Değerli Hocalarım, Öncelikle hürmetlerimi arz ediyorum
Transkript
Değerli Hocalarım, Öncelikle hürmetlerimi arz ediyorum
Değerli Hocalarım, Öncelikle hürmetlerimi arz ediyorum. Sohbetimizde istifade ettiğim malzemeyi sizlerle –ilgili birimlerin izni ile- paylaşmak imkanını araştıracağımı ve imkan halinde paylaşacağımı arz etmiştim. Bahsettiğim Sempozyum Kitabından yeteri kadar kalmadığı için ancak ilgili makaleleri paylaşabileceğiz. Sohbetimiz esnasında herhangi bir hak söz konusu olduysa hak helalliği istirhamıyla, hizmetlerimizde kolaylıklar, muvaffakiyetler diliyor, bereketli olmasını temenni ediyorum. Allah yardımcımız olsun. Cenksu ÜÇER I. TOPLUMSAL SORUNLAR İLGİLİ VAAZ VE HİTABET OLAĞANÜSTÜ ZAMANLARDA DİN HİZMETLERİ –DİYARBAKIR ÖRNEĞİ- RELIGIOUS SERVICES IN EXTRAORDINARY TIMES –THE EXAMPLE OF DIYARBAKIR- Ejder OKUMUŞ, Doç. Dr. Dokuz Eylül Üniversitesi GİRİŞ “Din hizmetleri”, genel anlamda insanlar için din adına yapılan hizmetleri, yani çalışmaları ifade eden bir kavramsallaştırmadır. Bir takım sivil veya resmî kişi, grup ve kurumların, hitap ettikleri insanların “dinî ihtiyaç”larına cevap vermek için yaptıkları iş, görev ve faaliyetlere din hizmetleri demek mümkündür. Bu tanımlamada geçen “dinî ihtiyaç” ifadesi, çok geniş bir alam içeriğine sahiptir; çünkü hem hizmeti yapanlar, hem de hizmet alanlar tarafından dinî ihtiyaç olarak kabul edilen ihtiyaçları ifade etmektedir. “Hizmet” sözcüğünün anlam içeriğinde gönüllü çalışma iması vardır. Bu, nitekim bizim geleneğimizde de bu anlam içeriğiyle gerçeklik bulmuştur. Hizmet, din alanında söz konusu olup “dinî 1 hizmet” olarak ele alındığında gönüllülük daha da artmakta ve “Allah’ın rızasını kazanmak” amacıyla veya “Allah rızası için” yapılan çalışmaları ifade etmektedir. Yapılan din hizmetlerinden dolayı para alınıp alınmaması ve din hizmetlerinin bir meslek alanı olup olmaması çok önemli değildir; para alınsın veya alınmasın, müstakil bir meslek alanı olarak algılansın veya algılanmasın önemli olan, gönüllük temelinde çalışmak ve dine hizmet etmektir. Din hizmeti veya hizmetleri, insanların dinî hayatını idame etmeleri için yapılan hizmetleri ifade etmesi hasebiyle toplumsal bir olgudur. Din hizmetlerinde hizmet verenler ve hizmet alanlar vardır. Hizmet alanlarla verenler, hizmet aracılığıyla ve hizmet ortamında karşılıklı ilişki ve etkileşim halinde olurlar. Bu çalışmada din hizmetleriyle, resmî bir teşkilat olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “İslam Dininin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütme, toplumu din konusunda aydınlatma ve ibadet yerlerini yönetme” görevleri çerçevesinde yürüttüğü din hizmetleri kastedilmektedir. Her ne kadar Diyanet’in merkez teşkilatında “Dinî Hizmetler Daire Başkanlığı” adıyla özel bir birim bulunsa da genel olarak Diyanet’in yürüttüğü hizmetlerin bütünü, din hizmetleridir. Dinî ihtiyaç ise yukarıda söylenilen iki yönlü boyuta sahip olmakla beraber genel anlamda Anayasa ve yasalarda belirtildiği şekliyle toplumumuzun din ihtiyaçlarını ifade etmektedir. Bu bağlamda din hizmetlerinde bulunanlar (hademe-i hayrat) Diyanet İşleri Teşkilatı’nda çalışan din görevlileridir. “Olağanüstü zamanlar”a gelince, olağanüstülük, genel geçer toplumsal şartların yerine çeşitli sebep ve amillerle sıradışı, sıkıntılı ve zor şartların geçerli olduğu olağan dışı toplumsal durumu ifade etmek için kullanılmaktadır. Örneğin Türkiye’de yaşanan Marmara Depremi, bu depremin yaşandığı İstanbul, İzmit, Düzce gibi yerlerde olağanlığı ortadan kaldırmış ve olağanüstü şartları oluşturmuştur. Benzer bir biçimde 12 Eylül 1980 askerî darbesi ve onun getirdiği ara dönem, bir olağanüstü sosyal durum ortaya çıkarmıştır. Diyarbakır ve çevresi de dahil Doğu ve Güneydoğu’nun bir çok yerinde 1980’den itibaren kendini gösteren ve bugüne kadar çeşitli biçimlerde varlığını sürdüren terör olayları ve bu olaylara karşı devletin geliştirdiği tedbirler, 1990’larda hızlı ve yoğun olarak yaşanan göç, toplumsal değişim ve dönüşümler, siyasal gelişmeler vs. ile birlikte söz konusu yerlerde ortaya çıkan sıradışı durum da olağanüstülük veya olağan-dışılıktır. Nitekim bu çalışmada, Diyarbakır, bu anlamda 1980-2007 yılları arasında olağanüstü zamanların geçerli olduğu yer olarak kabul edilmektedir. İnsanları rutin toplumsal durumun dışına çıkaran olağanüstü zamanlar, bir çalışmasında Subaşı’nın da ifade ettiği (1999: 113, 125-126 vd. Krş. Aktay, 1999) gibi içinde toplumsal hayatta, gündelik hayat kalıp ve stratejilerini altüst eden karmaşık, gerilimli, stresli, çalkantılı ve bunalımlı ilişki biçimlerinin oluştuğu durumları ifade etmek için kabul edilebilecek bir kavramsallaştırmadır. Olağanüstü zamanlar veya durumlar, hem bizatihi bu durumları, hem de bu durumlarda ortaya çıkan düşünce ve çözüm yollarını inceleme ve araştırma imkanı vermesi bakımından sosyolojiye zengin bir çalışma alanı açmaktadır. Bu çerçevede Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizin büyük bir kısmı, sadece söz konusu bölgelerde yaşayanları değil, tüm Türkiye’yi, hatta Türkiye’nin uluslar arası ilişkilerini olumsuz etkileyen terör olayları ve ona bağlı toplumsal, ekonomik, dinî, siyasal ve kültürel süreçler, o 2 bölgeler örneğinde olağanüstü durumlar doğurmuş ve bir olağanüstü durumlar sosyolojisinden bahsetmeyi gerekli kılmıştır. Kendine has bir sosyolojik yapı doğuran olağanüstü durumlar (Subaşı, 1999: 112), genel olarak sosyoloji için özel bir araştırma alanını oluştururken, olağanüstü durumlarda din, din sosyolojisinin özel bir inceleme alanını meydana getirmektedir. Bu bağlamda olağanüstü zamanlarda din hizmetleri konusunun, din sosyolojisi açısından oldukça önemli olduğu söylenebilir. Şu da belirtilmelidir ki olağanüstü durumlarda din konusu, din sosyolojisi için hem metodoloji hem de içerik açısından sorunlu bir alandır. Denilebilir ki, Türkiye’nin Güneydoğu’su söz konusu olduğunda din hizmetlerinin sosyolojik açıdan incelenip araştırılması, orada var olan toplumsal ve dinî yapının kendine has özellikleri temelinde bir yöntem veya yöntemler geliştirilerek başarılı sonuçlar almamızı sağlayabilir. Bölgede bu şekilde yapılan araştırmalardan yararlanılarak yapılacak din hizmetleri de, başarılı olacak ve orada yaşayan insanların hayatlarının altüst olmalarının önüne geçmede kayda değer katkılarda bulunacaktır. Olağanüstü zamanların bölgesi ve Diyarbakır mezkur olağanüstü toplumsal durum içinde, Türkiye’nin başka yerlerinden farklı özellikler arz etmektedir. Öncelikle bölgede azalmakla birlikte etkisini hâlâ sürdüren aşiret yapısı içinde aşiretlerin birbirleriyle ve devletle ilişki biçimleri, aşiret kültürünün topluma yayılmasıyla toplumda kendini gösteren aşirete dayalı ilişki biçimleri, şiddete uygun toplumsal zemin, geleneğe ve töreye bağlı hayat tarzı, katı ataerkil kültürel kalıplara dayalı olarak kadına yüklenen anlam, siyasete, devlete, yöneticilere, eğitim dahil resmi kurumlara bakış, eşyayı ve olayları Eş’arilik ve Şafiiliğin etkili olduğu algılama biçimleri ve töreci anlayışın zaman zaman bu algılamayla beslenmesi, oluşumunda mezhebin, tarikatları, grupların, örgütlerin de etkili olduğu farklı dindarlık biçimi, medreselerin işlevselliği gibi durumlarla birlikte terör ve teröre bağlı olarak ele alınabilecek oluşum, değişim ve dönüşümler, farklı toplumsal hafıza vs. orada yaşayan insanların durumunu farklı kılmaktadır. Bu yönleri dikkate alınmadan yapılacak din hizmetleri, beklenen nitelikte ve düzeyde başarılı olamaz ve bölge halkının toplumsal hayatına katkı sunamaz. Bu çalışmada, ulusal düzlemde, Türkiye’de resmi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülen din hizmetleri, yerel çerçevede, olağanüstü şartların hakim olduğu Diyarbakır ilimiz örneğinde ele alınmaktadır. Çalışmanın amacı, Diyanet’e bağlı olarak gerçekleştirilen din hizmetlerinin, görece kısa sayılmayacak bir zaman dilimi içinde olağanüstü şartları yaşayan ve halen olağanüstülüğün etkisinde bulunan bir il olarak Diyarbakır’daki genel durumunu ve problemlerini tespit etmek, tartışmak ve öneriler getirmektir. Araştırmada, Müftülüklerde, Camilerde, Kur’an Kurslarında vs. Diyanet’in Diyarbakır Müftülüğü’nün hizmet alanları, sosyolojik verilerden de yararlanılarak ele alınmakta, değerlendirilmekte ve hizmet kalitesinin arttırılması konusunda yapılabilecekler ortaya konulmaktadır. Çalışma, konuyu ele alan belgelerden, mezkur kurumun ilgili ve yetkilileriyle yaptığımız bazı sınırlı görüşmelerden ve Diyarbakır’da yaşadığımız yedi yıl altı aylık (2000-2007 yılları arası) bir süre içinde yaptığımız gözlemlerden hareketle yürütülmüştür. Belirtmek gerekir ki Mayıs-Ekim 2007 arasında toplam olarak görüşme yaptığımız 102 kişiden 67’si, Diyanet bünyesinde çalışan Müftüler de dahil din görevlileri ve Kur’an kursu öğreticilerinden; 35’si ise Diyanet mensubu olmayan kişilerden oluşmaktadır. 3 Diyanet mensubu olmayanların 9’u, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim elemanlarından, 19’u aynı fakültenin öğrencilerinden ve 7’si Diyarbakır’da görev yapan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinden teşekkül etmektedir. Bunların dışında Diyarbakır’ın ilçe, belde ve köylerinde görev yapan 42 cami görevlisinden de el yazısıyla mektup alınmıştır. Ayrıca Diyarbakır merkezde görev yapan 14 din görevlisi ve Kur’an kursu öğreticisinden email yoluyla görüş alınmıştır. Kendilerine ulaştığımız ve kendileriyle yüz yüze görüştüğümüz kimselere “görev alanlarında din hizmetlerinde yaşadıkları en temel problemlerin ve bu problemlere çözüm önerilerinin ne olduğunu” sorduk. Ayrıca 102 kişiden gerek iki il müftüsüyle ayrı ayrı, gerekse bir grup olarak 7 imamla derinlemesine görüşme yaptık. İki il müftüsünden biriyle birkaç kez görüşme yaptık ve görüşmelerde zaman zaman tartışma usulüyle konuyu derinleştirmeye çalıştık. 7 imamla yaptığımız görüşmede de imamlar, belirtilen soru etrafında görüşlerini geniş çerçevede ortaya koymuşlardır. Çalışmada kısaca Diyarbakır’da din hizmetleri hakkında bilgi verdikten sonra “Problemler” başlığı altında Diyarbakır’da din hizmetlerinde yaşanan problemler zikredilmekte ve onun ardından “Öneriler” başlığı altında söz konusu problemlerin çözümü konusunda öneriler getirilmekteye çalışılmaktadır. DİYARBAKIR’DA DİN HİZMETLERİNİN GENEL DURUMU Denilebilir ki, dinin ve algılanan dinden meşruiyet alarak varlığını muhafaza etmeye çalışan geleneğin toplumsal hayatta ağırlığını hissettirdiği bölgede, tarikatların etkili olmasının yanında bir tür medrese Müslümanlığı diyebileceğimiz İslam anlayışı etkilidir. Halkının büyük çoğunluğu Şafii mezhebine bağlı bulunan Diyarbakır’da, İl Müftülüğünde, 2007 yılı itibariyle bir il Müftüsü, iki Müftü yardımcısı, bir şube müdürü, 3 murakıp, bir erkek vaiz ve 2 kadın vaizeden başka hizmetliler de dahil 21 personel görev yapmaktadır. 13 ilçe (Bismil, Çermik, Çınar, Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani, Hani, Hazro, Kocaköy, Kulp, Lice ve Silvan) müftülüğünde 13 ilçe müftüsü çalışmaktadır. Diyarbakır merkezde imam ve müezzinden oluşan yaklaşık 250 din görevlisi ile fahriler ve kısmi sözleşmeliler de dahil çoğunluğu bayanlardan oluşan 40 civarında Kur’an kursu öğreticisi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çatısı altında din hizmetleri alanındaki görevlerini yürütmektedir. Diyarbakır merkezde yaklaşık 250 adet cami vardır. Bu camilerin yaklaşık 75’inde kadınlar namaz kılabilecek imkana sahip. Kur’an kurslarının sayısı 40’a yakındır. Bunların büyük çoğunluğu bayan Kur’an kurslarıdır. 2006’dan itibaren Diyarbakır’da özellikle kız Kur’an kurslarının sayısında kayda değer bir artış yaşandı. Başta İlahiyat Fakültesi mezunu kadınlar olmak üzere pek çok kişi bu kursların açılması ve çalıştırılmasında işlevselleştirildi. Diyarbakır’da 1980’lerin başlarından itibaren teröre bağlı olarak olağanüstü şartlar oluşmaya başlamış ve bu şartlar, askeri-idari kısmı resmen kalkmış olsa bile toplumsal açıdan bugüne kadar devam etmiştir. Bundan dolayı denilebilir ki Diyarbakır ve çevresinde din hizmetleri yaklaşık 25 yıldan beri olağanüstü şarlarda yürütülmektedir. Bu olağanüstülük, din hizmetleri bakımından, il merkezlerinden periferiye, ilçelere ve daha küçük yerleşim 4 birimlerine, hassaten köy ve mezralara doğru gidildikçe daha da sıkıntılı, hatta tehlikeli olmaktadır. PROBLEMLER 1. Olağanüstü zamanların şartlarını yeterince algılanmaması. 2. Belki de en başta zikredilmesi gereken en önemli problemlerden biri, din hizmetlerinin bilimsel esaslar çerçevesinde yürütülmemesi gibi görünmektedir. 3. Diyarbakır ve çevresinde yerel dinî önderlerin halk üzerindeki otoritesinin büyüklüğü. İmamlarla bunların çatışma durumları. Diyarbakır’da il Müftüsü olarak görev yapanlardan biri, kendisiyle 2006 ve 2007 yıllarında bir kaç kez yaptığımız görüşmede bu sorunun Diyarbakır’da din hizmetlerinde temel sorunlardan biri olduğunu belitmiştir. Bir imam, 2004’te ilk olarak atandığı 100 hanelik bir köye gittiğinde, köylülerin kendisine zaten imamlarının olduğunu söylediklerini ve dolayısıyla kendisinin köyden ayrılması gerektiğini söylediklerini belirtmiştir. Aynı şekilde 2002’de Diyarbakır’ın Kocaköy ilçesinde görev yapan İlahiyat Fakültesi öğrencisi bir din görevlisi, kendisi de medresede geleneksel eğitimi almasına ve mollalık seviyesine kadar gelmiş olmasın rağmen orada halkın kendisine kuşkuyla baktığından ve orada etkili yerel din adamlarının halkın kendisi hakkında olumsuz düşünmesinde rol oynadıklarını söylemiştir. Aynı ilçede görev yapan bir molla imam da bu durumu teyid etmiştir. Yine Çınar ilçesinin bir köyünde imam olarak görev yapan bir din görevlisi de, Eylül 2007’de yaptığımız görüşmede, en büyük sorunlardan birinin, medrese kökenli seydaların Diyanet’in görevlendirdiği kişilerle negatif münasebetler geliştirmeleri olduğunu söylemiştir. 4. Bölgede en önemli problemlerden biri, aşiret yapısının kültürel baskınlığıdır. Ailecilik ve aşiretçilik ve bunlarla bağlantılı olarak töre cinayetleri ve kan davaları, Diyarbakır ve çevresinde de oldukça belirleyici olabilmiştir. Bu yapıdan dolayı, nüfuzlu aileler, Müftü ve diğer din görevlilerine tehdit, şantaj, baskı ve korkutmayla istediklerini yaptırma yoluna gidebilmektedirler. Diyanete bağlı birimler, İslam’a aykırı olan bu kültürel unsurların etkisizleşmesi konusunda bir siyaset geliştirebilir, fakat bunun yapıldığı konusunda bir işaret yoktur. 5. Din görevlisi atanan yerin düşünce ve sosyal yapısıyla ilgili ve de görevli için gerekli ihtiyaçlara cevap verip vermemesiyle ilgili ön çalışmaların yapılmaması. Bir imam, 2004’te ilk olarak atandığı 100 hanelik bir köye gittiğinde, kalacak yerinin olmadığını ve köylülerin de kendisine kiralık bir yer vermediğini, her gece bir evde misafir olarak kalarak kalma problemini giderebileceğini söylediklerini belirtmiştir. 6. Bölgede vaaz ve hutbe konularının rastgeleliği. 7. Güvenliğin yetersizliği. Güvenlik yetersizliği nedeniyle geçmişte saldırıya maruz kalan, hatta ölen din görevlilerinin olduğu bilinmektedir. 2004-2006 yılları arasında Diyarbakır’ın Hani ilçesinde imam olarak görev yapan bir din görevlisi, “bir kaç kez ölüm 5 tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını ve güvenlik açısından din görevlilerinin hiç iyi bir konumda olmadıklarını” söylemektedir. İmam’ın anlatıklarına göre “ilçe merkezinde her terör olayı, yani çatışmalar vukuunda müftü ilçeden ayrılmakta ve imamlar, korunmadan uzak kendi kaderleriyle başbaşa bırakılmaktadır. 2005’de cemaatiyle yatsı namazının farzını kıldığı bir esnada çıkan bir çatışmada, cemaatin selam verir vermez hemen camiyi terketmiş ve kendisi sabaha kadar camide mahsur kalmıştır. Bir başka gün çıkan çatışmada görevden dönerken polisler panzerle alıp götürmüşlerdir. Bir başka olayda silahlı bir kişi arkadaşının camisinin minaresine saklanmış ve onu gören din görevlisini söz konusu terörist tehdit etmiş ve din görevlisi korkusundan ailesini alarak orayı terketmiştir. 8. Güvenlik problemine de bağlı olarak bölgede görev yapan Müftü ve diğer din görevlilerinin geçicilik hissiyle hareket etmeleri ve kurumsal mantıkla değil de kişisel kaygılarla hareket etme yoluna gitmeleri ve problemlerin çözümü konusunda ciddi bir çaba içerisine girmemeleridir. Müftü, “nasıl olsa bir süre sonra gideceğim, benden sonra gelecek olan düşünsün” mantığıyla hareket etmektedir. Bu da Müftülüğün kalıcı kurumsal yapısının oluşmasını engellemektedir. Bir din görevlisi de bu sorunun açıkça görüldüğünü, böyle bir problemin din hizmetlerinin kurumsallaşmasını önlediğini, her yemi gelen görevlinin görev yerini öğrenmesi ve sağlıklı hizmetlerde bulunmasının zor olduğunu dile getirmektedir. 9. Kadın dindarlığının sosyal planda sönüklüğü. Camilerin kadınlara açık hale getirilmesiyle ilgili sıkıntılar. Diyarbakır Müftülerinden ikisi, kadınların camilerden uzak tutulmalarının, Diyarbakır’da din hizmetleri alanındaki en büyük problemlerden biri olduğunu söylemiştir. Sabır Camii: Benusen Mah. Şehitlik, Bağlar’da bulunan bu camide kadınların namaz kılabilecekleri bir mekan (üst kat) olmasına rağmen, gerek cemaatin olumlu yaklaşmamasından, gerekse kadınların tuvalet ve abdest ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli donanım eksikliğinden dolayı kadınlar, günlük veya Cuma namazlarında cemaate iştirak etmek üzere camiye gelmemektedir. Camii imam-hatibi de bu durumu teyit etmektedir. Bir başka camii, her zaman kendilerine tahsis edilen yerde teravih namazı kılmak üzere camiye gelen kadınları, cemaatin erkeklerinin, “kadınların camide ne işi olabilir” diyerek camiden çıkarmaları. 10. Mezhep ve mezhepçilik. Hanefi imamların problemleri. Halktaki Şafiilik hassasiyeti. Diyanet’in şimdiye kadar problemi kökünden çözecek şekilde imamları hazır olarak görev yerine göndermemesi, önemli bir problem. Nitekim kendileriyle 2003’te Diyarbakır’da görüştüğümüz Diyarbakır merkezde çeşitli camilerde görevli 8 imam, ve 2007’de görüştüğümüz 17 imam, bu problemin çok ciddi bir problem olduğunu söylemiştir. Özellikle Batıdan gelen Hanefi görevlilerin, bölge halkının özelliklerini bilmeden ve Şafilikle ilgili bilgi yetersizliği olduğu halde görev yapması durumunda problem, katmerleşmektedir. 11. Müftülüğün kendine yakışır fiziki özelliklerden yoksun olması. Müftülük binasının görünümünün iyi olmaması, içinin insanlara soğuk gelmemsi vs. Pek çok din görevlisi bu problemin varlığı konusunda hemfikir. Örneğin bir bayan Kur’an kursu öğreticisi şöyle demektedir: 6 Müftülük binası hiç temiz değil; gerek bahçesiyle gerek binadaki bakımsızlık dinimizin emri olan ‘Temizlik imandandır’ hadisiyle tezat düşmekte ve bu hususta örnek teşkil etmesi gereken yer, personel ve halk tarafından iyi karşılanmadığı halde hiçbir değişiklik yapılmamıştır. 12. Din görevlilerinin, özellikle imamların dini ilimlerdeki yetersizliği. Seyda ve mollaların halk üzerinde bilgi yönünden daha fazla etkisi bulunmaktadır. Diyarbakır ve çevresinde medrese Müslümanlığı çok etkili. 13. Kur’an kurslarının sayısının 2006 yılına kadar son derece yetersiz olması. 2006 yılından itibaren sayı artmış, ancak yine de yeterli görünmemektedir. 14. İlahiyat Fakültesinden gereği kadar yararlanmama. Diyarbakır Müftülüğünün, çeşitli toplantılar, hizmetiçi eğitim faaliyetleri vs. ile İlahiyat Fakültesi öğretim elemanlarından yararlanmaması, önemli bir problem olarak görünmektedir. Müftülük murakıplarından biri ve şube müdürlerinden biri de Müftülüğün İlahiyat Fakültesi ile kayda değer bir kurumsal ilişki geliştirmediğini ifade etmişlerdir. 15. Din görevlilerinin istediği yerde ve kabiliyetine göre değerlendirilmemesi. İlahiyat mezunlarının iyi karşılanmaması ve köylere verilmesi önemli bir problemdir. 16. Ekonomik problem: Maaş durumundaki adaletsizlik. Mezraya atanan bir imam veya müezzine şehir merkezindeki görevliyle aynı maaşın verilmesi. 17. Halkla ilişkilerin halkı kazanacak şekilde olmaması. 18. Din görevilerinin imamlık görevini içselleştirememeleri. 19. Müftülük bürokrasi personelinin din görevlilerinin ve halkın antipatisini kazanması. Gerek din görevlileri, gerek vaizler ve gerekse Kur’an kursu öğreticileri, Müftülük personelinin asık suratından şikayet etmektedir. Bu konuda örneğin Diyarbakır merkezde görev yapan bir imam demektedir ki “Müftülük halktan uzak, iletişimsizdir. Yapılan faaliyetler halktan kopuk olup halka yansıyan faaliyetler sadece hac organizasyonları olarak algılamaktadır. Halkın dinle ilgili sorunlarında müftülüğe müracaat en son işlem olarak görülmektedir.” Bu ve benzeri görüşler tartışılabilir, ama insanların bu şekilde bir algıya sahip oldukları bir gerçek. 7 20. Dil problemi. Diyarbakır ve çevresinde cami cemaatinden Türkçe bilmeyenlerin olması ve din görevlisinin vaaz ve hutbelerde anlattıklarını anlamamasıdır. 21. Müftüyle din görevlileri arasındaki ilişkilerin saygı ve sevgi temelinden ziyade korku temeline dayanması. 22. En önemli sorunlardan biri, dinin çok güçlü sosyal bütünleştirici işlevinin Diyarbakır ve çevresinde Diyanet tarafından ortaya konulamamasıdır. İslam dini, kardeşlik temelinde insanları bütünleştirirken nasıl oldu da zihinlerde ve pratikte Diyarbakır halkında bütünleştirme işlevini yerine getirememiştir. Burada Diyanet’in buraya özel bir din hizmetleri siyaseti geliştirmesi ve uygulamaya koyması gerekirdi ve bu gereklilik hala geçerliliğini korumaktadır. Denilebilir ki Kürtçe ve Zazaca bilmeyen din görevlileri, halk tarafından pek benimsenmek istenmemişlerdir. Bu, Batı’dan gelen din görevlilerinin genelde şikayet ettikleri bir husustur. 23. Bir başka önemli sorun, Müftülüğün Diyarbakır’da olağanüstü bir tarzda sosyal faaliyetler içinde olması gerektiğidir. Toplumun sosyal, ekonomik, ailevi, eğitsel vb. sorunlarıyla ilgilenmesi ve bu alanlarda çözüm önerileri getirmesi gerektiğidir. Ancak bu yapılmamıştır. 24. Diyarbakır ve çevresinde din hizmetleri alanında en önemli problemlerden biri de, ahlâk eğitimindeki eksiklik olarak tespit edilebilir. Diyarbakır’da olağanüstülüğün de etkisiyle hırsızlığın, örneğin kaçak elektriğin, kapkaçcılığın, uyuşturucu ticareti ve kullanımının, suç işlemenin, şiddetin, terör, kan davası vs. gibi kötü ahlâkî davranışların yaygınlık kazandığı görülmektedir. ÖNERİLER 1. Olağanüstü zamanlarda insanlar, olağan tutum ve davranışlar sergilemezler. O nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da olağanüstü şartları dikkate alarak din hizmetleri siyaseti geliştirmesi gerekir. Hizmetlerin olağanüstü şartların dikkate alınarak yürütülmesi durumunda insanlar normalleşebilir, yanlışa sürüklenmeyebilir. Din görevlileri de insanların olağanüstü şartlarda yaşadığını hesaba katmalı, cemaatiyle olağanüstü şartlar ortamında iletişime geçtiğini unutmadan din hizmetini yürütmelidir. Kaynak olarak din görevlisi, alıcı olarak cemaate yaklaşır ve onunla karşılıklı iletişim halinde olurken cemaatinin olağanüstü zamanların cemaati olduğunu unutmaz ve ona göre hareket ederse, din hizmetleri faaliyetlerinde başarılı olur. Aksi halde mesajının ve hizmetlerinin askıda kalması mukadderdir. 2. Diyarbakır ve bölgede din hizmetlerinin bilimsel esaslar çerçevesinde yürütülmemesi probleminin çözümü konusunda sosyal bilimcilere, özellikle sosyologlara, iletişim ve halkla ilişkiler konusunda uzman olan akademisyenlere, din sosyologlarına, din eğitimcilerine ve ilgili ilahiyat alanlarında çalışan uzmanlara bilimsel projeler çerçevesinde araştırmalar yaptırılması ve bu araştırmaların bulgularına göre insanlara din hizmetinin götürülmesi önerilebilir. 8 3. Diyarbakır ve çevresinde yerel dinî önderlerin halk üzerindeki otoritesinin büyüklüğü. İmamlarla bunların çatışma durumları. Diyarbakır’da il Müftüsü olarak görev yapanlardan biri, kendisiyle 2006 ve 2007 yıllarında bir kaç kez yaptığımız görüşmede bu sorunun Diyarbakır’da din hizmetlerinde temel sorunlardan biri olduğunu belitmiştir. Bir imam, 2004’te ilk olarak atandığı 100 hanelik bir köye gittiğinde, köylülerin kendisine zaten imamlarının olduğunu söylediklerini ve dolayısıyla kendisinin köyden ayrılması gerektiğini söylediklerini belirtmiştir. Aynı şekilde 2002’de Diyarbakır’ın Kocaköy ilçesinde görev yapan İlahiyat Fakültesi öğrencisi bir din görevlisi, kendisi de medresede geleneksel eğitimi almasına ve mollalık seviyesine kadar gelmiş olmasın rağmen orada halkın kendisine kuşkuyla baktığından ve orada etkili yerel din adamlarının halkın kendisi hakkında olumsuz düşünmesinde rol oynadıklarını söylemiştir. Aynı ilçede görev yapan bir molla imam da bu durumu teyid etmiştir. Yine Çınar ilçesinin bir köyünde imam olarak görev yapan bir din görevlisi de, Eylül 2007’de yaptığımız görüşmede, en büyük sorunlardan birinin, medrese kökenli seydaların Diyanet’in görevlendirdiği kişilerle negatif münasebetler geliştirmeleri olduğunu söylemiştir. Bu problemin çözümünde izlenecek yol, o bölgeye gönderilen din görevlilerinin çok iyi bir bilgi düzeyine sahip kimseler arasından seçilmesi ve de bu kişilerin oradaki medrese mollalarıyla çatışmaya girmeden ilişki geliştirmeleri, onları kazanmalarıdır. Diyarbakır merkezde görev yapan molla bir din görevlisi, onların resmi bir hüviyete kazandırılması durumunda, Diyanet’in çok daha başarılı faaliyetler yapabileceğini ve terörün önlenmesinde de mesafe alınabileceğini belirtmektedir. Bu din görevlisi konu bağlamında ayrıca şöyle demektedir: Bölge halkının din görevlisinden beklentisi fazladır. Bu beklentilerin bir kısmı doğrudan dini ise birçok kısmı sosyal aktivitelerle ilgilidir. Bu beklentilere göre mesela müftü bazen barış görevlisi, bazen nikah memuru, bazen vaiz, kimi zaman da ailevi problemleri çözen kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu rollerin hakkını verebilmesi için din görevlisinin Kitap, Sünnet, İslam Hukuku, Siyer gibi mesleki ilimler yanında sosyoloji, psikoloji, iletişim ve halkla ilişkiler gibi alanlarda da birikim sahibi olması zaruridir. Bu konu çerçevesinde Başkanlığın Diyarbakır’a ivedilikle bir eğitim merkezi açması da önerilebilir. Eğitim merkezi, Diyarbakır ve çevresinde din eğitimi ve din hizmetlerinin kalitesinin yükselmesinde önemli bir işlev görecektir. 4. Diyanete bağlı birimler, bölgede İslam’a aykırı olan aşiretçi kültürel unsurların etkisizleşmesi konusunda bir siyaset geliştirmeli, sahih İslam anlayışının, Kur’an ve Sünnet kaynaklı din eğitimi kanalıyla aşiretçilik ve ona bağlı ilişki biçimlerinin belirleyiciliği ortadan kaldırılabilir. Nitekim imam olarak görev yapan bir İlahiyat Fakültesi mezunu bir din görevlisi, aşiret yapısının müftü ve din görevlileri üzerinde bir baskı gücü olarak yer aldığını söylemiş ve kendisinin yaşadığı ve bizzat gördüğü bazı olaylarda güçlü bir kaç ailenin Müftünün evini basarak Müftüyü istedikleri gibi hareket etmeye zorladığını anlatmıştır. 9 5. Din görevlisi atanan yerin düşünce ve sosyal yapısıyla ilgili ve de görevli için gerekli ihtiyaçlara cevap verip vermemesiyle ilgili ön çalışmaların yapılmaması, önemli bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir imam, 2004’te ilk olarak atandığı 100 hanelik bir köye gittiğinde, kalacak yerinin olmadığını ve köylülerin de kendisine kiralık bir yer vermediğini, her gece bir evde misafir olarak kalarak kalma problemini giderebileceğini söylediklerini belirtmiştir. Ayrıca görevli, gittiği yerde yaşayan insanları muhatap alacağı, onlarla iletişim kurarak din hizmetlerini yürüteceği için mutlaka o insanların zihinsel, düşünsel, siyasal, ekonomik, sosyal, dinî vs. durumunu bildiği ölçüde başarılı olabilir, aksi halde halka din hizmetlerini ulaştırmada başarılı olması mümkün değildir. Müftülerin her görev mahalliyle ilgili din ve kültür haritasına sahip olmaları şarttır. Din görevlileri, cemaatinin özelliklerini bilmek zorundadır. Halk inançları, cemaatin yapısı, anlayışı, eğitim düzeyi, ekonomik düzeyi, sosyal statüsü, yaşı, cinsiyeti gibi durumları bilerek ve dikkate alarak cemaatiyle iletişim kuran din görevlisi, hizmet çalışmalarında başarılı olur. 6. Bölgede vaaz ve hutbe konularının rastgeleliği, eğitici olmamaktadır. Bu nedenle bölgede vaaz ve hutbelerin konusunun yerel sorunlarla ilişkili olarak daha bir özenle hazırlanması elzemdir. Din görevlileri, vaaz ve hutbenin konusunu belirlerken cemaatin ilgi ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmalı ve dolayısıyla cemaatle işbirliği içinde hareket etmelidir (Bkz. Hökelekli, 2005: 95-96). Başarılı bir eğitim ve iletişim açısından bu gereklidir. 7. Güvenliğin yetersizliği. Güvenlik yetersizliği nedeniyle geçmişte saldırıya maruz kalan, hatta ölen din görevlilerinin olduğu bilinmektedir. Ayrıca din görevlilerindeki “Diyanet’in kendilerine sahip çıkmadığı” düşüncesi de din görevlilerinin görev durumlarını olumsuz etkilemektedir. 2003-2005 yılları arasında Diyarbakır’ın Hani ilçesinde imam olarak görev yapan bir din görevlisi, “bir kaç kez ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını ve güvenlik açısından din görevlilerinin hiç iyi bir konumda olmadıklarını” söylemektedir. İmam’ın anlatıklarına göre “ilçe merkezinde her terör olayı, yani çatışmalar vukuunda müftü ilçeden ayrılmakta ve imamlar, korunmadan uzak kendi kaderleriyle başbaşa bırakılmaktadır. 2005’de cemaatiyle yatsı namazının farzını kıldığı bir esnada çıkan bir çatışmada, cemaati selam verir vermez hemen camiyi terketmiş ve kendisi sabaha kadar camide mahsur kalmıştır. Bir başka gün çıkan çatışmada görevden dönerken polisler panzerle alıp götürmüşlerdir. Bir başka olayda silahlı bir kişi arkadaşının camisinin minaresine saklanmış ve onu gören din görevlisini söz konusu terörist tehdit etmiş ve din görevlisi korkusundan ailesini alarak orayı terketmiştir. Diyanet bu problemin çözümü için hem yerel kanaat önderleri, hem de Emniyet gibi resmi kurumlarla işbirliği halinde güvenlik probleminin halli yoluna gidebilir. 8. Din görevlilerinin geçicilik hissiyle hareket etmelerinin önüne geçmek için Diyanet’in buralara daha uzun süreli görevlendirmeler yapması veya bazı sakıncaları giderilmek şartıyla halkından olan kimseleri oralarda görevlendirmesi çözüm önerisi olarak getirilebilir. 9. Kadın dindarlığının sosyal planda sönüklüğü. Camiler, kadınlara açık hale getirilmelidir. Diyarbakır Müftülerinden ikisi, kadınların camilerden uzak tutulmalarının, Diyarbakır’da din hizmetleri alanındaki en büyük problemlerden biri olduğunu söylemiştir. Görüştüğümüz murakıp, müftü yardımcısı, vaizeler ve din görevlileriyle Kuran kursu öğreticileri de kadınların camilere katılımının son derece düşük olmasının Diyarbakır ve çevresi için iyi bir durum olmadığını dile getirmektedirler. Diyarbakır ve çevresinde kadınların 10 camilerden uzak tutulmasında halkın din anlayışının, örf ve adetlerinin, törelerinin etkisi bulunduğu kadar Camilerin kadınların ibadet etmelerine elverişli olmamasının da etkisi vardır. Müftülüğün verdiği bilgiye göre yaklaşık 75 camide kadınların namaz kılabilecekleri fiziki ortam bulunmaktadır. Fakat burada asl olan bu camilerin ne kadarına kadınlar günlük veya haftalık ya da yıllık namaz kılmak üzere gelmekte olduğudur. Çünkü kadınlar için uygun olan camilerin bir çoğuna da kadınlar gitmemekte veya gidememektedir. Ulu Cami’de dahi kadınlar Cuma ve Bayram namazlarını dahi kılamamaktadırlar. Teravih namazlarını da Müftülüğün düzenlemesi ve çabasıyla 2006’dan itibaren kılmaya başlamışlardır. İlgi de büyük olmuştur. Bu problemin çözümü için Müftülüğün projeler geliştirmesi, eğitim faaliyetlerinde bulunması, örneğin camilerde kadınlara yönelik çeşitli eğitimsel ve sosyal programlar yapması, din görevlilerini teşvik etmesi, erkek cemaati kadınların camilere gelebilmesi konusunda doğru dini bilgilerle eğitmesi vs. şarttır. O halde eğitici ve bilinçlendirici faaliyetlerin yanı sıra camilerin fiziki olarak kadınların ibadet yapabilecekleri şekle getirilmesi gerekir. Son zamanlarda Müftülüğün kadınlara camilerde vaaz verme programları yapması olumlu bir uygulama olarak dikkati çekmektedir. Ancak bu daha da geliştirilmelidir. Ayrıca camilerde kadınlara uygun abdest yerleri ve namaz yerleri tahsis edilmelidir. Nitekim bir din görevlisi bu gerçeğe işaret sadedinde “kadınların camiye gelmelerine imkan sağlanmalı, camilerin mimarisinde hanımların katılımın sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır” demektedir. Aynı görevli Diyarbakır merkezde görev yaptığı camide bazı tadilatlarla hanımların camide namaz kılmalarına imkan sağladığını ve beklenenin üstünde kadının camiye gelip namaz kıldığını belirtmiştir. Bu problemin çözümü için yapılması gereken en önemli hususlardan biri de, bir bayan din görevlisinin belirttiği gibi Müftülükteki Müftü yardımcısı ve vaize gibi bayan din görevlilerinin sayısının ivedilikle arttırılması da şarttır. Belirtmek gerekir ki Diyarbakır’da son zamanlarda kadın dindarlığında görece bir artış olduğu, kadınların Kur’an kurslarına ilgi gösterdiği ve yavaş yavaş da camilere gitmeye başladıkları bir gerçektir. Bir murakıp bu konuda şöyle demektedir: Bayanların dini bilgileri öğrenmedeki isteklerinin günümüzde ancak ortaya çıkarılabilmesinin altındaki en büyük etkenlerden biri de hiç şüphesiz camilerdeki din hizmetlerini yürüten din görevlilerimizin konuya son yıllara kadar yeterince hassas yaklaşmamalarıdır. Gün içerisinde şu an kurslarımıza devam eden ve edecek olan öğrencilerimizin velileri ile defalarca karşılaşan görevlilerimiz bu konudaki eksikliği ve bunun gerekliliğini daha önce anlatabilmiş olsalardı şimdi yaklaşık 1.5 milyon kişinin yaşadığı telaffuz edilen ilimizdeki Kur’an kursu sayımız yüzlerle ifade edilebilirdi. Tabi bunun altında da bölgedeki medrese kültürünün baskın olması, görevlilerimizin de bir şekilde medreselerle bağlarının hala devam etmesi ve buralarda da ilim öğrenenlerin tamamının 11 erkek olması, medrese kapılarının bayan din alimlerinin yetişmesine yada kuranı kerim veyahut dini bilgileri öğrenmek isteyen bayanlara kapalı olması yattığı düşünülmektedir. Zaten ataerkil bir yapıya sahip olan bölge dinden de kuvvet alarak bayanlara her alanda eğitim ve öğretimin kapılarını kapatmıştır. Sur içi diye bilinen ve Diyarbakır’ın ilk yerleşim alanı olan tarihi ve kültürel ağırlığı dışarıdan bakılınca da hissedilebilen semtte yer alan cami sayısı 47’dir. Pasaj ve iş hanlarındaki mescitleri çıkartacak olursak sur içinde 36 tane tarihi cami bulunmaktadır ve bunların hemen tamamı bayanlarında namaz kılabileceği şekilde inşa edilmiştir. Sonradan sur dışına taşan nüfusun yaşadığı alanlarda inşa edilen camilerin ancak büyük kubbeli camii şeklinde olanlarında bayanlar için yer ayrıldığı görülmektedir. Bayanların cami ve kuran kursları ile bu kadar geç tanışması, vaaz ve irşat hizmetlerinden yoksun kalmaları sosyal yapıda büyük rol oynayan anne ve anne adaylarının dini anlamda pasifleşmesine ve dolayısıyla ailede başlaması gereken dinsel canlanmanın da toplumda varlığını yitirmesine sebep olmuştur. Son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığının ilahiyat alanında eğitim görmüş bayan vaize ve kuran kursu öğretmeni atamalarına imkan tanıması ilimizdeki Kur’an kurslarına da bir canlılık getirmiştir. Ancak özellikle ev hanımlarına yönelik cami vaazlarının daha etkin ve geniş kitlelere hitap edebilmesi için şuan iki olan bayan vaize sayısının arttırılması bayanlar açısından, bir kişi olan erkek vaiz sayısının da arttırılması erkek cemaat açısından önem arz etmektedir. 10. Mezhep ve mezhepçilik. Hanefi imamların problemleri. Halktaki Şafiilik hassasiyeti. Diyanet’in şimdiye kadar problemi kökünden çözecek şekilde imamları hazır olarak görev yerine göndermemesi, önemli bir problem. Nitekim kendileriyle 2003’te Diyarbakır’da görüştüğümüz Diyarbakır merkezde çeşitli camilerde görevli 8 imam, ve 2007’de görüştüğümüz 17 imam, bu problemin çok ciddi bir problem olduğunu söylemiştir. Özellikle Batıdan gelen Hanefi görevlilerin, bölge halkının özelliklerini bilmeden ve Şafilikle ilgili bilgi yetersizliği olduğu halde görev yapması durumunda problem, katmerleşmektedir. 12 Şafii mezhebi, bölgenin din algısında merkezi bir yerdedir, hatta bazen din gibi algılanmaktadır. Bu nedenle değişmeyen bazı mezhebi görüşler, bölge halkının kültürel dokusunda geçerli olan bazı davranış kalıplarında, örneğin töre uygulamasında meşrulaştırıcı olabilmekte, bazen Kurban gibi toplumsal dayanışmada çok önemli bir ibadetin işlevsizleşmesinde etkili olabilmektedir. Diyarbakır’da görev yapan bir murakıp mezhep ve kadın algısı hakkında belirtmektedir ki, “Bölge olarak Şafii mezhebini benimseyen halk, bu mezhebin “Veli” ye vermiş olduğu avantajı da kullanarak –biraz da yozlaştırarak-bayanlar üzerinde dini bir baskı aracı olarak kullanmış, dini sosyal hayattan yozlaştırabilme adına elinden geleni yapmıştır.” Diyanet’in bu konuda Şafi mezhebinin bazı hüküm ve uygulamalarını, halkı kucaklayarak değişik biçimlerde gerçekleştirebilmesi durumunda toplumsal yapıda olumlu anlamda önemli değişimlerin yaşanması mümkündür. Bunu yapabilmek için de bölgeye birikimli kişilerin din görevlisi olarak atanması şarttır. 11. Müftülüğün kendine yakışır fiziki özelliklerden yoksun olması. Müftülük binasının görünümünün iyi olmaması, içinin insanlara soğuk gelmesi vs. Bunun için uygun bir yer, güzel bir mimari ve temiz bir muhtevaya sahip Müftülük merkezi inşa edilmelidir. Bir bayan Kur’an kursu öğreticisi, çözüm önerisi olarak, şöyle demektedir: Müftülük binasının tadilattan geçirilmeli daha sonra bahçe temizletilip çevre düzenlemesi yapılarak yeni bir görünüme kavuşturulmalıdır. Müftülük personelinin de çalıştıkları mekanları temiz tutmaları sağlanmalıdır. Ayrıca Yeterli sayıda temizlik personeli alınmalı ve alınan personelin görevini en iyi şekilde yapması için düzenli denetime tabi tutulmalıdır. 12. Kur’an kurslarının sayısının 2006 yılına kadar son derece yetersiz olması. 2006 yılından itibaren sayı artmış, ancak yine de yeterli görünmemektedir. Bir murakıbın ifade ettiği gibi “2 yıl öncesine kadar 1 erkek ve 7 bayan kuran kursu mevcut olan Diyarbakır’ da şuan ikisi yatılı erkek kuran kursu olmak üzere 37 kurs yer almakta ve bunların da % 90’ını bayan Kuran Kursları oluşturmaktadır.” Bu iyi bir gelişme, ancak daha da geliştirilmelidir, ayrıca erkek Kur’an kursları ilgi çekici hale getirilebilir. 13. İmamların dini ilimlerdeki yetersizliği. Seyda ve mollaların halk üzerinde bilgi yönünden daha fazla etkisi bulunmaktadır. Diyarbakır ve çevresinde medrese Müslümanlığı çok etkili. 14. İlahiyat Fakültesinden gereği kadar yararlanmama. Diyarbakır Müftülüğünün, çeşitli toplantılar, hizmetiçi eğitim faaliyetleri vs. ile İlahiyat Fakültesi öğretim 13 elemanlarından yararlanmaması, önemli bir problem olarak görünmektedir. Bir Müftü, Müftülük murakıplarından biri, şube müdürlerinden biri ve bir din görevlisi ile 8 İlahiyat Fakültesi öğretim elemanı 14 İlahiyat fakültesi öğrencisi ve 2 Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Müftülüğün İlahiyat Fakültesi ile hiçbir kurumsal ilişki geliştirmediğini ifade etmişlerdir. Son zamanlarda, özellikle 2006 yılının ortalarından itibaren bir yakınlaşmadan söz edilebilir, ancak bu kurumsallaştırılmalıdır. Söz konusu kişilere göre iki kurumun yakınlaşması ortak çalışmalar ve programlar yapmalarıyla sağlanabilir. Din hizmetlerinde kalitenin arttırılmasında iki paydaş kurumun yakın ilişkileri ve işbirlikleri oldukça etkili olacaktır (Bulut: 2005:65). 15. Din görevlilerinin istediği yerde ve kabiliyetine göre değerlendirilmemesi. İlahiyat mezunlarının iyi karşılanmaması ve köylere verilmesi önemli bir problemdir. Bunun için teknik bazı düzenlemeler yapılabilir. 16. Ekonomik problem: Maaş durumundaki adaletsizlik. Mezraya atanan bir imam veya müezzine şehir merkezindeki görevliyle aynı maaşın verilmesi. Ayrıca bölgede pek çok caminin lojmanının olmaması, halkın da lojman yapma konusunda isteksiz oluşu veya imkansızlığı ciddi bir problemdir. İmamın kişilikli bir görünümle toplumun karşısına çıkması için ekonomik yönden bağımsız olması önemlidir. Lojman olması, bir din görevlisinin de belirttiği gibi hem din görevlisinin görevini daha iyi yapması, özellikle yatsı ve sabah namazlarında güvenli bir şekilde camiye gidebilmesi, hem de imamın konumunun iyi görünmesi açısından önemlidir. Fakat burada önemli bir problem, lojmanı halkın mı yoksa Diyanet’in mi yapacağına dairdir. Diyarbakır’ın ilçe, belde ve köylerinde görev yapan 42 din görevlisinden aldığımız mektuplarda istisnasız hepsinin isteği devletin lojman yaptırmasıdır. Bölgede, olağanüstü durumların zihniyette temin ettiği dönüşümlerin bir sonucu olarak kendini gösteren önemli hususlardan biri olarak “her şeyi devletten bekleme” anlayışının da, din görevlisinin Diyanet’ten lojman beklentisi içine girmesinde ve cemaatin lojman yapımına yardımcı olmamasında etkisi büyüktür. Burada lojman sağlanmasında, önerilebilecek en önemli hususlardan biri, din görevlilerinin fedakarlık duygularının geliştirilmesi, din görevlilerine cemaatle iyi ilişkiler geliştirmenin yollarının öğretilmesi ve cemaatin fedakarlık duygularının geliştirilmesidir. Bunlar yapılarak din görevlisi-cemaat işbirliğiyle Batı’da pek çok cami cemaatinin yaptığı gibi lojman yapmak mümkün olabilir. Fakat bölgenin farklı yapısı her zaman dikkate alınmalıdır. Çeşitli sebeplerle lojman yapımının mümkün olmadığı yerlerin varlığı açıktır. Buralara da Diyanet’in çözüm üretmesi kaçınılmazdır. Ayrıca görev ve sorumluluklar noktasında din görevlilerinin ve cemaatin bireyselliklerinin gelişmesi için bazı eğitim faaliyetlerinin yapılması gerekir. Hülasa din hizmeti yürütenlere, 2 bayan Kur’an kursu öğreticisinin belirttiği gibi din hizmetlerinde gönüllülüğün esas olduğu bilincini verecek eğitim faaliyetleri düzenlenmesi lazımdır. Din görevlilerinin, ihlas, kalite, ilmî yeterlilik, sözdavranış uyumu, muhatapları tanıma, toplumsal gerçekliği bilme, sürekli hizmet, özveri, sabır, tevazu gibi genel olarak geçerli olan etkili din hizmeti unsurları (Akpolat, 2005: 44-48; Bulut, 2005: 64-65;Ünver, 2005:72-84) konusunda daha fazla hassas olmaları şarttır ve bunun için denetim mekanizmasının sağlam işletilmesinin yanı sıra eğitim faaliyetlerinin yapılması gerekir. 17. Halkla ilişkilerin halkı kazanacak şekilde olmaması. Diyanet halkla ilişkilere bu bölgede azami önemi vermek durumundadır. Diyarbakır’da Müftülük, gerek Din Hizmetleri Daire Başkanlığı’nın, gerekse Basın, Protokol ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünün ilke ve esasları çerçevesinde, Diyarbakır ve çevresinde halkla ilişkilerin çok yüksek düzeyde iyi tutulması için 14 çaba harcamalıdır. Diyarbakır merkezden erkek bir din görevlisi bu konuda şunları söylemektedir: Müftülük binası; köhne, kirli ve bakımsız bir durumdadır. Hâlbuki böyle bir yer göze hitap etmeli ve bilhassa bayanların rahat girebilecekleri mekânlar haline gelmelidir. Resmi olarak din hizmeti sunan bir kurum ataerkil bir mekân olmamalı ve buralarda kadın görevli sayısı artırılmalı. Ayrıca müftülük, konferans salonlarında halka açık rutin programlar yapılmalı. Zaman zaman daha büyük organizasyonlar yapılarak akademisyenler, araştırmacılar davet edilerek ( düğün salonları vs. ) halkın müftülük faaliyetlerine katılımı sağlanmalı. Günümüzde ise bu tür faaliyetler cemaat, dernek ve benzeri kurumlar tarafından organize edilmektedir. 18. Din görevilerinin imamlık görevini içselleştirememeleri. Bu problemin çözümü için din görevlilerine gerekli psikolojik, rehberlik ve pedagojik desteğin verilmesi gerekir. 19. Müftülük bürokrasi personelinin din görevlilerinin ve halkın antipatisini kazanması. Gerek din görevlileri, gerek vaizler, gerek Kur’an kursu öğreticileri ve gerekse halk, Müftülük personelinin asık suratından şikayet etmektedir. Bu problem, halkla ilişkilerin kötü seyretmesinde çok etkili olur ve din hizmetlerinin sağlıklı ve başarılı yürütülmesini engeller. O nedenle Müftülük personeline halkla ilişkiler konusunda bilgilendirici ve uygulamalı kurslar verilebilir. Bu konuda Diyarbakır merkezde görev yapan bir bayan Kur’an kursu öğreticisi şu öneriyi getirmektedir: A) Müftülükte çalıştırılacak personelin en az lisans mezunu ve halkla ilişkiler hususunda ve de yapacakları idari görevler hususunda hizmet içi eğitimlere tabi tutulduktan sonra göreve başlatılmalıdırlar. B) Eski personellerinde mutlak surette halkla ilişkiler ve idari işlemlerin yürütülmesine ilişkin kapsamlı bir eğitime tutulmaları gerekmektedir. 20. Dil probleminin aşılması için ne yapılabilir? Bu ciddi bir sorun. Bir yandan yetişkinler için Türkçe okuma yazma eğitimi verilirken bir yandan da bir şekilde Türkçe bilmeyenlerin doğru bir din eğitimine tabi tutulması gerekmektedir. Bu sorun pek çok din görevlisinin dikkat çektiği bir sorundur. Nitekim bir din görevlisi şöyle demektedir: 15 Cemaatle iletişim sorunu yaşanmaktadır. Cemaat içerisinde genellikle de yaşlılar ve de bayanlar arasında Türkçe bilmeyenler bulunmaktadır. Bundan dolayı anlamıyoruz diye tepkiler alıyorum. Siyasi amaçlardan uzak olduktan sonra bir iletişim aracı olarak dilin cemaatin ihtiyaçlarına uygun seçilmesinin hem yapılan programın ve verilen vaazın verimliliğini artıracağına, hem de imamcemaat ve halk-devlet yakınlaşmasına katkı sağlayacağına inanıyorum. Problem önemlidir ve tartışılıp uygun çözümler geliştirilmelidir. 21. Müftüyle din görevlileri arasındaki ilişkilerin saygı ve sevgi temelinden ziyade korku temeline dayanması. Bu konuda da din görevlilerinin şikayetçi olduklarını söylemek gerek. Bu doğru bir tespit veya yanlış, ama olağanüstü şartların geçerli olduğu bir yerde din görevlilerinin amiri konumundaki görevlilerle daha uyumlu çalışmaları için azami çaba sarfedilmelidir. 22. En önemli sorunlardan biri, dinin çok güçlü sosyal bütünleştirici işlevinin Diyarbakır ve çevresinde Diyanet tarafından ortaya konulamamasıdır. İslam dini, kardeşlik temelinde insanları bütünleştirirken nasıl oldu da zihinlerde ve pratikte Diyarbakır halkında bütünleştirme işlevini yerine getirememiştir. Burada Diyanet’in buraya özel bir din hizmetleri siyaseti geliştirmesi ve uygulamaya koyması gerekirdi ve bu gereklilik hala geçerliliğini korumaktadır. Denilebilir ki Kürtçe ve Zazaca bilmeyen din görevlileri, halk tarafından pek benimsenmek istenmemişlerdir. Bu, Batı’dan gelen din görevlilerinin genelde şikayet ettikleri bir husustur. Batı’dan gelen ve Diyarbakır’ın çeşitli yerlerinde görev yapan 8 imam, kendileriyle yaptığımız görüşmede bu problemi özellikle vurgulama gereği hissetmişlerdir. Bir şube müdürü de bunun ciddi bir problem olduğunu ve din görevlilerinde kimlik problemi doğurduğunu söylemiştir. 23. Müftülük, olağanüstü şartlar içinde bulunan Diyarbakır’da olağanüstü bir tarzda sosyal faaliyetler içinde olmalıdır. Diyarbakır’ın da içinde yer aldığı Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinin büyük bir kısmında aile içinde ve toplumda şiddet kültürü, töreye dayalı uygulamalar, kan davaları vs. dikkati çekmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, bölgenin din haritasını çıkaran araştırmalarla bölgede varlığını koruyan farklı din, inanç, mezhep ve görüşleri doğru bir biçimde tespit edebilir. Bölgede görev alanlara olağanüstü şartlarda din hizmetleri konusunda eğitim verebilir. Diyanet, çocuk, genç, yetişkin ve aile eğitimine katkı sunabilecek projeler geliştirebilir, acilen üniversite öğrencileri için yurtlar açabilir, şiddet, baskı ve korku kültürü yerine sevgi kültürünü yerleştirmek için halka yönelik programlar geliştirebilir ve bunları gerçekleştirmek için Üniversite, Milli Eğitim, Sosyal Hizmetler, Emniyet, Genelkurmay, Adalet Bakanlığı gibi birimlerle işbirliğine gidebilmelidir. Cezaevlerinde, hastanelerde, çocuk esirgeme kurumlarında ve işyerlerinde din görevliliği kurumunu yoksa ihdas etme, varsa daha etkili bir şekilde işlevselleştirme yoluna gidebilir. 16 Burada şiddet, yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik gibi olumsuzluklar, halkın hayatını olağanüstü düzeyde olumsuz etkilediği için Diyanet, doğrudan dini görünmeyen alanlarda çalışmalar yürütmelidir. Örneğin okuma yazma oranı oldukça düşük olduğu için Kur’an kurslarında Halk eğitim merkezleriyle işbirliği halinde özellikle de kadınlara yönelik okuma yazma kursları düzenleyebilir. Bu konuda son iki yıldır bir kaç örnek uygulamanın olması sevindirici bir gelişmedir. Ayrıca SHÇEK ve Milli Eğitim Müdürlüğü gibi kurumlarla işbirliği yaparak okuma salonları açabilir, gençlik merkezleri oluşturabilir ve çocuklarla gençlerin sokaklarda başı boş vakit öldürmeleri, suç makinaları haline gelmeleri gibi toplumun bugünü ve geleceğini çalan durumları önlemede önemli roller üstlenebilir. Bunların dışında halkın daha iyi bir din eğitimi alabilmesi için İlahiyat Fakültesi öğretim elemanları, İmam-Hatip Lisesi öğretmenleri ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenleriyle de işbirliği halinde gerek cami ve Kur’an kursları binalarında gerekse farklı mekanlarda çeşitli toplantılar düzenleyebilir. Bu durum, bazı din görevlileri ve müftülerce de dile getirilmektedir. Örneğin Diyarbakırlı bir din görevlisi, bu bağlamda şöyle demektedir: Bölge insanının, özellikle de bayanların eğitim oranı düşüktür. Eğitim almamış veya yetersiz almış ebeveynlerin çocuklarını eğitmeleri de müşküldür. Binaenaleyh yetişen nesil adeta kendi haline bırakılmış, medya, çevre ve kötü arkadaşların tesirinde de kalarak çete ve örgütlere hazır eleman haline gelmiştir. Buna göç ve işsizlik nedeniyle yoksulluk da eklenince misyoner, çete ve örgütlerin gençleri avlamaları tamamen kolaylaşmıştır. Diyanet işleri Başkanlığı bir taraftan ebeveynlere diğer taraftan da çocuk ve gençlere yönelik eğitici programlar geliştirmelidir. Bunun için de camilerin daha aktif hale getirilmesi gerekir. Camiler, sadece belli saatlerde açılıp kapanan resmi bir kurumun çok ötesinde sosyal hayatın parçası haline getirilmelidir. (...) Yaz kursları geliştirilmelidir, ama bu da yetersizdir. Okul döneminde de çocuk ve gençler için bazı etkinlikler yapılmalıdır. Bunlara ek olarak camiler ve Kur’an kursları yaz dönemi dışında özellikle erkek çocuk ve gençler için programlar geliştirmelidir. Zira erkekler, yazları çalıştıkları için Kur’an kurslarına pek gidemektedirler, ama kışın okudukları için okul dışındaki zamanlarda bu yapılabilir. Kur’an kurslarının sayılarında hatırı sayılır bir artış var, ama bu kurslara daha çok kadınlar gitmektedirler. Sokak çocuklarının ve suça itilen çocukların ve gençlerin büyük bir çoğunluğunun erkek olduğu düşünülürse erkek çocuk ve gençlerin din eğitimi almalarının önemi kendiliğinden anlaşılacaktır. Ayrıca Müftülük ve merkez yönetimi Diyarbakır’da çeşitli konularda konferanslar, sempozyumlar vs. düzenlemelidir. İlahiyat Fakültesi’nden bir bayan son sınıf öğrencisinin 17 dediği gibi iyi organizasyonlarla toplantılar tertip ederek halkı aydınlatmak ve eğitmek konusunda önemli adımlar atılabilir. 24. Diyarbakır ve çevresinde din hizmetleri alanında en önemli problemlerden biri de, ahlak eğitimindeki eksiklik olarak tespit edilebilir. Dindarlığın güzel ahlâkla ilişkisinin koptuğu bir olağanüstülüğün yaşandığı yer olarak Diyarbakır’da Müftülüğün bilgiye dayalı ahlâk eksenli dindarlık anlayışından hareket etmesi, oradaki hırsızlık, uyuşturuculuk, şiddet gibi kötü ahlakî durumların önüne geçmede işlevsel olabilir. Ali Bardakoğlu döneminde Diyanet’te güzel ahlâk-dindarlık ilişkisine yapılan vurgu önemli, fakat bunun Diyarbakır ve bölgede daha bir özel planda vurgulanması ve vaazlar, hutbeler, toplantılar, sempozyumlar, konferanslar, aile eğitimi gibi faaliyetlerin yardımıyla uygulamaya geçirilmesi gerekir. SONUÇ Sonuç olarak olağanüstü zamanların kenti Diyarbakır, bir çok açıdan olduğu gibi din hizmetleri alanında da sosyal bir labaratuvardır. Diyanet bu labaratuvardan en iyi şekilde yararlanmalı ve benzer durumlarda aynı eksiklik ve yanlışlara düşülmemelidir. Bu çalışmanın da gösterdiği gibi olağanüstü zamanlarda olağanüstü mantık ve çabayla din hizmetleri yürütülmesi durumunda başarılı olunabilir. Din hizmetlerinde başarılı olunması durumunda diğer sosyal, ekonomik, siyasal vb. sorunların çabuk çözülmesi ve bütün bir toplum için kangren haline gelmesi de önlenebilir. Eğer Diyarbakır’da din hizmetleri, yukarıda öneriler kısmında belirtildiği gibi gerçekleştirilebilseydi, bölgede dinî ve gayr-i dinî terör örgütlerinin etkili olmamasında, bölgedeki aşiretçilik ve onun getirdiği olumsuzlukların toplumsal etkisini yitirmesinde, şiddet kültürünün, özellikle kan davalarının ortadan kalkmasında veya azalmasında çok önemli katkılar sağlayabilirdi. Her şeye rağmen geç kalınmış sayılmayacağını da belirtmek gerekir. Son çözümlemede denilebilir ki, Diyanet İşleri Başkanlığı, olağanüstü durumların, din hizmetlerinde olağanüstü sosyolojik şartları dikkate almayı gerektirdiği düşüncesinden hareketle olağanüstü zamanlarda bir tür olağanüstü durum ilan ederek hizmet yürütmek durumundadır. Bunun için de yeri geldiğinde uygulamaya koymak üzere “olağanüstü durumda din hizmetleri esasları” adı altında bir takım prensipler belirlenmeli ve ona göre uygulama yapabilecek mekanizmalar geliştirilmelidir. Diyanet İşleri Teşkilatı’nın sözünü ettiğimiz olağanüstü zamanlar ve durumlarda uygun ve verimli din hizmeti yürütebilmesinin birincil şartı, bölgenin toplumsal ve dinî yapısı üzerine sosyolojik araştırmalar yaptırmak ve bu araştırmalardan elde edilen bulgular çerçevesinde din hizmetleri uygulamasına gitmektir. Denilebilir ki Diyarbakır ve içinde bulunduğu bölgede, din hizmetleri, olağanüstü durumlar sosyolojisi, başka bir ifadeyle olağanüstü din hizmetleri sosyolojisi çerçevesinde yeni yöntemler geliştirilerek yürütüldüğü ölçüde başarılı olabilir. Son olarak belirtilebilir ki, bu tebliğde öne sürülenler, çeşitli açılardan değerlendirilebilir, tartışılabilir ve farklı çözüm önerileri getirilebilir; zaten çalışma da buna vesile olabildiği ölçüde başarılı olacaktır. 18 SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA AKPOLAT, Sabri (Temmuz-Ağustos-Eylül 2005). “İletişim Asrında Din Görevlileri”. Diyanet İlmi Dergi. c. 41. Sayı: 3, ss. 41-54 AKTAY, Yasin (1999). Umut Ve Kaygı Arasında: Güneydoğu'da Lise Gençliğinin Yaşam Dünyaları Üzerine -Batman Ve Siirt'teki Lise Öğrencileri Örneği- Araştırma Raporu. Konya (http://www.angelfire.com/art/yasinaktay/Guneydogu/Umut_ve_Kaygi_Arasinda_ Guneydoguda_Genclik.htm) BULUT, MEHMET (Temmuz-Ağustos-Eylül 2005). “Din Görevlileri Üzerine Bazı tespitler”. Diyanet İlmi Dergi. c. 41. Sayı: 3, ss. 55-70 BUYRUKÇU, Ramazan (1995). Din Görevlisinin Mesleğini Temsil Gücü. Ankara: TDV ER, İzzet (Ekim 2007). “Hademe-i Hayrattan Din Görevliliğine”. Diyanet Aylık Dergi. Sayı: 202, ss. 5-9 HÖKELEKLİ, Hayati (Temmuz-Ağustos-Eylül 2005). “Din Hizmetlerinde Yöntemle İlgili Sorunlar”. Diyanet İlmi Dergi. c. 41. Sayı: 3, ss. 93-104 KAPUKAYA, Mehmet (Ekim 2007). “Din Görevlileri ve Sosyal Hayat”. Diyanet Aylık Dergi. Sayı: 202, ss. 16-19 KARAMAN, Fikret (Ekim 2007). “Din Görevlileri ve Sosyal Hayat”. Diyanet Aylık Dergi. Sayı: 202, ss. 24-27 OKUMUŞ, Ejder (2005). Dinin Meşrulaştırma Gücü, İstanbul: Ark OKUMUŞ, Ejder (2007). “Ahlâk Aşınması Karşısında Bilgiye Dayalı Güzel Ahlâk”. Diyanet Aylık Dergi. Sayı: 200. Ağustos 2007, ss. 22-24 ÖZDEMİR, Şuayip (Temmuz-Ağustos-Eylül 2005). “Avrupa Birliğine Giriş Sürecinde Cami dışı Hizmet Alanlarında Din Görevliliği”. Diyanet İlmi Dergi. c. 41. Sayı: 3, ss. 7-16 SUBAŞI, Necdet (2005). Ara Dönem Din Politikaları. İstanbul: Küre SUBAŞI, Necdet (1999). Kutsanmış Görüntüler. İstanbul: Nehir (1997. "Olağanüstü Durumlar Sosyolojisinde Yöntem Sorunları", Sosyal Bilimler Kavşağında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Sempozyum., Van: Van Valiliği ve 100. Yıl Üniversitesi) TOSUN, Cemal (Ekim 2007). “Dinin ve Din Görevlilerinin Toplumsal Barışa Katkıları”. Diyanet Aylık Dergi. Sayı: 202. ss. 20-23 ÜNVER, Mustafa (Temmuz-Ağustos-Eylül 2005). “Kur’an Ekseninde Din Görevlisinin Dikkate Alması Gereken Hususlar”. Diyanet İlmi Dergi. c. 41. Sayı: 3, ss. 71-92 YILMAZ, H. Kâmil (Ekim 2007). “Din Hizmetinde Gönüllülük”. Diyanet Aylık Dergi. Sayı: 202, ss. 10-12 19 YÜKSEL, A. H.-FIRAT, E.-SELÇUK, M. (2002). Din Hizmetlerinde İletişim ve Halkla İlişkiler. Ed. C. Tosun. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi SOSYAL HİZMET BAĞLAMINDA YAŞLILARA DİN HİZMETİ Abdurrahman Akbaş Diyanet İşleri Başkanlığı Yönetimi Geliştirme Şube Müdürü Giriş 20 Dünyada giderek yaşlı nüfus artmaktadır. Gelişmiş ülkeler yaşlıların ortaya çıkan ihtiyaçları karşısında sosyal hizmet ve refah politikaları belirleyip, yürürlüğe koymaktadırlar. Ülkemizde de sağlık alanında ortaya çıkan gelişmeler, sosyo-kültürel iyileşmelerin sonucu olarak 65 yaş ve üstünde nüfusun oluşturduğu grup her yıl biraz daha genişlemektedir. Nüfus yapımızdaki değişime bakıldığında 2025 yılında yaşlı nüfus toplam %9.7, 2050 yılında ise yaşlı nüfus, toplam nüfusun 18.7 i olacağı tahmin edilmektedir. 2050'de yaşlı nüfusumuzun sayısı, bugünkünün 3 katı olacaktır.1 Modern kent yaşamının beraberinde getirdiği sorunların doğal sonucu olarak birçok sosyal, psikolojik problemlerin yanında yaşlılara has problemlerde de belirgin artışlar olmuş ve çözümüne yönelik yeni hizmet planlamaları gündeme gelmiştir. Özellikle yaşlılara dönük sosyal bakım hizmetleri yanında kültürel ve psiko-sosyal hizmetlere daha fazla ihtiyaç hissedilmektedir. Psiko-sosyal hizmet ya da moral destek hizmetleri denilince akla din gelmektedir. Köklü bir kurum olan dinin moral desteğinin katkısı yadsınamaz. Bilhassa batıda yaşlı ve hasta ve bakıma muhtaç kimseler ile uyuşturucu bağımlısı ve mahkûmlara sosyal destek hizmeti bağlamında dinin terapötik yönü etkin biçimde kullanılmaktadır. Bu konuda dinin katkısını sosyal hizmet kapsamında değerlendirmek mümkündür. Özellikle İslam dini, sosyal hizmetler kapsamında maddi ve manevi sosyal yosunlukları gidermede teşvik edici olmuş ve kurumsallaşmaya büyük önem vermiştir. Zekat müessesleri ve vakıflar buna örnektir. Diyanet İşleri Başkanlığı, milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Ayrıca Başkanlık birçok vesile ile din hizmetlerindeki ana hedefinin, toplumsal dayanışmayı temin etmeyi, kardeşlik, yardımlaşma ve fedakârlık başta gelmek üzere dinimizin yüce prensiplerini vatandaşlarımıza tanıtmayı, din konusunda halkımızı doğru bilgilendirmeyi, manevi ve ahlaki değerlere bağlılıklarını artırmak olduğunu ifade etmektedir. 2 Başkanlığın bu hizmet politikası ve anlayışı esas alındığında, yaşlılara sunulacak hizmetleri bir yükümlülük, sosyal ve kurumsal sorumluluk kapsamında değerlendirmesi gerekir. Başkanlığın temel felsefesine paralel olarak da din görevlileri yaşlı, hasta ve moral destek bekleyenlere psiko-sosyal destek sağlamayı temel görevleri arasında algılamalı ve hizmetlerini bu doğrultuda gerçekleştirmelidirler. 1 http://www.hips.hacettepe.edu.tr/tnsa2003/basin/page7.htm. 2 www.diyanet.gov.tr/tanıtım. 21 Ayrıca vatandaşlarımızın bir kamu kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığından değişen şartlar ve ihtiyaçlara göre zaman içerisinde yaşlılar dahil sosyal ağırlıklı din hizmeti beklentisi her geçen gün artmaktadır. Bu sebeple Başkanlık, yaşlılara hizmet konusunda toplumsal talep, gelişme ve değişmeyi göz önüne alarak din hizmeti anlayışında yeni açılımlara gitmeli, cami içi ve cami dışı olmak üzere yeni sosyal destek ve hizmet stratejileri belirlemelidir. Diyanet İşleri Başkanlığının yaşlılara dönük hizmetlerine bakıldığında daha ziyade hizmetlerin huzurevleri sakinlerini ziyaret ve yaşlıları konu edinen hutbe ve vaazla sınırlı kaldığı görülmektedir. Başkanlığın mevcut anayasal çerçeveyi aşmadan yaşlılara yönelik dini nitelikli sosyal hizmet planlamalarında bulunabilir ve bu konuda büyük katkısının olacağı hiç şüphesizdir. Biz de bu tebliğimizde yaşlılara yönelik dini nitelikli sosyal hizmetlere dikkat çekmeyi uygun bulduk. Bu konuda akademik kaynaklardan ziyade tecrübelerimizi ağırlıklı olarak ele aldık. Öncelikli olarak yaşlılar konusunda yapılacak hizmetleri şöyle sıralamak mümkündür: I-Yaşlı ve Din Görevlisi İletişimi Din görevlileri sadece ibadet ve dinî törenleri yönetmemekte bunun yanında cemaatin çeşitli problemlerine imkânları ölçüsünde bireysel anlayış ve birikimleri ile katkıda bulunmaktadırlar. İmamların bu ilişkileri zaman zaman rehberlik ve danışma ilişkisi çerçevesinde oluşmaktadır. Din görevlilerinin danışmanlık ve rehberlik ilişkisi içinde bulundukları insanlara hangi konularda ve nasıl hizmet verdikleri konusunda yeterli sayıda araştırma yapılmamıştır. Ancak, din görevlilerinin görev alanlarıyla ilgili olarak yapılan farklı çalışmalara dayanarak söz konusu danışmanlığın daha çok inanç ve ibadetle ilgili konularda bilgi verici danışmanlık, aile içi ilişkilerde yaşanan problemlere, sosyal hayattaki ilişkilerde uyumsuzluk ve çatışmalar, ölüm ve hastalık anlarında moral destek çerçevesinde sürdürüldüğünü söylemek mümkündür. 3 Doç. Dr. Nurullah Altaş Kastamonu çevresinde yapılan bir çalışmasında, imamların %64’ünün cemaatleriyle cami dışında da görüştükleri, %23’ünün namazlardan sonra düzenli olarak sohbet toplantıları yaptıkları, %10’unun ise düzenli ev toplantıları yaptıkları sonucu ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada imamların sadece %3’ünün cami dışında cemaatiyle ilişkisinin 3 Nurullah Altaş, “Dini Danışmanlığın Teorik Temelleri” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2001, c.,XLI, s.350. 22 zayıf olduğu belirlenmiştir. Araştırmada imamların, toplumun kendisine ihtiyaç duyduğu her yerde bulunmak zorunda olduğu, hastalıkta, yaşlıların ölüm hastalıklarında, düğünde, nişanda ve tüm problemlerinin çözümünde cemaatinin yanında olduğu ve adını koymasak bile dini danışman olarak görev yaptığı belirlenmiştir. 4 Din görevlilerinin, doğal olarak hizmet sundukları toplumu ve hizmet sundukları kitlenin sorunlarını çok iyi tanımaları gerekmektedir. Din görevlilerin sundukları hizmetlerde başarılı, verimli olmaları; yürüttükleri din hizmetlerine değişen şartlara ve bilimsel gelişmeler ışığında yön vermeleri ile mümkün olacaktır. Sorunlarla ilgili eğitim düzeyi, bilgi ve kültür seviyesi yeterli olmayan din görevlisinin cemaatin içinde bulunduğu şartlara göre doğru, akılcı ve gerçekçi yaklaşımlarda bulunması beklenemez. Çözüm için gerekli yönlendirmelerde de bulunması düşünülemez. Özelikle günümüzde yaşlıların bir çok sorunu vardır. Bu sorunlardan bir kısmı din görevlisinin rehberlik ve desteği ile çözülebilecek sorunlardır. Yaşlılara yönelik din hizmeti sunmak için din görevlilerin bazı formasyonlara sahip olması önemlidir. Öncelikle yaşlıların yaş, zekâ ve psikolojik durumu dikkate alınmalı ve bu konularda din görevlileri bilgilendirilmelidir. İlçe müftüsü olarak görev yaptığımız dönemlerde, din görevlisi ile yaşlı cemaat arasındaki bazı olumsuzlukların altında din görevlisi ile yaşlılar arasındaki kuşak çatışması olduğunu gördük. Bu çatışmanın olması doğal gözükmektedir. Zira Diyanet İşleri Başkanlığındaki din görevlilerin 23.779 kişi, 36-41 yaş; 31.754 kişi 30-35 yaşlarındadır. Bütün personelin sadece 7.900 kişisi, 48 yaş üstüdür. Bu rakamlar bize gösteriyor ki neredeyse personelin yüzde doksanı genç denecek bir yaştadır. 5 Bu rakamlar bize din görevlileri ve yaşlılar arasında kuşak çatışmasının ve iletişim kazalarının doğal olduğunu göstermektedir. İletişim kazalarının ve kuşak çatışmalarının Başkanlığın sunduğu hac hizmetlerinde de görmek muhtemeldir. Zira Hacca giden hacıların büyük bir kısmının yaş ortalaması yüksektir. 2006 yılında hacılarımız arasında düzenlenen anket sonucu hacca giden 114959 hacıdan 50943 56 yaş üstüdür. 65 yaş üstü 33.474 tür. 6 Dolayısı ile din görevlileri ile yaşlılar arasındaki olumsuz tutum ve davranışların temelinde gençlik ve yaşlılık dönemlerinin özelliklerinin bilinmemesinin önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Yaşlılığın özelliklerini anlamaya çalışan ve bu dönemi insan hayatinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul eden din görevlileri ile yaşlılar arasında iletişim daha kolay sağlanabilir ve iletişim kazaları asgari düzeye inebilir. 4 a.g.e., s. 327-350 Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Diyanet İşleri Başkanlığı 2006 Yılı İstatistikleri, s.12 6 Diyanet İşleri Başkanlığı Hac Raporu Hac Dairesi Başkanlığı 2007, Ankara, 2007, s.33 5 23 Kuşak çatışmalarının en az seviyeye indirilebilmesi için, genç din görevlilerin yaşlıları tanıma ve olabildiğince anlama zorunluluğu kadar yetişkinlerin de gençleri tanıma ve anlama zorunluluğu vardır. Yaşlılar tarafından genç din görevlilerin hal ve hareketleri, eskiyle kıyaslanarak sürekli olarak tenkit edilme yolu tercih edilir. Başka bir özellik de yaşlı insan, çevresindeki herkesin ona saygı duymakla ve hizmet etmekle yükümlü olduğunu zanneder, yakınlarından daha sıcak bir ilgi beklentisi içerisindedirler. Bu da yaşlılık psikolojisinin getirdiği olumsuz duygulardır. Bu sebeple camiye gelen yaşlılar da genç psikolojisi konusunda bilgilendirilmeli, vaazlarda gençlik psikolojisine vurgu yapılmalıdır. İmam ve cemaat diyalogu ve ibadetlerde uyum ve kuşaklar arasında var olması istenen anlayış ve hoşgörünün ancak bu şekilde gerçekleşeceği kanaatindeyiz. Öte yandan din görevlileri yalnızca yaşlıların psikoloji hakkında değil aile problemleri konusunda da bilgilendirilmelidir. Yaşlılarından bir kısmının aile ortamı içinde bakımı zor olmakta, aile fertlerinin gücünün yetmediği ve bakımın zor olduğu durumlarda din görevlisinin desteği gerekebilmektedir. Din görevlileri aile problemlerinde problemleri çözüme kavuşturmada, uzlaştırıcı olarak görev üstlenebilir. Özellikle yaşlanma döneminde yetişkinler, bazen aile üyelerinden, bazen de çevrelerindeki diğer insanlardan olumsuz tavırlar görebilmekte, hatta şiddete bile maruz kalabilmektedir. Nitekim günümüzde yaşlı istismarı önemli bir sosyal sorun olarak algılanmaya başlanmıştır. Yaşlılar; bu olumsuzlukları giderecek, kendilerinin problemlerine olumlu destek sağlayacak, her halükârda onların gönüllerinin hoş tutulması ve ailelerinden onlar adına destek isteyecek, aynı zamanda onlara karşı kötü davranılmamasını, kırıcı, azarlayıcı, ve rencide edici söz ve davranışlardan kaçınılması gerektiğinin ifade edecek yakınlarında insanlar ararlar. Ayrıca hafıza ve güç kaybına maruz kalan veya çeşitli hastalıklardan dolayı bakımı güç bazı yaşıl hastalara bakan ailelerde de hastalıkların getirmiş olduğu sıkıntılara karşı sabır ve tahammül göstermeleri konusunda yakınlarında psiko-sosyal destek sağlayacak kişiler ararlar. Kanaatimizce bu kişi din görevlisidir. Kurum hizmetleri dışında evde bakım hizmetleri konusunda da din görevlilerin büyük katkılarının olacağı muhakkaktır. Ailesinden ve yakın çevresinden ayrılmak istemeyen yaşlılara evde bakım hizmetleri konusunda rehberlik edebilirler. Bir ev veya dairede birkaç yaşlının beraberce kalmasını sağlayabilirler. Din görevlileri yukarıda ifade ettiğimiz eğitimi aldıktan sonra bu yerlerde moral destek hizmetinde bulunabilirler. Maddi destek gerekenler hakkında ilgili kurum ve kuruluşlar aracılığı ile destek olabilirler. Bu hizmet, ekonomik olduğu kadar ve yaşlıların alışık oldukları ortamdan kopmadan rahat edebileceği bir hizmet olacaktır. II- Agoni Halindeki Yaşlılara Din Hizmeti 24 Ölüm olgusu, yaşlıların sık olarak gündeminde olan bir konudur. Çeşitli hastalıklardan muzdarip olan, sıkıntı çeken yaşlılar, ölümü sıkça anmakta ve bazıları yaşadıkları olaylar neticesi ölümü temenni ederler. Bu açıdan ölüm bu kimseler için hayatın ağır yükünden kurtulmak için kendisine başvurulan bir “sığınak” anlamı taşımaktadır. Birçok yaşlı insanımız ölüm hastalığı döneminde streslenmekte, birtakım ölümle ilgili yanlış telakkiler sebebiyle büyük sıkıntı duymaktadır. Bu durum hasta refakatçileri için de geçerlidir. Son anda ölüm hastanın ızdırap çekmesi halk arasında, “falanın ölümü kolay oldu, falan çok çetin can verdi, filanın yüzü nurlandı’ vb. sözlerle ölünün bu durumlarından iyi insan veya kötü insan olduğu anlamı çıkartılmaktadır. Bu sözlerle ölünün yakınları rencide edilmekte, insanların gönüllerine kuşku düşürülmektedir. Hâlbuki bu durum gaybi bir konu olmasından dolayı da hastanın asla kötülüğüne yorulmaz ve son andaki haller kişinin iyiliğe ve kötülüğüne de delil olmaz. Ayrıca toplumuz tarafından ölüm olgusu tabulaştırılmakta, ölüm gerçeği bir türlü kabullenilmek istenilmemekte, adete ölen ile ölünmektedir. Özellikle agoni halindeki yaşlılar yalnızlığa mahkûm edilmektedir. Ölmekte olan kimselerden yakınları hastanın yanından kaçmakta, ondan çekinmekte ve onun bakımı ile yeterince ilgilenmemektedirler. Hastalık zamanlarında yaşlı hastaya bir tür karantina sistemi uygulanmaktadır. Elbiseleri, yatak çarşafları değiştirilmemekte, oda havasız bırakılmakta, odaya kimse alınmamakta, perdeler kapanmakta, iletişimde olan yakın birkaç kişinin ise yüz ifadeleri, tavırları olumsuz olmakta ve bu durum ölmekte olan kimseyi daha da mahzunlaştırmakta, ölüm yükünü ağırlaştırmaktadır. Agoni halindeki yaşlı kimseler için ölüm anı yaşanmaması gereken bir durum olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple ölmekte olan yaşlıya refakat esnasında hastaya bakım büyük önem arz etmektedir. Bakmak dokunmak, okşamak, sevgi dolu bir yaklaşım ölüm döşeğinde olan bir kişi için önemlidir. Ölüm hastasının son anlarında en fazla ihtiyaç duyduğu, acıdan uzak olmak, rahat bir yatış, susamamak ve yanında ona sevgi ve ümit dolu cümleler sarf eden ve onu okşayıp dokunan bir insanın yanında bulunmasıdır. Ölmek üzere olan yaşlılar, fizyolojik olarak varlıkları itibariyle bir sınırda bulunmakta ki algılama güçleri kuvvetlenmekte ve daha önce birtakım işitme problemleri olsa dahi her şeyi son derece iyi duymakta ve algılamaktadır. Bu nedenle ölüm hastasının yanında bulunanların tavırlarına özen göstermeleri, dikkat etmeleri önemlidir. Bu veda anında ölüm hastasının yanında ölüm ile ilgili tecrübeleri olan dinî rehberin ve danışmanın varlığı oldukça önemlidir. Belki de insanın en fazla teselli ve duaya ihtiyaç duyduğu an, ölüm hastalığı dönemidir diyebiliriz. Ayrıca bazı yörelerimizde vatandaşlarımız halen agoni halindeki kimseler için din görevlisi çağırmakta, gereken dini görevlerin yapılmasını talep etmektedirler. Özellikle vatandaşlarımız din görevlisinden ölmekte olan kimsenin ölüm yükünü azaltıcı yaklaşımlarda 25 bulunması ve ölüm ve ölümcül hastalığa yakalanan yaşlı kimseye ölümün yokluk olmadığı, ebedi hayat için bir geçiş yolu olduğunu, Allah’tan gelindiğini ve ona dönüleceği ve Allah’ın rahmetinden de hiç ümit kesmemesi ile birlikte Allah’a karşı iyi duygular beslemesi yönünde öğütler vermesini beklemektedirler. Bununla birlikte din görevlisinden ölüm hastası ile ilgili olarak özellikle hasta yakınlarını bilgilendirmesi, teselli etmesi, ölüm hastasına nasıl davranmaları gerektiğini konusunda yönlendirmelerde bulunması, ortamın nezaketini kavrayıp, sözcüklerinin itina ile seçmesi ve okuduğu aşr-ı şerifleri ortama uygun makam, eda ve tavırla okuması da arzu edilir. Yerleşik uygulamaya bakıldığında din görevlisi ölmekte olan kimsenin yanına götürülmekte, Mülk veya Ya-Sin suresi okumakta, iman üzere ölmesi için dua edilmektedir. Bu konuda standart bir din hizmeti sunulmamakta, din görevlisi arzu ettiği şekilde tavır ve hizmet sunmaktadır. Maalesef ölüm olgusunu kavramamış, agoni halindeki yaşlı kimsenin psikolojisin hissetmeyen, ölüm yükünü azaltıcı bilgi ve materyale sahip olmayan, eğitimini almayan din görevlisinin icra edilen söz konusu hizmette başarılı olması mümkün gözükmemektedir. Bu itibarla; toplumuzdaki yerleşik ölüm olgusu anlayışında değişikliğine gidilmesi ve agonii halindeki yaşlılar için ölüm yükünü azaltıcı kaliteli din hizmeti sunulmalıdır. Ölüm hastası yaşlılara Diyanet İşleri Başkanlığınca ölüm yükünü, psikolojisini azaltıcı dini rehberlik ve danışmanlık hizmeti sunulmalıdır. Bu hizmet huzurevlerinde verileceği gibi müftülüklere ve din görevlilerine müracaat eden herkese verilmelidir. Özellikle huzurevi, yaşılı bakım merkezlerinde görevli personelinde İslam dininin ölüm anlayışı ve agoni halindeki hastalara davranış konusunda eğitilmelidir. Bir ilimizdeki yaşlı bakım merkezlerindeki görevli personeller ile yaptığımız görüşmede, son anlarda agoni halindeki yanına kimsenin yanına girmek istemediğini, kapıdan bakıldığını ve dini görev olarak; hastaya su verilmeye çalışıldığını, ayakları ve çeneyi bağlama gibi işlemlerin yapıldığını, ölen kimseden daha ziyade, odası ile ilgilenildiğini ve oda değiştirme taleplerinin hastanın duyabileceği şekilde yapıldığını bizlere ifade etmişlerdir. Elbette bu örnekleri genelleştirmek mümkün değildir. Bu durum bize gösteriyor ki din görevlileri, toplum ve huzur evlerinde bulunan hizmetliler, ölüm psikolojisi ve İslam’ın ölümle ilgi telakkileri konusunda bilgi sahibi olmalıdırlar. Yaşlılara hizmet sunan kurum ve kamu kuruluşlar Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortak çalışma yapmalıdır. Çünkü yaşlıların yaşam kalitesini yükseltmek ve huzurlu olabilmelerini sağlamak konusunda Diyanet İşleri Başkanlığının da katkılarının olacağı hiç şüphesizdir. 26 Ölümcül bir hastalığa yakalanmış hasta ve hasta yakınları ile ilgilenmek, onlara “ölüme refakat hizmetleri” kapsamında manevî telkin ve destek hizmetleri vermek, aile fertlerine manevî destekli psiko-sosyal yardımlarda bulunmak, manevî ihtiyaçlarını karşılamak ölüm olgusundan dolayı bunalımlara girmiş kişilere manevî iyileştirme hizmetleri sunmak ilahiyat fakültelerinde de ders olarak ele alınmalıdır. Sosyal İlahiyatçı yetiştirme ilahiyat fakültelerinin ilgi alanlarına girmelidir. İlahiyat fakültelerinin din psikoloji derslerinde veya yeni konacak din hizmetleri dersinde bu konular işlenmelidir. III-Camilerde Yaşlılara Yönelik Din Eğitimi ve Hizmeti Modern hayatta anlam yokluğunu kaçınılmaz olan kayıplar ve ölüm gerçeğini en yoğun bir şekilde hissedenler yaşlılardır. Modern hayatın ve medeniyetin beraberinde getirdiği bazı psikolojik problemlerden bunalan yaşlılarımız için cami huzurun adresidir. Camilerin manevî ve uygun fiziki ortamı yaşlılar için bir fırsattır. Ancak bu fırsatın yerinde ve faydalı bir biçimde değerlendirilmesi önemlidir. Camilerde yaşlıların namaz sonrası sohbet edeceği, kitap okuyacağı, spor yapabileceği mekânlar olmalıdır. Bu mekânlarda yaşlılara yönelik olarak seçilen görsel materyaller yer almalıdır. Görsel materyallerin seçiminde psikologlardan destek alınmalıdır. Yaşlıların bir kısmında göz rahatsızları bulunmaktadır. Göz rahatsızlığı olanlar veya görme özürlüler için Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları veya uygun görülen yayınlar seçilerek sesli ortama aktarılmalıdır. Bu hizmet için de camilerin okuma salonlarında bir yer tahsis edilmelidir. Her okuma salonunda Başkanlığımız web sitesine erişimi sağlayacak bilgisayarlara yer verilmelidir. Başkanlığımız web sitesinde yaşlı ve özürlüler için bir bölüm açılmalıdır. Bu bölümlerde sesli ve görsel yayınlar ile yaşlıların okuyabileceği büyüklükte puntolarla yazılmış eserler yer almalıdır. Bununla birlikte yaşlıların ihmal ettikleri veya telafi etmediği düşündükleri dini konularda din eğitimi alacakları ortam camilerde oluşturulmalıdır. Bu eğitimde yaşlıların diğer insanlarla iletişimlerini devam ettirmeleri, hayatin anlam dolu olduğu duygusunun kazandırılması, faydalı yeni yetenekler geliştirme ve hoşça vakit geçirme gibi ihtiyaçların sağlanması amaçlanmalıdır. Yaşlı insanlarda dine yönelme, dine olan ilgi, dindarlaşma olayı daha yoğun bir şekilde kendini göstermektedir. Bu dönemde din, yalnızlığa karşı bir sığınak, sosyal bir destek, değerlere bağlanma gibi çok önemli ihtiyaçları giderir. Yaşlıların hayat beklentisinin yükselmesi, yaşlıların eğitim seviyelerinin yükselmesi ve toplumdaki değişime uyum 27 sağlaması açısından bu eğitim önemlidir. 7 Bu eğitim hayata başarılı bir şekilde uyum sağlayacağı gibi yaşlıların boş zamanlarını doldurma fırsatı sağlayacaktır. Bu eğitim için Diyanet işleri Başkanlığı ve Din Hizmetleri Daire Başkanlığı bünyesinde çalışmalar yapılmalıdır. Bu eğitim örgün bir eğitim mantığı içinde ele alınmamalıdır. Öncelikle eğitim için yaşlıların öğrenme ihtiyaçları tespit edilmelidir. Çünkü yaşlıların eğitim programının planlanmasında akademik konulara ağırlık verilmesinden çok, yaşlıların ilgi, istek ve ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulması esastır. Bu istekler belirlendikten sonra din eğitimleri ve psikologlar desteği ile yaşlılara yönelik eğitim materyaller geliştirilmelidir. Bu eğitimde emekli din görevlilerinden de istifade edilebilir. Onlar bu konuda kuşak farklılığı olmamasından dolayı daha verimli olabilirler. Hatta bu konuda yaşlılar içerisinde eğitim düzeyi yüksek olanlar bu eğitimde eğitici rol üstlenebilir. Bu program “Yaşlı Akran Eğitimi” olarak isimlendirilebilir. Bu eğitimde yaşlıların beklentisine uygun standart eğitim materyalleri geliştirilir, eğitilen ve eğitim düzeyi yüksek olan yaşlılar daha sonra seçilmiş yaşlı bir guruba eğitim aldıkları konuda bilgi aktarabilirler. Bu eğim için öncelikle pilot uygulamalar yapılmalı ve geliştirilmelidir. Din görevlileri bu eğitim sürecinde eğitimi organize edebilir, rehberlik yapabilirler. Yaşlı akran gurubu eğitim faaliyetleri yanında, yaşlıların boş zamanlarını doldurma faaliyetleri de planlanabilir. Yaşların bedensel ihtiyaçları göz önüne alarak din görevlileri gerektiğinde günde yarım saatlik yürüyüş programları, tarihi ve kültürel geziler, ziyaret, sohbet gibi faaliyetler planlayabilirler. Böylelikle meslek hayatının sona ermesi sonucu ortaya çıkan boşluk, yeni rollerle kapatılabilir. İşaret ettiğimiz söz konusu aktiviteler, yaşlıların arkadaşlık ilişkileri, sosyal destek sağlama ve yalnızlık duygusuyla mücadele etmede moral destek sağlama açısından önem arz etmektedir. 8 Bu açıdan yaşlanma dönemi ile ilgili çalışma yapan din eğitimcileri, psikolog ve psikiyatrlar, yaşlıların, dinî hayat alanlarını daha da zenginleştirebilmeleri için çaba göstermeli ve cami dernekleri ifade ettiğimiz hizmetlere yönlendirilmelidir. 7 M. Akif KILAVUZ, “Yetişkinlik ve Yaşlılık Döneminde Eğitim Ve Din eğitiminin önemi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XI/II, 2002, ss. 59- 72. 8 M. Akif Kılavuz, “Batı Kültüründe Yaşlanma Dönemi Yalnızlık Duygusunu Azaltma ve Arkadaş İlişkilerini Geliştirme Açısından Dinî Etkinliklerin Önemi” Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 2, 2005, s. 25-39. 28 IV-Yaşlılara Yönelik Vaaz ve Hutbe Başkanlığımızın en önemli dini ve toplumsal eğitim hizmetlerinden biri vaaz ve hutbelerdir. Vaaz ve hutbe konularının seçilmesi ve planlanması önemlidir. Zira vaaz ve hutbeler yolu ile sadece din duygusunun gelişmesine ve dinî şuurun yerleşmesine değil; yardımlaşmaya, iyiliğe, doğruluğa, sevgi ve hoşgörüye davet edilmekte; kötülüklerden sakınmaya insanlar arasında hürmet sevgi, saygı ve hoşgörü duygularının kuvvetlenmesine, birlik, beraberlik ve sosyal barışın sağlanmasına önemli katkı sağlanmaktadır. Bunun için yıl içerisinde verilen vaaz ve hutbe konularında yaşlılık ve yaşlılara karşı sosyal sorumluluk ve onların karşılaştıkları sorunları çözmeye ilişkin ve hayat kalitesini artırcı konulara yer verilmelidir. Cami içi din hizmetlerinde özellikle yaşlılar göz önüne alınarak vaaz ve irşat programları düzenlenmelidir. Hayata bağlılık ve dirençlerini artırcı terapötik hutbe ve vaazlar verilmelidir. İl ve ilçe müftülüklerinin istifade etmesi için örnek hutbe ve vaazlar hazırlanmalıdır. Din hizmetleri Daire Başkanlığında özel olarak yaşlılık konusu üzerinde çalışan elamanlar olmalıdır. Bu elemanlar, Başkanlığın yaşlılara yönelik din ve irşat hizmetlerini izlemeli, altı veya yıllık raporlar hazırlamalı, sonuçlar değerlendirilerek hizmetlerin iyileştirilmesine gidilmelidir. Yaşlılarla ilgili el alınmayan konuları gündeme almalıdırlar. V-Yaşlılara Yönelik Yayın Faaliyeti Diyanet İşleri Başkanlığının toplumu din konusunda toplumu aydınlatması anayasal bir görevidir. Aydınlatma görevinin en önemli unsuru da yayın hizmetleridir. Gelişen ve değişen şartlara uygun olarak yayın hizmetleri sunmak, özellikle dini perspektiften sosyal problemlerin çözümüne ilişkin bilimsel yayınlar ortaya koymak, Diyanet İşleri Başkanlığının toplumla ve dinin sosyal hayat ile ilişkisinin güçlenmesi açısından önemlidir. Özellikle son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığının dini yayın politikasında, hedef kitlesini; entelektüel kesim, halk gençlik ve çocuklar olarak belirlediğini görüyoruz. Özelikle gençlik ile ilgili sorunların dikkate alınması, çocuk ve gençlere yönelik yayınlara ağırlık vermesi isabetli bir hedef kitle tayini olmuştur. İleriki dönemlerde ülkemizde artan yaşlı nüfus ve problemleri Diyanet İşleri Başkanlığının yaşlılara yönelik yayın faaliyetinde bulunmasını zorunlu kılacaktır. Bu sebeple, yaşlıların hayat kalitesini artırmaya dönük ve problemlerinin çözümüne katkı sunan eserlerin 29 yayınlanması hedeflenmelidir. Dolayısı ile yaşlıları geniş halk kitlesi içinde değil, spesifik olarak ele alınmasının uygun olduğunu düşünüyoruz. Yaşlıların birçoğu hipermetrop rahatsızlığı sebebiyle küçük yazıları okumada güçlük çekmektedirler. İmam-hatip olarak görev yaptığımız yıllarda özellikle ileri derecedeki yaşlıların piyasada mevcut eserleri okuyamadığını gördük. Bu yayınlara Başkanlığımızın büyük boy Kuranları dışındaki eserleride dahildir. Dolayısıyla yaşlıların okuyabileceği büyüklükte eserlerin yanında onlara psiko-sosyal destek sağlayacak eserlerin basılması, Dini Yayınlar Daire Başkanlığının hedefleri arasında yer almalıdır. VI-Camiye Gelemeyen Yaşlılara Din Hizmeti Yaşlanma dönemindeki pek çok yetişkin, kendilerinin mutluluğunu sağlayacak olan dini ibadet ve etkinliklere katılmak istemektedirler. Ancak bedensel yönden fazla zorlandığı ve çevresindekilere bağımlı bir duruma geldiği için bayram, cuma camiye özellikle kandil geceleri düzenlenen programlara istedikleri halde katılamamaktadırlar. Dinî etkinliklere katılma yaşlılar için çok önemlidir. Bu etkinliklere katılma sonucu arkadaşları tarafından hatırları sorulmakta, ziyaret edilme imkânına kavuşmaktadırlar. Onların çevreden destek görmeleri ve teşvik edilmeleri, duygusal olarak kendilerini güçlü hissetmelerine sebep olmaktadır. Camiye gidemediği durumlarda ise arkadaşları tarafından aranmak, ziyaret edilmek yaşlı kimselerde dinî aidiyet duygusunun geliştirilmesine de imkân sağlamaktadır. Bu sebeple mahalle camiinde göre yapan din görevlileri camiye gelmek isteyip gelemeyen yaşlılar için imkân sağlama yoluna gitmelidirler. Cami derneklerinin asıl bu konularda katkısı olmalıdır. Özellikle din görevlisi tarafından yaşlı cemaatin kayıtları tutularak takipleri yapılmalıdır. Camiye gelmeyen yaşlılar takip edilmelidir. Hasta olanlara telefon veya bizzat gidilerek ziyaretler yapılmalıdır. Bu ziyaretler sırasında din görevlisinin nasıl davranacağı ve neler ifade edeceği önceden standartlaşmalıdır. Ayrıca matbu olarak basılmış il veya ilçe müftüsünün geçmiş olsun dileklerini ileten kart takdim edilmesi uygun olur. Bu ziyaretlerde mümkün ise yaşlılara yönelik moral destek verici eser hediye edilmelidir. VII-Huzur Evleri Ve Yaşlılar Merkezlerinde Din Hizmeti 30 Günümüzde eşin kaybedilmesi ya da çocukların evden ayrılması sonucunda tek başına yaşamak zorunda kalan ve yakın akrabalar, aile ve arkadaşlar arasındaki iletişimsizlik ve sorunlardan dolayı yaşlılar huzur ve bakım yurtlarına yerleşmektedirler. Huzur evlerindeki yaşlıların bakımı kadar psiko-sosyal desteğe ihtiyaçları vardır. Bu desteği de en güçlü biçimde dinimizin manevi prensipleri sağlayabilir. Zira İslam dini kişiye teselli veren bir umut kaynağı ve sabır, fedakârlık, mücadele v.b. duyguları kuvvetli tutmak suretiyle hayatın acı ve ızdıraplarını hafifleten, yaşam gücünü besleyen motive edici bir güç olarak kişiyi psikolojik olarak koruyabilmekte, ayrıca hayatın manasını öğreterek, mesuliyet duygusunu geliştirip şahsiyet bütünlüğü sağlamaktadır. Dini inancı sayesinde, sağlam ve güçlü bir maneviyata sahip olarak hayatın getirdiği çeşitli engeller karşısında mücadele edebilme gücü bulabilmekte, stres ve depresyondan kendisini koruyabilmektedir.9 Bu sebeple huzur evlerinde dini danışman bulunmalıdır. Çünkü insanlar birlikte yaşadıkları sürece danışmanlığa ihtiyaç duyarlar. Yaşı ve tecrübesi ne kadar çoğalırsa çoğalsın insanların bir başlarına hareket edemeyecekleri alanların varlığı bir gerçektir. Kişilik gelişimini tamamlamış olsa da bireylerin tek başlarına hareket etmekte zorlandıkları ve danışmaya ihtiyaç duydukları alanlardan birisi de dini hayattır. İnsanlar, içinde bulundukları hayata ilişkin bazı sorular sorarlar ve bu soruların cevaplarının bir kısmını dinde bulurlar. Sorularına cevap buldukları dinin inanç esaslarını kabullenirler. Kabullendikleri esaslar çerçevesinde de hayatlarını düzenleme gayreti içindedirler. Bu açıdan, dini danışmanlık özellikle huzur evlerinde veya sosyal hayata katılamayan yaşlı insanlarımız için oldukça önemlidir. 10 Özellikle yaşlılarda yaşlanma psikolojisi, eskiye aşırı bağlılık ve yeniden korkma egoizmin belirginleşmesi, sağlığa aşırı derece düşkünlük, artan tutkular, yalnızlık, ölüm korkusu, çaresizlik vb duyguların iyiye motive edilmesinde ve yaşlılığa uyum sağlanmasında dini telkinlerin büyük rolü bulunmaktadır. Bu hizmetin veriliş şekli konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı ile İlahiyat Fakülteleri işbirliğine gitmelidir. Huzur evlerinde kalan vatandaşlarımızdan bir bölümü beş vakit namaz kılmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığının rehberliğinde huzur evlerinde yaşlıların rahat namaz kılacakları mekânlar düzenlenmeli ve rahat okuyabilecekleri dini eserler sağlanmalıdır. Yaşlıların okuyabileceği tarzda büyük puntolarla yazılmış Kuran’ı Kerim ve dini eserler de isteyenlere bedelsiz olarak takdim edilmelidir. Ayrıca yaşlılar içerisinde dini sorun ve soruları olanlar olabileceği gibi ölen yakınlarına dini merasim düzenlemek isteyenler de olabilir. Bu konuda Başkanlık yetişmiş elemanlarını zaman zaman huzur evlerine göndererek huzur evlerindeki yaşlıların dini ihtiyaçlarını gidermelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı ve yaşlılarla ilgili Bakanlık ile birlikte ortak çalışma başlatarak, yaşlıların yaşam direncini artırıcı hizmetler planlamalı ve hazırlamalıdır. VIII-Sonuç: 9 Muammer Cengil, “ Depresyonu Önlemede Dini İnancın Koruyucu Rolü” Dinbilimleri Akademik Dergisi, III/2, Samsun, 2003, (WWW.dinbilimleri.com) 10 a.g.e., s. 327-350. 31 Yaşlılarımıza toplum yapımıza uygun çözümler, imkan ve hizmetler belirlenmesi toplumsal bir yükümlülük olarak önümüzde durmaktadır. Bu hizmetleri içerisinde din hizmetleri önemli bir yer tutmaktadır. Yaşlılara sunulacak dini nitelikli sosyal hizmetler konusunda kamu ve sivil kuruluşlarla mutlaka ortak bir çalışma başlatılmalıdır. Bir kamu kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığının da toplumuzun ortak sorunu olan yaşlılara hizmet konusunda büyük sorumluluğunun yanında, katkıları olacağı hiç şüphesizdir. Bu sorumluluk kurumsal olduğu kadar aynı zamanda da dinidir. Zira yaşlıların korunup, gözetilmesi ve onlara saygı gösterilmesi, hizmet edilmesi İslam ahlakının hassasiyetle üzerinde durduğu konulardan biridir. 32 İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı, İstanbul Darülaceze Müdürlüğü Hasta ve Yaşlı Bakım Elamanı Yetiştirme Projesinde “Din Hizmetleri Eğitimi” Örneği Fatma AKTUĞ, Aylin ÇİFTÇİ, Nurullah YÜCEL, S.Can BERİTAN, Aysel ELMAS Modern dünyada, teknolojinin hızla ilerlemesiyle birlikte, insanlar gittikçe daha bireyselleşmekte daha bağımsız ve refah içinde yaşamak istemektedirler. Bu bağlamda refahın arttığı ülkelerde doğum oranındaki düşme eğilimi de artmaktadır. Özellikle sağlık alanında teknolojinin hızla ilerlemesi, ölüm hızını düşürmekle birlikte yaşlı nüfusun oranını da yükselmektedir. Ülkemizde 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre nüfusun üçte biri 15 yaş ve altındayken, 65 yaş ve üzeri nüfusun payı yaklaşık olarak %6 dır. Buna karşın, günümüzün demografik etmenleri nüfusun yaş yapısını yeni biçimlere doğru değiştirdiği. Genç nüfusun büyüklüğünün fazlaca bir değişiklik göstermeyeceğine karşın 2025 yılında yaşlı nüfus oranının %6 ‘dan %10 ‘ a ulaşacağı tahmin edilmektedir, (TÜKİK 2004). Bu gün gençliğiyle öğündüğümüz nüfusumuzun yavaşta olsa yaşlanmaya başlaması ve bu probleme karşı hazırlıksız yakalanma riskinin var olduğu gerçeğini yansıtmaktadır. Özellikle yaşlı nüfusun fazla olduğu Avrupa ülkelerinde modern bilimin verdiği tüm imkanlar kullanılarak yaşlıların daha rahat yaşayabilmesi için her türlü maddi imkanlar verilmekte, yaşlılara yönelik son derece donanımlı huzur ve bakım evleri bulunmaktadır. 33 Ülkemizde yaşanılan sosyo-ekonomik dönüşümler nedeniyle aile yapısında meydana gelen değişimlerin yaşlıların yalnızlaşmasına ve toplumsal dışlanmaya maruz kalmalarına yol açmaktadır. Bu doğrultuda kurumsal bakım model sürecine doğru ilerlememe önem kazanmaktadır. Çağımızda sosyal ekonomik ve teknolojik değişmeler hızla artmakta ve bu artışın etkileri iş hayatında da görülmektedir. Hızlı gelişmelerin yaşanması insanları, kurumları ve ülkeleri artık bu değişime ayak uydurmaya zorlamaktadır. Bu hızlı gelişimlere ayak uydurmanın en etkin ve temel yolu da hiç kuşkusuz “eğitim”dir. Türkiye’nin en büyük huzur ve bakım evi olma niteliğine sahip İstanbul Darülaceze Müdürlüğü de hizmet kalitesini arttırmak, buna bağlı olarak Darülacezede yaşayan 689 yaşlı, hasta ve özürlü kişiye hizmette sakinlerin memnuniyetini en üst seviyeye çıkarmak, Avrupa Birliği Standartlarına uygunluk sağlamak amacıyla birçok proje ve hizmet içi eğitim programları hazırlanmaktadır. Ülkemizde son beş yılda “Hasta ve Yaşlı Bakım Elemanı Yetiştirme” eğitimleri, AB projeleri başta olmak üzere merkezî ve yerel idarelerin organizasyonları konusunda Türkiye’nin birçok yerinde seminerler düzenlendi. Bu eğitimlere yoğun ilgi devam etmektedir. Bu eğitimler sayesinde Türkiye’de “Hasta ve Yaşlı Bakım Elemanı” meslek gurubu oluşmaktadır. Darülaceze Müdürlüğünde hastabakıcı personelin eğitimi için, başta sağlık olmak üzere pek çok konuda hizmet içi eğitimler verilmektedir. Bu eğitimin daha başarılı olması için yurt içinde ve yurt dışındaki eğitim programları araştırılmaktadır. Örneğin Almanya ‘da yapılan araştırmalarda hastabakıcı personelin liseden sonra en az üç yıllık bir eğitim aldığı öğrenilmiş ve Almanya’daki ( Fachseminar für altenpflege des Kreises Mettman) hasta ve yaşlı bakım eğitimi veren okula gidilerek verilen eğitim hakkında araştırmalarda bulunulmuştur. Yapılan araştırmada bireysel bakımda sağlık, sosyal ve psikolojik bakım kadar önemli olan manevi bakım konusunda, bakım personeline eğitim verilerek, hasta ya da yaşlıların manevi ihtiyaçları konusunda da bakım yapabilmeleri sağlanmaktadır. Dini konudaki bilgiler sadece din dersinde değil, sosyoloji, psikoloji ve bakım konularında da verilmeye devam edilmektedir. Örneğin, üç yıllık hastabakıcılığı eğitiminde yaklaşık 160 saat Din Eğitimi verilmektedir. Programında aşağıdaki konular yer almaktadır: Din ve inanç nedir? Dinler Tarihi Dünyadaki yaşayan dinler ve mezhepler, dünyadaki dinlerin oranı Din Felsefesi İnanan insan sorguları, inanmanın önemi, dindarlık, yaşlılıkta dindarlık, Ahiret inancının önemi Dindar yaşlının bakımı kolaylaştırması Doğru ölüm için doğru yaşamak, yaşam ve ölüm arası Yaşlının dini vecibelerini yerine getirmesinde yardımcı olmak 34 Terminal dönemde yaşlıyı rahatlatmak, ölüm öncesi ölüme hazırlık, yakınlarıyla vedalaşmak Ölüm anında yapılması gerekenler Yakınındaki birinin ölümünde nasıl reaksiyon verilir Hasta bakıcının hastası öldüğünde nasıl reaksiyon verir Müslümanlıkta öldükten sonra yapılacaklar Hiristiyanlıkta öldükten sonra yapılacaklar ( temizlik,giydirme,gömme vs.) Budizmde, Hinduizmde, Musevilikte, öldükten sonra yapılması gerekenler Ateistler için öldükten sonra yapılması gerekenler Hastabakıcının yaşlının ölümünden sonra gömülünceye kadar bakım planı çıkarması Yaşlının vasiyetine uymak Yas tutmak Yaşlının yakınını kaybetmesi durumunda yaşlıyı rahatlatmak için yapılması gerekenler. ( yaşayacağı hisler konusunda psikolojik rahatlatma, vücut reaksiyonlarına karşı tıbbi rahatlatma, üzüntüsünü unutturmak vs) Almanyada var olan din çeşitleri Almanyanın Din Politikası, (kilise üyeliği, cemaatler, din eğitimi) Din Değiştirme gibi konular yer almaktadır Din Hizmeti her ne kadar ilahiyatın konusu gibi görünse de bireyin ve toplumun olmadığı yerde dinden söz etmek mümkün değildir. Hastaya ya da yaşlıya bakım hizmeti verirken dinin bireyin duygu, düşünce ve davranışındaki etkisini, dinin topluluklar üzerindeki etkisini göz ardı etmek mümkün değildir. Din sadece bir inanç, Allah’a yakarış biçimi değil, beraberinde getirdiği bir yaşama kültürüdür. Hatta bazı insanlar için o kadar büyük bir ihtiyaçtır ki, kendi var oluşunu dinden ayrı tanımlayamaz. Din o kadar içimize işlemiştir ki, yaşlıya bakımdan bahsederken Din Hizmetine değinmeden iyi bir bakımdan söz etmek kolay değildir. Manevi gereksinimler; bireyin manevi yoksunluğunu azaltacak veya manevi gücünü destekleyecek gereksinimlerdir. Bu yönde verilecek bakım hemşiresinin ve bakım personelinin kişinin manevi gereksinimlerini tanılayarak, uygun girişimlerle karşılaması ve desteklenmesi olarak tanımlanabilmektedir. Manevi gereksinimler, fiziksel gereksinimlere göre daha soyut olup, aynı zamanda ölçümü güçtür. Bu nedenle bireyin sağlık bakımında daha net ve kolaylıkla ölçülebilen fiziksel gereksinimler öncelikle ele alınmakta, buna karşılık manevi gereksinimler gözden kaçırılabilmektedir. Hemşirelik tarihinde hemşireliğin yalnızca fiziksel bakım veren bir meslek olarak tanımlandığı herhangi bir dönem yoktur. Hemşireliği meslek olarak var eden Florence Nightingale, “ sağlık için, manevi gereksinimler vücudu oluşturan fiziksel organlar kadar önemli bir öğedir, hepimizin gözlemlediği fiziksel durum zihnimizi ve ruhumuzu etkileyebilir”. “Bir birey ruhsal ve duygusal olarak yaralandıysa ve zarar gördüyse fiziksel hastalıklar da ortaya çıkabilir” (Hutchinson 1997). Pek çok çalışmada elde edilen 35 sonuçlarda, dindar insanlarda, dindar olmayan insanlara nispetle fiziksel, zihinsel ve duygusal açıdan daha sağlıklı olduklarını göstermektedir. Dindar insanlar toplum düzenine ve normlara daha fazla uyum sağlarlar ve sosyal dünyalarıyla daha barışık yaşarlar. Örneğin; bireyin umut, yaşamın anlamı, amacı, sevgi ve ait olma gibi gereksinimleri manevi gereksinimlerdir ve bu durumda bakım elemanının bireyin kaygılarını dinlemesi empati yapması ve bu gereksinimlere yanıt vermesi, tedavi edici bir uygulamadır. Kronik hastalıklar ve ileri yaşlarda ölüm korkusu ve çaresizlik duygularının yaşanması, güvenlik, yaşamın anlamı, sevgi, ait olma, kabul görme gibi manevi gereksinimleri ön plana çıkarır. Manevi gereksinimler temeldir ve insanlar bu gereksinimlerini insan ilişkileri yoluyla veya tanrıyla ilişki kurarak sağlayabilirler. Manevi bakım ihtiyacı özellikle huzur evlerinde şu üç temel boyutta ortaya çıkmaktadır. Yaşam, acı çekme ve ölüm kavramlarının anlamı, amacı ve gücünü bulma gereksinimi. Yaşam umudu gereksinimi. Kendi içinde diğer insanlar ve üstün güce yönelik inanç ve güven duyma gereksinimi duyulur. İnsan yaşamak için bir nedene gereksinim duyar ve eğer bu yoksa kişi ölmeye başlar. Yaşama arzularını kaybeder. Amaç, anlam ve güç kavramı dinin etkisiyle artar. Öte yandan boşluk ve işe yaramazlık duyguları azalır. Özellikle yaşlılarda sosyal hayattan kopmalar, işe yaramazlık duyguları, kendilerini çaresiz hissetme, yaşama ümitlerini zayıflatır. İnançlı yaşlıların yaşama umutlarının daha fazla olduğu görülür. Yaşama olumlu bakan yaşlıların, stresle başa çıkmada, çevresine uyum sağlamada ve sosyal ilişkilerde daha başarılı oldukları görülür. Bu çerçevede İstanbul Darülaceze Müdürlüğü “Bakım Hemşireliği ve Bakım Personeli Eğitimi” projesinde Almanya’nın saygın eğitim kurumlarından olan “İnternationaler Bund” eğitim şirketiyle ortaklaşa eğitim programı hazırlanmıştır. 11 Haziran 2007 – 28 Şubat 2008 tarihleri arasında gerçekleşecek olan eğitim, teorik ve pratik olmak üzere 1530 saatten oluşmaktadır. Eğitimi başarı ile tamamlayan öğrencilere Milli Eğitim Bakanlığı onaylı “ Evde Hasta ve Yaşlı Bakım Elemanı “ sertifikası ve İnternationaler Bund tarafından da Avrupa birliği Ülkelerinde geçerli “ Bakım Elemanı-Bakım Hemşiresi” sertifikası verilecektir.. Eğitimde aşağıdaki konulara yer verilecektir: Sosyoloji (40 Saat), Hijyen(20 Saat), İlk Yardım (20 Saat), Anatomi-Fizyoloji (40 Saat), Hastalık Bilgisi (50 Saat), Hukuk (20 Saat), 36 İlaç Bilgisi (20 Saat) , Fizik Tedavi (30 Saat), Bakımla Sorumlu Yöneticilik (20 Saat), Öğrenmeyi Öğrenmek(20 Saat), Bakım Teorileri (40 Saat) , Özel Fenomenlerde Bakım (50 Saat), Uğraşı Terapileri (40 Saat), Bakım Dersi (100 Saat), Demanslı Yaşlıların Bakımı (60 Saat), Duyu Organlarının Kısıtlı Haldeki Bakımı (20 Saat), Enfeksiyon Hastalıklarında Bakım (20 Saat), Terapilerde Refakat Etmek ve Desteklemek (4 Saat), İşin Özelliğini Anlama-Geliştirme (20 Saat), Kayıpları Olan İnsanlara Refakat Etmek (10 Saat), Organizasyon Süreci ( 6 Saat), Komünikasyon Temeli ve Konuşma Yöntemi (40 Saat), Vital İşaret Kontrolü (10 Saat), Ölecek Olan İnsanlara Bakım ve Refakat Etmek (10 Saat) Din Hizmetleri (50 Saat), “Bakım Hemşireliği – Bakım Personeli Eğitiminde” Din hizmetleri dersinde verilmesi planlanan konular: Din Ve İnanç Nedir? Dinler Tarihi Dünyada Yaşayan Başlıca Dinler, Dinlerin Dağılımı ve Oranları Türkiyede Var Olan Din ve Mezhepler Din Felsefesi İslam Akaidi İslamda Sosyal Hizmetler Yaşlılık Ve Din Hizmetleri İslamın Acizlere ve Yaşlılara Bakışı İslamın Önyargılara, Kaba Kuvvete Bakışı Şiddetle Başa Çıkma Yolları Müslüman Ahlakı Bakımda Ahlak Sosyal Hizmet Kurumlarında Din Hizmetleri Türkiye’nin Din Politikası İslam’da Ölüm ve Ahiret İnancı İslamiyet’e Göre Ölüm ve Ölüm Töreni İslamiyet’te Ölüm Öncesi Ölmek Üzere Olan Kişiye Yapılan Uygulamalar Ölüm Sırasında Yapılması Gerekenler Kefenleme, Cenaze Namazı, Ölünün Gömülmesi, Vefat Eden Kişinin Vasiyetine Uymak Ölüm Sonrası Taziye ve Mezar Ziyareti Manevi Rehabilitasyon Vefat Eden Kişinin Yakınlarının Rahatlatılması Bakım Personelinin Din Hizmetleri Bakım Planı Hazırlaması 37 Bireye bütüncül yaklaşımla bakım sunulmasında araç olarak kullanılan bireysel bakım planında bireyin manevi gereksinimlerinin de değerlendirilerek karşılanması gerekir. Bu amaçla bireyin manevi boyutu değerlendirilerek veri toplanır. Kurumdaki din görevlileri ile iletişim kurarak bu bilgi öncelikle bireylerden sağlanabilir, ayrıca ailelerden, diğer ekip üyeleri, bireyin manevi gereksinimleri hakkında bilgi alınabilir. Almanya’da sosyal hizmet kurumlarında sosyal ilahiyatçılar din görevlisi olarak bulunmaktadır. Sosyal İlahiyat, ilahiyat (din eğitimi) ve sosyal hizmetler (sosyal pedagoji ve sosyal çalışma) bilimlerinden oluşan bir bilim ve meslek dalıdır. Sosyal İlahiyatçı öğrenciler, sosyal hizmet uzmanlarına verilen temel dersleri almak mecburiyetinde oldukları gibi, din pedagojisi, psikolojisi ve ahlâkı gibi konular hakkında da bilgi sahibi olmaktadırlar. Sosyal İlahiyatçı olarak yetiştirilen öğrenciler, eğitimleri sonunda hem dinî eğitim, hem de sosyal pedagoji ve sosyal çalışma alanında kalifiye eleman olarak çalışabilmektedir. Sosyal İlahiyatçılar, gerek kiliselere ait sosyal kurumlarda, gerekse devletin değişik sosyal hizmet kurumlarında ya sosyal hizmet uzmanı ya da din adamı (ilahiyatçı) olarak veya her iki fonksiyonu birlikte üstlenerek görev alabilmektedirler. Bakım personeli veya sağlık personeli bakıma muhtaç bireylerle birlikte bulundukları her ortamda manevi gereksinimlerle karşılaşabilirler. Dolayısıyla hemşireler bireyin manevi boyutunu yansıtan ifadelerin farkında olmalıdır. Ancak unutmamak gerekir ki bunun için dini doğru bilmek ve doğru uygulamak gerekmektedir. Bu nedenle de bakım personeline eğitim verirken sağlık, sosyal ve psikolojik bakım konularında olduğu gibi Din Hizmetleri konusunda da ciddi bir eğitim vermek gerekmektedir. Manevi boyutun sağlık ve sosyal ilişkilerde yaşam kalitesi üzerinde açık etkisi olduğunu ortaya koymuştur. Hemşirenin başkalarının manevi gereksinimlerinin farkında olabilmesi için öncelikle kendi maneviyatını keşfetmesi gerekmektedir. Yaşamın gelişimsel süreci içinde bakım personellerinin sahip olduğu, varlık ötesi bir güce olan inancı, yaşamın anlamına ilişkin değerleri, yaşamdaki umudu ve diğer manevi kaynaklarına ilişkin farkındalığı, bireylerin manevi gereksinimlerine daha duyarlı olmasında etkilidir. Günümüz Türkiye’sinde hemşirelerin eğitim sürecinde hastaların manevi gereksinimlerine ilişkin eğitim almamalarındaki eksiklik, bakım planı oluşturmada, manevi bakıma ilişkin donanımın yetersizliği, hastaların manevi gereksinimlerinin yeterince farkında olamayışlarına sebep olmaktadır. Bakım personeli kendi manevi ilgi, inanç ve düşüncelerinden etkilenmeden hastanın gereksinimlerine yönelik bakım hizmeti verebilmelidir. Konunun önemi göz önünde alınacak olursa, ülkemizde hemşire yetiştiren okulların ders programlarında bütüncül sağlık görüşüyle manevi bakım konusuna yer verilmemesi, “hasta ve yaşlı bakımı” konusunda verilen eğitim programlarında ise din hizmetleri konusunun eksik oluşu göze çarpmaktadır. Darülaceze 38 Müdürlüğü olarak eğitim programımızı hazırlarken, programımızda din hizmetleri dersine 50 saatlik önemli bir bölüm ayırdık. Sağlık, sosyal ve psikoloji alanlarında olduğu gibi manevi bakım hizmetlerinde de personellerimizi eğiterek Darülacezede hizmet kalitesini artırmayı ve maksimum sakin memnuniyetini hedeflemekteyiz. Çalışmalarımıza bu doğrultuda güvenle devam ediyoruz. Saygılarımla. KÜRESELLEŞEN DÜNYADA İRŞAT HİZMETLERİNDE YENİ BİR ALAN: DİNİ DANIŞMANLIK –TÜRKİYE VE İNGİLTERE ÖRNEKLERİFatma Yüksel Çamur Dinî danışmanlık, ülkemizde çok yeni bir hizmet alanı, Türkçe’mizde de yeni telaffuz edilmeye başlayan bir kavramdır. Dolayısıyla üzerinde ittifak edilmiş bir tanımdan bahsetmek henüz mümkün görünmemektedir. İngilizce’deki en yakın karşılığı olan “pastoral counselling” kavramını inceleyecek olursak, konunun dini ve bilimsel iki ayağıyla karşılaşırız: ‘Pastoral’ kavramı Hristiyan teolojisinde ‘Kilise’ye mensup din adamlarınca icra edilen faaliyet’ anlamına gelmekte ve bu yönüyle kaynağını Hristiyanlıktan ve kilise hiyerarşisinden almakadır. Danışmanlık ve 39 rehberlik anlamına gelen ‘counselling’ kelimesi ise, birey, aile ve diğer sosyal grupların ruh ve beden sağlığı, eğitim ve kariyer konularındaki hedeflerini gerçekleştirmeyi sağlayan bir profesyonel ilişki biçimi11 ve sistematik bir uzman yardımını ifade eder.12 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan danışmanlık mesleği, büyük ölçüde modern psikolojiden beslenir ve hiyerarşik olmayan, eş düzeyde ve yönlendirici bir ilişki biçimini öngörür. Dinî danışmanlık ise bu iki yönüyle, tek başlarına üstesinden gelemedikleri problemlerle karşılaşan bireyleri dinin kaynak ve verileri doğrultusunda iyileştirme, destekleme, onlara rehberlik etme ve kendileri ile barışık olmalarını sağlama gibi yardım ve hizmetleri kapsayan bir kavramdır.13 Bu kavram her ne kadar Hristiyan kökenli olsa da, günümüzdeki şekil ve muhtevasıyla, hangi din veya inanca mensup olursa olsun manevi desteğe ihtiyaç duyan bireylere, uzman kişilerce sağlanan yardımı kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. 1) Tarihsel süreç içerisinde dini danışmanlık: Dinî danışmanlığın kurumsal bir hizmet alanı olarak ortaya çıkışı, Reform hareketleri ve Sanayi Devrimi’nin Batı Avrupa ülkelerinin sosyal dokusu ve dini kurumların yapılanması üzerinde yaptığı değişimle doğrudan alakalıdır. Yaklaşık 200 yıl öncesinde kadar Kilise, bu ülkelerdeki sağlık, eğitim ve sosyal hizmetlerin hem yöneticisi, hem de hizmet vereni idi. Reform hareketleri sonrasında bu hizmetlerin büyük ölçüde laik organizasyonlara devredilmesi, Kilise’yi buralardaki görevlerini yeniden tanımlamaya ve kendi yönetimi altında olmayan kurumlarla işbirliği yapmaya sevk etti. Öte yandan Sanayi Devrimi ile birlikte hızla şehirleşen bu ülkelerde, varoşlarda gitgide artan fakir nüfusun sosyal sorunları, Hristiyan din adamlarını kilise eksenli hizmetlerden çok, insanların sorunları ile bire bir ilgilenme imkânı sağlayacak, sosyal içerikli yeni hizmet yöntemleri ihdas etmeye sevketti.14 Kuşkusuz ki bu alandaki profesyonelleşme eğilimi sadece yöntemi değil, muhtevayı da değiştirdi. O döneme kadar pratik bir uygulama alanı olarak görülen manevi yardım hizmetleri “Pastoral Teoloji” adı altında akademik bir disiplin çerçevesinde ele alındı.15 Bununla birlikte manevi yardım hizmetlerindeki köklü değişiklik, 20. yüzyılda davranış 11 http://www.counseling.org/20-20/definition.aspx http://www.usq.edu.au/studentservices/counselling/whatiscounselling 13 Lartey, Emmanuel Yartekwei, In Living Color: an Intercultural Approach to Pastoral Care and Counseling (2nd edition), London & New York: Jessica Kingsley Publishers, 2003, s. 21 14 Cornick, David, “Post-Enlightenment Pastoral Care: into the Twentieth Century”, A History of Pastoral Care, (ed. G. R. Evans), Cromwell Press, London-Newyork, 2000, s. 364-365. 15 İngiltere’de Pastoral Teoloji’nin üniversitelerde ders olarak okutulması, ilk defa 1842’de Oxford Üniversitesi’nde başlatılmıştır. Cornick, Post-Enlightenment Pastoral Care, s. 372. 12 40 bilimlerindeki baş döndürücü gelişme ile meydana geldi. Seküler kurumlarda doğrudan bireyi muhatap alan dinî danışmanlık hizmetleri için klasik dinî öğretinin yerine bilimsel bilginin merkeze alındığı bir söylem geliştirildi16 ve ‘Klinik Pastoral Eğitim’ adı altında sistematize edildi.17 Hristiyan Batı tecrübesi içerisinde ortaya çıkmış bir kavram olmakla beraber, dinî danışmanlık bir hizmet alanı olarak İslam kültüründe de vardır. Geleneğimizde klasik eğitim kurumlarının yanında faaliyet gösteren tasavvufi yapılanmaların, imamların ve hatta muskacıların bu fonksiyonu üstlendikleri kabul edilir.18 Burada mahalle imamlarının rolü üzerinde özellikle durmamız gerekir: Osmanlı idari yapılanması içerisinde mahalle imamları, mahallenin resmi sorumlusu kabul edilirdi. Mahalleyi ilgilendiren her türlü hizmetin imza ve mühür yetkisine sahip olmaları hasebiyle imamlar, nikâh kıyar, doğum, ölüm, evlilik, boşanma vb. nüfus kayıtlarını tutar, mahalledeki ihtiyaç sahipleriyle, yaşlılar, özürlüler gibi özel durumu olan kimselerle ilgili defterleri tanzim ederlerdi. Mahallenin yardım sandığı üzerindeki tasarruf yetkisine sahip olan imamlar, çocukların eğitime devamının sağlanmasıyla da sorumluydu. Bu denli geniş yetki ve sorumluluğa sahip olan mahalle imamları, mahalleli nezdindeki saygınlıkları gereği anlaşmazlıkların çözümü noktasında ilk müracaat merciiydi. Arşiv belgeleri, gerek aile içerisinde, gerekse komşular arasında ihtilaf çıktığında mahkemeden önce imama gidildiğini, taraflar arasında sulh sağlandığı takdirde imamın mührünü taşıyan bir anlaşma belgesi tanzim edildiğini göstermektedir.19 İmamların görev bölgesindeki insanların her türlü sorunu ile ilgilenmesini sağlayan mahalle yapısının değişmesi, onların yetki ve sorumluluklarını daraltmıştır. Sultan II. Mahmut döneminde mahallenin yönetiminin muhtarlara devredilmesi ile birlikte imamların idari yetkileri sınırlandırılmış ancak halk nezdindeki değeri ve saygınlıkları devam etmiştir. İmparatorluğun son yıllarındaki çalkantıların sosyal dokuyu derinden değiştirmesiyle etkinlikleri günden güne azalmış, bu husus imamlar arasında “elimizde bir gassallık hizmeti kaldı” şikâyetlerine yol açmıştır.20 Cumhuriyet dönemindeki köklü değişimler din görevlilerini sosyal hayat içerisinde 16 Bunting, Ian, “Pastoral Care at the end of the Twentieth Century”, A History of Pastoral Care, (ed. G. R. Evans), Cromwell Press, London-Newyork, 2000, s. 387-388. 17 Cornick, Post-Enlightenment Pastoral Care, s. 374-375. 18 Altaş, Nurullah, “Dinî Danışmanlığın Teorik Temelleri” AÜİFD, Ankara 1999, c. 41, s. 327. 19 Beydilli, Kemal, Osmanlı Döneminde İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü, İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001, s. 8-11. 20 Beydilli, Osmanlı Döneminde İmamlar, s. 69. 41 adeta “görünmez” hale getirse de, imamlar hâlâ halk nezdinde itibarlıdır. Ancak hızlı ve düzensiz şehirleşmeyle beraber mahalle yapısının çözülmesi, imamın hizmet bölgesinde yaşayan insanlarla irtibatının ve dolayısıyla sorun çözücü rolünün belirsizleşmesini beraberinde getirmiştir. Bu tablo Müslüman bireyleri, manevi yardım ihtiyacını karşılamak üzere başka mecralara yönlendirmiştir. 2) Modernite sonrasında İslâm dünyasında din görevlisi rolündeki daralma: Hristiyan Batı ve Türkiye tecrübelerini bir arada değerlendirdiğimizde, her iki örnekte de sosyal ve kamusal hayatta yaşanan köklü değişikliklerin sosyal alandaki din hizmetlerini farklı mecralara sevk ettiğini görürüz. Batı Avrupa’da Kilise, devlet kurumlarının laikleşmesi ile birlikte yapılanmasını değiştirmiş, laik kurumlarla işbirliğine giderek kendisine yeni görev alanları ve ona uygun bir yöntem ve söylem belirlemiştir. Buna mukabil ülkemizdeki dini kurumlar, uzun yıllar boyunca hem resmi statü hem de hizmet sahası itibarıyla son derece sınırlı tutulmuş, din görevlilerinin sosyal alandaki etkinlikleri; özellikle de “çözüm mercii olma” rolü geleneksel sosyal doku muhafaza edildiği ölçüde baki kalmıştır. Bu durum hem irşad hizmetlerinin cami dışında icrasını, hem de bu alanda yeni yöntem ve söylemler geliştirme imkânını daraltmıştır. Modern dönemde Müslüman din görevlisinin çözüm mercii olma rolündeki daralma ve belirsizleşme sadece Türkiye’ye has bir durum değildir. İslâm dünyasının hemen her yerinde kurumsal yapılanmanın ve sosyal dokunun değişmesi, bireylerin algı dünyalarındaki değişimleri beraberinde getirmiş, bu değişimin şiddeti ve yoğunluğu nisbetinde din hizmetlerinde yeni alanlara ihtiyaç hâsıl olmuştur. Tebliğimizde mukayeseli olarak ele alacağımız İngiltere ve Türkiye örneklerinde de tarihsel ve sosyolojik açılardan büyük farklılıklar içeren iki Müslüman topluluğun, aynı dönemde benzer sebeplerden ötürü modern dinî danışmanlık modelini geliştirmeye başladığı açıkça görülmektedir. 3) Küresel dünyada müslümanların din algılarındaki değişim ve bunun din hizmetine etkileri: Türkiye, hem arka planında Osmanlı’nın kültürel ve kurumsal tecrübesini barındırması hem de laik devlet sistemi içerisinde yapılanması yönüyle İslâm ülkeleri arasında benzeri olmayan bir din hizmetleri modeline sahiptir. Ülkemizde nüfusun büyük çoğunluğu Müslümandır ve bireylerin dindarlık anlayışı ne olursa olsun İslâm, hâkim kültür olarak toplumun geniş kesimlerince benimsenmektedir. Buna mukabil 42 İngiltere’de Müslümanların hatırı sayılır bir topluluk oluşturmasının ve İslam’ın bir vakıa olarak ülke gündemine gelmesinin mazisi yaklaşık 60 yıldan ibarettir. İngiltere’deki Müslümanlar Hristiyanlık’ın hâkim kültür, Anglikan Kilisesi’nin de devletin kurumsal yapısının bir parçası olduğu21, buna rağmen sekülarizmin toplumun geniş kesimlerince benimsendiği bir ülkede azınlık olarak yaşamaktadır. Bütün bu farklılıklara rağmen, küreselleşme ile birlikte modernitenin etkilerinin daha yaygın bir şekilde hissedilmesi, her iki ülkedeki Müslümanları dini değerleri bireylerin hayatına daha etkin bir şekilde iletecek din hizmeti alanları arayışına sevk etmiştir. Hem Türkiye, hem de İngiltere’deki Müslümanların yaşam tarzını etkileyen küresel faktörlerden ilki, göç olgusudur. Türkiye’de köyden kente, İngiltere’de ise anavatandan bir Hristiyan Batı ülkesine göç, geleneksel İslâmi kültürde yetişmiş yahut da kökenleri oraya dayanan Müslüman bireyleri, dini ya da din algısı, yaşam tarzı ve dünya görüşü farklı insanlarla birarada yaşama durumunda bırakmıştır. Bu durumda Müslüman birey, yetiştiği dünyanın değerleri ile içinde yaşadığı dünyanın değerleri arasında kalmış, hayatın farklı alanlarında farklı davranış biçimleri sergilemiştir. Öte yandan bire bir insan ilişkilerine dayalı sosyal dokunun değişip yerini dolaylı insan ilişkilerine bırakması, sorunlarla karşılaşan bireyleri geleneksel ilişki biçimlerinin manevi destek ağından da mahrum bırakmıştır.22 Bu problem en fazla aile içi sorunların çözümünde kendini hissettirmektedir: Aile büyüklerinin geleneksel hakem rolü, ailevi sorunların çözümünde doğru bir şekilde icra edilememektedir ve günümüz ilişki biçimleri içerisinde bir önceki neslin sahip olduğu tecrübe ve bilgelikten nasıl istifade edileceği sorusuna tatmin edici ve uygulanabilir bir cevap henüz verilememiştir. Bu noktada profesyonel manevi yardım elzem hale gelmekte, dini değerleri bireyin hayatını her yönüyle kucaklayacak şekilde sunan bir din hizmeti modeli ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Çoğulculuk ve çoğul inançlılık da her iki ülkedeki Müslümanların din algısına etki eden faktörlerdendir. Göç ve şehirleşme, bir yandan geleneksel bağların zayıflamasını, diğer yandan bireylerin aidiyet arayışına girmesini beraberinde 21 Kraliçe’nin lideri olduğu ve idarecilerini tayin ettiği Anglikan Kilisesi, İngiltere’de milli kilise olarak kabul edilmektedir. Kilise’nin 26 üyesi Parlemento’da temsil edilmekte, buna mukabil Parlemento da Kilise’nin organizasyonu üzerinde söz sahibi olmaktadır. Her ne kadar devletle iç içe geçmiş olsa da Kilise, devletten maddi yardım almadan kendi finansmanını kendisi üstlenmektedir. Ayrıntılı bilgi için th bk. Oakland, John, British Civilsation: An Introduction (4 edition), London: Routledge 1998, s. 303308. 22 Gatrad, A. R. & Brown, E & Sheikh, A “Developing multi-faith chaplaincy - For spirit’s sake”, Archives of Disease in Childhood 2004, vol. 89, no: 6, s. 504-505. 43 getirmiştir. Modernliğin tek tipleştirici baskısına karşı etnik, dinî ve mezhebi kimliklerin ön plana çıkması ve bu konunun sosyal ve siyasi bir talep olarak gündeme getirilmesi, günümüzde dünyanın her yerinde karşımıza çıkan bir olgudur. Her ne kadar postmodern dünyada çoğulculuk söylemlerinin inanç ve değerleri tüketim metaına dönüştürmesi bir problem olarak tartışılsa da,23 bireylerin sosyal ve kamusal yaşama farklılıklarıyla beraber katılma talebi, bu kavramı önemli kılmaktadır. Bu durum ülkemizde farklı mezheplerin devlet tarafından tanınması ve din hizmetlerinde devlet imkânlarından faydalanması tartışmalarını gündeme getirmekle kalmamış, toplumun geniş kitlelerindeki bütün dinî eğilim ve yönelimlerin dikkate alınması arzusunu da doğurmuştur. İngiltere’de ise dünyanın dört bir tarafından gelen göçmenlerin ülkede vatandaşlık elde etmesiyle birlikte anavatanlarından getirdikleri farklı kültürler, toplumsal hayatın bir parçası haline gelmiştir. İngiltere’de yaklaşık 2.9 milyon Müslümanın eğitim, sağlık vb. kamu hizmetlerinden daha etkin bir şekilde istifade etmesiyle birlikte, sadece Müslümanların hâkim değerlere nasıl uyum sağlayacağı değil, İslam’ın evrensel değerleri ile yaşadıkları topluma nasıl katkıda bulunabilecekleri de tartışılmaya başlamıştır.24 Bu noktada en ciddi soru, kültürün en önemli unsuru olan dinin kamusal hayatta ne şekilde yer alacağıdır. Farklı dinleri dışlamayan, farklı dinî eğilimleri kucaklayan evrensel bir dinî söylem geliştirebilmek ise hayati önem arz etmektedir. İngiltere ve Türkiye, işleyiş şekli farklı da olsa devlet kurumlarının dinden bağımsız organize edildiği ülkelerdir. Öte yandan her iki ülkede de seküler kültürün etkisiyle, dinin hayatın sadece belirli alanlarını ilgilendirdiği algısı toplumun genelini etkileyen bir kanaattir. Sekülerleşmenin bu denli etkili olması, dinin sosyal hizmet üreten kurumlar içerisindeki yeri tartışmalarını da gündeme getirmiştir. İngiltere’deki ve Türkiye’deki eğitim, sağlık, adalet ve sosyal hizmetler gibi alanlarda hizmet veren kamu kuruluşları dine dayalı olmayan bir hizmet modelini benimsemekle birlikte, bu kurumlardan istifade edenlerin dinî ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı konusu her iki ülkede birbirinden farklı yaklaşımlarla ele alınmıştır. Yakın zamana kadar ülkemizde bu gibi hizmet alanlarında laiklik prensibi gereği dine yer olmadığı yorumundan hareketle, cezaevi, hastane, üniversite ve çocuk yuvası gibi kuruluşlardaki din hizmetleri son derece sınırlı tutulmuş, bu hizmetleri geliştirmek üzere yapılan 23 Yavuz, Şevket, Post/Modern bir Köyde Dinî Olanın Açılım İmkânı, Stratejileri ve Dili, I. Din Hizmetleri Sempozyumu, c. 1, Ankara 2008, s. 556. 24 Gilliat-Ray, Sophie, Muslims in Britain, New York: Cambridge University Press, 2010, s. 264. 44 teşebbüsler de akim kalmıştır.25 Buna karşılık İngiltere’de Anglikan Kilisesi’nin milli kilise olarak kabul edilmesi, dinin bu alanlarda dışlanmasını değil, bilakis sistem içerisinde ona rol verilmesi sonucunu doğurmuştur. Nitekim bu ülkede sağlık, eğitim ve sosyal hizmetler gibi alanlarda manevi yardım ve dinî danışmanlık hizmetleri, Anglikan Kilisesi’nin bu kurumlar içerisinde oluşturduğu örgütlenmelerle yürütülmüştür. Ne var ki farklı din ve mezheplere mensup insanların, özellikle de Müslüman nüfusun artmasıyla Kilise eksenli bu örgütlenme biçimi, Hristiyan olmayanların hizmet ihtiyacını karşılayamaz hale gelmiştir. Gelinen nokta itibarıyla gerek Türkiye, gerekse İngiltere örneğinde, Müslüman bireylerin hizmet aldıkları kamu kurum ve kuruluşlarındaki manevi destek ihtiyaçlarını karşılayacak profesyonel bir din hizmeti modelinin eksikliği açıkça görülmektedir. Yukarıda küresel etkilerini analiz ettiğimiz göç, çoğulculuk ve sekülerlik faktörleri, dünyanın hemen her köşesindeki Müslüman bireylerin din ve dindarlık algılarını da etkilemiştir.26 Yakın zamana kadar İslâm’ın siyasi ve sosyo-ekonomik hedeflerine vurgu yapan ve yukarıdan aşağıya toplumsal dönüşümü hedefleyen yaygın dindarlık algısı, yerini bireyi ve ihtiyaçlarını önceleyen bir algıya bırakmıştır. Bir başka ifadeyle dindar Müslümanlar, sahip oldukları dinî değerlerden her şeyden önce bire bir yaşadıkları özel ve ailevi sorunların çözümü noktasında katkı beklemektedir. Nitekim NLP, kişisel gelişim vb. modern psikoloji merkezli sorun çözme tekniklerinin muhafazakâr / dindar kesimde revaç bulması, bunun bir göstergesi sayılabilir. Bununla birlikte din algısındaki en büyük dönüşüm, kadın ve aile konularında yaşanmıştır. Kadın sorununun dar bir feminist kesimin gündeminden çıkıp, toplumun geniş kesimleri arasında da tartışılır hale gelmesi, bir taraftan ataerkil aile yapısının sorgulanması, diğer taraftan da modernitenin aile üzerindeki etkilerinin tedirginlikle karşılanması sonucunu doğurmuştur. Özellikle Müslüman kadınlar, ne “sınırsız itaat, sabır ve fedakârlık” söylemine dayalı aile anlayışının dine 25 Ülkemizde kurumların kendi bünyelerinde din hizmeti sunulmasına karşı yaklaşımları farklılık arzetmektedir. Eğitim kurumlarında din hizmetine yer verilmezken, cezaevlerinde mahkûmlara irşad hizmeti uygulaması 1950’lerde başlatılmıştır. (Arıcı, Müstakim, “Parmaklıklar Arasında Din Hizmeti: Cezaevi Din Hizmetlerinin Dünü, Bugünü”, Din ve Hayat Dergisi, sy. 8, İstanbul 2009, s. 88-89) Çocuk yuvalarında din görevlisi istihdamına yönelik yasal düzenleme hâlihazırda mevcut ve uygulanmaktadır. 1995 yılında Sağlık Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı işbirliğiyle hastanelerde din ve moral hizmetleri uygulaması başlatılmış, 1,5 yıl süren bu pilot uygulama Danıştay tarafından iptal edilmiştir. (bk. Altaş, Nurullah, “Hastanelerde Dinî Danışmanlık Hizmetleri (Türkiye Uygulaması Üzerine Deneysel Bir Araştırma)”, AÜİFD, c. 39, s. 599-600) 26 Aşıkoğlu, Nevzat, “Din Hizmetlerinin Sunumunda Alternatif Yöntem: Dinî Danışmanlık”, I. Din Hizmetleri Sempozyumu, c. 2, Ankara 2008, s. 545. 45 uygunluğundan, ne de “kadın hakları” söylemine dayalı aile anlayışının uygulanabilirliğinden emin değildir ve dinin bu konudaki ölçülerini merak etmektedir.27 4) Yeni bir din hizmeti modeli: Türkiye’de Aile İrşat ve Rehberlik Büroları ve İngiltere’de kurumsal dini danışmanlık uygulamaları: Bu noktada toplumun değişen dinî talepleri, irşat hizmetlerinde hem geleneksel değerler ile modern ihtiyaçları uzlaştıracak bir söylem değişikliğini, hem de vaaz formatı dışında doğrudan bireye hitap eden bir hizmet yöntemini gerekli kılmıştır. Türkiye örneğine bakacak olduğumuzda, aslında bütün din görevlileri, özellikle de kadın Kur’an kursu öğreticileri (KKÖ) ailevi ve bireysel sorunlarla bire bir muhatap olagelmektedir. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) bünyesinde bu konuyla ilgili ilk özel düzenleme, 2003’de “Aile Büroları” pilot uygulamasının 6 ilde faaliyete geçmesiyle başlamıştır. Alınan olumlu neticeler üzerine Aile Büroları kademeli olarak yurt genelinde yaygınlaştırılmış, 2007’de “Aile İrşat ve Rehberlik Büroları” (AİRB) adını almıştır.28 2011 yılı itibarıyla 69 ilde ve bu illere bağlı 115 ilçede AİRB faaliyet göstermektedir.29 AİRB’nin öncelikli görevi aileye ilişkin sorunlarda dinî rehberlik ve danışmanlık hizmeti vermektir. Böylelikle İslâm dini açısından da henüz teorisi oluşmamış bir irşat hizmeti olan dinî rehberlik ve danışmanlık AİRB bünyesinde fiilen uygulamaya konulmuş, telefonla ve yüz yüze cevaplanan sorular kayda geçirilerek bu yeni hizmet alanının çerçevesini çizecek veri birikimi oluşturulmuştur. Öte yandan sosyal hizmet politikalarında dinin toplum üzerindeki gücünden daha fazla istifadeyi amaçlayan açılımlarla birlikte,30 2007’den bugüne kamu kurum ve 27 Etyen Mahcupyan’ın yorumu konumuz, açısından dikkat çekicidir: “Türkiye’deki dindar kadınların bir bölümü, bizzat dinî bir özgürleştirme aracı olarak kullanıyor ve bunu erkek egemen toplumsal yapının dönüşmesine hizmet edecek bir eylemlilik olarak görüyor. Bunun anlamı önümüzdeki dönemde İslami kesimde aile kurumunun sağlıklı bir deprem geçirecek olması ve ailenin daha eşitlikçi ve paylaşımcı bir ilişkiler kümesi olarak tanımlanmaya doğru gitmesidir.” Mahcupyan, Etyen, “Dindarlaşarak Sekülerleşmek”, Gazetem.net, 2 Mart 2011, http://www.gazetem.net/emahcupyan.asp?yaziid=488 28 Kadın ve Aileye Yönelik Çalışmalar – 2007-2009 (Haz. Canan Aydın Bıçak), Ankara: DİB Yayınları, 2010, s. 23-24. 29 Bu rakamlar, 01.11.2011 tarihi itibarıyla Aile ve Dinî Rehberlik Daire Başkanlığı’ndan elde ettiğimiz bilgilere dayalı olup, zaman içerisinde değişiklik arzedebilmektedir. 30 2006’da Başbakanlık tarafından yayınlanan “Çocuk ve Kadına Yönelik Şiddet Hareketleri ile Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler” başlıklı genelgede, Diyanet İşleri Başkanlığı’na geniş bir görev ve sorumluluk alanı tahsis edilmiştir. 46 kuruluşları ile protokoller imzalanmaktadır. 31 Bu çerçevede çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları ve huzurevleri gibi sosyal kuruluşlara din hizmeti verilmekte, kamu ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliğine gidilerek din görevlilerine ve halka yönelik seminerler düzenlenmektedir.32 Bu faaliyetler, cami dışında yeni bir irşat hizmetleri sahası oluşturmuş, sosyal sorunların çözümünde din görevlilerinin daha etkin ve profesyonel katkı sağlamasına imkân hazırlamıştır. İngiltere örneğine baktığımızda, dinî danışmanlığın gelişim sürecinin 11 Eylül 2001’de New York’ta ve 7 Temmuz 2005’te Londra’da gerçekleşen terör saldırıları sonrasında İngiliz kamuoyunun değişen İslâm algısıyla doğrudan bağlantılı olduğunu görürüz. Bu olaylardan sonra ülkede Müslümanların aleyhine ciddi bir kamuoyu oluşmuş, İngiliz devleti bir yandan radikal İslâmî akımları kontrol altına alma, diğer yandan ılımlı gruplarla işbirliğine giderek geniş Müslüman kitlelerin sisteme uyumunu sağlama politikasını benimsemiştir. Bu çerçevede üzerinde en çok durulan konulardan birisi de imamların eğitimi ve Müslüman dinî lider profilinin yeniden şekillenmesi meselesidir.33 Dinî danışmanlık, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmeti alanlarında çoğul inançlılık prensibi gereği Müslümanları da muhatap alan, onlara dinî ve sosyal ihtiyaçlarını karşılama imkânı sunan yeni bir dinî liderlik modeli olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim 2003’te sağlık kuruluşlarındaki, 2005’te ileri eğitim kurumlarındaki dinî danışmanlık örgütlenmeleri “bütün inançlar ve inançsızlar için” ilkesi çerçevesinde yeniden yapılandırılmış, buralarda her inanç grubuna temsil hakkı tanınmıştır.34 Değişen devlet politikalarına ülkedeki Müslüman cemaatleri ve örgütleri de aktif olarak katılmış, çoğul inançlılığa dayalı bu yeni örgütlenme biçimlerini uzun 31 Kamu kurum ve kuruluşları ile imzalanan protokoller 2007’de Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) ile başlamış, 2008’de Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (ASAGEM), 2009’da Sağlık Bakanlığı ve 2010’da Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) protokolleri ile devam etmiştir. SHÇEK ile imzalanan protokoller 2011’de yenilenmiştir. 32 KSGM ve BM Nüfus Fonu işbirliği ile yürütülen “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesinde Din Görevlilerinin Katkısının Sağlanması Semineri” (2008-2014) ve Sağlık Bakanlığı işbirliği ile yürütülen “Çocuk Cinsel İstismarına Yaklaşım – Uç Noktada Çocukla Karşılaşan Personelin Eğitimi Semineri” (2011), kurumsal işbirliği ile yürütülen seminerlere örnek olarak gösterilebilir. Bunun dışında gerek merkez, gerekse taşra teşkilatları tarafından halka yönelik pek çok eğitici faaliyetler düzenlenmektedir. 33 Gilliat-Ray, Muslims in Britain, s. 175-176. 2008’de yayınlanan “Şiddet içerikli aşırılıkları önleme: görev dağılımı için bir strateji” (Preventing Violent Extremism: A strategy for delivery) başlıklı rapor, İngiliz Devleti’nin 11 Eylül sonrası Müslümanlara yönelik politikasındaki değişimi en bariz şekilde yansıtan bir belgedir. Bk. http://www.northants.police.uk/files/documents/Terrorism/pr%5EPreventing%20Violent%20Extremis m.pdf 34 Sağlık teşkilatındaki yapılanma için bk. http://www.mfghc.com/about.htm, ileri eğitim kurumlarındaki yapılanma için bk. http://www.fbfe.org.uk/contact/. İngiltere’de Müslüman dinî danışmanlar, hâlihazırda ordu, hapishane, hastane ve eğitim kurumlarında görev almaktadır. 47 yıllardır dile getirdikleri toplumsal taleplerin gerçekleşmesi noktasında bir fırsat olarak değerlendirmişlerdir.35 İngiltere’de dinî danışmanlık hizmetleri, her kurumun kendi bünyesinde oluşturduğu çoğul inançlı dinî danışmanlık kurulları çerçevesinde yürütüldüğü için, Müslümanlara yönelik dinî danışmanlık hizmetlerini yöneten DİB’e benzer bir merkezi idareden söz etmek mümkün değildir. Kurumların bünyesinde oluşturulan bu kurullar danışma ve koordinasyon işlevini üstlenmekle birlikte, idari bir hüviyete sahip değildir. Dolayısıyla her kurum ve kuruluş kendi hizmet politikası doğrultusunda dinî danışman görevlendirmekte, buna bağlı olarak dinî danışmanlığın görev tanımı, danışmanın görev aldığı sektöre ve tam zamanlı ya da yarı zamanlı istihdam edilişine göre değişmektedir. Bununla birlikte, hangi kurumda çalışırsa çalışsın bir Müslüman dinî danışmanın temel görevi, oradan hizmet alan Müslümanların dinî vecibelerini yerine getirebileceği imkânları sağlamak ve sorunlarıyla bire bir ilgilenmektir. Ancak İngiltere’deki Müslüman dinî danışmanlar, görev aldıkları sorumluluklar kurumlarda üstlenmektedir. yönetmeliklerle Dinî gün ve belirlenen gecelerle görevlerin ilgili ötesinde programların organizasyonuyla ilgilenmekte, kurumsal hataların yol açtığı problemli durumlarda sorun çözme görevini icra etmektedir. Bu yönüyle dinî danışmanların, görev yaptıkları kurum ile oradan hizmet alanlar arasında köprü oluşturduğu söylenebilir. Ayrıca dinî danışmanlar, bağlı bulundukları kurumlarda hizmet alan ve hizmet veren gayrı müslimlerin İslâm’ı doğru kaynaklardan öğrenmesine yardımcı olmaktadır. Tam zamanlı görev yapan dinî danışmanlar, bu rollerin dışında bağlı bulundukları kurumda diğer elemanların eğitimi ve kurum politikasının şekillenmesi gibi roller de üstlenmektedir. 36 5) Dini rehberlik ve danışmanlık hizmetlerinde eleman profili: Her iki ülkede de dinî rehberlik ve danışmanlığın gelişimi, bu hizmeti verebilecek eğitim ve tecrübe altyapısına sahip eleman sayısındaki artışla da yakından ilgilidir. Türkiye örneğine bakıldığında, 2011 itibarıyla AİRB bünyesinde görev yapan 900’e yakın personelin 600’den fazlasının kadın olduğu görülür. Önemli bir kısmı dinî yüksek okul mezunu olan bu elemanların istihdamı 2004’de başlayan kadın 35 Gilliat-Ray, Muslims in Britain, s. 169. Leadership and Capacity Building in British Muslim Communities: the case of Muslim chaplains – Project Summary, September 2011, s. 4-5. 36 48 vaiz ve akabindeki kadın KKÖ alımlarıyla doğrudan alakalıdır. 2003’te 2450 olan kadın din görevlisi sayısı, 2010 itibarıyla 3742’ye ulaşmış, bu rakamın haricinde 2005-2009 yılları arasında 7000 sözleşmeli kadın KKÖ kadrosu tahsis edilmiştir.37 Kadın din görevlilerinin önemli bir kısmının üniversite mezunu olması ve bunun yanısıra öğretmenlik tecrübesi olan birçok kadının DİB bünyesinde istihdamı, tecrübeli ve yetişmiş eleman avantajını kuruma taşımıştır. İngiltere’de Müslüman dinî danışman sayısı yaklaşık 450 olarak tahmin edilmektedir. Bunların yarıya yakını hapishanelerde görev almaktadır. Yapılan araştırmalar, Müslüman dinî danışmanların yaklaşık 3’te 2’sinin dinî eğitim altyapısının olduğu, eğitim alanların yarısının İngiltere’de eğitim gördüğü ve Pakistan medreselerinin eğitim sistemini uygulayan “Dâru’l-ulûm”lardan mezun olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte dinî danışmanlar gerek eğitim aldıkları kurumlar, gerekse mensup oldukları mezhep, meşrep, cemaat vb. özellikler açısından çeşitlilik arzetmektedir.38 Müslüman dinî danışmanlardan birçoğu, bu görevi icra etmeden önce ya da görevle birlikte bulundukları bölgelerin camilerinde imamlık yapmaktadır. Dolayısıyla edindikleri mesleki tecrübeye bağlı olarak hizmet verdikleri bölgenin; en azından cami cemaatinin sosyal ve ailevi problemlerinden haberdardır. Bu durum, bağlı bulundukları kurumlarda hizmet verdikleri Müslüman bireylerle diyalog kurma noktasında kendilerine kolaylık sağlamaktadır.39 Üniversitelerde görevlendirilen Müslüman dinî danışman profili, bu genel çerçevenin dışındadır: Bunların önemli bir kısmı başka ülkelerde dünyaya gelmiş ya da mühtedi Müslümanlardır ve pek çoğunun yüksek dinî eğitim altyapısı yoktur. Genellikle gönüllü yahut yarı zamanlı olarak görev yapmaktadırlar ancak mezun öğrenci ya da öğretim görevlisi olduklarından, kampüs hayatını yakından tanımaktadırlar. Öte yandan dinî danışman olarak görev alan kadınların çoğu, bağlı bulundukları cemaatlerde bayanlara yönelik din eğitimi ve sosyal faaliyetler düzenleyen kişilerdir.40 6) Hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim faaliyetleri: Önemli bir kısmı vaiz olan AİRB görevlileri, asgari İlahiyât fakültesi mezunudur. İçlerinden bazıları bunun yanısıra Dinî Yüksek İhtisas Merkezleri’ni 37 Kadın ve Aileye Yönelik Çalışmalar, s. 76; Diyanet İşleri Başkanlığı İstatistikleri 2010, Ankara 2011, s. 15. 38 Project Summary, s. 1-2. 39 Yüksel Çamur, Fatma, İngiltere’de Müslümanlara Yönelik Dinî Danışmanlık Hizmetleri ve Bu Hizmetler İçin Eleman Yetiştiren Kurumlar – The Markfield Institute Of Higher Education Örneği (yayınlanmamış rapor), Ankara 2010, s. 29. 40 Project Summary, s. 3. 49 bitirmiştir ya da yüksek lisans veya doktora çalışmasına devam etmektedir. 2003 yılından bu yana AİRB görevlilerine 2’şer hafta süreyle aileyi ilgilendiren problemler ve temel iletişim becerileri üzerine seminerler düzenlenmiş, 541 AİRB görevlisi bu seminerlere katılmıştır.41 Bu seminerlerin dışında yurt çapında görev yapan AİRB görevlilerinin katılımıyla tecrübe paylaşımı toplantıları düzenlenmekte,42 çocuk yuvalarına giden personele hizmet içi eğitim seminerleri verilmektedir.43 Öte yandan 2007 yılından beri Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde faaliyet gösteren Yaygın Din Öğretimi ve Uygulamaları Bölümü de öğrencilerine, AİRB bünyesinde yürütülen dinî rehberlik ve danışmanlık faaliyetleri için gerekli olan bilgi ve beceriler kazandırmaktadır. Hâlihazırdaki bu hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim faaliyetleri, yetersiz olmakla birlikte yakın gelecekte dinî danışmanlığın teorik altyapısını oluşturma yönünde umut vaad etmektedir. İngiltere’de Müslüman dinî danışmanların mesleki eğitimi, hizmet öncesi ve hizmet içi olmak üzere iki grupta ele alınabilir. Hizmet içi eğitimler, dinî danışmanların görev aldıkları kurumlar tarafından düzenlenmektedir. Dinî danışman olarak çeşitli kurumlarda görev almayı arzu eden bireyler, The Markfield Institute of Higher Education (MIHE)44 bünyesinde teorik ve pratik eğitim alma imkânına sahiptir. Eğitim masraflarının bizzat katılımcılar tarafından karşılandığı bu kurslar iş garantisi sunmamakta ancak iş başvurularında avantaj sağlamaktadır. MIHE’nin bağlı olduğu Islamic Foundation bünyesinde, 90’lı yıllardan itibaren hastaneler başta olmak üzere çeşitli kamu kuruluşlarına, buralardan gelen talepler doğrultusunda kendilerinden hizmet alan Müslümanlar ve ihtiyaçları konusunda seminerler düzenlenmiştir. İlk başlarda eğitim programlarının format ve içeriğinin belirlenmesinde talepte bulunan kuruluşlar yardımcı olmuşlardır ancak sonraki yıllarda vakıf bünyesinde hazırlanan paket programlar çerçevesinde, talepte bulunan kurumlara ilgili konularda eğitimler verilmiştir. Bu eğitim faaliyetleri 2003 yılından 41 Bu rakamlar Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 2011 Kasım ayı rakamları olup, günden güne değişiklik arzetmektedir. 42 Kadın ve Aileye Yönelik Çalışmalar, s. 27. 43 http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dinhizmetleriweb/giris.htm 44 MIHE, çoğunluğu Britanya üniversitelerinde eğitim gören akademisyenler öncülüğünde 1973 yılında kurulan “Islamic Foundation” vakfının eğitim kuruluşudur. 2000 yılında Leicester’in Markfield kasabasında faaliyet göstermeye başlamıştır. Kuruluşundan beri çeşitli üniversitelerle işbirliği ile İslam Hukuku ve İslam Ekonomisi üzerine doktora programları yürüten MIHE, Britanya eğitim sistemi tarafından onaylı eğitim ve diploma veren bir yükseköğretim kurumu hüviyetini taşımaktadır. (ayrıntılı bilgi için bk. Gilliat-Ray, Muslims in Britain, s. 101-103, Hefner, Robert W. & Qasim Zaman, Muhammad (editör), Schooling Islam: The Culture and the Politics of Modern Muslim Education, Princeton University Press, Princeton 2007, s. 235-237.) 50 itibaren MIHE bünyesinde profesyonel bir programa dönüştürülmüş, kamu kurum ve kuruluşlarının talep ettiği Müslüman dinî danışman yetiştirmeye yönelik “Müslüman Dinî Danışman Eğitimi Sertifikası” (Certificate in Training of Muslim Chaplains) programı açılmıştır.45 Bu program, teorik ve pratik olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Toplam sekiz ay süren kursta her ayın bir günü teorik derslere tahsis edilmekte, kursiyerler diğer günler kendileri için belirlenen bir hapishane, hastane ya da eğitim kurumunda staj görmektedir. Teorik derslerde Danışmanlık Hizmetlerine Giriş, Adliye Sistemi ve Ceza Hukukuna Giriş, Sağlık Hizmetlerine Giriş, Eğitim Sistemine Giriş, İletişim Metodolojisi, Danışmanlık ve Dinleme Becerileri, İslâm’da Manevi Bakım, İslâm’da Manevi Gelişim ve Dinler Arası İlişkiler üzerine dersler verilmektedir. Dersler interaktif bir sınıf ortamında verilmekte olup, öğrencinin yazılı ödevler hazırlaması, sunum yapması, grup çalışmalarına katılması gibi etkinliklerde bulunması gerekmektedir. En az 60 saat pratik eğitim alan öğrencilere yerleştirildikleri kuruluşlarda birer danışman tayin edilmekte ve böylelikle ilgi duyduğu alanla ilgili gözlem, pratik ve tecrübe kazanması amaçlanmaktadır. Yılsonunda öğrencinin başarılı sayılabilmesi için teorik derslerden elde ettiği bilgiyi kendi beceriyle birleştirerek pratiğe dökmesi beklenmektedir.46 7) Müslümanlara yönelik dini rehberlik ve danışmanlık hizmetleri üzerine yapılan akademik araştırmalar: Türkiye ve İngiltere’de henüz çok yeni olan Müslümanlara yönelik dinî rehberlik ve danışmanlık hizmetleri üzerine akademik çalışmalar, erken sayılabilecek bir dönemden itibaren başlamıştır. Türkiye’de dinî danışmanlığın teorisi ve pratiği ile ilgili ilk telifler bu hizmetler henüz uygulamaya geçmeden 1997 yılında verilmeye başlamış,47 AİRB faaliyetlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte uygulamaya yönelik araştırmalar çoğalmıştır.48 Bu çalışmalar dinî danışmanlığın mahiyeti ve gelişimi ile 45 Dr. Ataullah Siddiqui (MIHE eski müdürü), 18.06.2009 tarihli yüz yüze görüşme. http://www.mihe.org.uk/muslim-chaplains 47 Konuyla ilgili ilk çalışmalar şu yüksek lisans tezleridir: Altaş, Nurullah, Hastanelerde Din ve Moral Hizmetleri, AÜSBE, Ankara 1997; Ok, Üzeyir, Dinsel Danışmanlığın Teorik Çatısı, AÜSBE, Ankara 1997. 48 Konuyla ilgili yüksek lisans tezlerinden inceleme imkânı bulabildiklerimiz şunlardır. Kahvecioğlu Karaca, Feyza, Din Hizmetlerinde Dinî Danışmanlık ve Rehberlik, SDÜSBE, Isparta 2010; Şahin, Tuba Kevser, Dinî Danışmanlık Bağlamında Aile İrşat ve Rehberlik Büroları, SÜSBE, Konya 2010; Çiftkat, Saadet, Diyanet İşleri Başkanlığı Bünyesindeki Aile İrşat ve Rehberlik Hizmetlerinin Din Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi (Elazığ İli Örneği), Konya 2011. 46 51 ilgili teorik çerçeve çizmekte, bürolara yöneltilen sorular bağlamında AİRB hizmetleri hakkında bilgi ve değerlendirmeler sunmaktadır. Tamamı yüksek lisans tezi olan bu çalışmalar, karteks kayıtlarına dayalı olarak hazırlanmaları sebebiyle AİRB faaaliyetlerini kayda geçtiği ölçüde yansıtabilmektedir. Kurum içi ve kurum dışı faaliyetleri yerinde gözlemlemeye ve AİRB çalışanları ile derinlemesine mülakatlara dayalı geniş çaplı araştırmalar henüz yapılmamıştır. İngiltere’de hâlihazırda Cardiff Üniversitesi Birleşik Krallıkta İslam Araştırmaları Merkezi (Centre for the Study of Islam in UK, Cardiff University) tarafından Müslümanlara yönelik dinî danışmanlık hizmetlerinin teorik altyapısı ve pratik sonuçları hakkında ilk detaylı ve geniş alan araştırmasını yürütülmektedir. “Britanya Müslüman Toplumunda Liderlik ve Kapasite Geliştirme: Müslüman Dinî Danışmanlar Örneği” (Leadership and Capacity Building in the British Muslim Community: the case of ‘Muslim Chaplains’) başlığını taşıyan araştırma, resmi ve gayrı resmi birçok kuruluştan destek almaktadır.49 Dinî danışmanların özellikleri, üstlendikleri görevler ve karşılaştıkları zorluklar, çalıştıkları kurumlarla olan ilişkileri, dinî danışmanlığın günümüzdeki etkileri ve gelecekteki muhtemel gelişimi konuları çerçevesinde yürütülen bu araştırma, 28 aylık zaman dilimine yayılmıştır. İlk yılda çeşitli kuruluşlarda görev yapan erkek ve kadın 65 dinî danışman ile yüzyüze görüşmeler gerçekleştirilmiştir. İkinci yıl, 16 danışmanın görev yerlerinde ve MIHE öğrencilerinin eğitim ortamlarında gözlemlenmesi ve onlarla derinlemesine mülakatlar yapılmasına ayrılmıştır. Bu mülakatlarda onların ekip çalışmasındaki performanslarını gözlemlemek ve işveren / yöneticilerin kendileri ve yaptıkları iş hakkındaki görüşlerini almak hedeflenmiştir. Üçüncü yıl, elde edilen bulguların analizi ve İslamî dinî danışmanlık eğitimi ile ilgili muhtemel literatürün hazırlanmasına tahsis edilmiştir.50 2008’de başlayan projeden elde edilen sonuçlar 2010’dan itibaren kamuoyuyla paylaşılmaya başlanmıştır.51 49 Bu araştırma programı, birer resmi kuruluş olan Sanat ve Beşeri Bilimler Konseyi (Arts and Humanities Research Council) ve Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Konseyi (Economic and Social Research Council) tarafından finanse edilmiştir. MIHE ve Cardiff Üniversitesi Dinî Danışmanlık Araştırmaları Merkezi (the Centre for Chaplaincy Studies, St. Michael’s College, Cardiff) akademik danışmanlık hizmeti vererek proje için işbirliği yapmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bk. http://www.cardiff.ac.uk/share/research/centres/csi/research/muslimchaplaincyproject/index.html 50 Omar, Ali, proje eski araştırma görevlisi, 02.07.2009 tarihli yüzyüze görüşme. 51 Proje sonrası yapılan yayınlar ve düzenlenen konferanslar hakkında bk. Muslim Chaplaincy Newsletter 2010, Muslim Chaplaincy Newsletter 2011. http://www.cardiff.ac.uk/share/research/centres/csi/research/muslimchaplaincyproject/index.html 52 8) Dini rehberlik ve danışmanlık uygulamalarında hizmet muhtevası: Dinî danışmanlık kavramının ne anlama geldiği, her iki ülkede de geniş kitleler için hâlâ meçhul bir kavramdır. Nitekim Türkiye’de AİRB’ye müracaat edenlerin büyük çoğunluğu AİRB’nin varlığından habersizdir ve “dinî sorularına cevap almak istediklerini” belirterek söze başlamaktadırlar. Bir kısmı basit bir fetva sorusu veya dua talebi olarak gündeme gelen bu tür müracaatların altından, geçmişte yaşanan travmaların yahut da süregelen ilişki sorunlarının yol açtığı derin sorunlarla karşılaşılmaktadır. Bu noktada AİRB görevlisi, çoğu zaman asıl problemin sorulan sorudan daha geniş çaplı olduğu konusunda danışan üzerinde farkındalık uyandırmak durumunda kalmakta ve çözüm için çok yönlü tavsiye ve yönlendirmelerde bulunmaktadır.52 Bu yönüyle AİRB görevlisi, fetva ve rehberlik rollerinin ikisini birden üstlenmektedir. Bununla birlikte verilen hizmet “dinî danışmanlık” kavramının muhtevasıyla bire bir örtüşmemektedir. Zira nöbet usulü sürdürülen büro hizmetinde görevliler sadece haftanın belli bir günü bulunduklarından, danışanları takip etmekte sıkıntı çekmektedir. Diğer yandan kurum dışında çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtlarında verilen hizmet, “din eğitimi” ve “manevi yardım” arasında, henüz sınırları belirlenmemiş bir faaliyet olarak karşımıza çıkmaktadır. AİRB görevlisi ilgili kurumlara bir nevi “misafir görevli” statüsünde gitmekte, dolayısıyla AİRB görevlisi ile ilgili kurumun personelinin verilen hizmetin mahiyeti ve çerçevesi hakkındaki algısı birbirinden farklı olabilmektedir. Kurum içi ve kurum dışı yapılan faaliyetler şüphesiz ki büyük bir ihtiyaca tekabül etmekle birlikte, gerek icra edilen rehberlik ve danışmanlık faaliyeti için özel bir unvan ihdas edilmemiş olması, gerekse görev tanımındaki belirsizlikler, AİRB görevlisinin etkin ve öncü din görevlisi rolü üstlenmesine mani olmaktadır. İngiltere örneğine bakacak olduğumuzda, ülkede yaşayan Müslümanların önemli bir çoğunluğunun, dinî danışmanlığın ne anlama geldiği konusunda herhangi bir fikri yoktur. Ancak dinî danışmanlığın önceden tanımı yapılmış bir resmi statü olması sebebiyle, Müslüman dinî danışmanlar açısından yaptıkları işin mahiyeti 52 16.10.2008’de Ankara’da yapılan bir müracaatta danışan, son zamanlarda davranışlarının değiştiğini, büyüden şüphelendiğini ve buna karşı hangi duanın okunacağı sorusunu AİRB görevlisine yöneltmiş, yapılan detaylı yüzyüze görüşmede, alkol sorunu ile birlikte süregelen fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddet ve bunun doğurduğu ağır problemler ortaya çıkarılmıştır. Ne var ki soru ve cevabın kısaca not edinilmesiyle yetinilmek zorunda kalındığından, kartekslerden danışma sürecinin seyri ve mahiyeti ile ilgili bir bilgiye ulaşılamamaktadır. 53 noktasında ortak bir kanaat mevcuttur.53 Bununla birlikte Müslüman dinî danışmanlardan beklenen roller ve görev yaptıkları kurumlarda üstlendikleri vazifeler, resmi tanımları fazlasıyla aşmaktadır: Müslüman dinî danışmanlar gerek Müslümanların, gerekse gayrimüslimlerin sosyo-politik sorularına geniş bir perspektiften cevap vermek, dinler arası tartışmalara katılabilmek durumundadırlar. Ayrıca bağlı bulundukları kurumun bürokratik sistemi içerisinde aktif rol alabilme yeterliliğine de sahip olmalıdırlar.54 Dinî danışmanların üstlendiği belki de en önemli rol, hizmet verdikleri Müslüman bireylerin geleneksel değerler ile yaşadıkları toplumun değerleri arasında yaşadıkları çatışmayı aşmakta yardımcı olmalarıdır.55 Öte yandan dinî danışmanlar yeni bir din görevlisi modelinin öncüsü olmuşlardır. Zira herhangi bir grubun / mezhebin değil, bağlı bulundukları kurumun ve mensubu oldukları dinin temsilcisi konumundadırlar. Kendi mesleki birliklerini kurarak mezhep / cemaat merkezli dinî örgütlerin dışında yeni bir örgütlenme modeli ortaya koymuşlardır. Sosyal güvencesi ve düzenli maaşı olması yönüyle dinî danışmanlık, aynı zamanda cazip bir iş imkânıdır. Bütün bu gelişmeler, Müslümanlar için dinî danışmanlığın yeni bir profesyonel mesleğe dönüştüğünün de göstergesidir. 56 9) Dini rehberlik ve danışmanlık uygulamalarındaki belirsizlikler: Her iki ülkede de Müslümanlar için dinî danışmanlık, oluşum aşamasındaki bir faaliyet alanı olduğu için, kurumsal yapılanma ve yasal altyapıda belirsizlikler söz konusudur. Türkiye’de DİB bünyesinde 2003’den beri fiilen var olan AİRB’nin hizmet yönergesi 2010’da çıkmış, 2011’de yürürlüğe giren yeni teşkilat yasası ile AİRB, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü Aile ve Dinî Rehberlik Daire Başkanlığı’na bağlanarak kurumsal yapı içerisinde yerini almıştır. Bu yasal düzenlemeler çok yeni olduğundan mevcut belirsizlikleri bertaraf etme noktasındaki katkısı henüz farkedilir seviyede değildir. Kurum dışı faaliyetler ise, ilgili kuruluşlarla imzalanan protokoller çerçevesinde yürütülmektedir. AİRB’nin kurum dışı faaliyetlerinin doğrudan bir yasal 53 Project Summary, s. 7-8. Gilliat-Ray, Muslims in Britain, s. 171-173. 55 Bu durum en çok eğitim kurumlarında görev yapan dinî danışmanlar için geçerlidir. Bir kolej müdürü, dinî danışmanların nasıl köprü rolü üstlendiklerini şöyle anlatmaktadır: “Bizim için dinî danışmanlığın en önemli yönü, yerel dinî gruplara ulaşabilmemizi sağlamasıdır. Dinî danışmanımız onların arasına girip de gerekli bağlantıları kuruncaya kadar, 16-19 yaş arası Asya kökenli öğrencilerimizi mesleki eğitim kurslarına kaydedemiyorduk. Çünkü her ne kadar öğrencilerimiz bu kurslara ilgi duysa da, aileler ehemmiyet vermiyordu.” Bk. Faiths and Further Education: A Handbook -Towards a Whole-college Approach to Chaplaincy for a Pluralist Society-, Kasım 2005, s. 31. http://readingroom.lsc.gov.uk/lsc/2005/quality/goodpractice/faiths-and-fe-handbook.pdf 56 Gilliat-Ray, Muslims in Britain, s. 171-173. 54 54 düzenleme olmaksızın protokollere bağlı olması, oralarda verilen din hizmetini ilgili kuruluşların kurumsal politikalarındaki değişikliklerden etkilenmeye açık hale getirmektedir. İngiltere’de ise dinî danışmanlık hizmeti verilen kurumlarda çoğul inançlılık esasına dayalı bir yapılanmaya geçiş sağlansa da, bu kurumlarda eskiden beri mevcut Anglikan Kilisesi örgütlenmeleri hâlâ etkinliğini sürdürmektedir. Çoğul inançlı ekip içerisindeki sayıca fazla ve etkin olan Hristiyan dini danışmanlar diğer inanç mensuplarını dışlayıcı bir tutuma sahipse, bu durum Müslüman dinî danışmanların görevlerini ifa etmesi önünde engel oluşturabilmektedir.57 Bunun en bariz örneklerinden birisi, sağlık hizmetlerinde yaşanmaktadır. Her dinin temsil edilmesini sağlamak üzere 2003 yılında “Sağlık Hizmetleri İçin Çoğul İnançlı Grup” (Multifaith Group of Healthcare Chaplaincy - MFGHC) kurulsa da, hastanelerdeki dinî danışmanlık hizmetlerinin organizasyonunda en etkin rol, hâlâ Anglikan Kilisesi’nin bir örgütü olan “Sağlık Hizmetleri Dinî Danışmanları Konseyi” (Healthcare Chaplaincies Council – HCC) elindedir. MFGHC ve HCC arasındaki hiyerarşi ve görev dağılımı henüz kesin çizgilerle belirlenememiştir. Bu sebeple dinî danışmanların seçimi ve görevlendirilmesinde hedefleri birbirinden farklı birden fazla kuruluşun müdahil olması, hizmette verimliliği azaltmaktadır.58 10) Fırsatlar – avantajlar: Gerek Türkiye’de gerekse İngiltere’de henüz gelişme aşamasında olan Müslümanlara yönelik dinî rehberlik ve danışmanlık hizmetleri, her iki ülkede de geleceğe yönelik farklı fırsatları içince barındırmaktadır. Türkiye’de DİB’in din hizmetlerini yürüten tek yasal kuruluş olması, hizmet organizasyonu açısından bir avantajdır. Kurumumuzun mezhep ve meşrep ayırımı gözetmeyen hizmet anlayışı, dinî danışmanlığın “her bireyin farklılıklarını dikkate alma ancak ayırım yapmama” ilkesi ile uyum arzetmektedir. Bunun yanısıra AİRB görevlilerin ortak bir yüksek dinî eğitim altyapısına sahip olması ile aynı kültür ve değerler dünyası içerisinde yetişmiş olması, hizmet kalitesini yükselten ve hizmette birliği sağlayan bir unsurdur. Öte yandan DİB’e eleman yetiştiren İlahiyât fakültelerinin akademik birikimi, bu alanda ihtiyaç duyulan dinî söylemi geliştirebilecek, gerektiğinde bu hizmetlerde 57 The Siddiqui Report, Islam at Universities in England, Meeting the Needs and Investing in the Future, Nisan 2007, s. 48. http://www.mihe.org.uk/the-siddiqui-report 58 Yüksel Çamur, İngiltere’de Müslümanlara Yönelik Dinî Danışmanlık Hizmetleri, s. 23. 55 kullanılabilecek materyali üretebilecek seviyededir. Bir başka ifadeyle gerek akademik, gerekse kurumsal birikimiyle ülkemiz, dini danışmanlığın hem teorik hem de pratik altyapısını oluşturacak ve bunları İslâm dünyası ve Müslüman topluluklarla paylaşacak yegâne İslâm ülkesidir.59 İngiltere’de ise Müslümanların dinî danışmanlık hizmetine katılımından önce köklü ve yerleşmiş bir dinî danışmanlık sisteminin varlığı, uygulama açısından büyük bir avantajdır. Müslüman dinî danışmanlar, dinî danışmanlığın kamu kurum ve kuruluşlarındaki yeri ile ilgili tartışmalar sözkonusu olmaksızın belirlenen yasal çerçevede görevlerini ifa etmektedirler. Ayrıca gerek hizmet öncesi, gerekse hizmet içi verilen pratik ağırlıklı eğitimler, İngiltere’deki Müslüman dinî danışmanlara mesleki bilgi ve beceri konusunda kısa zamanda önemli mesafeler kaydettirmiştir. 11) Teklifler: Sunduğumuz bütün bu bilgi ve değerlendirmeler ışığında, Başkanlığımızca büyük bir özenle yürütülen ve kısa zamanda önemli mesafe kaydeden AİRB çalışmalarının geliştirilmesi için kısa ve orta vadede bazı adımların atılması gerekmektedir. Kısa vadede uygulanmasını uygun gördüğümüz öneriler şunlardır: 1) Bürolarda yürütülen dini rehberlik hizmetindeki en önemli eksiklerden birisi, görevlilerin danışmanlık bilgi ve becerileri konusundaki yetersizlikleridir. Bu konu ile ilgili paket programlar hazırlanarak, hâlihazırda 2 haftalık seminer almış olan AİRB görevlilerine kurslar düzenlenmelidir. 2) Yapılan müracaatlarda dile getirilen sorunların psikolojik boyutu ile ilgili sağlıklı tavsiye ve yönlendirmeyi sağlamak amacıyla, merkezi bürolara psikolojik rehber ve danışman tayin edilmeli, AİRB görevlileri ile koordine halinde çalışmaları sağlanmalıdır. Orta vadede uygulanması faydalı olabilecek öneriler ise şunlardır: 59 Dr. Ataullah Siddiqui, 18.06.2009 tarihinde MIHE’de gerçekleştirdiğimiz yüzyüze görüşmede, burada verilen eğitimin teorik açıdan eksikliğini ve konuyla ilgili işbirliği ihtiyacını şu sözlerle dile getirmektedir:“Eğitim programımızın teorik çerçevesi konusunda iddialı konuşamayacağım. Maalesef, gerek İslâm’ın nefs teorisini, gerekse İslâm’da manevi bakım hizmetlerini anlatırken, son derece genel bir dini perspektif vermekle yetiniyoruz. Zira elimizde İslâm dini kaynaklarındaki bilginin bu alana nasıl aktarılacağına dair bir materyal yoktur. Bu, ciddi bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın karşılanması için Türkiye başta olmak üzere diğer Müslüman ülkelerin ve toplulukların tecrübelerinden ve bilgi birikimlerinden faydalanmayı önemsiyoruz.” 56 1) Hâlihazırda uygulanmakta olan AİRB faaliyetlerinin mevcut durumunu tespit etmek üzere, üniversitelerle işbirliğine gidilerek geniş kapsamlı bir alan araştırması yapılmalıdır. Böylelikle hizmetteki aksaklıklar ve ihtiyaçlar bilimsel yöntemlerle yerinde tespit edilecek, geleceğe yönelik sağlıklı projeler hazırlanacaktır. 2) Başbakanlık Bilgi-Görgü Artırma Kontenjanı ile yurtdışına giden kurumumuz elemanlarının, MIHE gibi Müslüman dini danışman sertifikası veren kurumlarda eğitim alarak, dini danışmanlık eğitim programları konusunda uzmanlaşması sağlanmalı, elde edilen birikimin Başkanlık içerisinde etkin bir şekilde değerlendirilmelidir. Böyle bir girişim, AİRB tecrübesinden uluslar arası platformda istifade edilmesini de beraberinde getirecektir. 3) İlahiyât fakültelerindeki Yaygın Din Öğretimi ve Uygulamaları Bölümü müfredatı, AİRB’in hedeflerine uygun bir şekilde geliştirilmelidir. Başkanlığımız, İlahiyât fakülteleri ile işbirliğine giderek dini danışmanlık ve rehberlik üzerine uygulamalı yüksek lisans-doktora programları hazırlamalı, sosyal içerikli din hizmeti verilen bütün resmi kurum ve kuruluşlarda geçerliliği olan sertifika ve diplomaların belirlenmesi yoluna gidilmelidir. 4) Hâlihazırda mevcut fıkıh eksenli irşad dili ve fetva mantığının dini danışma ve rehberlik hizmetlerindeki yetersizliğinden hareketle, sorun merkezli bir din dili geliştirmek üzere Temel İslâm Bilimleri ve Felsefe ve Din Bilimleri bölümlerinde inter disipliner akademik çalışmalar teşvik edilmelidir. 5) Kurum durum dışı faaliyetlerde, kurumlar arası anlayış farklılıklarının doğurduğu sıkıntıları en aza indirmek ve standart ve devamlı bir hizmet modeli oluşturabilmek için, geçici protokoller yerine kalıcı yasal düzenlemeler yapılmalıdır. 6) Bütün bu altyapı çalışmalarının neticesinde, gelişmiş ülkelerdeki kriterlere uygun bir “Müslüman dini danışmanlık” modeli oluşturması, dini danışmanlığın kurum içerisinde bağımsız bir unvan ve kadro haline dönüşmesi hedeflenmelidir. 57 KAYNAKÇA: * Kitaplar: Aydın Bıçak, Canan, Kadın ve Aileye Yönelik Çalışmalar – 2007-2009, Ankara: DİB Yayınları, 2010. Beydilli, Kemal, Osmanlı Döneminde İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü, İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001. Diyanet İşleri Başkanlığı İstatistikleri 2010. Evans, G. R. (editör), A History of Pastoral Care, Cromwell Press, London-Newyork, 2000. Gilliat-Ray, Sophie, Muslims in Britain, New York: Cambridge University Press, 2010. Hefner, Robert W. & Qasim Zaman, Muhammad (editör), Schooling Islam: The Culture and the Politics of Modern Muslim Education, Princeton University Press, Princeton 2007. Lartey, Emmanuel Yartekwei, In Living Color: an Intercultural Approach to Pastoral Care and Counseling (2nd edition), London & New York: Jessica Kingsley Publishers, 2003. Oakland, John, British Civilsation: An Introduction (4th edition), London: Routledge 1998. * Tezler / Raporlar: Çiftkat, Saadet, Diyanet İşleri Başkanlığı Bünyesindeki Aile İrşat ve Rehberlik Hizmetlerinin Din Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi (Elazığ İli Örneği), Konya 2011. Kahvecioğlu Karaca, Feyza, Din Hizmetlerinde Dinî Danışmanlık ve Rehberlik, SDÜSBE, Isparta 2010. 58 Siddiqui, Ataullah, The Siddiqui Report: Islam at Universities in England, Meeting the Needs and Investing in the Future, Nisan 2007, s. 48. http://www.mihe.org.uk/the-siddiqui-report Şahin, Tuba Kevser, Dinî Danışmanlık Bağlamında Aile İrşat ve Rehberlik Büroları, SÜSBE, Konya 2010. Yüksel Çamur, Fatma, İngiltere’de Müslümanlara Yönelik Dinî Danışmanlık Hizmetleri ve Bu Hizmetler İçin Eleman Yetiştiren Kurumlar – The Markfield Institute Of Higher Education Örneği (yayınlanmamış rapor), Ankara 2010. * Makaleler / Tebliğler / Broşürler: Altaş, Nurullah, “Dinî Danışmanlığın Teorik Temelleri” AÜİFD, Ankara 1999, c. 41. Altaş, Nurullah, “Hastanelerde Dinî Danışmanlık Hizmetleri (Türkiye Uygulaması Üzerine Deneysel Bir Araştırma)”, AÜİFD, c. 39. Arıcı, Müstakim, “Parmaklıklar Arasında Din Hizmeti: Cezaevi Din Hizmetlerinin Dünü, Bugünü”, Din ve Hayat Dergisi, sy. 8, İstanbul 2009. Aşıkoğlu, Nevzat, “Din Hizmetlerinin Sunumunda Alternatif Yöntem: Dinî Danışmanlık”, I. Din Hizmetleri Sempozyumu, c. 2, Ankara 2008. Faiths and Further Education: A Handbook -Towards a Whole-college Approach to Chaplaincy for a Pluralist Society-, Kasım 2005, s. 31. http://readingroom.lsc.gov.uk/lsc/2005/quality/goodpractice/faiths-and-fehandbook.pdf Gatrad, A. R. & Brown, E & Sheikh, A “Developing multi-faith chaplaincy - For spirit’s sake”, Archives of Disease in Childhood 2004, vol. 89, no: 6. Leadership and Capacity Building in British Muslim Communities: the case of Muslim chaplains – Project Summary, September 2011. Mahcupyan, Etyen, “Dindarlaşarak Sekülerleşmek”, Gazetem.net, 2 Mart 2011. http://www.gazetem.net/emahcupyan.asp?yaziid=488 59 Yavuz, Şevket, “Post/Modern bir Köyde Dinî Olanın Açılım İmkânı, Stratejileri ve Dili”, I. Din Hizmetleri Sempozyumu, c. 1, Ankara 2008. * Web siteleri: http://www.cardiff.ac.uk/share/research/centres/csi/research/muslimchaplaincyproject/ index.html http://www.counseling.org/20-20/definition.aspx http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dinhizmetleriweb/giris.htm http://www.fbfe.org.uk/contact/ http://www.mfghc.com/about.htm http://www.northants.police.uk/files/documents/Terrorism/pr%5EPreventing%20Viol ent%20Extremism.pdf http://www.usq.edu.au/studentservices/counselling/whatiscounselling * Yüz yüze Görüşmeler: Dr. Ataullah Siddiqui (MIHE eski müdürü), 18.06.2009. Ali Omar, (proje eski araştırma görevlisi), 02.07.2009. 60 YETİŞTİRME YURTLARINDA DİN HİZMETLERİ VE REHBERLİK (DİYARBAKIR ÖRNEĞİ) Müberra AKTÜRK* Giriş İnsanın doğduğu zaman zayıf ve yardıma muhtaç oluşundan bahseden “Allah sizi güçsüz olarak yarattı” mealindeki ayet, (Rum 30/54) bugünün pedagoji ve psikoloji ilimlerince de kabul edilen, “insan yavrusunun bakılmaya ve korunmaya muhtaç oluşuna” işaret etmektedir. Ona bu bakım ve koruma ile şefkati sunacak olan en değerli müessese ise aile ocağıdır 60. İnsan doğduğu ilk andan itibaren anne ve babasını taklit etmeye başlar. Çocuğun ilk öğrenme yöntemi taklittir.61 Çocuk sahip olduğu taklit özelliği ile anne ve babasını kopya etmeye çalışır.62 Pedagojik araştırmalar, çocuğun kişiliğinin %60 oranında okul öncesi döneme karşılık gelen 0-6 yaş aralığında aile ortamında oluştuğunu ortaya koymaktadır. 0-6 yaş arası, çocuk gelişiminin hızla yönlendiği kritik yıllardır. Bu erken gelişim yıllarında temeli atılan beden gelişimi, psiko-sosyal gelişim ve kişilik yapısının, ileri yaşlarda yön değiştirmekten çok aynı yönde gelişme şansı daha yüksektir.63 Anne ve babanın müspet davranışlarının çocuğa yansıması, çocuğun dini yaşantısının temellerini oluşturmaktadır.64 Çocuk ilk dini tecrübeyi aile ortamında edinir. Psikologlar, çocuk dindarlığının gelişmesinde yetişkinlerin önemli etkilerini tespit ederek, neticede dini uyanışı yetişkinlerin teşvik, destek ve etkilerine bağlamaktadırlar.65 Çocukların dini * Diyarbakır İl Müftülüğü Toplu Konut Kur’an Kursu Öğretmeni 60 Feriha Baymur, Yeni Doğmuş Çocuk ve Süt Çağında Eğitim, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1952, s. 14 61 Haluk Yavuzer, Ana-Baba ve Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986, s. 24 62 Laurence Pernoud, Çocuğumu Büyütüyorum, Çev: K. Denizyaran, 2. Baskı, İstanbul, 1975, s. 148 63 Haluk Yavuzer, Çocuğunuzun İlk Altı Yılı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1997, s. 9 64 Mehmet Emin Ay, Çocuğun Dîn Eğitiminde Ailenin Önemi, I. Aile ve Çocuk Sempozyumu, Bursa, 4-6 Ekim 1991. 65 Kerim Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1983, s. 46. 61 bilgilerinin oluşması aşamasında en önemli faktörü ailenin oluşturduğu yapılan anket sonucunda da ortaya çıkmıştır.66 Aile içinde tam olarak onaylanan dini davranış ve tutumlar, çocuk da yer edecek, o da benzer tutum ve davranış geliştirecektir. 9-13 yaş grubunun gelişiminde sırasıyla aile, okul ve çocuğun kişisel düşüncesinin gelişmiş olması etki yapar.67 Yetiştirme Yurtları Aile çocuğun dini eğitiminde temel etkendir. Ancak aile ortamından mahrum olan “Korunmaya Muhtaç Çocuk” olarak ifade edilen anne-babasız veya ihmal ya da istismar edilen çocuklar dini eğitimden de yoksun kalmaktadırlar. Her çocuk anne ve babaya sahip olma ve yaşanılabilir bir ev ortamında yetişme hakkına sahiptir. Ancak çeşitli sebeplerle çocuk bu haklarından mahrum olduğunda ve yakın akrabalar tarafından sahiplenilmemesi durumunda bakımını ve en iyi şekilde yetiştirilmesinin koşullarını devlet yerine getirir ve kanunlarla bu ilişkiler düzenlenir. 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununa dayanarak yapılandırılan ve teşkilatlanan çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtlarında, 0-18 yaş grubunda olan korunmaya muhtaç çocuklar bulunmaktadır. Öğrenim görmeleri halinde, bu çocuklar 25 yaşına kadar kurum hizmetlerinden faydalanmaktadırlar. Ülkemizde korunmaya muhtaç çocuklara hizmet veren toplam 202 yetiştirme yurdu ve çocuk yuvası bulunmaktadır.68 Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü’nün 2004 yılı sonu verilerine göre, ülkemizde halen 0-12 yaşları arasındaki 9.000 çocuk yuvalarda ve 13-18 yaşları arasındaki yaklaşık 10.000 çocuk yetiştirme yurtlarında olmak üzere toplam 19.000 çocuğa kurum bakımı altında hizmet verilmektedir. Gelişmiş toplumlarda korunmaya muhtaç çocukların %75’i koruyucu aile yanında yaşamaktadır. Ülkemizde ise bu oran %2’lere bile ulaşamamaktadır. Yapılan araştırmalar, kurum bakımı altında büyüyen çocukların aile yanında büyüyen çocuklara göre daha fazla fiziksel ve davranışsal sorunlar yaşadıklarını göstermekte ve aile ortamına benzer ilişkilerin kurulup geliştirildiği kurumlarda bu sorunların biraz olsun azaldığını göstermektedir.69 Küçük yaşlarda yetiştirme yurtlarına yerleştirilen çocuklar fiziksel, sosyal, zihinsel ve duygusal gelişimlerini tamamlayamazlar, diğer çocuklara göre geri kalırlar. ABD’de çeşitli kurumlarda yetişmiş 1-4 yaş arasındaki bir grup çocukla, uygun olmayan aile koşulları içerisinde yetişen ve anneleri çalışan bir grup çocuk karşılaştırılmıştır. Çocuklar yetişkin oluncaya kadar izlenmiş ve topluma uyumları incelenmiştir. İnceleme sonucunda, uygun olmayan aile koşulları içerisinde yetişen çocukların %18’inin uyumsuzluk gösterdiği ortaya 66 Beyza Bilgin, Mualla Selçuk, Din Öğretimi, Gün Yayıncılık, 4. Baskı, Ankara, 1999, s. 217 67 Talip Atalay, İlköğretim ve Liselerde Dindarlık, Dem Yayınları No: 25, İstanbul, 2005, s.87 Şerafettin Sayar http://www.sosyalhizmetuzmani.org 68 69 Harran Üniversitesi, Toplumsal Duyarlılık Projeleri. 62 konurken, uyumsuzluk oranının kurumlarda yetişen çocuklarda %34.5 gibi çok daha yüksek bir düzeyde olduğu saptanmıştır.70 Yetiştirme yurtlarında kalan öğrencilerin kendilerini toplumdan soyutlamamaları ve gelecekte karşılaşabilecekleri sorunların üstesinden gelebilme becerilerini geliştirebilmeleri adına, 6-14 yaş grubu için Harran Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesinin ortaklaşa yürüttükleri “Kendini Keşfet Projesi” çocuklar üzerinde olumlu etkiler bırakmıştır. Bilkent Üniversitesi Öğrenci Konseyinin Toplumsal Duyarlılık Projeleri kapsamında yürütmüş olduğu Yetiştirme Yurtları Projesi de bu alanda yapılan çalışmalardandır. Yapılan bu çalışmalarda düzenli olarak her hafta sonu çocuklarla etkinlikler düzenlenmekte ve onlarla vakit geçirip çeşitli sosyal aktiviteler yapılmaktadır. Projeye katılan öğrenciler yaşadıklarından son derece memnun olduklarını ve daha fazla neler yapılabileceği hakkında ki görüşlerini dile getirmişlerdir. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ile Milli Eğitim Bakanlığı Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol dahilinde sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumlarının çalışma alanları ve referansları genişletilmiştir. Sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumunda yetişmiş kız meslek lisesi mezunu olan kızların yetiştirme yurtlarında istihdam edilmesini öngören protokol, bu alanda yapılan en iç açıcı çalışmalardandır. Aynı ortamdan gelen “Eğitimli Bakıcı Anneler” iş ve istihdam ortamı bularak hayata kazandırılmış, annelik yaptıkları çocukları da bildiklerinden uyum sorunları yaşamamışlardır.71 Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü arasında imzalanan 26.02.2007 tarihli İşbirliği Protokolü; Kurum tarafından verilen hizmetlerin ve koruyucu önleyici sosyal hizmetlerin etkin kılınarak halkın bilinçlendirilmesinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın toplum üzerindeki etkinliğinden yararlanmak, Kurum tarafından bakılan kadın, çocuk, genç, yaşlı, özürlü vb. kişilerin "Türk örf, adet, inanç ve milli ahlakına sahip kendine güvenen, insan sevgi ve saygısıyla dolu, Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun olarak yetiştirilmelerine" yardımcı olmak, Diyanet İşleri Başkanlığı personelini Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun vermiş olduğu hizmetler hakkında bilgilendirmek amacıyla hazırlanmıştır. Protokolde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yükümlülükleri; - Kurum tarafından bakılan kadın, çocuk, genç, yaşlı, özürlü vb. kişilerin “Türk örf, adet, inanç ve milli ahlakına sahip, kendine güvenen, insan sevgi ve saygısıyla dolu, Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun olarak yetiştirilmeleri" amacıyla bilgilendirilmelerinde İlahiyat eğitimi almış, konusunda uzman personel görevlendirmek suretiyle yardımcı olmak, 70 John Bowlby, Çocukları Anlamak, Gendaş Yayınları, İstanbul, 1998, s.71 71 Milli Eğitim Bakanlığı, Eğitimde İşbirliği Protokolü Uygulamaları Genelgesi, 2006/30. 63 -Toplumun bilinçlenmesinde; çocuk ihmal ve istismarının önlenebilmesi için, ailelerin bakabilecekleri kadar çocuk sahibi olmaları, çocukları küçük yaşta evlendirmemeleri, sokakta çalıştırılmaması, suça yöneltilmemesi ile töre cinayetleri, koruyucu aile, ailelerin çocukları ile sağlıklı ilişki kurması ve sokakta bekleyen tehlikeler gibi konularda toplumda bilinç ve duyarlılığın arttırılması, - Başkanlığın din görevlilerine yönelik hizmet içi eğitim programlarında, Kurumun vermiş olduğu hizmetlerin tanıtımına yer vermesi, - Konu ile ilgili verilerin Başkanlığın web sayfasında yayınlanarak halka ulaşmasını sağlaması, - İlgili kurum ile işbirliği içerisinde bulunarak çalışmalarla ilgili gerekli koordinasyonun sağlanması, -Başkanlığın süreli ve diğer yayınlarının imkanlar ölçüsünde, bağlı kuruluşlarda bulunan kütüphanelere ücretsiz olarak verilmesine yardımcı olunması şeklindedir.72 Bilimsel olarak çocuğun en iyi yetişebileceği ortamın aile ortamı olduğu, çocuğun kimliğini ve kişiliğini ailesinin belirlediği ve yön verdiği bilinmektedir. Şayet çocuk aile ortamında bakılamıyorsa ve kurum bakımında ise çocuğun günlük aktivitelerini yerine getirebilecek imkanların yanında temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek koşulların hazırlanarak sunulması ile birlikte kişilik gelişimine katkı verebilecek, onun sağlıklı ve kendine güvenen birey olmasını sağlayacak uygulamalara ihtiyaç vardır. Bu süreçte görev alacak personelin kimlerden ve nasıl olacağı, öncelikle konu ile ilgili meslek elemanlarının bu tür kuruluşlarda istihdamı çok önemlidir. Kuruluşlarda istihdam edilen sosyal hizmet uzmanı, psikolog, çocuk gelişim uzmanı ile birlikte dini danışman da mutlaka istihdam edilmelidir. Yetiştirme Yurdunda kalan çocukların dini rehbere ihtiyaçlarının olduğu açıktır. Rehber ya da Dini danışman terimlerinin anlamlarına baktığımız da; Rehberlik bir insandan diğer bir insana; problemler karşısında seçenekler sunmak, o problemleri tanımasını sağlamak ve çözüm önerileri sunarak yardım etmek demektir. Rehberlikte, özellikle bireyin kendini tanımasına ve gerçekleştirmesine ağırlık verilmektedir. Rehberin görevi ise, varılacak olan nokta ve oraya giden yolları ve her birinin özelliklerini belirtmek, yolda durulacak, görülecek noktaları işaret etmek, yanlış yollara sapılmamasına yardımcı olmaktır. Verilen bilgilerin ışığında yollardan birini seçmek, gidiş şeklini tayin etmek, rehberlik edilenin vereceği kararlardır. Dini danışmanlık ise; daha çok ahlak ve ahiret problemlerinden ortaya çıkan değer sorunlarıyla ilgilenen bir yardım mesleğidir. Dini danışman, kendisine getirilen probleme, danışanın kendisi için belirlediği yardım kaynağı açısından yaklaşır ve danışana yardım eder. Dini danışmanlık teori ve pratikle birlikte oluşur. 73 72 73 Sosyal Hizmetler Ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü 2007/ 1146 Mualla Selçuk, Din Hizmetlerinde İletişim ve Halkla İlişkiler, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 2003, s.129-136 64 İslam dini yetimlere özellikle ilgi göstermiş, Peygamberimiz ise onlara verdiği değeri gerek fiilleri, gerekse sözleri ile bizzat göstermiştir. Kendisi de bir yetim olarak büyümüş olan Peygamber Efendimiz (S.A.V), bazı hadislerinde "yetimin başını okşayan kişinin eli altındaki saçlar kadar günahının affolacağını"74 "yetimin âhını almaktan ve onu ağlatmaktan sakınılması gerektiğini"75söylemiştir. Kur’ân-ı Kerim'de Yüce Allah, yetimlere iyi davranılmasını (Nisa 4/36), onların isteklerini kendi isteklerinden önde tutmayı (İnsan 76/8), onları doyurmayı (Beled 90/15), onlar için harcama yapmayı (Bakara 2/177, 215), mallarının idaresinde en güzel tutumu göstermeyi (En’am 6/152, İsra 17/34), rüşdlerine erince mallarını en güzel şekilde onlara vermeyi, haksızlık etmemeyi (Nisa 4/2, 6, 9), onlara kötü muamele yapmamayı (Duha suresi 93/9) emretmiş; yetimlere ikram edilmemesini (Fecr 89/17) ve onların ezilmesini (Maun 107/2) yermiş ve onların mallarını haksızlıkla yiyenleri karınlarına ateş doldurmuş olanlara benzetmiştir (Nisa 4/10). Sonuç ve Öneriler İslâm inancının insanlığa getirdiği ilkelerden biri olan yetimleri koruma ilkesi tek başına, İslâm dininin yetimlere verdiği önemi ve bizlerin onlarla dinimizin emri olduğu için ilgilenmemiz gerektiğini gösterir. Yetiştirme yurtlarında kalan çocukların maddi her türlü ihtiyaçları en iyi şekilde temin edilmeye çalışılırken, en fazla ihtiyaçları olan dini ve ahlaki gelişimleri geri planda kalmıştır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bu alan da en etkin desteği Din Görevlilerinin vermesi gerekmektedir. Bu bildiri; Diyarbakır’da Yetiştirme Yurdunda kalan çocuklara yönelik yapılan din eğitimi çalışmalarının sistemli hale getirilmesi ve uygulamanın diğer illerdeki yurtlarda da yaygınlaştırılması için konuya dikkatleri çekmek üzere hazırlanmıştır. Diyarbakır Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nda kalan kız öğrencilerle ve yurt yöneticileriyle yapılan birebir görüşmelerde, öğrencilerin dini bilgilerinin seviyesinin tespitine yönelik sorulan sorularda, öğrencilerinin kendi emsallerine nazaran yetersiz dini bilgiye sahip oldukları görülmüştür. İlgili kurumda kalan öğrencilere ilişkin bu araştırmada gözlem, katılımcı gözlem ve açık uçlu görüşme yöntemleri uygulanmıştır. Gözlemler sonucunda öğrencilerin dini bilgileri edinebilecekleri bir ortam olması halinde memnun kalacakları sonucuna varılmıştır. Yetiştirme Yurtlarında “Gönüllü Ablalık” projesi gibi varolan çalışmaların benzerlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da uygulamaya geçirilmesi dini bilgileri severek öğrenebilmeleri açısından olumlu olacaktır. Diyarbakır İl Müftülüğüne bağlı Toplu Konut Kur’an Kursunun öğrencileri ile birlikte bu alanda bir takım çalışmalarımız olmuştur. Öğrencilerle beraber yetiştirme yurdu ziyaretlerinde bulunup, ev ortamından mahrum olan çocukları evlere davet edip, ramazan ayında ve önemli günlerde bir araya gelerek güzel vakitler geçirilmiştir. Ziyaretlerin sonunda, 74 75 İbn-i Hanbel, Müsned V, 250. İbn-i Mace, II, 1213 65 öğrencilerin yapılan bu ziyaretten çok memnun oldukları gözlenmiş, ilk fırsatta tekrar ziyaret etmek istediklerini belirtmişlerdir. Çocukların ziyaretlerimize verdikleri tepkiler ise hep olumlu olmuştur. İlk ziyaretimizde Kutlu Doğum Haftası olması münasebetiyle çocuklara çeşitli ikramlar ve Diyanet İşleri Başkanlığının yayınlarından kitaplar hediye edilmiştir. Gelenek haline getirmeyi hedeflediğimiz bu ziyaretlerin hem Kur’an Kursu’nda öğrenim gören öğrenciler, hem de yetiştirme yurtlarında kalan çocuklar için faydalı olacağını düşünüyoruz. Resmi ziyaretlerden hoşlanmadıklarını söyleyen çocuklar, daha sıcak ve samimi ortamlarda daha rahat hareket etmektedirler. Bu açıdan ziyaretlerimizde onların hoşlarına gidecek uygulamalara yer vererek duygusal yakınlık sağlanmıştır. Cezaevlerine yönelik din hizmetleri konusunu özel olarak ele alan Diyanet İşleri Başkanlığının, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumlarında ki gençlere yönelik vaaz programlarını da organize ederek, yurtlarda gerekli uzman personeli istihdam etmesi gerekmektedir. Burada hizmet verecek Diyanet personelinin pedagojik formasyona sahip, insan ilişkilerinde başarılı, hepsinden önemlisi din hizmetlerinde olduğu gibi, bu iş için gönüllü olması esastır. Kur’an Kurslarımızda Yaz Kursları adıyla yaz mevsiminde ilköğretim çağında ki çocuklara verdiğimiz eğitimin benzerinin, yetiştirme yurtlarındaki çocuklara yönelik olarak da gerçekleştirilmesi, dini terbiye alma konusunda aile eğitiminden yoksun olan çocuklara bir nebze yol gösterici olacaktır. Ayrıca kandil gecelerinde Kur’an Kurslarında ve Camilerde yapılan programların çocuklara hitap eder tarzda, slayt gösterileri, piyesler, ilahiler gibi çeşitli etkinliklerle buralarda da gerçekleştirilmesi, çocukların dini günler ve gecelerden mahrum kalmamaları adına atılabilecek adımlardandır. Gençlerle yapılan görüşmelerde ilmihal bilgilerinin yetersizliği dikkat çekicidir. 12-18 yaş grubunda bulunan gençlerin temizlik, abdest, gusül gibi konularda bilgilendirilmeye ihtiyaçları vardır. Bu alan da istihdam edilecek olan personelin öğrencilerle samimi bağlar kurması, haftanın belli günlerinde, yönetici ve öğretici personelce tespit edilen dini konularda veya öğrencilerin merak ettikleri konular üzerinde konuşmaları için gerekli ortamın sağlanması faydalı olacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü arasında imzalanan İşbirliği Protokolü çerçevesinde Diyanet İşleri Başkanlığının konunun hassasiyetine dikkatleri çekmesi ve en kısa zamanda burada yapılacak olan hizmetleri organize etmesi gerekmektedir. Diyanet personelinin kendi çabalarıyla yapmaya çalıştığı bu tür hizmetlerin göz ardı edilmemesi en kısa zamanda organize edilerek düzenli hale getirilmesi Diyanet İşleri Başkanlığının en elzem görevi olmalıdır. Çünkü buralarda yetişen çocukların kötü yollara teşvik edilmesi ve zorlanması sonucunda Cezaevlerine düşmesi yaşanan olaylardandır. Cezaevine düşmeden bu çocuklarla ilgilenmek, iyi ve kötüyü ayırt etmelerini sağlamak elbette daha anlamlı olacaktır. 66 Kaynaklar 1. Feriha Baymur, Yeni Doğmuş Çocuk ve Süt Çağında Eğitim, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1952, s.14 2. Haluk Yavuzer, Ana-Baba ve Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986, s.24 3. Laurence Pernoud, Çocuğumu Büyütüyorum, Çev: K. Denizyaran, 2. Baskı, İstanbul, 1975, s.148 4. Haluk Yavuzer, Çocuğunuzun İlk Altı Yılı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1997, s.9 5. Mehmet Emin Ay, Çocuğun Dîn Eğitiminde Ailenin Önemi, I. Aile ve Çocuk Sempozyumu, Bursa, 4-6 Ekim 1991. 6. Kerim Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1983, s.46. 7. Beyza Bilgin, Mualla Selçuk, Din Öğretimi, Gün Yayıncılık, 4. Baskı, Ankara, 1999, s.217 8. Talip Atalay, İlköğretim ve Liselerde Dindarlık, Dem Yayınları No: 25, İstanbul, 2005, s. 87 9. Şerafettin Sayar http://www.sosyalhizmetuzmani.org. 10. Harran Üniversitesi, Toplumsal Duyarlılık Projeleri. 67 11. John Bowlby, Çocukları Anlamak, Gendaş Yayınları, İstanbul, 1998, s.71 12. Milli Eğitim Bakanlığı, Eğitimde İşbirliği Protokolü Uygulamaları Genelgesi, 2006/30 13. Sosyal Hizmetler Ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, 2007/1146 14.Mualla Selçuk, Din Hizmetlerinde İletişim ve Halkla İlişkiler, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 2003, s.129-136 15. İbn-i Hanbel, Müsned V, 250 16. İbn-i Mace, II, 1213 Dinler Arası Evlilikler Problemleri ve Çözüm Önerileri Doç. Dr. Hamit ER 68 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Giriş Hemen her din kendini koruma ve dejenerasyonu önlemek için farklı dine mensup olanlarla evlenme konusunda bazı sınırlamalar getirmiştir. Farklı dinlere inanan insanların birbirleri ile evlenmeleri çok eski tarihlere dayanmakta olup bunun sosyal bir olgu olduğunu kabul etmeliyiz. Gerek Avrupa kıtası içerisindeki milletlerin kendi aralarındaki evlilikleri, gerekse bu kıta ile yakın ilişki içerisinde olan İslam ülkeleri (Araplar, Türkler, İranlılar ve diğer Akdeniz ülkeleri) vatandaşlarının Hıristiyan ülke vatandaşları ile evlilikleri Dinler arası evlilik kavramı içerisinde değerlendirilmektedir. Bundan otuz yıl öncesine kadar Dinler arası evlilik denildiğinde Katolik-Ortodoks, Katolik-Protestan, Ortodoks-Protestan veya Hıristiyan-Musevî evlilikleri anlaşılmakta idi. Halen bu tanım geçerliliğini korumakta olup sınırlarının biraz daha genişlediğini görmekteyiz. İlk karma ve Dinler arası evlilikler hakkında yazılan yazılar ve bu konu etrafında oluşan problemler yukarıda bahsi geçen dinler (Hıristiyan mezhepler ve Musevîler) hakkında olmuştur, halen de olmaya devam etmektedir. Dinler arası evlilikler özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında artmış ve bu kavramda genişleme meydana gelmiştir. Dinler arası evlilik kavramına İslam dünyası, Uzak Doğu dinleri ve Afrika dinleri de dâhil olmuştur. Savaş sonrasında Avrupa’nın imarı için getirilen sömürge ülke vatandaşları ile bu ülkelerdeki işçi açığını kapatmak için Avrupa’ya gelen üçüncü dünya ülke vatandaşları, geldikleri bu ülkelerde, kendilerine bir eş bulmaları çok doğaldı. Belki başlangıçta hiç birisi buralarda kalıcı olduklarını düşünmüyorlardı. Biraz para kazanıp memleketlerine dönmeyi hayal ediyorlardı. Ancak, ilerleyen zaman içerisinde gurbete geldikleri bu topraklar bundan sonra birçoğunun çocuklarının ana vatanı olacaktı Bu insanların yaklaşık % 50’sini Müslümanlar oluşturmaktadır. İnsanlar gerek iş, gerek eğitim gerekse turizm ve saire gibi sebeplerle farklı ülke ve dinî topluluklarda uzun veya kısa süreli bulunmaktalar. Doğulular için Avrupa’nın teknolojisi ve bilgi birikimi; Avrupalılar içinse Doğunun egzotizmi ve mistisizmi cezp edici idi. Bu da 69 insanların birbirlerine ilgi duymaları için yeterli bir sebepti ve sosyal etkileşim olarak devamı da gelecekti. Bir kadınla erkek birbirleri ile karşılaşırlar, birbirlerinden hoşlanırlar, birbirlerini severler, evlenirler ve birlikte yaşarlar. Bu son derece doğaldır; Hele küreselleşen ve gittikçe küçülen dünyamızda. Bir de buna küresel iletişim ve buluşma ortamı olan siber âlemi eklersek sınırların tamamen ortadan kalktığını göreceğiz. Dinler arası evlilikler özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika kıtasında son otuz yılda hızla artmakta olduğunu görmekteyiz ve bu durum önümüze ciddi bir toplumsal problem arz etmektedir. (Artışın neden bu ülkelerde olduğunu sanırım hemen herkes tahmin ediyordur.) Problem anne-baba, çocuk ve yakın akrabalarla birlikte, içinde yaşanılan toplumu da yakından ilgilendirmektedir. Bizi burada her şeyden çok, Müslüman bir ferdin farklı bir dinden biri ile evlenmesi ve kurdukları ailenin durumu ilgilendirmektedir.76 Ancak olay sadece din ile sınırlandırılmamalıdır. Dinler arası evlilik kavramı bu açıdan dahi çok çeşitlilik arz etmektedir. Şöyle ki; din farklılığı ile birlikte: a) farklı dili konuşan kimselerin evliliği, b) aynı dili konuşan fakat farklı dinden evlilik, c) farklı ülkeden evlilik, d) aynı ülkeden fakat farklı dinden evlilik, e) özellikle Avrupa’da birinci neslin evliliği ve ikinci neslin evliliği, f) Müslüman erkeğin diğer dinden kadınla evliliği, g) Müslüman kadının diğer dinden erkekle evliliği gibi. Başlangıçta farklı dinden olup çiftlerden biri diğerinin dinini kabul etti ise bunu Dinler arası evlilik kavramı içinde değerlendiremiyoruz. Ancak belli oranda benzer neticeler gösterdiklerini söylemek mümkündür. Çünkü din değiştirenlerin birçoğu bunu sadece karşı tarafı memnun etmek veya evlenmeye engel teşkil eden bir problemi gidermek için yapıyor. Dinler arası evliliklerden meydana gelen aile bireylerinin her biri açısından olay farklıdır. Olayın merkezine kadını koyduğumuzda değerlendirmeler farklı sonuçlar verebileceği gibi; Merkeze alınan baba, çocuk, yakın akrabalar, toplumlar ve dinlerin her biri açısından da farklı sonuçlara varılacaktır. Ancak tüm bunları burada değerlendirebilmemiz mümkün olamayacaktır. Çünkü böyle bir çalışma uzun soluklu bir araştırma projesini gerektirmektedir. Burada da Dinler arası evlilikler ile ilgili Avrupa, Amerika ve Kanada gibi ülkelerde birçok çalışma ve kurum (sivil ve resmi) bulunmasına karşın özellikle bizim ülkemizde bu konu ile 76 Biz burada iki farklı dinden olan kişilerin evliliklerini sosyal bir olgu olarak ele alıyoruz ve olaylardan hareketle tezimizi ortaya koyuyoruz. İslam Hukuku’ndaki izin ve sınırlamalar konumuzun dışındadır. Çünkü sosyal vakıa çoktan bu sınırları aşmıştır. İslam Hukuku açısından daha geniş bilgi için bkz: Nihat Dalgın, İslam Hukukuna Göre Müslüman Gayr-i Müslim Evliliği, Samsun 2005. 70 ilgili hiçbir çalışma ve hazırlığın olmadığını söylemek mümkündür. İslam dünyasında konu ile sadece Fas, Cezayir ve Lübnan’ın ilgili olduğu görülmektedir.77 Karma Aileler İki farklı dinden ve kültürden bir kadınla bir erkek karşılaşırlar, birbirlerini severler, evlenirler ve birlikte yaşarlar. Aşk ve sevgi varken ortada bir problem yoktur, her şey yolunda gider. Ne zaman ki aşk ve sevgi yorulur, o zaman farklılıklar gün yüzüne çıkmaya başlar. Bu arada çocuk doğar. Çocuk yokken farklılıkları ve tartışmaları örtmek kolay olur, ama çocuk olunca çiftlerden her biri kendi kültür ve dinini ona aktarmaya çalışır ve aralarında bitmek bilmez bir rekabet başlar. Anne-babanın biri Müslüman diğeri Hıristiyan, aynı eğitimi almamışlar, aynı geleceği de düşünmüyorlar. Müslüman olan koca yıllar sonra ülkesine dönmeyi planlıyor. Karısında kendi ülkesinin kadın imajını bulamaz. Zamanla çocuklar annelerinin ülkesinin kültürüne göre şekillenir. Bu durumda adam kendini yalnız hisseder, kendi ülkesinin özlemi içinde büyür ve çocuklarını (alabilirse) alıp gider. Anne yıkılır. Böylece iki ülke kanunları karşı karşıya gelir, her iki ülke de olaya farklı yaklaşır ve bu iki ülkenin de umurunda değildir. Bu şekilde aileler parçalanır ve çocuklar acı çeker. Geride bırakılan anne veya baba perişan olur. Verdiğimiz bu gerçek senaryo karma ailelerde sıkça karşılaşılan birçok olaydan sadece bir modeldir. Medyada bu tür örneklerle sıkça karşılaşmaktayız. Dinler arası evlilik yapacak olan çiftlerden her biri bu olayı çok ciddi olarak derinlemesine düşünmelidir. Evlilik öncesi aşk havası içinde iken çiftlerin, hayal ettikleri ve sahip oldukları prensipleri bütünü ile konuşmaları mümkün değildir; Hele evlenmeyi düşündüğü adayı ya bir fırsat ya da hemen her yönden mükemmel görürken. Ancak, ne zaman ki hayatın gerçekleriyle karşı karşıya gelinir ve bir de çocuk olursa, işte o zaman problemler hissedilmeye başlanır. Dinler arası evliliklerde asıl boşanma nedeni çocuklardan dolayı olduğu söylenir ama değildir, asıl sebep hayatını paylaştığı kişinin hayat prensiplerinin farklı olmasındandır.78 Çocuklar sadece farklılıkların farkına varılmasını hızlandırmaktadır. Yani bardağı taşıran damlalardan biridir. Bu tip ailelerde boşanmanın çokluğu temel değerlerin vaz geçilemezliğidir. Evlilik öncesinde özellikle her iki tarafa ait temel değerleri konuşmak gerekir. 77 Kanada, Fransa, Belçika, Fas, Lübnan gibi ülkelerde gerek akademik gerekse devlet kurumlarında ilgili birimler kurulmuştur. Bir de bunlara bağlı olarak Karma aileleri bir araya toplayacak ve yönlendirecek sivil toplum kuruluşları vardır. Ayrıca onlarca Internet sayfası mevcuttur. 78 Denise T. Casimir, “Élever et éduquer des enfants dans un couple mixte”, Pensons Familles, C. 4, S. 29, Ocak 1993. 71 Evlilik öncesi çiftler nerede yaşayacaklarına karar vermeli ve hayatlarını ona göre kurmalıdırlar. Evde bir başka kültür-millet, ev dışında ise oturulan ülkenin kültüründenmiş gibi davranmak aile fertlerinde kimlik problemleri oluşturmaktadır. Yabancı olan eşin veya çocuğun içinde yaşanılan ülkenin kültürüne uyum sağlaması dinî taviz anlamına gelmez. Dinler arası evliliklerde tartışma ve gerginlik yaşama ihtimali çok yüksektir. Özellikle de taraflardan biri dinine ve kültürüne bağlı ise. Doğrusu da her eşin kendi dinine ve kültürüne bağlı olmasıdır. Ancak birlikte yaşamayı başarmak gayretiyle, birbirlerini idare etmelidirler. Bu da bir seviye yüksekliği ister. Farklılıkları doktrinler üzerinde yoğunlaştırma yerine, yaratıcının sıfatları ve iradesi doğrultusunda ve dinlerin birleştirici ve koruyucu ortak prensipleri üzerinde birliktelik sağlama olmalıdır. Bir birlerini ikna yönünde değil, sadece fikir alış-verişi şeklinde konuşmalıdırlar. Eşler birlikte olurken hayatı paylaşıyorlar, teorileri değil. Dolayısıyla teorilerde boğulmamalıdırlar. Aralarındaki dinî ve kültürel sohbeti bir farklılık değil zenginlik fırsatı bilmelidirler. Çiftler aralarında tartıştıklarında ve kavga ettiklerinde “bizde …..sizde … gibi ifadelerden kaçınmalıdırlar. Çünkü bu davranış ötekileştirme yapmak demektir ki, bu da aralarındaki olumsuzlukları bir kat daha artırmak demektir. Çiftler kendi kanaatlerinden vaz geçmek zorunda olmadıkları gibi farklılıkları da görmezden gelmemelidir. Alışıla gelmiş kalıplar üzerinde de durulmamalıdır. Söz konusu olan sadece kendin olmak ve birbirini sevmektir. Bu birliktelik taviz verme anlamına gelmemektedir. Dinler arası evlilikleri beş ayrı döneme ayırabiliriz: 1- Çocuksuz dönem, 2- Çocuklu dönem (06 yaş arası), 3- Çocuklu dönem (7-14 yaş arası), 4- Ergen çocuklu dönem, 5 Emeklilik dönemi. Her dönemde aile fertlerinin karşılaştıkları problemler farklık arz etmektedir. Bu problemlerin neler olduğu metnin içine serpiştirilmiştir. Burada dikkat çekilmesi gereken bir konu daha var ki o da, Müslüman bir gencin farklı bir dinden biri ile evlilik doğrultusunda arkadaşlık ediyorsa, onu vaz geçirmek için baskı kullanılmamalıdır. Baskı genç ile ebeveyni arasındaki mesafeyi artırır. Baskı yapıldığında genç bu işi gizliden yapar ve neticede aileden kopar ve kendi değerlerine karşı negatif düşünceler geliştirir. Bunun yerine, arkadaşını eve ve aile ortamına davet etmesi için fırsat verilmelidir ki, aday ailenin değerlerini ve yetişme şeklini tanısın ve ona göre karar versin. Bu durumda ya uzaklaşır ya da ailenin değerlerine ve dinine yaklaşır. İstatistik 72 Dinler arası evlilik ve karma aileler ile ilgili net rakam vermek gerçekten çok güçtür. Çünkü Avrupa ülke vatandaşlarının kimliklerinde din hanesi yoktur. Ayrıca, Avrupa’da yaşayan göçmenler ve gurbetçiler, bulundukları ülkenin kimliğini alıyorlar, sonra da geldikleri ülkeden biri ile evleniyorlar ve onu Avrupa’ya götürüyor. Bir başka zorluk ise Dinler arası evliliklerin bazen gizli tutulması, bazen de resmi prosedürün zorluğundan dolayı kayda geçirilmemesidir. Birçok çift de ileride zaten boşanacaklarını bildikleri için resmî işlem yapmamaktadır ama aile hayatı yaşayıp çocuk sahibi oluyorlar. Fransa’da Dinler arası evliliklerin bazı yıllara göre istatistikleri şöyledir: 1982 % 6.7 1990 % 10.6 1988 % 8.6 1993 % 11.8 Fransa’da % 11.8, 5 900 000 kişi demektir yani her sekiz kişiden biri Dinler arası evlilik yapmıştır.79 Fransa’da 2001 yılında 40 000 Dinler arası evlilik gerçekleşmiştir. Buna ilaveten bir de Fransa dışında Büyükelçiliklerde yapılan evlilikler vardır. 2003-2004’de Fransa’da Dinler arası evlilik yapmış iki milyon çift bulunmaktadır.80 Bu rakamlar Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı Almanya, İngiltere ve Belçika gibi ülkelerde de benzerdir. Kanada’da 1991’de Dinler arası evliliklerin oranı % 5.6, 2001’de ise % 7’dir.81 Bu rakamlar bize Amerika kıtası ile Avrupa’nın birbirlerine oran olarak yakın olduğunu göstermektedir. Ülkemizde ise farklı dinden biri ile evlilik, son zamanlarda azımsanmayacak kadar çoğalmıştır. Başta Akdeniz sahil şeridi olmak üzere Kapadokya bölgesi, İstanbul ve Doğu Kara Deniz ön plandadır. “Marmaris Nüfus Müdürlüğü kayıtlarına göre, ilçedeki evliliklerin % 80’i Türkyabancı evliliğidir. Aslında bütün sahil bandında durum bundan farklı değil. Bu evliliklerden uzun süre devam edenleri ise yok denecek kadar azdır. En yaygın olanı İngilizlerle yapılan evliliklerdir82. Onu Almanlar, Hollandalılar, Ruslar, İsveçliler, Norveçliler, Danimarkalılar ve Finlilerle yapılan evlilikler izlemektedir. ABD, Brezilya, Kenya, Rusya, Ukrayna, Arjantin hatta Uganda’dan da gelinler mevcuttur.” Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün yabancılarla evlenen Türklere ait 2002 yılı istatistik sonuçları, Türk insanının eş Mariage mixte ou l’amour de la différence”, L’Humanite, 17 Ocak 1997. 79 Aline Andrea, “ 80 Guillemette De La Borıe, La Croix, 31 Aralık 2003. 81 Statistics Canada, Couples (married and common-law) by visible minority status, Canada, 2001 and 1991 82 Zafer Özcan, “Sahillerin Kayıp Nesli”, Aksiyon, Sayı 552. 73 seçimindeki beğenilerini de ortaya koyuyor. Yabancıyla evlenen Türk kadını, Almanlardan sonra diğer Avrupa ülkelerinden ve Amerika’dan eş seçerken, Türk erkeği Azeri ve Rus kadınları tercih ediyor. Ortaya çıkan verilere göre, Türk erkekler, kadınlara göre, daha çok yabancı ile evleniyor. Yabancılarla evlilik yapan 24 bin 840 Türk vatandaşının, 17 bin 668’ini erkekler, 7 bin 174’ünü ise kadınlar oluşturuyor.83 Elbette burada şunu da söylemek gerekir. Bu evliliklerde boşanma oranı diğer evliliklere göre daha çoktur. Aslında bu konudan bahsederken Dinler arası evlilikten değil, dinler arası boşanmadan söz etmeliyiz. Dinler arası evliliklerde boşanma yüzdesi çok yüksektir. Dinler Arası Evlilikteki Problemler ve Şanslar Nikâh, Çocukların vaftizi, Çocukların isimleri, Çocukların Sünnet olmaları, Çocukların iki mabet arasında bölünmeleri, Hangi Din Eğitimi ve nasıl, Teolojik tartışmaları anlamamak ve anlam kodlama farklılığı, Dinî bayram ve günlerin farklılığı, Yeme ve içme farklılığı, Kıyafet ve giyim, Farklı temizlik anlayışları, Toplu olarak bir arada bulunma ve davranış, Çiftlerin arasında ilişki bozukluğu ve geleceği paylaşma. Bu problemlerin yanında şu şansların var olduğunu görmezden gelemeyiz. Kendi inancını keşfetmek, 83 Aslı Uyur-Özlem Eroğlu, “Türkler Eş Olarak Almanları Seçti”, Sabah, 5 Ocak 2004. 74 Daha önemli ile önemli olanı ayırmak, Gelenek ve din arasındaki ayırımı yapmak, Ön yargılarını aşmak, İnancı rutinden çıkararak yaşamak, Daha toleranslı ve açık olmak, Dinler arası evlilik sebebiyle sosyal ilişkilerin yayılması. Bazı Tespitler Dinler arası evlilik ekonomik veya siyasî sebeplerden kaynaklanmaktadır. Avrupa’da Dinler arası evliliklerin çoğunluğu kadın yerli, erkek dışardan şeklindedir. Ancak son zamanlarda dışardan gelen Müslüman bayanların Avrupalı Hıristiyan erkeklerle evlilikleri hızla artmaktadır. Ülkemizde ise durum tam tersinedir. Ancak yurt dışına eğitim amaçlı giden bayanlardan farklı dine mensup kişilerle evlilik yapanların sayısı azımsanmayacak derecededir. Dinler arası evlilik yapan çiftler iki dünyanın baskısı altında kalıyorlar. İki kültürü evlendirmek kolaydır ama iki dini evlendirmek neredeyse mümkün değildir. Dinler arası evliliklerin sonucu büyük bir yüzdeyle boşanma ile neticeleniyor. Dinler arası evlilikten meydana gelen çocuklar kendilerinin sebep olmadığı bir sonucun kurbanı olmaktadırlar. Dinler arası evlilikte normal evlilikte olduğu gibi çiftler birleşiyor ve ayrılıyor; ancak bu tür evliliklerde oluşan problemlerin büyüklüğü dikkat çekicidir. Burada problem dinî merkezli olup dinî ve ahlakî değerler yıpranmaktadır. Bir diğer ciddi yönü ise çocuk merkezli oluşudur. Dinler arası evliliklerde özellikle kadınların evlilikleri artı sorun oluşturuyor. Kocanın Müslüman olmayışı hazmedilmesi ve kabullenilmesi güç bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Dinler arası evliliklerde olumsuz ilişkiler daha çok araştırmaya konu olmaktadır. 75 Dinler arası evliliklerde çocuklar doğdukları ortama daha çabuk adapte oluyorlar, ancak ebeveynden diğerinin ülkesine gidilince çocuklar yabancı muamelesi görüyor. Burada güçlü olan kültür ve ülke baskın geliyor. Karma ailelerde çocuğa yaklaşım sorunu var, (yabancı) baba daha baskıcı, (yerli) anne daha toleranslı, özellikle kız çocuklarına karşı daha fazla baskı kullanılıyor. Karma Ailelerde Çocuklar Karma ailelerde çocuk oluncaya kadar çiftler birçok gerçeğin farkında değildir. O zamana kadar sanki her şey toz-pembedir. Çocuk iki ayrı dinden ve kültürden gelen bu çiftlerin bir birlerinden ne kadar farklı olduklarını ortaya çıkarır. Bu farklılıklar da aileyi birbirinden uzaklaştırmaya başlar ve büyük bir yüzde ile ayrılıkla son bulur. Her şeye rağmen ailenin devam etmesi için tavizler, toleranslar vs. devreye girer. Bu tür evliliklerin % 90 ı Avrupa’da olduğundan, aileye ve gidişata hep batı kültürü ve dini baskın gelir. Ülkemizde yapılan dinler arası evliliklerde de durum farklı değildir. Neticede Müslüman kaybetmeye mahkûmdur. Avrupa ve Kuzey Amerika’da hemen her ülkede karma evlilik yapan kişilere resmî veya sivil toplum kuruluşları tarafından destek verilmektedir. Bu organizasyonların arkasında da genellikle dinî kurumlar yer almaktadır. Çocukların Din Seçimi ve Eğitimi Karma ailelerle ilgili sorunların genelinde, en hassası çocuğun din seçimi ve eğitimidir. Çocuklar için seçilecek din, onlara dinden bahsetme şekli, konulacak isimler, ibadet ve âyin usûlü, kutlanacak bayramlar ve dinî günler çok ciddi tartışma ve bölünmelere neden olmaktadır. Burada karşımıza çıkan ilk problem çocuğun ismi konusudur. Çünkü isim kültürel olduğu kadar dini bir kimliktir. Bir tercih ve yönelimdir. Anne-babalar kendi kültür ve dinlerine bağlılıklarının sembolü olacak isme ayrıca önem vermekteler. Çocuğun ismi bir dine-kültüre belirgin bir şekilde aitse, çocuk kendini diğer din-kültür tarafından dışlanmış hisseder. Fransız dede-nene için torununu Muhammed diye çağırmak zorunda olması ne kadar zordur veya yaz tatilinde memlekete gidince Victoria adında küçük bir kızın kuzenleri Leyla ve Merve ile oynamaları ilk bakışta normal gibi görünse de, birbirlerine ne kadar yabancı oldukları ortadadır. 76 İsim seçiminde dört farklı tutum gözlenmektedir: 1- En mantıklı görünen ve en çok rağbet gören seçim Müslüman ve Hıristiyan kültüre ait ortak isimlerdir. Âdem-Adam, Meryem-Myriam, Cebrail-Gabriel, İlyas-Elias, YusufJosef, İsmail-Smael, Zekeriya-Zacharie, Sara-Sarah, Nuh-Noah, vs… 2- Bazı aileler her iki tarafın da kabul edeceği ve her yerde geçerli olan isimler tercih etmektedir. Bunlardan bazılarının diğer kültürde karşılığı mevcuttur. Bazılarının da fonetik benzerliği vardır. Diğer bir kısmı da uluslar arası özelliğinden dolayı tercih edilebilir. Çünkü böyle olduğunda hemen hangi kültüre ait olduğu anlaşılamıyor. Sofya, İnes, Yasmin, Nil, Nadia, Kamelia, Reyyan, Destina, Melisa, Helen, İskender, Enis, Sami, Mervan, Rami, Dilan, İris gibi. 3- Bazı aileler çift isim seçeneğini kullanıyorlar. Bu da çocuğun çift taraflılığının somut yansımasıdır. Her türlü isim konbinizasyonunu bulmak mümkündür; En klasiğinden en radikaline kadar. Caroline-Leyla, Maria-Selma, Nolwen-Meryem, Louis-İbrahim, Christophe-Celil gibi. 4- Son olarak, aile içerisinde dominant olan eşin ait olduğu kültürden isim seçiminin yapılmasıdır. Bu durumlarda çocuk kendini diğer kültürde dışlanmış hissedebilir. Burada diğer taraf her durumda çocuğa bir gayr-i remi olarak kendi kültürüne ait isim vermektedir. İkinci problem ise, vaftiz ve sünnet olayıdır. Çocuklar genelde vaftizsiz ama erkeklerin hemen hepsi sünnet oluyor. Çünkü vaftiz dine giriş demektir ama sünnet böyle değerlendirilmemektedir. Çocukta anlama ve kavrama melekesi gelişmeye başladıktan sonra din eğitimi ve öğretimi problemi başlamaktadır. Karma ailelerde, anne-babada olduğu gibi çocuklar da dinlerden birini seçmek durumundadır. Eşler çocukların bu durumunu göz önünde bulundurarak öncelikle, nerede ve nasıl yaşayacaklarına karar vermelidirler. Çünkü bu karar çocukların din eğitimi ile yakından alakalıdır. Müslüman bir ülkede mi yoksa Hıristiyan bir ülkede mi? Türkiye’de mi yoksa bir Avrupa ülkesinde mi? Akraba ilişkilerinin sık olduğu bir toplumda mı yoksa bireysel mi? Din serbestliği olmayan yerde mi yoksa laik ülkede mi? Çocuğun din eğitimi ve öğretimi konusunda karma aileler farklı tutumlar izlemektedirler. En yaygın olanı ebeveynden her biri, çocuğa kendi dinini öğretmeye çaba göstermesidir. Bu durum psikolojik olarak çocuğu zor durumda bıraktığı gibi anne-baba arasında başlıca tartışma ve kavga nedeni olmaktadır. Taraflardan her biri açık veya gizli olarak diğer dini kötülemekte; bu da çocukta aileye ve topluma olan sevgi ve güven duygusunun 77 kaybolmasına sebep olmaktadır. Bu tür ailelerde çocuklar her iki dini de reddetmekte ve neticede ateist olmaktadırlar. Bazı aileler çocuğa her iki dinin temel bilgilerini aktarmayı tercih etmekteler. Allah’a iman, yaratıcıya dua ve güven, güzel ahlak gibi. Daha sonra çocuğun kendi dinini kendisi seçmesi istenir. Çocuk daha sonra öğreneceği bilgileri bu temel üzerine oturtabilir. İlk bakışta din seçimini çocuğa bırakmak, ona saygı gibi görünebilir. Ancak buradaki asıl neden eşlerin birbirlerine gösterdikleri saygıdır. Çocuklara bırakılan bu sorumluluk çocukları korkutmaktadır. Çocukta olan endişe doğru dini seçip-seçememe değil; anne-babadan birini seçme olmaktadır. Bu durumda çocuk genellikle her iki dini de seçmemektedir. Yetişkin çocuklardan çok azı bir din seçmekte, bazıları Hıristiyan-Müslüman olduklarını veya her iki dinde büyüdüklerini, bunun kendilerine bir zenginlik kattığını ama ikisi de olmadıklarını söylüyorlar.84 Bazı aileler ise çocuğa her iki dini birlikte öğretmektedirler. Eşler çocuklara kendi dinini anlatırken diğer dini de iyi bilmeleri gerekmektedir, ancak böyle doğru karşılaştırma yapabilirler. Çocuk bir yandan kiliseye gidiyor, bir yandan da camiye veya Kur’an kursuna. Burada öğrenilenlerden ziyade din adamının tutumu önem arz etmektedir. Fransa’da yaşayan on bir yıllık evli bir çift yaşadıkları tecrübeyi şöyle anlatıyor. Müslüman olan erkek eş: “çocuklara İslam dinî bilgilerini vermek kolay olmuyor. Çünkü batı toplumunda yaşıyoruz. Tatil günlerinden dolayı Hıristiyan dinî günlerini anlamak onlar için daha kolay oluyor. İslam dini onlar için hala soyuttur. Hıristiyanlıkta peygamberlerden ve İsa’dan bahseden çok çekici kitap ve materyaller var ama bunun tam aksine İslam’ı tanıtan kitap ve materyaller eksik. Hıristiyanlık bilgisi okulda ve toplumda otomatik olarak veriliyor. İslam bilgisini ise arayarak bulmak zorundayız.” Hıristiyan olan Kadın eş: “Çocuklara İsa’yı anlatmakta zorluk çekiyorum. Çünkü bu çok hassas bir konudur. Ama diğer dinî sorumlulukları kolaylıkla aktarabiliyorum”.85 Bir diğer tutum ise, aileler çocukları için bir başlangıç dini seçiyorlar. Genellikle, çocukların yaşamakta oldukları topluma zorluk çekmeyecek şekilde uyum sağlamaları için; Türkiye’de İslam, Avrupa’da Hıristiyanlık gibi. Ancak buradaki din eğitimi çocukta diğer dinin değerlerine açık olmayı gerektirmektedir. Bu da çok kolay bir şey değildir elbette. Batı’da okul öncesi ve ilköğretim okuyan her çocuk Hıristiyan kültürünün bir parçasıdır. Buna anne-babası 84 Nicole El M., “Comment transmettre un double héritage religieux à nos enfants?”, Accueil et Rencontre, Kış 2002. 85 Dominique-Abderrahim, “Une foi à deux voix”, Revue Alliance, Mayıs-Ağustos 2001, s, 135–136. 78 Müslüman olan çocuklar da dâhildir. Avrupa’da dini gün ve olayları eğitimden ayırmak mümkün değildir. Hemen her hafta bir aziz günüdür ve programda yer almaktadır. Karma ailelerden bazıları ise, karşılaştıkları problemlerin üstesinden gelmek, gerek ailevî sorunlar ve gerekse çocuklarının dinî eğitimi konusunda yardım almak için bir araya geliyorlar. Burada düzenli olarak belli aralıklarla toplanıyorlar.86 Kurdukları bu derneklerde her iki dinin temsilcileri de bulunmaktadır. Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde karma ailelerin kurduklar birkaç sivil toplum kuruluşu vardır. Bu dernekler aynı zaman da internet hizmeti de sunmaktalar. Netice Farklı din mensupları ile evlilikler insanlara huzur ve mutluluktan daha çok tamiri zor ciddi problemler getirmektedir. Bu sebepten dinler arası evlilik ve karma evlilikler hemen her toplum tarafından istenmemesine rağmen her geçen gün biraz daha artmaktadır. Var olan bu realiteye sırt çevirmek mümkün değildir. Hıristiyan dünyası problemi çok erken dönemlerde fark etmiş ve gerekli tedbirleri almak için işe koyulmuştur ve bu konuda da bir hayli yol kat etmiştir. Bu tür evlilikleri kendi lehlerine çevirebilmek için resmi ve akademik çalışmalar yapmaktadırlar. Batıda karma ve dinler arası evlilikler ile ilgili literatür şaşırtıcı derecede çoktur. Devlet kurumları içinde birimler oluşturulmuş, Sivil dernekler kurulmuş ve yüzlerce internet sitesi hizmete sunulmuştur. Misyoner kuruluşları bu olayı fırsat bilip ailelerin karşılaştıkları zafiyetleri değerlendirmekteler. Buna karşın ülkemizde ve İslam dünyasında karma ve dinler arası evlilik konusunda bir hazırlığımız olmadığını esefle söyleyebiliriz. Her işte olduğu gibi bu işi de Allah’a havale etmiş görünüyoruz. Tedbirsizliğimizin sonuçlarına da top yekûn toplum olarak katlanmak durumunda kalıyoruz. Hâlbuki kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim dinler arası evlilik konusunu on beş asır önce önümüze getirmiştir. Öneriler 86 Mesela Belçika’da bulunan karma aileler 14 Eylül günü Brüksel’de yıllık olarak toplanmaktadırlar. Bir günlük programda çeşitli sosyal ve ailevî etkinliklerin yanında akademik konferanslarda yer almaktadır. 79 Karma evlilikler sorunu toplumsal bir problemdir. Dolayısıyla bu bir devlet sorunudur. İlgili kurumlar bu konuya eğilmelidir. (Kültür Bakanlığı, M.E.B., Gençlik ve Spor Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu) Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde karma ailelerle ilgili bir birim kurulmalıdır. Vatikan’da bu birim 1960’lı yıllarda kurulmuştur. Yurt dışında yaşayan gurbetçi aile ve çocuklarına yönelik bir eğitim programı hazırlanmalıdır. Avrupa’da görev yapacak olan din görevlilerine bu konunun önemi ayrıca anlatılmalı ve Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın hutbe vaazlar yolu ile konuya dikkati çekilmelidir. Hemen her sene Din Müşavirliklerinin bulunduğu ülkelere konferansçı gönderiliyor. Bu konu için de bir plan yapılabilinir. Yurt dışına eğitim için gönderilen öğrencilere, gitmeden önce özellikle evlilik konusunda detaylı bilgi verilmelidir. Ülkemizde yabancı ziyaretçilerin bol ve sık bulundukları bölgelerde konu ile ilgili çalışmalar yapılmalıdır. Özellikle de Ege, Akdeniz ve Kapadokya bölgelerinde görev yapan din adamları titizlikle seçilmeli veya burada bulunan din adamlarına yabancı kültürler ve karma aileler hakkında hizmet içi eğitim seminerleri düzenlenmelidir. Müslüman toplumlar özellikle yurt dışında, çocukların katılabileceği aile dışı sosyal, kültürel, eğitici ve eğlence içerikli organizasyonlar oluşturmalılar. Bu vesile ile yol ayırımında olan bu nesle bir rehberlik yapılabilinir. İlgili kurumlarca karma ailelere evliliklerinin sıhhatli yürümesi için veya boşanmış olanlara psikolojik ve pedagojik destek verilmelidir. 80 OLAĞANÜSTÜ HALLERDE VAAZ II. OLAĞANÜSTÜ HALLERDE VE KRİZ ANLARINDA VERİLECEK DİNİ HİZMETLERİN PSİKO-SOSYAL TEMELLERİ Dr. Muammer CENGİL Giriş “Olağanüstü haller denildiğinde travmatik yaşam deneyimleri akla gelmektedir. Bunlar kontrol edilemeyen ve duygusal olarak üstesinden gelinemeyen acı veren, ani, beklenmedik olaylara bağlı durumlardır. Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Psikolojisi Anabilim Dalı. 81 Hayat birçok iniş çıkışlar ve yaşamı tehdit eden deneyimlerle doludur. Bu dönemler kişileri farklı duygu, düşünce ve davranışlara iter. Süregelen yaşamını değiştirir. Yeni durumlar oluşturur. Bu yeni duruma uyum becerisi herkeste farklı olabilir. Bazıları bu dönemi sorunlu bir dönem olarak yaşar fakat üstesinden gelmeyi başarır.”87 Bu olağanüstü olay esnasında ve sonrasında bu olayı yaşayanların bizatihi kendisi veya yakınlarının yaşamış olduğu psikolojik durum kriz, travma veya travma sonrası stres olarak da ifade edilmektedir.88 Beklenmedik olağanüstü haller karşısında yaşanan kriz patolojik bir durum değildir, her insan yaşamının belirli yaşlarında böyle bir durumla karşılaşabilir. Böylesi durumlar, kişinin kendini tanıması, değiştirmesi ve olgunlaşması yolunda dönüm noktaları olarak görülebilir ve bir şans olarak değerlendirilebilir. Bir krizin ortaya çıkması ve ilerlemesi, kişilik yapısından, başka insanlarla olan ilişki biçiminden ve içinde bulunan olanak ve desteklerden bağımsız olmakla birlikte bunlarla iç içe girmiş durumdadır.89 Örneğin; beklenmedik bir şekilde olağanüstü olay yaşayan kişiler, korku, çaresizlik, umutsuzluk duyguları veya donup kalma tepkisi vb.’nin hepsini veya birkaçını gösterebilir.90 Olağanüstü hal kavramını ve beklenmedik böyle olaylardan sonra yaşanan psikolojik durumları kısaca belirttikten sonra tebliğimizin diğer bir ayağını oluşturan Din Hizmetleri meselesine de kısaca değinmek istiyorum. Tebliğimizde esas alacağımız hususlar cami içi (vaaz, hutbe,) ve cami dışı (konferans, panel, açık oturum, sempozyum, yazılı ve görsel medyada yer alacak olan programlar vb.)’de din hizmetleri verilirken ele alınması gereken hususlardır. Konuya geçmeden önce beklenmedik olağanüstü durumlarla karşılaşan kişilerin mevcut durumlarını anlamaya çalışmada ve bu sorunlarını aşmada dinin rolüne kısaca değinmek istiyorum. Yaşanılan Olağanüstü Olayın Algılanışı ve Din 87 I. Sayıl, “Olağanüstü Koşullarda Krize Müdahalenin Yeri ve Önemi, Kriz Dergisi, 1 (1): s.,4. Nesim Kuğu, Gamze Akyüz, “Doğal Felaket Deneyimleri ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Risk Faktörleri ve Yaygınlık”, Yeni Symposium, 40 (1): 24-28, 2002; Ebru Sinici ve ark., “Travma Sonrası Stres Bozukluğu Olan Hastalarda Anksiyete Düzeylerinin Değerlendirilmesi”, Acta Orthopaedica et Traumatologıca Turcica, 2004; 38 (2):145-148; Murat Özaltın, Cem Kaptanoğlu, Gökay Aksaray, “Motorlu Araç Kazalarından Sonra Görülen Akut Stres Bozukluğu ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu”, Türk Psikiyatri Dergisi, 2004; 15 (1): 16-25. 89 Y. Sözer, “Psikiyatride Kriz Kavramı ve Krize Müdahale”, Kriz Dergisi, 1 (1), s.,8-9. 90 Peter E. Hadgkinson, Michael Stewart, Coping with Catastrophe, A Handbook of Post-Disaster Psychosocial Aftercare, London, 1998, s., 28. 88 82 Yaşamları olağan akışında devam eden bireyler, hiç ummadıkları bir zamanda hayat akışlarını alt üst eden, kaza, yangın, deprem, sel vb. olayları genelde dine referansta bulunarak anlamaya, algılamaya çalışırlar. Nitekim 1999 depremini yaşayan depremzedeler tarafından depremin dini nitelikli, bilimsel/doğal olay nitelikli, ve dini ve bilimsel nitelikli olmak üzere üç türlü açıklama ve algılama biçiminin olduğu gözlenmiştir.91 Aynı şekilde 1999 Marmara depremi sonrasında Köse ve Küçükcan tarafından 76 depremzede üzerinde yapılan araştırmada da deprem anı ve sonrasında depremzedelerin %9’u şok duygusu yaşadığını, %17’si korkuya kapıldığını, %37’si ise ilk anda kendi irade ve kontrolleri dışında ve güçlerini aşan bu olayın bir kıyamet olduğu düşüncesine kapıldıklarını belirtmiştir.92 Yine 23 Ağustos 2007’de Samsun’da yaşanan sel felaketini yaşayan vatandaşlar da gece yağan yoğun yağmur yağışını Nuh tufanı ile çağrıştırarak kıyamet benzetmesi yapmışlardır. Köse ve Küçükcan’ın depremzedeler üzerinde yapmış oldukları araştırmada ortaya çıkan bir başka sonuçta depremzedelerin %8’inin yaşadıklarını bir imtihan olarak görüp, olayı dini boyutlu olarak değerlendirmeleridir.93 Kula tarafından depremzedeler üzerinde yapılan araştırmada da, araştırmaya katılan depremzedelerin %63 yaşamış oldukları olayı Allah’ın bir cezası olarak düşündüğünü ifade etmiştir.94 Yaşanılan Olağanüstü Olayla Başetmede Dinin Rolü İnsanoğlu her ne kadar ilk başlarda biopsikososyal bir varlık olarak ele alınsa da manevi boyutu göz ardı edilmemesi gerekmektedir.95 İnsanda aciz kaldığı durumlarda aşkın 91 Ali Köse, Talip Küçükcan, Doğal Afetler ve Din, Marmara Depremi Üzerine Psiko-Sosyolojik Bir İnceleme, İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s., 87 92 Köse, Küçükcan, a.g.e., s., 109; Yaşanılan deprem olayının kıyamete anı olarak algılanmasıyla ilgili görüşlere, 17 Ağustos depremi sonrasında bölgede yapmış olduğumuz mülakatlarda biz de şahit olduk. 93 Köse, Küçükcün, a.g.e.,s., 102. 94 Naci Kula, “Deprem ve Dini Başa Çıkma”, Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002/1, s., 244. 95 A. Bayık, Ş. Ergül, “Hemşirelik ve Manevi Bakım”, Cumhuriyet Üni. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 8 (1), 37-44. 83 bir varlığa karşı duymuş olduğu inanç, varoluşsal bir ihtiyaçtır.96 Nitekim zorluk ve kriz anlarında insanların dine yönelmeleri evrensel bir husustur.97 Yapılan çalışmalarda stresli durumlarda dini törenlere katılma, dua etme, kutsal metinleri okuma vb. dini içerikli davranışların yaşanan olayın atlatılmasında olumlu etkileri olduğu gözlenmiştir.98 Farklı dinlerden pek çok kişinin ifade ettiği gibi dini inanç insanların ruhunu derinden kuşatmakta ve onlara gerçek huzuru sunmaktadır.99 Nitekim insan yüce bir yaratıcıya bağlanmak suretiyle, yaşadığı bu dünyada bulamadığı güveni temin etmiş olmaktadır.100 Kula tarafından 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinden sonra bölgede yapılan araştırmada depremzedelerin %76 gibi büyük bir çoğunluğunun, deprem anında bazı dini davranışlar göstererek içinde bulundukları durumdan kurtulmayı amaçladıklarını göstermiştir.101 Aynı şekilde Kula tarafından yapılan bir başka araştırmada doğuştan veya sonradan yaşanılan olağanüstü bir olay neticesinde yaralanarak bedensel engelli durumuna düşen kişilerin de dinden büyük güç aldıkları tespit edilmiştir.102 Çocuklarını kaybeden aileler üzerine yapılan bir başka araştırmada da dini telkin ve sosyal destek alan ailelerin çocuklarının ölümünü daha kolay kabullendiklerini belirlenmiştir.103 Stresli bir durumla karşılaşan insan, anlama, davranışlarını kontrol etme ve öz güven duygusu tehlikeye girdiği için, böyle anlarda dine yönelmektedir.104 Çünkü anlamlı ve tutarlı dini açıklamalar insanların problemlerini çözmelerine ve hislerini düzenlemelerine yardım etmektedir.105 Nitekim insan hayatına bir anlam kazandırması, dini inanç ve değerlerin başta gelen fonksiyonlarındandır.106Aynı şekilde stres üzerinde dini inancın olumlu etkisi, insandaki 96 Engin Geçtan, Psikanaliz ve Sonrası, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1990, s., 122. Ralp W. Hood ve diğ., The Psychology of Religion: An Emprical Approach, New York, 1996, s., 386; M. Turhan, Kültür Değişmeleri, 2. Baskı, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1959, s., 36 98 Kenneth I. Pergament ve diğ., “God Help Me (1): Religion Coping Efforts an Predictors of The Outcomes to Significant Negative Live Events”, American Journal of Community Psychology, 118, 6, (1990), s., 779; Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, İstanbul 1982, s. 29. 97 99 Neda Armaner, Din Psikolojisi, Ankara 1979, s. 71. Belma Özbaydar, Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi Üzerine Bir Araştırma, İstanbul 1970, s. 6. 100 101 Kula, “Deprem ve Dini Başa Çıkma”, s., 242. Naci Kula, Bedensel Engellilik ve Dini Başaçıkma, Değerler Eğitimi Yayınları, İstanbul, 2005, s., 171 103 Hood, a.g.e., s., 389; Daniel N. McIntosh ve ark., “Religion’s Role in Adjustment to a Negative Life Event: Coping With the Loss of a Child”, Journal of Personality and Social Psychology, 65, 4, (1993), s., 814-815. 104 Thomas E. Rodgerson ve Ralpp L. Piedgement, “Assessing The Incremental Validity of Religious Problem Solving Scale in the Prediction of Clergy Burnout”, Journal of the Scientific Study of Religion, 37, 3, (September, 1998), s., 519. 105 Walter Houston Clark, The Psychology of Religion An Introduction to Religious Experience and Behavior, MacMillan, New York, 1958, s., 419. 106 Erich Fromm, Erdem ve Mutluluk, çev; Ayda Yörükan, İşbankası Kültür Yayınları, 1995, s. 67. 102 84 varlığını tehdit eden baskı, endişe, yok olma korkusunu ortadan kaldırma şeklinde tezahür etmektedir.107 Dini değerlerin insanların yaşam boyunca karşılaşmış oldukları engelleri aşmada ne tür etkileri olduğu ile ilgili en önemli yaklaşımlardan birisi Kenneth I. Pargament’in öne sürmüş olduğu “dini başaçıkma”dır. 108 “İnançlar, genellikle hayatın zorluklarını yenmeye yarayan anlamlara sahiptirler. İnsanın çevre şartlarını değiştirip değiştirmemesinden çok zorlukları yenebileceğine olan inancı çok önemlidir. Bununla birlikte din insana karşılaştığı sıkıntıların karşılığını mükafat olarak alacağını vaat etmektedir.”109 Birey dini inancı sayesinde, sağlam ve güçlü bir maneviyata sahip olarak hayatın getirdiği çeşitli engeller karşısında mücadele edebilme gücü bulabilmekte, stres ve depresyondan kendisini koruyabilmektedir.110 Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki olağanüstü ve kriz durumuyla karşılaşan kişiler bir yandan yaşamış oldukları olayı anlamlandırmaya çalışırken diğer yandan da bu olayla başa çıkmaya çalışırken dinden bir şekilde destek almaktadırlar. Öyleyse bu gibi durumlarda din hizmetleri verilirken normal zamanlardakinden daha fazla bir şekilde insanların içinde bulunmuş oldukları özel şartlar göz önüne alınarak, içerik olarak onlara destek olacak şekilde bu hizmetler hazırlanıp sunulmalıdır. Bu bağlamda olağanüstü olağanüstü hallerde ve kriz anlarında verilecek olan dini hizmetlerde şu hususların dikkate alınması uygun olacaktır: 1. Yaşanılan Olaylar Allah’ın Bir Cezalandırılması Değil, Dünya Hayatında Karşımıza Çıkan İmtihanlardır Yukarıda da belirttiğimiz gibi özellikle yoğun gerilimlerin yaşandığı stresli durumlarda dini değer ve inançlar inanan insanlar için temel referans noktası teşkil etmektedir.111 107 Necati Öner, Stres ve Dini İnanç, TDV Yayınları Ankara, 1985, s., 35. K. I. Pargament, The Psychology of Reliğion and Coping: Theory, Research, Practice, The Guilford Pres, New York, pp. 182-293. 109 Naci Kula, “Deprem ve Dini Başa Çıkma”, s. 241. 108 110 Doğan Cüceloğlu, İçimizdeki Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993, s. 227. 111 E. H., Canwallader, “Depression and Religion: Realities, Perspectives and Directions”, Counseling & Values, Vol., 35, No: 2, (1991), s., 271; Hood ve diğ., 1996, s., 377. 85 Nitekim beklenmedik olağanüstü durumlarla karşılaşan kişiler sahip olmuş oldukları yanlış dini bilgiler sebebiyle bazen de başlarına gelen bu durumu Allah’ın bir cezalandırması olarak görmektedirler.112 Kula tarafından yapılan araştırmalara katılan bedensel özürlülerin %75’i, depremzedelerin de %70’i yaşamış oldukları bu durumu Tanrı’nın bir cezalandırması olarak görmektedir.113 Yaşanılan olumsuz durumu Allah’ın bir cezalandırması olarak değerlendirme, olaya anlam verme çabasının bir ürünüdür.114 Depremzedelere böyle bir anlam vermelerinin gerekçesi sorulduğunda ise büyük bir çoğunluğu toplumda ahlâki açıdan bozulma, mal, mülk sevdası sonucu başkalarını hor görme ve sosyal ilişkilerde çözülme, dindarların yaşadığı bazı sıkıntılar; geneldi dini kurallara uymama gibi bazı durumların sonucu olarak depremin yaşandığını ve Allah’ın cezalandırması olarak gerçekleştiğini ifade etmişlerdir.115 “Depremi cezalandırma şeklinde yorumlayan bireyler, ahlâki bozulma, dini emirlere uymama gibi hususları zikrederken Kur’ân’da yok edilen toplumlarda da böyle bir durumun olduğunu ve depremin oluş sebebinin bunlara bağlı olabileceğini belirtmişlerdir.”116 İlgili Kur’an ayetleri incelendiğinde toplu olarak helak edilen toplumların helak olmasında ortak hususun, o toplumların kendilerine gönderilen peygamberleri inkar etmeleri, yalanlamaları, onlara zarar vermeleri sebebiyle Allah’ın o toplulukları önce uyarıp daha sonra Peygamberlere yönelik saldırıların, iftiraların artması üzerine, helak edildikleri söylenebilir. Dolayısıyla helak edilen, toptan yok edilen toplumlar, öncelikli olarak kendilerine gönderilen peygamberlere ve peygamberlik müessesesine yaptıkları saldırı, inkar ve tehditten dolayı Allah’ın Peygamberlerini ve getirdiği ilkeleri korumak amacıyla, o toplumlar, peygamberlerinin uyarılarına aldırış etmemeleri sonucunda cezalandırılmıştır denilebilir. Nitekim Peygamberimize saldırıda, iftirada bulunan inkarcı topluluğa hitaben Kur’an-ı Kerim’de Enbiya Suresi 5-7. ayetlerde geçmiş toplumların helak nedeni olarak peygamberlere inanmamaları ifade edilmekte ve bu husus onlara hatırlatılmaktadır. Bununla birlikte örnek olarak tufanla helak edilen Nuh kavminin helak edilmesinin gerekçesi olarak da 112 Kula, Deprem ve Dini Başaçıkma, s., 244; Yalçın Kaya, 17 Ağustosun Ardından Deprem, Devlet ve Toplum, Otopsi Yayınları, İstanbul, 2000, s., 186-195 ; Şaban Döğen, Deprem Çiçekleri, Gençlik Yayınları, s., 266. 113 Kula, “Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler”, Gençlik Dönemi ve Eğitimi II, İSAV Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2003, s., 128. 114 Pargament, God Help me: Toward A Theoretical Faremework of Coping for Psychology of Religion Research in the Social Scientific Study of Religion, 12, (1990), s., 202. 115 Kula, Deprem ve Dini Başaçıkma , s., 251. 116 Kula, Deprem ve Dini Başaçıkma, s., 252. 86 Kur’an-ı Kerim’de, Mü’minun suresi 23-25. ayetlerde, Nuh Peygamber’in kavminin inkarcılarının kendisini yalanlamaları ve hakaretlerinden bahsedilerek 26. ayette de Nuh’un “Ey Rabbim onların yalanlamalarına karşı bana yardım et” duasından sonra 27. ayette Nur’a bir gemi yapmasının emredildiği ve kendisine inananlarla birlikte her cins hayvandan birer çift almak suretiyle gemiye binmelerinin emredildiği ve gemi dışında olanların tufanla helak edileceği belirtilmektedir.117 Konuya Öztürk’ün yorumuyla devam ediyoruz “Ayrıca Kur’an’da yer alan helak olaylarında, o medeniyeti temsil eden ne kadar insan varsa hepsi helak olmuştur. Bu gün insanlar Kur’ân-ı Kerim’deki bu örneklere bakıp Allah’ın depremden dolayı insanları cezalandırdığını düşünüyorlar. Bu yanlış, eğer öyle olsaydı, alnı secdedeyken enkaz altında kalmış yaşlı kadınlar, kundaktaki bebeklerden önce başkaları ölürdü. Bu bir helak değildir. Allah hiçbir zaman masum insanları cezalandırıp kötüleri arkada kendi keyiflerine bırakmaz. Hz. Muhammed (s) dönemi öncekilerden farklıdır. Çünkü kıyamete kadar peygamber gelmeyecek. Yani kıyamete kadar, bir daha ümmeti Muhammed toptan helak olmayacak.”118 Yaşan olayın ilahi bir cezalandırma olmadığı bu şekilde vurgulandıktan sonra, insan hayatında imtihan olgusuna dikkat çekilebilir. “Birey, yaşamı içerisinde kimi zaman sevinçli, neşeli anlar yaşarken; kimi zaman da üzüntülü, sıkıntılı, hatta istemediği bazı durumlarla karşılaşabilir. Yaşanan bu olayların ne anlama geldiğini ve bu olaylar karşısında nasıl hareket edilmesi gerektiğinin kavranması önemlidir. Çünkü herhangi bir olayla karşılaşıldığında çok fazla sarsılmadan, şaşırmadan o olayı zihinsel düzeyde kavrayıp daha sağlıklı davranma imkanı elde edilebilir… Mesela, Kur’an-ı Kerim Mülk Suresi, 67/2’de119 hayat ve ölümü güzel davranmanın anlaşılması açısından bir sınama olarak yaratıldığı belirtilmekte; Bakara Suresi 2/155’de120 insanın sınanacağı olaylar ve durumlara dikkat çekilerek konunun açılımı yapılmaktadır. Ayrıca yaşadıkları durumu daha rahat algılamaları açısından din büyüklerinin ve peygamberlerin başlarından geçen sıkıntılı, üzüntülü olaylara dikkat çekilerek onların olayları nasıl değerlendirdikleri ve nasıl davrandıkları anlatılabilir.”121 117 Kula, Deprem ve Dini Başaçıkma., s., 252. Yaşar Nuri Öztürk, Depremin Gösterdikleri, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 1999, s., 195-196. 119 “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” 120 “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele” 118 87 Bu açıklamalar ışığında cami içi ve cami dışı din hizmetlerinde Kur’an’da yer alan helak olmuş kavimlerle ilgili hususlar ayetler ışığında izah edilerek, günümüzde yaşanılan bu tabii afetlerin veya yaşanılan olumsuz olayların bir cezalandırma değil, bir imtihan olduğu olgusu işlenerek yanlış algılama ve yorumlamadan dolayı ortaya çıkabilecek olumsuzluklar önlebilir. 2. İnsanın Varoluşunun Anlamı ve Önemi Bağlamında Ölüm Gerçeği ve Ahiret İnancının Güçlendirilmesi İnsan olarak dünyaya gelen birey, varoluşunun anlamını kavradığı oranda hayata olumlu bakabilecek ve olayları daha rahat kavrayabilecektir. Nitekim Mü’minûn Suresi 23/115122 ve Kıyâme Suresi 75/36123’da insanın başıboş yaratılmadığına vurgu yapılarak yaratılışının anlamına vurgu yapılmaktadır. Zâriyât Suresi 51/56124. ayette de insanın yaratılış amacının kulluk olduğu belirtilerek konuya açılım sağlanmaktadır.125 İnsanın varoluşunun anlamı bu şekilde belirtilirken Enbiya Suresi 21/35126’de bu dünyanın bir imtihan yeri olduğu ve sonunda herkesin ölümü tadacağı belirtilerek ölüm gerçeğine vurgu yapılmaktadır. “Ölüm bu dünyadaki yaşamı tamamlayan bir noktadır.127 Fakat varlığın son noktası değil, bilakis ebedi hayatın başlangıcıdır. İslam inancında insanın ölümü, dünya ile ahiret arasındaki bir geçişi teşkil etmektedir.128 Nitekim ‘Bireyin, ölümün hayatın bir gerçeği olduğunu gözönüne alarak hayat ile ölüm arasında sıkı bir bağ olduğunu düşünmesi, Yalom’a göre kişiyi korku ya da kasvetli kötümserlik varoluşuna mahkum etmekten çok, onu daha otantik hayat tarzına yöneltmek için bir katalizör olarak hareket 121 Kula, “Bedensel Özürlü Gençlerin Din Eğitiminde Dikkat Edilmesi Gereken Psikolojik Hususlar”, Gençlik Dönemi ve Eğitimi, İSAV Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2000, s., 194. 122 “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” 123 “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” 124 “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” 125 Kula, “Bedenî Özürlü Gençlerin Din Eğitiminde Dikkat Edilmesi Gereken Psikolojik Hususlar”, s., 193-194. 126 “Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” 127 128 Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, Altın Kitaplar, 6. Baskı, İstanbul 1997, s. 406. Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, çev; Süleyman Ateş, Ankara, s. 24. 88 eder ve hayattan alınan zevki arttırır.’129 Fakat burada şunu da hemen belirtmek gerekir ki ölüm korkusu gerek her insanda varlığını hissettirmesi, gerekse şiddet ve etkisinin gücü bakımından diğer bütün korkulardan ayrılır. Hatta yaşadığımız bütün korkuların temelinde sadece ölüm korkusunun yattığını iddia edenler vardır.130 Birbirinden farklı izah tarzları getirmiş olsalar da tarih boyunca ölümden sonraki hayata atıfta bulunmayan hiçbir din yoktur.131 Ölümü felsefi bir problem olarak ilk defa ele alan Sokrat’tır. Sokrat’tan önce bu konuda kayda değer bir açıklama yoktur. Sokrat, insanların hayatları boyunca devam eden korkularının başında ölüm korkusu olduğunu söyler132… İslam inancına göre ise bu dünya bir sınav yeridir ve insan bu dünyada yaptığı her hareketinin karşılığını öbür dünyada görecektir. Böyle bir ahiret inancı hem ölüm düşüncesinin kabullenilmesini hem de bu dünyada karşılaşılan bir takım sıkıntı ve meşakkatlerin karşılığının öbür dünyada kat kat alınacağı düşüncesiyle kişiyi karşılaşabileceği kaygı ve stresten kurtarabilecektir.133 ‘Zira ahiret inancı bir taraftan insanlara zulüm ve sıkıntılar karşısında büyük bir teselli kaynağı sunarken, diğer taraftan ölümsüzlük arzusuna sahip insan için ebediyetin kapılarını açmakta, insanın ruhi dengelerinin bozulmaması hususunda büyük rol oynamaktadır. Araştırmalarda ümitsizlik vb. durumlarda ahiret inancının inananlara bir ümit sunduğu ve endişeyi azalttığı, insanlara vicdan azabı ve korkularını yatıştıracak teselliler oluşturduğu tespit edilmiştir. Ayrıca ahiret inancı, ölümden sonra insanın hayatının devam edeceğini, esas olanın ahiret hayatı olduğu fikrini insanın dikkatine sunarak onun yaşantısını daha bilinçli bir şekilde 129 Naci Kula, Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler, (Yayınlanacak Çalışma), s. 19. 130 Hayati Hökelekli, “Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi”, U.Ü. İlahiyat Fak. Dergisi, Yıl: 1991, S:3, c: 3, s:156. 131 Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yay., İstanbul 2000, s. 15. 132 Ruhattin Yazoğlu, “Ölüm Korkusuyla İlgili Bazı Felsefi Tavırlar”, Akademik Araştırmalar, Bahar 1997, Yıl:1, Sayı:4, s. 120. 133 Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Sönmez Matbaası, Samsun 1993, s. 167 89 geçirmesine, kendisini oto-kritik etmesine de yardımcı olacağından olumlu bir değişim ve kaliteli bir yaşam sürmesine imkan sağlar.’134”135 Dolayısıyla bu şekilde güçlü bir ölüm ve ahiret inancına sahip bireyler karşılaşmış oldukları oğlan üstü durumlarla çok daha rahat bir şekilde baş edebileceklerdir. 3. Kaza-Kader İnancı Bağlamında Hayır ve Şerrin Nisbi Olduğu Olgusu İnanan insanın hayatta karşılaştığı çeşitli zorluklarla mücadele edebilmesinde ona yardımcı olan bir diğer destek de kader inancıdır. Nitekim İslam inancına göre insanın doğumundan ölümüne kadar geçen süreçte başına gelebilecek her şey Allah katında bilinmektedir ve onun dilemesine göre cereyan etmektedir.136 Kaza-kader konusunda bilgi verilirken olaylar karşısında insanın sorumluluğunun ve iradesinin önemine dikkat çekildikten sonra daha geniş bir çerçevede her şeyi varedenin Allah olduğu ve her olayın kendi içerisinde bir mantalitesinin olduğu vurgulanabilir. Böylece kişi Allah’ın takdiri ve insanın iradesinin rolü çerçevesinde olayların meydana geldiğini dikkate alabilir.137 Böyle bir inanca sahip olan bir kimse üzerine düşen görevleri yaptıktan sonra işin gerisini Allah’a bırakarak tevekkül eder ve böyle bir inanç ile yaşamda karşılaştığı çeşitli sıkıntıların yıkıcı etkisinden psikolojik olarak kendisini korumuş olur.138 Ayrıca yaşanılan olayların mutlak anlamda olumsuzluk olarak değerlendirilmemesi gerektiğine de vurgu yapılmalıdır. Çünkü bize göre iyi olan bir şeyde bir olumsuzluğun veya olumsuz gibi gözüken bir olayda da iyi bir durumun olabileceği vurgulanmalıdır. Nitekim Bakara Suresi 2/216.139 ayette insanların hayır gibi gördükleri bir olayda şer, şer gibi 134 Kula, a.g.ç., s. 19-20. 135 Muammer Cengil, “Depresyonu Önlemede Dini İnancın Koruyucu Rolü” Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, III, (2003), Sayı:2, s., 141 136 Kur’an, 57/22 137 Kula, “Bedenî Özürlü Gençlerin Din Eğitiminde Dikkat Edilmesi Gereken Psikolojik Hususlar”, s., 195. 138 Muammer Cengil, a.g.m., s., 141. 139 “… Olur ki, bir şey sizin için hayır iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” 90 gördükleri bir olayda da hayır olabileceği vurgulanmaktadır.140 Bu hususla ilgili olarak Hz. Peygamberin hayatında yer alan çeşitli olaylar ve Hz. Mevlana gibi büyük İslam mutasavvıflarının eserlerinden çeşitli menkıbeler örnek olarak sunularak insanların içinde bulunmuş oldukları olumsuz durumla baş etmeleri sağlanabilir. 4. Karşılaştığımız Zorlukları Aşmada Dua ve İbadetin Fonksiyonu Dini inancın bir gereği olarak yapılan ve bireyin tabiat üstü varlıkla iletişime girme etkinliği olan dua’nın141 da insanın beden-ruh sağlığı üzerinde ve sorunlarıyla başetmede olumlu bir etkisi vardır. Nitekim Durkheim Tanrısıyla iletişim kurmayı gerçekleştirmiş bir mü’min, inanmayanların cahil oldukları alanlarda yeni gerçekler gören bir insan olmaktan öte, daha güçlü bir insandır. Varoluşun zorluklarına karşı direnmek ya da bu zorlukları yenmek için kendisini çok daha güçlü hisseder, diyerek, Tanrı ile kurulan sağlıklı iletişimin birey ve toplum açısından önemine temas etmiştir.142 Depremin olumsuz etkilerini aşmada dini inanç, dua ve ibadetin depremzedeler için direnç kaynağı olduğu kendileri tarafından ifade edilmiştir.143 Ayrıca yapılan çalışmalarda olağanüstü durumlarla karşılaşan insanlar, içine düşmüş oldukları bu durumdan kurtulmak için zaman zaman dua, ibadet etmek vb. dini davranışlara başvurdukları tesbit edilmiştir.144 Örneğin; Kula tarafından depremzedeler üzerinde yapılan araştırmada, araştırmaya katılan depremzedelerin %58’si deprem esnasında Allah’a dua ettiklerini %14’ü ise Kur’an okuduklarını ve namaz kıldıklarını bildirmiştir.145 “Hakikaten dua, insanın görünmez bir varlıkla, mevcudatın yaratıcısıyla, hepimizin kurtarıcısı ve hamisiyle fikren ve hissen münasebete geçmek için yapılan gayreti temsil eder.”146 Yapılan araştırmalar insanların duaya çeşitli sebeplerden dolayı oldukça sık bir şekilde başvurduğunu ortaya koymaktadır.147 İkinci Dünya Savaşı süresince Amerikan 140 Kula, ““Bedenî Özürlü Gençlerin Din Eğitiminde Dikkat Edilmesi Gereken Psikolojik Hususlar”, s., 197. 141 Antoine Vergote, Din İnanç ve İnançsızlık, çev; Veysel Uysal, İFAV, İstanbul 1999, s. 236; Mustafa Köylü, Psiko-Sosyal Açıdan Dini İletişim, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2003, s., 103. 142 Tom Bottomore, Robert Nisbet, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Der.; MeteTunçay, Aydın Uğur, Verso Yay., Ankara, 1990, s., 584. 143 Köse, Küçükcan, a.g.e., s., 142-143. 144 Ralph W. Hood ve diğ., The Psychology of Religion An Emprical Aproach, 2. edt., The GuilforPress, New York, 1996, s., 378; Michael Argyle, “İbadet ve Dua”, çev.; Mustafa Koç, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 21, Yıl: 2006/2, s., 331. 145 Kula, “Deprem ve Dini Başa Çıkma”, s., 243. 146 Alexis Carrel, Dua (Bütün Eserleri), çev; Refik Özdek, Yağmur Yayınevi, İstanbul 1981, s. 443. 91 askerlerinin %72’si savaş esnasında çok korktuklarını ancak ettikleri dualar sayesinde kendilerine yardım edildiğini söylemişlerdir. Askerlerin %42’si de dua sayesinde daha az korku hissettiklerini ifade etmişlerdir.148 Byrd tarafından yapılan bir araştırmanın sonunda denekler yaptıkları duanın, hastalıkları üzerinde anlamlı bir şekilde iyileştirici etkisi olduğu tespit edilmiştir.149 Yapılan çalışmalarda dini inkar eden kişilerin bile tehlikeli durumlarla karşılaştıklarında dua davranışında bulundukları ifade edilmektedir.150 Aydın’ın çalışmasında, dini inkar eden deneklerin %48.68’inin dahi zaman zaman dua ettikleri tespit edilmiştir.151 Karacoşkun tarafından yapılan araştırmada da, duaya kesinlikle inanmadığını ifade eden deneklerin %20’si dua ettiklerini belirtmiştir.152 Bu da duanın insanlık için vazgeçilmez bir sığınma kapısı olduğunu göstermektedir. “Bir çok din psikoloğu, duanın mükemmel bir tedavi vasıtası olduğunu belirlemiş bulunmaktadır... Vergote, duada psikanalitik tedaviye benzer bir yol izlendiğini öne sürer. Psikanalitik tedavinin temel kaidesinin, ‘hareket etmemek, fakat herşeyi söylemek’ olduğu bilinmektedir. Temel olarak, başkasıyla konuşma kapasitesini engelleyen düşünceleri unutma durumundan kurtaran söz tedavi edicidir. Özellikle başkası için yapılan duanın kişinin kendi kendisi için yaptığı duadan daha etkili ve verimli olduğu gözlemlenmektedir.”153 Surwillo ve Hobson (1978) tarafından yapılan bir araştırmada da dua esnasında beynin ritmik hareketlerinde birtakım değişikliklerin olduğu tespit edilmiştir.154 “Dua, ile insan hayatın zorlukları karşısında yalnız olmadığını, daima yardımını isteyebileceği, onu gören, gözeten ve herşeye gücü yeten bir yaratıcısı olduğunu hatırlayıp manevi bir güç kazanır.”155 147 Hökelekli, “Ergenlik Çağı Davranışlarında Din Eğitiminin Etkisi”, U.Ü.İ.F.D., c. I, S. 1, Bursa 1986, s. 44; Kula, a.g.m., s. 244. 148 Michael Argyle, “İbadet ve Dua”, çev.; Mustafa Koç, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 21, Yıl: 2006/2, s., 334. 149 Michael Argyle, “İbadet ve Dua”, çev.; Mustafa Koç, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 21, Yıl: 2006/2, s., 335. 150 Pierre Marinier, Dua Üzerine Düşünceler, çev; Sadık Kılıç, İzmir 1990, s. 22. 151 Ali Rıza Aydın, Dini İnkarın Psiko-Sosyal Nedenleri, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), O.M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 1995, s., 214. 152 M. Doğan Karacoşkun, Psiko-Sosyal Açıdan İman (Dini İnanç)-Amel (Dini Davranış) İlişkisi,Yayınlanmamış Doktora Tezi), O.M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 1998, s., 48. 153 Hökelekli, Din Psikolojisi, TDV Yay., Ankara 1993, s. 231-233. 154 David Hay, “Religious Experience and Its Induction”, edt.; L. B. Brown, Advances in the Psychology of Religion, Pergamon Press Inc., New York 1985, s. 146. 155 Habil Şentürk, Din Psikolojisi, Esra Yayınları, İstanbul 1997, s. 164. 92 Böylece dua inanan kişiye iç huzur ve refahı, depresyona yol açabilecek zorluklara karşı sabır ve dayanma gücü vererek teselli kaynağı olmaktadır.156 Her ne kadar birbirinden farklı şekilleri de olsa, bütün dinlerde varolan ve dini inancın somut bir tezahürü olan ibadetlerin de insanın ruh sağlığı üzerinde olumlu etkileri vardır. İbadetlerin pekçoğu cemaat halinde yapılmaktadır. Bu ise müminler arasında “birlik şuurunun” uyanmasına vesile olmaktadır. Nitekim çağdaş insanın duygusal gerginliğinin temel konularından birisi ‘kalabalık içinde yapayalnız olma’ halidir. Bu hal çoğu kişide bunalımlar yaratan ve depresyona neden olan aşırı ferdileşmenin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. İbadetler ise bireyi Allah’la olduğu kadar, diğer insanlarla da yakınlaştırmaktadır. Ortak duygu ve düşüncelere sahip olarak, müşterek bir amaç için bir araya gelmiş olan insan kalabalığı içerisinde ferdi benliklerin duvarları yıkılarak, kollektif ruh hakim duruma geçmekte,157 böylece toplum içerisinde yabancılaşan fert o topluluğun bir parçası olduğunun şuuruna varmaktadır. Bu şekilde ibadetler hem kişinin yalnızlık duygusuna kapılmasını önlemekte hem de sosyalleşmesini sağlamaktadır.158 Nitekim ibadetler Allah’a karşı görev şuuruyla yapıldığı için, yerine getirildiklerinde bir gönül rahatlığı ve iç huzuru sağlar. Sorumluluk duygusunu geliştirerek dengeli bir şahsiyet kurulmasına ve bu dengenin korunmasına yardımcı olur. Her ibadetin özelliğine göre kişi bir takım süreçler yaşar ve böylece duygu, düşünce, kabiliyet ve karakter özellikleri etkilenerek müsbet yönde gelişmeler sağlanır.159 Ayrıca ibadetler vasıtasıyla kişi sürekli olarak yüksek bir şuur düzeyinde kendisini kutsalla iletişim halinde hissetmektedir. İbadetlerden önce yapılan birtakım ön hazırlıklar kişiyi 156 Pazarlı, a.g.e., s. 196. Dua’nın psikolojik etkileriyle ilgili olarak ayrıca bkz; Mary J. Meadow, Richard D. Kahoe, Psychology of Religion, Happer & Row Publishers, New York 1984, s. 120. 157 Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 245. 158 Pazarlı, a.g.e., s. 191. 159 Şentürk, Din psikolojisi, s. 153-154. 93 maddi ve manevi bir takım kirlerden ve kötü düşüncelerden arındırarak kutsal ile iletişime hazır hale getirir.160 Toplu olarak yapılan ibadet ve duanın, bireyin mutluluk ve sağlığına ilişkin olumlu katkıları olduğunu gösteren araştırmalar161 ve Gandhi’nin dua ve ibadet olmasa idi ben çoktan çıldırırdım sözü dua ve ibadetin birey açısından ne kadar önemli olduğunu gösteren önemli hususlardır.162 5. Karşılaştığımız Zorlukların İlacı: Sabır Tasavvufi anlayışta önemli bir yer teşkil eden sabır, üzücü bir olay karşısında kendine hakim olmak, kızgın davranışlarda bulunmamak; dili şikayetten, azaları yanlış hareketlerden korumak163, elem, sıkıntı ve belalara sızlanmayı terk etmek164 şekillerinde tanımlanmaktadır. Din sabır, fedakarlık, mücadele v.b. duyguları kuvvetli tutmak suretiyle hayatın acı ve ızdıraplarını hafifleten, yaşam gücünü besleyen motive edici bir güç olarak kişiyi psikolojik olarak koruyabilmektedir.165 “Aynı şekilde dini inancın tavsiye ettiği sabır inanan insanın hayatın fırtınalı ikliminde sığınabileceği bir başka limandır. Sabır bireyin arzu etmediği bir durumla karşılaşması halinde ona tahammül göstermesidir. Bu tahammülü gösterdiği takdirde bunun mükafatının Allah tarafından fazlasıyla verileceği, sabır ve tahammüllün karşılığının cennet olacağı inancına sahip olan bir kimse güven duygusu içerisinde olur, ruhu sıkıntıyla 160 Faruk Karaca, “Dini Pratikler, Nefs Muhasebesi ve Allah Şuuru”, EKEV Akademi Dergisi, Mayıs 1999, c.:1, S.:4, s. 118-119. 161 Michael Argyle, “İbadet ve Dua”, çev.; Mustafa Koç, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 21, Yıl: 2006/2, s., 323. 162 Öner, Stres ve Dini İnanç, TDV Yayınları, Ankara, 1989, s., 14. 163 Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Yay., İstanbul, 300. 164 Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yay., İstanbul, 1999, s., 170. 165 Veysel Uysal, Din Psikolojisi Açısından Dini tutum, Davranış ve Şahsiyet Özellikleri, İstanbul 1996, s. 123. 94 değil, genişlik, ferahlık ve huzurla dolar.166 Nitekim sabır Allah’a beslenen hakiki imanın esaslı bir cephesini oluşturmaktadır.167”168 Depremzedeler üzerine yapılan araştırmalarda sabrın yaşanılan olayı aşmada olumlu etkileri olduğu gözlenmiştir.169 Depremzedelerin kendilerinden daha zor durumda olanlara bakarak, yaşamış oldukları olaya sabrettikleri ve kendilerini teselli ettikleri gözlenmiştir.170 İslam inancında derdini diğer insanlara anlatıp, sızlanmak sabra uygun bir davranış değildir. Fakat Allah’a şikayet edip ondan yardım dilemekte bir beis yoktur.171 Nitekim Yusuf Suresi, 86. ayet-i kerimede geçtiği üzere Yakub (a.s.)’ın “Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arzederim…” şeklindeki ifadesi bu hususa delil olarak gösterilmektedir. Karşılaşılan bela ve musibetlere karşı sabır gösterilmesiyle ilgili olarak kaynaklarda pek çok hadis nakledilmektedir.172 Hadis kaynaklarında nakledilen bir olay insanın Ruh sağlığı açısından sabrın önemi ile ilgili oldukça dikkat çekicidir. Çocuğu öldüğü için ağlamakta olan bir kadını Hz. Peygamber teskin etmek istemektedir. Fakat kendisini teskin etmek isteyen kişinin Hz. Peygamber olduğunu bilmeyen kadın ters bir şekilde karşılık verir. Daha sonra O kişinin Hz. Peygamber olduğunu öğrenince büyük pişmanlık duyarak kendisinden özür dilemeye gider ve özür beyan eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk ankidir” der.173 Böyle bir dini inanca sahip olan ve gerçekten bunu içselleştiren bir kişinin beklenmedik olağanüstü durumlarda karşılaşacağı maddi manevi kayıplar karşısında büyük ruhi çöküntüler yaşamayacağı ve yaşanan olayı metanetle karşılayacağı bir gerçektir. Sabır’ın kaderle yakın ilişkisi vardır. Kader anlayışı güçlü olan bir kişide ancak gerçek anlamda sabırlı olabilme durumu meydana gelebilir. 166 167 Peker, a.g.e., s. 169. Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, çev; Selahattin Ayaz, Pınar Yay., İstanbul , s. 150 168 Cengil, a.g.m., s., 143. A. Köse, T. Küçükcan, Doğal Âfetler ve Din, Marmara Depremi Üzerine Psiko-Sosyolojik Bir İnceleme, s., 144-146. 170 Köse, Küçükcan, a.g.e., s., 140-141. 171 Ateş, İslam Tasavvufu, s., 308. 172 Buhari, Marda:1; Müslim, Birr: 5, Tirmizi, Cenaiz:1: Müsned: 2/303: Müslim, Cenaiz: 3,4. 173 Buhari, Cenaiz 43: 7, 32, Ahkâm 11; Müslim, Cenaiz 14; Ebu Davud, Cenaiz 27; Tirmizi, Cenaiz 13. 169 95 Kur’an-ı Kerim’de En’am Suresi, 6/53: insanların birbiriyle ; Bakara Suresi, 2/155: can kaybıyla; Mülk Suresi, 67/2: hayat ve ölümle; Bakara Suresi, 2/155: açlıkla; Bakara Suresi, 2/15: korkuyla; Ankebut Suresi, 29/10: insanlardan gelecek sözlü ve fiili saldırılarla; Enbiya Suresi, 21/35: hayır ve şerle; Bakara Suresi, 2/155; mallarla; Enfal Suresi, 8/28: çocuklarla; Cin Suresi, 72/16; nimetlerle; Bakara Suresi 2/124; Allah’ın indirdiği hükümlerle sınanacağı belirtilmiştir. Verilecek olan dini hizmette bu ayetler bağlamında sabrın önemi vurgulanabilir. Ayrıca sabır olgusuna sahip bir insanda, sabır anlayışının da bir neticesi olarak, bazı insanların baş edemedikleri sorunlarıyla karşı karşıya kaldıkları zaman bir çözüm olarak görmüş olduğu intihar gibi olumsuz vak’alara rastlanılması beklenemez. Nitekim Stack’ın yapmış olduğu bir çalışmada endüstrileşmiş toplumlarda dindarlık oranını yüksek olduğu kesimlerde intihar oranının düşük olduğu gözlenmiştir.174 Durkheim İslam’da intiharın yasaklanması ile ilgili Kur’an ayetlerini belirttikten sonra şu yorumda bulunur; “Gerçekten hiçbir şey, İslâm uygarlığın genel ruhuna intihardan daha ters düşemez; çünkü bütün erdemlerin üstünde tutulan şey Tanrısal istence kesinlikle uyma, “her şeye sabırla katlanma sağlayan” uysal tevekküldür. Boyun eğmeme, baş kaldırma davranışı olan intiharın, bu bakımdan, temelde ödevde ağır bir kusur sayılması doğaldır.”175 Netice itibariyle karşılaşılan olağanüstü durumlarda yaşanılan krizle başetmede gerçek anlamda içselleştirilmiş bir sabır inancının çok büyük önemi vardır. 6. Karşılaşılan Zorlukları Aşmada Tanrı Tasavvuru’nun Önemi Bir takım sıkıntılarla karşılaşan insanlar bazen kendi kendilerine “Tanrı neden bu sorunu benim başıma verdi?” sorusunu sorarak yaşamış oldukları sorun ile Tanrı arasında bir ilişki kurmaya çalışmaktadır. Nitekim kötülük problemi olarak ifade edilen bu sorun adalet konusu ekseninde Tanrı tasavvuruyla ilgili pek çok tartışmaya konu olmuştur.176 Tanrı’ya karşı “Neden ben?” sorusuyla ortaya çıkan problem, sevgi merkezli Tanrı tasavvuruyla ortadan kaldırılabilir. Çocukluktan itibaren yapılan hata ve kusurlardan dolayı Tanrı’nın cezalandıracağı fikrinin aşılanması, bireyin zihnindeki Tanrı tasavvurunun, “cezalandıran bir Tanrı” özelliği kazanmasını sağlayabilir. 174 Stack Steven, “Dindarlık, Depresyon ve İntihar”, çev.; Talip Küçükcan, Akademik Araştırmalar Dergisi, s., 8. 175 Emile Durkheim, İntihar, çev; Özer Ozankaya, Cem Yayınları, İstanbul, 2002, s., 380. 176 Bkz.; Cafer Sadık Yaran, Kötülük ve Teodise: Batı ve İslam Din Felsefesinde “Kötülük Problemi” ve Teistik Çözümler, Vadi Yay., Ankara 1997; Hökelekli, Din Psikolojisi, s., 176. 96 Cezalandırıcı Tanrı tasavvurunun ortadan kaldırılmasında sorunu insanın özelliklerini dikkate alarak yeniden gözden geçirmek faydalı olacaktır. Kötülük probleminde genelde sorunun “Tanrı” yönü öne çıkartılarak “neden Tanrı bunca acıya izin veriyor” şeklinde bir ilişki kurulmaya çalışılmaktadır. Sorunun “insan”la ilgili olan noktasının dikkate alınarak değerlendirilmesinin problemin çözümüne katkı sağlayacağı düşünülmektedir.177 Ayrıca “Allah açısından Rab olması dolayısıyla izzet, celâl, kudret vb. sıfatları, insan açısından da kul olması sebebiyle alçak gönüllü, itaatkâr ve kulluğun diğer özelliklerine sahip olmasını gerektirmektedir. Varlığın başlangıcı olan O yüce zât isim ve sıfatlarıyla tecelli ederek, Rablığının gereğini en mükemmel şekilde ortaya koymuştur. Genelde, yaratıp doğru yolu göstermesi178, hayatta başıboş bırakmaması179, yedirip içirmesi ve hasta olanlara şifa vermesi180, özelde ise, inananların kalplerine iç huzuru bahşetmesi181, dualarına icabet etmesi182, haddi aşanları, günahkarları, kafirleri, zalimleri, hainleri, kibirli olanları ve bozgunculuk yapanları bu sıfatlarda ısrar etmelerinden dolayı sevmeyip doğru yola iletmemesi183 söz konusu tecellinin en güzel örneklerindendir.”184 Görüldüğü gibi sevgiye dayalı bir Tanrı tasavvuru insanın karşılaşmış olduğu sorunlarla baş etmesinde çok önemli bir role sahiptir. Sonuç İnsanoğlu yaşamı boyunca başetmekte zorlandığı çeşitli olağanüstü durumlar yaşayabilir ve bu husus evrensel bir olgudur. Bu olayları yaşayan kişilerin yaşamış olduğu bu 177 Kula, “Gençlerde Izdırap Tecrübesine Bağlı Dini Krizle Başa Çıkmaya Yönelik Öneriler”, s., 118121. 178 “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir” (Şu’arâ Suresi, 26/78). 179 “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder” (Kıyâme Suresi, 75/36). 180 “O, bana yediren ve içirendir. Hastalandığımda da O bana şifa verir.” (Şu’arâ Suresi 26/79-80). 181 “Sonra Allah, Resulü ile mü’minler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi…” (Tevbe Suresi 9/26) 182 “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara Suresi, 2/186). 183 “… Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara Suresi, 2/190); “… Allah zalim topluluğu doğru yola erdirmez” (Tevbe Suresi, 9/19); “… Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” (Tevbe Suresi, 9/24); “(Yusufu), Benim böyle yapmam, Aziz’in; yokluğunda, benim kendisine hainlik etmediğimi ve Allah’ın, hainlerin tuzaklarını başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindir, dedi.” (Yusuf Suresi, 12/53). 184 Muhsin Demirci, “Kur’ân’da Allah-Kainat-İnsan İlişkisi”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2002, S.; 10, İstanbul, Aralık 2002, s., 95-96. 97 alışılmadık durumlardan kurtulabilmek için dine başvurmaları da yaşanan olaylar kadar evrenseldir. Biz bu tebliğimizde böyle durumlarda verilecek olan dini hizmetlerde dikkat edilmesi gereken hususları arzetmeye çalıştık. Herhangi bir olağanüstü veya istenmedik bir olay yaşandığında insanoğlunun yaşantısının çeşitli boyutları inkıtaya uğrayabilir. Enerji kesintisi yaşanabilir, barınma problemi ortaya çıkabilir, gıda sorunu yaşanabilir. Ama hiçbir şekilde insanlara verilmekte olan din hizmetinde bir aksama meydana gelmesi mümkün değildir. En kötü şartlarda bile din görevlileri tarafından en azından günde beş vakit namazın kıldırılması ve cemaatle iletişim kurulması temin edilmektedir. Dolayısıyla hayatın her yönüyle durma noktasına geldiği böylesi durumlarda devam eden, hatta gücünü eskisinden çok daha fazla hissettirerek devam ettiren husus dindir. Hal böyle olunca yaşanmış olan istenmedik olaylar da göz önünde tutularak bu dönemde verilecek olan din hizmetlerinde dikkat edilmesi gereken hususları tebliğde geçtiği şekilde arzetmeye çalıştık. Mutlaka hiçbir öneri kusursuz ve mutlak değildir. Bizim gözümüzden kaçan hususların, konu üzerinde çalışma yapan diğer araştırmacılar tarafından tamamlanacağı ve konunun daha mükemmel bir hale getirileceği kanaatindeyiz. 98 OLAĞANÜSTÜ HALLERDE VAAZ Fatıma Zeynep BELEN-Kırıkkale İl Müftülüğü Din Hizmetleri Uzmanı GİRİŞ Beklenmedik ve ani bir şekilde meydana gelen deprem, sel, salgın hastalıklar, savaş, terör gibi olayları ifade eden olağanüstü haller, insan yaşamını derinden etkiler. Afetzedeler “anne, baba, çocuk, kardeş” başta olmak üzere en yakın akrabalarını, komşularını, yıllarca emek harcayarak kazandıkları mallarını, geçmişin izlerine tanıklık eden özel eşyalarını afetle birlikte beklenmedik ve ani bir şekilde kaybeder. Yaşanan bu acı kayıplar; birey ve toplumun “yaratılış, dünya, hayatın anlamı, imtihan” gibi kavramları yeniden düşünmesi ve karanlıklar içinde kalan iç dünyasını maneviyatın ışığında aydınlatması için bir fırsattır. Tebliğimizde “Olağanüstü Hallerde Vaaz” konusu, manevi psiko-sosyal yaklaşım çerçevesinde ele alınmıştır. Tebliğimiz üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde “Olağanüstü Hallerde Kullanılan Temel Kavramlar” ve “Afetzedelerin Psiko-Sosyal Özellikleri”ne yer verilmiştir. İkinci bölümde “Manevi-psikolojik Yaklaşım Çerçevesinde Vaazlar” konusu işlenmiştir. Son bölümde “Vaizlerin Mesleki Formasyonu” ele alınarak sonuç ve öneriler sunulmuştur. Toplumsal sorunların çözümüne katkı sağlamak üzere olağanüstü hallerde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, afetzedelerin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni modeller geliştirmesi önem arz etmektedir. Olağanüstü hallerde sunulacak din hizmetleri için “Diyanet İşleri Başkanlığı Afet Yönergesi” hazırlanmıştır. Yönergeye göre, afet bölgesinde “İl Müftülüğü Afet Yönetim Merkezi Başkanlığı İrşat Ekipleri” oluşturulacaktır. Yönergede, olağanüstü halin yaşandığı afet bölgesinde “yapılan plan ve programlara göre vaaz ve konferansları hazırlayarak camilerde ve diğer uygun yerlerde verilmesini sağlamak” irşat ekibinin görevleri arasında ifade edilmiştir.185 Olağanüstü hallerdeki vaaz-irşat hizmetlerinde “disiplinler arası yaklaşım ve uzmanlaşma” din hizmetlerinde kaliteli iletişimi sağlamak için oldukça önemlidir. Çünkü afet bölgesinde vaazların nerde, nasıl yapılacağı, vaaz içeriğinde hangi 185 http://www.diyanet.gov.tr/ 99 mesajların verilmesi gerektiği, kriz durumunun normale dönme sürecinde dini rehberlik bağlamında vaaz hizmeti, vaizlerin afetzedelerle iletişimi, afetzedelerin psiko-sosyal ihtiyaçlarının analizi gibi konular olağanüstü hallerde sunulacak vaaz hizmetlerinde uzmanlaşmanın gereğini ortaya koymaktadır. Uzmanlık isteyen bir alanda görev yaparken, alanla ilgili literatüre sahip olmanın önemi yadsınamaz. Bu bağlamda tebliğimizin ilk bölümünde “Olağanüstü Hallerde Kullanılan Temel Kavramlar” ve “Afetzedelerin Psiko-Sosyal Özellikleri” incelenmiştir. 1. Olağanüstü Hallerde Kullanılan Temel Kavramlar ve Afetzedelerin Psiko-Sosyal Özellikleri A. Olağanüstü Hallerde Kullanılan Temel Kavramlar Olağanüstü Hal: Sosyal Bilimler Sözlüğü’nde “savaş, seferberlik, doğal afetler veya özellikle ülke bütünlüğünü tehdit eden ideolojik örgütlenme ve çeşitliliğin arttığı durumlarda sıkıyönetime benzer biçimde bazı hak ve özgürlüklerin kullanımının sınırlanarak, güvenlik güçlerinin yetkilerinin artırılmasını öngören yönetim biçimi” olarak tanımlanmaktadır (Acar, 2005; Demir, 2005:305). Afet: İnsanlar için fiziksel, ekonomik, sosyal ve çevresel kayıplar doğuran, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları etkileyen, etkilenen topluluğun yerel imkân ve kaynaklarını kullanarak baş edemeyeceği doğal, teknolojik veya insan kökenli olayların sonuçlarına afet denilmektedir.186 Tanımda görüldüğü üzere afetler, olağanüstü halin içinde yer almaktadır. Olağanüstü hal kavramı afetler dışında terör ve güvenlik nedeniyle bazı hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını da ifade etmektedir. Kriz :Beklenmedik sosyal, ekonomik, psikolojik bir gelişme karşısında normal ilişkilerin ciddi olarak sarsılması, karşılaşılan sorunun halledilmesi için mevcut çözüm yollarının yetersiz kalması sonucu ortaya çıkan ve çaresizlikle içi içe gelişen gerilim durumunu ifade eden bir süreçtir (Acar, 2005; Demir, 2005: 65). Bu süreç, yoğun bir belirsizliğin yaşandığı karmaşık bir dönemdir. Krizi yaşayanlar, hayatında bir alt-üst 186 http://www.afad.gov.tr/ 100 olma hali yaşar. Bu durum “kendimi karanlık bir tünelin içinde hissediyorum, artık hiçbir çıkış yolu göremiyorum” şeklinde tanımlanır (Sayıl, 2000:7). Olağanüstü halin yaşandığı ilk günler, ilk haftalar ve takip eden aylarda afetzedelerin psikolojik ihtiyaçları farklılık arz eder. Bir süreç olan kriz durumu çeşitli evrelerden müteşekkildir. Bu bağlamda afetzedelere sunulacak her türlü hizmetin programlanmasında krizin evreleri hakkında bilgi sahibi olmak sağlıklı ve etkili iletişim için önem arz eder. Parry (1990)’a göre Krizin evreleri şöyledir: (Nkl. Palabıyıkoğlu, 2000:139) Şok Alışılmış problem çözme becerilerinde başarısızlık yaşanır. İç ve dış tüm kaynakların harekete geçirilmesi ve uyuma yönelme davranışları başlar. Gerilimi azaltacak girişimler etkili olmuyorsa bireyde duygusal yıkım görülür. Krizin ilk evresinde afetzedelerin daha çok anlaşılmaya ve sosyal desteğe ihtiyacı vardır. Bu evrede vaizlerin afetzedelerin barındığı çadırkent, hastane, aşevi gibi toplu yerlerde halkın içinde bulunması önemlidir. İkinci evrede, gerek lisan-i hal gerekse sözel olarak “ümit, güven, sevgi ve dayanışma” içeren mesajlara yer verilmelidir. Üçüncü evreden itibaren afetzedelerin yaşadıkları olayları anlamlandıracak mesajların verilmesi gerekmektedir. Krizin etki devresi olan dördüncü dönemde ise yerel ve bölgesel ölçekte “sabır, tevekkül, şükür, merhamet, ümit” gibi değerleri vurgulayan vaaz konularının programlanması gerekmektedir. Afet Kriz Yönetimi: Afetlerin önlenmesi, zararlarının azaltılabilmesi için “afet öncesi, afet sırası ve afet sonrası”nda yapılması gereken idari yasal ve teknik çalışmaları belirleyerek uygulamaya aktaran ve olay zamanında uygulama yapabilmeyi sağlayan, her olaydan çıkarılan derslerin ışığında mevcut sistemi geliştiren yönetim biçimidir.187 Atlı (2006:11) afet yönetiminin ilkelerini “hazırlıklı olma, acil müdahale, iyileştirme, zarar azaltma” olarak ifade eder. Olağanüstü hallerde vaaz hizmetleri, afet kriz yönetimi perspektifinde “afet öncesi, afet sırası ve afet sonrası” olmak üzere programlanmalıdır. Ülkemizin sosyokültürel özelliklerinin, dini inanç, tutum ve davranışların yerel ve bölgesel ölçekte 187 http://www.afad.gov.tr/ 101 bilimsel verilerle ortaya konulması, vaaz hizmetleri bağlamında afet öncesi yapılacak en önemli hazırlıktır. Travma: Günlük rutin işleyişi bozan, aniden beklenmedik bir şekilde gelişen, dehşet, kaygı, paniğe yol açan ve kişinin anlamlandırma süreçlerini bozan olayları ifade eder. En geniş anlamda travmatik yaşantılar afetler sonucunda ortaya çıkar (Kasapoğlu, 2007:8). Psikolojik travmalar; insanın duygusal, zihinsel ve fiziksel bütünlüğünü zedeleyerek yaşantısına darbe vuran ve ruhsal bozukluklara iten trajik olaylardır (Baltaş, 2000:154). Travma yaşayan birey, duygusal olarak derinden etkilenir (Bilgin, 2007:397). Sosyolojik olarak deprem ya da terör gibi afetler sonrasında yaşanan travmalar, toplumsal boyutlara da sahiptir. Çünkü afet sonrasındaki bireysel korkular genişleyerek, toplumsal güvensizliğe yol açabilir (Kasapoğlu, 2007). Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Baum (1997) ve Spencer’a (1997) göre Travma sonrası stres bozukluğu gündelik yaşamın dışındaki işkence, savaş, kaza, terör olayını yaşamak, saldırı veya tecavüze uğramak gibi yaşantıların ardından olabileceği gibi deprem, sel, kasırga gibi doğal afetlerden sonra da ortaya çıkabilen psikolojik travmaların yol açtığı ruhsal bir rahatsızlıktır. Travma sonrası stres bozukluğunda birey “suçluluk, kızgınlık, karamsarlık, her şeye karşı ilgisizlik, aşırı yemek yemek, huzursuzluk, aşırı gerginlik, yas, konsantrasyon bozukluğu, uyku bozuklukları, kabus görmede sıklık, fizyolojik problemler, korku ve kaygılar” gibi belirtiler yaşayabilir. Bu rahatsızlıklar olayın hemen ardından çıktığı gibi, ikinci ve dördüncü haftalarda başlayıp, ilk bir yıl içerisinde herhangi bir dönemde de ortaya çıkabilir. (Nkl.Baltaş, 2000:154-160) Yaşanılan kayıplar anlamlandılmadığında, inancın iyileştirici gücü ortaya çıkarılmadığında krizin dördüncü boyutu travma sonrası stres bozukluğu ile sonuçlanabilmektedir. Yas: Sevilen ve duygusal olarak bağlı olunan kişinin ölümünün kabulü için geçen süreyi ifade eder. Afetlerde ortaya çıkan ölümler toplumsal bir süreçtir ve herkesi olumsuz etkiler. Afetzedelere sunulacak vaaz hizmetlerinde yas sürecini göz önüne alarak onlarla iletişim kurmak etkili olacaktır. Yas süreci üç evrede yaşanır: (Baltaş, 2000:158) 102 İnkar: Kişinin etkilenme düzeyine göre iki-üç hafta süren bir dönemdir. Bu süreçte kabullenememeden kaynaklanan reddetme, ağlayamama, hatta cesedin görülmediği durumlarda olaya inanmama vardır. Kabul: Bu dönemde duygusal tepkilerin başlaması ve yüksek bir enerjiyle boşalım görülür. Aşırı ağlama, suçlululuk, kızgınlık, saldırganlık, sosyal hayattan elini ayağını çekme, hayattan zevk alamamak ilgisizlik ve iç sıkıntısı ortaya çıkar. Uyum: Yeni durum ve objelerle ilişki kurmaya başlanır. Diğer olaylar ve insanlarla ilgilenilir ve yavaş yavaş normal hayata dönüş sağlanır. Başa Çıkma: Bir kişinin stres oluşturan durumlar ile uğraşma sürecine “başa çıkma” denir. Başa çıkma, kişinin kaynaklarını aşan veya zorlayan olarak değerlendirilen belirli dışsal veya içsel durumlarla mücadele etmek için sürekli değişen bilişsel ve davranışsal çabalardan oluşur (Hökelekli, 2009a:218). Din psikologlarına göre felaketleri algılama, açıklama, kabullenme ve başa çıkma davranışlarında özellikle dini inanç, tutum ve davranışların önemli bir etkisi vardır (Köse, 2000: 63; Küçükcan, 2000: 63). Shaefer (1993) ve Gorsuck’un (1993) yaptığı araştırmada başa çıkma sürecinde üç değişik eğilim belirlenmiştir (Nkl. Kula, 2002): Erteleme (Deferring) Eğilimi: Bireyler yaşadıkları sıkıntı karşısında hiç birşey yapmadan Allah'ın duruma müdahale etmesini bekleme davranışını gösteririrler. İşbirlikçi (Collaborative) Eğilimi: Allah ile işbirliği yaparak problemi çözme davranışıdır. Kişisel Yönlendirme (Self-Directing) Eğilimi: Allah'tan hiçbir yardım beklemeden problemi kişisel imkanlarla çözme eğilimidir. Yükleme/Atfetme (Attribution): Olağanüstü halleri yaşayan insanların anlama ve açıklama davranışlarını ifade eden bir teoridir. Yükleme teorisine göre, olağanüstü hali yaşayan birey, bu durumu bazı sebeplere dayandırarak açıklama ve anlama ihtiyacı hisseder. ‘Nasıl’ ve ‘niçin’ sorularına cevaplar arar. Bu sorulara verilen 103 cevaplar neticesinde olayların nedenleri ve onları hangi kaynaklara atfedildiğine dair bilgiler ortaya çıkar (Köse, 2000: 63-64; Küçükcan, 2000: 63-64). Maneviyat: Özdoğan’a göre maneviyat, insanın Yaratıcısı ile olan bağıdır. Maneviyat ilahi kaynaklıdır ve özümüzdeki cevherdir. Bu cevheri ortaya çıkarmak için “Ben kimim?” “Bu dünyada niçin varım?” “Yaratılış gayem nedir?” “İnsanlığa nasıl hizmet edebilirim?” sorularını kendimize sormamız gerekir. (Özdoğan, 2009) Renetzky’e göre, maneviyatın üç boyutu şöyledir: Hayat, acı çekme ve ölüm kavramlarının anlamı, amacı ve manevi güç bulma ihtiyacı, hayata ümit bağlama ihtiyacı ve son olarak kişinin iç dünyasında Yaratan’a inanma ve ona güven duyma ihtiyacı (Akt. Seyyar:32) Manevi Yaklaşım: Din psikolojisi biliminde manevi danışmanlık hizmetlerinde İslam dininin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim, İslam dininin yaşama boyutunu temsil eden Hz. Muhammed’i (s.a.v) ve Anadolu bilgelerinin görüşlerinden oluşan psiko-sosyal bir bakış açısıdır. Dini Rehberlik Olarak Vaaz ve İletişim: V-a-z kökü, Kur’an-ı Kerim’de geçen bir kavram188 olmakla birlikte Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v) bir eğitimöğretim yöntemi olarak güncel hayatta kullandığı bir iletişim modelidir. Tosun’a göre (1997) vaaz aynı zamanda bir “rehberlik” faaliyetidir. Fakat vaazların bu “rehberlik” boyutu bilimsel olarak ortaya konulmamıştır. Ona göre vaaz hizmetleri, rehberlik faaliyeti olarak "grup rehberliği" içine girer. Tosun’un (1997) bu yorumu olağanüstü hallerde sunulacak vaaz hizmetlerinde yeni modellerin oluşturulması açısından oldukça önemlidir. Olağanüstü hallerde verilecek vaazların temeli, vaazın rehberlik boyutu üzerine kurulmalıdır. Vaazı dini bir rehberlik olarak ele aldığımızda; vaizlik mesleğini sadece camiye has kılmaktan uzaklaşmış oluruz. Bu bağlamda, olağanüstü hallerde vaaz hizmetleri, cami dışı din hizmetleri açısından da değerlendirilebilir. Olağanüstü hallerde yapılacak olan vaaz, afetzedeler ya da mağdurlara manevi rehberlik yapması bakımından önemlidir. Olağanüstü hallerde görev yapan vaiz, “manevi rehberlik misyonu” taşımaktadır. 188 Sebe, 46; Nahl, 16/125; Nahl, 16/90; Mücadele, 3; Yunus 57; Hud, 120; Al-i İmran, 138; Araf, 145; Nisa, 63 104 Vaazlarda iletişim unsurlarının önemi gözardı edilemez. Kaynak, mesaj (ileti), araç (kanal) ve alıcı (hedef) iletişimin unsurlarıdır. Kaynak: Mesajı düzenleyen, ileten kişi ya da kişilerdir. Vaizler aynı zamanda kaynaktır. Mesaj: İletişimde “ne söylendiği ve nasıl söylendiği” mesajın içeriğini oluşturmaktadır. Bu bağlamda, vaaz metinleri mesajın kendisidir. Araç: İletişimde mesaj taşıyan sinyalleri kaynaktan alıcıya ve geribildirimi de alıcıdan kaynağa taşıyan kanallardır. Alıcı (Hedef): Olağanüstü hale maruz kalan birey ve toplumlar hedef kitleyi oluşturmaktadır. Olağanüstü hallerde yapılacak vaazın hedef kitlesi çok çeşitlidir. Sadece olağanüstü halin yaşandığı yerde yaşayan halk değil bütün ülke yaşanan müteessir olaydan etkilenmektedir. Baltaş’a göre afetlerden etkilenen ve travma ile karşılaşabilecek risk grupları şöyledir: (Baltaş, 2000:156) Doğrudan Etkilenenler: Yakınlarını kaybedenler, evini kaybedenler, sakat kalanlar, yaralananlar. Tanık Olanlar: Afet kaybı olmayan ancak yaşanan acı olaylara tanık olanlar, komşular, doktorlar ve kurtarma ekipleri. İzleyiciler: Doğrudan yaşamayan ancak üzücü olayları izleyip, depremden dolaylı olarak etkilenenler. Bu üç grubun dışında afetzedeleri “yaş, cinsiyet, eğitim” gibi özelliklerine göre de farklı gruplara ayırabiliriz. Hedef grubun özelliklerine göre hazırlanacak vaazlar ana mesajların ortaklık arzetmesi ile birlikte, hedef kitlenin özelliklerine göre farklılık içerebilir. Değişik iletişim biçimlerinin kullanılması iletişimin başarısı için önem arz eder. Vaazlar afetzedelere değişik kanallar aracılığıyla sunulabilir. Krizin ve yas sürecinin evreleri ile afet kriz yönetimi ilkeleri bağlamda değişik duyu organlarına hitap eden materyaller geliştirilebilir (Hökelekli, 2009b:270-275). B. Afetzedelerin Psiko-Sosyal Özellikleri 105 Olağanüstü hali yaşayan bireylere sunulacak vaazlarda afetzedelerin psikososyal özelliklerinin, beklenti ve ihtiyaçlarının tespiti, hedef kitleyle kaliteli iletişim kurulmasında etkili olacaktır. Hökelekli’ye göre (2009b:238) vaaz ve hutbeler, konferanslar, kurs ve seminerler genelde kişilerin ihtiyaçları, sorunları, özellikleri çerçevesinde değil, planlayıcıların kendi anlayış ve önceliklerine göre belirlenmektedir. Bu hizmetlerin ne ölçüde etkili olduğu, ne gibi sonuçlar verdiği ile ilgili ciddi bilimsel çalışmalar yapılıp, bunların sonuçlarına göre program geliştirme gibi bir yola başvurulduğuna dair elimizde herhangi bir bilgi yoktur. Olağanüstü haller birey ve toplum üzerindeki etkilerini inceleyen psikolog, sosyolog ve sosyal hizmet uzmanlarının elde ettikleri bazı bulgular şöyledir: Beklenmedik ve bir anda ortaya çıkarak insanın kontrol gücünü aşan durumlar ruh sağlığını etkileyerek psikolojik gerilim ve strese yol açar (Köse, 2000:7; Küçükcan, 2000:7). Afetler, maruz kalan toplumun başa çıkma ve uyum kapasitesinin üzerinde ciddi yıkımlara neden olur. Bu sebeple psiko-sosyal ve fiziksel kaynaklara ihtiyaç duyulur (Baltaş, 2000:155). Bireyin sürüp giden yaşamı zorlayıcı bir olay ile sarsıldığında, kriz durumu ile sonuçlanır. Kriz içindeki kişi duygusal olarak alt üst olmuştur. Yaşanılan kriz, kendilik imgesi ve gelecek planları için tehdit oluşturur (Palabıyıkoğlu, 2000:100). Eriksona göre, travmaya uğramış topluluk ortak bir kültür oluşturur. Bu kültür ortamındaki bireyler içine kapanır, yalnızlaşır ve sosyalliği azalır (Nkl. Kasapoğlu, 2007:III). Olağanüstü hal sonrasında yerleşim yerini değiştirmek zorunda kalan afetzedeler, bu değişime uyum sağlamakta zorlanır. Bu sebeple psikolojik düzeyde davranış bozuklukları, ruhsal çöküntüler ve ebeveyne aşırı bağlılık gibi etkiler ortaya çıkabilir (Baltaş, 2000). Afet geçiren topluluk, bir sosyal organizma olarak travmaya uğradığında var olan toplumsal doku çoğu zaman harap olur. Fakat doğal afetlerde, olaydan 106 hemen sonra “iyi hissetme dalgası” insanlar arasında hissedilir. Afette yardıma gelen kurtarma ekiplerinin ve komşuların çabalarının sıcaklığıyla eski dostluklar ve topluluk ruhu canlanır (Erikson, 1994, Nkl. Kasapoğlu, 2007:910). Felaketler, aynı anda çok sayıda insanı etkiler. Yüzlerce kişi bu felaketlerde ölürken geride kayıpla baş etmesi gereken çok sayıda insanı bırakır (Palabıyıkoğlu, 2000:112). Kayıp yaşantısıyla kişi, kendi ölümlülüğü ile yüz yüze gelmiştir. Kriz döneminde kişinin genel olarak yaşama bakışı, tutumları, duyguları, kurduğu ilişkileri, önceki yaşantıları ve dini inançları, ölümü fiziksel olarak vücudun işlevlerini durdurmasından daha fazla bir şey olarak anlamlandırmasını sağlar (Soykan, 2000:123). Felaket öncesinde kendisine güvenen, kendi hayatını kontrol eden, nerede ne zaman ne iş yapacağına karar veren, seçenekleri olan, olaylar karşında iradesini kullanabilen insan felaketle birlikte bu yeteneklerini büyük ölçüde kaybetmiştir. İnsanın hayatı kontrol etme gücünü ve hayata yön verme yeteneğini kaybetmesine felaket anında yaşadığı can ve mal kayıpları da eklenince, çok derin bir ‘güvensizlik duygusuna kapılma’ ihtimali ortaya çıkmaktadır (Köse, 2000:16; Küçükcan, 2000:16). Kendi kontrol yeteneği dışında olumsuz deneyim yaşayan inançlı kişiler özellikle karşılaştıkları deprem, sel gibi olağanüstü olaylarda çok fazla kayıpları olsa bile bunlara metafizik bir anlam yüklemekte ve başlarına gelen şeylerin Allah’tan geldiğine inanmaktadırlar. Bu inanç felaketlerin anlam kazanmasını sağlayarak belirsizlik duygusundan kurtulmaya katkıda bulunmakta ve kabullenme sürecini hızlandırarak tekrar normal hayata dönülmesini sağlamaktadır (Köse, 2000; Küçükcan, 2000:143). Vaazlarda işlenecek konuların ve konunun taşıyacağı ana mesajların belirlenmesinde afetzedelerin beklenti ve ihtiyaçlarının bilinmesi gerekir. Köse (2000) ve Küçükcan’ın (2000) Marmara depremi sonrasında yaptığı mülakatlarda, afetzedelerin vaaz hizmetleri hakkında beklenti ve ihtiyaçlarınaı anlatan bazı ifadeler şöyledir: 107 “Yaşanan felaketlerin manevi dinamiklerini insanlara anlatmanın gerekliliğine inanıyorum. O zaman bu insanlar bu olayın neden olduğunu bileceklerdir. Çünkü toplumun klavuzları olmazsa toplum yönünü bulmakta zorlanabilir. Felaket yanlış temeller üzerinde, mesela Allah’ın adaletli olmaması şeklinde içselleştirebilir.” “Bana deprem ve depremde nasıl davranmamla ilgili ve hayata nasıl yeniden tutunabilirim ile ilgili bilgiler, bunun için yapılması gerekenin din ölçeğindeki açıklamaları verilmeliydi.” “İnsanların sabrı, felaket karşısında Allah’a sığınma yöntemlerini öğrenmeleri gerekiyordu.” “İnsanların adaletli olmasını, gerektiği kadar yardım alması gerektiğini, bu faciada sabır göstermeleri gerektiğini, isyana, tuğyana, ayrılığa düşmemeleri gerektiğini anlatabilirlerdi.” “Bu felaketlerin sebeplerine yönelecek ve onu da dinin çerçevesinde açıklayabilecek klavuzlara ihtiyaç olduğunu hissediyorum.” “İlk ayda herkes yardımlaşmayı, paylaşmayı sever şekilde hareket etti. Birinci ay bittikten sonra aileler toplumsal sorunları yaşamaya başlayınca, kendi içlerinde bile kavga etmeye başladılar. “Ne olacağım” sorusu gündeme geldi. Bu soruya cevap bulamayınca kavgalar başladı.” “Bizim çadırkentlerimize diyanetten hiç kimse gelmedi. Afetten sonra ilk Cuma hutbesinin konusu satanizm ile ilgiliydi.”189 "Teslim olsunlar Allah'a. Her şeyin ondan geldiğini bilerek hareket etsinler. İsyan etmesinler. En kolay böyle atlatırlar depremin izini. Şimdi yeni bir hayata başlayacak hepsi. Önemli olan bu hayatı düzgün yaşamaları.” 189 Van’da 23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen depremde Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet GÖRMEZ depremi müteakip ilk Cuma namazında depremzedelerle birlikte olmuştur. Depremzedelerin psiko-sosyal ihtiyaçlarını içeren hutbeyi afetzedelerle paylaştıktan sonra Cuma namazı kıldırmıştır. 108 Yukarıdaki ifadelerden görüldüğü üzere afetzedeler yaşadığı olayı anlamlandıracak, ümit, sabır ve güven duygularını aşılayacak, acıların üstesinden gelmesine yardımcı olabilecek vaazlara ihtiyaç duymaktadır. Olağanüstü hallerde hazırlanacak vaazın temel hedefi, afetzedenin hayatında kaybettiği anlamı ve güven ihtiyacını yeniden keşfetmesine yardımcı olmaktır. Afetzedelerin, çadırkentlere Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hizmet götürülmesini ifade etmeleri tebliğimiz için önem arz etmektedir. Olağanüstü hallerde yapılacak vaazın yeri sadece camiler ile sınırlı kalmamalıdır. 2. Manevi-psikolojik Yaklaşım Çerçevesinde Vaazlar Din psikologlarına göre felaketleri algılama, açıklama, kabullenme ve başa çıkma davranışlarında özellikle dini inanç, tutum ve davranışların önemli bir etkisi vardır. Kendi kontrol yeteneği dışında olumsuz deneyim yaşayan inançlı kişiler karşılaştıkları deprem, sel gibi olağanüstü olaylarda çok fazla kayıpları olsa bile bunlara metafizik bir anlam yüklemekte ve başlarına gelen şeylerin Allah’tan geldiğine inanmaktadır. Bu inanç, felaketlerin anlam kazanmasını sağlayarak belirsizlik duygusundan kurtulmaya katkıda bulunmakta ve kabullenme sürecini hızlandırarak tekrar normal hayata dönülmesini sağlamaktadır (Köse, 2000:63; Küçükcan, 2000:63). Vaazlarda, yaşanan olayların anlamlandıracak, afetzedelere olumlu bakış açısı kazandıracak, Allah inancını içselleştirecek, manevi olarak güçlenmelerini sağlayacak mesajlar vermek önem arz eder. Tebliğimizin bundan sonraki bölümünde “bela ve imtihan” kavramları olumlu başa çıkma çerçevesinde ele alınmıştır. Kur’an-ı Kerim ve hadislerdeki kıssaların vaazlarda kullanılmasının önemi üzerinde durulmuştur. Anadolu bilgelerinin eserlerinden, kriz durumlarına farklı bakış açıları kazandıracak örneklere yer verilmiştir. a. Bela ve Fitne Olağanüstü olaylardan sonra, afetzedelerin aklına ilk gelen “Bu Allah’ın bana/bize bir cezası mı?” sorusudur. Kula’ya göre (2007) yaşanan travmatik olay sadece cezalandırma olarak algılanırsa, bireyde aşırı suçluluk duygusu, Allah’a güvenme ve yönelmede isteksizlik, kendi dışında suçlu arama gibi bazı olumsuz duyguların yaşanması mümkündür. Problemin tanınması, ona yönelik çözümlerin de 109 oluşturmasına katkı sağlar. Bu sebeple yaşanan olayın bir ceza olarak değil de, “uyarı ve imtihan” olarak anlamlandırılması olayın oluş biçimini, nedenlerini, bizim olay karşındaki tedbirsizliklerimizi ve bu tedbirsizliklerdeki nedenlerimizi daha iyi tespit etmemize ve buna yönelik çözümler üretmemize yardımcı olabilir. Ayetlerde geçen “bela ve fitne190” ve bunlardan türeyen kelimelere “imtihan, deneme, sınav” gibi anlamlar yüklenmiştir. Ragib el- İsfehani “bela” kelimesini “bir elbisenin yıpranması, eskimesi” anlamına geldiğini ifade eder. Yüce Allah ile ilgili “bela keza” ya da “ebtelahu” kelimeleri kullanıldığında, yalnızca “kişinin iyiliğinin ve kötülüğünün ya da bozukluğunun ortaya çıkması” kastedilir. Yoksa bununla “durumu hakkında bilgilenmeye, durumu öğrenmeye çalışma ve onunla ilgili bilinmeyen noktalara vakıf olma” diye bir şey kastedilmez. Çünkü gaybleri bilen Allah’tır. F-t-n kökü, temelde “iyilik düzeyi kötülük düzeyinden ayrılıp ortaya çıksın diye, altını ateşe sokmak demektir. Fitne, Allah’tan ya da kuldan sadır olmuş olan sıkıntı, musibet, öldürme azap türden hoş görülmeyen fiillerdir. Bu gibi fiiller her ne zaman Yüce Allah’tan sadır olursa, bir hikmete dayanır (İsfehani, 2008:234-235;1117-1119). İsfehani’nin bu yorumuna göre, bela ve fitne kökleri ile bunlardan türeyen kelimelerde kastedilen anlamlardan biri, insana doğuştan verilen yeteneklerin, gizil güçlerin ortaya çıkması için yaşanan deneyimlerdir. Bu bağlamda her acı olay, bireyin kendisi hakkında farkındalık kazanması ve kendisi ile yeniden tanışmasını gerektirir. İnsan, karşılaştığı olaylara verdiği tepkilerle kendinde daha önce keşfetmediği yeni şeylerle karşılaşır. Olağanüstü olaylar neticesinde yaşanılan kayıplar, hissedilen acılar insanın manevi gelişimine katkı sağlar. Bu bağlamda vaazların içeriğinde “Neden bu olay benim başıma geldi?” yerine “Yaşadığım acılar bana neyi öğretiyor? Hangi alanlarda beni geliştiriyor?” gibi soruların zihinlerde yerleşmesine ihtiyaç vardır. b. Kıssalar Kur’an-ı Kerim ve hadislerde yer alan peygamber kıssaları ve geçmiş kavimlerin yaşadığı olaylara dair verilecek olağanüstü hallerde sunulacak vaaz 190 Bakara, 2/155; 2/49; Saffat, 37/106; Enbiya, 21/35; Ankebut, 29/1-2 v.d. 110 hizmetlerinde önemli bir yer alır. Pesechkian’a göre “kıssa, hikaye ve mitoslar” beynin bütüncül yeteneklerini etkileyici ve harekete geçirici bir öneme sahip bulunmaktadır (Nkl. Hökeleklib, 2009/269). Kasapoğlu’na göre (2004), kişinin kendisiyle başkaları arasında karşılaştırmalar yapması, stresle başa çıkma stratejilerinden birisidir. Birey kendisiyle aynı sorunları yaşayan ve daha zor durumda bulunan kimseleri göz önüne aldığında, kendi durumunun düşündüğü kadar kötü olmadığını fark eder. Birtakım sorunları sadece kendisinin yaşamadığını bilmek, kendisini daha iyi hissetmesini sağlar. Hökelekli’ye göre, dini değerlerin kalıcı hale getirilmesinde, dolaylı ve üstü örtülü anlatımın zengin imkanlarından yararlanmak en uygun yollardan birisidir. Olayların tabii akışı içerisinde, kişiye yeni bir bakış açısı sunan bir durumla karşı karşıya kalan bir kimse, çok fazla etkilenebilmektedir. Dini iletişimde kıssa ve hikaye yoluyla aktarımın iki bakımdan önemi vardır: Birincisi dini hakikatler, fizik ötesi (gayb) alemle ilgili olduğu için bunları ifade etmede “sembolik” ve “çağrışım yaptırıcı” bir dilin kullanılması kaçınılmazdır. İkincisi ise, Kur’an’ın asıl hedefi insanlara bilgi vermek değil, onların ahlak ve zihniyet dünyalarında bir dönüşüme yol açmak olduğundan, bunun en etkili yolu insan kavrayışının en bütünce yönüne seslenmektir (Hökeleklib, 2009). Hz. Eyyub’un kayıp ve acılarla dolu yaşamı, Hz. Yusuf’un, köleler pazarında satılması, zindana atılması; Hızır (a.s) ve Hz. Musa peygamberin yolculuğu, Hz. Peygamber’in hayatındaki zorluklar gibi konuları içeren kıssalar olağanüstü hallerde hazırlanacak vaazlarda mutlaka kullanılmalıdır. Çünkü Allah’ın sevgili kulları olan peygamberler, yaşadıkları bu acılarla manevi olgunlaşmayı yaşamıştır ve farklı nimetlere kavuşmuştur. c. Toplumun Deniz Fenerleri: Anadolu Erenleri Yaratılış amacı, hayatın anlamı, öldükten sonra yaşam, dünya hayatındaki kayıplar ve yaşanan acıların sorgulanması gibi ontolojik soru ve sorunlara ikna edici bir şekilde cevaplar veren tek otorite dindir. Son din İslam’ın kutsal kitabı Kur’an, 111 insanlara yol göstericidir.191 Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) yirmi üç yıl süren peygamberlik hayatında Kur’an-ı yaşamış ve yaşatmıştır. Kur’an ve Sünnetin rehberliğinde yaşayarak bu iki kaynaktan aldığı ilhamla gönüllere hitap eden Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi Anadolu erenleri toplumun rehberi, deniz fenerleri olmuştur. Söylemlerinde, kaleme aldıkları eserlerde ayet ve hadisleri açıklamışlardır. Bu erenler aynı zamanda İslam alimi ve vaizdir. Anadolu erenlerinin topluma rehberlik yapan bir vaiz olmaları tebliğimiz açısndan oldukça önemlidir. Onlar Kur’an ve Sünneti hem sözleriyle hem de lisan-ı hal ile anlatmıştır. Anadolu erenlerinin diğer bir özelliği, insanların iyi ve kötü günlerinde onlarla beraber olmalarıdır. Eserlerinde insanın hayatında karşılaşabileceği kayıplar ve acılara dair olumlu bakış açıları geliştirmişlerdir. Bu anlamda Anadolu bilgelerinin görüşleri, olağanüstü hallerdeki vaaz hizmetleri için zengin bir kaynaktır. Ahmet Yesevi, Türkçe olarak kaleme aldığı Divan-ı Hikmet adlı eserinde bütün deyişlerini, tebliğ ve nasihatlerini “Hikmet” adını verdiği şiirlerle dile getirmiştir. Mert, Yesevi’nin “hikmet” kavramın bilinçli olarak seçtiğini ifade eder. Nahl Suresi’nde (Nahl, 16/125) geçen “Rabbinin yoluna hikmetle davet et” ayeti Yesevi hikmetlerinin referansıdır (Mert, 2000: 16, 33). Olağanüstü hal sonrasında yardımlaşma ve dayanışma gibi duyguları harekete geçirecek vaazlar toplumsal birlik ve beraberlik sağlanması açısından önemlidir. Bu bağlamda, aşağıda Ahmet Yesevi hikmetlerinden bir demet sunulmuştur: Nerde görsen gönlü kırık,merhem ol sen; Öyle mazlum yolda kalsa,hemdem ol sen; Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen; Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte. 191 .Bakara, 2/2 112 Garip, fakir, yetimleri Resûl sordu; Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen; Hem o gece Mirâc’a çıkıp didar gördü; Âyet, hadis her kim dese, sâmi ol sen; Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü; Rızık, nasip her ne verse, kani ol sen; Gariplerin izini izleyip indim işte. Kani olup şevk şarabını içtim işte. Gönüller Sultanı Mevlana, sevgi ve hoşgörü çağrısı ile gönülleri fethetmeye devam etmektedir. Mevlana’yı Mevlana yapan hiç şüphesiz Kur’an ve Sünnet’tir. Karaköse’ye göre, Hz. Mevlana’nın eserleri terapötik/iyileştirici bir özelliğe sahiptir. Mesnevi’nin birinci ve dördüncü ciltlerinin ön sözünde bu özelliği şöyle ifade eder: “Doğrusu Mesnevi gönüllere şifa, hüzünlere ciladır. Ruhların huzuru ve ruhlara şifadır. Hastayı alır doktoruna götürür. Aşığı alır sevgilisine ulaştırır. Mihnet ve ızdırap çekenlerin dertlerini ve kederlerini azaltır, güç işlerini kolaylaştırır” (Karaköse, 2011:12) Mesnevihan Şefik Can Mevlana’nın eserleri hakkında şu tespitlerde bulunur: “Mevlana gerek Mesnevi-i Şerifte gerekse Divan-ı Kebirde ve diğer eserlerinde yeri geldikçe ıstırabın insanın olgunlaşması, kemale ermesi için bir vasıta bazen de bir imtihan olduğunu ifade eder. Bu yüzden ıstıraba sabretmek tahammül etmek değil, ıstırabı sevmek gerektiğini bildirmektedir (Nkl. Karaköse, 2011:37) Tebliğimizin sınırları dahilinde, Mevlana’nın sabır (Yeniterzi, 2003) dert ve acıya yüklediği anlamı yansıtan örneklere yer verilmiştir. “Dünya hayatında başına gelen belalara, cefa dikenlerine katlan! Çünkü çektiğin acılar, sıkıntılar seni dikenlerden alır da güllere kavuşturur. Reyhanların, yaseminlerin bulunduğu bahçeye çeker götürür (Divan-ı Kebir, I/288). “Sen görüş sahibi ol da dikende gül gör! Dikensiz gülü herkes görür. Başına gelen belanın ilahî bir lütuf olduğunu anla, cüzde de küllü gör! Zaten ehliyet, seziş de budur.” (Divan-ı Kebir, I/326) “Dost altın, belâ da ateş gibidir. Ayarı hâlis olan altın ateşe razıdır.” (Mesnevî, II:1472-74) “Dert daima insana yol gösterir. Dünyadaki her iş için, insanın içinde ona karşı bir aşk, bir heves ve dert olmazsa; insan o işi yapmaz ve o iş dertsiz, zahmetsiz olarak yansıtan ona müyesser olmaz. İster dünya, ister âhiret, ister padişahlık, ister ilim, ister astronomi ve ister başka işler için olsun hepsi için, bu böyledir.” (Fîhi Mâfih, 33) 113 “Sabır, mübarek bir şey; daima insandan üzüntüyü giderir.” (Mesnevî, III: 1859) “Gönüldeki her ferahlığın sebebi bir sıkıntıya bağlıdır.” (Mesnevî, III: 2312) “Nerede bir dert varsa, deva oraya, nerede bir yoksul varsa nimet oraya gider.” (Mesnevî, II: 3232) “Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir.” (Mesnevî, II: 2282) Yunus Emre şiirlerinde seçtiğimiz beyitler şöyledir: (Ilgınlar, 2005) Ne varlığa sevinirim, Açlık sonu tokluktur, Ne yokluğa yerinirim Tokluk sonu yokluktur. Aşkın ile avunurum, Bu yollar korkuluktur, Allah görelim n'eyler? Bana seni gerek seni Sen sanmadığın yerde, Her kaçan anarsam seni, Nagah açıla perde. Kararım kalmaz Allahım. Derman erişe derde, Sendem gayrı gözüm yaşın, Allah görelim n'eyler? Kimseler silmez Allahım. Erzurumlu İbrahim Hakkı, yaşanan acı deneyimlere tevekkül merkezli bir yaklaşım ortaya koyar: Hak şerleri hayreyler, Zannetme ki gayreyler, Ârif onu seyreyler, Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler. Sen hakk’a tevekkül kıl, Mevlâ görelim neyler, Tefviz et ve rahat bul, Neylerse güzel eyler. Sabreyle ve razı ol, Kalbin ona berk eyle, 114 Tedbirini terk eyle, Mevlâ görelim neyler, Takdirini derk eyle, Neylerse güzel eyler. Karaköse’ye göre (2011), bireyin “acı deneyimlerden ya da kayıplardan ne öğrendiği” önemlidir. Acı deneyimlerle edinilen bu öğrenme türü bir iç görüdür. Psikoloji biliminde iç görü kavramı “kendini ve duygularını anlayabilme yeteneğini” kazanmaktır. Kendini tanıma, irfan geleneğinde mühim bir rol oynar. İlmi ve tasavvufu birleştiren, halkı bir arada tutmayı amaç edinen ve manevi çizgisiyle Anadolu irfanını etkileyen Hacı Bayram-ı Veli kendini tanımanın, anlamanın önemini şöyle dile getirir: (Olgunlu, 2010:291-308) Bilmek istersen seni, Can içre ara canı. Görünen sıfatındır, Anı gören zatındır. Geç canından bul anı, Sen seni bil, sen seni. Gayrı ne hacetindir, Sen seni bil, sen seni. Kim bildi efalini, Ol bildi sıfatını. Kim ki hayrete vardı, Nura müstağrak oldu. Anda gördü zatını, Sen seni bil, sen seni. Tevhidi zatı buldu, Sen seni bil, sen seni 115 116 Hacı Bayram-ı Veli’nin müridi ve İstanbul’un manevi fatihi Akşemseddin dünyevi dertlere dair şu tavsiyede bulunur: (Olgunlu, 2010:318) “Bir gün dünyaya ait bir derdin olursa Rabbine dönüp ‘benim büyük bir derdim var’ deme. Derdine dönüp ‘Benim büyük bir Rabbim var’ de” 3. Vaizlerin Mesleki Formasyonu Olağanüstü hallerde yürütülecek vaaz hizmetlerinde başarılı ve etkili iletişimi yakalayabilmek için olağanüstü halin yaşandığı bölgenin ve afeti yaşayan hedef kitlenin psikolojik ve sosyolojik açıdan analiz edilmesi önem taşımaktadır. (Hökeleklib, 2009; Okumuş, 2007). Çünkü bir toplumda hâkim olan değerler sistemini çözümlemeden onların afet kültürünü analiz etme olanağı yoktur (Kasapoğlu, 2007:57). Vaizlerin mesleki formasyonunda gerek bu bilgilerin eğitim sürecinde onlara verilmesi, gerekse olağanüstü hal sonrası bölgeyi analiz edebilme becerisine sahip olmaları önem arz eder. Bu bağlamda vaizlerin nicel ve nitel araştırma teknikleri başta olmak üzere din sosyolojisi, din psikolojisi, din eğitimi, tefsir, hadis, tasavvuf, Türk İslam edebiyatı gibi alanlarda mesleki formasyon kazanmalıdır. Olağanüstü hallerde vaaz edecek vaizlerin sosyal bilimler alanında uzmanlaşması önemlidir. Çünkü olağanüstü hallerde sunulacak hizmetler psikoloji, sosyoloji, rehberlik, psikiyatri, iletişim gibi pekçok farklı biliminin ilgi alanına girmektedir. Bu sebeple vaiz, disiplinler arası bütüncül bir bakış açısına sahip olmalıdır. Hökelekli’ye göre din hizmeti ile uğraşanların dini bilgilerini geliştirme ve güncel duruma getirme, diğer yandan da günümüz iletişim tekniklerini ustaca kullanacak tarzda yetişmeleri büyük önem taşır (Hökeleklib, 2009:276). Güler yüzlü, kendi ile barışık, empatik, diksiyonu düzgün, sabırlı, metanetli, yardımsever ve işini özveri ile yapabilen, söylemleri ile eylemleri tutarlı olan vaizlere olağanüstü hallerde ihtiyaç duyulmaktadır. Olağanüstü hallerde vaaz edecek personelin seçimi gönüllülük esasına dayanmalıdır. SONUÇ Tebliğimizde deprem, sel, savaş gibi olağanüstü hallerde vaaz hizmetleri disiplinler arası bir yaklaşımla ortaya konulmuştur. Olağanüstü hallerdeki vaaz hizmetlerinin profesyonel bir şekilde icra edilebilmesi için uzmanlaşmanın gereği üzerinde durulmuştur. 116 117 Olağanüstü hallerdeki vaaz hizmetlerine ışık tutması amacıyla, alanın kavramsal çerçevesi çizilmiştir. Olağanüstü hallerdeki vaazların içeriği, vaizlerin mesleki formasyonu, afetzedelerin manevi psiko-sosyal ihtiyaç ve beklentileri din psikolojisi bilimi açısından ele alınmıştır. Vaazların bireysel ve toplumsal rehabilitasyonda etkisi Anadolu bilgelerinin eserlerinden örneklerle ortaya konulmuştur. Bu bağlamda vaazlar, rehberlik ve danışmanlık misyonu taşımaktadır. ÖNERİLER: 1. Diyanet İşleri Başkanlığı Afet Yönergesi’nde afet öncesi, afet esnası ve afet sonrasını içeren düzenlemeler yer almalıdır. 2. Ülkemizde yaşanabilecek olağanüstü hallere karşı bir risk haritası çıkarılmalıdır. Vaaz hizmetleri, risk bölgelerinin sosyo-kültürel özellikleri çerçevesinde planlanmalıdır. Bu bağlamda, olağanüstü haller yaşanmadan önce muhtemel afetlere karşı “vaazların nasıl programlanacağı, nerelerde verilebileceği, bölgede görev yapacak vaizlerin uzmanlaşmasının hangi yollarla yapılacağı”nın tespiti gerekmektedir. 3. Halkın dini tutum ve algılarını öğrenmek üzere internet üzerinden “yerel, bölgesel ve ulusal” düzeyde anketler yapılmalıdır. 4. Olağanüstü hallerde görev yapacak personel din psikoloji, din sosyolojisi, din eğitimi gibi konularda uzmanlaşması sağlanmalı ya da mesleki formasyondan geçirilmelidir. 5. Başkanlık merkezi ve taşrada görev yapan “din psikolojisi, din sosyolojisi, din eğitimi, tasavvuf, hadis, tefsir, Türk-İslam edebiyatı” gibi alanlarda doktora yapan uzman din görevlileri ile birlikte materyaler hazırlanmalıdır. 6. Afet esnasında ve sonrasında vaaz hizmetlerinin sunumunda kriz süreci, ‘yas’ın özellikleri, travma sonrası stres bozukluğu gibi bilimsel verilere dikkat edilmelidir. Bu bağlamda krizin birinci ve ikinci evrelerinde afetzedelerle aynı ortamlarda bulunmak, yalnız olmadıklarını hissettirmek, onları dinlemek önemlidir. Krizin üçüncü evresinden itibaren vaazlarda yaşanan acıların anlamlandırlmasına yönelik mesajlara yer verilmelidir. 117 118 7. Vaazların rehberlik boyutu dikkate alınarak vaizin görev yeri sadece camii ve mescidlerle sınırlı kalmamalıdır. Vaizler özellikle krizin birinci ve ikinci evresinde hastane, aşevi, çadırkent gibi afetzedelerin toplu bir şekilde ikamet ettikleri yerlerde afetzedelerle iç içe olmalı ve diğer destek birimleri ile irtibata geçmelidir. 8. Olağanüstü hal sonrası, sunulan vaaz hizmetlerine dair bilgi bankası oluşturulmalıdır. 9. Afet sonrası vaaz hizmetlerinde, toplumsal rehabilitasyom önemlidir. Yaşadığı şoku atlatamayanlar travma sonrası stres bozukluğu ya da kaygı bozuklukları yaşayabilir. Bu bakımdan afet sonrası “ahiret, şehitlik, ümit, sabır, tevekkül, merhamet, kıssalar” gibi anlamlandırma ve iç görü kazandıracak konulara geniş yer verilmelidir. 10. Bölgede görev yapan vaizlerin, tükenmişlik sendromu ya da ikinci travma yaşamaması için koruyucu ruh sağlığına dair bilgilendirilmesi sağlanmalıdır. 11. Manevi Sosyal Hizmetler alanında çalışma yapan akademisyenlerle işbirliği yapılmalıdır. 12. Olağanüstü halllerde sunulacak vaaz hizmetleri için internet sitesinin kurulması, yapılacak program ve etkinliklerin duyurulması ve kitap haline getirilmesi gerekir. 13. Batıdaki uygulamalar yerinde incelenmeli, iyi uygulamalar transfer edilmelidir. 14. Vaaz sadece camii ile sınırlı kalmamalı, vaizler olağanüstü halin her evresinde yer almalıdır. 15. Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlana gibi kültürel değerlerimize bu tür vaazlarda daha çok yer verilmelidir. KAYNAKÇA Atlı, Ayhan, Afet Yönetimi Kapsamında Deperm Açısından Japonya ve Türkiye Örneklerinde Kurumsal Yapılanma, Ankara, Asil Yayın Dağıtım, 2006. Baltaş, Zuhal, Sağlık Psikolojisi, Remzi Kitabevi, 2000:158 Bilgin, Nuri, Sosyal Psikoloji Sözlüğü Kavramlar, Yaklaşımlar, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 2007. Cengil, Muammer, “Olağanüstü Hallerde ve Kriz Anlarında Verilecek Dini Hizmetlerin Psiko-Sosyal Temelleri”, I. Din hizmetleri Sempozyumu, Ankara, s. 606–620, 2008. Demir, Ömer, Acar Mustafa, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ankara, Adres Yayınları, 2005. Erzurumlu İbrahim Hakkı, Çeviren; A. Faruk Meyan, Marifetname, İstanbul, Bedir Yayınları, 1999. 118 119 Hökelekli, Hayati, ______________a, Psikolojiye Giriş, İstanbul, Düşünce Kitabevi Yayınları, 2009. ______________b, İslam Psikoloji Yazıları, İstanbul, Değerler Eğitim Merkezi Yayınları, 2009. Ilgınlar, Elif Sena, Yunus Emre Şiirleri, İstanbul, Timaş Yayınları, 2005. Karaköse Rukiye, Karaköse Şaban, Mevlana Ruhsal Terapiler, Yediveren Yay, İstanbul, 2011. Kasapoğlu, Aytül, Akbal, Alev, Ayalp, Buket, Toprak, Gizem, Palamut, Hasret, Kul Mehmet, Odabaş Z. Yonca, vd, Yeni Toplumsal Travmalar Günümüz Türkiyesinde Öyküleşen Mağduriyetler, Ankara, Referans Yayınları, 2007. Kasapoğlu, Abdurrahman, “Kur’an’da Kıssa Terapisi -Hz. Peygamberin Kıssalardan Terapi Amaçlı Yardım Alması-” Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas , Cilt: VIII / 2, s.69-80, 2004. Kula, Naci, “İstenmedik ve Beklenmedik Olaylarla Karşılaşan Bireylere Yönelik Moral ve Manevî Desteğin Önemi (Deprem ve Bedensel Engellilik Örneği)”,, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Samsun, C. VI, S. 2, s. 73-94, 2006. ____________, “Müzakereler”, I. Din hizmetleri Sempozyumu, Ankara, s.669–673, 2008 ____________, “Deprem Ve Dini Başa Çıkma” Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002/I, ss.234-255. Küçükcan, Talip, Köse Ali, Doğal Afetler ve Din, Türkiye Diyanet Vakfı İslami Araştırmalar Merkezi, İstanbul, TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, 2000. Mert, Hamdi, Hoca Ahmed Yesevî, Ankara, Bilig Yayınları, 2000. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî-i Şerîf, Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahîfî Tercümesi, Haz. Âmil Çelebioğlu, C.I-VI, İstanbul 1967–1972. ______________, Hazırlayan; Abdülbaki Gölpınarlı, Rubâîler, İstanbul 1964. _______________, Çeviren; Meliha Ülker Tarıkahya (Anbarcıoğlu), Fîhi Mâfih, İstanbul 1985. ______________, Dîvan-ı Kebîr Seçmeler, trc. Şefik Can, I-IV, İstanbul, 2000. Olgunlu, Ali Canip, Anadolu’nun Düşünce Mimarları, İstanbul, Karakutu Yayınları, 2010. Okumuş, Ejder, “Olağanüstü Zamanlarda Din Hizmeti –Diyarbakır Örneği-“ I. Din Hizmetleri Sempozyumu, Ankara, s.589–605, 2008. Özdoğan, Öznur, Yayınları, 2005. v.d., Manevi Değerler, 1. Baskı, Ankara, Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim _____________,Aşkın Yanımız Maneviyat, Ankara, Özden Öze Yayınları, 2009. Palabıyıkoğlu, Refia, Berksun, Oğuz, Özgüven, Halise, Soykan, Çiğdem, Haran, Seda, Sayıl, Işıl, Kriz ve Krize Müdahale, Ankara, Ankara Üniversitesi Psikiyatrik Kriz Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları, No:6, 2000. Ragıb el-İsfahani, Çeviren; Yusuf Türker, Müfredat Elfâzi’l-Kur’an, İstanbul, Pınar Yayınları, 2002. Sayıl, Işıl, Berksun, Oğuz, Palabıyıkoğlu, Refia, Özgüven, Halise, Soykan, Çiğdem, Haran, Seda, Kriz ve Krize Müdahale, Ankara, Ankara Üniversitesi Psikiyatrik Kriz Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları, No:6, 2000. Soykan, Çiğdem v.d, Kriz ve Krize Müdahale, Ankara, Ankara Üniversitesi Psikiyatrik Kriz Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları, No:6, 2000. Tosun, Cemal, "İlahiyat Fakültelerinde Vaizlik Eğitimi", A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt, XXXVI, Ankara 1997, ss. 179-221. 119 120 Yeniterzi, Emine, “Mevlâna‟nın Eserlerinde Sabrın Hikmetleri”, Gözyaşı, Aralık 2003, 40: 21–26. www.diyanet.gov.tr/foyvolant/5_yonergeler/06.pdf http://www.hacibayramiveli.com/ Fatıma Zeynep BELEN-Kırıkkale İl Müftülüğü Din Hizmetleri Uzmanı 120 121 III. MAHALLİ PROBLEMLERLE İLGİLİ VAAZ Mezhep Olgusu: Prof. Dr. Sönmez Kutlu’nun Mezheplere Giriş adlı eserinin ilgili bölümü: İnsanlar arasındaki görüş farklılıkları ve ayrılıkları, tabii, psikolojik, tarihsel, dinî ve sosyolojik bir vakadır. Her bir din, felsefe ve ideoloji, bu gerçekten nasibini almıştır. İslam Tarihi'nde ortaya çıkan mezhepler, bir din farklılığı değil yaklaşım farklılığıdır. Bu farklılıklar, mutlaklık iddiasında bulunmadıkça, kendisini İslam’ın yegane temsilcisi görmedikçe, başkalarını öteki olarak algılamadıkça birer zenginliktir. Bu yüzden farklı mezhepleri, tarikatları, cemaatleri; hak-batıl, doğru-yanlış, sapık-bidat ve benzeri sınıflandırmalara tabi tutmak yerine, insan doğasından kaynaklanan ve toplumsal yapıyla kurumlaşan farklı bilgi sistemleri veya zihniyetler olarak algılamak daha doğrudur. Hiçbir mezhep veya din anlayışı, mutlak doğru veya mutlak yanlış değildir. Her mezhebin doğru olan fikirleri olabileceği gibi yanlış olanları da vardır. İnsanlar, içinde bulundukları ortama göre, bilgi birikimlerine göre, Kur’an’ın öngördüğü istikamette İslam’ı anlamaya ve yaşamaya çalışmak durumundadırlar. Beşerî nitelik taşıyan bütün olgu ve oluşumlar, tabiatı gereği, her türlü tahlil ve tenkide açık olacağı için, her ne sebeple olursa olsun, dinin anlaşılma biçimlerinin din gibi mütalaa edilmesi, geleneğin din hâline getirilmesi, dinin etkinlik alanının daraltılması anlamına gelecektir. Bu durum, din anlayışının geçmişe göre şekillenmesine yol açacağı için İslam’ın evreselliği ile bağdaşmayacaktır. Fırkalaşma veya mezhepleşme, her dinin tarihinde yaşanan bir olgudur, dinin özünü teşkil etmez. Bu sebeple mezheplerin dinle özdeşleştirilmesi doğru değildir. Mezhepler, inanç ve amel konusunda dinin doğru bir şekilde anlaşılması ve yaşanması ile ilgilidir. Ayrıca mezhepler, sosyal ve siyasi bunalımların yaşandığı dönemlerde bu bunalımları aşmak konusunda çözümler üretebilmek için ortaya çıkmış siyasi, toplumsal ve dinî hareketlerdir. Bunlar, başlangıçta farklı görüşlerin ortaya atılmasına ve tartışılmasına son derece verimli bir alan oluşturmuştur. Bazıları İslam’ın diğer din, kültür ve medeniyetlere karşı savunusunu yaparak onun yayılmasına ve doğru anlaşılmasına yardımcı olmuşlardır. 121 122 Dinle mezhep arasındaki ilişki her zaman masum olmamıştır. Mezheplerden bazıları, siyasi çevrelerce dinî ve siyasi menfaat temin etmekte birer araç olarak kullanılmıştır. Bunun neticesinde, mezhepler nadiren de olsa, dinin yeni yorumlarla güncelleştirilmesi ve işlevsel kılınması yerine Müslümanlar arasında ayrılık ve kavgaların, taassubun, iktidar savaşlarının birer aracı hâline gelebilmiştir. Daha çok siyasi nitelik taşıyan bu çözümler, evrensel olmamasına rağmen daha sonraki nesiller tarafından itikadileştirilerek inanç konusu yapılmıştır. Yeni yetişen kuşakların kendi meselelerine kendileri çözümler bulmak yerine, asırlar boyu tarihe karışmış güncelliği ve fonksiyonelliği kalmamış olan geçmişin problemleriyle uğraşmaya başlamış ve yeni problemlere yeni çözümler üretmekten çok geçmişten çözüm arama yönüne gitmiştir. Kur’an ilkelerini hayata geçirmek ihmal edilerek bağlı olunan mezhebin ilkeleri savunulmuş, böylece mezhepler Kur’an’ı anlamada araç iken mezheplerin ilkelerinin anlaşılması amaç olmuştur. Sonuçta Kur’an’a, mezhep görüşlerinin desteklenmesi için gidilmiştir. Bu da onların Kur’an’ bir bütün hâlinde anlamalarını engellemiştir. Böylece Kur’an’ evrenselliği mezhepler bazına indirgenerek ihlal edilmiştir. 122 123 YAYGIN HALK İNANIŞLARI VE DİN HİZMETLERİ Mustafa ARSLAN192 Diyanet İşleri Başkanlığınca verilen yaygın din hizmetleri, çoğunlukla halk kesimine yönelik verilmektedir. Burada hedef kitlesi halktır. Biz tebliğimizde, din hizmetlerinin istenilen amaca hizmet verilebilmesi için, dini mesajın sahihliği yanında, “hedef; kitlenin tanınması”nın önemine dikkat çekmek istiyoruz. İyi bir din hizmeti verilebilmesi için din görevlisinin hedef kitlesi arasında yaygın olan halk inançlarını, onların mahiyeti ve kökenleri ve psiko-sosyal işlevleri hakkında bilgilendirilmesi gereklidir. Bu sebeple halk arasındaki popüler dini inanışlar konusunda yapılan uygulamalı çalışmaların sonuçlarına değinilecek ve bu inanışların mahiyeti, toplumdaki işlevleri ve din hizmetlerinin yürütülmesinde bunların önceden bilinmesinin önemine işaret edilecektir. Günümüz toplumları dünya ölçeğinde hızlı bir değişim ve dönüşüm sürecini yaşamaktadır. Küreselleştirici etkilerin itici gücüyle, bilgi ve iletişim toplumu gibi adlandırmalarla anılan bir süreçte toplumlar hızlı bir gelişim göstermektedir. Bu değişim sürecinden şüphesiz sadece modern toplumlar değil, geleneksel ve tradisyonel türden toplumlar da etkilenmektedir. Küresel ve yerel ölçekteki bu değişimlerden, toplumsal bir kurum olarak dinin etkilenmemesi düşünülemez. Günümüzde toplumlarda görülen hızlı değişim süreci, din alanında da kendisini göstermektedir. Sosyal bilimlerdeki son değerlendirmeler, dinsel bir canlanmadan ve “kutsala dönüş” olgusundan sıklıkla bahsetmektedirler (Naisbitt ve Abordene, 1990: 442; Bell, 2006: 65). Ancak, kutsal olana yönelik ilginin “niteliğinde” de farklılaşmalar görülmektedir. Din ve kutsala dönüş olgusundan söz edildiğinde, ilk bakışta sadece büyük dinlere dönüş söz konusuymuş gibi anlaşılmaktadır. Halbuki yeni dinlere, mistik ve ezoterik eğilimlere, paranormal konulara gösterilen ilgideki artış, kutsal olana yönelik ilgideki “çeşitliliği” göstermektedir. Dindeki değişim, hem genel anlamda dini ve kutsal olana ilgide bir artış olarak, hem de geleneksel folk inanışlara, ezoterik kültlere, yeni dini hareketlere ve parapsikolojik ve popüler dini eğilimlere yöneliş olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, modern dönemde dini formlarda gözlenen yeni durumla ilgili temel kabulleri kısaca şu şekilde netleştirebiliriz: i) Günümüz toplumlarında genel olarak kutsala ve dine dönüşe ilgide, küresel ölçekte bir “artış” söz konusudur. ii) Dindeki bu gelişim çoğulcu bir durum arz etmekte olup, geleneksel büyük dinlerin yanı sıra yeni dinleri, mistik, ezoterik ve ruhçu eğilimleri, popüler dini tezahürleri de içerisinde barındırmaktadır. 192 Dr. İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Malatya [email protected] 123 124 Bu durum, kurumsal, büyük dinin yanında, ona paralel bir dini algılayış ve yaşayış tarzının yani popüler dini tezahürlerin varlığını ve gelişimini sürdürdüğünü göstermektedir. iv) Dolayısıyla, popüler dini tezahürler, sadece eskiden gelen geleneksel folk inanışlar olarak değil, bunun yanı sıra modern bazı etkiler aracılığıyla da gelişimini sürdürmektedir. Başka bir deyişle popüler dini inançlar, hem geleneksel folk inanışlardan gelen damardan, hem de modern bazı etkilerden beslenerek günümüzde varlığını sürdürmektedir. v) Popüler dini temalara ilgideki bu artışın arkasında, postmodernizmin eski kültürlere ve geleneksel, yerel değerlere verdiği önemin etkisini, aşırı rasyonelleşmenin ve refahın getirdiği ruhsal açlıkları, sanayi sonrası yeni toplumsal düzendeki “kaygı” ve “risk” endişelerinin artan varlığı, Türkiye’deki hızlı nüfus artışı, göç ve sanayileşmenin doğurduğu sosyokültürel ve ekonomik sorunların insanları arayışa itmesi gibi açıklaması başka bir makalenin konusu olan sebeplerin olduğuna işaret etmek gereklidir (bkz. Arslan, 2006). Gerçektende günümüzde, hem geleneksel halk inanışları olarak hem de astroloji, fal, ruhçuluk, kehanetsel ve mistik konular gibi bir çok popüler dini konu, toplumda ve kitle iletişim araçlarında sürekli gündeme gelmekte ve etkisini giderek artırmaktadır. Büyüsel, mistik ve ezoterik niteliğe sahip bir çok popüler dinsel konu, basın ve kitle iletişim araçlarında gittikçe artan bir ilgiye sahip görünmektedirler. Günümüzde hemen her gazete ve dergide artık, bir burç ve astroloji sayfası ile karşılaşmaktayız. Mübarek gün ve aylarda kişilerin türbe ziyaretlerine akın akın katıldıklarını, üniversite sınav öncesi türbelerin dolup taştığını medyadan izlemekteyiz. Parapsişik ve kehanetsel konular dergi kapaklarında ve gazetelerin üst sütunlarında, haber ve tartışma programlarınınsa başat konuları arasında yerlerini almaktadır. Önceleri bu tip konular, şarlatanlık olarak gazetelerin iç sayfalarında ve haber programlarında polisiye olay olarak verilirken, günümüzde manşetlerde ve oldukça geniş bir şekilde işlenmektedir. Kehanetsel konular, kutsal kitabın şifreleri, bir takım türedi dini / ruhçu gruplar, kıyamet senaryoları benzeri konular önemli medya programlarında saatlerce yer alabilmekte; eskiden hurafe olarak küçümsenen bu inanç ve pratikler, çok ciddi memleket meselesi gibi tartışılmakta, bunların küçümsenmeyecek bir izlenme oranına da sahip oldukları anlaşılmaktadır. Ayrıca, edebiyat (örneğin Harry Potter vb.), TV ve sinema ürünleri (örneğin The Exorcist, Matrix gibi ünlü filmler; Sırlar dünyası, Kalp gözü, Sır kapısı, Sihirli annem, Gizli dosyalar gibi televizyon dizi ve programları, kadın proğramları) arasında büyüsel, mistik ve ruhçu temaların sıkça kullanılmaya çalışıldığına, hatta bunların bazı dinsel temalarla birleştirilerek verildiğine şahit olmaktayız. Popüler kültürle gelen ve hemen her şeyi iletişim araçlarıyla tüketime yönelten enformatik mantık, bu tarz inanışları insanların ilgi alanına sokabilmektedir. Buna paralel olarak doğu mistizmini ve reenkarnasyon temasını işleyen ruhçu derneklerin ve yayınevlerinin sayısında bir artış gözlendiği gibi, terapi amaçlı yoga ve meditasyon merkezleri de yaygınlaşmaktadır. Dolayısıyla popüler dindarlık konusu, sadece geçmişteki değil, günümüzdeki sosyodinsel gerçekliği anlama açısından da kavramsal bir öneme sahiptir. Bu sebeple, öncelikle popüler dindarlık kavramına ve bu dindarlık tarzının Türk toplumundaki yaygınlığına değinmek, sonra da bu dindarlık tarzının Diyanet İşleri Başkanlığı’nca verilen din hizmetleri ile ilişkisini incelemek istiyoruz. iii) Halk Tabakasındaki Dini Tezahür Biçimi Olarak Popüler dindarlık Halk arasındaki anlamlı bir düzenliğe ve farklılığa sahip olan yaygın halk inançları dinbilimlerinde kuramsal açıdan değerlendirilmiş ve “popüler dindarlık” terimi adı altında kavramlaştırılmıştır (bkz. Arslan, 2004a; Vrijhof and Waardenburg, 1997; Long, 1987). 124 125 Din sosyolojisi ve dinler tarihi verilerine göre, “evrensel dinler” diğer büyük sosyal kurumlar gibi değişiklik ve farklılıklar göstermekte; din bilginlerinin tespit ettikleri ideal şekil ve kuramlara, geniş halk kitlelerinin kavrayış ve eğilimlerine göre, uygun bir şekil ve renk verilmektedir.193 Böylelikle, din bilginlerinin ya da eğitimli insanların oluşturdukları “kitabi dindarlık” diye adlandırılan dini anlayış ya da dindarlık yanında, geniş halk tabakasında da bu tabakaya has bir dindarlık tarzı ortaya çıkmaktadır. “Popüler dindarlık” diye adlandırılabilecek olan bu dindarlık tarzı, gündelik hayat içerisinde gelişmektedir. Dinin ilke ve prensiplerinden daha çok uygulamalara, mistik, ruhçu ve olağandışı olgulara önem verme, kuralcılık, geleneksellik, derin teolojik konulara fazla yer vermeme bu tip dindarlığın genel karakteristik özelliklerindendir. Popüler dini inanışlar, İslami kurallara uygun dini tezahürlerden aykırı olanlara kadar “çok boyutlu bir yapıya” sahip görünmektedir. İslami kuralların halk katındaki tezahürlerinden pagan inanışlara, eski Türk dinine ait inanışlardan mistik ve büyüsel uygulamalara ve geleneksel adet ve uygulamalara kadar çok çeşitli öğeleri içerisinde barındırmaktadır. Popüler dindarlık, normatif değil sosyolojik bir kavramlaştırmadır. Dolayısıyla, popüler dindarlık denildiğinde, dine uygun ya da aykırı gibi bir normatif yaklaşımı değil, dinin halk arasında belli yer etmiş unsurları, yani halk kitlesindeki dini tezahürler söz konusu edilmek istenmektedir. Halk tabakasındaki dini anlatımın bir ifadesi olarak popüler dindarlık olgusunu anlamak için, kültürel farklılaşmaya dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü, popüler dindarlık sosyo-kültürel farklılaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Şüphesiz din toplum içinde yaşanır ve hayatiyet bulur. Din, topluma ve o toplumun kültürüne bir takım etkilerde bulunduğu gibi kendisi de bir takım sosyo-kültürel etkenlere maruz kalabilir. Din ve toplum arasındaki bu karşılıklı etkileşimin bir sonucu olarak, mevcut toplumsal ve kültürel farklılaşma biçimleri farklı dindarlık tiplerinin ortaya çıkmasına neden olmakta, söz konusu ilişki içerisinde dinin belirgin bir takım sosyal tipleri/kategorileri oluşmaktadır. Toplumsal tabakalaşmaya paralel olarak ortaya çıkan dini farklılaşmanın bir çeşidi olarak halk tabakasında da kendine has bir dindarlık tarzı ortaya çıkmaktadır (Arslan, 2004a; 2004c). Popüler dindarlığın sosyo-kültürel farklılaşmanın sonucu olarak ortaya çıkması ve toplumda çok yaygın olarak bulunması, onun bir takım sosyal kanallarının da olduğunu akla getirmektedir. Sosyal bir kategori olarak popüler dindarlık, toplumda bazı iletişim kanallarına sahiptir. Bu toplumsal kanallar, popüler dini hem taşımakta ve hem de etkileyerek onları biçimlendirmektedir. Bu kanallar ve toplumda gördüğü bir takım fonksiyonlar, popüler dinin modern dönemde de Türk toplumunda hayatiyetini güçlü bir şekilde sürdürmesini sağlamaktadır (bkz. Arslan, 2004a). Burada önemle işaret edilmesi gereken nokta, halk dindarlığı ya da popüler dindarlık denilen olgunun Türk halkının dini hayatını anlamada büyük bir öneme sahip olduğudur.194 Türk Toplumunda Yaygın Bir Dindarlık Tarzı Olarak Popüler Dindarlık Türk toplumunun çok yönlü ve dinamik olan dini yaşantısı içerisinde, özellikle halk kitlesi arasında yaygın bir dindarlık tarzı olarak popüler dindarlık, farklı biçim ve şekiller altında mevcudiyetini devam ettirmektedir. Şehir merkezlerinde dini bir öğrenim görmüş din bilginlerinden toplumun orta ve alt tabakalarına ve kırsal alana gidildikçe, daha çok sözlü kültüre dayalı yerel adetler, mistik ve büyüsel öğelerle İslami öğelerin iç içe girdiği popüler dinsel söylem güçlü bir şekilde egemendir ve halkın yaşam tarzı ve kültürü ile işlevsel biçimde bütünleşmiş bir durum arz etmektedir. 193 Dinin halk tabakasında aldığı farklı şekillere değinen belli başlı çalışmalar için bkz.: Weber, 1966; Mensching, 1994; Vrijhof ve Waardenburg, 1979; Gellner, 1981; Long, 1987. 194 Babinger ve Köprülü, 1996: 70; Günay ve Güngör, 1998: 378. 125 126 Bu dindarlık tarzının Anadolu’da etkili olmasının eski Türklerin dini yapısıyla da alakası vardır. Çünkü eski Türklerde özellikle halkın dini yaşantısında mistik ve büyüsel formlar belirgin biçimde ön planda idi. Bu durum, Türklerin sonraki inançlarında etkisini sürdürmüştür. Eski Türk dinindeki “mistik karakter” ve “halk-yönetici kesim dindarlığı” ayrımı nitelikleri, Türklerin İslamiyet’e girmelerinden sonra da devam etmiştir. Başka bir deyişle, Türklerin eski ilksel inanışlarının bugünkü inanç ve tutumlarımıza etkisi çeşitli şekillerde devam etmektedir.195 Dolayısıyla, bu dindarlık tarzının, Türkiye’deki dini hayatı anlamada büyük bir yeri ve önemi bulunmaktadır (Babinger ve Köprülü, 1996; Günay Güngör, 1998; İnalcık, 1992). Bu sebepledir ki, Türkiye’de halk inançları kendi içinde anlamlı bir tür olarak hayatiyetini sürdürmekte ve halk katında bir takım fonksiyonlar da icra etmektedir (Mardin, 1993). Örneğin o, kültürün kişilik yaratıcı katında yeni bir anlam yaratmakta, ayrıca halkın bilgisini şekillendirici bir süreç içerisinde, semboller aracılığıyla insanlarda bir tür dünya görüşü oluşturma fonksiyonunu da yerine getirmektedir. Ancak Anadolu’da popüler dininin yaygınlığı ve halk arasında büyük fonksiyonlar gördüğü gerçeği genelde hep inkar edile gelmiş, sadece hurafelerden bahsedilmiştir. Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, popüler dindarlık, Türk toplumunun dini hayatı açısından önemli bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Günümüzde yapılan ampirik araştırmalar bu inanışların hem halk hem de üniversite gençliği üzerindeki etkisini göstermesi açısından önemlidir. Bizim kırsalda (Arslan, 1997), şehirde (Arslan, 2004a) ve üniversite öğrencileri (Arslan, 2007) üzerine yaptığımız üç ayrı istatistiksel çalışma, popüler dini inanışların günümüzde etkisini hala devam ettirdiğini göstermektedir. Din Hizmetleri ve Popüler Dini İnanışlar Popüler dini inanışların konumuz açısından önemi, din hizmetlerinin muhatap kitlesinin halk olmasıdır. Diyanet İşleri Başkanlığınca verilen yaygın din hizmetleri, çoğunlukla halk kesimine yönelik verilmektedir. Burada hedef kitlesi halktır. Diyanet teşkilatında topluma yaygın din hizmeti veren görevliler, çoğunlukla halk kesimi ile karşı karşıya kalmakta ve dolayısıyla halk arasındaki yaygın olan farklı inanışlarla da karşılaşmaktadırlar. Din hizmetlerini düzenleme ve yürütme ile yükümlü anayasal bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapılanması merkez, taşra ve yurt dışı teşkilatları biçiminde; görev ve fonksiyonlarını ise “halkı din konusunda aydınlatma, ibadetle ilgili işleri düzenleme, yaygın din eğitimi hizmeti verme vb.” gibi çok geniş bir alanı içine alacak şekilde düzenlenmiştir (Fığlalı, 1991; Kayadibi, 2001: 37-54). Burada konumuzla alakalı olarak bizi ilgilendiren husus, Başkanlığın “topluma din hizmeti verme ve halkı din konusunda aydınlatma” görevi ve bu amaçla (özellikle taşra teşkilatında) yürütülen hizmetleridir. Diyanet hizmetlerinde görev yapanların (müftü, vaiz, 195 Türklerin dini tarihinin başlangıç evrelerinde karmaşık bir dini-kültürel yapı hakimdir. Zamanla Türklerin hayatında dini-büyüsel bir alt sistem olarak yer etmeyi başarmakla birlikte Şamanizm’in onların dini hayatının tamamını kucakladığını söylemek yanlıştır. Bunun yanında Tek Tanrıya ya da Gök Tanrı inancına dayalı bir tür monoteizmin, esası tabiata tapınmada toplanan bir Natürizm ve Atalar Kültü ile birleşik bir halde bulunduğunu gözlemlemekteyiz. Temelde mistik bir “vecd” (ekstaz) sisteminden ibaret olan bu dini-büyüsel form zamanla sistemleşmiş, X. yüzyıldan itibaren de belirgin bir hal almıştır. Bazı araştırmacılar, eski Türklerin dinindeki bu “dini-büyüsel alt sistem” gelişimini, Türk toplumunun sosyo-kültürel gelişim ve değişimi ile ilişkilendirerek iki yönlü bir gelişimin yansıması olarak algılamaktadırlar. Buna göre, kabile düzenine bağlı bir toplumsal yapı Türklerin arasında bir tür “popüler din ve dindarlık” şeklini alan ve Şamanizm adı altında bilinen formun gelişmesine imkan vermiştir. Böylelikle bu süreçler, Türk din tarihi içerisinde, kökü aynı dini kültür mirasına dayalı bir farklılaşmaya da imkan vermiş, böylece avamın dindarlığı ile yönetici ve Aristokratlarınki birbirinden az-çok ayrılmıştır (Günay ve Güngör, 1998: 475-6.). Özetle geleneksel olarak: i) Eski Türk dini “mistik” bir dindir ve Türk dindarlığı bu “mistik” özelliğini her zaman korumaya devam etmiştir. ii) “Halk-Aristokrat ve yönetici dindarlığı” diye ikili bir farklılaşma görülmektedir. 126 127 imam ve müezzin) büyük çoğunluğu halka yönelik din hizmeti vermektedir. Bu görevliler, toplumun dini anlayış ve yaşantılarının şekillenmesinde önemli işlevler görmekte, dini ibadetlerin ifasında ve temel dini bilgilerin öğretilmesinde halka rehberlik görevi yapmaktadırlar. Dolayısıyla ister vaiz-müftü gibi üst birimde, ister imam-müezzin gibi alt birimlerde olsunlar, din hizmetlerinde görev alan insanların ekseriyetlerinin muhatabı halk kitlesidir. Bu sebeple, Diyanet hizmetlerinde görev alacak görevlilerin yetiştirilmesine, hizmetli sınıfın sahip olması gereken nitelikli bilgi ve yetenek düzeyi yanında; hizmet verilecek hedef kitle olan halk kesimi açısından da yaklaşılması gerekmektedir. Halka yönelik din hizmeti veren görevliler, sürekli halkla muhatap olmaları sebebi ile onların değişik sorunları ile ve halk arasında yaygın olan inanışlar ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu, din hizmetlerinin sağlıklı verilebilmesi için konumuzla alakalı değerlendirilmesi gereken bir durum ortaya çıkarmıştır. Bunu üç başlık altında ele alabiliriz. 1. Halkla iç içe olarak din hizmeti veren din görevlilerinin halk katındaki popüler dini inançlar karşısındaki durumları. Diyanet teşkilatına bağlı olan imamların, halkın dini anlayışlarının ve yaşantılarının şekillenmesinde önemli işlevleri olmakta, dini uygulamaların yerine getirilmesinde ve temel bazı bilgilerin öğretilmesinde halka rehberlik görevi yapmaktadırlar. Ancak halkla iç içe olmaları sebebiyle halk arasındaki yaygın inanışlardan etkilendikleri de görülmektedir. Resmi din eğitimi almış, modern bir eğitimden geçmiş ve resmi bir dini teşkilata (Diyanet) bağlı din görevlilerinin, halk dindarlığına karşı mesafeli bir konumda olmaları beklenir. Ancak, bizim taşrada görevli bir grup din görevlisi üzerine yaptığımız uygulamalı istatistiksel bir araştırmada, resmi din görevlilerinin geleneksel halk dindarlığı tutumları hayli yüksek çıkmıştır (bkz. Arslan, 2004b). Bu çalışmada, daha önce halk kesimine uygulanıp geçerlik ve güvenirlik düzeyi yüksek bulunarak oluşturulan halk dindarlığı ölçeği, taşrada görev yapan bir grup din görevlisine (n= 69) de uygulanmıştır. Sonuçta, din görevlilerinin % 88.7 gibi büyük bir çoğunluğunun halk dindarlığı düzeyi istatistiksel olarak yüksek bulunmuştur. Bu araştırmamızda din görevlileri, okunmuş nesnelerin (su vb.) hastalıklara şifa olacağına (%74); kem gözlü insanların nazarının dokunacağına (%83); Hızır, dede gibi manvei varlıkların görülebileceğine (%63); mübarek günlerde ruhların gelmesi için buhur yakılabileceğine (%45); türbe ziyaretinde dileklerin kabul olacağına (%40); kutsal ağaç inancına (%30); kaza ve belalara karşı muska taşınabileceğine (%16) oranında inanılmaktadır. Buna göre, halk arasında yaygın olan popüler dini inanışların imamlar arasında da yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuçlar, aynı çevrede halk üzerine yapılan araştırmadaki popüler dindarlık tutum düzeyleriyle aynı paraleldedir (bkz. Arslan, 1997). Şüphesiz bu beklenilen bir sonuç değildir. Örneğin, Japonya’da Prof. Kaneko’nun (1990) halk ve Japon din görevlilerine uyguladığı Japon halk dindarlığı ölçeğinin sonucunda, halkın yüksek, din görevlilerinin ise düşük halk dindarlığı tutum düzeyine sahip olduğu görülmüştür. Anlaşılan araştırma konusu yapılan din görevlileri, sürekli muhatap oldukları ve iç içe yaşadıkları halk kitlesine ait inanış ve uygulamalardan etkilenmişlerdir. Şüphesiz bunda, araştırmanın taşrada yapılmasının yanı sıra, din görevlilerinin nitelikli bir din eğitimi almamaları, din görevlilerinin büyük çoğunluğunun yüksek din eğitimi almamış olmaları196 ve halk inançları hakkında analitik bir bilgiye sahip olmaları gibi sebepler rol oynamaktadır. Konumuz açısından meseleye yaklaşacak olursak, din görevlileri halkla iç içe bir hizmet yürütmeleri sebebi ile halk inanışları işle çokça yüz yüze gelmektedirler. Bu durum onların, hem bir takım soru ve sorunlarla karşılaşmaları hem de bu inanışlardan etkilenmeleri gibi bir sonuç doğurmaktadır. 196 Bu konuda bkz.: Yazıcıoğlu, 2001: 111; Buyrukçu, 1995; Bilen, 2001; Akşit, 1993. 127 128 Bu durum kanaatimizce, nitelikli din eğitimi eksikliğinin yanı sıra, halk inançları hakkında analitik bir bilgiye sahip olmamalarının da bir sonucu olup, din hizmetlerinin mahiyeti konusunda da düşündürücü sorular akla getirmektedir. 2. Din görevlileri, temsil ettikleri dinin temel kaynaklarına (dini mesaj) vakıf olma yanında, hedef kitle olan halkın inanç yapısını, idrak dünyasını bilmelidir. Din hizmetleri bir anlamda, din görevlisi (gönderici / kaynak) ile toplum (hedef / alıcı) arasındaki iletişimin adıdır. İletişim bilimine göre, etkili iletişimin önemli öğeleri, “gönderici / kaynak, mesaj ve alıcı / hedef” olarak sıralanmaktadır (Eroğlu, 1996). ---------------------------------------------------------------------------------------------------Dini İletişim Süreci Gönderici /Kaynak (Din görevlisi) Mesaj (Dini ilkeler) Alıcı /Hedef (Halk) ----------------------------------------------------------------------------------------------------Etkili bir iletişimin, dolayısıyla da bir tutum değişikliğinin olması, bu üç iletişim öğesinin her birinin işlevlerinin bilinmesi ve bu doğrultuda davranılması ile mümkündür. Örneğin, sadece “mesaj” ya da “gönderici” öğelerinin iletişim sürecindeki işlevlerinin bilinmesi, sağlıklı bir iletişimi, dolayısıyla tutum oluşturma ya da değiştirmeyi sağlamamaktadır. Hedef ya da alıcının iletişim sürecindeki yapısal işlevine de dikkat edilmesi gerekir. Örneğin, insanlar genelde önceden sahip oldukları dini tutumlarını korurlar. Seçici biçimde önceki dini tutumları, hassasiyetleri doğrultusunda iletişimi ve çevreyi algılarlar (Şerif ve Şerif, 1996: 560). Dolayısıyla, iletişim sürecinin başarılı olabilmesi, başka bir deyişle mesajın hedefine ulaşabilmesi büyük ölçüde göndericinin, karşıdaki alıcının bilgi ve tecrübe alanına giren sembolleri kullanma, algılayabileceği nitelikte mesaj gönderme ve bu mesajı formüle ederken kullanacağı kelimeleri ve bedensel işaretleri alıcının anlayabileceği ve çözebileceği şekilde seçme yetenek, bilgi ve becerisine bağlıdır (Eroğlu, 1996: 212). Görüldüğü gibi, dini iletişimin gerçekleşebilmesi (istenilen nitelikte bir dini tutum oluşumu ya da değişimine ulaşabilme), gönderici yani din hizmetlisinin mesajı sunarken alıcı hedef kitlenin dini algı ve idrak dünyasını, kendine has dini davranış tarzını ve bu konudaki beklentilerini bilmesi ve ona göre davranması ile mümkündür. Bu sebeple topluma din hizmeti veren din görevlisi, hedef kitlesi olan halkın kendine has inanışları hakkında analitik bir bilgi sahibi olması gereklidir. 3. Halka din hizmeti veren din görevlileri, toplumda yaygın olan halk inançlarının mahiyeti konusunda da sosyolojik ve psikolojik yönleriyle bilgi sahibi olmalıdırlar. Karşıdaki hedef kitlenin dini özelliklerinin en ince ayrıntısına kadar bilinmesi, hem toplumun dini hayatını tanıma, hem de sağlıklı bir din hizmeti verme açısından önem arz etmektedir. Günümüzde hala, halk arasındaki yaygın inanışlarının, ilahiyatçı ve resmi kurumlar tarafından olumsuz biçimde ve “bid’at ve hurafe, batıl inanışlar, yanlış uygulamalar” gibi normatif değer yargıları etrafında değerlendirildiğini görmekteyiz. Şüphesiz bir dinin kendi içinden bakarak aykırı inanışları bu şekilde değerlendirmesi mümkün hatta bazen gereklidir. Ancak, bu nitelendirmeler ilahiyat açısından işlevsel olsa da, halk arasındaki kompleks nitelikteki popüler dini inanışları tanımak ve analiz etmek için yeterli değildir. Halk arasındaki yaygın bir dindarlık tarzı olarak popüler dindarlık, görüldüğünden daha geniş ve kapsamlı bir konudur. Popüler dindarlık kendisinde, İslamın temel inanış ve uygulamalarını, Anadolu’nun eski kültürlerine ve eski Türk kültürüne ait inanışları ve tasavvufi-mistik inanış ve uygulamaların bir çoğunu senkretik tarzda içerisinde barındırmaktadır. Bu haliyle o, 128 129 kompleks bir olgu olarak karşımızdadır. Bu sebeple halk tabakasındaki yaygın dini inanış ve uygulamalar, modern dinbilimlerinin (din sosyolojisi, dinler tarihi ve din fenomenolojisi) bilimsel kavramlarıyla ele alınması gerekmektedir. İlahiyat gibi normatif bir bakış açısı yerine dine, deskriptif ve anlayıcı bakış açısıyla yaklaşan (Günay, 2003; Tümer, 1989) dinbilimi, ilahiyattan farklı olarak bir takım normlara değil, doğrudan yaşanan dine, onun tarihsel, bireysel ve toplumsal tezahürlerine odaklanır.197 Halk arasındaki popüler dini inanışlar dinbilimlerinin en eski ve klasik konusu olagelmiştir. Dinbilimleri bakış açısından hareketle ve “halk inançalrı, kutsalın tecrübesi ve yaşanan din” kavramlarıyla toplumun kendine has dini yaşantısı bütün yönleriyle ve doğru olarak analiz edilebilir. Meseleyi konumuz açısından değerlendirecek olursak, modern din bilimlerinin bu yaklaşımı, din görevlisinin hizmet alanını ifade eden hedef kitlenin anlaşılmasında da kullanılmalı, hazırlanacak eğitim programlarıyla ilahiyatçıların, din ve dindarlık konusundaki bu yaklaşımı elde etmeleri sağlanmalıdır. Sonuç ve Öneriler Din hizmeti, kaynak kişi olan din görevlisinden, hedef kitle olan alıcıya mesajın sunulması anlamında pedagojik bir iletişim sürecidir. Topluma din hizmeti veren din görevlilerinin, hedef kitleye yönelik sağlıklı bir hizmet verebilmeleri için, iletişimin yukarıda değinilen öğelerine dikkat edilmelidir. Bu sebeple din görevlileri, hem sağlıklı bir din anlayışına, yani sahih bir mesaja sahip olacak şekilde, hem de hizmet verecekleri hedef kitlenin dinsel, psikolojik ve sosyo-kültürel niteliğini tanıma bilgi ve becerisine sahip olacak şekilde yetiştirilmelidir. Halk inanışları yüzyıllardır süregelen kalıcı inanışlardır. Hatta günümüzde geleneksel olarak varlıklarını sürdürmeleri bir yana, iletişim araçları ile birlikte modern formlar altında da etkilerini göstermektedirler. Popüler kültürle yaygınlaşan iletişim araçlarının, geleneksel sözlü kültürün öğeleri ile uyum içerisinde olduğu görülmektedir. Bu sebeple sosyologlar, görüntülü iletişim çağına ikinci sözlü kültür çağı adını vermektedirler (Ong, 1995). Popüler halk inanışları, geleneksel ve modern formlar altında halk arasında yaygınlığını devam ettirmektedir. “Bid’at, hurafe, batıl” gibi yargılarla ne kadar üzerine gidilirse gidilsin, bu inanışların halk arasından tamamen yok edilemeyeceği görülmektedir. Öyleyse din görevlisi, halk arasında yaygın olan popüler inanış ve uygulamalardan her yönüyle haberdar olmalıdır. Bu inanışlara değer yargılarından uzak, tarihsel kökeni ve günümüzdeki farklı rol ve işlevleri bilinerek yaklaşılırsa, daha etkili din hizmeti verilebilir kanaatindeyiz. Bu sebeple, din hizmetlisi olacak elemanların yetiştirilmesine yönelik programlarda, bu inanışların mahiyetini anlatan derslere yer verilmelidir. Gerek ilahiyat ders programlarında gerekse Diyanetin meslek içi kurslarında buna yönelik derslere yer verilmelidir. Türk toplumundaki halkın kendine has din anlayışını ve popüler inanışları anlamak için dinbilimlerinin yaklaşımından faydalanılmalıdır. Dinbilimleri (din sosyolojisi, dinler tarihi) dersleri, teorik konuların yanı sıra, toplumumuzun dini kültürünün çeşitli yönlerini anlamaya yönelik olarak okutulmalıdır. Örneğin, halk arasındaki yaygın inanışların dinler tarihindeki yerini, bu inanışların oluşumundaki sosyolojik ve psikolojik arka planı anlamaya yönelik bir uygulama, hem din görevlilerinin, hizmet edecekleri muhatap kitlenin dini kültürünü anlamasını, hem de din bilimlerinin aktarmacılıktan kurtularak işlevselleşmesini mümkün kılacaktır. Bu sebeple, popüler dini inanışlar işlenirken, “falan yerde şu, şu inanışlar var” gibi derlemeci bir konu işleme “değil”; bu inanışların mahiyeti, mevcudiyetinin tarihsel ve psiko-sosyal sebepleri, halk katındaki işlevleri, asırlardır sürekliliğini nasıl koruduğu, 197 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Waardenburg, 1979. 129 130 halkın gündelik dini kültürünün dinbilimsel açıdan analizi gibi konularla dersler işlenmelidir. Değilse, kişilere sadece bazı yörelere ait inanışlar öğretilecektir ki bu bizi çok yanlış bir hedefe götürecektir. Dini eğitimle genelde kişi normatif bir nosyon kazanmaktadır. Bu doğaldır. Ancak, toplumdaki yaşanan dini tezahürleri değerlendirebilmek için deskriptif / betimsel ve anlamacı bir kavrayış nosyonu edinmek gereklidir. Dinbilimleri yaşanan dini inceler. Toplumda yaşanan dinin tarihsel, bireysel ve toplumsal yönlerini, sadece teolojik terimlerle ve normatif bakış açısıyla anlayamayız. Çünkü, dinin bireysel ve toplumsal hayattaki tezahürleri, başka bir deyişle dini tecrübenin nesnelleşmesi, bireysel ya da toplumsal bir olguya işaret etmektedir. Bu da ancak normatif değil deskriptif ve anlayıcı bakış açısıyla anlaşılabilir. Kutsalla kurulan ilişkiyi ifade eden dinin kişisel ve toplumsal alandaki tezahürlerine fenomenolojik yolla yaklaşılmalı ve din görevlilerinin, bu bakış açısını toplumun dini kültürünü anlamada kullanmaları sağlanmalıdır. BİBLİYOĞRAFYA Akşit B. (1993) “Türkiye’de İslami Eğitim: Osmanlının Son Dönemlerinde Medrese Reformu ve Cumhuriyette İHL Okulları”, Çağdaş Türkiye’de İslam, (ed. R. Tapper), Sarmal Yayınları, İstanbul: 99-119. Arslan, M. (1997). Anadolu’nun Bir Taşra İlçesindeki İnsanların Dindarlık Boyutları Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma: İskilip Örneği, OMÜ SBE Yüksek Lisans Tezi, Samsun. Arslan, M. (2003) “Türk Toplumunda Geleneksel Dini Yaşam ve Halk İnançları”, Değerler Eğitimi Dergisi Ulusal hakemli dergi, 1 (2), 23-46. Arslan, M. (2004a) Türk Popüler Dindarlığı. Dem Yayınları. İstanbul. Arslan, M. (2004b) “Din Görevlilerinin Tutumlarında Halk İnançları Unsurları: Uygulamalı Bir Araştırma”, Tabula Rasa, 10: 183-201. Arslan, M. (2004c) “Kültürel Bağlamda Din”. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi. 4 (1): 189-205. Arslan, M. (2006) “Değişim Sürecinde Yeni Dindarlık Formları: Yeni Çağ İnanışları Örneği”. Değerler Eğitimi Dergisi. 4 (11): 7-24. Arslan, M. (2007) Gençlerde Normal Ötesi İnanışlar”, Nehir Yayınları, Malatya. Babinger, F. ve Köprülü, F. (1996) Anadolu’da İslamiyet (Çev. R. Hulusi), İnsan Yayınları, İstanbul. Bell, D. (2006) “Kutsalın dönüşü”. Laik ama Kutsal. (Çev. A. Köse). Etkileşim Yayınları, İstanbul. Bilen, M. (2001) “Cami İmamlarının Hadis Bilgilerinin Mahiyeti Üzerine Tecrübi Bir Araştırma” İslamiyat, IV, S. 1: 86-8. Buyrukçu, R. (1995) Din Görevlisinin Mesleğini Temsil Gücü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara. Eroğlu, F. (1996) Davranış Bilimleri, Beta Basım Yayınları, İstanbul. Fığlalı, E. Ruhi (1991) “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Eğitim ve Yayın Hedefleri”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara. G. Tümer, (1989) “Batı’da Dinbilimleri Kavramı ve Dinler Tarihi Çalışmalarında Metodoloji”, Günümüz Dinbilimleri Araştırmaları ve Problemleri Sempozyumu. Gellner, E. (1981) Muslim Society, Cambridge Un. Press, Cambridge. Günay, Ü. (2003) “Dinbilimlerinin Teorik ve Metodolojik Sorunları”, Bilimname, 1: 109-151. 130 131 Günay, Ü. ve Güngör, H. (1998) Türk Din Tarihi (2. Baskı), Laçin Yayınları, Kayseri. İnalcık, H. (1992) “Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam”, Çev. M. Özel, Dergah, S. 30. Kaneko, S. (1990) “Dimensions of Religiosity among Believers in Japanese Folk Religion”, Journal for the Scientific Study of Religion, 29/1: 1-18. Kayadibi, F. (2001) “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Yaygın Din Eğitimindeki Yeri ve Fonksiyonu”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, s. 8, 37-54. Long, C. H. (1987) “Popular Religion”, The Encyclopedia of Religion, (ed.) M. Eliade C. 11, Macmillan, New York: 442-451. Mensching, G. (1994) Dini Sosyoloji, (Çev. M. Aydın), Tekin Kitabevi, Konya. Naisbitt, J. ve Abordene, P. (1990) Megatrends 2000 Büyük Yönelimler. (Çev. E. Güven) Form Yayınları: İstanbul. Ong, W.J. (1995) Sözlü ve Yazılı Kültür, (Çev. S. P. Banon), Metis Yayınları, İstanbul. Şerif, M. ve Şerif, C.W. (1996) Sosyal Psikolojiye Giriş II, Çev. M. Atakan & A. Yavuz, Sosyal Yayınları, İstanbul. Şerif, M. (1993) Din ve İdeoloji, İletişim Yayınları, 6. Baskı, İstanbul. Vrijhof P. H. ve Waardenburg J. (eds), (1979) “Official and Popular Religion: Analysis of a Theme for Religious Studies”, The Hague, Mouton Publishers, New York. Waardenburg, J.D. J. (1979) “Official and Popular Religion As a Problem in İslamic Studies”, Official and Popular Religion: Analysis of a Theme for Religious Studies, P. H. Vrijhof and J. Waardenburg (eds), The Hague, Mouton Publishers, New York. (Türkçesi, J.D.J. Waardenburg “İslami Araştırmalarda Bir Problem Olarak Resmi ve Popüler İslam” Çev. M. Arslan, Tabula Rasa, Sayı 7: 137-160). Weber, M. (1966) The Sociology of Religion, Social Science Paperbacks, London. Yazıcıoğlu, M. Sait (1995) “Diyanetin Bugünü ve Geleceği”, Soruşturma, İslamiyat IV, S. 1: 111. 131 132 MEZHEPSEL ÇOĞULCULUĞUN YAŞANILDIĞI YERLERDE KARŞILAŞILAN PROBLEMLER VE VAİZLİK: IĞDIR ÖRNEĞİ Yrd. Doç. Dr. Kıyasettin KOÇOĞLU198 Son yıllarda İslam dünyasında yaşanan gelişmeler dikkate alındığında mezhepsel oluşum ve fikirlerin daha belirginleşmeye başladığı görülmektedir. Ülkemiz coğrafi, dini-fikri ve etnik yapısı itibariyle bu belirginleşmeden etkilenmiş ve kendine has çizgileriyle bir netleşme süreci yaşamaktadır. Mezheplerüstü bakışın hakim olduğu bir eğitim sistemi dolayısıyla diğer İslam ülkelerinden daha duru bir görünüm arz etse de dini kimlikler üzerinde yaşanılan gelişmeler ülkemizde bu alanda renklerdeki tonların belirginleşmesine neden olmaktadır. Ülkemizin bu anlamda en renkli bölgelerinden birisi Iğdırdır. Bu çalışma da tarihsel geçmişi oldukça uzun olan Iğdır bölgesinde yaşam alanı bulmuş mezheplerin bir arada yaşamalarında karşılaşılan problemleri Sempozyumun temel başlığını oluşturan vaaz ve vaizlik bağlamında ele almaya çalışacağız. Mezhepsel çoğulculuğun yaşanıldığı bir alan olan Iğdır’da karşılaşılan problemlerin tespiti, eğitim ve öğretim çalışmaları yapan vaizlik kurumunun çalışma alanlarını, kapsamını ve nasıl yapılması gerektiği hakkında önemli ip uçları verecektir. Öncelikle çalışmamızın temel kavramlarını üzerinde durmak uygun olacaktır. KAVRAM ANALİZİ 198 Iğdır Üniversitesi Öğretim Üyesi, Caferilik Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü (CAMER) 132 133 İslam düşünce tarihte olduğu gibi günümüzde de üzerinde en çok tartışmaların yapıldığı kavramlardan birisi “Mezhep”tir. Mezhepin dindeki yeri ve önemi, insanların mezhep karşısındaki konumunun ne olması gerektiği gibi konular ona yüklenilen anlamla ilgli olduğundan bu kavramla neyin kastedildiği önem arz etmektedir. Mezhep, Arapça bir kelime olup, takip edilen ve gidilen yol anlamına gelir. Terim olarak ise, itikadî ve amelî yani iman, ibadet, ahlak ve muamelatla ilgili konularda çözümler üretmek için ortaya çıkan İslam düşünce ekollerini ifade eder. Mezhepler içinde bulundukları dönemin siyasi, iktisadi, coğrafi, tarihi, sosyal ve kültürel şartları içinde ortaya çıkmış oluşumlar olduklarından hiçbir zaman din olarak telakki edilemezler. Bu boyutlarına dikkat çeken tanımlamalar yapılmaktadır. Bu tanımlamalarda mezhebin sosyal, kültürel, iktisadi ve coğrafi gibi faktörlerden kaynaklı dindeki farklı algıların mezhep kurucusu olarak nitelenen kişinin etrafında oluşan siyasi ve fikri tezahürlerin zaman içerisinde kurumsallaşmasıyla oluşan gruplaşmalar olduğuna dikkat çekilmektedir.199 Dilimizde, gerek siyasî ve itikadî, gerekse fıkhî ekollerin tümüne mezhep adı verilmektedir. Tarih boyunca onlarca fıkhî mezhep ortaya çıkmış, bunlardan Sünnî fıkıh mezheplerinden Hanefîlik, Şafiîlik, Malikîlik ve Hanbelîlik, Şiî fıkıh mezheplerinden ise Caferîlik günümüze kadar ulaşabilmişlerdir. Iğdır’da bunlardan Hanefilik, Şafiilik ve Caferilik bulunmaktadır. Mezhepler ile ilgili kullanılan önemli bir kavram da Fırka’dır. Fırka; "bir takım siyâsî, ictimaî, iktisadî ve diğer hadiselerin tesirlerinin, o hadiselere muhatap insan ile ona uyanlardaki fikrî ve dinî tezahür"200 olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda kullanılan bir diğer kavran Nıhle’dir. Bu kavramlar ve bu kavramlarla isimlendirilen eserler incelendiğinde ameli mezheplerden ziyade itikadi ve siyasi içerikli hareketleri tanımlamak amacıyla kullanıldığı görülmektedir. Bu bağlamda fırka ve nıhle ile ameli anlamdaki oluşumlardan farklılık arz etmektedir. Ancak günümüzde mezhep kavramı fırka ve nıhle’yi de kapsar şekilde kullanılmaktadır.201 Başka bir ifadeyle, mezhepler, din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşması sonucu ortaya çıkan dinî nitelikli oluşumlar olup dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili tezahürlerdir. Bu bakımdan itikadî ve siyasî mezhepler, siyasî ve itikadî konulardaki problemleri çözmek veya siyasî iktidarı ele geçirmek amacıyla ortaya çıkmış dinî/siyasî topluluklar olarak kabul edilebilir. İslam Düşünce Tarihi'nde bu amaçla pek çok fırka ortaya çıkmıştır. Bu konuda eser yazan birçok yazar, bu fırkaların sayısını, bir hadise dayanarak 73 olarak kabul etmiş, ancak bazıları bu Geniş bilgi için bk., Abulkâhir el-Bağdâdi, Mezhepler Arasındaki Farklar, Çev., E. Ruhi Fığlalı, “Çevirenin Önsözü”, Ankara, 1991, s. XXII; Büyükkara, Mehmet Ali, “İslam Mezhepleri Tarihi Araştırmalarında Terminolojiyle İlişkili Sorunlar”, I. İslami İlimlerde Terminoloji Sorunu, Ankara, 2006, s. 408; Öz, Mustafa, “Mezhep Kavramı Üzerine”, İslami Araştırmalar, Ankara, 2002, c. XV/ I-2, s. 305; Onat, Hasan, “Türkiye’de İslam Mezhepleri Tarihi’nin Gelişim Sürecinde Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı’nın Yeri”, Ethem Ruhi Fığlalı’ya Armağan, Ankara, 2002, s. 236; Sarıkaya, M. Saffet, İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler, Isparta, 2001, s. 1; Aydınlı, Osman, İslam Düşüncesinde Aklileşme Süreci –Mutezilenin Oluşumu ve Ebu’l-Huzeyl Allaf”, Ankara Okulu, Ankara, 2001, s. 11. 200 El-Bağdâdî, a.g.e., “Çevirenin Önsözü, s. XXII. 201 Geniş bilgi için bkz., Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, İzmir, 2004, s. 9. 199 133 134 sayıya tamamlamak için, bazıları da bu sayıyı taşırmamak için hayli çaba sarfetmişlerdir. 202 Bu adla ortaya çıkan fırkaların sayısı, alt grupları da hesaba katılırsa yüzlerce fırkayı bulmaktadır. Sadece Mürcie'nin alt grupları 73'ten fazladır. Bu grupların ortaya çıkmasının siyasî, sosyal, ekonomik, kültürel, dinî ve saire pek çok sebep bulunmaktadır. Kişisel çıkarlar, iktidar kavgası bu bölünmeleri hızlandırmıştır ve olumsuz yönde etkilemiştir.203 Bu tanımlamalardan da anlaşıldığı üzere mezhep daha çok ameli mezhepler için kullanılırken Fırka itikadi ve siyasi mezhepler için kullanılmaktadır. Çalışmamızda ele alacağız mezhepler hem ameli hem de itikadi ve siyasi yönleri olduğu için zihinlerde kavramsal kargaşa oluşmaması için mezhep kavramını her iki türü kapsayan anlamında kullanılmaya çalışılacaktır. Çoğulculuk; felsefe, din ve siyaset alanlarında farklı eğilimlerin varlıklarını barış içinde bir arada sürdürmesine imkan veren bir öğreti. Bu kavramın sosyal bilimlerde üç temel anlamı vardır. İlki, siyasal anlamda olup, bir toplumda iktidarın, özel gruplar egemenliğinden ziyade geniş ölçüde farklı bireylere ve çıkar gruplarına yayıldığı kabul edilen ve böylece siyasi süreçlerin görece açık ve demokratik olmasının güvence altına alındığı bir siyaset modelini ifade eder. Zor kullanmadan sisteme katılma yollarını kullanarak siyasal kararları etkileyebilme imkanlarının olduğu genel olarak iktidarın farklı gruplar tarafından paylaşılması durumunu ifade eden terim, Hegelci anlamda “üniter” devlet”in zıddıdır. İkinci anlamda ise metodolojik çoğulculuğu ifade eder.204 Bu tanımlamalarda tutum, inanç vb. farklılıklara sahip insanların bir arada barış içerisinde yaşamaları ortak nokta olmaktadır Dini çoğulculuk çok kullanılmasına rağmen, mezhepsel çoğulculuk yeni bir kavramdır. Bu kavram ile bir din içerisinde bulunan pek çok farklı din anlayışlarının birlikte yaşayabilmesi felsefesi ve teolojisi kastedilmektedir. Mezhepsel çoğulculuk ise buradan hareketle bir dinin farklı algılarının kurumsallaşması sonucu oluşan ister akide, ister ameli olsun mezheplerin bir arada barış ortamında yaşamaları kastedilmektedir. Burada farklılıkların tekleştirilmesinin aksine oluşmalarına dini açıdan olan imkan ve Müslüman kimlikleriyle kabullenilebileceğine olan vurgu söz konusudur.205 Bu bağlamda tarihi süreç içerisinde çeşitli faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan Fırka, Nihle ve daha kuşatıcı anlamda mezhepler bir sosyal ve dini bir realitedir. Bu bağlamda belki birbirleri arasındaki fikri farklılıkların azaltılması düşünülse bile tarih sahnesinde hep çok olmuşlardır. Çalışmamızda Iğdır’da yaşayan Hanefilik, Şafiilik ve Caferilik gibi ameli ve itikadi yönleri olan mezheplerin bir arada yaşamasından kaynaklanan problemlerin tespiti ve bir eğitim kurumu olan vaizlik açısından değerlendirilmesi ele alınacaktır. Geniş bilgi için bk; Özler, Mevlüt, İslam Düşüncesinde 73 Fırka Hadisi, Rağbet Yay., İstanbul., 2010, s. 15-19. 203 Mezheplerin doğuşunu hazırlayan sebeplerle ilgili geniş bilgi için bkz. E. Ruhi Fığlalı, " Mezheplerin Doğuşuna Tesir Eden Sebebler ", AÜİFİİED, sayı:14, Ankara 1978, Sabri Hizmetli, "İtikadi İslâm Mezheplerinin Doğuşuna İctimaî Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir Deneme", AÜİFD, XXVI(1983), 653-680. 204 Kirman, Mehmet Ali, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İst., 2004, s. 52. 205 Bağlıoğlu, Ahmet, “Temel Hak ve Özgürlükler Bağlamında Mezhepsel Çoğulculuk”, Fırat Üniversitesi İFD, 15:1, 2010 (ss. 127-138) s., 130. 202 134 135 Öncelikle, Iğdır ve bölgede yaşayan mezhepler hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır. IĞDIR ve TARİHİ Doğu Anadolu Bölgesinin Erzurum-Kars bölümünde yer alan Iğdır İlinin kuzey ve kuzeydoğu sınırını Aras nehri ve bu nehrin yatağı boyunca geçen Ermenistan sınırı teşkil eder. Bölgenin, doğu ve güneydoğusunda Nahcıvan ve İran, güneyinde Ağrı İli, batısında ve kuzeybatısında ise Kars İli yer almaktadır. Ülkemizin serhat şehirlerinden birisi olan Iğdır, Türkiye’nin üç ülke ile sınırı olan tek ilidir. Alican, Boralan ve Dilucu sınır kapılarından ilk ikisi faaliyet göstermemektedir. Tarih sahnesinde yaşanılan her olay bir başkasının sonucu iken kendinden sonra olanların da sebebi durumundadır. Iğdır’da diğer alanlarda olduğu gibi dini alanda da karşılaştığımız problemler, bölgenin tarihsel arka planı bilinmeden doğru anlaşılamayacağı muhakkaktır. Güncel meselelerin izahları veya tartışılan konuların her ne kadar tarihin çok eskilerinde kalmış olsalar da bu gün insanların heyecanlanmalarına veya karşıt düşüncelerin oluşmasına vs. önemli derecede kaynaklık etmektedir. Burada ileriki sayfalarda ele alacağımız problemlere kaynaklık eden meseleler ile bağlantılı olan boyutlarıyla Iğdır tarihiyle ilgilenilecektir. Iğdır'ın adı; 24 Oğuz boyundan 21'ncisi sayılan İç-Oğuzlar-Üç-Ok kolunun ve Oğuz Han’'ın altı oğlundan biri olan Dengiz/Deniz Alp Han’ın en büyük oğlu olan "Iğdır Beğ" den gelmektedir. Bu boyun ilk başbuğu Iğdır Beğ'dir. Iğdır'ın kelime olarak manası "iyi, büyük, yiğit başkan, ünlü ve sahip" gibi anlamlara, Yazıcıoğlu ve Residüddin'e göre ise "iyi, ulu, bahadır" manalarına gelmektedir.206 M.Ö. 4000-5000 li yıllara kadar tarihi uzanan Iğdır, tarihi süreç içerisinde Hurriler, Mitanni, Urartu, Met, Pers, Arsaklı, Sasani gibi devletlerin idaresinde kalmıştır. M.S. 636 yılında Hz. Ömer döneminde Yermük’te Bizanslıları mağlup eden İslam orduları Anadolu’nun önemli bölgelerini feth etmişlerdir. 640 yıllarında ise Armania ve onun en müstahkem kalesi Divin’i fethetmişlerdir. İslam ordularının, Aras havzasına yönelen akınlar sırasında Müslüman Araplar’ın eline geçmiş, ardından Müslümanlar ile Bizans yönetimi arasında birkaç defa el değiştirmiştir. Bölge 1064 yılında Selçuklular’ın hâkimiyetine girmiştir. 1074’de Ani ve Kars’ı da Bizanslılardan alan Selçuklular bölgenin kesin hakimi olmuşlardır. 207 Doğudan bir kasırga gibi önüne ne çıkarsa kasıp kavuran Moğol istilası, 1239’da bölgeyi de etkisi altına almıştır.208 Moğolların zayıflamasından sonra birçok bölgede olduğu gibi bu bölgede de Karakoyunlular ve Akkoyunlular gibi Türk beyliklerinin idaresini kısa bir Onk,Nizamettin, Kafkasya’dan Anadolu’ya Iğdır Tarihi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2006, s.X-XII. 207 Çetinkaya, Nihat, Iğdır Tarihi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996, ss. 51-59 208 Çetinkaya, a.g.e., s. 63-65. 206 135 136 süre de olsa görmek mümkündür.209 1514 Çaldıran Savaşı ve 1534 Tebriz Seferi ile bölge kesin olarak Osmanlılar’ın eline geçmiş ise de, Osmanlı Devletinin gelişen siyasi olaylar yüzünden zayıflaması Iğdır'ın kaderini de etkilemiştir. 1746-1827 yılları arasında İran idaresinde kalan bölge, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı (93 harbi) sonunda 42 yıl Rus işgaline maruz kalmıştır. 1917 Ekim devriminden (Bolşevik İhtilali) sonra içine düştüğü siyasi bunalımdan kurtulmak isteyen Rusya, diğer devletlerle Brest-Litovks muahedesini imzalamasıyla bölge tekrar Türklere geçmişse de 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesiyle ordu bölgeden çekilince mıntıka Ermeniler’in mezalimine sahne olmuştur. Brest-Litovks muahedesiyle bir yandan işgal ettiği Osmanlı topraklarından çekilen Rusya, diğer yandan da devamlı olarak kukla gibi kullandıkları Ermenileri bölgede büyük bir Ermenistan devleti kurabilecekleri yönünde cesaretlendirmiştir. Ermenilerin "Taşnak", "Sutyan" ve "Hıncak" adındaki terör örgütleri Ermenistan devleti kurmak için akla gelmedik işkence ve katliam yaparak bölgedeki Türk nüfusunu yok etmeye başlamışlardır. Bu katliamlardan günümüze birçok toplu mezar kalmıştır. 1986 yılında Prof. Dr. Enver Konukçu başkanlığındaki bir ekip merkez ilçeye bağlı Oba Köyünde bulunan bir toplu mezarı açarak Türk ve dünya kamuoyuna göstermiştir. Daha sonraları Hakmehmet Köyü ile Gedikli Köylerindeki toplu mezarlar da açılmış, yetkililer tarafından tescil edilerek kamuoyuna sunulmuştur. Oba köyünde olduğu gibi Küllük, Hakmehmet, Hakveyis, Kadıkışlak, Alikamerli gibi köylerde de toplu mezarların olduğu olayların canlı şahitleri tarafından yıllardan beridir anlatılmaktadır. Nihayet, 14 Kasım 1920 tarihinde 15. Kolordu Komutanı Kazım KARABEKİR komutasındaki kahraman Türk ordusunca, Ermenilerin Aras nehrinin kuzeyine püskürtülmesiyle Iğdır ve çevresi kesin olarak Türkiye’nin kutsal topraklarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Nitekim, bölgede 14 Kasım tarihleri İlin düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümü olarak her yıl törenlerle kutlanmaktadır. 1934 yılında İlçe olan Iğdır, 27 Mayıs 1992 İl olmuştur. Iğdır’ın bu tarihsel geçmişi bu günkü var olan mezhepsel çoğulculuğun alt yapısını da oluşturmaktadır. NÜFUS YAPISI Iğdır’da yerel ifadeyle Azeriler (Caferiler), Aşiret (Şafii) Terekeme ve Osmanlılar (Hanefi) bulunmaktadır. Eskiden göç döneminde gitmeyip kendini gizlemiş olan az da olsa Ermeniler’in olduğu da söylenmektedir. 209 Çetinkaya, a.g.e., ss.73-80. 136 137 Kâzım Karabekir anılarında, 18 Mayıs 1920'de Iğdır'a ayak bastığında merkezde 400 civarı ev bulunduğunu belirtir.210 Cumhuriyet Dönemi'nin ilk nüfus sayımı yapılan 1927 yılında 3,716 olan merkez ilçe nüfusu, 1940'ta 9,465'i bulmuş ancak II. Dünya Savaşı'nın olumsuz etkileri nedeniyle 1950'de 7,826'ya düşmüştür. 1956 yılından itibaren Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün başlattığı sulama projeleri sonucu artan tarımsal etkinlikler şehir merkezinde nüfusun artmasına yol açmıştır. Bu yüzden ilk kez 1960'ta 10,000'i aşan şehir merkezinin nüfusu, 1970'te 21,420'ye, 1975'te 29,542'ye yükselmiştir. Ancak 12 Eylül 1980 öncesinde yaşanan olaylardan dolayı 1980'de yeniden 24,352'ye düşen nüfus, bu dönemden sonra hızla artmaya başlamış ve 1985'te 29,460'a, 1990'da 35,858'e, 1997'de 45,941'e ve 2000'de 59,900'e, 2007 senesinde de 75,927'e yükselmiştir.211 Şehrin genel nüfusu ise 2000 sayımlarına göre 168,634'tür. Türkiye İstatistik Kurumu'na göre 2007 nüfusu 181,866'dır. İl merkezi son yıllarda Tuzluca ilçesinden küçük bir göç almıştır. İldeki nüfus artış hızı ise % 42.2'dir. Nüfusun yaklaşık %25'i tarım, % 23'ü hayvancılık, % 33'ü ticaret ve sanayi ve %19'u da diğer sektörlerde çalışmaktadır.212 Şehrin en büyük nüfus yapısını Azeriler ve Kürtler oluşturur. Günlük konuşmada Türkçe’nin yanı sıra genellikle Azeri Lehçesi ve Kürtçe kullanılmaktadır. IĞDIRDA DİNİ HAYAT: MEZHEPLER HANEFİLİK-ŞAFİİLİK Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Iğdır merkez ve ilçe ve köylerinde bulunan camilerde ibadet Hanefi ve Şafii mezhebine göre yapılmaktadır. Mezheplerin uygulamadaki dağılımı aynı zamanda etnik yapıyla da yakından ilgilidir. Çünkü bölgede yaşayan Kürt nüfus ağırlıklı olarak Şafii mezhebine göre amel ederken, terekeme denilen Karapapak, Ahıska’dan v Bulgaristan’dan gelen göçmenler ve memur olarak ülkenin Hanefi mezhebine göre amel eden bölgelerinden gelen memurlar Hanefi mezhebine göre amel etmektedirler. Ancak Şafii mezhebine bağlı olanların sayısı diğerlerine oranla daha fazladır. Camilerde yapılan ibadet dört farklı şekilde gerçekleşmektedir. İMAM CEMAAT İBADET ŞEKLİ ŞAFİİ ŞAFİİ ŞAFİİ ŞAFİİ ŞAFİİ HANEFİ HANEFİ ŞAFİİ HANEFİ Bk., Karabekir, Kazım, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1969, ss. 1047-1050. TÜİK'in 2007 yılı nüfus verileri 212 75. Yılında Iğdır, Iğdır Valiliği Yayınları 210 211 137 138 HANEFİ ŞAFİİ ŞAFİİ HANEFİ/ŞAF İİ KARIŞIK HANEFİ CAFERİLİK Iğdır’da halkın yaklaşık %60’ını oluşturan Azeriler Caferi mezhebine mensupturlar. Diyanet İşleri Başkanlığına resmiyette bağlılığı olmayan, şehir merkezinde yaklaşık 15 civarında ilçe ve köylerin toplamında ise 50’den fazla camide hizmet yürütmektedirler. Buralarda Molla, ya da Ahunt denilen kişiler görev yapmaktadır. Maaş usulüyle çalışmayan Mollalar mezhebin kendi ameli sistemi içerisinde oluşan gelir kaynaklarıyla kazançlarını elde etmektedirler. Burada görev yapan mollalar genel olarak İran’ın Kum ve Irak’ın Necef kentinde eğitim görmüşleridir. Hâlihazırda Iğdır’dan giderek Kum’da eğitim-öğretimine devam eden kişiler de bulunmaktadır. YEZİDİLİK Iğdır’da 20. y.y.’ın başlarına kadar Yezidi Kürtlerin varlığından bahsedilse de Ermenistan’a göç ettikleri ve günümüzde bölgede herhangi bir varlıklarından bahsedilmemektedir. Özetle Iğdır’da Hanefi, Şafii ve Caferi olmak üzere üç mezhepli dini hayat bulunmaktadır. KARŞILAŞILAN PROBLEMLER Bu çalışma uzun dönem yapılan gözlemler ve ilgili cami görevlileri, müftüler ve mollaların yanı sıra cami cemaatleriyle yapılan derinlemesine sohbetlerden elde edilen verilerden hareketle yapılmaktadır. Tespit edilen problemlerle ilgili daha detaylı yürüyen bir de araştırmamız devam etmektedir. Kullandığımız başlıklar eldeki verilerden hareketle oluşturulmuş olup, zikredilen problemler birbirlerinden bağımsız olmayıp etki alanlarında geçişken mahiyet arz etmektedirler. 1. BİLGİSEL ZAYIFLIK 138 139 Bilgi alanındaki problemin boyutu oldukça geniş durumdadır. Ancak üç grup altında tasnifi mümkün gözükmektedir. a) Yetersiz bilgi: Eksik bilgi tamamlanınca büyük ihtimalle problem çözülecektir. b) Yanlış bilgi: Doğru bilgi elde edilince bir önceki maddede olduğu gibi düzelecektir. c) Bilginin bilinçli yanlış kullanımı: Bu bir zihniyet problemidir. Bilgi düzleminden önce aşılması gereken başka problemler vardır ki, öncelikle olmayan iyi niyetin tesis edilmesi gerekmektedir. Mezhepsel çoğulculuğun yaşanıldığı ortamlarda burada bahsedilen üç farklı bilgisel problemden bahsedilebilir. Ancak ilk ikisinin daha öncelikli olduğunu düşünüyorum. Çünkü doğru bilginin rehberliği her şeyden önde olmalıdır. Öncelikle konunun başlangıcında ifade edildiği gibi mezhebin ne olduğu ve dindeki yerinin ne olduğunun iyi bilinmesi gerekmektedir. Mezheplerin kendi konumlarının ötesinde bir konumda tutulup dinleştiği ortamlarda mezhepsel tutumların esnekliğini yitirdiği görülmektedir. Dolayısıyla doğru algılama ve iletişimin önündeki en büyük engellerden önyargı veya taassup gibi problemler ortaya çıkmaktadır. Bu durum Sünni-Caferi mezhepler arasında çözümü içtihadı tutumlara bağlı olan meselelerde de görülmektedir. Örnek olarak Ramazanlarda akşam ezanının okunma zamanında Sünni camilerde ezan okunduktan 5-10 dakika sonra Caferi camilerinde ezan okunmaktadır. Burada şunun altını çizmekte fayda var. Aynı durum sahur vaktinde de vardır. Aradaki fark zaman zaman 20 dakikayı aşmaktadır. Aynı durum belli boyutlarıyla Hanefi-Şafii mezhepleri arasında da geçerlidir. Diğer namazlarda belli oranlarda tutulsa da Teravih Namazında daha net ortaya çıkmaktadır. Şafiilerde kaza namazı borcu olanların nafile namaz kılamayacağından hareketle Hanefiler nafile bir ibadet olan teravihe niyetlenirken Şafiiler kaza namazına niyetlenmektedirler. Eğer kaza borcu yoksa Şafiiler, nafile namazı iki rekât olmalı prensibinden hareketle, imama uysa bile iki rekâtta selam verip sonra tekrar başlamaktadır. Zahiren tevhid gibi görünse de şekilde kalmaktadır. Cami imamlarının bazıları bu konuda hassasiyet gösterip, camideki uygulama ile ilgili cemaati uyarıp, nasıl davranmaları gerektiği hakkında bilgiler verse de çoğunluğunda böyle bir durum söz konusu değildir. Burada bölgede yaşanılan iki taraftan birer örnek vereceğim. Birincisi; Caferilerden kendi aralarında Sünnilere sadaka verilip verilmeyeceği konuşulur, verilemeyeceği kanaatine karşılık, ilgili kişi, verilebileceğini söyler. Çünkü Sünnilerin Müellefe-i Kulüpten olduklarını söyler. İkinci örneğim ise Caferi ve Sünni iki gencin nikâhıyla ilgilidir. Caferi mollasının da hazır bulunduğu nikâh ortamında Sünni imam bu nikâhı kıyamayacağını çünkü taraflardan birisinin Caferi olduğunu, onun mezhebini değiştirmesi gerektiğini söyler. Bu tür örnekleri her iki taraf açısından da çoğaltmak mümkündür. Ancak üzerinde durulması gereken örneklerin çokluğundan ziyade ortadaki bilgi probleminin derinliğidir. 2. ETNİK KARŞITLIK VE RANT ALANI OLMASI 139 140 Iğdır bölgesinde ağırlıklı olarak Azeri denilen Türkler, Aşiret denilen Kürtler ve Terekeme denilen Karapapak Türkleri, Ahıska ve Bulgar göçmenleri ve yöresel ifadeyle Osmanlı olarak tanımlanan dışarıdan gelen devleti temsilen bulunan memurlar yaşamaktadırlar. Halkın yaklaşık %60’ını Caferi Azeriler oluşturmaktadır. İkinci büyük grubu ise Şafii Kürtleri oluşturmaktadır. Terekeme olarak tanımlananlar, Ahıska ve Bulgar göçmenleri ve memur olarak dışarıdan gelenler genel olarak Hanefiliği temsil etmektedirler. Bölgenin oldukça hareketli yaşanılmış olan etnik ve siyasi yakın tarihinin etkileri hala devam etmekte ve uzun dönemde devam edecek gözükmektedir. Burada en önemli faktörlerden birisi günümüzde de devam eden göç hareketliliğidir. Ülke sınırının netleşmesinden sonra sınırın bölge insanlarının bir kısmının Azerbaycan tarafında kalması, yakın dönem de yaşanılan Ermenistan Azerbaycan arasındaki savaş ve Ermenilerin bölgede yaptıkları katliam Azeri kimliğini etkin tutacak verileri sürekli dinamik tutmaktadır. Iğdır’da Azeriler ile Kürtler arasında ciddi düzeyde akrabalık, hısımlık bağları ticari ortaklıklar oluşmuştur. Normal fiili yaşamda da ciddi dostluklardan bahsedilmektedir. Ancak farklılığı ranta dönüştürmek isteyenler için aktif ve etkin bir zemin mevcuttur. Burada etnik kimlikler aynı zamanda mezhepsel farklılığı da temsil ettiği için iki problem iç içe yaşamaktadır. Özellikle mezhepsel hassasiyet noktalarının bu bağlamda istismar edildiği görülmektedir. Burada kendi yaşadığım bir örneği vermek isterim. Yolculuk esnasında yanıma oturan bir gencin Üniversite de hoca olduğumu öğrenince sorduğu soruların hepsi, Gadir-i Hum hakkında ne diyorsun, hak mezhep kaç tanedir, Hz. Ali’nin imametine ne diyorsun tarzındaki sorularına karşılık benim, sorduğum sizin adayınız Ehl-i Beyt’ten mi? değil dedi, bir önceki vekiliniz, ya da belediye başkanınız, ya da daha öncesi, hepsine hayır dedi. Peki, neden dedim. Bilmiyorum dedi, hatta hiç aklıma da gelmedi bu soru dedi. Marjinal ve sıra dışı bir durum gibi gözükse de tarafların her biri tarafından ileri sürülen argümanların arka planının benzer olduğu örnekler çok çıkabilir. Ancak bilgi düzeyindeki problemin boyutunu da göstermesi açısından önemlidir. Siyasi anlamda bu fark oldukça etkin bir şekilde propaganda aracı olarak kullanılmakta ve etkili olmaktadır. Bunun için son yapılan milletvekilliği sonuçlarının köy köy, mahalle mahalle dağılımına bakmak kanaatimce yeterli olacaktır. 3. DİL Mevlana’nın “Siz ne söylerseniz söyleyin, anlattığınız, karşınızdakinin anladığı kadardır.” dediği gibi iletişim tek taraflı değil çift taraflı bir etkileşimi gerekli kılmaktadır. Bölgede hakim dil olan Türkçe’nin yanı sıra Azerbaycan Türkçesi ve Kürtçe de kullanılmaktadır. Özellikle Sünni camilerin temel cemaatlerinin Kürtlerden oluştuğu yerlerde, Kürtçenin kullanımı zaman zaman daha kolay iletişim sağlamakta etkili olmaktadır. Hele Türkçe bilmeyenlerinde olduğu da düşünüldüğünde tebliğ ve irşad ekibinin bu dilleri bilmeleri iletişimi kolaylaştırıcılığı ve etkinliği açısından önemli olacaktır. 140 141 4. BÖLGESEL PROBLEMLER VE KOMŞU ÜLKELER Bölgede yapılacak çalışmalarda bölge üzerindeki dış etkileri de dikkate alınmalıdır. Çünkü Caferi kesim için İran’daki fikri ve ilmi zemin önemli bir referans kaynağını oluşturduğu gibi Azerbaycan-Ermenistan arasındaki problemler ve Türkiye ile olan ilişkilerinin etken faktör olduğundan bahsedilebilir. Kürt kesimi için ise ülkemizin doğusunda yaşanan terör probleminin belli oranlarda etki alanında kaldığından bahsedilebilir. Dolayısıyla bölgede yapılacak vaaz ve irşad hizmeti ve bu hizmeti götürecek insanların bunların farkındalığı içerisinde hareket etmeleri gerekmektedir. 5. TARİHSEL KORKULAR Iğdır’da özellikle Caferilik-Sünnilik ile ilgili meselelerde tarihsel örnekler çok kullanılmaktadır. Tarihte yaşanılan mezhep hareketleri, daha net ifadesiyle mezhep mücadelelerinin güncel tutulan korkuları, heyecanları etkilerini sürdürmektedir. İnsanların daha rahat diyalog kurabilmelerinin önündeki engellerin başında bu da gelmektedir. Fikri ya da mezhepsel güvende kendisini hissetmeyen kişilerin ilişkileri güvensizlik, tedbir, ya da takiyye esası üzerinden yürümektedir. Dolayısıyla herkesin kendi olarak yaşabileceği Anayasal garantinin düşünsel olarak ta içselleşmesi önem arz etmektedir. Aksi takdirde mezhepsel iletişimde sınırlı selamlaşmanın ötesinde sağlam diyaloglar zor kurulacak gibidir. 6. MEZHEPSEL TAASSUP Fikri ve dini taassubu besleyen alt yapının hali hazırda olduğu bölgede, Sünnilik ve Caferilik arasındaki taassubun yanı sıra Şafiilik ve Hanefilik arasında da böyle bir taassubi tavırdan bahsedilebilir. Aslında bu ikinci şekil bir anlamda medrese-mektep arasında yaşanılmaktadır. Bölgesel medreselerde eğitim almış DİB görevlileri ile üniversite mezunları arasındaki yeterlilik ya da başka bir ifadeyle kabullenme mücadelesidir. Burada bilgisel düzeydeki probleme paralel olarak “hak mezhep” tanımındaki “hak” tanımının kişiselleştirilmesinin başka bir ifade ile daraltılmasının da etkisinden söz edilebilir. Taassup dolayısıyla özellikle Sünni mezhepler içerisinde var olan tolerans aralığının geniş anlamda kullanılmasına engel olduğu görülmektedir. 7. ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA… Iğdır bölgesi tarihsel süreçte belli boyutlarda ihmallerin yaşanıldığı bölgelerimizdendir. Son dönemlerde devletin şefkatli elinin bölgede önemli derecede hissedilmektedir. DİB’in de bu bağlamdaki çalışmaları sevindiricidir. Ancak bölgenin farklılık arz eden yönleri dolayısıyla zikredilen boyutlarını göz önünde bulunduran destekler gerekmektedir. Iğdır il merkezinde hala resmi vaiz yoktur. Müftü yardımcısı da ilk defa 2009 yılında gönderilmiş. Bir anlamda il müftüsü yalnız kalmış gibi. Dolayısıyla kürsülerde yerel medreselerde yetişmiş hocalar hizmet vermektedir. Onlar ise yerel dil ve yerel yaklaşım ile bağlı bulundukları mezhep algısına göre yürütmektedirler. Bölgeye dışarıdan gelen hocalar ile ciddi derecede yaklaşım ve fikir karşıtlıkları yaşanılmaktadır. Bir anlamda mezhep taassubu dolayısıyla değişim veya farklı görüşlerin konuşulmasına karşı dirençli bir tavır oluşturduğundan bahsedilmektedir. Dolaysıyla, bölgede yoğun şekilde, vaaz verebilecek, mezhepler üstü düşünebilen, bölgenin dini ve sosyal problemlerine vakıf yetişmiş insanlara ihtiyaç duyulmaktadır. 141 142 Özetle şunu söylemek istiyorum: Ahmet Kudsi Tecer’in ilkokulda bize ezberletilen, Orda bir köy var, uzakta O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür. şiirinde söylediği gibi gitmediğimiz gezmediğimiz yerler kısaca unutulan köyler senin olmaktan çıkmaktadır. Geçmişteki ihmaller giderilirken bölgesel hassasiyetleri dikkate almak ve sahiplenmek gerekmektedir. SONUÇ YERİNE Mezhepsel çoğulculuğun yaşanıldığı yerlerde yukarıda bahsedilen problemler farklı oranlarda da olsa yaşanmaktadır. Beraber yaşamanın kaçınılmaz olduğu yerler olan çoğulcu ortamlarda ortak yaşam alanlarının oluşması için din önemli bir rolü üstlenmektedir. Dinin alt kimlik ve farklılıkların üzerinde hâkim ve birleştirici rolü, bir eğitim müessesesi olan vaizlikle kolay bir şekilde insanlara ulaşabilmektedir. Sözün doğru söylenmesi önemlidir ancak doğru zamanda doğru mekânda ve doğru üslupla söylenmesi de en az onun kadar önemlidir ve komple bir donanım gerektirmektedir. Bölgelerde hizmet veren seleflerin tecrübeleri ve yine bölgesel hassasiyetleri tespite yönelik yapılmış bilimsel nitelikli çalışmalardan oluşan bilgi notlarının oluşturulması ve rehberlik açısından değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Ayrıca tespit edilmiş bölgesel ihtiyaç ve hassasiyetleri dikkate alan hizmet içi kurslar da personelin hizmetini kolaylaştırma ve niteliğini artırmada kıymete haiz bir çalışma olacaktır. 142 143 IV. ÖNEMLİ GÜN VE GECELERDE VAAZ VAAZLARDA KONU BÜTÜNLÜĞÜ VE GÜNCEL HAYATLA İLİŞKİLENDİRİLMESİ Dr. Ayşe Karaköse Kayseri Merkez Vaizi/Sosyolog 1. Giriş Cami cemaati ya da konuşulacak ortamda, üzerinde durularak anlatılacak konunun, dinleyici kitleyi bilgilendirdiği kadar, ilgi ve meraklarını giderecek, ilgiyi her dem taze kılacak şekilde oluşturulması gerekmektedir. Bu bakımdan öncelikli sırayı konunun belirlenmesine vermek uygun düşmektedir. Vaiz, konuyu hazırlamasından sunmasına kadarki seyirde temel dikkat alacağı kişiler muhatap olduğuna göre, konu bütünlüğünü başlangıçta ve bitişte koruyabilmek, kısaca konuyu işlemek de muhatabın anlayış, merak, bilgisi etrafında şekillenecektir. Ancak muhatab ne kadar dikkate alınsa da, muhatabın içinde yaşadığı toplumun sorunları, günlük hayat içerisindeki konumlanışı, olaylara ve durumlara karşı verdiği tepkiler, tavır alışlar da vaizin ilgi alanı ötesinde olmayacaktır. Aksi takdirde konuyu anlatırken destekçi argümanlar olarak yer verdiği ayetler, hadisler, kıssa, hikaye örüntüleri dinleyenlerin gönlüne, idrakine değ-emeden askıda kalacaktır. 143 144 Oysa ki bir vaizin, vicdanları sorgulatması, yaşanılan onca hayat hikayelerinde ve olaylarda ‘benim ne derece etkinliğim var’ düşüncesiyle baş başa kalma erdemine yönlendirme çabasında olması gerekmektedir. Aksi takdirde, ben’in idrakine sunulan ve aslında her biri bireyin hayatına değen ayet ve hadisler, kıssa ve hikayeler canlılığını anlattıkça yitiren muammalara dönmüş olacaktır. Bu meyanda tebliğde yer alacak vurgulamalar, öncelikle vaizin anlattığı hayatın neresinde olduğu, güncel hayatı nasıl takip ettiği, muhatabını tanıma ve anlamasını sağlayacak farklı muhatab kitlelerin ilgi ve uğraşı alanlarında yer alan sözlü, görsel, yazılı ve eylemsel ifade araçlarını bilme ihtiyacını duyması çerçevesindedir. Soru ve sorunların merkezinde yer alan bu gibi ilgi alanları es geçildiği takdirde etkili bir vaaz sunulmamış olacaktır. Günümüzde sorgulayan ve sorumlu olduğunun bilincinde olan bir toplum isteniyorsa eğer, Kuran ayetlerini okurken kapıldığımız hissiyatın benzerini vaazlar da vermeli yani erdemli bir insan olmanın sorumluluk gerektirdiği düşünceleriyle –ölçüsü ve derinliği kişiden kişiye değişecek de olsa- yoğunlaşabilmelerine sevk edebilecek bir anlatım kaygısı içerisinde olabilmeyi esas alması gerekmektedir. 2. Vaaz ve Vaazlardaki Konu Bütünlüğü Vurgusu Vaaz, vaizin topluca ibadet edilen yerlerde ve özellikle de camilerde cemaati dini yönden aydınlatmak amacıyla, ibadet öncesi ya da sonrasında kürsü bölümünde hazır bulunarak, karşısındaki dinleyen cemaate öğütler vermesi şeklinde ifade edilebilir. Bu görevi yerine getirmeye çalışan vaizin dinleyen kitleyi, dinleyici halinden uzaklaştırmamak ya da dinleyici hale getirebilmek için öncelikle ilgiyi ve dikkati üzerinde tutacak olan konu seçimine özen göstermelidir. 144 145 Seçilen konu, dinleyicinin her yönden ihtiyacına, merakına, kendi kişisel ve toplumsal hayatında yerini bulabilecek şekilde hazırlanmalıdır. Biz biliyoruz ki, en bam teline dokunacak ayet, hadis ve hikmetli kıssalar dahi, iyi bir hazırlanmadan yoksun ise, kişiye neredeyse hiçbir şey söylememektedir. Elbette konu seçimi önemli olduğu kadar, vaizin konuyu içselleştirip kendi his ve düşüncelerine yansıyanı aktarımı da önemlidir. Vaizin konu sahasındaki ibadet, itikad, ahlak ve muamelat, insanı ilgilendiren konular olduğuna göre en önemli mesele bu konuları aktarırken vaizin yetkinliğini gösterebilmesidir. Bu yetkinliğin ise, ancak sorumluluk bilinciyle hazırlandığında günlük hayatlarda meyvelerini vereceğini düşünüyorum. Anlatılacak konuyu önce vaiz kendi içinde sindirmeli, konunun sonu, baş tarafı ve başlığıyla bağlantılı olabilmeli, dinleyenin hafızasında somut bir resim ortaya çıkartılmalıdır. Örneğin konu namaz ise, haccın rükünleri, ya da orucu bozan durumlarla ilgili bilgiye sıçramak, ya da verilen hikmetli ders içeren kıssanın konunun tamamını kaplayacak şekilde yayılması, dinleyenleri de bezdirecektir. İlk verdiğim şaşırtıcı gelebilir, ancak iyi hazırlanmayan bir vaazda, günü kurtarma kabilinden zihnin başka konu örneklerine sıçraması da mümkündür. Dolayısıyla konu başlığı kadar, ondan daha mühim olanı konunun hayat ile, muhatabların kendilerinden bulabilecekleri hayat ile uygun orantısıdır. Vaizin asıl gayesi, dinleyenlerde, ayetlerin sanki o an kendisi için inmiş olduğu duygusuna kapılmasını kolaylaştırmak, Efendimizin sünnetinin aktarımlarından sonra bilgisizliğinin yavaşça giderildiğini düşünmesinde ve hatta bu konuda ne kadar da uzak kaldığını hissettirebilmek, yaralarının hafiften sarıldığını, hayatına ve hayata bakışının farklılaştığının bilincini uyandırabilmektir. Evet, vaazın esas gayesi, gönül ve bilincin uyandırılmasıdır. Uyuyanları uyandırmaktır, uyutmak değil. 3. Vaazların Konu ve İçerik Bütünlüğündeki Merkezî Konum: Güncel -Gündelik Hayat Olgusu 145 146 Güncel, gündelik ve aktüel hayattan, günlük olarak yaşadığımız hayatta bugünümüzü şekillendiren, yarınımızı ve hatta düne bakışımızı etkisi altına alan ihtiyaç, çeşitli merak ve ilgi alanlarının olduğu, soru, problem-lerin yaşanabilme oranının yüksek olduğu hayat anlaşılmaktadır. Gündelik hayat, toplumda içselleştirilen değerlerin, ahlaki deneyimlerin, dinsel yönelimlerin ağırlığı altında şekillendiği bir yaşam tarzıdır. Gündelik hayatta, bireylerin ve toplumun hayatlarındaki rutinleşen yanlar incelenmektedir.213 O halde bizim sormamız, düşünmemiz gereken en önemli husus, muhatab kitlemizin gündelik hayatını oluşturan zihniyet ve duygu dünyasını, pratikle ilişkilendirme ilgi ya da ilgisizliğini kavramaya çalışmamız gerekmektedir. Bu tanıma çabası içerisinde olmak dahi, konunun nasıl işlenmesi gerektiği hakkında yol gösterici olacaktır. Aksi takdirde bir oradan, bir buradan içselleştirilmeden ve muhatabının algı dünyasında nasıl karşılık göreceği düşünülmeden yapılan aktarımlar vaizin günü kurtarmasında yardımcı olacak, ancak muhatabının günlerini kurtaramayacaktır. Gündelik hayat, dili, toplum ve bireyler nazarındaki yaşama formu, insanların ilişkileri gibi konular üzerinde durulmadan dinin sosyal bir gerçeklik dünyası oluşturabilmesi de zor olacaktır.214 Bu zorluk, vaizin vaazlarını sunumunda kendini göstermektedir. Vaaz, yalnızca dinlendiren, huzur veren bir öğrenme biçimi değildir. Vaaz, öğütlerle bezeli ayet ve hadislerden yararlanmakla birlikte, uyanık kılan, dinlenmeyi bilinçsiz, sorgusuz, sorunsuz olarak değil de, bizatihi hayatı dönüştürücü tefekkürün olduğu bir öğrenme ve öğretme etkinliğidir. Zira ayet, hadislerdeki temel değerlerin kuvvetli olması tek başına, hayatta olumlu değişimleri sağlayacak anlamına gelmemektedir. Hayatına yaşamıyla, duruş ve kimliğiyle aktaracak olan insanın, Kuran ve Sünnetteki değerleri anlamaya yönelmesine ve yaşamına aktarma gayretine bağlıdır.215 Bu bilgilenme merakını uyandıracak, arttıracak kişiler, tebliğ vazifeleriyle yükümlü olan vaizlerin konumları itibariyle, değer aktarıcısı olma 213 Necdet Subaşı, Gündelik Hayat ve Dinsellik, İz yayıncılık, İstanbul 2004, s.11. Subaşı, age, s.14. 215 Hüseyin Algül, ‘İslam, Gelenek ve Yenileşme’, I. Uluslar arası Kutlu Doğum İlmi Toplantısı, İSAM, İstanbul 1996, s.23 214 146 147 yönlerinin bilinciyle hareket etmeleri, toplumda da sorumluğu kuvvetlendirme bakımından etkili olacaktır. Sosyal bilimlerde kendi toplumunda bulunan insanların yaşamları ile ilgili değerlendirmelerin kulak ardı edilmesi, bunlara yabancı kalması söz konusu olamaz.216 Aynı şekilde hem bir toplum içerisinde yaşaması hem de soru, sorunlarla bizatihi karşılaşması itibariyle vaizin de türlü yaşam örneklerini anlamaya uzak kalmaması, dayandığı Kitap ve Sünneti de iyi anlamasını sağlamış olacaktır. Muhatabın gönül ve zihnine nüfuz edebilmek için, ele alınacak konudaki bütünlük güncel, gündelik hayattan bağımsız olarak hazırlanmaması gerekmektedir. Allah, ilahi hitabına muhatab olarak aldığı insan ile konuşurken, onun güncel paradigmasından uzak olarak hitab etmediği ayetlerde görülmekte olduğuna göre, vaizin muhatabının güncelinde olanları tesbit ve tahlil etmekten uzak düşmesinde nasıl bir tutarlılık aranabilir? Ayetleri anlayabilmek için nüzul sebeplerini anlamaya çalıştığımızda, Allah’ın bir olayın önce veya sonrasında insanları haberdar etmesinde, günlük hayatta yaşayan insanın problemlerini, sorularını, merak ve ihtiyaçlarını dikkate aldığını görmekteyiz. İlk ayetlerin “oku” emriyle inmiş olması, gerek ilahi hitabın insan hayatındaki öncelikli konumunu, gerekse okuyan bir anlayışla hayat içinde ve hayata yönelik olarak yaşamanın, bugüne ve geleceğe dair önceliğini ifade etmektedir. Mücadele suresinin ilk dört ayeti, Hz. Peygamber’e hayatındaki tıkanmayı belirtip Allah’ın, bu tıkanıklığa dair bir çözüm içeren ayetlerini indirmesi Onun güncel hayatı aydınlatmak, yönlendirmekte olduğunun bilinen örnekleridir. (Mücadele 7-9, Rad 5-7, Nisa 86)217 216 Anton C. Zijderveld, Soyut Toplum, çev. Doç.dr. Cevdet Cerit, Pınar yayınları, 1. basım, İstanbul, 1985, s.211. 217 Mücadele 1-4: Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikayette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. İçinizden kadınlarına zıhar1 yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Kim (köle azat etme imkanı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ardarda iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar Allah’a ve Resülüne hakkıyla iman edesiniz diyedir. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kafirler için elem dolu bir azap vardır 147 148 Bir başka örnek de, sahabenin içlerinden geçenden dahi sorguya çekileceğine dair ayet nazil olduğunda Peygamberimize gelerek ‘Ya Resulullah (s), bize cihad emredildi, yapıyoruz; zekat emredildi, veriyoruz; namaz emredildi kılıyoruz, fakat bu ayet-i kerimeyi yaşamak bizim takatimizin dışındadır’ demişlerdi. Resulullah, Yahudilerin peygamberlerine dedikleri gibi ‘işittik ve isyan ettik’ anlamı çıkacağından endişelenerek sahabeyi ikaz etmiş ve Bakara suresi 286. ayetler indirilmişti.218 Bu örnekler de Allah’ın muhatabının algısına hitap edecek anlama vurguda bulunmayı önemsediği gibi, muhatabın da günlük hayatını Kuran ayetlerine uygun olarak yaşama gayreti yani, sahabenin Kuran’la konuşma çabası içerisinde bulunduğunu göstermektedir. Çünkü Kuran, her dönemin insanına seslendiğini belirtmekteydi, dolayısıyla bu sesi insanların idrakine sunan tebliğ mekanizmasının dinamik olduğu açıktır. Günümüzde de, tebliğ göreviyle iştigal etmekte olan vaizler, öncelikle Kuran’la konuşmalı, yaşadığı toplumu yargılamadan her yönüyle anlamalı ve küçük büyük tüm anlayışların idrakine yakınlaştırmalıdır. Ne zaman ki vaiz, ‘bana bir şeyler söylüyor’ merakını Kuran’a çekebilirse Kuran’ın günlük hayatta dinamikliği de o ölçüde korunmuş olacaktır. Vaizin ayetleri aktarımında, yorumlamasında öncelikli amaçlarından biri de güncel hayatında yer bulmasına, anlatırken cemaatinin gönlüne ve aklına nüfuzu önceliğine alması ve hayatın kendisine bahşedilmiş bir lütuf olduğunu sorumluluk bilincini kuşanarak hareket ettiğinde ancak, bu lütfun şükrünü eda edebileceğini tefekkür ettirmelidir. Anlatacağı ile dinleyicilerin zihin ve gönül dünyasında yer bulabilmesi için öncelikle, muhatabının ihtiyaçları, bilgi seviyeleri, soru ve sorunlarının olabileceği durumlar ve insani merakları da dikkate alması gerekmektedir. Rad 5-7 : ‘Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, “Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacakmışız?” demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkar edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Bir de senden, iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorlar. Oysa onlardan önce ibret alınacak birçok azap gelip geçmiştir. Şüphesiz Rabbin, insanların zulümlerine rağmen bağışlama sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı pek şiddetlidir. İnkâr edenler, “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır.’ Nisa 86: Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır. 218 Kuran Yolu, Cilt I, s. 450-451; Zeki Duman, Asr-ı Saadette ve Günümüzde Kuran’a Bakış Açısı, Kuranı’ı Nasıl Anlamalıyız?, Tartışmalı İlmi Toplantı, Rağbet Yayınları, Haziran 2002, İstanbul Haziran 2002., s.32. 148 149 Muhatabın günlük hayatını etkileme ve şekillendirmede payı olabilecek güncel hayatta karşılaştığı haber ve olaylar, izlediği dizi ve filmler, dinlediği müzik, ilahilerden haberdar olmalı, kısacası muhatabın gittiği yolda gitmek için değil, muhatabını tanıyabilmede gerekli veri elde etme bakımından bilgi sahibi olması gerekmektedir. Duygulandıran, sevindiren, hüzünlendiren vasıtaların neler olduğunu bildiği ve anlayabildiğinde muhatabıyla birlikte belki duygu örtüşmesi yaşayamaz, ancak onu anlayabilmesinde yardımcı unsurlardan istifade etmiş olur. Vaiz, hayata aktarılması zor ya da muhatabının zihin ve gönül dünyasında kaos ortaya çıkaracak anlatımları öne çıkarmaktan ziyade, neyin, neden ve nasıl yapılabileceği üzerinde düşünmeli ve düşünmelerini sağlamaya çalışması, dinleyenin hem gönlünü daraltmayacak, hem de hayatına aktarabilme çabasına girmesine yardımcı olacaktır. Diğer türlüsü çok bilindiği üzere bu dinin bilinçaltında sadece bir zamanlarda yaşanmışlığı düşüncesine sevk edecektir. Mutasavvıflarla ilgili kıssalara yer verildiğinde özellikle günümüz insanının kıssadan çıkarabileceği bugüne dair hisselerin somutlaştırılmasını gerekli görüyorum. Aynı şekilde, kaynağımız olan Kuran’ı hayat kitabı olarak kabul ettiğimize göre, anlatılacak, örneklendirilecek ayetler de hayata dair canlılığını anlatılarımızla vurgulayabilmeliyiz. 4. İçeriğin Güncel Hayatla İrtibatı Anlatımda sıkça kullanılan ibadetin gerek tanımında, gerekse muhtevasında eksikliklerin bulunmasından başlamak istiyorum. İbadet geniş anlamda kulluk tezahürüdür. Anlatıcalar olan bizlerin ibadetler derken namaz, oruç gibi ritüelleri olan ibadetlere mi vurguda bulanarak toplumun yanlış değerlendirmesine sebep oluyoruz, yoksa toplum kendisi mi böyle bir süzgeç işleminden geçiyor? İbadetlerin genel anlamı olan Yaradan’a kulluk anlamına vurgu yapıldığı takdirde, çeşitli örnekleriyle sunumunda bunu muhatabın anlayışına yer vermesinde başarabilmeliyiz. 149 150 Örneğin kulluğun namaz içinde iken gösterimine riayet ile birlikte, asıl kulluğun namaz dışında başladığına dikkat çekebilmeli, bir annenin ya da babanın (vd.) namazda önünden geçen çocuğunu azarlamaması, ikazı yapacak ise uygun, merhametli bir dille yapabilmesinin tam da güzel bir kulluk olabileceğine dair incelikler, toplumda kalıplaşmış, geleneksel ibadet anlayışı, İlahi hitabın maksadına göre biçimlendirilebilir. Manevi gün ve gecelerle ilgili toplantılarda artık yeni bir anlatım ve içerik geliştirmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Toplumun bir kısmı camide yapılan programlara katılarak kulluğunun tamamlanmış olduğunu düşünebilir, ya da çok sevdiği bir ilahiye tempo tutarak, ya da Kuran’ı hıfz edecek çocuk-lar yetiştirerek, ya da Cuma namazlarına katılarak, ya da Perşembe günlerinde Yasin, Tebareke, dualar okuyarak. Uzatmak istemem, takdirinizdedir ki örnekler çoktur. Cami cemaatinin toplandığı vakitlerde muhteva berat gecesinin, kadir gecelerinin önemini anlatmanın yanında özellikle bilgi ve bilinçlendirici, hatırda tutucu boyutta genişleyen anlamlara yer vermeliyiz. Kadir gecesi özel programı yerine programda toplumsal ilişkilerimiz ele alınabilir. Dertleri dert edinebilme ahlakı, büyükleri cennete yaklaştıracak amel: çocuk ve gençleri anlayabilme erdemi, başkalarının ayıp ve günahlarıyla uğraşmamak, anne babanın üniversite okutmayı istemesinden daha öncelikli olan bir şey: güzel ahlaklı evlatlar yetiştirebilme kaygısı içinde olmak, güzel ahlaklı ebeveyn olmak, iyiliğin kadrini bilirsen unutma ki iyiliği yaymış olursun gibi, manevi gecelerin idrak edilmesini sağlayacak içeriklerin, güncel hayata uygun örnek ve anlatımla birlikte muhatabların dikkatleri canlı tutulabilir. Uygun bir anlatım için ayet ve hadisleri bağlamlarındaki halleriyle anlayabilmek ve “bugünün insanı nasıl anlamalı ve nasıl yaşama aktarabilirse özden uzaklaşmamış olur?” meselesi esas maksadımızda bulunması gerekir. ‘Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusuna ikramda bulunsun’219; “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir”220 gibi muhteva olarak benzer hadisler, hayatla maddi derdi olanlara anlatıldığında anlayabilirlerken, etrafında bu çileyi çekenler olmadığında anlaşılamıyor. “Aç komşum yok ki!” sözleriyle hadisin kendi 219 220 Buhari, Edeb, et-Tergîb ve’-t-terhîb 3.cilt, 30.hadis, s.359; Hâkim, II, 15. 150 151 yaşantısında geçersiz kaldığını ima ediyor. Oysaki hadiste vurgulanan ‘açlık’tan insanların içerisinde bulunabilecekleri ruh hallerine de işaret olduğu, kimin açlığının paylaşmak, kiminin paylaştıklarını mimiklerle dahi ele verilmemesini arzuladığı sırlarına emanetçi aramak, kiminin selam, muhabbet, kiminin güler yüzlü bir simaya ihtiyacı olabileceğini gönüllerin idrakine sunduğumuzda, her insan başkalarının açlığını anlayabilecek, esasen kendisinin de aç taraflarının olduğunu, ilahi makama hep ama hep muhtaç olduğunu kabullenerek kulluğun ne olduğunu anlayabilecektir. Ne ilginçtir ki, hadis ve ayetler bağlamlarına inilmiş olsa da günümüz insanının güncel hayatıyla ilişkilendirilme fırsatı kaçırılabiliyor. Sebeplerini düşünürken aklıma atasözlerinin anlam dünyamızla tanıştırıldığı zamanlar geldi. “Sakla samanı gelir zamanı, ayağını yorganına göre uzat, üzüm üzüm üzüme baka baka kararır” gibi pek çok atasözü ne anlatmak istediğini Türkçe, Edebiyat, Kompozisyon dersleriyle ve gelenekle aktarmış olduğunu düşündüm. Bugün hangi genç ve hatta açıklandığı takdirde çocuklar, saklaması gereken şeyin saman, ya da kararan şeyin üzüm olduğunu aklına getirir. Oysa hadisteki açlık vurgusunu komşunun aç olmadığı söylemine yaklaştırarak sorumluluk bilinciyle yaşamanın hayatımızdan ötelenmiş olduğu gerçeğiyle karşılaşmaktayız. “Namaz insanı her türlü çirkinliklerden uzaklaştırır”221 ayet-i kerimesinde namazın uzaklaştırdığı çirkinliklerden güncel hayata göre örnekler verilmeli. Onun yerine çoğunlukla evliyaların, mutasavvıfların anlatıldığında gıbta edilen namaz kılma örneklerine ziyadesiyle yer verildiğinde, günümüz insanının bir bocalama içerisine girmesi muhtemeldir. Namaz esnasında önünden geçen torununu uyaracaksa eğer, şefkatle uyarmaya çalışması, namaz bitiminde müşterisiyle ilgilenen bir tüccarın asabiyetten uzaklaşarak müşterisini aldatmamaya dikkati, niyetleri düzgünleştirmeye kadar giden yolda insanı güçlendiren, iyilik, doğruluk yolunda motive eden, Allah’ın huzuruna davet ile aslında onun huzurundan hiç ayrılmadığı bilinci vermesi hakkında yaşanılabilir örneklerle bezenmiş olması toplumun namaz hakkındaki düşüncesini de yönlendirebilecektir. Toplumun hayata etkilerinin yansıdığı namazlara ihtiyacımız var. Ayağı tökezleyip düştüğünde gülen bir çocuğun kulağını 221 Ankebût 29/45. 151 152 çekmediğinde işte tam da güzel namaz kılanlardan olursun, camide gördüğün bir çocuğun başını okşadığında, ya da otobüste yer veren gence teşekkürle karşılık verip gönülden de dualar ettiğinde gibi somut örneklerle namazın topluma yansıma örneklerini sunabiliriz. Toplumun yaşamakta olduğu gerçekliği görmeden ve anlamadan toplumun idrakine yaşanabilir bir din sunmak mümkün olmayacaktır. Din dili olanı, olması gereken doğrultusunda bize ideal olana yöneltiyorsa her ikisini de vaizin içselleştirmiş olması gerekmektedir. Bir tarafta olanı tanıyacak, diğer tarafta olanı, olması gerekenin bağlamına yaklaştırması gerekecektir. 4.1. Ayetlerin Güncel Hayatla İlişkilendirilmesi İnsan, ayetlerin muhatabı olarak seçildiğini, ilk inen ayetlerde, nüzul sebepleri araştırıldığında daha iyi kavramaktadır. Allah, Kuran’ı parça parça göndermeyi öncellediğine göre, yaşayan hayata aktarımı, uygulamayı, muhatabının anlamalarını da önemsiyor demektir. Melekleri Allah’ın kızları olarak kabul edenlerin algılarını değiştirmeye (Nahl 16/57-58), tevhidin bilinçlerde canlı tutulmasına (Nahl 16/70-82-86-87; İhlas 112/1-4), zıhar kefaretiyle ilgili olan ayetler (Mücadele 58/ 2-4) vd. Burada verilen çok sınırlı örnekler dahi, Allah’ın kullarının düşüncelerine önem verdiğini dikkatimize sunar. Hayatı yönlendirmeye dair kıssalar ve örnekler de o dönem insanının günlük hayatından uzak değildir. ‘Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı?..Allah, şu iki kişiyi de misal verir: onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez, şimdi bu adamla, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu?’ (Nahl 16/75-76; Bakara 2/171) ayetleri Allah’ın o dönemin insanının güncelini, kültürel hafızasını dikkate aldığını gösterir. İnsanların zihniyet dünyasında ve pratik yaşamlarında etkinlik bırakabilmek için, nazil olan ayet-i kerimelerin bu şekildeki hitap biçiminden uzak olmaması gerekmektedir. Dolayısıyla değişimi ve dönüşümü yaratmayı esas alan ilahi hitabda bu açık olarak görülebilmektedir. Dörtten fazla kadınla evliliğin sınırlandırılması ve adaleti daim etmenin zorluğundan dolayı tek eşliliğe özendirme ( Nisa 4/3), içkinin yasak kılınması ile ilgili ayetler (Bakara 2/219; Nisa 4/43; Maide/ 90-91), miras taksiminde kadınlara da pay verilmesi (Nisa 4/7) değişimin aşama 152 153 aşama gerçekleştirildiğine, dolayısıyla muhatabların eylem ve düşünce dünyasının dikkate alındığının farklı şekillerdeki göstergeleridir. Allah, devamlı düşünme kabiliyetine işaret ettiğine göre (Muhammed 47/24; Kamer 54/17; Nahl 16/44) vaizin de devamlı düşünmeye sevk edici, algıları açıcı şekilde hitabı önem arz etmektedir. O halde vaizin, insanların güncelinde olandan, ihtiyaç, bilgi, merak, soru ve sorunlarından haberdar olmaları ayetlerin aktarılışında bu faktörlerden yararlanılması ve ona göre içerik şekillendirilerek bilgi sunulması Kuran ve Sünnetin amacına da uygun düşecektir. Kuran ayetlerinin hayatla irtibat ve intibak durumunda olması, ancak insanın yaşamında örtüşebilir nitelikte anlatılabildiği ve okunabildiği takdirde mümkün olacaktır. Aşağıda günümüzde de canlılığını koruyan sorunlar, kısaca nasıl anlatılması konusunda örneklendirilmektedir. - Toplumda kendisi gibi düşünmeyen, davranmayan, olaylara aynı bakış açısında olmayanlara karşı gerek saygı düzeyini222 yakalayabilmek gerekse haram, helali hiç düşünmeksizin belirlemeye kalkılmasının Allah katında da ahlaki olmadığına dikkat çekilebilir. ‘Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak ‘bu helaldir, şu haramdır’ demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz…’ (Nahl 16/116) ayeti insanların rastgele, kesin bilinmeyen şeyler hakkında helaldir, haramdır! diye hüküm vermelerine engel olacağı hakkında, vurgulanarak örneklendirilebilir. - İnsanlar arasında anlaşmazlık, aynı fikirde olmama durumları –aile içerisinde, arkadaşlar, akraba, komşuluk ilişkileri vb.- nda müminin üslubunun yumuşak ve ölçülü olması, anlaşılır konuşması hakkında örneklendirilebilir. (İsra 17/28; Tâhâ 20/43-44) - ‘…Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan (vesilesi) kıldık, (bakalım) sabredecek misiniz?..’ (Furkan 25/20) ayeti kerimeleri insanoğlunun imtihan çeşitleri arasında en önemli imtihanın insanın insanla imtihanına dair vurgular yapılarak bu noktada çeşitli ayet ve hadislerle güncelliğe yakınlaştırılabilir. İnsanın neyin imtihan olduğunu bilip, imtihanı anlaması ve gereğince bir duruşa sahip olması sonucunda dünyada başka bir getirisi olmasa dahi kişisel olgunluğa ve ahiretteki mükafatına örnekler verilerek zihindeki şema somutlaştırılabilir. (İnsan 76/ 7-10; Leyl 92/ 19-21) 222 “Firavuna gidin. Çünkü o azmış ve yoldan çıkmıştır. Ona ‘kavl-i leyyin” ile konuşun ve yumuşak söz söyleyin ta ki öğüt alsın ve korksun.” (Taha, 20:43-44); “Allah’ın rahmeti ile ey resulüm sen onlara yumuşak davrandın. Şayet kaba ve katı yürekli olmuş olsaydın onlar senin etrafından dağılırlardı. Sen yine onları affet. Onlar için Allah’tan af dile. İş konusunda onlarla istişare et. Bir de karar verdiğin zaman artık Allah’a güvenerek kararlı şekilde hareket et. Şüphesiz Allah kendisine güvenenleri sever” buyurur. (Âl-i İmran, 3:159) 153 154 - İyiliğin ruhen ve insanın kalitesi bakımından artıcı, yapılan kötülüğün ise eksiltici yönlerine işaret etmek iyilik yaparken karşılık görme eğiliminde yetişmiş kimseler için dönüştürücü etkisi sadedinde ayetler muhatabın dikkatine sunulabilir. ‘ Kim iyilikle (ilahi huzura) gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar. Kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. Ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz! denir’ (Neml 27/89-90) ayetlerinde anlatıldığı gibi. - İman etmenin ancak sâlih amelle kemale ereceği ve sâlih amelinde bilhassa başkalarıyla ilişkilerimizde ortaya çıkacağına dair ayetler güncel hayatla irtibatlandırılarak örneklendirilebilir. ‘Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah’ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.’ (Şuara/26227) (Nahl 16/97; Kehf 18/110; Tâhâ 20/112; Rûm 30/44-45; Fâtır 35/10 ve 37; Mümin 40/40 vd.) - Ümmetin şahit ve örnek olma özelliği yeri geldiğinde güncel alanlardaki örneklerle ifade edilebilmelidir. (Bakara 2/143- Ali İmran 3/104) - Anne babaya öf denilmemesiyle ilgili ayette (İsra 17/23) geçen ‘öf bile deme!’ vurgusu çeşitli insanların yaşlılık ve yetiştirdiği evladına muhtaç hale geldiği dönemlerinde bedeninin değiştiği gibi gönlünün de hassaslaştığına dair ayetin hikmetini anlamaya yakınlaştırıcı örnekler verilebilir. Empati yapma yeteneği kazandırılabilir. Bir başkasının evinde misafirken, değil ev sahibi, yanımızda hizmet eden restorandaki garsonların kavgaları, sert sözlerinden nasıl rahatsız olunursa, ebeveynlerin de huzur ortamına ihtiyaç duyacakları noktasında Öf sözcüğünün inciticiliği anlatılabilir. Anne baba hakkı yerine ve zamanına göre anlatılması gereken konulardan biri olmakla birlikte toplumda hakların öncesinde sorumlulukları pekiştirmek gerekmektedir. Bazı ayetlerin ‘hem, hem de’ anlamını muhteva ettiğinden yola çıkılarak223 İsra 23-24. ayeti kerimelerin esasen evladın sorumluluğuna işaret olmakla birlikte, anne babanın da iyi evlat yetiştirebilme, dua eden, öf demeyen evlat yetiştirebilme sorumluluğuna da işaret edildiğini düşünüyorum. Anne babalara, ileride anne baba olacak kişilere sorumlulukları hatırlatılması ihmal edilmemelidir. Toplum hakkını iddia eden, fakat sorumluluklarını erteleyen bireylerin hiç de az olmadığı düşünülürse, bu farkındalığa dikkat çekmek oldukça önemli olmaktadır. "Rabbin sadece kendisine ibadet etmenizi, anne-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi sizin yanınızda yaşlanırsa kendilerine "öf" bile deme; onları azarlama ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve. ''Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et" diyerek dua et" İsrâ, 17/ 23-24. 223 154 155 - Hz. Peygamber, gerek Peygamberlik süreci gibi en uzun dönem olan Mekke döneminde, gerekse kıtâl, içki yasağı, ribânın kaldırılması gibi emirler, kısas, hırsızlık yapan kişinin elinin kesilmesi, katl hadleri gibi şer’î kanunlarla toplumu karşı karşıya getirmiş olsaydı, Hz. Aişe’nin dediği gibi ‘Kimseyi itaat eder bulamazdı’224 değerlendirmeleri de, hayatın içinde yaşayan insana ulaşabilmek için onu anlamanın gereğine işaret etmektedir. Allah’ı anlamak, maksadını anlamakla mümkün olduğuna göre, düşünerek okunduğunda maksadı anlamaya yaklaşabiliriz.225 Bu yüzden Allah, anlaşılması üzerindeki perdeleri ancak tefekkür sonucunda aralayacağını belirten ayetlerini226 sıkça dikkatlerimize sunduğuna göre, vaiz de kişisel hayatında bunu göz ardı etmeden, sırf estetik, edebi konuşmayla yetinmeyerek, muhatablarını sorgulatmaya, düşündürtmeye yönlendirici vurgulamalarda da bulunmalıdır. Gazali’nin, Kuran’ı hakkıyla okumuş olmak için dil-kalp ve akıl üçlüsünün işbirliği içinde olması gerektiğine işaret ettiği ifadesinde de anlama faktörü ön plandadır. Kanaatimizce anlama eylem olmadan yarım kaldığına göre ve Hz. Peygamber ‘Bildiklerinizle amel ettiğiniz sürece bilmedikleriniz öğretilir’227 sözlerinde eylemin anlamayı destekleyici, anlama yakın olmayı sağlayıcı dünyasına ufkumuzu açmaktadır. Bu sebeple, vaiz hem şahsı, hem de muhatabının hayatıyla ilgilenmek, anlamak ve hayata tatbik edilecek hususları detaylandırmak zorundadır. 4.2. Hadislerin Güncel Hayatla İlişkilendirilmesi Efendimizin, kendisine çeşitli sorular sorulduğunda kısa, öz ve bütüncül, ihtiyaç durumlarını da göz önünde tutarak verdiği cevaplar da, dinin yaşanabilir olma özelliğine dikkatleri çekmektedir. ‘Kuran okuyan müminin misali portakal gibidir, kokusu güzel, tadı hoştur. Kuran okumayan müminin misali hurma gibidir. Tadı hoştur, fakat kokusu yoktur. Kuran okuyan facir misali hurma gibidir. Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kuran okumayan facirin misali Ebu Cehil Zeki Duman, Asr-ı Saadette ve Günümüzde Kuran’a Bakış Açısı, Kuranı’ı Nasıl Anlamalıyız?, Tartışmalı İlmi Toplantı, Rağbet Yayınları, Haziran 2002, İstanbul Haziran 2002., s.28 224 225 Enfal 8/2: ‘Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.’ 226 İsra 17/106; Müzzemmil 73/4. 227 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 312.; Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, X, 15. 155 156 karpuzu gibidir, tadı acıdır, kokusu da yoktur’228 hadisi Kuran’ı anlama ve yaşamaya dair olan toplumsal hafızaya vurguda bulunmaktadır.229 Zira günlük hayata yansıtılmayan ezberden ya da yüzene okunan ayetler, ayet olması bakımından kişiye, bireysel olarak huzur vermekle birlikte, insanların hayatını dönüştürücü etkisini gösteremeyecektir. Toplumsal değişimde bireylerin algılarına nüfuz etmek önemli bir faktör olduğuna göre, Hz. Peygamber ilahi hitabın ilk muhatabı ve insanlara sözleri ve davranışlarıyla takdim eden örnek bir kişi olması hasebiyle ayetleri destekleyici, açıklayıcı, detaylandırıcı pek çok vurguları230 insanların hitabı anlamasını önemsediğini, dolayısıyla düşünceleri ve davranışları değiştirebilmek için de insanların alışkanlıklarına, iyi ya da kötü davranış ve sözlerini dikkate alarak tavsiyelerde bulunduğunu görebilmekteyiz. O halde vaiz de muhatabını yargılamadan dinlemeli, anlama gayretini ve etkin dinleme halini yaşamında içselleştirerek yansıtabilmelidir. Ancak bu şekilde, sözleri küçükten büyüğe doğru olan muhatab kitlesinde anlaşılır ve etkinlik sağlanmış olacaktır. Muhatabın idrakine göre, Hz. Peygamberin farklı uygulama ve sözlerine yer vermek de insanların davranışlardaki ‘olabilirlik’ düzeylerini anlamalarını sağlama bakımından faydalı olacaktır. Örneğin bugün oturarak su içme, namazda elleri kaldırıp indirmeye, kanın abdest bozup bozmayacağına, nafile ibadetlerindeki rekat sayısına kadar çeşitlik, teheccüd namazındaki gecenin üçte birlik dilimlerindeki zamanlama farklılığına231, sağ tarafıyla giyinme kadar pek çok örnekte statik davranış kalıbına bürünmekten ziyade, yerine, zamanına, kendi kişisel ihtiyacına göre farklılıkları yansıttığını rivayetlerden anlamaktayız. Hz. Peygamberin dinin tatbiki olan sünnetinde, zorlaştırmaktan kaçınmanın, insanların günlük hayatlarında yapabilmelerini sağlamaktan öte kolaylaştırmanın olduğu görülebilmektedir. Onun örnekliğinde tıkanıklık yok, tıkanan hayata çözümler getirebilme noktasında çaba ve gayret var. Vaizlerin de Hz. Peygamberden sâdır olan farklı örnekleri aktarmasının uygun olacağını düşünüyorum. Bu, dinleyenin zihin ve gönlünü, olayların illetini ve hikmetini anlamaya yaklaştıracağı için –anlatıcın da değerlendirmeleri, anlatma biçimi de burada önemlidir- faydadan uzak da değildir. Tek bir görüşün sunulması, farklılıkların olabileceğini 228 Buhari, Et’ime 30, Fedailu’l-Kuran 17,36, Tevhid 57; Müslim, Müsafirîn 243; Ebu Davud, Edeb 19, 4329; Tirmizi, Edeb, 79; Nesâ’i, İman 32. Zeki Duman, Asr-ı Saadette ve Günümüzde Kuran’a Bakış Açısı, Kuranı’ı Nasıl Anlamalıyız?, Tartışmalı İlmi Toplantı, Rağbet Yayınları, Haziran 2002, İstanbul Haziran 2002., s.34. 229 230 ‘ Her sarhoşluk veren şey hamrdır (şarap), her hamr da haramdır’ (Buhari, Edeb, 80; Müslim, Eşribe, 73; Ebu Davud, Eşribe, 5); ‘Ne doğrudan zarar verme, ne de zarara zararla karşılık verme vardır’ İnb Mace, Ahkam, 17; Muvatta; Akzıye, 31) gibi 231 Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2008, s.299-325. 156 157 düşündüremediğinden toplumda farklı tutum ve davranışta olanlara karşı yargılayıcı bir tepkinin doğmasına sebep olmaktadır. Gerek ayetler sonucunda gerekse hadislerin aktarımında alınacak hikmetli dersler, payımıza düşenler, çıkarmamız gereken sonuçlar da netleştirilerek anlatılması ayetlerin indiriliş sebebine ve hadislerin söylenme amacına uygun düşecektir. ‘Bana ne söylüyor, ne-ler anlayabilirim?’ düşüncesine odaklanmadan ayet ve hadislerin içeriği, hayatımızda cansız, yoksun bir anlamayla sınırlı kalacaktır. Ayet ve hadisler hayatın her alanıyla ilgili olduğuna göre, günlük hayatta canlılığını ancak kişisel olarak alınacak ders, hikmet ve anlamlara yapılacak vurgularla koruyacaktır. 4.3. Kıssa ve Hikâyelerin Güncel Hayatla İlişkilendirilmesi Konunun ayet ve hadislerle desteklenmesiyle birlikte, kıssa ve hikâyelerle de örneklendirilmesi anlaşılırlığı sağlama bakımından faydalı olabilmektedir. Bu faydalılık sadece hislendirme boyutuyla kaldığında ise, hayata aktarım yönü ertelenmiş olarak kalacaktır. Kıssadan hisselerin hem kişisel hem de toplumsal düzlemde hitab eden unsurlara yer verilerek sonuçlandığında, kıssaların yeniden yaşanmasından ziyade, yaşanılabilir hisselerin üzerinde odaklanmak kıssaları da ölü, atıl durumdan kurtarabilecektir. Aksi takdirde deniz üzerinde yürüyen bir evliyanın kerameti, sadece onun kerametini gösterip, onu olgun hale götüren kulluk erdemlerine işaret edilemediğinde dinleyenler ve aktaran vaiz sırtında bir kambur görevi ifa edecektir. Güzel ahlaklı, kulluğunu güzel yaşayan, iyi evlat yetiştiren anne baba örneklerinden sunmak yetmez, bu tür anlamlarla dolu olarak sunulan kıssa ve hikâyelerin ‘bireye konuşması’ gerekir. İnsan kalabalık bir yolda, ancak kendisine seslenildiğinde dönüp bakıyorsa, vaizin de önce kendi üzerine alınması ve sonrasında anlatacağı kişilerin sorumluluğu üzerine almalarını sağlamaları öze uygun düşecektir. ‘Gerçekten resullerin kıssalarında akıl sahipleri için çok büyük bir ibret vardır’ (Yusuf/111) Ayetlerde anlatılan kıssaların bireyin hayatında yer bulmasını sağlayacak hususlar ön plana çıkartıldığına göre, gerek ayetlerdeki kıssaları anlatırken gerekse diğer kıssalarda, gereksiz, günlük hayatta karşılığı bulunmayan detaylara yer vermekten ziyade hayatımızdaki duruşumuza, gönül boyutuna artılar katacak, dünya ve ahirette kârlı çıkaracak hisselere dikkatler çekilmesi gerekmektedir. 157 158 Örneğin Hz. İbrahim’in babasıyla iletişiminde her ne kadar farklı inanışlara sahip olsalar da, İbrahim Peygamberin bir evlat olarak babasına saygılı hitabı ve iletişim dilini eksik etmemeye çalışması232, günümüzde ‘biz ayrı dünyaların insanlarıyız’ ifadelerindeki ötekileştirmenin yerini sarsmakta etkin olacağı kanaatindeyim. Diğer Kuran kıssalarında da alınacak hisselerimizle, gündelik hayat bağlamının birlikte işlenmesi kıssaların anlatış amacına yaklaştıracaktır. İyi bir davranıştan vaz geçilmemesi, insanları uyarma dilini değiştirerek anlatma (tebliğ) duyarlılığını tazeleyebilmek için peygamber kıssalarından destekleyici güç alınabilir. Bir ailenin çocuğuyla ya da öğretmenin öğrencisiyle yaşadığı sorunlar Yunus Peygamberin mücadelesiyle (Enbiya 21/87-88) somutlaştırılabilir. 5. SONUÇ Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın "Sanat eseri, hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir." 233 sözünde olduğu gibi vaiz de bir din tebliğcisi olarak hem içinde bulunduğumuz zamandaki insanın bugününe hem de gideceği rotaya işaret etmelidir. Günümüzde vaiz, toplumun beslendiği paradigmaları, moda, futbol, magazin gibi pek çok popülariteye kadar dikkat kesilmek zorundadır. Muhatab kitlesi içerisinde çocuklardan yaşlılara kadar büyük bir kitleyle her gün programlarında bir araya geliyorsa, muhatablarının beslendikleri kaynakları, beklenti, bilgi, ihtiyaç, merak durumlarını da bilmesi, anlamaya çalışması, anlatımını sunmasında ve etkinliğini arttırmasında faydalı olacaktır. Sözü, iletilen sorunları ve hatta sorunun iletilmesinde ‘seni anlarım’ mesajını, ona hitab edecek şekilde mesaj verdiğimizde dinleme ve paylaşabilme cesareti verecektir. Hayata dinlemeden sadece ayıp, günah kategorileriyle sığ bir bakış üstlenerek bakanlar hitab edecek çok az insanla karşılaşacaktır. Hz. Peygamber kendileri gibi düşünmeyenlerle de iletişime geçmişse, bu onun yanlışlarını onayladığından değil, onu anlama ve dönüşüm sürecine girmesine destek olabilme arzusundandır. Bu istek ise, anlamaya çalışmaksızın mümkün olmayacaktır. Hayata aksettirilemeyecek, içsel dönüşüme ivme kazandırmayacak anlatım yerine neyi, neden, nasıl yapabileceği üzerinde düşünmeye sevk edilebilmelidir. Kuran ve Sünnet’teki hitabın, yaşayan insana olup, insanı diriltecek, uyandıracak şekilde anlatılması elzemdir. İnsan ancak, dert kendinin ya da yakınının olduğunda farkındalık düzeyi arttığına göre, toplumda 232 233 Meryem 19/41-49; Enam 6/74. http://www.edebiyatufku.com/artikel.php?artikel_id=1200 158 159 aslında başkası, öteki olmadığı, insan olma, kul olma erdeminin ötekinin derdiyle hemdem olunduğunda idrak edilebileceği noktasında atıflar yapılmalıdır. Vaiz, sorumluluğunu bilen ve sorumluluğun sadece yaşadığımız süreyle ilgili değil, bizden sonrakilere de etki edecek boyutlarını canlı tutmalıdır. Sorumluluk bilincine sahip olmak ve ona göre davranmanın –takva-, yaşadığımız hayatta canlı cansız tüm varlığa sirayeti söz konusuysa, vaizin ev sahipliğini yaptığı ilim sofrasından, hayata yansıyacak anlatım biçiminin öne geçmesi yaşamı zenginleştirebilecektir. Bu tür inceliklere dikkat edilerek sunumlar yapıldığında, hizmet götürülecek kitleden gençlerin dilindeki kalıplaşmış söz olan “bana vaaz verme!’ ve ‘tıpkı vaaz verir gibi konuşuyor” biçimindeki ifadeler sözel işlevini kaybedecektir. Anlıyoruz ki bu tür sözlerin özünde, konuşanın karşıdakini anlamadığı, dinlemediği, hayatıyla ilgilenmeden üst perdeden konuşmasına dair bir nazire bulunmaktadır. Dolayısıyla vaiz, önce gönlünde, sonra gönüllerde yankılar uyandırma gayretini önceliğine almalıdır. Dr. Ayşe Karaköse Kayseri Merkez Vaizi/Sosyolog Allah hepimizi dünya ve ahirete müteallik işlerimizde muvaffak kılsın 159