İndir - Diyarbakır Kitapları

Transkript

İndir - Diyarbakır Kitapları
DİYARBAKIR YERÜSTÜ KAYNAKLARI 1
DİYARBAKIR
YERÜSTÜ KAYNAKLARI 1
Tarım & Hayvancılık
Koordinatör
DİYARBAKIR
YERÜSTÜ KAYNAKLARI 1
Prof. Dr. Yusuf Kenan HASPOLAT
(Koordinatör)
Katkılarından dolayı Müh. Murat TOMAR’ a teşekkür ederiz.
T.C. Dicle Üniversitesi
Dicle Üniversitesi Rektörlügü
SUR / DİYARBAKIR
Prf. Dr.Yusuf Kenan HASPOLAT
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi
SUR / DİYARBAKIR
1
DİYARBAKIR
YERÜSTÜ KAYNAKLARI 1
Editörler
Prof. Dr. Yusuf Kenan HASPOLAT
Doç. Dr. Cuma Akıncı
Yrd. Doç. Dr. Orhan KAVAK
Yrd. Doç. Dr. Nizamettin HAMİDİ
Yrd. Doç. Dr. Ramazan DEMİREL
Öğr. Gör. Ahmet AKAYDIN
Zir. Mühendisi. Murat TOMAR
ISBN: 978-975-7635-44-4
HAZİRAN 2013
Baskı
UZMAN MATBAACILIK VE CİLTLEME
Kadir TÜRKMEN
Davutpaşa Cad. Güven Sanaii sitesi B / Blok No: 315 Topkapı - İSTANBUL
Tel: (O212) 565 23 00 Gsm: 0555 616 17 21
Grafik & Tasarım
Eda Esra ÇELİK ve Seda ÇELİK
Kapak Tasarım: Edip ÇELİK
Yayınların Bilimsel ve Hukuki sorumluluğu Yazarlara aittir.
Kaynak gösterilerek kısa alıntı yapılabilir.
Kısmen ya da tamamen çoğaltılamaz.
2
TARIM
Bölüm editörleri:
Yrd. Doç. Dr. Ramazan Demirel & Doç. Dr. Reyhan Gül Güven
Zir. Mühendisi. Murat TOMAR
1. Kulp İlçesinde Tarım ve Hayvancılık: Mehmet ADIGÜZEL (Sayfa 06-09)
2. Lice ve Tarım Ürünleri: Prof. Dr. Recep IŞIK (Sayfa 10-11)
3. Ergani’de Yetişen Sebze ve Meyveler: Prof. Dr. Cihat GÜZEL (Sayfa
12-13)
4. Eğil’de Üzüm ve Üzüm Ürünleri: Mahmut YILMAZ (Sayfa 14-17)
5. Çermikte ve Çüngüş’te Dünden Bugüne Bağcılık: Mehmet Ali ABAKAY
(Sayfa 18-25)
6. Çüngüş İlçesi Bağcılığı ve Üzüm Üreticilerinin Örgütlenmeye Bakış
Açıları: Songül AKIN , Remziye CENGİZ İnanç ÖZGEN, Fatma ÖCAL
KARA (Sayfa 26-37)
7. Kocaköy’de meyvecilik: Yahya KAMÇI (Sayfa 38-40)
8. Hypericum (Kantaron) Türlerinin Biyoteknolojik Yöntemler İle
Çoğaltılması: Doç. Dr. Süreyya NAMLI, Yrd. Doç. Dr. Çiğdem IŞIKALAN,
Yrd. Doç. Dr. Filiz AKBAŞ (Sayfa 41-46)
9. Diyarbakır İli Bağcılık Potansiyeli Ve Gap Bölgesi İçerisindeki Yeri:
Murat TOMAR (Sayfa 47-58)
10. Diyarbakır’da Kırmızı Mercimek Tarımı: Yrd. Doç. Dr. Zübeyir
TÜRK (Sayfa 59-63)
11. Diyarbakır’da Nohut Tarımı: Yrd. Doç. Dr. Zübeyir TÜRK (Sayfa 64-68)
12. Hevsel bahçelerinde tarım: Prof. Dr. Kenan HASPOLAT (Sayfa 69-97)
13. Güneydoğu Anadolu Bölgesi Şartlarında Bazı Makarnalık Buğday
Çeşitlerinin Uyum Kabiliyetlerinin Tespit Edilmes: Hasan KILIÇ.
İrfan ERDEMCİ,
Turan KARAHAN, Hüsnü AKTAŞ, Halil KARAHAN
Enver KENDAL (Sayfa 98-107)
3
14. Diyarbakır Karpuzu Bostanlar ve Hülle Eglenceleri: Vedat GÜLDOĞAN
(Sayfa 108-121)
15. Diyarbakır Kavunu: Mevlüt MERGEN (Sayfa 122-123)
16.Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Sırta Ekim Sisteminin Uygulanabilme
İmkânları: Hasan KILIÇ, Songül GÜRSOY, Ali İLKHAN (Sayfa 124-133)
17. Diyarbakır Koşullarında Farklı Çinko Uygulama Metotlarının
Makarnalık Buğday Ve Arpanın Verim Ve Verim Unsurlarına Etkileri:
Doç. Dr. İlhan DORAN, Doç, Dr. Cuma AKINCI, Yrd. Doç. Dr. Mehmet
YILDIRIM, Doç. Dr. İSMAİL GÜL, Prof. Dr. Zülküf KAYA (Sayfa 134-141)
18. Diyarbakır’da toprak ve arazi kullanımı:
Müh. Murat HASPOLATLI (Sayfa 142-151)
19. Diyarbakır’da badem yetiştiriciliği: Müh. Murat HASPOLATLI,
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT (Sayfa 152-157)
20. Diyarbakır’da Badem Badem Ezmesi ve Fıstık Prof. Dr. Kenan
HASPOLAT (Sayfa 158-165
21. Diyarbakır ve Gül: M. Ali Abakay (Sayfa 166-195)
22. Gül ve Psikososyal Etki: Prof. Dr. Remzi Oto (Sayfa 196-198)
23. Tarımda Azot Kullanım Etkinliğinin Önemi: Ferhat KIZILGEÇİ (Sayfa
199-207)
24. Di̇yarbakır Tarımına Yeni̇ Ufuklar Solucan Kompostu
Doç. Dr. İsmail GÜL Arş. Gör. Önder ALBAYRAK (Sayfa 208-213)
4
HAYVANCILIK
Bölüm editörleri:
Prof. Dr. Kemal Güven - Doç. Dr. Reyhan Gül Güven
1. Hayvancılığımızın Mevcut Durumu, Sorunları ve Çözüm Yolları
Doç. Dr. Murat Sedat BARAN (Sayfa 214-217)
2. Güneydoğu Anadolu’da Küçükbaş Yetiştiriciliğinin Mevcut Durumu
Sorunları ve Çözüm Önerileri Yrd. Doç. Dr. H. Deniz ŞİRELİ (Sayfa 218-232)
3. Geçmişten günümüze hayvancılık ve hayvansal ürün sektörü.
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT (Sayfa 233-317)
4. Çevresel Etkilerin Dicle Nehri Balık Türleri Üzerine Etkileri.
Prof. Dr. Erhan ÜNLÜ (Sayfa 318-332)
5. AB. Üyelik Sürecinde Hayvancılığımızın
Yrd. Doç. Dr. Ramazan DEMİREL (Sayfa 333-342)
Değerlendirilmesi
6. Türkiye ve AB’de Hayvancılık / Yrd. Doç. Dr. Ali Murat TATAR (Sayfa
343-355)
7. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Kullanılan Yem Ham Maddelerinin
Ve Karma Yemlerin Besin Maddeleri Yönünden Değerlendirilmesi
Murat Sedat BARAN Ramazan DEMİREL Dilek ŞENTÜRK Demirel Tarkan
ŞAHİN Derya YEŞİLBAĞ (Sayfa 356-369)
8. Eski Bir Avcının Gözüyle Diyarbakır’da Av Hayatı İbrahim ÇİL (Sayfa
370-371)
9. Diyarbakır’da örgü peynir teknolojisi Zir. Müh. Murat TOMAR
Kenan YALÇIN (Sayfa 372-374)
10. Diyarbakır’da arıcılık.. Zir. Müh. Murat TOMAR (Sayfa 375-388)
11. Yem bitkileri Tarımının Önemi Ferhat KIZILGEÇİ (Sayfa 389-393)
12. Sığırcılık İşletmeleri İçin Barınak ve Ekipmanlar
Zir. Müh. İbrahim Halil ÖRCAN
Zir. Müh. Murat TOMAR (Sayfa 394-415)
13. Süt ve Besi Çiftliği Makine Ekipmanları / Zir. Müh. Murat Tomar (Sayfa
416-419)
14. Organik Hayvancılıkta Zeolitlerin Kullanımı
Yrd. Doç. Dr. Dilek ŞENTÜRK DEMİREL1 Yrd. Doç. Dr. Ramazan DEMİREL
Doç. Dr. İlhan DORAN (Sayfa 420-432)
5
KULP İLÇESİNDE TARIM VE HAYVANCILIK
Mehmet ADIGÜZEL
1. GİRİŞ:
Kulp ilçemizde aslında o kadar çok çeşit bitki – meyve ve sebze çeşitleri
var ki, bunun için o dağları gezmek gerekir. Ama bu mümkün değildir. Kısaca en
çok yapılan işlemleri yazayım. İlçemizde üzüm üretimi oldukça fazladır. Bağcılık
gelişmiştir. Bağlarımız tarihi ve asırlıktır. Bizde asıl olarak üzüm yetiştirilir.
Arazimiz engebelidir. Bu bile zor olmaktadır. Üzümlerimizin bağ bozumu zamanı
geldiğinde yemeklik üzüm ve şire üzümü ayrılır. Şire üzümü dediğimiz üzümlerden;
pestil,sucuk, kesme ve pekmez yaparız.
Üzümleri önce sepetlere toplarız daha sonra bu üzümlerin üzüm suyunu
çıkartmak için özel yapılmış havuzlara koyar ve bunları ezeriz. Kaplara koyup
pişiririz ve bulamaç elde ederiz. Bunu savan adı verilen özel bezlerin üzerine ince
bir şekilde sereriz. İstek üzerine ceviz veya susam bırakıp kurutmaya koyarız,
kuruduktan sonra ters çevirir ve bezlerden çıkarıp kalıp yaparak kışın yeriz. Kışın
enerji verir ve soğuk havalarda sıcaklık hissi uyandırır.
Ceviz; oldukça fazla yetiştirilir. Aslında yetiştirilmez cevizin düştüğü yerde
ceviz ağacı olur. Ceviz ağaçları genellikle ekilmemiş kendiliğinden yetişmiştir.
Yörenin cevizi çok meşhurdur ve tadı da güzeldir. Armut; dağ armudu da denilir.
Yeşil renklidir, çok sulu ve tatlıdır. Zuzak: dağlarda yetişen bir ottur. Bu ot toplanır
ve kurutulur. Daha sonra havanda tuz ile dövülerek, ekmekle yenilir. Guluk; dağlarda
yetişen yaprağı kalın bir bitkidir. Çok güzel kokuludur. Genelde pilavı yapılır.
İlçe bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. Nitekim ilçe yüz ölçümünün
arazi dağılışına baktığımız zaman arazinin % 59’unu meşelik ve fundalık alanların
oluşturduğunu görmekteyiz. Özellikle Mazı Meşesi ve Palamut Meşesi türleri çok
yaygındır. Ayrıca Lübnan Meşesi ile Saplı Meşe türlerine de rastlanır. Meşe ormanları
yıllarca insanlar tarafından kışlık hayan yemi ve yakacak amaçlı tahrip edilmelerine
rağmen geniş bir yayılım sahasına sahiptir. Ayrıca akarsu vadileri boyunca Kavak
ve Söğüt türlerine sıkça rastlanır. İlçedeki diğer ağaç türleri: Badem, Akçaağaç,
Alıç, Ardıç ve cevizdir. Bozkır formasyonu olarak, Geven, Sağır kuyruğu, Çoban
yastığı, Kekik, Karaçalı ve Sütleğen gibi türlere rastlanır. İlçede bozkırların geniş
yer kaplaması mera hayvancılığının gelişmesini sağlamıştır. Ayrıca ilçede Sarıçam
ormanlarının kalıntılarına rastlanmaktadır. Bu da ilçede daha eski dönemlerde
sarıçam ormanlarının bulunduğunun kanıtıdır.
Tarımsal faaliyetler; tahıl tarımı, baklagil tarımı ve endüstri bitkileri veya
yem bitkileri tarımı olarak belirlenebilir. Bu faaliyetler hem sulu hem de kuru tarım
6
alanlarında gerçekleştirilebilmektedir. Ancak Kulp’ta var olan tarım arazilerinin
büyük çoğunluğu sulu tarım arazileridir. Bunda yüzey suları ve kaynakları
potansiyelinin yüksek olmasının etkisi vardır. Ayrıca Kulp ilçesinin yeşil biberi de
meşhurdur.
İlçede en fazla üretilen tahıl buğdaydır. Daha çok kuru tarım alanlarında yaygın
olarak ekilir. Halkın temel besin kaynağı olması ve iklim şartları ile toprak özellikleri
bakımından fazla seçici olmaması nedeniyle buğday tarımı en fazla yapılan tahıl
tarımıdır. Bir diğer tahıl türü olan arpa daha çok buğdayın yetişmediği ya da toprak
veriminin düşük olduğu ayrıca yükseltinin daha fazla olduğu yerlerde yetişme imkânı
bulmuştur. Hayvan yemi olarak kullanılan arpa ilçede hayvancılık faaliyetlerinin çok
yoğun yapılması nedeniyle buğdaydan sonra en fazla yetiştirilen tahıldır. Kulp’ta
yoğun olarak yetiştirilen bir diğer tahıl ise çavdardır. Sıcaklık koşullarının az olduğu
yüksek yerlerde ve verimsiz arazilerde yetişebildiği için üretimi fazladır. Özellikle
1500 metre üzerindeki yükseltilerde yetişme imkânı vardır. Bazı yerlerde yerel
olarak buğday ve yulaf ile karıştırılarak öğütülür ve ekmeği yapılır.
İlçede baklagillerden fasulyenin ayrı bir önemi vardır. Bahçe alanlarında
sulama yapılarak üretilen fasulye Diyarbakır’a getirilerek satılır. Fasulyenin hem
yaş hem de kuru olarak tüketim alanı bulması ve sulu arazilerin yaygınlığı nedeniyle
ilçede fasulye üretimi (özellikle Ayşe Teyze fasulyesi çeşidi) oldukça yaygındır.
İlçede bir diğer baklagil olan nohut üretimi de fazladır.
Fasulye ve Nohut’un yanında baklagillerden Mercimek, Susam, Yonca,
Fiğ ve Korunga yetiştirilir. Özellikle Yonca ve Korunga hayvan yemi olarak
yetiştirilmektedir. Genellikle vadi tabanlarındaki sulu arazilerde yeşil iken biçilip
kurutulduktan sonra kışın hayvanlara yem olarak verilirler.
İlçede yumrulu bitkilerden Patates ve Soğan endüstri bitkilerinden de Tütün
ve Pamuk yetiştirilir. Patates kumlu topraklardan olan gevşek toprakları seven bir
bitkidir. Verimsiz arazilerde de yetişme imkânı bulmaktadır. Tüketim alanı çok
geniş olan patates özellikle Diyarbakır’a gönderilerek orada satılır. Yerel tüketim
alanlarında özellikle, ova köylerine götürülerek Buğday ile takas edilir. Bu nedenle
yetişme alanı ve üretim miktarı fazladır. Bir diğer yumrulu bitki olan soğan Diyarbakır
ilçelerinde en fazla Kulp’ta yetiştirilir. Yetiştirilen soğanlar Diyarbakır sebze halinde
satılır. Soğan da patates gibi sulama imkânlarının olmadığı ova köylerine satılarak,
karşılığında buğday alınır.
Kulp ilçesinde gerek arazi kullanımı açısından gerekse de geçim kaynağı olması
açısından ele alınması gerekli olan en önemli faaliyet hayvancılıktır. Gerek meşelikfundalık alanları (% 59) gerekse de çayır ve mera alanlarının (% 28.7) oldukça geniş
yer kaplamasıyla tarım yapılabilecek arazilerin (% 4.8) çok sınırlı olması nedeniyle
ilçede hayvancılık yıllardan beri en yaygın geçim türüdür. Hayvancılık için uygun
fiziki koşullar beşeri faktörlere etkide bulunarak halk arasında çok yaygın bir
7
alışkanlık haline gelmesine zemin hazırlamıştır. Bu nedenle ilçede hayvancılık çok
çeşitlenmiştir.
Türkiye genelinde en fazla küçükbaş hayvancılık Güneydoğu Torosları’nın
eteklerinde yapılmaktadır. İlçede hayvancılık ekonomik faaliyetler arasında ayrı bir
öneme sahiptir. Bir bakıma bölgenin doğal özellikleri ve gelenekleri hayvancılığın
ayrı bir kol olarak gelişmesine zemin hazırlamıştır. Bölgede yüzyıllardan beri göçebe
aşiretler hayvan beslemekte ve bölgenin hayvansal ürünler ihtiyacını önemli ölçüde
karşılamaktadır. Bölgede büyük ve geniş yağlı kuyruklu Akkaraman, Morkaraman
ve İvesi gibi farklı koyun ırkları beslenmektedir. Güneydoğu Toroslar’da çayır ve
mera alanlarının geniş yer kaplaması yazın çok yoğun yaylacılık faaliyetlerine sahne
olmaktadır. Buralarda koyun ve kıl keçisi beslenir. Ayrıca Bölgede meşe alanlarının
geniş yer kaplaması kış aylarında hayvanlara yem olarak verilmesi nedeniyle
hayvancılık gelişmiştir.
İlçede daha çok küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır. Arazi sarp ve kayalık
olduğu için büyükbaş hayvan yetiştirmeye pek elverişli değildir. Hayvanlar otlatmaya
götürüldüğünden ve küçükbaş hayvanların otlatılmasının daha kolay olduğundan
dolayı bu tercih yapılıyor. Küçükbaş hayvancılık, bölgedeki çeşitli olaylar nedeniyle
eski önemini kaybetmiştir. Hayvanları beslemek için yonca ekilir ve bunlar tarlalarda
büyüdükten sonra biçilir. Toplandıktan sonra bir dizi işlemden geçilir ve kurutulur.
Kışın hayvanların yemesi için stok yem olur. Hayvancılık açısından dağlarda
yetişen kekiğin ineklere yedirilmesi hususudur. Bu sütü artırmakta, lezzetli hale
getirmektedir.
İlçede en fazla beslenen hayvan kıl keçisidir. İlçenin meşelik ve fundalık
alanlarında otlatılan kıl keçisinin sütü ve peyniri çok lezzetlidir. Ancak yeni yetişen
meşe fidanlarına zarar verdiği için meşe ormanlarının tahrip olmasına, ormanların
kendi kendini yenileyememesi nedeniyle zamanla ortadan kalkmalarına neden
olmuştur.
Keçiden sonra ilçede en fazla beslenen küçükbaş hayvan koyundur. Koyun
göçebe olarak yaşayan Yörükler tarafından kervanlar ve sürüler halinde beslenir.
Yerel dilde Koçer olarak nitelendirilen Yörükler (göçer) kışın ilçenin güney
kesimlerinde konaklarken ilkbahar aylarıyla birlikte daha serin olan yüksek alanlara
hareket etmektedirler.
2. Büyükbaş Hayvancılık
İlçede büyükbaş hayvan olarak Sığır, Manda, At, Katır ve Eşek beslenir. En
fazla beslenen büyükbaş hayvan Sığırdır. Sığır özellikle ilçe merkezi ile nispeten
düzlük alanlarda kurulmuş olan köylerde yoğun olarak beslenir. Yine mera arazisi
az olan köylerde de büyükbaş hayvanlar beslenir. İlçede üretilen çeşitli hayvan
sütlerinden elde edilen çökelek, kayda değer bir orijinalliğe sahiptir. İlkbaharda
8
çökelek yapılır, üstüne poşet geçirilir, onun üstüne kapak konur. Dere kenarında bir
metre derinliğe konulur. Sonbaharda yemek ve satmak için çıkarılır.
3. Kümes Hayvancılığı
İlçede kümes hayvancılığı da yapılmaktadır. Bunlardan Tavuk, Hindi, Kaz ve
Ördek beslenmektedir. Söz konusu hayvanlar büyük çiftliklerden ziyade yerel tarzda
geçimi sağlayacak büyüklükte aile işletmesi tarzında beslenmektedirler. Bu da yerel
ihtiyaca yönelik beyaz et ve yumurta temini için yapılmaktadır.
4. Arıcılık
İlçede çeşitli bitki örtüsüne bağlı olarak arıcılık gelişmiştir.
5. İpek böcekçiliği
Kulp ilçesi ipekböcekçiliği alanında Türkiye’de İstanbul ve Bursa’dan sonra
üçüncü sırada bulunmaktadır. İlçe ve köylerde bulunan dut ağaçları ipekböceği
kozasının tek ideal yiyeceğidir
(Adem KARAKUŞ’un “Kulp İlçesi Beşeri ve Ekonomik Coğrafya Özellikleri”
adlı bitirme tezinden yararlanılmıştır.
Kulpta Koza Üretimi Oldukça Yaygındır
9
LİCE ve TARIM ÜRÜNLERİ
Recep IŞIK
Lice çok eski bir yerleşim yeridir. Çaldıran savaşından sonra ilçe ve çevresi
Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Tarihinde birkaç defa deprem geçirdiği
bilinmektedir. En son ilçenin bulunduğu yerde 1975 yılında şiddetli bir deprem
meydana geldikten sonra ilçe dağ eteğinden bugünkü yerinde iskan edilmiştir.
Çok eski zamanlardan 1975 yılındaki son deprem tarihine kadar; eski yerleşim
yerinin doğası gereği su kaynaklarının bol olması ve yaygın olarak kullanılması
sonucu bağ, bahçe ve meyve ağaçları ilçeye ayrı bir güzellik ve katkı sağlamıştır.
Ancak, günümüzde bu yeşil alanlar su kaynaklarının farklı alanlarda kullanılması
nedeniyle neredeyse yok olmak üzeredir. Eski seyyahların seyahatnamelerinde bile
Lice’yi çepeçevre kuşatan bir yeşil kuşağın varlığından bahsedildiği kayıtlardan
anlaşılmaktadır: ‘Licelilerin bahçelerinde narenciye ve zeytin hariç, tüm meyve
ağaçları bulunurdu’. Bu gerçekten hareketle acilen tedbir alınması gerekir. Suları
kesilen bu bahçelerin sularının tekrar eski haline getirilerek sulanması sağlanmalıdır.
Aksi taktirde halen kurtarılması mümkün olan eski Lice’nin bu yeşil kuşağı yok
olacaktır.
Lice’nin iklimi Doğu ve Güneydoğu Anadolu iklimleri arasında geçiş iklimi
özelliklerini taşır. Bu bakımdan birçok ürünün yetiştirilmesi mümkündür. Lice’nin
arazi yapısı genellikle dağlık ve engebelidir. İlçenin toplam yüzölçümü 1.041.800
dekar olup; 60.500 dekarı çayır ve mera, 486.010 dekarı orman, 65.890 dekarı ise
kullanışsız arazidir. Ancak tarıma elverişli arazi potansiyeli mevcuttur. Lice 399.400 dekar tarım arazisine sahiptir. Bu arazinin 33.815 dekarı bağ, 14.445 dekarı meyve
ağaçlarından müteşekkildir. Meyveler dağınık ve karışık olarak tesis edilmiştir. Son
yıllarda önemli bir bölümü odun olarak değerlendirilmek üzere kesilmiştir. Ayrıca
önemli bir gıda ve ekonomik değeri bulunan fazla sayıdaki ceviz ağaçları maalesef
bilinçsizce dışarıdan gelen tüccarlar tarafından mobilya yapımında kullanılmak
üzere satın alınarak kesilmiş ve yok edilmiştir. Yörede kef sucuğu da denilen Lice
ile özdeşleşen, yörenin üzüm şırasıyla bütünleşen tatlı ürünün yapımı bu bakımdan
neredeyse tehlikeye girmiştir.
Sulanabilir tarım alanlarının miktarı 41.000 dekardır. Kaynak, dere ve kuyu
sulaması şeklindedir. Toplam tarım arazisi açısından değerlendirildiğinde sulu
tarım arazisinin çok düşük miktarda olduğu görülmektedir. Devlet sulaması mevcut
değildir. Yakın zamanda yapılması planlanan Silvan baraj projesi Lice’nin sınırlarını
da kapsamaktadır. Bu proje ile sulanabilir alanların arttırılmasının sağlanabileceği
10
umut edilmektedir. Böylece birim alandan alınan ürün miktarında artış sağlanarak,
ilçenin bozuk olan ekonomisine önemli katkı sağlanması beklenmektedir.
Mevcut bağ ve meyve potansiyelinin önemli bir bölümü bakımsızlıktan
zarar görmüştür. Bu ürünler dışında buğday, arpa, tütün, fasulye, mercimek, biber,
domates, karpuz, hıyar, kavun, soğan ve yem bitkileri yetiştiriciliği yapılmaktadır.
İlçede yazlık sebzelerin tümünün tarımı rahatlıkla yapılabilmektedir. İlçenin
sebzecilik, bağcılık, meyvecilik ve tarla tarımına oldukça uygun olmasına karşın,
maalesef bu durum yeterince değerlendirilememektedir. Özellikle yörede Lice
domatesi diye ünlenen ve oldukça rağbet gören, önemli ekonomik getirisi olan, bir
tanesinin ağırlığı yarım kilodan fazla büyüyebilen, oldukça lezzetli olan domatesten
konserve, turşu ve salça üretiminde kullanılarak ilçeye ekonomik katkı sağlanabilir.
Benzer şekilde rahatlıkla yetişen dut ağaçlarından faydalanarak ipek böceği yetiştirilebilir. Yine ilçede son derece modern bir yağ fabrikası vardır. Buna uygun
son yıllarda giderek dışarıya daha fazla bağımlı hale geldiğimiz yemeklik ve yemlik
yağ açığımızı karşılamak üzere yağlı tohumlu bitkilerin (ayçiçeği, kanola, aspir vb).
yetiştirilme imkanları artırılabilir. Son zamanlarda Tarım İl Müdürlüğünün, çiftçilerin bilgilerini ve gelirlerini
artırmaya yönelik proje ve destek çalışmaları (Badem ağacı yetiştirilmesi vb).
mevcuttur.
Yukarıdaki bilgi ve veriler çerçevesinde oldukça bakir bu alanlarda önemli
ölçüde organik tarıma dayalı bilimsel ölçülerde ürünler yetiştirilebilir.
Lice domatesi
11
ERGANİ’DE YETİŞEN SEBZE VE MEYVELER
Cihat GÜZEL
İlçenin yüzölçümü 1489 kilometrekaredir. Ergani İlçesi idari olarak
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunur, ama coğrafi olarak bir kısmı Doğu
Anadolu Bölgesi’nde yer almaktadır. Kuzeyinde Elazığ iline bağlı Maden ilçesi,
doğusunda Diyarbakır ili ve Diyarbakır’a bağlı Dicle ilçesi, güneyinde Urfa’ya
bağlı Siverek ilçesi, batısında Diyarbakır’a bağlı Çermik ve Çüngüş ilçeleriyle
sınır komşusudur. Denizden yüksekliği 955 metredir. Belli başlı akarsuları Dicle
nehri, Boğaz çayı, Deve geçididir. İlçenin akarsularından Dicle nehri ilçenin 10 km
kuzeyinden geçer. Kalender’den ve ilçe topraklarından 17. km boyunca aktıktan
sonra Dicle topraklarına girer. Boğaz çayı ise Ergani›nin 7 km batısında boğaz
mevkiinde çıkar. Yolköprü, Boncuklu, Yayvantepe köylerinin içinden geçip deve
geçidine karışıp Dicle’nin bir kolunu oluşturuyorlar.
Ergani’de sağlık açısından mucize sayılabilecek çok önemli bitkiler
yetişmektedir. Ayrıca bu bitkilerin besin değeri yüksektir. Bu bitkiler şunlardır:
1. Menengiç: Ergani’nin kuzeyindeki dağ eteklerinde ve bağlarda yetişen
şifalı bir bitkidir. Menengiç meyvesi kavrulup dövüldükten sonra kahve olarak
içilir. Menengiçin boğaz ve ağız yarasına iyi geldiği kabul edilmektedir. Avcılar
ayağı kırılan kekliğin menengiç sakızını gagasıyla koparıp kırık yere koyduğunu
görmüşler.
2. Şıra ve şarap Üzümü: Besin değeri yüksek olan şıra üzümü Ergani’de bol
miktarda yetişir. Şıra üzümü hem taze üzüm olarak tüketilir hem de kışlık yiyecek
olan bağ ürünleri olarak ta pestil, kesme, sucuk, helva ve pekmez yapılır. Diyarbakır
ve çevre illerin yaş üzüm ve kışlık yiyecek ürünlerini karşılar. Şarap pekmezinin
kansızlığa iyi geldiği kabul edilmektedir. Çok önceleri çanak küplerde ve taş
kuyularda şarap yapılıp Rusya’ya ihraç edilirmiş. Ergani’de yetişen diğer üzüm
çeşitlerinin adları: Kınalı kırmızı üzüm, Hatun parmağı, Şam üzümü, Tilki kuyruğu,
Tahnebi, Genç Mehmet, Öküz gözü ve musabak.
3. Bardak inciri: Bu bölgede yalnızca Ergani’de yetişir ve Sonbaharda bu
bölgenin incir ihtiyacını karşılar.
4. Kullahlı kavun: Ergani’nin güneyindeki köylerde yetiştirilir. Kök kısmı
dar, uç kısmı geniş armut biçiminde bir meyvedir. Güzel kokulu ve lezetlidir.
5. Karpuz: Ergani karpuzu yuvarlak ve elips şeklinde olur. Genellikle koyu
renkli ve çizgilidir. Bu karpuzlar hayvan gübresiyle yetiştirilir. Yaz aylarında Doğu
Anadolu Bölgesi ve Diyarbakır bölgesinin karpuz ihtiyacını karşılar.
12
6. Sumak: Dağ eteklerinde yabani olarak kendiliğinden yetişir. Kabuklu yeşil
mercimeğe benzer ve ekşidir. Dolma ve meftune yemeğinde limon yerine ekşi tat
kazandırmak için kullanılır. Büyük şehirlere sumak buradan gönderilir.
7. Karadut: Yerel adı şam dutudur. Ağız yarasına, diş yarasına ve boğaz
yarasına iyi geldiği söylenir. Çevre illerin dut ihtiyacı buradan karşılanırdı.
8. Zahter: Kırsal kesimlerde ve kumsal yerlerde yetişir. Ateşli hastalıklarda
ve gribal enfeksiyonlarda çay gibi kaynatılarak içilir.
9. Nar: Önceki yıllarda bölgenin nar deposu durumundaydı oysa şimdi
ilgisizlikten nar ağacına rastlamak mümkün değildir.
10. Mamuk: Halk arasında mamuk adıyla anılan kara eriğe benzer ekşi bir
meyvedir. Sulak yerlerde kendiliğinden yetişir. Bu meyveden komposto yapılır.
11. Ergani’de yetişen diğer meyvelerimizden bazıları şunlardır: Dağ
kesimlerinde kendiliğinden yetişen Alıç ve Ardıç, paşa armudu, çekirdeksiz ve
çekirdekli dut çok miktarda bulunur ve bu dutlardan dut pekmezi yapılır, eskiden
Ergani’nin cevizleri meşhurdu ancak şimdilerde yeni ceviz ağaçları dikilemediğinden
cevizler unutuldu.
12. Tahıl ve Bakliyat: Ergani’de bol miktarda Buğday, Arpa, Mercimek,
Nohut ekimi yapılır.
Kaynak: Mustafa ÜZÜLMEZ. Araştırmacı, Gazeteci, Yazar.
13
EĞİL’DE ÜZÜM VE ÜZÜM ÜRÜNLERİ
Mahmut YILMAZ*
1. GİRİŞ
Diyarbakır’ın kuzeyinde yer alan ve şehir merkezinden yaklaşık olarak 48
km uzaklıkta bulunan Eğil ilçesi, tarihi bir açık hava müzesi olmanın yanında sebze,
meyve üretimi açısından da önemli bir yere sahiptir. Dicle Barajı yapılmadan önce
su kenarları ve vadiler adeta bir sebze-meyve fabrikası gibiydi. Ancak Dicle Barajı
ile birlikte sadece tarihi eserler değil, birçok bitki çeşidi ve sebze-meyve yetiştirme
alanı da sular altında kaldı. Bu durum neticesinde sebze-meyve üretiminde önemli
bir düşüş oldu. Ancak vadilerde değil de dağlık, tepelik alanlarda ve yamaçlarda
yapılan bağcılık bundan etkilenmedi. Eğil ilçesi geleneksel yöntemlerle bağcılığın
yoğun olarak yapıldığı bir coğrafyadır.
2. ÜZÜM YETİŞTİRİCİLİĞİ
Eğil’de bağcılık ticari bir amaçtan ziyade ailelerin kendi ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla yaptıkları bir faaliyet olarak hala devam etmekte ve bu alanda
gübre ile ilaçlamanın dışında modern tarım yöntemleri de uygulanmamaktadır.
Bağcılık bütün yıla yayılan zirai bir faaliyettir. Eğil’de Ekim sonu, Kasım başlarında
ilk olarak bağ sürülür. Bahara kadar toprak dinlendirilir ve Mart ayında asmalar
budanır. Birkaç gün içinde bitirilen budamadan hemen sonra toprak tekrar sürülüp
asma dalları yerden kaldırılarak ağaç dallarına asılırlar. Mayıs ayında toprak bir daha
sürülür. Dallar filizlenmeye başlar başlamaz ise zararlı haşerelere ve hastalıklara
karşı ilaçlama yapılır. Haziran ayının sonlarında dallar tomurcuk açmaya başlar.
Ağustos ayı sonlarında olgunlaşan üzüm, mevsimsel sıcaklığa bağlı olarak Eylül
sonlarına doğru veya Ekim başlarında hasat edilir.
3. ÜZÜM ÇEŞİTLERİ
Eğil ilçesi karasal iklimin hüküm sürdüğü bir coğrafyada kurulmuştur. İklim
üzüm çeşitleri için uygun olmakla beraber daha çok Öküzgözü, Besni, Dımışki,
Boğazkere, Sultani, Hatun Parmağı, Çekirdeksiz Kırmızı, Yeşil üzüm vb. çeşitler
yetiştirilmektedir.1
4. BAĞ BOZUMU VE KULLANILAN ALETLER
Ağustos sonlarına doğru olgunlaşmaya başlayan üzüm, Eylül sonları ile
Ekim başlarında hasat edilmeye başlanır. Hayvanların sırtında ya da motorlu araçlar
vasıtasıyla kasalarda veya örülmüş büyük sepetlerde taşınan üzüm ilk önce yıkanır,
suyu süzüldükten sonra me’sre (Arapçadan gelen bu kelime sıkmak anlamına gelir)
denilen ve yekpare kayanın oyulmasıyla veya betondan yapılmış teknelere konulup
çizmelerle ezilir ve bir havuzda toplanan şıra (şire) plastik bidonlarda depolanır.
* [email protected]
1 Dicle üniversitesi
14
Ezilen üzüm salkımları daha sonra un torbasına doldurulup üzerine
taş bırakılır veyahut bir mengeneye alınarak sıkılır ve böylece tüm şıra çıkarılır.
Üzüm artıkları ise hayvan yemi olarak kullanılır. Bağbozumu için en yaygın olarak
şu aletler kullanılır: Büyük kazan, leğenler, kürekler, süzgeçler, kevgirler, çizmeler,
mengene, savanlar, kasalar, ağaç dallarından örülmüş sepetler, mala vb.
5. ÜZÜM ÜRÜNLERİ
5.1. Pestil (Bastık-Bastuk)
Şıra kazana konulur ve isteğe bağlı olarak kaynatılmadan önce süt veya ayran
karıştırılabilir. Kaynatılmaya başlanan şıraya daha sonra un karıştırılarak bulamaç
elde edilir. Ceviz ağacından yapılmış olan kürekle bulamaç karıştırılırken yıkanmış
susam bulamaca karıştırılır ve kıvamını buluncaya kadar karıştırılmaya devam edilir.
Daha sonra bakraçlara doldurulan bulamaç, düz damda serilmiş olan dikdörtgen
şeklindeki çarşaflara (savanlara) dökülüp mala-kevgir yardımıyla düzgünce-ince bir
şekilde, bulamacın her yana eşit olarak yayılması sağlanır. Savanın üzerine ceviz,
badem, kayısı çekirdeği atılır. Pestilin savanlardan soyulması zamanı geldiğinde ise
pestilin serili olduğu çarşaf, diğer temiz bir çarşafın üzerine ters çevrilir ve su ile
ıslatılır. Daha sonra yumuşayan pestil çarşaftan çıkartılır.
5.2. Pekmez
Kazana doldurulan şıraya süt karıştırılarak kaynatılmaya başlanır. Kaynadıkça
şıranın üstünde köpük oluşmaya başlar. Bu köpük süzgeç ile alınır. Daha sonra
kazanın üzerinde karşılıklı olarak iki kişi su geçiren bir bez tutar ve kaynayan şıra
bir kepçe ile bu beze doldurulup kaynayan şırada oluşan tortular bu sayede alınır.
Böylece pekmez daha saf ve kaliteli hale gelir. Kaynayan pekmez kıvamına gelince
ocaktaki ateş söndürülür ve soğumaya bırakılır. Soğuyan pekmez plastik bidonlara
doldurulur. Pekmez çeşitli şekillerde hazırlanıp tüketilebilir. Pekmez kaynarken
kurutulmuş incir karıştırıp pekmezi daha sonra reçel gibi tüketmek de mümkündür.
Kışları kar yağınca pekmeze kar karıştırıp cevahir denilen dondurmaya benzer güzel
bir tatlı oluşturulup tüketilebilir. Yumurtalı, tereyağlı pekmez de yapılmaktadır.
5.3. Pekmez Helvası
Şıra kazana konulduğu esnada yine pestil ve pekmezde olduğu gibi süt
konulabilir. İki saate yakın kaynatılır ve pekmezde olduğu gibi kazan üstünde
bir bezi iki kişi karşılıklı tutarak kaynayan pekmez beze konulup tortuları alınır.
Kaynatılmaya devam edilirken bir yandan un ilave edilir diğer yandan ceviz
ağacından yapılmış kürek ile karıştırmaya devam edilir. Bir saat daha kaynatıldıktan
sonra ateş söndürülüp oluşan helva kürekle leğenlerde soğutulmaya bırakılır. Yirmi
dört saat geçtikten sonra helva tüketilmek üzere plastik bidonlara veya keçi- koyun
postuna konularak korunur.
5.4. Kesme
Üzüm şırası kaynatılır, kazanın altındaki ateşin harareti söndürülüp şıranın
sıcaklığı alınır ve daha sonra temiz bir çarşafla süzülür, tekrar kazana doldurulup iki
saate yakın kaynatılır. Ateşin harareti alınıp un getirilir. Ceviz ağacından yapılmış
kürekle erkekler kazandaki kaynayan şırayı karıştırırken bayanlar da avuçlarıyla unu
15
azar azar kaynayan şıraya koyar. Kaynayan şıranın üzerinde beyaz baloncukların
oluşması helvanın kıvamına geldiği ve ateşin söndürülmesi gerektiği anlamına gelir.
Daha sonra helvayı kazandan çıkarmak için kullanılan çelik bir kürek, helvanın
yapışmaması için şıraya veya pekmeze batırılır. Erkekler kürek ile helvayı kazandan
çıkarıp leğene koyarken kadınlar ise küreğin etrafına yapışan helvayı temiz bir
mala ile temizler. Helvanın koyulduğu leğenler temiz bir örtü ile örtülüp gece
soğuğuna bırakılır. Sabah erken saatlerde (seher vakti) leğenler damlara veya güneş
alan yüksek bir yere çıkarılır ve bolca un serilmiş örtünün üzerine leğenler ters
bırakılarak kalıp çıkarılır, ekmek bıçağı ile helva dilimler şeklinde kesilir. Üzerine
un serilmiş çarşaflara bu kalıplar tek tek yerleştirilir ve kuşların zarar vermemesi
için birileri bekçilik yapar. Birkaç gün boyunca bu kalıplar daha iyi kurumaları için
çevrilir. Kesmeler kuruyunca toplanıp sepetlere veya sandıklara bırakılır. Pestil için
hazırlanan bulamaçtan da kesme yapılabilir.
5.5. Dövülmüş Pekmez
Pekmez normalinden biraz daha fazla kaynatılır, soğuduktan sonra bidona
konulup soğukların gelmesine kadar (kırk gün) dinlendirilir. Daha sonra bir leğene
bırakılıp yirmi gün boyunca sabah, akşam yarım saat ellerle çırpılır. Bilahare
susam, ceviz, kurutulmuş incir bırakılabilir. Böylece dövülmüş pekmez tahin gibi
tüketilmeye hazır hale gelmiş olur.
5.6. Sucuk
Eğil’de ceviz, badem, meşe palamutlu veya sade sucuklar yapılmaktadır.
En çok bademden sucuk yapılmaktadır. Bademler yumuşamaları için iki gün suya
bırakılır ve daha sonra ipe geçirilerek güneşte biraz kurutulur. Hazır hale gelen
bademler helvaya veya bulamaca tekrar tekrar batırılıp kurutulmaya bırakılır. Sucuk
bağ bozumunun eğlence boyutunu da yansıtır çünkü ince fıstık, meşe ağacı dalları
ile çeşitli şekillerde (insan, at, el vb) figürler yapılarak bunlardan da sade sucuklar
yapılır. Özellikle fıstık ağacından yapılanların çok güzel bir kokusu olur.
5.7. Kurutulmuş Üzüm
Çekirdeksiz veya kara üzümler toplanır. Kaynatılan su, bir metal leğendeki
salkım üzümlerin üzerine boşaltılır ve üzüm derhal çıkarılıp başka bir leğene bırakılır
ve üzerine yağ (çoğunlukla tere yağı) dökülür. Daha sonra yağını yiyen salkımlar
güneş alan bir yerde serilmiş olan temiz bezin üzerine serilerek kurutulmaya bırakılır.
Kuruyan üzüm taneleri çöplerinden ayrılıp ağaç dallarından yapılmış sepetlere
bırakılır.
5.8. Konserve Şıra
Kaynatılan sade şıra soğutulup şişelere konularak buzdolaplarına bırakılır ve
kışları istenildiği zaman bunlardan bulamaç yapılıp evde tüketilir.
5.9. Ölü Helvası:
Genelde ölüm vak’alarında misafir ve komşular için hazırlanmakla beraber
aslında kışın evlerde tüketilmek amacıyla yapılan hamurlu bir tatlı çeşididir. Un bir
16
tencereye konulup kısık ateşte kavrulur ve azar azar pekmez dökülür. Tencereye
yapışmayacak kıvama gelince tereyağı helvanın altına konulup helva çevrilir. Sonra
isteğe bağlı olarak ceviz veya badem bırakılır. Helvanın ısısı alınınca da eller suya
batırılıp helvadan parçalar alınır, istenilen şekiller verilir ve tüketilir.
6. EĞİL’DE YETİŞTİRİLEN SEBZE-MEYVE VE HAYVAN ÇEŞİTLERİ
Eğil, iklimi ve toprağıyla birçok sebze, meyve ve şifalı otların yetişmesi
için uygun şartların olduğu bir coğrafyadır. Her ne kadar karasal bir iklime sahip
olsa da baraj göllerinin gelecek yıllarda bu iklimde bir yumuşama oluşturması
ve bunun da tarım üzerinde etki bırakması olasıdır. Kısaca sıralarsak Eğil’de şu
ürünler yetişmektedir; kayısı, vişne, çilek, armut, şeftali, elma çeşitleri, erik, nar,
dut, ceviz, badem, fıstık, menengiç, böğürtlen, kuşburnu, ayva, yabani meyveler,
incir, sumak, soğan, sarımsak, karpuz, kavun, kış kabağı, bal kabağı, kekik, henüz
ismini bilmediğimiz birçok yabani faydalı bitki, nane, reyhan, maydanoz, turp, şeker
pancarı (sarma için), patates, lahana, domates, biber, patlıcan, salatalık,
Tahıl ürünleri olarak ise; en çok buğday, mercimek, nohut, yetiştirilmektedir.
Çok az olmakla beraber mısır ve ayçiçeği de yetiştirilmektedir. Eğil de ekonomik
değeri yüksek olan pamuk yetiştiriciliği de yapılmaktadır.
Ayrıca Eğil’de hayvancılıkta yapılmaktadır. Balıkçılık köylerde önemli bir
geçim kaynağıdır. Bunun yanında koyun, keçi, sığır, tavuk, tavşan beslenmekte ve
elde edilen yoğurt, peynir, çökelek ve tereyağı ilçe ve şehir merkezinde satılmaktadır.
Bazı yerlerde az da olsa arıcılıkta mevcuttur.
Eğil üzümü, kalitesi nedeniyle rahatlıkla kendine Pazar alanı bulduğu gibi
üzüm ürünleri de kalite, doğallık ve nezihliği dolayısıyla çok kolay bir şekilde
satılabilmekte ve bağ sahiplerine maddi kazanç sağlamaktadır. Mevcut 26 köy ve 22
mezranın tümünde de bağcılık yapılmakla birlikte toprak azlığı, eğitim ve kooperatif
ile altyapı eksikliği bu ürünün yetiştirilme oranını olumsuz etkilemektedir. İklim
ve toprak üzüm yetiştiriciliği için son derece uygundur. Bu alanda gerekli teşvik ve
yatırımlar yapıldığı taktirde üzüm ve üzüm ürünleri ilçenin gelişimine ve ekonomik
büyümesine önemli katkıda bulunacak, köyden kente giderek hızlanan göçü de
yavaşlatacaktır.
KAYNAKLAR
Eğil Kaymakamlığı Resmi Sitesi
Eğil İlçe Tarım Müdürlüğü
R. Ertan Anlı, Bağlar Güzeli; Üzüm ve Üzüm Ürünleri, YKY, İst., 2006
Sibel U. Parlak, Arsan Bilişli. Üzüm Pestilinin Üretimi, Özellikleri ve
Tüketim Şekilleri Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Mühendislik Mimarlık
Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü / ÇANAKKALE
17
ÇERMİK VE ÇÜNGÜŞ’TE DÜNDEN BUGÜNE BAĞCILIK
Mehmet Ali ABAKAY
GİRİŞ
Günümüzde Bağcılık, Diyarbakır’ın birçok ilçesinde ve köyünde karlı bir
kazanç olmaktan çıkmış görünmektedir ve birçok bağlık alan köreltilerek, değişik
bitkiler için tarım alanına dönüştürülmektedir. Diyarbakır’da yapılan bağcılık,
teknik bilgiden yoksun, daha çok babadan oğula geçen bilgilerle sürdürülünce verim
gittikçe düşmekte, yetiştirilen üzüm, pazarda alıcı bulamamaktadır. Böyle olunca elde
edilen mahsulün, aile ihtiyacını karşılayacak derecede sınırlı tutulması için, mevcut
bağlar küçültülmekte, böylelikle bağcılığın eskisi gibi devamlılığı kaybolmaktadır.
Diyarbakır’ın ovalık ilçelerinde bağcılığın terk edilmesi söz konusu iken, engebeli
alanlara sahip ilçelerde bağcılık gelişmektedir. Çınar’da bağcılık sadece birkaç köyle
sınırlı iken engebeli araziye sahip Hani’de, Hazro’da sürülebilen alanlar, küçük de
olsa bağa dönüştürülmektedir. Bu karamsar tablodan uzak olan beş ilçemiz, bağcılık
alanında ileri konumdadır: Çermik Çüngüş, Ergani, Dicle ve Eğil.
Toprağı bağcılığa verimli olan bu beş ilçeden en önemli olanı da Çermik’tir.
Çermik’i önemli kılan yetişen üzümlerinin daha koruk iken alıcı bulması veya henüz
hasad sonrası gelecek yılın üzümünün alıcı bulmasıdır. Öküzgözü ve Boğazkere
üzümleri, üzüm piyasasında tercih edilen ve ülke çapında aranan üzüm çeşitleridir.
Bu üzüm çeşitlerinden sonra gelen Şire üzümü de tatlılık oranı ve pekmez ile türevleri
açısından en çok tercih edilen üzümdür. Elbette sadece sofralık yetiştirilen diğer
üzüm çeşitleri de bulunmaktadır. Konu hakkında yaptığımız araştırmada bağcılık
hakkında ilk bilgileri ve üzüm çeşitleri hakkında açıklamaları 1936’da yayınlanan
Diyarbekir Yıllığı’nda görmekteyiz:
“Diyarbekir Vilâyetinin en mühim bağcılık mıntıkası Çermik ve Osmaniye
kazaları ile Merkezin Eğil nahiyesidir. Çermiğin hemen umum köylerinde az çok
üzüm yetiştirilmektedir. Eğil de bu vaziyettedir. Çermiğin garp cephesine düşen
köylerde üzüm hasılatı fazladır. Bilhassa Kuyu ve Külo haneleri namile maruf köyler
bu hususile birinci dereceyi ihraz ederler. Bu kaza dahilinde en iyi yemeklik üzüm
yetiştiren yer Nişnik, Palacık, Bitsin, Derezere ve Sinek köylerile kasaba bağlarıdır.
Şaraplık üzüm yetiştiren mıntıka ise Yeniköy, Kuyu ve Medye Köyleridir. 24
Köyden ibaret bulunan Eğil nahiyesinde yanız Tayaran, Ferşikân, Kasan ve Gergivan
köylerinde bağ yoktur. Diğer yirmi köyde 300 parçadan ibaret bağ vardır. Bu bağlar,
1-10 dönüm arasındadır. Çermik kazasında cari olan usule göre bağların tesisinde de
ikişer buçuk metre aralıkla mustatil şekilde çukurlar açılır. Sıralar üzerinde dahi o
kadar mesafe bırakılır. Çukurlara 50 santimetre derinlik, 20 santimetre genişlik ki,
1-1.20 metro uzunluk verilir. 110 santimetre uzunluğunda kesilen asma çubuklarının
18
40 santimetresi yarı yarıya toprakla dolu çukurlara ufkî olarak yarılır. Ve 50
santimetresi toprak sathına amudî olarak uzatılır. 25 santimetrelik bir kısmı da
topraktan dışarı çıkarılır. Asmalar için en ziyade garp ve cenup marezlerindeki
killi, kireçli veya kırmızı topraklar tercih edilir. Asmalara gübre vermek usulü carî
olmadığı gibi bağların tesisinde dahi gübre kullanılmaz. Çubukların budanması
ekseriya Mart iptidasında vaki olur. Asmaya su yürümezden evvel kuvvetine göre
6-10 göz ve kısa budama 2-3 göz üzerinde yapılır. Asmaların teksirinde en ziyade adî
çelik ile âdî daldırma ve yarma kalem aşısı usulleri tatbik olunur“ (1).
Diyarbekir Yıllığı’nda Diyarbakır’da yetişen üzümler şu şekilde tasnif
edilmiştir: “Tahannebi, Müsebbak, Vengi, Kızıl Vengi, Şekeri, Şamî, Hatun Parmağı,
Öküzgözü, Cılk Vengi, Şarap Üzümü, Sergi Üzümü, Sulu Morik, Şira Üzümü,
Kış Kırmızısı, Tilki Kuyruğu, Gerger Şira Üzümü, Kirpet Üzümü, Yediveren,
Mandalavat, Hapişli, Ağ Migeri, Kara Migeri, Kuş üzümü, Hassanî, Gildan, Apderî,
Mazrunî, Tüzye, Samurî, Habbo, İstanbul, Kâfiran, Asurî, Bey Üzümü” (2).
Diyarbakır’da yanlış kanı, bu üzümlerin sadece şehrimizde yetiştirildiğidir.
Günümüzde bu üzüm çeşitlerinin bir kısmı körelmiş, unutulmuş durumdadır. Kuru
üzüm için birinci derecede belirtilen çeşitler ise şunlardır: “Hassanî”, “Vanki”, “Kızıl
Vanki”, “Şamî” ve “Hatun Parmağı”. Şarab için tercih edilen üzüm çeşitleri için de
“Mazrunî” ve “Kara Üzüm” belirtilmektedir.
Çermik konusunda arada bir çıkmış dergilerden başka, bugüne kadar
yayınlanan iki müstakil kitap vardır. Bu kitaplardan biri Çermik, öbürü “1960’lı
Yıllardan Bir Kesit Çermik“ ismini taşımaktadır (3).
Hamdullah IŞIK’ın Çermik ismiyle hazırladığı ve ilçeyi dört bir yönüyle ele
aldığı eserin üzüme ayrılan bölümünde bilgiler yer alır.
Nurettin DEĞİRMENCİ’nin Çermik’ten kesitler sunduğu eserinde
“Bağbozumu” başlıklı bölüm, dikkat çekicidir. Bu bölümde, kuru üzümün yapılması,
şıra üzümünün toplanması, üzümün ezilmesi, kazanlarda kaynatılması, pekmez,
pestil, sucuk ve kesme yapımı, üzüm posasından sirke yapımı, hatta bağbozumunda
yapılan kavurma ayrıntılarıyla ele alınır (4).
Çermik, Diyarbakır’ın diğer ilçelerine oranla üzümün en çok yetiştirildiği
ilçedir 30.000 dekarlık alanda bağcılık yapılmakta olan ilçede il standardının çok
üstünde bir verim söz konusudur. Bağcılık, arazisi olan herkesin uğraştığı, toprağının
bir bölümünü ayırdığı uğraş alanıdır. Bağcılığın yaygın olduğu alan, ekstansif
tarımın dışındadır. Engebeli alanda yapılan tarım, düz alanda diğer sebze ve meyve
üretiminin yapılmasına, özellikle tahıl ve kısmen hububatın yapılmasına ayrılmıştır.
19
1. ÇERMİK’TE BAĞCILIK
1.1. Çermik Üzüm Çeşitleri
Bağcılık, tamamıyla sektörel alanda, ticarî bir uğraştır. Üzüm yetiştiriciliği,
Kuyu, Elifuşağı, Kalaç olmak üzere diğer köylerde öküzgözü ve Boğazkere
üzümü ağırlıklıdır. Üzüm piyasasında bu iki üzüm çeşidi, ürün sahibinden, ürün
olgunlaşmadan parası ödenerek, satın alınır, fabrikalarda işleme tabii tutulması için
özel müşterilere satılır. Sofralık üzümler Şire, Avderî, Taannebî olmak üzere çeşitlilik
arz eder. Şire üzümden pekmez, pestil, sucuk, helva, kesme yapılmaktadır. Üretilen
şıra cinsi üzüm ürünleri Diyarbakır ve civar illerde alıcı bulmaktadır.
1.2. Çermik Üzümünün Özelliği
Çermik üzümünü kaliteli kılan en önemli husus, bağcılıkta sulama
yapılmamasıdır. Güneş gören toprağın organik bağcılığa elverişli olması, sunî
gübrenin kullanımını da ortadan kaldırmaktadır. Özellikle Kuyu, Elifuşağı ve
Kalaç Köyü üzümlerinin kendisine has bir aromaya, tada sahip olmasının sebebi
mikroklimal özellikten kaynaklanmaktadır.
Çizelge 1. Çermik’te Tarım Alanlarının Dağılımı (5).
Tarım Alanının Kullanılış Şekli
Alan/Ha Tarım Alanına % Oranı
Tarla Arazisi MGD Kayıtlarına Göre
18.800
53,03
Nadas
88
0,24
Bağlık Alan-MGD Kayıtlarına Göre
1800
5,07
Sebze Arazisi MGD Kayıtlarına Göre
245
0,69
Meyvelik Arazi MGD Kayıtlarına Göre
54
0,15
Kavaklık
10
0,02
Çayır-Mera
14.448
40,76
TOPLAM
35.445
100.00
20
Çizelge 2. Çermik Genelinde Yetiştirilen Ürünlerin Dağılımı (6).
İşletme Sayısı
Arazi Sayısı
Buğday (Makarnalık)
Buğday (Ekmeklik)
2480
782
11332
3181
Ekili Alan
(da,m2)
143.183,053
39.158,424
Üzüm Sofralık (Çekirdekli)
1507
2313
14.477,863
Pamuk
Üzüm (Şaraplık)
Arpa
Karışık Sebzelik
Çeltik
Ayçiçeği (Yağlık)
Nohut
Mercimek kırmızı
Nadas
Antep fıstığı
Karışık Meyvelik
Karpuz
Badem
Yonca
Fiğ
Mısır (Dane)
Nar
Ceviz
Bamya
Patlıcan
Mürdümük
Kavaklık
Susam
Burçak
Kiraz
Biber (dolmalık)
Çayır/Mera
GENEL TOPLAM
294
136
157
706
23
38
53
38
16
20
38
10
10
8
5
4
4
2
3
3
1
6
1
1
1
1
1
3329
672
148
285
928
63
59
73
106
38
20
49
13
11
10
8
4
6
2
3
3
1
8
2
1
1
1
1
19342
7.894,843
4.042,878
3.399,999
2.323,213
2.284,522
1.598,307
1.377,689
1.311,313
843,158
248,497
224,122
211,588
157,117
79,152
51,218
47,120
22,643
19,750
17,085
13,550
12,285
10,779
10,664
7,000
5,200
5,000
3,656
223.041,688
Ürünler
21
Diyarbakır’ı konu alan araştırmalar, kaynak kitaplar, geziler... Sıcak bir
temmuz günü… Ergani’den ayrılırken Çermik’e yöneliyoruz. Makam Dağı’ndan
sabahın erken vakti inerken, Çermik’e gidiş…30 km. yolu kısa sürede alıyoruz.
Sağlı-sollu üzüm bağları. Kimi yerler ekilmemiş, nadasa bırakılmış… Yeşillikler
başlayınca anayolun iki tarafında belirginleşen yapılar…1971’de uğramışlığım var,
Çermik’e…. Ailece gittiğimiz Çermik ve gördüğümüz Çermik, birbirinden farklı
görünüyor. Kırk yıl öncesi ile sonrası…
1.3. Kırk Yıl Önce Çermik
Aklımda kaldığı şekliyle özetlemek istiyorum, kırk yıl öncesini. Kaplıcalar,
ilçe merkezinden oldukça uzaktı. İki katlı kerpiç oteli hatırlıyorum… Yine sıcak
bir yaz günü… Kıştan biriktirilen kar yığını ve soğuk su içmek için almaya mecbur
olduğumuz Cemed (kışın bastırılan kar)… Buzdolabının ilçelerde olmadığı o
yıllarda cemedin nasıl yapıldığını soruyorum, küçük yaşımda… Kışın toplanan kar
yığını, bastırılarak sıkıştırılıyor. Sıkıştırılan kar yığınına yeniden ekleme yapılıyor.
Bu işlem en son yağan kar’a kadar devam eder…Havayla temasını önlemek için, ara
tabaka olarak saman, samandan önce örtü… Toprak ve saman… Kaç kez bu işlem
yapılıyor? Bilmiyorum. Fakat bana anlatılanın yıllar sonrasında hatırımda kalanları
bunlar... Yaz aylarında bu kar yığınlarının bir köşesinden açılarak testere ile kalıplar
şeklinde kesilir ve parça parça satılırdı... Tabi, dakikalarca sırada bekledikten sonra,
O kar’ı satın almak da ayrıcalıktı... Yaz ortasında kar soğuğu su içmek... Hele “karlı
ayran” içmenin verdiği haz... Tarifi imkânsız...
Pazar çarşısından aldığımız Kenger Sakızı (kenger bitkisinin gövdesi
kesilerek çıkan sütten sakızı elde edilirdi)… İpe dizilmiş kirli sarı-beyaz renkte…
İstenildiği anda nasıl çiğneneceği, çiğnenmeden önce yapılacak işlem anlatılıyor,
satıcı tarafından. İlk aldığımızda yorulan çenemiz ve bir türlü yumuşama emaresi
göstermeyen sakız… Sonrasında sıcak suya bıraktığımızda yumuşadığını gördüğümüz
sakızın, çikletlere oranla farklı tadını anlıyoruz, çiğneme esnasında. Çermik… Kırk
yıl sonrasına dönüş…. Salgın bir hastalık olan uyuza, aşırı kaşıntılara “tedbir” diye
uğradığımız kaplıca… Ailece kaplıcaya sabah, öğle ve akşamüzeri gidiyoruz… Her
gidişimiz bir düğüne gidercesine şatafatlı…Farklı bir ilçeden gelenler olarak yabancı
olduğumuz ortada. İki katlı kerpiç otelin bir odası bize ait… Yatma, dinleme ve
mutfak, içice olan mekânda yer olarak paylaşılmış biçimde. Otelin aşağısında meşeodun kömürü satılmakta... Kırk yıl önce piknik tipi tüp gaz ya yoktu ya da bizim gibi
dar gelirli aileler tarafından bilinmiyordu. Yemekler, ocakta pişiriliyor. Geniş otel
avlusunda herkes, hazırladığı ateşte yemeğini pişirme telaşında. İkinci gün ilçede
gezinti var… Çok iyi hatırladığım Merkez Camii, diğer ismiyle Çeteci Abdullah
Paşa Medresesi. Üstü kapalı Pazar yeri ve köylünün satış tezgâhları. Kurutulmuş
incir, kuru üzüm, sebzeler ve mevsim meyveleri… Yoksulluk diz boyu, âdeta…
yapılan alış-veriş. Otel sahibi, sözü geçen biri olmalı… O dönemde çocuk başımıza
Çermik’i anlamak oldukça zor, konuşulanları da. Gelip giden sırt çantalı, tuhaf
22
giyimli, konuştuğumuz dilin yabancıları var... ’’Turist’’ kelimesini ilk kez işitiyorum.
Otel sahibi, yabancı dil biliyormuş. Kaldığımız kaplıca, en büyük olanı… Kadınlar
ayrı erkekler ayrı hamamlarda şifa bulmak için suya giriyor... Suya ilk girişte
nefes almak oldukça zor… Su sıcaklığına alışkanlık, mecburiyet. Ya kaşınmanın
dayanılmaz sıkıntısı ya rahatlık… Kil ile yıkanan saçımız, güneşte pırıl pırıl...
Kaplıcada sabun paralı… Aldığımız sabunu idareli kullanıyoruz.
Günler oldukça çabuk geçiyor. On günün sonunda kapıları iplerle tutuşturulmuş,
her tarafı âdeta dökülen otobüsün üstüne bırakılıyor, kap-kacak… Markasını bir
türlü hatırlamadığım otobüs, dar yolda homurtulu sesler çıkararak ilerliyor...Çocuk
halimiz… Çiğnediğimiz Çermik sakızı, elimizde tahtadan yapılmış salıncak ve
cebimizde arada bir kaybolmasın endişesiyle yakaladığımız üç-dört minik sabun.
Dün gibi kırk yıl geçerken kim derdi ki, Çermik’i anlatacak ve bugüne taşıyacağız
kırık-dökük cümlelerle...
1.4. Kırk Yıl Sonra Çermik
2000’li, Yıllar… Yerel gazeteleri denetlemek için ilçeleri dolaşıyoruz.
Çermik’e geldik, ikinci kez… Sonrasında il yıllığı hazırlama amacıyla üç kez
gelişimiz var… Bir kuruluşun gecesinde şiir okuma daveti…
2004 senesinde “Çermik Melike Belkıs Hatun” adına yapılan Kaplıca
Festivali’ne gelirken Çermik’le ilgili, “Çermik 2004” adı ile Çermik
Kaymakamlığınca Hamdullah IŞIK tarafından hazırlanan tanıtım çalışması ulaştı,
elimize. Bu çalışma öncesi Çermik’e ilişkin Nurettin Değirmenci’nin felsefi
ağırlıklı ve özgün kitabını okumuştuk. Beldeler Dergisi Çermik sayısı, Kara Amid
Dergisi’nde yer alan Fahrettin Kırzıoğlu’nun Çermik Notları…
Çermik’i gezip dolaşırken, emeklilik sonrası kendisini fotoğrafa, Çermik’e
adayan Mustafa beyle tanıştık ikinci kez. Diyarbakır’da açtığı fotoğraf sergisinden
sonra söz verdiğimiz fotoğraf sanatçısını mekânında ziyaret ettik, kendisini. Çermik’e
ait ne bulduysa, müzecilik anlayışıyla toplayan ve sergileyen Mustafa Bey, ilçede
manevi şahsına münhasır bir kişilik… Yıllar sonra dolaştığımız kaplıcalar… Kükürdün
yoğunlukta olduğu kaplıcalar… Halen dış görünümüyle orijinalliğini koruyan beyler
sarayı, Çeteci Abdullah Paşa Medresesi, Ulu Cami, Çermik Hamamı… Uzun süren
yaya gidişle vardığımız Şeyhan Dede Şelalesi...Haburman Köprüsü’ne giderken
sağda yalnızlıkla baş başa kalmış tekke… Beyaz taştan yapılan kitabelerinin çoğunu
satır satır rüzgara, yağmura, insan tahribatına yenik düşen Haburman Köprüsü,
gözelerden içilen berrak su… Yudumlanan sımsıcak çaya eşlik eden yufka ekmek...
Üzüm şırası, pestil, cevizli-bademli pestil sucuğu, helva… Gezdiğimiz yerlerde
artık göremediğimiz kenger sakızı … Kırk yıl sonrasında Çermik hakkında yazı
yazmak…Çermik’in hakkında anlatılan efsanelerin başlıcaları Melike Belkıs Hatun
ile Gelincik Dağı hakkında anlatılanlar...Kaplıcaların faydalarını ön plana çıkaran
efsaneler, hemen hemen aynı özellikler taşır. Belkıs Hatun’un ne zaman yaşadığı
23
bilinmese de kaplıcanın önemini insana hatırlatan, şifa yönünü ön planda gösteren
efsane Çermik’in tanıtımında oldukça önemlidir. Yaraları iyileşmeyen ve tek başına
ağaçlık alana bırakılıp, ölümü bekleyen genç bir kız… Kısa zaman da iyileşen yaralar
ve bu yaraları iyileştiren kaplıca…
Gelincik Dağı Efsanesi’nde taş olanların hikâyesi vardır. Kadîm Anadolu
Mitolojisinde bu tarz yakıştırmalar çoğunluktadır. Hazro’da bir yerleşim alanının
ortadan kalkması, bir hamile kadının bedduasına bağlanır. Çınar›dan Bahteri köyüne
giderken yol kenarındaki kayalardaki şekiller, taşlaşan gelin ve damada atfedilir.
Güneydoğu insanın temel besin maddesi olan ekmek›e kutsallığın atfedildiği
efsanede, ekmeğin saygınlığının ön plana çıkarıldığı muhakkaktır. Efsanenin, taş
kesilen alayın cezalandırılmasında yine ekmeğe saygınlık ön plandadır. Gelincik
Dağı, Kapadokya›dan eksik yönü olmayan görsel güzelliğe sahiptir. Turizme
kazandırılması, kaplıcalarla bütünlük sağlaması açısından ilçe tanıtımında büyük
katkı sağlayacaktır. Turizm merkezinde ulaşımı sağlama amaçlı teleferik uygulaması
burada da hayat bulmalıdır. Sinek Çayı yakınında ortaya çıkartılan kaya resimleri de
tarihi açıdan önem taşımaktadır. Bu özelliğin ilçenin dışa açılımında etkili olacağı
muhakkaktır.
Çermik’in Gelincik Dağı ve kaplıcaları yanında ayağa kaldırılması gereken
kalesidir ki ilçeye hâkim dağda yeniden inşa edilecek kale, termaller üzerinden
yükselttiği zaman, ilçenin en büyük eksikliği tamamlanmış olur. Kırk yıl önce ve
kırk yıl sonra Çermik’e dair aslında söylenecek çok şey vardır...
2. ÇÜNGÜŞ’TE BAĞCILIK
Çüngüş’te bağcılık, Çermik’teki bağcılıktan farksızdır. Yalnız son yıllarda
mevcut bağların gittikçe yaşlanması, bağcılığın önünde bir çıkmaz oluşturmuştur.
Bu sebeple sağlanan destek sonucu 14,450 aşılı bağ çubuğu ile 145 dekarlık
alanda ekim ve bakım çalışmaları yapılarak Çüngüş’teki bağcılık canlandırılmak
istenmiştir. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın 1997 senesinde
15 aileye onar dekarlık örnek bağ tesisi yapması, bağcılığa verilen önemden
kaynaklanmaktadır. Çüngüş’ün baraja yakın oluşu, iklim şartlarını zaman içinde
değiştirmiştir. Bu şartlara Çüngüş’ün rakımı da dahil edilmelidir. Çermik’e 20
kilometre yakın olmasına rağmen Çermik ve Çüngüş üzümü arasında bu yüzden
biraz farklılık vardır. Yine de Sinek Çayı ve Çüngüş arasında kalan bölümdeki
bağların verimliliği Çermik Üzümü kalitesindedir. Yine de Çüngüş’te yapılan
çalışmalar, ilerideki yıllarda bağcılık alanında verimin sağlanması hususunda
önemlidir. Çermik’e duyduğumuz ilgi, bundan kırk sene önce başladı. Bu hususta
yayınlanan bir makalemizde Çermik’e ilgi duyanlar için yeterince bilgi olduğu
kanaatindeyim. Bu bildirinin sonunda dipnot kısmında bu makaleye Çermik’in
daha iyi tanınması için yer veriyoruz (7).
24
3. SONUÇ
Bildirimizde belirttiğimiz şekilde özellikle Çermik’te bağcılık, ilerideki
yıllarda alternatif geçim kaynaklarından biridir. Mermer alanında yoğunlaşan
yatırımlar, bağcılık alanında da yoğunlaşırsa ekonomik kalkınma daha çabuk
gerçekleşir. Çermik’te bağcılığı tehdit eden mermer ocaklarındaki mermer tozlarının
oluşturduğu aşırı derecedeki hava kirliliğinin de önüne geçilmelidir. Bağcılık
alanında şahsî ticaretin kooperatifleşme süreci ile ortadan kalkması üretici ve
tüccar arasındaki üzüm fiyatlarını dengeler. Kooperatifleşme ile üzümden yapılan
birçok ürünün de üretimi, paketlenmesi, satışa sunulması mümkündür. Günümüzde
üreticilerin yaptığı çalışmalar, ürünün piyasada tanınması için yeterli değildir.
Boğazkere ve Öküzgözü üzümleri şarapçılık alanında tanınmasına rağmen, pestil,
sucuk, kesme, sirke gibi ürünlerin de bu denkli tanıtılması gerekir. Diyarbakır Tekel
Fabrikası’nın kapatılması da üreticilerin ürünlerini toplu olarak yerinde ucuz bir
fiyatla kimi zaman elden çıkartmalarına sebebiyet vermektedir.
Elbette Çermik için belirttiğimiz hususlar, ilçeye 20 kilometre yakınlıkta olan
Çüngüş için de geçerlidir. Daha doğrusu bu bildiride Çermikî ele alırken beraberinde
aynı alanda olan Çüngüş’ü de bağcılık yönünden tanıtmaya çalıştık. Ergani her ne
kadar Çermik ve Çüngüş’ten nüfus ve ekonomik gelişme bakımından ileride ise de
Bağcılık alanında yapılacak yatırımlardan Ergani de yararlanabilir düşüncesindeyiz.
KAYNAKLAR
1. KONYAR Basri Diyarbekir Yıllığı. Sayfa 142 -144. Diyarbakır 1936 (Bu
bölümde dönemin yazım özelliklerine bağlı kalınmıştır. Sadece ana metinde geçen
“santimetro” kelimesi “santimetre” olarak değiştirilmiştir. M.A.A).
2. age sayfa 143-144.
3. DEĞİRMENCİ Nurettin. 1960’lı Yıllardan Bir Kesit, Çermik. s 236-240
Kendi Yayını Mersin 2002.
4. IŞIK Hamdullah Çermik Çermik 2004.
5. İlçe Tarım Müdürlüğü Verileri- 2011.
6. Çermik’e dair bu makalemiz, www.edebiyatdostlari.com ile www.tyb.
org.tr sitesi’nde yayınlanmıştır.
25
ÇÜNGÜŞ İLÇESİ BAĞCILIĞI VE ÜZÜM ÜRETİCİLERİNİN
ÖRGÜTLENMEYE BAKIŞ AÇILARI
Songül AKIN1 Remziye CENGİZ2 İnanç ÖZGEN3 Fatma ÖCAL KARA4
ÖZET
Bağcılılık Türkiye’nin en önemli tarımsal alanların başında gelmektedir.
Bağcılık Türkiye’de üreticinin geçimi için önemli bir rol oynamakla birlikte ülke
ekonomisine de önemli katkılar sağlamaktadır. Güneydoğu Anadolu bölgesi bağ
alanlarımızın yaklaşık %25’i, üzüm üretimimizin ise yaklaşık %15’ini karşılaması
nedeniyle önemli bir potansiyele sahiptir. Bu bölgede Diyarbakır ili Çüngüş ilçesi
ülkemizin en kaliteli şaraplık üzüm çeşitlerinden olan Öküzgözü ve Boğazkere
yetiştiriciliğinin yoğunlaştığı bir yöredir.
Bu çalışma 2010 Nisan ayında yapılmıştır. Çalışma ile bu yöredeki üzüm
üreticilerinin üretimden pazarlamaya kadarki tüm aşamalarda yaşadıkları sorunlar
ile bu sorunların çözümüne yönelik örgütleneme biçimleri ile bu örgütlenme
yapılarına bakış açılarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla Çüngüş
ilçesinde bağcılık yapan üzüm üreticileri ile yapılan anket çalışmaları ve nitelikli
sohbetlerden elde edilen birincil kaynaklı veriler ile Tarım ilçe müdürlüğü elde
edilen ikincil kaynaklı veriler kullanılmıştır
Çalışma sonucunda, üreticilerin sadece % 36.9’unun daha önce tarımsal bir
kooperatife üye oldukları ve bu üyelerin % 96.7’sinin kooperatif hizmetlerinden
hiç memnun olmadıkları görülmüştür. Kooperatiflere karşı yargının oluşmasında
katılımcıların %44.5’nin olumlu bir kooperatif örneği olmamasını neden
göstermişlerdir.
Anahtar Kelimeler: Örgütlenme, bağcılık, üzüm üreticileri, Çüngüş.
Yrd.doç.Dr.; Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü, 21280 Diyarbakır
e-mail :sakin @dicle.edu.tr
2
Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü öğrencisi
3
Yrd.doç.Dr.; Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü, 21280 Diyarbakır
e-mail: ozgen @dicle.edu.tr
4
Arş.Gör.; Harran Üniversitesi Ziraat Fakültei Tarım Ekonomisi Bölümü 63280
e-mail: [email protected]
1
26
ABSTRACT
Many crops can be grown easily in Turkey due to its suitable soil and climate
conditions. Among these crops, production amount of grape is greater than amount
of other fruits. South East Anatolian region of Turkey comprises 25% of total
vineyard area of Turkey and supply %15 of total grape production of Turkey. In this
region, Diyarbakır province Çermik district is the main grape growing location for
Öküzgözü ve Boğazkere varieties for vine production.
The present study aims to determine problems of grape growing and problems
of grower’s organizations. For this purpose, surveys data from Cermik county
vineyard grape growers and direct conversations with them used as the primary
source, information from Agriculture district offices and development cooperation,
are used.
Operating as a result, 36.9% of producers ‘flour before being members of an
agricultural cooperative, and that 96.7% of members’ services to give the cooperative
was not at all satisfied. Against the judiciary, the formation of cooperatives, 44.5% of
the participants’ lack of a positive example of co-operatives have demonstrated why.
Key Words: Organization, Viticulture, Grape Grower’s, Çüngüş.
1. GİRİŞ
Yaklaşık 7500 yıl önce Anadolu da kültüre alınan asma, her zaman bu bölgede
toplumsal ve ekonomik yaşamında önemli katkılar sağlamıştır (Ergenoğlu ve
Tangolar 2000). Ülkemizde üzümler genellikle sofra, kurutmalık ve şaraplık olarak
değerlendirilmektedir. Milli ekonomide küçümsenemeyecek bir paya sahip olan
bağcılık sektörü, üretim ve değerlendirme aşamasındaki bir çok sorundan dolayı
bir gerileme sürecine girmiştir (Çelik ve ark, 1998). Üretici merkezlerinde faaliyet
gösteren aracılar, birbirinden çok farklı şekilde çalışan simsarlar, komisyoncular,
nakliyeciler, tüccarlar, tüccar komisyoncular, nakliyeci tüccarlar, satıcı üreticiler
ve kooperatiflerdir. Hal yasası hallerde kooperatiflerin dolayısıyla üreticilerin
öncelikle yer almasını öngörmesine rağmen, uygulamada üretici bölgesi hallerde
komisyoncu ve tüccar komisyoncular ağırlık göstermektedir (Günes ve ark, 1986).
Üreticilerin etkin olmadığı bir yapının yanı sıra üreticilerin finansman gereksinimleri
Komisyonculardan karşılamaları ve örgütlü olmayışları, buna karşın komisyoncu
ve tüccarların dernek ve kooperatifler adı altında örgütlenmeleri üreticilerin fiyat
oluşumundaki etkilerini azaltmaktadır ( Hatırlı ve Yurdakul, 1992).
Tarım sektöründe kaynakların sınırlı olması, doğal koşullara bağımlı
olarak yüksek risk faktörü taşıması, ürünlerin muhafaza koşullarının özel olması,
pazarlama alt yapısındaki aksaklıklar ve arz talep uyumsuzluğundan kaynaklanan
fiyat dalgalanmaları nedeniyle örgütlenme gerekliliği önem kazanmaktadır (Kiracı
ve Özdemir, 2005). Ülkemizdeki tarım sektörünün örgütlenme deseni ve örgüt
yelpazesinin oldukça geniş olduğu görülmektedir. Ancak, Türkiye’de tarım sektö-
27
ründe mevcut organizasyon modellerinin yeterli ölçüde etkin olamadıkları ve mevcut
organizasyonlar açısından bir kavram karmaşasının olduğu da açıkça görülmektedir
(Yercan, 2007). Diyarbakır ilinde tarımsal kooperatifler sayısal olarak diğer
gelişmiş illerin çok gerisinde olmamasına karşılık, mevcut örgütlenmelerin nitelik
ve etkinlikleri açısından diğer illere göre çok daha evvelki bir düzeyde olduklarını
söylemek mümkündür. Yörede kooperatif örgütlerinin genel olarak ortaklarına
pazarlama girdi temini ve teknik destek sağlamadığı 2009 yılı içerisinde ilde mevcut
kooperatiflerin %23’nün muaccel olduğu bilinmektedir (Anomin, 2010 a ).
Bağcılık ülkemizde hemen hemen tüm bölgelerde bağcılığa uygun iklim ve
toprak isteklerinin mevcut olması nedeniyle önemli bir faaliyet olarak çok eski
tarihlerden bu yana yapılmaktadır. Güneydoğu Anadolu bölgesi bağ alanlarımızın
yaklaşık %25’i, üzüm üretimimizin ise yaklaşık %15’ini karşılaması nedeniyle
önemli bir potansiyele sahiptir (Akın ve Özdemir, 2010).
2. MATERYAL VE YÖNTEM
Çalışmanın ana materyalini Diyarbakır ili Çüngüş ilçesinde bağcılık yapan
üreticiler ile yapılan anket ve nitelikli sohbetler ile elde edilen birincil kaynaklı
veriler ve Tarım il Müdürlüğü, Çiftçi Kayıt Sistemi ve Türkiye İstatistik Kurumundan
elde edilen ikincil kaynaklı veriler oluşturmaktadır. Çalışmanın sosyo kültürel
çerçevesinin de bulunması nedeniyle nicel deneysel çalışmanın yanında nitel bilimsel
araştırmaya da başvurulmuştur. Niteliksel araştırmada; görüşme katılımcı gözlem,
doküman analizi veya diğer tekniklerle birlikte kullanılabildiği için (Özdamar, 1999)
nicel araştırma tekniği ile birlikte kullanılmıştır. Yapılan nitelikli sohbetlerin soruları
ise anket uygulamasına çıkmadan önce yapılandırılmıştır.
Araştırmanın ana kütlesi Çüngüş ilçesinin 37 köyünde ÇKS kayıtlarına göre
400 dekarın üzerinde bağ arazisi olan köylerdeki üreticiler olup örneklem büyüklüğü
tesadüfî örneklem yöntemiyle bulunmuştur. Hesaplamada şu formül kullanılmıştır;
n= Z2*N*P*Q/(N*D2+Z2*P*Q
Bu formüle ait açıklamalar aşağıdaki gibidir.
n= Örnek büyüklüğü
Z= Güven katsayısı(%95’lik güven için bu katsayı 1.95 alınmaktadır)
N= Ana kütle büyüklüğü
P= Ölçmek istediğimiz özelliğin ana kütlede bulunma ihtimali
Q= 1-P
D= Kabul edilen örnekleme hatası (Çıngı, 1994)
Yukarıdaki formül ile yapılan hesaplamada örneklem büyüklüğü 80 olarak
hesaplanmış fakat anket uygulamaları sırasında çıkabilecek aksaklıklarda göz önüne
alınarak 84 anket uygulanmıştır. Elde edilen veriler, SSPS bilgisayar programında,
çok değişkenli analiz tekniklerinden faydalanarak yorumlanmıştır. Ayrıca birbiri ile
28
ilişkisi olduğu düşünülen bazı sorular arasında cevapların cevapları arasındaki
sıklıkların tespiti için Chi-Square Tests kullanılmıştır (Püskülcü ve İkiz, 1989).
3. BULGULAR VE TARTIŞMA
3.1. Diyarbakır İli Çüngüş İlçesi Bağcılığının Genel Durumu
Diyarbakır ilinin toprak yapısı ve iklim özellikleri incelendiğinde bu özelikler
bakımından ilin bağcılık için son derece uygun bir ekolojik yapıya sahip olduğu
görülmektedir (Özdemir ve Tangolar, 2005; Özdemir, 2009). Güneydoğu Anadolu
Bölgesi illeri içerisinde önemli bir bağcılık potansiyeline sahip olan Diyarbakır
ilinde 24 126 ha bağ alanında yaklaşık 130 741 ton üzüm üretilmektedir (Atalay ve
ark., 2003; Anonim, 2009; Özdemir ve Karataş, 2009). Bu bölgede Diyarbakır ili
Çüngüş ilçesi ülkemizin en kaliteli şaraplık üzüm çeşitlerinden olan Öküzgözü ve
Boğazkere yetiştiriciliğinin yoğunlaştığı bir yöredir. Çüngüş Diyarbakır’ın en küçük
yüz ölçümüne sahip ilçesidir. Sahip olduğu toplam tarıma elverişli alan miktarı 101
000 da olup sulanabilir tarım arazisi miktarı 25 199 da’dır. Coğrafi yapının dağlık ve
engebeli oluşu nedeniyle özellikle tarım arazilerine ulaşımı olumsuz etkilemektedir.
Arazi yapısındaki engebeli yapı ilçedeki tarım arazilerinin de parçalı bir yapı
göstermesinde önemli bir etkendir. Ulaşım imkânlarındaki sınırlılıklar üreticilerin
pazarlama imkânlarını kısıtlamakta ve üretilen tarım ürünlerinin genellikle ilçe
merkezinde pazarlanmasına neden olmaktadır. İlçede buğday, arpa, mısır, darı, nohut,
mercimek, tahıl grubu ürünler, kuru soğan, sarımsak gibi sebze grubu ürünlerde
yetişmektedir. Diyarbakır ili Çüngüş ilçesi üzüm üretimi bakımından ilin en önemli
kaliteli üzüm üretim merkezidir. İlçede en çok yetiştirilen ürünler sırasıyla; üzüm,
badem ve cevizdir. İlçenin sahip olduğu bağ alanları Diyarbakır ili bağ alanlarının
yaklaşık %15’ine tekabül etmektedir. (Anonim, 2010 b).
3.2. Üreticiler İle İlgili Genel Bilgiler
Araştırma, Yeniköy, Oyuklu, Merkez, Kireçevleri, Çınarcık ve Aydınlı
köylerinde yapılmıştır. Anket yapılan işletme sahiplerinin yaşları 20-75 arasında
değişmekle birlikte ankete katılanların %32’nin 41-50 yaş aralığında olduğu
görülmüştür. 20-30 yaş aralığında bulunan üreticilerin oranın % 16.7 olduğu
görülmüştür. Akın ve Özdemir’in 2010 yılında Çermik ilçesinde 2010 yılında
yaptıkları benzer çalışmada 20-30 yaş aralığında bulunan bağcıların oranı %8.3
olarak tespit edilmiştir. Üreticilerin bağcılık deneyimleri 5 ve 40 yıl arasında
değişmekle birlikte,yoğunluklu olarak katılımcıların %28.6’nin 11 ile 15 yıl
arasında, %23.8 oranında ise 21ile 30 yıl arasında bağcılık deneyimine sahip
oldukları, tespit edilmiştir (Çizelge1).
29
Çizelge 1. Üreticilerin yaş dağılımları ve bağcılık deneyimleri.
Yaş
dağılımları
Sayı
% Oran
Bağcılık
deneyimleri
Sayı
% Oran
20-30
14
16.7
5-10
9
10.7
31-40
23
27.4
11-15
24
28.6
41-50
27
32.1
16-20
15
17.9
51-60
13
15.5
21-30
20
23.8
61-75
7
8.3
40-50
16
19
Toplam
84
100
Toplam
84
100
Çalışmada, üreticilerin %33.3’sinin ilkokul mezunu, sadece %3.6’nın
okuryazar olmadığı işletmecilerin % 25’lik bir kısmının lise mezunu olduğu,
%4.8’nin üniversite mezunu olduğu tespit edilmiştir (Çizelge 2). Bu durum Akın
ve Özdemir’in 2010 yılında Çermik ilçesinde 2010 yılında yaptıkları benzer
çalışmadaki veriler karşılaştırıldığında, üreticilerin eğitim düzeyinin Çüngüş
ilçesinden oldukça düşük olduğunu göstermektedir.
Çizelge 2. Üreticilerin eğitim düzeyi.
Eğitim düzeyi
Sayı
% Oran
Okuryazar değil
3
3.6
Okuryazar
6
7.1
İlkokul
28
33.3
Oratokul
22
26.2
Lise
21
25
Üniversite
4
4.8
Toplam
84
100
Ankete katılan üreticilerin % 53.6’sının sadece bağcılık, %20.2’sinin bitkisel
üretim ve bağcılık, %6’sının bitkisel üretim, bağcılık ve hayvansal üretimi birlikte
yaparak geçimlerini sağladıkları saptanmıştır. Toplam gelir içinde bağcılıktan elde
edilen gelirin oranı incelendiğinde üreticilerin %14.3’ünün toplam gelirlerinin
%10’unu, üreticilerin %11.9’nun gelirlerinin %70’ni, bağcılıktan elde ettikleri
belirlenmiştir (Çizelge 3).
30
Çizelge 3. Tarımsal faaliyetin üretim şubeleri arasında dağılımı ve
bağcılık gelirinin toplam gelir içindeki payı.
Tarımsal faaliyetin üretim şubeleri arasında
dağılımı
Sayı
% Oran
Sadece bağcılık
45
53.6
Bağcılık ve bitkisel üretim
17
20.2
Bağcılık, bitkisel üretim
5
6.0
ve hayvansal üretim
Farklı meslek ve bağcılık
7
8.3
Farklı bir meslek bağcılık
9
10.7
ve diğer bitkisel üretim
Toplam
84
100
Bağcılık gelirinin toplam gelir
içindeki payı
Sayı
% Oran
%10
12
14.3
%20
16
19.0
%40
17
20.2
%50
18
21.4
%60
11
13.1
%70
Toplam
10
84
11.9
100
3.3. İşletmeler İle İlgili Genel Bilgiler
Araştırma kapsamına alınan işletmelerin büyüklüğü 0–10 da ile 101 da ve
üzeri arasında değişmekle birlikte işletmelerin %34.5’lik bir kısmının 10-30 da,
%26.2’sinin 30-40 da, sadece %2.4’ünün 81-100 bir büyüklüğe sahip olduğu
görülmektedir. Bitkisel üretim yapılan araziler içinde bağ arazilerin miktarı 2–4 da
ile 51 da arasında değişmektedir (Çizelge 4).
Çizelge 4. İşletmelerin toplam üretim alanı ve bağ alanı genişlikleri.
Toplam üretim
alanı (da)
0-10
10-30
30-40
40-50
41-50
51-60
61-80
81-100
Toplam
Sayı
20
29
22
7
5
2
2
2
84
% Oran
23.8
34.5
26.2
8.3
6.0
2.4
2.4
2.4
100
Bağ alanı (da)
2-4
5-10
11-20
21-30
31-40
41-50
51-60
61 üzeri
Toplam
Sayı
11
22
22
16
6
5
2
0
84
% Oran
13.1
26.2
26.2
19
7.1
6
2.4
0
100
Üreticilerin bağ parsel sayıları 1-8 parsel arasında olup toplam üretici sayısının
%2.4’nün 1 adet parsele, üretici sayısının %22.6’sının 4 parsele sahip ol olduğu
belirlenmiştir. Üreticilerin parsel büyüklüğü 1 - 10 da üzeri arasında olup %44’lük
bir çoğunlukla üreticilerin parsel büyüklüğü 1-3 dekar grubunda yoğunlaştığı
görülmüştür (Çizelge 5). En genç parsel yaşı 2 ile 11 yaş ile sınırlandırılmış,
ağırlıklı olarak parsellerin %31’nin 5 yıllık oldukları tespit edilmiştir.
31
Çizelge 5. Parseller ile ilgili bilgiler.
Parsel
sayısı
1
Parsel
parsel
Sayı % Oran büyüklüğü Sayı % Oran
Sayı
yaşı (Yıl)
(da)
2
2.4
1-3
37
44
2
5
% Oran
6
2
8
9.5
4-5
20
23.8
3
21
25
3
17
20.2
6-8
12
14.3
4
15
17.9
4
19
22.6
9-10
12
14.3
5
26
31
5
16
19
10 ve üzeri
3
3.6
10
10
11.9
6
12
14.3
11
7
8.3
7
6
7.1
8
4
4.8
Toplam
84
100
Toplam
84
100
Toplam
84
100
Bağlarda yetiştirilen üzümlerin çeşitlere göre arazi dağılımına bakıldığında
Boğazkere çeşidini yetiştiren üreticilerin %21.4’ünün parsel büyüklüğünün 26-35,
Şire çeşidini yetiştiren üreticilerin ise %55.9’unun parsel büyüklüğünün 1-5 da
arasında olduğu saptanmıştır (Çizelge 6).
Çizelge 6. Yetiştirilen çeşitlerin dağılımı ve üretim alanı miktarları.
Tahannebi
Dekar Sayı
%
017
20.2
1-5
29
34.5
6-15
2
2.4
16-25 1
1.2
26-35
Çeşitlere göre üretim alanı miktarları
Şire
Öküzgözü
Boğazkere
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
18
21.4
70
86.9
45
53.6
47
55.9
3
3.6
7
8.3
23
27.3
11
13.1
3
3.6
16
19
18
21.4
Banki
Sayı
%
52
61.9
20
23.8
7
8.3
1
1.2
Çüngüş ilçesi araştırma alanı içerisinde yer alan ağırlıklı olarak Boğazkere
ve Öküzgözü şaraplık üzüm çeşitlerinin yetiştirildiği belirlenmiştir. İlçede ÇKS
kayıtlarına göre 8500 da alanda bağcılık yaptıkları tespit edilmiştir (Anonim b
2010). Üreticilerin % 22.6’sı şarplık üzümü tercih etmmeme nedeni olarak günah
seçeneğini seçmesine rağmen % 57.2’sinin saış konusunda zorluk yaşadıkları tespit
edilmiştir (Çizelge 7). 2005 yılında Elazığ ve Diyarbakır’daki Tekel fabrikalarının
kapanması ile birlikte özellikle şaraplık üzüm yetiştiren üreticiler ürünlerini
yörede oluşan oligopson piyasa koşullarından olumsuz bir şekilde etkilendikleri
bilinmektedir (Sarıözkan, 2006).
32
Çizelge 7. Üreticilerin şaraplık üzüm çeşitlerine karşı bakış açıları.
Şaraplık çeşitlerinin tercih edilmeme nedeni
Sayı
%
Cevap Yok
Günah
Satması zor
17
19
48
20.2
22.6
57.2
Toplam
84
100
Üreticilerin, %56’sı bağlarda en çok külleme hastalığına rastladıklarını
belirtirken %22.6’lık bir kesim söz konusu hastalıkların hepsinin bağlarında
olduğunu belirtmişleridir. Üreticilerin %20.2’sinin ilaçlama yapmadığı tespit
edilirken, bağ alanı ve ilaç kullanım miktarı arasındaki ilişkinin P=0.0002 düzeyinde
anlamlı bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Üreticilerin %58.7’lik bir kesiminin
ilaçlamayı kendi düşüncesine göre yaptıkları tespit edilmiştir (Çizelge 8). Bağ alnı
büyüklüğü ve ilaçlama şekli arasındaki ilişkinin tespiti araştırıldığında P= 0.881
olduğu görülmüş ve anlamlı bir ilişki tespit edilememiştir.
Çizelge 8. Görülen hastalık, zararlılar ve mücadele şekilleri.
Hastalıklar
Mildiyö
Sayı
24
%
13.1
Zaralılar
Salkım Güvesi
Sayı
9
%
10.7
Külleme
54
56.0
Filoksera
64
76.2
Ölü Kol
2
8.3
Sinek, Arı
5
6
Hepsi
4
22.6
Hepsi
6
7.1
Toplam
84
100
Toplam
84
100
Sayı
%
İlaçlama yapılma düzeyi
İlaçlama şekli
Sayı
%
Evet
63
75
Kendi bilgime göre
37
58.7
Hayır
21
25
İlaçtaki talimata göre
20
31.7
100
Ziraat mühendisine göre
Toplam
13
63
20.6
100
Toplam
84
3.4. Üretici Örgütlerinin Varlığı Tanıma Düzeyleri ve Bakış Açıları:
Çüngüş’te üzüm üreticilerinin yoğun olarak bulunmaktadır. Bu alanda bir
kooperatif örgütlenmesi olmuş fakat kooperatif aktifleşemediği için 2009 yılında
fes edilmiştir. Ankete katılan üreticilerinin örgütlülük düzeyinin tespitine yönelik
sorulmuş olan oruda katılımcıların %36.9’unun tarımsal kalkınma kooperatifine
daha önce üye oldukları ve bu katılımcıların % 96.7’sinin kooperatif hizmetlerinden
hiç memnun olmadıkları tespit edilmiştir (Çizelge 9).
33
Çizelge 9. Hangi üretici örgütüne üyesiniz
Üretici örgütleri
Sayı
%
Memnuniyet derecesi
14
19.6
Çok memnunum
31
36.9
Memnunum
Tarım satış Kooperetifine
7
8.3
Hiç birine üye değilim
32
Toplam
84
Ziraat odası
Tarımsal kalkınma kooperatifi
Sayı
%
Hiç memnun değilim
30
96.7
39.1
Bilmiyorum
1
3.3
100
Toplam
31
100
Genel anlamda kooperatiflerin üreticiye en fazla yarar sağlayacak hizmetinin
hangisi olduğu ile ilgili soruya katılımcıların %38.5’inin depoloma Konusunda
sağlayacağı faydayı önemsedikleri tespit edilmiştirki bu durum, üreticilerin ürünü
hasat zamanında komisyoncuya ucuza satmak zorunda kalmasının bir yansıması
olarak değerlendirilebilir. Katılımcıların %38.5’nin kooperatiflerin hiç bir faydasının
olmadığını düşünüyor olmasıda yörede kooperatiflere karşı olumsuz bir bakış
açısının mevcudiyetine işaret etmektedir (Çizelge 10).
Çizelge 10. Kooperatif hizmetleri konusundaki bakış açıları.
Sayı
%
Girdi temini
Pazarlama
Depolama
Hiçbir faydası yoktur
10
9
32
32
12
11
38.5
38.5
Toplam
84
100
Kooperatiflerin en faydalı hizmeti hangisidir?
Kooperatiflere karşı olumsuz olumsuz bakış açısının nedeninin ne olduğu
konusunda sorulmuş soruya katılımcıların % 44.5’inin başarılı bir örnek görmedikleri
için %41’nin kopperatif başkanına güvenmedikleri için %14.5’nin ise kooperatifin
işleyişi hakkında bilgi sahibi olmamalarının bakışlarında etkili olduğu sonucuna
varılmıştır (Çizelge 11). Akın ve Özdemirin 2010 yılında Çermik ilçesinde yapmış
oldukları çalışmada konuyla ilgili bakış açısı üzerinde kooperatif başkanına karşı
güvensizlik ilk sırayı, başarılı koopretifçilik örneklerinin olamyışı ikinci sırayı ve
bilgisizlik üçüncü sırayı almıştır.
Çizelge 11. Kooperatif örgütlerine bakış açılarının nedenleri.
Bakış açıları
Kooperatifin genel işleyişini bilmiyorum
Kooperatif başkanına güvenmiyorum
Başarılı bir örnek hiç görmedim
Toplam
34
Sayı
12
35
37
84
%
14.5
41
44.5
100
3.5. Ürün İşleme Değerlendirme ve Pazarlama İle İlgili Bilgiler
Üreticilerin %1’nin elde ettikleri ürünün tamamını sattıkları, %58’sinin
ise üzümü pekmez, pestil ve kesmeye işledikleri tespit edilmiştir. Yapılan
nitelikli görüşmelerde üreticiler, üzümü taze olarak satmanın daha karlı olmasına
rağmen, ürünün nakliye ve depolama masraflarının yüksek olmasının bunu
gerçekleştiremedikleri beyan etmişlerdir. Üreticilerin %27’ü pestilin, %10’u
pekmezin karlı olduğunu düşünmektedir. Çüngüş yöresinin pestillerinin özellikle
Diyarbakır ve çevre illerdeki damak zevkine uygun olması nedeniyle pazarda fiyat
farkı olmasının bu tercihte etkili olduğu düşünülmektedir. Üreticilerin hiç birisi
sözleşmeli üretim yapmamaktadır. Ürünü perakende olarak kendisi satan üreticilerin
oranı %47.6’dır,bu durumun Çüngüş’te ulaşım imkanlarının daha kısıtlı olmasından
kaynaklanabileceği düşünülmektedir (Çizelge 12).
Çizelge 12. Üzümün işleme, değerlendirme ve pazarlanması.
Değerlendirme şekli
Tamamını satıyorum
Aile içi tüketimden arta kalanı
perakende olarak satıyorum
İşleyip satıyorum
(pekmez, pestil, kesme, sirke)
Şaraba işleyip satıyorum
Cevap yok
Toplam
Pazarlama Şekli
Şözleşmeli üretim yapıyorum
Perakende olarak kendim satıyorum
Hale götürüp komisyoncuya satıyorum
Yerel toplayıcılara bağda satıyorum
Toplam
Sayı
%
1
1.2
İşleme şekline
göre karlılık
durumu
Taze
20
24
58
69
-
Sayı
%
30
35.6
Pekmez
10
12
Pestil
27
32.2
Kesme
1
1.2
5
5.8
Şaraplık
16
19
84
Sayı
-
100
%
Toplam
84
100
20
15
49
84
23.8
17
58.2
100
35
4. SONUÇ
Diyarbakır ili Çüngüş ilçesi üzüm yetiştiriciliği bakımından son derece
uygun bir ekolojik yapıya sahiptir. İlçede çok uzun yıllardır yöreye adapte olmuş
farklı üzüm çeşitleri ile üzüm yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bu çeşitlerin başında
ülkemizin en kaliteli şaraplık üzüm çeşitlerinden olan Boğazkere gelmektedir.
Son yıllarda ilçede bu çeşitler dışında farklı çeşitleri yetiştirme isteklerinin olduğu
görülmektedir. Bu isteğin temelinde son yıllarda şaraplık üzümün satışı konusunda
üreticilerin komisyoncuların insafına kalmalarından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Çüngüş yöresinde Ulaşım imkânlarının diğer yerleşim yerlerine oranla daha kısıtlı
olmaları karı daha yüksek olan taze olarak üreticinin pazara doğrudan mal satışını
engellemektedir. Bu olumsuzluklara rağmen üreticilerin bireysel hareket etmeleri
ve bir kooperatif çatısı altında toplanmamalarının nedenlerinin ortadan kaldırılması
gerekmektedir. Ayrıca, bölgede görev yapan Üniversite, Araştırma Enstitüsü, Tarım
İl Müdürlüğü gibi kamu kuruluşları ile şarap fabrikaları ve üzüm işleme sanayi
gibi özel sektör kuruluşları arasında üzüm üreticilerimiz, üretici birliklerimiz ve
kooperatiflerimizin de dahil edilecekleri üzümün üretiminden pazarlanmasına
kadarki tüm aşamalarda yaşanan sorunların çözümünü sağlayacak ortak projelerin
yürütülmesinin gerektiği düşünülmektedir.
Çüngüş
36
KAYNAKLAR
Anonim, 2009. TUİK Bitkisel Üretim İstatistikleri. http://www.tuik.gov.tr/
AltKategori.do?ust_id=13 (11.08.2010).
Anonim, 2010 a. Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü Tarım İstatistikleri ve Çiftçi
Kayıt Sistemi Verileri.
Anonim, 2010 b. Çüngüş Tarım İlçe Müdürlüğü Tarım İstatistikleri ve Çiftçi
Kayıt Sistemi Verileri
Akın, S. ÖZDEMİR, G. 2010. Diyarbakır İli Çermik İlçesi Bağcılığı ve
Üzüm Üreticilerinin Örgütlenmeye Bakış Açıları. IX. Tarım Ekonomisi Dergisi, C:1.
S: 526-533 Şanlıurfa.
Atalay, D.A. Özdemir, G. ve Karataş, H. 2003. Diyarbakır Bağcılığının
Mevcut Durumu Sorunları ve Çözüm Önerileri. GAP III. Tarım Kongresi. 02-03
Ekim 375-378 s. Şanlıurfa
Çelik, H. Ağaoğlu, Y. S. Fidan, Y. Marasalı, B. Söylemezoğlu, G. 1998.
Genel Bağcılık. Sun Fidan A.Ş. Meslek Kitapları Serisi: 1, Ankara. 253 s.
Ergenoğlu, F. Tangolar, S. 2000. Bağcılık İçin Pratik Bilgiler. TÜBİTAK,
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu. TARP, Türkiye Tarımsal Araştırma
Projesi Yayınları. Adana.
Güneş, T. Arıkan, R. Erdem, H. Ergenoğlu, F. Gezerel, Ö. Kaplankıran,
M. Çetin, B. 1986. Adana ve İçel İllerinde Üretilen ve Ankara’ya Gönderilen Önemli Yaş Meyve ve Sebzelerin Pazarlanmasının Düzenlenmesi ve Masrafların Düşürülmesi Araştırması. TUBİTAK Proje No: TOAG - 550, Ankara.
Hatırlı, S.A. Yurdakul, O. 1992. Mersin’de Örtü Altı Sebzeciliğin Pazarlama
Yapısı ve Sorunları. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 7,2. Adana
Özdemir, G ve Karataş, H. 2008. Diyarbakır İli Bağcılığı. Ulusal BağcılıkŞarap Sempozyumu ve Sergisi. 6-8 Kasım 2008, s. 405 - 413, Denizli.
Kiracı, M.A. ve Özdemir, G. 2005. Tekirdağ İli Şarköy İlçesi Bağcılığında
Örgütlenme Olanakları. 6. Türkiye Bağcılık Sempozyumu. Cilt: I, s: 223, 19-23
Eylül, Tekirdağ
Sarıözkan, S. 2006. Türkiye’de Hayvansal Ürün Fiyatları ve Girdi Maliyetleri
(1995-2004), Erciyes Üniv Vet Fak Derg 3(2) 105-110, Kayseri, 2006
Yercan, M. 2007. Türkiye ve Avrupa Birliğinde Tarımın Örgütlenme Deseni
ve Tarımsal Kooperatifler, Tarım Ekonomisi Dergisi 13(1): 19 – 29.
37
KOCAKÖY’DE MEYVECİLİK
Yahya Kamçı Coğrafyacı
ÜZÜM
KARAZ, Kürtçe bağ işi anlamına gelen Kar- rez kelimelerinin birleşmesiyle
oluş-muştur. İlçenin sınırları içinde çok sayıda bağın bulunması bunu kanıtlar
niteliktedir. Kocaköy’de meyvecilik başlığı altında akla ilk gelen faaliyet tabiki
bağcılıktır. Bağ ´´rez´´ denilen üzüm bahçesidir. İlçede en uygun bağ alanları
ilçenin doğusunda ve kuzeyinde yer almaktadır. Eskiden Kocaköy arazisinin büyük
bir kısmında önemli bir ticari ürün olan bağcılık yapılmaktaydı. Son zamanlarda
bağcılık yerini tütün ve pamuk gibi ekonomik değeri daha yüksek olan ürünlere
bıraktı. İlçedeki üzüm çeşitleri.
38
Meromi: Şıralık üzümdür. Bol şıralı, oldukça tatlı hemen hemen kokusuz bir
üzümdür ağustos sonlarında olgunlaşmaya başlar.
Cısan: Genellikle kırmızı yada siyaha çalan kahverengi-mor reklerdeki
üzümlerdir. Genellikle erkenci türdür.
Havine: En erken olgunlaşan çeşittir. Genellikle yuvarlak yada yumurta
biçimlidir. Tane büyüklüğü nohut ile badem arasındadır.
Temmuzi: Temmuz ayında olgunlaşan bir çeşittir. Taneleri ufak ve mor
renklidir. (Üzümün şıra haline getirildiği yer)
Enzêlî: Erkenci bir çeşittir taneleri uzun ve küt burunludur.
Kadıyânî: İri yuvarlak ve kırmızı taneli bir üzümdür.
Khırpok: İsminin keliem anlamı kırılgan demektir. Taneleri uzun ve uçları
küt ve iridir. Aşırı bakım isteyen bir çeşit olup çok lezzetlidir.
NAR
İlçemizde bağcılıktan sonra en geniş meyve bahçeleri nar bostanlarıdır. İlçe
merkezimizin tam ortasında 40-50 dekar alana sahip olan nar bostanları asırlardır
ilçenin nar ihtiyacını karşılamaktadır. Bu bahçeler küçük parseller halinde çok
sayıda aile’ye aittir. Buradaki narlar genellikle kışlık tüketim için yetiştirilmektedir.
Son yıllarda İlçe Tarım Müdürlülüğünün desteğiyle Kokulupınar (Kaniyaâla)
mahallesinde modern narcılığa başlanmıştır.
BADEMCİLİK VE CEVİZCİLİK
Eskiden Kocaköy’de hatırı sayılır miktarda badem bahçesi de vardı. Bademler,
iyi verim veren ve iyi para eden meyvelerdir. Ancak son zamanlarda bilinçsiz zirai
mücadele özellikle şeftali ağçlarından bulaşan bazı hastalıklarla bahçelerin miras
yoluyla gittikçe küçülen paylara bölünmesi gibi faktörler yüzünden badem üretimi
ekonomik önemini kaybetmiş durumdadır. Ceviz eskiden bazı ailelerin ekonomisine
39
katkı sağlayan meyveler arasındaydı. Fakat bu meyve de ilçede yok olma
mertebesindedir. Şu anda bütün ilçede mevcut ceviz ağacı sayısı yüzden fazla
değildir.
KOCAKÖY’DE DİĞER MEYVELER
Erik, kayısı, elma çeşitleri, şeftali ve Kocaköy’de incas ya da hincas denen bir
erik türü de yetiştirilen ağaçlardandır. Fakat bunlar da bahçelerin sınır ve köşelerine
dağılmış tek tük ağaçlardan ibarettir. Son yıllarda kiraz meyvesine bir rağbet
müşahade edilmektedir. Vişne ilçemizde hemen hemen hiç bilinmemektedir.
İncir ise çok zengin türleriyle oldukça bol yetiştirilimektedir. Ancak dayanıksız
bir meyve olduğundan hemen hemen hiç pazarlanmamakta, tamamı iç tüketime
tüketilmektedir.
Kocaköy’de en çok rastlanan meyvelerden biri de mahalli adı ´´ti´´ ya da
´´tu´´ olan duttur. Yörede özellikle sindirim yolu hastalıklarına şifa olmasıyla bilinen
dutun pek çok türü arasında beyaz dur, khumri dut, romi dut, kamaş dutu, yalancı
dut, hurık dut, şeker dutu, çekirdeksiz dut… akla ilk gelenlerdendir. Dut, pekmez
üretiminde de kullanılır.
Dut pekmezi, özellikle mide ve barsak hastalıkları, sarılık ve basur için aranan
şifalı gıdalardandır. İlçemiz, ipekböcekçiliğine matuf dutluklar için de gelecek vaat
etmektedir.
Kocaköy yaban hayatının meyveleri arasında gene türlü incir çeşitleri, birkaç
üzüm çeşidi,
Böğürtlen (dırık), belalug denen bir çeşit erik, yörede ´´godiş´´ adıyla bilinen
iki beşbıyık türü, gene mahalli adı ´´şıkok/şekok (Zazaca ´´korç´´) olan ahlat (yabani
armut), kıjbıv denen bir yabani badem çeşidi, mahalli adı ´´tı’ok/tü’ok´´ olan
dardağan, mahalli adı şilef ol- an kuşburnu çeşitleri, mahalli adı ´´sımak´´ olan ve
yemeklerde ekşi olarak kullanılan bir meyve veren sumak ağacı sayılabilir.
Kaynak: Naci AKDEMİR (KARAZ KİTABI)
40
HYPERİCUM TÜRLERİNİN BİYOTEKNOLOJİK YÖNTEMLER İLE
ÇOĞALTILMASI (Kantaron)
Süreyya NAMLI*
Çiğdem IŞIKALAN
Filiz AKBAŞ
GİRİŞ
Teknolojik alandaki hızlı gelişmeler sayesinde yaşamın her alanında olduğu gibi
sağlık alanında da hızlı arayışlar, araştırmalar yapılmaktadır. Bunlardan geleneksel
tedavide yaygın olarak kullanılan türler ile ilgili çalışmalar ağırlık kazanmıştır.
Özellikle antik çağdan beri tedavide kullanılan ve çalışma konumuz olan Hypericum
ile ilgili çalışmalar dikkat çekicidir. Hypericum (Guttiferae) dünyada özellikle ılıman
bölgelerde, çalılık ve fundalık alanlarda yetişen bir bitki cinsidir (Campbell., M.H.
ve ark. 1984). Dünyada yaklaşık 400 türü bulunan Hypericum cinsi,Türkiye’de 43 ü
endemik olmak üzere 89 tür ile temsil edilmektedir. Güneydoğu Anadolu bölgesinde
de 13 türü tespit edilmiştir (Davis,P.H.,1988).
Türkiye’de kantaron, koyunkıran, kantarum ve binbirdelik otu adlarıyla
bilinir (Baytop, T.,1984 ve Kako, M.D. ve ark.1993). Geleneksel tedavide; yapraklı,
çiçekli ve meyvalı dalları ile kökleri kullanılır.
Türkiye’de geleneksel tedavide antispazmik, antiseptik ve sakinleştirici olarak
kullanılmaktadır (Baytop,T.,1999). Modern eczacılık biliminin gelişmesi, diğer
bazı bitkiler gibi Hypericum’un da tıbbi olarak kullanılabilen bir bitki olduğunu
neredeyse unutturmuştur. Fakat sentetik ilaçların tehlikeli yan etkilerinin bulunması
ve bitkilerin çok yönlü etkiye sahip olmaları, bu bitkilerin önemini yeniden gündeme
taşımıştır. Özellikle Hypericum türlerinin çağımızın yaygın hastalığı olan depresyona
karşı etkili olması bu bitkiler ve onlardan elde edilen bileşikler üzerinde çalışmaların
artmasına neden olmuştur (Laakmann, G. et al. 1998). Hypericum türleri, biyolojik
olarak aktif olan naftadiantron (hiperisin, psödohiperisin), floroglusinol, flavonoid,
prosiyanidin, tanninler, aminoasitler, fenilpropanoidler, ksantonlar ve diğer
suda çözünebilen çok sayıda bileşik içermektedir. Bunlar arasında hiperisin ve
pseudohiperisin gibi naftadiantronlar en çok ilgi çekenlerdir.
En eski ve yaygın kullanım alanına sahip olan Hypericum’un cins adı
Yunanca kökenli olup “Hayalet, kötü ruh defeden” anlamındadır. Bu bitkinin
şeytanı ve kötü düşünceleri kovduğu ve koruyucu gücünün bulunduğuna inanılırdı.
Ayrıca Hypericum, hıristiyan azizlerden biri olan St. John’la ilişkilendirilmiştir.
Hypericum’un çiçeklenmeye başladığı 21 - 24 Haziran döneminde St. John’un
doğduğuna, Hypericum’un yapraklarında kırmızı beneklerin belirginleştiği Ağustos
döneminde ise St. John’un öldürüldüğüne bu nedenle de bitkinin kanadığına
inanılır. “ St. John’s Wort” olarak adlandırılan bu bitki “St. John günü” adı verilen
özel günlerde toplanır. Hypericum türlerinin kimyasal bileşenleri üzerine yapılan
çalışmalarda; tanen, uçucu yağ, flavon türevleri, ksanton türevleri, floroglusinol
*([email protected])
41
türevleri ve hiperisin türevleri saptanmıştır. Bitkinin yenilmesi sonucu sadece
beyaz tüylü olan hayvanlarda (koyun, sığır, at) ölümle sonuçlanan deri hastalıkları
meydana gelir. Siyah tüylü hayvanlarda bu tip bir duyarlılık meydana gelmemektedir
(Kumper, 1989, Kako ve Saleem 1993). Bitki doku kültürü yötemleri kullanılarak
tohumdan itibaren in vitro şartlar altında Hypericum retusum Aucher’ de farklı bitki
hormonlarının etkileri araştırıldı (Namlı ve ark.2010). Hypericum spectabile’de
in vitro şartlardaelde edilen yaprak explantlarından bitki rejenerasyonu sağlandı
(Akbaş ve ark.2011). Hyperıcum Spectabile’ nin in vitro şartlarda elde edilen yaprak
ve kök exsplantlarından indirekt sürgün rejenerasyonu gerçekleştirildi (Işıkalan ve
ark.2011).
Gadzovska ve ark. (2005) Hypericum perforatum’ da; Karakaş (2005)
Hypericum triquetrifolium’ da; Surmuş (2006) Hypericum scabroides’te in vitro
koşullarda hiperisin ve pseudohiperisin miktarının arttığını bildirmişlerdir. Bitki
doku kültürü; Aseptik şartlarda, yapay bir besin ortamında, bütün bir bitki yada
hücre (meristematik hücreler, süspansiyon veya kallus kültürleri), doku (çeşitli
bitki kısımları) veya organ (apikal meristem, kök, vb.) gibi bitki kısımlarından yeni
doku, bitki veya çeşitli bitkisel ürünlerin (sekonder metabolitler… vb.) üretilmesidir
(Babaoğlu, M., Gürel, E., Özcan, S., 2001).
MATERYAL VE YÖNTEM
H. retusum’un olgun tohumları, musluk suyunda yıkandıktan sonra %70’lik
alkolde 30 saniye çalkalanarak ön sterilizasyonu yapıldı. Daha sonra tohumlar
%5’lik NaOCI çözeltisi içinde 10 dakika süre ile bekletildi ve ön sterilizasyonu
yapılan tohumlar steril distile su ile 5 kez 5’er dakika çalkalanmak üzere NaOCI
‘den arındırıldı. Steril tohumlar, 30 gr/lt sakkaroz, 5.465 gr agar ile desteklenmiş 1/1
MS besi ortamına aktarıldı. Agar ilavesinden önce besi ortamının pH’sı 5.8 olacak
şekilde ayarlanınır, kültür besi ortamı 1 atmosfer basınçta 121 OC de 25 dakika süre ile
otoklavda steril edildi. Kültüre alınan tohumlar, büyüme odasında (büyüme odasının
sıcaklığı 25±2 OC, ışık periyodu 16 saat aydınlık 8 saat karanlık; 3000-5000 lüx)
çimlenmeye bırakıldı. Tohumların çimlenmesinden sonra, elde edilen materyaller
hormon içeren yeni MS besi ortamına (1/1 MS, 0.05 mg/lt BA) aktarıldı. Elde
edilen fideler, strese ( UV-B ışını – farklı sürelerde 7 gün) maruz bırakıldıktan sonra,
morfolojik gözlemler alınarak, total hiperisin, fenolik ve flavonoid miktarlarının
tespiti yapıldı. İn vitro koşullarda 28 günde bir yapılacak her alt kültürden sonra
fidelerin morfolojik ve fizyolojik farklılıkları belirlendi. Elde edilen fidelerin,
morfolojik gözlemleri alınarak, total hiperisin, fenolik ve flavonoid miktarlarının
tespiti yapılacak ve doğal ortamda yetişen bitkilerdeki veriler ile karşılaştırılacak.
Total hiperisin, fenolik ve flavonoid miktarını tespit etmek için yapılacak işlemler;
İn vitro koşullarda yetiştirilen bitkiler besi ortamından uzaklaştırıldıktan sonra, oda
ısısında ışık ve nem almayacak şekilde kurutuldu.
Bundan sonraki aşama Genel Biyoloji Araştırma Laboratuarında gerçekleştirilmiştir. Öğütücüde toz haline getirilen örneklerden total hiperisin miktarını bulmak
için: 200 mg kuru bitki alınıp kloroformla 3 defa yıkanacak, ardından 3’er defa
metanolle yıkanacak ve bu süzüntü toplanarak çözücüsünden arındırılacak. Elde
42
edilen kuru materyal ölçülmeden önce metanolle tekrar çözülecek ve 589 nm’de
absorbans değerleri alınacak. Hiperisin’in artan konsantrasyonuna karşı absorbans
değerleri grafiğe geçirilecek, eğim çizgisi çizilerek R2 değeri bulunacak. Ekstraktların
toplam hiperisin bileşen miktarı standart hiperisin grafiğinden elde edilen denklem
kullanılarak hesaplanacaktır.
Toz haline getirilmiş örneklerin Etanol ekstraktları; total fenolik ve flavonoid
miktar tayini için kullanılacaktır. Ekstraktlar içindeki toplam fenol miktarı FolinCiocaltaeu yöntemine göre tayin edilecek. Standart olarak gallik asit kullanılacak.
765 nm’de absorbans değerleri alınacak. Gallik asidin artan konsantrasyonlarına
karşı absorbans değerleri grafiğe geçirilecek Absorbans (A) = R²(0.0012 veya 0.0018
) × gallik asit. Bu eşitlik kullanılarak her bir ekstraktın içerdiği toplam fenolik bileşen
miktarı gallik aside eşdeğer olarak hesaplanacaktır.
Ekstraktlar içindeki toplam flavonoid miktarı quercetin içindeki toplam
flavonoid miktarını quercetinin artan konsantrasyonlarına karşı grafiğe geçirilerek
hesaplanacaktır. Quercetinin artan konsantrasyonuna karşı absorbans (415 nm’de
absorbans değerleri alınacak) değerleri grafiğe geçirilecek, eğim çizgisi çizilerek R2
değeri bulunacak. Ekstraktların toplam flavonoid bileşen miktarı standart quercetin
grafiğinden elde edilen denklem kullanılarak hesaplanacaktır.
Araştırma Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümüne ait
Biyoteknoloji ve Genel Biyoloji Araştırma Laboratuarında yapılmaktadır.
TARTIŞMA VE SONUÇ
Bu çalışmada bazı Hypericum (H. triquetrifolium Turra, Hypericum retusum
Aucher, H. scabroides, H.spectabile) türleri tohumdan itibaren, in vitro ortamda
çimlendirildikten sonra farklı hormon denemeleri ile sürgün prolifersayonu sağlandı.
Üretilen bitkilerden ise çalışmanın ikinci aşamasında H. triquetrifolium Turra,
UV-C ışınına maruz bırakılarak, bunların hiperisin içeriklerini artırmaya yönelik
uygulamalar (15,30,45,60 dak.) yapıldı.Uygulanan parametreler sonucunda hiperisin
içeriğinin 15 dakikalık uygulada diğer parametrelere göre daha fazla olduğu gözlendi
(Namlı ve ark. 2009). İn vitro ortamda yetiştirilen H.scabroides’ in antioksidant
aktivitesi üzerine UV-C ışınının etkileri ise yayın aşamasındadır. Hypericum retusum
Aucher, , H.spectabile ile ilgili çalışmalar ise devam etmektedir.Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde yetişen Hypericum retusum Aucher , in in vitro ortamlarda
yetiştirilmesi ve üretilen bitkiciklerin farklı sürelerde strese maruz bırakarak (Farklı
UV-B uygulamalarının İn vitro koşullarda yetiştirilen Hypericum retusum’un total
hiperisin, fenolik ve flavonoid bileşiklerinin miktarı üzerine etkisi) hyperisin
içeriğinin artırılmasına yönelik araştırmalarımız devam etmektedir.Araştırmalarımız
biyoteknolojik ve fizyolojik çalışmalar olarak 2 aşamalı yürütülmektedir.Ayrıca
tıbbi ve ekonomik değere sahip olan Hypericum’ un bir türü olan H. retusum’un
in vitro ortamda yetiştirilen fidelerindeki, total hypericin miktarı oldukça fazla
miktardadır. Literatürde UV gibi stres koşullarının sekonder metabolit salınımını
arttırdığı bilinmektedir. Bu bilgiler doğrultusunda, H. retusum’un tohum ve fidelerini
UV-B’nin farklı sürelerine maruz bırakarak, sekonder metabolit miktarını artırma
hedeflenmiştir. Bu çalışmamızda proje bağlamın da halen devam etmektedir.
43
Bu çalışma, tıbbı amaçla kullanılan Hypericum türlerinden biri olan H.
retusum’un total hypericin, fenolik ve flavonoid miktarını artırmaya yönelik ilk
çalışma olacaktır. Fidelerin in vitro koşullarda alt kültürlere alınması ve UV-B
uygulaması sonucu, fidelerde meydana gelebilecek olan morfolojik ve fizyolojik
değişiklilerin tespit edilmesi ile bölgemizde yetişen endemik ve tıbbı bitkilerin etken
maddelerini artırmaya yönelik çalışmalara örnek bir protokol olacaktır.
A. Hypericum tohumlarının in vitro
.
ortamda kültüre alınması
C. Hypericum tohumlarının in vitro
ortamdaki sürgün hali
B. Hypericum tohumlarının in vitro
ortamda çimlendirilmesi
D. İn vitro ortamdan elde edilen
sürgünlerin toprağa adaptasyonu
E. Saksı denemeleri
Resim1. Hypericum türlerinin in vitro ortamda mikroçoğaltımı.
44
KAYNAKLAR
1. CAMPBELL, M.H., DELFOSSE,E.S., 1984.The biology of Australian
weeds13.H.perforatum L. J.Aust.Inst.Agr. Scı., 50,50-63.
2. DAVIS, P.H., 1988. Flora of Turkey and the East Aegean Islands.Edinburgh
University Press, Edinburg
3. BAYTOP. T., 1984.Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi.İstanbul Üniversitesi
Yayınları,No: 3255,İstanbul.
4. KAKO,M.D., AL-SULTAN II SALEEM A.N., 1993. Studies of sheep
experimentally poisoned with H. Perporatum.Veterinary and Human Toxicology,
35(4),298-300.
5. Baytop, T., 1999. Therapy with Medicinal Plants in Turkey. İstanbul
University press, pp.66-67.
6. LAAKMANN, G., SCHULE, C., BAGHAI, T., KIESER,M.,1998.
St.John’s wort in mild to moderate depression; the relevance of hyperforin for the
clinical efficacy, Pharmacopsychiatry, 31,54-59.
7. KUMPER, H., 1989. Hypericum poisoning in sheep, Tierarztl Prax, 17(3),
257-261.
8. NAMLI S., AKBAŞ F ., IŞIKALAN Ç., TİLKAT AYAZ E., BAŞARAN
D (2010). The effect of different plant hormones (PGRs) on multiple shoots of
Hypericum retusum Aucher. P.O.J., 3(1): 12-17.
9. AKBAŞ F ., IŞIKALAN Ç., NAMLI S., KARAKUŞ P., BAŞARAN D.
(2011). Direct plant regeneration from in vitro-derived leaf explants of Hypericum
spectabile, a medicinal plant. Journal of Medicinal Plants Research Vol. 5(11),
2175-2181.
10. IŞIKALAN Ç., AKBAŞ F., NAMLI S., KARAKUŞ P. (2011) “Indirect
Shoot Regeneratıon from in vıtro-derıved root and leaf explants of Hyperıcum
Spectabile” Fresenius Environmental Bulletin. 20 (10a):2693-2698.
11. GADZOVSKA S, MAURY S, OUNNAR S, RIGHEZZA M,
KASCAKOVA S, REFREGİERS M, SPASENOSKİ M, JOSEPH C
and HAGEGE D (2005). Identification and quantification of Hypericin and
pseudohypericin in different Hypericum perforatum L. in vitro cultures. Plant
Physiology and Biochemistry 43: 591–601.
12. KARAKAŞ, Ö., (2005). İn vitro şartlarda yetiştirilen Hypericum
triquetrifolium Tura. (Guttiferae)’ nın total hiperisin içeriğinin incelenmesi. (Yüksek
Lisans Tezi).
13. SURMUŞ, H., (2006). Hypericum scabroides’in doku kültürü ile
yetiştirilmesi ve hiperisin içeriklerinin araştırlıması. (Yüksek Lisans Tezi).
45
14. NAMLI S., TOKER Z., IŞIKALAN Ç., OZEN H.Ç. (2009) Effect of
UV-C on production of hypericin in H.Triquetrifolium Turra grown under in vitro
conditions. Fresenius Environmental Bulletin 18 (1): 123–128.
15. BABAOĞLU, M., GÜREL, E., ÖZCAN, S. (2001). Bitki Biyoteknolojisi
–1- Doku Kültürü ve Uygulamaları. Selçuk Üniv. Vakfı Yayınları. 1-23,221,251.
SUNULAN BİLDİRİLER
1. Işıkalan Ç., Namlı S., Akbaş F., Eniştekin S., Aksakal N., Uraz M. E.,
Başaran D. “Endemik bir tür olan Hypericum spectabile’nin farklı organlarından
indirekt sürgün rejenerasyonu”. 20. Ulusal Biyoloji Kongresi, Pamukkale
Üniversitesi, Denizli-2010.
2. Karakuş P., Işıkalan Ç., Namlı S., Akbaş F., Başaran D. “Endemik bir tür
olan Hypericum spectabile’nin bitki doku kültürü yöntemleri ile mikroçoğaltılması”.
20. Ulusal Biyoloji Kongresi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli-2010.
3. Namlı S., Toker Z., Işıkalan Ç., Özen H.Ç. “İn vitro şartlar altında
yetiştirilen Hypericum triquetrifolium Turra’ya UV-C ışınının farklı sürelerinin
etkisi”. 19. Biyoloji Kongresi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trabzon-2008.
PPOJELER
1. Farklı UV-B uygulamalarının İn vitro koşullarda yetiştirilen Hypericum
retusum’un total hiperisin, fenolik ve flavonoid bileşiklerinin miktarı üzerine etkisi.
DÜAPK–08-FF–53 No’lu proje,Yürütücü, 2009 (Devam ediyor).
2. Biyoteknolojik Yöntemlerle Hypericum spectabile’nin Mikropropagasyonu
ve Elde Edilen Bitkiciklerde Uçucu yağ, Antimikrobial ve antioksidant Aktivetelerinin
Tespit Edilmesi. DÜAPK-10-FF–122 No’lu Proje, Araştırmacı, (Devam ediyor).
Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü
46
DİYARBAKIR İLİ BAĞCILIK POTANSİYELİ VE GAP BÖLGESİ
İÇERİSİNDEKİ YERİ
Murat TOMAR
1. GİRİŞ Diyarbakır ilinin coğrafi konumunun bağcılık için uygun olmasının yanısıra,
yıllık yağışın kıt ve düzensiz, sulama olanaklarının da dar olduğu bu ilde kıraç,
engebeli ve eğimli alanlarda en yetişme yerini bulan asma , tarım alanlarında ve
halkın yaşamında önemli bir yer almıştır.
Diyarbakır ili ekonomisinin büyük bölümünün tarıma dayalı olması nedeniyle
kuru tarım tekniğine dayalı olarak yapılan tahıl üretiminden sonra bağcılık önem
taşımaktadır. Diyarbakır ve yöresinde yaklaşık 21.000 ha’lık bir alanda bağcılık
yapılmaktadır. İlin bölge bağcılığındaki payı %15.7’dir. Üretim yaklaşık 119.000
ton, verim ise ortalama dekara 511 kg’dır. Diyarbakır ilinin en fazla Çüngüş ilçesinde
yetiştiricilik yapılmakta olup bunu Çermik, Ergani ve Eğil ilçeleri izlemektedir.
İlimizde halen eski bağcılık tekniği uygulanmaktadır. Son birkaç yılda şaraplık
çeşitlerde meydana gelen pazar talebinden dolayı yeni bağ alanlarının kurulması
çalışmaları yürütülmektedir. Bağlarda floksera zararlısı yanında, omcaların yaşlı
olması, kurak şartlarda bağcılık yapılması ve yeni gelişen tekniklerin bilinmemesi
nedeniyle bağcılık gittikçe gerilemeye yüz tutmuştur. Bu gerilemeyi engellemek ve
yeni bağ alanları tesis etmek için çok çabuk yeni bağcılık tekniğine geçmek başta
olmak üzere bir dizi tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Bu çalışma ile Diyarbakır ili bağcılığının mevcut durumu gözden geçirilmiş
ve ortaya çıkan veya çıkması muhtemel olan sorunlara çözüm önerileri getirilmeye
çalışılmıştır.
2. DİYARBAKIR İLİNİN EKOLOJİK ÖZELLİKLERİ
2.1. İKLİM Bir bölgede ekonomik anlamda bağcılık yapılabilmesi için yıllık ortalama
sıcaklığın +9o C ‘nin, en soğuk ayın ortalama sıcaklığının –2oC ‘nin, 10oC’nin
üzerindeki sıcaklık toplamının; yani etkili sıcaklık toplamının da 900 gün-derecenin
üzerinde olması gerekmektedir. Genel anlamda “ sıcak kara iklimi” ne sahip
Diyarbakır’da, yazlar çok sıcak ve kurak, kışlar ise nispeten yağışlı geçmektedir.
Gerek uzun yıllar ortalamasına ve gerekse son yıllara ait iklim verileri
incelendiğinde, bağcılık için önem arz eder. Sıcaklık değerinin, Diyarbakır ilinde
asmalarda büyüme ve gelişmeyi olumsuz olarak etkileyecek düzeyde olmadığı
belirlenmiştir.
47
Çizelge 1 ‘ de görüldüğü gibi Diyarbakır ilinde bağcılık açısından önemli bazı
meteorolojik değerlerin ortalamaları verilmiştir.
Çizelge 1. 1991- 2002 Yılları Arasında Diyarbakır İli Sıcaklık
Değerleri
AYLAR
Ortalama
Sıcaklık
Maksimum
Sıcaklık
Minimum
Sıcaklık
Yağış
Nispi
Nem
Rüzgar
Ocak 2.1
7.5
-2.3
63.8
73
N.W. 2.0
Şubat
3.0
8.9
-2.2
63.5
69
N.W. 2.3
Mart 8.0
14.3
1.8
74.6
66
N.W. 2.7
Nisan 13.4
20.0
6.2
55.6
65
N.W. 2.3
Mayıs 18.8
26.2
10.5
46.4
56
N.W. 2.2
Haziran
26.3
33.7
16.5
6.6
37
N.W. 3.0
Temmuz 31.2
38.6
21.2
0.3
28
N.W. 3.3
Ağustos
30.2
38.1
20.4
0.1
29
N.W. 3.0
Eylül 24.3
33.0
15.1
4.3
35
N.W. 2.5
Ekim 17.1
25.5
9.7
28.6
49
N.W. 2.0
Kasım
8.8
16.2
3.3
51.8
64
N.W. 1.6
Aralık
3.5
8.6
-0.1
76.4
77
N.W. 1.6
Çizelgede görülebileceği; gibi Diyarbakır ’ın iklim değerleri bağcılık için
ihtiyaç duyulan değerlerle örtüşmektedir. Ortalama sıcaklıklar üzüm yetiştiriciliğinde
bir sakınca oluşturmamakla beraber yaz aylarında görülen yüksek sıcaklıklar ve
düşük nispi nem oranının olumsuz etkileri olabilmektedir. Sulama imkanlarının çok
sınırlı olduğu ilimizde bağ alanlarında kuruma, kavrulma ve güneş yanıklığı gibi
bazı fizyolojik rahatsızlıklar görülmektedir. Düşük sıcaklıkların ve donların bölgede
bağcılık açısından önemli bir zararı bulunmamaktadır.
Toplam yağış bakımından Diyarbakır’da yıllık 400-700 mm arasında değişim
göstermektedir. Toplam yağış üzüm yetiştiriciliği açısından yeterli olmakla beraber
yağışın yaz aylarında olmadığı dönemlerde sulama yapılması verim ve üretimde
artış imkânı sağlayabilir.
Haziran-Ekim dönemlerini kapsayan altı ay oldukça kurak geçmekte,
yağışların büyük bölümü Kasım-Mayıs dönemlerinde yağmaktadır. 48
Kaliteli üzüm yetiştiriciliği için önemli kriterlerden birisi de güneşlenmedir.
Diyarbakır’ da açık gün sayısı 134 gün, bulutlu gün sayısı 154, kapalı gün sayısı 74’
tür. İlimiz bu açıdan oldukça şanslıdır. Bir yörede bağcılığın ekonomik olarak
yapılabilirliğine ilişkin en önemli kriterlerden birisi etkili sıcaklık toplamı, diğeri ise
güneşleme süresidir. Diyarbakır ili için bu değerlerin uygun seviyelerde olduğu elde
edilen meterolojik verilerle belirlenmiştir. İlde etkili sıcaklık toplamı 2500 –3000
gün-derece, toplam güneşlenme süresi de 1500-2000 saat civarındadır.
Diyarbakır ikliminin bağcılık bakımından avantajları; toplam güneşleme
süresinin ve etkili sıcaklık toplamının fazla oluşu ile donlu günlerin vejatasyon
dönemi boyunca olmayışıdır. Dezavantajları, ise yağışın düzensiz dağılışı, yaz
aylarındaki aşırı sıcaklık ve nispi nemin düşmesi şeklinde değerlendirmek mümkün
olabilir (ANONİM 1991-2002).
2.2. TOPRAK Asma bilindiği gibi süzek, killi-tınlı, organik maddece zengin topraklar
üzerinde dahi ekonomik anlamda yetiştirilebilen çok yıllık bir bahçe bitkisidir.
Bu durum özellikle ülkemizde, asmanın yalnızca diğer bitkiler tarafından
değerlendirilmeyen fakir, bozuk tekstür ve strüktüre sahip ve yüksek oranda meyilli
arazilerde yetiştirilmesi gerektiği şeklinde yanlış bir düşüncenin benimsenmesine
yol açmıştır. Oysa asma elverişli toprak şartlarını da en iyi değerlendiren bir kültür
bitkisidir.
Topraksu Genel Müdürlüğü’ nce toprak etütleri sonucunda Diyarbakır ili
topraklarını dört büyük toprak gurubuna ayırmıştır. Bu guruplar;
a) Kırmızımsı Topraklar ( orta meyilli %3-8)
b) Kahverengi Topraklar (arızalı arazi )
c) Kahverengi Orman Toprakları (arızalı dağlık arazi )
d) Kireçsiz Kahverengi Topraklar ( arızalı arazi ) a) Kırmızımsı Kahverengi Topraklar: Bu toprakların % 75 ‘nin ziraate
elverişli olduğu tahmin edilmektedir. Geri kalan mera arazisidir. Bu topraklarda
mahsul ve ot verimini sınırlayıcı en önemli faktör rutubettir. Yağışlar 400 mm
civarında gerçekleşir ve hemen hepsi kış ve bahar aylarında yağar. Granüler bir
strüktüre sahip olduklarından orta derecede geçirgendir. İlimiz topraklarını çoğu bu
gruba girmektedirler.
b) Kahverengi Topraklar: Ziraate elverişli olmayan çok dik yarmalarla
parçalanmış arızalı yüzeyleri kapsar. Üzerinde pek az toprak teşekkül etmiştir.
Sahanın suyunu akıtan derelerin taşmasıyla meydana gelmiş dar şeritler halindeki
alüviyal topraklar ve eteklerdeki küçük sahaları işgal eden bu toprak gurubunun %
20’sinin ziraate elverişli olduğu tahmin edilmektedir. İlimizde özellikle Çermik ve
Çüngüş ilçeleri toprakları bu guruba girmektedir.
c) Kahverengi Orman Toprakları: Toprak ve bitki örtüsünden mahrum
hemen hemen dik meyilli kayalıklardan oluşmuştur. Bu arazinin % 6’sı kültür arazisi
olmaya elverişlidir.
49
d) Kireçsiz Kahverengi Topraklar: Çıplak jeolojik materyallerden ve iskelet
topraklarından ibarettir. Ağaç ve çalıların kesilmesi veya köklerinin çekilmesi,
köklerin çıkarılması, sahanın aşırı derecede otlatılması ve bazı sahaların işlenmesi
erozyona sebep olmuş ve arazinin büyük kısmının tahribatını hızlandırmıştır. Dar
şeritler halinde alüviyal topraklar ziraate elverişli kısmı teşkil edip, sahanın % 15’ ni
kapsarlar (DİZDAR, 2002 ).
3. DİYARBAKIR’DA BAĞCILIĞIN BUGÜNKÜ DURUMU Diyarbakır merkez, ilçe ve köylerde yaptığımız anket çalışmaları sonucunda
bağcılığın %95 ‘nin yöresel ve nesiller arası aktarılan görsel bilgilerle yapıldığını
ortaya çıkarmıştır. Maalesef henüz teknik anlamda bir kaç işletme dışında bağcılık
yoktur. Bu işletmeler de son zamanda şaraplık sanayinin gelişmesi nedeniyle Çüngüş
ve Çermik’ te yeni bağ alanlarının kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Bu nedenle
bağların bir çoğu küçük aile işletmesi halinde olup ekonomik açıdan yeterli değildir.
Bir çok ailenin geçimini sağlayamamakta ve yan gelir kaynağı olarak görülmektedir.
Genel olarak bölgede yetiştirilen üzümlerin %20 oranındaki kısmı bu bölgede
yetiştirilmektedir. Ancak bu ilimizde hala eski bağcılık tekniğinin uygulanması
ve üretimi yapılan çeşitlerin büyük bölümünün yerel tip olması, ildeki bağcılığın
pazarda aldığı payın bu rakamların çok gerisinde kalmasına sebep olmuştur.
Sulama suyunun kısıtlı olması nedeniyle sulu bağcılık yapılamadığı için
istenilen verim alınamamaktadır. Çiftlik gübresi veya diğer gübreler ya hiç
verilmemekte yada zaman zaman çok az miktarda verilmektedir. Terbiye şekli ve
arazi yapısı nedeniyle bağların büyük bir kısmında mekanizasyona gidilememektedir.
Bölge bağcısı budamayı yeterince bilmemektedir. Bağların önemli bir bölümü küçük
arazi parçaları üzerinde birer aile işletmesi niteliğindedir. Bölgede bağlar oldukça
yaşlıdır.
Diyarbakır ve ilçelerindeki toplam bağ alanları; meyve veren yaştaki bağ
alanı, 20.440 ha, meyve vermeyen yeni tesis edilmiş bağlar ise 1.360 ha’ dır. Bu
oran Güneydoğu Anadolu Bölgesi bağlarının %15.7’sini teşkil etmektedir. Bölgede
Gaziantep ve Mardin illerinden sonra üçüncü sırayı almaktadır. İldeki üzüm üretimi
118.444 tondur. GAP yöresinde %15.8’lik oran ile üçüncü sırada bulunmaktadır.
İlde dekara verim ise 511 kg/da civarındadır.
50
Çizelge 2. Diyarbakır ve ilçelerinde 2004 yılı itibariyle bağ alanı ve
üzüm üretim değerleri (ANONİM, 2002)
İLÇELER
Meyve Veren
Yaştaki
(ha)
Meyve
Vermeyen
Yaştaki (ha)
Sofralık
Üzüm
(ton)
Kurutmalık Elde Edilen
Üzüm
Kuru Üzüm
(ton)
(ton)
Merkez
600
155
1800
470
188
Bismil
200
----
1200
---
---
Çermik
Çınar
Çüngüş
Dicle
Eğil
Ergani
Hani
Hazro
Kocaköy
Kulp
Lice
3050
622
1800
2585
1100
3440
600
910
2
750
3381
102
100
700
5
204
50
2
8
1
3
5
21350
3110
9000
15510
5500
19952
3000
4550
14
4500
25385
800
----500
500
----550
--1500
5000
200
----100
100
----100
--300
1000
Silvan
1400
25
5600
350
---
TOPLAM
20440
1360
118444
9320
1988
Çizelge 3. Diyarbakır ve ilçelerinde 2002 yılı itibariyle Bitkisel
Üretim değerleri ( DİE, 2002)
Tarla Bitkileri
Tahıllar
Baklagiller
Endüstriyel Bitkiler
Yağlı Tohumlar
Yumrulu Bitkiler
Bahçe Bitkileri
Yaprağı Yenen Sebzeler
Baklagil Sebzeler
Meyvesi Yenen Sebzeler
Soğansı, Yumru ve Kök
Sebzeler
Bağ
Ekilen Alan
(ha) 443213
152195
63631
11304
1933
-
Hasat Edilen
(Kg / ha)
443022
148748
63631
11304
1933
-
Üretim
(ton) 1 047 320
177146
92195
135790
32210
699
3133
520151
-
-
3592
Meyve veren
Yaşta (Adet )
Meyve Vermeyen
Yaşta (Adet )
Üretim
21100
105529
51
Çizelge 4. Diyarbakır ve ilçelerinde 2002 yılı itibariyle meyvelerin
üretim değerleri ( DİE ,2002)
Meyveler
Yumuşak Çekirdekliler
Armut
Ayva
Elma
Sert Çekirdekliler
Erik
İğde
Kayısı
Zerdali
Kiraz
Şeftali
Vişne
Sert kabuklular
Antep fıstığı
Ceviz
Badem
Üzümsü meyveler
Dut
İncir
Nar
Toplam
Toplam Ağaç Meyve veren Meyve vermeÜretim
Sayısı (Adet) yaşta (Adet ) yen yaşta (Adet ) (ton)
205570
104945
21200
79425
244186
76160
76765
3750
31781
24285
31445
491960
276650
67850
147460
209825
87230
56085
66510
1151541
171565
91330
16605
63630
190866
61835
60250
3000
23546
19595
22640
291760
112900
60810
118050
157595
63795
44190
49610
811786
34005
13615
4595
15795
53320
14325
16515
750
8235
4690
8805
200200
163750
7040
29410
52230
23435
11895
16900
339755
4207
2031
472
1704
3472
1266
1168
41
321
282
3663
829
1487
1347
108264
1260
657
815
119606
4. DİYARBAKIRDA YETİŞTİRİLEN ÜZÜM ÇEŞİT VE TİPLERİNİN BAZI ÖZELLİKLERİ
4.1. Şıralık -Şaraplık Çeşitleri:
Yapılan anket çalışması sonucu en fazla üretimi yapılan çeşidin şıralık
olduğu sonucuna varılmıştır. Şıralık – Şaraplık çeşitleri sayıca az olmalarına rağmen
yetiştirilme alanları büyüktür. Bu gruba giren başlıca çeşitler şaraplık (Boğazkere)
İm, Kabarcık, Mazrumi ve Şirelik’tir. Boğazkere çeşidi yörede Şaraplık olarak isimlendirilmektedir. Şaraplık,
özellikle Diyarbakır ilinin Ergani, Çermik ve Çüngüş ilçelerinde yaygın şekilde
yetiştirilmektedir. Bu çeşit üretiminin tamamı şarap fabrikalarınca satın alınmaktadır.
Pazarlama probleminin olmaması yüzünden yaygınlaşma eğilimi göstermektedir. İm
çeşidi yörede çok eskiden beri şaraplık olarak değerlendirmektedir. Şirelik çeşidi,
yetişme alanı bakımından Diyarbakır’daki en yaygın çeşittir. Geççi karakterde ve
bol çekirdekli olmasına rağmen başta - şarap yapımı olmak üzere çok amaçlı olarak
kullanılmaktadır. Bu çeşit üretiminin bir kısmı da fabrikalara satılmaktadır. Yine
büyük alanlarda yetiştirilen Mazrumi çeşidi de ilimizde yaygındır. Orta büyüklükte,
52
sık taneli olan çeşidin omcaları verimlidir. Bölgenin önemli tiplerinden olan kabarcık
sadece Diyarbakır Merkez ilçedeki bazı köylerde yetiştirilmekte ve kuvvetli gelişen
verimli omcaları dikkat çekmektedir. Tahannebi üzüm çeşidine dölleyici olarak da
kullanılan bu çeşit sofralık olarak pazara sunulmaktadır. 4.2. Kurutmalık Çeşitler
Ağırlıklı değerlendirme biçimi kurutmalık olan bu çeşitlerin hepsi de
çekirdekli olup, Sorava, Kaferan, Adberi çeşitleridir. Genel olarak sofralık olarak
tanımlanan Sorava çeşidi bu yöremizde kurutmalık olarak değerlendirilmektedir.
Sorava çeşidi, silindirsel kanatlı konik salkım şekli, hafif oval taneli, kırmızı renkli,
kalın kabuklu, tane içi gevrek etli, orta tatlı ve çok verimlidir. Keferan; salkım şekli
omuzlu, yuvarlak, kırmızı siyah rengi, orta kalın, dolgun etli, orta sulu orta verimli
çeşittir.
4.3. Sofralık – Kurutmalık Çeşitler
Bazı çeşitler yöre halk tarafından ağırlıklı olarak hem sofralık hem de
kurutmalık olarak kullanılmaktadır. Bunlar; Ağek, Sarov, Şekeri, Vanki ve
Zeyti’dir. Hem sofralık hem de kurutmalık amaçla kullanılan çeşitler arasında en
yaygın yetişme alanı bulan çeşit Zeyti’dir. Beyaz büyük salkımlı ve albenisi yüksek
bir çeşittir. Kuru üzümü de beğenilmektedir.
Ağek çeşidi orta kalınlıktaki kabuk yapısına rağmen beğenilen, tat ve albenili
salkımı ile önem kazanmıştır. Adberi küçük salkım yapısına rağmen sofralık ve
kurutmalık özellikleri ile Ergani ve Çermik ilçelerinde benimsenmiştir. Siyah üzüm
çeşidinin meyve eti ise orta derecede renkli bulunmuştur. Yüksek oranda şeker
içeriği bulunan bu çeşit az yetiştirilmektedir.
Şeker içeriği yüksek olan bir başka çeşitte Şekeri’dir. Daha çok kurutmalık
özellikleri göstermekle beraber sofralık olarakta tüketilmektedir. Diyarbakır’da
yaygın olarak yetiştirilen bir çeşitte Vanki çeşidi omuzlu dallı salkım, kısa oval yeşilsarı renkli, kalın gevrek etli, orta sulu tatlı ve çok verimli bir çeşittir.
4.4. Softalık Çeşitler
Beyaz Sofralık Çeşitler: Beyaz Gıldun, Haseni, Hatun Parmağı, İstanbullu,
Kohar Sipiyek, Şitu, Tahannebi. Yörede yetiştirilen beyaz sofralık çeşitlerden sadece
üç tanesi Türkiye standart üzüm çeşitleri arasında yer almakta olup bu çeşitler Hatun
parmağı ve Tahannebi’ dir.
Bu iki çeşidinde yetiştirilme alanları fazla değildir. Hatun parmağı; iri taneleri,
seyrek salkım yapısı ve ince kabuğuyla dikkati çekmektedir. Tahannebi ise morfolojik
erdişi fizyolojik dişi çiçek yapısından dolayı döllenme problemi yaşamakta ve çoğu
yıllar salkımlar eksik döllenmeden dolayı küçük kalmaktadır. Çok kaliteli
bir sofralık olmamasına rağmen erkenci olması nedeniyle Temmuz ayı ortalarında
olgunlaşmasından dolayı tercih edilmektedir.
Şitu; Ekim ayı sonunda hasat edilmekte ve salkımları ilkel şartlarda kış ayları
boyunca muhafaza edilmektedir. İri ve seyrek taneli salkım yapısı ve sevilen tadıyla
bu çeşit dikkate alınması gereken bir çeşittir.
Hasen; Diyarbakır ve ilçelerinde oldukça yaygın olarak yetiştirilen bir çeşittir.
53
Sofralık olarak değerlendirilmesine rağmen sofralık özellikleri iyi değildir. Taneler
orta irilikte, bol çekirdekli ve şeker içeriği düşüktür. Sipiyek ve kohar çeşitleride
sofralık olarak iyi değildir. Bu çeşitler orta mevsim beyaz üzüm çeşitleridir.
İstanbullu çeşidi ise iri ve az çekirdekli tane yapısı ve albenili salkım yapısıyla
standart görünümü vermektedir. 4.4.2. Renkli Sofralık Çeşitler
Diyarbakır ve ilçelerinde yetiştirilen üzüm tiplerinin hiç birisi standart
çeşitlerden değildir. Bunlar Kış Gıldunu, Kızıl Banki, Mikeri, Vilki, Siyah Gıldur,
Tayfi ve Balcani çeşitleridir. Kızıl Banki; Diyarbakır ilinde en iri salkım yapısını veren üzüm çeşitidir.
Salkım şekli omuzlu dallı, kısa oval kırmızımsı rengi, orta kalın gevrek etli az sulu
tatlı ve çok verimli güzel bir çeşittir. Kış Gıldunu konik silindirsel omuzlu, yuvarlak
yeşil-sarı renkli orta kalın gevrek etli orta sulu, az tatlı orta verimli bir çeşittir. Vilki
konik omuzlu, yuvarlak orta kalın yumuşak etli, az sulu, tatlı orta verimli bir çeşittir.
Son turfanda olarak ekim ayı sonlarında hasat edilmektedir. Bu salkımlar kışın
tüketilmektedir.
Mikeri; daha çok Diyarbakır Eğil ilçesinde yaygınlaşmıştır. Sofralık kullanımı
yanında pekmezlik olarak da kullanılır. Yine geççi olan Tayfi ‘nin en belirgin özelliği
tanelerin ucunda dikensi bir küçük çıkıntının olmasıdır. Kendine has bu özelliği
Tayfi çeşidini diğerlerinden hemen ayırır. Balcani çeşidi iri ve gösterişli taneleri ile
dikkat çeker. (GÜRSÖZ, 1993) 5. DİYARBAKIR BAĞCILIĞINDA UYGULANAN KÜLTÜREL BAKIM
İŞLEMLERİ
5.1. BAĞLARDA SULAMA
Diyarbakır da yaz aylarında sıcaklık oldukça yüksektir. Ancak sulama
imkanlarının çok kısıtlı olduğu bu bölgede bağ alanlarında hemen hemen hiç sulama
yapılmamaktadır. Burada verimi etkileyen en önemli nedenden biri sulamadır.
Haziran ayından başlayarak Ekim ayına kadar olan dönemde bölge çok az yağış
almaktadır. Oysa asma gözlerin uyanmasından yaprak dökümüne kadar 300-350 mm
‘lik yağış ister. Bu durumda sulama gerekmektedir.
5.2. BAĞLARDA GÜBRELEME
Bölgemizde gübreleme pek yapılmamaktadır. Yapılan yerlerde çok az
miktarda uygulanmaktadır. Bağcılığın bu kadar önemli olduğu ilimizde maalesef gübrelemeye gerekli önem verilmemiştir. Yaptığımız anket sonucu eski bağcılıkta
Diyarbakır ilinde üreticilerin % 95’i gübre kullanmamaktadır. Ancak yeni bağcılıkta
gübre kullanımına başlanmıştır..
Yapılan araştırmalarda 1 ton ürün için ve 600 kg yaprak ve çubuk ile topraktan
8 kg civarında azot, 3 kg civarında fosfor, 10 kg civarında potas kaldırmaktadır. Bu
besin maddelerini her yıl toprağa iade etmek gerekir. Asmalar azota erken ilkbaharda
ihtiyaç duyarlar. Çermik, Çüngüş ve Ergani ilçelerinde yeni modern bağ kuran
birkaç üretici dışında gübre kullanımı yaygınlaşmamıştır.
54
5.3. BAĞLARDA BUDAMA
Diyarbakır ve ilçelerinde budama genellikle Şubat ayı sonunda başlayıp,
Mart ayı boyunca devam etmektedir. Bu yöremizde genellikle karılık budama
uygulanmaktadır. Bu budama şeklinde aynı asma üzerinde aynı asma üzerindeki bir
senelik dalların bir kısmı iki veya üç diğer kısmı ise yedi veya daha fazla göz üzerinde
budanmaktadır. Kısa budananlara “Irgat”, uzun budananlara “Bayrak” adı verilir.
Uzun budanan bayraktan o yılın mahsulü alınır ve dal kış budaması ile tamamen
kesilir. Irgattan meydana gelen iki sürgünden üstteki kış budamasında tekrar bayrak
alarak uzun, alttaki ise ırgat olarak kısa budanır. Bu şekil her yıl devam ettirilerek
omcanın gövde yüksekliği pek değişmemiş olur. Budama da genellikle çekme adı
verilen bıçak kullanılmaktadır(AĞAOĞLU, 1986 ).
6. HASTALIK VE ZARARLILAR
Bölgede yapılan çalışmalarda Thysanoptera 2, Homoptere takımından 4 ve
Lepitoptera takımından 3 adet olmak üzere toplam 9 adet zararlı böcek türü saptanmış
ve mücadelesinin yapılabileceği bildirilmektedir. Bölgede hala üreticilerin büyük bir
kısmının bağ zararlılarını tanımamaları zamanında gerekli mücadeleyi ve tekniği
uygulamaması nedeniyle veya gereğinden fazla ilaçlamalar yaparak var olan doğal
dengeyi bozmaktadırlar. Diyarbakır yöresinde Haziran- Eylül dönemi çok sıcak ve kurak geçmektedir.
Bu aylarda hava nisbi nemi de oldukça düşmektedir. Bu durum külleme, mildiyö ve
kurşuni küf gibi mantari hastalıkların ortaya çıkma ihtimali açısından olumludur.
Diğer bölgelerde büyük problem yaratan mantari hastalıklar bu bölgede önemli
oranda zarara neden olmamaktadır.
Çermik, Çüngüş ve Ergani yöremizde bulunan ve gittikçe bölgeye yayılan
floksera zararlısı bölgemiz için en önemli bir ve tehdit unsurudur. Bu zararlı için acilen önlem alınması gerekmektedir (KAPLAN, 2004 ).
7. DİYARBAKIR İLİ BAĞCILIĞINDAKİ SORUNLARI
Yaptığımız anket çalışması sonucunda Diyarbakır ve yöresinde üretimin
%75-95’nin iç pazarda tüketildiği görülmektedir. Son yıllarda şaraplık üzüme olan
talepten dolayı batı illerinden Edirne’ den tüccarlar Çüngüş, Çermik ve Ergani
ilçelerindeki şaraplık üzümleri tarladan toptan almaktadırlar.
Hatta bazı üreticilerle sözleşme yaparak sezon başında bir miktar nakit
vererek anlaşma sağlanmaktadır. Bu nedenle sözleşmeli şaraplık üzüm üretiminde
artma görülmektedir.
Bölge halkı genelde üzümü kendi imkanları ile işleyerek elde ettiği , pestil,
cevizli sucuk, pekmez, helva, kesme, kuru sofralık üzüm olarak elde edilen
ürünlerin bir kısmını kendi ihtiyaçlarını karşılamak için, kalan ürünleri de pazarda,
çevre illerdeki pazarlarda sofralık satılmaktadır. Ayrıca Elde edilen sucuk, pestil,
pekmez tüccarlardan tarafından alınıp batı illerine gönderilmektedir.
Henüz üzümü işleyen bir tesis bölgede mevcut değildir. Pazarlama küçük
ve kişisel olarak küçük işletmelerde yapıldığı için marka ve düzenli satış sistemine
geçilmediği için büyük marketlere ve satış noktalarına ulaşılamamıştır. 55
Diyarbakır ve ilçeleri üzüm çeşidi bakımından oldukça zengindir. Hemen her
ilçede ayrı çeşitler ve tipler yetiştirilmektedir. Bu değişim gen kaynağı açısından
önemli olsa bile bu çeşitlerin büyük bölümünün standart dışı olması kalite, verim
ve pazarlama yönünden olumsuz faktörlerdir. Diyarbakır’ daki üreticiler yeni bağ
tesis edebilmek için istedikleri çeşitlerin aşılı köklü fidanlarını bulmakta güçlük
çekmektedirler.
İhtiyaç duyulan fidanların, bir kısmı üreticilerin kendi bağlarından, tanıdık ve
yakın çevreden, genellikle Ege Bölgesindeki özel ve kamu kuruluşlarından kontrolsüz
bir şekilde temin edilmektedir. Fidanlar ayrıca Elazığ Tarım İl müdürlüğüne bağlı
üretim istasyonundan temin edilmektedir. Bu istasyonda şilfoni ve kışkırmızısı
çeşitleri üretimi yapılmakta bu fidanlar yerli köklü olarak üretilip dağıtılmaktadır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesinin tamamında olduğu gibi Diyarbakır ve
ilçelerinde de floksera zararlısı büyük bir sorun olmaktadır. Diyarbakır’ da ve
ilçesinde halen eski bağcılık tekniğinin uygulanması ve floksera ile buluşan yerlerin
tespit edilmesi amacıyla çalışmaların yapılmaması floksera zararlısının yayılmasına
olanak sağlamaktadır. Çermikte olduğu gibi Diyarbakır’ın merkez ve diğer ilçeleri
de bu zararlıdan büyük ölçüde zarar görmüştür. Eğer gerekli önlemler alınmazsa
birkaç yıla kadar daha fazla zarar görecektir. Hastalık ve zararlılara karşı bir ilaçlama
vs. gibi mücadele yapılmamaktadır.
Floksera’ya karşı en etkili savaşım yöntemi bağlarda Amerikan asma anaçlara
kullanılmasıdır. Floksera zararlısına rağmen eski bağcılık tekniğinin uygulanması,
bağların yaşlı olması, mevcut bağların önemli bir kısmının standart dışı olması ve
pazarlamadaki güçlükler nedeniyle ildeki bağcılık gittikçe gerilemektedir(ÖZDEMİR,
1998).
8. SONUÇ VE ÖNERİLER
Bölgede bağcılığın geleceği açısından önerilerde bulunurken, öncelikle
yörenin iklimi ve elde edilecek ürünün değerlendirme şekli dikkate alınmalıdır.
Yörede erkenci üzüm çeşitlerine karşı yüksek bir talep bulunmaktadır. Bunu
karşılamaya yönelik tedbirler alınmalıdır.
Ekonomik destek olması nedeniyle MEY Alkollü İçecekler A.Ş’nin bağcılığı
özendirici önlem alması yetiştiriciye üzüm alımı ve ödemeler konusunda güvence
verilmesi, üreticinin bağcılığa yönelmesini sağlayabilecektir.
Yöreye Çermik ve Ergani tarafından girip, hızla yayılmakta olan floksera
zararlısına karşı yetiştiriciler bilgilendirilip, ivedilikle “yeni bağcılık” sistemine
geçilmesi gerekmektedir. Yeni bağcılığı teşvik edici düşük faizli krediler ve uygun
ödeme koşulları üreticilere sağlanmalıdır.
Diyarbakırdaki bağcılığın gerilemesinin bir nebzede olsa önüne geçebilmek
için, geliştirilmesini ve yeni bağcılık sisteminin oluşması için aşağıdaki tedbirlerin
mümkün olduğu ölçüde hayata geçirilmesi uygun olacaktır.
Diyarbakır ve ilçeleri üzüm çeşidi bakımından oldukça zengindir. Hemen her
ilçede ayrı çeşitler ve tipler yetiştirilmektedir. Bu değişim gen kaynağı açısından
önemli olsa bile bu çeşitlerin büyük bölümünün standart dışı olması kalite, verim
56
ve pazarlama yönünden olumsuz faktörlerdir. Diyarbakır’ daki üreticiler yeni bağ
tesis edebilmek için istedikleri çeşitlerin aşılı köklü fidanlarını bulmakta güçlük
çekmektedirler.
İhtiyaç duyulan fidanların, bir kısmı üreticilerin kendi bağlarından, tanıdık ve
yakın çevreden, genellikle Ege Bölgesindeki özel ve kamu kuruluşlarından kontrolsüz
bir şekilde temin edilmektedir. Fidanlar ayrıca Elazığ Tarım İl müdürlüğüne bağlı
üretim istasyonundan temin edilmektedir. Bu istasyonda şilfoni ve kışkırmızısı
çeşitleri üretimi yapılmakta bu fidanlar yerli köklü olarak üretilip dağıtılmaktadır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesinin tamamında olduğu gibi Diyarbakır ve
ilçelerinde de floksera zararlısı büyük bir sorun olmaktadır. Diyarbakır’ da ve
ilçesinde halen eski bağcılık tekniğinin uygulanması ve floksera ile buluşan yerlerin
tespit edilmesi amacıyla çalışmaların yapılmaması floksera zararlısının yayılmasına
olanak sağlamaktadır. Çermikte olduğu gibi Diyarbakır’ın merkez ve diğer ilçeleri
de bu zararlıdan büyük ölçüde zarar görmüştür. Eğer gerekli önlemler alınmazsa
birkaç yıla kadar daha fazla zarar görecektir. Hastalık ve zararlılara karşı bir ilaçlama
vs. gibi mücadele yapılmamaktadır.
Floksera’ya karşı en etkili savaşım yöntemi bağlarda Amerikan asma anaçlara
kullanılmasıdır. Floksera zararlısına rağmen eski bağcılık tekniğinin uygulanması,
bağların yaşlı olması, mevcut bağların önemli bir kısmının standart dışı olması ve
pazarlamadaki güçlükler nedeniyle ildeki bağcılık gittikçe gerilemektedir(ÖZDEMİR,
1998).
8. SONUÇ VE ÖNERİLER
Bölgede bağcılığın geleceği açısından önerilerde bulunurken, öncelikle
yörenin iklimi ve elde edilecek ürünün değerlendirme şekli dikkate alınmalıdır.
Yörede erkenci üzüm çeşitlerine karşı yüksek bir talep bulunmaktadır. Bunu
karşılamaya yönelik tedbirler alınmalıdır.
Ekonomik destek olması nedeniyle MEY Alkollü İçecekler A.Ş’nin bağcılığı
özendirici önlem alması yetiştiriciye üzüm alımı ve ödemeler konusunda güvence
verilmesi, üreticinin bağcılığa yönelmesini sağlayabilecektir.
Yöreye Çermik ve Ergani tarafından girip, hızla yayılmakta olan floksera
zararlısına karşı yetiştiriciler bilgilendirilip, ivedilikle “yeni bağcılık” sistemine
geçilmesi gerekmektedir. Yeni bağcılığı teşvik edici düşük faizli krediler ve uygun
ödeme koşulları üreticilere sağlanmalıdır.
Diyarbakırdaki bağcılığın gerilemesinin bir nebzede olsa önüne geçebilmek
için, geliştirilmesini ve yeni bağcılık sisteminin oluşması için aşağıdaki tedbirlerin
mümkün olduğu ölçüde hayata geçirilmesi uygun olacaktır.
57
KAYNAKLAR
1. ANONİM. 2002. Tarımsal yapı ve üretim. 2002 Devlet İstatistik
Enstitüsü Yayınları ANKARA
2. AĞAOĞLU, Y S.1986. Çelik Bağcılık potansiyelinin geliştirilmesi
Güneydoğu Anadolu Projesi Kalkınma Simpozyumu, Ankara Üniv. Basımevi Say:
211-229 ANKARA 3. ANONİM. 1991-2002. Ortalama, ekstrem sıcaklık, yağış değerleri bülteni,
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü,Meteoroloji Bölge Müdürlüğü DİYARBAKIR
4. ANONİM. 2004. Tarım İl Müdürlüğü Proje İstatistik Şube Müdürlüğü
kayıtları DİYARBAKIR
5. ÇAKMUR, Ç. 1984. Bağcılığın yoğun olduğu bazı yerlerde üzüm üretim
tekniklerinin ekonomik analizi, maliyeti ve pazarlaması ile sorunlarına ilişkin bir
araştırma.
6. DİZDAR, M. 2002. Türkiye’nin Toprak Kaynakları TMMOB Yayınları,
Say:160-161 ANKARA. 7. GÜRSÖZ, S. 1993. GAP alanına giren Güneydoğu Bölgesi Bağcılığı ve
özellikle Şanlıurfa ilinde yetiştirilen üzüm çeşitlerinin amgelografik nitelikleri ile
ve kalite unsurlarının belirlenmesi üzerinde bir araştırma Ç.Ü fen Bilimleri Enst.
Doktora Tezi ADANA
8. GLEISBERG .W, 1938. Türkiye Bağcılığı üzerinde araştırmalar T.C
Ziraat vekaleti Neşriyatı Umumi Sayı: 316, Araştırma Raporları sayı: 4. ANKARA
9. KAPLAN, M.2004. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Bağlarda Zarar
Yapan Böcek Türleri (Lisans Bitirme Tezi ).225, DİYARBAKIR
10. KAPLAN, N. 1994. Diyarbakır ve Mardin illerinde yetiştirilen üzüm
çeşitlerinin angelografik özelliklerinin saptanması üzerine bir araştırma (A.Ü Fen
Bilimleri Doktora Tezi) ANKARA.
11. MAÇAN, S. 1984. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bağlarda zarar yapan
böcek türleri, önemlilerinin tanımı , yayılışları , ekonomik önlemleri üzerinde
incelemeler, Zirai karantina Genel Müdürlüğü Basımevi ANKARA.
12. ÖZDEMİR, G 1998. Diyarbakır ve Adana koşullarında yetiştirilen bazı
sofralık üzüm çeşitlerinde fenolojik devreler ile bazı iklimsel etkenler arasındaki
ilişkiler Çukurova Üniv. Fen Bilimleri Enst. Yüksek lisans tezi ANKARA
58
DİYARBAKIR’DA KIRMIZI MERCİMEK TARIMI
GİRİŞ:
Zübeyir TÜRK*
Mercimek, ülkemizde nohuttan sonra en geniş ekim alanına ve en büyük
üretim miktarına sahip olan bir yemeklik tane baklagil bitkisidir. Ülkemizde 214.931
ha’lık alanda mercimek ekimi yapılmakta, 302.181 ton mercimek üretilmekte ve
1405 kg/ha verim alınmaktadır (Anonim, 2009). Ülkemizde mercimek tarımının en
yoğun olarak yapıldığı yer Güneydoğu Anadolu Bölgesi olup, esasen bu bölgemiz
kırmızı mercimek üretim bölgesidir.
Mercimek tanesinde % 20.4-30.9 gibi (Şehirali, 1988) gibi yüksek oranda protein bulunduran önemli birer yemeklik tane baklagil bitkisidir.
Mercimek soğuğa, sıcağa ve kurağa dayanan ve fakir topraklarda yetişebilen
bir bitki olması nedeniyle kışlık Tahıl-Nadas ekim nöbetinin uygulandığı kurak
bölgelerimizde ekim nöbetine girerek birim alan verimini artırmada ve nadas
alanlarımızı azaltmada önemli bir değere sahiptir.
Mercimek bir baklagil bitkisi olarak, derine giden köklerine yerleşen azot
bakterileri ile ortak yaşamları sonucu, havanın serbest azotunu bağlayarak, topraktaki azot oranını arttırmakta ve böylece toprak verimliliğine olumlu yönde
etkide bulunmaktadır. Bugün, bütün ileri tarım tekniğinin uygulandığı yerlerde,
geliştirilen yeni ekim nöbeti sistemlerinde, toprak verimliliğini korumak ve artırmak
yönünden, o bölgeye uyan bir baklagil bitkisinin yer aldığı açıkça bilinen bir gerçektir. Tarım alanlarımızın büyük bir kısmında, yağışın yeterli olmadığı ve halen
sulama olanaklarının da bulunmadığı düşünülürse, sıcağa ve kurağa dayanıklı ve
bu bölgelerimizde sulanmaksızın ürün verebilen mercimek, ülkemizde, kuru tarım
sisteminin uygulandığı yerlerde, önemli bir “Yemeklik Tane Baklagil” bitkisi olarak
ortaya çıkmaktadır.
Mercimeğin ülkemiz için diğer bir önemi de, “Yemeklik Tane Baklagiller”
arasında, ihraç edilen birer ürün olarak yer almasıdır.
Dünyanın değişik yerlerinde diğer bitkilerde olduğu gibi mercimekte de
yapılan ıslah çalışmaları ile daha verimli ve daha kaliteli özelliklere sahip çeşitler
geliştirilmektedir. Zira, hızla artmakta olan nüfusu beslemek bütün dünyanın sorunudur. Üretimin artırılması artık ekim alanlarının artırılması ile mümkün olmamaktadır.
Üretimin arttırılması için birim alan tane verimini artırmak gerekmektedir. Bu ise
başta yüksek verim potansiyeline sahip iyi bir çeşidin kullanılmasının yanısıra uygun yetiştirme tekniklerinin geliştirilmesi ile mümkün olacaktır. İyi bir çeşit olmadan
sadece uygun yetiştirme teknikleri verimi artırmada yetersiz kalacaktır.
* Yrd. Doç. Dr. Zübeyir TÜRK Dicle Üniversitesi Diyarbakır Tarım Meslek Yüksekokulu
Bitkisel ve Hayvansal Üretim Bölümü
59
Bu makalede Diyarbakır’da Mercimek tarımı için uygun çeşit kullanımı, tohum yatağı hazırlığı, ekim yöntemi, ekim zamanı, tohumluk miktarı, gübreleme,
sulama, hastalık, yabancı ot kontrolü ve hasat yöntemleri gibi konular ele alınmıştır.
Çeşit ve Tohumluk: Diğer ürünlerin yetiştirilmelerinde olduğu gibi mercimek üretiminde de ilk
ve temel konu çeşittir. Bölgede kullanılan çeşitler tescilli çeşitler olmayıp yıllardır
çiftçilerin yetiştirdiği karışık populasyondur. Son yıllarda Güneydoğu Anadolu
Tarımsal Araştırma Enstitüsü tarafından yürütülen adaptasyon çalışmalarında yöreye adapte olabilecek yüksek verimli mercimek çeşitleri tespit edilmiştir. Uzun yıllar
verim denemelerine alınan söz konusu çeşitler bölgede yetiştirilen yerel populasyonlardan oldukça yüksek oranda birim alan tane verimi vermektedir. Bölge çiftçisi söz
konusu çeşitleri kullandığı taktirde daha yüksek verim elde edecektir.
Diyarbakır ekolojik koşulları için önerilecek mercimek çeşitleri ve bazı
tarımsal özellikleri aşağıda verilmiş Şunlardır:
1. Fırat-87: Kırmızı kotiledon renginde, yarı yatık gelişme tabiatında,
Güneydoğu Anadolu Bölgesi kışına ve kurağına dayanıklı, yüksek verimli, 1000
tane ağırlığı 390 gr, dane dökmesi az, harmanlanması iyi, tohum böceği (Bruchus)’ne
dayanması orta derecede, danedeki protein oranı % 27.3 ve pişme durumu iyi derecede olan, ancak geçci bir çeşittir.
2. Seyran-96: Güneydoğu Anadolu Bölgesi kışına ve kurağına dayanıklı,
kırmızı kotiledon renginde, dik gelişen,yatmaya dayanıklı, makinalı hasada uygun, erkenci, yüksek verimli, 1000 tane ağırlığı 300-360 gr, dane dökmesi az,
harmanlanması iyi, bruchusa dayanıklı, diğer çeşitlere göre kısa sürede pişme
özelliğine sahip bir çeşittir
3. Çağıl: Dik büyüyen, makinalı hasada uygun, kışa, kurağa ve yatmaya
dayanıklı, iyi çevre şartlarında verimi yüksek bir çeşittir. Çevre şartları kötüleştikçe
verimi düşmektedir.
4. Altıntoprak: Kötü çevre şartlarındaki verimi standart çeşitlerden iyi, çevre
şartları iyileştikçe verim potansiyeli artan bir çeşittir. Sıcağa ve kurağa dayanıklı, dik
gelişme formuna sahip, makinalı hasada uygun bir çeşittir.
Öteyandan mercimek üretiminde çeşit kadar önemli olan diğer bir konu
ise kullanılan tohumluğun kalitesidir. Zira, tohumluğun kalitesi ürünün verimi ve
niteliği üzerine doğrudan etkili olmaktadır. İyi bir tohum yada tohumluğun taşıması
gereken özellikler aşağıdaki şekilde olmalıdır.
60
a)
Tohumluğun çimlenme gücü yüksek olmalı,
b)
Yabancı ot tohumlarından temizlenmiş olmalı,
c)
Taneler iri, dolgun olmalı,
d)
Tohum böceği (Bruchus) zararına uğramamış olmalı,
e)
Tane üzerinde hastalık belirtileri olmamalı,
f)
Tohumluk mutlaka selektörlenmeli, kırık taneler ve cansız maddelerden temizlenmiş olmalı,
g)
Kullanılan çeşit içerisinde başka çeşit olmamalı,
Bölge çiftçisi bugüne kadar tohumluğunu kendisi temin etmektedir. Çiftçi
yukarıda sayılan özelliklere sahip mercimek tohumluğunu ektiği taktirde daha yüksek verim elde edecektir.
Tohum Yatağı Hazırlığı:
Yağışa dayalı ekim sisteminde buğdaydan sonra mercimek yetiştiriciliğinde
buğday hasadından hemen sonra birinci sürümün Soklu Pullukla 15-20 cm derinlikte
yapılarak bitki artıklarının gömülmesi, ikinci toprak işleme ise yağmurlardan sonra ve ekimden önce Kazayağı+Tırmık veya Diskaro+Tırmık ile gerçekleştirilmesi
tavsiye edilir (Anonim, 1983, 1985, 1986).
Ekim Zamanı:
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ekim yöntemleri ve sürüm aletleri dikkate alındığında mercimek için en uygun ekim zamanı Kasım ayı ortalarıdır (Orhan,
1991). Mercimekte ekim zamanı denemesinin çok yıllık sonucuna göre; Kasım
ayında tavlı toprağa yapılan ekimler, verim artışı ve yabancı ot yoğunluğunun
azalması bakımından faydalı bulunmuştur.
Mercimek ekiminde geç kalındığında; yağışlardan dolayı mibzer
kullanılamamakta, ekimin serpme olarak yapılması zorunluluğu ile karşı karşıya
kalınmaktadır. Bu durum bir miktar tohum kaybına ve verim düşüklüğüne neden
olmaktadır. Mercimeğin erken ekimlerinde ise yabancı otların daha büyük problem
olduğu unutulmamalıdır.
Ekim Yöntemi:
Ekim, serpme veya mibzerle yapılabilir. Ancak en ideal ekim yöntemi mibzerle sıraya yapılan ekimdir. Bölgede kırmızı mercimek ekimi genellikle hububat
mibzeri ile yapılmaktadır. Ancak mibzeri olmayan çiftçiler mercimeği serpme olarak
ekmektedir.
Serpme ekimde tohumluk kaybının yanında, ekim derinliğinin eşit olmaması
nedeniyle bitkilerin çıkış zamanları farklı olmakta, üniform bir çimlenme
sağlanamamakta ve bakım işlemleri güçleşmektedir.
Tohumluk Miktarı:
Birim alana ekilecek tohumluk miktarı; ekim sıklığına ve çeşitlerin tane
büyüklüğüne bağlı olarak değişmektedir. Bölgede yürütülen çalışmalara göre;
dönüme atılacak tohumluk miktarının mibzerle ekimde, kırmızı mercimekler için
9-10 kg olduğu tespit edilmiştir. Mibzerle ekimde; sıra arası mesafesi 20 cm, sıra
üzeri 2-3 cm, ekim derinliği ise 4-5 cm. olmalıdır (Anonim, 1986).
61
Kaliteli ve temiz tohumluğun kullanılmasının yanı sıra doğru sulama, gübreleme ve ilaçlama yapılması çok önemlidir.
Gübreleme:
Toprak analizleri yapıldıktan sonra gübrelemeye karar verilmelidir. Zira; her
toprağın gübre ihtiyacı değişmektedir.
Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü deneme alanlarında yürütülen
araştırma sonucuna göre; ekimle birlikte dönüme 2.0-3.0 saf azot ve 6 kg/da saf
fosfor düşecek şekilde gübre verildiğinde mercimekten en iyi verim alınmaktadır
(Kaya, 1981). Söz konusu miktar 18-46-0 kompose gübresi kullanılarak sağlanır.
Ekim mibzerle yapılacaksa, gübrenin ekimde verilmesi tavsiye edilir. Eğer
ekim mibzerle yapılmıyorsa, ikinci sürümden sonra tarla yüzeyine fosforlu gübre
serpilir ve kazayağı veya diskaro ile toprağa karıştırılır.
Sulama:
Bölgemizde ilave sulanan şartlarda mercimek veriminde önemli ölçüde artış
olduğu araştırma sonuçlarıyla belirlenmiştir. Sulama sayısı ve zamanı yağış ve toprak nemine bağlıdır.
Yüksek verim için Diyarbakır ve benzeri yerlerde mercimekte bakla bağlama
devresinde bir defa sulamanın, Ceylanpınar gibi sıcakların erken olduğu yerlerde
ise çiçeklenme devresinde yapılacak bir sulamanın yeterli olduğu tespit edilmiştir
(Anonim, 1990, 1991).
Yabancı Ot Kontrolü:
Mercimek veriminin yüksek olması için yabancı ot mücadelesi şarttır. Geniş
ve dar yapraklı yabancı otlar mahsulü gölgeleyerek ve onun besinine ortak olarak
zarar yapar. Bu yüzden yabancı otlarla erken dönemde mücadele edilmelidir.
İyi bir tohum yatağı hazırlamak, ekim derinliğini iyi ayarlamak ve uygun
ekim sıklığı kültür bitkisinin sağlıklı gelişmesine yardımcı olabileceği gibi yabancı
otlarla olan rekabetini de arttırır.
Hastalıklarla Mücadele:
Bölgemizde mercimek yetiştiriciliği için; kışlık tahılların hasadından sonra
veya Sonbaharda yağmurlardan önce soklu pullukla 15-20 cm derinlikte ilk sürüm
yapılması; özellikle toprak kaynaklı mantari hastalıklarla mücadele için tavsiye edilir. Yine hastalıklarla mücadele etmede dayanıklı çeşit kullanılması önemli bir yer
tutar.
Hasat ve Harman:
Bölgemizde mercimekler el, orak, tırpan, traktörün kuyruk milinden hareket
alan biçme makinasıyla önce hasat edilir, daha sonra harman edilir veya direkt
biçer-döverle hasat ve harman yapılır. Özellikle tırpan, ot biçme makinası ve biçerdöverle yapılacak hasat için tarlanın düz ve taşsız olması gerekir.
62
Tırpan ve biçme makinası ile hasat, mercimekler sarardığı zaman yapılır.
Biçer-döverle hasat yapılacaksa mercimeklerin kurumaları beklenmelidir. Fakat
gereğinden fazla bekletilirse dane dökme başlar.
KAYNAKLAR:
1. Alagöz, R., Keklikçi, Z., 1990. İki Yıllık Ekim Nöbeti Denemesi
Sonuç Raporu. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü.
DİYARBAKIR.
2. Anonim, 1981-90. Ülkesel Yemeklik Dane Baklagiller Projesi Raporları.
Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü. DİYARBAKIR.
3. Anonim, 2009. Bitkisel Üretim İstatistikleri Türkiye İstatistik Kurumu
(TÜİK). Yücetepe Mah. Necatibey Cad., No:114, www.tuik.gov.tr, 06100 Çankaya/
ANKARA.
4. Kaya, M., 1981. Mercimekte Agronomik Araştırmalar. Ekim Sıklığı ve
Kullanılacak Gübre Miktarı. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü
Müdürlüğü. DİYARBAKIR.
5. Keklikçi, Z., Alagöz, R., Kılınç N., 1987. Diyarbakır Koşullarında
Mercimeğin Tarla Hazırlığı Araştırması Sonuç Raporu. Güneydoğu Anadolu
Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü. Diyarbakır.
6. Orhan, A., 1991. Güneydoğu Anadolu’da Mercimek Tarımı, Sorunları
ve Çözüm Yolları. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü.
Yayın No: 1991.9 Diyarbakır.
7. Şehirali, S., 1988. Yemeklik Dane Baklagiller. Ankara Üniv. Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara.
63
DİYARBAKIR’DA NOHUT TARIMI
Zübeyir TÜRK*
GİRİŞ:
Nohut, ülkemizde en fazla ekim alanı ve üretime sahip olan bir yemeklik
tane baklagil bitkisidir. Ülkemizde 455.934 ha’lık alanda nohut ekimi yapılmakta,
562.564 ton nohut üretilmekte ve 124 kg/da verim alınmaktadır (Anonim, 2009).
Nohut tanesinde %16.4-31.2 gibi yüksek oranda protein bulunduran önemli
bir yemeklik tane baklagil bitkisidir (Şehirali, 1988).
Nohut, yemeklik tane baklagiller içinde soğuğa, sıcağa ve kurağa en fazla
dayanan ve fakir topraklarda yetişebilen bir bitki olması nedeniyle kışlık TahılNadas ekim nöbetinin uygulandığı kurak bölgelerimizde ekim nöbetine girerek
birim alan verimini artırmada ve nadas alanlarımızı azaltmada önemli bir yere
sahiptir (Alagöz ve Keklikçi, 1990). Ayrıca nohut bir baklagil bitkisi olarak, derine
giden sağlam yapılı köklerinde yerleşen azot bakterileri ile ortak yaşamları sonucu,
havanın serbest azotunu bağlayarak, topraktaki azot oranını arttırmakta ve böylece
toprak verimliliğine olumlu yönde etkide bulunmaktadır. Tarım alanlarımızın büyük
bir kısmında, yağışın yeterli olmadığı ve halen sulama olanaklarının da bulunmadığı
düşünülürse, sıcağa ve kurağa dayanıklı ve bu bölgelerimizde sulanmaksızın ürün
verebilen nohut, kuru tarım sisteminin uygulandığı yerlerde, önemli bir “Yemeklik
Tane Baklagil” bitkisi olarak ortaya çıkmaktadır. Nohutun ülkemiz için diğer bir
önemi de, “Yemeklik Tane Baklagiller” arasında, ihraç edilen bir ürün olmasıdır.
Üretimin artırılması artık ekim alanlarının artırılması ile mümkün olmamaktadır.
Üretimin arttırılması için birim alan tane verimini artırmak gerekmektedir. Bu ise
başta yüksek verim potansiyeline sahip iyi bir çeşidin kullanılmasının yanısıra uygun
yetiştirme tekniklerinin geliştirilmesi ile mümkün olacaktır. İyi bir çeşit olmadan
sadece uygun yetiştirme teknikleri verimi artırmada yetersiz kalacaktır (Engin,
1989).
Bu makalede Diyarbakır’da nohut tarımı için uygun çeşit kullanımı, tohum
yatağı hazırlığı, ekim zamanı, ekim yöntemi, tohumluk miktarı, gübreleme, sulama,
hastalık ve yabancı ot kontrolü ve hasat yöntemleri gibi konular ele alınmıştır.
Çeşit ve Tohumluk: Diğer ürünlerin yetiştirilmelerinde olduğu gibi nohut üretiminde de ilk ve
* Yrd. Doç. Dr. Zübeyir TÜRK Dicle Üniversitesi Diyarbakır Tarım Meslek Yüksekokulu
Bitkisel ve Hayvansal Üretim Bölümü.
64
temel konu çeşittir. Çiftçiler tarafından kullanılan çeşitler tescilli çeşitler olmayıp
yıllardır çiftçilerin yetiştirdiği karışık populasyonlardan oluşmaktadır. Son yıllarda
GAP Uluslar arası Tarımsal Araştırma ve eğitim Merkezi tarafından yürütülen ıslah
çalışmaları sonucunda; yöreye adapte oldukları tespit edilmiş, yüksek verimli nohut
çeşitleri saptanmıştır. Uzun yıllar verim denemelerine alınan söz konusu çeşitler
bölgede yetiştirilen yerel populasyonlardan oldukça yüksek oranda tane verimi
verdikleri tespit edilmiştir. Diyarbakır çiftçisi söz konusu çeşitleri kullandığı taktirde
daha yüksek verim elde edecektir.
Diyarbakır ekolojik koşulları için önerilecek nohut çeşitleri şunlardır:
ILC-482: Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kışlık ekilebilen, erkenci, kurağa
dayanıklı, antraknoz hastalığına tolerant, yüksek verimli, dane dökmesi olmayan,
harmanlanması iyi, pişme durumu iyi, 1000 tane ağırlığı 290-310 gr, yarı dik gelişme
tabiatında ve dallanma durumu nedeniyle makinalı hasada uygun olmayıp, bu yüzden
küçük aile işletmeleri için çok uygun bir çeşittir.
DİYAR-95: Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kışlık ekilebilen, kurağa
dayanıklı, antraknoz hastalığına tolerant, yüksek verimli, pişme durumu iyi, 1000
tane ağırlığı 400-450 gr, dik gelişme tabiatında, bitki boyunun uzun ve ilk bakla
yüksekliğinin yüksek oluşu nedeniyle makinalı hasada uygun olan bir çeşittir.
Öteyandan nohut üretiminde çeşit kadar önemli olan diğer bir konu ise
kullanılan tohumluğun kalitesidir. Zira, tohumluğun kalitesi ürünün verimi ve niteliği
üzerine doğrudan etkili olmaktadır. İyi bir tohum yada tohumluğun çimlenme gücü
yüksek, yabancı ot tohumlarından temizlenmiş, taneler iri ve dolgun, tohum böceği
(Bruchus) zararına uğramamış, hastalık belirtilerini taşımayan, kırık taneler ve
cansız maddelerden temizlenmiş olmalıdır.
Tohum Yatağı Hazırlığı:
Nohut yetiştiriciliği için; kışlık tahılların hasadından sonra veya sonbaharda
yağmurlardan önce Soklu Pullukla 15-20 cm derinlikte ilk sürümün yapılması,
daha sonra ekimden önce tarla toprağı tava gelir gelmez ikinci toprak işlemesi
Kazayağı+Tırmık veya Diskaro+Tırmık ile gerçekleştirilmesi tavsiye edilir.
Ekim Yöntemi:
Ekim serpme veya makinalı ekim yapılmaktadır. Serpme ekim metodunda
daha fazla tohum kullanılmakta ve üniform bir çimlenme sağlanamamaktadır. Ancak
en ideal ekim metodu tohum ekme makineleriyle sıraya ekimdir. Sıraya ekimde;
sıra arası mesafesi 25-35 cm., sıra üzeri 3-5 cm. arasında değişir. Sıraya ekimde
ekim derinliği 5-6 cm. olmalıdır. Tohumlar 5-6 cm’den daha derine ekilecek olursa ,
çimlenme zamanı, bitki başına düşen bakla ve çiçek sayısı azalır, çiçeklenme yavaş
seyreder.
65
Ekim Zamanı:
Nohut ekim zamanı kullanılan çeşitlere göre değişmektedir. Antraknoz
hastalığına dayanıklı nohut çeşitleri için kurulan ekim zamanı denemesinin çok
yıllık sonucuna göre; Aralık ayında yapılan ekim çiftçinin geleneksel ekim zamanına
(Mart ve Nisan) göre; % 100 verim artışı sağladığı tespit edilmiştir. Antraknoz
hastalığına hassas nohut çeşitleri için ideal ekim zamanı ise 15 Şubat-15 Mart
arasındaki dönemdir. Geç ekimlerde nohutun sıcaktan ve kuraktan zarar görebileceği
dolayısıyla verimin düşmesine neden olacağı, erken ekimlerde ise nohutun soğuktan
zarar görebileceği, daha fazla yabancıot ve daha yoğun antraknoz hastalığına maruz
kalınacağı unutulmamalıdır.
Tohumluk Miktarı:
Birim alana ekilecek tohumluk miktarı, ekim sıklığına ve çeşitlerin dane
büyüklüğüne bağlı olarak değişiklik gösterir. Konuya ilişkin yapılan araştırmalara
göre; dönüme atılacak tohumluk miktarı ILC-482 çeşidi için 15-16 kg (Anonim,
1989), DİYAR-95 nohut çeşidi için ise 17-20 kg (45 bitki/m2) olacak şekilde
ayarlanmalıdır (Türk, 1998).
Gübreleme:
Toprak analizleri yapıldıktan sonra gübrelemeye karar verilmelidir. Zira; her
toprağın gübre ihtiyacı değişmektedir. Nohutun azotlu gübreye ihtiyacı azdır. Yapılan
araştırmalar nohutta verilecek 2.5-3.0 kg/da saf azotun nohut verimini arttırmadığı
ancak sonraki buğday verimini önemli ölçüde artırdığını göstermektedir. Nohutta
dekara 5-6 kg saf fosfor verilmesi yeterlidir. Bunun için dekara 10 kg Triple Süper
Fosfat gübresi vermekle fosfor ihtiyacı karşılanmış olur.
Ekim mibzerle yapılacaksa, gübrenin ekimde verilmesi tavsiye edilir. Eğer
ekim mibzerle yapılmıyorsa, ikinci sürümden sonra tarla yüzeyine fosforlu gübre
serpilir ve kazayağı veya diskaro ile toprağa karıştırılır.
Sulama:
Bölgemizde ilave sulanan şartlarda nohut veriminde önemli ölçüde artış
olduğu araştırma sonuçlarıyla belirlenmiştir. Sulama sayısı ve zamanı yağış ve toprak nemine bağlıdır.
Yüksek verim için Diyarbakır ve benzeri yerlerde nohutta bakla bağlama
devresinde bir defa sulamanın, Ceylanpınar gibi sıcakların erken olduğu yerlerde
ise çiçeklenme devresinde yapılacak bir sulamanın yeterli olduğu tespit edilmiştir
(Şakar ve Orhan, 1993).
66
Yabancı Ot Kontrolü:
Nohut veriminin yüksek olması için yabancı ot mücadelesi şarttır. Geniş ve
dar yapraklı yabancı otlar mahsulü gölgeleyerek ve onun besinine ortak olarak zarar
yapar. Bu yüzden yabancı otlarla erken dönemde mücadele edilmelidir.
İyi bir tohum yatağı hazırlamak, ekim derinliğini iyi ayarlamak ve uygun
ekim sıklığı kültür bitkisinin sağlıklı gelişmesine yardımcı olabileceği gibi yabancı
otlarla olan rekabetini de arttırır.
Mekanik olarak nohut tarlasındaki yabancı otlarla mücadele yanında, kimyasal
ot öldürücü ilaçlarla yapılan mücadele nohut tarımında daha ekonomik olmaktadır.
Hastalıklarla Mücadele:
Nohut yetiştiriciliği için; kışlık tahılların hasadından sonra veya Sonbaharda
yağmurlardan önce soklu pullukla 15-20 cm derinlikte ilk sürüm yapılması; özellikle
toprak kaynaklı mantari hastalıklarla mücadele için tavsiye edilir. Yine hastalıklarla
mücadele etmede dayanıklı çeşit kullanılması önemli bir yer tutar. Nohutun yöredeki
en önemli hastalığı, Antraknoz (Ascohyta rabici (Pass.) Labr.) hastalığıdır. Bu
hastalığa yakalanan nohutların baklalarında lekeler bulunur. Bu lekeler de ufak siyah
lekeler halinde hastalık amilinin piknitleri vardır. Hasta bitkiler solgun yeşil renkte
görünürler. Bitkinin gövde ve daları lekelerin bulunduğu yerden kırılır. Bu hastalığa
köylüler ‘’Bulut çaldı ‘’ demektedir. Hastalık özellikle çiçeklenme döneminde çok
etkili olmaktadır.
Zararlılarla Mücadele:
Zararlıların başında nohut sineği (Liriomyza cicerina Rond.) gelmektedir.
Nohutların alt yapraklarında sararma ve dökülmelerin başlaması, yaprakların iki zarı
arasında boşluklar ve içlerinde kirli sarı renkli parlak küçük (2-3 mm.) larvaların
görülmesi, tarlada nohut yaprak sineğinin mevcut olduğuna delildir. Nohut çimlenip
topraktan çıktıktan bir hafta sonra dalcıklar üzerinde larvaları meydana getiren 2-3
mm. boyunda karın kısmı sarı çizgili üst kısımları gri siyah renkli sinekler görülür.
Hasat ve Harman:
Nohutta dane dökme problemi mercimek gibi büyük değildir. Yapraklar ve
meyveler saman sarısı bir renk aldığında elle hasada girilir. Hasat, makine ile de
yapılabilmektedir.
Bu durumda, iyice olgunlaşan bitkiler biçer-döverle hasat edilir. Sökülerek
hasatta, bitkiler tarlada yığın halinde kurumaya terk edilir. Daha sonra nohut harman
makinasıyla harman yapılır.
67
KAYNAKLAR:
1. Alagöz, R., Keklikçi, Z., 1990. İki Yıllık Ekim Nöbeti Denemesi
Sonuç Raporu. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü.
DİYARBAKIR.
2. Anonim, 1989. ILC-482’de Ekim Sıklığının Verime Etkisi. Ülkesel
Yemeklik Dane Baklagiller Projesi Sonuç Raporu, Güneydoğu Anadolu Tarımsal
Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü. DİYARBAKIR.
3. Anonim, 2009. Bitkisel Üretim İstatistikleri. Türkiye İstatistik Kurumu
(TÜİK). Yücetepe Mah. Necatibey Cad., No:114, www.tuik.gov.tr, 06100 Çankaya/
ANKARA.
4. Engin, M., 1989. Çukurova Koşullarında Yüksek Verimli Nohut
Çeşitlerinin Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma. Ç.O. Üniversitesi Ziraat Fak.
Dergisi, 4, (6):1-134. ADANA.
5. Şakar, D., Orhan, A., 1993. Diyarbakır’da Kışlık Yetiştirilen Nohutlarda
Sulamanın Dane Verimine Etkisi. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma
Enstitüsü Müdürlüğü Yayınları No: 1993-3. DİYARBAKIR.
6. Şehirali, S., 1988. Yemeklik Dane Baklagiller. Ankara Üniv. Ziraat
Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, ANKARA.
7. Türk, Z., 1998. Diyarbakır Ekolojik Koşullarında Farklı Ekim Zamanı
ve Ekim Sıklığının Diyar-95 Nohut Çeşidinin Verim ve Verim Komponentlerine
Etkisi. Harran Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü (Doktora Tezi), ŞANLIURFA.
68
HEVSEL ( ESFEL ) BAHÇELERİNDE TARIM
Kenan Haspolat*
Hevsel Bahçeleri; Diyarbakır’ın güneydoğusunda Diyarbakır surları ile Dicle
nehri arasında kalan, Dicle nehrinin taşıdığı çok verimli alüviyal topraklara sahip
birinci sınıf tarım arazisi niteliğinde bir bölgedir. Hevsel Bahçeleri, Mardinkapı’dan
başlar güneyden 10 güzlü Köprüye, doğudan da Yenikapı’ya kadar uzanır.
Kentin akciğeri olarak tanımlanan Hevsel Bahçeleri’nde çok eski tarihlerden
beri sebze ve meyve tarımı yapılmaktadır. Bu nedenle kent tarihinde önemli yeri
vardır. 1960’lara kadar şehir halkının bütün sebze ve meyve ihtiyacını karşıladığı
bilinmektedir. Bugün için de yine bu ihtiyaçları önemli oranda karşılama potansiyeline
sahiptir.
Hevsel Bahçeleri toplamda yaklaşık 4000 dekar alana sahiptir. Bu alanın
1000-1500 dekarlık bölümü kavaklık olup, yaklaşık 2500 dekarlık bölümünde ise
genelde sebze üretimi yapılmaktadır. Son yıllarda bu alanın yaklaşık %50’sinde
meyve bahçeleri oluşturulmaya başlanmıştır.(31).
Hevsel ve tarihi yönü: Diyarbakır’da Dicle kenarları cennet misali yeşillik ve
çok sayıda kuş türünün arzı endam ettiği bir mekândır. Buradaki bahçelere Hevsel
bahçeleri ismi verilmiştir. Diyarbakır’da Dicle kenarları kutsal olarak sayılmış,
kimine göre Aden cenneti olarak mütalaa edilmiştir, bu mekâna halk “Esfe”l veya
“Hevsel Bahçeler”i adını koymuştur.
Ermeni Hıristiyanları anlayışına göre Aden bahçesi (Mıgırdıç Margosyan)
‘Adem ile Havva’nın cennetten kovulduktan sonra ilk defa ayak bastıkları
topraklar Dicle kıyılarıdır (1). Yukarıda ifade edilen mekan kutsal dinlerdeki Aden
cenneti tanımına uyar.
*[email protected]
69
Halit Ötük Aden bahçesini şöyle tanımlar: “O bölgeye ADAN bahçaları
(deniz kenarındaki bahçeler) denildiği, hevsel sonradan takılan bir isim olup atık
suların akıtıldığı yer (Bizim haram su diye tabir ettiğimiz) anlamına gelmektedir
(2). Diyarbekir’de bu bahçelerin kutsallık atfedilen dünyadaki Aden cennetine
benzetildiğine işaret eden Musevî ve İsevî kaynaklara dayanan kimi yazarlar, işi
o denli ileri götürmekte mahir ki, Hazreti Adem ile Hazreti Havva’nın dünyada ilk
buluştukları yer olarak işaret eder (3).
Kadri Göral Aden cennetinin Hevsel bahçelerinin yanındaki Acem gölü ve
çevresine uyduğunu ifade eder (4). Yahudiler Aden bahçesi der. İslami kaynaklarda
“Adn” diye geçiyor. Firdevs, bu da bir cennet Süryanilerin bölgeye verdiği isim. ‘Hz.
Musa zamanında Tevrat tek nüsha halindeymiş, Ahid sandığından çıkarılıp halka
okunurmuş. Asurlular ve Babilliler’in saldırısıyla İsrail Krallığı ve Yahuda krallığı
ortadan kaldırılır, Süleyman mabedi yıkılır ve Tevrat kaybolur. Yahudiler Babil’
e sürülür. İ.Ö. Pers kralı Keyhüsrev’ in izniyle Yahudiler tekrar Filistine’e döner,
Tevrat yeniden kaleme alınır. O sıra Yahudiler Filistin dışında yaşamaktaydılar.
Akdeniz havzasının kullandığı Yunancayı kullandıklarından Tevrat Yunanca metin
olarak yazıldı. Bu metinde ‘Ve Rab doğuya doğru Aden’de bir bahçe dikti’ buradaki
doğu Anadolu’dur. Batı dillerinde Anatolie, Yunanca Ana-tole deyişinden gelir
ve Doğu anlamına gelir. Yukarıda doğu yerine Anadolu kelimesini koyalım: “Ve
Rab Anadolu’ya doğru Aden’de bir bahçe dikti ve Adem’i oraya koydu. Kutsal
kitabın Fransızca çevirisinde bu doğuya değil doğu’da şeklinde geçer. Yani ‘Ve
Rab Anadolu’da Aden’de bir bahçe dikti ve Adem’i oraya koydu” (5). İbrahim
Hakkı Hazretleri ve Muhyiddin Arabi ise Aden cennetini adeta Hevsel bahçelerinin
yanındaki İçkale olarak işaretler.
Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri Marifetname’ de Cennet konusunu
işlerken şunları yazar: “Aden Cenneti, surlarla çevrili bir şehrin ortasındaki yüksek
dağın üzerinde bulunan iç kale gibidir. Bütün Cennetlerin içinde ve ortasında da
olduğundan, hepsine komşu, şereflendirilmiş bir mekândır; Cennetlerin nehirlerinin
çoğunun kaynağıdır. Burası sıddıkların, hafızların makamıdır. Rahman’ın tecelli
mahallidir” Muhiddin Arabi Aden Cenneti’nden şöyle bahseder: En üstün cennet
Adn cennetidir. Hükümdarın sarayına benzer ve sarayın etrafını sekiz sur çevreler.
(6).
Hevsel Bahçeleri / 1985 - Adil Tekin
70
Dicle Yemyeşilliktir
Hevsel Bahçeleri / 1985- Adil Tekin
Bu bölge sadece yeşillik değil, aynı zamanda kuş cennetidir. Dicle
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ahmet Kılıç, Türkiye’de tespit edilen 453 kuş türünün
221’i bu bölgede yaşıyor. Kılıç ve ekibi bölgeye, “kuş cenneti” demektedir.
Diyarbakır’ın Hevsel Bahçeleri’ndeki kuş türlerine yönelik bir çalışma yürüten
Gazeteci Selim Kaya, bu süre zarfında fotoğraflarla belgelediği 79 kuş türünden
oluşan sergiyi Dağkapı Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde Diyarbakır’ lıların
beğenisine sundu.
Tarihi kaynaklar bu bahçeler için şu şekilde tanımlama yapar: 1869 senesine
ait resmi devlet belgesi olan Diyarbakır salnamelerinde bahçelerde menekşe ve
güllükler vardır ki; ilkbaharın ilkinde menekşe nihayetinde gül ve feryad-ı andelib
zamanı hulul ederek temaşaları yüz göstermeye başlar. Hele seher-i infilak, kuşlar
güvercinliklerden, nehrin canib-i garbisindeki bahçelerden iftirak ederek suya doğru
geldikleri zaman çıkardıkları avazelerin sami’a-nüvaz-ı mahzuziyet olan ihtizaz-ı
hakikaten pek sevimlidir (7). Erzincanlı İzzet Paşa, Diyarbekir Valisi iken ‘‘Gerçi ki
her tarafı Amid’in adn-asadır” der. Hevsel bahçeleri şairlere konu olmuştur. Birçok
şair, Esfel’i şiirine taşımıştır:
M. Mergen’ den
Diclenin kenarı bağ ile bostan
Suyundan içerdi, tarla, gülistan
Masmavi tül gibi her baharistan
M. Ali Abakay’dan
Esfel adı konulmamış acılarımın mekânı
Gençliğimin başımdaki kavak yelleri
Bahçalarında çalışan insanımın alın teri
Şimdi sahipsiz “Vah malamıné” dedirtir
71
Hevsel Bahçeleri: Diyarbakır’ın güneydoğusunda bulunan dicle nehri
kenarında taşınmış alüviyal topraklardan oluşmuş üzerinde çeşitli meyve ağaçlarının
ceviz, badem, incir, kayısı, erik, vişne, kiraz, şeftali...vb) ve hemen hemen bütün
yazlık ve kışlık sebzelerin (domates, biber, patlıcan, salatalık, kabak, lahana, marul,
mısır, karpuz, kavun, soğan, çilek, bamya, sarımsak, maydanoz, dereotu, fasulye,
semizotu, roka, ıspanak...vb) yetiştirildiği yerlerdir. Ayrıca pamuk bitkisinin ve
kavak ağaçlarının yetiştiği bölgedir.
Arazi Özellikleri: Tesirli toprak derinliğinin 60-80 cm ve toprak yapısı
bakımından killi-tınlı ve alüviyal yapıda olduğu, mutlak tarımın yapıldığı 1.sınıf
tarım arazileridir (8).
Yetişen Sebze ve Meyveler: Burada yetişen bitkileri eskiler şu şekilde anlatır:
Ben ü Sen’de ve Hevsel bahçelerinde karahübür, kum şeftalisi, delibardağan, okçur,
çikündür, kenger, ağbandır, acice, nane-çuçe, kazayağı, karpuz, kudret helvası
yetişirdi (9).
Abdullah Süheyl Baran, elli yıl önceki Hevsel’i anlatıyor: “Mardin yolundan
hevsel’in kuzey ucuna kadar 5 tane işlek yol vardı. Biri patika, diğeri Mardinkapı’dan
dosdoğru doğuya giden yol. Bu iki yol Mardinkapı’ya çıkardı. Üçüncüsü Yenikapı’ya
çıkan yol. Dördüncüsü Dicle nehrinden Dıngılhava dediğimiz havuzlar bölgesine,
Küpeli kapısına veya istersen, Hz. Süleyman camisinin yanından, Buzhana’ya ve
Saray kapısına çıkan yol. Beşincisi de Fiskaya mahallesinden Dağkapı’ya, daha
doğrusu Fiskaya’ya çıkan yol” diye anlatır.
Bu bahsettiğim ana yollar birçok ara yolla birbirine bağlanırdı. Her bölgedeki
bahçenin farklı adları vardı. Şimdi hiçbirini hatırlayamıyorum. Çoğu bahçeler
sahiplerinin adı ile anılırdı. Mesela filankeslerin dutluğu gibi veya falanın şeftali
bahçesi, filankesin erikliği gibi. Özellikle Yenikapı ve Mardinkapı altındaki sebze
ekilen bütün tarlaların etrafında ipekçilikte kullanılan dutlar ekiliydi. 1960 lı
yıllarda bile, baharda, bahsettiğim bu yollardan sırtlarında yapraklı dut dalları ile
yukarı tırmanan işçileri görürdük. Belli bir süreye kadar dut yaprakları kıyılarak
ipek böceklerine yedirilirdi. Yeteri kadar olgunlaşan ipek böcekleri, son olarak
dik vaziyette yapraklı halde yerleştirilen bu dut dallarına salınır ve bunların yeşil
yapraklarını yedikten sonra koza sarmaya başlarlardı. Yıllar geçtikçe, ucuz naylon
ile rekabet edemeyen ipekçilik öldü, dut dalları artık taşınmaz oldu. En verimli
çağına ancak 20 yılda gelen ipekçilik dutlarına ne oldu acaba? Dünyanın bir numaralı
ipekçilik merkezi olan memleketimde ipekçilik öldü (18).
Mevlüt Mergen o günlerde daha belirgin olan bugünde satılmakta olan
bir dut çeşidi Karahöbür’ü anlatıyor: Şimdi siz Diyarbakır’ın dışında bir yerde
“karahöbür” deyiniz ve karşınızdakine bu meyve hangi şehri hatırlatıyor diye
sorunuz? Bilemeyecektir, öncelikle karahöbürü bilemeyecektir. Bilmesi için bu
şehirde geçmişte birkaç gün yaşaması gereklidir de ondan bilemeyecektir. Deseniz
ki şimdi yaşasa olmaz mı? Hayır olmaz, çünkü karahöbür o günlerin tadını ağızlara
bıraksa bile o günlerdeki özlenilmişliğini, parmaklar arasına tutunarak o parmakları
siyaha yakın kırmızıya boyayışını sanki kaybetmiştir de ondan bilemez.
72
Yenişehir’de, Ofis’te, Bağlar’da, Gaziler’de ve daha diğer yeni kurulmuş
semtlerde oturanlar acaba akşam saatlerinde birilerinin dışarıda “karahöbür, hurma
şeker” diye bağırışını duymuşlar mıdır?” Çıkmışlar mıdır balkonlarına “karahöbür
karahöbür, hele gel gel” demişler midir? Görmüşler midir karşılarında pala bıyığıyla
“Tahsin Figençiçeği” kendisine “hele iki kilo ver” demişler midir? Adaleti temsil
eden terazide tartıldığına şahit olmuşlar mıdır kara höbürün? Evet, bu şehrin insanı
karahöbürü sever, karahöbür bu şehrin insanını severdi, sevdiği için de kapılarına
kadar giderdi o güzelim bal tatlısı meyve!.. Şimdi nostalji olsun diye satılıyor ve
yeniyor. Küçük tasların, sahanların içinde sunuluyor insanlara. Tablada görmeyince
de bir iki kilo alma aklınızın ucundan bile geçmiyor, hem niye o günlerin ucuzluğuyla
satılmıyor da şimdi böyle pahalı?
Sorulurdu satıcısına: «bu hangi bahçenin karahöbürü?» diye «Cin Ali» bahçesi
en çok tercih edilen bahçe idi de «Benu-Sen» karahöbürü de iştahla ve zevkle yenirdi.
Şimdi gurbette o günlerin Diyarbakır’ lılarının mezarı ve yaşayan torunları, O
torunlara eğer ataları anlatmışlarsa sorsanız size söylerler «karahöbür Diyarbakır»
diye. Meraklılarınca bu soru mutlaka sorulacaktır, biliyorum; «başka yerde yok
mudur kara höbür?» mutlaka vardır ama adı karahöbür değildir, karaduttur, beyaz
duttur ya da kırmızı duttur.
Karahöbür, Diyarbekir›e hastır. Çünkü Diyarbekir› linin gözleri de
karahöbürdür, sanırsınız kaşlarını o duttan elde edilen boya ile boyamışlar,
vücutlarına sinmiş o dutun boyası «esmerleştirmiş» de merhum Güzelses bu yüzden
«ne kadar esmer varsa hepsi bizim soydandır» demek gereğini duymuştur.
Son söz: Karahöbür = Hurma şeker, leylası Arap!.. Hurma şekeri anlamışım
da bu leylası Arab’ı bir türlü anlayamamışım, şöyle yorumlasam yanlış mı ederim
acaba? Doğrudur, her mecnunun bir leylası var ve «leyla» her ırktan olabilir. Demek
ki Diyarbakır bir Mecnun ve onun da leylası Arap!.. (32).
Hevsel’de yetiştirilen sebzeler, meyveler de bazen hayvanların sırtında bazen
insanlar tarafından bu patikalarda taşınırdı. Göbekli marullar, dut ve şeftali yuvarlak
tablalarda taşınırdı. Satılan dutlar karahöbür denen simsiyah, parmak büyüklüğünde
dutlardı. Dut mevsiminde, dutlara musallat olan serçeden biraz büyük, aşağı yukarı
serçe renginde dut kuşları vardı. Bunlardan da epeyce avlayıp yediğim için etlerinin
çok lezzetli olduğunu bilirim. Dut bahçelerinde bu kuşları kovmak için teneke çalan
çocuklar olurdu. Boş tenekelere sopalarla vurup kuşları kaçırmaya çalışırlardı.
Dutların aynı gün veya en geç ertesi gün tüketilmesi gerektiği için Diyarbakır dışına
pazarlanması şansı yoktu. Tıpkı şeftaliler gibi. Diyarbakır şeftalisini, Diyarbakır
dışında hiçbir yerde görmedim. İri bir kayısı büyüklüğünde, kabuğu kolayca soyulan,
çekirdeği etinden kolaylıkla ayrılan, çok çok lezzetli bir şeftali türüdür. Bunu
satarken “şeftaliiii... kum maliiii...” diye bağırırdım. Hafif kumlu arazide daha mı iyi
oluyordu, bilmiyorum ama bu şeftalinin olgun olanlarının da dutlar gibi Diyarbakır
dışına pazarlanacak kadar dayanıklılığı yoktu. Şeftalinin olgun olanları aynı gün en
geç ertesi gün tüketilmezse bozulurdu. Öyle sandığa, hele hele torbaya konamazdı.
73
Hemen ezilirdi. İtina ile yuvarlak tahta tablalara dizilir üzerine büyük incir yaprakları
örtülerek satışa sunulurdu (10). 1967 il Yıllığı ile 1967 yılında Diyarbakır, meyve ve
sebze ihtiyacının bir kısmını Hevsel (Esfel) bahçelerinden sağlıyordu. Bu bahçelerde
meyve olarak şeftali, erik, karaerik ve dut yetişmekteydi (18).
Dr. Abdullah Süheyl Baran 50 yıl önceki hatıra defterinden Hevsel’in
aşefçilerini dinleyelim:
Hevselin Aşefçileri 1958-1960: İkindiden sonra Hevsel’in patikalarında
sekiz on kişilik aşêfçi gurupları, sırtlarında kendilerine verilen sebzeler veya aşêfçi
pazarında satabilecekleri çeşitli otlarla, şehre doğru tırmanırlardı. Pazarda aşêfçiler
tarafından satılan otların bir kısmı insanlar tarafından tüketilen yabani otlardı. Bir
kısmı da, birçok evde beslenen kuzuların yemesi için toplanan otlardı. Bu aşêfçileri
ve aşêfçi pazarını etraflı olarak anlatmam lazım. Niye derseniz, benden başka,
aşêfçiliği bizzat yaşayıp yazabilecek başka kişi olduğunu sanmıyorum. Çok iddialı
bir laf oldu değil mi. Değil. aşêfçilerin tamamı bayan veya seyrek olarak çeşitli
yaşlarda kız çocukları idi. Bu bayanlardan bir gün hatıralarını yazabilecek kadar
okur-yazar birilerinin çıktığını veya çıkacağını sanmıyorum. Yanlarında taşıdıkları
kız çocuklarını da okutabildiklerini sanmıyorum.
Nitekim 6-7 yaşından sonra annemin yanından ayrılmayan kız kardeşim
ne yazık ki okutul (a) madı. Aşêfçilik kadın işi sayıldığından olsa gerek, benden
başka annesi ile birlikte ‘aşêfe giden ve aşêfçiler pazarında annesinin yanında
durup otları satan başka, tek bir tane erkek çocuk hatırlamıyorum. O da okuyacak,
sonra da aşêfçileri anlatacak. İmkânsıza yakın bir şey. Bunu aşêfçilerle konuşarak
anlatabilecekler olabilir. O da ikinci el bilgi olur.
Annemle ‘aşêfe gittiğim için, mahalleden bazı arkadaşların bana “ser jınık”
(kadın kafalı) diye lakap taktıklarını hatırlıyorum. Benim Arapşeyh›teki arkadaşlarım
ya okula gitmeyen çeşitli işlerde çırak olan ya da sepetçilik şeklinde hamallık yapan
çocuklardı. Ya da okula gidip, kalan zamanlarında haylazlıklar yaparak boş, avare
gezen çocuklardı. Tabii ki, zaman zaman ben de onlara katılırdım, fakat genelde
ya babama seyyar satıcı arabasını itmek için yardım eder veya özellikle onun
ölümünden sonra annemle birlikte aşêfe giderdim. Tabi ben Arapşeyh mahallesinin
sura yakın, gecekondu kısmında olan çocuklarından söz ediyorum. Arapşeyh’in hali
vakti yerinde olan kesimi de vardı.
Arkadaşlarımın aşêf adına yaptıkları tek şey, nisan mayıs ayında bahçelerden
yabani menekşe toplayıp destesini 25-50 kuruşa, Dörtyol›da veya Gazi caddesinde
satmaktı. Bu da nedense sadece erkek çocukların işi idi.
Aşêfçilerin menekşe toplayıp sattıklarına hiç şahit olmadım. Ben nadiren
menekşe toplasam da bunu aşêfçiler pazarında satmaya çalışırdım. Bu pazarda da
menekşe alan olmazdı. Çünkü normalde bu pazarda menekşe olmazdı. Genellikle
menekşeler bana kalırdı. Bu menekşeler çok güzel kokardı. O zamanlar Diyarbakır›da
hiç çiçekçi yoktu. Hevsel›den toplanan menekşe ve bazen köylülerin getirdiği sarı
renkli kardelenler dışında çiçek satıldığını hatırlamıyorum.
74
On iki – on üç yaşımda iken bir ara annemle birlikte görünmekten utandığımı,
annem bunu fark edince de, bu sefer utanmaktan utandığımı ve bu utancı inkar
ettiğimi, şimdi utanç içinde hatırlıyorum. Bu yaşlardan sonra da yatılı okul ve yazın
amcamın yanında medrese eğitimi gibi sebeplerle, ‹aşêfe gitme imkânım olmadı.
Gelelim ‹aşêfçiliğe; Bir tarlada çalışılacaksa, sabah güneş doğarken tarlada
olacak şekilde evden çıkar, ikindiye kadar tarlada çalışırlardı. O gün ekim dikim
gibi bir iş değil de bir ürün toplanıyorsa her birine, eğri büğrüsünden, zaten pazara
gönderilmeyecek, onlar olmasa atılacak olanlarından verilirdi. Genellikle tarladaki
iş paydos olunca, çeşitli yabani otlar ve kuzular için, karuş, sarmaşık, bunlar yoksa
bazen taze dut dalları da toplanıp aşêfçi pazarına götürülürdü. Seyrek de olsa,
üründen bir miktar zulalayanlar olurdu, fakat bunları aşêfçi pazarında satamazlardı,
çalıntı olduğu anlaşılırdı. Bunu sanıyorum kendileri tüketirdi veya defolular içine
karıştırıp satarlardı. Aslında tanıdığım onlarca aşêfçi içinde buna yapan sadece bir kişi
hatırlıyorum. Geri kalanının buna tevessül ettiğini hatırlamıyorum. Son olarak 19631964 yılında aşêfçilerle birlikte bulundum. O zamanki yevmiyeleri 350 kuruştu. Ben
hiç yevmiyeli aşêfçi olamadım. Annemle birlikte gider fakat daha çok, aşêfçi pazarında
satılabilecek yabani otları veya “xerrat” edilmiş bir tarladaki artık sebzeleri toplardım.
Xerrat edilmiş tarladaki artıkları toplamak riskli idi, çalmadığını kanıtlaman
gerekebilirdi. Yani riskli işti.
Xerrattan topladıkları elinden alınanları hatırlıyorum. Galiba 1-2 defa ben
de sorgulandım. “Xerrat” nedir onu da anlatmadan dediklerim havada kalacak. Bir
bostanda, sahibi ürününü topladıktan sonra, geri kalan yani onun işine yaramayanlar
xerrat diye, fakir fukaraya bırakılırdı. İlk bakışta xayrat kelimesinden bozma gibi
görünüyor. Yani tarlada geri kalanı hayrat diye bırakmak gibi. Fakat kelimenin
Kürtçedeki kullanılış tarzına bakıldığında orijinal Kürtçe olmalı.
Cümle içindeki kullanımda xerrıtî, xerrıtandın, bıxerrıtîn gibi kürtçeye
özgü kılıklara girdiğine göre, Kürdî bir kelime olmalı. Yabancı dilden alınanlarda,
kelime türetmelerde başka kalıplar kullanıldığını sanıyorum. Sonuç olarak xayrat
kelimesinden bozma olmadığı kanaatindeyim. Yine de bu işi dil uzmanlarına bırakıp
çizmeyi aşmayayım. Aşêfçiliği anlatmaya dönelim.
Tarlada aşêfçi olarak iş olmadığı zamanlarda, daha geç, öğlene doğru saatlerde
evden çıkar, Hevsele iner, bahçe kenarlarında veya ekilmemiş bahçelerde, yabani
otlar toplayıp pazara götürürdük. Aslında yevmiyeli aşêfçiliğin yapıldığı günlerin
sayısını toplasanız, yılda 2-3 ayı geçmez. Geri kalan günlerde aşêfçinin yaptığı,
satabileceği otları toplamaktı. aşêfçi pazarı, Melik Ahmet caddesi yıkıldıktan sonra
balıkçılar başına yakın olan meydanlıkta ikindiden sonra kurulurdu. Buralara bina
yapılınca Mardin Kapısı yönüne, sokak arası bir yere taşındı. Melik Ahmet Caddesi
yıkılmadan önce bu pazar var mıydı, vardıysa nerede kurulurdu. Bilmiyorum.
Bu pazara gelenler sebze almak için gelmişse bilin ki fakirdir. Yenebilen
yabani ot müşterisi ise fakir orta halli veya zengin olabilir. Çünkü bu otları başka bir
yerde bulamazdınız. Ya kendiniz gidip toplayacaksınız, ya da aşêfçi pazarı.
75
Bu otların tadını alanların, pazara sık sık uğraması kaçınılmazdı. Birçoğunun
o gün bulamadıkları belli otlar için sipariş verdiklerini hatırlıyorum. Hele kuzu
sahipleri mutlaka her gün gelirlerdi. Kuzularının otsuz kalmamasını garantiye almak
için, sıkı sıkı tembih ederlerdi. Bu kuzu meselesi için ayrı bir paragraf açmak lazım.
Diyarbekir›in orta halli ve özellikle alt gelir gurubunda sayılabilecek olanların
birçoğu, ilkbaharda 2-3 veya daha fazla kuzu alıp beslerdi. Bu kuzuların besini,
çoğu aşêfçi pazarından alınan, dut ve asma yaprakları, yonca, çeşitli sarmaşıklar ve
qaruş dediğimiz deste yapılabilen uzun otlardı. Birçok kişi kuzusunu beslemek için,
otunu kendisi toplardı. Dut ve asma yapraklarını dalları ile birlikte belli mevsimde
toplardık. Yaz ortalarından sonra ve sonbaharda, bunlar kartlaştığı için pek makbul
değildi. Genellikle sattığımız diğer otlardı. Bu kuzuların besininin önemli bir kısmı
da evdeki karpuz ve kavun artıkları gibi şeylerdi.
Anlatılmaya değer olan husus, birçok kuzu sahibinin, pazara kuzuları ile
birlikte gelmesiydi. O yıllarda arkasında köpek gezdiren veya Diyarbakır’ın
herhangi bir yerinde köpeğine tasma takıp gezen bir tek kişi hatırlamıyorum. Fakat
mevsimi gelince, Melik Ahmet caddesinde, özellikle ikindi sonrası, peşinde kuzusu
ile dolaşan onlarca kişi görebilirdiniz. Aşêfçi pazarından otu alıncaya kadar kuzunun
tasmasından tutmak gerekirdi. Fakat otunu aldıktan sonra tasmayı çıkarırlardı.
Kuzu, kuzu kuzu otu takip ederdi. Bunun bir sakıncası, bazen kuzunun elinde ot
olan başka birinin peşine takılabilmesiydi. Dikkatsizlikten kuzusunu kaybedip orada
burada arayanlar olurdu. Sahibi açısından kuzuyu anlattık. Bir de kuzunun gözünden
anlatmaya çalışırsak; çarşı içinde sahibini, elindeki otu ile birlikte kaybeden kuzular
çoktu, fakat kalabalık olmayan mahalle aralarında elinde ot olmayan sahibini
bile kolay kolay kaybetmezlerdi. Aslında kuzu, sahibi diye birinin peşine takılma
gafletinde bulunmamışsa, sahibini kaybettiğini anladığı anda melemeye başladığı
için kaybolan kuzuyu bulmak pek de zor değildi.
Bu kuzular sonbahara doğru iyice semirir, tamamı karaman cinsi olan kuzular,
kocaman yağlı kuyruklarını taşıyamaz hale gelirdi. Sonbahar ortalarında kesilip
kavurma haline getirilirlerdi.
Kuzu beslenen evin çocukları birkaç hafta kuzuların yasını tutup unuturlardı.
Biz topu topu bir defa, bir kuzu beslediğimiz için son söylediğimden çok da emin
değilim. Belki hala kuzularının yasını tutanlar veya yapılan kavurmayı hiç yemeyenler
vardır. Bu yüzden ömür boyu vejetaryen olanlar da var mıdır?.. Mümkündür.
Aslında kuzulara ot taşıma işi pek makbul bir iş değildi. Kocaman destesi, taş
çatlasın 50 kuruş ederdi. Hâlbuki aynı ağırlığın yarısı “kazayağı” veya “nanêçuçê”
veya insanların tükettiği başka bir otu destesi 15-25 kuruştan satıp daha az ağırlıktan,
250 kuruş kazanmak mümkündü. Fakat insanların yediğini toplamak zor ve zaman
alıcı, taşıması kolay; kuzuların yediğini toplaması çabuk ve kolay, taşıması zordu.
Günün sonunda ele geçen para 150-350 kuruş arasında olurdu. Az gibi gelebilir fakat
ölmeden yaşamamıza yetiyordu. Aslında bu kazanç her gün olsaydı fazla sıkıntı
olmazdı. Yılın neredeyse yarısı, kar, yağmur ve çeşitli diğer sebeplerden aşêfçiler
işsiz kalırdı. Mesela çok kar yağdığı zamanlarda annemin halden kuru soğan alıp,
76
yine aşêfçi pazarında karın üstüne yayıp sattığını, bu sırada soğuktan tir tir titrediğini
hatırlıyorum.
Bu aşêfçi pazarı şimdi var mı, varsa ne durumdadır? Çok merak ediyorum.
Mesela bu pazarı da ele geçirip, gelen aşêfçilerin ellerindeki malları yok pahasına
alıp, kendi tuttukları sahte aşêfçi kılıklılara sattırarak, kazanç sağlayan patronlar
türemiş mi? Olur ya, ne de olsa geçen kırk yıl içinde kapitalizm denen rejimde epey
ilerleme sağladık.
Böylece aşêfçi pazarı sadece ikindiden sonra başlayan gerçek aşêfçilerin
pazarı değil de, tam gün çalışan sahte aşêfçi pazarına döndü mü?.. Bu soruma
cevabınız evet de olsa hayır da olsa sonuç benim için üzücü olacak. Böyle saçmalık
olur mu diyeceksiniz. Şöyle olur. Evet derseniz sömürülen aşêfçilerden dolayı
üzülürüm, hayır aynen devam ediyor deseniz halen aşêfçiliğin devam etmesi sebebi
ile üzülürüm. Ancak, çok şükür artık aşêfçilere yeteri kadar yevmiye verildiği için
bu tür işlerle uğraşmıyorlar, aşêfçi pazarı da kendiliğinden kapandı, artık gönlümüz
yabani ot istiyorsa kendimiz gidip topluyoruz derseniz, işte o zaman memnun olurum.
Yok böyle olmadı, belediye bu çirkinliğin şehrimize yakışmadığını düşünüp
bu pazarı kaldırdı diyecekseniz, bunu hiç söylemeyin, bu kadar acıyı kaldıramam.
Fedakâr anam, geçinmek ve beni okutmak için, ben Tıp Fakültesini
bitirinceye kadar, son yıllarda yaşı nedeni ile aşêfe her gün gidemese bile, 60 yaşına
kadar bu işi sürdürdü. 70 yaşında vefat etti. Son on yılını onun için gerçekten
gurbet olan batı illerinde geçirdi. On yıl boyunca hep vatanım dedi, sonunda bir
batı ilinin mezarlığında, mezar taşına; “Diyarbakırlı Zeynep Baran” diye yazıldı.
Hepsi bu. Keşke mesleği de yazılsaydı. “AŞÉFÇΔ. Onun verdiği emeklere layık
olmaya gayret ediyorum. Olabiliyor musun derseniz, sadece gayret ediyorum, sınıfı
geçebildiğimden emin değilim. Bunca zor şartlarda verilen emeğe layık olmak kolay
iş değil, Takdir edersiniz... (21).
Hevselde Sonbahar
77
Mehmet Mercan, o yılları anlatıyor: O yıllarda Mardinkapı dışındaki
bahçe henüz parka dönüştürülmemişti… Aileler oturdukları yerlerde iki-üç saat
dinlendikten sonra kilimlerini toplar, evlerine dönerlerdi… Akşama yakın saatlerde
bu kez çay kenarındaki hüllelere ya da köşklere akın başlardı. Hülleler, Dicle
kıyısındaki karpuz bostanlarında, suyun sığ olduğu kıyılarda kurulurdu. Suyun içine
direkler çakılır, üzerine çakılan tahtaların etrafı da kent içinde damlarda kurulan
tahtların etrafına çevrilen STARA gibi kamışlarla örülürdü. Bostan sahibi aileler
yazlarını bu hüllelerde geçirirlerdi. Aile fertleri hüllelerde yatardı. Yarısı suyun
içinde kalan hülleler hem daha serin, hem zehirli böcek ve haşere bakımından
güvenli olurdu. İşi, işyeri şehirde olan sabahın erken saatlerinde kalkar yola düşer,
akşam olunca tekrar hüllelere dönerdi. Akşama yakın saatlerde Mardinkapı yokuşu,
hüllecilerin eşeklerinin çıngırak sesleriyle çınlardı. Akşama yakın saatlerde kent
içindeki işyerlerini kapatan esnaf ve tüccar süslü semerli, boyunlarına özel yapılmış
çıngıraklar asılı eşekleriyle, Dicle kıyısındaki hüllelere ya da köşklere doğru yola
çıkardı. Eşeklerin üzerindeki süslü heybelerin içi yiyecek ve içecekle doldurulurdu.
Eşeklere yalnızca küçük çocuklar bindirilir, büyükler ise eşeklerinin yanında
birbiriyle sohbet ede yürürdü.
Zengin aileler ise köşklere paytonla giderlerdi… Değirmenlerin arasından,
Savukhpar yokuşunu inen eşeklerin nal sesleri sağlı sollu sıralanan değirmenlerin
şak-şakına karışırken ayrı bir ahenk oluşurdu… Ayni saatlerde bahçelerin “yorgun
savaşçıları” AŞEFÇİLER de sırtlarındaki dolu bohçalarıyla Mardinkapı yokuşunu
tırmanmaya başlarlardı.
Eğer, Keçi burcunun üzerinde ya da tabanındaki kayalıkta oturan akşamcılar
arasında güzel sesli biri şarkı söylüyorsa, aşefçiler de, hüllelere gidenler de adımlarını
yavaşlatır, şarkıyı dinlerlerdi…
Bazı aşefçiler, yokuşun başında oturur, hem dinlenir hem de geçen hüllecilere
sebze, meyve satardı.
Kentin hemen tüm sebze ve meyvesi Mardinkapı’daki bahçelerden sağlanırdı.
Bahçelerin etrafındaki sulama kanalların kenarlarında Delibardağan, Naneçuçe,
Kazayağı, Ağbandır, Acice, Dereotu, Tolık (Ebegümeci), Pırpar (semizotu) gibi
yenecek hoş kokulu otlar yetişirdi. Kentin pazarlarında satılan bu otlar çeşitli
yemeklerde, salatalarda kullanılırdı. Bazıları ise çiğ yenirdi. Bu bahçelerde de
“AŞEFÇİ” adı verilen kadın bahçıvanlar çalışırdı. Bahçelerde yetişen sebze ve
meyveyi az bir ücretle çalışan AŞEFÇİLER toplardı.
Gün batımından önce yüklendikleri sebze torbalarıyla iki büklüm Mardinkapı
yokuşunu tırmanan aşefçiler bunları kentteki sebzecilere teslim ettikten sonra,
kendileri için topladıkları döküntü sebzeleri, meyveleri ve çeşitli otları seyyar
pazarlarda ucuza satar az da olsa bir kazançları olurdu.
78
1940’lı, yıllardan 1960’lı yıllara kadar Aşefçi Pazarı şimdiki Bakırcılar
Çarşısı’nın bitişiğindeki Eski Saman Pazarı’nda kurulurdu. 1960’lı yıllarda belediye
burasını “Peynir ve Yoğurt Pazarı” olarak düzenleyince, bu kez aşefçiler, günümüzde
Balıkçılarbaşı yakınındaki halk arasındaki adıyla Malikiejder (Malik El İştar) cami
ve türbesinin bulunduğu, Nakiplerin konaklarının bulunduğu sokağa taşındı…
Mehmet Mercan işin musiki boyutunu da ele alır Diyarbakır folklorunun baş menüsüdür HEVSEL.
Diyarbakır’ın akciğeridir. Diyarbakır’ın rengidir. ...
Hevsel Bahçeleri, Mardinkapı’dan başlar güneyden 10 güzlü Köprüye,
Doğudan da Yenikapı’ya kadar uzanır. Diyarbakır’ın karpuz, kıtti bostanlar, Has
(marul) bahçeleri buralardadır. Bostanların olmazsa olmazı HÜLLELER buralarda,
Dicle kıyılarına kurulur. Ünlü mesireler bu bahçelerdedir; Cinali, Kuşdili, Hatun
Kastali, Derin Encüme, Deyaz Encüme, Mennanağa, Kaniya Mahkuma, Acem Gölü, Ali Keşkül, Savuhpar ve daha başkaları. Hevsel bahçelerinin her kesiminin ayrı bir
güzelliği ayrı bir özelliği var. Bazı bahçelerde çeşitli sebzelerin yanında dut, elma,
şeftali, erik, kayısı gibi çeşitli meyve yetiştirilirken, bazı bahçelerde sadece gül,
menekşe, nergiz üretilirdi eskiden.
Mardin yolunun üzerindeki kayalardan Hevsel’i seyrettiğinizde, muntazam
parsellere bölünmüş rengarenk görünürdü bahçeler. Kimi mor, kimi kırmızı, kimi
beyaz, kimi yemyeşil… Bu renklerden bilirdik hangi bahçede menekşe, hangi
bahçede gül, hangi bahçede nergiz yetiştiğini…Hevsel’in kum şeftalisinin tadı bir
başka olurdu. Hele o mayhoş elması, yağlı marulu ve de alucesi…
Şimdilerde çoğu yok... Tek-tük sebze bahçeleri kaldı ayakta.(11) Hevsel (Esfel)
Bahçeleri, Osmanlı Dönemi’nde tümüyle dutluk alanlarla kaplı ve çevrelenmiştir.
İpekçiliğin revaçta olduğu Osmanlı’da Esfel Bahçeleri, bir yönüyle de sebze ve meyve
üretiminin gözde mekânıdır. Cumhuriyetle birlikte Esfel’de görülen değişim, dutluk
alanların zamanla ortadan kalktığıdır. Osmanlı’nın son döneminde şehrin azalan
nüfusu, Gayr-i Müslimlerin zaman içinde şehirden göçü ile ipekçilik gerilemiştir.
1950’li yıllardan sonra ipekçiliğin can çekişmesi, Esfel Bahçelerindeki dutluk
alanların seyrekleşmesine sebep olmuş, “Kara Hübür”, “Leylası E’reb” denilen
dutlar da yenilmez. Kum şeftalilerini yeniden yiyebileceğiz, Leylası E’reb Kara
Höbür dutları tadacağız, Esfel Bahçeleri’nin gölgesinde tadı unutulmuş karpuzları
bir öğle sıcağında serinletmek için güneşe bırakacağız, Dicle’de çocuk boyunu aşan
balıkları görebileceğiz (12).
79
Esfel Bahçeleri – Foto: F. Türkoğlu
Esfel Bahçeleri – Foto: F. Türkoğlu
Esfel Bahçeleri – Foto: F. Türkoğlu
80
Ali Haydar CANLI, Hevsel tarımını anlatıyor: Alüce(Erik): Cin Ali bahçesinde,
Numan bey, Derin Encüme, Deyaz Encüme ve Soğuk Pınar bahçelerinde yetişirdi.
Sarı Erik, Gam götürmez bahçesinde yetişirdi
Kum Şeftalisi, ince kabuklu yarma şeftali, beya hoşhoş elma, incaz yer
elması, kış kabağı, Urum dutu, yağlı marul, meyhoş domates, paşa armudu,l ahana
Hevselin diğer ürünleriydi.
Araştırmacı yazar Mevlüt MERGEN, ‘Hevselde yetişen’sebze ve meyveler
için şunları anlatıyor: Diyarbakır’ın “arka bahçesi” de diyebiliriz bu bahçeye.
“Hevsel” halk dilinde söylene gelen bir isim olurken eskilerden “Abdüssettar Hayati
Avşar” burasının adının “Esfel” olduğunu söylerken sebep olarak da bu bahçenin
şehrin ana zemininden yüz metreye yakın bir düşüklükte olmasını gösterir. Ve
cehennemdeki “Esfeles’safilin” denilen yerinde böyle çukur bir yer olduğuna dikkat
çeker bu tesbiti yaparken.
“Hevsel” bahçeleri asırlardan beri bu şehrin sebzesini, meyvesini yetiştirip
karşılarken, Dicle kıyısına yakın olması hasebiyle “piknik” alanı olarak da
kullanılmıştır. Şehirler arasındaki ulaşımın bu günkü gibi kolay, rahat ve sık olmadığı
zamanlarda Diyarbakır’a dışarıdan sebze ve meyve gelmediğinden ve bu bahçe
de ihtiyaca cevap verdiğinden burada her türlü sebze ve meyvenin yetiştirildiğini
görmekteyiz. Bu gün, hemen her mevsimin sebze ve meyvesini mevsimi olsun,
olmasın çarşı ve pazarda görmek mümkün iken Hevsel bahçesinde yetişen sebze ve
meyvelerin “mevsiminde” yetiştiği günleri görmüş birisi olarak o günlerin özlemini
çektiğimi söyleyebilirim.
Burada sevgili peygamberimizin: “sebze ve meyvenin mevsiminde yenilmesi”
gerektiği hakkındaki kutlu sözlerini hatırlatmak isterim. Israrla vurguladığım bir
gerçek var, Diyarbakır geçmiş zamanlarda ürettiği her maddeyi, bu sebze meyve
olsun, diğeri sanayi ve giyim ürünleri olsun mutlaka kendisi üretir ve öylece
tüketirdi. Hevsel bahçesinde yetiştirilen patlıcan, biber ve domates gibi kurutmalık
olarak da kullanılan sebzeler mutlaka sıcak yaz günlerinin sebzeleridir. Kışın bu
sebzeler bulunamayacağı için yazdan kurutulur ve kışın öylece kullanılırdı.
Domatesin burada yetiştirileni yemeklerde kullanılırken salça için mutlaka
“Lice domatesinin” çıkması beklenirdi ki biraz daha geç gelirdi sebze haline. Büyük
sandıklarda getirilir ve hemen her ev bu domates dolu sandıklardan evinin ihtiyacına
göre birkaç sandık alır ve evinin salçasını kendisi yapardı. Domatesin salçalık
olarak sıkılandan arta kalan posası bile atılmaz kurutulur ve kışın yakacak olarak
kullanılırdı. Domates ayrıca dilimlenerek kurutulurdu ki, kışın domates yetişmezdi
Hevsel bahçelerinde. Hevsel bir tek bahçe değil, birçok bahçeden oluşmuş bir sebzemeyve bağıdır aslında.
Domates, patlıcan, biber, bamya, fasulye, lahana, salatalık, kabak ve daha
birçok sebze çeşidinin yetiştirildiği yerdir. Hevsel bahçeleri. “Yeşillik” olarak
81
adlandırdığımız ve sofraların adeta olmazsa olmazı olan maydanoz, roka, nane
ve diğer bitkilerinde yetiştiği topraklardır Hevsel bahçelerinin toprakları. Burada
yetiştirilen ürünler çarşı pazara getirilirken ön elemeden geçirilerek getirilirdi,
çünkü insanlara iyi ürün sunmak buradaki yetiştiricilerin üzerinde özenle durdukları
gereklilikti. Beğenmedikleri ürünleri toplamaz, bunları şimdilerde adını bir çarşıya
vermiş olan “aşifçi kadınlar” gelir toplar ve önce kendi ihtiyaçlarını sağlar, arta
kalanını da balıkçılar başındaki o çarşının baş kısmında büyük mendillere serer
ve ekonomik durumu iyi olmayanlara “Ucuz” ca satarlardı. Şunu da kaydetmeden
geçemeyeceğim, sebze-meyve satan manavlar, müşterilerinin “Yeşillik” dediğimiz
diğer bitkileri kendiliğinden verir, yeşillikten para almazlardı. Tabii yalnız sebze
değildi Hevsel Bahçelerinde yetiştirilen ürünler, meyve de yetiştirilirdi, yalnız
“portakal ve mandalina” bu bahçelerin yabancısı olduğu meyvelerdi.. Mevsimine
göre şeftali yetiştirilirdi ve Diyarbakır şeftalisi karpuzu gibi toprakta değil, kumda
hayat bulurdu ki, satıcıları “Şeftali kum maliii” diyerek ürünlerini sunarlardı
alıcılarına.. Elma “Haşhaş” tı, elması Diyarbakır’ın biraz küçücüktü ama, çok
nefis bir tadı vardı.. Salatalık mevsimi geldiğinde kokusuyla celb ederdi insanları..
“Marul” Yalnız Hevsel’de değil “Ben-u Sen” bahçelerinde de yetiştirildi ki, öyle üç
beş yapraklı değildi bu marullar..
“Hatun Kastal” yeniden hayat bulsa da konuşsa ne kadar marul yıkandığını
musluklarından ne kadar çok su akıttığını bir, bir söylese!.. “Kıtti” buna bazı yerlerde
acur dense de Diyarbakır’lı kıtti der ve kumda yetiştirirdi ki bazıları yarım metreyi
bile bulabilirdi de ye ye bitmezdi bu yeşil renkli güzelim kıttiler… Marullar tohuma
durduğu zaman kılıç gibi boy verirdi. Kaysı da yetişirdi Hevsel bağ ve bahçelerinde.
Üzüm, bu bahçede değil de şimdi yerleşim alanı olan ve koca bir ilçe olarak insanların
yaşadığı “bağlarda” yetiştirilirdi. Karpuzunu da burada yetiştirirdi Diyarbakır’lı
yetiştiriciler, yalnız Hevsel’de değil Dicle nehrinin uzantısınca kenarındaki
kumlarda hayat bulurdu bu şehrin meşhur karpuzu, kavun da öyle.. Çok çeşitleri
vardır ama bazılarının adını analım örnek olsun diye: “Azizo” “Hasso-Çerko” gibi
kavunların yanı sıra bir de kışlık kavunlar yetiştirilirdi, bunlar yetiştirildiği günlerde
değil de, evlerin kilerlerinde saklanır, soğuk kış günlerinde sobanın yanında ağızları
tatlandırırdı…
“Haram sudan atladım
Martin çarşaf katladım
Muradım olsun diye
Her dertlere katlandım”
Bu bir türküdür ve o haram sudur Hevsel bahçelerinde yetişen ürünlerin hayat
bulmasında yardımcı olan. “Haramlığı” önceden kullanılmış olmasından gelirdi,
yoksa akla ilk gelen kanalizasyon sularının karışmış olmasından değil… Bu su
aslında “Anzele” nin suyudur, “Dabağhane ve “Salahane” Anzele’nin komşularıdır
82
ki burlarda su çok kullanılırdı.. Dolayısıyla kullanılan bu sular akar gider Hevsel
bahçesi ve diğer bahçelerle buluşurdu, sonra kanalizasyonun karışmasıyla bu su
gerçekten “haram su” oluverdi.
Şimdilerde sağ olsun Tarım, Gıda ve hayvancılık Bakanı hemşerimiz Mehdi
Eker’in gayretleriyle bu bahçelere tertemiz su akıtılıyor ve Hevsel bahçeleri hayata
yeniden dönüyor. Hevsel bahçeleri nüfusu bir buçuk milyonu bulan bu şehrin
sebzesini, meyvesini tamamen karşılamasa bile artık çevrede gelişen “seracılık”
kültürü ile yakın bir zamanda dışa bağımlı olmaktan kurtulacak Diyarbakır, böylesi
bir gelişmenin olması ayrıca sevindirici… Sözü noktalamadan önce şu gerçeği de
hatırlatmak isterim, denebilir ki Türkiye’de ilk seracılık Diyarbakır’da yapılmıştır,
hatırlarım Mardin kapıdan çıkışta “Hevsel-Esfel” e bakıldığında görülürdü camdan
kaplanmış seralar.. Turfanda sebze yetiştirilirdi, bu seralarda… Bugün her konuda
yitiğini arayan bu şehir artık o yitikleri bulmaya başlamıştır. Güzel olan ve sevindirici
olan da budur… Hevsel eski günlerine dönüyor
Diyarbakır’ın Akciğeri Çiçek Açtı
DİYARBAKIR’ın akciğerleri’ konumundaki Hevsel bahçeleri son yıllarda
dikimi yapılan şeftali, kayısı ve erik ağaçları çiçek açıp tarihi surlarla birleşince
ortaya birbirinden güzel görüntüler ortaya çıktı.
DİYARBAKIR-Merkez Sur İlçesi’ni saran 5 kilometre uzunluğundaki tarihi
surların altında yer alan ve türkülere konu olan Kırklar Dağı ile Ongözlü Köprü’nün
yanındaki Hevsel Bahçeleri 30- 40 yıl önceki özüne dönmeye başladı. Bir dönem
şeftali, kayısı ve erik bahçelerinin bulunduğu, son 15 yılda büyük oranda sebze
ve kavak ağaçlarının yetiştirilmesine ağırlık verilen Hevsel bahçelerinin gerçek
konumuna dönmesi için tarla sahipleri 2- 3 yıl önce tekrar şeftali, kayısı ve erik
fidanları dikmeye başladı.
83
AKASYA AÇTI: Bu yıl bahar mevsiminin erken gelmesiyle birlikte Hevsel
bahçelerinde bulunan erik, kayısı ve şeftali ağaçları erken çiçek açtı. Atatürk’ün
Diyarbakır’a geldiğinde dinlendiği yer olan Gazi Köşkü’nün de bulunduğu Hevsel
bahçelerinde çiçek açan ağaçlar, yeşil bitki örtüsü dünyaca ünlü tarihi Diyarbakır
surlarıyla birleşince ortaya kartpostal gibi görüntüler çıktı. Kent sakinlerinin hafta
sonları mesire alanı olarak kullandığı tek yer olan Hevsel bahçelerindeki üreticiler,
önceki yıllarda korkudan kimsenin bahçelere inemediğini son yıllardaki rahatlamayla
birlikte özellikle hafta sonlarında ailelerin toplu halde piknik yapmaya geldiğini,
bununda kendilerini sevindirdiğini söyledi. Diyarbakır Söz Gazetesi /17.03.2010
Dicle Nehri Çevresi
Osmanlı Belgelerinde Hevsel: 16.Yüzyılda Dicle nehri ile şehrin
surları arasındaki, bağ ve bahçelerle kaplı arazide, şehir halkı çeşitli ürünler
yetiştirmekteydi. Bugün de, Evsel bahçeleri adıyla anılan bu arazide kavun, karpuz,
pamuk ve buğdayın yanı sıra, çeşitli sebze ve meyveler yetiştiriliyordu. Yetiştirilen
bu ürünler, yalnızca, satılmak üzere pazara getirildiğinde vergiye tabi oluyor, evde
tüketilmek üzere ayrılan miktardan vergi alınmıyordu.(19) 19.yüzyılda Hevsel
bahçelerinin ekonomik yönünü tarihi belgelerden öğreniyoruz.(27)
Haziran 1900 yıllarına ait ŞD.1446/16 sayılı belge ‘Diyarbakır’daki Esfel
bahçe ve tarlalarının cins ve miktarı ile tahmini değerini gösteren defterde bu
arazilerden yıllık olarak alınan vergi belirtilmektedir. 8 Aralık 1892 tarihli BOA.
ŞD.1466/16 sayılı defterde Esfel bahçelerinin 10 milyon kuruş değerinde olduğu,
yıllık 250.00 kuruş öşür alındığı belirliyor.(17)
Sultan Abdülhamide yazılan bir raporda Hevsel’de tarım ve ihracatının
durumu gözler önüne sergileniyor. Şat(Dicle) Nehri kenarındaki mezralarda her çeşit
sebzenin yetiştirildiğini, nehrin Mardin Kapı önlerindeki kesiminde dut bahçelerinin
bulunduğunu, bu bağçelerin yalnız ipek elde etmede değerlendirildiğini yazmaktadır.(20).
84
Esfel Bahçeleri
Seyahatnamelerde Hevsel’de Tarım: Yeşil Bursa tabirine benzer bir durum
geçmişte Diyarbakır için de geçerliydi. Şimdi belli ölçülerde yeşil olan Diyarbakır’ın
geçmişi muhteşemdi. Bu açıdan tarihi seyahatnamelere göz atmak yararlı olacaktır.
Buckingham seyahatnamesinde Diyarbakır’ın bahçelik olduğunu ifade
eder. H.Peterman Doğu’da Yolculuk isimli seyahatnamesinde Diyarbakır’ı şöyle
anlatır 2 saat boyunca Dicle’nin kıyısından çeşit çeşit meyvelerle dolu bahçelerin,
Diyarbekir’in ismiyle ün yapmış muhteşem büyüklükteki karpuzların yanından
geçtik.
Dr. Lamec Saad Diyarbakır 1890 yılı izlenimlerini şöyle anlatır:” Dicle
kıyısı boyunca uzayan bahçeler, çeşitli nehir kollarının akmasıyla da, Diyarbekir›in
güneyinde ve doğusunda verimli alanlar oluşturuyor. Bu alanda çeşitli sebze ve meyve
yetiştiriliyor ki, bunlar arasında en ünlü ikisi şehrin adıyla anılan kavun ve karpuzdur.
Özellikle meyveler çok lezzetli kayısı ve üzüm bu meyvelerin en ünlüleridir. Bu
verimli alan ilkbaharın gelmesiyle gül ve menekşe bahçesine dönüşmektedir. Halkın
eğlence yeri olarak da Dicle kenarında Urfa kapı ile Dağkapı arasında bahçeler çok
ünlüdür.
Lord Warkworth ise 1898 yılı intibalarında Güneye doğru uzanan vadi dut
bahçelerinin devamlı bir uzantısı diye bahseder. Lowthıan Bell isimli seyyah ise
1911 yılı seyahatnamesinde ‹Güneybatı tarafı dut bahçeleri ve bağlarla süslüdür› der.
Armand Colin ise seyahatnamesinde; ‹Diyarbekir Nehrin ötesinde ilginç ve hoş bir
manzara arz eden yeşil bir vadiye bakmaktadır,› demektedir. (13)
Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde ‹Haric-i surda
bahçeler ve bostanlar kesret üzere bulunup her nevi sebze ve eşcar (ağaç) yetişmekte
ise de eşçarın çoğu dut ve kavak ve söğüt ağaçları olduğundan duttan pek çok harir
(ipek) imal olunur. Ve kavak ve söğüt ağaçlarının bir kısmı kelek bağlanarak Dicle ile
Musul vilayetine sevk ve ihraç olunur. Lice kasabası beğ ve bahçeliktir. (3/222,223)
Dahil ve haric-i şehirde bir hayli bağlar, bahçeler, güzel güzel mesireler ve
köşkler mevcuddur.Hele mevsim-i baharda dağ ve Mardin kapıları haricindeki
85
nüzhetgahlarda temaşagah-ı erbab-ı tabiat olan badem,şeftali,elma çiçeklerinin
manzara-i ferah-bahşasıyla Dicle nehrinin sağa ve sola temayül ede ede cereyan-ı
tabiisinin teşkil etmekte olduğu cetveller o manzaraya başka letafetler vermekte ve
bahçelerin bazısında huda-yi nabit menekşe çiçeği,yetiştirilen gül fidanları adeda
birer gülzar-ı nükhet-i nisar-ı letafet teşkil edip bülbüllerin,tuyurun enva-ı nağamat-ı
ferah efzası da da teşnif-i sevami eyler (5/84)(14).
Esfel Bahçeleri
Dicle Kenarı
Esfel Bahçeleri
86
Esfel Bahçeleri’nden Farklı Diyarbakır Görünümleri
Hevsel ve Yabani Hayat: Hevsel Bahçelerinin farklı ve önemli bir başka
özelliği de irili ufaklı 100›e yakın kuş türünün yaşadığı “saklı kuş cenneti” olarak
da bilinmesidir. Bahar gelince sayılarında büyük bir çoğalma görülen Söğüt bülbülü,
yılın 4 mevsiminde orada olan Saka, başta olmak üzere Kızıl gerdan, Ak Mukallit,
Kumru, Ağaç İncirkuşu, Kızıl sırtlı Örümcekkuşu, Ak gerdanlı Ötlegen, arıkuşu….
gibi 79 kuşun burada yaşadığı gazeteci Selim Kaya fotoğraflarla belgelenmiştir.
Bunların yanı sıra şahin, atmaca kerkenez gibi yırtıcı kuşlar burada doğal denge
içinde yaşamlarını sürdürmektedir (31).
Her doğal alanda olduğu gibi buranın tek sahibi insan değil; varoluşlarının
ta en başından beri kaderlerini bağladıkları sudan vazgeçemeyen daha nice canlı
var Dicle vadisinde. Bunlardan akla ilk olarak ister istemez, bölgedeki akarsulara
yapılan her müdahalede olduğu gibi, Fırat yumuşak kabuklu kaplumbağası (Rafetus
euphraticus) geliyor. Adını aldığı Fırat’ta barajların su tutmaya başlamasıyla ülkemiz
sınırları içinde kalan yaşama alanlarını birbiri ardına yitiren bu endemik tür şimdi
neredeyse Dicle’ye sığınmış durumda ve karşı karşıya kaldığı yok olma tehlikesi her
geçen gün artıyor. Akarsu akışının kesilerek suların yükseltilmesi bu nadir sürüngenin
beslenebileceği, yumurtlayabileceği, güneşlenip dinlenebileceği kıyı ve adacıkları
yok ettiği gibi, çok daha önemli bir etki yaparak, zaten az sayıdaki bireyden oluşan
populasyonlarının bölünmesine ve gen akışı engellenen toplulukların bundan sonra
daha da artan bir hızla küçülmesine yol açıyor.
Aynı etkinin nehrin balıkları için de söz konusu olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Vadinin suyla kaplanmak istenen bölümünün, yanı başında bulunduğu büyük
kentten kaynaklanan sayısız bozucu etkilere karşın hâlen yaban hayatı açısından
son derece önemli olduğunun başka göstergeleri de var. Nehrin proje alanı içinde
kalan kısmında doğu kıyısını boydan boya kuşatan Dicle Üniversitesi kampusü
kesiminde en az 175 kuş türü tek tek belirlenmiş durumda. Özellikle ilkbahar ve
sonbahar göçleri sırasında alanda konaklayarak kendilerini yenileme fırsatı bulan bu
87
kuşlar arasında bıldırcın kılavuzu, doğu ve orman söğüt bülbülleri, kuzey kamışçını,
küçük çinte, İzmir yalıçapkını ve toy gibi Türkiye’de her görüldükleri yerde heyecan
yaratan nadir kuşlar da var. Yine bu grup kuşlardan çizgili ishakkuşu Güneydoğu
Anadolu’ya özgü bir baykuş türü ve yakın zamana dek ülkemizde bu kuşun yaşadığı
bilinen yalnızca iki yer bulunuyordu; bunlardan Birecik’e uğrayan Avrupalı kuş
gözlemcileri hâlâ bu kuşları görmeden gitmiyor.
Türkiye’de soyu kritik derecede tükenme tehlikesi bulunan türlerden alaca
yalıçapkını da bu alanı mesken tutan kuşlardan; yuvasını yapmak zorunda olduğu
nehir kenarlarındaki dik toprak yamaçlar böylesi projeler yüzünden de yok ediliyor.
Göç dönemlerinde Dicle vadisi üzerinden binlerce yırtıcı kuş geçiyor. Bu kuşlardan
bazıları vadideki ağaçlara konarak dinleniyor ve yola devam etmek için uygun hava
koşullarının oluşmasını bekliyorlar. Özellikle Efsel bahçeleri kendilerine (yerli kuş
türlerinin de yoğun olarak kullandıkları) güvenli bir geceleme alanı sunuyor (16).
Kuş cenneti Hevsel 05.10.2009. Diyarbakır Söz
Hevsel Bahçelerindeki Kuşlar Ölecek/ 04 Nisan 2011: Mavi Gerdanlar,
Bataklık Çitneleri ve Dağ Kuyruksallayanları gibi kuşların konakladığı
Diyarbakır’daki Hevsel Bahçeleri’ndeki bataklıklar, insanların etrafa rastgele attığı
çöpler nedeniyle kuşlar için tehdit oluşturmaya başladı.
88
Dicle Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Kılıç, 180 tür
kuşun barındığı Güneydoğu’nun kuş cenneti, Diyarbakır’daki Hevsel Bahçeleri’nde,
önlem alınmazsa kuş türlerinin azalacağını söyledi. Prof. Dr. Ahmet Kılıç, görünen
ambalaj ürünlerinin diğer çöplere göre daha az zararlı olduğunu belirterek, şunları
anlattı: “Özellikle, deterjanlar ve onlara ait kalıntılar, yeme ve içmeyle vücuda girerek,
canlıların biyokimyasal ve fizyolojik süreçlerine etki eder. Ambalaj atıkları doğada
100 yıl kalabiliyor. Bu tür yerlerin bir şekilde atıklardan temizlenmesi lazım aksi halde
türlerde azalma görülebilir.” dedi.www.diyarinsesi.org
Akkuyruklu Kızkuşu Hevsel bahçesinde görüldü/17 Nisan 2011
Türkiye’de kuş gözlemcileriyle ornitocuların (kuş fotoğrafçıları) uzun
uğraşlara rağmen daha önce Kars, Ankara ve Gaziantep’te sadece bir kaç kez
görüntülenerek kayıt altına alınan Akkuyruklu Kızkuşu, Diyarbakır’daki kuş cenneti
Hevsel Bahçeleri’nin Dicle kıyısında görüldü. Güneydoğu ve Diyarbakır›ın gizli kuş
cenneti olarak bilinen Hevsel Bahçeleri›nde bugüne kadar uzmanların kayıt altına
aldığı 180 kuş türüne artık yeni bir tür daha eklendi.
Ovalarda, platolarda ve nehir kenarlarında yaşayan Akkuyruklu Kızkuşunun,
Hindistan ve Afrika’daki kışlama alanlarından mart ayında ayrılarak nisan ayında
Afganistan’ı geçerek Türkiye’ye ulaştıkları belirtiliyor.
Havzadaki Kuş Türlerine Bir Yenisi Eklendi: Dicle Üniversitesi Fen
Fakültesi Biloyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Kılıç, Akkuyruklu
Kızkuşunun sıklıkla görülen bir kuş türünün olmadığını söyledi. Bu kuş türünün
neredeyse hiç görülmediğini belirten Prof. Dr. Kılıç, “Hevsel Bahçeleri’nde 180,
Diyarbakır ve ilçelerini de kapsayan bir alanda ise 270 kuş türü bugüne kadar kayıt
altına alınmıştır. Bugüne kadar Akkuyruklu Kızkuşuna rastlanmamıştı. Ancak
1950’li yıllardan beri var olduğu bilinmekteydi. Artık Diyarbakır’da yaşayan kuş
türüne yeni bir türü ekleyebiliriz” dedi.
89
Hevsel Bahçesi’nde Eko Turizmi Yaygınlaştırmak Gerek: Akkuyruklu
Kızkuşunu Hevsel Bahçeleri’nin, Dicle Nehri kıyısındaki bölümünde
görüntülenmesinin önemli bir hizmet olduğunu belirten Prof. Dr. Kılıç, şunları
söyledi: “Kuş cenneti olarak bilinen Hevsel Bahçeleri, yeni kuş ve sürüngenlere,
büyük avantajlar sağlıyor. Koruma, korunma ve barınma ile beslenme anlamında
büyük avantajları gören yeni türler, Hevsel Bahçeleri’ne geliyor. Uygun bir barınma
merkezi olarak mevsim aralarında farklı kuş türlerini burada görmek mümkün.
Bahçenin korunabilmesi ise çok zor. Çünkü kent merkezine bitişik bir alanda hem
tarım yapılıyor. Burada tarım yapan halkı bilgilendirmek lazım. Onların bu kuş
türlerini koruma altına almasını sağlamak ve av yasağına uyulması halinde kuş
türleri koruma altına alınabilir. Bahçede eko turizmi sağlamak gerek. Böylece
hem ekonomik anlamda bir katkı sağlarken, çevre faktörünü de ön plana çıkarmış
olacağız.»
200 Gram Ağırlığında Ama 19 Yıl Yaşıyorlar: Eşeysel olgunluğa 1 yaşında
ulaşan Akkuyruklu Kızkuşu, çoğu ancak 3 yaşında kuluçkaya yatar. 3- 4 yumurta
yapan Akuyruklu Kız kuşunun kuluçka dönemi ise 22 ila 24 arasında değişiyor.
100 ila 200 gram ağırlığında olan bu kuş türünün ortalama 19 yıl yaşadığı biliniyor.
Uzmanlar, Irak sınırları içinde Fırat nehri boyuncu 1953 yılında Yaygın olarak
yaşandığı bilinen Akkuyruklu Kızkuşu, günümüze gelindiği sayılarının oldukça
azaldığını belirtiyor.www.diyarinsesi.org
Öz Hevsel’de hasat zamanı / 15.08.2011
Çiftçi Mehmet Uğurlu,“Yerli malı tüketelim” dedi. Selim KAYA
Diyarbakır ile birlikte çevre il ve ilçelerin sebze-meyve ambarı konumunda
bulunan Hevsel Bahçeleri’nde hasat zamanı başladı. Hevsel Bahçeleri’nde bir
yandan şeftali, domates, elma, patlıcan, biber, bamya, marul, roka, maydanoz,
nane, kabak ve salatalık hasadı yapılırken, bahçelerin bazı kesimlerinde ise, yeni
90
mahsullerin ekimi için hummalı bir çalışma var. Hevsel Bahçeleri’nde 23 yıldan bu
yana çiftçilik yapan Mehmet Uğurlu, Diyarbakırlılara Anzele suyuyla yetiştirilen
Hevsel ürünlerini tüketmeleri çağrısında bulundu.
“Yerli Malı Tüketelim” Aynı zamanda 180 dolayında kuş türüne de ev sahipliği
yapan, Türkiye’de “Kuş Cenneti” olarak bilinen Hevsel Bahçeleri’nde 23 yıldan
bu yana çiftçilik yapan 40 yaşındaki Mehmet Uğurlu, Diyarbakırlıların öncelikle
Anzele suyuyla yetiştirilen Hevsel ürünlerini tüketmeleri gerektiğini söyledi.
Hevsel’de Erik hasadının tamamlandığını, buna rağmen şeftali, elma, domates,
patlıcan, biber, bamya, marul, roka, maydanoz, nane, kabak ve salatalık baklagiller
hasadının devam ettiğini belirten Mehmet Uğurlu, “Diyarbakırlı hemşerilerimizden
yerli malı tüketmelerini rica ediyorum. Temiz Anzele suyuyla yetiştirilen sebze ve
meyvelerimiz doğal ortamda yetiştiriliyor. Hevsel’de hormonlu ürün yetişmiyor. Bu
da Hevsel Bahçeleri’nin önemli bir özelliği. Hevsel’de doğal ortamda yetiştirilen
ürünlerin tadı da daha bir lezzetli oluyor. Serada yetişen bir domates ile bizim
burada doğal ortamda yetişen domatesin tadı çok farklıdır. İsteyen bunu rahatlıkla
deneyebilir” dedi. Yeni Kapı Semt Pazarı: Hevsel Bahçeleri’nde yetişen sebze ve meyvelerin
Yeni Haldeki komisyoncular tarafından piyasaya sürüldüğünü, yüzde 20 oranındaki
ürünlerin ise, Sur İçindeki tarihi Yeni Kapı Semt Pazarı’nda halka sunulduğunu
anlatan Uğurlu, “Sur içindeki vatandaşlarımızın sebze ve meyve ihtiyacını
karşılamak üzere kimi çiftçilerimiz ürünlerini sabah saat 06.00 dolayların da Yeni
Kapı semt Pazarı’na götürüyor. Yeni Kapı’ya giden ürünler saat 08.00 dolaylarında
tükeniyor. Sabah 09.00’da giden bir şey bulamaz. Yeni Kapı’da da genellikle şeftali,
elma, domates, patlıcan, biber, bamya, marul, roka, maydanoz, salatalık, kabak, nane
ve baklagiller satılıyor. Bu Pazarın, Hevsel’in meyve ve sebzelerinin tadına varan
insanlar için önemi büyüktür. Bu pazarı bilen biliyor. Zamanında bu semtte oturup
Dicle Kente yerleşen pek çok insan sabahları 06.00’da arabalarıyla buraya gelerek
yerli şeftali alıyor. Buna pek çok kez şahit olmuşum” dedi.
“Hevsel Bahçeleri Bir Cennet” İki milyon dolayında kavak ağacının da
dikili olduğu Diyarbakır’ın akciğeri konumunda bulunan Hevsel Bahçeleri, tarımın
yanında 180 dolayında kuş türünü de bünyesinde barındırırken, turizm açısında da
önemli bir yere sahip. Hevsel Bahçeleri’nde 40 yıldır tarımla uğraşan 60 yaşındaki
Şükrü Yaşar, Hevsel Bahçeleri’nin “Dünyadaki cennet” olarak tanımladı. Şükrü
Yaşar, Hevsel’de tarımla ilgilenmenin insana huzur verdiğini söyledi. Tarlada
çalışırken bir yanda Gaziköşkü, bir yandan tarihi Diyarbakır Surları, bir yandan
Kırklar dağı ve bir yandan da Dicle nehrine baktıklarını, bütün bu güzellikler arasında
bülbül sesleri eşliğinde çalışmanın kendilerini rahatlattığını belirterek, “Burada
tarım yapılıyor. Pek çok kuş türü ve memeli hayvan var. Ancak burası yeterince
tanınmıyor. Hevsel’in yeteri düzeyde tanıtılması durumunda Turizmde önemli bir
ivme kazanacağını düşünüyorum” dedi. Özgür haber gazetesi.
91
Hevsel ve Reyhan (Fesleğen) Bahçeleri: Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bahsettiği Dicle nehri kenarındaki fesleğen bahçelerini ve bunları öğrenince
insanın oturup düşünmemesi ve düşündükçe üzülmemesi mümkün değil (22).
Önce reyhanı tanıyalım: Fesleğen (Reyhan)
Yöresel adları: Fesliyen, peslan, reyhanotu, ırıhan, rahan Drog adı: Basilici herba / tüm bitki (kök hariç)
Eterli yağ: Basilici aetheroleum
Toplama/kurutma: Çiçeklenme aşamasında yapraklar ve çiçekli bölümler
toplanır, gölge ve havadar bir yerde kurumaya bırakılır. Daha sonra ince kıyılır ve
hava almayan kaplarda saklanır. Ama saksıda yetiştirilen bitkinin taze yaprakları her
zaman kullanılabilir.
Bileşim: Linalool, ve Methylchavicol içerikli eterli uçucu yağ, Cineol, tanen
ve flavonlar.
Etkileri: Yatıştırıcı, gaz söktürücü, mideyi rahatlatıcı, sindirimi uyarıcı
Kullanım alanları: Fesleğen öncelikle sindirim sistemini ve sinir sistemini
olumlu etkiler; şişkinlik, mide krampı, kolikler ve sindirim problemleri kullanım
alanıdır. Mide bulantısını yatıştırır ve bağırsak parazitlerini öldürebilir.
Yatıştırıcı etkisi sayesinde, sinirlilik, depresyon, gerginlik ve uykusuzluk
durumlarında yardımcı olur. Epilepsi, migren ve boğmacaya karşı da denenmelidir.
Geleneksel olarak, anne sütünü arttırmada kullanılır.
Bitki özsuyu, sinek ve böcek ısırıklarının tedavisinde doğrudan
ısırılan bölgeye sürülerek kullanılır. Fesleğen ayrıca antibakteriyel özelliğe de
sahiptir. Fesleğenin lezzetli bir baharat olarak her mutfakta bulunması gereği de
anımsanmalıdır.
Kullanım biçimi: Yarım veya bir tatlı kaşığı ince kıyılmış fesleğen, orta boy
bir su bardağı dolusu kaynar derecede sıcak suyla haşlanır, üstü kapalı olarak 10-15
dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 2-3 bardak içilebilir.
Fesleğen, genellikle tıpta ve aynı zamanda yemeklik maksadıyla da kullanılır.
Özellikle Fransa’da tüylü olarak 3 fut (90,4cm “1 fut = 30,4cm”dir) yüksekliğinde
yetişir. Dalı, yayvan ve dörtgen biçimindedir, çiçekleri beyaz, yapraklar halka
biçiminde dizilmiş sarmal şekildedir, üst tarafı toparlak ve gergin dallıdır.
Yaprakların altı gri-yeşil ve siyah noktalı yağ hücreleri vardır. 1inç uzunluğunda
ve 1/3inç genişliğindedir. Dokunulduğunda serinlik ve yumuşaklık hissi verir.
Farklı büyüklüklerde birkaç değişik şekilleri vardır. Yaprakları kokulu ve renklidir.
Fesleğenin yaprakları çoğunlukla koyu yeşil renktedir. Kıvrık yapraklıdır ve
çiçeklerinin kısa iğneleri vardır, kısa yapraklıdır ve kokusu rezeneye benzer. Kimyasal Maddeler: Fesleğenler, farklı çeşitlerde olduğu gibi kokuları da
farklıdır. Çünkü bu şifalı ot, diğerlerine oranla farklı bir sayıda temel yağlar içerir.
Tatlı Reyhan’ın, eugenolden gelen güçlü bir karanfil kokusu vardır. Bu kimyasalın
92
kokusu aynı karanfile benzer. Bu narenciyenin kokusu, limonlu reyhan ve misket
limonuna benzer. Afrikan mavisi reyhanda keskin bir nane kokusu vardır. Çünkü
içerisinde yüksek oranda camphene ve nane ruhu vardır. Meyan fesleğeni anethol
içerir ve aynı meyanda bulunan anason kimyasalın verdiği meyanın kokusuna
benzer. Ve bu sebeple kimi zaman fesleğene, anason fesleğeni de denilir.
Sağlık Sorunları Bakımından: Fesleğen, rezene ve tarhun gibi, diğer
aromatik bitkilere benzer. İçerdiği Estragole’nin fare ve sıçanlarda kanserojen ve
teratogen olarak etkileri biliniyor. Şimdilerde insanlar üzerindeki etkileri, kemirgenler
üzerinde 100 - 1000 arasında deney yapılarak, normal olan ve beklenen sonuç alındı.
Fesleğenin, kanser riskini azalttığı keşfedildi. (23) Fesleğenin yaydığı koku sinekleri
uzak tutar. Fesleğen bitkisi, bir yerli Anadolu bitkisi değildir. Anavatanı olan İran
dolaylarından gelmiştir. Akşamları açıkta yenilen yemeklerde masaların fesleğen
ile süslenmesi, bebeklerin yanına fesleğen konulması, yaz aylarında evlerin açık
camlarının önünde fesleğen saksılarının olmasının sebebi fesleğenin yaydığı güzel
kokunun yanında sinekleri kovucu özelliği olmasıdır. Hem taze, hem de kurutularak
kullanılan fesleğen, pişirilerek ya da çiğ yenilen yemeklerde yaygın olarak kullanılır.
Kendisi pişirildiğinde tadını çabuk yitirdiği için, genellikle yemeklere son anda
katılır. (vikipedi)
Hevsel ve Reyhan Bahçeleri: Evliya Çelebi Dicle kenarındaki fesleğen
bahçelerini şu şekilde tanımlar:” Aşağıda akmakta olan büyük nehrin iki yanı
güllük, gülistanlık, bağ, bostan ve reyhanlıktır. Reyhanların hepsinin kökü toprakta
olduğundan bütün yaprakları yeşil olmakta ve yerden sürekli nem alarak da
büyümektedirler. Bir evin reyhan duvarından görünme imkânı yoktur. Bunlar, o
derece sık reyhanlı, reyhandan kulübeler olup gece gündüz içinde oturan erkek ve
kadınların genizlerine reyhanların ve gül, sümbül ve erguvan gibi diğer çiçeklerin
kokuları dolar.(24) Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Fisk kayası adı ile meşhur
yüksek bir tepe üzerine siyah taş ile yapılmış, yüksek ve gayet kuvvetli bir
kaledir… O yüksek dağın tepesi geniş ve laleliktir…. Fis kayası mağaraları bu
yüksek kalenin altındadır. Yunus Aleyhisselamın makamı da buradadır... Büyük nehir
aktığından iki tarafı da gül bahçeleri, güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir. Her
yıl vilayet halkının altı ay Diyarbekir’in Dicle fasıllarını yaptıkları mesire yerleridir.
Evliya Çelebi, Diyarbekir’in Reyhan bağını, Batı Asyanın en güzel bahçeleri olan
Dimaşk (Şam), Malatya, Konya, Adaliye, Maraş bağlarına muadil bulur.(25)
Abdüssettar Hayati Avşar, yatsı namazından sonra konaklardaki musiki
gecelerini şöyle anlatır. Muhammedi güllerinin, reyhanların, ıtırların, katmer
kadifelerin, menekşelerin, lalelerin, zambakların, şebboyların,
kılıflarının,
nergislerin, sümbüllerin, yaseminlerin, zer leylakların ve diğer bir çok çiçeklerin
birbirine karışmış kokularını almak için havayı koklar, teneffüs eder, fıskiyelerden
dökülen suların şırıltılarını dinler ve kandillerin, avizelerin, fanusların etrafında
daireler çizerek dönen çeşitli şekiller meydana getiren, aleve atılıp yanan pervaneleri
seyrederdik.(26)
Vedat Güldoğan Hevseli anlatıyor: Bilhassa iştah açıcı, hazımsızlığı
gideren, öksürük kesici, esans yapımında kullanılan, yemek ve salatalara tatlandırıcı
93
olarak katılan ve yaprakları güzel koku veren bir süs bitkisi olan reyhan ile çok güzel
kokulu menekşeler de yetiştirilirdi.
Ali Haydar Canlı’nın hatıralarında, “ Dicle kenarında Hülle ve Kulübe
yapılır. Erkeklere ve bayanlara ayrı olacak şekilde yapılır. Misafirliğe gelen erkekler
erkek kulübesine, bayanlar da bayan kulübesine geçer. Bu şekilde birbirlerini
görmezler. Her hüllenin önünde şadırvan yapılır. Hüllelerin etrafına Reyhan ekerler
ayrıca gül ve çiçek çeşitlerini ekerlerdi. Reyhan kokuları Dicle kenarını misk
amber gibi kokutur şehir halkı bostan sezonu bittikten sonra reyhanları kopartıp
eve getirirlerdi. Evde ocakta yakarlardı. Yaktıkları için reyhan kokusu bütün şehri
sarardı.(27)”der.
Mehmet Mercan Hevsel’de reyhanı (fesleğeni)
şöyle tanımlar:
Fesleğeni de iri ve uzun olur ki, halk bunu kulübelerine direk ve kazık yaparlar.
Bu fesleğenler yakıldığında mis gibi kokarlar. Reyhan bitkisinin kokusu sivrisineği
uzaklaştırdığından Dicle kenarında kurulan hüllelerin etrafına ‘reyhan’ dikildiğini
Evliya Çelebi seyahatnamesinde vurgulamakta ve reyhanın 7-8 aylık zaman zarfında
gövdesi çadır direği olacak kadar büyüme gösterdiğini yazmaktadır.(28) Reyhan
günlük hayatın içindedir. Diyarbakır’da kullanılan baharatlar. İçinde reyhan
bulunmaktadır. Diyarbakır’lı reyhan’a rihan demektedir.(29) Yaz aylarında naneli,
salatalıklı ve reyhanlı ayran en sık içilen meşrubattır. Diyarbakırlı Şair, şiirine
reyhanı konu etmiştir: İnsanın her biri kokar ayrı ayrı Kimi gül, kimi amber, kimi
reyhan özüdür (30).
Reyhan hasatından bir görünüm
Reyhan hasadı başladı / 04.09.2011;Yeryüzünün en şifalı bitkileri arasında
bulunan ve bin bir derde deva olan reyhan bitkisinin hasadı Diyarbakır’da başladı.
94
Uzmanlar, reyhanın anne sütü artırımından, bağırsak ve mide ağrısı kesintilerinden
saç bakımına kadar çok faydasının olduğunu belirtiyor. Diyarbakır’da tarımın yapıldığı Hevsel bahçelerinde bu aralar hummalı bir
çalışma var. Bin bir derde deva olan reyhan hasadı başladı. Uzmanlar, reyhanın
faydalarını saymakla bitiremiyor. Uzmanların, “Yaprakları güzel kokan bir süs
bitkisidir. Öksürük kesicidir. Hazımsızlığı ve bağırsak gazlarını giderir. Yemek ve
salatalarda tatlandırıcı olarak kullanılır. İştah açıcıdır. Baş dönmesini durdurur. Arı
sokmasında faydalıdır. Ağız yaralarını tedavi eder. Esans yapımında da kullanılır”
diye tanımladığı, fesleğen olarak da bilinen reyhanın sayılmayacak kadar faydasının
olduğu belirtiliyor.
20.Yüzyılda Hevsel’de sağlık sorunları: Tüm çabalara karşın suyun
yetersizliği, maliyet denetim eksikliği vb gerekçelerle bugün halen Hevsel
Bahçelerinde kentsel atık su ile sulama işlemi sürmektedir. Bu durum kent
açısından ciddi problemler yaratmaktadır. Atık suların uygun olarak toplanması ve
arıtıldıktan sonra güvenli yöntemlerle tarımda kullanılması bugün birçok ülkede
uygulanmaktadır. Ancak tüm şehrin sağlığı pahasına Hevsel Bahçelerinde hiçbir
arıtma işlemi yapılmayan kentsel atık su kullanılmaktadır. Buralarda yetişen ürünleri
ise daha çok ekonomik düzeyi düşük kesimler tüketmektedir. Bu şekilde halkın sağlığı
ile oynamak suç oluşturmaktadır. Kaçak olarak atık su ile sulama yapanlar hakkında
suç duyurusunda bulunmak da dâhil olmak üzere tüm önlemler en kısa sürede
alınmalı ve kanalizasyon suyu ile sulamanın önüne geçilmelidir. 1980’lerin başında
Hevsel Bahçelerine Dicle Nehrinden temiz su pompalamak için Köy Hizmetleri il
Müdürlüğü tarafından bir pompajlı sulama projesi tasarlanmış ve plan kısmen 1984
yılında inşa edilmiştir. İşletme masrafları Valilik tarafından karşılanmak üzere bir yıl
boyunca çalıştırılmasına karşın sonraki yıllar için işletme masraflarının karşılanması
konusunda çiftçiler arasında bir uzlaşmaya varılamamış olması ve atık suyun da hala
elde edilebilir olması bu sulama projesini kullanım dışı bırakmış ve pompa istasyonu
kapatılmıştır.
1998–1999’ da DİSKİ (Diyarbakır Su ve Kanalizasyon İdaresi) tarafından
yapılan Diyarbakır Atik su Projesi ve Ek Çevresel Koruma projesi kapsamındaki
“Hevsel Bahçelerinde sulama sisteminin rehabilitasyonu” projesi ile bu sorunun
kalıcı çözümü tasarlanmış, Anzele ve Hz Süleyman su kaynaklarının Hevsel
Bahçelerine sulama suyu olarak verilmesi planlanmıştır. İşletme giderlerinin
karşılanması için de bir birliğin kurulması, çiftçilerin birlik bünyesinde toplanması
düşünülmüştür. Bu çerçevede Bakanlar Kurulu 27.12.2002 tarih ve 2002/5116 sayılı
kararı ile Diyarbakır İl Özel İdaresi, Büyük Şehir Belediyesi, Sur Belediyesi ve
Tarım İl Müdürlüğü tarafından “Hevsel Bahçeleri Sulama Birliği” kurulmuştur.
Birlik kurulduktan sonra 2004 yılında sadece Anzele suyu herhangi bir tesis
olmadan, DİSKİ tarafından inşa edilen şehir yağmur suyu şebekesi kullanılarak
çiftçilerin daha önce su aldıkları atık su ana arkına, doğal akışına bırakılmıştır.
Yaklaşık 2900 dekarlık tarımsal alanı olan Hevsel Bahçelerinin sadece 1/3 gibi bir
95
kısmı bu su ile sulanabilmiştir. 2005 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin ve
DSİ’nin katkılarıyla sondaj kuyularının açılması planlanmış, ancak aynı tarihlerde,
Tarım Bakanlığının, Hevsel Bahçelerine Devegeçidi Barajından kapalı boru sistemi
ile cazibeli su getirme projesi gündeme gelince bu planlamalar askıya alınmıştır.
2006 yılında Tarım Bakanlığı tarafından bu projenin inşasına başlanmış, 2007
yılında önemli bir kısmı tamamlanmıştır. Ancak bu tesisin hala eksikleri bulunduğu
ve birliğe devri konusunda Devegeçidi sulama tesisinin asıl sahibi olan DSİ ve tesisi
devralmak suretiyle işletme ve bakım onarımını üstlenen Devegeçidi Sulama Birliği
ile uzlaşmaya varılamadığından birlik tarafından henüz kullanılamamaktadır.
2009 yılında gündeme gelen bir başka çözüm önerisi ise Dicle Barajından
Mardin’e su taşıyacak olan sulama kanalından Hevsel Sulama kanalına bir priz
açılmasıdır. Ancak bunun hızlanması ve kesinleşmesi için de tüm kurumların desteği
ile girişimlerde bulunmak gerekmektedir.
2009 yılında DİSKİ’nin desteğiyle Benusen su kuyusu birlik tarafından
aktifleştirilmiş ancak o bölgede hala açıkta atık suların akıyor olması ve denetimdeki
yetersizlikler ve DİSKİ’nin bu atık suları kalıcı bir şekilde kontrol altında tutamaması
sonucu o bölgedeki çiftçiler üretimde atık su kullanmaya devam etmektedirler.
Konu başta İl Hıfzıssıhha Kurulu olmak üzere birçok kurum ve kuruluşun
sürekli gündemindedir. “13.06.2008 ve 30.04.2009 İl Hıfzıssıhha Kurulu
Kararları’nda Hevsel Bahçeleri’nin atık suyla sulanmasının toplum sağlığını
tehdit ettiği belirtilmiş, ilgili kurum ve kuruluşların ( İl Sağlık Müdürlüğü, Tarım
İl Müdürlüğü, Çevre ve Orman İl Müdürlüğü DİSKİ) üzerine düşen sorumluluğu
yerine getirmeleri konusunda uyarılmıştır (3,4) (31).
KAYNAKLAR
1-Mıgırdıç. Margosyan.Biletimiz İstanbul’a Kesildi .5.Baskı Aras
yayİst.2003 s.106)
[email protected]
3- Mehmet Ali Abakay. Tarihten Bugüne Esfel Bahçeleri.. Tarım Doğa Çevre
sempzoyumu 2010
4-Kadri Göral.Cevahir Çıkını Gökçe ofset.Ank.2009 .s39
5- Derman Bayladı:Dinler Kavşağı Anadolu.Say yay.İst.1998.s.68
6- İbn Arabi.Fütuhat-ı Mekkiye.Lıtera yay.İst.2.Baskı.2007.3/17
7- Ömer tellioğlu Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye
yay.İst.1999.c.4.s.63,270
8-http://www.arkitera.com/project.php?ID=25&aID=184&action=displayPr
oject&year=
9- Mehmet Mercan.Diyarbakır Türküsü.2 Basım.2011.s.51
10- [email protected]
96
[email protected]
12-.Mehmet Ali Abakay . Tarihten Bugüne Esfel Bahçeleri Tarım Doğa
Çevre sempozyumu 2010
13-M.Şefik.Korkusuz.SeyahatnamelerdeDiyarbekir.Kent
yay.İst.2003
,s.93,94;127,157;158;192,213;219
14- Tellioğlu Ö (ed): Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi.İstanbul Acar matb. 1999.
15- Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten.Evliya Çelebi
Diyarbekir’de.İst.1997 .s.364,279,253
16- Prof.Dr. Murat Biricik / Atlas Kasım 2007, sayı 176.
17- Kenan Yakupoğlu, M.Salih Erpolat, Mustafa Sarıbıyık.Osmanlı
Belgelerinde Diyarbakır.Diyarbakır Vailiği ve Dicle Ün yay.Diyarbakır.2011 s.215,
216,178,176,180,181,183,184,217,218
18- Diyarbakır İl yıllığı-1967.s.352
19- Fatma Acun 16. Yüzyılda Diyarbakır Şehrindeki Ekonomik Faaliyetler1.
Bütün Yönleriyle Diyarbakır sempozyumu.2000.s.218
20- Prof- Dr- Musa Çadırcı. Abdülhamit’e Sunulan Bir Lâyiha”Heyet-i
Teftişiye’nin Geşt ü Güzâr Eylemiş OlduğuMahallerin Ahvâliyle Heyet-i Mezkûr’un
Harekâtı” http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10565
21- [email protected]:.
22-http://www.diyarbakirtarim.gov.tr/
23- www.herbalistatabay.com
24- Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi
Diyarbekir’de. İst.1997.s. 364, 279,253
25- Von Hammer. Büyük Osmanlı Tarihi.Emir yay.İst.2/449
26- Tuba Cengiz: Diyarbakır eski suriçi ve surdışı evlerinde çevresel
etmenler..D.Ü.Mimarlık AD. Diyarbakır.1993.s.193
27- Ali Haydar Canlı Diyarbakır’ın eski yerlisi Esnaf Melik Ahmet
caddesiDicle Kenarındaki Bağ Ve Bostanlar Tarım Çevre Doğa sempozyumu.2010.
c.2s.413
28- M.Kadri Göral. Cevahir çıkını.Gökçe ofset.Ank.2009.s.104
29-- Beran B.Henek.2.Baskı.Peri yay.İst.2004.s.176,214
30- Muharrem Güler. Adım Adım Diyarbakır. Fon ofset.. Diyarbakır. 2008.
s.24, 34,63,74
31- Doç. Dr. Ali Ceylan. Hevsel Bahçeleri Ve Tarımda Kullanılan
Kentsel Atık Suyun Toplum Sağlığına Etkileri Diyarbakırda Tarım Çevre Doğa
Sempozyumu.2011.C.1
32--Mevlüt Mergen Karahöbür = Hurma Şeker, Leylası Arap!.. Yeniyurt
Gazetesi 26 Haziran 2012,
97
GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ ŞARTLARINDA
BAZI MAKARNALIK BUĞDAY ÇEŞİTLERİNİN
UYUM KABİLİYETLERİNİN TESPİT EDİLMESİ
Hasan KILIÇ1
İrfan ERDEMCİ1
Hüsnü AKTAŞ1
Halil KARAHAN2
Turan KARAHAN1
Enver KENDAL1
ÖZET
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 2001/2002, 2002/2003 ve 2003/2004
yetiştirme yıllarında Diyarbakır, Kızıltepe ve Ceylanpınar olmak üzere farklı 3
lokasyonda kurulan denemelerde Tarımsal Araştırma Enstitülerince geliştirilen 12
yazlık makarnalık buğday çeşidine ait tane verimi, SDS sedimentasyonu, protein
oranı ve irmik rengi ile birlikte stabilite parametreleri incelenmiştir.
Çeşitler, yağış miktarına bağlı olarak gerek verim ve gerekse kalite özelikleri
açısından lokasyonlarda farklı performans göstermişlerdir. En yüksek tane verimi
(774.7 kg/da) 2001/2002 yılı Diyarbakır lokasyonundan sağlanırken, en düşük
tane verimi (96.5 kg/da) de stres şartlarına sahip 2002/2003 yılı Ceylanpınar
lokasyonundan elde edilmiştir. Kalite özellikleri açısından en yüksek protein oranı
(17.4) ve SDS semimantesyon değeri (18.7 ml) Ceylanpınar lokasyonundan elde
edilirken, en düşük değerler ise Diyarbakır lokasyonundan elde edilmiştir.
Çevresel değerler üzerine regresyonları kullanılarak bulunan genotip
adaptasyonlarında tane verimi yönünden çeşitlerin çevrelere uyumları farklı
bulunmuştur. Amanos-97, Diyarbakır-81 ve Fuatbey-2000 tüm çevrelere iyi uyum,
Gediz-75, Haran-95 tüm çevrelere kötü uyum gösterirken, Ege-88 ve Sarıçanak-98
tüm çevrelere iyi uyumlu, Aydın-93, Ceylan-95 ve Salihli-92 tüm çevrelere ortalama
uyumlu, Fırat-93 ise kötü çevrelere kötü uyum gösteren çeşit olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Makarnalık buğday, stabilite parametreleri, kalite özellikleri
.Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enst. PK: 72 Diyarbakır. e.mail: kilichasan@
yahoo.com
2
. Ziraat Mühendisi Serbest çalışma Çağıl Köyü/Kızıltepe
1
98
Studies on Adaptation Ability of Durum Wheat in The Southeastern Anatolian
Conditions
ABSTRACT
In this study, grain yield and quality traits of 12 different spring durum wheat
varieties were compared in three different locations in the South Eastern Anatolia
in 2001/2002, 2002/2003 and 2003/2004 growing seasons were studied together
with stability parameters of grain yield. It was demonstrated that the grain yield of
the varieties were affected differently by different locations and growing seasons
indicating that the genotypes have different adaptation ability for grain yield in
different locations.
The highest grain yield (774.7 kg/da) was obtained from Diyarbakır location
in 20012/2002 growing season,, while the lowest (96.5 kg/da) one from Ceylanpınar
location that had stress condition in 2002/2003 growing season. In terms of the
quality characters investigated that the highest values were obtained in Ceylanpınar
location, while the lowest one in Diyarbakır location.
Adaptation and stability of genotypes were studied using regression analysis
of data in different growing environments while Amanos-97, Diyarbakır-81 and
Fuatbey-2000 showed well level of adaptation to the all environments, Gediz-75 and
Haran-95 had bad level of stability adapting to all environments. However, Aydın-93,
Ceylan-95 and Salihli-92 moderate level of stability adapting to all environments.
Ege-88 and Sarıçanak-98 had well level of adaptation to the all environments, while
Fırat-93 showed bad level of adaptation to the bad environments.
Key Words: Durum wheat, adaptation, grain yield, stability
GİRİŞ
Makarnalık buğdaylar dünyanın ancak belirli şartlarına sahip yerlerinde
yetiştirilen bir üründür. Ülkemiz makarnalık buğday üretiminin büyük bir kısmını
karşılayan Güneydoğu Anadolu Bölgesinde buğday alanları içersindeki payı % 30-40
civarındadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi agroekolojik yapısı nedeniyle çok farklı
iklim kuşaklarına sahip bulunmaktadır (Şekil 1.). Bu bölgelerde yapılan buğday
tarımı, büyük oranda tabiat şartlarına bağlı olmakla birlikte kullanılan çeşitlerin
adaptasyon kabiliyetleri de önemli bir unsur olarak dikkati çekmektedir.
99
Son yıllarda çiftçilerimizdeki kültür seviyesinin de yükselmesiyle yeni
çeşitlere olan talep artmış olup üretim alanlarında çok sayıda çeşide rastlamak
mümkün olmuştur. Sanayici talepleri ile birlikte özellikle pazar değeri yüksek
çeşitlere olan ilgi nedeniyle çeşitlerin ekim oranları çok hızlı değişmektedir.
Zaman zaman en son geliştirilen yüksek verimli çeşitler yanınd-a verim potansiyeli
düşük çeşitleri de görmek mümkündür. Bu bölgede çiftçinin özel talepleri yanında
farklı unsurların tesiriyle meydana gelen ve özellikle birbirinden görmek suretiyle
verim dalgalanmalarının en aza indirme gayretleri çeşit tercihlerinde önemli rol
oynamaktadır.
Çeşit ıslah çalışmalarının amacı, yüksek verim potansiyeline sahip olan ve
yetiştiği farklı çevrelerde çok az verim dalgalanması gösteren çeşitleri bulmaktır
(Altay, 1987). Bu sebeple ülkemizde verim stabilitesi, ıslah çalışmalarının bir parçası
konumunda olmuş, üretime aktarılan tüm yeni çeşitlerde bu özellik aranmıştır. Söz
konusu amaca ulaşabilmek için çok farklı metotlar kullanılmakla birlikte yetiştiği
çevre ile en az interaksiyona giren istikrarlı çeşitlerin seçimine yönelmek gerektiği
yönündeki görüşler ile birlikte son zamanlarda sulama imkanlarının da artması ile
çevreyi bir derece kontrol altına alma gayretleri sonucu ancak iyi şartlarda yüksek
verim potansiyeline sahip çeşitlerin tercih edilmesi gerektiği yönündeki görüşlerde
ağırlık basmaktadır. Başka bir tabirle yağışa dayalı şartlar için, geniş anlamda
adaptasyon kabiliyetleri yüksek çeşitlerin; sulama imkanı olan yüksek verim
potansiyeline sahip yerler için de b değeri 1 den yüksek çeşitlerin kullanılması
gerektiğidir.
Bu şekilde stabilitesi tespit edilen genotiplerden bölge şartlarına uygun (sulu,
kuru, soğuk, ılıman vb) yeni çeşitler bulunabilir. Bu çalışmada Güneydoğu Anadolu
Bölgesinin birbirinden farklı 3 lokasyonunda yetiştirilen 12 farklı yazlık makarnalık
buğdayın stabiliteleri belirlenerek uygun tavsiyelerde bulunulmuştur.
MATERYAL VE METOT
Çeşitler:
Denemede, Kamu kuruluşları tarafından geliştirilen Gediz-75, Diyarbakır-81,
Ege–88, Salihli-92, Aydın-93, Fırat-93, Sham-1, Harran-95, Ceylan-95, Amanos-97,
Sarıçanak-98 ve Fuatbey-2000, yazlık tabiatlı makarnalık buğday çeşitleri
kullanılmıştır.
Çevreler
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 2001/2002, 2002/2003 ile 2003-2004
yetiştirme sezonlarında üç farklı lokasyonda denemeler kurulmuştur. Üç yıl boyunca
yürütülen bu denemeler her yıl aynı yerde kurulamadığından yıl faktörü dikkate
alınmamış ve her deneme yeri bir çevre olarak kabul edilmiştir.
100
Şekil 1. Denemelerin Yürütüldüğü Lokasyonlar ve Uzun Yıllar İklim verileri
Deneme Yerinin Toprak Özellikleri
Araştırma toprakları, genellikle kırmızı-kahverengi büyük toprak grubuna
giren, killi bünyede düz veya düze yakın meyilde, erozyonu çok az olan derin veya
orta derin zonal topraklardır (Anonim, 1970)., Yapılan analizler sonucunda deneme
yeri topraklarının ağır bünyeli, hafif alkali, kireçli ve organik madde yönünden fakir,
fosforca yetersiz, potasyumca zengin durumda oldukları tespit edilmiştir.
Deneme Alanının İklim Özellikleri: Uzun yıllar ortalama yağış miktarı
yönünden yeterli yağışa sahip Diyarbakır lokasyonunda denemelerin yürütüldüğü
her üç yılda da yağış ortalamanın üstünde kaydedilmiştir. Kızıltepe lokasyonunda
da yeterli yağış alınmış olup, en kurak yağış rejimine sahip lokasyon Ceylanpınar
olarak görülmektedir (Çizelge 1).
Çizelge 1. Araştırmanın yürütüldüğü lokasyonlara ait yıllık yağış toplamları
Yağış mm
Uzun
Yıllar
2001/2002
2002/2003
2003/2004
Diyarbakır
491.4
501.1
524
539.9
Ceylanpınar
294.4
250.1
329.3
395.5
Kızıltepe
356.4
261.4
441.3
416.9
101
Yöntem
Denemeler tesadüf blokları deneme deseninde dört tekerrürlü olarak
kurulmuştur. Parseller 6 m boyunda 6 sıralı olarak her çeşidin bin tane ağırlığına göre
değişmekle beraber 425 tohum/m2 olacak şekilde ekim yapılmıştır. Ekimler deneme
mibzeriyle, parseller arasında bir sıra boşluk kalacak şekilde ekilmiştir. Toprak
analiz raporları dikkate alınarak, Diyarbakır da 12 azot ve 8 kg fosfor, Kızıltepe
ve Ceylanpınar lokasyonlarında ise 9 kg/da azot ile 6 kg/da fosfor uygulanmıştır.
Fosforun tamamı ile azotun yarısı ekimle, kalan azotun yarısı da sapa kalkma
döneminde verilmiştir. Kızıltepe’deki denemede. 2001/2002 yılında Kızıltepe de
yürütülen denemede çıkış amaçlı bir tav suyu verilmiştir. Hasat olgunluğuna gelen
parsellerde hasat, Hege 140 (1.2 m x 5) parsel biçerdöveri ile yapılmıştır.
Metot
Elde edilen verilerin varyans analizler JMP-5 paket programı kullanılarak
önemli bulunan faktör ortalamaları A.Ö.F. testi ile gruplandırılmıştır.
Verim (kg/da)
Çalışmada S.A. Eberhart ve W.A. Russel (1966) tarafından önerilip Arıcan
(1998) ve Kılıç (2003) tarafından modifiye edilen model kullanılmıştır. Stabilite
değerlendirmelerinin çoğunda olduğu gibi bu modelde de çeşitlerin verim
kabiliyetleri ile daha iyi yetişme ortamları arasında pozitif doğrusal bir ilişkinin var
olduğu kabul edilmektedir. Çevre şartları iyileştikçe çeşitlerin daha yüksek verim
seviyelerine çıkacakları kabul edilmektedir. Bu metotta çevre ortalamaları apsis,
çeşitlere ait ortalama verimler ise ordinat eksenleri üzerinde gösterilmektedir (Şekil
2).
d
Y=a+bx
b=
b
a
Çevre (kg/da)
Şekil 2. Stabilite Parametreleri
Herhangi bir çeşidin lokasyonlardaki verimi regresyon doğrusunun
hesaplanmasında kullanılır. Doğruyu oluşturan noktalar çeşidin her çevredeki
verimini temsil eder. Regresyon eğimi çeşidin çevrelerdeki performansı konusunda
bilgi verir.
Bir çeşidin satbil kabul edilebilmesi için: ortalama verimi genel ortalamanın
üstünde, regresyon hattının eğimi 1 veya 1’e çok yakın olmalı, regresyon hattından
102
sapmaların kareler toplamı 0’a yakın olmalı, çeşidin düşük verimli şartlar için
ortalama verimi genel ortalamaya eşit veya üzerinde olmalıdır.
ARAŞTIRMA BULGULARI ve TARTIŞMA
Tane Verimi
Çizelge 2’de tane verimi bakımından yapılan varyans analizlerinde 2001/2002
yılı Diyarbakır ve Kızıltepe ile 2002/2003 yılı Ceylanpınar lokasyonlarında çeşitler
arasından önemli bir farklılık tespit edilmiştir. İklim faktörlerinden yağış miktarının
(Çizelge 1.) artışına paralel olarak tane veriminin de yükseldiği görülmektedir.
Nitekim yağışın yüksek kaydedildiği Diyarbakır lokasyonu her üç yılda da en
yüksek verimi sağlamıştır. Kılıç ve ark. (2004) 14 makarnalık buğday ile bölgede
yürüttükleri bir çalışmada benzer sonuçlar elde ettiklerini bildirmektedirler.
Çizelge 2. Denemenin yürütüldüğü 3 lokasyonda 12 makarnalık buğday çeşidine ait
ortalama tane verimi ve oluşan gruplar
D.Bakır
K.Tepe
C.Pınar
01-02
02-03
03-04
Ort.
01-02
Ort.
02-03
03-04
Ort.
Genel
Ort.
Amanos-97
803,0 ab
548,3
477,9
609,7
678,0ab
678,0
88,3bc
220,8
154,6
469,1
Aydın-93
774,5abc
533,4
479,8
595,9
703,7a
703,7 91,7abc 162,3
127,0
457,1
Ceylan-95
748,1bcd
533,4
518,1
599,9
609,7b-e
609,7
80,8bc
185,6
133,2
445,6
821,3a
540,4
508,5
623,4
637,6a-d
637,6
76,3c
207,1
141,7
464,9
Ege-88
797,3abc
602,5
456,9
618,9
648,5abc
648,5 95,8abc 148,5
122,2
457,8
Fırat-93
701,3d
549,5
495,2
582.0
554,9e
554,9
134,8
124,1
424,3
Fuatbey-2000
737,3cd
591,3
549,0
625,8
644,5a-d
644,5 96,3abc 169,0
132,6
464.0
Gediz-75
772,7abc
587,5
451,0
603,8
604,5c-e
604,5 96,3abc 125,4
110,8
439,2
Haran-95
750,8bcd
585,2
476,9
604,3
615,5b-e
615,5 102,9ab 122,1
112,5
441,7
Salihli-92
824,8a
537,4
468,5
610,3
575,1d-e
575,1
88,8bc
171,3
130,0
443,9
Sarıçanak-98
816,0a
615,5
459,8
630,4
655,8abc
655,8
113,3a
96,3
104,8
459,1
Sham-I
749,0bd
565,8
503,1
606.0
545,0e
545,0
114,2a
194,6
154,4
445.0
AÖF (0.05)
63.6
ÖD
ÖD
-
73,3
23,2
67,8
Ortalama
774.7
565.8
487.1
609
622.7
96,5
161,5
Genotipler
Dayarbakır-81
622.7
113,3a
129,0
450,9
*:Benzer harf grubuna ait değerler asgari önemli fark testine göre %5 seviyesinde farklı değildir.
103
Kalite Özellikleri
Çizelge 3. Çeşitlere ait bazı kalite özellikleri için yıllar itibariyle lokasyon ortalamaları
Diyarbakır
Genotipler
Tanede
Protein
Kızıltepe
SDS
Tane Tanede
sedimen rengi Protein
Ceylanpınar
SDS
sedimen
Tane
rengi
Tanede
Protein
SDS
sedimen
Tane
rengi
Amanos-97
13,2
*17,5
*10.0
13,2
*18
*10
17,5
20
*10
Aydın-93
13,2
12,5
9,2
12,6
*16
9,5
*17,8
*15
8,5
Ceylan-95
13,3
12,5
*8,5
13,2
*11
10
17,6
11
8,5
Diyarbakır-81
13,2
*11.0
*8,5
*13,6
*10
*8.0
17,2
*11
7,5
Ege-88
*13,6
15,5
*8,5
12,9
*11
*8,5
17,4
*15
*8
Fırat-93
*13,6
*19,5
9.0
*13,4
*16
*8,5
*17,1
*24
8,5
Fuatbey-2000
12,9
15.0
*10.0
*12,2
*15
*8,5
17,4
21
*10
Gediz-75
12,9
14.0
*10.0
*12,5
12
*10,5
16,9
*26
9
Haran-95
*12,7
13,5
*10,2
13.0
13
9,5
16,9
17
9
Salihli-92
13.0
12,5
*10.0
*13,5
*10
*10,5
17,5
21
*10
Sarıçanak-98
13,5
14.0
9,5
12,8
*11
10
18
*25
9,5
Sham I
*12,8
*11.0
9,5
12,8
*11
10
Ortalama
13.2
14.1
9.4
13.0
12,8
9,5
17,4
18,7
8,95
*:işaretli olanlar t testine göre ortalamadan %5 seviyesinde farklıdır.
Çizelge 3’te çeşitler kalite kriterleri yönünden değerlendirildiğinde, protein
oranı yönünden en yüksek değeri Diyarbakır lokasyonunda Fırat-93, Kızıltepe
lokasyonunda Diyarbakır-81 ve Ceylanpınar lokasyonunda Sarıçanak-98 çeşidi
vermiştir. Görüldüğü gibi protein oranı yönünden çevrelerde çeşitlerin protein oranı
farklı olmuştur. Nitekim El-Haremein ve ark. (1998), protein içeriğinin çevreye bağlı
olmakla birlikte çeşitlere göre değiştiğini bildirmektedirler.
Gluten güçlülüğünün bir ifadesi olan (Quck ve Donnely, 1980) SDS
sedimentasyonu yönünden en yüksek değeri Diyarbakır lokasyonunda Fırat-93,
Kızıltepe lokasyonunda Amanos-97 sağlarken Ceylanpınar lokasyonunda Fırat-93
ile Gediz-75 vermiştir. Kalıtım derecesi yüksek olan bu özelliğin çok az değişkenlik
gösterdiği görülmektedir.
Tüketici açısından önemli bir kriter olan irmik rengi yönünden Diyarbakır
lokasyonunda Harran-95, Ceylanpınar lokasyonunda Amanos-97, Fuatbey-2000
ve Salihli-92’den elde edilirken, Kızıltepe lokasyonunda Gediz-75 ve Salihli-92
çeşitlerinden elde edilmiştir.
104
Stabilite Analizleri
Çizelge 4. 12 Makarnalık buğday çeşidinin tane verimi için tespit edilen
stabilite parametreleri
Regresyon Katsayısı
(bi± S.H.)
Regres. Ayrılış
kareler ort. (s2di )
Sabit sayı
(a)
Genotipler
Ortalama
(X)
Amanos-97
*469.1
1.006±0.064
1472,705
15,186
Aydın-93
457,1
1.031±0.070
1770,335
-7,918
Ceylan-95
445,6
0.959±0.045
736,008
13,246
Diyarbakır-81
*464.9
1.026±0.057
1153,22
2,188
Ege-88
457,8
*1.053±0.041
588,798
-16,933
Fırat-93
*424.3
*0.902±0.051
923,337
17,438
Fuatbey-2000
*464.0
0.985±0.061
1330,67
20,260
Gediz-75
*439.2
1.022±0.041
592,403
-21,633
Haran-95
*441.7
1.006±0.039
541,415
-11,976
Salihli-92
443,9
1.011±0.063
1416,965
-11,194
Sarıçanak-98
459,1
*1.102±0.067
1590,976
-38,135
Sham I
445.0
*0.898±0.055
1074,694
40,19
Genel Ortalama
450.9
1.00
*: p= 0.05; önem seviyesinde ortalamadan farklı
Çizelge-4 ve Şekil 3’te tane verimi yönünden yapılan değerlendirmelerde;
ortalamaları istatistiki olarak genel ortalamadan farklı olmayan ve regresyon katsayısı
1 civarında olan Aydın-93, Ceylan-95 ve Salihli-92 tüm çevrelere ortalama uyumlu
olurken, tane verimi ortalamaları istatistiki olarak genel ortalamadan farklı olmayan
ve regresyon katsayısı ortalama 1’in altında olan Sham-I kötü çevrelere orta uyum
gösteren çeşit olmuştur. Verim ortalaması P=0.05 seviyesinde genel ortalamanın
üstünde ve regresyon katsayısı 1 civarında olan Amanos-97, Diyarbakır-81 ve
Fuatbey-2000 tüm çevreler iyi uyum, verim ortalaması P=0.05 seviyesinde genel
ortalamanın altında ve regresyon katsayısı 1 civarında olan Gediz-75 ve Harran-95
tüm çevrelere kötü adapte olan çeşitler olarak belirlenmiştir.
Verim ortalaması istatistiki olarak genel ortalamadan farklı olmayan ve
regresyon katsayısı 1’in üstünde olan Ege-88 ve Sarıçanak-98 çeşitleri iyi çevrelere
orta uyumlu olurken, tane verimi istatistiki olarak genel ortalamadan düşük ve
regresyon katsayısı ortalama 1’in altında olan Fırat-93 kötü çevrelere kötü uyum
gösteren çeşit olmuştur.
Regresyon denklemi sabit katsayısı (a) bakımından Sham-1, Fuatbey2000,Fırat-93 Amanos-97 ve Ceylan-95 yüksek pozitif değerleri ile kötü şartlarda
iyi bulunurken, diğer çeşitler negatif değerlere sahip olmuştur (Çizelge 4.ve Şekil 3).
105
Regresyondan ayrılış kareler ortalaması bakımından 0 değerine en yakın
çeşitler sırasıyla Harran-95, Ege-88 ve Ceylan-95 olarak tespit edilmiştir.
Regresyon katsayısı (b)
1,2
1,1
1
0,9
0,8
0,7
400
420
440
460
480
500
Genotip Ortalamaları (Yİ.) (gün)
Amanos-97
Ege-88
Harran-95
Aydın-93
Fırat-93
Salihli-92
Ceylan-95
Fuatbey-97
S.Çanak-98
DYB-81
Gediz-75
Sham-I
Şekil 3. Regresyon Katsayısı ve Deneme Ortalama Verimlerine
Göre Çeşitlerin Uyum Durumları
SONUÇ
Denemelerin yürütüldüğü lokasyonlar agroekolojik yönden (Şekil 1)
birbirinden farklı özelliklere sahip olması nedeniyle gerek ekim ve gerekse bazı
kalite özellikleri yönünden çeşitlerin tepkisi de farklı olmuştur. Yapılan varyans
ve stabilite analizlerinde Sarıçanak-98 ve Ege-88 çeşitleri iyi çevrelerde (sulama
veya yüksek yağış vb) verim potansiyeli yüksek çeşitler olarak görülmüştür. Yağışa
dayalı yetiştiriciliğin yapıldığı yörelerimizde istikrarlı bir verim için en az varyasyon
gösteren çeşitlerden Aydın-93 ve Salihli-92; kötü stres şartlarında ise sırasıyla Sham1, Fuatbey-2000, Amanos-97 ve Ceylan-95 çeşitleri önerilebilir.
Makarna ve bulgur sanayinin kalite talepleri birbirinden farklı olmakla birlikte
(Dalçam, 1993) yüksek protein ve SDS sedimentasyon değerine sahip çeşitler her
halükarda tercih edilmektedir. Bazı fabrikalar irmik rengini ön planda tutmaktadır.
Bu itibarla yüksek irmik rengi yönünden Harran-95, Salihli-92 ve Fuatbey-2000 öne
çıkan çeşitler olarak tespit edilmiştir.
106
KAYNAKLAR
Altay, F. 1987 Kışlık Buğdaylarda Verim stabilitesi. Türkiye Tahıl
Simpozyumu. 6-9 Kasım 1987 Bursa S.431-442
Anonim, 1970. Diyarbakır, Urfa, ve Mardin illeri toprak kaynağı envanter
haritası. Topraksu Genel Müdürlüğü Raporları Serisi No: 12,13,14.
Arıcan, M., 1998. Araştırma Notları. Sakarya Tarımsal Araştırma Enstitüsü
Müdürlüğü, Adapazarı (Yayınlanmamış).
Dalçam, E., 1993. Makarnalık Buğdaylarda Aranan Kalite Kriterleri.
Makarnalık Buğday ve Mamulleri Sempozyumu. 30 Kasım-3 Aralık 1993 Ankara,
Sayfa, 307-309.
Eberhart, S.A., Russel, W.A., 1996. Stability Parameters for Comparing
Varietes. Crop Sci., 6:36-40.
El-Haramein, F. J., Impiglla, A., Nachit, M.M., 1998. Recent Application
of Near-Infrared Spectroscopy to Evaluate Durum Wheat Grain Quality.Sewana
Durum Research Network, ICARDA 11, rue Newton 75116 Paris, 22:329-333.
Kılıç, H. ve Yağbasanlar, T. 2004 Güneydoğu Anadolu Bölgesi Koşullarında
Makarnalık Buğday (Triticum Turgidum ssp Durum) Çeşitlerinin Bazı Kalite
Özelliklerinin Genotip x çevre İnteraksiyonları Üzerinde Araştırmalar Türkiye 5.
Tarla Bitkileri Kongresi, 13-17 Ekim, 2003, Diyarbakır. Sayfa 180-185.
Quck., J. S., Donnelly, B.J., 1980. A Rapid Test for Estimating Durum Wheat
Gluten Quality. Crop Sci., 20:816-818.
107
DİYARBAKIR KARPUZU BOSTANLAR VE HÜLLE EGLENCELERİ
VEDAT GÜLDOĞAN*
İlim, kültür ve folklor alanında bir çok bilgin, edip, şair ve devlet adımının
yetiştiği Diyarbakır, surlarıyla ünlü olduğu kadar, karpuz yetiştiriciliğinde de ün
salmıştır. Bilhassa Dicle Nehri kenarında kumlu, çakıllı ve milli topraklar üzerinde
çukur kazılarak yetiştirilen karpuzlar lezetli, iri çekirdekli ve büyüktürler.
Dicle Nehrinin ilkbaharda bilhassa nisan ayında sularının çekilmesiyle milli,
kumlu ve çakıllı arazide karpuz yetiştiriciliği başlar. Birbirinden bağımsız halde 3’er
metre aralıkla takriben 1 metre uzunluğunda ve 60 santim genişliğine, 40-60 santin
derinliğinde kuyular açılarak bu kuyuların içerisindeki çakıl taşları dışarıya çıkarılıp
kumlu tabakaya ve taban suyuna ulaşılır.
Bu kuyuların bir tarafı biraz yüksek olur ve set gibi yapılarak karpuz tohumları
oraya ekilir. Açılan bu kuyuların dip kısımları sulu olduğundan rutubetlidir. Bu
rutubetten istifade eden tohumlar gelişerek yayılmağa başlarlar.
Yeterince güvercin (koğa) gübresi bırakılır ve üzerine nemli kum serilir.Açılan
çukurun iki yanına 4-5 adet karpuz tohumu ekilir.Bu tohumlar 10-15 gün içerisinde
fide halne gelir. Yaprak açan fidelerin kuvetli olanlarının dışındaki fideler sökülür.
Karpuz tohumunun ekiminden bir ay sonra önceden açılan çukurun içerisine bu defa
güvercin (koğa) gübresiyle ahır gübresi karıştırılarak konur. Karpuzlar gelişmeye
başlayınca kolları uzar. Bu esnada çukurlar milli ince kumla doldurulur. Haziran ayı
başlarında ahır gübresi ile güvercin gübresi karıştırılarak 5-6 kürek atılır ve çukur
toprak hizasına gelinceye kadar ince milli kumla doldurulur. Bu titiz çalışma ve
bakımla 40-50 kiloluk karpuzlar elde edilir.
Diyarbakır karpuzların en önemli özelliği büyüklüğü ve lezetli olmasıdır.
İriliği kulanılan ahır gübresi (özellikle keçi ve koyun gübresi), lezzeti ise güvercin
(koğa) gübresinin kullanılmasındandır. Bugün boranhane dediğimiz güvercinlerin
barındığı, gübrelerinin toplandığı yerler bulunmamaktadır. Dolayısıyla koğa gübresi
elde etmek zorlaşmıştır.
1884-1885 tarihli Diyarbakır Salnamesinde konu ile ilgili şu bilgiler
verilmektedir: “Kavun ve karpuz beji ve sulu olmak üzere iki nevi olup sulusu
sulaklarda ve nehr-i Dicle’nin etraf ve adalarında husule gelmektedir. Nehrî cinsinin
cesâmet ve lezzetinin her yerde şöhreti olmakla bazı mahallerde dahi bu cinsten
yetiştirilmek üzere vuku bulan talebe mebni suret-i zer’i hakkında yapılan tarife
*Araştırmacı Yazar
108
geçen sene Ticaret Nezâret-i Celîlesi’ne takdim kılınmış ve Ziraat gazetesiyle neşr
olunmuş idi. Fayda me’mûüyle bir aynı âtîde derç olundu.
Diyarbekir vilayetinin kavun ve karpuzu gibi Memâlik-i Şahane’nin hiçbiri
tarafında görülmemiştir. Bu vilayette olan kavun ve karpuzun kıt’ası gayet büyük
olduğu gibi ziyade tatlıdır. Kıt’ası ol kadar büyük olur ki, iki karpuzu bir ester ancak
götürebilir.
Karpuz ve kavun dikilecek mahal nehir (Dicle) kenarında kumlu ve sulu
olmalıdır. Böyle mahallerde bel (kürek) ile kuyular kazılır ve kuyular ol derece
derinlikte kazılır ki altından bir karıştan nihayet dört parmağa kadar su zahir olmak
lazımdır. Kuyuların tülü iki buçuk zirâ-i a’şârî ve arzı bir zira olacaktır.
Bu kuyuların kazılmasından hâsıl olacak kum kuyunun dışarı tarafına yığılır
ve kuyuların şu tûlleri itibarıyla her kuyunun derinliğinde olan iki başında iki batmanki altı okka itibar olunur-kadar yastık tabir olunur kum bırakılır. Ondan sonra bu
yastıklara birer tane çillenmiş tohum dikilir.
Bu yastıklara birer tohum dikilmesi bir ihtiyat içindir ki şayet bu kuyularda
suyun çekilmesi me’mul olunur ise ol vakit şu yastıklara bu çillenmiş tohum
dikilmeyip bir hafta kadar kuyular hali üzerine bırakılacak ve hafta başında kuyuların
suyu her ne râddeye inmiş ise o itibarla çillenmiş olan çekirdek dikilecektir. Şu kadar
ki su tamamıyla çekilmemiş olur ise tekrar kazılıp suyu tâhire çıkarmak lazımdır
ve o su bir hafta zarfında ne kadar eksileceği ve kuyunun neresine ineceği tahmin
olunduktan sonra suyun ineceği mahalle aşağıda tarif olunduğu veçhile çillendirilmiş
olan tohum dikilecektir.
Karpuz tohumundan lüzumu miktarını bir torbada akşam suya koyup sabahısı
çıkarmalı ve nemli bir mahalli dört parmak derinliğinde kazıp bu kazılan yere
tohumları kalınca serpmeli ve üzerine toprak çekmelidir. Bu tohumlar altı gün sonra
dikilmeye elverişli bir surette çillenmiş olur. Bu çillerin baş tarafındaki çekirdek
kabuğunu tamamıyla atmamış olmak makbul ise de şu çekirdek kabuğunu atmış olsa
da beis yoktur. Çiller zuhurundan birinci ve nihayet üçüncü gününe kadar dikilebilir
ise de dördüncü gününe kalır ise artık kartlaşıp yaprakları birbirinden ayrı olacağı
cihetle bunları atıp yeniden başka çekirdekleri çillendirmek iktizâ eder. Binâenaleyh
kazılan kuyular nispetinde tohum çillendirmek lazım gelir.
Çillenmiş çekirdekler şu suretle dikilir: Kuyulardaki suyun ulaştığı mahalden
suyun tâ kenarına dikilir. O halde çekirdeklerin incecik saçaklarının uçları suda
kalmış bulunur. Çillenmiş çekirdekler bu suretle suyun ağzına kondukça bir avuç
sulu kum çilin kökü üzerine konulup hafifçe bastırılacaktır. Bir gün sonra eski
yanmış gübreden bir miktar gübre tohumunun köküne konmuş olan kumun üstüne
dökülür ve bir hafta sonuna kadar böylece kalır ve bir haftadan sonra köklerin bu
çilleri sararmış ise çıkarıp atmalı ve yerine ihtiyat olarak çillendirilmiş olan çillerden
evvelce tarif olunduğu veçhile dikilmelidir. Çiller sararmayıp da yeşil rengi zayi
109
etmemiş ise tutmuş olduğu malum olur ve o halde kuyunun ortasında olan yaş
kumları kuyunun iki başına dikilmiş olan çillerin etrafına yığıp bir hafta da böyle
bırakılır.
Hafta geçtikten kuyunun ortasında boş kalmış olan bir zirâ kadar mahal
yine haliyle bırakılıp yani kum doldurulup bırakılmalı ve kuyunun tülünde olan iki
tarafı kazıp suyu kuyudan zahire çıkarmalıdır. Ondan sonra birer buçuk okka kadar
güvercin gübresini çillerin alt tarafında kalmış olan suya doğru dökmelidir. Bunun
üzerine üç rub’u sarı ve güzel kum ve bir rub’u yanmış gübreyi birbirine karıştırarak
sonradan kuyunun iki ucunun yanı başından kazılmış ve suları oraya alınmış olan
sulu yerlere döküp doldurmalıdır.
Bundan da bir hafta geçer geçmez kuyunun ortasında hali üzere kalan bir zirâ
mahal bu sırada kazılıp ondan çıkan nemli kumun nısfiyet üzere köklerin bulundukları
taraflara verilir ve o kazılan mahal ise tabii sulu ve boş kalır ve bu boş yere iki okka
miktarı güvercin gübresi dökülüp evvelki gibi sarı kum ve yanmış gübre doldurmalı
ve bir hafta da bu halde bırakılmalı. Ondan sonra en evvel kuyular kazılıp içinden
çıkan ve kuyunun iki tarafında bırakılmış olan kumları kuyular düzelinceye kadar
kuyulara doldurmalıdır. İşte bu vakte kadar kökler yetişmiş olur.
Bu suretle dikilen bostandan alınan karpuz ve kavunun taâmı lezzetli olup
kıt’aları ol kadar olur ki bazen kırk elli kıyye ve daha ziyade ağırlıkta karpuz ve
yirmi kıyyeden ağır kavun hasıl olur”
Rahmetli İsmail Habip Sevük 29 Haziran 1946 tarihinde “Cumhuriyet”
gazetesinde yayınlanan “Karpuz ve Güvercin” başlıklı makalesinde karpuz için
şöyle der: “O karpuzlar ki iriliğinin Türkiye’miz için değil, dünya çapında bir rekor
olduğunu ispat için size şunu nakledeyim; Herkes bilir, Amerikalılar rekor bahsinde
âdeta mani denecek kadar ileri giderler. Onlar Diyarbakır karpuzunun bu akla sığmaz
iriliğini işitince böyle bir rekorun kendilerinde olmayışını bir haysiyet meselesi
yaparak Türkiye’deki ticaret mümessillerinin en salâhiyetli bir adamına resmen emir
veriyorlar. Adam, henüz trensiz zamanda, haftalarca yol cefasına katlanıp oraya
gider ve gene haftalarca orada kalıp iklimi, toprağın cinsini, karpuzun ekilişi tarzını,
ziraat ilmince ne lâzımsa hepsini inceden inceye tetkikten geçirir.
Amerika’ya numune, numune toprak, torba, torba tohum, forma forma rapor
gönderdikten sonra Amerikalılar, dünyanın her çeşit iklimini toplayan o uçsuz
bucaksız ülkelerinde Diyarbakır’a uygun; sıcaklığı, toprağı, suyu oraya tıpatıp
bir buluyorlar. Tohumlar, tıpkı bizim usul dairesinde ekilir. Artık o dünya rekoru
yalnız Türkiye’de kalmayacak. Amerika’ya geçecek. Fakat Türk karpuzuna erişmek
suretiyle eşitlik bir şey mi? Bir kere işin sırrına erdikten sonra, teknik ve bilgi
üstünlükleri yüzünden, işi derece ileri götürecekler ki bir deveye bizim ancak iki
karpuz yüklenebiliyorsa orada bir tanesi. Yani bizimki azmansa onlarınki azmanlar
azmanı olacak.
110
Her şey bitip her şey yapıldı. Netice sadece karpuzun elde edilmesine kalmıştır.
Karpuz yetişir. Fakat ne görsünler? Yetişkin karpuzlar iri, iri olacaklarına işi boya
vererek metrelerle ve metrelerle uzunluğunda acayipler acayibi bir şey olmuş. Bu
işe Amerikalılar da gülerek bir daha tekrarlamazlar. Kıssanın hissesi: iki bombada
Japonya’yı yere seren Amerika, bizim karpuzu yenemedi ve dünya üzerinde
Diyarbakır karpuzu hâlâ tek başına bir rekordur”
Karpuz yetiştirilmesinde Güvercin (Boran) gübresi kullanılır. Bunun içinde
özel olarak yapılan Güvercinlikler (Boranhaneler) mevcuttur. Bu güvercinliklerde
elde edilen gübrelere “Koğa” denir.
Diyarbakır karpuzu lezzeti ve büyüklüğü ile meşhurdur. Develere ancak iki
tane yüklenip getirilen karpuzlar 60-70 kilo ağırlığında olurmuş. Ben 1965 yılında
37 kilo gelen karpuzu aldığımı hatırlıyorum. Vakti ile 80 kilo gelen karpuzların
yetiştirildiği söylenir ve üzerine bir insan oturursa ayakları yere değmezmiş.
Bu gün bu karpuzların yetiştirilemeyişinin sebebi Dicle’nin suyunun azalması,
üretim masrafının fazla olması ve çok bakım istediğinden zahmetli olması o güzelim
karpuzlarımızın yetiştirilmesinde engel teşkil etmektedir. Umarız ki devletimiz diğer
konularda olduğu gibi bu konuda da karpuz yetiştirilmesini teşvik edici tedbirler alır
ve üreticilere yardım yaparsa o muhteşem karpuzlarımız tekrar yetiştirilir.
Diyarbakır’da karpuzun yanı sıra çok güzel ve lezzetli kavunlar da yetiştirilir.
Kavunlar yazlık ve kışlık olmak üzere iki ye ayrılırlar. Yazlık kavunlardan; şeyhani
ve cep kavunları, kışın yenmesi için yetiştirilen kavunlardan da; küllahi, dilimli, sarı
ve asma nevileri meşhurdur. Diyarbakır karpuzu manilere söz dizisi olarak yansıdığı
gibi bu maniler de türkülerimize söz dizi olmuşlardır. Karpuz ile ilgili bu manilerden
bazıları şunlardır:
Diyarbakır karpuzu
Ata vurdum mahmuzu
Anası çeyiz ister
Gel de satma öküzü
Karpuzun irisine
Uruldum birisine
Analar kız verdiler
Yiğidin birisine
Karpuzlar biter oldu
Bostanı tutar oldu
Gel artık ey sevgilim
Ayrılık yeter oldu
111
Karpuz içinde çiğit
Elinde altın divit
Dostlar size emanet
Bir ocakta bir yiğit
Karpuz kavun almalı
Pahalıya satmalı
Senin kimi (gibi) güzelle
Kış gecesi yatmalı
Karpuz kestim kan kimi
Uzadı urgan kimi
Benim bir sevdiğim var
Kınalı kurban kimi
Ocakta duman olur
Gün olur zaman olur
Diyarbakır karpuzu
Her yerden yaman olur
Karpuz kes dilim dilim
Gelecek nazlı gülüm
Bilmem nettim darıldım
Lal olsun ağzım dilim
Tepside karpuzum var
Üregimde sızım var
Dünya hakka emanet
İçimde bir kuzum var
112
Dicle nehri kenarında bulunan bostanlarda ekilen karpuzlar
Diyarbakır karpuzu mahalli kıyafet giyinmiş bir kızın omuzunda
113
.
Yakın Zamana Kadar Diyarbakır’da Yetiştirilen Karpuz Çeşitleri:
1. Pembe Karpuz: Çekirdeği ufak ve siyah olup etinin rengi kırmızıdır.
Tatlıdır. Çok ekilen bu karpuz türü 2-30 kg. arasındadır. Kabuğu ince olduğundan
uzak yerlere nakledilmesi uygun olmayan bu karpuzun kabuğu parlak ve yeşil olup
dilimleri daha koyu yeşildir.
114
2.Ferik Paşa Karpuzu: Kabak renginde kabuğu vardır. 4-10 kg. arasındadır.
Etinin rengi pembe olup çekirdeği orta büyüklüktedir. Lezzeti normaldir. Genellikle
az ekilir.
3.Kara Karpuz: Ağırlığı 5-10 kg. arasında olan bu karpuz türünün eti az tatlı,
çekirdeği siyah olup az ekilir.
4.Alaca Karpuz: Özellikleri kara karpuz gibidir. Yalnız bunun kabuğu
alacadır.
5.Sürme Karpuzu: Kabuğu koyu yeşil olup dilimleri daha da koyu yeşildir.
Etinin rengi kırmızıdır ve lezzeti tatlıdır. Çekirdeği iri ve siyah olan bu karpuzun
kabuğu kalın olup ağırlığı 5-75 kg. arasında değişir.
6.Yafa Karpuzu: Kabuğu düz ve yeşil renktedir. Etinin lezzeti normaldir.
Ağırlığı 4-10 kg. arasında değişir. Az ekilir.
7.Mehmet Emin Karpuzu: Dilimleri ince çizgili olup kabuğunun rengi yeşil
veya koyu yeşildir. Etinin rengi çok kırmızıdır. Tatlıdır. Çekirdeği iri ve kırmızı olan
bu karpuzun ağırlığı 4-10 kg. arasındadır. Ve çok ekilen bir karpuzdur.
Bostanlar ve Hülle Eğlenceleri: Dicle nehri kenarında bulunan bostanlar
Diyarbakırlıların sadece kavun karpuz yetiştirdiği ve ihtiyaçları kadar ektikleri sebze
tarlaları olmayıp aynı zamanda bu bostanlar birer mesire yeriydi. Yaz sıcağından
bunalanların gidip serinledikleri yerler olan Dicle kenarındaki bu bostanların ayrı
bir özelliği de akşamları burada yapılan bostan eğlenceleridir. Bostan sahiplerinin
barınmaları için yaptıkları çardaklara “Hülle” denir. Hülleler kamıştan yapılır.
Genellikle serin olsun diye Dicle’nin kıyısında ve çoğunlukla da Dicle’nin üzerinde
kurulur. Hüllelerin etrafı çoğunlukla çiçeklerle kaplı olur, Bostan sahiplerinin
yakınları ve dostları da akşam olunca bu bostanlara giderler ve burada gündüzün
yorgunluğunu üzerlerinden atmaya çalışırlar.
Diyarbakır kalesinin eteklerinden on gözlü köprüye kadar sıralanan bu
bostanlarda akşamları çeşitli eğlenceler tertip edilirdi. Bu eğlencelerin en güzelleri
bostan sahiplerinden Şahin Kardeş, Hallo Baran ve Küpeli Tahir’in bostan ve
hüllelerinde yapılırdı. Çalgılar çalınır, türküler söylenir, halaylar çekilirdi. Bu
eğlencelere Diyarbakır musikisini icra edenler de katılır ve sabaha kadar eğlence
devam ederdi. Hülleler arasında gidiş gelişler olur ve her hülle de genellikle bu
eğlenceler yapılırdı. Bu bostan eğlencelerini Evliya Çelebi Seyahatnamesinde şöyle
anlatmaktadır;
“Gezinti yerlerinin en ünlüleri, Anadolu’da Konya Merâmı, Antalya’da
İstanaz Bağı, Mısır’da Feyûm Bağı, Şam’da Mencik Bağı, Darende’de Darende
Bağı, Malatya’da Aspuzan Bağı tarafımızdan görülüp özellikleri yazılmıştır. Fakat
Diyarbekir’in Şattu’l-Arab kıyısında olan Reyhan Bağının ve düzenli bostanının
Anadolu’da, Arap ve Acem diyarlarında benzeri yoktur. İlkbahar mevsiminde Şattu
115
’l-Arab’ın taşması geçip tatlı suyu durularak akmaya başladığında, Diyarbekir
halkının zengin ve fakiri çoluk çocuğuyla birlikte Şat kıyısına göçer. Nehir kıyısında
atalarından ve babalarından verasetle intikal etmiş sınırlar içinde çadır kurup
bostanlarına kavun, karpuz ve çeşit, çeşit sebzeler ve çiçekler ekip çalışırlar. Burada
özel bir tür reyhan herkesin sınırına dikilir ve bir ayda sanki orman olur.
Mızrak boyuna kadar olunca o reyhandan içeriyi görmek ihtimali yoktur.
Şattu’l-Arab kıyısındaki bütün kulübelerin duvarları, kapıları ve yüzeyleri tamamen
reyhan kaplıdır. Reyhanların hepsinin kökü toprakta olduğundan bütün yaprakları
yeşil olmakta ve yerden sürekli nem alarak da büyümektedirler. Bir evin reyhan
duvarından görünme olasılığı yoktur. Bunlar o derece sık reyhanlı, reyhandan
kulübeler olup gece gündüz içinde oturan erkek ve kadınların gelinlerine reyhanların
ve gül, sümbül ve erguvan gibi diğer çiçeklerin kokuları dolar. Her bağın kadınlara
ait bölümleri de böyle reyhandan yapılmış görülmeye değer kulübelerdir. Her
kulübedeki havuz ve şadırvanların suyu Şat nehrindendir. Her bağ ve bostan arasında
açılan kanal ve suyolları, Şat suyunu bostanlara akıtmıştır. Tam yedi ay boyunca Şat
kıyısında, herkes dost, arkadaş ve ahbaplarıyla gece gündüz bir hây hûy, saz, sözle
yiyip içerek Hüseyin Baykara sarayına mahsus zevkleri yaşardı. Yine bütün sanat
erbabı bostan mevsiminde kazanç işlerine meşgul olup her tür yiyecek ve içecek
bulunur. Binlerce adam sabahleyin şehre gidip türlü, türlü işler yapıp yine ikindiden
sonra bölük, bölük Şat kenarındaki bağlarına gelerek zevk ve sefalarına dalarlar.
Bu bostanlarda yetişen sulu kavun başka bir bölgede olmaz, belki Van’da
Bohtan kavunu bu kavuna benzeyebilir. Fakat Diyarbekir kavunu iri, çok sulu ve
yemesi hoştur. Misk ve saf ambere benzeyen bir tür güzel kokusu vardır ki, bir kere
yiyenin genzinden bir haftaya dek kavun kokusunun gitme ihtimali olmaz. Hatta
Kürdistan âlimleri ve Soran’ın bilge kişilerinin: “Hazret-i Ebubekir kavun gibi
kokardı,” sözüne karşılık, Diyarbekir âlimleri: “Bizim Şat kavunu kokusu gibi kokar,”
demişler. O kadar güçlü bir tür kokusu vardı ki, yiyenin yahut koklayanın genzine
amber kokusu dolar. Kimi Diyarbekir kavunu kırkar ellişer vakiye ağırlığında olup
hepsi yeşildir. İnsanlar, tazeliğini koruyabileceği yere kadar onu hediye götürürler.
Birçok kimse tarçın, karanfil ve pirinç ile Muaviye’nin buluşu zerde yemeği yaparlar.
Anadolu’da Atina balından, bu derece kokulu kavun zerdesi yapma ihtimali yoktur.
Fakat karpuzu övgüye layık değildir.
Diğer yandan, reyhanı da öyle iri ağaç olur ki, yedi-sekiz ayda çadırlara direk
ve kazık haline gelir. Ateşte yakıldıklarında Hıtayi sümbülü gibi kokarlar. Kısacası
Diyarbekir halkının bu Şattu’l-Arab kıyısındaki yedi sekiz aylık zevk ve eğlencelerini
cihan halkı kıskanır. Çünkü onların geceleri Kadir, gündüzleri Kurban Bayramı olup
Hüseyin Baykara eğlenceleri yaparak “Fâni cihandan biraz kâm aldık” zannederler.
Her gece Şat kıyısı kandil, fener ve mumlarla donatılır. İnsanlar bin bir şekilde
süsledikleri yağ lambalarını ve balmumlarını tahtların üzerine bırakır. Şatt’ın üstünde
bir taraftan diğer tarafa akan çerağlar, karanlık geceleri sanki aydınlık gün yaparlar.
116
Her kulübede, çalgıcılar, hanendeler, taklitçiler, meddahlar, ayrıca udi, çârtayi,
şeştari, berbuti, kanuni, çengi, rebâbi, mûsikari, tanbûri, santuri, nefiri, belebani, ney
ve denenk, denene çalanlar bulunur. Sözün kısası, çalgıcıların hepsi Şafii vaktine dek
Baykara eğlencesi yaptıktan sonra müezzinler yanık sesleriyle övgüler ve hamdler
okuyup bütün tarikat ehli, sâdık âşıklar Fisagoras-i Tevhidi ederler. Çünkü Diyarbekir
halkı tamamen Hâceğân (Nakşibendi) ve Gülşeni tariklerinden olmakla tevhid zevk
ve şevkinden de geri durmazlardı. Sözün özü, bu İrem bağında gûy-gûy ve hûm-gûm
sohbetleri olup padişahın devletinin devamına dua ederler. Huda derecelerini yüksek
ede” Bu bostan eğlencelerine Diyarbakır’ın musiki folkloruna büyük katkıları olan
ve bugün birçoğu hayatta olmayan, Hayık Aşçı, Garabet Menekşe (Bube), Naci
Balıkçı, Gazi Gurbet (Kanuncu), Berber Enver Balçık (Diyarbakır mayalarını bil
hakken okur idi), Çok güzel folklor oynayan Kömürcü Ziya, Hamamcı Yaşar (Vahap
ağa hamamının sahibi), Terzi Hanna, Celal Güzelses, Tarık Çıkıntaş, Celal Sevimli,
Berber Hasan Tuncay (Güzel maya okurdu) ve Hüsnü İpekçi sıkça davet edilirlerdi.
Bostanlara gelen misafirlere sabahları paça ikram edilirdi. Her hüllede
genellikle sabahları paça içilir. Akşamdan hazırlanan paça büyük bir kazana konur
ve sabaha kadar ateş üzerinde kaynatılır. Bostan sahipleri biri birlerinin paça
kazanlarını kaçırmayı bir eğlence haline getirmişlerdi. Bilhassa misafiri bulunan
bostan sahiplerinin paça kazanlarını kaçırmak adet halini almış idi. Bundaki amaç
bostan sahibini kendisine gelen misafirlerine karşı mahcup etmekti. Misafiri olan
her bostan sahibi kaynayan paça kazanının yanına bir nöbetçi bırakır ki bir başkası
gelip kazanı kaçırmasın. Bu paça kazanlarının kaçırılmasından kimse kırgınlık ve
küskünlük içerisinde olmazdı.
Bostan eğlencelerinin en görkemli anı da Karpuzların içi oyularak gazla
yoğrulmuş kül doldurulup yakılarak Dicle’ye bırakılmasıydı. Sanki Dicle nehrinde
meşaleler yanıyor gibi çok güzel bir manzara meydana gelirdi. “Santur” adı verilen
salapurya biçimli kayıklarla bu güzel görünüm arasında dolaşmak ise ayrı bir zevk
idi.
Bu eğlencelerin yapılışını yaşları bir hayli ilerleyen büyüklerimiz halen gözleri
dolarak bir özlem içerisinde anlatırlar
Ziya Gökalp’ın Babası M. Teyfik Efendi 1302 Salnamesinde yazmış olduğu
bir yazısında bostan eğlencelerini ve mesire yerlerini şöyle anlatmaktadır:
“Haric-i Sur’da bahçeler ve bostanlar kesret üzre bulunup, her nev’i sebze ve
müsmir ve gayri müsmir eşcâr yetişdirilür. Bağçelerde benefşe ve güllükler vardır
ki, ilkbaharın bidâyetinde benefşe ve nihayetinde gülistan seyirleri olur. Ve andelib
devri yetişür kavun ve karpuzları pek lezizdir. Kırk elli kıyye ağırlığında karpuz ve
yirmi kıyye vezninde kavun hâsıl olarak, her mahalde şöhreti vardır. Dicle’nin her
iki tarafında bu kavun ve karpuzları huslüle getirmek için bostanlar yetişdirilür ki,
manzarası fevkalâde latif ve mehtâbiyyeleri sezây-i ta’rifdir.
117
Bu bostanlarda güz mevsiminde çadırlar rekzolunur. Ve kamışdan âdetâ konak
gibi odalara ve sofalara münkasim harem ve selamlık dâireleri yapılır. Ahâlimizin bir
kısmı bir iki mâh kadar orada teneffüs ederler. Şatt’ın (Dicle’nin) cânib-i garbisini
muhit olarak Fiskayası’nın sâyesi gündüzün (ezâni) sâat ondan sonra Dicle’ye
düşerek, Dağkapusu semtinde Çiftkastal nam mahalden, Mardinkapusu’nda
Acemgölü ta’bir olunan mevki’a kadar Dicle ile cânibeynini şemisden muhâfaza
eylediğinden, tarâvet-i mevki’yye bir kat daha artar. Mehtap’ın vuku’u gecelerde
Dicle âbı âyenesi kesilüp, her tarafı pırıl, pırıl parlamakda. Ve Mehtâb olmayan
geceler, yukarudan yıldızların aksinden ve aşağıda mahsûsen ashâb-i zevkin işâl
ede geldikleri gaz fenerleri ile kanâdilin şu’lelerinden Dicle, yaldızlanmış gümüş
deryâsına döner. O mevsimde Şatt’ın mülâyimâne sûretde çağlayarak cûşisi, fikirleri
ihtiyarsızlık ve gaşyi haletleri içün tahliyye ederek bu suretle sabâha sürer.
Sabahlayın şafakın infilâkı ve sonra şemsin tulû’a meyli zamânında keyfiyyet-i
sebânenin iftirâkı üzerine, sabâ ve ziyâ âlemleri gelüp yetişür. Hateb (odun)
keleklerinün yukarıdan gelüp aşağıya akışı ve bir yandan göğercin-hanelerden ve
civar bağçelerden suya yetişen tuyûr-i mütenevvi’anın ihtirâz ve envâ-i âvâzları
şâyan-i intizâr olunur.
Bu bostanlardan başka, Diyarbekir’in tenezzüh mahalleri ve seyrân-gâhları
daha vardır. İlkbahar ve sonbahar mevsimlerinde Fiskayası’nın bâlâsı (şimdiki
hastahaneler semti ile eski lisenin bulunduğu yerler), dâmeni gibi safâ-âver
mevaâki’den olup, manzarası, (kuzeydoğudaki) Dicle Boğazı ve sevimli sahâri ve
vâdilerdir. Dicle akup çağlayarak teşkil ettiği adalar ve nehirden ayrılup yeşillikler
içinde taraf, taraf akan sulara, Fiskayası’nın dâmenindeki bağcelerin eşcâr-i
mütenevvi’asını bezetmekte olan çiçekler seyrolunur. Bu kayadan mahal-be mahal
çıkup birleşe, birleşe aşağı dökülen soğuk ve berrâk sular, mevki’in letâfetini bir kat
daha tezyin etmekdedir.
Fiskayası’nın sağ tarafında ve Yenikapu semtinde vâki olan silsilesi dahi yine
bu manzarada olarak, oradaki Dingilhava ve civarındaki mevâki’i ferah-fezâ ile cenûb
cihetinde vâki silsilenin Kumarhâne üstü ve etrâfı, hep tenezzüh-gâh mevâki’dendir.
Şu mevkiler, o tarafda bulunan vâsi arâzinin câmi olduğu (Esfel denilen)
bağçelere ve Kavs denilen lâtif bir sahrâya nezâret etmektedir ki; Dicle, bu
mütenevvi bahçelerle ol lâtif safariyi tefrik ederken akup gitmekte ve buralarda dahi
nefis bostânlar husûle getürülmekdedir.
Kavs dahi, tenezzüh içün ahâlinin gidip eğlendikleri seyrân-gâhlardandır. Yine
Mardinkapusu’nda Kibâr-i Evliyâ’dan Şeyh-Muhammed Hazretleri’nin medfûn
olduğu mahallin cenûb ciheti ve Şemsiler nâm mahallin alt ve üst taraflarında vâki
olan (Köşkler semtindeki) bağçe ve Dicle nezâreti, az sevimli değildir.
Rum (Urfa) kapusu’nda vâki Benüsen seyrângâhı, bir çemeniştândır ki senenin
dokuz mâhı içinde letâfet ve nümayişi zâil olmaz. Benüsen’in üst tarafındaki
118
kayalıkda mahal-be mahal tenebbü eden sâfi ve berrak sular mahsûsen yapılmış olan
havuzlarda çağlayanlar teşkil etmişdir. Mevki’i pek dil-nişin ve havâsı fevkalâde
lâtifdir
Rumkapusu ile Dağkapusu (şimdiki çiftkapı/ Hindibabakapısı ile Mühendis
evleri) miyânında vâki olan Kantaralar (Kanuni’nin 27 gözlü su kemerleri)
arazisi suların kesretile ilk ve sonbahar mevsinlerinde çemenlerle zinet görür.
Dağkapusu’ndaki (Kışlaların kuzeyinde bulunan) Seyrantepe’si dahi nezâret
ve letâfete mendûh mevâki’den bulunmuşdur”. Diyarbakırlı şairlerden Hamdi
Dicle nehrini ve etrafındaki bostanları yazmış olduğu aşağıdaki şiiri ile çok güzel
anlatmıştır.
Adı bûstan bir güzel dilberdür el-hak sebz-gûn
Cûy-i Şatt olmuş meyânında anun zerrin kemer
Bir iki şems-i felek, anun hezârân şemsi var
Seyr-i bûstan eylesen ibretle ey sâhib-nazar
Olalı şem’-i şebistan anda bir bûstan-fürüz
Şeb-çerağ-ı mâhı istemez geceyle tâ seher
Bû bağışlar her şemâme anber-i eşheb gibi
Yemyeşil bûstan yatur bir Bahr-i Ahder’dür meğer
Nehr-i Şat’dur kehkeşân bûstana dönmüştür felek
Anda yıldızlar keleklerdür ki kudretten biter
Gûş eden pendüm kamer-ruh bir güzelsüz gitmesün
Seyri bûstânun olur mehtâb olunca mu’teber
Her kavun bir kûzedür şerbetle pür bûstânda
Sâha-i AMİD olur bir şekkeristân serteser
Bir güzeldür bûstân kim hatt-i-nev reyhânlığı
Nâmına HAMDİ kavun deyü şekker satar
119
36 yılında Dicle nehri kenarında kurulan hülleler
1970 yılında kurulan bir hülle
120
Boranhane
1933 yılı yılında boranhane
Boranhane
121
KAVUN ÜZERİNE BİR MAKALE
DİYARBAKIR KAVUNU
Mevlüt MERGEN (*)
Diyarbakır, iklimi çok sıcak olan şehirlerden biridir. Böyle olduğu içindir ki,
burada yaz aylarında serinletici meyveler en çok aranan gıda maddeleri olmuş ve
yetiştiriciliği de böylece oluşmuştur.Başta “Esfel” yani Hevsel bahçeleri olmak üzere
Dicle nehrinin kenarında oluşan bağ, bostan ve bahçelerde mevsimine göre sebze ve
meyve yetiştirilmiş ve bu ürünlerden bazılari ülke çapında ün kazanmıştır, bunların
başında gelen “Diyarbakır Karpuzu” ve onunla yakın arkadaş olan “Diyarbakır
Kavunu” ilk etapta zikredilebilir.
Dicle nehri, kenarındaki bereketli topraklara deyim yerinde ise hayat taşırken
bu topraklarda yetiştirilmesi için çaba sarf edilen ürünlere de ayrı bir tat ve lezzet
taşımıştır.
Şu anda tekrar yetiştirilmek istenen ve bir zamanların meşhur “kum malı
şeftali” sinin yanı sıra kaysı ve elma gibi meyvelerde şehirlinin ağız tadında
unutulmaz bir iz bırakmıştır. Derler ki, Diyarbakır her ne kadar sıcak bir iklime
sahip ise de bazı kışları çok zorlu geçermiş, işte bu çok zorlu geçen kış gecelerini
de hesaba katan insanlar, birçok çeşidi bulunsa da özellikle bazen” kış kavunu”
bazen “asma kavun” diye nitelendirdikleri bir cins kavunu sonbaharda yetiştirir ve
bir kısmını tüketirken bir kısmını da evlerinin kilerlerindeki direklere asarak odun
sobasının gümbürdeyerek yandığı günlere saklarlarmış. “Mış” diyoruz, çünkü artık
ne o evler var, ne o kilerler, lakin o kavun hala var. Sözün bir kısmını da kavunları
anlattıktan sonraya bırakarak diyelim ki:
CEP KAVUNU: İş bu cep kavunu yuvarlak olup sanki alttan ve üstten
basılıdır. Dilim, dilimdir, dıştan bakıldığında. 5 ila 10 kilo arasında değişir büyüklük
olarak. İnce kabukludur ve de 20 gün kadar muhafaza edilebilir.
KÜLAHLI KAVUN: Eskiler her ne kadar “beyzi” derken yeni nesil şimdi
oval diyor bu kavunun şekline bakıp..Dilimli olduğu gibi dilimsiz türü de vardır.
Eti beyazdır, lakin renk literatürüne “kavuniçi” deyimi sanırım bu kavuna bakılarak
geçirilmiştir, bazen de sarı olarak görülür bu külahlı kavun. Tadı mı? Doyumsuz
lezzette olup çok tatlı olmayan bu kavun ihtiva ettiği şeker maddesi yönünden
“cep kavunundan” çok daha fazla şekerlidir. Lifleri kuvvetli olup serttir. Kabuğu
kalın olduğu için de 3 – 4 ay gibi uzun bir zaman saklanabilir.. Ağırlığına gelince
tıpkı karpuz gibi devasa büyüklüktedir diyebiliriz, zira 10 kilo ile 25 kilo arasında
büyüdüğü görülür.
ŞEYHANİ (Tat kavunu): Bu kavunda dilimli olup yuvarlaktır. 10 kilo ile 20
kilo arasında değişir büyüklüğü.. Eti hoş kokulu ve lezzetlidir. Beyaz veya kırmızıya
yakın bir sarılıktadır etinin rengi. Tarladan kopardıktan sonra bir ay kadar bir zaman
saklanabilinecek bir özelliğe sahiptir.
122
ASMA KAVUN: Rengi turuncudur. Kabuğu ve eti beyazdır. Oldukça tatlı
bir kavundur. Hasat zamanı son bahardır, yani ekim ayında toplanır, hemen yenmez,
yense de istenen kıvamda değildir, dilimlerinden iple bağlanarak tavana asılır ve
odun sobusının gümbürdeyerek yandığı kış gecelerinde sofraya konarak yenir. Üç
ay saklanabilir. 4 ile 8 kilo arasında değişir ağırlığı.
MOLLAKÖY KAVUNU: Bu kavun da dilimli olup oval bir görünüşe
sahiptir. 20 gün kadar saklanabilir, 4 ve 8 kilo arasında değişir ağırlığı. Eti hem tatlı
ve hem de kendine has güzel bir kokuya sahiptir. Turuncu ve beyaz renklidir. Ağırlık
olarak 4 ve 8 kilo arasında değişir. Saklama süresi 20 gündür Mollaköy kavununun.
BEJİ KAVUN: Tarladan koparıldıktan sonra ancak 3-5 gün saklanabilen
ve ancak 1 ila 5 kilo arasında değişen bir büyüklüğü olan bu kavun susuz arazide
yetiştiği için “beji kavunu” olarak adlandırılmıştır, tıpkı aynı şekilde yetiştirilen
“beji karpuzu” gibi. Kabuğu çok incedir.. Genellikle sıcak yaz günlerinde Temmuz
ayında piyasaya çıkar.. Hem tatlı ve hem de meyhoş türleri vardır. Kokuludur.
Genelde andığımız isimlerle anılır Diyarbakır kavunu, ancak bazen başka isimlerle
de anıldıkları olur, mesela “Azizo kavunu” gibi, mesela “Hasso-Çerko” gibi, bu
isimler daha ziyade yetiştiricilerinden ötürüdür.
Kavunları böylece tasnifledikten sonra biraz da bu kavunların kullanılışlarından
söz edelim..
Diyarbakır’lı acıktığı zaman, bir kavun alır, yanına biraz otlu peynir ve lavaş
ekmeğini de kattımı doyumsuz bir lezzetle karnını doyurur, bu tür karın doyurma
daha çok sabah kahvaltılarında ve eğle vakitleri esnaf dükkânlarında görülen bir
yemek şeklidir.
Hass-Çerko diye nitelediğimiz ve gayet küçük olan bu kavunları bir zamanlar
evlere çuvallarla götürürdü şehir halkı, öylesine mebzuldu ki, evlerde anneler
çocuklarına “çok yemeyin sıtma olursunuz” derlerdi.
Sözü, bir-iki anlatımla bitirelim, derler ki adamın biri bir hana inmiş ve
hancıya: “Bana öyle bir yemek ver ki hem ben doymuş olayım, hem de atım doysun,
hem de gecemi eğlenerek geçireyim demiş,” hancı hemen bir kavun, bir ekmek
ve biraz da peynir getirip yolcunun önüne koymuş, yolcu kavun peynir ekmekle
kendi karnını doyurmuş, kabuklarını da atına yedirmiş ve kavunun çekirdeği ile de
gecesinin eğlenerek geçirmiş. Bu hikâye çoğunlukla karpuz olarak anlatılır ama
doğrusu kavun olsa gerek.
Söz sözü açtı ya, anlatalım, bir zamanlar Diyarbakır’da böylesine çerez satan
dükkânlar yoktu ama evlerde çerez olarak karpuz ve kavun çekirdeği vardı, hem
de bol olarak. Zira yenilen karpuz ve kavunun çekirdeği atılmaz, güneşte kurulur,
kış geldiğinde karpuz çekirdeği külde haşlanırken kavun çekirdeği de kavrulurdu,
böylece uzun kış gecelerinde yaşlı ninelerin anlattıkları masallar da çekirdek yenerek
dinlenirdi.
(*) Arş. Şair yazar (Diyarbakır Yazarlar Birliği üyesi)
123
GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE
SIRTA EKİM SİSTEMİNİN UYGULANABİLME İMKÂNLARI
Hasan KILIÇ1
Songül GÜRSOY1
Ali İLKHAN2
ÖZET
Ülkemizde gittikçe önem kazanan sırta ekim sistemi 1999 yılından itibaren
Güneydoğu Anadolu bölgesi sulanır şartlarında buğday tarımında araştırmalara konu
olmuştur. Söz konusu sistemin esası 70 cm olarak oluşturulan sırtların tepesine 2-3
sıra buğday tohumu gelecek şekilde ekimin yapılmasıdır. Yaklaşık olarak 10 kg/da
tohumun kullanıldığı bu sistemde tarla trafiğinin düzenli kullanımı, sulama suyu
yönetiminde kolaylık ve tasarrufu, bitki kök hastalıklarının kontrol altına alınması,
süne ile mücadelede yer aletlerinin kullanımına imkân tanıması ve ağır topraklarda
bitkilerde su kesmesinin önlenmesi gibi faydaları nedeniyle uygulamada başarılı
sonuçlar alınmıştır.
Bu sistemin en fazla uygulandığı ürünlerin başında buğday gelmekle birlikte
pamuk, nohut, kolza ile II ürün olarak mısır, soya ve ayçiçeğinde de başarıyla
ekilebileceği tespit edilmiştir. Özellikle pamuk-buğday ekim nöbetinde pamuk
sonrası sırtlar bozulmadan zamanında yapılan direk ekim ile birlikte girdilerin
azaltılması sağlanmış olmaktadır. Yanı sıra buğday sonrası direk sırtlara ekimi
yapılabilen II.ürün mısırda da benzer faydalar sağlanmıştır.
Bu güne kadar yürütülen araştırmalar ışığında ve çiftçi şartlarında kurulan
demonstrasyonlarda sırta ekim sisteminin Güneydoğu Anadolu Bölgesi sulanır
şartlarında başarı ile uygulanabileceği görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: sırta ekim, daimi sırtlar, sulama sistemi, buğday, ekim nöbeti
.Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enst. PK: 72 Diyarbakır.
.Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enst. PK: 72 Diyarbakır
2
.GAP Eğitim Yayım ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü Akçakale/Şanlıurfa
e.mail:[email protected]
1
1
124
The Possibilities to apply Bed Planting for Irrigated Conditions in the
Southeastern Anatolia
ABSTRACT
The bed planting system, increasing its importance in recently, has been
studied in Southeastern Anatolia under irrigated wheat conditions since 1999. In
this system, the beds are formed 70 cm intervals to plant 2-3 rows on top of beds.
There area some benefits of this planting system such as low seed rate (10 kg/da.),
decrease of field traffic, better irrigation management facilities, the control of rot
diseases, better usage of chemical application machines for sunny bug and in heavy
soil condition better control of excess water and because of these benefits successful
results have been observed.
Researches are done generally on wheat in this region. This system also could
be practiced crops like maize, chickpea, rape, soybean and sunflower. Especially
cotton-wheat rotation system after cotton the beds are used without tillage on the
permanent bed and benefits are gained on economic benefit. Similarly same results
have been observed second crops such as maize on the region.
According to results got from researches, demonstration and farm practices,
this method could be applicable in Southeastern Anatolia Region.
Keywords: Wheat, bed planting, furrow irrigation.
GİRİŞ
Güneydoğu Anadolu Bölgesi ülkemiz tarımsal üretiminin önemli bir
parçasıdır. Yaklaşık 3 milyon hektara yakın ekilebilir tarım alanına sahip olması,
bu alanın yaklaşık yarısının sulanabilir özellikte olması, söz konusu bölgede
verimin artırılmasında yeni teknolojik paketlerin uygulanmasını gerekli kılmaktadır.
Bölgenin sulanır şartlarında en fazla üretilen ürünlerin başında pamuk, buğday ve II
ürün mısır gelmektedir. Ekim nöbeti de söz konusu ürünler arasında yapılmaktadır.
Son yıllarda bitki ıslahında kaydedilen mesafeler özellikle buğdayda yeni ıslah
edilmiş çeşitlerin bölgenin her tarafında ekilmesini sağlamıştır. Bununla birlikte
globalleşme ile dünya piyasalarında tarım ürünlerinin serbest piyasa fiyatları ile
satılması, ülkemizde girdilerin yüksekliği üreticileri daha az maliyetle daha yüksek
verim sağlayan sistemlere itmiştir.
125
Bölgede üretim teknikleri açısından yüksek verimli çeşitler kullanılmakla
birlikte ekim yöntemleri yönünden arzu edilen seviyeyi bulmak mümkün değildir.
Özellikle pamuk-buğday münavebe sisteminde, buğday serpme ekilmektedir. Bu
da fazla tohum kullanılmasına ve düzensiz çıkışa sebep olmaktadır. Bu sebeple
araştırıcıların birim alandan daha az girdi ile daha yüksek verim sağlayan teknikler
üzerinde durmaları gerekmektedir.
Sırta ekim yöntemi başta sulama suyu tasarrufu yanında, tarla trafiğinin
düzenlenmesi, verimin artırılması, toprak erozyonunun azaltılması, tohumluk
üretiminde yabancı başak seçiminin kolaylığı gibi sebeplerle tercih edilebilecek bir
sistem olarak görülmektedir. Bilhassa GAP bölgesinde yeni sulamaya açılan alanlarda
suyun tasarruflu kullanımı açısında üzerinde durulması gereken bir uygulama olarak
düşünülebilir.
Sırta ekim sistemi esas alınarak, ıslah ve agronomik (ekim zamanı ve sıklığı,
gübreleme vb ) çalışmaların bir an evvel başlatılması önem arz etmektedir. Normal
ekim mibzerlerinin modifiye edilmesi ile çiftçiye ek bir maliyet oluşturmadan
adaptasyonu sağlanabilir.
Ele alınan bu çalışmada Meksika’nın Obregon bölgesinde büyük bir kısmında
uygulanmakta olan sırta ekim tekniklerinin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde
uygulanabilirliği ve darboğazları üzerinde durulmaya çalışılmıştır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Mevcut Tarım Sistemi:
Bölge alanını kaplayan 7.5 mil ha alanın % 42 si işlenebilir tarım alanları
oluşturmaktadır. İşlenen tarım alan içersinde % 37 oran ile tarla arazisi başta
gelmektedir. (Erkuş, 1999).
Çizelge 1. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bazı ürünlere ait ekim alanları
Ürün
Ekili Alan
Pamuk
283.047
Buğday
Mısır
1.149.952
31.761
Sulanan Alan Ha.
589.737
Çizelge 1’de görüldüğü gibi sulanan alanın yaklaşık yarısında pamuk, diğer
yarısında buğday-II.Ürün mısır ile diğer ürünlerin tarımı yapılmaktadır.
Sırta Ekim Sistemi Yönünden Bölge Toprakları: Bölge toprakları işlemeye
uygun arazi varlığı yönünden Orta kuzey ve Orta güney Anadolu bölgelerinden
sonra üçüncü sırada (3,840.000 ha) yer almaktadır (Eser ve ark. 1997).
126
Çizelge-2. Güneydoğu Anadolu Bölgesi Tarım Topraklarının Durumu
Toprak Derinliğine Göre Arazi Dağılımı
Derinlik
0-20 cm
Oran % Derinlik Oran % Derinlik Oran % Derinlik Oran %
20-50 cm
50-90 cm
90<cm
4.448.644
15.39
2.922.300 12.38 1.687.393 18.14
1.201.658 10.92
Arazi Kabiliyet Sınıfları (000 Ha.)
Yüzölçümü I. sınıf
II. sınıf
III.sınıf
11.254
914
999
1.010
Eğime Göre Arazi Dağılımı (%)
IV. Sınıf Toplam
917
3.840
% *
%**
34.1
14.50
Eğim % 0-2 Oran % Eğim %2-6 Oran % Eğim %6-12 Oran % Eğim %12< Oran %
1.508.010
18.4
1.351.528
16.17
1.608.050
19.24
3.890.535
46.55
*:Bölgedeki işlemeli tarıma uygun arazi varlığının bölgenin yüzölçümüne oranı
**:Bölgedeki işlemeli tarıma uygun arazi varlığının ülkemizdeki işlemeli tarıma uygun arazi varlığına oranı
Güneydoğu Anadolu Bölgesi toprakları çoğunlukla derin ve orta derin
olmalarına karşın Diyarbakır, Şanlıurfa ve Mardin illerinin 4. sınıf arazilerinde
topraklar çok yüzlektir. Bu sistem ince yapılı, düz, tesviyeli ve zayıf drenajlı
topraklarda daha iyi sonuç vermekte olup % 4 den daha fazla eğimli arazilerde
uygulanması tavsiye edilmez (Karaman, 2005). Bu haliyle bölgede % 0-2 eğime
sahip arazı miktarı 1.532 mil. hektar olup bu da bölge topraklarını %18.4’üne tekabül
etmektedir.
Münavebe: Bölgede münavebe hakim ana ürünler arasında yapılmakta
olup, pamuğa dayalı münavebe en fazla uygulanan yöntemdir (Kılıç ve ark, 1999).
Bölgede sırasıyla:
Pamuk-Buğday
Pamuk-Buğday/II.Ürün Mısır
Pamuk-Pamuk
Buğday-Mercimek münavebe sistemlerine rastlamak mümkündür.
Bölgenin sulanır alanlarında pamuk-buğday münavebe sistemi çoğunlukla
uygulanmaktadır. Bilindiği üzere bölge iki alt bölgeye ayrılmaktadır. Harran ve
Mardin ovalarının yer aldığı birinci alt bölgede vejetasyon süresi II.ürün bitkilerinin
gelişmesine yeterli süre imkanı tanırken, Diyarbakır’ın yer aldığı ikinci alt bölgede
ekim nöbetine giren bitkilerde zamanın darlığı sebebiyle sıkıntılar yaşanabilmektedir.
Pamuk hasadı genel olarak Aralık ilk yarısına kadar sarkabilmektedir.
127
Üreticiler buğdayı erken ekebilmek için olabildiğince tarlaya erken girme
imkanı tanıyan ekim metotları üzerinde durmaktadır. Bu amaçla farklı ekim
yöntemleri gelişmiştir.
1. Yöntem: Pamuk hasadını müteakip parçalanan sapların arkasından fırfır ile
buğday serpilmekte arkasında goble disk veya kültüvatör geçirilmektedir.
2. Yöntem: Sapları parçalanmış tarla kültüvatör ile sürülerek fırfır veya
ayakları çıkarılmış mibzer ile serpme ekim yapılmakta akabinde goble disk veya
kültüvatör çekilmektedir.
3. Yöntem: Pamuk saplarının parçalanması veya sökülmesini müteakip
pullukla sürüm yapılmakta, mibzerle yapılan ekimden sonra 70 cm aralıklı sırt
aleti geçirilmektedir. Bu metot daha ziyade erken hasad edilen pamuk tarlalarında
uygulanmaktadır
Söz konusu her üç yöntemde de en son işlem olarak buğdayda düzenli bir
sulama sağlayan 70 cm aralıklı sırt makinesi geçirilmektedir (Şekil-1, geleneksel-2).
Üreticiler yeterli çıkışı sağlamak üzere pamuk sonrası buğday ekiminde gereğinden
fazla tohumluk kullanmaktadırlar (25-30 kg/da). Bu durum girdi maliyetlerinin
yükselmesine sebep olmaktadır.
Sırta Ekimin Esası
Esasını, 70 cm lik açılan karıkların ortasındaki sırtlara 20 cm arayla 2 li ve ya
3 lü sıralar şeklinde ekimin yapılmasıdır. Sulama da karık usulü yapılmaktadır.
Şekil 1. Buğday da Ekim sistemleri
128
Sırta Ekim Sisteminin Uygulanabileceği Ürünler.
Gerek ülkemizde ve gerekse bölgemizde pamuk tarımı 70 cm sıra aralıklı
sırta ekim tarzında yapılmaktadır. Sistemden farkı, ekimin düz yapılıp sırtların
birinci sulama öncesi boğaz doldurma suretiyle yapılmasıdır. Sırta ekim sistemi
başta pamuk olmak üzere buğday, mısır, soya, kolza, susam, arpa ve nohut gibi
ürünlerde başarıyla uygulanabilmektedir.
Sırta Ekimin Faydaları
Tohum tasarrufu sağlaması
Tarla Trafiğinin düzenli kullanılmasına imkan tanıması
Yabancı ot kontrolünü kolaylaştırmak ve herbisit kullanımını azaltması
Buğdayın sapa kalkma döneminden sonra tarlaya makinelerin girişine elverişli
olması
Toprağın daha erken tava gelmesine olanak sağlayarak pamuk, mısır gibi
ürünlerin ekiminde erkencilik sağlaması
Sulama suyunun yönetiminde kolaylık ve suyun tasarruflu kullanılmasına
imkan tanıması
Uygun olmayan toprak koşullarında meydana gelen fide kök çürüklüğü ve
solgunluk gibi bitki hastalıklarını kontrol altına alınması
Kötü drenajlı topraklarda bitkilerde meydana gelen su kesmesinin önlenmesi
ve fazla suyun topraktan uzaklaştırılması
Daimi sırt ekim yönteminde yakıtta tasarruf sağlaması.
SIRTA EKİM YÖNTEMLERİ
Bu yöntemin en kolay uygulandığı ürünlerin başında buğday gelmektedir.
Sırtların oluşturulmasında bir önceki bitkinin tarlayı terk ediş tarihi, tarlada bıraktığı
sap miktarı önemli rol oynamaktadır. Bölgenin sulanır şartlarında ekonomik tercihler
nedeniyle buğdayla münavebeye giren ürünler her yıl değişebilmektedir.
Kışlık ana ürün –buğday münavebe sisteminde Sırta Ekim: Bölgede
hakim ana ürünlerden olan mercimek ve nohut gibi ön bitkiler tarlayı erken terk
ettiği için buğday istenildiği zaman ve yöntemde rahatlıkla ekilebilmektedir. Söz
konusu ürünler gibi az artık ve uygun zaman bırakan II ürünlerden soya ve susam
gibi bitkiler ön bitki olarak yer alabilir. Sulama imkanı olduğu için Eylül Ekim
aylarında tarlayı tavına getirmek üzere sulanabilir. Tohum yatağı hazırlanan tarla en
uygun ekim zamanında (Ekim-15, Kasım-15) sırta ekim mibzeri ile ekilebilmektedir.
Üretilen veya modifiye edilen kombine mibzerler ile hem sırt oluşturma hem de
ekim bir işlemde yapılabilmektedir. Kullanılan tohumluk miktarı çeşit özelliği ve
dane iriliğine göre değişmekle birlikte ortalama 10 kg/da dır. Gübreleme de ise sulu
129
şartlarda çeşitli araştırmalarla bölge için belirlenen miktarın aynısı olmalıdır.
Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsünde yapılan bir çalışmada (Kılıç
ve Gürsoy, 2002) Sırta ekim sistemi ile yarı yarıya tohumluk kullanıldığı gibi
verimde önemli bir farklılık görülmemektedir. Bin tane ağırlığı ve hasat indeksi bazı
verim unsurlarında artış görülmüştür (Çizelge-3)
Çizelge- 3 Fırat- 93 Çeşidinde Farklı Ekim Yöntemlerinin Verim ve Bazı
Verim Unsurlarına Etkisi
m2 de
başak
Bin tane
ağırlığı
Hektolitre
ağırlığı
Hasat
indeksi
Tane verimi kg/da
Sedde ekim
353
53
79
47
538
Düz ekim
653
48
79
42
523
Ekim Sistemi
Pamuk-Buğday Münavebe Sisteminde Sırta Ekim: Bölgede pamuk
hasadının gecikmesi özellikle bazı yıllar Aralık ayına kadar sarkması, müteakip
buğday ekiminin gecikmesine buna bağlı olarak verimin düşmesine sebep olmaktadır.
Yukarıda bahsedildiği gibi üreticiler en erken ekimi sağlayan serpme ekim metodunu
tercih etmektedir.
Ekim esansında oluşturulan sırta ekim sisteminin uygulanması ekilecek
buğday için bir erkencilik sağlamaz. Yağışların erken gelmesi, tarlanın fazla nemli
olması mibzerle ekimde olduğu gibi bu sistemde de zor olmaktadır. Bu amaçla
pamuk-buğday münavebe sisteminde daimi sırtlar üzerinde durmaya çalışacağız.
Sıfır toprak işleme de tabir edilen bu sistemde pamuk saplarının parçalanmasından
sonra mevcut sırtlar olduğu gibi bırakılmakta ve özel anız mibzeri ile sırtların
tepesine iki sıra gelecek şekilde ekim yapılmaktadır (Şekil 2). Bu sistemde daha az
işlem ve daha az girdi ile en kısa zamanda ekim yapılabilmektedir.
Daimi sırtlara ekim sistemi çok sayıda ülkede başarı ile uygulanmaktadır
Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsünde yapılan çalışmalarda başarılı
mesafeler alınmış ve geleneksel metotlarla mukayese edildiğinde birbirine yakın
verimler alındığı tespit edilmiştir. (Çizelge 3 ve 4).
Şekil-2 Daimi Sırtlara Buğday Ekimi
130
Çizelge 4. Pamuk-Buğday Ekim Sisteminde Pamuk sonrası En Uygun
Tohum Yatağı Hazırlığı ve Ekim Şeklinin Belirlenmesi
Sistemler
Pamuk sapları
Toplanmış
Pamuk sapları
parçalanmış
Ortalama
Geleneksel-1
serpme
563.1
553.8
Geleneksel-II
serpme
594.3
557.8
576.1 abc
Korumalı
608.7
603.2
605.9 a
Azaltılmış-I
561.3
543.9
552.6 c
Azaltılmış-II
626.7
562.5
594.6 ab
Sırtlara Direk
Ekim
589.7
580.4
558.1 abc
Ortalama
590.6
566.9
558.4 bc
Şekil- 3 Daimi Sırtlara Buğday Ekimi
.
Şekil-4 Sırta Ekilmiş Buğdayda
Çapalama
Buğday-II. Ürün Sisteminde Sırta Ekim: Bölgemiz sulu alanlarında üretimi
yapılan mısırın büyük bir kısmı buğdaydan sonra ekilen II.ürün mısır teşkil etmektedir.
Bilindiği üzere buğdaydan sonra ekilen mısırda yetişme sezonunun kısalığı hasadı
geciktirmekte ve dane neminin istenilen seviyeye ulaşmasını zorlaştırmaktadır. Bu
nedenle üreticiler buğday hasadı sonrası yaptıkları toprak işleme operasyonları
nedeniyle zaman kaybetmektedirler. Bu sistem ile, buğday için oluşturulan daimi
sırtlara II.ürünün ekilmesi sonucu bir haftalık bir zaman kazanımı elde edilmiş
olunmaktadır.
131
Şekil 3’te pamuk-buğday münavebe sistemine benzer şekilde hasat edilen
buğday ürününden sonra sap toplanmakta veya homojen bir şekilde parçalandıktan
sonra mısır anız mibzeri ile sırt tepelerine birer sıra ekilebilmektedir. Akabinde
karıklara verilen sulama ile çıkış en kısa sürede sağlanmaya çalışılmaktadır.
Şekil-3 Buğday-II.Ürün Ekim Nöbetinde Daimi Sırtlara Ekim Yöntemi
Kötü Drenajlı Topraklarda Sırta Ekim Sistemi: Sırta ekim sistemi, sulama
suyunun yönetimindeki kolaylıktan dolayı tercih edilmesinin yanında, söz konusu
sistemin yağışı yüksek ağır toprak yapısına sahip bölgelerde, suyun topraktan
uzaklaştırılması maksadıyla da uygulanabileceği tespit edilmiştir (Sayre, 1998,
Kılıç, 2004). Çok ağır killi ve infiltrasyon hızı düşük bu tip topraklarda yağış
fazlalığı bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Diyarbakır merkeze bağlı Mermer
bölgesinde yaklaşık 10 bin ha. Alanda benzer sorunlar mevcuttur. Söz konusu
bölgede yapılan çalışmalarda sırta ekim ile bu sorunun aşılabileceği anlaşılmıştır.
Sırta ekim ile toprakta tutulan fazla suyun karıklar arasından uzaklaştığı bunun
sonucu bitki gelişiminin sağlıklı devam ettiği görülmüştür (Nicol, 2003). 2004/2005
ekim sezonunda sorunlu bölgede (Büyük Çelikli köyü) yaklaşık 500 da.’lık alan bu
sistem ile ekilmiş ve başarılı sonuç alınmıştır.
SONUÇ
Son yıllarda tarım yöntemlerinin seçilmesinde sürdürülebilir yetiştiricilik
yanında ekonomik faktörlerin öne çıktığını görmekteyiz. Yetiştirme tekniklerinin
çiftçilerde uygulanabilir olması için, verimin yükseltilmesi veya verimi korumak
suretiyle girdilerin azaltılması ile mümkündür. Bu güne kadar bölgede mevcut
münavebe sistemi içersinde sırta ekim yönteminin adaptasyonu sağlanmaya
çalışılmıştır. Gerek denemelerde ve gerekse çiftçi şartlarında kurulan
demonstrasyonlarda karşılaşılan darboğazlar tespit edilerek en uygun sırt yapım
teknikleri belirlenmeye çalışılmıştır.
Bu itibarla pamuk-buğday/II.Ürün mısır münavebe sisteminin çoğunlukla
uygulandığı bölgede pamuk hasadı sonrası mevcut sırtların bozulmadan anız mibzeri
ile sırtlara direk ekim en uygun pratik yöntem olarak bulunmuştur. Klasik sırt yapım
sistemlerinin söz konusu münavebe sistemi içersinde uygulanabilirliliği oldukça
güçtür. Bununla birlikte ağır toprak yapısı nedeniyle su kesmesinin yoğun görüldüğü
yerlerde sırta ekim sisteminin söz konusu zararı en aza indirdiği görülmüştür.
132
KAYNAKLAR:
Erkuş, A., 1999. Tarımda işletme büyüklüğü ve GAP için önemi. GAP 1.
Tarım Kongresi 26-28 Mayıs 1999 Şanlıurfa Sayfa 1-8
Eser, D., Geçit, H.H., Çiftçi, C.Y., Emeklier, H.Y ve Ünver, S. 1997. Tarım
Topraklarımızın Durumu. Türkiye II. Tarla Bitkileri Kongresi (22-25 Eylül 1997
Samsun) s:xxxııı-xxxxıx.
Karaman, Y., 2005. Anız Örtülü Tarım. Tarımsal Araştırma Bülteni. Tarımsal
Araştırmalar Genel Müdürlüğü yayını No:3:4-5 Ankara
Kılıç, H.,Alagöz, R. Ve Özberk, İ. 1999. Sulanır Şartlarda Pamukla Rotasyona
Girebilecek Ana Ve II. Ürün Seçeneklerinin Belirlenmesi. Türkiye 3. Tarla Bitkileri
Kongresi, 15-18 Kasım 1999, Adana
Kılıç, H. Ve Gürsoy.S., 2002. İki farklı ekim sisteminin yazlık makarnalık
buğday çeşidinde mukayese edilmesi (ön çalışma) Tarımsal Araştırma Özetleri
(Editör, Hasan Kılıç).s:44
Kılıç, H., 2003. Su kesmesine maruz Mermer bölgesinde sırta ekim sistemi.
Seminer notları. Güneydoğu Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Diyarbakır
Nicol, J., 2003. Cropping on raised soil beds. CIMMYT Annual report 20032004 s. 22-23
Sayre, K.D., 1998. Ensuring the use of sustainable crop management strategies
by small wheat farmers in the 21st century. Agronomi Wheat Program, CIMMYT,
Mexico.
133
DiYARBAKIR KOŞULLARINDA FARKLI ÇİNKO UYGULAMA
METOTLARININ MAKARNALIK BUĞDAY VE ARPANIN VERİM VE
VERİM UNSURLARINA ETKİLERİ
İlhan DORAN1
Cuma AKINCI2
İSMAİL GÜL2
Mehmet YILDIRIM2
Zülküf KAYA3
ÖZET
Bu çalışma, Diyarbakır ekolojik koşullarında yoğun olarak yetiştirilen
Diyarbakır 81 makarnalık buğday ve Şahin 91 arpa çeşidinin verim ve verim
unsurları ile bitkilerin çinko seviyeleri üzerine ZnSO4.7H2O ve Teprosyn F-2498
gübrelerinin uygulanma yöntemleri ve farklı dozlarının etkilerini belirlemek amacıyla
yürütülmüştür. ZnSO4.7H2O gübresinin 0-1-2-3 kg Zn/da dozları ekim sırasında
toprağa, %0.0-%0.1-%0.3-%0.5 dozları sapa kalkmadan itibaren 15 gün aralıklarla
üç kez bitkilere püskürtme ve Teprosyn F-2498 preparatının 0-3-6-9 L/ton dozları
tohuma yapıştırma şeklinde uygulanmışlardır. Çinko içerikli gübre dozlarının buğday
ve arpanın verim ve verim unsurları ile bitkilerin çinko seviyeleri üzerinde, uygulama
yöntemlerinin ise tane ağırlığı, danenin protein oranı ve bitkilerin çinko içerikleri
üzerine etkileri önemli bulunurken, verim üzerine etkileri yalnız buğdayda önemli
bulunmuştur. Verimde sağladıkları artış, ekonomik olmaları ve uygulanabilirlikleri
nedeniyle toprağa 3 kg/da ZnSO4. 7H2O gübresi veya tohuma 6 l/ton Teprosyn
F-2498 preparatı veya ZnSO4.7H2O çözeltisinin %0.3 dozu makarnalık buğday ve
arpa üreticilerine önerilebilir.
1. GİRİŞ
Dünyada kültür altında bulunan toprakların yaklaşık %30’unda, 3. Dünya
ülkelerinin %50’sinde çinko noksanlığı bulunmaktadır. Son yıllarda yürütülen geniş
çaplı toprak analizleri sonuçlarına göre de Ülkemiz topraklarının yaklaşık %50’sinde,
Diyarbakır ili tarım topraklarının %65’inde çinko noksanlığı vardır. Dünya gıda
tüketiminde çeltik, mısır, buğday gibi tahılların payı %54, gelişmekte olan ülkelerde
ise %90’a ulaşmakta olup, tahıl ağırlıklı beslenen insanlarda görülen yetersiz çinko
beslenmesi bir dizi beslenme sorunu yaratmaktadır. Nitekim yapılan
Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü
3
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
E – posta: [email protected]
1
2
134
araştırmalarda Dünya nüfusunun yaklaşık %40’ında demir, çinko ve iyot eksikliğine
bağlı hastalıkların bulunduğu belirlenmiştir (1, 2).
Çinko noksanlığı insanlarda boy kısalığı, ağırlık kaybı, bağışıklık sisteminin
zayıflaması, seksüel olgunlaşmanın gerilemesi vb. gibi sağlık sorunları ile karşımıza
çıkmakta ve olay daha ziyade çocuklarda, hamile bayanlarda ve yaşlı insanlarda
görülmektedir (3).
Tahıl ağırlıklı beslenen insanlarda görülen yetersiz çinko beslenmesinde rol
oynayan faktörlerden birisi fitin asidi/çinko oranıdır. Fosforun tohumdaki birikimi
olan fitin asidinin çinkoya oranı 25-30’un üzerinde ise çinkonun yarayışlılığı önemli
ölçüde azalmaktadır. Çinko noksanlığı olan Orta Anadolu Bölgesinde yetiştirilen
buğdaylarda fitin asidi/çinko oranı 120’ye kadar yükselmiştir (3).
Diyarbakır yöresi topraklarının çinko bakımından fakir materyalden meydana
gelmesi, alkali özellik göstermesi, toprak ve bitkinin yüksek fosfor konsantrasyonu,
kil ve kireç içeriğinin yüksek, organik madde seviyesinin düşük olması, yetersiz
yağış ve aşırı buharlaşma gösteren kurak bir iklime sahip olması nedeniyle çinko
noksanlığı çok yaygındır (4).
Tahıllarda görülen gelişme bozukluklarının hangi mikrobesin elementinden
kaynaklandığını tespit amacıyla yapılan çalışmada (5). Eskişehir’in hububat
alanlarında Tokak arpa çeşidine Zn, Fe, Mn, Cu, B içerikli gübreleri topraktan
uygulamışlar ve dane verimini artıran tek elementin çinko olduğunu, Zn içerikli
gübrenin artan dozlarının dane veriminin 266 kg/da’dan 309 kg/da’a yükselttiğini ve
0.5 kg Zn/da (2 kg ZnSO4.7H2O/da) dozunun en iyi sonucu verdiğini, keza yapılan
bir çalışmada (2) bir ekmeklik, bir makarnalık buğday çeşidine Zn, Fe, Cu içerikli
gübrelerin farklı dozlarını yapraktan uygulamışlar ve verimi artıran tek elementin
çinko olduğunu ve 25 g Zn/da uygulamasının en iyi sonucu verdiğini belirlemişlerdir.
Eskişehir koşullarında yürütülen bir çalışmada (6) toprak, yaprak ve tohuma
yapıştırma şeklinde buğdaya uyguladıkları çinko içerikli gübrelerin, toprağa
uygulama yönteminde verim ve verim unsurlarını daha fazla artırdığını, bunu tohuma
ve yaprağa uygulama yöntemlerinin izlediğini, buğdayda yapraktan uygulanan 450 g
Zn/ha dozunun dane verimini daha fazla artırdığını saptamışlardır (7).
Değişik arpa, buğday, çavdar, tritikale ve yulaf çeşitlerinin şiddetli çinko
noksanlığı gösteren kireçli bir toprakta çinko noksanlığına tepkilerinin test edildiği
bir sera çalışmasında (8), çinko noksanlığına makarnalık buğdayın çok hassas,
arpa çeşitlerinin ise orta derecede duyarlı olduklarını ve çinko noksanlığı nedeniyle
verimde azalmanın arpada %35, makarnalık buğdayda %62 seviyesine ulaştığını
belirlemişlerdir. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin kuru ve sulu koşullarında çinko
ve bor içerikli gübrelerin arpa çeşitlerinin tane verimleri ve verim unsurları üzerine
etkilerini belirleme amacıyla yürütülen bir çalışmada (9), çinkonun tane verimi
üzerine etkili olamadığını ancak çeşitler arasında tane verimi bakımından önemli
135
farklılıklar yarattığını, GAP ve Orta Anadolu koşullarında yürütülen çalışmada
buğday genotiplerine çinko uygulamasının danelerin çinko içeriğini yükseltirken
fitin asidi/çinko oranını düşürdüğü belirlenmiştir (3).
TÜBİTAK tarafından desteklenen bu çalışma, Diyarbakır ekolojik koşullarında
yoğun olarak yetiştirilen Diyarbakır 81 makarnalık buğday ve Şahin 91 arpa çeşidinin
verim ve verim unsurları ile bitkilerin çinko seviyeleri üzerine ZnSO4.7H2O ve
Teprosyn F-2498 gübrelerini uygulanma yöntemleri ve farklı dozlarının etkilerini
belirleme amacıyla yürütülmüştür.
2. MATERYAL VE METOT
2000-2002 Yılları arasında Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi araştırma
alanında yürütülen çalışmada materyal olarak, Diyarbakır 81 makarnalık buğday ve
Şahin 91 arpa çeşitleri, topraktan ve yapraktan uygulanan ZnSO4.7H2O ve tohumdan
uygulanan Teprosyn F-2498 adlı preparatlar ile amonyum nitrat (%33 N), amonyum
sülfat (%21 N) ve diamonyum fosfat (%18 N-%46 P2O5) gübreleri kullanılmışlardır.
Buğdaya 6 kg/da P2O5 ve 12 kg/da N, arpaya 6 kg /da P2O5 ve 10 kg/da N gübreleri
uygulanmış olup, azotun yarısı ekimle diğer yarısıda sapa kalkma döneminde ve
fosforun tamamı ekimle beraber verilmiştir.
Topraktan çinko uygulamasında ZnSO4.7H2O gübresinin 4 dozu (0, 1, 2, 3 kg/
da) ekim sırasında, yapraktan uygulamada ZnSO4.7H2O çözeltisinin 4 dozu (0, %0.1,
%0.3 ve %0.5) toplam 3 kez ve kardeşlenme döneminden itibaren 15 gün aralıklarla
bitkilere püskürtülmüştür. Tohuma yapıştırma yönteminde ise Teprosyn F-2498 adlı
preparatın 4 dozu (0, 3, 6 ve 9 lt/ton tohum) ekilecek tohum miktarını nemlendirecek
miktarda suda çözüldükten sonra tohumla muamele edilmiş ve bilahare tohumlar
ekilebilecek kadar kuruduktan sonra mibzerle ekim yapılmıştır.
Diyarbakır yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı bir iklime sahiptir.
Yıllık ortalama yağış 496 mm olup bu yağışın büyük bir kısmı kış ve erken ilkbaharda
düşmektedir. Yaz döneminde yağış yok denecek kadar azdır ve aylara göre dağılımı
eşit değildir. 2000-2001 üretim döneminde 537 mm, 2001-2002 döneminde ise 474
mm yağış olmuştur. Deneme yıllarında aylar itibariyle ölçülen değerler ile uzun
yıllar ortalama değerleri, bitkilerin suya en fazla ihtiyaç duydukları ekim öncesi,
kardeşlenme ve başaklanma öncesi dönemleri dikkate alınarak karşılaştırıldığında
2001-2002 üretim yılı lehine bir yağış dağılımı olduğu görülmüştür. Bu arada deneme
yıllarında aylar itibariyle ölçülen ortalama sıcaklık değerleri ile uzun yıllar ortalama
sıcaklık değerleri ve nispi nem oranları bitkilerin gelişimi ve verimini etkilemeyecek
derecede benzerlik göstermiştir (10).
3. BULGULAR VE TARTIŞMA
Alınabilir çinko (0.37 ppm) ve organik madde miktarı yetersiz, alınabilir P
miktarı orta, değişebilir K ve kireç içeriği yüksek olan hafif alkali karakterde,
136
tuzluluk sorunu olmayan, killi tın tekstür sınıfında bir toprakta yürütülen çalışmadan
elde edilen bulguların istatistiksel değerlendirmelerinde;
3.1. Başaklanma süresi: Çinko içerikli gübre dozları ve uygulama
yöntemlerinin Diyarbakır 81 makarnalık buğday ve Şahin 91 arpa çeşidinin çeşidinin
başaklanma süresi üzerine etkileri önemsiz bulunmuştur.
3.2. Bitki boyu: Dozların ve uygulama yöntemlerinin buğdayın bitki boyu
üzerine etkileri önemli bulunmuştur. İstatistiksel değerlendirmelerde çinkonun
üçüncü dozu ile toprak ve yaprak uygulamalarının bitki boyunu daha fazla
artırdıkları saptanmıştır. Arpa bitkilerinde ise uygulama yöntemleri arasındaki
farklılıklar önemsiz bulunurken, dozların etkileri önmeli bulunmuştur. İstatistiksel
değerlendirmelerde çinkonun üçüncü ve ikinci dozlarının bitki boyunu daha fazla
artırdıkları saptanmıştır. Bu arada istatistiksel anlamda bir farklılık olmamasına
rağmen tohuma yapıştırma uygulamasının da bitki boyunu daha fazla artırdığı
belirlenmiştir.
Arpada tohuma, makarnalık buğdayda toprak ve yaprağa uygulama
yöntemlerinin daha etkili olmaları; tahıl türlerinin çinko noksanlığına duyarlılıklarının
makarnalık buğday > yulaf > ekmeklik buğday > arpa > tritikale > çavdar şeklinde
azalması ve arpanın gelişme periyodunun kısalığı ile kök sisteminin diğer hububat
türlerinden daha zayıf olmasından kaynaklanabilir (8).
3.3. Başak uzunluğu: Çinko dozlarının buğdayın başak uzunluğuna etkileri
önemli bulunurken, uygulama yöntemlerinin etkileri önemsiz bulunmuştur.
Ancak istatistiksel anlamda bir farklılık olmamasına rağmen tohuma yapıştırma
uygulamasının başak uzunluğunu daha fazla artırdığı belirlenmiştir.
Arpada başak uzunluğu üzerine çinko dozları ile uygulama yöntemlerinin
etkileri önemli bulunmuş ve istatistiksel değerlendirmelerde her iki bitkide de
çinkonun ikinci ve üçüncü dozları ile arpada tohuma uygulama yönteminin başak
uzunluğunu daha fazla artırdıkları saptanmıştır.
3.4. Başakcık Sayısı: Çinko dozlarının her iki bitkide de başakcık sayısı
üzerine etkileri önemli bulunurken, uygulama yöntemlerinin etkileri önemsiz
bulunmuştur. İstatistiksel değerlendirmelerde çinkonun ikinci ve üçüncü dozlarının
başakcık sayısını daha fazla artırdıkları saptanmıştır.
3.5. Başaktaki Tane Sayısı: Çinko dozlarının her iki bitkide de başaktaki tane
sayısı üzerine etkileri önemli bulunurken, uygulama yöntemlerinin etkileri önemsiz
bulunmuştur. İstatistiksel değerlendirmelerde çinkonun ikinci ve üçüncü dozlarının
başaktaki tane sayısını daha fazla artırdıkları saptanmıştır.
3.6. Başaktaki Tane Ağırlığı: Çinko dozlarının buğdayda başaktaki tane
ağırlığı üzerine etkileri önemli bulunurken, uygulama yöntemlerinin etkileri önemsiz
bulunmuştur. Ancak istatistiksel olarak önemli olmasada çinkonun tohuma
137
uygulanma yönteminin başaktaki tane ağırlığını daha fazla artırdığı belirlenmiştir.
İstatistiksel değerlendirmelerde ise çinkonun ikinci ve üçüncü dozlarının başaktaki
tane ağırlığı daha fazla artırdıkları saptanmıştır. Arpanın başaktaki tane ağırlığı
üzerine çinko dozları ve uygulama yöntemlerinin etkileri önemli bulunmuş ve
istatistiksel değerlendirmelerde çinkonun ikinci ve üçüncü dozları ile tohuma
uygulama yönteminin başaktaki tane ağırlığını daha fazla artırdıkları saptanmıştır.
3.7. 1000 Tane Ağırlığı: Makarnalık buğday ve arpa bitkilerinde 1000 tane
ağırlığı üzerine çinko dozlarının etkileri önemli bulunurken, uygulama yöntemlerinin
etkileri önemsiz bulunmuş ve çinkonun ikinci ve üçüncü dozlarının 1000 tane
ağırlığını daha fazla artırdıkları saptanmıştır.
3.8. Bitkide Çinko Miktarı: Makarnalık buğday ve arpa bitkilerinde çinko
dozları ve uygulama yöntemlerinin bitkilerin çinko miktarları üzerindeki etkilerinin
önemli olduğu ve çinkonun üçüncü ve ikinci dozu ile yaprağa uygulama yönteminin
bitkilerin çinko miktarını daha fazla artırdıkları saptanmıştır.
3.9. Dane Verimi: Çinko dozları ve uygulama yöntemlerinin buğdayın dane
verimi üzerine etkileri önemli bulunmuş ve yapılan istatistikî değerlendirmelerde
çinkonun ikinci ve üçüncü dozları ile topraktan uygulama yönteminin dane verimini
daha fazla artırdıkları saptanmıştır (Çizelge 1). Dane veriminde kontrole göre 1.
dozda %7.8 , 2. dozda %15.0 ve 3. dozda %17.4‘lük verim artışları sağlanmıştır.
Çizelge 1. Çinko İçerikli Gübrelerin Buğday Bitkisinin Dane
Verimine Etkileri (kg/da)
Uygulama Yöntemleri*
Çinko
Dozları**
Tohumla
Topraktan
Yapraktan
Ortalama
200001
200102
200001
200102
200001
200102
Zn0
402.77
514.00
413.97
535.00
417.73
506.33
464.97 c
Zn1
453.37
543.67
430.33
599.00
451.57
530.33
501.38 bc
Zn2
493.60
533.33
489.57
623.67
484.37
585.00
534.92 ab
Zn3
465.33
564.00
502.57
702.33
467.97
572.00
545.70 a
Ortalama
453.77
538.75
459.11
615.00
455.41
548.42
Uygulama Ort.
496.26 b
LSD
Yöntem: 30.02
537.05 a
Doz: 41.63
*: (p<0.05), **: (p<0.01), Ö.D.: Önemli değil
138
501.91 b
511.74
YöntemxDoz İnt.: Ö.D
a, b, c : Aynı sütunda farklı harfler taşıyan gruplar arası farklar önemlidir.
Arpada çinko dozlarının dane verimi üzerine etkileri önemli bulunurken,
uygulama yöntemleri arasındaki farklılıklar önemsiz bulunmuşlardır (Çizelge 2).
Dane veriminde kontrole göre 1. dozda %10.4, 2. dozda %17.5 ve 3. dozda %16.5‘luk
verim artışları sağlanmıştır.
Çizelge 2. Çinko İçerikli Gübrelerin Arpa Bitkisinin Dane Verimine
Etkileri (kg/da).
Uygulama Yöntemleri
Çinko
Dozları**
Tohumla
Topraktan
Yapraktan
Ortalama
200001
200102
200001
200102
200001
200102
Zn0
412.70
466.33
425.40
452.67
417.63
453.33
438.01 b
Zn1
451.47
485.67
494.77
476.67
513.10
481.33
483.83 a
Zn2
491.93
511.00
511.83
516.33
533.53
524.00
514.77 a
Zn3
466.03
502.33
530.60
534.00
523.67
505.33
510.33 a
Ortalama
455.53
491.31
490.65
494.92
496.98
491.00
Uygulama Ort.
LSD
473.42
Yöntem: Ö.D.
486.73
492.79
493.99
Doz: 44.74
YöntemxDoz İnt.: Ö.D.
**: (p<0.01), Ö.D.: Önemli değil
a, b : Aynı sütunda farklı harfler taşıyan gruplar arası farklar önemlidir.
Deneme toprağımızın çinko içeriği 0.37 ppm olup, yürüttüğümüz çalışmada
kontrol parselinden 464.97 kg/da verim alınırken 3 kg ZnSO4.7H2O/da uygulaması
ile verim 545.70 kg/da yükselmiş ve kontrole göre verimde artış %17.4 oranında
yüksek olmuştur. 0.35 ppm Zn içeren bir toprakta yürütülen bir çalışmada (11) kontrol
parselinde 265 kg/da olan buğday veriminin 2.2 kg ZnSO4.7H2O/da uygulamasıyla
320 kg/da’a yükseldiğini yani verimde %17.2 oranında artış olduğunu bildirmişlerdir.
Bulgularımız; Eskişehir koşullarında çinkoyu toprağa, yaprağa ve tohuma
yapıştırma şeklinde uygulanan bir buğday çalışmasında (6), toprağa uygulamanın
verimde en yüksek artışı sağladığını, bunu tohuma ve yaprağa uygulamaların izlediğini
139
ve toprağa uygulanan 2 kg ZnSO4.7H2O/da dozunun dane verimini 310 kg/da’dan 419
kg/da’a yükselttiğini, keza Konya koşullarında 6 arpa çeşidine artan çinko dozlarının
topraktan uygulandığı bir çalışmada (12), dane veriminin 379 kg/da’dan (kontrol)
470 kg/da’a (3.6 kg ZnSO4.7H2O/da) yükseldiğini gösteren bulguları paralellik
gösterirken, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin kuru ve sulu koşullarında yürütülen
bir çalışmada (9) çinko içerikli gübrelerin arpa çeşitlerinin dane verimi üzerine
etkili olamadıklarını ancak çeşitler arasında verim bakımından önemli farklılıklar
yarattıkları yönündeki bulguları ile farklılık göstermiştir.
3.10. Tanede Protein Oranı: Çinko dozları ve uygulama yöntemleri buğday
ve arpanın danedeki protein oranı üzerine etkileri önemli bulunmuş ve çinko içerikli
gübreleri tohuma ve toprağa uygulama yöntemlerinin danedeki protein oranını daha
fazla artırdıkları saptanmıştır.
Çinko içerikli gübrelerin artan dozlarının danenin protein oranını artırması
çinkonun amino asit sentezi üzerindeki olumlu etkisinin protein sentezine
yansımasından kaynaklanabilir (13). Konya koşullarında yürütülen bir çalışmada da
(12) 6 arpa çeşidine topraktan uyguladıkları ZnSO4.7H2O gübresinin artan dozlarının
danede protein oranı bakımından çeşitler arasında önemli bir farklılık yaratmadığını,
buna karşın dozlar arasındaki farklılığın önemli olduğunu belirlemişlerdir.
Danede protein oranı haricindeki özelliklerde yıllar arasındaki farklılıklar
önemli bulunmuştur. Denemenin her iki yılında da makarnalık buğday ve arpanın aynı
çeşidi kullanıldığından incelenen özelliklerin yıllar arasında gösterdiği farklılıklar
iklim faktörlerinden özellikle yağışın miktarı ve başaklanma-erme döneminde düşen
kısmı ile topraktaki besin maddelerinin miktarlarından kaynaklanabilir (14).
140
KAYNAKLAR
1. Eyüpoğlu, F., N. Kurucu ve S. Talaz., 1998; “Türkiye Topraklarının
Bitkiye Yarayışlı Bazı Mikroelementler Bakımından Genel Durumu“. Toprak ve
Gübre Araştırma Enstitüsü, Sayfa:15-63, Ankara.
2. Kalayci, M., M. Aydin, V. Özbek, C. Çekic ve İ. Çakmak., 1998;
“Eskişehir Koşullarında Buğdayda Çinko Noksanlığı Üzerine Yapılan Çalışmalar“.
I. Ulusal Çinko Kongresi, sayfa:107-113, Eskişehir.
3. Erdal, İ., A. Yilmaz, M. Kalaycı, İ. Çakmak ve F. Hatipoğlu., 1998; “GAP
ve Orta Anadolu Bölgesinde Yetiştirilen Buğday Çeşitlerine Çinko Uygulamasının
Fitin Asidi ve Fitin Asidi/Çinko Oranına Etkisi“. I. Ulusal Çinko Kongresi, Eskişehir.
4. Çakmak İ., 1996; “Bitki ve İnsan Sağlığına Yansımaları ile Toprakta Çinko
Eksikliği”. Bilim ve Teknik (Tübitak). 349, 54-59, Ankara.
5. Aydın, M., M. Kalaycı, V. Özbek, C. Çekiç ve İ. Çakmak., 1998;
“Eskişehir Koşullarında Arpada Çinko Noksanlığı ve Genotipik Farklılıklar”. I.
Ulusal Çinko Kongresi, Eskişehir.
6. Özbek, V. ve A. Özgümüş., 1998; “Farklı Çinko Uygulamalarının Değişik
Buğday Çeşitlerinin Verim ve Bazı Verim Kriterleri Üzerine Etkileri”, I. Ulusal
Çinko Kongresi, sayfa:183-190, Eskişehir.
7. Brennan, RF., 1991; “Effectivenes of Zinc Sulfate and Zinc Chelate as
Foliar Sprays in Alleviating Zinc Deficiency of Wheat Grown on Zinc Deficient
Soils Western Australia”. Australian J. of Experimental Agriculture.31:6, 831-834;
24 ref.
8. Torun, B., Ö. Çakmak, H. Özbek ve İ. Çakmak., 1998; “Çinko Eksikliği
Koşullarında Yetiştirilen Değişik Tahıl Türlerinin ve Çeşitlerinin Çinko Eksikliğine
karşı Duyarlılığının Belirlenmesi”. I. Ulusal Çinko Kongresi, sayfa:363-369,
Eskişehir.
9. Çölkesen, M., İ. Çakmak, İ. Öktem ve N. Eren., 1997; “Harran Ovasının
Kuru ve Sulu Koşullarında Çinko ve Borun Değişik Kökenli Arpa Çeşitlerinin Verim
ve Verim Unsurlarına Etkisi Üzerine Bir Araştırma“. II. Tarla Bitkileri Kongresi,
Samsun.
10. Anonim, 2002; “Meteoroloji Bölge Müdürlüğü, Diyarbakir”.
11. Kenbaey, B. ve B. Sade., 1998; “Konya Kıraç Koşullarında Arpa
Çeşitlerinin Çinko Dozlarına Tepkilerinin Belirlenmesi”. I. Ulusal Çinko Kongresi,
sayfa:339-348, Eskişehir.
11. Bansal, R.L., S.P. Singh and V.K. Nayyar., 1990; “The Critical Zinc
Deficiency Level and Response to Zinc Application of Wheat on Typic Ustochrepts”.
Experimental Agriculture , 26 (3), 303-306.
12. Aktaş, M., 1995; “Bitki Besleme ve Toprak Verimliliği”. A.Ü. Ziraat
Fakültesi, Yayın No:1429, Ankara.
13. Kün, E., 1996; “Tahıllar I. Serin İklim Tahılları”. A.Ü. Ziraat Fakültesi,
Yayın No:1451, Ankara.
141
TOPRAK VE ARAZİ KULLANIMI
Murat HASPOLATLI*
Genel Toprak Yapısı
İlimizde tarım toprakları Dicle Irmağı’na dere ve çayların vadilerinde
zincirleme birsıra oluşturur. Büyük bir bölümü aluvyal vadi tabanlarından oluşur.
%10’un üstünde olan tarım toprakları dalgalı platolara, dağlık ve tepelik alanlara
yayılmış durumdadır. Mermer, Hani ve Lice ovaları gibi küçük düzlüklerin dışında
kalan ovaların büyük bir bölümünde topraklar killi olup, Dicle vadisinde yer yer orta
ve hafif yapıda topraklara rastlanır.
Islakken çok yapışkan olan bu topraklar nemli iken dağılabilir yapıdadır.
Nadas alanlarında yağışlardan sonra yüzey 3–4 cm. kalınlığında bir kabuk bağlar.
Bununla birlikte kolaylıkla kırılarak tanecikli bir nitelik alırlar. Kireç oranları
genellikle iyi ise de üstteki kirecin tümü ya da bir bolumu yıkanmıştır. Mermer ovası
engebeli dağlık bir alan olup ana madde yer yer kalkerli kumlu ya da siltli kildir.
Kireçtaşı bakımından genellikle derin, geçirgenlikleri iyi, içerdikleri organik madde
oranı düşükür. Kalker bir taban üzerinde oluşan Lice ve
Hani ovalarının toprakları kahverengi orman toprakları grubuna girer.
Diyarbakır havzasında yer alan tarıma elverişli bu topraklar arasında özellikleri
bakımından önemli farklar görülür.
Toprak
İklim topoğrafya ve ana madde farklılıkları nedeniyle Diyarbakır’da çeşitli
büyük toprak grupları olmuştur. Büyük toprak gruplarının yanı sıra toprak örtüsunden
yoksun bazı arazi tipleri de görülmektedir.
Alüvyon Topraklar:
Bu topraklar akarsular tarafından taşınıp depolanan materyal üzerinde oluşan
(A) C profili genç topraklardır. Mineral bileşimleri akarsu havzasının litolojik
bileşimi ile jeolojik periyotlarda yer alan toprak gelişim bağlı olup heterojendir.
Profillerinde horizonlaşma ya hic yok ya da çok az belirgindir. Buna karşılık değişik
özellikte katlar görülür. Çoğu yukarı arazilerden yıkanan kireçce zengindir. Aluvyal
toprakları, bünyelerine veya bulundukları bölgelere yahut evrim devlerine göre
sınıflandırılırlar.
* Bakanlık Müşaviri
142
Bunlarda üst toprak alt toprağa belirsiz olarak geçit yapar. İnce bünyeli
ve taban suyu yüksek olanlarda düşey geçirgenlik azdır. Yüzey namlı ve organik
maddece zengindir. Alt toprakta hafif seyreden bir indirgenme olayı hüküm sürer.
Kaba bünyelikler iyi drene olduğundan yüzey katları çabuk kurur. Üzerlerindeki
bitki örtüsü iklime bağlıdır.
Bulundukları iklime uyabilen her turlu kültür bitkisinin yetiştirilmesine
elverişli ve üretken topraklardır. Alüvyon topraklar Diyarbakır ilinde daha çok Dicle
nehri ve Batman çayı boyunca uzanmaktadır. Toplam alanları 28.328 hektardır.
Bunun 27.935 hektarı I. Sınıf, 368 hektarı II. Sınıf, 25 hektarı III. Sınıf arazilerdir.
Diyarbakır ilindeki aluvyal toprakların tuzluluk ve alkalilik sorun yoktur.
Kolüvyal Topraklar:
Genellikle dik eğimlerin eteklerinde ve vadi ağızlarında yer alırlar. Yer
cekimi, toprak kayması, yüzey akışı ve yan derelerle taşınarak birikmiş materyaller
üzerinde oluşmuş (A) C profili genc topraklardır. Ayrıca özellikleri bakımından daha
çok çevredeki yukarı arazi topraklarına benzerlerse de ana materyalde derecelenme
ya hic yada yetersizdir. Profilde yağışın veya yüzey akışın yoğunluğuna ve eğim
derecesine göre değişik parça büyüklüğü içeren katlar göülür. Bu katlar aluvyal
topraklarda olduğu gibi birbirine paralel olmayıp düzensizdir. Dik eğimliler ve vadi
ağızlarında bulunanlar çoğunlukla az topraklı olup, kabataş ve molozlarla parçaların
çapları kücülür. Eğimin çok azaldığı yerlerde parçaların çapları küçülüp aluvyon
parçaları düzeyine geleceğinden bu gibi yerlerde koluvyal topraklar gecişli olarak
aluvyol topraklara karışır.
Bunlarda eğim tek tip olup materyalin geldiği yöne doğru artmaktadır. Ara
sıra taşkına maruz kalırlarsada eğim ve bünye nedeniyle drenajları iyidir. Tuzluluk
ve sodiklik gibi sorunları yoktur. Koluvyol topraklar Diyarbakır ilinin her yerinde
özellikle küçük akarsu vadilerinde bulunmaktadır. Yağışın yeterli olması veya
sulanmaları halinde verimleri yüksektir. Toplam alanları 21.032 hektardır.
Kahverengi Orman Toprakları:
Kahverengi Orman toprakları kireçce zengin ana madde uzerinde oluşur.
Profilleri A (B) C şeklinde olup Horizonlar birbirine tedricen geciş yapar. A horizonlar
cok gelişmiş olduğundan iyice belirgindir. Koyu kahverengi ve dağılgandır. Gozenekli
veya granüler bir yapıya sahiptir. Reaksiyonu genellikle kalevi bazen de notr’dur.
B horizonunun rengi acık kahverengi ile kırmızı arasında değişir. Reaksiyonu
A horizonundaki gibidir. Yapı granüler kil birikmesi olabilir. Çok az miktarda kil
birikmesi olabilir. Horizonun aşağı kısımlarında CaCO3 bulunur. Kahverengi orman
toprakları genellikle geniş yapraklı orman ortusu altında oluşur. Bunlarda etkili olan
toprak oluşum işlemleri kalsifikasyon ve biraz da podzollaşmadır. Drenajları iyidir.
Çoğunlukla orman veya otlak olarak kullanılır. Tarıma alınmış olanların verimleri
143
iyidir. Kahverengi orman topraklarına Diyarbakır’ın her ilcesinde rastlanmaktadır.
Bunun 86.568 hektarı I. – IV.
Sınıfları, diğerleri VI. – VII. Sınıflardadır. Eğimleri yuksek buna bağlı olarak
derinlikleri sığ, yer – yer cok sığ’dır.
Kireçsiz Kahverengi Orman Toprakları:
A (B) C profilli topraklardır. A horizonu iyi oluşmuş ve gözenekli bir yapısı
vardır. (B) horizonu zayıf oluşmuştur. Kahverengi veya koyu kahverengi granuler
veya yuvarlak koşeli blok yapıdadır. (B) horizonunda kil birikimi yok veya çok
azdır. Kireçsiz kahverengi orman toprakları genellikle yaprağını döken orman
örtüsü altında oluşur. Bu topraklar Çüngüş ilcesinde bulunmaktadır. Toplam alanı
251 hektardır.
Kahverengi Topraklar:
Ceşitli ana maddelerden oluşan ABC profilli topraklardır. Oluşumlarında
kalsifikasyon rol oynar. Bu işlem sonucu profillerinde cok miktarda kalsiyum
bulunur.
Erozyona uğrayanlarında A ve C horizonu kahverengi veya grimsi kahverengi
10-15 cm. kalınlığında ve granuler yapıdadır. Organik madde içeriği ortadadır.
Reaksiyonu notr veya kalevidir. B. Horizonu acık kahverengiden koyu kahverengiye
değişir ve kaba yuvarlak köşeli blok yapıdadır. Bu horizon tedrici olarak soluk
kahverengi veya grimsi, çok kireçli ana maddeye geçit yapar. Kahverengi topraklarda
bütün profil kireçlidir. B. Horizonunun altında beyazımsı ve çoğunlukla sertleşmiş
kireç birikme katı yer alır. Bu topraklar yazın uzun periyotlar kuru kalır ve bu
periyotlarda kimyasal ve biyolojik etkinlikler yavaştır.
Kahverengi topraklar Merkez, Bismil, Dicle, Hazro, Lice, Silvan ilçelerinde
bulunmaktadır. Toplam alanları 197,312 hektardır. Eğimleri genellikle dik ve cok dik
olup, derinlikleri genellikle sığdır.
Kırmızı Kahverengi Topraklar:
Solunum rengi haricç hemen bütün özellikleri kahverengi toprakların aynı
veya benzeridir. A horizonu tipik olarak kırmızımsı kahverengi veya kırmızı ve
yumuşak kıvamdadır. B horizonu kırmızı veya kırmızımsı kahverengi, daha ağır
bünyeli ve oldukca sıkıdır. B horizonu bulunur. Beyazımsı olan bu horizon yumuşak
veya çimentolaşmış olabilir. Kırmızımsı kahverengi toprakları çeşitli ana maddeler
üzerinde oluşur. Doğal bitki ortusu uzunca otlar ve çalılarda doğal drenajları iyidir.
Bu topraklar Merkez, Bismil, Cermik, Cınar, Dicle, Ergani, ilçelerinde bulunur.
Toplam alanları 307.508 hektardır.
144
Bazaltik Topraklar:
Bu toprakların ozellikleri bir dereceye kadar, benzer iklim koşullarında
kireçtaşı üzerinde oluşmuş topraklarınkine benzemektedir. Ağır kili topraklardır ve
profilleri iyi gelişmemiştir. A horizonunun yapısı granulerden blok’a kadar değişim
B horizonu genellikle daha ağır bünyeli ve blok yapıdadır. Bazaltik topraklarda nötr
ile orta kalevi arasında değişir.
Fiziksel özellikleri kotu olduğundan verimleri düşüktür. Diyarbakır’da bu
topraklar Merkez, Çermik, Çınar, Dicle ve Ergani ilçelerinde bulunur. Eğimleri dik
veya çok dik buna bağlı olarak derinlikleri sığ veya çok sığdır. Bu toprakların % 38’i
taşlı, % 13’u kayalıdır. Bu toprakların % 63’u toprak işlemeli tarıma uygundur.
Çıplak Kaya ve Molozlar:
Üzerinde toprak örtüsü bulunmayan parçalanmamış veya kısmen parçalanmış
sert kaya ve taşlarla kaplı sahalardır. Genellikle bitki örtüsünden yoksundurlar. Bazen
arasında toprak bulunan kaya çatlaklarında veya topraklı küçük ceplerde yetişen çok
seyrek orman ağaçları çalı ve otlar bulunabilir. Diyarbakır genelinde bu tip arazilerin
toplam alanı 42.439 hektardır. Bu alan il genel alanının % 2,8’ini oluşturur.
Irmak Taşkın Yatakları:
Akarsuların normal yatakları dışında feyezan halinde iken yayıldıkları
alanlardır. Genellikle kumlu, çakıllı ve molozlu malzeme ile kapatırlar. Taşkın sulan
ile sık-sık yıkanmaya maruz kaldıklarından toprak materyali ihtiva etmezler ve bu
nedenle arazi tipi olarak nitelendirilirler. Tarıma elverişli olmadıkları gibi üzerlerinde
doğal bitki örtüsü de yoktur. Diyarbakır’da bu tur arazilerin toplam alanı 16.054
hektardır. İl Genel yüz ölçümünün % 1 ‘ini meydana getirirler.
Toprak Bünyesi
Yapılan analizler sonucunda tuzluluk ve alkalilik sorununun olmadığı
görülmektedir. Ayrıca toprakların orta kireçli olduğu ve organik madde bakımından
zayıf olduğu tespit edilmiştir.
Toprak Kirliliği
İlimizde tahıllar için genelde ekim esnasında kullanılan yapay gubrelerden
dolayı toprak kirliliği yalnız Bismil ilcesi kırmızı – kahverengi ve kahverengi orman
topraklarında fosfat birikmesi olarak saptanmıştır.
Dicle nehrinin suyu ve sedimentinde Bakır (Cu), Kurşun (B), Cinko (Zn), Nikel
(Ni) ve Kobalt (Co) gibi ağır metallerin konsantrasyonunun standart değerlerden
yuksek olduğu ve Dicle nehri ile sulanan tarım topraklarında özellikle Cu ve Zn
tutularak bitkileri zehirleyici düzeye cıktıkları saptanmıştır.
145
Kullanılan pestisidler toprak ve yeraltı suyunu kirletecek miktarda
verilmediğinden topraklarda bir pestisid kirliliğine rastlanmamıştır.
Arazi Sınıfları
Diyarbakır ili arazi kabiliyet sınıfları dağılımı
ARAZİ SINIFLAMASI ALAN (Da.)
I. SINIF ARAZİ 1.252.860
II. SINIF ARAZİ 1.913.670
III. SINIF ARAZİ 1.552.230
IV. SINIF ARAZİ 1.828.170
V.VI.VII.VIII SINIF ARAZİ 8.393.790
YERLEŞİM SAHASI 337.184
SU YUZEYİ 277.096
T O P L A M 15.555.000
Kaynak:Tarım İl Müdürlüğü
Arazi Kullanım Durumu
Arazi Kullanımı
CİNSİ Miktarı (Ha.)
%
TARIM ALANI 684.289
44
ÇAYIR-MERA 230.092
15
ORMAN 335.094
22
TAR. ELVERİŞSİZ ALAN 301.717
19
TOPLAM 1.555.527
100
Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü
Arazi Problemleri:
İlimizde belli arazi problemleri şunlardır. 399 Ha. Alanda drenaj, 463.638 Ha.
Alanda taşlık 1.151.616 Ha. Alanda orta şiddetli ve çok şiddetli derecede su
erozyonu problemi mevcuttur. 223.357 Ha. Alan derin, 210.739 Ha alan orta derin,
367.827 Ha. Alan sığ, 649.645 Ha’ lık toprak alanı cok sığdır.
146
Drenaj
İlimiz tarım topraklarının 399 Ha. lık alanında sorun vardır. (II., III. Ve IV.
Sınıf topraklarda).
Tuzluluk – Sodiklik:
İlimiz topraklarında aşırı derecede tuzluluk ve sodiklik yoktur.
Erozyon
İlimiz toprakları ve tarım arazileri genellikle su erozyonundan etkilenmektedir.
II., III. Ve IV. Sınıf arazilerde 402.596 Ha. alan, II. Ve VII. Sınıf arazilerde
7.490.230 Ha. alan, toplam olarak 1.151.616 Ha.lık su erozyonuna maruz kalmaktadır.
Bununla birlikte II., III. Ve IV. Sınıf arazilerde 338.643 Ha. alan, VI. Ve VIII.
Sınıf arazilerde 28.022 Ha. toplam olarak 366.665 Ha. alanda orta derecede erozyon
görülmektedir.
II., III. Ve IV. Sınıf arazilerde 63.978 Ha. alan, VI. Ve VII. Sınıf arazilerde
340.647 Ha. alan, toplam olarak 380.376 Ha. lık alanda cok şiddetli erozyon
görülmektedir.
Diyarbakır ilinde rastlanan erozyon çeşidi yüzey erozyonu dediğimiz eğimli
arazilerde, aşırı yüzeysel akışlar sonucu toprağın oldukça eşit kalınlıkta ince
tabakalar halinde yıkanarak taşınan şeklidir.
Yüzey erozyonu şiddet olarak duüyanın hemen hemen tüm ülkelerinde dort
derece üzerinde sınıflandırılır.
I. Derece : Hiç veya Hafif erozyon (Üst toprağın yaklaşık %25’inden azı
gitmiştir.
II. Derece : Orta şiddette erozyon. (Üst toprağın %75’i gitmiştir.)
III. Derece : Şiddetli Erozyon (Üst toprağın hemen hemen tümü alt toprağın
ise %25 kadar gitmiştir.)
IV. Derece : Cok şiddetli erozyon (Üst toprağın ve alt toprak katmanın da
büyük bir kısmı gitmiştir. Ham ve taşlı alt yapılar yüzeye çıkmıştır. Seyrek, derin,
sık ve sığ yarıntılar görülür.
Erozyonla mücadele yöntemleri çok çeşitlidir. Gradon tipi yapımı, ot ekimi,
kuru duvar eşik yapılması, taş kordon yapımı, çukurda fidan dikimi, ahşap cit
yapımı vb. temelde hepsi erozyonla mücadele yöntemi olup farklı uygulama alanları
vardır. Mesela oyuntu ve yarıntıların ıslahı icin kuru duvar eşik yapılırken meyilli
arazilerde gradoni tipi veya ahşap citlerde arazinin yer işlendirilmesine çalışılır. Bazı
uygulamalarda gradon teraslar arasına çizgide ot ekimi de yapılmaktadır.
147
Ormanların Ekolojik Yapısı
Diyarbakır Havzası, Basra Korfezi’nden başlayıp Toros eteklerine kadar
uzanan ve Guneydoğu Toroslar yayını çizerek Amanos dağları ve Lübnan yolu ile
Filistin’e ulaşan
“Verimli Hilal”in kuzey ucunda yer alır. Havza; Karacadağ, Mardin Eşiği
ve Toros dağları arasında bir step adacığı görüntüsündedir. Bu step adacığının
çerçevesini orman tahripleri sonucunda çıplak kalmış sahalar veya bodur meşe
toplulukları meydana getirmiştir. Bu nedenledir ki, Diyarbakır bölgesi bitki örtusu
ve orman yönünden cok fakir bir durumdadır.
Step kenarında yer alan meşeler bolgede Akdeniz iklimine yaklaşan karasal
bir iklim tipi hüküm sürdüğü icin kurakçıl orman karakterindedir.
Tabii ormanın alt sınırı Diyarbakır Havzasının kuzeybatı ucu ile Mardin
Eşiği’nin dış eteklerinde diğer bölgelere göre biraz daha yüksektir. Dicle ile Hazro
ilçeleri arasında çizilecek bir hattın kuzeyinde ise yer yer, nispeten az tahrip edilmiş
meşe toplulukları yer almaktadır. Yabani meyve ağaçları ise Dicle nehri yakınlarında
bulunur. Meşe trleri arasında en yaygın olanı mazı meşesidir (Quercus infestoria).
Bununla beraber Quercus brantii, Quercus vesca gibi türlere de rastlanmaktadır.
Havzayı kuzey ve kuzeydoğudan kuşatan Bitlis-Hakkari Torosları’nda da başlıca ağac
türlerini meşeler (Quercus iberica, Quercus castaneafolia, Quercus infectoria vb)
oluşturmaktadır. Kışların uzun sürdüğü yüksek kısımlarda meşelerin yerini soğuğa
karşı daha dayanıklı olan ardıclar yer almaktadır. Kuytu ve sulak vadi tabanlarında
ise söğüt, çınar, ceviz, kavak ve menengic gibi ağac türlerine rastlanır. Bu dağlık
sahada ormanın ust sınırı tahribatın olmadığı yerlerde 2400 m’ye kadar çıkmakta ve
bu sınırın üzerinde de Astragalus ve Acanthalimon’un geniş capta yayıldığı alpin kat
yer almaktadır.
İlin önemli bir bölümünü oluşturan steplerde yağış az, bağıl nem düşük ve
kurak dönem çok uzundur. Bu durum bitki yaşamı icin onemli bir engel oluşturur.
Havzadakistep bitkilerinin başlıcaları Verbascum, Astragalus, Delphinium,
Eryaglum, Euphorbia,Gentiana, Silene, Trifolium, Bromus, Thymus, Achillea ve
Convulvulus’ların ceşitli türleridir.
Doğal orman alt sınırının Siirt civarında 700 m’ye, batıda ise Ergani’nin
güneyindeki kalker topografya üzerinde 800 m’ye kadar inmesi stepin çekirdek
sahasını az çok belirtmektedir. Çeşitli nedenlerle orman alanları gittikçe daralmış,
ortaya çıkan step alanı ise genişlemiştir. Bitki örtüsü aşırı otlatma sonucu ortadan
kalkmış, toprağın ince taneli üst tabakası aşınarak verimi düşmüştür.
148
İlin Orman Envanteri
Diyarbakır’da orman varlığı çok zayıftır. En çok dikkati ceken orman ağacı
meşelerdir. Meşeler içinde mazı meşesi (Quercus infestoria) önemlidir. Yuksek
kesimlerde aşırı soğuklara dayanıklı ardıçlar on plana geçer. Orman değilse de çalılık
ya da bozuk baltalık olarak yer yer menengic ağaçları görülür.
Diyarbakır’ın il genelindeki orman alanının genel alana oranı %23,3’tur. Bu
oran ülke genelindeki arzulanan %25 oranına cok yakındır. Ancak yöremizde var olan
ormanlar çoğunlukla bozuk karakter taşıyan ormanlar olduğundan rehabilitasyon
zarureti vardır.
Diyarbakır Orman İşletme Müdürlüğünün saha döküm verileri şöyledir;
Normal koru : Bozuk koru : Normal baltalık : 73.681 ha
Bozuk baltalık : 273.396 ha
Açıklık alan : 1.141.251 ha
Genel alan : 1.488.328 ha
İl ormanlarında normal koruluk yoktur. Meşe dışında, ormanların ana
ağac yapısını ardıç, karacam, soğut, çınar, ceviz, kavak ve menengic gibi turler
oluşturmaktadır.
Diyarbakır ilinde orman funda olarak kullanılan arazilerin toplam alanı
384.662 hektardır. Bunun % 0,2’si duz % 1,7’si hatit % 18,1 ‘i orta, % 79,3 ‘i dik
eğime sahip olup, % 1,3 ‘u orta, % 4,9 ‘u sığ, % 93,6 ‘sı toprak derinliğine sahiptir.
Bağ-Bahce arazilerinin toplam yuz olcumu 28,705 hektardır. (Koy Hizmetleri Genel
Mudurluğu )
Orman Kadastro ve Mülkiyet Konuları
Diyarbakır Havzası yaklaşık olarak 6000 yıldan daha eski bir zamandan
beri yerleşim sahasıdır. Diyarbakır’a yerleşen ilk insanlar kendilerine tarım arazisi
temin etmek, yakacak ihtiyaçlarını karşılamak ve hayvanlarını otlatmak için meşe
ormanlarını tahrip etmiştir. Bunun en canlı örneğini Ergani-Dicle yolu üzerinde
görmek mümkündur. Yol boyunca uzanan bağlar, meşe çalılıkları arasında küçük
parseller biçiminde yer alır ve insanın doğal bitki örtüsü üzerinde yol açtığı
değişikliği yansıtır.
Diyarbakır ili stepleri büyük ölçüde doğal değil, antropojendir (insanın
olumsuz etkileri sonucunda ortaya çıkmıştır.) Özellikle dağlık alanlarda ve tepelik
yörelerde rastladığımız, ağacın hiç olmadığı, çalının bile bulunmadığı yerler insanın
149
doğaya verdiği zararların sonucunda bu duruma gelmişlerdir. Bugünkü Ergani ve
dolayları, Karacadağ, Güneydoğu Toroslar geçmişte büyük ölçüde ormanlarla
kaplıydı. Ormanların hiç tükenmeyeceği sanılarak ağaçsız Arap çöllerine, Musul’a,
Bağdat’a yüzyıllar boyunca odun ve tomruk taşındı. Ormanlar yakılarak tarlalar
elde edildi. Diyarbakır’da sayısı pek çok olan hamamlar dağlardaki ormanların
tüketilmesinde önemli rol oynadı. Yüz yıl kadar önce kuzey yamaçları ormanlarla
kaplı olan Karacadağ’da bugun bu ormanlardan eser kalmamıştır. Doğal bozkır
bulunmayan Diyarbakır ilinde antropojen bozkırlar da 1950’li yıllarda başlayan
tarımda makineleşme sonucu tahıl yetiştirilen ekeneklere dönüştürülmüştür.
İlimiz topraklarında yağış rejiminin düzensiz oluşu, bitki örtüsünün zayıflığı,
mera hayvancılığının yaygın oluşu, mevcut meralarda aşırı otlatma nedeniyle, zayıf
olan bitki örtüsünün daha da zayıflaması neticesinde erozyon meydana gelmektedir.
Erozyonu önlemek için yukarı orman sahalarının su toplama havzalarında
bozuk ormanları ıslah etmek, istinat duvarları ile orman rejimine alınan su toplama
havzalarında doğal dengeyi sağlamak gerekir.
Bu amaca yönelik olarak 1987 yılında Karakaya Erozyon Kontrol Projesi ile
5.144 ha saha yapılmıştır. Bu projede 1650 ha sahada çalışmalar sonuçlandırılmıştır.
Bu proje Diyarbakır iline 140 km uzakta, Cunguş ilcesi dahilinde yurutulmuştur.
Amacı Fırat nehri üzerinde kurulmuş olan Karakaya baraj havzasını yeşil örtü
ağaçlandırma ve kuru duvar tesisleriyle korumaktır.
İlimizde orman alanlarının genişletilmesi amacıyla çalışmalar yürütülmektedir.
Çayır ve Mera:
İlimiz Cayır ve mera varlığı 381642 hektardır. Arazinin % 1’i duz, % 12,2’si
hafif, %36,5’i orta, % 50,2 ‘si dik eğime sahiptir. Cayır – mera arazinin % 0,3’u
derin, % 1,1 ‘i orta derin, %29,4’u sığ, %69,01 cok sığ toprak derinliğine sahip
olup, %0,6’sı hafif, %13,9’u orta, %49,4’u şiddetli, %36’sı cok şiddetli eğime sahip
arazilerdir.
Bunun en büyük bölümü Çınar, Ergani ve Merkez ilçelerinde bulunmaktadır.
İlimizde cayır vemeralar yeterli değildir. Ekilen yem bitkileri ise çok sınırlıdır.
Büyük boyutlarda bozulmuş olan bölgemiz meralarının ıslahı teknik çalışmalarla
çok zordur. Tek çözüm ise ekstansif hayvancılıktan entansif hayvancılığa geçmektir.
Yapılan çalışmalarla yem bitkilerin ıslahı ve ekiminde nisbi bir başarı sağlanmış
olmakla beraber yeterli değildir.
150
KAYNAKLAR :
1. Tarım İl Mudurluğu Araştırma Planlama Şubesi Faaliyet Raporu
2. Tarım İl Mudurluğu Brifing Raporu, 2007
3. Ağaclandırma ve Erozyon Kontrol Başmuhendisliği Bolgesel Araştırma
Raporu- Diyarbakır
4. Dicle Universitesi Cevre Araştırma Merkezi,’’Dicle Havzası Diyarbakır ve
Yoresi Cevre Araştırma Projesi 1. Aşama Nihai Raporu’
5. Diyarbakır Valiliği’ 2000’e Beş Kala Diyarbakır
6. Komisyon’’Yurt Ansiklopedisi, Turkiye İl İl, Dunu, Bugunu, Yarını’’ III. ve
IV. Ciltler, Anadolu Yayıncılık
151
DİYARBAKIR’DA BADEM (Prunus amygdalus L.) YETİŞTİRİCİLİĞİ
Murat HASPOLATLI
Tabiat, insanoğluna gereksinimlerini karşılamak üzere çeşitli bitkiler
sunmuştur. İnsanoğlu zamanla doğanın sunduğu bu bitkilerden maksimum düzeyde
yararlanmanın yollarını aramış ve başarılı olmuştur. Günümüzde, teknolojinin
ilerlemesiyle bitkiler sadece temel besin kaynağı olarak değil, aynı zamanda
eczacılık, kozmetik, giyim ve kağıt üretimi gibi sanayi alanlarında da kullanılmakta
ve gittikçe ön plana çıkmaktadır. Dünya’da canlı sayısındaki artış, beraberinde
gereksinimlerin çeşitlenmesine ve artışına neden olmuştur. Bu nedenle insanoğlu,
teknolojiden faydalanarak birim alandan daha fazla ürün almanın yollarını aramaya
başlamıştır. Aynı zamanda, tüketilen temel besinin yanı sıra karbonhidrat, vitamin
ve minerallerce zengin olan meyve yeme alışkanlığı kazanılmıştır. Ayrıca meyve
tüketiminin dengeli beslenmedeki öneminden dolayı, çeşitçe zengin ve daha kaliteli
meyveler üretebilme çabası içerisinde meyve bahçeleri kurmak amacıyla, yeni
yöntemlere başvurulmuştur. Ülkemiz, dört mevsimin yaşandığı her türlü meyve
ve sebze yetiştirmeye uygun topraklara sahip olması açısından şanslıdır. Modern
teknolojiyi yaşadığımız bu dönemde, standart, kaliteli, verimli meyve üretebilmek ve
üretilen ürün ile hem kendi talebimizi karşılamak, hem de dış piyasaya arzedebilmek,
ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacağı gibi, yetiştiricinin de refaha çıkmasını
mümkün kılacaktır.
Dünya üzerinde meyveciliğin yapılmaya başlamasından itibaren meyve
ıslahı da yapılmaktadır. Öteki kültür bitkilerinde olduğu gibi meyvecilikte de çok
eski zamanlardan itibaren yabani formlardan bilinçli seleksiyonlar yapılmış ve bu
çalışmalar ıslahın başlangıcını oluşturmuştur (Özbek. 1971).
Badem Rosaceae familyasının Prunus cinsine bağlı Prunus amygdalus L. alt
cinsi içerisinde yer almaktadır. Bu alt cinse ait 40’a yakın badem türü tespit edilmiştir
(Soylu,2003). Bademin anavatanı Batı ve Orta Asya’dır (Küden ve Küden, 2000). Bu
meyve türü daha çok meyvesi için önem kazanmış olup Hindistan, İran ve Pakistan’da
doğal bir yayılım göstermiş ve zamanla bu ülkelerden Akdeniz bölgesine yayılmıştır
(Rugini and Monastra, 2003). Bu meyve türü, yurdumuz iklim koşullarına adapte
olmuş önemli sert kabuklu meyve türlerinden biridir (Çağlar veark. 1995).
Günümüzde ülkemizin Doğu Karadeniz Bölgesinin bazı yüksek kesimleri
dışında neredeyse her bölgesinde doğal olarak yayılmış durumdadır (Dokuzoğuz
ve Gülcan, 1973). Ülkemizdeki badem ağaçlarının büyük bir kısmı tohumdan
yetiştirilmiştir (Dokuzoğuz ve Gülcan 1973). Bu nedenle aynı bahçedeki bademler
152
dahi farklı özellikler gösterebilmektedir. Bu çöğür popülâsyonu yurdumuz için genetik
bir hazine olup, bu popülâsyonda yapılacak seleksiyonlarla üstün özelliklere sahip
bademlerin ortaya çıkarılmasına büyük bir katkı sağlayacaktır. Ancak, ülkemizde
bademe öteki meyve türleri kadar önem verilmemekte olup, genellikle tarlaların
kenarında sınır ağacı olarak yetiştirilmektedir. Erken çiçek açan bir meyve türü olan
bademde ilkbahar donları çiçeklere zarar verdiğinden badem ağaçlarından düzenli
bir şekilde ürün alınamaması da ticari badem yetiştiriciliğinin gelişmemesinde
önemli bir etkendir.
Bademin anavatanı Anadolu olmasına rağmen, ülkemiz bu meyve türünün
dış satımında önemli bir yere sahip olamamıştır. Türkiye’nin yıllık badem üretimi
41 000 tondur. Komşumuz İran 111 000 tonla, ülkemizden çok daha küçük
üretim alanına ve ağaç sayısına sahip, Yunanistan ise 44 000 tonluk üretimiyle
bizi geçmektedir. Ülkemizdeki bu düşük verimin nedenlerinin başında bilinçsizce
yapılan tarım ve ilgisizlik gelmektedir. Bugünkü tarımsal üretimde amaç kısa sürede
birim alandan maksimum ürün elde etmektir. Agroekosisteme verilecek zarar ikinci
planda gelmektedir. Ancak doğayı bir kaynak olarak düşünerek üretim yapılmalıdır.
İnsanların ihtiyaçlarının karşılanması için tarımsal faaliyetler agroekosistemde
sürdürülür. Tarımsal faaliyetlerin bilinçsizce uygulanması genellikle -yarardan
çok zarar getirmektedir. Bu bilinçsizce uygulamalar sonucunda meydana gelen
olumsuzlukların en başında bitki ve hayvan varlığının değişerek doğal dengenin
bozulması gelmektedir.
Ülkemizin iklim ve toprak özelliği badem yetiştiriciliğine çok uygundur. Yerli
çeşitlerin yanı sıra dışarıdan getirilen kültür çeşitleri de kolayca adapte olmuşlardır.
Geçci ve verim kalitesi yüksek olan badem ağaçları ile kurulacak bahçeler ülke
halkına gelir kaynağı olabileceği gibi, dünya badem yetiştiriciliğinde bulunmamız
gereken yerlerde olmamızı sağlayacaktır. (Işıkalan 2003) Memleketimizde badem
yetiştiriciliği bugün bile büyük ölçüde çekirdekle yetiştirmeye dayanmaktadır. Bu
nedenle piyasaya arz edilen çeşitler büyük bir zenginlik ve karışıklık içindedir.
Türkiye, Avrupa Ekonomik Komisyonunun bir üyesi olarak, badem
standartlarını uygulamayı kabul etmiştir. Türkiye’de badem yetiştiriciliğine elverişli
birçok alan vardır. Bu durumda yapılacak iş, bir yandan yerli çeşitler içerisinden
yetiştiricilik ve piyasa yönünden en uygun olanları seçip bunları aşı ile üretmek
suretiyle kaliteli çeşitleri tespit etmek, diğer yandan da dünya üzerinde başlıca üretim
bölgelerindeki çeşitleri getirerek, bunların değişik bölge şartlarına uyma durumlarını
denedikten sonra, uygun görülenlerinin aşı ile üretilip yayılmalarını sağlamaktır
(Özbek, 1978). Genel olarak meyve ağaçlarının çoğaltılmasında; tohum, çelik,
aşılama, daldırma ve mikroçoğaltma gibi değişik yöntem ve yollar kullanılmaktadır.
Uygulanan bu yöntemlerin birinin diğerlerine göre avantajları yanında dezavantajları
da bulunmaktadır.
Bademin ilkbahar geç donlarından zarar görmesi yalnız yurdumuzda değil
diğer badem üreticisi ülkelerde de büyük bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle
153
Amerika, Rusya, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, İtalya, İspanya, Fransa ve
Portekiz gibi dünya badem yetiştiriciliği ve dış satımında önemli yeri olan ülkelerde
ilkbahar geç donlarından zarar görmeyecek, geç çiçek açan çeşitlerin üzerinde
çalışılmaktadır (Küden ve Ark., 1997). Amerika Birleşik Devletlerinde, badem
üretimi tamamen belirli standart çeşitlerle yapılmaktadır. Amerika’da ilk yıllarda
İspanya, İtalya ve Portekiz’den getirtilen badem çeşitleri yetiştirilmiştir. Daha sonra
bu çeşitlerin tohumlarından yetiştirilen bireyler içinde yapılan seleksiyonla bazı
değerli çeşitler elde edilmiştir. İspanya ve İtalya’da da badem yetiştiriciliği, tohumla
üretim yanında seçilmiş tipler ve melezleme sonucu elde edilen aşılı fidanlar ile
yapılmaktadır. Böylece kısmi bir standardizasyon sağlanmıştır. Diğer Akdeniz
ülkeleri de standart çeşitler üzerinde çalışmaktadır (Özbek, 1978; Dokuzoğuz, Gülcan,
1979). Bodur acı bademin (Amygdalus nana L.) Anadolu’da zengin varyasyonlar
göstererek yayılmış olması, ülkemizin, bademin gen merkezlerinden biri olduğunu
kanıtlamaktadır. Bilindiği gibi badem, soğuklama gereksinimi düşük olan bir
meyve türüdür. Bu bakımdan ülkemiz, bademin gen merkezlerinden biri olmasına
rağmen, ilkbahar geç donlarının hüküm sürdüğü yerlerde badem ağaçlarından verim
alınamamaktadır (Özbek, 1978; Dokuzoğuz, Gülcan, 1979).
Ülkemizde badem yetiştiriciliği, özellikle Güney-Batı Ege kıyılarında
yoğunlaşmıştır. Bu bölgede yetiştirilen çeşitler yerli çeşitler olup, bazı ekstrem
yıllarda, ilkbahar donlarından zarar görmektedir. Bunlar üzerinde yapılan seleksiyon
çalışmalarında, bazı geç çiçeklenen çeşitler bulunmuştur (Dokuzoğuz ve Gülcan,
1979). Örneğin, geç çiçeklenen bir badem çeşidi olan Texas çeşidinden 1-2 gün kadar
geç çiçeklenen 101-9, 101-13 ve 101-23 (Gülca-1) gibi tipler saptanmıştır (Kaşka ve
ark., 1993). Ancak İspanya, İtalya, Fransa ve ABD’de yapılan ıslah araştırmaları,
hem çok geç çiçeklenen hem de yüksek kaliteli ve verimli olan aynı zamanda aşırı
soğuklardan zarar görmeyen çeşitlerin elde edilmesini sağlamıştır. Ayrıca elde edilen
çeşitlerin bazılarında yetiştiricilik için çok önemli bir özellik olan, kendine verimlilik
sağlanmıştır. O halde bu çeşitlerin kendi çeşitlerimizle karşılaştırmalı olarak GAP
bölgesinde denenmesinde, ülkemizin tarım ekonomisine katkısı açısından büyük
yararı vardır. Öte yandan, sulanabilir alanlarda kurulacak modern badem bahçeleri,
kısa zamanda yetiştiricilere yüksek gelir sağlayabilecektir (Küden ve Ark, 1997).
GAP bölgesi sahip olduğu iklim koşullarından dolayı badem için en önemli
bölgelerimizdendir. Bu bölgemizde yetiştirilen bademin 2007 yılı verilerine göre
toplam ağaç sayısı 557.322 adet, toplam meyve veren ağaç sayısı 369.055 adet,
ağaç başına verim 10 kg, üretim 3.752 ton ve kapladığı alan 11.642 dekar olmasına
rağmen 2008 yılı verileri incelendiğinde toplam ağaç sayısı 705.170 adet, toplam
meyve veren ağaç sayısı 373.015 adet, ağaç başına verim 12 kg., üretim 4.453
ton ve kapladığı alan ise 17.842 dekara yükselmiştir (Anonim, 2007; Anonim,
2008). Bu değerlerden de anlaşılıyor ki Güneydoğu Anadolu Bölgesinde badem
yetiştiriciliğinde hızlı bir artış görülmektedir.
154
Türkiye genelindeki 41.000 tonluk badem üretiminin 5278 ton’luk miktarı
Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Diyarbakır, Elazığ ve Mardin
illerinden karşılanmaktadır. Bu rakam, Türkiye geneli üretimin yaklaşık %13’üne
denk gelmektedir (DİE, 2002).
Türkiye’de 1968 yılından günümüze kadar bir çok araştırmacı tarafından
badem seleksiyonu çalışması yürütülmüştür (Dokuzoğuz vd., 1968; Dokuzoğuz ve
Gülcan, 1973; Kalyoncu, 1990; Cangi ve Şen, 1991; Aslantaş ve Güleryüz, 1995;
Bostan vd., 1995; Karadeniz vd., 1996; Beyhan ve Şimşek, 2007; Gerçekçioğlu
ve Güneş, 1999; Balta, 2002; Şimşek ve Küden, 2007; Şimşek, 2008). Türkiye’de
günümüze kadar badem ile ilgili yapılan çalışmaların önemli bir kısmında meyve
kalite kriterleri, geç çiçeklenme, verimlilik vb. konular üzerinde durulmuştur. Ancak,
bu çalışmaların çoğunda sadece umutlu tipler seçilerek çalışma sonlandırılmış,
çoğaltılarak adaptasyon çalışmaları yapılmamıştır. Bu yüzden, hem yurdumuzun
farklı yörelerinden seçilen ve hem de yurt dışında verim ve kalitesiyle üreticilerin
beğenisini kazanmış çeşit ve tipleri birbirleriyle karşılaştırmak ve o yörede en başarılı
sonuç veren tip ve çeşitleri yetiştirmek gerekir.
Ülkemizin önemli badem yetişme alanlarından olan Güney Doğu Anadolu
Bölgesinde hem erken çiçeklenme nedeniyle ilkbahar geç donlarından etkilenmeyen,
soğuğa dayanıklı türler ile geç çiçeklenen meyve verimi yüksek türler araştırılmalı,
hem de; entomolojik (Heteroptera, Cleoptera takımlarına ait türler ile süne zararlıları
vb.) zararlılarla mücadelede araştırmalar yapılarak meyve verimi ve üretimin artımı
için acilen bu araştırma sonuçlarının uygulamaya aktarılması gerekmektedir.
BADEMLERİN ÖZELLİKLERİ
Bitkisel Özellikleri
Bademler pomolojik olarak iki gruba ayrılır: 1. Acı bademler, 2.Tatlı bademler.
Acı Bademler
Siyanidrik asit içerdiklerinden zehirlidirler. Acı bademler badem yağı
çıkarmak için kullanılır.
Tatlı Bademler
•Tatlı bademler el, diş, sert kabuklu ve taş bademler olarak dört gruba ayrılır.
Kabuk kalınlığı arttıkça randıman düşmektedir.
•Çiçekleri erseliktir.
•Kazık köklüdür.
•Çiçek tomurcukları buket dallarda ve bir yıllık sürgünlerde bulunur.
•Badem genel olarak kendine uyuşmaz bir türdür.
•Döllenme arılarla olmaktadır.
155
Bademin Kabuk ve İç Özellikleri
Kabuklu Bademlerde
•Kabuk ne çok sert ne de çok yumuşak olmalıdır. Sert ve taş bademlerde
randıman düşüktür. El ve diş bademlerinin saklanması zordur.
•Karın kısmı kapalı olmalıdır.
•Kuş zararının olmadığı yerlerde ince kabuklu el ve diş bademleri tercih
edilebilir.
•El ve diş bademlerinde kabuğun delikli üst tabakası kendiliğinden ayrılabilir,
bu durum pazarlamada sorun olabilmektedir.
İç Bademde
•İrilik 1 onz (28.3 gr)’daki iç badem sayısına göre; 30’dan fazla olursa küçük,
25-30 orta, 20-25 iri, 20’den az ise çok iri olarak değerlendirilir.
• İç açık renkli, kırışıksız, tüysüz olmalıdır.
• İç randımanı yüksek, çift ve ikiz badem oranı düşük olmalıdır.
Ekolojik ve Toprak İstekleri
•Sıcak ılıman iklim bitkisidir. Kış soğukları bitkilere zarar verecek kadar
(-25°C) düşük olmamalıdır. (-18 °C’de gözler zararlanır).
• Soğuklama ihtiyacı + 7.2 °C’de 300-500 saat kadardır.
•Kış soğuklarından çok ilkbahar geç donları daha çok önem taşımaktadır.
Çünkü birçok ılıman meyve türünden daha önce çiçek açar. Bu nedenle ilkbahar geç
donlarının sürekli görüldüğü yerlerde düzenli ürün alınamaz.
•Pembe tomurcuk döneminde –4, -6.5; çiçeklenme başlangıcında –3, -4; çağla
döneminde –1, -0.5 °C’ de zarar görürler.
• Badem meyvelerini olgunlaştırabilmesi için yüksek sıcaklığa ihtiyaç duyar.
• Kurak koşullara uyabilmektedir, ancak yağış 300 mm’nin altına düşerse
verim düşer.
•Süzek ve derin alüvyal yerlerde iyi sonuç verir. Böyle yerlerde kökler 3-3,5
m derine gidebilir.
• Kumlu, orta derecede killi ve kireçli alanlarda da yetişir.
• Fazla su tutan ağır topraklar sakıncalıdır.
156
Bahçe Tesisinde Dikkat Edilecekler
•İlkbahar geç donları dikkate alınmalıdır. Kuzey yönünde, havalanması iyi
yerler seçilmelidir.
• Don çukuru oluşturan alanlar ile taban suyu yüksek yerlere bahçe
kurulmamalıdır.
•Kapama bahçeler iki yolla tesis edilir. 1- Aşılı fidanlarla dikim yapılarak, 2Doğrudan araziye tohum ekimiyle.
•Doğrudan tohum ekimiyle bahçe tesisi daha çok sulama imkânı az olan
yerlerde, çöğürlerin yerinde aşılanması şeklinde uygulanır.
•Taban ve sulanabilen arazilerde aşılı fidan kullanılmalıdır.
•Bölgeye uygun çeşitler ve dölleyicileri kullanılmalıdır.
•Bademlerde kendiyle ve karşılıklı uyuşmazlık görüldüğünden bahçeler en az
iki çeşitten kurulmalıdır.
•Dikim mesafesi, kullanılan anaç, çeşit, ekoloji ve bakım şartlarına göre 5x6,
6x6 m olabilir. Zayıf ve az derin topraklarda 5x6m, kuvvetli topraklarda dikim aralığı
7-9 metreye kadar çıkabilmektedir.
157
DİYARBAKIR’DA BADEM VE BADEM EZMESİ VE FISTIK
Kenan HASPOLAT
Malabadi köprüsün yanındaki Halan Çemi(M.Ö.11.000)’de çevrede ağaç
olarak,badem türleri mevcuttu.(11) Yani Silvan ilçesi bademin ata yurdudur.
Diyarbakır’da bademe’e “Çakala” denir
19.Yüzyıl ve Diyarbakır Bademi
Resmi valilik yıllığı olan 19.yüzyıl Diyarbakır salnamelerinde, Zirai ürün
olarak ‘Hınta, Şa’ir,hububat-ı saire,kesilen ağnam,balmumu,fetik,yapağı, kıl, kök
boya, mazı veteferruatı, nar kabuğu,sumak yaprağı,sumak, fetik, penbe-i ham,Safi
erz, Cild-i sansar,Cildi tilki, Cild-i tavşan,harir kozası ve badem geçer(4/72)
Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde ‘şira üzümünden
pekmez yapılarak kesret üzere sarf olunur ve bundan başka pestil, sucuk ve envaı
yapılır. Eğil ahalisinin pestil ve sucuk mamulatı pek leziz.(3/358) denmektedir.
Resmi devlet belgesi
olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde ‘Eşcarımüsmireden şeftali, zerdali,kara erik,vişne,elma, armud, nar, sükkeri, incaz,
kiraz,badem ceviz,ayva,fındık,incir, bıttım, dut,ekşi dut, aluc başlıcalarıdır
1869-1905 yıllarında Diyarbakır’dan badem, buğday, pirinç, mazı, kereste
ihraç edilmektedir (Salname 4/276)
(12)
Arifi paşa Diyârbekir valiliği sonrasında, 1891’in Mart-Nisan-Mayıs aylarında
Diyarbekir, Ergani, Çermik ve Çüngüş’te bulunmuş; gördüklerini Seyahatnamesinin
Diyarbekir Seyahatı bölümünde anlatmıştır.
Çermik Gezisi/ 6 Nisan sene 1307 Cum’artesi-9 Ramazan sene 1308
Saat sekizde esbe süvar olduğum hâlde Yahudi mahallesinden bi’1-mürûr
Huburman Köprüsü temâşa olundu. Yirmi metro tülunda onbeş metro irtifa’ında bir
cesim gözü olup cenâhlarında iki ufak gözü daha temâşa olundu. Oradan meşhûr
Tetnik suyu mevki’ine gidildi. Suyu Çermik’deki miyahın eltafı imiş. Oradan
Çermik’in menazırı pek latîfdir. Çünki Çermik’e 200 metro irtifa’dadır. Mevki’i
çimen-zârdır. Câ-be-câ badem, armut, nar ağaçları da vardır. Armut baharda, badem
çiçek burnu çağla idi. Bir hayli devr ve temâşadan sonra bağçelerin içinden eve
gelindi (18).
158
16.yüzyıl ve Diyarbakır Bademi
16.yüzyılda Diyarbakır’da üzüm ve hurma pekmezi (duşab), kızıl boya, fitil
yağı/mum yağı (revgan-ı çerağ), badem, şap, neft, kalay, kırmızı boya (zencerf) ve
pamuk gibi nesneler de, transit ticarete konu olan mallar arasındaydı..(13)
Cumhuriyet dönemi ve Diyarbakır Bademi
1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında, Vilayetin
en mühim badem ve ceviz mıntıkasını Lice ve Silvan kazaları teşkil eder. (s.139) der.
1937 yıllarına ait bir kitapta ‘İl içinde geniş miktarda meyva ağaçları vardır.
Başlıcaları: ceviz, badem, dut, şeftalidir.Bu arada fıstık ekimine de önem verilerek
dağlardaki menengiç denilen sakız ağaçlarına fıstık aşılanmaktadır.Sebzecilik ancak
mahalli ihtiyaçları karşılayacak kadardır. (14)
1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini
Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini
detaylandırmıştır. Başlıca ihraç maddeleri yağ, yapak, canlı hayvan,çeltik,hububat
bakliyat,hayvan derileri,mazı,kitre,badem ve ceviz içidir.Badem 200 ton ihraç
edilmiştir. Borsa binasında, zamanına göre yapağı, mazı, kitre, acıbadem, deri, pirinç
gibi mallar da arttırılmaktadır(15)
1967 il yıllığına göre, Çermik’te armut, zerdali, kayısı, erik en önemli meyve
olarak yetirdi. Sebzesi de boldu. Sinek, Aşağı şeyhler, Pehsot, Hasut, Haburman,
Erkek, Gaybiyan, Karamusa, Killat köylerinde de meyve ve sebzecilik ileriydi.
Çüngüş’te ilçe merkezinde; Adış, Elyos, Hoya köylerinde sebze ve meyvecilik
ileriydi. Meyve olarak incir, nar, erik, elma, armut, badem, ceviz, dut başta gelirdi
Ergani’nin doğu ve batısını meyve ve sebze bahçeleri kaplamıştı. Erik, armut,
elma, kiraz, vişne, kayısı, badem, ceviz, incir, ayva ve nar başlıca meyvelerdi.
Günlük yaşamla badem iç içeydi. Kışın uzun gecelerinde bazen yemekten birkaç
saat sonra sucuk, bastık, ceviz, badem gibi yazdan hazırlanmış kışlık nevaleler
çıkarılıp yenirdi (16)
Ürünler
Ağaç (Adet)
Üretim/(ton)
Badem
Dut
115.666
63.660
1.303
1.366
Meyve ve sebze: Tarım Master Plânı Diyarbakır 2001
Meyveler
Toplam
Badem
Toplam
Meyveli yaşta Meyvesiz yaşta Üretim (ton)
1 213 386 864 530
348 856
119 780
143 260 121 450
21 810
1 417
Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü, 2005 /http://www.diyarbakir-cevreorman.gov.tr/
159
Çermikte Yetiştirilen Badem Ağacı
Diyarbakır bademi
160
Hani Bademi
161
Bademcilik çalışmaları
Hazro’da badem yetiştiriciliği start aldı. Diyarbakır’ın Hazro ilçesinde Badem
Yetiştiriciliğini Geliştirme Projesi kapsamında 25 proje sahibine fide dağıtıldı.
Hazro ilçesinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Başkanlığı’nın
Sosyal Riski Azaltma Projeleri (SRAP) kapsamında Hazro İlçe Tarım Müdürlüğü ile
ortaklaşa olarak hazırladığı 25 adet “Badem Yetiştiriciliğini Geliştirme Projesi”nin
uygulama aşaması sona erdi. Projeden faydalanan üreticilere fideleri teslim edilirken,
projenin toplam bedelinin 240 bin 222 TL olduğu belirtildi. www.diyarinsesi.org 21
Mayıs 2009
Bismil’de çiftçilere bin badem fidanı dağıtıldı
Bismil Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünce çiftçilere bin adet badem
fidanı dağıtıldı.
Gıda Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürü Memduh Bülbül, fidan dağıtımının
ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, badem yetiştiriciliğinin Türkiye’de
özellikle Ege bölgesinde yoğunlaştığını ifade ederek, Akdeniz ve İç Anadolu
bölgelerinin de Ege’yi izlediğini söyledi.
Diyarbakır’da da badem üretimini teşvik etmek istediklerini ifade eden
Bülbül, ‘’Normal fiyatı 4-6 lira olan fidanlar, çiftçilerimize tanesi 1 liradan Dicle
Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden temin edildi. İlçemize bağlı Akçay, Gedikbaşı,
İsapı nar, Koğuk, Koyunlu ve Sinan köylerimizdeki çiftçilerimize dağıtıldı. Biz
üstümüze düşen görevi yaptık, bundan sonra görev çiftçilerimizde’’ dedi.www.
diyarinsesi.org. 17 Nisan 2012
162
Diyarbakır’da Badem Ezmesi (Lebüzünye) Yapımı
Malzeme: ½ kg.badem, ½ kg pudra şekeri, 1 çay bardağı su
Yapılışı: Bademler haşlandıktan sonra kabukları soyulur, kurutulur. Kıyma
makinesinde çekilir. Bir tepsi içinde şekerle karıştırılır. Azar azar su ilave edilerek
yoğrulur. Hamur haline gelince düz bir tepsi üzerine merdane ile bir parmak
kalınlığında açılır. İstenilen biçimde kesilir. Genelde baklava biçimi dilimi şeklinde
kesilmektedir.(Tümü 4915 kalori) (17)
Abdulkadir Güler ne güzel söylemiş: Aklımdan gitmiyor Seyrantepesi
Gazi Köşkü, Dicle, Aslan çeşmesi
Kavunu, Karpuzu, badem ezmesi
Bir altın çanaksın oy Diyarbakır
Diyarbakır türkülerinde Ağlama Yar Ağlama’ya bakıyoruz ve badem için ne
söylenmiş:
Ağlama yar ağlama
Mavi yazma bağlama
Mavi yazma tez solar
Ciğerimi dağlama
Bugün ayın üçüdür
Girme bostan içidir
Dudakların bal kaymak
Dilin badem içidir
Eczacı İ. Rıza Yazıcıoğlu meşhur Diyarbakır badem ezmesini anlatıyor.
LEBZÜNYE (BADEM EZMESİ)
Kelime anlamı dudakta eriyen demektir. Badem ve şekerle yapılır.
Diyarbakır yöresine ait bir şekerlemedir.Daha sonraları ülkemizin başka yörelerinde
yapılmaktaysa da bu ezmeler gerek yapılış şekli,gerek badem ve şeker oranı,gerekse
Diyarbakır yöresine ait lezzetli ve yağ oranı yüksek bademler kullanılmaması ,
değişik badem çeşitleri ve kaysı çekirdeği kullanıldığından aynı lezzeti
vermemektedir.Genellikle kız isteme,nişan ,düğün,sünnet,mevlit,önemli günler ve
bayramlarda yapılır ve ikram edilir.Osmanlı döneminde tepsilerle yapılan Badem
Ezmesi Diyarbakır’dan İstanbul’a padişahlara gönderilirdi.Badem Ezmesi Osmanlı
Saraylarının vazgeçilmez şekerlemelerindendir.Kanuni Sultan Süleyman’ın İran
seferi dönüşü Diyarbakır’dan tepsilerle Badem Ezmesini İstanbul’a götürdüğü
bilinmektedir. Geşmişte Önemli günlerde taş dibeklerde ağartılıp kabuğu soyulmuş
163
badem ve şeker eşit miktarda macun kıvamına gelinceye kadar dövülerek yapılırdı.
Günümüzde ise modern makinalarla yapılmaktadır.Diyarbakır ve Güneydoğu
Anadolu bölgesinin yağ oranı yüksek,tatlı ve oldukça lezzetli bademleri ile
yapılmaktadır.Halen Diyarbakır’da Badem Ezmesi üretimi yapan 2 şekerlemeci
mevcuttur.Diyarbakır Badem Ezmesinde,kaysı çekirdeği,acı badem,ithal
badem,fındık ve Datça bademi kesinlikle kullanılmamaktadır.Önemli ve mutlu
günlerin ikramı olan Badem ezmesinin kalorisi de oldukça yüksektir.
KAYNAKLAR
1. ÖZBEK, S., 1978. Özel Meyvecilik, Ç. Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları: 128.
Ders Kitabı: 11, Adana, 485 S.
2. KÜDEN A., KÜDEN, A. B., KAŞKA N., AĞAR İ. T., 1997. GAP Bölgesi’ne
Adapte Edilebilecek Şeftali, Kayısı, Badem ve Erik Çeşitlerinin Saptanması II. Ç. Ü.
Ziraat Fakültesi. Genel yayın: No: 198. GAP Yayınları No: 113, Adana.
3. DOKUZOĞUZ M., GÜLCAN R., 1979. Badem yetiştiriciliği ve
sorunları. Tübitak Yayınları, No: 432, Toag Seri no 90, Ankara, 80 s
4. KAŞKA N., KÜDEN A., KÜDEN A. B., DÜNDAR Ö., 1993. GAP
Bölgesi’ne Uyabilecek Şeftali, Kayısı, Badem ve Nektarin Çeşitlerinin Saptanması
Üzerinde Çalışmalar. Ç.Ü.Z.F. (DPT Projesi). 5. IŞIKALAN Ç., Bademin
(Amygdalus communis L. cv Nonpareil) Biyoteknolojik Yöntemlerle İn vitro
Koşullarda Mikropropagasyon Yollarının Araştırılması.( D.Ü. Fen Bilimleri
Enstitüsü, Doktora tezi).
6. AKBAŞ F., S. Namlı, Ç. Işıkalan, B. E. Ak “Effect of plant growth
regulators on in vitro shoot multiplication of Amygdalus communis L. cv. Yaltsinki.”
African Journal of Biotechnology Vol. (22), pp. 6168–6174, 2009.
164
7. IŞIKALAN Ç., Akbaş F., Namlı S., Başaran D.,” Adventitious shoot
development from leaf and stem explants of Amygdalus communis L. cv. Yaltinski”
Journal of Plant Biology and Omics, Vol. 3 (3), pp. 92–96. ( 2010)
8. IŞIKALAN Ç., F. Adıyaman (Akbaş), S. Namlı, E. Tilkat, D. Başaran.
“In Vitro Micropropagation of Almond (Amygdalus Communıs L. Cv. Nonpareıl)”
African Journal of Biotechnology Vol, 7
9. DİE 2002. Tarımsal Yapı (Üretim, Fiyat, Değer) T. C. Başbakanlık Devlet
İstatistik Enstitüsü Yayınları. No: 2885, Ankara, 7-309 s.
10. Çağlar S, Güngör MK, Küden A, Kaşka N (1995). Badem
yetiştiriciliğinde saçak köklü çöğür ve fidan eldesi üzerinde araştırmalar. Türkiye
II. Ulusal Bahçe Bitkileri Kongresi. ÇÜ Zir. Fak. Bahçe Bitkileri Bölümü. 3-6 Ekim
1995. Cilt: 1, 384- 388.
11. George Wıllcox.Manon Savard.Güneydoğu Anadolu’da tarımın
benimsenmesine ilişkinveriler.Mehmet Özdoğan,Nezih Başgelen/ed): Türkiye’de
Neolitik Dönem. Arkeoloji ve Sanat yayİst. 2007. s. 427- 440
12. Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay. İst. 1999.
13. Fatma Acun16. Yüzyılda Diyarbakır Şehrindeki Ekonomik Faaliyetler 1.
DİTAV kongresi. 2000. s. 206
14. Usman Eti.Diyarbekir. Diyarbekir matb. 1937. s. 27
24,25
s49
s. 127
15. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman. Ulus Basımevi.Ankara. 1949. s.
16. Şefik Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündelikhayat. Kent yay. İst. 2007.
17. Mebrure Değer. Annemin Diyarbakır Yemekleri. Hayy kitap. İst. 2009.
18- http://www.uzulmez.info/muslum/makale/arifipasa.htm
165
GÜL VE DİYARBAKIR
Mehmet Ali ABAKAY*
Giriş
Bu sempozyumun bildirisinde alışılmışlığın dışında Gülcülüğe dayalı yazılan
kaynaklardan kimi iktibaslarda bulunacak ve “Gül” ile “Diyarbakır” arasındaki
ilişkileri ele almaya çalışacağız. Diyarbakır konulu kimi kaynaklarda gülcülüğe dair anlatımlar yok değil. Bu
-anlatımlar, daha çok birbirinin tekrarı biçimdedir. Bundan olmalı ki anlatımları eksen
alanlar, bir kaynakta ele alınan konuyu diğer kaynaklara kendince aktardıklarında
sunulan bilgiler, karşılaştırıldığı zaman, aktarımlarda eksiklik-fazlalık söz konusu
olur. Bu sebeple Cumhuriyat Dönemi’nde Gülcülüğe dayalı ana kaynak 1936’da
yayınlanan Diyarbekir Yıllığı’dır. Bu yıllıkta geçen bilgileri, aslına uygun biçimde
aktaracağız. Diyarbakır’da gülcülük konusunu ele aldığımız zaman, akla gelen bu işin
bu şehirde hiç gerçekleşmediğidir. Kaynaklara, kimi minyatürlere bakıldığı zaman,
şehrin geçmişinde gülcülüğün oldukça önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Günümüz yazarlarının bir konu hakkında bilgi sahibi olduğu için ilk
başvurdukları kaynak, daha çok Evliya Çelebî’dir. Seyahatname, bir ansiklopedi
misali şehre dair birçok bilgiyi içine aldığı içindir ki Çelebî’nin ne yazdığı varsa
bu kabul ediliyor. Çelebî’nin belirttiği her şeyi doğru kabul etme, kimi yanlışlıkları
da beraberinde getirmektedir. Nihayetinde Seyyah’ın gördüğü ve duyduğu bir araya
gelerek, eserini oluşturmakta iken, anlatılanların eserin temel yapısını oluşturduğunu
belirtelim. Yazarın belirttiği Çay önü sefaları, günümüzde oldukça kullanılan
metinlerdendir. Evliya Çelebî, hüllelerdeki anlatımında sık sık reyhan(Fesleğen)’den
bahseder, Kosbağı Mesire alanını şu şekilde tarif eder: “Bu gezinti yeri Şatt’ın karşı
tarafında Cennet bahçesinden bir köşeyi andırır ki anlatılması imkânsızdır.”1 Evliya Çelebî’den çok önce şehrin bir minyatüründe Esfel Bahçaları’nı gülle
çalışmasına nakşeden Matrakçı Nasuh, o dönemin gözden kaçmayan ayrıntısının
üzerinde durmayan birçok araştırmacıyı adeta şaşırtmıştır. Çelebî’den önce yaşamış
ve Osmanlı Padişahı Sultan Süleyman ile Irak Seferi’ne çıkan Nasuh, şehrin oldukça
önemli bir alanı “Gül Bahçeleri” şeklinde tasvir etmiştir.
* e-mail: [email protected]
166
Matrakçı Nasuh ve Diyarbakır Kalesi
Gülcülüğün bundan önceki seyri hakkında kimi araştırmalarda şehir ve
gülcülüğün tarihi asında önemli ilişkilerin mevcut olduğunu biliyoruz.
Şehrin Tarihi’nde gülcülüğün varlığına dair bizim açıklamalarımız, bir
başkasına delil, kaynak sunmayı gerektirmeyecek denli açıktır. Deliller Hanı’na gelen Hac Yolculuğu Rehberleri, bu handa özellikle gül
yağı temin eder ve böylelikle bu gül yağını Mekke-i Mükerreme’ye-Medine-i
Münevvere’ye götürmektedir. 1500’den Cumhuriyet’e kadar uzayan 500 Senelik
tarih içinde Gülcülüğün şehirde geliştiği ve çevrede birçok kişinin ev avlusunda
olmazsa olmazı arasında gül ağaçları olduğu bilinmektedir.
167
Avlulu Diyarbakır Ev mimarîsinde, avlu ortasında küçük bir havuz ile
etrafında küçük bir gülistanlık, düne kadar devam etmiş, halen kısmen de olsa
yaşamaktadır. Eski Mimarî’den gelen bu güle duyulan iştiyak, gülün sadece süs
bitkisi olarak değil, gülden gül suyu, reçel, marmelat, ilaç yapımı olmak üzere birçok
alanda yararlanmayı sağlamaktadır. Diyarbakır Mutfak Kültürü’nde gülün kullanım alanları hakkında kısa bilgiler
verirken gülün mutfakta kullanım alanları: Diyarbakır Mutfağı’nı temel alan iki kitaba baktığımız zaman, bu kitaplarda gül
reçelini, gül marmelatını, gül suyunu göremiyoruz. Gülün kendisine has kokusunu
taşıyan ve tatlılara lezzet katan sular, maalesef yemek kitaplarındaki tariflerde yerini
bulmamıştır. 2Gülün sağlıkta kullanım alanları, herkesin malûmudur. Gül yaprağı
lapasının kullanım amacı acı dindirmek, iltihaplı çıbanı sağaltmaktır. Yeni mahsul
gülün balla, zeytle (zeytinyağı) karıştırılıp dinlendirilmesi, sinir hastalıklarına,
şişkinliklere, ağrılı bölgelerde acının dindirilmesine iyi gelir.
Cilt hastalıklarının tedavisinde uçucu özelliğe sahip gülyağının kalıcı biçimde
hastalığın emarelerini ortadan kaldırdığını, cildi yumuşattığını, hücre yenilemesine
yardımcı olduğu bilinmektedir. Kozmetik sanayinde gülün kullanımı zaten
bilinmektedir. Gülün kokusunun insan zihninin dinlendirilmesinde etken olduğu,
aromaların zihni uyardığı, böylelikle kişinin kendisini dinç hissetmesinde etkin
olduğu yıllardan beridir gelenekte yerini almış bir durumdur. İnanç cephesinde kişinin gül suyu kullanımı, gül yağı sürünmesi kendisine bir
rahatlık vermektedir. Kişi, salavat getirerek de işin inanç boyutuyla rahatlar. Hazreti
Muhammed(a)’in gül kokusunu sevmesi, terinin gül kokması ve bundan gelen
gelenekle en çok kokan güle, “Muhammedî Gül” denilmesi anlamlıdır. Kitapların arasında kurutulan güller, gül yaprakları bazen elbiselerin arasında
da kendisine yer bulur. Şiirlerde gülün kullanılması, kitap ciltlerinde gül motifinin
varlığı da gülün herkesçe bilindiğini gösterir. Gül’ün nakışta yer alması, sevginin işareti bilinmesi, kilimde ve diğer
dokumalarda geçmişten günümüze gelişi, apayrı bir mana taşır. Kız çocuklarına verilen isimler içinde gül isminin çokluğu da dikkat çeker:
Gülbeyaz, Sadegül, Ayşegül, Fatmagül, Pembegül, Ravzagül, Semagül, Gülbîn,
Nurgül, Esengül, Aygül, Gülistan, Gülfidan, Gülperî, Gülay, Gülsenem, Gülendam,
Gülşîn, Gülçin, Gülrûz, Gül, Gülcan, Birgül, Songül, Gülşevkat, Gülnida, Güldan,
Gülden, Gülşen, Goncagül, Gülbahar, Gülben, Gülce, Gülçiçek, Gülce, Güler, Gülen,
Gülser, Gülseli, Gülrûh, Gülten, Gülşah, Gülbaran, Gülasor, Gülazer, Gülistan, Gülrevan, Gülcihan, Gülaçem, Gülacem,… Yazdığımız ve Diyarbakır’ı gül motifi ile ele alan şiirimizi aktararak, güle
duyduğumuz iştiyakı ifade etmek istiyoruz: 168
Diyarbakır ve Gül İnsanı gül yüzlüydü, güller şehrinin
Konağı, köşkü, evi gülsüz karşılamazdı misafiri
Cümle kapısından geçerken içeri
Kuyu kenarında, havuz başında
Muhammedî pembe, Yedi veren kan kırmızı gülleri
Her gül denilişinde Salavat-ı Şerif
Elleri yüzlerinde yaşlıların ki o yaşlılar bilir
Ey Şehr-i Amid!...
Gönüllerin gül şehri
Ey Şehr-i Dilrûba
Ey Şehr-i Selam
Gül ikliminden yüreğime gir içeri
Hayatımın renk vereni kokusu remzi
Ömrümün nişanesi yaprakların misali
Gün gün yaprak yaprak
Acılarım kederle birleşir bülbül olurum
Bağban habersiz bahçada kahrolurum
Bülbül olmak kolay mı demde güç iştir biline
Ah başlar sancısı yüreğimin vurulurum gül mevsiminde
Bir dost uzatmasın elini çekmesin beni dışına bahçanın
Ben derdimden razıyım Ben hem güle hem bu şehre evvelden sevdalıyım
Şehr-i Amid’e uğrarken her gelen kimse
Yirmiyi aşkın çeşidiyle gülün kokusu
Merhaba denmek için karşılar adeta kendisini
Esfel Bahçaları›nda Şeyh Muhammed Düzlüğü›nde
Bir şehr-i gül şehrayini başlar kendiliğinden
Birer maket gül bahçesidir her avlu
Dur ve şehri dinle
Istırabı güllerden uzak düşmek olmasın sakın
169
Gül mevsiminden dol yüreğimin içine
Ey Şehr-i Âmid, gönül ikliminin usaresi güldür
Her mevsimde yetişen güldür
Gül yüzlü insanların hatırına
Çekilen sıkıntıları dindir
Bilmez misin tek beklentimiz güldür
Gül sağnağından sor gönlümüzü o güldür
Bizi gülden sor bizi adımız bülbüldür
Şehr-i Âmid diyarında içimizi yaralayan güldür
Herkes güler tebessüm ederken
İçimiz büryan hûn teknesi sebebi güldür Şiirinde güle mana vermek isteyen çok şair olmuştur. Her şair, hayatından
kesitleri, duygularıyla bütünleştirip, düşüncesiyle harmanlayarak verir. Bildiri
sonunda Diyarbakır Folkloru’nda önemli yer tutan Gül Motifi’ne ait kimi örnekleri
sunarak, gül motifi ile bütünleşen şehrin birbirinden ayrılmaz hale geldiğini
göreceğiz. Diyarbekir Yılığı’nda yer alan “Gülcülük ve Çiçekçilik” başlıklı bölümü,
dönemin anlatım biçimiyle, imlasında ve noktalama işaretlerinde değişiklik
yapmadan alıyoruz:
“Diyarbekri’de Gülcülük ve çiçekçiliğin başladığı tarih hakkında esaslı bir
malûmat yoksa da Fatih Paşa Camile Karakolun duvarlarında müşahade edilen
çinilerde mevcut nakışlardan ve hususile Gül, Karanfil, sünbül ve saire gibi muhtelif
çiçek resimlerinden bahçıvanlığın tezyinat şubesini teşkil eden bu bediî san’atların
eskiden beri bu havalide malûm olduğu istidlâl olunmaktadır. Tabiatın en güzel,
cazibedar ve nazik birer mahlûku olan güllerle çiçekler, bediî manzaraları ve lâtif
kokuları itibariyle daima insanın ruhuna neş’e vererek şairane hissîyatını tahrik
ettiğinden bunların meftunu olan Diyarbekir halkı arasında da bir çok şair ve edipler
yetişmiştir. 1932 senesi Mayıs ayının ortasına doğru vilâyet Halkevinde ilk defa olarak
açılan gül ve çiçek sergisine halkın büyük bir alaka ile iştiraki, bedîyatta olan bu
merak ve meftuniyetin yüksek bir delilidir.
Bu sergide 18 gül nevi gül ile bir çok tenevvürleri havi 20 cins çiçek ve 13 cins
nebatatı tezyiniye teşhir edilmiştir. Yakın zamanlara kadar Diyarbekir vilâyetinde Gül yağcılık dahi memnuniyeti
mucip bir dereceyi bulmuşken maalesef umumî harbın ilcaatile bu san’at yavaş
yavaş sönmeğe mahkûm olmuş ve bugün bu işle iştigal eden kimse kalmamıştır.
170
Takriben 37 yıl önce Diyarbekirin gül ve gül yağcılığına olan istidat ve
kabiliyetini nazarı itibara alan Osmanlı Hükümeti, bu havalide Mustafa Efendi
adında mutahassıs bir memur göndermiş ve bu gayretli memurun teşvik ve himmeti
sayesinde Diyarbekir kasabasile etrafındaki köylerde oldukça geniş ve muntazam
gülüstanlar tesis edilmişti. Bu memurun buraya izamından evvelde Diyarbekirde
gülcülük merakı gerçi vardı ve bu merakın yayğın bir ifadesi olmak üzere kasabanın
dört tarafında yani Mardin ve Urfa kapılarile Dağ Kapı ve Yeni Kapı semtlerinde,
Esfel bahçelerinde ve Mardin Kapısının haricindeki umum köşklerde birer ve ikişer
ve bazen üçer dönümlük bir çok gülüstanlar vücuda getirilmişti. Ancak memurun
teşviki üzerine gülcülüğe daha fazla ehemmiyet verildiğinden Çanakçı, Şehkent,
Şilbe, Fabrika, Çöllü, Zoğa, Zoravan, Bacavan, Hashavar gibi bir çok köylerde
dahi muazzam ve geniş gülükler meydana getirilmiş ve bu ara Gülyağcılığına da
başlanılmış idi.
Vaktile köklü fidan tarzından başka gül yetiştirmek usulüne vakıf olmayan
halk memurun tarif ve tavsiyesi üzerine gül çeliklerini otuz kırk santim derinliğinde
ihzar denilen hendeklere ufkî olarak yatırmak suretile de güllükler tesisine başlamıştı.
Toprak seviyesinden itibaren 15-20 santim derinliğinde hendeklere yatırılan gül
çiçekleri üzerine 4-5 santim toprak ve bunun üzerine o kadar da gübre koymak usulü
teamün etmiş idi. Bununla beraber fidanlar yükseldikçe üzerine toprak ve gübre ilâve
etmek itiyadı da mevcut idi.
Az çok fennî bir usul ile gülcülüğü muvvafakıyetle tetbik eden maddî
faidelerini gören halk bir taraftan mevcut güllüklerin tevsi ve ıslahına, diğer taraftan
da gülyağcılığına mütealik ufak alât ve edevatı sipariş etmiş ve Diyarbekir muhitinde
bu sanatın ilerlemesine sebep olmuştur.
Vaktile gül bahçelerinin inkişaf ettiğini mayıs ayında bir çok kibâr aileler,
gülüstanların lâtif manzaralarını temaşa eylemek üzere şehir etrafındaki bahçelere
gidip eğlenirlerdi. Bir taraftan gül kokulu saf ve temiz havayı süzüp ciğerlerine
çekerler, diğer taraftan da bediî zevklerini bihakkın tatmin ederlerdi. Muntazam
güllüklere malik bahçe sahiplerinin bu kibâr âilelere hediye namile takdim eyledikleri
gül boketlerine karşı mezkûr âileler tarafından bahçivanlara bahşiş suretile para
vermek âdeti cari idi. Gül mevsiminde hergün müteaddit ziyaretlerden alınan bu
bahşişlerden maada atarlara peştemaller dolusu gül satılmakta idi.
Eskiden bu havalide elyevm istimal edilen muhtelif kolonyalarla diğer itrî
maddeler mebzulen mevcut ve ucuz olmadığından bütün düğünlerde mevlitlerde ve
hatta berber dükkânlarında gül suyu rağbetle kullanılmakta idi. Bunun için evlerde
atarlar tarafından hususi surette kurulan imbikler gül mevsiminin devam ettiği
müddetçe faal bulunuyordu.
Bundan başka güllerden geniş mikyasta şurup, reçel ve gayet nefis rakı
yapılmakta olduğundan halk büyük bir ihtimam ve hevesle gül yetiştirmekte idi. O
171
tarihlerde Hani ve Lice havalisinde ehemmiyetle yetiştirilen güller ticaret maksadiyle
vilâyet merekzine kadar sevk olunuyordu.
1315 tarihinden itibaren vilâyette gül istihsalâtı fevkalâde çoğaldığından 400
Dirhemden ibaret olan beher okkası şimdiki para ile beş kuruşa satılmakta idi. Vaktile
her evde lâkaâl birer kilo gül suyu bulunduğundan istihsalâtı fazla idi. Gül suyu
maimukattar olmak itibarile önceleri göz ve vücut iltihaplarına karşı deva olarak ta
kullnılırdı. Düğün ve mevlûtlerde gümüşten mamûl Gülâpdanlıklarla halk üzerine
gül suyu serpmek adet idi. Gerek erkek gerek kadın cemiyetlerinde senede tahminen
beş altı bin kiloluk gülsuyu sarfedilmekte olduğu rivayet edilirdi. “ 3
Aynı Yıllıkta “Gül Nevileri ve Evsafı” başlığı altında Diyarbakır’da yetiştirilen
güller hakkında bilgi verilmiş, hangi gül çeşidindin ne zaman Diyarbakır’a getirildiği
üzerine farklı açıklamalarda bulunulmuştur. Günümüzde bu gül çeşitlerinin
tümünün Diyarbakır’a ait olduğu kanaatine varan kimi araştırmacılar, yanılgılarını
düzeltmelidir. Bu sebeple önemli gördüğümüz açıklamaları aynen sunuyoruz: 1. Beyaz Gül: Vilâyet Parkı için 1932 senesinde Mersinden getirilen güllerden
aşı kalemi tedarik edilmek suretile yetiştirilmiştir. Dalları tikensiz yaprakları iri
çiçeği beyaz katmerli, kıvrık ve büyüktür. Fakat kokusu azdır. İlkbahardan itibaren
senede altı def’a çiçek açar. 2. Krem Gül: 1928 Senesinde Esbak Evkaf Müdürü Musatfa Afif Bey
tarafından oğlu Hasan Efendile talebesi Müftü zade B. Şeref’e Urfa’dan gönderilmiş
ve sureti mahsusada çoğaltılarak gayet güzel bir nev’i elde dilmiştir. Dalları tikensiz
yaprakları orta büyüklükte çiçeği katmerli ve kokusu azdır. Mevcut satış güllerinin
en iyisi sayılır. 3. Mikado Gülü:1928 senesinde Levazım Reisi B. Kenan tarafından çiçekleri
İstanbuldan getirilip teksir edilmiş bir güldür. Dalları tikenli, yaprakları ufak çiçeği
penbe kıvrık ve katmerlidir. Senede yedi defa açar gayet lâtif kokuludur. 4. Arif Bey Gülü: İlk def Behram Paşa tarafından umumî harpten evvel
Halepten getirilerek oğlu Arif Bey namına izafe edilmiştir. Penbe olan çiçeği büyük,
kokulu ve çok katmerlidir. İlk bahardan itibaren daimi surette çiçek açar, elyevm
Diyarbekirde mevcut güllerin en makbul ve muteberidir.
5. Rumkale Gülü: Bu gün Rumkaleden Urfaya ve oradan da Vilâyet eski
Tapu memurlarından Feyzi Efendi tarafından 1926 senesinde Diyarbekire ithal
edilmiş olduğundan bu namla şöhret bulmuştur. Dalları tikensiz ve yaprakları orta
cesamettedir. Koyu penbe ve kokulu olan çiçeği çok katmerli ve büyüktür. Nisan,
Mayıs, haziran ve Temmuz aylarında senede dört defa çiçek açar. 6. Hacı İbrahim Gülü: Yaprakları ufak, dalları tikenli ve yüksektir. Çiçeği
ebru, penbe, kokulu ve senede yedi defa açar. Hacı Kadirağazade Hacı İbrahim
Efendi tarafından bu havalide teksir edildiği için onun namına izafe edilmiştir. 172
7. Koyu Sarı Gül: Yaprakları ufak, dalları tikenlidir. Çiçeği çok katmerli,
kokusuz ve yedi veren nevilerindendir. Buna kaysıgül dahi denir. 8. Açık Sarı Gül: Dalları az tikenli, yaprakları orta boyludur. Çiçekleri sende
yedi defa açar ve kokusu azdır. 9. Fes Kırmızısı Gül:Yediveren nevilerinden olup çiçekleri katmerli ve çok
kokuludur. Yaprakları orta büyüklükte ve dalları az tikenlidir. 10. Malatya Gülü: Yaprakları orta boyludur. Koyu penbe renginde bulunan
çiçeği kokulu ve çok katmerli ise de az kıvrık ve yedi veren nevilerindendir. Bunun
açık penbesi de vardır. 11. Üç Renk Aşılı Gül: Fes Kırmızısı renginden olan bu gülün dalları sarı,
ve Akif Bey Gülü nevileriyle aşılanmış olduğundan muhtelif üç renkli bir gül elde
dilmiştir. Bu gül Tevfik Efendizade B. Sıtkı tarafından üretilmiştir. 12. Cevat Paşa Gülü: Yaprakları orta cesamette, koyu yeşil dalları az tikenli
çiçekleri ufak katmerli ve kokuludur. Sabık Elcezire Cephesi Kumandanı Ferik
General Cevat zamanında Vilâyete ithal ve teksir edilmiştir.
13. Malta Gülü: Yaprakları orta boyda, koyu yeşil dalları az tikenli ve
çiçekleri kokulu penbe katmerli ve kıvrıktır. İlkbahardan itibaren kış mevsimine
kadar mütemadiyen çiçek açar. Fidanı kuvvetli, bodur ve arsızdır. Çiçekleri zarif
ve lâtif olduğundan bahçelrde tezyinat makamında kullanılır. Sık dikildiği takdirde
koyu yeşil olan yapraklarile Taflan gibi güzel bir manzara alır. Bu gülün beyaz,
sarı ve kırmızı renkli olmak üzere yirmiye yakın nev’i vardır. Fakat bunlar henüz
Diyarbekire ithal edilmemiştir. 14. Dantilamur Gülü: Yaprakları uzunca, dalları bir az tikenli ve çiçekleri
kokulu ve katmerli olup iptida koyu kırmızı ve sonra erguvanî bir enk alır. İlkbahardan
kışa kadar mütemadiyen çiçek açar. 15. Penbe Esans Gülü: Mütemadiyen çiçek açar, katmerli ve zarif bir güldür. 16. Viktoriya Gülü: Gayet zarif ve latif olan bu gülün beyaz, kırmızı, al ve
lâıl gibi muhtelif renklerde olmak üzere 34 nev’i sayılmaktadır. Fakat Diyarbekirde
bunun yalnız penbe nev’i mevcuttur. 17. Asma Gülü: Hacı Sadık Efendizade Ağabey tarafından 1340 senesinde
Mersinden getirilmiş ve rebabı meraktan Belediye Su Memuru B. Ethem tarafından
çoğaltılmış olan bu gülün manzarası gayet lâtiftir. Yaprakları orta cesamette, dalları az
tikenlidir. Çiçekleri koyu penbe ve çok katmerlidir. Vilâyet Halkevinin ilk sergisinde
teşhir edilen bu güllerden maada muhitinde daha birçok gül nev’i yetiştirilmektedir
ki onlar da yüz yaprak nesrin, yabani, beyaz, sarmaşık, yediveren, Muhammedî,
Sultan Gülü, Çeper Gülü ve Tas Gülü namlarile maruftur. 173
18. Çeper Gülü: Dalları fazla dikenli olduğu için bahçeleri muhafaza eylemek
üzere eseriya çıt makamında kullanılır. Çiçekleri sarıca,yalın kat ve nadiren katmerli
olur.
19. Muhammedi Gül: Bu gül haddi zatında kızanlık gülüdür. Bunun
çiçekleri çok kokulu olduğundan ıtriyatta makbuldür. Mayıs nihayetine doğru bir
defa ve havalar müsait giderse bazen ikici teşrinde ikinci defa olarak çiçek açar.
Gül çiçeğinin yaprakları yarım katmerlidir. Konca halinde iken koyu penbe ve
açıldığında açık penbe rengini alır. Dalları sık dikenlerle mücehezdir. Çabuk
büyümek kabiliyetini haiz olmakla berbaerr, dikildiğinin üçüncü senesinden itibaren
bol mahsul verdiğinden san’at maksadile gül ziraatile iştiğal edenler için en faideli
bir nevi sayılır. Bunun içindir ki, burada gülyağı ve gül suyu çıkarmak ve gülrakısile
şurup ve reçel için tercihan bu nevi güller kullanılmaktadır. Muhammedi gülü tabir
edilen Kızanlık Gülü sulu ve susuz olmak üzere iki türlü yetişir. Fazla gülyağı
çıkarmak için susuz yetişen kısmı ve çok çiçek almak için sulu kısmı tercih olunur.
Bunun itrî maddesinin evvelinkinden daha az olmasına rağmen kolay yetiştiğinden
dolayı teammüm etmiştir.
20. Sultan Gülü: Bazı bahçelerde tezyinat makamında kullanılır. Çiçeklerinin
rengi koyu kırmızı olduğu halde kokusu çok azdır. Bunun için o kadar makbul
değildir. 21. Yediveren Gülü: Çiçekleri nim katmerli ve az kokuludur. Şubat ayından
itibaren çiçek açmağa başlar ve Mayıs nihayetine kadar devam eder. Bir müddet
tevekkuftan sonra tekrar faaliyete geçer ve çiçek açmağa başlar. Bu gül, Şeyhzade
Osman Bey tarafından takriben bundan bir asır evvel Diyarbekire ithal edilmiştir.
Onun için mumaileyhin namına izafeten Osmanbey Gülü tevsim edilmektedir. 22. Yüzyaprak Gülü: Diğer yerlerde “Satberk” denilen bu gül, isminden
dahi anlaşıldığı üzere çok katmerli olduğundan Yüzyaprak demişlerdir. Bu nevin ıtrî
kıymeti çok yüksektir. Fakat fidanları fazla soğuğa tahammül etmez. Bunun çıplak
kopçalı ve yosunlu gibi nevileri de vardır. Fakat bunlar Diyarbekirde henüz malûm
değildir. 23. Nesrin Gülü: Bunun rengi beyaz çiçekleri ufak kokusu lâtif ve az
katmerlidir. Tezyinatta kullanılır.
24. Yabani Beyaz Gül: Bu da çeper gülünün evsafını cami ve onun gibi çit
makamında müstameldir. Yalınız bunun çiçekleri yalınkat ve beyazdır.
25. Sarmaşık Gülü: Çardak duvar ve parmaklık gibi yerleri örtmek için
kullanılan bir güldür ki, ilk bahar sonunda yalnız bir defa çiçek açar.” 4 Yazarın Diyarbakır’da saydığı 25 gül çeşidinin beraberinde “Diyarbekirde
Çiçek Çeşitleri” adı altında şehirde bilinen ve yetiştirilen çiçekler, şu şekilde tasnif
edilmiştir: 174
“1932 senesinde Diyarbekir Halkevi tarafından açılan sergide cins itibariyle
teşhir edilen çiçekler şunlardır: Sardunya, Hüsnü Yusuf, Karanfil, Arslan
Ağzı, Hercaî Menekşe, Ful, Nişan Çiçeği, Brağonya, Begonya, Küpe, Gilye,
Ortanca, Zambak, Telgraf, Itır, Şeboy, Kamelya, Flördamur, Düğme, Mercan,
Pırpır(Gündüz Safa), çiçeklerile Kuş Konmaz, Kaynana Dili, Mevlevî Külahı,
Frenk İnciri, Palmiye, Çam, Mazı, Limon, Taflan, Zakkum, Şimşir, Katran,
Kana ve Lâstik gibi muhtelif nebatatı tezyineden ibarettir.
Şehrin hemen bütün evlerinde daha bir çok çiçek nevilerine tesadüf edilmekte
ise de; bunlar ekseriya sabit fideler halinde yere dikilmiş olduğundan sergide teşhirine
imkân hasıl olmamıştır.” 5
Gülcülüğe ilişkin 2011’de Diyarbakır’da yapılan Gül Şehri Diyarbakır
Sempozymu’nda şehre ve gülcülüğe dair birçok bilgi yer almıştı. Bu bildiriler
kitabında yer alan “Kültürümüzde Gül * çalışmamızda güle ilişkin verdiğimiz
bilgileri kısmen alıyoruz: “Diyarbakır Kültürümüzde Gül’ü tebliğimiz için konu başlığı olarak seçerken,
sempozyum bildirilerini sunan kıymetli katılımcılarla aynı noktalara ister istemez
değineceğiz. Bu sebeple tekrarlar olursa, olmuş ise beni ma’zur görünüz. Çünkü
bu Şehr-i Diyarbekir’in “Güller Şehri” olduğunun ispatıdır. Fazla söze ne hacet!... Demek ki birbirinden habersiz olanlar aynı noktada buluşmaktadır. Kültürümüzde Gül’ü anlatırken Mezopotamya öncesine gitmeyeceğiz. Biz
edebiyatçıyız, tarihçi değiliz. Fakat Kanunî Sultan Süleyman’a sunulan Matrakçı
Nasuh’un Diyarbekir Tasvirinde şehrin kalesi resmedilirken gül bahçelerinin varlığı,
bu şehrin güllerle tarihteki dostluğunun yegâne belgesidir. Matrakçı Nasuh’un
çiziminde olduğu görünümü, biz 19. Yüzyıl başlarında yitirmişiz. Evliya Çelebî’nin Dicle Önü’nü anlatırken çizdiği güzel tasvire burada yer
vermeye gerek var mı? Merak içinde olan hûllelerde aylarca süren ve yaz denildi mi
sonbahara dek süren gülistanlar içindeki yaşantıyı, Çelebî’den okuyabilir. Mimarî’de her evin avlusundaki kuyu ve bazalt havuzun çevresinde yetiştirilen
güller, şehir insanının güllere verdiği, kazandırdığı mana ortadadır. Giyimde kuşamda
gülün hayata kattığı mana, genç kızların, gelinlerin gül misali olduklarının işaretidir. Sabahın erken deminde bahçede gezinirseniz gül yaprağındaki su damlasından
etkilenmez misiniz? Bir çiğ tanesi ve yaprak arasındaki ilişkinin ruha yansımasının
şaire verdiği heyecanı kelimelerle ifade etmek mümkün mü?
Gülün tomurcuk hali ve yapraklarının açılması… Gül, niçin yetişir? Neden
yaprak açar? Her gülün kokusu, toprağı aynı olmasına rağmen neden farklıdır? Rengahenk güllerin yansıyışının ruha verdiği esintilerin insana kazandırdığı
ve şaire, yazara verdirdiği his atmosferinde estetizmin ruha eşlik eden biçimi..
175
Hayatın birçok merhalesinde vazgeçilmez sembollerden biri… Bir hekimin
elinde dertlere şifadır, gül, hastalıklara devadır.
Bir kilimde halıya nakşedildiğinde yüzyılların zevki söz konusudur.
Bir minyatürde yer alan gül, ressamının ismini ölümsüz kıldığı gibi, nakkaşın
nakışlarında gül olmazsa nakşedilenler kemale ermez, bir türlü… Gelinlerin çeyizinde geçmişten gelen duyguların kendisini bulduğu remz olan
gül, işlendiği destmalı eşsiz kılar, hasretin imbikten geçirilmesi misali, şekillendirilen
motifle.
Hastanın başucuna konulduğunda ruhen insanı rahata erdiren varlığa dönüşür. Şairin kaleminde aşkın, sevginin, hasretin tecessümüdür, gül; maddeden öte
manada buluşmanın adresi, tefekkürle varılabilen çizgi… Çocuklar güle benzetilir, sevilenler gülle ifade edilir, en çok sevilenlerin
işaretçisidir, gül…
Çocuk teninin tazeliğinde dokunsan sihrini kaybedercesine nazik, zerafetiyle
ihtişamın misali, insanı dünyası içinde büyüleyen yapraklar ve şekilleriyle büyüleyen
figür…
Güle ulaşmak isteyenin dikene razı olduğu demler… Güle ulaşmak, bilmeyen
için dalından koparılmasıdır. Lakin güle ulaşamayanların sıkıntısı vardır, düşünce
âleminde. Gülün beraberinde taşıdığı dikenler söz konusudur. Kokusu, rengi,
görünümü apayrı olan gül, bahçıvanın da şehadette bulunduğu gülleri, beraberinde
büyütür. Güller, neden dikenleriyle büyür? Bunun sırrı nedir? Dikeni olmayan gülün
kıymeti var mıdır?
Tasavvuf erbabının, fikir adamının, felsefe ile iştigal edenin gözünde gülün
diken taşımasının manası oldukça engindir, düşünce ufkunda.
Hayatta mutlu olmayı gül haliyle düşünenlerin mutluluğa giden yolda
karşılaştığı her engel diken ile telaffuz edilir, edebî lisanla. Varılmak istenen hedef
ve karşılaşılan zorluklar, gül ve diken ile tecessüm kazanır, yazıya dökülürken.
Vuslatı geciktiren, bazen de engelleyen dikenler, felekle tarif edilir, edebiyat
dünyamızda.
Tasavvufta Allah’la buluşmanın önündeki en büyük dikenlerden biri nefistir.
Buluşulmak istenen gül ve engelleyen diken nefistir. Nefsin ıslâhı çileden, insanın
kendisini bilerek birçok nimetten alıkoymasını gerektirir. Bunun için bir lokma bir
hırka, insan için her dünyevî zevkten daha iyidir.
İnanç âleminde Peygamberin teni gül kokar, teri gülün kokusudur. Peygamberi
anımsatan gül, hasretle sevdayla karılır, kendisini gülün tezahüründe bulur.
176
“Gül” denilince akla gelen peygamberdir, İslam İnancı’nda. İslam’ın resmedilme
durumunda takındığı yasak, insan ve hayvan şekli dışında en çok gül için serbestliğe
dönüşmüştür. Gül ile şekillendirilmek istenen birçok duygu vardır, serbest bırakılan.
Cennette tasvir edilen bahçeler ve kokular için Kur’an-ı Kerim’de geçen birçok
âyete ve Peygamberin hadis-i şerifine bakılabilir. Fikir adamları, ideallerinin gerçekleşmesinde karşılaşılan zorlukları tarif
ederken” Her gülün bir dikeni vardır.” ifadesini sık kullanır, anlatılarında... Heykeltıraşın gülü tasviri vardır, bitkiler içinde şekillendirdiği, can vermek
istediği. Bu can veriş, mana itibariyledir… Önceleri bahçelerde kişinin zevkine göre yetiştirilen gül, sonraları suya atılan
taşın halkalar misali büyüyerek, birçok ülkede gül bahçelerinin oluşmasına zemin
hazırlamış, hüküm süren sultanların, hükümdarların nazarında ehemmiyet arz etmiş,
her saltanat süren padişahın, şahın, kralın, imparatorun köşkü, konağı, malikanesi bu
gül bahçeler içinde farklı öneme haiz hale gelmiştir. Dün suyu ile bizim hayatımızda etken hale gelen gül, bu gün sektörel alanda
oldukça getiriye sahip bir hammaddedir. Tıbbîyatta eczanın bazen en çok aranan
hammaddesi olan gül, günümüzde itriyat-koku dünyasının ana malzemesi haline
gelmiştir.
Tıbbiyatta hazmedici olma beraberinde birçok hastalığa deva olan gül, cerrahî
alanda vazgeçilmezdi. Birçok yönüyle antioksidan, dezenfekte olmak üzere hijyen
alanında kullanılan gül ürünleri, içecek alanında şerbet, şurub yiyecek alanında reçel,
pasta, tatlı olmak üzere birçok alanda alternatif özelliğe sahiptir. Halen şişliklerde,
iltihabî durumlarda, kadın hastalıklarında, cerrahî müdahalelerde, psikolojik
tedavilerde geleneksel tedavîde güle verilen kıymet söz konusudur.
Biz, edebiyat alanında çalışan ve araştırma içinde olan biri olarak işin sağlık
yönünü tıbbiyata bağlı bilirken, edebiyat alanında bir çok şair, gülsüz bir hayat
düşünmemiştir.
Doğu kültüründe hayata dair manalar sembollerle anlam kazanır, anlaşılmak
üzere çoğunlukla.
Gül sevileni sembolize eder, halk şiirinde; sevene “Bülbül” denilir. Kerem’e,
Ferhat’a, Mecnun’a, Mem’e karşılık Aslı, Şirin, Leyla, Zin söz konusudur.
Halk şirinde olan bu tarz yaklaşım, Divan Şirinde de egemen motiftir.
Fuzulî’nin Su Kasidesi’nde egemen olan motif güldür.(1) Ahmed Haşim’in Merdiven’inde hem gül vardır hem bülbül. Mehmet Akif’te
Bülbül, bir devri anlatan şiire isim olmuştur. Sezai Karakoç’ta gül vardır, Ahmed Arif’te yedi veren gülleri vardır. 177
Diyarbakırlı Şairlerde, yazarlarda gül eksik olmadı, hiçbir zaman. Gül,
bülbülle birlikte anıldı, söylendi, yazıldı. “Gül” denilince önceleri Şehr-i Diyarbekir akla gelirmiş, öyle anlaşılırmış.
Duyduklarımıza, anlatılanlara ve yazılanlara göre. Bilir misiniz, bu şehrin diğer
isminin “Güller Şehri” olduğunu, “Güller Şehri” olarak bilindiğini? Karacadağ’ın kiliminde, halısında duyguların güle dönüştüğünü bilir miydiniz?
Genç kızların nakışlarını şekillendirdiği kanaviçelerde gülün eksik olmadığını
bilir miydiniz? Bohçaların içinde gülkurularının saklandığını, üzerindeki işlemelerin sadece
gül olduğunu bilir miydiniz? Mendillerin bir ucuna işlenirdi, göz nuruyla bir zamanlar. Bu mendiller,
işleyenin kokusunu taşırdı, hiç yıkanmadan. Bahçelerinde güller vardı, şehrin. Her avluda mutlaka birkaç gül ağacı
yetiştirilirdi. Avlular, gülsüz kalmazdı.
Kuyunun, havuzun yanı başında gül, dikilen ilk ağaçtı. Esfel Bahçaları’nda Dicle’ye nazır köşklerde gül yetiştirmek bir sanattı,
geçmişte.
Gülün reçeli vardı, her evde. Kış ortası içilen şerbet, gül şerbetiydi. Her
misafir, gül suyuyla karşılanırdı, evde.
“Gül” denilince Hazreti Muhammed(a)’e salavat getirilirdi, eller yüze
sürülerek. Konuşmalarda gül mutlaka geçerdi, gelenekte bir önemli konu ele
alındığında. Zorluklar anlatıldığında gülün dikensiz olmadığı vurgulanırdı, özellikle.
“Gül” denildiğinde dikenden soyutlanmazdı, konuşulan.. 178
Gül, yakaya, saça takılandı. Büyüğe saygının ifadesiydi, huzurun simgesiydi,
bir dönemler.
Güller şehriydi, Diyarbekir… Hanların avlusundan bile eksik olmazdı.
Mardin Kapı’dan Sem’ân Köşkü’nün ötesine uzayan geniş alan kokularıyla farklılık
arz ederdi. Bu gün, evlerin avluları kalmadı, gül ağaçlarına mekân olma adına. Betonarme
yapılar yükseldi, dönem dönem tarihî evlerin bağrından. Birçok gül yetiştiren gül yüzlü adamlar, gül bakışlı kadınlar küstü hayata. Tebessümler bile goncayı çağrıştırırdı, şiirde. Boşuna gül goncası denilmezdi,
yaşı küçük olanlara. Çocuklar güldü, küçük yaştan itibaren. Evlerin pencerelerinde saksılara konuldu, sonraları balkonlarda yitip giden
güller, bir bir unutuldu hayatta.
Gül yetiştiren gül yüzlü insanlar, ömürlerinin son demlerini yaşarken nefes
alamaz hale gelen betonarme yapılar içinde çaresiz son anlarını bekler oldu, dünü
her hatırlayışlarında. Ne kasımpatılar kaldı ne fesleğenler. Begonyaya yabancı, karanfil görmemiş
olanlar, gülsüz kalmanın acısını nereden bilsin? Muhammedî güller unutulup gitti, o
güzelim kokularıyla. Hayattan göçüp gidince güzellikler bir bir, nasibini alanlardan biri de güller
oldu. Terk-i diyar eden yedi veren gülleri, kan kırmızı-yedi veren gülleri artık yok.
Bembeyaz gülleri, sapsarı safran renkli gülleri, yârin yanağı gibi pembemsi
gülleri anımsayanlar arasında kala kala biz ara kuşak kaldık, gibi. Doğallıktan kopan yaşam, yerini mekanik hayata terk edince albenili-kokusuzruhsuz güller çıktı, ortaya. Hastaların başucuna konuldu, bir bir. Bu güller su bile
istemez cinse sahip. Plastik olduğu biline biline hastaya takdim edilen güllerin
egemenliğinde yaşamın tadı kalır mı ?
Isparta, “Gül Şehri” olarak anılıyor muydu, şehrim “Güller Şehri” olarak
adlandırıldığı zaman? Diyarbekir güller şehriydi, bir dönemler. Biz, o dönemi hayalmeyal hatırlayanlardanız.
Diyarbekirli Şairler dünde gülü o kadar şiirlerine konu etmiş ki yaptığımız
araştırmada birçok şairin bu konuda şiiri söz konusudur ya da şiirinde gülü ele
almışlığı vardır. Biz sadece kimi şairlerden kısa değinmelerde bulunacağız:
179
İhsan Fikret BİÇİCİ’den:
“Bu senin Diyarbekir oluşun
Bazen
Yediveren bir gül gibi,
Ama çok kere kanlı bir kurşun
Gibi durur canevimde”.(Diyarbekir-Şaraban’dan…)
*** Sezai KARAKOÇ’tan:
“Dicleyle Fırat arasında
Bir eski şehir cennet titremesi
Sarı güller çevirmiş dört yanını
Yabancı bir şehir gibi
Kırmızı güller yerli
Kuzların doğması nasıl beklenirse o ülkede
Güllerin açması da öyle beklenir gün doğmadan önce
Bahar yağmurları böyle günlere gebe
İner gökyüzünden bahçelere
Nişanlarda gül şerbeti içilir
Hastalara gül şurubundan ilaç
Gül yeni bir yeni yıl gibi
Hızır fısıltısı say onu
Baharın salavatı güller
Yeryüzüne gelerek sabahları
Yataklara dökülerek “
….
“Gelin gülle başlıyalım şiire atalara uyarak
Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine “
***
180
Rûşenî’nin Kâmî’ ile beraber söylediği gazelden: Kâmî: Dahl ederdim bî muhaba bülbül-i şeydâya ben
Şimdi dil verdim vuruldum bir gül-i ra’naya ben
Rûşenî: Beste-i târ-i siyah-i zülfün olmuştur gönül
İhtiyarsız düşmüşüm zalim yaman sevdaya ben
*** Mehmet Tevfik’ten:
Bûy-i vatanla gönlümüze verdi inşirah
Bir gül getirdi sanki cinandan sabâ bize
***
Vehbi’nin Kaldı redifli gazelinden:
Elim yetmez güle pâder-kef-i hâr olduğum kaldı
Bu gülşende heman bülbül gibi zâr olduğum kaldı
Kemâle irmeden bedr-i ümidim buldu noksanı
Hilâl-i minnet-i çarh-i sitemkâe olduğum kaldı
***
Mâhir’in Ey Bülbül redifli gazeli:
Acep gülden mi yoksa hârdan mı dâdın ey bülbül
Ki âteş urdu bağa nâle ü feryâdın ey bülbül Benüm gibi esir-i derd-i hicrân olmamışsın sen
Hemân taklid ile olmuş figan mu’tadın ey bülbül
Pasendide ederlerse dahi gül nağmeni asla
Bu gülşende açılmaz hîç dil-i nâşâdın ey bülbül
Tutup zâğı ne gun gülzâ<rdan bahs-i kafes kaldın
Cihânda olmasun aslâ senin sayyadın ey bülbül Bu gûna ah-i dilsûzu sana kim eylemiş ta’lim
Aceb Mâhir midir bilmem senin üstâdın ey bülbül
***
181
Râif’in bir şiirinden beyit: Cûda düştüm o dem ki nev-nihal-i gülizârımdan
Cihan doldu seda-yi nâle-i feryâd u zârımdan
***
Hayalî’nin Senin redifli gazeli’nden:
Gülleri şermende eyler reng-i ruhsarın senin
Öğredir serve edâlar naz ü reftarın senin
Terk-i Gülşen etti hasretle hezaran reşkten
Gördüler nadîde rengin hüsn ü etvarın senin
Gülün damlası mı olur? (2) Olur dostlar olur. Gül solunca yaprağı düşer.
Kıpkırmızı gülden düşen yaprak, damla kabul edilir. Ağlamaktadır, gül. Hüznün
yansımasıdır, düşen yaprak. Ondandır güle bakıp bülbülün ağlaması. Aşklar değişken
olmadan evveldi., sevilene sunulan ve ömür boyu saklanan gül.
Alınan işlemeli mendil ve o bakışın yıllarca hatırlandığı an. Ne sevgili kaldı
ne âşık… Ondandır göç etmesi hayatımızdan güllerin. Gül damlası daima bana bunu
hatırlatır. Bildiri Dipnotları:
1. Evliya Çelebi Seyahatnamesi Cild 4 Sayfa 456 Üçdal Neşriyat İstanbul
1986
2. Annemin Diyarbakır Yemekleri Güneydoğu’dan 100 Yıl Önceki Lezzet
Mebrure Değer hayykitap İstanbul Ekim 2009/ Diyarbakır Mutfağı DİTAV İstanbul
2003).
3. KONYAR Basri Diyarbekir Yıllığı sayfa146-148 Diyarbekir Vilayet
Neşriyatı 1936.
4. age sayfa 150-153
5. age sayfa 153-154
(*)Kültürümüzde Gül Bildirisinin Dipnotları “Gül ve Diyarbakır” bildirisinden
ayrı biçimde aşağıya alınmıştır.
1. Halk hikâyelerinde mesnevîlerde gül ve bülbül, daima sevilen ile sevenin
remzi olarak kabul edilmiştir. “Diyarbakır Folklorlundan Kesitler Celâl Güzelses”
kitap çalışmamızda Diyarbakır Folklorunda Gül-Bülbül Motifi hakkında yaptığımız
araştırmayı sunuyoruz: 182
“Doğu Kültüründe bülbülün gül yüzünden çektiği acılar, ciltler dolusu tutar.
Sevenin sevilenin remzi olan “Gül” ile “Bülbül”, Diyarbakır Folklorunda ele
alınmamış bakîr konulardandır. Şiirini semboller üzerine kuran Ahmed Haşim’in Şiiri’nden remzler: Eğilmiş arza kanar, mutassıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer (Merdiven ) Düştükçe vurulmuş gibi yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler
Gönlüm ona pervane kesildi (Karanfil )
Gül ile bülbül bazen mumla pervane, bazen Leylâ ile Mecnun olur, Doğu
Kültürü’nde. Fuzûlî’nin Su Kasidesi’nde Gül ile Bülbül: Suya virsün bağban gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gülzâre su
Arızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’ola
Zayi olmaz gül temennâsıyle virmek hâre su
İçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile
Gül budağının mizâcına gire kurtare su Misalleri çoğaltmak mümkün olduğu bu şiirlerden, folklordaki Gül ve Bülbül
ikilemine geçiyoruz. Celâl Güzelses’in saba makamındaki “Ana Beni Bir zalime verdiler” isimli
eserinde Gül Motifi egemendir: Ayrıldım gülüm senden
Saçı sümbülüm senden Ağamın elinden
Yârimin derdinden
Nasıl edem
Gül ve Bülbül ikileminde seven, sürekli sevilenden yana fedakârdır: Senin yeren
Gül sevdim senin yeren
Sen ölme canan yazıh
Ben ölem senin yeren
183
Sevilenin sevenden yana şikâyeti de manilerde yerini bulur: Gül demedi
Elinde gül demedi
Ya ben nasıl güleyim
Yâr bana gül demedi Manilerin bir önemli özelliği de aynı maninin diğer şehirlerde hatta farklı
ülkelerde aynılık göstermesidir: Gamze deler
Gönlümü gamze deler
Sinem tabib delemez
Delerse gamze deler Güle olan meyil, çok şeyin üzerindedir. Hasrete programlı gönül, istenilene
varma için çok şeyden feragât eder: Gül senindir
Bağ senin gül senindir
Kendin gül adın çiçek
Korkma gönül senindir İnsanın gülmesi, kültürde hoş karşılanmaz. Günlük geçim telâşı, ayrılıklar, eşdost derdi, alınan terbiye hele aşk ile yoğrulmuşsa, “gülme” yerini ağlamaya bırakır.
Öyle bir ağlamak ki… Gülmenem
Bülbül benem gülmenem
Gönlü şad olan gülsün
Ben dertliyem gülmenem Hüznü eksen alan manilerden biri:
Güle naz
Bülbül eyler güle naz
Girdim dost bahçasına
Ağlayan çok gülen az
184
Gül ile Bülbül, ayrılığın adıdır. “Bahar olur yeşillenir “de gül, “sümbül”,
bülbül “ağlayan” olmuştur:
Bahar olur döker bağlar gazeli
Yârim sümbül elvan elvan güzeli
Gidi(n) sorun dünya âlem ne ağlar
Ben ağlaram nazlı yârdan olmuşum
Aşağıdaki manide sevgilinin benzi güle benzetilerek, ayrılıktan dolayı
sevenin çektiği acı dile getirilip, kavuşmanın önüne geçen engeller, dağlar ile ifade
edilmektedir:
Bu dağlar olmasaydı
Gül benzin solmasaydı
Ölüm Allah’ın emri
Ayrılık olmasaydı Celâl Güzelses’in bir araya getirip musıkîmize kazandırdığı eserler, bugün
musıkîmizin seçkin ürünlerini oluşturmaktadır. Celâl Güzelses’in Ulu Camiî
Müezzinlik yıllarından, unutulmayan uşşak makamındaki şaheserde yine Gül ve
Bülbül motifi egemendir: Her bir gülün râyihası âlemi tuttu
Feryâda getirdi gülü gülzârı Muhammed Diyarbakır’da yetiştirilen bir gül çeşidine de “Gül-i Muhammedî” ismi verilir.
Tasavvufla iç içe olan bu motif, tasavvufta vazgeçilmez sembol halindedir.
Emre’den:
Sordum sarı çiçeğe
Neden boynun eğridir
Çiçek eydür derviş baba
Benim aslım topraktır…”(age Sayfa 66-68 )
***
Mehmed Âkif’in Bülbül Şiiri’nden:
…
Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
185
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb’âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ’lerin, FATİH’lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN’ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden YILDIRIM Hân’ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN’ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!..
***
186
Ahmed Arif’in şiirinde Gül
….
Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan-ter içinde, asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni…
…
Açar kankırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan
Savrulur Karacadağ
Savrulur zozan…
***
Sezai Karakoç ve Gül:
…
“Güllerin içine yağdığı
Bahar aydınlıklarının“
… “Yaratılışa dönmüşüm baharla
İlk yaratılışa
Gül saçarım düşmanıma bile
Bir ilgi var ölenle bulut
Doğanla güneş arasında
Taş bile çiçeklenir baharda”
“Eski çocuk gül gibi dağıldı gitti atlarda
Atlar kan çizgileri ufuklarda
Çocuklar
Tiftiklenmiş öyküler bahar akan mezarlarda
Genç ölmüşlerdir dedelerim
İlgim yok benim bu erken ağarmış saçlarla
Denizin düşüyüm ben karada
…..
Güneşte yanmış bir gül sesi”
…..
187
“ Ve kapılar açmış doğum zindanına
Diriliş ayazmasına
Yusuf’un hücresine
Düş olmuş
Düşmüş asmalardan
Babilin dudaklarından
Kudüs sarnıçlarından
Çalkantılar taşımış
Mısır’ın kızgın umutsuzluk akşamlarına” “Eski zamanlarda söylenmiş apaçık
Ama gelecek zamanlarda sırra dönüşen
Yüce erlerin sözlerinden
Sözlerin gençleşen hayallerinden
Kabarmış yeşil damarlı elleriyle
Alınyazısıyla döğmeli gül devşirmede
Araştırıyor gözleriyle kuşlukta biriken
Muştulu kader seslerini
Bir şey olacak biliyor ama ilerde” ….
“-Bahar gelmiş Yusuf
Çok düş gördük
Gül getirilmiş hapishaneye
Çok düş yorumladın ama
Henüz çıkamadık geniş
Ve aydınlık yeryüzüne
Bir gül getirilmiş
Ama aşamadık duvarları
Çıkmadık gül bahar ülkesine” “Son insan ölmeden önce
Bir ülkü inecek bahçelere”
……
Size bir mutluluk haberi gibi
Gül gelecek
Kıyamet demek gülün geri gelişi demek
Gül peygamber muştusu peygamber sesi…”
….
“Seni ben gönderdim
Gülün muştusunu vermek için
…
188
Seni sevenin ismiyle yetiş bize
Yetiştir bize
Günahlarımızı kül edecek ateş harmanını
Verim yağmuru insin ülkemize
Mekkeye Medineye Şama
Kudüse Bağdata İstanbula
Semerkanda Taşkente Diyarbekire
Yetiş Peygamber imdadı yetiş
Yetiş Allah’ın izniyle”
“ Gül diksinler diye yeni topraklarına
İnsanın ta gönlüne
Yetiştir erenlerini
Allah’ım”
….
Gül alıp gül satarlar
Gülü gül ile tartarlar
Gülden terazi tutarlar
Çarşı pazar güldür gül”.
…
Monna Rosa siyah güler ak güller
Geyve’nin gülleri beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah senin yüzünden kana batacak
Monna Rosa siyah güller ak güller …
***
Aziz Mahmud Hûdaî’den:
Gül ağlama gül bize
Ele diken gül bize
Gül olanın yüzünde
Gül açılır gül bize!”
***
Güle dair yazdığımız bir beyit:
Bir dikene rast geldi şu sargılı elim
Güldendir bunca gün acı çektiğim
***
189
2- Ocak 2007’de yayınladığımız derginin ismi Gül Damlası idi. Bu dergi, görev
yaptığımız okulun yayın organı olarak, tarafımızdan çıkartılmıştır. Bu sempozyum
bildirimizin ana hatları da bu derginin 32. Sayfasında yer almıştır. Gül Motifi hakkında yayınlanan diğer çalışmalarımız:
Bahçe Gül ve Yaşlı Adam
Önceleri kökleriyle toprağa sırdaşlık eden gül ağaçlarının bahçelerde
koruyucusu idi, bahçevanlar. Her bahçevan, elinde makası ile gül ağaçlarının
yetiştirilmesine özenle bakar ve bu özenin karşılığında renkahenk güllerin
yetiştirildiğini gördüğü zaman, duyduğu haz ve yaşadığı coşku ile emek vermenin
karşılığını alıyor, harcanan ömre ve zamana acımıyordu. Çünkü emeğinin karşılığını
alan bahçevan, yetiştirdiği güllerle ustalığının derecesini çevresine ilan ediyordu.
Toprağa düşen fidan, zaman içinde serencamını yaşarken, renkahenk güllerin
verileceği zamana kadar, koruyucusu olan bahçevanın elerlinde bir bebek misali
özenle yetiştiriliyor, sıcağa ve soğuğa karşı alınan tedbirlerle bahçevanın göz nuru
el emeği sayesinde insan derecesinde hususî ihtimamla varlığının esas sebebinin
bilincinde kendisine harcanan zamanı ve emeği boşa çıkartmıyordu. Zamanla bahçelerdeki ağaçlarla beraber güller de söktürüldü, yerine betonarme
binalar dikilmek üzere. Toprak, köklerini bağrına aldığı ağaçlardan kopmak istemese
de kullanılan zor, direngenliğin ölçüsünü kırıyordu. Bahçeler bir bir yaşanan
hatıraların merkezi olmaktan çıkarak, birer çok tabakalı evlere, apartman dairelerine
dönüştü. Bahçeler, birer maket şeklinde yaşatılmak istense bile ihtiyaçlar arttığı için
ya araba parkına ya da topraktan haz etmeyenler tarafından betonlaştırıldı, etrafı
demir aksamlarla çevrelendi. Gül Yetiştiren Adamlar, şehirde olmanın insan benliğini yaralayan oluşumlar
karşısında çözümü balkonlarda saksılarda gül yetiştirmekte buldular, en azından.
Gül, toprağa olan hasretinden saksılarda istenileni vermeyince, esaret kabul edince
saksıdaki duruşunu, Gül Yetiştiren Adamlar kınandı, zaman içinde.
Onlar, yaşlansa da bu davranışlarını gelenekten kaynaklanan alışkanlık ve
gereklilikle sürdürdü. Çocukları ihtiyaçtan bahçeleri betonlaştırdıklarını ifade
ederek kendi vicdanlarını rahatlatmak isterken Gül Yetiştiren Adamlar, gözyaşlarını
saksılardaki sıska güllerin fazla kokmayan, kokusunu kaybetmiş yapraklarına
dökmeye devam etti. Torunlarına bunu aşılamak isteyen Gül Yetiştiren Adamlar,
saksı ile buluşmaktan yorgun düşen güllerin bir bir solduklarını gördü, yaşlı gözlerle. Saksılarda gül yetiştirme yerine kuşları kafeslerden azad etme halinin daha
mütenasip olduğunu bilenler saksılardaki gülleri toprak ile buluşturmaya ahd etti,
güller uzak topraklara zorunlu sürgüne tabiî tutuldu.
Balkonlarda gül yetiştiriciliği kalmadı, artık.
İnsanoğlu, toprağa çıplak ayakla basmaktan imtina etti.
190
Küçük çocuklar, her gün ağaçların gölgesi altında oyunlar oynamaz oldu.
İki ağaç arasında gerili, minderle desteklenmiş salıncaklarda uyumadı,
bebekler.
Cıvıldaşmadı kuşlar eskisi gibi, yeşillikler içinde.
Ne bir demet maydanoz ne bir deste nane ne de kokusu kopartılırken elden
kolay gitmeyen birkaç yeşilimsi domates… Bahçelere eskiden oluşan tufanlar gibi bir musibet gelmiş, toprağın altı ve üstü
değiştirilmişti. Hiçbir yeşile tahammül etmeyen anlayış, daha çok kazanma adına her
gördüğü yeri, bahçeyi apartmanlaştırmaya koyulmuştu. Önceleri şehirleşmede cazip gelen daire hayatı, sonradan tadı tuzu olmayan
bir yaşam dönüşünce balkonlarda oturup çay içemez hale geldi, insanlar. Merdiven
basamaklarını bile çıkmaktan acziyet içinde olanlar, asansörü kullanır oldu. Çoğunlukla pencereler bile açılmaz oldu, isin, kurumun ve tozun ev içine
dolmaması için. Balkonlar da gözden çıkarıldı. Evin mahremiyetine karşı olan
balkonlar, bir bir gözden çıkarıldı. Bir depo haline getirildi, öncelikle küçük
balkonlar. Sonrasında büyük balkonlar, misafir gelince oturulur, kullanılır hale geldi.
Bazen bahçede yaşananın canlandırılması yapılmak istense de boşunaydı,
çırpınışlar. Komşular, yakılan mangalın, yapılmak istenen yemeğin kokusundan
rahatsızlığını dile getirir, oldu. Ev içinde bile yüksek sesle konuşmalar yasaklandı,
aile fertlerince. Çocukların uslulaşması, ehilleşmesi sessizliklerine bağlandı. Ne denli
sessiz oturur ve konuşmazlarsa, hareketsiz dururlarsa mükâfatlandırıldı, mahalle
bakkalından alınan şekerlemeler ve bisküvilerle. Artık çocuklar bile yaşayamaz oldu
yaşlılarla birlikte. Apartman hayatı, gönüllü esaretin ismi haline dönüştürüldü. Yüz metre kare alanda küçücük odalarda yaşanan hayat, yeşilin ve toprağın
hayattan çekilmesiyle beraber bir cehennem hayatına dönüştü.
Bahçelerde güllerin yetiştiricileri unutuldu, bir bir. Akan suyun şırıltısı, yerini
madeni seslere bıraktı. Güller, saksılardan aforoz edilince yerini vazolarda yapmacık,
kokusuz, suya ihtiyaç duymayan plâstik çiçeklere-güllere bıraktı.
Hastaların başucuna bırakılan, alımlı, güzel görünüşlü güller kokmadığı
için, değer görmese bile, yeşile olan hasret dinmediği için, masalarda süs dekoruna
dönüştü, sunî güller. Göze hoş, ruha ıstırab veren güllerin aynı kalması, zamana
ihanet misali bir ibret vesikası gibiydi. Solan gülle hüzünlenen insan kalmadı,
ölümü hatırlayanlar azaldı. Solan gülün yapraklarına bakıp, hayatı bir film şeridi
gibi gözünün önünden geçirenler azaldı. Hatta güzel kokan güllerin verdiği şevkle
salavat getirenlerin çocukları, bu güzel hasleti unutuverdi. Kimi sebeplerden dolayı
gül suyu Evleri balkonsuz yapan mimarların alnından öpen Şairi hatırlarım… Bizim
191
evlerimizde kullanmak, hoş görülmedi, gül yağının çağrıştırdığı yan etkiler (!)
sebebiyle gül ile olan irtibatımız ortadan kalktı.
balkon yoktu, bahçeler vardı. Bahçelerde hane halkı istediği gibi rahat
ediyordu. Geyvenin gülleri yetiştirilmiyor, artık bahçelerde. Ne kan kırmızı kadife
güller ne Muhammedî güller. Ne bir çimen ne bir yeşillik!...
Hekimler, artık yaşlılara, çocuklara parklardaki yeşilliklerde oksijen solumayı
reçeteleştirir oldu. Ev içinde sıkılan insana, rahatlık verdirme adına duvarda
çerçevelerin, odada kanepelerin yerlerinin değiştirilmesi tavsiye edilir oldu,
psikologlar tarafından. Yılda bir beş-on gün bile olsa tatile çıkma tavsiye edilir oldu.
Şehirde has ekmeğe talim edenlere, kepekli köy ekmeği tavsiye edilir oldu. Baldan uzak düşenler, pekmezi tanımazken, şerbete yabancı olanlar, hazır içecekler
tüketmeye başladı. Yoğurdun bile makinelerde işleme tabiî tutulduğu şehirde insan,
ayranı bile hazırlamaya üşenir oldu, hazır ayran içer duruma geldi.
Gül şerbetlerinin tadı, reçellerinin kokusu, gül sularının ve özellikle yağlarının
baş döndüren mutluluk hissi yerini kimyevî maddelere bırakalı, hastalıkların önü
alınmaz oldu, tetikleyen sebeplerle.
Ekmekler bozuldu, sular kirlendi, çevre yeşilliğinden eser görülmüyor, insanlar
aynı tornadan çıkmış robotlara dönüşeli, emekli olanlar çareyi geçmişe dönmekte
arar gibidir. Köye gidişe hazırlanan ruh, rahatlıktan elini çekmek istemeyince iç
çatışmalar başladı, beraberinde.
Gül Yetiştiren Adamlar, Mimarîde Balkona Düşman Mimarlar ve Toprağa
Hasret Güller!...
Gül işlemeli mendili koynunda saklayan da kalmadı, günümüzde. Ne
kanaviçeye ne etamine işlenir oldu, gül. Şairler bile şiirlerinde güle methiye dizemez
oldu.
Bülbülden bahsetmediğimizin farkında mısınız? Onu da bir başka yazıda gülle
bülbülün sohbeti olarak ele alalım. Ben de alnından öpmek istiyorum, evleri balkonsuz yapan mimarların. Ben
de Geyvenin Gülleri’ni elime almak isterim. Ben de akşamüstleri batan güneşin
güle verdiği ihtişamı görmek isterim. Mutassıl kanayan güllere bakıp, eteklerinde
güneş rengi bir yığın yaprak bırakan biri olarak, ağır ağır çıktığım merdivenin son
basamağında ağlarken güle hasret çektiğim bilinmelidir.
Gül Yüzlü İnsanlar azalınca gülden bahsetmek zorlaştı. Şair şiir bahçesine
gülle girerken dirilişten esintiler, ruhumuzda bir iz bırakacak mı? Ben bahçemdeki gülleri istiyorum, kokusuz, renkahenksiz gülleri değil. Bunca zamandır hayatımızda olmayan bahçe ve gül motifi, bundan sonra
şehirleşmede zorunlu olarak yerini alırken bizi bahçesiz ve gülsüz bırakanlar suçlu
görülmeyecek mi? 192
Onların yargılanarak birer bahçe yapma cezasına çarptırılmalarını ve her
bahçede de en azından yirmi gül çeşidi dikmelerini istiyorum. -Bayım siz kendinizde misiniz? Hasta iseniz bir ambulans çağıralım.
Yaşlı adam, göz yaşını silerek, önündeki gence baktı:
-Hayır evladım, hasta değilim.
Genç, anlayamadı söyleneni:
-Fakat ağlıyorsunuz?
Yaşlı adam, gözyaşını silerek başını kaldırdı, gence bakarak:
-Evladım, bir zaman burası bahçelik idi, güllerle kaplı idi, her alan…
Genç, sormadan kendisi konuşmaya devam etti:
-Buralarda geçen çocukluğumu hatırladım… Bahçede birçok yemiş ağacı
vardı. Şimdi bir şey kalmamış.
Genç, sormadan edemedi:
-Kim sattı, bu bahçeyi, kim bu beton mezarları diktirdi, Beyefendi?
Yaşlı Adam, ayağa kalkmaya çabaladı, banktan kalkamadı:
-Ben yaptım evladım, ben!... Açıklama: Bu çalışma, ilk bölümü ile bir eleştiri, son bölümü ile eleştirinin
hikâyeye dönmüş halidir.
Gül ağacının toprağa kök saldığı ve bahçelerde renkahenk güllerin açıldığı
zamanların şahitliğinde yazan birisiyim. Güllerin kokularının varlıklarının tanıklığına
işaret ettiği çocukluk günlerimizde, reçelinden suyuna ilacından dermanına kadar
olanı ve biteni yaşayan ve araştıran birisiyim. Yazdıklarımız belki okura geçmişe hasret satırlar olarak algılanabilirse de
işin özünde bunun var olduğunu inkâra kalkışmanın beyhude bir uğraş olduğunu
belirtmekle beraber, yazının maksadının sadece bu olmadığını ifade etmek isteriz.
Kaynak: www.tyb.org.tr 193
Nefsimle Söyleşiler-II
Ömrün en güzel yıllarını yolunda harcadığım, yaşlılığın hayata acı veren
senelerinde sensizliğe tahammülüm söz konusu değilken, sınır tanımaz hasretin
tek kalmışlığında tutunacak dal ararken, var olmanın insan ruhuna vermiş olduğu
huzuru dünya yaşamında çekemeyenlerin sıkıntı üstüne sıkıntı, eza üstüne eza ile
beni karşılaştırma istekleri karşısında gönlüm dalında açan güllerin kokusunun
letafetiyle her şeyi bana unutturur oldu. Ne dem gül denilirse yâda düşen hatıraların eşlik ettiği benliğimde kimliğime
isim olan gül… Kimliğime isim oluşuyla gülden hazzetmeyenlerin gülü kopartmak
adına çırpınışlarına şehâdetim, belge istemezken her gülistanda bülbül olmak,
benim için bir vazifedir, omzumda taşıdığım yük misali mükellefiyet içindeyim, dile
getiremediğim hususlar karşısında.
Bülbül olma mecburiyetinde oluşu şart koşan zaman, bize taş yerine gül
atanların artık azaldığını göstermektedir. Taş atanların verdiği eziyeti unutmak için
gülün hayali yeterdir, doktorun derde derman niyetine verdiği ilaçlar yerine. O hayal
eksilmesin yeter ki hayallerimizi süsleyip, bizi bu hayallere kavuştursun. Gül için bilirim birçok kimse, eşhas kalemi eline alırken, ben kurak-çorak
bırakılmak istenen gönül coğrafyamda gönülden damıtılanla yetiştirmek istediğim
güllerin devrana vereceği ruhu ser-hoş eden ıtır karşısında kendi halimden
memnuniyet duymaktayım, bir bakıma. Katlanılan sıkıntılar karşısında o gül devrini hatırlatmak için, içinde
bulunduğum çırpınışları, bulunmak mecburiyetinde olduğumuz acıları başka bir
nesle devretmektense onlara gül bahçeleri içinde bülbül olmayı miras bırakmak daha
güzel ve latif davranış olmaz mı? Ey nefsim!.. Hayata bakarken ne acılar çeken ruhuma eşlik etmede kusursuz
davranan sen, bazen halinden şikâyet etmektesin ki bir bak etrafına ve seyre daldığın
âlemde hayallerini gerçekleştirmek için candan, canandan vazgeçen kaç kişi
görmektesin? Bırak bu dünya hayatını ve ebedî olandan yana taraf ol ki, dem gelince
sana sorulmaya hesaplar… Her dem hayalimi süsleyen, ruhumu tezyin eden güle karşı, kini, nefretini sanat
adına kusanların içinde bulundukları zûl duruma bir bak ve kendisi için elli-altmış
senelik bir dünya hayatı biçilenlerin geride bıraktıkları eserlerin onları kaç sene
yaşattıracaklarını düşün… Onlara Ömer Muhtar olmayı tavsiye edemezsin… Onlara
kalkıp bir başka sembol kişiyi tavsiye edemezsin…. Ellerinde bir başkalarından
miras kalan mühürle alnından damgalandığın zaman, alkış tutan ellerin sızlamayan
vicdanları, kendi rahatlarının bozulmasını istemeyecek, var oluşlarının devamlılığı
için kaç insanın ölümü olursa olsun, bunun önemli olmadığını belirteceklerdir.
Ey Nefsim!... Güle tahammül edemeyenlerin çalı dikeni olan kişilikleri
karşısında dikenlerini saklamaktan aciz benlikleriyle gülün karşısında duruşlarına
bir baksana!...Kendisini sunî kokularla allandırıp pullayanların utanmazlığı o denli
194
ayyuka çıktı ki yükselmek adına her çırpınış daha da aşağılara inmeye sebep olurken,
karşılarında buna kananların pişmanlıkları da geçerli olamaz. Kolunu bu karanlık
dehlizde kalanlara kaptıranların, aydınlığa her çıkış isteklerine karşı dikilen sedlere
karşılık, merdivenler yasaklanmaktadır, sedleri aşmak için…
Kanayan bağrım, kan çanağına dönen gözlerim, hüzne yenilip her dem gözyaşı
ile bağrımda yumuşatmaya kalkıştığı yüz senelerin derdiyle iç içe iken, bize bizi
kırdırtmak emeli ile çırpınanların güle zarar vermek için en küçük girişimleri
bile ters tepmeye mahkûm kılacaktır, biline!... Bilirsin her ölüm, yeni bir dirilişin
habercisidir, gönlümüzde olan için.
Doğduğumuz topraklar, tarih içinde birçok kez el değiştirirken, değişmesini
istemediğimiz insan ve erdem için ortaya koyduğumuz tek ilkemiz,”Önce İnsan
Önce Erdem” biz eli kalem tutanlar yaşadıkça kendi özüyle ayakta kalacaktır.
Kendilerine efendi bulmakta zorlanmayanların her zamane insanını baş tacı
etmesine bir şey demekten uzak olan gönlüm, içinde açan sevda çiçeklerinin güle
imrenmesine tahammülsüzlük karşısında duaya iltica ederken, mültecî benliğimde
damarlarımda dolaşan kanın, isyankârlığına davetiye çıkartan olup bitenlere başka
nasıl bir tepki gösterir? Ne kadar yaşlansak da genç olan gönlümüz, her seher vakti yeniden sevda
şarkılarını terennüm etmeye başlar, gülle gelen medeniyetin vuslatı için… Kaç efendi gördük, kaç gül taklidine şahit oldu, gözlerimiz, zamanla unutulup
giden…
Bizim hayat menbaımız güle sevdalıydı, güle zarar vermeye niyetli kim varsa
sözümüz yeterliydi, onları kendilerine getirmeye. Bizi üzen gülden olup aslını
inkâr edenlerin tavrıdır. Devşirme fikirlerin asıl varken revaçta oluşu karşısında
hüzne aşina gönül, onların çaresizliğini görmüyor musun her dem, senin varlığını
kendilerinin yok oluşlarına sebep bilmelerini… İşte gül işte gülistan!... Kaç bülbül, hûn kokan terennümleriyle hasret
ırmağında yitip gitti, mirası bize kalmış.. Kaç bülbül, halâs için reddetti, altından
kafesleri? Zümrüde, elmasa, inci u mercana , her türlü mücevherata meyledenlerin
kafeslerinde kalmasına diyeceğimiz yoktur. Uçmayı unutmuş, kanatları kendisine
fazlalık gelen bülbülün gülzârdan nasıl haberi olur, olabilir? Sahi bahçevandan bahsetmeye zaman kalmadı, şimdilik.
Ey Nefsim!.. Diktiğin ağacın gölgesinin, verdiği yemişin adına kasem
olsun, kıyametin kopacağına bir saat kaldığını bilsem, o kutlu vecizenin muhatabı
bilmelisin kendini. Kalk ve gelen baharla bir gül fidesi dik, öncesi yılın güllerinin
etrafını düzenle, kurumuş dalları kes…
Ey Gül!... O kokunun hatırı içindir ne varsa!...Seni gönlümüze dikene selam
olsun!...
Kaynak: www.tyb.org.tr 195
GÜL VE PSİKOSOSYAL ETKİ
Remzi OTO*
İçinde yaşadığımız çevremizin; gelişimimiz, ruhsal yapımız ve kişiliğimiz
üzerinde önemli etkileri vardır.Başta gül olmak üzere, çiçek ve ağaçların, hem
kendilik algımız, hem çevre algımız hem de çevre ve diğer insanlarla (toplumla)
ilişkimizde etkileri yadsınamaz.Dünyaya geldikten itibaren algılamalarımz, beş
duyu organımızın beynimize gönderdiği ham maddelere bağlı olarak işler.Bu ham
maddeler içinde, farklı renk, koku, görünüm, dayanıklılık ve anlamı içinde “Gül”
önemli bir yer tutmaktadır.
Birey, Algı ve Gül
Kendimiz ve çevremizi tanımamız ve adlandırmamız için sürekli bir algılama
süreci yaşarız.İçinde bulunduğumuz yaş ve olgunluk düzeyimiz gereksinimlerimizi
belirlerken, yaşadığımız çevre bu gereksinimlerimizi gidermemiz için bize fırsatlar
sunar. J.Locke’ın ünlü “Tabula Rasa” (Boş Levha) örneğindeki gibi, birey -yalnızca
kalıtımla değil- çevreden edindiği izlenimlerle gelişir ve kendilik algısını oluşturur.
Bu çevre faktörleri, gelişim süreci içinde, her bireyin psikolojik haritasında bir şekilde
yer alır.Bireyin bir yerle ilgili kurduğu ilişkide, gördükleri, duydukları, dokundukları,
kokladıklları, tattıklarından ve bu uyaranların kendi iç etkileşimlerinden oluşan bir
algılama sözkonusudur.
Çevremizdeki hiçbir şey tek başına algılanamaz.Bu bağlamda çevremizin;
görünümleri, renkleri, kokuları vb. özellikleri ile haz veren uyaranlardan
oluşması, düşünce yapımızı, davranışlarımızı ve duygularımızı bu doğrultuda
biçimlendirecektir. Yenidoğan bir bebeğin annesini algılaması ve onu diğerlerinden
ayırt etmesi, annesinin kendisine haz veren kokusuyla başlar.Bu haz veren koku onun
(bebeğin), kendini güvende hissetmesini sağlar Bebekken annesinin “gül kokulu”
bağrında kendini güvende hisseden birey, gençlik döneminde sevgisinin sembolü
olarak “Gül”ü kullanmaya başlar.
İletişim ve Gül
Kültürel ögeler algılamalarda önemli etkiler oluşturur.Böylece algılamalarımız
ve duygular/ davranışlar/düşüncelerimiz arasında sembolik ilişkilendirmeler ve
geçişler oluşmaya başlar.Gül artık, sözsüz iletişimin önemli bir ögesidir.Sevgi,
özlem, şefkat, şükran vb. bir çok duygusal tepki, ”gül” ile ifade edilmeye başlanır..
*Dicle Ü.Tıp Fakültesi
Psikiyatri Anabilim Dalı-Diyarbakır
196
Bu bazan bir çerçevede,bazan bir halı ya da kilimin motiflerinde ya da saksıda yapay/
gerçek bir çok durumda karşımıza çıkmaya başlar.
Konuşma dilimizde bitki olarak “gül” ve davranış olarak “gül” “sesteş”tirler.
Ama gerçekte iki sözcük de, huzur, sevgi, mutluluk vb birçok olumlu duygudurumu
ifade etmesi bakımından “anlamdaş” da sayılır.Bunun en güzel örneği olarak,tasavvuf
edebiyatında peygamber efendimizin ismi zikredilmeden “Gül” ifadesi ile
tanımlanması,”Gül”e, inanç ve kültürel yaşam içinde ayrı bir önemin verilmesini
sağlamıştır.
Sağlık ve Gül
Gül, yalnızca insan ilişkilerinde güven ve hazzın sembolü olarak değil, aynı
zamanda psikiyatrik durumların tedavisinde de kullanılmaktadır. İbn-i Sina ve Biruni
gibi ünlü tıp bilginleri, gül esansı ve kokusunun, birçok hastalığı önleyici ve tedavi
edici olduğunu saptamış ve hastalar üzerinde uygulamışlardır.Evliya Çelebi(1611
- 1682),İstanbul Bayezit ve Amasya Bimarhanelerinde1 psikiyatrik hastaların
tedavisinin, müzik(ney), banyo, su sesi vb ortam düzenlenmeleri ile sazendeler ve
nazendeler” eşliğinde yapıldığını yazar.Burada gül yağı ve kokusunun önemli oranda
kullanılmakta olduğu bilinmektedir.Çevrede oluşturduğu görünüm, kokusu ve yağı
başta akıl hastalıkları olmak üzere bir çok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır.
Kent ve Gül
Kentlerdeki çevre düzenlemelerinde, gülün kullanım oranı ve çeşitliliği, o
kentin ve belediyesinin gelişmişlik kriterlerinden biri olmaya başlamıştır.Gününün
önemli bir bölümünü kapalı çalışma ortamlarında ve gerginlik içinde geçiren
bireylerin, çalışma saatleri dışındaki yaşam alanlarında, huzur veren, olumlu
çağrışımlar yaptıran ve sonuçta stresini azaltan ya da stresiyle başa çıkmasını
kolaylaştıran bir etken olarak farklı renk, farklı koku ve farklı görünümde “güller”,
kentlerin, parkların, hobi bahçelerinin düzenlenmesinde sıklıkla kullanılmaktadır.
SONUÇ
Gül;algılamadan, iletişime; edebiyattan günlük yaşama her alanda olumlu
izlenimler edindiren ve bireylerin yaşama bakışlarını olumlu yönde geliştiren önemli
bir çevresel faktördür.Başta psikiyatrik hastalıkların tedavisi olmak üzere,daha
sağlıklı bir yaşam için önemini korumayı sürdürmektedir.
1. Bimarhane :Osmanlı İmparatorluğu döneminde çoğu zaman cami ve medreselerin bitişiğinde yer
alan tedavi merkezleri.Ancak zamanla yalnızca akıl hastalarının bakıldığı,tedavilerinin yapıldığı yerlere dönüşmüşlerdir.
197
KAYNAKLAR
1995.
1. Morval J. (Çev: N. Bilgin,) Çevre Psikolojisine Giriş, Ege Ü. Basımevi,
2. Güvenç B. İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi,1994
3. Kağıtçıbaşı Ç. Sosyal Psikoloji, Evrim yayınevi, 1984.
4. Şerif M. Şerif C. Sosyal Psikolojiye Giriş (2 cilt),Sosyal Yayınları,1995
5. Güvenç B. İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi,1994
6. Bulut Y. Göktuğ T. H. : Sağlık Bulma Yönünde Çevresel Bir Etken Olarak
İyileştirme Bahçeleri. GOÜ Ziraat F. Derg. 2006, 23 (2), 9-15.
7. Altıntaş A. Gül İlaçların En Güzeli, Hayy kitap, İst. 2009,
198
TARIMDA AZOT KULLANIM ETKİNLİĞİNİN ÖNEMİ
Ferhat KIZILGEÇİ*
ÖZET
Sentetik gübrelerin aşırı kullanımı; toprak yapısının bozulmasına, çevre
kirliliğine, ürünlerde kalıntılara ve sızarak yeraltı sularına karışmasıyla doğal dengeye
zarar vermektedir. Azot bitkisel üretimde en fazla ihtiyaç duyulan ve verimi artıran en
önemli bitki besin elementidir. Azot kullanım etkinliği, uygulanan birim gübre azot’a
karşı elde edilen tane verimi şeklinde tanımlanmaktadır. Dünya’da tahıl üretimi için
azot kullanım etkinliği yaklaşık % 33’tür. Geriye kalan % 67 ise yıllık 159 milyar
dolarlık azot gübresindeki kayba denk gelmektedir. Aşırı azot uygulamalarında,
bitkinin gübreden aldığı azot oranı azalmakta ve yıkanmayla azot kaybı artmaktadır.
Bitkilerde; çeşit, gübrenin cinsi, uygulama zamanı ve miktarı, iklim, toprak yapısı,
sulama, münavebe, bitki büyüme düzenleyicileri gibi uygulamaların seçiminin ve
uygulamasının doğru yapılması N-kullanım etkinliğini artırmaktadır.
1. GİRİŞ:
Modern tarım tekniklerinde yüksek verim alma isteği aşırı gübre kullanmayı
teşvik etmektedir. Modern tarıma dayalı uygulamalarda, yüksek oranda verim
artışı sağlanırken, maliyet ve çevre kirliliği de giderek artmaktadır. Bunun yanında
sentetik ve kimyasal gübreler doğal dengenin bozulmasına, ürünlerde kalıntılara
neden olmaktadır (1, 2). Ayrıca aşırı gübre kullanımı, koruyucu toprak tabakasının
da terkine neden olmaktadır. Bu nedenlerden dolayı günümüzde doğal dengeyi
bozmayan, çevre kirliliğini asgariye indiren, toprak tuzlulaşmasını azaltan, insan
ve hayvan sağlığına zararlı olmayan tarım sistemlerine yönelinmiştir (2, 3). Son
yıllarda güncel bir konu olan çevre kirliliği ve ekonomik nedenlerden dolayı azotun
kontrollü kullanılmasının zorunlu olduğu ifade edilmektedir. Fazla azot kullanımı
üreticiye önemli maddi yük getirmektedir. Ayrıca kullanılan azotun fazlası sulama
suyu ile yıkanarak, taban suyuna ve oradanda içme suyu olarak kullanılan kuyu ve
kaynak sularına karışabilmektedir. Buda insan ve hayvan sağlığı yönünden sakıncalar
oluşturmaktadır ( 3).
Yoğun tarım bölgelerden alınan içme suyu örneklerinde yapılan nitrat analizi
sonucunda 125 ppm NO3 (28 ppm N) saptanmıştır. Bu rakam Dünya Sağlık
Örgütünün kabul ettiği sınır olan 45 ppm NO3’la karşılaştırıldığında azotlu
gübrelerin çevreye verdiği zararlarını önemi daha da belirginleşmektedir (4).
*Bismil İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, DİYARBAKIR
199
Yüksek dozda kullanılan azotlu gübreler yaprakları kullanılan bitkilerde
nitrat ve nitrit birikimine yol açmaktadır. Bu bitkiler tüketildiğinde, içerdikleri nitrat
insan bünyesinde nitrozaminlere dönüşerek kanserojen etki yapmaktadır (5). Tarla
koşulları altında bir vejetasyon süresinde bitkiye verilen azotun kaldırılma oranı %
30-80 arasında değişmekte olup, geriye kalan miktarı mineral azot formunda toprak
profilinde kaybolup, yeraltı suyunda biriktiği yada N2O formunda atmosfere karıştığı
bildirilmektedir (3, 6). Yapılan çalışmalarda, bitkiye bir yetişme dönemi boyunca
uygulanan azotun yaklaşık % 50’ sini kullanmakta, % 25’i toprakta birikmekte ve %
25’i ise toprağa sızarak kaybolmaktadır (7). Ancak uygulanan azotun ne kadarının
taban suyuna karıştığını ve ne kadarının atmosfere yayıldığını tam olarak saptamak
zordur.
2. AZOTUN BİTKİLER İÇİN ÖNEMİ
Azot bitkisel üretimde noksanlığı en sık görülen ve en çok gereksinim duyulan,
aynı zamanda verimi artırıcı en önemli girdi olarak kullanılan bitki besin elementidir.
Bitkilerin yaşamsal faaliyetleri bakımdan önemli bir besin olan azotun toprakta
bulunan miktarı yapay yollarla düzenlenebilmektedir. Azot bitkilerin bileşiminde
genellikle % 1-5 oranlarında bulunur (7, 8). Bitkilerde verim, çeşitlerin genetik
potansiyeline bağlı olmakla birlikte, ekim sıklığı ve azot miktarı gibi faktörlerde
bu potansiyelin artırılmasında önemli rol oynamaktadır (9). Ayrıca toprak yapısı,
sıcaklık ve yağış gibi temel iklim faktörleri de, topraktaki bitki besin elementlerinin
yarayışlılığını, alımını ve kullanımını etkilediği bilinmektedir (10). Bitkilerde,
ekimden 2-6 hafta sonraki süre içinde N noksanlığı verim potansiyeli olumsuz
etkileyebilmektedir (8). Azot bitkinin fizyolojik özelliklerini iyileştirerek yaprak
alan indeksi ve net asimilasyon gibi değerleri de artırmakta ve bütün aminoasit ve
proteinlerin temel yapıtaşını oluşturmaktadır.
3. AZOT KULLANIM ETKİNLİĞİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM
Bitkilerde birim alanda üretilen kuru madde miktarı, topraktan yeterli
miktarda N, P ve K almasına bağlıdır. Önemli bir besin elementi olan azot bitkilerin
gübrelemesinde ilk sırayı almaktadır. Bitkinin azottan yararlanmasını toprak tekstürü,
toprak nemi, toprak profilinden yıkanması, organik madde içeriği, diğer bitki besin
elementlerinin toprakta bulunma miktarı vb. etkilemektedir.
Bitkilerce birinci derecede nitrat formunda alınan azot, daha az oranlarda
amonyum formunda alınabilmektedir. Nemli, ılık ve iyi havalanabilen topraklarda
azot bileşiklerinin çoğu nitrat formunda bulunur. Toprakta çoğunlukla bulunan bu
iki azot formu, bitki köklerine kütle akımı ve yayılma düzenekleri ile taşınır (11, 12).
Azot kullanım etkinliği, uygulanan birim gübre N’unun hasat döneminde
yüzde olarak geri alımı şeklinde tanımlanmaktadır (13). Farklı miktarlarda azot
uygula ması, toplam ürün miktarını ve bitkinin azot alımını etkilemektedir (14).
200
Artan azot dozlarında yetiştirilen mısır bitkilerinde genellikle bitkide koçan
sayısının ve koçan veriminin arttığı, ancak bu artışın çeşitlere göre değiştiği
saptanmıştır. Genotipler arasında görülen bu farklılığın, ortamdaki azotun bazı
çeşitler tarafından daha etkili kullanılmasından kaynaklanabileceği araştırmalarla
tespit edilmiştir. Buna karşın, azot dozunun artışına paralel olarak azottan yararlanma
randımanının azaldığı da ifade edilmektedir. Bitki tür ve çeşitlerinin gübreden farklı
yararlanma kapasitelerinin olması nedeniyle, adaptasyon kombinasyonu ve verim
stabilitesi yüksek, uygulanan gübreyi daha iyi ve etkin kullanan çeşitlerin tespit
edilmesi önemlidir. Çeşitler arasındaki azot kullanım etkinliğindeki farklılıklar
özellikle düşük azot uygulaması altında çiçeklenmeden önce biriken azotun
kullanımındaki varyasyondan kaynaklandığını tespit edilmişlerdir. Çiçeklenmeden
hemen sonra N asimilasyonu yüksek verim ve yüksek AKE için gereklidir. yüksek
hasat indeksine ve düşük sap verimine sahip buğday çeşitlerinin AKE daha yüksek
olduğunu tespit etmişlerdir. Tanede biriken azotun 2/3’ü döllenme öncesinde bitkinin
farklı organlarında depolanarak, döllenme sonrası taneye taşınmaktadır. Bu nedenle
yapılacak genotipik seçmelerde hem topraktan fazla miktarda azot alabilen hem de
bu azotun çoğunu taneye aktarabilen yani, azot hasat indeksi olarak ifade edilen
tanedeki azot miktarının toprak üstü kuru maddedeki azota oranının yüksek olduğu
genotipler üzerinde durmak gerekmektedir.
Geliştirilen yeni bitki çeşitleri topraktaki bitki besin maddelerini daha etkili
bir şekilde alıp bunu verimde göstermektedir. Bu çeşitler, bitki besin maddesi
noksanlığı veya fazlalığından ileri gelen toksitelere, kuraklık zararına ve bununla
birlikte ortaya çıkan problemlere karşı daha iyi tolerans gösterirler. Eğer geliştirilen
çeşidin gübre kullanma etkinliği iyi değilse yetişme döneminde tarlaya verilen
gübrenin bir kısmı yağan yağmur veya sulama suyu ile yıkanarak yeraltı ve yer üstü
su kaynaklarına kirletici olarak karışacak, diğer bir kısmı da gaz halinde buharlaşarak
atmosfere karışacaktır. Bu nedenlerden dolayı, doğal kaynakların üretim kapasitesini
artıran, sağlıklı gıda üretimini amaçlayan, çevre üzerindeki olumsuz etkilerini en aza
indiren ve üreticilerin yeterli düzeyde gelir elde etmelerini de kapsayan bir tarımsal
üretim şekli olarak tanımlanan sürdürülebilir tarımda azot kullanım etkinliği yüksek
çeşitlerin tespiti ve tarımsal üretimde kullanımı önem taşımaktadır.
4. BİTKİLERDE NEDEN AZOT KULLANIM ETKİNLİĞİ DÜŞÜKTÜR?
Uygulanan azotlu gübrelerin yüzey akışı ile kaybolan miktarı % 1 (15) ile %
13 (16) arasındadır, bu miktar sıfır sürüm koşullarında genellikle daha düşüktür. Üre
gübresinde azotun NH3 şeklinde kaybı % 40’ı aşmaktadır (17) ve genellikle toprak
sıcaklığın artması, toprak pH’sının yükselmesi ve yüzeyde birikimin artmasıyla bu
orandan daha düşük olmaktadır. Tahıllarda yapılan N15 denemelerinde azot gübre
kaybı % 20-50 arasında olduğu bildirilmiştir. Ancak bu miktar sulanan bitkilerde
artmaktadır. Yapılan azot gübreleme çalışmalarında bitki azot kaybı mısırda % 52 ile
%73’ü arasında (18), kışlık buğdayda ise bitkinin % 21 (19) ile %41 (20) arasında ol201
muştur. Soya fasulyesinden gaz halinde azot kaybı 45 kg/ha’dan fazla olduğu
tespit edilmiştir (21). Uygulanan azot gübresindeki gaz halinde alınan azotun
denitrifikasyonla kaybı, kışlık tahıllarda; % 9.5 (22), çeltikte % 10 (23) ve mısırda
% 10 ile % 22 arasında olduğu belirtilmiştir. Bu kayıpların nedeni denitrifikasyon,
buharlaşma ve/veya yıkanmanın kombine etkisine bağlanmaktadır.
5. AZOT KULLANIM ETKİNLİĞİ NASIL ARTIRILIR?
A.K.E = [(tane verimi) / (uygulanan toplam azot) - ( topraktaki mevcut
azot miktarı + yağışlarla gelen azot miktarı)]. Tahıllarda ortalama azot kullanım
etkinliği gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sırası ile % 42-29 dur. Günümüzde
dünya genelindeki tahıl üretimi için harcanan azot miktarının kullanım etkinliği %
1 artarsa, azot gübresi kullanımı giderlerinde 234.658.462 dolar tasarruf edileceği
öngörülmektedir (1). Bitkilerde azot kullanım etkinliğini artırma yolları aşağıda
özetlenmiştir.
5.1. Çeşit
Bitkilerin besin elementlerini alma yetenekleri genetik kontrol altında olduğu
bilinmektedir. Bitki besin elementi alımındaki farklılıklar değişik bitki türleri arasında
olduğu gibi aynı bitki türünün çeşitleri arasında da olmaktadır. Genotipler arasında
görülen bu farklılığın, ortamdaki besin elementlerinin bazı çeşitler tarafından daha
etkili kullanılmasından kaynaklanabileceği araştırmalarla tespit edilmiştir. Yapılan
bir çalışmada (24) aynı türün çeşitleri arasında azot kullanım etkinliği yönünden
farklılık görüldüğü bunun genetik yapı, kök morfolojisi ve kök uzunluğu ile iyon
değişim kapasitesinden farklılıktan kaynaklanmaktadır. Mısırda azot kullanım
etkinliği üzerine yapılan başka bir çalışmada, düşük azot dozu uygulamalarında, bazı
çeşitlerde yüksek N kullanım etkinliği görülürken, yüksek azot dozu uygulamasında
tüm çeşitlerin azot kullanım etkinliği daha düşük olmuştur (13, 25).
Bitki tür ve çeşitlerinin gübreden farklı yararlanma kapasitelerinin olması,
bir tür doğal ayıklama yöntemi olup, adaptasyon kombinasyonu ve verim stabilitesi
yüksek, uygulanan gübreyi daha iyi ve etkin kullanan çeşitlerin tespit edilmesi ve
tarımsal üretimde kullanılması sürdürülebilir tarım stratejisi içerisinde önemli yarar
sağlayacaktır.
5.2. Münavebe
Buğday-baklagil ekim sisteminde, buğday-nadas ya da buğday-buğday ekim
sistemine göre azot kullanım etkinliği daha yüksek olmaktadır (26). Yoğun tarım
sistemlerinde (bir yılda birden fazla ürün yetiştirilmesi) azot kullanım etkinliği
artmakta ve bu durum toplam ürün miktarında artışa dolayısıyla ekonomik olarak
avantajlı olmaktadır (27). Kuru tarım sistemleri azot kullanım etkinliği bakımından
yazlık arpa-mısır rotasyonu, kışlık buğday-nadas’ın yerine önerilmektedir (28).
202
Sulu tarım bölgelerinde yada yüksek yağış alan bölgelerdeki soya fasulyesi-mısır
münavebesi, tek ürün mısır yetiştiriciliği ile karşılaştırıldığında soya fasulyesi-mısır
ekim sisteminde azot kullanım etkinliğinin yükselmiş ve yıkanma ile kayıp olan azot
miktarı azalmıştır (29). Bu nedenle sulu tarım bölgelerinde azot klanlım etkinliğini
yükseltmek ve azotun kaybını önlemek için buğdaygil-baklagil ekim sistemine
ağırlık verilmelidir (30).
5.3. Azotun Uygulama Zamanı ve Şekli
Kışlık ekimlerde ekimle birlikte toprağa karıştırılan azot ile daha sonraki
döneminde uygulanan azot karşılaştırıldığında, geç dönemlerinde uygulanan
azot danedeki protein oranının arttığı ve azot kullanım etkinliğinin yükseldiği
bildirilmiştir (31). Yapılan bir çalışmalarda (32), çiçeklenme döneminde ürenin
yapraklara uygulanmasıyla buğdayda dane protein oranının % 4.4 yükseldiğini
tespit etmişlerdir. Buğdayda gelişme dönemine göre geç dönemlerde (sapa kalkma
ve çiçeklenme dönemi) yaprağa yada serpme olarak uygulanan azot ekimle birlikte
verilen azota nazaran azot kullanım etkinliğinin daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir.
Yapılan benzer çalışmalarda azotun çiçeklenme döneminde uygulanması ekimle
birlikte uygulanmasına göre azot kullanım etkinliğini % 55 ile % 80 oranında
artırdığını bildirilmiştir. azotun yapraktan püskürtme yoluyla uygulanması serpme
uygulamasına göre tanenin azot oranının yükseldiğini tespit etmişlerdir.
5.4. Sulama
Sulamanın azot kullanım etkinliğine etkisi; toprak yapısına, bitki türüne,
çeşide ve uygulanan azot miktarına göre değişmektedir. Kumlu topraklarda
uygulanan azottan daya iyi faydalanmak için gübrenin uygulama şekli (serpme,
banda ve yapraktan uygulama), uygulama zamanı ve uygun sulama çok önemlidir
(33). Mısır bitkisinde yapılan bir çalışmada sık sulamanın ışıklanmanın iyi olduğu
durumlarda N- kullanım etkinliğini yükselttiği, ancak uygulanan N miktarı düşük ise
mısırın azot ihtiyacı karşılanamadığından N-kullanım etkinliği düştüğü bildirilmiştir
(34). Gübrenin sulama suyuna karıştırılarak bitkiye verilmesi, toprağa uygulamaya
(toprakta yavaş çözündüğü için) nazaran azot kaybının daha az olduğunu belirtilmiştir
(35). Serin kuzey bölgelerde mısırda suyun besin maddelerinin kök bölgesinden
sızmayacak kadar uygun bir düzeyde olduğu zaman verim ve azot kullanım
etkinliğini artırdığı tespit edilmiştir (25). Farklı bitkilerde sulama suyuna gübre
ilave edilerek yürütülen çalışmalarda azot kayıplarının azaldığı, azot kullanımının,
tane verimini artırdığını ve gübrenin sızarak kaybının azaldığı bildirilmiştir (35).
Azotlu gübrenin bölerek her sulama suyuna ilave edilmesi ile gübrenin bitkinin kök
bölgesinden uzaklaşmasının önüne geçilecek ve gübre kullanım etkinliğinin artacağı
bildirilmiştir (25). Bitkide azot kullanım etkinliği genellikle su kullanım etkinliği ile
paralel olduğu bildirilmiştir (36).
203
5.5. Bitki Büyüme Düzenleyicileri
Bitkilerin gübre kullanım etkinliğini artırmak için, bitkinin hormonal denge ve
gelişim için besin madde absorpsiyonları büyük önem taşımaktadır. Yumrulu bitkiler
için gibberalik asit, Megiquant Klorit ve Trinexapak Etil uygulamaları ile önemli
derecede verimlerinin ve N kullanım etkinliğinin arttığı bildirilmiştir. Bitki büyüme
düzenleyicilerinin bitki gelişimi ve verilen azotun ürün tarafından fiske edilmesini
veya nodülasyon inoküle edilmiş bitkilerde bitki besin maddelerinin alınımını
arttırdığı tespit edilmiştir (37). Bu nedenle erken ve güçlü bir çıkış sağlayan ve
kök sistemini teşvik eden bazı tohum uygulamaları var olan besin maddesi alımını
artırmakta ve bitkinin azottan yararlanma kapasitesini artırmaktadır.
6. AZOT KAYIPLARININ AZALTILMASI İÇİN ALINMASI
GEREKEN ÖNLEMLER
Azot kullanım etkinliğinin artırılarak, kayıpların azaltılması için alınması gereken
önlemler;
1) Toprağa uygulanan azot derinlere doğru yıkandığı için aynı alanda sürekli
farklı kök sistemine sahip bitki türlerinin yetiştirilmesi
2) Sulama suyu kalitesi bitkilerin N kullanım etkinliğinin artırmaktadır bu
nedenle sulama suyu kalitesinin iyileştirilmesi
3) Bitki ile uyumlu sulama sistemlerinin geliştirilmesi
4) Tahıl-baklagil bitkilerinin rotasyonu ve birlikte ekim
5) Bitkiler için uygun gübreleme miktarını belirlemek için iyi bir toprak test
programı uygulanmalı
6) Uzaktan algılama yöntemi ile bitkilerin N isteklerini tayin etmek gibi yeni
teknolojilerin geliştirilmesi
7) Bitki isteğine göre azot uygulaması N-kullanım etkinliğini artırmaktadır.
8) Azotlu gübrelerin bölerek yada geç uygulanması olarak sıralanabilir.
7. SONUÇ:
Azotlu gübre kullanımını azaltabilecek önemli yöntemlerden biri, kök
bölgesindeki ön bitkiden kalan mineral azot miktarını gübrelemede göz önünde
bulundurmaktır. Bir önceki ekili olan üründen toprakta kalan N miktarı, gelecek
bitkiye ne kadar N uygulamak gerektiğini gösteren bir ölçüttür. Bitkilerde azot
tavsiyesi; iklime, çeşide, bitki türüne, ekim sistemine, ön bitkiye, toprak tipine,
ekim öncesi topraktaki mineral azot miktarına ve büyüme döneminde topraktaki
azot miktarı göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki yüksek
gübreleme verimi bir noktaya kadar artırmakla birlikte, optimum N dozunun
üzerindeki uygulamalarda, bitkinin gübreden aldığı N oranı azalmakta ve ihtiyaç
204
fazlası azot yıkanmayla kaybolmaktadır. Bitkinin besin elementlerinden etkin
olarak yararlanması; artan gübre fiyatları, dünya nüfusu ve çevre kirliliği dikkate
alındığında ne denli önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Konu üzerinde
çalışmaların devem ettirilmesi çevre kirliliği, insan sağlığı, ekonomik değer ve
sürdürülebilir tarım açısından büyük önem taşıdığı düşünülmektedir.
KAYNAKLAR
1. Keeney D. R. 1982; “Nitrogen Management For Maximum Efficiency and
Minumum Pollition”. Nitrogen in Agricultural Soils. Stevenson, F, J., 605-649.
2. Schröder J. J., Neteson J. J., Withhagen, J. C. M. and Noij I. G., 1998;
“Effect of Applicationon Agronomic and Enviromental Parameters in Silage Maize
Production on Sandy Soil”. Field Crops Research, Vol.58 (1) p: 55-67.
3. Hatipoğlu F., Alpaslan M. ve Güneş A., 1996. “Türkiyede Gübre
Kullanımı ve Çevre Üzerine Etkileri”. Tr. J. of Agriculture and Foresty (20)1-5.
4. WHO, 1993; “Guidelines for Drinking Water Quality”, 2nd edn. 1.
Recommendations, WHO, Geneva.
5. Ecetoc, 1988; “Nitrate and Drinking Water”. European Centre for
Ecotoxicology and Toxicology of Chemicals, (No: 27). Brussels.
6. Bock B. R., 1984; “Efficient Use of Nitrogen in Cropping Systems”. ASA,
Madison, WI, p: 273-295.
7. Nelson D. W., Huber D., and Frank K., 1992; “Nitrification Inhibitors
for Corn Production”. Crop Fertilization Iowa State University.
8. Jones C. A., 1985; “Grasses and Cereals: Growth, Development and Stress
Response”. John Wiley&Sons, Inc., New York.
9. Giray F. N. ve Ülger A. C., 1996; “Çukurova Koşullarında İkinci Ürün
Mısır Bitkisinde (Zea Mays L) Değişik Azot Dozları ve Sıra Üzeri Mesafenin Verim
ve Verim Unsurları Üzerine Etkisi”. Ç.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, Adana.
10. Ashhari M. and Hanson R. G., 1984; “ Influence, Climate and Previous
Crop Effect on Corn Yield and Grain –N”. Agron. J., 76: 536-542.
11. Miley W. N. and Maples R. L., 1988; “Cotton Nitrate Monitoring in
Arkansas”. Spec. Rep. Univ. ArkansasAgric. Exp. Stn., Fayetteville, AR.
205
12. Lafitte H. R. and Edmeades G. O., 1994; “Improvement for Tolerance
to Low Soil Nitrogen in Tropical Maize III. Variation in Yield Across Enviroments”.
Field Crops Res., Vol. 39, p: 27-38.
13. Moll R.H., Kamprath E. J. and Jackson W. A., 1982; “Analiysis and
Interpretation of Factors Which Contribute to Efficiency of Nitrogenutilization”.
Agronomy Jour. 74: 562-564.
14. Baligar V. C. and Barber S. A., 1979; “Genotipic Differences of Corn for
Nitrition Uptake”. Agron. J., 71: 870-873.
15. Blevins D. W., Wilkison D. H., Kelly B. P. and Silva S. R., 1996;
“Movement of Nitrate Fertilizer to Glacial Till and Runoff from a Claypan Soil”. J.
Environ. Qual. 25: 584–593.
16. Chichester F. W. and Richardson C. W., 1992; “Sediment and Nutrient
Loss from Clay Soils as Affected by Tillage”. J. Environ. Qual. 21: 587–590.
17. Fowler D. B. and Brydon J., 1989; “No-till Winter Wheat Productionon
the Canadian Prairies: Placement of Urea and Ammonium Nitrate Fertilizers”.
Agron. J., 81: 518–524.
18. Francis D. D., Schepers J. S. and Vigil, M. F., 1993; “Post-anthesis
Nitrogen Loss from Corn”. Agron. J., 85: 659–663.
19. Harper L. A., Sharpe R. R., Langdale G. W. and Giddens J. E., 1987;
“Nitrogen Cycling in a Wheat Crop: Soil, Plant and Aerial Nitrogen Transport.
Agron. J., 79: 965–973.
20. Daigger L. A., Sander D. H. and Peterson G. A., 1976; “Nitrogen
Content of Winter Wheat During Growth and Maturation. Agron. J., 68: 815–818.
21. Stutte C. A., Weiland R. T. and Blem A. R., 1979; “ Gaseous Nitrogen
Loss from Soybean Foliage. Agron. J., 71: 95–97.
22. Aulakh M. S., Rennie D. A. and Paul E. A., 1982; “Gaseous Nitrogen
Losses from Cropped and Summer Fallowed Soils. Can. J., Soil Sci. 62: 187–195.
23. De Data S. K., Buresh R. J., Samsom M. I., Obcemea W. N. and Real
J. G., 1991; “Direct Measurement of Ammonia and Denitrification Luxes from Urea
Applied to Rice. Soil Sci. Soc. Am. J., 55: 543-548.
24. Maizlish N. A., Fritton D. D. and Kendall W. A., 1980; “Root Morphology
and Early Development of Maize at Varying Levels of Nitrogen. Agron. J., 72: 2531.
25. Wienhold B. J., Trooien T. P. and Reichman G. A., 1995; “Yield and
Nitrogen Use Efficiency of Irrigated Corn in the Northern Dreat Plains. Agronomy
Journal, 87; 842-84.
206
26. Badaruddin M. and Meyer D. W., 1994; “Grain Legume Effects on Soil
Nitrogen, Grain Yield, and Nitrogen Nutrition of Wheat. Crop Sci. 34: 1304–1309.
27. Kolberg R. L., Kitchen N. R., Westfall D. G. and Peterson G. A., 1996;
“Cropping Intensity and Nitrogen Management Impact of Dryland No-Till Rotations
in The Semi-Arid Western Great Plains”. J. Prod. Agric. 9: 517–522.
28. Halvorson A. D. and Reule C. A., 1994; “Nitrogen Fertilizer RequireMents in an Annual Dry Land Cropping System”. Agron. J. 86: 315–318.
29. Huang W. Y., Shank D. and Hewitt T. I., 1996; “On-farm Costs of
Reducing Residual Nitrogen on Cropland Vulnerable to Nitrate Leaching. Rev.
Agric. Econ. 18: 325–339.
30. Anderson E. L., Kamprath E. J. and Moll R. H., 1984; “Nitrogen
Fertility Effects on Accumulation, Remobilization and Partitioning of Dry Matter in
Corn Genotypes Differing Prolificacy”. Agron.J. 76: 397-404.
31. Wuest S. B. and Cassman K. G., 1992a; “Fertilizer-nitrogen Use
Efficiency of Irrigated Wheat: I. Uptake Efficiency of Preplant Versus Late-Season
Application”. Agron. J. 84: 682–688.
32. Finney K. F., Meyer J. W., Smith F. W. and Fryer H. C., 1957; “Effect
of Foliar Spraying of Pawnee Wheat Withurea Solutions on Yield, Protein Content
and Protein Quality”. Agron. J. 49: 341–347.
33. Oberle S. L. and Keeney D. R., 1990; “Factors Influencing Corn Fertilizer
N Requirements in the Northern U.S”. Corn Belt. J. Prod. Agric. 3: 527–534.
34. Russell W. A. and Balko L. G., 1980; “Effects of Nitrogen Fertilizer on
Maize Inbred Lines and Hybrid Progeny. I. Prediction of Yield Response. Maydica
25: 65-79.
35. Freney J. R., 1997; “Strategies to Reduce Gaseous Emissions of Nitrogen
from Irrigated Agriculture. Nutr. Cycling Agroecosyst. 48: 155–160.
36. Eghball B. and Maranville J. W., 1991; ”Interactive Effects of Water and
Nitrogen Stresses on Nitrogenutilization Efficiency, Leaf Water Status and Yield of
Corn Genotypes”. Commun. Soil Sci. Plant Anal. 22: 1367–1382.
37. Akinrinde E. A. and Okeleye K. A., 2005; “Short and Long Term Effects
of Sparingly Soluble Phosphates on Crop Production In Two Contrasting Nigerian
Alfisols”. W. Afr. J. Appl. Ecol., 8: 141-150.
207
DİYARBAKIR TARIMINA YENİ UFUKLAR: Solucan Kompostu
Doç. Dr. İsmail GÜL *
Arş. Gör. Önder ALBAYRAK**
Özet
Diyarbakır ilinde tarımla uğraşan çiftçilere klasik ürünlerin yanı sıra, yeni ve
alternatif üretim alanları oluşturmak gerekmektedir. Solucan kompostu, kalıp çim
üretimi, fide, fidan ve süs bitkileri yetiştiriciliği, silaj paketleme gibi üretim konuları
alternatif konulardan bazılarıdır. Bu makale üreticilere ufuk açmak niyetiyle
komposttan ve özellikle solucan kompostundan bahsetmektedir.
Summary
Create new and alternative production area as well as classic crop is required
for farmers engaged in agriculture in Diyarbakır. Some of these alternative matter
vermicompost, the sod production, agriculture of seedling, ornamentals plants and
packing silage. In this article is mentioned compost and especially vermicompost
with the intention to open new prospeets for farmer.
Giriş:
Kompost, organik tarımın ana merkezidir. Gerçekte doğanın yolunu takibi
amaçlar, doğal bitki artıklarının dekomposizyonunu (ayrıştırılmasını) teşvik ederek
toprağı ıslah etmektedir. Kompost yapılacak maddeler sınırsızdır. Sonbaharda yere
düşen yapraklardan, sofra artıklarına kadar her şey kompost olarak kullanılabilir.
İlimizde bu amaçla; DİSKİ’nin ürettiği arıtma çamurları, hayvan dışkıları, semt
pazarı atıkları, tütün fabrikası atıkları, bitki atıkları değerlendirilebilir. Dünya
tarımında binlerce tonla ifade edilen solucan kompostu üretim değerleri ülkemizde
oldukça azdır.
Toprak; canlı organizmaların sığındıkları bir yuvadır. Bakteriler, funguslar,
böcekler ve solucanların milyonlarcasının yaşadıkları, beslenmeleri için organik
maddeleri kullanarak, onları bitkiler için faydalı hale dönüştürdükleri bir ortamdır.
Diğer taraftan kimyasallar, ihtiyaç duyulan faydalı mikroorganizmalara ve
toprak sakinlerine zarar vermeksizin, sadece zararlı böceklere ve hastalık yapan
organizmalara zarar vermek için sürekli toprağa ilave edilemezler.
Organik tarımcılar; uygun olan bütün organik maddeleri toprağa geri
vermelidirler. Bu durum hem malçlama ile, çürümeleri amacıyla toprak üzerine
sermeyle ve kompost yapımıyla olabilir. Bu anlamda çöpler bile kullanılmaktadır.
(*)(**) Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü
208
Organik metotların ilk öncüsü; Albert Howard’dır. Sir Albert; insanoğlu,
hayvanlar, toprak ve ürünler arasında yapılan doğal olmayan ayrıma üzüldüğünü ifade
etti. O, doğayı kompleks bir yapı olarak kabul etmekteydi ve yapılan araştırmaların
bütün olarak ele alınmasının gerekliliğine inanmaktaydı. 1900’lü yılların başında
Albert’inde içinde olduğu birçok araştırmalar yapıldı. Organik maddelerin toprağa
ilavesi ile daha sağlıklı ürünler elde edildi. 1940 Yılında J. I. Rodale, Albert Howard’ın
çalışmalarını okuyarak, Amerika’da organik tarımın duayeni oldu. Rodale üzerine
derin etkiler bırakan Albert’in öğretileriyle bir çiftlik satın aldı ve ailesi için organik
ürünler yetiştirdi. Organik bahçecilik ve tarım dergisini kurdu, daha sonra kar amacı
taşımayan ve tarımsal araştırmaları destekleyen bir kuruluş olan Toprak ve Sağlık
Kuruluşu’nu kurdu.
Bu konuda bir diğer prestij sahibi lider “Yaşayan Toprak” adlı kitabı ile İngiliz
Eve Balfour’dur. 1946 yılında İngiliz Toprak Kuruluşunun ilk başkanı oldu. Toprak
kuruluşu İngiltere’de organik metotlarla ilgili önemli araştırmalar yaptı. Dr. G.H.
Earf Thomas Amerika’da kompostun öncülüğünü yapmıştır.
Kompost, doğada sürekli devam eden yeniden inşa ve ölüm sürecinin bahçe
için yoğunlaştırılmış şeklidir. Yapraklar, biçilen çimler, otlar, dal ve sürgünler bir
yerde biriktirilerek, kompost yapılır ve tekrar humus olarak toprağa ilave edilir.
Kompost metotları şöyledir;
-içmekan metodu:
Sir Albert Howard’ın uyguladığı ilk organize kompost metodudur. Kapalı
alanda bulunan zemine kompost yapılacak materyalin bir tabaka halinde serilme
işlemidir. En alta 20 cm kalınlığında çiftlik gübresi serilir. Bu tabak üzerine ürün
atıkları, yapraklar, otlar gibi yeşil maddeler serilir. En üstte ise kireç taşı ve üst toprak
serpilir. Tabaka bu sırayla yaklaşık 4 metre olana kadar tekrarlanır.
Kompost yığını 6 hafta sonra karıştırılır ve yığının her tarafı hava ile temas
ettirilir. 3 ay sonra kompost tamamlanmış olur. -14 gün metodu :
Kompost yığınına katılacak bütün maddeler kıyılır. Yığının örtülmesi, 14
gün metodunun en önemli özelliğidir. Öğütme; kompostun yüzey alanını artırdığı
için mikroorganizmaların çoğalması hızlanır, kompost yığınının havası materyal
özelliğinden dolayı artar.
-Aneorobik metot:
Aneorobik metot havasız bir ortamda kompostun yapılması anlamına
gelmektedir. Birkaç bölümden oluşan kapalı konteynerde kompost yapılır. Aneorobik
metot iki dezavantaja sahiptir. Oksidasyon (CO2 ve organik azot tahrip olabilir) ve
bazı kıymetli sıvı atıklarının aşağıya sızarak komposttan uzaklaşmasıdır. Ancak
aneorabik kompostun son yıllarda plastik kaplarda yapılması bu sorunları azalttığı
bilinmektedir..
-Yatak tabaka metodu :
209
Sheet metodu da denilen yatak metodu, bahçe toprağını ıslah etmede sürekli
kullanılmakta olup, en çok avantajlı olan yöntemdir. Toprak üzerine taze olarak
gübre ve organik maddelerin yayılması işlemidir. Bitkilerin yetişmediği 1-2 ay
ara esnasında materyal serilerek çürütülmeye terk edilir. Çürüdüklerinde organik
maddeler toprağa faydalı hale dönerler. Çürümemiş materyale azot ilave edildiğinde
dekompoze işlemi tam olarak gerçekleşmiş olur.
Solucan kompostu diğer adıyla vermicompost,
-Solucan kompostu
Organik tarımcılar; solucanları faydalı ve kıymetli bir arkadaş olarak kabul
ederler. Büyük populasyonlu solucanlara sahip topraklar mineral maddelerce zengin,
yağmurun nüfuzu için yeterli boşluklu ve yeterli havaya sahiptir. Solucanları teşvik
etmek için kimyasal madde kullanımından kaçınmak gerekmektedir.
Solucan toprak verimliliğinin en önemli göstergesidir. Solucanlar toprağı yerler,
sindirime uğratırlar ve besin elementlerince uygun hale getirirler. Bağırsaklarından
geçirerek sindirdikleri toprakta, yedikleri topraktan daha fazla mineral madde
bulunmaktadır. Her bir solucan her 24 saatte ağırlıkları kadar toprak sindirirler.
Toprağın 2 metre altına kadar, oyuklar meydana getirerek, oluşan deliklerden hem
toprağın havalanmasında hem de toprağın geçirgenliğine yardım ederler. Solucanlar
oluşan sert toprak tabakasını da parçalarlar. Solucanların ölen vücutları toprak için
azot kaynağıdırlar. (dekar başına 112 kg dan daha fazla).
Kimyasal gübreler, solucanların toprakta yaşama şansını ortadan kaldırırlar.
DDT, toksopen, kireç, sülfür, merkürik klorür, arsenata yol açan kimyasallar
solucanlara zarar verirler. Toprağa organik madde ilavesi ile solucanların sadece
sayıları artmaz, aynı zamanda büyüklükleri de artar. Solucanların hibrit olarak
satışları da yapılmaktadır. Bu amaçla kullanılan bazı solucan türleri şu şekildedir.
Allolobophora chlorotica (Savigny) (Lumbricidae) Green worm
210
Amynthas corticis (Kinberg,)
(Megascolecidae)
Snake Worm, Crazy Worm, Black
Wriggler
Aporrectodea trapezoides (Dugés)
(Lumbricidae)
Southern Worm
Eisenia fetida (Savigny) (Lumbricidae)
Manure Worm, Compost Worm
Lumbricus terrestris L.
(Lumbricidae)
Nightcrawler
211
Lumbricus rubellus (Hoffmeister)
(Lumbricidae)
Red Marsh Worm, Red Wriggler
Kompost yapımında kullanılan solucanları, bir diğer kompostta kullanmak
istediğimizde, kürekle kompostun en üstüne vurduğumuzda, solucanlar kompostun
altına kaçarlar. Üst tabaka alındığında, altta biriken solucanları toplu halde yeni
kompost yerine taşımamız mümkün olur.
Kış aylarında solucan faaliyetleri neredeyse durur. Toprak donduğunda
solucanlar daha aşağılara hareket ederler. Koşullar uygunlaştığında faaliyetlerine
devam ederler.
Solucan metodu için kompost iç mekanda veya dışarıda bir çukurda veya kutuda
yapılır. Kutular iki metreden fazla olmamalı, genişliği ise ihtiyaca göre belirlenir.
Çukurların yine uzunluk ve genişliği komposta olan ihtiyaç belirler. Solucanlar
ışığı sevmediklerinden dolayı, ağaçtan bir kapak örtülür, yağmur yağdığında kapak
kaldırılmalıdır. Materyal ısındığında karıştırılmalı ve sulanmalıdır. Solucanlar
tutulabilir veya satın alınabilir. 1 metre kare için 1000 solucan yeterlidir. Komposta
katılacak maddelerin % 70’i organik materyal (yaprak, ot, çim), % 15 çiftlik gübresi
% 10-15 topraktan oluşturulmalıdır. Bu oran az çok değişebilir, kompost iki ay
içerisinde hazır olur.
Solucan kompostunun diğer kompostlardan en önemli farkı bitki için elverişli
olmayan besin elementlerini elverişli hale getirmesidir. Toprakta alkalilik, asitlilik,
kireç, mikroorganizma dengesizliği, tuzluluk gibi olumsuz etkilerin çözümü toprağa
organik madde ilave etmektir. Bu da kompost yapımıyla mümkündür. Son yıllarda
solucan kompostunun sıvılaştılmış şekli de ticari olarak satılmaktadır.
212
Kaynaklar
Aina P. Q. 1984. Contribution of earthworms to porosity and water infiltration
in a tropical soil under forest and long-term cultivation. Pedobiologia 26 (2): 131136.
Andersen C. 1980. The influence of farmyard manure and slurry on the
earthworm population (Lumbricidae) in arable soil. In: Dindal, D. L. (ed.). Soil
Biology as Related to Land Use Practices. EPA, Washington, DC. pp.325-335.
Barnes B. T., F. B. Ellis. 1979. Effects of different methods of cultivation and
direct drilling and disposal of straw residues on populations of earthworms. J Soil
Sci. 30:669-679.
Blake F., 1994. Organic Farming and Growing. Croowood Press, U. K
Bostrom U. 1986. The effect of soil compaction on earthworms (Lumbricidae)
in a heavy clay soil. Swedish J. Agric. Res. 16:137-141.
Bureau of Sport Fisheries and Wildlife. 1970. “Earthworms for bait.” U.S.
Fish and Wildlife Service, Division of Fish Hatcheries. Leaflet FL-23. (This leaflet
is being revised.)
Chadwick L. C. and K. Bradley. 1948. “An experimental study of the effects
of certain earthworms on crop production.” Proceedings Amer. Soc. for Horticulture
Science 51:552-62.
Douglas, D. E., and Gaddie R. E. 1975. “Earthworms for ecology and
profit.” Vol. I. Scientific earthworm farming Bookworm Publishing Co., P. O. Box
655, Ontario, CA 91761.
Loockeretz W., 1981. Organic Field Crop Production in The Midwestern
United States). Biological Husbandry, Oxford. U.K.
Lampkin N., 1997. Organic Farming. Farming Press, U.K.
Sönmez K., 1997. Toprak Koruyucu Madde Organik Madde. TEMA Vakfı
Faaliyet Dergisi,4:14, Sh: 48-49, Kaya Basım, İstanbul.
Stonehouse B., Biological Husbandry, a scientific approach to organic
farming. University of Broadford, Oxford. U.K.
213
HAYVANCILIĞIMIZIN MEVCUT DURUMU,
SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI
Murat Sedat BARAN*
Ülkemizin tabiat şartları ve arazi yapısı hayvancılığa elverişli olmakla beraber,
hayvan başına alınan verim oldukça düşüktür. Bunda populasyondaki kültür ırkı
ve melezlerinin oranının düşük olmasının yanı sıra yetiştiricilerimizin hayvancılık
konusunda yeterli bilgiye sahip olmamasının ve tesislerinin hayvancılık için teknik,
hijyenik şartlara uygun olmayışının büyük rolü vardır. Çiftlik hayvanlarından yüksek
verim almada verim potansiyeli yüksek hayvanların kullanılması yanında, bunların
rasyonel bir şekilde beslenmeleri de çok önemlidir.
Ülkemizde sürekli olarak kaliteli kaba yem sıkıntısı çekilmektedir. Bunun
başlıca nedenleri; çayır ve meralarımızın verimlerinin yıllardır süren aşırı ve
sürekli otlatmalar nedeniyle azalması ve ekilebilir tarım arazileri içinde kültür yem
bitkilerine (yonca, korunga, fiğ, burçak, sorgum otu vs). ayrılan payın hayvancılığı
gelişmiş ülkelerde %30 civarlarında olmasına karşın ülkemizde %3 gibi oldukça
az olmasıdır. Hayvancılığın modern yapıldığı ülkelerde çayır-meralarla hayvancılık
birlikte ele alınmaktadır.
GAP Bölgesinin hayvancılık potansiyelinin çok yüksek olmasına karşın, tarla
tarımı içerisinde yem bitkileri ekim oranı (yaklaşık % 0.3) Türkiye ortalamasının
çok altındadır. Bunun yanında aşırı otlatma nedeniyle bölge meralarının verimi
ve ot kalitesi oldukça düşüktür. Bölgede hayvansal üretimdeki temel sorun verim
düşüklüğüdür. Sığır yetiştiriciliği öncelikle yonca, sorgum, melez mısır, sudan
otu, hayvan pancarı, korunga, fiğ ve burçak gibi yem bitkilerinin bol miktarda
üretilmesine bağlıdır.
Çayır ve meralar ülkemizin ihmal edilemez en önemli doğal yem kaynaklarıdır.
Çiftçilerimizin 40 yıldır beklediği Mera Kanunu ve bu Kanunun uygulanmasını
sağlayacak olan Mera Yönetmeliğinin çıkması ülke hayvancılığımız açısından
oldukça sevindiricidir.
Bir ülkede hayvancılığı geliştirmek için kaliteli karma yem sorununun
da çözümlenmesi gerekir. Türkiye’de karma yem üretiminin büyük bir kısmını
gerçekleştiren yem sanayinde son yıllarda hızlı bir gelişme olmuştur. Fakat
bölgemizdeki karma yemlerin büyük bir kısmının kalitesi standart değerlerin
altındadır.
Türkiye’de toplam üretilen konsantre yem miktarı 4 milyon ton kadardır.
Bunun da yaklaşık 2.5 milyon tonu sığır ve koyun, 1.5 milyon tonu da kanatlı yemidir.
Ülke genelinde 10 milyon sığır olduğu düşünülürse sığır başına yılda yaklaşık 250 kg
konsantre yem düşmektedir. Bu değerler normal sınırların çok altındadır. Bunun yanı
sıra, karma yem kullanımının arzu edilen düzeye eriştiğini de söylemek mümkün değildir.
* Doç. Dr. Murat Sedat BARAN Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Zootekni ve Hayvan Besleme
Anabilim Dalı
E – posta: [email protected]
214
Kültür ırkı hayvanların mevcut genetik potansiyellerini kullanabilmeleri
için gerekli çevre koşullarından en önemlisi beslemedir. Hayvancılıkta bakım ve
beslemenin verim üzerindeki etkisi % 70 civarındadır. Özellikle süt hayvancılığında
kaliteli kaba yem kullanımı bir zorunluluktur. Büyük ve küçükbaş hayvanların
yıllık ihtiyacı olan yaklaşık 45 milyon ton kaliteli kaba yemin ancak 15 milyon
tonu üretilmekte geri kalan kaba yem ihtiyacı (30 milyon ton) ise (sap, saman)
bitkilerden karşılanmaktadır. Kaba yem olarak besleyici değeri çok düşük olan
saman hayvanların beslenmesinde tek başına yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
Saman çok az sindirildiği gibi diğer yemlerin sindirilmesini de azaltır. Yüksek
verimli hayvanlara saman verilmesi verimi (et, süt) olumsuz yönde etkilemektedir.
Ülkemizde ana yem maddesi olarak kullanılan saman Avrupa ülkelerinde genellikle
altlık olarak kullanılmaktadır.
Ülkemiz hayvan varlığı açısından Avrupa ve hatta Dünya ülkeleri arasında ön
sıralarda olmasına rağmen birim başına üretim bakımından yeterli düzeyde değildir.
Türkiye’de hayvan başına yıllık ortalama karkas verimi; sığırda 213.5 kg , koyunda
20.3 kg, manda da 170.5 kg’dır. Yıllık ortalama süt verimi ise; sığırda 2510 kg,
koyunda 48.5 kg manda da 956 kg kadardır.
Diyarbakır’da kültür ırkı ineklerin süt verimi ortalamasının (3887 kg) belirgin
bir biçimde yüksek olduğu, yerli ırkların ise Türkiye ortalamasının altında kaldığı
(1256 kg) ve bu nedenle Diyarbakır’da genel ortalamanın % 20 dolayında daha
düşük olduğu ortaya çıkmıştır. Diyarbakır’da toplam sığır karkası üretimi 9.504 ton
dolayında olup ortalama karkas verimi 207 kg kadardır.
Kültür ırkı sığır varlığının yaklaşık yarısı (% 53) Ege ve Marmara Bölgelerinde
bulunurken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizdeki sığır varlığının % 75
‘ten fazlasını yerli sığır ırkları oluşturmaktadır.
Gerek süt gerekse et üretimi amacıyla yapılan sığır yetiştiriciliğinde beslenme
tekniğine bağlı olarak görülen sorunları; rasyon hazırlama tekniğinin yeterince
bilinmemesi, samanın kaba yem olarak tek başına yaygın olarak kullanılması,
ineklerin kuru dönemde enerjice zengin rasyonla beslenmesi, rasyondaki ham
selüloz oranına dikkat edilmemesi, ineklerde doğum öncesi dönemde rasyonda fazla
miktarda kalsiyum bulunması, sürüde gözlenen beslenme hatalarının saptanamaması
ve gereksiz vitamin tüketimi şeklinde sıralayabiliriz.
Bölgemizde sığır ve koyun besiciliği ekonomik bir şekilde yapılmamaktadır.
Et üretimi bakımından geri kalışımızın başlıca nedenlerini; bölgemizde uygulanan
sığır besisinde verim gücü düşük, diğer bir ifadeyle besi performansı iyi olmayan
hayvanların büyük ölçüde kullanılmasında ve besi sığırlarına rasyonel bir besleme
yönteminin uygulanmamasında aramamız gerekir. Araştırmalar halk elinde yerli
ırk sığırlarla yapılan besilerde hayvanlardan günde 350-550 g arasında canlı ağırlık
artışı sağlandığını oysa gerek üniversite, gerekse araştırma kurumlarında aynı ırk
hayvanlarla yapılan besilerde günde 800-950 g canlı ağırlık artışı elde edildiğini
göstermektedir.
Sığır besiciliğinde iki önemli kriterin üzerinde durulması gerekir. Bunlardan
birincisi canlı ağırlık artışı diğeri ise yemden yararlanmadır. Bir besicinin bu
özellikleri bilmesi gerekmektedir. Çünkü bu iki kriter besiciliğin ekonomik şekilde
215
yapılmasında önemli rol oynar. Özellikle kesif yeme dayalı entansif beside yerli
ırkların yerine mümkün olduğu kadar kültür ırk ve melezleri besiye alınmalıdır.
Yerli ırkların besiye alınması durumunda ise Doğu Anadolu Kırmızısı (DAK)
danalar seçilmelidir. Besiye alınacak hayvanın büyüme dönemini tamamlamamış
olması başka bir ifade ile olgunluk çağına ulaşmamış olması gerekir. Aksi takdirde
besi ekonomik olmayacaktır. Kültür ırkı sığırlar için olgunluk çağı 1.5 yaş, yerli
sığırlar için ise 2.5-3 yaştır. Genç sığırlar tükettikleri yemi en ekonomik şekilde
değerlendirirler. Çünkü bu hayvanlar yedikleri yemin az bir bölümünü yaşama payı
için harcarlar, büyük bir bölümünü ise canlı ağırlık artışı için kullanırlar. Oysa yaşlı
sığırlar tükettikleri yemin çoğunu yaşama payına harcarlar.
Besiye alınan hayvanlardan sağlıklı olmak koşulu ile, kondüsyonu en düşük
olanlar en hızlı ve en ekonomik olarak canlı ağırlık kazanır. Düşük kondüsyonlu
hayvanlar tükettikleri yemin az bir bölümünü yaşama payına çoğunu ise canlı ağırlık
kazancı için harcarlar.
Besi süresince hayvanlara mümkün olduğu kadar aynı saatlerde yem
verilmelidir. Öte yandan verilen yemlerin miktar ve kalite bakımından da kontrol
edilmesi gerekmektedir. Besi sığırlarının besin maddelerinden birini veya enerjiyi
yetersiz düzeyde kapsayan rasyonlarla beslenmesi halinde hayvanlar gerek canlı
ağırlık artışı gerekse yemden yararlanma kabiliyeti bakımından istenilen düzeye
ulaşamazlar. Örneğin rasyonda protein yetersiz olduğunda birim canlı ağırlık artışı
için tüketilen yem miktarı artmaktadır.
Hayvanda geviş getirme ve tükürük salgısı gibi fizyolojik olayların normal
düzeyde olabilmesi verilecek kaba yeme bağlıdır. Kaba yemler hayvanlarda sindirim
sisteminin normal çalışması ve diğer yemlerin daha iyi değerlendirilmesi için
gereklidir. Kaba yemler hiç verilmez veya yetersiz miktarlarda verilirse hayvanda
mekanik doyum sağlanamayacağı için hayvan yem niteliği taşımayan maddeleri
yemek ister.
Hayvana verilecek kaba ve konsantre yem miktarı yemin kalitesine, hayvanın
yaşına ve yapılacak besi şekline göre değişiklik gösterir. Genç hayvanlarda büyüme
hızı fazla buna karşılık yem tüketim kapasitesi düşük olduğundan, bunlara sindirilme
derecesi yüksek kesif yemler daha fazla verilir. Kısa sürede fazla ağırlık artışının
beklendiği entansif besi yönteminde hayvanlara kesif yeme dayalı rasyonlar verilmeli
ve kaba yem sınırlı tutulmalıdır. Buna karşılık ekstansif beside kaba yem miktarı
artırılabilir. Besi sığırlarına canlı ağırlıklarının %0.5-1’i kadar kaba yem verilmesi
pratik bir yol olarak seçilebilir.
Hayvanlarda yem tüketimi kuru madde üzerinden belirtilir. Bunun nedeni
yemlerde bulunan su miktarının birbirinden farklı olmasıdır. Bu bakımdan yem
tüketimi hesaplanırken yemlerin kapsadığı kuru madde miktarları dikkate alınmalıdır.
Genç hayvanlar birim canlı ağırlık için yaşlılardan daha fazla yem tüketirler. Örneğin
3 ve daha yukarı yaştaki hayvanlar canlı ağırlıklarının %1.5-2’i kadar yem (kuru
madde) tüketirken, 2 yaşındakiler %2-2.5; 1 yaşındakiler %2.5-3 ve buzağılar %3.54’ü kadar yem tüketirler. Hayvanın tüketebileceği kuru madde içerisinde ihtiyacı
olan enerji ve diğer besin maddelerinin tam olarak bulundurulması gerekir. Aksi
halde optimum performans düzeyine ulaşılamaz. Protein eksikliğinde hayvanlarda
216
iştah azalır ve yemler gereği gibi değerlendirilemediğinden büyüme geriler. Fabrika
yemi veya süt yemi olarakta adlandırılan konsantre yemdeki ham protein miktarının
yaklaşık %16 olması istenilir.
Besi sığırlarının özellikle kalsiyum, fosfor ve sodyum gibi makro mineral
gereksinimleri karşılanmalıdır. Hayvanlara kaba yem olarak legüminözler (yonca,
korunga, tırfıl vb.) verilmezse rasyona dışardan kalsiyum kaynakları ilave edilmelidir.
Ani ve hızlı kesif yem alımıyla oluşan rumen asidozunun önüne geçmek için yeni
rasyona belli bir alıştırma döneminden sonra geçilmelidir.
Diyarbakır iline ait toplam sığır varlığı (yerli+melez); 2010 yılı kayıtlarına
göre 210.951 baştır. Diyarbakır iline ait süt ineklerinin 27.128’ ini kültür ırkı (%13),
67.088’ini melez ırk (%32), 116.735’ini yerli ırklar (%55) oluşturmaktadır. Türkiye
geneline kıyasla Diyarbakır’da kültür ırkı sığır ve melezlerinin payı da çok düşüktür.
Türkiye’de kültür ırkı sığır ve melezlerinin payı sırasıyla %33 ve % 41 dir.
Diyarbakır ilinde köyden kente yoğun bir göç yaşanmaktadır. Bu nedenle
köylerde genç nüfus azalmıştır ve yaşlı nüfus ta hayvancılığı terk etme eğilimindedir.
Salgın hayvan hastalıkları, kaçak hayvan kesimleri ve nakilleri önlenememektedir.
Barınaklar ilkel ve hijyen kurallarına aykırıdır. Üretici örgütleri çok zayıf ve edilgendir.
Hayvancılık işletmelerinde yem giderleri toplam maliyetin yaklaşık % 70 ‘ini
oluşturmaktadır. Yem sorunu nitelikli hayvan materyali ile birlikte ele alınması ve
çözümlenmesi gereken bir sorundur.
Uygun besleme yöntemleri ile Türkiye’de sığır varlığının büyük bir kısmını
oluşturan yerli ırklarımızdan yüksek et verimi alınarak üretim potansiyeli şimdikinin
çok üzerine çıkarılabilecektir. Hayvancılıkta öncelik verilmesi gereken şey, kaliteli
ve ucuz yem üretimini sağlamaktır.
Ülkemiz sığır populasyonundaki yüksek verimli kültür ırklarının ve
melezlerinin oranını artırmak, hayvan başına et ve süt üretimini yükseltmek, süt
sığırcılığı işletmelerinin devamlılığını sağlamak için ıslah çalışmalarına önem
verilmelidir. Ayrıca silaj (mısır, sorgum) ve kültür yem bitkisi kullanan sığırcılık
işletme sayısı arttırılmalıdır.
Çitçileri kooperatifleşmeye, şirketleşmeye teşvik etmek, bu suretle onlara
rekabet ve pazarlık gücü vermek şarttır. Küçük işletmelerin ülkemiz ekonomisinde
önemli birer varlık haline gelebilmesi için hayvancılıkla ilgili kooperatiflerin etkin
bir şekilde geliştirilmesi gerekmektedir.
Kayıtlı yetiştiricilik, eğitimli ve deneyimli işgücü mutlaka ve hızla
artırılmalıdır. Üretim maliyetleri, karı ve verimi azaltmayacak şekilde asgari
seviyelere düşürülmelidir. Barınak ve barındırma koşulları iyileştirilmelidir. Bölgede
yöresel farklılıkları dikkate alan üretim sistemleri geliştirilmelidir.
Bölgemizde son yıllarda verilen teşviklerle çok sayıda besicilik işletmesi
kurulmuştur. Fakat bugün bu işletmelerin büyük çoğunluğu boştur veya amacı
dışında kullanılmaktadır. Bu nedenle böyle teşviklerin gerçekten bu işi severek
yapacak çiftçilere verilmesi daha uygun olacaktır.
Besiye alınacak hayvanların besi öncesinde iç ve dış parazitlere karşı
ilaçlanması gerekir. Süt ve et sığırcılığında çok önemli ekonomik kayıplara neden
olan paraziter hastalıkların ortadan kaldırılmasına çalışılmalıdır. Koruyucu Veteriner
Hekimlik hizmetleri öncelikli kılınmalıdır.
217
GÜNEYDOĞU ANADOLUDA KÜÇÜKBAŞ YETİŞTİRİCİLİĞİNİN
MEVCUT DURUMU SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
H. Deniz ŞİRELİ*
1. GİRİŞ
Hayvancılık, bir taraftan toplumun hayvansal protein ihtiyacının karşılanmasını
sağlarken, diğer taraftan da bitkisel üretim yapısına, kırsal refahın gelişmesine ve
genel ekonomiye önemli katkılarda bulunur. Hayvancılık, gelişmişlik durumu ne
olursa olsun, tüm ülkeler için büyük önem arz etmektedir. İnsanlığın ilk çağlarında,
özellikle göçebelik dönemlerinde yapılan en önemli ekonomik faaliyet hayvancılık
olmuştur. Açlık-tokluk, iyi-kötü beslenme gibi insan odaklı konular günümüz dünya
siyasetini etkilemektedir. Aynı zamanda, hayvansal üretimden elde edilen ürünlerin
insan refahının temeli olduğu ifade edilmektedir.
Günümüzde hayvancılık, gelişmiş ülkelerde bir endüstri haline gelmiş,
ekonominin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bu durum, hayvancılığın ulusal
düzeyde geliştirilmesi gereken stratejik bir sektör olduğunu ortaya koymaktadır. Bu
çerçevede, hayvancılık sektörü, önümüzdeki dönemlerde de ekonomik yapıdaki ve
insan beslenmesindeki önemini artırarak sürdürecektir.
Türkiye ekonomisinde hayvancılık; artan nüfusun hayvansal protein ihtiyacının
karşılanması, bölgeler ve sektörler arası dengeli ve istikrarlı kalkınmanın sağlanması,
kalkınma finansmanının öz kaynaklara dayandırılması, doğrudan insan gıdası olarak
değerlendirilmeyen bitkisel ürünlerin ve artıklarının hayvanlara faydalı gıdalara
dönüştürülmesi, sanayiye hammadde sağlanması ve istihdama olan katkılarından
dolayı önemli bir sektördür. Türkiye’nin, özellikle ülke insanının yeterli ve dengeli
beslenebilmesi için, bu konudaki mevcut potansiyelini ve uyguladığı politikaları
iyi analiz etmesi ve sektörün sürdürebilirliğini sağlaması gerekmektedir. Ayrıca,
giderek liberalleşen dünya ticaretinde, hayvancılık sektörünün uluslararası rekabete
uyumunu sağlayacak politikalara yönelmesi büyük önem arz etmektedir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin hayvan varlığındaki değişimi, Türkiye’nin
genel tablosu ile benzer bir eğilim göstermesine rağmen; genel olarak Türkiye
ortalamasının üzerinde bir azalma gerçekleşmiştir. Bölge’nin ekonomik açıdan geri
kalmışlığı, hayvansal üretimin kapalı ekonomi içinde yer alması ve terör olayları
*Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
e-posta: [email protected]
218
sonucu meraların boşaltılmasıyla artan göçler hayvancılığın gelişmesini sınırlayan
önemli etkenlerdir. Ayrıca Bölge’de: hayvan ıslahı, bakım ve besleme, hayvan has
talıklarıyla mücadele, verim düşüklüğü, örgütlenme ve pazarlama, eğitim,
destekleme politikaları ve finansman kaynaklarına erişim alanlarında ciddi sorunlar
çözüm aramaktadır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki hayvancılık potansiyelinin akılcı plan,
strateji ve desteklemelerle geliştirilmesi gerekmektedir. Özellikle ticari hayvancılığın
geliştirilmesine yönelik bir dizi çalışmanın yapılması, Bölge’yi canlı hayvan,
hayvansal ürünler ve hayvan yeminde ihracatçı konumuna getirecektir.
Türkiye ekonomisinde hayvancılık; artan nüfusun hayvansal protein
ihtiyacının karşılaması, bölgeler ve sektörler arası dengeli kalkınma ve kalkınma
istikrarını sağlaması, sanayi ve hizmet sektörlerinde istihdam olanakları yaratarak
kırsal alanlarda İşsizlik sorununu azaltması ve gizli işsizliği önlemesi, göçü önlemesi,
kalkınma ve sanayileşme finansmanını öz kaynaklara dayandırması, doğrudan insan
gıdası olarak değerlendirilemeyen bitkisel ürünlerin ve artıklarının hayvanlara
faydalı gıdalara dönüştürmesi, sanayi için hammadde sağlaması, ihracatı artırması
açılarından önemli potansiyele sahip bir sektördür.
Türkiye’nin tarımsal üretimi içinde hayvancılık önemli bir yere sahiptir.
Türkiye’de hayvancılığın GSYİH’ya katkısı % 6 ve toplam tarımsal üretim içindeki
payı yıllara göre % 33-36 arasında değişmektedir.
Tarımda ileri ülkelerin çoğu, bitkisel üretimin önemli bir bölümünü hayvansal
üretimi artırmak için kullanmaktadırlar. Bu ülkelerde hayvancılığın tarımsal
üretimdeki payı daima % 50’nin üzerinde bulunmakta ve bu pay artmaya devam
etmektedir, örneğin: Fransa’da % 60, İngiltere ve Almanya’da % 70’e kadar
yükselmektedir (Akman ve Tatar, 2006: Faostat, 2006). Türkiye’nin geleneksel tarım
kültürü içinde bitkisel üretim birincil üretim faaliyeti durumunda olup, hayvansal
üretim tarımsal üretim değerinin % 25-30’unu oluşturmaktadır. Bu durumun birçok
önemli bir nedeni bulunmakla birlikte, temel nedeni Türkiye’de hayvancılığın
ticari bir faaliyet olarak algılanmamasıdır. Türkiye’deki mevcut işletmelerin büyük
çoğunluğu ekonomik işletmecilikten uzak, orta ölçekli veya aile işletmeciliği
tarzındadır. Bu işletmeler, daha yüksek verim için uygun çevre sağlamak yerine:
mevcut koşullara uyum sağlama çabası içerisindedirler. Verim kontrolleri ve kayıt
işlemleri yapılmadığından ıslah faaliyetleri ve üretim planları yapılamamaktadır.
Ayrıca işletmeler yeterli alet ve ekipmandan yoksundur.
Hayvansal ürünlerin üretim ve tüketim miktarları, günümüzde gelişmişliğin
bir ölçüsü olarak kullanılmaktadır. Türkiye, hayvan sayısı bakımından önemli bir
potansiyele sahip olmasına karşın; tüketilen hayvansal ürünler açısından gelişmiş
ülkelerle karşılaştırıldığında durum pek parlak görünmemektedir. Türkiye’de kişi
başına tüketilen et miktarı 19 kg/yıl, süt miktarı 170 litre/yıl, yumurta miktarı 120
adet/yıl dolayındadır. Gelişmiş ülkelerde bu değerler; et için 80 kg/yıl. süt için 350
219
litre/yıl, yumurta için 350 adet/yıl’dır. Türkiye’de kişi başına tüketilen hayvansal
ürünlerin düşüklüğü ve talebi karşılamak için hayvansal ithalata başvurulması
sektördeki yetersizliğin önemli göstergeleridir.
Hayvancılık için büyük bir potansiyele ve uygun iklim yapısına sahip olan
Türkiye’de, üreticiler yıllardan beri gelen alışkanlıkları gereği, kendi kendine
yeterliliği benimseyen kapalı sistem bir üretim modeli içerisinde, hayvansal
ürün ihtiyacını karşılama çabasında olmuşlardır. Son yıllarda ülkemizdeki tarım
sektöründe sadece hayvancılık yapan işletme oranı % 2,36, bitkisel ve hayvansal
üretimi birlikte yapan işletme oranı ise % 97,64 olarak tespit edilmiştir.
Özellikle AB’ye uyum ve rekabet gücünün artırılabilmesine yönelik olarak
hayvansal üretimin tarımsal üretim içindeki payının artırılması için gerekli alt
yapı ve mevzuat çalışmalarının yapılması gerektiği açık olarak görülmektedir. Bu
çerçevede, hayvancılık sektörü, önümüzdeki dönemlerde ülke ekonomisi ve insan
beslenmesindeki önemini artırarak sürdürecektir.
Türkiye’nin özellikle ülke insanının yeterli ve dengeli beslenebilmesi için.
hayvancılık alanındaki mevcut potansiyelini ve uyguladığı politikaları iyi analiz
etmesi ve sektörün sürdürebilirliğini sağlaması gerekmektedir. Ayrıca, giderek
liberalleşen dünya ticaretinde, hayvancılık sektörünün uluslararası rekabete uyumunu
sağlayacak politikalara yönelmesi büyük önem arz etmektedir.
2. GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE KEÇİ YETİŞTİRİCİLİĞİNİN
GENEL DURUMU
Türkiye tarımında keçi yetiştirme, değişik ekolojik ve sosyo - ekonomik
koşullara bağlı olarak farklı sistemler halinde şekillenmiştir. Bununla beraber
keçi yetiştiriciliği daha çok gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde yoğunluk
kazanmıştır. Bu nedenle keçi yetiştiriciliği genellikle çevre ve yetiştirme koşullarının
diğer çiftlik hayvanlarının yetiştirilmesine elverişsiz olduğu ülke, bölge ve yörelerde
yaygın olarak yapılmaktadır.
Keçi yetiştiriciliği, yetiştiricinin genellikle tek geçim kaynağıdır. Keçi
yetiştiriciliğinin tümüyle mera ve doğa koşullarına dayalı biçimde yürütüldüğü bu
bölgelerde yetiştiriciler ve sürüler göçebe veya yarı göçerdir. İnsanlar genellikle tüm
yaşam umut ve geleceklerini keçi sürülerine bağlamışlardır.
Ovalık alanlardan dağlık yörelere gidildikçe işletmelerin ekonomik güçleri
daha da azalmakta, hayvancılık bakımından doğaya bağımlılık artmaktadır. İşte
özellikle bu bölgelerde keçi yetiştiriciliği önem kazanmaktadır. Her türlü elverişsiz
yaşam koşullarının egemen olduğu bu bölgelerde yaşayan insanların en önemli
ve hatta çoğu kez tek geçim kaynağını keçi yetiştiriciliği oluşturmaktadır. Keçi
yetiştiriciliği özellikle çevre koşulları yetersiz bölgelerde yaşayan, sınırlı gelire sahip
halk kitlelerinin esas gelir ve besin kaynağını oluşturması bakımından büyük öneme
220
sahiptir. Bunun yanında çeşitli ülkelerde ticari keçicilik işletmeleri de mevcuttur. Keçi
yetiştiriciliği genellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke insanlarının geleneksel
ve vazgeçemedikleri bir hayvansal üretim alanı olarak bilinir. Oysa hayvancılığı
gelişmiş ülkeler de keçiye önem vermektedir. Bu ülkelerde keçiler üzerinde çok
sayıda ıslah çalışmaları yapılmış ve birçok sütçü keçi ırkı oluşturulmuştur.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi küçükbaş hayvan yetiştiriciliği, hayvan sayısı ve
üretim değeri bakımından önemli bir potansiyele sahiptir. Türkiye kıl keçi varlığının
% 19.4’ü ve tiftik keçisi varlığının ise % 7.3’ bu bölgede yetiştirilmektedir. Kıl keçisi
tüm Türkiye’de olduğu gibi Güneydoğu Anadolu Bölgesinin de hakim keçi ırkıdır.
Yine Türkiye’ nin en fazla süt veren yerli keçi ırkı olan Kilis keçisi de Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde Kilis ve Gaziantep yöresinde lokal olarak yetiştirilmektedir.
Bunun dışında Siirt, Batman ve Şırnak illerinde ise Tiftik keçisi (Ankara Keçisi)
yetiştiriciliği yapılmaktadır. Çizelge 1, 2, 3, 4’te Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ ne
ait keçi varlıkları, sağmal ve kesilen keçi sayıları, üretilen et, süt, deri, kıl ve tiftik
miktarlarının yıllara göre değişimleri verilmiş olup yıllar geçtikçe keçi sayılarında
düşüşler gözlenmektedir.
Çizelge 1. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi Keçi Varlığı
Değişimi (Baş).
2004
2005
2006
2007
2008
Kıl
Tiftik
Kıl
Tiftik
Kıl
Tiftik
Kıl
Tiftik
Kıl
Tiftik
Adıyaman
148.305
-
138.650
-
103.397
-
71.535
-
61.349
-
Batman
162.790
1.643
48.356
1.594
76.950
-
87.464
3.256
82.635
7.014
Diyarbakır
250.708
-
241.690
-
240.392
-
225.644
-
172.493
-
Gaziantep
165.625
-
152.883
-
152.988
-
131.992
-
121.782
-
Mardin
121.091
6.684
133.047
6.050
179.583
6.350
133.480
3.600
117.082
3.945
Siirt
128.800
8.550
128.983
8.750
136.800
9.690
138.581
10.807
148.800
6.050
Şanlıurfa
129.917
-
132.395
-
132.575
-
131.280
-
124.879
-
Şırnak
148.320
1400
172.709
1.100
195.953
-
204.027
-
184.976
-
Kilis
60.070
-
57.200
-
54.100
-
56.000
-
55.000
-
GAB
1.315.626
18.277
1.205.913
17.494
1.272.738
16.040
1.180.003
17.663
1.068.996
17.009
Türkiye
6 379 900
230037
6 284 498
232966
6 433 744
209550
6 095 292
191066
5 435 393
158168
Oranı
(%)
20
0.07
19
0.07
19
0.07
19
0.09
19
1
Kaynak :TUİK
221
Çizelge 2. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sağılan ve
Kesilen Keçi Sayıları (Baş).
2004
2005
Kesilen
Keçi
Sağılan
Keçi
Sağılan
Keçi
2006
Kesilen
Keçi
Sağılan
Keçi
2007
Kesilen
Keçi
Sağılan
Keçi
2008
Kesilen
Keçi
Sağılan
Keçi
Kesilen
Keçi
Adıyaman
45.990
23.057
43.172
26.257
31.423
11.144
22.341
33.631
20.227
20.492
Batman
17.283
12
16.298
17
19.298
19
29.876
33
16.111
26
Diyarbakır
90.441
11.876
86.982
4.371
85.509
18.743
74.841
9.810
44.109
3.814
Gaziantep
51.688
4.276
49.311
12.762
51.811
11.776
42.332
11.842
39.472
4.654
Mardin
9428
57
44.285
45
70.021
80
54.083
-
47.085
121
Siirt
21.114
202
20.233
9.531
26.245
8.825
28.650
13.106
25.683
3.163
Şanlıurfa
42.378
4.781
42.840
4.090
43.302
2..907
42.428
4.385
40.076
6.124
Şırnak
60.316
2.090
68.505
3.660
61.938
1.794
83.838
1.250
76.246
11.125
Kilis
27.325
9.862
26.279
2.641
24.998
3.860
25.827
7.200
25.409
1.829
GAB
365.963
81.257
397.905
63.374
414.545
56.241
404.216
81.257
334.418
51.348
Türkiye
2.476.574
570
512
2.426.993
688
704
2.420.642
803
063
2.263.629
1256348
1.997.689
767
522
Oran (%)
14
14
16
0.09
17
0.07
17
0.06
16
0.06
Kaynak :TUİK
Çizelge 3. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sağılan Süt
ve Kesilen Et (ton) Miktarı.
2004
2005
2006
2007
2008
Süt
Et
Süt
Et
Süt
Et
Süt
Et
Süt
Et
Adıyaman
5..335
431
5.008
435
3.645
196
2.591
610
2.352
345
Batman
1.464
0.204
1.472
0.289
1.814
0.361
2.898
0.627
1.733
0.416
Diyarbakır
9.496
145
9.133
55
8.978
252
7.558
162
4.631
76
Gaziantep
5.582
81
5..326
242
5.596
236
4.571
236
4.268
97
Mardin
4..344
1
4..540
1
7.697
2
6.123
-
5.368
2
Siirt
1.847
3
1..940
149
2.583
138
3.399
167
2.928
39
Şanlıurfa
4.492
85
4..541
68
4.590
64
4.497
75
4.248
78
Şırnak
6.230
22
7.157
39
6.503
21
8.802
18
8.005
151
Kilis
2.787
145
2.680
44
2.550
50
2.639
143
2.592
20
GAB
31.898
913
25.450
1.033
43.956
959
43.078
1.411
36.125
808
Türkiye
259.087
10
300
253.759
12 390
253.759
14 133
237.487
24 136
209.570
13
753
Oran (%)
12
0.08
10
0.08
17
0.06
18
0.05
17
0.05
Kaynak :TUİK
222
Çizelge 4. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ nde Deri (adet),
Kıl ve Tiftik (ton) Miktarları.
2004
2005
2006
2007
2008
Deri
Kıl
Tift
Deri
Kıl
Tif.
Deri
Kıl
Tif
Deri
Kıl
Tif
Deri
Kıl
Tift.
Adıyaman
24.530
54
-
27.980
50
-
12.100
37
-
-
26
-
21.343
22
-
Batman
12
16
3
17
16
2
19
23
-
-
30
3
26
23
7
Diyarbakır
12.904
107
-
4.685
104
-
80
102
-
-
92
-
4.501
68
-
Gaziantep
4.464
65
-
13.730
60
-
17
61
-
-
49
-
7.144
47
-
Mardin
57
38
7
45
40
5
80
60
5
-
45
3
1.782
40
3
Siirt
221
45
12
10.481
45
12
4.510
48
14
-
49
15
3.478
52
7
Şanlıurfa
5.181
53
-
4.424
54
-
3.146
54
-
-
54
-
6.681
51
-
1
65
4.026
61
1
1.973
69
-
-
76
-
12.237
69
-
Kilis
10.711
19
-
2.744
20
-
4.117
19
-
-
18
-
2.011
18
-
GAB Top.
62.544
398
87
68.132
450
20
26.042
473
19
-
439
21
59.203
390
17
Türkiye
595052
2715
304
719
675
2
654
302
841112
2728
274
1293280
2
536
237
802208
2238
194
Oran (%)
10
14
28
0.09
16
0.06
0.03
17
0.06
-
17
0.08
0.07
17
0.08
Şırnak
Kaynak :TUİK
Yukarıdaki çizelgelerde de görüldüğü gibi keçilerden elde edilen ürünler
toplam üretim içerisinde küçümsenemeyecek bir paya sahiptir. Ancak, elde edilen
ürünlerin nicelik ve nitelik bakımından istenilen düzeyde olduğu söylenemez.
Gerek keçilerin genetik yapıları, gerek bakım, besleme, yetiştirme ve pazarlama
koşullarının yetersizliğinden kaynaklanan bu durum hayvan başına düşen gelirin çok
az olmasına neden olmaktadır. Ancak keçi yetiştiriciliğinin Türkiye’deki durumu ve
yapısı göz önüne alındığında aile ve ülke ekonomisindeki önemli yerini daha uzun
süre koruyacağı kolayca anlaşılır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde keçi yetiştiriciliği genellikle küçük
işletmeler düzeyinde, ekstansif koşullarda ve daha çok dağlık ve engebeli arazilerde
yoğunlaşmıştır. Bölgede teke katımı Eylül - Ekim aylarında başlatılmakta ve serbest
aşım şeklinde uygulanmaktadır. Oğlaklar 2-2.5 aylık yaşta sütten kesilerek meraya
dayalı büyütmeye tabi tutulmaktadır. Keçi sütünün işlenmesi sonucunda elde edilen
yoğurt, peynir ve yağ gibi ürünlerin satışları yetiştiriciler için önemli bir gelir kaynağı
durumundadır.
Yapılması düşünülen projelerle, kırsal alanlarda sürdürülebilir gelir getirici
faaliyetlerin desteklenmesi ve çeşitlendirilmesi yoluyla yoksulluğun azaltılması ve
istihdam olanaklarının artırılması yüksek verimli ırklar kullanılarak, uygun
223
teknolojik müdahaleler yapılarak keçi yetiştiriciliğinin verim sorunu aşılacak,
pazarla doğrudan bağlantı kurulacak, üreticilerin eğitim ve bilgi ihtiyaçları, sürekli
olarak verilecek olan bir yayım sistemi ile karşılanacaktır.
GAP’ın devreye girmesi ve bitkisel üretim deseninin değişmesiyle beraber
mera alanlarında hissedilir bir daralma olacağı açıktır. Bunun sonucu olarak da
bölgede bitkisel üretim yapan işletmelerin üretim artıklarını değerlendiren ve
bağ-bahçe tarımı ile uğraşan küçük aile işletmecilik modeli gelişecektir. Aile
işletmeciliğinin esası ailenin süt ve kısmen de et ihtiyacının karşılanacağı ve üretim
fazlasının ise pazarlanması sonucunda aile gelirine ek gelir sağlayacak bir sistem
olmasıdır. Bu tür işletmelerde keçi sayısı 3-5 baş veya 8-10 başlık süt keçilerinden
oluşacaktır. GAB’ ne daha önce yapılan projeler ile kültür ırkı süt keçisi getirilmiş
olup halen az sayıda da olsa yetiştirici elinde mevcuttur. Fakat sıcak bölgelere
adaptasyon yeteneği oldukça iyi olan ve yüksek döl ve süt verimine sahip GAB’
de yetiştiriciliği yapılan Kilis keçisi bölge için en uygun süt keçi ırkı olacaktır. Bu
durum aynı zamanda Kilis keçilerinin gen kaynağı olarak korunmasında da etkili
olacaktır. Bu tip yetiştiricilikte keçilerin besin gereksinimleri genel olarak tarım
arazilerinin ekilmeyen alanlarının otlatılmasıyla ve aynı zamanda elden besleme
(yarı entansif sistem) ile sağlanmaktadır.
Yine GAB’ de yetiştiriciliği yapılmakta olan Kıl keçileri ve Tiftik keçilerinin
verimleri üzerinde de kayda değer ıslah çalışmalarının yapılmadığı, ıslah projesi
adı altında yürütülen çalışmaların ise kontrollerinin yapılmaması ve tüm yükün
yetiştiriciye yüklenmesi sonucunda çalışmaların sonuçsuz kalmasına neden
olmuştur. Yapılacak olan ıslah çalışmalarında en önemli unsur çalışmanın uzman
kişiler tarafından hazırlanan prototipe uygun şekilde yürütülmesi, kayıt tutulması ve
sürdürülebilir olmasıdır. Islah projelerinin beklide en önemli unsurunun sürdürülebilir
olması ve bir müddet sonra projenin kendi kendine yetebilmesi şarttır. Buda ancak
projeleri yürüten kişilerin konuyu iyi bilen uzman kişilerce yürütülmesi veya destek
alınması ile sağlanabilir.
GAB’de yetiştirilen Kıl keçisi tipleri belirlenerek bunların ıslahına
çalışılmalıdır. Yerli keçi ırklarımızdan gen kaynağı olabilecek olanların dışındakiler,
Sütçü keçi populasyonuna dönüştürülmelidir. Bunun için yurt dışından getirilecek
olan sütçü keçi ırkları Türkiye’nin değişik bölgelerindeki kamu işletmelerinde
adaptasyon, saf yetiştirme, genel kombinasyon yeteneği, genotip x çevre
interaksiyonu ve otlatma davranışları yönlerinden test edilerek, bölge şartlarına en
iyi uyum gösteren kombinasyonlar veya ırklar kıl keçisi ıslahında kullanılmalıdır.
GAB özellikle dağlık kesimlerde yetiştiriciliği yapılan Kıl keçilerinin ıslahı
için geliştirilecek melezleme programlarında sütçü keçi ırkına ait tekelerin bu
bölgelere gönderilmesi amaçlanmalıdır. Ayrıca öngörülen melezleme programı ile
birlikte Kıl keçi yetiştiricilerinin yem temini ile süt ve süt ürünlerinin pazarlama
gibi, sorunlarını çözecek organizasyonlar da geliştirmek gerekmektedir.
224
Kıl keçilerinin sütçü keçilere dönüştürülmesinde ve keçi – orman ilişkilerine
getirilecek düzenlemelerde ormanın yanında orman içi keçi yetiştiricilerinin de
kollanması gerekmektedir.
Keçi etinin sevilerek tüketildiği bölgelerde etçi tiplerin elde edilmesinde göz
önünde bulundurulmalıdır. Bu amaçla yurt dışından etçi keçi ırkları (Boer keçisi)
getirilerek melezleme çalışmaları yapılmalıdır.
Keçi etinin hak etmediği 2. Sınıf olarak algılanmasını ortadan kaldıracak
önlemler alınmalı bunun için keçi eti satışındaki kısıtlamalar kaldırılmalı, diğer
türlerin etleri ile karışık olarak bazı et ürünlerinde kullanılması özendirilmelidir.
Oğlak eti dış satımı teşvik edilip desteklenmelidir.
Keçi sütünden yapılan özel peynirlerin üretim tekniklerini uygulayan
peynir imalathaneleri desteklenmeli, elde edilen ürünlerin dış satımı sağlanmalı ve
desteklenmelidir.
Kıl keçilerinden elde edilen kıl değerlendirilmeli, el sanatları üretimi
teşvik edilmelidir. Yeni keçi tiplerinin oluşturulmasına yönelik çalışmalarda,
Üniversiteler ve kamu tarım işletmeleri devreye sokulmalıdır. Yayım çalışmaları
yaygınlaştırılmalıdır. Ayrıca bu çalışmalara Damızlıkçı Keçi Yetiştiriciler Birliği de
dahil edilmelidir.
2.1. KEÇİLERDE ISLAH İÇİN NELER YAPILMALI
2.1. 1. SÜT VERİMİNİN ISLAHI
Türkiye keçi populasyonunun büyük çoğunluğunu oluşturan kıl keçilerinin
ıslahı için iki önemli metot uygulanmalıdır. İlk olarak kıl keçilerinin ağırlıklı olarak
melez süt keçilerine dönüştürülmesi. Çünkü orman içi ve kenarı yetiştiricilerinin
başka çareleri yoktur. İkinci olarak ova ve yamaç yerlerde entansif nitelikte fakat
sürü olarak değil küçük aile yetiştiriciliği şeklinde küçük sürülerle süt keçiciliğinin
geliştirilmesi doğrultusunda olmalıdır.
Bu amaca yönelik olarak ilk aşamada Saanen, Alpin vb gibi yüksek süt
verimli kültür ırkı keçi ırklarının saf yetiştirme yaparak Çekirdek Damızlıkçı
İşletmeleri (Nucleus populasyonları) oluşturulmalıdır. Bu işletmelerden melezleme
yapılacak damızlıkçı işletmelere (Damızlık İstasyonları) gen aktarımı yapılmalıdır.
Damızlıkçı işletmelerde kalıcı melezleme proğramlarıyla yeni sütçü tipler
oluşturulmalıdır. Damızlıkçı işletmelerde oluşturulan yeni sütçü tipler ağırlıklı olarak
da erkek damızlıklar üretim işletmelerine (Hedef Yetiştiricilere) Kıl keçilerinin
melezlenmesinde kullanılmalıdır. Erkek materyal koşullara bağlı olarak test edilmiş
teke ve sperma (taze yada dondurulmuş) şekilde aktarılmalıdır.
Melez süt keçiciliği yanında Kilis ve Malta gibi yerli keçilerin ıslahında
seleksiyon ve melezleme etkinliklerinin de önemi unutulmamalıdır. Bu genotiplerin
melezleme ile ıslahında Saanen, Beyaz Alman ve Damascus ırkları kullanıla bilinir.
225
2. 1. 2. ET VERİMİNİN ISLAHI
Kıl keçilerinin ağırlıklı olarak sütçü melez tiplere dönüştürülmesi yanında,
yine melezlemeden yararlanılarak et veriminin artırılması için Boer ırkı ile
melezlenebilir. Bu çalışmalarda kullanma (ticari) melezlemesi uygulanabileceği gibi
çevirme veya tip geliştirmesi şeklinde yapılabilir.
2. 1. 3. TİFTİK VERİMİNİN ISLAHI
Tiftik keçilerinin ıslahı için sürekli olarak saf yetiştirme ve seleksiyon
yöntemleri uygulanmalıdır. Bu bağlamda ıslah etkinliğinin planlanması ulusal
düzeyde bir proje ile gerçekleştirilmelidir.
3. GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE
KOYUN YETİŞTİRİCİLİĞİNİN GENEL DURUMU
Güneydoğu Anadolu Bölgesi kalkınmışlık bakımından Türkiye’nin geneline
göre geri durumdadır, kırsal nüfustaki azalma hızı ve nüfus artış hızı ülke genelinin
üzerindedir ve de iş imkanları son derece kısıtlıdır. Bölgede kişi başına düşen koyun
sayısı Türkiye genelinin üzerindedir. Bu durum bölgede Türkiye geneline göre daha
yoğun koyunculuk yapıldığını ve bölge koyun yetiştiriciliğine önem vermemiz
gerektiğini, istihdam bakımından da koyunun bölge için önemli olduğunu, ihmal
edilemeyecek türlerin başında geldiğini göstermektedir.
Türkiye genelinde son yıllarda üretimden tüketime kadarki tüm süreçlerde
yaşanan bir takım olumsuz gelişmelere bağlı olarak, koyun sayısı önemli ölçüde
azalmıştır. Türkiye’de koyunculuk alanında yaşanan olumsuz gelişmelerin yanında
GAP’la birlikte nadas, anız ve doğal mera alanlarının azalacak olması bölge
koyunculuğunu çok ciddi olarak tehdit etmektedir.
GAP’ın etkilerinin görüleceği yakın gelecekte endüstri bitkileri tarımının
artması ve zaten yetersiz olan çayır mera alanlarının azalması daha yüksek verimli
genotiplerle çalışmayı zorunlu kılacaktır. Zira gelecekte entansif tarım yapacak
işletmelerde, sulamanın getireceği avantajlar düşünülürse, ekim nöbetine giren
yem bitkileri ile birlikte süt sığırcılığının yanında koyunculuğun da bir takım
gelişmeler göstermesi beklenebilir. Bölge halkının asırlardan beri süre gelen tüketim
alışkanlıkları ve komşumuz olan Arap ülkelerine ihracat potansiyeli, koyun ve koyun
ürünlerine talep her koşulda devam edecektir. Bu durum bölge topraklarının % 100
sulama olanaklarına kavuşması halinde bile değişmeyecektir. Ayrıca Türkiye kırmızı
et açığının karşılanmasında koyunun önemli rolü vardır. Bu nedenle koyunculuk,
yapılacak kademeli melezleme çalışmaları ile değişecek koşullar altında karlı olabi
lecek şekilde yeniden yapılanmalıdır.
GAP ile birlikte 1.7 milyon ha alanın sulu tarıma açılması öngörülmekle
birlikte, bölgede yine sulu tarım yapılmayan yerler bulunacaktır. Sulu ve kuru
226
tarım yapılan kesimlerde farklı özelliklere sahip işletmeler bulunacağından, bu
işletmelerin damızlık talepleri ve üretim biçimleri de farklı olacaktır. Sayılan
nedenlerle ekstansif koşullarda üretim yapan yetiştirici daha çok bölgeye mükemmel
uyum sağlamış yerli ırklardan damızlık talebinde bulunurken, entansif koşullarda
çalışanlara hayvanlarının şu andaki verimleri yeterli gelmeyecektir. Zira bölgenin
en popüler süt ırkı olan İvesi koyunu bile ekoloji ve bitki örtüsüne bağlı olarak çok
az miktarda (80-100 kg/lak) pazarlanabilir süt ve doğuran koyun başına 1’den az
kuzu verebilmektedir. Bölgede sözü edilen şartlar altında, bölge yetiştiricilerinin
ihtiyaçlarına cevap verebilecek, koyunculuktan elde edilecek karlılığı artıracak
bölge koşullarına uygun bir koyun tipinin geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
Koyun yetiştiriciliği ülkemizde en yaygın olarak yapılan hayvansal üretim dalı
olup, kurak ve vejetasyonu zayıf alanlarda yapılmaktadır. Koyun yetiştiriciliği tüm
Türkiye’ de olduğu gibi GAP Bölgesinde de ekstansif sistemde yapılmakta, zayıf çayır
- mera ve anıza bağlı olarak beslenmektedir. Ekstansif koyunculuk yapan üreticiler
kendilerine aşağıdaki avantajları sağladıkları için tercih etmektedirler. Herhangi bir
masraf olmayan anız, çayır-mera ve nadas alanlarından yararlanmaları, bu sistemde
üretilen ürünler düşük kalitede olmasına rağmen aynı fiyattan işlem görmektedirler.
Bitkisel üretime uygun olmayan arazileri daha iyi değerlendirebilmektedirler.
Barınak masrafları asgari düzeyde olması, yem girdisi ve diğer giderleri en asgari
düzeyde kullanmaları, bu sistemde % 80 mera ve % 20 daha çok kış aylarında olmak
üzere ek yemlemeyi içerir.
GAP illerinde koyunculuk en yaygın olarak yapılan hayvansal üretim dalı
olup, toplam 3 861 755 baş koyun varlığı ile Türkiye koyun varlığının % 14’ üne
sahiptir. Bölgenin en önemli ırkı, Akkaraman koyununun Karakaş varyetesi ve İvesi
koyunu olup bölgedeki oranları sırası ile % 75 ve % 25 dir. İvesi yüksek süt verimine
sahip yağlı kuyruklu bir yerli ırkımız olup, Devlet İşletmelerinde ve yetiştirici
şartlarında Akkaraman koyunlarının süt verimlerin artırmak için kullanılmaktadır.
Ayrıca Doğu Anadolu Bölgesi ile sınır olan illerde geçiş bölgesi olması itibariyle
Morkaraman koyunlarına da rastlanmaktadır. Yine özellikle Diyarbakır’ın Karacadağ
bölgesinde ırk tanımlanması yapılmamasına karşın bölge yetiştiricilerinin severek
yetiştirdikleri yöresel Zom koyunu ve Şırnak, Batman illerinde ise Norduz koyunu
yetiştiricilikleri yapılmaktadır. GAB’ de koç katımı Haziran ve Ekim aylarında
serbest olarak geçekleştirilmekte, kuzu doğumları ise Aralık ve Mart aylarında
gerçekleşmektedir. Kuzular 2-2.5 aylık yaşlarda sütten kesilerek meraya bağlı olarak
yetiştirilmektedirler. Mera sonrasında kuzular ya besicilere satılır ya da kışlattırılarak
ertesi bahar meralanmasından sonra satılırlar. Süt ve kuzu satışı, üreticilerin nakit
geliri için önemli bir gelir kaynağını oluşturmaktadır.
Bölgede yapılacak ıslah çalışmalarında, yerli-primitif ırkların melezleme
ve seleksiyonla verimlerinin artırılması yoluna gidilmelidir. Bu amaçla bir yandan
Ceylanpınar Tarım İşletmesi’nde halen devam etmekte olan İvesi koyunlarının saf
227
yetiştirme ve seleksiyonla verimlerinin artırılması çalışmalarına devam edilmelidir.
Diğer yandan yüksek verimli ırklarla melezleme çalışmaları yapılarak bölge
şartlarında başarıyla yetiştirebilecek tipler geliştirilmelidir. Zira, Bölgede entansif
üretim sistemine geçmesi beklenen işletmelerin ise entansif koyunculuğa geçişte
en önemli ölçüt olan döl verimine dayalı olarak et verimini artıracak damızlıklar
talep edecekleri diğer yandan, aile işletmelerinin kendi ihtiyaçlarını karşılamak
maksadı ile küçük ev tipi sürüler ile koyunculuk faaliyetlerine devam edecekleri göz
önüne alındığında, bölgede yapılacak ıslah çalışmalarında döl verimi yanında yeterli
düzeyde süt verimi ve döllerinde besi özellikleri üzerinde durulması gereken diğer
özellikler olarak değerlendirilmelidir. Çizelge 5, 6, 7 ve 8’de Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’ ne ait koyun varlıkları, sağmal ve kesilen koyun sayıları, üretilen et, süt,
deri ve yapağı miktarlarının yıllara göre değişimleri verilmiş olup, yıllar geçtikçe
koyun sayısı düşmüştür.
Çizelge 5. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi Koyun Varlığı
Değişimi (Baş).
2004
2005
2006
2007
2008
Yerli
Merinos
Yerli
Merinos
Yerli
Merinos
Yerli
Merinos
Yerli
Merinos
Adıyaman
220.710
1.170
217.390
1.210
193.140
470
153.419
520
149.936
495
Batman
162.790
1.900
159.020
1.990
171.417
-
421.137
-
507.171
-
Diyarbakır
717.000
156
675.230
156
898.382
425
720.427
146
630.346
120
Gaziantep
326.511
-
327.572
-
327.483
-
345.857
-
333.085
-
Mardin
332.200
29.711
335.179
-
335.378
-
480.267
-
464.965
-
Siirt
212.203
-
213.950
-
238.100
-
247.435
-
363.670
71.000
Şanlıurfa
1.428
-
1.434
-
1.451..920
-
1.425.850
-
136.533
-
Şırnak
33.128
800
151.952
720
173.896
-
180.870
30.855
128.778
-
Kilis
71.157
-
83.900
-
75.900
-
76.000
-
75.000
-
GAB
2.077.127
33.737
2.165.627
4.076
2.413.656
895
4.051.262
31.521
2.759.484
71.615
Türkiye
24 438 459
762 696
24 551
972
752
353
24 801
481
815
431
24 491
211
971
082
22 955
941
1 018
650
Oranı (%)
Kaynak :TUİK
228
Çizelge 6. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sağılan ve
Kesilen Koyun Sayıları (Baş).
2004
Adıyaman
2005
2006
2007
2008
Sağılan
Koyun
Kesilen
Koyun
Sağılan
Koyun
Kesilen
Koyun
Sağılan
Koyun
Kesilen
Koyun
Sağılan
Koyun
Kesilen
Koyun
Sağılan
Koyun
Kesilen
Koyun
73.001
21876
72.681
27934
58.885
21491
49.442
30.877
47.699
34.800
Batman
57009
122
55.881
106
59.241
115
111.471
262
117.055
134
Diyarbakır
256.283
532062
228.510
455365
240.514
728483
242.739
863.945
227.911
663.075
Gaziantep
93.861
93.760
303164
94.936
315584
102.044
377.772
111.659
490.387
310970
Mardin
119.927
15941
113.362
3171
131.051
5782
200.254
726
184.570
254
Siirt
30.225
285
30.179
210
51.522
260
77.734
33.978
127.526
9.960
Şanlıurfa
601.216
581
603.944
27146
606.144
33679
588.025
81.626
563.068
81.162
Şırnak
42.191
119558
56.663
100098
51.950
95507
77.618
2.700
62.002
14.310
2274
38.915
4309
32.629
1536
32.508
15.685
32.250
10.806
Kilis
33.985
GAB
1.307.698 1003669
Türkiye
9919191
1.293.895 921503
1.326.872 1202437 1.481.835 1.407.571 1.473.740 1.304.888
3 933 973 10166091 4 145343 10245894 4 763394 10109987
6 428866 9642170
5 588 906
Oranı
(%)
Kaynak :TUİK
Çizelge 7. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sağılan Süt
ve Kesilen Et Miktarı (ton).
2004
Adıyaman
2005
2006
2007
2008
Süt
Et
Süt
Et
Süt
Et
Süt
Et
Süt
Et
5.967
433
5.940
517
14.772
421
15.172
99.962
400.882
687.276
3
4.443
2
4.739
2
Batman
4.533
Diyarbakır
21.015
Gaziantep
7.603
Mardin
18.737
6414
19.721
6834
6043
7.595
8.798
Siirt
2.025
Şanlıurfa
8.917
5.502
936.443
2.417
21.153
11.666.056
1.869.646
8.777.232
10932
5842
7.690
5521
8.265
6.819.260
904.438
8.324
275
8.502
59
9.829
92
15.019
15.246
1.384.277
4.572
6
2.022
4414
3.452
5
5.208
430.190
1.136.309
122.900
51.705
9
51.939
499
52.128
620
50.570
1.545.840
4.842.385
1.373.006
Şırnak
3.325
2812
4.466
2215
4.104
2089
107.578
47.700
521.417
217.330
Kilis
2.787
35
3.191
70
2.676
27
2.666
366.920
2.645
230.502
GAB Top.
107.758
16030
106.835
20452
119.111
19709
234.548
20.996.676
11.998.442
11.423.559
81 899
782
587
117 524
746 872
96 738
Türkiye
Top.
771 716 69 715
789 877 73 743 794 681
Oran (%)
Kaynak :TUİK
229
Çizelge 8. Yıllara Göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Deri (adet) ve
Yapağı (ton) Miktarları.
2004
2005
2006
2007
2008
Deri
Yapağı
Deri
Yapağı
Deri
Yapağı
Deri
Yapağı
Deri
Yapağı
Adıyaman
23819
371.434
30348
366.019
23553
323.374
32.988
257.309
37.800
251.428
Batman
122
327.211
106
320.093
115
337.691
262
829.640
134
992.127
Diyarbakır
585255
1.777
500781
1.705
801193
13.560
916.063
1.749
729.273
109.650
Gaziantep
341675
546.253
332950
548.028
346465
547.879
413.065
578.619
537.585
557.251
Mardin
17365
689.209
3313
592.596
6141
592.948
726
849.112
254
822.058
Siirt
285
458.358
210
462.132
260
514.296
37.330
592.780
9.930
998.527
Şanlıurfa
617
2.660
29846
2.671
37029
270.348
88.983
2.634..933
88.625
2.542.244
Şırnak
131207
224.401
109770
255.469
104625
289.537
2.970
406.951
15.741
287.675
Kilis
2501
106.736
4740
125.850
1690
113.850
16.389
114.000
11.504
112.500
GAB
1102846
2.728.039
1012064
2.674.563
1321071
3.003.483
1.508.776
3.638.160
1.430.846
6.673.460
Türkiye
4 265 536
45 972 000 4 492 625 46 175 000
5 168 738
46 776 000
6 884 829
46 751 000
6 051 011
44 166 000
Oranı
Kaynak :TUİK
Türkiye’de koyunculuğun yüz yüze olduğu sorunların bir arada görülmesi
amacıyla problemler aşağıda maddeler halinde sıralanmaktadır.
Verimlerde önemli bir artış sağlanamamasına rağmen koyun sayısı yıldan yıla
azalmaktadır.
Koyun üreticilerinin halen Türkiye’ nin en örgütsüz ve suistimal edilmeye
açık kesimlerinden birisi oluşu.
Koyun ıslahına yönelik bir çaba gösterilmemesi.
Çoğunluğunu yağlı kuyruklu ırkların oluşturduğu koyun populasyonunda
kültür ırkları ile melezleme için önemli araçlardan biri olan yapay tohumlama
uygulamalarından kamu tamamen çekilmiş olması.
Kuzu etine olan talebin azalması.
Koyun yetiştiriciliğinde bilgi ve teknoloji kullanımının yok denecek kadar az
olması.
Hayvan hastalıklarıyla mücadelenin yetersiz olması.
Gençlerin bu alanı cazip bulmamalarından dolayı kırsal kesimde aile işgücüne
dayalı olarak yürütülen koyunculuğun azalması.
230
Çoban bulmakta sorunların olması.
Kamunun koyun yetiştiriciliğinin sorunlarına yeterince eğilememesi.
Koyundan sağlanan gelirlerin giderlerdeki artışı karşılayamaması.
Koyun yetiştiriciliğinde geleneksel üretim biçimini zorlayacak teşebbüslerin
yaygınlaşamaması.
İhracat gerçekleştirebilen nadir hayvancılık kollarından olmasına rağmen,
buradan sağlanan yararın üreticiye yansıtılamamış olması.
Koyun yetiştiriciliğinden kaçışın devam etmesi, nitelikli hayvanlara olan
talebi azaltmıştır.
Koyunculuk alanında sermayenin ilgi duyulacağı bir ortam yaratılamaması.
4. KÜÇÜKBAŞ HAYVAN YETİŞTİRİCİLİĞİNDEKİ
RAKAMSAL DEĞERLERİN DÜŞMESİNİN NEDENLERİ
GAB’nde küçükbaş hayvan varlığında son yıllarda meydana gelen önemli
sayısal düşüşe; uygulanan yanlış tarım politikaları, çayır mera alanlarının
hayvancılık aleyhine azalması ve tahribi, yaşanan terör olayları nedeniyle meraların
kullanılamaması ve bölgeden diğer bölgelere göç sebep olarak gösterilebilir. Diğer
taraftan bölgenin coğrafi konumu ve sınır hattının uzunluğu, sınırlardan bölgeye
kaçak hayvan girişini artırmaktadır. Bölge, kaçak hayvan girişi nedeniyle hayvan
hastalıklarının (sığır vebası, şap vb.) sık görüldüğü ve buna bağlı olarak da hastalıktan
kaynaklanan önemli ekonomik kayıpların gözlemlendiği bir yer konumundadır.
A - Üreticinin koyun ve keçi yetiştiriciliğini bırakması;
Çevre Bakanlığının uygulamaları sonucu mera alanları daraldı
Çoban bulmakta zorlanıyor
Koyun eti fiyatları uzun yıllardır değişmedi
Yasal olmayan yollardan koyun girişi devam etti
Koyun etine yönelik olumsuz propaganda
Yapağı talebi olmamakta ürün elde kalmaktadır
Yeni işletmeler kurulmuyor olması
B - Yurt dışı fiyatlarının artması;
Türkiye’deki koyun ve keçi eti fiyatları ile İran, Irak ve Suriye’deki koyun eti
fiyatları arasında bir önceki yıla göre 2 kat fark oluşmuştur.
Bu durum doğu ve güneydoğu illerinden yasal olmayan yollardan hayvan
satışını artırmıştır.
231
C - Kaçak hayvancılığın artışı;
Sınır ülkelerdeki küçükbaş hayvan eti fiyatının yüksek olması kaçak
hayvancılığı artırmaktadır
Damızlık hayvan sayısının azalmasına bağlı besiye alınan hayvan sayısının
düşmesi
Dişi hayvanların kaçak olarak kesilmesi.
D - Mera alanlarının azalması,
F - Çevre bakanlığınca yürütülen keçi zararlarının azaltılması eylem planı ile
keçi ırkının yok olmasına yönelik yanlış politikaları.
5. SEKTÖREL ÖNLEMLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Damızlık işletmelerin kurulması teşvik edilmelidir (Bölgelere göre teşvik
sistemi),
Irk ıslahı yapılmalı,
Karkas tanımının yapılması (yağlı/ yağsız),
Optimal işletmelerin özel teşvik desteği kapsamına alınması,
Ulusal Kırmızı Et Konseyi en kısa sürede kurulmalı,
Dişi koyun ve kuzu kesimi belli dönemlerde yasaklanarak, teşvik sistemi ile
desteklenmeli,
Doğu illerinde sınır ülkelerle yapılan tersine kaçakçılığın önüne geçilmeli,
Yeni Mera alanları açılmalı ve erken kuzu kesimlerinin önüne geçilmeli,
Dişi hayvanların kesimi belli bir süreliğine yasaklanmalı,
Kuzu başına destek verilmeli ve
Çobana sosyal güvence sağlanmalıdır.
232
TARİHTEN GÜNÜMÜZE HAYVANCILIK VE HAYVANSAL ÜRÜN SEKTÖRÜ
Kenan HASPOLAT*
Diyarbakır’da hayvancılık, tarihin derinliğinden beri ön plana çıkmıştır. Hal
böyle olunca hayvansal ürünler, örneğin; et ve ürünleri, süt, yoğurt, yağ, yapağı ve
deri alanında da söz sahibi olmasını bekliyoruz.
BÖLÜM-1: DİYARBAKIR’DA HAYVANCILIK, ET VE ET ÜRÜNLERİ
Önce Diyarbakır’da hayvancılığın bir geçmişine bakalım:
Neolitik dönemde hayvancılık: Bu dönem MÖ. 8000 yıllarına tekabül edip,
Ergani Çayönü yerleşimlidir. Diyarbakır bölgesinde ağırlıklı olarak yabani koyun
ve keçi, daha az olarak geyik tüketilmiştir.(1) Artuklulardan başlayarak sonraki
dönemlerde de Diyarbakır’da hayvan ve hayvancılığa verilen önemi surlardaki
hayvan resimlerinden anlıyoruz.
Diyarbakır surları ve diğer mimari eserler üzerindeki figürlere hayvan ve
hayvancılığın etkisi:
Boğa: Diyarbakır’da Ulu Camii ve Diyarbakır Kalesi’nde farklı boğa
tasvirlerine yer verilmiştir. Bütün boğa tasvirlerinde ortak olan özellik bu figürün
yenikliği ve güçsüzlüğü sembolize etmesidir. Ulu Camii ve iç Kale’deki mücadele
sahnelerinde boğanın sembolik anlamına, mücadele sahneleri bölümünde
değinilmiştir. Ulu Camii’nin revaklarındaki boğa başları cepheden işlenmiştir.
Yüzde boynuz, göz ve ağız belirtilmiştir.
* [email protected]
233
Dağkapı ve Mardin Kapısı’nda karşımıza çıkan Abbasi dönemine ait boğa
tasvirlerinin yakın benzerlerini, Abbasi dönemine ait seramik tabaklar üzerinde
görmek mümkündür. Selçuklu burcundaki karşılıklı iki boğa ön ayakları üzerine
kapaklanmış vaziyettedir. Vücutları profilden, başları 3/4 cepheden verilen boğalar
burç üzerindeki süsleme programı içinde değerlendirilmiştir. Boğaların mücadele
sahnelerinde olduğu gibi yenik durumları vurgulanır şekilde çökük tasvir edilmeleri
bu figürlerin düşman totemi olarak değerlendirilmesine nedendir.
Kuşlar: Diyarbakır’da bağımsız ya da farklı figürlerle birlikte kullanılan
kuşların büyük bölümü Diyarbakır Kalesi üzerinde yer almaktadır. Kuşların türünü
kesin olarak tespit etmek mümkün değildir. Çift başlı kartal gibi bazı kuş tasvirleri
doğada örneği görülmeyen gerçeküstü uygulamalardır.
Diyarbakır’da en erken tarihli kuş kabartmaları Dağkapı’da Abbasi dönemine
tarihlendirilen bir ağacın iki tarafında resmedilen karşılıklı iki kuştur. Bir hayat
ağacının iki tarafında yer alan kuşların fiziksel görünümleri kaza benzemektedir.
Dağ Kapı’da kapının güneyindeki nişin yüzeyinde bağımsız bir kuş motifine yer
verilmiştir. Kanatları açık şekilde profilden işlenen kuşun benzer örnekleri Nur ve
Melikşah burçları üzerinde de görmek mümkündür. Nur Burcu üzerinde bağdaş
kurarak oturmuş karşılıklı insan figürlerinin başları üzerine yerleştirilen kuşlar
dikkat çekmektedir.
At: Diyarbakır’da at tasviri sadece Nur Burcu üzerinde yer almaktadır.
Karşılıklı simetrik
işlenen atlar koşar vaziyette profilden verilmiştir. Kuyrukları düğümlü atların
koşum takımları ayrıntılı olarak işlenmiştir.
Nur burcunda atlar
Geyik (Antilop): Diyarbakır’daki yapılarda geyik figürü Diyarbakır
Kalesi’nde Nur ve Selçuklu burçlarındaki süsleme programlarının bir parçası olarak
234
karşımıza çıkmaktadır. Karşılıklı bir birine bakar vaziyette profilden işlenen geyikler
uzun kıvrımlı boynuzları ile dağ keçisi ve antilop figürlerini de anımsatmaktadır.
Koç: Koçbaşı olduğunu tahmin ettiğimiz bir kabartma Mesudiye Medresesi
eyvan kemerinin kilit noktasında yer almaktadır. Stilize işlenen basın yan
kesimlerinde daire olarak belirtilen boynuzlar bulunmaktadır. Koç figürü gücü,
hâkimiyeti, bolluk ve bereketi simgelemektedir. Dönemin dini ve siyasi görüşünün
öğretildiği bir medresede derslerin okutulduğu eyvanın kemer kilit noktasında yer
alan koçbaşı Artuklular’ın gücünü simgeliyor, olmalıdır (65).
16. yüzyıl’da hayvancılık: Osmanlının Diyarbakır’ı alış dönemi ekonominin
her alanında olduğu gibi tarım ve hayvancılıkta da zirve söz konusuydu. 16.yüzyılda
Bölgede 2 milyon baş hayvan mevcuttur (2). 16.yüzyılda Diyarbakır İstanbul’un et
ihtiyacını sağlayan önemli bir merkezdi. Tarihte Diyarbakır İstanbul’un et ihtiyacını
karşılıyordu. 8 Temmuz 1560 tarihli Diyarbakır’dan İstanbul’un et ihtiyacını
temin için koyun gönderilmesi için Diyarbakır beylerbeyine gönderilen bir hüküm
göğsümüzü kabartıyor (3). 17 Temmuz 1565 İstanbul’un et sıkıntısı gidermek için
Diyarbakır’dan koyun gönderilmesi hakkında hüküm de gurur vericidir (3). 1564
senesine ait bir kanunnameye göre Diyarbakır merkez şehrinde 153.000 adet koyun
yetiştirilmekteydi (2). 1564 tahrir defterinde ise Diyarbakır’da Pöçiyan, Pusiyan ve
Zeylan nahiyelerinde 590.000 koyun olduğu anlaşılmaktadır (4).
1564 seneli tahrir defterine göre Lice’nin eski yerleşim yeri olan Antak’ta
1564’de 11 bağımsız mezra ve 8 köy mezrası bulunmakta olup bağımsız mezralardan
6000 akçe gelir elde edilmekteydi. 70.000 küçükbaş hayvan vardı (5). Hayvancılık
Diyarbakır’a önemli gelir getiriyordu.
1564 Seneli tahrir defterlerine göre Diyarbakır’ın hayvancılıktan 295.000
akça geliri mevcuttu (4).
Üretim bol olunca ihracat da söz konusuydu. XVII yüzyılda Diyarbakır’dan
Halep’e büyük miktarda hayvan ihracı yapılmıştı (6).
19. yüzyıl: 19. yüzyılda ziraat durumu için Diyarbakır salnamelerine
(Diyarbakır il yıllığı) bakacağız.
Diyarbakır salnameleri c.3: 19. yüzyıl Diyarbakır salnamelerinde; Mevsim-i
hasatla alelumum aşair hayvanatını ra’y için bu çayırlara götürülürler. Alelhusus
hayvanat-ı ehliyeden koyun ve keçi pek çok olup koyunların yapağıları merinos
koyunlarının yapağılarına pek ziyade müşabih olduğu gibi keçilerin kılları dahi çok
yumuşaktır. Mevcud olan koyunların adedi 668.744 ve keçilerin adedi de 363.886
ve bunlardan istihsal olunan yapağının esmanı da senevi altmış bin Osmanlı lirası
tahmin olunuyor’ yazılıdır.
9. YY Salnamelerinde küçük ve büyük baş hayvan durumu ele alınır:
235
Koyun ve Keçi: Koyun ve keçi çölde ve çölün gayri mahallerde de pek çok
besleniyor. Başka mahallerde beslenen ağnam dahi kış mevsiminde çöle gönderilir.
Vilayetin lahm ihtiyacını def etmekle beraber Halep ve Şam vilayetlerine ve Mısır
tarafına senevi bir mikdar ihracatı vardır. Cizre ve Midyat kazalarında bulunan tiftik
keçilerinin tiftiği Avrupa’ya kadar çıkar. Yapağı ve revgan-ı sâde hasılatının dahi
buraca olan sarfiyatından fazlası yukarılara gönderilir.
Sığır ve Manda: Bu hayvanat dahi buralarda az değildir. Çiftliklerde inek
ve dişi manda beslenir ki, dölleri alınarak çift işinde istihdam görür. Bazan tüccarı
Musul vilayetinden sığır ve manda iştirâsıyla yukarı taraflara götürmek üzere
buralara uğradıkta içlerinden beğenilip alınanları dahi vardır.
1904 yılında bir kağnı (47)
20.yüzyıl başları 1904 Dağ kapıdan giren bir süvari: (47)
236
1904 Dicle’den geçen bir kervan: (47)
Cumhuriyet dönemi hayvancılık:1922 yılı Mardinkapı (53)
1922 yılı Kıtılbil (Üniversite köprüsü arkası) (53)
237
1932 Yedikardeş burcu önünde küçükbaşlar: (47)
1932 Deliller hanı: (47)
1936 yılında: Sığırlar en çok Karacadağ ve Diyarbekir soylarına mahsustur.
94934 karasığır, 6617 manda, 763849 koyun,443700 keçi vardır. Koyun bu
mıntıkanın bol para getiren kaynaklarından biridir. Keçi daha çok dağlık kısımda
yetiştirilir.
Basri Konyar 1936’da Hani ilçe ekonomisini şöyle anlatır: Koyun, at, öküz,
eşek dahi beslenmekte ve mahsulatı hayvaniyeden istifade edilmektedir (7). 1936
yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında; Vilayetin birinci
derecede ihracatı koyun ve keçidir, her yıl külliyatlı miktarda Suriye ve İstanbul
havalisine ihraç edilir denmektedir (s. 106) (54).
238
1938 yılına ait bir kitapta: 1937 yılında Diyarbakır’da 224076 koyun,
229815 keçi, 583 tiftik, 1337 deve, 6252 manda, 103812 sığır, 8988 at, 27242 eşek,
1643 katır vardı, denmektedir (54).
1949 yılında hayvancılık: 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci
Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli
kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır.
Diyarbakır’da canlı hayvan: Sığır, koyun ve manda ihracatı da bir yekün teşkil
etmektedir.110 bin baş hayvan istasyondan gönderildiği kayden sabittir (8).
1962 yılında hayvancılık: 1962 yılında Diyarbakır’da 202.433 koyun,
211.432 keçi, 81.542 öküz, 64.221 inek, 7.863 at, 29.962 katır, 1.441 deve, 163.800
tavuk, 18.200 horoz, 39.150 hindi, 5.250 kaz, 2.300 ördek mevcuttu (54).
1967 il yıllığına göre:
KOYUN
İlçesi
1965
KIL KEÇİSİ
1966
İlçesi
Merkez
hocam
bu tablo
word’e
ayarsızdı
düzenleme
yaptım
kontrol
ediniz
1965
1966
53.340
38.138
56.152
38.320
Merkez
130.665
135.836
Bismil
81.895
84.100
Çermik
27.195
69252
Çermik
29.686
40.477
Çınar
34.624
36.072
Çınar
43.861
46.969
Çüngüş
16.725
31.400
Çüngüş
7.554
9.820
Dicle
25.841
28.192
Dicle
5.327
6.025
Ergani
35.353
39.550
Ergani
62.115
69.000
Hani
14.267
20.305
Hazro
12.737
12.520
Hani
5.862
6.420
Kulp
44.705
72.463
Hazro
11.302
11.304
Lice
40.607
32.000
Kulp
8.161
9.572
Silvan
32.128
57.000
Lice
10.612
10.600
Toplam
375.660
493.226
Silvan
46.450
74.000
(1) Rakamlar
İl Veteriner Müdürlüğünden alınmıştır.
Toplam
443.490
504.123
239
1973 il yıllığına göre: 1973 il yıllığına göre Diyarbakır’da 1973 yılında
610.344 koyun, 437.437 keçi, 342.705 sığır, 227.077 manda, 480.000 baş kanatlı
hayvan mevcuttu.
GÜNÜMÜZDE BÜYÜK BAŞ HAYVANCILIK
Diyarbakır da Sığır Varlığı YILLAR
2001
2002
Sığır Sayısı(1000 Adet)
270.932 250.013
Sığır Artışı (%)
100
-8
Diyarbakır Tarım master planı) (Tarım müd)
2003
2004
248.285
247.484
-9
-9
Diyarbakır Tarım müdürlüğü verileriyle:
Sığır Yetiştiriciliği: 2004 yılı sonu itibariyle ilimizde sığır sayısı yaklaşık
11,8 bin adet olarak saptanmıştır. Son 20 yıl içersinde tüm Türkiye de olduğu gibi
ilimizde de sığır sayısında azalma gözlenmesine rağmen ilin et ve süt üretiminin
büyük çoğunluğu sığır kaynaklıdır. İlimizde sığırların et üretiminde payı %57 süt
üretimindeki payı ise %63 dolaylarındadır.
Sığır Besiciliği: Sığır besiciliğinde, kültür ırkları ve kültür ırkı melezleri ile,
damızlık dışı olan erkek ve dişiler besi materyali olarak kullanılmaktadır.
Diyarbakır ilinde ekstansif (meraya dayalı), yarı entansif (ahır besisi ve mera)
ve entansif (ahır besisi) olmak üzere üç tip besi işletmeciliği yapılmaktadır. En
verimli olan ahır besisinde ise, kapalı ve yarı açık ahırlar kullanılmaktadır. İlimizde
genellikle kapalı ve eski sistem ahırlar mevcut olduğundan besiye alınan hayvanlarda
önemli oranda performans düşüklüğü görülmektedir.
240
Toplam sığır varlığı içerisinde yerli ırk %75, kültür ırkı ve kültür ırkı melezi
ise %25’ını teşkil etmektedir. Besi işletmelerinde ortalama sığır karkas ağırlığı 160180 kg. arasında değişmektedir.
Diyarbakır canlı hayvan kesimi yapan EBK’ nun yanı sıra iki adet modern
tesis mevcuttur. İlimizde kesimi yapılan hayvanların büyük çoğunluğu il dışına
gönderilmektedir. Diyarbakır bu konumu itibari ile bölgede önemli bir potansiyele
sahiptir. Özellikle ilimiz kurban bayramlarında büyük kuruluşların (Mehmetcik Vakfı)
kurban kestirdikleri ve il dışına kurban gönderdiklerinden bölgede bu mevsimde çok
sayıda canlı hayvana ihtiyaç duyulmaktadır. Bu açıdan da Diyarbakır önemli bir
konuma sahiptir (55). Kocaköy’de oldukça fazla büyükbaş hayvan vardır:
Diyarbakır ili Ergani ilçesinde sığır besiciliği: Besi işletmelerinde ortalama
sığır sayısı 23.9 baştır. İşletmeler 3 ile 98 arasında sığıra sahiptir. İlçede işletmelerin
genellikle küçük aile işletmesi yapısında olmasına rağmen ortalama 23.9 baş hayvan
olması Türkiye şartlarında ve özellikle Güneydoğu Anadolu şartlarında iyi bir rakam
olduğu kabul edilebilir. Sığırların %40.5’i yerli, %16.6’sı melez esmer, %18.8’i melez
simental, %22.9’u melez holştayn, ve %1.2’si kültür ırkından oluşmaktadır. (64)
Ergani - Gevran ovasında hayvancılık
241
Gevran ovasında tezekler
Erganide hayvancılık:
Terkan’da tezekler
Et entegre tesisleri
242
Hilar yakınında hayvancılık
Erganiye Yeni Hayvan Pazarı 30 Ocak 2012
Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde içinde sosyal yaşam alanlarının da bulunacağı
yeni bir 65 bin metrekare alan üzerinde hayvan pazarı inşa edilecek. Halen Adnan
Menderes mahallesinde bulunan hayvan pazarı yerine de 65 bin metrekare alan
üzerinde ihtiyaca cevap verebilecek şekilde yeni bir hayvan pazarı inşa edilecek.
Söz konusu projede bu yıl ihale edilerek hayata geçirilecek. Yeni hayvan pazarı Et
Entegre Tesisine yakın bir yerde 65 bin metrekare alan üzerinde yapılacak. (Osman
İçli - İLKHA).
Çermik İlçemizde suni tohumlama çalışmaları özel veteriner klinikleri
tarafından gerçekleştirilmektedir. Ayrıca Yayıklı Köyü Boğa İstasyonu’nda 2010
yılında 117 baş inek tabii olarak tohumlanmıştır. İlçemizde bulunan büyükbaş
hayvanlar genellikle kültür ırkı, melez ve yerli ırk türlerinden oluşmaktadır.
Çermik’te 10-100 başlık işletmeler halinde faaliyetini sürdüren yaklaşık 50 besi ahırı
mevcuttur. 2200 kadar büyükbaş hayvan bu ahırlarda beside bulunmaktadırlar. Tarım
Bakanlığımızca son yıllarda uygulanan hayvancılık desteklemelerinde özellikle
yem bitkileri ve suni tohumlama teşvikleri besiciliğin gelişmesinde önemli etken
olmuştur (50).
243
Çermik’te bir sokak Foto: Abbas Oruç
Manda ve Koyun koruma altına alınacak
10 Şubat 2012
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca nesli tükenmekte olan manda ile
“zom” ve “karakaş” ırkı koyun, koruma altına alındı.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Diyarbakır İl Müdürü Mehmet Ali Koçkaya, AA
muhabirine, geçen yıl altyapısı hazırlanan ‘’Halk Elinde Islah’’ projesinin bu yıl
uygulanmaya başladığını, bu kapsamda Diyarbakır’da nesli tükenmekte olan hayvan
ırklarının tespitinin yapıldığını söyledi. ,
Tespiti yapılan hayvan ırklarından birinin, halk arasında ‘’camış’’ olarak tabir
edilen manda, diğerinin ise genetik potansiyeli yüksek ‘’zom’’ ve ‘’karakaş’’ ırkı
koyun olduğunu anlatan Koçkaya, bu kapsamda kentte 2 bin 14 manda, 12 bin 600
‘’zom’’, 6 bin 300 de ‘’karakaş’’ ırkı koyunun koruma altına alındığını bildirdi.www.
diyarinsesi.org
244
Ambar çayında büyükbaş hayvanlar
2007 yılında (TUİK) İlimizde Yetiştirilen Büyükbaş Hayvan Türleri :
Sığır 248 072 - - Sığır(kultur) 11 290
Sığır (kultur melezi) 51 941 Sığır (yerli) 184 841
Dana (kultur) 2 753
Dana (kultur melezi) 14 129
Dana (yerli) 33 371
Manda 3 721 - - Manda 2 272
Manda yavrusu 1 049
Kaynak: Tarım İl Mudurluğu
İlde 2008 yılı itibariyle 235 bin baş sığır bulunmaktadır (55).
Diyarbakır’da il tarım md kayıtlarına göre 2009 yılında Diyarbakır dışına
25.479 baş sığır ve manda satılmıştır (56).
Karacadağ’da büyük baş
245
Karacadağ’da büyük baş
GÜNÜMÜZDE KÜÇÜKBAŞ HAYVAN YETİŞTİRİCİLİĞİ
Diyarbakır ilinde küçükbaş hayvan yetiştiriciliği en önemli sektörler arasında
yer almaktadır. Bölgemizde küçükbaş hayvan yetiştiriciliğini yapan çok sayıda
aile mevcuttur. İlimizde toplam et üretimimizin %43’ü, süt üretiminin ise %37’si
koyun ve keçiden sağlanmaktadır. Küçükbaş hayvan yetiştiriciliği genel olarak zayıf
meralar, anız ve üretime uygun olmayan bitkisel alanlar değerlendirilerek yapılmakta
ve bunlardan et, süt, yapağı, kıl ve deri gibi ürünler elde edilmektedir.
Küçükbaş hayvan yetiştiriciliği çoğunlukla aile işletmeciliği şeklindedir.
İlimiz koşulları ve doğal kaynaklar yanında, küçükbaş hayvanların üretimi ve
tüketiminde geleneksel alışkanlıklar nedeni ile küçükbaş hayvanlardan elde edilen
ürünler bölgemizde tercih edilmekte ve bolca tüketilmektedirler buda küçükbaş
hayvancılığı bölgede vazgeçilmezler arasına sokmaktadır.
Tablo - Diyarbakır’ın Küçükbaş Hayvan Varlığı (1000 Adet) (TİM)
YILLAR
2001
2002
2003
2004
Koyun
836 456
689 610
725 626
717.156
Kıl Keçisi
247 804
249 663
303 934
250.708
Toplam
1 084 260
939 273
1 029 560
967.864
Diyarbakır ilinde yetiştiriciliği yapılan yerli ırk koyunlar, akkaraman,
morkaraman, ivesi, dir. Keçi ırkı olarak bölgemizde kıl keçisinin yetiştiriciliği
yapılmaktadır. Küçükbaş hayvanlar içerisinde süt, yapağı ve kombine verimli kültür
ırkı hayvan sayısı oldukça düşüktür. Kültür koyunu bölgemizde yok denecek kadar
azdır. İlimizde koyun varlığının hemen hemen tamamı yerli koyun ırklarından
oluşmaktadır bu koyun ırklarımızın da %90’ı Akkaraman % 2 İvesi %8 Mor
karaman ırklarıdır.Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü, 2005.
246
Kocaköy
Kocaköy-Koyun kırkması
İlde 2008 yılı itibariyle ,630bin baş koyun ve 172 bin baş keçi olup,GAB
genelindeki koyun varlığının %15.3’ü ve keçi varlığının %15.9’una Diyarbakır ili
sahip bulunmaktadır (55).
Ergani Gökçe köyü Foto: M. Oğuz
Devegeçidi arka bölgesinde (Hamza baba) küçük baş hayvancılık
247
Günümüzde Eğil’de hayvancılık
Günümüzde Silvan’da hayvancılık
Çermik ilçesinde: Çermik’in doğu ve güneydoğusundaki arazilerin elverişli
olması nedeniyle küçükbaş hayvancılık yaygındır. Diğer bölgelerimizde ise büyükbaş
hayvancılık çoğunluktadır. Yörede genellikle koyun ve kıl keçisi yetiştiriciliği
yapılmaktadır. Son yıllarda devletin verdiği teşviklerle hayvancılık büyük gelişme
göstermiştir. Bölgemizde yaz mevsiminin oldukça sıcak geçmesi nedeniyle küçükbaş
hayvancılıkla uğraşan ailelerin çoğu hayvanlarını ilkbaharla birlikte Erzurum,
Bingöl, Tunceli, Elazığ yaylalarına götürmektedirler (50).
İlimizde Küçükbaş Hayvan Varlığı (adet)
Koyun 939.199
Keçi 240.392
2010 yılında En fazla keçiye sahip ilçe; 1.515 baş ile Eğil, en az keçiye sahip
ilçe ise 581 baş ile Merkez İlçedir. Çüngüş’te 1.054, Ergani’de 928 ve Çınarda 678
baş keçi bulunmaktadır (17) (41).
248
Ergani ( M. Üzülmez )
Karacadağ’da küçükbaş
249
Keçicilik
Neolitik dönemde Diyarbakır’da keçi
‘Ergani yakınlarındaki Çayönü kazılarında gün ışığına çıkarılan çeşitli kalıntı
ve buluntuların ortaya koyduğu, yalnız Anadolu’nun değil, bütün Güneydoğu Asya
ve Avrupa’da İsa’dan 7 bin yıl önce ilk karma ekonomisi gerçekleşmiştir; koyun,
keçi, köpek gibi hayvanlar evcilleştirilmiş, yerleşik bir düzen içinde özgün bir
mimariye sahip insan toplulukları yaşamıştır.
Halan Çemi kazılarında 14 karbon ile erken Neolitik kültür kalıntıları ortaya
çıkarılmış, Doğu Anadolu’nun en eski kültürü bulunmuştur. Kazıda hayvan kalıntıları
bulunmuştur. Bunlar koyun, keçi, geyik, sığır, kaplumbağa, kuş, balık gibi türlerdir,
Selçuklu döneminde surlar ve keçi motifi: Diyarbakır surları ve dağ keçi
kabartması Mardin kapı ve Dağ Kapı’da Abbasilere ait kabul edilen boynuzlu hayvan
(Keçi, öküz) figürleri bulunmaktadır. Selçuklu (Melikşah) Burcu’nda mücadele eden
iki keçi kabartması, burcun kitabesinin birinci satırının altında orantılı yer almıştır.
Nur Burcu’nun kitabesinin son satırının üstünde iki dağ keçisi kabartması, Melikşah
Burcu’ndaki kabartmalardan daha ustalıklı işlenmiştir.
Günümümüzde keçinin durumu
Diyarbakır’ın Küçükbaş Hayvan Varlığı (1000 Adet) (TİM)
YILLAR
2001
2002
2003
2004
Koyun
836 456
689 610
725 626
717.156
Kıl Keçisi
247 804
249 663
303 934
250.708
Toplam
1 084 260
939 273
1 029 560
967.864
Diyarbakır ilinde yetiştiriciliği yapılan yerli ırk koyunlar, akkaraman,
morkaraman, ivesi dir. Keçi ırkı olarak bölgemizde kıl keçisinin yetiştiriciliği
yapılmaktadır. (60) Diyarbakır İlinde keçi yetiştiriciliği bölge genelinde hakim
ırk olan Kıl keçisi yetiştiriciliği şeklinde yapılmaktadır. Türkiye genelinde de
keçi yetiştiren işletmeler alanlarında özelleşmemiş olup, keçi yetiştiriciliğini
koyunculuğun yanında tali olarak yapmaktadırlar. Sadece keçi yetiştiriciliği yapan
ihtisaslaşmış keçi işletmesi yok denecek kadar azdır.
Diyarbakır İli keçicilik işletmelerinin yapısal özelliklerini belirlemek
amacıyla düzenlenen bu çalışma, Diyarbakır Merkez, Çınar, Çüngüş, Ergani ve Eğil
ilçelerindeki toplam 125 işletmede araştırma sonucu işletme başına düşen ortalama
hayvan sayısı keçi, çepiç, teke, oğlak, koyun, koç ve kuzu sırasıyla; 38.02, 10.88,
2.17, 30.54, 38.71, 2.76 ve 27.11 baş bulunmuştur. Keçi yetiştiren işletmelerdeki
sürülerin laktasyon süresinin 2.5-5.5 ay, sütten kesim yaşının ise, 1.5-3.5 ay arasında
değiştiği belirlenmiştir. Meraya dayalı yetiştiricilik yapan işletmelerde sürüler
250
ortalama 107.92 gün yaylada otlatmaktadırlar.; işletmelerin hayvan barınakları
incelendiğinde; ağılların %64’nun taş, %36’sının ise briketten yapılmış olduğu
görülmüştür (44).
Diyarbakır merkezde hayvancılık sektörü
251
Hayvancılık işletmeleri
Tablo 2: Türkiye, GAB ve Diyarbakır İlinde Büyükbaş Hayvanı Olan
İşletmelerin İşletme Ölçeğine Göre Dağılımı
Güneydoğu
Anadolu Bölgesi
Türkiye
İşletme
sayısı
Toplam
İçindeki
payı
(%)
1– 4 baş
1.043.022
5–9 baş
Diyarbakır
İşletme
sayısı
Toplam
İçindeki
payı
(%)
İşletme
sayısı
Toplam
içindeki pay
(%)
59.71
90.783
72.04
14.560
50.07
447.078
25.59
23.674
18.79
7.794
26.80
10–19 baş
196.193
11.23
9.872
7.83
5.604
19.27
20–49 baş
55.598
3.18
1.392
1.10
965
3.32
> 50 baş
5.036
0.29
296
0.23
157
0.54
Toplam
1.746.927
100
126.017
100
29.080
100
İşletme Ölçeği
252
Tablo 3: Türkiye, GAB ve Diyarbakır İlinde Küçükbaş Hayvanı Olan
(Koyun ve Keçi) İşletmelerin İşletme Ölçeğine Göre Dağılımı
İşletme
Ölçeği
Güneydoğu Anadolu
Bölgesi
Türkiye
Diyarbakır
İşletme
sayısı
Toplam
İşletme Toplam içiniçindeki payı
sayısı
deki payı (%)
(%)
İşletme
sayısı
Toplam
içindeki
pay (%)
1–4 baş
64.744
12.21
8.432
8.03
838
5.06
5–9 baş
58.400
11.02
14.768
14.06
1.802
10.88
10–19 baş
88.192
16.64
23.622
22.49
3.506
21.16
20–49 baş
155.231 29.28
37.459
35.66
6.029
36.39
50–149 baş
130.048 24.53
17.742
16.89
3.634
21.93
150–299 baş 27.250
5.14
2.579
2.46
637
3.84
> 300 baş
6.286
1.19
432
0.41
124
0.75
Toplam
530.151 100
16.570
100
105.034 100
Tablo 2 ve 3 incelendiğinde, Diyarbakır ilinde mevcut büyükbaş işletme
ölçeklerinin Türkiye geneli ve bölge ortalamasına göre daha büyük olduğu
görülmektedir. Bu durum büyükbaş hayvancılık işletmelerinde ihtisaslaşma
durumunun Bölge ve Türkiye ortalamasına göre daha yüksek olduğunu gösterse de
bu ölçek büyüklüğünün yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Diğer taraftan,
Diyarbakır ili ve GAB’da bulunan küçükbaş işletmelerinin işletme ölçeklerinin
Türkiye ortalamasına göre daha küçük olduğu göze çarpmaktadır (63).
Arıcılık: Salnamelerde (c.4) balla ilgili şu cümlelere rastlıyoruz. Bal
ilimizin önemli ürünlerindendir. 1869 yıl Diyarbakır salnamesinde balmumu 5000
yekün-i mahsul keyl-i aşari denmektedir (10). 5 Temmuz 1841 tarihli bir belgede
asker için Diyarbakır’dan 30000 kıyye bal alındığı ifade ediliyor. 1936 yılında
H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında Vilayetin Çermik ve Kulp
mıntıkalarında oldukça nefis bal istihsal olunmaktadır. Bereketli senelerde bir
kovandan vasati 5-6 kilo bal istihsal olunur (s. 155) denmektedir. 1961 yılında
Diyarbakır’da 11903 kovan mevcuttu,81312 kg bal istihsali olmuştur (54). Arıcılık
toprağa bağlı olmadan, küçük sermaye ve az masrafla yapılan, kısa zamanda gelir
getiren tarımsal uğraştır. Arıcılık aynı zamanda topraksız ve az topraklı çiftçilere
ek gelir yaratması, orman içi ve orman kenarı köylerde yaşayanların gelir düzeyini
artırarak köylerden kente göçü yavaşlatmaktadır. Bu bakımdan özellikle son yıllarda
ilimizde arıcılık konusunda olumlu gelişmeler yaşanmakta olup, Çermik’in bitki
örtüsü arıcılığa elverişlidir. İlçemizde arıcılık, daha çok küçük aile işletmeciliği ve
özel girişim şeklinde yapılmaktadır. İlçede 4085 fenni, 70 yerli kovan olmak üzere
253
toplam 4.155 kovan bulunmaktadır. İlçede 2010 yılında üretilen bal miktarı, 34.570
kg dır (50). İlimizde Arı Yetiştiricileri Birliği etkin olarak görev yapmaktadır. Birliğe
410 adet arıcı kayıtlı olup, bunlardan %80 civarı gezginci arıcılık yapmaktadırlar.
İlimiz de Arıcılar Birliğinde kayıtlı toplam 75.039 adet arılı kovan mevcuttur (58).
2008’de Diyarbakır’da Bal üretimi 274,7 ton. Balmumu üretimi. 16.3 ton (59).
Çermikte arıcılık
Çermikte kovanlar
254
Fotoğraflar. M.Ali Abakay
Kanatlı Kümes Hayvanları Yetiştiriciliği:
2003 yılında İlimizde kanatlı kümes hayvanlarını kırsal kesimde köy ve
mezralarda köylü kendi ihtiyacı ile pazar için başta tavuk, hindi, kaz ve ördek
yetiştirmektedir. Şehir merkezine yakın yerleşim birimlerinde ticari olarak
yetiştiricilik yapılmaktadır. Bunlar Köy – Tür ile sözleşmeli çiftçilik yapan et
tavukçuluğu yetiştiricileridir. Ayrıca Büyük bir entegre tavuk besiciliği yapan işletme
bulunmaktadır. İki adette yumurta tavukçuluğu yapan işletme bulunmaktadır.
İlimiz kanatlı kümes hayvanı varlığı 2003 yılı olarak 848.000 tavuk, 11.000 hindi,
4.800 ördek, 6.100 kaz adedi bulunmaktadır. Toplam üretim Diyarbakır ve çevresi
ihtiyacına yetmemektedir.
Bölge kendi yumurtasını kendi üretmektedir
255
Balıkçılarbaşı Köy tavuğu satıcıları
Köy yumurtası
Geçmişte bir bağ evinde tavuklar (47)
256
Günümüzde tavuk satan bir köylü
Urfakapı eskihalde kanatlı hayvanlar
257
Diyarbakır ilinde Toplam ticari işletme sayıları çok azdır. En bilinenleri Gün
Tavuk işletmesi, Diyar Tavuk İşletmesi, Varan Kanatlı işletmesi, Tuncay Kanatlı
İşletmesi, Kadir Eser Kanatlı İşletmesi, gibi çok az sayıda işletmeler vardır. Bu
işletmeler yumurta üretimi, et üretimi, damızlık civciv ve hindi palazı büyütme gibi
değişik üretimler yapmaktadır.
1. Güntavuk İşletmesi 5x10.000=50.000 Ad./gün yumurta
2. Diyartavuk İşletmesi 15.000 Ad./gün yumurta ,15.000 Ad. etçi/dönem
3. Varan Kanatlı İşletmesi 15.000 Ad./gün yumurta
4. Karacan Tavuk İşletmesi 3.500 Ad./gün yumurta , 17.000 Ad. Hindi Palazı
5. Tuncay Kanatlı İşletmesi 3.500 Ad. /gün yumurta , 2.500 Ad. Hindi Palazı
6. Kadir Eser Kanatlı İşletmesi 45.000 Ad./devre etçi
Mevcut olan bu ticari kanatlı işletmeleri çoğu zaman düşük kapasite ile
çalışmakta, hatta çoğu zamanda üretim yapamamaktadırlar. İşletmeler kendini
yenileme, geliştirme imkanından uzaktır.
2009 yılında:
Tavuk sayısı:
404.800
Hindi sayısı:
59. 603
Kaz sayısı:
15.536
Ördek sayısı:
13.730
Tavuk yumurtası:
40.480.000 adet
Hindi Yumurtası:
1.788.090 adet
Kaz yumurtası:
466.080 adet
Ördek yumurtası:
411.900 adet
Etçi tavuk üretimi:
sıhhatli ve kesin değildir.
250.000 adet Ancak tüm bu rakamlar
Kanatlı hayvan çeşitleri olarak; Tavuk, Hindi, Kaz, Ördek, Bıldırcın,
Devekuşu, Keklik, ve merak süs amacı ile beslenenler gelmektedir (51).
258
Diyarbakır’da tavukçuluk sektörü
Köy tavukçuluğu
Eğil-Amini köyü
Urfakapı’da hindi satışı
Gevran ovası
Malabadi’de ördekler
Tılalo’da hindi çiftliği
Gazi köşkünde Ördekler
Ördek eti
259
Bıldırcın
Avcılık: Çermik İlçemiz av hayvanları bakımından zengindir. Avdöneminde
tavşan, tilki, kurt, keklik, şahin, kartal, atmaca, yaban ördeği, güvercin gibi hayvanlar
avlanmaktadır. İlçemizde akarsu ve göletlerin çokluğu balık avının gelişmesine
neden olmuştur. Çermik’teki sularda yaşayan balık türleri sazan, şalbut, ağzıbol,
çepik, yayın ve yılan balığıdır (50).
Diyarbakır’da Av hayatı
(Prof. Y. Coşkun koleksiyonu)
Tilki
260
Ceylan
Sansar
Kirpi
261
Avcılık Diyarbakır tarihinde önemli bir yere sahipti. Diyarbakır salnamelerine
göre bulunan kuş türleri: Keklik, ördek, kaz, hindi, leylek, keçe kerkes, kartal, çalağan,
papağan, doğan, karakuş, tavûsi, karazağ, bıldırcın, güvercin, kumru, saka kuşu, turna,
balıkçın, kaz, yarasa, ishak kuşu, baykuş, tarh, serçe, bülbül, yaban bülbülü, vahşi
bat, askü, darı kuşu, yaban serçesi, incir kuşu, fıüdhüd, ebabil, kırlangıç, kagırlak,
cure, kör tavuk, boran, torac, pirinç kuşu, yeşil karga, Hasan Hüseyin tavuğu, el kuşu
gezeze, mezmezdek, tut kuşu, kum kuşu, karabİtak, (Salname 3/362).
Günümüzde kuş türleri: 1993-2010 yılları arasında Diyarbakır il sınırları
içinde, standart ornitolojik donanım eşliğinde gerçekleştirilen arazi çalışmaları ve
yayınlanmış eserler topluca değerlendirilerek yörede gözlenen kuş türlerinin listesi
ve mevsimsel statüleri ile ilgili, yapılan değerlendirmeler sonucunda, ilimiz ve yakın
çevresinde 17 takıma ve 55 familyaya ait 285 kuş türünün bulunduğu belirlenmiştir.
Saptanan türlerden 21 tanesi küresel ölçekte nesli tehlike altında olup, bunlardan en
az beş tanesi yörede üreyen türlerdir.
Diyarbakır ili ve çevresinde 17 ordo ve 55 familyaya ait 285 kuş türü
tanımlanmıştır. Saptanan türlerden 129’unun Passeriformes, 156’sının da Nonpasseriformes grubuna dâhil olduğu belirlenmiştir. Çalışma alanında belirlenen 285
türün Türkiye statüleri ve bölgesel statüleri karşılaştırılarak bunlardan 71’inin yerli,
87’sinin yaz misafiri, 61’inin kış misafiri ve 61 türünde göç dönemlerinde yöremizde
gözlenen türler oldukları, 5 türün ise rastlantısal gözlenen tür olduğu belirlenmiştir.
Yörede belirlenen türlerin global alandaki tehlike durumlarına da bakılarak,
belirlenen türlerden 21 tanesinin (Küçük Karabatak, Tepeli Pelikan, Pasbaş Patka,
Dikkuyruk, Kızıl Çaylak, Küçük Akbaba, Büyük Orman Kartalı, Şah Kartal, Küçük
Kerkenez, Ala Doğan, Ulu Doğan, Bıldırcın Kılavuzu, Toy, Karakanatlı Bataklık
Kırlangıcı, Sürmeli Kızkuşu, Büyük Suçulluğu, Çamurçulluğu, Kervançulluğu,
Gökkuzgun, Alaca Sinekkapan, Boz Kirazkuşu) global anlamda nesli tehlike
altında olan türler oldukları belirlenmiştir. Dünya ölçeğinde tehlike altında olan bu
türlerden en az 5 tanesi (Pasbaş Patka, Küçük Karabatak, Küçük Kerkenez, Toy ve
Gökkuzgun) ilimizde üreyen türlerdir.
Yörede bugüne kadar 29 yırtıcı kuş türünün olduğu belirlenmiş olması ve tüm
Türkiye’de Falconiformes takımının 38 türle temsil ediliyor olması yörenin yırtıcı
kuşlar açısından ayrı bir önem taşıdığı sonucunu da göstermektedir (61).
19. yüzyıl salnamelerinde bahsedilen diğer av türleri: Varşak, Çakal,
Tilki, Su iti, Sansar, Tavşan, Veseh. Hayvanat-ı mezkûreden veseh dayak yedikçe
semizlendiği ve Kürdler tarafından lahmı eki oluna geldiği cihetle tutulur ve
semizlenmek için değnekle dayak altına alınarak dayak yedikçe kesb-i semen etmesi
üzerine boğazlanır. Diğer hayvanat postlarının kurbanı olmak üzere saydlarında
devam olunuyor. Postları kürk yapılarak epeyce câlib-i menfaattir. Yalnız tavşanın
saydı telezzüz için olarak lahmı dahi mubahtır. Tilkinin lahmını Şafii mezhebinde
olanlar yerler.
Hınzır, Kurt, Pelenk, Ayı, Keftar: Şu yırtıcı hayvanat dahi arazimizin
beslediği ecsâmdandır. Hınzır denilen canavar erz tarlalarına sokulup îrâs-ı hasar
262
edegeldiğine mebnî her sene bir mikdarı o tarlalarda kurşunla telef edilir. Kurt,
koyun ve keçi ağıllarında çobanların tüfengine hedef ve mahsusan beslenen kelblerin
âzûlarıyla mecruh olurlar. Postları kürkçü dükkânlarında pazara çıkar. Pelenk ve
keftar ve ayı yalnız gördükleri insanlara mazarrattan halı değildirler (3/362).
1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında:
Ünlü avcıları bulunan Diyarbekir’in yönünde karatavuk, yabani ördek, toy, turna
bulunduğu gibi kılkuyruk burada çok mühim bir yer tutar. Keklik, çil bura acılarının
yüzünü güldüren bir varlıktadır. Çulluk, sarıasma, arıkuşu, ağaçkakan ve balıkçınların
türlüsü bulunur. Keklikten sonra üveyik gelir (s. 825) denmektedir (54).
Yük Hayvanları At ve Eşek
At arabasi Abbas Oruç-Çermik
Çermik ilçesi
Ahmetli köyünde eşekler
Diyarbakır
263
Diyarbakırda diğer hayvan türleri
(Prof.Y. Coşkun serisi)
DİYARBAKIR’IN BAZI HERPETOFAUNA ÖRNEKLERİ
DİYARBAKIR’IN BAZI OMURGASIZ HAYVAN ÖRNEKLERI
DİYARBAKIR’IN BAZI MEMELİ FAUNASI ÖRNEKLERİ
264
YEM BİTKİLERİ
Buğday
Gazal boynuz
Karma yem (Fabrika yemi)
Et kemik unu
Üçgül
Mısır silajı
Melas
Soya küspesi
Kepek
Mısır
DCP ( Dikalsiyum fosfat ) Yaprak yemi (Karmaem )
265
Diyarbakır ili tarla bitkileri ekim alanı ve üretim değerleri (TUİK, 2009)
Ürünler
Ekiliş Alanı (1000 da) Üretim (1000 ton)
Fiğ (ot)
Yonca (ot)
Korunga
49.4
5.7
0.4
28.2
7.3
0.02
Diyarbakır’da Yem Bitkileri:
Diyarbakır İli hayvancılığının başlıca kaba yem kaynakları; doğal çayır-mera
alanları, yem bitkileri ve tahıl-mercimek samanları ile anızlardır. Bölgede yem
bitkisi olarak fiğ, burçak, yonca ve korunga tarımı yapılmaktadır. İl’de 2008 yılı
verilerine göre, 14 bin ha çayır ve 167 bin ha mera alanı mevcut olup, bu alanların
tüm ülkede olduğu gibi, aşırı, zamansız ve bilinçsiz otlatılmaları neticesinde verim
güçleri iyice azalmıştır.
Bölgede yem bitkisi tarımının yaygınlaştırılması için öncelikle, önemli bir
potansiyel olan doğal çayır-mera alanlarının ıslahına ve amenajmanına ağırlık vermek
gerekmektedir. Ancak bu alanların ıslahı kısa vadede mümkün görülmemektedir.
Bu durumda bölgedeki kaliteli kaba yem açığını kapatabilmek için tarla tarımı
içerisinde fiğ, yonca ve silajlık mısır gibi yem bitkileri yetiştiriciliğine önem
vermek gerekmektedir. Bu amaçla Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri
Bölümünde yapılan ıslah çalışmaları sonucu 5 adet fiğ çeşidi (Dicle, Kral Kızı,
Görkem, Karakaya ve Özgen) 1 adet sentetik yonca çeşidi (Başbağ) tescil ettirilmiş
olup, bu çeşitlere ait sertifikalı tohumluklar çoğaltılarak bölge çiftçilerinin hizmetine
sunulmaktadır.
Bölgede yem bitkisi tarımının geliştirilmesi için bazı çözüm önerileri aşağıda
verilmiştir.
1. Bölgede entansif hayvancılığık teşvik edilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır.
2. Tarım Bakanlığı tarafından yem bitkilerine verilen üretim desteği daha
makul düzeylerde devam ettirilmelidir.
3. Yem bitkileri üreten çiftçilere pazarlama konularında yardımcı olunmalı, bu
amaçla üreticilerle hayvan sahiplerinin buluşacağı bir ot borsası kurulmalıdır.
4. Çiftçilerin kooperatifleşmeleri teşvik edilmelidir.
5. Yem bitkileri üretim ve değerlendirme aşamalarında kullanılan tarımsal alet
(mibzer, ot biçme, balya ve silaj makinaları vb). alımlarında çiftçiler desteklenmelidir.
6. Bölgede yem bitkileri ile ilgili yayım ve bilgilendirme hizmetleri
artırılmalıdır.
7. Bölge şartlarına uygun, verimli ve kaliteli yem bitkileri sertifikalı
tohumluklarının çiftçilere uygun fiyattan sağlanması, bu tohumlukların mümkünse
bölgede üretilmesi teşvik edilmelidir (52).
266
Üniversitede silajlık mısır ekimi
Dicle üniversitesi arazisinden saman toplanımı
267
Diyarbakır İli ve GAB’da Arazi Kullanım Durumu ve Yem Bitkileri
Üretimi:
Diyarbakır’da hayvansal üretimi ilgilendiren önemli bir husus da, ilin mera
varlığı ve/veya ilde üretilen yem bitkilerinin miktarıdır. Diyarbakır ilinde toplam
798.754 hektarlık alan tarım arazisi olarak kullanılmakta ve çoğunlukla kuru tarım
yapılmaktadır. İlde çayır ve meralar toplam 182.893 hektarlık bir alanı kaplamaktadır.
İldeki toplam arazi varlığının %52’si tarım alanı, %19’u orman ve fundalık, %12’si
çayır-meralardan oluşmakta olup %17’si ise tarıma elverişsiz alanlardan meydana
gelmektedir.
Çayır-mera alanlarının büyük bölümü (yaklaşık %70) Çınar, Ergani ve
Merkez ilçelerinde bulunmaktadır. İlde çayır ve mera alanları ve kalitesi yeterli
düzeyde değildir. 2007 yılı itibariyle Diyarbakır ili genelinde 1360 da yonca, 438 da
korunga, 37003 da fiğ ve 9457 da silajlık mısır ekimi yapılmış olup oldukça düşük
bir seviyede bulunmaktadır.
GAB ve Diyarbakır ilinde toplam ekilen tarla alanı içerisinde yem bitkisi
ekimi yapılan arazilerin oranı tablo 9 sunulmuştur.
Tablo 9: Diyarbakır ve GAB İllerinde Toplam Ekilen Tarla Alanı
İçerisinde Yem Bitkileri Ekim Alanlarının Oranı
İller
Adıyaman
Batman
Diyarbakır
Gaziantep
Kilis
Mardin
Siirt
Şırnak
Şanlıurfa
G.A.B.
Türkiye
Yem Bitkisi Alanı
(Ha)
938
1.415
2.905
1.276
214
485
2.320
1.955
2.302
13810
938.910
Toplam Ekilen
Tarla Alanı (Ha)
244.418
117.162
642.762
196.113
50.535
315.544
56.004
97.090
958.406
2.678.034
18.148.000
Toplam İçerisindeki Yeri (%)
0.38
1.21
0.45
0.65
0.42
0.15
4.14
2.01
0.24
0.52
5.17
Tablo 9’da görüldüğü üzere Diyarbakır ili ve diğer bölge illerinde yem bitkileri
ekim alanlarının toplam tarım arazileri içindeki payı Türkiye genel ortalamasının
altındadır. Türkiye ve Diyarbakır ilinde büyükbaş hayvan birimi başına düşen çayırmera alanına ilişkin veriler tablo 10’da verilmiştir.
268
Tablo 10: Türkiye ve Diyarbakır İlinde Büyükbaş Hayvan Birimi Başına
Düşen Çayır ve Mera Alanı
Hayvan sayısı
Hayvanlar
Koyun
Kuzu
Keçi
Oğlak
Sığır
Dana
Manda
Manda yavrusu
At
BBHB(1)
0.1
0.05
0.1
0.05
1
0.5
1.8
0.9
1.3
BBHB cinsinden hayvan
sayısı
Türkiye–08 Diyarbakır–08 Türkiye–08 Diyarbakır–08
2008 (2)
2008 (3)
(1*2)
(1*3)
16.809.034 394.172
1.680.903 39.417
7.165.557
236.294
358.278
11.815
3.851.143
113.816
385.114
11.382
1.742.418
58.677
87.121
2.934
8.203.164
189.973
8.203.164 189.973
2.656.778
44.992
1.328.389 22.496
66.801
2086
120.242
3.755
19.496
515
17.546
464
179.855
2.365
233.812
3.075
Katır
Eşek
Toplam
Çayır-Mera alanı
(ha)
1
0.5
62.248
273.520
BBHB Başına Düşen Çayır-Mera Alanı (ha)
1369
6.518
62.248
1.369
136.760
3.259
12.613.577 289.937
14.616.700 182.893
1.16
0.63
Tablo incelendiğinde, Türkiye’de BBHB başına düşen ortalama çayır-mera
arazinin 1.16 ha ve Diyarbakır’da 0.63 ha ile oldukça düşük bir seviyede olduğu
dikkati çekmektedir. Bu bakımdan ilde hayvan varlığına göre düşük düzeyde bulunan
çayır-mera alanlarının varlığının korunarak genişletilmesi ve kalitesinin artırılması
gerekmektedir.
Türkiye 1950’lerden itibaren tarımda yapılan yanlış uygulama ve makineleşme
politikalarıyla daha fazla bitkisel üretim uğruna çayır ve mera alanlarını büyük
ölçüde yitirmiştir. Türkiye’nin birçok bölgesinde yaşanan bu olumsuz gelişmenin
Diyarbakır ili için de geçerli olduğu görülmektedir. Ülkenin birçok bölgesinde çayır
ve mera alanlarının yok olması nedeniyle giderek entansifleşmek zorunda kalan
hayvancılık işletmelerinde üretim maliyetleri, yetiştiricinin ve üreticinin bu sektörde
üretimi devam ettirmesine imkân tanımayacak seviyelere ulaşmıştır. Diyarbakır
ilinde mevcut hayvan varlığına karşılık, yetersiz olan çayır ve mera alanlarında
benzer yanlışları daha fazla sürdürmeden ıslah çalışmalarına gereken önem verilmeli
ve yeni çayır ve mera alanları oluşturulmasına gidilmelidir.
Hayvancılık işletmelerde maliyeti oluşturan masraf unsurlarından en önemlisi
şüphesiz yemdir. Hayvansal üretimde maliyetleri düşürmede, karlı ve verimli
çalışmada önemli rol oynayan kaba ve kesif yem gereksiniminin bol, kaliteli ve ucuz
olarak temin edilmesi gerekir. Bunun için çayır ve mera ıslah çalışmaları yanı sıra,
yem bitkileri üretimine de gereken önemin verilmesi zorunludur (63).
269
İLİMİZ MERA ALANLARININ GENEL DURUMU
Tarihte meralara büyük önem verilmiştir. Örneğin (66)
Tarihte mera teşvik ve düzenlemesi ile ilgili belge. 1 Aralık 1564
Karacadağ meracılığa çok uygundur. Tarihte Mili aşiretinin merasıydı (67).
İlimizde çayır mera alanları arazi varlığı içinde önemli bir yere sahiptir. Toplam
arazi varlığının % 15’ni teşkil etmekte ve hayvancılığın en temel unsurlarından bir
durumundadır. Diyarbakır ili Güneydoğu Anadolu iklim bölgesine dâhil olup, yazları
sıcak ve kurak, kışları ise nispeten soğuk ve yağışlı bir iklim özelliği göstermektedir.
Yağış rejimi yıllık 493,3 mm(uzun yıllar ort.) civarındadır. Bu yağışlar genellikle kış
ve ilkbahar aylarında düşmektedir. Bu da beraberinde mera alanlarında vejetasyon
süresinin kısalığını getirmektedir.
İlimiz mera alanlarının genel yapısı ilimiz coğrafyası ile örtüşmektedir. İlimiz
mera alanları yoğun olarak;
Karacadağ bölgesi; Buralar Bağlar, Kayapınar merkez İlçeleri ile Çınar,
Ergani, Çermik ilçeleri sınırları dahilinde kalmaktadır (110 000 ha.). Bu mera
alanları genel itibarı ile taşlık yapıda % 50-80 oranında olup makineli tarıma
elverişsiz durumdadır. Yöre halkı tarafından küçükbaş (özellikle koyun) otlatılmak
suretiyle değerlendirilmekte ve koyun merası olarak tanımlanmaktadır. Bu bölgede
mevcut meralar yüzölçümü çok büyük parseller halinde bulunmaktadır. Mevsimsel
yağışların yeterli olduğu yıllarda çok yüksek ot verimine sahiptirler. Özellikle
baklagil çayır mera bitkileri (Trifolium repens (Ak Üçgül) Medicago sp). (yonca)
açısından oldukça zengin bir bitki örtüsü mevcuttur.
Dicle havzası; mera alanları bu alanlar Dicle nehrinin kıyılarında
bulunmaktadır. Yoğun olarak Bismil ilçesi sınırlarında kalmaktadır. Taban suyu
seviyesi yüksek olup toprak yapısı itibarı kumlu tınlı bir yapıya sahiptir.
İlimiz ova alanları; bulunan mera alanları, bu kısımlarsa yamaç olarak tarif
edilen alanlardır.
270
Kuzey bölgesi mera alanları; Kulp, Lice, Dicle, Hani ilçelerinde bulunan
alanlar bu kısımlarda yaylalar mevcut olup yoğun olarak kulp ilçesi Muş ili
sınırlarında kalmaktadır. Kadastro çalışmaları açısından değerlendirildiğinde,
3 ilçemiz tamamen, 7 ilçemiz kısmen, 4 ilçemiz ise hiç kadastro görmemiştir.
Bu kapsamda tesis kadastrosu gören mera alanımız 127.648,70 hektar, kadastro
görmeyen mera alanımız tahminen 101820,6 hektar olup, toplam mera alanımız
229.469 hektardır (62).
Tablo: Diyarbakır İli İlçeler Bazında Mera Varlığı
İlçe Adı
Kadastro Gören
Köy
Mezra
Sayısı Sayısı Parsel Alanı
Sayısı (Hektar)
Parsel
Sayısı
Alanı
(Hektar)
Toplam
(Hehtar)
BİSMİL
ÇERMİK
ÇINAR
ÇÜNGÜŞ
DİCLE
EĞİL
ERGANİ
HANİ
HAZRO
KOCAKÖY
KULP
LİCE
MERKEZ
SİLVAN
107
76
90
24
81
38
24
77
37
11
56
19
146
50
-
2247,2
6280
11268
4041
7764
232,9
4451,5
1333,7
23,59
49865,4
13569
744,3
12420
8186,2
26606,1
19112,7
4778
9772
39624,2
4451,5
1576,2
23,59
49865,4
13569
35148,2
4336,2
-
101820,6
229.469
TOPLAM
836
GENEL TOPLAM
77
41
66
24
104
46
41
86
38
18
115
41
224
91
401
134
294
146
364
146
364
42
785
-
12420
5939
20326,1
7844,7
737
2008
39391,3
242,5
35148,2
3591,9
1012
2676
127.648,70
229.469 Hektar
Kadastro Görmeyen
ET ÜRETİMİ
271
Et ürünleri:
1931 yılı üretim: Barsak 27130 kg. kavurma 164.000 kg,sucuk 55.500
kg,pastırma 7200 kg (7).
Diyarbakır 1973 il yıllığına göre; Diyarbakır’da 1973’te mezbahalarda yılda
150.000 baş,mezbaha dışı 75.000 baş olmak üzere 225.000 hayvan kesilmektedir.
Bunlardan elde edilen 4.000.000 kilo et ilimizde tüketilmektedir. Yıllık ortalama
olarak şahıs başına bütün ilde 17 kg. et tüketilmektedir. (Türkiye ortalaması fert
başına 16 kg.dır).
Tablo Küçükbaş Hayvan Yetiştiriciliğinden Elde Edilen Et Miktarı (Ton)
YILLAR
2001
2002
2003
2004
Koyun Eti
5 637 020
5 331 580
4 973 840
-
Kıl Keçisi Eti
1 763 325
1 112 250
1 880 190
-
Toplam Et Üretimi
7 400 345
6 443 830
6 854 030
8.266.871
Kaynak: TİM -Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü, 2005 Tablo Sığır Eti Üretimi (1000 Ton)
YILLAR
2001
2002
2003
2004
Sığır Eti
4 430 700
3 481 950
3 000 000
-
Dana Eti
4 832 050
5 948 100
5 733 150
-
Manda Eti
110 950
74 550
105 000
-
Toplam Et Üretimi
9 373 700
9 504 600
8 838 150
5.630.585
Kaynak: DİE
272
Tablo 2005.İlimizde Elde Edilen Hayvansal Ürünler:
Hayvansal ürünler
Miktar (ton)
Toplam
-
Süt
Koyun sütü
Kıl keçisi sütü
Tiftik keçisi sütü
İnek sütü
Manda sütü
Et
Koyun eti
Kıl keçisi eti
Tiftik keçisi eti
Sığır eti
Manda eti
Deri
Koyun derisi
Kıl keçisi derisi
Sığır derisi
Manda derisi
Yapağı
Kıl
213 645
24 288
8 063
179 681
1 613
9 854
3 883
91
5 876
4
440 791
386 389
7 346
47 035
21
1 259
89
Yumurta
3 434
Bal
437
Kaynak: DİE, Tarımsal Yapı (Üretim, ) Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü, 2005
Tablo 2005 Kesilen Hayvan Sayıları:
Hayvanlar Sayı
Koyun 454 159
Kıl keçisi 3 144
Sığır 22 924
Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü, 2005
273
2007 yılında (TUİK) İlimizde Elde Edilen Hayvansal Ürünler (ton)
Et (ton)
Sığır eti 5 876 ton
Manda eti 4
Et 9854 ton
Koyun eti 3 883
Kıl keçisi eti 91
Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü
1955 yılı meşhur kasap Selim Mendi (47)
TUİK verilerine göre Diyarbakır ilinde 2008 yılında kesilen 46.360 baş
sığır ve 663.075 baş koyun söz konusudur. GAB’da gerçekleştirilen sığır ve koyun
kesimlerinin sırasıyla %53.5’i ve %0.8’i Diyarbakır ilinde kamu ve özel sektöre
ait mezbaha ve kombinalarda yapılmıştır (29). Büyükbaş et üretimi 14.892 ton,
küçükbaş et üretimi 7.573 ton (57).
Kurbanlık sektörü
Kurban sektörü
274
Kurban sektörü
DİYARBAKIR MUTFAĞINDA ET VE ET ÜRÜNLERİ
Diyarbakır mutfağında Et olarak kuzu ve koyun eti çok kullanılır. Sığır, dana
ve tavuk eti daha az tüketilmektedir (9).
Tarihi perspektif olarak ele alırsak burada üretim bolluğu bunda rol oynamıştır.
Seyyah Sestini Diyarbakır için şunu der ‘Ekmek ve et lezzetli ve çok ucuz (10). Prof.
Dr.Halil Değertekin 1950-60 anlatıyor:
Bir Kasap Klasiği; Çarşıdaki kasap dükkanlarında ise, en doğal şartlarda
yetiştirilmiş ve şehir içindeki mezbahada kesilmiş, kuzu, koyun, dana ve sığır,
bacaklarından asılmış halde veya parçalar halinde küçük çaplı soğutucuların içinde
satışa hazır beklerdi. Genellikle her ailenin devamlı alış veriş yaptığı bir kasabı
vardı. O gün evde sulu yemek yapılacaksa küçük parçalar halinde kemikli et (but
veya kürek) veya kuşbaşı, dolma yapılacaksa yağlı kıyma, köfte yapılacaksa yağsız
kıyma, çiğ köfte yapılacaksa özel çiğköftelik kıymanın adını söylemek yeterliydi.
Etin kokusu ve tadı, tavuk etinin kokusu ve tadı gibi adına yaraşırdı. Günümüzün
tatsız tutsuz, kokusuz etleri gibi değildi tabii ki. Sebze ve meyvenin kilosunun
kuruş, etin kilosunun birkaç lira olduğu o dönemlerde beş on lira ile günlük masrafı
yapmak mümkündü. Prof. Dr. Halil Değertekinhttp://diyarbakiranilari.blogspot.
com/2011/09/ şehir-hayatindan-manzaralar.html
Et ürünleri:
But: Kalçadan dize kadar olan bacakların adıdır. Kuyrukla birlikte sağ but
daha üstün tutulur.
Leğen kemiği: Sığırların leğen kemiğidir. Yağlı et ihtiva eden bu parça
kıymetli ettir.
Kaburga: Pirzola kebapları için tercih edilir.
Kol: Fazla tercih edilmez. Kürek kemiğinden dize kadar olan ön bacak etleridir.
Kuyruk sokumu: Değerli etlerdendir.
Boyun: Boyun omurlarının oluşturduğu ettir. Lezzetlidir. Ancak kemik oranı
fazladır.
Omurilik: Tek başına yenmez. Uzun kemiklerin içinde olduğu için, uzun
kemikle birlikte yemeğe lezzet katar.
275
Kavurma: Tuzlanıp bir gün kadar dinlendirilmiş etin kendi yağıyla
pişirilmesiyle elde edilir. Soğuk mekânlarda kışlık tüketim için saklanır (49).
Diyarbakır et yemeklerinde tercih edilen kısımlar:
Diyarbakır lüle kebap kuzu kaburgada yapılır kuyruk yağı kaburgayı
denkleştirilir ve harman edilir. Kuşbaşı kuzu budundan yapılır özel terbiyesi verilir.
Pirzola kuzu sırt kısmında yapılır ve özel terbiyesi verilir. Diyarbakır’ın kuzu
kaburga dolması kol kısmında yapılır doldurulur ve buharda pişirilir.Patlıcanlı kebap
kuzu kaburga kıymasında yapılır. (Hazrolu Mehmet usta).
Sakatat:
Kör barsak: Yenmez.
Safra: Yenmez
Meme: Yenmez
Dalak: Kansız hastalara verilir. Bugün tıp dalak yemeği önermiyor.
Beyin: Kelle suda haşlandıktan sonra kafatası açılır, pişmiş beyin tuz ve
baharatla çocuklara verilir. Tıp bugün önermiyor.
Paçalar: Büyük baş hayvanların bacaklarının dizden aşağı kısmıdır. Et
yönünden zengin değildir. İlik ve jelatin bakımından zengindir. Lezzetlidir, ancak
yahnisi yağlıdır.
Yürek, böbrek: Doğranıp kebap yapılır, çabuk pişer, kemiksiz olduğu için
tercih edilir.
İşkembe: Pişirilmeden önce iç duvarı bıçakla kazınıp iyice temizlenir.
Büyükbaş hayvanların işkembesi yahni, küçükbaşların ise kelle paça ile birlikte
pişirilir.
Karaciğer: Kuyruk yağıyla kebabı şiş kebabı sevilir. Ayrıca kavurma, sote,
yahnisi de yapılır.
Akciğer: Fazla sevilmez, sadece haşlaması yenir.
Bağırsak: Bağırsaklar içinden bol miktarda su geçirilerek iyice temizlendikten
sonra içi dışına geçirilir. Bulgur, dövme, kısır ya da pirinçten yapılan bol baharatlı
ve bazen kıymalı bir harç ile doldurulur. Bunun haşlaması yapılarak yenir. Küçükbaş
hayvanların bağırsakları daha çok kelle paça yemeği ile karışık yapılır.
Dil: Sakatat içinde en fazla tercih edilenlerdendir. Sığır dilleri, yutak kısmıyla
birlikte satılır.
Kelle: Hayvan kellesinin haşlaması ve kızartması yapılır.
Kellepaça: Küçük baş hayvan kellesi, dizden aşağı bacakları, işkembesi ve
bağırsakları bulunur (49).
Pastırma: İşin en ağır ve zor olanı kavurma ve pastırmaydı. Şırdan pastırma
ise daha sonra yapılırdı. Tokaç şeklindeki şırdanlara doldurulan baharatlı kıyma,
tavanlara tek tek asılırdı. Pastırma kıyması ile yapılan köftelerin dumanı ve kokusu
bütün mahalleye yayılırdı (11).
276
Malzemeler: Kıyma, şırdan, kırmızı biber, kişniş, karabiber, tuz, bahar
Yapılışı: Kıyma bir gün önceden alınır, tuz ilave edilerek baskıya konur, kanları
süzüldükten sonra baharatları ve tuzu karıştırılarak yoğrulur. Şırdanlar yıkanır, içine
dışına kişniş serpilir. İçine kıyma doldurulur. Açık havadar, güneş görmeyen bir yere
asılır. Kuruyunca indirilir (40).
Sucuk: Salnamelere göre19. yüzyılda sucuk, satılmakta idi (12).
Sakatat
Yaz aylarında çay önünde kazanla kelle paça yapılır,çayda çıra gösterileri
uygulanırdı (13).
Paça
Barsak kökenli yemek kibe mumbar : Malzemesi: 500 gr pirinç, 500 gr
kıyma, Nane,
Karabiber, Domates salçası, 500 gr bumbar (koyun), Tuz
277
Diyarbekir denince akla gelen yemeklerimizden birisi de Sade “Ciğer
Kebabı”dır. Diyarbekir’e gidipte bir sabah kahvaltısını Ciğer kebabı yiyerek
yapmadıysanız, (Diyarbekir’e) bir daha gitmelisiniz derim.
Diyarbekir’den çok uzaklarda olan arkadaşlar ben gidemiyorum ama
yapmakta istiyorum diyenler önce malzemelerini alsınlar: Kuzu Ciğeri
Kuyruk yağı
Kişniş
Pulbiber, Tuz
Pişirmek için mangal,
Kömür ve şiş Kuzu ciğeri temiz bir şekilde yıkanır. Süzgeçten geçirilir. Daha sonra küçük
küçük (Kuş başı gibi) parçalar halinde kesilir. Bu küçük parçalar Pul biber, kişniş ve
tuz ile terbiye edilir. Ciğer parçaları şişe geçirilirken arasına kuyruk yağı yerleştirilir.
Kömür ateşinde pişirilir. Sıcak servis edilerek yenir. Afiyet olsun (18).
Ciğer Sabah kahvaltılarının ve akşam geç saatlerin menüsü:
Diyarbakır mutfağı ile Güneydoğu mutfağının kesiştiği bir yiyecek ciğer kebabıdır.
Diyarbakır kebabı: 1608-1609 yıllarında Diyarbakırı ziyaret eden Polonyalı
Simeon’un seyahatnamesinde; ‘Tokat’ın paçası, Haleb’in mıklası ve Harput’un çakıl
ekmeği gibi Amid’in de kebabı meşhurdur demektedir.
278
Meşhur lüle kebabı
Aubonne Baronunu şövalyesi Jean Baptiste ‘Tavernier’in Türkiye’ye, İran’a
ve Hindistan’a altı yolculuğu’ eserinde Diyarbekir’de, hiçbir yerde oradaki etle
yapılan et yemekleri kadar güzel et yemedik ‘demektedir (14).
Halit Ötük anlatıyor: Dörtyol’da Hacı Cemil Şallı’nın sahibi olduğu Hacı
Baba Kebap Salonu Diyarbakır’a özgü Lüle Kebebını ve kış mevsiminde Paçayı en
temiz ve lezzetli yapan bir lokantaydı. Hacı Baba aynı zamanda şiirleri ve bestelemiş
olduğu türküleri ile’de ünlü, tertemiz uzun beyaz sakallı ve güzel yüzlü bir şahsiyetti.
Lüle Kebabı: Etin bıçakla (ZIRH İLE) çok hassas bir biçimde kıyılarak, belli
bir oranda kuyruk yağı ilavesi ile yassı bir şekilde değil, silindirik bir tarzda şişlere
dizilerek, meşe kömürü ateşi ile pişirilirdi ve içerisine tuz dışında hiç bir baharat
konmazdı. www.hancepek.com.Şehir Mektupları-14
Güveç Tarifi: Çüngüş yöresinin aksanıyla; Güzel eti getirürsün, dograrsın,
etin birezini yaharsın, güzel daglanur. Onnan batlıcanı doğrarsın. Batlıcani, damates,
biber onarı güzel bi kat altına damates, onın üzerine getirürsün batlıcan, onın üzerine
biber, o birez bişer, üzerine getirürsün sumagını süzersin,ekşisini birez nana atarsın.
Oda güveç (15).
279
Kemikli kebap:
Patlıcan kebap:
Diyarbakır sebzeli kebap:
280
Kuşbaşı kebap:
Çiğköfte:
Kavurma:
tuz.
Kavurma tarifi: Malzemeler; 5 kg kemiksiz süt danası et, 3 kg. kuyruk yağı,
Yapılışı: 3 kg. kuyruk yağı eritilerek süzülür. Et, el büyüklüğünde doğranarak
tuzlanıp, 1 gün bekletilir. Kendi suyu ile kısık ateşte 1 saat pişirilerek suyu alınır.
İçerisine eritilen. Kuyruk yağı dökülerek 1.5 saat kısık ateşte pişirilir. Pişirilen
kavurma serin,kuru bir yerde saklanır (40). Kavurma Diyarbakır’ın vazgeçilmez
281
bir yiyeceğiydi. Özellikle Ergani bölgesinin çepiç eti tercih edilirdi. Kavurma nıkra
denilen kazanlarda yapılırdı. Etler belirli bir süre piştikten sonra kemiklerinden
ayrıştırılırlardı. Kemiklerinden ayrılan etler, kuyruk yağında kızarana kadar tekrar
pişirilirdi. Bu kanın içine az ve dinlenmiş çakıl ekmek (pide) atılırdı.
Kavurma tarifi: Çüngüş yöresinin aksanıyla; Kassım ayında da kavurma
bişmeg zamanıdur. şindi bu çüngüşte elesi hepi davar keserler. Davar kesen, geçi kesen,
koç kesen; üç tene, kuvvati yeten beş tene, iki tene onarı keserler, kalur sabbahtan
tezden kaharlar,onarı dograrlar ufah ufah-ona da kazan deruh kavurma kazanı- o
kavurma kazanına da işte onarı koruh, duzunı seperuh,bi de azgını kaparuh,birez
bişer,biştuhtan sora o egişlen gine adamahıllı alttan üstten karıştıruruh.baharsın
daha bişmiş,ona getirürsün yag da verürsün, yagda da güzel kızarur. Onın yanı sıra
getirürler ekmegi bölerler, güzel yagın içine atarlar. Bi kaç erkegler de gelür, evin
hizmetçisi de gelür, o ekmegi güzel çıhardurlar, kavurmasına barabar bırahurlar, onı
yederler, yeduhtan sora küplere çinkolara basarlar o da bahara teyin yenür.
Başka bir tarif: Kışın iç kızarturuh sogan gine kızarturuh kavurmadan.
Maydinoz,biber onı yugururuh,arasına gine koruh, yaparuh bişirüruh. Onı yerler
kışın, işte ele şeler. Yemege hepsi de yemeg (15). Şimdi o günlere özlem var. Şair:
Kavurma nıkrayla ebedi küstü
Sarı tunç mangallar,siniler süstü
Paçaya hasrettir sobanın üstü
Bu hasret közünde yanaram bibi
(M.Mergen)
282
Kavurma
Kavurma (Ergani): Sonbaharda genellikle keçi, koyun, dana etlerinden
yapılır. Çok eskiden deve ve keklik, bıldırcın etlerinden de yapanlar varmış.
Kavurmayı ancak ekonomik durumu iyi olanlar yapabilirdi. Buzdolabı kullanımının
yaygınlaşması, hızla çoğalan ve her yerde açılan marketlerden dolayı kavurma
yapımı artık eskisi gibi rağbet görmemektedir. .Ancak ilçemizde yinede de hatırı
sayılır oranda kavurma yapılmaktadır. Sabah kahvaltılarında kavurmanın sadesi,
ısıtılmışı veya yumurtalısı, kahvaltı masasına ayrı bir renk verirken, mideler de
bayram eder. İşgenesi de güzeldir. Kavurma evlerde bir çok yemeğe de katılır,hem
yemeğin tadı güzel olsun,hem de güç-kuvvet versin diye (16).
Kavurma
Ayvalı kavurma
Kavurma Yapılan Kazan? Eski Diyarbakır’da Kavurma Günleri şenlikli
olurdu. Evde kesilmiş koyunların etleri, ya da kasaptan alınmış gövde etler
yumruk büyüklüğünde doğranır, bolca sade yağ ve kuyruk yağı ile büyük kavurma
kazanlarına atılarak pişirilirdi. Kavurma günü yakın akrabalar evde toplanır, bir
yanda etler pişerken bir yandan da kesilmiş koyunun ciğeri ve yüreği ile kebaplar
yapılırdı. Avlunun uygun yerinde ya da mutfaktaki ocakta gür ateş üzerine kurulu,
SACAYAĞI denilen demirden üç ayağın üzerine konulmuş büyük kazanlarda fokur
fokur yağda kavrulan etlerin arasına ayva atılırdı. Bunlar da kavurma ile birlikte
pişerdi. Kavurma ile birlikte pişen ayvalar sıcak sıcak dilimlenir yenirdi.
Kazandaki kavurmanın yağına ekmeğimizi batıp yemeye can atardık. Etler
kavrulduktan sonra bir miktar alınır, yağa batırılmış ekmeklerin üzerinde, üstü örtülü
tabaklara konur, mahalledeki yoksul ailelere ve komşulara gönderilirdi… Pişen
kavurma sıcak sıcak özel sırlı küplere doldurulur soğumaya bırakılırdı. Etler büyük
kepçelerle küplere doldurulurken ailenin büyüğü ninemiz ya da annemiz kavurmanın
bereketli olması için besmele çeker dua ederdi. Dualar eşliğinde küplere doldurulan
kavurma, zorunlu olmadıkça, kar düşene kadar kullanılmazdı.
---------------------------------------------------------------283
Eski Diyarbakır’da Eylül ayı başlarından itibaren Ekim ayı sonuna kadar
süren KIŞ HAZIRLIĞI içinde KAVURMA GÜNLERİ önemli yer tutardı. Bir gün
öncesinde tuzlanarak dinlenmeye bırakılan kavurmalık doğranmış et ve kuyruk yağı
sabahın erken saatlerinde avlunun ortasına kurulmuş ocağın üstüne yerleştirilen
SACAYAĞI’nin üzerine konulan kazanların içine atılır, önce suyunu çekinceye
kadar haşlanmaya bırakılır, sonra üzerine yeteri kadar sadeyağ dökülerek kavrulması
sağlanırdı. Bu büyük kavurma kazanları boy boy olurdu ve her evde bulunmazdı.
Bazı evlerde bu kazanlardan HAYRAT için bulundurulurdu ve kavurma yapan
komşulara da sevabına verilirdi. Bu büyük kazanlar hem kavurma yapımında, hem
dövmelik buğday kaynatmada kullanılırdı.
Bu kazanlardan, ayrıca da bağ bozumu döneminde, kuru üzüm, pekmez, pekmez
sucuğu, pastil yapımında kullanılırdı ve bunlara “Mahsere Kazanı” denirdi… (18).
Nıkra kazanı: Yumruk büyüklüğünde doğranmış, LÖP-LÖP etlerin, kehribar
sarısı ayvalarla birlikte fokor fokur kavrulduğu KAVURMA KAZANI meğer ne çok
arkadaşımızın ağzını sulandırmış. Afiyet olsun…
Şimdilerde kaldı mı bilmiyorum. Ama eski Diyarbakır’da hemen tüm evlerde
bu mevsimde genellikle avluların kuytu bir yerinde kurulan NIKRA –NIKRE
denilen kazanlarda KAVURMA yapılırdı. Dev kazanların kurulduğu ocağın harlı
ateşinde koca koca özel yapılmış tahta küreklerle, ya da kalın bakırdan özel olarak
imal edilmiş kevgirlerle karıştırılan etlerin arasına atılan ayvalar kavrulan etlere ayrı
bir tat, ayrı bir rayiha (hoş koku) verirdi…
Kuzu dolması: Diyarbakır’ın yerel yemeklerinden birisinin de “Kuzu
Dolması” olduğunu biliyor muydunuz? Daha önce anlattığımız «Kaburga Dolması»nın değişik bir versiyonu olan
bu yemeğimizde en önemli ayrıntı, bu yemeğimizin pişirilmesinde kuzu bütün
olarak kullanılır. İlk önce almamız gereken malzemeyi yazalım. 1 adet küçük kuzu (4 veya 5 kğ›lık)
1.5 kğ prinç
2 kğ kuşbaşı et
250 gr badem
6-7 çorba kaşığı tereyağı
1 yemek kaşığı salça
1 yemek kaşığı yenibahar
1 yemek kaşığı karabiber
Tuz
284
Temizlenmiş kuzunun gövdesinin içi biraz baharat, tuz ve karabiberle iyice
ovulur. Dışına salça sürülerek büyük bir tencereye tereyağı konup nar gibi iyice
kızartılır. Arzu eden, dışa sürülen salçaya çok az miktarda Bal karıştırarak ta
yapabilir tam ve lezzetli kızarması arzu ediliyorsa. Ayrıca iyice pişirilen ve ufak
ufak doğranmış kuşbaşı etle beraber pirinç pişirilir. Bu pişirme işleminde dikkat
edilmesi gereken nokta pirinci tam pişirmeyip, diri kalacak kadar pişirmek. Kavrulan
bademler, kalan baharat, tuz, pilavla iyice harmanlanır ve Kuzunun içine doldurulur.
Doldurma işleminden sonra açık kalan yerler dikilerek tencereye konur. Üzerine su
ilave edilerek iyice pişmesi sağlanır. Sıcak servis yapılır. Afiyet olsun (18).
Sac tava:
Kaburga Dolması:
Kaburga Dolması:
Hazırlama Süresi: 60 dk
Pişirme Süresi: 3 saat 20 dk
4 kişilik
285
Gerekli Malzemeler :
1 su bardağı pirinç
1 çay bardağı iri çekilmiş badem
2 çorba kaşığı tereyağı
1 su bardağı su
2 çay kaşığı pulbiber
1 çorba kaşığı reyhan veya fesleğen
1 demet ince kıyılmış maydanoz
Tuz, karabiber
Kaburga malzemesi:
1.5 kg kuzu kaburga (ön kol)
Yarım çorba kaşığı biber salçası
1 çay kaşığı karabiber
Hazırlanışı: Pirinci yıkayıp süzün. Tencerede tereyağını eritip pirinç ve
bademi kavurun. Karışımın yarısını bir kaba alıp ayırın. Kalan karışıma 1 su bardağı
su ekleyip pirinçler yumuşayıncaya kadar pişirin. Pilav soğuyunca pul biber, tuz,
karabiber, maydanoz, reyhan ve ayırdığınız pirinçli karışımı ekleyip karıştırın.
Kaburgayı iç pilavla doldurup sağlam bir iplikle dikin. Kaburga dolmasını
büyük bir metal süzgece yerleştirin ve uygun bir kapakla kapatın. Süzgeci, içinde
su bulunan büyük bir tencerenin üzerine yerleştirin (suyun süzgece değmemesine
dikkat edin). Buharda 3 saat pişirin.
Biber salçasına karabiber ve çok az su ekleyip karıştırın. Kaburga dolmasını
fırın tepsisine alıp salçayı üzerine sürün. 190-200 derece ısıtılmış fırında üzeri
kızarıncaya kadar yaklaşık 20 dakika pişirip. Servis yapın.
Şefin Yorumu: Dolma yapacağınız kaburgayı kasapta özel olarak kestirip içini
dolduracağınız kısmı cep şeklinde açtırın. (TuRKoCaN tarafından düzenlenmiştir)
286
BÖLÜM-2 DİYARBAKIR’DA SÜT, YOĞURT, PEYNİR, YAĞ SEKTÖRÜ
Diyarbakır mutfağında yumurta, süt ve süt ürünleri bol miktarda tüketilir.
Özellikle peynir ve yoğurt çok fazla yenilmektedir (19). Süt ürünleri için en
önemli üretim merkezi Karacadağ’dı. Tarihte Karacadağda Milan aşireti ve
Türkmenler özellikle yazın ikamet etmiş, hayvancılık yapmıştır. Karacadağ’da
koyunculuktan elde edilen kasaplık hayvan,süt ürünleri, çok beğeniliyordu (20).
19. yüzyıl başlarında tarihi bir fotoğrafa bakalım (39).
Köyde keçi sağan bir kadın
Tarihi perspektif içinde Cumhuriyet dönemi üretimine bakalım. 1936 yılında
H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında (s. 168) 1931 yılındaki üretim
şu şekildedir. Süt. 9.954.000 kg., Yoğurt 6.457.000, idi.
1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında
Sütçülük: 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında
Vilayet dâhilindeki sığır ve koyun hayvanlarından ehemmiyetli miktarda süt
istihsal olunmaktadır. Alınan sütün mühim bir kısmı yoğurda, sadeyağa ve bir kısmı
peynire tahvil olunur. Südün aynen sarfiyat miktarı tahvil olunan miktara nisbetle
pek cüzidir. Yağ ve yoğurttan sonra ikinci derecede beyaz peynir yapılmakta ve bu
hususta kuzu ve oğlak gibi genç hayvanların Şirden denilen dördüncü midesinden
istihsal olunan adi maya kullanılmaktadır. Vilayetin en mühim ve nefis yağ mıntıkası
(Mağal ve Metinan ve Karacadağ) havalisidir. İkinci derecede ise Osmaniyenin
(Ergani) Gevran ovasile Eğil ve Piran mıntıkalarıdır (s. 155).
Ulus gazetesi 26/1/1940 sayısında: Diyarbakır’ın yağı nefistir, perakende
olarak 80-85 kuruşa satılıyor. Halep yağı, Urfa yağı adları altında tanılan meşhur
yağların çoğu bu civarındır. Diyarbakır senede bir buçuk milyon kilo yağ ihraç
ediyor, denmektedir (11). 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit
Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli
kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır. Diyarbakır’da en hararetli
287
alışveriş, yağ ve hububat borsalarında görülür. Diyarbakır yağlarının toplandığı
ve büyük şehirlere doğru sevk edildiği yağ borsasına uğradım. Borsa binası,
Selçuk yapı tarzında eski bir kervansaray, şimdi adına Çifte han diyorlar. Dört
tarafı kapalı, iki katlı bir bina, ortası avlu, İki de kapısı var. Yağ kapıların birinden
giriyor, ötekinden çıkıyor. Avluda grup grup yağ tenekeleri var. Duvarada da bir
sürü çuval dayamışlar. Bunlar ipek kozası ile dolu. Beyaz yağ daha makbuldür.
Çünkü keçi yağıdır. Koyun yağı biraz sarımtırak olur. Diyarbakır’daki tüccarlara
veya komisyonculara dışarıdan yağ sipariş edilir. Valilik borsaya bir kimyager
tayin ettirdi. Şimdi, Diyarbakır borsasında satılacak ve satılan yağlar muayeneye
tabi tutuluyor. Senede 2 milyon kilo sadeyağ Diyarbakır’dan ihraç edilmektedir.
Mıgırdiç Margosyan, küçüklüğünde Karacadağ tereyağıyla güneşte pişirip özenle
hazırlanan kayısı reçelinin ekmeğe sürerek yemeği en büyük zevki olarak hatırlıyor.
Ayrıca erimiş Karacadağ tereyağının,toz şeker veya pekmezin saçta pişirilen sıcak
yufka ekmeğe dökülmesine taş ekmeği denirdi.
1938 yılına ait bir kitapta Diyarbakır yağları: Öteden beri Türkiye’de en
çok tanınmış ve nefaseti itibarı ile yurdun dahil ve haricinde daima müşteri bulmuş
olan Diyarbakır yağlarının nefasetine söz söylenmez, denir (54).
1973 il yıllığına göre Diyarbakır’da 1973 yılında ilimizde 700.000 yon
inek sütü, 6000 ton manda sütü,14.000 koyun sütü,10.000 ton keçi sütü olmak
üzere yılda 100.000 ton süt elde edilmektedir. İlimizde fert başına 165 litre süt
düşmektedir. Bu Türkiye ortalamasının üstündedir.
Günümüzde:
Tablo- Küçükbaş Hayvan Yetiştiriciliğinden Elde Edilen Süt Miktarı (Ton)
YILLAR
2001
2002
2003
2004
Koyun
146 745
75 217
84 626
82.560
Kıl Keçisi
56 420
34 856
32 344
25.400
Toplam Süt Üretimi
203 165
110 073
116 970
107.960
TİM
Tarım müdürlüğü verileriyle Süt Sığırcılığı: Diyarbakır ilinde süt sığırı
yetiştiriciliği küçük ölçekli işletmeler de ve son yılarda Tarım Bakanlığı tarafından
desteklenen kooperatiflerde yapılmaktadır. İlimizde kültür ırkı ve kültür melezi
hayvan sayısı az, yerli ırk hayvan sayısı fazla olduğundan dolayı birim hayvan birim hayvan başına alınan süt miktarları oldukça düşüktür. Süt verimini ve
üretimini istenilen düzeye getirmenin en önemli etkeni kaliteli ve yüksek verimli
ırklar kullanmak ve yeterli ve dengeli besleme programları uygulamaktır. Bu
288
saydığımız unsurlar olmadığı takdirde süt sığırı sayısı ne kadar olursa olsun süt
üretimi istenilen düzeye çıkartılamaz. Bunun yanında bölgemizde işletmeler
genellikle küçük ölçekli işletmelerden oluştuğundan sanayiye sağlıklı ve yeterli süt
aktarımı yapılamamaktadır. Bu sebepten dolayı ilin süt ihtiyacının büyük çoğunluğu
il dışından karşılanmaktadır.
Tablo Büyükbaş Hayvanlardan Elde Edilen Süt Miktarı (Ton)
YILLAR
2001
2002
2003
2004
Süt Üretimi (İnek)
Süt Üretimi
(Manda)
Toplam Süt Üretimi
237 898
207 000
191 000
215.545
1 660
1 494
1450
1354
239558
208 494
192 450
216.899
Kaynak: TİM
İlimizin süt hayvanı başına yıllık ortalama süt verimi 1800-2000 litre, kültür
ırklarında ise süt verimi yaklaşık 3000 Litre dir. Süt mamulleri üretim sektörü,
süt işleme tesisleri ile daha çok peynir ve yoğurt üretimi yapan mandıralardan
oluşmaktadır. İlimizde süt ve süt mamulleri üreten modern işletmeler mevcut olup
yeterli süt bulamadıklarından kapasitelerinin ancak %10’nu kullanabilmektedirler.
Koyun sağımı Diyarbakır 1973 il yıllığı:
2007 (TUİK) Hayvansal ürünler Miktar (ton) (21).
Küçük baş Süt 213 645
Koyun sütü 24 288
Kıl keçisi sütü 8 063
289
Büyük baş-Süt 213 645
İnek sütü 179 681
Manda sütuü1 613
Kaynak: Tarım İl Md. 2010
Süt üretimi ve gelirleri:
İlçeler
Merkez
Çınar
Çüngüş
Ergani
Eğil
Toplam
Satılan (kg)
61.100
72.000
31.500
23.500
49.850
237.950
Süt ürünleri:
Süt sağımı: Süt sağımına ‘Beri,’ sütü sağan hanıma da ‘Berivan’ denir.
Bahar aylarında günde iki kere, yazın bir kere süt sağılır. Yavru süt emdikten sonra
kalanı berivanlar sağar. Yaz aylarında sürü eve gelmez, geceyi kırda geçirir. Akşam
berivanlar süt sağımına gider, beraberinde çoban ve köpeğin yiyeceğini de götürür.
Sütün süzülmesi: Süt, saten benzeri ve ince sık dokulu kumaşlardan yapılmış
torbalardan geçirilerek süzülür. Daha sonra süt makineleri bu işi yapmaya başladı.
Adan: Makineden geçirilen sütün yağlı kısmıdır. Adan sütleri birkaç gün
biriktirilir, sonra tereyağı üretmek için mayalanıp yayılır.
İmansız: Makineden geçirilen sütün yağsız kısmıdır. İmansız sütler düşük
kaliteli peynir haline getirilip satılır.
Sütün kaynatılması: Sterilizasyon için kaynatılır. Kaynarken taşmamsına
dikkat edilen süt,vücut ısısı mertebesine kadar ılıtılıp mayalanmaya hazır hale
getirilir (49).
Peynir: Salnamelere göre Diyarbakır’da 19 yüzyılda Diyarbakır’da kayda
değer miktarda peynir, satılmakta idi (22).
1936 yılında H. Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında (s. 168)
1931 yılındaki üretim şu şekildedir, beyaz peynir 410.000 kg. idi. 1936 yılında
H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında Vilayet dâhilindeki sığır ve
koyun hayvanlarından ehemmiyetli miktarda süt istihsal olunmaktadır. Alınan sütün
mühim bir kısmı yoğurda, sadeyağa ve bir kısmı peynire tahvil olunur. Sütün aynen
sarfiyat miktarı tahvil olunan miktara nisbetle pek cüzidir.
290
Yağ ve yoğurttan sonra ikinci derecede beyaz peynir yapılmakta ve bu hususta
kuzu ve oğlak gibi genç hayvanların Şirden denilen dördüncü midesinden istihsal
olunan adi maya kullanılmaktadır. Vilayetin en mühim ve nefis yağ mıntıkası (Mağal
ve Metinan ve Karacadağ) havalisidir. İkinci derecede ise Osmaniye’nin (Ergani)
Gevran ovasile Eğil ve Piran mıntıkalarıdır (s. 155).
2001 Master planda Diyarbakır‘da; Diyarbakırda yıllık 218.200 ton süt, 28500
ton peynir üretimi vardır.
Peynirciler çarşısı ve Diyarbakır peyniri: Dünyada sadece Diyarbakır’da
üretilen (örüklü peynir), Türkiye ve Avrupa’nın birçok yerinde de ilgi görüyor.
Yabancı ülkelerden Diyarbakır´daki Peynirciler Çarşısı’na siparişler yağıyor.
Balıkçılarbaşı Mahallesi’nde bulunan “Peynirciler Çarşısı”, Türkiye ve dünyanın her
yerine adını duyurmuş bir yer. Yaklaşık 350 usta ve çalışanıyla günlük 40 ton peynir
üreten Peynirciler Pazarı esnafı, şunları ifade ediyor. Ustalarının her gün anlaşmalı
olduğu köylerdeki evlerde ve çadırlarda peynir ürettiğini belirten esnaflardan Fatih
Aybak, Peynirciler Çarşısı’nın Türkiye’nin kalbi olduğunu söyledi. Peynirden
söz edildi mi ilk akla gelen yerin kendi pazarları olduğuna dikkat çeken Aybak,
Diyarbakır’ın kendine özgür peynir çeşitleri olduğunu ve bu çeşitlerin Diyarbakır
dışında bulunmadığını kaydetti. Diyarbakır’da (örüklü), (dil), (lavaş), (geniş lavaş)
ve kerkor çeşitlerinin üretildiğini belirten Aybak, “Kerkor otu dünyanın hiçbir
yerinde yok. Türkiye’de sadece Dicle Üniversitesi’nin arkasında bulunan arazide
var. Bu ot peynire harika bir tat veriyor” dedi.
Hunandî marka olabilir: Türkiye’nin birçok yerinden peynir için sipariş
aldıklarını hatırlatan Fatih Aybak, şunları söyledi: “Fransa, Almanya, İngiltere, Irak
ve Türkiye’nin birçok ilinden peyniri siparişi alıyoruz. Aldığımız siparişleri kargoyla
gönderiyoruz. Bu pazara sahip çıkılırsa, buradaki peynir dünyada marka olur. Çünkü
bazı peynir çeşitleri sadece Diyarbakır’da yapılıyor.”
Karacadağ’ın peyniri daha kaliteli: Esnaflardan Hemdin Amak ise
Karacadağ bölgesinde yapılan peynir çeşitlerinin kalitesinin çok daha yüksek
olduğunu belirtti. Söz konusu kalite ve tadı Karacadağ’ın doğal yaşamına bağlayan
Amak, şunları şöyle konuştu: “Karacadağ’ında su çok soğuk, rüzgârı çok soğuk, suyu
berrak ve istemediğiniz kadar çok. Karacadağ’da çok farklı ot çeşidi var. Hayvanları
besili. Koyun ve keçilerinin türü zom. O bölgenin her şeyi doğal. Dolayısıyla doğal
ortamda yapılan peynirin tadı ve lezzeti de doğal ve çok kaliteli olur” (23).
Örgü Peyniri: Örgü peyniri Diyarbakır’ın karacadağ yöresinde mahalli
olarak üretilen ve salamurada olgunlaştırılan geleneksel bir peynir çeşidimizdir.
Lezzet olarak Çerkez peynirini andıran örgü peyniri üretimi emek isteyen tuzsuz
peynir, yapım aşamasında tuzlu suda kaynatılıyor ve peynirin lezzeti de buradan
geliyor.Örgü peyniri üretim tekniği yönünden kaşar peynirine, bileşim yönünden ise
beyaz peynire benzemektedir.
291
Üretim Şeması:
çiğ süt
sütün ısıtılması 90 derece
peynir kültürü ilavesi
teleme kırma işlemi
telemeden su uzaklaştırma
tuzlu suda haşlama işlemi % 3-7 tuzlu su 70-80 derece 5-6 dk
örgü işlemi
soğutma
salamura işlemi 1 gün % 12-13
ambalajlama torbalar içinde vakumlanarak veya teneke ambalaj içine alınarak
depoya aktarılır.
Kimyasal Bileşim
kuru madde miktarı: % 44.8
kül:% 7.43, tuz:% 6.02
magnezyum:% 40.79 mg/ 100gr
kalsiyum:459.04 mg/100gr
sodyum:%2731.49 mg/100gr (24).
Malzemeler: 20 kg taze
dinlenmiş (suyu süzülmüş)
peynir (1 tenekelik) 3 demet
peynir otu
Kaya tuzu (iri taneli tuz).
Yapılışı: Büyük bir tavaya su konup kaynatılır. İnce dilimlenmiş peynirler
tavadaki suya atılır. Elle tutulduğunda uzayacak hale gelmişse kevgirle alınarak
içinde süzgeç bulunan bir kabın içine alınarak takriben 1 dakika sonra elde yoğrulup,
uzatılarak örgü halinde örülür. Tepsiye sıralanıp soğumasından sonra tuzlanıp
tenekeye yerleştirilir. Ağzı lehimlendikten sonra kışın yemek üzere soğuk hava
deposunda muhafaza edilir. Günümüzde beşerli altışarlı poşetlenip dipfrize konarak
da kışa kadar muhafaza edilebilir. Tazeliği muhafaza açısından tercih edilen bir
yöntemdir (40).
292
Türkiye’de spesifik olarak peynirciler pazarı, yoğurtçular pazarı diye mekan
bulmak seyrektir. Diyarbakır’da ise tarihi olarak bu mekânlar vardır. Peynirciler
pazarı Diğer bir peynir pazarını ise bağlar semtinde görüyoruz.
Diyarbakır’a özgü örüklü peynir:
293
Posta gazetesi yazarı Artun Ünsal Diyarbakır peynir pazarını anlatıyor:
Kasapoğlu Peynir Pazarı aynı zamanda koyun ve canlı hayvan ticareti de yapan
‘babadan peynirci’ Ali Haydar ve oğlu Osman Canlı’nın sattıkları peynirlerin kalitesi
ve lezzeti daha tatmadan kendini ortaya koyuyor; öyle bir albenileri var: Haşlama
beyaz peynir, örgü peyniri, dil peyniri ve de lavaş peynir. Fazla çeşit yok, ancak
en iyisi. Nitekim daha sonra bu peynirciden söz ettiğim Diyarbakır’ın yerlisi bir
hanımefendi de “Biz de öteden beri peynirimizi oradan alırız” deyince, Ali Bey’in
peynir vitrinin önünden geçerken hemen içeri dalmamın basit bir tesadüf olmadığı
ortaya çıktı.
Burada satılan peynirlerin biçimleri farklı da olsa hepsi ‘haşlama’ usulü ile
yapılıyor. ‘Haşlama peynir ne demek?’ diye sorarsanız: Köylüler tarafından yapılan
taze peynirler, önce dilimlere bölünür ve yaklaşık 70-75 derece sıcak ve yüzde 3
oranında tuzlu suda 5 dakika kadar haşlanır. Sonra yoğrulur, saç örgüsü ya da yumruk
büyüklüğünde toplar veya yine elle yassılatılarak, ufak ama kalın bir pide ya da daha
uzun, yani lavaş biçimi verilir.
Özellikle tam yağlı ilkbahar sütünden yapılan bu haşlama peynirler
arasında, elbette otlu peynir çeşitleri de bulunuyor. Haşlama peynir, Antep ve
Kahramanmaraş’ta da yapılır, ama her birinin lezzeti hayvanına, otuna, sütüne,
tuzuna göre biraz farklıdır. Diyarbakır yöresinde ‘göçer peyniri’ diye bilinen köylü
peynirleri kimi zaman yağı alınmış sütten yapıldığı için, haşlanmaz. Ama, 90 yıldır
peynircilikle uğraşan bir aileden gelen Ali Haydar Bey’in köylü üreticilerine önceden
özel sipariş verip ‘sütün en iyisinden’ yaptırttığı bu haşlama peynirler, teneke veya
plastik bidonda konduğu soğuk hava deposunda 1 yıl dayanır. Siz de bu peynirlerden
aldığınızda buzdolabınızda rahatlıkla 6 ay kalır.
Peynirlerin tümünü tattım; tam yağlı ve tuzu gerçekten kıvamında. Ama, bu
Diyarbakır örgüsü bir harika; Abaza örgü peynirini aratmaz. Sizin tercihiniz farklı
olabilir, ama bilin ki, buradaki enfes peynir çeşitlerine tek fiyat uygulanıyor: Kilosu
8 TL. Dilerseniz, kargo ile adresinize de gönderirler. (Melik Ahmet Cad., No:
23/B Diyarbakır Tel: 0412 224 52 00) Artun Ünsal Diyarbakır lezzetleri. Posta 06
Haziran 2010
Dicle Üniversitesi, Diyarbakır`ın örgü peynirini dünyaya tanıtacak:
DİYARBAKIR(CİHAN)- Dicle Üniversitesi (DÜ), Diyarbakır`ın ünlü örgü peynirini
dünyaya tanıtmak için çalışma başlattı. DÜ Veteriner Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Abdurrahman Şenyiğit, Güneydoğu`da üretilen hayvansal ürünlerle ilgili genel
sağlığa etkil 2009-01-31 CİHAN
Dicle Üniversitesi(DÜ), Diyarbakır`ın ünlü örgü peynirini dünyaya tanıtmak
için çalışma başlattı. DÜ Veteriner Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdurrahman Şenyiğit,
Güneydoğu`da üretilen hayvansal ürünlerle ilgili genel sağlığa etkileri, bunların
verimliliği ve diğer konularda yoğun çalışmalar içerisinde olduklarını belirtti.
Besin Hijyeni Anabilim Dalı Başkanlığı`nın sürdürdüğü çalışmalarda
amaçlarının örgü peynirini dünyaya tanıtmak olduğunu söyleyen Şenyiğit,
`Dünyadaki isim yapmış diğer peynirlere bakıldığında örgü peyniri kalite açısından,
294
sağlığa uygunluk açısından geri değil. Böylesi kaliteli bir peynirin tanıtılmaması son
derece üzücüydü.` diye konuştu.
Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni ve Teknolojisi Öğretim Üyelerinden Doç.
Dr. Emin Erkan ise Diyarbakır örgü peynirinin ısı işlemine maruz bırakılarak
üretildiğinden patojen mikroorganizmaların üremesi engellendiğini kaydetti.
Doç Dr. Aydın Vural ile yaptıkları çalışmalar sonucunda, Diyarbakır
peynirinin kimyasal bileşiminde büyük farklılıklar görüldüğünü aktaran Erkan,
üretimin standardize edildiği takdirde hem hijyenik hem de kimyasal kalite üzerindeki
olumsuzlukları ortadan kaldıracağını söyledi (CİHAN).
Lavaş peyniri: Lavaş peyniri, tam yağlı inek, koyun, keçi sütünden üretilir.
Orta sert bir
Diyarbakır lavaş peyniri İlkbahar sütünden hazırlanan bir peynirdir. İsmini
şeklinden alan lavaş peyniri tuzlu ve lezzetiidir (43).
Kırkor peyniri: Diyarbakır’ın yüksek kesimlerinde daha çok bulunan ve
keskin bir kokusu olan “kırkor” adı verilen bitki, ince ince kıyılarak peynirle birlikte
yoğrularak lavaş veya yuvarlak peynir adıyla sofralardaki yerini alıyor (25).
Tuluk peyniri: Çermik İlçemizde, yöremize özgü koyun, keçi ve inek
sütlerinin karışımı veya ayrı ayrı sütten meşhur Çermik Tuluk Peyniri yapılmaktadır
(50).
Yoğurt: Yoğurt pazarından bir görünüm
295
Köy yoğurdu
Yayık ayranı: Foto: M. Ali Abakay
296
Yayık Ayran: Foto: Müslüm Üzülmez
Tuluğ yayıkta ayran yapılması (45).
Ayran tası ve içiminde kullanılan kepçe
Kadınlar genellikle tuluğu evin civarında bulunan ağaçlara bağlayıp
çırparlardı. Bu ağaç genellikle dut ağacı olurdu. Tuluğ ayranı yapımı zahmetli ve
yoğun emeğe dayanırdı. Tadının güzelliğinin nedeni, yapımının zahmetli ve yoğun
emeğe dayanmasından kaynaklanıyor.
Yaz aylarında naneli, salatalıklı ve reyhanlı ayran en sık içilen meşrubattır.
297
Yazın maşrapada köpüklü ,naneli buz gibi ayrana ne dersiniz
Diyarbakır yoğurtları
Sıtıl sıtıl yoğurdunu
Hasso-çerko kavununu,
İlk göz ağrımın yurdunu
Sevdim iri kez unutamamam (M. Mergen).
Dicle üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Süt Ürünleri işletmesi Divet Yoğurdu
298
Üniversite artık yoğurt üretiyor İHA10-2-2010: Dicle Üniversitesi Veteriner
Fakültesi Dekan yardımcısı ve Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı Başkanı
Doç. Dr. Aydın Vural, kurdukları yoğurt, tereyağı ve ayran üretim tesisinde deneme
üretimi yaptıklarını ve ürettikleri yoğurtları satılmak üzere üniversite personeline
sunduklarını açıkladı.
Veteriner Fakültesi Dekan yardımcısı Doç. Dr. Aydın Vural, Avrupa Birliği
(AB) Kırsal Kalkınma Programı kapsamında süt işleme tesisi ile ilgili 2004 yılında
hazırladıkları projenin 2007 yılında tamamlandığını belirtti. İlk etapta sadece
yoğurt üretimi için kurdukları tesisi üniversitenin de desteği ile tereyağı ve ayran
da üretebilecek şekilde geliştirdiklerini anlatan Vural, tesisin şu anda günlük 3 ton
süt işleme kapasitesine sahip olduğunu, yoğurt, tereyağı ve ayran üretilebildiğini
bildirdi. Vural, tesisle üniversite olarak bölgedeki vatandaşa ve sanayiciye modeller
oluşturmak istediklerini vurguladı. Bölgedeki en önemli problemlerden birinin
gıdalardaki kayıt dışılık olduğunu da ifade eden.
Vural, şöyle devam etti: “Özellikle bölgemizde yoğurtlar köylerden bakraçlarla
sağlıksız koşullarda dolmuşlarla ve diğer araçlarla şehir merkezine gönderilmektedir.
Bunlarda hijyen içler acısı ve temiz olanlar bile yolda kirlenebiliyor. Ayrıca, yoğurt
üretenler dolmuşçuya, bakkala ayrı ayrı para veriyor ve bu işi yapanlar para
kazanmıyor. İşletme olarak köylerden süt toplayacağız ve toplayacağımız sütlerle bu
üretimi gerçekleştireceğiz. Bunun sadece üretici ile ilgili değil, sanayici ve tüketici
ile ilgisi var.
Onlara göre bir model oluşturmak istiyoruz. Buradaki sanayici yapılanı
görmedi mi inanmıyor. Öte yandan üreticilerimize de ayrıca ara eleman yetiştirmek
istiyoruz. Üretim tesisimiz tam. Deneme üretimleri yapmaya başladık ve ürettiğimiz
yoğurtları üniversite personeline satmaya başladık”. Vural ayrıca yoğurt, tereyağı
ve ayran üretimi dışında ilerleyen süreçte peynir çeşitlerini de üretmek istediklerini
belirtti. Vural, üretimle birlikte tüketicilerin de marketten veya satış reyonlarından
piyasadan daha ucuza ürün alabileceğini ifade ederek, “Bizim bir ticari kaygımız
299
yok. Model olarak kayıt dışılığının önünü kesmek istedik. Daha ileride bölgenin
örgü peynirini ve beyaz peynir üretebiliriz. Ayrıca önümüzdeki yıllarda sağlıklı ek
ürünlerin üretildiği bir tesis de yapmayı düşünüyoruz.
Busayede daha ucuz ve daha sağlıklı ürünleri üreteceğiz” şeklinde konuştu.
Yoğurt çorbası: LEBENİ (DİYARBAKIR)
http://lezzetler.com/lebeni-diyarbakir-vt6852.html
Lebeni adı verilen yoğurt çorbasını pişirmek için, önce yoğurt, yumurta ve tuzla
bir tencerede çırpılır. Harlı ateşte tahta kaşıkla karıştırılarak pişirilir. Kaynayan bu
yoğurtlu karışıma, bir tas dövme eklenir. Dövmeler yumuşayıncaya kadar kaynatılır.
Üzerine naneli kızdırılmış tereyağı dökülür. Nane yerine yarpuz adı verilen yabani
nane de kullanılabilir.
Malzeme:
Yoğurt 3 su bardağı
Su 8 su bardağı
Döğme 1 kase
Yağ 3 çorba kaşığı
Yumurta 1 adet
Kuru nane 3 çorba kaşığı
Tuz Yeterince Yapılışı: 3 kase yoğurt, bir yumurta, 4 kase su ve bir miktar tuz, orta
büyüklükte bir tencereye konur. 15 dakika devamlı çırpılır. Sonra çok hararetli ateşte
20 dakika kadar tahta kaşıkla karıştırılarak pişirilir. Diğer taraftan 1 kase döğme
2-3 defa temizce yıkanır, kaynamakta olan yoğurdun içine konur. Pişinceye kadar
yani döğmeler yumuşayıncaya kadar kaynatılır. Piştikten sonra yere indirilir. Servise
alınacağı zaman 3 kaşık yağ ile 2 kaşık kuru nane bir tavada kızdırılır, yemekten 10
dakika evvel kızdırılmış yağ çorbanın üzerine dökülür.
300
Yağ: Salnamelere göre sucuk Peynir, Revgan-ı sade, içyağı, satılmakta idi.
Diyarbakır salnamelerinde: Mahsulat-ı mayi’a Peynir, Revgan-ı sade, içyağı,
zeytinyağı, sabun yağı, susam yağı, pekmez ve akid, meşrubat-ı mütenevvia,
meyve-i höşk ve ter,asel satılmakta idi (22). Tarihte Karacadağda Milan aşireti ve
Türkmenler özellikle yazın ikamet etmiş, hayvancılık yapmıştır.
Karacadağ Süt ürünleri: Peynir ve sade yağ. Ağırlıklı olarak sade yağ üretilir.
Mililerin ve özellikle Karacadağ’ın sadeyağının kolesterol oranı yüksektir. İlkbahar
ve yazın ayran üretimi yoğun olduğu için çökelek yapımında kullanılırdı. Kurutulmuş
çortan, sütün olmadığı kış aylarında ahşap teknelerde ayrana çevrilirdi (20).
1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı Diyarbakır yıllığında (s. 168)
1931 yılı üretim olarak.
Tereyağı 310.150 kg,İçyağı 108 550 kg, Sadeyağ 509.560 kg.idi
1936’larda Konyar Eğil’in ekonomisini şu şekilde özetler: Yağları da
nefistir (7). 1936 yılı ihracatında, 950.000 ton sadeyağ, ‘ihracı söz konusu idi (26).
1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus
gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini
detaylandırmıştır: Başlıca ihraç maddeleri yağ, yapak, canlı hayvan, çeltik, hububat
bakliyat, hayvan derileri, mazı, kitre, badem ve ceviz içidir. Diyarbakır’da en
hararetli alışveriş, yağ ve hububat borsalarında görülür. Diyarbakır yağlarının
toplandığı ve büyük şehirlere doğru sevkedildiği yağ borsasına uğradım; Borsa
binası, Selçuk yapı tarzında eski bir kervansaray, şimdi adına Çifte han diyorlar.
Dört tarafı kapalı, iki katlı bir bina. Ortası avlu ve iki de kapısı var. Yağ kapıların
birinden giriyor, ötekinden çıkıyor. Avluda grup grup yağ tenekeleri var. Duvarada
bir sürü çuval dayamışlar. Bunlar ipek kozası ile doluydu.
Beyaz yağ daha makbuldür. Çünkü keçi yağıdır. Koyun yağı biraz sarımtırak
olur. Diyarbakır’daki tüccarlara veya komisyonculara dışarıdan yağ sipariş edilir.
Valilik borsaya bir kimyager tayin ettirdi. Şimdi, Diyarbakır borsasında satılacak ve
301
satılan yağlar muayeneye tabi tutuluyor. Senede 2 milyon kilo sadeyağ Diyarbakırdan
ihraç edilmektedir. Borsa binasında, zamanına göre yapağı,mazı,kitre,acıbadem,deri
,pirinç gibi mallar da arttırılmaktadır (27).
Metruk çifte han (Borsa)
Eski Borsa Hanı: Bu Hanın diğer ismi ÇİFTE HAN dır. Eski tarihlerde YÜN,
MAZI ve SADE YAĞ alım ve satımı bu handa yapılırdı (28).
BÖLÜM 3: TARİHTEN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR’DA DERİ VE YÜN
SEKTÖRÜ
16. yüzyıl: Onaltıncı yüzyılda Diyarbakır, Anadolu’daki önemli ticaret
merkezlerindendir. Ticari önemi olan meslekler Madencilik, Demircilik, Bakırcılık,
Sarraflık, Gümüşçülük, Debbağlık, Kavafiye, ve Dokuma bunların belli başlı
olanlarıdır (30). Genellikle mütevazı gelirlere sahip olan bu endüstriler arasında en
dikkati çekeni, ilk dönemdeki (1518). yüksek miktardan, sonraki dönemlerde (1540
ve 1564) düşük miktara inen deri işlemeciliğidir. Diyarbakır’a gelen seyyahların
Avrupa’da büyük talep gören en önemli ticari meta olarak bahsettiği kırmızı boyalı
derinin (sahtiyan) üretiminin yapıldığı ve şehir halkının yaklaşık dörtte birinin
uğraşısı olan deri endüstrisiydi.
Üretilen derinin gön, meşin ve sahtiyan gibi tür ve kalite olarak çeşitleri
bulunmakta ve ayakkabı, terlik, çizme, koşum takımı yapımında kullanılmaktadır.
Diyarbakır›da işlenen deri ve bunlardan yapılan ürünlerin, şehir ve bölge halkının
ihtiyacına yönelik olduğu tahmin edilmektedir.
Şehirdeki endüstri kollarından olan, deri işlenmesi ve baş hane (kelle ve paça
pişirilen ve servisi yapılan lokanta) için gerekli olan ham maddeler şehirde kesilen
hayvanlardan sağlanmaktaydı. Koyun ve keçinin iç yağı mum yapımında kullanılmak
üzere şem haneye, bağırsakları yay yapımında kullanılmak üzere kirişhaneye, baş
302
ve ayakları pişirilmek üzere baş haneye, derisi de tabaklanmak üzere tabakhaneye
gönderiliyordu. Genellikle mütevazı gelirlere sahip olan bu endüstriler arasında en
dikkati çekeni, ilk dönemdeki (1518) yüksek miktardan, sonraki dönemlerde (1540
ve 1564) düşük miktara inen deri işlemeciliğidir.
16. yüzyılın ikinci yarısına (1564) ait ticari gelirler arasında Tamgay-ı siyah
vergisine tabi olan ürünler arasında kumaş türleri, deri (bulgari), bulunmaktadır.
Şehirden yalnızca transit geçerek İstanbul’a giden kervanlardan, gümrük
yerine, yalnızca «tamga-ı kayseriyye» adı altında geçiş vergisi alın-maktaydı. Yünlü
dokumalar (akmişe), deri (bulgari), uzun mesafeden gelen kervanlarla İstanbul›a
taşınmaktaydı. Uluslararası transit ticaretin yanı sıra, Diyarbakır şehrinde, bölgeler
arası ve bölge dahilinde yapılan ticaret de önemli yer tutmaktadır. Bu konuda,
öncelikle, Diyarbakır›ın surlarında yer alan dört kapıdan geçerek şehre satılmaya
gelen mallardan ve bunlardan alınan kapı vergisinden bahsetmek gerekmektedir.
16. yüzyılın ilk ve ikinci yarısında rastlanan ve resm-i ebvab-ı erbaa adıyla anılan
bu vergi zahire, koyun, sığır, ve yünden alınmaktaydı. Pamuk ipliği ve pamuk,
(rişte ve penbe), karışık renkli ipek (harir-i elvan) ve çeşitli deriler (gön, sahtiyan
ve meşin) de şehirde satılan mallar arasındaydı (30).
Yabancı gezginlerin gözüyle deri ve yün sektörü FRANSIZ TAVERNİER: Ünlü Fransız gezgin Jean Baptiste Tavernier,
1630’lu yıllarda gördüğü Amid’de, deri sanayini överken şöyle der; “Amid’in
derileri renk ve benekleri bakımından şarkın bütün mamullerinden üstündür. O
kadar çok maroken imal edilir ki, şehir halkının dörtte biri bu işle geçinir.
POLANYALI SİMEON: 1650’de Diyarbakır ve çevresini gezen Polonyalı
gezgin SİMEON ise o yılların Amid’ini şöyle anlatır; “Şehir tarih boyunca olduğu
gibi bu gün de bir din ve irfan merkezidir. Emsali yalnız İstanbul’da bulunan, çok
usta kuyumcular, zernişancılar, bıçakçılar, papuççular, çizmeciler ve diğer zenaat
erbabı vardır.
FRANSIZ POULLET: Sonra, 1660 lı yıllarda Fransız gezgin Poullet kente
gelir. İran’dan Moğolistan’dan, Polonya ve Moskova’dan buraya gelen tüccarların
fevkalade güzel deri ürünleri alıp döndüklerini yazar (32).
(MS.1691-1692) Cizye- Defterlerine Göre Diyarbekir’deki Meslekler içinde
dericilik: Bir yerleşim yerinde bulunan mesleklerin ortaya çıkarılmasında müracaat
edilen kaynaklardan birisi de cizye defterleridir. Bu itibarla ele alınan defter,
Diyarbekir’de 1691 yılında hangi meslek gruplarının bulunduğu konusunda son
derece faydalı bilgiler sunmaktadır.
303
Bu defterde yer alan meslek isimlerinin, dil itibariyle, bir kısmının Türkçe’den
ve bir kısmının da Arapça’dan ibaret olduğu görülmektedir. Basmacı, boyacı,
semerci, katırcı, çulcu çizmeci, odabaşı, börekçi, taşçı, kazancı, kavukçu, paçacı,
kebapçı gibileri Türkçe meslek isimleridir. Mimar, habbaz (ekmekçi), hayyat (terzi),
hariri (ipekçi), mutaf (kıl dokucu), haddad (demirci), debbağ (deri yüzücü), ‘tespit
etmek mümkündür.
Diyarbekir’de XVII. yüzyılın sonlarında en yaygın mesleğin çulculuk olduğu
görülmektedir. Çulculuğu debbağlık, basmacılık, boyacılık, kassarilik, sellahlık
izlemektedir (33). Örnek vermek gerekirse; Kıtırbil Köyü’nde ise 14 çulcu, 20
debbağ, çalışıyodu.
Diyarbakır, kumaş ve iplik boyacılığı, kadife, keten, bez ve ipekli dokumaları
ile tekstilde, ayakkabı, terlik, çizme ve koşum takımları üretmek için gerekli
olan deri işlemeciliğinde, ün yapmış merkezlerden biridir. Tavernier, Diyarbekir
marokenleri için: “gerek renk ve gerek benekleri bakımından Şark’in aynı cins
bütün mamûlatının fevkindedir. Burada o kadar çok maroken imal edilir ki şehir
halkının dörtte biri bu işle geçinir” demektedir. Kayseri Şer’iyye Siciline göre,
meşhur kırmızı Diyarbakır sahtiyanı, alışverişte bir değer olarak kullanılmıştır (34).
19. yüzyıl: Vital Cuinet seyahatnamesinde şehirde 28 maroken fabrikası ,
30 kumaş boyacısı olduğunu, ifade eder (35). 1815 yılında Diyarbakır’ı ziyaret
eden Buckingam ‘....,300 deri imalatçısı, vardır.’ demektedir. Diyarbakır’ın bu
tarihlerde ihraç ettiği bir önemli madde de deri boyanmasında büyük öneme sahip
mazu idi. 1797 tarihli bir arzdan anlaşıldığına göre ‘Diyarbakır’dan Kayseri’ye
mazu gönderilmediğinden İstanbul’da ayakkabı fiyatları oldukça yükselmişti.
Bunun sebebinin mazunun İzmir’e gönderilerek buradan Avrupa ülkelerine ihraç
edilmesi olduğu anlaşıldığından dolayı bu işin önünün alınması istenmekteydi. Bu
ise Kayseri debbağ esnafının perişanlığına yol açtığından Diyarbakır’a gönderilen
fermanlarla mazunun uygun fiyatlarla Kayseri’ye gönderilmesi istenmişti. Bu
ferman Avrupalı tüccarların Diyarbakır’da mazu ticaretini yine önleyememiş,
1815 yılında bir ikaz fermanıyla mazunun Avrupa’ya değil, Kayseri’ye
gönderilmesi emredilmiştir (36). Padişah 3.Selim zamanında Ergani’de kesilen
hayvan derilerinin de Kayseri’ye gönderilmesi istenmektedir.
304
Padişah fermanı
Diyarbakır’a gelen seyyahların Avrupa’da büyük talep gören en önemli ticari
meta olarak bahsettiği kırmızı boyalı derinin (sahtiyan) üretiminin yapıldığı ve şehir
halkının yaklaşık dörtte birinin uğraşısı olan deri endüstrisinin, son iki dönemdeki
(1540 ve 1564) düşük gelirlerini açıklayacak yeterli delil bulunmamaktadır. Bölgede
yapılan hayvancılığa paralel olarak, deri işlemeciliğinin oldukça gelişmiş düzeyde
yapılmasına rağmen, aynı oranda Defterlere yansımaması ilginçtir. Dericilikten elde
edilen gelirlerin düşük görünmesinin asıl sebebi, defterdeki rakamlara, ilk dönemde,
dükkan kiraları ile birlikte, tabakhane gelirinin dahil edilmesi, son iki dönemde
ise, yalnızca düşük miktardaki dükkan kiralarının kaydedilmiş olmasıdır. Diğer
bir ifadeyle, bu dönemlerde tabakhane gelirleri kaydedilmemiştir. Deri ürünlerinin
ticaretinden alman vergi ayrıca ve ipek ile birlikte, tam-gay-ı gön ve sahtiyan ve
meşin adı altında tahsil edilmiştir. Yine de, toplam 27.017 akça olan bu miktara,
8.000 akçelik kira eklendiğinde dahi (35.017 akça), ilk dönemdeki yüksek tutara
ulaşmadığı görülmektedir. Bu durumda, söz konusu dönemde dericilik işinin
gerilediği veya gelirlerinin başka bir yere tahsis edildiği akla gelmektedir.
19. yüzyılda sanayi durumu için Diyarbakır salnamelerine bakacağız:
Diyarbakır salnamelerinde; 1869-1905 Diyarbakır salnamesinde debbağlık
müterakkidir. (gelişmiştir) (4/362) (3/360) Zirai ürün olarak ‘Hınta, Şa’ir, hububat-ı
saire, kesilen ağnam, kıl, kök boya, mazı veteferruatı, penbe-i ham, Safi erz, Cild-i
sansar, Cildi tilki, Cild-i tavşan, harir kozası ve badem geçer. Sınai mahsüller ise
çetari, kutni, gazaliye, kırmızı iplik, manusa, yerli basma, çarşaf, mülevven meşin,
mülevven sahtiyan, kösele, ayakkabı, tifti, k.şal aba, harir puşi, cenfes, ma’rekeeğer
takımı, mamaulat-ı ahşabiye, çorap, külah, mutabiye, mamul cild-i camus (4/72).
Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır salnamelerinde: Mazı ve kitre
ve antuf ağaçlıkları: Bu ağaçlıklar dağlarda yetişen huda-yi nabit şeyler olup mazi ve
kitre ve antuf hâsıl etmektedir ki civar ahali tarafından toplanıp bunun için mahsusan
oralara giden tüccara satılır. Bunlar boya için istimal olunduğundan şehir ve
kasabalarda sarfiyat-ı vakıasının fazlası harice çıkar. Boya nevinden purik, şakaloz,
305
sumak yaprağı, kök boya, cehre, palamud, çiriş dahi buralarda hasıl olmaktadır.
(3/360) (37).
Diyarbekir›de ashab-ı sanayi az değildir. Sanayi ve mamulâttan bu havaliye
ve hususuyla ekrâd taifesine lazım ve münasib olanların her türlüsü çıkarılır. Sanayi
ve mamulât esnafının başlıcaları şunlardır: Debbağ, dikici, penbeci, gazzaz, kirişçi,
kunduracı, külahçı, boyacı, semerci, 1841 tarihli askeri mübaya defterlerine göre Diyarbakırda deri üretiminin hayli
ileri seviyede olduğunu görüyoruz (36). 19. yüzyılda Diyarbakır şehri deri, yapağı ve
ipek üretiminde söz sahibiydi. 5 Temmuz 1841 tarihli bir belgede asker için 80.000
yapağı ve 370.000 kıyye alındığı belirtilmektedir. (36) İlçelerde de deri sektörü ön
plandaydı. Arif paşa seyahatnamesinde Çüngüş’den şu şekilde bahseder: Çüngüş’te
13 debbağhane,5 boyahane vardır, denmektedir. 1873-1876 yılında: Diyarbakır’da,32
dabakhane, 6 iplikhane, 7 boyahane, Ergani’de 1 dabakhane, Çermik’te, 2 boyahane,
3 dabakhane, Hani’de 1 boyahane,1 dabakhane bulunmaktaydı (38).
Salnamelere göre hayvansal ürün İhracatı: 1869-1905 yıllarında
Diyarbakır’dan hayvansal ürün olarak yapağı, keçi ve oğlak derisi, ipek kozası,
koyun ve keçi, inek ve öküz, keçi derisi, yağ ihraç edilmiştir (Salname 4/276).
Tarihte Karacadağ’da Hayvancılık, deri sektörü: Tarihte Karacadağda
Milan aşireti ve Türkmenler özellikle yazın ikamet etmiş, hayvancılık yapmıştır.
Karacadağ’da koyunculuktan elde edilen kasaplık hayvan, süt ürünleri, yapağı
Halep pazarında İstanbul ve Avrupa’ya gönderilmek üzere çok iyi para ediyordu.
Milan yünü ve halıları Avrupa’da çok beğeniliyordu. Milan malları Avrupa, Mısır ve
İstanbul’a Halep üzerinden gidiyordu.
Karacadağ, koyun ve deve üreticisi göçerler için de uygun bir yerdir. Onun
için göçerler, koyun, keçi ve deve sürüleri beslemişlerdir. Sığır ve at için uygun
otlaklar yoktur. Dağın otlakları sürü hayvanları özellikle koyun, keçi ve develer için
mükemmel meralardır Milan Aşiret Konfederasyonunun ana üretim konusu koyun
yetiştiriciliğiydi. Koyun ve kuzu derisinden kürk yapımı, derisinden rugan ve koyun
tulumundan değişik ev ihtiyaçları giderilirdi. Keçi kılı, kara çadırın ve bazı urganların
ana materyalidir. Devenin etinden, sütünden ve tüylerinden de yararlanılırdı. Öküz
derileri kışlık çadır yapımında kullanılıyordu, ineklerin süt ve sığırların et üretimi de
çok önemli katkı sağlıyordu (39).
Cumhuriyet dönemi:
1931 yılı üretim: Manda derisi 2910 kg,sığır derisi 13014 kg,koyun derisi
36210 kg, Keçi derisi 22204 kg (7).
1936 yılında: 1936 yılı ihracatında, 35.000 koyun derisi, 20.000 keçi derisi,
70.000 sığır derisi, 75.000 bağırsak, 40.000 koyun, 30.000 keçi, 9000 sığır ihracı söz
konusu idi (26).
306
1938 yılına ait bir kitapta: Deri ihracı; Gerek sığır, koyun ve keçi derileri,
gerek av derileri ilin zengin ihraç maddelerinden birini teşkil eder. İhraç edilen av
derileri kurt, tilki ve tavşan derileridir, denir (54).
1949 yılında hayvancılık: 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci
Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli
kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır. Hayvan derileri işlenmiş olarak 25
ton ve işlenmemiş olarak 102 tondur. Borsa binasında, zamanına göre deri, gibi
mallar da arttırılmaktadır (27).
1967 il yıllığı: Diyarbakır’ın ihraç ettiği ticarî maddeler canlı hayvan ve
hayvansal ürünler, ham deri, yapağı, bağırsak), ürünleridir.
Çifte handan sonra borsa Urfakapı’daki mekana ve sonra da Urfa yoluna
taşınmıştır.
Urfakapı’daki borsa
1973 il yıllığına göre: Diyarbakır’da 1973 yılında yılda, kıl keçilerinden
210 ton keçi kılı elde edilir. Yılda 750 ton ham deri işlenmeden ilimizden sevk
edilmektedir.
2007 yılı TUİK(2007)
Deri 440 791 ton
Sığır derisi 47 035
Manda derisi 21
Koyun derisi 386 389 ton
Kıl keçisi derisi 7 346
Yapağı 1 259 ton
Kıl 89 ton Kaynak: Tarım İl Müdürlüğü
307
DERİ ÜRÜNLERİ
Tulum: Tulumlar hem yolunarak, hem yolunmadan kullanılabilirdi. Tulum
halinde çıkarılırdı. Ayrıca kan ve tüyü dökülmesin diye şap, nar kabuğu ve tuz ile
terbiye edilen hayvan derisidir. Bu tulumun içinde çökelek saklanırdı. Tulumda
saklanan çökelek, daha taze kalırdı. Tulumun derisinin rahat yolunması için deri,
kül, tuz ve bulgur unundan yoğrulan bir karışımın içinde bir müddet fermante edilip
tüyleri çekilirdi. Yolunan tulumun bıçakla kazındığı da olurdu.
Carfe: Sığır derisinden çekilmiş 2-3 cm. enindeki şeritlerin örülmesiyle elde
edilen bir çeşit urgandır. Yaklaşık iki üç karış uzunluğunda olan carfe’nin bir ucunda
kulp, öbür ucunda da iki paralel kulp bulunur. Bu kulplardan tek olanı, diğer ikisinin
arasına yerleştirilip üçünden bir pim geçirilmek suretiyle iki uç bağlanırdı. Carfe
karasabanı boyunduruğa bağlamaya yarardı. Bu bağlama halatı o kadar sağlam
olurdu ki yıllarca pulluğu çekmeye dayanırdı. Carfenin geniş tutulması, pulluğun
derin işlemesini, gergin ve dar bağlanması ise pulluğun sığ işlemesini sağlardı.
Çarık: Çarık, kalın öküz gönünden yapılan ilkel ayakkabı, daha doğrusu, çevre
şartlarından asgari seviyede koruyan bir muhafaza kaplamasıydı. Ayağı örtebilecek
genişlikte bir deri parçası düzgünce kesilerek kenarlarında açılan deliklerden bir
uçkur geçirilirdi. Çarık kurudukça katılaştığı için genellikle ıslatılıp giyilirdi.
Çekur: Eskiyip kurumuş derilere ‘çekur’ denir. Bunlarla sepet ve zembil gibi
örme kaplar kaplanırdı.
Çerm (Kalın deri): Normal yüzülmüş sığır postuna çerm denir. Bu deri
satılmak üzere tuzlanırdı. Bazen bundan çarık imal etmek için parçalanırdı.
Eğrilmiş deri tel: Hayvan derisinden ip şeklinde sırımlar teşi ile eğrilir, elek
imalinde kullanılırdı.
Heban: Debbağlandıktan sonra, kuru zahire depolamada kullanılan tulum
halindeki hayvan derileridir. Eskiyip işe yaramaz hale gelen yayıklar da heban olarak
kullanılırdı.
Debbağlanmış tulum yayık: Tulum halinde çıkarılan deridir. Bu tulumun
tüyleri yolunurdu. Tüylerin kolay yolunması için tuzlu bulgur ununda bekletilirdi.
Bu işlemden sonra debbağlanırdı. Bu tulumlar ayran yayığı olarak kullanılırdı.
Bunların ek yerleri özel bir dikiş ile dikilirdi. Eğer bunlarda delik ve yaralar meydana
gelirse; bunların içine mazı, ya da kenarları yivlenmiş tahta boğularak kapatılırdı. Bu
tulumlar pekmezin taşınması ve depolanmasında da işe yarardı.
Kun: İçinde başta su olmak üzere, pekmez, ayran gibi sıvı gıdalar taşınmaya
yarayan, teke ve dana gibi orta boy hayvanların tulumlarından oluşan deri kaplardı.
Bunlar sızdırmaz bir şekilde dikilirdi.
Post: Genel olarak her türlü deri, cilt, zar gibi koruyucu tabakalar bu adla
anılır. Dericilikte kılı ya da yünü yolunmamış derinin adıdır. Sergi ve seccadelere de
post dendiği olur.
308
Sahtiyan: Alelade yüzülmüş vasıfsız deridir.
Gön: Özel debbağlama ve terbiyeden geçirilmiş öküz derisidir. Sürekli
dürtüldükleri için nasır bağlayıp kalınlaşmış but derilerinden yapılanları daha
makbuldür (49).
BÖLGEMİZDE DEBBAĞLIK
Bu sanat günümüzde fabrika türü derilere yenik düşerek tamamen terk edilmiş
bir durumdadır. Gön debbağlığı ve deri debbağlığı olmak üzere iki bölüme ayrılan
bu zanaatın her bölümü ayrı debbağhânelerde ve ayrı ustalar tarafından icra edilirdi.
I. Gön Debbağlığı: Öküz, İnek ve Deve gibi büyükbaş hayvanların derilerinin
işlenmesine “Gön Debbağlığı”, bu sanatı yapanlara da “Göncü” denilmektedir.
Buradaki gön kelimesi kösele anlamında olmayıp, kalın deri anlamındadır. Bu deri,
postallarda yüz ve astar olarak kullanıldığı gibi saraçlıkta da kullanılmaktadır.
Gönün Hazırlanması: Debbağhanede Deri burada su içerisinde ıslatılır.
“Heyden” denilen ve avluda yer alan kireç çukuruna üç gün süre ile yatırılır. 20 cm.
eninde, 1.5 m. uzunluğunda “Vereçe” denilen duvara dayalı tahta üzerine yatırılır.
Ağzı bıçak gibi yarı keskin, iki yanı ağaç saplı “Demir” denilen aletle kalan tüyler
iyice alınır. Deri tekrar kireç çukuruna yatırılır. 25 gün sonra çıkarılarak demir ile
eti alınır. Daha sonra, köpek pisliği karıştırılmış su bulunan bir havuza yatırılır.
Sıcak günlerde 3-5 gün, soğuk günlerde 20-25 gün sile çukurunda yatan deri, daha
sonra buradan çıkarılır ve çayda iyice yıkanıp temizlenir. Sile havuzu boşaltılarak
temizlenir ve sumak yaprağının karıştırıldığı su ile doldurulur. Gön, bu suya yatırılır.
Bir hafta sonra çıkartılır. Sile havuzu tekrar boşaltılarak temizlenir, dövülmüş mazı
kozalağı ve su karışımı ile doldurulur. Deri, 1 hafta - 10 gün süreyle bu karışıma da
yatırıldıktan sonra çıkartılır. Mevsimlerden kış ise güneşte, yaz ise gölgede kurutulur
ve yüz kısmı iç yağı ile iyice yağlanır. Yağlama işleminden sonra deri gölgede
dinlenmeye alınarak kurutulur ve tekrar suya basılır. Bundan sonra boyama işlemine
309
geçilir. Topak haline getirilmiş sığır kuyruğu, “Zaç Ruhu” karıştırılmış boyaya
batırılarak gönün yüzüne sürülür. Daha sonra güneşte kurutulan gön, “Sıpa” denilen
tezgâh üzerine yatırılır; karşılıklı iki kişinin iple çektiği ve tavana asılı “İskefe”
denilen billur cam aletle parlatılarak satışa hazır hale getirilir.
II. Deri Debbağlığı: Koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanların derilerinin
işlenmesine “Deri Debağlılığı”, bunları işleyenlere de “Debbağ” denilmektedir.
Gön denilen kalın derilere nazaran daha ince olan bu deriler postal ve ayakkabılarda
astarlık deri olarak kullanılmaktaydı.
Başlıca deri çeşitleri şunlardır:
Meşin: Koyun derisinden yapılır ve postallarda astar olarak kullanılır.
Sahtiyan: Keçi derisinden yapılır.
İnce Astar: Meşin ve sahtiyanın cildi bozuk olanlarıdır.
Derinin Hazırlanması: Bazı farklılıkları olsa bile, gönün hazırlanmasına
benzer. İç kısmı tuzlanmış deri, suda iyice yıkanarak yumuşatılır. İç kısmına kireç
sürülerek ikiye katlanıp yatırılır. 24 saat sonra açılarak yünleri yolunur,15-20 gün
süreyle kireç çukuruna yatırılır. Daha sonra bu çukurdan çıkarılan deri, içerisinde
“Sakat” denilen köpek pisliği ve su karışımının dolu olduğu ‘Sile”ye (havuza)
basılır. Kış aylarında 3 gün, yaz aylarında 1 gün bu çukurda bekletilen deri, daha
sonra çıkarılarak iyice yıkanır. Yere yatırılarak bıçakla tüyleri alınır. Buğday kepeği
ve su karışımından oluşan “Bulamaç” çukuruna yatırılır. 2 gün sonra bu çukurdan
çıkartılarak su ile tekrar yıkanır. Ezilmiş sumak yaprağı ve su karışımı ile dolu
“Sile”ye yatırılır. 3-4 gün sonra çıkartılarak çayda temiz su ile yıkanır. “Sırık”
denilen ağacın üzerine asılarak suyu süzdürülür. Buna “Su Düşmesi” denir.
Su düşmesinden sonra deri, ezilmiş mazı kozalağı ve su karışımı ile dolu
sileye yatırılır. 3-4 gün sonra çıkartılarak içerisinde 10 kg. tuz eritilmiş sileye tekrar
yatırılır. 1 gün sonra çıkartılarak sırığın üzerine atılıp tekrar suyu süzdürülür. Yaz
mevsimi ise gölgede, kış mevsimi ise güneşte serilerek kurutulur. Tekrar temiz suya
basılıp yıkanır ve sırığa atılarak suyu süzdürülür. Bu aşamalardan sonra deri, masa
şeklindeki tezgaha yatırılarak çeşitli renkte boyalarla el ile boyanır. Gön debbağlığının
aksine, deri debbağlığında boyaya “Zaç Ruhu” katılmamaktadır. Boyanan deri
güneşe serilip yarı kurutulur. Tekrar tezgaha yatırılıp yüzüne zeytinyağı serpilir.
Camdan yapılmış ve “Bellur” denilen merdaneye benzer aletle parlatılıp satışa hazır
hale getirilir. “Bellur” aleti, göncülükte tavana asılı olarak karşılıklı iki kişinin iple
çekmesi, deri debbağlığında ise, bir kişinin el ile sürmesi suretiyle kullanılmaktadır.
310
Gön ve Deri Debbağlığında Kullanılan Terimler- Aletler:
Belur: İskefe’nin deri debbağlığında el ile kullanılan türü.
Dabbağ: Koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanların derilerini işleyen usta.
Demir: İki yanında tutacak ağaç sapları bulunan, ortasında derideki fazla
etleri kazımaya yarayan demir kısmı bulunan alet.
Göncü: Büyükbaş hayvanların derilerini işleyen usta.
Heyden: Kireç havuzu.
İskefe: Sıpa üzerine atılan gönü parlatmaya yarayan, iple tavana asılı olan
ve karşılıklı iki kişi tarafından iple çekilen silindir şeklinde cam alet. Göncülükte
kullanılır.
Meşin: İşlenmiş koyun derisi.
Sahtiyan: İşlenmiş keçi derisi.
Sakat: Köpek pisliği.
Sıpa: Birbirine çatılmış karşılıklı ikişer ayak arasına atılan tahtadan meydana
gelen ve üzerinde kalın deri işlenen araç.
Su Düşmesi: Derinin asılarak suyunun süzdürülmesi.
Sile: İçerisinde “Sakat” ve sumak yaprağı ile mazı kozalağı karışımı su
bulunan havuz, çukur.
Vereçe: 20 cm. eninde, 1.5 m. boyunda olup, duvara dayanan tahta. Üzerine
deri yatırılarak kazınır.
Zaç Ruhu: Bir tür asit (48).
Yün ve yapağı
Tarihte Karacadağ’da Milan aşireti ve Türkmenler özellikle yazın ikamet
etmiş, hayvancılık yapmıştır. Milan yünü ve halıları Avrupa’da çok beğeniliyordu.
Milan malları Avrupa, Mısır ve İstanbul’a Halep üzerinden gidiyordu. Yapağı:
Milan koyunyünü pazarlarda tercih edilen bir yündü. Çünkü hayvanlar sürekli
dışarıda olduğu için yağmurlar yünü yıkıyor ve ağılların kokusu ve kiri sinmiyordu.
Koyunyünü, geçmişte suni elyafın olmadığı dönemde ve henüz pamuk ve keten
dokumasının gelişmediği dönemlerde giyimin, yatak yorganın tek hammaddesiydi.
Kuzu yününden de kaliteli keçeler yapılırdı. Koyunyününden yapılan hah, kilim ve
çuvallar da önemli ürünler arasındaydı. (39) 1841 tarihli askeri mübaya defterlerine
göre Diyarbakırda ,yapağı üretiminin hayli ileri seviyede olduğunu görüyoruz (36).
1931 yılı üretim: Yün ve yapağı 50850 kg,kıl 68.000 kg (7).
311
1936 yılında: Sığırlar en çok Karacadağ ve Diyarbekir soylarına mahsustur.
Diyarbakır yapağısı uzundur. 15 santimetre kadar gelir. Batıdaki Karacadağ
yapağıları daha güzel ve pahalıdır (7). 1936 yılında 1936 yılı ihracatında,300.000
ton yün ‘ihracı söz konusu idi. (26) 1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı
Diyarbakır yıllığında Diyarbekir yapağısı uzundur. On beş cm kadar gelir. 1924’te
çekisi yani 30 batman veya yüz seksen okkası 4400 madeni mecidiye idi. Şimdiki
hesaba göre 180 okkası evrakı nakdiye ile 176 liradır, denir (s. 106) (54).
1949 yılında hayvancılık: 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci
Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli
kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır. Yapak: Diyarbakır ve mülhakatından
500 ton kadar yapak istihsal ve satışa arz edilmektedir. Yapak Sümerbank ve
İzmir fabrikalarına satış yapılmaktadır. Borsa binasında, zamanına göre yapağı
arttırılmaktadır (27).
Sümerbank Yun Yıkama ve Şayak Fabrikası: Fabrikanın temeli 1949 da atıldı.
24 Nisan 1954 te işletmeye açıldı. Fabrika, bölgedeki yapağı ürününü değerlendirmek
amacıyla kurulmuştur. Fabrika, ayırma ve yıkama dairesiyle iplik dokuma ve apre
kısımlarından müteşekkildir. Çevreden mubayaa edilen yapağılar, fabrikada, önce
tefrike tâbi tutulmakta V2 daha sonra yıkanmaktadır. İhtiyaç fazlası olarak kalan
kısımlar ise Sümerbank›ın diğer yünlü fabrikalarına yollanmaktadır. Yıkama
dairesinde ekle edilen temiz yapağı saatte 153 Kg. kadardır. Fabrikanın iplik dairesi
1410 iğliktir. Dokuma dairesinde ise 40 tezgâh mevcuttur. Kamgara ve ştray-gara
olmak üzere iki tip imalât yapılmaktadır. İkisinin imalât toplamı günlük 1300 metre
civarındadır. Fabrikanın son iki yıllık genel sarfiyatı şöyledir: 1965 te 16.720.300 T.
L, 1966 da 12.053.400 T.L. (1967 İl yıllığı).
1973 il yıllığına göre Diyarbakır’da 1973 yılında yılda yapağı üretim 700 ton
civarındadır.
Kulp (42).
«Taşa basma iz olur
Kız kunduran toz olur” Goşkarlık: Üstü kırmızı veya siyah deriden, tabanı ise köseleden yapılan topuksuz
ayakkabılara yemeni; bu işi yapanlara da yemenici veya köşker denilir. Ergani’de
312
yemeniciler goşkar denilirdi. Goşkarlık çok eski bir meslektir. Bu mesleğe avcılıkla
başlanmıştır diyebiliriz. İlk insanlar avladıkları hayvanların postlarından, derilerinden
kendilerine giyecek ve yemeni yaparak bedenlerini korumaya çalışmışlardır. Hilar
mağaralarındaki Goştkar Mağarası ‹nı bu anlattıklarımıza örnek verebiliriz. Goştkar
Mağarası, Tiyatronun bulunduğu geniş sal kayalıkların altındaki doğal mağaradır.
Bu mağara, kasaphane veya yemenici mağarası olarak da bilinmektedir. Burada
kayaya oyulmuş bir su kaynağı vardı.
Goştkar, et işi yapanlar anlamındadır. Burada, yani Goştkar Mağarası›nda
hayvan kesimi ve etle ilgili işler yapıldığı sanılmaktadır. Ayrıca bu mağaranın
bitişiğindeki mağaranın ismi Şıkefta Postkara ‘dır. Post/deri işi yapanlar anlamındadır.
Post ve deri tabaklama işi bu mağaranın karşısındaki toprakla kaplı yerdeki havuzda
yapıldığı söylenir. Postkara Mağarası’nın bitişiğindeki mağaranın ismi de Şikefta
Derraba dır. Yani hayvan palanı yapan terziler mağarasıdır. Yemenicilik çok özen
isteyen bir zanaattır.
Yemenicilikte kullanılan deriler yalnızca sumak veya mazı ile tabaklanır,
kimyasal maddeler kesinlikle kullanılmazdı. Dikişler çelikten yapılmış ucu sivri
delici bir alet olan biz yardımıyla çift iğne kullanılarak mumlu iple, yani gınnap/
kırnap iple tersinden dikilirdi, daha sonra da düz tarafı çevrilirdi. Vücut elektriğini
(statik elektriği) alsın diye, astar ve taban arasına kil tabakası konulup öyle dikilirdi.
Yemeniler, tamamı el emeği olan, koku ve mantar yapmayan kullanışlı,
ortopedik ve hafif ayakkabılardır. Keski, balmumu, gınnap, iğne, biz, çekiç,
kütük goşkarlıkta başlıca malzemelerdendir. Bu meslek, sanayileşme ve ayakkabı
sektörünün gelişmesi sonucu öldü. Eskiden yemenici olanlar önce kunduracı, daha
sonraları ise ayakkabı tamircisi oldular.
Ergani’de 1960’lı yıllarda kunduracı Hanifi (Kılıçkap) ve Kunduracı Cevdet
(Kılıçkap) tanıdığım en iyi kunduracılardı. Gençlerin isteklerine uygun sivri burunlu,
yumurta topuklu kunduralar ve gezdikçe ses çıkartan, evinde çeyiz hazırlayan genç
kızların yüreklerini cızıltılarıyla dağlayan botlar yaparlardı (46).
313
KAYNAKLAR
1. George Wıllcox.Manon Savard. Güneydoğu Anadolu’da tarımın
benimsenmesine ilişkin veriler.Mehmet Özdoğan,Nezih Başgelen/ed: Türkiye’de
Neolitik Dönem.Arkeoloji ve Sanat yayİst.2007. s. 427-440
2. Fatma Acun: 16. Yüzyılda Diyarbakır şehrindeki ekonomik faaliyetler 1.
Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu.27 Ekim 2000. s. 208 ,209, 212, 213
3. 2. uluslarası Diyarbakır sempozyumu. Osmanlı belgelerinde Diyarbakır
4. Prof. Dr. Muzaffer Arıkan, Prof. Dr. Refet Yinanç, Prof. Dr. Mesut
Elibüyük,, Yrd. Doç. Dr. Yılmaz Kurt: Diyarbekir vilayeti Mufassal tahrir defteri.
c. 1 Ankara. 1999. s. XLVII, s. LIX“
5. Zeki Dilek. Lice.Diyarbakır. 2002. s. 57,63
6. Yrd. Doç Dr. İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.
TTK. Ankara. 1995. s. 312
7. H. Basri Konyar. Diyarbekir Yıllığı. 1936. s. 363,169,270
8. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman. Ulus Basımevi. Ankara. 1949. s. 27
9. Doç. Dr. Mebrure Değer Diyarbakır Halk Kültüründe Yemek Müze şehir
Diyarbakır İstanbul. 1999. s. 417
10. Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst .2003
11. Berat Beran. Henek. 2. Baskı. Peri yay. İst. 2004. s. 176
12. Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay. İst. 1999.
c.4. s. 72
13. M. Şefik Ş.Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündeli, k hayat. Kent yay İst.
2007. s. 35
14. M. Şefik Korkusuz.Seyahatnamelerde Diyarbakır. Kent yay. 2003.
15. Doç. Dr. Saadet Özçelik, Yrd. Doç.Dr: Erdoğan Boz:Çüngüş ve Çermik
Yöresi Ağzı. Ank. 2001.
16. Müslüm Üzülmez: Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş.Ladin
matb. İst. 2005. s. 317
17. B. Araç İ. Daşkıran Diyarbakır İli Keçicilik İşletmelerinin Yapısal
Özellikleri Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi Araç ve Daşkıran, 2010 7 (3)
18. Ergun ([email protected]) adına [email protected]
19. Doç. Dr. Mebrure Değer Diyarbakır Halk Kültüründe Yemek Müze şehir
Diyarbakırİstanbul. 1999. s. 417
314
20. Eyüp Kıran. Kürt Milan Aşiret federasyonu. Elma yay. İst. 2003. s. 32,
89, 142
21. B. Araç İ. Daşkıran Diyarbakır İli Keçicilik İşletmelerinin Yapısal
Özellikleri Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi Araç ve Daşkıran, 2010 7 (3)
22. Tellioğlu Ö Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye
yay.İst. 1999. c. 4. s. 72
25364
23.http://www.rizgari.com/modules.php?name=News&file=print&sid=
24. http://www.forumfood.net/orgu-peyniri- t9827.html?s=9c1f4c0bd41013
a6395262534121b0bd&amp;
25. http://arsiv.ntvmsnbc.
26. Usman Eti. Diyarbekir. Diyarbekir matb. 1937.
27. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman. Ulus Basımevi. Ankara. 1949. s.
24, 25,27
28. [email protected] adına [email protected]
29. Mıgırdiç Margosyan. Biletimiz İstanbula Kesildi. Aras yay. 5. Baskı.İst.
2003. s. 61 Mıgırdıç Margosyan. Gavur Mahallesi. Aras yay. 10. Baskı. 2006. s. 785
30. Ahmet Taşkın tez danışmanı Prof. Dr. Münir Koştaş Ankara-2003 Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü felsefe ve din bilimleri (din sosyolojisi)
anabilim dalı diyarbakır ve çevresindeki türkmen alevilerinde dini hayat doktora
tezi.
31. Fatma Acun 16. Yüzyılda Diyarbakır Şehrindeki Ekonomik Faaliyetler.1.
Bütün Yönleriyle Diyarbakır sempozyumu. 2000. s. 218
32. Mehmet Mercan.Diyarbakıryahoogrup
33. yrd. doç. dr. Mehmet Salih Erpolat .cizye defterlerinin sosyal ve iktisadî
tarih araştırmaları açısından önemi: diyarbakır örneği sabard. eylül 2004 yıl: ıı,
sayı: 4, sayfa: 105 - 251
34. Mehımet Salıh Erpolat.Osmanlı Devleti Döneminde Diyarbakır›daki
Esnaf Grupları ve Meslekler Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır. Diyarbakır
valiliği. Ank. 2008.
s. 62
35. M Şefik Korkusuz: Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003.
36. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik: XIX. Yüzyılın ilk yarısında
Diyarbakır. TTK yay. Ank
315
37. Tellioğlu Ö (ed) Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi.İstanbul Acar matb. 1999 M Şefik Korkusuz:Seyahatnamelerde
Diyarbekir. Kent yay. İst. 2003. s. 149
38. Diyarbakır İl Yıllığı- 1967. s. XIX.
39. Osman Köker (ed): Diyarbekir Vilayetinde Ermeniler. Bir zamanlar yay.
İst. 2011. s. 37
40. DİTAV. Diyarbakır mutfağı. İst. 2003. s. 84, 85
41. Bejan Matur. Diyarbakır. DKSV yay. İst. 2009. s. 197
42. Mirze Mehmet Çelik. Fotoğraflarla Kulp. Edubba yay. İst. 2009
43. http://tr.wikipedia.org/wiki/Lava%C5%9F_peyniri
44. B. Araç İ. Daşkıran Diyarbakır İli Keçicilik İşletmelerinin Yapısal
Özellikleri Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi , 2010 7 (3)
45. Naci Akdemir. Kocaköy. Kocaköy Kaymakamlığı. 2008 . s.143
46. Müslüm Üzülmez. Kaybolan Meslekler. 3,11 ve 19-30 Haziran 2007
tarihleri arasında Ergani Postası gazetesi
47. Şefik Korkusuz. Bir Zamanlar Diyarbekir. İst. 1999
gov.tr
48. İskan Altın Folklor Araştırmacısı Şanlıurafa El Sanatları. www.urfakultur.
49. Naci Akdemir. Karaz. Kocaköy Kaymakamlığı. 2008. s. 140, 142, 145
50. Murat Bozdoğan. Hamdullah Işık Kaplıcalar Diyarı Çermik| 2012.s. 95
51. Feridun Yakişan. Diyarbakır’da Kanatlı Hayvan Yetiştiriciliği.
Diyarbakır’da Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu. 2012. c. 1
52. Sema Başbağ, B. Tuba Biçer, Mehmet Başbağ, Cuma Akıncı, Tahsin
Söğüt Özlem Tonçer, Doğan Şakar. Diyarbakır’da Tarla Bitkileri. Diyarbakır’da
Tarım Çevre ve Doğa Sempozyumu. 2012. c. 2
53. Dr. Kenan Erzurum. Footoğraflarla Diyarbakır ve Kültür Varlıkları 1928
yılı. Bahçeşehirün. İst. 2012
54. Prof. Dr. Kenan Diyarbakır’da Tarım tarihi. Diyarbakır’da Tarım Çevre
ve Doğa sempozyumu. 2011. c.1
55. Aral S, Aral Y: Diyarbakır ilinde bölgesel ekonomik kalkınmada
hayvancılık sektörünün yeri. UDUSİS-2010 Diyarbakır. s. 40
56. Kumlu S. Güneydoğu Anadolu bölgesi büyükbaş hayvancılığı ve
geliştirme olanakları. UDUSİS- Diyarbakır-2010. s. 172
316
57. DTSO. Sayılarla Diyarbakır. 2008. s. 25
58. İlhan O. diyarbakır da arıcılık,arıcılık ve genel durumu. Tarım,Çevre ve
doğa sempozyumu. 1-3 Haziran 2010
59. DTSO. Sayılarla Diyarbakır. 2008. s. 25
60. Murat Tomar. Diyarbakırda Dağ Keçileri Ve Melezleştirilmesi
Diyarbakır’da Tarım Çevre Ve Doğa Sempozyumu. 2011. C. 3
61. Recep Karakaş. Diyarbakır Yöresinin Kuşları. Diyarbakırda Tarım
Çevre ve Doğa sempozyumu. 2011. c. 3
62. Vedat Güler Diyarbakır’da Çayır Meraların Mevcut Durumu Ve Mera
Islahı Melezleştirilmesi Diyarbakır’da Tarım Çevre Ve Doğa Sempozyumu. 2011.
C. 1
63. Prof. Dr. Cengiz Yalçın, Yrd. Doç. Dr. Yılmaz Aral, Yrd. Doç. Dr. A.
Şener Yıldız1 Diyarbakır İli Hayvancılığı Ve Geliştirme Stratejileri Diyarbakır’da
Tarım Çevre Ve Doğa Sempozyumu. 2011. C. 1
64. Yavuz Han, Doç. Dr. Galip Bakır. Yüksek Lisans Tezi Diyarbakır İli
Ergani İlçesinde Besi Sığırcılığı Yapan İşletmelerin Genel Değerlendirilmesi
TC.Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Zootekni Anabilim Dalı.
65. Gülsen Bas. Diyarbakır’daki islam DönemiMimarisinde Süsleme.
Doktora Tez_T.C. Yüzüncü Yıl Ün Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi
Anabilimdalı Van- 2006
66. Ekici C (ed): Osmanlı belgelerinde Diyarbakır. Devlet Arşivleri genel
md.. 2. Uluslarası Diyarbakır Sempozyumu. Ank. 2006.
67. Kıran E. Kürt Milan Aşiret federasyonu.Elma yay. İst. 2003. s. 32,89,142
317
ÇEVRESEL ETKİLERİN DİCLE NEHRİ BALIK TÜRLERİ ÜZERİNE
ETKİLERİ
Erhan ÜNLÜ*
Özet
Bu araştırmada, Dicle nehri ve kollarının literatürde verilen balık türleriyle
1995 yılından itibaren yapılan arazi çalışmalarından belirlenen balık türleri
karşılaştırılarak, türlerin şimdiki durumları, ortam değişimlerinin ve yabancı türlerin
balık faunasına olan etkileri saptanmaya çalışılmıştır.
Dicle nehri ve kollarında 1995 yılından itibaren 34 doğal ve 6 ekzotik
olmak üzere 40 tür saptanmıştır. Doğal türlerden Alburnus caeruleus, Barilius
mesopotamicus, Cyprinion kais, Silurus triostegus ve Liza abu ile ekzotik türlerden
Cyprinus carpio, Gambusia holbrooki, Carassius auratus, Carassius gibelio,
Heteropneustes fossilis, ve Oncorhynchus mykiss ilk kez Dicle nehrinin Türkiye
kesiminden belirlenmiştir.
Baraj setlerinin balık hareketliliğini engellemesi, nehirde Sazan ve havuzbalığı
(Carassius gibelio) gibi ekzotik türlerin varlığı, civardaki yoğun pamuk tarımı,
Diyarbakır şehir atıkları Aspius vorax, Barbus esocinus, Barbus grypus, Glypthotorax
gibi balık türlerinin önemli ölçüde azalmasına ve yok olmasına neden olmuştur.
Geçmişte nadir olarak bulunan Barbus subquincuncinatus türüne (Dicle nehrinin
Ilısu baraj inşaatı civarı hariç) son yıllarda hiçbir şekilde rastlanılmamaktadır.
Bismil bölgesinde yaz aylarında toplu balık ölümleri tespit edilmiştir.
Abstract
In this study, fish species Tigris River and its branches studied in the past given
in literatures were compared with fish species collected recently with their present
status, the effects of environmental changes and exotic species to fish changes in the
river system.
Dating from 1995 to present, 34 natural and 6 exotic species were determined
in the Tigris River and its branches. Natural species, Alburnus caeruleus, Barilius
mesopotamicus, Cyprinion kais, Silurus triostegus ve Liza abu and exotic species
Cyprinus carpio, Gambusia holbrooki, Carassius auratus, Carassius gibelio,
Heteropneustes fossilis, ve Oncorhynchus mykiss were determined firstly from Tigris
River System in part of Turkey.
*Dicle Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Hidrobiyoloji Anabilim Dalı, 21280-Diyarbakır
318
Stopping the fish migration, the existing of exotic fish species as carp and
Carassius gibelio, heavy cotton agriculture arround the river, wastes of Diyarbakir
city may decrease or remove fish population such as spius vorax, Barbus esocinus,
Barbus grypus, Glypthotorax. A rare species, Barbus subquincuncinatus is not seen
recently in this region. Furthermore, collective fish death was also determined in the
river near Bismil Town.
Giriş
Dicle Nehri, Elazığ yakınlarındaki Hazar Gölü’nden doğar ve Güneydoğu
Toros’lardan geçerek Irak’a oradan da Basra Körfezi’ne dökülür. Toplam uzunluğu
1900 km’dir. Türkiye topraklarında kalan bölümün uzunluğu ise 523 km’dir. En
önemli kolları Batman ile Garzan, Botan, Habur, Büyük Zap ve Küçük Zap’tır.
Debisi ortalama 360 m3/sn dir. Eylül ayı ortalarında 55 m3/sn ile en küçük, şubat
sonunda 2263 m3/sn akımı ile büyük değişiklik gösterir. Akarsuda genellikle yaz
sonu kuraklığı ve sonbahar başı yağış noksanlığı nedeniyle su azalır. Buna rağmen
kış sonu yağışı ile ilkbahar başındaki karların erimesinden oluşan su ile kabarır.
Dicle Nehri, güneye doğru akarken 40 km uzunlukta Türkiye-Suriye arasında sınırı
meydana getirir. Habur Suyu ile birleştikten sonra Irak topraklarına girer. Dicle nehri
üzerinde son yıllarda Kralkızı, Batman ve Dicle gibi önemli Hidroelektrik santraller
kurulmuştur.
Dicle ve Fırat su sistemlerinin balık faunasına yönelik ilk çalışmalar Irak ve
Suriye’de Heckel (1843) tarafından başlatılmış ve sistemdeki bir çok balık türlerinin
ilk tanımları yapılmıştır. Sonraki yıllarda bu çalışmalar devam etmiştir (Sauvage,
1882; Berg, 1931; 1932; Beckman, 1962; Mahdi, 1967; Coad, 2010). Gerek
sınırlarımız dâhilinde gerekse dışında yapılan çalışmalarla ilgili olarak çok önemli
iki bibliyografyada daha detaylı bilgiler verilmektedir (Coad ve Kuru, 1986; Coad
ve al-Hassan, 1988).
Türkiye’de Dicle nehri balıklarıyla ilgili bir çok çalışma 1940 lı yıllardan
itibaren başlamakla birlikte, bu çalışmalar daha çok bazı türlerin listeler halinde
verilmesi yada birkaç yeni türün bildirilmesi şeklindedir (Battalgil, 1941; 1942 ve
1944; Sözer, 1942; Kosswig 1954). Ayrıca yapılan birkaç revizyon çalışmasında bu
bölge balıklarından da bahsedilmektedir (Ladiges, 1960; Banarescu, 1968; Banarescu
ve Nalbant, 1964; Karaman, 1969; 1971; 1972; Bogutskaya, 1997).
Ancak Fırat ve Dicle su sistemlerinde yaşayan balık türleri ile ilgili ilk detaylı
çalışmalar Kuru (1975) ile Kelle (1978) tarafından yapılmıştır. Bu çalışmalar türlerin
hangi lokalitelerde yayılış gösterdiğini göstermesi açısından, ilerideki çalışmalara
319
ışık tutmuştur. Sonraki yıllarda Dicle nehir sistemindeki bazı türlerin taksonomik
durumları (Geldiay ve Kelle, 1978; Ünlü ve Bozkurt, 1997; Ünlü, 1999; Ünlü, 2002;
Turan ve ark., 2011), biyolojisi (Balcı ve ark., 1990; Ünlü ve Balcı, 1990; Ünlü,
1991; Ünlü ve Balcı, 1993; Ünlü, Balcı ve Akbayın, 1994; Ünlü, Balcı ve Meriç,
2000), karyotip özellikleri (Demirok-Kılıç ve Ünlü, 2001; Kilic-Demirok ve Ünlü,
2004), Ramsar sözleşmesine göre koruma statüleri hakkında (Kuru ve Ark., 2001)
çalışmalar yürütülmüştür.
Dicle nehri son otuz yıl içerisinde önemli değişimlere uğramıştır. Kuru (1986),
Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde kurulacak barajlarla soyu tehlikeye sokulacak
balık türleri ile ilgili ilk tespit ve uyarıları yapmıştır. Ünlü ve Ark (1997). Gap’ın
ekolojik etkilerini inceleyerek balık türlerinin de karşı karşıya olabileceği sorunları
belirtmiştir. Jawad (2003), Endüstriyel faktörler, barajlar, yoğun balıkçılık ve yabancı
balık aşılanmasının ve habitatların tahrip edilmesi gibi çevresel faktörlerin Irak tatlı
sularındaki balık türlerini etkilediğini rapor etmektedir.
Bu araştırmada, Dicle nehri ve kollarının literatürde verilen balık türleriyle
1995 yılından itibaren yapılan arazi çalışmalarından belirlenen balık türleri
karşılaştırılmış ve ortam değişimlerinin ve yabancı türlerin balık türlerinin Dicle
nehrindeki yayılışına olan etkileri saptanmaya çalışılmıştır.
Bu araştırmada, 1995 yılından itibaren Dicle nehrinden muhtelif zaman ile
lokalitelerden toplanan materyal ile Mart 2008 – Kasım 2008 arasında Dicle nehri
ve kollarının Hazar gölü’nden itibaren Ilısu barajının yapılacağı bölgeye kadar olan
geniş bir alandan alınan balıklar incelenmiştir. Balıklar, Elektroşoker, serpme ağ,
küçük ığrıp ile 22 ile 80 mm arasında göz açıklığına sahip bot üzerinde kullanılabilen
çeşitli uzunluktaki balıkçı ağları kullanılmıştır (Şekil 1).
320
Dicle Nehri Balık Türleri
Dicle nehrinden geçmiş yıllarda tespit edilen türler ile son yıllarda
çalışmalarımız ile belirlenen türler Tablo 1’de verilmiştir.
Tablo 1. Dicle Nehir sisteminde yayılış gösteren balık türleri.
Ait oldukları
familyalar
Balıkların Bilimsel
isimleri
Balıkların
Mezopotamya’daki
Yöresel isimleri*
Ekonomik
önemi
Yayılış alanları
Salmonidae
Salmo tigridis Turan,
Kottelat ve Bektaş,
2011 Beneksor; Alabalık
Yüksek
Van, Çatak
Orta
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Cyprinidae
Kızılkanat; paşa
Acanthobrama marmid
Semnan arrez; semnan
HECKEL, 1843
areed
Alburnoides fasciatus
riffle minnow
(Nordmann 1840).
Alburnus caeruleus
Lassafa
HECKEL, 1843
Alburnus heckeli
İnci balığı
BATTALGİL, 1944
Alburnus mossulensis Musul incibalığı;
HECKEL, 1843
Şinok
Kerik; Masiya gur;
Sisbalığı; Turna;
Aspius vorax
Shillig; shillik; shelej;
HECKEL, 1843
shalaj; sholgeh; bu
aliawi; abu elawi.
Luciobarbus capito
Sırınk; Nebbash;
(Güldenstädt 1773)
sheikh san; Barb
Cer; cero; turna; Bizz;
Luciobarbus esocinus farkh; farch; farkh-elHeckel 1843
biz; mangar; barb
Orta
Yok
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Hazar Gölü,
Elazığ
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Yüksek
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Orta
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Yüksek
Dicle nehri ve
bütün kollarında
321
Luciobarbus xanthopterus
Heckel 1843
Cer; cero; turna;
mayabalığı; Gattan;
ghattan; kattan; khattan;
nobbash; thekar; barb
Yüksek
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Barbus lacerta Heckel
1843
Shabout; moraqqat
Düşük
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Luciobarbus kosswigi
(Karaman 1971)
-
Zap suyu,
Yüksekova
Luciobarbus mystaceus
(Pallas 1814)
Siring; Nakkor; maya
balığı
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Barbus subquincunciatus
Günther 1868
Leopar sazanı; Abu
khazzama; a’djzan; agzan;
adzan.
[black spot barb, leopard
barbel].
Dicle ve Botan
Barbus grypus (HECKEL,
1843)
Şebot; Shabout; shabbout;
hamrawi.
[large-scaled barb].
Yüksek
Dicle ve Botan
Barilius mesopotamicus
BERG, 1932
Sboura iraqia.
None
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Capoeta umbla
(HECKEL, 1843)
Şah; zereke; karabalık;
Toueni; toyueni; twena;
bertin; bartin; tin; zardah
masih; tela
shami.
Yüksek
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Capoeta trutta (HECKEL,
1843)
Berat; çepiç; karabalık;
Touyeni; twena; emira;
tela morqat; kwesa; ethra.
Yüksek
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Carasobarbus luteus
(HECKEL, 1843)
Karagöz; dewsor; Himri;
hamria ve hamra; bini
hamour; binni hamri;
bunni himri; binni
shifatha; beni asphar; beni
abjad ve beni ebjas; zurri;
bartema. [golden barb].
Yüksek
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Chondrostoma regium
(HECKEL, 1843)
Zul; Kababurun; Baloot
muluki; pangka; zurri
Düşük
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Cyprinion kais HECKEL,
1843
Benni; Bunni saghir;
bnaini; kais
Cyprinion macrostomum
Heckel 1843
Benni; Himriya sefra;
hmarriya sefra; surrah
masih; dunbuk kabir
alfam; dombok ve dumbek
[large-mouthed barb].
Yüksek
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Garra rufa (HECKEL,
1843)
Kerık; Kayabalığı;
Yağlıbalık; Djulake; kokur
ahmar; karkoor
ahmar; algargor alahmer.
Orta
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Garra variabilis
HECKEL, 1843
Yapışkanbalık; Karkoor
mitla’oon
None
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Carasobarbus kosswigi
(LADİGES, 1960)
Squalius cephalus
(L.,1758)
322
Dicle ve Botan
Behran; Tatlısu kefali; Biraan siphaloos.
[European chub].
Düşük
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Petroleuciscus kurui
(Bogutskaya 1995)
Yüksekova suyu
(Dicle)
Squalius lepidus Heckel
1843
Bara’an; akbalık; bir-aan
abiadh.
Cobitidae
Cobitis kellei
ERK’AKAN ve Ark.,
1998
Taşyiyen balığı;
Göksu çayı
Nemachileidae
Oxynoemacheilis tigris
(HECKEL, 1843)
Çöpçübalığı
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Oxynoemacheilis
panthera (HECKEL,
1843)
Çöpçübalığı
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Oxynoemacheilis
argyrogramma
(HECKEL, 1843)
Çöpçübalığı
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Oxynoemacheilis frenatus
(HECKEL, 1843)
Çöpçübalığı
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Oxynoemacheilis brandti
(Kessler 1877)
Çöpçübalığı
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Turcinemacheilus
kosswigi BANARESCU
& NALBANT, 1964
Çöpçübalığı
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Siluridae
Silurus triostegus
HECKEL, 1843
Şelabela; Jirri; djirri; girri;
yerri. [Mesopotamian
catfish].
Ariidae
Arius cous HECKEL,
1843
Sisoridae
Glyptothorax
kurdistanicus, (BERG,
1931)
vantuzluyayın balığı;
Kelebekbalığı; çöpçübalığı
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Glyptothorax armeniacus
(Berg 1918)
İğneliküçükyayın balığı;
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Bagridae
Mystus pelusius (Solander
1794)
Tahtakafa; Abu-zummair;
abouz-zoumeir; abu-alzamir; abu’l-zoumeir;
jahudi; zugzug
Cyprinidontidae
Aphanius asquamatus
(SÖZER, 1942)
Dişli sazancık
Liza abu (HECKEL,
1843)
Kum kefali; Khishni;
hishni; hosoon ve
hashsoun; maid; abukhraiza; abu sukkanejn
[abu mullet, freshwater
mullet].
Mastacembelus
mastacembelus (Banks &
Solander 1794)
Marmasi; Mezopotamya
yılan balığı; salbouh abuel-sian; salbu-al-sayan
ve saebouh abou siyan;
abu salambah; marmaritch
ve marmarij
at Mosul. [Mesopotamian
spiny eel].
Mugilidae
Mastacembelidae
None
OrtaDüşük
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Bilinmiyor
None
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Hazar Gölü,
Elazığ
Yüksek
Düşük
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Dicle nehri ve
bütün kollarında
323
Ekzotik türler
Cyprinus carpio L., 1758
Gambusia holbrooki
GIRARD, 1859
Sazan; Carp; carp shaeeh;
samti [carp, European
carp, German
carp, wild carp; mirror
carp, leather carp, line carp
Sivrisinek balığı;
Gambuzi; zoory; zurry.
[mosquitofish; eastern
mosquitofish
Yüksek
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Orta
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Orta
Göletlerde
Ctenopharyngodon idella
Carp eshaby.
[grass carp, white amur].
Carassius auratus (L.,
1758)
Havuzbalığı; Goldfish
Baraj göllerinde
Carassius gibelio
(BLOCH, 1782)
İsrail sazanı; Gibel carp,
Dicle nehri ve
bütün kollarında
Heteropneustes fossilis (BLOCH, 1794)
Samaka; dood; abu-al
hakim; abu al-hakam; abual-hukum; samma;
djirri lasseye; jamhoori
[Indian stinging catfish].
Oncorhynchus mykiss
(WALBAUM, 1792)
Alabalık
Düşük
Dicle nehri
Alabalık kültürü
yapılan çiflik ve
civarında
TOPLAM TÜR SAYISI
*Bir çok yöresel balık isimleri Ararat ve Ark. 2008 ve Coad 2010’dan alınmıştır.
1995 yılından itibaren 34 doğal ve 6 ekzotik olmak üzere 40 tür saptanmıştır.
Doğal türlerden Alburnus caeruleus, Barilius mesopotamicus, Cyprinion kais, Silurus
triostegus ve Liza abu ile ekzotik türlerden Cyprinus carpio, Gambusia holbrooki,
Carassius auratus, Carassius gibelio, Heteropneustes fossilis, ve Oncorhynchus
mykiss ilk kez Dicle nehrinin Türkiye kesiminden belirlenmiştir. Daha önce Fırat su
sistemi ile ilişkili Şanlıurfa Balıklıgöl’de belirlenen Alburnus caeruleus (Ünlü ve
Bilgin, 1987), bu çalışma ile Dicle nehri üzerinde balık yakalanan tüm lokalitelerden
elde edilmiştir. Heteropneustes fossilis uzak doğu kökenli bir balık olup, daha önce
de Irak akarsularından bildirilmiştir (Coad, 1996).
Bogustkaya (1995) Yüksekova suyundan toplanan Leuciscus örneklerini,
Leuciscus kurui olarak, Erk’akan, Ekmekçi ve Nalbant (1998) tarafından ise Cobitis
kellei türü Göksu deresi’nden yeni tür olarak tanımlanmıştır. Hakkari bölgesindeki
kesimler çalışma alanına dahil edilmediği için Leuciscus kurui ve bazı türler
çalışmamızda görülmemektedir.
Balık tür sayısında, yeni kayıtlarla birlikte balık türlerinin nehir ve kollarındaki
kompozisyonunun önemli değişimler gösterdiği saptanmıştır. Ayrıca Nemacheilus
cinsinin bu sistemdeki türleri problemli olup, sistematik ve dağılışları üzerine yeni
çalışmaların yapılmasına gereksinim bulunmaktadır.
324
Çalışmamızda verilen tür sayısının geçmiş çalışmalar kıyasla artış gösterdiği
görülmekle birlikte, Hazar Gölü ile Dicle nehri ve nehre katılan bir çok akarsuda
türler tehdit altında olup, önemli görülen bir çok husus aşağıda verilmiştir.
Dicle Nehrinde son yıllarda gerçekleşen önemli değişimler
Dicle nehrinde balık faunasının değişimine neden olan etkenler dört temel
başlık altında toplanmaıştır.
1. Tarımsal Faaliyetler: Bölge kurak olması nedeniyle su kaynakları
bakımından yoksul olup, tarımsal sulama için en önemli su kaynağı Dicle
nehri ve kollarıdır. Diyarbakır ilinden itibaren Dicle nehri ve kollarının her iki
tarafında Hasankeyf’in yakınlarındaki dağlık bölgeye kadar yoğun bir pamuk
tarımı yapılmaktadır. Sulama iptidai yöntemlerle, arazi sulaması nehire dik olarak
yapılmaktadır. Dolayısıyla arazi üzerindeki taşan su verimi toprak materyalini
gübre ve ilaçlarıyla birlikte nehre taşımaktadır. Sulama öncesi nehir kıyısı taşlık,
çakıllı ve kumlu olmasına karşılık, günümüzde çamur ve mil ile kaplıdır. Bu durum
beraberinde Diyarbakır ve Bismil arasında nehir ve kollarında ötrifikasyona neden
olmuştur.
Berrak nehir rengi yerini çamurlu bir suya terk etmiştir. Özellikle sulamanın
yoğun yapıldığı ve su kaynaklarının nispetten azaldığı yaz aylarında çok trajik
bir ortam doğmaktadır. Bu durum Barbus ve Glypthotorax cinsi balık türlerinin
birçoğunun üreme ve yaşama koşullarını ortadan kaldırmaktadır.
2. Barajlar: GAP bünyesinde Dicle nehri ve kollarında birçok baraj
planlanmış, bunların bir kısmı tamamlanmış, bir kısmı yapım aşamasındadır. Bu
barajlar Tablo 2’de verilmiştir. (www.dsi.gov.tr).
Tablo 2 gap bölgesinde dicle nehri ve kollarındaki barajlar
Barajın Adı
Bitiş yılı
Normal Su Kotunda
Göl Alanı
Sulama Alanı
Elektrik üretim
gücü
Kralkızı Barajı ve HES
1997
58 km2
-
90 MW
Dicle Barajı ve HES
1997
24 km2
126080 ha
110 MW
Batman Barajı ve HES
1998
49 km2
37744 ha
198 MW
Devegeçidi Barajı
1972
32 km2
10600 ha
-
Çınar-Göksu Barajı
1991
4 km2
3582 ha
-
Ilysu Barajı
Silvan Barajı
Kayser Barajı
Garzan Barajı
Cizre Barajı
Büyük baraj setleri üreme alanına göç eden balık türlerinin göçlerini
engelleyerek üremelerini risk altına sokmaktadır. Üreme göçü esnasında balık türleri
325
sürüler halinde baraj setleri önüne gelmekte ve türbinler ve set önündeki sıçrama
hareketleri ile yaralanmakta veya aşırı avlanmalarla önemli bir kayba uğramaktadırlar.
Baraj göllerindeki balık çeşitliliği doğal göller kadar zengin değildir. Çünkü doğal
göller daha stabil koşullara sahiptir. Baraj göllerindeki türlerin azalmasının bir nedeni
de uygun olmayan zamanlarda su tutulma işleminin yapılması ve çevresel etkileri
dikkate alınmadan setlerin inşa edilmesidir. Barajlarda su tutulmaya başlanması
sırasındaki türlerin doğal stokları bu türlerin su tutulduktan sonraki gelişimleri için
çok önemlidir.
Kurak mevsimlerde su tutulmaya başlanması sonucu bu dönemlerdeki doğal
olarak bazı türlerin stoklarındaki azalma ve bu alanların tüm türleri temsil etmemeleri
yüzünden tur sayısında önemli azalmalar görülebilir (Bernacsek, 1997). Örneğin
barajın su tutulma dönemlerinde birçok iri cüsseli türler ve göçmen türler nehrin
alt bölgelerinde olabilir. Üremek için üst bölgelere geçmek istediklerinde geçiş,
su tutulmasıyla birlikte engellenmesi sonucu, bu türlerin baraj gölünde bulunma
olasılığını azaltır. Baraj gölleri nedeniyle oluşacak durgun sular akıntılı suları tercih
eden Glyptothorax türlerinin yok olmasına ya da popülasyonlarının küçülmesine
yol açacaktır (Kuru,1986). Baraj setleri aynı akarsuyun çeşitli kısımları arasında
engeller oluşturup, yer değiştiren balık türlerinin bu hareketliliği engellenecektir.
Baraj göllerinde bazı balık türlerinin çok iyi geliştikleri, ancak akıntılı ve
taşlık, çakıllık ve kumluk yerlerde bulunan türler ise baraj göllerinin ve gölcüklerin
artmasıyla birlikte önemli bir tehlike karşısında olacaklardır. Özellikle yumurtlama
yapmak üzere taşlık ve biraz daha akıntılı suları tercih edenler bu ortamların
kaybolması ya da azalmasıyla tehlike altına gireceklerdir. Bu türlerin birçoğunun bu
özellikteki dere ve çaylara sıkışacakları tahmin edilmektedir.
3. Evsel atıklar ve Diyarbakır Organize sanayi Bölgesi (OSB) atıkları:
Dicle Nehri ve kollarına, bir çok köy, ilçe ve şehir merkezlerinin evsel atıkları
boşaltılmaktadır. Bunlardan Diyarbakır için son yıllarda arıtma tesisleri yapıldı.
Ancak faaliyeti hakkında güncel verilere bulunmamaktadır. Bu atıkların tarımsal
faaliyetler gibi özellikle su kalitesini değiştirmesi ve ötrifikasyona yol açtığı
düşünülmektedir.
Diyarbakır OSB atıkları hiçbir arıtmaya tabi tutulmadan Devegeçidi deresine
akıtılmaktadır. Bu bölgede toplu balık ölümleri görülmektedir. 1972 yılında faaliyete
geçen sulama barajı, Dicle nehrinin önemli bir balık üreme alanı olan bu akarsuyun
bu özelliğini kaybetmesine yol açmıştır. Barajın su tuttuğu yıllardan itibaren
yaklaşık 20 yıl boyunca gölde balıkçılığın çok geliştiği ve o alandaki balıkların
devasa boyutlara ulaştığı gözlenmiştir. Baraj gölü alanında 20-30 kg lık Aspius
vorax ve Barbus esocinus bireyleri balıkçılar tarafından yakalanmaktaydı. Ancak,
baraj setinin balık hareketliliğini engellemesi, göl rezervuarına sazan aşılanması
civardaki yoğun pamuk tarımı, Dere yakınlarında kurulan Diyarbakır OSB atıkları
balık türlerinin önemli ölçüde azalmasına ve yok olmasına neden olmuştur. Zaman
zaman toplu balık türlerinin ölmesi gibi trajik durumlar ortaya çıkmaktadır.
326
Devegeçidi barajı, Bendin solu
Ergani tarafı 5. km
Baraj gölündeki bir
çalışmadan görüntü
Diyarbakır Organize Sanayi
Bölgesi’nin atık su deşarj kanalı
Diyarbakır Organize Sanayi
Bölgesi atık suyunun dereye
tıldığı yerin öncesi, derenin
temiz kısmı
Diyarbakır Organize Sanayi
Bölgesi atık suyunun dereye
katıldığı yer Devegeçidi Deresi,
Taş köprü’deki balık ölümleri
ve civardaki kirlilikler.
327
4. Yabancı (ekzotik) Balık türleri: Bir nehir ortamındaki balık tür
zenginliğini yabancı türlerin varlığına bağlı olarak azaldığı bir çok ekolojik
araştırmada belirtilmektedir (Şaşı ve Balık, 2003; Altındağ ve Ahıska, 2006; Ekmekçi
ve Kırankaya, 2006. Uğurlu ve Polat, 2007). Doğal ve yabancı türlerin davranışları
biyolojik istilaların başarısını açıklamada önem taşımaktadır. Besine ortak olma ve
daha çok üreyebilme özellikleri çoğu zaman yabancı türlerin başarılı olmasının en
önemli nedenleridir (Ekmekçi ve Kırankaya, 2006). Bu özelliklerin doğal türlerde
bulunmaması gittikçe rekabet ortamından bunların gerilemesine yol açmaktadır.
Dicle Nehrinde balıkçılık
Dicle nehrinde ekonomik değeri olan en az 20 tür bilinmektedir. Barbus
grypus, Barbus esocinus ve Barbus mystaceus rajonorum türleri bunların başında
gelmektedir. Son yıllarda yoğun kirlilik nedeniyle nehrin Diyarbakır Bismil arasında
yaz aylarında toplu balık türlerinin öldüğü ve tür çeşitliliğinin önemli ölçüde azaldığı
görülmüştür. Balıkçı aileleri bu bölgede geçmişte yakaladıkları dev balık türlerini
(100 kilograma ulaşan Barbus esocinus ve 20-30 kg Barbus grypus ve Aspius
vorax) göremediklerini söylemektedirler. Balıkçı ağlarında Achantobrama marmid,
Capoeta trutta, Capoeta capoeta umbla, Chondrostoma regium, Barbus luteus,
Silurus triostegus gibi doğal türler ve Sazan ile Carrasius gibelio gibi ekzotik türler
çıkmaktadır. Bölgenin balıkçılık potansiyeli ve öneriler “GAP Bölgesi Su Ürünleri
Üretim ve Tüketimi Arttırılması Etüt Projesi” ile verilmiştir (Buhan ve Sesli, 2004).
Balıkçılık Hasankeyf ile Cizre alanı nispetten daha verimli görülmektedir. Bu
alanlarda 50-100 kg lık turna türleri sık sık yakalanmaktadır.
328
KAYNAKLAR
Ararat K., Abid I.M., Abdul Rahman S., 2008: Key Biodiversity Survey
of Kurdistan, Northern Iraq Site Review for Birds, Botany & Fisheries Winter &
Summer 08 Survey. (Ed. Bachmann, C. R. Dela Cruz, J. Davies, & L. R. Malone)
NATURE IRAQ FIELD REPORT. Sulaimani, Kurdistan, Iraq. (http://natureiraq.biz/
site/sites/default/files/NI-1208-001.pdf)
Altındağ A., Ahıska S., 2006: Kesikköprü Baraj Gölü (Ankara) Balıkçılık
Sorunları. I. Balıklandırma ve Rezervuar Yönetimi Sempozyumu 7 - 9 Şubat 2006,
Antalya, 453- 458.
Balcı K., Ünlü E., Akbayın H., Agüloğlu B., 1990: A study on the
reproductive characters of Barbus plebejus lacerta (Heckel, 1843) and Chondrostoma
regium (Heckel,1843) (Pisces-Cyprinidae) living in Savur Stream. Journal of Aquatic
Products, University of Istanbul. 4, 2, 49-58.
Banarescu, P. 1968: Süsswasserfische der Türkei. Ergänzende Angaben zu
Teil 2: Cobitidae. Mitteilungen aus dem Hamburgischen Zoologischen Museum und
Institut v. 65: 353-356.
Battalgil F. 1941: Türkiyenin tatli su baliklari. Les poissons des eaux douces
de la Turquie. (Collection de l›Institut de Zoologie de l’Université d’Istanbul). Revue
de la Faculté des Sciences de l›Université d›Instanbul, Série B: Sciences Naturelles
v. 6 (nos. 1-2): 170-186.
Battalgil F. 1942: Türkiye tatli su baliklari hakkinda. Contribution à la
connaissance des poissons des eaux douces de la Turquie. Revue de la Faculté des
Sciences de l’Université d›Instanbul, Série B: Sciences Naturelles v. 7 (no. 4): 287306.
Battalgil F., 1944: Türkiye’de yeni ve az tanınmış balıklar. İstanbul: İstanbul
Üniv.Fen Fak. Mec., Ser. B, 9, 299–303.
Beckman W. C., 1962: The freshwater fishes of Syria and their general
biology and management. FAO Fish. Biol. tech. Pap., (8): 297 p.
Berg L. S. 1931: Description of a new siluroid fish, Glyptosternum
kurdistanicum, from the basin of the Tigris River. Izvestia Akademii nauk Soiuza
Sotsialisticheskikh Reespublik. VII Seriia, Otdelenie matematischeskikh i
estestvennykh nauk = Bulletin de l’Académie des sciences de ‘Union des Républiques
Sovuétiques Socialistes. VII Série, Classe des sciences + 1931: 1267-1270, Pl. 1.
Berg, L. S. 1932: Eine neue Barilius-Art (Pisces, Cyprinidae) aus
Mesopotamien. Zoologischer Anzeiger v. 100 (nos. 11/12): 332-334.
Bogutskaya N. G., 1995: Leuciscus kurui, a New Cyprinid Fish from the
Upper Tigris (Dicle) System. Mitt. Hamb. zool. Mus. Inst. 92, 149–154.
329
Bogutskaya N. G., 1997: Contribution to the knowledge of Leuciscinae fishes
of Asia Minor. Mitt. Hamb. zool. Mus. Inst. 94, 161–186.
Buhan E. Sesli, A., 2004: GAP Bölgesi Su Ürünleri Üretim ve Tüketimi
Arttırılması Etüt Projesi, GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı -Ankara
Coad B. W., Kuru, M., 1986: Bibliographie der Fische der Türkei/A
Bibliography of the Fishes of Turkey, p. 15-77. In: Kasparek, M. (Ed.). Zoologische
Bibliographie der Türkei. Zoological Bibliography of Turkey. Pisces, Amphibia,
Reptilia. Max Kasparek Verlag, Heidelberg. 118 pp. Coad, Brian W. and Laith A. J. Al-Hassan., 1989: A Bibliography of the
Fishes of the Tigris-Euphrates Basin / Bibliographie der Fische des Euphrat-TigrisBeckens. Max Kasparek Verlag, Heidelberg. 56 pp. ISBN 3-925064-05-2, 22.5 x
15.5 cm. DM 19.80. (dated 1988).
Coad B. W., 1996: Exotic fish species in the Tigris - Euphrates basin. Zoology
in the Middle East, 13: 71-83.
Demirok-Kılıç N., Ünlü E., 2001: Karyotypes of Cyprinid Fish, Capoeta
trutta and Capoeta capoeta umbla in the Tigris River, Turkey. Tr. J. of Zoology. 25,
389-393.
Ekmekçi F. G. and Kırankaya Ş. G., 2006: Distribution of an Invase Fish
Species, Pseudorasbora parva (Temminck&Schlegel, 1846) in Turkey, Turk. J. of
Zoology, 30: 1–6.
Erk’akan F., Atalay-Ekmekçi F. G., Nalbant T. T., 1998: Four new species
and one new subspecies of the genus Cobitis (Pisces: Ostariophysi: Cobitidae) from
Turkey. Turkish Journal of Zoology v. 22 (no. 1): 9-15.
Geldiay R., Kelle A., 1978: Dicle ve Fırat nehrinde tesbit edilen ve
Türkiye’de az tanınan bir balık türü, Barbus subquincuncinatus GÜNTHER, 1868
(Cypriniformes - Cyprinidae) hakkında. E.Ü. Fen Fakultesi Dergisi,Seri B, C.II,
S. 1, 25-30.
Heckel J. J., 1843: Abbildungen und Beschreibungen der Fische Syriens,
nebst einer neuen Classification und Characteristik sämmtlicher Gattungen der
Cyprinen (pp. 991-1044). Süsswasser-Fische Syriens (pp. 1044-1099). Stuttgart, E.
Schweizerbart’sche Verlagshandlung. From Russegger’s Reisen, 1 (2). 1-109.
Jawad L.A., 2003: Impact of Envıronmental Change on the Freshwater Fish
Fauna of Iraq. Intern. J. Environ. Studies, 60 (6), 581-593.
Karaman M. S., 1969: Süsswasserfische der Türkei. 7. Teil. Revision der
kleinasiatischen und vorderasiatischen Arten des Genus Capoeta (Varicorhinus,
partim). Mitteilungen aus dem Hamburgischen Zoologischen Museum und Institut
v. 66: 17-54, Pls. 1-7.
330
Karaman M., 1971: Süβwasserfische der Türkei. 8. Teil. Revision der Barben
Europas, Vorderasiens und Nordafrikas. - Mitt. Hamb. zool. Mus. Inst. 67, 175–254.
Karaman M., 1972: Süβwasserfische der Türkei. 9. Revision einiger
kleinwüchsiger Cyprinidengattungen Phoxinellus, Leucaspius, Acanthobrama usw.
Aus Südeuropa, Kleinasien, Vorder-Asien und Nordafrika. - Mitt. Hamb. zool. Mus.
Inst. 69, 115 – 155.
Kelle A., 1978: Dicle Nehri Kollarında Yaşayan Balıklar Üzerinde Taksonomik
ve Ekolojik Araştırmalar. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Dicle Üniversitesi,
Diyarbakır.
Kilic-Demirok, N., Ünlü, E., 2004: Karyotype of the Cyprinid Fish
Alburnoides bipunctatus (Cyprinidae) from the Tigris River. Folia biologica
(Kraków), 52 (1-2): 57-59
Kosswig C., 1954: Türkiye Tatlısu Balıklarının Zoocoğrafyası. İstanbul:
İstanbulÜniv. Fen Fak. Hidrobiol. Araş. Enst. Mecm., Ser. A, 2, 1–19.
Kuru M., 1975: Dicle -Fırat, Kura-Aras, Van Gölü ve Karadeniz Havzası
tatlısularında yaşayan Balıkların (Pisces) Sistematik ve Zoocoğrafik Yönden
İncelenmesi. Doçentlik Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum.
Kuru M., 1986: Dicle ve Fırat nehirleri uzerinde kurulacak barajlarla soyu
tehlikeye sokulacak balık turleri. VIII. Ulusal Biyoloji Kongresi, 3-5 Eylul 1986,
İzmir. Cilt II, 589-598.
Kuru M., Balık S., Ustaoğlu M. R., Ünlü E., Taşkavak E., Gül A.,
Yılmaz M., Sarı H. M., Küçük F., Kutrup B., Hamalosmanoğlu M., 2001:
Türkiye’de Bulunan Sulak Alanların Ramsar Sözleşmesi Balık Kriterlerine Göre
Değerlendirilmesi. T.C. Çevre Bakanlığı Çevre Koruma Genel Md. Projesi, Kesin
Rapor, 289. s. Ankara.
Mahdi N., 1962: Fishes of Iraq. Ministry of Education, Baghdad. 82 pp
Ladiges W., 1960: Süβwasserfische der Türkei, I. Teil.: Cyprinidae. - Mitt.
Hamb. zool. Mus. Inst. 58, 105–150.
Sauvage H. E., 1882: Catalogue des poissons recueillis par M. E. Chantre
pendant son voyage en Syrie, Haute-Mésopotamie, Kurdistan et Caucase. Bulletin
de la Société philomathique de Paris, 6:163-168.
Sözer F., 1941: Les Gobiidés de la Turquie. İstanbul: İstanbul Üniv. Fen Fak.
Mecm., Ser. B, 6, 128–169.
Şaşı H. Balık S., 2003: The Distribution of Three Exotic Fishes in Anatolia,
Tr. J. of Zoology, 27: 319–322.
331
Turan D., M. Kottelat, Bektaş Y., 2011: Salmo tigridis, a new species of
trout from the Tigris River, Turkey (Teleostei: Salmonidae). Zootaxa No. 2993: 2333.
Uğurlu S., Polat N., 2007: Samsun İli Tatlı Su Kaynaklarında Yaşayan
Egzotik Balık Türleri. Journal of FisheriesSciences.com. 1 (3): 139-151 (2007)
Ünlü E., 1991: Studies on the biological characters of Capoeta trutta
(Heckel,1843) in Tigris River. Doğa-Tr. J.of Zoology,
Ünlü E., 1999: Cyprinion macrostomus Heckel, 1843 ve Cyprinion kais
Heckel, 1843 (CYPRINIDAE) Türlerinin taksonomisi ve dağılışı üzerine bir
araştırma. IX.Ulusal Su Ürünleri Sempozyumu. 20-22 Eylül 1999, Adana, Cilt II,
688-697.
Ünlü E., 2002: Silurus triostegus Heckel, 1843 ve Silurus glanis L., 1758
(Siluridae) türlerinin morfolojik ve anotomik özelliklerinin karşılaştırmalı olarak
incelenmesi. XVI. Ulusal Biyoloji kongresi, 4-7 Eylül, 2002.
Ünlü E., Bilgin, F. H., 1987: A taxonomic study on the fish species in
Balikligol (Şanlıurfa-Turkey). Journal of Aquatic Products, University of Istanbul.
1, 1, 140-156.
Ünlü E., Balcı K., 1990: Savur Çayında Yaşayan bazı Cyprinidae (PISCES)
Türlerinin Üreme Özellikleri Üzerine Bir Araştırma. Eğitiminin 10. Yılında Su
Ürünleri Sempozyumu. E.Ü.Su Ürünleri Yüksek Okulu. 14-18 Kasım 1991, İZMİR.
347-356.
Ünlü E., Balcı K., 1993. Observation on the Reproduction of Leuciscus
cephalus orientalis (Cyprinidae) in Savur Stream (Turkey). Cybium.. 17 (3): 241250.
Ünlü E., Balcı K., Akbayın H., 1994. Some Biological Characteristics of
the Acanthobrama marmid Heckel,1843 in the Tigris River (TURKEY) Tr. J.of
Zoology, 18: 131-139.
Ünlü E., Bozkurt R., 1997: Az Bilinen Bir Balık Türü; Barilius
mesopotamicus’un Taksonomisi Üzerine Bir Çalışma. IX. Ulusal Su Ürünleri
Sempozyumu. 17-19 Eylül 1997, Eğirdir - ISPARTA
Ünlu E., Özbay C., Kılıç A., Coşkun Y., Şeşen R., 1997: Gap’ın Faunaya
Etkileri. Türkiye Çevre Vakfı Yayını. No: 125, 79-102.
Ünlü E., Balcı K., Meriç N., 2000: Aspects of Biology of Liza abu
(Mugilidae) in the Tigris River (Turkey). Cybium, 24 (1), 27-43.
Ünlü E., Çiçek T., Değer D., Coad B. W., 2011: Range extension
of the exotic Indian stinging catfish, Heteropneustes fossilis (Bloch, 1794)
(Heteropneustidae) into the Turkish part of the Tigris River watershed. Journal of
Applied Ichthyology, 27 (1): 141-143, 2011
332
AB ÜYELİK SÜRECİNDE HAYVANCILIĞIMIZIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Ramazan DEMİREL*
Yakın zamana kadar gıda olarak kendi kendine yeterli 7 ülkeden birisi olarak
bahsedilen ülkemiz 1980’li yılların ortalarından itibaren Dünya ekonomisinde
trend haline gelen liberalleşmenin etkisiyle giderek artan miktarda tarımsal ürünleri
ithal etmeye başlamıştır. İthal edilen tarımsal ürünler içinde; hayvancılık girdileri
ile birlikte başta et, süt ve ürünleri olmak üzere çeşitli hayvansal ürünler de yer
almaktadır. Gerek hayvan varlığı ve gerekse tarımsal arazi varlığımız dünya ölçeğinde
büyük olduğu halde, asıl önemli parametre olan birim başına verimliliğimiz dünya
ortalamalarının oldukça altında yer almaktadır. Bu makale ile hayvancılığımızın
durumu irdelenecek ve çözüm önerileri belirtilecektir.
Hayvancılığımızın Sorunları ve Çözüm Yolları
1. Damızlık Sorunu
Sektörlere göre değerlendirme yapacak olursak, en iyi durumda olan
hayvancılık dalları sığırcılık ve tavukçuluktur. Bugün sığır varlığımızın yaklaşık
olarak yarıya yakınını düşük verimli yerli ırklardan oluşmaktadır. Ülkemizdeki
sığır varlığı yaklaşık olarak 12 milyon civarında bulunmaktadır. Bundan sonra
yapılacak olan sığır sayısını artırmak yerine, mevcut sürülerin verimini artırmaktır.
Öncelikle hayvan ıslahının geliştirilmesi ve elde edilen yüksek verimli, farklı
coğrafi bölgelerimize adapte olabilen ırkların yaygınlaştırılması gerekmektedir.
Ancak yerli ırkların hızla genotiplerinin iyileştirilmesini sağlarken, diğer yandan
da bunların orijinal yetiştirildikleri bölgelerde saflıklarının korunarak gen havuzları
şeklinde gelecek için saf halde korunması gerekmektedir. Hayvancılığı gelişmiş
ülkelerin çoğunun kendi ülkelerinin özel koşullarına adapte olabilen geliştirilmiş
sığır ırkları mevcutken, bizde böyle ıslah edilmiş herhangi bir yerli sığır ırkımız
henüz yoktur. Günümüzde, dünyada en fazla yayılma alanına sahip olan Holstein
Friesian ırkıdır. ABD, İsrail, Fransa, Hollanda, İtalya, İngiltere kendi coğrafi
koşullarına uygun Holstein genotipini baz alarak yaptıkları ıslah çalışmaları sonucu
sığır başına ortalama laktasyon süt verimini yıllık 8-10 tona çıkarmışlardır. Bizdeki
sığırların ortalama süt verimleri ise 2.2 ton civarındadır. Yine karkas ağırlığı dikkate
alındığında bizdeki değerler 250 kg civarında iken, gelişmiş ülkelerde 280 - 300 kg
civarındadır. Damızlık sorununun çözülebilmesi için en uygun yol yapay tohumlama
*Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
e-posta: [email protected], [email protected]
333
imkanlarının geliştirilmesidir. Dünyada yapay tohumlama yöntemini kullanan
ikinci ülke olmamıza rağmen bugün sığır varlığımızın ancak %15’ini yapay olarak
tohumlayabiliyoruz. Gelişmiş ülkelerde ise bu oran %90’ların üzerine çıkmıştır. Zira
yapay tohumlamada kullanılan boğalar, hastalık ve damızlık kalitesi gibi kriterler
bakımından daha üstündürler. Bir ülkenin hayvancılığının geliştirilebilmesi için
mevcut sürülerinin bilimsel metodlarla ıslah edilmesi gerekmektedir. Bizde ise, ne
zaman damızlık sorunu gündeme gelse, yerli ırk sığırlarımızın ıslahı yerine hiçbir
zaman tercih edilmemesi gereken damızlık gebe düve ithalatı yapılmaktadır. Sonuçta
yurt dışından getirilen gebe düveler birtakım sorunlar nedeniyle ülke hayvancılığının
gelişimine yeterli katkıyı yapamamıştır. Gebe düve ithalatının başarısızlık nedenleri;
İthalatçı firmalar verimlerine göre sınıflandırılmış olan düve havuzlarından
maliyetleri düşürmek için ucuz olanları, dolayısıyla düşük verimli olanların ithalatını
tercih etmişlerdir. Doğumu yaklaşmış, İleri derecede gebe olan hayvanlar genellikle
gemiyle uzun süreli nakliye sırasında, yeterli ve dengeli beslenememişler ve idealden
uzak, oldukça kötü şartlarda barındırılmışlardır. Ülkemize getirildikleri tarihler
bazen kış aylarına denk geldiği için iklime adaptasyon problemleri söz konusu
olmuştur. Serbest sistemde yetiştirilen düveler, bağlı – duraklı ahırlarda barınmaya
zorlanmışlardır. Hayvancılığı gelişmiş ülkelerde sadece altlık olarak kullanılan tahıl
sap ve samanları kaba yem olarak, karma yem ise toz formda verilmiştir. Verimi
yüksek damızlıklar genellikle ayak ve meme hastalıklarına duyarlılık nedeniyle
henüz ilk lastasyonlarında sürüden çıkarılmışlardır. Ülkemiz hayvancılığının
geliştirilmesinde tercih edilen, fakat başarısı sürekli olarak tartışılan gebe düve
ithalatına ne yazık ki, belirli periyotlarda devam edilmektedir. Fakat tercih edilen
yöntem nedeniyle hayvansal üretimimiz arzulanan seviyeye çıkarılamadığı gibi
artan nüfusumuzun ihtiyaçları da karşılanamamaktadır. Ayrıca, kronik olarak cari
açık sorunu bunan ülkemizden çok fazla kaynak döviz olarak gelişmiş ülkelerin
üreticisine aktarılmaktadır. Bir ülke hayvancılığını geliştirmek için ilk başvurulacak
yöntem suni tohumlama, daha sonra damızlık erkeklerin ithali ve en son olarak
da pratikte tercih edilmemesi gereken gebe düve ithali iken, her zaman maalesef
en sonuncusu tercih edilmektedir. Tabi bu tercih yapılırken, ülke hayvancılığının
iyileştirilmesi adına ithalatçı firmalara sermaye transferi yapılmıştır. Canlı hayvan
ithalatına sadece küçük ölçekli, damızlık sayısı sınırlı ülkelerin açık olması nedeniyle,
sübvansiyonlara rağmen fiyatları oldukça yükseltmiştir. Ayrıca, mavi dil ve deli dana
başta olmak üzere bazı hastalıkların ülkemize girmesine de neden olarak, sektörü
olumsuz etkilemektedir.
Tavukçuluk sektöründe kullanılan ticari hibritlerin orjinleri yurt dışı kaynaklı
olmakla birlikte, Tavukçuluk Araştırma Enstitüsü bünyesinde geliştirilen yerli hatlar
Türk Cumhuriyetleri başta olmak üzere bazı komşu ülkelere ihraç edilmekte ve
performansları yabancı orjinli hatlarla rekabet edebilecek düzeydedir. Yakın zamana
kadar tavuk varlığımızın yaklaşık %40’ını kültür ırkı olarak niteleyebileceğimiz
yüksek verimli hat - hibritler oluştururken, %60’ını düşük verimli, aile ihtiyacının
334
karşılanmasına yönelik üretim yapan köy tavukları oluşturmaktaydı. Ancak yumurta
üretimimizin %70’i modern işletmelerde üretilirken, kalan %30’u sayıca fazla olan
köy tavukları tarafından üretilmekteydi. Kuş gribi önlemleri sonrası geleneksel
olarak yapılan köy tavukçuluğu, yerini büyük ölçüde modern işletmelerde yapılan
ticari tavukçuluğu bırakmıştır. Tavukçuluk sektörümüz, hayvancılık dalları
arasında bugün dünyadaki modern işletmelerde elde edilen değerlerin yakalandığı
en iddialı konumdaki hayvancılık dalımızdır. Ancak ne var ki, işletmelerimizin
büyük çoğunluğu küçük ölçeklidir. Tavukçulukta maliyetin yaklaşık %80’ini yem
oluşturmakta, tavuk yemlerinde kullanılan ham maddelerin büyük çoğunluğunu da
ithalatla sağlamaktayız. Yüksek girdi maliyetleri nedeniyle ürettiğimiz tavukçuluk
ürünleri gelişmiş ülkelere kıyasla pahalıya mal olmakta ve uluslar arası rekabette
bize dezavantaj sağlamaktadır. Ayrıca yeterli denetim ve bilinç eksikliği nedeniyle,
yumurta tavukları hastalandığında kullanılan antibiyotikli yemleri tüketen
hayvanların yumurtalarının toplanıp imha edilmeleri gerekirken, bu yapılmamaktadır.
Et tavukçuluğunda ise, son bir haftalık dönemde verilecek yemlerde antibiyotik,
koksidiyostat, küf önleyici vb. gibi ilaçların kullanılmaması gerekmektedir. Halbuki
yetiştiricinin deposunda bu katkı maddelerini içeren büyütme yemi kalmışsa, bunu
vermeye devam etmesi nedeniyle kanatlı etinde tolerans değerlerinin üzerinde
ilaç kalıntısı (rezidü) bulunabilmektedir. Etkin bir kontrol mekanizmasının
sağlanamaması ve üreticinin insan sağlığı konusunda yeterince bilinçli olmaması
nedenleriyle üretim zincirinde gereken titizlik gösterilmemektedir. Bunun sonucu
olarak da AB ile Gümrük Birliği Antlaşması’ndan doğan beyaz et ve yumurta
ihracatı kotamızı yeterince kullanamamaktayız. Günlük olarak üretilen yumurtayı
henüz soğumadan birkaç saat içinde Dünyanın en büyük gıda ithalatçılarının
bulunduğu Ortadoğu ülkelerinin pazarlarına indirilebilecek lojistik avantajlarımıza
rağmen yeterince hayvansal ürün satamamaktayız. Tüketici ise ne yazık ki, medyaya
mütemadiyen yansıyan sektörle ilgili yetersiz ve tutarsız bilgi kirliliği nedeniyle
insanımızın sağlıklı ve dengeli beslenmesinde gerekli olan ucuz hayvansal protein
kaynağını yeterince tercih etmemektedir. Bu durumun sonucunda da, çoğu zaman
cüzi kar marjları ile ayakta kalabilen sektör ciddi darbe almaktadır.
Tavukçuluk dışında kaz, ördek, keklik, sülün, hindi, bıldırcın ve deve kuşu
yetiştiriciliği genellikle lokal olarak hobi şeklinde yapılmaktadır.Bu türlerden hindi
başta Güneydoğu Anadolu Bölgemiz olmak üzere köylerde estansif olarak Yılbaşına
kadar sınırlı bir dönem için beslenerek, yine aynı bölge içinde satılmaktadır. Sınırlı
miktarlarda da entegre tesislerde entansif hindi üretimi yapılmaktadır. Hastalıklara
karşı dayanıklılık, etinin lezzetliliği ve düşük üretim maliyeti gibi avantajlarına
rağmen hindi yetiştiriciliği hak ettiği yere henüz ulaşamamıştır. Deve kuşu 1990’lı
yılların başlarında; etinin birim fiyatının dana etinin yaklaşık 10 katı olması, dolar
kuru üzerinden yumurta ve damızlık satışının gerçekleşmesi özellikle sektörün
dışındaki adrenalin tutkunu yatırımcılar için oldukça cazipti. Günümüzde ise,
ülkemiz şartlarında yüksek üretim maliyeti ve düşük kar marjı nedeniyle üreticimizin
fazla aşina olmadığı bu hayvancılık dalı önemini kaybetmiştir.
335
Koyunculuk, engebeli coğrafi yapısı nedeniyle özellikle ülkemizin geniş
bozkırlarına sahip iç bölgelerimizde alternatifsizdir. Zira beslenme tarzı ve ince
dudak yapısı dikkate alındığında düşük verimli, kısa boylu, seyrek bitkilerden
ancak koyunlar yararlanabilmektedir. Koyunlar yerden otlama eğiliminde olan
hayvanlardır. Ülkemiz mer’alarının çoğunluğu koyun otlatmaya elverişlidir ve
buralarda koyun rakipsizdir. Koyun varlığımızın yaklaşık %3’ünü kültür ırkı
diyebileceğimiz ıslah edilmiş yerli ırklarımız oluştururken, kalanını düşük verimli
yerli ırklar oluşturmaktadır. Koyunculuğumuz günümüzde ekstansif yapıdan
sıyrılarak yarı entansif yapıya dönüşmektedir. Farklı coğrafi bölgelerde farklı üretim
şekillerine imkan sağlayacak hayvancılık dalı olması nedeniyle hak ettiği yerden
uzaktır. Koyunculuk ülkemizde çeşitli özellikler bakımından en fazla ıslah edilmiş
hayvan türüdür. Uzun süre emek ve masraf sonucu elde edilen üstün verimli yeni
ırklar (tipler) sadece ıslah edildikleri bölgelerde kalmış, bir türlü bunlar adaptasyon
potansiyali olan yerlere yayılamamıştır. Islah edildikleri birimler kamu kurumları
oldukları için sürekli değişen hükümet politikaları nedeniyle sayıları iyice azalmış,
dar bir alana hapsolmuşlardır. Yayılma potansiyali olarak, Akdeniz ikliminin hakim
olduğu yerlerde süt koyunculuğu, bakım-besleme imkanlarının daha iyi olduğu
yerlerde et tipi koyun yetiştiriciliği geliştirilmelidir.
Hayvan sirkülasyonunun yeterince kontrol altına alınamaması nedeniyle bazı
bölgelerde asırlardır yetiştirilen yerli ırklar yeni ırkların istilasına uğrayarak, nesilleri
kaybolma tehlikesi altındadır. Unutulmaması gereken, bize atalarımızdan kalan bu
son derece önemli genetik mirası bizlerinde sonraki nesillere bozulmadan bırakma
zorunluluğumuzdur. Bugünün şartlarında bilinçsiz yetiştirici farklı ırklardan damızlık
erkekler satın alarak sürüsünün melezlemeyle verimini artırmakta ve bu durumun
sürekli olacağını zannetmektedir. Ancak, uzun vadede bakım besleme ve çevre
şartları değiştiğinde veya salgın hastalık halinde ilk kaybedilenlerin bu yeni melezler
olacağı unutulmamalıdır. İstilacı ırklardan; Akkaraman, İvesi ırkını Güneydoğu
Anadolu’da Suriye sınırına doğru sürerken, Ege ve Marmara’da da Kıvırcık,
Dağlıcı adeta yok etmiştir. Son yıllarda eskiden sadece Dağlıç bulunan Burdur’un
köylerinde fotoğrafı çekilecek saf ırk bulmakta güçlük çekilirken, Çine Çaparı
hatta İvesi, Karaman ırkları boy göstermektedir. Ancak, eskiden sürüler Kasım ayı
başlarına kadar genellikle kevenlerin oluşturduğu bitki örtüsünden yararlanılırken,
günümüzde Ağustos başlarında yayladan anıza indirilmekte veya kış yemlemesine
geçilmektedir. Bu geleneksel yapının kabuk değiştirmesiyle birlikte doğumlar Ocak
ayından Kasım ayına gelmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ise yıl içinde birkaç
il boyunca devam eden göçer koyunculuk yaylaların kısıtlanması, çoban bulmakta
güçlük çekilmesi vb. nedenlerden dolayı giderek önemini kaybetmektedir.
Bakım besleme sorunları nedeniyle koyunlardan yılda iki, ya da daha
yaygın haliyle iki yılda üç kuzulatma yöntemleri yaygınlaştırılamamıştır. Ayrıca
hayvancılığımızın kronik yapısal sorunları nedenleriyle 100 koyundan bir yılda
ancak 80 civarında kuzu alınabilmektedir. Dünyada standart kuzu karkasının ağırlığı
336
yaklaşık 18 kg iken, bizde yaklaşık 4 - 5 aylık yaşa (15 kg canlı ağırlıkta ve 8 kg
karkas ağırlığında) kadar ana sütüne ilave yemlerle beslenen kuzular turfanda olarak
kesilmektedirler. Genellikle Ege ve Marmara bölgelerimizde yaygın olan bu gelenek,
ciddi anlamda kuzu eti potansiyalimizin israfına neden olmaktadır. Kalan kasaplık
kuzular ise düşük verimli meralarda sadece kaba yemlerle beslenerek oldukça uzun
bir besleme periyodu sonunda kesilmektedirler. Özellikle son yıllarda canlı hayvan
ve karkas et ithalatına rağmen kırmızı et fiyatının düşürülememesinin nedenlerinden
birisi de bu erken kuzu kesimidir. Ülkemiz koyun eti üretimine olumsuz etkisine
rağmen turfanda kuzu üretimini bazı yetiştiriciler sürekli olarak tercih etmektedirler.
Özellikle yüksek faiz dönemlerinde nakit sıkıntısı çeken, kamyon, tren vb. nakliye
araçlarıyla il aşırı uzun mesafeli göçebelik yapan, çoban sıkıntısı çeken, yayladaki
mera imkanları sınırlı olan, inek sütünün yaklaşık 3 katına satılan koyun sütünü
değerlendirmek isteyen üreticiler genellikle erken gelişen erkek kuzuları piyasasının
üzerinde bir fiyatla satmaktadırlar.
Keçi yetiştiriciliği ise anılan hayvancılık dalları arasında en ekstansif olanıdır.
Özellikle dağlık ve makilik olan Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü yörelerimizde
hemen hemen hiç masraf yapmadan, aşı, ilaç, yem kullanmadan sadece çoban
masrafıyla keçi yetiştiriciliği yapılmaktadır. Keçiler yıl boyunca makilik veya
meşelik adı verilen sert yapraklı çalılarla beslenmektedirler. Çoğunluğu oluşturan
kıl keçilerinin ıslahına yönelik yeterli çalışma yapılmamıştır. Yetiştirici sürülerinde
verimler oldukça düşüktür ve çoğu zaman yılda keçi başına bir oğlak almak olası
değildir. Ankara (Tiftik) keçileri ise sayıları oldukça azalmış, verimleri ABD ve
Güney Afrika Cumhuriyetinden getirilenlere kıyasla düşüktür. Sentetikleriyle
rekabet etmeye çalışan yapağı ve ipek gibi diğer hayvansal liflerde olduğu gibi,
tiftiğin ham madde olarak fiyatı oldukça düşüktür. Son zamanlarda gelir seviyesi
yüksek kesimlerin tercih ettiği doğal ham maddelerden elde edilen markalı - yüksek
fiyatlı - ürünlerde artış trendi varsa da, henüz hayvansal lif üreticilerinin gelirini
artırmaktan uzaktır. Ankara keçileri yetiştirildikleri bölgelerde kıl keçileriyle rekabet
edemeyecek durumda oldukları için melezlenmişler ve tiftik kaliteleri düşmüştür.
Süt keçisi yetiştiriciliği ise son yıllarda dondurma ve peynir sektörleri başta olmak
üzere çeşitli keçi sütü ürünlerine olan artan talebe rağmen, henüz arzulanan seviyeye
ulaşamamıştır. Süt keçiciliğinde de kaliteli damızlık teminindeki güçlükler nedeniyle
fiyatlar oldukça yükselmiştir. Fakat yüksek fiyatla satın alınacak damızlıkların
kayıtları ve kaliteleri tartışmalıdır.
Kürk hayvanı yetiştiriciliği kısmen tavşan, şinşilla ve mink dışında
geliştirilememiştir. Daha ziyade avlanılan hayvanların postlarının işlenerek
değerlendirme yoluna gidilmiştir. Etlik tavşan yetiştiriciliği yönünde talep olmasına
karşılık üretim yeterli düzeylerde değildir. Yine Ankara tavşanı yetiştiriciliği
bir dönem ülkemiz genelinde hızla yayılmakla birlikte, elde edilen yünün
değerlendirilememesi nedeniyle başlangıçtaki gelişme ivmesini ve cazibesini
kaybetmiştir. Şinşilla yetiştiriciliği de 1990’lı yıllarda hızla yaygılaştığı gibi, aynı
hızla gündemden düşmüştür.
337
Arıcılıkta ise, azımsanmayacak sayıdaki koloni varlığımıza karşılık, kovan
başına bal üretimimiz dünya ortalamasının altında yer almaktadır. Arıcıların
teknik bilgi seviyelerinin artırılarak, ana arı yetiştiriciliğinin yaygınlaştırılması,
gezginci arıcılığın sorunlarının çözülmesi, standart kalitede üretim yapılması,
pazarlamanın geliştirilmesi ve kendi ürünlerimizin birbirleriyle haksız rekabetlerinin
engellenmesiyle sektörün önü açılabilir.
İpekböceği yetiştiriciliğimiz de sanayide yapay liflerin yaygın kullanımı ve
ucuz Çin ipeğinin istilası nedenleriyle gerilemekle birlikte, son dönemde yüksek
gelirli tüketicilere hitap edecek ipekli ürünlerle sektör canlanmaktadır. İpekböcekçiliği
kırsal kesimdeki kadın ve çocukların işgücüne katılımını sağlar, ailelerin gelirlerini
artır. Son yıllarda Bursa, Bilecik ve Antalya gibi illerimize ilaveten tarihsel olarak
da ipekböceği yetiştiriciliği, iplik çekimi, boyama ve ürünlere işleme geleneği olan
Diyarbakır’da da ipek işleme ve dokuma tezgahları çalışmaya başlamıştır. Tarihi
İpekyolu’nun geçtiği Diyarbakır’daki bu canlanmanın sebebi Ticaret ve Sanayi
Odası’nın gayretleri, AB hibe projeleriyle sağlanan fonlar ile ipekböceği yetiştirme
kültürüne sahip insanlardır.
2. Yem Sorunu
Yem sorununu kaba ve kesif yem olmak üzere iki alt başlıkta değerlendirmek
daha doğru olacaktır. Kaba yem çoğunlukla çayır ve mer’alardan elde edilmektedir.
Ancak bilinçsiz ve aşırı otlatma, bakım eksikliği, gübreleme ve tohumla aşılamanın
yapılmaması gibi nedenlerden dolayı verimleri iyice azalmıştır. Diğer önemli kaba
yem kaynakları ise; hasat artığı olan sap, saman, kes, kavuz, şeker pancarı baş ve
yaprakları ile posalar başta olmak üzere çeşitli tarımsal sanayi yan ürünleri iken,
kuşkusuz en önemli kaliteli kaba yem kaynakları tarla tarımı içinde yetiştirilen yem
bitkileridir. Bunlar baklagil, buğdaygil ve diğerleri olarak isimlendirilmektedirler.
Hayvancılığı gelişmiş ülkelerde yem bitkileri ekilişi tarla tarımı içinde %30’larda
iken ülkemizde bu oran %3, Ülkemizin kronik sorunlarını çözebilme iddiasındaki
GAP bölgemizde ise ancak %1.7 civarındadır. Kaliteli kaba yemlerin en önemli
kaynağı olmaları itibariyle ülke hayvancılığının geliştirilmesi için mutlaka bu oranın
artırılması gerekmektedir. Zira hayvan sayımız her yıl dramatik bir şekilde azalsa da,
meralarımızın durumu dikkate alındığı vakit kaba yem ihtiyacımız karşılanmamaktadır.
Erken İlkbaharda daha meralardan kar kalkar kalkmaz hayvanlar otlamaya bırakıldığı
için bitkiler büyüyüp, gelişememekte ve dolayısı ile neslinin devamını sağlayabilmek
için çiçeklenip tohum verme şansı bulamamaktadırlar. Hayvanlar ise türe göre seçici
oldukları için öncelikle çok sevdikleri bitkileri, sonra ikincil olarak beğendiklerini
ve en sonunda da normalde tercih etmediklerini tüketmektedirler. Dolayısı ile aşırı
otlatma sonucunda meralarda; normalde pek tercih edilmeyen, sert yapraklı, dikenli,
tadı veya kokusu kötü, hatta zehirli olan bitkiler merayı istila etmekte ve sonuçta
meranın botanik kompozisyonu bozulmaktadır. Kaba yem kaynağımız sınırlı olması
nedeniyle gelişmiş ülkelerin daha ziyade altlık olarak kullandığı tahıl saplarını
338
temel kaba yem kaynağı olarak kullanmaktayız. Samanların besleme değeri dikkate
alındığında, hayvan başına verimin beslemeyle artırılmasındaki güçlükler daha
kolay anlaşılmaktadır. Çözüm, kaliteli kaba yem kaynakları olan yem bitkilerinin
ekiliş oranlarının artırılması ve üretim fazlasının besin değerinin korunacak şekilde
saklanarak, sıkıntı çekilen kış ayları için saklanmasıdır.
Fabrika yemi için kurulu kapasite talebin yaklaşık 4 - 5 katı kadardır, ancak yeterli
karma yem talebi yoktur. Karma yem üretimimiz yıllık 10 milyon tonun üzerindedir.
Sektördeki faal fabrika sayısı yaklaşık 600 civarındadır. Birçoğu tek vardiyada
bile tam kapasite çalışamamaktadır. Dolayısı ile atıl kapasiteyle çalışmaktadırlar.
Hayvan varlığımız dikkate alındığında, karma yem ihtiyacımızın karşılanabilmesi
için bu fabrikalarımızın üç vardiya tam kapasiteyle çalışması gerekmektedir. Karma
yem üretiminin artırılması için herşeyden önce yetiştiricilerin bilinçlendirilmeleri
gerekir. Ayrıca bizde 1980’li yıllarda yapılmış olan ve gelişmiş ülkelerin hala devam
ettirdiği yeme devlet desteği uygulanmalıdır. Bu sayede üreticilerin en büyük girdi
olan karma yemleri daha fazla kullanarak daha fazla hayvansal ürün elde etmeleri
mümkün olacaktır. Sektörde yaşanan haksız rekabeti önlemek içinde yemlerin daha
sıkı denetlenmesi ve kalitesizlerin ayrılması gerekmektedir. Bugünkü koşullarda
kısa vadede kalitesiz fakat ucuz yem yapanlar kazançlı gözükürken, uzun vadede
kaliteli yem yapanlar sektörde markalaştıkları için avantaj sağlayacaklardır. Ayrıca
yem fabrikalarının gerek satın aldıkları hammaddeleri ve gerekse ürettikleri karma
yemleri analiz ederek çağa uygun imalat yapabilmeleri için laboratuvar imkanlarına
kavuşmaları teşvik edilmelidir. Dünya ticaretinin hızla arttığı günümüzde başta
komşu ülkeler olmak üzere yem dış satımı teşvik edilmelidir.
3. Barınak Sorunu
İşletmelerimizin büyük çoğunluğu küçük aile işletmesi niteliğinde olduğu
için modern hayvancılık için gereksinim duyulan hayvan barınaklarından
yoksundurlar. Hayvancılığı gelişmiş ülkelerle rekabet edebilmek için, bir köydeki
her üreticinin birkaç baştan oluşan sığırlarının, barındıkları evlerin zemin katındaki
sağlıksız ahırlarda barındırılması yerine modern hayvancılık için gereken altyapıya
kavuşturulmalıdır. Büyük boyutlu modern yapı üretici kooperatifi, birliği veya
anomim şirket şeklinde olabilir. Böylece bir köydeki aynı faaliyeti yapan kişiler
birleşecek, üretim maliyetleri azalacak, ürettikleri hatırı sayılır miktardaki süt ile
pazar için organize bir güç haline gelecekler veya elde ettikleri sütlerini yoğurt,
peynir vs. gibi ürünlere işleme olanağı bularak daha fazla iş olanağı ve katma değer
yaratacaklardır. Ülkemizdeki sınırlı sayıdaki projeli, modern hayvan barınakları
genellikle tavukçuluk ve sığırcılık sektörlerinde 1980’li yıllarda “Kaynak Kullanımını
Destekleme Fonu” desteğiyle veya Ziraat Bankası kredileriyle yapılmışlardır.
339
4. Sağlık Koruma Sorunu
Yaygın hastalıklara karşı düzenli olarak aşılanan, hijyen kurallarına uyularak
türe ve yaşa göre değişen ideal bakım ve besleme şartlarında yetiştirilen hayvanların
hastalanma riskleri azaltılmaktadır. Salgın hastalıkların en büyük nedenlerinden
birisi sınırlardan kontrolsuz hayvan girişi ve bölgeler arası sevkiyatlarıdır. Bunun
en büyük nedeni hayvan sayımızın fazla olduğu dönemlerde hayvan sirkülasyonları
ülkemizden komşu ülkelere doğru iken, günümüzde artan nüfusumuza karşın
hayvan varlığımızın azalması ve komşu ülkelerin hayvancılığa yapmış oldukları
sübvansiyonlar nedeniyle satış fiyatlarındaki avantajlarıdır. İç piyasadaki fiyatlar
gümrük vergileriyle dengelenmesine karşılık, kaçak yollardan gümrüksüz, kontrolsüz
canlı hayvan girişleri söz konusu olmakta, bu da beraberinde sağlık sorunlarını
getirmektedir. İster kaçak ister yasal yollardan olsun dışarıdan satın alınarak
getirilen hayvanlar kısa vadede fiyat avantajı nedeniyle avantajlı olmakla birlikte,
uzun vadede halkımızın beslenmesinde çok önemli olan hayvansal proteinlerden
yararlanmayı azaltacaktır. Dünyada birkaç gelişmemiş ülkede bulunan sığır vebası
son 20 yılda üç kez ülkemizin hayvancılığını tehdit etmiş ve önemli kayıplara yol
açmıştır. Şap, brusella, mavi dil, tüberküloz vb. hastalıklar da zaman zaman ortaya
çıkarak tehdit oluşturmaktadır.
5. Yetiştiricilerin Bilgilendirilmesi
Kuşkusuz hayvancılığımızın gelişememesinin en önemli nedenlerinden birisi
de küçük aile işletmesi niteliğinde olan hayvancılık işletmelerinin çok sayıda olması
nedeniyle yetiştiricilerin faaliyet alanlarıyla ilgili eğitilmelerinin olanaksızlığıdır.
Tarımsal nüfusu az olan ülkelerde bize nazaran oldukça az sayıdaki yetiştiricinin
mesleki teknik bilgiyle donatılması daha kolay olmaktadır. Bizde ise yıllardır Tarım
Bakanlığı ve özel sektör bu yetiştiricilerin eğitimi misyonunu yerine getirmeye
çalışmıştır. Teknik elemanlar köylere giderek demonstrasyon çalışmalarıyla
Üniversiteler ve Tarım Bakanlığı’na bağlı çeşitli araştırma kurumlarında elde
edilen teknik bilginin hedef kitle olan yetiştiricilere ulaştırılmasını sağlamışlardır.
Ancak bedava sağlanan bilgi tam olarak amacına ulaşamamaktadır. Sağlanan teknik
bilginin amacına ulaşması ve geri dönüşümünün olması için mutlaka katılımcıların
belli seviyede bedel ödemeleri gerekmektedir. Bu amaca yönelik özel tarımsal
danışmanlık müesseselerinin kurulması, belli bir ücret karşılığında eğitici seminerler
ve kurslar vermeleri sağlanmalıdır. 6. Yetiştiricilerin Örgütlenmesi Günümüzde diğer üretim alanlarında olduğu gibi hayvancılıkta da ürünlerin
değerince satılabilmesi için iyi bir örgütlenme gerekmektedir. Modern toplumlarda
yetiştiriciler yaptıkları faaliyete göre birleşerek kooperatif veya yetiştirici birlikleri
şeklinde organize olmuşlardır. Sağlıklı bir tarımsal yapılanma ancak bu şekilde
mümkündür. Ortak çıkarlar baz alınarak yapılan bu örgütlenmeyle hükümetler
üreticinin talepleri doğrusunda kararlar almaktadırlar. Yetiştirici piyasada talep
340
duyulan bir ürünü ne kadar yetiştireceğini bilir, ona göre üretim planlaması yapılır,
üretilen ürünün elde kalması veya para etmemesi şeklinde sıklıkla tanık olduğumuz
üretici sorunları temelden çözülmüş olur. Ayrıca örgütlü bir sektör piyasada ve
yöneticiler katında daha fazla itibar görmektedir. Hükümetler iç ve dış piyasaların
talepleri doğrultusunda ürün fiyatları ve desteklemelerle yetiştiricileri yönlendirirler.
Bireysel işletmelerin sahip olamadığı yüksek maliyetli aşı, ilaç veya alet - ekipman
gibi girdiler bu kolektif organizasyonlar sayesinde kolaylıkla satın alınarak ortak
kullanılabilir. Üreticilerin ayrı ayrı eğitilmelerine kıyasla bir kooperatifin üyelerinin
eğitimi çok daha kolay olmaktadır. Bazı paralı hizmetlerin götürülmesi yine bu yapılar
nedeniyle daha kolaydır. Tekel konumunda yetiştirilen ürünlerimizin rakibi fiyat
kıran sektördeki diğer firmalarımızdır. Anlaşarak piyasayı yönlendirecekleri yerde
birbirleriyle rekabet etmekte ve dolayısıyla verimlilikleri düşmektedir. Kooperatif
veya birliklerin üst birlikler şeklinde organize olmalarıyla üreticinin zarar görmesi
engellenecek, ürününün piyasa değeriyle satılması sağlanacaktır.
7. Etkin Bir Pazarlama Organizasyonu
Ülkemiz hayvancılığının temel sorunlarından birisi de çeşitli zorluklarla
yetiştirilen ürünlerin üretim maliyetleri dikkate alınarak satılamamasıdır. Eğer etkin
bir pazarlama organizasyonu yapılırsa öncelikle yetiştirici piyasada talep duyulan,
önceden üretim planlaması yapılan bir ürünü yetiştirmeye çalışacaktır. İç pazar
doyurulduktan sonra da dış satım bağlantıları dikkate alınmalı ve ona göre üretim
yapılmalıdır. Herkesin her ürünü yetiştirmesi engellenmeli, bölgelere göre değişen
ürün verimliliği karşılaştırılmalı ve ona göre bazı bölgelerde sadece belirli ürünlerin
yetiştirilmesi desteklenmelidir.
8. Kredi ve Finansman
Ülkemizdeki hayvancılık işletmeleri küçük ölçekli aile işletmeleri niteliğinde
olması nedeniyle modern hayvancılık için gerekli finansman güçlüğü içindedirler.
Hal böyle olunca da elde edilen ürünlerin üretim maliyetleri yüksek olduğu için
uluslar arası rekabet şansı düşüktür. Gerek gümrük birliği nedeniyle AB ve gerekse
dünya ticaret örgütü kararlarıyla tüm dünyadaki hayvancılığı gelişmiş ülkelerle
global düzeyde rekabet etme şansı yoktur. Bu yapı kırılmadığı sürece üretim
maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle bir süre sonra yerli üretim bitme noktasına
gelecek ve sonuçta gelişmiş ülkelerin pazarı haline geleceğiz. Her ne kadar son
yıllarda tüm dünyada tarımsal desteklerin kaldırılması yönünde baskılar artmışsa da
hala bazı öncelikli alanlar seçilerek devlet desteği sağlanabilir. Küçük işletmelerin
toplulaştırılmasıyla oluşacak organize yapılara öncelik verilerek gerekli tarımsal
destekler sağlanmalıdır. Son yıllarda hayvansal üretimin küçük aile işletmesine
sahip köylünün yerine, sermaye sahibi – profesyonelce üretim yapacak üreticiler
tarafından ekonomik üretim yapabilecek boyutta işletmeler teşvik edilmektedir.
341
Dünya ticaret örgütüne üyeliğimiz ve AB adaylığımız dolayısı ile önümüzdeki
yıllarda zaten oldukça sınırlı olan tarımsal destekler daha da azaltılacaktır.
Gelişmiş ülkeler şimdiye kadar kendi ülkelerindeki az sayıdaki çiftçilerini
destekleyerek modern hayvancılık için gerekli dönüşümü tamamlamışlardır.
Bizim gibi nüfusunun büyük bölümü hala tarımla uğraşan ülkelerde ise sorunlar
derinleşecektir. Zira ekonomik analiz yapılmadığı için birçok üretici hala
geleneksel yöntemlerle alıştıkları ürünleri yetiştirmeye devam etmektedirler. Ama
AB giriş süreciyle birlikte bu geleneksel yapı zorlanacaktır. Gümrüklerin tarım
ürünleri için sıfırlanmasıyla birim maliyeti en ucuz olanların pazarı durumuna
geleceğiz. Henüz zaman geçmeden alınacak acil önlemler ile çiftçimizi uluslar
arası rekabete hazırlayabiliriz. Bu yapının sağlanması için öncelikle işletmelerin
toplulaştırılması, kooperatif veya yetiştirici birlikleri şeklinde örgütlenerek, girdi
temini ve pazarlama başta olmak üzere mevcut sorunların hızla çözümüne ilişkin
adımların vakit kaybetmeden atılması gerekmektedir. Aksi takdirde yakın zamana
kadar gıda bakımından kendine yeterli ülkelerden birisi diye övündüğümüz, fakat
şimdilerde tarım ürünleri ithalatımızın halihazırda milyar dolarları bulduğu bir
dönemde büyük nüfusumuz nedeniyle gelişmiş ülkelerin hatırlı pazarlarından
birisi olmamız kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle bizim için stratejik olan
sektörlerin seçilerek, henüz devlet desteğinin mümkün olduğu sınırlı sürede acilen
desteklenmesi gerekmektedir. İşletmelerin birleşerek büyümelerinin ve dolayısı ile
sayılarının azaltılarak kalitenin artırılmasına imkan sağlanmalıdır.
SONUÇ
Şimdiye kadar sürekli ihmal edilen, sorunları ertelenen tarımımız AB giriş
sürecinde en ağırlıklı müzakere konularından birisidir. Birçok şey için geç kalmış
olmakla birlikte, bu noktadan itibaren geçmişi eleştirmek yerine kısıtlı zaman
diliminde doğru adımların atılmasıyla bazı yapısal sorunlarımızın çözümüne
yönelik çaba harcanması gerekmektedir. Önemli olan öncelik verilecek alanların
isabetle seçilmesidir. Tarım alanında yapacağımız ulusal bir silkiniş elbette
gelişmiş ülkelere kıyasla, geride kaldığımız diğer alanlar içinde bir doping etkisi
gösterecektir. Hayvancılığımızın bu makalede bahsedilen yapısını dönüştürebilmek
için yaklaşık 30 - 40 milyar dolarlık desteğe ihtiyacı bulunmaktadır. Günümüzde
ekonomimizin büyüklüğü dikkate alındığında bu rakam orta vadede kolaylıkla
sağlanabilir yeter ki, yetkililerimiz konunun önemini göz ardı etmesinler ve tarıma
pozitif ayrımcılık sağlasınlar.
342
TÜRKİYE VE AB’DE HAYVANCILIK
Ali Murat TATAR*
Giriş
Tarımsal üretim insanlığın en önemli ve değerli buluşlarındandır. Bu buluşa
kaynaklık eden temel dürtü beslenme ihtiyacı ve besin güvenliği, yardım eden ana
unsur da doğadır. İnsanlık doğadaki olayları izleyip değerlendirerek toplayıcılıktan
üretime geçmiştir. Sonraki yıllarda artan bilgi hacmine bağlı olarak tarımsal üretimin
şekli ve yürütülüşü ile kapsam ve büyüklüğünde önemli değişiklikler olmuştur.
Dünyada tarımsal üretimin biçimi hızla değişmekte ve günümüz insanının
kendini başarılı saydığı sanayi üretimindeki yol ve yöntemlerin tarıma uygulanması
çabaları yoğunlaşmaktadır. Bunda önemli başarılar sağlandığı da bir gerçektir. Fakat
bu başarının yine de bir milyara yakın insanı açlıktan kurtaramadığı ve her geçen yıl
bu sayının daha da artma ihtimali olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Dünyanın değişik bölgelerinde de olsa halen yaşanan açlık ile birinci ve
ikinci dünya savaşları esnasında yaşanan kıtlık dönemlerinden ders alan ülkeler,
gıda üretiminde kendine yeterli olmayı hedeflemekte ve buna uygun politikalar
geliştirmektedirler. Gelişmiş ve zengin ülkelerin hemen tamamının, başta hayvansal
üretim olmak üzere, tarımsal üretimlerini koruma ve sürdürme çabaları bunun en
belirgin delilidir.
Tarımsal üretim kolları içerisinde hayvancılık, tüm teknolojik gelişmelere
rağmen, halen bir çok üretim dalında insan işgücüne yoğun ihtiyaç duyulan bir
alandır. Çalışma koşulları oldukça zor olan bu sektörde kar marjı da yüksek değildir.
Son yıllarda ürünlere olan güveni artırmak için yürütülen denetim amaçlı çalışmaların
yarattığı baskı ve masraf ile hayvansal üretim-çevre arasındaki olumsuz etkileşim
ve bunun yanında hayvan ithalatı sektörde karlılığı, dolayısıyla da nüfus tutmayı
zorlaştırmaktadır. Nüfusun büyük bir bölümünün kırsalda yaşadığı, işsizliğin büyük
boyutlarda olduğu Türkiye’de bile bu durum geçerlidir. Yani fırsatını bulan yada
yaratanlar çiftçiliği terk etmeye oldukça isteklidirler. Bu değişim gelişmiş ülkelerde
de daha önce yaşanmış ve söz konusu ülkeler bu değişimden olumsuz etkilenmemek,
yani sektörde müteşebbis tutabilmek için önlemler almıştır. Bir çok ülkede gelir
garantisi sağlayan ve üretim unsurunun nitelik kaybetmesini engelleyen politikaları
bu önlemler arasında saymak gerekir. AB ortak tarım politikaları da temelde bu
hedefleri gerçekleştirmek için oluşturulmuş politikalardır. Topluluk içerisinde tarıma
*Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü
[email protected]
343
ilişkin mevzuatın fazlalığı ve sık değişiyor olması, ortak tarım politikasına konu
olan ürünler başta olmak üzere, tarımın değişken niteliği ve vazgeçilmezliğinden
kaynaklanmaktadır. Fakat şimdiye kadar yapılan değişimlerin hemen hiçbirinden
etkilenmeyen şeyler; tüketicinin refahının korunup geliştirilmesi ile üretimin kalitesi
ve sürekliliğidir.
Bu çalışmada önce tarımın, daha sonra da hayvansal üretimin temel unsurları
esas alınarak, Türkiye ile AB mukayese edilmeye çalışılacak ve Türkiye için bazı
öneriler sunulacaktır.
Toprak Varlığı ve Nüfus
Türkiye’nin yüzölçümü, tarımsal alanı ve çayır mera varlığı 27 üyeli AB’nin
sırasıyla %16.7, %19.0 ve %17’si kadardır1. Bir başka ifadeyle Türkiye’nin toplam
toprak varlığı 27 üyeli AB’nin 14 üyesinin toplamından biraz fazla, tarımsal alanı ve
mera varlığı da 16 ülkenin toplamına eşittir. Kısaca iklim, toprak yapısı vb. unsurlar
bakımından hem Türkiye içinde, hem de Türkiye ile AB arasında büyük farklılıklar
da olsa, Türkiye’nin sahip olduğu üretim alanı ve tarımsal arazi varlığının oldukça
büyük olduğu bilinmelidir.
Türkiye’nin toplam nüfusu 27 üyeli AB nüfusunun %15’i, tarımla uğraşan
nüfusu da AB tarım nüfusunun %68’i kadardır. Türkiye’de toplam nüfusun yaklaşık
% 20’si tarım nüfusu olarak tanımlanırken, AB’nde tarım nüfusunun toplamdaki payı
ülkelere göre %1.4 ‘ten (Slovenya) %17.6’ya (Polonya) değişmektedir. AB’inde
tarım nüfusunun payı düşük olsa da, toplam nüfusun %26’sı kırsalda yaşamaktadır.
AB’de kırsal nüfusun payı Türkiye’dekinin %86’sı kadarken, tarımsal nüfus söz
konusu olduğunda bu oranın %22 olması dikkat çekicidir.
Çizelge 1. AB (27) ve Türkiye’nin toplam ve tarımsal nüfusu (2011)
Nüfus (1000 kişi)
Pay, %
Toplam
Kırsalda
yaşayan
Türkiye
73640
22015
51625
14229
19,32
29,90
AB-27
502155
129672
372482
21004
4,18
25,82
Şehirde yaşayan Tarımda çalışan Tarımsal nüfus Kırsal nüfus
1 Makalede yer alan istatistik niteliğindeki değerler ya doğrudan TUİK, FAO ve AB
kaynaklarından alınmış yada bunlara dayalı olarak tarafımızca hesaplanmıştır.
344
İşletme Büyüklüğü
Türkiye’de tarım ile ilgili tartışmaların hemen tamamının ortak noktası
işletmelerin küçük olduğu ve tarımda yaşanan sorunların büyük ölçüde bundan
kaynaklandığıdır. Bu konudaki yargı da çoğunlukla Türkiye’de işletme olarak
tanımlanan birimlerin arazi varlığı ile gelişmiş addedilen ülke işletmelerinin
ortalama arazi varlığının mukayesesine dayandırılmaktadır. Bu değerlendirmeler
yapılırken başta mukayese edilen ülkelerin ekonomilerinde tarımın payı ve tarımda
çalışan nüfusun miktarı üzerinde de durulmamaktadır. Özellikle Türkiye ile ilgili
değerlendirmelerde, bütün bu ihmallere ek olarak, bir yandan tarımsal işletme
olarak değerlendirilen ünitelerin tarımsal faaliyetlerinin büyüklüğü hatta tarımsal
faaliyetlerinin olup olmadığı tartışılırken, diğer yandan da Türkiye’de kadastro
çalışmalarının henüz tamamlanmadığı vurgulanmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin
sergilediği coğrafik ve ekonomik farklılıklar yeterince değerlendirilmemektedir.
Bütün bunlara ek olarak değişimin boyutu, hatta yönünü tespite imkan verecek
sıklık, yaygınlık ve doğrulukta veri toplamakta da sorunlar yaşanmaktadır.
Türkiye’de işletme sayısı ve büyüklükleri “Genel Tarım Sayımı” ile tespit
edilmektedir. Son genel tarım sayımı 2001 yılında gerçekleştirilmiştir. Buna
göre tüm köyler ile nüfusu 25 binden az olan yerleşim yerlerinde 6.189.351 hane
halkı yer almakta ve bunların %66.36’sı, yani 4.107.000 hane tarımsal faaliyette
bulunmaktadır. Tüm köyler ve nüfusu 5000 kişinin altında olan yerleşim yerleri
esas alındığında, tarımla uğraşan hane halkı, yani tarımsal işletme sayısı 3.076.649
olarak belirtilmektedir. Bu değer esas alındığında işletme başına arazi büyüklüğü
yaklaşık 60 da olarak hesaplanmaktadır.
Toplam 3.076.649 işletmeden %1.8 inin arazisinin olmadığı ifade edilmektedir.
İşletmelerin %83’ünün büyüklüğü 100 dekardan azdır ve bunlar toplam arazinin
yaklaşık %42’sine sahiptir. Arazi varlığı 200 dekar ve daha fazla olan işletmelerin
oranı %6 olup, toplam arazinin %35’ini denetlemektedirler (Çizelge 2).
Türkiye’deki tarım işletmelerinin % 67.4’ü hayvansal ve bitkisel üretimin
bir arada yapıldığı işletmelerdir. Hayvansal üretim, bitkisel üretim ve ikisini bir
arada yapan işletmelerin ortalama arazi varlığı sırasıyla 5.36 da, 54.3 da ve 64.34
da olarak hesaplanabilmektedir.
345
Çizelge 2. Arazi büyüklük gruplarının Tarımsal işletme sayısı ve toprak
varlığında payları, %
İşletme büyüklüğü
(dekar)
5 den az
5-19
20-49
50-99
100-199
200-499
500-999
1000+
1991 Genel
Tarım Sayımı
İşletme Arazi
sayısı
(dekar)
6,34
0,28
28,57
5,35
32,13
16,49
17,98
19,94
9,66
20,99
4,38
19,82
0,61
6,39
0,32
10,74
2001 Genel Tarım Sayımı
İşletme
sayısı
5,89
27,47
31,46
18,53
10,83
5,09
0,58
0,15
Arazi
(dekar)
0,26
5,06
16,02
20,68
23,81
22,82
6,09
5,26
İşletme sayısı
eklemeli
5,89
33,36
64,82
83,35
94,18
99,27
99,85
100
Arazi varlığı
eklemeli
0,26
5,32
21,34
42,02
65,83
88,65
94,74
100
Çizelge 3. Türkiye’de bitkisel ve hayvansal üretimi bir arada yapan
işletmelerin sayısı ile ortalama arazi ve hayvan varlığı
İşletme sayısı Ortalama Arazi, dekar
Toplam
5 den az
5*19
20-49
50-99
100-199
200-499
500-999
1000+
2073600
86121
515817
680795
422865
244514
109522
10777
3189
64,34
2,74
11,46
31,24
68,18
133,8
270,29
640,65
2491,82
İşletme başına ortalama hayvan varlığı
Küçükbaş
Büyükbaş
12,05
5,19
6,04
2,99
8,35
3,29
9,37
4,55
12,8
6,49
17,88
7,56
29,64
8,66
39,24
10,35
100,20
19,49
Çizelge 3 incelendiğinde ortalama arazi varlığı ile ortalama büyük ve
küçükbaş hayvan sayısı arasında bir ilişki olduğunu açıkça görülmektedir. Örneğin
işletme başına Türkiye ortalaması 12,05 küçükbaş ve 5,19 büyükbaş hayvan iken,
bu değerler arazi büyüklüğü 5 dekarın altında olan işletmelerde sırasıyla 6,04 ve
2,99, büyüklüğü 100-199 dekar arasında değişen işletme grubunda da 17,88 ve 7,56
olarak hesaplanabilmektedir.
AB ülkelerinde işletme büyüklüğü arazi varlığı ve sağlanan gelirle
ölçülmektedir. Ortalama arazi varlığı dikkate alındığında AB (15) de 1995 ve 2000
yıllarında işletme sayısı ve bunların işletme büyüklüklerine dağılımı çizelge 4’te
verilmiştir. Bu çizelgeden AB-15’te işletmelerin %57.6 sının büyüklüğünün 50
dekarın altında ve bunların işleyebildikleri arazinin de toplam arazinin %5.2 si olduğu
görülmektedir. Buna karşılık 500 dekarın üstünde büyüklüğe sahip işletme sayısı
600 bin civarında olup, bunlar toplam alanın %63,8’ini işlemektedirler. Türkiye’de
durum, daha önce de belirtildiği gibi, bundan oldukça farklıdır. Toprak dağılımında
346
ciddi adaletsizlikler olmasına rağmen, arazi varlığı 500 da ve üstünde olanların
sayısı az, doğal olarak da sahip oldukları arazinin payı düşüktür (%11,35).
AB ülkeleri arasında ortalama işletme büyüklüğü bakımından önemli
farklılıklar vardır (çizelge 4). Ortalama değer, ülkelere göre, 10 da (Malta) ile 670
da (Çek Cumhuriyeti) arasında değişmektedir. Benzer bir durum 50 ve 100 dekardan
az arazi varlığına sahip işletmelerin payı için de geçerlidir. Arazi varlığı 50 da dan
az olan işletmelerin payı %10 dan az (Danimarka, İrlanda, Finlandiya) ve %90 dan
fazla (Malta, Slovakya) olabilmektedir. Arazi varlığı 100 da az olan işletmelerin
payı %20 ile %99 arasında değişmektedir. Türkiye tarım işletmelerinin sayısı 15
üyeli AB’deki işletmelerin yaklaşık % 45‘i, 25 üyeli AB’inde bulunan işletmelerin
de %30’u kadardır.
Çizelge 4. AB ülkelerinde tarımsal işletme sayısı ve büyüklük gruplarının payı
İşletme
Ülkeler
sayısı*
1000
500 dekdan
büyük işletmebüyüklük,
lerin top.
da
alanda payı %
Ort.
Tarımda
çalışan
nüfusun
payı
İşletme büyüklük gruplarının payı
İşletme büyüklüğü
0-49
50-99
<100
100-199
200-499
>500
AB-15*
6770,7
187
63,8
4,0
57,6
12,3
69,9
10,2
10,9
8,9
Belçika
54,9
254
49,1
1.7
28,0
13,2
41,2
16,1
27,8
14,9
Çekoslovakya
54,1
669
91,9
4,5
60,5
11,0
71,5
9,6
8
10,7
Danimarka
48,6
547
77,2
3,3
3,7
16,5
20,2
18,2
26,3
35,3
Almanya
412,3
412
70,9
2,4
23,6
14,6
38,2
18,7
22,8
20,3
Estonya
36,9
216
65,8
6,3
50,8
19,7
70,5
14,5
9,1
5,8
Yunanistan*
817,1
44
10,6
16,3
76,8
13,3
90,1
6,4
2,9
0,5
İspanya*
1287,4
203
68,2
5,6
57,5
14,9
72,4
11
8,9
7,8
Fransa
614
453
79,2
4,3
27,6
9,3
36,9
10,4
19,8
32,9
İrlanda
135,3
323
47,1
6,4
7,7
11,9
19,6
24,2
38,2
18
İtalya*
2153,7
61
36,6
4,7
78,3
10,1
88,4
6
3,8
1,7
GKRC
45,2
35
29,8
5,2
87,5
6,3
93,8
3,4
1,9
0,9
Letonya
140,8
102
36,0
14,6
55,5
21,8
77,3
13,8
6,5
2,4
Litvanya
278,5
91
33,6
18,7
61,6
21,2
82,8
10,8
4,7
1,8
Luksemburg
2,5
523
83,7
2,4
19,6
8,9
28,5
7,8
17,8
45,8
Macaristan
773,4
56
68,1
5,4
89,6
4,3
93,9
2,8
1,8
1,4
Malta
11
10
0
2,5
97,8
2
99,8
0,2
0
0
Hollanda
85,5
235
43,6
2,7
29,6
14,2
43,8
15,9
28,1
12,2
Avusturya*
199,5
170
36,7
5,5
36,4
19,1
55,5
22,4
17,6
4,5
0,9
Polonya
2177,6
70
25,2
18,2
64,3
18
82,3
11,8
4,3
Portekiz*
416
93
60,1
12,8
78,8
10,1
88,9
5,5
3,1
2,4
Slovenya
77,1
63
8,1
8,4
57,5
26,7
84,2
12,6
2,9
0,3
Slovakya
71,7
298
95,1
6,0
91,9
2,1
94,0
1,4
1,3
3,3
Finlandiya
75
299
44,4
5,3
9,9
12,9
22,8
23,5
37,2
16,5
İsveç
67,9
461
72,3
2,5
10,4
15,1
25,5
20,1
26
28,4
İngiltere
280,6
574
86,0
1,2
36,9
9,6
46,5
10,6
16
26,9
Türkiye
3075,5
61
11,3
32,7
64,8
18,4
83,2
10,8
5,1
0,9
* işaretliler 2000 yılı, diğerleri 2003 yılı değerleridir.
347
Hayvan Sayısı
AB ile Türkiye hayvan varlığına bakıldığında, Türkiye’nin keçi ve kovan
sayısı AB (27) toplamının sırasıyla %46.8 ve %46.5’i kadardır (çizelge 5). Sığır ve
koyun ve manda söz konusu olduğunda aynı değerler yine sırayla %12, %23 ve %27
olarak hesaplanmaktadır. Ülkeler ölçeğinde bir mukayese yapıldığında Türkiye’nin
üç ülke (İngiltere, Fransa, Almanya) hariç, en fazla sığıra, İngiltere’den sonra en
fazla koyuna, İtalya’dan sonra en fazla mandaya ve topluluk içinde en fazla kovan
ve keçiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu değerler Türkiye’nin hayvan sayısı
bakımından, özellikle küçükbaş hayvanlarda, büyük bir katılımcı olabileceğini
göstermektedir.
AB ve Türkiye hayvan varlığının son 35 yıllık değişimi çizelge 5’te verilmiştir.
Burada yer alan değerlerden en dikkat çekici olanı AB (27)’te, sığır ve koyun dışında
kalan türlerde sayısal artış gerçekleşirken, Türkiye’de arı dışında kalan türlerde bir
azalma meydana gelmesidir. Öyle ki, bu dönemde Türkiye’nin, örneğin keçi varlığı
100 den 30’a, koyun sayısı 59’a, manda sayısı 8’e, sığır sayısı da 81’e inmiştir.
Çizelge 5. AB (27) ve Türkiye hayvan varlığın ve değişimi (1975
hayvan varlığı= 100)
1975
1980 1985 1990 1995 2000 2005 2009 2009
Sayı
Kovan
AB 25
Sayı
120
139 125 120 121
127
125
11.478.971
87
82
83
75
118
134
195
317.922
99
93
85
81
76
75
89.489.291
113 136 134 136
131
113
11.948.883
Domuz 139.961.615 112
116 118 116
114
114
110
153.319.452
Koyun 111.658.830 99
110 128 115
110
99
92
102.292.609
9.153.907
Manda 163.420
Sığır
120.084.485 100
Keçi
10.614.856
100
Türkiye
Kovan
1.973.000
113
131
166
198
216
233
271
5.339.220
Manda
1.022.000
102
53
42
30
16
10
8
86.297
Sığır
13.388.000
116
93
91
89
83
75
81
10.859.900
Keçi
18.746.000
100
70
64
51
41
35
30
5.593.560
Koyun
40.539.008
114
100
108
88
75
62
59
23.974.600
348
Hayvansal Üretim ve Unsurları
AB (25)’te toplam tarımsal gelirde hayvansal üretimin payı 2003 yılı için %
40.3’tür (çizelge 6). Bu değer ülkelere göre %24.5 (Yunanistan) ve %68.3 (İrlanda)
arasında değişmektedir. AB (25)’te yaklaşık 306 milyar € olan toplam tarımsal
üretim değerin %13.7’si sütten, %9.6’sı sığırdan, %8.5’i domuzdan, %2.3’ü koyun
ve keçiden, %2.2’si yumurtadan ve %4.1’i de kanatlı etinden sağlanmaktadır.
Toplulukta yer alan ülkelerin tarımsal üretimlerine katkıda bulunan sektörler farklılık
göstermekle birlikte pek çok ülkede süt ve domuz üretimi ilk sırayı almaktadır.
Çizelge 6. AB ülkeleri ve Türkiye tarımsal üretim değeri ve bunda
çeşitli hayvansal ürünlerin payı
Tarımsal Üretim
Hayvansal
Hayvansal
değeri
Üretim değeri
Üretimin
milyon €
milyon €
payı %
AB 25
305.600,6
123.255,7
AB 15
280.524,0
Fransa
Ülkeler
Ürünler ve tarımsal üretimde payları
Süt
Sığır
Domuz
40,3
13,7
9,6
8,5
111.806,3
39,9
13,6
10,1
62.446,3
23.074,4
37,0
12,1
Almanya
40.211,8
18.400,0
45,8
İspanya
39.908,4
13.581,3
İtalya
43.028,5
İngiltere
Türkiye
Koyun
Yumurta
Kanatlı
2,3
2,2
4,1
7,9
2,4
2,0
3,9
13,0
4,3
1,4
1,4
4,7
20,6
7,9
12,2
0,6
2,1
2,4
34,0
5,7
6,5
10,4
4,5
2,7
4,1
13.489,3
31,3
10,0
8,6
5,6
1,0
2,1
4,1
22.822,6
12.707,0
55,7
16,2
16,1
4,3
7,6
3,3
8,1
25.016,0
7.755,0
31.0
Süt=13.8
ve keçi
Kırmızı Et=7.0
Kanatlı v.b=10
Türkiye’nin 2003 yılı GSYİH 212 milyar € ve tarımın payı da %11. 8 olarak
hesaplanmıştır Toplam tarımsal üretimde hayvansal üretimin payı da %31 olarak
tahmin edilmektedir. Bu durumda Türkiye’nin tarımsal üretim değerini yaklaşık 25
milyar €, hayvansal üretim değerini de 7.76 milyar € olarak hesaplamak mümkündür.
Bu değerler esas alındığında Türkiye’nin tarımsal üretim değeri bakımından yapılacak
bir sıralamada; AB (25) ülkeleri içinde İtalya’dan sonra 4., hayvansal üretim değeri
bakımından da İngiltere’den sonra 6. olduğu anlaşılmaktadır.
Türkiye mevcut üretim seviyesi ve değerleriyle AB (25) tarımsal üretim
değerinin yaklaşık %8’ine, hayvansal üretimin de %6.3’üne eşdeğer üretim
yapmaktadır. Bir başka mukayese yapılırsa, Türkiye’nin tarımsal üretim değerinin
birliğe son katılan 10 üyenin üretim değerine hemen hemen eşit, hayvansal üretim
değerinin ise son üye olan 10 ülkenin üretim değerinin %70’i kadar olduğu
hesaplanabilmektedir.
349
Türkiye hayvansal üretim değerinin %44’ünü süt, %22.5’ini kırmızı et,
%32.5’ini de diğer ürünler (kanatlı eti, bal vb.) oluşturmaktadır. Bu değerlerden hareket
edilerek toplam tarımsal gelirde sütün payının yaklaşık %14, kırmızı etin payının
da %7 olduğu söylenebilir. Bu değerlerden süt için hesaplanan AB ortalaması ile
oldukça benzerdir. Fakat kırmızı et için hesaplanan AB (25) ortalamasından oldukça
küçüktür ve bu farkın büyük bir kısmı domuz eti üretiminden kaynaklanmaktadır.
AB (25)’te sağlanan toplam hayvansal ürünler üretiminde ülkelerin payı her
üründe aynı değildir. Örneğin süt ve domuz söz konusu olduğunda AB üretiminin
sırasıyla %19.8 ve 18.7 sini sağlayan Almanya ilk sırayı alırken, sığır ve kanatlı
üretiminde Fransa %27 ve %23.3’lük payla topluluk üretimine en büyük katkıyı
yapmaktadır. Koyun ve keçi ile yumurta üretiminde ilk sırada (sırasıyla AB üretiminin
%25.9 ve %16.6’sını sağlayan) İspanya bulunmaktadır. Bu üç ülke, yani Almanya,
Fransa ve İspanya, bütün hayvansal ürünlerde topluluk üretiminin yaklaşık %4247’sini sağlamaktadırlar.
Hayvansal Ürünler Üretimi
AB (27) ve Türkiyenin temel hayvansal ürünler bakımından üretim değerleri
çizelge 7’de verilmiştir. Çizelgeden görüleceği üzere sığır eti, manda eti, koyun-kuzu
eti ve yapağı üretimi hariç, hiçbir ürün yada ürün grubu için AB üretim miktarı 1975
yılı değerinin altında değildir. Oysa Türkiye’de durum oldukça farklıdır. Günümüzde
bir çok ürünün üretim değeri 1975 yılı üretim değerinin altında iken, özellikle tavuğa
dayalı ürünlerde 5-6 kata yakın artışlar sağlanmıştır.
350
Çizelge 7. AB 27 ve Türkiye hayvansal ürünler üretimi ve değişimi
(1975 üretimi=100)
1975
1000 t
1980
1985
1990
1995
2000
2005
2009
2009
1000 t
AB 27
Sığır eti
9.306,2
105
109
110
98
90
87
85
7.872,8
Manda eti
6,5
64
43
34
30
27
100
42
2,7
Tavuk eti
4.526,5
124
129
140
163
181
188
213
9.631,4
Toplam süt
141.754,7
112
115
110
109
110
109
107
152.260,1
Yumurta
6.145,2
108
111
106
107
108
108
110
6.734,9
Keçi eti
73,5
113
127
134
135
128
134
117
86,1
Keçi sütü
1.357,9
108
116
127
126
140
142
135
1.829,6
Bal
96,8
117
132
160
182
173
204
210
203,0
Koyun ve kuzu eti
940,6
114
125
142
132
128
112
93
877,7
Domuz eti
14.741,2
118
123
133
140
148
148
148
21.875,7
Koyun sütü
2.204,4
105
116
123
119
122
125
134
2.951,1
Hindi eti
430,8
160
190
285
397
453
424
382
1.644,1
Yapağı
226,2
112
122
129
99
87
80
80
181,5
132,9
98
239
271
220
267
242
245
325,3
TÜRKİYE
Sığır eti*
Manda eti
16,6
64
89
69
37
24
9
6
1,0
Tavuk eti
173,8
138
157
231
282
370
539
744
1.293,3
Toplam süt
8.235,7
117
117
117
129
119
135
152
12.542,2
Yumurta
129,8
159
225
296
424
624
580
666
864,6
Keçi eti
68,2
77
103
97
84
78
63
54
37,0
Keçi sütü
485,7
99
75
69
57
45
52
40
192,2
Bal
21,3
118
169
241
323
287
387
386
82,0
Koyun ve kuzu eti
328,9
73
94
92
96
98
83
80
262,0
Koyun sütü
993,0
116
108
115
94
78
80
74
734,2
Hindi eti
5,4
120
146
167
198
219
226
226
12,2
Yapağı
53,3
115
128
114
95
81
87
76
40,3
*DİE kaynaklarında yer alan değerdir ve gerçek üretimin yaklaşık yarısı kadardır.
Kişi Başına Hayvansal Ürünler Üretimi
İnsanların yeterli düzeyde beslenmeleri için günde belirli bir miktarda protein
almaları ve bunun da belirli bir oranının hayvansal kökenli besinlerden sağlanması
istenir. Günlük ihtiyaçlar yaş, cinsiyet vb özelliklere bağlı olarak değişmektedir.
Fakat uygun bir beslenme düzeyi için kişi başına günlük ortalama hayvansal protein
tüketiminin en az 35g civarında olması istenir. Türkiye AB (15) ve AB (25)’te kişi
başına günlük protein üretimi ve bunda hayvansal ürünlerden sağlanan proteinin
payı çizelge 8’de verilmiştir. AB ülkelerinde kişi başına günlük hayvansal protein
tüketimi 63,2 gramdır. Türkiye’de kişi başına hayvansal protein üretiminin AB
351
ülkelerinin üçte biri kadar olması dikkat çekmektedir. Hatta, 39,6 gram günlük
hayvansal protein tüketimi ile AB içerisinde en düşük değere sahip olan Slovakya’nın
üretim değerinin bile Türkiye ortalamasının iki katına yakın olması üzerinde dikkatle
durulması gereken bir husustur.
Çizelge 8. AB ülkeleri ve Türkiye’de kişi başına günlük toplam ve
hayvansal protein üretimi*
Hayvansal
To p l a m ürünlerden
p r o t e i n sağlanan
Ülkeler
tüketimi
g/kişi/gün g / k i ş i / %
gün
AB 25
106,4
63,2
59,4
AB 15
108,3
65,5
60,5
Türkiye 95,4
21,3
22,3
2002 yılı değerleridir.
Hayvansal
ürünlerden
sağlananda
domuzun payı.
%
19,1
18,3
0,0
AB ülkeleri hayvansal protein üretiminde domuzun payı, ülkelere göre %12
ile %31 arasında değişmektedir. Türkiye’de domuz eti tüketimi olmadığından, bu
kaynağın payı düşülerek bir değerlendirme yapılabilir. Böyle bir değerlendirme
AB’nin domuz dışındaki kaynaklardan sağladığı hayvansal proteinin, yine de Türkiye
üretiminin 2,5 katı kadar olduğunu göstermektedir. Bütün bu değerler kişi başına
hayvansal protein tüketimi bakımından Türkiye ile AB arasında ciddi bir uçurum
olduğunu ve Türkiye’nin yetersiz beslendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye
bir an önce hayvansal üretimi sadece üretici geliri ve uluslararası ticaret açısından
değerlendirme alışkanlığından vazgeçerek, üretimin temel gayesinin beslenme
olduğunu anlamalı ve sektörü bu amaca hizmet edecek şekilde düzenlemeye çaba
harcamalıdır.
AB’inde Sığırcılık
Sığırcılık AB tarımsal üretim değerinin yaklaşık %22’sini, hayvansal üretim
değerinin de %50’den fazlasını sağlamaktadır. Toplam değeri 30 milyar Euro olan
bu üretime katkıda bulunan sığır sayısı 89.5 milyon baş olup, yaklaşık 2.7 milyon
işletmede sığır barındırılmaktadır.
Süt sığırcılığı yapan işletmelerin sayısı yaklaşık 1.8 milyon, bunlarda
barındırılan inek varlığı da 24 milyon civarındadır. İşletme sayısı 1000 ve daha
yukarı olan ülkelerde işletme başına inek sayısı 3,6 (Polonya) ile 75 ( Danimarka)
arasında değişmektedir.
352
Çizelge. 9. AB ülkeleri sütçü işletmeler toplamında “inek sayısı
gruplarının” payı, %
İnek sayısı grupları
1-2
3-9
10-19
Belçika
3,3
7,4
15,5
Çekoslovakya
59,6 15,8 7,2
Danimarka
2,3
4,2
4,8
Almanya
3,2
13,6 22,8
Estonya
74,8 15,7 4,1
Yunanistan
39,6 22,3 17,9
İspanya
24,5 26,7 18,7
Fransa*
3,7
6,0
13,0
İrlanda*
0,0
6,5
14,7
İtalya*
16,7 31,4 18,9
GKRC
3,6
1,2
1,2
Letonya
78,7 17,7 2,3
Litvanya
78,0 20,4 1,1
Luksemburg
1,2
2,1
4,9
Macaristan
59,3 31,1 4,5
Malta
7,8
6,5
9,2
Hollanda
4,6
7,0
6,5
Avusturya*
24,4 41,4 26,4
Polonya
66,5 26,0 5,9
Portekiz
37,9 21,6 14,5
Slovenya
39,9 39,4 14,9
Finlandiya
4,2
18,4 44,0
İsveç
:
:
17,1
İngiltere*
5,9
5,0
5,5
Slovekya verilerinde bazı hatalar olduğu
yılı değerleri
Ülkeler
20-29
30-49
50-99
>100
19,8
30,8
21,4
1,7
2,1
1,8
3,0
10,5
5,7
17,9
37,2
28,0
19,6
21,3
15,7
3,8
1,4
1,2
0,8
2,0
6,1
7,4
5,1
1,6
11,8
10,9
5,7
1,9
19,8
37,9
18,5
1,1
17,9
33,7
21,7
0,0
10,4
10,3
8,1
4,2
2,8
7,2
40,4
43,6
0,6
0,3
0,2
0,2
0,2
0,1
0,1
0,1
20,1
50,1
20,1
1,6
1,3
0,9
0,8
2,2
12,4
23,5
28,8
11,8
8,0
21,2
43,6
9,1
5,8
1,7
0,0
0,0
1,1
0,4
0,1
0,1
9,9
8,7
6,0
1,5
3,8
1,5
0,5
0,1
21,7
9,7
1,9
0,1
21,5
31,5
20,1
5,2
6,5
16,9
33,4
26,8
için burada yer almamıştır. * 2001
İşletme başına inek sayısı tek başına yeterince açıklayıcı olmayabilir. Örneğin
Çekoslovakyada ortalama sürü büyüklüğünün 41.8 olması, toplam içerisinde 10 ve
daha az ineğe sahip işletmelerin payının %75 olduğunu hakkında bilgi sağlamaz.
Bu amaçla hazırlanan Çizelge 9 bir hayli ilginç bilgiler içermektedir. Örneğin 100
ve daha fazla ineğe sahip işletmelerin oranı pek çok ülkede oldukça azdır. Hollanda
da bulunan 28000 işletmeden yaklaşık 2600’ünün inek sayısı 100 başın üzerindedir.
AB tarafından, önemli tarımsal ürünler için geleceğe yönelik beklentileri
ortaya koyan çalışmalar yapılmaktadır. Temmuz 2004’te gerçekleştirilen ve 2011
yılına kadar olan dönemi içeren bir çalışmada elde edilen değerlerin bir bölümü
çizelge 10’da sunulmuştur. Çizelgede en dikkat çekici husus AB25 süt üretiminde
353
oldukça sınırlı bir artış öngörülmesi ve bunun AB15 ülkelerince gerçekleştirileceğinin
beklenmesidir. Çizelgede dikkat çeken bir başka husus da inek sayısında 2 milyon
başa yakın azalma öngörülmesidir. Aynı dönemde sığır eti üretimi için de, 2003
yılına güre 100 bin ton civarında bir azalma beklenmektedir.
Çizelge 10. AB sığır sütü üretimi ve sütçü sürülere ilişkin beklentiler
Yıllar
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
Sığır sütü , milyon t
143,3
143,4
143,3
143,6
144,1
144,5
144,8
144,7
144,6
144,6
AB 15
121,3
121,6
121,5
121,8
122,2
122,6
122,9
122,9
122,9
122,9
ABSK10
22,0
21,8
21,8
21,8
21,9
21,9
21,9
21,8
21,8
21,8
5797
5934
6077
6193
6294
6409
6509
6586
6666
6747
6129
6275
6404
6522
6656
6787
6880
6945
7013
7081
Süt verimi, kg/inek
AB 15
ABSK10
4461
4553
4768
4844
4826
4887
4992
5101
5212
5329
24,5
23,8
23,3
23,1
22,7
22,4
22,1
21,8
21,6
21,3
AB 15
19,6
19,2
18,8
18,6
18,2
18,0
17,8
17,6
17,4
17,3
ABSK10
4,9
4,7
4,5
4,5
4,5
4,4
4,3
4,2
4,1
4,0
İnek sayısı, milyon
AB’inde Koyun ve Keçi Yetiştiriciliği
AB’nin sahip olduğu 102 milyon başa yakın koyunun önemli bir bölümü;
İngiltere, İspanya, Fransa, Yunanistan ve İtalya’da yetiştirilmektedir. Keçi varlığının
hemen tamamı Akdeniz ülkelerinde (Yunanistan, İspanya, Fransa, İtalya ve Portekiz)
barındırmaktadır.
AB koyun ve keçi eti üretiminde net ithalatçı konumdadır. AB’nin bu
durumunun devam etmesi öngörülmekte ve yıllık 300 bin ton koyun-keçi eti ithalatı
beklenmektedir. Bu beklenti AB ülkelerinde kişi başına koyun-keçi eti tüketiminin
ortalama 2.8 kg olacağı tahminine dayandırılmaktadır (Çizelge 11).
AB’inde Kanatlı Yetiştiriciliği
AB25 tarımsal üretim değerinde kanatlı eti ve yumurtanın toplam tarımsal
üretimdeki payları sırasıyla %2.2 ve %4.1’dir. AB25’te kişi başına kanatlı eti
ve yumurta tüketimi ise yine sırasıyla 23.1 ve 13.3 kg dır. Geleceğe yönelik
değerlendirmelerde kişi başına tüketimin yine aynı sırayla 24.5 ve 13.47 kg’a
yükseleceği öngörülmektedir.
354
Çizelge 11. AB (25) için Koyun, keçi ve kanatlı eti ile yumurta pazar tahmini
Koyun- keçi eti
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
Net Üretim (1000 t)
1056
1054
1047
1039
1044
1046
1046
1044
1039
1031
İthalat (1000 t)
İhracat (1000 t)
253
3
256
4
266
4
284
4
287
4
289
4
292
4
295
4
296
4
300
4
Kişi başına tük. kg
2,9
2,9
2,9
2,9
2,9
2,9
2,9
2,9
2,9
2,8
Net Üretim (1000 t)
11109
10880
11077
11266
11346
11474
11563
11649
11713
11816
İthalat (1000 t)
547
632
486
541
541
549
559
568
573
581
İhracat (1000 t)
1134
970
915
1040
1000
1000
1000
1000
1000
1000
Kişi başına tük. kg
23,1
23,1
23,3
23,5
23,7
23,9
24,0
24,2
24,3
24,5
Üretim (1000 t)
6,27
6,19
6,34
6,35
6,34
6,34
6,36
6,37
6,39
6,40
İthalat (1000 t)
0,02
0,03
0,03
0,03
0,03
0,03
0,03
0,03
0,03
0,03
İhracat(1000 t)
0,17
0,14
0,24
0,28
0,23
0,20
0,19
0,18
0,17
0,15
Kişi başına tük. kg
13,45
13,33
13,40
13,29
13,34
13,38
13,41
13,42
13,45
13,47
Kanatlı eti
Yumurta
Sonuç
Türkiye’nin hayvansal üretiminin yetersiz olduğu ve bu eksikliğin ülke
potansiyeli kullanılarak giderilebileceği bilinmektedir. Türkiye, hem ülke
insanlarının daha iyi beslenmesi hem de ülkeye zenginlik ve refah taşımak için
hayvansal üretimini artırmak durumundadır. AB ile ilgili çalışmalar azından neler
yapılabileceği konusunda fikir verebilecek niteliktedir. AB tarafından önerilenleri
emir telakki etmeyen ve tek gerçek olarak düşünmeyen bir anlayış geliştirilmelidir.
Hayvansal üretimde öngörülen değişikliklerin sağlanması şüphesiz, tarımda
çalışan nüfusun azalması sonucunu doğuracaktır. Ama kırsalda yaşayanların
payında önemli bir değişme olmayacaktır. Bu nedenle bir yandan, özelde hayvansal
üretimden genelde de tarımdan ayrılan nüfusu istihdam edecek alanlar hazırlanırken,
diğer yandan da kırsal gelişme ihmal edilmemelidir. Aksinde pek çok insanın işsiz
kalması, sosyal çalkantılar da dahil, bir çok büyük soruna yol açacaktır. Bu tip
sorunlarla karşılaşmamak için tarım politikaları ile kırsal kalkınma politikalarını iç
içe ve doğru biçimde yürütecek oluşumlar sağlanmalıdır. Bu oluşumlar sağlanırken,
Türkiye herhangi bir konuda idari birim oluşturmanın tek başına sorunu çözmediği,
ama çözmüş gibi gösterildiği de unutulmamalıdır.
Türkiye’de hayvansal üretimin geleceği tartışılırken hem hayvansal ürünler
hem de damızlık materyal ihracatı öngörülmelidir. Bu yaklaşım pek çok işin daha
doğru ve disiplinli yapılmasına imkan sağlayacaktır. Fakat Türkiye için acil olan,
insanlarının yeter düzeyde hayvansal protein tüketmesine imkan sağlayacak üretimi
gerçekleştirmesidir.
355
GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE KULLANILAN YEM HAM
MADDELERİNİN VE KARMA YEMLERİN BESİN MADDELERİ
YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
Murat Sedat BARAN*
Ramazan DEMİREL**
Dilek ŞENTÜRK DEMİREL**
Tarkan ŞAHİN***
Derya YEŞİLBAĞ****
Summary
It is very important to know feeding values and their metabolizable energy
content of feed stuffs for balancing animal diets. Feeding values and energy content of
animal feeds change according to maturity stage, soil conditions, fertilizing, climate
and processing methods etc. There are not adequate tables showing basic feeding
values of feed stuffs which are grown in different regions of Turkey. Therefore, in
this paper, 8 different feed stuffs, totally 196 feed stuffs and 56 dairy and beef cattle
mixed feeds were analysed to determine their feeding values and energy contents.
Also, the possibility of using these feed stuffs in ruminant nutrition was discussed.
There were no statistically significant differences between dairy and beef
cattle diets for dry matter, crude fat, crude fiber, crude ash and metabolizable energy
contents (P > 0.05); except crude protein and nitrogen free extract matter (P < 0.01).
Crude protein values in dairy cattle mixed feeds and cotton seed values were found
lower than standard values. This finding is highly important for the region’s animal
feeding.
Keywords: Feed stuff, mixed feed, nutrient, quality
*Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları
Anabilim Dalı, Diyarbakır.
** Dicle Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, Diyarbakır.
***Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları
Anabilim Dalı, Kars.
****Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları
Anabilim Dalı, Bursa.
356
Özet
Yeterli ve dengeli bir rasyon hazırlayabilmek için, karma yeme girecek yem
hammaddelerinin besin maddeleri ve enerji kapsamlarının bilinmesi çok önemlidir.
Yemlerdeki besin maddeleri ve enerji miktarları; hammaddenin olgunluk derecesi,
yetiştiği toprak, gübreleme, iklim ve işlenme metotları gibi bir takım faktörlere bağlı
olarak değişebilmektedir. Ülkemiz›de değişik bölgelerde yetiştirilen ve üretilen
yem ham maddelerinin temel besin maddeleri ve enerji içeriklerini gösteren çok
az sayıda tablo bulunmaktadır. Bundan dolayı, bu araştırmada ruminant ve kanatlı
beslenmesinde yaygın olarak kullanılan 8 farklı yem ham maddesine ait toplam
196 adet yem ham maddesi ile et ve süt sığırlarının beslenmesinde kullanılan 56
adet karma yemin temel besin maddeleri ve enerji içerikleri saptanmış ve bunların
ruminant beslenmesinde kullanılma olanakları tartışılmıştır.
Sığır süt yemi ile sığır besi yemlerinde; kuru madde, ham yağ, ham selüloz,
ham kül ve metabolize olabilir enerji değerleri bakımından yemler arasında istatistiki
olarak önemli bir fark bulunmazken (p > 0.05), ham protein ve azotsuz ekstrakt
madde yönünden yemler arasındaki fark önemli bulunmuştur ( p <0.01). Sığır süt
yemlerinde ve pamuk tohumu küspesinde ham protein değerleri standart değerlerin
altında tespit edilmiştir. Bu durum bölge hayvancılığı açısından oldukça önemlidir.
Anahtar kelimeler: Hammadde, karma yem, besin maddesi, kalite
Giriş
Tane yemlerin büyük çoğunluğu buğdaygil ve baklagil familyalarına bağlı
bitkilerden oluşur. Buğdaygil taneleri enerji (nişasta), baklagil taneleri ise protein
bakımından zengindirler. Tane yemler ham selüloz bakımından yoksul olduklarından,
sindirilme dereceleri oldukça yüksek düzeydedir. Bu yemler yüksek düzeyde
sindirilebilir besin maddeleri içerdiklerinden, yoğun veya konsantre yem olarak ta
adlandırılırlar (2). Yemlerin selüloz içeriği ile enerji düzeyi arasında negatif bir ilişki
vardır (11).
Tanelerdeki besin maddesi miktarları, tanelerin olgunluk derecesi, büyüklüğü,
ekolojik şartlar ve gübreleme gibi faktörlere bağlı olarak değişir. Nitekim, olgun
taneler olgun olmayanlardan, büyük taneler de küçüklerden daha fazla nişasta içerirler.
Buna karşılık azotlu gübre kullanılanlarda azotlu bileşikler, küçük tanelerde ise ham
protein daha yüksektir. Çok geniş bir bitki topluluğunu içine alan buğdaygillerden
hayvan besleme açısından kültürü yapılan ve daha çok ara ürün olarak ekilen mısır,
sorgum, arpa ve yulaf türleri pratik önem taşırlar (21).
Hayvancılık sektörünün temel ham madde kaynaklarının başında bitkisel
ürünler gelmektedir. Çiftlik hayvanları için hazırlanan yemlerin %90’lık bir kısmı
357
yine bu ürünlerden oluşmaktadır (2, 16, 25). Karma yem üretiminin üretici ve
tüketici açısından güvence içerisinde yürütülmesini sağlamak amacıyla yem yasası
ve bu yasa esas alınarak da yem yönetmeliği çıkarılmıştır (19).
Son yıllarda karma yem sanayinin ham madde kaynağını oluşturan bazı yem
ham maddelerinin üretimleri, hem yetersiz ve hem de beklenen kalitede değildir.
Üretimdeki aksamalar ve kalite sorunları bazı temel yem ham maddelerinin
dışalımını zorunlu hale getirerek önemli döviz kaybına neden olmaktadır. Kalite
sorunu olan yem ham madde kaynaklarının karma yemlerde kullanılması, ciddi
beslenme bozukluklarına yol açabilmektedir (10). Hayvanlarda yetersiz ve dengesiz
beslenmeye bağlı sağlık sorunlarının önlenmesi, daha fazla ve daha nitelikli
hayvansal ürünler elde edilmesi için hayvan beslemede yeterli düzeyde karma
yemlerin kullanımı büyük önem taşımaktadır (5, 15, 25).
Ülkemizde büyük ve küçükbaş ruminantların beslenmesinde kullanılan
karma yemlerin %4.2’si Güneydoğu Anadolu Bölgesinde üretilmektedir (1). Kanatlı
yemleri ile birlikte bölgede üretilen toplam karma yem miktarı Ülkemizdeki toplam
üretimin %2.4’ü kadardır (6).
Avrupa Birliği ülkelerinde faaliyet gösteren yem fabrikalarının önemli bir kısmı
ISO 9000 kalite standardını almış durumdadır. Bu standarda sahip yem fabrikaları
gerek enerji gerekse ham besin maddeleri bakımından eksiksiz yem üretmektedirler.
Ülkemizde de bu belgeyi almaya yönelik çalışmaların desteklenmesinde yarar vardır
(15). Güneydoğu Anadolu Bölgesinde karma yem fabrikalarının ürettiği yemlerin
denetiminin etkin ve iyi bir şekilde yapıldığını söylemek mümkün değildir. Üretici
tarafından beyan edilen ham besin maddeleri ve enerji düzeyi tutturulamadığında
üretici firmaya uygulanan yaptırımlar son derece yetersizdir.
Hayvansal üretimin artması iki koşulla yakından ilişkilidir. Bunlardan
birincisi hayvanların genetik yönden yüksek verim gücüne sahip olmaları, ikincisi
ve daha önemlisi ise verimlerine uygun bir şekilde hazırlanmış dengeli bir rasyon
ile beslenmeleridir. Bilinçli olarak yapılacak bir beslemeyle yüksek verimlilik ve
ekonomik bir şekilde hayvansal ürün elde edilebilmektedir. Rasyon formulasyonu
iyi yapılmaz ise karmaya giren yem ham maddelerinde bulunan besin maddelerinden
yeterince yararlanılamaz. Çünkü dengesiz bir besin maddeleri kompozisyonu
bunlardan bazılarının değerlendirilmeden dışarı atılmasına neden olmaktadır (4).
Yem hammaddelerinin kimyasal yapıları; üzerinde yetiştikleri toprağa,
mevsime, iklime, işleniş ve depolanış şekillerine, gübreleme gibi faktörlere bağlı
olarak değişiklikler göstermektedir (22). Bu nedenle, herhangi bir yem hammaddesi
hakkında bildirilen besin maddesi içerikleri ile ilgili rakamlar o tür ham maddenin
hepsini temsil etmeyebilir. Karma yem üretiminde kullanılan yem ham maddelerinin
besin maddeleri içerikleri gruplandırılarak değişik kaynaklarda tablolar halinde
gösterilmiştir (4, 12, 20, 24). Ancak, Türkiye’de yetiştirilen ve hayvan beslemede
358
kullanılan yem hammaddelerinin temel besin maddeleri ve enerji içerikleri, değişik
laboratuvarlar tarafından yapılan yem analizleri ile belirlenmiş olmakla birlikte, bu
sonuçları bildiren düzenli tabloların sayısı çok azdır. Bu nedenle, Türkiye’de üretilen
yem hammaddeleri ile rasyon düzenlenmesinde, yabancı kaynaklardan alınan
değerlerin kullanılması büyük hatalara neden olabilmektedir (4).
Ülkemiz’ de yem ham maddelerinin bölgelere göre besin maddeleri ve enerji
içeriklerini belirleyen standartlar bulunmamaktadır. Bu durum, karma yem üretimi
için farklı bölgelerden sağlanan yem hammaddelerinin temel besin maddeleri
ve enerji içerikleri hakkında sağlıklı bilgi edinilmesini engellemektedir. Ayrıca
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kullanılan yem ham maddelerinin ve karma
yemlerin besin maddelerini gösteren tablolar yoktur. Bu nedenle, bu araştırma
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ruminant ve kanatlıların beslenmesinde yaygın
olarak kullanılan 8 farklı yem ham maddesi ile bu hammaddelerden hazırlanan et
ve süt sığırlarının beslenmesinde kullanılan karma yemlerin temel besin maddeleri
ve enerji içeriklerini saptamak ve bunların ruminant beslenmesinde kullanılma
olanaklarını tartışmak amacıyla yapılmıştır.
Materyal ve Metot
Bu araştırmada ruminant ve kanatlı beslenmesinde yaygın olarak kullanılan
8 farklı yem hammaddesine ait toplam 196 adet yem ham maddesi ile et ve
süt sığırlarının beslenmesinde kullanılan 56 adet karma yem materyal olarak
kullanılmıştır. Örnek almada klasik kaynaklardan yararlanılmıştır (17). Örnekler
laboratuvara ulaşır ulaşmaz ham su düzeyleri tespit edilmiş (17, 21) ve analizleri
yapılıncaya kadar derin dondurucuda (-20 oC) saklanmıştır.
Gerek karma yemler ve gerekse yem hammaddelerinin kimyasal analizleri
AOAC’de (7) bildirilen yöntemlere göre, ham selüloz miktarı ise Crampton ve
Maynard (9)’a göre yapılmıştır. Tüm örneklerin ruminantlar için metabolize olabilir
enerji (M. E.) değerleri, yapılan kimyasal analiz sonuçlarına dayanarak, TSE (23),
tarafından önerilen aşağıdaki formüle göre kg organik maddede kcal (kcal/kg OM)
olarak hesaplanmıştır.
ME, (kcal/kg OM) = 3260 + 0.455 A - (4.037 B + 3.517 C)
A = ham protein, g/kg OM,
B = ham selüloz, g/kg OM,
C = ham yağ, g/kg OM olarak ifade edilmiştir.
359
Tablolardaki tüm veriler aritmetik ortalama (x) ve Ss (standart sapma)
şeklinde verilmiştir. Araştırmada elde edilen değerlere ait sığır süt ve besi yemleri
arasındaki farklılıkların önemlilik derecesi t- testine göre yapılmıştır. Bütün istatistik
analizlerde Minitab 13 for windows (18) paket programı kullanılmıştır.
Bulgular
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kullanılan yem hammaddelerinden buğday,
buğday kepeği, arpa, sorgum, mısır, mercimek, nohut, pamuk tohumu küspesinin
(PTK) ve karma yemlerden; sığır süt ve besi yeminin temel besin maddeleri içerikleri
Tablo 1’de verilmiştir.
Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin kuru madde, ham protein, ham
yağ, ham selüloz, ham kül, azotsuz ekstrakt madde ve metabolize olabilir enerji
değerlerinin dağılım oranları sırası ile Tablo 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8’de gösterilmiştir.
Tablo 1. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin besin madde
içerikleri, % (Doğal halde).
Yem
%
Maddesi
Kuru
Madde
Ham Protein
Ham Yağ
Ham Selüloz
Azotsuz Eks.
Mad.
M.E.
Ham Kül
Kkal/kg OM
n
x
Sx
x
Sx
x
Sx
x
Sx
x
Sx
x
Sx
x
Sx
32
92.14
0.58
14.44
1.10
2.13
0.24
4.62
0.50
67.45
1.50
3.5
0.66
3039
24.10
28
91.41
0.77
15.08
0.99
3.65
0.43
10.14
0.78
58.44
1.38
4.10
0.56
2723
38.60
Arpa
28
92.54
0.63
11.16
0.52
2.37
0.24
7.24
0.81
68.15
1.39
3.62
0.21
2894
43.00
Sorgum
22
91.94
0.63
9.66
0.62
3.43
0.45
3.76
0.49
72.79
1.11
2.29
0.19
3003
32.30
Mısır
23
91.45
0.61
8.71
0.63
3.36
0.49
3.49
0.51
74.11
0.83
1.78
0.41
3016
22.80
23
92.35
0.36
25.71
0.64
1.65
0.21
4.54
0.37
56.78
0.88
3.67
0.25
3120
20.40
20
92.86
0.42
24.68
1.17
5.09
0.34
6.45
0.38
54.15
1.33
2.49
0.24
2907
46.80
20
93.04
0.56
27.19
2.24
5.69
0.98
21.70
3.87
33.01
3.13
5.45
0.95
2176
145.90
30
90.71
2.21
15.13
2.31 *
2.72
0.53
11.50
2.62
53.52
3.90 *
7.85
1.49
2667
124.40
26
91.08
2.27
12.60
2.99 *
2.66
0.78
11.20
2.50
56.75
3.80 *
7.87
2.21
2673
124.60
Buğday
Buğday
kepeği
Mercimek
Nohut
Pamuk
T. K.
Karma Yemler
Sığır süt
yemi
Sığır besi
yemi
* P<0.01.
360
Tablo 2. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin kuru madde dağılım
oranları, %
Yem
Maddesi
Kuru Madde, %
n
89-90
90-91
91-92
92-93
93-94
94-95
Buğday
32
-
-
46.88
43.75
9.38
-
Buğday kepeği
28
-
39.29
39.29
21.43
-
-
Arpa
28
-
3.57
3.57
64.29
25.00
3.57
Sorgum
22
-
-
54.55
36.36
9.09
-
Mısır
23
4.35
8.70
69.57
17.39
-
-
Mercimek
23
-
-
-
86.96
13.04
-
Nohut
20
-
-
-
60.00
40.00
-
Pamuk T. K.
20
-
-
-
50.00
40.00
10.00
84-85
85-86
86-87
87-88
88-89
89-90
90-91
91-92
92-93
93-94
94-95
Karma Yemler
Sığır süt yemi
30
-
-
6.67
3.33
16.67
13.33
-
30.00
16.67
10.00
3.33
Sığır besi yemi
26
3.85
-
-
3.85
11.54
11.54
7.69
11.54
26.92
19.23
3.85
361
Tablo 3. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin ham protein
dağılım oranları, %
Yem Maddesi
Ham Protein, %
n
7-8
8-9
9-10
10-11
11-12
12-13
13-14
14-15
15-16
16-17
17-18
Buğday
32
-
-
-
-
6.25
3.13
21.88
31.25
37.50
-
-
B. kepeği
28
-
-
-
-
-
-
17.86
32.14
39.29
3.57
7.14
Arpa
28
-
-
-
32.14
60.71
7.14
-
-
-
-
-
Sorgum
22
-
13.64
59.09
27.27
-
-
-
-
-
-
-
Mısır
23
8.70
65.22
26.09
-
-
-
-
-
-
-
-
22-23
23-24
24-25
25-26
26-27
27-28
28-29
29-30
30-31
31-32
32-33
33-34
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Mercimek
23
-
-
21.74
30.43
47.83
Nohut
20
10.00
20.00
10.00
50.00
10.00
Pamuk T.K.
20
5.00
-
10.00
5.00
20.00
15.00
35.00
5.00
-
-
-
5.00
7-8
8-9
9-10
10-11
11-12
12-13
13-14
14-15
15-16
16-17
17-18
18-19
19-20
Karma Yemler
Sığır süt yemi
30
-
-
-
6.67
3.33
6.67
10.00
23.33
10.00
16.67
13.33
6.67
3.33
Sığır besi
26
3.85
7.69
7.69
11.54
19.23
7.69
15.38
3.85
7.69
3.85
7.69
3.85
-
yemi
Tablo 4. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin ham yağ dağılım
oranları, %
Yem Maddesi
Ham Yağ, %
n
1-2
2-3
3-4
4-5
5-6
6-7
7-8
Buğday
32
25.00
75.00
-
-
-
-
-
Buğday kepeği
28
-
3.57
85.71
10.71
-
-
-
Arpa
28
3.57
92.86
3.57
-
-
-
-
Sorgum
22
-
13.64
72.73
13.64
-
-
-
Mısır
23
-
26.09
65.22
8.70
-
-
-
Mercimek
23
95.65
4.35
-
-
-
-
-
Nohut
20
-
-
-
50.00
50.00
-
-
Pamuk T. K.
20
-
-
10.00
10.00
40.00
35.00
5.00
Sığır süt yemi
30
6.67
63.33
30.00
-
-
-
-
Sığır besi yemi
26
23.08
42.31
23.08
11.54
-
-
-
Karma Yemler
362
Tablo 5. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin ham selüloz dağılım
oranları, %
Yem
Maddesi
Ham Selüloz, %
n
2-3
3-4
4-5
5-6
6-7
7-8
8-9
9-10
10-11
11-12
12-13
Buğday
32
-
9.38
68.75
21.88
-
-
-
-
-
-
-
B. kepeği
28
-
-
-
-
-
-
3.57
50.00
32.14
10.71
3.57
Arpa
28
-
-
-
3.57
42.86
32.14
21.43
Sorgum
22
-
68.18
31.82
-
-
-
-
Mısır
23
13.04
65.22
21.74
-
-
-
-
Mercimek
23
-
-
78.26
21.74
Nohut
20
-
-
-
10.00
75.00
15.00
14-15
15-16
16-17
17-18
18-19
19-20
22-23
23-24
24-25
10.00
5.00
-
-
5.00
5.00
10.00
15.00
5.00
7-8
8-9
9-10
10-11
11-12
12-13
15-16
16-17
30
3.33
20.00
6.67
23.33
6.67
26
7.69
19.23
7.69
11.54
15.38
Pamuk
T.K.
20
20-
21-
21
22
10.00
15.00
13-
14-
14
15
6.67
10.00
6.67
13.33
3.33
11.54
3.85
15.38
7.69
-
25-
26-
27-
26
27
28
5.00
5.00
10.00
Karma Yemler
Sığır süt
yemi
Sığır besi
yemi
Tablo 6. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin ham kül dağılım oranları, %
Yem Maddesi
Ham Kül, %
n
1-2
2-3
3-4
4-5
5-6
6-7
7-8
Buğday
32
6.25
15.63
62.50
15.63
-
-
-
Buğday kepeği
28
-
3.57
39.29
53.57
3.57
-
-
Arpa
28
-
-
96.43
3.57
-
-
-
Sorgum
22
13.64
86.36
-
-
-
-
-
Mısır
23
65.22
34.78
-
-
-
-
-
Mercimek
23
-
-
86.96
13.04
-
-
-
Nohut
20
-
95.00
5.00
-
-
-
-
Pamuk T. K.
20
-
-
-
35.00
40.00
15.00
10.00
4-5
5-6
6-7
7-8
8-9
9-10
10-11
11-12
Karma Yemler
Sığır süt yemi
30
-
3.33
26.67
26.67
16.67
20.00
3.33
3.33
Sığır besi yemi
26
15.38
3.85
15.38
19.23
15.38
11.54
7.69
11.54
363
Tablo 7. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin azotsuz ekstrakt
madde dağılım oranları, %
Yem Maddesi
Azotsuz Ekstrakt Madde , %
n
64-65
65-66
66-67
67-68
68-69
69-70
70-71
71-72
72-73
Buğday
32
-
9.38
43.75
15.63
18.75
6.25
3.13
-
3.13
Arpa
28
3.57
3.57
17.86
7.14
42.86
17.86
7.14
55-56
56-57
57-58
58-59
59-60
60-61
61-62
Buğday kepeği
28
-
14.29
25.00
35.71
10.71
10.71
3.57
Mercimek
23
17.39
47.83
26.09
8.70
71-72
72-73
73-74
74-75
75-76
Sorgum
22
27.27
27.27
31.82
9.09
4.55
Mısır
23
-
8.70
39.13
34.78
17.39
26-28
28-30
30-32
32-34
34-36
36-38
38-40
5.00
15.00
15.00
35.00
10.00
15.00
5.00
52-53
53-54
54-55
55-56
56-57
57-58
20.00
40.00
10.00
20.00
5.00
5.00
46-48
48-50
50-52
52-54
54-56
56-58
58-60
60-62
62-64
10.00
10.00
20.00
10.00
26.67
13.33
6.67
-
3.33
47-49
49-51
51-53
53-55
55-57
57-59
59-61
61-63
63-65
3.85
-
11.54
23.08
11.54
15.38
15.38
19.23
-
Pamuk T. K.
Nohut
20
20
Karma Yemler
Sığır süt yemi
30
Sığır besi yemi
26
Tablo 8. Yem hammaddelerinin ve karma yemlerin metabolize olabilir
enerji dağılım oranları, %
Yem Maddesi
Buğday
Buğday kepeği
Arpa
Metabolize Olabilir Enerji, Mkal/kg OM
n
2.95-3.00
3.00-3.05
3.05-3.10
32
6.25
53.13
40.62
2.60-2.65
2.65-2.70
2.70-2.75
2.75-2.80
10.71
10.72
53.57
25
2.80-2.85
2.85-2.90
2.90-2.95
2.95-3.00
17.86
28.57
46.43
7.14
2.90-2.95
2.95-3.00
3.00-3.05
28
28
Sorgum
22
4.55
27.27
68.18
Mısır
23
4.35
13.04
82.61
3.05-3.10
3.10-3.15
17.40
82.60
Mercimek
23
2.80-2.85
2.85-2.90
2.90-2.95
2.95-3.00
3.00-3.05
3.05-3.10
30
55
-
-
5
Nohut
20
10
1.90-2.00
2.00-2.10
2.10-2.20
2.20-2.30
2.30-2.40
2.40-2.50
Pamuk T. K.
20
10
25
30
20
5
10
Karma Yemler
2.40-2.50
2.50-2.60
2.60-2.70
2.70-2.80
2.80-2.90
Sığır süt yemi
30
13.34
23.33
20
30
13.33
Sığır besi yemi
26
3.85
34.62
15.38
26.92
19.23
364
Tartışma ve Sonuç
Bu çalışmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde, ülkemizde üretilen
yem ham maddelerinde kalite öğelerinin pek çok değişken faktörün etkisiyle,
bölgelere göre sürekli farklılık gösterdiği saptanmıştır. Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde kullanılan yem hammaddelerinden tane yemlerin ve değirmencilik yan
ürünlerinin bu açıdan en az etkilenen ham madde grubu olduğu, ancak özellikle
sığır süt yemlerinde ve pamuk tohumu küspesinde besin maddelerinden ham protein
eksikliğinin beyan edilenin altında olması ülke ve bölge hayvancılığı açısından
oldukça önemlidir.
İncelenen karma yem grubu içerisinde sığır süt ve besi yemleri arasında ham
protein ve azotsuz ekstrakt madde düzeyleri bakımından istatistiki olarak önemli
farklılıklar belirlenirken (P<0.01), kuru madde, ham yağ, ham selüloz, ham kül ve
metabolize olabilir enerji değerleri bakımından yemler arasında istatistiki olarak
önemli bir fark tespit edilmemiştir (P>0.05). Sığır süt ve besi yemlerinin ham protein
ve azotsuz ekstrakt madde değerleri sırasıyla; %15.13, 12.60; %53.52, 56.75 ve
kuru madde, ham yağ, ham selüloz, ham kül ve metabolize olabilir enerji değerleri
sırasıyla; %90.71, 91.08; %2.72, 2.66; %11.50, 11.20; %7.85, 7.87 ve 2667, 2673
Kkal/kg OM olarak tespit edilmiştir (Tablo 1).
Çelik ve arkadaşları (10), Marmara Bölgesinde yapmış oldukları araştırmada,
inceledikleri karma yem grubu içerisinde süt yemleri, ham kül (P<0.01) ve metabolize
olabilir enerji (P<0.05) içerikleri açısından, besi yemleri ise kuru madde (P<0.01)
ve metabolize olabilir enerji (P<0.05) düzeyleri bakımından önemli farklılıklar
göstermiştir. Güneydoğu Anadolu bölgesinden sağladıkları arpaların ham yağ, ham
selüloz, ham kül (P<0.05) ile metabolize olabilir enerji içerikleri (P<0.01) açısından
Marmara bölgesine göre farklılık gösterdiklerini belirtmişlerdir.
Yabancı kaynaklı verilerle bir karşılaştırma yapıldığında, Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde üretilen yem hammaddelerinin ham protein değerlerinin daha düşük,
kuru madde, ham yağ ve ham kül içeriklerinin birbirlerine yakın olduğu, ham selüloz
içeriklerinin ise oldukça yüksek olduğu görülmektedir (12, 20, 24). Bu sonuçlara
göre bir değerlendirme yaptığımızda, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ruminant
rasyonlarının hazırlanmasında enerji ve protein kaynağı olarak yaygın bir şekilde
kullanılan yem hammaddelerinin büyük bir kısmının besleyici değerleri ve kaliteleri
standartların altındadır. Dolayısıyla, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde rasyonları
oluşturacak yem hammaddelerine ilişkin değerlerin yabancı kaynaklardan ve
Ülkemizin diğer bölge değerlerinden alınması sonucu ruminantların beslenmesinde
büyük hatalara neden olabilmekte ve bu hatalar pratiğe daha da büyüyerek
yansıyabilmektedir.
Araştırmada incelenen yem hammaddelerinin ve karma yemlerin tümünün
ortalama kuru madde oranları %90’nın üzerindedir (Tablo 1). Bir yem hammaddesi
ya da karma yemdeki nem oranının %12-13’ün üzerinde olması mantar üretimini
365
arttırdığından, yemlerdeki kuru madde oranları çok önemlidir. Tablo 2’nin
incelenmesinden anlaşılacağı gibi araştırmadaki yem hammaddelerinin tümünün ve
sığır süt yemlerinin %90’ının, sığır besi yemlerinin ise %92’inin mantar üremesi
yönünden bir sorun oluşturmadığı görülmektedir.
Ruminantların beslenmesinde büyük önemi olan proteinlerin yem
hammaddelerindeki oranları sırasıyla sığır süt yemi, sığır besi yemi, pamuk tohumu
küspesi, buğday kepeğinde büyük dağılım göstermektedir (Tablo 3). Bunun nedeni
karma yemlerin ve yem hammaddelerinin elde ediliş yöntemleridir. Tablo 3’te
görüldüğü gibi sığır süt yemlerinde yapılan analiz sonuçlarına göre, 30 adet örneğin
% 60’ının, beyan edilenin (%16) altında, 26 adet sığır besi yemlerinin ise %50’sinin
beyan edilenin (%12) altında ham protein içerdiği saptanmıştır. Özellikle küspeler
kabuklu veya kabuksuz oluşlarına, yağ elde etme yöntemlerine, uygulanan ısıtma
işleminin süre ve derecesine göre farklı oranlarda protein içerebilirler (4, 10, 15, 22).
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde üretilen pamuk tohumu küspesinin kabuk oranı
yüksek olduğundan, ham protein miktarı standartların çok altındadır (%21.70).
Yem hammaddeleri arasında ham yağ değerleri yönünden en büyük
farklılık bitkisel kaynaklı protein saplementlerinden pamuk tohumu küspesinde
görülmektedir (Tablo 4). Bitkisel kaynaklı protein saplementlerinde ham yağ
oranlarındaki farklılık, yağ fabrikalarında kullanılan yağ elde etme yöntemlerinden
kaynaklanmaktadır. Araştırmada incelenen pamuk tohumu küspesinin işlenmesinde
hidrolik yöntemler kullanılmıştır. Hidrolik yöntemle elde edilen küspeler proteince
fakir olmalarına rağmen, yüksek oranda yağ içerdiklerinden enerjice zengindirler.
Bununla beraber yapılarındaki doymamış yağ asitlerinin fazlalığı, oksidasyona daha
hassas olmalarına yol açtığından kullanıldıkları rasyonlara antioksidanların daha
fazla miktarda katılması zorunlu hale gelmektedir.
Yemlerin sindirilebilirliği konusunda önemli bir etken olan ham selüloz oranları
açısından en geniş dağılımı, sırasıyla pamuk tohumu küspesi, sığır süt yemi ve sığır
besi yemi göstermektedir (Tablo 5). Aynı yem hammaddeleri Tablo 3’ten izlendiği
gibi ham protein değerleri yönünden de büyük bir farklılık göstermişlerdir. Bu durum,
bitkisel kaynaklı yem ham maddelerinde, ham protein ile ham selüloz değerleri
arasında negatif bir korelasyon bulunduğunu bildiren görüşleri desteklemektedir (8,
12, 13, 14). Güneydoğu Anadolu Bölgesinde üretilen pamuk tohumu küspesinin ham
selüloz değeri ortalama %21.70 olup standartların çok üzerindedir (Tablo 1). Bu
durum küspedeki kabuk miktarının fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Ruminant
rasyonlarında buğday kepeğinin yüksek oranlarda kullanımını sınırlayan en önemli
faktör, Tablo 1’de görüldüğü gibi kapsamındaki yüksek ham selüloz düzeyidir (%
10.14). Araştırmada incelenen 28 adet buğday kepeği örneğinin yaklaşık % 82’sinin
ham selüloz oranları %9-11 arasında değişmektedir.
Yem hammaddelerinin içerdiği inorganik madde miktarlarını gösteren ham kül
oranları, sığır süt ve besi yemlerinde büyük farklılık göstermiştir (Tablo 6). Bunun
nedeninin, karma yemlerin bileşiminden ve karmaya giren yem hammaddelerinin
366
kül içeriklerinin farklı olmasından, ham maddelerde taş, toprak ve mermer tozu gibi
maddelerin yoğun bulunmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Araştırmada
kullanılan 30 adet sığır süt yeminin yaklaşık %27’sinin ve 26 adet sığır besi yeminin
% 31’inin ham kül değerlerinin beyan edilen en çok değer olan %9’dan daha yüksek
olduğu tespit edilmiştir (Tablo 6). Alp ve arkadaşlarının (4) yapmış oldukları
çalışmada, yem hammaddelerinden buğday kepeği ve pamuk tohumu küspesi hariç,
diğerlerinin ham kül değerleri araştırmamızdan daha düşük bulunmuştur. Buğday
kepeği ve pamuk tohumu küspesinin ham kül değerleri sırasıyla, %5 ve %5.89 olarak
tespit edilmiştir. Bu değerler bulduğumuz değerlerden daha yüksektir.
Tablo 7’de yer alan azotsuz ekstrakt madde dağılım oranları, kimyasal analiz
sonuçlarından hesaplama yolu ile bulunduğundan tüm besin maddelerinin bir
yansıması olarak değerlendirilebilir. Tablo 7’de görüldüğü gibi azotsuz ekstrakt
madde oranları yönünden en geniş dağılım sığır süt ve besi yemlerinde saptanmıştır.
Ruminantlar için yem hammaddelerinden pamuk tohumu küspesinin ve
karma yemlerden sığır süt ve besi yemlerinin metabolize olabilir enerji değerlerinin
büyük bir dağılım göstermesinin, değişik miktarlarda organik besin maddeleri
içermelerinden ve buna bağlı olarak da sindirilebilirlik oranlarının farklı olmasından
kaynaklandığı düşünülmektedir (Tablo 8). Araştırmamızdaki karma yemlerden
sığır süt yemlerinin yaklaşık %87’sinin ve besi yemlerinin %94’ünün metabolize
olabilir enerji değerlerinin 2500 Kkal/kg OM üzerinde olduğu ve bu değerlerin de
standartlara göre bulunması gereken en az değerlerden yüksek olduğu bulunmuştur.
Türkiye’de ruminantların beslenmesinde kullanılan karma yemler 1973
yılında çıkarılan 1734 sayılı Yem Yasasına göre tescile tabi olarak üretilmektedir
(15). Diğer taraftan, Türk Standartları Enstitüsü (23) tarafından 1991-1992
yıllarında belirlenen karma yem standartları, Türkiye’de üretilen karma yemlerin
kalitelerinin değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. Araştırmada incelenen karma
yemler, bu standartlarla karşılaştırıldığında büyük bir kısmının TSE’nin belirlediği
ikinci sınıf yem niteliğinde oldukları görülmüştür. Süt sığırı karma yemlerindeki
protein miktarının standartlara göre bulunması gereken en az değerlerden daha
düşük saptanması; sığır süt ve besi yemlerinde selüloz oranlarının yüksek olması
Türkiye’de karma yem üreten fabrikaların yeterince denetlenmediği konusunu
gündeme getirmektedir.
Karma yem ve yem hammaddelerinde denetimin amacı, alıcının hilelere
karşı korunması ile birlikte, kaliteli ürün sağlamayı da güvence altına almaktır.
Bundaki başarı aynı zamanda haksız rekabet sorununun çözümlenmesine de katkı
sağlayacaktır (3). Halen yürürlükte olan 1734 sayılı ve 29.05.1973 tarihli Yem
Yasası’nın temel amacı, bozuk, düşük kaliteli veya normlardan uzak ürün elde
edilmesini, pazarlanmasını ve haksız rekabeti önlemektir (1, 15)
Sonuç olarak, gerek içerdikleri ham protein, gerekse ham selüloz bakımından
büyük farklılıklar gösteren Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki yem hammaddelerinin
367
yabancı kaynaklarla karşılaştırıldığında besleyici değerlerinin daha düşük olduğu
gözlenmiştir. Türkiye’nin farklı bölgelerinde yetiştirilen yem hammaddelerinin
besin maddeleri ve enerji içeriklerini bildiren çok az sayıda tabloların bulunması,
rasyonların düzenlenmesinde kimyasal analizlere başvurmadan kullanılabilecek
kaynak sıkıntısına neden olmaktadır. Bu nedenle, bu tür bilgileri derleyen ve yem
hammaddelerini içermiş oldukları protein veya ham selüloz oranlarına ve enerji
miktarlarına göre sınıflandıran yayınların hazırlanmasının gerekli olduğu ortaya
çıkmaktadır.
KAYNAKLAR
1. Akdeniz R. C., Ak, İ., Boyar S.: Türkiye Karma Yem Endüstrisi ve
Sorunları. VI. Türkiye Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat
Mühendisleri Odası (ZMO), 03-07 Ocak 2005; 2, 935-959. Ankara.
2. Akyıldız R.: Yemler Bilgisi ve Teknolojisi. A. Ü. Zir. Fak. Yay., 868. Ders
Kitabı, 1981, Ankara.
3. Akyıldız R.: Yem Mevzuat ve Kontrolü. Yem Sanayicileri Birliği Yayınları,
No: 7, 1986.
4. Alp M., Kocabağlı N., Kahraman R., Yetim M., ve Şenel H. S.: Kanatlı
Beslenmesinde Kullanılan Yem Hammaddelerinin ve Karma Yemlerin Besin
Maddeleri ve Enerji Kapsamları Yönünden Değerlendirilmesi. İ. Ü. Vet. Fak. Dergi.,
1996, 22 (1): 9-22.
5. Anonim.: I. Tarım Şurası Sonuç Raporu. 25-27 Kasım 1997, Ankara.
6. Anonim.: 2003 Yılı Karma Yem Üretimlerinin İllere Göre Dağılımı, Toplam
Üretimdeki Payları, Toplam-Faal Kapasiteleri ve Kurulu-Faal Fabrika Sayıları Yem
Magazin Ağustos 2004; 37, 6-7.
7. AOAC.: Official Methods of Analysis, l4th Ed., Association of Official
Agricultural Chemist, Washington, D. C., 1984.
8. Church D. C.: Livestock Feeds and Feeding. 2th Ed., A Reston Book,
Prentice Hall, Englewood Cliffs, New Jersey, 1991.
9. Crampton E. W., Maynard L. A.: The Relation of Cellulose and Lignin
Content to Nutritive Value of Animal Feeds. J. Nutr. 1938, 15: 383–395.
10. Çelik K., Ertürk M. M., Ersoy İ. E. : Farklı Yem Fabrikalarından
Örneklenen Karma Yem ve Yem Ham Maddelerinde Bazı Kalite Öğelerinin Kantitatif
Araştırılması, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 2003; 16 (2), 161-168
368
11. Çerçi İ. H., Seven P. T., Azman M. A., Birben N. Yemlerin Besin Madde
İçerikleri ile Metabolize Olabilir Enerjileri Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi. IV.
Ulusal Hayvan Besleme Kongresi, 24-28 Haziran 2007, Bursa, 416-418.
12. Dale N, Batal A. (2005): Feedstuffs Reference Issue and Buyers Guide,
76, 16-22.
13. Ensminger M.E., Oldfield, J. E., Heinemann, W.W.: Feeds and Nutrition.
2nd Ed., The Ensminger Publishing Company. Clovis, California, 1990.
14. Ergün A., Tuncer Ş. D., Çolpan İ., Yalçın S., Yıldız G.,Yıldız G.,
Küçükersan K. M., Küçükersan S., Şehu A.: Yemler Yem Hijyeni ve Teknolojisi.
A. Ü. Vet. Fak. Ders Kitabı, 2004, Ankara.
15. Karabulut A., Ergül M., Ak İ., Kutlu H. R., Alçiçek A.: Karma Yem
Endüstrisi. V. Türkiye Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat
Mühendisleri Odası, 17-21 Ocak 2000, 985-1008, Ankara.
16. Kutlu H.R.: Yemler Bilgisi ve Yem Teknolojisi Ders Notu. Ç. Ü. Ziraat
Fakültesi Zootekni Bölümü, 2002, Adana.
17. Meyer H., Bronsch K. und Leibetseder J.: Suplemente zu Volesungen
und Ubungen in der Tierernaehrung, Verlag Sprungmann, Hannover, 1983.
18. Mınıtab.: Mınıtab Release 13, 2000. Statistical Software [Computer
program manual]. Web resource from http://www.minitab.com/cgi-bin/demo/
democountry.asp
19. Özen N., Çakır A., Haşimoğlu S., Aksoy A.: Yemler Bilgisi ve Yem
Teknolojisi. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ders Notları: 50, 1993, Erzurum.
1994.
20. Raw Material Compendium : Second Edition, Novus International, Ine.,
21. Sarı M., Çerçi İ. H.: Yemler, Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları,
Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 1993, Elazığ.
22. Şenel H. S.: Hayvan Besleme, 2. Baskı, İstanbul Üniversitesi Veteriner
Fakültesi Yayınları, Gür-Ay Matbaası, 1993, İstanbul.
23. Türk Standartları Enstitüsü (1991-92): UDK 636.085 Necatibey Cad.
No 112 Bakanlıklar, Ankara.
24. Türkiye Yem Sanayicileri Birliği: Yem Hammaddeleri Besin Değerleri,
Feedstuffs Reference Issue & Buyers Guide Volume 76, Number 38, 2005.
25. Zincirlioğlu, M.: Türkiye’de Karma Yem Üretimi ve Kullanımı. Yutav
Uluslararası Tavukçuluk Fuarı ve Konferansı’97. 14-17 Mayıs 1997, Bildiriler, 178190, İstanbul.
369
ESKİ BİR AVCININ GÖZÜYLE DİYARBAKIR’DA AV HAYATI
İbrahim ÇİL
Avcılık bir spor dalı olup aynı zamanda bir geçim aracı olarak kabul edilebilir.
Ancak yanlış yöntemlerle yapılan avcılık doğaya ve insana zarar vermektedir. Örneğin
bir keklik günde 300 keneyi yemektedir.Yanlış avcılık yöntemleri keklik sayısının
azalmasına ve keneler bağlı günümüzde popüler ciddi hastalıklara neden olmaktadır.
Keklik aynı zamanda sünenin can düşmanı olup ,usulüne uygun olmayan avcılık
kekliklerin azalması sünenin çoğalmasına ve tarımsal bir afete sebep olmaktadır.
Diyarbakır’da Kulp,Lice,Hani ilçeleriyle Silvan ilçesinin dağlık kesimleri
avcılık için uygun alanlardır. Burada en çok kınalı keklik ve kum kekliği avlanan
hayvanlardır. Bunu tavşan, ördek ve yabani kaz takip etmektedir.
Ova kısımlarında ve pamuk tarlalarında bıldırcın avlamak mümkündür
Eylül ve ekim aylarında bahçe ve dere kenarlarında ki ağaçlara üveyik
gelmektedir.
Av sezonu başladığında av grupları oluşmakta ve bunların başına da bir başkan
seçilmektedir. Koordinasyon başkana aittir. Başkan av bölgesini belirler,av yerinin
yakınlık veya uzaklığına kalkış saatimizi değişmektedir.Gece kalkarak buluşma
yerine gidilir, gurup halinde hareket edilir; sabah 6.30 ya da 7’de av bölgesine
varılır.Burada başkan güzergahı belirler,bir avcı kolu oluşturularak keklik sürüsü
bulunur,sürünün kaldırılmasına çalışılır. Hangi avcının önünden keklik kalkarsa
o avcı ateş eder. Gurup halinde av yapılmasının sebebi pusan hayvanların (kınalı
keklik, kum kekliği, bıldırcın) uçmasını sağlamak ve bu vesileyle avlamaktır.
Avcılıkta bir centilmenlik anlaşması vardır.Avcılar birbirlerine karşı son
derece saygılıdırlar.Arabalarımıza dönmeden önce herkes vurduğu kekliği başkana
gösterir.Hiç vurmayan avcıya diğer avcılar birer,ikişer keklik vererek denge ve
adalet sağlanır.
Av sadece hayvanı vurmak için yapılmamalıdır, sportif amaçlı olmalıdır. Bu
esnada yasalara uygun hareket edilmeli ve doğa korunmalıdır.
Avcılıkta kolektif bir yaşam söz konusudur. Sefer taslarında getirdiğimiz
yiyecekler,ortaya konur,birlikte yenir, bu esnada şakalaşmalar yapılır, av boyunca
yapılan güldürücü davranışlar konuşulur.
Eve götürülen keklikler akşam menüsünün önemli bir parçasıdır. Keklik
yemeği ve haşlamasından elde edilen suyla bulgur pilavı nefis olur.
370
Sportif amaçlı avcılıklar yeni dostluklara vesile olur.Av hayvanlarının göç
yerlerini tespit ederek yurt içi ve yurt dışı av gurupları oluşturmak,yeni avcılarla
tanışmaya ve yeni dostluklar edinmeye aracılık etmektedir.Bu esnada başka bölge
ve ülkelerin av kültürleri de öğrenilmiş olur.
Avcılıkta doğayı korumak esas olmalıdır.Nesli tükenen
hayvanlar
korunmalı,mevsimine göre av yapmak gerekir.Sert kış şartlarında doğaya hayvanlar
için yem bırakılmalıdır.Avı yasaklanan hayvanlar asla vurulmamalı,bu kurala
uymayan avcılara ciddi cezalar verilmelidir.
Av hayvanlarına ait sorumluluk sadece avcılara ait değildir.Av sahaları
zengin olan bölgedeki köylü kardeşlerimizin ve çobanların da dikkat etmesi gereken
noktalar vardır.Yumurtlama dönemi çok dikkat edilecek bir dönemdir.Bu dönemde
av hayvanlarının yumurtalarına ve kuluçkaya oturmuş hayvanlara sahip çıkmak
gerekir.Bir diğer ifadeyle köylüler ve çobanlar avcılardan daha fazla zarar neden
olabilirler.Av hayvanının yumurtasına el sürülünce hayvan bu yumurtaya bir daha
oturmaz.Bu en aşağı 18 yavrunun doğmaması anlamına gelir.Doğan yavrulara da
karışmamak gerekir.Bu merhametin temel unsurudur.
Av sezonu bittiğinde yasaklanan av hayvanları da vurulmamalıdır. Avcılara
izin verilen sayının üstünde de av yapmamak gerekir.Fazla yapılan av gelecek
nesildeki avcıların haklarını çalma anlamına gelir.
Avlak yerlerinin artırılması da gereken başka bir tedbirdir.Yurdumuz av
hayvanları çeşitleri bakımından çok zengindir.Bu zenginlik bitmemelidir.Bu konuda
avcılar federasyon başkanlarına önemli görevler düşmektedir.Başkanlar sezon öncesi
avlanma sahalarını belirlemeli ve bunu avcı ve atıcılar derneklerine göndermelidir.
Dernekler de toplantılar yapıp avlanma sahalarını tüm avcılara tebliğ etmeli ve bu
bilgiyi karakollara,köy muhtarlarına ve orman bekçilerine iletmelidirler.
Av ruhsatı ve avlanma pulu olmayanlar av sahalarına sokulmamalıdır.Kaçak
av yapanlara caydırıcı cezalar verilmelidir.Av haritalarında yasak bölgelerde avcılık
yapılmamalıdır.
Av bir spor uygulamasıdır .Otomatik tüfeklerle av olmaz.Otomatik tüfek
kullananlar ciddi şekilde cezalandırılmalıdır.Av bir spordur.Bu spor çok fazla hayvan
avlamak anlamına gelmez Avcılıkta bir amaç da bölge ormanlarını görme, çevreyi
gezmektir.Bu gezi avlannak kadar güzel bir olaydır.
Av resimleri:
Diyarbakır’lı keklik avcıları
371
DİYARBAKIR ÖRGÜ PEYNİR ÜRETİMİ VE TEKNOLOJİSİ
Murat TOMAR
Kenan YALÇIN
GİRİŞ Mahalli peynirler dikkate alındığında ülkemizde 160 çeşit peynir
üretilmektedir. En çok; Beyaz Peynir, Kaşar Peyniri, Tulum Peyniri,İzmir Tulum
Peyniri ve Dil Peyniri, Örgü peyniri üretilip tüketilmektedir.
Bunların yanısıra son yıllarda mahalli peynir çeşitlerinide pazarlarda görmek
mümkündür.
Peynir, sütün peynir mayası veya zararsız organik asitlerin etkisiyle
pıhtılaştırılması,değişik şekillerde işlenmesi,süzülmesi,şekillendirilmesi, tuzlanması,
bazen tat ve koku verici zararsız maddeler katılması ve çeşitli süre ve derecelerde
olgunlaştırılması sonucunda oluşturulan besin değeri yüksek bir süt ürünüdür.
Sütte aranan özellikler: Yağsız kuru madde (8.5 m/v) Yağ (3.5m/v)ve Proteince
zengin (2.8m/v)olmalıdır.Mikroorganizma yükü (10üzeri6 adet/ml) az,Somatik
hücre sayısı 300-500 adet/ml, Donma noktası -0.52/-0.54 derece olmalıdır.
Taze olmalıdır yani bayat ekşi olmamalıdır. Süt soğutulmuş olmalıdır.
Antibiyotik,kurşun,ilaç kalıntısı,soda olmamalıdır. Bütün bu özelliklerden sonra süt
işlenmeye ve peynir yapımına hazırdır.
DİYARBAKIR ÖRGÜ PEYNİRİ
Yöresel olarak;
«Örgü peyniri»,
«Örüklü peynir»,
«Erimiş peynir»,
«Peynire Helandi» olarak bilinir.
Örgü peyniri üretimi, Diyarbakır’ın özellikle Karacadağ Havzası’nda
yoğunlaşmıştır.
372
Çiğ Süt
Kaba temizlik
Mayalama (28-35 ºC’de 60-90 dk.)
Pıhtının kırılması ve peyniraltı suyunun uzaklaştırılması
Baskı ve fermentasyon (80-180 dak.)
Haşlama (Su, 75-90 ºC’de 2-7 dk.)
Porsiyonlama ve şekil verme
Salamurada bekletme (20-30 dak)
Ambalajlama ve salamura ilavesi
(laklı tenekeler veya bidonlarda)
Taze tüketim
(12-15 baume salamurada)
Olgunlaştırarak tüketim
(14-20 baume salamurada, 4 - 6 ºC’de 50-240 gün)
Şekil 1. Örgü, Lavaş ve Dil peynirinin geleneksel üretim akış şeması
Havzanın tarıma elverişli alanlarının az olması, buna karşın geniş çayır-mera
alanlarınının varlığı nedeniyle hayvancılık ön plana çıkmaktadır.
Bu nedenlerle, yaygın bir şekilde hayvancılık yapılmakta ve doğal olarak
özellikle bahar aylarında süt üretimi artmaktadır.
373
Yılın bahar aylarında üretilen özellikle koyun sütü, küçük aile işletmeleri
ve mobil mandıralar tarafından büyük oranda Örgü, Lavaş ve Dil peynirlerine
işlenmektedir.
Diyarbakır Örgü peyniri çiğ koyun sütünden veya koyun sütüne çok az inek
sütü karıştırılarak üretilmektedir.
DİYARBAKIR ÖRGÜ PEYNİRİNİN GELENEKSEL ÜRETİM YÖNTEMİ
1. Peynire işlenecek süt 74° C’ de 15 saniye veya 65° C’ de 20-30 dakika
süreyle pastörize edilip 30-35° C’ ye soğutulur.
2. Süt 30-35° C’ de mayalanır. Katılacak peynir mayası miktarı, sütün 60-90
dakikada pıhtılaşmasını sağlayabilecek ölçüde olmalıdır.
3. Oluşan pıhtı, kesim olgunluğu belirlendikten sonra, tekne içinde,
kenar uzunlukları 2-3 cm olan küpler şeklinde kesilir veya uygun karıştırıcılarla
parçalanarak karıştırılır.
Yaklaşık 5-10 dakika dinlendirildikten sonra üstteki peyniraltı suyunun bir
bölümü alınır.
4. Pıhtı cendere bezlerine alınır.
Cendere bezi pıhtı ile dolduktan sonra bezin karşılıklı köşe uçları
düğümlenerek bağlanır. Peyniraltı suyunun ayrılması için 10-15 dakika kendi
haline bırakılır.
5. Daha sonra 20-50 kg ağırlık konularak 80-180 dakika süreyle presleme
işlemi uygulanır.
Süzme işlemine, pH 4.9-5.0’a ulaşıncaya kadar devam edilir.
6. Presleme tamamlandıktan sonra cendere bezi açılır. Teleme kitlesi 8-8.3 cm
eninde peynir bıçağı yardımıyla kesilir.
7. Teleme kalıplar halinde kesildikten sonra cendere bezinden çıkarılır ve
daha ince parçalar halinde doğranır.
8. Doğranmış teleme parçaları delikli metal sepetlere aktarılarak önceden
hazırlanmış olan haşlama suyuna konarak haşlanır (75-90° C’de 2-7 dakika)
9. Daha sonra haşlanmış olan peynire yoğurarak şekil verilir(örgü, lavaş, dil)
10. Ardından tuz konsantrasyonu % 14-16 olan salamurada 20-30 dakika
bekletilir.
11. Diyarbakır Örgü peyniri son aşamada bidonlara veya laklı tenekelere
aktarılır ve üzerine 15-20 bomelik salamura ilave edilir.
Bu şekilde üretilen Diyarbakır Örgü peyniri taze olarak tüketilebildiği gibi, 8
ay (4-6° C) kadar olgunlaştırılarak da tüketilebilmektedir.
374
DİYARBAKIRDA ARICILIK
Murat TOMAR
Türkiye Arıcılığının Mevcut Durumu
76 il yetiştirici birliği, 38 bal birliği, 32330 üye, üye başına 129 koloni
mevcudu ile güçlü bir sivil toplum örgüt yapısı var. Dünyanın ikinci en büyük arılı
kovan varlığına sahibiz. Bal üretiminde 4. büyük ülkeyiz.
ARI BİYOLOJİSİ
Gezginci Arıcılıkve Flora: Üç milyon gezgin arı kolonisi (toplam arıcıların
üretimlerinin %80’i), üretim için poliflora kekik, geven, ballıbaba, üçgül, pamuk,
ayçiçeği, çam narenciye, ballarının karakteristiklerinin belirlenmesi projesi
hazırlanmalı, yılda üç farklı yer gezen arıcılar, 2000 kilometre yol gidiliyor. Gezginci
arıcıların konaklama nakliye sorunları var. Anadolu bitki varlığı arıcının kullanımına
sunulmalıdır.
Polinasyon: Polinasyon değeri bal değerinin iki yüz katıdır. Ayçiçeği, Pamuk,
Narenciye, Kiraz, Elma Ve diğer bitkiler tozlaşma için Arıcılar yönlendirilmeli.
AB’ye uyumlu ilaçlar kullanılmalıdır.
Arı Sağlığı: Arıcı birlikleri kendi bölgelerinde merkez birliğinin yönergelerine
göre, veteriner organizasyonu yetkili olmasına kaşın yeterli hizmet alınamadı, AB
normları ve mevzuat çalışmaları. Balmumu üretimi izne tabi oldu, sterilizasyon
zorunluluğu var. Balmumu ithali gıda kapsamında getirilmesi sağlandı.
Arıcılık Ekonomisi: Bir milyon insan kırsal alanda arıcılıktan geçim sağlıyor.
Milli gelirin %7.5’i arıcılıktan sağlanıyor. Toprak erozyonu önleniyor, ekonomik
işletme büyüklüğünün 200 koloni olması, ihracat ile yüz milyon dolar gelir
hedefleniyor. Devlet desteği, kraliçe arı maliyetlerinin %80’i, bal üretiminin %10 %25’i olmalı, doğal petek bal da destekleme kapsamına alınmalı. Diğer arı ürünleri
de desteklenmelidir.
Pazarlama: Mevzuat, AB mevzuatına tamamen uygun değil. Üreticiden
tüketiciye ve üreticiden paketleyiciye pazarlama kolaylık sağlanmalı, bal dışı
ürünler ile mücadeleye davam edilmeli, serbest piyasa ekonomisi, haksız rekabet
olmamalıdır. Birçok paketleme firması var, birliklerden bal almalı, birçok milli marka
ve birkaç evrensel marka, Dünya çam balı üretiminin %80’i ülkemizde üretiliyor.
Bal borsası kurulmalı, ürünlerde markalaşma sağlanmalı, her ile kavanoz bal, petek
bal, krem bal, polen, arı sütü, propolis, balmumu ürünleri işleyecek paketleme tesisi
kurulmalıdır.
Arıcılık ve Teknoloji: Ekipmanlar kodekse uygun hale getirilmeli (Bal süzme
375
makinesi, Tarak, Bal kapları), 20 yıldır suni dölleme yapılıyor, Yeni merkezler
kurulmalı. Arıcı, Petekçi, Paketlemeci, İhracatçı Ucuz laboratuar hizmeti almalı.
Arıcı sağlığına önem verilmeli. Balmumunun Ari olması sağlanmalı.
Apiterapi: Arı sütü, propolis, bal, balmumu, Polen üretimi teşvik edilmeli,
Üniversiteler ile yoğun olarak Apiterapi üzerinde çalışma yapılmalı. Arı ürünleri
kullanımı öne çıkarılmalı, Dünyada çalışanlar ile işbirliği yapmak, Yıllık, yüz
milyon TL’lik üretim yapmak.
Eğitim: Sempozyum, seminer, konferans yapılmaya devam edilmeli. Bal,
petek, paketleyici, Apiterapi, ulusal bal sempozyumu yapılmalı. Dünya arıcılık
kongresi Apimondia 20. yılında yapılacak olan kongrenin Türkiye’de yapılmasına
talip olunmalıdır. Türkiye, her il birliğine eğitim projesi hazırlanmalı, basın yayın
merkezli çalışma TV Programı yapılmalı, olumlu haberler gündemde tutulmalıdır.
Süreli yayınlar, kitaplar üreticinin hizmetine sunulmalıdır.
Organizasyon ve Kırsal Kalkınma
Profesyonel arıcıların %80’i kayıtlı, arıcı veritabanı geliştirilmeli, arıcılar
kırsal kalkınma çalışmalarında kalıcı ve sürdürülebilir olması ile gündemdedir
ayrılmış fonlardan yaralanmak, organik arıcılık, mevzuat, tarım şurası, AB mevzuatı,
bal tebliği, kalkınma planı, komisyonlarında çalışmalarında arıcılar temsil edilmeli.
Arıcılık Vizyonu: Ülke kaynaklarını etkin kullanarak verimli, yüksek katma
değer yaratan, kaliteli, yeterli, rekabetçi, üretici refahını yükselten, çevreye duyarlı,
güvenli, geriye doğru izlenebilir, ürün çeşitliliğine sahip sürdürülebilir çevreyle ilgili
arı ürünleri üretimi yapan bir Türkiye arıcılığı (1).
Türk insanı, geleneksel yeme alışkanlıkları içerisinde yer alan balın, kahvaltısı
içerisinde bulunmasına özen göstermiştir. Türkiye’nin her bölgesinde Türk çiftçisi
ve köylüsünün uğraştığı ve bütün aile bireylerince yapılabilen, kısa zamanda gelir
getiren bir tarımsal üretim koludur. Anadolu insanının bir geleneği olarak çok eski
dönemlerden beri yapılmakla birlikte, arıcılık bilim ve teknolojideki ilerlemelere
bağlı olarak gelişme kaydetmiştir. Özellikle topraksız veya az topraklı orman
köylülerine gelir sağlaması açısından sosyo-ekonomik öneme sahiptir.
Türkiye’nin coğrafik yapısı ve flora zenginliği, gezginci arıcılık yapılmasına
elverişlidir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı işletmeleri yanında, özel teşebbüse ait
üretim merkezleri de bulunmakta ve sayısında giderek artış görülmektedir.30-40
yıl öncesine kadar çoğunlukla ilkel kovanlarla üretim yapılmaktayken, son 20 yıl
içinde modern kovan kullanımına hız verilmiştir. Ancak, ilkel kovanlarla üretilen
balın ülkemizde belirli bir kesim tarafından tercih edilmesi, bu üretimin tüketici
isteklerine bağlı olarak sürdürüleceğini göstermektedir.
Arıcılık bal, balmumu, arı sütü, arı zehiri, polen ve propolis gibi insan sağlığı
ve beslenmesi yönünden son derece değerli ürünler sunması yanında, bitkilerde
376
sağladığı tozlaşma ile de büyük önem taşımaktadır. Türkiye, yaklaşık 16 kg/koloni bal
verimi ile dünya sıralamasında gerilere düşmektedir. Ancak, toplam bal üretiminde
dünya ülkeleri arasında söz sahibi olan ülkemizde, ana arı üretimi yeterli düzeyde
değildir. Arı sütü, arı zehiri ve propolis gibi ürünlerin üretimi ise yok denecek kadar
azdır.
Tablo 1. Yıllara Göre Türkiye’de Üretilen Bal Miktarı (Kaynak: DİE ).
YILLAR
1981
1997
1998
1999
2000
Koloni Sayısı (adet)
2 348 349
4 002 302
4 199 351
4 321 696
4 739 873
Bal Üretimi (ton)
30 041
63 319
67 490
67 259
60 328
Son yıllarda dünyada polinasyonun sağlanması amacıyla Bombus arısı
(B.terrestris) yetiştirilmektedir. Üreticiler tarafından benimsenen Bombus arısının
yetiştiriciliğinde ileriki yıllarda koloni sayısının katlanarak artması beklenmektedir.
Balın Değerlendirilmesi ve Pazarlama.
Üretilen balın yaklaşık %93’ü iç piyasada tüketilmekte, geriye kalan kısım ise
Avrupa Birliği ülkeleri ile Arap ülkelerine ihraç edilmektedir. 1994 yılında yaklaşık
3 bin ton olan bal ihracatı, 2000 yıllında 5-6 bin ton dolaylarına ulaşmıştır. Bunun
yanında, balmumu, arı sütü ve polen dışalımcısı olarak son yıllarda 285 ton balmumu
ve 6,5 ton arı sütü ithal edilmiştir. Ülkemiz, serbest piyasa şartları gereği bal ithalatı
da yapmaktadır.
Bal: İnsan sağlığı ve beslenmesi yönünden önemli bir gıda ve arı ürünü
olan bal, TSE tarafından şöyle tanımlanmıştır: “Bitkilerin çiçeklerinde bulunan
nektarların veya bitkilerin canlı kısımlarından yararlanarak bazı eşkanatlı
böceklerin salgıladığı tali maddelerin balarıları (Apis mellifera) tarafından
toplanması vücutlarında bileşimlerinin değiştirilip petek gözlerine depo
edilmesi ve buralarda olgunlaşması sonucunda meydana gelen tatlı bir üründür.
Bal başlıca glikoz ve früktoz olmak üzere farklı şekerleri ihtiva eder. Balın rengi su
beyazından koyu kahve rengine kadar değişebilir. Bal akıcı, viskoz, kısmen veya tamamen
kristalize olabilir. Balın tadı ve aroması balın menşeine ve bitkinin türüne göre değişir” .
Genel olarak bal; %80 şeker ve %17 su içerir. Geriye kalan %3’lük kısım mineral
maddeler, amino asitler, renk maddeleri, vitamin ve enzimlerden oluşur. Balı,
diğer şekerli maddelerden daha değerli kılan içerdiği enzimlerdir. Enzimler
yüksek sıcaklıklarda tahrip olacağından bal yüksek sıcaklıklarda ısıtılmamalıdır.
Kaliteli bir balın en büyük düşmanı, parazitlere karşı kullanılan kimyasal ilaçların
kalıntılarıdır. Bu parazitlerin en başta geleni “varroa”dır. İster süzme, ister petek
olsun, ilaç kalıntısı içermeyen ve belli oranlarda enzim bulunduran bütün ballar
377
kaliteli ve değerlidir. Balın tanımında da bahsedildiği üzere, toplandığı bitkiye
(orijinine) bağlı olarak bal, zamanla kristalize olabilir. Balın kristalize olması,
zannedildiğinin aksine arının şekerle yapay olarak beslendiğini göstermez; doğal bir
olaydır.
Balmumu: 13-18 günlük genç işçi arıların son 4 çift karın halkaları üzerinde
bulunan mum salgı bezlerinden salgılanan ve arı tarafından petek yapımında
kullanılan bir maddedir. Mum salgı bezlerinden sıvı olarak salgılanan balmumu karın
halkaları arasından dışarı çıkarken hava ile temas eder etmez katı hale geçerek beyaz
bir pulcuk şekline dönüşür. Arı bacakları yardımı ile ağzına aldığı pulcuğu çiğneyerek
petek örer. Balmumu, ağırlıklı olarak temel petek yapımı yanında, kozmetik ve ilaç
sanayinde, parlatma, cilalama, su geçirmezliğin sağlanması, kalıpçılık ve dişçilik
gibi çok değişik alanlarda kullanılmaktadır.
Polen: Arılar, bal dışında, ihtiyaç duydukları diğer tüm maddeleri (amino asit,
vitamin, mineraller) polenden karşılar. Şayet kolonide polen yoksa yavru gelişimi
durur. Polen, insanlar için gerekli tüm amino asitleri, vitaminleri, mineralleri içerir.
Bu yönüyle vücut direncinin artırılması ve korunmasında, gelişme bozukluklarının
düzenlemesinde, özellikle prostat ve karaciğer problemlerinin giderilmesinde kullanılır.
Polenin sabahları kahvaltıdan önce aç karnına alınması tavsiye edilmektedir. Günlük
doz kişiye ve vakaya göre değişmekle birlikte genel olarak; yetişkinler için 15-20 gr,
3-5 yaş arası çocuklar için 5-10 gr ve 6-12 yaş arası çocuklar için 10-15 gr. olabilir.
Nadiren de olsa, polenin bazı kişilerde alerjiye neden olabileceği göz önünde
bulundurulmalı ve bu durumda polen alımından vazgeçilmelidir.
Arı Sütü: 6-12 günlük genç işçi arıların başlarındaki salgı bezlerinden
salgılanan, besin değeri oldukça yüksek, beyaz renkli, peltemsi, hafif acımtırak bir arı
ürünüdür. Bugün için hem Dünyada hem de Ülkemizde insan sağlığında bağışıklık
sisteminin güçlendirilmesi ve korunmasında kullanıldığı gibi kolesterol ve tansiyon
düşürmede, cinsel fonksiyonları iyileştirmede, hücre yenileyici ve onarıcı etkisinden
dolayı cilt ve saç problemlerinde kullanılmaktadır.
Propolis: işçi arılar tarafından ağaçlardan toplanarak, kovanda çatlak
yerlerin kapatılmasında, kovana giren ve ölen yabancı böceklerin kokuşmasının
önlenmesinde, petek hücrelerinin ve kovan iç cidarının parlatılmasında ve
yavru alanlarının hastalıklardan korunmasında kullanılan bir maddedir.
Bileşiminde reçine, polen, balmumu, eterik yağlar, değişik organik ve inorganik
bileşikler vardır. Brezilya, Çin, Japonya gibi bazı Ülkelerde önemli miktarlarda
üretilmesine karşın, ülkemizde yeterince bilinmez.
Arı zehiri: işçi arılarda zehir bezi tarafından arının çıkışından 20 günlük
oluncaya kadar ki sürede üretilip zehir torbasında depolanan bir maddedir. Arı
zehiri, arı tarafından düşmana karşı savunma amacıyla kullanılırken Tıp alanında,
arı zehrine karşı bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi ve romatizmal hastalıkların
378
tedavisinde kullanılmaktadır. Üretimi için özel düzeneklere ihtiyaç vardır. Ancak
sınırlı kullanım alanından dolayı Dünya üzerindeki üretim ve ticaret hacmi de
sınırlıdır.
Bal Arısının Bitkisel Üretimdeki Önemi
Bal arıları nektar ve polen toplamak için ziyaret ettikleri çiçeklerin
döllenmesine neden olur ve ürünün oluşmasını sağlarlar. Özellikle zararlı
böcek mücadelesi yapılan üretimlerde döllenme için mutlaka bal arısına ihtiyaç
duyulmaktadır. Ayçiçeğinde hiç döllenmeyen tarlalardaki verime göre, arılarla
yeterli döllenen tarlalardaki verimin beş kat arttığı görülmektedir. İdeal döllenme
için her üç dekar ayçiçeği tarlasında bir arı kolonisi bulundurulması gerekmektedir.
Bu bir koloni üç dekarlık alandan 20-30 kg arasında bal toplayabilmektedir. Bir
koloninin üç dekarlık ayçiçeği tarlasında sağladığı ürün artışının değeri ürettiği balın
değerinin en az 10 katıdır. Yeni dünya meyvesinde arılarla döllenmeyen ağaçlarda
çiçeklerin yüzde 4’ü meyve tuttuğu halde arılarla döllenmiş çiçeklerin meyve tutma
oranı yüzde 83 olmuştur. Elma bahçelerinde arıların olmaması halinde çiçeklerin
meyve tutma oranı yüzde 5, bal arıları ile döllenmiş bahçelerde çiçeklerin meyve
tutma oranı ise yüzde 22 olarak gerçekleşmiştir.
Yoncada arılarla döllenmeyen tarlada tohum bağlama yüzde 1-2 oranında
iken arılarla döllenen tarlada bu oran yüzde 53’e çıkmıştır. Böceklere karşı kafes
içinde korunan 1 m2 korunga alanından 9 gram tohum alınmasına karşın arılarla
tam olarak döllenen 1m2 alandan 179 gram korunga tohumu elde edilmiştir. Bu
örnekleri teyit eden binlerce bilimsel araştırma vardır ve polinasyon olarak bilinen
bir bilim kolu gelişmiştir. Bu nedenlerle bitkisel üretimde arıcılık gübre, tohum ve
su kadar önemli bir girdidir.
KIRSAL KALKINMADA ARICILIĞIN YERİ
Küçük girdi destekleri ve arıcılık eğitim programları ile kırsal kesim insanına
arıcılık yaptırmak mümkündür. Çiçeklerdeki nektar çiçeklenme döneminde arılar
tarafından toplanıp bala dönüştürülerek değerlendirilemez ise bu doğal kaynak
kaybolur. Arıcılık kırsal alandaki iş gücünü üretken hale getirmenin yanı sıra,
yok olan doğal kaynağı da ekonomiye kazandırmaktadır. Fazla iş gücü ve arazi
gerektirmez. Tarımla uğraşan veya kırsal alanda yaşayan her insan bir yan faaliyet
olarak arıcılık yapabilir. Özellikle arı sütü ve polen üretiminde kadınlar daha başarılı
olmaktadır. Arıcılık kaynak tüketmeden sürekli yapılabilen bir üretim dalıdır ve
sürdürülebilir kırsal kalkınmanın önemli bir aracıdır.
TÜRKİYE ARICILIĞININ MEVCUT YAPISI
Türkiye’de 4.5 milyon koloni, 38.000 arıcı var. 65.000 ton bal üretiliyor. Kişi
başına bal tüketimi 1 kg. civarında. Yıllık bal ihracatı 5.000-7.000 ton. Koloni başına
verim 17 kg. Kolonilerin %90’ı çerçeveli, %10’u ise geleneksel kovanlarda yaşıyor.
379
Çerçeveli kolonilerin %75’i gezginci arıcıların elinde Gezginci arıcılar çiçeklenmeye paralel yer değiştiriyorlar.
Uzun yıllar değişik bölgelerde gezdirilen kolonilerin doğal olarak yetişen ana
arıları yerel erkek arılarla çiftleşiyorlar. Bu nedenle gezginci kolonilerin çoğunun
bilinen bir ırkı yok. Bunlar bir çok yerel ırkın doğal melezleri. Gezginci kolonilerin
erkekleri gittikleri bölgelerde yetişen ana arıları da melezliyorlar. Yerel ırkların
melezlenmemiş safları sadece gezginci arıcıların giremedikleri, ulaşımın olmadığı,
dağlık ve ormanlık alanlarda kaldılar.
Yıllık ticari ana arı üretimi 200.000 civarında. Ticari ana arıların genelde
Kafkas kolonilerden alınan larvalardan üretildiği ifade ediliyor. Bu ticari ana arılar
üretim bölgesindeki ırkı belli olmayan erkek arılarla çiftleşiyorlar. Kaliteli ana arı
üretimi ve kullanımı yeterli olmadığından koloni başına verim çok düşük.
Türkiye Arıcılığının Potansiyali
Türkiye; yedi değişik iklim bölgesi, ballı bitki çeşitliliği, arıcılık geleneği,
koloni varlığı, Ayçiçeği ve Pamuk gibi endüstriyel ballı bitkiler üretim alanlarının
genişliği, ballı bitkilerle ağaçlandırılacak bozuk orman alanları, ıslah edilecek mera
alanları ve yaygınlaştırılabilecek çam balı basra böcegi alanları ile bugünkü bal ve
arı ürünleri üretimini en az 10 katı artırılabilecek potansiyele sahiptir. Diğer yandan
halen 200.000 ton bal ithalatı ile çok önemli bir pazar olan AB topluluğunun bal
açığını karşılamada Türkiye’nin diğer tarımsal ürünlerinin hiçbirisinde olmayan
önemli bir şansı bulunuyor (14).
Ballı Bitkiler ve Sınıflandırılmalar
Ülkemiz bitki varlığı bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasındadır. Tüm
Avrupa kıtasında 12.000 dolayında bitki türü varken sadece ülkemizde 10.000
dolayında bitki türü bulunur. Bunların içinde arıcılık yönünden önem arz eden pek
çok tür doğal olarak yayılış göstermektedir. Başarılı bir arıcılık yapabilmek için
arıcılık yapılan bölgelerde nektar ve polen verimi bol olan bitkilere ihtiyaç vardır.
Çiçeğin olmadığı yerde arıcılık yapmak mümkün değildir. Bu bakımdan arıcılık,
uzun süre çiçek açan ballı ve polenli bitkilerin bulunduğu yörelerde yapılmalı ya da
koloniler bu bölgelere götürülmelidir. Bitkilerin nektar verimine; bitkinin kendisiyle
ilgili türü, nektar salgı miktarı, çiçeklenme durumu ve süresi gibi faktörlerle birlikte
güneş ışığı, hava sıcaklığı, nem ve toprağın yapısı gibi ortamla ilgili çevresel
faktörler etkide bulunur. Nektarın az veya çok şekerli olması yukarıdaki faktörlere
bağlıdır. Arılar şeker oranı yüksek nektarları tercih ederler. Kısaca nektar sağlayan
bitkinin değeri ve arılar açısında çekiciliği; bitkinin çiçeklenme süresine, bu süredeki
nektar salgılama miktarına ve nektarın şeker oranına bağlıdır. Her bölgenin hatta her
memleketin kendine has bazı doğal ballı bitkileri vardır. Buna ek olarak, ekim ve
dikim yolu ile arılar için mer’a ve nektar kaynağı oluşturulabilir.
380
Uygun bir arazi belirlenerek bu gibi bitkileri ekmek suretiyle hem arılara nektar
kaynağı hazırlanır ve hem de hayvanlar için yem elde edilmiş olur. Hayvancılığın
gelişmesi için yem bitkileri tarımı önemlidir. Baklagil yem bitkileri, hayvanlar için
kuvvetli bir besin kaynağı olduğu kadar arılar için de değerli bir nektar ve polen
kaynağıdır. Orman ağacı olarak ıhlamur, kestane, okaliptüs arılar için değerli nektar
kaynaklarını oluştururlar. Bunun yanında yalancı akasya arılar için çok değerli
nektar kaynağıdır (7).
Kıymeti Bilinmeyen Bitki: GEVEN
Geven; ülkemizde kıymeti pek bilinmeyen ekolojik flora açısından zengin,
derin kökü ve geniş dalları olan, erozyonu önleyen 1200m rakımda yetişen bir
bitkidir.
Biyoçeşitlilik açısından önemli, kökleri 3-5 m derine inebilen ve geniş dalları
olan, eğimli yamaçların erozyon bekçileri olan gevenler, yayıldığı alanın 2-4 katı
büyüklüğündeki araziyi kaymalara karşı tutan, yastık biçiminde küme küme sık
dikenli çok yıllık otsu bir bitkidir. Bu bitkinin rakım farkına göre olgunlaşması
değişmektedir. Zap vadisinde (1200 m rakımda) Mayısın son haftasında çiçek
açmaktadır. Berçelan ve Karadağ yamaçlarında (3000 m ve üzeri rakımlarda) 15
Hazirandan sonra çiçek açmaktadır. Geven bitkisi nitelikli nektar veren bir bitkidir.
Arıcılık için büyük önem taşır. Ahtapot misali kökleriyle çaprazlama toprağı koruyan,
eğimli dağ yamaçlarının zayıf bitkilerini hayvanlara karşı muhafaza eden gevenler,
köy halkının yakacağı, çobanların sonbahar ve ilkbahar aylarında üşüdüklerinde
dağ başında yaktıkları yakacaktır. Ayrıca halkımız tarafından geven dumanının
hastalanan küçükbaş hayvanlara iyi geldiği söylenilmektedir. Bundan yola çıkarak
gribal ve solunum hatalıklarında faydalarının araştırılması gerekmektedir. Geven balı
kokusu, damak tadı açısından zengin olduğu için arıcıların da en gözde kaynağıdır.
Çünkü dünyaca ünlü Anzer balının kalitesindedir Geven bitkisi yörede yaşayan canlı
381
türlerinin yaşam alanlarını koruyucu bir öneme sahiptir. Bu bitki hayvan yemi olarak
da kullanıldığından gevenin bilimsel bir şekilde araştırılması gerekmektedir, Ayrıca
ebru sanatında da kullanılmaktadır. Geven bitkisinin köklerindeki kitreye ihracatta
büyük talep olduğundan bu bitkinin tanıtımının yapılması, yöre halkı için büyük bir
ekonomik gelir olabilir. Geven bitkisinin bilinçsizce yerinden sökülmesi, erozyonu
önleyici bu doğal koruyucunun hızla tahribi, yayıldığı alanın 3 katı ve daha fazla bir
alanı sel, çığ, toprak kaymasına karşı koruyan bu bitkinin yok edilmesi erozyona
davetiye çıkarmaktadır. Bütün bu faktörler dikkate alındığında bu bitkinin bilinçli
bir şekilde koruma altına alınması gerekmektedir (10). Ülkemizde kıymeti pek
bilinmeyen ekolojik flora açısından zengin, derin kökü ve geniş dalları olan Geven
Bitkisi, erozyonu önleyen özelliğiyle bilinir. 1200 m rakımda yetişen bir bitkidir.
Doğanın en çalışkan canlısı bal arısı kovanından her çıkışta 5-6 km uzaklığa
uçup 40 ila 60 dakikalık bir sürede ortalama 1200 çiçek ziyaret ederek midesine
40 mg balözü (nektar) toplar. Bu sebeple kovanlarımız yerleşim yerlerinden 15 km
uzaklıkta tutulmakta, arıların kimyasal ve doğal olmayan besinlerden faydalanması
engellenmektedir. 1 gram balın üretimi için arıların yaklaşık 100 sefer kovandan
uçarak 120.000 çiçeği ziyaret etmeleri gerekir. Bir kg bal için arılar 120 milyon
çiçeği ziyaret eder (11).
Kolonilerin Gezdirilmesi (Flora Takibi)
Kolonilerin Gezdirilmesi Flora Takibi Profesyonel ve teknik arıcılıkta
flora (bitki örtüsü) takibi ve buna bağlı olarak kolonilerin gezdirilmesi önemli bir
kuraldır. Gezginci arıcılık yapılmadan sabit bir arıcılıktan gelir sağlamak mümkün
değildir. Türkiye, bulunduğu iklim kuşağı yönünden olsun, nektar ve polen üreten
doğal ve kültür bitkileri zenginliği yönünden olsun arıcılık yapmaya çok elverişlidir.
Flora takibi ve gezginci arıcılık iyi planlandığı ve bilgili hareket edildiği taktirde
arıcıya çok büyük gelir sağlar. Bu iş için her şeyden önce, kolay taşınabilir, çok iyi
havalandırmaya sahip modern kovanların kullanılması şarttır. Günümüz şartlarında
kolonilerin taşınması gezginci arıcılığın en büyük maliyet unsurunu oluşturmaktadır.
Gezginci arıcılık için belirli bir sayının üzerindeki koloni varlığı ekonomik olabilir
veya az sayıda koloniye sahip arıcılar nakiller için ortaklık yaparak nakil masraflarını
düşürebilirler. Nektar ve polen kaynaklarının seçiminde; bol miktarda ve uzun süre
nektar ve polen üreten bitkilerin bulunduğu yöreleri araştırmak işin esasıdır. Yonca,
korunga, fiğ, üçgül, kekik, adaçayı, geven, karagan (karabaş), kuş dili, ballıbaba,
pamukluk, püren, hardal, oğul otu, pamuk, ayçiçeği, kestane ıhlamur, akasya,
okalüptus, turunçgiller, elma, badem ve genellikle Ege Bölgesi kıyı şeridinde
bulunan basralı çamlar arıcılık yönünden önemli bitki türlerinden bazılarıdır.
Arıların konulacağı yerler olarak; rüzgar almayan, trafiği yoğun ana yollardan
ve zirai mücadele ilaç uygulanan alanlardan uzak yerler seçilmelidir. Gezginci
arıcılığın ve flora takibinin esasını oluşturan arı nakilleri sırasında; yeterli
382
havalandırma sağlanmalı, özellikle sıcak günlerde taze örülmüş peteklerin eski
peteklere göre daha kolay kırıldığı unutulmamalıdır. Nakil sırasında ballı tek bir
peteğin dahi kırılması koloninin ölümü olacağından özellikle yaz aylarında taze
örülmüş peteklerle nakil yapılmaması, nakil zorunlu ise taze ve ballı peteklerin
koloniden alınarak nakillerin mutlaka geceleri yapılmalıdır (13).
Diyarbakır’da Arıcılık
Tarihte Diyarbakır’da Arıcılık
İl’in arıcılık ile ilgili kayıtlarında; 1869 yıl Diyarbakır salnamesinde “balmumu
5000 yekün-i mahsul keyl-i aşari” denilirken (20)., 5 Temmuz 1841 tarihli bir
belgede de asker için Diyarbakır’dan 30000 kıyye bal alındığı ifade ediliyor (21).
1564 seneli tahrir defterine göre Lice’nin eski yerleşim yeri olan Antak’ta 300’ü aşan
arı kovanının bulunduğu bildirilmektedir (22).
Hızla artan nüfusumuzun yeterli ve dengeli bir şekilde beslenebilmesi,
çiftçilerimizin gelirlerini artırarak hayat şartlarının yükseltilmesi, tarıma dayalı
sanayinin ihtiyaçlarının karşılanması, kısa ve orta vadeli ihracat bağlantılarının
garanti edilmesi için tarımda üretimin artırılması gerekmektedir. Sarım havzasına
bağlı sağ göze, yaz konak, bulgurluk, yol açtı ve geyik dere köylerinde yaşayan
halkın önemli bir kısmının sosyal yaşamlarının ve gelir seviyelerinin normal yaşam
standartlarının çok altında olduğu bir gerçektir. hayatlarını burada sürdüren ve
geçimini zor sağlayan bu insanlar çoğu zaman iş bulmak amacıyla büyük şehirlere
göç etmek zorunda kalmaktadırlar.
Dolayısıyla geçim indeksi çok düşük olan bu insanlara yeni iş imkânları
sağlamak ve işgüçlerini değerlendirebilmeleri için yeni kaynaklar aramak
durumundayız. bu kaynaklardan biri olan gezgin arıcılık kısa vadede gelir seviyesi
düşük olan bu insanların gelir seviyesini ve sosyal yaşantısını yükseltebilir ve göçü
engelleme yönünde bir nebze olsa da katkı sağlayabilir. Diyarbakır ilimizin bitki
florası ve değişik ekolojik yapıların sağladığı avantajlardan dolayı arı yetiştiriciliğine
müsaittir. özelikle yaylalarda arıcılık için çok önemli olan ballı bitkilerden geven,
kekik, vb. birçok mera bitkisi mevcuttur. Ayrıca yöremizde ilkbahar aylarında bol
miktarda üçgül çeşitleri,sarıdiken gibi birçok çiçek çeşitleri mevcuttur. sonbahar
mevsiminde pamuk tarımı bol miktarda yapılmaktadır. Bu tür bitkilerinde arıcılık
için önemi büyüktür. Yöremizin arıcılık için uygun bitki örtüsüne sahip olması
arı kolonilerinin nektar ve polen bulmasını kolaylaştırır. bu nedenle ilimiz her yıl
değişik illerden gelen arıcılara konaklama mekanı ve yeri olmuştur.
Diyarbakır il mastır planı’nda bal üretimi bölge için önemli bir potansiyel
olarak gösterilmiştir. Diyarbakır ili doğal bitki florası bakımından çok zengin olup
değişik ekolojilere sahiptir.bu nedenle kültür bitkilerinin döllenmesinin sağlanması
ve pasif işgücünün değerlendirilmesi bakımından arıcılığın geliştirilmesi önem arz
383
etmektedir. Diyarbakır bitki florası ve değişik ekolojik yapılarından dolayı arı
yetiştiriciliği ve ba üretimi açısından uygun olmasına karşın bundan yeterince
faydalanılamamıştır. Bunun nedenleri, ekonomik ölçüde arıcılık yapılamaması,
modern üretim tekniklerinin kullanılmaması, verimi yüksek arı ırklarının
bulunmamasıdır (2).
Bölge insanının, geleneksel yeme alışkanlıkları içerisinde yer alan balın,
kahvaltısı içerisinde bulunmasına özen göstermiştir. İlimize de özellikle tarım
alanlarının az olduğu bölgelerde yetiştiricilerin uğraştığı ve bütün aile bireylerince
yapılabilen, kısa zamanda gelir getiren bir tarımsal üretim koludur. Anadolu insanının
bir geleneği olarak çok eski dönemlerden beri yapılmakla birlikte, arıcılık bilim ve
teknolojideki ilerlemelere bağlı olarak gelişme kaydetmiştir.
Özellikle topraksız veya az topraklı yerlerde gelir sağlaması açısından sosyoekonomik öneme sahiptir. İlimizin coğrafik yapısı ve flora zenginliği, arıcılık
yapılmasına elverişlidir. İlimiz de arıcılık yapan sayısında giderek artış görülmektedir.
30-40 yıl öncesine kadar çoğunlukla ilkel kovanlarla üretim yapılmaktayken, son 20
yıl içinde modern kovan kullanımına hız verilmiştir. Ancak, ilkel kovanlarla üretilen
balın ülkemizde belirli bir kesim tarafından tercih edilmesi, bu üretimin tüketici
isteklerine bağlı olarak sürdürüleceğini göstermektedir.
Tablo 2. Diyarbakır İlinde Üretilen Bal Miktarı (Kaynak: DİE). YILLAR
2002
2003
2004
Koloni Sayısı (adet)
30 755
25 855
30 985
Bal Üretimi (ton)
399 815
336 115
274 573
İlimizde 2003 yılında kurulan Diyarbakır Arıcılar Birliği, yörede arıcılık
yapan yetiştiricilerin bir araya getirilmesi ve sorunlarının ortak çözümü bağlamında
arıcılığın gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. Birliğe şu ana kadar kayıtlı arıcı
sayısı 433 kişi olup toplam kovan sayısı ise 97. 999 âdete ulaşmıştır (13.12.2011
tarihi itibariyle/Tablo–1). Bölgemizde arıcılık yapan yetiştiricilerin %90’nı “Gezgin
Arıcılık” yapmaktadır (DAB, Aralık 2011).
Arıcılık; bal, balmumu, arı sütü, arı zehri, polen ve propolis gibi insan sağlığı
ve beslenmesi yönünden son derece değerli ürünler sunması yanında, bitkilerde
sağladığı tozlaşma ile de tarımsal üretimlerin veriminde ciddi düzeylerde artışlar
sağlamaktadır. Tarımsal üretimde sağlanan verim artışı direkt olarak üretici gelirlerine
olumlu olarak yansımaktadır.
384
Tablo– 3 Diyarbakır ili arılı kovan sayısı
YILLAR
2009
2010
2011
Koloni Sayısı (adet)
47 722
66 180
82 644
Bal Üretimi (ton)
143 166 Ton
198 540 Ton
289 540 Ton
(22)
Çermik ilçesinde Arıcılık
Eğil ilçesi Modern arıcılık (Foto.K.Haspolat)
Balın Değerlendirilmesi ve Pazarlama
Üretilen balın yaklaşık %30-40’ı iç piyasada tüketilmekte, geriye kalan
kısım ise il dışına pazarlanmaktadır. İlimizde üretilen balların işleneceği bir tesis
olmadığından dolayı bal genellikle tüccarlara satılmakta buda yetiştiricilerin balı
değerinin çok altına satmalarına neden olmaktadır. Son yıllarda arıcılığa destekle385
ler yapıldıysa da balın değerine satılamaması arıcılıktaki kar marjını ciddi oranda
etkilemektedir.
Karacadağ’da üçgül bitkisinden faydalanılarak arıcılık mümkünken yöre
halkı bununla az ilgilenmektedir. Geven de ikinci istifade edilecek bir bitkidir.Ancak
cehaletle halk bunu keserek yakacak halinde kullanmakta ve tahrip etmektedir.Geven
çölleşmeyi engelleyici bir bitkidir,doğa dengesine katkıda bulunur .Geven korumaya
alınmalı,alternatif olarak yöreye korunga ve ayçiçeği tohumu dağıtılmalıdır.
Karacadağ arıcılıkta Hakkari’ye alternatif bir bölgedir,değerlendirilmelidir. Bu
potansiyel dışarıdan gelen gezgin arıcılarca değerlendirilirken yöre halkı bundan az
istifade etmektedir.
Karacadağ’da arıcılığa alt yapı sağlayan bitkiler (9).
Üçgül
Geven
386
Arıcılığa başlarken arıcılık yapılacak bölge iyi seçilmeli,bölgenin bitki örtüsü
ve iklimi arıcılık için uygun olmalıdır. Rakımı (denize olan yükseklik) yüksek olan
yerlerde arıyı rüzgardan ve soğuktan korumak gerekir.Özetle arıcılar arıyı koyacakları
yeri belirlerken,yerin günün büyük bir bölümünde güneş alması gerekir. Arılar o
bölgenin güney tarafında olmalıdır. Kovanın yönü güney-doğu istikametinde olması
gerekir (18).
KAYNAKLAR
1. Bahri YILMAZ Zir. Yük. Müh. [email protected]
2. Olcay İlhan, Arıcılık ve Genel Durumu. Diyarbakır’da Tarım, Doğa ve
Çevre Sempozyumu1. 3 Haziran 2010 Diyarbakır İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Müdürlüğü yayınları Cilt I, s: 300.
3. http://www.cinarziraat.com/aricilik/aricilik9.asp
4. Doç. Dr. Selçuk Ertekin Karacadağ Bitki Çeşitliliği, Subat 2002 –
Diyarbakır. S: 88,101 Sürdürülebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği.
387
5. Prof. Dr. Kenan Haspolat. Diyarbakır’da Tarım ve Hayvancılığa Genel
Bir Bakış, Diyarbakırda Tarım ve Hayvancılık, Diyarbakır’da Tarım, Doğa ve Çevre
Sempozyumu1-3 Haziran 2010. Diyarbakır İl Gıda, Tarımve Hayvancılık Müdürlüğü
Yayınları Cilt I.
6. Yrd. Doç Dr. Aydın ALP Diyarbakır Bitkisel Gen Kaynakları Diyarbakırda
Tarım ve Hayvancılık Diyarbakır’da Tarım, Doğa Ve Çevre Sempozyumu1-3
Haziran 2010. Diyarbakır İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü Yayınları, Cilt
I, S:172 - 174.
7. http://www.alacamballari.com/ari-ve-aricilik.php?konu=55
asp
8. http://www.hayatbal.com/deli-bal-ihlamur-karakovan-geven-aycicek-bali.
9. Fotoğraflar. http://www.inciari.com
10.Ekoloji.Magazin.http://www.cicekansiklopedisi.com/kiymetibilinmeyen-bitki-geven/
11. http://www.herdeva.com/index.php/ueruenlermz/geven-bali
12. http://www.webhatti.com/biyoloji/711984-keven-bitkisi.html
13.http://www.forumacil.com/aricilik-ari-alemi/255340-kolonileringezdirilmesi-flora-takibi.html
14.http://www.tcdownload.org/ziraat-tarim/29493-bal-arisinin-bitkiseluretimdeki-onemi.html
15.http://www.haberden.com/haber/20110621/Geven-balindaki-mucize.php
16.http://yeniarici.blogspot.com/2008/06/aricilik-malzemeleri.html
17.http://bercinyayalar.blogcu.com/organik-aricilik-nedir-ve-nasilyapilir/4193131
18.http://www.anzeraricilik.com/icerik.goster_24_aricilik-aricilik-nediraricilik-nasil-yapilir.html
19.www.tarim.gov.tr
20. İzgöer A. Z, 1999. Diyarbakır Salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi yay. evi, İstanbul, c: (4), s; 63.
22. Dilek Z., 2002. Lice. Diyarbakır, s: 57-63.
21. Yılmazçelik, İ., 1995. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır. TTK,
Ankara, s: 314.
22. Fahri SAYLAK Karacadağ’da arıcılık. Karacadağ. 2012
388
YEM BİTKİLERİ TARIMININ ÖNEMİ
Ferhat KIZILGEÇİ*
Yem bitkileri tarımı, sürekli ve güvenli kaba yem üretiminin en önemli yoludur.
Tarımsal faaliyetler içerisinde çok önemli bir yere sahip olan yem bitkileri tarımı,
bitkisel ve hayvansal üretimin sigortası konumundadır. Tarım arazilerinde üretilen
otlar öncelikle hayvanlar tarafından kullanılmakta et, süt vb. ürünlere dönüştürülerek
bu ürünlerden de insanlar yararlanmaktadır. Yem bitkileri, ucuz bir kaynak olması,
hayvanların mide mikro florası için gerekli besin maddelerini içermesi, mineral ve
vitaminlerce zengin olması, hayvanların üreme gücünü artırması ve yüksek kalitede
hayvansal ürün sağlaması bakımından hayvan beslemede önemlidir. Bu sebeple
Kültür hayvanlarının değerli yem bitkileri ile beslenmesi ve onlardan bol, aynı
zamanda değerli (kaliteli) ürünlerin alınması için gerekli olan çabanın gösterilmesi
gerekmektedir.
Tarım arazilerinin Türkiye’de ve Dünya’da kullanım durumuna göre çizelge
incelendiğinde Avustralya’da toplam tarla alanları içerisinde yem bitkisi ekilişi
oranının %49,8 ile en yüksek orana sahip olduğu, Ülkemizde ise bu oranın %3.1 ile
en düşük orana sahip olduğu görülmektedir.
Çizelge1 . Bazı ülkelerdeki toplam tarla arazisi, yem bitkisi ekim
alanları ve yem bitkisi ekim alanlarının tarla arazisi içindeki oranları
Ülke
Avustralya
Y. Zelanda
ABD
İngiltere
Fransa
Almanya
İtalya
Danimarka
Hollanda
Yunanistan
Bulgaristan
Romanya
Türkiye
Toplam Tarla Alanı (mil. ha)
Yem Bit. Ekim Al. (mil. ha)
Yem Bit. Ekim Or. (%)
50.3
1.5
175.2
5.7
18.5
11.8
8.2
2.3
1.0
2.7
4.4
9.4
23.8
25.1
0.2
40.2
1.4
4.8
4.3
2.5
0.7
0.3
0.3
0.3
1.6
0.7
49.8
15.7
23.0
25.4
25.8
36.5
30.2
30.2
31.4
11.7
6.3
17.0
3.1
Açıkgöz ve ark. (2005)’dan alınmıştır.
*Bismil İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, DİYARBAKIR
389
Tarla bitkileri üretim sistemleri içerisinde teknik olarak yem bitkileri üretimi
için ayrılan alanın %20-30 arasında olmalıdır. Ülkemizdeki %3,1’lik oran ile
konunun son derecede önemli olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Yem bitkileri tarımının
önemini başlıklar halinde sıralayacak olursak eğer.
EKİM NÖBETİNDEKİ YERİ
Yem bitkileri sadece, hayvanlarımızın yem kaynağı olarak düşünülemez.
Onların tarımda kullanılması sonucunda daha başka bir çok faydalar ortaya
çıkmaktadır. Örneğin, toprağın verimini kaybetmeden, hatta bu verimi artırarak
ileride ülkede üretilecek ürünlerin bol ve üstün kaliteli olması, yem bitkilerinin
ekim nöbetinde yer almasına bağlıdır. Bu bitkilerden en yeni ve amaca en uygun
yöntemlerden faydalanılması sonucunda, toprak yüzünde bol ve değerli yem elde
edilecektir. Toprağın içinde ise, baklagiller familyasından yem bitkilerinin kökleri
üzerinde bir dekarda 10-20 kilo kadar saf azot bağlanacaktır. Azotun oluşumu bu
yem bitkilerinin köklerinde yaşayan bakteriler tarafından yapılmaktadır. Toprağın
içindeki havanın serbest azotunu alan bakteriler, onu bitki köklerinde oluşturdukları
yumrucuk (nodozite)’larda toplarlar.
Türkiye’de 444.000 hektar yonca, 520.814 hektar fiğ, 117.603 hektar korunga,
52.000 hektar burçak ve mürdümük olmak üzere toplam 1.134.962 hektar baklagil
yem bitkisi yetiştirildiğini kabul edersek, ülkemizin bir yılda ne kadar azot kazancı
olduğu hesaplanacak olursak Bir dekarda bu bitkilerle en az 10 kilo azotun toprakta
biriktiğini kabul edilirse eğer Elde edilen azot, içinde yüzde 20 azot bulunan
amonyum nitrat gübresinin 50 kilosu ile eşdeğerdir. Böylece, 113.496.200 kilo saf
azot toprakta birikmiş oluyor. Bu kadar azotu ancak 567.481.000 kilo amonyum
nitrat gübresi ile elde edilebilinir. Her yıl bir milyon dekardan fazla pamuk, bir buçuk
milyon dekar da mısır ekimi ilk baharda yapılmaktadır. Bütün bu alanlar ekim ayından
nisan ayına kadar boş beklemektedir. Buralarda sonbaharda dekara 10 kilo fiğ
ekilerek nisan ayında bir dekardan en az 1500 yerine göre, 2000-2500 kilo yeşil fiğ
otu elde edilebilir.
Bu alanların her yıl boş kalması ülkenin büyük kaybıdır. Toprağın çeşitli
derinliklerinde ve bitki köküne bağlı olarak bulunan azot, yağışlarla veya sulama suyu
ile kolayca yıkanıp gitmez. Halbuki amonyum nitrat gübresinin fazla sulama ve
yağışlar ile yıkanıp toprağın derinliklerine gittiği bilinmektedir.
Taban suyuna karışan nitratın insan sağlığındaki zararları hiçbir zaman
gözden uzak tutulamaz Amerika Birleşik Devletlerinde bir litre suda 45 ppm ve
Avrupa’da da 50 ppm den fazla nitratın bulunması, insan sağlığı için zararlı olarak
kabul edilmiştir. Görülüyor ki, yem bitkilerinin yetiştirilmesi hayvan yemi olarak
kullanılması dışında daha önemli işlerin de başarılmasına yardım etmektedir.
390
ORGANİK MADDEYİ ARTIRMASI
Yem bitkilerinin toprak içinde kalan kökleri ile toprağın organik maddesini
artırmaları onların bir başka özelliğidir. Türkiye’de tarım arazilerinin genel olarak
organik madde içeriği bakımından çok zayıf olduğu bilinmektedir. Bitki gelişmesinin
sınırlı olduğu kurak bölge koşullarında durum daha da önem kazanmaktadır. Bütün
baklagiller familyasından yem bitkileri, özellikle, yonca gibi çok gelişmiş kuvvetli
kökleri olan türlerin toprak içinde bıraktıkları kök kalıntıları toprakların organik
madde oranını geniş ölçüde arttırır. Yoncanın bir dekarda bıraktığı kök kalıntısı 1-2
ton kadar olabilir.
Tarımımızda çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesinde yem
bitkileri özel bir yere ve değere sahiptir. Ekim nöbetinde kullanılan bu bitkiler
tarlanın boş kaldığı dönemlerde tarlanın yüzünü kaplayarak su ve rüzgarın etkisi ile
oluşan erozyondan toprağı korurlar. Bütün kış boyunca boş bırakılan ve ilkbaharda
mısır veya pamuk ekilecek 2-3 milyon dekar alan fiğ ekilerek aşınıp taşınmadan
korunabilir. Çok yıllık yonca ve korunga gibi bitkiler de toprağın yüzünü sürekli
bir şekilde örterek, onun aşınıp taşınmasını önlerler. Çevrenin korunmasındaki
etkilerinden başka, yem bitkileri köklerinde biriktirdikleri azot ile toprağın doğal
olarak gübrelenmesine yardım ederler.Buna karşılık, fabrikalarda azot üretilirken,
sarf edilen büyük enerji ve ortaya çıkan tonlarca fabrika atıkları çevre kirliliğini
artırmaktadır.
HASTALIK VE ZARARLILARDAN KORUMASI
Yem bitkilerinin tarımımızdaki önemli faydalarından birisi de ekim nöbeti ile
bazı böcek ve hastalıkların yayılmasının önlenmesidir. Bir böcek buğday üzerinde
yaşar onun üretimini azaltır. Bazen bütün ürünü yok eder. Buna karşılık, aynı
böceğin yonca üzerinde hiçbir zararlı etkisi yoktur. Yonca ekim nöbetine girerse,
bu zararlı böceğin etkili olduğu buğday ve belli bazı bitkiler üzerinde yaşaması,
yayılması önlenmiş olur. Örneğin, buğday üzerinde yaşayan pas hastalığı da ekim
nöbeti sayesinde geniş bir yayılma gösteremez. Böylece, yem bitkilerinin tarımda
ortaya çıkan önemli ekonomik ve çevreyi koruyucu etkileri küçümsenemez. Zararlı
böcek ve hastalıklardan kurtulmak için sarf edilen emek, para ve zamanı düşünürsek
konuyu daha iyi aydınlatmış oluruz. Burada onların bir de çevrenin kirlenmesini
önlemedeki faydalarını gözden uzak tutmamalıyız. Bir çok böcek ve hastalıkların
önlenmesinde kullanılan ilaçların bitkilerdeki kalıntılarının insan sağlığı üzerindeki
olumsuz etkileri bilinmektedir. Bu ilaçların kullanımında yeterince titizlik
gösterilmez ve dikkatli olunmazsa, ortaya çıkacak felaketlerin önü alınamaz. Yem
bitkilerinin zararlı böcek ve hastalıklardan korunmadaki doğal faydası, böylece daha
iyi anlaşılmaktadır.
391
TUZLU TOPRAKLARIN ISLAH EDİLMESİ
Yem bitkilerinin tuzlu toprakların ıslahında önemli rolleri vardır. Tuzlu
ve alkali topraklar pek çok kültür bitkisinin gelişmesine elverişli değildir.
Toprakta fazla miktarda bulunan çözülebilir tuz anyon ve katyonları, yetiştirilen
bitkilerin köklerine ulaşırsa, kök hücrelerinin plazmalarında çatlamalar olur
(Akalan,1968). Bu yüzden tuzlu toprakların ıslahı iki adımda yapılabilir. İlk adımda,
topraklar tuzsuz sularla yıkanır. Tuz ve alkalinin yıkanmasından sonra, tuza dayanıklı
yem bitkileri yetiştirilebilir (Elçi, 1961). Yetiştirilen yem bitkileri, başka bitkilerin
yetişme olanağı olmayan, tarla tarımında kullanılamayan toprakları değerlendirir,
büyük ekonomik faydalar sağlarlar. Elde edilen değerli hayvan yemleri, ülkedeki
hayvan yemi açığının kapatılmasında önemli derecede yardımcı olur. Yem bitkileri
bol miktarda kök artığı bırakarak toprağın fiziksel yapısını düzeltirler. Böylece, tuz
ve alkalinin etkisi azaltılır. Sonuçta, toprak ıslah edilerek diğer kültür bitkilerinin
yetişmesine elverişli duruma getirilir. Yanlış ve bilgisizce sulamalar sonucunda
tarlalarda tuzlulaşma, çoraklaşma görülmektedir. Güneydoğu Anadolu (GAP)
bölgesinde, endüstri bitkileri yetiştirilen arazilerde, fazla sulama yüzünden tuzlulaşma
başlamıştır. Sadece, GAP bölgesinde 60 bin hektar alanın tuzlulaştığı bildirilmektedir.
Etkili, bilgili ve planlı önlemler alınmadıkça, üreticilerimize, köylülerimize çok yönlü
yayım programları ile konunun ülkemizin geleceği bakımından önemi anlatılmadıkça,
rakamın gün geçtikçe büyümesi kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.
Bu toprakların ıslahı için tuza dayanıklı yem bitkilerine büyük ölçüde ihtiyaç
duyulmaktadır. Tuzlu ve alkali tarlalarda yem bitkilerinin ekilmesi, toprağın
ıslahında önemlidir. Böyle topraklara tarımsal jips verildikten sonra yem bitkilerinin
yetiştirilmesi daha elverişli sonuçlar verebilir.
YEŞİL GÜBRE OLARAK KULLANILMASI
Yem bitkileri yeşil gübre olarak tarımda önemli faydalar sağlar. Yeşil
gübre amacı ile yetiştirilen ve çiçeklenme döneminde sürülüp toprağa gömülen
baklagillerden yem bitkileri köklerinde havanın serbest azotunu tespit ederek
toprağı azot bakımından zenginleştirirler. Kendilerinden sonra ayni tarlaya
ekilen bitkiye böylece çok faydalı olurlar. Toprak bitekliğini arttırırlar, mineral
maddeleri hareketli duruma getirirler.Toprakta organik madde miktarını çoğaltırlar.
erozyon ile oluşan toprak kaybını azaltırlar. Toprağın fiziksel yapısını düzenlerler.
Birçok besin maddelerinin yıkanıp gitmek yolu ile azalmasına engel olurlar.
Genellikle, yeşil gübre bitkilerinin toprağın özelliklerinde elverişli çok büyük
değişiklikler oluşturduğu bilinmektedir. Yeşil gübre bitkilerinin sürülerek toprağa
gömülmesi ile topraktaki organik madde miktarının artışını, toprak ıslahı
bakımından daima dikkate almak gerekir. Özellikle, kuvvetli köklü ve toprak üstü
organları, dal ve yaprakları iri, bol olan, yeşil gübre yapmak için yetiştirilen, yem
bitkileri toprağın derin tabakalarındaki besin maddelerinden faydalanırlar ki, bir çok
kültür bitkisi kökleri ile bu derinlikteki besinlere ulaşamaz. Kökleri kuvvetli olan
392
yeşil gübre bitkileri toprağın derinlerinden aldıkları besinlerle gelişir. Toprağa
sürülüp karıştırıldıkları zaman da bu maddeleri diğer kültür bitkileri için elverişli
bir duruma getirmiş olurlar .Yeşil gübre bitkisi amacı ile kullanılan yem bitkileri,
aşınıp taşınmayı önlemek için örtü bitkisi olarak da yetiştirilebilirler. Çok yıllık ve
sülük (stolon) veya köksap (rhizom)’lı bitkiler bu amaçla daha etkili olurlar.
ARI MERASI OLARAK KULLANILMASI
Baklagiller familyasından bir çok yem bitkisinden, balözü ürettiği için
arı merası olarak faydalanılmaktadır. Korunga bitkisinin çiçeklenme döneminde
arıların daha fazla bal üretmeleri için arı kovanları korunga tarlalarının kenarına
yerleştirilmektedir. Korunga çiçeklerinin yapısı (morfolojisi) arıların çiçeğe konması
ve özellikle balözü (nektar)ne ulaşmasına kolaylık sağlar.
Yoncada arılar için iyi bir balözü bitkisidir. Yabancı ülkelerde arıcılar ile yonca
üreticileri, özellikle yonca tohumu üreten yetiştiriciler anlaşarak, yoncanın çiçeklenme
döneminde arı kovanlarını tarla kenarlarına yerleştirirler. Bir yandan arıcılar özel tadı
ve kokusu (aroması) olan bal üretirler, diğer taraftan yonca tohumu üretiminde bol
ve değerli tohum elde edilir.
Sonuç olarak Yem bitkileri tarımının gelişmesi hem alan hem de üretim artışı
ile gerçekleşir. Bu nedenle öncelikle mevcut tarla arazisi içindeki yem bitkileri ekim
alanları arttırılmalıdır. Bunun yanı sıra ülkemizde nadasa bırakılan arazi miktarı,
birçok Avrupa ülkesindeki toplam tarla arazisi miktarından daha yüksektir. Nadas
uygulamasının yapıldığı fakat yağışın 400-450 mm veya daha yüksek olduğu yerlerde,
mutlaka uygun yem bitkileri ekim nöbetine alınarak yem bitkisi yetiştirilmelidir.
Ayrıca mevcut yem bitkileri ekim alanlarında uygun karışımlar kurarak ve bilimsel
yetiştirme teknikleri kullanılarak verimlilik arttırılmalıdır.
KAYNAKLAR
Açıkgöz E., R. Hatipoğlu, S. Altınok, C. Sancak, A. Tan ve D. Uraz. 2005.
Türkiye Ziraat Mühendisliği VI. Teknik Kongresi, 3-7 Ocak 2005, Ankara.
Akalan İ.,1968. Toprak (Oluşu, yapısı ve özellikleri) A.Ü.Z.F. Yay: 241, Ders
Kitabı: 80. A.Ü. Basımevi, Ankara
Elçi Ş., 1961. Buğdaygil Çayır Otları ve Baklagillerden Yem Bitkilerinin
Tuza Dayanması (L. Bernstein’den çeviri). Topraksu Gn. Md. Neşriyatı, Sayı: 116
C. 7.
393
SIĞIRCILIK İŞLETMELERİ İÇİN BARINAK VE EKİPMANLAR
İbrahim Halil ÖRCAN*
Murat TOMAR**
1. YARI AÇIK SİSTEM SÜT SIĞIRLARI BARINAKLARININ
KURULUMU VE MAKİNA EKİPMANLARI
Süt sığırları için yapılacak barınaklar eldeki imkânlara göre ve arazinin
şekline göre planlanarak yapılmalıdır. İlimizde kışların sert geçmesinden dolayı
barınakların kapalı sistem yapılması gerekmektedir. Barınağa dinlenme alanı
maliyeti yükselttiğinden ve hayvanın fazla dolaşıp ta enerji harcamasına sebep
olmasından dolayı kaçınılmalı ve hayvanlar tamamen kapalı bir ortamda bağlı
olarak bulundurulmalıdır. Yemlikler betondan yapılabileceği gibi ahşaptan
da yapılabilmektedir. Yemlikler 40 cm derinlikte tünel şeklinde yapılmalı ve
barınağın duvar kenarlarına getirilerek hayvanların birbirlerine sırtların dönük
olması gerekmektedir. Bu uygulama gübrenin kürek ile temizlenmesine de olanak
sağlamaktadır. Bağlı duraklı olacaklarından hayvanların yem yedikleri kaplara
sularının verilmesi gerekmektedir. Bu sistem ile suluklarında maliyetinden
kazanılmış olunacaktır.
Ülkemizde barınakların yapılması için herhangi bir izin alınması
gerekmemektedir. Bu nedenle evinize yakın hatta aynı parselde işletme kurulması
güvenlik açısından önemli ve gereklidir. Demek isterdik ancak; Yukarıda belirtilen
hususlar Avrupa Ülkeleri arasında en fazla hayvana sahip olmamıza rağmen en
pahalı eti ve sütü tüketme nedenimizdir. Bunun yanında üreticilerinde kâr etmesini
engelleyen sebeplerdir.
Bu yazıyı kaleme almamıza İlimizde gördüğümüz bu eksikler sebep olmuştur.
Yazımızda siz değerli yatırımcılara, üreticilere ve teknik personellere karlı bir süt
hayvancılığı yapmak için barınakların inşasında uyulması gerekli olan kurallara
değinilecektir.
Öncelikle süt sığırcılığına mali varlıkta düşünülerek kaç baş ile başlanılacağına
karar verilmesi gerekmektedir. Kârlı bir hayvancılığa 50 baş ve üzerinde bir kapasite
ile başlanılması gerekmektedir. 3-5 hayvan ile kârlı bir süt sığırcılığı yapılması
imkansızdır. 50 baş olması işletmenin girdi ve çıktı dengesini üreticinin lehine
çevirecektir. Girdi ve çıktı piyasasında söz sahibi olmasına katkı sunacaktır.
Kapasite seçildikten sonra barınağın yapılacağı arazinin seçimine geçilerek
arazin özellikleri incelenmelidir. Öncelikle parselin kadastro da yola cephesi olması
*E- posta: [email protected]
** E-mail: [email protected]
394
ruhsat alınması için gereklidir. Kadastro haritalarında yola cephesi olmayan
parsellere ruhsat verilmemektedir. Dolayısıyla hibe, teşvik ve kredi gibi olanaklardan
yararlanılmaz. Ardından ana yollara ve Pazar imkânları ile elektrik ve su imkânların
bulunup bulunmamasına veya ucuza mal edilmesine bakılmalıdır. Önceden
barınakların güneye meyilli olan arazilere kurulması istenilirdi ancak; güneye
meyilli olan arazilerde gece ve gündüz sıcaklık farklarının çok olmasından dolayı
vazgeçilmiştir. Bunun yerine arazilerin düz bir alanda olması hem sıcaklık farklarının
azalması hem de temel girdilerinin azalmasından dolayı istenilmektedir. Toprak
yapısının geçirgen bir yapıya sahip olması ve zeminin sert olması arzu edilmektedir.
Parselin şeklinin düzgün olması daha iyi bir işletme planlanması için gereklidir.
Büyüklük olarak ise kapasite göz önüne alınarak her sağmal hayvan için 100 m²’lik
bir parsel büyüklüğü gereklidir. 50 baş olarak yapılacak bir barınak için 5.000 m²
yani 5 dekarlık bir arazi yeterlidir. Eğer ileride kapasitenin artırılması düşünülüyorsa
parsel seçimi ulaşılmak istenilen kapasiteye göre yapılmalıdır. Belli bir kapasite
ve uygun arazinin bulunması ile ruhsat işlemlerine geçilmelidir. Ruhsat işlemleri
mücavir alan sınırları içerisinde Belediyelerden dışında ise İl Özel İdaresinden
alınmaktadır. Ruhsat İşlemleri 3194 sayılı İmar Kanununa göre yapılmaktadır. İmar
Kanununun 27.Maddesi hayvancılık işletmelerinden söz etmektedir.
MADDE 27 – Belediye ve mücavir alanlar dışında köylerin köy yerleşik
alanlarında, civarında ve mezralarda yapılacak konut, entegre tesis niteliğinde
olmayan ve imar planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapılar ile köyde
oturanların ihtiyaçlarını karşılayacak bakkal, manav, berber, köy fırını, köy kahvesi,
köy lokantası, tanıtım ve teşhir büfeleri ve köy halkı tarafından kurulan ve işletilen
kooperatiflerin işletme binası gibi yapılar için yapı ruhsatı aranmaz. Ancak etüt ve
projelerinin valilikçe incelenmesi, muhtarlıktan yazılı izin alınması ve bu yapıların
yöresel doku ve mimari özelliklere, fen, sanat ve sağlık kurallarına uygun olması
zorunludur. Etüt ve projelerin sorumluluğu müellifi olan mimar ve mühendislere
aittir. Bu yapılar valilikçe ulusal adres bilgi sistemine ve kadastro planlarına işlenir.
Köy yerleşik alan sınırları dışında kalan ve entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar
planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların yapı ruhsatı alınarak inşa
edilmesi zorunludur. Tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların denetimine yönelik fenni
mesuliyet 28 inci madde hükümlerine göre mimar ve mühendislerce üstlenilir.
Onaylı üst kademe planlarda aksine hüküm bulunmadığı hallerde köy yerleşik
alan sınırları içinde, jeolojik açıdan üzerinde yapı yapılmasında sakınca bulunan
alanlar ile köyün ana yolları ve genişlikleri, hâlihazır harita veya kadastro paftaları
üzerinde il özel idarelerince belirlenir. Belirlenen yollar, ifraz ve tevhit suretiyle
uygulama imar planı kararı aranmaksızın kamu yararı kararı alınarak oluşturulur.
Köy yerleşik alan sınırı içerisinde, 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak
Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri uygulanmaz. Köy yerleşik alan
sınırlarının parselleri bölmesi durumunda yerleşik alan sınırı 5403 sayılı Kanun
395
hükümlerine tabi olmaksızın ifraz hattı olarak kabul edilir.
İl çevre düzeni planında açıkça belirtilmediği takdirde, ihtiyaç duyulması
halinde, köyün gelişme potansiyeli ve gelişme düzeyi de dikkate alınarak köy yerleşik
alan sınırları ve özel kanunlara ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla bu alanlarda
yapılaşma kararı ve ifraz şartları belediye sınırı il sınırı olan yerlerde büyükşehir
belediye meclisi, diğer yerlerde il genel meclisi kararı ile belirlenir. Tespitler kadastro
paftasına işlenerek tapu sicilinde belirtilir. İhtiyaç duyulması halinde mevcut köy
yerleşik alan sınırları il genel meclislerince yeniden belirlenebilir.
İmar planı olmayan köy yerleşik alanı sınırları içerisinde köyün ihtiyacına
yönelik olarak ilk ve orta öğretim tesisi, ibadet yeri, sağlık tesisi, güvenlik tesisi
gibi yapılar için imar planı şartı aranmaz. Ancak yer seçimi, valilikçe oluşturulan
bir komisyonca hâlihazır harita veya kadastro paftaları üzerinde kesin sınırları ile
belirlenir. Bu yapı ve tesislere uygulama projelerine göre ilgili yatırımcı kamu
kurum ve kuruluşu adına yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verilir. Bu maddenin
uygulanmasına ilişkin hususlar Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
Yukarıdaki madde özetle Köy yerleşik alanı ve civarında yapılacak hayvancılık
tesisleri için ruhsat istenilmemesi gerektiğinden söz etmektedir.
İl Özel idarelerin izin almak için parsele ait 1/5000 lik kroki, tapu fotokopisi,
diğer hissedarların (varsa) muvafakat nameleri ve 1/25000’lik harita ile müracaat
edilmesi gerekmektedir. Bu madde kapsamında yapılan yapılarda çatı yüksekliği 6,5
metreyi geçmemeli ve toplam arazinin % 40’ı kadar inşaat alanı ayrılmalıdır.
Ruhsat alınabilmesi için diğer kurumlardan olumlu görüş yazıları gelmesi
gerekmektedir. Olumlu görüş yazıları geldikten ve belirtilen parselde inşaat
yapılmasına engel bir sebep olmadığı anlaşıldıktan sonra mimari projelerin çizimine
geçilmelidir.
Mimari Projeleri Mimar veya İnşaat Mühendisi yapmaktadır. Ancak bu
teknik personellerin yapının sağlıklı olması il ilgili görevleri vardır. Hayvan refahı
için projelerin çiziminde bir Tarımsal yapılar veya Zootekni bölümü mezunu Ziraat
Mühendisine ihtiyaç vardır.
Yapılacak olan işletmede barınak, gübre çukuru, silaj çukuru, yem depoları,
idare binası ve sağım ünitesi ile soğutma tankının bulunacağı bir yapı olmalıdır.
1.1. BARINAK
Barınak kapalı, açık ve yarı açık tipte yapılabilmektedir. İlimiz için uygun
olan yarı açık tip barınak olmasından dolayı yazımızda sadece bu barınağın
özelliklerine değinilecektir.
Yarı açık tip barınaklarda genellikle kuzeydeki duvar kapalı diğer
duvarlar açık olarak yapılmaktadır. Yada barınağı çevreleyen duvarın 1,5-2 metre
yüksekliğinde örülerek diğer yüksekliğin çatıya kadar pencere alanı olarak bırakıl396
masından oluşmaktadır. Yarı açık tip barınaklarda çatı yüksekliği 3,75 ile 4,00 metre
arasında olması gerekmektedir.
Yarı açık sistem barınaklarda aşağıdaki bölmeler bulunmalıdır;
A - Dinlenme alanı: Her hayvan için 6- 9 m²
B - Gezinme alanı: Her hayvan için 10 m²
C - Yemlik: Her hayvan için 75 cm
D - Yem yolu: 3,5 metre eninde barınak boyunca
E - Gübre yolları: 3,6 ve 3,0 metre eninde barınak boyunca
Dinlenme alanları içerisinde hayvanların durakları ve gübre yolları
bulunmaktadır. Bir barınakta durak bulunması hayati öneme sahiptir. Duraklar
galvanizli demirden yapılmaktadır. Boyutları sağmal bir inek için 120* 240 cm’dir.
Her hayvan için bir adet durak hesabı yapılmalıdır. Duraklar ortasında yem yolu
olan ve ikiye bölünmüş bir barınakta her bölmede bir sıra yapılabileceği gibi iki
sırada yapılabilmektedir. İki sıralı yapılan barınaklarda duraklar arasında gübre yolu
olması tercih edilmelidir. Baş başa yapılan iki sıralı duraklarda yatakların gübreden
kirlenmesi çok görülmektedir.
Duraklar gübre yolunda 20 cm yükseklikte ve baş kısmına göre %2 meyille
yapılmalıdır. Durakların zeminine kauçuk yatak yerleştirilmelidir. Kauçuk yatak
memenin kirlenmesini engelleyip, ineklerimizin mastitis olmasını önler ve soğuk
zamanlarda ineklerimizi korur.
Süt Sığırları Barınaklarında Durak ve Yataklar
397
Dinlenme alanını bölmelerden oluşturmak gerekmektedir. Bu bölmeler
çiftçiliğin yönetimi için gereklidir. Süt verim ortalaması 30 litre/gün’den az olan
hayvanlar için ve fazla olan hayvanlar için ayrı bölmeler yapılmalıdır. Böylece
yemleme daha kolay pratik olarak yapılacak ve süt verimlerine göre yemleme
yapılmış olacaktır. Bu bölmelere her 20 baş için 1 dönerli kaşınma fırçası ve soğuk
bölgeler için 1 donmaz suluk yerleştirilmelidir. Don problemi olmayan yerler için ise
bireysel suluklar kullanılmalıdır.
Bireysel Suluk
Donmaz Suluk
Kaşınma Fırçası
Gezinme alanları hayvanların temiz hava ve güneşten yararlanmaları ve
rahatça gezinebilmeleri için ayrılan bölümdür. Bu alan soğuk rüzgarlardan korunmuş
olmalıdır. Tabana beton dökülmesi faydalıdır. Ancak yüksek maliyetinden dolayı
yapılması gerekmemektedir. Gezinti alanlarına tümseklerin yapılması dışa doğru
%1-2 meyil yapılması idrar birikimini ve çamur oluşumunu engelleyecektir. Gezinti
alanların etrafı en az 1,20 metre yüksekliğinde korkuluklarla kapatılmalıdır.
398
Serbest duraklı ahırlarda barınak boyunu belirlemede etken yemliktir. Yemlik
her hayvan için 65-75 cm olmalıdır. Yemlikler ineklerin yem alımını kolaylaştıracak
şekilde yapılır. Yemliklerin enleri 70 cm olmalıdır. Yemlik hayvanın ayak bastığı
noktadan 5-10 cm daha yüksekte olması gerekmektedir. Yemlik tabanı silaj gibi
asitlere karşı fayans veya koruyucu bir madde ile kaplanmalıdır.
Günümüzde barınaklarda kilit sistemi kullanılmaktadır. Bu sistem ile
hayvanların birbirlerine üstünlük sağlamaları engellenerek, bakım işlerini
kolaylaştırmaktadır. Kilit yemliğin en büyük avantajı da sağımdan dönen hayvanları
1 saat ayakta bekletmesidir.
399
Yem Kilit Sistemi
Gübre yolu işçilikten tasarruf etmek için gübre sıyırıcı sistem ile birlikte
olmalıdır. Gübre yolunun ortasından zincir veya halatın geçebileceği 5 cm’lik
bir açıklık bırakılarak, U demiri ile sabitlenmelidir. Sıyırıcı tabanı hayvanların
kaymaması için baklava dilimi şeklinde şekillendirilmelidir.
Gübre yolu yemlik kısmında hayvanların kolay hareket edebilmeleri için 3,60
metre iki durak arasında ise 3,00 metre olarak genişlik ayarlanmalıdır. Gübre sıyırıcı
2 adet oluşmakta ve takım olarak satışa sunulmaktadır.
Barınaklara sıcak bölgelerde fazla soğuk bölgelerde ise perde
kullanılabilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta serinletme ekipmanlarının
yemliklerin üst kısmına kurulması, perdelerin ise aşağıdan yukarıya doğru hareket
ettirilmesidir.
400
Barınağın çatı kısmında en az 60 cm’lk bir mahya açıklığı bırakılması
havalandırma için gereklidir. Son günlerde çatı malzemesi olarak sandviç panel
kullanılmakta ve iyi sonuçlar alındığı bildirilmektedir.
1.2. GÜBRE ÇUKURU
Gübre çukuru barınak içerisinde hayvanlar tarafından oluşturulan dışkının
biriktirilmesi için kullanılmaktadır. Gübre sıyırıcılar vasıtasıyla kanallara getirilen
gübre ve idrar gübre çukurunda biriktirilerek muhafaza edilmektedir. Gübre
çukurunun üst kısmı barınağın tabanı ile aynı mesafede yapılmaktadır. Toprak altına
yapılan gübre çukurunun 3 metre eninde yüksekliğinde yapılması gerekmektedir.
Gübre çukuru tamamen beton erme olarak yapılmaktadır. 3 metre eninde
yapılan gübre çukurunun orta kısmına beton bölme konması gübre karıştırıcının
işini yapmasını kolaylaştıracak ve çukurda gübrenin tabana yapışarak kalıplaşmasını
engelleyecektir. Ayrıca çukurun uç kısımlarının aşağıdaki şekilde ki oval yapılması
da gübre pompasının randımanını artıracaktır.
Gübre çukurunun üst kısmında gübrenin gireceği pencere açıklıkları ile
seperatör, gübre pompası ve gübre karıştırıcı için pencere bölmeleri bırakılması
gerekmektedir.
Gübre çukurunun boyu kapasite ile belirlenmektedir. AB standartlarına göre
her baş hayvan için 0,025 m³ gübreyi 6 aylık depolayacak ve sındırmaz özellikte
olması gerektiği bildirilmiştir. Dolayısıyla her hayvana 4,5 m³’lük bir depo hacmi
hesaplanmalıdır.
Gübre çukurunun boyunun barınağın boyunu geçtiği durumlarda 2 adet veya
daha fazla yapılabilir. Bu tür durumlarda çukurların birbirinde bağımsız olması
sağlanmalıdır.
401
1.3. SİLAJ ÇUKURU
Silaj çukuru Süt sığırcılığının vazgeçilmezi olan silajın muhafazası için gerekli
bir yapıdır. Silaj toprak üstüne yığın şekilde depo edilebileceği gibi daha da iyisi
beton erme yapılar içinde 2-3 yıl boyunca tazeliğini kaybetmeden de saklanılabilir.
Toprak üstüne yapılan yığınlarda ise bu süre 1 yılı geçmemektedir.
Silaj çukurları beton erme yapılarda genişliği traktörün çalışabileceği 3,54 metre genişliğinde ve yüksekliği de 2 metre olarak yapılmalıdır. Genişliğin
hesaplanmasında barınak kapasitesi göz önüne alınmalıdır. Mısır ve diğer silajlar
açıldığı anda 25 cm’lik bir kısmın tüketilmesi gerekmektedir.
Uzunluğu hayvan sayısına göre ayrıca hesaplanmalıdır. Çok uzun olan
yapılarda araya bölme duvar koymak suretiyle birkaç bölüm yapılabilir. Silaj
çukurlarının inşasında en önemli nokta bölmeler arasında ve kenarda olan duvarların
kalınlıklarıdır. Duvarlar alt kısımda üste doğru incelerek yapılmalıdır. Alt kısımda
40 cm olarak yapılan duvarın tepe noktası 20 cm olmalıdır. Bu şekilde inşa edilen
silaj çukurunda silajın baskısı esnasında hava kalmamakta ve silaj daha uzun süre
muhafaza edilmektedir. Silaj çukuru arkadan öne doğru %1-2 eğimli yapılarak ön
taraftaki platforma drenaj kanalı yapılmalıdır.
402
Silaj çukurunun boyunu barınağın kapasitesi belirlediği önceden belirtilmişti.
Süt sığırlarının kaba bir tabirlerle günde 20 kg silaj tükettiği ve tüketimin yılın 300
günü boyunca olacağı varsayımıyla; Bir süt sığırı yıllık ortalama 6 ton silajlık mısır
tüketir. İyi sıkıştırılmış bir silajın 1 m³’ü ortalama 750 Kg gelmektedir. Dolayısıyla
her baş için 8 m³’lük bir silaj alanı bırakılmalıdır.
1.4. YEM DEPOLARI
Süt Sığırcılığı işletmelerinde kesif yem(torba yem, dane yem, yoğun yem,
konsantre yem, karma yem gibi isimlerde kullanılabilir) ve kaba yem(samanlık
v.s.) gibi yem depoları bulunmaktadır. Silaj çukuru da aynı zamanda yem deposu
olarak adlandırmaktadır, ancak yapı itibariyle kesif ve kaba yem depolarından
farklı özellikte olmasında dolayı sınıflandırılması farklı yapılmıştır. Kaba ve kesif
yem depoları bitişik aynı çatı altında yapılabileceği gibi farklı yapılar olarak ta
düşünülebilir. Buradaki en önemli konu yem depoları ile barınağın yem dağıtma
yolunun koordineli olarak yapılması birbirilerine yakın olmasıdır.
403
Yem depoları açık, kapalı ve yarı açık olarak yapılabilmektedir. İşçiliğin ve
maliyetin az olmasından dolayı yarı açık tercih edilmesi daha avantajlıdır. Yükseklik
5,00 metreye kadar yapılabilmektedir. Balyaların ve torba yemlerin istiflenmesinde
gruplar arasında boşluk bırakılması; haşere ve küf kontrollerinde avantaj sağlayacağı
unutulmamalıdır. Kesif yemlerini kendi işletmesinde yapacak olan işletmeler
aşağıdaki resimde görülebildiği gibi yem depolarının bitişiğine silo yapmaları
gerekmektedir.
Kesif yemlerini kendi işletmelerinde karşılayacak olan işletmeler kırıcı
karıştırıcı veya yem hazırlama makinesi ile rasyonları oluşturabilmektedirler.
Yem depolarının büyüklükleri yine barınak kapasitesi ile doğru orantılıdır. Her
sağmal baş hayvan için 3 m² kaba yem deposu 1 m²’de kesif yem deposu yapılmalıdır.
Kaba yem deposunun yüksekliği 5,00 metre kesif yem deposunun yüksekliği ise en
az 3,00 metre olmalıdır. Kesif yem deposunun yüksekliğini arttırmaya gerek yoktur.
Zira yem torbaları yönetmeliklere göre en fazla 10 torba üst üste bırakılabilmektedir.
404
1.5. SAĞIMHANE
Sağımhane süt üretim çiftliğinin en can alıcı noktasıdır. Hem planlanmasına
hem de yapılmasına özen gösterilmelidir. Sağımhane yapımında yapılan hataların
sonucu ağır olmakta ve geri dönüşü ya çok maliyetli yada imkansızdır. Şöyle
ki; sağımhane planlanırken süt sığırların barınaktan çıkıp sağımhane geleceği
yönlendirme yollarının yanlış yapılması iş gücünü en az 3’e katlamaktadır. Ya da
duraklar arasına verilecek mesafelerin doğru yapılmaması durumunda hayvanlar
duraklara sığamayacaktır. Mesafelerin fazla bırakılması ise ek maliyetlere yol
açacaktır. Bu nedenle sağımhanelere geliş ve gidişler iyi planlanarak barınaktan
gelecek ve barınağa gidecek olan yönlendirme yollarının iyi hesaplanması gereklidir.
Sağımhaneler 3 kısımdan oluşmaktadır. Bunlardan birincisi sağım odasıdır.
Sağım odasında sabit süt sağım sistemi bulunmakta ve hayvanlar ortadaki çukurun
iki yanına alınarak sağım gerçekleşmektedir. Sağılan sütler 2. kısma yani süt soğutma
tankının bulunduğu odaya gitmektedir. 3. kısım ise makine odasıdır. Bu odada
sağım ünitesi soğutma tankına ait olan makineler bulunmaktadır. Sürü tanımlama
sisteminin kullanılması halinde bilgisayarda bulunmaktadır.
Süt sağım odasının planlanması: Sağım odaları kullanılacak olan sağım
sistemine göre planlanmalıdır. Balıkkılçığı, Paralel sistem olmak üzere çeşidi
bulunmaktadır. Paralel sistem balıkkılçığı sisteme göre hızlı çıkış üstünlüğü
bulunmakta ancak maliyeti çok yüksek olmasından dolayı yazımızda balıkkılçığı
sisteme yer verilmiştir.
Balıkkılçığı sisteminde sağımcının duracağı 2 metre eninde bir sağım
çukuru ve bu çukurunun sağında ve solunda 1,60 metre eninde sağım platformları
bulunmaktadır.
Sağımhanenin boyunun hesaplanmasında yine kapasite göz önüne alınacaktır.
Giriş ve çıkışlar için 3 metre her hayvan için ise 1,10 metre boyunda hesap yapılmalıdır.
Sağımhanenin zemini ve 1,5-2,0 metre boyunda duvarları fayans olmalıdır.
Sağımcı çukurunda ve sağım platformlarında su tahliye yerleri bırakılmalıdır.
Hayvanların çıkış kapılarında 1*1
metre ebatlarında ve 15-20 cm
derinliğinde dezenfeksiyon havuzu
kurulması gereklidir.
Balıkkılçığı
sistemler
barınak kapasitesine göre 2*4,
2*5, 2*6,-2*12 gibi sistemlerde
yapılmaktadır. Barınak kapasitesine
göre kullanılacak sağım ünitesinin
tipleri aşağıda verilmiştir.
405
Barınak Kapasitesi
Kullanılacak Ünite
50-96 Baş
2*4
97-120 Baş
2*5
121-144 Baş
2*6
145-192 Baş
2*8
193-240 Baş
2*10
241-300 Baş
2*12
İşletmenin sütünün temiz, sağlıklı ve hijyenik olması arzu ediliyor ise
işletmeye süt soğutma tankı alınmalıdır. Süt soğutma tankı da kapasite ile doğru
orantılı ve aşağıda şekildedir;
Barınak Kapasitesi
Kullanılacak Tankı
50-60 Baş
1500 litre
61-80 Baş
2000 litre
81-120 Baş
3000 litre
121-160 Baş
4000 litre
161-200 Baş
5000 litre
201-240 Baş
6000 litre
241-320 Baş
8000 litre
Süt soğutma tankları yatay ve dikey tipte olmaktadırlar. 1,5 ve 2,0 tonluk
tanklarda dikey tip diğerlerinde yatay tiptir.
406
1. 6. DİĞER YAPILAR
Planlı yapılacak işletmelerde yukarıda bahsedilen ana yapılar dışında aşağıda
bulunan yardımcı yapılarında bulunması gerekmektedir.
1. 6. 1. Karantina, Doğum ve Revir Bölümü
Hasta, yaralı ve gebe durumda olan hayvanları için ayrı bir bölme
yapılmalıdır. Bölmeler her hayvana 1 adet olarak planlanmalı ve içerisine suluk ile
yemlik bırakılmalıdır. Bölmelerin sayısı toplam kapasitenin % 10’u kadar olmalı ve
3,65*3,65 ebatlarında yapılmalıdır. Doğum bölmelerinin zemininin yumuşak dokulu
bir malzeme ile kaplı olması gerekmektedir.
1. 6. 2. Yükleme Rampası
İşletmeye getirilen veya işletmeden gönderilen hayvanların nakillerinin kolay
yapılabilmesi için yükleme rampası kullanılması önerilir. Yükleme rampasının
portatif ve hareket edebilen bir özellikte olması işleri kolaylaştıracaktır.
1. 6. 3. Dezenfeksiyon çukuru
İşletme girişine 20-25 cm derinlikte bir dezenfeksiyon çukuru yapılması
işletmeye hastalık bulaşması engellemeye katkıda bulunacaktır.
407
1.6.4. Buzağı ve Dana Barınakları
Sığır yetiştiriciliğinin ekonomik başarısı, büyük oranda buzağı kayıplarının
azlığına bağlıdır. Buzağı yaşamının ilk 4 ayı en kritik dönemdir. Dünyadaki
ortalama buzağı ölüm oranı, solunum yolu enfeksiyonu ve ishale bağlı olarak %1011 arasında değişmektedir. Kayıp oranının azaltılması için, buzağılara uygun çevre
koşullarının sağlanması gerekir. Bu amaçla buzağı barınaklarının planlanmasına
önem verilmelidir. Buzağılara uygulanan bir takım barındırma tipleri bulunmaktadır.
Bunları, geleneksel ve yeni sistemler olarak iki ana gruba ayırabiliriz. Geleneksel
barınma, sıcak ahırlar şeklinde düzenlenmekte, ahır içerisinde yeterli havalandırma
bulunmadığından koku, mikrop sorunu ve ısı birikimi görülmektedir. Genellikle bağlı
duraklı küçük işletmelerin ahır sisteminde buzağılar, sağılır ineklerle birlikte aynı
ortamda barındırılmaktadır. Bu durum hastalıklarla mücadelede sorun yaratmaktadır.
Bu sistemin özellikle büyük sürülerde farklı biçimde düzenlenmesi gerekir. Buzağılar
dış hava koşullarına kolaylıkla uyum sağlayabilir. O nedenle açık havada barınmaları
mümkündür. Buzağılar ilk günlerde bireysel barındırılmalıdır. Bireysel bölmelerde
buzağıların birbirlerini emmesi engellenmekte, ağız sütünü almaları ve kontrolleri
kolay olmaktadır. Yaklaşık 2 hafta bu bölmelerde kalan buzağılar daha sonra grup
bölmelerine alınmalıdır. Çünkü buzağıların birlikte yaşamaya alışmaları ve kesif
yeme hızlı alışmaları arzu edilir. Günümüz modern süt sığırı yetiştiriciliğinde, doğal
ortamın hakim olduğu yalıtımsız barındırma sistemleri buzağı-dana ahırı olarak
önerilmektedir.
1.6.5. Düve ve Kurudaki İnek Barınakları
Belli büyüklükteki işletmelerde sürü yenileme yada satış amaçlı düvelerin,
kuruya çıkan ineklerin barındırılması amacıyla ayrı ahırların planlanması gerekebilir.
408
Sür sığırı işletmelerin de,toplam sağılır sürünün %15’i ya da 1/6’sı yıl içerisinde
düzenli bir işletmecilik yapılabilmesi için kuruya ayrılmalıdır. Düve ve kurudaki
ineklerin barınmasında işçilik ve yem ekonomisi sağlamak amacıyla, hayvanların
isteklerini karşılayan, yapı ekonomisine uygun barınak tipleri planlanmalıdır. Düve
ve kurudaki inekler için serbest açık, serbest duraklı ve eğik tabanlı ahır sistemleri
ahır tipi olarak planlanabilmektedir. Küçük işletmelerde ise sağılır inek ahırların bir
bölümü bu hayvanlar için düşünülebilir.
1.6.6. Yollar
İşletmede bulunan binalar arasıdaki yolarında önemi bulunmaktadır. Yem
Depolarına giden yolların kamyon geçişine uygun olması ve yükleme boşaltma
yapabilmesi için 10 m mesafede olması gerekmektedir.
1.7. DİĞER ALET VE EKİPMANLAR
1.7.1. Yem Karma ve Dağıtma Römorku
İşletmede bulunan hayvanların yem ihtiyaçları karşılamak için yem karma ve
dağıtma römorku kullanılabilir. Yem karma ve dağıtma römorkuna rasyonda bulunan
kesif ve kaba yemler bırakılarak yem yolundan yemliklere yemler dağıtılmaktadır.
1.7.2. Buzağı kulübeleri
Buzağılar için toplu barınma sistemleri yapılmadığı zamanlarda buzağı
ölümlerini minimuma indirmek için işletmede bulunan boğa altı inek sayısının %7’si
kadar buzağı kulübesi alınması gerekmektedir. Buzağılar buzağı kulübelerinde 2 ay
kalmaktadırlar.
409
Bunların dışında süt sığırı işletmelerinde kullanılabilecek bir çok alet ve
ekipman bulunmaktadır. Bunlar arasında katı ve sıvı gübreyi birbirinden ayıran
seperatör, idrar dağıtma tankı, katı gübre dağıtma römorku, silaj ve balya makineleri,
hayvan serinletme ekipmanları, sürü tanımlama sistemi, rasyon programları,
jeneratörler, ilaçlama pülverizatörleri, Süt test kapları, burunsallıklar, hayvan travayı,
doğum arabası v.s.gibi. Süt sığırcılığı yapmaya karar veren girişimciler öncelikle fizibilite çalışması
yaparak kapasitelerine karar vermeleri gerekmektedir. Aşağıda 50,100,150 ve 300
başlık işletmeler için örnek barınak planları bulunmaktadır.
410
411
412
413
414
415
SÜT VE BESİ ÇİFTLİĞİ MAKİNE EKİPMANLARI
Murat TOMAR*
GİRİŞ
Tarımsal Mekanizasyon, tarım alanlarını geliştirmek, her türlü tarımsal üretim
yapmak ve tarımsal ürünlerin değerlendirilmesi işlemlerini yerine getirmek amacı
ile kullanılan her türlü enerji kaynağı, mekanik araç ve gerecin tasarımı, yapımı
geliştirilmesi, dağıtımı, pazarlaması, yayımı, eğitimi, işletilmesi ve kullanılması ile
ilgili konuları içermektedir.
Tarımsal mekanizasyon bir üretim teknolojisidir.
Tarımsal Mekanizasyonun Faydaları;
1. Üretimde yeni teknoloji uygulamalarına imkan sağlamak.
2. Üretimi doğa koşullarına bağımlı olmaktan mümkün olduğunca kurtarmak
ve daha nitelikli ürün elde etmek.
3. Üretim işlemlerini en uygun süre içerisinde tamamlayarak, gecikmeden
doğan ürün kaybını önlemek.
4. Kırsal kesimde çalışma koşullarını daha rahat, çekici ve güvenli bir duruma
getirmek ve tarım işçilerinin iş verimini yükseltmek.
5. Bir yandan tarımsal ürün artışı, diğer yandan tarım araçları sanayiindeki
gelişmeler ile yeni iş alanlarının açılmasına imkan sağlamak.
6. İnsan ve hayvan gücü ile başarılamayan tarımsal işlemleri makine gücü ile
başarmak ve yeni alanların tarıma açılmasını sağlamak.
Tarımda mekanizasyon ve ileri teknoloji kullanımı ile üretimdeki verimlilik,
yani üretim girdileri başına çıktıların daha fazla olmasını sağlanmakta ayrıca ürün
kalitesinde artış olmaktadır. Bu sonuç, özellikle tarıma dayalı sanayi başta olmak
üzere diğer sektör yatırımları için kaynak oluşturmasının yanı sıra tarım alanında
istihdam olan nüfusu tarımdan diğer sektörlere geçişe zorlamaktadır.
Tarımsal nüfus ve işgücü azaldıkça üretimde insan işgücünün yerini
mekanizasyon almakta, ayrıca üretim ve verimlilik değerleri artmakta, işletme
ölçekleri büyümekte ve bütün bunlar bir yandan mekanizasyonu zorunlu hale
getirirken, diğer yandan mekanizasyon yatırımları için gerekli kaynakları
oluşturmaktadır.
*E-mail: [email protected]
416
Tarımsal mekanizasyon, tüm üretim teknolojilerinin uygulanabilmesi ve söz
konusu uygulamaların niteliğinin artırılabilmesi için zorunlu ve gereklidir. Ayrıca
yeni teknolojilerle birim alanda sağlanan yüksek nitelik ve nicelikli üretim, tarımsal
mekanizasyon yardımıyla zamanında tamamlanabilir. O halde, her yeni teknolojinin
ileri tarımsal mekanizasyon uygulamalarına gereksinim gösterdiği söylenebilir.
Tarım Makineleri Sektörü, makine sektörü ile çiftçiyi buluşturan, çiftçi
emeğini azaltan ve verimi artıran bir sektördür.
417
418
419
ORGANİK HAYVANCILIKTA
ZEOLİTLERİN KULLANIMI
ŞENTÜRK DEMİREL1
Ramazan DEMİREL1
İlhan DORAN 2
ÖZET
Ülkelerin gelişmesine paralel olarak alım gücü yüksek bir tüketici kitlesi
meydana gelmektedir. Daha önceleri artan nüfusun beslenebilmesi için entansif
üretim teşvik edilirken, günümüzde özellikle bebeklerin beslenmesinde tamamen
doğal şartlarda üretilen, herhangi bir katkı maddesi içermeyen ürünler tercih
edilmektedir. Gerek bebek maması üreticilerinin ve gerekse yüksek gelire sahip
kitlelerin doğal gıdalara yönelik talebi organik tarımı ve dolayısıyla organik
hayvansal ürünlere olan talebi artırmıştır. Organik hayvansal üretimde; hayvan
ırkları, yetiştirme koşulları, barınaklar ve kullanılan yemlere dikkat edilmesi
gerekmektedir. Organik tarım yönetmeliğinin izin verdiği istisnalar hariç antibiyotik,
hormon vb. katkı maddesi hayvan yemlerinde kullanılmaz. Kalıntı bırakan bu tarz
yem katkı maddeleri yerine yeni nesil yem katkı maddeleri (antibiyotik yerine kekik,
toksin bağlayıcı yerine zeolit vb.) organik hayvansal üretimde kullanılmakta, birim
alandaki hayvan yoğunluğu seyreltilip, zorunlu aşılar yapılmaktadır. Son yıllarda
toksin bağlayıcı, kötü koku giderici, performans artırıcı, yumurta kabuk kalitesini
iyileştirici etkilerinden dolayı henüz herhangi bir olumsuz etkisi tespit edilmeyen
doğal zeolit çeşitleri organik hayvansal üretimde de güvenle kullanılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Organik hayvancılık, doğal zeolit, hayvansal üretim, yem
D.U Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Diyarbakır.
D.Ü. Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü, Diyarbakır.
E- posta: [email protected] , [email protected] , [email protected]
1
2
420
USING OF NATURAL ZEOLITES
IN ANIMAL PRODUCTION
ABSTRACT:
While countries developing, income levels of peoples are also increasing.
Intensive animal production have been preferred in order to meet food requirements
of increasing population in the past decades. Nowadays, organic farming is taking
place of intensive convansionel farming. Organically produced raw materials are
getting preferred especially in baby foods. Organic foods are getting popular because
of increasing demand of natural foods in higher incomed peoples and baby foods. At
the same time organic animal products are being preferred as a new trend. Animal
bred, rearing conditions, shelters and animal feeds can be considered in organic
animal production. Density of animals should be decreased in unit area, some essential
vaccines are performed. According to Organic Farming Regulation; hormone,
antibacterial etc. supplements are not used in animal feeds. In organic farming, new
generation feed additives like medicinal and aromatic plants (as antimicrobial),
zeolite (as toxin binder) etc., are used instead of residual conventional feed additives.
Nowadays, zeolites have been using in organic animal production because of it’s
toxin binder, better animal performance, good smell of shelter, increasing egg-shell
quality effects. In addition there were no negative effect on animal health.
Key words: Organic farming, natural zeolite, animal production, feed.
1.GİRİŞ
Dünya nüfusunun artışına bağlı olarak tarım ürünlerine artan talep, bitkisel
üretim gibi hayvansal üretimde de entansif üretime dönüşe neden olmuştur. Entansif
üretimde birim alandan yüksek miktarda ürün alınması öncelikli olduğundan
hayvansal üretimde çeşitli katkı maddeleri bilinçsizce kullanılmaya başlanmış ve
sağlık kriterleri ikinci plana atılmıştır. Nitekim yoğun ve bilinçsiz ilaç kullanımı
hayvansal ürünlerde ilaç kalıntısına neden olmuş ve bu ürünleri tüketen insanlarda
sağlık sorunları ortaya çıkmıştır.
Hijyenik hale getirilememiş kesimhane yan ürünleri ve kadavra unları ilaç
kalıntıları içerdiğinden bunların yem olarak kullanımı; hayvan ve insanlarda nitrat
zehirlenmeleri, kanser vakaları, ölümcül dejeneratif bir sinir hastalığı olan Creutzfeldt
Jacop (CJ) ve deli dana hastalığına (BSE) neden olmaktadır.
Bu nedenle günümüz hayvancılığında doğal ürünlerin kullanıldığı organik
hayvancılığa talep artmıştır. Organik hayvancılık; kaliteli, sağlıklı ve risksiz ürün
421
talebine yönelik, çevre dostu üretim tekniklerini içeren, kontrollü ve sertifikalı olarak
gerçekleştirilen bir üretim faaliyetidir (1, 2, 3).
Organik hayvancılığın temel ilkeleri; uygun damızlık ve ırk seçimi, uygun
barınak koşulları, sağlıklı hayvan yetiştiriciliği ve organik yemle beslemedir (4).
Günümüzde karma yemlerde kullanılan katkı maddelerinin pahalı olmalarının
yanı sıra, bilinçsiz kullanımları sonucu hayvanlarda ve hayvansal ürünleri tüketen
insanlarda sağlık sorunları ortaya çıkmıştır. Son yıllarda hayvan sağlığını bozmayan,
verimi artıran yem katkı maddelerinin hayvan beslemede kullanımları üzerine
çalışmalar artmış olup, bu anlamda kullanılan doğal mineral kaynaklardan birisi de
zeolittir.
Zeolitler bir mineral grup ismidir. Volkanik küllerin su ortamında değişime
uğraması sonucunda oluşurlar. Son 200 yılda 50 çeşit doğal zeolit ve 200’den fazla
sentetik zeolit tanımlanmış ve 9 zeolit mineralinin doğada büyük miktarlarda ve
oldukça saf rezervler olarak bulunduğu anlaşılmıştır. Bunlar; analsim, klinoptilolit,
şabazit, eriyonit, ferriyonit, hölandit, lomantit, mordenit ve filipsittir. Dünyada rezerv
olarak en çok bulunan ve teknolojik özellikleri en iyi olanlardan biri Klinoptilolit
olup, suyu, gazları ve metal iyonlarını bünyesinde değişebilir durumda tutabilen,
zararlı elementler içermeyen, 750 0C kadar sıcaklığa, asit ve bazlara (pH:1,5-11)
dayanabilen doğal bir mineraldir (5).
Doğal zeolit klinoptilolit mineralinin organik hayvancılıkta yem katkı maddesi
olarak kullanımına Türkiye’de Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Organik Tarımın Esasları
ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 10 Haziran 2005 tarihli 25841 sayılı kanunun
Ek7/D.6 maddesine göre; Avrupa Birliğinde ise Avrupa Yem Komisyonu tarafından 16
Haziran 1999 yılı 70/524/EEC direktifi ile izin verilmiştir (6).
2. ZEOLİT MİNERALİNİN ÖZELLİKLERİ
Zeolitlerin yapıları bal peteği veya kafese benzeyen, değişebilir katyonlar ve
su ihtiva eden, 2–12 Ao boyutlarında milyonlarca kanal ve boşluklardan ibarettir.
Bünyesindeki boşluklara kolayca girebilen ve yer değiştirebilen sıvı ve gaz
molekülleri ile toprak alkali iyonlarından ileri gelen “moleküler elek’’ yapısındadır.
İyon değişimi özelliği nedeniyle hayvanlarda bir katyonu absorbe ederken diğerini
desorbe etmek suretiyle bir tampon görevi yapar. Bazı kil minerallerinden farklı
olarak suda çözünmeyen, bulundukları ortamda uzun süre bozunmadan kalabilen,
katyon değişim kapasitesi yüksek minerallerdir. Örneğin 100 g toprakta; kil KDK 30
meq, turban 150 ve zeolit 195 meq dır.
Doğal zeolit mineralleri içinde klinoptilolit türü lifsi olmayan mineral
yapısı, zararlı elementler içermemesi ve kalitesinin yüksekliği nedeniyle organik
hayvancılıkta yaygın olarak kullanılmaktadır (7). Doğal zeolit klinoptilolit;
alkali ve toprak alkali katyonlardan Na, K, Ca ve Mg vb. elementleri içeren sulu
alüminosilikatdır (Çizelge 1).
422
Çizelge 1. Klinoptilolit mineralinin kimyasal yapısı (6)
Kimyasal İçerik
Oran (%)
SiO2
CaO
Fe2O3
Al2O3
K 2O
MgO
Na2O
TiO2
MnO
LOI*
SiO2/ Al3O2
65-72
2.5-3.7
0.8-1.9
10-12
2,3-3.5
0.9-1.2
0,3-0.65
0-0.1
0-0.08
9-12
5.4-6.0
LOI: ateşte kayıp
Dünyada zeolit üretici ülkeler; ABD, Japonya, Kanada, Avustralya, Küba, Çin,
eski SSCB, İtalya, Macaristan, Bulgaristan ve Kore’dir. Türkiye’nin zeolit rezervi
45.8 milyar ton olup, zeolit yatakları Ankara, Kütahya, Manisa, İzmir, Balıkesir ve
Kapadokya’da bulunmaktadır (8).
Doğal zeolitler hayvan beslemenin haricinde; gübreleme ve toprak
hazırlanması, tarımsal mücadele, toprak kirliliğinin kontrolü, atık suların, baca
gazlarının ve petrol sızıntılarının temizlenmesi, oksijen üretimi, kömürden
elektrik enerjisi üretiminde, doğal gazların saflaştırılmasında, güneş enerjisinden
faydalanmada, petrol ürünleri üretiminde, maden aramada, kâğıt endüstrisiyle,
inşaat, sağlık ve deterjan sektörlerinde de yaygın olarak kullanılmaktadır. Dünya
zeolit tüketimi yılda 750 bin ton olup, bunun %70’i deterjan, %10’u adsorban, %8’i
desikan üretiminde, %8’i ise diğer alanlarda kullanılmaktadır (9).
2.1. Hayvan Beslemede Kullanımı
Zeolitlerin 1965 yılından beri besi yemlerinde kullanımı konusunda yapılan
çalışmalarda; %1.5-15 arasında değişen düzeylerde karma yemlere katılmasının
hayvan sağlığını bozmaksızın canlı ağırlıkları artırdığı kaydedilmektedir. Beside
genellikle klinoptilolit ve mordenit çeşitleri kullanılır, yem katkı maddesi olarak
kullanılan zeolitler %75-85 oranında klinoptilolit içermeli ve bor içeriği 10 ppm’
den düşük olmalıdır (8).
Klinoptilolit yemlere katıldığında; toksinleri tutup, yemdeki besleyici
maddeleri absorblamasıyla daha etkin bir yem tüketimi sağlar, hazmı kolaylaştırır
ve besin maddelerinin daha etkin bir şekilde tüketimini sağlar. Klinoptilolitin yem
değerini arttırmasıyla üretim maliyeti düşmekte ve besi süresi kısalmaktadır. Keza
sindirim sistemine girdiği andan atılıncaya kadar devamlı iyon değişimi yapar
ve aktif kalır. Alüminosilikat yapı bozulmadığından da, sistemde birikmez, kana
karışmaz ve tamamı vücut dışına atılır.
423
Doğal zeolitler diğer yem içerikleriyle (vitamin, antibiyotik, iz elementler
veya fosfatlar) interaksiyona girmezler (10), yem dönüşüm oranı, performans ve
yem tüketimi üzerine aflatoksinin olumsuz etkilerini minimize ederler (11, 12),
hayvanların karaciğerlerindeki mikotoksin konsantrasyonlarını azaltırlar (12,
13) ve hayvan sağlığını iyileştirip, biomass (bağırsaklarda sindirilemeyen bir
mannanoligosakkarit) üretimini arttırırlar (14).
Klinoptilolit, yüksek oranda nem ve yağı bünyesinde depolayabilmektedir.
Bu nedenle yemlerde depolama sırasında nemden kaynaklanabilecek oksidasyon
ve küflenmeyi engeller. Rasyon enerjisinin arttırılması için ilave edilen sıvı
yağların yemden serbest bırakılmasını ve depoda okside olmasını engeller. Yem
hazırlanmasında çok iyi bir pelet bağlayıcı ve kekleşmeyi önleyici olarak görev
yapar ve peletlerin depolanma ve taşınmasındaki kırılmayı azaltır (15).
Klinoptilolit, geviş getiren hayvanların işkembelerinde oluşan amonyağı
absorbe ederek, mikroorganizmaların protein sentezi için ihtiyaç duydukları
azotun kesintisiz olarak ortamda bulunmasını sağlar. Ayrıca absorbsiyon gücü ile
rumende oluşabilecek aşırı amonyağı tutarak hayvanı toksik düzeydeki amonyak
birikimine karşı koruyabilmekte ve gaz sıkışmalarını azaltmaktadır. Dışkının
nem içeriği azaltılarak, barınak içerisindeki kötü koku oluşumunun engellendiği,
sinek larvalarının sayısının azaltıldığı bildirilmiştir. Yapılan deneylerde yemlerine
klinoptilolit eklenen hayvanlarda ishal vakalarında bariz azalma görülmüş ve Eylül
1995’den beri içerisinde saflaştırılmış klinoptilolit bulunan bir ilaç olan Enterex,
Cuban ilaç kontrol şirketi tarafından ishal kesici bir ilaç olarak kabul edilmiştir (16).
Altlık olarak 5-8 mm kalınlığında klinoptilolit serildiğinde; zemin
çamurlaşmaz, sürekli ıslak ve soğuk altlık üzerinde yatmaktan kaynaklanan ishal
vakaları önlenir, hayvanların ayakları çatlamaz (8).
2. 2. Kanatlı Kümes Hayvanlarında Kullanımı
Klinoptilolit, kalsiyumun işlerliğini arttırdığından yumurtaların kabuk
kalitesini iyileştirir, kabuksuz veya çatlak yumurta oluşumunu engeller. Keza
yumurta kabuklarının pürüzsüzlüğünü önler, doğal bir renk kazandırır, raf ömrünü
uzatır ve verimi düşen yaşlı hayvanlardan standarda yakın verim alınmasını sağlar.
Hayvanların kemik yapılarını destekleyerek, özellikle broyler yetiştiriciliğinde
görülen bacak kusurlarını ortadan kaldırır, sürünün birörnekliğinin bozulmasını
engeller, ölüm oranlarını azaltıp, verimi arttırır ve dışkının su içeriğini azaltır.
Altlıkların ve dışkının kuru olması, kümes havasının temiz olmasını sağlar
ve hayvanları hastalıklara karşı korur (17). Nitekim broyler rasyonlarına %2,
altlıklarına ise 2 kg/m2 klinoptilolit uygulanan çalışmada büyüme ve altlık kalitesi
üzerine klinoptilolitin olumlu etki yaptığı belirlenmiştir (18).
Volkanik kökenli klinoptilolit (en az %85 klinoptilolit ve en fazla %15
feldispat, mika ve kil içeren, kuvars ve fiber içermeyen volkanik orijinli sulu
424
kalsiyum alüminoksit formunun broyler yemindeki oranı en fazla 20 g/kg seviyesinde
olmalıdır (19).
Broyler rasyonlarına %1 ve %2 düzeylerinde klinoptilolit eklenen bir
çalışmada (20), hayvanların sağlık durumlarının iyi olduğunu, ölüm oranının
düştüğünü, yemden yararlanmanın diğer gruplarda iyi olmakla birlikte; %2
klinoptilolit verilen grupta kötüleştiğini, fakat canlı ağırlık üzerine olumlu etki
gösterdiğini, kümesteki amonyak oranını % 30 oranında azalttığını, klinoptilolittin
tavukların yaşıyla orantılı olarak arttırılmasının uygun olduğu bildirilmiştir.
Yumurta tavuğu rasyonlarına katılan %1.5 oranındaki doğal zeolitin yumurta
verimini arttırdığı, %2.5-3.5 oranlarındaki zeolitin istatiksel olarak önemli olmamakla
birlikte, yem tüketimini düşürdüğü ve dolayısıyla yemden yararlanma üzerine
olumlu etki yaptığı tespit edilmiştir (21). Yumurta tavuğu rasyonlarına geç dönemde
%1, 2 ve 3 düzeylerinde doğal zeolit ilavesi, hasarlı yumurta oranını azaltmıştır (7).
Yumurta tavuğu rasyonlarına %3.5 Ca + %2 seviyelerinde klinoptilolit
uygulanmasının yumurta ağırlığı ve yem tüketimini artırdığı, yemden yararlanmayı
ise %6.25 oranında iyileştiği bildirilmektedir (22).
Broylerlerde rasyona 15 g/kg klinoptilolit eklenmesinin aflatoksinin olumsuz
etkilerini önemli derecede azalttığı (12), %1.5 - 2.5 klinoptilolit eklenmesinin serum
Ca ve P seviyelerini değiştirmediği, materyalin inert formda olduğunu ve toksisite
göstermediğini ve %1.5 seviyesinin aflatoksinin toksik etkilerine karşı %2.5
seviyesinden daha koruyucu bulunduğu bildirilmiştir (23).
Broyler rasyonlarına % 1.5-2.5 seviyelerinde klinoptilolit ilavesinin patolojik
değişiklik oluşturmadığı, nispi organ ağırlıklarını etkilemediği, timus ağırlığının
%1.5 seviyesinde arttığı bildirilmiştir (24).
2. 3. Büyükbaş Hayvanlarda Kullanımı
Zeolitler ruminantların bulunduğu ortamlardaki idrar ve dışkıdan kaynaklanan
amonyak ve metan kokusunu absorbe ederek, özellikle genç hayvanlarda bu
gazlardan kaynaklanan olası zatürre hastalığını ve verimde azalmayı önlemektedir.
Zeolitlerin hayvan altlıklarında kullanılmaları ile nem absorblanarak, ahırın daha
temiz olması sağlanmakta ve haşere oluşumu önlenmekte veya azaltılmaktadır.
Rumende açığa çıkan amonyumu tutup, iyon değiştirici özellikleri nedeniyle
kontrollü olarak ortama bırakırlar. Bu yavaş salınım sayesinde işkembedeki
mikroorganizmaların devamlı ve kontrollü biçimde çoğalmasıyla, hayvan beslemede
büyük öneme sahip olan bakteriyel proteinin oluşumu sağlanır. Yüksek amonyak
konsantrasyonları toksik olabilir ve böylece bağırsak epitel hücrelerinin bozulmasını
arttırabilirler. Yemlerle alınan doğal zeolitler, pH’yı ve gastrointestinal salgıları
tamponlama kapasitesini ayarlar. Keza ince bağırsak epiteli boyunca taşınmayı,
425
bakteriyel floranın kompozisyonunu ve bakteriyel ürünlerin rezorbsiyonunu,
vitaminleri ve mikro elementleri etkiler (25). Zeolitler amfoteriktir, asit ve alkali
ortamlarda çözülebilirler fakat onların çözülebilirlikleri genellikle sindirim
sisteminde düşüktür. Tüketilen zeolitte bulunan serbest alüminyumun çok az miktarı
bağırsaklardan emilir (26, 27).
Doğum sonrası buzağıların ağız sütüne kg canlı ağırlık başına 1g klinoptilolit
eklenmesinin; solunum, ishal problemleri ve antibiyotiklerin kullanımını azalttığı,
immunoglobülin absorbsiyonu, total proteinler, demir ve bakırın kandaki miktarını
ise arttırdığı bildirilmiştir (28).
10 ve 184 günlük buzağıların kaba yemlerine %5 doğal zeolit katılması
sonucu canlı ağırlıkta %20 artış olduğunu, hayvanların iştahının açıldığını, daha hızlı
büyüdüklerini ve ishal vakalarının azaldığını, daha fazla yem tüketimine rağmen,
birim ağırlık artışı için yem masrafının daha düşük olduğunu, keza doğal zeolitin
bazı amino asitlerin azotunu adsorblayıp, onları stabilize etmesiyle 1 kg karkas
üretimi için gereken enerjiyi azalttığını, bazı zeolitlerin yemden yararlanmayı %0.5
- 2 oranında arttırdığını belirlemişlerdir (29). Besi sığırlarında konsantre yeme %1.5
oranında doğal zeolit katılmasının besi performansı ile kesim ve karkas özelliklerini
olumlu yönde etkilediği tespit edilmiştir (30).
Besi yemine %2 düzeyinde doğal zeolit katılması sonucunda; canlı ağırlık
artışının, yem tüketiminin ve yemden yararlanma oranının daha iyi olduğu
gözlenmiştir (31).
Kuru dönemdeki süt ineği rasyonlarına %0, 1.25 ve 2.5 düzeylerinde
klinoptilolit eklenmesiyle; serum mineral seviyesinin değişmediğini, doğum felcinin
şiddetinin azaltılmasında düşük maliyetli bir tedavi olarak kuru dönemin son ayında
%2.5 seviyesinde kullanımının uygun olacağı belirtilmiştir (32).
2. 4. Küçükbaş Hayvanlarda Kullanımı
Zeolitin rumende üreden çözünen amonyağın fazlasını (%15’e kadar)
depolayıp, zehirlenmeye karşı koruduğu belirlenmiştir (27). Erkek merinos
kuzularında üreli rasyonlara %2.5, 5 ve 7.5 düzeylerinde zeolit eklenmesinin yapağı
mukavemetini artırdığını bunun da zeolitin yapısında Ca, P ve Si’un bulunması
sebebiyle olduğunu belirtmişlerdir (33).
Kuzuların %2 klinoptilolit içeren rasyonla beslenmesiyle; ağırlık kazancının
arttığı, karkas özellikleriyle, serum Na, K ve P değerlerini etkilemediği bildirilmiştir
(34). Kuzu rasyonlarına %2 ve %4 düzeyinde klinoptilolit eklenmesinin; canlı
ağırlık artışı, yem değerlendirme, nisbi organ ağırlıkları ile karaciğerdeki mineral
seviyelerini etkilemezken, yem tüketimini önemli seviyede etkilediği bildirilmiştir (35).
Kuzu rasyonlarına %2 - 4 oranlarında doğal zeolit eklenmesiyle; canlı
ağırlığın, kandaki üre ve amonyak azotu düzeylerinin arttığı, rumen sıvısındaki üre
426
ve amonyak azotu düzeylerinin ise azaldığı saptanmıştır (36). Koyun rasyonlarına
klinoptilolit ilavesiyle, organofosfat zehirlenmelerine karşı rumen florasının
korunduğu bildirilmiştir (37). Sindirim sistemine gastrointestinal nematodların
verildiği kuzu rasyonuna %3 klinoptilolit ilavesinin; nematodlarla mücadelede etkili
olduğu, ilaçların et ve sütteki kalıntılarının yok edilebileceği, canlı ağırlığı arttırdığı,
yemden yararlanma oranının ise 3.97’ten 4.26’ya çıktığı bildirilmektedir (38).
2. 5. Ratlarda Kullanımı
Wistar ratları üzerinde yapılan bir çalışmada rasyona %5 düzeyine kadar
doğal zeolit ilavesinin; embriyotoksik etkisinin olmadığı, yavrularda büyüme ve
gelişme üzerine olumsuz bir etki yapmadığı tespit edilmiştir (39). %0.5 klinoptilolit
kullanılmasının gebe ratlarda embriyonik gelişim üzerine hiçbir toksik etkisi
olmadığı ve canlı ağırlığı etkilemediği bildirilmiştir (40).
Fare rasyonlarına %12.5 ve %25 düzeylerinde klinoptilolit eklenmesinin
canlı ağırlık artışı, karaciğer ve böbrek fonksiyonlarına bir etkisinin olmadığını,
klinoptilolitin toz formunun bağırsaklarda daha az irritasyona neden olduğunu
bildirilmiştir (41). Rat rasyonlarında Tunus montmorillonit kilini 400, 600 ve 800
mg/kg canlı ağırlık seviyesinde kullanıldığı bir çalışmada (42), hayvan sağlığı
üzerine zararlı bir etkisinin olmadığını bildirilmiştir.
Spraque dawley ratlara 8 hafta süreyle karma yemle, %6 seviyesine kadar
klinoptilolit verilmesinin; nispi organ ağırlığı, yem tüketimi ve yem değerlendirme
etkinliğini değiştirmediği, bu seviyeye kadar hayvan sağlığını ve verimini olumsuz
etkilemeksizin güvenle kullanılabileceği belirlenmiştir (43).
2. 6. Domuzlarda Kullanımı
Domuz yemlerine %2 klinoptilolit eklenmesinin amonyağı %24.6 oranında
azalttığı, canlı ağırlık artışı ve yem dönüşüm oranını önemli derecede arttırdığı
(44), domuz yavrularına %2 seviyesinde klinoptilolit verilmesinin, hayvanların
sağlık durumları, yem tüketimi, canlı ağırlık artışı ve kan plazma parametrelerini
etkilemezken, yemden yararlanma oranını kötüleştirdiği ve ishali önlediği (45), keza
domuz rasyonlarına %2 klinoptilolit eklenmesinin yem tüketimini etkilemeden canlı
ağırlığı artırdığı ve yemden yararlanmayı önemli derecede azalttığı bildirilmiştir (46).
427
3. SONUÇ VE ÖNERİLER
Doğal zeolitler; hayvan barınaklarında altlıklara eklenerek, ortaya çıkan
amonyak gazını absorbe etmek suretiyle amonyağın hayvan sağlığı üzerindeki
olumsuz etkisini gidermede, yemlere katıldığında; mikotoksinleri bağlayarak
ve mikroorganizmaları etkisiz hale getirerek, antibiyotiklerin kullanımının
azaltılmasında, yemdeki besleyici maddeleri absorblamasıyla daha etkin bir yem
tüketimi sağlamada, yem değerlendirme sayısını iyileştirmede, canlı ağırlığı,
yumurta ve süt verimini artırmada, büyükbaş hayvanlarda doğum felcinin şiddetini
azaltmada kullanıldığı ve nontoksik etkili olduğu belirlenmiştir (11, 12, 23, 32, 38,
43, 47).
Hayvanlar üzerindeki olumlu etkileri nedeniyle doğal zeolitlerin geleneksel
ve organik hayvancılık sistemlerinde geniş bir kullanım alanı bulduğu literatür
bildirişlerinden anlaşılmaktadır.
428
KAYNAKLAR
1. Malaga H. 2000; “Ecological Alternatives in Agricultural and Livestock
Production”, United Nations Environment Programme, Division of Technology,
Industry and Economics, Geneva, Switzerland.
2. Sundrum A., 2001; “Organic Livestock Farming. A Critical Review”.
Livestock Production Science. 67(3), January, 207-215.
3. Pekel E. ve Ünalan, A. 2001; “Hayvansal Üretimde Ekolojik Tarımın Yeri
ve Türkiye İçin Önemi”. Türkiye I. Ekolojik Tarım Sempozyumu, 21-23 Haziran,
İzmir.
4. Gibon A., Sibbald A. R. and Thomas C. 1999; “Improved Sustainability
in Livestock Systems, a Challenge for Animal Production Science”, Livestock
Production Science, 61(2-3), 107-110.
5. Melenova L., Ciahotny K., Jirglova H., Kusa H ve Ruzek P. 2003;
“Removal of Ammonia from Waste Gas by Means of Adsorption on Zeolites and
Their Subsequent Use in Agriculture (in Czech)”. Chem. Listy, 97, 562–568.
6. Anonim, 2008; “Rotamin Yem Katkısı”, Rota Madencilik, www.
zeoliteproducer.com. Erişim Tarihi: 05.10.2011.
7. Çelebi Ş., Macit M. ve Karaca H. 2004; “Yumurta Tavuğu Rasyonlarına
Geç Dönemde Zeolit İlavesinin Performans ve Bazı Önemli Yumurta Kalite
Özellikleri Üzerine Etkisi”. 4. Ulusal Zootekni Bilim Kong., 405-409, Isparta.
8. Anonim, 2001; “DPT. 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı”. Endüstriyel
Hammaddeler Alt Komisyonu Genel Endüstri Mineralleri II (Mika, Zeolit, Lületaşı).
Ankara.
9. Ayan S. 2002; “Fidan Yetiştiriciliği ve Ağaçlandırma Çalışmalarında Zeolit
Mineralinin Kullanımı”, G.Ü. Orman Fak. Dergisi, 2(1), s. 78–88, Kastamonu.
10. Pond W. G., Yen J. T. and Varel, V. H. 1988; “Response of Growing
Swine to Dietary Copper and Clinoptilolite Supplementation”. Nutrition Reports
International 37, 797–803.
11. Parlat S. S., Yıldız A. O. ve Oğuz H. 1999; “Effect of Clinoplilolite
on Performance of Japanese Quail (C. coturnix japonica) During Experimental
Aflatoxicosis”. Brit. Po. Sci., 40, 495-500.
12. Oğuz H. ve Kurtoğlu V. 2000; ”Effect of Clinoptilolite on Performance
of Broiler Chickens During Experimental Aflatoxicosis”. British Poultry Science,
41, 512-517.
429
13. Rizzi L., Simioli M., Roncada, P and Zaghini A. 2003; “Aflatoxin B1
and Clinoptilolite in Feed for Laying Hens: Effects on Egg Quality, Mycotoxin
Residues in Livers, and hepatic mixed-function oxygenase activities”. J. Food Prot.,
66, 860-865.
14. Papaioannou D. S., Kyriakis C. S., Alexopoulas C., Tzika E. D.,
Polizopoulou Z. S. and Kyriakis S. C. 2004; “ A Field Study on the Effect of
Dietary Use of a Clinoptilolite-rich tuff, Alone or in Combination with Certain
Antimicrobials, on the Health Status and Performance of Weaned, Growing and
Finishing Pigs”. Research in Veterinary Science, 76(1), 19-29.
15. Angulo E. J. Brufau and E. Esteve-Garcia. 1995; “Effect of Sepiolite
on Pellet Durability in Feeds Differing in Fat and Fibre Concent”. Animal Feed
Science and Techn. 53, 223-241.
16. Sampson R. 2006; “Advisory Committee on Novel Foods and Processes
Opinion on an Application Under The Novel Foods Regulation for Clinoptilolite as
A Food Ingredient”. www.food.gov.uk. Erişim tarihi: 15. 01.2010.
17. Mumpton F. A. 1999; “La Roca Magica: Uses of Natural Zeolites in
Agriculture and Industry”. Proceedings of the National Academy of Sciences of the
United States of America, 96 (7): 3463 - 3470.
18. Karamanlis X., Fortomaris P., Arsenos, G., Dosis I., Papaioannou D.,
Batzios C. and Kamarianos A. 2008; “The Effect of a Natural Zeolite (clinoptilolite)
on the Performance of Broiler Chickens and the Quality of Their Litter”. AsianAustralasian Journal of Animal Sciences. 21(11): 1642–1650.
19. Anonim, 2010; “Kanatlı Yetiştiriciliğinde Organik Tarım”. www.tarım.
gen.tr. Erişim tarihi: 14.01.2010.
20. Suchỳ P., Strakovả E., Večerek V., Klouda Z and Krảčmarovả E. 2006;
“The Effect of a Clinoptilolit-Based Feed Supplement on the Performance of Broiler
Chickens”. Czech Journal of Animal Science, 51(4), 168-173.
21. Balevi T., Coşkun B., Şeker E., ve Kurtoğlu V. 1999; “Yumurta Tavuğu
Rasyonlarına Katılan Zeolitin Verim Performansı Üzerine Etkisi”. IV. Poultry
Yutav’99. Uluslararası Tavukçuluk Fuarı, 418-425. İstanbul.
22. Gezen Ş. Ş., Balcı F., Eren M. ve Orhan F. 2004; “Yumurta Tavuğu
Yemlerine Klinoptilolit Katkısının Yumurta Verimi ve Kalitesine Etkisi”. Uludağ
Ün. J. Fac. Vet. Med., 23(1-3), 1-8.
23. Oğuz H., Keçeci T., Birdane Y. O., Önder F. ve Kurtoğlu V. 2000;
“Effect of Clinoptilolite on Serum Biochemical and Haematological Characters of
Broiler Chickens During Aflatoxicosis”. Research in Veterinary Science, 69, 89-93.
24. Ortatatlı M. ve Oğuz H. 2001; “Ameliorative Effects of Dietary
Clinoptilolite on Pathological Changes in Broiler Chickens During Aflatoxicosis”.
Research In Veterinary Sci. 71, 59 - 66.
430
25. Varel V. H., Robinson I. M. and Pond W. G. 1987; “Effect of Dietary
Copper Sulfate, Aureo SP250, or Clinoptilolite on Ureolytic Bacteria Found in the
Pig Large Intestine”. Applied and Experimental Microbiology 53, pp.2009-2012.
26. Boranic M. 2000; “What A Physician Should Know About Zeolites”.
Lijec. Vjesn., 122, 292 - 298.
27. Kyriakis S. C., Papaioannou D. S., Alexopoulos C., Polizopoulou Z.,
Tzika E. D and Kyriakis C. S. 2002; “Experimental Studies on Safety and Efficacy
of the Dietary Use of a Clinoptilolite-Rich Tuff in Sows: A Review of Recent
Research in Greece”. Microporous and Mesoporous Materials. 51, 65 - 74.
28. Vrzgula L., Prosbova M., Blazovsky J., Jacobi U., Schubert T., Kovac
G., In: Kallo, D and Sherry, H. S. 1988; “(Eds.). The Effect of Feeding Natural
Zeolite on Indices of the Internal Environment of Calves in the Postnatal Period.
Occurence, Properties and Utilization of Natural Zeolites”, Academiai Kiado,
Budapest, 747 - 752.
29. Nestorov N., Yankov B. and Lazarov V. N. 1985; “Effect of the Ammount
of Zeolite in Diets with Urea on the Digestibility of Nutrients and Nitrogen Balance
in Fattening Young Bulls”. Nutrition Absract And Reviews, 55 (7), 389.
30. Çolpan İ., Tuncer Ş. D., Önol A. ve Yıldız G. 1995; “Limozin X Jersey
(F1) Melezi Tosunlarda Zeolitin Besi Performansı ve Karkas Özelliklerine Etkisi”.
Lalahan Araş. Enst. Dergisi. 35: 26 - 43.
31. Toker T. M. ve Köknaroğlu H. 2004; “Zeolitin ve Besi Başı Ağırlığının
İsviçre Esmeri Danaların Feedlot Performansı Üzerine Etkileri”. 4. Ulusal Zootekni.
Bilim Kongresi. Eylül 2004 - Isparta, 405 – 40
32. Katsoulos P. D., Roubies N., Panousis N., Arsenos G., Christaki E.
and Karatzias H. 2005; “Effects of Long-Term Dietary Supplementation with
Clinoptilolite on Incidence of Parturient Paresis and Serum Concentrations of Total
Ca, P, Magnesium, Potassium and Sodium in Dairy Cows”. American Journal of
Veterinary Research, 66 (12), 2081 - 2085.
33. Çolpan İ ve Yalçın S. 1986; “Zeolit İçeren Rasyonların Erkek Merinos
kuzularında Yapağı Özelliklerine Etkisi”. Ankara Üniversitesi Vet. Fak. Dergisi, 33
(2).
34. Pond W. G., Laurent S. M. and Orloff H. D. 1984; “Effect of Dietary
Clinoptilolite or Zeolite Na-A on Body Weight Gain and Feed Utilization of Growing
Lambs Fed Urea or Intact Protein as a Nitrogen Supplement”. Zeolites, 4, 127 - 132.
35. Pond W. G. 1989; “Effects of Dietary Protein Level and Clinoptilolite
on the Weight Gain and Liver Mineral Response of Growing Lambs to Copper
Supplementation”. Journal of Animal Science, 67, 2772 - 2781.
36. Filya İ., Karabulut A., Ak İ. ve Akgündüz V. 1999; “Entansif Kuzu
Besisinde Zeolit Kullanılmasının Kuzuların Besi Performansı ile Bazı Kan ve Rumen
Sıvısı Metabolitleri Üzerine Etkileri”. Hayvansal Üretim Dergisi, 39 – 40: 39 - 48.
431
37. Nistiar F., Mojzis J., Kovac G., Seidel H. and Racz O. 2000; “Influence
of Intoxication with Organophosphates on Rumen Bacteria and Rumen Protozoa
and Protective Effect of Clinoptilolite-Rich Zeolite on Bacterial and Protozoan
Concentration in Rumen”. Folia Microbiology, 45, 567 - 571.
38. Deligiannis K., Lainas T., Arsenos G., Papadopoulos E., Fortomaris
P., Kufidis D., Stamataris C. and Zygoyiannis D. 2005; “The Effect of Feeding
Clinoptilolite on Food Intake and Performance of Growing Lambs Infected or not
with Gastrointestinal Nematodes”. Livestock Prod. Sci. 96, 195-203.
39. Sorokina E. I. U., Levitskaia A. B and Aksiuk I. N. 1995; “Study of
Long- Term Effects of Zeolites on The Body of Laboratory Animals”. Voprosy
pitaniia, 3: 16 - 18.
40. Mayura K., Abdel- Wahhab M. A., Mckenzie K. S., Sarr A. B.,
Edwards J. F., Naguib K and Phillips T. D. 1998; “Prevention of Maternal and
Developmental Toxicity in Rats Via Dietary Inclusion of Common Aflatoxin
Sorbents: Potential for Hidden Risks”. Toxicological Sciences, 41 (2), 175 - 182.
41. Martin-Kleiner I., Flegar – Meštrıć Z., Zadro R., Breljak, D., Janda
S. S., Stojković, R., Marušıć M., Radačıć M and Boranıć, M. 2001; “The Effect
of the Zeolite Clinoptilolite on Serum Chemistry and Hematopoiesis in Mice”. Food
and chemical toxicology, 7: 717 - 727.
42. Abbès S., Salah-Abbès, J. B., Nahdi K., Younes R. B., Hetta M.
M., El-Kady, A. A., Abdel-Wahhab M. A and Oueslati, R. 2007; “Inactivation
of Cadmium Induced Immunotoxicological Alterations in Rats by Tunisian
Montmorillonite Clay”. International Immunopharmacology, 7: 750 - 760.
43. Demirel D. 2008; “Sıçan (Spraque Dawley) Rasyonlarında Farklı
Düzeylerde Zeolit Kullanımının Büyüme Performansı, Kan Parametreleri,
Deri ve Karaciğer Histolojisi Üzerine Etkilerinin Araştırılması”. Doktora Tezi
(Yayınlanmamış), Dicle Üni., Fen Bil. Enst., Diyarbakır.
44. Theophilou N. 2000; “Natural Resource: Clino for ‘Eco-control’ Binding
Ammonia with Clinoptilolite Mineral Additive”. Feed International April 2000/ A
Watt Publication, 20 – 25.
45. Malagutti L., Zannotti M. and Sciaraffia F. 2002; “Use of Clinoptilolite
in Piglet Diets as a Substitute for Colistine”. Italian Journal of Animal Science, Vol.
1: 275 - 280.
46. Alexopoulos C., Papaioannou D. S., Fortomaris P., Kyriakis C. S.,
Tserveni - Goussi A., Yannakopoulos A and Kyriakis, S. C. 2007; “Experimental
Study on The Effect of in-Feed Administration of A Clinoptilolite-Rich Tuff on
Certain Biochemical and Hematological Parameters of Growing and Fattening
Pigs”. Livestock Science. 111(3): 230 - 241.
47. Polat E., Karaca M., Demir H and Onus A. N. 2004; “Use Of Natural
Zeolite (Clinoptilolite) In Agrıculture”. Journal of Fruit and Ornamental Plant
Research vol. 12, Special ed.
432

Benzer belgeler

7. Ulusal Zootekni Öğrenci Kongresi

7. Ulusal Zootekni Öğrenci Kongresi 14. Diyarbakır Karpuzu Bostanlar ve Hülle Eglenceleri: Vedat GÜLDOĞAN (Sayfa 108-121) 15. Diyarbakır Kavunu: Mevlüt MERGEN (Sayfa 122-123) 16.Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Sırta Ekim Sisteminin Uyg...

Detaylı