Komşu Kültürler

Transkript

Komşu Kültürler
Bu proje AB tarafından desteklenmektedir.
Komşu Kültürler
ve Diyalog
B A L K A N L A R , B U L G A R İ S TA N V E T Ü R K İ Y E
“Diyalog için Halk Bilimi” Projesi,
“Türkiye & AB Sivil Toplum Diyaloğu II – Kültür ve Sanat Hibe Programı”
kapsamında AB tarafından finanse edilmiştir.
‘’Bu kitap Avrupa Birliği finansal desteğiyle hazırlanmıştır.
Kitabın içeriğinden yalnızca ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ
sorumlu olup, herhangi bir şekilde Avrupa Birliğinin görüşlerini
yansıttığı şeklinde yorumlanamaz.’’
Kitap Yayın Kurulu
Dr. Gülin Onat Bayır
Yrd. Doç. Dr. Birten Çelik
Doç. Dr. Nikolay Nenov
Türkçeden İngilizceye
İngilizceden Türkçeye Çeviri
Eylem Doğan
Emek Ön
Rüya Kalıntaş
Bulgarcadan Türkçeye Çeviri
Fahrie Mehmedova
Nevin Hebibova,
Baskı & Tasarım
AYRINTI BASIMEVİ
İvedik Organize San. 1420. Cad. 2284. Sok.
No:105 İvedik-Ostim-ANKARA
T. 0.312. 394 55 90 • F. 0.312. 394 55 94
www.ayrintibasimevi.com.tr• [email protected]
Baskı Yılı : Ekim / 2012
ISBN:
1
2
İÇİNDEKİLER
1)
Diyalog İçin Halk Bilimi Projesi
2)
Projenin Açılış ve Bitiş Töreni ve Konuşmalar
3)
6
10
2.1. Projenin Açılış Töreni ve Konuşmalar
10
2.2. Proje Kapanış Töreni ve Konuşmalar
18
Proje Etkinlikleri Tanıtımı
32
3.1. Proje Çerçevesinde Ankara’da Yapılan Etkinlikler
3.1.1. “Fevziye” Köyü Alan Ziyareti, Gölay Şakiroğulları
34
3.1.2. “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı,
Birten Çelik ve Gülin Onat Bayır
40
3.1.3. “Sandığımda Balkanlar” Sergisi, Münevver Eminoğlu
50
3.1.4. “Halk Çalgıları ve Ezgileri” Atölye Çalışması, Cenk Güray
52
3.1.5. “Halk Oyunları” Atölye Çalışması, Ümit Serkan Sarıoğlu ve
Burak Keser
54
3.1.6. “Komşu Danslar ve Ezgiler” Gösterisi, Burak Keser
56
3.2. Proje Çerçevesinde Rusçuk’ta Yapılan Etkinlikler,
4)
Gülin Onat Bayır ve F. Nesrin Ergin
60
3.2.1.“Ivanovo” Köyü Alan Ziyareti
61
3.2.2. “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı
66
3.2.3. “Komşu Danslar” Gösterisi ve Konser
74
“Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferanslarında (Ankara-Rusçuk)
Sunulan Bildiri Metinleri
4.1. Ankara’da Düzenlenen “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü”
Konferansı ve Bildiriler
76
4.1.1. “Yunanistan’da ve Türkiye’de Aşk Hikâyeleri (Romans) Üzerinde
Mukayeseli Bir Araştırma”, İlhan Başgöz
4.1.2. “Umudun Efendisi Hızır ve Hıdrellez”, M.Muhtar Kutlu
78
91
4.1.3. “St. George Kültü- Halk Paradigmaları, Uygarlık Sembolü,
Kentsel Tatil”, Nikolay Nenov
4.1.4. “Balkanlarda El Sanatları ve Giyim”, Aysen Soysaldı
96
108
3
4.1.5. “Balkanlarda Halk Oyunları ve Giysiler”,
Abdurrahim Karademir ve Şahin Ünal
123
4.1.6. “Geleneksel Bulgar Kültüründe Boncuklar: İşlev ve Anlamlar”,
Desislava Ivanova (Dimitrova) Tiholova
125
4.1.7. “Ege Üniversitesi Etnoğrafya Müzesi – Balkanlarda Çalışmalar”,
Cenk Aydın
135
4.1.8. “Geleneksel Bulgar Müziğine ve Türk Müziği ile İlişkisine
Genel bir Bakış”, Muammer Ketencoğlu
145
4.1.9. “Hıdrellezdeki Oyunlara Türkiye’den Bir Örnek”,
Solmaz Karabaşa
147
4.2. Rusçuk’ta Düzenlenen “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü”
Konferansı ve Bildiriler
154
4.2.1. “Balkan Ülkelerinde Somut Olmayan Kültürel Miras Unsurları
Üzerine Bazı Gözlemler”, Mila Santova
4.2.2. “Bahar Bayramı Nevruz”, İlhan Başgöz
154
165
4.2.3. “Anadolu’dan Balkanlar’a Halk Dini’nin Senkretik Motifleri”,
Tayfun Atay
176
4.2.4. “Balkanlarda Göçmenlerin Geleneksel Müzik Kültürü”,
Natalia Rashkova
4
188
4.2.5. “Ruse Bölgesi’nin Yaşayan İnsan Hazineleri”, Nikolay Nenov
203
4.2.6. “Anadolu’da Geleneksel Kutlamalar Bağlamında
Hıdrellez Geleneği ve Fevziye Köyü Örneği”,
ODTÜ – Türk Halk Bilimi Topluluğu, Kuramsal Grubu,
210
4.2.7. “Yaşayan Bellek: Hasat Türküleri”, Desislava Ivanova Tiholova 217
5)
“Balkanlarda ve Türkiye’de Halk Kültürü Konferansı:
Geleneksel Müzik Odaklı Bir Değerlendirme”, Cenk Güray
225
6)
Diyalog İçin Halk Bilimi Projesi’ne Katkı Sunanların Listesi
228
7)
Ekler
237
Basında Proje
237
Proje Yayınları
240
Muammer Ketençoğlu ve Konuk Sanatçı Yıldız İbrahimova
Proje Kapanış Konserinden
241
Avrupa Günü Etkinlikleri Proje Fuarı’nda,
“Diyalog için Halk Bilimi” Projesi
242
Projede Görünürlük
243
Proje Etkinliklerine Katılım
244
5
diyalog için
6
halk bilimi projesi
7
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunları Derneği (ODTÜ-MD)
tarafından, Rusçuk (Bulgaristan)’dan Rusçuk Open Society Club (OSCRuse) isimli sivil toplum kuruluşunun ortaklığı, T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
Ankara Kulübü Derneği’nin iştiraki ile yürütülen “Diyalog için Halk Bilimi”
projesinin finanse edilmesi Avrupa Birliği (AB) Bakanlığı’nca kabul edilmiş
ve 26 Nisan 2011 tarihinde Merkezi Finans ve İhale Kurumu ile sözleşme
imzalanmıştır.
Söz konusu proje, Avrupa Birliği Bakanlığı’nın uygulamasını
yürüttüğü “Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu II – Kültür ve Sanat
8
Hibe Programı” kapsamında AB tarafından finanse edilmiştir.
Projenin hedefi, Türk ve Bulgar sivil toplum örgütleri arasında
gençleri ve halk bilimi ile ilgili çevreleri de dâhil ederek Balkan Halk
Bilimi alanında işbirliğini geliştirmek, kurulacak sosyal ve teknolojik
ağlarla işbirliğinin sürdürülebilirliğini sağlamaktır.
Bu projenin hedef kitlesi, Folklor konusunda faaliyet gösteren
Sivil Toplum Örgütleri, Yerel Örgütler (Şehir Dernekleri, vb.),
Üniversite Mezunları Dernekleri, Üniversite kulüpleri ve Halk Bilimi
ile ilgili çevredir.
9
2) PROJE AÇILIŞ VE KAPANIŞ TÖRENİ
VE KONUŞMALAR
2.1. Projenin Açılış Töreni ve Konuşmalar
“Diyalog için
Halkbilimi” projesi,
18 Haziran 2011
tarihinde ODTÜ
Mezunları Derneği
Vişnelik Salonu’nda
düzenlenen
“Açılış Töreni”
ile uygulamaya
konulmuştur. “Açılış
Töreni”, salonun
görünürlük kuralları
çerçevesinde
hazırlanması,
katılımcıların
imzalarının
alınması, törenin
sunuş konuşmaları
ile başlamıştır.
Tören, iştirakçimiz
Orta Doğu Teknik
Üniversitesi
Türk Halk Bilimi
Topluluğu (ODTÜ
–THBT) öğrencilerinin sunduğu Kırklareli Halk Oyunları gösterisi ile sona
ermiştir.
“Açılış Töreni”nde sırayla;
Proje iştirakçisi T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar
Genel Müdürlüğü adına Genel Müdür Ömer Bozoğlu,
10
Proje ortağı Bulgaristan’dan Open Society Club Ruse (OSC)
adına Lora Sarkisyan,
Proje iştirakçisi Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) adına
Tarih Bölümü Öğretim üyesi ve
projede üniversite temsilcisi
olarak görev yapan Yrd. Doç. Dr.
Birten Çelik,
Proje iştirakçisi Ankara
Kulübü Derneği adına Başkan
Dr. Metin Özaslan,
Proje yürütücüsü ODTÜ
Mezunları Derneği adına Dernek
Yönetim Kurulu Başkanı
Himmet Şahin,
Proje yöneticisi Hikmet
Savaş Ektirici konuşmalarını,
Proje Teknik Koordinatörü Burak
Keser de projeyi tanıtan bir
sunum yapmıştır.
Bulgaristan Konsolosu
Yavor Klisurski ve Kültür Ataşesi
Petar Arabadziev de açılış
etkinliklerine katılmışlardır.
2011 yılında kuruluşunun
50.Yılı’nı kutlayan ODTÜ Türk
Halk Bilimi Topluluğu’nun
(THBT) mezun üyeleri ve öğrencileri, yoğun geçen 2011 yılı
etkinlik çalışmaları yanında iştirakçimiz ODTÜ adına bu projenin
hazırlanması aşamasında etkin görev almışlardır. Açılış törenine katkı
veren ODTÜ Mezunlar Derneği üyesi de olan THBT’li mezunlar ve
THBT’li öğrenciler projenin uygulama aşamasında da bu desteklerini
çeşitli etkinliklerde yer alarak sürdürmüşlerdir.
11
Ömer Bozoğlu
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Güzel Sanatlar Genel Müdürü
“ODTÜ Mezunları Derneğinin yürütücülüğünde,
Bulgaristan’dan “Open Society Club’ın” ortaklığıyla, T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü,
ODTÜ ve Ankara Kulübünün iştirakleriyle tasarlanan “Diyalog
için Halkbilimi” adlı proje, Bulgaristan ve Türkiye arasındaki
kadim kültür ortaklığının araştırılması ve yarınlara güçlü bir
şekilde taşınabilmesi için büyük bir görev üstlenmektedir.
Günümüzün gittikçe tek tipleşen ve ayrıntılarını kaybeden
kültür hayatında, geçmişe dair bilgilerin önemi daha
da artmaktadır. Halkların ortak hafızalarında yer alan
günlük yaşama dair böylesi bilgileri içeren halkbilimi
kaynakları, ortak kültürel değerlerin ve yaşam biçimlerinin
algılanabilmesi adına çok önemli bir işlev üstlenmektedir.
Böylesi bir birikimin, bu projede olduğu gibi sözlü ve yazılı
olarak halkla ve özellikle genç nesille paylaşılması ise bu
kültür ortaklığının devamlılığını da garanti altına almaktadır.
Dünyanın kültürel açıdan en zengin bölgelerinden olan
Balkanların bu zenginliğinin kardeş Bulgaristan ve Türkiye
halkları nezdinde korunabilmesi, insanlık kültürü adına da
çok önemli bir hizmettir. Bu vesileyle projede emeği geçenleri
kutlar, saygılarımı sunarım.”
12
Lora Sarkisyan
Rusçuk Açık Toplum Kulübü
(Open Society Club Rousse -Proje Ortağı)
“Bayanlar, Baylar ve Proje Ortaklarımız,
Sizinle “Diyalog için Halk Bilimi”
projesinin
açılış
töreninde
bulunmaktan
memnuniyet duyuyorum. Ruse Open Society
Club adına, bu değerli projenin ortağı olarak
şereflendirilmemizin mutluluğunu yaşıyoruz.
ODTÜ Mezunları Derneği, örgütümüzü bu projeyi
ortak çabayla gerçekleştirmeye ve sonuçları
vasıtasıyla ülkelerimiz arasında görünmez
köprüler inşa etmeye davet etmiştir.
“Diyalog için Halk Bilimi” projemiz, Türk ve
Bulgar sivil toplumları arasında kültürel değerler
ve özellikle halk sanatları (müziği, dansları ve el sanatları)
yoluyla sürdürülebilir bağlar kurmayı amaçlamaktadır. Biz, halk
bilimini, hiçbir tercüme olmadan düşünceleri ve duyguları ileten
ve bu yolla karşılıklı anlayışı ilerleten bir dil olarak görüyoruz.
Biz, halk bilimini, farklı çevrelerden ve farklı yaşlardan insanları
birleştirdiği için tercih ediyoruz. Ve son olarak biz, halk bilimini,
insanların düşünce biçimlerinin köklerini bize sunduğu için tercih
ediyoruz.
Yürekten inancımıza göre bu projeye katılan herkes,
projenin sonunda daha da zengin olacaktır. Resmi okullarda
edinilemeyecek bilgiler kazanacaklardır. Bunlar, hoşgörü ve
karşılıklı saygı dersleridir. Bunlar, kültürlerarası etkileşim
dersleridir. Bu proje, insanlara eşsiz bir konuyu, nasıl farklı
ama beraber olunacağını, öğretecektir. Bu projenin sonunda
Bulgaristan’dan ve Türkiye’den daha fazla kişi “öteki”lerin nasıl
13
yaşadıklarını ve nelere değer verdiklerini anlamış olacaktır. Bu eşi
bulunmaz bilgi hazinesi insanları daha zengin ve daha mutlu kılar.
Ana ortak ODTÜ Mezunlar Derneği ve biz, Ruse Open Society Club
olarak, inanıyoruz ki bizimki gibi projeler Türkiye’nin ve Bulgaristan’ın
sivil toplumlarını yakınlaştıracak önemli diplomasi unsurlarıdır. Ve
tabii ki Ankara gibi büyük bir şehirde olmak ve onun modern ve ilerici
ruhunu tatmak da bizim için büyük bir onurdur. Bu istisnai güzelliğe
sahip, yeşil ve dost şehir diyaloğa başlamak ve ortak değerleri bulmak
için en iyi yerdir.
Son olarak, Türkiye’de, uygarlıkların ülkesinde olduğumuza
göre size ünlü Yunanlı Fablcı Ezop’la ilgili bir öykü anlatmak
istiyorum. Bir gün Ezop Atina’yı terk ettiğinde Argo’lu biri gelip
kendisine Atinalıların nasıl insanlar olduğunu sorar. Ve Ezop der ki:
“Öncelikle bana Argo’luların nasıl insanlar olduğunu söylemelisin.”.
Adam: “Sinir bozucu, saldırgan ve iğrenç insanlardır” der. Bunun
üzerine Ezop “Ne yazık ki Atinalılar da aynen öyle insanlardır” diye
cevap verir. Daha sonra Ezop yine kendisine aynı soruyu soran bir
Argo’lu ile karşılaşır ve tekrar aynı cevabı verir: “Öncelikle bana
Argo’luların nasıl insanlar olduğunu söylemelisin” Adam gülümser:
“Çok iyi, sıcakkanlılardır ve iyi komşulardır” ve Ezop cevap verir:
“Çok şanslısınız, Atina’da aynen öyle insanlar bulacaksınız”.
Bu kısa öykü bize insanlığın en temel gerçeğini anlatıyor:
Nereye giderseniz gidin, kendinizi bulacaksınız; nereye bakarsanız
bakın, kendinizi görecesiniz. Dünya sadece bizim diğerlerine nasıl
davrandığımızın bir aynasıdır. İlginiz için teşekkürler.”
14
Himmet Şahin
ODTÜ Mezunları Derneği, Yönetim Kurulu Başkanı
“Sayın Konuklar, Bulgaristan Elçiliği Temsilcileri, Balkan
Ülkelerinden Elçilik Temsilcileri, Bulgaristan’dan ortağımız Open
Society Club Temsilcileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sayın Genel
Müdürü, AB Komisyonu ve Kamu Kuruluşlarının Temsilcileri,
Sayın Konuklar,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunlar Derneği olarak,
bugün, burada sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk
duyuyoruz. Derneğimizin yürüteceği ilk AB destekli projemizin
açılışına hoş geldiniz!
Bilindiği üzere, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türkiye’nin
en prestijli teknik üniversitelerinden birisidir. Ancak ODTÜ
öğrencileri ve Derneğimiz aracılığıyla da mezunları sosyo
kültürel alanda da etkin faaliyetler yürütmektedir. Üniversitenin
en büyük topluluğu olan THBT bünyesinde öğrenciler, Derneğimiz
bünyesinde ise THBT mezunları Türk Halk Bilimi alanında önemli
çalışmalar yapmaktadırlar. İşte “Diyalog İçin Halk Bilimi”, projesi
uluslararası boyutuyla, THBT’nin kuruluşunun 50. Yılında, bu
alandaki en önemli etkinliklerden birisi olacaktır. Komşumuz
Bulgaristan öğrencileri ile öğrencilerimiz bir araya geleceklerdir.
Proje Ortağımız, Derneğimiz ve iştirakçilerimiz arasında da
diyalog kurulacaktır. Ancak geleceği düşündüğümüzde, gençler
arsında kurulacak iletişimin çok daha önemli olacağı bir gerçektir.
Halk Bilimi; toplumlar arası barış ve sevgiyi sağlayan en önemli
iletişim unsurlarından birsidir.
15
Dernek olarak, bu projeyi gerçekleştirmemizde destek veren,
katkılarıyla projemizi zenginleştiren, Bulgaristan’dan ortağımız, Open
Society Club’a ve Proje iştirakçilerimiz; T.C. Kültür Bankalığı Güzel
Sanatlar Genel Müdürlüğüne, Orta Doğu Teknik Üniversitesi – Türk
Halk Bilimi Topluluğu’na ile Ankara Kulübü Derneğine teşekkür
ediyorum. Ayrıca, Projemizin alan uygulamalarında bize katkı sunan
Fevziye ve Ivanova Köylerine de teşekkürlerimi sunuyorum. Sözlerime
son vermeden evvel, projede emeği geçen arkadaşlarıma teşekkür
ediyorum.”
Savaş Ektirici
Proje Yöneticisi
“Sayın Konuklar, Bulgaristan Elçiliği Temsilcileri, Balkan
Ülkelerinden Elçilik Temsilcileri,
Bulgaristan’dan ortağımız Open Society Club Temsilcileri,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sayın Genel Müdürü, AB Komisyonu ve
Kamu Kuruluşlarının Temsilcileri, Sayın Konuklar, “Diyalog için Halk
Bilimi” projesini birlikte yürüteceğimiz siz değerli dostlarımız, açılış
toplantımıza hoş geldiniz.
Üniversite öğrencilik yıllarımızda ilgi alanımıza giren ve
sonra da meslek alanlarımızın yanında sürekli yaşamımızda olan
Halk Bilimi çalışmalarımızı, sizlerin de katkıları ile “Diyalog için
Halk Bilimi” projesi ile taçlandırdık. Yıllardır topluluğumuza
üye olan öğrenci kardeşlerimizle büyüyen bir topluluk olarak bu
birlikteliğimizi halkbilimsel değerlerle güçlendiriyoruz. Hoşgörüyle,
16
usta–çırak ilişkisi ile kültürel değerlerimizi birbirimize
aktarırken, halkbilimsel kültürel değerlerin bir kilim dokur
gibi kuşaklar, toplumlar ve ülkeler arasında ilmikler attığını
gördük. Bizler bu ilmiklere sevdalandık. Kendi coğrafyamızı bu
ilmiklerle daha iyi tanıdık. Ege’nin iki yakasında, Tuna, Arda,
Meriç boylarında bu kilimlerin üzerinde baharı karşılama
kutlamalarımızı yaptık, yumurtalarımızı boyadık. Birçok komşu
halk bu kilimlere yeni ilmikler atarak iç içe yaşadı uzun yıllar.
Birbirlerinin dillerini, sözcüklerini, müziklerini, oyunlarını,
masallarını vb. birçok kültürel değerlerini paylaştılar. Belki
de bilmeden de birbirlerine aktardılar. Birbirlerine “komşu”
dediler. Tarihsel göç yolları üzerinde halkbilimin güçlü yanı ile
kilimler daha da renklendi, motifler daha da çeşitlendi.
Saygıdeğer konuklar,
Genel anlamda ortak ama
kendi içinde çeşitliliğe sahip kültürel
değer ağlarıyla örülü olan Balkan
Coğrafyasında Türk ve Bulgar sivil
toplum örgütleri olarak bizler,
ODTÜ – THBT ve Ruse Üniversitesi
öğrencilerimizi bir araya getiriyor ve
gençlerimizin de kilimlerdeki ilmikleri
keşfetmelerini istiyoruz. Gençlerimizle
birlikte gerçekleştireceğimiz
etkinliklerle geniş bir çevreye ulaşmak, kültürel ilmiklerimizi,
ağlarımızı pekiştirmek ve kalıcı kılmak istiyoruz.
Sözlerime son verirken, projemizin bu önemli gününde,
açılışında bizleri yalnız bırakmayıp onurlandırdığınız için
hepinize teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.”
17
2.2. Proje Kapanış Töreni ve Konuşmalar
“Diyalog için Halk Bilimi Projesi” Kapanış Töreni 29 Eylül 2012
tarihinde ODTÜ Mezunları Derneği Vişnelik Salonunda 14:00 – 17:00 saatleri
arasında gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Kapanış Töreni çerçevesinde ODTÜ
Mezunları Derneği Çim Amfi’de 18:30 – 21:00 saatleri arasında bir konser
düzenlenmiştir. Kapanış Etkinliğinde ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu
öğrencileri, TÜFEM Halk Oyunları Derneği
ve ODTÜ Balkan Topluluğu halk oyunları
ekipleri gösterilerini sunmuşlar ve konuk
sanatçılarımız Yıldız İbrahimova ve Muammer
Ketencoğlu birer konser vermişlerdir. Konuk
sanatçı olarak etkinliğe katılan ve yaşayan
en iyi doğaçlama yeteneğine sahip kadın caz
sanatçılarından biri olan caz sanatçımız Yıldız
İbrahimova, “Balkanatolia” albümünden
eserler sunmuştur.
Türkiye’deki
çağdaş
sanatçılar
arasında Rembetiko, Batı Anadolu Folkloru ve
Balkan müziğinde tanınmış isimlerinden biri
olan akordeon ustası Muammer Ketencoğlu
ve ekibi, Balkan Ülkelerinden seçtikleri
güzel şarkılarla izleyenlere keyifli anlar
yaşatmışlardır.
Projenin kapanış konserinde bu coğrafyada hala yaşayan halk
bilimsel değerler ile Balkan ülkeleri arasında diyaloğun gelişebileceği ve
sürdürülebileceği, Balkanlarda müziğin ve müzik insanlarının bu konuda
çok yol aldığı, bu iletişimin gençler arasında da sağlanması gerekliliği, proje
kapsamında halk çalgıları, ezgileri ve oyunları üzerine gerçekleştirilen atölye
çalışmalarında kurulan iletişimin sürdürülmesi, bu konuda farkındalığın
arttırılması gerekliliği proje amacının güçlülüğünü ifade edecek şekilde
vurgulanmıştır.
18
SONUÇ
“Diyalog için Halk Bilimi Projesi” ile Türkiye’de ve
Bulgaristan’da yürütücü ve iştirakçi olan kurum ve üniversiteler dışında
birçok kurum, üniversite, dernek, yerel örgütler, sanat çevresi ve kişilerle
iletişime geçilmiş, Ankara ve Rusçuk Etkinlik Haftalarındaki alan
ziyareti, konferans, atölye çalışmaları ve gösteriler tüm bu çevrelerin
katkıları ile düzenlenmiştir. Etkinliklerle ulaşılan izleyici kitlenin
dışında etkinlikleri hazırlama aşamasında
ulusal ve uluslararası tüm bu çevrelerle
ortak çalışılmış, kısaca işin mutfağında da
bu kez Halk Bilimi adına etkinlikler için
geniş bir diyalog kurulmuştur.
Sonuç olarak,“Diyalog için Halk
Bilimi” projesi yürütücülüğünü üstlenerek
Halk Bilimi aracılığıyla diyalog kurmak
için yola çıktık, yıllardır bir arada yaşayan
ve komşu kavramına daha derin anlamlar
katan bu coğrafyada komşu danslar ve
ezgileri tanımanın, severek dinlemenin,
halk kültür değerlerini anlayarak birbiriyle
kaynaşabilmenin
izlerini
bulduk,
diyaloğumuzu geliştirdik ve sürdüreceğiz.
Diyalog için Halk Bilimi Projesi’nde katkısı olan kitabımızın
sonunda yer alan listede adları geçen Türkiye ve Bulgaristan’dan tüm
kurum, üniversite, dernek, yerel örgütler, sanat çevresi ve kişilere
teşekkür ediyoruz.
ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ
Proje web sayfası adresi:
http://www.folkloricdialogue.metu.edu.tr
19
Prof.Dr. Ahmet Acar
ODTÜ Rektörü
ODTÜ Mezunları Derneği tarafından; Bulgaristan’dan Rusçuk
Açık Toplum Kulübü (Open Society Club-Ruse) isimli sivil toplum
kuruluşunun ortaklığı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Ankara Kulübü
Derneği’nin iştiraki ile yürütülen “Diyalog için Halk Bilimi” projesi
başarıyla yürütülerek tamamlanma aşamasına gelinmiştir.
Yaklaşık 1,5 yıl içine sığdırılan proje, Türk ve Bulgar sivil toplum
örgütleri arasında, gençleri ve halk bilimcilerini de dahil ederek, Balkan
Halk Bilimi alanında işbirliğini geliştirmeye ve sosyal-teknolojik ağ
kurarak işbirliğinin sürdürülebilirliğini sağlamak konusunda çok
değerli adımlar atmıştır.
Ülkemizde ve Bulgaristan’da yürütülen yoğun programlar
içinde köy ziyaretleri yapılmış, halk oyunları oynanmış, halk ezgileri
seslendirilmiş ve konferans, atölye ve sergiler düzenlenmiştir. Folklor
konusunda faaliyet gösteren Sivil Toplum Örgütlerinin, yerel yönetim
birimlerinin, üniversitelerin, üniversite öğrenci ve topluluklarının,
üniversite mezun derneklerinin ve özellikle Balkan halk kültürü ve
Halk Bilimi ile ilgili çevrelerin katılımı sağlanmıştır.
Bu değerli birlikteliklere olanak sağlayan, Halk Bilimine ve
folklorumuza sahip çıkan projenin gerçekleşmesinde emeği geçen
ODTÜ Mezunları Derneğini, Üniversitemiz mensuplarını, THBT
üyelerini, proje ortağı Rusçuk Açık Toplum Kulübü’nü ve tüm proje
iştirakçileri ile diğer kişi ve kuruluşları candan kutlarım. Bu proje
ile temelleri güçlendirilen işbirliklerinin zenginleşerek sürmesini
dilerim.
İyi dilek ve saygılarımla.
20
Prof Dr. Nevzat ÖZGÜVEN
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Rektör Yardımcısı
Değerli Konuklar, “Diyalog için Halk Bilimi Projesi”ni
yürüten ODTÜ Mezunlar Derneği ve Rusçuk Açık Toplum Kulübü
(Ruse Open Society Club) Temsilcileri ve Projenin iştirakçi
kuruluşlarının değerli temsilcileri,
Proje iştirakçilerinden biri olan Orta Doğu Teknik
Üniversitesi’ni temsilen burada bulunmaktan dolayı büyük
mutluluk duyuyorum. Hepiniz Kapanış Toplantısı’na hoşgeldiniz.
Üniversitemiz, her zaman önemli bir bilim merkezi olmanın
yanında gerek öğrenci topluluklarımızın gerekse de çeşitli kültür
ve sanat gruplarının etkinliklerine ev sahipliği yaparak, bu alanda
da önemli bir yere sahip olmuştur.
Üniversitemiz
öğrencilerinin,
kültür ve sanat etkinlikleri
sadece öğrencilik dönemleriyle
sınırlı kalmamış mezun olduktan
sonra da ODTÜ Türk Halk Bilimi
Topluluğu(THBT)’nun
mezun
üyeleri ve Mezunlar Derneğimizin
ortakları
ve
iştirakçileriyle
beraber gerçekleştirdikleri bu
proje örneğinde de olduğu gibi
devam etmiştir.
Mezunlarımız,
ODTÜ
Mezunları Derneği liderliğinde
etkinlikleriyle her geçen gün
çok daha iyi sosyal sorumluluk
projelerinde yer almaktadırlar.
ODTÜ Mezunlar Derneği’nin,
1961’de kurulan Türk Halk Bilimi
Topluluğu’nun mezun üyelerinin topluluğun kuruluşunun 50.yılını
kutlamak amacıyla önerdikleri bu projeyi yine THBT’lilerin önderliği
21
ve eşliğinde Bulgaristan’dan Rusçuk Açık Toplum Kulübü ile ortak
gerçekleştirdiği ve üniversitemiz, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ve Ankara Kulübü Derneğinin
iştirakçi kuruluş olarak katkı sunduğu “Diyalog için Halk Bilimi”
Avrupa Birliği projesi de bunun en önemli göstergesidir. Bu proje
ile mezunlarımız etkinliklerini sadece Türkiye ile sınırlamayıp
sınırlar dışında da aktif olabileceklerini ve de bunu Bulgaristan
örneğinde olduğu gibi ortak kültürel değerleri keşfetmek ve
yaşatmak gibi önemli bir projeyi 2011 yılından itibaren hayata
geçirerek de göstermişlerdir.
Mezunlarımız, “Diyalog için Halk Bilimi” Projesi çerçevesinde
Haziran ve Ekim 2011’de Türkiye’de Ankara’da, 22-24 Nisan
2012 tihleri arasında ise Bulgaristan’ın Rusçuk şehri ile Ivanovo
Köyü’nde yaptıkları etkinlik ve çalışmalarla hedefledikleri çok
kültürlü /çok milliyetli /çok dinli’ yapısı ile zengin olan Balkanlar
ile aynı zenginliğe sahip Türkiye arasında kuşaklar boyu
göçlerle birbirlerine aktarılan ortak kültür öğelerini ele alarak,
bunu Halk biliminin öncülüğünde işlemek ve böylece ortak
22
kültürler üzerinden ülkeler ve coğrafyalar arası bir diyaloğu
gerçekleştirmişlerdir. Bu çalışmaları sırasında hem Türkiye’deki
sivil ve resmi kuruluşlar ve halkımızdan hem de Bulgaristan’da
sivil ve resmi kuruluşlar ve Bulgar halkından çok büyük destek
görmüşlerdir. Bu destekle her iki ülkeden sivil toplum örgütleri,
gençleri ve halk bilimi ile ilgili çevreleri de dâhil ederek Balkan
Halk Bilimi alanında işbirliğini geliştirecek ve kurdukları sosyal
ve teknolojik ağlarla işbirliğinin sürdürülmesini sağlayacak
önemli çalışmalar yapmışlardır.
Özellikle Türkiye’den Fevziye Köyü halkı ile Bulgaristan’dan
Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi mensupları ve Halk
Dansları Topluluğu, Rusçuk Bölge Tarihi Müzesi Müdürlüğü ve
Ivanovo köylülerin Rusçuk Açık Toplum Kulübü önderliğinde
projede yer almaları, “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü”
konferansında Türkiye ve Bulgaristan’dan Halk Bilimi alanında
çalışan akademisyenler ve uzmanlar ile Muammer Ketencoglu
gibi bir değerli sanatçımız tarafından Balkanlar ve Türkiye’de var
23
olan kültür değerlerinin altını bir kez daha çizen ve seslendiren
bildirilerin sunulması ve kitaplaştırılması, DVD’ye aktarılması ve
ODTÜ Bilgisiyar Ağı üzerinden bir WEB sayfasında sunulması Halk
bilimi üzerinden diyalog kurulması hedefini gerçekleştirmede
önemli bir aşama ve sonraki kuşaklara aktarmada önemli bir
adım olmuştur. Tüm bunlar bu projenin önemi ve hedefine ulaştığı
konusunda önemli verilerdir ve bu anlamda daha nice projelere
ilham olacak bundan sonraki
birçok projeye öncülük etmekle
kalmayacak, ülkeler arasındaki
dostlukları da sağlam bir şekilde
geliştirecektir.
Üniversitemiz
mezunlarının bu başarısından
üniversite yönetimi olarak gurur
duyuyoruz.
Saygıdeğer Konuklarımız, ODTÜ
Mezunlar Derneği ve ortakları Ruse
Open Society Club ile hazırladıkları,
üniversitem,T.C Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğü ve Ankara Kulübü
Derneği ile birlikte yürütülen bu
projede, başlangıcından şimdi
gerçekleştirdiğimiz
Kapanış
Toplantısı’na kadar destek verdiğiniz
ve bizleri yalnız bırakmadığınız
için üniversitem adına teşekkür
ediyorum. Proje önerisini yapan
ve uygulamada büyük emek veren
başta THBT’li öğrenci ve mezun
üyeleri olmak üzere onlara destek
veren ODTÜ Mezunları Derneği’ni,
Rusçuk Açık Toplum Kulübü ve
tüm proje iştirakçi kuruluşlarını
kutluyor, Bulgaristan ve Türkiye
arasında yapılacak nice ortak
çalışmaların devamını diliyorum.
24
LORA SARKISYAN
Açık Toplum Kulübü – Rusçuk Proje Ortağı
“Bayanlar ve Baylar,
Değerli meslektaşlarım ve arkadaşlarım,
Bugün yapmak istediğim tıpkı geçen seneki gibi başlamak:
Bu değerli girişime, yani “Diyalog için Halk Bilimi” projesine
ortak olma onurunu yaşadığımız için projenin ana ortağı ODTÜ
Mezunlar Derneği’ne Open Society Club’ın teşekkürlerini lütfen
kabul ediniz. Bu kapanış toplantısında aranızda olmak benim
ve çalışma arkadaşlarım için büyük bir zevk, sizleri proje ortağı
Open Society Club Ruse adına selamlıyorum.
Ortak projemize bir yıldan daha uzun bir süre önce başladık.
Her iki ortak – ODTÜ Mezunları Derneği ve Open Society Club –
Türk ve Bulgar sivil toplumları arasında ebedi kültürel değerler
-müzik, dans, el sanatları gibi halk sanatları- aracılığıyla bağlar
kurmayı amaçladı. Halk bilimini, fikir ve duyguları aktararak
bizleri karşılıklı anlayışa götüren ve çeviriye ihtiyacı olmayan bir
dil olarak seçtik.
Bugün, “Diyalog için Halk Bilimi” projesinin amaçlarına
kesin olarak ulaştığına inanıyoruz. Öncelikle, projenin genç
katılımcıları hiçbir eğitim programının sağlayamayacağı bilgiler
edindiler. Bunlar tolerans ve karşılıklı saygı, kültürler arası
etkileşim dersleriydi.
İkinci olarak, iki ülkeden araştırmacılar birbirleriyle bilgi
ve fikir alışverişinde bulunma şansı yakaladılar. Bunlar, bilimsel
gelişme dersleriydi.
Son olarak, bizler, iki ortak kurumdan uzmanlar, zor ama
verimli olan bu projeyi birlikte yapma şansını bularak, kendi
profesyonel kapasitemizi zenginleştirdik. Bunlar da ortaklık ve
dostluk dersleriydi.
25
Uzun bir yolu birlikte yürüdük ve birbirimizden çok şey
öğrendik. Yolumuz engelsiz değildi. Birçok zorlukla karşılaştık.
Bugün geri dönüldüğünde, tüm problemler unutuldu fakat tüm mutlu
anlar kalplere kazındı. Bu nedenle, bu ortaklığın derinleşerek devam
edeceğine eminim. Bu, bana konuşmamın sonunda anlatmak istediğim
bir Arap hikâyesini hatırlattı:
“İki arkadaş çölde yürüyorlarmış. Onlara Birinci ve İkinci
diyelim. Yola devam ederken, bir kavga patlak vermiş ve Birinci
İkinciye bir tokat atmış.
İkinci, tek bir kelime bile söylemeden oturmuş ve kumlara
“Bugün en iyi arkadaşım bana vurdu!” diye yazmış.
Yürümeye devam etmişler ve okyanusa ulaşmışlar. İki arkadaş
yüzmeye karar vermiş. İkinci, az kalsın boğuluyormuş; fakat
Birinci, arkadaşını kurtarmış. İkinci kendine geldiğinde bir
kayaya “Bugün en iyi arkadaşım hayatımı kurtardı!” diye
yazmış.
Birinci, arkadaşının davranışına şaşırınca, İkinci açıklamaya
koyulmuş:
“İyi bir dost sana vurduğu zaman bunu kumlara yaz ki
affetmenin rüzgârları bu suçu silsin. Bir dost sana büyük
ve harika bir şey yaptığı zaman bunu kayalara kazı ki hiçbir
rüzgâr bu iyiliğin anısını silemesin”.
İlginiz için teşekkür ederim.”
26
Himmet Şahin
ODTÜ Mezunları Derneği, Yönetim Kurulu Başkanı
“ODTÜ Mezunları Derneği tarafından, Bulgaristan’dan
Ruse Open Society Club isimli sivil toplum kuruluşunun ortaklığı,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Orta
Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) , Ankara Kulübü Derneği’nin
iştiraki ile yürütülen
“Diyalog için Halk Bilimi” projesi,
kapsamındaki emek yoğun tüm etkinlikleri tamamlayarak bugün
kapanış toplantısını düzenlemektedir.
Söz konusu proje, Avrupa Birliği Bakanlığının uygulamasını
yürüttüğü “Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu II – Kültür ve
Sanat Hibe Programı” kapsamında AB tarafından finanse
edilmektedir.
Projenin hedefi, Türk ve Bulgar sivil toplum örgütleri
arasında gençleri ve halk bilimi ile ilgili çevreleri de dâhil ederek
Balkan Halk Bilimi alanında işbirliğini geliştirmek, kurulacak
sosyal ve teknolojik ağlarla işbirliğinin sürdürülebilirliğini
sağlamaktır.
Bu projenin hedef kitlesi Folklor konusunda faaliyet
gösteren Sivil Toplum Örgütleri, Yerel Örgütler, Üniversite
Mezunları Dernekleri, Üniversite kulüpleri ve Halk Bilimi ile ilgili
çevredir.
Proje kapsamında Ankara ve Rusçuk’ta;
• “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı
• “Komşu Danslar ve Ezgiler” Gösterisi
• “Ankara – Fevziye Göçmen Köyü” ve “Rusçuk Ivanovo”da alan ziyareti
27
Ankara’da
• “Sandığımda Balkanlar” Sergisi
• “Halk Müziği ve Çalgıları” ile “Halk Oyunları” Atölye
Çalışması gerçekleştirilmiştir.
Konu hem “Halk Bilimi” hem de “Diyalog” olunca projede
uygulama etkinlikleri geniş bir hedef kitleyi kapsamıştır. Halkların
çağlar boyu oluşturduğu kültürel birikim, günümüzün modern
dünyasında yeniden bir arada çağcıl ölçülerde yaşamak için yeni
diyaloglar kurabilmek için kaynak oluşturabilmiştir. “Yaşayan İnsan
Hazineleri”nden, Fevziye Köyünün Deve Oyunu – Ivanova’da sergilenen
Cemal ritüeli Balkan Coğrafyasında yaşayan halkların kültürel
birikimleri, karşılıklı olarak Türkiye ve Bulgaristan’dan folklor ile ilgili
ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu ve Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi
öğrencileri tarafından ilgi ile izlenmiştir. Öğrencilerimiz oynadıkları
halk oyunlarının ve söyledikleri ezgilerin kökenleri konusunda canlı
örnekler izlemişler ve birbirlerinin kültürlerini tanımışlardır. Çağlar
boyu yazılı olmadan aktarılan ve kuşaktan kuşağa geçirilen bu kültürel
birikim ne kadar güçlüdür ki bugünlere ulaşabilmiştir. İnsanlığın
oluşturduğu ve belki de insanlığı oluşturan bu kültürel bikrimler
sınır tanımamaktadır. Halk Bilimi öğelerindeki güçlülük buradan
gelmektedir. Bu projede Türkiye’den ve Bulgaristan’dan folklor ile
ilgili gençlerimiz birbirlerini, birbirlerinin halk kültürünü, bu alanda
çalışan bilim insanlarını, alan ziyaretleri ile kültürün yaşayan izlerini
tanımışlardır. Kurulan bu iletişim projenin web sayfası üzerinde, sosyal
paylaşım sitelerinde ve iki ülkeden Üniversitelerimizin daha sonra
kurmayı planladıkları işbirlikleriyle devam edecektir.
Halk Bilimi’nin Balkanlarda kaynaştırıcı gücü her dönem
festivallerle yaşatılmıştır. Türkiye’den bir örnek vermek istiyoruz. 1935
yılının Eylül ayında Atatürk’ün huzurunda da İstanbul’da “Beylerbeyi
Balkan Festivali” yapılmıştır. Bu festival Türkiye’de düzenlenen ilk
uluslararası halk oyunları festivalidir. Bu festivale yurdun dört bir
28
yanından gelen halk oyunları toplulukları ile Balkan ülkelerinden
gelen Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan halk
oyunları toplulukları katılmıştır.
Yıl 2012 ve bizler Türkiye ve Bulgaristan olarak “Balkan Halk
Kültür” temelinde bir AB Projesinde bir arada geldik, ortaklaşa
birçok etkinliği birlikte gerçekleştirdik. Kalıcı ve sürdürülebilir
bir diyalog kurduk diyebiliyoruz.
Bu projeye samimiyetle katkı sunan başta ortağımız Ruse Open
Society Club olmak üzere iştirakçilerimize, üniversitelerimize,
ilgili kurumlara, öğrenci topluluklarımıza, Fevziye Köyü ve Ivanovo
Halkına teşekkür ediyoruz.”
H. Savaş EKTİRİCİ
Proje Yöneticisi (Proje Gönüllü Çalışma Grubu adına)
“Sayın Konuklar,
Diyalog için Halk Bilimi” projesini birlikte yürüttüğümüz
siz değerli dostlarımız ve toplantıya katılarak bizleri onurlandıran
siz değerli konuklarımız kapanış toplantımıza hoş geldiniz.
Bizler için ilk deneyim olan bu projede Türkiye ve Bulgaristan
Resmi Kurumlarının, Üniversite ve Akademik çevreden değerli
Bilim adamlarının, Sanatçıların, köylülerin, halkın, Sivil Toplum
Örgütlerinin ve Gençlerin desteğini aldık ve onlarla birlikte yola
çıkarak Balkan Halk kültürü mozaiğinde diyaloğu vurgulayarak
gerçekleştirdiğimiz etkinliklerle proje sürecini sonlandırdık.
Öğrenci kardeşlerimizin bundan sonraki bu ve benzeri projelerde
aktif görev alarak, sorumluluklarının bilincinde ve üstlendikleri
görevleri severek, omuzlayarak, öğrendiklerini uygulama şansı
yakalayacaklarına ve deneyimlerini bizlerle paylaşacaklarına
inanıyoruz.
29
Karşılaştığımız Teknik sorunlarda AB Bakanlık yetkilileri
ve Teknik Destek Ekibinin her dönemde katkılarını ve yardımlarını
gördük.
Genci, yaşlısı o kadar çok arkadaşımızın, gönüllü çalışanımızın
emeği geçti ki, sadece Fevziye köyünden isim yazdıklarımızın sayısı
50 kadardı. Rusçuk – Ivanovo köyündeki etkinliklere katkı sunanların
sayısı da Fevziye Köyündeki katılıma yakındı. Şunu belirtebiliriz ki proje
etkinliklerinin hazırlanmasında mutfakta çalışanlar izleyici sayısına
yakındı. Üretirken daha çok kaynaştık. “Diyalog için Halk Bilimi”
projesinde etkinlikleri emek yoğun ve büyük katılımlarla hazırladık.
Projenin her bir aşamasında da diyalogu gerçekleştirdik.
17 ay önce başladığımız “Diyalog için Halk Bilimi” projesini
birlikte yürüttüğümüz Bulgaristan’dan proje ortağımız Open Society
Club, Projemizin Türkiye’den iştirakçileri olan Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
30
Ankara Kulübü Derneği’nin değerli temsilcileri, her süreç de
bizlere pozitif katkı sağlayan Dernek yönetimimiz, çalışanları, proje gönüllü çalışanları Alan çalışmalarımıza destek veren
Türkiye’den FEVZİYE ve Bulgaristan’dan IVANOVO köyleri yetkilileri, Konferanslara bildirileri ile katılan Türkiye’den ODTÜ, Gazi,
Ankara, Ege Üniversiteleri öğretim üyeleri ile Bulgaristan’dan
katılan Rusçuk Tarih Müzesi Müdürü ve Uzmanlarına, Bulgaristan Bilim Akademisi öğretim üyeleri ile Rusçuk Angel Kanchev
Üniversitesi Rektörlüğü’ne, sahne etkinlikleri ile atölye çalışmalarında görev alan Angel Kanchev Üniversitesi Halk Dansları
Topluluğu ile proje yürütülmesi aşamasında bildiri sunumu da
dâhil olmak üzere her konuda görev alan Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türk Halk Bilimi Topluluğu Öğrencileri ve Mezunları ile
Balkan Topluluğu’ndan öğrencilerimiz ve bizleri sabırla izleyen
siz değerli dostlarımıza tekrar teşekkür ediyor, sizleri saygıyla
selamlıyoruz.
31
3) PROJE ETKİNLİKLERİ TANITIMI
Proje kapsamında Ankara Etkinlik Haftası, 23-27 Ekim 2011 tarihinde
gerçekleştirilmiştir. Proje iştirakçilerimiz T.C. Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar
Genel Müdürlüğü, ODTÜ ve ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu ile Ankara
Kulübü Derneği proje etkinliklerinin gerçekleştirilmesinde etkin görevler
üstlenmiştir. Ayrıca proje ortağımız Open Society Club (OSC) aracılığı
ile Ankara’ya gelen Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi, Halk Dansları
Topluluğu etkinlik haftasına katılmış ve gösteriler sunmuştur. Rusçuk Tarih
32
Müzesi Müdürü ve Müzeden bir uzman ile ODTÜ, Ankara Üniversitesi
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Gazi Üniversitesi, Ege Üniversitesi öğretim
üyesi ve görevlileri proje çerçevesinde gerçekleştirilen konferansa
bildirileri ile katılmışlardır. Ayrıca proje kapsamında düzenlenen sergiye
Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi, Fidan, Mutlu ve Değirmendereli
Aileleri ile ODTÜ THBT eser vererek katkıda bulunmuşlardır. Atölye
çalışmaları ise Ankara Kulübü Derneği’nin tarihi binası Abidin Paşa
Köşkü ile THBT Barakasında düzenlenmiştir.
33
3.1. Proje Çerçevesinde Ankara’da Yapılan Etkinlikler
3.1.1. Fevziye Köyü Alan Çalışması Gezisi
Gölay ŞAKİROĞULLARI
Türk ve Balkan kültüründe folklora dayalı ortak değerlerle karşılıklı
olarak diyaloğu geliştirme ve farkındalığı arttırma amacını taşıyan “Diyalog
için Halkbilimi” projesi kapsamında Ankara’daki ilk etkinlik, 23 Ekim 2011
tarihinde bir Balkan göçmen köyü olan Fevziye Köyü’nde yapılan alan
çalışması ile başlamış ve bu çerçevede bu köye bir gezi düzenlenmiştir.
Göçle birlikte taşıdıkları halk oyunları figürleri, giysiler, çalgılar,
seyirlik oyunlar, türküler, ezgiler, maniler ve yemek yapma teknikleri gibi
kültürel öğelerin yerinde görülmesi, yerleştikleri bölgede kültürel çeşitliliğe
katkılarının incelenmesi ve zaman içindeki değişimin gözlemlenmesi amacını
taşıyacak olan çalışmamız için Ankara’ya bağlı Fevziye Köyü’ne bizi
yönlendiren, THBT Mezunu Anıl Öztürk’ün, o bölgede veterinerlik yapan
babası Habip Öztürk olmuştur.
Fevziye Köyü, 1877-1878 yılları arası yaşanan Osmanlı-Rus Harbi
sonrası yapılan 1878 Berlin Antlaşması ile Bosna, Hersek, Krajina, Sancak ve
Karadağ bölgelerinden Osmanlı coğrafyasına göç eden Boşnaklar tarafından
kurulan birçok Boşnak köyünden birisidir. Fevziye köyü yanında Bosna’dan
gelen göçmenlerle Ankara civarında 20 kadar Boşnak köyü kurulmuş,
34
ancak bazı kaynaklara göre bu köylerden 2 tanesi salgın hastalıklardan
dolayı tamamen yok olmuştur. İdari olarak 2 yıl önce Yenimahalle
Belediyesi’ne bağlanan, 2000’e varan nüfusu ve 250 hanesi ile Ankara
ilindeki bu köylerin en büyüğü olan Fevziye Köyü, Ankara’ya 40 km.
uzaklıktadır.
Fevziye köylüleri, Türkiye Bosna-Hersek Kültür Dernekleri
Federasyonu’na bağlı olarak Fevziye Köyü Kültür Yardımlaşma
Derneği’ni kurmuştur. Bu dernek Fevziye Köyünde her yıl Haziran
ya da Temmuz ayında Uluslararası PİTA (Boşnak Pidesi) Şenliği’ni
düzenlemektedir. İlişkilerin sürdürülmesi, kültürel değerlerin yaşatılması
ve gençlere aktarılması amacıyla düzenlen ve bir gün süren bu şenlikte
Türkiye’nin dört bir yanından Boşnaklar bir araya gelmekte, şenliğe
ismini veren ünlü Boşnak böreği Pitalar yapılmakta ve Boşnak oyunları
oynanmaktadır.
2011’de düzenlenen Pita Şenliği öncesinde AB Projesi
hazırlama aşamasında temasa geçtiğimiz Fevziye Köyü Muhtarı
Hüseyin Demirel’i ziyaret ederek projemizin amacını ve
neden Fevziye
ziye köyünü seçtiğimizi görüşmüştük.
Projemiz çerçevesinde Pita Şenliği’ne
katılacak, Ortağımız OSC aracılığı
ile Bulgar gençleri ile THBT’li
öğrencilerin
in şenlikte görev almasını
sağlayacak
k ve köyde halk bilimi
alan araştırması
rması çalışmalarımızı
sürdürecektik.
ktik. Bu çerçevede Dernek
Başkanı Necmi Ocak ve Yönetim
Kurulu üyesi
esi Nur Banu Öztaş proje
yazım aşamasında
masında ve sonrasında
düzenlediğimiz
ğimiz toplantılarımıza
sürekli katılmışlardır.
tılmışlardır.
35
35
Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu-II programı kapsamında sunulan
projelerden kabul edilenlerin Aralık 2010 tarihinde açıklanacağı bilgisi
çerçevesinde projemizdeki etkinlikler planlanmış ve projemizi sunarken
etkinlik tarihlerini bu tarihi esas alarak belirlemiştik. Ancak projemizin kabul
tarihi Nisan 2011 olunca etkinlik tarihlerimizin de kaydırılması gerekmiştir.
Bu nedenle her yıl geleneksel olarak Temmuz ayında düzenlenen Fevziye
Köyü Pita Şenliği, Projemizin Ankara Etkinlik Haftası içinde yer alamamıştır.
Ancak Fevziye Köyü Muhtarı Hüseyin Demirel ve Dernek Başkanı Necmi
Ocak projemiz için Ankara Etkinlik Haftası içinde tekrar bir Pita şenliği
düzenleyebileceklerini belirtmişlerdir. Şenliği düzenleyebilmek için Muhtar
Hüseyin Demirel’in çağrısıyla toplanan köy halkı ile iki kez toplantı
yapılmıştır. Bu toplantılarda şenlik için gerekli malzemeler belirlenmiş, köy
alanının nasıl düzenleneceği konuşulmuş, yemek servisinin bir kısmının yer
sofralarında yapılmasına karar verilmiş ve köy meydanına kurulacak protokol
36
çadırının Yenimahalle
Belediyesinden temini
muhtarımız tarafından
sağlanmıştır.
Şenlik
için ODTÜ Mezunları
Derneğinden masalar,
sandalyeler ve protokol
koltukları şenlik günü
sabahı Fevziye Köyüne
götürülmüştür.
23 Ekim 2011’de Fevziye köylüleri, sabah 06:30’da köyün
merasına tencerelerini, kazanlarını getirerek, genci yaşlısı, kadını
erkeği ile öğlene kadar meşhur helvalarını, et yemeklerini, pilavlarını
ve Pita böreklerini yaparak ODTÜ’lü, THBT’li ve Bulgar konuklarını
gün boyunca tüm konukseverlikleriyle ağırlamışlardır. Fevziye Köyü
etkinliğine Karadağ Büyükelçisi Ramo Bralic ve eşi de katılmıştır.
Büyükelçinin samimi yaklaşımı “diyalog” adına yürütülen projemizin
canlı bir örneğini oluşturmuştur.
ODTÜ-THBT’li gençlerimiz, Rusçuk Angel Kanchev
Üniversitesi Öğrenci Halk Dansları Topluluğu, İştirakçimiz Ankara
Kulübü Derneği’nin Seymen ekibi ve Köyün gençlerinin sergilediği
37
‘Deve’ seyirlik köylü oyunu ile şenliğimiz gün boyunca devam etmiştir.
Ayrıca Proje iştirakçimiz Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğü’nün görevlendirdiği Balkan Müziği ses sanatçısı Ayşe Aslanca ve
saz ekibi türküleri ile programımızı zenginleştirmiştir.
Alan gezimizde görev alan, katılan tüm Fevziye halkına ve etkinlik hazırlık
aşamasından itibaren hep yanımızda olan Necmi Ocak, Nur Banu Öztaş, Ali
Tabak ve Muhtarımız Hüseyin Demirel’e teşekkürlerimizi iletiyoruz.
38
39
3.1.2. “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı
Birten Çelik - Gülin ONAT BAYIR
Balkan coğrafyası tarihi göç yollarının izlerini hala üzerinde
taşımaktadır. Bu coğrafyada göç eden ve yerleşik halkların bir arada yaşama
sürecinde birbirlerine kültürel birikimlerini aktarmaları nedeniyle ortaya çıkan
ortak halk kültürel değerlerini günümüzde tanıtmak ve bu konuda da farkındalık
yaratmak projemizin amaçları arasındadır. Bu çerçevede “Diyalog için Halk
Bilimi” Projesi kapsamında 24-25 Ekim 2011 tarihlerinde gerçekleştirilen
“Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” konulu konferansımızda Balkan
halkları arasındaki ortak kültür değerlerinin vurgulaması hedeflenmiştir. Bu
nedenle konferansımızda başta “Hızır ve Aziz George Kültü” olmak üzere
halk giysileri, el sanatları, müzik ve oyunları vb. Balkan ortak halk kültür
değerlerini oluşturan konularda 9 bildiri sunulmuştur.
Konferansın açılış konuşmaları, Avrupa Birliği Bakanlığı adına
Avrupa Birliği Bakanlığı Proje Uygulama Başkanı Sayın Bülent Özcan,
Projenin iştirakçisi ODTÜ adına Rektör Danışmanı Prof. Dr. Bilgehan Ögel,
Proje ortağı Bulgaristan Rusçuk Open Society Club (OSC) adına Mikeala
Zdravkova ve Proje yürütücüsü olarak ODTÜ Mezunları Derneği adına
Başkan Himmet Şahin tarafından yapılmıştır. Konuşmaları ise sırasıyla
şöyledir;
40
Bülent Özcan
Avrupa Birliği Bakanlığı, Proje Uygulama Başkanı
“Değerli Hocalarım, ODTÜ Mezunları Derneği Temsilcileri,
Çok değerli Bulgaristan’dan gelen yolcularımız, hepinizi Avrupa
Birliği Bakanlığı adına saygıyla selamlıyorum. Avrupa Birliği üyelik
sürecinde kamu kesiminin yapmış olduğu teknik çalışmaların
yanında müzakere süreci çerçevesinde sivil toplum kuruluşlarının
yürütmüş olduğu çalışmalar da çok önemli bir yer teşkil ediyor. Bu
anlamda bakıldığında sivil toplum kuruluşları Avrupa Birliği üyelik
sürecinde özellikle Avrupa Birliği üyesi
ülkelerdeki muadilleriyle kurmuş oldukları
temaslarda hem Türkiye’nin Avrupa Birliği
üyesi ülkelerde doğru olarak anlatılması
ve tanıtılması için bir zemin oluşturuyorlar
hem de aynı zamanda AB üyelik sürecinin
temasta oldukları ülkelere ne gibi etkileri
olur, olumlu veya olumsuz, bunların
öğrenilmesi ve bu bilginin ve birikimin
ülkemize taşınması açısından önemli
rol oynuyor. Biz bu sürece aslında teknik
adıyla Sivil Toplum Diyaloğu diyoruz. “Sivil
Toplum Diyaloğu”nun AB ile yürüttüğümüz
müzakere sürecinde en temel taşlardan
birisini oluşturduğunu söylüyoruz. Bu
anlamda da Bakanlık olarak geçtiğimiz dönemlerden bu güne
kadar sivil toplum diyalogu anlamında birçok proje geliştirerek
ülkemizdeki kuruluşlarla Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki
kuruluşlar arasında işbirliğini artırmayı hedefleyen çalışmalar
yürütüyoruz. Bu projenin birçoğunu Avrupa Birliğinin ülkemize
sağlamış olduğu katılım öncesi Avrupa Birliği mali destekleri
kapsamında yürütüyoruz.
41
İlk çalışmamız 2008 yılında uygulamaya geçmiştir. Üniversiteler,
meslek örgütleri, gençlik kuruluşları ve yerel yönetimleri kapsayan
bir programdır. Yaklaşık 120 kuruluşa 20,000,000 Euro civarı bir
kaynak aktararak Türkiye’deki 120 farklı kuruluşun Avrupa Birliği
üyesi ülkelerindeki muadilleri ile işbirliği yapmasına çevreden doğa
korumaya enerji verimliliğinden tarih sürecindeki yanlışların gençler
arasında tartışılmasına kadar birçok alanda farklı projelerin hayata
geçirilmesine destek olmuştur. O projenin bir devamı olarak “Sivil
Toplum Diyalogu-II” projemizi de geçtiğimiz yılın daha doğrusu bu yılın
başında uygulamaya geçirdik. Bu çerçevede bu sefer iki tane tematik
alanımız vardı. Bir tanesi Tarım ve Balıkçılık, bir tanesi de Kültür ve
Sanat. ODTÜ Mezunları Derneği kültür ve sanat alanında yaklaşık 400
proje başvurusu arasından finansman almaya hak kazanan 18 proje
arasına girdi. Bu anlamda az önce oturumu yapan arkadaşımız bu
projede 50 yakın kişinin emeği var demişti. Biz o 50 kişiye çok teşekkür
ediyoruz. Tabi 50 kişi adına da aynı zamanda dernek başkanı ve
yönetimine de teşekkürlerimizi, bakanlık adına sunuyoruz. Yarışmacı
bir ortamda 18 proje arasına girmek gerçekten kolay bir iş değil. Bu
çerçevede ODTÜ Mezunları Derneği, “Diyalog için Halk Bilimi Projesi”
adıyla Bulgaristan’daki dostlarımızla kültür ve folklor alanında
özellikle Balkanlardaki ortak değerlerimizi ortaya çıkarabilecek
çalışmalar yürütmeye başladılar. Bunun çok güzel örneklerini dün
ve hatta bugün içerisinde birkaç çalışmayla da sergilediler. Bugünkü
konferansla bugün ve yarın devam edecek konferans ve perşembe
günü akşamı yapılacak olan gösteri de bu çalışmaların bir parçası.
Bu anlamda bugün, yarın ve perşembe günü yapılacak çalışmalarda
herkese kolaylıklar diliyoruz, başarılar diliyoruz. Umarım keyifli,
verimli sonuçlar elde ederiz. Ve bu proje kapsamında Türkiye’de
Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında özelikle de Bulgar dostlarımızla
da diyalog oluşturabilecek güzel altyapılar oluştururuz. Bakanlık adına
hepinizi saygıyla selamlıyorum.”
42
Prof.Dr. Bilgehan Ögel
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Rektör Yardımcısı
“Değerli Hocalarım, Değerli Meslektaşlarım,
Saygıdeğer Konuklar,
Konferansın bugünkü oturumuna
hoş geldiniz. Rektörümüz
Prof. Dr. Ahmet Acar adına hoş
geldiniz demek istiyorum. Orta
Doğu Teknik Üniversitesi folklor,
halk bilim konusunu kurulduğu
1956 yılından bu yana daima
geleneksel olarak desteklemiştir.
Bunun bir sonucu olarak Türk
Halk Bilimi Topluluğu bugün
ODTÜ’nün en köklü, en yaygın
kurumudur. Ayrıca Orta Doğu
Teknik Üniversitesi folklorun,
halk kültürünün toplumlar
arasında yakınlaşmanın en önemli
anahtarı olduğunun bilincindedir.
Sizleri burada ağırlamaktan,
bu etkinliklerin Üniversitemiz
bünyesinde yapılmasından çok
büyük mutluluk duyuyoruz.
Konferansın verimli geçmesini ve olumlu sonuçlar elde etmesini
diliyorum. Hepinize başarılır diliyorum. Saygılar.”
43
Michaela Zdravkova
(Bulgaristan Ülke Koordinatörü, Açık Toplum Kulübü – Rusçuk)
“Değerli Konuklar, Değerli Katılımcılar, Bayanlar ve Baylar,
“Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” başlıklı Konferansın açılış
töreninde sizlerle birlikte olmaktan büyük bir mutluluk ve onur
duyuyorum.
ODTÜ
Mezunları
Derneği
tarafından
düzenlenen
konferans,
Diyalog İçin Halk Bilimi projesi
çerçevesinde Türk ve Bulgar sivil
toplum örgütlerini Balkan folkloru
alanında geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Bu çerçevede Projenin faaliyetleri de
gençleri, folklor ile ilgili çevreleri ve
folklor alanındaki araştırmacıları bir
araya getirmiş oluyor.
Balkan
ülkeleri
arasındaki
etkileşim ve benzerlikler, folklor,
müzik, mutfak kültürü ve sosyal yaşam
alanında göze çarpıyor.
Bayanlar ve Baylar, sadece bir
başkent değil aynı zamanda Türkiye’nin
modern, ilerici ve kültürel açıdan zengin bu güzel Ankara şehrinde
olmak bizim için büyük bir onurdur. Bu özellikleriyle de Ankara,
Konferansın hedeflerinin başarılı bir şekilde sonuçlanması için de
ideal koşulları sağlamaktadır.
44
Umarım ki bu konferans, çok değerli konuşmacıların
Balkanlar ve Türkiye’deki el sanatları ve giyim konusunda; Halk
müziği ve müzik aletleri, halk dansları ve kostümleri; St. George
ya da Hıdırellez kutlamaları; oyunlar ve süslemeler; Bizans’ın
Balkan gelenekleri üzerindeki etkisi konusunda verecekleri
bilgiler ile bu alanlardaki var olan bilgilere katkı sağlamaları için
değerli bir fırsat olur.
Katılımcılar arasındaki bilgi değişimleri ve tartışmaların
Balkan halk kültürünün geliştirilmesi ve tanıtımına katkı
sağlayacağına eminim. Konferansın sonunda tüm katılımcıların
birbirleri ile daha derin bir anlayış ve işbirliğine dayalı ilişkiler
kazanmış olacağını umuyoruz.
Bizi ağırlayan ev sahiplerimize ve ODTÜ Mezunlar
Derneği’nden meslektaşlarıma Konferans için yapılan mükemmel
düzenlemeler için teşekkür ediyorum.
Bayanlar ve Baylar, meslektaşlarım, son olarak projenin
ortağı olan kuruluş olarak Rusçuk Açık Toplum Kulübü adına,
tüm katılımcılara keyifli ve verimli bir çalışma diliyorum.
Teşekkürler.”
45
Açılış Konuşmalarının
ardından “Balkanlar ve Türkiye’de
Halk Kültürü” konulu konferans,
açılış bildirisi ve üç oturum olarak
gerçekleştirilmiştir.
Konferansın açılış bildirisini
ODTÜ Tarih Bölümünde PartTime olarak ders veren, Indiana
Üniversitesi emekli öğretim üyesi
ve Halk Bilimi alanında önemli
çalışmalara imza atmış Prof. Dr.
İlhan Başgöz vermiştir. “Yunanistan
ve Türkiye’de Romans (aşk
hikâyesi) Üzerinde Bir Mukayeseli
Araştırma” başlıklı bildirisinde Prof.
Dr. Başgöz, Türk ve Yunan aşk hikâyeleri arasında başta konu olmak
üzere, hikâyelerdeki çift ad, yani kadın ve erkek adlarının hikâye ismi
olması ve iki hikâye geleneğinde de idealize edilen romantik ve ilahi
(divine) aşk gibi ortak benzerliklerin olduğunu belirtmiştir. Başgöz, aşk
hikâyelerini tek tek incelemek ve onları milli veya coğrafi bir kökene
bağlamak yerine sadece Türk ve Yunan aşk hikâyeleri değil, bütün
Orta Doğu ve Kafkas aşk hikâyelerinin karşılaştırılmasını ve bunların
karşılıklı etkileşimlerinin incelenmesini gereğini vurgulamıştır
24 Ekim 2011 günü yapılan Konferansın birinci oturumunda
başkanlığı ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Ali Uzay
Peker yapmıştır. Birinci oturumdaki ilk bildiriyi Ankara Üniversitesi,
Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü öğretim üyesi Prof.
Dr. M. Muhtar Kutlu sunmuştur. Prof. Dr. Kutlu “Umudun Efendisi
Hızır ve Hıdrellez” konulu bildirisinde günümüzde Balkanlarda
46
“Aziz
George
Festivali”,
“Herdeljez”,
“Ederles/
Ederlezi” adları altında farklı
topluluklarca yapılan Hıdrellez
kutlamalarının, bu topluluklar
arasındaki kültürel diyaloğun,
etkileşimin
ve
alışverişin
inanç boyutundaki sonuçlarını
bünyesinde taşıyan bir pratik
olduğunu vurgulamıştır.
Gazi Üniversitesi öğretim
üyesi Doç. Dr. Aysen Soysaldı
“Balkanlarda El Sanatları ve
Giyim” konulu bildirisinde
oldukça zengin etnik ve kültürel
yapıya sahip olan Balkan
etnografya çeşitliliğine vurgu
yapmıştır. Doç.Dr. Soysaldı Boşnak, Türk, Bulgar vb. Balkan
halklarına ait halı, kilim, çerge ve benzeri yaygılarındaki ortak
motif alış-verişlerini görsellerle örneklemiştir.
Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı,
Türk Halk Oyunları Bölümü öğretim görevlileri Abdurrahim
Karademir ve Şahin Ünal “Balkanlarda Halk Oyunları ve Giysiler”
konulu bildirilerinde, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama
Teşkilatı’nın desteklediği “Anadolu ve Balkanlarda Halk Çalgıları,
Halk Oyunları, Geleneksel Giyim Kuşam ve Halk Müziği Müze ve
Arşiv Oluşturulması Projesi” çerçevesinde Balkan ülkelerinde
yapılan alan araştırmalarına dayalı olarak yaptıkları çalışmayı
tanıtmışlardır.
Birinci oturumdaki son konuşmacı, Rusçuk Tarih Müzesi
Müdürü Doç.Dr. Nikolay Nenov “St.(Aziz) George Kültü- Halk
47
Paradigmaları, Uygarlık Sembolü, Kentsel Tatil” başlıklı bir bildiri
sunmuştur. Nenov, bildirisinde bugünkü Bulgaristan’daki Rusçuk ile
Romanya’daki Giurgiu şehirlerinin eski isimlerinin, aralarında St.
George’un da olduğu azizlerin isimlerini taşıdığı ve bu azizlerin bu
şehirlerdeki gençlik gruplarının koruyucuları olarak kabul edildiğini
belirtmiştir. Doç.Dr. Nenov Rusçuk bölgesinde bu azizin tüm inanç ve
etnik gruplarca kutsal kabul edilmesinin de bir ölçüde Balkan manevi
ortak yaşamının (simbiyoz) bir göstergesi olduğunun altını çizmiştir.
25 Ekim 2011 günü yapılan İkinci Oturum, Ankara Kulübü
Derneği Başkanı Dr. Metin Özaslan başkanlığında yapılmıştır. Bu
oturumdaki ilk konuşmacı, “Geleneksel Bulgar Kültüründe Boncuklar:
İşlev ve Anlamlar” başlıklı bir bildiri sunan Rusçuk Tarih Müzesi
Uzmanı Desislava Ivanova Dimitrova olmuştur. Dimitrova bildirisinde
boncukların halk kültüründe önemli bir yere sahip olduğunu ve
boncukların aynı zamanda kozmik düzeni anlatmak amaçlı da
kullanıldığını belirtmiştir.
İkinci oturumun son konuşmacısı, Ege Üniversitesi Devlet Türk
Müziği Konservatuarı, Türk Halk Oyunları Bölümü Öğretim Görevlisi
Dr. Emir Cenk Aydın ise Ege Üniversitesi Etnografya Müzesinin
oluşturulması hakkında bilgi vermiş ve müzeyi tanıtmıştır.
48
25 Ekim günü yapılan Üçüncü ve son oturum ODTÜ
Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Birten Çelik
başkanlığında yapılmıştır. Üçüncü oturumda ilk konuşmacı olan
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
uzmanı Solmaz Karabaşa olmuştur. Karabaşa bildirisinde Sivas
iline bağlı Hafik ilçesinde Hıdırellez’in Eğrilce adıyla kutlandığını
ve bu günde nişanlı çiftlerden kızların erkek evinde misafir
edildiğini, kadın ve erkeklerin ayrı ayrı yerlerde halaylarla bu
günü kutladığı bilgisini vermiştir.
Konferansın son oturumunda Türkiye’den katılan son
konuşmacımız da Müzisyen- Halk müziği araştırmacısı Muammer
Ketencoğlu olmuştur. “Geleneksel Bulgar Müziğine ve Türk
Müziğiyle İlişkisine Genel Bir Bakış” adlı bildirisinde Ketencoğlu,
coğrafi yakınlığa ve tarihsel nedenlere karşın Türk ve Bulgar
geleneksel müzikleri arasındaki etkileşimin sınırlı olduğunu
anlatmıştır. Ancak buna rağmen Trakya, Kuzey Bulgaristan ve
Pirin’de Hicaz, Istranca’da ise Saba makamında halk
şarkılarının yaygın olduğuna dikkat çeken Ketencoğlu
Trakya çaprazı (Trakiiski caprazi) oyununda olduğu gibi
adını Türkçe’den alan birçok parçanın da var olabileceğine
işaret etmiştir. Konuşmacılardan Rusçuk Tarih Müzesi
Müdürü Doç. Dr. Nikolay Nenov, Ketencoğlu’nun altını
çizdiği benzerliklerin geçmişte de olduğunu belirterek
Bulgar askeri müziğindeki Türk müziği etkisinin buna
örnek olarak gösterilebileceğini bildirmiştir.
Konuşmaların tamamlanmasının ardından Yrd. Doç. Dr.
Birten Çelik Balkanlardaki ortak halk kültür değerleri, bu
değerlerin araştırılması ve özellikle gençler arasındaki iletişimde
bu değerlerin öne çıkarılmasına vurgu yapmış ve ardından da
sonuç bildirisini okumuştur. Konuşmacılara plaketleri verilerek
konferans bitirilmiştir.
49
3.1.3. “Sandığımda Balkanlar” Balkan Halk
Kültüründe Geleneksel El Sanatları Sergisi
Münevver EMİNOĞLU
Proje kapsamında proje yürütücüsü ODTÜ
Mezunları Derneği ve Bulgaristan’dan ortağımız Open
Society Club Russe (OSC) tarafından “Sandığımda
Balkanlar” başlığı altında iki ayrı sergi hazırlanmış
ve aynı yer ve zamanda sunulmuştur. Sergimize
Bulgaristan’dan ortağımız OSC, Bulgar halk kültüründe
nazar olgusunu irdeleyen “May Evil
Sleep under the Stone: Apotropes [Yılan
Taşın Altında Kalsın: Nazarlıklar]” adlı
sergiyle projeye katılmıştır.
“Sandığımda
Balkanlar”
sergimize İzmir’den Ege Üniversitesi
Etnografya
Müzesi,
Yalova’dan
Fidan Ailesi, Ankara’dan Bulgaristan
göçmeni Mutlu Ailesi, Edirne’den
Değirmendereli Ailesi ve ODTÜ THBT
eser vererek katkıda bulunmuşlardır.
“Diyalog için Halkbilimi”
Projesi kapsamında gerçekleştirilen
sergi, Balkanların “kavşak coğrafya”
özelliğinden kaynaklanan ‘çok kültürlü/
çok milliyetli/çok dinli’ yapısının
geleneksel el sanatlarındaki izdüşümünü
izlemeyi hedeflemiştir.
Proje iki ana kaynaktan
beslenmiştir. Birincisi, Balkanlardan
çeşitli
göç
dalgalarıyla
farklı
zamanlarda Türkiye’ye gelen ailelerin, dolayısıyla Balkanlardaki Müslüman
topluluklarının sandıklarında getirdiği el sanatları örnekleridir. Diğeri ise Ege
Üniversitesi’nin “Anadolu ve Balkanlar’da Halk Çalgıları, Halk Oyunları,
50
Geleneksel Giyim Kuşam ve Halk Müziği Müze ve Arşivi
Oluşturulması Projesi” kapsamında,
Makedonya’dan
Slovakya’ya çok geniş Balkan coğrafyası içinden derlediği
el sanatları ürünlerinden genellikle Hıristiyan topluluklarına
ait olan örneklerdir. Sergi ile farklı toplulukların geleneksel
el sanatlarının farklı türlerinin “bir arada” sunulması
gerçekleştirilmiştir. Sergide 120 adet özgün eser ile 15 adet
reprodüksiyon fotoğraf yer almıştır. Bu eserlerin ait oldukları
koleksiyona göre dağılımı ise şöyledir;
“Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi: 41 parça (Bütün
Balkanlar’dan)
Fidan Ailesi Koleksiyonu: 40 parça (Bulgaristan’dan)
Mutlu Ailesi Koleksiyonu: 22 parça (Bulgaristan’dan)
Değirmendereli Ailesi Koleksiyonu: 14 parça
(Makedonya’dan)
ODTÜ THBT Koleksiyonu: 4 parça (Karışık)”
Sergi, 24 Ekim 2011 günü saat 14:00’de ODTÜ Kültür
Kongre Merkezi Sergi Salonu’nda, ODTÜ Mezunları Derneği, Open
Society Club ve Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi yöneticilerinin
katılımlarıyla açılmıştır. Açılışta projeyi temsilen ODTÜ Mezunları
Derneği Başkanı Himmet Şahin ile koleksiyonerleri temsilen Ege
Üniversitesi Etnografya Müzesi Müdürü Cengiz Aydın birer konuşma
yapmışlardır. Sergi 25 Ekim 2012 saat 16:00ya kadar açık kalmış ve
eserler ilgi ile izlenmiştir.
51
3.1.4. “Halk Müziği ve Çalgıları Atölye Çalışması”
Yrd. Doç. Dr. Cenk GÜRAY
“Diyalog için Halkbilimi” Projesi kapsamında 26 Ekim 2011 tarihinde
Ankara Kulübü Derneği’nin bulunduğu tarihi Abidin Paşa Köşkünde
“Halk Müziği ve Çalgıları” konu başlığı altında bir atölye çalışması
gerçekleştirilmiştir. Atölye çalışması, 10.00-13.00 saatleri arasında “teorik”
çalışma ile başlamıştır. Bu bölümde Geleneksel Anadolu Müziği Tarihi,
Geleneksel Anadolu Müziği Kuramı, Geleneksel Anadolu Müziği’nde Kentli
ve Kırsal Üsluplar, Geleneksel Anadolu Müziğinde dönemler ve formlar,
yöresel üslup ve repertuar özellikleri, çalgılar ve kavramlar ile ilgili bilgiler
verilmiştir. Özellikle Anadolu’daki halk müziği yapıları üzerinde yoğunlaşan
atölye çalışmasında Anadolu’da yerleşik olarak bulunan değişik kültürlerden
müzik örnekleri dinletilmiş ve katılımcıların soruları cevaplanmıştır. Atölye
çalışmasının bu bölümüne çoğunluğunu Bulgaristan’dan gelen katılımcılarının
oluşturduğu 25 kişi katılmıştır.
Atölye çalışmasının öğleden sonraki bölümü ise icra ağırlıklı
gerçekleşmiştir. Çalgı icrası ile ilgili tecrübenin gerekli olduğu bu bölüme
Bulgaristan’dan ve Türkiye’den 3’er öğrenci katılmıştır. Çalgılara ve icra
üsluplarına yönelik karşılıklı bir tanıtım çalışmasının ardından ortak bir
repertuar üzerinde çalışılmaya başlanmıştır. Bu ortak repertuarda Türkiye
ve Yunanistan’dan 3 eser yer alırken, Bulgaristan’dan da aynı sayıda eser
52
üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Türkiye ve Yunanistan’dan seçilen
eserlerde tüm Balkanlar’da ortak olan ritmik ve ezgisel yapılar seçilmiş,
Nihavend ve Hicaz makamlarındaki Kasap Havaları ve karşılamalar
öncelikle çalışılmıştır. Türkiye ve Yunanistan’dan seçilen 3 adet eser,
icracıların nota okuma hızlarının yüksek olması dolayısıyla hızlı bir
şekilde öğrenilip, yöresel icra ayrıntıları ile de ilgili kapsamlı çalışmalar
yürütülmüştür. Bulgaristan’dan seçilen eserler ise ortak bir müzik
kültürüne sahip olmanın getirdiği güce dayalı olan “hafıza” temelli
bir çalışma ile öğrenilmiştir. Toplam 2 saat süren bu çalışma oldukça
verimli geçmiş, 6 kişilik bu topluluk 6 adet eseri birlikte icra edecek bir
seviyeye gelmiştir.
Gerçekleştirilen Atölye Çalışması ve konserin en önemli
sonucu, Balkanlardaki ortak müzik kültürünün her türlü dinin, dilin,
etnik kökenin ve politik ayrımın üzerindeki bir birlikteliği insanlara
hatırlatıyor olmasıdır. Ortak kültür temeline dayanan bu birliktelik ise
ayrılıkların yerine birlikteliklerin altının çizilmesi gerekliliğinin en
önemli sebebidir.
53
3.1.5. “Halk Oyunları Atölye Çalışması”
Ümit Serkan SARIOĞLU - Burak KESER
Proje kapsamında gerçekleştirilen atölye çalışmalarının ikincisi “Halk
Oyunları” başlığı altında 27 Ekim 2011 tarihinde, ODTÜ Türk Halk Bilimi
Topluluğu barakasında gerçekleştirilmiştir. Bu Atölye çalışmasında, teorik ve
pratik yönlerini ele alacak şekilde, Anadolu ve Balkanlardaki halk dansları
üzerine yoğunlaşılmıştır. Teorik ve pratik çalışmalar paralel yürütülmüş,
örneklemeler Balkan ve Anadolu dans kültüründeki karşılıklı etkileşime
odaklanmıştır.
Atölye, ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu üyeleri ve Rusçuk Angel
Kanchev Üniversitesi Öğrenci Halk Dansları Topluluğu üyelerinin katılımıyla
gerçekleştirilmiş, Atölye’nin yürütücülüğünü, ODTÜ mezunu THBT mezun
üyesi Ümit Serkan Sarıoğlu üstlenmiştir. Çalışma sabah 09:30-12:30 saatleri
arasında gerçekleştirilmiştir.
54
Atölye’nin teorik çalışma kısmında, öncelikle dans ve halk
danslarının tarifi üzerinde durulmuştur. Daha sonra, konularına ve dans
karakteristiklerine göre Anadolu’daki halk dansları tanıtılmış, bunların
Anadolu coğrafyası üzerindeki dağılımları gösterilmiştir. Anlatılan
dans karakteristiklerinin özellikleri incelenmiş, örnekler verilerek dans
kültürlerindeki ortak noktalar araştırılmıştır. Teorik çalışma kısmında
son olarak, otantik ve stilize performanslardan derlenmiş görüntüler
gösterilmiş ve anlatımlar bu görüntüler üzerinden değerlendirilmiştir.
Çalışmanın pratik bölümünde ise tüm katılımcılar daha önceden
belirlenmiş olan üç halk dansını birlikte çalışmıştır. Çalışılan iki oyun
ODTÜ
THBT’li
katılımcılar
tarafından, bir oyun ise Rusçuk
Angel
Kanchev
Üniversitesi
Öğrenci Halk Dansları Topluluğu
üyeleri tarafından gösterilmiştir.
Oyunlara karşılıklı olarak hızlı bir
şekilde adapte olunması ve birlikte
uzun
yıllardır
çalışılıyormuş
gibi başarılı bir performans
sergilenmesi,
ortak
kültürün
birikimlerine bağlanabilir; aynı
zamanda dansın evrensel ortak bir
dil olduğunu göstermektedir. Bu
atölye çalışmasıyla, projeye katılan
iki grubun kaynaşması sağlanmış;
projenin, gruplar arası iletişim
ağının kurulması ve folklorik
çalışmalarda kazanılan becerilerin
paylaşılması amaçlarına eğlenceli
bir çalışma ve öğrenme ortamıyla
katkı sağlanmıştır.
55
3.1.6. “Komşu Danslar ve Ezgiler Gösterisi”
Burak KESER
Proje kapsamında, 27 Ekim 2011 tarihinde, ODTÜ Koleji Kültür ve
Kongre Merkezi’nde “Komşu Danslar ve Ezgiler” gösterisi gerçekleştirilmiştir.
Gösteri hazırlıkları, proje ekibi ve ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu üyeleri
tarafından erken saatlerde başlayan çalışmalarla tamamlanmış, gösteri salonu,
provalara ve gösteriye uygun hale getirilmiştir. Teknik düzenlemelerin
tamamlanması ve gösteri yapacak grupların provalarının ardından, gösteri
planlanan saati olan 20:00’de başlamıştır.
Gösteri boyunca tüm anonslar Türkçe ve Bulgarca yapılmıştır.
Gösteri, 23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen Van Depremi’nde hayatını
kaybedenler için bir dakikalık saygı duruşuyla başlamıştır. Ardından,
ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu üyelerinden oluşan Halk Müziği grubu,
Anadolu ve Trakya’nın farklı bölgelerinden seçtikleri ezgileri, kendilerine
özgü düzenlemelerle sunmuştur. Müzisyenlerin birbirleriyle olan uyumları
ve icra başarıları izleyenlerin beğenisini kazanırken, halk müziğinin farklı
formlarında seçilen eserlerle renkli bir örneklem sergilenmiştir.
56
Halk müziği dinletisinin ardından, Rusçuk Angel Kanchev
Üniversitesi Öğrenci Halk Dansları Topluluğu sahne almış, gerek
hareketli dansları gerekse de seslendirdikleri halk türküleriyle salonda bir
Balkan havası estirmişlerdir. Topluluğun gösterisinde sahne performansı
ve koreografi öne çıkmış, yaklaşık 45 dakika süren gösterinin farklı
bölümlerinde Bulgaristan’ın farklı bölgelerinden seçilen kostümler
ile danslar sergilenmiştir. Topluluğun müzik grubu gösteri sırasındaki
tüm müzikleri canlı olarak icra etmiş, otantik icraları ve enstrüman
hâkimiyetleriyle tüm katılanların beğenilerini toplamışlardır.
Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi Öğrenci Halk Dansları
Topluluğu’nun gösterisinin ardından, ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu
üyelerinden oluşan Hakkâri Halk Oyunları ekibi sahne almıştır. Hakkâri
bölgesinin karakteristik halk oyunlarını, kendilerine özgü müzik ve
sahne düzenlemeleriyle başarıyla sunan ekibin ardından gösterinin ilk
bölümünün sonuna gelinmiş ve on dakikalık bir ara verilmiştir.
Gösterinin ikinci bölümü, proje kapsamında gerçekleştirilen ve
yürütücülüğünü Dr. Cenk Güray’ın yaptığı “Halk Müziği ve Çalgıları”
başlıklı atölye çalışmasının sunumu ile başlamıştır. ODTÜ Türk Halk
57
Bilimi Topluluğu ve Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi Öğrenci Halk
Dansları Topluluğu müzisyenlerinden oluşan grup, bir gün öncesinde “Halk
Müziği ve Çalgılar Atölye Çalışması” sırasında birlikte çalışarak ortaya
çıkarttıkları ürünleri yani ortak ezgileri, üzerinde yoğunlaştıkları repertuarı,
doğaçlamalarla destekledikleri bir müzik anlayışı ile başarılı bir şekilde icra
etmişlerdir.
“Halk Müziği ve Çalgıları” atölyesinin sunumunun ardından, ODTÜ
Türk Halk Bilimi Topluluğu Kırklareli halk oyunları ekibi sahne almış, ekip
başarılı dans performansları ve özgün koreografileriyle izleyenlerin ilgi ve
beğenilerini toplamıştır.
Gecenin son gösterisinde yürütücülüğünü Ümit Serkan Sarıoğlu’nun
yaptığı “Halk Oyunları Atölyesi” katılımcıları sahne almış, atölye çalışmaları
sırasında çalışılan danslar toplu olarak sergilenmiştir. Dans müziklerini canlı
olarak icra eden grup, yine ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu müzisyenleri
ve Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi, Öğrenci Halk Dansları Topluluğu
müzisyenlerinden karma olarak oluşturulmuştur. Sahnedeki uyum, kostümlerin
renkliliği ve çeşitliliği, iki grubun oluşturduğu sinerji ile proje amacına uygun
bir final yapılmış, izleyicilerin alkışları ile gösteri bölümü bitmiş, katılımcılara
verilen plaket ve armağanlarla gecenin sonuna gelinmiştir.
58
59
3.2. Proje Çerçevesinde Rusçuk’ta
Yapılan Etkinlikler
Gülin ONAT BAYIR - F. Nesrin ERGİN
Proje çerçevesinde 2011 Ekim ayında
gerçekleştirilen “Ankara Etkinlik Haftası”ndan
sonra 22-24 Nisan 2012 tarihleri arasında
da Bulgaristan’ın Rusçuk şehrinde “Rusçuk
Etkinlik Haftası” düzenlenmiştir. Türk ve
Balkan kültüründe folklora dayalı ortak
değerlerle karşılıklı olarak diyaloğu geliştirme
ve farkındalığı arttırma amacını taşıyan
“Diyalog için Halkbilimi” projesi kapsamında
Rusçuk’taki ilk etkinlik, 22 Nisan 2012 tarihinde
Rusçuk şehrinin Ivanovo köyünde yapılan
alan çalışması ile başlamış ve bu çerçevede
bu köye bir gezi düzenlenmiştir. Ardından 23
-24 Nisan 2012 tarihlerinde “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” konulu
bir konferans düzenlenmiştir. Konferans Rusçuk Vali Yardımcısı ve Angel
Kanchev Üniversitesi Rektör Yardımcısı, konuşma yapmışlardır. Konferansa
Bulgaristan’dan 4 Türkiye’den 3 bildiri ile katılım olmuştur.
60
Rusçuk
Etkinlik
Haftasında
her iki ülkenin genç
öğrencilerinin
ortak
gösterileri, birbirleri
ile iletişimleri, Ivanovo
Belediyesi’ne
bağlı
köylerde yaşayanların
düzenlediği etkinlikler
ve sundukları yöresel
yemeklerdeki
ortak
yanlar,
konferansta
halk müziğinden, halk
inanıcına bu coğrafyada
yaşayan
halkların
birbirlerine aktardıkları
kültürel değerlere yapılan vurgular, Balkanlarda halk bilimsel değerler
ile ülkeler arasında diyaloğun gelişebileceği ve sürdürülebileceği proje
amacının güçlülüğünü ifade edecek şekilde somutlanmıştır.
3.2.1. Ivanovo Köyü Alan Çalışması Gezisi
22 Nisan 2012’de Ivanovo’da düzenlenen etkinlik, yine Rusçuk
şehrine bağlı Koşov Köyünün, Aziz John Günü’nde düzenledikleri
61
töresel ve dinsel “Camal” oyunu yani ritüeli düzenlenerek başlatılmıştır.
Köylü erkeklerin maskeleriyle yer aldığı “Camal” oyununda hayvan şeklinde
‘Tatuncho’ adlı kukla oynatılmıştır. Camal oyununda maskeli köylü erkekler,
“Aziz John Günü’nde köylülerin evlerini ziyaret eder, birbirlerine vurmak ve
değişik sesler çıkartmak amacıyla kullandıkları tahta kılıçlarla dans ederler.
Zaman içinde bu maske oyunu güçlü eğlence fonksiyonlarını korumuş olsa
da yavaş yavaş ritüel yapısını kaybetmiştir.
Burada belirtmek gerekir ki “Camal” ritüelinin farklı varyantları
Trakya’da da görülmektedir. Ankara etkinlikleri kapsamında Fevziye
62
Köyü’nde sergilenen deve oyununda da oyunu düzenleyen köy erkekleri
bu oyunu eğlence için yaptıklarını vurgulamışlardı ve oyunun ritüel
yapısı hakkında da bilgi sahibi değillerdi. Fevziye Köyünde sergilenen
“Deve Oyunu” da sadece erkekler tarafından oynanır. Oyundaki iki
kadını da erkekler oynar. Deve kişiler tarafından canlandırılır. Köyün
evleri ziyaret edilir, evlerden yiyecek toplanır, toplanan yiyecekler
köyün gençlerine hediye edilir. Tüm bu benzerlikler, kültürel etkileşimi
ve ortak değerlerin paylaşımın da bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
Ivanovo’daki etkinlik, Kadınlar Korosu ile genç kızların ve
çocukların gösterileri ile devam etmiştir. Kadınlar Korosu Bulgaristan
yöresel müziğinin en güzel örneklerini sunmuştur. Yöresel giysiler
içindeki koristler gülümseyen ve sıcak davranışları ile bizlerle yakın
iletişim kurmuşlardır. Ivanovo ve çevre köylerden katılımın yoğun
olduğu etkinliğe ODTÜ – THBT Denizli Yöresi halkoyunları ile
katılmıştır. Gösteriye başlamadan önce yöre ve oyunlar üzerine kısa
bilgiler verilmiştir, böylece Bulgar halkının izleyecekleri dansların
geçmişi hakkında fikir sahibi olmaları sağlanmıştır. Denizli Yöresi
halkoyunları ilgiyle izlenmiş ve yoğun alkış almıştır. Sahne etkinliği
süresince izleyicilerin Proje ve Ankara Etkinlikleri Haftası hakkında
bilgilendirilmesi için sunum materyali sahnenin yanında projeksiyondan
gösterilmiştir. Ivanovo Belediye Başkanı etkinliğin açılışını yapmış
ayrıca Türkiye’den gelen proje ve iştirakçi temsilcileri ile görüşmelerde
bulunmuştur.
63
Georgi Milanov
Ivanovo Belediye Başkanı
“Değerli konuklar,
Ivanovo belediyesi yöneticileri adına eşsiz doğa güzellikler
ve zengin tarih eserleri bir arada bulunduran bu güzel Bulgaristan
bölgesine hoş geldiniz diyoruz! Çok seyrek rastlanan hayvan ve bitki
zenginliğinden dolayı, Milli Doğa Parkı ilan edilen Rusenski Lom
nehrinin vadisinde bulunmaktayız. Belediye sınırlarında Tuna nehri
vadisinin en güzel ve mükemmel bölümleri bulunmaktadır. Tarihi
bakış açısından, bu yöre için ilk bilgiler Millattan önce 12. yüzyılda
Trakların buralara yerleşmesiyle başlamaktadır. Yüzyıllar boyunca
burada müstahkem şehirler, kaleler, kuleler ve manastırlar var oldu.
Buradan birkaç kilometre uzaklıkta UNESCO tarafından arkeolojik
açıdan değerli anıt olarak koruma altına alınan Ivanovo Kaya Kiliseleri
vardır.
64
Biz, İvanovo’nun çağdaş halkı bu doğa ve tarihi
zenginliğinin mirasçısı olduğumuzdan çok mutluyuz. Bu adet ve
gelenekleri korumak ve kendilerine yeni bir hayat aşılamak bizim
görevimizdir. Folklor da Bölgemizin eşsiz avantajlarından biridir
ve bunu kendiniz de görme imkânınız olacaktır.
Tüm bunları uzaktan ve yakından yanımıza gelen
dostlarımızla paylaşmak bizi çok mutlu etmektedir. Eminiz
ki, farklı kültürlerle temas kurarak, bayramlarımızı beraber
kutlayarak, hepimiz daha zengin olmaktayız.
Bu kültür bayramımızı paylaşmak için, İvanovo belediyesini
seçtikleri için, Ankara Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunları
Derneği’ne ve Ruse Açık Toplum Kulübü’ne candan teşekkür
ediyoruz.
Konferansa ve Diyalog için Halk Bilimi proje temsilcilerine
başarılar diliyorum.
Hoş geldiniz değerli konuklar.”
65
3.2.2. “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı
23 -24 Nisan 2012 tarihlerinde düzenlenen “Balkanlar ve Türkiye’de
Halk Kültürü” konulu konferansın açılış töreninde Rusçuk Vali Yardımcısı
ve Angel Kanchev Üniversitesi Rektör Yardımcısı konuşma yapmışlardır.
Konferans açılış konuşmaları ise sırasıyla şöyledir;
66
Stefko Burciev
Bulgaristan Cumhuriyeti, Ruse Vali Yardımcısı
“Sayın Baylar ve Bayanlar,
İlk önce, Ruse İli’nin iki ilçesinde gerçekleşen “Diyalog için
Halk Bilimi Projesi”nin etkinliklerine katılma davetinizden dolayı,
teşekkür etmek istiyorum.
Bulgaristan ile Türkiye halkları arasında ilişkiler farklı
dönüm noktalarının damgasını, izlerini taşıyor ve çok katmanlıdır.
Buna rağmen, bu karmaşık yaşam mozaiğin çok önemli noktası
olan bir unsuru da Halk Bilimidir. Yıllardır bir arada yaşamakla
birlikte iki topluluk birbirinden de etkilenmiştir. Bu da kaçınılmaz
bir şekilde, farklı bayram kutlamalarında yansıması görülen,
kültürlerin değişimine yol açmaktadır. Dinlerin farklı olmasına
rağmen, Bulgarlar ile Türklerin ortak ya da benzer töre ve
gelenekleri tesadüf değildir.
Karşılıklı bir kültürel bilinç oluşturmak, toplumların
yakınlaşma ve önyargı ile klişelerden kaçınma yollarından biridir.
Bu anlamda, bu etkinlikleri gerçekleştirdiğinizden, bir birimiz
hakkında daha bilinçli olmak imkânını sağladığınızdan dolayı,
sizleri tebrik eder, memnuniyetimizi bildirmek isteriz. Bugün
bilim için sınırlar yoktur, bundan faydalanmalıyız!
Saygılarımla”.
67
Himmet Şahin
ODTÜ Mezunları Derneği, Yönetim Kurulu Başkanı
“Sayın Vali, Sayın Rektör Yardımcısı, Bulgaristan ve Türkiye’den
Konferansımızda sunum yapacak sayın konuşmacılarımız, Proje
ortağımız Open Society Club’ın Saygıdeğer Temsilcileri, Sayın
Konuklar,
“Diyalog için Halk Bilimi Projesi”ne büyük katkı sunan siz
değerli dostlarımız ile Ankara Etkinlik Haftası’nın devamı olarak
Rusçuk Etkinlik Haftası kapsamında “Türkiye ve Balkanlar’da Halk
Kültürü” başlıklı konferansımızı gerçekleştiriyor olmaktan büyük
mutluluk duyuyoruz.
Birçok ortak kültürel değere sahip
Balkan ülkelerinde, Halk Bilimi alanındaki
çalışmalara etkin katılan gençler ve halk
bilimi ile ilgili çevreler arasındaki etkileşim ve
yakınlaşmayı, karşılıklı anlayış ve hoşgörüyü
arttırmak ve kültürel etkileşimi geliştirmek
amacıyla
için
Halk
yürütülmekte
Bilimi”
projesi
olan
“Diyalog
kapsamındaki
konferanslarımız ile projemizin kuramsal alt
yapısı güçlenmektedir.
Sayın Konuklar,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mezunları Derneği olarak,
Üniversitemiz ve Üniversitemizin bir öğrenci kulübü olan Türk Halk
68
Bilimi Topluluğu’nun (THBT) mezun ve öğrencilerinin özverili
çabaları ile “Diyalog için Halk Bilimi” projesini yürütmekteyiz.
ODTÜ-THBT’li mezunlarımız kendi aralarındaki birlikteliklerini
bugün THBT üyesi öğrencilerden güç alarak pekiştirmektedirler.
Üniversitemizin ilk topluluklarından olan THBT geçen yıl 50.yılını
kutladı. Halkbilimi alanındaki 50 yıllık birikimi ile “Diyalog için Halk
Bilimi” projesini hazırladı. Bu proje ile ODTÜ –THBT halkbilimi
alanında, halk oyunlarından halk müziğine, halk el sanatlarından
alan araştırmalarına değin yürüttüğü çalışmalarını uluslararası
bir düzeye taşıdı. Gençlerimiz, el ele oynadığı oyunların,
seslendirdiği ezgilerin, kilimlerdeki motiflerin, giysilerdeki
işlemelerin, boncukların, mendildeki oyaların insanlığın kültürel
mirası olduğu bilincindedirler. Kültürel miras, toplumların uzun
yıllar içinde bir arada yaşayarak kendi kültürel renklerini katarak
oluşturdukları bir birikimdir. Bu birikimde hoşgörü vardır, bu
birikimde halkların sevinci ve hüznü vardır, bu birikimde atasözleri,
maniler vardır, bu birikimde halkların birbirleri ile anlaşabileceği
ortak motifler ve dil varır. THBT’li gençlerimiz bu birikimin peşine
düştüler, projemizin Ankara Etkinlikleri Haftasında, Halk Oyunları,
69
Halk Müziği ve Çalgıları Atölye çalışmalarında Rusçuk Angle Kanchev
üniversitesinden arkadaşları ile bir arada dans ettiler, ezgilerini
paylaştılar. Rusçuk’a da konferansımızın yanında bir arada türkü
söylemeye ve dans etmeye geldik. Bizler Derneğimiz, Üniversitemiz,
öğrencilerimiz ve saygıdeğer ortağımız ve iştirakçilerimiz ile bir arada
bu projeyi yürütüyoruz.
Sayın Konuklar Anadolu’muzda bir deyim vardır “bir elin
nesi var iki elin sesi var”.
Projemizin yürütülmesinde, Ankara
Etkinlik Haftasında ve Rusçuk Etkinlik Haftasında bu deyimi hayata
geçirdik. Konferans, sergi, atölye çalışmaları, gösteri ve alan gezisi
uygulamaları birçok kişi ve kurumun katkısıyla gerçekleşti ve
gerçekleşiyor. Bulgaristan’dan ve Türkiye’den birçok kişi ve kurumun
bu projeye katkısı oldu. “İki elin sesi” bu katkılarla daha da güçlü
çıkmakta. Türkiye ve Bulgaristan’dan, Üniversiteler, Bilim İnsanları,
Üniversite öğrencileri, kurumlar, sivil toplum kuruluşları, alan gezisi
gerçekleştirdiğimiz Fevziye ve Ivanovo köylüleri çok değerli katkılarını
sundular. “İki elin sesi” bu nedenle çok güçlü oldu /olacak.
Konferansımızda, Saygıdeğer konuşmacılarımız, Balkanlar ve
Türkiye’nin halk kültür değerlerini bir kez daha sizlere Balkanlardaki
somut olmayan kültürel mirasımızdan Balkanlardaki göçmen müziğine,
Nevruz ve Hıdırellez kutlamalarından halk dininin senkretik motiflerine
çeşitli konulardan oluşan bildirileri ile bizleri bilgilendirecektir. 2 gün
sürecek olan konferansımız yarın akşam konser ve halk oyunları
gösterisi ile bir kez daha bizleri projemizin adı olan Diyalog için Halk
Biliminde buluşturacaktır.
Saygıdeğer konuklar, tekrar hoş geldiniz ve katkılarınız için teşekkür
ediyoruz.
Saygılarımla,”
70
Yapılan açılış konuşmalarının ardından Rusçuk’ta düzenlenen
Konferansa Bulgaristan’dan 4, Türkiye’den 3 bildiri ile katılım
olmuştur.
Rusçuk Tarih Müzesi Müdürü Doç. Dr. Nikolay Nenov “
Rusçuk Bölgesinde Yaşayan İnsan Hazineleri” adlı bildirisinde,
UNESCO’nun ‘Yaşayan İnsan Hazineleri’ programında Bulgaristan
adına UNESCO’nun Dünya kültür listesine kayıt olacak beş aday
arasından üç tanesini,
*Ruse’ye bağlı Koşov köyünün maskeli geleneği ’Camal’
ritüelini,
*Razgrad ilinin Yuper Köyü’nün ‘Buentsi’ler, ‘Lazaruvane’
kızlar geleneğinin – henüz ergenlik çağına girmiş kızların sosyalleşme
şeklini gösteren ritüelini,
*Belli bir grup ya da belli bir yerel gelenek üzerinde durmadan
“erkekler grubunun söylediği Noel şarkıları”nın temel bileşenlerini ve
zaman içinde korunmuş olmasını ve bu konularda yapılan araştırmalara
değinmiştir.
Diğer bir konuşmacı Rusçuk Tarih Müzesi Uzmanı Desislava
Tiholova da “Hasat Türküleri – Yaşayan Bellek” adlı bildirisinde,
hasat türkülerinin Hıristiyanlık öncesi dönemden kalan bir canlı bellek
71
olduklarını vurgulamıştır. Bu türkülerin tarımsal üretim ve güneş kültü ile
ilişkili oldukları, içerik ve şekilleri ile tüm coğrafyada tanınabilir oldukları,
melodik ve ritmik yapılarının olması, türkülerin gün–gece çerçevesinde farklı
zaman kesitinde söylenmesi ile ayin türkülerine yaklaştıklarını örneklerle
belirtmiştir.
Bulgaristan Bilim Akademisi, Folklor ve Etnoloji Enstitüsü’nden
Prof. Mila Santova “Balkan Ülkelerinde Somut Olmayan Kültür Mirası”
konulu bildirisinde UNESCO dünya listelerinde yer alan Balkan Ülkeleri,
Somut Olmayan Kültür Mirası unsurları üzerindeki görüşlerini aktarmıştır.
Bulgaristan Bilim Akademisi, Folklor ve Etnoloji Enstitüsü’nden
Doç.Dr. Nataliya Rashkova da, “Balkan Göçmenlerinin Geleneksel Müzik
Kültürü” konulu bildirisi ile 19.yy sonu ve 20.yy başında tarihi olaylar ve
savaşlar sırasında Bulgaristan’a göç etmiş, göçmen ve mültecilerin (Anadolu
ve Trakya Bulgarları adıyla geçmektedirler) yaşadıkları köy ve şehirler ile
son yıllarda Bulgaristan’dan Türkiye’de Doğu Trakya ve özellikle Edirne’ye
göç eden göçmenler arasında Balkanların yerel müzik kültürü, müzik kimliği
ve göçmenlik süreçleri özelinde yapılmış araştırmaları sunmuştur.
72
ODTÜ – THBT kurumsal grubu öğrencileri konferans için
“Anadolu’da Geleneksel Bahar Kutlamaları bağlamında Hıdrellez
Geleneği ve Fevziye Köyü Örneği” konulu bildiriyi Fevziye Köyünde
alan araştırması yaparak hazırlamış ve sunmuşlardır.
Indiana Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. İlhan Başgöz
“Dünya’da ve Bulgaristan’da Nevruz Kutlamaları” konulu bildirisinde
Nevruz kutlamalarını Dünya, Bulgaristan ve Türkiye’deki pratiklerden
yola çıkarak örneklemiş ve tanıtmıştır.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğretim
üyesi Prof. Dr. Tayfun Atay da “Anadolu’dan Balkanlar’a Halk Dini’nin
Senkretik Motifleri” konulu bildirisinde Anadolu ve Balkanlar’da
farklı halkların inanç üzerinden düşmanca ayrışmasını değil, dostça
sarmaşmasını sağlayan ‘senkretizm’in mantığı ve halen süregelen
işleyiş dinamiğini tartışmaya açmıştır.
Konferans etkinliği sonrasında Proje grubu ve iştirakçi
temsilcileri Angel Kanchev Üniversitesi Rektörlüğü’nün daveti üzerine
Üniversiteyi ziyaret etmiştir. Proje çerçevesinde kurulan öğrenciler
arası diyaloğun sürekliliği üzerinde görüş birliğine varılmıştır.
73
3.2.3. “Komşu Danslar” Gösterisi ve Konser
“Komşu Danslar ve Ezgiler Gösterisi” Rusçuk’ta Ruse Military
Club’da yapılmıştır. Angel Kanchev Üniversitesi Halk Dansları grubu,
Bulgaristan ve Balkan ezgileri eşliğinde bir gösteri sunmuşlardır. ODTÜ
Türk Halk Bilimi Topluluğu Müzik Grubu, Anadolu ve Balkan türkülerinden
örneklerle Karadeniz ve Denizli yöresi halk oyunlarını sergilemişlerdir.
Ayrıca Angel Kanchev Üniversitesi’ne Türkiye’den giden ve halk oyunları
çalışan öğrencilerden küçük bir grup Karadeniz yöresi halk oyunlarını
sunmuşlardır.
74
75
76
ankara ve rusçuk
balkanlar ve
türkiye’de
halk kültürü
konferansı
bildirileri
77
4.1.
ANKARA’DA DÜZENLENEN “BALKANLAR VE
TÜRKİYE’DE HALK KÜLTÜRÜ” KONFERANSINDA
SUNULAN BİLDİRİLER
4.1.1. YUNANİSTANDA VE TÜRKİYE’DE AŞK HİKÂYELERİ
(ROMANS) ÜZERİNDE MUKAYESELİ BİR ARAŞTIRMA
Prof. Dr. İlhan BAŞGÖZ
Emekli, Indiana University
Avrupa, Orta Doğu, Türkiye ve
Yunanistan, Kafkasya ve Orta
Asya gibi ülkelerde ortak bir aşk
hikâyesi (romans) geleneği vardır. Fransızlar, Chant Fable, İspanyollar Cante Fable, İngilizler
Romance veya Romantic Epic,
Yunanlılar Roman D’amour,
İranlılar ve Araplar Mesnevi, biz Türkler de Hikâye veya
Aşk hikâyesi diyoruz. Bu aşk
hikâyelerinin ortak özelliği genç
bir kadınla bir erkeğin aşklarını
ve maceralarını anlatmasıdır.
Destan çağında nasıl bir kahramanın bencil olmayan savaşları
idealize edilmiş ve bu kahramana adeta tapınılmışsa, romans
çağı diyebileceğimiz bu çağda
da idealize edilen bir kadına tapınılmış ve onun aşkı uğruna sayısız tehlikelere girilmiştir.
Batı’da romans türü 11.yüzyılda
kahramanlık destanları kaybolduktan
sonra ortaya çıkmıştır ve bunların
çoğu manzum olan aşk hikâyeleridir.
Romansın yazarı genellikle bilinen
bir insandır, çok defa bir Troubadour.
Ancak, Fransız aşk hikâyesi “Aucassin
et Nicolette” gibi bazılarının yazarı
bilinmez. Hatta bir romansın iki yazarı
olduğu bile görülür. Fransız aşk hikâyesi
Roman de la Rose böyle bir hikâyedir.
Guillaume de Lorris, bu hikâyenin 4058
dizesini yazdıktan sonra ölmüş, eseri
Jean de Meun tamamlamıştır.
Ortaçağ aşk hikâyeleri,Avrupa’da
birbiri ile yakından ilişkili iki biçimle ortaya çıkmıştır: Yazılı ve sözlü. Sözlü
hikâyeler kayda geçmemiş olduğu için elbet yaşamamıştır. Ancak, yazılı
romanslarda öyle ifadeler ve sözlü formüller var ki, bunlar türün daha evvel
sözlü anlatıldığını açıkça göstermektedir. 13, yüzyılın başlarında yazılan,
bizim hikâyeler gibi n azım ve nesir karışımı olan Aucassin et Nicolette,
okuyucuya şöyle taktim edilir : “Onlar şöyle söylerler ve şöyle anlatırlar ki”
78
Bu giriş formülündeki “onlar”ın kim olduğu Avrupalı bilginler arasında
ciddi tartışmalara neden olmuştur. Hâlbuki Türk ve Iran hikâyeleri
bilinseydi, bu ifadenin hikâyeyi daha evvel anlatanlara işaret olduğu
kolayca anlaşılacaktı. Bizim hikâyelerimizin bir kısmı şöyle başlar:
“Raviler şöyle rivayet ve böyle hikâye ederler ki.” Yani hikâyeyi daha
evvel anlatanlar şöyle söyler, şöyle anlatırlar ki! Bu ifade kesinlikle sözlü
anlatıma işarettir. Romansın, yazıya geçmeden evvel sözlü anlatıldığına
başka bir işareti Havelock adlı hikâyede buluruz. Bu hikâye de seyirciye
şöyle bir hitapla başlıyor: “Dinleyin iyi insanlar, hanımlar, genç kızlar!
Ben size hiçbir zaman at sırtına binmeye gerek duymayan dünyanın
en güçlü adamı Havelock’un hikâyesini söyleyeceğim Ama evvela
benim kadehimi doldurun, işte hikâyemiz başlıyor, İsa Babamız bizi
cehennemin ateşinden korusun. Benedicamus Domino.”(Loomis and
Hibbard, 1957:288.) Bu giriş kuşkusuz sözlü anlatımdan kalmadır.
Romans türünün uluslararası bir yaygınlığı vardır. Gerçi,
Batı’daki Ortaçağ bilginleri arasında fazla bir ilgi uyandırmamıştır,
ama Romans, aşk hikâyesi türü Ortadoğu’da Araplar, Türkler, İranlılar,
Kafkasya’da Gürcüler, Asya’da Çinliler, Afganlar, Hindistan Moğolları
arasında bilinir. Romans İran’da, Avrupa’dan çok önce, 7 inci yüzyılda
ortaya çıkmış, ondan sonra başka ülkeler de Romans türünü tanımıştır.
Ortadoğu’ da köylü feodal topluğu daha uzun ömürlü olduğu için
romans türü Batı’ya göre daha uzun yaşamış ancak 19. yüzyılın ikinci
yarısında Batı tipi roman bu bölgede tanınınca aşk hikâyeleri geleneği
de son bulmuştur. Türkiye’de ise 1982’lere kadar âşıklar, özellikle Doğu
Anadolu kahvehanelerinde bu hikâyeleri anlatmaya devam etmişlerdir.
Özellikle televizyonun kahvelere ve evlere girmesinden sonra halk
hikâyeleri artık anlatılmaz olmuştur.
Romans türünün Avrupa’da ortaya çıkmasında ve yayılıp
tutunmasında Troubadour lirik şiirinin, Celt mitolojisinin, Arap ve
Roman edebiyatının rolü etraflıca tartışılmıştır. Romans türüne dış
79
etkiler nereden ve nasıl gelirse gelsin, türün ortaya çıkması ve yaşaması için
hayati önem taşıyan yaratıcı sanatçı ve dinleyici dışardan ithal edilemez. O
vakit romans, Vinaver’in ileri sürdüğü gibi 12.yüzyılda Avrupa’da, hem din
adamlarının, hem aydınların dünyasını derinden etkileyen sosyal değişimin
eseri olmalıdır (Vinaver). Avrupa’daki bu büyük sosyal değişmede Doğu’da
seyahat, Arap ve Türk dünyası ile ticaret ve savaşlar gibi tarihsel nedenlerin
rolü de inkâr edilemez. Avrupa’da romansı yaratan Troubadour’ların İberik
yarımadası yolu ile Fransa’ya geçen, Arap lirik şiirlerinin etkisinde kaldıkları,
haklı olarak ileri sürülmüştür. Hatta Hint-Avrupa dillerinin hiçbirinde karşılığı
veya benzeri bulunmayan “Troubadour” adının bile Arapça Taraba, türkü
söylemek eyleminden türediği belirtilmiştir (Menocal 1987: IX-XV).
Ben bu konuşmamda, bu geniş romans coğrafyasından sadece Yunan
ve Türk aşk hikâyeleri üzerinde mukayeseli bir araştırma sunacağım. Bütün
Ortadoğu’yu kapsamadığı için bu, eksik bir karşılaştırma olacaktır. Ancak,
bütün Ortadoğu memleketlerini ve Yunanistan’ı da içine alan böyle bir
çalışmayı daha evvel yayınladığım için ilgililer “Orta Doğu ve Yunanistan’da
Romans Geleneği” başlığını taşıyan bu çalışmayı
Folklor/Edebiyat Dergisi’nin 2004’te yayınlanan 39.
sayısında bulabilirler.
Yunan Ortaçağı beş aşk hikâyesi (Roman
d’amour) tanımıştır. Bunlar Kalimachos and
Chrysorrhoe, Belthandros and Chrysantza, Livistros
and Rhodamne, Florios and Platziaflora, and
Imberios and Margarona adlı aşk hikâyeleridir.
Bu hikâyeler 13. ve 15.yüzyıllar arasında, Doğu
Anadolu’da Türklerin elinde bulunan bölgelere
yakın bir yerde yaratılmış ve yazıya aktarılmıştır.
Dilleri halk dilidir, Bizans kültüründe verse politik
denen 15 heceli bir vezinle yazılmıştır, ama yazarları
bilinmemektedir.
Bu aşk hikâyeleri bize, bir prensin (Kral
80
oğlunun) aşk maceralarını anlatır. Prensimiz şahane bir kalede gördüğü
bir güzele sevdalanana kadar, âşık olmamış, aşk tanrıçası Eros’u
tanımamıştır. Prens aşka düşer ama sevgilisine hemen kavuşamaz.
Uzun ve tehlikeli maceralar, sevdalı çiftleri birbirinden ayırır. Ayrılık
ne kadar uzun olursa olsun âşıklar, birbirine sadık kalır, ne erkek daha
güzel bir kadına gönlünü kaptırır, ne kız daha güçlü bir prense teslim
olur. Bu aşk hikâyelerinin hepsi mutlu bir sonla biter, sevdalılar kavuşur
ve prens babasının tahtına oturur.
Özellikle Yunan bilim adamları bu aşk romanlarının kökeni
hakkında biraz farklı da olsa, benzer görüşler ileri sürmüştür.
Agapidos’a göre “Bizans aydınları arasında artan din dışı bir kültür
arama eğilimleri (secularization) ve Malazgirt savaşından sonra
ortaya çıkan yeni bir kişilik arayışı bu aşk romanlarının doğuşundaki
etkenlerden biridir” (Agapidos 1992). Manoussakas’a göre: “Bütün
Yunan aşk hikâyeleri Frank istilaları ve Haçlı seferlerinin neticesinde,
Batı kültürü ile Şövalye ruhunun birleştiği Yunan topraklarında
doğmuştur (Manoussakas: 70). Gidel bu Batı kültürü
etkisini daha ileri götürerek diyor ki: “Bütün Yunan
aşk hikâyeleri eğer Fransız orijinallerinin tercümesi
değilse, onların taklitleridir (Gidel:195-196). Yunan
Halk masalları ve efsaneleri (Manoussakas:8), Rodos
ve Girit halk türküleri (Lambros:LXIII- LXXXVII)
nihayet Bin Bir Gece Masalları gibi doğu etkileri de
(Manoussakas:81-82) bu aşk hikâyelerinin kaynakları
arasında gösterilmiştir.
Bizans aşk romanlarının kökeni üzerinde
yapılan araştırmalar metinlerde bulunan motif ve
epizot benzerliklerine dayanıyor. Araştırıcılar bu
romansların belli bir tarihte, belli bir biçimsel yapıda,
belli çerçevesi olan bir tür olarak incelemiyor. Folklor
araştırmaları göstermiştir ki, bir motifin, bir epizotun
81
bir eylemin tarihte ve coğrafyada kökenini bulmak olanaksızdır. Bu folklor
elemanları eğer uluslararası folklorda yoksa bile ki çok defa vardır, bütün
Ortadoğu kültürlerinde de bulunur. Bundan başka, hangi sebepten olursa
olsun araştırıcılar, hemen hemen aynı tarihlerde Anadolu’da ve İran’da
anlatılan benzer aşk hikâyeleri üzerinde durmamıştır.
Türk halk hikâyelerinin doğuşu, Âşık dediğimiz sanatçı tipinin hayatı
ve şiiri ile sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü bu hikâyeleri yaratanlar, bu yaratma
işine kendileri tasnif etmek diyorlar, gösterime getirenler ve yaşatanlar
âşıklardır. Bu hikâyelerdeki şiirler âşıkların yarattığı şiirlerdir. Bundan başka
hikâyelerimizin kahramanları da bir âşıktır. Hikâyenin konusu ise çok defa
bir aşığın gerçek veya efsaneleşmiş hayatı üzerine kurulmuştur. Çok defa
diyorum, çünkü bunlar arasında tarih olaylarını, hayattan alınan bir cinayeti
veya felaketi konu alan hikâyeler de vardır. Saz çalıp şiir söylemeyi âşıklığın en
önemli göstergesi sayarsak hikâyenin kadın ve erkek kahramanlarının hepsi,
doğaçlama şiir söyleme yeteneği olan, saz çalıp türkü de söyleyen insanlardır.
Bu yetenek bütün kahramanlar için o kadar önemlidir ki, at üstünde yanında
sazı olmayan kahraman erkekse eline bir değnek alarak onu saz gibi kullanır,
kadınsa 12 örük saçını sinesine basar saz eyler. Bunun için hikâyelerimizin
doğuşu ve yayılması âşık dediğimiz sanatçı tipini incelemeden anlaşılmaz.
Kültür tarihimizde Âşık ve onun eseri olan hikâyenin ortaya çıkması,
15.yüzyıldan sonra Anadolu’da kahramanlık destanlarının kaybolmasıyla
meydana gelmiştir. Göçebe Türk toplumunun edebiyat türü olan Destan, çoğu
göçebe olan Türkler 11. yüzyılda Anadolu’ya gelip yerleşik köylü toplumuna
evrilince yaşamamıştır. Çünkü göçebe toplumunda savaş sadece bir korunma
vasıtası değildir. Göçebe toplumunda savaş bir hayat gereğidir. Ekonomisi
büyük ölçüde savaşlarla elde edilen ganimete dayanan göçebelik, savaşın
kazançları olmazsa zor yaşar. Göçebelikte toprak özel mülkiyetin malı değil
bütün aşiretin malıdır. Ve servet beslenen hayvan sayısı ile ölçülür. 10 bin
koyunu olan Hanlar görülmüştür. Göçebe savaşı kaybederse at beline gelir,
o dağ olmaz bu dağ olsun göçer. Bunun için savaş türküleri, yani destan
sevilir. Hâlbuki yerleşik köylü toplumunda savaş bir felakettir. Tarımcı
82
köylü toprağa bağlıdır, Ev ve tarlasını sırtına sarıp başka topraklara
göç edemez. Bu nedenle savaş teması bu toplumda yerini aşka ve aşk
hikâyesine terk etmiş ve destan söyleyicisi Ozanın yerini de 15. yüzyılın
ortalarından sonra Âşık dediğimiz yeni bir sanatçı tipi almıştır. Âşık’ın
yarattığı edebiyat şiir ve şiir-nesir karışımı olan halk hikâyesinden
oluşur. Hikâyeyi anlatan âşık yeri geldikçe sazını omuzundan indirir ve
türküyü çalar, çağırır. Biz bu hikâyelerden 40 kadarını yazı ve ses şeridi
ile kayda geçirebildik.
Bizim halk hikâyelerimizin konusu tıpkı Yunan aşk hikâyelerine
benzer. Ergenlik çağına gelen bir genç rüyasında bir güzel görür, bir
Veli, Hızır Peygamber, Kırkların Piri veya bir başka din ulusu bu gence
bir aşk badesi (love potion) sunar. Bu badeyi içen genç her iki anlamda
da âşık olmuştur. O, artık doğaçlama şiir söyleme ve şiirini türkü olarak
bir sazın eşliğinde çalıp, çağırma yeteneği olan bir sanatçı olur. Bu âşık
olma motifi bazı hikâyelerimizde kızı veya fotoğrafını görerek âşık
olma şeklinde de karşımıza çıkar. Kahraman bütün hayatını rüyada âşık
olduğu güzeli aramak ve bulmak için harcayacaktır. Bu sevda yolunda
sayısız maceralar yaşayacak, tehlikeler atlatacak sonunda sevgilisine
kavuşacak, evlenecektir. Ancak birkaç hikâyemiz mutlu bir sonla bitmez
ya kahramanlardan biri veya ikisi de ölür. Hikâye öyle biter.
Türk ve Yunan aşk
hikâyeleri arasındaki yakınlık sadece konu benzerliği değildir. Her iki gelenekte de benzer bir aşk anlayışı
vardır. Bu romantik ve tutkulu aşk her iki gelenekte ilahi bir güç tarafından sunulur.
Yunan hikâyelerinde Aşk Tanrıçası Eros, Türk hikâyelerinde
Hızır veya başka bir Veli’dir.
Ancak bu aşk badesi Türk
ve Yunan hikâyelerinde
biraz farklı sonuçlar verir.
Halk hikâyelerimizde aşk badesini içen genç hem sevdalı olur,
hem de saz çalıp şiir söyleyebilen
bir sanat eri. Yunan geleneğinde
genç sadece âşık olur, sanatçı olmaz.
83
Bundan başka romansı anlatan ve bir müzik aleti ile çalıp söyleyen
sanatçılar da, yalnız Türkler ve Yunanlılar arasında değil, bütün Ortadoğu’da
hattaAvrupa’da ortak yanları olan anlatıcılardır. BunlaraAvrupa’da Troubadour,
Yunanlarda Rapsod, bizde Âşık, Ermeniler’de Aşug, Araplarda şair ve Âşık,
İranlılarda Gosan, Gürcülerde bundan alma Magozani, Kürtlerde Dengbej
adı verilir. Burada konudan kısaca ayrılacağım. Bizim destan söyleyicisine
verilen Ozan adının bu Gosan’dan türediği kanısındayım. Gosan, İran Part
İmparatorluğu’nda (MS. 4.-7. yüzyıllar) türkü söyleyen, dans eden, sihirbazlık
yapan halk sanatçılarına verilen isimdir. Bu kaynaktan Ermeni’lere, Türklere
ve Gürcülere geçmiştir (İlhan Başgöz, “From Gosan to Ozan”, Turcica, 38:
2001, 329-35). Bunların hepsi bir müzik aletinin eşliği ile hikâyeyi çalar ve
anlatır. Benzerlikler bununla da bitmez. Türkiye’de Yunanistan’da bütün
Ortadoğu ve Avrasya’da aşk hikâyesi iki kahramanın, yani kadın ve erkeğin
adı ile anılır. Fransızlarda Aucassin et Nicolette, Araplarda Leyla ile Mecnun,
bizde Âşık Garip ile Şah Senem, Tutarganla Abbas ile Güleri, İranlılarda Viz
ile Ramin, Kürtlerde Memo ile Zino, Yunanlılarda Imperios ile Margarona
gibi. Destanların yalnız erkek kahramanın adı ile anıldığı düşünülürse, Dede
Korkut Destanı gibi, Manas destanı gibi, hikâyelerin idealize edilen güzeli
erkekle eşit bir düzeye çıkardığı söylenebilir. Elbet bu, gerçek hayatta böyle
değildir, Sade edebiyatta böyledir, uğruna ölümler göze alınan kadın elbet
erkekle eşit olarak hayallenecektir.
Yunan ve Türk aşk hikâyelerinde aynı masal motiflerine de rastlanır.
Suyolunu tıkayan Dev yahut ejderha (Thompson Index no B.11.7.1)
Kraliçenin bir dev tarafından kaçırılması (R. 11.1), kraliçenin devin elinden
kurtarılması (R. 111. 1.3), olağanüstü kılıç (F.833), ejderhanın öldürülmesi
(F .531.6.12.6) gibi motiflerin hepsi Türk halk hikâyelerinde, diyelim Ahmet
Han hikâyesinde de bulunur.
Bunlardan başka iki romans geleneğinde şaşılacak kadar birbirine
benzeyen eylemler görülür. Türk hikâyelerinden Ahmet Han, Ahmet ile
Mehmet, Asüman ile Zeycan da gördüğümüz çocuğu olmayan aile ve
olağanüstü bir yardımla çocuk sahibi olma Yunan aşk hikâyesi Imperios’da
84
da karşımıza çıkar. Kahramanın bir düşman tarafından hapse atılması,
hapisten kaçırılması, düşman kralın veya Şahın adamları tarafından takip
edilmesi gibi olaylar zinciri Imberios’ta, Veltandros’da, Floriios’ta ve
Türk halk hikâyelerinden Emrah ile Selvi’de, Tufarganlı Abbas’ta, Tahir
ile Zühre’de aynen bulunur. Kadın kahramanın başka birisi ile evlenmeyi
geciktirmek için zaman istemesi ve sevgilisini beklemesi Yunan ve Türk
aşk hikâyelerinde aynen vardır. Livistros, rakip kralla evlenmeyi dört
sene, Selvi ise yedi sene geciktirir. Kadın kahramanın âşık olmadan ve
kahramanla tanışmadan evvel başka birisi ile nişanlanmış olması, bu
eski nişanlının kızı kaçırması Türk ve Yunan aşk hikâyelerinde bulunan
başka bir benzerliktir. Bu benzerlik Yunan hikâyesi Livistros’ta ve Türk
hikâyeleri Âşık Garip, Battal Yusuf, Ahmet Han ve Emrah ile Selvi’de
görülür. Bunlardan başka âşıkların sadakat sembolü olarak yüzük alıp,
yüzük vermeleri Kalimachos’ta ve Âşık Garip hikâyesinde bulunur.
Burada bir başka Yunan romantik destanında, Digenis Akritas’da
karşımıza çıkan çok enteresan bir motife değinmek istiyorum. Digenis
Akritas’da Anadolu’da ortaya çıkan bir romantik destandır. Digenis
Akritas’da birbirlerini ilk defa gören sevgililer düşer bayılır. Bu, gerçek
bir aşkın işaretidir (Mavrogordato 1956:61). Türk halk hikâyeleri Emrah
ile Selvi ve Mahiri ile Mahitaban’da sevgililer ilk defa karşılaşınca üç
defa ayılıp, bayılırlar.
Türk ve Yunan halk hikâyeleri arasındaki benzerliklerin bence
en önemlisi biçimsel yapıda (Morphological structure) görülür. Rus
folklorcusu Wiladimir Propp’un geliştirdiği biçimsel yapı analizi, 100
Rus masalının incelenmesine dayanır. Propp’a göre masalı tarif etmek
için motifler, masal tipleri, masal kahramanları gibi elemanların analizi
yeterli değildir. Masalda en önemli tarif edici unsur, kahramanların
eylemleridir. Propp buna fonksiyon diyor ama bu bizim, bildiğimiz işlev
anlamında kullanılmıyor. Önemli konu eylemi (plot action) anlamında
kullanılıyor. Bir masalda kahraman, kartalın kanadında veya bir kayıkla
bir yerden bir yere gidiyorsa bunları uçma veya kayıkla seyahat gibi
motifler olarak görmek yanlıştır. Bunlar bir yerden bir yere gitme
85
(transportation) eylemidir. Propp’a göre masalda böyle eylemlerin sayısı 31
ile sınırlıdır. Propp’un analiz metoduna yöneltilen eleştirileri göz önünde
tutarak ben halk hikâyelerimizi 6 konu eylemi ile tarif ettim. Bu eylemler
şunlardır;
1. Kahramanın ailesinde bir krizin ortaya çıkması. Buna kriz adı
verdim.
2. Bir kıza âşık olmak yolu ile kahramanın bir âşık-sanatkâra
dönüşmesi. Buna değişim dedim.
3. Kadın kahramanı aramak için aileden kopup yollara düşme. Buna
arama adı verdim.
4. Kavuşmayı önleyen engeller. Buna engeller adı verdim.
5. Engellerin ortadan kaldırılması.
6. Sonuç: evlenme veya ölüm (Başgöz 1976:11-23).
Bu morfolojik yapının Ortadoğu’da başka romanlarda da bulunduğunu
zannediyorum. Yayınlanmamış bir araştırma Kürt halk hikâyesi Memo ile
Zino’nun aynı yapı özelliğine sahip olduğu göstermiştir (Chyet, 1991: 96).
Ben İran halk hikâyesi Vis ile Ramin’de de aynı morfolojik yapıyı buldum.
Halk hikâyelerimizde görülen bu eylemlerin hepsi Yunan aşk
hikâyelerinde de bulunur. Hikâyelerimizdeki 1. eylem yani ailede kriz
Florios ile Platzia’da kahramanın babasının katledilmesi ve her iki gencin de
annelerinin ölmesi şeklinde görülür. Margarona’da kriz çocuksuzluktur, uzun
evlilik yıllarına rağmen ailenin çocuğu olmaz. Livistros ile Rodamne’de
kahraman ailesini terk eder, Kalimachos’ta ailenin üç oğlu baba sarayından
ayrılır.
İkinci eylem âşık olmak suretiyle değişme Yunan aşk hikâyelerinde
gayet açık görülür. Florios ile Platzia’da kahraman, bir kızla beraber büyürken
ona âşık olur. Livistros, Velthandros ve Kalimachos’ta kahramanlar Eros’un
sarayına girerek aşka tutulurlar. Yunan aşk hikâyelerinde öteki konu eylemleri
de bulunur. Livistros’ta kahraman âşık olduktan sonra kız kaybolur. Livistros
86
yanında 100 askerle kızı arar ve bulur (Engel ve arama). Mısır kıralı
kızla daha evvel nişanlanmıştır. Kızı almaya gelir ama erkek kahraman
kıralı bir savaşta yener (Engellerin ortadan kalkması). Kız ve erkek
kahraman evlenirler (Sonuç). Imberios’ta erkek kahraman ve kız baba
sarayından kaçarlar (kriz). Kahraman esir edilir ve Mısır kralına satılır
(Engel) Kahraman Mısır’dan kaçar, memleketine döner (Engellerinin
aşılması). Sevgililer kavuşur (Sonuç).
Kalimachos’un hikâyesinin romanstan farklı bir yapısı vardır.
Bu hikâye bir masalla başlar (Thompson-Aarne type 300). Romansın
biçimsel yapısı kahramanın ejderhayı öldürüp kızı kurtarması ile başlar.
Değişim, engeller, engellerin aşılması gibi eylemlerden sonra hikâye
kavuşma ile biter. Burada başka bir benzerliğe işaret etmek gerekecektir.
Bir aşk hikâyesinin bir masalla başlaması Türk halk hikâyelerinin de
kullandığı bir anlatım tekniğidir. Âşık Sabit Müdami’den derlediğim
Ahmet ve Mehmet hikâyesi bir masalla başlar (Thompson-Aarne type
506.1). Masal bittikten sonra hikâye gelişmeye başlar.
Türk ve Yunan aşk hikâyelerindeki benzeşmeleri anlamak
için bunları besleyen sosyal yapıyı ve tarih gerçeklerini de incelemek
gerekir. Uzun yüzyıllar Türkler ve Yunanlılar ya komşu olmuş, ya aynı
topraklarda yaşamıştır. Bu bölgede ulusal hudutlar ve halkın şu veya
bu politika otoritesine bağlılığı sık sık değişmiştir. Bu nedenle çeşitli
uluslar ve etnik guruplar arasına süreli bir kültür alışverişi olmuştur. Bu
kültür alışverişi, daha güçlü olarak aynı şehirde, hatta aynı mahallelerde
yan yana yaşayan etnik ve din gurupları arasında daha kuvvetle var
olmuştur.
Konuşmamın başında belirttiğim gibi sadece Türk ve Yunan
aşk hikâyeleri arasında bir karşılaştırma eksik olacaktır. Çünkü aşk
hikâyelerinin konusu, anlatıcıları önemli motifleri ve morfolojik yapısı
bakımından benzerlikler ve ciddi karşılıklı etkileşimler vardır. Profesör
Helmut Ritter, İran aşk hikâyesi Vamık ile Azra, da bulduğu kişi ve yer
adlarını inceledikten sonra bu Mesnevi’nin Yunanca’dan tercüme edildiği
87
sonucuna varmıştır (Ritter 1948: 135). Fransız araştırmacı René Basset, Yunan
aşk hikâyesi Floris ile Platzia’ ya kaynaklık eden Fransız romansı Floire et
Blanchefleur’un Arapça’dan tercüme edilmiş olması ihtimalini ileri sürüyor
(Basset 1915). Prof. Ahmet Ateş’e göre İran Mesnevisi Varaka ile Gülşah,
aslında Arap halk hikâyesi Urvah ile Afrah’ın Farsçaya tercümesinden başka
bir şey değildir. İranlı şair Ayyuki (11.yüzyıl) bu Arap hikâyesini manzum
olarak yazmıştır. 1368’de ise Türk şairi Meddah Yusuf bu Farsça mesneviyi
Türkçeye tercüme etmiştir,
Türk halk hikâyesi Hurşit ile Mahmihri’nin iki başlangıç epizotu aynen,
kahramanın isimleri dâhil, İran hikâyesi Samak-ı Ayyar’dan tercümedir. İran
hikâyesinde, Arak Hanın kızı ile evlenen Marzeban Kralın çocuğu olmaz.
Bir vezirin falına uyarak çocuk sahibi olur. Çocuğun adını Hurşit Şah korlar.
Hurşit Şah dünyaya kapalı özel bir sarayda eğitilir. Bütün bilimlerde ve at
binip kılıç kullanmada usta olur. Hurşit Şah avda bir yabani eşeği kovalarken
yolu Çin padişahının kızı Mahmihri’nin çadırına uğrar. Kızın elinden bir aşk
badesi içerek ona âşık olur.
Türk halk hikâyesinde Baba Nurullah Han’ın çocuğu olmaz. Bir
dervişin verdiği elmayı yiyerek çocuk sahibi olur, çocuğun adını Hurşit
Bey korlar. Çocuk dünyaya kapalı özel bir sarayda eğitim görür. Genç ve
yakışıklı bir delikanlı olur. Hurşit Bey, avda bir geyiği kovalarken, yolu Çin
Padişahı Mahmihri’nin çadırına uğrar. Kızın elinden aşk badesi içen Hurşit
Bey Mahmihri’ye âşık olur (Özel arşivimde Nahsen Şanlı tarafından anlatılan
hikâye). Samak’ı Ayyar, Sultan Murat’ın (1574-96) emri ile Farsça’dan
Türkçeye tercüme edilmiştir. Türk halk hikâyesi Hurşit ile Mahmihri bu
tercümeden alınmış olmalıdır.
Bin Bir Gece Arap masallarındaki Bedreddin Hasan ve Hudadad
bölümlerini inceleyen Pertev Boratav, bu masallardaki bazı epizotların ve
motiflerin Türk halk hikâyesi Kirmanşah’ta bulunduğu ve her iki kaynağa da
daha eski bir masaldan indiği kanısındadır (Boratav 1961: 63-73).
88
Bu karşılıklı ilişkilerin dahası da var. Türk Halk hikâyesi Âşık
Garip ile Şah Senem’in konusu nerdeyse tümden Arap halk hikâyesi
Murakkış ile Esma’dan alınmıştır. Âşık Garip’in konusu kısaca şöyle:
Zengin bir bezirgânın oğlu Âşık Garip babası öldükten sonra
miras kalan malı ve parayı içki ve kadınlara harcayarak har vurup
harman savurur. Yoksul düşüp hiç bir zanaatta tutunamayınca bir gece
rüyada Şah Senem’in dolusunu içerek âşık olur. Tebriz’den Tiflis’e kızı
bulmaya gider. Kızın babası zengindir. Bu fukara aşığa kızını vermek
istemez. Ondan büyük bir başlık parası ister. Âşık Garip arkadaşı Şah
Velet’le Halep’e gitmek için yola çıkar. Şah Velet arkadaşına ihanet
ederek Âşık Garip’in ölüm haberini getirir ve Şah Senem’le evlenmek
ister. Âşık Garip Halep’te yedi sene çalışarak başlık parasını biriktirir.
Şah Velet’le sevgilisi Senem’ in tam düğünleri tutulurken döner ve
düğünde söylediği bir türkü ile kendini tanıtır. Şah Senem’le evlenir.
Arap halk hikâyesindeki isimler farklıdır ama konu tamamen aynıdır
(Otto Spies 1929: 18).
Zhirmusnki’nin dönüş epizotu adını verdiği bu bölüm pek
az farklarla Türk destanı Bamsı Beyrek ve Yunan destanı Odiseus’te
de bulunur ( Bu konu için bak: Zhimunski 1967). Yunan destanının
kahramanı Odiseus, Truva savaşları biteli 10 yıl olduğu halde
memleketine dönmez. Yunan zenginleri Onun sarayına doluşur, malını
ve servetini yer ve karısı Penelope ile evlenmek isterler. Penelope
sevgili eşinin ölmediğine inanmakta ve Onu beklemektedir. Odiseus
esir tutulduğu yerden kaçar, uzun maceralardan sonra Ithaka’ya bir
dilenci kılığında döner, bir domuz çobanına sığınır. Odiseus Karısının
talipleri ile savaşarak onları öldürür ve Penelope’ye kavuşur.
Bamsı Beyrek 7 yıl Parasar’ın Bayburt kalesinde esir kalır.
Esirlikten kaçıp kurtulur, nişanlısı Banu Çiçek’in bir başkası ile düğünü
yapılırken döner. Bir çobanla elbisesini değişir. Düğünde söyledikleri
ile kendini tanıtır ve sevgilisi ile evlenir.
89
Bu izahlar gösteriyor ki, Yunan,
Türk ve öteki Ortadoğu memleketlerinde görülen aşk
hikâyelerinde bulunan motiflerin, epizotların, eylemlerin hatta konuların coğrafi ve
ulusal kökenlerini tartışırken
çok dikkatli olmamız gerekir.
Bunları bir coğrafyanın veya
ulusun sınırları içine hapsetmek
tehlikeli bir yaklaşımdır. Bunun
yerine Yunanistan ve Türkiye
dâhil bölgedeki romans gelenekleri arasındaki karşılıklı etkilenmeyi incelemek daha sağlıklı
daha bilimsel bir yoldur. Fransız
folklorcusu Paul Saintive, ki asıl
adı Emil Nouri’dir, folklorun bir
kardeşlik doktrini olduğunu ileri
sürer. Yazık ki folklor her yerde
ı:
lar
ç
u
on g
bu kardeşlik fonksiyonunu gerçekleştiremiyor, çoğu yerlerde
öteki komşuya, öteki
ulusa, öteki etnik veya
din gurubuna bir düşmanlık doktrini haline
getiriliyor. Orta Doğu
Yunanistan ve Türkiye’de
aşk hikâyeleri araştırmalarına benim önerdiğim
yaklaşımı benimsersek ki
bilimsel olan da budur, o
vakit folklor bilimi, yüzyıllardır, uluslar ve dinler
arasında kanlı boğuşmalar
yaşayan bu bölgede, dostluğa ve kardeşliğe küçük de
olsa bir katkı verecektir. Bunu
umalım.
i
tes
rsi ağı
e
lık
niv işim ında
Ü
ı
rk
eb ar
se let
rül zmal e Ru da i da fa lıklı
ü
ı
v ın
ürd ani
BT aras lanın karş
H
• S mek
T i
a
a
TÜ iler nat
ard
t)
OD renc e sa şmal ler
ği
• öğ
v
ı eri
roo iler
irli
l
s
r
b
a
s
ç ec
ltü
ra işk ve iş
Kü lorik ış b ın (g uş il
•
log
lk l m
g
Fo zanı yay urulm diya
• ka
a k
an erle sında
b
a
Ta tl
• örgü ke ar
l
ü
İki
•
je S iyalo
o
r
P ilir d
90
4.1.2. UMUDUN EFENDİSİ HIZIR VE HIDRELLEZ
Prof. Dr. Muhtar KUTLU
Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi
Hıdrellez,
Anadolu’da
Hızır ve İlyas’ın bir araya geldiği
gün inancıyla kışın sona erip
yaz
mevsiminin
başlangıcına
işaret eden bahar bayramı olarak
kutlanmaktadır.
Geleneksel
bayramlar içinde kutlama zamanını
genel bir takvim geleneğinin
belirlediği, mevsimlik bayramlar
içinde yer alan bahar bayramlarından
biridir. Bir geçiş dönemi olarak
kutlanan Hıdrellez, bu yönüyle
mevsimlik-takvimsel
olarak
uygulanan verimlilik ritleriyle
ilişkilendirilebilir. Tüm bahar
bayramları, verimlilik ritlerinin
bugüne uzanan kalıntılarıdır. Bu
tür kutlamalar, topluluğun (ve
doğanın) bir durumdan diğerine
geçişine eşlik eden ve edinilen yeni
durum ve kimliği belirleyen tanımlayan bir süreçte, tam eşikte (geçiş
anında) gerçekleşmektedir. Hıdrellez kutlamalarının temelinde de
eskiden uzaklaşmak, yeniyi karşılamak, kutlamak, kutsamak, yeniden
ve yeni durumdan bolluk-bereket ve sağlık dilemek, insanın çeşitli
umarsızlıklarını gidermek, kötülüklere karşı korumak gibi beklenti
ve tasarımlar yatmakta ve bunlara bağlı çeşitli inanç ve pratikler
gerçekleştirilmektedir. Hıdrellez uygulamalarının hemen hepsinde bu
özellikler açıkça görülür.
Hıdrellez;
çevresinde
kümelenmiş çeşitli inanç ve
pratiklerle örülü özgün bir halk
inancından kaynaklanan ve
Anadolu’da kutlama ve şenliklerle gündeme gelen geleneksel
bahar bayramıdır. Hıdırellez’e
doğuş veren halk inancının temelinde yer alan Hızır-İlyas kültü
ve Hıdrellez, folklorik yanı kadar,
teolojinin, tasavvufun ve edebiyatın da zengin bir konusudur.
İlk bakışta İslam’dan beslenen
bu kültik inanışın Balkanlardan
Ortadoğu’ya geniş bir coğrafyada İslamiyet öncesi inançlarla ve Hıristiyanlıktaki benzer bir
halk inanışıyla iç içe geçmiş olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle
Anadolu’da İslam öncesi dönemde Hıristiyan ahali tarafından
takdis edilmiş bir aziz olan Ayios
Yeoryios (Aya Yorgi-Hagios Georgios) ile Anadolu’nun İslamlaşmasından sonra bir kült şahsiyete dönüşen “Hızır” özdeşliği,
Hıristiyan-Müslüman buluşmasına ilişkin çarpıcı bir örnektir.
91
Hıdrellez’in adı, Anadolu insanı arasında aksi görüşler bulunmakla
birlikte karaların, bazı söylencelerde denizlerin, hâkimi olduğu kabul edilen
Hızır ile denizlerin, bazı söylencelerde karaların hâkimi olduğu kabul edilen
İlyas adlı iki peygamberin adlarının, Hıdrellez olarak birleştirilmesine
dayandırılmaktadır. Söylencelerde hem Hızır hem de İlyas “ab-ı hayat” içerek
ölümsüzleşmişlerdir. Kimi anlatılarda Hızır ile İlyas kardeştir. Kimilerinde,
Hızır ve Ellez adlı kara sevdalı iki âşık. Kimi anlatılarda ise İlyas gerçektir,
Hıdır veya Hızır onun lakabıdır.
Anlatılara göre; Hızır ve İlyas, her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan
gece, bir su kaynağı yakınında yüksekçe bir tepede (hıdırlık) buluşurlar ve
göğün en yüce katına seyahat ederler. Bu mitolojik buluşma/rastlantı sırasında
ve sonrasında iyi şeyler gerçekleşir: doğa yenilenir, yiyecek, içecek ve benzeri
ürünlerde bolluk görülür, hastalık ve sakatlık gibi rahatsızlıklar savuşturulur.
Bu buluşma gününde beklenen Hızır’dır. Hızır’dan sağlık dağıtması, uğur,
bereket getirmesi, kısmet ve talihi açması, mal ve servet kazandırması dilenir.
Bunun için Hıdrellez’de gerçekleştirilenlerin hepsi, sonuçta dilek ve isteklerin
yerine gelmesi için izlenen stratejinin bir ürünüdür.
Hızır’la İlyas’ın buluşması tıpkı mitolojilerde tanrıların buluşmasını ve
kutsal evliliklerini (hieros gamos) gerçekleştirdikleri günleri anımsatmaktadır.
Yılın belli zamanlarında -kışın- yok olan ya da ölen tanrılar, onun yasını
tutan, arayan tanrıça sevgilileriyle böylesi günlerde buluşarak, birleşerek
baharı, toprağın yeşermesini, kabarmasını, hayvanların yavrulamasını,
üremeyi, yeniden doğuşu sağlıyorlardı. (Örneğin, Sümer’de İnana/Dumuzi;
Babil’de İşhtar/Tammuz; Yunan’da Aphrodit/Adonis; Mısır’da İssis/Osiris;
Hitit’de Hannahannas/Telipinu adlı tanrıların buluşması gibi).
Hıdrellez günü, eski takvimle (Rumi-Jülyen) 23 Nisan, günümüz
takviminde ( Miladi- Gregoryen) 6 Mayıs günüdür. Halk takviminin
geleneksel uygulamaları içinde yılı ikiye bölen, 6 Mayıs’la başlayan 8
Kasım’a kadar 186 gün süren Hızır günleri (Ruz-ı Hızır) yaz mevsimini; 9
Kasım’la başlayan 6 Mayıs’a kadar süren 179 gün ise Kasım günleri (Ruz-ı
Kasım) yani kış mevsimini oluşturan bir takvim kullanılmaktadır. Söz konusu
92
takvimde yaz dönemi 6 Mayıs’ta başlamaktadır. 6 Mayıs güneşin Ülker
burcuna girdiği, yılı ikiye bölen dönemin başı ve en eski takvimlere
göre baharın başlangıcıdır. Hıdrellezin baharın başlangıcı kabulüyle bir
takvim bilgisi olduğu kadar, yeni yıl mitlerindeki mitolojik anlamlarıyla
hayatın yani yaratılışın ve yeni yılın da başlangıcıdır.
Hıdrellez günü ve 6 Mayıs ilişkisi birçok yönden dikkate
değerdir. Bu tarih, Hıdrellez kutlamalarının Aya Yorgi ve Hızır kültü
özdeşliğine dayanarak Hıristiyanlıkla ilişkisine işaret eder. Aya Yorgi
kültü kutlamaları Yunanistan’da, Balkanlar’da ve diğer bazı Doğu
Avrupa ülkelerinde 6 Mayıs’ta kutlanmaktadır. Öte yandan bu tarihin
astronomik bilgiler, iklim ve doğa koşullarıyla bağlantılı olduğu da
görülmektedir. Nitekim 6 Mayıs tarihi söz konusu coğrafyadaki mevsim
değişikliği ile açıklanmaktadır: Bu tarih güneşin Ülker burcuna girdiği
bir zaman dilimidir. 6 Mayıstan itibaren (Hızır günleri) 8 Kasım’a kadar
93
Ülker yıldızını (astronomideki adıyla “pleyades”)1∗ güneşin batışından sonra
görmek mümkün değildir. Bu tarihten sonra ise (8 Kasım) Hıdrelleze kadar
güneş battıktan kısa bir süre görülür. Bu tarihlerin, yılı astronomik ve doğaya
uygun bir şekilde kış ve yaz olarak iki ana mevsime böldüğü görülmektedir.
Ülker’in batışı, görünmez oluşu Hıdrellez ve yazın başlangıcı için görsel bir
işaret olarak alınmaktadır. Yılın bölümlenmesini yıldızlarla ilişkilendiren
ve Ülker yıldızına dair bu tür gözlemler, Türk halk takvim geleneği içinde
bugün de yaşamaktadır. Ülker burcuna dayalı bu sistemin Türk ve Moğol
kültür ortamında da bulunduğu kaydedilmektedir.
Hızır, sözlü ve yazılı hemen bütün betimlemelerde iki karakterli bir
doğaüstü güç olarak tanımlanmıştır. Bir karakterinde o dara düşene el vermenin,
iyilikseverliğin, uğur ve şans getirmenin, bolluk ve bereketin, üremenin
sembolü haline gelmiş bir veli ya da peygamberdir. İkinci karakterinde
ölümsüzlüğün ya da ölüp yeniden dirilmenin, uyuyup-uyanmanın, yeşilinyeşermenin yani baharın sembolüdür. Hızır her iki karakteriyle, özellikle
Mısır, Mezopotamya ve Anadolu üçgeninde yaşamış çeşitli kültürlerdeki bazı
doğaüstü güçlerle örtüşmektedir.
Halk inançları içinde bu senkretik olgunun aktörü olan Hızır, zor
durumlarda yardımı istenen, bu yardımın gerçekleşmesi için belli pratiklere
başvurulan doğaüstü bir güç haline gelmiş (kimi zaman bir nebi, ya da bir
veli, kimi zaman bir melek olarak) ve tam anlamıyla bir külte dönüşmüştür.
Hızır, özellikle umudun tükendiği, çarelerin sona erdiği durumlarda
yardıma çağrılan, çağrıldığında mutlaka geleceğine inanılan bir kültikefsanevi kişilik ve kurtarıcıdır. Hızır güçlü kuvvetli, nur yüzlü, aksakallı bir
∗
1
Süreyya, Pervin ve yedi kız kardeş adlarıyla da bilinen Ülker (pleyades) yıldızı astronomik
olduğu kadar mitolojik bir yıldızdır. Dünyaya yakınlığı nedeniyle çıplak gözle izlenebilen güzel görünümlü, üzüm salkımı gibi ışıklı küçük bir yıldız kümesidir. Kutsal kabul edilen, denizcilere yol gösteren bir yıldızdır. Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri adlı şiirindeki “Yedi kandilli Süreyya’yı
uzatsam oradan” dizelerinde atıfta bulunduğu bu yıldızdır.
94
kişi olmasına karşılık, çoğunlukla kimlik değiştirerek zavallı bir fakir,
dilenci gibi dolaşır ve böylelikle insanları sınar. Hızır’ı tanımanın
yollarından biri parmaklarından birinin kemiksiz olması, şahadet
parmağı ile orta parmağının aynı boyda olmasıdır. Kimi zaman yaya,
kimi zaman atlıdır.
Anadolu’da Hıdrellez kutlamaları bu günde Hızır’ın kendilerini
ve evlerini ziyaret edeceği düşüncesiyle, “Hızır hakkı” için tabir edilen
hazırlıklarla başlar. Hıdrellez, Anadolu’nun kimi yörelerinde doğa ile
iç içe olma anlamında ağaçlık-yeşillik yerlerde ve bir suyun kıyısında,
kimilerinde mezar ziyaretlerini de içine alarak, “Hıdırlık” olarak anılan
kutsallık atfedilmiş yerlerde kutlanır. Kutlamalarda Hızır’dan sağlık
dağıtması, uğur, bereket getirmesi, kısmet ve talihi açması, mal ve
servet kazandırması beklenir. Anadolu genelinde, olumlu anlamdaki
hemen her konunun hallinde yardımın gelebileceği beklentisi, Hızır
inancı ile birleştirilmiş bir görünüm sergilemektedir. Yardım, özellikle
maddi dünyaya yönelik olup bolluk, bereket, zenginlik, uğur, şans,
başarı ve kısmetin açılması; mal, mülk, çocuk gibi beklenti ve istekleri
kapsamaktadır. Söz konusu beklenti ve isteklerin sağlanmasında Hızır
en büyük yardımcıdır.
Günümüzde Balkanlarda “Aziz George
(Aya Yorgi) Festivali/Günü”,
“Herdeljez”,
“Ederles/Ederlezi” adları
altında farklı topluluklarca kutlanan Hıdrellez, bir
kültik şahsiyetin çevresinde oluşmuş ortak inançları
bünyesinde taşıyan bir
pratik olarak değerlendirilebilir. Bu ortaklığın bir başka ifadesi, bu gün, bu geniş coğrafyada umudun günüdür. Hızır
ise, insanımızın zihninde ve
gönlünde umudun efendisidir.
95
4.1.3. ST. GEORGE KÜLTÜ- HALK PARADİGMALARI,
UYGARLIK SEMBOLÜ, KENTSEL TATİL
Doç. Dr. Nikolay Nenov
Müdür, Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi
Bulgar ve yabancı yazarlar Aya Yorgi (St. George) kültüne
o kadar çok dikkat çekmişlerdir ki, artık bu konuda gözden
kaçmış bir başlık bulmak zordur.1 Aya Yorgi’nin Avrupa etnokültürel çevresi tarafından himaye edilişini sorgulayarak,
böylesi bir iltimasa sebep olan öncülleri de belirleyebiliriz.
Meydana gelişi söz konusu olduğunda, iki yön mevcuttur Aziz Kültü ve Avrupa etno-kültürel çevresinin oluşumu. İkisinin
de, benzer bir Aziz figürünü bulmanın zor olduğu Avrupa
uluslarının kavramlarında yansıyan karşılıklı ilişkilere sebep
olmuş uzun ve karmaşık bir gelişim ve etkileşimi vardır.
Avrupa, başlangıcı Antik döneme kadar uzanan tarihi bir
oluşumdur. Coğrafi olarak Avrupa’nın güney bölümleri, Kuzey
Afrika ve Batı Asya’yı – Akdeniz bölgesini kapsar. Avrupa
coğrafyası 8. yüzyılda Kuzey Afrika’daki Arap işgalinden beri
değişmiş ve yalnızca Doğu sınırı uzunca bir süre belirsiz kalsa
da bugünkü görünümüne kavuşmaya başlamıştır. Coğrafya
dışında etno-kültürel çerçevenin oluşmasındaki faktörlerden
biri de dindir. Hrıstiyanlık Avrupalıların düşünce yapısını
biçimlendirmiştir; basit bir bayram takvimi ve özdeş yaşam
biçimleri kurmuştur. Yani 9. ve 10. yüzyıllarda etno-kültürel
çerçevenin sınırları, çerçeveye Slavların din aracılığıyla katılımıyla yavaş
yavaş bugünkü gibi bir karakter kazanmıştır. Slavlar doğu sınırı boyunca
Avrupa’yı ve Avrupa kimliğini koruyan halk olarak ortaya çıkmıştır.
Yakın dönemde ortak kültürel mirasın fark edilişi ve Hint-Avrupa dil
1
96
Bu konu ile ilgili çalışmalar için bkz., Koleva 1981, Chaika 1988, Мифы 1908: 273,
Benovska-Sabkova 1995: 197-230.
grubuna ait dillerin birbirine yakınlığı, Avrupalıların düşünce sisteminde
Avrupa medeniyeti kavramını biçimlendiren yeni nitel değişimlere yol
açmıştır. Fransız Devrimi, Napolyon savaşları ve Avrupa uluslarının
oluşması için ideolojik öncüllerin ortaya çıkışından sonraki bir buçuk
asırlık süre boyunca, antik çağları temel alan bir Avrupa kültürel
kimliğinin fark ediliş süreci gerçekleşmiştir.
Avrupalılar biz ve yabancı karşıtlığında
yalnızca kendilerini medenileşmiş olarak
tanımlarlar. Kültürel kimliğin düşünceye
dayattığı sınırlar, 1940’lara kadar “Avrupa
Savaşı” olarak anılan Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra, Oswald Spengler,
Arnold Toynbee ve diğerlerinin Avrupa
merkezciliğin üstesinden gelmeleriyle ve
dünya tarihinde birden fazla medeniyetin
varlığını tanımalarıyla çökmüştür.
Avrupa
kimliğinin
inşası
ve
gerçekleşmesine paralel olarak, Savaşçı Aziz
Yorgi kültü oluşur ve yayılır. 4. Yüzyılın
ortasından itibaren, başlarda imparatorluğun
Doğu bölgelerinde, ancak daha sonra batıda
da ilk kiliselerin inşası başladı. Bu Aziz’in
aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’nun
koruyucusu olduğu da kabul edildi.
Bazı araştırmacıların Aziz yazınında
(Hacıyografya) İmparator başlığını giderek baskın hale gelen savaşçı
karakteriyle ilişkilendirmesi bir tesadüften ibaret değildir.2 Büyük
Konstantin sarayın girişinde bir ejderhaya mızrak saplayan savaşçı
olarak resmedilmiştir. Azizlerin daha sonraki anlatılarında ejderha
dövüşü Paganizme karşı bir zafer olarak rasyonalize edilmiştir, çünkü
canavardan kurtarılmış insanlar bu kahramanca hareketin karşılığında
2
V. N. Lazarev – alıntı, Benovska-Sabkova 1995: 200.
97
zorunlu olarak Hristiyanlığı kabul etmiştir. Belki de Hristiyanlığı devletin
resmi dini yapan kişi olduğu için İmparator Konstantin’in ejderha dövüş
sahnesinde resmediliş biçiminde belirgin bir vurgu vardır. Aslında, ejderha
öldürme motifi 12. yüzyıl öncesi edebiyatında ve sanatında mevcut değildir
(Myth 1980: 275). Bu bağımsız ve özgün bir ortaçağ fenomenidir. Bu azizejderha-savaşçısı karakteri mitolojik karakterler yerine geçmez; Hristiyanlığın
Paganizmle savaşının ve zaferinin sembolleri, folklorda benzerleri görülen
ancak içerik ve boyutu farklı olan dizimsel düzenin bir parçasıdır.3
Ejderha savaşçısı Aziz kültü tüm Avrupa’ya oldukça geç bir dönemde
Haçlı seferleriyle birlikte yayılmıştır ve 1222’den bu yana İngiltere kraliyet
ailesinin koruyucu azizidir.4 Bu durum, ejderha savaşı sahnesinin ortaya çıktığı
ve perçinlendiği yerin aslında Avrupa’nın Güneydoğu bölgeleri olduğunu
gösterir. Bazı araştırmacılar ortaya çıkış yeri olarak Bulgar bölgelerini
gösterirken, diğerleri Gürcistan’ı önerir (Benovska-Sabkova 1995: 201).5
Ortaya çıkışının kesin coğrafi yerinden bağımsız olarak, sahnenin yayılmasının
3
Benovska-Sabkova 1995: 199-204 -”Bu aziz ve farklı halkların folklörlerindeki sayısız
kahramanlar arasındaki yakınlık “Yorgi” efsanesinin popülerliği, yaygınlığı ve üretkenliğini belirler”.
4
1996’da İngiltere’de yapılan Avrupa Futbol Şampiyonası’nın Wembley’deki açılış törenindeki gösterilerden biri de, Aya Yorgi’nin ejderhayı öldürüşüdür. Krallığın ve savaşçıların mertliğinin
sembolü olarak kabul edilen aziz-ejderha-savaşçısının adada milli bir sembol haline gelmek için daha
da yaygınlaşması gerekmiştir.
5
“Bulgarlar Hrıstiyanlığı kabul ettiğinde, Balkanlar’da 9. yüzyıl boyunca Ortodoks takviminde Aya Yorgi gününün Ülker takımyıldızının (N.N.) akşam dizilişine yakınlığı, aziz kültünü
önemli ölçüde değiştirmiştir. Bir ya da iki yüzyıl boyunca yazın ve resimlerinde ejderha dövüş olayını
işlemişlerdir. (Gökbilimsel olarak gün batımının Ülker takım yıldızını “öldürüşü” azizin ejderhayı
öldürüşü olarak düşünülmüştür.” (Kaloyanov 1995: 112).
98
sebeplerinden en önemlisi yabancı, Hristiyan olmayan medeniyetlerle
süre giden çatışmalardır. Avrupa bölgesi, Avrupa’nın etanol kültürel
çerçevesinin sınırları, kazanılmış alanın Hristiyan kimliğini silahıyla
savunan bir savaşçı azizin korumasında oluşmuş görünmektedir (Nenov
2002). Bu güçlü Aya Yorgi kültünü yabancı medeniyetlerle ilişki
halindeki halklar için önceden belirler. 10. yüzyıla ait bir Eski Bulgarca
metin olan “Bulgar Yorgi Mucizesi” memleketinde tanınmaktadır ve
Pagan Macarlarla yapılan savaşta Aya Yorgi’nin Bulgar ordusunun
koruyucusu olduğunu açıkça ortaya koyar.
Aynı zamanda Ruse (Türkçesi Rusçuk) isimli kent de Aya
Yorgi’yi koruyucusu olarak kabul etmiştir. Kentin Hristiyanlık öncesi
dönemdeki adı folklorda “Rusa bakiresi” ya da “Rusa ninesi” imgesiyle
korunmuş olan Rusa ismindeki bir karakterle bağlantılıdır. Tuna nehri
kıyısındaki kalelerin kuruluşunu açıklayan ve birbirini sürekli tekrar
eden çeşitli efsanelerde, dişi bir karakter kale inşa eder. Vidin kalesini
inşa eden popüler “Büyükanne Vida” efsanesiyle, Ruse ile bağlantılı
Rusa bakiresi folklor imgeleri birbirlerini destekler. Bakire Rusa’nın
Giurgiovgrad’ı savunduğu anlatı Kuzeydoğu Bulgaristan’da oldukça
yaygındır. Bakire Rusa (veya G. Rakovski tarafından “Tuna Kuğusu”
gazetesinde yayınlanan efsaneye göre Büyükanne Rusa) diğer folklor
karakterlerine benzer biçimde savaşçıların (gençliğin) koruyucusunun
işlevlerine sahiptir. Konu, Ortaçağın erken dönemlerindeki sınırların
99
durumu tarafından koşullanan inisiyasyon pratikleriyle ilgilidir (Dragova
1991) –Tuna nehri ve Eflak bölgesi, “öte” olarak anlaşılır (Kaloyanov 1989).
Koruyucular kentlerin isimlerine ve mevcudiyetlerine dair izler bırakmıştır.
“Ruse”nin ismi bu yerleşimin Hristiyanlık öncesi koruyucusu, “Giurgevo”nun
ismi ise bu koruyucunun Hristiyan halefi ile bağlantılıdır (Nenov 2001). İkinci
Bulgar Krallığı döneminde 14. yüzyıla kadar, Giurgevo (Giurgevgrad) kenti
Tuna nehrinin her iki tarafında konumlanmıştı, 15. yüzyıldan sonra ise kentin
iki tarafı farklı isimlerle, Ruse and Giurgevo olarak anılmaya başlanmıştır ve
günümüze kadar da böyle gelmiştir.
Zamanla oluşan değişimlere
rağmen şehrin asıl bayramı tüm
Ruse halkı tarafından kutlanan Aya
Yorgi günü olarak kalmıştır. Levant
Times Gazetesi’nde (25 Mayıs 1874)
bir rapor yayınlanmış: “Bu günde
(Aya Yorgi Günü) Hristiyan ve ayrıca
Türk kızları ve bakireleri yüz renkten
oluşan alacalı (rengârenk, yazarın
notu) kıyafetleriyle bir sürü çiçek
gibi Tuna kenarını renklendiriyordu;
bazıları sadece elini ve yüzünü
yıkadı, diğerleri ise daha ileri gitti…
ve bu yıl boyu sağlık ve başarı
dileğiyle yapıldı. Tuna’nın suları bu
nedenle dileklerin sayısını ve neler
olduğunu bilir.” (Iz bulgarskia 1992:
162).
N. Popov’un 19. yüzyıldaki
“Rusçuk”
anlatılarından
bize,
Hıdrellez/ Aya Yorgi gününde
“Saray”
mahallesindeki
Hızır
Baba Tekke’sinde yapılan ayinler
hakkında bir hikâye kalmıştır. “Çok
sayıda farklı milletlerden erkek,
kadın, çocuk oradaydı. Kadınlar ve
çocuklar bahçeye giriyor, bütün günü
ağaç gölgelerinin altında şarkılar
ve
eğlencelerle
geçiriyorlardı.
Erkekler ise günü bahçenin dışında
etraftaki kafe ve barlarda geçirdi.
Çevre farklı müzik aletlerinin ve
davulların ritimleriyle sağır oldu…
bölgedeki insanlar o gün, tekkenin
çeşmesinden su alıyordu.” (Popov
1928: 23-25).
Ruse vakıf sicilindeki6 1822 tarihli bir kayda göre Saray mahallesindeki
Hızır Baba Tekkesi’nde bir mescid, bir dua salonu, bir çeşme ve Seyid Hızır
6
99-b.
100
Ruse Bölgesel Tarih Müzesi “Bulgaristan Tarihi” 15-19 Yüzyılları bölümü, inv. No 2922,
Baba’nın mezarı vardır.7 Tekke Ruse’de Lom nehrinin Tuna nehrine
karıştığı yerde kurulmuştur. Baba’nın adlandırılışı da Aziz Hızır’a
işaret eder. Aziz Hızır’ın bayramı tekkede kasabanın tüm etnik grupları
tarafından kutlanır. Hızır Baba Tekkesi, savaş sırasında Rus topları
tarafından tamamen yok edildiği 1877 yazına kadar ayaktaydı.
1879’dan sonra Bulgaristan’da Aya Yorgi günü “Cesaret
ve Bulgar Ordusu Günü” adıyla resmi tatil olmuştur. Bu tatil şehir
ortamında bir geçit töreni ve savaş bayraklarının takdis edildiği dinsel
bir seremoni ile kutlanır. Zorunlu formalitelerin dışında, Ruse’de
yaşayanlar Aya Yorgi gününü eve Tuna nehrinden su ve yeşil leylak
veya söğüt dalları getirerek kutlar (Sirakova 1998: 82). Gençler öğlen
olmadan mahallelerde toplanmaya başlar, bazıları tartıda ağırlıklarını
ölçerken diğerleri salıncaklar kurar. Tatil menüsünde kızarmış kuzu
ve plastik “tavuklar” la süslenmiş geleneksel Aya Yorgi ekmeği vardır
(Tabakova 1998: 87). Kuzu bir aile ortamında, açık havada yenir “Obraztsov Çiftlik” in çayırlarında, Lipnik ormanı Tekke’sinde, üzüm
bağları sayfiyelerinde, “Haberman” Biracılık’ın bahçesinde, “Lelyac”
ve “Matey” adaları boyunca (Русе 2000: 130). Tatilin kutlanış biçimi
7
Hızır Baba Bektaşi Tekkesi’nin tarihi 16. yüzyılın başına kadar uzanır (Bakardzhieva
2001:460-502). Tekkenin kurucusu ve ilk manevi lideri olan Tay Hızır, Bektaşi tarikatının liderlerinden biridir. Bölgede bilinen müslüman azizlerden Demir Baba’nın Vilayetname’sine göre,
Bektaşi tarikatının bütün önemli isimlerinin davet edildiği Hacı Dede’nin (Demir Baba’nın
babası) evlenme merasimine, Tay Hızır damadın babası olarak katılmıştır – Bu onun tarikat
düzenindeki yüksek konumunun kanıtıdır. Yıllar sonra, Demir Baba manevi bağlılık yaşına erişince en ünlü Bektaşi tekkelerini ziyaret etmiş, Ruse’de Ali Bey Tay Hızır’ın misafiri olmuştur
(Gramatikova 1998:400-432).
101
20. yüzyılın ortalarına kadar böyle olmuştur. Sosyalizm döneminde tatili
beraber kutlama alışkanlığı kaybolmuştur. Bayramın “Besici Günü” olarak
tekrar adlandırılmış hali Ruse’de pek de popüler değildir. Aya Yorgi günü
1992’den beri Cesaret Günü olarak tekrar kutlanmaktadır. 2001’de Belediye
konseyi tarafından Aya Yorgi Günü’nün Ruse kentinin bayramı olması için
karar alınmıştır. Bu anlamda Ruse’nin Baş Piskoposu Neofit, Vatikan’dan
Aya Yorgi’nin kutsal emanetlerinden bir kısmını talep etti ve bunlar Ruse
Başpiskoposluğuna verildi. Emanetlerin bir kısmı Aya Yorgi Kilisesi’nde
korunmakta, kasabanın Aya Yorgi Günü bayram kutlamaları için ortaya
çıkarılmaktadır.
Sosyalistlerin bayram-ritüel sistemiyle ilişkili kısıtlamaları ve
talimatlarına rağmen (Bulgarskite 1985), Ruse bölgesindeki köylerde düzenli
Aya Yorgi günü kutlamaları örnekleri Hristiyan ve Müslümanlar tarafından
korunmuştur. Ruse bölgesinde Batin köyünde, “Besici Günü” nün bir benzeri
olarak Aya Yorgi Günü/Hıdrellez günü yapılan, bayram yiyeceklerinin
yoğurt ve banitsa olduğu Yoğurt Bayramı’na (Süt Günü) işaret edeceğiz.
Botrov köyünde anneler kuzuların rüyalarını çalmasınlar diye çocukların
uyuyakalmasına izin vermezler (Bakardzhieva 2007).
Aya Yorgi Günü/Hıdrellez bayramı besicilerin tarım takvimine
bağlıdır ve ailelerine daha iyi bir gelecek, tarla ve sürülerine bolluk için
falcılığa odaklanılır. Bulgar köylerinde Aya Yorgi (St. George) Günü Georgi
adındakilerin isim günüdür. Evlerin kapılarını yeşilliklerle süslemek ve kuzu
yemekleri pişirmek gibi miras alınmış geleneksel uygulamalar korunmuştur.
Türkler, Tatarlar ve Alevilerin yaşadıkları köylerde bu geleneksel uygulamalar
daha da fazla korunmuştur. Aşağıda açıklanan uygulamaların çoğu, bazıları
bugünlerde tekrar canlandırılan, 1980’lerin son zamanlarından anılardır.
Geleneksel uygulamaların sahnede canlandırılması, “geleneği” gelecek
kuşaklara “öğreten” kendine özgü bir canlandırma gibi görünmektedir.
1999’da Ruse bölgesindeki Semerdjievo köyündeki yerli kadınlar bize kendi
gençliklerinde kızların Hıdırellez’den önceki gece “Nişan” geleneği için bir
araya geldiklerini anlatmıştı: “Su dolu bir kovaya tanınmak için “nişan”ı yani
102
bir şey koyarlar; bir bilezik, yüzük, küpe, gerdanlık vb. Kova “çember”
ile örtülür ve geceyi yıldızların altında geçirmesi için bir gül ağacının
altına konur. Sabahleyin toplanır ve “nişan”ı çıkarması başı “çember”
ile örtülü, annesinin en küçük kızı olan bir kız seçerler. Bekâr kızlar
aşk manileri söyler. Örneğin “Sarasin secemen, guzelsin icimem, sem
benden getcin, ben senden icemem” (Standart Türkiye Türkçesi’nde,
“Sarışınsın seçemem, güzelsin içemem, sen benden geçtin, ben senden
geçemem”(Çevirenin Notu). İsimlendirmeler farklı olabilir. Yalnızca
kızlar “nişan” yapabilir. Hıdrellezden önceki akşam bahçe çiçeklerinden
41 yaprak su dolu bir kovada toplanır, kova geceyi yıldızların altında
geçirmek için bir gül ağacının altına konur. Sabah bekâr kızlar bu suyla
banyo yapar ve “nişan”ı almaya giderler. Gün boyunca salıncak kurar,
teflerle şarkılar söyler, eğlenirler. Tatarlar o gün komşulara sağlık için
dağıtılan “yala turta” – tuzlanmış ve yumurta sarısı sürülmüş küçük
ekmek somunları – yaparlar. Türkler mısır haşlar – dağıtır ve kendileri
de şeker ve tuzla yerler. Bu hep beraber yenir.” (Inf. Siulibe Mehmedova
Ibryamova, 1939’da Semerdjievo köyünde doğan, Bir Tatarla evlenmiş
Türk kadını, 7. Derece. Inf. Vasvie Muharemova Kerimova, 1930’da
Yastrebovo köyünde doğmuş. Kayıt: I. Sirakova, N. Nenov, 28.09.1999,
Semerdjievo köyü, Ruse bölgesi).
Razgrad bölgesi Bisertsi köyünde Hıdrellez Aleviler arasında
birçok yasağa dikkat edilerek kutlanır. “Nişan” ritüeli bu gün kutlanır ve
gelecekteki evlilikler ve sağlık konularında fal bakılır (Biserova 1991:
70). 7 Mayıs’ta maskeli oyunlar – bekar kızların savaşçı, binici, asker,
Arap, çingene gibi giyindiği “besikli” oyunu –oynanır (Biserova 1991:
70). Oyunların büyük ölçüde sosyalleştirme işlevi vardır ve bu nedenle
evlilik öncesi konularla alakalıdır. Alaylar ve bezirgan gibi oyunlarda
gençlerin çiftler biçiminde eşleştiği ve bir tünelden geçtiği veya “karı”sı
olmasını istedikleriyle söz düellosuna girdiği görülür.
Razgrad bölgesindeki Bisertsi ve Madrevo köylerindeki Aleviler
arasındaki geleneksel uygulamalar bölgedeki nüfusun geri kalanının
103
ritüelleriyle geniş ölçüde çakışır, çünkü modern öncesi dönemde ataerkil
tarım dünyası büyük ölçüde insan ve doğa arasındaki ilişki etkinliğine tabidir
(Hristov 1991: 148). İşte bu nedenle bayram günlerinde çalışma yasakları,
hayvanlara koşum takma yasağı, tarlalara gidişleri, yeşil süslemeleri
gözlemliyoruz. Ruse bölgesinde Pomen köyündeki Aleviler Hıdrellez
ritüellerine bayramdan bir önceki perşembe gününde odaklanır ve bu güne
“Büyük Perşembe” derler (Bakardzhieva 2005:47). Daha sonra bitkilerden
ve otlardan elde edilen sularla banyo yapar, yıl boyu şans getirmesi için
nişanları dışarı çıkarır, salıncaklar kurarlar. Sonraki gün olan “Büyük Cuma”
günü, köyün üç kurucusunun – Sinan Dede, Mahsul Dede ve Veli Dede’nin
mezarları ziyaret edilir. Bütün akrabaların mezarları ziyaret edilir ve dualar
okunur.
Aya Yorgi Günü/Hıdrellez bayramı kuzeydoğu Bulgaristan’ın
geleneksel kültürünün bir parçasıdır, ancak uzmanların son kronolojik
incelemeleri eski kabul edilen folklorik ritüellerin aşıldığını gösterir. Ruse
müzesinde Osmanlı uzmanı olan T. Bakardjieva’ya göre, maalesef birçok
yerleşim alanında Hıdırellez’in sadece hatıraları korunmaktadır, bayramın
kutlandığı yerlerde ise insanlar yapılan ritüellerin ne anlama geldiğinin
farkında değildir. Sadece biçimsellik kalmıştır ve katılımcılar ritüellerin “alet
takımını” iyi bilmez (Bakardzhieva 2007). Elbette yukarıdaki açıklamalar,
ritüellerde, rituel etkinliklerinde ve sıkıca takip edilen dinsel gruplar arasında
empati gerektiren modern öncesi beraber yaşam biçimlerinin var olamayacağı
toplum modernleşmesi doğal sürecinin bir sonucu gibi görünmektedir.
Eğitimin ve medyanın etkisi, yeni bir iletişim kültür türünün ortaya çıkışı,
yoğunlaşan hareketlilik, bunlar ve diğer faktörler geleneksel törenselliği
etkilemiş ve geleneksel törenselliğin ortadan kalkmasına neden olmuştur.
Avrupa uluslarının sayısız folklor örnekleri (Kalendernye 1978),
temelinde Hıristiyanlığın olduğu ve bin yıl boyunca bir medeniyete model
oluşturmuş bu etno-kültürel çerçevedeki ülkelerde Aya Yorgi kültünün
yaygın mevcudiyetini gösterir. Her kültürün kendi dünya algısı vardır. Avrupa
etno-kültür çerçevesi de birçok (etnik) dünya modeline sahiptir ve bunların
104
birleşimi kimliğinin temelinde koruyucu olarak Savaşçı-Aya Yorgi’nin
yattığı Avrupa imgesini oluşturur.
Bir kültürler ve etkiler kesişimi olarak Balkanlar da, kendinde
Avrupa etno-kültürel çerçevesini hatırlatan bir karakter ve bunun
farklı ifade çeşitlerini barındırır. Aya Yorgi Günü biçim ve içeriğini
değiştirerek törenselliğinden çok şey kaybetmiş, aile ve arkadaş çevresi
sınırlarına çekilmiştir. Son on yıl boyunca Ruse kentinin bayramı
seçilmesi dolayısıyla temsili işlevlerini yeniden kazanmıştır. Bayram
ideoloji ve devletçilikle ilgili farklı boyutları kent kimliği ve aile
değerleriyle bağdaştırmayı sağlamaktadır. Zamanla, devletçilikle olan
mesafenin büyümesi esnasında, bayramın resmi olmayan boyutlarında
Balkan ulusları için özdeş uygulamalar ortaya çıkmış, onları ortak olan
köklerine geri götürmüştür.
KAYNAKÇA
Бакърджиева (Bacardzhieva) 2001- Бакърджиева, Т., Ислямски култови сгради
на територията на Русе. Историко-типологична характеристика, В: История на
мюсюлманската култура по българските земи. Изследвания, София.
Бакърджиева (Bacardzhieva) 2005 - Бакърджиева, Т., Живот в два свята
(с.Помен – традиция и култура), Русе.
Бакърджиева (Bacardzhieva) 2007 - Бакърджиева, Т., Празникът Хъдрелез –
история, митология и ритуални практики (по материали от Русе и Русенско), В:
Известия на Регионален исторически музей – Русе, т. ХІ, Русе.
Беновска-Събкова (Benovska-Sabkova) 1995 - Беновска-Събкова, М., Мотивът
“Свети Георги убива ламята” в българския фолклор, В: Епос, Етнос, Етос,
София.
Бисерова (Biserova) 1991- Бисерова, С., Етнографски материали за село Бисерци,
В: Българските алиани, съст. И. Георгиева, София, с.34-104.
Българските (Bulgarskite)1985 - Българските празнично-обредни традиции извор на родолюбие, творчество и красота, Видин.
Граматикова (Gramatikova) 1998 - Граматикова, Н., Житието на Демир Баба
и създаването на ръкописи от мююлманите от хетеродоксните течения на
105
исляма в Североизточна България (Извор за културната им и религиозна история), В:
Мюсюлманската култура по българските земи. Изследвания, София.
(Dragova 1991) Драгова 1991 - Драгова, Н., Старобългарско воинско сказание от IX в.
// Проблеми на българския фолклор, № 8, София, 156-167.
Из българския (Iz bulgarskia)1992 - Из българския възрожденски печат, Издателство на
БАН, София
Календарные 1978 - Календарные обычаи и обряды в странах зарубежной Европы,
Москва.
Калоянов (Kaloyanov) 1989 – Калоянов, А., Етничното усвояване на пространството,
отразено в българския фолклор (Влашка земя и Богданска). // Етнографски проблеми
на народната култура [Т. 1.]. София, 75-96.
Калоянов (Кaloyanov) 1995 - Калоянов, А., Българското шаманство, ИИК „РОД”,
София.
Колева (Кoleva) 1981: Колева, Т., Гергьовден у южните славяни, София.
Мифы 1980 - Мифы народов мира, т.1, Москва.
Мифы 1982 - Мифынародов мира, т. 2, Москва.
Ненов (Nenov) 2002 – Ненов, Н., Свети Георги - покровител на Европейския
етнокултурен кръг, В: Етър – етноложки проучвания, т.4, Габрово 2002, с.235-238.
Ненов (Nenov ) 2001 – Ненов, Н., Названията на град Русе. Фолклорни модели на
именуването. // Арнаудов сборник, т. 2, Русе.
Попов (Popov ) 1928 - Попов, Н., Описание на Русчук за времето от 1860-1879 г. Русе.
Русе (Rousse) 2000 - Русе – портрет на века, съст. Н. Ненов, ИИК „РОД”, София.
Сиракова (Sirakova) 1998 – Сиракова, И., Култът към Свети Георги в Русе, В: Известия
на Исторически музей – Русе, т. 5, Русе, с.81-85.
Табакова (Tabakova) 1998 – Табакова, Е., Обредни хлябове от Русенско, В: Известия на
Исторически музей – Русе, т. 5, Русе, 86-90.
Христов (Hristov) 1991 – Христов, Хр., Етнографски материали за село Мъдрево, В:
Българските алиани, съст. И. Георгиева, София, с.105-182.
Чайка (Tcayka) 1988 – Чайка , Х., Свети Георги в българския и полския фолклор,
сп.Български фолклор, кн.1, София.
İngilizce’den Türkçe’ye çeviri : Rüya KALINTAŞ
106
i
ilim
B
a l k d a ; ğuH
n
çin akkı Diyalo se
i
g
H
ı ” an
alo esi Toplugmraman fin
y
i
j
D ro ivil e Pro fınd
e
S
P
da
ib arın den
“ ib ara
h
e
i
H
t
e
j
v
l i j
t
tçe 0 c ro
Pro na AB
bü n 30 19 p
Bu r Sa ında ir.
o
• ü l t ü a m ted
vr ra en
ro
n aaşvul edil
K a p s ek
av ro
o
0
y
l
m
y
u
b
k dil
9.5 av
mi na ab
8a
e
: 1 5,59 9.55
2.2ramınde k r.
5
• rog içi ştu
: 1 0,03
4
p roje lmu
:1
p iri o esi
r
i
b
Sü tçes tarı
•
Bü e tu
•
Hib
•
107
4.1.4. BALKANLARA EL SANATLARI VE GİYİM
Doç. Dr. Aysen SOYSALDI
Gazi Üniversitesi, Mesleki Eğitim Fakültesi,
El Sanatları Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi
Balkanlar oldukça zengin etnik ve kültürel yapıya sahiptir. Bu
sebeple Balkan kültürü muhteşem güzellikleri bir araya getiren bir mozaik
kompozisyonudur.
Balkanlarda 500 yıl hanlar, hamamlar, cami, bedesten ve köprülerle
donatılan şehirlerin merkez dokularını Osmanlı eserleri oluşturmuş ve böylece
el sanatlarının en yoğun, somut ve kalıcı örnekleri Osmanlı dönemi dini ve sivil
mimari eserlerinde ortaya çıkmıştır. Balkanlardaki dini ve sivil mimarinin iç
ve dış mekân süslemeleri ve cami hazireleri el sanatı örnekleriyle doludur.
Bu mekânlardaki çini, hüsn-ü hat, kalem işi duvar süslemeleri, mezar taşları,
kündekârî ve oyma süslemeli, ahşap kapı kanatları, metal kapı tokmakları ve
kilitleri, aşı boyalı konaklar ve döşemesinde kullanılan halı, kilim vb. Balkan
el sanatlarının yüksek estetik boyutunu en güzel şekilde temsil etmektedir.
Dolayısıyla Osmanlı yapısı mimari eserler Balkan ülkelerinin siyasi ve kültür
tarihine şahitlik eden ortak dünya mirasıdır (Fotoğraf 1.2.3).
Mimari eserler yanında el sanatları ve giyim kültürü de Balkan
etnografyasının önemli bir bölümünü oluşturmuştur. El Sanatları kapsamında
üretilen ürünler, 19.yüzyıl sonuna kadar insanların hayat tarzını devam
ettirmeleri için gerekli olan giyim-kuşam, barınma ortamlarını oluşturan,
süsleyen, insanların geçiş dönemlerindeki ritüellerde ve günlük hayatta
kullanılan, toplumun kültürel kimliğini sembolize eden eşyalar olmuştur.
Türklerin Balkanlarda iz bıraktığı el sanatları, özellikle 14. 15. ve 16.
yüzyıllarda Balkanlara Anadolu’dan göç eden Yörüklerin kurduğu yerleşim
merkezlerinde tarım ve hayvancılığın yanında geliştirdiği çeşitli zanaatlar
sayesinde olmuştur. Naldöken, Tanrıdağı, Ofcabolu, Vize, Kocacık
Türkmenlerinin ve Tatar Türklerinin kurduğu, Tarihi belgelerde kayıtlı
birçok yerleşim merkezi vardır. Zagra, Filibe, Tatarpazarcık, İzladi, Çirmen,
108
Yanbolu, Şumnu, Varna, Pravadi, Hirsova, Tekfurgölü, Silistre,
Aydos, Çernava, Tırnova, Niğbolu, Hasköy, Çırpan, Kazanlık, Edirne,
Drama, Kavala, Demirhisar, Üsküp, İştip, Kosova, Manastır, Dobruca,
Şehirköy(Şarköy), Sofya gibi şehirler ile bu şehirlerin çevre köyleri
Yörük(Türkmen)lerin kurduğu yerleşim merkezleridir.
Türkler, özellikle koyun-keçi yetiştirip her gittikleri bölgede
bu hayvanların deri ve yünlerinden eşyalar üreterek ihtiyaçlarını
karşılamışlardır. Bu eşyalardan deri (ayakkabı-yemeni-sandalet ve
hediyelik eşya), dokuma (halı, kilim, yambol-tülü, dastar), örme (oya,
dantel, çorap), işleme (sim-sırma) gibi zanaatlarda az da olsa üretim
halen sürdürülmektedir.
Bu köylerde tarım ve hayvancılığın yanı sıra halı-kilim,
çerge, aba, şayak gibi yünlü dokumacılık gelişmiştir. Ayrıca Yanbolu,
Tatarların yaşadığı pamuklu dokuma merkezi, Hasköy (haskova) ise
ipek böcekçiliği ve ipekli dokuma merkezi olmuştur. Büyük tüccar
kervanlarının sadece Selanik ve İstanbul’dan değil Halep, Şam, Bağdat,
Mısır ve diğer Ortadoğu şehirlerinden Üsküp, Manastır ve diğer Balkan
şehirlerine gelip mal a1ış-verişi yaptıkları bilinmektedir (Yücel, 1985:
73-75; Tufan, 1992: 957; Acaroğlu, 1998; Soysaldı, 2000: 627-628).
Türk-İslam hayat tarzının gereği olarak ev döşeme geleneğinde
sedir örtüsü, minder, yastık, yer yaygıları veya namaz kılmak için
seccade halı-kilimler vb. dokumalar kullanılmıştır. Yaygın ve köklü
bir dokuma geleneğine sahip olan Balkanlarda 20. yüzyıl ortalarına
kadar hemen her evde bir mutaf veya düzen denilen dört gücülü,
mekikli çulhalık dokuma tezgâhı bulunmaktaydı. Mutaf tezgâhında
(tefeye takılan tarak değiştirilerek) ince çamaşırlık pamuklu ve ipekli
dokumalar veya aba(paltoluk), dastar (battaniye), çerge, kilim-yaygı,
yanbol (kaba kalite düğümlü sedir halısı) ve tülü gibi yünlü dokumalar
yapılmıştır. Bu dokumalar aynı zamanda çarşı zanaatları idi. Osmanlı
arşivlerinde abacılar için yazılmış fermanlara rastlanmıştır.
2000 yılında Bulgaristan’ın Şumnu şehrinde “Balkanlarda
Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası sempozyumu”
109
sırasında Bulgaristan’da yaptığım bireysel araştırmalar ve 2005 yılında
Makedonya’da araştırmacı olarak katıldığım “Üsküp ve Çevresi Etnografik
Dökümantasyon projesi” araştırmaları sırasında taş (mezar taşları), ahşap,
metal (takı), işleme, dokuma, örgü ve bazı giyim örnekleri tespit edilmiştir.
Ayrıca saraçlık, yemenicilik gibi deri zanaatları ve sepetçilik örneklerine de
rastlanmıştır.
Fotoğraf 1. Bulgaristan-Şumnu Tombul
(Şerif Halil Paşa) camii haziresi.
Fotoğraf 3. Kalem işi,
İshak Bey camiiManastır (Bitola).
110
Fotoğraf 2. Kündekârî kapı kanadı,
İshak Bey camii- Manastır-Bitola.
Camilere yaygı bağışlama bir Türk-İslam geleneğidir. Ölümlük
olarak dokunup hazır bekletilen halı veya kilim vb. önce cenaze salına
örtülür, kabristan dönüşü de cenaze namazı kılınan camiye serilerek,
bağışlanır. Seccade vb. yaygılar üzerinde yapılan ibadetlerden bağış
sahibine de sevap yazılacağına inanılır. Bu inancın gereği ve geleneğin
kanıtı olarak Üsküp’te Sultan Murat, İsabey ve Alaca camilerinde,
Şumnu’daki Tombul (Şerif Halil Paşa) camiinde serili bulunan
büyüklü-küçüklü, rengârenk, farklı teknik ve desen özelliklerine sahip
yaygılar bulunmaktadır. Bu camilerdeki halı, kilim, yanbol, çerge ve
benzeri yaygılar aynı zamanda Balkanların dokuma sanatlarındaki
zengin çeşitliliğini göstermektedir. Bu yaygılar aynı zamanda Boşnak,
Türk, Arnavut, Bulgar ve diğer farklı etnik kökene sahip halkların (halı
ve kilimlerindeki ortak motiflerinde gözlenen) kültür alış-verişlerini,
yansıtmaktadır.
Balkanlarda halı, kilim ve dastar dokuma olarak bilinen, büyük
ebatlı ve seccade tipi cami yaygılarının yanında oturma odaları için orta
büyüklükte yaygılara da rastlanmıştır. Bu yaygılar çerge, halı (tülüyambol), Şarköy kilimleri, Boşnak kilimleri ve desenli şayak (dastar)
battaniye dokumalar olarak beş grupta toplanabilir. Yöredeki yaygılarda
zemin rengi olarak kırmızı hâkimdir. Kırmızı Türk dokuma geleneğinde
kullanılan ana renktir. Ayrıca Üsküp’de rastlanan halı örneklerinin çözgü
ve atkılarında sarı renkli yün iplik kullanımı dikkate değer bir konudur.
20. yüzyıl örneklerinde ise parlak ara renkler de kullanılmıştır.
Çerge; atkı yüzlü çubuklu yolluk tipinde, basit kilim dokuma
yaygılardır,
Balkanlarda önemli bir dokuma grubu tülü ve halılardır. Balkan
tülü ve halılarına yanbol-yambol denir. Bu yaygılar oda kenarlarındaki
sedir ya da minder üzerine serilen dar, uzun yolluk tipindedir. Teknik
açıdan iki grupta ele alınabilir.
Birinci grup yanbol tülü tekniklidir. Balkan tülülerinin iki tipi
vardır. Bir grubu diğerine göre daha kaba, desensiz, atkı yüzlü zemin
dokuma arasına, çok katlı iplikle atılan bukle ilmeli, havlı yüzeylidir.
111
Diğeri ise desenli ve zemin atkıları arasına çok katlı iplikle atılan, simetrik
Türk düğümlü halıdır. Bu tülü tipi yanbol dokumalar post tipi yaygılar olup
eski Üsküp çarşısında hala satılmaktadır (Fotoğraf 4 ve 5).
İkinci grup yanbol halı tekniklidir. Bu halılar ince, zarif ve yumuşak
yapılıdır. Bu halı örneklerine günümüzde Üsküp’te Alaca camiinde ve
20. yüzyıl başında çekilmiş, bir Türk aile fotoğrafının duvar fonunda
rastlanmıştır. Halılar 100x300 cm. boyutlarındadır. Bu halıların çözgü ve
atkıları sarı renkli, ince bükümlüdür. Ara atkı sayısı fazla olan halılar Türk
düğümü ile dokunmuştur. Zemin rengi genellikle kırmızı olan halılarda
çoğunlukla açık ve koyu mavi, yeşil, beyaz, siyah, sarı renkler kullanılmıştır.
Halı kompozisyonlarında dörtkenarı çevreleyen bordürler içinde tek veya çift
mihrap yer almaktadır(Fotoğraf 5). Halı motiflerinde geometrik biçimlerden;
zikzak, testere dişi, mihrap, eşkenar dörtgen(göz), sekiz köşeli yıldız,
üsluplaşmış biçimlerden; sekiz yapraklı rozet çiçekler, tığlar, birbiri içinden
geçen “S” kıvrımlı dal üzerinde rumiler dikkat çekmektedir.
Fotoğraf 4. Halı(yambol),
kilim dükkânı, Üsküp.
112
Fotoğraf 5. Halı seccadeler, Alaca cami, Üsküp.
2000 yılındaki araştırma sırasında, Bulgaristan’ın Şumnu
kentinde halı-Kilim ve etnografik eşya alış-verişi yapan mağaza sahibi
ile yöredeki kilim dokumacılığı hakkında bilgi edinmiştim. Bu sohbet
sırasında kendisinden Bulgaristan’ın kuzeybatı sınırına yakın bölgede
ve Sırbistan sınırları içinde olan Pirot şehri (Osmanlı şehri ŞarköyŞehirköy) ve çevresinde, sosyalizm döneminde devlet tarafından
işletilen kilim dokuma atölyelerinin var olduğunu, bu atölyelerde o
dönemde çoğunlukla Türklerin çalıştığını, günümüzde ise Bulgarların
çalıştığını ifade etmiştir (Soysaldı, 2000:628). Bu atölyelerde siparişe
göre veya tek tip, büyük ebatlı kilimlerin dokunduğu bilinmektedir.
Nitekim Üsküp Mustafa Paşa Camiinde zemindeki halının altında
kalmış, tahta döşemeye çakılı büyük ebatlı tek tip Şarköy kilimlerine
rastlanmıştır.
Şarkoy (Pirot), şehir merkezi ve çevresi kilim dokumaların
kaynağı olarak ün yapan bir Türk yerleşim merkezidir. Bazen Trak şehri
olarak yanlış ifade edilir (Stone, 1997: 197).
Şarkoy kilimleri ve Balkan halı-kilim ve el sanatları konusunda
yapılan araştırmalar ve bu konudaki yayınlardan da anlaşılmıştır ki
Anadolu’daki dokuma kültürü hemen her bakımdan benzer özelliklerle
Balkanlarda da karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca Balkanlardaki dokuma
kültürünün hemen hemen bütün terimleri Türkçe kökenlidir. Profesör
Vakarelski’nin “Bulgaristan Etnografyası” adlı kitabında yer alan
halk terimleri dizininde; Türkçe kökenli dokuma terimleri arasında
Aba, alaca, arış-eriş, Boyacı-ya, germe, kilim, kolan, kırkım, mekiksa,
mindil(mendil), peştamal, saçak, sincir (zincir), tezga (tezgâh), çekrık
(çıkrık), çıbuk, çuval, çul, şal, Şayak gibi çiftçilik, hayvancılık,
işlemecilik ve giyim kuşamla ilgili daha birçok terim mevcuttur
(Vakarelski. 1977).
19 ve 20. Yüzyıllarda da oldukça ünlü olan Şarköy kilimleri,
ilikli ve eğri atkı tekniğinde dokunmuştur. Bu kilimler oldukça büyük
tezgâhlarda ve boyutlarda olabildiği gibi seccade olarak küçük ebatlı
olanları da çoğunluktadır. Şarköy kilimlerinin karakteristik renkleri
113
zeminde; şarabi kırmızı, bezemede; lacivert, mavi, yeşil, sarı ve boyasız beyaz,
kahverengidir. Bezemelerde; seccadelerde mihrap nişinde, diğer kilimlerde;
zeminde dallarında kuşlu yuva veya nar, üzüm gibi cennet meyvelerinin
olduğu hayat ağacı, eli belinde (korkuluk-karakacki), stilize açılmış gül,
tomurcuklu yapraklı dal vb. bitki motifleri, guguk ve tavus kuşları, tavşan,
geyik vb. hayvan figürleri, el (Fatıma ana eli), ayna, ibrik, kandil gibi İslami
semboller ile aşık kıvrımı (ying-yang), koç boynuzu, yıldız ve göz (nazar)
gibi kadim inançlara has sembolik motifler de görülmektedir. Bu motiflerin
kökeni Orta Asya Türk dini ve mitolojisi ile İslami inançların sentezidir
(Fotoğraf 6 ve 7), (Soysaldı, 2000:628. Bibina, 2000: 145, Hasanova, 2000:
365, Soysaldı, 2001. Çokay, 2000).
Fotoğraf 6. Şarköy kilimi,
Adil Karahasan evi, Üsküp.
Fotoğraf 7. Şarköy kilim seccade,
Üsküp müzesi.
Şarköy kilimlerinde Boşnak kilimlerinin natüralist biçimdeki bitkisel
motifleri ile Anadolu Türk kilimlerinin karakteristiği olan antinatüralist
biçimlerde üsluplaşmış motifler birlikte uygulanmıştır. Geometrik motiflerin
natüralist bitki motifleri ile birlikte kullanılması, oldukça özgün ve Şarköy’e
has kilim tarzları meydana getirmiştir.
114
Balkanların önemli bir kilim üslubunu Boşnak kilimi olarak
bilinen bitkisel desenli kilimler oluşturmaktadır. Boşnak kilimlerine
Üsküp ve Ohri’de rastlanmıştır. Bu kilimlerin Genellikle odanın
ortasına serilen kareye yakın dikdörtgen şeklinde (ortalama 250x350
cm. ebadında) olanlarına, orta kilimi de denir. Ancak yolluk ve seccade
tipinde olanları da vardır. Boşnak kilimlerinin zemin renklerinde kırmızı
ve siyah, desen renklerinde ise çoğunlukla yeşil, mavi, sarı ve pembe
kullanılmıştır.
Kilimlerde bir geniş, bir dar bordürün çerçevelediği zemin
kompozisyonları genellikle orta kilimlerinde ¼, seccadelerde ½
raporludur. Desenlerinde bazen tamamen natüralist çiçek buketleri,
özellikle de gül buketleri yer almakta, bazen çengel kıvrımlı bordürler,
koç boynuzu ve eli belinde motiflerinin iç içe kullanıldığı orta
madalyonlar da görülmektedir. Boşnak kilimleri Türkiye’nin Bardız
kilimleri ile teknik desen ve renk özellikleri bakımından çok yakın
benzerlikler göstermektedir (Fotoğraf 8 ve 9).
Fotoğraf 8. Boşnak kilimi,
Alaca Camii, Üsküp.
Fotoğraf 9. Boşnak kilimi,
İsabey Cami, Üsküp.
Balkanlarda aba ve yörede dastar olarak bilinen battaniye
tarzı yünlü şayak(dimi) dokumalar oldukça yaygındır. Aba dokumalar
palto vb. dış giyim olarak kullanılır. Bu dokumalar için yörede mutaf
denilen, dört gücülü, mekikli dokuma tezgâhı kullanılmıştır. Dastar
dokumaların örnekleri Üsküp Alaca Camiinde yaygı olarak tespit
115
edilmiştir. Bu yaygılar ⅓ bağlamalı, şayak (dimi) dokuma örgüsüne sahiptir.
Desenleri şayak dokuma örgüsü içinde, farklı renkte ekstra atkı ilavesi ile
biçimlendirilmiştir.
Yörede, şayak dokuma yaygı örneklerinde üsluplaşmış, geometrik
biçimli Şarköy kilim motifleri ve renklerinin hâkim olduğu söylenebilir.
Bu nedenle bu yaygıların Şarköy civarından gelmiş olabileceği söylenebilir
(Fotoğraf 10 ve 11).
Desenli şayak dokuma tekniğinin, mutaf ve dastar gibi dokuma
terimlerinin Batı, Marmara ve Kuzey Anadolu’da benzer anlamlarda
kullanılıyor olması Balkanlardaki dokuma kültüründe Türk izlerini
göstermektedir (Soysaldı, 2011).
Fotoğraf 10.
Fotoğraf 11.
Desenli şayak(dastar-battaniye) dokuma, Alaca camii, Üsküp.
Balkanlardaki işlemelerin bir grubu, Türk ve hesap işi olarak bilinen
kumaş üzerine çizilerek ve sayılarak işlenen iğne tekniklerindedir. Bu
işlemeler genellikle kadın başörtüsü olan çevre, misafir için el havlusu olarak
kullanılan peşkir ve giysileri tamamlayan bele bağlanan uçkur kenarlarına
yapılmıştır. Bu işlemelerde altın ve gümüş bükümlü sim ve renkli ipek
iplikler kullanılmıştır. Tespit edilen 19. yüzyıl sonu örneklerinde canlı
renkler kullanılmıştır (Fotoğraf 12 ve 13). Ayrıca önemli bir işleme grubunu
dival işi(sim-sırma) ve kaytan (kordon) işi oluşturmaktadır. Bu sim-sırma
116
işleri kadın ve erkek dış giyimlerinde, sedir örtüsü, perde, bohça vb. ev
mefruşatı ürünlerinde uygulanmıştır.
Fotoğraf 12
Fotoğraf 13.
El işlemesi çevre ve peşkir detayı, Adil Karahasan evi, Üsküp.
El Sanatları ürünlerinin üzerindeki yangış-bezek-motiflerde
ortak bazı sembolik anlamların olduğu söylenebilir. Kötü nazar ve
kötülüklerden korunma; göz ve muska (nuska) motifleri, bolluk ve
bereket umutları; koç boynuzu ve eli belinde motifleri, sevgi, aşk
ifadesi; aşık kıvrımı, iyi-kötü, denge (Ying-yang) motifi, insan ruhu;
kuş ve ayna motifi, hayatın devamlılığı; hayat ağacı ve selvi motifleri,
Hz. Muhammed (SAV)’in remzi; gül ve gül buketi ile Hz. Fatıma ve
ehli-beyt sevgisi; el motifi, namaz; ibrik ve mihrap motifleri ile ifade
edilmiştir. Bu motiflerde Türk-İslam felsefesinin, Orta Asya kültüründen
gelen tek tanrılı Türk dininin ve Türk mitolojisinin etkilerini görmek
mümkündür (Soysaldı, 2000: 632, Karamağaralı 1998:178).
Geleneksel giyim tarzları farklı etnik gruplarda çeşitlilik
göstermekte birlikte karşılıklı etkileşim olduğu söylenebilir. Örneğin;
Pomak erkek kıyafetinde; kol ve yakası kanaviçe işlemeli beyaz
gömlek, yünlü kumaştan yelek, potur (pantolon) giyilir. Bele, yün
kuşak üzerine kösele kemer veya kolan bağlanır. Ayağa yün çorap,
bilek üzerine tozluk, sahtiyan ayakkabı giyilir. Yelek, potur ve tozluk
117
kaytan (kordon) işlemelidir (Fotoğraf 14). Pomak kadın kıyafetinde; yaka
çevresi kanaviçe işlemeli beyaz göynek üzerine simli vb. işlemeli kadife
yelek, Rodop eteği, paçaları işlemeli ve uçları dantelli don, yan kenarları
kilim motifli, el dokuması peştamal (önlük), ayağa el örgüsü çiçek desenli
beyaz çorap ve yemeni giyilir(Fotoğraf 15).
Diğer Balkan toplumlarında da giyim kültürü birbirine benzer
özellikler gösterir. Örneğin Bulgarlarda ve Arnavutlarda da yaka ve kol üzeri
kanaviçe işlemeli gömlek ve kaytan işlemeli potur ve yelek giyilir. Arnavut
çorapları da Türk çorapları gibi tamamen desenli ve çok renklidir.
Fotoğraf 14. Rodoplu (pomak)
halkoyun ekibi.
Fotoğraf 15. Kız giyimi, paça, çorap ve
peştamal detayı.
Türk erkek kıyafetinde gömlek işlemeli değildir. Ancak potur ve
yelekler işlemelidir. Başa keçe külah veya fes giyilir, baş çevresine yemeni
veya ince bez dolanır. Ayağa yün çorap ve çizme giyilir. Türk kadın kıyafetinde
yaka ve kol kenarları oyalı, bürümcük pamuklu veya ipek gömlek-göynek,
üstüne atlas, sevai veya kadife kumaştan, sırma işlemeli yelek-şalvar veya
bindallı entari giyilir (Fotoğraf 16). Başa iğne oyalı yazma üzerine kefiye
denilen ipek örtü alınır. Ayaklara desenli yün çorap ve kundura giyildiği
bilinmektedir. Yaşlı kadın ve erkeklerde şayak dokuma kuşak ve el örgüsü
çoraplar önemli giyim parçalarıdır (Fotoğraf 17).
118
Pamuklu dokumalar da 20. yüzyıl ortasına kadar Balkanlarda
Tatarpazarcık, Yanbolu ve Tırnova gibi şehir merkezlerinin önemli
geçim kaynağını oluşturmaktaydı. İç giyim ve ev mefruşatının önemli
bir grubunu meydana getiren Göynek, don, hamam havlusu, peşkir (el
havlusu), sofra bezi, yatak çarşafı ve yastık kılıfları pamuklu dokumadan
yapılırdı.
Fotoğraf 16. Sırma İşlemeli
(şalvar-yelek)
Fotoğraf 17. Üsküp pazarında yün
kuşak ve el örgüsü çoraplar.
Türk genç kız giyimi Deliorman.
Ayrıca Balkanlarda Hasköy’de üretilen ipeklerle dokunan iğne
oyalı yakası açılmamış ipek göynekler ve ipek çarşaflar, ipek ibrişimden,
iğne veya tığ örgüsü para, saat ve tütün keseleri de varlıklı ailelerin
kız çeyizlerinde vazgeçilmez eşyalardandı. Örgü işlerinden çeyizlerde
bolca bulunan, hediyelik çok renkli desenli çorap ve eldivenler, ev
dekorasyonunda çok kullanılan dantelli perdeler ve yatak takımları,
işlemeli giysiler, peşkir, uçkur, başörtüsü çevre veya yazmaları süsleyen
ipek iğne oyaları, Balkan kadınlarının ince sanat zevkini yansıtır.
Ayrıca halk sanatlarının önemli örnekleri olan; Üsküp’te
rastladığımız sepet örücülüğü (Fotoğraf 18) ve Deliorman’daki Demir
Baba Tekkesinin duvar taşı kabartması (Fotoğraf 19), naif ama bir hayli
gelişmiş zanaat ürünleridir. Bu eserler geleneğin ve inanca saygının
sembolleridir.
119
Fotoğraf 18. Sepet örnekleri,
Üsküp.
Fotoğraf 19. Duvar taşı, Demir Baba Tekkesi, Üsküp.
Deliorman.
Sonuç olarak; Endüstrileşmeden önce, 20. yüzyıla kadar Balkanlarda
el sanatları ve giyim ürünleri çarşı işi olarak zanaatkâr esnaf tarafından
da üretilir ve satılırdı. Özellikle kumaş, iplik, kaytan vb. malzemeler bu
esnaflardan alınır ve kendi geleneklerine uygun giyim veya kullanım eşyası
üretilirdi. Bazı ürünler tamamen hazır olarak da alınabilirdi. Her etnik gruptan
müşterileri olan bu esnafın ortak kültür ürünlerinin meydana gelmesinde
büyük rolü olmuştur. Örneğin İstanbul’da üretilen gelin kıyafeti (bindallı vb.)
kutu içi entari olarak Anadolu’nun ve Balkanlar’ın her yerine satılmıştır.
Maddi kültür unsurları olan el sanatları ürünlerinin teknik, kullanım
ve bezeme özellikleri her etnik grupta bazı farklılıklar göstermektedir.
Ancak bu farklılıkların yanında kültürel etkileşim yoluyla birbirlerinin hayat
tarzlarında, dil, süsleme sanatları ve tabii ki el sanatlarında alış-veriş yoluyla
benzerlikler de ortaya çıkmıştır.
KAYNAKÇA
Acaroğlu, M. Türker, (1998) Bulgaristan’da Türkçe Yer Adları Kılavuzu, Kültür ve Turizm
Bakanlığı MFAD Yay. Ankara.
Bibina, Yordanka, (2000) “Sembollerin Dili: Türk Geleneği ve Balkan Halı-Kilimleri”,
Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası Sempozyumu Bildirileri,
120
17-19 Mayıs 2000, Şumnu-Bulgaristan, Cilt 2, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi
Yay. Ankara.
Çokay, M. Önder, (2000), “Şarköy Kilimleri”, Mobilya Tekstil Dergisi, Sayı:10, Kış.
İstanbul.
Hasanova, Nazmiye, (2000) “Bulgaristan’ın Eskicuma İli Kırtıllı Mahalleleri El
Dokumalarından Örnekler”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi
Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 17-19 Mayıs 2000, Şumnu-Bulgaristan, Cilt 2,
AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay. Ankara.
Karamağaralı, Beyhan, (1998) “Halı Sanatı Üzerine”, Türk Soylu Halkların Halı
Kilim Cicim Sanatı Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, 1996, Kayseri, AKDTYK.
Atatürk Kültür Merkezi Yay. Ankara.
Soysaldı, Aysen, (2000) “Şarköy Kilimlerinin Teknik, Renk ve Bezeme Özellikleri”,
Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslar arası Sempozyumu
Bildirileri, 17-19 Mayıs 2000, Şumnu-Bulgaristan, Cilt 2, AKDTYK. Atatürk Kültür
Merkezi Yay. Ankara.
Soysaldı, Aysen, (2001) “Bulgaristan Türklerinde Kilim Dokumacılığı”, II.
Uluslararası Bulgaristan Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Bulgaristan
Türk Folkloru, Folklor Araştırmaları Kurumu Yayınları 29, Ankara.
Soysaldı, Aysen, (2011) “Üsküp’te Tespit Edilen Yünlü Şayak Dokuma Yaygılar ve
Türkiye’deki Benzer Örnekler”, Uluslararası Geleneksel Türk Sanatları Kongresi,
Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Araştırmaları Merkezi. Konya.
Stone, Peter F. (1997) The Oriental Rug Lexicon, Thomas and Hudson Ltd. London.
Tufan, Muzaffer, (1992) “Göç Hareketleri ve Yugoslavya Türkleri”, Erdem Dergisi,
Cilt;5, Sayı;15, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay. Ankara.
Yücel, Yaşar, (1985) “Balkanlarda Türk Yerleşmesi ve Sonuçları”, Bulgaristan’da
Türk Varlığı Bildirileri, AKDTYK. Türk Tarih Kurumu Yay. VII. Dizi, Sayı;87,
Ankara.
Vakarelski, Hristo, (1977) Etnografya Nasılgariya Nauka i. İzleustuo, 2. Baskı,
Sofya.
121
122
4.1.5 BALKANLARDA HALK OYUNLARI VE GİYSİLER
(Bildiri Özeti)
Öğr. Gör. Abdurrahim KARADEMİR
Öğr. Gör. Şahin ÜNAL
Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı
Türk Halk Oyunları Bölümü
Dansın tarihi insanlık tarihi
kadar eskidir. Büyü amaçlı, inanca
dayalı, ritüelistik ve sosyal amaçlı
pek çok dans üretilmiştir. Bunlardan
bazıları işlevselliğini kaybederek
yok olurken, bazıları güncellenerek
günümüzde
halen
etkinliğini
sürdürmektedir. 19. yüzyılın son
çeyreğinde bilimsel bir kimlik
kazanması tesadüf olmayan halk
dansları bunun en somut örneğidir.
Bu geleneksel nitelikli etkinlik, tarım
toplumundan sanayi toplumuna
geçiş ve ulus devletlerin oluşum
sürecinde etkili olarak kullanılmıştır.
Halk dansları, bu süreçte sanatsal
katkılarla desteklenerek uluslararası
festival ve benzeri etkinliklerde
kültürel kimliklerin öne çıkarılması olarak değerlendirilirken, ulusal
etkinliklerde toplumu birbirine kaynaştırıcı, birleştirici olarak
kullanılmıştır. Günümüz modern toplumlarında, her türlü sanatsal
katkılardan yararlanarak sanatçı topluluklarıyla yapılan çalışmalardaki
asıl amaç yine değişmemiştir. Teknolojik çağın sunduğu sahne teknikleri
olanaklarıyla birlikte yapılan şovlarla, sahip olunan kültürel kimlikler
sergilenerek bu anlamda izleyenleri etkileme çabaları artmıştır.
123
Toplumları bu derece etkileyen halk oyunları ve giysilerin ortaya
çıkışları, gelenekleri, taşıdığı mesajları ve farklı kültürlerdeki benzerlikleri
önem kazanmaktadır. Bu amaca dayalı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devlet
Planlama Teşlikatı’nın desteklediği “Anadolu ve Balkanlarda Halk Çalgıları,
Halk Oyunları, Geleneksel Giyim Kuşam ve Halk Müziği Müze ve Arşiv
Oluşturulması Projesi” çerçevesinde Balkan ülkelerinde yaptığımız saha
araştırmalarına dayalı olarak Balkanlarda halk oyunları ve giysileri,
görsel dokümanlarla, işlevleri de göz önünde bulundurularak anlatılmaya
çalışılacaktır.
124
4.1.6. GELENEKSEL BULGAR KÜLTÜRÜNDE
BONCUKLAR: İŞLEV VE ANLAMLAR
Desislava (Dimitrova) TIHOLOVA
“Etnografya” Bölümü
Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi
Geleneksel kültüre dair mevcut araştırmaların birçoğunda
boncukların kullanımı faydacı ve kötülüğe karşı koruyucu olarak
betimlenir. Faydacı kullanım, boncukları, geleneksel bayram ve
törenlerin kostümleri ile gündelik kıyafetleri tamamlayan “süslemeler”
-giysilerdeki nakışlar veya çoğu kez süs olarak görülen takılar–
bağlamında değerlendirir. Boncukların gündelik kıyafetlerdeki kullanımı
sosyal aidiyetin bir işaretidir – boncuktan yapılmış takılar evli olmayan
bir kadını evli olandan ayırt eder; boncuktan yapılmış eşyalara sahip
olmak veya bunlarla bezenmiş olmak evli olmayan erkeğin nişanlı
olduğuna dair bir işarettir.1
Boncukların kötülükten koruyan bir gereç olarak
anlamlandırılması ve kullanılması geleneksel kültürde bir diğer
araştırma konusudur. İncelemelerde, “geçiş dönemleri” olarak
anlamlandırılan veya bunlarla bağlantılı olan ve çoğunlukla toplumsal
düzeyde gerçekleşen durumlardaki kullanımlar temel alınır. “Bondjuk,
sinets, margarit, baerche” diye de anılan boncuk, koruyucu işlevleri olan
ve tören karakterleri ile olumsuz etkilerin potansiyel hedefleri olarak
görülen toplum üyeleri – doğuran kadın, bebek, çocuk, genç kız, genç
erkek, gelin – için tasarlanmış, evrensel bir nazarlık olarak tanımlanır.
Mavi boncuk – tek başına ya da bileşik modellerde – yeni doğmuş veya
soylu hayvanlar için nazarlık olarak kullanılır Ansiklopedi 1999:264).
1
Konuyla ilgili kaynak olarak kullanılan araştırmaların yayımlandığı eserler:Dobrudja.
Etnografya, Folklor ve Dil Genolojisi, Sofya, 1974; Pirin Bölgesi, Etnografya, Folklor ve
Dil Genolojisi, Sofiya, 1980; Kapantsi, Kuzeydoğu Blagraiya Eski Yerli Halkı, Sofya, 1985
Carrion,On Dokuzuncu ve Yirminci Yüzyılın Başlarında Etnik ve Kültürel ve Ev Özellikleri, Sofya, 1989; Plovdiv Bölgesi, Sofya. 1993; Rodop, Etnografya, Folklor ve Dil Genolojisi,Sofiya,
1994; Istranca, Sofia, 1996, Lovech Bölgesi, Malzeme ve Manevi Kültür, Sofya. 1999; Sakar,
Etnografik, Folklor ve Dilbilimsel Araştırmalar, Sofya 2002.
125
Boncuğun tek seferlik kullanımı yeni evlenmiş çiftler üzerinde sihirli bir
gereç olarak belirlenir (Rodopi 1944:180).
Konuyu ilginç kılan unsurlardan biri de birden fazla boncuğun
geleneksel kıyafetlerde bileşik halde faydacı kullanımlarının çoğunlukla
törenlerde tanımlanıyor olmasıdır – boncuktan imal edilen “süslemeler” Noel,
Peynir Haftası [Shrovetide], Aziz Lazarus Günü gibi takvim de yer alan başlıca
törenlerin ve halk düğünlerinin alamet-i farikasıdır. Boncukların kullanımı
genellikle nişan ve düğün süslemelerinin yapımında söz konusudur.
Boncuğun geleneksel törenlerde ve giyim kuşamda kullanılması
Bulgar etnik sınırları dahilinde yaygındır. Tören kıyafetlerinin bir unsuru,
tören malzemesi ve kötülükten koruyan bir gereç olarak görülmesi ona,
özellikle sosyal ve takvimsel geçiş dönemleriyle bağlantısı olan alışılmamış
bir simge-anlam yükler.
126
Bu metin, boncukların, takvim geçişleri ve sosyal geçiş anlarını
belirleyen tören metinlerindeki “sözel kullanımını” resmetmeyi
amaçlamaktadır.
Metinlerde betimlenen kozmogonik veya törensel (düğünler)
durumlar, boncukları altının, gümüşün ve paha biçilmez taşların –
kutsallığı tanımlamada kullanılan tartışılmaz metaforlar – resimsel ve
semantik işlevlerine göre kıyaslar. Bu kullanım boncukların faydacı
amacına yeni bir anlam kazandırır – “dekorasyon” tanımı aynı zamanda
“nesnenin simge-anlamını derinleştirmenin bir diğer yolu” olarak
değerlendirilebilir (Marazov 1992:31), ayrıca, boncukların kullanımı
mitik-poetik düşünüşün cisimleşmesi olarak da incelenebilir.
Naiden Gerov, Bulgar Dili’nin Sözlüğü’nde “boncuk”
maddesinin karşısına “bir tür delinmiş, dizili tanecik” (Gerov 1977:49)
yazmıştır. Aynı anlam daha kapsamlı biçimde Bulgar Dili’nin Yorum
Sözlüğü’nde “tespihte veya süslemede kullanılmak üzere delinmiş
renkli cam, kehribar vs. taneciği; sintsi” (Yorumlama 1963:426) olarak
verilir. Bulgarca’nın Etimolojik Sözlüğü’ne göre proto-Slavca “manista”
sözcüğü Hint-Avrupa dillerinde “boyun” anlamına gelen “moni”
sözcüğünden türemiştir. Sözcüğün birtakım eski, Bulgarca belgelerde
“gerdanlık, sikke” gibi anlamlar taşıyan değişik formları, ayrıca Slav
Dillerinde “boncuk, sinets, inci, gerdanlık, mercan” anlamına gelen
formları tespit edilmiştir (Etimolojik 1986: 652).
Törensel metinlerde birbiri ardına açılan sözcükbirimlerin
[lexeme] çeşitliliği motiflerin folklorik değişkenliklerinin tipik bir
göstergesi olarak incelenebilir. Anlamlar “boncuklar ve sintsi”, “inci
ve margarit” ve mercan anlamına gelen “merdjan” biçiminde sıralanır.
Kanıt olarak kullanılan törensel metinler sözü edilen kelimelerin
“altins, altın sikkeler, paha biçilmez taşlar” ile karşılandığı birçok
durumu anlatır, bu kullanımlar kutsal geçiş dönemlerini veya Göklerin
Hükümdarlarının giysilerini tasvir eden törensel metinlerde yer alır.
“Boncuk” sözcüğünün ‘camdan veya başka malzemeden yapılan,
127
delinmiş ve dizili tanecik’ biçimindeki kolektif tanımını kabul edersek,
törenleri ve kozmolojik karakterleri tanımlayan sözcük birimlerdeki değişim
tümüyle doğal olur.
Ayrı bir konu olarak, Codex Suprasliensis (X. Yüzyılın ortaları) adlı
eserde ve 1397 yılından bir diplomada geçen ve “inci, değerli taş” anlamlarında
kullanılan “inci” sözcüğünün etimolojik kökeni üzerine ortaya atılan bir tezi
serimlemek istiyorum. Jivko Voinikov, Proto-Bulgarca’nın ve Eski Rusça’nın
etimolojisi üzerine makalesinde inci sözcüğünün kökeninin izlerini Hint-İran
Dillerindeki “parlak” anlamına gelen köke kadar sürer. “Sinets” sözcüğünün
etimolojisi, buna bağlı olarak, “lif, iplik ve ince” (Voinikov, 2010: 9, 99)
anlamlarına gelen antik köklerle ilintilidir.
Kutsallaştırılmış olayların tanımlanmasında bir kod olan boncukların
semantiğine dair ileri sürülen tezlerin kanıtları için, aynı zamanda sözü edilen
etimolojik tezleri desteklemek üzere törensel folklorik metinlere – Noel, Aziz
Lazarus Günü, düğün, nakaratlar – bakabiliriz.
Noel ilahilerinde sıklıkla rastlanan metinlerden biri, kendisine Bakire
Meryem tarafından mucizevi bir gömlek – göğsünde berrak bir güneşin
resmedildiği, omuzlarında berrak bir ay ve eteğinde küçük yıldızlar bulunan,
“üzerine boncuklar dizilmiş, ince, ipekten bir gömlek” (SIB, 1973:36) – hediye
edilen bir genç kız için olanıdır. Kozmik düzenin benzer bir tanımı uzayın ve
zamanın yeni takvim yılında beklenen bir düzeni olarak da izah edilir. Noel
tatili ile belirlenen takvim yılı geçişlerinde Kozmos’un yapısı onun görünür
unsurlarıyla – Güneş, Ay, yıldızlar – tarif edilir. Bu düzenin merkezinde Yaşam
Ağacı’nı temsilen genç kız – sık rastlanan bir imge – yer almaktadır; Güneş’in,
Ay’ın ve yıldızların dizilişleri Güneş, Ay ve Ülker [Süreyya] Takvimlerinin
bellekteki bir kalıntısı olarak incelenebilir (Kaloyanov,1995:113). Düğün
gömleğinin tasviri bizi, sosyal düzlemde düğün törenlerine götürür. Geleneksel
kültürde gömlek, kadının ve müstakbel gelinin zengin süslemelerini ifade
eden ana semboldür. Bu gömlek aracılığıyla kızın cinsel saflığı belirtilir,
gömlek kızın ölümüne dek muhafaza edilir, çünkü “düğün gömleği ile
128
kocalar, eşlerini Dış Dünya’da bulurlar” (Vakarelski, 1990: 62). Diğer
bir deyişle, “mucizevi gömlek” Kozmos için bir model oluşturmanın
dışında, düğün törenini meydana getiren unsurlara gönderme yapar.
Bir “düğün hediyesi” olması niteliği ile toplumsal ilişkilerin özel bir
“dinamiğine” işaret eder (Marazov 1992:40).
Dünya’nın mitik-poetik kodlu bir resmini “Mucize Ağacı”
motifinde de görürüz. Tanrı’nın annesinin veya Azize Nedelya’nın
rüyasında bir “Mucize Ağacı” görünür, gümüşten kökleri, altından
gövdesi, bakırdan dalları ve inciden çiçekleri ya da yaprakları olan “bir
mucize ağacı” büyümüştür. Rüyanın yorumu Hristiyan Panteonu’nu
düzenler: Ağaç “Tanrı’nın kendisini”, dallar azizleri, yapraklar ölü
ruhları temsil eder; kozmogonik simgeselliğin değişik versiyonlarında
ağacın tepesi ve yapraklar sırasıyla “Ayı ve yıldızları” simgeler (SIB,
1973: 66-68; SIB, 1962:206). Adı geçen metinlerde “inci” sözcükbirimi
“azizler, yıldızlar ve ölü ruhlar” için semantik bir koddur.
Kuzey-Doğu Bulgaristan’da Aziz Lazarus Günü için söylenen
türkülerde bir genç kız, genç bir erkeğin ona “beyaz topuklarına” ya da
“alacalı eteğine kadar sintsi ile süslenmiş bir kaban” alıp almayacağını
öğrenmek ister. Bu türkülerin birinde gözler önüne serilen resim o bölge
için tipik olan düğün kıyafetini tasvir eder. Bu bağlamda, boncuklarla
süslenen kaban düğün törenlerinin semantik bir kodu olarak ele
alınabilir.
Düğün törenlerinin
özelliklerinin ya da unsurlarının tasvirine dair bir diğer örnek ise, yine Aziz Lazarus Günü için bir türküde
yer alır; bu türküde iki genç
kız küçük bir atın peşine düşerler, at Tuna’ya atlar; iki kızın
nehirden çekip aldıkları “küçük
bir sandığın” içinden “küçük bir
gelin” çıkar, şapkasına “bir sikke
ve küçük bir sinets” dikilidir
(SIB 1973:183). İçindeki
düğün kıyafetiyle küçük
sandık, içinde gelinin hediyelerinin bulunduğu düğün
sandığının poetik bir imgesidir.
“Küçük sinets’in” gelin şapkasının
tepesinde görünmesi geleneksel
kültürde boncukların törensel ve
simgesel kullanımının bir diğer
kanıtıdır.
129
Bir arı türküsünde ise genç kız kopan gerdanlığı için ağlar ve genç
adam onu yatıştırır: “Ben ipi bağlayacağım, sen sintsi’yi dizeceksin” (SIB
1973: 425). İlk bakışta sıradan bir durumu anlatır gibi görünen bu dizeler bizi
geleneksel düğün öncesi ritüellerine ve düğün simgeselliğine götürür.
Bunların yanı sıra, Güney Bulgaristan’dan törensel-olmayan, semantik
açıdan düğün döngülerine göndermede bulunan bir türkü vardır. Bir anne
oğlunu aramaktadır, onu bulur ve paşanın
“vergi” toplamak için görevlendirmek
üzere onu aradığını söyler. Oğul, paşanın,
kellesini almak ve bununla “kahramanların
başlarından bir kale” yapmak için aradığını
söyler ve paşanın kızıyla bir çeşmede
buluşur, onun “üç dal merdjan’ını” koparır,
kopanları toplamaya başlarlar, ancak, “ne
sintsi toplanır, ne de sözler biter, nişan
için söylenen sözler” – (nişan – Yazarın
notu) (SIB 1962:73). Aktarılan hikâye,
evlenmek için verilen ve kahramanı ölüm
tehlikesiyle – “kellesini uçurma” – sınayan
sınavın tüm özelliklerini gösterir, ödül ise
“paşanın kızıdır”, bir de yeni bir hükümdar
koltuğu. “Boncuk” için öne sürülen tezin
desteklenmesinde “merdjan” ile “sintsi”nin
eşanlamlı
kullanımlarına,
“sintsi’nin
toplanması”nın imkansızlığı ile “nişan için
verilen sözlerin bitmesi”nin semantik denkliğine başvurulabilir. Folklorik
metinlerin birçoğunda, “inci” sözcükbirimiyle – “dizilmiş bir inci ifadesindeki
inci olarak” – bağlantılı şekilde, sözcüklerin birbirinin yerine kullanılması
sürekliliğini korur; bir peri masalı motifi olarak “gülüş-gül, gözyaşı-margarit”
ve benzer biçimde “gözyaşı-inci, sözcükler-margarit” oldukça yaygın şekilde
kullanılır (Katalog 1994:140-141).
130
“Gözyaşı - inci” metaforu belli sayıda balad’da da ortaya çıkar, bir
çobanın gördüğü rüyada “Rüya – bir ölüm alameti” motifi gözlemlenir;
çoban bu rüyada ilk sevdiğinin gerdanlığının ayrıldığını, sintsi’nin
çatladığını, sikkelerin kırıldığını, ipin koptuğunu görür. Çobanın annesi
bu rüyayı yorumlarken “ağlama ve kırılma”yı “yollar ve günler”in
kesintisine, sintsi’yi de “gözyaşları”na benzetir (SIB, 1962:365366). Bir başka metinde genç bir kızın rüyasında “beyaz bir
margarit” ektiğini ve “karabiber” biçtiğini gördüğünden söz
edilir – bu rüyanın yorumu ise ölüm ritüeline ilişkindir: “kara
kölelik, beyaz gözyaşları”. Dış Dünya’ya verilen mesajlar
olarak anlamlandırılan “ölüm alametleri”nin (Dimitrova,
2002:32) özellikleri, kullanılan simgeselliğin kendine özgü
veya Dış Dünya için geçerli olan mefhumlarla semantik açıdan
denk biçimde ele alınmasının nedenlerindendir. Bu anlamda,
metaforik olarak kullanılan “sintsi” ve “margarit” imgeleri
mitik-poetik bilince göre aracı olarak değerlendirilebilir, altına
benzer şekilde, hem insani hem ilahi dünyaya eşit derecede
içkin olarak görülürler (Marazov 1992:38).
Noel ve Aziz Lazarus Günü için söylenen türkülerde
yaygın olarak, bir erkek çocuk doğuran ve ona bir gömlek ve
şapka – müstakbel hükümdarın kıyafetinin temel öğeleri – ören
kraliçe motifine rastlanır. Bu öğeler iki veya üç sıra halinde
“altın sikke, behlitsi, groshes, margarit” ile süslenir (SIB,
1962:141, 146, 147, 148) – bu da yukarıda sözü edilen aracılık
işlevlerinin bir diğer kanıtıdır.
Boncukların simge özüne ilişkin tez ve insani dünya ile ilahi
dünya arasında bir aracı olarak görülmelerine bir diğer kanıt olarak,
geleneksel kıyafetlerin yapımında kullanıldıkları coğrafya gösterilebilir.
Yukarıda değinildiği üzere, boncuk süslemelerinin birçok tasviri tören
karakterlerinin giyim kuşamıyla ve çoğu kez gelinin düğün kıyafetiyle
ilişkilidir. Burada boncukların aracı işlevleri için gösterge olan kullanım
formlarından yalnızca birkaçına dikkat çekmek istiyorum.
131
Dış dünyadan gelen ve daimi olarak maruz kaldığı saldırılara karşı
giyim kuşamla, takılarla, törensel davranışlarla korunan insan bedenini
bir merkezle çevreden oluşan bir sistem olarak gören folklorik kavrayışı,
fazlaca ayrıntıya girmeden hatırlatmak istiyorum. Bu bakış bu tür giyim
kuşam ve takı modellerini, ‘çevre’ bölgelere – eller, bacaklar, bel, göğüs,
baş – en üst düzeyde koruma sağladığını varsayar. Boncukların nakışlarla
birlikte kötülükten koruyucu kullanımı, bedenin sınır bölgelerine ve en çok
tehlike altında olduğu düşünülen bu kısımlarına odaklanır; bu, etnik sınırlar
dahilindeki tüm bölgelerde tipik bir kullanımdır.
Boncukların, kötülükten koruyucu işlevleriyle kullanıldığı
durumlardaki en belirgin özellikleri “mavi” renkte olmalarıdır, boncuktan
takıların tasvirinde ise “rengârenk” sıfatı kullanılır.
Folklorik düşünüş sadece kırmızı rengini ateşle, kanla ve sağlıkla
özdeş şekilde kavrar. Neredeyse diğer tüm renkler yeraltına ait karakterlerin
tasvirinde kullanılır, bu kullanımlar bir birey olarak insanın sınırlayan
konumunu yansıtır; “sinirden masmavi kesildi, solgun (beyaz), sapsarı oldu,
mavi-yeşil” (Kaloyanov, 2003:86). Anılan renklerle – mavi, sarı, yeşil, beyaz
– Dış Dünya’daki karakterleri ve onların hayvan formundaki temsillerini –
vampir, cin, yılan, çayır yılanı, ejder, yeraltı ateşi, hazine avı – halk, hayalinde
canlandırır. Bu bağlamda mavi boncuğun genel kullanımı onun taklit yoluyla
gerçekleştirilen sihir amaçlı eylemine bağlıdır – bir şey ona benzeyen başka
bir şeyle nötrleştirilir, diğer bir deyişle, mavi boncuk istenmeyen etkileri
uzaklaştırır çünkü tam olarak taklit etmektedir, bu, yeraltına ait bir unsurdur.
“Alacalı” ve “rengârenk” tasvirlerinin özdeş bir anlamlandırması
vardır. Balkan Dillerindeki “alacalı-düzenbaz” semantik geçişi üzerine
yazdıkları makalede, yazarlar Petrova ve Ganeva (Petrova, Ganeva, 2004)
“alacalı”nın karakterlere içkin olan özelliğine işaret ederler – kutsallık, sınır
ve yeraltı gibi kavramları yüklenen aracılar. Bunlara “alacalı” ve “rengarenk”
sözcüklerinin bir nesneyi işaretlerle yazmak, çizmek, ayırt etmek gibi
anlamlara gelen kökleri olduğunu da ekleyebiliriz.
132
Sonuç olarak birtakım çıkarımlarda bulunabiliriz:
-Törensel kıyafetlerin süslenmesinde boncuk kullanımı tüm
Bulgar etnik sınırları dahilinde genel bir olgudur;
-“Boncuk” sözcükbirimi “cam, kehribar veya başka
malzemelerden yapılmış parçacıklar”, inci-margarit ve mercan-merdjan
sözcükleri için kullanılan ortak bir mefhumdur;
-Törensel metinlerde boncuklar kozmogonik ve hiyerografik
unsurlara gönderme yaparlar,
-Folklorik metinlerdeki kullanımlarının semantik incelenmesi
onların “aracı işlevleri”ni ortaya çıkarır, bu işlevleri onları,
kutsallaştırılmış durumların evrensel kodları ve kötülükten koruyucu
birer gereç yapar.
KAYNAKÇA
Вакарелски1(Vakarelski)
1990:
погребални обичаи. София.
Вакарелски.
Х.
Български
Войников(Voinikov) 2010: Войников, Ж. „Етимология на
старобългарски, староруски (староцърковнославянски думи с
вероятен прабългарски произход вкл. и някои славянски думи с
източен произход” http://www.bulgari-istoria-2010.com/booksBG/
ETIM STRBG_DUMI_PRBG-PROIZHOD.pdf.
Геров, Н. (Gerov, N.) 1899: Речник на българския език. Т.3 Л-О,
Пловдив.
133
Енциклопедия (Ansiklopedi)1999: Енциклопедия българска народна
медицина, София.
Етимологичен (Etimologichen) 1986: Български етимологичен речник, т.
3, София.
Калоянов (Kaloyanov) 1995: Калоянов, А. Старобългарското шаманство,
София.
Калоянов (Kaloyanov) 2003: Калоянов, А. Старобългарските шамани.
София.
Каталог(Katalog) 1994: Български фолклорни приказки. Каталог.
София.
Маразов (Marazov) 1992: Маразов, И. Видимият мит. София.
Петрова, Ганева (Petrova Ganeva) 2004: Петрова, А и Б. Ганева
„Семантичния преход пъстър-лукав” в балканските езици. В: Сборник
в чест на проф. д-р А. Давидов. Материали от Международна научна
конференция, Велико Търново, 2004 г., 427
441).
Родопи (Rodopi)1994: Родопи. Етнографски, фолклорни и езикови
проучвания.София.
СИБ (SIB) 1962: Народни песни от Североизточна България.т.І, София.
СИБ (SIB) 1973: Народни песни от Североизточна България, т ІІ,
София.
Тълковен (Yorumlama) 1963: Български тълковен речник. София.
İngilizce’den Türkçe’ye çeviri : Eylem DOĞAN
“
Mİ
İ
BİL
ar
LK
HA MACI Bulg alog
N
e
y
İÇİ N A rk v a di
İ
ü d
G
N
LO JESİ da T asın
İYA PRO anın ri ar
134
n
ini
ler
e
r
v
l
“D
i a tle
i çe
n
im örgü
im
l
l
i
i
ğu
b
b
lk lum
lk ası
rla yalo
a
a
a
l
p
i
h
• Hvil to ması n ve lanm ik ağ ve d ası
si rul
loj nin anm
eri ağ
ku ençl nin s eknoliliği sağl
i
t
G
k
• birliğ al ve süre ğinin
y in lirli
iş
s
So in bi
• birliğ rüle
iş rdü
sü
4.1.7. EGE ÜNİVERSİTESİ ETNOGRAFYA MÜZESİ HALK ÇALGILARI-HALK OYUNLARI-GELENEKSEL
GİYİM KUŞAM VE HALK MÜZİĞİ MÜZE VE ARŞİVİ
OLUŞTURULMASI PROJESİ
Dr. Emir Cenk AYDIN
Öğr. Gör. Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuarı
Türk Halk Oyunları Bölümü
Günümüzde, halk bilimi ile ilgilenenlerin sıkça dile getirerek
kaygılandığı konu, küreselleşme ve küreselleşmenin yerel kültürlere
olumsuz etkileridir. Günümüzde hızla değişen iletişim ve teknoloji
alışkanlıkları ile beraber, maddi ve manevi kültürel öğeler de değişim
göstermekte, işlevini yitiren çoğu ise yok olmaktadır. Bu durum,
günümüz halkbilimcilerini, bölgesel kültürel yapılarda, maddi manevi
değer ve bilgi olarak ne varsa toplamaya ve arşivlemeye yöneltmektedir.
Bir ulusun bireylerini birbiriyle kaynaştıran en önemli bağ, kendi ortak
kültürel değerleridir. Bu zenginlik kuşaktan kuşağa kalıtım olarak
geçmektedir. Maddi ve manevi kültürel değerleri korumak, kayıt altına
almak ve daha sonraki nesiller için doğru ve kullanılır olmalarını
sağlamak zorundayız.
Bir arada yaşayan insanlar ortak kültürel tecrübe alanları
dahilinde sahip oldukları maddi ve manevi her şeyi paylaşırlar.
135
Bu paylaşım, bölgedeki yerel iletişimsel ortamın canlılığı ve işlevselliği
sayesinde gerçekleşir. Yerel iletişim kanallarının canlılığı ve işlevselliği,
kültürün korunarak canlı tutulması ve sonraki nesillere aktarılması konusu
kadar, ulusların birlik ve beraberlik içinde yaşaması bakımından da hayati
önem taşımaktadır.
“Türk halk kültürü, halkın dil, kültür, duygu, düşünce ve beğenisiyle
oluşturup yaşatılan, geçmişten günümüze gelmiş, toplum, insan ve doğa
gerçeğiyle şekillenmiştir. Kültür mirası, insanlığın ortak mirasıdır. Her millet
hatta her uygarlık dil, kültür, tarih mirasıyla dünyada yerini alır. Bireylerin
kökleşmesi ve toplumsallaşması, bu mirasın içinde gerçekleşir. Kültür
mirasları geçmişin tanıklarıdır, bu yönleriyle geleceğin şekillenmesinde
136
etkendir. Halk kültürü ürünleri halk arasında mayalandığı için, halkın
kültür yapısını ve dokusunu ortaya koyar. Halk kültürü toplumsal
yaşamda birlikteliği pekiştirici, dayanışmayı arttırıcı özelliklerini
sürdürerek bir işlev üstlenir, halkın kendi kültürüyle yabancılaşmasını
önler. Halk kültürü ürünlerinin halkın ortak duygu ve düşüncelerini dile
getirmeleri bakımından Türk kültürünün korunmasında, yaşatılmasında
önemli işlevleri vardır. Halk kültürü, uygarlıkların yaratıcısı olan
insanların kimlik ve kişiliğinin temel belirleyicisidir.” 12
Kısaca halkın kendini ifade biçimi olan halk kültürü, tıpkı bir dil
gibi kendi iç sisteminde özel anlamları olan bazı ünitelerden meydana
gelmiştir. Çok uzak toplumların bile birbirleri ile kültürlenme etkileşimi
içinde olabildiği günümüzde yaşama biçimlerini ve özellikle geleneksel
yaşama biçimlerini, endüstri devi ülkelerin pazarlama stratejilerinin bir
parçası olan medya aracılığı ile maniple ettikleri ve istedikleri yönde
değiştirdikleri ortadadır. Bu müdahaleler sonucu aynı şeyleri tüketen,
tek tipleşmiş bir dünya kültürü, global kültür oluşmaktadır. Burada
önemli bir nokta, halk kültürlerinde de gerçekleşen lokal değişimin
masum ve doğal akışın gereği bir değişim sürecinden çok, yapay bir
süreç olmasıdır.
1989’da eğitime başlayan Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği
(E.Ü.D.T.M.) Konservatuarı, Türk Halk Oyunları Bölümü; 1992 İzmir
ve ilçelerinde, 1994’de Ege Bölgesinde ve 1996’da ise Türkiye genelinde
Halk oyunları, Halk giyim – kuşamı, Halk müziği ile Halk sazları
konularında E.Ü. Araştırma Fonunun desteği ile araştırma yaparak
sonuçlarını kitaplaştırdı. Söz konusu projeleri başlatan E.Ü.D.T.M.
Konservatuarı Türk Halk Oyunları Bölümü kurucu başkanı Yrd. Doç.
Dr. Cengiz Aydın, bu projelerde bölümün 20 kadrolu öğretim üye ve
görevlileri ile çalışmıştır.
1
Prof.Dr. Erman Artun, “Küreselleşme Olgusu Karşısında Halk Kültürü”, Çukurova
Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi, İnternet Makalesi,
http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/10.php
137
2004 yılında “Anadolu ve Balkanlar’da Halk Çalgıları, Halk Oyunları,
Geleneksel Giyim Kuşam ve Halk Müziği, Müze ve Arşivi Oluşturulması
Projesi”, etnografik özellikler taşıyan halk giysilerinin ve çalgılarının
evrimini, geçmişten günümüze kadar gelebilen örnekleriyle müzeleştirmek,
maddi ve manevi kültürel değerleri korumak ve kayıt altına alarak arşivlemek
amacıyla başlatılmıştır.
Bu projenin konusu, uluslarda barış ve barış içinde yaşam anlayışını güçlendirmek
ve özellikle Balkanlar’da ve
Anadolu’da yaşayan çeşitli medeniyetlere ait etnografik ve folklorik öğeler taşıyan halk oyunlarının, çalgılarının ve giysilerinin
tarihsel bir perspektifte kategorilendirilmesi idi. Projenin amaçlanan sosyal ve biçimsel faydaları
ise; günümüze kadar yapılan alan
araştırmaları sonucu oluşturdu-
ğumuz arşivimizden
yararlanarak ve tasarladığımız alan araştırmalarından edineceğimiz yeni birikimlerle
ortaya çıkarmayı planladığımız etnografik ve
folklorik özellikler taşıyan
halk giysilerinin evrimini,
geçmişten günümüze kadar gelen kazanımları tarihsel perspektif doğrultusunda
müzeleştirmekti.
Bununla birlikte Halk Kültürü Ana Bilim Dalı’nda düşünce ve eser
üreten araştırmacı, bilim adamı, yazar ve öğrencilerin çalışmalarına katkıda
bulunacağı ve geniş halk kitleleri için “ilgi odağı” olacağı yaklaşımı ile
bu müzeyi oluşturan giysi, aksesuar, takı, halk çalgıları ve her türlü görsel
malzemenin temini ve yazılı metinlerin derlenmesi de amaçlar arasında
idi. Elde edilen verilerin Türkçe ve çeşitli yabancı dillerde yayınlanması
da planlanan çalışmalar dahilindedir. Kimi bölgelerde üç, kimi bölgelerde
yedi yüzyıla yakın bir süre Osmanlı ile iletişimde olan Balkanlar’da yaşayan
halkların kültürlerini araştırmak ve bu kültürlerin izlerinin günümüzde nasıl
138
devam ettiğini tespit etmek amacıyla 2004-2008 yılları arasında 14
ülke araştırma kapsamı içine alınmış ve yerinde etnografik çalışmalar
yapılmıştır.
Araştırma Kapsamı içindeki ülkeler:
MAKEDONYA
2004 yılında Üsküp, İştip, Ohrit, Veles, Radoviç illeri
2005 yılında Üsküp, Radoviç ili ve çevre köyleri
2007 yılında Ohrit, Kalkandelen, Manastır ili ve çevre köyleri
2008 yılında Ohrid, Üsküp, Struga ve Radoviçin çevre köyleri
BULGARİSTAN
2004 yılında Kırcali ili, Smolen Sancağı, Razgrad ili ve çevre
köyleri
2008 yılında Razgrad, Varna, Sofia illeri
YUNANİSTAN
2004 yılında Batı Trakya, Gümilcine ve İskeçenin merkez ve
çevre köyleri
2007 yılında Serres bölgesi, Volos ili ve Atina
2008 yılında Yunanistan Adalar, Rodos, Kos, Midilli, Girit
Adaları
BOSNA-HERSEK
2004 yılında Saray-Bosna ili, Zenica, Mostar, Travnik merkez ve çevre
köyleri
2007 yılında Saray-Bosna ili, Mostar, Zenica ve Travnik merkez ve çevre
köyleri
KOSOVA
2004 yılında Prizren, Priştina merkez ve çevre köyleri
2005 yılında Zhur(jur) kasabası, Prizren, Priştina merkez ve
çevre köyleri
ROMANYA
2004 yılında Galat ili, Köstence ili- çevre köyleri ve Bükreş ili
MOLDOVA
2005 yılında Kişinov merkez ve Gagavuz Özerk bölgesi, Komrat ili ve çevre
köyleri
UKRAYNA-KIRIM
2005 yılında Simferopol, Yalta merkez ve çevre köyleri, Kiev
139
KARADAĞ
2005 yılında Rojaya (rozaya) kasabası
2008 yılında Rojaya (rozaya), Podgorica, Cetinje
ARNAVUTLUK
2007 yılında Tiran, Kruje (Kruye), İşkodra merkez ve çevre köyleri
2008 yılında Tiran, Kruje (Kruye), İşkodra merkez ve çevre köyleri
SLOVENYA
2007 yılında Lubiana(Lubjana) ili, Jelinsinski kasabası ve çevre
köyleri
2008 yılında Lubiana(Lubjana), İdrija merkez ve çevre köyleri
HIRVATİSTAN
2007 yılında Zagreb, Velika Gorica bölgesi
2008 yılında Zagreb, Split, Velika Gorica bölgesi
MACARİSTAN
2007 yılında Budapeste, Pecs (peç) illeri, Balaton Gölü çevresi
AZERBAYCAN
2008 yılında Bakü ve çevre köyleri
Yıllara Göre Toplanan Envanter
2004
Makedonya
Bulgaristan
Yunanistan
Bosna-Hersek
Kosova
2 takım geleneksel giysi
1 çarık, 1 önlük
1 zurna, 1 kemençe,
1 takım geleneksel giysi
1 iki saplı saz, 1 eski gusle,
4 takım geleneksel giysi
18 takım geleneksel giysi,
8 erkek kuşak,
20 çift çorap, 8 yelek
2005
Makedonya
Kosova
Moldova
Sırbistan
Karadağ
140
3 takım geleneksel giysi, 1 düdük, 1 gayda
8 takım geleneksel giysi, 13 parça etek, yelek,
gömlek, şalvar, kuşak, başlık, önlük, arkalık
3 takım geleneksel giysi, 1 balalayka
60 adet giyim-kuşam parçası
2007
Yunanistan
Arnavutluk
Macaristan
Makedonya
Slovenya
Hırvatistan
4 adet CD, 1 adet VCD, 1 adet DVD
1 adet öküz boynuzu düdük, 6 adet kostüm
kitabı, 6 parça geleneksel giysi
1 adet yöresel kaval, 4 parça 19.yy’dan kalma
giyim, 9 parça 1940 yılına ait giyim
8 parça Üsküp Raştak kadın giyimi, 6 parça
Üsküp erkek giyimi, 8 parça Kalkandelen
Tetova kadın giyimi, 11 parça geleneksel giyim
1 adet yan flüt ve 1 adet pan flüt
7 parça Hırvat bayan kostümü, 5 parça Hırvat
erkek kostümü
2008
Slovenya
Sırbistan
Yunanistan
Arnavutluk
Bulgaristan
Macaristan
6 parça Slovenya geleneksel erkek giyimi
7 parça Sırbistan Vronya kadın kostümü, 5 parça
Sırbistan Vronya erkek kostümü, 7 parça Sırbistan
Priyepolye kadın kostümü, 8 parça Sırbistan
Şumadya kadın kostümü, 1 adet Sırp kadın dokuma
önlük, 2 çift Sırbistan işlemeli çarık, 1 adet tekli
düdük ve 1 adet çiftli düdük
1 adet uzun Midilli erkek cepkeni, 1 adet kitap ve
1 adet katalog
7 parça Kruje Bölgesi erkek kostümü
10 parça Loznitsa kadın kostümü, 7 parça Loznitsa
kadın kostümü, 7 parça Loznitsa erkek kostümü,
1 adet tırnak kemençe
5 parça bayan geleneksel giyimi, 5 parça erkek
geleneksel giyimi
Araştırmalarda Balkanlar’ın genelinde oyun, giyim kuşam,
müzik aletleri ve ezgi-ritim analizi yanında takıların, süslerin ve bazı
giyim ayrıntılarının da tespiti yapılmıştır. Yrd. Doç. Dr. Cengiz Aydın
tarafından başlatılan, Devlet Planlama Teşkilatı ve Ege Üniversitesi
Rektörlüğü’nün destekleriyle yürütülen projenin araştırmaları sırasında,
ülkemizde yapılan bilimsel araştırmalar dışında Balkan ülkelerinde,
toplam 201 bilim insanı ve 909 kaynak kişi ile görüşmeler yapılmıştır.
141
Ayrıca toplam 20736 kare fotoğraf, 208 saat video çekimi yapılmıştır.
Bunlardan yararlanılarak broşür, katalog ve 4 cilt kitap yayınlanmıştır.
Uzmanlarca yapılan araştırmalarımızın her evresi, teknolojik ve bilimsel
gelişmeler ışığında gerçekleştirilmiştir. Müze ve arşivimizden yararlanılarak
uluslararası bilimsel toplantılarda sunumlar yapılmış; ayrıca müzemizin arşivi
birçok yüksek lisans ve doktora öğrencisinin tez konusunu oluşturmuştur.
Müzemizin fiziki şartları, envanter içeriği, kataloglanma ve teshir salonları
birçok örnek müze incelenerek planlanmıştır. Bu araştırmalar sonucunda
müzemizde, 2181 parça geleneksel giyim eşyası, 87 adet geleneksel
halk çalgısı, 259 adet takı ve aksesuar, 24 adet silah, sandık
ve dolaplardan oluşan toplam 2560 obje sergilenmektedir.
Müzemizin, dünyadaki benzerleri arasında prestijli bir konumu
olacağı umulmaktadır.
Günümüze Sirkehane adıyla ulaşmış olan Müze binamız
19.yüzyıl sonlarında inşa edilmiştir. Son yirmi yıllık süreç içinde
büyük bir bölümü yıkılmış olan binanın 2010 yılında restorasyonu
tamamlanmış olup 22.06.2010 tarihinde “E.Ü. Balkanlar ve
Anadolu Giysileri Müzesi’’ olarak faaliyete geçmiştir. Kültür
Bakanlığı’na başvurulmuş ve Bakanlık denetimi sonucu özel
müze olarak açılmasına karar verilmiş, 02.11.2010 tarihinde
onaylanarak özel “Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi’’ adını
almıştır.
İki ayrı binadan oluşan müzenin, taş ve ahşaptan inşa edilen ana binası
iki katlı geniş galeri kısmı ve ona bağlı alt katta üç oda, bir hol ve bir depodan
oluşmaktadır. Ayrıca müstakil girişli 5 odalı yönetim, atölye, arge, güvenlik
denetim katımız mevcuttur. Yeni binada ise iki salon ve bir yönetici odası
bulunmaktadır.
Restore edilen müze binamıza İzmir Büyükşehir Belediyesince
“Tarihe Saygı/Yerel Koruma Ödülleri-2010” kapsamında seçici kurulun
yaptığı değerlendirme sonucu, “Özgün İşlevin Değiştirildiği Esaslı Onarım
Ödülü’’ verilmiştir.
142
Müzemizin teşhir salonunun alt katında Anadolu ve Trakya’dan
Hakkari yöresi (1 manken), Bitlis yöresi (1 manken), Kars yöresi (1
manken), Balıkesir yöresi (1 manken), Eskişehir yöresi (1 manken),
Kemalpaşa yöresi (1 manken), Kilis yöresi (2 manken), Erzurum yöresi
(2 manken), Çanakkale yöresi (4 manken), Tokat yöresi(3 manken),
Ödemiş yöresi (2 manken), Ege Bölgesi (2 manken), İzmir yöresi (4
manken), Bursa yöresi (3 manken) ve Kütahya yöresi (3 manken)
olmak üzere toplam 15 yöre geleneksel kıyafetleri tam takım halinde
aksesuarlarıyla birlikte teşhirdedir.
Üst katta ise Makedonya (5 manken),
Moldova (1 manken), Bulgaristan (2 manken),
Romanya (2 manken), Bosna-Hersek (2
manken), Yunanistan (2 manken) , Hırvatistan
(1 manken), Karadağ (1 manken), Sırbistan (3
manken), Kuzey Arnavutluk (4 manken) ve
Kosova (13 manken) olmak üzere toplam 11
Ülke geleneksel kıyafetleri tam takım halinde
teşhirdedir.
Alt kat galeriye bağlı bölümde ise
geleneksel düğünlerimizde kız evi sahnesi
yer alıyor. Ülkemizde düğün törenleri içinde
yer alan geleneksel uygulamalardan biri olan
“Kına Gecesi Töreni’’ diğer odada ise çeyiz yazımı sergilenmiştir.
Ayrıca depomuzda dönüşümlü sergilenmek üzere birçok giyim kuşam
objesi koruma altına alınmıştır.
Alt kat da ayrıca geleneksel giysilerin, takıların, çorapların,
keselerin, iğne oyalarının, değişik işlemeli örtü ve peşkirlerden oluşan
geleneksel Türk el sanatlarının çeşitli örneklerinin bulunduğu “Çeyiz
Sergisi” ve halkın günlük yaşamında kullandığı çeşitli ev eşyalarının
olduğu “Mutfak” bulunmaktadır.
143
Masalarımızda silahlar, gümüş kemerler, kemer tokaları, alınlıklar,
bileklikler, köstekler, muskalıklar, hamayıllar, kadın tepelikleri ve kadınerkek başlıkları sergilenmiştir. Bahçemizde yer alan yeni binanın ikinci
katında ise Anadolu, Balkanlar ve Kafkas ülkelerinin geleneksel halk
çalgılarından oluşan örnekler sergilenmiştir. Alt katta ziyaretçilere dinlenme
olanağı sağlayacak kafeterya hizmet vermektedir.
Bu projeye katkı sağlayan Devlet Planlama Teşkilatı’nı alanımız
adına katkılarından ve ilgilerinden dolayı kutlar ve bu duyarlılığın devamını
dileriz.
“DİYALOG İÇİN HALK BİLİMİ” PROJESİ
KAPSAMINDA YAPILAN ETKİNLİKLER
18 HAZİRAN 2011, ANKARA
• Açılış Toplantısı
23-27 EKİM 2011, ANKARA
•
Fevziye Köyü Ziyareti ve Gösteriler
•
“Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı
•
“Sandığımda Balkanlar” Sergisi
•
Halk Müziği, Çalgıları ve Oyunları Atölye Çalışmaları
•
“Komşu Danslar ve Ezgiler” Gösterisi
22-24 NİSAN 2012, RUSÇUK
•
Ivanovo Ziyareti ve Gösteriler
•
“Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı
•
“Komşu Danslar ve Ezgiler” Gösterisi
29 EYLÜL 2012, ANKARA
• Kapanış Toplantısı
• Kapanış Konseri
• Muammer Ketençoğlu Konseri
• Konuk Sanatçı : Yıldız İbrahimova
• Balkan Topluluğu, TUFEM ve THBT Halk Oyunları Ekibi
Web Portal : www.folkloricdialogue.metu.edu.tr
144
4.1.8. GELENEKSEL BULGAR MÜZİĞİNE VE TÜRK
MÜZİĞİYLE İLİŞKİSİNE GENEL BİR BAKIŞ
(Bildiri Özet)
Muammer KETENCOĞLU
Müzisyen- Halk müziği araştırmacısı
Bulgar geleneksel müziği, hem dünyada hem de Balkanlarda
saflığıyla ve zenginliğiyle dikkat çeken yegane geleneklerden biridir.
Hızlı dans ezgileri ve baladlarıyla Trakya ve Kuzey Bulgaristan,
çakışan sesler ilkesine dayalı arkaik şarkılarıyla Şop ve Pirin bölgeleri,
ağır, duygulu şarkılarıyla Istıranca bölgesi ve yine ağır uzun havaları
ve pentatonik baladlarıyla Rodop bölgesi bu küçük ülkenin kendi
içinde son derece çeşitli geleneğinin ana çizgilerini oluşturur. Ayrıca
Filip Kutev’in temelini attığı halk müziğinden çağdaş çoksesliliğe
uzanan Bulgar kadın koroları ve çalgılarının sınırlarını zorlayan büyük
virtüözler bugünkü çağdaş Bulgar halk müziğinin temel ögeleridir.
145
Coğrafi yakınlığa ve tarihsel nedenlere karşın Türk ve Bulgar
müzikleri arasındaki etkileşim, benzeri durumlarla karşılaştığında kanımca
oldukça cılızdır. Kapalı toplumsal yaşam ve ekonomi ile bu durum bir
dereceye kadar açıklanabilir. Bu gerçeğe karşın her iki gelenekte de yaygın
olan birçok makamdan tabii ki söz edilebilir. Trakya, Kuzey Bulgaristan ve
Pirin’de hicaz makamında sayısız halk şarkısı vardır. Istıranca’da ise saba
makamına çok benzeyen bir dizi oldukça yaygındır. Rodop bölgesinde Pomak
ve Bulgarların ortak pentatonik şarkılarıyla güney Ege’deki gurbet havalarını
oldum olası yakın bulmuşumdur. Ayrıca adını Trakya çaprazı (Trakiiski
caprazi) oyununda olduğu gibi Türkçe’den alan birçok parça olmalı.
Türk ve Bulgar müziği arasına kurulabilecek köprünün en önemli
dayanaklarından biri de yüzyıllardır Bulgaristan’da yaşayan Bulgar vatandaşı
Türkler’dir. Gerek Deliorman’da gerekse Kırcali’de birlikte yaşayan Türk
ve Bulgar’ların birbirlerinden etki almadığını düşünmek doğru olmaz.
1940’lardan başlayarak Bulgaristan’da Türk ya da Roman müzisyenlerin icra
ettiği Türk müziği kayıtlarına artan oranda rastlamaktayız.
1990’dan sonra Türk ve Bulgar müziği arasındaki ilişki adım adım
gelişmiş, iki ülkeden müzisyenlerin ortak projeleri her geçen yıl daha çok
karşımıza çıkar olmuştur.
146
4.1.9. HIDRELLEZDEKİ OYUNLARA TÜRKİYE’DEN BİR
ÖRNEK: SİVAS’IN HAFİK İLÇESİNDE EĞRİLCE VE
KADIN OYUNLARI
Solmaz KARABAŞA3∗
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
Giriş
İnsanın dünyanın her yerinde yaşamayı başarabilme sırrı,
doğayı çok iyi takip etme, gözlemleme ve böylece oluşturduğu bilgi
birikiminde saklıdır. Doğayı gözlemlerken, orada meydana gelen ve
sırrına eremediği kimi değişiklikler onda hayat döngüsü ile ilgili bir
tasavvura yol açmıştır. Mevsimsel geçişler bu doğa olaylarından biridir.
İnsan, mevsimlerle birlikte doğada meydana gelen değişimi, baharda
yaşanan canlanmayı bu hayat döngüsünün başlangıcı olarak algılamış
ve o dönem kültürde özel bir yer etmiştir. Bütün bir yılın iyi geçmesini
garantiye almak üzere yapılan inançsal pratikler ve bunlara eşlik eden
kutlamalar işte böylece oluşmuştur.
İnsanlığın bu ortak mirası mevsimlik bayramlar dünyada farklı
farklı adlarla kutlanmaktadır. Türkiye’de yaygın olarak “Hıdrellez”
adıyla kutlanır. Diğer bazı adlandırmalarına örnek olarak “çiğdem
gezdirme, baca pilavı, kuzu günü, uçurtma bayramı, kiraz bayramı,
çağırı bayramı, seyran, gezek alemi” verilebilir (And, 1964:85). Sivas’ın
Hafik İlçesi’nde ise Hıdrellez, Eğrilce adı altında kutlanmaktadır.
Gerek dünyada, gerekse de Türkiye’de gerçekleştirilen bu
kutlamalardaki bir başka ortaklık da yöresel oyun ve müziktir. Oyun
ve müzikle birlikte eğlence, Hıdrellezin esas unsurudur ve her türlü
sevinç ve kutlama oyunların oynanmasına vesiledir. Ancak Hıdrellez,
açık hava eğlencesi olmasıyla diğer oyun oynama vesilelerinden ayrılır.
İşte tüm bu nedenlerle Hıdrellez kelimenin tam anlamıyla bir “bayram”
havasında yaşanır.
∗
Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkbilim Bölümü Doktora Öğrencisi
147
Türkiye’de Halk Oyunları
Türkiye’deki halkoyunları kültürü üzerine çalışmalarıyla tanınan
Metin And (2007:89)’ın yaptığı değerlendirmeye göre Türkiye’de halk
oyunlarının oluşmasına etki eden bazı faktörler vardır. Bunlardan ilkini
Anadolu kültürleri ve bunların bolluk bereket törenleri, ikincisini Türklerin
Orta Asya kökenli Şamanistik inanç pratikleri, üçüncüsünü İslamiyet,
dördüncüsünü ise İmparatorluk Dönemi oluşturmaktadır. Bu sonuncusu
sadece halk oyunları açısından değil, Balkan kültüründeki diğer pek çok
ortaklığın da etkeni olmuştur.
İşte bu ve benzeri etkenlerle şekillenen bugünkü Türk Halk
Oyunları’nın temelini oluşturan geleneksel oyunlar, Türkiye’de oldukça
çeşitlilik gösterir. Metin And köylü dansları adını verdiği ve bunların tespitine
giriştiği çalışmasında bu oyunların sayısını binin üzerinde olarak verir (And,
1964:5).
148
Türkiye’de her bölge, kendi oyununa farklı bir ad vermiştir.
Zeybek, halay, bar ve horon gibi. Bu nedenle halk oyuncular arasında
bu oyunların yaygınlık gösterdiği bölgeleri bu yerel adlandırmalarla
adlandırma alışkanlığı vardır. Örneğin İç Anadolu Bölgesi’nde halay
ağırlıktadır ve bu nedenle İç Anadolu’ya “halay bölgesi” denir. Böyle
sınıflandırmanın bazı kolaylıkları olmakla birlikte, halayların kendi
içindeki çeşitliliği de göz önünde bulundurulduğunda genellemeler
sakıncalı da olmaktadır. Gene de bu çalışmaya konu olan ilin bir “halay
bölgesi”nde yer aldığını söyleyebiliriz.
Sivas/Hafik/Düzyayla Köyü
Sivas üç vadi arasında kurulmuştur. Kızılırmak, Yeşilırmak ve
Fırat Havzası Yüzölçümü açısından Türkiye’nin ikinci büyük ilidir.
İlin yeryüzü şekli ağırlıklı olarak platolardan oluşmaktadır.
Hafik ilçesi, Sivas’ın yukarı Kızılırmak bölgesinde yer
almaktadır. İl merkezine 37 Km. uzaklıktadır. İlçenin tarihi M.Ö. 200’lü
yıllara dayanmaktadır. Birçok medeniyetin yaşadığı ilçe aynı zamanda
gölleri ve ormanlık arazisiyle doğal bir zenginliğe sahiptir.
Düzyayla Köyü, 150 hanedir. Tarımla uğraşır. Yaylacılık vardır.
O yüzden Eğrilce’den hemen sonra yaylaya çıkılır.
Eğrilce
Hafik’te 6 Mayıs gününe “Eğrilce” denir. Türk Dil Kurumu’nun
Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nde “Eğrilce” kelimesinin, Sivas’ta
Hıdrellez anlamı dışında bir de “erik çağlalarının yağmur etkisiyle
bozulması” anlamına geldiği belirtilmektedir. Buradan yola çıkarak
“Eğrilce” kelimesinin, Hıdrellezdeki kaçınmaların sebebi olan
“eğrilik”lerden gelmiş olacağı tahmini yürütülebilir. Çünkü o gün
yaşlı kadınların, o yıl doğacak çocukların ve kuzuların sakat olmaması
için “bize gelecek eğrilik, fasulyeye gitsin” diyerek fasulye diktiği
söylenmektedir.
149
Eğrilce’deki pratikler, Anadolu’nun hemen her yerinde yaygınlık
gösteren Hıdrellez pratikleri ile benzerlik gösterir. Eğrilce öncesinden
temizlikler yapılır, yemekler (yağlı fırın kömbesi, Anşalı adı verilen çörekler,
buğdaydan yapılan kavurga, evelik/labada dolması, 100’er adet haşlanmış
yumurta) hazırlanır, 6 Mayıs günü de kırlara gidilip eğlenilir.
Eğrilce eskiden Eğrilce Deresi adı verilen bir yerde ve birkaç köyün
katılımıyla kutlanırmış. Bugün gene yeşillik bir yer tercih edilmekte ancak
kötü hava koşullarında iç mekanda da kutlanmaktadır.
Eğrilce kutlamalarını
kadınlar organize etmektedir. Köyde kaç nişanlı çift varsa onların aileleri (yerel söyleyişle “gelinlik sahipleri”) hazırlıkları
yapar. Ancak komşular yardım
olsun diye yumurta ve süt getirirler. Köylü, nişanlı sahiplerinin mi-
safirleri gibidir. Oğlan
tarafı, “gelinlikleri”nin
tarafını davet eder, onları ağırlar. Böylece iki
tarafın kaynaşması ve
yeni kurulmakta olan hısımlık ilişkilerinin pekişmesi sağlanır.
6 Mayıs gününde bunun dışında da başka hiçbir iş yapılmaz.
Eğrilce’ye özgü, o gün iş yapanların başına kötü şeyler geleceği yönünde
inanışlar herkesi o gün adeta eğlenceye mecbur eder.
Bu nedenle Eğrilce tam bir bayram ve eğlence fırsatıdır. Eğrilcenin
bayram olarak görülmesini ve önemini şuradan da anlamak mümkündür:
Bilindiği gibi Anadolu’nun hemen her yerinde nişan ile düğün arasında geçen
bayramlar önemlidir, bu bayramlarda oğlan evi, kız evine hediyeler gönderir.
İşte Eğrilce’de Hafik’te dikkate alınan bayramlardan biri olarak kabul
edilmekte, nişan ile düğün arasında eğer bir Eğrilce geçerse, oğlan tarafı kız
tarafına bayramcalık sunmakta, nişanlı kızı ve yakınlarından birkaç kadını
da alarak yaptıkları hazırlıklarla kırlara Eğrilce kutlamaya gitmektedirler. Bu
sebeple Eğrilce’ye “gelinlik gezdirme” de denmektedir.
150
Eğrilce kutlaması için hava açık ise yeşillik bir yere gidilir.
Kadınlar bu günü bir bayram olarak algıladıklarından özel gün
kıyafetlerini giyer, süslenirler. Gelinlikler de nişanda giydikleri geleneksel
kıyafetlerini giyerler. Kutlama yerinde köydeki bütün gelinlikler bir sıra
halinde dizilir ve bir süre öylece dururlar. Buna “süzülmek” denir. Daha
sonra oğlan tarafının hazırladığı “gelinlik sofraları” gelinlerin önüne
konur ve Gelinlikler de yemeklerini yer. Bu esnada herkes yemek yer
ve sonrasında da halk oyunu başlar.
Eğrilce’de Halk Oyunları
Köylerde her türlü sevinç ve kutlama halk oyunlarını sergileme
vesilesidir. Bu nedenle Düzyayla Köyü’ndeki Eğrilce de halaya durmak
için bir fırsattır.
Eğrilce’de diğer eğlence zamanlarında hangi oyunlar oynanırsa
onlar oynanır. Tabi buradaki oyunlar; profesyonel olmayan kişilerce,
kendi eğlenmeleri için yapılan ve bu esnada büyük bir coşku duyulan
oyunlardır.
Sivas ilinin oyunları açısından “Halay Bölgesi”nde yer almakla
birlikte Sivas ve özellikle ilçesi Hafik, halaylarının zenginliği ile bilinen
yerleşimlerdir. Ancak kadın halaylarında bu çeşitlilik diğer yörelerin
kadın oyunlarında da olduğu gibi pek göze çarpmamaktadır.14
Hafik’te kadın ve erkek birlikte oynamaz. Zaten Eğrilce de daha
çok kadınlar tarafından kutlanan bir gündür. Dolayısıyla Eğrilce sadece
kadın oyunları görülebilir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın planlı araştırmaları çerçevesinde
4-7 Mayıs 2004 tarihinde Sivas ili Hafik ilçesi Düzyayla Köyü’nde
gerçekleştirilen alan çalışmasında; Eğrilce’de iki tür kadın halayı
tespiti yapılmıştır. Buna göre halayların genel özellikleri şu şekildedir:
Oyunların genel karakteristiklerini önce yavaş başlayan, sonra hızlanan
1
Sivas’daki kadın ve erkek halaylarının tek farkı çeşitliliği değildir. Ancak konunun
sınırlarını aşmamak için bu konunun üstünde durulmamıştır. Detaylı bilgi için bkz:
Metin And (1964:45).
151
bölümlerinin olması oluşturmaktadır. Birbirine bağlı olarak oynanan
oyunlardan olan halayın formu, Düzyayla’da daire biçimindedir ve ucu
kapalıdır. Kadınlar kollarını birbirlerinin önünde, bir sonraki sırada bulunan
kişiyle el ele tutuşarak çapraz bağlamaktadırlar. Oyunların hızlı bölümlerinde
ellerin vurulduğu da görülmüştür. Oyunlardan birinde oyuncuların yönü
halayın içine dönüktür, sol ayak önden sola bir adım atar, sağ ayak sola iki
adım atar. İkinci oyunda ise oyuncuların yönü sağa dönüktür ve bir sağa bir
sola sekilerek ilerlenir. Eğrilce günü kadınlar halaylarını birlikte icra ettikleri
türküler eşliğinde yapmaktadırlar. Türküyü bir grup söyler, karşıdaki grup
tekrar eder ve halay böyle sürüp gider. Halaya genç yaşlı her yaştan katılım
mümkündür.
Sonuç
Özetleyecek olursak; Sivas Hafik Düzyayla köyünde Eğrilce adı
verilen Hıdrellez eğlencesinde sadece kadınlar halay oynamaktadır. Fazla
çeşitlilik göstermeyen Düzyayla Köyü Eğrilce kutlamalarındaki kadın
halayları, diğer zamanlarda oynanan oyunların aynısıdır. Bunu Türkiye’nin
geneli için söylemek hatta dünyadaki uygulamaların da böyle olduğu yönünde
tahmin yürütmek mümkündür.
Bütün toplumlarda yaşanan baharın gelişinin verdiği coşku, Orta Anadolu’nun
bu bölgesinde de bütün canlılığı ile yaşanmaktadır. İnançsal
pratiklerine belki geçmişteki kadar bel bağlanmıyordur, ancak
eğlenceli ve toplumsallaştırıcı etkisi ile Eğrilce günümüzde de öne-
mini korumaya devam
etmektedir.
Nitekim
“gelinlik gezdirme” olarak da bilinen Eğrilce’nin
birincil önemi yeni kurulmakta olan akrabalık
ilişkisinin pekiştirilmesine
katkı sağlamaktır.
Halk oyunları dünyadaki bütün mevsimlik bayram kutlamalarının
ortak aracıdır. Oyunun buradaki işlevi iyi vakit geçirmek ve eğlenmektir. Bir
başka ifadeyle Hıdrellez, oyun ve eğlence için aranan ortamlardan biridir.
152
Türkiye’den, tesadüfen seçilmiş bu örnek bunu açıkça göstermektedir.
Bununla birlikte oyunun işlevini eğlenceye indirgememek gerekir.
Çünkü hele de diyalog aracı olarak oyundan bahsedeceksek; oyun
sayesinde bir ülkenin, efsaneleri, inançları, törenleri, gelenekleri,
müzik ve sanatını öğrenmek mümkün olacaktır. Bu nedenle gerek halk
oyunları ve gerekse de içinde oyunun da yer aldığı Hıdrellez gibi ortak
kültürel kodlar ülkelerin/halkların birbirlerini tanımaları, anlamaları ve
iyi ilişkiler kurmaları için en iyi araçtır.
KAYNAKÇA
Arşiv Kaynakları:
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü, Halk Kültürü
Bilgi ve Belge Merkezi Belgeleri:
YB.2009.388
BVB.2004.0026
S.2004.1585
S.2004.1587
S.2004.1592
Basılmış Eserler:
And, Metin. (2007) Oyun ve Bügü, İstanbul: YKY Yayınları
And, Metin. (1964) Türk Köylü Dansları, İstanbul: İzlem Yayınları
Türk Dil Kurumu, Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü (tdkterim.gov.tr)
Kaya, İ. (2008), “Hafik’in Sosyal-Kültürel ve Dinsel Yapısı Üzerine Bir İnceleme”
Cumhuriyet Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Müjgan Üçar, “Sivas’ta Özel Gün Yemekleri”, Turkish Cousine, Turkish Cultural
Foundation.
153
4.2.
RUSÇUK’TA DÜZENLENEN “BALKANLAR VE
TÜRKİYE’DE HALK KÜLTÜRÜ” KONFERANSI VE
BİLDİRİLER
4.2.1. UNESCO DÜNYA LİSTELERİNDE YER ALAN BALKAN
ÜLKELERİNDEKİ “SOMUT OLMAYAN KÜLTÜR MİRAS”
UNSURLARI ÜZERİNE BAZI GÖZLEMLER
Prof. Dr. Mila SANTOVA
Bulgaristan Bilimler Akademisi,
Ulusal Etnografya Müzesi, Folklor Çalışmaları ve Etnoloji Enstitüsü
Günümüzde Somut Olmayan Kültür Miras sorunu ve bu konuda
gittikçe artan karşılıklı görüşmeler, UNESCO listelerinde menşeği farklı
ülkelerden olan “Somut Olmayan Kültür Mirası” kabul edilen unsurların yer
almasına bağlanmaktadır. Böyle bir bağlantının temeli, unsurların listelere
girmesi için (ve özellike Temsili Liste’ye yönelik olanlar), UNESCO Somut
Olmayan Kültür Mirasları’nı Koruma Sözleşmesi(2003)’ne üye ülkelerden
önerilmesi gerekmektedir. Bu ise, yapılan
önerilerden önce tanıma, değerlendirme, “Somut
Olmayan Kültür Miras” unsurlarını değerlendirme
gibi prosedürlerin olması anlamına gelmektedir.
2003 Sözleşmesi’ne göre bazı ülkeler tarafından
yapılan bu faaliyetler, genellikle bazı durumlarda
gelecekte listelere kayıt yapma önerilerini
sağlayacaktır. Bu faaliyetler, 2003 Sözleşmesi’nin
ilgili maddeleri ile ve özellikle III Bölüm’de
istenilen şartlarla -Somut Olmayan Kültür
Mirası’nın milli düzeyde korunması- yakından
ilgilidir. . Örneğin, Art.11 b maddesine göre, her ülkenin Somut Olmayan
Kültür Mirası korumasında temel önlemler: topluluklar, gruplar ve ilgili
sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile kendi ülke sınırları içindeki mevcut
154
Somut Olmayan Kültür Mirası’nın farklı unsurlarını belirlemek ve
tanımlamaktır. (2003 Sözleşmesi, Art. 11b). Kendi sınırları içinde
mevcut Somut Olmayan Kültür Mirasları sicil kaydı ya da kayıtları
yapmak (2003 Sözleşmesi, Art. 12b), çeşitli tedbirler dizisi ile kendi
sınırları içinde mevcut Somut Olmayan Kültür Mirası’nın korunmasını,
gelişmesi ve tanıtımını sağlamak (2003 Sözleşmesi, Art. 13b) v.b.
Tarafların Listelere kayıt önerileri genellikle tam bu prosedürlerin
sonucu olmaktadır. Sözleşme metinlerinin çeşitli yönleri, UNESCO’nun
diğer çalışma belgelerinde de geliştirilip, ayrıntıları ile incelenmektedir.
Bu durumda öncelikle ilgi çekici olan, UNESCO Hükümetlerarası
Komite uzmanları tarafından hazırlanan İnsanlığın “Somut Olmayan
Kültür Mirası, Temsili Listesi”ne kayıt yapma kriterleri olmaktadır
(Criteria of inscription on the Representative List of the Intangible
Cultural Heritage of Humanity=İnsanlığın Somut Olmayan Kültür
Mirası Temsili Liste’si üzerindeki yazılı kriterler). Örneğin Kriter R.5’e
göre: Sözleşmenin 11. ve 12. maddelerinde belirtildiği gibi bir unsur,
öneren ülke(ler) toprağı(ları) üzerinde mevcut “Somut Olmayan Kültür
Mirası Envanteri” içinde bulunmalıdır (R.5 The element is included in an
inventory of the intangible cultural heritage present in the territory(ies) of
the submitting State(s) Party(ies), as defined in Article 11 and Article 12
of the Convention) (Criteria R). Bu metin harfi harfine “Acil Korumaya
İhtiyacı Olan Somut Olmayan Kültür Mirası (Acil liste) Listesi”nde
de Kriter U.5 olarak tekrar edilmektedir. (Criteria of inscription on the
List of Intangible Cultural Heritage in Need of Urgent Safeguarding)
(Criteria U). 2003 Sözleşmesi ve uygulanması ile ilgili bir takım
belgeler, sadece küresel korunacak miras listesini doldurmak için değil,
üye devletlerin Sözleşmenin uygulanması için doğrudan yapacakları
çeşitli yöntemleri göstermek içindir. Bir kural olarak bu yöntemler,
değerlendirme anlamına gelen seçim aşamasındaki prosedürleri gösterir.
Genellikle Sözleşmedeki üye ülkeler için geçerli olan bu kurallar, tabi
ki aynı derecede Balkan Ülkeleri için de geçerlidir. Bali adasında (2229 Kasım 2011), (Bali 2011) Hükümetlerarası Komite’nin Altıncı
155
Oturumunda bu ülkelerden hiçbiri “En İyi Koruma Uygulamaları Sicili”ne
(Register of Best Safeguarding Practices) (Register) giremediğinden dolayı,
bu çalışmada bahsedilmeyecektir.
Aşağıdaki paragraflarda Balkan ülkelerinden yapılan öneriler üzerine,
listelere kaydedilecek unsurlar ile ilgili değerlendirmeler yapılacaktır.
UNESCO Dünya Listelerinde var olan Balkan Ülkeleri kökenli unsurlar
hakkında, genellikle farklı nicel verilere dayanarak, bölgede üye ülkelerin
sahip oldukları “Somut Olmayan Kültür Mirası” hakkında öz değerlendirme
ve kalite parametrelerini tahmin edilmeye çalışılacaktır.
Hemen şunu eklemek gerekir ki, aşağıda görüleceği gibi, bölgeden
ayrı ayrı üye ülkelerin kayıtları nicelik bakımdan düzensizdir. Bu durum
nicelik bakımdan eşdeğerli olmayan verileri karşılaştırmaya neden olacak,
bu da kendi tarafından çıkarılan sonuçların görelilik seviyesinde olmasına
yol açacaktır. Çünkü eşdeğer başlangıç materyaline dayanmamaktadırlar.
Listelere kaydedilen farklı sayıda unsurlar, kaydedilen ya da kaydedilmeyen
unsurların kalite ölçüsü değil, sadece farklı ülkelerin farklı aktifliği sonucu
olmaktadır. Bu ayrım, parametreler temelinde birçok açıdan koşullu olarak
yapılanlarla aynıdır.
Kayıtlar – Formal Parametreleri
Her şeyden önce, tüm Balkan Ülkeleri ve ek olarak Moldovya 2003
Sözleşmesi’ni onaylamıştır. Zaman içinde onaylamalar şöyle yerleşmiştir:
2005 – Hırvatistan; 2006 – Arnavutluk, Bulgaristan, Makedonya, Romanya,
Türkiye; 2007- Yunanistan; 2008 - Slovenya; 2009 – Bosna Hersek, Karadağ;
2010 – Sırbistan. Bu veriler, 2003 Sözleşmesi’nin bölgede Genel Konferans
tarafından sonra kabul edilmesinden onaylanmasına kadar en kısa süre 2 yıl
(Hırvatistan), en uzun süre ise 7 yıl olmaktadır (Sırbistan). En aktif şekilde
Sözleşme 3 yıl sonra onaylanmaktadır (Arnavutluk, Bulgaristan, Kıbrıs
(Güney), Makedonya, Moldovya, Romanya, Türkiye).
Bölge ülkelerinin UNESCO Listelerinde toplam 29 kaydı vardır.
Bunlardan 26’sı Temsili Liste’dedir; 1 tanesi Acil Koruma Listesi’nde, 2 tane
156
de çok uluslu (multi uluslu)’dur. Acil Listeye kayıt Hırvatistan’a aittir
ve 2010 yılında yapılmıştır - Ojkanje Singing (Ojkanje 2010). Unsurun
dosyasında sosyal ortamın değişmesinden ve köy kültüründen şehir
kültürüne doğru aktif şekilde hareket etmesinden dolayı unsurun yok
olma riski altında olduğu belirtilmektedir. Ek olarak Balkan Ülkelerinin
katkısı ile yapılan her iki çok uluslu kaydın bölgeden ülkelerin ortaklaşa
yapmadıklarını söyleyebiliriz. 2009 yılında Novruz, Nowrouz, Nooruz,
Navruz, Nauroz, Nevruz kaydını Türkiye, Azerbaycan, Hindistan, İran,
Kırgızıstan, Pakistan ve Uzbekistan’ın beraberliği ile yapmaktadır
(Novruz 2009). 2010 yılında “The Mediterranean Diet” kaydını ise
Yunanistan, İspanyol, İtalya ve Fas ile birlikte yapmaktadır (Diet
2010).
Coğrafi ve nicelik bakımdan Temsili Listeye Balkan Ülkeleri
tarafından yapılan kayıtlar son derece dengesiz dağıtılmıştır. Sırasına
göre şu şekilde yerleşmektedirler: Arnavutluk – 1 (2008*); Bulgaristan
– 2 (2008* ve 2009); Кıbrıs – 2 (2009 ve 2010); Hırvatistan – 11
(2009 – 7, 2010 – 2, 2011 – 2); Romanya – 2 (2008* ve 2009), Türkiye
– 8 (2008* - 2, 2009 – 2, 2010 – 3, 2011 – 1). 2008 yılının yıldızla
belirtilmesinin açıklanması biraz sonra yapılacaktır.
Bu verilerden,
bölgeden unsur dosyaları hazırlanmasında
en aktif Hırvatistan (11)
olmaktadır, ardından kayıt sayısına göre Türkiye
gelmektedir – Türkiye’nin
8 milli adaylıklarına az
önce söz ettiğimiz bir de
çok uluslu (multi) adaylık
da eklenmektedir. 2007 yılında 7 unsur birden kayıt
yapan Hırvatistan’dan farklı
olarak, Türkiye’nin kayıtları
yıllar içinde sistemli ve dengeli olmaktadır – her yıl 1, 2,
3 unsur. Bu iki ülkenin ardından
2-er adaylık kaydı ile Bulgaristan,
Kıbrıs ve Romanya gelmektedir
ve Arnavutluk- 1. Bosna Hersek,
Karadağ, Slovenya, Sırbistan ve
Moldovya’nın hala kayıtları yoktur.
2008 yılında İstanbul’da düzenlenen Üçüncü Oturumu sırasında,
Hükümetlerarası komite, 2003 Sözleşmesinin Art. 31.1, 2, 3 Sözlü
157
ve Somut olmayan kültür miraslar şaheserlerini Temsili Listeye kaydetme
istemlerini yerine getirdi - (Convention 2003, Art. 31.1, 2, 3). Burada,
2003 Sözleşmesinin kabul edilmesinden önce, UNESCO Genel Müdürü
tarafından 3 (2001, 2003, 2005), “İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan
Kültür Mirasları” tebliği yapıldığını belirtmemiz gerekmektedir. Tebliğleri
takip eden prosedürlerde 90 “Sözlü ve Somut olmayan Kültür Mirasları”
şaheseri seçildi ve tam onları belirli tartışmadan sonra Komite 2008 yılında
İstanbul’daki oturumda Temsili Listesine kaydetti (İstanbul 2008: ITH/08/3.
COM/CONF.203/1).
Birkaç Balkan ülkesinin böyle şaheser kayıtları vardır ve günümüzde
genel olarak 2008 yılı ile belirlenmektedir – Temsili Listeye kayıt zamanı.
Daha önceden 2008 yılı yıldızla kaydedilmişti - bunun nedeni şaheserlerin
Temsili Listeye kaydedilme yılını belirtmekti. Balkan ülkelerinden tebliğe
göre
şu
ülkelerin
şaheser kayıtları vardır:
Arnavutluk – 2005,
Bulgaristan – 2005,
Romanya – 2005,
Türkiye – 2003 ve
2005. Bunlar bölgeden
26 milli adaylıktan şu
anda Temsili Listede
yer alan toplam 5 kayıt
olmaktadır.
Tebliğ
zamanlarına dönmek
her şeyden önce bazı
Balkan ülkelerin 2003
Sözleşmesi ile bağlı ve
Sözleşmeyi takip eden prosedürlerde erken aktiflik göstermektedir. Belirtilen
4 ülkeden bu şekilde açıklanan verilere göre, 2003 ve 2005 yıllarında kayıtları
ile şüphesiz bu dönemde en aktif Türkiye olmaktadır. Ardından 2005 yılında
kayıtları ile Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya gelmektedir.
158
İçerik Projeksiyonlar
UNESCO Listelerine üye ülkeler önerisi ile kaydedilen unsurların içerik parametrelerine yaklaşma amacı ile dikkatinizi Somut olmayan kültür mirasları terimine iş tanımı sunan 2003 Sözleşmesinin Art.
2’si üzerine odaklamak istemekteyiz. Bu durumda “Somut Olmayan
Kültür Mirasları”nın görüldüğü alanları tespit eden Art.2.2.’de geniş
çapta açıklanan tanım direk ilgi yaratmaktadır.
Kongre metin parçası alıntısı:
2.2. The “intangible cultural heritage”, as defined in paragraph 1
above, is manifested inter alia in the following domains:
(a) oral traditions and expressions, including language as a vehicle of
the intangible cultural heritage;
(b) performing arts;
(c) social practices, rituals and festive events;
(d) knowledge and practices concerning nature and the universe;
(e) traditional craftsmanship. (Convention 2003, Art. 2.2)
Bir unsurun belirli “Somut Olmayan Kültür Mirası”nın seyredilme alanlarında konumlanması, adaylık formunun doldurulmasında
üye ülkeler için zorunlu şart olmaktadır. Bu konumlama içerik parametrelerini belirtmeye yol açmaktadır. Örneğin, önceki yıllarda sunulan
formun güncelleşmiş varyantı olan 2012 yılı Temsili Liste formunun 1.
Bölümüne ek açıklamalar yapılmıştır: “Identification and definition of
the element” ek açıklama yapılmıştır: “For criterion R.1 the states shall
demonstrate that “the element constitutes intangible cultural heritage as
defined in Article 2 of the Convention” (List 2012, раздел 1). Ondan
sonra 2003 Sözleşmesi’nin 2.2. maddesine göre alanlar sıralanmaktadır ve aday ülkenin belirlemesi gereken kareler eklenmiştir Birden fazla
kare belirlenmesine de izin verilmektedir.
Bu detayları ayrıntılarıyla açıklamaktayız, çünkü aslında tam
onlar Listelere kaydedilen adaylıkların iç özelliklerini göstermektedir.
Onlar kendi tarafından Dünya UNESCO listelerine unsur kayıt yapma
amacıyla farklı üye ülkelerden yapılan seçimin önemli yönlerini (ve
159
seçilme nedenlerini) göstermektedir. Başka bir değişle üye ülkeler Somut
olmayan kültür miraslarından hangisini yüksek değerde olarak gördüğünü
belirtmektedir.
Veriler, şu ana kadar listelere kaydedilen Balkan ülkeleri menşeli
unsurlardan en fazla unsur – 22(26’dan) toplumsal uygulamalar, ritüeller
ve festival etkinlikleri alanından olduğunu, ikinci yeri -18 unsur ile sahne
sanatları aldığını göstermektedir. Bu 18 unsur bazı durumlarda, koşullu
olarak müzik – 12 unsur ve danslar – 7 unsur olmasıyla 2 gruba ayrıldıklarını
belirtmeliyiz. (Bazı durumlarda bu iki alt grup kesin olarak belirtilmektedir,
bazı durumlarda ise bu iç ayrılma dosyada yapılmamıştır ya da yapılması
güç olmaktadır); Ardından, 13 unsur içeren Somut olmayan kültür miraslarda
sözlü gelenek ve deyimler alanı gelmektedir; bundan sonra 7 unsuru ile
geleneksel ustalık; 6 unsuru ile doğa ve evren ile ilgili uygulamalar alanı
gelmektedir. Ayrı ayrı alanlarda yer alan unsurların ve listelerde kayıtlı olan
unsurların toplam sayısında fark, önceden de sözü geçtiği gibi, bir unsurun
birden fazla alanda yer alabilmesine müsaade edilmesidir.
En büyük aktiflik gösteren alanın parametrelerinde - toplumsal
uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri, öncülük tekrar Hırvatistan ve
Türkiye’nin olmaktadır – Temsili Listelerde 7-er milli unsur kayıtlı, bunlarla
birlikte Hırvatistan’ın bir unsuru “Acil Liste”de de vardır, Türkiye’nin birçok
uluslu adaylığı da vardır. İki ülkenin ardından bu alanda 2-er unsur kaydı ile
Bulgaristan ve Kıbrıs gelmektedir. Bundan sonra – Yunanistan ve Romanya
– 1-er unsur kaydı ile. Yunanistan’ın unsuru çok uluslu olmaktadır.
Balkanların türküler söyleyen bölge olarak ün kazanmış olması
göz önüne alındıktan sonra, sahne sanatları alanının 18 kaydedilmiş
unsur grubunun daha çoğu – 12’s, müzik alanından olması beklenilen bir
durumdur. Kaydedilmiş unsur sayısına göre – 6, öncülük Hırvatistan’ın
olmaktadır. Bu rakama Hırvatistan tarafından “Acil Liste”ye kaydedilmiş
unsur da eklenmektedir. Hırvatistan’ın ardından 2 kaydedilmiş unsur ile
Türkiye, 1-er kaydedilmiş unsur ile Arnavutluk ve Bulgaristan ardından
gelmektedir. Danslara gelince, orada manzara şöyledir: Hırvatistan – 5
unsur, Romanya ve Türkiye – 1-er unsur.
160
Sözlü gelenek ve deyimler alanında eşit sayıda kaydedilmiş
unsur ile Hırvatistan ve Türkiye - 5 artı 1; Hırvatistan için bu unsur Acil
Liste’de, Türkiye için ise çok uluslu adaylılık olmaktadır. İki ülkenin
ardından Kıbrıs ve Yunanistan gelmektedir. Yunanistan için - çok
uluslu adaylılık olmaktadır.
Geleneksel ustalık alanında tekrar en çok kayıtlı unsur
Hırvatistan’ındır – 5, ardından Kıbrıs ve Türkiye gelmektedir -1-er
unsur. Türkiye için bu çok uluslu adaylılık olmaktadır.
Açıklandığı gibi en az kaydedilmiş unsur doğa ve evren ile
ilgili uygulamalar alanında vardır. Biri çok uluslu adaylılık olmakla,
kaydedilmiş 3 unsurla burada Türkiye görülmektedir. Ardından 2 unsur
ile Hırvatistan ve 1 çok uluslu adaylılık ile Yunanistan gelmektedir.
Listeler kayıtlarının içerik parametrelerine, bölgeden ülkelerin
unsurları “Somut Olmayan Kültür Mirasları”nın farklı alanlarında
konumlarına göre değerli olarak kabul edilmesi bakış açısından, şu
manzara görülebilinir:
- Arnavutluk tarafından kaydedilen unsur sahne sanatları
alanından olmaktadır ve daha fazla beste ile ilgilidir.
- Bulgaristan’dan kaydedilen iki unsur da toplumsal uygulamalar,
ritüeller ve festival etkinlikleri alanından olmaktadır. Bunlardan biri
sahne sanatları – müzik alanından olduğu belirtilmiştir.
- Aynı şekilde Kıbrıs’tan kaydedilen iki unsur da toplumsal
uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri alanından olmaktadır,
fakat burada biri geleneksel ustalık, diğeri ise sözlü gelenek ve deyimler
alanından olmaktadır.
- Hırvatistan en güçlü toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival
etkinlikleri alanı (7, artı 1 unsur Acil Listede) ve sahne sanatları alanı
(7, artı 1 unsur Acil Listede) sergilenmektedir. Bunlardan 6, artı 1 (Acil
Listede) müzik, ve 5 – danslar. Diğer unsurlar sözlü gelenek ve deyimler
alanından - 5 artı 1 (Acil Listede), geleneksel ustalık alanından - 5
161
unsur. Doğa ve evren ile ilgili uygulamalar alanı Temsili Listede 2 unsur ile
yer almaktadır.
- Yunanistan’ın katıldığı çok unsurlu adaylıktaki unsur, toplumsal
uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri, Somut olmayan kültür miraslar
sözlü gelenek ve deyimler alanlarını sergilemektedir.
- Romanya’dan kaydedilen iki unsur da sahne sanatlarından (-müzik
-1, dans- 1) olmaktadır. Unsurun biri toplumsal uygulamalar, ritüeller ve
festival etkinlikleri alanından da olmaktadır.
- Türkiye’den kaydedilen unsurlardan en fazla sayıda 7 artı 1, (çok
uluslu) toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri alanından
olmaktadır; ardından sözlü gelenek ve deyimler – 5 artı 1 (çok uluslu) ve
sahne sanatları gelmektedir – 5 artı 1(çok uluslu); ve sahne sanatları – 5 artı 1
(çok uluslu), bunlardan ikisi müzik ve danslarla ilgili olduğu görülmektedir.
Geleneksel ustalık alanında Türkiye’nin katıldığı çok uluslu adaylık unsuru
görülmektedir; doğa ve evren ile ilgili uygulamalar alanında ise -2 unsur ve
onlara çok uluslu adaylık da eklenmektedir.
Bu dağıtım Balkan ülkelerindeki varlıkların Temsili Listelerine
kaydedilmekte içeriklik bakımından oldukça belirgin düzensizlik ifadesi
olmaktadır.
162
Burada ileri sürülen kanıtlardan sonra genel sonuçlar ne
olabilir?
Her şeyden önce, bu sonuçlar unsurların Temsili Listelerde
bulunması üzerine bir genel bakış olacağını belirtmeliyiz.
Genel olarak Balkan ülkelerinden Temsili Listelerde mevcut
olan unsurları incelediğimizde, bölgede ülkeler listelere unsurlar
kaydedilmesinde, Somut olmayan kültür mirasların farklı alanlarında
2003 Sözleşmesinin 2.Maddesine göre, eşit şekilde dağıtılmış, ortak
hedef amaçlayan kültür politikası takip etmedikleri görülmektedir.
Görüldüğü gibi, ülkelerde Somut olmayan kültür mirasların alanlara
göre eşit şekilde dağıtılmış unsur kaydedilmesinde sistemli planlama
ve perspektifli politika gündemde değildir. Mevcut olan unsurlar bu
sonuca destek olmaktadır.
Şu ana kadar söylenenleri takip ederek, bazı daha özel sonuçlar
sunmaktayız.
1. 2003 Sözleşmesinin UNESCO Genel Konferansında kabul
edilmesinden 7 yıllık sürenin içinde bölgede tüm ülkeler tarafından
onaylanması, bölgede Somut olmayan kültür miraslar alanında yüksek
aktiflik ifadesi olmaktadır.
2. Kaydedilmede Balkan ülkelerinin ilgisi her şeyden önce
“Somut Olmayan Kültür Mirasları Dünya Temsili Listeler”e yöneliktir.
Bu durum, ayrı ayrı ülkelerin kendi Somut Olmayan Kültür Mirasları”nın
öz değerlendirme tipini değil, büyük ihtimalde UNESCO Listelerinin
sosyal işlevleri hakkına görüşleri belirtmektedir.
2012 yılının başında UNESCO Temsili ve Acil Listeleri üzerine
bir anlık bakış bile benzeri durum sadece Balkan ülkeleri için değil,
genellikle dünyanın tüm bölge ve ülkeleri için geçerlidir –Acil Liste,
Temsili Listeden oldukça daha kısa olmaktadır.
Balkanlar bölgesinde ülkeler şu ana kadar İyi Uygulamalar
Listesine karşı ilgi göstermemektedir. Bu şekilde çizilen tablo büyük
163
ihtimalde UNESCO listelerine kaydetme anlayışı ile ilgilidir – genellikle
çalışma değil, reprezentatif faaliyet olarak. Fakat böyle bir anlayış ardından
kültür değerleri hakkında yerarşi düşüncesini sürüklemektedir.
3. Daha genel bir seyredilme sayesinde, bölgede Acil Listeye tek bir
kez unsur kaydedilmesinde - geleneksel köy kültürünün yıkımı ve şehrin
saldırganlığı burada tüm ülkeler için geçerli olduğu belirtilebilir.
4. Belirtildiği gibi, iki çok uluslu unsurun kaydedilmesi de, bölgeden
ülkelerin katılması ile değil de bölge dışından ülkeler tarafından yapılmıştır.
Balkanlar için bu sorun açık kalmaktadır.
5. Sıralanan verilere dayanarak, Temsili Listelere kayıtların dengesiz
coğrafi dağıtımı ülkelerin Somut olmayan kültür mirasların kalitesine değil,
bir ya da birden fazla ülkenin daha fazla aktifliği ile ilgili olmaktadır.
6. Temsili Listede en büyük ölçüde toplumsal uygulamalar, ritüeller
ve festival etkinlikleri alanından unsurların bulunması, bu alanın ülke için
oldukça önemli olmasının simgesi olmaktadır. Aynı zamanda, bu unsurların
farklı Balkan ülkelerin hayatında belirli ağırlıkları olduğunun belirtisidir, bu
durum üye ülkeler tarafından da değerlendirilmektedir. Buna, bu alandan
unsurların daha atraktif olup genellikle grup olarak gerçekleşmesi eklenebilir,
unsurun sergilenmesinde de genel olarak buna dayanılmaktadır.
7. Şu ana kadar (nicelik bakımından) kayıtlamada ikinci yerde olan
sahne sanatları alanı – bunun içinde müzik yapma, bu anlam bağlamına
yerleşebilir düşüncesindeyiz. Balkanlar genellikle türküleriyle ün kazanmış
bölgedir.
8. Doğa ile evren ile ilgili uygulamalar alanında 6 kayıt (ikisi çok
uluslu) sadece 2009 yılından olduğu dikkati çekmektedir. Bunun temel
nedenlerinden biri, nispeten konunun daha yetersiz incelenmesi ile ilgili
olduğu düşüncesindeyiz.
Bulgarca’dan Türkçe’ye çeviri:
Fahrie MEHMEDOVA ve Nevin HEBİPOVA
164
4.2.2. BAHAR BAYRAMI NEVRUZ
Prof. Dr. İlhan BAŞGÖZ
Emekli, Indiana University
Güneşin veya ayın hareketlerine
göre
belirlenen takvimler
ortaya çıkmadan evvel de
baharın gelişi şenlikler ve
bayramlarla kutlanmıştır. Afrika
tropik ikliminde yaşayan ilkel
toplumlarda yıl ikiye bölünürdü.
Doğanın yeşillenip canlanması,
soğuk zamandan sıcak zamana,
rüzgârlı zamandan sakin zamana
geçilmesi yeni yılın başlangıcı
sayılıyordu. Geçimini avcılıkla ve
doğadan gıda toplamakla sağlayan
ilkel toplumlarda yeni yıl,
yiyecek elde etmedeki zorlukların ve kuraklığın sona erdiği ve yağmur
mevsiminin başladığı ay olurdu. Avustralya yerlilerinde bu zaman
ekim ayıdır. Balıkçılıkla geçinen Kuzey Amerika yerlilerinde yeni yıl
Bahar bayramı Nevruz
dünyada farklı adlar ve farklı
şekillerle kutlanır. Bulgaristan’da
yaşayan Türkler bu günü ya Ateş
Gecesi, Yumurta Günü, Mart
9u, Newriz veya Mavriz adı
ile kutlarlar. Türkiye’de ise bu
bayram genellikle Nevruz veya
Sultan Nevruz adı ile kutlanır.
Bu adları almadan evvel Bahar
Bayramı tarihte ve dünya
coğrafyasında uzun bir yolculuk
yapmıştır.
salmon balığının büyük sürüler halinde denizde göründüğü ve nehirlere
girdiği zamandı. Hayvan yetiştirmekle geçinen Kuzey Avrasya göçebe
toplumlarında, yani Samoyedler, Tunguzlar, Altay Tatarları, Yakutlar
ve Moğollarda yeni yıl, kış bitip bahar başlayınca, hayvan beslemek
için çok önemli olan otlar yeşermeye başlayınca gelmiş sayılırdı. Bu
mevsim onlarda aynı zamanda hayvanların yavruladığı zamandı.1
Eski Hint kültüründe yıl 4 er aylık üç bölüme ayrılmıştı. Yeni
yıl orada biri ilkbaharda, ikincisi yağmur mevsiminin başladığı Haziran
ayında, üçüncüsü sonbaharda gelmiş sayılıyordu. Bu kültürde, Bahar
1 “Sacred Time”, The Encyclopedia of Religion, Eliade Mircea(Ed.), New York;
Collier Macmillan, 1987, ss. 542-44).
165
kutlaması bütün tanrılara, Haziran kutlaması su tanrısına, sonbahar kutlaması
ise ilk meyveyi getiren meyve tanrısına adanıyordu.2 Eski Mısırda ise yeni yıl
Nil nehrinin yükselmeye başladığı zaman oluyordu. Görülüyor ki, yeni yıl,
iklimle ve onunla doğrudan ilişkili olan ekonomik faaliyetlerle, yani yiyecek
elde etmekle bağlantılıdır.3
Bu anlayış daha sonraları politik ve dinsel nedenlerde bazı yeni yorumlara
uğruyor ve halk efsanelerine bağlanıyor: Hristiyanlık eski törenlerin her birini
bir Azizin doğumuna veya ölümüne bağlayarak dinselleştiriyor. Aziz Patrik
günü, Aziz John günü, Azize Mari günü, İsa’ın doğum günü, ölüm günü,
İsa’nın yeniden dirildiği gün gibi.4 Alevi –Bektaşiler Ali’nin doğduğu veya
halife olduğu veya Fatma ile evlendiği günü yeni yıl sayıyorlar. Kürtler yeni
yılın başlangıcını Gave adlı demircinin baş kaldırıp Dahhak adlı zalimi yok
etmesine bağlıyorlar.
Bahar bayramını Nevruz adı ile ilk
defa İranlılar Milattan evvel 2. yüzyılda,
yani Zerdüştler, Ateşe tapanlar zamanında
kutlamaya başlamıştır. Farsça’da Nevruz
yeni yıl demektir. Bu ad onlardan bütün
Orta Doğu’ya , Balkanlara ve Avrasya’ya
yayılmış. Zerdüştler bahar bayramını şehre
taşıyarak milli bir bayram haline getirmişler,
onu kutsal saydıkları ateş yakmak ve ateşten
atlamak gibi öğelerle zenginleştirmişlerdir.
İran’ın krallık devrinde Nevruz altı gün sürermiş; ilk gününe nevruz-ı amme
(Umumun Nevruzu) veya nevruz-ı kuçek (Küçük Nevruz) denmiş. Bu günü
kıralı başlatır, halka adil davranacağına söz verirmiş. İkinci gün yüksek rütbeli
memurlar ve saray erkânının törenlerine ayrılmış, üçüncü gün savaşçıların
kutlamaları içinmiş, Nevruzı Buzurk, yani büyük Nevruz, yani asiller Nevruz’u
2
3
4
166
H. H. Wilson, Select Works II, London; 1862.Chapter IV. “Religious Festivals of the Hindus”.
“Festivals and Fasts (Egyptian)” in Encyclopedia of Religions and Ethics,
Chief Ed. James Hastings, Cilt.5, ss.853- 56.
George A. Megas, “Autumn Festivals”; “Spring Festivals” ;”Summer Festivals”;.Greek Calendar
Customs. Athens, 1958. “Autumn Festivals” s. 153, s.116, s.132.
denen 6’ıncı gün kralın günü imiş. O gün kral sarayından çıkıp halka
katılır, onları dinler ve adalet dağıtırmış, halk da krala hediyeler sunar,
sokaklara dökülür, ateşler yakar, birbirlerine su serperek eğlenir ve tatlı
yemekler yaparmış. Saray hekimleri ve eczacılar bir araya gelerek o
gün için özel yiyecekler hazırlar, bunları yiyenlerin bütün yıl hastalık
görmeyeceğine inanılırmış.5
Nevruz, Osmanlı İmparatorluğunda da kutlanan bir bahar
bayramı olmuştur. Osmanlı saraylarında Nevruz vesilesiyle törenler
tertiplenmiş, sultanlara Nevruziye adı altında değerli hediyeler (murassa
atlar, mücevher süslü kılıçlar) sunulmuştur. Nevruz günü için hekimbaşı
özel bir macun hazırlarmış, bu macun küçük ve süslü hokkalarla
saray kadınlarına vezire ve vüzeraya dağıtılmıştır. Manisa’da bugün
de yapılan Mesir Bayramı bu âdetin devamıdır. Eskiden bu macunu
yiyenlerin bütün yıl hasta olmayacağına inanılırmış. Şimdi onu Kuvvet
Macunu veya Türk viagrası olarak tanıtıyorlar.
Türkler, daha Anadolu’ya gelmeden ve Nevruz adını kullanmadan
evvel de yeni yılı kutluyorlardı. Yukardan beri anlatmaya çalıştığım
sembolik olaylar yani ateş yakma, ateşten atlama, sembolik kavga ve
oyunlar Türkler arasında Şamanlıktan evvel, onlar daha doğa ve ecdat
ruhlarına taparken de biliniyordu. Şamanlık bunlara yeni inanış ve
eylemler katarak sürdürdü. Bugün de bütün Orta Asya Türk uluslarında
Nevruz, devlet bayramı olarak renkli törenlerle kutlanmaktadır.
Türkiye’de de Nevruz gününde mezarlar ziyaret edilir(Tahtacılar). Batı
Anadolu’da Hoş Ebe adı verilen bir kadının mezarı ziyaret edilir, orda
yemekler yenir, damlarda ateş yakılır. Nevruz günü helvalar yapılır,
çocuklara dağıtılır. Kutsal sayılan Çiğdem çiçekleri toplanır, genç kızlar
bu Çiğdemlerden başlarına çelenkler takar, oyunlar oynarlar. Erkek
çocuklar evlerden yağ ve bulgur gibi yiyecekler toplayarak bunlarla
Çiğdem pilavı denen pilav pişirirler, oyunlar ve eğlencelerle bu pilavı
yerler. Evlerde eski hasırlar yakılır, gençler bu ateşin üzerinden atlarlar.
Yumurtalar soğan kabukları ile kırmızıya boyanır, gençler yumurta
5
M. Boyse, “Festival Zaroastrian”, Encyclopedia Iranica.
167
tokuşturur. Marmaris’te genç kızlar toprağın üstünde yuvarlanırlar. Kadınlar
o gün çayda yıkanırlar. Evdeki eski elbiseler yıkanır, temizlenir veya çok eski
ise yakılır. Ardıç dalları kırılır, üzerlerine su serpilerek duman çıkarılır, bu
dumanın yağmur yağdıracağına inanılır.6
Bulgaristan’da yaşayan Türkler de Nevruz gününde benzer ritüeller
yaparlar. Mesela, Kırcali’de Nevruz‘dan bir gün evvel evler temizlenir.
Soğan kabuğu ile yumurtalar boyanır. Kuru ağaç dalları toplanıp meydana
yığılır. Nevruz günü kadınlar ellerine iğne almaz, çamaşır yıkamaz, erkekler
de iş yapmazlar. Çocuklar çimenler üstünde yatıp yuvarlanırlar. Meydanlarda
ateş yakılır, gençler ateşin üzerinden atlar, hayvanlar da bu ateşin üzerinden
geçirilir. Bulgaristan’da yaşayan Türkler, çift sürmeye Nevruz’dan sonra
başlarlar. Bunun bir tekerlemesi de var. Şöyle ki;
“Gün sayısı yüz sabanı düz
Gün sayısı 110 tarlaya kon
Gün sayısı 111 tarlada kumpir
Gün sayısı 120 tarlayı değirmi.”
Deliorman Nasreddin köyünde gençler hayvan kılığına girerek, köyü
dolaşır ve yiyecek toplarlar. Bu adet Türkiye’de de var. Kış yarı törenlerinde
yapılır. Gençler keçi derileri giyip, ellerine ucu topuzlu değnek alarak köyü
dolaşıp, evlerden yiyecek toplarlar. Herkes yağda kızarmış Kolaç adı verilen
ekmek yer.
Bunlara benzeyen törenler nevruz gününde Bulgarlar arasında da
yapılıyor. Onlar beyaz ve kırmızı yün ipliklerinden Martiniçka adı verilen
bebekler yapıyor, birbirlerine hediye ediyorlar. O gün için yapılan tepsi
ekmeklerinin içine kısmet parası koyuyorlar. Kimin ağzına gelirse onun
kismetinin bol olacağına inanıyorlar. Ateş üstünden atlıyorlar. Genç kızlar
birbirlerinin üzerine sular atarak ıslatıyorlar.
6
168
Pertev Naili Boratav, Yüz Soruda Türk Folkloru, İstanbul;Gerçek Yayınevi, 1964, ss.270-274.
Martiniçka- Balkans
Eski yılın bitmesi ve yeni yılın başlaması bütün dünya
kültürlerinde törenler ve festivallarle kutlanmıştır. Bu eğlenceler
ve törenler kültürden kültüre ve zaman içinde değişmeler gösterir.
Ancak, hepsinin işlevi ve kutlayanların bu törenlerden neler beklediği
hiç değişmemiş. Bu törenler bir yandan, yorulan, eskiyen, zayıflayan
insanların gıda elde etmesini ve beslenmesini güçleştiren eski yılı yok
etmeyi hedefliyor. Buna yok etme, ortadan kaldırma anlamına gelen
(elimination) adı veriliyor. Yeni yıl eğlencelerinin ve törenlerinin bunu
hedef alan bölümünde insanlar eski yılın kalıntılarından pisliklerinden
temizlenmek için yıkanıyor, oruç tutuyor, eski elbiseleri, eski hasırları
yakıyor, yanan ateşler kısa bir zaman için söndürülüyor. Kötü ruhları ve
hastalıkları ürkütüp kaçırmak için gürültü ediliyor ve sembolik oyunlar
oynanıyor.
Yeni yıl törenlerinin
ikinci ve önemli işlevi,
yeni gelen sağlık, gıda ve
hayat getiren yılı buyur
etmek, onu karşılamaktır.
Bu törenlerde insanlar bir
araya gelir, yeni elbiseler
giyilir, ateşler yakılır,
bazan ateşin üzerinden
atlanır; kuyulardan temiz
su çekilir, yahut su başlarında insanlar birbirini su atarak ıslatır,
(mantıfar) törene katılanlar yeşillikler takınır, bol yemek yenir, içki
içilir, dans edilir. Bazı kültürlerde cinsel çılgınlıklar(orgy) yer alır. Bu
hedefe yönelen tören ve oyunlara inauguration yani başlama, töreni
açma veya buyur etme adı veriliyor. Yeni yıl kutlamalarının her iki
hedefe de yönelen eylem, davranış, oyun ve sembolik hareketlerinden
bazı örnekler vermek gerekir. Bu eğlencelerden biri töresel kavga,
töresel ölme ve dirilmedir.
169
Töresel Kavga, Töresel Ölme ve Dirilme
Eski Yunan, Mısır ve Mezopotamya mitolojileri, destan ve efsaneleri,
bize bazı tanrıların ölüp dirilmesini ve kavgasını anlatır. Eski Mısır Doğa
Tanrısı Osiris kardeşi Seth tarafından öldürülür veya bir suda boğulur. Osiris’in
karısı İsis, ölen Tanrıdan gebe kalır ve bir oğlan doğurur, adı Horus. Horus,
Seth ile savaşır ve onu öldürerek babasının intikamını alır. Bu efsaneyi,
temsil eden törenlerde Osiris’in ölmesi ve yeniden dirilmesi canlandırılır.
Yunan mitolojisinde Persefone’nin 6 ay yer altının karanlık dünyasında
kaybolması ve Demeter’in onu arayıp bulması, Mezopotamya’da fırtına ve
rüzgâr tanrısı Marduk’un kendilerine karşı gelen genç tanrıçalardan Tiamat’la
kavgası, nihayet Sümer bolluk Tanrısı Tammuz’un yer altında kaybolduktan
sonra Ishtar tarafından bulunması ve ilkbaharda her ikisinin ortaya çıkması
bu mitolojik inanışların bazılarıdır. Bu ölüp dirilmeleri ve savaşları Frazer’in
temsil ettiği Cambridge okulu, doğanın değişmeleri ile izah eder. Bu okula
göre tanrıların kaybolup yeniden bulunması veya rakiplerle savaşı hep
yağmurla-kuraklığın, bollukla-kıtlığın, yazla-kışın, kısaca hayatla ölümün
birbirinin ardından ortaya çıkmasından doğan töresel bir çekişmeyi, ölüp ve
dirilmeyi temsil eder. Bu töresel kavgalarda, bolluk ve güneşi temsil eden
Tanrıların geceyi, karanlığı ve kötülüğü temsil eden Tanrılarla kavgası, her
zaman bolluk tanrılarının zaferi ile biter. Yeni yıl kutlamalarında bu savaşlar
sembolik olarak gösterilirdi. Yakutlarda yeni yılı veya baharı temsil eden
insan kır bir ata binerdi, kışı veya eski yılı temsil eden doru bir ata binerek
karşılaşır ve kavga ederlerdi. Almanya’da bunları temsil eden iki insandan
biri samandan elbise giyer, öteki yeşil otlardan ve aralarında sembolik bir
kavga yer alırdı.
Günah Keçisi Bulmak
Bahar şenliklerinde yer alan sembolik hareketlerden bir başkası Günah
Keçisi Bulmak (Scape Goat)’tır. Yeni yıl eğlencelerinin enteresan bir gösterimi
eski yılın kötülüklerini ve günahlarını yüklenip taşıdığı kabul edilen bir insan
veya hayvan bularak, onu kovmak veya cezalandırmaktır. Bugün de günah
keçisi adı ile andığımız bu gelenekle eski yılın kötülükleri temzilenmiş ve
170
hastalıkları önlenmiş oluyordu. Bu adet Mezopotamya’da, İsraillilerde,
Eski Yunan’da Mayıs ayında yapılan ve Targelia denen törende yer
alıyordu. Bazı kültürler günah keçisi olarak bir hayvanı veya insanı
cezalandırmıyor, onun yerine bir yapma bebek gömülüyor veya suya
atılıyordu. Romanya’da örneğin kilden yapılan bu bebeğe Kalojan
diyorlar. Aynı adet Peru’da İnka kültüründe, Tayland’da ve Alaska
Eskimolarında da var.
Kralın Cezalandırılması ve Kutsal Evlenme (Sacred
Marriage)
Dünyadaki kralların gökteki tanrıları temsil ettiğine inanılan
eski Orta Doğu ve Akdeniz uygarlıklarında yeni yıl kutlama törenlerine
bu tanrıları temsil eden krallar da katılıyordu. Bu eğlencelerde Kral
eski yılı, kötülüğü, kıtlığı temsil eden tanrının temsilcisi olarak tahttan
indiriliyor, sembolik olarak öldürülüyor, yeniden diriliyor, yerine kısa
bir zaman için yalandan bir kral seçiliyordu. Avrupa Kelt kültüründe
bu yeni seçilen yalancı kral, bitki tanrısını temsil ettiği için ona
Fasulye Kralı deniyordu. Yeni yıl kutlamalarında kralın başka biçimde
cezalandırıldığı da oluyordu. Mezopotamya’nın yeni yıl festivali
olan Akitu eğlencelerinde baş rahip kıralı üniformasından soyuyor,
onu gözlerinden yaş gelene kadar bir güzel tokatlıyordu. Sonra kıralı
tapınağa götürüp diz çöktürüyor, günahlarını itiraf ettiriyor ve onların
affı için dua etmesini söylüyordu. Ancak bundan sonra kral yeniden
tahta çıkarılıyordu. Kamboçya’da ise kral her sene Şubat ayında üç
gün krallığından vazgeçmeye mecburdu. Tayland’da Nisan sonunda ve
Mayıs başında kral sarayında hapsedilirdi.
Cinsel Çılgınlık (Orgy)
Bazı kültürlerde yeni yıl eğlencelerinde cinsel birleşmeye
ya müsaade edilir veya teşvik edilirdi. Orta Amerika yerlilerinde ilk
tohum tarlaya ekilince cinsel ilişkide bulunmakla tohumun çabuk
büyüyeceğine ve mahsulün bol olacağına inanılırdı. Ukrayna’da 23
171
Nisan’da kullanılan Aziz John gününde cinsel ilişkide bulunmanın bol mahsul
sağlayacağına inanılıyordu. Eski Yunanlılarda da Garos şehrinde yapılan yeni
yıl kutlamalarında cinsel ilişkiye sadece müsaade edilmez, bu ilişki, bazen bir
cinsel çılgınlığa dönüşür ve kutsal sayılırdı. Bu adet gök ve güneş tanrısının
erkek, yer ve bolluk tanrısının dişi sayılması inancından kaynaklanıyordu.
Doğu Trakya’da geçen yüzyılda Rumlar’dan yapılan derlemelere göre tarlaya
çiftin ilk girdiği zaman karı koca tarlada çiftleşirlermiş. Bununla üründe
bolluk sağlanacağına inanılırmış.
Bu cinsel ilişki müsaadesi bazı kültürlerde Tanrı ile tanrıçanın, kutsal
evlenmesi olarak töreleştirilmiş. Mezopotamya’da yeni yıl kutlamalarında,
fırtına tanrısını temsil eden kral ile tanrıçayı temsil eden kraliçe kutsal
evlenmeyi temsil ediyordu. Eski Mısır’dan kalan bir duvar kabartmasında
erkek Tanrı Horus’la kadın tanrıça
Hathor’un kutsal evlenmeleri temsil
edilmektedir. Bu kabartmada, Firavun
Tanrıyı ve kraliçe kutsal gelini temsil
etmişler. Kuzey Yunanistan’da bu
kutsal evlenmeden doğan yeni hayat,
küçük bir beşik ve içinde bir bebekle
temsil edilmekteydi. Batı’da Christmas
kutlamalarında bugün bile beşik ve bebekli
kartlar kullanılmaktadır.7
Ölülerin Geri Gelişi (Return of Dead)
Balıkçılıkla geçinen halklar da, yeni yılda ölülerin evlerine döndüğüne
ve onların ruhlarının dirilerle beraber birkaç gün yaşadığına inanılıyor
ve onlar için yemekler ve içkiler sunuyordu. Bu âdete geçimini meyve ve
otlar toplamakla sağlayan ilkeller insanlarda da rastlanıyor. Malonezya’da,
İrlanda’da, Yeni Gine’de ve Salomon adalarında ölülerin meyvelerin yetiştiği
yeni yılda toplu olarak dünyaya indiğine inanılıyor ve ilk meyveler onlara
ikram ediliyordu. Bu adet İran’daki Nevruz kutlamalarında da var.
7
172
E. O. James, “Seasonal Festivals”, The Ancient God, New York; Capricorn Books, ss.134-167.
İşin dikkate değer tarafı şu ki, Nevruz Türkiye’de kutlanan bahar
bayramlarından sadece biridir. En tanınmışıdır. Baharın gelişini kutlayan
başka törenlerimiz de vardır. Bu bayramlardan biri çocuk oyunu halini
almıştır. Adına Çiğdem Töreni, Çiğdem Pilavı veya Baca Pilavı denir.
Günü kesin belli değildir ama bahar açılıp da çiğdemler çıktığı vakit
kutlanır. Çocuklar guruplar halinde kırlara çıkar çiğdem veya gözenek
veya öksüz oğlan adı verilen soğanlı çiçeklerden toplar, demet yaparlar.
Ben çocukluğumda bu törenlere katıldım. Kırlardan çiğdem toplar,
komşu evleri ziyaret eder, kapılarında tekerlemeler söylerdik;
“Mennecimin havası,
badelerin tavası,
yerden bereket,
gökten ırahmet
amin amin birer gılik.”8
Törenden bir gün evvel fırıncılar, Mennecim Giliği yapar
satarlardı. Komşular bize ya bir Gılik veya bulgur, yağ gibi yiyecek
verirlerdi. Biz de onlara topladığımız çiğdemlerden verirdik. Sonra
topladığımız yiyecekle, bizim evin damına çıkar, pilav pişirir yerken de
bağrışırdık “yağ damlıyor, bal damlıyor, pilavımızdan bereket damlıyor”
veya “Kaşığımızdan yağ damlıyor aleehee!” diye bağrışırdık. Kars’ta
Çiğdemin peygamberin göz yaşından olduğuna inanılır ve kadınlar
ellerine alınca bu çiçeği üç defa öperlermiş.
8
Gilik, simit gibi fakat daha küçük ekmek halkalar.
173
Başka bir bahar bayramımız Bedlem adını taşır. Bu bahar bayramı,
Hırıstiyanların Paskalya Yortusu olan Pazar gününe rastlar. Bazı yerlerde
bu törene Hasır Küfrü (çünkü bugünde eski hasırlar yakılır ve genç kızlar
ve oğlanlar bu ateşin üzerinden atlarlarmış), bazı yerlerde Gavur Küfrü adı
veriliyor. Bu ateş, Batı Anadolu’nun bazı bölgelerinde ardıç dalları kesilip
yakılarak yapılıyor. Bu dalları keserken mahalle çocukları arasında toplu
kavgalar veya kavgaya benzeyen oyunlar olurmuş. Bedlem sabahı çocuklar
söğüt dallarının kabuklarından çıkardıkları düdüklerle kapı kapı dolaşır,
Ardıç ateşi üzerinden atlar ve şu tekerlemeyi söylermiş:
“Hacat tepesi
Kızlar küpesi
Bire canım dost dost
Ağrım sızım Gavura
Gavuru Allah devire”.9
Son olarak
şunları
söylemek gerekir; Bahar
Bayramı
hiçbir
ulusun,
hiçbir etnik gurubun, hiçbir
kültürün
ve
uygarlığın
malı değildir. Ama insanlık
tarihinde
öyle
zamanlar
olmuştur ki bu evrensel bahar
bayramı, bir etnik guruba,
bir millete, bir uygarlığa mal
edilmek istenmiş, bu yüzden
gerginlikler,
düşmanlıklar
ve kavgalar yaratılmıştır.
Türkiye’de bugün bile bir etnik gurup Nevruz gününde kavgalar çıkartmakta,
insanları yaralamakta hatta öldürmektedir. Halbuki, bu güzel bahar bayramı,
milletler ve etnik guruplar tarafından dostça, beraber, el ele de kutlanabilir, o
vakit barış, kardeşlikler ve dostluklar yaratabilir.
9
174
Pertev Naili Boratav, “Hıdırellez”, İslam Ansiklopedisi.
Bir Fransız Folklorcusu var, ismi Paul
Saintive ama asıl adı
Emil Nuri’dir. Belki Osmanlı İmparatorluğundan gitme. O diyor ki
folklor bir kardeşlik bilimidir. Biz Türkiye’den
komşumuz Bulgaristan’a
gelirken, folklor bilimini
bir kardeşlik doktrini olarak
benimseyerek geldik. Sizler
de Ankara’ya oyunlarınız,
türkülerinizle geldiniz ve bize
dostluk mesajları getirdiniz.
Temennimiz ve niyetimiz o ki
Nevruz kutlamaları ve başka
kültür etkinlikleri bugün olduğu gibi gelecekte de Türkiye ile
Bulgaristan arasında bir dostluk
kutlaması olsun, geçen yılların
gerginliklerini, eski hasırları yakar gibi yakalım. Bahar çiçekleri
ile el ele Nevruz şarkıları söyleyelim. Son olarak sizlere “A be oflaz
be oflaz” diyor ve sizlere sevgi ve
saygılar sunuyorum.
KAYNAKÇA
Boratav, Pertev Naili, “Hıdırellez”, İslam Ansiklopedisi.
Boratav, Pertev Naili, Yüz Soruda Türk Folkloru, İstanbul; Gerçek Yayınevi, 1964
Boyse, M., “Festival Zoroastrian”, Encyclopedia Iranica.
“Festivals and Fasts (Egyptian)” in Encyclopedia of Religions and Ethics, Chief Ed.
James Hastings, Cilt.5, ss.853- 56.
James, E. O., “Seasonal Festivals”, The Ancient God, New York; Capricorn Books,
ss.134-167.
Megas, George A., “Autumn Festivals”; “Spring Festivals” ;”Summer Festivals”;.
Greek Calendar Customs. Athens, 1958. “Autumn Festivals” s. 153, s.116, s.132.
“Sacred Time”, The Encyclopedia of Religion, Eliade Mircea (Ed.), New York;
Collier Macmillan, 1987, ss. 542-44.
H. H. Wilson, Select Works II, London; 1862.Chapter IV. “Religious Festivals of the
Hindus”.
175
4.2.3. ANADOLU’DA ‘HALK DİNİ’NİN SENKRETİK MOTİF VE
MOTİVASYONLARI
Prof. Dr. Tayfun ATAY
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
İnsan toplulukları çok
eski devirlerden günümüze kadar dünyanın her yerinde din ve
inanç açısından muazzam bir
çeşitlilik sergilemişlerdir. Bu çeşitliliğin insanların zihninde ve
duygularında asırlar boyu harmanlanmasından ‘halk dini’ denilen ‘senkretik’ (bağdaştırmacı)
bir inanç örüntüsü ortaya çıkar.
Anadolu ve Balkanlar’da İslâmöncesi yaygın popüler-Hıristiyan
inanç motiflerinin İslâm’la karşılaşması, oldukça özgün senkretizm örneklerine doğuş vermiştir.
Bu bildiride böylesi bir senkretizmin hem söylem hem pratik olarak tarihsel tezahürlerine değinileceği gibi, onun zamanımızda
hala süregelen işleyiş dinamiği,
bir örnek olaydan hareketle sergilenmeye çalışılacaktır.
Halk Dini
‘Halk dini’ olarak tanımlanan,
özellikle de din antropolojisi alanındaki
çalışmalarda oldukça merkezi bir yer
tutan inanç motifleri ve pratiklerinin
tezahürlerine dünyanın her yerinde
rastlanır. Türkiye’nin de bu bakımdan
hayli verimli/bereketli bir zemin
olduğu rahatlıkla söylenebilir. İçeriği
ve çerçevesi yaşam biçimine ve kültüre
uyarlı olarak beliren bu dinsellik, hâlâ
pek çok yerde varlığını hissettirmektedir.
Ancak halk inançlarının hâlâ izlenebilen
bu örneklerinin yanında, kitabî, püriten
ve normatif nitelikli, din bilginleri
(âlimler) tarafından temsil edilen bir
anlayışın etkileri de gözlemlenmektedir.
İlgili literatürde ‘Büyük GelenekKüçük Gelenek’ (Gulick 1983: 171-197)
şeklinde kavramlaştırılan bu ikiliği biraz
açmakta yarar olabilir.
‘Halk dini’ olarak nitelenen dinselliğin bünyesine giren inanç
motiflerini ve pratiklerini ‘hurafe’, ‘boş inanç’ veya ‘bâtıl (uydurma) itikad’
şeklinde olumsuzlayan okullu/kitabî (scholarly/scriptural) din (Büyük
Gelenek), aslolanın kutsal metinlerin, peygamberlerin pratiği olduğu
savıyla hareket ederek dinsel davranış ve eylemi bunlarla sınırlar. Halk
176
dini bağdaştırmacı (syncretic) ve uyarlamacı (accommodationist)
iken, ‘yüksek din’ püriten ve özcüdür. Yatır ziyaretleri, evliyalara
meyletme, adak adama, ağaçlara çaput bağlama gibi pratikler püriten
bir dinselliğin savunucuları ve temsilcileri açısından kabul edilemezdir.
Dini aslına, yani ‘kitabına’ uygun yaşamak, aklîlik ve bireysel/aracısız
din kavrayışıyla ‘Büyük Gelenek’in, modernliğin gerekleriyle de
bağdaşarak, bir bakıma dinde modernleşmeye olanak sağlayacak fikri
altyapıyı oluşturduğu söylenebilir.
Buna bağlı olarak Türkiye coğrafyasında bugün hem
halk dininin tezahürleri hem de ‘mektepli/kitabî din’ söyleminin
unsurları
birarada
tespit
edilebilmektedir. Hatta her iki
dinsel örüntünün aynı zeminde
bulunmasından kaynaklanan
gerilimler mevcuttur ki bunu
birazdan
senkretik
inanç
pratiğine ilişkin bir örnek olay
değerlendirmesinde
izleme
imkanı bulacağız. Ama bunun
öncesinde ‘senkretizm’kavramı
üzerinde biraz daha durmakta
yarar görüyorum.
Senkretizm
Dinsel bağdaştırmacılık ya da ‘senkretizm’, farklı dinsel
inanç sistemlerinin etkileşime girerek karışması sonucunda yeni
inanç ögelerinin ya da örüntülerinin ortaya çıkmasıdır. Antropolojik
perspektiften senkretizm, farklı insan topluluklarına ait kültürel
özelliklerin alışverişine, sonuç olarak da kültür değişmesine yol
açan ‘kültürleşme’ sürecinin ürünü olan ‘karışımlar’ şeklinde de
kavramlaştırılabilir (Kottak 1997: 45; Güvenç 1974: 134-136). Bununla
birlikte kavrama genellikle ‘otantik olmayan’, karışmış, yabancı
177
ögelerin ‘saf’ olana sızması gibi anlamlar yüklenmiştir (Shaw ve Stewart
1994: 1). Onu (Türk müslümanlığı örneğinde) yönetenler açısından iktidar
tesisinde ve muhalefeti “evcilleştirme” yolunda başvurulan bir “proje” olarak
değerlendiren çalışmalar da mevcuttur (Su 2000).
Dinsel senkretizm olgusunun tezahürü başlıbaşına yeni biçimlenmiş
bir din ya da kült (tapınç) şeklinde olabileceği gibi, mevcut dinsel geleneklere
eklemlenmiş yenilikler şeklinde de olabilir. Birinci türden senkretizme
örnek olarak Melanezya ve Papua-Yeni Gine’de Hıristiyan dokriniyle yerli
inançların birbirine eklenmesiyle ortaya çıkan Kargo Kültlerini ve Küba’da
Afrika temelli dinsel inaçları Katoliklikle birleştirmiş olan Santeria dinini
verebiliriz (Kottak 1997: 454-455; Nanda ve Warms 2002: 358). İkinci türden
senkretizme örnek olarak da Orta-Güney Amerika Katolikliğinde 16’ncı
yüzyıldan itibaren belirmiş ‘Guadalupe Bakiresi’ kültünü gösterebiliriz. Yerli
inançlarla Katolikliğin senkretizmi sonucu, Bakire Meryem’le Aztek toprak
(yer) tanrıçası Coatlicue’nin
özdeşleştirilmesiyle
ortaya
çıkan bir külttür bu (Bowie
2006: 255).
Bu örneklerin evrenselliği
rahatlıkla
vurgulanabilir.
Her yeni din kendisinden
önceki dinsel inançlardan,
pratiklerden ve efsanelerden
pek çok unsuru bünyesinde
barındırır. Bu açıdan ele
alındığında
tüm
dinlerin
senkretik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Örneğin üç büyük tek
tanrılı din olarak Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın İbrahim Peygamber’in
temellerini attığı ilke ve pratikleri kendi ortaya çıktıkları yer ve zaman
koşullarınının biçimleyici etkisiyle bünyelerine aldıklarını, ayrıca her birinin
biçimlenmelerini alırken ortaya çıktıkları coğrafyada mevcut diğer pek çok
eski dinsel gelenekten de etkilendikleri tespit edilebilir (Esinoğlu 1996).
178
İslâm’ın Anadolu coğrafyasına özgü bir biçimlenmesi olarak
nitelenebilecek Türkiye müslümanlığında da senkretizmin izlerini
dikkate değer ölçüde bulmak mümkündür. Bir kere Aleviliğin
başlıbaşına bir senkretik gelenek olduğu söylenebilir (Ocak 1996:
210-211). İslâmdan Hıristiyanlığa, Orta Asya’nın atalar ve tabiat
kültleriyle Şamanizm’inden, İran kökenli Zerdüştlük ve Maniheizme
ve Anadolu’nun Hıristiyanlık öncesi paganizmine kadar uzanan inanç
yelpazesinin ilkeleri, simgeleri ve pratikleri, Alevilik bünyesinde karşımıza çıkar; daha doğrusu bu bünyeye şekil verir. Ancak senkretizmin etkisi
yalnızca Alevilik’le sınırlı olmayıp Sünni halk İslâm’ında da senkretik
motiflere yoğun biçimde rastlanmaktadır. Tarih boyunca farklı kültür
ve dinleri benimseyip taşıyıcılığını yapan pek çok kavimlerin gelip
geçtiği Anadolu toprakları üzerinde İslâmlaşma süreci öncesinde
yaygınlaşmış ve kökleşmiş inançlar ve ritüeller tamamen yok olmamış,
yeni-hâkim din olarak İslâm içerisine nüfuz ederek ona kendi renklerini
katmıştır. Bunlar arasında yaz gündönümünü işaret eden Hıdrellez
kutlamaları ilk akla gelen, en çarpıcı örnek olarak kaydedilebilir. Bu
kutlamaya doğuş veren halk inancı, Anadolu’da Hıristiyan-Müslüman
buluşmasının seyrine ve sonucuna ilişkin çarpıcı bir örnektir. Bu, aynı
zamanda bir halkın “öteki” halkta nasıl kendini bulabildiğine de iyi bir
kanıt oluşturur.
Aya Yorgi, Hızır-İlyas, Hıdrellez
Kışın sona erip yaz mevsiminin başladığına işaret eden Hıdrellez
kutlamalarının altyapısında, Hızır-İlyas kültü yer alır. Bu, ilk bakışta
İslâm’dan beslenen bir halk inanışıdır, Ama derinlerine inildiğinde
Hıristiyanlıktaki benzer bir halk inanışıyla iç içe geçmiş olduğu anlaşılır.
Kısaca söylemek gerekirse, Hızır-İlyas kültü, tipik bir “senkretizm”
örneğidir.
Kökeni İslâm’da (Kuran’da) bulunan kutsi bir şahsiyet
(peygamber) olan Hızır, Müslüman halk inançlarında, İslâm-öncesi
halk inançlarıyla da “sarmaşık” vaziyette, insanüstü meziyetlere sahip
179
efsanevi bir kült şahsiyete dönüştürülmüştür (Ocak 1985: 22). Buna göre
Anadolu’da İslâm-öncesi dönemde Hıristiyan ahali tarafından asırlar boyunca
takdis edilmiş bir aziz olan Ayios Yeoryios (Aya Yorgi-Hagios Georgios)
etrafında oluşmuş kültik inanış, Anadolu’nun İslâmlaşmasından sonra Hızırİlyas kültüyle Müslümanlığa “transfer” edilmiştir (Ocak 1985: 132). Ayios
Yeoryios, “Hızır’la özdeştirilmiş ve “Suriye, Anadolu, Balkanlar ve Kırım
gibi yerlerde Ayios Yeoryios’a ait makamlar, kilise ve manastırlar İslâmi dönemde Hızır veya Hızır-İlyas’a mal edilmiştir” (Ocak 1985:132-133). İslâm
kaynaklarına bile “Circiş Nebi”, “Cerciş Aleyhisselam” adıyla bir peygamber
olarak giren Ayios Yeoryios, kendisiyle ilgili anlatılarda, tıpkı daha sonra
Hızır için olduğu gibi, uğradığı eve bolluk ve bereket saçan, kuru tahtaları
yeşertip ulu ağaç haline getiren ve hastalıkları iyileştiren bir aziz olarak
anlatılır (Ocak 1985: 132). Bugün Türkiye’de Hıdrellez’in kutlandığı 6 Mayıs
tarihi dahi, etkinliğin Hıristiyanlıkla ilişkisine işaret eder. Çünkü, Ayios
Yeoryios kültü Yunanistan’da, Balkanlar’da ve diğer bazı Doğu Avrupa
ülkelerinde 6 Mayıs’ta kutlanmakta olup, Bizans Anadolu’sunda da bu
tarihte kutlanmaktaydı (Ocak 1985:141). 1980’lerin başında, Kosova’daki
Hıdrellez kutlamalarına Müslüman ve Hıristiyan halkın beraberce hazırlanıp
katıldığı da Ayios Yeoryios ve Hızır-İlyas özdeşliğine ilişkin gözlemlenmiş
bir diğer önemli örnektir (Ocak 1985: 144).
Ancak durumu daha da çarpıcı kılan nokta, Ayios Yeoryios’un da aslında büyük olasılıkla Hıristiyanlık-öncesi Anadolu’nun efsaneleşmiş bir Hitit tanrısının Hıristiyanlaştırılmış formu olmasıdır (Ocak 1985: 132). Ayios
Yeoryios’a ait efsanevi hayat hikayelerinin daha çok Orta Anadolu’daki yaygınlığı, bunların eski Hitit efsaneleriyle ilgisine işaret etmekte gibidir (Ocak
1985: 133). Tıpkı İslamiyetin Anadolu’ya yayılma sürecinde Hıristiyan inanç
pratiklerini İslamileştirmesi gibi, Hıristiyanlık da Anadolu’da yayılırken burada daha önceden mevcut pagan/putperest kültleri gerçek ya da hayali
azizlere maletmek suretiyle Hıristiyanlaştırmıştır (Ocak 1985: 141).
Bilindiği gibi bu, Hıristiyanlığın yayılma sürecinde hemen her yerde
rastlanan bir uygulamadır. Bunların içinde en başta geleni, şüphesiz Noel
180
(Christmas) kutlamasıdır. Nasıl Noel, Hıristiyanlık-öncesi Avrupa
halklarının pagan “kış gündönümü” festivallerinin Aya Nikola (“Noel
Baba”/Father Christmas) üzerinden Hıristiyanlaştırılmasıyla ortaya
çıkan senkretik bir dinsel kutlama ise, aynı şekilde Anadolu’da
“yaz gündönümü”ne işaret eden bir “pagan” kutlama da Ayios
Yeoryios kültüyle bu coğrafyaya yayılan Hıristiyanlığa içsel kılınmıştır.
Müslüman Türklerin hakimiyetine geçen Anadolu’da da Ayios Yeoryios, Hızır-İlyas’a dönüştürülüp İslamileştirilmiş, kutlama adeti de
Hıdrellez adı altında halk Müslümanlığının önemli bir etkinliği haline
gelmiştir. Bu şekilde, ardı ardına gelen “zincirleme” senkretizmlerin,
Anadolu coğrafyasının önceki ve sonraki insan unsurları arasındaki
yabancılığın bir ölçüde “kazasız-belasız” giderilmesine imkân
açtığı söylenebilir.
Söz konusu senkretik olgunun başka “aktör”leri de vardır.
Bunlardan biri “Hıristiyan Anadolu”da Ayios Yeoryios’dan sonra
yaşamış bir diğer aziz olan Ayios Theodoros olup, Orta Anadolu’da
Ayios Yeoryios’un yerini o almış, ikisinin yapıp ettikleri, halkın zihin ve
gönül dünyasında özdeştirilmiştir (Ocak 1985: 132-133). Bir diğeri de
“Müslüman Anadolu’nun Sufi derviş geleneği içerisinde önde gelen
bir şahsiyet olan Baba İlyas-i Horasani’dir. Hızır, Ayios Yeoryios ve Baba
ilyas arasında bir özdeşim kurulduğunu gösteren pek çok efsanevi
anlatı mevcuttur. Bu anlatılarda Baba İlyas’ın “İlyas”ı, Hızır-İlyas’ın
“İlyas”ına dönüştürülmüştür (Ocak 1985: 134).
Hıristiyanlıktan Müslümanlığa, Hızır-İlyas dolayımıyla, örtük
biçimde gerçekleşen “aziz transferi”nin adeta sonu gelmemektedir!
Doğu Anadolu’da Ermeni Hıristiyanlığının büyük kutsiyet atfettiği
Ayios Sergios’un da özellikle Dersim (Tunceli) bölgesindeki KürtAlevi halk tarafından Hızır’la özdeştirildiği kaydedilmektedir (Ocak
1985: 134).
Hızır-İlyas’a benzer türden, kökü Hıristiyanlık, hatta
Hıristiyanlık-öncesi dönemlere giden yerel-yöresel aziz kültlerinin
İslâm’la senkretizasyonuna ilişkin başka önemli örnekler de zikredilebilir.
181
Anadolu’da ve Balkanlar’da çok etkin bir tarikat olan Bektaşiliğn piri Hacı
Bektaş Velî’nin 13’üncü yüzyılda Kırşehir havalisindeki Sulucakarahöyük’te
kurduğu tekke, o bölgedeki Hıristiyanların Aziz Charalambus kültünü
İslamileştirmiş, böylece Hacı Bektaş’ın Hıristiyan halk tarafından da
benimsenmesi sağlanmıştır (Ocak 1992: 17). Bir de Balkanlar’dan bir örnek
vererek bu bahsi kapatalım. Yine 13’üncü yüzyılda Dobruca’da bir MüslümanTürkmen topluluğun yerleşimini sağlayan Sufi-derviş Sarı Saltık’ın da o
bölgede daha önce mevcut Aziz Nicholas kültüyle özdeşleştirildiğini de
kaynaklardan öğrenmekteyiz (Ocak 1992: 17).
Bu tarihî-majör örneklerin yanısıra bugüne ilişkin pek çok minör
örnekte de senkretizmin halk inançlarında gerek söylemsel gerekse pratik
tezahürleri tespit edilebilmektedir. 10 küsur yıl önce gerçekleştirdiğim bir
etnografik çalışmada buna ilişkin çarpıcı bir örneği bizzat gözlemleme imkanı
buldum. Üstelik bu örnek, günümüz Türkiye’sinde senkretik-geleneksel
halk dini ile modern-püriten dinî-İslâmî anlayışı, bir diğer deyişle ‘antisenkretizm’i savunanlar arasında nasıl bir gerilim ve sürtüşme dinamiğinin
mevcut olduğunu da gözler önüne sermekteydi. Senkretizm kavramıyla ifade
edilen inançsal sentezlenmelere yönelik bir karşıtlık ve düşmanlığı ifade eden
‘anti-senkretizm’, dinsel inanç sınırlarının korunması noktasında bir hassasiyet
ya da takıntıyla açıklanır ve sıklıkla otantiklik, saflık, ‘öz’lük ve eşsizlikle
bağlantılandırılır (Bowie 2006: 253). Bu tanımı da yaptıktan sonra, senkretik
182
ve anti-senkretik dinsel dışavurumlar arasında mikro ölçekte, yani bir
köy topluluğunun yaşantısında belirmiş sorunlu ve çatışmalı etkileşime
dair tespitlerimi paylaşarak konuşmamı tamamlamak istiyorum.
Geleneksel Senkretik Dinsellik, Püriten ‘Anti-Senkretizm’e
Karşı
Söz konusu örnek, 1999 yılnda Türkiye’de Akdeniz Bölgesi’nin
batısında ve kıyıdan iç kısmında, irili-ufaklı 10’dan fazla gölün
bulunduğu “Göller Bölgesi”ndeki Beyşehir Gölü’nün havzasında kalan
yerleşmelerden birinde tespit edilmiştir (Atay 2005). Göl havzasındaki
ekolojik sorunları anlamak ve çözüm önerileri getirmek üzere yürütülen
bir proje kapsamında hem insan-kültür-çevre ilişkisinin boyutlarını
tespit etmeyi, hem de yörenin kültürel-etnografik haritasını ortaya
sermeyi hedefleyen bir çalışma yaptım; bu çerçevede Beyşehir Gölü’nü
sınırları içerisine alan Konya ve Isparta illerine bağlı 69 yerleşmede
araştırmayı yürüttüm (Atay 2005).
Söz konusu senkretist dinsellik örneği, gölün kuzey kıyısına
yakın bir yerde, Isparta ilinin Şarkikaraağaç ilçesine bağlı ‘Kıyakdede’
köyünde karşıma çıktı. Burası, tarihi çok eskilere uzanan ve SelçukluOsmanlı dönemi öncesinde bir Rum-Hıristiyan topluluğu tarafından da
iskan edilmiş bir yerleşme. Burada yapılan çalışmada köye özgü ‘yerel’
183
bir ibadet pratiğinin yakın zamanlarda bir toplumsal rahatsızlığa, köylüler
arasında ihtilaf ve sürtüşmelere varacak ölçüde yol açtığı gözlemlenmiştir.
Köyde bulunan ve köylülerin ‘Kıyakdede Tekkesi’olarak tanımladıkları
bir mezar, gösterişli bir büyüklüğe sahip olup, çok eskiden beri insanların
geleneksel olarak bireysel ya da topluca dua ettikleri, yakarıda bulundukları
bir ziyaretgâhtır (yatır yeri). Ancak ilginç olan nokta, tümüyle İslâmî tarzda
ibadet pratiklerinin gerçekleştirildiği bu mezar üzerinde gayrı-Müslim mezar
taşlarının bulunmasıdır. Mezarın üstünde, kısmen toprağın içine de bir miktar
gömülmüş izlenimi bırakarak iki uçta yer alan ve üstüste konulmuş mezar
taşlarının Geç Roma dönemine ait olduğu bana arkeolog meslektaşlarım
tarafından söylendi. Bu görüntü karşısında iki olasılık ortaya çıkmaktadır.
Birincisi söz konusu mezarın gayrı-Müslim bir kökene sahip olmasıdır. Yani
bu mezar Roma veya Bizans döneminden kalmadır. İkinci olasılık, mezarın bir
Müslüman, belki gerçekten ‘Kıyak Dede’ denilen şahsa ait olmakla birlikte,
çevrede bulunan bu Roma ve Bizans dönemine ait kalıntıların mezar taşı
olarak kullanılmış olabileceğidir. Bu konuda kesin bir belirlemede bulunmak
mümkün değilse de köylülerin arasında bize bu mezarın gayrı-Müslim bir
kökene sahip olduğunu ve burada dua etmenin dinen makbul olmadığını
söyleyenler çıkmıştır. Ayrıca ‘İslâm evliyası’ndan birine ait olduğu söylenen
bir mezarın İslâmî olmayan mezar taşı bile başlıbaşına bir rahatsızlık kaynağı
olmaya yeterlidir.
Tüm bunlara rağmen söz konusu mezarın köylülerin yaşamında
önemli ve merkezi bir yere sahip olmaya devam ettiği anlaşılmaktadır.
İnsanların ‘tekke’ tabir ettikleri bu mezarın başına gelip dilekte bulundukları,
dua ettikleri, dahası bir ritüel uğrak yeri olarak, özellikle İslâmi Ramazan
ve Kurban bayramlarında topluluk halinde ziyaret gerçekleştirdikleri
görülmektedir. Bayram namazı kılındıktan sonra camiden çıkanlar mezarın
başına gelir ve toplu halde dua ederler. Bu açıdan mezarın söz konusu köy
topluluğunun birliğine ve sürekliliğine ilişkin inancı ve güveni tazeleme
açısından simgesel bir işlev yerine getirdiği ileri sürülebilir. Daha da ileri
giderek, mezarı başında bir dinsel tören gerçekleştirilen şahsiyetin, köyün
kökenini oluşturan, kurucu pozisyon atfedilen bir şahsiyet (Kıyak Dede)
184
olarak takdim edilmesi itibarıyla, bu etkinliğin İslâm bünyesinde
bir tür ‘atalar kültü’ tezahürü olduğu da düşünülebilir ki bunu da bir
başka senkretik pratik olarak değerlendirmek mümkündür. Ne şekilde
yorumlanırsa yorumlansın, söz konusu mezar yeri Kıyakdede halkının
dinsel yaşamının ayırt edici ve özgün bir karakteristiğidir.
Bu on yıllardır böyle olmakla birlikte yakın zamanlarda köydeki
bazı kişiler, özellikle eğitimli ve büyük şehir tecrübesine sahip genç
ve yetişkin kuşaklar, köye özgü bu etkinliği sorgulamaya başlamış,
mezarın Hıristiyanlıkla bir şekilde bağlantılı olmasına dikkat çekip
burada İslâmî bir ibadette bulunmanın uygunsuz olduğunu ve bundan
rahatsızlık duyduklarını belirterek bir karşı çıkış başlatmışlardır.
Böylesi bir toplu ibadet için kendi yakınlarının gömülü olduğu ve
zaman içinde köyün büyümesiyle artık giderek önemli bir yer işgal
eden köy mezarlığının daha uygun olduğunu belirtmişler ve şu görüşü
ileri sürmeye başlamışlardır: “Kâfir [abç] mezarında dua edilmez; biz
kendi dedelerimizin, ceddimizin huzurunda bu duayı etmeliyiz. Artık
bayram namazlarından sonra mezarlıkta toplanalım”.
Ancak bu görüşe, ağırlığını köyün yaşlı ve orta yaşlılarının
oluşturduğu hatırı sayılır bir kesim şiddetle itiraz ederek, oldukça çarpıcı
ve altı çizilmesi gereken bir tepki göstermişleridir. Gençlere, “Sizin bu
köyün geleneğini [abç] bozmaya hakkınız yok!” demişlerdir.
Yukarıda aktarılanlar özellikle modernleşme sürecinin
hızlanmasıyla ve etkilerinin daha hissedilir hale gelmesiyle birlikte
İslâm dünyasında kitabîliği, püritenliği ve bireyselliği ön plana çıkaran
İslâmî modernizm akımının, geleneğe ve senkretizme dayalı yerelyöresel inanç ve pratiklerle karşı karşıya gelme dinamiğine özgün bir
örnek teşkil eder. Bu örnek, eğitimli ve dış dünyaya açık yeni kuşakların,
kapalı bir toplum bünyesinde belki yüzyıllardır süren bir ‘senkretik’
geleneği yerinden etmeyi hedefleyen, dini yabancı ve özünü tahrip
ettiği düşünülen ‘zararlı’ ögelerden arındırma girişiminin, ne kadar
‘melez’ olursa olsun bu geleneğe sahip çıkanlarla gerilimli ilişkisine
işaret eder. Daha çarpıcı bir deyişle bu, “senkretik geleneğin modernist
püritenizme direnişi”dir!..
185
İslâm dünyasında, özellikle eğitim ve iletişim olanaklarının
kitleselleşmesi, bunun yanısıra seyahat ve emek göçü gibi olanakların
artmasıyla, dinsel geleneğin ve onu temsil eden (geleneksel) dinî otoritelerin
giderek etkisizleştiği, buna paralel olarak da insanların ‘doğru’ İslâm’ı
belirleme yolunda ‘kişisel’ arayışlara girdikleri, bilinen bir gerçektir
(Eickelman ve Piscatori 1996: 37-45). Bu süreçte İslâmî olmadığı ileri sürülen,
yukarıda aktardığımız türden ‘senkretik’ pratiklere karşı, dinin nasıl anlaşılıp
yaşanması gerektiği üzerine modernist, akılcı ve bireyselliği öne çıkaran
söylemler işlerliğe sokulmuştur. Ancak ‘püriten’lerin ‘İslâm-dışı’ addettikleri
‘senkretist’ pratikleri gerçekleştirenlerin de bu ‘gelenek’lerine sahip çıktıkları
ve varolma çabası içinde kendi karşı söylemlerini üretebildikleri, Kıyakdede
örneğinden hareketle açıklık kazanmaktadır. Burada üzerinde durulması
gereken son ve önemli nokta, dinde modernleşmeyi savunanların antisenkretik tutumlarıyla ayrıştırıcı, sınırlar koyucu ve ötekileştirci olmalarına
karşın senkretik ‘gelenekçiler’in farklı etno-dinsel köklere sahip halklar
arasında ‘sarmaşma’ yaratmaya ve ‘öteki’ addedileni içselleştirmeye dönük
çaba sergilemeleridir. Bu da gelenekçilik ve modernlik üzerine özellikle
‘modernist’ zihinlerde mevcut bazı ezberlerin bozulması açısından dikkatle
üzerinde durulması gereken bir veridir.
186
KAYNAKÇA
Bowie, F. 2006. The Anthropology of Religion – An Introduction. Oxford: Blackwell
Publishing.
Eickelman, D. F. Ve J. Piscatori. 1996. Muslim Politics. Princeton: Princeton University
Press.
Esinoğlu, B. 1996. Dinlerin Gizemi: Kurban-Yaratılış-Tufan Efsaneleri. İstanbul:
Ceylan Yayıncılık.
Gulick, J. 1983. The Middle East – An Anthropological Perspective. Lanham:
University Press of America.
Güvenç, B. 1974. İnsan ve Kültür. İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.
Kottak, C. P. 1997. Anthropology – Exploration of Human Diversity. New York:
McGraw-Hill.
Nanda, S. ve R. L. Warms. 2002. Cultural Anthropology. USA: Wadsworth.
Ocak, A. Y. 1985. İslâm-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü. Ankara:
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
Ocak, A. Y. 1992. Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler (Metodolojik Bir
Yaklaşım). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Ocak, A. Y. 1996. Türk Sufîliğine Bakışlar. İstanbul: İletişim Yayınları.
Shaw, R. ve C. Stewart. 1994. Introduction: Problematizing Syncretism/AntiSyncretism. The Politics of Religious Synthesis içinde (der.) C. Stewart ve R.
Shaw. Londra: Routledge.
Su, S. 2009. Hurafeler ve Mitler: Halk İslâmında Senkretizm. İstanbul: İletişim
Yayınları.
e
n v inin
e
d iş
çin 0 0 k rı ile
i
t
a
r
yu şık 3şmal
i
ar, i,
ler akla çalı tir.
l
k
n
i
y i n iş
a
nl
liğ
tki n’dan etk tirilm i uzm enç r,
e
j e t a d e eş
ıla
eg
gil
Pro aris g için çekl ile il ersit natç an
lg
er
iv n sa
ü
ıy
Bu iyalo g klor n ün
aş
e
t
l
n
r
d
e
e
e
o
ü
ed ,
n f gilen ilgil kült
n
a
h
k
lk
il
ile t a k
, sapara
Ba r ile
r r,
ği
e
i
o
d
z
e
a
o
lkl
mü eden köyl ürsü ler y ılar.
k
Fo kan
d
k
g
l
öl
de e m e e r a l
n
i
Ba s a l b
y
er , y
ikl rak arak
l
Kır
n
tki ci olar sun
e
e
j y i r lle
pro e s e r i t ü e
v
187
4.2.4. BALKAN GÖÇMENLERİNİN GELENEKSEL
MÜZİK KÜLTÜRÜ
Doç.Dr. Natalia RASHKOVA
Bulgaristan Bilimler Akademisi,
Ulusal Etnografya Müzesi, Folklor Çalışmaları ve Etnoloji Enstitüsü
Bu çalışmanın içeriği, yaklaşık 30 yıllık sürede yapmış olduğum
araştırmaları ve bilimsel projeleri kapsayan birbiriyle bağlantılı birkaç alandan
oluşmaktadır; bunlar kültür mirasının ayrılmaz bir parçası olarak folklor
müziği, Balkanlarda yerel müzik kültürleri, müzik kimliği ve göç süreçleridir.
Alan çalışması dahilinde yapılan ve bu çalışmada sunulacak olan gözlemler
ve çıkarımlar Bulgaristan’a 19.
Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başındaki
tarihsel değişimler ve savaşlar
sırasında gelmiş göçmenlerin ve
mültecilerin (Anadolu ve Trakya
Bulgarları olarak adlandırılırlar)
yaşadıkları köylerde ve şehirlerde;
son yıllarda ise Bulgaristan’dan
Türkiye sınırları içindeki Doğu
Trakya’ya ve özellikle Edirne’ye
göç etmiş insanlar arasında yapılan
çalışmalarla elde edilmiştir.1 Bu
çalışma, göçmen topluluklarının
kültürel kimliğini ifade etme
yollarından birisi olan geleneksel
müziğe odaklanacaktır.
Göçmenlik çok yüzlü bir insan kaderidir, aynı zamanda dil, kültür
ve din açısından bir zenginlik olarak değerlendirilir. Göçmenlik her zaman
kendi kimliğini aramak ve savunmakla ilgilidir. Yıllar boyu Batıyı Doğuya
1 “Bulgar –Türk Sınırının İki Tarafındaki Göçmenler ve Mülteciler: Miras, Kimlik ve
Kültürlerarası Etkileşim” (2009-2012) adlı araştırma projesi Bulgaristan Cumhuriyeti Eğitim, Gençlik ve Bilim Bakanlığı, Ulusal Bilim Fonu tarafından finanse edilmiştir.
188
bağlayan bir kavşak olan Balkanlarda, farklı etnik yapıların ve kültürlerin
etkileri kesişmiş, üst üste gelmiş; böylelikle, halk müziği üzerine de
izlerini bırakmıştır. Etnomüzikolojik araştırmaların sonucunda Balkan
müzik kültürlerinin özgünlüklerini günümüze kadar koruduğu, bununla
birlikte bazı karşılıklı etkileşimlere de açık olduğu tespit edilmiştir.
Bu toprakların etnik ve yerel halk müziği tarzları farklılıklar gösterse
de bazı ortak özellikleri vardır. Bunlardan günümüze kadar erişmiş
ezgilerde ve ritimlerde, eski ve yeni müzik kültürlerinin bir yansımasını
görebiliriz.
Etnomüzikoloji uzun zamandır göçmenlik süreçlerine ve
bunların sonuçlarına dikkat çekmektedir; ancak, bunların daha
geniş anlamda göçmenlik araştırmalarına etkide bulunması yeni bir
gelişmedir (Baily, Collier 2006). Etnomüzikolojik alan araştırmasının
geleneksel yorumunda, yerel müzik geleneklerinin ve kültürlerinin
keşfedilmesi anlamına gelen, antropolojinin ve etnografinin yerellik
özelliği nosyonuna rastlanır. Bir ampirik malzemenin bu şekilde
araştırmalarla biriktirilmesi yöntemi, bilimsel alanımızda yıllardır süren
temel bir konu olmaktadır. Bu yöntem, müzikal özellikleri tanımlamaya
yarayan bazı mekansal kategoriler belirler. Bununla birlikte, 1990’ların
başından beri, kültürün belirli alanlar ve yerlerle ilgili olduğu yönündeki
görüşler, yerini, kültürel formların hareketliliğine duyulan büyük
ilgiye, bir diğer deyişle “gezici kültürler”e bırakmaktadır (Clifford
1992). Yerellik kavramı, belirli bir bölgedeki kültürel iklime işaret eden
geleneksel anlamından farklı anlamlar kazanmıştır. Odak noktası artık
yerler değil, göç yollarında kendileriyle birlikte kültürlerini de taşıyan
insanlar olmaktadır.2 Bundan ayrı bir diğer önemli konu ise, göçmen
kültürlerin zamanın içinde izlerini sürmek ve kendilerini koruma ya da
değişime uğrama biçimlerini izlemektir. Bu sırada, göçmen toplulukları,
göçmenlik sürecinden önce ya da sonra birlikte yaşadıkları, aralarında
yerel etkilerden ya da etnik yapılardan kaynaklanan farklılıklar olan
diğer toplulukların kültürlerine temas etmeyi ve onlarla etkileşim içine
girmeyi bırakmamıştır.
2 Bulgar etnomüzikolojisinde bu araştırma alanına ilişkin daha fazla ayrıntı için bakınız:
Rashkova 1999; Rashkova 2003; Peycheva & Dimov 2006; Rashkova 2012; Toncheva 2011.
189
Göçmenlik süreci sonucu oluşan her topluluk kendine özgü tarihsel
niteliklere, farklı zamansal varoluş parametrelerine ve onları göç sürecine
iten farklı neden ve motivasyonlara sahiptir. Aynı zamanda toplulukların
sosyal yaşam stratejilerinde ortak yönler de vardır; onların modern koşullarda
yaşamalarına yardım eden benzeri mekanizmalar ve araçlar söz konusudur.
Bunlar arasında akrabalık bağları, komşuluk, ortak kökenlere sahip olma,
kolektif bellek ve kültürel gelenekler gelmektedir. Geleneksel müzik kültürü
hakkında bilgiler, göçmenlerin kolektif ve bireysel belleğinde korunup
taşınmakta, yeni nesillere emanet edilmekte ve kendine özgü yerel müzik
kimliklerinde çağdaş ifadesini bulmaktadır.
Anadolu Bulgarları
Anadolu Bulgarları, Kuzeybatı Anadolu’ya 18. ve 19 Yüzyıllarda
ekonomik nedenlerle, daha güvenli ve rahat yaşayabilecekleri bir yer bulmak
için göç etmiştir. 1914 yılına kadar, zor ulaşılabilen bir bölgede; Balya,
Bandırma, Gönen (Balıkesir ili), Lapsa ve Boğaşehir (Çanakkale ili)’de
yaklaşık 30 Bulgar köyü vardı. Bu bölgelerde yaşayanların kökeni genellikle
Bulgaristan’ın Ortaköy ve Çırpan kentleridir. Tarihsel olaylar onların da
göçmen kaderi yaşamalarına yol açmıştır. Bu Bulgarların bir kısmı, Berlin
Sözleşmesinin ve 1878 yılında Yeni Bulgar Devletinin kurulmasının
ardından anayurtlarına göç etmeye başlamıştır. Birçok engele rağmen 1914
yılında, kalan tüm Anadolu Bulgarları Bulgaristan’a dönmüş ve önemli bir
bölümü tekrar atalarının kökenlerinin bulunduğu yerlere -Ortaköy ilçesine
ve Kuzeydoğu Bulgaristan’da Yeni Pazar ilçesine- yerleşmiştir. Bu insanlar
göç ve yerleşme süreçlerinde Bulgar kimliğini ve dilini, Ortodoks Hıristiyan
dinini, geleneksel kültürlerini ve folklorunu korumuştur.
Anadolu Bulgarlarının geleneksel müzik kültürüne ilişkin araştırmalar
yerel yapıların, müzik alanında dışarıdan -farklı etnik yapılardan ya da farklı
yerleşim bölgelerinden- gelen etkilere izin vermeyen kuvvetli bir direnç
gösterdiğini gözler önüne serer. Küçük Asya’da yeni bölgelere göç etme ve
yeni Bulgar köylerinin kurulması sürecinde bu insanlar kendi kökenlerinin
geleneksel halk kültürünü korumuştur. Bu durum, farklı dil, inanç, ulusal
190
kimlik ve kültürdeki insanlarla çevrili yabancı bir ortamda etno-kültürel
kimliklerini korumanın bir yolu olarak ortaya çıkmaktadır.
Ortaköy’e dönen Anadolu Bulgarlarının müziğine ilişkin
örnekler 1960’larda ayrıntılı bir biçimde akademik müzik arşivlerine
kaydedilmiştir. Trakya bölgesinin tamamından türkülerin ve onların
yerel varyantlarının büyük kısmını içeren karşılaştırmalı araştırmalar3,
1-2 yüzyıl süren göçmenliğin bu türkülere getirdiği değişimlerin oldukça
az olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda, Küçük Asya Bulgarları
arasında göçten önce var olan, bu sırada Bulgaristan’da unutulmuş olan
türkü varyantları da mevcuttur. Dolayısıyla göçmen topluluklarında
müzik kültürünü koruma potansiyelinin çok daha büyük olduğu sonucu
bu bulgularla ortaya çıkmaktadır. Anlaşılıyor ki göçmen topluluklar
kendi müzik kültürlerini koruma gücünü göstermiştir. Anadolu’da her
etnik ve yerel topluluğun kendi müzik kültürünü yaşatmakta olduğu
ve yabancı unsurların girmesine izin vermediği açıkça görülmektedir.
Birkaç nesil boyunca yabancı bir ortamda yaşamalarına rağmen eski
yerel müzik repertuarları etkilenmemiştir.
1980’li yıllarda Güneydoğu Bulgaristan’ın köylerinde (Ortaköy
bölgesinde) Anadolu’dan gelen göçmenlerle ilgili yaptığım kendi alan
araştırmamda, Küçük Asya’da doğmuş, eski köylerinin repertuarını
öğrenmiş ve Bulgaristan’a geri dönüş yapmış şarkıcı ve çalgıcılardan
bilgi alma ve müzik gösterilerini kaydetme imkanım oldu. Küçük
Asya’da birbirine uzak iki köyde yaşamış olup Sviraçi köyüne göçmüş
toplulukların bir arada yaşayış biçimleri halk kültürünün muhafazakar
yapısına ilginç bir örnek oluşturmaktadır. Bu topluluklar söz konusu
köyün önceki ahalisinin terk ettiği iki mahalleye taşınmışlar,
aralarındaki kültürel ve sosyopsikolojik farklılıkları koruma konusunda
ısrarcı davranmışlar, gündelik yaşam, giyim tarzı, lehçe gibi alanlarda
farklı olduklarını belirtmişlerdir. Bu durum ilk birkaç on yıl içinde
iki Küçük Asya göçmen topluluğu arasında evliliğe izin vermemiş,
onların birlikte tören ve bayram kutlamaları (koleduvane – Noel ilahisi
3 3Ayrıntılı bir inceleme için bakınız: Kaufman, 1974, Kaufman, 1980
191
söyleyenler, lazaruvane – Aziz Lazarus Günü, vs.) yapmalarını, dolayısıyla
entegre olmalarını engellemiştir. Türkü ve ezgi repertuarları farklı olduğundan
Pazar günü horaları da ayrı ayrı oynanmaktadır. Özellikle halk oyunlarının
oynanması sırasında köy yaşamının bazı yönleri açığa çıkmaktadır. İlk önce
kızlar iki ayrı yerde hora oynarlar ve diğer mahalleden bir gelen olduğunda
tartışma çıkar. Ortak hora oyununda bir araya geldiklerinde ise her grup kendi
türkülerini söyler, diğer grup de onlarla birlikte oynar. Karşılıklı ilişki ancak
bir gruptan türkücülerin diğer grubun türkülerinden dörtlükler söylemeye
başlamasıyla kurulur.4 Birbirleriyle olan ilişki süreçlerine rağmen, araştırmanın
yapıldığı sırada -göçten 75 yıl sonra- bu iki Anadolu topluluğunun müzikal
farklılıklarını hala korudukları tespit edilmiştir.5
Müzikte nostalji eski Anadolu tulumcularının torunları arasında da
görülmektedir. Eski tulumcular, hem sesi hem de estetik süslemelerinden
ötürü Küçük Asya’daki Bulgar tulum ustalarının yaptığı tulumlara büyük
değer vermektedir. Edirne tulumları da pes ses çıkardıklarından, ayrıca daha
kolay ve rahat çalınabildiklerinden tercih edilmektedir. Araştırma sırasında
görüşülen müzisyenler, Anadolulu göçmenlerce taşınan, orada korunup
geliştirildikten sonra Bulgar topraklarına geri taşınan eski tarz bir enstrüman
performansında oldukça yeteneklidir. Gaydadjiyev’ler soyundan gelen bir
müzisyenin Küçük Asya’da tulumcu olan dedesinin hatıraları Türkler ve
Bulgarlar arasındaki ilişkileri özetler niteliktedir. Bu müzisyenin yine ünlü
bir müzisyen olan ve tulum çalışı ile saygı uyandıran dedesi Türk düğünlerine
davet edilmekteymiş. Türk düğünlerinde Türk müziği, Bulgar düğünlerinde
de Bulgar müziği çalmaktaymış. Küçük Asya Bulgarlarının müziği ile
Ortaköy bölgesindeki yerel Bulgar müzikleri karşılaştırıldığında tespit edilen
benzerlikler ve yabancı etkilere karşı gösterilen direnç müzisyenlerce de
onaylamaktadır.
Geçen zaman içinde değişmeden kalan Anadolu Bulgar topluluklarının
4
4
Antifonik türkü söyleme biçimi, birçok Bulgar halk türküsünü söylemede özel bir grup
performansıdır; bu söyleyiş tarzında grubun bir bölümü türkünün bir kıtasını söyler, diğer bölümü aynı
metni ve melodiyi tekrar eder.
5
192
Daha fazla ayrıntı için bakınız: Rashkova, 1994.
halk müziği bu toplulukların
kültür mirası olarak aktarılmakta,
arşivlenmekte ve çeşitli amatör
grupların repertuarında yaşayan
bir gelenek ve bir topluluk
kimliği simgesi olarak tekrar
uyanmaktadır.
Trakya Bulgarları
Batı ve Doğu Trakya’dan,
bağımsız
Bulgar
Devleti
topraklarına geri göçmek bu
Bulgar toplulukları için sadece
doğdukları yerleri terk etmek
değil, aynı zamanda birtakım
tarihsel gerçekler ve üzücü anılarla
ilgili bir göçe zorlanmak anlamına
gelir. Yeni topraklarda yerleşik hale geçebilmek, sıklıkla yeni göçlere
neden olduğu ve ekonomik stabilizasyonun sağlanmasını güçleştirdiği
için uzun bir süreçtir. Göçmenler Bulgaristan’ın farklı bölgelerine
tekrar yerleştirilmiştir; fakat onların hayatta kalma stratejisi akraba ve
köydeşleri ile birlikte yaşamak üzerine kuruludur. Böylece, topluluk
kimliği için önemli olan kültürel sürekliliği sağlamayı başarırlar.
Trakya Bulgarları, göçmenler olarak, doğdukları yerlerin maddi
kültürel ifadelerine karşı özgün bir yaklaşım sergilemektedir. Evlerini
aniden terk etmeye zorlandıkları olağanüstü koşullardan dolayı,
gündelik yaşamlarının ve kültürlerinin maddi unsurlarını yanlarında
götürememişler, bunun yerine onların hayalî temsillerini -doğdukları
yerin hayalî ve yerel bilgiler bütünü- taşmışlardır. Yeni yerleştikleri
yerlerde bu hayalleri maddi hale getirmektedirler, farklı kültür miras
şekilleri ile soylarının geçmişine dönmektedirler. Bunların arasında
müzik repertuarı yeni nesillere eski yaşamlardan değerli miras bir
193
olarak geçmektedir. Müzik kültürleri hakkındaki bilgileri, kolektif ve bireysel
belleklerinde korunup aktarılmıştır.
Bulgaristan’a yerleşmiş Doğu ve Batı Trakya göçmenlerinin yaşadığı
farklı bölgelerdeki halk müziği örnekleri, 1926-1931 yılları arasında, binlerce
halk türküsünü ve ezgisini koleksiyonunda bulunduran saygın Bulgar halk
müziği uzmanı Vasil Stoin tarafından kaydedilmiştir. 1678 tane notaya
alınmış eser ile 6 enstrümantal eseri içeren ve 1939 yılında Trakya Bilimsel
Enstitüsü’nce basılmış olan bu kitap insanların belleğinde korunmuş ve
taşınmış müzikal birikim hakkında değerli bir bilgi kaynağı durumundadır.
Bu kitaptaki notalar, yaşadığı yerden koparılmış bu insanların belleğinde
hala canlı olan repertuarı yeniden yapılandırmaktadır (Türkülerin kalıcılığına
ilişkin önemli bir kanıt 1989 yılında Ortaköy’deki alan çalışması sırasında
yaptığımız kayıttır; bu kitapta notalarıyla yer alan bir eser aynı zamanda kökleri
Doğu Trakya’ya uzanan bir şarkıcının aile repertuarının bir parçasıdır).
Türküler, melodik özelliklerin incelenmesi fırsatının yanında,
lehçeler ve müzikal uygulamalar hakkında da bilgi vermektedir. Bunlar
bütün Bulgaristan halk müziğindeki ortak temalar ve müzik becerileri ile
bunların kültürel alandaki uygulamaları hakkında kalıcı bilgiler olarak
değerlendirilebilir. Örneğin, türkü söylemek genelde kadınlar içinse de müzik
aleti çalmak kadınlar için imkansızdır ve bu görev genelde erkeklere verilir.
Bu, göz ardı edilemeyecek kültürel bir normdur. Türkülerin sözlerinde de
yerel halk müziğine ait çalgılara rastlarız. İncelenen toplulukta bu bakımdan
bölgesel farklılıklar görülmemektedir. Türkülerin sözlerine göre, çobanlar ve
genç erkekler kaval ve sipsi çalarlar; tulum ve davul düğünlerde çalınır; hora
oyunu kuvvetli tulum ve davul sesleri eşliğinde oynanır. Ayrıca, Anadolu
Türklerince bağlama ya da saz olarak bilinen, tamburanın Bulgar varyantı
sayılan ve bulgariya6 diye adlandırılan bir müzik aletinden söz edilir. Bu müzik
aleti Türkler arasında yaygın olarak kullanılmasına rağmen onun Türkçe
ismi Doğu Trakya’da Bulgarların dilindeki ismin yerini almamıştır. Müzik
aletlerinin kullanımında etnik yapıyı ilgilendiren ve bazı türkülerde de geçen
6 Benzer bir isim (tanbur bulghâri) Avrupa müzik tarihinde 19. Yüzyılda kaydedilmiştir (Fétis
1869).
194
bir özelliğe göre tulum çalmak ve domuz çobanlığı yapmak Türkler
için uygun değildir, Türklerin müzik aleti zurnadır. Bazı türkülerde,
panayırlarda hora oyunu sırasında çalan zurnacı ve davulcuların Bulgar
isimleri taşımaları ise ilginç bir durumdur. Hıristiyan Bulgarların
dini pratiklerine göre zurna çalmak oldukça sıra dışıdır ve yerel
Türk kültürünün istisnai bir etkisi olarak yorumlanır. Dini ve etnik
yabancılaşma bağlamında da olsa, halk türkülerinin sözleri Türkler
aracılığıyla müzikal iletişimin mevcut olduğunu göstermektedir. Bazı
türkülerin sözleri Müslüman dinine zorla geçirilme denemelerine
gönderme yapmaktadır. Örneğin karışık -Bulgar ve Türk- etnik yapıdaki
köylerden söz edilen bir türküde, kızının komşu mahalleye gitmesine
izin vermeyen; çünkü bulgariya ve kemençe çalan Anadolu Türklerinin
onu aldatmasından ve Müslüman inancına geçmeye zorlamasından
korkan bir annenin hikayesi anlatılır. Başka bir türküde ise Bulgar
müzisyenlerinin bir Türk düğününe çağrıldığından söz edilir.
Muhafazakar yaklaşımlara ve kültürel kimliği koruma arzusuna
rağmen, özellikle kentlerdeki müzikal pratikler ve enstrümantal
gösteriler Bulgar ve Türk müzisyenler arasında kültürel temasların var
olduğunu göstermektedir. “Öteki”nin müziğine karşı duyulan ilgi, farklı
etnik yapılı yerel kültürlerde diyaloğun koşullarını yaratmaktadır.
Araştırma çalışmalarım beni 1980’li yıllarda, ahalisi Bulgar
ve Türk olan karışık nüfus yapısına sahip bir köyün tulumcusu ile
karşılaştırdı. Bu tulumcu, Osmanlı topraklarında, Edirne’nin Bulgar
ve Türk mahallelerinden oluşan bir köyünde doğmuş. Müzik eğitimine
Bulgar ve Türk müziklerinin eşit derecede etkili olduğu bir ortamda
başlamış. Müzisyen, repertuarını oluşturduğu dönemde kendi köyünün
halk geleneklerinden düğün ve hora ezgilerinin yanı sıra Edirne yöresinde
yaygın olan enstrümantal Türk müziğini de öğrenmiş. Tulumcu,
Bulgaristan topraklarına tekrar göç ettikten sonra (Cisri Mustafapaşa
Bölgesi, Mihaliç köyü) düğünlerde ve bayramlarda müzik yaşamına
devam etmiştir. Repertuarı yerel tulum ezgilerinden oluşmakta;
ancak, birkaç Türk ezgisini de içermektedir. Türk müziğine karşı tavrı
195
olumludur, çünkü kendisi de bu müziği beğenmektedir; ayrıca, Bulgar ve
Türk uzmanlar tarafından ilgi ile karşılanmaktadır. Her iki müzik geleneğine
ilişkin birikimi olması, bir kişinin repertuarında yöresel ve yabancı ezgilerin
bir arada bulunmasına karşı hoşgörülü bir tavrın oluşmasını sağlamaktadır.
Genel olarak kültürel farklılıkların halk bilimi açısından olumsuz etkileri
vardır; ancak, halk müziği sanatçıları için durum böyle değildir; müzik
alışverişi sadece bölgesel değil etnik düzeyde de mümkündür.
Edirne’de Türk müzisyenler ve müzik uzmanları ile yaptığım
görüşmelerde bu kişiler, 30 yıl önce kaydettiğim, Trakya ve Anadolu’dan gelen
göçmen Bulgar müzisyenlerinin tulum ezgilerini anlayıp çalmayı başardılar.
Bu müziklerden biri “moabet” olarak tanınan şarkının üzerine yapılan bir
doğaçlamaydı. Türkiye’deki köy düğünlerinde bu, tulum yerine zurna ya da
klarnet ve davulla seslendirilir. Tulumcu tarafından ilave edilen başlangıcın,
sürüyü otlatmaya götürürken çalınan bir çoban ezgisi olduğu tespit edildi.
Kaydettiğimiz başka bir türkünün Edirne’de ve Trakya bölgesinde günümüzde
dahi bilinen bir türkü olduğu belirlendi. Bu Türk ezgileri Bulgaristan’da
yaygınlık kazanamamış; fakat, farklı kültürlerle temasın bir sonucu ve göçmen
müzisyenlerin repertuarında kültürel çeşitliliğin bir izi olarak kalmıştır.
Trakya’da dedelerinin doğum yerlerini (günümüzde Türkiye
topraklarında yer alıyorlar) ziyaret turları sırasında Trakyalı mültecilerin
torunları ile yapılan görüşmeler, yerel halk türkülerinin, göçmenlik
sürecinde taşınmış kültürel değerlerin bir parçası olarak önemini ortaya
koydu. Bu torunlar türkü söylerken, ya da türkülerin kaynağındaki olayları
anlatıp yorumlarken çok heyecanlıydılar; bu türküler eski köylerindeki
meydana gelen olaylarla ilgiliydi, adeta o köyün ahalisinin varlığına dair bir
kanıt gibiydi. Köylerin birinde (Keşan ilçesindeki Yaylagöne köyü) gerçek bir
olaydan yola çıkılarak yazılan türkü eşliğinde hora oynandı. Torunlardan
birinin sözlerine göre: “biz bu bölgenin tarihini bilmiyoruz, günümüze
kalan folklor yazılı olmayan tarihtir; bunlar mükemmel türküler, gelenekler
ve bu maneviyat... bunlar neşeli türküler olabilir; ama, ninelerimizin ve
dedelerimizin gözleri her zaman yaşla doluydu.”
196
Göçmenlerin geleneksel müzik kültür belleği, yaklaşık bir
asırdır Trakyalılarca oluşturulan yerel türkü grupları aracılığıyla
korunmaktadır. Folklor festivallerinin düzenlenmesi geleneğini
desteklemek ve canlandırmak amacıyla bu festivallerde Doğu ve
Batı Trakya’dan göçmenlerin müzik kültürleri özellikle ele alınmış
ve bu kültürden eserler orijinal formlarında icra edilmiştir. Zamanla,
V. Stoin’in türküleri topladığı kitap çok önemli ve sık kullanılan bir
repertuar kaynağı haline gelmiştir. Nesillerin yenilenmesi ile eski türkü
söyleme tarzı kademeli olarak kaybolmuştur; onun yerini, dedelerinin
doğdukları yerlerden oldukça az sayıda orijinal türkü örnekleri içeren
repertuarlarıyla Trakya’daki küçük müzik topluluklarının oluşturduğu
korolar almıştır. Bu toplulukların faaliyetleri Trakyalıların düzenli şenlik
hayatının bir yansıması olarak her yıl bölgede düzenlenen Trakya folklor
festivallerince desteklenmektedir (Eski Zağra Kaplıcaları, Sülmeşli,
Petrova Niva, Pomoriye, Aheloy ve Macarovo’daki Trakya türküleri
müzik yarışmaları, Edirne’deki iki Bulgar kilisesindeki bayram ve
kutlamalar vb.). Böylece, Doğu ve Batı Trakya mültecilerinin torunları
geleneksel müzik kültürünü paylaşarak kökenlerine ilişkin belleklerini
ve onların özgünlüklerini yaşatmaktadır.
Edirne’de Göçmenlerin Müzik Kültürü
Çağdaş şehir kültürü ve onun incelenmesi, özel müzik bilgisinin
ve müzik kültürü süreçlerinin genişletilmesinde yeni hareketlenmelere
yol açmaktadır. Edirne’de son üç yıl içinde müzik ve göçmenler üzerine
yaptığım alan araştırmasındaki gözlemlerim şehir etnomüzikolojisinde
ilginç problemleri ortaya koydu.
Edirne müzik tarihi konusundaki uzmanlarına göre, Edirne’nin
müzik tarihinde en fazla 50-60 yıl geriye gidilebilir; bir diğer deyişle,
Edirne’de müziğin tarihi en fazla 50-60 yıl öncesine dek araştırılabilir.
Hudut şehri olmasından dolayı nüfus yapısı defalarca değişmiştir. Şehir
halkı Yunanistan, Makedonya, Bosna, Bulgaristan gibi ülkelerden
19.Yüzyıl sonundan günümüze kadar devam eden göçlerle gelen
197
insanlardan oluşmaktadır. Bazı kaynaklara göre, ayrı mahallelerde yaşayan
Ermeni, Yunan ve Bulgar halklarından insanların yerine Balkan Türkleri,
Çingeneler ve Pomaklar yerleştirilmiştir. Burada yaşayan Türk halkının
açıkça görülen ayırt edici özelliği lehçe ve telaffuzdur. Fakat dil kademeli
olarak değişmekte ve farklılıklar yok olmaktadır. “Gezici kültürler” kentin
atmosferini değiştirmekte ve eski kültür yeni göçmenler arasında neredeyse
kaybolmaktadır. Daha önce Edirne’de yaşamış olup şehirden göç etmiş olan
etnik topluluklardan miras kalan unsurlar arasında Yahudi ve Ermenilerin
yaptığı bademli şeker ve Yunan peyniri bulunur. Bulgarlardan kalan hatıra
ise ekmek yapımında kullandıkları fırınlardır.
Alan araştırmam ortaya koymuştur ki Türklerde tulum müzik aleti
kullanılmadığı için Edirne’de yaşamış olan seçkin, Hıristiyan tulum ustalarının
hatırası neredeyse tamamen silinmiştir. Günümüz yerel müziğinde Balkan
Gaydası ve Pomak Gaydası gibi adlarla anılan dans ezgileri görülmektedir.
Şehre Romanların ve Roman müzisyenlerin gelmesi ile zurna yaygınlık
kazanıp yerleşmektedir. Edirne yerlisi bir müzisyenin oğlu, mimar Edip
Soyanmaz konuyu “zurna buraya çingenelerle gelmiş; 50 yıl önce burada zurna
vardı, ama 150 yıl önce yokmuş” diye özetlemektedir. Edirne’de Çingene
müzisyenlerin varlığı müzik açısından bir fetih olarak değerlendirilmektedir.
Hatta bu müzisyenler yerel yönetimler, gazeteciler ve ziyaretçiler tarafından
kentin sembol müzisyenleri olarak kabul edilmektedir. Roman zurnacılar
Edirne’de birçok halk oyunu ekibine eşlik etmektedir: Belediye çocuk halk
oyunu ekibi, Trakya Üniversitesi öğrenci halk oyunu ekipleri, vb. müzisyenler,
halk oyunun kökenine uygun Balkan ezgilerini seslendirirler. Ayrıca, zurna
ve davul çalan Roman müzisyenlerin oluşturduğu orkestralar da vardır, bu
orkestralar kentteki yürüyüş ve kutlamaların yanı sıra her yıl Kırkpınar’da
düzenlenen sembolik yağlı güreşlere temel müzik eşlikçisi olarak katılırlar.
Şehirdeki en iyi zurnacılardan biri olan, aileden müzisyen Fahrettin Zurnacı’ya
göre yaptıkları müzik Rumeli müziği, yani Balkanların müziğidir. Zurnayla
çalınan makamların Rumeli’ye ait olduğunu belirten Fahrettin Zurnacı ayrıca
şu tespitte bulunur: “Anadolu’da bizim müzik dinlenmez.”
198
Kentte yerel ahali tarafından yaşatılan bazı eski yerel bayramlar
varlığını hala sürdürmektedir. Bunlardan Kakava (5 Mayıs) adını
taşıyan bayram ilgi çekicidir. 5 Mayıs 1361’de Osmanlı’nın, Edirne
Şehrini Bizans İmparatorluğu’ndan alışı ve başkent ilan etmesi her yıl
kutlanır. İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olduktan sonra
bu bayram anlamını yitirse de kutlanmaya devam etmiştir. Daha sonra
insanlar bu kutlamaları Çingene bayramı (Hıdrellez) ile özdeşleştirmiş
ve kutlamalar Kakava adını almıştır. Günümüzde ise Uluslararası Şenlik
Festivali’ne dönüşmüştür. Bu örnek altı yüzyıldan fazla tarihi olan yerel
bir bayramın yeniden anlam kazanması üzerine bizleri düşünmeye
sevk eder: Çingene kutlamaları ile birlikte bayramın orijinal kutlanma
biçimi yeniden canlanmış ve bayram bütün yerel müzik renkliliğinin
sergilenmesiyle kentteki çağdaş kültür festivalleri arasında varlığını
sürdürmeyi sağlamıştır.
Edirne yöresindeki tipik yerel müzik aletleri saz, ud, kemençe,
kanun, tarambuka, ney ve kavaldır. Günümüzde geleneksel müzik
aletlerini çalan birçok amatör müzik grubu ve koro kentte halk müziği
ve klasik Türk müziği yapmaktadır. Repertuarlarının büyük bir kısmının
kaynağı TRT arşivleridir. Edirne’de müzik grupları, yörenin simgelerini
taşıyan yerel Rumeli repertuarını tercih etmektedir. Şehirdeki halk
dansları okullarında da repertuar olarak öncelikle Rumeli müzikleri
ve dansları tercih edilmektedir. Böylece Balkan müzikleri ve dansları
Edirne halkının yerel kültürü ile kaynaşmaktadır. Bu durumun en
çağdaş ifadesi, her hafta ilginç ve modernleşmiş Balkan etkili yerel
müzik örneklerini tanıtan, Edirne’de yayına yeni başlayan Göçmeniz
adlı internet radyosudur.
Edirne halkının geleneksel müzik kültürü çok katmanlı bir ağdır;
bunun nedeni göçmenlik süreçleridir. Örneğin, araştırmalarım sırasında
elde edilen bazı bilgilere göre, Bulgaristan’dan gelen Türk göçmenleri
ve daha önceki göç dalgalarıyla gelenlerin torunları Bulgaristan’a ait
yerel müzikal özellikleri korumaya devam etmektedirler. Edirnelilerin
görüşlerine göre, Kuzeydoğu Bulgaristan’dan gelen göçmenler
199
geleneklerine diğer göçmen gruplara kıyasla daha sıkı bağlıdırlar. Bu
göçmenler düğünlere geleneksel kıyafetleri ile giderler ve bayramlarda
Bulgaristan’daki gibi hora oynarlar. Edirneli amatör şarkıcı Şeref Balkan,
türkü repertuarının büyük kısmını, 20. yüzyılın başında Eski Cuma bölgesinin
Zmeynovo köyünden göç eden babasından öğrenmiştir. Bu repertuardaki
eserler göçlerle taşınmış tipik Rumeli türküleridir ve farklılıklarıyla bu
göçmen topluluğu diğerlerinden ayırır. Edirne’deki alan araştırmalarında
yapılan görüşmelerde birçok değerli bilgiye ulaşılmıştır; bu bilgiler Rumeli
halk müziğinin ayırt edici özellikleri, Türkiye’nin bazı bölgeleri arasındaki
müzikal farklılıklar, türkülerin söylendiği ortam ve durumlar, repertuar, Türk
halk müziğinde epik türkü dönemleri, makam teorileri, Türk halk türküleri ve
klasik Türk şarkıları hakkındadır. Bu geniş ve zengin bilgiler uzun yıllar süren
müzikal temasların sonucudur. Türkücü, Rumeli müziğini tercih etmekte ve
bu müziği Türkiye’nin Avrupa kıtasındaki bölümünde ve Balkanlarda yerel
müzik olarak kabul etmektedir. Repertuarına başka göçmen gruplarından
türküler de girmekte ve bunlar artık yerel Edirne müzik geleneğinin örnekleri
olarak anılmaktadır: Vardar Ovası (Karacaova - Yunanistan), Edirne köprüsü,
Dayler Dayler, Penceresi Yola Karşı (İskeçe, Yunanistan).
Edirne ve yöresindeki göçmenlerin ortak belleğinde korunup taşınan
türkülere bir örnek de Bulgarca sözlü olup göçmenlerin anayurtlarının (Rodop
Dağları, Makedonya) yerel kültür özelliklerini taşıyan Pomak türküleridir. Bu
türküler Edirne ve yöresinde bilinmekte ve Bulgaristan’dan gelen Pomakların
yaşadığı Keşan ilçesinin Yaylagöne köyü gibi yerlerde de söylenmektedir.
***
Balkanlardaki farklı göçmen grupların geleneksel müzik kültürlerine
ilişkin sunulan bu örnekler yerel müzik özelliklerinin ve bunların mekan
ve zamanda korunmasının yollarını göstermektedir. “Öteki”nin kültürel
değerlerini ve çeşitliliğini tanıyan bir kültürler arası diyalog, yeni bir yerel
gelenek bileşimi oluşturmak amacıyla gelenekler arasında bağ kurabilir.
Müzik dünyası renkli, büyük, hareketli ve çok yüzlüdür.
200
KAYNAKÇA
Baily, J., M. Collyer 2006. Introduction: Music and migration [Giriş: Müzik
ve Göç], Journal of Ethnic and Migration Studies içinde. Sayı. 32, 2, 167–182.
Clifford, J. 1992. Travelling cultures [Gezici Kültürler], Cultural Studies
içinde, Editör: L. Grossberg et al. New York: Routledge, 96–116.
Fétis, F. J. 1869: Histoire générale de la musique, tome deuxiéme [Genel
Müzik Tarihi, ikinci cilt]. Paris.
Kaufman, N. 1974: Narodnite pesni na maloaziyskite balgari ot
Ivaylovgradsko [Ivaylovgrad’da Anadolu Bulgar Halk Türküleri], in Izvestiya na
Instituta za muzika [Müzik Enstitüsü Bildirileri]. Sayı. 18, 47–156.
Kaufman, N. 1980: Narodnite pesni na maloaziyskite balgari ot
Ivaylovgradsko – 2 [Ivaylovgrad’da Anadolu Bulgar Halk Türküleri-2], Balgarsko
muzikoznanie [Bulgar Müzikolojisi] içinde. Sayı. 4, 15–49.
Peycheva, L. and V .Dimov 2006. Migratsii i gurbeti ot Bulgaria: muzikalni
orbiti [Göç ve Misafir Bulgar İşçiler: Müzik Yörüngeleri], Gradivo za etnologiya na
migratsiite [Göç Etnolojisi İçin Materyal toplamak] içinde, Editör: M Karamihova.
Sofia: IEFSEM, 61–101.
Rashkova, N. 1994: Whose Song Is the Best [Kimin Türküsü Daha Güzel]
(Folk Music Tradition: An Inside View), Études Balkaniques içinde, Sayı. 1, 43–50.
Rashkova, N. 1999. Muzikalno-tantsoviyat folklor v zhivota na balgarite
v Ungariya [Macaristan’daki Bulgarların Yaşamında Müzik ve Halk Dansları], in
Balgarite v Ungariya [Macaristan’daki Bulgarlar]. Budapest, 73–79.
Rashkova, N. 2003. Muzikalno izrazyavane na identichnost v chuzhdoezichna
sreda [Yabancı Dilli Bir Çevrede Kimliğin Müzikal İfadesi], Balgarsko muzikoznanie
[Bulgar Müzikolojisi] içinde, Sayı. 4, 103–109.
Rashkova, N. 2010. Migration Together with Music: Anatolian and Thracian
Bulgarians [Müzikle Göç: Anadolu ve Trakya, Bulgarları] at the International
conference The Ottoman Past in the Balkan Present: Music and Mediation. University
of Athens. Athens, 2010.
Shishmanov, D. 2001: Neobiknovenata istoria na maloaziyskite balgari
[Anadolu Bulgarlarının Sıradışı Hikayesi], Sofia: Poni.
201
Stoin, V. 1939. Balgarski narodni pesni ot Iztochna i Zapadna Trakia. Trakiyski
sbornik [Batı ve Doğu Trakya’dan Bulgar Halk Türküleri: Bir Trakya Koleksiyonu]. Sofia:
Thracian Institute of Research.
Toncheva, B. 2011. Balgarska narodna muzika v zhivota na razlichni pokoleniya
balgarski emigranti vav Vienna [Viyana’daki Farklı Kuşak Bulgar Göçmenlerinin Yaşamında
Bulgar Halk Müziği], in Balgarskata obshtnost v Avstria – istorichesko, lingvistichno
i etnolozhko izsledvane [Avusturya’daki Bulgar Topluluğu: Tarih, Dil ve Etnoloji
Araştırmaları]. Sayı. 1. Sofia: SASA, 85–92.
Zelengora, G. Pomatsite v Turtsia [Türkiye’de Pomaklar],http://pomaknews.com/
bg/?cat=61&lang=bg (25.03.2012).
Bulgarca’dan Türkçe’ye çeviri:
Fahrie MEHMEDOVA ve Nevin HEBİPOVA
202
4.2.5. RUSE BÖLGESİ’NİN YAŞAYAN İNSAN HAZİNELERİ
Doç. Dr. Nikolay NENOV
Müdür, Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi
Koprivshtitsa’da düzenlenen Ulusal Halk Festivali’nde
(08.08.2010), ‘Yaşayan İnsan Hazineleri’ programından UNESCO’nun
Dünya kültür listesine kayıt olacak yeniden beş aday vardı. En iyileri
arasından biri, Ruse’ye bağlı Koşov köyünün maskeli geleneği Camal
idi. Adaylığının en önemli özelliği, Koşov Köyü’nde nesiller boyu
devam eden bu maskeli gösterinin korunması ve devam etmesinin
garanti altına alınacağı idi. Koşov Köyü’nün Camal’i, Prof. Dr. Georg
Kraev, Prof. Dr. Anço Kaloyanov ve bir çok çağdaş araştırmacılar,
etnolog ve folklorcuların dikkatini çekmiştir.
Camal, kışın bitip baharın
gelişini kutlayan başta evli erkekler
olmak üzere, erkekler tarafından
oynanan maskeli bir oyundur. Bu
oyunda, hayvan şeklinde ‘Tatuncho’
adlı kukla oynatılır. Maskeli köylü
erkekler, Aziz John Günü’nde
köylülerin evlerini ziyaret edip,
birbirine vurup değişik ses çıkardıkları
tahta kılıçlarla birbirlerini sırtlarından
iter, dans ederler ve birlikte hayvan
şeklindeki Tatuncho adlı kuklayı
oynatırlar. Evin bahçesine girip
oynamak için, ev sahibi gruptan evrak ister, grup başkanı Hacı Baba
ise (Valşko) Eflak (Wallachia)’dan geldiklerini ispat eden ‘Pasaport’
gösterir.
203
Oyunun kompozisyonuna göre, ‘Tatuncho’nun görevi ev sahibinin
ailesinden birinin tedavisini sağlamaktır. Dolayısıyla biraz sonra kuklanın
kendisi hasta olup, yere düşer. Grup üyesi doktor rolünü alıp, önce kan verirmiş
gibi şarap döker, fakat bu işe yaramayınca ‘Tatuncho’nun kuyruğunun altına
‘peri tozu’ üfler. Bundan sonra ‘Tatuncho’ ayağa kalkıp, yeniden oynamaya
devam eder. Sonunda ev sahipleri maskelilere çörek ile havlu hediye eder,
tüm erkekler ise küçük tüplerden şarap içerler.
Camal maske oyunu eski yerel halkın folklorundan özel ritüel
unsurlarını korumuştur. Bu oyunda bir yandan maskeliler ritüel sessizliğini
korur ve maskesi olmayanlarla sözlü ilişkiye girmez, aynı zamanda maskeli
grup, şarkı (cinsel ilişkiyi anlatan) söyler. Şarkı karakterleri, masallarda ve
ritüel diyaloglarda olup, kutsallık çağrışımı taşımaktadır.
Maskeli grubun oyunu, eski yılın sonunda ve geçen yoğun kış günlerinde
yaşanan kaos sonrası dünyayı düzenlemek ve düzen yaratmayı hedefler. Ancak
204
zaman içinde maske oyunu güçlü eğlence fonksiyonlarını korumuş ve
yavaş yavaş ritüel yapısını kaybetmiştir. İki dünya savaşı arasında
dönemde gruptaki karakterler değişmiş, bazı maskelilere ‘bakan’ ismi
verilmiştir. Sosyalizmin ilk yıllarında bu oyun yasaklanmış ancak şimdi
yeniden ritüel, ulusal ve bölgesel Amatör Sanat Festivalleri’ne katılıp
sahneleniyor.
Camal oyununun festivallerde yer alması, yavaş yavaş bu oyuna
prestij kazandırmış, birçok araştırmacı onun özelliğini ele almıştır.
Günümüzde Koşov’un Camal’i festivallerde, yıl dönümlerinde, hatta
özel partilerde bile görülmektedir. Miras Listesi’nde yer alması, bu
geleneğin korunmasını sağlamış aynı zamanda, Ruse Bölgesi’ndeki
Lom Nehri’nin amblemi olmuştur.
Koşov köyü, UNESCO’nun Dünya Kültür Hazinesi listesinde
olan İvanovo Kaya Kiliseleri bulunduğu İvanovo köyüne yakındır.
İki köyün yakınlığı, bu iki tür kültürel miras arasında karmaşık, çok
tabakalı bağlantılar kurmaktadır. Bu yakınlık aynı zamanda ülkedeki
etnografik grubun özellikleriyle ölçülemez, dünya çapında tanınması
hedefiyle birlikte özel yerel kimliğin oluşturulmasını sağlamaktadır.
2010 yılının Yaşayan İnsan Hazineleri’nin, beş adayı arasında
Yuper Köyü’nün ‘Buyentsi’ geleneği de vardır. İdari olarak Yuper köyü
Razgrad İl’inde bulunmaktadır, fakat köyde eski yerel Ruse halkı
–Hırtsoi halkı yaşamaktadır. ‘Buyentsi’ler, ilkbahar ‘Lazaruvane’
kızlar geleneğinin – henüz ergenlik çağına girmiş kızların sosyalleşme
şeklini gösteren ritüel karakterleridir.
Ritüel, Dimitar Marinov tarafından daha 19.yüzyılda
belgelenmiştir. D. Marinov ritüel ve ritüeldeki karakterler ile onların
hareketlerini anlatmaktan başka, Rusçuk fotoğrafçısı Hristo Daşkov’un
yardımı ile 1892 yılında Yuper Köyü’nden ‘Gelin ile Buyenets’
ritüelinin fotoğraflarını çekmiştir.1 Fotoğraflar ilk defa Bulgaristan’da
1 Daşkov Rusçuk Erkek Lisesi müdürü iken Dimitar Marinov’a boyama sanatçısı Ivan
Mrkvicka ile birlikte Huppert’e gidip köylü kadınların festival kostümlerini resmetmelerini
söyler. Böylece Huppert’den bir kadının portresi resmedilmiş olur. Bu resimde ilk kez Folklor
Kolleksiyonu’nda 15. resim olarak yayınlanır. Bu resim sonraki yıllarda kartpostal olarak
basılır.
205
Plovdiv Tarım ve Sanayi Fuarı’nda sergilenmiştir. Bu fotoğraflar şimdi ise
Ruse Müzesi tarafından korunmakta olup, “Toma Kardzhiev Evi” Sergisi’nde
görülebilirler. Bahsedilen fotoğraflar, Bulgaristan’da ilk etnografik albümün
parçasıdırlar. Bu fotoğrafların özelliği gelenekleri in situ (yerinde) olarak
sunmaktır ve tüm bu fotoğraflarda olayları yerinde ve zamanında çekilerek
günümüze kazandırdığı için eşsizdirler.
19. Yüzyılın en büyük etnografı tarafından incelenmiş olan bu gelenek,
günümüze kadar korunmuş olmasını Yerel Toplum Merkezi’ne borçludur,
çünkü bu merkez sadece ‘Lazaruvane’ ile ilgili şarkı ve dans repertuarını
korumakla kalmıyor, köy geleneğinde kızların katılmasını da sağlıyor.
Yıllardır ‘Lazaruvane’ geleneği, halkbilimciler ve etnomüzisyenler (Nenova
ve Tonçeva gibi) tarafından incelenmektedir. Sivil toplum kuruluşları ile
işbirliği sayesinde, köyün Toplum Merkezi Kütüphanesi, ‘Lazaruvane’
şarkılarının ses kaydını yapmış ve bir kısmı da kütüphanenin web sitesinde
yer almaktadır.
Yerel “Yaşayan İnsan Hazineleri’nin belirlenmesi, yakından tanınan
yerel kimlik, miras ve müze tasarım performansları ile bağlı bir süreçtir.
Ruse Erkek Lisesi’nin müdürü olduğu zaman D. Marinov, İvan Mırkviçka’ya
özellikle Yuper’e gitmesini, orada köylü kadınların bayram kıyafetlerinin
206
resmini çizmesini önermiştir. Böylece, Yuper’li kadının orijinal portresi
kaydedilmiştir. Resim ilk kez Halk Atasözleri başlıklı kitabın 15.
cildinde yayınlanmıştır. Daha sonraki dönemlerde bu resim kartpostal
olarak basılmıştır.
Bu sürecin değişik aşamalarında – seçim zamanında, aday
olma gerekçesi ve bunu sağlayacak motivasyon oluşumuna, çoğu defa
müze etnografları da katılmaktadır. Böylece düzenlenen yarışmalar
için, şartlara uyan ve savunması mümkün olan değerli adaylıklar
onaylanmaktadır. Kendi seçtiklerimizin sorumluluğu bilincinde,
bölgeden bir sonraki “Yaşayan İnsan Hazinesi” adaylığına ilişkin
vizyonumuzu paylaşmak isteriz. Bu Erkekler grubunun Noel şarkıları
söylemesidir. Belli bir grup ya da belli bir yerel gelenek üzerinde
durmayacağız. Burada önemli olan, Noel şarkılarının temel bileşenleri
ve zaman içinde korunmuş Noel kutlamalarıdır. 20.Yüzyılda erkekleri
Noel kutlaması, evleri dolaşmak, şarkı söylemek, kutsayan ve bunun
için hediye alan genç erkeklerin sosyalleşme yolu idi. Ama şimdi yerel
bir ekip tarafından özel bir kuruma dönüşmektedir.
Çar tarafından yönetilen evli ve genç erkekler, bağış toplar
ve toplumun ihtiyaçlarına ve beklentilerine yanıt verirlerdi. Onların
topladığı bağışlarla köprü, çeşme, pınar, şehit anıtları yapılır, kilise,
toplum merkezi ve okul ihtiyaçları karşılanırdı (Ненов 1992).
Erkek Noel gruplarının otoritesi, 1944 yılından sonra gelen
değişikliklere rağmen hala önemini korumaktadır. Bu durum, gelenekle
siyasi hesaplaşmaya fırsat olup, yasaklanmasına yol açmıştı. Bu da
yöneticilerin atamaları dışında alternatif liderlik yapısı sağlamıştı.
Antiphonal usulü içeren Noel şarkılarının söylenme şekli
eskidir ve çok eski kökenli olduğunu göstermektedir. Şarkıların dar
ton hacmi de onların eski çağlardan geldiğini göstermektedir. Noel
şarkılarının içeriği ve kutsamaları etkileyicidir. Bu konu üzerine
araştırmacılar fazla durmamaktadır (Живков 1974; Калоянов 1992;
Джиджев 1998). Noel metinlerinin temelinde Bulgar mitolojisi vardır.
Metinler, zamanı ile mekânı, protagonistleri ile antagonistleri, tanrıları,
kahramanları ve makropatonimleri anlatırlar. Noel şarkıları tüm bilinen
207
mitologemleri içermektedir, başlangıç ve sonuç çizilmektedir, Bulgar dünya
görüşü sergilenmektedir. Şarkılar, öznenin dini formunu vurgulayan eski dil
yapısıyla şekillendirilmiştir. (Dobrev, Eski Slav Dilleri) (Добрев 1982).
Ruse İlindeki Noel şarkıları, eskiden beri yaşayan yerel şarkı
metinlerinin en eksiksiz özelliklerini içerir. Birçok köyde 10 ile 20 arasında,
hatta sadece 2 köyün her birinde 40 Noel şarkıları kaydedilebilir. Bu sayılar,
çok iyi korunmuş bir geleneği gösterir. Ancak bu geleneğin “Yaşayan İnsan
Hazinesi”ne aday olması için desteğe ihtiyacı vardır.
Burada, sadece köy geleneği olarak değil de, şehir hayatında da yer
alan Kuzeydoğu Bulgaristan’da Noel kutlamalarının özel yerini belirtmeliyiz.
Örneğimiz Ruse’dir ve bu şehir modernleşmeyi takip eden, günlük hayatında
Avrupa’daki gelişmelere ayak uyduran bir şehirdir. Öğretmen G. Sokerov
19.yüzyılda Ruse’deki Noel geleneğini uygulayan gruptan Noel şarkılarını
19. kaydetmiştir. Bu şarkılar da Halk Atasözleri kitabının 13. cildinde
yayınlanmıştır.
Bu konunun daha net varlığı, 1861 yılında Dorostol-Cherven
Piskoposluğu’nun piskopos yardımcısı ile şehir öğretmenleri arasındaki
çatışma ile kanıtlanmaktadır. Ruse’nin ‘Sv. Troitsa’ Kilisesi’nde 1861 yılında
kutlanan İgnajden’de, Piskopos Yardımcısı Nil İzvorov, Noel kutlamalarının
putlara tapmak olduğunu söyler ve bu kutlamaları yasaklar. Bir kaç gün
sonra, Noel’de, İsa’nın doğuşunda, kilisede bir öğrenci tarafından konuşma
yapılır, son sözlerinde öğrenci, Noel geleneğinin putlara tapmak olmadığını,
çünkü ezelden beri var olan bir gelenek olduğunu söyler. Öğrencinin sözleri,
din adamlarını öfkelendirir – cemmat ile okunan duadan sonra papazlar
208
kiliseyi kapatır. Daha sonra papazlar, önde gelen yerli bir
kişiye gidip, epatrahil (papaz kıyafeti) bırakırlar. Bundan sonra
öğretmenlerin, bu kıyafeti papazlara geri verip, el öpmeleri
ve af dilemeleri gerekirken bunların hiç biri olmaz, ertesi
gün papazlar kiliseyi açar. Bu olayda en önemli olan – yerel
geleneğin miras olduğunu anlamak, çünkü bu ezelden beri var
olan bir gelenektir.
Sadece yerel şehir topluluğundan değil, yeniden
canlanan milletin aydın liderleri tarafından da gerekli olduğu kabul
edilmiş grup şeklindeki Noel kutlamaları, yerel kimliğin yapısında rol
oynayan, kültürel değerin özel formu olarak belirtilmiş ve onanmıştır.
KAYNAKÇA
Джиджев (Dzhidzhev), Т. (1998) - Българската коледна песен в теоретичен и
сравнителен план, АИ «Проф. Марин Дринов”, София.
Добрев (Dobrev), И. (1982) Произход и значение на праславянското консонантно
и дифтонгично склонение, София.
Живков (Zhivkov), Т. Ив. (1974) - Българската коледарска благословия. - ИЕИМ
, №15, София, 55-83.
Калоянов (Kaloyanov), А. (1992) – Славите ли Млада Бога? В. Търново.
Ненов (Nenov), Н. (1992) - Произход, характер и социални функции на
войнишките паметници в Русенско, Български фолклор, София, кн. № 1, с. 9097.
Ненов (Nenov), Н. (2005) – По Коледа в Русе, Сп. Пристан, бр. 25, Дунав прес,
Русе, http://www.dunavpress.com/cgi-bin/store.cgi?session=467066649LyUYzsmc1
256361230&username=&lang=bg&act=article&id=59.
Bulgarca’dan Türkçe’ye çeviri:
Fahrie MEHMEDOVA ve Nevin HEBİPOVA
209
4.2.6. ANADOLU’DA GELENEKSEL KUTLAMALAR,
HIDIRELLEZ GELENEĞİ VE FEVZİYE KÖYÜ ÖRNEĞİ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türk Halk Bilimi Topluluğu
Kuramsal Grubu
Hıdırellez, bütün kültürlerde baharın gelişini müjdeleyen, bolluk ve
bereketin habercisi kabul edilen, geleneksel motifler içeren bir kutlamadır.
Yaygın olarak Mayıs ayının 5.gününü 6’sına bağlayan gece ve onu takip eden
gün içinde kutlanan Hıdırellez, Mezopotamya, Anadolu, Balkanlar, İran ve
Doğu Akdeniz ülkelerini de içeren geniş bir coğrafyada kendine yaşam alanı
bulmaktadır. Hıdırellez’in temelini oluşturan Hızır ve İlyas kültü, Hristiyan
Ortodoks kültüründe de St. Georges (Aya Yorgi) kültüyle özdeşleştirilmiştir.
Ayrıca St. George günü kutlamaları ile Hızır İlyas’ın buluştukları gün olan
Hıdırellez günü ve kutlamaları aynı tarihte yapılmaktadır. Dolayısıyla,
210
geçmişten bugüne ve kültürden kültüre geçen bu kutlamalar, hem
biçim değiştirmiş hem de temel figürler açısından değişkenlikler
göstermiştir.
Anadolu’da da Hıdırellez her yörede farklı şekillerde
kutlanagelmiştir. Bu farklılıklarda özellikle hem çeşitli dönemlerde
göç edip Anadolu’ya yerleşen halkların kendileriyle birlikte getirdikleri
kültürleri hem de yerleştikleri bölgedeki kültürden esinlenmeleri
etkili olmuştur. Bu
bildiride bu anlamda bazı farklılıklara örnek
oluşturabilecek bir Boşnak göçmen köyü olan Fevziye Köyü’ndeki
Hıdırellez kutlamaları ele alınmıştır. Ayrıca geldikleri topraklarda
başka dini inanışa sahip topluluklar ve kültürlerde baharı karşılama
kutlamalarının nasıl yapıldığı konusunda bilgilerinin olup olmadığı
da sorgulanmıştır. Bu bildiride, Fevziye köyündeki Hıdırellez
kutlamaları, özellikle uygulama biçimleri ve bu uygulamalara temel
oluşturan inanışlar ekseninde ele alınmıştır. Sunulmakta olan veriler ve
çıkarımlar, bu köydeki alan araştırması sonucunda elde edilmiş bilgilere
dayanmaktadır. Özetle yaklaşık 100 yıl önce Balkanlardan göç ederek
Ankara yakınlarına yerleşen Fevziye Köyü halkının Hıdrellez kutlama
gelenekleri nelerdir sorununa yanıt aranmaya çalışılacaktır.
Hıdırellez kutlamaları, Anadolu’nun büyük bir bölümünde olduğu
gibi Fevziye köyünde de, Miladi Takvime göre 6 Mayıs’ta yapılmaktadır.
Havanın o dönemde kötü olması durumunda ise kutlamalar birkaç gün
ertelenebilmektedir, ancak 6 Mayıs’tan önce kutlama yapılmamaktadır.
Baharın gelmesi ve havaların ısınması ile birlikte kışın soğuk ve zor
günlerinden kurtulan, bir anlamda özgürlüğüne kavuşan köy halkı,
bu durumu Hıdırellez günü kutlar. Ancak son dönemde Hıdırellez
kutlamalarının eski canlılığını kaybettiği anlaşılmaktadır. Önceleri
her yıl yapılan kutlamalar, daha seyrek olarak ve sadece bayanlar
arasında kutlanmaya devam etmektedir. Dolayısıyla kutlamaya yönelik
gelenekler de kaybolmaya başlamıştır.
211
Bu
kutlamalarda
kadınlar düzenleyici olmakta
ve Hıdırellez günü yapılan
yemekler bütün köy halkınca
paylaşılmaktadır. Düzenlenen
Salıncak Eğlencesi Anadolu’nun
birçok yerinde olmayan bir
gelenektir. Bu nedenle Salıncak
Eğlencesi, Bosna’dan göç etmiş
Fevziye köylülerin kendileriyle
birlikte taşıdıkları bir gelenek
olarak görünmektedir. Bu özelliği ile Hıdırellez, Fevziye Köyü’nde
günümüzde her yıl düzenli olarak kutlanmamakla birlikte gelecek kuşaklara
aktarılmaya çalışılan bir gelenektir. Hıdırellez kutlamaları gibi çeşitli baharı
karşılama ritüelleri, Balkan coğrafyasında bir arada yaşayan halkların
geçmişten getirdikleri ve birbirlerine aktardıkları inanç ve kültürel birikimler
olarak günümüzde de diyaloğu geliştirme ve sürdürmede önemli bir işlev ve
örnek oluşturabilir.
Hıdırellez kutlamalarına halkın inanışları penceresinden bakıldığında,
Hıdırellez ile ilgili en yaygın inanışın, baharın gelişinin kutlanması olduğu
görülmektedir. Eski Hıdırellez kutlamalarındaki Hızır ve İlyas inancı ve diğer
özelliklerine ilişkin bilgilere, daha çok eski kuşaklarla yapılan söyleşilerde
karşılaşılmış ama baharın gelişini kutlamak özellikle genç kuşaklar arasında
ortak inanç olarak görülmektedir. Bu konuda SK (27)’nin Hızır-İlyas inanışı
ile ilgili bir şey biliyor musunuz sorusuna verdiği yanıt dikkat çekicidir;
“Yo, yok, yok. O konuda bir bilgimiz yok, biz sadece baharın gelişini
kutluyoruz. Artık kışın kasvetinden kurtulduk. Yani insanlar,
kardan yani hareket edememezlikten, o bunaltıdan çıktığı için onu kutlarız
yani. Yok yani Hızır ve İlyas diye bir şey. ;Yok benim bildiğim yok.”
Özellikle Hızır ve İlyas inanışının nereden geldiğini, köyün yaşlıları
212
dışında hemen hemen kimsenin bilmediği görülürken, inanışların ya
da Hıdırellez’de uygulanan pratiklerin neden şu anki şekliyle yapıldığı
köy halkına sorulduğunda; eskiden beri öyle yapıldığı, dedelerinin ve
ninelerinin böyle yaptığı gibi cevaplara rastlanmıştır. SK (27)’nin bu
duruma getirdiği açıklama durumu özetlemektedir, “Hiçbir şey akli
yolla değil hepsi nakli yolla olur”.
Fevziye Köyü’nde eskisi kadar görülmemekle birlikte bereket
ve bolluk getiren uygulamaların çokluğu dikkati çekmektedir. Hıdırellez
günü ekilen bitkilerin bereketli olacağına ve bütün sene boyunca iyi
ürün vereceğine inanılır. Bu konuda NÖ (62)’nün şu sözleri, bakış
açısını ve bu inanışın Hızır (a.s.) ile nasıl ilişkilendirildiğini açıkça
göstermektedir;
Bir ilahisi var, o ilahisini hem söylerim, hem ekerim bahçeme, arkada.
Helali hoş olsun, gelirler, giderler. Artar, yine ekerim yine artar.
Yine de Allah…Çünkü Hızır a.s. geliyor, uğruyormuş. Hıdırellez günü
ekeceksin, öğlen sonu. Ne
olursa, iki patates ek, iki
şey ek, fasulye,
iki, ne ekersen. Evine bir
şey al, ne alırsan evinde
de bereketli olur.
O günde bereketin gitmez,
hiç bitmedi.”
Yine yalnızca Hıdırellez günü yapılan Hıdırellez Çöreği’nin evde bulunan ürünlerle yapılmasının
bereketi arttıracağına dair bir inanış da varlığını sürdürmektedir. Bununla birlikte Fevziye Köyü’nde, olası kötü olaylardan ve beddualardan
korunmak için yapılan uygulamalara da rastlanmıştır. Örneğin köyde
Hıdırellez günü yakılan iki ateş arasından geçirilen hayvanları yılan
sokmayacağına, Allah’ın onları kem gözlerden koruyacağına, bolluk
213
vereceğine dair bir inanışla karşılaşılmıştır. Hıdırellez sabahı erkenden, seher vakti kalkıp namaz kılmak; evde bulunan güzel, temiz ve yeni eşyaları
dışarıdaki tele asmak, köy halkının evlerine bereket gelmesi için yaptıkları
eylemlerdir. Bu uygulamaların özellikle Hıdırellez sabahı yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Bunun yanında Hıdırellez günü eve mutlaka yeni bir şey
alınması gerektiği, bunun da eve bereket getirdiğine inanıldığı söylenmiştir.
Sağlık getireceğine inanılan etkinliklerde, bereket ve bolluk konusu
gibi yoğun olarak gözlemlenmektedir. Hemen hemen her Hıdırellez’de
kurulan büyük salıncak, Fevziye Köyü’nde Hıdırellez kutlamalarının bir
anlamda merkezinde bulunmaktadır ve bu salıncakta sallananların sağlıklı
olacaklarına inanılır. Bunun yanında görülüyor ki, Hıdırellez günü insanları
erkenden ısırgan otu ile vurarak uyandırma da yine otla vurulanların o sene
sağlıklı olacaklarına olan inançtan gelmektedir. Ayrıca Nisan ayında toplanan
yağmur suları ve değirmenlerden getirilen sular, toplanan çiçeklerle kaynatılır
ve bu su ile yıkanılır ve böylece sağlıklı kalınacağına inanılır.
214
Çalışkanlık konusu da yine erken kalkma eyleminin inanç alt
yapısını oluşturan parçalardan birisidir. Hıdırellez günü erken kalkan
birinin bütün sene boyunca erken kalkıp çok çalışacağına inanılır. Bu
görüşün tam tersi de ifade edilmiştir. Yani, Hıdırellez günü geç kalkanın
bütün sene tembel olacağı düşünülmektedir. Öte yandan, Hıdırellez günü
çocuklara ince, yaş bir çubukla vurulur ve çocukların bu çubuk gibi
hep taze kalacağı, yaşlanmayacağına inanılır. Bu konuda NÖ (62)’nün
şu sözleri eylemi ve ardındaki inanışı göstermektedir; “Birde çubukla
vuruyorsun çocuğuna. İnce çubuk şey olacak, yaş olacak hiçbir zaman
yaşlanmasın güzel olsun güzelleşsin Hıdırellez günü bunu yaparız.
Çubukla vururuz.”
Yine Fevziye Köyü’nde çok karşılaşılan bir uygulama da gül ağacı
altında dilek dilemektir. Bu işlem için istenilen bir şey mesela, ev veya
araba gibi, bir kâğıda çizilir ve bu kâğıt gül ağacının altına gömülür.
Böylece bu isteğin o sene ya da ondan sonraki sene gerçekleşeceğine
inanılır.
215
Toplanan yağmur sularının ve değirmenden getirilen suları içenlerin zeki
olacaklarına dair bir görüşe de rastlanılmıştır. Fakat bu inanışın yaygın
olduğundan bahsedilemez. Hıdırellez kutlamalarının gençlerin birbiri ile
tanışmasına bir vesile olduğu görüşüne de rastlanmıştır. Yine özellikle genç
kuşaklar arasında görülen bir görüş de bu kutlamaların tamamen eğlenmek
için yapıldığıdır.
Bunlara ek olarak köy halkı ile yapılan söyleşilerde konuyu bir inanışa
dayandırmayanların da olduğu görülmüştür. Mesela RÇ (50)’nin Hıdırellez ile
ilgili inanışların sorulduğu bir soruya cevabı, bu görüşü örneklendirmektedir;
“Yok inanışla bi alakası yok. Bazı yerlerde olabilir ona karışmam bişey
diyemem saygı da duyarım doğru değil mi?”
Ankara’ya bağlı Fevziye köyünde yapılan Hıdırellez konulu
alan araştırması, inanışlar
anlamında eski kuşaktan yeni
kuşağa bilgi aktarımı olmadığı,
yeni kuşaklar ve hatta orta yaştakilerin çoğunluğunun geleneksel
kutlamalar hakkında bilgilerinin
çok az olduğu tespit edilmiştir.
Hatta yeni kuşağın geleneksel
kutlamaların anlamlarını bilme-
diği tespit edilmiştir.
Sonuç olarak Fevziye
Köyü’nde toplanan veriler geleneklerin iyi korunamadığı ve Hıdırellez
günü yapılan etkinliklerin
azaldığını göstermektedir.
Özellikle genç kuşaklar, Hıdırellez günü yapılan etkinliklere eğlence gözü ile bakmaktadır.
KAYNAKÇA
TÜRK, Hüseyin (2010), “Hatay’da Müslüman-Hıristiyan Etkileşimi: St. Georges ya da Hızır
Kültü”, Milli Folklor Dergisi, Sayı 85.
TURAN, Fatma Ahsen (2008), “Anadolu’daki Hıdırellez Kutlamalarına Dair İnanmalar,
Ritüeller, Yasaklar ve Yaptırımlar”, Gazi Türkiyat Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi,
Sayı 2.
YÜCEL, Ayşe (2002), “Türk Dünyasında Hıdırellez Kutlamaları ve İşlevleri”, Milli Folklor,
Sayı 54, ss. 35-38.
KASIMOĞLU, Seval , “Cumhuriyet Döneminde Geleneksel Kutlamalar Bağlamında
Hıdırellez Geleneği”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Türk Halk Bilimi Ana Bilim Dalı, 2007
216
4.2.7. YAŞAYAN BELLEK: HASAT TÜRKÜLERİ
Desislava TIHOLOVA
“Etnografya” Bölümü
Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi
Hasat türküleri ya da kırsal müzik Bulgar halk kültüründe özel bir yere
sahiptir ve sık sık çeşitli araştırmalara konu olmuştur. Bu türküler toplu
olarak kitaplarda basılmıştır. Ancak bu türküler toplu olarak basılmış
olsa da onları özelliklerine göre sınıflandırmak gerekir. Dikkatli bir
inceleme ile bu türkülerin ayrı bir fonksiyonel şarkı döngüsüne sahip
olduğu görülür.( Живков,1977:110). Bu
döngü türkülerin “emek ve istihdam mesleki
türküleri”1 olarak sınıflandırılması gerektiği
ve sadece fonksiyonel bir simge olsa bile
hasadın Bulgar folklorunda çok özel bir
yer olduğunu gösterir bu nedenle de çok
anlamlıdırlar.
19. ve 20. yüzyıllarda derlenmiş
türkülerin toplu olarak yer aldığı kitaplarda
bu türküler özelliklerine göre sınıflandırılmış
ve ”efsanevi türküler”, “balad”, “emek
ve mesleki istihdam türküleri” olarak
adlandırılmıştır. Bu sınıflandırma, türkülerinin
oluşumu için sistematik ve maddi nedenlere
bakmamız gerektiği, hasat türküleri olarak
genelleştirilmiş olsa da onların sistemli
ve anlamlı işlevsel özelliğine bakmamız
gerektiğini gösterir.
Hasat fonksiyonel özelliği ile sadece bu döngünün birçok efsane
motifleri içeren tipikliğinin göstergesi değil, bu sabitliği atalarımızdan
kalan önemli bir canlı bellek olduğunu keşfeden rönesans bilginlerimizin
sezgisinin göstergesidir.
1
Виж Българско народно творчество. 1962, под редакцията на Ат. Примовски, С.,
с.12-16.
217
Hasat, Bulgar emek ve mesleki istihdam kültüründe karmaşık ve
bir tür ayin gibi anlam yüklü olan bir süreç olarak, o kutsal zaman için bir
bilgi koruma modeli de sunar. Hristo Vakarelski hasadı, tarımda ritüel ve
ayinlerinin zirve noktası olarak belirtir (Вакарелски, 1985:218) ve bu
sürecin engelsiz sona ermesine yönelik zengin ayin faaliyetleri döngüsü ise
hasada atfedilen kutsallığın öneminin simgesidir. Hasat dönemi koşullu
olarak Enövden (Şifalı Bitkiler Günü) (24 Haziran) ve Ilinden (St. Ilias
Günü (20 Temmuz) bayramları arasındadır ve bu iki bayramın ayinleri ve
“düzen” benzerliği göz önüne alınırsa, çizilen sürecin Enövden ve İlinden
ayinleri ile semantik bağları olduğu görülebilir (Калоянов, 2000:43). “Jetva
–hasat” ve “jertva -kurban” kelimelerinin arasında fonetik benzerlik, bununla
birlikte ekin başaklarının kesilmesi ile ilgili eylemler, hasat sonunda tanrı
sakalını ve kırmızı horoz kurban etme ritüelleri (Вакарелски 1985:220) hep
Hristiyanlık öncesi döneminden ölme ve dirilmelerle ilgili uygulamalar ve
motiflerdir. Ruse ili, Basarbovo ve Bojiçen köylerinde hasat başı türküsünde
kurban konusu metafor ve negatif karşılaştırmalar ile gerçekleşmektedir ve
sözü geçen konular çeşitli türkülerden alıntılarla desteklenir. Hasat türküsü
olmasına rağmen, türkü düğün öncesi annesi tarafından düğüne hazırlanan
kızı anlatır, gelinin düğün sırasında ölmesi teması ile bağlanır ve gelinin eski
halinde ölüp yeni sosyal durumda canlandığı betimlenir (СИБ 1962: № 575,
576, 577).
Hasat türküleri kayıtlarında kademeli ve sabit olarak sadece
hasat kelimesi değil, bu türkülerin söylenme zamanı da belirtilir- günün
çerçevesinde olduğu gibi, sürecin semantik çerçevesinde de – sabah,
öğen, öğleden sonra, akşam gün batışında, yolda, tarladan dönüşte,
hasat başlarken vb.2 Bu “düzen” hasat türkülerini ayin türkülerine
benzetmеktedir, hasat başında ve tanrı sakalı kesilmesinde söylenen sözler
ise tamamen ayin türküsü olarak kabul edilebilinir (Калоянов 2000;43).
Böylece hasat türküleri ayrı türkü döngüsü olarak, tipik özellikleri yanında
dini bir kutsallık atfedilen özelliğe de sahiptir.
2
Виж Народни песни от СИБ, т.1, С., 1962, с. 285-344, Народни песни от СИБ, т. 2, С.1973,
с.277-416.
218
Dünya
hakkında
putperest
görüşler içeren efsanevi gelenekler,
birkaç temel konu üzerine odaklanır;
-Cennet krallığı hükümdarı
(tanrı, kahraman, güneş, kız)
ve zoomorfik ile derinliklerin
tanrılar arasındaki maçın miti
(ejderha, bülbül, erguvan) için
ibadet,
- İnsanların yaptıklarına tanık
olan Baştanrı Güneş için ibadet,
- Ölen ve dirilen bitkilerin Tanrısı
yani tarım için yapılan ibadet,
- Ölmüş ve tanrılaşmış
(Apotheosis) atalar için yapılan ibadet.
Bu sıraya savaş ve şaman
becerileri uygulamaları ile ilgili ritüel ve
faliyetleri anlatan türküleri de eklemeliyiz.
Bu temel konularla kendi zaman ve
alan modelleri, başka bir değişle, etnik
toprakların sınırları ve takvim çizilir. Bu
sınırların sabitliğini belirten gösterge, bu
motiflerin dağıtılma frekansıdır. Örneğin,
Cennet Krallığı Güneş tanrısı için yapılan
ibadet, en çok efsanevi ve şairsel öyküler
üretir ve “bölüm”, “bahis” ve “yarışma”
gibi konular da geliştirilir. Bu semantik
birimler sayesinde hasat zamanında
söylenen ve gelecek doğurganlığın uğruna kurban konusu ile ilgili
türkülerin birçok çeşitleri vardır. “Güneş ve kardeş bölümü” ve “tarlada
219
çocuğunu unutan gelin”3 motifleri güneşin tanrısal aslına ve göklerin
hükümdarına, kurbanın sunulmasına tanık ve yargıç olarak görülmesi
inancının farklı yönleridir (Българска митология 1994:33). Hıristiyanlık
öncesi düşünme usulünün kronotop modeli olmasından başka çizilen öyküler
efsane ve ayin sembiyozunu sergilemektedir – ayin efsaneyi güncelleştirir,
efsane ise ayinlere anlam kazandırır (Калоянов 2000:61).
Bitki Tanrısı için yapılan ibadette ise ”Eşini çifteye koşan adam”4
motifinde de görülür – kayın validesi tarafından üstüne iftira atılan gelin,
tarladaki kocasına yemek götürür ve oraya vardığında kocası öküzün birini
söküp yerine gelini koşar. Bazı motiflerde gelin yeni doğum yapmış kadındır
bitkilerin dişi tanrısı (mitopoetichen) görüntüsünde göğsünden damlayan süt
ile toprak kaynar ve bitkiler çıkar.
Bitki tanrısı adına kurban verilmesi de”Çıkımcı kız yüzünden karısını
öldüren adam” türküsünde görülür - baladik nüans kazanmış olsa da, güzel
kadınla eşini aldatmış olan adam eşini öldürür – semantik bakımdan buğdayın
kesilmesi, tanrı sakalının kesilmesine eşittir.
Size dünyanın eksenine (ağaç, nehir) yolculuk yapmaya yardımcı
olacak olan Şaman, ona yardımcı olacak ruhlar ve ekstatik durumlar,
mitopoetichnata motifleri içeren “Ruhun serbest kalması için mesh etmek”,5
“hasta Kalinka-şifacı annesi” ve “Hizmetçi Ermenliya Orağı ve Delia”
türkülerinde kodlanmıştır. İdeal sevgili motifinde de genç kız, kendisine
benzeyen bir sevgili aramasında, tanrıya kendisine Sava, Morava ve Ak Tuna
nehirlerinin üstünde uçacak ya da İbır nehrine kadar su almaya gidecek kadar
güçlü kanatlara sahip, şarap ve konyak içmeyen, kaplumbağa gibi ayaklarının
üstünde duran ve padişah askerlerinden olan bir sevgili bulma dileğinde de
sergilenir. Şamanlara has gökyüzünde hareket etme ve ilerlemeden başka,
kızın görüntüsü ”yabancı” sıfatı ve kuşların kodu – kuğu yüzlü, şahin gözlü,
tavuskuşu kanatlı gibi sözlerle de tamamlanır. Bulunan eş, kendisine su
Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви.
http://liternet.bg/folklor/motivi/bratia/content.htm.
http://liternet.bg/folklor/motivi-2/nevesta-zhetvarka/content.htm.
4 Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви
http://liternet.bg/folklor/motivi/vpregnal_jena_si/content.htm.
5 Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви.
http://liternet.bg/folklor/motivi-2/momin-ideal-libe/content.htm.
3
220
samuru, kaplumbağa gibi yeraltı karakterleri ile gökyüzü eksenine
doğru yolculuğu sembolize eden ciriti sağlayacak tanrı yardımcısıdır
(Калоянов 1995:34).
Sözü geçen “Boğazı Ağrıyan Kalina”6 türküsünde sadece
hastalığa odaklanmaz, şamanın hastalığı iyileştirmek için genç kızın
“bilinmeyen acı otlar” diye tanımladığı otların hazırlandığı zaman ve
ktonik karakterler “yeşil kertenkele bacakları, acı yılan başı, engerek
yılın yüreği”dir. Şamanın yaşam sonrasına yolculuğunu sağlayacak
halüsyona yol açan otlar (zehirli mantardan oluşan) eşliğinde yapılan
geleneksel şaman dansıdır. Çizilen öyküdeki “hasta boğaz”, anne ve
içme formundaki koruyucu ruhla desteklenen transferin gerçekleşmesine
yardımcı olan yücelmenin açık bir işaretidir.
“Orakçı Ermenliya Delia7 adlı geçen türküde şamanın tipik
görüntü kodu verilmekle beraber gelişme tanrısına karşı kült ile bağları
da görülür - kendisini durmadan çalıştırmaya mecbur eden kadın eşini
öldürür ve ölümüne şahit olan doğada birçok hayvan da onun için yas
tutar. Fantastik tablo, şaman, hayvanlar görüntüsünde koruyucu ruhların
desteği ile öbür dünyaya doğru yaptığı geçici ölüm durumuna tanık olur.8
Kullanılan başka, yabancı anlamında kelimeler ritüel durumda şamanın
özel tür olduğunun göstergesidir. Öldürme, geçici ölme anlamındadır ve
yardımcı ruhların yardımı ile öbür dünyaya yolculuk anlamına gelir.
Tanrı görüntüsünde atalara karşı kült Bulgar etnik toplumunda
sözü geçen – Kurban olarak gömülen “gelin”9 motifinde yaygınlık
kazanmıştır. Manuil, Manol ya da Pavel adını taşıyan usta şehre kale
kurmaya gelir, fakat kurulan kale geceleri yıkılır. Ustalar arasında
anlaşmaya göre, hangisinin eşi birinci yemek getirirse, kalenin
temellerine kurban olarak o gömülecektir. Hepsi eşlerini uyarır,
6
7
8
9
Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви.
http://liternet.bg/folklor/motivi/kalina-garlo-bolialo/content.htm
Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви.
h p://liternet.bg/folklor/mo vi/ermenlia/content.htm.
Ерменки, ерменлийки” – злосторни демонични същества, които произлизат от
душите на починали родилки и некръстени малки деца. В: Българска митология.
Съст. А. Стойнев, С.1994, с.224.
Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви.
http://liternet.bg/folklor/motivi-2/vgradena-nevesta/content.htm.
221
sadece en genç usta Pavel yani Manuil eşini uyarmaz. Böylece sadece onun
eşi gelir ve evlilik yüzüğünü bulma bahanesi ile yapının temeline kurban
edilmek amacıyla gömülür. Gömülmeden önce tek isteği bebeğini görmek
ve emzirmektir. Mihail Arnaudov ve Lübomira Parapulova’nın eserlerinde
benzeri ayin uygulamaları prototipi ile beraber - halkın Hıristiyanlığı
düşünmesi için önemli olan dini değerler –mitolojik değerlerinin Ortaçağlarda
adapte edilme süreçleri de analiz edilmiştir.10
Hasat türkülerinde – bakirenin rakı ve şarap döktüğü yerde çıkan,
dalları yere kadar, boyu gökyüzüne kadar, meyveleri kara kuruş gibi” Mucize
ağaç”11 motifi de görülür. Türkünün başka bir çeşidinde ağaç pınar dibinde
yetişmiştir, yanında ise ayin kıyafetinde – duvak, taç, bilezik ve terlik gibi
aksesuarlarla süslü gelin görülür. “Mucize ağaç” motifi neofit karakterlerin
kozmik kronotop merkezinde testlerden geçen geçiş anlarını kodlamaktadır.
Hasat türkülerinin canlı bellek olarak belirlenmesinde önemli
simge onların melodik ve ritmik yanıdır. Türkü sözleri solo ya da ikişer
ikişer söylenir fakat her zaman antifonal olmaları ile bu türküler
melodiksel öyküye dönüşmüştür. N. Kaufmana göre bu türkü türünün
en önemli eskilik kanıtı hasat sesidir - bir yerleşme yerinden tüm hasat
türkülerinin aynı melödik ve ritmik modeli üzerine söylenmesi. Göçmenlik
süreçlerinin gelişmesi ile hasat türkülerinin karışımı da görülür, fakat genel
olarak bu türküler dış entonasyon etkilerine karşı muhafazakardırlar.
Hasat türkülerinin tüm ülkede kendine has müziksel şekli (tanınabilir
olmaktadırlar) ve birçok ortak özellikleri vardır –yavaş, nispeten ornate ve
sonunda, bazen ortasında da bağrışlar vardır. Müzikal dörtlükler 2, Batı
Bulgaristan’da ise bir melodiksel sıradan oluşmaktadır. Ton hacmi dardır –
terza, kvarta, kvinta, genellikle diatonik, bazen kromatiktir. Hasat türkülerinin
çoğu temperasyonlu değildir – eskiliğin önemli bir simgesi - temperasyonlu
10
11
222
Виж Арнаудов, М. Студии върху българските обреди и легенди, Т. II. С., 1972 (Четвърта
част: Вградена невеста). С. 221-460; Парпулова, Л., Баладата “Вградена невеста” (Кратки
бележки относно структурата и семантиката й). ¬ Български фолклор, 1983, N. 2; с. 20-33;
Парапулова, Л. Към реконструкцията на отношенията между фолклор и религия на
Балканите през средните векове (Въз основа на баладата “Вградена невеста”). - Българска
етнография, 1990, N. 3-4. с. 28-38.
Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви.
h p://liternet.bg/folklor/mo vi-2/razliala-vino-izraslo-darvo/content.htm.
müzik 16.yüzyılda ortaya çıkmıştır, fakat bizim topraklarda ancak
19.yüzyılda yaygınlık kazanmıştır – buna rağmen bu türküler bugüne
kadar özel şekillerini korumuştur.12 Hasat türküleri melodilerinin tipik
simgesi ladın 3. ve 4. derecesinde uzun duraklamadır. Bu tonların
melodik sırasının daha başında bulunması sıkça görülen durumdur,
melodi bu tonlar etrafına sarılmaktadır, sonra aşağı yönelik hareket
eder, ikinci sırada kendilerine erişilir ve bu tonların melodide destek
fonksiyonudur.13 Türkülerin başında bağrışlar da açıkça tanınır – en sık
kvinta aralıklı, balad müziğine has dikkati konsentre eden dinleyicilere
karşı sabit hitap özelliği taşır. Eskilik özelliğine ek simge olarak
Kaufman, Doğu ve Güney Slavlarda görülen türkülerle benzerliklerini
belirtir.
Виж Уикипедия, Темпериран строй http://bg.wikipedia.org/wiki/%D0%A2%D0%B5%D0%BC%D0%BF%D0%B5%D1%8
0%D0%B8%D1%80%D0%B0%D0%BD_%D1%81%D1%82%D1%80%D0%BE%D0
%B9
13 По темата виж Кауфман, Н. Български народни песни на полски труд, С. 2003, АИ
“Проф.
М. Дринов; Кауфман, Н. Някои общи черти между народната песен на българите
и източните славяни, С., 1968.
12
223
Son olarak, hasat türkülerinin eski kökenli ve canlı bellek oldukları
hipotezini kanıtlayacak şu sonuçları belirtebiliriz:
- Hasat ile bağlıdırlar ve böylece, güneş ve gelişme tanrılarına karşı
kültlerle ilgili güneş takviminin belirli bölümüne yerleşmiştirler.
- Ayrı bir fonksiyonel türkü devridirler, şekil ve içerikleri ise tüm etnik
topraklarda kendilerini tanınır kılmaktadır.
- Devir sınırlarında, türkülerin gün –gece çerçevesinde farklı zaman
kesidinde söylenmesini tespit eden özel ayin protokolü görülebilir ve
böylece bu türküler ayin türkülerine yaklaşır.
- Belirli kronotip modele bağlı olmakla sadece tanrısal karakterlere
karşı kült değil, efsane dili aracılığı ile geçiş ve adama olaylarını da
gerçekleştiren motifler üretmektedirler.
KAYNAKÇA
Арнаудов 1972 Арнаудов, М., Студии върху българските обреди и легенди, Т. II. С.,
1972 (Четвърта част: Вградена невеста).
Българска митология 1994: Българска митология. Съст. Анани Стойнев, С.
Вакарелски 1985: Вакарелски, Х. Етнография на България, т.3, С.
Живков 1977: Живков, Т. Ив. Народ и песен. С.
Калоянов 2000: Калоянов, А. Старобългарското езичество. Мит, религия и фолклор в
картината са свят у българите. В. Търново
Кауфман, 1968: Кауфман, Н. Някои общи черти между народната песен на българите
и източните славяни, С., 1968
Кауфман, 2003: Кауфман, Н. Български народни песни на полски труд, С. 2003, АИ
“Проф. М. Дринов;
Парапулова 1983: Парпулова, Л., Баладата “Вградена невеста” (Кратки бележки
относно структурата и семантиката й). ¬ Български фолклор, N. 2;
Парапулова 1990: Парапулова, Л. Към реконструкцията на отношенията между
фолклор и религия на Балканите през средните векове (Въз основа на баладата
“Вградена невеста”). - Българска етнография, N. 3-4.
СИБ, 1962: Народни песни от Североизточна България. Т.1, С.
Bulgarca’dan Türkçe’ye çeviri:
Fahrie MEHMEDOVA ve Nevin HEBİPOVA
224
5.)
BALKANLAR VE TÜRKİYE’DE HALK KÜLTÜRÜ
KONFERANSI: GELENEKSEL MÜZİK ODAKLI BİR
DEĞERLENDİRME
Yrd.Doç.Dr.Cenk GÜRAY
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Türk Musikisi Devlet Konservatuarı
T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
Genel Sanat Koord.Y.
Müzik hafızasının aktarımı,
bir toplumun müzik geleneğinin
oluşumundaki temel etmendir. Her müzik kültürü dayandığı kökler
ile bağlarını kuran ve kendi gibi olma özelliğini korumasını sağlayan
kalıplar ile aktarılır. Bu kalıplar belli bir kültürdeki müziksel ortaklıkları
ya da daha genel anlamıyla bir geleneksel müziği hatırlayabilmek ve
aktarabilmek için ihtiyaç duyulan tüm yapı, işaret, formül ve şifreleri
içerir (Güray, 2012:8). Jeffrey bu kalıpların müzik kültürüne ilişkin üç
temel işlevi üstlendiklerini söylemiştir (Jeffrey, 1992):
“Bir müzik kültürü esas olarak kavrama yetisine sahip bir yapıdır, yani
bir müzik kültürü ancak insanların kendi kültürleri için kabul edilebilir
müzik ürünlerini algılamak, icra etmek ve yaratabilmek için bilmeleri
gereken şeyler olarak tanımlanabilir.”
Bu tarifin de işaret ettiği üzere geleneksel müzik kültürünü oluşturan
ezgisel ve ritmik organizasyon yapıları, bir kültürel kimliği paylaşan
insanlar için müziğin ortak işlevlerini özetlemektedir. Bu işlevler
temel olarak müzik ürünlerinin bir insan grubu için algılanabilir,
icra edilebilir ve aktarılabilir olmasını garanti altına almaktadır.
Çok doğaldır ki ezgisel, sözel ve ritmik varyasyonlara dayalı olan
bu işlevler, ortak bir kültür geçmişine sahip ve yakın coğrafyalarda
yerleşik bulunan toplumlar için ciddi oranda benzerlikler
içerebilmekte ve bu benzerlikler söz konusu toplumların “dini,
etnik ve milli” yapılarından bağımsız hareket edebilme güçlerini de
içlerinde taşıyabilmektedir. Bu durum, böylesi toplumların müzik
geleneklerindeki benzerlik ve farlılıkların tespiti için önemli kolaylıklar
225
sağlayabilirken, müzik araştırmalarını bu toplumların ortak geçmişlerinde
yaşadıkları sosyal çelişkilerin etkisine açık hale getirmesiyle bazı zorlukları
da gündeme getirebilmektedir. Stokes, etnik yapıların kültürel sınırlar
arasındaki boşlukların dolması için gereken sosyal esaslardan ziyade, bu
sınırların oluşumu, korunması ve müzakeresi için gereken şartlar olarak
algılandığını ifade etmektedir (Stone, 2008 : 152). Dolayısıyla, bir topluma
ait milli, etnik ve dini özelliklerin bir kültürü diğerinden ayıran sınırların
vazgeçilmez unsurları olarak kullanılması, bu toplumun diğer toplumlarla
kurduğu müzikal ilişkileri işleyen müzikolojik çalışmaların objektifliğini
zedeleyebilmektedir.
Osmanlı Kültür Çevresi içinde asırlarca ortak bir yaşam sürmüş, yoğun
göçlerle ortaklığı pekişmiş, sonrasında kendi milli devlet süreçlerini (Güray,
2006) yaşamış olan Türkiye ve Bulgaristan’ın müzik miraslarının araştırılması
da böylesi “objektif” temelli müzikoloji çalışmalarına ihtiyaç duymaktadır.
Sevindiricidir ki, hem UNESCO’nun önünü açtığı “Somut Olmayan Kültürel
Mirasın Korunması” çalışmaları hem de her iki ülkenin de yaşadığı Avrupa
Birliği süreci böylesi bilimsel temelli çalışmaların önünü açmaktadır.
Böylesi kapsamlı çalışmaların ilkini 2010 yılında UNESCO Türkiye ve
Bulgaristan Milli Komisyonlarının önderliğinde hazırlanan “TürkiyeBulgaristan Sınırlarındaki Halkların Yaşayan Müzik Formları ve Geleneksel
Kültürleri” adlı çalıştayın bildirilerini kapsayan kitap oluşturmaktadır. Bu
kitap kapsamında, Mila Santova, Selcan Gürçayır, Ruzha Neykova, Neslihan
Demirkol Sönmez, Meltem Ağır, Miglena Ivanova ve Burak Sönmez’den
oluşan araştırmacılar müzikoloji ve halkbilim disiplinlerinin bilimsel temelini
taşıyan bir araştırma külliyatını ortaya koymuşlardır (2010).
Bu kitap çalışmasıyla sonuçlanmış olan “Diyalog için Halkbilimi” projesi de
böylesi bilimsel ve birleştirici çalışmaların temellerini atmıştır. Muammer
Ketencoğlu Ankara’daki toplantıda sunduğu “Geleneksel Bulgar Müziğine
ve Türk Müziğiyle İlişkisine Genel Bir Bakış” adlı bildiride bu iki müzik
kültürünün temel etkileşim alanlarını irdelemiş, sınırlı sayıda da olsa
tespit ettiği ortaklıkların sosyal sebeplerini sorgulamıştır. Doç.Dr.Natalia
226
Raskhova’nın Rusçuk’daki oturumda sunduğu “Balkan Göçmenlerinin
Geleneksel Müzik Kültürü” adlı bildiri, özellikle göçün Türkiye ve
Bulgaristan’daki müzik geleneklerine etkisi ile ilgili ufuk açıcı bilgileri
içermektedir. Doç.Dr.Nikolay Nenov’un “Ruse Bölgesi’nin Yaşayan
İnsan Hazineleri” başlıklı bildirisi müziğin ve dansın sosyal hayat içindeki
işlevleri ile ilgili çok değerli bilgiler sunarken; Desislava Tiholova’nın
“Yaşayan Bellek: Hasat Türküleri” adlı bildirisi ise geleneksel müziğin
inanç sistemlerine dair sakladığı şifreleri tartışmaktadır.
Dolayısıyla kitabı oluşturan tüm geleneksel müzik odaklı bildiriler
birlikte değerlendirildiği zaman, ortaya çıkan eserin Türkiye ve
Bulgaristan arasındaki kültürel ilişkinin müzikal boyutuna dair
değişik alan ve yaklaşımlardaki fikirleri birleştirerek bütüncül
bir bakış açısını ortaya çıkarma yolunda önemli mesafeler
kaydedebildiği hissedilebilmektedir. Şüphesiz ki bu özel projedeki
çalışmaların yansıtıldığı bu eser, Türkiye ve Bulgaristan arasındaki
kültürel “ortaklıkların” altını çizerek, Balkanlardaki binlerce yıllık
kültürel birlikteliğin sürekliliğini sağlayacak ve zenginliğini arttıracak
çalışmalara önemli bir destek verecektir.
KAYNAKÇA
Güray C., Bin Yılın Mirası- Makamı Var Eden Döngü: Edvar Geleneği, Pan Yayıncılık,
2012.
Güray C., “Anadolu’daki Geleneksel Müzikler ve AB Süreci”, Müzik Sanatımız ve
AB Süreci Sempozyumu, SCA Müzik Vakfı, 2006.
Jeffrey, P., Re-Envisioning Past Musical Cultures Ethnomusicology in the Study of
Gregorian Chant, University of Chigago press, US, 1992.
Proceedings of the Existing Musical Forms and Traditional Cultures of the Peoples
of the Border Regions of Turkey and Bulgaria, Workshop Proceedings,
UNESCO Turkish National Commission-UNESCO Bulgaria National
Commission, Ankara, Turkey, 2010.
Stone R.M., Theory For Ethnomusicology, Pearson, Prentice Hall, 2008.
227
6) Diyalog İçin Halk Bilimi Projesi’ne Katkı Sunanların Listesi
Aşağıda isimleri geçen kişi ve kurumlara projemize olan katkıları için
teşekkür ederiz.
T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı
Proje Uygulama Başkanlığı
CSDII Programı Teknik Destek Ekibi
Hazine Müsteşarlığı Merkezi Finans ve İhale Birimi
Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu
T.C. Sofya Büyükelçiliği • T.C. Burgas Konsolosluğu
Bulgaristan Büyükelçiliği -Ankara
Proje Yürütücüsü: ODTÜ Mezunları Derneği
Himmet Şahin
Melda Tanrıkulu • Taylan Ulaş Evcimen
Erdem Tüzün • Baki Arslan
Kamil Kancoğlu •Burcu Dikmen
Proje Ortağımız
Açık Toplum Örgütü
Lora Sarkisyan
Mikaela Nikolaeva Zdravkova • Daniela StebayananovaYaneva
İştirakçi Kurumlarımız
Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
Genel Müdürlük ve Bağlı Birimler
Orta Doğu Teknik Universitesi
Prof. Dr. Ahmet ACAR
Prof. Dr. Bilgehan OGEL
Prof. Dr.Irem DIKMEN TOKER
Doç. Dr. Lale OZGENEL
Neşe ELALDI
Üniversite Yönetimi ve Bağlı Birimler
THBT Akademik Danışmanı Prof. Dr. Kahraman ALBAYRAK
Ankara Kulübü Derneği
Kulüp Yöneticileri ve Çalısanları
228
Proje Ekibi
Proje Yürütücüsü: ODTÜ Mezunları Derneği
Proje Yöneticisi: H.Savaş Ektirici
Proje Teknik Koordinatörü: Burak Keser
Proje Web Sayfası: Yrd. Doç. Dr. Cengiz S. Aşkun
Muhasebe: Şenay Yenilmez
Proje Asistanı: F. Nesrin Ergin, Gölay Şakiroğulları
Open Society Club – Rusçuk - Bulgaristan
Proje Sorumlusu: Lora Sarkisyan & Mikaela Zdravkova
Proje Çalışma Grupları:
Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü
Konferansı Hazırlama Grubu
Yrd. Doç. Dr. Birten Çelik, ODTÜ adına yetkili
Dr. Gülin Onat Bayır, ODTÜ – THBT Mezun
Dr. Cenk Güray, T.C. Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğü adına yetkili
Yasin Berhan Uludağ, ODTÜ – THBT
Emine Çağıran, ODTÜ – THBT
Sandığımda Balkanlar Sergisi Hazırlama Grubu
Münevver Eminoğlu, ODTÜ – THBT Mezun
Halk Müziği ve Çalgıları Atölye Çalışma Grubu
Cenk Güray, T.C. Kültür Bakanlığı
Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü adına yetkili
Serhat Bilyaz, ODTÜ – THBT
Halk Oyunları Atölyesi Çalışma Grubu
Burak Keser, ODTÜ – THBT Mezun
Ümit Serkan Sarıoğlu, ODTÜ – THBT Mezun
Gülay Oskay, ODTÜ – THBT
Utku Ay, ODTÜ – THBT
Sezil Solta, ODTÜ – THBT
229
Fevziye Köyü Alan Gezisi Çalışma Grubu
Anıl Öztürk ODTÜ – THBT Mezun
Savaş Ektirici ODTÜ – THBT Mezun
Gölay Şakiroğulları ODTÜ – THBT Mezun
Dr. Gülin Onat Bayır ODTÜ – THBT Mezun
Hüseyin Demir, Fevziye Köyü Muhtarı
Necmi Ocak, Fevziye Bosna Hersek Türkleri Derneği Başkanı
Banu Öztaş, Fevziye Bosna Hersek Türkleri Derneği Yön. Kurulu Üyesi
Komşu Danslar Gösterisi Çalışma Grubu
Burak Keser, ODTÜ – THBT Mezun
Ümit Serkan Sarıoğlu, ODTÜ – THBT Mezun
Gülay Oskay, ODTÜ – THBT
Utku Ay, ODTÜ – THBT
Sezil Solta, ODTÜ – THBT
Yasin Berhan Uludağ, ODTÜ – THBT
Kitap, Broşür, Davetiye, Afiş, Pankart Tasarım İşleri
Münevver Eminoğlu, ODTÜ – THBT Mezun
Ayça Çini, ODTÜ – THBT Mezun
Şule Aydın, ODTÜ Mezunları Derneği
Ayrıntı Basımevi
Medya Basın Yayın
Bülent Kurtaran ODTÜ Mezunları Derneği
Görünürlük Kurallarını Sağlama Grubu ve Sunumlar
Gölay Şakiroğulları
Hazel Öztürk, ODTÜ - THBT
Sezil Solta, ODTÜ - THBT
Bülent Darçın, ODTÜ – THBT
Mustafa Uğur Güllüoğlu, ODTÜ - THBT
Ogün Işık, ODTÜ - THBT
Hakan Kocaman, ODTÜ - THBT
Aysenur İnegöl, ODTÜ - THBT
Okan Arslan, ODTÜ - THBT
230
Akademisyen ve Uzmanlar
Prof. İlhan Başgöz
Prof. Muhtar Kutlu
Prof. Mila Santova
Prof. Ali Uzay Peker
Prof. Tayfun Atay
Doç.Dr.Nikolay Nenov
Doç. Dr. Natalia Rashkova
Doç.Dr. Aysen Soysaldı
Öğretim Görevlisi Abdülrahim Karademir
Öğretim Görevlisi Şahin Ünal
Dr. E. Cenk Aydın,
Muammer Ketencoğlu
Solmaz Karabaşa
Desislava Ivanova Tiholova
Üniversiteler
Ankara Üniveristesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi
Ege Üniversitesi
Gazi Üniveristesi
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Rusçuk Angel Kanchev Üniveristesi
Ankara Etkinlikleri
Bulgar Ekibi
Nikolay Ivanov Nenov
Desislava Ivanova Dimitrova
Veselina Dimitrova Моnova
Svetla Minkova Velikova
Mihaela Yordanova Gadzheva
Hristina Milkova Marinova
Marchela Ivova Pomakova
Evelina Yordanova Hristova
Milena Simeonova Moneva
Plamena Svilenova Stoyanova
MonikaVentsislavova Milanova
Velislava Petrova Nikolova
KaloianAtanasov Kolev
Ivan IvelinovKovachev
Bayartin GoshevAngelov
DibayitarAtanasov Atanasov
IvanHristov Beloev
IliyanStoyanov Stoyanov
PetyoTodorov Hristov
Stela Ventsislavova
Viktorio Veselinov Todorov
Bozhidar Svetoslavov Baltadzhiev
231
ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu Mezunları
Melahat Kutlu
Gülay Karaca
Mehtap Suna
Leyla Özel
Derya Sevinç
Mustafa Atalay
Metin Özaslan
Kemal Değirmendereli
Şebnem Çetinkaya
Özgür Topaç
Gökay Şakiroğulları
İzzettin Bayır
Semra Cengiz
Özgür Kara
Sezer Göktan
Demet Akay
Hüseyin Karagöz
Buket Atalay
Nazan Titrek
Yeşim Altun
Ahmet Titrek
Mustafa Göçer
Özgür Kara
Özgür Madenli
Korkut Yüksel
Canan Ergin
Günseli - Şükrü Ünlütürk
Ayça Kini
Veysel Sever
Ayşegül Ergun
ODTÜ Mezunları Derneği
Bülent Kurtaran
Şenay Yenilmez
Şule Çalış
Hasan Dumanlı
Ersan Yavuz
Derya Eken
Aysun Büyükcengiz
Gürkan Önal
İsmail Özbaş
Ertan Kellecioğlu
Hüseyin Sarıtaş
Hasan Çetintaş
İsmail Kuzucu
Ziya Oranlı
Mustafa Urkan
232
ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu
Ali Varol
Alper Çelik
Anıl Öztürk
Aslan Meç
Ayşe Yazgın
Bengi Topçu
Bülent Darçın
Can Değerli
Cem İlhan
Sevda Yıldırım
Demet İslambay
Derya Demir
Duygu Pamukçu
Ecesu Eşmen
Eda Karabacak
Elif Aydın
Elif Bürümlü
Emine Çağıran
Enes Ünal
Erman Turgut
Ersin Yorgun
Ferhat Bulut
Güldem Savaş
Hayriye Yıldız
Hazel Öztürk
Hilmi Bayraktaroğlu
İsa Kavas
Merve Taner
Nail Doğan
Nesibe Nur Zeybek
Neslihan Karvar
Nilay Can
Özge Güven
Özge Şahin
Pınar Şimşek
Selma Ağbaba
Sercan Güloğlu
Serhat Bilyaz
Sezil Solta
Sıla Aygün
Sinan Şimşek
Şafak Yüce
Şeniz Mayalı
Tayfun Şentürk
Utku Ay
Yasemin Yorgun
Yasin Berhan Uludağ
Yıldız Gözde Sağlam
Meltem Haykır
Koray Köse
Mustafa Zorbaz
Damla Ferahi
Ali Can Şafak
Serpil Yalçınalp
233
Fevziye Köyü
Hüseyin Demirel
Necmi Ocak
Nur Banu Öztaş
Yasin Ocak
Metehan Özcan
Mert Ocak
Cengizhan Özcan
Mustafa Kubat
Mustafa Adanur(60)
Mehmet Özdemir(58)
Murat Adanur(75)
Ali İhsan Ocak (71)
Şakir Adanur(74)
Ramazan Ocak (78)
Ömer Adanur(68)
Hacı Ömer Özbay (71)
Hasan Ocak
Nevzat Ocak
Mehmet Mergen
Erol Özbay
Zeynep Özcan
Emine Adanur
Abide Özbay
Nesrin Özbay
Hatice Ocak
Remziye Kale
Kübra Özbay
Meryem Ocak
Elmas Nur Kale
Ramazan Ocak
Dursun Özcan
Hayriye Özcan
Bahar Özcan
Bayram Ocak
Nesrin Özsoy
Özgür Ocak
Mükerrem Demirel
Ceren Adanur
Erol Özbay
Furkan Tabak
Hasan Ocak
Hatice Ocak
Hediye Ocak
Mürşide Tabak
Salih Tabak
İlyas Uslu
Özgür Ocak
Samet Tabak
Yasin Tabak
Sabri Uslu
Fazıl Kale
Niyazi Çelik
Ankara Kulübü Derneği
Bekir Cihan Daloğlu
Uğur Okman
Kadir Soydan
Ahmet Özkök
Barış Nur
Baki Erkanat
Alpaslan Özaslan
Ali Yılmaz
İsmail Yılmaz
Kerem Şahin
Abdullah Şahin
İsmail Günaydın
234
Zübeyir Koçak
Ercan Karagöz
Ömer Ziya Güler
Gülay Karaca
Asuman Pusat
Füsun Çelik
Remiye
Ezgi Şahin
Esra Şahin
Esma Erkanat
Gamze Erkanat
Zübeyde Kara
Ege Üniversitesi Etnoğrafya Müzesi
Cengiz Aydın • Ayhan Topçu
Rusçuk Bulgaristan Etkinlikleri
Rusçuk İdaresi
Vesko Marinov • Yuliana Popova
Stefko Burdjiev
Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi
Doç. Dr. Nikolay Nenov
Ivanovo Belediyesi
Georgi Milanov (Belediye Başkanı)
Dobrin Danev • Radka Daneva
Dans Eğitmenleri
Latinka Trifonova • Dilyana Radeva
Violeta Dimitrova • Dimiter Penchev
Aşçılar
Tonka Dyankova • Radka Yordanova
Vutska Hristova • Vaska Stoyanova
ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu Grubu
Emre ÇUBUKÇU
Galip YİYEN
Hakan KOCAMAN
Ogün IŞIK
Mustafa Uğur GÜLLÜOĞLU
Süleyman KURAN
Utku CİVELEK
Okan ARSLAN
Cansu AKYOL
Ceylan NALÇA
Duygu ÇELİK
Merve SAĞLAM
Fatma Nesrin ERGİN
Pırıl ALDEMİR
Sinem ODABAŞ
Suna KIYAK
Serhat BİLYAZ
Tayfun ŞENTÜRK
İsa KAVAS
Bülent DARÇIN
Görkem AYGÜN
Hayriye YILDIZ
Abdullah Enes ÜNAL
Mustafa ZORBAZ
235
ODTÜ THBT Fevziye Yöre Araştırma Grubu
Ali Varol
Hayriye Yıldız
Ogün Işık
Gamze Özakşehir
İlker Comart
Özge Şahin
Rüya Yılmaz
Tuğba Aydın
Selay Atışlı
Ozan Öğüt
Süleymen Kuran
Suna Kıyak
Hande Yiğit
Sinem Odabaş
Diğer Faaliyetler
Çeviri
Eylem Doğan • Emek Ön
Rüya Kalıntaş
Fahrie Mehmedova • Nevin Hebibova
Video Kurgu
Davut Kanmaz • Erkal Tülek
Bora Balcı
Destekleyenler
Yıldız İbrahimova
Yenimahalle Belediyesi Kültür İşleri Müdürlüğü
Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi
Fidan Ailesi
Gülbün ve Özcan Mutlu Ailesi
Değirmendereli Ailesi
Yrd. Doç.Dr. Cengiz Aşkun (ODTÜ - METU)
TÜFEM
ODTÜ Balkan Topluluğu
Yavor Klisurski - Bulgaristan Konsolosu
Petar Arabadziev – Bulgaristan Kültür Ateşesi
Evrim Yarımağan
Ümran Akdağcık
236
Bas
Milliyet Ankara 19-06-2011
ında
“PR
OJE
”
Hürriyet Ankara 19-06-2011
Hürriyet Ankara 05-05-2012
237
Bulgaristan Basın 23-04-2012
Bulgaristan Basın 23-04-2012
Hürriyet Ankara 22-10-2012
Bulgaristan Basın 23-04-2012
Bulgaristan Basın 23-04-2012
238
Bulgaristan Basını•Kapanış etkinlik ve konseri
Hürriyet Ankara 06-06-2012
Radikal 28-09-2012
239
Kitap, Broşür, Afiş, Davetiye
240
Muammer Ketencoğlu ve Konuk Sanatçı
Yıldız İbrahimova Proje Kapanış Konserinden
241
Avrupa Günü Etkinlikleri Proje Fuarı’nda
“Diyalog için Halk Bilimi” Projesi
9 Mayıs 2012 tarihinde Avrupa
Günü etkinlikleri çerçevesinde
proje kapsamında Ankara ilinde
uygulanmış veya uygulanmakta
olan AB tarafından finanse
edilen başarılı proje örneklerinin
yer aldığı bir “Proje Fuarı”
düzenlenmiştir. Bu fuara “Diyalog
için Halk Bilimi” projemizle
katıldık.
242
Proje Kapsamında Görünürlük
243
Proje Etkinliklerine Katılım
244
245
246
247
Proje Toplantıları
248

Benzer belgeler

PROJEMİZİN ÖZÜ

PROJEMİZİN ÖZÜ Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunlar Derneği olarak, bugün, burada sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Derneğimizin yürüteceği ilk AB destekli projemizin açılışına hoş geldiniz! ...

Detaylı

ten - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği

ten - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Farklı aktiviteler denemeyi seven Güngör’ün ilgi alanlarına; karateden, halk oyunlarına, latin danslarından fotoğrafçılığa; pek çok değişik konu girmiştir. Bir seyahat tutkunu olarak yeni yerleri, ...

Detaylı