmakta, değerlendirilmekte ve hizmet kalitesinin arttırılması konusunda yapılabilecekler
ortaya konulmaktadır. Çalışma, konuyu ele alan belgelerden, mezkur kurumun ilgili ve
yetkilileriyle yaptığımız bazı sınırlı görüşmelerden ve Diyarbakır’da yaşadığımız yedi yıl altı
aylık (2000-2007 yılları arası) bir süre içinde yaptığımız gözlemlerden hareketle
yürütülmüştür. Belirtmek gerekir ki Mayıs-Ekim 2007 arasında toplam olarak görüşme
yaptığımız 102 kişiden 67’si, Diyanet bünyesinde çalışan Müftüler de dahil din görevlileri ve
Kur’an kursu öğreticilerinden; 35’si ise Diyanet mensubu olmayan kişilerden oluşmaktadır.
3
Diyanet mensubu olmayanların 9’u, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim
elemanlarından, 19’u aynı fakültenin öğrencilerinden ve 7’si Diyarbakır’da görev yapan Din
Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinden teşekkül etmektedir. Bunların dışında Diyarbakır’ın
ilçe, belde ve köylerinde görev yapan 42 cami görevlisinden de el yazısıyla mektup alınmıştır.
Ayrıca Diyarbakır merkezde görev yapan 14 din görevlisi ve Kur’an kursu öğreticisinden email yoluyla görüş alınmıştır. Kendilerine ulaştığımız ve kendileriyle yüz yüze görüştüğümüz
kimselere “görev alanlarında din hizmetlerinde yaşadıkları en temel problemlerin ve bu
problemlere çözüm önerilerinin ne olduğunu” sorduk. Ayrıca 102 kişiden gerek iki il
müftüsüyle ayrı ayrı, gerekse bir grup olarak 7 imamla derinlemesine görüşme yaptık. İki il
müftüsünden biriyle birkaç kez görüşme yaptık ve görüşmelerde zaman zaman tartışma
usulüyle konuyu derinleştirmeye çalıştık. 7 imamla yaptığımız görüşmede de imamlar,
belirtilen soru etrafında görüşlerini geniş çerçevede ortaya koymuşlardır.
Çalışmada kısaca Diyarbakır’da din hizmetleri hakkında bilgi verdikten sonra
“Problemler” başlığı altında Diyarbakır’da din hizmetlerinde yaşanan problemler
zikredilmekte ve onun ardından “Öneriler” başlığı altında söz konusu problemlerin çözümü
konusunda öneriler getirilmekteye çalışılmaktadır.
DİYARBAKIR’DA DİN HİZMETLERİNİN GENEL DURUMU
Denilebilir ki, dinin ve algılanan dinden meşruiyet alarak varlığını muhafaza etmeye
çalışan geleneğin toplumsal hayatta ağırlığını hissettirdiği bölgede, tarikatların etkili
olmasının yanında bir tür medrese Müslümanlığı diyebileceğimiz İslam anlayışı etkilidir.
Halkının büyük çoğunluğu Şafii mezhebine bağlı bulunan Diyarbakır’da, İl
Müftülüğünde, 2007 yılı itibariyle bir il Müftüsü, iki Müftü yardımcısı, bir şube müdürü, 3
murakıp, bir erkek vaiz ve 2 kadın vaizeden başka hizmetliler de dahil 21 personel görev
yapmaktadır. 13 ilçe (Bismil, Çermik, Çınar, Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani, Hani, Hazro, Kocaköy,
Kulp, Lice ve Silvan) müftülüğünde 13 ilçe müftüsü çalışmaktadır. Diyarbakır merkezde imam
ve müezzinden oluşan yaklaşık 250 din görevlisi ile fahriler ve kısmi sözleşmeliler de dahil
çoğunluğu bayanlardan oluşan 40 civarında Kur’an kursu öğreticisi Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın çatısı altında din hizmetleri alanındaki görevlerini yürütmektedir.
Diyarbakır merkezde yaklaşık 250 adet cami vardır. Bu camilerin yaklaşık 75’inde
kadınlar namaz kılabilecek imkana sahip. Kur’an kurslarının sayısı 40’a yakındır. Bunların
büyük çoğunluğu bayan Kur’an kurslarıdır.
2006’dan itibaren Diyarbakır’da özellikle kız Kur’an kurslarının sayısında kayda değer
bir artış yaşandı. Başta İlahiyat Fakültesi mezunu kadınlar olmak üzere pek çok kişi bu
kursların açılması ve çalıştırılmasında işlevselleştirildi.
Diyarbakır’da 1980’lerin başlarından itibaren teröre bağlı olarak olağanüstü şartlar
oluşmaya başlamış ve bu şartlar, askeri-idari kısmı resmen kalkmış olsa bile toplumsal açıdan
bugüne kadar devam etmiştir. Bundan dolayı denilebilir ki Diyarbakır ve çevresinde din
hizmetleri yaklaşık 25 yıldan beri olağanüstü şarlarda yürütülmektedir. Bu olağanüstülük, din
hizmetleri bakımından, il merkezlerinden periferiye, ilçelere ve daha küçük yerleşim
4
birimlerine, hassaten köy ve mezralara doğru gidildikçe daha da sıkıntılı, hatta tehlikeli
olmaktadır.
PROBLEMLER
1.
Olağanüstü zamanların şartlarını yeterince algılanmaması.
2.
Belki de en başta zikredilmesi gereken en önemli problemlerden biri, din
hizmetlerinin bilimsel esaslar çerçevesinde yürütülmemesi gibi görünmektedir.
3.
Diyarbakır ve çevresinde yerel dinî önderlerin halk üzerindeki otoritesinin
büyüklüğü. İmamlarla bunların çatışma durumları. Diyarbakır’da il Müftüsü olarak görev
yapanlardan biri, kendisiyle 2006 ve 2007 yıllarında bir kaç kez yaptığımız görüşmede bu
sorunun Diyarbakır’da din hizmetlerinde temel sorunlardan biri olduğunu belitmiştir. Bir
imam, 2004’te ilk olarak atandığı 100 hanelik bir köye gittiğinde, köylülerin kendisine zaten
imamlarının olduğunu söylediklerini ve dolayısıyla kendisinin köyden ayrılması gerektiğini
söylediklerini belirtmiştir. Aynı şekilde 2002’de Diyarbakır’ın Kocaköy ilçesinde görev yapan
İlahiyat Fakültesi öğrencisi bir din görevlisi, kendisi de medresede geleneksel eğitimi
almasına ve mollalık seviyesine kadar gelmiş olmasın rağmen orada halkın kendisine
kuşkuyla baktığından ve orada etkili yerel din adamlarının halkın kendisi hakkında olumsuz
düşünmesinde rol oynadıklarını söylemiştir. Aynı ilçede görev yapan bir molla imam da bu
durumu teyid etmiştir. Yine Çınar ilçesinin bir köyünde imam olarak görev yapan bir din
görevlisi de, Eylül 2007’de yaptığımız görüşmede, en büyük sorunlardan birinin, medrese
kökenli seydaların Diyanet’in görevlendirdiği kişilerle negatif münasebetler geliştirmeleri
olduğunu söylemiştir.
4.
Bölgede en önemli problemlerden biri, aşiret yapısının kültürel baskınlığıdır.
Ailecilik ve aşiretçilik ve bunlarla bağlantılı olarak töre cinayetleri ve kan davaları, Diyarbakır
ve çevresinde de oldukça belirleyici olabilmiştir. Bu yapıdan dolayı, nüfuzlu aileler, Müftü ve
diğer din görevlilerine tehdit, şantaj, baskı ve korkutmayla istediklerini yaptırma yoluna
gidebilmektedirler. Diyanete bağlı birimler, İslam’a aykırı olan bu kültürel unsurların
etkisizleşmesi konusunda bir siyaset geliştirebilir, fakat bunun yapıldığı konusunda bir işaret
yoktur.
5.
Din görevlisi atanan yerin düşünce ve sosyal yapısıyla ilgili ve de görevli için
gerekli ihtiyaçlara cevap verip vermemesiyle ilgili ön çalışmaların yapılmaması. Bir imam,
2004’te ilk olarak atandığı 100 hanelik bir köye gittiğinde, kalacak yerinin olmadığını ve
köylülerin de kendisine kiralık bir yer vermediğini, her gece bir evde misafir olarak kalarak
kalma problemini giderebileceğini söylediklerini belirtmiştir.
6.
Bölgede vaaz ve hutbe konularının rastgeleliği.
7.
Güvenliğin yetersizliği. Güvenlik yetersizliği nedeniyle geçmişte saldırıya
maruz kalan, hatta ölen din görevlilerinin olduğu bilinmektedir. 2004-2006 yılları arasında
Diyarbakır’ın Hani ilçesinde imam olarak görev yapan bir din görevlisi, “bir kaç kez ölüm
5
tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını ve güvenlik açısından din görevlilerinin hiç iyi bir konumda
olmadıklarını” söylemektedir. İmam’ın anlatıklarına göre “ilçe merkezinde her terör olayı,
yani çatışmalar vukuunda müftü ilçeden ayrılmakta ve imamlar, korunmadan uzak kendi
kaderleriyle başbaşa bırakılmaktadır. 2005’de cemaatiyle yatsı namazının farzını kıldığı bir
esnada çıkan bir çatışmada, cemaatin selam verir vermez hemen camiyi terketmiş ve kendisi
sabaha kadar camide mahsur kalmıştır. Bir başka gün çıkan çatışmada görevden dönerken
polisler panzerle alıp götürmüşlerdir. Bir başka olayda silahlı bir kişi arkadaşının camisinin
minaresine saklanmış ve onu gören din görevlisini söz konusu terörist tehdit etmiş ve din
görevlisi korkusundan ailesini alarak orayı terketmiştir.
8.
Güvenlik problemine de bağlı olarak bölgede görev yapan Müftü ve diğer din
görevlilerinin geçicilik hissiyle hareket etmeleri ve kurumsal mantıkla değil de kişisel
kaygılarla hareket etme yoluna gitmeleri ve problemlerin çözümü konusunda ciddi bir çaba
içerisine girmemeleridir. Müftü, “nasıl olsa bir süre sonra gideceğim, benden sonra gelecek
olan düşünsün” mantığıyla hareket etmektedir. Bu da Müftülüğün kalıcı kurumsal yapısının
oluşmasını engellemektedir. Bir din görevlisi de bu sorunun açıkça görüldüğünü, böyle bir
problemin din hizmetlerinin kurumsallaşmasını önlediğini, her yemi gelen görevlinin görev
yerini öğrenmesi ve sağlıklı hizmetlerde bulunmasının zor olduğunu dile getirmektedir.
9.
Kadın dindarlığının sosyal planda sönüklüğü. Camilerin kadınlara açık hale
getirilmesiyle ilgili sıkıntılar. Diyarbakır Müftülerinden ikisi, kadınların camilerden uzak
tutulmalarının, Diyarbakır’da din hizmetleri alanındaki en büyük problemlerden biri
olduğunu söylemiştir.
Sabır Camii: Benusen Mah. Şehitlik, Bağlar’da bulunan bu camide kadınların namaz
kılabilecekleri bir mekan (üst kat) olmasına rağmen, gerek cemaatin olumlu
yaklaşmamasından, gerekse kadınların tuvalet ve abdest ihtiyaçlarının karşılanması için
gerekli donanım eksikliğinden dolayı kadınlar, günlük veya Cuma namazlarında cemaate
iştirak etmek üzere camiye gelmemektedir. Camii imam-hatibi de bu durumu teyit
etmektedir.
Bir başka camii, her zaman kendilerine tahsis edilen yerde teravih namazı kılmak
üzere camiye gelen kadınları, cemaatin erkeklerinin, “kadınların camide ne işi olabilir”
diyerek camiden çıkarmaları.
10.
Mezhep ve mezhepçilik. Hanefi imamların problemleri. Halktaki Şafiilik
hassasiyeti. Diyanet’in şimdiye kadar problemi kökünden çözecek şekilde imamları hazır
olarak görev yerine göndermemesi, önemli bir problem. Nitekim kendileriyle 2003’te
Diyarbakır’da görüştüğümüz Diyarbakır merkezde çeşitli camilerde görevli 8 imam, ve
2007’de görüştüğümüz 17 imam, bu problemin çok ciddi bir problem olduğunu söylemiştir.
Özellikle Batıdan gelen Hanefi görevlilerin, bölge halkının özelliklerini bilmeden ve Şafilikle
ilgili bilgi yetersizliği olduğu halde görev yapması durumunda problem, katmerleşmektedir.
11.
Müftülüğün kendine yakışır fiziki özelliklerden yoksun olması. Müftülük
binasının görünümünün iyi olmaması, içinin insanlara soğuk gelmemsi vs. Pek çok din
görevlisi bu problemin varlığı konusunda hemfikir. Örneğin bir bayan Kur’an kursu öğreticisi
şöyle demektedir:
6
Müftülük binası hiç temiz değil; gerek bahçesiyle
gerek binadaki bakımsızlık dinimizin emri olan
‘Temizlik imandandır’ hadisiyle tezat düşmekte ve
bu hususta örnek teşkil etmesi gereken yer,
personel ve halk tarafından iyi karşılanmadığı halde
hiçbir değişiklik yapılmamıştır.
12.
Din görevlilerinin, özellikle imamların dini ilimlerdeki yetersizliği. Seyda ve
mollaların halk üzerinde bilgi yönünden daha fazla etkisi bulunmaktadır. Diyarbakır ve
çevresinde medrese Müslümanlığı çok etkili.
13.
Kur’an kurslarının sayısının 2006 yılına kadar son derece yetersiz olması.
2006 yılından itibaren sayı artmış, ancak yine de yeterli görünmemektedir.
14.
İlahiyat Fakültesinden gereği kadar yararlanmama. Diyarbakır Müftülüğünün,
çeşitli toplantılar, hizmetiçi eğitim faaliyetleri vs. ile İlahiyat Fakültesi öğretim
elemanlarından yararlanmaması, önemli bir problem olarak görünmektedir. Müftülük
murakıplarından biri ve şube müdürlerinden biri de Müftülüğün İlahiyat Fakültesi ile kayda
değer bir kurumsal ilişki geliştirmediğini ifade etmişlerdir.
15.
Din görevlilerinin istediği yerde ve kabiliyetine göre değerlendirilmemesi.
İlahiyat mezunlarının iyi karşılanmaması ve köylere verilmesi önemli bir problemdir.
16.
Ekonomik problem: Maaş durumundaki adaletsizlik. Mezraya atanan bir
imam veya müezzine şehir merkezindeki görevliyle aynı maaşın verilmesi.
17.
Halkla ilişkilerin halkı kazanacak şekilde olmaması.
18.
Din görevilerinin imamlık görevini içselleştirememeleri.
19.
Müftülük bürokrasi personelinin din görevlilerinin ve halkın antipatisini
kazanması. Gerek din görevlileri, gerek vaizler ve gerekse Kur’an kursu öğreticileri, Müftülük
personelinin asık suratından şikayet etmektedir. Bu konuda örneğin Diyarbakır merkezde
görev yapan bir imam demektedir ki “Müftülük halktan uzak, iletişimsizdir. Yapılan faaliyetler
halktan kopuk olup halka yansıyan faaliyetler sadece hac organizasyonları olarak
algılamaktadır. Halkın dinle ilgili sorunlarında müftülüğe müracaat en son işlem olarak
görülmektedir.” Bu ve benzeri görüşler tartışılabilir, ama insanların bu şekilde bir algıya sahip
oldukları bir gerçek.
7
20.
Dil problemi. Diyarbakır ve çevresinde cami cemaatinden Türkçe
bilmeyenlerin olması ve din görevlisinin vaaz ve hutbelerde anlattıklarını anlamamasıdır.
21.
Müftüyle din görevlileri arasındaki ilişkilerin saygı ve sevgi temelinden ziyade
korku temeline dayanması.
22.
En önemli sorunlardan biri, dinin çok güçlü sosyal bütünleştirici işlevinin
Diyarbakır ve çevresinde Diyanet tarafından ortaya konulamamasıdır. İslam dini, kardeşlik
temelinde insanları bütünleştirirken nasıl oldu da zihinlerde ve pratikte Diyarbakır halkında
bütünleştirme işlevini yerine getirememiştir. Burada Diyanet’in buraya özel bir din hizmetleri
siyaseti geliştirmesi ve uygulamaya koyması gerekirdi ve bu gereklilik hala geçerliliğini
korumaktadır. Denilebilir ki Kürtçe ve Zazaca bilmeyen din görevlileri, halk tarafından pek
benimsenmek istenmemişlerdir. Bu, Batı’dan gelen din görevlilerinin genelde şikayet ettikleri
bir husustur.
23.
Bir başka önemli sorun, Müftülüğün Diyarbakır’da olağanüstü bir tarzda
sosyal faaliyetler içinde olması gerektiğidir. Toplumun sosyal, ekonomik, ailevi, eğitsel vb.
sorunlarıyla ilgilenmesi ve bu alanlarda çözüm önerileri getirmesi gerektiğidir. Ancak bu
yapılmamıştır.
24.
Diyarbakır ve çevresinde din hizmetleri alanında en önemli problemlerden
biri de, ahlâk eğitimindeki eksiklik olarak tespit edilebilir. Diyarbakır’da olağanüstülüğün de
etkisiyle hırsızlığın, örneğin kaçak elektriğin, kapkaçcılığın, uyuşturucu ticareti ve
kullanımının, suç işlemenin, şiddetin, terör, kan davası vs. gibi kötü ahlâkî davranışların
yaygınlık kazandığı görülmektedir.
ÖNERİLER
1.
Olağanüstü zamanlarda insanlar, olağan tutum ve davranışlar sergilemezler.
O nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da olağanüstü şartları dikkate alarak din hizmetleri
siyaseti geliştirmesi gerekir. Hizmetlerin olağanüstü şartların dikkate alınarak yürütülmesi
durumunda insanlar normalleşebilir, yanlışa sürüklenmeyebilir. Din görevlileri de insanların
olağanüstü şartlarda yaşadığını hesaba katmalı, cemaatiyle olağanüstü şartlar ortamında
iletişime geçtiğini unutmadan din hizmetini yürütmelidir. Kaynak olarak din görevlisi, alıcı
olarak cemaate yaklaşır ve onunla karşılıklı iletişim halinde olurken cemaatinin olağanüstü
zamanların cemaati olduğunu unutmaz ve ona göre hareket ederse, din hizmetleri
faaliyetlerinde başarılı olur. Aksi halde mesajının ve hizmetlerinin askıda kalması
mukadderdir.
2.
Diyarbakır ve bölgede din hizmetlerinin bilimsel esaslar çerçevesinde
yürütülmemesi probleminin çözümü konusunda sosyal bilimcilere, özellikle sosyologlara,
iletişim ve halkla ilişkiler konusunda uzman olan akademisyenlere, din sosyologlarına, din
eğitimcilerine ve ilgili ilahiyat alanlarında çalışan uzmanlara bilimsel projeler çerçevesinde
araştırmalar yaptırılması ve bu araştırmaların bulgularına göre insanlara din hizmetinin
götürülmesi önerilebilir.
8
3.
Diyarbakır ve çevresinde yerel dinî önderlerin halk üzerindeki otoritesinin
büyüklüğü. İmamlarla bunların çatışma durumları. Diyarbakır’da il Müftüsü olarak görev
yapanlardan biri, kendisiyle 2006 ve 2007 yıllarında bir kaç kez yaptığımız görüşmede bu
sorunun Diyarbakır’da din hizmetlerinde temel sorunlardan biri olduğunu belitmiştir. Bir
imam, 2004’te ilk olarak atandığı 100 hanelik bir köye gittiğinde, köylülerin kendisine zaten
imamlarının olduğunu söylediklerini ve dolayısıyla kendisinin köyden ayrılması gerektiğini
söylediklerini belirtmiştir. Aynı şekilde 2002’de Diyarbakır’ın Kocaköy ilçesinde görev yapan
İlahiyat Fakültesi öğrencisi bir din görevlisi, kendisi de medresede geleneksel eğitimi
almasına ve mollalık seviyesine kadar gelmiş olmasın rağmen orada halkın kendisine
kuşkuyla baktığından ve orada etkili yerel din adamlarının halkın kendisi hakkında olumsuz
düşünmesinde rol oynadıklarını söylemiştir. Aynı ilçede görev yapan bir molla imam da bu
durumu teyid etmiştir. Yine Çınar ilçesinin bir köyünde imam olarak görev yapan bir din
görevlisi de, Eylül 2007’de yaptığımız görüşmede, en büyük sorunlardan birinin, medrese
kökenli seydaların Diyanet’in görevlendirdiği kişilerle negatif münasebetler geliştirmeleri
olduğunu söylemiştir. Bu problemin çözümünde izlenecek yol, o bölgeye gönderilen din
görevlilerinin çok iyi bir bilgi düzeyine sahip kimseler arasından seçilmesi ve de bu kişilerin
oradaki medrese mollalarıyla çatışmaya girmeden ilişki geliştirmeleri, onları kazanmalarıdır.
Diyarbakır merkezde görev yapan molla bir din görevlisi, onların resmi bir hüviyete
kazandırılması durumunda, Diyanet’in çok daha başarılı faaliyetler yapabileceğini ve terörün
önlenmesinde de mesafe alınabileceğini belirtmektedir. Bu din görevlisi konu bağlamında
ayrıca şöyle demektedir:
Bölge halkının din görevlisinden beklentisi fazladır.
Bu beklentilerin bir kısmı doğrudan dini ise birçok
kısmı sosyal aktivitelerle ilgilidir. Bu beklentilere
göre mesela müftü bazen barış görevlisi, bazen
nikah memuru, bazen vaiz, kimi zaman da ailevi
problemleri çözen kişi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bu rollerin hakkını verebilmesi için din
görevlisinin Kitap, Sünnet, İslam Hukuku, Siyer gibi
mesleki ilimler yanında sosyoloji, psikoloji, iletişim
ve halkla ilişkiler gibi alanlarda da birikim sahibi
olması zaruridir.
Bu konu çerçevesinde Başkanlığın Diyarbakır’a ivedilikle bir eğitim merkezi açması da
önerilebilir. Eğitim merkezi, Diyarbakır ve çevresinde din eğitimi ve din hizmetlerinin
kalitesinin yükselmesinde önemli bir işlev görecektir.
4.
Diyanete bağlı birimler, bölgede İslam’a aykırı olan aşiretçi kültürel
unsurların etkisizleşmesi konusunda bir siyaset geliştirmeli, sahih İslam anlayışının, Kur’an ve
Sünnet kaynaklı din eğitimi kanalıyla aşiretçilik ve ona bağlı ilişki biçimlerinin belirleyiciliği
ortadan kaldırılabilir. Nitekim imam olarak görev yapan bir İlahiyat Fakültesi mezunu bir din
görevlisi, aşiret yapısının müftü ve din görevlileri üzerinde bir baskı gücü olarak yer aldığını
söylemiş ve kendisinin yaşadığı ve bizzat gördüğü bazı olaylarda güçlü bir kaç ailenin
Müftünün evini basarak Müftüyü istedikleri gibi hareket etmeye zorladığını anlatmıştır.
9
5.
Din görevlisi atanan yerin düşünce ve sosyal yapısıyla ilgili ve de görevli için
gerekli ihtiyaçlara cevap verip vermemesiyle ilgili ön çalışmaların yapılmaması, önemli bir
problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir imam, 2004’te ilk olarak atandığı 100 hanelik bir
köye gittiğinde, kalacak yerinin olmadığını ve köylülerin de kendisine kiralık bir yer
vermediğini, her gece bir evde misafir olarak kalarak kalma problemini giderebileceğini
söylediklerini belirtmiştir. Ayrıca görevli, gittiği yerde yaşayan insanları muhatap alacağı,
onlarla iletişim kurarak din hizmetlerini yürüteceği için mutlaka o insanların zihinsel,
düşünsel, siyasal, ekonomik, sosyal, dinî vs. durumunu bildiği ölçüde başarılı olabilir, aksi
halde halka din hizmetlerini ulaştırmada başarılı olması mümkün değildir. Müftülerin her
görev mahalliyle ilgili din ve kültür haritasına sahip olmaları şarttır. Din görevlileri,
cemaatinin özelliklerini bilmek zorundadır. Halk inançları, cemaatin yapısı, anlayışı, eğitim
düzeyi, ekonomik düzeyi, sosyal statüsü, yaşı, cinsiyeti gibi durumları bilerek ve dikkate
alarak cemaatiyle iletişim kuran din görevlisi, hizmet çalışmalarında başarılı olur.
6.
Bölgede vaaz ve hutbe konularının rastgeleliği, eğitici olmamaktadır. Bu
nedenle bölgede vaaz ve hutbelerin konusunun yerel sorunlarla ilişkili olarak daha bir özenle
hazırlanması elzemdir. Din görevlileri, vaaz ve hutbenin konusunu belirlerken cemaatin ilgi ve
ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmalı ve dolayısıyla cemaatle işbirliği içinde hareket
etmelidir (Bkz. Hökelekli, 2005: 95-96). Başarılı bir eğitim ve iletişim açısından bu gereklidir.
7.
Güvenliğin yetersizliği. Güvenlik yetersizliği nedeniyle geçmişte saldırıya
maruz kalan, hatta ölen din görevlilerinin olduğu bilinmektedir. Ayrıca din görevlilerindeki
“Diyanet’in kendilerine sahip çıkmadığı” düşüncesi de din görevlilerinin görev durumlarını
olumsuz etkilemektedir. 2003-2005 yılları arasında Diyarbakır’ın Hani ilçesinde imam olarak
görev yapan bir din görevlisi, “bir kaç kez ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını ve güvenlik
açısından din görevlilerinin hiç iyi bir konumda olmadıklarını” söylemektedir. İmam’ın
anlatıklarına göre “ilçe merkezinde her terör olayı, yani çatışmalar vukuunda müftü ilçeden
ayrılmakta ve imamlar, korunmadan uzak kendi kaderleriyle başbaşa bırakılmaktadır.
2005’de cemaatiyle yatsı namazının farzını kıldığı bir esnada çıkan bir çatışmada, cemaati
selam verir vermez hemen camiyi terketmiş ve kendisi sabaha kadar camide mahsur
kalmıştır. Bir başka gün çıkan çatışmada görevden dönerken polisler panzerle alıp
götürmüşlerdir. Bir başka olayda silahlı bir kişi arkadaşının camisinin minaresine saklanmış ve
onu gören din görevlisini söz konusu terörist tehdit etmiş ve din görevlisi korkusundan
ailesini alarak orayı terketmiştir. Diyanet bu problemin çözümü için hem yerel kanaat
önderleri, hem de Emniyet gibi resmi kurumlarla işbirliği halinde güvenlik probleminin halli
yoluna gidebilir.
8.
Din görevlilerinin geçicilik hissiyle hareket etmelerinin önüne geçmek için
Diyanet’in buralara daha uzun süreli görevlendirmeler yapması veya bazı sakıncaları
giderilmek şartıyla halkından olan kimseleri oralarda görevlendirmesi çözüm önerisi olarak
getirilebilir.
9.
Kadın dindarlığının sosyal planda sönüklüğü. Camiler, kadınlara açık hale
getirilmelidir. Diyarbakır Müftülerinden ikisi, kadınların camilerden uzak tutulmalarının,
Diyarbakır’da din hizmetleri alanındaki en büyük problemlerden biri olduğunu söylemiştir.
Görüştüğümüz murakıp, müftü yardımcısı, vaizeler ve din görevlileriyle Kuran kursu
öğreticileri de kadınların camilere katılımının son derece düşük olmasının Diyarbakır ve
çevresi için iyi bir durum olmadığını dile getirmektedirler. Diyarbakır ve çevresinde kadınların
10
camilerden uzak tutulmasında halkın din anlayışının, örf ve adetlerinin, törelerinin etkisi
bulunduğu kadar Camilerin kadınların ibadet etmelerine elverişli olmamasının da etkisi
vardır. Müftülüğün verdiği bilgiye göre yaklaşık 75 camide kadınların namaz kılabilecekleri
fiziki ortam bulunmaktadır. Fakat burada asl olan bu camilerin ne kadarına kadınlar günlük
veya haftalık ya da yıllık namaz kılmak üzere gelmekte olduğudur. Çünkü kadınlar için uygun
olan camilerin bir çoğuna da kadınlar gitmemekte veya gidememektedir. Ulu Cami’de dahi
kadınlar Cuma ve Bayram namazlarını dahi kılamamaktadırlar. Teravih namazlarını da
Müftülüğün düzenlemesi ve çabasıyla 2006’dan itibaren kılmaya başlamışlardır. İlgi de büyük
olmuştur. Bu problemin çözümü için Müftülüğün projeler geliştirmesi, eğitim faaliyetlerinde
bulunması, örneğin camilerde kadınlara yönelik çeşitli eğitimsel ve sosyal programlar
yapması, din görevlilerini teşvik etmesi, erkek cemaati kadınların camilere gelebilmesi
konusunda doğru dini bilgilerle eğitmesi vs. şarttır.
O halde eğitici ve bilinçlendirici faaliyetlerin yanı sıra camilerin fiziki olarak kadınların
ibadet yapabilecekleri şekle getirilmesi gerekir. Son zamanlarda Müftülüğün kadınlara
camilerde vaaz verme programları yapması olumlu bir uygulama olarak dikkati çekmektedir.
Ancak bu daha da geliştirilmelidir. Ayrıca camilerde kadınlara uygun abdest yerleri ve namaz
yerleri tahsis edilmelidir. Nitekim bir din görevlisi bu gerçeğe işaret sadedinde “kadınların
camiye gelmelerine imkan sağlanmalı, camilerin mimarisinde hanımların katılımın sağlayacak
düzenlemeler yapılmalıdır” demektedir. Aynı görevli Diyarbakır merkezde görev yaptığı
camide bazı tadilatlarla hanımların camide namaz kılmalarına imkan sağladığını ve
beklenenin üstünde kadının camiye gelip namaz kıldığını belirtmiştir.
Bu problemin çözümü için yapılması gereken en önemli hususlardan biri de, bir
bayan din görevlisinin belirttiği gibi Müftülükteki Müftü yardımcısı ve vaize gibi bayan din
görevlilerinin sayısının ivedilikle arttırılması da şarttır.
Belirtmek gerekir ki Diyarbakır’da son zamanlarda kadın dindarlığında görece bir
artış olduğu, kadınların Kur’an kurslarına ilgi gösterdiği ve yavaş yavaş da camilere gitmeye
başladıkları bir gerçektir. Bir murakıp bu konuda şöyle demektedir:
Bayanların dini bilgileri öğrenmedeki isteklerinin
günümüzde ancak ortaya çıkarılabilmesinin altındaki
en büyük etkenlerden biri de hiç şüphesiz
camilerdeki
din
hizmetlerini
yürüten
din
görevlilerimizin konuya son yıllara kadar yeterince
hassas yaklaşmamalarıdır. Gün içerisinde şu an
kurslarımıza devam eden ve edecek olan
öğrencilerimizin velileri ile defalarca karşılaşan
görevlilerimiz bu konudaki eksikliği ve bunun
gerekliliğini daha önce anlatabilmiş olsalardı şimdi
yaklaşık 1.5 milyon kişinin yaşadığı telaffuz edilen
ilimizdeki Kur’an kursu sayımız yüzlerle ifade
edilebilirdi. Tabi bunun altında da bölgedeki
medrese kültürünün baskın olması, görevlilerimizin
de bir şekilde medreselerle bağlarının hala devam
etmesi ve buralarda da ilim öğrenenlerin tamamının
11
erkek olması, medrese kapılarının bayan din
alimlerinin yetişmesine yada kuranı kerim veyahut
dini bilgileri öğrenmek isteyen bayanlara kapalı
olması yattığı düşünülmektedir. Zaten ataerkil bir
yapıya sahip olan bölge dinden de kuvvet alarak
bayanlara her alanda eğitim ve öğretimin kapılarını
kapatmıştır.
Sur içi diye bilinen ve Diyarbakır’ın ilk yerleşim alanı
olan tarihi ve kültürel ağırlığı dışarıdan bakılınca da
hissedilebilen semtte yer alan cami sayısı 47’dir.
Pasaj ve iş hanlarındaki mescitleri çıkartacak olursak
sur içinde 36 tane tarihi cami bulunmaktadır ve
bunların hemen tamamı bayanlarında namaz
kılabileceği şekilde inşa edilmiştir. Sonradan sur
dışına taşan nüfusun yaşadığı alanlarda inşa edilen
camilerin ancak büyük kubbeli camii şeklinde
olanlarında bayanlar için yer ayrıldığı görülmektedir.
Bayanların cami ve kuran kursları ile bu kadar geç
tanışması, vaaz ve irşat hizmetlerinden yoksun
kalmaları sosyal yapıda büyük rol oynayan anne ve
anne adaylarının dini anlamda pasifleşmesine ve
dolayısıyla ailede başlaması gereken dinsel
canlanmanın da toplumda varlığını yitirmesine
sebep olmuştur.
Son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığının ilahiyat
alanında eğitim görmüş bayan vaize ve kuran kursu
öğretmeni atamalarına imkan tanıması ilimizdeki
Kur’an kurslarına da bir canlılık getirmiştir. Ancak
özellikle ev hanımlarına yönelik cami vaazlarının
daha etkin ve geniş kitlelere hitap edebilmesi için
şuan iki olan bayan vaize sayısının arttırılması
bayanlar açısından, bir kişi olan erkek vaiz sayısının
da arttırılması erkek cemaat açısından önem arz
etmektedir.
10.
Mezhep ve mezhepçilik. Hanefi imamların problemleri. Halktaki Şafiilik
hassasiyeti. Diyanet’in şimdiye kadar problemi kökünden çözecek şekilde imamları hazır
olarak görev yerine göndermemesi, önemli bir problem. Nitekim kendileriyle 2003’te
Diyarbakır’da görüştüğümüz Diyarbakır merkezde çeşitli camilerde görevli 8 imam, ve
2007’de görüştüğümüz 17 imam, bu problemin çok ciddi bir problem olduğunu söylemiştir.
Özellikle Batıdan gelen Hanefi görevlilerin, bölge halkının özelliklerini bilmeden ve Şafilikle
ilgili bilgi yetersizliği olduğu halde görev yapması durumunda problem, katmerleşmektedir.
12
Şafii mezhebi, bölgenin din algısında merkezi bir yerdedir, hatta bazen din gibi
algılanmaktadır. Bu nedenle değişmeyen bazı mezhebi görüşler, bölge halkının kültürel
dokusunda geçerli olan bazı davranış kalıplarında, örneğin töre uygulamasında meşrulaştırıcı
olabilmekte, bazen Kurban gibi toplumsal dayanışmada çok önemli bir ibadetin
işlevsizleşmesinde etkili olabilmektedir.
Diyarbakır’da görev yapan bir murakıp mezhep ve kadın algısı hakkında
belirtmektedir ki, “Bölge olarak Şafii mezhebini benimseyen halk, bu mezhebin “Veli” ye
vermiş olduğu avantajı da kullanarak –biraz da yozlaştırarak-bayanlar üzerinde dini bir baskı
aracı olarak kullanmış, dini sosyal hayattan yozlaştırabilme adına elinden geleni yapmıştır.”
Diyanet’in bu konuda Şafi mezhebinin bazı hüküm ve uygulamalarını, halkı
kucaklayarak değişik biçimlerde gerçekleştirebilmesi durumunda toplumsal yapıda olumlu
anlamda önemli değişimlerin yaşanması mümkündür. Bunu yapabilmek için de bölgeye
birikimli kişilerin din görevlisi olarak atanması şarttır.
11.
Müftülüğün kendine yakışır fiziki özelliklerden yoksun olması. Müftülük
binasının görünümünün iyi olmaması, içinin insanlara soğuk gelmesi vs. Bunun için uygun bir
yer, güzel bir mimari ve temiz bir muhtevaya sahip Müftülük merkezi inşa edilmelidir. Bir
bayan Kur’an kursu öğreticisi, çözüm önerisi olarak, şöyle demektedir:
Müftülük binasının tadilattan geçirilmeli daha sonra
bahçe temizletilip çevre düzenlemesi yapılarak yeni
bir
görünüme
kavuşturulmalıdır.
Müftülük
personelinin de çalıştıkları mekanları temiz tutmaları
sağlanmalıdır. Ayrıca Yeterli sayıda temizlik
personeli alınmalı ve alınan personelin görevini en
iyi şekilde yapması için düzenli denetime tabi
tutulmalıdır.
12.
Kur’an kurslarının sayısının 2006 yılına kadar son derece yetersiz olması.
2006 yılından itibaren sayı artmış, ancak yine de yeterli görünmemektedir. Bir murakıbın
ifade ettiği gibi “2 yıl öncesine kadar 1 erkek ve 7 bayan kuran kursu mevcut olan Diyarbakır’
da şuan ikisi yatılı erkek kuran kursu olmak üzere 37 kurs yer almakta ve bunların da % 90’ını
bayan Kuran Kursları oluşturmaktadır.” Bu iyi bir gelişme, ancak daha da geliştirilmelidir,
ayrıca erkek Kur’an kursları ilgi çekici hale getirilebilir.
13.
İmamların dini ilimlerdeki yetersizliği. Seyda ve mollaların halk üzerinde bilgi
yönünden daha fazla etkisi bulunmaktadır. Diyarbakır ve çevresinde medrese Müslümanlığı
çok etkili.
14.
İlahiyat Fakültesinden gereği kadar yararlanmama. Diyarbakır Müftülüğünün,
çeşitli toplantılar, hizmetiçi eğitim faaliyetleri vs. ile İlahiyat Fakültesi öğretim
13
elemanlarından yararlanmaması, önemli bir problem olarak görünmektedir. Bir Müftü,
Müftülük murakıplarından biri, şube müdürlerinden biri ve bir din görevlisi ile 8 İlahiyat
Fakültesi öğretim elemanı 14 İlahiyat fakültesi öğrencisi ve 2 Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
öğretmeni Müftülüğün İlahiyat Fakültesi ile hiçbir kurumsal ilişki geliştirmediğini ifade
etmişlerdir. Son zamanlarda, özellikle 2006 yılının ortalarından itibaren bir yakınlaşmadan
söz edilebilir, ancak bu kurumsallaştırılmalıdır. Söz konusu kişilere göre iki kurumun
yakınlaşması ortak çalışmalar ve programlar yapmalarıyla sağlanabilir. Din hizmetlerinde
kalitenin arttırılmasında iki paydaş kurumun yakın ilişkileri ve işbirlikleri oldukça etkili
olacaktır (Bulut: 2005:65).
15.
Din görevlilerinin istediği yerde ve kabiliyetine göre değerlendirilmemesi.
İlahiyat mezunlarının iyi karşılanmaması ve köylere verilmesi önemli bir problemdir. Bunun
için teknik bazı düzenlemeler yapılabilir.
16.
Ekonomik problem: Maaş durumundaki adaletsizlik. Mezraya atanan bir
imam veya müezzine şehir merkezindeki görevliyle aynı maaşın verilmesi. Ayrıca bölgede pek
çok caminin lojmanının olmaması, halkın da lojman yapma konusunda isteksiz oluşu veya
imkansızlığı ciddi bir problemdir. İmamın kişilikli bir görünümle toplumun karşısına çıkması
için ekonomik yönden bağımsız olması önemlidir. Lojman olması, bir din görevlisinin de
belirttiği gibi hem din görevlisinin görevini daha iyi yapması, özellikle yatsı ve sabah
namazlarında güvenli bir şekilde camiye gidebilmesi, hem de imamın konumunun iyi
görünmesi açısından önemlidir. Fakat burada önemli bir problem, lojmanı halkın mı yoksa
Diyanet’in mi yapacağına dairdir. Diyarbakır’ın ilçe, belde ve köylerinde görev yapan 42 din
görevlisinden aldığımız mektuplarda istisnasız hepsinin isteği devletin lojman yaptırmasıdır.
Bölgede, olağanüstü durumların zihniyette temin ettiği dönüşümlerin bir sonucu olarak
kendini gösteren önemli hususlardan biri olarak “her şeyi devletten bekleme” anlayışının da,
din görevlisinin Diyanet’ten lojman beklentisi içine girmesinde ve cemaatin lojman yapımına
yardımcı olmamasında etkisi büyüktür. Burada lojman sağlanmasında, önerilebilecek en
önemli hususlardan biri, din görevlilerinin fedakarlık duygularının geliştirilmesi, din
görevlilerine cemaatle iyi ilişkiler geliştirmenin yollarının öğretilmesi ve cemaatin fedakarlık
duygularının geliştirilmesidir. Bunlar yapılarak din görevlisi-cemaat işbirliğiyle Batı’da pek çok
cami cemaatinin yaptığı gibi lojman yapmak mümkün olabilir. Fakat bölgenin farklı yapısı her
zaman dikkate alınmalıdır. Çeşitli sebeplerle lojman yapımının mümkün olmadığı yerlerin
varlığı açıktır. Buralara da Diyanet’in çözüm üretmesi kaçınılmazdır. Ayrıca görev ve
sorumluluklar noktasında din görevlilerinin ve cemaatin bireyselliklerinin gelişmesi için bazı
eğitim faaliyetlerinin yapılması gerekir. Hülasa din hizmeti yürütenlere, 2 bayan Kur’an kursu
öğreticisinin belirttiği gibi din hizmetlerinde gönüllülüğün esas olduğu bilincini verecek
eğitim faaliyetleri düzenlenmesi lazımdır. Din görevlilerinin, ihlas, kalite, ilmî yeterlilik, sözdavranış uyumu, muhatapları tanıma, toplumsal gerçekliği bilme, sürekli hizmet, özveri,
sabır, tevazu gibi genel olarak geçerli olan etkili din hizmeti unsurları (Akpolat, 2005: 44-48;
Bulut, 2005: 64-65;Ünver, 2005:72-84) konusunda daha fazla hassas olmaları şarttır ve
bunun için denetim mekanizmasının sağlam işletilmesinin yanı sıra eğitim faaliyetlerinin
yapılması gerekir.
17.
Halkla ilişkilerin halkı kazanacak şekilde olmaması. Diyanet halkla ilişkilere bu
bölgede azami önemi vermek durumundadır. Diyarbakır’da Müftülük, gerek Din Hizmetleri
Daire Başkanlığı’nın, gerekse Basın, Protokol ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünün ilke ve esasları
çerçevesinde, Diyarbakır ve çevresinde halkla ilişkilerin çok yüksek düzeyde iyi tutulması için
14
çaba harcamalıdır. Diyarbakır merkezden erkek bir din görevlisi bu konuda şunları
söylemektedir:
Müftülük binası; köhne, kirli ve bakımsız bir
durumdadır. Hâlbuki böyle bir yer göze hitap etmeli
ve bilhassa bayanların rahat girebilecekleri mekânlar
haline gelmelidir. Resmi olarak din hizmeti sunan bir
kurum ataerkil bir mekân olmamalı ve buralarda
kadın görevli sayısı artırılmalı. Ayrıca müftülük,
konferans salonlarında halka açık rutin programlar
yapılmalı. Zaman zaman daha büyük organizasyonlar
yapılarak akademisyenler, araştırmacılar davet
edilerek ( düğün salonları vs. ) halkın müftülük
faaliyetlerine katılımı sağlanmalı. Günümüzde ise bu
tür faaliyetler cemaat, dernek ve benzeri kurumlar
tarafından organize edilmektedir.
18.
Din görevilerinin imamlık görevini içselleştirememeleri. Bu problemin
çözümü için din görevlilerine gerekli psikolojik, rehberlik ve pedagojik desteğin verilmesi
gerekir.
19.
Müftülük bürokrasi personelinin din görevlilerinin ve halkın antipatisini
kazanması. Gerek din görevlileri, gerek vaizler, gerek Kur’an kursu öğreticileri ve gerekse
halk, Müftülük personelinin asık suratından şikayet etmektedir. Bu problem, halkla ilişkilerin
kötü seyretmesinde çok etkili olur ve din hizmetlerinin sağlıklı ve başarılı yürütülmesini
engeller. O nedenle Müftülük personeline halkla ilişkiler konusunda bilgilendirici ve
uygulamalı kurslar verilebilir. Bu konuda Diyarbakır merkezde görev yapan bir bayan Kur’an
kursu öğreticisi şu öneriyi getirmektedir:
A) Müftülükte çalıştırılacak personelin en az lisans
mezunu ve halkla ilişkiler hususunda ve de
yapacakları idari görevler hususunda hizmet içi
eğitimlere tabi tutulduktan sonra göreve
başlatılmalıdırlar.
B) Eski personellerinde mutlak surette halkla ilişkiler
ve idari işlemlerin yürütülmesine ilişkin kapsamlı bir
eğitime tutulmaları gerekmektedir.
20.
Dil probleminin aşılması için ne yapılabilir? Bu ciddi bir sorun. Bir yandan
yetişkinler için Türkçe okuma yazma eğitimi verilirken bir yandan da bir şekilde Türkçe
bilmeyenlerin doğru bir din eğitimine tabi tutulması gerekmektedir. Bu sorun pek çok din
görevlisinin dikkat çektiği bir sorundur. Nitekim bir din görevlisi şöyle demektedir:
15
Cemaatle iletişim sorunu yaşanmaktadır. Cemaat
içerisinde genellikle de yaşlılar ve de bayanlar
arasında Türkçe bilmeyenler bulunmaktadır. Bundan
dolayı anlamıyoruz diye tepkiler alıyorum. Siyasi
amaçlardan uzak olduktan sonra bir iletişim aracı
olarak dilin cemaatin ihtiyaçlarına uygun
seçilmesinin hem yapılan programın ve verilen
vaazın verimliliğini artıracağına, hem de imamcemaat ve halk-devlet yakınlaşmasına katkı
sağlayacağına inanıyorum.
Problem önemlidir ve tartışılıp uygun çözümler geliştirilmelidir.
21.
Müftüyle din görevlileri arasındaki ilişkilerin saygı ve sevgi temelinden ziyade
korku temeline dayanması. Bu konuda da din görevlilerinin şikayetçi olduklarını söylemek
gerek. Bu doğru bir tespit veya yanlış, ama olağanüstü şartların geçerli olduğu bir yerde din
görevlilerinin amiri konumundaki görevlilerle daha uyumlu çalışmaları için azami çaba
sarfedilmelidir.
22.
En önemli sorunlardan biri, dinin çok güçlü sosyal bütünleştirici işlevinin
Diyarbakır ve çevresinde Diyanet tarafından ortaya konulamamasıdır. İslam dini, kardeşlik
temelinde insanları bütünleştirirken nasıl oldu da zihinlerde ve pratikte Diyarbakır halkında
bütünleştirme işlevini yerine getirememiştir. Burada Diyanet’in buraya özel bir din hizmetleri
siyaseti geliştirmesi ve uygulamaya koyması gerekirdi ve bu gereklilik hala geçerliliğini
korumaktadır. Denilebilir ki Kürtçe ve Zazaca bilmeyen din görevlileri, halk tarafından pek
benimsenmek istenmemişlerdir. Bu, Batı’dan gelen din görevlilerinin genelde şikayet ettikleri
bir husustur. Batı’dan gelen ve Diyarbakır’ın çeşitli yerlerinde görev yapan 8 imam,
kendileriyle yaptığımız görüşmede bu problemi özellikle vurgulama gereği hissetmişlerdir. Bir
şube müdürü de bunun ciddi bir problem olduğunu ve din görevlilerinde kimlik problemi
doğurduğunu söylemiştir.
23.
Müftülük, olağanüstü şartlar içinde bulunan Diyarbakır’da olağanüstü bir
tarzda sosyal faaliyetler içinde olmalıdır. Diyarbakır’ın da içinde yer aldığı Güneydoğu ve
Doğu Anadolu Bölgelerinin büyük bir kısmında aile içinde ve toplumda şiddet kültürü, töreye
dayalı uygulamalar, kan davaları vs. dikkati çekmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, bölgenin
din haritasını çıkaran araştırmalarla bölgede varlığını koruyan farklı din, inanç, mezhep ve
görüşleri doğru bir biçimde tespit edebilir. Bölgede görev alanlara olağanüstü şartlarda din
hizmetleri konusunda eğitim verebilir. Diyanet, çocuk, genç, yetişkin ve aile eğitimine katkı
sunabilecek projeler geliştirebilir, acilen üniversite öğrencileri için yurtlar açabilir, şiddet,
baskı ve korku kültürü yerine sevgi kültürünü yerleştirmek için halka yönelik programlar
geliştirebilir ve bunları gerçekleştirmek için Üniversite, Milli Eğitim, Sosyal Hizmetler,
Emniyet, Genelkurmay, Adalet Bakanlığı gibi birimlerle işbirliğine gidebilmelidir.
Cezaevlerinde, hastanelerde, çocuk esirgeme kurumlarında ve işyerlerinde din görevliliği
kurumunu yoksa ihdas etme, varsa daha etkili bir şekilde işlevselleştirme yoluna gidebilir.
16
Burada şiddet, yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik gibi olumsuzluklar, halkın hayatını olağanüstü
düzeyde olumsuz etkilediği için Diyanet, doğrudan dini görünmeyen alanlarda çalışmalar
yürütmelidir. Örneğin okuma yazma oranı oldukça düşük olduğu için Kur’an kurslarında Halk
eğitim merkezleriyle işbirliği halinde özellikle de kadınlara yönelik okuma yazma kursları
düzenleyebilir. Bu konuda son iki yıldır bir kaç örnek uygulamanın olması sevindirici bir
gelişmedir. Ayrıca SHÇEK ve Milli Eğitim Müdürlüğü gibi kurumlarla işbirliği yaparak okuma
salonları açabilir, gençlik merkezleri oluşturabilir ve çocuklarla gençlerin sokaklarda başı boş
vakit öldürmeleri, suç makinaları haline gelmeleri gibi toplumun bugünü ve geleceğini çalan
durumları önlemede önemli roller üstlenebilir. Bunların dışında halkın daha iyi bir din eğitimi
alabilmesi için İlahiyat Fakültesi öğretim elemanları, İmam-Hatip Lisesi öğretmenleri ve Din
Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenleriyle de işbirliği halinde gerek cami ve Kur’an kursları
binalarında gerekse farklı mekanlarda çeşitli toplantılar düzenleyebilir. Bu durum, bazı din
görevlileri ve müftülerce de dile getirilmektedir. Örneğin Diyarbakırlı bir din görevlisi, bu
bağlamda şöyle demektedir:
Bölge insanının, özellikle de bayanların eğitim oranı
düşüktür. Eğitim almamış veya yetersiz almış
ebeveynlerin çocuklarını eğitmeleri de müşküldür.
Binaenaleyh yetişen nesil adeta kendi haline
bırakılmış, medya, çevre ve kötü arkadaşların
tesirinde de kalarak çete ve örgütlere hazır eleman
haline gelmiştir. Buna göç ve işsizlik nedeniyle
yoksulluk da eklenince misyoner, çete ve örgütlerin
gençleri avlamaları tamamen kolaylaşmıştır. Diyanet
işleri Başkanlığı bir taraftan ebeveynlere diğer
taraftan da çocuk ve gençlere yönelik eğitici
programlar geliştirmelidir. Bunun için de camilerin
daha aktif hale getirilmesi gerekir. Camiler, sadece
belli saatlerde açılıp kapanan resmi bir kurumun çok
ötesinde sosyal hayatın parçası haline getirilmelidir.
(...) Yaz kursları geliştirilmelidir, ama bu da
yetersizdir. Okul döneminde de çocuk ve gençler için
bazı etkinlikler yapılmalıdır.
Bunlara ek olarak camiler ve Kur’an kursları yaz dönemi dışında özellikle erkek çocuk
ve gençler için programlar geliştirmelidir. Zira erkekler, yazları çalıştıkları için Kur’an
kurslarına pek gidemektedirler, ama kışın okudukları için okul dışındaki zamanlarda bu
yapılabilir. Kur’an kurslarının sayılarında hatırı sayılır bir artış var, ama bu kurslara daha çok
kadınlar gitmektedirler. Sokak çocuklarının ve suça itilen çocukların ve gençlerin büyük bir
çoğunluğunun erkek olduğu düşünülürse erkek çocuk ve gençlerin din eğitimi almalarının
önemi kendiliğinden anlaşılacaktır.
Ayrıca Müftülük ve merkez yönetimi Diyarbakır’da çeşitli konularda konferanslar,
sempozyumlar vs. düzenlemelidir. İlahiyat Fakültesi’nden bir bayan son sınıf öğrencisinin
17
dediği gibi iyi organizasyonlarla toplantılar tertip ederek halkı aydınlatmak ve eğitmek
konusunda önemli adımlar atılabilir.
24.
Diyarbakır ve çevresinde din hizmetleri alanında en önemli problemlerden
biri de, ahlak eğitimindeki eksiklik olarak tespit edilebilir. Dindarlığın güzel ahlâkla ilişkisinin
koptuğu bir olağanüstülüğün yaşandığı yer olarak Diyarbakır’da Müftülüğün bilgiye dayalı
ahlâk eksenli dindarlık anlayışından hareket etmesi, oradaki hırsızlık, uyuşturuculuk, şiddet
gibi kötü ahlakî durumların önüne geçmede işlevsel olabilir. Ali Bardakoğlu döneminde
Diyanet’te güzel ahlâk-dindarlık ilişkisine yapılan vurgu önemli, fakat bunun Diyarbakır ve
bölgede daha bir özel planda vurgulanması ve vaazlar, hutbeler, toplantılar, sempozyumlar,
konferanslar, aile eğitimi gibi faaliyetlerin yardımıyla uygulamaya geçirilmesi gerekir.
SONUÇ
Sonuç olarak olağanüstü zamanların kenti Diyarbakır, bir çok açıdan olduğu gibi din
hizmetleri alanında da sosyal bir labaratuvardır. Diyanet bu labaratuvardan en iyi şekilde
yararlanmalı ve benzer durumlarda aynı eksiklik ve yanlışlara düşülmemelidir. Bu çalışmanın
da gösterdiği gibi olağanüstü zamanlarda olağanüstü mantık ve çabayla din hizmetleri
yürütülmesi durumunda başarılı olunabilir. Din hizmetlerinde başarılı olunması durumunda
diğer sosyal, ekonomik, siyasal vb. sorunların çabuk çözülmesi ve bütün bir toplum için
kangren haline gelmesi de önlenebilir. Eğer Diyarbakır’da din hizmetleri, yukarıda öneriler
kısmında belirtildiği gibi gerçekleştirilebilseydi, bölgede dinî ve gayr-i dinî terör örgütlerinin
etkili olmamasında, bölgedeki aşiretçilik ve onun getirdiği olumsuzlukların toplumsal etkisini
yitirmesinde, şiddet kültürünün, özellikle kan davalarının ortadan kalkmasında veya
azalmasında çok önemli katkılar sağlayabilirdi. Her şeye rağmen geç kalınmış sayılmayacağını
da belirtmek gerekir.
Son çözümlemede denilebilir ki, Diyanet İşleri Başkanlığı, olağanüstü durumların, din
hizmetlerinde olağanüstü sosyolojik şartları dikkate almayı gerektirdiği düşüncesinden
hareketle olağanüstü zamanlarda bir tür olağanüstü durum ilan ederek hizmet yürütmek
durumundadır. Bunun için de yeri geldiğinde uygulamaya koymak üzere “olağanüstü
durumda din hizmetleri esasları” adı altında bir takım prensipler belirlenmeli ve ona göre
uygulama yapabilecek mekanizmalar geliştirilmelidir.
Diyanet İşleri Teşkilatı’nın sözünü ettiğimiz olağanüstü zamanlar ve durumlarda
uygun ve verimli din hizmeti yürütebilmesinin birincil şartı, bölgenin toplumsal ve dinî yapısı
üzerine sosyolojik araştırmalar yaptırmak ve bu araştırmalardan elde edilen bulgular
çerçevesinde din hizmetleri uygulamasına gitmektir. Denilebilir ki Diyarbakır ve içinde
bulunduğu bölgede, din hizmetleri, olağanüstü durumlar sosyolojisi, başka bir ifadeyle
olağanüstü din hizmetleri sosyolojisi çerçevesinde yeni yöntemler geliştirilerek yürütüldüğü
ölçüde başarılı olabilir.
Son olarak belirtilebilir ki, bu tebliğde öne sürülenler, çeşitli açılardan
değerlendirilebilir, tartışılabilir ve farklı çözüm önerileri getirilebilir; zaten çalışma da buna
vesile olabildiği ölçüde başarılı olacaktır.
18
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA
AKPOLAT, Sabri (Temmuz-Ağustos-Eylül 2005). “İletişim Asrında Din Görevlileri”.
Diyanet İlmi Dergi. c. 41. Sayı: 3, ss. 41-54
AKTAY, Yasin (1999). Umut Ve Kaygı Arasında: Güneydoğu'da Lise Gençliğinin Yaşam
Dünyaları Üzerine -Batman Ve Siirt'teki Lise Öğrencileri Örneği- Araştırma Raporu. Konya
(http://www.angelfire.com/art/yasinaktay/Guneydogu/Umut_ve_Kaygi_Arasinda_
Guneydoguda_Genclik.htm)
BULUT, MEHMET (Temmuz-Ağustos-Eylül 2005). “Din Görevlileri Üzerine Bazı
tespitler”. Diyanet İlmi Dergi. c. 41. Sayı: 3, ss. 55-70
BUYRUKÇU, Ramazan (1995). Din Görevlisinin Mesleğini Temsil Gücü. Ankara: TDV
ER, İzzet (Ekim 2007). “Hademe-i Hayrattan Din Görevliliğine”. Diyanet Aylık Dergi.
Sayı: 202, ss. 5-9
HÖKELEKLİ, Hayati (Temmuz-Ağustos-Eylül 2005). “Din Hizmetlerinde Yöntemle İlgili
Sorunlar”. Diyanet İlmi Dergi. c. 41. Sayı: 3, ss. 93-104
KAPUKAYA, Mehmet (Ekim 2007). “Din Görevlileri ve Sosyal Hayat”. Diyanet Aylık
Dergi. Sayı: 202, ss. 16-19
KARAMAN, Fikret (Ekim 2007). “Din Görevlileri ve Sosyal Hayat”. Diyanet Aylık Dergi.
Sayı: 202, ss. 24-27
OKUMUŞ, Ejder (2005). Dinin Meşrulaştırma Gücü, İstanbul: Ark
OKUMUŞ, Ejder (2007). “Ahlâk Aşınması Karşısında Bilgiye Dayalı Güzel Ahlâk”.
Diyanet Aylık Dergi. Sayı: 200. Ağustos 2007, ss. 22-24
ÖZDEMİR, Şuayip (Temmuz-Ağustos-Eylül 2005). “Avrupa Birliğine Giriş Sürecinde
Cami dışı Hizmet Alanlarında Din Görevliliği”. Diyanet İlmi Dergi. c. 41. Sayı: 3, ss. 7-16
SUBAŞI, Necdet (2005). Ara Dönem Din Politikaları. İstanbul: Küre
SUBAŞI, Necdet (1999). Kutsanmış Görüntüler. İstanbul: Nehir (1997. "Olağanüstü
Durumlar Sosyolojisinde Yöntem Sorunları", Sosyal Bilimler Kavşağında Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Sempozyum., Van: Van Valiliği ve 100. Yıl Üniversitesi)
TOSUN, Cemal (Ekim 2007). “Dinin ve Din Görevlilerinin Toplumsal Barışa Katkıları”.
Diyanet Aylık Dergi. Sayı: 202. ss. 20-23
ÜNVER, Mustafa (Temmuz-Ağustos-Eylül 2005). “Kur’an Ekseninde Din Görevlisinin
Dikkate Alması Gereken Hususlar”. Diyanet İlmi Dergi. c. 41. Sayı: 3, ss. 71-92
YILMAZ, H. Kâmil (Ekim 2007). “Din Hizmetinde Gönüllülük”. Diyanet Aylık Dergi.
Sayı: 202, ss. 10-12
19
YÜKSEL, A. H.-FIRAT, E.-SELÇUK, M. (2002). Din Hizmetlerinde İletişim ve Halkla
İlişkiler. Ed. C. Tosun. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
SOSYAL HİZMET BAĞLAMINDA YAŞLILARA DİN HİZMETİ
Abdurrahman Akbaş
Diyanet İşleri Başkanlığı
Yönetimi Geliştirme Şube Müdürü
Giriş
20
Dünyada giderek yaşlı nüfus artmaktadır. Gelişmiş ülkeler yaşlıların ortaya çıkan
ihtiyaçları karşısında sosyal hizmet ve refah politikaları belirleyip, yürürlüğe koymaktadırlar.
Ülkemizde de sağlık alanında ortaya çıkan gelişmeler, sosyo-kültürel iyileşmelerin
sonucu olarak 65 yaş ve üstünde nüfusun oluşturduğu grup her yıl biraz daha
genişlemektedir. Nüfus yapımızdaki değişime bakıldığında 2025 yılında yaşlı nüfus toplam
%9.7, 2050 yılında ise yaşlı nüfus, toplam nüfusun 18.7 i olacağı tahmin edilmektedir.
2050'de yaşlı nüfusumuzun sayısı, bugünkünün 3 katı olacaktır.1
Modern kent yaşamının beraberinde getirdiği sorunların doğal sonucu olarak birçok
sosyal, psikolojik problemlerin yanında yaşlılara has problemlerde de belirgin artışlar olmuş
ve çözümüne yönelik yeni hizmet planlamaları gündeme gelmiştir. Özellikle yaşlılara dönük
sosyal bakım hizmetleri yanında kültürel ve psiko-sosyal hizmetlere daha fazla ihtiyaç
hissedilmektedir.
Psiko-sosyal hizmet ya da moral destek hizmetleri denilince akla din gelmektedir.
Köklü bir kurum olan dinin moral desteğinin katkısı yadsınamaz. Bilhassa batıda yaşlı ve hasta
ve bakıma muhtaç kimseler ile uyuşturucu bağımlısı ve mahkûmlara sosyal destek hizmeti
bağlamında dinin terapötik yönü etkin biçimde kullanılmaktadır. Bu konuda dinin katkısını
sosyal hizmet kapsamında değerlendirmek mümkündür. Özellikle İslam dini, sosyal
hizmetler kapsamında maddi ve manevi sosyal yosunlukları gidermede teşvik edici olmuş ve
kurumsallaşmaya büyük önem vermiştir. Zekat müessesleri ve vakıflar buna örnektir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel
kanununda gösterilen görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Ayrıca Başkanlık birçok vesile
ile din hizmetlerindeki ana hedefinin, toplumsal dayanışmayı temin etmeyi, kardeşlik,
yardımlaşma ve fedakârlık başta gelmek üzere dinimizin yüce prensiplerini vatandaşlarımıza
tanıtmayı, din konusunda halkımızı doğru bilgilendirmeyi, manevi ve ahlaki değerlere
bağlılıklarını artırmak olduğunu ifade etmektedir. 2
Başkanlığın bu hizmet politikası ve anlayışı esas alındığında, yaşlılara sunulacak
hizmetleri bir yükümlülük, sosyal ve kurumsal sorumluluk kapsamında değerlendirmesi
gerekir. Başkanlığın temel felsefesine paralel olarak da din görevlileri yaşlı, hasta ve moral
destek bekleyenlere psiko-sosyal destek sağlamayı temel görevleri arasında algılamalı ve
hizmetlerini bu doğrultuda gerçekleştirmelidirler.
1
http://www.hips.hacettepe.edu.tr/tnsa2003/basin/page7.htm.
2
www.diyanet.gov.tr/tanıtım.
21
Ayrıca vatandaşlarımızın bir kamu kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığından değişen
şartlar ve ihtiyaçlara göre zaman içerisinde yaşlılar dahil sosyal ağırlıklı din hizmeti beklentisi
her geçen gün artmaktadır. Bu sebeple Başkanlık, yaşlılara hizmet konusunda toplumsal
talep, gelişme ve değişmeyi göz önüne alarak din hizmeti anlayışında yeni açılımlara gitmeli,
cami içi ve cami dışı olmak üzere yeni sosyal destek ve hizmet stratejileri belirlemelidir.
Diyanet İşleri Başkanlığının yaşlılara dönük hizmetlerine bakıldığında daha ziyade
hizmetlerin huzurevleri sakinlerini ziyaret ve yaşlıları konu edinen hutbe ve vaazla sınırlı
kaldığı görülmektedir. Başkanlığın mevcut anayasal çerçeveyi aşmadan yaşlılara yönelik dini
nitelikli sosyal hizmet planlamalarında bulunabilir ve bu konuda büyük katkısının olacağı hiç
şüphesizdir.
Biz de bu tebliğimizde yaşlılara yönelik dini nitelikli sosyal hizmetlere dikkat çekmeyi
uygun bulduk. Bu konuda akademik kaynaklardan ziyade tecrübelerimizi ağırlıklı olarak ele
aldık. Öncelikli olarak yaşlılar konusunda yapılacak hizmetleri şöyle sıralamak mümkündür:
I-Yaşlı ve Din Görevlisi İletişimi
Din görevlileri sadece ibadet ve dinî törenleri yönetmemekte bunun yanında cemaatin
çeşitli problemlerine imkânları ölçüsünde bireysel anlayış ve birikimleri ile katkıda
bulunmaktadırlar. İmamların bu ilişkileri zaman zaman rehberlik ve danışma ilişkisi
çerçevesinde oluşmaktadır. Din görevlilerinin danışmanlık ve rehberlik ilişkisi içinde
bulundukları insanlara hangi konularda ve nasıl hizmet verdikleri konusunda yeterli sayıda
araştırma yapılmamıştır. Ancak, din görevlilerinin görev alanlarıyla ilgili olarak yapılan farklı
çalışmalara dayanarak söz konusu danışmanlığın daha çok inanç ve ibadetle ilgili konularda
bilgi verici danışmanlık, aile içi ilişkilerde yaşanan problemlere, sosyal hayattaki ilişkilerde
uyumsuzluk ve çatışmalar, ölüm ve hastalık anlarında moral destek çerçevesinde
sürdürüldüğünü söylemek mümkündür. 3
Doç. Dr. Nurullah Altaş Kastamonu çevresinde yapılan bir çalışmasında, imamların
%64’ünün cemaatleriyle cami dışında da görüştükleri, %23’ünün namazlardan sonra düzenli
olarak sohbet toplantıları yaptıkları, %10’unun ise düzenli ev toplantıları yaptıkları sonucu
ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada imamların sadece %3’ünün cami dışında cemaatiyle ilişkisinin
3
Nurullah Altaş, “Dini Danışmanlığın Teorik Temelleri” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 2001, c.,XLI, s.350.
22
zayıf olduğu belirlenmiştir. Araştırmada imamların, toplumun kendisine ihtiyaç duyduğu her
yerde bulunmak zorunda olduğu, hastalıkta, yaşlıların ölüm hastalıklarında, düğünde,
nişanda ve tüm problemlerinin çözümünde cemaatinin yanında olduğu ve adını koymasak
bile dini danışman olarak görev yaptığı belirlenmiştir. 4
Din görevlilerinin, doğal olarak hizmet sundukları toplumu ve hizmet
sundukları kitlenin sorunlarını çok iyi tanımaları gerekmektedir. Din görevlilerin sundukları
hizmetlerde başarılı, verimli olmaları; yürüttükleri din hizmetlerine değişen şartlara ve
bilimsel gelişmeler ışığında yön vermeleri ile mümkün olacaktır. Sorunlarla ilgili eğitim
düzeyi, bilgi ve kültür seviyesi yeterli olmayan din görevlisinin cemaatin içinde bulunduğu
şartlara göre doğru, akılcı ve gerçekçi yaklaşımlarda bulunması beklenemez. Çözüm için
gerekli yönlendirmelerde de bulunması düşünülemez. Özelikle günümüzde yaşlıların bir çok
sorunu vardır. Bu sorunlardan bir kısmı din görevlisinin rehberlik ve desteği ile çözülebilecek
sorunlardır. Yaşlılara yönelik din hizmeti sunmak için din görevlilerin bazı formasyonlara
sahip olması önemlidir. Öncelikle yaşlıların yaş, zekâ ve psikolojik durumu dikkate alınmalı
ve bu konularda din görevlileri bilgilendirilmelidir.
İlçe müftüsü olarak görev yaptığımız dönemlerde, din görevlisi ile yaşlı cemaat
arasındaki bazı olumsuzlukların altında din görevlisi ile yaşlılar arasındaki kuşak çatışması
olduğunu gördük. Bu çatışmanın olması doğal gözükmektedir. Zira Diyanet İşleri
Başkanlığındaki din görevlilerin 23.779 kişi, 36-41 yaş; 31.754 kişi 30-35 yaşlarındadır. Bütün
personelin sadece 7.900 kişisi, 48 yaş üstüdür. Bu rakamlar bize gösteriyor ki neredeyse
personelin yüzde doksanı genç denecek bir yaştadır. 5 Bu rakamlar bize din görevlileri ve
yaşlılar arasında kuşak çatışmasının ve iletişim kazalarının doğal olduğunu göstermektedir.
İletişim kazalarının ve kuşak çatışmalarının Başkanlığın sunduğu hac hizmetlerinde
de görmek muhtemeldir. Zira Hacca giden hacıların büyük bir kısmının yaş ortalaması
yüksektir. 2006 yılında hacılarımız arasında düzenlenen anket sonucu hacca giden 114959
hacıdan 50943 56 yaş üstüdür. 65 yaş üstü 33.474 tür. 6
Dolayısı ile din görevlileri ile yaşlılar arasındaki olumsuz tutum ve davranışların
temelinde gençlik ve yaşlılık dönemlerinin özelliklerinin bilinmemesinin önemli bir rol
oynadığı söylenebilir. Yaşlılığın özelliklerini anlamaya çalışan ve bu dönemi insan hayatinin
ayrılmaz bir parçası olarak kabul eden din görevlileri ile yaşlılar arasında iletişim daha kolay
sağlanabilir ve iletişim kazaları asgari düzeye inebilir.
4
a.g.e., s. 327-350
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı İstatistikleri, s.12
6
Diyanet İşleri Başkanlığı Hac Raporu Hac Dairesi Başkanlığı 2007, Ankara, 2007, s.33
5
23
Kuşak çatışmalarının en az seviyeye indirilebilmesi için, genç din görevlilerin yaşlıları
tanıma ve olabildiğince anlama zorunluluğu kadar yetişkinlerin de gençleri tanıma ve anlama
zorunluluğu vardır. Yaşlılar tarafından genç din görevlilerin hal ve hareketleri, eskiyle
kıyaslanarak sürekli olarak tenkit edilme yolu tercih edilir. Başka bir özellik de yaşlı insan,
çevresindeki herkesin ona saygı duymakla ve hizmet etmekle yükümlü olduğunu zanneder,
yakınlarından daha sıcak bir ilgi beklentisi içerisindedirler. Bu da yaşlılık psikolojisinin
getirdiği olumsuz duygulardır. Bu sebeple camiye gelen yaşlılar da genç psikolojisi konusunda
bilgilendirilmeli, vaazlarda gençlik psikolojisine vurgu yapılmalıdır. İmam ve cemaat diyalogu
ve ibadetlerde uyum ve kuşaklar arasında var olması istenen anlayış ve hoşgörünün ancak bu
şekilde gerçekleşeceği kanaatindeyiz.
Öte yandan din görevlileri yalnızca yaşlıların psikoloji hakkında değil aile problemleri
konusunda da bilgilendirilmelidir. Yaşlılarından bir kısmının aile ortamı içinde bakımı zor
olmakta, aile fertlerinin gücünün yetmediği ve bakımın zor olduğu durumlarda din
görevlisinin desteği gerekebilmektedir.
Din görevlileri aile problemlerinde problemleri çözüme kavuşturmada, uzlaştırıcı
olarak görev üstlenebilir. Özellikle yaşlanma döneminde yetişkinler, bazen aile üyelerinden,
bazen de çevrelerindeki diğer insanlardan olumsuz tavırlar görebilmekte, hatta şiddete bile
maruz kalabilmektedir. Nitekim günümüzde yaşlı istismarı önemli bir sosyal sorun olarak
algılanmaya başlanmıştır. Yaşlılar; bu olumsuzlukları giderecek, kendilerinin problemlerine
olumlu destek sağlayacak, her halükârda onların gönüllerinin hoş tutulması ve ailelerinden
onlar adına destek isteyecek, aynı zamanda onlara karşı kötü davranılmamasını, kırıcı,
azarlayıcı, ve rencide edici söz ve davranışlardan kaçınılması gerektiğinin ifade edecek
yakınlarında insanlar ararlar. Ayrıca hafıza ve güç kaybına maruz kalan veya çeşitli
hastalıklardan dolayı bakımı güç bazı yaşıl hastalara bakan ailelerde de hastalıkların getirmiş
olduğu sıkıntılara karşı sabır ve tahammül göstermeleri konusunda yakınlarında psiko-sosyal
destek sağlayacak kişiler ararlar. Kanaatimizce bu kişi din görevlisidir.
Kurum hizmetleri dışında evde bakım hizmetleri konusunda da din görevlilerin büyük
katkılarının olacağı muhakkaktır. Ailesinden ve yakın çevresinden ayrılmak istemeyen
yaşlılara evde bakım hizmetleri konusunda rehberlik edebilirler. Bir ev veya dairede birkaç
yaşlının beraberce kalmasını sağlayabilirler. Din görevlileri yukarıda ifade ettiğimiz eğitimi
aldıktan sonra bu yerlerde moral destek hizmetinde bulunabilirler. Maddi destek gerekenler
hakkında ilgili kurum ve kuruluşlar aracılığı ile destek olabilirler. Bu hizmet, ekonomik olduğu
kadar ve yaşlıların alışık oldukları ortamdan kopmadan rahat edebileceği bir hizmet olacaktır.
II- Agoni Halindeki Yaşlılara Din Hizmeti
24
Ölüm olgusu, yaşlıların sık olarak gündeminde olan bir konudur. Çeşitli hastalıklardan
muzdarip olan, sıkıntı çeken yaşlılar, ölümü sıkça anmakta ve bazıları yaşadıkları olaylar
neticesi ölümü temenni ederler. Bu açıdan ölüm bu kimseler için hayatın ağır yükünden
kurtulmak için kendisine başvurulan bir “sığınak” anlamı taşımaktadır.
Birçok yaşlı insanımız ölüm hastalığı döneminde streslenmekte, birtakım ölümle ilgili
yanlış telakkiler sebebiyle büyük sıkıntı duymaktadır. Bu durum hasta refakatçileri için de
geçerlidir. Son anda ölüm hastanın ızdırap çekmesi halk arasında, “falanın ölümü kolay oldu,
falan çok çetin can verdi, filanın yüzü nurlandı’ vb. sözlerle ölünün bu durumlarından iyi
insan veya kötü insan olduğu anlamı çıkartılmaktadır. Bu sözlerle ölünün yakınları rencide
edilmekte, insanların gönüllerine kuşku düşürülmektedir. Hâlbuki bu durum gaybi bir konu
olmasından dolayı da hastanın asla kötülüğüne yorulmaz ve son andaki haller kişinin iyiliğe
ve kötülüğüne de delil olmaz.
Ayrıca toplumuz tarafından ölüm olgusu tabulaştırılmakta, ölüm gerçeği bir türlü
kabullenilmek istenilmemekte, adete ölen ile ölünmektedir. Özellikle agoni halindeki yaşlılar
yalnızlığa mahkûm edilmektedir. Ölmekte olan kimselerden yakınları hastanın yanından
kaçmakta, ondan çekinmekte ve onun bakımı ile yeterince ilgilenmemektedirler. Hastalık
zamanlarında yaşlı hastaya bir tür karantina sistemi uygulanmaktadır. Elbiseleri, yatak
çarşafları değiştirilmemekte, oda havasız bırakılmakta, odaya kimse alınmamakta, perdeler
kapanmakta, iletişimde olan yakın birkaç kişinin ise yüz ifadeleri, tavırları olumsuz olmakta ve
bu durum ölmekte olan kimseyi daha da mahzunlaştırmakta, ölüm yükünü
ağırlaştırmaktadır. Agoni halindeki yaşlı kimseler için ölüm anı yaşanmaması gereken bir
durum olarak kabul edilmektedir.
Bu sebeple ölmekte olan yaşlıya refakat esnasında hastaya bakım büyük önem arz
etmektedir. Bakmak dokunmak, okşamak, sevgi dolu bir yaklaşım ölüm döşeğinde olan bir
kişi için önemlidir. Ölüm hastasının son anlarında en fazla ihtiyaç duyduğu, acıdan uzak
olmak, rahat bir yatış, susamamak ve yanında ona sevgi ve ümit dolu cümleler sarf eden ve
onu okşayıp dokunan bir insanın yanında bulunmasıdır. Ölmek üzere olan yaşlılar, fizyolojik
olarak varlıkları itibariyle bir sınırda bulunmakta ki algılama güçleri kuvvetlenmekte ve daha
önce birtakım işitme problemleri olsa dahi her şeyi son derece iyi duymakta ve
algılamaktadır. Bu nedenle ölüm hastasının yanında bulunanların tavırlarına özen
göstermeleri, dikkat etmeleri önemlidir. Bu veda anında ölüm hastasının yanında ölüm ile
ilgili tecrübeleri olan dinî rehberin ve danışmanın varlığı oldukça önemlidir. Belki de insanın
en fazla teselli ve duaya ihtiyaç duyduğu an, ölüm hastalığı dönemidir diyebiliriz.
Ayrıca bazı yörelerimizde vatandaşlarımız halen agoni halindeki kimseler için din
görevlisi çağırmakta, gereken dini görevlerin yapılmasını talep etmektedirler. Özellikle
vatandaşlarımız din görevlisinden ölmekte olan kimsenin ölüm yükünü azaltıcı yaklaşımlarda
25
bulunması ve ölüm ve ölümcül hastalığa yakalanan yaşlı kimseye ölümün yokluk olmadığı,
ebedi hayat için bir geçiş yolu olduğunu, Allah’tan gelindiğini ve ona dönüleceği ve Allah’ın
rahmetinden de hiç ümit kesmemesi ile birlikte Allah’a karşı iyi duygular beslemesi yönünde
öğütler vermesini beklemektedirler.
Bununla birlikte din görevlisinden ölüm hastası ile ilgili olarak özellikle hasta
yakınlarını bilgilendirmesi, teselli etmesi, ölüm hastasına nasıl davranmaları gerektiğini
konusunda yönlendirmelerde bulunması, ortamın nezaketini kavrayıp, sözcüklerinin itina ile
seçmesi ve okuduğu aşr-ı şerifleri ortama uygun makam, eda ve tavırla okuması da arzu
edilir.
Yerleşik uygulamaya bakıldığında din görevlisi ölmekte olan kimsenin yanına
götürülmekte, Mülk veya Ya-Sin suresi okumakta, iman üzere ölmesi için dua edilmektedir.
Bu konuda standart bir din hizmeti sunulmamakta, din görevlisi arzu ettiği şekilde tavır ve
hizmet sunmaktadır. Maalesef ölüm olgusunu kavramamış, agoni halindeki yaşlı kimsenin
psikolojisin hissetmeyen, ölüm yükünü azaltıcı bilgi ve materyale sahip olmayan, eğitimini
almayan din görevlisinin icra edilen söz konusu hizmette başarılı olması mümkün
gözükmemektedir.
Bu itibarla; toplumuzdaki yerleşik ölüm olgusu anlayışında değişikliğine gidilmesi ve
agonii halindeki yaşlılar için ölüm yükünü azaltıcı kaliteli din hizmeti sunulmalıdır. Ölüm
hastası yaşlılara Diyanet İşleri Başkanlığınca ölüm yükünü, psikolojisini azaltıcı dini rehberlik
ve danışmanlık hizmeti sunulmalıdır. Bu hizmet huzurevlerinde verileceği gibi müftülüklere
ve din görevlilerine müracaat eden herkese verilmelidir. Özellikle huzurevi, yaşılı bakım
merkezlerinde görevli personelinde İslam dininin ölüm anlayışı ve agoni halindeki hastalara
davranış konusunda eğitilmelidir. Bir ilimizdeki yaşlı bakım merkezlerindeki görevli
personeller ile yaptığımız görüşmede, son anlarda agoni halindeki yanına kimsenin yanına
girmek istemediğini, kapıdan bakıldığını ve dini görev olarak; hastaya su verilmeye
çalışıldığını, ayakları ve çeneyi bağlama gibi işlemlerin yapıldığını, ölen kimseden daha ziyade,
odası ile ilgilenildiğini ve oda değiştirme taleplerinin hastanın duyabileceği şekilde yapıldığını
bizlere ifade etmişlerdir. Elbette bu örnekleri genelleştirmek mümkün değildir.
Bu durum bize gösteriyor ki din görevlileri, toplum ve huzur evlerinde bulunan
hizmetliler, ölüm psikolojisi ve İslam’ın ölümle ilgi telakkileri konusunda bilgi sahibi
olmalıdırlar. Yaşlılara hizmet sunan kurum ve kamu kuruluşlar Diyanet İşleri Başkanlığı ile
ortak çalışma yapmalıdır. Çünkü yaşlıların yaşam kalitesini yükseltmek ve huzurlu
olabilmelerini sağlamak konusunda Diyanet İşleri Başkanlığının da katkılarının olacağı hiç
şüphesizdir.
26
Ölümcül bir hastalığa yakalanmış hasta ve hasta yakınları ile ilgilenmek, onlara “ölüme
refakat hizmetleri” kapsamında manevî telkin ve destek hizmetleri vermek, aile fertlerine
manevî destekli psiko-sosyal yardımlarda bulunmak, manevî ihtiyaçlarını karşılamak ölüm
olgusundan dolayı bunalımlara girmiş kişilere manevî iyileştirme hizmetleri sunmak ilahiyat
fakültelerinde de ders olarak ele alınmalıdır.
Sosyal İlahiyatçı yetiştirme ilahiyat
fakültelerinin ilgi alanlarına girmelidir. İlahiyat fakültelerinin din psikoloji derslerinde veya
yeni konacak din hizmetleri dersinde bu konular işlenmelidir.
III-Camilerde Yaşlılara Yönelik Din Eğitimi ve Hizmeti
Modern hayatta anlam yokluğunu kaçınılmaz olan kayıplar ve ölüm gerçeğini en yoğun
bir şekilde hissedenler yaşlılardır. Modern hayatın ve medeniyetin beraberinde getirdiği bazı
psikolojik problemlerden bunalan yaşlılarımız için cami huzurun adresidir. Camilerin manevî
ve uygun fiziki ortamı yaşlılar için bir fırsattır. Ancak bu fırsatın yerinde ve faydalı bir biçimde
değerlendirilmesi önemlidir. Camilerde yaşlıların namaz sonrası sohbet edeceği, kitap
okuyacağı, spor yapabileceği mekânlar olmalıdır. Bu mekânlarda yaşlılara yönelik olarak
seçilen görsel materyaller yer almalıdır. Görsel materyallerin seçiminde psikologlardan
destek alınmalıdır. Yaşlıların bir kısmında göz rahatsızları bulunmaktadır. Göz rahatsızlığı
olanlar veya görme özürlüler için Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları veya uygun görülen
yayınlar seçilerek sesli ortama aktarılmalıdır. Bu hizmet için de camilerin okuma salonlarında
bir yer tahsis edilmelidir.
Her okuma salonunda Başkanlığımız web sitesine erişimi sağlayacak bilgisayarlara yer
verilmelidir. Başkanlığımız web sitesinde yaşlı ve özürlüler için bir bölüm açılmalıdır. Bu
bölümlerde sesli ve görsel yayınlar ile yaşlıların okuyabileceği büyüklükte puntolarla yazılmış
eserler yer almalıdır.
Bununla birlikte yaşlıların ihmal ettikleri veya telafi etmediği düşündükleri dini
konularda din eğitimi alacakları ortam camilerde oluşturulmalıdır. Bu eğitimde yaşlıların
diğer insanlarla iletişimlerini devam ettirmeleri, hayatin anlam dolu olduğu duygusunun
kazandırılması, faydalı yeni yetenekler geliştirme ve hoşça vakit geçirme gibi ihtiyaçların
sağlanması amaçlanmalıdır.
Yaşlı insanlarda dine yönelme, dine olan ilgi, dindarlaşma olayı daha yoğun bir şekilde
kendini göstermektedir. Bu dönemde din, yalnızlığa karşı bir sığınak, sosyal bir destek,
değerlere bağlanma gibi çok önemli ihtiyaçları giderir. Yaşlıların hayat beklentisinin
yükselmesi, yaşlıların eğitim seviyelerinin yükselmesi ve toplumdaki değişime uyum
27
sağlaması açısından bu eğitim önemlidir. 7 Bu eğitim hayata başarılı bir şekilde uyum
sağlayacağı gibi yaşlıların boş zamanlarını doldurma fırsatı sağlayacaktır.
Bu eğitim için Diyanet işleri Başkanlığı ve Din Hizmetleri Daire Başkanlığı bünyesinde
çalışmalar yapılmalıdır. Bu eğitim örgün bir eğitim mantığı içinde ele alınmamalıdır. Öncelikle
eğitim için yaşlıların öğrenme ihtiyaçları tespit edilmelidir. Çünkü yaşlıların eğitim
programının planlanmasında akademik konulara ağırlık verilmesinden çok, yaşlıların ilgi, istek
ve ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulması esastır. Bu istekler belirlendikten sonra din
eğitimleri ve psikologlar desteği ile yaşlılara yönelik eğitim materyaller geliştirilmelidir. Bu
eğitimde emekli din görevlilerinden de istifade edilebilir. Onlar bu konuda kuşak farklılığı
olmamasından dolayı daha verimli olabilirler. Hatta bu konuda yaşlılar içerisinde eğitim
düzeyi yüksek olanlar bu eğitimde eğitici rol üstlenebilir. Bu program “Yaşlı Akran Eğitimi”
olarak isimlendirilebilir. Bu eğitimde yaşlıların beklentisine uygun standart eğitim
materyalleri geliştirilir, eğitilen ve eğitim düzeyi yüksek olan yaşlılar daha sonra seçilmiş yaşlı
bir guruba eğitim aldıkları konuda bilgi aktarabilirler. Bu eğim için öncelikle pilot uygulamalar
yapılmalı ve geliştirilmelidir. Din görevlileri bu eğitim sürecinde eğitimi organize edebilir,
rehberlik yapabilirler.
Yaşlı akran gurubu eğitim faaliyetleri yanında, yaşlıların boş zamanlarını doldurma
faaliyetleri de planlanabilir. Yaşların bedensel ihtiyaçları göz önüne alarak din görevlileri
gerektiğinde günde yarım saatlik yürüyüş programları, tarihi ve kültürel geziler, ziyaret,
sohbet gibi faaliyetler planlayabilirler.
Böylelikle meslek hayatının sona ermesi sonucu ortaya çıkan boşluk, yeni rollerle
kapatılabilir. İşaret ettiğimiz söz konusu aktiviteler, yaşlıların arkadaşlık ilişkileri, sosyal
destek sağlama ve yalnızlık duygusuyla mücadele etmede moral destek sağlama açısından
önem arz etmektedir. 8 Bu açıdan yaşlanma dönemi ile ilgili çalışma yapan din eğitimcileri,
psikolog ve psikiyatrlar, yaşlıların, dinî hayat alanlarını daha da zenginleştirebilmeleri için
çaba göstermeli ve cami dernekleri ifade ettiğimiz hizmetlere yönlendirilmelidir.
7
M. Akif KILAVUZ, “Yetişkinlik ve Yaşlılık Döneminde Eğitim Ve Din eğitiminin önemi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, XI/II, 2002, ss. 59- 72.
8
M. Akif Kılavuz, “Batı Kültüründe Yaşlanma Dönemi Yalnızlık Duygusunu Azaltma ve Arkadaş İlişkilerini
Geliştirme Açısından Dinî Etkinliklerin Önemi” Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 2, 2005,
s. 25-39.
28
IV-Yaşlılara Yönelik Vaaz ve Hutbe
Başkanlığımızın en önemli dini ve toplumsal eğitim hizmetlerinden biri vaaz ve
hutbelerdir. Vaaz ve hutbe konularının seçilmesi ve planlanması önemlidir. Zira vaaz ve
hutbeler yolu ile sadece din duygusunun gelişmesine ve dinî şuurun yerleşmesine değil;
yardımlaşmaya, iyiliğe, doğruluğa, sevgi ve hoşgörüye davet edilmekte; kötülüklerden
sakınmaya insanlar arasında hürmet sevgi, saygı ve hoşgörü duygularının kuvvetlenmesine,
birlik, beraberlik ve sosyal barışın sağlanmasına önemli katkı sağlanmaktadır. Bunun için yıl
içerisinde verilen vaaz ve hutbe konularında yaşlılık ve yaşlılara karşı sosyal sorumluluk ve
onların karşılaştıkları sorunları çözmeye ilişkin ve hayat kalitesini artırcı konulara yer
verilmelidir. Cami içi din hizmetlerinde özellikle yaşlılar göz önüne alınarak vaaz ve irşat
programları düzenlenmelidir. Hayata bağlılık ve dirençlerini artırcı terapötik hutbe ve vaazlar
verilmelidir. İl ve ilçe müftülüklerinin istifade etmesi için örnek hutbe ve vaazlar
hazırlanmalıdır. Din hizmetleri Daire Başkanlığında özel olarak yaşlılık konusu üzerinde
çalışan elamanlar olmalıdır. Bu elemanlar, Başkanlığın yaşlılara yönelik din ve irşat
hizmetlerini izlemeli, altı veya yıllık raporlar hazırlamalı, sonuçlar değerlendirilerek
hizmetlerin iyileştirilmesine gidilmelidir. Yaşlılarla ilgili el alınmayan konuları gündeme
almalıdırlar.
V-Yaşlılara Yönelik Yayın Faaliyeti
Diyanet İşleri Başkanlığının toplumu din konusunda toplumu aydınlatması anayasal bir
görevidir. Aydınlatma görevinin en önemli unsuru da yayın hizmetleridir. Gelişen ve değişen
şartlara uygun olarak yayın hizmetleri sunmak, özellikle dini perspektiften sosyal
problemlerin çözümüne ilişkin bilimsel yayınlar ortaya koymak, Diyanet İşleri Başkanlığının
toplumla ve dinin sosyal hayat ile ilişkisinin güçlenmesi açısından önemlidir.
Özellikle son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığının dini yayın politikasında, hedef
kitlesini; entelektüel kesim, halk gençlik ve çocuklar olarak belirlediğini görüyoruz. Özelikle
gençlik ile ilgili sorunların dikkate alınması, çocuk ve gençlere yönelik yayınlara ağırlık
vermesi isabetli bir hedef kitle tayini olmuştur.
İleriki dönemlerde ülkemizde artan yaşlı nüfus ve problemleri Diyanet İşleri
Başkanlığının yaşlılara yönelik yayın faaliyetinde bulunmasını zorunlu kılacaktır. Bu sebeple,
yaşlıların hayat kalitesini artırmaya dönük ve problemlerinin çözümüne katkı sunan eserlerin
29
yayınlanması hedeflenmelidir. Dolayısı ile yaşlıları geniş halk kitlesi içinde değil, spesifik
olarak ele alınmasının uygun olduğunu düşünüyoruz.
Yaşlıların birçoğu hipermetrop rahatsızlığı sebebiyle küçük yazıları okumada güçlük
çekmektedirler. İmam-hatip olarak görev yaptığımız yıllarda özellikle ileri derecedeki
yaşlıların piyasada mevcut eserleri okuyamadığını gördük. Bu yayınlara Başkanlığımızın büyük
boy Kuranları dışındaki eserleride dahildir. Dolayısıyla yaşlıların okuyabileceği büyüklükte
eserlerin yanında onlara psiko-sosyal destek sağlayacak eserlerin basılması, Dini Yayınlar
Daire Başkanlığının hedefleri arasında yer almalıdır.
VI-Camiye Gelemeyen Yaşlılara Din Hizmeti
Yaşlanma dönemindeki pek çok yetişkin, kendilerinin mutluluğunu sağlayacak olan
dini ibadet ve etkinliklere katılmak istemektedirler. Ancak bedensel yönden fazla zorlandığı
ve çevresindekilere bağımlı bir duruma geldiği için bayram, cuma camiye özellikle kandil
geceleri düzenlenen programlara istedikleri halde katılamamaktadırlar. Dinî etkinliklere
katılma yaşlılar için çok önemlidir. Bu etkinliklere katılma sonucu arkadaşları tarafından
hatırları sorulmakta, ziyaret edilme imkânına kavuşmaktadırlar. Onların çevreden destek
görmeleri ve teşvik edilmeleri, duygusal olarak kendilerini güçlü hissetmelerine sebep
olmaktadır. Camiye gidemediği durumlarda ise arkadaşları tarafından aranmak, ziyaret
edilmek yaşlı kimselerde dinî aidiyet duygusunun geliştirilmesine de imkân sağlamaktadır.
Bu sebeple mahalle camiinde göre yapan din görevlileri camiye gelmek isteyip
gelemeyen yaşlılar için imkân sağlama yoluna gitmelidirler. Cami derneklerinin asıl bu
konularda katkısı olmalıdır. Özellikle din görevlisi tarafından yaşlı cemaatin kayıtları tutularak
takipleri yapılmalıdır. Camiye gelmeyen yaşlılar takip edilmelidir. Hasta olanlara telefon veya
bizzat gidilerek ziyaretler yapılmalıdır. Bu ziyaretler sırasında din görevlisinin nasıl
davranacağı ve neler ifade edeceği önceden standartlaşmalıdır. Ayrıca matbu olarak basılmış
il veya ilçe müftüsünün geçmiş olsun dileklerini ileten kart takdim edilmesi uygun olur. Bu
ziyaretlerde mümkün ise yaşlılara yönelik moral destek verici eser hediye edilmelidir.
VII-Huzur Evleri Ve Yaşlılar Merkezlerinde Din Hizmeti
30
Günümüzde eşin kaybedilmesi ya da çocukların evden ayrılması sonucunda tek
başına yaşamak zorunda kalan ve yakın akrabalar, aile ve arkadaşlar arasındaki
iletişimsizlik ve sorunlardan dolayı yaşlılar huzur ve bakım yurtlarına
yerleşmektedirler. Huzur evlerindeki yaşlıların bakımı kadar psiko-sosyal desteğe
ihtiyaçları vardır. Bu desteği de en güçlü biçimde dinimizin manevi prensipleri
sağlayabilir. Zira İslam dini kişiye teselli veren bir umut kaynağı ve sabır, fedakârlık,
mücadele v.b. duyguları kuvvetli tutmak suretiyle hayatın acı ve ızdıraplarını
hafifleten, yaşam gücünü besleyen motive edici bir güç olarak kişiyi psikolojik olarak
koruyabilmekte, ayrıca hayatın manasını öğreterek, mesuliyet duygusunu geliştirip
şahsiyet bütünlüğü sağlamaktadır. Dini inancı sayesinde, sağlam ve güçlü bir
maneviyata sahip olarak hayatın getirdiği çeşitli engeller karşısında mücadele
edebilme gücü bulabilmekte, stres ve depresyondan kendisini koruyabilmektedir.9
Bu sebeple huzur evlerinde dini danışman bulunmalıdır. Çünkü insanlar
birlikte yaşadıkları sürece danışmanlığa ihtiyaç duyarlar. Yaşı ve tecrübesi ne kadar
çoğalırsa çoğalsın insanların bir başlarına hareket edemeyecekleri alanların varlığı bir
gerçektir. Kişilik gelişimini tamamlamış olsa da bireylerin tek başlarına hareket
etmekte zorlandıkları ve danışmaya ihtiyaç duydukları alanlardan birisi de dini
hayattır. İnsanlar, içinde bulundukları hayata ilişkin bazı sorular sorarlar ve bu
soruların cevaplarının bir kısmını dinde bulurlar. Sorularına cevap buldukları dinin
inanç esaslarını kabullenirler. Kabullendikleri esaslar çerçevesinde de hayatlarını
düzenleme gayreti içindedirler. Bu açıdan, dini danışmanlık özellikle huzur evlerinde
veya sosyal hayata katılamayan yaşlı insanlarımız için oldukça önemlidir. 10 Özellikle
yaşlılarda yaşlanma psikolojisi, eskiye aşırı bağlılık ve yeniden korkma egoizmin
belirginleşmesi, sağlığa aşırı derece düşkünlük, artan tutkular, yalnızlık, ölüm
korkusu, çaresizlik vb duyguların iyiye motive edilmesinde ve yaşlılığa uyum
sağlanmasında dini telkinlerin büyük rolü bulunmaktadır. Bu hizmetin veriliş şekli
konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı ile İlahiyat Fakülteleri işbirliğine gitmelidir.
Huzur evlerinde kalan vatandaşlarımızdan bir bölümü beş vakit namaz kılmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığının rehberliğinde huzur evlerinde yaşlıların rahat namaz kılacakları
mekânlar düzenlenmeli ve rahat okuyabilecekleri dini eserler sağlanmalıdır. Yaşlıların
okuyabileceği tarzda büyük puntolarla yazılmış Kuran’ı Kerim ve dini eserler de isteyenlere
bedelsiz olarak takdim edilmelidir. Ayrıca yaşlılar içerisinde dini sorun ve soruları olanlar
olabileceği gibi ölen yakınlarına dini merasim düzenlemek isteyenler de olabilir. Bu konuda
Başkanlık yetişmiş elemanlarını zaman zaman huzur evlerine göndererek huzur evlerindeki
yaşlıların dini ihtiyaçlarını gidermelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı ve yaşlılarla ilgili Bakanlık ile
birlikte ortak çalışma başlatarak, yaşlıların yaşam direncini artırıcı hizmetler planlamalı ve
hazırlamalıdır.
VIII-Sonuç:
9
Muammer Cengil, “ Depresyonu Önlemede Dini İnancın Koruyucu Rolü” Dinbilimleri Akademik
Dergisi, III/2, Samsun, 2003, (WWW.dinbilimleri.com)
10
a.g.e., s. 327-350.
31
Yaşlılarımıza toplum yapımıza uygun çözümler, imkan ve hizmetler belirlenmesi
toplumsal bir yükümlülük olarak önümüzde durmaktadır. Bu hizmetleri içerisinde din
hizmetleri önemli bir yer tutmaktadır. Yaşlılara sunulacak dini nitelikli sosyal hizmetler
konusunda kamu ve sivil kuruluşlarla mutlaka ortak bir çalışma başlatılmalıdır.
Bir kamu kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığının da toplumuzun ortak sorunu olan
yaşlılara hizmet konusunda büyük sorumluluğunun yanında, katkıları olacağı hiç şüphesizdir.
Bu sorumluluk kurumsal olduğu kadar aynı zamanda da dinidir. Zira yaşlıların korunup,
gözetilmesi ve onlara saygı gösterilmesi, hizmet edilmesi İslam ahlakının hassasiyetle
üzerinde durduğu konulardan biridir.
32
İstanbul Büyükşehir Belediyesi,
Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı,
İstanbul Darülaceze Müdürlüğü
Hasta ve Yaşlı Bakım Elamanı Yetiştirme
Projesinde
“Din Hizmetleri Eğitimi” Örneği
Fatma AKTUĞ, Aylin ÇİFTÇİ, Nurullah YÜCEL, S.Can BERİTAN, Aysel ELMAS
Modern dünyada, teknolojinin hızla ilerlemesiyle birlikte, insanlar gittikçe daha
bireyselleşmekte daha bağımsız ve refah içinde yaşamak istemektedirler. Bu bağlamda
refahın arttığı ülkelerde doğum oranındaki düşme eğilimi de artmaktadır. Özellikle sağlık
alanında teknolojinin hızla ilerlemesi, ölüm hızını düşürmekle birlikte yaşlı nüfusun oranını da
yükselmektedir. Ülkemizde 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre nüfusun üçte biri 15 yaş
ve altındayken, 65 yaş ve üzeri nüfusun payı yaklaşık olarak %6 dır. Buna karşın, günümüzün
demografik etmenleri nüfusun yaş yapısını yeni biçimlere doğru değiştirdiği. Genç nüfusun
büyüklüğünün fazlaca bir değişiklik göstermeyeceğine karşın 2025 yılında yaşlı nüfus oranının
%6 ‘dan %10 ‘ a ulaşacağı tahmin edilmektedir, (TÜKİK 2004). Bu gün gençliğiyle
öğündüğümüz nüfusumuzun yavaşta olsa yaşlanmaya başlaması ve bu probleme karşı
hazırlıksız yakalanma riskinin var olduğu gerçeğini yansıtmaktadır.
Özellikle yaşlı nüfusun fazla olduğu Avrupa ülkelerinde modern bilimin verdiği tüm
imkanlar kullanılarak yaşlıların daha rahat yaşayabilmesi için her türlü maddi imkanlar
verilmekte, yaşlılara yönelik son derece donanımlı huzur ve bakım evleri bulunmaktadır.
33
Ülkemizde yaşanılan sosyo-ekonomik dönüşümler nedeniyle aile yapısında meydana gelen
değişimlerin yaşlıların yalnızlaşmasına ve toplumsal dışlanmaya maruz kalmalarına yol
açmaktadır. Bu doğrultuda kurumsal bakım model sürecine doğru ilerlememe önem
kazanmaktadır.
Çağımızda sosyal ekonomik ve teknolojik değişmeler hızla artmakta ve bu artışın
etkileri iş hayatında da görülmektedir. Hızlı gelişmelerin yaşanması insanları, kurumları ve
ülkeleri artık bu değişime ayak uydurmaya zorlamaktadır. Bu hızlı gelişimlere ayak
uydurmanın en etkin ve temel yolu da hiç kuşkusuz “eğitim”dir. Türkiye’nin en büyük huzur
ve bakım evi olma niteliğine sahip İstanbul Darülaceze Müdürlüğü de hizmet kalitesini
arttırmak, buna bağlı olarak Darülacezede yaşayan 689 yaşlı, hasta ve özürlü kişiye hizmette
sakinlerin memnuniyetini en üst seviyeye çıkarmak, Avrupa Birliği Standartlarına uygunluk
sağlamak amacıyla birçok proje ve hizmet içi eğitim programları hazırlanmaktadır.
Ülkemizde son beş yılda “Hasta ve Yaşlı Bakım Elemanı Yetiştirme” eğitimleri, AB
projeleri başta olmak üzere merkezî ve yerel idarelerin organizasyonları konusunda
Türkiye’nin birçok yerinde seminerler düzenlendi. Bu eğitimlere yoğun ilgi devam
etmektedir. Bu eğitimler sayesinde Türkiye’de “Hasta ve Yaşlı Bakım Elemanı” meslek gurubu
oluşmaktadır. Darülaceze Müdürlüğünde hastabakıcı personelin eğitimi için, başta sağlık
olmak üzere pek çok konuda hizmet içi eğitimler verilmektedir. Bu eğitimin daha başarılı
olması için yurt içinde ve yurt dışındaki eğitim programları araştırılmaktadır. Örneğin
Almanya ‘da yapılan araştırmalarda hastabakıcı personelin liseden sonra en az üç yıllık bir
eğitim aldığı öğrenilmiş ve Almanya’daki ( Fachseminar für altenpflege des Kreises Mettman)
hasta ve yaşlı bakım eğitimi veren okula gidilerek verilen eğitim hakkında araştırmalarda
bulunulmuştur.
Yapılan araştırmada bireysel bakımda sağlık, sosyal ve psikolojik bakım kadar önemli
olan manevi bakım konusunda, bakım personeline eğitim verilerek, hasta ya da yaşlıların
manevi ihtiyaçları konusunda da bakım yapabilmeleri sağlanmaktadır. Dini konudaki bilgiler
sadece din dersinde değil, sosyoloji, psikoloji ve bakım konularında da verilmeye devam
edilmektedir. Örneğin, üç yıllık hastabakıcılığı eğitiminde yaklaşık 160 saat Din Eğitimi
verilmektedir.
Programında aşağıdaki konular yer almaktadır:









Din ve inanç nedir?
Dinler Tarihi
Dünyadaki yaşayan dinler ve mezhepler, dünyadaki dinlerin oranı
Din Felsefesi
İnanan insan sorguları, inanmanın önemi, dindarlık, yaşlılıkta dindarlık,
Ahiret inancının önemi
Dindar yaşlının bakımı kolaylaştırması
Doğru ölüm için doğru yaşamak, yaşam ve ölüm arası
Yaşlının dini vecibelerini yerine getirmesinde yardımcı olmak
34















Terminal dönemde yaşlıyı rahatlatmak, ölüm öncesi ölüme hazırlık, yakınlarıyla
vedalaşmak
Ölüm anında yapılması gerekenler
Yakınındaki birinin ölümünde nasıl reaksiyon verilir
Hasta bakıcının hastası öldüğünde nasıl reaksiyon verir
Müslümanlıkta öldükten sonra yapılacaklar
Hiristiyanlıkta öldükten sonra yapılacaklar ( temizlik,giydirme,gömme vs.)
Budizmde, Hinduizmde, Musevilikte, öldükten sonra yapılması gerekenler
Ateistler için öldükten sonra yapılması gerekenler
Hastabakıcının yaşlının ölümünden sonra gömülünceye kadar bakım planı çıkarması
Yaşlının vasiyetine uymak
Yas tutmak
Yaşlının yakınını kaybetmesi durumunda yaşlıyı rahatlatmak için yapılması
gerekenler. ( yaşayacağı hisler konusunda psikolojik rahatlatma, vücut
reaksiyonlarına karşı tıbbi rahatlatma, üzüntüsünü unutturmak vs)
Almanyada var olan din çeşitleri
Almanyanın Din Politikası, (kilise üyeliği, cemaatler, din eğitimi)
Din Değiştirme
gibi konular yer almaktadır
Din Hizmeti her ne kadar ilahiyatın konusu gibi görünse de bireyin ve toplumun
olmadığı yerde dinden söz etmek mümkün değildir. Hastaya ya da yaşlıya bakım hizmeti
verirken dinin bireyin duygu, düşünce ve davranışındaki etkisini, dinin topluluklar
üzerindeki etkisini göz ardı etmek mümkün değildir. Din sadece bir inanç, Allah’a yakarış
biçimi değil, beraberinde getirdiği bir yaşama kültürüdür. Hatta bazı insanlar için o kadar
büyük bir ihtiyaçtır ki, kendi var oluşunu dinden ayrı tanımlayamaz. Din o kadar içimize
işlemiştir ki, yaşlıya bakımdan bahsederken Din Hizmetine değinmeden iyi bir bakımdan
söz etmek kolay değildir.
Manevi gereksinimler; bireyin manevi yoksunluğunu azaltacak veya manevi gücünü
destekleyecek gereksinimlerdir. Bu yönde verilecek bakım hemşiresinin ve bakım
personelinin kişinin manevi gereksinimlerini tanılayarak, uygun girişimlerle karşılaması
ve desteklenmesi olarak tanımlanabilmektedir. Manevi gereksinimler, fiziksel
gereksinimlere göre daha soyut olup, aynı zamanda ölçümü güçtür. Bu nedenle bireyin
sağlık bakımında daha net ve kolaylıkla ölçülebilen fiziksel gereksinimler öncelikle ele
alınmakta, buna karşılık manevi gereksinimler gözden kaçırılabilmektedir.
Hemşirelik tarihinde hemşireliğin yalnızca fiziksel bakım veren bir meslek olarak
tanımlandığı herhangi bir dönem yoktur. Hemşireliği meslek olarak var eden Florence
Nightingale, “ sağlık için, manevi gereksinimler vücudu oluşturan fiziksel organlar kadar
önemli bir öğedir, hepimizin gözlemlediği fiziksel durum zihnimizi ve ruhumuzu
etkileyebilir”. “Bir birey ruhsal ve duygusal olarak yaralandıysa ve zarar gördüyse fiziksel
hastalıklar da ortaya çıkabilir” (Hutchinson 1997). Pek çok çalışmada elde edilen
35
sonuçlarda, dindar insanlarda, dindar olmayan insanlara nispetle fiziksel, zihinsel ve
duygusal açıdan daha sağlıklı olduklarını göstermektedir. Dindar insanlar toplum
düzenine ve normlara daha fazla uyum sağlarlar ve sosyal dünyalarıyla daha barışık
yaşarlar.
Örneğin; bireyin umut, yaşamın anlamı, amacı, sevgi ve ait olma gibi gereksinimleri
manevi gereksinimlerdir ve bu durumda bakım elemanının bireyin kaygılarını dinlemesi
empati yapması ve bu gereksinimlere yanıt vermesi, tedavi edici bir uygulamadır. Kronik
hastalıklar ve ileri yaşlarda ölüm korkusu ve çaresizlik duygularının yaşanması, güvenlik,
yaşamın anlamı, sevgi, ait olma, kabul görme gibi manevi gereksinimleri ön plana çıkarır.
Manevi gereksinimler temeldir ve insanlar bu gereksinimlerini insan ilişkileri yoluyla veya
tanrıyla ilişki kurarak sağlayabilirler.
Manevi bakım ihtiyacı özellikle huzur evlerinde şu üç temel boyutta ortaya
çıkmaktadır. Yaşam, acı çekme ve ölüm kavramlarının anlamı, amacı ve gücünü bulma
gereksinimi. Yaşam umudu gereksinimi. Kendi içinde diğer insanlar ve üstün güce yönelik
inanç ve güven duyma gereksinimi duyulur. İnsan yaşamak için bir nedene gereksinim
duyar ve eğer bu yoksa kişi ölmeye başlar. Yaşama arzularını kaybeder. Amaç, anlam ve
güç kavramı dinin etkisiyle artar. Öte yandan boşluk ve işe yaramazlık duyguları azalır.
Özellikle yaşlılarda sosyal hayattan kopmalar, işe yaramazlık duyguları, kendilerini çaresiz
hissetme, yaşama ümitlerini zayıflatır. İnançlı yaşlıların yaşama umutlarının daha fazla
olduğu görülür. Yaşama olumlu bakan yaşlıların, stresle başa çıkmada, çevresine uyum
sağlamada ve sosyal ilişkilerde daha başarılı oldukları görülür.
Bu çerçevede İstanbul Darülaceze Müdürlüğü “Bakım Hemşireliği ve Bakım Personeli
Eğitimi” projesinde Almanya’nın saygın eğitim kurumlarından olan “İnternationaler
Bund” eğitim şirketiyle ortaklaşa eğitim programı hazırlanmıştır. 11 Haziran 2007 – 28
Şubat 2008 tarihleri arasında gerçekleşecek olan eğitim, teorik ve pratik olmak üzere
1530 saatten oluşmaktadır. Eğitimi başarı ile tamamlayan öğrencilere Milli Eğitim
Bakanlığı onaylı “ Evde Hasta ve Yaşlı Bakım Elemanı “ sertifikası ve İnternationaler
Bund tarafından da Avrupa birliği Ülkelerinde geçerli “ Bakım Elemanı-Bakım Hemşiresi”
sertifikası verilecektir..
Eğitimde aşağıdaki konulara yer verilecektir:
Sosyoloji (40 Saat),
Hijyen(20 Saat),
İlk Yardım (20 Saat),
Anatomi-Fizyoloji (40 Saat),
Hastalık Bilgisi (50 Saat),
Hukuk (20 Saat),
36
İlaç Bilgisi (20 Saat) ,
Fizik Tedavi (30 Saat),
Bakımla Sorumlu Yöneticilik (20 Saat),
Öğrenmeyi Öğrenmek(20 Saat),
Bakım Teorileri (40 Saat) ,
Özel Fenomenlerde Bakım (50 Saat),
Uğraşı Terapileri (40 Saat), Bakım Dersi (100 Saat),
Demanslı Yaşlıların Bakımı (60 Saat),
Duyu Organlarının Kısıtlı Haldeki Bakımı (20 Saat),
Enfeksiyon Hastalıklarında Bakım (20 Saat),
Terapilerde Refakat Etmek ve Desteklemek (4 Saat),
İşin Özelliğini Anlama-Geliştirme (20 Saat),
Kayıpları Olan İnsanlara Refakat Etmek (10 Saat),
Organizasyon Süreci ( 6 Saat),
Komünikasyon Temeli ve Konuşma Yöntemi (40 Saat),
Vital İşaret Kontrolü (10 Saat),
Ölecek Olan İnsanlara Bakım ve Refakat Etmek (10 Saat)
Din Hizmetleri (50 Saat),
“Bakım Hemşireliği – Bakım Personeli Eğitiminde” Din hizmetleri dersinde verilmesi
planlanan konular:





















Din Ve İnanç Nedir?
Dinler Tarihi
Dünyada Yaşayan Başlıca Dinler, Dinlerin Dağılımı ve Oranları
Türkiyede Var Olan Din ve Mezhepler
Din Felsefesi
İslam Akaidi
İslamda Sosyal Hizmetler
Yaşlılık Ve Din Hizmetleri
İslamın Acizlere ve Yaşlılara Bakışı
İslamın Önyargılara, Kaba Kuvvete Bakışı
Şiddetle Başa Çıkma Yolları
Müslüman Ahlakı
Bakımda Ahlak
Sosyal Hizmet Kurumlarında Din Hizmetleri
Türkiye’nin Din Politikası
İslam’da Ölüm ve Ahiret İnancı
İslamiyet’e Göre Ölüm ve Ölüm Töreni
İslamiyet’te Ölüm Öncesi

Ölmek Üzere Olan Kişiye Yapılan Uygulamalar

Ölüm Sırasında Yapılması Gerekenler

Kefenleme, Cenaze Namazı, Ölünün Gömülmesi,

Vefat Eden Kişinin Vasiyetine Uymak

Ölüm Sonrası Taziye ve Mezar Ziyareti
Manevi Rehabilitasyon
Vefat Eden Kişinin Yakınlarının Rahatlatılması
Bakım Personelinin Din Hizmetleri Bakım Planı Hazırlaması
37
Bireye bütüncül yaklaşımla bakım sunulmasında araç olarak kullanılan bireysel bakım
planında bireyin manevi gereksinimlerinin de değerlendirilerek karşılanması gerekir. Bu
amaçla bireyin manevi boyutu değerlendirilerek veri toplanır. Kurumdaki din görevlileri ile
iletişim kurarak bu bilgi öncelikle bireylerden sağlanabilir, ayrıca ailelerden, diğer ekip
üyeleri, bireyin manevi gereksinimleri hakkında bilgi alınabilir. Almanya’da sosyal hizmet
kurumlarında sosyal ilahiyatçılar din görevlisi olarak bulunmaktadır. Sosyal İlahiyat, ilahiyat
(din eğitimi) ve sosyal hizmetler (sosyal pedagoji ve sosyal çalışma) bilimlerinden oluşan bir
bilim ve meslek dalıdır. Sosyal İlahiyatçı öğrenciler, sosyal hizmet uzmanlarına verilen temel
dersleri almak mecburiyetinde oldukları gibi, din pedagojisi, psikolojisi ve ahlâkı gibi konular
hakkında da bilgi sahibi olmaktadırlar. Sosyal İlahiyatçı olarak yetiştirilen öğrenciler,
eğitimleri sonunda hem dinî eğitim, hem de sosyal pedagoji ve sosyal çalışma alanında
kalifiye eleman olarak çalışabilmektedir. Sosyal İlahiyatçılar, gerek kiliselere ait sosyal
kurumlarda, gerekse devletin değişik sosyal hizmet kurumlarında ya sosyal hizmet uzmanı ya
da din adamı (ilahiyatçı) olarak veya her iki fonksiyonu birlikte üstlenerek görev
alabilmektedirler.
Bakım personeli veya sağlık personeli bakıma muhtaç bireylerle birlikte bulundukları
her ortamda manevi gereksinimlerle karşılaşabilirler. Dolayısıyla hemşireler bireyin manevi
boyutunu yansıtan ifadelerin farkında olmalıdır. Ancak unutmamak gerekir ki bunun için dini
doğru bilmek ve doğru uygulamak gerekmektedir. Bu nedenle de bakım personeline eğitim
verirken sağlık, sosyal ve psikolojik bakım konularında olduğu gibi Din Hizmetleri konusunda
da ciddi bir eğitim vermek gerekmektedir.
Manevi boyutun sağlık ve sosyal ilişkilerde yaşam kalitesi üzerinde açık etkisi
olduğunu ortaya koymuştur. Hemşirenin başkalarının manevi gereksinimlerinin farkında
olabilmesi için öncelikle kendi maneviyatını keşfetmesi gerekmektedir. Yaşamın gelişimsel
süreci içinde bakım personellerinin sahip olduğu, varlık ötesi bir güce olan inancı, yaşamın
anlamına ilişkin değerleri, yaşamdaki umudu ve diğer manevi kaynaklarına ilişkin farkındalığı,
bireylerin manevi gereksinimlerine daha duyarlı olmasında etkilidir. Günümüz Türkiye’sinde
hemşirelerin eğitim sürecinde hastaların manevi gereksinimlerine ilişkin eğitim
almamalarındaki eksiklik, bakım planı oluşturmada, manevi bakıma ilişkin donanımın
yetersizliği, hastaların manevi gereksinimlerinin yeterince farkında olamayışlarına sebep
olmaktadır.
Bakım personeli kendi manevi ilgi, inanç ve düşüncelerinden etkilenmeden hastanın
gereksinimlerine yönelik bakım hizmeti verebilmelidir. Konunun önemi göz önünde alınacak
olursa, ülkemizde hemşire yetiştiren okulların ders programlarında bütüncül sağlık görüşüyle
manevi bakım konusuna yer verilmemesi, “hasta ve yaşlı bakımı” konusunda verilen eğitim
programlarında ise din hizmetleri konusunun eksik oluşu göze çarpmaktadır. Darülaceze
38
Müdürlüğü olarak eğitim programımızı hazırlarken, programımızda din hizmetleri dersine 50
saatlik önemli bir bölüm ayırdık. Sağlık, sosyal ve psikoloji alanlarında olduğu gibi manevi
bakım hizmetlerinde de personellerimizi eğiterek Darülacezede hizmet kalitesini artırmayı ve
maksimum sakin memnuniyetini hedeflemekteyiz. Çalışmalarımıza bu doğrultuda güvenle
devam ediyoruz. Saygılarımla.
KÜRESELLEŞEN DÜNYADA İRŞAT HİZMETLERİNDE YENİ BİR ALAN:
DİNİ DANIŞMANLIK
–TÜRKİYE VE İNGİLTERE ÖRNEKLERİFatma Yüksel Çamur
Dinî danışmanlık, ülkemizde çok yeni bir hizmet alanı, Türkçe’mizde de yeni
telaffuz edilmeye başlayan bir kavramdır. Dolayısıyla üzerinde ittifak edilmiş bir
tanımdan bahsetmek henüz mümkün görünmemektedir. İngilizce’deki en yakın
karşılığı olan “pastoral counselling” kavramını inceleyecek olursak, konunun dini ve
bilimsel iki ayağıyla karşılaşırız: ‘Pastoral’ kavramı Hristiyan teolojisinde ‘Kilise’ye
mensup din adamlarınca icra edilen faaliyet’ anlamına gelmekte ve bu yönüyle
kaynağını Hristiyanlıktan ve kilise hiyerarşisinden almakadır. Danışmanlık ve
39
rehberlik anlamına gelen ‘counselling’ kelimesi ise, birey, aile ve diğer sosyal
grupların ruh ve beden sağlığı, eğitim ve kariyer konularındaki hedeflerini
gerçekleştirmeyi sağlayan bir profesyonel ilişki biçimi11 ve sistematik bir uzman
yardımını ifade eder.12 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan danışmanlık mesleği,
büyük ölçüde modern psikolojiden beslenir ve hiyerarşik olmayan, eş düzeyde ve
yönlendirici bir ilişki biçimini öngörür. Dinî danışmanlık ise bu iki yönüyle, tek
başlarına üstesinden gelemedikleri problemlerle karşılaşan bireyleri dinin kaynak ve
verileri doğrultusunda iyileştirme, destekleme, onlara rehberlik etme ve kendileri ile
barışık olmalarını sağlama gibi yardım ve hizmetleri kapsayan bir kavramdır.13 Bu
kavram her ne kadar Hristiyan kökenli olsa da, günümüzdeki şekil ve muhtevasıyla,
hangi din veya inanca mensup olursa olsun manevi desteğe ihtiyaç duyan bireylere,
uzman kişilerce sağlanan yardımı kapsayacak şekilde kullanılmaktadır.
1) Tarihsel süreç içerisinde dini danışmanlık:
Dinî danışmanlığın kurumsal bir hizmet alanı olarak ortaya çıkışı, Reform
hareketleri ve Sanayi Devrimi’nin Batı Avrupa ülkelerinin sosyal dokusu ve dini
kurumların yapılanması üzerinde yaptığı değişimle doğrudan alakalıdır. Yaklaşık 200
yıl öncesinde kadar Kilise, bu ülkelerdeki sağlık, eğitim ve sosyal hizmetlerin hem
yöneticisi, hem de hizmet vereni idi. Reform hareketleri sonrasında bu hizmetlerin
büyük ölçüde laik organizasyonlara devredilmesi, Kilise’yi buralardaki görevlerini
yeniden tanımlamaya ve kendi yönetimi altında olmayan kurumlarla işbirliği yapmaya
sevk etti. Öte yandan Sanayi Devrimi ile birlikte hızla şehirleşen bu ülkelerde,
varoşlarda gitgide artan fakir nüfusun sosyal sorunları, Hristiyan din adamlarını kilise
eksenli hizmetlerden çok, insanların sorunları ile bire bir ilgilenme imkânı sağlayacak,
sosyal içerikli yeni hizmet yöntemleri ihdas etmeye sevketti.14 Kuşkusuz ki bu
alandaki profesyonelleşme eğilimi sadece yöntemi değil, muhtevayı da değiştirdi. O
döneme kadar pratik bir uygulama alanı olarak görülen manevi yardım hizmetleri
“Pastoral Teoloji” adı altında akademik bir disiplin çerçevesinde ele alındı.15 Bununla
birlikte manevi yardım hizmetlerindeki köklü değişiklik, 20. yüzyılda davranış
11
http://www.counseling.org/20-20/definition.aspx
http://www.usq.edu.au/studentservices/counselling/whatiscounselling
13
Lartey, Emmanuel Yartekwei, In Living Color: an Intercultural Approach to Pastoral Care and
Counseling (2nd edition), London & New York: Jessica Kingsley Publishers, 2003, s. 21
14
Cornick, David, “Post-Enlightenment Pastoral Care: into the Twentieth Century”, A History of
Pastoral Care, (ed. G. R. Evans), Cromwell Press, London-Newyork, 2000, s. 364-365.
15
İngiltere’de Pastoral Teoloji’nin üniversitelerde ders olarak okutulması, ilk defa 1842’de Oxford
Üniversitesi’nde başlatılmıştır. Cornick, Post-Enlightenment Pastoral Care, s. 372.
12
40
bilimlerindeki baş döndürücü gelişme ile meydana geldi. Seküler kurumlarda
doğrudan bireyi muhatap alan dinî danışmanlık hizmetleri için klasik dinî öğretinin
yerine bilimsel bilginin merkeze alındığı bir söylem geliştirildi16 ve ‘Klinik Pastoral
Eğitim’ adı altında sistematize edildi.17
Hristiyan Batı tecrübesi içerisinde ortaya çıkmış bir kavram olmakla beraber,
dinî danışmanlık bir hizmet alanı olarak İslam kültüründe de vardır. Geleneğimizde
klasik eğitim kurumlarının yanında faaliyet gösteren tasavvufi yapılanmaların,
imamların ve hatta muskacıların bu fonksiyonu üstlendikleri kabul edilir.18 Burada
mahalle imamlarının rolü üzerinde özellikle durmamız gerekir: Osmanlı idari
yapılanması içerisinde mahalle imamları, mahallenin resmi sorumlusu kabul edilirdi.
Mahalleyi ilgilendiren her türlü hizmetin imza ve mühür yetkisine sahip olmaları
hasebiyle imamlar, nikâh kıyar, doğum, ölüm, evlilik, boşanma vb. nüfus kayıtlarını
tutar, mahalledeki ihtiyaç sahipleriyle, yaşlılar, özürlüler gibi özel durumu olan
kimselerle ilgili defterleri tanzim ederlerdi. Mahallenin yardım sandığı üzerindeki
tasarruf yetkisine sahip olan imamlar, çocukların eğitime devamının sağlanmasıyla da
sorumluydu. Bu denli geniş yetki ve sorumluluğa sahip olan mahalle imamları,
mahalleli nezdindeki saygınlıkları gereği anlaşmazlıkların çözümü noktasında ilk
müracaat merciiydi. Arşiv belgeleri, gerek aile içerisinde, gerekse komşular arasında
ihtilaf çıktığında mahkemeden önce imama gidildiğini, taraflar arasında sulh
sağlandığı takdirde imamın mührünü taşıyan bir anlaşma belgesi tanzim edildiğini
göstermektedir.19
İmamların görev bölgesindeki insanların her türlü sorunu ile ilgilenmesini
sağlayan mahalle yapısının değişmesi, onların yetki ve sorumluluklarını daraltmıştır.
Sultan II. Mahmut döneminde mahallenin yönetiminin muhtarlara devredilmesi ile
birlikte imamların idari yetkileri sınırlandırılmış ancak halk nezdindeki değeri ve
saygınlıkları devam etmiştir. İmparatorluğun son yıllarındaki çalkantıların sosyal
dokuyu derinden değiştirmesiyle etkinlikleri günden güne azalmış, bu husus imamlar
arasında “elimizde bir gassallık hizmeti kaldı” şikâyetlerine yol açmıştır.20
Cumhuriyet dönemindeki köklü değişimler din görevlilerini sosyal hayat içerisinde
16
Bunting, Ian, “Pastoral Care at the end of the Twentieth Century”, A History of Pastoral Care, (ed.
G. R. Evans), Cromwell Press, London-Newyork, 2000, s. 387-388.
17
Cornick, Post-Enlightenment Pastoral Care, s. 374-375.
18
Altaş, Nurullah, “Dinî Danışmanlığın Teorik Temelleri” AÜİFD, Ankara 1999, c. 41, s. 327.
19
Beydilli, Kemal, Osmanlı Döneminde İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü, İstanbul: Tarih ve Tabiat
Vakfı, 2001, s. 8-11.
20
Beydilli, Osmanlı Döneminde İmamlar, s. 69.
41
adeta “görünmez” hale getirse de, imamlar hâlâ halk nezdinde itibarlıdır. Ancak hızlı
ve düzensiz şehirleşmeyle beraber mahalle yapısının çözülmesi, imamın hizmet
bölgesinde yaşayan insanlarla irtibatının ve dolayısıyla sorun çözücü rolünün
belirsizleşmesini beraberinde getirmiştir. Bu tablo Müslüman bireyleri, manevi
yardım ihtiyacını karşılamak üzere başka mecralara yönlendirmiştir.
2) Modernite sonrasında İslâm dünyasında din görevlisi rolündeki
daralma:
Hristiyan Batı ve Türkiye tecrübelerini bir arada değerlendirdiğimizde, her iki
örnekte de sosyal ve kamusal hayatta yaşanan köklü değişikliklerin sosyal alandaki
din hizmetlerini farklı mecralara sevk ettiğini görürüz. Batı Avrupa’da Kilise, devlet
kurumlarının laikleşmesi ile birlikte yapılanmasını değiştirmiş, laik kurumlarla
işbirliğine giderek kendisine yeni görev alanları ve ona uygun bir yöntem ve söylem
belirlemiştir. Buna mukabil ülkemizdeki dini kurumlar, uzun yıllar boyunca hem
resmi statü hem de hizmet sahası itibarıyla son derece sınırlı tutulmuş, din
görevlilerinin sosyal alandaki etkinlikleri; özellikle de “çözüm mercii olma” rolü
geleneksel sosyal doku muhafaza edildiği ölçüde baki kalmıştır. Bu durum hem irşad
hizmetlerinin cami dışında icrasını, hem de bu alanda yeni yöntem ve söylemler
geliştirme imkânını daraltmıştır.
Modern dönemde Müslüman din görevlisinin çözüm mercii olma rolündeki
daralma ve belirsizleşme sadece Türkiye’ye has bir durum değildir. İslâm dünyasının
hemen her yerinde kurumsal yapılanmanın ve sosyal dokunun değişmesi, bireylerin
algı dünyalarındaki değişimleri beraberinde getirmiş, bu değişimin şiddeti ve
yoğunluğu nisbetinde din hizmetlerinde yeni alanlara ihtiyaç hâsıl olmuştur.
Tebliğimizde mukayeseli olarak ele alacağımız İngiltere ve Türkiye örneklerinde de
tarihsel ve sosyolojik açılardan büyük farklılıklar içeren iki Müslüman topluluğun,
aynı dönemde benzer sebeplerden ötürü modern dinî danışmanlık modelini
geliştirmeye başladığı açıkça görülmektedir.
3) Küresel dünyada müslümanların din algılarındaki değişim ve bunun
din hizmetine etkileri:
Türkiye, hem arka planında Osmanlı’nın kültürel ve kurumsal tecrübesini
barındırması hem de laik devlet sistemi içerisinde yapılanması yönüyle İslâm ülkeleri
arasında benzeri olmayan bir din hizmetleri modeline sahiptir. Ülkemizde nüfusun
büyük çoğunluğu Müslümandır ve bireylerin dindarlık anlayışı ne olursa olsun İslâm,
hâkim kültür olarak toplumun geniş kesimlerince benimsenmektedir. Buna mukabil
42
İngiltere’de Müslümanların hatırı sayılır bir topluluk oluşturmasının ve İslam’ın bir
vakıa olarak ülke gündemine gelmesinin mazisi yaklaşık 60 yıldan ibarettir.
İngiltere’deki Müslümanlar Hristiyanlık’ın hâkim kültür, Anglikan Kilisesi’nin de
devletin kurumsal yapısının bir parçası olduğu21, buna rağmen sekülarizmin toplumun
geniş kesimlerince benimsendiği bir ülkede azınlık olarak yaşamaktadır. Bütün bu
farklılıklara rağmen, küreselleşme ile birlikte modernitenin etkilerinin daha yaygın bir
şekilde hissedilmesi, her iki ülkedeki Müslümanları dini değerleri bireylerin hayatına
daha etkin bir şekilde iletecek din hizmeti alanları arayışına sevk etmiştir.
Hem Türkiye, hem de İngiltere’deki Müslümanların yaşam tarzını etkileyen
küresel faktörlerden ilki, göç olgusudur. Türkiye’de köyden kente, İngiltere’de ise
anavatandan bir Hristiyan Batı ülkesine göç, geleneksel İslâmi kültürde yetişmiş
yahut da kökenleri oraya dayanan Müslüman bireyleri, dini ya da din algısı, yaşam
tarzı ve dünya görüşü farklı insanlarla birarada yaşama durumunda bırakmıştır. Bu
durumda Müslüman birey, yetiştiği dünyanın değerleri ile içinde yaşadığı dünyanın
değerleri arasında kalmış, hayatın farklı alanlarında farklı davranış biçimleri
sergilemiştir. Öte yandan bire bir insan ilişkilerine dayalı sosyal dokunun değişip
yerini dolaylı insan ilişkilerine bırakması, sorunlarla karşılaşan bireyleri geleneksel
ilişki biçimlerinin manevi destek ağından da mahrum bırakmıştır.22 Bu problem en
fazla aile içi sorunların çözümünde kendini hissettirmektedir: Aile büyüklerinin
geleneksel hakem rolü, ailevi sorunların çözümünde doğru bir şekilde icra
edilememektedir ve günümüz ilişki biçimleri içerisinde bir önceki neslin sahip olduğu
tecrübe ve bilgelikten nasıl istifade edileceği sorusuna tatmin edici ve uygulanabilir
bir cevap henüz verilememiştir. Bu noktada profesyonel manevi yardım elzem hale
gelmekte, dini değerleri bireyin hayatını her yönüyle kucaklayacak şekilde sunan bir
din hizmeti modeli ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
Çoğulculuk ve çoğul inançlılık da her iki ülkedeki Müslümanların din algısına
etki eden faktörlerdendir. Göç ve şehirleşme, bir yandan geleneksel bağların
zayıflamasını, diğer yandan bireylerin aidiyet arayışına girmesini beraberinde
21
Kraliçe’nin lideri olduğu ve idarecilerini tayin ettiği Anglikan Kilisesi, İngiltere’de milli kilise olarak
kabul edilmektedir. Kilise’nin 26 üyesi Parlemento’da temsil edilmekte, buna mukabil Parlemento da
Kilise’nin organizasyonu üzerinde söz sahibi olmaktadır. Her ne kadar devletle iç içe geçmiş olsa da
Kilise, devletten maddi yardım almadan kendi finansmanını kendisi üstlenmektedir. Ayrıntılı bilgi için
th
bk. Oakland, John, British Civilsation: An Introduction (4 edition), London: Routledge 1998, s. 303308.
22
Gatrad, A. R. & Brown, E & Sheikh, A “Developing multi-faith chaplaincy - For spirit’s sake”,
Archives of Disease in Childhood 2004, vol. 89, no: 6, s. 504-505.
43
getirmiştir. Modernliğin tek tipleştirici baskısına karşı etnik, dinî ve mezhebi
kimliklerin ön plana çıkması ve bu konunun sosyal ve siyasi bir talep olarak gündeme
getirilmesi, günümüzde dünyanın her yerinde karşımıza çıkan bir olgudur. Her ne
kadar postmodern dünyada çoğulculuk söylemlerinin inanç ve değerleri tüketim
metaına dönüştürmesi bir problem olarak tartışılsa da,23 bireylerin sosyal ve kamusal
yaşama farklılıklarıyla beraber katılma talebi, bu kavramı önemli kılmaktadır. Bu
durum ülkemizde farklı mezheplerin devlet tarafından tanınması ve din hizmetlerinde
devlet imkânlarından faydalanması tartışmalarını gündeme getirmekle kalmamış,
toplumun geniş kitlelerindeki bütün dinî eğilim ve yönelimlerin dikkate alınması
arzusunu da doğurmuştur. İngiltere’de ise dünyanın dört bir tarafından gelen
göçmenlerin ülkede vatandaşlık elde etmesiyle birlikte anavatanlarından getirdikleri
farklı kültürler, toplumsal hayatın bir parçası haline gelmiştir. İngiltere’de yaklaşık
2.9 milyon Müslümanın eğitim, sağlık vb. kamu hizmetlerinden daha etkin bir şekilde
istifade etmesiyle birlikte, sadece Müslümanların hâkim değerlere nasıl uyum
sağlayacağı değil, İslam’ın evrensel değerleri ile yaşadıkları topluma nasıl katkıda
bulunabilecekleri de tartışılmaya başlamıştır.24 Bu noktada en ciddi soru, kültürün en
önemli unsuru olan dinin kamusal hayatta ne şekilde yer alacağıdır. Farklı dinleri
dışlamayan, farklı dinî eğilimleri kucaklayan evrensel bir dinî söylem geliştirebilmek
ise hayati önem arz etmektedir.
İngiltere ve Türkiye, işleyiş şekli farklı da olsa devlet kurumlarının dinden
bağımsız organize edildiği ülkelerdir. Öte yandan her iki ülkede de seküler kültürün
etkisiyle, dinin hayatın sadece belirli alanlarını ilgilendirdiği algısı toplumun genelini
etkileyen bir kanaattir. Sekülerleşmenin bu denli etkili olması, dinin sosyal hizmet
üreten kurumlar içerisindeki yeri tartışmalarını da gündeme getirmiştir. İngiltere’deki
ve Türkiye’deki eğitim, sağlık, adalet ve sosyal hizmetler gibi alanlarda hizmet veren
kamu kuruluşları dine dayalı olmayan bir hizmet modelini benimsemekle birlikte, bu
kurumlardan istifade edenlerin dinî ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı konusu her iki
ülkede birbirinden farklı yaklaşımlarla ele alınmıştır. Yakın zamana kadar ülkemizde
bu gibi hizmet alanlarında laiklik prensibi gereği dine yer olmadığı yorumundan
hareketle, cezaevi, hastane, üniversite ve çocuk yuvası gibi kuruluşlardaki din
hizmetleri son derece sınırlı tutulmuş, bu hizmetleri geliştirmek üzere yapılan
23
Yavuz, Şevket, Post/Modern bir Köyde Dinî Olanın Açılım İmkânı, Stratejileri ve Dili, I. Din
Hizmetleri Sempozyumu, c. 1, Ankara 2008, s. 556.
24
Gilliat-Ray, Sophie, Muslims in Britain, New York: Cambridge University Press, 2010, s. 264.
44
teşebbüsler de akim kalmıştır.25 Buna karşılık İngiltere’de Anglikan Kilisesi’nin milli
kilise olarak kabul edilmesi, dinin bu alanlarda dışlanmasını değil, bilakis sistem
içerisinde ona rol verilmesi sonucunu doğurmuştur. Nitekim bu ülkede sağlık, eğitim
ve sosyal hizmetler gibi alanlarda manevi yardım ve dinî danışmanlık hizmetleri,
Anglikan
Kilisesi’nin
bu
kurumlar
içerisinde
oluşturduğu
örgütlenmelerle
yürütülmüştür. Ne var ki farklı din ve mezheplere mensup insanların, özellikle de
Müslüman nüfusun artmasıyla Kilise eksenli bu örgütlenme biçimi, Hristiyan
olmayanların hizmet ihtiyacını karşılayamaz hale gelmiştir. Gelinen nokta itibarıyla
gerek Türkiye, gerekse İngiltere örneğinde, Müslüman bireylerin hizmet aldıkları
kamu kurum ve kuruluşlarındaki manevi destek ihtiyaçlarını karşılayacak profesyonel
bir din hizmeti modelinin eksikliği açıkça görülmektedir.
Yukarıda küresel etkilerini analiz ettiğimiz göç, çoğulculuk ve sekülerlik
faktörleri, dünyanın hemen her köşesindeki Müslüman bireylerin din ve dindarlık
algılarını da etkilemiştir.26 Yakın zamana kadar İslâm’ın siyasi ve sosyo-ekonomik
hedeflerine vurgu yapan ve yukarıdan aşağıya toplumsal dönüşümü hedefleyen
yaygın dindarlık algısı, yerini bireyi ve ihtiyaçlarını önceleyen bir algıya bırakmıştır.
Bir başka ifadeyle dindar Müslümanlar, sahip oldukları dinî değerlerden her şeyden
önce bire bir yaşadıkları özel ve ailevi sorunların çözümü noktasında katkı
beklemektedir. Nitekim NLP, kişisel gelişim vb. modern psikoloji merkezli sorun
çözme tekniklerinin muhafazakâr / dindar kesimde revaç bulması, bunun bir
göstergesi sayılabilir. Bununla birlikte din algısındaki en büyük dönüşüm, kadın ve
aile konularında yaşanmıştır. Kadın sorununun dar bir feminist kesimin gündeminden
çıkıp, toplumun geniş kesimleri arasında da tartışılır hale gelmesi, bir taraftan ataerkil
aile yapısının sorgulanması, diğer taraftan da modernitenin aile üzerindeki etkilerinin
tedirginlikle karşılanması sonucunu doğurmuştur. Özellikle Müslüman kadınlar, ne
“sınırsız itaat, sabır ve fedakârlık” söylemine dayalı aile anlayışının dine
25
Ülkemizde kurumların kendi bünyelerinde din hizmeti sunulmasına karşı yaklaşımları farklılık
arzetmektedir. Eğitim kurumlarında din hizmetine yer verilmezken, cezaevlerinde mahkûmlara irşad
hizmeti uygulaması 1950’lerde başlatılmıştır. (Arıcı, Müstakim, “Parmaklıklar Arasında Din Hizmeti:
Cezaevi Din Hizmetlerinin Dünü, Bugünü”, Din ve Hayat Dergisi, sy. 8, İstanbul 2009, s. 88-89)
Çocuk yuvalarında din görevlisi istihdamına yönelik yasal düzenleme hâlihazırda mevcut ve
uygulanmaktadır. 1995 yılında Sağlık Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı işbirliğiyle hastanelerde
din ve moral hizmetleri uygulaması başlatılmış, 1,5 yıl süren bu pilot uygulama Danıştay tarafından
iptal edilmiştir. (bk. Altaş, Nurullah, “Hastanelerde Dinî Danışmanlık Hizmetleri (Türkiye Uygulaması
Üzerine Deneysel Bir Araştırma)”, AÜİFD, c. 39, s. 599-600)
26
Aşıkoğlu, Nevzat, “Din Hizmetlerinin Sunumunda Alternatif Yöntem: Dinî Danışmanlık”, I. Din
Hizmetleri Sempozyumu, c. 2, Ankara 2008, s. 545.
45
uygunluğundan,
ne de
“kadın
hakları” söylemine dayalı
aile
anlayışının
uygulanabilirliğinden emin değildir ve dinin bu konudaki ölçülerini merak
etmektedir.27
4) Yeni bir din hizmeti modeli: Türkiye’de Aile İrşat ve Rehberlik
Büroları ve İngiltere’de kurumsal dini danışmanlık uygulamaları:
Bu noktada toplumun değişen dinî talepleri, irşat hizmetlerinde hem
geleneksel değerler ile modern ihtiyaçları uzlaştıracak bir söylem değişikliğini, hem
de vaaz formatı dışında doğrudan bireye hitap eden bir hizmet yöntemini gerekli
kılmıştır. Türkiye örneğine bakacak olduğumuzda, aslında bütün din görevlileri,
özellikle de kadın Kur’an kursu öğreticileri (KKÖ) ailevi ve bireysel sorunlarla bire
bir muhatap olagelmektedir. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) bünyesinde bu
konuyla ilgili ilk özel düzenleme, 2003’de “Aile Büroları” pilot uygulamasının 6 ilde
faaliyete geçmesiyle başlamıştır. Alınan olumlu neticeler üzerine Aile Büroları
kademeli olarak yurt genelinde yaygınlaştırılmış, 2007’de “Aile İrşat ve Rehberlik
Büroları” (AİRB) adını almıştır.28 2011 yılı itibarıyla 69 ilde ve bu illere bağlı 115
ilçede AİRB faaliyet göstermektedir.29
AİRB’nin öncelikli görevi aileye ilişkin sorunlarda dinî rehberlik ve
danışmanlık hizmeti vermektir. Böylelikle İslâm dini açısından da henüz teorisi
oluşmamış bir irşat hizmeti olan dinî rehberlik ve danışmanlık AİRB bünyesinde
fiilen uygulamaya konulmuş, telefonla ve yüz yüze cevaplanan sorular kayda
geçirilerek bu yeni hizmet alanının çerçevesini çizecek veri birikimi oluşturulmuştur.
Öte yandan sosyal hizmet politikalarında dinin toplum üzerindeki gücünden daha
fazla istifadeyi amaçlayan açılımlarla birlikte,30 2007’den bugüne kamu kurum ve
27
Etyen Mahcupyan’ın yorumu konumuz, açısından dikkat çekicidir: “Türkiye’deki dindar kadınların
bir bölümü, bizzat dinî bir özgürleştirme aracı olarak kullanıyor ve bunu erkek egemen toplumsal
yapının dönüşmesine hizmet edecek bir eylemlilik olarak görüyor. Bunun anlamı önümüzdeki dönemde
İslami kesimde aile kurumunun sağlıklı bir deprem geçirecek olması ve ailenin daha eşitlikçi ve
paylaşımcı bir ilişkiler kümesi olarak tanımlanmaya doğru gitmesidir.” Mahcupyan, Etyen,
“Dindarlaşarak Sekülerleşmek”, Gazetem.net, 2 Mart 2011,
http://www.gazetem.net/emahcupyan.asp?yaziid=488
28
Kadın ve Aileye Yönelik Çalışmalar – 2007-2009 (Haz. Canan Aydın Bıçak), Ankara: DİB
Yayınları, 2010, s. 23-24.
29
Bu rakamlar, 01.11.2011 tarihi itibarıyla Aile ve Dinî Rehberlik Daire Başkanlığı’ndan elde ettiğimiz
bilgilere dayalı olup, zaman içerisinde değişiklik arzedebilmektedir.
30
2006’da Başbakanlık tarafından yayınlanan “Çocuk ve Kadına Yönelik Şiddet Hareketleri ile Töre
ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler” başlıklı genelgede, Diyanet İşleri
Başkanlığı’na geniş bir görev ve sorumluluk alanı tahsis edilmiştir.
46
kuruluşları ile protokoller imzalanmaktadır.
31
Bu çerçevede çocuk yuvaları,
yetiştirme yurtları ve huzurevleri gibi sosyal kuruluşlara din hizmeti verilmekte, kamu
ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliğine gidilerek din görevlilerine ve halka yönelik
seminerler düzenlenmektedir.32 Bu faaliyetler, cami dışında yeni bir irşat hizmetleri
sahası oluşturmuş, sosyal sorunların çözümünde din görevlilerinin daha etkin ve
profesyonel katkı sağlamasına imkân hazırlamıştır.
İngiltere örneğine baktığımızda, dinî danışmanlığın gelişim sürecinin 11 Eylül
2001’de New York’ta ve 7 Temmuz 2005’te Londra’da gerçekleşen terör saldırıları
sonrasında İngiliz kamuoyunun değişen İslâm algısıyla doğrudan bağlantılı olduğunu
görürüz. Bu olaylardan sonra ülkede Müslümanların aleyhine ciddi bir kamuoyu
oluşmuş, İngiliz devleti bir yandan radikal İslâmî akımları kontrol altına alma, diğer
yandan ılımlı gruplarla işbirliğine giderek geniş Müslüman kitlelerin sisteme
uyumunu sağlama politikasını benimsemiştir. Bu çerçevede üzerinde en çok durulan
konulardan birisi de imamların eğitimi ve Müslüman dinî lider profilinin yeniden
şekillenmesi meselesidir.33 Dinî danışmanlık, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmeti
alanlarında çoğul inançlılık prensibi gereği Müslümanları da muhatap alan, onlara
dinî ve sosyal ihtiyaçlarını karşılama imkânı sunan yeni bir dinî liderlik modeli olarak
ortaya çıkmıştır. Nitekim 2003’te sağlık kuruluşlarındaki, 2005’te ileri eğitim
kurumlarındaki dinî danışmanlık örgütlenmeleri “bütün inançlar ve inançsızlar için”
ilkesi çerçevesinde yeniden yapılandırılmış, buralarda her inanç grubuna temsil hakkı
tanınmıştır.34 Değişen devlet politikalarına ülkedeki Müslüman cemaatleri ve örgütleri
de aktif olarak katılmış, çoğul inançlılığa dayalı bu yeni örgütlenme biçimlerini uzun
31
Kamu kurum ve kuruluşları ile imzalanan protokoller 2007’de Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu (SHÇEK) ile başlamış, 2008’de Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (ASAGEM),
2009’da Sağlık Bakanlığı ve 2010’da Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) protokolleri ile
devam etmiştir. SHÇEK ile imzalanan protokoller 2011’de yenilenmiştir.
32
KSGM ve BM Nüfus Fonu işbirliği ile yürütülen “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesinde Din
Görevlilerinin Katkısının Sağlanması Semineri” (2008-2014) ve Sağlık Bakanlığı işbirliği ile yürütülen
“Çocuk Cinsel İstismarına Yaklaşım – Uç Noktada Çocukla Karşılaşan Personelin Eğitimi Semineri”
(2011), kurumsal işbirliği ile yürütülen seminerlere örnek olarak gösterilebilir. Bunun dışında gerek
merkez, gerekse taşra teşkilatları tarafından halka yönelik pek çok eğitici faaliyetler düzenlenmektedir.
33
Gilliat-Ray, Muslims in Britain, s. 175-176. 2008’de yayınlanan “Şiddet içerikli aşırılıkları önleme:
görev dağılımı için bir strateji” (Preventing Violent Extremism: A strategy for delivery) başlıklı rapor,
İngiliz Devleti’nin 11 Eylül sonrası Müslümanlara yönelik politikasındaki değişimi en bariz şekilde
yansıtan bir belgedir. Bk.
http://www.northants.police.uk/files/documents/Terrorism/pr%5EPreventing%20Violent%20Extremis
m.pdf
34
Sağlık teşkilatındaki yapılanma için bk. http://www.mfghc.com/about.htm, ileri eğitim
kurumlarındaki yapılanma için bk. http://www.fbfe.org.uk/contact/. İngiltere’de Müslüman dinî
danışmanlar, hâlihazırda ordu, hapishane, hastane ve eğitim kurumlarında görev almaktadır.
47
yıllardır dile getirdikleri toplumsal taleplerin gerçekleşmesi noktasında bir fırsat
olarak değerlendirmişlerdir.35
İngiltere’de dinî danışmanlık hizmetleri, her kurumun kendi bünyesinde
oluşturduğu çoğul inançlı dinî danışmanlık kurulları çerçevesinde yürütüldüğü için,
Müslümanlara yönelik dinî danışmanlık hizmetlerini yöneten DİB’e benzer bir
merkezi idareden söz etmek mümkün değildir. Kurumların bünyesinde oluşturulan bu
kurullar danışma ve koordinasyon işlevini üstlenmekle birlikte, idari bir hüviyete
sahip değildir. Dolayısıyla her kurum ve kuruluş kendi hizmet politikası
doğrultusunda dinî danışman görevlendirmekte, buna bağlı olarak dinî danışmanlığın
görev tanımı, danışmanın görev aldığı sektöre ve tam zamanlı ya da yarı zamanlı
istihdam edilişine göre değişmektedir. Bununla birlikte, hangi kurumda çalışırsa
çalışsın bir Müslüman dinî danışmanın temel görevi, oradan hizmet alan
Müslümanların dinî vecibelerini yerine getirebileceği imkânları sağlamak ve
sorunlarıyla bire bir ilgilenmektir. Ancak İngiltere’deki Müslüman dinî danışmanlar,
görev
aldıkları
sorumluluklar
kurumlarda
üstlenmektedir.
yönetmeliklerle
Dinî
gün
ve
belirlenen
gecelerle
görevlerin
ilgili
ötesinde
programların
organizasyonuyla ilgilenmekte, kurumsal hataların yol açtığı problemli durumlarda
sorun çözme görevini icra etmektedir. Bu yönüyle dinî danışmanların, görev yaptıkları
kurum ile oradan hizmet alanlar arasında köprü oluşturduğu söylenebilir. Ayrıca dinî
danışmanlar, bağlı bulundukları kurumlarda hizmet alan ve hizmet veren gayrı
müslimlerin İslâm’ı doğru kaynaklardan öğrenmesine yardımcı olmaktadır. Tam
zamanlı görev yapan dinî danışmanlar, bu rollerin dışında bağlı bulundukları kurumda
diğer elemanların eğitimi ve kurum politikasının şekillenmesi gibi roller de
üstlenmektedir. 36
5) Dini rehberlik ve danışmanlık hizmetlerinde eleman profili:
Her iki ülkede de dinî rehberlik ve danışmanlığın gelişimi, bu hizmeti
verebilecek eğitim ve tecrübe altyapısına sahip eleman sayısındaki artışla da yakından
ilgilidir. Türkiye örneğine bakıldığında, 2011 itibarıyla AİRB bünyesinde görev
yapan 900’e yakın personelin 600’den fazlasının kadın olduğu görülür. Önemli bir
kısmı dinî yüksek okul mezunu olan bu elemanların istihdamı 2004’de başlayan kadın
35
Gilliat-Ray, Muslims in Britain, s. 169.
Leadership and Capacity Building in British Muslim Communities: the case of Muslim chaplains –
Project Summary, September 2011, s. 4-5.
36
48
vaiz ve akabindeki kadın KKÖ alımlarıyla doğrudan alakalıdır. 2003’te 2450 olan
kadın din görevlisi sayısı, 2010 itibarıyla 3742’ye ulaşmış, bu rakamın haricinde
2005-2009 yılları arasında 7000 sözleşmeli kadın KKÖ kadrosu tahsis edilmiştir.37
Kadın din görevlilerinin önemli bir kısmının üniversite mezunu olması ve bunun
yanısıra öğretmenlik tecrübesi olan birçok kadının DİB bünyesinde istihdamı,
tecrübeli ve yetişmiş eleman avantajını kuruma taşımıştır.
İngiltere’de Müslüman dinî danışman sayısı yaklaşık 450 olarak tahmin
edilmektedir. Bunların yarıya yakını hapishanelerde görev almaktadır. Yapılan
araştırmalar, Müslüman dinî danışmanların yaklaşık 3’te 2’sinin dinî eğitim
altyapısının olduğu, eğitim alanların yarısının İngiltere’de eğitim gördüğü ve Pakistan
medreselerinin eğitim sistemini uygulayan “Dâru’l-ulûm”lardan mezun olduğunu
göstermektedir. Bununla birlikte dinî danışmanlar gerek eğitim aldıkları kurumlar,
gerekse mensup oldukları mezhep, meşrep, cemaat vb. özellikler açısından çeşitlilik
arzetmektedir.38 Müslüman dinî danışmanlardan birçoğu, bu görevi icra etmeden önce
ya da görevle birlikte bulundukları bölgelerin camilerinde imamlık yapmaktadır.
Dolayısıyla edindikleri mesleki tecrübeye bağlı olarak hizmet verdikleri bölgenin; en
azından cami cemaatinin sosyal ve ailevi problemlerinden haberdardır. Bu durum,
bağlı bulundukları kurumlarda hizmet verdikleri Müslüman bireylerle diyalog kurma
noktasında kendilerine kolaylık sağlamaktadır.39 Üniversitelerde görevlendirilen
Müslüman dinî danışman profili, bu genel çerçevenin dışındadır: Bunların önemli bir
kısmı başka ülkelerde dünyaya gelmiş ya da mühtedi Müslümanlardır ve pek çoğunun
yüksek dinî eğitim altyapısı yoktur. Genellikle gönüllü yahut yarı zamanlı olarak
görev yapmaktadırlar ancak mezun öğrenci ya da öğretim görevlisi olduklarından,
kampüs hayatını yakından tanımaktadırlar. Öte yandan dinî danışman olarak görev
alan kadınların çoğu, bağlı bulundukları cemaatlerde bayanlara yönelik din eğitimi ve
sosyal faaliyetler düzenleyen kişilerdir.40
6) Hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim faaliyetleri:
Önemli bir kısmı vaiz olan AİRB görevlileri, asgari İlahiyât fakültesi
mezunudur. İçlerinden bazıları bunun yanısıra Dinî Yüksek İhtisas Merkezleri’ni
37
Kadın ve Aileye Yönelik Çalışmalar, s. 76; Diyanet İşleri Başkanlığı İstatistikleri 2010, Ankara
2011, s. 15.
38
Project Summary, s. 1-2.
39
Yüksel Çamur, Fatma, İngiltere’de Müslümanlara Yönelik Dinî Danışmanlık Hizmetleri ve Bu
Hizmetler İçin Eleman Yetiştiren Kurumlar – The Markfield Institute Of Higher Education Örneği
(yayınlanmamış rapor), Ankara 2010, s. 29.
40
Project Summary, s. 3.
49
bitirmiştir ya da yüksek lisans veya doktora çalışmasına devam etmektedir. 2003
yılından bu yana AİRB görevlilerine 2’şer hafta süreyle aileyi ilgilendiren problemler
ve temel iletişim becerileri üzerine seminerler düzenlenmiş, 541 AİRB görevlisi bu
seminerlere katılmıştır.41 Bu seminerlerin dışında yurt çapında görev yapan AİRB
görevlilerinin katılımıyla tecrübe paylaşımı toplantıları düzenlenmekte,42 çocuk
yuvalarına giden personele hizmet içi eğitim seminerleri verilmektedir.43 Öte yandan
2007 yılından beri Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde faaliyet gösteren
Yaygın Din Öğretimi ve Uygulamaları Bölümü de öğrencilerine, AİRB bünyesinde
yürütülen dinî rehberlik ve danışmanlık faaliyetleri için gerekli olan bilgi ve beceriler
kazandırmaktadır. Hâlihazırdaki bu hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim faaliyetleri,
yetersiz olmakla birlikte yakın gelecekte dinî danışmanlığın teorik altyapısını
oluşturma yönünde umut vaad etmektedir.
İngiltere’de Müslüman dinî danışmanların mesleki eğitimi, hizmet öncesi ve
hizmet içi olmak üzere iki grupta ele alınabilir. Hizmet içi eğitimler, dinî
danışmanların görev aldıkları kurumlar tarafından düzenlenmektedir. Dinî danışman
olarak çeşitli kurumlarda görev almayı arzu eden bireyler, The Markfield Institute of
Higher Education (MIHE)44 bünyesinde teorik ve pratik eğitim alma imkânına
sahiptir. Eğitim masraflarının bizzat katılımcılar tarafından karşılandığı bu kurslar iş
garantisi sunmamakta ancak iş başvurularında avantaj sağlamaktadır. MIHE’nin bağlı
olduğu Islamic Foundation bünyesinde, 90’lı yıllardan itibaren hastaneler başta olmak
üzere
çeşitli
kamu
kuruluşlarına,
buralardan
gelen
talepler
doğrultusunda
kendilerinden hizmet alan Müslümanlar ve ihtiyaçları konusunda seminerler
düzenlenmiştir.
İlk
başlarda
eğitim
programlarının
format
ve
içeriğinin
belirlenmesinde talepte bulunan kuruluşlar yardımcı olmuşlardır ancak sonraki
yıllarda vakıf bünyesinde hazırlanan paket programlar çerçevesinde, talepte bulunan
kurumlara ilgili konularda eğitimler verilmiştir. Bu eğitim faaliyetleri 2003 yılından
41
Bu rakamlar Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 2011 Kasım ayı rakamları olup, günden güne
değişiklik arzetmektedir.
42
Kadın ve Aileye Yönelik Çalışmalar, s. 27.
43
http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dinhizmetleriweb/giris.htm
44
MIHE, çoğunluğu Britanya üniversitelerinde eğitim gören akademisyenler öncülüğünde 1973 yılında
kurulan “Islamic Foundation” vakfının eğitim kuruluşudur. 2000 yılında Leicester’in Markfield
kasabasında faaliyet göstermeye başlamıştır. Kuruluşundan beri çeşitli üniversitelerle işbirliği ile İslam
Hukuku ve İslam Ekonomisi üzerine doktora programları yürüten MIHE, Britanya eğitim sistemi
tarafından onaylı eğitim ve diploma veren bir yükseköğretim kurumu hüviyetini taşımaktadır. (ayrıntılı
bilgi için bk. Gilliat-Ray, Muslims in Britain, s. 101-103, Hefner, Robert W. & Qasim Zaman,
Muhammad (editör), Schooling Islam: The Culture and the Politics of Modern Muslim Education,
Princeton University Press, Princeton 2007, s. 235-237.)
50
itibaren MIHE bünyesinde profesyonel bir programa dönüştürülmüş, kamu kurum ve
kuruluşlarının talep ettiği Müslüman dinî danışman yetiştirmeye yönelik “Müslüman
Dinî Danışman Eğitimi Sertifikası” (Certificate in Training of Muslim Chaplains)
programı açılmıştır.45 Bu program, teorik ve pratik olmak üzere iki kısımdan
oluşmaktadır.
Toplam sekiz ay süren kursta her ayın bir günü teorik derslere tahsis
edilmekte, kursiyerler diğer günler kendileri için belirlenen bir hapishane, hastane ya
da eğitim kurumunda staj görmektedir. Teorik derslerde Danışmanlık Hizmetlerine
Giriş, Adliye Sistemi ve Ceza Hukukuna Giriş, Sağlık Hizmetlerine Giriş, Eğitim
Sistemine Giriş, İletişim Metodolojisi, Danışmanlık ve Dinleme Becerileri, İslâm’da
Manevi Bakım, İslâm’da Manevi Gelişim ve Dinler Arası İlişkiler üzerine dersler
verilmektedir. Dersler interaktif bir sınıf ortamında verilmekte olup, öğrencinin yazılı
ödevler hazırlaması, sunum yapması, grup çalışmalarına katılması gibi etkinliklerde
bulunması gerekmektedir. En az 60 saat pratik eğitim alan öğrencilere
yerleştirildikleri kuruluşlarda birer danışman tayin edilmekte ve böylelikle ilgi
duyduğu alanla ilgili gözlem, pratik ve tecrübe kazanması amaçlanmaktadır.
Yılsonunda öğrencinin başarılı sayılabilmesi için teorik derslerden elde ettiği bilgiyi
kendi beceriyle birleştirerek pratiğe dökmesi beklenmektedir.46
7) Müslümanlara yönelik dini rehberlik ve danışmanlık hizmetleri
üzerine yapılan akademik araştırmalar:
Türkiye ve İngiltere’de henüz çok yeni olan Müslümanlara yönelik dinî
rehberlik ve danışmanlık hizmetleri üzerine akademik çalışmalar, erken sayılabilecek
bir dönemden itibaren başlamıştır. Türkiye’de dinî danışmanlığın teorisi ve pratiği ile
ilgili ilk telifler bu hizmetler henüz uygulamaya geçmeden 1997 yılında verilmeye
başlamış,47 AİRB faaliyetlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte uygulamaya yönelik
araştırmalar çoğalmıştır.48 Bu çalışmalar dinî danışmanlığın mahiyeti ve gelişimi ile
45
Dr. Ataullah Siddiqui (MIHE eski müdürü), 18.06.2009 tarihli yüz yüze görüşme.
http://www.mihe.org.uk/muslim-chaplains
47
Konuyla ilgili ilk çalışmalar şu yüksek lisans tezleridir: Altaş, Nurullah, Hastanelerde Din ve Moral
Hizmetleri, AÜSBE, Ankara 1997; Ok, Üzeyir, Dinsel Danışmanlığın Teorik Çatısı, AÜSBE, Ankara
1997.
48
Konuyla ilgili yüksek lisans tezlerinden inceleme imkânı bulabildiklerimiz şunlardır. Kahvecioğlu
Karaca, Feyza, Din Hizmetlerinde Dinî Danışmanlık ve Rehberlik, SDÜSBE, Isparta 2010; Şahin,
Tuba Kevser, Dinî Danışmanlık Bağlamında Aile İrşat ve Rehberlik Büroları, SÜSBE, Konya 2010;
Çiftkat, Saadet, Diyanet İşleri Başkanlığı Bünyesindeki Aile İrşat ve Rehberlik Hizmetlerinin Din
Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi (Elazığ İli Örneği), Konya 2011.
46
51
ilgili teorik çerçeve çizmekte, bürolara yöneltilen sorular bağlamında AİRB hizmetleri
hakkında bilgi ve değerlendirmeler sunmaktadır. Tamamı yüksek lisans tezi olan bu
çalışmalar, karteks kayıtlarına dayalı olarak hazırlanmaları sebebiyle AİRB
faaaliyetlerini kayda geçtiği ölçüde yansıtabilmektedir. Kurum içi ve kurum dışı
faaliyetleri yerinde gözlemlemeye ve AİRB çalışanları ile derinlemesine mülakatlara
dayalı geniş çaplı araştırmalar henüz yapılmamıştır.
İngiltere’de hâlihazırda Cardiff Üniversitesi Birleşik Krallıkta İslam
Araştırmaları Merkezi (Centre for the Study of Islam in UK, Cardiff University)
tarafından Müslümanlara yönelik dinî danışmanlık hizmetlerinin teorik altyapısı ve
pratik sonuçları hakkında ilk detaylı ve geniş alan araştırmasını yürütülmektedir.
“Britanya Müslüman Toplumunda Liderlik ve Kapasite Geliştirme: Müslüman Dinî
Danışmanlar Örneği” (Leadership and Capacity Building in the British Muslim
Community: the case of ‘Muslim Chaplains’) başlığını taşıyan araştırma, resmi ve
gayrı resmi birçok kuruluştan destek almaktadır.49 Dinî danışmanların özellikleri,
üstlendikleri görevler ve karşılaştıkları zorluklar, çalıştıkları kurumlarla olan ilişkileri,
dinî danışmanlığın günümüzdeki etkileri ve gelecekteki muhtemel gelişimi konuları
çerçevesinde yürütülen bu araştırma, 28 aylık zaman dilimine yayılmıştır. İlk yılda
çeşitli kuruluşlarda görev yapan erkek ve kadın 65 dinî danışman ile yüzyüze
görüşmeler gerçekleştirilmiştir. İkinci yıl, 16 danışmanın görev yerlerinde ve MIHE
öğrencilerinin
eğitim ortamlarında gözlemlenmesi ve
onlarla derinlemesine
mülakatlar yapılmasına ayrılmıştır. Bu mülakatlarda onların ekip çalışmasındaki
performanslarını gözlemlemek ve işveren / yöneticilerin kendileri ve yaptıkları iş
hakkındaki görüşlerini almak hedeflenmiştir. Üçüncü yıl, elde edilen bulguların
analizi ve İslamî dinî danışmanlık eğitimi ile ilgili muhtemel literatürün
hazırlanmasına tahsis edilmiştir.50 2008’de başlayan projeden elde edilen sonuçlar
2010’dan itibaren kamuoyuyla paylaşılmaya başlanmıştır.51
49
Bu araştırma programı, birer resmi kuruluş olan Sanat ve Beşeri Bilimler Konseyi (Arts and
Humanities Research Council) ve Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Konseyi (Economic and Social
Research Council) tarafından finanse edilmiştir. MIHE ve Cardiff Üniversitesi Dinî Danışmanlık
Araştırmaları Merkezi (the Centre for Chaplaincy Studies, St. Michael’s College, Cardiff) akademik
danışmanlık hizmeti vererek proje için işbirliği yapmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bk.
http://www.cardiff.ac.uk/share/research/centres/csi/research/muslimchaplaincyproject/index.html
50
Omar, Ali, proje eski araştırma görevlisi, 02.07.2009 tarihli yüzyüze görüşme.
51
Proje sonrası yapılan yayınlar ve düzenlenen konferanslar hakkında bk. Muslim Chaplaincy
Newsletter 2010, Muslim Chaplaincy Newsletter 2011.
http://www.cardiff.ac.uk/share/research/centres/csi/research/muslimchaplaincyproject/index.html
52
8) Dini rehberlik ve danışmanlık uygulamalarında hizmet muhtevası:
Dinî danışmanlık kavramının ne anlama geldiği, her iki ülkede de geniş
kitleler için hâlâ meçhul bir kavramdır. Nitekim Türkiye’de AİRB’ye müracaat
edenlerin büyük çoğunluğu AİRB’nin varlığından habersizdir ve “dinî sorularına
cevap almak istediklerini” belirterek söze başlamaktadırlar. Bir kısmı basit bir fetva
sorusu veya dua talebi olarak gündeme gelen bu tür müracaatların altından, geçmişte
yaşanan travmaların yahut da süregelen ilişki sorunlarının yol açtığı derin sorunlarla
karşılaşılmaktadır. Bu noktada AİRB görevlisi, çoğu zaman asıl problemin sorulan
sorudan daha geniş çaplı olduğu konusunda danışan üzerinde farkındalık uyandırmak
durumunda kalmakta ve çözüm için çok yönlü tavsiye ve yönlendirmelerde
bulunmaktadır.52 Bu yönüyle AİRB görevlisi, fetva ve rehberlik rollerinin ikisini
birden üstlenmektedir. Bununla birlikte verilen hizmet “dinî danışmanlık” kavramının
muhtevasıyla bire bir örtüşmemektedir. Zira nöbet usulü sürdürülen büro hizmetinde
görevliler sadece haftanın belli bir günü bulunduklarından, danışanları takip etmekte
sıkıntı çekmektedir. Diğer yandan kurum dışında çocuk yuvaları ve yetiştirme
yurtlarında verilen hizmet, “din eğitimi” ve “manevi yardım” arasında, henüz sınırları
belirlenmemiş bir faaliyet olarak karşımıza çıkmaktadır. AİRB görevlisi ilgili
kurumlara bir nevi “misafir görevli” statüsünde gitmekte, dolayısıyla AİRB görevlisi
ile ilgili kurumun personelinin verilen hizmetin mahiyeti ve çerçevesi hakkındaki
algısı birbirinden farklı olabilmektedir. Kurum içi ve kurum dışı yapılan faaliyetler
şüphesiz ki büyük bir ihtiyaca tekabül etmekle birlikte, gerek icra edilen rehberlik ve
danışmanlık faaliyeti için özel bir unvan ihdas edilmemiş olması, gerekse görev
tanımındaki belirsizlikler, AİRB görevlisinin etkin ve öncü din görevlisi rolü
üstlenmesine mani olmaktadır.
İngiltere örneğine bakacak olduğumuzda, ülkede yaşayan Müslümanların
önemli bir çoğunluğunun, dinî danışmanlığın ne anlama geldiği konusunda herhangi
bir fikri yoktur. Ancak dinî danışmanlığın önceden tanımı yapılmış bir resmi statü
olması sebebiyle, Müslüman dinî danışmanlar açısından yaptıkları işin mahiyeti
52
16.10.2008’de Ankara’da yapılan bir müracaatta danışan, son zamanlarda davranışlarının değiştiğini,
büyüden şüphelendiğini ve buna karşı hangi duanın okunacağı sorusunu AİRB görevlisine yöneltmiş,
yapılan detaylı yüzyüze görüşmede, alkol sorunu ile birlikte süregelen fiziksel, cinsel ve ekonomik
şiddet ve bunun doğurduğu ağır problemler ortaya çıkarılmıştır. Ne var ki soru ve cevabın kısaca not
edinilmesiyle yetinilmek zorunda kalındığından, kartekslerden danışma sürecinin seyri ve mahiyeti ile
ilgili bir bilgiye ulaşılamamaktadır.
53
noktasında ortak bir kanaat mevcuttur.53 Bununla birlikte Müslüman dinî
danışmanlardan beklenen roller ve görev yaptıkları kurumlarda üstlendikleri vazifeler,
resmi
tanımları
fazlasıyla
aşmaktadır:
Müslüman
dinî
danışmanlar
gerek
Müslümanların, gerekse gayrimüslimlerin sosyo-politik sorularına geniş bir
perspektiften cevap vermek, dinler arası tartışmalara katılabilmek durumundadırlar.
Ayrıca bağlı bulundukları kurumun bürokratik sistemi içerisinde aktif rol alabilme
yeterliliğine de sahip olmalıdırlar.54 Dinî danışmanların üstlendiği belki de en önemli
rol, hizmet verdikleri Müslüman bireylerin geleneksel değerler ile yaşadıkları
toplumun değerleri arasında yaşadıkları çatışmayı aşmakta yardımcı olmalarıdır.55 Öte
yandan dinî danışmanlar yeni bir din görevlisi modelinin öncüsü olmuşlardır. Zira
herhangi bir grubun / mezhebin değil, bağlı bulundukları kurumun ve mensubu
oldukları dinin temsilcisi konumundadırlar. Kendi mesleki birliklerini kurarak
mezhep / cemaat merkezli dinî örgütlerin dışında yeni bir örgütlenme modeli ortaya
koymuşlardır. Sosyal güvencesi ve düzenli maaşı olması yönüyle dinî danışmanlık,
aynı zamanda cazip bir iş imkânıdır. Bütün bu gelişmeler, Müslümanlar için dinî
danışmanlığın yeni bir profesyonel mesleğe dönüştüğünün de göstergesidir. 56
9) Dini rehberlik ve danışmanlık uygulamalarındaki belirsizlikler:
Her iki ülkede de Müslümanlar için dinî danışmanlık, oluşum aşamasındaki bir
faaliyet alanı olduğu için, kurumsal yapılanma ve yasal altyapıda belirsizlikler söz
konusudur. Türkiye’de DİB bünyesinde 2003’den beri fiilen var olan AİRB’nin
hizmet yönergesi 2010’da çıkmış, 2011’de yürürlüğe giren yeni teşkilat yasası ile
AİRB, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü Aile ve Dinî Rehberlik Daire Başkanlığı’na
bağlanarak kurumsal yapı içerisinde yerini almıştır. Bu yasal düzenlemeler çok yeni
olduğundan mevcut belirsizlikleri bertaraf etme noktasındaki katkısı henüz farkedilir
seviyede değildir. Kurum dışı faaliyetler ise, ilgili kuruluşlarla imzalanan protokoller
çerçevesinde yürütülmektedir. AİRB’nin kurum dışı faaliyetlerinin doğrudan bir yasal
53
Project Summary, s. 7-8.
Gilliat-Ray, Muslims in Britain, s. 171-173.
55
Bu durum en çok eğitim kurumlarında görev yapan dinî danışmanlar için geçerlidir. Bir kolej
müdürü, dinî danışmanların nasıl köprü rolü üstlendiklerini şöyle anlatmaktadır: “Bizim için dinî
danışmanlığın en önemli yönü, yerel dinî gruplara ulaşabilmemizi sağlamasıdır. Dinî danışmanımız
onların arasına girip de gerekli bağlantıları kuruncaya kadar, 16-19 yaş arası Asya kökenli
öğrencilerimizi mesleki eğitim kurslarına kaydedemiyorduk. Çünkü her ne kadar öğrencilerimiz bu
kurslara ilgi duysa da, aileler ehemmiyet vermiyordu.” Bk. Faiths and Further Education: A Handbook
-Towards a Whole-college Approach to Chaplaincy for a Pluralist Society-, Kasım 2005, s. 31.
http://readingroom.lsc.gov.uk/lsc/2005/quality/goodpractice/faiths-and-fe-handbook.pdf
56
Gilliat-Ray, Muslims in Britain, s. 171-173.
54
54
düzenleme olmaksızın protokollere bağlı olması, oralarda verilen din hizmetini ilgili
kuruluşların kurumsal politikalarındaki değişikliklerden etkilenmeye açık hale
getirmektedir.
İngiltere’de ise dinî danışmanlık hizmeti verilen kurumlarda çoğul inançlılık
esasına dayalı bir yapılanmaya geçiş sağlansa da, bu kurumlarda eskiden beri mevcut
Anglikan Kilisesi örgütlenmeleri hâlâ etkinliğini sürdürmektedir. Çoğul inançlı ekip
içerisindeki sayıca fazla ve etkin olan Hristiyan dini danışmanlar diğer inanç
mensuplarını dışlayıcı bir tutuma sahipse, bu durum Müslüman dinî danışmanların
görevlerini ifa etmesi önünde engel oluşturabilmektedir.57 Bunun en bariz
örneklerinden birisi, sağlık hizmetlerinde yaşanmaktadır. Her dinin temsil edilmesini
sağlamak üzere 2003 yılında “Sağlık Hizmetleri İçin Çoğul İnançlı Grup” (Multifaith
Group of Healthcare Chaplaincy - MFGHC) kurulsa da, hastanelerdeki dinî
danışmanlık hizmetlerinin organizasyonunda en etkin rol, hâlâ Anglikan Kilisesi’nin
bir örgütü olan “Sağlık Hizmetleri Dinî Danışmanları Konseyi” (Healthcare
Chaplaincies Council – HCC) elindedir. MFGHC ve HCC arasındaki hiyerarşi ve
görev dağılımı henüz kesin çizgilerle belirlenememiştir. Bu sebeple dinî
danışmanların seçimi ve görevlendirilmesinde hedefleri birbirinden farklı birden fazla
kuruluşun müdahil olması, hizmette verimliliği azaltmaktadır.58
10) Fırsatlar – avantajlar:
Gerek Türkiye’de gerekse İngiltere’de henüz gelişme aşamasında olan
Müslümanlara yönelik dinî rehberlik ve danışmanlık hizmetleri, her iki ülkede de
geleceğe yönelik farklı fırsatları içince barındırmaktadır. Türkiye’de DİB’in din
hizmetlerini yürüten tek yasal kuruluş olması, hizmet organizasyonu açısından bir
avantajdır. Kurumumuzun mezhep ve meşrep ayırımı gözetmeyen hizmet anlayışı,
dinî danışmanlığın “her bireyin farklılıklarını dikkate alma ancak ayırım yapmama”
ilkesi ile uyum arzetmektedir. Bunun yanısıra AİRB görevlilerin ortak bir yüksek dinî
eğitim altyapısına sahip olması ile aynı kültür ve değerler dünyası içerisinde yetişmiş
olması, hizmet kalitesini yükselten ve hizmette birliği sağlayan bir unsurdur. Öte
yandan DİB’e eleman yetiştiren İlahiyât fakültelerinin akademik birikimi, bu alanda
ihtiyaç duyulan dinî söylemi geliştirebilecek, gerektiğinde bu hizmetlerde
57
The Siddiqui Report, Islam at Universities in England, Meeting the Needs and Investing in the
Future, Nisan 2007, s. 48. http://www.mihe.org.uk/the-siddiqui-report
58
Yüksel Çamur, İngiltere’de Müslümanlara Yönelik Dinî Danışmanlık Hizmetleri, s. 23.
55
kullanılabilecek materyali üretebilecek seviyededir. Bir başka ifadeyle gerek
akademik, gerekse kurumsal birikimiyle ülkemiz, dini danışmanlığın hem teorik hem
de pratik altyapısını oluşturacak ve bunları İslâm dünyası ve Müslüman topluluklarla
paylaşacak yegâne İslâm ülkesidir.59
İngiltere’de ise Müslümanların dinî danışmanlık hizmetine katılımından önce
köklü ve yerleşmiş bir dinî danışmanlık sisteminin varlığı, uygulama açısından büyük
bir avantajdır. Müslüman dinî danışmanlar, dinî danışmanlığın kamu kurum ve
kuruluşlarındaki yeri ile ilgili tartışmalar sözkonusu olmaksızın belirlenen yasal
çerçevede görevlerini ifa etmektedirler. Ayrıca gerek hizmet öncesi, gerekse hizmet
içi verilen pratik ağırlıklı eğitimler, İngiltere’deki Müslüman dinî danışmanlara
mesleki bilgi ve beceri konusunda kısa zamanda önemli mesafeler kaydettirmiştir.
11) Teklifler:
Sunduğumuz bütün bu bilgi ve değerlendirmeler ışığında, Başkanlığımızca
büyük bir özenle yürütülen ve kısa zamanda önemli mesafe kaydeden AİRB
çalışmalarının geliştirilmesi için kısa ve orta vadede bazı adımların atılması
gerekmektedir. Kısa vadede uygulanmasını uygun gördüğümüz öneriler şunlardır:
1)
Bürolarda yürütülen dini rehberlik hizmetindeki en önemli eksiklerden
birisi,
görevlilerin
danışmanlık
bilgi
ve
becerileri
konusundaki
yetersizlikleridir. Bu konu ile ilgili paket programlar hazırlanarak,
hâlihazırda 2 haftalık seminer almış olan AİRB görevlilerine kurslar
düzenlenmelidir.
2)
Yapılan müracaatlarda dile getirilen sorunların psikolojik boyutu ile ilgili
sağlıklı tavsiye ve yönlendirmeyi sağlamak amacıyla, merkezi bürolara
psikolojik rehber ve danışman tayin edilmeli, AİRB görevlileri ile koordine
halinde çalışmaları sağlanmalıdır.
Orta vadede uygulanması faydalı olabilecek öneriler ise şunlardır:
59
Dr. Ataullah Siddiqui, 18.06.2009 tarihinde MIHE’de gerçekleştirdiğimiz yüzyüze görüşmede,
burada verilen eğitimin teorik açıdan eksikliğini ve konuyla ilgili işbirliği ihtiyacını şu sözlerle dile
getirmektedir:“Eğitim programımızın teorik çerçevesi konusunda iddialı konuşamayacağım. Maalesef,
gerek İslâm’ın nefs teorisini, gerekse İslâm’da manevi bakım hizmetlerini anlatırken, son derece genel
bir dini perspektif vermekle yetiniyoruz. Zira elimizde İslâm dini kaynaklarındaki bilginin bu alana
nasıl aktarılacağına dair bir materyal yoktur. Bu, ciddi bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın karşılanması için
Türkiye başta olmak üzere diğer Müslüman ülkelerin ve toplulukların tecrübelerinden ve bilgi
birikimlerinden faydalanmayı önemsiyoruz.”
56
1)
Hâlihazırda uygulanmakta olan AİRB faaliyetlerinin mevcut durumunu
tespit etmek üzere, üniversitelerle işbirliğine gidilerek geniş kapsamlı bir
alan araştırması yapılmalıdır. Böylelikle hizmetteki aksaklıklar ve ihtiyaçlar
bilimsel yöntemlerle yerinde tespit edilecek, geleceğe yönelik sağlıklı
projeler hazırlanacaktır.
2)
Başbakanlık Bilgi-Görgü Artırma Kontenjanı ile yurtdışına giden
kurumumuz elemanlarının, MIHE gibi Müslüman dini danışman sertifikası
veren kurumlarda eğitim alarak, dini danışmanlık eğitim programları
konusunda uzmanlaşması sağlanmalı, elde edilen birikimin Başkanlık
içerisinde etkin bir şekilde değerlendirilmelidir. Böyle bir girişim, AİRB
tecrübesinden uluslar arası platformda istifade edilmesini de beraberinde
getirecektir.
3)
İlahiyât fakültelerindeki Yaygın Din Öğretimi ve Uygulamaları Bölümü
müfredatı, AİRB’in hedeflerine uygun bir şekilde geliştirilmelidir.
Başkanlığımız, İlahiyât fakülteleri ile işbirliğine giderek dini danışmanlık
ve rehberlik üzerine uygulamalı yüksek lisans-doktora programları
hazırlamalı, sosyal içerikli din hizmeti verilen bütün resmi kurum ve
kuruluşlarda geçerliliği olan sertifika ve diplomaların belirlenmesi yoluna
gidilmelidir.
4)
Hâlihazırda mevcut fıkıh eksenli irşad dili ve fetva mantığının dini danışma
ve rehberlik hizmetlerindeki yetersizliğinden hareketle, sorun merkezli bir
din dili geliştirmek üzere Temel İslâm Bilimleri ve Felsefe ve Din Bilimleri
bölümlerinde inter disipliner akademik çalışmalar teşvik edilmelidir.
5)
Kurum durum dışı faaliyetlerde, kurumlar arası anlayış farklılıklarının
doğurduğu sıkıntıları en aza indirmek ve standart ve devamlı bir hizmet
modeli oluşturabilmek için, geçici protokoller yerine kalıcı yasal
düzenlemeler yapılmalıdır.
6)
Bütün bu altyapı çalışmalarının neticesinde, gelişmiş ülkelerdeki kriterlere
uygun bir “Müslüman dini danışmanlık” modeli oluşturması, dini
danışmanlığın kurum içerisinde bağımsız bir unvan ve kadro haline
dönüşmesi hedeflenmelidir.
57
KAYNAKÇA:
* Kitaplar:
Aydın Bıçak, Canan, Kadın ve Aileye Yönelik Çalışmalar – 2007-2009, Ankara: DİB
Yayınları, 2010.
Beydilli, Kemal, Osmanlı Döneminde İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü, İstanbul:
Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001.
Diyanet İşleri Başkanlığı İstatistikleri 2010.
Evans, G. R. (editör), A History of Pastoral Care, Cromwell Press, London-Newyork,
2000.
Gilliat-Ray, Sophie, Muslims in Britain, New York: Cambridge University Press,
2010.
Hefner, Robert W. & Qasim Zaman, Muhammad (editör), Schooling Islam: The
Culture and the Politics of Modern Muslim Education, Princeton University Press,
Princeton 2007.
Lartey, Emmanuel Yartekwei, In Living Color: an Intercultural Approach to Pastoral
Care and Counseling (2nd edition), London & New York: Jessica Kingsley Publishers,
2003.
Oakland, John, British Civilsation: An Introduction (4th edition), London: Routledge
1998.
* Tezler / Raporlar:
Çiftkat, Saadet, Diyanet İşleri Başkanlığı Bünyesindeki Aile İrşat ve Rehberlik
Hizmetlerinin Din Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi (Elazığ İli Örneği), Konya
2011.
Kahvecioğlu Karaca, Feyza, Din Hizmetlerinde Dinî Danışmanlık ve Rehberlik,
SDÜSBE, Isparta 2010.
58
Siddiqui, Ataullah, The Siddiqui Report: Islam at Universities in England, Meeting
the
Needs
and
Investing
in
the
Future,
Nisan
2007,
s.
48.
http://www.mihe.org.uk/the-siddiqui-report
Şahin, Tuba Kevser, Dinî Danışmanlık Bağlamında Aile İrşat ve Rehberlik Büroları,
SÜSBE, Konya 2010.
Yüksel Çamur, Fatma, İngiltere’de Müslümanlara Yönelik Dinî Danışmanlık
Hizmetleri ve Bu Hizmetler İçin Eleman Yetiştiren Kurumlar – The Markfield
Institute Of Higher Education Örneği (yayınlanmamış rapor), Ankara 2010.
* Makaleler / Tebliğler / Broşürler:
Altaş, Nurullah, “Dinî Danışmanlığın Teorik Temelleri” AÜİFD, Ankara 1999, c. 41.
Altaş, Nurullah, “Hastanelerde Dinî Danışmanlık Hizmetleri (Türkiye Uygulaması
Üzerine Deneysel Bir Araştırma)”, AÜİFD, c. 39.
Arıcı, Müstakim, “Parmaklıklar Arasında Din Hizmeti: Cezaevi Din Hizmetlerinin
Dünü, Bugünü”, Din ve Hayat Dergisi, sy. 8, İstanbul 2009.
Aşıkoğlu, Nevzat, “Din Hizmetlerinin Sunumunda Alternatif Yöntem: Dinî
Danışmanlık”, I. Din Hizmetleri Sempozyumu, c. 2, Ankara 2008.
Faiths and Further Education: A Handbook -Towards a Whole-college Approach to
Chaplaincy
for
a
Pluralist
Society-,
Kasım
2005,
s.
31.
http://readingroom.lsc.gov.uk/lsc/2005/quality/goodpractice/faiths-and-fehandbook.pdf
Gatrad, A. R. & Brown, E & Sheikh, A “Developing multi-faith chaplaincy - For
spirit’s sake”, Archives of Disease in Childhood 2004, vol. 89, no: 6.
Leadership and Capacity Building in British Muslim Communities: the case of
Muslim chaplains – Project Summary, September 2011.
Mahcupyan, Etyen, “Dindarlaşarak Sekülerleşmek”, Gazetem.net, 2 Mart 2011.
http://www.gazetem.net/emahcupyan.asp?yaziid=488
59
Yavuz, Şevket, “Post/Modern bir Köyde Dinî Olanın Açılım İmkânı, Stratejileri ve
Dili”, I. Din Hizmetleri Sempozyumu, c. 1, Ankara 2008.
* Web siteleri:
http://www.cardiff.ac.uk/share/research/centres/csi/research/muslimchaplaincyproject/
index.html
http://www.counseling.org/20-20/definition.aspx
http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dinhizmetleriweb/giris.htm
http://www.fbfe.org.uk/contact/
http://www.mfghc.com/about.htm
http://www.northants.police.uk/files/documents/Terrorism/pr%5EPreventing%20Viol
ent%20Extremism.pdf
http://www.usq.edu.au/studentservices/counselling/whatiscounselling
* Yüz yüze Görüşmeler:
Dr. Ataullah Siddiqui (MIHE eski müdürü), 18.06.2009.
Ali Omar, (proje eski araştırma görevlisi), 02.07.2009.
60
YETİŞTİRME YURTLARINDA DİN HİZMETLERİ VE REHBERLİK (DİYARBAKIR ÖRNEĞİ)
Müberra AKTÜRK*
Giriş
İnsanın doğduğu zaman zayıf ve yardıma muhtaç oluşundan bahseden “Allah sizi
güçsüz olarak yarattı” mealindeki ayet, (Rum 30/54) bugünün pedagoji ve psikoloji
ilimlerince de kabul edilen, “insan yavrusunun bakılmaya ve korunmaya muhtaç oluşuna”
işaret etmektedir. Ona bu bakım ve koruma ile şefkati sunacak olan en değerli müessese ise
aile ocağıdır 60.
İnsan doğduğu ilk andan itibaren anne ve babasını taklit etmeye başlar. Çocuğun ilk
öğrenme yöntemi taklittir.61 Çocuk sahip olduğu taklit özelliği ile anne ve babasını kopya
etmeye çalışır.62 Pedagojik araştırmalar, çocuğun kişiliğinin %60 oranında okul öncesi
döneme karşılık gelen 0-6 yaş aralığında aile ortamında oluştuğunu ortaya koymaktadır. 0-6
yaş arası, çocuk gelişiminin hızla yönlendiği kritik yıllardır. Bu erken gelişim yıllarında temeli
atılan beden gelişimi, psiko-sosyal gelişim ve kişilik yapısının, ileri yaşlarda yön
değiştirmekten çok aynı yönde gelişme şansı daha yüksektir.63
Anne ve babanın müspet davranışlarının çocuğa yansıması, çocuğun dini yaşantısının
temellerini oluşturmaktadır.64 Çocuk ilk dini tecrübeyi aile ortamında edinir. Psikologlar,
çocuk dindarlığının gelişmesinde yetişkinlerin önemli etkilerini tespit ederek, neticede dini
uyanışı yetişkinlerin teşvik, destek ve etkilerine bağlamaktadırlar.65 Çocukların dini
* Diyarbakır İl Müftülüğü Toplu Konut Kur’an Kursu Öğretmeni
60
Feriha Baymur, Yeni Doğmuş Çocuk ve Süt Çağında Eğitim, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 1952, s. 14
61
Haluk Yavuzer, Ana-Baba ve Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986, s. 24
62
Laurence Pernoud, Çocuğumu Büyütüyorum, Çev: K. Denizyaran, 2. Baskı, İstanbul, 1975, s. 148
63
Haluk Yavuzer, Çocuğunuzun İlk Altı Yılı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1997, s. 9
64
Mehmet Emin Ay, Çocuğun Dîn Eğitiminde Ailenin Önemi, I. Aile ve Çocuk Sempozyumu, Bursa,
4-6 Ekim 1991.
65
Kerim Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 1983, s. 46.
61
bilgilerinin oluşması aşamasında en önemli faktörü ailenin oluşturduğu yapılan anket
sonucunda da ortaya çıkmıştır.66 Aile içinde tam olarak onaylanan dini davranış ve tutumlar,
çocuk da yer edecek, o da benzer tutum ve davranış geliştirecektir. 9-13 yaş grubunun
gelişiminde sırasıyla aile, okul ve çocuğun kişisel düşüncesinin gelişmiş olması etki yapar.67
Yetiştirme Yurtları
Aile çocuğun dini eğitiminde temel etkendir. Ancak aile ortamından mahrum olan
“Korunmaya Muhtaç Çocuk” olarak ifade edilen anne-babasız veya ihmal ya da istismar
edilen çocuklar dini eğitimden de yoksun kalmaktadırlar. Her çocuk anne ve babaya sahip
olma ve yaşanılabilir bir ev ortamında yetişme hakkına sahiptir. Ancak çeşitli sebeplerle
çocuk bu haklarından mahrum olduğunda ve yakın akrabalar tarafından sahiplenilmemesi
durumunda bakımını ve en iyi şekilde yetiştirilmesinin koşullarını devlet yerine getirir ve
kanunlarla bu ilişkiler düzenlenir. 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
Kanununa dayanarak yapılandırılan ve teşkilatlanan çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtlarında,
0-18 yaş grubunda olan korunmaya muhtaç çocuklar bulunmaktadır. Öğrenim görmeleri
halinde, bu çocuklar 25 yaşına kadar kurum hizmetlerinden faydalanmaktadırlar. Ülkemizde
korunmaya muhtaç çocuklara hizmet veren toplam 202 yetiştirme yurdu ve çocuk yuvası
bulunmaktadır.68
Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü’nün 2004
yılı sonu verilerine göre, ülkemizde halen 0-12 yaşları arasındaki 9.000 çocuk yuvalarda ve
13-18 yaşları arasındaki yaklaşık 10.000 çocuk yetiştirme yurtlarında olmak üzere toplam
19.000 çocuğa kurum bakımı altında hizmet verilmektedir. Gelişmiş toplumlarda korunmaya
muhtaç çocukların %75’i koruyucu aile yanında yaşamaktadır. Ülkemizde ise bu oran %2’lere
bile ulaşamamaktadır. Yapılan araştırmalar, kurum bakımı altında büyüyen çocukların aile
yanında büyüyen çocuklara göre daha fazla fiziksel ve davranışsal sorunlar yaşadıklarını
göstermekte ve aile ortamına benzer ilişkilerin kurulup geliştirildiği kurumlarda bu sorunların
biraz olsun azaldığını göstermektedir.69
Küçük yaşlarda yetiştirme yurtlarına yerleştirilen çocuklar fiziksel, sosyal, zihinsel ve
duygusal gelişimlerini tamamlayamazlar, diğer çocuklara göre geri kalırlar. ABD’de çeşitli
kurumlarda yetişmiş 1-4 yaş arasındaki bir grup çocukla, uygun olmayan aile koşulları
içerisinde yetişen ve anneleri çalışan bir grup çocuk karşılaştırılmıştır. Çocuklar yetişkin
oluncaya kadar izlenmiş ve topluma uyumları incelenmiştir. İnceleme sonucunda, uygun
olmayan aile koşulları içerisinde yetişen çocukların %18’inin uyumsuzluk gösterdiği ortaya
66
Beyza Bilgin, Mualla Selçuk, Din Öğretimi, Gün Yayıncılık, 4. Baskı, Ankara, 1999, s. 217
67
Talip Atalay, İlköğretim ve Liselerde Dindarlık, Dem Yayınları No: 25, İstanbul, 2005, s.87
Şerafettin Sayar http://www.sosyalhizmetuzmani.org
68
69
Harran Üniversitesi, Toplumsal Duyarlılık Projeleri.
62
konurken, uyumsuzluk oranının kurumlarda yetişen çocuklarda %34.5 gibi çok daha yüksek
bir düzeyde olduğu saptanmıştır.70
Yetiştirme yurtlarında kalan öğrencilerin kendilerini toplumdan soyutlamamaları ve
gelecekte karşılaşabilecekleri sorunların üstesinden gelebilme becerilerini geliştirebilmeleri
adına, 6-14 yaş grubu için Harran Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesinin ortaklaşa
yürüttükleri “Kendini Keşfet Projesi” çocuklar üzerinde olumlu etkiler bırakmıştır.
Bilkent Üniversitesi Öğrenci Konseyinin Toplumsal Duyarlılık Projeleri kapsamında
yürütmüş olduğu Yetiştirme Yurtları Projesi de bu alanda yapılan çalışmalardandır. Yapılan
bu çalışmalarda düzenli olarak her hafta sonu çocuklarla etkinlikler düzenlenmekte ve
onlarla vakit geçirip çeşitli sosyal aktiviteler yapılmaktadır. Projeye katılan öğrenciler
yaşadıklarından son derece memnun olduklarını ve daha fazla neler yapılabileceği hakkında
ki görüşlerini dile getirmişlerdir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ile Milli Eğitim Bakanlığı Kız Teknik
Öğretim Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol dahilinde sosyal hizmetler ve çocuk
esirgeme kurumlarının çalışma alanları ve referansları genişletilmiştir. Sosyal hizmetler ve
çocuk esirgeme kurumunda yetişmiş kız meslek lisesi mezunu olan kızların yetiştirme
yurtlarında istihdam edilmesini öngören protokol, bu alanda yapılan en iç açıcı
çalışmalardandır. Aynı ortamdan gelen “Eğitimli Bakıcı Anneler” iş ve istihdam ortamı bularak
hayata kazandırılmış, annelik yaptıkları çocukları da bildiklerinden uyum sorunları
yaşamamışlardır.71
Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü arasında imzalanan 26.02.2007 tarihli İşbirliği Protokolü; Kurum tarafından
verilen hizmetlerin ve koruyucu önleyici sosyal hizmetlerin etkin kılınarak halkın
bilinçlendirilmesinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın toplum üzerindeki etkinliğinden
yararlanmak, Kurum tarafından bakılan kadın, çocuk, genç, yaşlı, özürlü vb. kişilerin "Türk örf,
adet, inanç ve milli ahlakına sahip kendine güvenen, insan sevgi ve saygısıyla dolu, Atatürkçü
düşünce, Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun olarak yetiştirilmelerine" yardımcı olmak,
Diyanet İşleri Başkanlığı personelini Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun vermiş
olduğu hizmetler hakkında bilgilendirmek amacıyla hazırlanmıştır.
Protokolde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yükümlülükleri;
- Kurum tarafından bakılan kadın, çocuk, genç, yaşlı, özürlü vb. kişilerin “Türk örf,
adet, inanç ve milli ahlakına sahip, kendine güvenen, insan sevgi ve saygısıyla dolu,
Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun olarak yetiştirilmeleri"
amacıyla bilgilendirilmelerinde İlahiyat eğitimi almış, konusunda uzman personel
görevlendirmek suretiyle yardımcı olmak,
70
John Bowlby, Çocukları Anlamak, Gendaş Yayınları, İstanbul, 1998, s.71
71
Milli Eğitim Bakanlığı, Eğitimde İşbirliği Protokolü Uygulamaları Genelgesi, 2006/30.
63
-Toplumun bilinçlenmesinde; çocuk ihmal ve istismarının önlenebilmesi için, ailelerin
bakabilecekleri kadar çocuk sahibi olmaları, çocukları küçük yaşta
evlendirmemeleri, sokakta çalıştırılmaması, suça yöneltilmemesi ile töre
cinayetleri, koruyucu aile, ailelerin çocukları ile sağlıklı ilişki kurması ve sokakta
bekleyen tehlikeler gibi konularda toplumda bilinç ve duyarlılığın arttırılması,
- Başkanlığın din görevlilerine yönelik hizmet içi eğitim programlarında, Kurumun
vermiş olduğu hizmetlerin tanıtımına yer vermesi,
- Konu ile ilgili verilerin Başkanlığın web sayfasında yayınlanarak halka ulaşmasını
sağlaması,
- İlgili kurum ile işbirliği içerisinde bulunarak çalışmalarla ilgili gerekli koordinasyonun
sağlanması,
-Başkanlığın süreli ve diğer yayınlarının imkanlar ölçüsünde, bağlı kuruluşlarda
bulunan kütüphanelere ücretsiz olarak verilmesine yardımcı olunması
şeklindedir.72
Bilimsel olarak çocuğun en iyi yetişebileceği ortamın aile ortamı olduğu, çocuğun
kimliğini ve kişiliğini ailesinin belirlediği ve yön verdiği bilinmektedir. Şayet çocuk aile
ortamında bakılamıyorsa ve kurum bakımında ise çocuğun günlük aktivitelerini yerine
getirebilecek imkanların yanında temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek koşulların hazırlanarak
sunulması ile birlikte kişilik gelişimine katkı verebilecek, onun sağlıklı ve kendine güvenen
birey olmasını sağlayacak uygulamalara ihtiyaç vardır. Bu süreçte görev alacak personelin
kimlerden ve nasıl olacağı, öncelikle konu ile ilgili meslek elemanlarının bu tür kuruluşlarda
istihdamı çok önemlidir. Kuruluşlarda istihdam edilen sosyal hizmet uzmanı, psikolog, çocuk
gelişim uzmanı ile birlikte dini danışman da mutlaka istihdam edilmelidir.
Yetiştirme Yurdunda kalan çocukların dini rehbere ihtiyaçlarının olduğu açıktır.
Rehber ya da Dini danışman terimlerinin anlamlarına baktığımız da; Rehberlik bir insandan
diğer bir insana; problemler karşısında seçenekler sunmak, o problemleri tanımasını
sağlamak ve çözüm önerileri sunarak yardım etmek demektir. Rehberlikte, özellikle bireyin
kendini tanımasına ve gerçekleştirmesine ağırlık verilmektedir. Rehberin görevi ise, varılacak
olan nokta ve oraya giden yolları ve her birinin özelliklerini belirtmek, yolda durulacak,
görülecek noktaları işaret etmek, yanlış yollara sapılmamasına yardımcı olmaktır. Verilen
bilgilerin ışığında yollardan birini seçmek, gidiş şeklini tayin etmek, rehberlik edilenin
vereceği kararlardır.
Dini danışmanlık ise; daha çok ahlak ve ahiret problemlerinden ortaya çıkan değer
sorunlarıyla ilgilenen bir yardım mesleğidir. Dini danışman, kendisine getirilen probleme,
danışanın kendisi için belirlediği yardım kaynağı açısından yaklaşır ve danışana yardım eder.
Dini danışmanlık teori ve pratikle birlikte oluşur. 73
72
73
Sosyal Hizmetler Ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2007/ 1146
Mualla Selçuk, Din Hizmetlerinde İletişim ve Halkla İlişkiler, Anadolu Üniversitesi Yayınları,
Eskişehir, 2003, s.129-136
64
İslam dini yetimlere özellikle ilgi göstermiş, Peygamberimiz ise onlara verdiği değeri
gerek fiilleri, gerekse sözleri ile bizzat göstermiştir. Kendisi de bir yetim olarak büyümüş olan
Peygamber Efendimiz (S.A.V), bazı hadislerinde "yetimin başını okşayan kişinin eli altındaki
saçlar kadar günahının affolacağını"74 "yetimin âhını almaktan ve onu ağlatmaktan
sakınılması gerektiğini"75söylemiştir. Kur’ân-ı Kerim'de Yüce Allah, yetimlere iyi
davranılmasını (Nisa 4/36), onların isteklerini kendi isteklerinden önde tutmayı (İnsan 76/8),
onları doyurmayı (Beled 90/15), onlar için harcama yapmayı (Bakara 2/177, 215), mallarının
idaresinde en güzel tutumu göstermeyi (En’am 6/152, İsra 17/34), rüşdlerine erince mallarını
en güzel şekilde onlara vermeyi, haksızlık etmemeyi (Nisa 4/2, 6, 9), onlara kötü muamele
yapmamayı (Duha suresi 93/9) emretmiş; yetimlere ikram edilmemesini (Fecr 89/17) ve
onların ezilmesini (Maun 107/2) yermiş ve onların mallarını haksızlıkla yiyenleri karınlarına
ateş doldurmuş olanlara benzetmiştir (Nisa 4/10).
Sonuç ve Öneriler
İslâm inancının insanlığa getirdiği ilkelerden biri olan yetimleri koruma ilkesi tek
başına, İslâm dininin yetimlere verdiği önemi ve bizlerin onlarla dinimizin emri olduğu için
ilgilenmemiz gerektiğini gösterir. Yetiştirme yurtlarında kalan çocukların maddi her türlü
ihtiyaçları en iyi şekilde temin edilmeye çalışılırken, en fazla ihtiyaçları olan dini ve ahlaki
gelişimleri geri planda kalmıştır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bu alan da
en etkin desteği Din Görevlilerinin vermesi gerekmektedir.
Bu bildiri; Diyarbakır’da Yetiştirme Yurdunda kalan çocuklara yönelik yapılan din
eğitimi çalışmalarının sistemli hale getirilmesi ve uygulamanın diğer illerdeki yurtlarda da
yaygınlaştırılması için konuya dikkatleri çekmek üzere hazırlanmıştır.
Diyarbakır Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nda kalan kız öğrencilerle ve
yurt yöneticileriyle yapılan birebir görüşmelerde, öğrencilerin dini bilgilerinin seviyesinin
tespitine yönelik sorulan sorularda, öğrencilerinin kendi emsallerine nazaran yetersiz dini
bilgiye sahip oldukları görülmüştür. İlgili kurumda kalan öğrencilere ilişkin bu araştırmada
gözlem, katılımcı gözlem ve açık uçlu görüşme yöntemleri uygulanmıştır. Gözlemler
sonucunda öğrencilerin dini bilgileri edinebilecekleri bir ortam olması halinde memnun
kalacakları sonucuna varılmıştır. Yetiştirme Yurtlarında “Gönüllü Ablalık” projesi gibi varolan
çalışmaların benzerlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da uygulamaya geçirilmesi dini
bilgileri severek öğrenebilmeleri açısından olumlu olacaktır.
Diyarbakır İl Müftülüğüne bağlı Toplu Konut Kur’an Kursunun öğrencileri ile birlikte
bu alanda bir takım çalışmalarımız olmuştur. Öğrencilerle beraber yetiştirme yurdu
ziyaretlerinde bulunup, ev ortamından mahrum olan çocukları evlere davet edip, ramazan
ayında ve önemli günlerde bir araya gelerek güzel vakitler geçirilmiştir. Ziyaretlerin sonunda,
74
75
İbn-i Hanbel, Müsned V, 250.
İbn-i Mace, II, 1213
65
öğrencilerin yapılan bu ziyaretten çok memnun oldukları gözlenmiş, ilk fırsatta tekrar ziyaret
etmek istediklerini belirtmişlerdir. Çocukların ziyaretlerimize verdikleri tepkiler ise hep
olumlu olmuştur. İlk ziyaretimizde Kutlu Doğum Haftası olması münasebetiyle çocuklara
çeşitli ikramlar ve Diyanet İşleri Başkanlığının yayınlarından kitaplar hediye edilmiştir.
Gelenek haline getirmeyi hedeflediğimiz bu ziyaretlerin hem Kur’an Kursu’nda öğrenim
gören öğrenciler, hem de yetiştirme yurtlarında kalan çocuklar için faydalı olacağını
düşünüyoruz.
Resmi ziyaretlerden hoşlanmadıklarını söyleyen çocuklar, daha sıcak ve samimi
ortamlarda daha rahat hareket etmektedirler. Bu açıdan ziyaretlerimizde onların hoşlarına
gidecek uygulamalara yer vererek duygusal yakınlık sağlanmıştır.
Cezaevlerine yönelik din hizmetleri konusunu özel olarak ele alan Diyanet İşleri
Başkanlığının, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumlarında ki gençlere yönelik vaaz
programlarını da organize ederek, yurtlarda gerekli uzman personeli istihdam etmesi
gerekmektedir. Burada hizmet verecek Diyanet personelinin pedagojik formasyona sahip,
insan ilişkilerinde başarılı, hepsinden önemlisi din hizmetlerinde olduğu gibi, bu iş için
gönüllü olması esastır.
Kur’an Kurslarımızda Yaz Kursları adıyla yaz mevsiminde ilköğretim çağında ki
çocuklara verdiğimiz eğitimin benzerinin, yetiştirme yurtlarındaki çocuklara yönelik olarak da
gerçekleştirilmesi, dini terbiye alma konusunda aile eğitiminden yoksun olan çocuklara bir
nebze yol gösterici olacaktır. Ayrıca kandil gecelerinde Kur’an Kurslarında ve Camilerde
yapılan programların çocuklara hitap eder tarzda, slayt gösterileri, piyesler, ilahiler gibi çeşitli
etkinliklerle buralarda da gerçekleştirilmesi, çocukların dini günler ve gecelerden mahrum
kalmamaları adına atılabilecek adımlardandır.
Gençlerle yapılan görüşmelerde ilmihal bilgilerinin yetersizliği dikkat çekicidir. 12-18
yaş grubunda bulunan gençlerin temizlik, abdest, gusül gibi konularda bilgilendirilmeye
ihtiyaçları vardır. Bu alan da istihdam edilecek olan personelin öğrencilerle samimi bağlar
kurması, haftanın belli günlerinde, yönetici ve öğretici personelce tespit edilen dini
konularda veya öğrencilerin merak ettikleri konular üzerinde konuşmaları için gerekli
ortamın sağlanması faydalı olacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü arasında imzalanan İşbirliği Protokolü çerçevesinde Diyanet İşleri Başkanlığının
konunun hassasiyetine dikkatleri çekmesi ve en kısa zamanda burada yapılacak olan
hizmetleri organize etmesi gerekmektedir. Diyanet personelinin kendi çabalarıyla yapmaya
çalıştığı bu tür hizmetlerin göz ardı edilmemesi en kısa zamanda organize edilerek düzenli
hale getirilmesi Diyanet İşleri Başkanlığının en elzem görevi olmalıdır. Çünkü buralarda
yetişen çocukların kötü yollara teşvik edilmesi ve zorlanması sonucunda Cezaevlerine
düşmesi yaşanan olaylardandır. Cezaevine düşmeden bu çocuklarla ilgilenmek, iyi ve kötüyü
ayırt etmelerini sağlamak elbette daha anlamlı olacaktır.
66
Kaynaklar
1. Feriha Baymur, Yeni Doğmuş Çocuk ve Süt Çağında Eğitim, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 1952, s.14
2. Haluk Yavuzer, Ana-Baba ve Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986, s.24
3. Laurence Pernoud, Çocuğumu Büyütüyorum, Çev: K. Denizyaran, 2. Baskı,
İstanbul, 1975, s.148
4. Haluk Yavuzer, Çocuğunuzun İlk Altı Yılı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1997, s.9
5. Mehmet Emin Ay, Çocuğun Dîn Eğitiminde Ailenin Önemi, I. Aile ve Çocuk Sempozyumu,
Bursa, 4-6 Ekim 1991.
6. Kerim Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 1983, s.46.
7. Beyza Bilgin, Mualla Selçuk, Din Öğretimi, Gün Yayıncılık, 4. Baskı, Ankara, 1999, s.217
8. Talip Atalay, İlköğretim ve Liselerde Dindarlık, Dem Yayınları No: 25, İstanbul,
2005,
s. 87
9. Şerafettin Sayar http://www.sosyalhizmetuzmani.org.
10. Harran Üniversitesi, Toplumsal Duyarlılık Projeleri.
67
11. John Bowlby, Çocukları Anlamak, Gendaş Yayınları, İstanbul, 1998, s.71
12. Milli Eğitim Bakanlığı, Eğitimde İşbirliği Protokolü Uygulamaları Genelgesi, 2006/30
13. Sosyal Hizmetler Ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, 2007/1146
14.Mualla Selçuk, Din Hizmetlerinde İletişim ve Halkla İlişkiler, Anadolu
Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 2003, s.129-136
15. İbn-i Hanbel, Müsned V, 250
16. İbn-i Mace, II, 1213
Dinler Arası Evlilikler Problemleri ve Çözüm
Önerileri
Doç. Dr. Hamit ER
68
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı
Giriş
Hemen her din kendini koruma ve dejenerasyonu önlemek için farklı dine mensup olanlarla
evlenme konusunda bazı sınırlamalar getirmiştir. Farklı dinlere inanan insanların birbirleri ile
evlenmeleri çok eski tarihlere dayanmakta olup bunun sosyal bir olgu olduğunu kabul
etmeliyiz. Gerek Avrupa kıtası içerisindeki milletlerin kendi aralarındaki evlilikleri, gerekse bu
kıta ile yakın ilişki içerisinde olan İslam ülkeleri (Araplar, Türkler, İranlılar ve diğer Akdeniz
ülkeleri) vatandaşlarının Hıristiyan ülke vatandaşları ile evlilikleri Dinler arası evlilik kavramı
içerisinde değerlendirilmektedir. Bundan otuz yıl öncesine kadar Dinler arası evlilik
denildiğinde Katolik-Ortodoks, Katolik-Protestan, Ortodoks-Protestan veya Hıristiyan-Musevî
evlilikleri anlaşılmakta idi. Halen bu tanım geçerliliğini korumakta olup sınırlarının biraz daha
genişlediğini görmekteyiz. İlk karma ve Dinler arası evlilikler hakkında yazılan yazılar ve bu
konu etrafında oluşan problemler yukarıda bahsi geçen dinler (Hıristiyan mezhepler ve
Musevîler) hakkında olmuştur, halen de olmaya devam etmektedir.
Dinler arası evlilikler özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında artmış ve bu kavramda genişleme
meydana gelmiştir. Dinler arası evlilik kavramına İslam dünyası, Uzak Doğu dinleri ve Afrika
dinleri de dâhil olmuştur. Savaş sonrasında Avrupa’nın imarı için getirilen sömürge ülke
vatandaşları ile bu ülkelerdeki işçi açığını kapatmak için Avrupa’ya gelen üçüncü dünya ülke
vatandaşları, geldikleri bu ülkelerde, kendilerine bir eş bulmaları çok doğaldı. Belki
başlangıçta hiç birisi buralarda kalıcı olduklarını düşünmüyorlardı. Biraz para kazanıp
memleketlerine dönmeyi hayal ediyorlardı. Ancak, ilerleyen zaman içerisinde gurbete
geldikleri bu topraklar bundan sonra birçoğunun çocuklarının ana vatanı olacaktı Bu
insanların yaklaşık % 50’sini Müslümanlar oluşturmaktadır.
İnsanlar gerek iş, gerek eğitim gerekse turizm ve saire gibi sebeplerle farklı ülke ve dinî
topluluklarda uzun veya kısa süreli bulunmaktalar. Doğulular için Avrupa’nın teknolojisi ve
bilgi birikimi; Avrupalılar içinse Doğunun egzotizmi ve mistisizmi cezp edici idi. Bu da
69
insanların birbirlerine ilgi duymaları için yeterli bir sebepti ve sosyal etkileşim olarak devamı
da gelecekti. Bir kadınla erkek birbirleri ile karşılaşırlar, birbirlerinden hoşlanırlar, birbirlerini
severler, evlenirler ve birlikte yaşarlar. Bu son derece doğaldır; Hele küreselleşen ve gittikçe
küçülen dünyamızda. Bir de buna küresel iletişim ve buluşma ortamı olan siber âlemi
eklersek sınırların tamamen ortadan kalktığını göreceğiz.
Dinler arası evlilikler özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika kıtasında son otuz yılda hızla
artmakta olduğunu görmekteyiz ve bu durum önümüze ciddi bir toplumsal problem arz
etmektedir. (Artışın neden bu ülkelerde olduğunu sanırım hemen herkes tahmin ediyordur.)
Problem anne-baba, çocuk ve yakın akrabalarla birlikte, içinde yaşanılan toplumu da
yakından ilgilendirmektedir.
Bizi burada her şeyden çok, Müslüman bir ferdin farklı bir dinden biri ile evlenmesi ve
kurdukları
ailenin
durumu
ilgilendirmektedir.76
Ancak
olay
sadece
din
ile
sınırlandırılmamalıdır. Dinler arası evlilik kavramı bu açıdan dahi çok çeşitlilik arz etmektedir.
Şöyle ki; din farklılığı ile birlikte: a) farklı dili konuşan kimselerin evliliği, b) aynı dili konuşan
fakat farklı dinden evlilik, c) farklı ülkeden evlilik, d) aynı ülkeden fakat farklı dinden evlilik, e)
özellikle Avrupa’da birinci neslin evliliği ve ikinci neslin evliliği, f) Müslüman erkeğin diğer
dinden kadınla evliliği, g) Müslüman kadının diğer dinden erkekle evliliği gibi. Başlangıçta
farklı dinden olup çiftlerden biri diğerinin dinini kabul etti ise bunu Dinler arası evlilik kavramı
içinde değerlendiremiyoruz. Ancak belli oranda benzer neticeler gösterdiklerini söylemek
mümkündür. Çünkü din değiştirenlerin birçoğu bunu sadece karşı tarafı memnun etmek veya
evlenmeye engel teşkil eden bir problemi gidermek için yapıyor.
Dinler arası evliliklerden meydana gelen aile bireylerinin her biri açısından olay farklıdır.
Olayın merkezine kadını koyduğumuzda değerlendirmeler farklı sonuçlar verebileceği gibi;
Merkeze alınan baba, çocuk, yakın akrabalar, toplumlar ve dinlerin her biri açısından da farklı
sonuçlara varılacaktır. Ancak tüm bunları burada değerlendirebilmemiz mümkün
olamayacaktır. Çünkü böyle bir çalışma uzun soluklu bir araştırma projesini gerektirmektedir.
Burada da Dinler arası evlilikler ile ilgili Avrupa, Amerika ve Kanada gibi ülkelerde birçok
çalışma ve kurum (sivil ve resmi) bulunmasına karşın özellikle bizim ülkemizde bu konu ile
76
Biz burada iki farklı dinden olan kişilerin evliliklerini sosyal bir olgu olarak ele alıyoruz ve
olaylardan hareketle tezimizi ortaya koyuyoruz. İslam Hukuku’ndaki izin ve sınırlamalar konumuzun
dışındadır. Çünkü sosyal vakıa çoktan bu sınırları aşmıştır. İslam Hukuku açısından daha geniş bilgi
için bkz: Nihat Dalgın, İslam Hukukuna Göre Müslüman Gayr-i Müslim Evliliği, Samsun 2005.
70
ilgili hiçbir çalışma ve hazırlığın olmadığını söylemek mümkündür. İslam dünyasında konu ile
sadece Fas, Cezayir ve Lübnan’ın ilgili olduğu görülmektedir.77
Karma Aileler
İki farklı dinden ve kültürden bir kadınla bir erkek karşılaşırlar, birbirlerini severler, evlenirler
ve birlikte yaşarlar. Aşk ve sevgi varken ortada bir problem yoktur, her şey yolunda gider. Ne
zaman ki aşk ve sevgi yorulur, o zaman farklılıklar gün yüzüne çıkmaya başlar. Bu arada çocuk
doğar. Çocuk yokken farklılıkları ve tartışmaları örtmek kolay olur, ama çocuk olunca
çiftlerden her biri kendi kültür ve dinini ona aktarmaya çalışır ve aralarında bitmek bilmez bir
rekabet başlar. Anne-babanın biri Müslüman diğeri Hıristiyan, aynı eğitimi almamışlar, aynı
geleceği de düşünmüyorlar. Müslüman olan koca yıllar sonra ülkesine dönmeyi planlıyor.
Karısında kendi ülkesinin kadın imajını bulamaz. Zamanla çocuklar annelerinin ülkesinin
kültürüne göre şekillenir. Bu durumda adam kendini yalnız hisseder, kendi ülkesinin özlemi
içinde büyür ve çocuklarını (alabilirse) alıp gider. Anne yıkılır. Böylece iki ülke kanunları karşı
karşıya gelir, her iki ülke de olaya farklı yaklaşır ve bu iki ülkenin de umurunda değildir. Bu
şekilde aileler parçalanır ve çocuklar acı çeker. Geride bırakılan anne veya baba perişan olur.
Verdiğimiz bu gerçek senaryo karma ailelerde sıkça karşılaşılan birçok olaydan sadece bir
modeldir. Medyada bu tür örneklerle sıkça karşılaşmaktayız.
Dinler arası evlilik yapacak olan çiftlerden her biri bu olayı çok ciddi olarak derinlemesine
düşünmelidir. Evlilik öncesi aşk havası içinde iken çiftlerin, hayal ettikleri ve sahip oldukları
prensipleri bütünü ile konuşmaları mümkün değildir; Hele evlenmeyi düşündüğü adayı ya bir
fırsat ya da hemen her yönden mükemmel görürken. Ancak, ne zaman ki hayatın
gerçekleriyle karşı karşıya gelinir ve bir de çocuk olursa, işte o zaman problemler
hissedilmeye başlanır. Dinler arası evliliklerde asıl boşanma nedeni çocuklardan dolayı
olduğu söylenir ama değildir, asıl sebep hayatını paylaştığı kişinin hayat prensiplerinin farklı
olmasındandır.78 Çocuklar sadece farklılıkların farkına varılmasını hızlandırmaktadır. Yani
bardağı taşıran damlalardan biridir. Bu tip ailelerde boşanmanın çokluğu temel değerlerin
vaz geçilemezliğidir. Evlilik öncesinde özellikle her iki tarafa ait temel değerleri konuşmak
gerekir.
77
Kanada, Fransa, Belçika, Fas, Lübnan gibi ülkelerde gerek akademik gerekse devlet kurumlarında
ilgili birimler kurulmuştur. Bir de bunlara bağlı olarak Karma aileleri bir araya toplayacak ve
yönlendirecek sivil toplum kuruluşları vardır. Ayrıca onlarca Internet sayfası mevcuttur.
78
Denise T. Casimir, “Élever et éduquer des enfants dans un couple mixte”, Pensons Familles, C. 4, S.
29, Ocak 1993.
71
Evlilik öncesi çiftler nerede yaşayacaklarına karar vermeli ve hayatlarını ona göre
kurmalıdırlar. Evde bir başka kültür-millet, ev dışında ise oturulan ülkenin kültüründenmiş
gibi davranmak aile fertlerinde kimlik problemleri oluşturmaktadır. Yabancı olan eşin veya
çocuğun içinde yaşanılan ülkenin kültürüne uyum sağlaması dinî taviz anlamına gelmez.
Dinler arası evliliklerde tartışma ve gerginlik yaşama ihtimali çok yüksektir. Özellikle de
taraflardan biri dinine ve kültürüne bağlı ise. Doğrusu da her eşin kendi dinine ve kültürüne
bağlı olmasıdır. Ancak birlikte yaşamayı başarmak gayretiyle, birbirlerini idare etmelidirler.
Bu da bir seviye yüksekliği ister. Farklılıkları doktrinler üzerinde yoğunlaştırma yerine,
yaratıcının sıfatları ve iradesi doğrultusunda ve dinlerin birleştirici ve koruyucu ortak
prensipleri üzerinde birliktelik sağlama olmalıdır. Bir birlerini ikna yönünde değil, sadece fikir
alış-verişi şeklinde konuşmalıdırlar. Eşler birlikte olurken hayatı paylaşıyorlar, teorileri değil.
Dolayısıyla teorilerde boğulmamalıdırlar. Aralarındaki dinî ve kültürel sohbeti bir farklılık
değil zenginlik fırsatı bilmelidirler. Çiftler aralarında tartıştıklarında ve kavga ettiklerinde
“bizde …..sizde … gibi ifadelerden kaçınmalıdırlar. Çünkü bu davranış ötekileştirme yapmak
demektir ki, bu da aralarındaki olumsuzlukları bir kat daha artırmak demektir.
Çiftler kendi kanaatlerinden vaz geçmek zorunda olmadıkları gibi farklılıkları da görmezden
gelmemelidir. Alışıla gelmiş kalıplar üzerinde de durulmamalıdır. Söz konusu olan sadece
kendin olmak ve birbirini sevmektir. Bu birliktelik taviz verme anlamına gelmemektedir.
Dinler arası evlilikleri beş ayrı döneme ayırabiliriz: 1- Çocuksuz dönem, 2- Çocuklu dönem (06 yaş arası), 3- Çocuklu dönem (7-14 yaş arası), 4- Ergen çocuklu dönem, 5 Emeklilik dönemi.
Her dönemde aile fertlerinin karşılaştıkları problemler farklık arz etmektedir. Bu
problemlerin neler olduğu metnin içine serpiştirilmiştir.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir konu daha var ki o da, Müslüman bir gencin farklı bir
dinden biri ile evlilik doğrultusunda arkadaşlık ediyorsa, onu vaz geçirmek için baskı
kullanılmamalıdır. Baskı genç ile ebeveyni arasındaki mesafeyi artırır. Baskı yapıldığında genç
bu işi gizliden yapar ve neticede aileden kopar ve kendi değerlerine karşı negatif düşünceler
geliştirir. Bunun yerine, arkadaşını eve ve aile ortamına davet etmesi için fırsat verilmelidir ki,
aday ailenin değerlerini ve yetişme şeklini tanısın ve ona göre karar versin. Bu durumda ya
uzaklaşır ya da ailenin değerlerine ve dinine yaklaşır.
İstatistik
72
Dinler arası evlilik ve karma aileler ile ilgili net rakam vermek gerçekten çok güçtür. Çünkü
Avrupa ülke vatandaşlarının kimliklerinde din hanesi yoktur. Ayrıca, Avrupa’da yaşayan
göçmenler ve gurbetçiler, bulundukları ülkenin kimliğini alıyorlar, sonra da geldikleri ülkeden
biri ile evleniyorlar ve onu Avrupa’ya götürüyor. Bir başka zorluk ise Dinler arası evliliklerin
bazen gizli tutulması, bazen de resmi prosedürün zorluğundan dolayı kayda geçirilmemesidir.
Birçok çift de ileride zaten boşanacaklarını bildikleri için resmî işlem yapmamaktadır ama aile
hayatı yaşayıp çocuk sahibi oluyorlar.
Fransa’da Dinler arası evliliklerin bazı yıllara göre istatistikleri şöyledir:
1982
% 6.7
1990
% 10.6
1988
% 8.6
1993
% 11.8
Fransa’da % 11.8, 5 900 000 kişi demektir yani her sekiz kişiden biri Dinler arası evlilik
yapmıştır.79 Fransa’da 2001 yılında 40 000 Dinler arası evlilik gerçekleşmiştir. Buna ilaveten
bir de Fransa dışında Büyükelçiliklerde yapılan evlilikler vardır. 2003-2004’de Fransa’da
Dinler arası evlilik yapmış iki milyon çift bulunmaktadır.80 Bu rakamlar Müslüman nüfusun
yoğun olarak yaşadığı Almanya, İngiltere ve Belçika gibi ülkelerde de benzerdir.
Kanada’da 1991’de Dinler arası evliliklerin oranı % 5.6, 2001’de ise % 7’dir.81 Bu rakamlar
bize Amerika kıtası ile Avrupa’nın birbirlerine oran olarak yakın olduğunu göstermektedir.
Ülkemizde ise farklı dinden biri ile evlilik, son zamanlarda azımsanmayacak kadar çoğalmıştır.
Başta Akdeniz sahil şeridi olmak üzere Kapadokya bölgesi, İstanbul ve Doğu Kara Deniz ön
plandadır. “Marmaris Nüfus Müdürlüğü kayıtlarına göre, ilçedeki evliliklerin % 80’i Türkyabancı evliliğidir. Aslında bütün sahil bandında durum bundan farklı değil. Bu evliliklerden
uzun süre devam edenleri ise yok denecek kadar azdır. En yaygın olanı İngilizlerle yapılan
evliliklerdir82. Onu Almanlar, Hollandalılar, Ruslar, İsveçliler, Norveçliler, Danimarkalılar ve
Finlilerle yapılan evlilikler izlemektedir. ABD, Brezilya, Kenya, Rusya, Ukrayna, Arjantin hatta
Uganda’dan da gelinler mevcuttur.” Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün
yabancılarla evlenen Türklere ait 2002 yılı istatistik sonuçları, Türk insanının eş
Mariage mixte ou l’amour de la différence”,
L’Humanite, 17 Ocak 1997.
79
Aline Andrea, “
80
Guillemette De La Borıe, La Croix, 31 Aralık 2003.
81
Statistics Canada, Couples (married and common-law) by visible minority status, Canada, 2001 and
1991
82
Zafer Özcan, “Sahillerin Kayıp Nesli”, Aksiyon, Sayı 552.
73
seçimindeki beğenilerini de ortaya koyuyor. Yabancıyla evlenen Türk kadını,
Almanlardan sonra diğer Avrupa ülkelerinden ve Amerika’dan eş seçerken, Türk
erkeği Azeri ve Rus kadınları tercih ediyor. Ortaya çıkan verilere göre, Türk erkekler,
kadınlara göre, daha çok yabancı ile evleniyor. Yabancılarla evlilik yapan 24 bin 840
Türk vatandaşının, 17 bin 668’ini erkekler, 7 bin 174’ünü ise kadınlar oluşturuyor.83
Elbette burada şunu da söylemek gerekir. Bu evliliklerde boşanma oranı diğer evliliklere göre
daha çoktur. Aslında bu konudan bahsederken Dinler arası evlilikten değil, dinler arası
boşanmadan söz etmeliyiz. Dinler arası evliliklerde boşanma yüzdesi çok yüksektir.
Dinler Arası Evlilikteki Problemler ve Şanslar
 Nikâh,
 Çocukların vaftizi,
 Çocukların isimleri,
 Çocukların Sünnet olmaları,
 Çocukların iki mabet arasında bölünmeleri,
 Hangi Din Eğitimi ve nasıl,
 Teolojik tartışmaları anlamamak ve anlam kodlama farklılığı,
 Dinî bayram ve günlerin farklılığı,
 Yeme ve içme farklılığı,
 Kıyafet ve giyim,
 Farklı temizlik anlayışları,
 Toplu olarak bir arada bulunma ve davranış,
 Çiftlerin arasında ilişki bozukluğu ve geleceği paylaşma.
Bu problemlerin yanında şu şansların var olduğunu görmezden gelemeyiz.
 Kendi inancını keşfetmek,
83
Aslı Uyur-Özlem Eroğlu, “Türkler Eş Olarak Almanları Seçti”, Sabah, 5 Ocak 2004.
74
 Daha önemli ile önemli olanı ayırmak,
 Gelenek ve din arasındaki ayırımı yapmak,
 Ön yargılarını aşmak,
 İnancı rutinden çıkararak yaşamak,
 Daha toleranslı ve açık olmak,
 Dinler arası evlilik sebebiyle sosyal ilişkilerin yayılması.
Bazı Tespitler
 Dinler arası evlilik ekonomik veya siyasî sebeplerden kaynaklanmaktadır.
 Avrupa’da Dinler arası evliliklerin çoğunluğu kadın yerli, erkek dışardan şeklindedir. Ancak
son zamanlarda dışardan gelen Müslüman bayanların Avrupalı Hıristiyan erkeklerle evlilikleri
hızla artmaktadır. Ülkemizde ise durum tam tersinedir. Ancak yurt dışına eğitim amaçlı giden
bayanlardan farklı dine mensup kişilerle evlilik yapanların sayısı azımsanmayacak
derecededir.
 Dinler arası evlilik yapan çiftler iki dünyanın baskısı altında kalıyorlar.
 İki kültürü evlendirmek kolaydır ama iki dini evlendirmek neredeyse mümkün değildir.
 Dinler arası evliliklerin sonucu büyük bir yüzdeyle boşanma ile neticeleniyor.
 Dinler arası evlilikten meydana gelen çocuklar kendilerinin sebep olmadığı bir sonucun
kurbanı olmaktadırlar.
 Dinler arası evlilikte normal evlilikte olduğu gibi çiftler birleşiyor ve ayrılıyor; ancak bu tür
evliliklerde oluşan problemlerin büyüklüğü dikkat çekicidir. Burada problem dinî merkezli
olup dinî ve ahlakî değerler yıpranmaktadır. Bir diğer ciddi yönü ise çocuk merkezli oluşudur.
 Dinler arası evliliklerde özellikle kadınların evlilikleri artı sorun oluşturuyor. Kocanın
Müslüman olmayışı hazmedilmesi ve kabullenilmesi güç bir problem olarak karşımıza çıkıyor.
 Dinler arası evliliklerde olumsuz ilişkiler daha çok araştırmaya konu olmaktadır.
75
 Dinler arası evliliklerde çocuklar doğdukları ortama daha çabuk adapte oluyorlar, ancak
ebeveynden diğerinin ülkesine gidilince çocuklar yabancı muamelesi görüyor. Burada güçlü
olan kültür ve ülke baskın geliyor.
 Karma ailelerde çocuğa yaklaşım sorunu var, (yabancı) baba daha baskıcı, (yerli) anne daha
toleranslı, özellikle kız çocuklarına karşı daha fazla baskı kullanılıyor.
Karma Ailelerde Çocuklar
Karma ailelerde çocuk oluncaya kadar çiftler birçok gerçeğin farkında değildir. O zamana
kadar sanki her şey toz-pembedir. Çocuk iki ayrı dinden ve kültürden gelen bu çiftlerin bir
birlerinden ne kadar farklı olduklarını ortaya çıkarır. Bu farklılıklar da aileyi birbirinden
uzaklaştırmaya başlar ve büyük bir yüzde ile ayrılıkla son bulur. Her şeye rağmen ailenin
devam etmesi için tavizler, toleranslar vs. devreye girer. Bu tür evliliklerin % 90 ı Avrupa’da
olduğundan, aileye ve gidişata hep batı kültürü ve dini baskın gelir. Ülkemizde yapılan dinler
arası evliliklerde de durum farklı değildir. Neticede Müslüman kaybetmeye mahkûmdur.
Avrupa ve Kuzey Amerika’da hemen her ülkede karma evlilik yapan kişilere resmî veya sivil
toplum kuruluşları tarafından destek verilmektedir. Bu organizasyonların arkasında da
genellikle dinî kurumlar yer almaktadır.
Çocukların Din Seçimi ve Eğitimi
Karma ailelerle ilgili sorunların genelinde, en hassası çocuğun din seçimi ve eğitimidir.
Çocuklar için seçilecek din, onlara dinden bahsetme şekli, konulacak isimler, ibadet ve âyin
usûlü, kutlanacak bayramlar ve dinî günler çok ciddi tartışma ve bölünmelere neden
olmaktadır.
Burada karşımıza çıkan ilk problem çocuğun ismi konusudur. Çünkü isim kültürel olduğu
kadar dini bir kimliktir. Bir tercih ve yönelimdir. Anne-babalar kendi kültür ve dinlerine
bağlılıklarının sembolü olacak isme ayrıca önem vermekteler. Çocuğun ismi bir dine-kültüre
belirgin bir şekilde aitse, çocuk kendini diğer din-kültür tarafından dışlanmış hisseder. Fransız
dede-nene için torununu Muhammed diye çağırmak zorunda olması ne kadar zordur veya
yaz tatilinde memlekete gidince Victoria adında küçük bir kızın kuzenleri Leyla ve Merve ile
oynamaları ilk bakışta normal gibi görünse de, birbirlerine ne kadar yabancı oldukları
ortadadır.
76
İsim seçiminde dört farklı tutum gözlenmektedir:
1- En mantıklı görünen ve en çok rağbet gören seçim Müslüman ve Hıristiyan kültüre ait
ortak isimlerdir. Âdem-Adam, Meryem-Myriam, Cebrail-Gabriel, İlyas-Elias, YusufJosef, İsmail-Smael, Zekeriya-Zacharie, Sara-Sarah, Nuh-Noah, vs…
2- Bazı aileler her iki tarafın da kabul edeceği ve her yerde geçerli olan isimler tercih
etmektedir. Bunlardan bazılarının diğer kültürde karşılığı mevcuttur. Bazılarının da
fonetik benzerliği vardır. Diğer bir kısmı da uluslar arası özelliğinden dolayı tercih
edilebilir. Çünkü böyle olduğunda hemen hangi kültüre ait olduğu anlaşılamıyor.
Sofya, İnes, Yasmin, Nil, Nadia, Kamelia, Reyyan, Destina, Melisa, Helen, İskender,
Enis, Sami, Mervan, Rami, Dilan, İris gibi.
3- Bazı aileler çift isim seçeneğini kullanıyorlar. Bu da çocuğun çift taraflılığının somut
yansımasıdır. Her türlü isim konbinizasyonunu bulmak mümkündür; En klasiğinden
en radikaline kadar. Caroline-Leyla, Maria-Selma, Nolwen-Meryem, Louis-İbrahim,
Christophe-Celil gibi.
4- Son olarak, aile içerisinde dominant olan eşin ait olduğu kültürden isim seçiminin
yapılmasıdır. Bu durumlarda çocuk kendini diğer kültürde dışlanmış hissedebilir.
Burada diğer taraf her durumda çocuğa bir gayr-i remi olarak kendi kültürüne ait isim
vermektedir.
İkinci problem ise, vaftiz ve sünnet olayıdır. Çocuklar genelde vaftizsiz ama erkeklerin hemen
hepsi
sünnet
oluyor.
Çünkü
vaftiz
dine
giriş
demektir
ama
sünnet
böyle
değerlendirilmemektedir.
Çocukta anlama ve kavrama melekesi gelişmeye başladıktan sonra din eğitimi ve öğretimi
problemi başlamaktadır. Karma ailelerde, anne-babada olduğu gibi çocuklar da dinlerden
birini seçmek durumundadır. Eşler çocukların bu durumunu göz önünde bulundurarak
öncelikle, nerede ve nasıl yaşayacaklarına karar vermelidirler. Çünkü bu karar çocukların din
eğitimi ile yakından alakalıdır. Müslüman bir ülkede mi yoksa Hıristiyan bir ülkede mi?
Türkiye’de mi yoksa bir Avrupa ülkesinde mi? Akraba ilişkilerinin sık olduğu bir toplumda mı
yoksa bireysel mi? Din serbestliği olmayan yerde mi yoksa laik ülkede mi?
Çocuğun din eğitimi ve öğretimi konusunda karma aileler farklı tutumlar izlemektedirler. En
yaygın olanı ebeveynden her biri, çocuğa kendi dinini öğretmeye çaba göstermesidir. Bu
durum psikolojik olarak çocuğu zor durumda bıraktığı gibi anne-baba arasında başlıca
tartışma ve kavga nedeni olmaktadır. Taraflardan her biri açık veya gizli olarak diğer dini
kötülemekte; bu da çocukta aileye ve topluma olan sevgi ve güven duygusunun
77
kaybolmasına sebep olmaktadır. Bu tür ailelerde çocuklar her iki dini de reddetmekte ve
neticede ateist olmaktadırlar.
Bazı aileler çocuğa her iki dinin temel bilgilerini aktarmayı tercih etmekteler. Allah’a iman,
yaratıcıya dua ve güven, güzel ahlak gibi. Daha sonra çocuğun kendi dinini kendisi seçmesi
istenir. Çocuk daha sonra öğreneceği bilgileri bu temel üzerine oturtabilir. İlk bakışta din
seçimini çocuğa bırakmak, ona saygı gibi görünebilir. Ancak buradaki asıl neden eşlerin
birbirlerine
gösterdikleri
saygıdır.
Çocuklara
bırakılan
bu
sorumluluk
çocukları
korkutmaktadır. Çocukta olan endişe doğru dini seçip-seçememe değil; anne-babadan birini
seçme olmaktadır. Bu durumda çocuk genellikle her iki dini de seçmemektedir. Yetişkin
çocuklardan çok azı bir din seçmekte, bazıları Hıristiyan-Müslüman olduklarını veya her iki
dinde büyüdüklerini, bunun kendilerine bir zenginlik kattığını ama ikisi de olmadıklarını
söylüyorlar.84
Bazı aileler ise çocuğa her iki dini birlikte öğretmektedirler. Eşler çocuklara kendi dinini
anlatırken diğer dini de iyi bilmeleri gerekmektedir, ancak böyle doğru karşılaştırma
yapabilirler. Çocuk bir yandan kiliseye gidiyor, bir yandan da camiye veya Kur’an kursuna.
Burada öğrenilenlerden ziyade din adamının tutumu önem arz etmektedir. Fransa’da
yaşayan on bir yıllık evli bir çift yaşadıkları tecrübeyi şöyle anlatıyor. Müslüman olan erkek
eş: “çocuklara İslam dinî bilgilerini vermek kolay olmuyor. Çünkü batı toplumunda yaşıyoruz.
Tatil günlerinden dolayı Hıristiyan dinî günlerini anlamak onlar için daha kolay oluyor. İslam
dini onlar için hala soyuttur. Hıristiyanlıkta peygamberlerden ve İsa’dan bahseden çok çekici
kitap ve materyaller var ama bunun tam aksine İslam’ı tanıtan kitap ve materyaller eksik.
Hıristiyanlık bilgisi okulda ve toplumda otomatik olarak veriliyor. İslam bilgisini ise arayarak
bulmak zorundayız.” Hıristiyan olan Kadın eş: “Çocuklara İsa’yı anlatmakta zorluk çekiyorum.
Çünkü bu çok hassas bir konudur. Ama diğer dinî sorumlulukları kolaylıkla aktarabiliyorum”.85
Bir diğer tutum ise, aileler çocukları için bir başlangıç dini seçiyorlar. Genellikle, çocukların
yaşamakta oldukları topluma zorluk çekmeyecek şekilde uyum sağlamaları için; Türkiye’de
İslam, Avrupa’da Hıristiyanlık gibi. Ancak buradaki din eğitimi çocukta diğer dinin değerlerine
açık olmayı gerektirmektedir. Bu da çok kolay bir şey değildir elbette. Batı’da okul öncesi ve
ilköğretim okuyan her çocuk Hıristiyan kültürünün bir parçasıdır. Buna anne-babası
84
Nicole El M., “Comment transmettre un double héritage religieux à nos enfants?”, Accueil et
Rencontre, Kış 2002.
85
Dominique-Abderrahim, “Une foi à deux voix”, Revue Alliance, Mayıs-Ağustos 2001, s,
135–136.
78
Müslüman olan çocuklar da dâhildir. Avrupa’da dini gün ve olayları eğitimden ayırmak
mümkün değildir. Hemen her hafta bir aziz günüdür ve programda yer almaktadır.
Karma ailelerden bazıları ise, karşılaştıkları problemlerin üstesinden gelmek, gerek ailevî
sorunlar ve gerekse çocuklarının dinî eğitimi konusunda yardım almak için bir araya
geliyorlar. Burada düzenli olarak belli aralıklarla toplanıyorlar.86 Kurdukları bu derneklerde
her iki dinin temsilcileri de bulunmaktadır. Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde karma
ailelerin kurduklar birkaç sivil toplum kuruluşu vardır. Bu dernekler aynı zaman da internet
hizmeti de sunmaktalar.
Netice
Farklı din mensupları ile evlilikler insanlara huzur ve mutluluktan daha çok tamiri zor ciddi
problemler getirmektedir. Bu sebepten dinler arası evlilik ve karma evlilikler hemen her
toplum tarafından istenmemesine rağmen her geçen gün biraz daha artmaktadır. Var olan
bu realiteye sırt çevirmek mümkün değildir. Hıristiyan dünyası problemi çok erken
dönemlerde fark etmiş ve gerekli tedbirleri almak için işe koyulmuştur ve bu konuda da bir
hayli yol kat etmiştir. Bu tür evlilikleri kendi lehlerine çevirebilmek için resmi ve akademik
çalışmalar yapmaktadırlar. Batıda karma ve dinler arası evlilikler ile ilgili literatür şaşırtıcı
derecede çoktur. Devlet kurumları içinde birimler oluşturulmuş, Sivil dernekler kurulmuş ve
yüzlerce internet sitesi hizmete sunulmuştur. Misyoner kuruluşları bu olayı fırsat bilip
ailelerin karşılaştıkları zafiyetleri değerlendirmekteler.
Buna karşın ülkemizde ve İslam dünyasında karma ve dinler arası evlilik konusunda bir
hazırlığımız olmadığını esefle söyleyebiliriz. Her işte olduğu gibi bu işi de Allah’a havale etmiş
görünüyoruz. Tedbirsizliğimizin sonuçlarına da top yekûn toplum olarak katlanmak
durumunda kalıyoruz. Hâlbuki kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim dinler arası evlilik konusunu on
beş asır önce önümüze getirmiştir.
Öneriler
86
Mesela Belçika’da bulunan karma aileler 14 Eylül günü Brüksel’de yıllık olarak toplanmaktadırlar.
Bir günlük programda çeşitli sosyal ve ailevî etkinliklerin yanında akademik konferanslarda yer
almaktadır.
79
 Karma evlilikler sorunu toplumsal bir problemdir. Dolayısıyla bu bir devlet sorunudur. İlgili
kurumlar bu konuya eğilmelidir. (Kültür Bakanlığı, M.E.B., Gençlik ve Spor Bakanlığı,
Diyanet İşleri Başkanlığı, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu)
 Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde karma ailelerle ilgili bir birim kurulmalıdır. Vatikan’da
bu birim 1960’lı yıllarda kurulmuştur.
 Yurt dışında yaşayan gurbetçi aile ve çocuklarına yönelik bir eğitim programı
hazırlanmalıdır.
 Avrupa’da görev yapacak olan din görevlilerine bu konunun önemi ayrıca anlatılmalı ve
Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın hutbe vaazlar yolu ile konuya dikkati çekilmelidir.
 Hemen her sene Din Müşavirliklerinin bulunduğu ülkelere konferansçı gönderiliyor. Bu
konu için de bir plan yapılabilinir.
 Yurt dışına eğitim için gönderilen öğrencilere, gitmeden önce özellikle evlilik konusunda
detaylı bilgi verilmelidir.
 Ülkemizde yabancı ziyaretçilerin bol ve sık bulundukları bölgelerde konu ile ilgili çalışmalar
yapılmalıdır. Özellikle de Ege, Akdeniz ve Kapadokya bölgelerinde görev yapan din
adamları titizlikle seçilmeli veya burada bulunan din adamlarına yabancı kültürler ve
karma aileler hakkında hizmet içi eğitim seminerleri düzenlenmelidir.
 Müslüman toplumlar özellikle yurt dışında, çocukların katılabileceği aile dışı sosyal,
kültürel, eğitici ve eğlence içerikli organizasyonlar oluşturmalılar. Bu vesile ile yol
ayırımında olan bu nesle bir rehberlik yapılabilinir.
 İlgili kurumlarca karma ailelere evliliklerinin sıhhatli yürümesi için veya boşanmış olanlara
psikolojik ve pedagojik destek verilmelidir.
80
OLAĞANÜSTÜ HALLERDE VAAZ
II.
OLAĞANÜSTÜ HALLERDE VE KRİZ ANLARINDA VERİLECEK DİNİ HİZMETLERİN PSİKO-SOSYAL
TEMELLERİ
Dr. Muammer CENGİL
Giriş
“Olağanüstü haller denildiğinde travmatik yaşam deneyimleri akla gelmektedir.
Bunlar kontrol edilemeyen ve duygusal olarak üstesinden gelinemeyen acı veren, ani,
beklenmedik olaylara bağlı durumlardır.

Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Psikolojisi Anabilim Dalı.
81
Hayat birçok iniş çıkışlar ve yaşamı tehdit eden deneyimlerle doludur. Bu dönemler
kişileri farklı duygu, düşünce ve davranışlara iter. Süregelen yaşamını değiştirir. Yeni
durumlar oluşturur. Bu yeni duruma uyum becerisi herkeste farklı olabilir. Bazıları bu dönemi
sorunlu bir dönem olarak yaşar fakat üstesinden gelmeyi başarır.”87
Bu olağanüstü olay esnasında ve sonrasında bu olayı yaşayanların bizatihi kendisi
veya yakınlarının yaşamış olduğu psikolojik durum kriz, travma veya travma sonrası stres
olarak da ifade edilmektedir.88
Beklenmedik olağanüstü haller karşısında yaşanan kriz patolojik bir durum değildir,
her insan yaşamının belirli yaşlarında böyle bir durumla karşılaşabilir. Böylesi durumlar,
kişinin kendini tanıması, değiştirmesi ve olgunlaşması yolunda dönüm noktaları olarak
görülebilir ve bir şans olarak değerlendirilebilir. Bir krizin ortaya çıkması ve ilerlemesi, kişilik
yapısından, başka insanlarla olan ilişki biçiminden ve içinde bulunan olanak ve desteklerden
bağımsız olmakla birlikte bunlarla iç içe girmiş durumdadır.89 Örneğin; beklenmedik bir
şekilde olağanüstü olay yaşayan kişiler, korku, çaresizlik, umutsuzluk duyguları veya donup
kalma tepkisi vb.’nin hepsini veya birkaçını gösterebilir.90
Olağanüstü hal kavramını ve beklenmedik böyle olaylardan sonra yaşanan psikolojik
durumları kısaca belirttikten sonra tebliğimizin diğer bir ayağını oluşturan Din Hizmetleri
meselesine de kısaca değinmek istiyorum.
Tebliğimizde esas alacağımız hususlar cami içi (vaaz, hutbe,) ve cami dışı (konferans,
panel, açık oturum, sempozyum, yazılı ve görsel medyada yer alacak olan programlar vb.)’de
din hizmetleri verilirken ele alınması gereken hususlardır.
Konuya geçmeden önce beklenmedik olağanüstü durumlarla karşılaşan kişilerin
mevcut durumlarını anlamaya çalışmada ve bu sorunlarını aşmada dinin rolüne kısaca
değinmek istiyorum.
Yaşanılan Olağanüstü Olayın Algılanışı ve Din
87
I. Sayıl, “Olağanüstü Koşullarda Krize Müdahalenin Yeri ve Önemi, Kriz Dergisi, 1 (1): s.,4.
Nesim Kuğu, Gamze Akyüz, “Doğal Felaket Deneyimleri ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Risk
Faktörleri ve Yaygınlık”, Yeni Symposium, 40 (1): 24-28, 2002; Ebru Sinici ve ark., “Travma Sonrası
Stres Bozukluğu Olan Hastalarda Anksiyete Düzeylerinin Değerlendirilmesi”, Acta Orthopaedica et
Traumatologıca Turcica, 2004; 38 (2):145-148; Murat Özaltın, Cem Kaptanoğlu, Gökay Aksaray,
“Motorlu Araç Kazalarından Sonra Görülen Akut Stres Bozukluğu ve Travma Sonrası Stres
Bozukluğu”, Türk Psikiyatri Dergisi, 2004; 15 (1): 16-25.
89
Y. Sözer, “Psikiyatride Kriz Kavramı ve Krize Müdahale”, Kriz Dergisi, 1 (1), s.,8-9.
90
Peter E. Hadgkinson, Michael Stewart, Coping with Catastrophe, A Handbook of Post-Disaster
Psychosocial Aftercare, London, 1998, s., 28.
88
82
Yaşamları olağan akışında devam eden bireyler, hiç ummadıkları bir zamanda hayat
akışlarını alt üst eden, kaza, yangın, deprem, sel vb. olayları genelde dine referansta
bulunarak anlamaya, algılamaya çalışırlar.
Nitekim 1999 depremini yaşayan depremzedeler tarafından depremin dini nitelikli,
bilimsel/doğal olay nitelikli, ve dini ve bilimsel nitelikli olmak üzere üç türlü açıklama ve
algılama biçiminin olduğu gözlenmiştir.91
Aynı şekilde 1999 Marmara depremi sonrasında Köse ve Küçükcan tarafından 76
depremzede üzerinde yapılan araştırmada da deprem anı ve sonrasında depremzedelerin
%9’u şok duygusu yaşadığını, %17’si korkuya kapıldığını, %37’si ise ilk anda kendi irade ve
kontrolleri dışında ve güçlerini aşan bu olayın bir kıyamet olduğu düşüncesine kapıldıklarını
belirtmiştir.92 Yine 23 Ağustos 2007’de Samsun’da yaşanan sel felaketini yaşayan vatandaşlar
da gece yağan yoğun yağmur yağışını Nuh tufanı ile çağrıştırarak kıyamet benzetmesi
yapmışlardır.
Köse ve Küçükcan’ın depremzedeler üzerinde yapmış oldukları araştırmada ortaya
çıkan bir başka sonuçta depremzedelerin %8’inin yaşadıklarını bir imtihan olarak görüp, olayı
dini boyutlu olarak değerlendirmeleridir.93
Kula tarafından depremzedeler üzerinde yapılan araştırmada da, araştırmaya katılan
depremzedelerin %63 yaşamış oldukları olayı Allah’ın bir cezası olarak düşündüğünü ifade
etmiştir.94
Yaşanılan Olağanüstü Olayla Başetmede Dinin Rolü
İnsanoğlu her ne kadar ilk başlarda biopsikososyal bir varlık olarak ele alınsa da
manevi boyutu göz ardı edilmemesi gerekmektedir.95 İnsanda aciz kaldığı durumlarda aşkın
91
Ali Köse, Talip Küçükcan, Doğal Afetler ve Din, Marmara Depremi Üzerine Psiko-Sosyolojik Bir
İnceleme, İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s., 87
92
Köse, Küçükcan, a.g.e., s., 109; Yaşanılan deprem olayının kıyamete anı olarak algılanmasıyla ilgili
görüşlere, 17 Ağustos depremi sonrasında bölgede yapmış olduğumuz mülakatlarda biz de şahit olduk.
93
Köse, Küçükcün, a.g.e.,s., 102.
94
Naci Kula, “Deprem ve Dini Başa Çıkma”, Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi,
2002/1, s., 244.
95
A. Bayık, Ş. Ergül, “Hemşirelik ve Manevi Bakım”, Cumhuriyet Üni. Hemşirelik Yüksekokulu
Dergisi, 8 (1), 37-44.
83
bir varlığa karşı duymuş olduğu inanç, varoluşsal bir ihtiyaçtır.96 Nitekim zorluk ve kriz
anlarında insanların dine yönelmeleri evrensel bir husustur.97
Yapılan çalışmalarda stresli durumlarda dini törenlere katılma, dua etme, kutsal
metinleri okuma vb. dini içerikli davranışların yaşanan olayın atlatılmasında olumlu etkileri
olduğu gözlenmiştir.98 Farklı dinlerden pek çok kişinin ifade ettiği gibi dini inanç insanların
ruhunu derinden kuşatmakta ve onlara gerçek huzuru sunmaktadır.99 Nitekim insan yüce bir
yaratıcıya bağlanmak suretiyle, yaşadığı bu dünyada bulamadığı güveni temin etmiş
olmaktadır.100
Kula tarafından 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinden sonra bölgede yapılan
araştırmada depremzedelerin %76 gibi büyük bir çoğunluğunun, deprem anında bazı dini
davranışlar
göstererek
içinde
bulundukları
durumdan
kurtulmayı
amaçladıklarını
göstermiştir.101 Aynı şekilde Kula tarafından yapılan bir başka araştırmada doğuştan veya
sonradan yaşanılan olağanüstü bir olay neticesinde yaralanarak bedensel engelli durumuna
düşen kişilerin de dinden büyük güç aldıkları tespit edilmiştir.102 Çocuklarını kaybeden aileler
üzerine yapılan bir başka araştırmada da dini telkin ve sosyal destek alan ailelerin
çocuklarının ölümünü daha kolay kabullendiklerini belirlenmiştir.103
Stresli bir durumla karşılaşan insan, anlama, davranışlarını kontrol etme ve öz güven
duygusu tehlikeye girdiği için, böyle anlarda dine yönelmektedir.104 Çünkü anlamlı ve tutarlı
dini açıklamalar insanların problemlerini çözmelerine ve hislerini düzenlemelerine yardım
etmektedir.105 Nitekim insan hayatına bir anlam kazandırması, dini inanç ve değerlerin başta
gelen fonksiyonlarındandır.106Aynı şekilde stres üzerinde dini inancın olumlu etkisi, insandaki
96
Engin Geçtan, Psikanaliz ve Sonrası, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1990, s., 122.
Ralp W. Hood ve diğ., The Psychology of Religion: An Emprical Approach, New York, 1996, s.,
386; M. Turhan, Kültür Değişmeleri, 2. Baskı, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1959, s., 36
98
Kenneth I. Pergament ve diğ., “God Help Me (1): Religion Coping Efforts an Predictors of The
Outcomes to Significant Negative Live Events”, American Journal of Community Psychology, 118, 6,
(1990), s., 779; Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, İstanbul 1982, s. 29.
97
99
Neda Armaner, Din Psikolojisi, Ankara 1979, s. 71.
Belma Özbaydar, Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi Üzerine Bir Araştırma, İstanbul 1970, s. 6.
100
101
Kula, “Deprem ve Dini Başa Çıkma”, s., 242.
Naci Kula, Bedensel Engellilik ve Dini Başaçıkma, Değerler Eğitimi Yayınları, İstanbul, 2005, s.,
171
103
Hood, a.g.e., s., 389; Daniel N. McIntosh ve ark., “Religion’s Role in Adjustment to a Negative Life
Event: Coping With the Loss of a Child”, Journal of Personality and Social Psychology, 65, 4, (1993),
s., 814-815.
104
Thomas E. Rodgerson ve Ralpp L. Piedgement, “Assessing The Incremental Validity of Religious
Problem Solving Scale in the Prediction of Clergy Burnout”, Journal of the Scientific Study of Religion,
37, 3, (September, 1998), s., 519.
105
Walter Houston Clark, The Psychology of Religion An Introduction to Religious Experience and
Behavior, MacMillan, New York, 1958, s., 419.
106
Erich Fromm, Erdem ve Mutluluk, çev; Ayda Yörükan, İşbankası Kültür Yayınları, 1995, s. 67.
102
84
varlığını tehdit eden baskı, endişe, yok olma korkusunu ortadan kaldırma şeklinde tezahür
etmektedir.107
Dini değerlerin insanların yaşam boyunca karşılaşmış oldukları engelleri aşmada ne
tür etkileri olduğu ile ilgili en önemli yaklaşımlardan birisi Kenneth I. Pargament’in öne
sürmüş olduğu “dini başaçıkma”dır. 108
“İnançlar, genellikle hayatın zorluklarını yenmeye yarayan anlamlara sahiptirler.
İnsanın çevre şartlarını değiştirip değiştirmemesinden çok zorlukları yenebileceğine olan
inancı çok önemlidir. Bununla birlikte din insana karşılaştığı sıkıntıların karşılığını mükafat
olarak alacağını vaat etmektedir.”109
Birey dini inancı sayesinde, sağlam ve güçlü bir maneviyata sahip olarak hayatın getirdiği
çeşitli engeller karşısında mücadele edebilme gücü bulabilmekte, stres ve depresyondan
kendisini koruyabilmektedir.110
Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki olağanüstü ve kriz durumuyla karşılaşan kişiler
bir yandan yaşamış oldukları olayı anlamlandırmaya çalışırken diğer yandan da bu olayla başa
çıkmaya çalışırken dinden bir şekilde destek almaktadırlar. Öyleyse bu gibi durumlarda din
hizmetleri verilirken normal zamanlardakinden daha fazla bir şekilde insanların içinde
bulunmuş oldukları özel şartlar göz önüne alınarak, içerik olarak onlara destek olacak şekilde
bu hizmetler hazırlanıp sunulmalıdır.
Bu bağlamda olağanüstü olağanüstü hallerde ve kriz anlarında verilecek olan dini
hizmetlerde şu hususların dikkate alınması uygun olacaktır:
1. Yaşanılan Olaylar Allah’ın Bir Cezalandırılması Değil, Dünya Hayatında Karşımıza
Çıkan İmtihanlardır
Yukarıda da belirttiğimiz gibi özellikle yoğun gerilimlerin yaşandığı stresli durumlarda
dini değer ve inançlar inanan insanlar için temel referans noktası teşkil etmektedir.111
107
Necati Öner, Stres ve Dini İnanç, TDV Yayınları Ankara, 1985, s., 35.
K. I. Pargament, The Psychology of Reliğion and Coping: Theory, Research, Practice, The Guilford
Pres, New York, pp. 182-293.
109
Naci Kula, “Deprem ve Dini Başa Çıkma”, s. 241.
108
110
Doğan Cüceloğlu, İçimizdeki Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993, s. 227.
111
E. H., Canwallader, “Depression and Religion: Realities, Perspectives and Directions”, Counseling
& Values, Vol., 35, No: 2, (1991), s., 271; Hood ve diğ., 1996, s., 377.
85
Nitekim beklenmedik olağanüstü durumlarla karşılaşan kişiler sahip olmuş oldukları
yanlış dini bilgiler sebebiyle bazen de başlarına gelen bu durumu Allah’ın bir cezalandırması
olarak görmektedirler.112 Kula tarafından yapılan araştırmalara katılan bedensel özürlülerin
%75’i, depremzedelerin de %70’i yaşamış oldukları bu durumu Tanrı’nın bir cezalandırması
olarak görmektedir.113
Yaşanılan olumsuz durumu Allah’ın bir cezalandırması olarak değerlendirme, olaya
anlam verme çabasının bir ürünüdür.114
Depremzedelere böyle bir anlam vermelerinin gerekçesi sorulduğunda ise büyük bir
çoğunluğu toplumda ahlâki açıdan bozulma, mal, mülk sevdası sonucu başkalarını hor görme
ve sosyal ilişkilerde çözülme, dindarların yaşadığı bazı sıkıntılar; geneldi dini kurallara
uymama gibi bazı durumların sonucu olarak depremin yaşandığını ve Allah’ın cezalandırması
olarak gerçekleştiğini ifade etmişlerdir.115
“Depremi cezalandırma şeklinde yorumlayan bireyler, ahlâki bozulma, dini emirlere
uymama gibi hususları zikrederken Kur’ân’da yok edilen toplumlarda da böyle bir durumun
olduğunu ve depremin oluş sebebinin bunlara bağlı olabileceğini belirtmişlerdir.”116
İlgili Kur’an ayetleri incelendiğinde toplu olarak helak edilen toplumların helak
olmasında ortak hususun, o toplumların kendilerine gönderilen peygamberleri inkar
etmeleri, yalanlamaları, onlara zarar vermeleri sebebiyle Allah’ın o toplulukları önce uyarıp
daha sonra Peygamberlere yönelik saldırıların, iftiraların artması üzerine, helak edildikleri
söylenebilir. Dolayısıyla helak edilen, toptan yok edilen toplumlar, öncelikli olarak
kendilerine gönderilen peygamberlere ve peygamberlik müessesesine yaptıkları saldırı, inkar
ve tehditten dolayı Allah’ın Peygamberlerini ve getirdiği ilkeleri korumak amacıyla, o
toplumlar, peygamberlerinin uyarılarına aldırış etmemeleri sonucunda cezalandırılmıştır
denilebilir. Nitekim Peygamberimize saldırıda, iftirada bulunan inkarcı topluluğa hitaben
Kur’an-ı Kerim’de Enbiya Suresi 5-7. ayetlerde geçmiş toplumların helak nedeni olarak
peygamberlere inanmamaları ifade edilmekte ve bu husus onlara hatırlatılmaktadır. Bununla
birlikte örnek olarak tufanla helak edilen Nuh kavminin helak edilmesinin gerekçesi olarak da
112
Kula, Deprem ve Dini Başaçıkma, s., 244; Yalçın Kaya, 17 Ağustosun Ardından Deprem, Devlet ve
Toplum, Otopsi Yayınları, İstanbul, 2000, s., 186-195 ; Şaban Döğen, Deprem Çiçekleri, Gençlik
Yayınları, s., 266.
113
Kula, “Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler”, Gençlik
Dönemi ve Eğitimi II, İSAV Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2003, s., 128.
114
Pargament, God Help me: Toward A Theoretical Faremework of Coping for Psychology of Religion
Research in the Social Scientific Study of Religion, 12, (1990), s., 202.
115
Kula, Deprem ve Dini Başaçıkma , s., 251.
116
Kula, Deprem ve Dini Başaçıkma, s., 252.
86
Kur’an-ı Kerim’de, Mü’minun suresi 23-25. ayetlerde, Nuh Peygamber’in kavminin
inkarcılarının kendisini yalanlamaları ve hakaretlerinden bahsedilerek 26. ayette de Nuh’un
“Ey Rabbim onların yalanlamalarına karşı bana yardım et” duasından sonra 27. ayette Nur’a
bir gemi yapmasının emredildiği ve kendisine inananlarla birlikte her cins hayvandan birer
çift almak suretiyle gemiye binmelerinin emredildiği ve gemi dışında olanların tufanla helak
edileceği belirtilmektedir.117
Konuya Öztürk’ün yorumuyla devam ediyoruz “Ayrıca Kur’an’da yer alan helak
olaylarında, o medeniyeti temsil eden ne kadar insan varsa hepsi helak olmuştur. Bu gün
insanlar Kur’ân-ı Kerim’deki bu örneklere bakıp Allah’ın depremden dolayı insanları
cezalandırdığını düşünüyorlar. Bu yanlış, eğer öyle olsaydı, alnı secdedeyken enkaz altında
kalmış yaşlı kadınlar, kundaktaki bebeklerden önce başkaları ölürdü. Bu bir helak değildir.
Allah hiçbir zaman masum insanları cezalandırıp kötüleri arkada kendi keyiflerine bırakmaz.
Hz. Muhammed (s) dönemi öncekilerden farklıdır. Çünkü kıyamete kadar peygamber
gelmeyecek. Yani kıyamete kadar, bir daha ümmeti Muhammed toptan helak olmayacak.”118
Yaşan olayın ilahi bir cezalandırma olmadığı bu şekilde vurgulandıktan sonra, insan
hayatında imtihan olgusuna dikkat çekilebilir.
“Birey, yaşamı içerisinde kimi zaman sevinçli, neşeli anlar yaşarken; kimi zaman da
üzüntülü, sıkıntılı, hatta istemediği bazı durumlarla karşılaşabilir. Yaşanan bu olayların ne
anlama geldiğini ve bu olaylar karşısında nasıl hareket edilmesi gerektiğinin kavranması
önemlidir. Çünkü herhangi bir olayla karşılaşıldığında çok fazla sarsılmadan, şaşırmadan o
olayı zihinsel düzeyde kavrayıp daha sağlıklı davranma imkanı elde edilebilir…
Mesela, Kur’an-ı Kerim Mülk Suresi, 67/2’de119 hayat ve ölümü güzel davranmanın
anlaşılması açısından bir sınama olarak yaratıldığı belirtilmekte; Bakara Suresi 2/155’de120
insanın sınanacağı olaylar ve durumlara dikkat çekilerek konunun açılımı yapılmaktadır.
Ayrıca yaşadıkları durumu daha rahat algılamaları açısından din büyüklerinin ve
peygamberlerin başlarından geçen sıkıntılı, üzüntülü olaylara dikkat çekilerek onların olayları
nasıl değerlendirdikleri ve nasıl davrandıkları anlatılabilir.”121
117
Kula, Deprem ve Dini Başaçıkma., s., 252.
Yaşar Nuri Öztürk, Depremin Gösterdikleri, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 1999, s., 195-196.
119
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç
sahibidir, çok bağışlayandır.”
120
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksiltmekle deneriz.
Sabredenleri müjdele”
118
87
Bu açıklamalar ışığında cami içi ve cami dışı din hizmetlerinde Kur’an’da yer alan
helak olmuş kavimlerle ilgili hususlar ayetler ışığında izah edilerek, günümüzde yaşanılan bu
tabii afetlerin veya yaşanılan olumsuz olayların bir cezalandırma değil, bir imtihan olduğu
olgusu işlenerek yanlış algılama ve yorumlamadan dolayı ortaya çıkabilecek olumsuzluklar
önlebilir.
2. İnsanın Varoluşunun Anlamı ve Önemi Bağlamında Ölüm Gerçeği ve Ahiret
İnancının Güçlendirilmesi
İnsan olarak dünyaya gelen birey, varoluşunun anlamını kavradığı oranda hayata
olumlu bakabilecek ve olayları daha rahat kavrayabilecektir. Nitekim Mü’minûn Suresi
23/115122 ve Kıyâme Suresi 75/36123’da insanın başıboş yaratılmadığına vurgu yapılarak
yaratılışının anlamına vurgu yapılmaktadır. Zâriyât Suresi 51/56124. ayette de insanın yaratılış
amacının kulluk olduğu belirtilerek konuya açılım sağlanmaktadır.125
İnsanın varoluşunun anlamı bu şekilde belirtilirken Enbiya Suresi 21/35126’de bu
dünyanın bir imtihan yeri olduğu ve sonunda herkesin ölümü tadacağı belirtilerek ölüm
gerçeğine vurgu yapılmaktadır.
“Ölüm bu dünyadaki yaşamı tamamlayan bir noktadır.127 Fakat varlığın son
noktası değil, bilakis ebedi hayatın başlangıcıdır. İslam inancında insanın ölümü, dünya ile
ahiret arasındaki bir geçişi teşkil etmektedir.128 Nitekim ‘Bireyin, ölümün hayatın bir
gerçeği olduğunu gözönüne alarak hayat ile ölüm arasında sıkı bir bağ olduğunu
düşünmesi, Yalom’a göre kişiyi korku ya da kasvetli kötümserlik varoluşuna mahkum
etmekten çok, onu daha otantik hayat tarzına yöneltmek için bir katalizör olarak hareket
121
Kula, “Bedensel Özürlü Gençlerin Din Eğitiminde Dikkat Edilmesi Gereken Psikolojik Hususlar”,
Gençlik Dönemi ve Eğitimi, İSAV Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2000, s.,
194.
122
“Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”
123
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.”
124
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”
125
Kula, “Bedenî Özürlü Gençlerin Din Eğitiminde Dikkat Edilmesi Gereken Psikolojik Hususlar”, s.,
193-194.
126
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize
döndürüleceksiniz.”
127
128
Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, Altın Kitaplar, 6. Baskı, İstanbul 1997, s. 406.
Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, çev; Süleyman Ateş, Ankara, s. 24.
88
eder ve hayattan alınan zevki arttırır.’129 Fakat burada şunu da hemen belirtmek gerekir
ki ölüm korkusu gerek her insanda varlığını hissettirmesi, gerekse şiddet ve etkisinin gücü
bakımından diğer bütün korkulardan ayrılır. Hatta yaşadığımız bütün korkuların temelinde
sadece ölüm korkusunun yattığını iddia edenler vardır.130
Birbirinden farklı izah tarzları getirmiş olsalar da tarih boyunca ölümden sonraki hayata
atıfta bulunmayan hiçbir din yoktur.131 Ölümü felsefi bir problem olarak ilk defa ele alan
Sokrat’tır. Sokrat’tan önce bu konuda kayda değer bir açıklama yoktur. Sokrat, insanların
hayatları boyunca devam eden korkularının başında ölüm korkusu olduğunu söyler132…
İslam inancına göre ise bu dünya bir sınav yeridir ve insan bu dünyada yaptığı her
hareketinin karşılığını öbür dünyada görecektir. Böyle bir ahiret inancı hem ölüm
düşüncesinin kabullenilmesini hem de bu dünyada karşılaşılan bir takım sıkıntı ve
meşakkatlerin karşılığının öbür dünyada kat kat alınacağı düşüncesiyle kişiyi
karşılaşabileceği kaygı ve stresten kurtarabilecektir.133 ‘Zira ahiret inancı bir taraftan
insanlara zulüm ve sıkıntılar karşısında büyük bir teselli kaynağı sunarken, diğer taraftan
ölümsüzlük arzusuna sahip insan için ebediyetin kapılarını açmakta, insanın ruhi
dengelerinin bozulmaması hususunda büyük rol oynamaktadır. Araştırmalarda ümitsizlik
vb. durumlarda ahiret inancının inananlara bir ümit sunduğu ve endişeyi azalttığı,
insanlara vicdan azabı ve korkularını yatıştıracak teselliler oluşturduğu tespit edilmiştir.
Ayrıca ahiret inancı, ölümden sonra insanın hayatının devam edeceğini, esas olanın ahiret
hayatı olduğu fikrini insanın dikkatine sunarak onun yaşantısını daha bilinçli bir şekilde
129
Naci Kula, Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler, (Yayınlanacak
Çalışma), s. 19.
130
Hayati Hökelekli, “Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi”, U.Ü. İlahiyat Fak. Dergisi, Yıl: 1991, S:3, c: 3, s:156.
131
Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yay., İstanbul 2000, s. 15.
132
Ruhattin Yazoğlu, “Ölüm Korkusuyla İlgili Bazı Felsefi Tavırlar”, Akademik Araştırmalar, Bahar 1997, Yıl:1,
Sayı:4, s. 120.
133
Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Sönmez Matbaası, Samsun 1993, s. 167
89
geçirmesine, kendisini oto-kritik etmesine de yardımcı olacağından olumlu bir değişim ve
kaliteli bir yaşam sürmesine imkan sağlar.’134”135
Dolayısıyla bu şekilde güçlü bir ölüm ve ahiret inancına sahip bireyler karşılaşmış oldukları
oğlan üstü durumlarla çok daha rahat bir şekilde baş edebileceklerdir.
3. Kaza-Kader İnancı Bağlamında Hayır ve Şerrin Nisbi Olduğu Olgusu
İnanan insanın hayatta karşılaştığı çeşitli zorluklarla mücadele edebilmesinde ona
yardımcı olan bir diğer destek de kader inancıdır. Nitekim İslam inancına göre insanın
doğumundan ölümüne kadar geçen süreçte başına gelebilecek her şey Allah katında
bilinmektedir ve onun dilemesine göre cereyan etmektedir.136
Kaza-kader konusunda bilgi verilirken olaylar karşısında insanın sorumluluğunun ve
iradesinin önemine dikkat çekildikten sonra daha geniş bir çerçevede her şeyi varedenin
Allah olduğu ve her olayın kendi içerisinde bir mantalitesinin olduğu vurgulanabilir.
Böylece kişi Allah’ın takdiri ve insanın iradesinin rolü çerçevesinde olayların meydana
geldiğini dikkate alabilir.137
Böyle bir inanca sahip olan bir kimse üzerine düşen görevleri yaptıktan sonra işin gerisini
Allah’a bırakarak tevekkül eder ve böyle bir inanç ile yaşamda karşılaştığı çeşitli sıkıntıların
yıkıcı etkisinden psikolojik olarak kendisini korumuş olur.138
Ayrıca yaşanılan olayların mutlak anlamda olumsuzluk olarak değerlendirilmemesi
gerektiğine de vurgu yapılmalıdır. Çünkü bize göre iyi olan bir şeyde bir olumsuzluğun veya
olumsuz gibi gözüken bir olayda da iyi bir durumun olabileceği vurgulanmalıdır. Nitekim
Bakara Suresi 2/216.139 ayette insanların hayır gibi gördükleri bir olayda şer, şer gibi
134
Kula, a.g.ç., s. 19-20.
135
Muammer Cengil, “Depresyonu Önlemede Dini İnancın Koruyucu Rolü” Din Bilimleri Akademik
Araştırma Dergisi, III, (2003), Sayı:2, s., 141
136
Kur’an, 57/22
137
Kula, “Bedenî Özürlü Gençlerin Din Eğitiminde Dikkat Edilmesi Gereken Psikolojik Hususlar”, s.,
195.
138
Muammer Cengil, a.g.m., s., 141.
139
“… Olur ki, bir şey sizin için hayır iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için
kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
90
gördükleri bir olayda da hayır olabileceği vurgulanmaktadır.140 Bu hususla ilgili olarak Hz.
Peygamberin hayatında yer alan çeşitli olaylar ve Hz. Mevlana gibi büyük İslam
mutasavvıflarının eserlerinden çeşitli menkıbeler örnek olarak sunularak insanların içinde
bulunmuş oldukları olumsuz durumla baş etmeleri sağlanabilir.
4. Karşılaştığımız Zorlukları Aşmada Dua ve İbadetin Fonksiyonu
Dini inancın bir gereği olarak yapılan ve bireyin tabiat üstü varlıkla iletişime girme
etkinliği olan dua’nın141 da insanın beden-ruh sağlığı üzerinde ve sorunlarıyla başetmede
olumlu bir etkisi vardır. Nitekim Durkheim Tanrısıyla iletişim kurmayı gerçekleştirmiş bir
mü’min, inanmayanların cahil oldukları alanlarda yeni gerçekler gören bir insan olmaktan
öte, daha güçlü bir insandır. Varoluşun zorluklarına karşı direnmek ya da bu zorlukları
yenmek için kendisini çok daha güçlü hisseder, diyerek, Tanrı ile kurulan sağlıklı iletişimin
birey ve toplum açısından önemine temas etmiştir.142
Depremin olumsuz etkilerini aşmada dini inanç, dua ve ibadetin depremzedeler için
direnç kaynağı olduğu kendileri tarafından ifade edilmiştir.143 Ayrıca yapılan çalışmalarda
olağanüstü durumlarla karşılaşan insanlar, içine düşmüş oldukları bu durumdan kurtulmak
için zaman zaman dua, ibadet etmek vb. dini davranışlara başvurdukları tesbit edilmiştir.144
Örneğin; Kula tarafından depremzedeler üzerinde yapılan araştırmada, araştırmaya katılan
depremzedelerin %58’si deprem esnasında Allah’a dua ettiklerini %14’ü ise Kur’an
okuduklarını ve namaz kıldıklarını bildirmiştir.145
“Hakikaten dua, insanın görünmez bir varlıkla, mevcudatın yaratıcısıyla, hepimizin
kurtarıcısı ve hamisiyle fikren ve hissen münasebete geçmek için yapılan gayreti temsil
eder.”146
Yapılan araştırmalar insanların duaya çeşitli sebeplerden dolayı oldukça sık bir
şekilde başvurduğunu ortaya koymaktadır.147 İkinci Dünya Savaşı süresince Amerikan
140
Kula, ““Bedenî Özürlü Gençlerin Din Eğitiminde Dikkat Edilmesi Gereken Psikolojik Hususlar”, s.,
197.
141
Antoine Vergote, Din İnanç ve İnançsızlık, çev; Veysel Uysal, İFAV, İstanbul 1999, s. 236; Mustafa Köylü,
Psiko-Sosyal Açıdan Dini İletişim, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2003, s., 103.
142
Tom Bottomore, Robert Nisbet, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Der.; MeteTunçay, Aydın Uğur,
Verso Yay., Ankara, 1990, s., 584.
143
Köse, Küçükcan, a.g.e., s., 142-143.
144
Ralph W. Hood ve diğ., The Psychology of Religion An Emprical Aproach, 2. edt., The
GuilforPress, New York, 1996, s., 378; Michael Argyle, “İbadet ve Dua”, çev.; Mustafa Koç, Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 21, Yıl: 2006/2, s., 331.
145
Kula, “Deprem ve Dini Başa Çıkma”, s., 243.
146
Alexis Carrel, Dua (Bütün Eserleri), çev; Refik Özdek, Yağmur Yayınevi, İstanbul 1981, s. 443.
91
askerlerinin %72’si savaş esnasında çok korktuklarını ancak ettikleri dualar sayesinde
kendilerine yardım edildiğini söylemişlerdir. Askerlerin %42’si de dua sayesinde daha az
korku hissettiklerini ifade etmişlerdir.148
Byrd tarafından yapılan bir araştırmanın sonunda denekler yaptıkları duanın,
hastalıkları üzerinde anlamlı bir şekilde iyileştirici etkisi olduğu tespit edilmiştir.149
Yapılan
çalışmalarda
dini
inkar
eden
kişilerin
bile
tehlikeli
durumlarla
karşılaştıklarında dua davranışında bulundukları ifade edilmektedir.150 Aydın’ın çalışmasında,
dini inkar eden deneklerin %48.68’inin dahi zaman zaman dua ettikleri tespit edilmiştir.151
Karacoşkun tarafından yapılan araştırmada da, duaya kesinlikle inanmadığını ifade eden
deneklerin %20’si dua ettiklerini belirtmiştir.152 Bu da duanın insanlık için vazgeçilmez bir
sığınma kapısı olduğunu göstermektedir. “Bir çok din psikoloğu, duanın mükemmel bir tedavi
vasıtası olduğunu belirlemiş bulunmaktadır... Vergote, duada psikanalitik tedaviye benzer bir
yol izlendiğini öne sürer. Psikanalitik tedavinin temel kaidesinin, ‘hareket etmemek, fakat
herşeyi söylemek’ olduğu bilinmektedir. Temel olarak, başkasıyla konuşma kapasitesini
engelleyen düşünceleri unutma durumundan kurtaran söz tedavi edicidir. Özellikle başkası
için yapılan duanın kişinin kendi kendisi için yaptığı duadan daha etkili ve verimli olduğu
gözlemlenmektedir.”153 Surwillo ve Hobson (1978) tarafından yapılan bir araştırmada da dua
esnasında beynin ritmik hareketlerinde birtakım değişikliklerin olduğu tespit edilmiştir.154
“Dua, ile insan hayatın zorlukları karşısında yalnız olmadığını, daima yardımını
isteyebileceği, onu gören, gözeten ve herşeye gücü yeten bir yaratıcısı olduğunu
hatırlayıp manevi bir güç kazanır.”155
147
Hökelekli, “Ergenlik Çağı Davranışlarında Din Eğitiminin Etkisi”, U.Ü.İ.F.D., c. I, S. 1, Bursa 1986, s. 44;
Kula, a.g.m., s. 244.
148
Michael Argyle, “İbadet ve Dua”, çev.; Mustafa Koç, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 21,
Yıl: 2006/2, s., 334.
149
Michael Argyle, “İbadet ve Dua”, çev.; Mustafa Koç, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 21,
Yıl: 2006/2, s., 335.
150
Pierre Marinier, Dua Üzerine Düşünceler, çev; Sadık Kılıç, İzmir 1990, s. 22.
151
Ali Rıza Aydın, Dini İnkarın Psiko-Sosyal Nedenleri, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), O.M.Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 1995, s., 214.
152
M. Doğan Karacoşkun, Psiko-Sosyal Açıdan İman (Dini İnanç)-Amel (Dini Davranış)
İlişkisi,Yayınlanmamış Doktora Tezi), O.M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 1998, s., 48.
153
Hökelekli, Din Psikolojisi, TDV Yay., Ankara 1993, s. 231-233.
154
David Hay, “Religious Experience and Its Induction”, edt.; L. B. Brown, Advances in the
Psychology of Religion, Pergamon Press Inc., New York 1985, s. 146.
155
Habil Şentürk, Din Psikolojisi, Esra Yayınları, İstanbul 1997, s. 164.
92
Böylece dua inanan kişiye iç huzur ve refahı, depresyona yol açabilecek zorluklara karşı
sabır ve dayanma gücü vererek teselli kaynağı olmaktadır.156
Her ne kadar birbirinden farklı şekilleri de olsa, bütün dinlerde varolan ve dini inancın
somut bir tezahürü olan ibadetlerin de insanın ruh sağlığı üzerinde olumlu etkileri vardır.
İbadetlerin pekçoğu cemaat halinde yapılmaktadır. Bu ise müminler arasında “birlik
şuurunun” uyanmasına vesile olmaktadır. Nitekim çağdaş insanın duygusal gerginliğinin
temel konularından birisi ‘kalabalık içinde yapayalnız olma’ halidir. Bu hal çoğu kişide
bunalımlar yaratan ve depresyona neden olan aşırı ferdileşmenin sonucu olarak ortaya
çıkmaktadır. İbadetler ise bireyi Allah’la olduğu kadar, diğer insanlarla da
yakınlaştırmaktadır. Ortak duygu ve düşüncelere sahip olarak, müşterek bir amaç için bir
araya gelmiş olan insan kalabalığı içerisinde ferdi benliklerin duvarları yıkılarak, kollektif
ruh hakim duruma geçmekte,157 böylece toplum içerisinde yabancılaşan fert o topluluğun
bir parçası olduğunun şuuruna varmaktadır. Bu şekilde ibadetler hem kişinin yalnızlık
duygusuna kapılmasını önlemekte hem de sosyalleşmesini sağlamaktadır.158
Nitekim ibadetler Allah’a karşı görev şuuruyla yapıldığı için, yerine getirildiklerinde bir
gönül rahatlığı ve iç huzuru sağlar. Sorumluluk duygusunu geliştirerek dengeli bir şahsiyet
kurulmasına ve bu dengenin korunmasına yardımcı olur. Her ibadetin özelliğine göre kişi
bir takım süreçler yaşar ve böylece duygu, düşünce, kabiliyet ve karakter özellikleri
etkilenerek müsbet yönde gelişmeler sağlanır.159
Ayrıca ibadetler vasıtasıyla kişi sürekli olarak yüksek bir şuur düzeyinde kendisini kutsalla
iletişim halinde hissetmektedir. İbadetlerden önce yapılan birtakım ön hazırlıklar kişiyi
156
Pazarlı, a.g.e., s. 196. Dua’nın psikolojik etkileriyle ilgili olarak ayrıca bkz; Mary J. Meadow,
Richard D. Kahoe, Psychology of Religion, Happer & Row Publishers, New York 1984, s. 120.
157
Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 245.
158
Pazarlı, a.g.e., s. 191.
159
Şentürk, Din psikolojisi, s. 153-154.
93
maddi ve manevi bir takım kirlerden ve kötü düşüncelerden arındırarak kutsal ile iletişime
hazır hale getirir.160
Toplu olarak yapılan ibadet ve duanın, bireyin mutluluk ve sağlığına ilişkin olumlu
katkıları olduğunu gösteren araştırmalar161 ve Gandhi’nin dua ve ibadet olmasa idi ben
çoktan çıldırırdım sözü dua ve ibadetin birey açısından ne kadar önemli olduğunu gösteren
önemli hususlardır.162
5. Karşılaştığımız Zorlukların İlacı: Sabır
Tasavvufi anlayışta önemli bir yer teşkil eden sabır, üzücü bir olay karşısında kendine
hakim olmak, kızgın davranışlarda bulunmamak; dili şikayetten, azaları yanlış hareketlerden
korumak163, elem, sıkıntı ve belalara sızlanmayı terk etmek164 şekillerinde tanımlanmaktadır.
Din sabır, fedakarlık, mücadele v.b. duyguları kuvvetli tutmak suretiyle hayatın acı ve
ızdıraplarını hafifleten, yaşam gücünü besleyen motive edici bir güç olarak kişiyi psikolojik
olarak koruyabilmektedir.165
“Aynı şekilde dini inancın tavsiye ettiği sabır inanan insanın hayatın fırtınalı ikliminde
sığınabileceği bir başka limandır. Sabır bireyin arzu etmediği bir durumla karşılaşması
halinde ona tahammül göstermesidir. Bu tahammülü gösterdiği takdirde bunun
mükafatının Allah tarafından fazlasıyla verileceği, sabır ve tahammüllün karşılığının
cennet olacağı inancına sahip olan bir kimse güven duygusu içerisinde olur, ruhu sıkıntıyla
160
Faruk Karaca, “Dini Pratikler, Nefs Muhasebesi ve Allah Şuuru”, EKEV Akademi Dergisi, Mayıs
1999, c.:1, S.:4, s. 118-119.
161
Michael Argyle, “İbadet ve Dua”, çev.; Mustafa Koç, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 21,
Yıl: 2006/2, s., 323.
162
Öner, Stres ve Dini İnanç, TDV Yayınları, Ankara, 1989, s., 14.
163
Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Yay., İstanbul, 300.
164
Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yay., İstanbul, 1999, s., 170.
165
Veysel Uysal, Din Psikolojisi Açısından Dini tutum, Davranış ve Şahsiyet Özellikleri, İstanbul 1996, s. 123.
94
değil, genişlik, ferahlık ve huzurla dolar.166 Nitekim sabır Allah’a beslenen hakiki imanın
esaslı bir cephesini oluşturmaktadır.167”168
Depremzedeler üzerine yapılan araştırmalarda sabrın yaşanılan olayı aşmada olumlu
etkileri olduğu gözlenmiştir.169 Depremzedelerin kendilerinden daha zor durumda olanlara
bakarak, yaşamış oldukları olaya sabrettikleri ve kendilerini teselli ettikleri gözlenmiştir.170
İslam inancında derdini diğer insanlara anlatıp, sızlanmak sabra uygun bir davranış
değildir. Fakat Allah’a şikayet edip ondan yardım dilemekte bir beis yoktur.171 Nitekim Yusuf
Suresi, 86. ayet-i kerimede geçtiği üzere Yakub (a.s.)’ın “Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a
arzederim…” şeklindeki ifadesi bu hususa delil olarak gösterilmektedir.
Karşılaşılan bela ve musibetlere karşı sabır gösterilmesiyle ilgili olarak kaynaklarda
pek çok hadis nakledilmektedir.172
Hadis kaynaklarında nakledilen bir olay insanın Ruh sağlığı açısından sabrın önemi ile
ilgili oldukça dikkat çekicidir.
Çocuğu öldüğü için ağlamakta olan bir kadını Hz. Peygamber teskin etmek
istemektedir. Fakat kendisini teskin etmek isteyen kişinin Hz. Peygamber olduğunu bilmeyen
kadın ters bir şekilde karşılık verir. Daha sonra O kişinin Hz. Peygamber olduğunu öğrenince
büyük pişmanlık duyarak kendisinden özür dilemeye gider ve özür beyan eder. Bunun
üzerine Hz. Peygamber: “Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk ankidir” der.173 Böyle bir
dini inanca sahip olan ve gerçekten bunu içselleştiren bir kişinin beklenmedik olağanüstü
durumlarda karşılaşacağı maddi manevi kayıplar karşısında büyük ruhi çöküntüler
yaşamayacağı ve yaşanan olayı metanetle karşılayacağı bir gerçektir.
Sabır’ın kaderle yakın ilişkisi vardır. Kader anlayışı güçlü olan bir kişide ancak gerçek
anlamda sabırlı olabilme durumu meydana gelebilir.
166
167
Peker, a.g.e., s. 169.
Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, çev; Selahattin Ayaz, Pınar Yay., İstanbul , s. 150
168
Cengil, a.g.m., s., 143.
A. Köse, T. Küçükcan, Doğal Âfetler ve Din, Marmara Depremi Üzerine Psiko-Sosyolojik Bir
İnceleme, s., 144-146.
170
Köse, Küçükcan, a.g.e., s., 140-141.
171
Ateş, İslam Tasavvufu, s., 308.
172
Buhari, Marda:1; Müslim, Birr: 5, Tirmizi, Cenaiz:1: Müsned: 2/303: Müslim, Cenaiz: 3,4.
173
Buhari, Cenaiz 43: 7, 32, Ahkâm 11; Müslim, Cenaiz 14; Ebu Davud, Cenaiz 27; Tirmizi, Cenaiz
13.
169
95
Kur’an-ı Kerim’de En’am Suresi, 6/53: insanların birbiriyle ; Bakara Suresi, 2/155: can
kaybıyla; Mülk Suresi, 67/2: hayat ve ölümle; Bakara Suresi, 2/155: açlıkla; Bakara Suresi,
2/15: korkuyla; Ankebut Suresi, 29/10: insanlardan gelecek sözlü ve fiili saldırılarla; Enbiya
Suresi, 21/35: hayır ve şerle; Bakara Suresi, 2/155; mallarla; Enfal Suresi, 8/28: çocuklarla;
Cin Suresi, 72/16; nimetlerle; Bakara Suresi 2/124; Allah’ın indirdiği hükümlerle sınanacağı
belirtilmiştir. Verilecek olan dini hizmette bu ayetler bağlamında sabrın önemi vurgulanabilir.
Ayrıca sabır olgusuna sahip bir insanda, sabır anlayışının da bir neticesi olarak, bazı
insanların baş edemedikleri sorunlarıyla karşı karşıya kaldıkları zaman bir çözüm olarak
görmüş olduğu intihar gibi olumsuz vak’alara rastlanılması beklenemez. Nitekim Stack’ın
yapmış olduğu bir çalışmada endüstrileşmiş toplumlarda dindarlık oranını yüksek olduğu
kesimlerde intihar oranının düşük olduğu gözlenmiştir.174 Durkheim İslam’da intiharın
yasaklanması ile ilgili Kur’an ayetlerini belirttikten sonra şu yorumda bulunur; “Gerçekten
hiçbir şey, İslâm uygarlığın genel ruhuna intihardan daha ters düşemez; çünkü bütün
erdemlerin üstünde tutulan şey Tanrısal istence kesinlikle uyma, “her şeye sabırla katlanma
sağlayan” uysal tevekküldür. Boyun eğmeme, baş kaldırma davranışı olan intiharın, bu
bakımdan, temelde ödevde ağır bir kusur sayılması doğaldır.”175
Netice itibariyle karşılaşılan olağanüstü durumlarda yaşanılan krizle başetmede
gerçek anlamda içselleştirilmiş bir sabır inancının çok büyük önemi vardır.
6. Karşılaşılan Zorlukları Aşmada Tanrı Tasavvuru’nun Önemi
Bir takım sıkıntılarla karşılaşan insanlar bazen kendi kendilerine “Tanrı neden bu
sorunu benim başıma verdi?” sorusunu sorarak yaşamış oldukları sorun ile Tanrı arasında bir
ilişki kurmaya çalışmaktadır. Nitekim kötülük problemi olarak ifade edilen bu sorun adalet
konusu ekseninde Tanrı tasavvuruyla ilgili pek çok tartışmaya konu olmuştur.176
Tanrı’ya karşı “Neden ben?” sorusuyla ortaya çıkan problem, sevgi merkezli Tanrı
tasavvuruyla ortadan kaldırılabilir. Çocukluktan itibaren yapılan hata ve kusurlardan dolayı
Tanrı’nın cezalandıracağı fikrinin aşılanması, bireyin zihnindeki Tanrı tasavvurunun,
“cezalandıran bir Tanrı” özelliği kazanmasını sağlayabilir.
174
Stack Steven, “Dindarlık, Depresyon ve İntihar”, çev.; Talip Küçükcan, Akademik Araştırmalar
Dergisi, s., 8.
175
Emile Durkheim, İntihar, çev; Özer Ozankaya, Cem Yayınları, İstanbul, 2002, s., 380.
176
Bkz.; Cafer Sadık Yaran, Kötülük ve Teodise: Batı ve İslam Din Felsefesinde “Kötülük Problemi”
ve Teistik Çözümler, Vadi Yay., Ankara 1997; Hökelekli, Din Psikolojisi, s., 176.
96
Cezalandırıcı Tanrı tasavvurunun ortadan kaldırılmasında sorunu insanın özelliklerini
dikkate alarak yeniden gözden geçirmek faydalı olacaktır. Kötülük probleminde genelde
sorunun “Tanrı” yönü öne çıkartılarak “neden Tanrı bunca acıya izin veriyor” şeklinde bir
ilişki kurulmaya çalışılmaktadır. Sorunun “insan”la ilgili olan noktasının dikkate alınarak
değerlendirilmesinin problemin çözümüne katkı sağlayacağı düşünülmektedir.177
Ayrıca “Allah açısından Rab olması dolayısıyla izzet, celâl, kudret vb. sıfatları, insan
açısından da kul olması sebebiyle alçak gönüllü, itaatkâr ve kulluğun diğer özelliklerine sahip
olmasını gerektirmektedir. Varlığın başlangıcı olan O yüce zât isim ve sıfatlarıyla tecelli
ederek, Rablığının gereğini en mükemmel şekilde ortaya koymuştur. Genelde, yaratıp doğru
yolu göstermesi178, hayatta başıboş bırakmaması179, yedirip içirmesi ve hasta olanlara şifa
vermesi180, özelde ise, inananların kalplerine iç huzuru bahşetmesi181, dualarına icabet
etmesi182, haddi aşanları, günahkarları, kafirleri, zalimleri, hainleri, kibirli olanları ve
bozgunculuk yapanları bu sıfatlarda ısrar etmelerinden dolayı sevmeyip doğru yola
iletmemesi183 söz konusu tecellinin en güzel örneklerindendir.”184
Görüldüğü gibi sevgiye dayalı bir Tanrı tasavvuru insanın karşılaşmış olduğu
sorunlarla baş etmesinde çok önemli bir role sahiptir.
Sonuç
İnsanoğlu yaşamı boyunca başetmekte zorlandığı çeşitli olağanüstü durumlar
yaşayabilir ve bu husus evrensel bir olgudur. Bu olayları yaşayan kişilerin yaşamış olduğu bu
177
Kula, “Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler”, s., 118121.
178
“O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir” (Şu’arâ Suresi, 26/78).
179
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder” (Kıyâme Suresi, 75/36).
180
“O, bana yediren ve içirendir. Hastalandığımda da O bana şifa verir.” (Şu’arâ Suresi 26/79-80).
181
“Sonra Allah, Resulü ile mü’minler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi…”
(Tevbe Suresi 9/26)
182
“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua
edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar,
bana iman etsinler.” (Bakara Suresi, 2/186).
183
“… Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara Suresi, 2/190); “… Allah
zalim topluluğu doğru yola erdirmez” (Tevbe Suresi, 9/19); “… Allah fasık topluluğu doğru yola
erdirmez.” (Tevbe Suresi, 9/24); “(Yusufu), Benim böyle yapmam, Aziz’in; yokluğunda, benim
kendisine hainlik etmediğimi ve Allah’ın, hainlerin tuzaklarını başarıya ulaştırmayacağını bilmesi
içindir, dedi.” (Yusuf Suresi, 12/53).
184
Muhsin Demirci, “Kur’ân’da Allah-Kainat-İnsan İlişkisi”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, Yıl:
2002, S.; 10, İstanbul, Aralık 2002, s., 95-96.
97
alışılmadık durumlardan kurtulabilmek için dine başvurmaları da yaşanan olaylar kadar
evrenseldir. Biz bu tebliğimizde böyle durumlarda verilecek olan dini hizmetlerde dikkat
edilmesi gereken hususları arzetmeye çalıştık. Herhangi bir olağanüstü veya istenmedik bir
olay yaşandığında insanoğlunun yaşantısının çeşitli boyutları inkıtaya uğrayabilir. Enerji
kesintisi yaşanabilir, barınma problemi ortaya çıkabilir, gıda sorunu yaşanabilir. Ama hiçbir
şekilde insanlara verilmekte olan din hizmetinde bir aksama meydana gelmesi mümkün
değildir. En kötü şartlarda bile din görevlileri tarafından en azından günde beş vakit namazın
kıldırılması ve cemaatle iletişim kurulması temin edilmektedir. Dolayısıyla hayatın her
yönüyle durma noktasına geldiği böylesi durumlarda devam eden, hatta gücünü eskisinden
çok daha fazla hissettirerek devam ettiren husus dindir. Hal böyle olunca yaşanmış olan
istenmedik olaylar da göz önünde tutularak bu dönemde verilecek olan din hizmetlerinde
dikkat edilmesi gereken hususları tebliğde geçtiği şekilde arzetmeye çalıştık. Mutlaka hiçbir
öneri kusursuz ve mutlak değildir. Bizim gözümüzden kaçan hususların, konu üzerinde
çalışma yapan diğer araştırmacılar tarafından tamamlanacağı ve konunun daha mükemmel
bir hale getirileceği kanaatindeyiz.
98
OLAĞANÜSTÜ HALLERDE VAAZ
Fatıma Zeynep BELEN-Kırıkkale İl Müftülüğü Din Hizmetleri Uzmanı
GİRİŞ
Beklenmedik ve ani bir şekilde meydana gelen deprem, sel, salgın hastalıklar,
savaş, terör gibi olayları ifade eden olağanüstü haller, insan yaşamını derinden etkiler.
Afetzedeler “anne, baba, çocuk, kardeş” başta olmak üzere en yakın akrabalarını,
komşularını, yıllarca emek harcayarak kazandıkları mallarını, geçmişin izlerine
tanıklık eden özel eşyalarını afetle birlikte beklenmedik ve ani bir şekilde kaybeder.
Yaşanan bu acı kayıplar; birey ve toplumun “yaratılış, dünya, hayatın anlamı,
imtihan” gibi kavramları yeniden düşünmesi ve karanlıklar içinde kalan iç dünyasını
maneviyatın ışığında aydınlatması için bir fırsattır. Tebliğimizde “Olağanüstü
Hallerde Vaaz” konusu, manevi psiko-sosyal yaklaşım çerçevesinde ele alınmıştır.
Tebliğimiz üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde “Olağanüstü Hallerde
Kullanılan Temel Kavramlar” ve “Afetzedelerin Psiko-Sosyal Özellikleri”ne yer
verilmiştir. İkinci bölümde “Manevi-psikolojik Yaklaşım Çerçevesinde Vaazlar”
konusu işlenmiştir. Son bölümde “Vaizlerin Mesleki Formasyonu” ele alınarak sonuç
ve öneriler sunulmuştur.
Toplumsal sorunların çözümüne katkı sağlamak üzere olağanüstü hallerde,
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, afetzedelerin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni modeller
geliştirmesi önem arz etmektedir. Olağanüstü hallerde sunulacak din hizmetleri için
“Diyanet İşleri Başkanlığı Afet Yönergesi” hazırlanmıştır. Yönergeye göre, afet
bölgesinde “İl Müftülüğü Afet Yönetim Merkezi Başkanlığı İrşat Ekipleri”
oluşturulacaktır. Yönergede, olağanüstü halin yaşandığı afet bölgesinde “yapılan plan
ve programlara göre vaaz ve konferansları hazırlayarak camilerde ve diğer uygun
yerlerde verilmesini sağlamak” irşat ekibinin görevleri arasında ifade edilmiştir.185
Olağanüstü hallerdeki vaaz-irşat hizmetlerinde “disiplinler arası yaklaşım ve
uzmanlaşma” din hizmetlerinde kaliteli iletişimi sağlamak için oldukça önemlidir.
Çünkü afet bölgesinde vaazların nerde, nasıl yapılacağı, vaaz içeriğinde hangi
185
http://www.diyanet.gov.tr/
99
mesajların verilmesi gerektiği, kriz durumunun normale dönme sürecinde dini
rehberlik bağlamında vaaz hizmeti, vaizlerin afetzedelerle iletişimi, afetzedelerin
psiko-sosyal ihtiyaçlarının analizi gibi konular olağanüstü hallerde sunulacak vaaz
hizmetlerinde uzmanlaşmanın gereğini ortaya koymaktadır. Uzmanlık isteyen bir
alanda görev yaparken, alanla ilgili literatüre sahip olmanın önemi yadsınamaz. Bu
bağlamda tebliğimizin ilk bölümünde “Olağanüstü Hallerde Kullanılan Temel
Kavramlar” ve “Afetzedelerin Psiko-Sosyal Özellikleri” incelenmiştir.
1. Olağanüstü Hallerde Kullanılan Temel Kavramlar ve Afetzedelerin
Psiko-Sosyal Özellikleri
A. Olağanüstü Hallerde Kullanılan Temel Kavramlar
Olağanüstü Hal: Sosyal Bilimler Sözlüğü’nde “savaş, seferberlik, doğal
afetler veya özellikle ülke bütünlüğünü tehdit eden ideolojik örgütlenme ve çeşitliliğin
arttığı durumlarda sıkıyönetime benzer biçimde bazı hak ve özgürlüklerin
kullanımının sınırlanarak, güvenlik güçlerinin yetkilerinin artırılmasını öngören
yönetim biçimi” olarak tanımlanmaktadır (Acar, 2005; Demir, 2005:305).
Afet: İnsanlar için fiziksel, ekonomik, sosyal ve çevresel kayıplar doğuran,
normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları
etkileyen, etkilenen topluluğun yerel imkân ve kaynaklarını kullanarak baş
edemeyeceği doğal, teknolojik veya insan kökenli olayların sonuçlarına afet
denilmektedir.186 Tanımda görüldüğü üzere afetler, olağanüstü halin içinde yer
almaktadır. Olağanüstü hal kavramı afetler dışında terör ve güvenlik nedeniyle bazı
hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını da ifade etmektedir.
Kriz :Beklenmedik sosyal, ekonomik, psikolojik bir gelişme karşısında normal
ilişkilerin ciddi olarak sarsılması, karşılaşılan sorunun halledilmesi için mevcut çözüm
yollarının yetersiz kalması sonucu ortaya çıkan ve çaresizlikle içi içe gelişen gerilim
durumunu ifade eden bir süreçtir (Acar, 2005; Demir, 2005: 65). Bu süreç, yoğun bir
belirsizliğin yaşandığı karmaşık bir dönemdir. Krizi yaşayanlar, hayatında bir alt-üst
186
http://www.afad.gov.tr/
100
olma hali yaşar. Bu durum “kendimi karanlık bir tünelin içinde hissediyorum, artık
hiçbir çıkış yolu göremiyorum” şeklinde tanımlanır (Sayıl, 2000:7).
Olağanüstü halin yaşandığı ilk günler, ilk haftalar ve takip eden aylarda
afetzedelerin psikolojik ihtiyaçları farklılık arz eder. Bir süreç olan kriz durumu çeşitli
evrelerden müteşekkildir. Bu bağlamda afetzedelere sunulacak her türlü hizmetin
programlanmasında krizin evreleri hakkında bilgi sahibi olmak sağlıklı ve etkili
iletişim için önem arz eder. Parry (1990)’a göre Krizin evreleri şöyledir: (Nkl.
Palabıyıkoğlu, 2000:139)
 Şok
 Alışılmış problem çözme becerilerinde başarısızlık yaşanır.
 İç ve dış tüm kaynakların harekete geçirilmesi ve uyuma yönelme davranışları
başlar.
 Gerilimi azaltacak girişimler etkili olmuyorsa bireyde duygusal yıkım görülür.
Krizin ilk evresinde afetzedelerin daha çok anlaşılmaya ve sosyal desteğe
ihtiyacı vardır. Bu evrede vaizlerin afetzedelerin barındığı çadırkent, hastane, aşevi
gibi toplu yerlerde halkın içinde bulunması önemlidir. İkinci evrede, gerek lisan-i hal
gerekse sözel olarak “ümit, güven, sevgi ve dayanışma” içeren mesajlara yer
verilmelidir.
Üçüncü
evreden
itibaren
afetzedelerin
yaşadıkları
olayları
anlamlandıracak mesajların verilmesi gerekmektedir. Krizin etki devresi olan
dördüncü dönemde ise yerel ve bölgesel ölçekte “sabır, tevekkül, şükür, merhamet,
ümit” gibi değerleri vurgulayan vaaz konularının programlanması gerekmektedir.
Afet Kriz Yönetimi: Afetlerin önlenmesi, zararlarının azaltılabilmesi için “afet
öncesi, afet sırası ve afet sonrası”nda yapılması gereken idari yasal ve teknik
çalışmaları belirleyerek uygulamaya aktaran ve olay zamanında uygulama
yapabilmeyi sağlayan, her olaydan çıkarılan derslerin ışığında mevcut sistemi
geliştiren yönetim biçimidir.187 Atlı (2006:11) afet yönetiminin ilkelerini “hazırlıklı
olma, acil müdahale, iyileştirme, zarar azaltma” olarak ifade eder.
Olağanüstü hallerde vaaz hizmetleri, afet kriz yönetimi perspektifinde “afet
öncesi, afet sırası ve afet sonrası” olmak üzere programlanmalıdır. Ülkemizin sosyokültürel özelliklerinin, dini inanç, tutum ve davranışların yerel ve bölgesel ölçekte
187
http://www.afad.gov.tr/
101
bilimsel verilerle ortaya konulması, vaaz hizmetleri bağlamında afet öncesi yapılacak
en önemli hazırlıktır.
Travma: Günlük rutin işleyişi bozan, aniden beklenmedik bir şekilde gelişen,
dehşet, kaygı, paniğe yol açan ve kişinin anlamlandırma süreçlerini bozan olayları
ifade eder. En geniş anlamda travmatik yaşantılar afetler sonucunda ortaya çıkar
(Kasapoğlu, 2007:8). Psikolojik travmalar; insanın duygusal, zihinsel ve fiziksel
bütünlüğünü zedeleyerek yaşantısına darbe vuran ve ruhsal bozukluklara iten trajik
olaylardır (Baltaş, 2000:154). Travma yaşayan birey, duygusal olarak derinden
etkilenir (Bilgin, 2007:397). Sosyolojik olarak deprem ya da terör gibi afetler
sonrasında yaşanan travmalar, toplumsal boyutlara da sahiptir. Çünkü afet
sonrasındaki bireysel korkular genişleyerek, toplumsal güvensizliğe yol açabilir
(Kasapoğlu, 2007).
Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Baum (1997) ve Spencer’a (1997) göre
Travma sonrası stres bozukluğu gündelik yaşamın dışındaki işkence, savaş, kaza,
terör olayını yaşamak, saldırı veya tecavüze uğramak gibi yaşantıların ardından
olabileceği gibi deprem, sel, kasırga gibi doğal afetlerden sonra da ortaya çıkabilen
psikolojik travmaların yol açtığı ruhsal bir rahatsızlıktır. Travma sonrası stres
bozukluğunda birey “suçluluk, kızgınlık, karamsarlık, her şeye karşı ilgisizlik, aşırı
yemek yemek, huzursuzluk, aşırı gerginlik, yas, konsantrasyon bozukluğu, uyku
bozuklukları, kabus görmede sıklık, fizyolojik problemler, korku ve kaygılar” gibi
belirtiler yaşayabilir. Bu rahatsızlıklar olayın hemen ardından çıktığı gibi, ikinci ve
dördüncü haftalarda başlayıp, ilk bir yıl içerisinde herhangi bir dönemde de ortaya
çıkabilir. (Nkl.Baltaş, 2000:154-160)
Yaşanılan kayıplar anlamlandılmadığında, inancın iyileştirici gücü ortaya
çıkarılmadığında krizin dördüncü boyutu travma sonrası stres bozukluğu ile
sonuçlanabilmektedir.
Yas: Sevilen ve duygusal olarak bağlı olunan kişinin ölümünün kabulü için
geçen süreyi ifade eder. Afetlerde ortaya çıkan ölümler toplumsal bir süreçtir ve
herkesi olumsuz etkiler. Afetzedelere sunulacak vaaz hizmetlerinde yas sürecini göz
önüne alarak onlarla iletişim kurmak etkili olacaktır. Yas süreci üç evrede yaşanır:
(Baltaş, 2000:158)
102
 İnkar: Kişinin etkilenme düzeyine göre iki-üç hafta süren bir
dönemdir. Bu süreçte kabullenememeden kaynaklanan reddetme,
ağlayamama, hatta cesedin görülmediği durumlarda olaya inanmama
vardır.
 Kabul: Bu dönemde duygusal tepkilerin başlaması ve yüksek bir
enerjiyle boşalım görülür. Aşırı ağlama, suçlululuk, kızgınlık,
saldırganlık, sosyal hayattan elini ayağını çekme, hayattan zevk
alamamak ilgisizlik ve iç sıkıntısı ortaya çıkar.
 Uyum: Yeni durum ve objelerle ilişki kurmaya başlanır. Diğer olaylar
ve insanlarla ilgilenilir ve yavaş yavaş normal hayata dönüş sağlanır.
Başa Çıkma: Bir kişinin stres oluşturan durumlar ile uğraşma sürecine “başa
çıkma” denir. Başa çıkma, kişinin kaynaklarını aşan veya zorlayan olarak
değerlendirilen belirli dışsal veya içsel durumlarla mücadele etmek için sürekli
değişen bilişsel ve davranışsal çabalardan oluşur (Hökelekli, 2009a:218). Din
psikologlarına göre felaketleri algılama, açıklama, kabullenme ve başa çıkma
davranışlarında özellikle dini inanç, tutum ve davranışların önemli bir etkisi vardır
(Köse, 2000: 63; Küçükcan, 2000: 63).
Shaefer (1993) ve Gorsuck’un (1993) yaptığı araştırmada başa çıkma
sürecinde üç değişik eğilim belirlenmiştir (Nkl. Kula, 2002):
 Erteleme (Deferring) Eğilimi: Bireyler yaşadıkları sıkıntı karşısında hiç
birşey yapmadan Allah'ın duruma müdahale etmesini bekleme davranışını
gösteririrler.
 İşbirlikçi (Collaborative) Eğilimi: Allah ile işbirliği yaparak problemi çözme
davranışıdır.
 Kişisel Yönlendirme (Self-Directing) Eğilimi: Allah'tan hiçbir yardım
beklemeden problemi kişisel imkanlarla çözme eğilimidir.
Yükleme/Atfetme (Attribution): Olağanüstü halleri yaşayan insanların anlama
ve açıklama davranışlarını ifade eden bir teoridir. Yükleme teorisine göre, olağanüstü
hali yaşayan birey, bu durumu bazı sebeplere dayandırarak açıklama ve anlama
ihtiyacı hisseder. ‘Nasıl’ ve ‘niçin’ sorularına cevaplar arar. Bu sorulara verilen
103
cevaplar neticesinde olayların nedenleri ve onları hangi kaynaklara atfedildiğine dair
bilgiler ortaya çıkar (Köse, 2000: 63-64; Küçükcan, 2000: 63-64).
Maneviyat: Özdoğan’a göre maneviyat, insanın Yaratıcısı ile olan bağıdır.
Maneviyat ilahi kaynaklıdır ve özümüzdeki cevherdir. Bu cevheri ortaya çıkarmak
için “Ben kimim?” “Bu dünyada niçin varım?” “Yaratılış gayem nedir?” “İnsanlığa
nasıl hizmet edebilirim?” sorularını kendimize sormamız gerekir. (Özdoğan, 2009)
Renetzky’e göre, maneviyatın üç boyutu şöyledir: Hayat, acı çekme ve ölüm
kavramlarının anlamı, amacı ve manevi güç bulma ihtiyacı, hayata ümit bağlama
ihtiyacı ve son olarak kişinin iç dünyasında Yaratan’a inanma ve ona güven duyma
ihtiyacı (Akt. Seyyar:32)
Manevi
Yaklaşım:
Din
psikolojisi
biliminde
manevi
danışmanlık
hizmetlerinde İslam dininin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim, İslam dininin yaşama
boyutunu temsil eden Hz. Muhammed’i (s.a.v) ve Anadolu bilgelerinin görüşlerinden
oluşan psiko-sosyal bir bakış açısıdır.
Dini Rehberlik Olarak Vaaz ve İletişim: V-a-z kökü, Kur’an-ı Kerim’de
geçen bir kavram188 olmakla birlikte Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v) bir eğitimöğretim yöntemi olarak güncel hayatta kullandığı bir iletişim modelidir.
Tosun’a göre (1997) vaaz aynı zamanda bir “rehberlik” faaliyetidir. Fakat
vaazların bu “rehberlik” boyutu bilimsel olarak ortaya konulmamıştır. Ona göre vaaz
hizmetleri, rehberlik faaliyeti olarak "grup rehberliği" içine girer. Tosun’un (1997) bu
yorumu olağanüstü hallerde sunulacak vaaz hizmetlerinde yeni modellerin
oluşturulması açısından oldukça önemlidir. Olağanüstü hallerde verilecek vaazların
temeli, vaazın rehberlik boyutu üzerine kurulmalıdır. Vaazı dini bir rehberlik olarak
ele aldığımızda; vaizlik mesleğini sadece camiye has kılmaktan uzaklaşmış oluruz. Bu
bağlamda, olağanüstü hallerde vaaz hizmetleri, cami dışı din hizmetleri açısından da
değerlendirilebilir. Olağanüstü hallerde yapılacak olan vaaz, afetzedeler ya da
mağdurlara manevi rehberlik yapması bakımından önemlidir. Olağanüstü hallerde
görev yapan vaiz, “manevi rehberlik misyonu” taşımaktadır.
188
Sebe, 46; Nahl, 16/125; Nahl, 16/90; Mücadele, 3; Yunus 57; Hud, 120; Al-i İmran, 138; Araf, 145;
Nisa, 63
104
Vaazlarda iletişim unsurlarının önemi gözardı edilemez. Kaynak, mesaj (ileti),
araç (kanal) ve alıcı (hedef) iletişimin unsurlarıdır. Kaynak: Mesajı düzenleyen, ileten
kişi ya da kişilerdir. Vaizler aynı zamanda kaynaktır. Mesaj: İletişimde “ne söylendiği
ve nasıl söylendiği” mesajın içeriğini oluşturmaktadır. Bu bağlamda, vaaz metinleri
mesajın kendisidir. Araç: İletişimde mesaj taşıyan sinyalleri kaynaktan alıcıya ve
geribildirimi de alıcıdan kaynağa taşıyan kanallardır. Alıcı (Hedef): Olağanüstü hale
maruz kalan birey ve toplumlar hedef kitleyi oluşturmaktadır. Olağanüstü hallerde
yapılacak vaazın hedef kitlesi çok çeşitlidir. Sadece olağanüstü halin yaşandığı yerde
yaşayan halk değil bütün ülke yaşanan müteessir olaydan etkilenmektedir. Baltaş’a
göre afetlerden etkilenen ve travma ile karşılaşabilecek risk grupları şöyledir: (Baltaş,
2000:156)
 Doğrudan Etkilenenler: Yakınlarını kaybedenler, evini kaybedenler, sakat
kalanlar, yaralananlar.
 Tanık Olanlar: Afet kaybı olmayan ancak yaşanan acı olaylara tanık
olanlar, komşular, doktorlar ve kurtarma ekipleri.
 İzleyiciler: Doğrudan yaşamayan ancak üzücü olayları izleyip, depremden
dolaylı olarak etkilenenler.
Bu üç grubun dışında afetzedeleri “yaş, cinsiyet, eğitim” gibi özelliklerine
göre de farklı gruplara ayırabiliriz. Hedef grubun özelliklerine göre hazırlanacak
vaazlar ana mesajların ortaklık arzetmesi ile birlikte, hedef kitlenin özelliklerine göre
farklılık içerebilir.
Değişik iletişim biçimlerinin kullanılması iletişimin başarısı için önem arz
eder. Vaazlar afetzedelere değişik kanallar aracılığıyla sunulabilir. Krizin ve yas
sürecinin evreleri ile afet kriz yönetimi ilkeleri bağlamda değişik duyu organlarına
hitap eden materyaller geliştirilebilir (Hökelekli, 2009b:270-275).
B. Afetzedelerin Psiko-Sosyal Özellikleri
105
Olağanüstü hali yaşayan bireylere sunulacak vaazlarda afetzedelerin psikososyal özelliklerinin, beklenti ve ihtiyaçlarının tespiti, hedef kitleyle kaliteli iletişim
kurulmasında etkili olacaktır.
Hökelekli’ye göre (2009b:238) vaaz ve hutbeler, konferanslar, kurs ve
seminerler genelde kişilerin ihtiyaçları, sorunları, özellikleri çerçevesinde değil,
planlayıcıların kendi anlayış ve önceliklerine göre belirlenmektedir. Bu hizmetlerin ne
ölçüde etkili olduğu, ne gibi sonuçlar verdiği ile ilgili ciddi bilimsel çalışmalar
yapılıp, bunların sonuçlarına göre program geliştirme gibi bir yola başvurulduğuna
dair elimizde herhangi bir bilgi yoktur.
Olağanüstü haller birey ve toplum üzerindeki etkilerini inceleyen psikolog,
sosyolog ve sosyal hizmet uzmanlarının elde ettikleri bazı bulgular şöyledir:
 Beklenmedik ve bir anda ortaya çıkarak insanın kontrol gücünü aşan durumlar
ruh sağlığını etkileyerek psikolojik gerilim ve strese yol açar (Köse, 2000:7;
Küçükcan, 2000:7).
 Afetler, maruz kalan toplumun başa çıkma ve uyum kapasitesinin üzerinde
ciddi yıkımlara neden olur. Bu sebeple psiko-sosyal ve fiziksel kaynaklara
ihtiyaç duyulur (Baltaş, 2000:155).
 Bireyin sürüp giden yaşamı zorlayıcı bir olay ile sarsıldığında, kriz durumu ile
sonuçlanır. Kriz içindeki kişi duygusal olarak alt üst olmuştur. Yaşanılan kriz,
kendilik imgesi ve gelecek planları için tehdit oluşturur (Palabıyıkoğlu,
2000:100).
 Eriksona göre, travmaya uğramış topluluk ortak bir kültür oluşturur. Bu kültür
ortamındaki bireyler içine kapanır, yalnızlaşır ve sosyalliği azalır (Nkl.
Kasapoğlu, 2007:III).
 Olağanüstü hal sonrasında yerleşim yerini değiştirmek zorunda kalan
afetzedeler, bu değişime uyum sağlamakta zorlanır. Bu sebeple psikolojik
düzeyde davranış bozuklukları, ruhsal çöküntüler ve ebeveyne aşırı bağlılık
gibi etkiler ortaya çıkabilir (Baltaş, 2000).
 Afet geçiren topluluk, bir sosyal organizma olarak travmaya uğradığında var
olan toplumsal doku çoğu zaman harap olur. Fakat doğal afetlerde, olaydan
106
hemen sonra “iyi hissetme dalgası” insanlar arasında hissedilir. Afette yardıma
gelen kurtarma ekiplerinin ve komşuların çabalarının sıcaklığıyla eski
dostluklar ve topluluk ruhu canlanır (Erikson, 1994, Nkl. Kasapoğlu, 2007:910).
 Felaketler, aynı anda çok sayıda insanı etkiler. Yüzlerce kişi bu felaketlerde
ölürken geride kayıpla baş etmesi gereken çok sayıda insanı bırakır
(Palabıyıkoğlu, 2000:112).
 Kayıp yaşantısıyla kişi, kendi ölümlülüğü ile yüz yüze gelmiştir. Kriz
döneminde kişinin genel olarak yaşama bakışı, tutumları, duyguları, kurduğu
ilişkileri, önceki yaşantıları ve dini inançları, ölümü fiziksel olarak vücudun
işlevlerini durdurmasından daha fazla bir şey olarak anlamlandırmasını sağlar
(Soykan, 2000:123).
 Felaket öncesinde kendisine güvenen, kendi hayatını kontrol eden, nerede ne
zaman ne iş yapacağına karar veren, seçenekleri olan, olaylar karşında
iradesini kullanabilen insan felaketle birlikte bu yeteneklerini büyük ölçüde
kaybetmiştir. İnsanın hayatı kontrol etme gücünü ve hayata yön verme
yeteneğini kaybetmesine felaket anında yaşadığı can ve mal kayıpları da
eklenince, çok derin bir ‘güvensizlik duygusuna kapılma’ ihtimali ortaya
çıkmaktadır (Köse, 2000:16; Küçükcan, 2000:16).
 Kendi kontrol yeteneği dışında olumsuz deneyim yaşayan inançlı kişiler
özellikle karşılaştıkları deprem, sel gibi olağanüstü olaylarda çok fazla
kayıpları olsa bile bunlara metafizik bir anlam yüklemekte ve başlarına gelen
şeylerin Allah’tan geldiğine inanmaktadırlar. Bu inanç felaketlerin anlam
kazanmasını
sağlayarak
belirsizlik
duygusundan
kurtulmaya
katkıda
bulunmakta ve kabullenme sürecini hızlandırarak tekrar normal hayata
dönülmesini sağlamaktadır (Köse, 2000; Küçükcan, 2000:143).
Vaazlarda
işlenecek
konuların
ve
konunun
taşıyacağı
ana
mesajların
belirlenmesinde afetzedelerin beklenti ve ihtiyaçlarının bilinmesi gerekir. Köse (2000)
ve Küçükcan’ın (2000) Marmara depremi sonrasında yaptığı mülakatlarda,
afetzedelerin vaaz hizmetleri hakkında beklenti ve ihtiyaçlarınaı anlatan bazı ifadeler
şöyledir:
107
 “Yaşanan
felaketlerin
manevi
dinamiklerini
insanlara
anlatmanın
gerekliliğine inanıyorum. O zaman bu insanlar bu olayın neden olduğunu
bileceklerdir. Çünkü toplumun klavuzları olmazsa toplum yönünü bulmakta
zorlanabilir. Felaket yanlış temeller üzerinde, mesela Allah’ın adaletli
olmaması şeklinde içselleştirebilir.”
 “Bana deprem ve depremde nasıl davranmamla ilgili ve hayata nasıl yeniden
tutunabilirim ile ilgili bilgiler, bunun için yapılması gerekenin din ölçeğindeki
açıklamaları verilmeliydi.”
 “İnsanların
sabrı,
felaket
karşısında
Allah’a
sığınma
yöntemlerini
öğrenmeleri gerekiyordu.”
 “İnsanların adaletli olmasını, gerektiği kadar yardım alması gerektiğini, bu
faciada sabır göstermeleri gerektiğini, isyana, tuğyana, ayrılığa düşmemeleri
gerektiğini anlatabilirlerdi.”
 “Bu felaketlerin sebeplerine yönelecek ve onu da dinin çerçevesinde
açıklayabilecek klavuzlara ihtiyaç olduğunu hissediyorum.”
 “İlk ayda herkes yardımlaşmayı, paylaşmayı sever şekilde hareket etti. Birinci
ay bittikten sonra aileler toplumsal sorunları yaşamaya başlayınca, kendi
içlerinde bile kavga etmeye başladılar. “Ne olacağım” sorusu gündeme geldi.
Bu soruya cevap bulamayınca kavgalar başladı.”
 “Bizim çadırkentlerimize diyanetten hiç kimse gelmedi. Afetten sonra ilk
Cuma hutbesinin konusu satanizm ile ilgiliydi.”189
 "Teslim olsunlar Allah'a. Her şeyin ondan geldiğini bilerek hareket etsinler.
İsyan etmesinler. En kolay böyle atlatırlar depremin izini. Şimdi yeni bir
hayata başlayacak hepsi. Önemli olan bu hayatı düzgün yaşamaları.”
189
Van’da 23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen depremde Diyanet İşleri Başkanımız Sayın
Mehmet GÖRMEZ depremi müteakip ilk Cuma namazında depremzedelerle birlikte olmuştur.
Depremzedelerin psiko-sosyal ihtiyaçlarını içeren hutbeyi afetzedelerle paylaştıktan sonra Cuma
namazı kıldırmıştır.
108
Yukarıdaki ifadelerden görüldüğü üzere afetzedeler yaşadığı
olayı
anlamlandıracak, ümit, sabır ve güven duygularını aşılayacak, acıların üstesinden
gelmesine yardımcı olabilecek vaazlara ihtiyaç duymaktadır. Olağanüstü hallerde
hazırlanacak vaazın temel hedefi, afetzedenin hayatında kaybettiği anlamı ve güven
ihtiyacını yeniden keşfetmesine yardımcı olmaktır.
Afetzedelerin, çadırkentlere Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hizmet
götürülmesini ifade etmeleri tebliğimiz için önem arz etmektedir. Olağanüstü hallerde
yapılacak vaazın yeri sadece camiler ile sınırlı kalmamalıdır.
2. Manevi-psikolojik Yaklaşım Çerçevesinde Vaazlar
Din psikologlarına göre felaketleri algılama, açıklama, kabullenme ve başa
çıkma davranışlarında özellikle dini inanç, tutum ve davranışların önemli bir etkisi
vardır. Kendi kontrol yeteneği dışında olumsuz deneyim yaşayan inançlı kişiler
karşılaştıkları deprem, sel gibi olağanüstü olaylarda çok fazla kayıpları olsa bile
bunlara metafizik bir anlam yüklemekte ve başlarına gelen şeylerin Allah’tan
geldiğine inanmaktadır. Bu inanç, felaketlerin anlam kazanmasını sağlayarak
belirsizlik duygusundan kurtulmaya katkıda bulunmakta ve kabullenme sürecini
hızlandırarak tekrar normal hayata dönülmesini sağlamaktadır (Köse, 2000:63;
Küçükcan, 2000:63).
Vaazlarda, yaşanan olayların anlamlandıracak, afetzedelere olumlu bakış açısı
kazandıracak, Allah inancını içselleştirecek, manevi olarak güçlenmelerini sağlayacak
mesajlar vermek önem arz eder. Tebliğimizin bundan sonraki bölümünde “bela ve
imtihan” kavramları olumlu başa çıkma çerçevesinde ele alınmıştır. Kur’an-ı Kerim
ve hadislerdeki kıssaların vaazlarda kullanılmasının önemi üzerinde durulmuştur.
Anadolu bilgelerinin eserlerinden, kriz durumlarına farklı bakış açıları kazandıracak
örneklere yer verilmiştir.
a. Bela ve Fitne
Olağanüstü olaylardan sonra, afetzedelerin aklına ilk gelen “Bu Allah’ın
bana/bize bir cezası mı?” sorusudur. Kula’ya göre (2007) yaşanan travmatik olay
sadece cezalandırma olarak algılanırsa, bireyde aşırı suçluluk duygusu, Allah’a
güvenme ve yönelmede isteksizlik, kendi dışında suçlu arama gibi bazı olumsuz
duyguların yaşanması mümkündür. Problemin tanınması, ona yönelik çözümlerin de
109
oluşturmasına katkı sağlar. Bu sebeple yaşanan olayın bir ceza olarak değil de, “uyarı
ve imtihan” olarak anlamlandırılması olayın oluş biçimini, nedenlerini, bizim olay
karşındaki tedbirsizliklerimizi ve bu tedbirsizliklerdeki nedenlerimizi daha iyi tespit
etmemize ve buna yönelik çözümler üretmemize yardımcı olabilir.
Ayetlerde geçen “bela ve fitne190” ve bunlardan türeyen kelimelere “imtihan,
deneme, sınav” gibi anlamlar yüklenmiştir. Ragib el- İsfehani “bela” kelimesini “bir
elbisenin yıpranması, eskimesi” anlamına geldiğini ifade eder. Yüce Allah ile ilgili
“bela keza” ya da “ebtelahu” kelimeleri kullanıldığında, yalnızca “kişinin iyiliğinin ve
kötülüğünün ya da bozukluğunun ortaya çıkması” kastedilir. Yoksa bununla “durumu
hakkında bilgilenmeye, durumu öğrenmeye çalışma ve onunla ilgili bilinmeyen
noktalara vakıf olma” diye bir şey kastedilmez. Çünkü gaybleri bilen Allah’tır. F-t-n
kökü, temelde “iyilik düzeyi kötülük düzeyinden ayrılıp ortaya çıksın diye, altını ateşe
sokmak demektir. Fitne, Allah’tan ya da kuldan sadır olmuş olan sıkıntı, musibet,
öldürme azap türden hoş görülmeyen fiillerdir. Bu gibi fiiller her ne zaman Yüce
Allah’tan sadır olursa, bir hikmete dayanır (İsfehani, 2008:234-235;1117-1119).
İsfehani’nin bu yorumuna göre, bela ve fitne kökleri ile bunlardan türeyen
kelimelerde kastedilen anlamlardan biri, insana doğuştan verilen yeteneklerin, gizil
güçlerin ortaya çıkması için yaşanan deneyimlerdir. Bu bağlamda her acı olay, bireyin
kendisi hakkında farkındalık kazanması ve kendisi ile yeniden tanışmasını gerektirir.
İnsan, karşılaştığı olaylara verdiği tepkilerle kendinde daha önce keşfetmediği yeni
şeylerle karşılaşır.
Olağanüstü olaylar neticesinde yaşanılan kayıplar, hissedilen acılar insanın
manevi gelişimine katkı sağlar. Bu bağlamda vaazların içeriğinde “Neden bu olay
benim başıma geldi?” yerine “Yaşadığım acılar bana neyi öğretiyor? Hangi alanlarda
beni geliştiriyor?” gibi soruların zihinlerde yerleşmesine ihtiyaç vardır.
b. Kıssalar
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde yer alan peygamber kıssaları ve geçmiş
kavimlerin yaşadığı olaylara dair verilecek olağanüstü hallerde sunulacak vaaz
190
Bakara, 2/155; 2/49; Saffat, 37/106; Enbiya, 21/35; Ankebut, 29/1-2 v.d.
110
hizmetlerinde önemli bir yer alır. Pesechkian’a göre “kıssa, hikaye ve mitoslar”
beynin bütüncül yeteneklerini etkileyici ve harekete geçirici bir öneme sahip
bulunmaktadır (Nkl. Hökeleklib, 2009/269).
Kasapoğlu’na
göre
(2004),
kişinin
kendisiyle
başkaları
arasında
karşılaştırmalar yapması, stresle başa çıkma stratejilerinden birisidir. Birey kendisiyle
aynı sorunları yaşayan ve daha zor durumda bulunan kimseleri göz önüne aldığında,
kendi durumunun düşündüğü kadar kötü olmadığını fark eder. Birtakım sorunları
sadece kendisinin yaşamadığını bilmek, kendisini daha iyi hissetmesini sağlar.
Hökelekli’ye göre, dini değerlerin kalıcı hale getirilmesinde, dolaylı ve üstü
örtülü anlatımın zengin imkanlarından yararlanmak en uygun yollardan birisidir.
Olayların tabii akışı içerisinde, kişiye yeni bir bakış açısı sunan bir durumla karşı
karşıya kalan bir kimse, çok fazla etkilenebilmektedir. Dini iletişimde kıssa ve hikaye
yoluyla aktarımın iki bakımdan önemi vardır: Birincisi dini hakikatler, fizik ötesi
(gayb) alemle ilgili olduğu için bunları ifade etmede “sembolik” ve “çağrışım
yaptırıcı” bir dilin kullanılması kaçınılmazdır. İkincisi ise, Kur’an’ın asıl hedefi
insanlara bilgi vermek değil, onların ahlak ve zihniyet dünyalarında bir dönüşüme yol
açmak olduğundan, bunun en etkili yolu insan kavrayışının en bütünce yönüne
seslenmektir (Hökeleklib, 2009).
Hz. Eyyub’un kayıp ve acılarla dolu yaşamı, Hz. Yusuf’un, köleler pazarında
satılması, zindana atılması; Hızır (a.s) ve Hz. Musa peygamberin yolculuğu, Hz.
Peygamber’in hayatındaki zorluklar gibi konuları içeren kıssalar olağanüstü hallerde
hazırlanacak vaazlarda mutlaka kullanılmalıdır. Çünkü Allah’ın sevgili kulları olan
peygamberler, yaşadıkları bu acılarla manevi olgunlaşmayı yaşamıştır ve farklı
nimetlere kavuşmuştur.
c. Toplumun Deniz Fenerleri: Anadolu Erenleri
Yaratılış amacı, hayatın anlamı, öldükten sonra yaşam, dünya hayatındaki
kayıplar ve yaşanan acıların sorgulanması gibi ontolojik soru ve sorunlara ikna edici
bir şekilde cevaplar veren tek otorite dindir. Son din İslam’ın kutsal kitabı Kur’an,
111
insanlara yol göstericidir.191 Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) yirmi üç yıl süren
peygamberlik hayatında Kur’an-ı yaşamış ve yaşatmıştır.
Kur’an ve Sünnetin rehberliğinde yaşayarak bu iki kaynaktan aldığı ilhamla
gönüllere hitap eden Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi
Anadolu erenleri toplumun rehberi, deniz fenerleri olmuştur. Söylemlerinde, kaleme
aldıkları eserlerde ayet ve hadisleri açıklamışlardır. Bu erenler aynı zamanda İslam
alimi ve vaizdir. Anadolu erenlerinin topluma rehberlik yapan bir vaiz olmaları
tebliğimiz açısndan oldukça önemlidir. Onlar Kur’an ve Sünneti hem sözleriyle hem
de lisan-ı hal ile anlatmıştır. Anadolu erenlerinin diğer bir özelliği, insanların iyi ve
kötü günlerinde onlarla beraber olmalarıdır. Eserlerinde insanın hayatında
karşılaşabileceği kayıplar ve acılara dair olumlu bakış açıları geliştirmişlerdir. Bu
anlamda Anadolu bilgelerinin görüşleri, olağanüstü hallerdeki vaaz hizmetleri için
zengin bir kaynaktır.
Ahmet Yesevi, Türkçe olarak kaleme aldığı Divan-ı Hikmet adlı eserinde
bütün deyişlerini, tebliğ ve nasihatlerini “Hikmet” adını verdiği şiirlerle dile
getirmiştir. Mert, Yesevi’nin “hikmet” kavramın bilinçli olarak seçtiğini ifade eder.
Nahl Suresi’nde (Nahl, 16/125) geçen “Rabbinin yoluna hikmetle davet et” ayeti
Yesevi hikmetlerinin referansıdır (Mert, 2000: 16, 33).
Olağanüstü hal sonrasında yardımlaşma ve dayanışma gibi duyguları harekete
geçirecek vaazlar toplumsal birlik ve beraberlik sağlanması açısından önemlidir. Bu
bağlamda, aşağıda Ahmet Yesevi hikmetlerinden bir demet sunulmuştur:
Nerde görsen gönlü kırık,merhem ol sen;
Öyle mazlum yolda kalsa,hemdem ol sen;
Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen;
Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte.
191
.Bakara, 2/2
112
Garip, fakir, yetimleri Resûl sordu;
Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen;
Hem o gece Mirâc’a çıkıp didar gördü;
Âyet, hadis her kim dese, sâmi ol sen;
Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü;
Rızık, nasip her ne verse, kani ol sen;
Gariplerin izini izleyip indim işte.
Kani olup şevk şarabını içtim işte.
Gönüller Sultanı Mevlana, sevgi ve hoşgörü çağrısı ile gönülleri fethetmeye
devam etmektedir. Mevlana’yı Mevlana yapan hiç şüphesiz Kur’an ve Sünnet’tir.
Karaköse’ye göre, Hz. Mevlana’nın eserleri terapötik/iyileştirici bir özelliğe
sahiptir. Mesnevi’nin birinci ve dördüncü ciltlerinin ön sözünde bu özelliği şöyle
ifade eder: “Doğrusu Mesnevi gönüllere şifa, hüzünlere ciladır. Ruhların huzuru ve
ruhlara şifadır. Hastayı alır doktoruna götürür. Aşığı alır sevgilisine ulaştırır. Mihnet
ve ızdırap çekenlerin dertlerini ve kederlerini azaltır, güç işlerini kolaylaştırır”
(Karaköse, 2011:12) Mesnevihan Şefik Can Mevlana’nın eserleri hakkında şu
tespitlerde bulunur: “Mevlana gerek Mesnevi-i Şerifte gerekse Divan-ı Kebirde ve
diğer eserlerinde yeri geldikçe ıstırabın insanın olgunlaşması, kemale ermesi için bir
vasıta bazen de bir imtihan olduğunu ifade eder. Bu yüzden ıstıraba sabretmek
tahammül etmek değil, ıstırabı sevmek gerektiğini bildirmektedir (Nkl. Karaköse,
2011:37)
Tebliğimizin sınırları dahilinde, Mevlana’nın sabır (Yeniterzi, 2003) dert ve
acıya yüklediği anlamı yansıtan örneklere yer verilmiştir.
“Dünya hayatında başına gelen belalara, cefa dikenlerine katlan! Çünkü
çektiğin acılar, sıkıntılar seni dikenlerden alır da güllere kavuşturur. Reyhanların,
yaseminlerin bulunduğu bahçeye çeker götürür (Divan-ı Kebir, I/288). “Sen görüş
sahibi ol da dikende gül gör! Dikensiz gülü herkes görür. Başına gelen belanın ilahî
bir lütuf olduğunu anla, cüzde de küllü gör! Zaten ehliyet, seziş de budur.” (Divan-ı
Kebir, I/326)
“Dost altın, belâ da ateş gibidir. Ayarı hâlis olan altın ateşe razıdır.” (Mesnevî,
II:1472-74)
“Dert daima insana yol gösterir. Dünyadaki her iş için, insanın içinde ona karşı
bir aşk, bir heves ve dert olmazsa; insan o işi yapmaz ve o iş dertsiz, zahmetsiz olarak
yansıtan ona müyesser olmaz. İster dünya, ister âhiret, ister padişahlık, ister ilim, ister
astronomi ve ister başka işler için olsun hepsi için, bu böyledir.” (Fîhi Mâfih, 33)
113
“Sabır, mübarek bir şey; daima insandan üzüntüyü giderir.” (Mesnevî, III:
1859)
“Gönüldeki her ferahlığın sebebi bir sıkıntıya bağlıdır.” (Mesnevî, III: 2312)
“Nerede bir dert varsa, deva oraya, nerede bir yoksul varsa nimet oraya
gider.” (Mesnevî, II: 3232)
“Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç
tazelenir.” (Mesnevî, II: 2282)
Yunus Emre şiirlerinde seçtiğimiz beyitler şöyledir: (Ilgınlar, 2005)
Ne varlığa sevinirim,
Açlık sonu tokluktur,
Ne yokluğa yerinirim
Tokluk sonu yokluktur.
Aşkın ile avunurum,
Bu yollar korkuluktur,
Allah görelim n'eyler?
Bana seni gerek seni
Sen sanmadığın yerde,
Her kaçan anarsam seni,
Nagah açıla perde.
Kararım kalmaz Allahım.
Derman erişe derde,
Sendem gayrı gözüm yaşın,
Allah görelim n'eyler?
Kimseler silmez Allahım.
Erzurumlu İbrahim Hakkı, yaşanan acı deneyimlere tevekkül merkezli bir
yaklaşım ortaya koyar:
Hak şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Ârif onu seyreyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Sen hakk’a tevekkül kıl,
Mevlâ görelim neyler,
Tefviz et ve rahat bul,
Neylerse güzel eyler.
Sabreyle ve razı ol,
Kalbin ona berk eyle,
114
Tedbirini terk eyle,
Mevlâ görelim neyler,
Takdirini derk eyle,
Neylerse güzel eyler.
Karaköse’ye göre (2011), bireyin “acı deneyimlerden ya da kayıplardan ne
öğrendiği” önemlidir. Acı deneyimlerle edinilen bu öğrenme türü bir iç görüdür.
Psikoloji biliminde iç görü kavramı “kendini ve duygularını anlayabilme yeteneğini”
kazanmaktır.
Kendini tanıma, irfan geleneğinde mühim bir rol oynar. İlmi ve tasavvufu
birleştiren, halkı bir arada tutmayı amaç edinen ve manevi çizgisiyle Anadolu irfanını
etkileyen Hacı Bayram-ı Veli kendini tanımanın, anlamanın önemini şöyle dile getirir:
(Olgunlu, 2010:291-308)
Bilmek istersen seni,
Can içre ara canı.
Görünen sıfatındır,
Anı gören zatındır.
Geç canından bul anı,
Sen seni bil, sen seni.
Gayrı ne hacetindir,
Sen seni bil, sen seni.
Kim bildi efalini,
Ol bildi sıfatını.
Kim ki hayrete vardı,
Nura müstağrak oldu.
Anda gördü zatını,
Sen seni bil, sen seni.
Tevhidi zatı buldu,
Sen seni bil, sen seni
115
116
Hacı Bayram-ı Veli’nin müridi ve İstanbul’un manevi fatihi Akşemseddin dünyevi
dertlere dair şu tavsiyede bulunur: (Olgunlu, 2010:318)
“Bir gün dünyaya ait bir derdin olursa Rabbine dönüp ‘benim büyük bir derdim var’
deme. Derdine dönüp ‘Benim büyük bir Rabbim var’ de”
3. Vaizlerin Mesleki Formasyonu
Olağanüstü hallerde yürütülecek vaaz hizmetlerinde başarılı ve etkili iletişimi
yakalayabilmek için olağanüstü halin yaşandığı bölgenin ve afeti yaşayan hedef kitlenin
psikolojik ve sosyolojik açıdan analiz edilmesi önem taşımaktadır. (Hökeleklib, 2009;
Okumuş, 2007). Çünkü bir toplumda hâkim olan değerler sistemini çözümlemeden onların
afet kültürünü analiz etme olanağı yoktur (Kasapoğlu, 2007:57). Vaizlerin mesleki
formasyonunda gerek bu bilgilerin eğitim sürecinde onlara verilmesi, gerekse olağanüstü hal
sonrası bölgeyi analiz edebilme becerisine sahip olmaları önem arz eder. Bu bağlamda
vaizlerin nicel ve nitel araştırma teknikleri başta olmak üzere din sosyolojisi, din psikolojisi,
din eğitimi, tefsir, hadis, tasavvuf, Türk İslam edebiyatı gibi alanlarda mesleki formasyon
kazanmalıdır.
Olağanüstü hallerde vaaz edecek vaizlerin sosyal bilimler alanında uzmanlaşması
önemlidir. Çünkü olağanüstü hallerde sunulacak hizmetler psikoloji, sosyoloji, rehberlik,
psikiyatri, iletişim gibi pekçok farklı biliminin ilgi alanına girmektedir. Bu sebeple vaiz,
disiplinler arası bütüncül bir bakış açısına sahip olmalıdır.
Hökelekli’ye göre din hizmeti ile uğraşanların dini bilgilerini geliştirme ve güncel
duruma getirme, diğer yandan da günümüz iletişim tekniklerini ustaca kullanacak tarzda
yetişmeleri büyük önem taşır (Hökeleklib, 2009:276). Güler yüzlü, kendi ile barışık, empatik,
diksiyonu düzgün, sabırlı, metanetli, yardımsever ve işini özveri ile yapabilen, söylemleri ile
eylemleri tutarlı olan vaizlere olağanüstü hallerde ihtiyaç duyulmaktadır. Olağanüstü hallerde
vaaz edecek personelin seçimi gönüllülük esasına dayanmalıdır.
SONUÇ
Tebliğimizde deprem, sel, savaş gibi olağanüstü hallerde vaaz hizmetleri disiplinler
arası bir yaklaşımla ortaya konulmuştur. Olağanüstü hallerdeki vaaz hizmetlerinin
profesyonel bir şekilde icra edilebilmesi için uzmanlaşmanın gereği üzerinde durulmuştur.
116
117
Olağanüstü hallerdeki vaaz hizmetlerine ışık tutması amacıyla, alanın kavramsal çerçevesi
çizilmiştir. Olağanüstü hallerdeki vaazların içeriği, vaizlerin mesleki formasyonu,
afetzedelerin manevi psiko-sosyal ihtiyaç ve beklentileri din psikolojisi bilimi açısından ele
alınmıştır. Vaazların bireysel ve toplumsal rehabilitasyonda etkisi Anadolu bilgelerinin
eserlerinden örneklerle ortaya konulmuştur. Bu bağlamda vaazlar, rehberlik ve danışmanlık
misyonu taşımaktadır.
ÖNERİLER:
1. Diyanet İşleri Başkanlığı Afet Yönergesi’nde afet öncesi, afet esnası ve afet sonrasını
içeren düzenlemeler yer almalıdır.
2. Ülkemizde yaşanabilecek olağanüstü hallere karşı bir risk haritası çıkarılmalıdır. Vaaz
hizmetleri, risk bölgelerinin sosyo-kültürel özellikleri çerçevesinde planlanmalıdır. Bu
bağlamda, olağanüstü haller yaşanmadan önce muhtemel afetlere karşı “vaazların nasıl
programlanacağı,
nerelerde
verilebileceği,
bölgede
görev
yapacak
vaizlerin
uzmanlaşmasının hangi yollarla yapılacağı”nın tespiti gerekmektedir.
3. Halkın dini tutum ve algılarını öğrenmek üzere internet üzerinden “yerel, bölgesel ve
ulusal” düzeyde anketler yapılmalıdır.
4. Olağanüstü hallerde görev yapacak personel din psikoloji, din sosyolojisi, din eğitimi
gibi konularda uzmanlaşması sağlanmalı ya da mesleki formasyondan geçirilmelidir.
5. Başkanlık merkezi ve taşrada görev yapan “din psikolojisi, din sosyolojisi, din eğitimi,
tasavvuf, hadis, tefsir, Türk-İslam edebiyatı” gibi alanlarda doktora yapan uzman din
görevlileri ile birlikte materyaler hazırlanmalıdır.
6. Afet esnasında ve sonrasında vaaz hizmetlerinin sunumunda kriz süreci, ‘yas’ın
özellikleri, travma sonrası stres bozukluğu gibi bilimsel verilere dikkat edilmelidir. Bu
bağlamda krizin birinci ve ikinci evrelerinde afetzedelerle aynı ortamlarda bulunmak,
yalnız olmadıklarını hissettirmek, onları dinlemek önemlidir. Krizin üçüncü
evresinden itibaren vaazlarda yaşanan acıların anlamlandırlmasına yönelik mesajlara
yer verilmelidir.
117
118
7. Vaazların rehberlik boyutu dikkate alınarak vaizin görev yeri sadece camii ve
mescidlerle sınırlı kalmamalıdır. Vaizler özellikle krizin birinci ve ikinci evresinde
hastane, aşevi, çadırkent gibi afetzedelerin toplu bir şekilde ikamet ettikleri yerlerde
afetzedelerle iç içe olmalı ve diğer destek birimleri ile irtibata geçmelidir.
8. Olağanüstü hal sonrası, sunulan vaaz hizmetlerine dair bilgi bankası oluşturulmalıdır.
9. Afet sonrası vaaz hizmetlerinde, toplumsal rehabilitasyom önemlidir. Yaşadığı şoku
atlatamayanlar travma sonrası stres bozukluğu ya da kaygı bozuklukları yaşayabilir.
Bu bakımdan afet sonrası “ahiret, şehitlik, ümit, sabır, tevekkül, merhamet, kıssalar”
gibi anlamlandırma ve iç görü kazandıracak konulara geniş yer verilmelidir.
10. Bölgede görev yapan vaizlerin, tükenmişlik sendromu ya da ikinci travma yaşamaması
için koruyucu ruh sağlığına dair bilgilendirilmesi sağlanmalıdır.
11. Manevi Sosyal Hizmetler alanında çalışma yapan akademisyenlerle işbirliği
yapılmalıdır.
12. Olağanüstü halllerde sunulacak vaaz hizmetleri için internet sitesinin kurulması,
yapılacak program ve etkinliklerin duyurulması ve kitap haline getirilmesi gerekir.
13. Batıdaki uygulamalar yerinde incelenmeli, iyi uygulamalar transfer edilmelidir.
14. Vaaz sadece camii ile sınırlı kalmamalı, vaizler olağanüstü halin her evresinde yer
almalıdır.
15. Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlana gibi kültürel değerlerimize bu tür vaazlarda
daha çok yer verilmelidir.
KAYNAKÇA
Atlı, Ayhan, Afet Yönetimi Kapsamında Deperm Açısından Japonya ve Türkiye Örneklerinde
Kurumsal Yapılanma, Ankara, Asil Yayın Dağıtım, 2006.
Baltaş, Zuhal, Sağlık Psikolojisi, Remzi Kitabevi, 2000:158
Bilgin, Nuri, Sosyal Psikoloji Sözlüğü Kavramlar, Yaklaşımlar, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 2007.
Cengil, Muammer, “Olağanüstü Hallerde ve Kriz Anlarında Verilecek Dini Hizmetlerin Psiko-Sosyal
Temelleri”, I. Din hizmetleri Sempozyumu, Ankara, s. 606–620, 2008.
Demir, Ömer, Acar Mustafa, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ankara, Adres Yayınları, 2005.
Erzurumlu İbrahim Hakkı, Çeviren; A. Faruk Meyan, Marifetname, İstanbul, Bedir Yayınları, 1999.
118
119
Hökelekli, Hayati,
______________a, Psikolojiye Giriş, İstanbul, Düşünce Kitabevi Yayınları, 2009.
______________b, İslam Psikoloji Yazıları, İstanbul, Değerler Eğitim Merkezi Yayınları, 2009.
Ilgınlar, Elif Sena, Yunus Emre Şiirleri, İstanbul, Timaş Yayınları, 2005.
Karaköse Rukiye, Karaköse Şaban, Mevlana Ruhsal Terapiler, Yediveren Yay, İstanbul, 2011.
Kasapoğlu, Aytül, Akbal, Alev, Ayalp, Buket, Toprak, Gizem, Palamut, Hasret, Kul Mehmet, Odabaş
Z. Yonca, vd, Yeni Toplumsal Travmalar Günümüz Türkiyesinde Öyküleşen Mağduriyetler, Ankara,
Referans Yayınları, 2007.
Kasapoğlu, Abdurrahman, “Kur’an’da Kıssa Terapisi -Hz. Peygamberin Kıssalardan Terapi
Amaçlı Yardım Alması-” Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas , Cilt: VIII / 2, s.69-80,
2004.
Kula, Naci, “İstenmedik ve Beklenmedik Olaylarla Karşılaşan Bireylere Yönelik Moral ve Manevî
Desteğin Önemi (Deprem ve Bedensel Engellilik Örneği)”,, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi,
Samsun, C. VI, S. 2, s. 73-94, 2006.
____________, “Müzakereler”, I. Din hizmetleri Sempozyumu, Ankara, s.669–673, 2008
____________, “Deprem Ve Dini Başa Çıkma” Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002/I,
ss.234-255.
Küçükcan, Talip, Köse Ali, Doğal Afetler ve Din, Türkiye Diyanet Vakfı İslami Araştırmalar
Merkezi, İstanbul, TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, 2000.
Mert, Hamdi, Hoca Ahmed Yesevî, Ankara, Bilig Yayınları, 2000.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî-i Şerîf, Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahîfî Tercümesi,
Haz. Âmil Çelebioğlu, C.I-VI, İstanbul 1967–1972.
______________, Hazırlayan; Abdülbaki Gölpınarlı, Rubâîler, İstanbul 1964.
_______________, Çeviren; Meliha Ülker Tarıkahya (Anbarcıoğlu), Fîhi Mâfih, İstanbul 1985.
______________, Dîvan-ı Kebîr Seçmeler, trc. Şefik Can, I-IV, İstanbul, 2000.
Olgunlu, Ali Canip, Anadolu’nun Düşünce Mimarları, İstanbul, Karakutu Yayınları, 2010.
Okumuş, Ejder, “Olağanüstü Zamanlarda Din Hizmeti –Diyarbakır Örneği-“ I. Din Hizmetleri
Sempozyumu, Ankara, s.589–605, 2008.
Özdoğan, Öznur,
Yayınları, 2005.
v.d., Manevi Değerler, 1. Baskı, Ankara, Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim
_____________,Aşkın Yanımız Maneviyat, Ankara, Özden Öze Yayınları, 2009.
Palabıyıkoğlu, Refia, Berksun, Oğuz, Özgüven, Halise, Soykan, Çiğdem, Haran, Seda, Sayıl, Işıl, Kriz
ve Krize Müdahale, Ankara, Ankara Üniversitesi Psikiyatrik Kriz Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları,
No:6, 2000.
Ragıb el-İsfahani, Çeviren; Yusuf Türker, Müfredat Elfâzi’l-Kur’an, İstanbul, Pınar Yayınları, 2002.
Sayıl, Işıl, Berksun, Oğuz, Palabıyıkoğlu, Refia, Özgüven, Halise, Soykan, Çiğdem, Haran, Seda, Kriz
ve Krize Müdahale, Ankara, Ankara Üniversitesi Psikiyatrik Kriz Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları,
No:6, 2000.
Soykan, Çiğdem v.d, Kriz ve Krize Müdahale, Ankara, Ankara Üniversitesi Psikiyatrik Kriz
Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları, No:6, 2000.
Tosun, Cemal, "İlahiyat Fakültelerinde Vaizlik Eğitimi", A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt,
XXXVI, Ankara 1997, ss. 179-221.
119
120
Yeniterzi, Emine, “Mevlâna‟nın Eserlerinde Sabrın Hikmetleri”, Gözyaşı, Aralık 2003, 40: 21–26.
www.diyanet.gov.tr/foyvolant/5_yonergeler/06.pdf
http://www.hacibayramiveli.com/
Fatıma Zeynep BELEN-Kırıkkale İl Müftülüğü Din Hizmetleri Uzmanı
120
121
III. MAHALLİ PROBLEMLERLE İLGİLİ VAAZ
Mezhep Olgusu: Prof. Dr. Sönmez Kutlu’nun Mezheplere Giriş adlı eserinin ilgili
bölümü:
İnsanlar arasındaki görüş farklılıkları ve ayrılıkları, tabii, psikolojik, tarihsel, dinî ve
sosyolojik bir vakadır. Her bir din, felsefe ve ideoloji, bu gerçekten nasibini almıştır. İslam
Tarihi'nde ortaya çıkan mezhepler, bir din farklılığı değil yaklaşım farklılığıdır. Bu
farklılıklar, mutlaklık iddiasında bulunmadıkça, kendisini İslam’ın yegane temsilcisi
görmedikçe, başkalarını öteki olarak algılamadıkça birer zenginliktir. Bu yüzden farklı
mezhepleri,
tarikatları,
cemaatleri;
hak-batıl,
doğru-yanlış,
sapık-bidat
ve
benzeri
sınıflandırmalara tabi tutmak yerine, insan doğasından kaynaklanan ve toplumsal yapıyla
kurumlaşan farklı bilgi sistemleri veya zihniyetler olarak algılamak daha doğrudur.
Hiçbir mezhep veya din anlayışı, mutlak doğru veya mutlak yanlış değildir. Her mezhebin
doğru olan fikirleri olabileceği gibi yanlış olanları da vardır. İnsanlar, içinde bulundukları
ortama göre, bilgi birikimlerine göre, Kur’an’ın öngördüğü istikamette İslam’ı anlamaya ve
yaşamaya çalışmak durumundadırlar. Beşerî nitelik taşıyan bütün olgu ve oluşumlar, tabiatı
gereği, her türlü tahlil ve tenkide açık olacağı için, her ne sebeple olursa olsun, dinin
anlaşılma biçimlerinin din gibi mütalaa edilmesi, geleneğin din hâline getirilmesi, dinin etkinlik alanının daraltılması anlamına gelecektir. Bu durum, din anlayışının geçmişe göre
şekillenmesine yol açacağı için İslam’ın evreselliği ile bağdaşmayacaktır.
Fırkalaşma veya mezhepleşme, her dinin tarihinde yaşanan bir olgudur, dinin özünü teşkil
etmez. Bu sebeple mezheplerin dinle özdeşleştirilmesi doğru değildir. Mezhepler, inanç ve
amel konusunda dinin doğru bir şekilde anlaşılması ve yaşanması ile ilgilidir. Ayrıca
mezhepler, sosyal ve siyasi bunalımların yaşandığı dönemlerde bu bunalımları aşmak
konusunda çözümler üretebilmek için ortaya çıkmış siyasi, toplumsal ve dinî hareketlerdir.
Bunlar, başlangıçta farklı görüşlerin ortaya atılmasına ve tartışılmasına son derece verimli bir
alan oluşturmuştur. Bazıları İslam’ın diğer din, kültür ve medeniyetlere karşı savunusunu
yaparak onun yayılmasına ve doğru anlaşılmasına yardımcı olmuşlardır.
121
122
Dinle mezhep arasındaki ilişki her zaman masum olmamıştır. Mezheplerden bazıları, siyasi
çevrelerce dinî ve siyasi menfaat temin etmekte birer araç olarak kullanılmıştır. Bunun
neticesinde, mezhepler nadiren de olsa, dinin yeni yorumlarla güncelleştirilmesi ve işlevsel
kılınması yerine Müslümanlar arasında ayrılık ve kavgaların, taassubun, iktidar savaşlarının
birer aracı hâline gelebilmiştir. Daha çok siyasi nitelik taşıyan bu çözümler, evrensel
olmamasına rağmen daha sonraki nesiller tarafından itikadileştirilerek inanç konusu
yapılmıştır.
Yeni yetişen kuşakların kendi meselelerine kendileri çözümler bulmak yerine, asırlar
boyu
tarihe
karışmış
güncelliği
ve
fonksiyonelliği
kalmamış
olan
geçmişin
problemleriyle uğraşmaya başlamış ve yeni problemlere yeni çözümler üretmekten çok
geçmişten çözüm arama yönüne gitmiştir.
Kur’an ilkelerini hayata geçirmek ihmal edilerek bağlı olunan mezhebin ilkeleri savunulmuş,
böylece mezhepler Kur’an’ı anlamada araç iken mezheplerin ilkelerinin anlaşılması amaç
olmuştur. Sonuçta Kur’an’a, mezhep görüşlerinin desteklenmesi için gidilmiştir. Bu da
onların Kur’an’ bir bütün hâlinde anlamalarını engellemiştir. Böylece Kur’an’ evrenselliği
mezhepler bazına indirgenerek ihlal edilmiştir.
122
123
YAYGIN HALK İNANIŞLARI VE DİN HİZMETLERİ
Mustafa ARSLAN192
Diyanet İşleri Başkanlığınca verilen yaygın din hizmetleri, çoğunlukla halk kesimine yönelik
verilmektedir. Burada hedef kitlesi halktır. Biz tebliğimizde, din hizmetlerinin istenilen amaca
hizmet verilebilmesi için, dini mesajın sahihliği yanında, “hedef; kitlenin tanınması”nın önemine
dikkat çekmek istiyoruz. İyi bir din hizmeti verilebilmesi için din görevlisinin hedef kitlesi arasında
yaygın olan halk inançlarını, onların mahiyeti ve kökenleri ve psiko-sosyal işlevleri hakkında
bilgilendirilmesi gereklidir. Bu sebeple halk arasındaki popüler dini inanışlar konusunda yapılan
uygulamalı çalışmaların sonuçlarına değinilecek ve bu inanışların mahiyeti, toplumdaki işlevleri ve
din hizmetlerinin yürütülmesinde bunların önceden bilinmesinin önemine işaret edilecektir.
Günümüz toplumları dünya ölçeğinde hızlı bir değişim ve dönüşüm sürecini
yaşamaktadır. Küreselleştirici etkilerin itici gücüyle, bilgi ve iletişim toplumu gibi
adlandırmalarla anılan bir süreçte toplumlar hızlı bir gelişim göstermektedir. Bu değişim
sürecinden şüphesiz sadece modern toplumlar değil, geleneksel ve tradisyonel türden
toplumlar da etkilenmektedir.
Küresel ve yerel ölçekteki bu değişimlerden, toplumsal bir kurum olarak dinin
etkilenmemesi düşünülemez. Günümüzde toplumlarda görülen hızlı değişim süreci, din
alanında da kendisini göstermektedir. Sosyal bilimlerdeki son değerlendirmeler, dinsel bir
canlanmadan ve “kutsala dönüş” olgusundan sıklıkla bahsetmektedirler (Naisbitt ve
Abordene, 1990: 442; Bell, 2006: 65).
Ancak, kutsal olana yönelik ilginin “niteliğinde” de farklılaşmalar görülmektedir. Din
ve kutsala dönüş olgusundan söz edildiğinde, ilk bakışta sadece büyük dinlere dönüş söz
konusuymuş gibi anlaşılmaktadır. Halbuki yeni dinlere, mistik ve ezoterik eğilimlere,
paranormal konulara gösterilen ilgideki artış, kutsal olana yönelik ilgideki “çeşitliliği”
göstermektedir. Dindeki değişim, hem genel anlamda dini ve kutsal olana ilgide bir artış
olarak, hem de geleneksel folk inanışlara, ezoterik kültlere, yeni dini hareketlere ve
parapsikolojik ve popüler dini eğilimlere yöneliş olarak ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla, modern dönemde dini formlarda gözlenen yeni durumla ilgili temel
kabulleri kısaca şu şekilde netleştirebiliriz:
i)
Günümüz toplumlarında genel olarak kutsala ve dine dönüşe ilgide, küresel
ölçekte bir “artış” söz konusudur.
ii)
Dindeki bu gelişim çoğulcu bir durum arz etmekte olup, geleneksel büyük
dinlerin yanı sıra yeni dinleri, mistik, ezoterik ve ruhçu eğilimleri, popüler
dini tezahürleri de içerisinde barındırmaktadır.
192
Dr. İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Malatya [email protected]
123
124
Bu durum, kurumsal, büyük dinin yanında, ona paralel bir dini algılayış ve
yaşayış tarzının yani popüler dini tezahürlerin varlığını ve gelişimini
sürdürdüğünü göstermektedir.
iv)
Dolayısıyla, popüler dini tezahürler, sadece eskiden gelen geleneksel folk
inanışlar olarak değil, bunun yanı sıra modern bazı etkiler aracılığıyla da
gelişimini sürdürmektedir. Başka bir deyişle popüler dini inançlar, hem
geleneksel folk inanışlardan gelen damardan, hem de modern bazı etkilerden
beslenerek günümüzde varlığını sürdürmektedir.
v)
Popüler dini temalara ilgideki bu artışın arkasında, postmodernizmin eski
kültürlere ve geleneksel, yerel değerlere verdiği önemin etkisini, aşırı
rasyonelleşmenin ve refahın getirdiği ruhsal açlıkları, sanayi sonrası yeni
toplumsal düzendeki “kaygı” ve “risk” endişelerinin artan varlığı,
Türkiye’deki hızlı nüfus artışı, göç ve sanayileşmenin doğurduğu sosyokültürel ve ekonomik sorunların insanları arayışa itmesi gibi açıklaması
başka bir makalenin konusu olan sebeplerin olduğuna işaret etmek gereklidir
(bkz. Arslan, 2006).
Gerçektende günümüzde, hem geleneksel halk inanışları olarak hem de astroloji, fal,
ruhçuluk, kehanetsel ve mistik konular gibi bir çok popüler dini konu, toplumda ve kitle
iletişim araçlarında sürekli gündeme gelmekte ve etkisini giderek artırmaktadır. Büyüsel,
mistik ve ezoterik niteliğe sahip bir çok popüler dinsel konu, basın ve kitle iletişim araçlarında
gittikçe artan bir ilgiye sahip görünmektedirler. Günümüzde hemen her gazete ve dergide
artık, bir burç ve astroloji sayfası ile karşılaşmaktayız. Mübarek gün ve aylarda kişilerin türbe
ziyaretlerine akın akın katıldıklarını, üniversite sınav öncesi türbelerin dolup taştığını
medyadan izlemekteyiz. Parapsişik ve kehanetsel konular dergi kapaklarında ve gazetelerin
üst sütunlarında, haber ve tartışma programlarınınsa başat konuları arasında yerlerini
almaktadır. Önceleri bu tip konular, şarlatanlık olarak gazetelerin iç sayfalarında ve haber
programlarında polisiye olay olarak verilirken, günümüzde manşetlerde ve oldukça geniş bir
şekilde işlenmektedir. Kehanetsel konular, kutsal kitabın şifreleri, bir takım türedi dini / ruhçu
gruplar, kıyamet senaryoları benzeri konular önemli medya programlarında saatlerce yer
alabilmekte; eskiden hurafe olarak küçümsenen bu inanç ve pratikler, çok ciddi memleket
meselesi gibi tartışılmakta, bunların küçümsenmeyecek bir izlenme oranına da sahip oldukları
anlaşılmaktadır. Ayrıca, edebiyat (örneğin Harry Potter vb.), TV ve sinema ürünleri (örneğin
The Exorcist, Matrix gibi ünlü filmler; Sırlar dünyası, Kalp gözü, Sır kapısı, Sihirli annem,
Gizli dosyalar gibi televizyon dizi ve programları, kadın proğramları) arasında büyüsel, mistik
ve ruhçu temaların sıkça kullanılmaya çalışıldığına, hatta bunların bazı dinsel temalarla
birleştirilerek verildiğine şahit olmaktayız. Popüler kültürle gelen ve hemen her şeyi iletişim
araçlarıyla tüketime yönelten enformatik mantık, bu tarz inanışları insanların ilgi alanına
sokabilmektedir. Buna paralel olarak doğu mistizmini ve reenkarnasyon temasını işleyen
ruhçu derneklerin ve yayınevlerinin sayısında bir artış gözlendiği gibi, terapi amaçlı yoga ve
meditasyon merkezleri de yaygınlaşmaktadır.
Dolayısıyla popüler dindarlık konusu, sadece geçmişteki değil, günümüzdeki sosyodinsel gerçekliği anlama açısından da kavramsal bir öneme sahiptir.
Bu sebeple, öncelikle popüler dindarlık kavramına ve bu dindarlık tarzının Türk
toplumundaki yaygınlığına değinmek, sonra da bu dindarlık tarzının Diyanet İşleri
Başkanlığı’nca verilen din hizmetleri ile ilişkisini incelemek istiyoruz.
iii)
Halk Tabakasındaki Dini Tezahür Biçimi Olarak Popüler dindarlık
Halk arasındaki anlamlı bir düzenliğe ve farklılığa sahip olan yaygın halk inançları
dinbilimlerinde kuramsal açıdan değerlendirilmiş ve “popüler dindarlık” terimi adı altında
kavramlaştırılmıştır (bkz. Arslan, 2004a; Vrijhof and Waardenburg, 1997; Long, 1987).
124
125
Din sosyolojisi ve dinler tarihi verilerine göre, “evrensel dinler” diğer büyük sosyal
kurumlar gibi değişiklik ve farklılıklar göstermekte; din bilginlerinin tespit ettikleri ideal şekil
ve kuramlara, geniş halk kitlelerinin kavrayış ve eğilimlerine göre, uygun bir şekil ve renk
verilmektedir.193 Böylelikle, din bilginlerinin ya da eğitimli insanların oluşturdukları “kitabi
dindarlık” diye adlandırılan dini anlayış ya da dindarlık yanında, geniş halk tabakasında da bu
tabakaya has bir dindarlık tarzı ortaya çıkmaktadır. “Popüler dindarlık” diye
adlandırılabilecek olan bu dindarlık tarzı, gündelik hayat içerisinde gelişmektedir. Dinin ilke
ve prensiplerinden daha çok uygulamalara, mistik, ruhçu ve olağandışı olgulara önem verme,
kuralcılık, geleneksellik, derin teolojik konulara fazla yer vermeme bu tip dindarlığın genel
karakteristik özelliklerindendir.
Popüler dini inanışlar, İslami kurallara uygun dini tezahürlerden aykırı olanlara kadar
“çok boyutlu bir yapıya” sahip görünmektedir. İslami kuralların halk katındaki
tezahürlerinden pagan inanışlara, eski Türk dinine ait inanışlardan mistik ve büyüsel
uygulamalara ve geleneksel adet ve uygulamalara kadar çok çeşitli öğeleri içerisinde
barındırmaktadır. Popüler dindarlık, normatif değil sosyolojik bir kavramlaştırmadır.
Dolayısıyla, popüler dindarlık denildiğinde, dine uygun ya da aykırı gibi bir normatif
yaklaşımı değil, dinin halk arasında belli yer etmiş unsurları, yani halk kitlesindeki dini
tezahürler söz konusu edilmek istenmektedir.
Halk tabakasındaki dini anlatımın bir ifadesi olarak popüler dindarlık olgusunu
anlamak için, kültürel farklılaşmaya dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü, popüler dindarlık
sosyo-kültürel farklılaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Şüphesiz din toplum
içinde yaşanır ve hayatiyet bulur. Din, topluma ve o toplumun kültürüne bir takım etkilerde
bulunduğu gibi kendisi de bir takım sosyo-kültürel etkenlere maruz kalabilir. Din ve toplum
arasındaki bu karşılıklı etkileşimin bir sonucu olarak, mevcut toplumsal ve kültürel
farklılaşma biçimleri farklı dindarlık tiplerinin ortaya çıkmasına neden olmakta, söz konusu
ilişki içerisinde dinin belirgin bir takım sosyal tipleri/kategorileri oluşmaktadır. Toplumsal
tabakalaşmaya paralel olarak ortaya çıkan dini farklılaşmanın bir çeşidi olarak halk
tabakasında da kendine has bir dindarlık tarzı ortaya çıkmaktadır (Arslan, 2004a; 2004c).
Popüler dindarlığın sosyo-kültürel farklılaşmanın sonucu olarak ortaya çıkması ve toplumda
çok yaygın olarak bulunması, onun bir takım sosyal kanallarının da olduğunu akla
getirmektedir. Sosyal bir kategori olarak popüler dindarlık, toplumda bazı iletişim kanallarına
sahiptir. Bu toplumsal kanallar, popüler dini hem taşımakta ve hem de etkileyerek onları
biçimlendirmektedir. Bu kanallar ve toplumda gördüğü bir takım fonksiyonlar, popüler dinin
modern dönemde de Türk toplumunda hayatiyetini güçlü bir şekilde sürdürmesini
sağlamaktadır (bkz. Arslan, 2004a).
Burada önemle işaret edilmesi gereken nokta, halk dindarlığı ya da popüler dindarlık
denilen olgunun Türk halkının dini hayatını anlamada büyük bir öneme sahip olduğudur.194
Türk Toplumunda Yaygın Bir Dindarlık Tarzı Olarak Popüler Dindarlık
Türk toplumunun çok yönlü ve dinamik olan dini yaşantısı içerisinde, özellikle halk
kitlesi arasında yaygın bir dindarlık tarzı olarak popüler dindarlık, farklı biçim ve şekiller
altında mevcudiyetini devam ettirmektedir. Şehir merkezlerinde dini bir öğrenim görmüş din
bilginlerinden toplumun orta ve alt tabakalarına ve kırsal alana gidildikçe, daha çok sözlü
kültüre dayalı yerel adetler, mistik ve büyüsel öğelerle İslami öğelerin iç içe girdiği popüler
dinsel söylem güçlü bir şekilde egemendir ve halkın yaşam tarzı ve kültürü ile işlevsel
biçimde bütünleşmiş bir durum arz etmektedir.
193
Dinin halk tabakasında aldığı farklı şekillere değinen belli başlı çalışmalar için bkz.: Weber, 1966;
Mensching, 1994; Vrijhof ve Waardenburg, 1979; Gellner, 1981; Long, 1987.
194
Babinger ve Köprülü, 1996: 70; Günay ve Güngör, 1998: 378.
125
126
Bu dindarlık tarzının Anadolu’da etkili olmasının eski Türklerin dini yapısıyla da
alakası vardır. Çünkü eski Türklerde özellikle halkın dini yaşantısında mistik ve büyüsel
formlar belirgin biçimde ön planda idi. Bu durum, Türklerin sonraki inançlarında etkisini
sürdürmüştür. Eski Türk dinindeki “mistik karakter” ve “halk-yönetici kesim dindarlığı”
ayrımı nitelikleri, Türklerin İslamiyet’e girmelerinden sonra da devam etmiştir. Başka bir
deyişle, Türklerin eski ilksel inanışlarının bugünkü inanç ve tutumlarımıza etkisi çeşitli
şekillerde devam etmektedir.195
Dolayısıyla, bu dindarlık tarzının, Türkiye’deki dini hayatı anlamada büyük bir yeri ve
önemi bulunmaktadır (Babinger ve Köprülü, 1996; Günay Güngör, 1998; İnalcık, 1992). Bu
sebepledir ki, Türkiye’de halk inançları kendi içinde anlamlı bir tür olarak hayatiyetini
sürdürmekte ve halk katında bir takım fonksiyonlar da icra etmektedir (Mardin, 1993).
Örneğin o, kültürün kişilik yaratıcı katında yeni bir anlam yaratmakta, ayrıca halkın bilgisini
şekillendirici bir süreç içerisinde, semboller aracılığıyla insanlarda bir tür dünya görüşü
oluşturma fonksiyonunu da yerine getirmektedir. Ancak Anadolu’da popüler dininin
yaygınlığı ve halk arasında büyük fonksiyonlar gördüğü gerçeği genelde hep inkar edile
gelmiş, sadece hurafelerden bahsedilmiştir. Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, popüler
dindarlık, Türk toplumunun dini hayatı açısından önemli bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde yapılan ampirik araştırmalar bu inanışların hem halk hem de üniversite
gençliği üzerindeki etkisini göstermesi açısından önemlidir. Bizim kırsalda (Arslan, 1997),
şehirde (Arslan, 2004a) ve üniversite öğrencileri (Arslan, 2007) üzerine yaptığımız üç ayrı
istatistiksel çalışma, popüler dini inanışların günümüzde etkisini hala devam ettirdiğini
göstermektedir.
Din Hizmetleri ve Popüler Dini İnanışlar
Popüler dini inanışların konumuz açısından önemi, din hizmetlerinin muhatap
kitlesinin halk olmasıdır. Diyanet İşleri Başkanlığınca verilen yaygın din hizmetleri,
çoğunlukla halk kesimine yönelik verilmektedir. Burada hedef kitlesi halktır. Diyanet
teşkilatında topluma yaygın din hizmeti veren görevliler, çoğunlukla halk kesimi ile karşı
karşıya kalmakta ve dolayısıyla halk arasındaki yaygın olan farklı inanışlarla da
karşılaşmaktadırlar.
Din hizmetlerini düzenleme ve yürütme ile yükümlü anayasal bir kuruluş olan Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın yapılanması merkez, taşra ve yurt dışı teşkilatları biçiminde; görev ve
fonksiyonlarını ise “halkı din konusunda aydınlatma, ibadetle ilgili işleri düzenleme, yaygın
din eğitimi hizmeti verme vb.” gibi çok geniş bir alanı içine alacak şekilde düzenlenmiştir
(Fığlalı, 1991; Kayadibi, 2001: 37-54).
Burada konumuzla alakalı olarak bizi ilgilendiren husus, Başkanlığın “topluma din
hizmeti verme ve halkı din konusunda aydınlatma” görevi ve bu amaçla (özellikle taşra
teşkilatında) yürütülen hizmetleridir. Diyanet hizmetlerinde görev yapanların (müftü, vaiz,
195
Türklerin dini tarihinin başlangıç evrelerinde karmaşık bir dini-kültürel yapı hakimdir. Zamanla Türklerin
hayatında dini-büyüsel bir alt sistem olarak yer etmeyi başarmakla birlikte Şamanizm’in onların dini hayatının
tamamını kucakladığını söylemek yanlıştır. Bunun yanında Tek Tanrıya ya da Gök Tanrı inancına dayalı bir tür
monoteizmin, esası tabiata tapınmada toplanan bir Natürizm ve Atalar Kültü ile birleşik bir halde bulunduğunu
gözlemlemekteyiz. Temelde mistik bir “vecd” (ekstaz) sisteminden ibaret olan bu dini-büyüsel form zamanla
sistemleşmiş, X. yüzyıldan itibaren de belirgin bir hal almıştır. Bazı araştırmacılar, eski Türklerin dinindeki bu
“dini-büyüsel alt sistem” gelişimini, Türk toplumunun sosyo-kültürel gelişim ve değişimi ile ilişkilendirerek iki
yönlü bir gelişimin yansıması olarak algılamaktadırlar. Buna göre, kabile düzenine bağlı bir toplumsal yapı
Türklerin arasında bir tür “popüler din ve dindarlık” şeklini alan ve Şamanizm adı altında bilinen formun
gelişmesine imkan vermiştir. Böylelikle bu süreçler, Türk din tarihi içerisinde, kökü aynı dini kültür mirasına
dayalı bir farklılaşmaya da imkan vermiş, böylece avamın dindarlığı ile yönetici ve Aristokratlarınki birbirinden
az-çok ayrılmıştır (Günay ve Güngör, 1998: 475-6.). Özetle geleneksel olarak: i) Eski Türk dini “mistik” bir
dindir ve Türk dindarlığı bu “mistik” özelliğini her zaman korumaya devam etmiştir. ii) “Halk-Aristokrat ve
yönetici dindarlığı” diye ikili bir farklılaşma görülmektedir.
126
127
imam ve müezzin) büyük çoğunluğu halka yönelik din hizmeti vermektedir. Bu görevliler,
toplumun dini anlayış ve yaşantılarının şekillenmesinde önemli işlevler görmekte, dini
ibadetlerin ifasında ve temel dini bilgilerin öğretilmesinde halka rehberlik görevi
yapmaktadırlar. Dolayısıyla ister vaiz-müftü gibi üst birimde, ister imam-müezzin gibi alt
birimlerde olsunlar, din hizmetlerinde görev alan insanların ekseriyetlerinin muhatabı halk
kitlesidir. Bu sebeple, Diyanet hizmetlerinde görev alacak görevlilerin yetiştirilmesine,
hizmetli sınıfın sahip olması gereken nitelikli bilgi ve yetenek düzeyi yanında; hizmet
verilecek hedef kitle olan halk kesimi açısından da yaklaşılması gerekmektedir.
Halka yönelik din hizmeti veren görevliler, sürekli halkla muhatap olmaları sebebi ile
onların değişik sorunları ile ve halk arasında yaygın olan inanışlar ile karşı karşıya
kalmaktadırlar. Bu, din hizmetlerinin sağlıklı verilebilmesi için konumuzla alakalı
değerlendirilmesi gereken bir durum ortaya çıkarmıştır.
Bunu üç başlık altında ele alabiliriz.
1. Halkla iç içe olarak din hizmeti veren din görevlilerinin halk katındaki popüler dini
inançlar karşısındaki durumları.
Diyanet teşkilatına bağlı olan imamların, halkın dini anlayışlarının ve yaşantılarının
şekillenmesinde önemli işlevleri olmakta, dini uygulamaların yerine getirilmesinde ve temel
bazı bilgilerin öğretilmesinde halka rehberlik görevi yapmaktadırlar. Ancak halkla iç içe
olmaları sebebiyle halk arasındaki yaygın inanışlardan etkilendikleri de görülmektedir.
Resmi din eğitimi almış, modern bir eğitimden geçmiş ve resmi bir dini teşkilata (Diyanet)
bağlı din görevlilerinin, halk dindarlığına karşı mesafeli bir konumda olmaları beklenir.
Ancak, bizim taşrada görevli bir grup din görevlisi üzerine yaptığımız uygulamalı
istatistiksel bir araştırmada, resmi din görevlilerinin geleneksel halk dindarlığı tutumları hayli
yüksek çıkmıştır (bkz. Arslan, 2004b). Bu çalışmada, daha önce halk kesimine uygulanıp
geçerlik ve güvenirlik düzeyi yüksek bulunarak oluşturulan halk dindarlığı ölçeği, taşrada
görev yapan bir grup din görevlisine (n= 69) de uygulanmıştır. Sonuçta, din görevlilerinin %
88.7 gibi büyük bir çoğunluğunun halk dindarlığı düzeyi istatistiksel olarak yüksek
bulunmuştur. Bu araştırmamızda din görevlileri, okunmuş nesnelerin (su vb.) hastalıklara şifa
olacağına (%74); kem gözlü insanların nazarının dokunacağına (%83); Hızır, dede gibi
manvei varlıkların görülebileceğine (%63); mübarek günlerde ruhların gelmesi için buhur
yakılabileceğine (%45); türbe ziyaretinde dileklerin kabul olacağına (%40); kutsal ağaç
inancına (%30); kaza ve belalara karşı muska taşınabileceğine (%16) oranında inanılmaktadır.
Buna göre, halk arasında yaygın olan popüler dini inanışların imamlar arasında da yaygın
olduğu anlaşılmaktadır.
Bu sonuçlar, aynı çevrede halk üzerine yapılan araştırmadaki popüler dindarlık tutum
düzeyleriyle aynı paraleldedir (bkz. Arslan, 1997). Şüphesiz bu beklenilen bir sonuç değildir.
Örneğin, Japonya’da Prof. Kaneko’nun (1990) halk ve Japon din görevlilerine uyguladığı
Japon halk dindarlığı ölçeğinin sonucunda, halkın yüksek, din görevlilerinin ise düşük halk
dindarlığı tutum düzeyine sahip olduğu görülmüştür. Anlaşılan araştırma konusu yapılan din
görevlileri, sürekli muhatap oldukları ve iç içe yaşadıkları halk kitlesine ait inanış ve
uygulamalardan etkilenmişlerdir. Şüphesiz bunda, araştırmanın taşrada yapılmasının yanı sıra,
din görevlilerinin nitelikli bir din eğitimi almamaları, din görevlilerinin büyük çoğunluğunun
yüksek din eğitimi almamış olmaları196 ve halk inançları hakkında analitik bir bilgiye sahip
olmaları gibi sebepler rol oynamaktadır.
Konumuz açısından meseleye yaklaşacak olursak, din görevlileri halkla iç içe bir
hizmet yürütmeleri sebebi ile halk inanışları işle çokça yüz yüze gelmektedirler. Bu durum
onların, hem bir takım soru ve sorunlarla karşılaşmaları hem de bu inanışlardan
etkilenmeleri gibi bir sonuç doğurmaktadır.
196
Bu konuda bkz.: Yazıcıoğlu, 2001: 111; Buyrukçu, 1995; Bilen, 2001; Akşit, 1993.
127
128
Bu durum kanaatimizce, nitelikli din eğitimi eksikliğinin yanı sıra, halk inançları
hakkında analitik bir bilgiye sahip olmamalarının da bir sonucu olup, din hizmetlerinin
mahiyeti konusunda da düşündürücü sorular akla getirmektedir.
2. Din görevlileri, temsil ettikleri dinin temel kaynaklarına (dini mesaj) vakıf olma
yanında, hedef kitle olan halkın inanç yapısını, idrak dünyasını bilmelidir.
Din hizmetleri bir anlamda, din görevlisi (gönderici / kaynak) ile toplum (hedef / alıcı)
arasındaki iletişimin adıdır. İletişim bilimine göre, etkili iletişimin önemli öğeleri, “gönderici /
kaynak, mesaj ve alıcı / hedef” olarak sıralanmaktadır (Eroğlu, 1996).
---------------------------------------------------------------------------------------------------Dini İletişim Süreci
Gönderici /Kaynak
(Din görevlisi)
Mesaj
(Dini ilkeler)
Alıcı /Hedef
(Halk)
----------------------------------------------------------------------------------------------------Etkili bir iletişimin, dolayısıyla da bir tutum değişikliğinin olması, bu üç iletişim
öğesinin her birinin işlevlerinin bilinmesi ve bu doğrultuda davranılması ile mümkündür.
Örneğin, sadece “mesaj” ya da “gönderici” öğelerinin iletişim sürecindeki işlevlerinin
bilinmesi, sağlıklı bir iletişimi, dolayısıyla tutum oluşturma ya da değiştirmeyi
sağlamamaktadır. Hedef ya da alıcının iletişim sürecindeki yapısal işlevine de dikkat edilmesi
gerekir. Örneğin, insanlar genelde önceden sahip oldukları dini tutumlarını korurlar. Seçici
biçimde önceki dini tutumları, hassasiyetleri doğrultusunda iletişimi ve çevreyi algılarlar
(Şerif ve Şerif, 1996: 560). Dolayısıyla, iletişim sürecinin başarılı olabilmesi, başka bir
deyişle mesajın hedefine ulaşabilmesi büyük ölçüde göndericinin, karşıdaki alıcının bilgi ve
tecrübe alanına giren sembolleri kullanma, algılayabileceği nitelikte mesaj gönderme ve bu
mesajı formüle ederken kullanacağı kelimeleri ve bedensel işaretleri alıcının anlayabileceği ve
çözebileceği şekilde seçme yetenek, bilgi ve becerisine bağlıdır (Eroğlu, 1996: 212).
Görüldüğü gibi, dini iletişimin gerçekleşebilmesi (istenilen nitelikte bir dini tutum
oluşumu ya da değişimine ulaşabilme), gönderici yani din hizmetlisinin mesajı sunarken alıcı
hedef kitlenin dini algı ve idrak dünyasını, kendine has dini davranış tarzını ve bu konudaki
beklentilerini bilmesi ve ona göre davranması ile mümkündür. Bu sebeple topluma din
hizmeti veren din görevlisi, hedef kitlesi olan halkın kendine has inanışları hakkında analitik
bir bilgi sahibi olması gereklidir.
3. Halka din hizmeti veren din görevlileri, toplumda yaygın olan halk inançlarının
mahiyeti konusunda da sosyolojik ve psikolojik yönleriyle bilgi sahibi olmalıdırlar. Karşıdaki
hedef kitlenin dini özelliklerinin en ince ayrıntısına kadar bilinmesi, hem toplumun dini
hayatını tanıma, hem de sağlıklı bir din hizmeti verme açısından önem arz etmektedir.
Günümüzde hala, halk arasındaki yaygın inanışlarının, ilahiyatçı ve resmi kurumlar
tarafından olumsuz biçimde ve “bid’at ve hurafe, batıl inanışlar, yanlış uygulamalar” gibi
normatif değer yargıları etrafında değerlendirildiğini görmekteyiz. Şüphesiz bir dinin kendi
içinden bakarak aykırı inanışları bu şekilde değerlendirmesi mümkün hatta bazen gereklidir.
Ancak, bu nitelendirmeler ilahiyat açısından işlevsel olsa da, halk arasındaki kompleks
nitelikteki popüler dini inanışları tanımak ve analiz etmek için yeterli değildir. Halk
arasındaki yaygın bir dindarlık tarzı olarak popüler dindarlık, görüldüğünden daha geniş ve
kapsamlı bir konudur. Popüler dindarlık kendisinde, İslamın temel inanış ve uygulamalarını,
Anadolu’nun eski kültürlerine ve eski Türk kültürüne ait inanışları ve tasavvufi-mistik inanış
ve uygulamaların bir çoğunu senkretik tarzda içerisinde barındırmaktadır. Bu haliyle o,
128
129
kompleks bir olgu olarak karşımızdadır. Bu sebeple halk tabakasındaki yaygın dini inanış ve
uygulamalar, modern dinbilimlerinin (din sosyolojisi, dinler tarihi ve din fenomenolojisi)
bilimsel kavramlarıyla ele alınması gerekmektedir.
İlahiyat gibi normatif bir bakış açısı yerine dine, deskriptif ve anlayıcı bakış açısıyla
yaklaşan (Günay, 2003; Tümer, 1989) dinbilimi, ilahiyattan farklı olarak bir takım normlara
değil, doğrudan yaşanan dine, onun tarihsel, bireysel ve toplumsal tezahürlerine odaklanır.197
Halk arasındaki popüler dini inanışlar dinbilimlerinin en eski ve klasik konusu olagelmiştir.
Dinbilimleri bakış açısından hareketle ve “halk inançalrı, kutsalın tecrübesi ve yaşanan din”
kavramlarıyla toplumun kendine has dini yaşantısı bütün yönleriyle ve doğru olarak analiz
edilebilir.
Meseleyi konumuz açısından değerlendirecek olursak, modern din bilimlerinin bu
yaklaşımı, din görevlisinin hizmet alanını ifade eden hedef kitlenin anlaşılmasında da
kullanılmalı, hazırlanacak eğitim programlarıyla ilahiyatçıların, din ve dindarlık konusundaki
bu yaklaşımı elde etmeleri sağlanmalıdır.
Sonuç ve Öneriler
Din hizmeti, kaynak kişi olan din görevlisinden, hedef kitle olan alıcıya mesajın
sunulması anlamında pedagojik bir iletişim sürecidir. Topluma din hizmeti veren din
görevlilerinin, hedef kitleye yönelik sağlıklı bir hizmet verebilmeleri için, iletişimin yukarıda
değinilen öğelerine dikkat edilmelidir. Bu sebeple din görevlileri, hem sağlıklı bir din
anlayışına, yani sahih bir mesaja sahip olacak şekilde, hem de hizmet verecekleri hedef
kitlenin dinsel, psikolojik ve sosyo-kültürel niteliğini tanıma bilgi ve becerisine sahip olacak
şekilde yetiştirilmelidir.
Halk inanışları yüzyıllardır süregelen kalıcı inanışlardır. Hatta günümüzde geleneksel
olarak varlıklarını sürdürmeleri bir yana, iletişim araçları ile birlikte modern formlar altında
da etkilerini göstermektedirler. Popüler kültürle yaygınlaşan iletişim araçlarının, geleneksel
sözlü kültürün öğeleri ile uyum içerisinde olduğu görülmektedir. Bu sebeple sosyologlar,
görüntülü iletişim çağına ikinci sözlü kültür çağı adını vermektedirler (Ong, 1995). Popüler
halk inanışları, geleneksel ve modern formlar altında halk arasında yaygınlığını devam
ettirmektedir. “Bid’at, hurafe, batıl” gibi yargılarla ne kadar üzerine gidilirse gidilsin, bu
inanışların halk arasından tamamen yok edilemeyeceği görülmektedir.
Öyleyse din görevlisi, halk arasında yaygın olan popüler inanış ve uygulamalardan her
yönüyle haberdar olmalıdır. Bu inanışlara değer yargılarından uzak, tarihsel kökeni ve
günümüzdeki farklı rol ve işlevleri bilinerek yaklaşılırsa, daha etkili din hizmeti verilebilir
kanaatindeyiz.
Bu sebeple, din hizmetlisi olacak elemanların yetiştirilmesine yönelik programlarda,
bu inanışların mahiyetini anlatan derslere yer verilmelidir. Gerek ilahiyat ders programlarında
gerekse Diyanetin meslek içi kurslarında buna yönelik derslere yer verilmelidir.
Türk toplumundaki halkın kendine has din anlayışını ve popüler inanışları anlamak
için dinbilimlerinin yaklaşımından faydalanılmalıdır. Dinbilimleri (din sosyolojisi, dinler
tarihi) dersleri, teorik konuların yanı sıra, toplumumuzun dini kültürünün çeşitli yönlerini
anlamaya yönelik olarak okutulmalıdır. Örneğin, halk arasındaki yaygın inanışların dinler
tarihindeki yerini, bu inanışların oluşumundaki sosyolojik ve psikolojik arka planı anlamaya
yönelik bir uygulama, hem din görevlilerinin, hizmet edecekleri muhatap kitlenin dini
kültürünü anlamasını, hem de din bilimlerinin aktarmacılıktan kurtularak işlevselleşmesini
mümkün kılacaktır. Bu sebeple, popüler dini inanışlar işlenirken, “falan yerde şu, şu inanışlar
var” gibi derlemeci bir konu işleme “değil”; bu inanışların mahiyeti, mevcudiyetinin tarihsel
ve psiko-sosyal sebepleri, halk katındaki işlevleri, asırlardır sürekliliğini nasıl koruduğu,
197
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Waardenburg, 1979.
129
130
halkın gündelik dini kültürünün dinbilimsel açıdan analizi gibi konularla dersler işlenmelidir.
Değilse, kişilere sadece bazı yörelere ait inanışlar öğretilecektir ki bu bizi çok yanlış bir
hedefe götürecektir.
Dini eğitimle genelde kişi normatif bir nosyon kazanmaktadır. Bu doğaldır. Ancak,
toplumdaki yaşanan dini tezahürleri değerlendirebilmek için deskriptif / betimsel ve anlamacı
bir kavrayış nosyonu edinmek gereklidir. Dinbilimleri yaşanan dini inceler. Toplumda
yaşanan dinin tarihsel, bireysel ve toplumsal yönlerini, sadece teolojik terimlerle ve normatif
bakış açısıyla anlayamayız. Çünkü, dinin bireysel ve toplumsal hayattaki tezahürleri, başka
bir deyişle dini tecrübenin nesnelleşmesi, bireysel ya da toplumsal bir olguya işaret
etmektedir. Bu da ancak normatif değil deskriptif ve anlayıcı bakış açısıyla anlaşılabilir.
Kutsalla kurulan ilişkiyi ifade eden dinin kişisel ve toplumsal alandaki tezahürlerine
fenomenolojik yolla yaklaşılmalı ve din görevlilerinin, bu bakış açısını toplumun dini
kültürünü anlamada kullanmaları sağlanmalıdır.
BİBLİYOĞRAFYA
Akşit B. (1993) “Türkiye’de İslami Eğitim: Osmanlının Son Dönemlerinde Medrese
Reformu ve Cumhuriyette İHL Okulları”, Çağdaş Türkiye’de İslam, (ed. R. Tapper), Sarmal
Yayınları, İstanbul: 99-119.
Arslan, M. (1997). Anadolu’nun Bir Taşra İlçesindeki İnsanların Dindarlık Boyutları
Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma: İskilip Örneği, OMÜ SBE Yüksek Lisans Tezi, Samsun.
Arslan, M. (2003) “Türk Toplumunda Geleneksel Dini Yaşam ve Halk İnançları”,
Değerler Eğitimi Dergisi Ulusal hakemli dergi, 1 (2), 23-46.
Arslan, M. (2004a) Türk Popüler Dindarlığı. Dem Yayınları. İstanbul.
Arslan, M. (2004b) “Din Görevlilerinin Tutumlarında Halk İnançları Unsurları:
Uygulamalı Bir Araştırma”, Tabula Rasa, 10: 183-201.
Arslan, M. (2004c) “Kültürel Bağlamda Din”. Dinbilimleri Akademik Araştırma
Dergisi. 4 (1): 189-205.
Arslan, M. (2006) “Değişim Sürecinde Yeni Dindarlık Formları: Yeni Çağ İnanışları
Örneği”. Değerler Eğitimi Dergisi. 4 (11): 7-24.
Arslan, M. (2007) Gençlerde Normal Ötesi İnanışlar”, Nehir Yayınları, Malatya.
Babinger, F. ve Köprülü, F. (1996) Anadolu’da İslamiyet (Çev. R. Hulusi), İnsan
Yayınları, İstanbul.
Bell, D. (2006) “Kutsalın dönüşü”. Laik ama Kutsal. (Çev. A. Köse). Etkileşim
Yayınları, İstanbul.
Bilen, M. (2001) “Cami İmamlarının Hadis Bilgilerinin Mahiyeti Üzerine Tecrübi Bir
Araştırma” İslamiyat, IV, S. 1: 86-8.
Buyrukçu, R. (1995) Din Görevlisinin Mesleğini Temsil Gücü, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara.
Eroğlu, F. (1996) Davranış Bilimleri, Beta Basım Yayınları, İstanbul.
Fığlalı, E. Ruhi (1991) “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Eğitim ve Yayın Hedefleri”,
Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.
G. Tümer, (1989) “Batı’da Dinbilimleri Kavramı ve Dinler Tarihi Çalışmalarında
Metodoloji”, Günümüz Dinbilimleri Araştırmaları ve Problemleri Sempozyumu.
Gellner, E. (1981) Muslim Society, Cambridge Un. Press, Cambridge.
Günay, Ü. (2003) “Dinbilimlerinin Teorik ve Metodolojik Sorunları”, Bilimname, 1:
109-151.
130
131
Günay, Ü. ve Güngör, H. (1998) Türk Din Tarihi (2. Baskı), Laçin Yayınları, Kayseri.
İnalcık, H. (1992) “Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam”, Çev. M. Özel, Dergah, S. 30.
Kaneko, S. (1990) “Dimensions of Religiosity among Believers in Japanese Folk
Religion”, Journal for the Scientific Study of Religion, 29/1: 1-18.
Kayadibi, F. (2001) “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Yaygın Din Eğitimindeki Yeri ve
Fonksiyonu”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, s. 8, 37-54.
Long, C. H. (1987) “Popular Religion”, The Encyclopedia of Religion, (ed.) M. Eliade
C. 11, Macmillan, New York: 442-451.
Mensching, G. (1994) Dini Sosyoloji, (Çev. M. Aydın), Tekin Kitabevi, Konya.
Naisbitt, J. ve Abordene, P. (1990) Megatrends 2000 Büyük Yönelimler. (Çev. E.
Güven) Form Yayınları: İstanbul.
Ong, W.J. (1995) Sözlü ve Yazılı Kültür, (Çev. S. P. Banon), Metis Yayınları, İstanbul.
Şerif, M. ve Şerif, C.W. (1996) Sosyal Psikolojiye Giriş II, Çev. M. Atakan & A.
Yavuz, Sosyal Yayınları, İstanbul.
Şerif, M. (1993) Din ve İdeoloji, İletişim Yayınları, 6. Baskı, İstanbul.
Vrijhof P. H. ve Waardenburg J. (eds), (1979) “Official and Popular Religion:
Analysis of a Theme for Religious Studies”, The Hague, Mouton Publishers, New York.
Waardenburg, J.D. J. (1979) “Official and Popular Religion As a Problem in İslamic
Studies”, Official and Popular Religion: Analysis of a Theme for Religious Studies, P. H.
Vrijhof and J. Waardenburg (eds), The Hague, Mouton Publishers, New York. (Türkçesi,
J.D.J. Waardenburg “İslami Araştırmalarda Bir Problem Olarak Resmi ve Popüler İslam”
Çev. M. Arslan, Tabula Rasa, Sayı 7: 137-160).
Weber, M. (1966) The Sociology of Religion, Social Science Paperbacks, London.
Yazıcıoğlu, M. Sait (1995) “Diyanetin Bugünü ve Geleceği”, Soruşturma, İslamiyat
IV, S. 1: 111.
131
132
MEZHEPSEL ÇOĞULCULUĞUN YAŞANILDIĞI YERLERDE
KARŞILAŞILAN PROBLEMLER VE VAİZLİK: IĞDIR ÖRNEĞİ
Yrd. Doç. Dr. Kıyasettin KOÇOĞLU198
Son yıllarda İslam dünyasında yaşanan gelişmeler dikkate alındığında mezhepsel
oluşum ve fikirlerin daha belirginleşmeye başladığı görülmektedir. Ülkemiz coğrafi, dini-fikri
ve etnik yapısı itibariyle bu belirginleşmeden etkilenmiş ve kendine has çizgileriyle bir
netleşme süreci yaşamaktadır. Mezheplerüstü bakışın hakim olduğu bir eğitim sistemi
dolayısıyla diğer İslam ülkelerinden daha duru bir görünüm arz etse de dini kimlikler
üzerinde yaşanılan gelişmeler ülkemizde bu alanda renklerdeki tonların belirginleşmesine
neden olmaktadır. Ülkemizin bu anlamda en renkli bölgelerinden birisi Iğdırdır. Bu çalışma
da tarihsel geçmişi oldukça uzun olan Iğdır bölgesinde yaşam alanı bulmuş mezheplerin bir
arada yaşamalarında karşılaşılan problemleri Sempozyumun temel başlığını oluşturan vaaz ve
vaizlik bağlamında ele almaya çalışacağız. Mezhepsel çoğulculuğun yaşanıldığı bir alan olan
Iğdır’da karşılaşılan problemlerin tespiti, eğitim ve öğretim çalışmaları yapan vaizlik
kurumunun çalışma alanlarını, kapsamını ve nasıl yapılması gerektiği hakkında önemli ip
uçları verecektir. Öncelikle çalışmamızın temel kavramlarını üzerinde durmak uygun
olacaktır.
KAVRAM ANALİZİ
198
Iğdır Üniversitesi Öğretim Üyesi, Caferilik Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü (CAMER)
132
133
İslam düşünce tarihte olduğu gibi günümüzde de üzerinde en çok tartışmaların yapıldığı
kavramlardan birisi “Mezhep”tir. Mezhepin dindeki yeri ve önemi, insanların mezhep
karşısındaki konumunun ne olması gerektiği gibi konular ona yüklenilen anlamla ilgli
olduğundan bu kavramla neyin kastedildiği önem arz etmektedir.
Mezhep, Arapça bir kelime olup, takip edilen ve gidilen yol anlamına gelir. Terim
olarak ise, itikadî ve amelî yani iman, ibadet, ahlak ve muamelatla ilgili konularda çözümler
üretmek için ortaya çıkan İslam düşünce ekollerini ifade eder. Mezhepler içinde
bulundukları dönemin siyasi, iktisadi, coğrafi, tarihi, sosyal ve kültürel şartları içinde ortaya
çıkmış oluşumlar olduklarından hiçbir zaman din olarak telakki edilemezler. Bu boyutlarına
dikkat çeken tanımlamalar yapılmaktadır. Bu tanımlamalarda mezhebin sosyal, kültürel,
iktisadi ve coğrafi gibi faktörlerden kaynaklı dindeki farklı algıların mezhep kurucusu olarak
nitelenen kişinin etrafında oluşan siyasi ve fikri tezahürlerin zaman içerisinde
kurumsallaşmasıyla oluşan gruplaşmalar olduğuna dikkat çekilmektedir.199 Dilimizde, gerek
siyasî ve itikadî, gerekse fıkhî ekollerin tümüne mezhep adı verilmektedir. Tarih boyunca
onlarca fıkhî mezhep ortaya çıkmış, bunlardan Sünnî fıkıh mezheplerinden Hanefîlik, Şafiîlik,
Malikîlik ve Hanbelîlik, Şiî fıkıh mezheplerinden ise Caferîlik günümüze
kadar ulaşabilmişlerdir. Iğdır’da bunlardan Hanefilik, Şafiilik ve Caferilik bulunmaktadır.
Mezhepler ile ilgili kullanılan önemli bir kavram da Fırka’dır.
Fırka; "bir takım siyâsî, ictimaî, iktisadî ve diğer hadiselerin tesirlerinin, o hadiselere
muhatap insan ile ona uyanlardaki fikrî ve dinî tezahür"200 olarak tanımlanmaktadır. Bu
anlamda kullanılan bir diğer kavran Nıhle’dir. Bu kavramlar ve bu kavramlarla isimlendirilen
eserler incelendiğinde ameli mezheplerden ziyade itikadi ve siyasi içerikli hareketleri
tanımlamak amacıyla kullanıldığı görülmektedir. Bu bağlamda fırka ve nıhle ile ameli
anlamdaki oluşumlardan farklılık arz etmektedir. Ancak günümüzde mezhep kavramı fırka ve
nıhle’yi de kapsar şekilde kullanılmaktadır.201 Başka bir ifadeyle, mezhepler, din
anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşması sonucu ortaya çıkan dinî nitelikli oluşumlar
olup dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili tezahürlerdir. Bu bakımdan itikadî ve siyasî
mezhepler, siyasî ve itikadî konulardaki problemleri çözmek veya siyasî iktidarı ele
geçirmek amacıyla ortaya çıkmış dinî/siyasî topluluklar olarak kabul edilebilir. İslam
Düşünce Tarihi'nde bu amaçla pek çok fırka ortaya çıkmıştır. Bu konuda eser yazan birçok
yazar, bu fırkaların sayısını, bir hadise dayanarak 73 olarak kabul etmiş, ancak bazıları bu
Geniş bilgi için bk., Abulkâhir el-Bağdâdi, Mezhepler Arasındaki Farklar, Çev., E. Ruhi Fığlalı,
“Çevirenin Önsözü”, Ankara, 1991, s. XXII; Büyükkara, Mehmet Ali, “İslam Mezhepleri Tarihi
Araştırmalarında Terminolojiyle İlişkili Sorunlar”, I. İslami İlimlerde Terminoloji Sorunu,
Ankara, 2006, s. 408; Öz, Mustafa, “Mezhep Kavramı Üzerine”, İslami Araştırmalar, Ankara,
2002, c. XV/ I-2, s. 305; Onat, Hasan, “Türkiye’de İslam Mezhepleri Tarihi’nin Gelişim
Sürecinde Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı’nın Yeri”, Ethem Ruhi Fığlalı’ya Armağan, Ankara,
2002, s. 236; Sarıkaya, M. Saffet, İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler, Isparta, 2001, s. 1;
Aydınlı, Osman, İslam Düşüncesinde Aklileşme Süreci –Mutezilenin Oluşumu ve Ebu’l-Huzeyl
Allaf”, Ankara Okulu, Ankara, 2001, s. 11.
200
El-Bağdâdî, a.g.e., “Çevirenin Önsözü, s. XXII.
201
Geniş bilgi için bkz., Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, İzmir İlahiyat
Vakfı Yayınları, İzmir, 2004, s. 9.
199
133
134
sayıya tamamlamak için, bazıları da bu sayıyı taşırmamak için hayli çaba sarfetmişlerdir. 202
Bu adla ortaya çıkan fırkaların sayısı, alt grupları da hesaba katılırsa yüzlerce fırkayı
bulmaktadır. Sadece Mürcie'nin alt grupları 73'ten fazladır. Bu grupların ortaya çıkmasının
siyasî, sosyal, ekonomik, kültürel, dinî ve saire pek çok sebep bulunmaktadır. Kişisel çıkarlar,
iktidar kavgası bu bölünmeleri hızlandırmıştır ve olumsuz yönde etkilemiştir.203 Bu
tanımlamalardan da anlaşıldığı üzere mezhep daha çok ameli mezhepler için kullanılırken
Fırka itikadi ve siyasi mezhepler için kullanılmaktadır. Çalışmamızda ele alacağız mezhepler
hem ameli hem de itikadi ve siyasi yönleri olduğu için zihinlerde kavramsal kargaşa
oluşmaması için mezhep kavramını her iki türü kapsayan anlamında kullanılmaya
çalışılacaktır.
Çoğulculuk; felsefe, din ve siyaset alanlarında farklı eğilimlerin varlıklarını barış içinde
bir arada sürdürmesine imkan veren bir öğreti. Bu kavramın sosyal bilimlerde üç temel anlamı
vardır. İlki, siyasal anlamda olup, bir toplumda iktidarın, özel gruplar egemenliğinden ziyade
geniş ölçüde farklı bireylere ve çıkar gruplarına yayıldığı kabul edilen ve böylece siyasi
süreçlerin görece açık ve demokratik olmasının güvence altına alındığı bir siyaset modelini
ifade eder. Zor kullanmadan sisteme katılma yollarını kullanarak siyasal kararları
etkileyebilme imkanlarının olduğu genel olarak iktidarın farklı gruplar tarafından paylaşılması
durumunu ifade eden terim, Hegelci anlamda “üniter” devlet”in zıddıdır. İkinci anlamda ise
metodolojik çoğulculuğu ifade eder.204 Bu tanımlamalarda tutum, inanç vb. farklılıklara sahip
insanların bir arada barış içerisinde yaşamaları ortak nokta olmaktadır
Dini çoğulculuk çok kullanılmasına rağmen, mezhepsel çoğulculuk yeni bir kavramdır.
Bu kavram ile bir din içerisinde bulunan pek çok farklı din anlayışlarının birlikte
yaşayabilmesi felsefesi ve teolojisi kastedilmektedir. Mezhepsel çoğulculuk ise buradan
hareketle bir dinin farklı algılarının kurumsallaşması sonucu oluşan ister akide, ister ameli
olsun mezheplerin bir arada barış ortamında yaşamaları kastedilmektedir.
Burada
farklılıkların tekleştirilmesinin aksine oluşmalarına dini açıdan olan imkan ve Müslüman
kimlikleriyle kabullenilebileceğine olan vurgu söz konusudur.205 Bu bağlamda tarihi süreç
içerisinde çeşitli faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan Fırka, Nihle ve daha kuşatıcı anlamda
mezhepler bir sosyal ve dini bir realitedir. Bu bağlamda belki birbirleri arasındaki fikri
farklılıkların azaltılması düşünülse bile tarih sahnesinde hep çok olmuşlardır.
Çalışmamızda Iğdır’da yaşayan Hanefilik, Şafiilik ve Caferilik gibi ameli ve itikadi
yönleri olan mezheplerin bir arada yaşamasından kaynaklanan problemlerin tespiti ve bir
eğitim kurumu olan vaizlik açısından değerlendirilmesi ele alınacaktır.
Geniş bilgi için bk; Özler, Mevlüt, İslam Düşüncesinde 73 Fırka Hadisi, Rağbet Yay., İstanbul.,
2010, s. 15-19.
203
Mezheplerin doğuşunu hazırlayan sebeplerle ilgili geniş bilgi için bkz. E. Ruhi Fığlalı, "
Mezheplerin Doğuşuna Tesir Eden Sebebler ", AÜİFİİED, sayı:14, Ankara 1978, Sabri
Hizmetli, "İtikadi İslâm Mezheplerinin Doğuşuna İctimaî Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir
Deneme", AÜİFD, XXVI(1983), 653-680.
204
Kirman, Mehmet Ali, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İst., 2004, s. 52.
205
Bağlıoğlu, Ahmet, “Temel Hak ve Özgürlükler Bağlamında Mezhepsel Çoğulculuk”, Fırat
Üniversitesi İFD, 15:1, 2010 (ss. 127-138) s., 130.
202
134
135
Öncelikle, Iğdır ve bölgede yaşayan mezhepler hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır.
IĞDIR ve TARİHİ
Doğu Anadolu Bölgesinin Erzurum-Kars bölümünde yer alan Iğdır İlinin kuzey ve
kuzeydoğu sınırını Aras nehri ve bu nehrin yatağı boyunca geçen Ermenistan sınırı teşkil
eder. Bölgenin, doğu ve güneydoğusunda Nahcıvan ve İran, güneyinde Ağrı İli, batısında ve
kuzeybatısında ise Kars İli yer almaktadır. Ülkemizin serhat şehirlerinden birisi olan Iğdır,
Türkiye’nin üç ülke ile sınırı olan tek ilidir. Alican, Boralan ve Dilucu sınır kapılarından ilk
ikisi faaliyet göstermemektedir.
Tarih sahnesinde yaşanılan her olay bir başkasının sonucu iken kendinden sonra
olanların da sebebi durumundadır. Iğdır’da diğer alanlarda olduğu gibi dini alanda da
karşılaştığımız problemler, bölgenin tarihsel arka planı bilinmeden doğru anlaşılamayacağı
muhakkaktır. Güncel meselelerin izahları veya tartışılan konuların her ne kadar tarihin çok
eskilerinde kalmış olsalar da bu gün insanların heyecanlanmalarına veya karşıt düşüncelerin
oluşmasına vs. önemli derecede kaynaklık etmektedir. Burada ileriki sayfalarda ele
alacağımız problemlere kaynaklık eden meseleler ile bağlantılı olan boyutlarıyla Iğdır
tarihiyle ilgilenilecektir.
Iğdır'ın adı; 24 Oğuz boyundan 21'ncisi sayılan İç-Oğuzlar-Üç-Ok kolunun ve Oğuz
Han’'ın altı oğlundan biri olan Dengiz/Deniz Alp Han’ın en büyük oğlu olan "Iğdır Beğ" den
gelmektedir. Bu boyun ilk başbuğu Iğdır Beğ'dir. Iğdır'ın kelime olarak manası "iyi, büyük,
yiğit başkan, ünlü ve sahip" gibi anlamlara, Yazıcıoğlu ve Residüddin'e göre ise "iyi, ulu,
bahadır" manalarına gelmektedir.206
M.Ö. 4000-5000 li yıllara kadar tarihi uzanan Iğdır, tarihi süreç içerisinde Hurriler,
Mitanni, Urartu, Met, Pers, Arsaklı, Sasani gibi devletlerin idaresinde kalmıştır. M.S. 636
yılında Hz. Ömer döneminde Yermük’te Bizanslıları mağlup eden İslam orduları
Anadolu’nun önemli bölgelerini feth etmişlerdir. 640 yıllarında ise Armania ve onun en
müstahkem kalesi Divin’i fethetmişlerdir. İslam ordularının, Aras havzasına yönelen akınlar
sırasında Müslüman Araplar’ın eline geçmiş, ardından Müslümanlar ile Bizans yönetimi
arasında birkaç defa el değiştirmiştir. Bölge 1064 yılında Selçuklular’ın hâkimiyetine
girmiştir. 1074’de Ani ve Kars’ı da Bizanslılardan alan Selçuklular bölgenin kesin hakimi
olmuşlardır. 207
Doğudan bir kasırga gibi önüne ne çıkarsa kasıp kavuran Moğol istilası, 1239’da
bölgeyi de etkisi altına almıştır.208 Moğolların zayıflamasından sonra birçok bölgede olduğu
gibi bu bölgede de Karakoyunlular ve Akkoyunlular gibi Türk beyliklerinin idaresini kısa bir
Onk,Nizamettin, Kafkasya’dan Anadolu’ya Iğdır Tarihi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,
İstanbul, 2006, s.X-XII.
207
Çetinkaya, Nihat, Iğdır Tarihi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996, ss.
51-59
208
Çetinkaya, a.g.e., s. 63-65.
206
135
136
süre de olsa görmek mümkündür.209 1514 Çaldıran Savaşı ve 1534 Tebriz Seferi ile bölge
kesin olarak Osmanlılar’ın eline geçmiş ise de, Osmanlı Devletinin gelişen siyasi olaylar
yüzünden zayıflaması Iğdır'ın kaderini de etkilemiştir. 1746-1827 yılları arasında İran
idaresinde kalan bölge, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı (93 harbi) sonunda 42 yıl Rus işgaline
maruz kalmıştır. 1917 Ekim devriminden (Bolşevik İhtilali) sonra içine düştüğü siyasi
bunalımdan kurtulmak isteyen Rusya, diğer devletlerle Brest-Litovks muahedesini
imzalamasıyla bölge tekrar Türklere geçmişse de 30 Ekim 1918 tarihli Mondros
Mütarekesiyle ordu bölgeden çekilince mıntıka Ermeniler’in mezalimine sahne olmuştur.
Brest-Litovks muahedesiyle bir yandan işgal ettiği Osmanlı topraklarından çekilen
Rusya, diğer yandan da devamlı olarak kukla gibi kullandıkları Ermenileri bölgede büyük bir
Ermenistan devleti kurabilecekleri yönünde cesaretlendirmiştir. Ermenilerin "Taşnak",
"Sutyan" ve "Hıncak" adındaki terör örgütleri Ermenistan devleti kurmak için akla gelmedik
işkence ve katliam yaparak bölgedeki Türk nüfusunu yok etmeye başlamışlardır. Bu
katliamlardan günümüze birçok toplu mezar kalmıştır. 1986 yılında Prof. Dr. Enver Konukçu
başkanlığındaki bir ekip merkez ilçeye bağlı Oba Köyünde bulunan bir toplu mezarı açarak
Türk ve dünya kamuoyuna göstermiştir. Daha sonraları Hakmehmet Köyü ile Gedikli
Köylerindeki toplu mezarlar da açılmış, yetkililer tarafından tescil edilerek kamuoyuna
sunulmuştur. Oba köyünde olduğu gibi Küllük, Hakmehmet, Hakveyis, Kadıkışlak,
Alikamerli gibi köylerde de toplu mezarların olduğu olayların canlı şahitleri tarafından
yıllardan beridir anlatılmaktadır.
Nihayet, 14 Kasım 1920 tarihinde 15. Kolordu Komutanı Kazım KARABEKİR
komutasındaki
kahraman
Türk
ordusunca,
Ermenilerin
Aras
nehrinin
kuzeyine
püskürtülmesiyle Iğdır ve çevresi kesin olarak Türkiye’nin kutsal topraklarının ayrılmaz bir
parçası haline gelmiştir. Nitekim, bölgede 14 Kasım tarihleri İlin düşman işgalinden
kurtuluşunun yıl dönümü olarak her yıl törenlerle kutlanmaktadır. 1934 yılında İlçe olan Iğdır,
27 Mayıs 1992 İl olmuştur.
Iğdır’ın bu tarihsel geçmişi bu günkü var olan mezhepsel çoğulculuğun alt yapısını da
oluşturmaktadır.
NÜFUS YAPISI
Iğdır’da yerel ifadeyle Azeriler (Caferiler), Aşiret (Şafii) Terekeme ve Osmanlılar
(Hanefi) bulunmaktadır. Eskiden göç döneminde gitmeyip kendini gizlemiş olan az da olsa
Ermeniler’in olduğu da söylenmektedir.
209
Çetinkaya, a.g.e., ss.73-80.
136
137
Kâzım Karabekir anılarında, 18 Mayıs 1920'de Iğdır'a ayak bastığında merkezde 400
civarı ev bulunduğunu belirtir.210 Cumhuriyet Dönemi'nin ilk nüfus sayımı
yapılan 1927 yılında 3,716 olan merkez ilçe nüfusu, 1940'ta 9,465'i bulmuş ancak II. Dünya
Savaşı'nın olumsuz etkileri nedeniyle 1950'de 7,826'ya düşmüştür. 1956 yılından
itibaren Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün başlattığı sulama projeleri sonucu artan
tarımsal etkinlikler şehir merkezinde nüfusun artmasına yol açmıştır. Bu yüzden ilk
kez 1960'ta 10,000'i aşan şehir merkezinin nüfusu, 1970'te 21,420'ye, 1975'te 29,542'ye
yükselmiştir. Ancak 12 Eylül 1980 öncesinde yaşanan olaylardan dolayı 1980'de yeniden
24,352'ye düşen nüfus, bu dönemden sonra hızla artmaya başlamış ve 1985'te
29,460'a, 1990'da 35,858'e, 1997'de 45,941'e ve 2000'de 59,900'e, 2007 senesinde de 75,927'e
yükselmiştir.211 Şehrin genel nüfusu ise 2000 sayımlarına göre 168,634'tür. Türkiye İstatistik
Kurumu'na göre 2007 nüfusu 181,866'dır. İl merkezi son yıllarda Tuzluca ilçesinden küçük
bir göç almıştır. İldeki nüfus artış hızı ise % 42.2'dir. Nüfusun yaklaşık %25'i tarım, % 23'ü
hayvancılık, % 33'ü ticaret ve sanayi ve %19'u da diğer sektörlerde çalışmaktadır.212
Şehrin en büyük nüfus yapısını Azeriler ve Kürtler oluşturur. Günlük konuşmada
Türkçe’nin yanı sıra genellikle Azeri Lehçesi ve Kürtçe kullanılmaktadır.
IĞDIRDA DİNİ HAYAT: MEZHEPLER
HANEFİLİK-ŞAFİİLİK
Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Iğdır merkez ve ilçe ve köylerinde bulunan camilerde
ibadet Hanefi ve Şafii mezhebine göre yapılmaktadır. Mezheplerin uygulamadaki dağılımı
aynı zamanda etnik yapıyla da yakından ilgilidir. Çünkü bölgede yaşayan Kürt nüfus ağırlıklı
olarak Şafii mezhebine göre amel ederken, terekeme denilen Karapapak, Ahıska’dan v
Bulgaristan’dan gelen göçmenler ve memur olarak ülkenin Hanefi mezhebine göre amel eden
bölgelerinden gelen memurlar Hanefi mezhebine göre amel etmektedirler. Ancak Şafii
mezhebine bağlı olanların sayısı diğerlerine oranla daha fazladır. Camilerde yapılan ibadet
dört farklı şekilde gerçekleşmektedir.
İMAM
CEMAAT
İBADET ŞEKLİ
ŞAFİİ
ŞAFİİ
ŞAFİİ
ŞAFİİ
ŞAFİİ
HANEFİ
HANEFİ
ŞAFİİ
HANEFİ
Bk., Karabekir, Kazım, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1969, ss. 1047-1050.
TÜİK'in 2007 yılı nüfus verileri
212
75. Yılında Iğdır, Iğdır Valiliği Yayınları
210
211
137
138
HANEFİ
ŞAFİİ
ŞAFİİ
HANEFİ/ŞAF
İİ
KARIŞIK
HANEFİ
CAFERİLİK
Iğdır’da halkın yaklaşık %60’ını oluşturan Azeriler Caferi mezhebine mensupturlar.
Diyanet İşleri Başkanlığına resmiyette bağlılığı olmayan, şehir merkezinde yaklaşık 15
civarında ilçe ve köylerin toplamında ise 50’den fazla camide hizmet yürütmektedirler.
Buralarda Molla, ya da Ahunt denilen kişiler görev yapmaktadır. Maaş usulüyle çalışmayan
Mollalar mezhebin kendi ameli sistemi içerisinde oluşan gelir kaynaklarıyla kazançlarını elde
etmektedirler. Burada görev yapan mollalar genel olarak İran’ın Kum ve Irak’ın Necef
kentinde eğitim görmüşleridir. Hâlihazırda Iğdır’dan giderek Kum’da eğitim-öğretimine
devam eden kişiler de bulunmaktadır.
YEZİDİLİK
Iğdır’da 20. y.y.’ın başlarına kadar Yezidi Kürtlerin varlığından bahsedilse de
Ermenistan’a göç ettikleri ve günümüzde bölgede herhangi bir varlıklarından
bahsedilmemektedir.
Özetle Iğdır’da Hanefi, Şafii ve Caferi olmak üzere üç mezhepli dini hayat
bulunmaktadır.
KARŞILAŞILAN PROBLEMLER
Bu çalışma uzun dönem yapılan gözlemler ve ilgili cami görevlileri, müftüler ve
mollaların yanı sıra cami cemaatleriyle yapılan derinlemesine sohbetlerden elde edilen
verilerden hareketle yapılmaktadır. Tespit edilen problemlerle ilgili daha detaylı yürüyen bir
de araştırmamız devam etmektedir. Kullandığımız başlıklar eldeki verilerden hareketle
oluşturulmuş olup, zikredilen problemler birbirlerinden bağımsız olmayıp etki alanlarında
geçişken mahiyet arz etmektedirler.
1.
BİLGİSEL ZAYIFLIK
138
139
Bilgi alanındaki problemin boyutu oldukça geniş durumdadır. Ancak üç grup altında
tasnifi mümkün gözükmektedir.
a)
Yetersiz bilgi: Eksik bilgi tamamlanınca büyük ihtimalle problem çözülecektir.
b) Yanlış bilgi: Doğru bilgi elde edilince bir önceki maddede olduğu gibi düzelecektir.
c)
Bilginin bilinçli yanlış kullanımı: Bu bir zihniyet problemidir. Bilgi düzleminden
önce aşılması gereken başka problemler vardır ki, öncelikle olmayan iyi niyetin tesis edilmesi
gerekmektedir.
Mezhepsel çoğulculuğun yaşanıldığı ortamlarda burada bahsedilen üç farklı bilgisel
problemden bahsedilebilir. Ancak ilk ikisinin daha öncelikli olduğunu düşünüyorum. Çünkü
doğru bilginin rehberliği her şeyden önde olmalıdır.
Öncelikle konunun başlangıcında ifade edildiği gibi mezhebin ne olduğu ve dindeki
yerinin ne olduğunun iyi bilinmesi gerekmektedir. Mezheplerin kendi konumlarının ötesinde
bir konumda tutulup dinleştiği ortamlarda mezhepsel tutumların esnekliğini yitirdiği
görülmektedir. Dolayısıyla doğru algılama ve iletişimin önündeki en büyük engellerden
önyargı veya taassup gibi problemler ortaya çıkmaktadır. Bu durum Sünni-Caferi mezhepler
arasında çözümü içtihadı tutumlara bağlı olan meselelerde de görülmektedir. Örnek olarak
Ramazanlarda akşam ezanının okunma zamanında Sünni camilerde ezan okunduktan 5-10
dakika sonra Caferi camilerinde ezan okunmaktadır. Burada şunun altını çizmekte fayda var.
Aynı durum sahur vaktinde de vardır. Aradaki fark zaman zaman 20 dakikayı aşmaktadır.
Aynı durum belli boyutlarıyla Hanefi-Şafii mezhepleri arasında da geçerlidir. Diğer
namazlarda belli oranlarda tutulsa da Teravih Namazında daha net ortaya çıkmaktadır.
Şafiilerde kaza namazı borcu olanların nafile namaz kılamayacağından hareketle Hanefiler
nafile bir ibadet olan teravihe niyetlenirken Şafiiler kaza namazına niyetlenmektedirler. Eğer
kaza borcu yoksa Şafiiler, nafile namazı iki rekât olmalı prensibinden hareketle, imama uysa
bile iki rekâtta selam verip sonra tekrar başlamaktadır. Zahiren tevhid gibi görünse de şekilde
kalmaktadır. Cami imamlarının bazıları bu konuda hassasiyet gösterip, camideki uygulama ile
ilgili cemaati uyarıp, nasıl davranmaları gerektiği hakkında bilgiler verse de çoğunluğunda
böyle bir durum söz konusu değildir.
Burada bölgede yaşanılan iki taraftan birer örnek vereceğim. Birincisi; Caferilerden
kendi aralarında Sünnilere sadaka verilip verilmeyeceği konuşulur, verilemeyeceği kanaatine
karşılık, ilgili kişi, verilebileceğini söyler. Çünkü Sünnilerin Müellefe-i Kulüpten olduklarını
söyler.
İkinci örneğim ise Caferi ve Sünni iki gencin nikâhıyla ilgilidir. Caferi mollasının da
hazır bulunduğu nikâh ortamında Sünni imam bu nikâhı kıyamayacağını çünkü taraflardan
birisinin Caferi olduğunu, onun mezhebini değiştirmesi gerektiğini söyler.
Bu tür örnekleri her iki taraf açısından da çoğaltmak mümkündür. Ancak üzerinde
durulması gereken örneklerin çokluğundan ziyade ortadaki bilgi probleminin derinliğidir.
2.
ETNİK KARŞITLIK VE RANT ALANI OLMASI
139
140
Iğdır bölgesinde ağırlıklı olarak Azeri denilen Türkler, Aşiret denilen Kürtler ve
Terekeme denilen Karapapak Türkleri, Ahıska ve Bulgar göçmenleri ve yöresel ifadeyle
Osmanlı olarak tanımlanan dışarıdan gelen devleti temsilen bulunan memurlar
yaşamaktadırlar. Halkın yaklaşık %60’ını Caferi Azeriler oluşturmaktadır. İkinci büyük grubu
ise Şafii Kürtleri oluşturmaktadır. Terekeme olarak tanımlananlar, Ahıska ve Bulgar
göçmenleri ve memur olarak dışarıdan gelenler genel olarak Hanefiliği temsil etmektedirler.
Bölgenin oldukça hareketli yaşanılmış olan etnik ve siyasi yakın tarihinin etkileri hala
devam etmekte ve uzun dönemde devam edecek gözükmektedir. Burada en önemli
faktörlerden birisi günümüzde de devam eden göç hareketliliğidir. Ülke sınırının
netleşmesinden sonra sınırın bölge insanlarının bir kısmının Azerbaycan tarafında kalması,
yakın dönem de yaşanılan Ermenistan Azerbaycan arasındaki savaş ve Ermenilerin bölgede
yaptıkları katliam Azeri kimliğini etkin tutacak verileri sürekli dinamik tutmaktadır.
Iğdır’da Azeriler ile Kürtler arasında ciddi düzeyde akrabalık, hısımlık bağları ticari
ortaklıklar oluşmuştur. Normal fiili yaşamda da ciddi dostluklardan bahsedilmektedir. Ancak
farklılığı ranta dönüştürmek isteyenler için aktif ve etkin bir zemin mevcuttur. Burada etnik
kimlikler aynı zamanda mezhepsel farklılığı da temsil ettiği için iki problem iç içe
yaşamaktadır. Özellikle mezhepsel hassasiyet noktalarının bu bağlamda istismar edildiği
görülmektedir.
Burada kendi yaşadığım bir örneği vermek isterim. Yolculuk esnasında yanıma oturan
bir gencin Üniversite de hoca olduğumu öğrenince sorduğu soruların hepsi, Gadir-i Hum
hakkında ne diyorsun, hak mezhep kaç tanedir, Hz. Ali’nin imametine ne diyorsun tarzındaki
sorularına karşılık benim, sorduğum sizin adayınız Ehl-i Beyt’ten mi? değil dedi, bir önceki
vekiliniz, ya da belediye başkanınız, ya da daha öncesi, hepsine hayır dedi. Peki, neden
dedim. Bilmiyorum dedi, hatta hiç aklıma da gelmedi bu soru dedi. Marjinal ve sıra dışı bir
durum gibi gözükse de tarafların her biri tarafından ileri sürülen argümanların arka planının
benzer olduğu örnekler çok çıkabilir. Ancak bilgi düzeyindeki problemin boyutunu da
göstermesi açısından önemlidir.
Siyasi anlamda bu fark oldukça etkin bir şekilde propaganda aracı olarak kullanılmakta
ve etkili olmaktadır. Bunun için son yapılan milletvekilliği sonuçlarının köy köy, mahalle
mahalle dağılımına bakmak kanaatimce yeterli olacaktır.
3.
DİL
Mevlana’nın “Siz ne söylerseniz söyleyin, anlattığınız, karşınızdakinin anladığı
kadardır.” dediği gibi iletişim tek taraflı değil çift taraflı bir etkileşimi gerekli kılmaktadır.
Bölgede hakim dil olan Türkçe’nin yanı sıra Azerbaycan Türkçesi ve Kürtçe de
kullanılmaktadır. Özellikle Sünni camilerin temel cemaatlerinin Kürtlerden oluştuğu yerlerde,
Kürtçenin kullanımı zaman zaman daha kolay iletişim sağlamakta etkili olmaktadır. Hele
Türkçe bilmeyenlerinde olduğu da düşünüldüğünde tebliğ ve irşad ekibinin bu dilleri
bilmeleri iletişimi kolaylaştırıcılığı ve etkinliği açısından önemli olacaktır.
140
141
4.
BÖLGESEL PROBLEMLER VE KOMŞU ÜLKELER
Bölgede yapılacak çalışmalarda bölge üzerindeki dış etkileri de dikkate alınmalıdır.
Çünkü Caferi kesim için İran’daki fikri ve ilmi zemin önemli bir referans kaynağını
oluşturduğu gibi Azerbaycan-Ermenistan arasındaki problemler ve Türkiye ile olan
ilişkilerinin etken faktör olduğundan bahsedilebilir. Kürt kesimi için ise ülkemizin doğusunda
yaşanan terör probleminin belli oranlarda etki alanında kaldığından bahsedilebilir. Dolayısıyla
bölgede yapılacak vaaz ve irşad hizmeti ve bu hizmeti götürecek insanların bunların
farkındalığı içerisinde hareket etmeleri gerekmektedir.
5.
TARİHSEL KORKULAR
Iğdır’da özellikle Caferilik-Sünnilik ile ilgili meselelerde tarihsel örnekler çok
kullanılmaktadır. Tarihte yaşanılan mezhep hareketleri, daha net ifadesiyle mezhep
mücadelelerinin güncel tutulan korkuları, heyecanları etkilerini sürdürmektedir. İnsanların
daha rahat diyalog kurabilmelerinin önündeki engellerin başında bu da gelmektedir. Fikri ya
da mezhepsel güvende kendisini hissetmeyen kişilerin ilişkileri güvensizlik, tedbir, ya da
takiyye esası üzerinden yürümektedir. Dolayısıyla herkesin kendi olarak yaşabileceği
Anayasal garantinin düşünsel olarak ta içselleşmesi önem arz etmektedir. Aksi takdirde
mezhepsel iletişimde sınırlı selamlaşmanın ötesinde sağlam diyaloglar zor kurulacak gibidir.
6.
MEZHEPSEL TAASSUP
Fikri ve dini taassubu besleyen alt yapının hali hazırda olduğu bölgede, Sünnilik ve
Caferilik arasındaki taassubun yanı sıra Şafiilik ve Hanefilik arasında da böyle bir taassubi
tavırdan bahsedilebilir. Aslında bu ikinci şekil bir anlamda medrese-mektep arasında
yaşanılmaktadır. Bölgesel medreselerde eğitim almış DİB görevlileri ile üniversite mezunları
arasındaki yeterlilik ya da başka bir ifadeyle kabullenme mücadelesidir. Burada bilgisel
düzeydeki probleme paralel olarak “hak mezhep” tanımındaki “hak” tanımının
kişiselleştirilmesinin başka bir ifade ile daraltılmasının da etkisinden söz edilebilir. Taassup
dolayısıyla özellikle Sünni mezhepler içerisinde var olan tolerans aralığının geniş anlamda
kullanılmasına engel olduğu görülmektedir.
7.
ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA…
Iğdır bölgesi tarihsel süreçte belli boyutlarda ihmallerin yaşanıldığı bölgelerimizdendir.
Son dönemlerde devletin şefkatli elinin bölgede önemli derecede hissedilmektedir. DİB’in de
bu bağlamdaki çalışmaları sevindiricidir. Ancak bölgenin farklılık arz eden yönleri dolayısıyla
zikredilen boyutlarını göz önünde bulunduran destekler gerekmektedir. Iğdır il merkezinde
hala resmi vaiz yoktur. Müftü yardımcısı da ilk defa 2009 yılında gönderilmiş. Bir anlamda il
müftüsü yalnız kalmış gibi. Dolayısıyla kürsülerde yerel medreselerde yetişmiş hocalar
hizmet vermektedir. Onlar ise yerel dil ve yerel yaklaşım ile bağlı bulundukları mezhep
algısına göre yürütmektedirler. Bölgeye dışarıdan gelen hocalar ile ciddi derecede yaklaşım
ve fikir karşıtlıkları yaşanılmaktadır. Bir anlamda mezhep taassubu dolayısıyla değişim veya
farklı görüşlerin konuşulmasına karşı dirençli bir tavır oluşturduğundan bahsedilmektedir.
Dolaysıyla, bölgede yoğun şekilde, vaaz verebilecek, mezhepler üstü düşünebilen, bölgenin
dini ve sosyal problemlerine vakıf yetişmiş insanlara ihtiyaç duyulmaktadır.
141
142
Özetle şunu söylemek istiyorum: Ahmet Kudsi Tecer’in ilkokulda bize ezberletilen,
Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
şiirinde söylediği gibi gitmediğimiz gezmediğimiz yerler kısaca unutulan köyler senin
olmaktan çıkmaktadır. Geçmişteki ihmaller giderilirken bölgesel hassasiyetleri dikkate almak
ve sahiplenmek gerekmektedir.
SONUÇ YERİNE
Mezhepsel çoğulculuğun yaşanıldığı yerlerde yukarıda bahsedilen problemler farklı
oranlarda da olsa yaşanmaktadır. Beraber yaşamanın kaçınılmaz olduğu yerler olan çoğulcu
ortamlarda ortak yaşam alanlarının oluşması için din önemli bir rolü üstlenmektedir. Dinin alt
kimlik ve farklılıkların üzerinde hâkim ve birleştirici rolü, bir eğitim müessesesi olan vaizlikle
kolay bir şekilde insanlara ulaşabilmektedir. Sözün doğru söylenmesi önemlidir ancak doğru
zamanda doğru mekânda ve doğru üslupla söylenmesi de en az onun kadar önemlidir ve
komple bir donanım gerektirmektedir. Bölgelerde hizmet veren seleflerin tecrübeleri ve yine
bölgesel hassasiyetleri tespite yönelik yapılmış bilimsel nitelikli çalışmalardan oluşan bilgi
notlarının oluşturulması ve rehberlik açısından değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Ayrıca
tespit edilmiş bölgesel ihtiyaç ve hassasiyetleri dikkate alan hizmet içi kurslar da personelin
hizmetini kolaylaştırma ve niteliğini artırmada kıymete haiz bir çalışma olacaktır.
142
143
IV. ÖNEMLİ GÜN VE GECELERDE VAAZ
VAAZLARDA KONU BÜTÜNLÜĞÜ VE
GÜNCEL HAYATLA İLİŞKİLENDİRİLMESİ
Dr. Ayşe Karaköse
Kayseri Merkez Vaizi/Sosyolog
1.
Giriş
Cami cemaati ya da konuşulacak ortamda, üzerinde durularak anlatılacak konunun, dinleyici
kitleyi bilgilendirdiği kadar, ilgi ve meraklarını giderecek, ilgiyi her dem taze kılacak şekilde
oluşturulması gerekmektedir. Bu bakımdan öncelikli sırayı konunun belirlenmesine vermek
uygun düşmektedir.
Vaiz, konuyu hazırlamasından sunmasına kadarki seyirde temel dikkat alacağı kişiler muhatap
olduğuna göre, konu bütünlüğünü başlangıçta ve bitişte koruyabilmek, kısaca konuyu
işlemek de muhatabın anlayış, merak, bilgisi etrafında şekillenecektir. Ancak muhatab ne
kadar dikkate alınsa da, muhatabın içinde yaşadığı toplumun sorunları, günlük hayat
içerisindeki konumlanışı, olaylara ve durumlara karşı verdiği tepkiler, tavır alışlar da vaizin ilgi
alanı ötesinde olmayacaktır. Aksi takdirde konuyu anlatırken destekçi argümanlar olarak yer
verdiği ayetler, hadisler, kıssa, hikaye örüntüleri dinleyenlerin gönlüne, idrakine değ-emeden askıda kalacaktır.
143
144
Oysa ki bir vaizin, vicdanları sorgulatması, yaşanılan onca hayat hikayelerinde ve olaylarda
‘benim ne derece etkinliğim var’ düşüncesiyle baş başa kalma erdemine yönlendirme
çabasında olması gerekmektedir. Aksi takdirde, ben’in idrakine sunulan ve aslında her biri
bireyin hayatına değen ayet ve hadisler, kıssa ve hikayeler canlılığını anlattıkça yitiren
muammalara dönmüş olacaktır.
Bu meyanda tebliğde yer alacak vurgulamalar, öncelikle vaizin anlattığı hayatın neresinde
olduğu, güncel hayatı nasıl takip ettiği, muhatabını tanıma ve anlamasını sağlayacak farklı
muhatab kitlelerin ilgi ve uğraşı alanlarında yer alan sözlü, görsel, yazılı ve eylemsel ifade
araçlarını bilme ihtiyacını duyması çerçevesindedir. Soru ve sorunların merkezinde yer alan
bu gibi ilgi alanları es geçildiği takdirde etkili bir vaaz sunulmamış olacaktır. Günümüzde
sorgulayan ve sorumlu olduğunun bilincinde olan bir toplum isteniyorsa eğer, Kuran
ayetlerini okurken kapıldığımız hissiyatın benzerini vaazlar da vermeli yani erdemli bir insan
olmanın sorumluluk gerektirdiği düşünceleriyle –ölçüsü ve derinliği kişiden kişiye değişecek
de olsa- yoğunlaşabilmelerine sevk edebilecek bir anlatım kaygısı içerisinde olabilmeyi esas
alması gerekmektedir.
2.
Vaaz ve Vaazlardaki Konu Bütünlüğü Vurgusu
Vaaz, vaizin topluca ibadet edilen yerlerde ve özellikle de camilerde cemaati dini yönden
aydınlatmak amacıyla, ibadet öncesi ya da sonrasında kürsü bölümünde hazır bulunarak,
karşısındaki dinleyen cemaate öğütler vermesi şeklinde ifade edilebilir. Bu görevi yerine
getirmeye çalışan vaizin dinleyen kitleyi, dinleyici halinden uzaklaştırmamak ya da dinleyici
hale getirebilmek için öncelikle ilgiyi ve dikkati üzerinde tutacak olan konu seçimine özen
göstermelidir.
144
145
Seçilen konu, dinleyicinin her yönden ihtiyacına, merakına, kendi kişisel ve toplumsal
hayatında yerini bulabilecek şekilde hazırlanmalıdır. Biz biliyoruz ki, en bam teline dokunacak
ayet, hadis ve hikmetli kıssalar dahi, iyi bir hazırlanmadan yoksun ise, kişiye neredeyse hiçbir
şey söylememektedir. Elbette konu seçimi önemli olduğu kadar, vaizin konuyu içselleştirip
kendi his ve düşüncelerine yansıyanı aktarımı da önemlidir.
Vaizin konu sahasındaki ibadet, itikad, ahlak ve muamelat, insanı ilgilendiren konular
olduğuna göre en önemli mesele bu konuları aktarırken vaizin yetkinliğini gösterebilmesidir.
Bu yetkinliğin ise, ancak sorumluluk bilinciyle hazırlandığında günlük hayatlarda meyvelerini
vereceğini düşünüyorum. Anlatılacak konuyu önce vaiz kendi içinde sindirmeli, konunun
sonu, baş tarafı ve başlığıyla bağlantılı olabilmeli, dinleyenin hafızasında somut bir resim
ortaya çıkartılmalıdır. Örneğin konu namaz ise, haccın rükünleri, ya da orucu bozan
durumlarla ilgili bilgiye sıçramak, ya da verilen hikmetli ders içeren kıssanın konunun
tamamını kaplayacak şekilde yayılması, dinleyenleri de bezdirecektir. İlk verdiğim şaşırtıcı
gelebilir, ancak iyi hazırlanmayan bir vaazda, günü kurtarma kabilinden zihnin başka konu
örneklerine sıçraması da mümkündür. Dolayısıyla konu başlığı kadar, ondan daha mühim
olanı konunun hayat ile, muhatabların kendilerinden bulabilecekleri hayat ile uygun
orantısıdır.
Vaizin asıl gayesi, dinleyenlerde, ayetlerin sanki o an kendisi için inmiş olduğu duygusuna
kapılmasını kolaylaştırmak, Efendimizin sünnetinin aktarımlarından sonra bilgisizliğinin
yavaşça giderildiğini düşünmesinde ve hatta bu konuda ne kadar da uzak kaldığını
hissettirebilmek, yaralarının hafiften sarıldığını, hayatına ve hayata bakışının farklılaştığının
bilincini uyandırabilmektir. Evet, vaazın esas gayesi, gönül ve bilincin uyandırılmasıdır.
Uyuyanları uyandırmaktır, uyutmak değil.
3.
Vaazların Konu ve İçerik Bütünlüğündeki Merkezî Konum:
Güncel -Gündelik Hayat Olgusu
145
146
Güncel, gündelik ve aktüel hayattan, günlük olarak yaşadığımız hayatta bugünümüzü
şekillendiren, yarınımızı ve hatta düne bakışımızı etkisi altına alan ihtiyaç, çeşitli merak ve ilgi
alanlarının olduğu, soru, problem-lerin yaşanabilme oranının yüksek olduğu hayat
anlaşılmaktadır.
Gündelik hayat, toplumda içselleştirilen değerlerin, ahlaki deneyimlerin, dinsel yönelimlerin
ağırlığı altında şekillendiği bir yaşam tarzıdır. Gündelik hayatta, bireylerin ve toplumun
hayatlarındaki rutinleşen yanlar incelenmektedir.213 O halde bizim sormamız, düşünmemiz
gereken en önemli husus, muhatab kitlemizin gündelik hayatını oluşturan zihniyet ve duygu
dünyasını, pratikle ilişkilendirme ilgi ya da ilgisizliğini kavramaya çalışmamız gerekmektedir.
Bu tanıma çabası içerisinde olmak dahi, konunun nasıl işlenmesi gerektiği hakkında yol
gösterici olacaktır. Aksi takdirde bir oradan, bir buradan içselleştirilmeden ve muhatabının
algı dünyasında nasıl karşılık göreceği düşünülmeden yapılan aktarımlar vaizin günü
kurtarmasında yardımcı olacak, ancak muhatabının günlerini kurtaramayacaktır.
Gündelik hayat, dili, toplum ve bireyler nazarındaki yaşama formu, insanların ilişkileri gibi
konular üzerinde durulmadan dinin sosyal bir gerçeklik dünyası oluşturabilmesi de zor
olacaktır.214 Bu zorluk, vaizin vaazlarını sunumunda kendini göstermektedir. Vaaz, yalnızca
dinlendiren, huzur veren bir öğrenme biçimi değildir. Vaaz, öğütlerle bezeli ayet ve
hadislerden yararlanmakla birlikte, uyanık kılan, dinlenmeyi bilinçsiz, sorgusuz, sorunsuz
olarak değil de, bizatihi hayatı dönüştürücü tefekkürün olduğu bir öğrenme ve öğretme
etkinliğidir. Zira ayet, hadislerdeki temel değerlerin kuvvetli olması tek başına, hayatta
olumlu değişimleri sağlayacak anlamına gelmemektedir. Hayatına yaşamıyla, duruş ve
kimliğiyle aktaracak olan insanın, Kuran ve Sünnetteki değerleri anlamaya yönelmesine ve
yaşamına aktarma gayretine bağlıdır.215 Bu bilgilenme merakını uyandıracak, arttıracak
kişiler, tebliğ vazifeleriyle yükümlü olan vaizlerin konumları itibariyle, değer aktarıcısı olma
213
Necdet Subaşı, Gündelik Hayat ve Dinsellik, İz yayıncılık, İstanbul 2004, s.11.
Subaşı, age, s.14.
215
Hüseyin Algül, ‘İslam, Gelenek ve Yenileşme’, I. Uluslar arası Kutlu Doğum İlmi Toplantısı, İSAM, İstanbul
1996, s.23
214
146
147
yönlerinin bilinciyle hareket etmeleri, toplumda da sorumluğu kuvvetlendirme bakımından
etkili olacaktır.
Sosyal bilimlerde kendi toplumunda bulunan insanların yaşamları ile ilgili değerlendirmelerin
kulak ardı edilmesi, bunlara yabancı kalması söz konusu olamaz.216 Aynı şekilde hem bir
toplum içerisinde yaşaması hem de soru, sorunlarla bizatihi karşılaşması itibariyle vaizin de
türlü yaşam örneklerini anlamaya uzak kalmaması, dayandığı Kitap ve Sünneti de iyi
anlamasını sağlamış olacaktır.
Muhatabın gönül ve zihnine nüfuz edebilmek için, ele alınacak konudaki bütünlük güncel,
gündelik hayattan bağımsız olarak hazırlanmaması gerekmektedir. Allah, ilahi hitabına
muhatab olarak aldığı insan ile konuşurken, onun güncel paradigmasından uzak olarak hitab
etmediği ayetlerde görülmekte olduğuna göre, vaizin muhatabının güncelinde olanları tesbit
ve tahlil etmekten uzak düşmesinde nasıl bir tutarlılık aranabilir? Ayetleri anlayabilmek için
nüzul sebeplerini anlamaya çalıştığımızda, Allah’ın bir olayın önce veya sonrasında insanları
haberdar etmesinde, günlük hayatta yaşayan insanın problemlerini, sorularını, merak ve
ihtiyaçlarını dikkate aldığını görmekteyiz. İlk ayetlerin “oku” emriyle inmiş olması, gerek ilahi
hitabın insan hayatındaki öncelikli konumunu, gerekse okuyan bir anlayışla hayat içinde ve
hayata yönelik olarak yaşamanın, bugüne ve geleceğe dair önceliğini ifade etmektedir.
Mücadele suresinin ilk dört ayeti, Hz. Peygamber’e hayatındaki tıkanmayı belirtip Allah’ın, bu
tıkanıklığa dair bir çözüm içeren ayetlerini indirmesi Onun güncel hayatı aydınlatmak,
yönlendirmekte olduğunun bilinen örnekleridir. (Mücadele 7-9, Rad 5-7, Nisa 86)217
216
Anton C. Zijderveld, Soyut Toplum, çev. Doç.dr. Cevdet Cerit, Pınar yayınları, 1. basım, İstanbul, 1985,
s.211.
217
Mücadele 1-4: Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikayette bulunan kadının sözünü işitmiştir.
Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
İçinizden kadınlarına zıhar1 yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak,
kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz
söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da
söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu
hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Kim (köle azat etme imkanı)
bulamazsa, eşine dokunmadan önce ardarda iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri
doyurmalıdır. Bunlar Allah’a ve Resülüne hakkıyla iman edesiniz diyedir. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır.
Kafirler için elem dolu bir azap vardır
147
148
Bir başka örnek de, sahabenin içlerinden geçenden dahi sorguya çekileceğine dair ayet nazil
olduğunda Peygamberimize gelerek ‘Ya Resulullah (s), bize cihad emredildi, yapıyoruz; zekat
emredildi, veriyoruz; namaz emredildi kılıyoruz, fakat bu ayet-i kerimeyi yaşamak bizim
takatimizin dışındadır’ demişlerdi. Resulullah, Yahudilerin peygamberlerine dedikleri gibi
‘işittik ve isyan ettik’ anlamı çıkacağından endişelenerek sahabeyi ikaz etmiş ve Bakara suresi
286. ayetler indirilmişti.218 Bu örnekler de Allah’ın muhatabının algısına hitap edecek anlama
vurguda bulunmayı önemsediği gibi, muhatabın da günlük hayatını Kuran ayetlerine uygun
olarak yaşama gayreti yani, sahabenin Kuran’la konuşma çabası içerisinde bulunduğunu
göstermektedir. Çünkü Kuran, her dönemin insanına seslendiğini belirtmekteydi, dolayısıyla
bu sesi insanların idrakine sunan tebliğ mekanizmasının dinamik olduğu açıktır. Günümüzde
de, tebliğ göreviyle iştigal etmekte olan vaizler, öncelikle Kuran’la konuşmalı, yaşadığı
toplumu yargılamadan her yönüyle anlamalı ve küçük büyük tüm anlayışların idrakine
yakınlaştırmalıdır. Ne zaman ki vaiz, ‘bana bir şeyler söylüyor’ merakını Kuran’a çekebilirse
Kuran’ın günlük hayatta dinamikliği de o ölçüde korunmuş olacaktır.
Vaizin ayetleri aktarımında, yorumlamasında öncelikli amaçlarından biri de güncel hayatında
yer bulmasına, anlatırken cemaatinin gönlüne ve aklına nüfuzu önceliğine alması ve hayatın
kendisine bahşedilmiş bir lütuf olduğunu sorumluluk bilincini kuşanarak hareket ettiğinde
ancak, bu lütfun şükrünü eda edebileceğini tefekkür ettirmelidir. Anlatacağı ile dinleyicilerin
zihin ve gönül dünyasında yer bulabilmesi için öncelikle, muhatabının ihtiyaçları, bilgi
seviyeleri, soru ve sorunlarının olabileceği durumlar ve insani merakları da dikkate alması
gerekmektedir.
Rad 5-7 : ‘Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, “Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacakmışız?”
demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkar edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte
onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Bir de senden, iyilikten önce kötülüğün acele
gelmesini istiyorlar. Oysa onlardan önce ibret alınacak birçok azap gelip geçmiştir. Şüphesiz Rabbin, insanların
zulümlerine rağmen bağışlama sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı pek şiddetlidir. İnkâr edenler, “Ona
Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren
vardır.’
Nisa 86: Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin. Şüphesiz Allah
her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.
218
Kuran Yolu, Cilt I, s. 450-451; Zeki Duman, Asr-ı Saadette ve Günümüzde Kuran’a Bakış Açısı, Kuranı’ı
Nasıl Anlamalıyız?, Tartışmalı İlmi Toplantı, Rağbet Yayınları, Haziran 2002, İstanbul Haziran 2002., s.32.
148
149
Muhatabın günlük hayatını etkileme ve şekillendirmede payı olabilecek güncel hayatta
karşılaştığı haber ve olaylar, izlediği dizi ve filmler, dinlediği müzik, ilahilerden haberdar
olmalı, kısacası muhatabın gittiği yolda gitmek için değil, muhatabını tanıyabilmede gerekli
veri elde etme bakımından bilgi sahibi olması gerekmektedir. Duygulandıran, sevindiren,
hüzünlendiren vasıtaların neler olduğunu bildiği ve anlayabildiğinde muhatabıyla birlikte
belki duygu örtüşmesi yaşayamaz, ancak onu anlayabilmesinde yardımcı unsurlardan istifade
etmiş olur.
Vaiz, hayata aktarılması zor ya da muhatabının zihin ve gönül dünyasında kaos ortaya
çıkaracak anlatımları öne çıkarmaktan ziyade, neyin, neden ve nasıl yapılabileceği üzerinde
düşünmeli ve düşünmelerini sağlamaya çalışması, dinleyenin hem gönlünü daraltmayacak,
hem de hayatına aktarabilme çabasına girmesine yardımcı olacaktır. Diğer türlüsü çok
bilindiği üzere bu dinin bilinçaltında sadece bir zamanlarda yaşanmışlığı düşüncesine sevk
edecektir. Mutasavvıflarla ilgili kıssalara yer verildiğinde özellikle günümüz insanının kıssadan
çıkarabileceği bugüne dair hisselerin somutlaştırılmasını gerekli görüyorum. Aynı şekilde,
kaynağımız olan Kuran’ı hayat kitabı olarak kabul ettiğimize göre, anlatılacak,
örneklendirilecek ayetler de hayata dair canlılığını anlatılarımızla vurgulayabilmeliyiz.
4.
İçeriğin Güncel Hayatla İrtibatı
Anlatımda sıkça kullanılan ibadetin gerek tanımında, gerekse muhtevasında eksikliklerin
bulunmasından başlamak istiyorum. İbadet geniş anlamda kulluk tezahürüdür. Anlatıcalar
olan bizlerin ibadetler derken namaz, oruç gibi ritüelleri olan ibadetlere mi vurguda
bulanarak toplumun yanlış değerlendirmesine sebep oluyoruz, yoksa toplum kendisi mi
böyle bir süzgeç işleminden geçiyor?
İbadetlerin genel anlamı olan Yaradan’a kulluk anlamına vurgu yapıldığı takdirde, çeşitli
örnekleriyle sunumunda bunu muhatabın anlayışına yer vermesinde başarabilmeliyiz.
149
150
Örneğin kulluğun namaz içinde iken gösterimine riayet ile birlikte, asıl kulluğun namaz
dışında başladığına dikkat çekebilmeli, bir annenin ya da babanın (vd.) namazda önünden
geçen çocuğunu azarlamaması, ikazı yapacak ise uygun, merhametli bir dille yapabilmesinin
tam da güzel bir kulluk olabileceğine dair incelikler, toplumda kalıplaşmış, geleneksel ibadet
anlayışı, İlahi hitabın maksadına göre biçimlendirilebilir.
Manevi gün ve gecelerle ilgili toplantılarda artık yeni bir anlatım ve içerik geliştirmek zorunda
olduğumuzu düşünüyorum. Toplumun bir kısmı camide yapılan programlara katılarak
kulluğunun tamamlanmış olduğunu düşünebilir, ya da çok sevdiği bir ilahiye tempo tutarak,
ya da Kuran’ı hıfz edecek çocuk-lar yetiştirerek, ya da Cuma namazlarına katılarak, ya da
Perşembe günlerinde Yasin, Tebareke, dualar okuyarak. Uzatmak istemem, takdirinizdedir ki
örnekler çoktur. Cami cemaatinin toplandığı vakitlerde muhteva berat gecesinin, kadir
gecelerinin önemini anlatmanın yanında özellikle bilgi ve bilinçlendirici, hatırda tutucu
boyutta genişleyen anlamlara yer vermeliyiz. Kadir gecesi özel programı yerine programda
toplumsal ilişkilerimiz ele alınabilir. Dertleri dert edinebilme ahlakı, büyükleri cennete
yaklaştıracak amel: çocuk ve gençleri anlayabilme erdemi, başkalarının ayıp ve günahlarıyla
uğraşmamak, anne babanın üniversite okutmayı istemesinden daha öncelikli olan bir şey:
güzel ahlaklı evlatlar yetiştirebilme kaygısı içinde olmak, güzel ahlaklı ebeveyn olmak, iyiliğin
kadrini bilirsen unutma ki iyiliği yaymış olursun gibi, manevi gecelerin idrak edilmesini
sağlayacak içeriklerin, güncel hayata uygun örnek ve anlatımla birlikte muhatabların
dikkatleri canlı tutulabilir.
Uygun bir anlatım için ayet ve hadisleri bağlamlarındaki halleriyle anlayabilmek ve “bugünün
insanı nasıl anlamalı ve nasıl yaşama aktarabilirse özden uzaklaşmamış olur?” meselesi esas
maksadımızda bulunması gerekir. ‘Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusuna
ikramda bulunsun’219; “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir”220 gibi muhteva olarak
benzer hadisler, hayatla maddi derdi olanlara anlatıldığında anlayabilirlerken, etrafında bu
çileyi çekenler olmadığında anlaşılamıyor. “Aç komşum yok ki!” sözleriyle hadisin kendi
219
220
Buhari, Edeb,
et-Tergîb ve’-t-terhîb 3.cilt, 30.hadis, s.359; Hâkim, II, 15.
150
151
yaşantısında geçersiz kaldığını ima ediyor. Oysaki hadiste vurgulanan ‘açlık’tan insanların
içerisinde bulunabilecekleri ruh hallerine de işaret olduğu, kimin açlığının paylaşmak, kiminin
paylaştıklarını mimiklerle dahi ele verilmemesini arzuladığı sırlarına emanetçi aramak,
kiminin selam, muhabbet, kiminin güler yüzlü bir simaya ihtiyacı olabileceğini gönüllerin
idrakine sunduğumuzda, her insan başkalarının açlığını anlayabilecek, esasen kendisinin de
aç taraflarının olduğunu, ilahi makama hep ama hep muhtaç olduğunu kabullenerek kulluğun
ne olduğunu anlayabilecektir.
Ne ilginçtir ki, hadis ve ayetler bağlamlarına inilmiş olsa da günümüz insanının güncel
hayatıyla ilişkilendirilme fırsatı kaçırılabiliyor. Sebeplerini düşünürken aklıma atasözlerinin
anlam dünyamızla tanıştırıldığı zamanlar geldi. “Sakla samanı gelir zamanı, ayağını yorganına
göre uzat, üzüm üzüm üzüme baka baka kararır” gibi pek çok atasözü ne anlatmak istediğini
Türkçe, Edebiyat, Kompozisyon dersleriyle ve gelenekle aktarmış olduğunu düşündüm.
Bugün hangi genç ve hatta açıklandığı takdirde çocuklar, saklaması gereken şeyin saman, ya
da kararan şeyin üzüm olduğunu aklına getirir. Oysa hadisteki açlık vurgusunu komşunun aç
olmadığı söylemine yaklaştırarak sorumluluk bilinciyle yaşamanın hayatımızdan ötelenmiş
olduğu gerçeğiyle karşılaşmaktayız.
“Namaz insanı her türlü çirkinliklerden uzaklaştırır”221 ayet-i kerimesinde namazın
uzaklaştırdığı çirkinliklerden güncel hayata göre örnekler verilmeli. Onun yerine çoğunlukla
evliyaların, mutasavvıfların anlatıldığında gıbta edilen namaz kılma örneklerine ziyadesiyle
yer verildiğinde, günümüz insanının bir bocalama içerisine girmesi muhtemeldir. Namaz
esnasında önünden geçen torununu uyaracaksa eğer, şefkatle uyarmaya çalışması, namaz
bitiminde
müşterisiyle
ilgilenen
bir
tüccarın
asabiyetten
uzaklaşarak
müşterisini
aldatmamaya dikkati, niyetleri düzgünleştirmeye kadar giden yolda insanı güçlendiren, iyilik,
doğruluk yolunda motive eden, Allah’ın huzuruna davet ile aslında onun huzurundan hiç
ayrılmadığı bilinci vermesi hakkında yaşanılabilir örneklerle bezenmiş olması toplumun
namaz hakkındaki düşüncesini de yönlendirebilecektir. Toplumun hayata etkilerinin yansıdığı
namazlara ihtiyacımız var. Ayağı tökezleyip düştüğünde gülen bir çocuğun kulağını
221
Ankebût 29/45.
151
152
çekmediğinde işte tam da güzel namaz kılanlardan olursun, camide gördüğün bir çocuğun
başını okşadığında, ya da otobüste yer veren gence teşekkürle karşılık verip gönülden de
dualar ettiğinde gibi somut örneklerle namazın topluma yansıma örneklerini sunabiliriz.
Toplumun yaşamakta olduğu gerçekliği görmeden ve anlamadan toplumun idrakine
yaşanabilir bir din sunmak mümkün olmayacaktır. Din dili olanı, olması gereken
doğrultusunda bize ideal olana yöneltiyorsa her ikisini de vaizin içselleştirmiş olması
gerekmektedir. Bir tarafta olanı tanıyacak, diğer tarafta olanı, olması gerekenin bağlamına
yaklaştırması gerekecektir.
4.1.
Ayetlerin Güncel Hayatla İlişkilendirilmesi
İnsan, ayetlerin muhatabı olarak seçildiğini, ilk inen ayetlerde, nüzul sebepleri araştırıldığında
daha iyi kavramaktadır. Allah, Kuran’ı parça parça göndermeyi öncellediğine göre, yaşayan
hayata aktarımı, uygulamayı, muhatabının anlamalarını da önemsiyor demektir. Melekleri
Allah’ın kızları olarak kabul edenlerin algılarını değiştirmeye (Nahl 16/57-58), tevhidin
bilinçlerde canlı tutulmasına (Nahl 16/70-82-86-87; İhlas 112/1-4), zıhar kefaretiyle ilgili
olan ayetler (Mücadele 58/ 2-4) vd. Burada verilen çok sınırlı örnekler dahi, Allah’ın
kullarının düşüncelerine önem verdiğini dikkatimize sunar.
Hayatı yönlendirmeye dair kıssalar ve örnekler de o dönem insanının günlük hayatından uzak
değildir. ‘Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan
kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir.
Bunlar hiç eşit olurlar mı?..Allah, şu iki kişiyi de misal verir: onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey
beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez, şimdi
bu adamla, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu?’ (Nahl 16/75-76;
Bakara 2/171) ayetleri Allah’ın o dönemin insanının güncelini, kültürel hafızasını dikkate
aldığını gösterir.
İnsanların zihniyet dünyasında ve pratik yaşamlarında etkinlik bırakabilmek için, nazil olan
ayet-i kerimelerin bu şekildeki hitap biçiminden uzak olmaması gerekmektedir. Dolayısıyla
değişimi ve dönüşümü yaratmayı esas alan ilahi hitabda bu açık olarak görülebilmektedir.
Dörtten fazla kadınla evliliğin sınırlandırılması ve adaleti daim etmenin zorluğundan dolayı
tek eşliliğe özendirme ( Nisa 4/3), içkinin yasak kılınması ile ilgili ayetler (Bakara 2/219; Nisa
4/43; Maide/ 90-91), miras taksiminde kadınlara da pay verilmesi (Nisa 4/7) değişimin aşama
152
153
aşama gerçekleştirildiğine, dolayısıyla muhatabların eylem ve düşünce dünyasının dikkate
alındığının farklı şekillerdeki göstergeleridir.
Allah, devamlı düşünme kabiliyetine işaret ettiğine göre (Muhammed 47/24; Kamer 54/17;
Nahl 16/44) vaizin de devamlı düşünmeye sevk edici, algıları açıcı şekilde hitabı önem arz
etmektedir.
O halde vaizin, insanların güncelinde olandan, ihtiyaç, bilgi, merak, soru ve sorunlarından
haberdar olmaları ayetlerin aktarılışında bu faktörlerden yararlanılması ve ona göre içerik
şekillendirilerek bilgi sunulması Kuran ve Sünnetin amacına da uygun düşecektir. Kuran
ayetlerinin hayatla irtibat ve intibak durumunda olması, ancak insanın yaşamında örtüşebilir
nitelikte anlatılabildiği ve okunabildiği takdirde mümkün olacaktır. Aşağıda günümüzde de
canlılığını koruyan sorunlar, kısaca nasıl anlatılması konusunda örneklendirilmektedir.
-
Toplumda kendisi gibi düşünmeyen, davranmayan, olaylara aynı bakış açısında
olmayanlara karşı gerek saygı düzeyini222 yakalayabilmek gerekse haram, helali hiç
düşünmeksizin belirlemeye kalkılmasının Allah katında da ahlaki olmadığına dikkat
çekilebilir. ‘Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak ‘bu helaldir, şu haramdır’
demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz…’ (Nahl 16/116) ayeti
insanların rastgele, kesin bilinmeyen şeyler hakkında helaldir, haramdır! diye hüküm
vermelerine engel olacağı hakkında, vurgulanarak örneklendirilebilir.
-
İnsanlar arasında anlaşmazlık, aynı fikirde olmama durumları –aile içerisinde,
arkadaşlar, akraba, komşuluk ilişkileri vb.- nda müminin üslubunun yumuşak ve
ölçülü olması, anlaşılır konuşması hakkında örneklendirilebilir. (İsra 17/28; Tâhâ
20/43-44)
-
‘…Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan (vesilesi) kıldık, (bakalım)
sabredecek misiniz?..’ (Furkan 25/20) ayeti kerimeleri insanoğlunun imtihan çeşitleri
arasında en önemli imtihanın insanın insanla imtihanına dair vurgular yapılarak bu
noktada çeşitli ayet ve hadislerle güncelliğe yakınlaştırılabilir. İnsanın neyin imtihan
olduğunu bilip, imtihanı anlaması ve gereğince bir duruşa sahip olması sonucunda
dünyada başka bir getirisi olmasa dahi kişisel olgunluğa ve ahiretteki mükafatına
örnekler verilerek zihindeki şema somutlaştırılabilir. (İnsan 76/ 7-10; Leyl 92/ 19-21)
222
“Firavuna gidin. Çünkü o azmış ve yoldan çıkmıştır. Ona ‘kavl-i leyyin” ile konuşun ve yumuşak söz söyleyin ta ki öğüt
alsın ve korksun.” (Taha, 20:43-44); “Allah’ın rahmeti ile ey resulüm sen onlara yumuşak davrandın. Şayet kaba ve katı yürekli
olmuş olsaydın onlar senin etrafından dağılırlardı. Sen yine onları affet. Onlar için Allah’tan af dile. İş konusunda onlarla istişare et.
Bir de karar verdiğin zaman artık Allah’a güvenerek kararlı şekilde hareket et. Şüphesiz Allah kendisine güvenenleri sever” buyurur.
(Âl-i İmran, 3:159)
153
154
-
İyiliğin ruhen ve insanın kalitesi bakımından artıcı, yapılan kötülüğün ise eksiltici
yönlerine işaret etmek iyilik yaparken karşılık görme eğiliminde yetişmiş kimseler için
dönüştürücü etkisi sadedinde ayetler muhatabın dikkatine sunulabilir. ‘ Kim iyilikle
(ilahi huzura) gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar.
Kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. Ancak yaptıklarınızın
karşılığını görmektesiniz! denir’ (Neml 27/89-90) ayetlerinde anlatıldığı gibi.
-
İman etmenin ancak sâlih amelle kemale ereceği ve sâlih amelinde bilhassa
başkalarıyla
ilişkilerimizde
ortaya
çıkacağına
dair
ayetler
güncel
hayatla
irtibatlandırılarak örneklendirilebilir. ‘Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah’ı çok
çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık
edenler, hangi dönüşe (akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.’ (Şuara/26227) (Nahl 16/97; Kehf 18/110; Tâhâ 20/112; Rûm 30/44-45; Fâtır 35/10 ve 37;
Mümin 40/40 vd.)
-
Ümmetin şahit ve örnek olma özelliği yeri geldiğinde güncel alanlardaki örneklerle
ifade edilebilmelidir. (Bakara 2/143- Ali İmran 3/104)
-
Anne babaya öf denilmemesiyle ilgili ayette (İsra 17/23) geçen ‘öf bile deme!’
vurgusu çeşitli insanların yaşlılık ve yetiştirdiği evladına muhtaç hale geldiği
dönemlerinde bedeninin değiştiği gibi gönlünün de hassaslaştığına dair ayetin
hikmetini anlamaya yakınlaştırıcı örnekler verilebilir. Empati yapma yeteneği
kazandırılabilir. Bir başkasının evinde misafirken, değil ev sahibi, yanımızda hizmet
eden restorandaki garsonların kavgaları, sert sözlerinden nasıl rahatsız olunursa,
ebeveynlerin de huzur ortamına ihtiyaç duyacakları noktasında Öf sözcüğünün
inciticiliği anlatılabilir. Anne baba hakkı yerine ve zamanına göre anlatılması gereken
konulardan biri olmakla birlikte toplumda hakların öncesinde sorumlulukları
pekiştirmek gerekmektedir. Bazı ayetlerin ‘hem, hem de’ anlamını muhteva ettiğinden
yola çıkılarak223 İsra 23-24. ayeti kerimelerin esasen evladın sorumluluğuna işaret
olmakla birlikte, anne babanın da iyi evlat yetiştirebilme, dua eden, öf demeyen evlat
yetiştirebilme sorumluluğuna da işaret edildiğini düşünüyorum. Anne babalara, ileride
anne baba olacak kişilere sorumlulukları hatırlatılması ihmal edilmemelidir. Toplum
hakkını iddia eden, fakat sorumluluklarını erteleyen bireylerin hiç de az olmadığı
düşünülürse, bu farkındalığa dikkat çekmek oldukça önemli olmaktadır.
"Rabbin sadece kendisine ibadet etmenizi, anne-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi sizin
yanınızda yaşlanırsa kendilerine "öf" bile deme; onları azarlama ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine
kanat ger ve. ''Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et" diyerek dua et" İsrâ, 17/ 23-24.
223
154
155
-
Hz. Peygamber, gerek Peygamberlik süreci gibi en uzun dönem olan Mekke
döneminde, gerekse kıtâl, içki yasağı, ribânın kaldırılması gibi emirler, kısas, hırsızlık
yapan kişinin elinin kesilmesi, katl hadleri gibi şer’î kanunlarla toplumu karşı karşıya
getirmiş olsaydı, Hz. Aişe’nin dediği gibi ‘Kimseyi itaat eder bulamazdı’224
değerlendirmeleri de, hayatın içinde yaşayan insana ulaşabilmek için onu anlamanın
gereğine işaret etmektedir.
Allah’ı anlamak, maksadını anlamakla mümkün olduğuna göre, düşünerek okunduğunda
maksadı anlamaya yaklaşabiliriz.225 Bu yüzden Allah, anlaşılması üzerindeki perdeleri ancak
tefekkür sonucunda aralayacağını belirten ayetlerini226 sıkça dikkatlerimize sunduğuna göre,
vaiz de kişisel hayatında bunu göz ardı etmeden, sırf estetik, edebi konuşmayla yetinmeyerek,
muhatablarını sorgulatmaya, düşündürtmeye yönlendirici vurgulamalarda da bulunmalıdır.
Gazali’nin, Kuran’ı hakkıyla okumuş olmak için dil-kalp ve akıl üçlüsünün işbirliği içinde
olması gerektiğine işaret ettiği ifadesinde de anlama faktörü ön plandadır. Kanaatimizce
anlama eylem olmadan yarım kaldığına göre ve Hz. Peygamber ‘Bildiklerinizle amel ettiğiniz
sürece bilmedikleriniz öğretilir’227 sözlerinde eylemin anlamayı destekleyici, anlama yakın
olmayı sağlayıcı dünyasına ufkumuzu açmaktadır. Bu sebeple, vaiz hem şahsı, hem de
muhatabının
hayatıyla
ilgilenmek,
anlamak
ve
hayata
tatbik
edilecek
hususları
detaylandırmak zorundadır.
4.2.
Hadislerin Güncel Hayatla İlişkilendirilmesi
Efendimizin, kendisine çeşitli sorular sorulduğunda kısa, öz ve bütüncül, ihtiyaç durumlarını
da göz önünde tutarak verdiği cevaplar da, dinin yaşanabilir olma özelliğine dikkatleri
çekmektedir.
‘Kuran okuyan müminin misali portakal gibidir, kokusu güzel, tadı hoştur. Kuran okumayan
müminin misali hurma gibidir. Tadı hoştur, fakat kokusu yoktur. Kuran okuyan facir misali
hurma gibidir. Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kuran okumayan facirin misali Ebu Cehil
Zeki Duman, Asr-ı Saadette ve Günümüzde Kuran’a Bakış Açısı, Kuranı’ı Nasıl
Anlamalıyız?, Tartışmalı İlmi Toplantı, Rağbet Yayınları, Haziran 2002, İstanbul Haziran 2002., s.28
224
225
Enfal 8/2: ‘Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun ayetleri kendilerine
okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.’
226
İsra 17/106; Müzzemmil 73/4.
227
Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 312.; Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, X, 15.
155
156
karpuzu gibidir, tadı acıdır, kokusu da yoktur’228 hadisi Kuran’ı anlama ve yaşamaya dair olan
toplumsal hafızaya vurguda bulunmaktadır.229 Zira günlük hayata yansıtılmayan ezberden ya
da yüzene okunan ayetler, ayet olması bakımından kişiye, bireysel olarak huzur vermekle
birlikte, insanların hayatını dönüştürücü etkisini gösteremeyecektir.
Toplumsal değişimde bireylerin algılarına nüfuz etmek önemli bir faktör olduğuna göre, Hz.
Peygamber ilahi hitabın ilk muhatabı ve insanlara sözleri ve davranışlarıyla takdim eden
örnek bir kişi olması hasebiyle ayetleri destekleyici, açıklayıcı, detaylandırıcı pek çok
vurguları230 insanların hitabı anlamasını önemsediğini, dolayısıyla düşünceleri ve davranışları
değiştirebilmek için de insanların alışkanlıklarına, iyi ya da kötü davranış ve sözlerini dikkate
alarak tavsiyelerde bulunduğunu görebilmekteyiz. O halde vaiz de muhatabını yargılamadan
dinlemeli,
anlama
gayretini
ve
etkin
dinleme
halini
yaşamında
içselleştirerek
yansıtabilmelidir. Ancak bu şekilde, sözleri küçükten büyüğe doğru olan muhatab kitlesinde
anlaşılır ve etkinlik sağlanmış olacaktır.
Muhatabın idrakine göre, Hz. Peygamberin farklı uygulama ve sözlerine yer vermek de
insanların davranışlardaki ‘olabilirlik’ düzeylerini anlamalarını sağlama bakımından faydalı
olacaktır. Örneğin bugün oturarak su içme, namazda elleri kaldırıp indirmeye, kanın abdest
bozup bozmayacağına, nafile ibadetlerindeki rekat sayısına kadar çeşitlik, teheccüd
namazındaki gecenin üçte birlik dilimlerindeki zamanlama farklılığına231, sağ tarafıyla
giyinme kadar pek çok örnekte statik davranış kalıbına bürünmekten ziyade, yerine,
zamanına, kendi kişisel ihtiyacına göre farklılıkları yansıttığını rivayetlerden anlamaktayız.
Hz. Peygamberin dinin tatbiki olan sünnetinde, zorlaştırmaktan kaçınmanın, insanların günlük
hayatlarında yapabilmelerini sağlamaktan öte kolaylaştırmanın olduğu görülebilmektedir.
Onun örnekliğinde tıkanıklık yok, tıkanan hayata çözümler getirebilme noktasında çaba ve
gayret var. Vaizlerin de Hz. Peygamberden sâdır olan farklı örnekleri aktarmasının uygun
olacağını düşünüyorum. Bu, dinleyenin zihin ve gönlünü, olayların illetini ve hikmetini
anlamaya yaklaştıracağı için –anlatıcın da değerlendirmeleri, anlatma biçimi de burada
önemlidir- faydadan uzak da değildir. Tek bir görüşün sunulması, farklılıkların olabileceğini
228
Buhari, Et’ime 30, Fedailu’l-Kuran 17,36, Tevhid 57; Müslim, Müsafirîn 243; Ebu Davud, Edeb 19, 4329;
Tirmizi, Edeb, 79; Nesâ’i, İman 32.
Zeki Duman, Asr-ı Saadette ve Günümüzde Kuran’a Bakış Açısı, Kuranı’ı Nasıl
Anlamalıyız?, Tartışmalı İlmi Toplantı, Rağbet Yayınları, Haziran 2002, İstanbul Haziran 2002., s.34.
229
230
‘ Her sarhoşluk veren şey hamrdır (şarap), her hamr da haramdır’ (Buhari, Edeb, 80; Müslim, Eşribe, 73; Ebu
Davud, Eşribe, 5); ‘Ne doğrudan zarar verme, ne de zarara zararla karşılık verme vardır’ İnb Mace, Ahkam, 17;
Muvatta; Akzıye, 31) gibi
231
Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2008, s.299-325.
156
157
düşündüremediğinden toplumda farklı tutum ve davranışta olanlara karşı yargılayıcı bir
tepkinin doğmasına sebep olmaktadır.
Gerek ayetler sonucunda gerekse hadislerin aktarımında alınacak hikmetli dersler, payımıza
düşenler, çıkarmamız gereken sonuçlar da netleştirilerek anlatılması ayetlerin indiriliş
sebebine ve hadislerin söylenme amacına uygun düşecektir.
‘Bana ne söylüyor, ne-ler
anlayabilirim?’ düşüncesine odaklanmadan ayet ve hadislerin içeriği, hayatımızda cansız,
yoksun bir anlamayla sınırlı kalacaktır. Ayet ve hadisler hayatın her alanıyla ilgili olduğuna
göre, günlük hayatta canlılığını ancak kişisel olarak alınacak ders, hikmet ve anlamlara
yapılacak vurgularla koruyacaktır.
4.3.
Kıssa ve Hikâyelerin Güncel Hayatla İlişkilendirilmesi
Konunun
ayet
ve
hadislerle
desteklenmesiyle
birlikte,
kıssa
ve
hikâyelerle
de
örneklendirilmesi anlaşılırlığı sağlama bakımından faydalı olabilmektedir. Bu faydalılık
sadece hislendirme boyutuyla kaldığında ise, hayata aktarım yönü ertelenmiş olarak
kalacaktır. Kıssadan hisselerin hem kişisel hem de toplumsal düzlemde hitab eden unsurlara
yer verilerek sonuçlandığında, kıssaların yeniden yaşanmasından ziyade, yaşanılabilir
hisselerin üzerinde odaklanmak kıssaları da ölü, atıl durumdan kurtarabilecektir.
Aksi takdirde deniz üzerinde yürüyen bir evliyanın kerameti, sadece onun kerametini gösterip,
onu olgun hale götüren kulluk erdemlerine işaret edilemediğinde dinleyenler ve aktaran vaiz
sırtında bir kambur görevi ifa edecektir. Güzel ahlaklı, kulluğunu güzel yaşayan, iyi evlat
yetiştiren anne baba örneklerinden sunmak yetmez, bu tür anlamlarla dolu olarak sunulan
kıssa ve hikâyelerin ‘bireye konuşması’ gerekir. İnsan kalabalık bir yolda, ancak kendisine
seslenildiğinde dönüp bakıyorsa, vaizin de önce kendi üzerine alınması ve sonrasında
anlatacağı kişilerin sorumluluğu üzerine almalarını sağlamaları öze uygun düşecektir.
‘Gerçekten resullerin kıssalarında akıl sahipleri için çok büyük bir ibret vardır’ (Yusuf/111)
Ayetlerde anlatılan kıssaların bireyin hayatında yer bulmasını sağlayacak hususlar ön plana
çıkartıldığına göre, gerek ayetlerdeki kıssaları anlatırken gerekse diğer kıssalarda, gereksiz,
günlük hayatta karşılığı bulunmayan detaylara yer vermekten ziyade hayatımızdaki
duruşumuza, gönül boyutuna artılar katacak, dünya ve ahirette kârlı çıkaracak hisselere
dikkatler çekilmesi gerekmektedir.
157
158
Örneğin Hz. İbrahim’in babasıyla iletişiminde her ne kadar farklı inanışlara sahip olsalar da,
İbrahim Peygamberin bir evlat olarak babasına saygılı hitabı ve iletişim dilini eksik etmemeye
çalışması232, günümüzde ‘biz ayrı dünyaların insanlarıyız’ ifadelerindeki ötekileştirmenin
yerini sarsmakta etkin olacağı kanaatindeyim. Diğer Kuran kıssalarında da alınacak hisselerimizle, gündelik hayat bağlamının birlikte işlenmesi kıssaların anlatış amacına
yaklaştıracaktır. İyi bir davranıştan vaz geçilmemesi, insanları uyarma dilini değiştirerek
anlatma (tebliğ) duyarlılığını tazeleyebilmek için peygamber kıssalarından destekleyici güç
alınabilir. Bir ailenin çocuğuyla ya da öğretmenin öğrencisiyle yaşadığı sorunlar Yunus
Peygamberin mücadelesiyle (Enbiya 21/87-88) somutlaştırılabilir.
5.
SONUÇ
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın "Sanat eseri, hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem
de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir." 233 sözünde olduğu gibi vaiz de bir
din tebliğcisi olarak hem içinde bulunduğumuz zamandaki insanın bugününe hem de gideceği
rotaya işaret etmelidir.
Günümüzde vaiz, toplumun beslendiği paradigmaları, moda, futbol, magazin gibi pek çok
popülariteye kadar dikkat kesilmek zorundadır. Muhatab kitlesi içerisinde çocuklardan
yaşlılara kadar büyük bir kitleyle her gün programlarında bir araya geliyorsa, muhatablarının
beslendikleri kaynakları, beklenti, bilgi, ihtiyaç, merak durumlarını da bilmesi, anlamaya
çalışması, anlatımını sunmasında ve etkinliğini arttırmasında faydalı olacaktır. Sözü, iletilen
sorunları ve hatta sorunun iletilmesinde ‘seni anlarım’ mesajını, ona hitab edecek şekilde
mesaj verdiğimizde dinleme ve paylaşabilme cesareti verecektir. Hayata dinlemeden sadece
ayıp, günah kategorileriyle sığ bir bakış üstlenerek bakanlar hitab edecek çok az insanla
karşılaşacaktır. Hz. Peygamber kendileri gibi düşünmeyenlerle de iletişime geçmişse, bu onun
yanlışlarını onayladığından değil, onu anlama ve dönüşüm sürecine girmesine destek olabilme
arzusundandır. Bu istek ise, anlamaya çalışmaksızın mümkün olmayacaktır.
Hayata aksettirilemeyecek, içsel dönüşüme ivme kazandırmayacak anlatım yerine neyi,
neden, nasıl yapabileceği üzerinde düşünmeye sevk edilebilmelidir. Kuran ve Sünnet’teki
hitabın, yaşayan insana olup, insanı diriltecek, uyandıracak şekilde anlatılması elzemdir. İnsan
ancak, dert kendinin ya da yakınının olduğunda farkındalık düzeyi arttığına göre, toplumda
232
233
Meryem 19/41-49; Enam 6/74.
http://www.edebiyatufku.com/artikel.php?artikel_id=1200
158
159
aslında başkası, öteki olmadığı, insan olma, kul olma erdeminin ötekinin derdiyle hemdem
olunduğunda idrak edilebileceği noktasında atıflar yapılmalıdır.
Vaiz, sorumluluğunu bilen ve sorumluluğun sadece yaşadığımız süreyle ilgili değil, bizden
sonrakilere de etki edecek boyutlarını canlı tutmalıdır. Sorumluluk bilincine sahip olmak ve
ona göre davranmanın –takva-, yaşadığımız hayatta canlı cansız tüm varlığa sirayeti söz
konusuysa, vaizin ev sahipliğini yaptığı ilim sofrasından, hayata yansıyacak anlatım biçiminin
öne geçmesi yaşamı zenginleştirebilecektir.
Bu tür inceliklere dikkat edilerek sunumlar yapıldığında, hizmet götürülecek kitleden
gençlerin dilindeki kalıplaşmış söz olan “bana vaaz verme!’ ve ‘tıpkı vaaz verir gibi
konuşuyor” biçimindeki ifadeler sözel işlevini kaybedecektir. Anlıyoruz ki bu tür sözlerin
özünde, konuşanın karşıdakini anlamadığı, dinlemediği, hayatıyla ilgilenmeden üst perdeden
konuşmasına dair bir nazire bulunmaktadır. Dolayısıyla vaiz, önce gönlünde, sonra gönüllerde
yankılar uyandırma gayretini önceliğine almalıdır.
Dr. Ayşe Karaköse
Kayseri Merkez Vaizi/Sosyolog
Allah hepimizi dünya ve ahirete müteallik işlerimizde muvaffak kılsın
159

Benzer belgeler