Tarihî Şartların Bir Ürünü Olarak ABD Başkanlık Sistemi

Transkript

Tarihî Şartların Bir Ürünü Olarak ABD Başkanlık Sistemi
2023
Giriş
A
BD Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner tarafından İran’ın nükleer programı hakkında bir konuşma yapması için Kongre’ye
davet edilen İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun ziyareti, Kongre ile
Başkan arasında bir gerilime sebep oldu. Beyaz Saray, Netanyahu’nun kendisi ile istişare edilmeksizin davet edilmiş
olmasının “diplomatik protokollere aykırı” olduğunu belirterek1 tepkisini Netanyahu’ya randevu vermemesiyle açıkça ortaya koydu.2 Sözkonusu ziyaretin
sebep olduğu kısa süreli kriz, ne tek başına Obama ile Netanyahu arasındaki
soğukluk, ne de Netanyahu’nun Obama’nın İran politikasını3 eleştirmesiyle
açıklanabilir. Krize sebep olan durum,
aslında ABD’nin başkanlık sistemi ile
oluşmuş ve teamül hâline gelmiş kural
ve ilkeleriyle yakından ilgilidir.
Türkiye’de başkanlık sistemi tartışmalarının yaşandığı bu günlerde,
ABD’de uygulanmakta olan sistemin
nasıl kurgulandığı ve yürütüldüğünü
anlayabilmek için bahsi geçen ziyaretin
yarattığı tartışma önem arz etmektedir.
Zira başkanlık sistemi dendiğinde akla
ilk gelen ABD modeli, yukarıdaki olayda yansımaları görülen “kuvvetler ayrılığı ilkesi” ve “fren ve denge mekanizması” ile özdeşleşmiştir. “ABD modeli” özelinde, başkanlık sisteminin temel karakteristik unsuru olan organların katı bir şekilde birbirinden ayrılmasından daha da önemli olan unsur,
organların birbirlerini frenleyebilmek
sûretiyle yetki gaspına mahâl vermemesidir. Sisteme içkin olan bu iki unsurun sağlıklı yürümesi, ABD hükümet
sistemini diğer başkanlık sistemi uygulamalarından farklı ve başarılı kılmaktadır. Dolayısıyla, ABD modeli dendiğinde asıl vurgulanması gereken, bu iki
unsur olmalıdır.
Türk kamuoyunda başkanlık sistemi hakkındaki tartışmalarda, Kongre’nin nasıl yapılandığından, Başkan’ın
nasıl seçildiğinden ya da her ikisinin
yetki ve sorumluluklarının ne olduğundan bir haylice söz edilmekte, ancak
sistemi başarılı kılan güçler-arası denge
ilişkisine yeterince temas edilmemektedir. Bu husus dikkate alınarak kaleme
alınan bu makalede, ABD modeli başkanlık sistemi, “kuvvetler ayrılığı ilkesi” ve bilhassa “fren ve denge mekanizması” üzerine odaklanılarak açıklanmaya çalışılacaktır. Çalışmada, bu
Tarihî
Şartların Bir
Ürünü Olarak
ABD Başkanlık
Sistemi:
Fren ve Denge
KONUR ALP KOÇAK
TASAV YÖNETİM KURULU ÜYESİ
30
amaca ulaşabilmek için öncelikle, yeni
bir sistemin tasarlanmasını gerektiren
tarihî ve siyasî şartlar özetlenecektir.
Ardından; sistemin esasını oluşturan
organlar arasındaki denge ilişkisi irdelenecektir. Türkiye’deki başkanlık sistemi tartışmaları hakkında da bazı değerlendirmeler yapılmak sûretiyle bir
sonuca varılacaktır.
Mutlakıyete Başkaldırı ve
Bağımsızlık
ABD, İngiliz monarşisinin Yeni Kıta’da teşekkül eden 13 Koloni üzerinde
her geçen gün artan baskısının yarattığı tepkiyle patlak veren Bağımsızlık
Savaşı sonrasında kurulmuştur. Mevcut ABD hükümet sisteminin kodlarını anlayabilmek için işte bu bağımsızlık
fikrini şekillendiren tarihî arkaplan muhakkak dikkate alınmalıdır.
Kısaca belirtmek gerekirse; Kolonilerin İngiltere’ye bağlanmasının ardından kolonilerde, İngiltere’deki yönetim
sisteminin uzantıları teşkil ettirilmiş,
TARİHÎ ARTLARIN BİR ÜRÜNÜ OLARAK ABD BAKANLIK SİSTEMİ
yürütmeden sorumlu olan ve İngiliz
Kraliyeti tarafından atanan bir “vali”,
sırasıyla İngiliz Lordlar Kamarası’na
ve Avam Kamarası’na tekabül eden bir
“Konsey” ve “Temsilciler Meclisi” kurulmuştur. İngiltere’nin koloniler üzerindeki kontrolünü mümkün kılan bu
sistem, zamanla rahatsızlıklara yol açmış, vali ile kolonilerin kendi seçtikleri Meclis arasında anlaşmazlıklar yaşanmıştır.
İngiltere’nin Fransa ile yaptığı Yedi Yıl Savaşları’nın (1756-1763) sonrasında İngiltere Kralı tarafından kolonilere yeni vergiler yüklenmesi ciddî bir
rahatsızlığa sebep olmuştur. 1689 tarihli İngiliz Temel Haklar Beyannamesi’ne göre vergilendirmenin sâdece parlamento kararıyla olabileceğini ve kendilerinin İngiliz Parlamentosu’nda temsil edilmediklerini vurgulayan Amerikan Kolonileri, “temsil olmadıkça vergi
de olmaz” (no taxation without representation) gerekçesi ile İngiltere’ye karşı sesini yükseltmeye başlamıştır.
Koloniler üzerine yüklenen vergilerin giderek artmasının ardından, Ko-
lonileri temsil eden önde gelen isimler,
İngiltere’nin baskısına karşı gösterilecek ortak tutumun belirlenmesi amacıyla Eylül 1774’te Kıta Kongresi (Continental Congress) adı altında biraraya
gelmiştir. Kolonilerin de facto hükümeti gibi hareket eden Kongre, yeni vergiler getiren yasaların yürürlükten geri çekilmesini aksi hâlde İngiliz mallarının boykot edileceğini ilân etmiş ve
Mayıs 1775’te tekrar toplanma kararı
almıştır. Kongre’nin ikinci kez toplanmasının hemen öncesinde İngiliz ordusu ve Koloniler arasında 19 Nisan
1775’te başlayan silâhlı mücadele, fiilî bir bağımsızlık savaşına dönüşmüştür. Bu şartlar altında Kıta Kongresi’ne
katılan temsilciler, İngiltere’ye karşı savaşmak fikrinde uzlaşmış, kolonilerin
silâhlı kuvvetlerinden oluşan ortak bir
ordunun kurulmasını ve başkumandanlığına George Washington’un getirilmesini kararlaştırmıştır.4
Bu arada Koloniler, İngiltere ile yaşanan silâhlı çatışmalar devam ederken
bir Bağımsızlık Bildirgesi hazırlama kararı almıştır. Bağımsız bir devlet kurma
hedeflerinin gerekçelerini ortaya koyan Bağımsızlık Bildirgesi, 4 Temmuz
1776’da kabul edilmiştir. Siyasî düşünce tarihinde önemli bir belge olan Bağımsızlık Bildirgesi’nde; insanların doğuştan bazı ayrılamaz haklara sa-
hip oldukları, devletin bu hakları teminat altına alması gerektiği, yönetenlerin ancak yönetilenlerden yetki aldığı
ve eğer bir yönetim temel haklara riayet
etmezse yönetilenlerin yeni bir yönetimi göreve getirebileceği düzenlenmiş;
adeta ABD sisteminin üzerinde kurulacağı temel ilkeler ilân edilmiştir.5
Amerikan bağımsızlık mücadelesi ya da devrimi, adeta baskıcı monarşi yönetimine karşı isyânın ve bireysel
hak ve özgürlüklere verilen önemin bir
sembolü olmuştur. James Madison’ın,
anayasanın Amerikan Devrimi’nin temel ilkelerini barındırdığını belirtmesinden de anlaşılacağı üzere, cumhuriyetin kurucuları, Bağımsızlık Bildirgesi’ni anayasanın temel ilkelerinin esas
kaynağı olarak görmüşlerdir.6 Bu sebeple, bağımsızlığın ardından kurulan
hükümet sisteminin bireysel hakları
gözetecek bir şekilde düzenlenmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Kısa Süren
Konfederasyon Tecrübesi
Kıta Kongresi, Bağımsızlık Bildirgesini ilân etmenin yanı sıra Bağımsızlık Savaşı’nı fiilen yürüten hükümet olarak da görev yapmıştır. Savaş
bir yandan sürerken kendilerine artık
mart ikibinonbeş
31
2023
Amerika Birleşik Devletleri adını veren koloniler, onları bir ulus olarak birbirine bağlayan bir anlaşma kaleme almıştır. “Konfederasyon ve Daimî Birlik
Maddeleri” (Articles of Confederation
and Perpetual Union)7 denilen anlaşma
1777’de kabul edilip Temmuz 1778’de
imzalanmış ve tüm koloniler tarafından
onaylanmasını müteakip Mart 1781’de
bağlayıcı hâle gelmiştir.
İlk Amerikan anayasası olarak kabul edilen Konfederasyon Maddeleri, eyaletler arasında gevşek bir birlik8
kurmuştur. Savunma, kamu maliyesi ve ticaret gibi konularda federal hükümetin yetkisi eyalet yasama organlarının gölgesinde kalmıştır. 1781’de yürürlüğe giren ilk anayasayla kurulan bu
konfederal yapıda şimdikinden farklı
olarak “güçler birliği” esasına dayanan
bir yapı teşkil ettirilmiş ve iktidar merkezîleştirilerek Kongre’nin hâkim olduğu bir düzen kurulmuştur.
Konfederasyon Maddeleri’nde, yasaları uygulayacak bir yürütme organına ve yargı sistemine ilişkin hükümler yer almamıştır. Yasama organı olan
Kongre, ulusal hükümetin tek organıdır ve Kongre’nin eyaletler üzerinde
yaptırım gücü yoktur. Örneğin Kongre
savaş ilân etme yetkisini elinde bulundurmuş ama Kongre’nin kararlaştıracağı sayıda kişiyi silâhaltına almaya hiçbir eyaleti zorlama yetkisine sahip olmamıştır. Vergilendirmenin ve gümrük
tarifelerinin denetimi eyaletlere bırakılmıştır ve her eyalet kendi parasını basmaya yetkili kılınmıştır. Eyaletler arasındaki anlaşmazlıklarda Kongre arabuluculuk yapmışsa da, eyaletleri kararlarını kabul etmeye zorlama gücüne
de sahip olmamıştır. Kısacası koloniler,
George Washington’un deyimiyle, “pamuk ipliğiyle” birleştirilmiştir.9
Güçlü bir merkezî hükümet oluşturmaktan uzak kalan bu konfederal
32
mart ikibinonbeş
yapının ulusal birlik ve düzeni sağlamaktaki acziyeti, daha geniş yetkilerle
donatılan bir merkezî hükümetin kurulması ihtiyacını ortaya çıkarmış, böylelikle hâlihazırdaki yönetim yapısını
getirecek olan anayasanın hazırlık süreci başlamıştır.10
Alexander Hamilton’un 27 Ekim
1787’de yayınlanan makalesinde11
mevcut hükumetin yetersiz kaldığının
açıkça görüldüğünü belirtmesi ve ABD
için yeni bir anayasa üzerinde düşünme
çağrısı yapması, konfederasyonun başarısızlığının anayasanın fikir babaları
tarafından ilânı olarak değerlendirilmelidir. Nitekim, Federalist Yazılar dâhilinde 1-11 Aralık 1787 tarihleri arasında yayınlanan “Mevcut Konfederasyonun Birlik’i Korumadaki Yetersizliği”
(The Insufficiency of the Present Confederation to Preserve the Union) başlıklı makalelerde Hamilton, yeni anayasayla bu sorunun nasıl aşılacağını tartışmıştır.
1787 Anayasası ve
Başkanlık Sisteminin İnşası
Kıtasal Kongre’nin Şubat 1787’de
her bir eyaletten temsilcileri Konfederasyon Maddeleri’ni gözden geçirip değiştirmek üzere davet etmesinin üzerine, 25 Mayıs 1787’de bir “Kurucu Meclis” ihdas edilmiş ve hâlen kullanılmakta olan ABD Anayasası’nın hazırlık çalışmalarına başlanmıştır.
Yeni anayasa üzerine yürütülen tartışmalarda konfederasyon tecrübesinden çıkarılan dersler layıkıyla dikkate
alınmıştır. Meclis’te bulunan 55 temsilcinin tamamının güçlü yetkileri olan
bir merkezî hükümetten yana tavır almış olması bunun somut bir göstergesidir. Temsilciler, yeni anayasa ile oluşturulacak hükümetin birbirini dengele-
yebilecek güçte üç ayrı organdan (yasama, yürütme ve yargı) oluşması ve
parlamentonun iki kamaradan oluşması üzerinde de uzlaşmıştır. Lakin bu
durum, farklı sosyo-ekonomik ve siyasî özellikler taşıyan 13 koloninin anayasanın her bir hükmünde kolayca uzlaşabileceği anlamına da gelmemiştir.
Örneğin, parlamentonun nasıl şekilleneceği için farklı tasarılar üzerinde tartışmalar yaşanmıştır.
O tarihte en kalabalık koloni/eyalet
olan Virginia’yı temsil eden Edmund
Randolph’un sunduğu ve kısaca Virginia Planı olarak bilinen tasarıda, üç ayrı organın kurulması ve yasama organı
olan Kongre’nin alt kanadının eyaletlerin nüfusuna oranla, ikinci kamaranın
ise ilkinin eyaletlerin önereceği isimler
arasından seçeceği temsilcilerden oluşturulması öngörülmüştür.12 Bu plana
alternatif olarak New Jersey temsilcisi
William Patterson tarafından sunulan
tasarıda ise, her bir eyaletten eşit sayıda temsilcinin bulunacağı tek kamaralı
bir parlamento öngörülmüştür.13 Bahsi geçen tasarılar parlamentonun nasıl
teşkil edeceğine dair farklı düzenlemeler sunmuşsa da ikisinin ortak noktası,
parlamentonun atayacağı bir yürütüme
organı ve bağımsız bir yargı organı öngörmüş olmalarıdır. Bu planlar üzerindeki tartışmalardan sonra Kongre’nin
yapısına dair bir uzlaşıya varılmıştır.
Büyük Uzlaşı (Great Compromise) olarak bilinen kararla, büyük eyaletlerin
çıkarlarını yansıtacak şekilde Temsilciler Meclisi’nin nüfusa nispetle oluşturulması, Senato’nun ise -nüfusu az
olan eyaletlerin talep ettiği şekilde- eşit
sayıda temsilciden oluşması kabul edilmiştir.
Yukarıda bahsedilen örnekten de
görüldüğü üzere, ABD anayasasını kaleme alan Kurucu Meclis’te, ciddî bir
tartışma ortamı ve uzlaşı kültürü egemen olmuştur. 25 Mayıs 1787’den beri faaliyette olan Kurucu Meclis’in o
aşamaya kadar üzerinde uzlaştığı hükümler temelinde bir rapor hazırlamak
ve anayasanın taslak metnini oluşturmakla görevlendirilen Detay Komisyonu (Committee of Detail), 6 Ağustos’ta
23 maddeden oluşan taslak anayasayı14
hazırlayarak Meclis’e sunmuştur. Taslak anayasa üzerinde sürdürülen tartışmalar yaklaşık bir ay kadar daha devam
etmiş, bir diğer komisyon (Committee of Style) taslağa son şeklini vermiş
ve nihâî taslak 17 Eylül 1787’de Meclis üyelerinin imzasına sunulmuştur.
Mevcut ABD Anayasası, o taslaktaki
hükümlerin tamamına yakınını içermektedir.15
Yeni anayasa, Konfederasyon Maddeleri ile oluşturulan sistemden epey
farklı bir yapı ortaya çıkarmıştır. Her
şeyden önce, yeni anayasa ile “güçler
birliği” sistemi yerine idarî gücün bir-
TARİHÎ ARTLARIN BİR ÜRÜNÜ OLARAK ABD BAKANLIK SİSTEMİ
den çok kurum aracılığıyla kullanıldığı “güçler ayrılığı” sistemi getirilmiştir. Organların katı bir biçimde ayrıştırılmasının yanı sıra, organlar arasındaki ilişkileri düzenleyen fren ve denge
mekanizması sisteme içselleştirilerek
“ABD modeli” olarak tanımlanan yapı
oluşturulmuştur. ABD modelinin anlaşılabilmesi, bu iki unsurun irdelenmesini gerekli kılmaktadır.
Katı Kuvvetler Ayrılığı
Tüm otorite ve yetkilerin tek bir kişinin tekelinde toplanmasını bireysel
özgürlükler açısından tehlikeli gören
anayasa yapıcıları bu kaygılarını organların “ayrı” ama “eşit güçte” olması ile
gidermeye çalışmışlardır.16 “Anayasanın babası” olarak da nitelendirilen James Madison, yasama, yürütme ve yargı gücünün tek bir kişi veya bir grubun
elinde toplanmasını -bu kişi ya da grup
ister hanedanlıkla ister seçimle gelmiş
olsun- “tiranlık” olarak tanımlamış ve
ABD sisteminin bunu engelleyici bir
yapıda olması gerektiğini savunmuştur.17 Bu düşünceden hareketle oluşturulan ABD hükümet sistemi; organların birbirinden katı bir şekilde ayrıldığı
bir sistem olarak inşa edilmiştir. Diğer
başkanlık sistemi uygulamalarında da
olduğu gibi, ABD sisteminde yasama
(Kongre) ve yürütme (Başkan), birbirlerinden ayrı birer varlığa sahip olacak
şekilde kurumlaşmıştır. Yürütmenin tamamen yasamadan bağımsız bir şekilde teşekkül etmesi -diğer bir ifâdeyle
kabinenin parlamenter sistemde olduğu üzere yasama organından çıkmaması- sisteminin temelinde yatan katı
güçler ayrılığının en belirgin yansımasıdır. Her iki organın kadroları bütünüyle birbirinden farklıdır. Yasama ve yürütme organları, birbirlerinden ayrı olarak, farklılaştırılmaya çalışılan usullerle ve doğrudan seçimle göreve gelmektedir. Kongre ve Başkan, birbirlerinden
bağımsız olarak iktidarda kalırlar ki
yetkilerini paylaşan güçlerin ayrılığını
sağlayan etken de budur.18
Kongre içinden çıkmayan yürütmenin, Kongre’ye karşı siyasî sorumluluğu yoktur. Başkan, seçim dönemi içinde izlediği politikalar nedeniyle Kongre tarafından görevinden azledilememektedir. Kongre Başkanı istifaya zorlayamazken, Başkan da Kongre’yi feshetme hakkına sahip değildir. Dolayısıyla, ABD sistemindeki güçler ayrılığı, parlamenter sistemlerdeki ile kıyaslandığında daha katıdır. Güçlerin “ayrı” ama “eşit” olması bu yapıyla sağlanmaktadır.
Parlamenter sistemlerde tüm siyasî
faaliyetlerin odağında parlamento bulunurken, ABD sisteminde durum bu
değildir. Gücün tek bir organda odak-
lanmaması, organlar arasında hassas
bir iletişimin kurulmasını da zarurî kılmaktadır.19 Organlar arasındaki ilişkinin temel belirleyicisi ise fren ve denge
mekanizmasıdır ki bunun sağlıklı işleyişi ABD modelinin başkanlık sisteminin en iyi uygulaması olarak öne çıkmasının altındaki temel etkendir.
ABD Modelinin Mihenk Taşı:
Fren ve Denge Mekanizması
Yasama ya da yürütme organının
tüm sisteme egemen olmasını kişisel
özgürlükler açısından tehlikeli gören
ve sistemin buna doğru evrilmesinden
çekinen Kurucu Babalar, fren ve denge mekanizmasını tiranlığın önüne geçecek bir önlem olarak görmüştür. Örneğin James Madison, kuvvetlerin birbiri üzerinde hiçbir etkide bulunamamasına yol açacak derecede katı bir
kuvvetler ayrılığını, “kuvvetler ayrılığı
ilkesinin tam olarak uygulanamaması”
olarak değerlendirmiş ve her bir organın diğerleri üzerinde anayasadan kaynaklanan bir kontrol yetkisinin olması
gerektiğini savunmuştur.20 Bu düşüncenin bir yansıması olarak, her bir organa verilen güç, diğer ikisinin gücüyle
dengelenmiş; birbirinden bağımsız olan
her bir organ, diğerlerinin olası aşırılıklarını durdurmakla görevlendirilmiştir.
Herhangi bir organın sistemde baskın
olması ve özellikle de bağımsızlık öncesinde tecrübe edilene benzer baskıcı/
zorba bir merkezî yönetimin oluşması,
bu mekanizma ile engellenmeye çalışılmıştır.
Yasama ve yürütme arasında yetki gaspının yaşanmaması ya da sistemin bir diğeri tarafından domine edilmemesi gibi durumlar “fren ve denge
mekanizması” ile mümkün olmaktadır. Bu mekanizmaya göre, bir uluslararası antlaşmanın Başkan’ın imzasıyla
yürürlüğe girmesinden önce Senato’da
nitelikli çoğunlukla onaylanmak zorunda olması, yasamanın yürütme üzerindeki “fren ve denge” etkisi olmaktadır.
Başkan’ın veto yetkisine sahip olması
ise ters yönde yâni yürütmenin yasama
üzerinde bir fren ve denge unsuru olabilmesi anlamına gelmektedir.
Bu mekanizma sayesinde, ne Kongre yasama alanında sınırsız bir yetkiye sahiptir, ne de Başkan yürütmenin
nasıl belirleneceğinde Kongre’den tamamen bağımsız hareket edebilmektedir. Dolayısıyla ABD hükümet sistemi,
“güçleri paylaşan ayrı organlar” şeklinde tasarlanmıştır.21 Genel olarak bakıldığında güçler ayrılığı, temel organlar arasında hiyerarşi, ayrışma, belli bir
alanda uzmanlaşma ve birbirinden bağımsızlık gerektirirken; ABD hükümet
siteminin temel karakterini oluşturan
fren ve denge mekanizması, güçler ara-
sında eşitlik, işbirliği ve karşılıklı bağımlılık gerektirmektedir.22
Organların bir diğeri üzerindeki
kotrolünü anlayabilmek için Franklin
D. Roosevelt döneminde yaşanan bir
süreç açıklayıcı olacaktır: 1930’larda
ekonomik krizle mücadele adına birçok
önlemi hayata geçirmek isteyen Franklin D. Roosevelt, Yüce Mahkeme (Supreme Court) ile bazı ihtilaflar yaşamıştır. Mahkeme, Başkan’ın birçok yasama girişimine engel olunca Roosevelt,
hepsi kendi döneminden önce atanan
yargıçların 70 yaş ve üzerinde olanlarını görevden alıp kendi atadığı isimlerle çalışabilmek için Mahkeme’nin yeniden yapılanmasını sağlayacak bir yasa
çıkartmaya çalışmıştır. Lakin Kongre,
Başkan’ın arzu ettiği bu yasayı kabul
etmeyerek Başkan’a yetkisinin bir sınırı olduğunu hatırlatmıştır.23
Yasama ve yürütme organları arasında bir yetki çatışmasının yaşanması
hâlinde, sistemde adeta sigorta görevi
gören ve bağımsızlığı konusunda neredeyse hiç şüpheye yer bırakmayan yargı organı devreye girmektedir. Nitekim
yürütmenin yasama aleyhine gücünü
genişletmeye kalması gibi bir durumda
Mahkeme, Başkan’ın yetkilerini aştığını belirtmekten çekinmemiştir. Bu konuda aşağıda özetlenen iki örnek olay,
hem fren ve denge mekanizması ile sağlanan güçler-arası denge ilişkisinin nasıl işlediğini açıklamakta hem de ABD
modelini başarılı kılan temel niteliğini
ortaya koymaktadır.
Başkan Harry Truman’ın, savaş
zamanında başkomutanlık yetkisinin
kendisine çelik üretimini belirleyebilme
yetkisi verdiği iddiasıyla 1952’de ülke-
mart ikibinonbeş
33
2023
deki çelik fabrikalarının yönetimine el
koyması üzerine açılan Youngstown
Co. v. Sawyer24 davasında Yüce Mahkeme; Başkan’ın yasaları uygulamakla görevlendirilmiş olmasının kendisine yasa yapma gücü vermediğini, Başkan’ın gerekli gördüğü yasaların çıkarılması için Kongre’ye ancak bir tavsiyede bulunabileceğini, Kongre’de bu
yönde bir yasa kabul edilmedikçe Başkan’ın özel mülkiyete el koyma yetkisinin bulunmadığını ve Başkan’ın böyle
bir karar alarak anayasal yetkilerini aştığını hükme bağlamıştır. Söz konusu
davada, güçler ayrılığının temel belirleyicilerinden biri olan her kurumun kendine has işlevlerinin olduğu ilkesi de
vurgulanmıştır. Yüce Mahkeme, güçler ayrılığı konusunda Başkan’ın gücü
ve otoritesini genişletici nitelikte yorumlar yapagelmişse de bu davada gücünün bir sınırı olduğunu belirtmekten
geri kalmamıştır.25
Başkan’ın gücünün sınırsız olmadığını vurgulayan benzer bir Yüce Mahkeme kararı da 1974’te United States v.
Nixon davasında alınmıştır.26 Watergate Skandalı soruşturması kapsamında,
Başkan Nixon, güçler ayrılığı ve üst düzey yetkililerin iletişiminin gizliliği gerekçelerine dayanarak Başkanların bazı ayrıcalıkları olduğu iddiasıyla kendisinden istenilen belgeleri savcılığa
vermekten imtina etmiştir. Yüce Mahkeme, güçler ayrılığı ilkesinin organlar
arasında çizilen sınırı korumak için taşıdığı önemin altını çizerek, hiçbir şart
altında güçler ayrılığı ilkesinin Başkanları yargı sürecinden muaf kılamayacağına hükmetmiştir.27 Neticede Mahkeme, Başkan’ın kendisinden istenen belgeleri vermesi gerektiğine hüküm kılmış, Nixon bu kararın ardından istifa
etmek durumunda kalmıştır.
Sözkonusu dava, yasama ve yürütme arasındaki yetki paylaşımı açısından çok önemli bir noktayı gündeme
getirmiştir: Başkanın, kamu yararı gerektirirse, bazı bilgi ve belgeleri yasama ve yargı organından gizleyebileceği
iddiası. “Yürütmenin ayrıcalığı” olarak
anılan bu hakkın demokratik bir ülkede olamayacağına dair görüşler olsa da
bahsedilen davayla bu kavram doktrine
girmiştir. Ayrıca, davanın karar metninde Başkan’ın yetkilerine dair önemli bir nokta daha vardır. Dava, iç politika-dış politika ayrımına giderek, Başkan’ın dış politikadaki yetkilerinin iç
politikaya oranla daha güçlü olduğunu belirtmekte; ulusal güvenlik, istihbarat ve askerî konularda yürütmenin
daha fazla ayrıcalığı olacağını kabul etmektedir.28
Dış politikada Başkan’ın daha güçlü bir aktör olduğu; ancak, Başkanların iç politikada Kongre karşısında o
nispette güçlü olmadığı düşüncesinin
temsilcilerinden Wildavsky’ye göre,
34
mart ikibinonbeş
“ABD’nin bir başkanı ama iki ayrı başkanlığı vardır: biri içişleri diğeri de dışişleri ve savunmayla ilgilenmektedir”.
Başkanların gerçekleştirmekte kararlı oldukları bir dış politika konusunda
muhakkak istediklerini aldıklarına dikkat çeken bu görüş, Başkanların iç politika meselelerinde bu derece başarılı olmadıklarını belirtmekte ve bu durumu
Anayasa’dan çok 1945 sonrası gelişmelere bağlamaktadır.29 Nitekim Başkanlar; kısmen anayasal hükümler, kısmen
bazı yargı kararları ve daha ziyade II.
Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası sistemin getirdiği zorunluluklar sebebiyle dış politika yapımından tek başına sorumlu kişi gibi algılanmaya başlamıştır.30
Başkanların, diğer organların fren
ve denge etkisinden kısmen de olsa
kurtulduklarına dayanan bu kanaat,
ABD modelinde yürütmenin yasamadan daha güçlü bir organ olduğu algısına sebep olabilmektedir. Örneğin Burhan Kuzu, sert kuvvetler ayrılığı ile fren
ve denge sisteminin ardından “yürütmenin yasamaya üstünlüğü”nü ABD
modeli başkanlık sisteminin üçüncü temel niteliği olarak ele almaktadır. Oysa
yürütmenin yasamadan üstünlüğü gibi
bir durumun ABD modeli için geçerli
olmadığını düşündürecek birçok sebep
vardır. Dış politika ve ulusal güvenlik
gibi yürütmenin yasamadan daha etkili olduğu bazı alanların varlığı bir gerçekse de, yürütmenin yasamadan “üstün” olduğunu iddia etmek hiç sağlıklı görünmemektedir. Nitekim yukarıda
da vurgulanmaya çalışıldığı üzere, Anayasa’yı hazırlayanların fren ve denge
mekanizmasıyla engellemek istedikleri
tam da budur.
Yürütmenin yasamadan üstün olduğu düşüncesinin gerçeği yansıtmadığını anlamak için Temsilciler
Meclisi’ne münhasıran verilen bütçe
yetkisinin/hakkının (power of purse)
etkin kullanılması hâlinde hükümetin
nasıl bir duruma düştüğünü hatırlatmak dahi tek başına yeterli olacaktır:
Anayasa’nın 1’inci maddesinin dokuzuncu bölümünde geçen “Yasa’nın verdiği harcama yetkileri haricinde hazineden para çekilemez” hükmüyle harcamalar tamamen Kongre onayına bağlanmıştır. Dolayısıyla, malî yılbaşı olan
1 Ekim günü geldiğinde bütçenin kabul
edilmemiş olması, hükümetin harcama
yapamayacağı anlamına gelmektedir.
Hükümetin kepenk kapatması (shutdown) olarak tabir edilen bu durum,
1976’dan bugüne kadar -sonuncusu
Ekim 2013’te olmak üzere- 18 kez yaşanmıştır. Kongre’nin bütçeyi onaylamaması hâlinde zorunlu olmayan tüm
kamu hizmetlerinin askıya alınması ve
bir milyona yakın federal hükumet görevlisinin zorunlu olarak maaşsız izne
ayırılması sözkonusu olabiliyorken yü-
rütmenin yasamadan üstün olduğunu
savunmanın doğru olmayacağı açıktır.
ABD modelinin başarısının altında
yatan unsurun fren ve denge mekanizmasının iyi işlemesi olduğu tartışmasızdır. Bunu sağlayan önemli bir etken,
kurumlar arasında müzakere ve uzlaşı
kültürünün gelişmiş olmasıdır. Örnegin, bahsi geçen kepenk kapatma olayının ardında, hükumeti işlemez hâle
getirip krize yol açmak değil, Temsilciler Meclisi’nde çoğunlukta olan Cumhuriyetçilerin, “Obamacare” olarak da
bilinen sağlık sigortası reformuna ilişkin bazı değişiklik taleplerini Başkan’a
kabul ettirme düşüncesi yatmaktadır.
Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçiler, Demokratların Senato’da çoğunlukta olması sebebiyle arzu ettikleri gibi bir yasayı çıkaramayacaklarını, çıkarabilseler de Başkan’ın vetosuna takılacaklarını bildikleri için, bütçe hakkını müzakerede bir koz olarak kullanmışlardır.
Bütçe yetkisinin Temsilciler Meclisi’ne sunduğu güce benzer şekilde, Senato da kendine has yetkileri aracılığıyla yürütme karşısında fren ve denge unsuru olabilmektedir. Örneğin, uluslararası antlaşmaların yürürlüğe girmesi münhasıran Senato’ya verilen onay
yetkisinin kullanılması hâlinde mümkün olmaktadır ki, Senato şimdiye dek
22 uluslararası anlaşmaya onay vermeyerek yürütmenin gücünü sınırlandırmıştır. Bu çerçevede akla gelen örneklerden biri, I. Dünya Savaşı’nın ardından bizzat Başkan W.Wilson tarafından müzakere edilip imzalanan Versay
Antlaşması’nın Senato tarafından iki
kez reddedilmesidir.31
Senato’nun yüksek bürokrasideki pozisyonlara atanacak
TARİHÎ ARTLARIN BİR ÜRÜNÜ OLARAK ABD BAKANLIK SİSTEMİ
kişileri onaylaması gerekmektedir ki bu
durum da fren ve denge mekanizmasının sağlıklı işlemesini gerektirmektedir.
Zira Başkanlar, -bakanlar, büyükelçiler
ve Yüce Mahkeme yargıçları gibi- yüksek bir makam için aday gösterdiği kişinin onay alamaması gibi bir durumla
karşılaşmamak için, senatörlerle ön görüşmeler yapmak ve aday göstereceği
kişilerin onay alma ihtimâllerini önceden tespit etmek durumunda kalmaktadır. Başkanların onay alma ihtimâli
yüksek olan kişileri öne çıkararak asıl
arzu ettikleri adaylarından vazgeçmeleri ve hatta önerdiği kişinin Senato’dan
onay alamaması da birçok kez yaşanmıştır.32 Senato’nun böyle bir yetkiye
sahip olması da Başkan ile Senato arasında müzakere ve uzlaşı kültürünün
gelişmesine ve dolayısıyla sistemin iyi
işlemesine katkı sağlamaktadır.
Organlar arasında eşit güç dağılımı sağlamaya gayret eden bir sistemde,
Kongre’nin sahip olduğu fren ve denge araçlarının Başkan’a verilmemiş olması düşünülemez. Nitekim Başkan da
Kongre’nin yetkilerini aşmasını engelleyebilmek adına veto yetkisi ile donatılmıştır. Kurucu Meclis’te Başkan’a tanınacak veto yetkisinin mutlak olmaması -yâni nitelikli bir çoğunluk sağlanabilirse vetonun aşılabilmesi- kararlaştırılmış ve bu ilke mevcut anayasada yerini almıştır. Buna göre, Başkan’ın veto
ettiği bir yasa taslağı Kongre’nin üçte ikisi tarafından
kabul edilirse veto geçersiz kılınmaktadır (overriding). Bunun en önemli örneği, Başkan’ın yurtdışında
askerî güç kullanımına dair
yetkilerini sınırlandırmak
üzere hazırlanan Savaş
Güçleri Yasası’nın
Başkan Nixon tarafından veto edilmesine rağmen, Kongre’de tekrar görüşülen yasanın nitelikli çoğunlukla kabul
edilerek vetonun geçersiz kılınmasıdır.
Başkanlar şimdiye dek 2565 kez veto
yetkilerini kullanmış, bunların 110 tanesi ise Kongre’nin nitelikli çoğunlukla
alığı kararla geçersiz kılınmıştır.33
Organlar arasında denge ve eşgüdümün sağlanabilmesi için ABD modelinde yer alan bunlar gibi birçok yetki, katı
bir şekilde birbirinden ayrıştırılmış organların bir diğerini kontrol edebilmesini sağlamaktadır. Yine de kurumlar
arası ilişkilerde kimi zamanlar sorunlar yaşanabilmektedir. Çalışmanın giriş bölümünde Netanyahu’nun ziyaretinin Başkan ve Kongre arasında kısa
süreli bir krize sebep olduğundan bahsedilmiş, bunun da ABD modelinin anlaşılması açısından önem taşıdığı belirtilmişti. Fren ve denge mekanizmasının
irdelenmış olmasının ardından artık bu
ziyaretin sebep olduğu krize değinmenin yeri gelmiştir.
Dış Politikada: Yasama ve
Yürütmenin Mücadele Alanı
Daha önce kısaca temas edildiği
üzere, dış politika ve ulusal güvenlikle
ilgili konularda Başkanların yasamadan
daha etkin bir rol oynadığı genel kabul
görmektedir. Bu durum Anayasa’nın
Başkanları bu konuda daha fazla yetkilendirmiş olmasından ziyade, zaman
içerisinde bu alanın yürütme tarafından
aşama aşama ele geçirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bunun ardında, Anayasa’nın Başkanları “yürütmenin başı”
ve “başkomutan” olarak nitelendirmesi
kadar Kongre üyelerinin dış politika gibi konulara yeterince ilgi göstermemesi
yatmaktadır.
Temsilciler Meclisi’nin iki yılda bir
yenileniyor olması, üyelerin seçim bölgelerine ciddî bir zaman ayırmasını gerektirmektedır.34 Seçmenlerinin talep
ve beklentilerini karşılayamamaları hâlinde yeniden seçilemeyeceklerini düşünen vekil adayları, yerel sorunlarla ilgilenmeyi ulusal sorunlarla uğraşmaktan daha öncelikli görmektedir.35 Dolayısıyla Temsilciler, ulusal meselelerde
yürütmenin öne çıkmasına adeta göz
yummaktadır. Diğer yandan Başkanlar
ise 1930’lardan bu yana kendilerine tanınan bazı yetkileri daha sık kullanarak dış politika alanındaki yetkilerini genişletmeye çalışmak-
tadır. Örnek vermek gerekirse, Başkanlar uluslararası antlaşmaların Kongre
onayı gerektirmesi ve bunun hem süreci uzatması hem de reddedilme ihtimâli
barındırması sebebiyle, yürütme anlaşmaları (executive agreements) yapmak
sûretiyle yasama organını by-pass etmekte, uluslararası ilişkilerde daha etkin bir rol oynamaktadır. Gerçekten de
ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrasında
imzaladığı anlaşmaların yaklaşık %90’ı
bu niteliktedir, yani Senato’nun onayından geçmemiştir.36
Başkanların dış politika alanında Kongre’ye karşı sağladığı üstünlük, 11 Eylül sonrasında Başkan George Bush doneminde çok daha ciddî
bir boyuta ulaşmıştır. Saldırılar sonrasında ABD’nin ağır bir terör tehdidine açık olduğunu ve olağan dönemler
için hazırlanan yasaların böylesi olağanüstü dönemler için yeterli olmadığını ve Başkanın bu şartlar altındayken her yolu deneyebileceğini savunan
Bush yönetimi, bu tavrı sebebiyle, fren
ve denge mekanizmasını, Anayasa’da
vurgulanan güç paylaşımı ve ortaklaşa
karar alma ilkelerini aşındırmakla eleştirilmiştir.
Bush döneminde Başkanın gücü ve
yetki alanını genişletmeye yönelik çabaların ardındaki isimlerin başında gelen Dick Cheney; Başkanın otoritesinde Watergate Olayı ve Vietnam Savaşı
sonrasında bir aşınma olduğunu, bunun Başkanın görevlerini yerine getirmesi açısından bir engel teşkil ettiğini
ve yürütmenin yasamadan bağımısızlığını azaltarak daha etkin bir yönetimin kurulması gerektiğini savunmuştur.37 Bu düşünce, Beyaz Saray’ın 11
Eylül’ün ardından yürütmenin otoritesine zarar verecek yasaları uygulamaktan kaçınacağını ilân etmesi ile teoriden
pratiğe dönüşmüş, yasama-yürütme
dengesi ilkinin aleyhine bozulmuştur.
Dış politikanın belirlenmesi ve yürütülmesinde Başkanların Kongre’nin
önüne geçmesini, hükümet sisteminin
doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak
değerlendirmek yanlış olacaktır. Zira,
yasama-yürütme arasındaki güç dengesi incelendiğinde kimi zaman Kongre’nin kimi zamansa Başkan’ın görece üstünlük sağladığı görülmektedir.
Kabaca 19. yüzyılın ikinci yarısının
“Kongre hükümeti” (congressional governmet) olarak anılmasından da anlaşılacağı üzere bu dönem, Kongre’nin
daha etkin olduğu yıllara karşılık gelmektedir. Woodrow Wilson’ın 1885’te
kaleme aldığı ve Kongre’nin aşırı güçlü bir organ hâline geldiğini savunduğu kitabına “Congressional Government” başlığını seçmiş olması bir tesadüf değildir.
I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla
Başkan, etkinlik mücadelesinde tekrar
öne geçme fırsatını yakalamışsa da Se-
mart ikibinonbeş
35
2023
nato’nun Versay Antlaşması’nı onaylamaması Başkan’ın üstünlüğünü bitiren
gelişme olmuş; II. Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede bir kez daha Kongre
egemenliği görülmüştür.38 Kongre’nin
etkinliği, 1941’de gerçekleşen Pearl
Harbor Baskını ve ardından ABD’nin
II. Dünya Savaşı’na dâhil olmasıyla sona ermiş ve Franklin D. Roosevelt neredeyse Kongre’yi hiç dikkate almadan
dış politikanın kontrolünü eline almıştır. Örneğin, Müttefikleri kayıtsız şartsız teslime zorlama politikası ve Yalta’da SSCB ile varılan anlaşma, tamamen Başkan Roosevelt’in bizzat kendi
tercihidir ve karar aşamasında Kongre’nin bir etkisi olmamıştır.39
Başkan ve Kongre’nin dış politikanın belirlenmesinde sergilediği mücadelede galibinin (şimdilik) Başkan olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İşte tam da bu sebeple, Temsilciler Meclisi Başkanı Boehner’in daveti üzerine
Netanyahu’nun ABD Kongresi’nde bir
konuşma yapması ve bu süreçte Başkan’la istişare yapılmaması, Başkan
Obama’nın eleştirisine sebep olmuştur.
Mevcut siyasî gelenekler, dış ilişkilerde
Başkan’ın öncelikli bir pozisyonda olmasını gerektirirken, yabancı bir liderin Kongre’de Başkan’ın dış politikasını eleştiren bir konuşma yapması, ABD
Başkanı için kabul edilmesi zor ve görülmedik bir durumdur. Bu çerçeveden
bakıldığında Başkan Obama’nın Netanyahu’ya randevu vermemesi daha kolay
anlaşılacaktır.
Başkanın, dış politika gibi önemli
bir alanda yasamayı devre dışı bırakıp
tek başına davranması da, Kongre’nin
ABD’nin uluslararası çıkarlarını ilgilendiren bir konuda Başkan’ın onayını
36
mart ikibinonbeş
almadan böyle bir faaliyete ev sahipliği
yapması da sistemin esasını oluşturan
“eşit güçler” ilkesine ters düşmektedir.
Türkiye Üzerine
Değerlendirmeler ve Sonuç
ABD sistemi, otorite anlamında öne
çıkan bir organın diğerleri tarafından
frenlenerek dengenin sağlanabilmesi
esasına dayanmaktadır. Bu sağlandığı
müddetçe sistem sağlıklı işlemekte, aksi hâlde ise kilitlenmektedir. Başkan’ın
Kongre’yi feshedemezken Kongre’nin
Başkanı görevden alamaması şeklindeki düzenleme, görev süreleri sabit bu
iki organın birlikte uyum içinde çalışmasını gerekli kılmaktadır.
Kurumlar arasındaki güç dengesinin sağlanabilmesinde; sağlam bir
siyasî/felsefî temel üzerinde inşa edilen sistemin 200 yılı aşan tecrübesi,
siyasî kültürde çatışma değil uzlaşının
ağır basması, iki partili sistemdeki partiler arasında derin ideolojik farklılıkların olmaması ve yargı organının bağımsızlığı ve güvenilirliği etkili olmaktadır. Bu gibi özellikleri barındırmayan
birçok Asya ve Latin Amerika ülkesinde ABD modelinden esinlenilerek oluşturulan başkanlık sistemlerinin başarısızlığı da bu tespiti teyit etmektedir.
Nitekim siyasî partiler arasında parçalanmışlığın çok olması ve uzlaşı kültürünün zayıflığı yasama organının karar
almasına engel olacaktır. Bir de buna
yasama çoğunluğu oluşturan siyasî görüşten farklı bir partiye mensup bir başkanın yürütmenin başında olması eklenirse bu sefer yasama-yürütme arasındaki uzlaşmazlık sistemi işlemez hâ-
le getirecektir. Bu noktada, yukarıdaki değerlendirme esas alınırsa, başkanlık sistemine geçmeyi tartışan Türkiye
için baz öngörülerde bulunmak mümkün olacaktır.
Öncelikle Türkiye’de siyasî yelpazenin onlarca siyasî partiyi barındırdığı ve
bunlar arasında birbirleriyle uzlaşmayı
neredeyse imkânsız kılacak derecede
farklılıkların olduğu düşünülürse, sistemin aksamadan ilerlemesi ihtimâli zayıftır. Başkan’ın sık sık vetoya başvurması sûretiyle yasamayı işlevsiz kılması
ya da Meclis’in Başkan tarafından atanacak üst düzey bürokratlara onay vermeyerek yürütmeye engeller çıkarması
şaşıtıcı olmayacaktır. Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in Türkiye analisti tarafından dile getirilen “başkanlık
sisteminin siyasî riskleri artıracağı” yönündeki uyarılar40 bu çerçeveden bakıldığında isabetli görünmektedir.
Başkan ve meclis çoğunluğunun aynı siyasî partiden gelmesi de bir o kadar riskli olacaktır. Zira, böylesi bir senaryoda; ABD’nin aksine sivil toplumun ve lobicilik faaliyetlerinin siyasete
müdahalesinin çok sınırlı olduğu Türkiye’de, muhalefetin tamamen etkisiz/
işlevsiz kalması büyük bir ihtimâldir.
Nitekim, Türkiye’nin son bir-iki yılda
daha da kutuplaştığı dikkate alınırsa,
Türkiye için önerilen sistemin “çoğunluk zorbalığı”na41 sebep olmasından
endişelenmek yersiz değildir. ABD modelinin temelinde yatan felsefenin tam
da böylesi bir yönetim anlayışını engellemek olduğu hatırda tutulmalıdır.
Türkiye’deki başkanlık sistemi taraftarlarının, gücü/yetkileri yasama veya yargı tarafından kısıtlanamayacak
bir yürütme arzu etmeleri, başkanlık
sisteminin ayırt edici unsurunun “organların birbirini dengeleyerek güçler arasındaki eşitliği korumak” olduğunu anlamadıklarını göstermektedir.
Bu yanlış algı üzerinde inşa edilecek bir
başkanlık sisteminin, ABD modelindeki gibi temel hak ve özgürlükleri koruyan demokratik bir sistem değil; Ortadoğu, Latin Amerika ve Asya’da görülen tarzda otoriter bir başkanlığa dönüşmesi çok muhtemeldir. Yine de böylesi bir başkanlık sistemini “yürütmeye
etkinlik ve istikrar” getireceği gerekçesiyle savunanların, 30 yıllık Hüsnü Mübarek yönetiminin Mısır’a istikrar getirirken Mısır halkından neler götürdüğünü de düşünmeleri gerekmektedir.
Dipnotlar
1
“Obama Will Not Meet Israel’s Netanyahu on U.S. Visit”, Reuters, 22
Ocak 2015, http://www.reuters.com/
article/2015/01/22/us-israel-congressidUSKBN0KV1UT20150122 (Erişim:
05.03.2015).
TARİHÎ ARTLARIN BİR ÜRÜNÜ OLARAK ABD BAKANLIK SİSTEMİ
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
“Netanyahu’nun Washington Ziyareti: ABD-İsrail İlişkilerinde İlklerin Krizi”, BBC Türkçe, 03 Mart 2015, http:
//www.bbc.co.uk/turkce/haberler/
2015/03/150302_abd_israil_analiz
(Erişim: 05.03.2015).
Hâlihazırda P5+1 şeklinde ifâde edilen altı ülke (Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin
ve Almanya) ile İran arasında nükleer programa ilişkin görüşmeler yürütülmektedir ve Benjamin Netanyahu
bu görüşmeleri eleştiren bir konuşma
yaparak Obama yönetimine açıkça muhalefet etmiştir.
“Continental
Congress,
17741781”, US Department of State Office of the Historian, http://
history.state.gov/milestones/17761783/ContinentalCongress
(Erişim:
06.03.2015).
“The Declaration of Independence 1776”, US Department of State Office of the Historian, http:
//history.state.gov/milestones/
1776-1783/Declaration
(Erişim:
06.03.2015).
Edward J. Erler;, The American Polity:
Essays on the Theory and Practice of
Constitutional Government, Taylor &
Francis, New York, 1991, s.3.
Anlaşmanın tam metnine erişim için
bakınız: “Articles of Confederation”,
Yale Law School Avalon Project, http:
//avalon.law.yale.edu/18th_century/
artconf.asp (Erişim: 06.03.2015).
Koloniler arasında bir birlik kurulması fikri 1754’e kadar gitmektedir.
O tarihte Albany Kongresi adı altında bir araya gelen koloni temsilcileri,
ilk kez ortak bir hükümet altında birleşmek yönünde bir plan ortaya koymuştur. Sözü edilen plan hayata geçmemişse de birleşik devletlerin habercisi olduğu için önem arz etmektedir.
Daha detaylı bilgi için bkz: “Albany
Plan of Union, 1754”, US Department
of State Office of the Historian, https:
//history.state.gov/milestones/17501775/albany-plan
“Amerikan Hükümetinin Ana Hatları”, ABD Ankara Büyükelçiliği,
http://www.usemb-ankara.org.tr/
ABDAnaHatlar/Hukumet.htm#b1
(Erişim: 07.03.2015).
“Articles of Confederation, 17771781”, US Department of State Office of the Historian, http://
history.state.gov/milestones/17761783/Articles (Erişim: 07.03.2015).
“Federalist No.1”, Library of Congress,
http://thomas.loc.gov/home/histdox/
fed_01.html (Erişim: 07.03.2015).
“Resolutions Proposed by Mr. Randolph in Convention May 29, 1787”,
Yale Law School Avalon Project, http:
//avalon.law.yale.edu/18th_century/
debates_529.asp#rand
(Erişim:
07.03.2015).
“Text of the Plan in the Notes on
Debates in the Federal Convention of 1787 Reported by James Madison”, Yale Law School Avalon Pro-
ject, http://avalon.law.yale.edu/18th_
century/debates_615.asp#pat (Erişim:
07.03.2015).
14 6 Agustos1787’de hazırlanan ABD
anayasasının ilk taslağının tam
metnine ulaşmak için bkz. “August 6 Draft of the Constitution”,
U.S. Constitution Online, http://
www.usconstitution.net/draft_aug6.html (Erişim: 07.03.2015).
15 Kurucu Meclis’teki tartışmaların resmî bir tutanağı bulunmasa da Meclis’in önde gelen isimlerinden olan James Madison’ın tuttuğu notlar, anayasa yapım süreci açısından önemli
bir kaynak olarak değerlendirilmelidir.
Söz konusu notlara şu adresten ulaşmak mümkündür: “Notes on the Debates in the Federal Convention”, Yale Law School Avalon Project, http:/
/avalon.law.yale.edu/subject_menus/
debcont.asp (Erişim: 05.03.2015).
16 Charles O. Jones; Separate but Equal Branches: Congress and the Presidency, Chatham House Publishers,
New Jersey, 1995, ss.viii-ix.
17 James Madison; “The Particular Structure of the New Government and the
Distribution of Power Among Its Different Parts”, (Federalist Papers No.
47) Independent Journal, 30 Ocak
1788.
18 Günsev Evcimen; “Başkanlık Hükümeti Sistemi: ‘Ratio Politica’sı ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 1998, Cilt: 47,
Sayı: 1, ss.317-318.
19 Fahri Bakırcı; Başkanlık Sistemi, Parlamenter Sistem, Meclis Hükümeti
Sistemlerinin Karşılaştırılması ve Türkiye Örneği, TBMM Genel Sekreterliği Uzmanlık Tezi, Ankara, 1994, ss.5767.
20 James Madison; “These Departments
Should Not Be So Separated as to Have No Constitutional Control Over
Each Other”, (Federalist Paper No.
48), New York Packet, 1 Şubat 1788.
21 John Haskell; Congress in Context,
Westview Press, Boulder, 2010, s.11.
22 Michael Foley ve John E. Owens;
Congress and the Presidency: Politics
in a Separated System,
Manchester University Press, Manchester,
1996, ss.334-335.
23 Brian Duignan (der.); The Executive
Branch of the Federal Government:
Purpose, Process, and People, Britannica Educational Publishing, New
York, 2010, s.240-248.
24 U.S. Supreme Court, Youngstown
Co. v. Sawyer, 343 U.S. 579 (1952).
Davanın karar metnine ulaşmak için
bakınız:
http://supreme.justia.com/
us/343/579/case.html
(Erişim:
08.03.2015).
25 David L. Hudson; The Handy Law
Answer Book, Visible Ink Press, Canton, MI, 2010, s.14.
26 M. J. C. Vile; “Separation of Powers,”
Encyclopedia of the American Constitution, Leonard W. Levy ve Kenneth
L. Karst (der.), Macmillan Referen-
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
ce, New York, 2000, 2. Baskı, Cilt:5,
ss.2381-2385.
United States v. Nixon, U.S. Supreme
Court, 418 U.S. 683 (1974) Davanın
karar metnine ulaşmak için bakınız:
http://supreme.justia.com/us/418/
683/case.html (Erişim: 05.03.2015)
Michael A. Genovese ve Robert J. Spitzer; The Presidency and the Constitution: Cases and Controversies Palgrave Macmillian, New York, 2005, ss.99103.
Aaron Wildavsky; “The Two Presidencies: Presidential Power is Greatest
When Directing Military and Foreign
Policy”, Society, 1966, Cilt: 4, Sayı: 2,
s. 7.
Ibid., ss. 9-12.
Senato’nun onay vermediği antlaşmalar ve onay sürecindeki rolü için
bkz: “Treaties”, US Senate, http:
//www.senate.gov/artandhistory/
history/common/briefing/
Treaties.htm#4 (Erişim: 08.03.2015).
Donald A. Ritchie; The U.S. Congress:
A Very Short Introduction, Oxford
University Press, New York, 2010,
ss.90-91.
“Summary
of
Bills
Vetoed,
1789-present”,
U.S.
Senate,
http://www.senate.gov/
reference/Legislation/Vetoes/
vetoCounts.htm#1
(Erişim:
08.03.2015).
David R. Mayhew; Congress: The
Electorial Connection, Yale University
Press, (New Heaven, 1974, ss.13-19.
Kay King; “Congress and National Security”, CFR, Special Report No.58,
Kasım 2010, s.9. http://www.cfr.org/
congresses-parliaments-national-legislatures/congress-nationalsecurity/p23359
John Yoo; “Laws as Treaties?: The
Constitutionality of CongressionalExecutive Agreements”, Michigan
Law Review, Şubat 2001, Cilt: 99, Sayı: 4, s.758.
Gordon Silverstein; “Bush, Cheney,
and the Separation of Powers: A Lasting Legal Legacy?”, Presidential Studies Quarterly, Aralık 2009, Cilt: 39,
Sayı: 4, s.878.
James M. Lindsay; “Deference and Defiance: The Shifting Rhythms of Executive-Legislative Relations in Foreign Policy”, Presidential Studies Quarterly, Eylül 2003, Cilt: 33, Sayı: 3,
s.533.
Stephen E. Ambrose; “The Presidency
and Foreign Policy”, Foreign Affairs,
19991, Cilt: 70, Sayı: 5, s.124.
“Fitch: Başkanlık Sistemi Siyasi Riski Artırır”, BBC Türkçe, 06 Mart
2015, http://www.bbc.co.uk/turkce/
ekonomi/2015/03/150305_ft_rawkins_baskanlik_sistemi
Levent Köker; “AKP’nin Önerisi Başkanlık Sisteminin Mantığına Ters”, Aljazeera Türk, 04 Şubat 2015, http://
www.aljazeera.com.tr/gorus/akpninonerisi-baskanlik-sisteminin-mantigina-ters (Erişim: 09.03.2015).
mart ikibinonbeş
37

Benzer belgeler

ABD YÖNETİM SİSTEMİ ÜZERİNE BİR İNCELEME Sahipkıran

ABD YÖNETİM SİSTEMİ ÜZERİNE BİR İNCELEME Sahipkıran İngiltere’nin baskısına karşı gösterilecek ortak tutumun belirlenmesi amacıyla Eylül 1774’te Kıta Kongresi (Continental Congress) adı altında biraraya gelmiştir. Kolonilerin de facto hükümeti gibi ...

Detaylı

Dosyayı İndirmek İçin Tıklayınız

Dosyayı İndirmek İçin Tıklayınız (Kongre) ve yürütme (Başkan), birbirlerinden ayrı birer varlığa sahip olacak şekilde kurumlaşmıştır. Yürütmenin tamamen yasamadan bağımsız bir şekilde teşekkül etmesi -diğer bir ifâdeyle kabinenin ...

Detaylı