John Cleese`den Yaratıcılık Üzerine

Transkript

John Cleese`den Yaratıcılık Üzerine
ZİHİN AÇICI SANAT
www.sanatblog.com
JOHN CLEESE’DEN YARATICILIK ÜZERİNE
Yaratıcılık hakkında söyleyebileceğim bir şey daha var. Zihninizi açık
hale getirecek ve ortaya yaratıcı sonuçlar çıkmasını sağlayabilecek bazı
koşullar var. Tabii konu yaratıcılık olunca hiçbir şeyin garantisi yok.
Saatlerce oturup aklınıza hiçbir şeyin gelmemesi de mümkün. Örneğin
geçen salı, saatlerce düşündüm ama yok, hiçbir şey çıkmadı! Ama size
en azından yaratıcılığa açık bir moda nasıl girebileceğinizi
söyleyebilirim.
Beş şeye ihtiyacınız var: 1. Mekân; 2. Zaman; 3. Zaman; 4. Özgüven;
5. 60 cm'lik bel. Kusura bakmayın, aklım kaymış. Açık moda biraz hızlı
kaptırmışım kendimi. 60 cm'lik belden kastım, mizah.
Önce mekânla başlayalım. Eğer gündelik hayatın bilindik baskıları
altındaysanız, oyuncu ve yaratıcı olamazsınız. Çünkü kapalı modda
olursunuz. Bu yüzden gündelik hayatın uzağında kendinize bir mekân
edinmeli, kendinizi dış dünyadan soyutlamalısınız. Rahatsız
edilmeyeceğiniz, sessiz bir alan yaratmalısınız kendiniz için.
Sıradaki madde: Zaman. Sadece alan yaratmak yetmez, bu alanı
kullanacağınız bir zaman dilimi de belirlemeniz gerekir. Yarattığınız
alana, örneğin saat 15:30'da gireceğinizi bilmeli ve o anda normal
hayatı geride bırakmalısınız. Belirlediğiniz zamanda alanınızda
olduğunuzda, ve belirlediğiniz zamanda da alanınızdan çıktığınızda
aradaki zaman dilimi boyunca gündelik hayata kendinizi
kapatabilirsiniz.
1
Bunun ne kadar önemli olduğunu ben de Felemenk bir tarihçi olan
Johan Huizinga'nın oyun üzerine yazdıklarını okuyana kadar fark
etmemiştim. Huizinga diyor ki: "Oyun, mekân ve zaman bakımından
sıradan hayattan ayrıdır. Oyunun esas özelliği soyutlanmış ve sınırlı
olmasıdır. Oyun başlar ve belirli bir anda da ‘biter’. Yoksa oyun olmaz."
Velhasıl ilk iki faktörle, mekân ve zaman sınırlaması koyarak kendimize
sessiz bir vaha yaratıyoruz.
Şimdi, yaratıcılık ortaya çıkabilir. Çünkü kendimizi dış dünyadan
ayırdığımızda, oyun mümkün olur. Telefonları engellediniz, kapınızı
kapattınız, rahat bir yere oturup birkaç derin nefes aldınız. Ve eğer
biraz olsun bana benziyorsanız, aklınızdakiler üzerine yaklaşık doksan
saniye düşündükten sonra bir bakarsınız ki aklınızdan şöyle şeyler
geçiyor: "Aaa Jim'i aramam gerekiyordu", "Hmm Tina'ya da raporun
Salı gününe yetişmesi gerektiğini söylemem gerekiyordu", "Aaa bu
durumda Joe ile olan öğle yemeğini de yeniden planlamak gerekir",
"Ya kahretsin Joe'nun kızı için St. Pauls'u da aramam gerekiyordu",
"Bu öğlen gidip Will'e doğumgünü hediyesi de almam gerekiyordu.
Ayrıca bu çiçeklerin de sulanması lazım", "Kalemlerimin de zaten
hiçbiri sivri değil. Evet yapmam gereken çok iş var", "Önce bütün
ataşlarımı düzenlemeli, sonra da 27 telefon görüşmesi yapmalıyım",
"Her şeyi halledeyim de şimdi, yarın düşünürüm".
Acil olan ıvır zıvır işleri yapmak, düşünmek gibi acil olmayan ancak
önemli olan şeyleri yapmaktan daha kolaydır. Ayrıca yapabileceğimizi
bildiğimiz küçük şeyleri yapmak yapabileceğimizden pek de emin
olmadığımız büyük işlere girişmekten daha kolaydır.
"Kendinize sessiz bir vaha yaratın", ama şunu da dikkate alın. Aklınız
başka konulara kayacaktır, ancak bunu ciddiye almayın. Sadece orada
oturun, aklınıza gelenlerin sizde yarattığı endişeyi tolere etmeye çalışın.
Bir süre sonra zihniniz durulacaktır. Zihninizin sakinleşmesi biraz
zaman aldığından belirlediğiniz mekân-zaman vahasına örneğin otuz
dakikalığına girmenin bir faydası olmayacaktır. Çünkü tam da zihniniz
durulurken ve açık moda girerken durmak zorunda kalırsınız. Bu da
çok sinir bozucudur.
Kendinize yeterli zamanı tanımalısınız. Ben bu sürenin yaklaşık bir
buçuk saat olmasını öneririm. Bu sayede açık moda girdikten sonra
önünüzde bir şeylerin olabilmesi için bir saat gibi bir zaman olacaktır.
2
Tabii şanslıysanız. Ama bütün bir sabahı buna ayırmayın.
Deneyimlerime göre, bir buçuk saatten sonra insanın mola vermeye
ihtiyacı oluyor. Bugün bir buçuk saat ayırıp, sonra haftaya salı bir
buçuk saat daha ayırmak, bir sonraki hafta da bir buçuk saat ayırmak,
bugün aralıksız dört buçuk saat ayırmaktan daha iyidir. Böyle
yapmanın bir avantajı daha vardır.
Böylece geldik üçüncü faktöre: Zaman. Evet biliyorum, zaman
maddesini şimdi bitirdik. Ama o madde kişisel vahayı yaratmanın bir
parçasıydı. Şimdi ise yarattığınız vahayı nasıl kullanacağınız üzerine
konuşacağım. Neden zamana ihtiyacınız var? Bunun için size bir
hikâye anlatayım. Monty Python'daki iş arkadaşlarımdan biri, benim
gözümde benden daha yetenekliydi. Ancak yazdığı senaryolardan
hiçbiri benimkilerden daha orijinal değildi. Bu durum çok ilgimi
çekiyordu ve onu bir süre gözlemledim. Nedenini zaman içinde
anlamaya başladım. Bu arkadaşım bir problemle karşılaştığında,
karşısına çıkan çözümlerden birini hemen seçerdi. Hem de bunun en
iyi çözüm olmadığını bile bile.
Ama aynı durumla ben karşılaştığımda kolay çözümle idare etmeyi,
işimi de saat 5'te bitirmeyi istesem de, yapamıyordum. Odamda bir
buçuk- iki saat boyunca çözüm bulmaya çalışır ve sonunda problemin
peşini bırakmadığım için nerdeyse her seferinde çok daha yaratıcı bir
çözüm bulurdum. Bu kadar basit. Benim senaryolarım onunkilerden
daha yaratıcıydı çünkü ben problem üzerinde daha uzun bir süre
düşünüyordum.
McKinnon'un araştırmaları sonucunda aynı bulguya ulaştığını
öğrendiğimde ne kadar heyecanlandım bilemezsiniz. McKinnon, en
yaratıcı insanların bir problemi çözmeyi denemeden önce vakitlerinin
büyük bir kısmını problemle oynamakla geçirdiklerini keşfetmiş. Çünkü
bir problemi çözmediğimiz zaman hissettiğimiz o rahatsızlığı, endişeyi
tolere etmeye hazır oluyorlar.
Ne demek istediğimi çok iyi biliyorsunuz. Çözmemiz gereken bir
problemle karşılaştığımızda, onu çözene kadar kendimizi rahatsız
hissederiz. Bir gerginlik, belirsizlik olur. Bu da bizi rahatsız eder ve bu
histen kurtulmak isteriz. Bu histen kurtulmak için de bir karar veririz.
Verilecek en iyi kararın bu olduğundan emin olmasak da, sadece daha
iyi hissetmek için bir karar alırız.
3
En yaratıcı insanlar ise bu rahatsızlık verici hissi çok daha uzun süre
tolere etmeyi öğrenmiştir. Sadece sorun üzerinde daha çok
düşündükleri için, buldukları çözümler de daha yaratıcı olur. Kendini
kararlı bir insan olarak yansıtmak isteyenlerin yaratıcılıkla çok zayıf
bağları olduğunu düşünüyorum. Kararlı kişi imajını yaratmak için de her
şey hakkında hızlı ve kendinden emin görünen kararlar almaları gerekir.
Bu davranış bence yaratıcılığı daha doğmadan öldürmenin en etkili
yoludur. Ancak şunu da belirtmek isterim: Kararlılık kötü bir şey
demiyorum, zorunlu durumlarda elbette karar alınmalı ve bu karar
hayata geçirilirken de arkasında durulmalı.
Söylemek istediğim şey, bir karar almadan önce kendinize mutlaka şu
soruyu sorun: Bu kararın ne zamana alınması gerekiyor? Bu soruya
kendi içinizde cevap verdikten sonra, karar alma aşamasını o ana
kadar erteleyin. Problem üzerinde düşünmek için kendinize
verebileceğiniz kadar zaman verin. En yaratıcı çözüme ancak böyle
ulaşabilirsiniz.
Siz düşünürken, biri çıkıp da sizi kararsızlıkla suçlarsa, ona diyin ki:
"Bak tatlım, Salı'ya kadar karar vermeme gerek yok. Hemen bir karara
varıp da yaratıcılık sürecinin getirdiği rahatsızlıktan kaçacak kadar
korkak değilim. Hızlı karar kolay yol olurdu."
Üçüncü faktörü özetlemek gerekirse, yaratıcılığı mümkün kılan şey
zamandır. Orijinal bir fikir bulmak için, zihninizi düşündüğünüz şeye
mümkün olduğunca uzun bir süre vermeniz gerekir.
Sıradaki faktör, dördüncü faktör ise özgüven.
Mekân-zaman
vahanıza girdikten, açık moda geçtikten sonra, yaratıcı olmanızı
engelleyecek en etkili şey hata yapma korkusudur. Oyun hakkında
düşünürseniz, nedenini de anlarsınız. Oyun oynamak, deney yapmaktır.
Bunu yaparsam ne olur? Şunu denesem ne olur? Peki ya bunu?
Oyuncu olmanın özü, olabilecek her şeye açık olmaktır. "Ne olursa
olsun sorun değil" hissidir.
Eğer bir yöne doğru gitmenin yanlış olacağını düşünüyorsanız,
oyunbaz olamazsınız, "bunu yapmamalıyım!" dememelisiniz. Oyuna ya
hazırsınızdır, ya da değilsinizdir. Alan Watts'un dediği gibi: "Akıl
4
yürüterek içinden geldiği gibi davranamazsın". Saçma, mantıksız,
yanlış şeyler söyleme riskini almalısınız.
Bunun için gerekli özgüveni hissetmek için de şunu bilmelisiniz:
Yaratıcılıkta hiçbir şey yanlış değildir, hata diye bir şey yoktur ve
herhangi bir saçmalık, sizi büyük buluşunuza götürebilir.
Şimdi beşinci faktöre, mizaha geçelim. Bence, bizi kapalı moddan
açık moda daha hızlı bir şekilde geçiren başka bir şey yok. Hepimiz
gülmenin insanı rahatlattığını biliyoruz, mizah olduğunda oyunbaz
olduğumuzu biliyoruz, ama çok ciddi konuların tartışıldığı ve yaratıcı,
orijinal fikirlere son derece ihtiyaç duyulan ortamlarda mizahın tabu
olduğunu görüyoruz. Neden? Çünkü konu çok "ciddi".
Bu durum bence "ciddi" ve "ağırbaşlı" kelimeleri arasındaki farka dair
çok temel bir yanlış anlaşılmadan ileri geliyor. Yemekten sonra topluca
oturup, çocuklarımızın eğitimi, evliliklerimiz veya hayatın anlamı gibi,
son derece ciddi konulardan konuşurken, bir yandan da gülüyor
olabiliriz. Güldüğümüz için konuştuğumuz konular önemini kaybetmez.
Ağırbaşlılığa gelirsek, ben onun ne işe yaradığını bilmiyorum. Ne anlamı
var? Katıldığım en iyi iki cenazede de bolca mizah vardı. Mizah bir
şekilde hepimizi özgürleştirmişti; cenazeyi ilham verici ve katartik
kılmıştı. Ağırbaşlılık fiyaka yapmaya yarar. Kendini beğenmiş kişiler,
havalarının mizahla söndürüleceğini zihinlerinin bir yanıyla bilir. Bu
yüzden de mihazı bir tehdit olarak görürler. Kendi eksikliklerinin
görüşlerini daha önemli kıldığını zannederler, ama bu davranışları
sadece kendilerini daha üstün hissetmeleri içindir.
Mizah, içinden geldiği gibi davranmanın, oyunbaz olmanın özünde
yatar. Problem çözmek için ihtiyacımız olan yaratıcılığın özünde yatar,
problem ne kadar ciddi olursa olsun. Mekân-zaman vahanıza girdikten
sonra istediğiniz kadar kıkırdayın.
Hanımlar, Beyler,
Hayatınızı daha yaratıcı kılmak için uygulayabileceğiniz beş madde
bunlardır: Mekân; Zaman; Zaman; Özgüven ve Jeffrey Archer.
5

Benzer belgeler