sayi 39 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 39 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Prof. Dr. Haydar SUR Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı, Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus SÖYLET Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı EDİTÖRDEN Geçmişten Günümüze Her Yönüyle 14 Mart Tıp Bayramı Sağlık ve İnsan’ın KAPAK KONULARI dosyaları sektörün bütün paydaşlarının ilgisini çekmeye ve dikkatleri üzerine toplamaya devam ediyor. Yayın Editörümüz Esra ÖZ’ün titiz çalışmaları ile daha da nitelikli olan Kapak Konularımız herkesin merakla beklediği ve ilgi ile incelediği dosyalar haline geldi. Mart sayımızın KAPAK KONUSU doğal olarak 14 Mart TIP BAYRAMI olacaktı. Yayın toplantılarımızda bu kez daha farklı bir 14 Mart Tıp Bayramı dosyası hazırlamaya karar verdik. Gerçekten de ortaya çok ciddi ve kapsamlı bir çalışma çıktı. Geçmişten Günümüze Her Yönüyle 14 Mart Tıp Bayramı olarak isimlendirdiğimiz kapak dosyamızda Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ, Prof. Dr. Recep AKDUR, Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU, Av. Sevi FIRAT, Uzman Psikolog Hurigül BAYRAM GÜLAÇTI, Hemşire. Melek ÇELİK, Dr. Pınar Atakan BİRLER ve Fezile ÖZDEMİR’in yazıları Tıp Tarihi, Hekimlik ve Sağlık Hizmetleri ile bizlere geçmişten günümüze her yönüyle özel bir 14 Mart Tıp Bayramı yaşatacak nitelikte. Mart sayımızda Kapak Konumuz dışında da çok değerli isimlerin kıymetli fikirleri, yazıları, araştırma ve makaleleri yer alıyor. Bu bağlamda Prof. Dr. Mutlu AYTEMİR, Prof. Dr. Nilgün ŞENTÜRK, Prof. Dr. Emel BÜLBÜL BAŞKAN, Prof. Dr. Serdar KULA, Prof. Dr. Cüneyt Köksoy, Dr. Sertaç DOĞANAY, Prof. Dr. Neslihan ALKIŞ, Doç. Dr. Tayfun AYBEK ve Doç. Dr. Hakan ERBİL’in sağlık, hastalık, estetik, güzellik, bilişim gibi konularla ilgili yazılarını dikkatlerinize sunuyoruz. Mart sayımızın KAMPUS bölümünde Sivas Cumhuriyet Üniversitesi yer alıyor. Gezelim Görelim bölümümüzde Kevser SARICA Kıbrıs’tan samimi bir kasaba olarak nitelediği OMORFO’yu yazdı. Kapak Konusu, dosya çalışmaları, özel bölümleri, makaleleri, araştırmaları, haberleri ile Sağlık ve İnsan Dergisi sağlık alanının en prestijli dergisi olmayı hak ediyor. Bütün çabamız sizlerin beğenisi ile omuzlarımıza yüklenen bu sorumluluğun üstesinden gelmek. Her sayımızı bu hassasiyetle çalışıyor, hazırlıyor ve sizlere takdim ediyoruz. Sağlık ve İnsan Dergisi olarak değerli hekimlerimizin şahsında bütün sağlık camiamızın 14 Mart Tıp Bayramını tebrik ediyor, insanımızın sağlığına emeği geçen herkese şükranlarımızı sunuyor, daha sağlıklı bir gelecek temenni ediyoruz. Sevgi ve saygılarımızla… AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 4 Sayı: 39 • MART 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. EsasMedya Ltd. Şti. adına /saglikinsandrg Ayşe Aydın /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com www.saglikveinsandergisi.com [email protected] Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54 Basım Tarihi: Mart 2015, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. Sağlık Bakanlığından 04 “Memnun Kaldınız mı?” Ziyaretleri 08 14 Mart Tıp Bayramını Kutlarken 12 14 Mart Tıp Bayramının Tarihteki Yolculuğu 50 Bacaklardaki Rahatsızlık Toplardamar Tıkanıklığından Olabilir 16 Geçmişten Günümüze Hastane Yönetimi 66 Samimi Bir Kıbrıs Kasabası: OMORFO 72 Cumhuriyet Üniversitesi haber SAĞLIK BAKANLIĞINDAN “MEMNUN KALDINIZ MI?” ZİYARETLERİ Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, 16 Ocak’ta Antalya’da düzenlenen “Sağlık Bakanlığı Koordinasyon, Değerlendirme ve PlanlamaToplantısı”nda hastanelerden hizmet alıp taburcu olan hastaların evlerinde habersiz olarak ziyaret edlilp istek / şikayetlerin not edilmesi ve gereğinin yapılması talimatını vermişti. 1 Şubat’ta başlayan uygulamanın geri dönüşleri değerlendirilmeye başladı. Müezzinoğlu, Sağlık Afet Koordinasyon Merkezi’nde (SAKOM) 81 ilin yöneticileriyle görüşerek değerlendirme yaptı. Telekonferans ile yapılan görüşmelerde “Sürpriz Ev Ziyaretleri” her yönüyle değerlendirildi. Sağlık Bakanı Dr.Mehmet Müezzinoğlu yöneticilere ziyaretsayılarını ve geri dönüşlerin nasıl olduğunu sordu. Tespit edilen aksaklıkların giderilmesi talimatını verdi. Bakan Müezzinoğlu ziyaretlerin geniş bir yelpazede yapılmasını istedi. Hastane 4 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 hizmeti alan kadar aile hekimi, 112 acil ve evde sağlık hizmeti alan hastaların da ziyaret edilmesini söyledi. Ziyaretlerin 4’te birinin eşlerle yapılması da ilkesel olarak kabul edildi. Hasta memnuniyetinin değerlendirildiği tek yöntem ev ziyareti değil. Mesai dışı hastane ziyaretleri de bir başka yöntem. Bakan Müezzinoğlu sağlık yöneticileriyle mesai dışı hastane ziyaretlerini de değerlendirdi. 10 Günde 11 Bin 922 Hasta Ziyaret Edildi Yurt genelinde, 9 Şubat – 18 Şubat arası 10 günlük süreçte, 11 bin 922 hasta evde ziyaret edildi. Ziyaretler sonrası yapılan değerlendirmelerde hastaların yüzde 49’u hizmetlerden çok memnun, yüzde 45’i ise memnun olduğunu belirtti. Yüzde 2’si ise memnun olmadığını söyledi. Bitlis, Şırnak, Bayburt, Nevşehir, Erzincan, Yalova, Hakkari,Trabzon ve Zonguldak’ta memnuniyet oranı yüzde100 olarak tespit edildi. İl bazında en çok ziyaret 720 ziyaret ile İstanbul’da gerçekleşti. En çok ziyaret yapan yönetici 66 ziyaret ile Yozgat İl Sağlık Müdürü Fatih Şahin oldu. Hastaların yüzde 87’si ambulansın zamanında geldiğini, yüzde 13’ü ise geç kaldığını belirtti. Ziyaret edilen hastaların yüzde 53’ü kadın, yüzde 47’si erkek. Kadınların yüzde 49’u, erkeklerin ise yüzde 50’si hizmetlerden çok memnun olduğunu söyledi. Bakan Müezzinoğlu, SAKOM’da yaptığı görüşmeler sonrası projenin detayları ve hedeflerle ilgili bilgi verdi. Müezzinoğlu projeyi Bakanlar Kurulu’nda anlattığını ve uygulamanın takdirle karşılandığını belirtti. Milyonda bir görülen Gardner Sendromuna yakalanan Refiye Yılmaz, Sağlık Bakanlığı’nca ABD’ye tedaviye gönderilmişti. Çoklu organ nakli yapılarak hayata tutunan genç kız hem sağlığına hem ailesine kavuştu. 18 ay süren tedavisi tamamlanan Refiye’nin takibi ise Türkiye’de yapılacak. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Refiye Yılmaz’ı Tekirdağ’daki evinde ziyaret etti. Genç kız ve ailesine geçmiş olsun dileklerini ileten Bakan Müezzinoğlu, şunları kaydetti: “Ne kadar uzakta da olsak, gönlümüzdeydin hep evladımız gibi. Dua ettik, hep böyle yüzün gülsün istedik. Görevi olan görevini yapacak ama bir yerde dualar eksik olmayacak. Milletin duasını aldın. Allah seni annene, babana, sevdiklerine bağışlasın, çok iyi gördüm seni.” Müezzinoğlu, Refiye Yılmaz’ı Evinde Ziyaret Etti Sağlığına kavuşmasında emeği geçen herkese teşekkür eden Refiye Yılmaz, yaşadıklarını anlattı. Yılmaz, tüm organlarını bağışlamak istediğini ifade ederek; “Biliyorsunuz ben 1 organ nakli için gitmiştim. Ama aynı anda 6 organ nakli oldum. Şimdi doktorlarım bile diyorlar ki ‘Refiye biz seni tanımasak, bu kız bu kadar rahatsızlık geçirmiş, şimdi bu halde kesinlikle demeyiz’ diyorlar. Neden toplumdan soyutlanayım? Aslında ben toplum için bir örnek teşkil ediyorum. Sayın Sağlık Bakanım, ne kadar bağışlanabilecek organım varsa ben de bağış- lamak istiyorum.” şeklinde konuştu. Aile üyelerinin de organlarını bağışlamak istediğini söylemeleri üzerine Bakan Müezzinoğlu teşekkür etti ve herkesi organ bağışına davet etti. Müezzinoğlu, “Şu anda 25 bin insanımız organ bekliyor. Her yıl 2 bin insanımızı da organ bulamadığımız için kaybediyoruz. Bunların hepsini yaşatabilir miyiz? Onu bilmiyoruz. Ama organ olsa yaşama umudu en az %70-80 artacak. Bu da bizim bu millete, insanlığa, insanımıza sorumluluğumuz ve borcumuz. Hepimiz bir gün ölüp gideceğiz. Ama ölüp giderken ölümden ömre vesile olabilmek de herhalde yapabileceğimiz en önemli hayırlardan olur. Organ bağışlarını da beraber yapalım inşallah. Bu örnekler ne kadar çok olursa o kadar yüz güler, o kadar göz geleceğe umutla bakar.” şeklinde konuştu. 25 yaşındaki Refiye Yılmaz, 14 Nisan 2013’ te tedavi için ABD’ye gönderilmişti. Ağustos ayında, çoklu organ nakli ameliyatı olan Refiye’nin 6 organı değişti. Karaciğer, pankreas, ince ve kalın bağırsak nakli yapıldı. Böbreğindeki ur alınarak iki böbreğin bağlantısı yapıldı. Refiye’nin takibi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nce yapılacak. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 5 haber Dr. Mehmet Müezzinoğlu: “ÖNCE SAĞLIK, ÖNCE İNSAN” DİYEREK GECELİ GÜNDÜZLÜ ÇALIŞIYORUZ Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, İstanbul’da Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu, Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü ve Cleveland Clinic tarafından ortaklaşa düzenlenen “Uluslararası Hasta İletişim Zirvesi”ne katıldı. Zirvede konuşan Bakan Müezzinoğlu, Bakanlık olarak, “Önce sağlık, önce insan” diyerek geceli gündüzlü çalışmalar yapıldığını belirtti. Hekimliğin bir taraftan zorluklar içerdiğini, diğer taraftan önemli bir saygınlığa sahip olduğunu belirten Müezzinoğlu, hasta olana, derdi, kaygısı olana hizmet ettiklerini, onu, umutlarını karartmadan, umutlarının peşinde koşacağı sürece taşımak gibi bir sorumluluklarının bulunduğunu aktardı. Mesleklerini sunarken yalnız hastayı ve hastalığı düşünmediklerini, hasta yakınlarıyla da ilgilendiklerini söyleyen Müezzinoğlu, “Hastayı tedavisiyle ilgili yol haritasını belirlediğimizde hasta yakının kaygısı tereddüdü veya bilgilenmesi yeterli değilse yine farklı farklı sorunlarla sıkıntılarla karşılaşabiliyoruz” dedi. Hekimlerin her zaman bilimsel gelişmeleri takip ederek, gelişmeleri bir an önce hastaya sunma sorumluluklarının bulunduğunu kaydeden Bakan Müezzinoğlu, tıp eğitiminin, 6 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 fakülteden mezun olduktan sonra da devam ettiğini anlattı. “Çat kapı evlere ziyarete gidiyorum” Bakan olarak gittiği kentlerde ev ziyaretleri yaptığına anlatan Müezzinoğlu, bu ziyaretlerini o kentin valisi ve ilgili birim yöneticisinin bilgisi olmadan önceden planlandığını söyledi. Ziyaret edeceği illere gitmeden önce Bakanlıktan, oradaki sağlık kuruluşlarından bir ay önce hizmet almış hastaların listesini ve adreslerini istediğini ifade eden Müezzinoğlu, “Bir ay önce doğum yapmış bir kadının evine, bir ay önce yoğun bakımdan çıkmış bir hastanın evine ve cerrahi müdahale olmuş bir hastanın evi olmak üzere ortalama üç yere ziyarete gidiyorum çat kapı. Buralarda bir yönetici olarak çok farklı fırsatları yakalayabiliyoruz. Yönetici gözüyle bakmanın ötesinde hizmeti alan gözüyle sorunun ne olduğunu bulma fırsatını yakalıyoruz” diye konuştu. kapakkonusu 14 MART TIP BAYRAMINI KUTLARKEN Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Türkiye’de 96 yıl önce,14 Mart 1919 da Tıp Bayramı kutlamaları başladı. O günden beri Türk Tıp dünyası kendine özgü bu günde kutlamalar yapıyor. Öncelikle Tıp Bayramının bizim bir bayramımız olduğunu hatırlatmak isterim. Birçok kutlamaların uluslararası kabul edilen kutlamalar olduğunu bildiğimiz için bu bayramı öyle zannetmeyelim. Tıp Bayramının neden ve ne zamandan beri kutlandığını bilmekte çok yarar var çünkü bugünkü Tıp Bayramı kutlamaları balolar, spor gösterileri, yarışmalarla ruhunu kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya gelmiştir. Türk doktorları bundan 96 yıl önce çok önemli nedenlerle bu bayramı tanımlamışlardı. Bu anma toplantıları 1919 yılında İstanbul’un işgali ve Tıbbiyenin İngiliz askerleri tarafından işgali altında iken düzenlendi. Bu kutlama Tıbbiye hocalarının ve öğrencilerinin işgale karşı bir protestosu, “Türk hekimleri olarak biz varız”, “14 Mart 1827 yılından beri biz çağdaş tıbbın içindeyiz” mesajını veren bir kutlama idi. 8 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 Neden 14 Mart Tıp Bayramı olarak 14 Mart’ın alınması, doğru bir araştırma sonucunda olmuştu. 14 Mart 1827 tarihinde Sultan II. Mahmut tarafından kurulan tıp okulu; Hiç ara vermeden ve devamlı kendini yenileyerek bugünkü tıp eğitimine gelmiştir. Bu sebepten 14 Mart tarihi esas alınmıştı. Türklerin 1827 yılından önceki tıbbı da gelişmiş ve çok iyi uygulanan bir tıptı. Fakat 18. yüzyıldan sonra bozulmaya başlamış, 19. yüzyıla gelince düzeltilemeyecek bir hal almış ve o müesseselerin devamı gelmemişti. Bu sebepten Tıp Bayramı olarak başlangıç noktasını 14 Mart 1827 tarihi alınmıştır. Tıp Bayram kutlamaları hangi şartlarda başladı sınıf öğrencileri cephelere gönderilmiş, ölüm herkes gibi onları da vurmuştu. Savaşlar ve Tıbbiye 1912 yılında başlayan Balkan Savaşı Osmanlıyı her yönden zor durumda bırakmıştı. 1912 yılının Ekim ayında seferberlik ilan edildi. Askeri hekimler ve son sınıftaki hekim adayları askeri birliklere atandılar. Askeri öğrenciler talimgâhlara alındılar. Cepheden gelen yaralılar hastaneleri doldurunca Tıbbiye binasının her yeri hastaneye çevrilmiş, gemilerle getirilen yaralılar burada tedaviye alınmıştı. Klinik yatakları yaralılara kâfi gelmeyince Tıp Bayramı kutlamalarının başladığı senelerde Tıbbiye Haydarpaşa’daki görkemli binasında, hem askeri tıp öğrencilerine hem de sivil tıp öğrencilerine eğitim vermekte devam ediyordu. Sultan II. Abdülhamit’in yaptırdığı bu bina, Osmanlı’nın son döneminde yaşadığı savaşlar ve Milli Mücadeleye şahitlik etmiş, tıbbiyeliler o zor dönemleri bu binada yaşamışlardı. Osmanlı Devleti 1853 yılında çıkan Kırım savaşı, 1876 yılında çıkan Osmanlı Rus Savaşıyla birçok yönden yara almıştı. Asker hocalar ve son Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ dershaneler, koğuşlar hatta koridorlar bile hastane görevi görmeye başladı. Tıbbiyedeki eğitime Ekim 1912 den itibaren ara verildi ve 6 ay boyunca Tıbbiye resmen kapatıldı. Öğrenciler yaralılara yardımcı olmaya çalışıyorlardı. 16 Mart 1913 de Tıbbiyenin açıldığı ve derslere başlanacağı ilan edildi. Savaştan dönen hocalardan sağ kalanlar eğitime tekrar başladılar, tabii sağ kalan öğrencilerle. 1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı bu öğrencilere ikinci bir şok olmuştu. Savaş başlayınca askeri öğrenciler 6 ay talimgâhlara gönderilmişlerdi. Avrupa tarafında Ayazağa’da ve Asya tarafında Bostancıda silah talimleri başlamıştı. Savaşın büyüyerek devam etmesiyle Tıp eğitimine bir yıl ara verildi, hocalar gereken cephelere gönderilmiş, tıbbiye son sınıf öğrencileriyle 3. 4. 5. sınıf öğrencileri askeri birliklerde görevlendirilmişlerdi. Son sınıfın en çalışkan ve bilgili öğrencileri Kafkasya cephesine gönderilmiş, orada çoğu tifüs hastalığından ölmüştür. Fakülte gene “Mecruhin” yaralılar hastanesi haline gelmiş, okulda kalan tıbbiyeliler buraya gelen yaralılara yardım etmeğe çalışmışlardı. Talimgâhlardaki tıbbiyeliler ağır askeri eğitim ve açlıkla mücadele ediyorlardı. Açlık ve sefalet diğer öğrenciler için de yaşanan bir olaydı. Okulda çok zor şartlarda hazırlanan yemekler bile yetersiz kalıyordu. İdareciler süpürge tohumundan hazırlanan ekmekleri, kandil yağıyla pişen yemekleri bile zor tedarik edebiliyorlardı. Öğrenciler açlıklarını kapatmak için okulun yakınlarındaki bostanlardan sebze, meyve çalmak zorunda kalıyorlardı. Veremden 20 tıp öğrencisi ölmüştü. Tıbbiye bir yıl sonra 1916 da eğitime tekrar başladı. Sağ kalanlar ve durumun acısını yaşayanlar büyük bir gayretle derslerine devam edip tıp eğitimini tamamlamaya çalıştılar. 14 Mart 1827 tarihinde Çağdaş Tıp eğitiminin kurucusu olan Sultan II. Mahmud ve Tıbhâne-i Amire Tıbbiyelilerin Savaş, işgal ve Milli mücadeleyi yaşadıkları Haydarpaşa Tıbbiyesi İşgalde Tıbbiye I Dünya savaşından sonra imzalanan Mondros mütarekesi ile Osmanlı Devleti ayrı bir döneme girdi; Mütareke ve işgal dönemi. Mondros anlaşmasını ileri süren itilaf devletleri filosu 13 Kasım 1918 de İstanbul’u iş- İşgalde Tıbbiyelilerin yatakhaneleri çatı katına taşınmıştı (Hangarpalas) SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 9 gal etti. O sabahtan itibaren İstanbul Boğazından geçerek işgali başlatan gemileri Haydarpaşa’dan seyreden iki gurup vardı. Biri Mustafa Kemal ve arkadaşları diğeri de Tıbbiyeliler. Askeri kıyafet yasağından sonra Tıbbiyeliler günlük kıyafet olarak kullandıkları pijamalarıyla İlk Tıp Bayramı Hatırası (14 Mart 1919) İkici Tıp Bayramından hatıra 1920 10 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 Mustafa Kemal Paşa komuta ettiği Yıldırım Orduları kaldırılınca İstanbul’a dönmek için yola çıkmıştı. Uzun bir yolculukla önce Adana’ya gelmiş, 10 Kasım gecesi Adana’dan trenle yola çıkıp 13 Kasım 1918 günü 12.45’te İstanbul’a ulaşmıştı. Mustafa Kemal Paşayı Dr. Rasim Ferit Talay karşılamış, karşı kıyıya geçmek üzere rıhtıma gelmişlerdi. O gün İtilaf donanması İstanbul önlerine gelmiş ve İstanbul fiilen işgal edilmeye başlamıştı. Bu geçişi seyretmek büyük bir zulümdü ve hepsinin yüreklerindeki acı yüzlerine aksetmişti. Mustafa Kemal “Hata ettim. İstanbul’a gelmemeliydim, ne yapıp edip Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı” diye söylendi, sonra yaveri Cevat Abbas’a dönerek kararlı bir sesle “Geldikleri gibi giderler” dedi. Aynı manzarayı Haydarpaşa’daki Tıbbiye binasının toplantı salonundaki pencereden seyreden hocalar gözyaşlarını tutamamışlar, öğrenciler ne olduğunu anlayamamıştı. 21 Kasım 1918 de Meclis-i mebussan feshedildi. Aralık 1918 da Tıbbiye binasının işgali gündeme geldi. Haydarpaşa’daki tıp eğitimi İngiliz askerleri tarafından 5 sene sürecek işgal dönemine girdi. 1919 yılının Ocak ayında üç generalden oluşan bir İngiliz heyeti okula gelmiş, Müdür Hulusi Beyle binayı gezmiş, Askeri kısmın derhal fakülte tarafına taşınmasını istemiş, yataklar, klinik ve laboratuarlar taşınmış, öğrencilerin direniş gösterisinde bulunmaları üzerine saat kulelerine makineleri tüfekler yerleştirilerek gözdağı verilmek istenmişti.İngilizlerin büyük yerler istemesi karşısında Müdür Dr. Hulusi Bey (Alataş) ders salonlarını feda etmemek için kömür depolarını ambarları boşalttırmış, mutfak ikiye bölünmüş, yatakhanelerin büyük bölümü boşaltılmış, büyük çoğunluk çatı katına sürülmüştü. Askeri Tıbbiyelilerin yatakhaneleri İngilizlere verildiğinden öğrenciler çatı katındaki bölümlere yerleştirildiler. Karyolalar alınmış öğrenciler yer şiltelerinde yatmak zorunda kalmışlardı Bu yetmiyormuş gibi tuvaletler gece İngiliz askerlerine ayrılmış, tıbbiyeli- lerin gitmesi yasaklanmıştı. Öğrencilerin yatakhanelerine idrar kovaları koymak zorunda kalınmıştı. Okulun nizamiye kapılarına süngülü nöbetçiler konmuş, buradan girip çıkmayı yasaklamışlardı. Öğrencilere deniz cephesindeki kapı tahsis edilmişti. Bir süre sonra askeri öğrencilerin resmi kıyafetleri için emirler gelmeye başladı. İngilizler askeri kıyafete tahammülsüzlük gösteriyorlardı, sonunda üniformayla dolaşmayı tamamen yasakladılar. Sivil kıyafeti olanlar o kıyafetlerini giydiler, Anadolu’dan gelen ve memleketin zor şartları dolayısıyla askeri kıyafetinden başka giyeceği olmayanlara pijama gibi basit kıyafetler dağıtıldı. Fes giyilmesine müsaade ediliyordu fakat o da en basitinden ve püskülsüz olacaktı. Askeri öğrenciler bu soytarı kılığı ile derslere devam ettiler. Biraz parası olanların yardımıyla ikinci el pantolon, ceket bulmaya çalışıyorlardı. Okulu işgal ile yetinmeyen İngiliz komutanları mütareke şartlarına dayandıkları gerekçesi ile okula alınacak askeri öğrenci sayısına kısıtlama getirdiler. Yılda 20 öğrenci !. İşgal ve savaş tıbbiyelilerin kendi değerlerine daha çok sarılmalarına sebep olmuştu. İlk tıp bayramı kutlamaları bu ortamda 1919 yılında gerçekleşti. Tıp Bayramı Kutlamaları Tıbbiyenin içinde yaşadığı zor şartların bir göstergesi, işgalin protestosu olarak Tıp Bayramını düzenlediler. İşgalde her türlü toplantı ve toplu konuşmalar yasaktı. Tıp Bayramı ise bilimsel bir toplantı idi ve izin almak daha kolaydı. Bu sebeple bir araya gelebilecekler hem kendi aralarında bir dayanışma başlatacaklar hem de işgalcilere gözdağı verebileceklerdi. Tıp öğrencileri hocalarıyla beraber bu organizasyonu yaptı ve 14 Mart 1919 günü Beyazıt’taki Darülfünun (Üniversite) binasının toplantı salonunda toplanıldı. Darülfünun rektörü, tıbbiyenin dekanı ve bütün tıp hocaları hazır bulundu. İstanbul’daki hastanelerin hekimleri de bir araya geldi, tıbbiyenin öğrencileri ve diğer fakültelerdeki öğrenciler de destekleyerek toplantıya katıldılar. Hatta İngiliz işgal ordusu hekimleri de tıp bayramına katılmıştı. İstanbul’un işgalinin bitmesinden sonra Tıbbiyede hazırlanan “Zafer Takı” En saygıdeğer hocalardan Besim Ömer, Akil Muhtar, Asaf Derviş, Feyzi Paşa önemli konuşmalar yaptılar. Tıp Tarihine ve Türk Tarihine ait önemli noktalara değinildi ve birliktelik bir kere daha vurgulandı. Bir sene sonra 1920 de Tıp Bayramı gene önemli bir toplantı ile kutlandı. Özellikle 1921 yılında Çağdaş Tıp Eğitiminin 94.yılı kutlamaları çok görkemli oldu. Tıbbiyeliler büyük hazırlıklar yaptılar, tören Kadıköy Hale sinemasında oldu. Bu tıp bayramına da İstanbul’daki asker, sivil bütün hekimler, devletin ileri gelenleri, hatta işgal ordusu mensupları, hekimleri ve pek çok tıbbiyeli katıldı. Büyük coşku ve heyecan vardı; yapılan konuşmalarda işgal altındaki bir ülkenin aydınlarının acı ve ümit dolu mesajları verilmişti. Milli Mücadele ve Tıbbiyeliler Tıbbiyelilerin özgürlük için mücadeleleri sadece tıp bayramı ile sınırlı değildir. Milli Mücadelenin her anında desteklerini ispat etmişlerdi. İzmir’in işgalinden sonra en büyük protestolar tıbbiyelilerden gelmişti. Düzenlenen dört mitingde de tıbbiyelilerin büyük emekleri vardır. Sivas Kongresine Tıbbiyelilerin delegesi olarak Hikmet Boran’ı yollamışlar, Anadolu’nun silah ihtiyacını bildikleri için İngiliz askerlerinden satın aldıkları silahları Anadolu’ya göndermişlerdi. Tıbbiyelilerden on beş kişilik bir gurup Kadıköy Bahariye’deki İngilizlere ait silah deposunu gizlice boşaltarak silah, el bombası ve askeri teçhizatı at arabalarıyla önce Tıbbiyeye sonrada büyük gizlilik ve maharetle Anadolu’ya göndermeyi başarmışlardı. Milli Mücadelenin ilk günlerinden itibaren fırsat bulan Tıbbiye öğrencileri bu mücadeleye katılmışlardı. 1920 yılında on kadar öğrenci Gebze üzerinden kendi imkânlarıyla, daha sonra da guruplar halinde Anadolu’ya gönderilen esirler arasında veya İnebolu’dan başka yollarla bu mücadelede yerlerini almışlardı. Tıbbiyelilerden Milli Mücadele için Ankara’ya giden son altı kafilesiyle 127 doktor ve götürebildikleri kadar sağlık malzemesi, hastane eşyası ve hasta çamaşırı ile bu mücadelede yerlerini almışlardı. Sonuç olarak 14 Mart Tıp Bayramını kutlarken; Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde içinde oldukları hiç bitmeyen savaşları, tıbbiyelilerin hocaları ve öğrencileriyle bu savaşlarda fiilen yer alışlarını, İstanbul’un ve Tıbbiyenin işgalini, bu işgalde Tıbbiyelilerin yaşadıkları acı günleri, özgürlük için verilen mücadeleleri hatırlamamızda büyük fayda var. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 11 kapakkonusu 14 MART TIP BAYRAMININ TARİHTEKİ YOLCULUĞU Prof. Dr. Recep AKDUR Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Canlıların temel içgüdüsü, sağlığını korumak ve neslini sürdürmektir. Bundan ötürü var oldukları günden beri bu bağlamda bir çaba içinde olmuş ve çeşitli içgüdüsel tepki ve davranışlar göstermişlerdir. Bu çaba ve davranışlar, diğer canlılarda günümüze dek içgüdü düzeyinde kalmış buna karşılık insanlarda evirilmiş önce istemli-bilinçli sonrada toplumsal davranışlar niteliğine kavuşmuştur. Bu uzun yolculuğun başlangıcı düşünüldüğünde, dünyadaki ilk hekim ve eczacının insan olarak tanımlanılabilen ilk canlı olduğu söylenebilir. Yolculuğuna içgüdüsel davranışlar ile başlayıp mistik uygulamalarla devam eden tıbbın, bilimselliğe kavuşmasında, bulguları 10.000 yıl öncesine ka12 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 dar giden, Anadolu Tıbbı’nın önemli bir rolü vardır.Birçok bilim dalının doğuşuna tanıklık eden Anadolu, tıbbın bilimsel yapıya kavuşmasına hem öncülük hem de tanıklık etmiştir. İstanköylü Hipokrates (MÖ 460370), Bergamalı Galen (MS 131-200), Bursalı Asklepiades (MS 1. yüzyıl), Efesli Soranus (MS 2. yüzyıl), Kayserili Areteaus (MS 4. yüzyıl), Mahmud Şirvani(1375-1450), Şerafeddin Sabuncuoğlu (1385-1465), Mustafa Behçet Efendi (1774-1834) gibi çok sayıdaki ünlü hekim, Anadolu’daki tıp okullarında yetişmiştir. Anadolu’nun birçok yerinde Selçuklular tarafından açılan darüşşifalar, bir yandan hastalara hizmet verirken öte yandan da zamanının hekim, cerrah ve eczacısını yetiştiren ünlü birer tıp okulu olmuştur. Kayseri Gevher Nesibe Darüşşifası, Sivas Keykavus Darüşşifası, Divriği Turan Melik Darüşşifası, Çankırı Atabey Ferruh Darüşşifası, Kastamonu Ali Pervane Darüşşifası ve Amasya Darüşşifası bunlardan bazılarıdır. Osmanlı döneminde, bir yandan Selçukludan kalanların varlığı korunurken, öte yandan bunlara birçok yenisi eklenmiştir. Bursa’da Yıldırım Darüşşifası, İstanbul’da Fatih, Süleymaniye, Atik Valide ve Sultan Ahmet Darüşşifası bunlardan bazılarıdır. Bunların içinde 1390’lı yıllarda Bursa’da inşa edilen Yıldırım Darüşşifası ilk defa tıp eğitiminin Türkçe yapıldığı okul olması ile ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Prof. Dr. Recep AKDUR Osmanlı İmparatorluğu’nun Monarşik yapısı yaşamının tüm alanlarına kuşkusuz ki tıbbi hizmetlere de yansımıştır. Darüşşifalar aracılığı ile halka da hizmet sunulmuş ise de, devlet eliyle yürütülen sağlık hizmetleri, ağırlıkla saraya ve orduya yönelik olmuştur. Bu nedenle de Sarayın ve ordunun yapısı ya da içinde bulunduğu durum tıbbi hizmetlere de yansımış ya da tıbbi hizmetleri de belirlemiştir. İmparatorluğun duraklama ve gerileme devrine girmesi ile başta savaşlarda sürekli yenilgi alan ordu olmak üzere birçok kurumda, yeniden yapılanma gereksinimi duyulmaya başlanmıştır. 7 Nisan 1789 – 29 Mayıs 1807 tarihleri arasında hüküm süren 28. Osmanlı padişahı III.Selim (1761-1808) iyi eğitim almış, yeniden yapılanmayı ve çağdaşlaşmayı benimsemiş bir insandı.Tahta oturduktan bir süre sonra işe ordudan başlayarak 1793 yılında Nizamı Cedid ordusunu kurdu. Bu orduyu istemeyen Yeniçeri Ocağındaki huzursuzluk başkaldırılara ve karışıklıklara neden olarak devleti işlemez hale getirdi. Nihayet, Kabakçı Mustafa önderliğindeki ayaklanma 29 Mayıs 1807’de III. Selimin tahttan çekilmesi ve Nizamı Cedid Ordusu’nun dağıtılması ile sonuçlandı. Tahta oturtulan IV. Mustafa otorite sağlayamadı. Yeniçerilerin yarattığı karmaşa ve terör devam etti. Evleri tek tek dolaşarak buldukları Nizamı Cedid askerlerini öldürüyorlardı. Nizamı Cedid taraftarlarından Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa, bu kargaşaya son vermek ve III. Selim’i tekrar tahta geçirmek amacıyla ordusu ile İstanbul›a yürüdü. IV. Mustafa III. Selimi öldürerek tahtını kurtarmak istedi ise de Tahttan indirildi ve yerine II. Mahmut oturtuldu. 30. Osmanlı padişahı olan, II. Mahmut’ta 1(784-1839) yeniden yapılanmayı ve çağdaşlaşmayı benimsemiş bir insandı. Nizamı Cedid ordusunu Sekbanı Cedid adıyla yeniden kurdu. Bunun üzerine yirmi yıla yakın bir süre karışıklık ve isyanlar devam etti. 1926 yılında başlayan isyan çok kanlı bir şekilde bastırıldı ve Yeniçeri Ocağı kapatıldı. Bu olay Osmanlı Tarihinde Vaka-i Hayriye olarak adlandırılır. Yeniçeri Ocağını kapatıp batı tipi orduya geçen II. Mahmut, ona hekim ve cerrah yetiştiren tıp okullarını da bu yeni yapıya uygun hale getirmek amacı ile 14 Mart 1827 tarihinde Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’yi kurdu. Bu okullar tıp eğitimini Medrese Sisteminden tamamen kurtaramamış olmakla birlikte “Anadolu’daki tıp eğitiminin çağdaşlaşmasının başlangıcı” olarak kabul edilmesi yaygındır.1836 yılında “Tıbhane” ve “Cerrahhane” birleştirilerek okulun adı “Mektebi Tıbbiye”ye değiştirilir. O günden sonra öğrencilerine ve mezunlarına “tıbbiyeli” denmiştir. İstanbul İşgali 13 Kasım 1918‘ de başladı. Yaklaşık dört ay sonra 3 Şubat 1919’da İngiliz birlikleri karargah yapmak üzere Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye el koydu. Dersler dışında üç öğrencinin bile bir araya gelmesi yasaklandı. Öğrenciler, okullarını kurtarmak ve eğitimlerine devam edebilmek için çare aramaktadır. Üçüncü sınıf öğrencilerinden Sırrı, Kazım İsmail, Yusuf, Müfit ve Hikmet bir araya gelerek, İngiliz işgaline karşı protesto toplantısı düzenlemeyi kararlaştırdılar. Asıl amaçları işgal kuvvetlerine karşı ayaklanmaktı. Tıp Fakültesi Müderris Meclisi Reisi (dekan) Dr Akil Muhtar’dan ve Darülfünun Emini(rektör) Dr Besim Ömer Paşa’dan, Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin eğitime başladığı gün olan 14 Mart 1827’yi kastederek, Tıbbiyenin 92. yılını kutlamak üzere izin istediler. Oysa o güne dek böyle bir gün hiç kutlanmamıştı. Dekan ve Rektör izin vermekle birlikte “İngilizler bütün her şeyi takip ediyorlar, sizin için tehlikeli olabilir” diye uyarmayı da ihmal etmediler. yararlanarak kendini kurtarmayı başaran Hikmet ve Yusuf birkaç gün akrabalarının evinde saklandılar. Eminönü’nden bir yük yelkenlisine tayfa olarak binerek Mudanya’ya hareket ettiler. Oradan da kendi deyişleri ile “Sarı Paşa”nın kuvvetlerine katıldılar. Hikmet ve arkadaşlarının düzenlediği 14 Mart 1919 Toplantısı, emperyalist işgali protesto eden ilk toplantıdır. Tıbbiyelinin emperyalizme karşı direnişin kıvılcımını çaktığı gündür. Kıvılcım aleve, alev ateşe, ateş yangına dönüşmüştür. 14 Mart protestosunu 18 Mayıs 1919 Darülfunun (İstanbul Üniversitesi) Mitingi onu da 23 Mayıs 1919 Sultanahmet Mitingi izlemiştir. Bunların örgütlenesi ve kotarılmasında Darülfunun Emini Dr. Besim Ömer Paşa, Tıp Fakültesi Müderris Meclisi Reisi Dr.Akil Muhtar ve Milli Kongre Önderlerinden göz hekimi Esat(Işık) Paşa’nın çok önemli rolü olmuştur. Türkler, günümüz anlamındaki uluslaşma sürecini 19.Yüzyılın ikinci yarısı ile 20.Yüzyılın ilk çeyreği arasında cereyan eden antiemperyalist savaşlarla yaşamıştır. Bu nedenle de bu zaman aralığındaki tıbbiyeli hareketlerinin hepsi ulusalcı ve antiemperyalist bir niteliğe sahiptir. Onun da ötesinde bu aralıktaki tüm antiemperyalist ve ulusalcı hareketler ya bizzat tıbbiyeliler tarafından başlatılmış ya da bu hareketler içinde tıbbiyeliler önemli bir rol oynamıştır. İttihat Terakki Cemiyeti’nin kuruluşu, Çanakkale Zaferi ve İstanbul İşgali’ne karşı 14 Mart 1919’daki Tıbbiye Direnişi, 18 Mayıs 1919 Darülfunun (İstanbul Üniversitesi) Mitingi bunlardan bazılarıdır. Okulun iki kulesi arasına büyük bir Türk Bayrağı asarak, öğrencileri büyük salonda toplantıya çağırdılar. İşgal kuvvetleri, toplantıyı engellemek istedi ise de başaramadı. Tüm tıbbiyeliler 14 Mart 1919 günü büyük salonda toplandı. Dr Besim Ömer Paşa, Dr Akil Muhtar ve birçok diğer müderris de toplantıya katıldılar. Bandırma Vapuru’nun İstanbul Limanın’dan Samsun’a doğru demir alması ile başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın her gününde tıbbiyelinin kanı ve teri vardır. Vapur’da Mustafa Kemal’e yoldaşlık eden bir avuç insandan üçü tıbbiyelidir; Tabip Albay İbrahim Tali (ÖNGÖREN) Tabip Binbaşı Refik (SAYDAM) Tabip Yüzbaşı Behçet Adil (FEYZİOĞLU). Büyük bir coşku ile hem Tıbbiyenin açılışı anıldı hem de işgal protesto edildi. İngiliz bahriyelileri toplantıyı şiddet kullanarak dağıttı, birçok öğrenciyi tutukladı. Karmaşadan Sivas Kongresi’nde mandacılara karşı direnirken, Atatürk’ün gür sesi 14 Mart 1919 Direnişi’nin lideri Hikmet Boran olmuştur. Zaferden sonra Cumhuriyetin aydınlık Türkiye’sinin SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 13 inşasında iseAtatürk’e omuz veren hekimlerden hemen akla gelen bazıları şunlardır: Dr. Refik Saydam, Dr. Reşit Galip, Dr. Rasim Ferit Talay, Dr. Mediha Eldem, Dr. Behçet Uz; Dr. Abdülkadir Noyan, Dr. Lütfü Kırdar. Kurtuluş Savaşı ile emperyalistler yurttan kovulduktan ve Cumhuriyet ilan edildikten sonra amacını gerçekleştiren tıbbiyeli artık bayramı hak etmiştir. Bu amaçla bayram yapacak gün seçenekleri düşünülmüş ve tartışılmış. Bunlardan biri Bursa Yıldırım Darüşşifası’nda ilk Türkçe Tıpderslerinin başladığı tarih olan 12 Mayıs diğeri de Tıbhane-i Amire’nin kuruluş günü olan 14 Marttır. O sırada genel ya da resmi kabul gören 12 Mayıs, 1929-1937 yılları arasındaTıpBayramı olarak kutlanmıştır. Bir kısım hekim 14 Martta da bayram yapmıştır.1938’den itibaren ise genel ya da resmi kabul 14 Mart yönündedir. Bir kısım hekim bir süre daha 12 Mayısı kutlamaya devam etti ise de daha sonra bu uygulama terk edilmiştir. 14 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 1938’den 1970’li yıllara dek geçen yaklaşık 35 yıl süresince tıp ortamında, “14 Mart Günü”, “Tıbbiyeliler Günü”, “Tıbbiyeliler Bayramı”, “Tıp Bayramı”, “Türkiye’de Tıp Eğitimi Günü” ya da “Tıp Öğretimi Günü” gibi değişik adlarla anılsa da, temel amaç tıptaki çağdaşlaşma sürecini anmak ve övünülen bu geçmişin hak ettirdiği bayramı yapmak olmuştur. Dünyada 1970’lerden sonra gelişen neoliberal akımın etkisinde kalan Türkiye’de, Cumhuriyetçi sağlık politikalarından uzaklaşma nedeniyle, bir yandan halkın sağlık hizmetlerinden yararlanması yetersizleşirken öte yandan da hekimlerin özlük hakları ve statüsünde hızlı bir aşınma meydana gelmiştir. Artık tıbbiyelinin bayram yapma şevki ve zevki kalmamıştır. Bu nedenle de 1976 yılına dek 14 Martı bayram ve balo olarak kutlayan tıbbiyeli, Bu tarihten itibaren 14 Martı da içine alan 14-21 Mart haftasını“TıpHaftası” olarak kabul ederek, çeşitli etkinlikler ile tıp ortamını irdelemeye başlamıştır. 2000’li yıllardan sonra gelişen politik ortamda tıbbiyeli yalnızca özlük hakkı kaygısı ile değil, ulusal bağımsızlık endişesi ile de yaşar hale gelmiştir. Öyle anlaşılıyor ki “14 Mart Direnişi”nden “Tıp Bayramı”na dönüşen tıbbiyeli hareketi, Tıp Bayramından tekrar “Direnişe” dönüşmeye adaydır. YARARLANILAN KAYNAKLAR 1.Ataç A.: http://www.cerezforum.com/ dunya-tarihi/56708-antik-donemlerdenyakin-tarihe-anadoluda-tip.html Erişim 21 şubat 2011 3. Keskinbora H.K.,Yıldırır S., Aras F.K.:1919 Sultanahmet Mitinglerinde Hekimlerin Katkıları, Avrupa Kültür Başkenti Kongresi(İstanbul 2010) 2. Tıbbiyeli Hikmet’in Anıları(anonim) 3. Tıp Bayramı (14 Mart) www.memocal.com Erişim 21 Şubat 2011 4. Uğurlu.M.C. 14 Mart Tıp Bayramının Düşündürdükleri, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası Cilt 50, Sayıl, 1997, s:1-5 5. Yalçın S.:Osmanlı Rektörlerinin İlk Toplantısının Sonuç Bildirgesi, Hürriyet 5 Nisan 2007 7.09 .1984 12. 09. 20 14 Geleceği birlikte güvenle büyütüyoruz. kapakkonusu GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE HASTANE YÖNETİMİ Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Tıp tarihinde hastanenin evrimine koşut olarak hastane yönetimi de değişerek, gelişmektedir. Bu bildiri kapsamında geçmişten günümüze hastane yöneticiliği evrimsel yaklaşımla değerlendirilecektir. Genel olarak hastane yönetimi ve hastane yöneticiliği kavramları, hastane yöneticiliğinin gelişimi, günümüzde hastane yönetiminin özellikleri üzerinde durulacaktır. Yönetim, iki insanın bir eylemde bulunmak amacıyla bir araya geldiği anda gündeme gelen bir olgudur. Eylemi gerçekleştirmek için planlama, örgütlenme, yöneltme ve denetim işlevleriyle bir süreç yönetim olarak başlamış olur. “Yönetim küme amaç16 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 ları doğrultusunda, küme üyelerini yönlendirmeyi ve onların çabalarını eyleme dönüştürmeyi sağlar.” Ortak amaç doğrultusunda bir araya gelen insanların oluşturduğu topluluğun amaçlarını gerçekleştirmesi ya da gerçekleştirememesinin sorumluluğunu yönetim taşımaktadır. Yönetimi daha geniş olarak şöyle tanımlayabiliriz. “Yönetim, örgütün amaçlarını gerçekleştirmek için, başlıca planlama, örgütleme, yöneltme ve denetim süreçleri yoluyla tüm kaynakların eşgüdümlenmesidir.” Bu açılardan alınınca yönetim sadece özel işletmeler ya da kamu kurumları içinde değil, küme uğraşı veren her yapıda vardır ve bu yönüyle evrenseldir. Yönetim örgütsel bir sistem içinde oluşur. Örgüt yapıyı, yönetim işlevselliği oluşturur. Tıbbi bir yaklaşımla örgütün anatomiyi, yönetimin fizyolojiyi oluşturduğu benzetmesini yapabiliriz. (Ergun ve Polatoğlu,1992, s.5) Genel Olarak Hastane Yönetimi Hastane yönetimi genel yönetimin bir alt kümesidir. Sağlık hizmetleri üretimi yoluyla toplumun sağlık düzeyini koruma, iyileştirme ve geliştirmek için maddi ve insan kaynaklarının örgütlenmesi, harekete geçirilmesi ve denetlenmesi süreci olarak tanımlanabilir. Hastane yönetiminin tanımı genel olarak irdelendiğinde, onun amaç, süreç, kaynaklar, örgütsel yapı öğelerinden oluştuğu söylenebilir(Ak, 1990a, s.6-7). Hastaneler iç ve dış dinamikleri olan ve temelde hastaların iyileştirilmeleri amacıyla hizmet sunan kurumlardır. Çok farklı alanlarda çalışanların bu temel amaç doğrultusunda, belirleyici özellikleri olan bir yapıda, yönetim süreçleri uygulanarak eylemlerini eşgüdümlemek, hastane yönetiminin görevidir. Hastane yönetimi, iç dinamikleri ile kendi alanında uzmanlaş- mış kişilerin çalışmalarını en etkin, verimli biçimde eşgüdümleyerek iyileştirme işlevinin yerine gelmesini sağlamaya çalışırken, bir sistem olarak hastanenin birçok dış belirleyenle ilişkilerini de yürütür. Burada, benzer sayıda insanın oluşturduğu birçok örgütlenmeden daha karmaşık bir yapının yönetimi söz konusudur. ( Ak, 1990a) Hastaneler toplumsal yaşamın önemli kurumlarındandır. Toplum içinde ve bireylere yönelik iyileştirici tanı ve tedavi amacıyla örgütlenen bu kurum, bireylere yönelik hizmet üretir gözükse de sonuçları nedeniyle toplumsal işlev görür. Bu nedenle hastane hizmetleri planlanırken toplumun hastaneden beklentileri önemlidir. Beklentileri karşılanan toplum, hastanenin giderlerinin karşılanmasında ve kaynaklarının artırılmasında (kamu veya özel olsun) daha istekli olacaktır. Yönetim, hastanenin toplumsal işlevindeki sorumluluğu yanında, gelişen teknoloji ve değişen bilimsel dinamikler doğrultusunda iç işleyişin kalitesinin sorumluluğunu da taşımaktadır. Amaca uygun hedefleri belirleyerek, hizmet isteminin boyutlarını kestirebilme, bu doğrultuda kaynakları sağlayıp, kalite denetimi yaparak hedeflere ne oranda ulaşıldığını değerlendirme süreci, hastane yönetiminin temel sorumluluğudur. (Ersoy - Kavuncubaşı, 1995) Hastane yönetimi, özel amaçlı bir örgütün bu amaç doğrultusunda donatılmış bir mekanda, uzmanlaşmış kişilerin amaca uygun verimli çalışmaları için, planlama, bütçeleme, örgütleme, kadrolama, yürütme, denetim gibi işlevlerin bilgisine dayanarak gerçekleşir. Hastane yönetimi, yatarak veya ayaktan sağlık hizmeti sunulan hastaların, en çabuk, en etkin, en ucuza, en doğru ve gelişmiş yöntemlerle tanı ve tedavilerinin yürütülmesinin sorumluluğunu taşımaktadır. Hastane yönetimi, hastane içi olayların yönetimiyle birlikte dış ortamla ilişkilerin yürütülmesinden de sorumludur. Hastane yönetiminin özellikleri, yönetimin başka alanlarla ilişkileri ve hastanelerde sunulan hizmetin niteliğinin yaşamsal önemi nedeniyle yönetim, klasik yönetim tekniklerinin uygulanmasından farklı teknikleri kullanmaya yönelmelidir. Hastane Yöneticisi Hastanelerde yönetim hizmetlerinin yerine getirilmesine Hastane Yöneticiliği denir. Hastane yöneticiliği, genel yöneticiliğin bir türüdür. Sağlık yönetiminin de bir alt sistemidir. Hastane yöneticisi, hastane hizmetlerinden doğrudan sorumlu yönetim otoritesidir. Hastanenin iyi biçimde yönetilmesinden, hastalarla, toplumla, doktor ve personelle ilişkilerin “hasta insanları iyileştirme” amacı çevresinde eşgüdümlenmesi hastane yöneticisinin görevidir. (Ak,1990a, s.99-100) Yasal ve biçimsel olarak hastane yöneticisi başhekimdir. O, en üst düzeyde sorumluluk taşıyan “kişi” konumundadır. Hastane yöneticisi, bir orkestra şefi gibi çalışmalıdır. Ancak günümüzde tek kişi bu sorumluluğu üstlenmeyip grup olarak bir hastane yöneticiliği söz konusudur. Çünkü çok boyutlu gelişen sağlık sistemleri doğrultusunda, profesyonel, yarı profesyonel ve hizmetlilerden oluşan çok geniş ve karmaşık nitelikte bir personel yapısına sahip, yüksek maliyetli sağlık kuruluşları olan hastanelerde yönetim sorunu yaşanmaya başlamış ve hastane yöneticiliği ayrı bir alan olarak gelişmeye başlamıştır. Profesyonellerin, kurumun kendisinin ve hizmet alan kişilerin özerklik beklentileri örüntüsel bir yönetim yapısında, bilimsel yöntemler kullanılarak çözüm beklemektedir. Hekim- yönetici arasında özerklik açısından çatışma yaşanabilmektedir. Yönetimlerin kalite açısından üzerinde durdukları konulardan olan, hastanelerde hasta kalış süresi hakkında hastalığa göre önceden saptanan standartlar belirlenmesi ve buna uyumlu yatış süresi uygulanması beklentisi; yönetim ve hekimler arasında çatışma yaratan, hekim – hasta ilişkisinin özerkliğine karşı bir girişim olarak algılanan sorunlardan birisidir (Erdoğan - Ekuklu, 1994, s. 71). Hastane yönetimi günlük olayların yönetimi yanında gelecekte beklenen uygulamaları da öngörmeli ve yarının sorumluluğunu da taşımalıdır. Maliyet, verimlilik, etkinlik ve etkililik konusunda en iyiye ulaşmayı hedeflemelidir. Bu hedefler soyut olarak kalmamalı rakamlara dökülerek somutlaştırılmalıdır. Gelişmekte olan ülkelerde sağlık yönetiminin bir bilim olarak ele alınmamasının olumsuzluklarına dikkat çeken Nusret Fişek “... şurası bir gerçektir ki, hekimler yönetimin bilim olduğunu kabul etmezler ve sağlık idaresinde görev alanlarda yönetim bilimini öğrenmez, yönetim uzmanlarının tavsiyelerini dinlemezler, yönetim kurallarını uygulamazlarsa hizmetleri geliştiremezler.” demiştir. (Fişek,1968, s.7) Hastanenin Kurum Olarak Evrimi Hastane kavramını, hastaların tedavi gördükleri özel mekanlar anlamında, ilk çağlardan başlayıp, Mezopotamya, eski Mısır, Hind, Çin, Hipokrat öncesi ve sonrası dönemi, Roma dönemi içinde ele almak olasıdır. Bununla birlikte günümüzde kullanıldığı anlamına en uygun hastanelerin Selçuklular döneminde oluşturulduğunu biliyoruz. Ortaçağ da ve Rönesans’ta hastaneleri ele alıp, bu dönemlerden sonra hastane kavramının daha gelişmeye başladığını göreceğiz. Daha sonra, 18, 19 ve 20. yüzyıl’larda tıbbın gelişimi ve hastaneye yansıması ile modern hastaneler gelişmeye başlamıştır. Hipokrat’ın ilk kez hastaneyi kuran kişi olduğu söylenir. Oturduğu eve yakın ve sadece hastaları için bir bina (hastane) yaptırmış ve yardımcıları aracılığı ile gece gündüz bakım sağlamıştır (Ünver, 1938, II. böl.s. 51). Selçuklular ve Osmanlılarda Hastane; Türkler bir çok hastane kurmuşlardır. Özellikle Selçuklular ve Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 17 Osmanlılar döneminde şifaiye, bimarhane, darüşşifa, bimaristan adları altında (günümüzde sağlık, iyileşme, iyilik, şifa yerleri, evleri olarak ifade edebileceğimiz) kurulan ve vakıflarla desteklenen birçok sağlık merkezleri vardır. Bunların birçoğu Anadolu toprakları dışında yaptırıldığından başka ülkelerin tarihlerine mal edilmiştir. Bunların birçoğunun Arap sağlık sistemine ait olduğu sanılmaktadır. (Castıglıoni, 1958, s. 282) Anadolu beylikleri dönemi; Anadolu Selçuklu imparatorluğunun zayıflaması üzerine Selçuk emirleri tarafından yer yer kurulan beylikler döneminde de, bu kurumlar görevlerine devam ettiği gibi yenileri ilave edilmiştir. Bunlardan 14. yy. da Dulkadiroğulları’nın Kayseri’de yaptırdıkları cüzzam hastanesi ile Saruhanoğulları’nın Manisa’da yaptırdıkları körler hastanesi, Anadolu’daki ilk özel dal hastaneleridir. Hükümdarlar ve beyler, hekim yetiştirmeye çaba harcamışlar, yabancı ülkelerden en iyi hekimleri Anadolu’ya getirmişler, hekim geçinen şarlatanlarla savaşmışlar, hekim ve hastaneleri denetlemişlerdir. (Şehsuvaroğlu, 1953, s. 15) Osmanlı dönemi; 1299 dan itibaren, Osmanlı dönemi başlar. Özellikle Selçuklu döneminde yoğunlaşan sağlık hizmetlerini sürdürmüşlerdir. Pek çok şehirde hastaneler yaptırmışlardır. Önemli olarak Bursa, Manisa ve Edirne’deki büyük hastaneleri sayabiliriz. Selçuklular dönemindeki hastane yapısını korumuşlar aynı türde yeni hastaneler yapmışlardır. Hastane yönetimleri de vakıflar aracılığı ile gelir sağlanarak aynı tür düzenlemelerle sürdürülmüştür. Selçuklular zamanında sahip olunmayan kıyı kentleri alındıkça buralara da yeni hastaneler yapılmıştır. (Castıglıoni, 1958, s. 282) Ortaçağ ve Rönesans; Fakir hastalara bakmak ilk dönemlerde Hırıstiyanların görevleri arasındaydı. Bu nedenle ilk hastaneler hep kiliselere ait olmuştur. Merhamet ve iyilik duyguları kilisenin de desteği ile ilk Avrupa hastaneleri kurulmaya başlamıştır. Kilise tıp uygulamalarının bilimselliği önünde engel olsa da hastaların, yaralıların tedavisi konusunda engel olmaktan çok kolaylık sağlamıştır. Ortaçağın sonlarına doğru birçok 18 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 zarif hastaneler inşa edilmiştir. Bu hastaneler geniş koğuşları döşemeli, geniş pencereli hastalar için yataklar olan, bol su ve lağım düzeneği sağlanmış binalardı. (Uzluk, 1959, s:104) Bu dönemde yapılan hastaneler büyük ölçüde dini duygularla hayır yapmak üzere kurulmuş olduklarından, bu mimariye de yansıyordu. Onlar, genellikle haç biçiminde düzenlenirdi. Haçın merkezine kilise yerleştirilirdi. Hastane yönetiminde söz sahibi olanlar kilise ve bağış yapan hayırsever kişilerdi. Üst ve orta sınıfın evlerinde tedavi gördükleri bu dönemde, hastaneye kabul edilecekler konusunda da bu kişiler karar verirlerdi. (Faucault, 1976) Günümüzde hastane, onun evriminde gördüğümüz örneklerden yapı ve işleyiş olarak çok farklı ve karmaşıktır. Sağlık hizmetlerinin evlerden çıkarak hastanelere taşınması daha kurumsal bir temele oturmasını sağlamıştır. Bu temel üzerinde hastaneler, güvenli tedavi merkezleri konumuna gelmişlerdir. Tedavi hizmeti, hekim - hasta ilişkisi dışında bir ekip tarafından yürütülmeye başlanmıştır. 20. yüzyılda sağlık personeli çeşitlenmiş, yeni gelişmeler doğrultusunda yeni görev tanımlamaları yapılmıştır. Özel dal hastaneleri büyük merkezlerde geniş tıbbi donanımla hizmet üretmeye başlamıştır. Uzmanlık alanları çeşitlenmiş, uzmanlaşma hastane hekimliğinde koşul durumuna gelmiştir. Tıptaki ilerlemelerin yanında, teknoloji baş döndürücü bir hızla artmış ve hastanelerde teknoloji kullanımı şirketlerin sağladığı fonlar ve yardımlara bağlı olarak gelişmiştir. Özellikle tıp eğitimi verilen hastanelerde bu teknolojilerin yoğun olarak kullanılması sonucu hekimlik mesleği teknoloji kullanımına ve paraya bağlı bir meslek durumuna geldi. Ülkelerindeki sağlık sorunlarının çözümündeki ağırlıklarından çok daha fazlasını elde etmiş durumda olan hastaneler, sağlık finansmanının en önemli bölümünü çekmektedir. Sağlık hizmeti denilince hekimler arasında ve toplumda çoğunlukla hastaneler anımsanmaktadır. Sağlık alanının olabildiğince piyasa denetimine açılmasında hastane temelli sağlık anlayışlarının önemli payı vardır. Bununda ötesinde bu gün hastanelerdeki tıbbi tek- noloji kullanımı, uluslararası sermaye tarafından yönlendirilen geniş bir pazar halindedir. Batı toplumlarında kilisenin dini duygular ve hayır amaçlı yaklaşımlarıyla başlayan hastanenin evrimi, gelinen noktada oldukça karmaşık tıbbi- teknolojik endüstrinin gözdesi konumunda, sağlık sektörünün önemli yapıtaşları durumundadır. (Soyer, 1995; Çobanoğlu, 1998) Hastane Yöneticiliğinin Gelişimi Hastane yöneticiliğinin gelişimini hastanenin evrimine koşut düşünmek gerekir. Hastane kavramının gelişimine koşut olarak yönetici kavramı değişim geçirmiştir. Büyücüler, papazlar, rahipler, doktorlar ve yönetici ekipler bu değişime uygun olarak hastane yöneticisi olmuştur. Ulusal tarihimize baktığımızda bilinen en eski hastane yöneticisi Mehmet Razi’dir. Bağdat hastanesinde hastane yöneticiliği, başhekimlik yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında ise hastanelerde hekimlikle ilgili bilimsel işleri sertabip (başhekim) denilen hekim kişiler, hastane işletilmesi ile ilgili uğraşları ise tımarhane ağası denilen ve hekim olmayan kişiler yürütmüştür. 1840 lı yıllardan sonra müdir-i hastane adı verilen hekim olmayan kişiler, hastanelerin işletme yönetimi ile ilgili işlerini üstlenmiştir. Bu dönemde başhekimler hasta tedavisine yönelik mesleki uygulamaların yönetiminden sorumlu olmuştur. Müdir-i hastane 1200 akçe ve 8 kişilik erzak alırken, başhekim 1125 akçe ve 8 kişilik erzak alıyormuş. (Ak, 1990a, s. 101) Başka ülkelerden özellikle hastane yöneticiliğinin ayrı bir alan olarak çok geliştiği ABD’de, önceleri otel katipleri, benzin istasyonu personeli, muhasebe kayıt memurları gibi yetersiz eğitimli insanlar, emekli olduktan sonra rahat çalışma ortamı diye düşündükleri hastanelerde işletme yöneticisi olarak çalışıyorlardı. Hastanenin asıl sorumlu yöneticisi olan başhekimler, bu kişileri yetersiz nitelikte idare memuru olarak değerlendiriyorlarmış. Hastanenin asıl sorumlu yöneticiliği, uygulamadaki önemine koşut olarak en fazla hasta getirebilen veya kişisel otoritesi / politik yeteneği fazla olan hekimler ta- rafından üstleniliyordu. 1920’li yıllara kadar böyle süren hastane yöneticiliği, çoğu temsilcisi hekim olan Amerikan Hastaneler Birliği’nin Hastane İdareciliği Yüksek Okulu açılmasına ilişkin araştırma ve önerileri doğrultusunda Dr. Mc. Eachern’in önderliğinde açılan yüksek okulla gelişmeye başlamıştır. 1920- 1950’li dönemlerde hastanenin işletilmesiyle ilgili oluşan sorun ve işlerin yönetiminden sorumlu hekim dışı kişilerden oluşan iş yöneticisi rolü üstlenmiş kişiler tarafından başhekimlere yardımcı olunmuştur. Bu süreçte çok işlevli hekimlerin mutlak otoritesi ve personelle direk ilişkisi vardır. Bu dönem gelişme eğilimli bir geçiş sürecidir. 1950- 1970 dönemlerinde sigorta şirketlerinin sayısının ve etkinliğinin artmasına koşut olarak, dış işler artmış, hastanelerde eşgüdümleyici rolüyle işlev gören hekimlik dışı kişiler yönetimde etkinlik kazanmaya başlamış ve diğer personelin doktorlardan çok yönetimdeki bu tip kişilerle sorunlarına çözüm aradıkları görülmüştür. 1970’li yıllarda kendisine yardımcı olan daha fazla sayıda uzmanlaşmış personelle oluşturulan bir hastane başkanı konumunda yönetici tipi gelişmiştir. 1980’lerden başlayarak gelinen noktadaysa, yönetici bir grup tarafından, güçlü bir takım çalışmasıyla hastane yöneticiliği yürütülmektedir. Bu ekip, personelle iletişim, doktorlarla iletişim, yönetim kuruluyla ilişkiler, toplumla ilişkiler ve işletmeye yönelik işler gibi tüm hastanenin yönetsel uğraşından sorumludur. (Ak, 1990a, s. 101-105) Hastane yöneticiliğinin içtenlikli bir takım çalışması biçiminde yürütülmesi, Meyer’in (1968) belirttiği gibi, örgüt iklimi özerinde olumlu etkiler oluşturacaktır. Örgüt iklimi ile örgütü öteki örgütlerden ayıran ve örgütteki insan davranışlarını etkileyen sürekli ve değişmez özellikler tanımlanır (Gilmer, 1971, s. 27); bu kavramla aynı zamanda örgüt üyelerinden birinin iç çevreyi nasıl betimlediği de anlatılır (Gilmer, 1971, s. 57). Bir başka tanımla, örgüt iklimi, isteklendirme ve davranışa doğrudan biçim veren çevresel ve bireyler arası etmenlere bağlı özellikler olarak anlaşılmaktadır. (Ertekin, 1978, s. 21) Lisansüstü Eğitim: Dünyada hastane yönetimi lisansüstü programı ilk kez 1934 yılında Chicago Üniversitesi Lisansüstü İşletme Okulunda başlatılmıştır. Programın iddialı bir amacı vardı: Hastane yöneticiliğini bazı mesleklerde bulunan akademik ve kendi kendini yönetme özelliklerini kazanmış eksiksiz bir meslek durumuna getirmek. (Ak, 1990b, s. 71) Tüm dünya ülkelerinde sağlık hizmetleri yöneticiliği alanında yürütülen eğitim programlarının bağlı olduğu kurumlarla ilgili özet bilgiler içeren bir kaynağa göre (AUPHA, 1993; Sarvan, 1995); ABD ve Kanada bu alanda en gelişmiş ülkelerdir ve bunlarda 29 lisans, 71 yüksek lisans, 10 yöneticilere yönelik yüksek lisans, 30 doktora, 20 sürekli eğitim programı bulunmaktadır. Batı ve Doğu Avrupa ülkelerinde 60 kurum bu alanda eğitim vermektedir. Latin Amerika ülkelerinde bu sayı toplam 90 kurum olmaktadır. Yakın Doğu ve Afrika ülkelerinde yürütülen eğitim programları yalnızca 18’dir. Bunlar arasında Türkiye ve Suudi Arabistan 3’er kurumla en çok programa sahip gözükmektedir. Uzak Doğu ve Avustralya bölgesinde yürütülen programların sayısı ise 56 olarak saptanmıştır. Bunlardan, Avustralya’da 11, Çin’de 8, Hindistan’da11 ve Japonya’da da 14 eğitim programı bulunmaktadır. Dünya ülkeleri ile ilgili bu rakamlara bakıldığında bazı Avrupa ve Latin SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 19 Amerika ülkeleri ile Avustralya ve Japonya dışında birçok ülkede bu alanın eğitiminin Kuzey Amerika’nın oldukça gerisinde olduğu gözlenmektedir. (Sarvan, 1995) Öte yandan, Türkiye’de yataklı tedavi kurumlarının idari hizmetlerinde görev alacak personel ihtiyacını karşılamak amacı ile 1963 yılında “Sağlık İdaresi Yüksek Okulu” kurulmuştur. Onun mezunları yataklı tedavi kurumlarında müdür yardımcısı veya idari elaman olarak görev yapmaktadır. Bu okulun eğitim programı klasik anlamda idareci yetiştirmek üzere planlanmıştır. (Güzel, 1994) 1982-1983 öğretim yılı başından beri, Hacettepe Üniversitesi Sağlık İdaresi Yüksek Okulu olarak, sağlık hizmetleri yöneticiliği alanında lisans düzeyinde eğitim veren tek kurum olarak işlevini sürdürmektedir. Lisansüstü programların sayısında ise, son yıllarda üniversitelerin halk sağlığı birimlerine bağlı olarak açılan programlarla bir artış olmuştur. Bu programlar özellikle son birkaç yıldan beri etkinlik göstermekte olup henüz emekleme aşamasındadır. Mezunlarının istihdamı konusunda da hiç bir güvence yoktur. (Sarvan, 1995, s.15) Ayrıca, Türk kamu kuruluşlarında yüksek öğrenim görmüş çalışanlara yönelik, yönetim uzmanlığı master 20 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 programı vardır. Böylece, Sağlık Bakanlığı bünyesinde çalışanlardan sınavla seçilenler, Türkiye Orta Doğu Amme İdaresi (TODAİE)’nde yüksek lisans eğitimi almaktadırlar. Hastane Yönetiminin Başka Alanlarla İlişkisi Hastane yönetiminin ekonomi, hukuk, davranış bilimleri (sosyal psikoloji, antropoloji, sosyoloji, psikoloji), matematik, istatistik gibi alanlarla yakın ilişkisi vardır. (Ak, 1990a, s. 84) Ekonomi bilimi, ekonomik yaşamı bir bütün olarak inceler. Hastane işletmeciliği ise, bir hastanenin yönetme problemleri ile ilgilenir. Hastane yönetimi iç problemlerin çöümünde de, dış belirleyenleri kestirmek zorundadırlar. Ekonomi, işletmeleri yakından ilgilendirir. Hastaneler de hizmet üreten birer işletme olarak, ekonomi biliminden yararlanan birimlerdir. Hastaneler, hem makro hem de mikro ekonomiyle ilişkilidir. Hastane yönetimi ekonomi biliminden yararlanarak, planlamalarını yapar. (Ak, 1990a, s. 84) Hukuk da hastane yönetimi ile ilişkili bir alandır. Hastanelerin işleyişi ve çalışanların konumlarının düzenlenmesi, ücretlerinin ödenmesi, hizmet kusuru, hizmet sunumunun ana çer- çevesi vb. çok çeşitli yasa, tüzük, yönetmelik, genelge, talimat gibi hukuki kaynaklarla oluşturulan çerçevede değerlendirilir. (Ak, 1990a, s. 86) Hastanelerde verilen hizmetin öznesi ve nesnesi insandır. Öteki işletmelerde insan ilişkileri bu kadar önemli olmayabilir. Davranış bilimleri hastanelerin işletme olarak yönetiminde oldukça önemli yer tutmaktadır. Hastane personeli ve hasta ile hasta yakınları açısından davranış bilimleri her zaman gündemdedir. Hastanenin amacı ve işlevi insana yönelik, insan tarafından hizmet sunulan bir ortamda gerçekleşir. İnsanların davranışlarını önceden kestirmek güçtür. Davranış bilimleri, gözlem ve deney yoluyla, insan ve toplum davranışlarını anlamaya çalışır. Bu alandaki bilimlerden yararlanan hastane yönetimi hem hastalara yönelik sunulan hizmetin niteliğinin artması, hem de çalışan personelin problemlerinin çözümü ve iş doyumunun artması dolayısıyla, verimliliğin artması açısından daha başarılı planlar yaparak, kolaylıkla uygulayabilecektir. Matematik ve istatistiğin de hastane yönetimi ile yakın ilişkisi vardır. Yönetimin yansız bir veri olarak, örgütsel planlarında en yararlı olan iki alandır. Tıbbi işlemlerde bilgisayar kullanımı ve tıbbi dökümantasyon hastane yönetiminin önemli bir bileşenidir. Hastane işletmelerinin başarılı olması için sağlık hizmetleri üretilirken kaynakların en verimli kullanılması zorunluluktur. Hastane yönetiminin başarısı ilişkili olduğu alanları değerlendirmesi ve doğru kullanması ile orantılı olarak artacaktır. Bu alanlarla ilişki sürdürülürken yeni gelişmeler izlenmeli ve uygulamaya koyulmalıdır. Hastane Yöneticisinin Kimliği Hastane yöneticisi, kendine ait zaman ve enerjisinden başka hastane çalışanlarının ürettikleri işten ve kaynakların etkili - verimli kullanılmasından sorumlu olan ve bunun denetimine ilişkin yetkileri kullanan kişidir. Hastane yöneticisinin toplumla, hastalarla, doktorlarla ve diğer görevli personelle hastane yönetimi bağlamında, farklı biçimlerde ilişkileri vardır. Bu ilişkilerin hepsi, hastaların en kısa zamanda, en düşük maliyetle, en yüksek düzeyde iyilik haline ulaşmaları amacına yönelik örgütlenme içinde sürdürülür. Hastanelerin bir kurum olarak yönetimi yanında, hastaların iyileştirilmesi ve toplum sağlığının yükseltilmesi amacının gerçekleştirilmesi işlevi nedeniyle, hasta ve hastalıkların özel niteliklerine bağlı olarak olayların yönetimi de çok önemlidir. Ülkemizde hastane yöneticiliği görevi başhekim diye tanımlanan hekimler tarafından yürütülmektedir. Yönetim eğitimi almamış hekimlerin bu görevi yürütmeleri bazı sorunlara yol açmaktadır. Tıp eğitimi almamış yöneticilerin bu görevi yürütmeleri ise hastanenin temel varoluş amacı ile uyumsuz uygulamalar yaşanmasına yol açabilecektir. Hastaneyi bir işletme olarak tanımlayan ekonomistlere göre, işletme yönetimi eğitimi almamış birinin hastane yöneticisi olması yanlıştır. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, hastanenin amacı ve işlevi nedeniyle özgün ve insancıllığı ön planda olan bir tür işletme olduğudur. Çobanoğlu (1996) tarafından hekimlerde iş doyumunu ölçmek amacıyla yapılan bir alan araştırmasında, hekimler, yöneticilerin seçimle gelmesi (% 92,5), kararların kendilerine sorularak alınması ve hastane yöneticisinin yönetim eği- timi almış hekim olmasını (% 72,32) istiyorlar. Yöneticinin kimliği hekimlerin iş doyumlarını önemli ölçüde etkilemektedir. Bu konuya ilişkin yanıtların oranları, yönetim eğitimi alan hekim (% 72, 32), hekim (% 23,89), profesyonel yönetici (%3,14), işletmeci (% 0,62) olarak konumuz bağlamında düşündürücüdür. (Çobanoğlu N – Çobanoğlu M, 1997, s.83 – 84) Ülkemizde İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde12 Nisan 1977 yılında, Prof. Dr. Kemal Tosun tarafından düzenlenen bir toplantıya bazı büyük hastanelerin başhekimleri, İşletme ve Tıp Fakülteleri’nden konuyla ilgili akademisyenler davet edildiler ve hastane yöneticisinin kimliğini tartıştılar. Hastane yöneticisinin hekim mi, yoksa işletme uzmanı birisi mi olmasının uygun olacağı değişik boyutlarıyla ele alınarak irdelendi. Kurumun özgünlüğü gerekçesiyle, genel olarak üst yöneticinin hekim olması gerekliliği vurgulanarak, başhekime bağlı tıbbi ve işletmeci yöneticiler olması görüşü en çok savunulan yaklaşım oldu. Arabacıoğlu (1991), bu konuda sorunun yöneticinin kimliğinden önce sisteme ilişkin yapısal sorunun çözümlenmesi olduğunu belirtmektedir. Sistem yenilenerek yapılandırıldığında yönetici kimliğinin buna göre netleştirileceğini söylemektedir. Bununla birlikte hekim olmayan birinin durumu tümüyle denetlemesinin tıp alanının özellikleri nedeniyle güç olduğunu vurgulamaktadır. (Arabacıoğlu, 1991, s.292 – 293) Hastanelerde, yönetim ve yönetici, onun kurumsal olarak beklenen amaçlarını gerçekleştirmek yönünde önemli bir role sahiptir. Tatar ve arkadaşları (1995) tarafından yapılan bir alan araştırmasına göre, hastanelerin gelecekte “idare” (administration) edilmekten çok “yönetilmeye” (management) gereksinim duyacakları saptaması yapılmakta ve hastane yönetimi programlarının bu çerçevede yapılması önerilmektedir. Bu araştırmanın, hastane yönetimi açısından Türkiye’de ileriye yönelik olarak önem kazanacak konuların saptanması ve bu konularda başarılı olmak için yöneticilerin sahip olması gereken bilgi, beceri ve yeteneklerin saptanması amacını taşıdığı savlanmaktadır. Araştırmada Ankara’da hastanelerde yönetici konumunda olan başhekim ve hastane müdürlerine yönelik soru kağıdı hazırlanıp, delfi ve içerik analizi teknikleri kullanılmıştır. Buna göre: Sistemin yeniden yapılanmasına yönelik sorun alanlarının öncelik taşıdığı saptanmıştır. Reformlar başlığı altında yer alan ve tartışılmaya devam eden özerkleştirme, özelleştirme, rekabet ve hastane işletmeciliği gibi konuların önem kazanacağı saptanmıştır. Bu alandaki problemlerin çözümünde kullanılacak bilgi, beceri ve yeteneklerin başında “yenilikçilik, teknolojik gelişmeleri yakından izleyebilme” gelmektedir. Ikinci ve üçüncü sırada yer alan sorun alanları da önemli ölçüde hastane yönetimi ile ilgili olmayıp, dış çevre ile ilgilidir. Araştırmacıların yorumuna göre bu durum, hastane yönetiminin yeri ve önemi yadsınmaksızın, öncelikli alanın sağlık sisteminin yeniden yapılandırılmasına yönelik kalkınma politikaları, plan, hedef ve stratejilerinin bir an önce yaşama geçirilmesinin gerekliliğine dikkat çekmektedir. Bu çerçevede, yönetimin iç çevre ile olduğu kadar dış çevreyle de ilgilenmesini gerekli kılan stratejik yönetim ve planlamanın önemi vurgulanmalıdır. (Tatar ve ark., 1995, s. 31) Hastane yöneticiliği, kurum olarak hastanelerin özellikleri iyi saptandıktan sonra, bu özellikler doğrultusunda tıbbi ve yönetsel eğitim verilen hastane yöneticisi yetiştirilmesini gerekli kılmaktadır. Hastane yöneticisi kavramının, hastane yönetiminden sorumlu bir grubun dayanışma içinde eşgüdümle çalışmasının koordinasyonu kavramına değişmesi gerektiği kanısındayım. Burada vurgulanması gereken önemli bir nokta, günümüzde hastanenin, onun evriminde gördüğümüz örneklerden yapı ve işleyiş olarak çok farklı bir karmaşıklığa sahip olduğudur. Yönetici takımda uzmanlık gruplarının temsilcileri vardır. Grupların negatif yönü olan yaratıcılığın azalması riskine karşı heterojen yapısı koruyucu nitelik oluşturacaktır. Grupların riskli kararları almasının daha kolay olması, yeniliklere açık devinimsel yönetim yapısının güçlenmesini sağlayacaktır. Burada sorulacak kritik soru “sorumluluk kimin?” sorusudur. Herkesin mi, SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 21 hiç kimsenin mi?, takım çalışması sonucu tartışma ve uzlaşma ile alınan kararın uygulanmasından sorumlu birey, yönetici takımın önderi olan kişi olacaktır. Alınan kararın sorumluluğunu ise tüm yönetim takımı üyeleri taşıyacaktır. Hastane yönetiminde birçok iç ve dış belirleyenin giderek karmaşıklaştığı günümüzde tek bir kişi yerine, bu nitelikte bir yönetici takım çalışması geleceğin hastane yönetimine en uygun çözüm gibi görülebilir. Hastane Yöneticisinin Yetki ve Sorumlulukları Hastane yöneticisinin kimliği ve bu kimliğin gelişimi ile ilgili yukardaki saptamaların ışığında hastane yöneticisinin yetki ve sorumluluklarının değişerek karmaşıklaştığını söyleyebiliriz. Yöneticinin ilk ve en önemli sorumluluğu denetlemek, yöneltmek ve örgütün türlü kısımları arasında eşgüdümü sağlamaktır. Bu amaçla birçok biçimlerde davranır, karmaşık bir ilişkiler düzeni içinde görülebilir. Örgüt ikliminin oluşmasında yöneticilerin bu davranışları önemli oranda etkili olur. (Ertekin, 1978, s. 15) Örgüt iklimini belirleyen özellikler ne denli değişik olursa olsun, her örgüt kendi üyelerinin gereksinmelerini karşılayacak bir iklim yaratmak ve bunu sürdürmek zorundadır. Günümüzün yöneticisi örgüt iklimini oluşturacak yönetim kararlarını alırken keyfi olmamalı, örgütü ve örgütün amaçlarını bir bütün olarak almalıdır. Litwin ve Stringer (1968) tarafından yapılan bir deneysel araştırmada, üç tür örgüt iklimi ortaya konulmuştur: Otoriter yapılı iklim, demokratik, arkadaşça ilişkiler dayalı iklim ve başarıya dönük iklim. Bu çalışmayla farklı yöneticilik biçimlerinin ayrı örgüt iklimleri yaratmadaki etkisi açık olarak gösterilmiştir. (Litwin - Stringer, 1968, s. 93 - 118; Ertekin, 1978, s. 18) Hastane yöneticisi öncelikle hastaların tanı ve tedavisinin sürdürülmesine ilişkin tüm düzenlemelerin uygulamaya yansıyan durumundan sorumludur. Örgüt olarak hastanenin personelinin tümünün üstü konumundadır. Hiyerarşi piramidinin ya da aşama sırasının üst noktasında bulu22 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 nur. Bu nedenle ast - üst ilişkisi içinde hastane çalışanlarının çalışmalarını değerlendirme, kademeli olarak sicil verme, personel düzenlemeleri yapma gibi yetkileri personelle ilişkilerini ve sorumluluklarını belirler. Yönetici olarak, her yöneticinin yapması gereken planlama, örgütleme, yöneltme ve denetim görevlerini yapmasının yanında hastanenin kurum olarak özelliklerinden dolayı ek yetki ve sorumlulukları vardır. Hastane yöneticiliğinin ilk dönemlerinde kişisel otoritenin önemli olduğunu, başhekimin kişisel ilişkilerle personelle direk ilişki kurarak veya büyük hastanelerde bölüm başkanları aracılığı ile işlerin yürümesini sağladığını görüyoruz. Gelişen teknolojiye koşut olarak hastane işlevlerinin çeşitlenmesi ve karmaşıklaşması, personelin çeşitlenmesi ve yeni görev alanları açılmasını sağlamıştır. Yöneticinin personelle ilişkisinde, kurallar bütünü çerçevesinde kişisellikten uzaklaşan, önceden saptanmış verilere uygun çıktıların denetimi kapsamında ast-üst ilişkisi önem kazanmaya başlamıştır. Hasta haklarının 3. kuşak insan hakları olarak gelişmeye başlaması, hasta istem ve beklentilerinin karşılanmasını hastane yöneticisinin yetki ve sorumluluklarında önemli bir belirleyen durumuna getirmiştir. Hasta haklarının belirleyen olması dikey hiyerarşi akışını basıklaştırarak, yatay ilişkilerin bir bütün olarak sağlık sunumunun niteliğini yükseltme eğilimini güçlendirmiştir. Hastaların sağlık düzeyi olabildiğince yükseltilmiş olarak topluma kazandırılması, hastane yöneticiliğinin temel amacıdır. Bu amaç gerçekleştirilirken, hasta bireyin ve toplumun memnuniyet düzeyinin yükseltilmesi yöneticinin başarısının göstergesi olacaktır. Hastane hizmetlerinin ulaşılabilir nitelikte olması, tanı ve tedavi işlevinin personel memnuniyeti sağlanarak gerçekleşmesi, uygun maliyetle verimli - etkili hizmet üretilmesi ve sonuçlardan hastaların ve toplumun beklenti düzeylerinin karşılanarak, hastanenin toplumla ilişkisinin başarılı yürütülmesi yöneticinin sorumluluğundadır. Hastane yöneticisi, yalnızca olayların yönetiminden ve yürütmeden sorumlu değildir, hastanenin işleviyle ilgili geleceğe ilişkin planlar yapmak, hedefler belirlemek ve rakamsal olarak bu hedeflerin tutup tutmadığını denetlemeli ve uygulamaları istatistiksel açıdan değerlendirerek yürütmeyi yönlendirmenin sorumluluğunu da taşır. Güncelin dışında geleceğe ilişkin de sorumluluk taşır. Tek belirleyenin birey olarak hastane yöneticisi/yönetici takımı olmadığı, ulusal sağlık politikalarının da önemli bir belirleyen olduğu, hastanelerle ilgili mevzuatın gerçeklerle örtüşen / örtüşmeyen niteliğinin etkileri... hastane yöneticisinin başarısında kuşkusuz çok etkilidir. Başka belirleyen öğelerin yanında birey olarak çağdaş yönetim anlayışına sahip, liderlik yeteneği olan, yetkilerini uygun biçimde paylaşan bir yöneticinin sorumluluğu hastane başarısında oldukça önemlidir. Günümüzde Hastane Yönetiminin Özellikleri Çağımızda hastaneler, birer hizmet işletmesi olmasına karşın, öteki tüm işletmelerden farklı olarak birtakım özelliklere sahiptir. Hastaneler, toplumsal - ekonomik belirleyenlerden etkilenen, insan - makine ilişkisi ve birçok disiplinin ortak katkısı ile yoğun teknoloji kullanımıyla biçimlenen dinamik bir süreç olarak yönetim olgusunun varolduğu özel örgütlerdir. “Yönetim eldeki kaynakları örgütün varoluş amacına yönelik eşgüdümleyebilmektir” tanımından yola çıkarak hastane yönetiminin özelliklerini tanımlayabilmek açısından önce hastanelerin özelliklerini, elindeki kaynakların neler olduğunu ve hastanenin işlevinin ne olduğununa ilişkin önemli gördüğümüz bir bölümüne kısaca değinelim. Hastanelerin özelliklerinin başında, onların, sağlık hizmetinin üretildiği özel bir mimari yapıya sahip, örüntüsel örgütlenme gerektiren, yirmi dört saat sürekli işlev gören kurumlar olması gelmektedir. Bu özelliklerini toplumsal sorumluluk taşıması, otelcilik hizmetlerini içermesi, genellikle kentleşmenin sağlıktaki boyutu olması izlemektedir. Hastanelerin kaynakları ise, insangücü, para, zaman, makine, malzeme, yer ve bina olarak özetlenebilir. Hastanenin bu belirleyenleri ve öğelerinden sonra işlevlerini tıbbi girişimler, hasta iyileştirme ve bakım hizmetleri, idari ve mali işlevleri, teknik işlevleri, otelcilik ve eğitim işlevleri, araştırma -geliştirme işlevleri, koruyucu hekimlik ve toplumsal işlevleri olarak tanımlayabiliriz. Hastaneler, sağlık hizmeti sunumunun yanında, gelecekte bu sektörün gereksinim duyacağı elemanların yetiştiği eğitim aldığı ortamlardır. (Ak, 1990b, s. 72) Hastane yönetiminin öteki yönetimlere göre özgün yönlerini kısaca özetlersek: Hastane çevresiyle etkileşimde olan açık sistemli bir örgüttür. Hastanelerde uygulanan teknoloji çok hızlı gelişen, pahalı ve karmaşık olan bir teknolojidir. Hastanelerin toplumsal refah düzeyinin yükselmesine yönelik amaçları “yaşamsal” önemdedir. Hastanelerde farklı görüş ve düşünceye sahip farklı meslek gruplarından uzmanların sayısı öteki kurumlara göre daha fazladır. Bununla birlikte, eşgüdümlü ve dayanışma içinde çalışmaları gereklidir. (Arabacıoğlu, 1991, s.301) Hastane yönetimini öteki kurumların yönetiminden farklı kılan hastane ortamının çok boyutlu yapısı ve özellikleridir. Bu niteliksel ve niceliksel özelliklerin değerlendirildiği bir yönetim yapısı, hastane yöneticisi kavramının gelişmesine yol açmaktadır. Bu yönetimin en önemli özelliği, farklı uzmanlık alanlarının işlevleriyle orantılı olarak yönetim tarafından algılanması ve hastanenin toplumla dış bağlantılarının / ilişkilerinin sürdürülmesidir. Sonuç ve Değerlendirme Hastane yöneticiliği, kurum olarak hastanelerin özellikleri iyi saptandıktan sonra, bu özellikler doğrultusunda tıbbi ve yönetim eğitimi verilen hastane yöneticisi yetiştirilmesini gerekli kılmaktadır. Hastane yöneticisi kavramının, hastane yönetiminden sorumlu bir grubun dayanışma içinde eşgüdümle çalışmasının düzenlenmesi kavramına değişmesi gerektiği kanısındayız. Hastanede çalışan her birimin temsil edildiği, sorunların ve ileriye yönelik planlamaların tartışıldığı bir takım çalışması başarılı bir hastane yönetimi için gereklidir. Toplam Kalite Yönetimi uygulamasındaki “kalite çemberleri” oluşturulması uy- gundur. Bu tür bir uygulama, her bir birimin ya da hizmet türünün kendi iç işleyişlerinde kolaylık sağlamasının yanında, önder temsilcileri aracılığı ile öteki birimlere bilgi sunumunu ve bilgi alınmasını sağlayacaktır. Böylece etkin iletişim yolları açık olacak, sistem kendini geliştirerek yenileyecektir. Hastane yönetiminin yapısı ve yöneticinin kimliği konusunda farklı görüşler vardır. Kanımızca bir yönetici ekip tarafından kalite denetiminin her aşamada yapılabilmesi amacıyla, yönetim süreci paylaşılmalıdır. Yönetim takımının bu amaç doğrultusunda çalışmasının eşgüdümü işlevini üstlenecek önderin kimliğine yönelik tartışmalar sürmektedir. hekimler tarafından yönetim eğitimi almış hekim olmalı istemi açık olarak belirtilmekle birlikte, bu konuda yeni araştırmalarla kimin başarılı olacağı nesnel olarak saptanabilir. Kanımızca iyi işleyen bir yönetim takımının niteliği, önderinin kimliğinden önemlidir. Tıbbın özgün yönleri, kurumun temel amacı ve çalışanlar açısından işdoyumunu arttırıcı etkisi nedeniyle tıp kökenli olmasını önerebiliriz. Bir tıbbi hizmet kurumunun yönetim ekibinin sorumluluğunu alacak hekimin klinik görevlerinden uzaklaşmış, yönetim eğitimi almış bir hekim olmasının doğru olacağı kanısındayız. Hastane yöneticisi, takım çalışmasının sağlanması ve eşgüdümlenmesi, önerilerin değerlendirilerek son kararın alınması ve temsil edilme görevlerinde yetki ve sorumluluk taşımalıdır. Demokratik bir örgüt ikliminde hizmetin niteliği, hizmeti sunanlar ve alanlar tarafından denetlenebilir ve algılanabilir olmalıdır. Yönetimin amacı toplam kalite ise, toplum üzerinde kurumun olumlu etkiler yaratması da buna eklenmelidir. Kaynaklar - AK, B.,(1990a): Hastane Yöneticiliği, Özkan matbaası, Ankara - AK, B.,(1990b): Sağlık Eğitimi, SSYB Sağlık İdaresi Yüksek Okulu, Ankara - ARABACIOĞLU C, (1991): Hekimlik ve Hastanecilik, Çukurova Tıp Fak. Yayını No:15 - CASTIOGLIONI, A., (1958): A History of Medicine, 2. Edition, Alfred A. Knopf Pub., Newyork - ÇOBANOĞLU, M.(1996): Hastanelerde Çalışan Hekimlerde İşdoyumu - Ankara Ölçeğinde, TODAİE Master Tezi. Ankara. - ÇOBANOĞLU, N., (1998): Hastanenin Evrimi, Sendrom , 9:10, s. 49-54 - ÇOBANOĞLU, N - ÇOBANOĞLU, M, (1998): Toplam Kalite Yönetimi Açısından Hekimlerde İş Doyumu Araştırması Üzerine Tartışma, Sağlık Yönetiminde Devamlı Kalite İyileştirme, Ed: M. Çoruh, Haberal Eğitim Vakfı yay., Ankara, s. 79 – 90 - ERDOĞAN, M. S., - EKUKLU, G., (1994): Almanya Sağlık Sistemi, Toplum ve Hekim, 9:64-65, s.64-76 - ERGUN T. - POLATOĞLU A., (1992): Kamu Yönetimine Giriş, TODAİE Yayınları: 241, 4. basım, Ankara - ERSOY K. - KAVUNCUBAŞI, Ş. (1995): Hastane Yönetimi: Nereden Başlamalı?, Toplum ve Hekim, 10:(69-70); s.6-9 - ERTEKİN, Y., (1978): Örgüt İklimi, TODAİE Yay.: 174, Ankara - FAUCAULT, M.,(1976): The Birth of The Clinic; An Arkeology of Medical Perception, London - FİŞEK, H. N., (1968): Sağlık İdaresinde Modern Eğilimler, XX. Milli Türk Tıp kongresi, 23-27.Eylül.1968, Çeltikçi Mat., İstanbul, s.7 - GILMER H, (1971): Industrial and Organizational Psychology, McGraw – Hill, New York, - GÜZEL, S. Harika,(1994),“Cumhuriyet Dönemi Sağlık Yönetimi”, Sağlık Sektöründe Toplam Kalite Yönetiminin Yeri, Ed: M. Çoruh, Haberal vakfı, Ankara - LITWIN H. G., STRINGER R. A., (1968): Motivation and Organizational Climate, Division of Research, Harvard Business School, Boston. - MEYER H. H, (1968): Achievement Motivation and Industrial Climates, Organizational Climate: Explorations of a Consept, Ed: R. Tagiuri, G. H. Litwin, Division of Research, Harvard Business School, Boston. - SARVAN, F, (1995): Hastane Yönetimi Eğitimi, Toplum ve Hekim, 10:69-70,s.10-18 - SOYER, A.,(1995): Modern Hastanelerin Doğuşu, Toplum ve Hekim, 10:69-70):S.95-98 -ŞEHSUVAROĞLU, Bedii, N., (1953), İstanbul’da 500 Yıllık Sağlık Hayatımız, İstanbul Fetih Derneği, Yayın No:21, İstanbul - UZLUK, F. Nafiz, (1959)Genel Tıp Tarihi, AÜTF yay., No;68 , Ankara - ÜNVER, Süheyl, (1938),Tıb Tarihi, Matbai Ebüziyya, İstanbul - TATAR F, TATAR M, ŞAHİN İ, ÖZGEN H, ÇELİK Y, ÖKEM G, (1995): Hastane Yönetiminde Gelecekte Önem Kazanacak Alan ve Konular ile Bu Alan ve Konularda Başarılı Olmak İçin Gereken Bilgi – Beceri – Yetenekler, Toplum ve Hekim, 10:69-70, s.19 – 31 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 23 kapakkonusu Geçmişten Gelen Hemşire SAFİYE HÜSEYİN ELBİ Hem. Melek ÇELİK Safiye Hüseyin Elbi. Bu isim size hiçbir şey ifade etmiyor olabilir. Ama bu yazıyı okuduktan sonra aklınızda kalacağından eminim. Düşünün ki kadınların eve kapatıldığı, söz sahibi olmadığı bir dönemde doğmuş ve kendini geliştirmiş bir genç kız ki tam bu döneminde kurtuluş savaşı patlak vermiş. Besim Ömer Paşa’nın (İlk hocası - Doktor) yanında kısa bir dönem eğitimden geçip hemşire olmaya hak kazanan ilk Türk hemşirelerimizden biri öyle bir kadın ki gözünü kırpmadan Çanakkale Savaşı’nın en hareketli döneminde cephe de yaralılarımıza yardım etmiş bir hemşire. Birçok ölüm tehlikesi atlatmasına rağmen balkan harbinde ve Çanakkale savaşında cesurca çalışmıştır. Savaş bittikten sonra kendisini hemşireliğe adamıştır. Birçok hemşirelik okulunun kurulmasında öncülük yapmış, birçok hemşire yetiştirmiştir. Birçok nişanı bulunan Hüseyin Elbi bu dönemde kadınların medarı iftiharı olmuştur çok sevdiği değer verdiği umutlarını bağladığı hemşirelerin kucağında hayata gözlerini yumdu. Safiye Hüseyin Elbinin ağzından anısı “Herkes son anlarında hep “anne” diye sayıkladı. İster İngiliz, ister Fransız, isterse Alman, Türk olsun hepsi “anne” diye can verdiler, der… O arada bir İngiliz gencinden bahseder. O İngiliz genci gözlerini kaybetmiştir. Aldığı yaralar sebebiyle de çok yaşamayacağı bellidir. Safiye Hüseyin onu teselli eder: Dayanması gerektiğini, nişanlısına er yada geç kavuşacağını söyler. Yalnızca bu İngiliz erinin nişanlısının ismini sayıklayarak can verdiğini belirtir. 24 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 Bir gün yaralanan Bekir Çavuşu vapura getirirler. Bekir Çavuşun ayağı kesilir. Daha sonra Alman hemşirelerden birisi Safiye Hüseyin’in yanına gelir. Telaş içinde şöyle der: -Hani ayağını kestiğimiz yaralı yok mu? -Bekir Çavuş mu? -Evet. -Ne oldu peki? -Kendisine bir hal oldu hemşire. Tek bacağı ile odanın içinde dolaşmak istiyor. Bundan sonrasını Safiye Hüseyin şöyle anlatıyor: “Hemen koştum. Bekir Çavuş yarasından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Bileğinden tuttum. Müthiş bir ateşi vardı. -Aman Bekir Çavuş! Ne yapıyorsun bu hal ile ayağa kalkılır mı? dedim. Bekir Çavuş ise kendini kaybetmiş bir halde idi: -Elbette kalkılır! dedi. Sen ne diyorsun! Emir geldi. Emri yerine getirmek lazım! Tabi kalkacağım! Sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımızın arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız, son dakikasına kadar kumandanının emrini kendine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini ne de sevdiğini düşünüyordu. Kansız dudaklarından çıkan son cümleler; “Emrini yapamadım.” oldu. Fakat ben şuna kani idim ki, Bekir Çavuş vazifesini en güzel şekilde yapmış idi. kapakkonusu HAVACILIK TIBBI VE TARİHSEL GELİŞİMİ Dr. Pınar Atakan BİRLER Uçuş Hekimi Havacılık tıbbı; pilotların, kabin ekiplerinin, uçuş emniyeti ile ilgili meslek grupları içinde tanımladığımız hava trafik kontrolörlerinin (ATC), uçak bakım teknisyenlerinin, uçuş harekât memuru (dispeçer) ve hava yoluyla seyahat eden yolcuların, astronotların fizyolojik ve psikolojik durumlarını, koruyucu, mesleki, çevresel ve klinik tıp açısından değerlendiren, bu konuda çalışmalar yapan bir tıp dalıdır. Bu özel uzmanlık dalı ile ilgili görev yapan hekimler ve psikologlar sadece uçucuların, uçuş ile ilgili görevlerde çalışanların ve yolcuların sağlığı ve emniyeti ile ilgilenmez, ayrıca bu görevlerde çalışanların (pilot, astronot, ATC, kabin memuru vb.) mesleğin gereklerine göre fizyolojik ve psikolojik olarak seçilmeleri ve performanslarının değerlendirilmesiyle ilgili çalışmaları da yaparlar. Havacılık Tıbbı kavramının ortaya çıkması ve gelişmesi havacılığın gelişmesi ile yakından ilgili bir durum olmakla beraber havacılık tıbbında önemli etkisi olan bazı problemler, 26 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 havacılığın gelişmesinden çok daha önceleri fizyoloji bilimi içinde incelenip çalışılmıştır. Örneğin azalmış atmosferik basıncın canlılar üzerindeki etkisi ile ilgili çalışmalar 18 yy. ilk yarısında yapılmıştır ama bu konudaki daha ileri çalışmaların yapılması 19 yy. ancak ikinci yarısını bulmuştur. İrtifa artmasına bağlı atmosferik basıncın düşmesi ve bunun sonucu gelişen hipoksi (oksijen yetersizliği), barotravmalar, dekompresyon hastalığı (vurgun), düşük ısı, kozmik radyasyon ve etkileri, kıtalararası uçuşlar sonucu gelişen yorgunluk, uyku sorunları, jetlag, denge ve yönelim bozuklukları (vertigo ve disoryantasyon), hareket hastalığı (taşıt tutması), sürat ve ivmeli hareketlere maruz kalma sonucu oluşan bozukluklar) Havacılık Tıbbı’nın ilgilendiği, üzerinde çalışmaların yapılmasına hala devam ettiği konulardır. Bir Fransız fizyolog olan Paul Bert havacılık tıbbının yaratıcısı ve kurucusu olarak bilinir. 1862 yılında Glaisher ve Coxwell’in balonla yaptıkları bir uçuşta 29.000 feet (yaklaşık 9km) yüksekliğe çıktıklarında görme keskinliğinde ve işitmede azalma meydana geldiğini kol ve bacaklarında paralizi ve hatta en sonunda bilinç kaybı, gibi hissetlikleri bazı belirtileri yazdıkları makale Bert’in ilgisini çekmiştir ve barometrik basıncın artması, azalması ile ilgili çalışmalara yönelmiştir. Özellikle barometrik basınç azalması durumunda solunum, kan gazları, akciğerde karbondioksitin oranını incelemiştir ve bu incelemeler ve deneyler sonucunda birçok değerli veriler elde etmesine rağmen ne yazık ki bunları uzun yıllar yayınlamamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte özellikle Almanlar savaş uçaklarını kullanacak olan pilotları seçmek için çeşitli uygunluk, yetenek ve beceri testleri yapmaya başlamışlardır. Almanya’da ilk uçuş doktorları Dr. Pınar Atakan BİRLER 1915 yılında görev yapmaya başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın bitişi ile beraber, havacılıkta, özellikle savaşta görev alacak pilotların yetenekleri, uygunlukları ve olasılıklar tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle İtalya Havacılık Tıbbı ile ilgili yoğun olarak çok ciddi çalışmalar başlatmıştır. Fakat bu çalışmalar özellikle savaş pilotlarının seçilmeleri ve yetiştirilmeleri ile ilgili olmuştur. Fransa’da da yine Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaş pilotlarının seçilmesi ile ilgili bir dizi düzenlemeler yapılmış ve özel bir komisyon pilotların psikofizyolojik durumları ile ilgili çalışmalara başlamıştır. Özellikle Fransızların bu çalışmaları Havacılık Tıbbında yeni bir akım yaratmış ve pilot psikolojisinden psikoteknik araştırmalara kadar giden bir dizi çalışmaların yapılmasına öncülük etmiştir. İngiltere’de de Havacılık Tıbbı ile ilgili çalışmalar 1917 yılından sonra başlamıştır, ilk önce havacılık kazaları ve bu kazalardaki yaralanmalar ile ilgilenmişler, ancak 1919 yılından sonra pilot seçimleri, pilot psikolojisi, havacılık kazaları üzerinde durularak çalışılmaya başlanmıştır. İlginçtir ki Amerikalılar 1912 yılında askeri pilotları seçmek için uygunluk ve yetenek testleri yapılması ile ilgili düzenlemeler yapmalarına karşın Birinci Dünya Savaşı sırasında askeri pilot seçimleri için bu kuralları uygulamamışlardır. 1919 yılında ilk Uçuş Doktoru Okulu’nu Long Island’da aç- mışlardır, daha sonra 1922 yılında bu okul “Havacılık Tıbbı Okulu” (School of Aviation Medicine” ismini alarak Texas’a taşınmıştır. Türkiye’de ise gerek Birinci Dünya Savaşı gerekse kurtuluş savaşı sırasında Hava Kuvvetlerimizde görev yapan pilotlarla ilgilenme, destek olma kendi uçuş doktorlarımız olmadığı için Almanların göndermiş uçuş doktorları tarafından sağlanmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra pilot adaylarının seçimi ve periyodik pilotaj muayeneleri Eskişehir’de Hava Sıhhi Muayene Komisyonu tarafından yapılmaya başlanmıştır, fakat 1929 yılına kadar ülkemizde havacılık tıbbı eğitimi almış hekimler yoktur. İlk defa 1929 yılında Elazığ Askeri Hastanesi’nde KBB uzmanı Dr. Yzb. Yusuf Ziya Balkan Fransa ve İtalya’da Havacılık tıbbı üzerine eğitime gönderilmiş ve 1931 yılında yurda dönerek uçuş yönünden değerlendirilmesi gereken vakalarda sadece kendi uzmanlık alanında değil, diğer dallarda da görüş vermeye başlamıştır. 1932 yılında pilot seçimi ve yetişmiş pilotların sağlık durumlarının periyodik olarak kontrol edilmesi ile ilk yönerge çıkarılarak, karara bağlanmıştır. 1934 yılında da dâhiliye, göz ve asabiye uzmanları olan askeri hekimler Havacılık Tıbbı ile ilgili eğitim almaya Fransa’ya gönderilmişlerdir. Ülkemizde, pilotların muayeneleri ve havacılığa özel sağlık sorunlarına yönelik çalışmaların yapıldığı ilk kurum Eskişehir Hava Hastanesidir. Yurtdışında havacılık tıbbı eğitimi almış ilk hekimler burada görevlendirilmişlerdir. Daha sonraları da pilotların fizyolojik eğitimlerinde kullanılan cihazların satın alınarak burada konuşlandırılmasını takiben “Hava Tababeti” kursları yapılmaya başlanmıştır. 1986 yılında GATA Komutanlığı bünyesinde GATA Hava ve Uzay Hekimliği Merkez ve Ana Bilim Dalı kurulmuş ve aynı yıl uzmanlık eğitimi verilmeye başlanmıştır. 1990 yılında, binası ve cihazları yenilenen ve Eskişehir’de bulunan bu merkez ABD Hava Kuvvetleri tarafından sertifiye edilmiştir. Burada şimdiye kadar 15 Hava Uzay Hekimliği uzmanı hekim yetiştirilmiştir. Günümüzde bu merkez USAEM – Uçucu Sağlığı Araştırma ve Eğitim Merkezi olarak hizmet vermeye devam etmektedir. 2003 yılında Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü (SHGM) ile yapılan protokolle sivil hekimlere de yaklaşık 6 hafta süren uçuş hekimliği kursu verilmeye başlanmış olup günümüze kadar yaklaşık 100 hekim Uçuş Tabipliği ve Fizyolojik Eğitim Kursunu başarıyla tamamlayarak Uçuş Tabipliği Kursu Sertifikasına sahip olmuştur. SHGM tarafından uçucu ve uçucu olmayan fakat uçuş emniyeti ile ilgili görevlerde çalışan diğer personelin de ilk ve periyodik muayenelerini yapmak üzere yetkilendirmiş olduğu hastanelerde ve bazı havayolu şirketleri ve Devlet hava Meydanları işletmesi’nde (DHMİ) çalışan uçuş hekimleri bu görevlerini yapabilmeye devam edebilmek için belli aralıklarla tazeleme eğitimi almaya gitmek zorundadırlar. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 27 kapakkonusu DR. FAZIL KÜÇÜK Fezile ÖZDEMİR Ankara Üniversitesi Adli Bilimler Enstitüsü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin önde gelen toplum liderlerinden Dr. Fazıl Küçük, mücadeleci, halkının çıkarlarını gözeten, yardımsever bir kişiliğe sahip olup, Kıbrıs Türk halkı için birçok ilke imza atmıştır. 14 Mart 1906 yılında dünyaya gelen Dr. Fazıl Küçük, eğitim hayatına adada başlar. Üniversite eğitimi için ailesinden ayrılan Küçük, tıp eğitiminin ilk yılını İstanbul Darülfünun Tıp Fakültesi’nde tamamlar. Ardından Fransa’daki Paris Tıp Fakültesi’ne oradan da İsviçre’deki Lozan Üniversitesine gider ve dahiliye uzmanı olarak mezun olur. Başarılı bir eğitim hayatı geçiren Küçük’ e, İsviçre’de kalması ve burada görev yapması için birçok fırsat sunulsa da Dr. Fazıl Küçük bu fırsatları geri çevirerek adaya döner. Halkına biran önce hizmet etmek isteyen Küçük, serbest hekim olarak görevine başlar ve klinik açmak için işe koyulur. Ancak o dönemde adayı yöneten İngiliz Hükümeti, İngiliz Milletler Topluluğu’na ait bir ülkeden mezun olmadığı gerekçesiyle klinik açmasına izin vermez. Mücadeleci olan Dr. Fazıl Küçük, araştırmaları sonucunda adada Almanya’dan mezun olan bir Rum doktora klinik açması için izin verildiğini öğrenir. Bunun üzerine İngiliz hükümetine şikâyette bulunarak kliniğini açmak için izin alır ve klinik giriş kapısının yanına “ İsviçre’den mezun” tabelasını asar. Bugün Dr. Fazıl Küçük Müzesi olarak ta kullanılan kliniğinin girişinde bu tabelayı görmek mümkündür. Halkına kendini adamış olan Küçük, halk arasında maddi durumu iyi olmayanları cuma günleri kliniğinde ücretsiz olarak muayene eder ve fakirlere ücretsiz ilaç yardımında bulunur. Tüm bunların yanı sıra, Rumların uygulamış olduğu tüm ambargo ve engellemelere rağmen halkın sorunlarını dile getirmek amacıyla 1942 28 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 yılında “Halkın Sesi” gazetesini kurar. Yıllar içinde gazeteyi daha da geliştirerek İngiliz Hükümeti’nin ve Rumların, Kıbrıslı Türklere yapmış olduğu haksızlıkları, zulümleri aksettirmek kısacası; Kıbrıslı Türklerin sesini dünyaya duyurmak amacıyla gazeteyi İngilizce olarak ta yayımlatmaya başlar. Hekimlik görevinin yanı sıra Kıbrıslı Türklerin varoluş ve özgürlük mücadelesinde birçok siyasal partinin kuruluşunda ve başkalığında da rol alan Dr. Fazıl Küçük, kendini halkının özgürlüğüne ve refahına adayarak Kıbrıslı Türklerin özgürlüğünü kazanması için elinden geleni yapar. 1943 yılında yapılan belediye seçimlerinde büyük farkla zafer kazanarak Lefkoşa Belediye Meclis Üyesi olur. Bununla birlikte Kıbrıs Türk halkı için yaptığı fedakârlıklardan dolayı Kıbrıslı Türkler tarafından kurtarıcı olarak görülen Kıbrıslı Türklerin Lideri Dr. Fazıl Küçük 1960 yılında Rumlarla Türklerin ortak kurduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, Kıbrıslı Türkler tarafından Kıbrıs’ın rakipsiz ilk Cumhurbaşkanı Muavini olarak seçilir. 1963- 1967 yıllarında Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında gerçekleşen savaşın ardından 1967 yılında ku- rulan Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi’nin başkanlığına da seçilen Dr. Fazıl Küçük, 1973 yılında siyasi hayatına ara verir. 1980 yılında amansız hastalığa yakalanan Küçük, Halkın Sesi gazetesinde halkının sorunlarını dile getirmeye devam eder. Dr. Fazıl Küçük’ ün en büyük hayali Kıbrıs Türklerin bağımsız bir Cumhuriyet kurarak kendi kendilerini yönetmeleridir. 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tanıklık eden Dr. Fazıl Küçük, büyük bir sevinç yaşar ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla hayata yeniden kavuştuğunu ve hastalığının gerilediğini dile getirir. 15 Ocak 1984 yılında tedavi için gitmiş olduğu Londra’da yaşamını yitiren Kıbrıslı Türklerin Lideri Dr. Fazıl Küçük’ ün naaşı Kuzey Kıbrıs Hamitköy’ de bulunan Anıt Tepe’ye defnedilir. * Dr. Fazıl Küçük ve Av. Sadun Köprülü anısına Ekim 2015’te Afyonkarahisar’da 6. Ulusal Tıp Günleri gerçekleştirilecektir. * Fotoğraf Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nın resmi web sitesinden alınmıştır. kapakkonusu HEKİMLE HASTA ARASINA HUKUK GİRERSE Av. Sevi FIRAT 96.sının 14 Mart 2015 tarihinde kutlanacağı Tıp Bayramı’na yaklaşırken, hekimin Türk Hukuku’nda ve toplumundaki yerinin işlenmesi için isabetli bir zamandayız... Son dönemlerde yürürlüğe konulan yeni düzenlemelerle çalışma düzenlerindeki değişimin yarattığı mutsuzluklar, yaşanan toplumsal olaylarda aldıkları rol, şiddet mağduru olmaları ile hekimlerimizden daha çok bahseder olduk... Oysa gönlümüz, sosyal bir hukuk devletinde, tıptan bahsederken odak noktamızda sorunların ya da tartışmalı yorumların değil, hekim ile hasta arasındaki ilişkinin kutsallığı ve bu kutsallığa yaraşır düzenlemlerimizden bahsetmek ister. Anayasa’nın 5. maddesi sosyal hukuk devleti ilkesi kapsamında vatandaşların temel kamusal hizmetlere eşit erişim hakkını düzenlerken, sağlıklı 30 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 yaşama hakkının da altını çizer. Bunu tamamlar şekilde Anayasa madde 56, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler” der. Böylelikle, vatandaşların beden ve ruh sağlığının sağlanmasının Devlet’in görevi olduğu, söz konusu hizmetlerin sağlık kuruluşları ve dolayısıyla da sağlık mensupları vasıtasıyla yerine getirileceği Anayasal bir düzenleme olarak Türk Hukuku’nda yerini bulur. Sağlık sektörüne biraz aşina olan her hukukçunun bildiği gibi Anayasa’nın bu ilkeleri ışığında, 1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı San´atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanun sağlık hizmetlerine ilişkin temel esasları belirler. Herhangi bir hasta tedavisinde diploma sahibi bir hekimin görevli olduğu ve hekimden başkasının hasta tedavi edemeyeceğini ifade eden de bu düzenlemelerdir, “Tabipler ve diş tabipleri dışındaki sağlık meslek mensupları hastalıklarla ilgili doğrudan teşhiste bulunarak tedavi planlayamaz ve reçete yazamaz.” diyen de... yani hukuk kurallarımız, hekim ile hasta arasındaki güçlü bağı tanır ve yansıtır. Sağlık hizmetleri ile ilgili temel esaslarımıza göre “Sağlık kurum ve kuruluşları yurt sathında eşit, kaliteli ve verimli hizmet sunacak şekilde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca, diğer ilgili bakanlıkların da görüşü alınarak planlanır, koordine edilir, mali yönden desteklenir ve geliştirilir (…)Bütün sağlık kurum ve kuruluşları ile sağlık personelinin ülke sathında dengeli dağılımı ve yaygınlaştırılması esastır. Sağlık kurum ve kuruluşlarının kurulması ve işletilmesi bu esas içerisinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca düzenlenir” . Böylece, sosyal hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmazının sağlık hizmetinin Devlet tarafından eşit, kaliteli ve verimli şekilde sunulması için gerekli önlemlerin alınması olduğu vurgulanır. Hekimlerin hangi sağlık kuruluşlarında hangi şartlar altında çalışabilecekleri ise son dönemde çıkan ve birden fazla kere yenilenen, halk arasında bilinen adı ile “Tam Gün Yasası” nedeni ile çok tartışılmıştır. Yapılan son değişikliklere rağmen, Tam Gün Yasası’nın eleştirilmesinin en büyük nedeni olan hekimlerin çalışma koşullarının ağırlaştırılmış olması sonucu ortadan kaldırılamamıştır. Esasen, hastaların daha ucuz ve en iyi kalitede sağlık hizmetine kamu hastanelerinde ulaşmasını hedefleyerek ve hukuken en üst düzeyde himaye görmesi gereken gayelerle yola çıkılarak yapılmak istenilen düzenlemeler, Anayasal hak olan sağlık hizmetlerine etkin ve kolay erişim ilkesinin gereklerinin yerine getirilmesi kapsamında şekillenmesi gerekirken, yüksek performans beklentisine dayalı kazanç sistemi hekimlerin kısa sürede çok sayıda hastaya bakmak zorunda kalması nedeni ile, hekim ile hasta arasındaki ilişkiyi zedeler hale gelmiştir. Hukuken hasta ile hekim arasında “güven” ve “rıza”ya dayanan bir ilişki vardır. Hasta, kişisel bilgileri üçüncü kişilerle paylaşılmadan ve rızası dışında ifşa edilmeden ve hasta haklarına saygı duyularak, hekimin aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmesi ile, hastanın ihtiyacı olan en verimli ve etkin bir tedaviyi uygulayabilmesi için hekime rızasını göstermeli ve bu rıza kapsamında da hekimle aralarında bir güven ilişkisi oluşmalıdır. Söz konusu rıza ile ortaya çıkan ve hekime yüklenen sorumluluğun, bir çeşit sözleşmeye dayandığı ve dolayısıyla sözleşmesel bir yükümlülük doğurduğu kabul edilmektedir. Ancak sorumluluk yalnızca sözleşme ile kısıtlanmamaktadır ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (eski 818 sayılı Borçlar Kanunu) da düzenlenen “vekâletsiz iş görme”, “haksız fiil” kapsamlarında sözleşme dışı sorumluluk gündeme gelebilmektedir. Sözleşmesel anlamda bakıldığında hekimle hasta arasındaki sözleşmede tarafların borçları şu şekilde özetlenebilir: Hekim hastanın sağlığına kavuşması için çaba harcayacak Hasta bu çaba ve hizmetin karşılığı olarak ücret ödeyecektir. Ancak ücret zorunlu bir unsur değildir, zira tedavinin kapsamının sosyal güvenceye tabi olup olmadığı veya tedavinin herhangi bir sigorta kapsamında karşılanıp karşılanmadığına göre bu borç değişebilecektir. Hasta ile hekim arasındaki söz konusu ilişkinin hukuki niteliği, Yargıtay tarafından “vekalet sözleşmesi” olarak kabul edilmektedir. Bir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında da“ BK.386/2 hükmü uyarınca, diğer iş görme sözleşmeleri hakkındaki yasal düzenlemelere tabi olmayan işlerde, vekâlet hükümleri geçerlidir. Somut olayda olduğu gibi, özel hastane (ve onun tarafından istihdam edilen doktorlar) ile hasta arasındaki uyuşmazlıkların vekâlet sözleşmesine ilişkin hukuksal düzenlemelere göre çözülmesi gerektiği konusunda, öğreti ve Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulaması arasında paralellik bulunmaktadır.”1 denilmektedir. Hekim ile hasta arasıdaki ilişkinin vekalet ilişkisi olmasının sonucu “ Vekil, vekâlet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değilse de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabadaki özen eksikliğinden dolayı sorumluluk altında [olması] [ve] Eğer bu özen eksikliği nedeniyle müvekkil bir zarara uğramış ise, vekilin tazminat sorumluluğunun gündeme gel[mesidir].”2 Zira vekâlet edenin borçları arasında borcu şahsen ifa, ifa sırasında özen ve sadakat borcu ve hesap verme borçları; vekâlet verenin ise vekilin borçlarını ifa etmesi karşısında ödeme borcu ve zararları giderme borcu bulunmaktadır.3 1 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E.2002/131011, K.2002/1047 sayılı ve 11.12.2002 tarihli kararı 2 Yargıtay 4. HD, E. 2005/5837, K.2005/5679 ve 26.05.2005 tarihli kararı; Yargıtay 13. HD, E. 2002/7925, K. 2002/10687 ve 15.10.2002 tarihli kararı 3 Söz konusu vekâlet ilişkisi yorumu genel sağlık hizmetleri ve zorunlu tedaviler kapsamında yapılmış olup, istisnasını estetik müdahalelerin “eser sözleşmesi” kabul edilmesi oluşturmaktadır. Ancak taraf ilişkisinin hukuken, eser sözleşmesi niteliğinde olduğunun kabulü hekim açısından sonuçları daha da ağırlaştırmaktadır.(Yargıtay 13. HD, E. 1993/131, K. 1993/2741 sayılı kararı; Bu kapsamda hasta ile hekim arasında güven ve rızaya dayalı bir vekâlet sözleşmesi ve ilişkisi olduğu, bu ilişkide hekimi istihdam eden taraf Devlet olduğunda, hastaya karşı hekimin yanında sorumlu olan tarafın yine Devlet’in kendisinin olacağını unutmamak gerekir. Devletin hekimlerini koruması, hekim ile hasta arasında var olması gereken güven ilişkisini desteklemesi, kamusal hizmetlerin başında gelen ve insan hayatında her şeyin önüne geçen sağlıklı yaşam olgusuna ulaşmamızı kolaylaştıracaktır. Hekimlerin görevlerini gönülllü olarak ifa etmeleri ve ihtiyaç altında olan kişilere yaptıkları yardımların devlet tarafından bir kovuşturma konusu haline getirilmesi; hekimlerle Devlet karşı iki tarafmışcasına yeterince iyi tartışılmamış olan düzenlemelerin ve değişikliklerin hayata geçirilmesi ve bu düzenlemelerin yargısal denetimi sonucunda yeniden ve yeniden ele alınması, hekimlerin kişisel gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek yasal ve idari düzenlemelerden kaçınılması gereklidir. Aksine, hepimizin güvenliği ve sağlıklı geleceği için, hekim ile hasta arasındaki güven ilişkisinin güçlendirilmesi için halk için eğitim başta olmak üzere, hekimlerin kariyerleri boyunca hem ekonomik bağımsızlıklarını daha rahat sağlayabilecekleri hem de kesintisiz, kaliteli ve verimli sağlık hizmetleri sunabilecekleri yasal düzenlemelerin önünün açılması; meslek kuruluşları ile devlet arasındaki iletişimin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi ve söz konusu meslek kuruluşlarına hekim-hasta ilişkisi ve sağlık hizmetleri kapsamında daha fazla hak verilmesi; hekimin her zaman yardıma ihtiyacı olan kişiler için hazır bulunulmasının sağlanabileceği bir özgürlük ortamının yaratılması ile Türkiye 2023’e tüm diğer toplumlara örnek bir ülke olarak girebilir. Hekimin insan hayatındaki önemine yakışır şekilde, Türk Hukuku altında hak ettiği saygıyı gördüğü gelecek Tıp Bayramlarını huzur içinde kutlama dileği ile. Tüm sağlık mensuplarının Tıp Bayramı kutlu olsun. Yargıtay 15. HD, E.1999/4007, K.1999/3868 sayılı kararı.) SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 31 kapakkonusu PSİKOLOJİ TARİHİ Hurigül BAYRAM GÜLAÇTI Uzman Psikolog Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü İnsanların davranışlarını ve bu davranışların altında yatan zihinsel mekanizmaları anlamlandırmak en eski çağlardan bu zamana hep merak uyandırıcı olmuştur. Bu merakla, zaman içinde psikoloji biliminde birçok ilerleme kaydedilmiş ve bir bilim olarak psikoloji günümüzdeki mevcut yapısına kavuşmuştur. Bu bağlamda, psikolojinin tarihsel gelişim çerçevesinde değerlendirilmesi aslında bu bilimi anlamak için çok büyük önem taşımaktadır. Antik çağlardan beri birçok düşünür zihin, öğrenme, algı, beden ve ruh gibi şu an dahi popüler olan birçok 32 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 konu üzerinde felsefi düşünceler ortaya koymuştur. Örneğin, Socrates bireyin kendi düşünce ve duygularını kendisinin sınadığı ve birçok bilim insanı tarafından da sıklıkla başvurulan bir yöntem olan içebakış (introspection) yöntemini geliştirmiştir ve kullanmıştır. Plato zihinsel süreçleri düzenleyen mekanizmanın beyin olduğunu savunurken, hocası Aristotales ise beden ve ruh arasındaki ilişkiye Ruh Üzerine (Peri Pscyhe) adlı eserinde yer vermiş ve psikoloji kavramları arasında önemli bir yere sahip olan “tabula rasa (boş levha)” kavramının temeli sayılabilecek düşüncelere yine bu eserinde değinmiştir. Ayrıca, öğrenmenin en önemli ilkesinin geçmiş deneyimlerimizle kurduğumuz bağlantı olduğunu savunan çağrışımcılık (associationism) teorisinin taslağını da Aristotales oluşturmuştur. Daha sonraları ise yine önemli olarak kaydedilebilecek bir diğer yöntem olarak hipnoz ise Mesmer tarafından bazı psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmek amacıyla kullanılmıştır. Orta Çağda ise dinin etkisi tüm bilim alanlarında hissedildiği gibi insan davranışını ve özellikle psikolojik rahatsızlıkları açıklamada da hissedilmiştir. Daha Hurigül Bayram Gülaçtı sonra Rönesans’la birlikte bilimde yaşanan ilerleme ile insan davranışı ve zihinsel süreçler birçok bilim insanı tarafından incelenmeye devam edilmiştir. Dönem içerisinde psikolojiye en önemli katkıları sağlayanlardan birinin Descartes olduğu söylenebilir. 17. Yüzyıl da yaşamış olan Fransız filozof Descartes dualizm düşüncesini savunarak beden ve ruhun iki farklı varlık olduğunu ve bu iki varlığın etkileşimi yani ruhun beden üzerindeki etkisinin ve bedenin ruhun üzerindeki etkisi sonucunda insanların deneyimlerini oluştuğunu söylemiştir. Ayrıca, Descartes’ın idealar öğretisi psikoloji bilimine katkı sağlayan birçok bilim insanına bir zemin oluşturmaktadır. Öyle ki, Descartes, idealar kuramında, insan zihninin hem sonradan türeyen hem de bireyin doğuştan getirdiği idealar ile şekillendiğini belirterek modern psikolojide yer alan birçok düşünceye de bir bakıma etki etmektedir. Descartes düşüncelerini sadece felsefe ile sınırlamayarak anatomik çalışmalar ile güçlendirmeye çalışmıştır. Çalışmalarıyla sinir sistemini detaylandırmayı amaçlamış ve ruh ile beden arasındaki etkileşimin gerçekleştiği beyin bölümünün beyin epifizi olduğunu öne sürmüştür. Aydınlanma çağında psikoloji alanında yaptığı çalışmalarla bilinen diğer bilim insanlarının bazıları ise Locke, Hume, Berkeley, James Mill ve John Stuart Mill’dir. John Locke bilgi ile alakalı ilk deneye dayalı teoriyi geliştirmiştir ve insan zihninin doğuştan boş bir levha olduğu önermesine işaret eden tabula rasa’yı ortaya atmıştır. Hume, izlenimler ve fikirler arasında bir ayrım yapmış ve bu bağlamda psikoloji bilimine önemli bir katkıda bulunmuştur. Berkeley ise, algının önemine vurgu yapmıştır ve bilgilerin algı ve deneyimler sonucu elde edilebileceğini savunmuştur. James ve Stuart Mill de daha sonra psikolojide çok önemli bir ekol haline gelecek olan Gestalt psikolojisine temel oluşturacak görüşlerini kimyayı baz alarak sunmuşlardır. Daha sonraları, Helmholtz, Weber ve Fencher de fizyoloji temelinde insan zihnini inceleyen deneyler ve araştırmalar yapmışlardır. Helmholtz’un sinir akımları, görme ve işitme üzerine yaptığı deneysel çalışmaları ile algısal sistemi anlamlandırmaya çalışması, Weber’in ancak fark edilebilen fark (just noticable difference) yasasını deneysel çalışmalar sonucunda ortaya koyması ve Fechner’in zihin ile beden arasındaki fonksiyonel ilişkinin ölçülebilir olduğunu göstermesi modern psikolojinin oluşumu için en önemli mihenk taşlarını olduğu söylenebilir. İnsanlık tarihi ile başlayan fakat 1800lerin sonlarına kadar başta felsefe olmak üzere fizyoloji ve teoloji arasında sıkışıp kalmış olan psikoloji SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 33 bilimi, araştırma yöntemlerinin ve yaklaşımların değişmesi ve gelişmesiyle birlikte modern yapısına ancak 19. Yüzyılın ikinci yarısında kavuşabilmiştir. Bu bağlamda, modern psikolojinin ayrı bir disiplin olarak ortaya çıkması bilimsel yöntemlerin insan davranışını ve zihinsel mekanizmaları anlamlandırmak için kullanılmasıyla gerçekleşmiştir denilebilir. Bunun en güzel örneği Wilhelm Wundt tarafından 1879’da ilk psikoloji laboratuvarının kurulmasıdır. 1892’de de Amerikan Psikoloji Derneği (APA) kurulmuştur. İlk psikoloji laboratuvarı kurması ve ilk psikoloji dergisini yönetmesi ile Wundt psikoloji biliminin kurucusu olarak nitelendirilebilir. Wundt’un deneysel psikoloji alanında birçok çalışma yaptığı görülmektedir. O ve öğrencileri zihnin temel elementlerinin analiz edilebileceğine ve bilinçli yaşantıların bilimsel yöntemlerle sınıflandırılabileceğine inanarak çalışmalarını içebakış yöntemini kullanmışlardır. Sonucunda, psikolojide önemli ekollerden biri olarak görülen yapısalcılık (structuralism) ekolü Wundt’un çalışmaları temel alınarak özellikle öğrencisi Titchener tarafından savunulmuş ve diğer ekoller de karşıt ve yeni savlar üreterek psikolojinin tarihsel evrimi içerisinde yerlerini almışlardır. Yapısalcılık ekolü, bilincin ve zihnin temel yapılarına odaklanan ve bilincin ancak nesnel bir biçimde bireyin kendi düşüncelerini ve zihinsel aktivitelerini gözlemlemesi yoluyla incelenebileceğini varsayan bir yaklaşım olarak tanımlanabilir. Bu yaklaşıma göre insan zihninin nesnel duyuların ve öznel hislerin birleşmesiyle işlevini yerine getirdiği söylenebilir. Daha sonra, içebakış yönteminin güvenilirliğinin sorgulanmasıyla birlikte zihinsel süreçleri anlamlandırmak için “ne?” sorusu dışında “nasıl? ve neden?” gibi soruların sorulması gerektiğine inanılarak William James, Stanley Hall ve James Cattell tarafından işlevselcilik (functionalism) ekolü benimsenmiştir. Bu ekole göre, deneyim bilincin devamlı akışından ibarettir ve araştırmacılar çalışmalarını zihnin işlevlerini 34 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 anlamaya yönelik sürdürmüşlerdir. Bilinçle birlikte, bireyin yaşadığı çevreye uyumu esnasındaki davranışları da bu ekolün çalışma alanı içerisinde yer almaktadır. Psikolojideki bir başka ekol ise hem yapısalcılık hem de işlevselcilik ekolüne karşı çıkan davranışçılık (behaviorism)’dir ve bu ekolün en büyük savunucusu John Watson’dır. Watson, Skinner, Pavlov ve Thorndike öncülüğündeki davranışçı ekol davranışın gözlemlenebilir olduğunu savunmakta ve öğrenmenin önemine vurgu yapmaktadır. İçebakış yönteminin ve zihni incelemeyi reddetmektedir. Psikanaliz (psychoanalysis) ise bilinçaltındaki düşüncelerin, duyguların ve hatıraların bireyin davranışını açıklamadaki etkisine odaklanmaktadır. Freud, insan zihnini id, ego, süperego olarak üç boyutta inceler ve bu boyutların etkileşiminin insan davranışını yönlendirdiğini savunur. Jung, Adler ve Erikson gibi bilim insanlarının da Freud’un psikanalitik yaklaşımından etkilendiği görülmektedir. Bu ekollerin dışında, bütünün parçalarından daha anlamlı olduğu görüşünü savunan Gestalt psikolojisi yapısalcılığa ve davranışçılığa alternatif olarak ortaya çıkan bir psikoloji ekolüdür. 1930lu yıllarda başlayan bu akımın önemli temsilcileri arasında Wertheimer, Köhler ve Koffka yer almaktadır. 20.yüzyılın ortalarından itibaren etkilerini gördüğümüz iki yeni ekol ise bilişsel psikoloji (cognitive psychology) ve hümanist psikoloji (humanistic psychology) ekolleridir. Bilişsel psikoloji düşünme, algılama, hatırlama ve öğrenme gibi bilişsel mekanizmaları inceleyen ve davranışçı ekolü eleştiren bir yaklaşıma sahiptir ve en önemli savunucusu Jean Piaget’dir. Hümanist psikoloji ise hem davranışçı hem de psikanalitik ekole bir seçenek olarak gelişen ve Abraham Maslow ve Carl Rogers’ın popüler savunucuları olduğu yeni bir yaklaşımdır. Özgür iradeye ve kendini gerçekleştirmeyi etkileyen motivasyonlara odaklanmaktadır. Hem hümanist hem de bilişsel ekol psikoloji alanında etkilerini günü- müzde de devam ettirmektedir. Bu arada Amerika Birleşik devletlerinde Tanı ve İstatistiksel el kitabı olan DSM-I ruhsal bozuklukları sınıflandırmıştır. Sınıflandırma kitabı DSM-V ise 2014 yılında basılmıştır.Dünya Sağlık Örgütü ise, bütün hastalıkların sınıflandırmasını içeren ICD-10’u oluşturmuşlardır. Sınıflandırma sistemleri de psikoloji biliminin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Dünyada psikoloji tarihsel gelişimiyle paralel olarak Türkiye’de yapılan psikoloji çalışmaları ve izlenilen yaklaşımlar da benzer bir biçimde fakat daha geç seyretmiştir. 1915 aslında Türkiye’deki modern psikolojinin başlangıcı sayılabilir. İstanbul Üniversitesi’ne gelen Alman profesörlerin atılımlarıyla psikoloji bir bilim olarak kabul görmüştür. Daha sonra hem İstanbul hem de Ankara Üniversitesi’nde psikoloji kürsüsü kurulmuştur. 1956 yılında psikoloji alanındaki ilk dernek “Psikoloji Derneği” adıyla İstanbul’da kurulmuştur. Daha sonra, alandaki gereksinim dolayısıyla 1976 yılında Ankara’da “Psikologlar Derneği” adıyla yeni bir dernek oluşturulmuştur. 1996 yılında ise bu iki dernek işlevselliği arttırmak amacıyla birleşmiş ve günümüzde de faaliyetlerine devam eden “Türk Psikologlar Derneği” kurulmuştur. KAYNAKÇA Fancher, R. E. & Rutherford, A. (2012). Pioneers of Psychology: a History. New York: W. W. Norton. Gulerce, A. (2006). History of Psychology in Turkey as a Sign of Diverse Modernization and Global Psychologization. Adrian C. Brock (Ed.), Internationalizing the History of Psychology içinde (s. 75-93). New York: New York Press. Hergenhann, B. R. & Henley, T. B. (2013). An Introduction to the History of Psychology. Cengage Learning. Schultz, D. P. & Schultz, S. E. (2004). A History of Modern Psychology. USA: Wadsworth. http://www.psikolog.org.tr/index.php?Tarihce haber KAMU, ÜNİVERSİTE VE SANAYİ ÜÇGENİNDE AR-GE FAALİYETLERİ Prof. Dr. Mutlu AYTEMİR Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya ABD Öğretim Üyesi Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı Koordinatörü Ülke politikalarının salgın hastalıklarla mücadele, beslenme, şehirleşme, göç gibi sosyal konulara verdikleri önemin artmasıyla birlikte giderek artan ve yaşlanan nüfus, gelir düzeyinin yükselmesi, sağlık bilincinin gelişmesiyle ve ortalama yaşam süresinde yükselmeye bağlı olarak sağlık hizmetlerine olan talep hızla artmaktadır. Buna paralel olarak gelecekte yükselen sağlık sektörü ve 36 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 sağlık “Araştırma ve Geliştirme (ArGe)” harcamalarından dolayı ilaç sektörünün de hızla büyümesi beklenmektedir. Sağlık sektöründe Ar-Ge faaliyetleri; sağlık malzemeleri, ilaçlar ve sağlığın korunması ve tedavisine yönelik tıbbi tedavi yöntemleriyle ilgili konuları kapsamaktadır. Ar-Ge faaliyetleri; “eğitim,bilim ve teknolojinin gelişmesini sağlayacak yeni bilgileri elde etmek veya mevcut bilgilerle yeni malzeme, ürün ve araçlar üretmek, bilgiye dayalı sistematik olarak yeni projeler üretebilmek, süreç ve hizmetler oluşturmak veya mevcut olanları geliştirmek amacı ile yapılan düzenli çalışmalar” olarak tanımlanmaktadır. Ar-Ge çalışması üç aşamayı içermelidir: ölçme, izleme ve değerlendirme. Dünyadaki toplam Ar-Ge harcamalarının %15,3’ü “İlaç ve Biyoteknoloji” sektörü tarafından gerçekleştirilmektedir. Ekonomide önemli bir role sahip olan ilaç sektö- Prof. Dr. Mutlu AYTEMİR rü, için Ar-Ge uygun bir alandır. İlaç sektöründe Ar-Ge faaliyetleri, yeni bir ilaç molekülü geliştirilmesini, mevcut ürünler üzerinden oluşturulan yeni formülasyonlar ve yan etkisi olan bir ilacın tekrar değerlendirilmesini ve klinik araştırmaları kapsayan bir süreçtir. Ar-Ge süreci; zahmetli, uzun ve pahalıdır. Bir keşfin piyasaya sunulmasına kadar geçen süre ortalama 12-15 yıldır ve yüksek yatırım tutarları gerektirmektedir. İlaç sektöründe ArGe süreci beş temel fazdan (Faz 0-Faz 4) oluşmaktadır. Bu fazlar araştırmanın başlamasından ruhsatın alınması ve pazarlama ile satış stratejilerinin oluşturulmasına kadar olan süreci kapsamaktadır. İlaç sektörünün sürdürülebilir ve uluslararası pazarlarda rekabetçi bir yapı kazandırılması için Ar-Ge’ye dayalı yeni ürünler geliştirilmelidir. Ar-Ge yatırımı geri dönüşü orta ve uzun vadede gerçekleşir ve her zaman kar olarak geri dönmeyebilir. Ayrıca, Ar-Ge yönetimi zordur. Ar-Ge, teknoloji üretme yeteneğine bağlı teknolojik gelişme ile ekonomik ve sosyal değişimin itici gücü olarak kabul edilmektedir. Sistematik çalışma ile başarı mümkündür. Ulusal politikalar doğrultusunda, kamu kuruluşları, üniversiteler ve sanayi işbirliği içinde politikalar ve strateji oluşturmak, uygulanmasını sağlamak, izlemek ve değerlendirmek durumundadır. Ülkemizde ilaç sanayi politikasının günün şartlarına ve teknolojinin gereklerine göre tespitine yardımcı olmak, Kalkınma Plan ve Programlarında yer alan ilke ve hedefler doğrultusunda sanayinin dengeli ve süratli şekilde gelişmesini sağlamak, ilaç sanayi sektörünü teşvik etmek için yapılacak çalışmalara alt yapı oluşturmak amacıyla Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nca hazırlanan “İlaç Sanayi Teknik Komitesi (İLAÇTEK) Oluşumu ve Görevlerine Dair” tebliğ 25 Ekim 2013 tarihinde resmi gazetede yayınlanmıştır. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın “Türkiye İlaç sektörü Strateji Belgesi ve Eylem Planı 2013-2016 (Taslak)” göre Türkiye ilaç sektörünün vizyonu “İlaç sanayinde Ar-Ge, üretim ve yönetim merkezi olan bir Türkiye” ve Türkiye İlaç Sektörü Strateji Belgesi’nin genel amacı ise “Ülkemizi uluslararası rekabet gücüne sahip, dünya ihracatından daha fazla pay alan ve dünya ilaç endüstrisinde küresel bir oyuncu haline getirmek” şeklinde belirlenmiştir. Uzun vadede Türkiye’nin küresel bir ilaç Ar-Ge ve üretim merkezi olması, ilaç ve tıbbi cihaz alanında rekabetçi bir konuma ulaşması önem arz etmektedir. Yüksek katma değerli ürün üretebilen, küresel pazarlara ürün ve hizmet sunabilen ve yurtiçi ilaç ve tıbbi cihaz ihtiyacının daha büyük bir kısmını karşılayabilen bir üretim yapısına geçilmesi amaçlanmaktadır. Bu kapsamda ilaç sanayisinin, orta vadede yerli üretim kapasitesinin artırılması, Ar-Ge ve girişim eko-sisteminin geliştirilmesi, uzun vadede ise yeni molekül geliştirebilen, daha yüksek katma değerli ilaç ve tıbbi cihaz üretebilen bir yapıya kavuşarak küresel değer zincirlerinde etkinliğinin artırılması öngörülmektedir. Ülkemizde ilaç araştırmaları, yeni bir molekül bulmak ya da yeni bir ilaç geliştirmek şeklinde olmayıp bulunan moleküllerin 2-3’lü kombinasyonlarını, farklı dozaj formlarını ya da eşdeğer/jenerik ürün geliştirmek yoluyla yapıldığı “Türkiye İlaç Sektörü Strateji Belgesi”nde bildirilmiştir. Türkiye ilaç Ar-Ge harcamasının 2012 yılı itibariyle, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) içerisindeki payı yaklaşık % 0,01 seviyesindedir. Global olarak ilaç sektöründe yapılan Ar-Ge harcamalarında 2011-2016 yılları arasında % 2,3 artış olacağı tahmin edilmektedir. Temmuz 2013 yılı itibariyle 52 adet Teknoloji Geliştirme Bölgesi (TGB) bulunmakta olup bunların sadece 37’ü faaliyettedir. Bu TGB’de bulunan 149 firmanın sadece 15’i ilaç firmasıdır. Hükümetimizin Ar-Ge politikasında 2023 yılına kadar; Ar-Ge harcaması / GSYİH oranının % 3’e, Özel sektör Ar-Ge harcaması / GSYİH oranının % 2’ye, Araştırmacı sayısının 300 bine, Özel sektör araştırmacı sayısının ise 180 bine çıkarılması hedeflemiştir. Bu kapsamda, Ar-Ge çalışmalarına Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı TİTCK ve Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı büyük destek ve katkı vermektedir TÜBİ- TAK, KOSGEB, EUREKA ve Kalkınma Ajanslarının verdiği hibe destekleri ile Ar-Ge çalışmaları desteklenmektedir. TÜBİTAK SAN-TEZ Programı ile sanayicilerin Ar-Ge’ye dayalı ihtiyaçlarının, üniversite-sanayi işbirliği ile üniversite bilimselliği kapsamında çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. Üniversite-sanayi işbirliğini sağlamak ve ileri teknoloji alanında Ar-Ge çalışmaları yapılarak yeni ürünlerin ve yeni teknolojilerin üretilmesi amacıyla kurulan ve yatırım teşvikleri ile desteklenen “Teknokent (Teknopark)” sayıları hızla artmaktadır. Akademik çalışmaların özel sektöre taşınmasının ve ticarileştirilmesinin sağlamasını hedefleyen “Teknoloji Transfer Merkezleri (TTM)” de kurulmuştur. Yapılan tüm çalışmalarla birlikte artan Ar-Ge destekleri ile kamu, üniversite ve sanayi arasında güvene dayalı şeffaf bir ortam oluşturularak işbirliği ve koordinasyonun geliştirilmesi sağlanacaktır. Yükseköğretim Kurulu’nun Nisan 2014 verileri ile hazırlanan rapora göre; “Türkiye’de, 141.674 öğretim elemanı bulunmaktadır. Öğretim üyelerinin tüm öğretim elemanları içindeki payı % 45’tir. Ulusal ve uluslararası veriler değerlendirildiğinde Türkiye, yükseköğretim sisteminin önemli bir öğretim elemanı açığı bulunmaktadır. Mevcut öğrenci ve öğretim elemanı sayılarına göre, Türkiye’nin öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı bakımından OECD ortalaması olan 16’ya ulaşabilmesi için, 20 bini doktoralı öğretim üyesi olmak üzere yaklaşık 45 bin öğretim elemanına ihtiyacı vardır. Bu çerçevede, Türkiye’nin OECD ülkeleri ortalamasına erişebilmesi için, önümüzdeki beş yıl boyunca her yıl yaklaşık 18.500 öğretim elemanı sisteme dâhil edilmelidir. Öğretim üyesi açığını telafi etmenin yolunun daha çok nitelikli doktora mezunu yetiştirmekten geçtiği ve Türkiye’deki doktora mezunu sayısının, benzer büyüklükteki diğer OECD ülkelerine kıyasla az olduğu bildirilmiştir. Akademisyenlik mesleğinin cazibesinin artırılması ve akademisyenlerin yüksek motivasyonlarla çalışabilmeleri için, eğitim öğretim yükünün makul düzeylere SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 37 çekilmesi, araştırmaya ayrılan zamanın artırılması ve maaşlarının tatmin edici düzeye yükselmesi gerekmektedir. Bu adımlar, en nitelikli beyinlerin akademiye çekilebilmesi, eğitim, araştırma ve yayın kalitesinin artırılması, akademisyenlerin ekonomik nedenlerle aşırı ders yüküne ve ikinci öğretim programlarına bağımlılığını azaltmak için kritik değerdedir. Nitelikli öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak amacıyla yurtdışına lisansüstü eğitim amacıyla öğrenci gönderme ve Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) gibi programlar uygulanmasına rağmen, bu programları niceliksel ve niteliksel bakımlardan geliştirip, daha cazip ve daha verimli kılacak düzenlemelere ihtiyaç olduğu” bildirilmiştir. 2010-2014 yılları arasında YÖK tarafından yürütülen ÖYP ile sisteme yaklaşık 12.600 araştırma görevlisi kazandırılmıştır. Fakat bu kadroların dağılımına bakıldığında sağlık bilimlerinin payı azdır. 2014 yılında YÖK tarafından maddi açıdan desteklenmemesi ÖYP’nin sürdürülebilirliği ve güvenilirliği bakımından ciddi sıkıntılara yol açmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından desteklenen yurtdışında lisansüstü eğitim programlarının içeriğinin Ar-Ge stratejilerimize paralel olması ve sayının arttırılması gerekmektedir. Bununla birlikte Maliye Bakanlığı tarafından verilen araştırma görevlileri kadro sayıları da azalmıştır. 2023 hedeflerini yakalayabilmemiz için acilen ÖYP sorunlarının çözülmesi, mali desteklerin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve 50d/33a araştırma görevlisi kadro sayıları artmalıdır. Değerli bilim insanımız İbni Sina’nın “Bilim takdir edilmediği yerden göçer” sözü çok anlamlıdır. Günümüzde bilginin önemi ve değeri giderek artmakta, yenilikçilik ve farklılık yaratma en önemli rekabet unsurlarından biri haline gelmektedir. Gençlerin bilime ilgisizlikleri ve bütçeden lisans/lisansüstü eğitim için ayrılan kaynakların yetersiz olması ciddi anlamda problem oluşturmaktadır. Ülkemizde bulunan Ar-Ge alanında çalışacak doktoralı mezun sayısının arttırılması ve 38 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 lisans eğitiminde Ar-Ge’ye yönelik müfredatın yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Ayrıca, üniversitelerin uygulamalı ya da klinik araştırma kapasitesinin düşüklüğü, öğretim üyelerinin sanayi ile işbirliği halinde projeler oluşturma, patentleşme ve ürünün ticarileşmesinin azlığı, üniversitelerde disiplinler arası proje oluşturma ve yürütme kültürünün yeterince oluşmaması ve TTM çalışmalarının henüz etkin bir sonuç vermemesi gibi Ar-Ge alanında başlıca sorunlar bulunmaktadır. İlkokuldan başlayarak çocukların temel bilimlere ilgilerinin artırılması gerekmektedir. Beyin göçünü engellemek ve yetişmiş elemanların yeniden ülkemize kazandırılmasına yönelik sağlanan teşvikler arttırılmalıdır. Bu amaçla yürütülen AB Çerçeve Programı MarieCurie Burs ve Destek Programlarına katılımın sağlanması önemlidir. Yurt dışında ilaç Ar-Ge’si alanında çalışan bilim insanlarımızın tespitinin yapılması ve işbirliği imkanlarını arttırmak ve bilgi birikiminden yararlanmak için ülkemize davet edilerek çalıştaylar düzenlenmelidir. Üniversite-sanayi işbirliğini teşvik için pilot üniversitelerde geniş çaplı Ar-Ge laboratuvarları kurulmalı, araştırma ve eğitim üniversitesi olarak üniversiteler tanımlanmalı, kurumların birlikte çalışmaları desteklenmelidir. Yeni ilaç moleküllerinin bulunması ve biyoteknoloji, nanoteknoloji gibi alanlarda ilgili çalışmalara önem verilmelidir. Ar-Ge ile ilgili her kurumda bulunan doktoralı eleman sayısının arttırılması gerekmektedir. İlgili bölümlerin sanayiye yönelik olarak lisans/lisansüstü programlarının müfredatında düzenlemeler yapılmalıdır. Başarı öyküleri yazılarak üniversitelerde okutulmalıdır. Sanayinin ihtiyacı olan teknolojik araştırma konuları doktora ve yüksek lisans tez konuları haline getirilmelidir. Bu amaçla ülkemizde 2005-2006 eğitim-öğretim yılında 5 yıllık eğitime geçen eczacılık fakülteleri müfredatlarını yeniden düzenlemiştir. 5. Sınıf lisans öğrencileri için müfredata “Eczane-Hastane Eczacılığı” ve “Endüstri-Akademi Eczacılığı” zorunlu seçmeli dersler eklenmiştir. Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesin’de ayrıca “İlaç Moleküllerindeki Ar-Ge Çalışmaları ve Ar-Ge Kavramı” seçmeli dersi ile lisans öğrencilerine bu konuda bilgi ve birikim kazandırılmaktadır. Ancak, lisans öğrencilerinin lisansüstü eğitime ve akademisyenliğe ilgisi yoğun değildir. Bu konuda gençlerimizi teşvik etmek gerekmektedir. Ayrıca Üniversitemizde “H.Ü. Medisinal Kimya Araştırma, Geliştirme ve Uygulama Merkezi-MAGUM” ve “H.Ü. Farmasötik ve Biyofarmasötik Bilimler Teknoloji ve Araştırmalar Merkezi-FATUM” bulunmaktadır. Bu merkezler aracılığıyla kamu, üniversite ve sanayiyi buluşturan Ar-Ge ile ilgili çalıştay, konferans ve toplantılar yapılmaktadır. Kamu-Üniversite-Sanayi üçgeninde bugüne kadar atılan adımlar, yapılan teşvikler, oluşturulan stratejiler ve hukuksal düzenlemeler önemlidir. Uygulama, izleme ve koordinasyon mekanizmasının iyi çalışması ve desteklenen Ar-Ge proje çıktılarının takibi gerekmektedir. Sorunların tartışıldığı platformların oluşturulması, zayıf ve eksik kalınan yönlerin düzenli olarak tespit edilmesi ve çözüme yönelik adımların süratle alınması ArGe sürecini hızlandıracaktır. Yeni ilaç geliştirilmesi sürecinde ilaç sektörüne yapılan teşvikler ülkemizi küresel bir oyuncu durumuna getirecektir. Kaynaklar - Türkiye İlaç Sektörü Strateji Belgesi ve Eylem Planı 2013-2016 (Taslak) (T.C. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, 2013) - 10. Kalkınma Planı 2014-2018 (T.C. Kalkınma Bakanlığı, 2013) - T.C. Yükseköğretim Kurulu “Büyüme, Kalite, Uluslararasılaşma: Türkiye Yükseköğretimi İçin Bir Yol Haritası” başlıklı raporu (Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, 12 Mayıs 2014) - Türkiye İlaç Sektörü Vizyon 2023 Raporu, 2012 - EFPIA-The Pharmaceutical Industry in Figures, 2012 - Türkiye Sağlık Sektörü Raporu, 2012 (Deloitte) haber SİGARA SARI NOKTA HASTALIĞINI TETİKLİYOR Halk arasında sarı nokta denen, tıbbi adı ”makula dejenerasyonu” olan sarı nokta hastalığı, özellikle 50 yaşından sonra görülüyor. Sigara tüketimi ise sarı nokta hastalığının gelişimini ve ilerlemesini tetikliyor. Prof. Dr. Hamdi Er, sarı nokta hastalığında sigara kullanımının göz sağlığına etkilerini paylaşarak, sigaranın zararlarına dikkat çekiyor. Yediklerimizden içtiklerimize, soluduğumuz havadan yaşadığımız atmosfere kadar pek çok etken göz sağlığımızı tehdit ediyor. 50 yaşından sonra ortaya çıkan sarı nokta hastalığında ise sigara kullanımı hastalığın oluşumunda ciddi bir risk oluşturuyor. Prof. Dr. Hamdi Er genetik miras ve genleri kompleman faktörü içeren kişilerin sigara kullanmaması gerektiğini belirterek, sigaranın sarı nokta hastalığı riskini 2-4 kat artırdığını söylüyor. Sigara retinayı koruyan antioksidanları azaltıyor Dünyada yaklaşık 30 milyon kişinin sarı nokta hastası olduğu tahmin ediliyor. Son yıllarda hastalığın görülme sıklığında artış olduğunu belirten Prof. Dr. Hamdi Er, “Her sene sarı nokta hasta sayısının ciddi anlamda arttığını görüyoruz. Cisimleri, çizgileri eğri ve kırık görme, görme kalitesinde bozulma ve renk görmede bozukluk gibi etkileri olan bu hastalık, ilerleyen aşamalarda görme kaybına da neden olabiliyor.” Sarı nokta hastalığında sigara kullanımının büyük bir etken olduğunu belirten Prof. Dr. Hamdi Er, sigaranın retinayı koruyan önemli bir antioksidan olan lutein’in 40 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 emilimini azalttığını, sigara kullanımında hatta sigara içilen ortamlarda bile bulunmanın lutein düzeyini düşürdüğünü böylelikle hastalığın riskinin arttığının altını çiziyor. Sigarayı bırakmak hastalık riskini azaltıyor Sigarayı bırakmanın sarı nokta hastalığına yakalanma riskini önemli ölçüde azalttığını belirten Prof. Dr. Hamdi Er, sigarayı bırakan kişilerin belli bir süre sonra sigara kullanmayanlarla aynı düzeye geldiğini ve hastalığın gelişme riskini azalttığını ifade ediyor. İki tip sarı nokta hastalığı bulunuyor Sarı nokta hastalığının yaşam kalitesini düşürerek kişiyi sosyal yaşantıdan uzaklaştırabileceğini belirten Prof. Dr. Hamdi Er hastalığın kuru ve yaş olmak üzere iki tipi olduğunu söylüyor. Hastaların yüzde 10’unu oluşturan yaş tipinin görme kaybının yüzde 90’ına neden olduğunu belirten Prof. Dr. Hamdi Er hastalığın daha yavaş ilerleyen kuru tipinin henüz bilinen tam bir tedavisi olmadığını söylerken, vitamin, mineral, lutelin, balık yağı ve antioksidanların hastalığın ilerlemesini azaltma da ciddi etkileri olduğunun altını çiziyor. Hastalığının yaş tipinde ise göz içine yapılan enjeksiyon tedavilerinin uygulandığını ve yakın takibinin öneminin altını çizen Prof. Dr. Hamdi Er “Yeni damar oluşumunu tetikleyen nedenleri uzun süre baskılamak için ayda bir enjeksiyonu tekrarlamak gerekiyor. Hastalığın nüks etme riski olduğu için yakın takip oldukça önemli. “ diyor. Sınırlı vakalarda fotodinamik tedavi yöntemine de başvurduklarını belirten Prof. Dr. Hamdi Er, fotodinamik tedavinin ilaçla birlikte yapılan bir lazer tedavisi olduğunu ve amacın hastalık nedeniyle yeni oluşan damarları tıkamak olduğunu sözlerine ekliyor. Prof. Dr. Hamdi Er SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 41 haber ANESTEZİYOLOJİ VE REANİMASYON UZMANLIĞI Prof. Dr. Neslihan ALKIŞ Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği Başkanı Anesteziyoloji; Anestezi, Yoğun Bakım, ve Algoloji disiplinlerinin birarada olduğu bir uzmanlık dalıdır. Bizler, hastalarımızın gerek ameliyat, gerekse yoğun bakım süreçlerinde, ayrıca ağrı tedavisine gereksinim duydukları her durumda güvenli ve kaliteli sağlık hizmetlerinden sorumluyuz. Bu süreçler hastaların hastane içi ve hatta hastane dışında özellikle risk altında bulunduğu durumları da kapsar. Dünyada ilk anestezi uygulaması 30 Mart 1942 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde Dr. CrwfordLong tarafından James Venable isimli öğrenciye uygulanmıştır. Anestezinin ilk kez bir hastada uygulanması ise 16 Ekim 1946 yılında gerçekleşmiştir. Amerika’da Dr. John CollinsWaren tarafından GilbertAbbott isimli işçiye ilk kez bu tarihte anestezi uygu42 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 lanmıştır ve buna istinaden 16 Ekim Dünya Anestezi Günü olarak kutlanmaktadır. Her yıl dünya genelinde 230 milyon hastaya cerrahi girişim için anestezi uygulanmaktadır. Bu cerrahi işlemlerle ilişkili olarak 7 milyon kişide ciddi komplikasyon gelişmekte ve 200.000 hasta hayatını kaybetmektedir. Anesteziyoloji; özellikle hasta güvenliğinin geliştirilmesinde ve gerçekleştirilmesinde sorumluluk almada rolü çok önemli olan bir uzmanlık dalıdır. 1950’den sonra Avrupa’da uygulanan modern anestezi Türkiye’de de bu dalda uğraşan hekimler tarafından yapılmaya başlanmıştır. Temeli 1956 yılında kurulan Anesteziyoloji Cemiyetine dayanan derneğimiz 1972 yılında ‘’Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği’’, 1975 yılında ise “ Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği” adını almıştır. Türkiye’de Anesteziyoloji Bilim Dalının Kurucusu Prof. Dr. Sadi Sun, 1971 yılında Alanya’daki 7. Türk Anestezi- yoloji ve Reanimasyon Kongresinde (TARK) “Halkımız, ameliyat olduğu zaman kendisine bakan, ağrı duymamasını sağlayan ve tedavi eden Anestezist’in kim olduğunu, ne yaptığını ve kendisi için ne kadar gerekli ve önemli olduğunu anlayacak bilinç düzeyine ulaştırılmalıdır. Bunu yapmak görevi herkesten önce Anestezist’lere düşer” demiştir. Değerli hocamız o yıllarda son derece doğru bir tespit yapmış olsa da, bizler ne yazık ki o günlerden bu güne yani 43 yılda ne yazık ki hala “ maskelerin arkasındaki isimsiz kahramanlar” olarak anılmaktayız. Yoğun çalışma şartlarımız nedeniyle belki bugüne kadar kendimizi kamuoyuna çok iyi tanıtamadık ancak Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği olarak kamuoyuna ulaşmayı arzu ediyor ve bu amaçla yoğun çalışmalar sürdürüyoruz. Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği günümüzde 3000’e yakın üyesi, ulaştığı uluslararası standartlarla ülkemizde önde gelen uzmanlık derneklerinden biri olmanın gururunu taşımaktadır. SAĞLIKTA BİLGİ KİRLİLİĞİ İLE MÜCADELE İÇİN DEV İŞBİRLİĞİ İnternet Geliştirme Kurulu, Bilinçli Sağlık Platformu ile sağlık alanında yaşanan bilgi kirliğinin önüne geçmek için işbirliği yapıyor. Kamuoyunu sağlık ve gıda konularında uzmanlar yoluyla bilgilendirmeyi hedefleyen Bilinçli Sağlık Platformu, internet üzerinden yayılan bilgiler konusunda uyarılarda bulunacak. İşbirliği kapsamında çalışma grubu oluşturulması, projeler üretilerek uygulamaya konulması planlanıyor. Bilinçli Sağlık Platformu sözcüsü Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, konularında uzman olmayan kişilerin sağlık konusunda toplumu yanlış yönlendirdiğini belirterek bu konunun sağlığı tehdit eder noktaya geldiğini kaydetti. Özellikle medya aracılığı ile kamuoyuna ulaşan bilgiler konusunda işbirliği gerektiğini belirterek “Tüm paydaşların işbirliği gerekiyor” diye konuştu. Prof. Dr. İlhan, özellikle online kaynaklardaki bilgilerin geliştirilmesinde uzmanlar ile işbirliği yapılması konusunda İnternet Geliştirme Kurulu’nun deneyimlerinden yararlanacaklarının altını çizdi. İnternet Geliştirme Kurulu Başkanı Serhat Özeren ise, özellikle farkındalık yaratacak projeler üzerinde duracaklarını belirterek, “Her alanda olduğu gibi sağlık alanında da doğru bilgiye ulaşılması için farkındalık yaratmak gerekiyor. Bu önemli iş birliği ile sağlık alanında farkındalık oluşturmayı amaçlıyoruz. ” diye konuştu. Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan Serhat Özeren sağlığımıziçin SEDEF SADECE BİR DERİ HASTALIĞI DEĞİLDİR Prof. Dr. Emel BÜLBÜL BAŞKAN Türk Dermatoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dünyada yaklaşık 125 milyon kişi, dermansız dert olarak nitelendirilen ve genetik kaynaklı olan sedef hastalığına yakalanıyor. Sedef hastalığı, halk arasında yaygın olarak bilindiği üzere basit ve deriyle sınırlı bir hastalık değildir. Sedef bağışıklık sisteminin rolü olan sistemik etkileri olan bir hastalıktır. Tip dilinde “psoriasis” diye isimlendirilen, kırmızı zemin üzerinde kepeklenmelerle kendini gösteren ve sebebi tam olarak bilinmeyen hastalık, halk arasında “sedef” olarak bilinmektedir. Herhangi bir yaşta ortaya çıkabilen sedef hastalığı, sıklıkla 20-30 yaşları arasında görülmektedir. Hastalık, 40 yaşından önce başladığında erken başlangıçlı, 40 yaşından sonra baş44 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 ladığında ise geç başlangıçlı olarak değerlendirilmektedir. Hastalığın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Sedef hastalığının bağışıklık sistemi, genetik ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimi sonucu geliştiği düşünülmektedir. Akraba Varlığı Genetik Yatkınlık Riskini Artırır Hastalığın gelişiminde çok sayıda genin sorumlu olduğu düşünülmektedir. Sedeflilerin yakın akrabalarında hastalığın sık görülmesi genetik yatkınlığa işaret eden önemli bir ipucu olarak ele alınmalıdır. Hastalığı enfeksiyonlar, bazı ilaçların kullanımı, stres, travmalar, iklim ve dahili hastalıklar tetikleyebilmektedir. Sedef Eklemleri Tutabilir Vücutta bazen kaşıntılı, üzeri beyaz kepeklerle kaplı kızarıklıklarda hastalıktan şüphelenilmelidir. En sık diz, dirsek, saçlı deri, kuyruk so- kumu gibi vücut bölgelerinde birkaç santimetre çapında kırmızı-kepekli döküntüler şeklinde görülmektedir. Çok az sağlam deri bölgesi bırakacak kadar yayılabilir veya tüm vücut derisi kızarıp, kepeklenebilir. Sedefi olanların yüzde 5 ile 10’unda eklemler de tutulabileceğinden eklem hareketleri zamanla sertleşebilir ve ağrılı hale gelir. En fazla tutulan eklemler el ve ayak parmak uçlarındaki eklemlerdir. Eklem tutulumu erken tedavi edilmezse kalıcı eklem bozuklukları oluşturabilir. Sedef hastalığı tırnağı da tutabilir. Bu durumda tırnaklarda çukurlanmalar, renk ve şekil değişiklikleri görülür. Sedefin tipik belirtileri görüldüğünde klinik tanı kolay olmakla beraber bazen egzema, allerjik deri hastalıkları ile karışabilmektedir. Sedef Hastalarının Dörtte Birinde Depresyon Bulunuyor Sedef hastalığının şiddetli ve kontrolsüz seyretmesi bazı hastalıkların gelişmesini tetikleyebiliyor. Kalp ve damar hastalıkları; Son yıllardaki çalışmalar özellikle şiddetli sedef hastalığı olanlarda kalp damar hastalıkları için yatkınlığa yol açan bazı faktörlerin sık görüldüğünü gösteriyor. Obezite (şişmanlık); Sedef hastalarında obezite sık olarak görülmektedir. Obezite tek başına sedefe hastalığının gelişimi için risk faktörüdür. Sedef hastalarının yüzde 25-30’unda majör depresyon ve anksiyete gibi psikolojk sorunlar mevcuttur. Sürekli dökülen kabuklar, deride, saçtaki yaygın yaralar, eklem ağrıları nedeniyle hareket kısıtlılığı, eş ve iş dolayısıyla yaşama isteği kaybına neden olabilmektedir. Sedef Tedavisi Hastaların En Çok Mağdur Edildiği Alan Sedef hastalığında tansiyon ve şeker hastalığı gibi diğer kronik hastalıklara benzer şekilde tedavinin anlamı hastalığın klinik belirtilerinin silinmesi ve baskı altına alınarak uzun dönem kalıcı eklem bozuklukları ve kardiyovasküler hastalıklar dahil birçok sorunların ortaya çıkışını engellemektir. Sedef hastalığı doğru tedavi ile kontrol altına alınabilmekte hatta ortadan kaldırılmakta ve uzun süren iyilik dönemleri sağlanabilmektedir. Modern tıbbın birçok tedavi yöntemi kanıta dayalı olarak ve devlet sigorta kapsamında bu iyilik halini sağlamaktadır ve ülkemizde birçok dermatoloji kliniğinde bu tedaviler uygulanmaktadır. Hastanın tedavisiz kaldığı dönemlerde çevresel ve genetik faktörlerin etkisiyle hastalıkta alevlenmeler görülebilir. Bu durumdan yararlanmak isteyen ve yetkinliği olmayan bazı kişiler sedef hastalığına karşı içeriklerinin sadece kendilerinin bildiği ve ruhsatı ve bilimsel dayanağı olmayan sabun, şampuan ve kremlerle hatta kurdukları sözüm ona psoriasis kliniklerinde mükemmel ve mucizevi şekilde hastalığı iyileştirdiklerini iddia etmektedir. Hastalar hem gerçek tedavilere ulaşmakta geçikmekte hem de maddi olarak ciddi kayba uğramaktadır. Sedef tedavisi, bireysel bir tedavidir. İlaç seçiminde ve tedavi süresinde belirleyici olan hastalığın yaygınlığı, belirtilerin yerleşim yeri, tırnakların tutulum şiddeti ve eklem tutulumu, daha önceki tedavilere yanıt, hastalığın nasıl seyrettiği gibi özelliklerdir. Ayrıca hastanın cinsiyeti, yaşı, genel durumu, doğurganlık durumu da göz önüne alınır. Diğer bir deyişle suistimalcilerin iddia ettiği gibi tüm sedef hastalarına iyi gelen tek bir tedavi yöntemi yoktur. Sedefin kesin çözümünü bulduğu iddia eden ve alternatif veya bitkisel yöntemlerle yapılmış karışımları satan kişi veya kuruluşlara kanılmamalıdır. Türk Dermatoloji Derneği sedef başta olmak üzere dermatolojinin sık görülen ve suistimal edilen hastalıklarına yönelik her türlü yanlış uygulamalar hakkında toplumu ve hastalarını bilinçlendirmeyi ve hastaları kandırmayı meslek edinenlerle hukuki platformda mücadele etmeyi misyon edinmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 45 haber SAĞLIKLA İLGİLİ WEB SİTELERİ NE KADAR SAĞLIKLI? Prof. Dr. Serdar KULA Gazi Üniversitesi Bilişim Enstitüsü Sağlık Bilişimi Anabilim Dalı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı Bilgiye erişimdeki kolaylık ve modern tedavi yöntemlerinin artışıyla birlikte hastaların kendi tedavi süreçlerine aktif olarak katılma isteklerinin artmasının yanı sıra, tedavi maliyetlerini azaltmak ve tedavi etkinliğini artırmak amacıyla da sağlık profesyonelleri tarafından hastalar bu sürece aktif katılıma teşvik edilmeye başlanmışlardır. Hastanın sağlık hizmetine katılımı ortak karar verme, kendi bakımını sağlama, işbirlikçi uygulamalar gibi pek çok farklı şekilde gerçekleşir. Bu 46 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 şekilde hasta, sağlık hizmetinde pasif (tedavi edilen) kişi olma durumundan kurtulur ve tedaviye aktif olarak katılmış olur. Hastanın sağlık hizmetinde aktif rol alması, koruyucu hekimlik ve tedavi hizmetlerinin daha etkin ve verimli yürütülmesi açısından önemlidir. Sağlıkla ilgili internetteki bilgilerin bolluğu ve popülaritesi nedeniyle, bazı kuruluşlar bu bilgiler için arama, puanlama ve sınıflandırma amacıyla bazı araçlar geliştirirken, bazıları da hangi sitenin daha güvenilir bilgi sunduğuna dair kodlar belirlemeyi tercih etmiştir. Sağlıkla ilgili web siteleri günümüzde internet üzerinde en sık erişilen sitelerdir. Global Web Index tarafından yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de aktif olarak internet kullanan her 5 kişiden biri, son bir ay içerisinde sağlık ürünleri ile ilgili internette araştırma yapmaktadır. Aynı araştırmaya göre, İnternetten sağlık ürünleri satın alanların oranı ise % 15 olarak belirlenmiştir. Bu çalışmanın değindiği önemli noktalardan biri de Türkiye’deki aktif internet kullanıcılarının %29’unun sağlıkla ilgili konularda yazabileceklerini belirtmesidir. Prof. Dr. Serdar KULA Tüm bu araçların temel amacı, sağlık tüketicilerinin bu bilgi yığınları arasında en doğru bilgileri bulup çıkarmalarını sağlayarak, yanlış anlamalar ve uygunsuzluklardan uzak kalmalarını sağlamaktır. Sağlık ile ilgili web siteleri için kalite kriterleri temelde 6 başlık altında toplanır. Şimdi bunlara kısaca bir göz atalım: 1. Şeffaflık ve Dürüstlük Web sitesini hazırlayan kişinin şeffaflığının (ad, fiziksel adres, site sorumlusunun elektronik adresi) yanı sıra sitenin amacı ve hedefinin de açıkça belirtilmiş olması gereklidir. Hedef kitle açıkça tanımlanmalı (birden fazla kullanıcı kitlesi farklı kategorilerde tanımlanmalıdır) ve web sitesinin destek kaynakları açıkça belirtilmelidir ( fonlar, sponsorlar, reklamlar, kar amacı gütmeyen, gönüllü v.b). Özel durumlarla, yaşam tarzıyla ya da tedavi ile ilgili öneriler verildiğinde, dolaylı ya da açık bir şekilde sunulan ürünlerin üretici / destekçileri ile ilgili bilgiler site kullanıcılarına açıkça sunulmalıdır 3. Mahremiyet ve Veri Korunması Kullanıcıların verilerinin mahremiyeti ve korunması konusunda yasal çerçeveler dahilinde uyarılar sitede yer almalıdır. Herhangi bir kişisel sağlık verisi elde edildiğinde ve site kullanıcıları tarafından sağlık verileri bir işleme tutulduğunda, süreçler ve veriler ilgili yasalar çerçevesinde korunmalıdır. 4. Bilgilerin Güncellenmesi Sitedeki bilgilerin açık ve düzenli güncellenmesine dair, her sayfa ve bilgi için güncelleme bilgisi yer almalıdır. Bilgiler arasında uyumluluk düzenli olarak kontrol edilmelidir. 5. Denetime açıklık Kullanıcı geri bildirimlerine fırsat tanınması önemlidir. Güvenilir kişi ve kuruluşların, önerilen kurallara uygun hazırlanmış ve kanıtlanmış tecrübelere dayalı web sitelerine bağlantılar vermenin yanı sıra, içerik seçimi için hangi süreç ve yöntemlerin kullanıldığı açıkça belirtilmelidir 2. Yetkinlik 6. Erişilebilirlik Sunulan tüm bilgilerin kaynakları ve kaynaklara ait yayın tarihleri belirtilmelidir. Bilgi sağlayan kişi ya da kuruluşların isim ve yetki belgeleri tarihleriyle birlikte sitenin üst kısımlarında belirtilmelidir. Sadece yetkin tıp uzmanlarının hazırladığı bilgilerin kullanımı söz konuş ise bu açıkça belirtilmelidir. Eğer çeşitli mesleklerden oluşan bir ekipten destek alınıyorsa (tıp uzmanları, gazeteciler, kişisel yorumlar, v.b) her bir bilgi grubu için sağlayıcı açıkça belirtilmelidir. Bilimsel bir kanıt sunulduğunda, bu kanıtın kaynağı kullanıcılara sunulmalıdır / tanımlanmalıdır. Tıbbi bir ürün önerildiğinde, sağlık otoritesi (Sağlık Bakanlığı) tarafından belirlenen reklam kuralları eklenmeli ve bu kurallara kullanıcının ulaşabileceği bağlantılar sağlanmalıdır. Bir tavsiye önerildiğinde, site sahibi her zaman bunun bir internet tabanlı öneri olduğunu, kişisel olup olmadığını ve hiçbir zaman bir sağlık uzmanıyla karşılıklı görüşmede elde edilecek bir bilginin yerine geçemeyeceğini hatırlatan bir mesaj belirtmelidir. Fiziksel olarak ulaşılabilecek kılavuzlara dikkat çekilmelidir. Örn: Nasıl bulunabilir?, Nasıl aranabilir?, Nasıl kullanılabilir? Belirli bir kitle hedeflendiğinde (örn. Çocuklar) sunum ve içerik hedef kitleye uygun olmalıdır. KALİTE KRİTERLERİNİN SAĞLIKLA İLGİLİ SİTELERE UYGULANMASI Sağlık ile ilgili sitelerin bilgi içeriği kalitelerini sorgulayan kriterlerin uygulamalarına dair örneklere kısaca göz atalım : 1. Kendi kendine uyarlanan sistemler “İyi uygulamaların” bir sonraki aşaması kendi kendine uygulanan kalite etiketleridir. Bu durumda bir organizasyon iş ahlakı kodunu geliştirir ve kodlarla uyumluluğun göstergesi olan bir etiket ya da logo ile gösterilmesini sağlar. Bu uygulamaların en eskisi ve belki de en bilineni “Health on the Net Foundation (HON)” tarafından 8 kalite kriteri ile belirlenen ve dünya üzerinde 3000’den fazla web sitesinde kullanılan etikettir. Site sahibi, HON etiketini kullanmak isterse, tüm HON kriterlerine uymak zorundadır. Sitenin bu kriterlere uyumu HON ekibi tarafından kontrol edilir. Ancak, yine de HON, etiketinin kötü niyetli kişilerce kullanımını önleyemez. Kontrolleri rastgele örneklemelere ve şikayetlere dayanır. HON kriterleri kullanılarak Gazi Üniversitesi Bilişim Enstitüsü Sağlık Bilişimi Anabilim Dalı’nda yapılan bir çalışmada 78 Türkçe içerikli sağlık sitesi incelenmiş ve ciddi yetersizlikle saptanmıştır. Bu çalışma kapsamında internet üzerinden satışı yapılan tıbbi olmayan cinsellik, diyet (zayıflama), doping anahtar kelimeleri ile ulaşılan tıbbi olmayan ilaç pazarlayan Türkçe içerikli web siteleri incelemeye tabi tutulmuştur. Çalışma sonucunda, web sitelerinin genel ortalamasının 2,56 olması güvenilirlik açısından dikkat çekicidir. Bu ortalama, maksimum puanın 8 olduğu bir puanlama sistemi için kabul edilebilir bir değer olmaktan uzaktır. LegitScript’in araştırmalarına göre 35.610 aktif internet eczanesinin sadece 212’sinin (% 0,6) yasal olduğu ve gerçeğini de göz önünde bulundurduğumuzda, yukarıda bahsi geçen çalışmanın sonuçları toplumun karşı karşıya olduğu tehlikenin boyutunu göstermektedir. 2. Kullanıcı kılavuz sistemleri Bu tür uygulamalarda, değerlendirme için kullanılan sistem ile uyumluluk bir etiket ile belirtilmez, ama kullanıcının kendi değerlendirmesi için bir kılavuzun bulunduğu bir link yer alır. Bunun için gerekli bağlantı bir logo ile sitede gösterilir ve kullanıcıların değerlendirmeleri görmesi sağlanır. Bu kategoride yer alan kılavuzlara örnek olarak DISCERN (http://www.discern.org.uk), NETSCORING (http://www.chu-rouen. fr/netscoring/netscoringeng.html) verilebilir. Bunların yanı sıra, sorgulanabilir bir veri tabanı aracılığıyla kullanıcılara doğrulanmış bilgiler içeren web siteleri sunan filtreleme sistemleri de vardır. 2011 yılında hizmetini durduran OMNI (Organising Medical Networked Information) bunlara en iyi örnektir. OMNI, SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 47 araştırmacılara, öğrencilere, doktorlara ve akademisyenlere sağlık ve tıp bilimleri alanlarında kaliteli içerik barındıran siteleri bulma konusunda yardımcı olur.(http://www.biome. ac.uk ). CAPHIS (Comsumer and Patient Health Information Section) de bu kategorideki bir başka web sitesidir. CAPHIS’in amacı günlük kullanım ve eğitimlerde kullanıcılara güvenle başvurabilecekleri web sayfalarını önermektir. Bu amaçla, sağlıkla ilgili 100 web sitesinden oluşan bir liste sunar (http://caphis.mlanet.org/consumer/top100all.pdf ) 3. Üçüncül (“Third Party”) Kalite ve Akreditasyon Etiketleri Değerlendirme sistemlerinin en gelişmişleri olmakla birlikte en pahalı sistemlerdir. Bu başlık altında en önemli uygulamalar MedCERTAIN (MedPICS Certification and Rating of Trustworthy Health Information on the Net, http://www.medcertain. org/) ve TNO QMIC’tir. MedCERTAIN, Avrupa Birliği Projesi desteği ile geliştirilmiştir. Burada makine okuma dili ile web siteleri taranır ve bir doğrulama veri tabanı oluşturulur. Aynı OMNI’de olduğu gibi sorgulamalar bu sistem üzerinden yapılır. Asıl olarak Cochrane sisteminin sağlık uzmanları için yaptığı filtrelemeyi, MedCERTAIN sağlık tüketicileri için hedeflemektedir. TNO QMIC (“Quality for Medical In- 48 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 formation and Communication”) bağımsız bir Hollanda kuruluşu tarafından geliştirilmiştir. TNO özellikle sağlık alanını hedeflememektedir. TNO’nun temel amacı bilimsel bilgi ile endüstri ve hükümet işbirliğini sağlamaktır. 2001 yılında sağlık ve tıp siteleri için QMIC geliştirilmiştir. Tüketici Sağlık Bilişiminde Sağlık Uzmanlarının Rolü Sonuç olarak sağlıkla ilgili sitelerinin yayınları ile ilgili güvenilirlik değerlendirmesinde sağlık tüketicisinin bilinçlendirilmesi, bu web sitelerinin yayınlarının kontrol edilmesinden daha önemlidir. Bilinçli sağlık tüketicilerinin geliştirilmesi için HON gibi basit uygulanabilir skorlama sistemlerinin tanıtılması ve güvenilir bilgi tanımlarının gerekirse kamu spotları ile yapılması çok önemli olacaktır Tüketici Sağlık Bilişimi kapsamında sağlık uzmanlarının temel olarak üç kilit rolü vardır. Kaynaklar Birincil olarak sağlık uzmanları sağlık hizmetinde içerik kaynağı olarak hizmet vermektedirler. Hastalığın doğasını bilen ve tedavi için gerekli olan bilgileri sağlayan sağlık uzmanlarıdır. Sağlık uzmanlarının ikinci önemli rolü, digital tartışma gruplarını yönetme ve hastaların digital mesajlarına yanıt verme sorumluluğudur. Bu durum hekimlerin mevcut mesleki uygulama tekniklerini değiştirmeleri ve hastalarla elektronik iletişimde bulunurken net iletişim sağlamaları zorunluluğunu getirmektedir. Bu konu ile ilgili yasal düzenlemeler bilişimi hukuku çerçevesinde değerlendirilir. Üçüncü olarak, sağlık uzmanları, hastalara tıp dilindeki bazı kavramların ne anlama geldiğini, kavramlar arası ilişkileri anlatmakta ve günlük yaşantılarındaki davranışsal değişiklikleri yorumlamalarına yardım etmektedirler. Biyomedikal Bilişim, Sağlık Hizmetleri ve Biyotıpta Bilgisayar Uygulamaları, Shortliffe EH, Cimino JJ, 3.baskı, 2009 Internet Kullanıcılarının Sağlık Markalarından Beklentileri, http://www.connectedvivaki.com/internet-kullanicilarinin-saglik-markalarindan-beklentileri/, Erişim 28.01.2015 Rigby M, Forsström J, Roberts R, Wyatt J. Verifying quality and safety in health informatics services. BMJ 2001;323(7312):552-6 Rippen H, Risk A. E-Health Code of Ethics (May 24). J Med Internet Res 2000;2(2):e9 http://www.jmir.org/2000/suppl2/e1/ Risk A, Dzenowagis. J Med Internet Res 2001; 3(4):e28 Online Pharmacy Reviews & Verification, http://www.legitscript.com, Erişim: 29. 12. 2014 Tekin A, Kula S. Türkiye’de Nonmedikal İlaç Satışı Yapan Web Sitelerinin Bilgi Kalitesi ve İçerik İnandırıcılığı, International Journal of Informatics Technologies, 2015; 8(1): 35-40 (http://dx.doi.org/10.17671/btd.09206) sağlığımıziçin BACAKLARDAKİ RAHATSIZLIK TOPLARDAMAR TIKANIKLIĞINDAN OLABİLİR Toplardamar tıkanıklıklar ve belirtileri hakkında dikkat çekici açıklamalarda bulunan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Periferik Damar Cerrahisi Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Cüneyt Köksoy Toplardamar tıkanıklığının tedavisi hakkında önemli vurgulamalar yaptı. Toplardamar tıkanıklığı nedir? Toplardamar tıkanıklığı genel olarak toplardamarların ani olarak pıhtı ile tıkanması ve tıkalı kalan damarın yıllar içinde toplardamar kanının iletimini engelleyip, bacaklarda sorunlara yol açmasıdır. Toplardamarlar içinde pıhtı oluştuğunda (Akut Derin Ven Trombozu) kan akımı engelleneceği için kan bacaklarda birikir ve bacak aniden ağrılı, şiş, mor hale gelir. Toplardamarlarda bir kez pıhtı oluştuktan sonra, pıhtı tam olarak ortadan kalkmadan damar normale dönmez ve bacaktaki kanın akımına sürekli engel olduğu için zamanla kılcal damar çatlamasından varislere, bacakta şişmeden yara oluşumuna kadar bir çok şikayet ile karakterize toplardamar (venöz) yetmezliği gelişir. Toplardamar yetmezliğinde temelde olan sorun toplardamarlar içinde biriken kanın bacak dokusuna zarar vermesidir. 50 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 Toplardamar tıkanıklığının başlıca belirtileri nelerdir? Belirtiler iki aşamalıdır. Toplardamar tıkanıklığının ilk aşaması olan pıhtı ile damarın tıkanması yani derin ven trombozu bacakta ani başlayan şişlik, ağrı, morarma, bazen yürüyemeyecek kadar şiddetli acı ve ağırlık hissi ile beraberdir. Toplardamardaki pıhtı klasik olarak tedavi edildiğinde yada hiç tedavi edilmediğinde şikayetlerin hafiflemesi haftalar bazen aylar sürer. Ancak şikayetlerde zamanla belirli bir düzeyde rahatlama olsa da genelde hastaların yarısında yıllar sonra şikayetler karakter değiştirerek ağırlaşabilir. Bu ikinci aşamada bacakta uzun süre ayakta kalındığında ortaya çıkan şişme, yorulma, ağrı, ağırlık hissi, baldırlarda varis oluşumu, özellikle ayak bileklerinde çok sayıda mavi mor kılcal damar varisleri, zamanla ayak bileğinde kahverengiye doğru giden koyulaşma, deride kalınlaşma, kabalaşma ve ayak bileği çevresinde yaralar (venöz ülser) oluşur. Prof. Dr. Cüneyt Köksoy Toplardamarda pıhtı oluşması ya da derin ve trombozu nasıl tedavi edilir? Derin ve trombozunda yıllardır uygulanan tedavi kanı sulandırıcı ilaçlarla pıhtının büyümesini, akciğere atmasını, engellemeye yöneliktir. Bu tedavi sırasında genellikle pıhtı ortadan kalkmadan, damar açılmaz ve bu nedenle şikayetler çok yavaş düzelebilmektedir, ya da tam olarak geçmeyebilmektedir. Pıhtının ortadan kaldırılarak damarların açılması mümkün mü? Evet mümkün. Toplardamarda pıhtı oluştuğunda en etkili tedavi pıhtının eritilerek toplardamarların açılmasıdır. İlk 2-3 hafta içinde gelen hastalarda bacak toplardamarlarına bir kateter yerleştirilerek pıhtı eritilebilir yada parçalanabilir. Bu yolla hastaların şikayetleri kısa sürede geçer ve yıllar sonra belirgin hale gelecek olan toplardamar yetmezliğinin gelişimi engellenebilir. Geç gelen hastalardaki toplardamar tıkanıklıkları için etkin bir tedavi var mı? Pıhtının eritilmesi şansını kaçırmış ve aradan zaman geçmiş hastalarda olan hastalarda kritik öneme sahip olan kasıktan yukarıdaki ana toplardamarları açmak ve bu yolla hastaların şikayetlerini dramatik olarak rahatlatmak mümkündür. Bu hastalara anjio altında tıkalı damarla balon yapılıp, damarların açık kalmasını sağlayıcı stentler yerleştirilir. Bu uygulama hastaların %80 nin de başarılıdır. Bu sayede hastaların aylardır, yıllardır yakındıkları şişlik, ağrı gibi şikayetleri önemli oranda azaltılabilir ve bacaklardaki yaraların bir daha açılmamak üzere kapanması sağlanabilir. Genelde bacak yarası yada venöz ülserin tedavisinin olmadığı şeklinde bir düşünce var. Bu doğru mudur? Toplardamar ülseri ya da bacak yarası olan kişilerde temeldeki sorun toplardamardaki eski pıhtılara bağlı tıkanıklıklar yada kapakçıkların bozulmasına bağlı geri akım olup, hepsinin ortak noktası bacaktaki toplardamardaki kan basıncının normalin çok üzerine çıkması ve bu kirli kanın dokulara zarar vermesidir. İleri incelemelerle en önemli neden olan tıkanıklığın yeri ve derecesi belirlenip anjio altına tıkalı damarlar stent ile açılabilmektedir. Sonuç olarak kötü ününe rağmen toplardamar hastalığına bağlı bacak yarası ya da tıptaki adı ile venöz ülser tedavi edilebilen bir hastalıktır. TOPLARDAMAR HASTALIKLARI: • Varis • Nüks varis • Kılcal damar varisleri • Kronik Venöz Yetmezlik • Venöz ülser (varis yarası) • Derin Ven Trombozu • Akciğer Embolisi • Flebit • Bacakta Şişlik (Ödem) • Kol ve bacaklardaki toplardamar tıkanıklıkları • Posttrombotik sendrom • May-Thurner sendromu • Nutcracker sendromu • Klippel Trenaunay sendromu • Doğuştan damar anomalileri • Lenfödem SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 51 sektörden İLAÇ SEKTÖRÜ MOBILE PHARMA EXPERIENCE’TA BULUŞUYOR 2014’te “Yılın Microsoft Mobil Uygulama Çözümleri İş Ortağı” ödülünü alan TCM, yeni kurumsal saha satış uygulaması SFA ile ilgili bilinmeyenleri, Türkiye’de faaliyet gösteren ulusal ve çok uluslu ilaç firmalarının yöneticilerine tanıttı. Türkiye’de son iki yıldır “Yılın Microsoft İş Ortağı” ödülüne layık görülen TCM, yeni kurumsal saha satış uygulaması TCM SFA’i İstanbul’da Hotel Les Ottomans’da gerçekleştirilen Mobile Pharma Experience toplantısında tanıttı. TCM’nin geliştirdiği TCM SFA kurumsal çözümü Microsoft teknolojileriyle geliştirildi. Türk mühendislerin geliştirdiği kurumsal saha satış çözümü olan TCM SFA, Türkiye’de faaliyet gösteren ulusal ve çok uluslu ilaç firmalarının yöneticilerine tanıtıldı. Microsoft ve Intel networkünde “Global Case Study” seçilen TCM SFA, Windows platformuyla geliştirilen ve saha ekiplerine merkezi yönetim kolaylığı sağlayan yapısı ve kullanıcı dostu özellikleriyle öne çıkıyor. 24 Şubat’ta Les Ottomans’da gerçekleştirilen Mobile Pharma Experience’ın moderatörlüğünü Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Kişilerarası İletişim Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Elgiz Yılmaz yaptı. “Etkinliğin adı Mobile Pharma Experience; bu 3 kelimenin her biri hak52 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 kında saatlerce konuşulabilir ve yan yana gelince yine oldukça kapsamlı bir kavram” diyen Yılmaz, şunları söyledi: “2015 öngörülerini içeren global sağlık sektörü raporlarında sağlıkta değer yaratacak maliyet, pazar dinamikleriyle uyum, dönüşüm ve dijital inovasyon, regülasyonlar ve compliance gibi ana başlık öne çıkıyor. Dijital dönüşüm son dönemde birçok kurumun iş modelini değiştirmesine neden olan bir yaklaşım ve hatta gereklilik. Çünkü bireysel kullanıcıların mobiliteye olan ilgi ve talebinin çok hızlı artmasıyla birlikte bireysel müşterileri yakalamak, elinde tutmak isteyen firmalar, mobil ortamdaki çözümlerini kısa zamanda pazara sundular ve kullanımını yaygınlaştırdılar. Kurumlar da iş süreçlerinde ve projelerinde tek bir merkezden tüm platformlarında anında yönetilebilen çözümlere ihtiyaç duydurlar. Sürekliliği sağlamak öncelik haline geldi.” Kurumsal iş çözümleri alanında sektörün en çok tercih ettiği Türkiye’nin önde gelen yazılım şirketlerinden biri olan TCM Yönetici Ortağı M. Özgür Altuntaş, çalışmaları hakkında soruları yanıtladı. TCMSFA nedir? Tam adı “Sales Force Automation” olan TCMSFA saha ekipleri için satış gücü otomasyonu olarak tasarlanmıştır. TCM’nin ilaç sektörü için geliştirdiği kurumsal iletişim platformu, raporlama çözümleri ve saha satış gücünü artıran uygulamaları bulunmakta. Doç. Dr. Elgiz Yılmaz TCM olarak IT sektöründe odak noktanız ve hedefleriniz nelerdir? TCM olarak, Microsoft teknolojileriyle yazılım geliştiriyoruz. Türkiye’de de son iki yıldır “Yılın Microsoft İş Ortağı” ödülüne layık görüldük. Bu henüz yolun başında olan genç bir şirket için gurur verici. Finans ve bankacılık, telekomünikasyon, medya, ilaç şirketleri, perakende çözümleri gibi sektörlerin ihtiyaçlarına özel kurumsal yazılım, mobil ve entegre raporlama çözümleri sunuyoruz. Türkiye ve bölgede teknoloji geliştirme ve yenilikçi çözümler geliştirerek referans teknoloji çözüm ortağı olmayı hedefliyoruz. Uygulamada özellikle diğerlerinden farklı olarak neler yapıldı? • Kurumlara özel olarak uygulamayı kişiselleştirebilme imkanı, • Kolay renkli ara yüzü, • Zengin içerik, • İlaç firmasının merkezinden yöne- tilen sunumlara saha ekibi tarafından aynı ofiste çalışır gibi ulaşabilmesi, • Ziyaret notlarını çalışma planına ve periyodik hedeflerine göre planlayabilmesi • Müşterimizde bulunan iş akışlarının saha ekiplerinin de dahil olması ihtiyaçlarını yenilikçi bakışımız ile örtüştürmek en önemli hedefimiz oluyor. imkanını sağlamaları bu projede en beğenilen özelliklerden birisi oldu. Burada Global uygulama geliştirme metodolojileri elbetteki bizim önemli araçlarımız oluyor. “Mobile Experience” buluşmalarını diğer sektörler için de düzenlemeyi düşünüyor musunuz? Mobile Pharma Experience’ta SFA gibi ilaç sektöründe verimliliği artıracak uygulamalar ve çözümler gördük. Bunları tercih eden kurumlar hangi iş süreçlerinde farklılık elde edecekler? Kesinlikle evet. Geliştirdiğimiz framework ile birden fazla sektöre çözümlerin entregre edilmesi çok hızlı olabiliyor. Halen üzerinde çalışmaya devam ettiğimiz farklı sektörler için çalışmalarımız var. Yakın zamanda güzel haberler vereceğiz. Microsoft ve Intel networkünde “Global Case Study” seçilen TCMSFA, Windows 8.1 platformuyla geliştirilen bir tablet projesi. Merkezin bilgi ve kurum dinamiklerini sahanın hızına entegre edebilmeyi hedefledi ve kullanıcı dostu özellikleriyle bunda da başarılı oldu. TCMSFA, karmaşık bir operasyonel yapıya sahip şirketlerin, performans yönetimlerini, operasyonlarına ve değer zincirine etkili bir şekilde entegre edebilmeleri için tasarlanmış en etkili sürdürülebilirlik yazılımıdır. Bu oldukça esnek ve kolektif bir platform. Çözümün etkili bilgi toplama, doğrulama ve raporlama özelliği sayesinde, kurumun sürdürülebilirlik ve performans ölçütleri tek kaynaktan ulaşılabilir hale geliyor. Sahada kalabalık ekipler ile yoğun olarak görev yapan organizasyonlar buradaki dağınık yapılarını mekezileştirebilme Türkiye’de dijital dönüşüm ne aşamada? Kurumsal şirketler ve KOBİ’ler arasında bu dönüşüm nasıl gerçekleşiyor? Türkiye genç nüfusu sayesinde dijital dönüşümü çok hızlı benimsedi. Ülkemizde internet kullanımı ve penetrasyonu, mobil cihaz kullanımı geçtiğimiz yıllara göre giderek artıyor. Bulunduğu coğrafya itibariyle en güçlü, en eğitimli, en yeniliğe açık ve en kolay öğrenen nüfusuna sahip bir ülke. Ancak burada karşılaştığımız en büyük zorluk şu: Dijital yenilikleri gelişmeleri fikren çabuk kabulleniyoruz, hevesliyiz ama iş süreçlerimize ve modellerimize aktarırken çekiniyoruz. Biz de TCM olarak aslında bu sürece aracılık ediyoruz. Geliştirdiğimiz çözümler aslında amaç değil araç ya da araçların daha iyi kullanılmasına imkan veren çözümler. • Siparişlerini rahatlıkla alabilmesi, merkez ve depolar ile iletişiminin kolaylıkla yapılabilmesi. • Arkasında çok ciddi bir raporlama platformu imkanı sağlanması. Kurumsal çözümler geliştirirken nelere dikkat ediyorsunuz? TCM’nin şirket kültüründe çevik, sürekli yenilikçi ve katma değer katan uygulama geliştirme prensibi var. Bunu yaparken de hizmet verdiğimiz müşterilerimizin ihtiyaçlarını göz önüne alıyoruz. Genel anlamda çalıştığımız müşterilerimiz Türkiye’nin önde gelen ve birçoğu çok uluslu kurumlar. Bu yüzden öncelikle onların mevcut organizasyonlarını çok iyi anlamak ve onların M. Özgür Altuntaş SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 53 dijitalsağlık BÜYÜK VERİ (BIG DATA) HAYAT KURTARABİLİR Mİ? Dr. Sertaç DOĞANAY Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu Buyurun size belki de hiç tahmin etmeyeceğiniz güncel birkaç istatistiki veri (farklı kaynakların, farklı tarihlerde paylaştıkları istatistiklerdir): Tüm dünyada; …sorusuna cevabım net: Evet. Büyük veri son yıllarda pazarlamacılar ve iletişimciler olarak üzerine çok konuştuğumuz ve tartıştığımız konulardan biri. Büyük veriyi oluşturan, kimilerinin sandığı gibi bilgisayarlar değil, bizzat kullanıcılar yani biziz. İnternet üzerinde geçirdiğiniz her an (hiçbir harekette bulunmasanız dahi) büyük veri havuzuna bir küçük damla daha ekliyor. Google’da yaptığınız bir arama, bu arama sonunda tıklayarak ziyaret ettiğiniz bir web sitesinde görüntülediğiniz sayfalar, attığınız bir Tweet, Foursquare’de yaptığınız bir yer bildirimi bunlara örnek. 54 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 Her 1 dakikada yapılan Google araması sayısı: 2,5 milyon Her 1 günlük sürede Instagrama yüklenen fotoğraf sayısı: 70 milyon Aktif Facebook kullanıcı sayısı: 1,4 milyar Her gün atılan tweet sayısı: 500 milyon. İşte tüm bunlar büyük veriyi biraz daha büyütüyor. Gelelim büyük verinin, doğru kullanıldığında insan hayatını nasıl kurtaracağına. 2014 Mart ayında patlayan Ebola salgınında, 10 Şubat 2015 tarihli CDC (Centers for Disease Control and Prevention) verilerine göre 9.268 kişi hayatını kaybetti. Gelmiş geçmiş en büyük kıtalar arası bulaşıcı hastalık salgını olarak tarihe geçti. WHO (Dünya Sağlık Örgütü) büyük veriyi yeterince iyi işleyip anlamlandırabilseydi belki de binlerce insanın hayatı kurtulabilecekti. Dünya Sağlık Örgütü’nün web sitesinde Ebola salgınıyla ilgili ilk haber (resmi veri) 23 Mart 2014 tarihli. Bundan tam 4 gün önceyse healthmap. org sitesinde Ebola salgınıyla ilgili ilk haber duyuruldu. Gelin Healthmap’i tanıyalım önce: Boston Children’s Hospital çalışanları tarafından kurulmuş, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş. Sağlık alanında, resmi merciler ve internet kullanıcıları tarafından oluşturulan büyük veriyi değerlendirerek dünyanın herhangi bir yerinde yayılmakta olan bir bulaşıcı hastalığı “anında” görüp işaretleyen bir yazılım aslında. Tamamen ücretsiz sunduğu bu analizler, tüm dünyada pek çok sağlık çalışanı tarafından da kullanılmakta. 11 Ağustos 2014’te Newsweek Dergisi’nde çıkan haberin başlığı şuydu: “Bir algoritma, Ebola salgınını Dünya Sağlık Örgütü’nden dokuz gün önce tespit etti.” İşte bu yazılım algoritması Healthmap’a ait. Gelelim Healthmap’in Dünya Sağlık Örgütü’nden dokuz gün önce bir salgını nasıl haber aldığına. Dünyanın tüm ülkelerinde kullanılan global ve yerel tüm arama motorlarındaki anlık arama trendlerini kullanıyor en başta. Bununla beraber resmi ve özel sağlık kurumlarının web sitelerini, sosyal medya hesaplarını anlık olarak izliyor. Son olarak da Facebook ve Twitter gibi major sosyal medya kanallarında kullanılan terimleri takip ediyor. Bunları bir algoritmadan süzüyor ve anlık olarak bir bulaşıcı hastalığın nerede yayılmaya başladığını gösterebiliyor. 14 Kasım 2014’te ise bu sefer BBC web sitesi sağlık bölümünde bir haber yayımlandı. Bu haber ise hepi- mizin sıkça kullandığı Wikipedia ile ilgiliydi. Wikipedia’nın yetkililerinin kendi açıklaması aynen şu şekildeydi: “Wikipedia içinde yaptığınız aramalardan ve görüntülediğiniz sayfalardan yola çıkarak, salgın hastalıkları geleneksel yöntemlerden yaklaşık bir ay önce öngörebiliyoruz. Sağlık ve İnsan dergisinin sonraki sayılarında, sağlık bilişimi, sağlık iletişimi ve sağlık yönetimi disiplinlerini yakından ilgilendiren büyük verinin kullanımıyla ile ilgili güncel gelişmeleri paylaşmaya devam edeceğim. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 55 MAP2HEAL “SAĞLIĞIN HARİTASI”; KÜRESEL SAĞLIK TURİZMİ PLATFORMU Doç. Dr. Tayfun AYBEK Sizlere TUBİTAK ve Hacettepe Teknokent destekli bir Sağlık Turizmi platformunu anlatacağım. Map2heal nedir ? Türkiye’deki tüm Sağlık Noktalarını (Doktor, Hastane, Tıp Merkezi ve Diş Hekimleri) tüm dünya dillerinde tanıtan, TUBİTAK ve Hacettepe Teknokent destekli bir Sağlık Turizmi platformudur. Bu platformun amacı yerli/ yabancı herkese, konum ve dil farkı gözetmeksizin “kendi evindeymiş” hissi vererek, aradığı Sağlık Profesyoneli ile üst düzey iletişimini sağlamaktır. Her yıl Türkiye’ye 33 Milyon Turist geliyor. Yaşlısı, genci, çocuğu ile bu insanlar sağlık problemleri ile karşı karşıya kaldıklarında kaliteli ve ivedi 56 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 bir sağlık hizmeti almaları ülkemizin uluslararası imajını pozitif ölçüde artırır. Hatta bu insanlar tekrardan belki de tıbbi tedavi amaçlı ülkemize gelmek isteyecekleri için, onları bu konuda rahat ettirmek ve güven duygusu yaratmak gerekir. Her bir bireyin kendi sağlık sorunları hakkında objektif araştırma yapma ve tedavi olacağı yeri, kendi iradesi ile seçme hakkına sahiptir. Günümüzde internet kullanıcıları en çok sağlık konularında araştırma ve sorgulama yapmaktadırlar (%68). İşte map2heal’in kuruluş amacı budur. Map2heal ülkelerin yerel kanunlarına uygun olarak, hukuk çalıştayları, tabip odaları ve büyükelçilikler ile toplantılar sonucu tasarlanmış ve uygulamaya sokulmuştur. Öncelikle Türkiye için hazırlanan platforma, bu yıl içerisinde diğer ülkelerin de sağlık noktalarını dahil edilerek, büyümesi planlanmaktadır. Map2heal kullanıcısına (Hasta/Hasta yakını veya Sağlık Tarayıcısı) ne sunuyor? Dünyanın neresinde olursanız olun, kendi dilinizde sağlık araştırması yapıp, ilgili Doktorlar ile anlık iletişime geçebilir, randevu alabilirsiniz. Tetkiklerinizi (Tomografi, MR, Anjiyo vb.) saniyeler içerisinde binlerce km uzaktan doktorunuza gönderebilirsiniz. Haritadan çevrenizdeki tüm sağlık noktalarını görebilir, şikayetinize, sağlık sigortanıza göre bunları filtreleyebilirsiniz. Panik durumunda en hızlı biçimde kendi dilinizi konuşan doktorunuzla iletişime geçip, konumunuzu harita olarak ona gönderebilirsiniz. En güncel tedavi yöntemleri konularında yerli/yabancı tüm profesyonellerin tecrübelerini kendi konuşabildiğiniz dillerde okuyabilir ve bu konularda hastaların yaşadıklarını inceleyebilirsiniz. Türkiye’deki yabancı bir hastada tıbbi işlem yapılmadan önce, kendi dilinde açıklaması ve onay vermesine imkan sağlayan 17 dilde Hasta Onam Formları mevcuttur. Takibi gereken durmlarda (Örnek : Tansiyon, Nabız, Kan şekeri, INR, hormon seviyeleri vb.) sisteme giriş yapın, Doktorunuzla bunları paylaşın. Değerlerinizi giriş yaptığınız anda Doktorunuz görecektir ve ona grafik olarak düşer. Sağlık durumunuzu map2heal’e giriş yapıp, gittiğiniz seyahat ettiğiniz yerlerde sizin için güvenlik haritası çıkarılır, önleminizi ona göre alabilirsiniz. Bu sadece Türkiye değil tüm dünya için geçerli olacaktır. Kullanıcılar Kimlerdir? Platformdan faydalanabilen 3 kullanıcı türü vardır : a) Yurt içinde sağlık taraması yapan hastalar veya yakınları, sağlık konularında en güncel haberleri almak isteyenler b)Yurt dışından Türkiye’ye tedavi amaçlı gelmek isteyen hastalar c) Yurt dışından Türkiye’ye seyahat amaçlı gelip de, sağlık sorunları ile karşılaşan kimseler Zamanla diğer ülkelerin sağlık noktaları da sisteme dahil edildiğinde, çapraz katlanıcı etkisi ile, Arap ülkelerinden Avrupa ülkelerine, Rusya’dan Almanya’ya vb. Sağlık Turizmi piyasasını içine alabilir. Platforma Sağlık Noktası olarak üye olabilenler : a)Doktorlar b)Hastaneler c) Tıp Merkezleri d) Diş Hekimleri e)Eczaneler f ) Sağlık Sektörü ile ilişkili Firmalar 1. Medikal Firmalar 2. Termaller / Kaplıcalar 3. Sağlık Turizmi Şirketleri Map2heal Sağlık Profesyonellerine (Doktoruna/Hastanesine/Tıp Merkezine/ Diş Hekimine) neler sunuyor? Sağlık Profesyonelleri sizler için glo- balleşmenin getirdiği zorunluluklardan yükünüzü alacak bir platform kurulmuştur. Türkiye’deki Sağlık Profesyonellerinin tüm dünyada araştırma yapanlar tarafından bulunabilirliğini sağlayan, 17 dil destekli bir sistem yaratılmıştır. Gerek yerli, gerekse yurt dışı hastası artık Doktoru veya Hastanesi ile direk iletişime geçerek, kendi dilinde randevu alabilir, ileri tetkiklerini gönderebilir, mesajlaşabilir. Online Konsey sistemi ile, sadece aynı şehirdeki değil, dünyanın diğer ucundaki meslektaşları ile tartışabilir, nadir ve ilginç tıbbi vakaları görüşebilirsiniz. Hastalarınıza yapılacak tıbbi prosedürleri kendi dillerinde açıklayan onam formları sunabilirsiniz. Özetle şunlar sunulmakta Doktorlar için map2heal : 1) 17 dilde stratejik ve dinamik bir web sayfası, kendi sayfanızı kendiniz yönetebilirsiniz 2) Kendi Uzmanı olduğunuz konuları anahtar kelime olarak yerleştirebilirsiniz. Bu kelimeler sistem tarafından arka planda 17 dile çevrilmektedir. 3) Yerli/Yabancı Sağlık Sigortalarının anlaşmalı sağlık noktası olarak hastalar sizi bulabilir 4) Konuştuğunuz dilleri girin, o dillerdeki sağlık tarayıcıları sizi tespit edebiliyor 5) Panik Butona basan bir yabancı hasta, siz de bu hizmeti veriyorsanız, direkt sizinle temasa geçebiliyor 6) Hasta veya Doktor Network’ü kurabiliyorsunuz, bunlar ile uzaktan hasta takibi, veya uzaktan online konsey yapabilirsiniz 7) DICOM datalarını (Tomografi, Anjiyo, MR, Eko vb..) HIPAA HITECH teknolojisi ile saniyeler içerisinde transfer edebilirsiniz veya hastalarınızdan size gönderebilir 8) Transfer edilen DICOM verilerini okuyucu FDA onaylı bir Web DICOM Viewer ile bilgisayarınızdan, mobil cihazınızdan görüntüleyip, ölçüm yapabilirsiniz, tüm bu veriler hasta ismi silinerek (anonym) yapılır, Doktorun önüne sadece bir „patoloji“ değerlendirme gibi düşer. Böylelikle hasta hakları ve mahrumiyeti korunmuş olmaktadır 9)400 işlem için 17 dilde hasta onam formları bulunmaktadır. Bunlar hukukçular ve sağlık profesyonelleri tarafından hazırlanmıştır. Avrupa Birliği normlarına uygundur. Bu alanda 25 yıldır onam formları yapan Thieme Compliance (Erlangen/Germany) ile birlikte çalışılmaktadır. 10)Size gelen randevuları, teşekkür yazılarını yönetebileceğiniz bir platform 11) Hasta bilgilendirme makalelerinizi sisteme 17 farklı dilde koyabilirsiniz, çok okunan makaleler, sistem tarafından otomatikman başka dillere çevrilmektedir ve dünyadaki tüm tarama motorlarında çıkmaktadır 12)Yurt dışı hasta ile mesajlaşmada, herkes kendi dilinde yazıyor... Sistem otomatik çevirmektedir, bu da çoğu alanda dil sorununu ortadan kaldırmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 57 13)Mezun olduğunuz Fakülte arkadaşlarınız şu an nerdeler anında görün, 14)“Tıp Tarihinde Bugün“ bölümündeki ilginç yazıları görüntüleyip, paylaşın Hastaneler / Tıp Merkezleri için map2heal : 1) Yukarıdaki Doktorlar için olan olanakların hepsi Hastaneler için de geçerli, ancak bunun yanında: 2) SEO ile tüm Dünya sıralamalarında hedef ülkelerde yükselme sağlanmaktadır 3) Hastane’lerin her bir bireyi (Doktor, Diyetisyen, Uluslararası Hasta Servisi vb..) için stratejik micro web sayfası... 4) Tüm Hastane duyurularını anında takipçi hastalarına iletmek 5) Gelişmiş bir hasta takip sistemi, (Tansiyon, Nabız, Kilo, Kann şekeri, INR, Hb, Hormon değerleri, aşılar vb.) Doktorlarınız oturdukları yerden hastaların değerlerinin toplu grafiklerini görebilirler... 6) Web sayfası Live istatistik sistemi ve analizi 7) Uluslararası yabancı dilde Reklam / Duyuru verme opsiyonu, bununla seçtiğiniz hedef ülkelerde Hastane’nizin duyurularını o ülkenin dillerinde paylaşın 8) Yurt dışı hastalarınızı veya hasta takipçilerinizi, kendi dillerinde onların bayramlarında kutlamak için otomatik bir platform 9) “Map2heal Cloud Pro“ Versiyonu ile Hastanelere aynı zamanda kurumsal web sayfası sunulmakta, arka planda map2heal modelinde bir sistem çalışmakta, böylelikle Hastane içinde her bir Doktorun, kendilerinin kontrolünde bir micro web sayfası olabilmekte, mesaj sistemi, tetkik gönder ve randevu sistemi entegre edilmekte Firmalar için Map2heal: Map2heal Medikal Firmalar için „Ben Bir Tıbbi Ürünüm“ mantığı ile o ürüne profil sayfası sunmakta. Bunun yanında Sağlık Turizmi Firmaları ve Termaller / Kaplıcalar da eğer şifa veren turizme dayalı yönleri var ise map2heal’de yer alabilmektedirler. 58 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 Medikal Firmalar için map2heal : Termaller / Kaplıcalar 1)Ürününüzü 17 dilde pazarlama olanağı 1) Termal/Kaplıca’nızı bir Sağlık Platformunda 17 dilde tanıtabilme imkanı, 2)Ürününüzü internette bulabilecek şekilde map2heal’in anahtar kelimeleri ile destekleyin, her bir kelime 17 dile otomatik olarak çevrildiğinden, bulunabilirliğiniz artacaktır 3) Ürününüz ile ilgili makale, blog yazısı, video, örnek vakalar koyabilme ve bununla birçok dilde pazarlama yapma imkanı 4)File Transfer Modülü ile sizlere Hastalardan veya Doktorlardan gelecek önemli dosya transfer platformu ve limitsiz cloud teknolojisi 5) Hem müşteri, hem de diğer firmalar ve bayilik networkleri oluşturarak, bunlarla en hızlı ve güvenilir iletişim ağına sahip olma, ürün hakkındaki bildirilerinizi anında onlar ile paylaşma olanağı 6) Ülke içi satış ve hedef ülkelere ihracat payını artırmak için reklam verme olanağı, bu reklam panolarının sadece ilgili kişiler tarafından algılanmasını sağlayan seçici bir sistem 7) Otomatik çeviri sisteminden yararlanarak, yabancı dillerdeki müşteriler ile irtibata geçerek, yeni yeni ihracat fırsatları yakalayabilme fırsatı 8) Oldukça gelişmiş bir CRM ve haritadan müşteri takip sistemi 9)Ürününüzü çok dilli bir sağlık platformunda tüm dünyada duyurabilme şansı ve SEO, SEM gibi olanaklardan yararlanama şansınız map2heal ile mümkündür. 10)Bunların yanında sistemi kendi istekleriniz doğrultusunda geliştirme imkanları 2)Termal/Kaplıca’nızı internette bulabilecek şekilde map2heal’in anahtar kelimeleri ile destekleyin, her bir kelime 17 dile otomatik olarak çevrildiğinden, bulunabilirliğiniz artacaktır 3)“Map2heal Cloud Pro” ile hem kurumsal web sayfanızı dilediğiniz tarzda yapma, hem de map2heal’in tüm imkanlarından faydalanabilme imkanı 4)Hem müşteri, hem de seyahat acentaları ile networkler oluşturarak, bunlarla en hızlı ve güvenilir iletişim ağına sahip olma, kampanyalarınız, etkinlikleriniz ve sağlıkla ilgili haberleriniz hakkındaki bildirilerinizi anında onlar ile paylaşma olanağı 5) Hedef ülkelere ihracat payını artırmak için reklam verme olanağı, bu reklam panolarının sadece ilgili kişiler tarafından algılanmasını sağlayan seçici bir sistem 6)Termal/Kaplıca’nızı çok dilli bir sağlık platformunda tüm dünyada duyurabilme şansı ve SEO, SEM gibi olanaklardan yararlanama şansınız map2heal ile mümkündür. 7) Otomatik çeviri sisteminden yararlanarak, bilmediğiniz dillerdeki müşteriler ile irtibata geçerek, yeni yeni yabancı ziyaretçi fırsatları yakalayabilirsiniz Konum Tanıma Map2heal ile konum tanıma ve Sağlık Noktası öneri sistemi, Augmented Reality teknolojisi ile hazırlanmıştır. haber 60 AVRUPA BİRLİĞİ’NDE SİGARA PAKETLERİ ÜZERİNDEKİ RESİMLER DEĞİŞİYOR Avrupa Birliği Resmi Gazetesinde 29 Nisan 2014 tarihinde yayımlanan 2014/40/EU Sayılı ‘AB Tütün Ürünleri Direktifi’ ile Avrupa Birliği ülkelerinde 2001 yılından beri yürürlükte olan kurallar, belirlenen geçiş süreleri sonrasında değişmiş olacak. yeni düzenlenen kuralları yerel mevzuatlarına aktarmaları için 20 Mayıs 2016 tarihine kadar süre tanındı. 2001/37/EC sayılı Direktifin, ancak tanınan bu sürenin sonunda, 2016 yılı Mayıs ayında tamamen yürürlükten kaldırılacağı hükme bağlandı. AB Tütün Ürünleri Direktifi, yayımını takip eden yirminci gün itibarıyla yürürlüğe girdi. Üye ülkelere, Direktifte Direktifte yer alan düzenlemelerden birisi de 2012 yılından bu yana paketler üzerinde yer alan resimli sağ- SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 lık uyarılarının güncellenmesi. Paket üzerindeki resimler Mayıs 2016 itibarıyla değiştirilecek ve belirlenen üç grup birer yıl için dönüşümlü olarak kullanılacak. 20 Mayıs 2016 tarihinden önce üretilmiş ve piyasaya arz edilmiş olan ve sağlık uyarıları 2001/37/EC sayılı Direktifle uyumlu olan sigaraların piyasada bulunmalarına bir yıl daha izin verilecek. Dolayısıyla üye ülkelere Direktifin yayımı tarihinden itibaren piyasada sadece yeni resimli uyarıları taşıyan paketlerin yer alması için 3 yılın üzerinde bir süre tanındı. 2014/40/EU Sayılı AB Tütün Ürünleri Direktifi’nin “Tütün Ürünleri için Birleşik Sağlık Uyarıları” başlıklı 10’uncu maddesinde yer alan ifade şöyle: “Birleşik sağlık uyarıları Ek II’de düzenlendiği gibi üç set olarak gruplanmıştır ve her bir set belirli bir yılda ve yıllık bazda dönüşümlü kullanılacaktır. (...)” 2014 yılı sonunda Avrupa Komisyonu’nun yayımladığı yeni birleşik uyarılar ise şöyle: Türkiyede Paket Üzerindeki Uyarıların Geçmişi Türkiye’de ilk kez 1996 yılında, o zamanki adıyla, 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun’un yürürlüğe girmesiyle paket üzerinde “Yasal Uyarı: Sağlığa zararlıdır” ibaresinin konulması zorunlu oldu. 2005 yılında TAPDK tarafından yayımlanan “Tütün Mamullerinin Zararlarından Korumaya Yönelik Üretim Şekline, Etiketlenmesine ve Denetlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” (Yönetmelik) ile birlikte, sigara paketlerinin yan yüzüne sigaraların TAPDK tarafından belirlenen metotlarla ölçülen zifir, ni- kotin ve karbon monoksit değerleri yazılmaya başlandı. Yine aynı yönetmelikle, paket üzerinde “Yasal Uyarı: Sağlığa zararlıdır” ana uyarısının yanı sıra, paketin geniş dış yüzeylerinde basılacak ve TAPDK tarafından belirlenen bir genel uyarı ve ek uyarı zorunluluğu getirildi. Genel uyarının en az paketin geniş yüzeyinin %30’u, ek uyarının ise en az %40’ını kaplaması zorunlu hale geldi. 2008 yılı başında 4207 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikle, uyarı mesajlarının resim, şekil veya grafik biçimlerinde de olabileceği belirlendi. Bu uyarı yazıları, resim, şekil veya grafik mesajlarıyla ilgili hususların Sağlık Bakanlığı’nın onayıyla TAPDK tarafından düzenlenmesi hükme bağlandı. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 61 Bu çerçevede TAPDK tarafından aynı yılın Kasım ayında tadil edilen Yönetmelik ile ek uyarılardaki metinler ile bu metinlere karşılık gelen, TAPDK tarafından belirlenecek kaynak listede yer alan metin, fotoğraf, çizim veya resimlerden oluşan birleşik uyarılar uygulaması başladı. Kaynak listenin oluşturulması için yaklaşık altı aylık bir süre belirlendi, sonrasında da altı aylık bir geçiş süreciyle, 2009 yılı sonuna kadar paketler üzerinde birleşik uyarılara yer verilmesi zorunlu oldu. Genel uyarıların ve ek uyarıların paket üzerinde kaplayacağı alana ilişkin bir değişiklik yapılmadı. 2010 yılı başında Yönetmelik’te yapılan değişiklikle genel uyarıların birim paketin dış arka yüzeyinde, birleşik uyarıların ise dış ön yüzeyinde bu- 62 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 lunması zorunlu hale geldi. Sağlık Bakanlığı onayıyla Kurum tarafından yayımlanan kaynak listede yer alan birleşik uyarıların görünürlüğü artırılarak, paketin ön yüzeyinde kaplayacağı alan %65’e çıkarıldı. Paketlerin farklı açılımla genişlemesi durumunda ise, genişletilmiş alanın dikkate alınacağı belirtildi. Eski paketlerin piyasaya arzı için yıl ortasına kadar, paketlerin piyasada bulunma süresi için de yılsonuna kadar bir geçiş süreci tanımlandı. 2012 yılı Temmuz ayında 4207 sayılı Kanun’da bir güncelleme yapılarak paketler üzerindeki uyarıların görünürlüğü daha da artırıldı ve paketler bugünkü halini aldı. Genel uyarılar ve birleşik uyarıların her iki geniş yüzeyin %65’inin kaplaması, ayrıca paket- ler üzerinde “ALO 171 Sigara Bırakma Danışma Hattı” bilgisine yer verilmesi zorunlu hale getirildi. Böylece bir yıllık geçiş sürecinin ardından 2013 yılı Temmuz ayından itibaren piyasada bulunan tüm sigaralar üzerinde görünür genel ve birleşik uyarılar yer almaya başladı. Tüm bu süreç sonunda, sigara paketlerinin her iki yüzeyinde, görünürlüğü yüksek olan hem yazılı hem de görsel uyarıların yer almasıyla, kamuoyunda tütün ürünlerinin zararları konusunda bilinç oluşturma yolunda önemli adımlar atılmış oldu. Avrupa Birliği’nde yapılan yeni düzenlemelerin ülkemize adapte edilmesi, gerek AB’ye uyum açısından, gerekse de tüketici üzerinde yaratacağı etki açısından faydalı olacak. Hastanelerinizin daha etkin yönetimi ve verimliliği için... haber BOTULİNUM TOKSİN UYGULAMALARI YAŞLANMAYA BAĞLI İZLERİ AZALTIYOR Doç. Dr. Hakan ERBİL Türk Dermatoloji Derneği Estetik ve Kozmetik Çalışma Grubu Başkanı Yurt dışında Dr. William J. Binder tarafından başlatılan ve daha sonra Dr. Alexander Rivkin’in katılımıyla sürdürülen araştırmada, düzenli olarak uygulanan Botulinum Toksin ile düzensiz yapılan uygulamasının yaşlanma izlerine olan etkisi araştırıldı. Yaşam standartları birbirine yakın olan, 45-50 SPF güneş koruyucu krem kullanan ve sigara içmeyen ikizlerden birine düzenli botulinum toksin uygulanırken diğerine sınırlı sayıda uygulama yapıldı. Yaklaşık 19 yıl boyunca ikiz kardeşlere farklı şekilde uygulanan botulinum toksin ve etkisinin incelendiği araştırmanın sonuçları açıklandı. Araştırma kapsamında ikizlerden Los Angeles’ta yaşayan kişiye 19 yıl süresince her 4-6 ayda bir alın ve kaş arasına; son 8 yıldır ise kaz ayaklarına 64 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 botulinum toksin uygulandı. Doz ilk yıllarda 20, 10 ve 16 U (kaş arası, alın ve kaz ayakları) şeklinde gerçekleştirilirken, son birkaç yıldır dozu 16, 8, 16 U’ya düşürüldü. Münih’te yaşayan ve düzensiz uygulama yapılan ikiz kardeşe ise 19 yıl içinde toplamda 4 kez Botulinum Toksin uygulandı. (2, 9 ve 13 yıl önce) Uygulanan dozlar 20, 10 ve 12U (kaş arası, alın ve kaz ayakları) şeklinde gerçekleştirildi. Sonuçları bilim dünyasında yankı yaratan araştırmada, her iki ikizin de çeşitli açılardan çekilen fotoğrafları paylaşıldı. Araştırma sonucunda, düzenli uygulama yapılan ikizde alın ve kaş arası çizgilerine rastlanmazken, düzensiz uygulama yapılan ikizde çizgilerin belirgin olarak gözlemlendiği saptandı. İkizlerde kaz ayaklarındaki çizgilerin de görünümünde belirgin farklılık tespit edildi. Düzenli uygulanan ikizde daha hafif çizgiler varken, düzensiz uygulanan ikizde bu çizgilerin daha derin olduğu gözlendi. Düzenli uygulama yapılan ikizin cildi daha pürüzsüz ve gözenekler daha küçük olurken; diğer ikizde ise yaşlanma belirtileri olan kırışıklıklar ve gözenekler daha görünebilir şekilde belirlendi. Dr. Binder, araştırma sonucuna ilişkin yayımladığı makalesinde, “Düzenli ve uzun vadeli Botulinum Toksin uygulamaları yüzdeki cilt yaşlanmasını azaltıyor ve yüzde oluşan çizgilerin oluşumunu erteliyor” ifadesini kullandı. Bilim insanı Bowler tarafından 7 yıl süren 2 durum çalışması sonucu da tedavi sonrasındaki cilt kalitesinde iyileşme, kırışıklıklarda azalma ve ciltte pürüzsüzlük belirlendiğini ortaya koydu. Çalışmada Botulinum Toksin’ in etkinliğinde azalma veya doz artırım ihtiyacına rastlanmadığını da gösterdi. Dr. Dailey ve arkadaşlarının yayımladığı 2 yıl süren çalışma sonucunda da düzenli uygulamanın kırışıklıklardaki azalma ve botulinum toksinin etkisini uzattığını ortaya koydu. Araştırma kapsamında, hastalara her 4 ayda bir 5 kere düzenli botulinum toksin uygulandı. 20. aydan sonra 6 ay hastaların yüzde 87’sinde tatmin edici sonuçlar alındığı belirlendi. Araştırmalar hastaların genç görünüme kavuşmalarının yanı sıra hastalarda kendine güven duygusunun arttığını, yaşam kalitelerinin yükseldiğini göstermektedir. Düzenli botulinum toksin uygulandığında, yüzde oluşan çizgilerin gelişimi önlenebiliyor, kaz ayaklarındaki izler de azalıyor. Sonuçlar Doğal Zaman, tüm yaşanmışlıklarını cildinizde gösterirken, daha genç ve dinamik bir cilde kavuşmak, yaşlanmanın izlerini geciktirmek mümkün olabilmektedir. Ciltte oluşan yaşlılık belirtileri, ameliyata gerek kalmadan azaltılabiliyor. Bu uygulamalar arasında botulinum toksin, dolgu, mezoterapi, kimyasal peeling, prp, iğneli radyofrekans, fokus ultrason, ip uygulamaları, lazer uygulamaları önemli bir yer tutmaktadır. Bu uygulamalar ülkemizde ve dünyada artmaktadır. Ayrıca bu alanda kullanılan teknikler, cihazlar, malzemeler hızla geliştirilmektedir. Bu hızla gelişen teknolojilere paralel hem uygulayıcıların eğitimlerinin hem de uygulama becerilerinin artırılması gerekmektedir. Biz dermatologlar bu ihtiyaçtan yola çıkarak uzun yıllardır başta “Türk Dermatoloji Derneği” olmak üzere diğer Dermatoloji dernekleri ile birlikte eğitim çalışma- larını sürdürmekteyiz. Bu çalışmalar kongre, sempozyum, konferans ve atölye çalışmaları şeklindedir. Bu sempozyumlardan en önemlilerinden biri olan Uludağ Kozmetik Dermatoloji Sempozyumunun sekizincisi yüksek bilimsel içeriği ve pratik uygulamaları ile yapılmaktadır. Botulinum Toksin Uygulamaları Tüm dünyada olduğu gibi botulinum toksin uygulamaları ülkemizde en sık yapılan estetik işlemdir. Clostridium Botulinum isimli bakteriden elde edilen, kasları gevşetmek için kullanılan bir ilaç olan botulinum toksin, uzun yıllardır kozmetik dermatoloji alanı dışında da çeşitli hastalıkların tedavisinde güvenle kullanılmaktadır. Botulinum Toksin, öncelikle hareketlerin tekrar edilmesi ile oluşan mimik çizgilerinin oluşmasını engellemek için kullanılmaktadır. Çizgiler derinleşmeden botulinum toksin uygulaması yapılması, avantaj sağlamaktadır. Bu şekilde, kasların kasılması yumuşatılarak olabileceğinden daha az kırışıklık oluşmaktadır. Uygulama Deneyimli Hekimler Tarafından Yapılmalı Uygulama mutlaka bu konuda iyi eğitim almış ve deneyim sahibi hekimler tarafından yapılmalıdır Son yıllarda medikal estetik alanındaki uygulamaların artması ve ekonomik nedenler sonucu tüm dünya da olduğu gibi ülkemizde de hekim olmayan uygulayıcıların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun sonucunda da istenmeyen ciddi sağlık ve estetik problemler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle uygulamalar, mutlaka ciddi eğitim almış ve konuda deneyimli hekimler tarafından yapılmalıdır. Hekim olmayan birinin (güzellik uzmanı, hemşire gibi) yukarıda saydığımız bu tıbbi işlemleri birine yapması kanunlarımızca da engellenmektedir. Ayrıca bu işlemler sadece tıbbi hizmet veren hastaneler, muayenehaneler, poliklinikler veya tıp merkezlerinde yapılabilir. Bu kurumlar dışında olan güzellik salonları, kuaförler gibi yerlerde hekim bile olsa bu tür tıbbi işlemler kesinlikle yapılamaz. Size kullanılacak malzemeyi ve yapılacak işlemi araştırın ve uzman doktorunuza sorun Estetik tıp, alanındaki hızlı gelişmeler sonucu birçok markanın piyasaya girmesine neden olmuştur. Ancak bu alanda kullanılan malzemelerin üretiminde ileri teknolojiler gerekir. Kalitesiz düşük maliyetli malzemeler ciddi sağlık problemlerine neden olabilir. Mutlaka doktorunuzdan size kullanılan malzemenin markasını, seri numarasını ve son kullanma tarihini içeren etiketini isteyin. Sonuç olarak, halkımızın güvenli bir estetik uygulama yaptırması için mutlaka iyi eğitim almış deneyimli bir hekime başvurması gereklidir. Bunu sağlayabilmek için, dermatoloji alanında yapılan bilimsel toplantılarda meslektaşlarımıza uygulamalı eğitimler ve kurslar verilerek bilgi ve deneyim paylaşımı sağlanmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 65 sağlığımıziçin BENLERİNİZ KÂBUSUNUZ OLMASIN Prof. Dr. Nilgün ŞENTÜRK Türk Dermatoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Vücudunuzdaki benleriniz büyüyor, kaşınıyor veya kanıyorsa vakit kaybetmeden dermatoloğunuza başvurun. Hemen her yetişkin insanın birkaç adet beni vardır. Açık tenlilerde ben sayısının daha fazla olması (10-40 arasında) normaldir. Benler konusunda aşırı endişe edilmemeli ancak mutlaka dikkatli olunmalıdır. Çünkü bir deri kanseri olan melanom, benin üzerinden veya yakınından gelişebilir. Melanom erken yakalandığında tedavi edilebilir. Melanomanın ilk bulgusu bir bende ortaya çıkan değişiklik veya yeni çıkan bir ben olabilir. Deride ortaya çıkan benlerin takip edilmesi, benlerde oloğanüstü bir değişiklik görülmesi halinde mutlaka 66 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 bir dermatoloji uzmanına başvurulmadır. Çünkü bu şekilde melanomu erken yakalama şansı elde edilebilecektir. Dermatoloji uzmanı, nasıl ve hangi sıklıkta derinin ve benlerin kontrol edilebileceğini hastaya öğretecektir. Çocuklardaki Benler Genellikle küçük çocuklardaki benler konusunda endişelenmeye gerek yoktur. Çocukluk çağı ve adölesan dönemde benlerin çıkması normaldir. Çocuk büyüdükçe benler de büyür. Bazıları koyulaşır, bazıların da rengi açılır. Bu değişiklikler çocuklarda beklenen normal olaylardır ve genellikle melanom bulgusu değildir. kırmızı, pembe, mavi, deri renginde veya renksiz de olabilirler. Şekil olarak yuvarlak, yüzeyi düz veya hafif kabarıktır, görünüşü aylar içinde değişmez, aynı kalır. Bazılarnıın üzerinde kıl olabilir. Bazı benler, yıllar içinde değişebilir ya da tamamen kaybolabilir. Benler deride herhangi bir yerde ortaya çıkabilir, saçlı deri, parmak araları, el avuç içi ve ayak tabanı ve hatta tırnak altında bile görülebilir. Vücutta yeni bir ben ya da leke görüldüğünde dikkatli olunmalıdır. Kanser riski açısından asimetri önemli bir ipuçudur. Lezyon ortadan ikiye böldüğünde iki taraf birbirine benzemiyorsa ben asimetriktir. Benlerin Belirti ve Bulguları Benin kenarları düzensiz, yer yer girintiler yapmış veya bazı yerlerde sınır iyi takip edilemiyorsa risk söz konusudur. Benler, genellikle kahverengi olmakla birlikte bazen açık kahve, siyah, Renk, ben içinde değişiklik gösterebilir, koyu-açık kahve, siyah olabilir bazen beyaz kırmızı ya da mavi alanlar içerebilir. Melanomlar tanı konulduğunda genellikle 6 mm’den büyüktür, ama bazen çok küçük de olabilir. İlerleme, lezyonun geri kalan kısmından farklı görünen kısım olması ya da var olan benin boyut şekil veya renk değişikliği göstermesi dikkate alınmalıdır. Benler Kimlerde Ortaya Çıkar? Hemen hemen her yetişkinin birkaç adet beni vardır. İnsanların çoğundaki benler sıradan benlerdir. Başka ben tipleri de vardır. Bunların bazıları melanoma için risk taşır. Bunlar: Atipik benler (displastik benler): Bu benler melanoma gibi görünür ama melanoma değildir. Ama bu hastaların bazı şartlarda melanoma geliştirme riski fazladır. Doğumsal benler: Kabaca 100 insandan birinde doğumsal ben vardır. Bunların boyutları çok değişkendir, çok küçük olabileceği gibi gövdenin yarısını kaplayan boyutlara da ulaşabilir. Dev doğumsal beni olan olanlarda melanoma gelişme riski fazladır. Bu nedenle yakın takip edilmelidir. Spitz nevus: Spitz nevüsler melanoma çok benzer ve gözle bakarak ayırd edilemeyebilir. Bu benler genelde pembedir, deriden kabarık ve kubbe şeklindedir. Kırmızı siyah kahve gibi farklı renklerde de olabilir. Spitz nevüslerin çoğu yaşamın ilk 20 yılında ortaya çıkar, ama yetişkinlerde de gözlenebilir Kazanılmış-akkiz benler: Eğer benler doğduktan sonra ortaya çıkarsa kazanılmış ben denir mektedir. Benlerin çıkarılması kanserleşmesine neden olmaz aksine hem tanısı kesinleşir hem de tedavi edilmiş olur. Benler çıkarıldıktan sonra bu bölge iyileşir, alınan ben histopatolojik olarak incelenir ve iyi yada kötü huylu olduğu kesinleşmiş olur. Bazen çıkarılan alanda ben tekrar çıkabilir bu durumda mutlaka hemen dermatoloğunuza başvurmanız gerekir. Bu melanomun belirtisi olabilir. Benler konusunda bilmemiz gerekenler: • Eğer vücudunuzdaki herhangi bir ben şekil değiştiriyorsa, kaşınıyorsa, veya kanıyorsa mutlaka dermatoloğunuza başvurun. Bunlar melanoma gelişiminin işaretidir, erken tanı konulduğunda melanoma tedavi edilebilir ama tedavi edilmezse öldürücü bir deri kanseridir. • Derinizi belli aralarla kendiniz mu- • 4 veya daha fazla atipik beni varsa • Daha önceden melanom öyküsü Açık tenli insanların çoğunda 10-40 arasında ben vardır. Bunlara sıradan ben denir. Eğer bir kişide 50 den fazla ben varsa bu hastalar melanom gelişimi açısından daha fazla risk taşımaktadır. • Birinci derece akrabalarında (ebe- Benlerin Tanısı, Tedavisi ve İzlemi Derinizi mutlaka güneşten koruyun, Dermatoloji uzmanları deneyimleri ile bir lekenin ben olup olmadığını anlarlar. Ayrıca kullandıkları bazı aletler veya cihazlar yardımı ile benleri daha ayrıntılı inceleyip bunları kayıt altına alabilirler. Kayıt altına alınması benlerin daha sonraki vizitlerde ortaya çıkan değişikliklerin takip edilmesini sağlar. Güneş ışınlarının benlerin sayısını arttırdığına inanılmaktadır. Yapılan çalışmalarda UV ışınlarının deri kanseri gelişiminde önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Yine yapılan çalışmalarda solaryumlar ve yapay ve güneş kaynaklarının da deri kanseri gelişiminde önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Bunun için bronzlaşmak için uğraşmamak, yüksek faktörlü güneşten koruyucuları düzenli ve yeterli miktarda kullanmak ve koruyucu özellikte kıyafet seçmek önemlidir. Bu şartlar: varsa veyin, kardeş veya çocuk) melanom varsa Atipik benler genellikle kalem arkası silgilerin çapından daha geniştir. Garip şekilleri vardır, yuvarlak değildir, 1 den fazla renk karmaşası içerirler (kahve, kırmızı, pembe) Atipik benler vücutta herhangi bir yerde ortaya çıkabilir, genellikle gövdededir, nadiren yüzde ortaya çıkarlar. Çok sayıda atipik beni olan kişiler ailesel atipik multiple mole- melanoma sendromu olarak tanımlanan bir duruma sahip olabilir, bunların 50 den fazla benleri vardır, bazıları atipiktir, kan bağı akrabalarında melanom öyküsü vardır. Atipik ben üzerinden melanoma gelişebilir, Atipik benleri olanlar mutlaka bunlardaki değişimi takip etmelidir. Benlerin çoğunun tedavi edilmesi gerekmez ama benler hastaya rahatsızlık veriyorsa (kıyafet giydiğinde sürtünüyorsa), görünümünden rahatsız oluyorsa veya kanser şüphesi varsa çıkarılabilir. Benler cerrahi olarak çıkarılmalıdır, bu yöntem aynı zamanda patolojik inceleme yapılmasına olanak sağladığı için tercih edilmektedir. Lazer ile benlerin yakılması önerilmiyor, hatta lazer epilasyon sırasında benlerin yanmaması için korunması gerek- ayene edin, kendi kendine muayene melanomu erken yakalamanızı sağlayacaktır. Dermatoloğunuz kendi kendine deri muayenesinde nelere dikkat etmeniz gerektiğini size öğretecektir. Eğer 100’den fazla beniniz varsa mutlaka sizi takip eden bir dermatoloğunuz olmalıdır. Ayrıca ailesel mol-melanom sendromu olanlarda her 3-6 ayda bir mutlaka dermatoloğa başvurmalıdır. Eğer benler stabilse yani hızlı değişim göstermiyorsa doktorunuz kontrol vizitlerini daha seyrekleştirebilir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 67 gezelimgörelim Samimi Bir Kıbrıs Kasabası OMORFO Kevser SARICA Ankara Üniversitesi Adli Bilimler Enstitüsü Omorfo; Kıbrıs’ımın kuzey-batısında bulunan, doğduğum, büyüdüğüm şehir. Güzel kelimesini tam anlamı ile yaşayarak öğrendiğim ilçe; Güzelyurt. Afroditin ayak basıp güzelliğini miras bıraktığı, ismini güzellikten alan şehir. Uğruna ne savaşlar verilen, nice kanlar dökülen, önceleri Kıbrıslı 68 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 Rumların yerleşik olduğu, sonrasında Kıbrıslı Türklerin himayesine giren, hala Kıbrıs kültürünü yaşatan küçük, şirin bir kasaba. 1998 yılında bir ilçe ünvanını alan, toplamda beş köyün bağlı olduğu Güzelyurt, köylerle birlikte yaklaşık 18binlik bir nüfüsa sahiptir. Güzelyurtla gözlerimi açar açmaz tanışmışım, daha sonra, ben anımsayamayacak kadar küçük bir yaşta iken babamın tayini İngiltere’ye çıkmış ve oraya taşınmışız. 2000 senesinde geri annemin köyüne döndük. Annem Elyeli benim. Elye Güzelyurt’a bağlı küçük bir Türk köyü. Annem orada doğmuş, orada büyümüş. Şimdilerde Doğancı diye bilinen köy, aslında bizim köyümüz, Elye, karpuz cenneti. Samimiyetin, yardımseverliğin, insanlığın henüz kendini kaybetmemiş olduğu nadir köylerden birisi. Köye döndükten yaklaşık 5 ay sonra Omorfoya taşındık. Taşınmamız her ne kadar zahmetli olsa da, Omorfo ve Elye insanının sıcakkanlılığı ve yardımseverliği bu süreci bizim için çok eğlenceli hale getirmişti. Valensiya, yafa ve on çekirdekli şeker portakallarının, yusufcuk mandalininin cenneti. Narenciye sektörünün en önde gelen şehri... Mayhoş bir portakal kokusunun sarmış olduğu kente girer girmez bölge halkının samimiyetini hissedersiniz. Zira, şehrin Serhatköy girişinde Askeri kantin var ve buradan girdiğinizde yaşlı insanların eşyalarını taşıyan gençlerle karşılaşırken, şehrin Elye tarafından giriş yaparsanız Güzelyurt Maarif Anaokulu’ndan çıkan çocuklara şeker, kalem, defter gibi maddiyatta küçük ama nezaket ve maneviyatta büyük hediyeler veren insanları görürsünüz. Yol üzerinde üstünde “Canın çekdiysa kopar gardaş biceğez” yazısının asılı olduğu, canı çeken herkesin rahatça koparmasına izin verilen portakal ve mandalin ağaçları görürsünüz. Süregelen Kıbrıs kültürünün bir parçasını birebir yansıtır bu manzaralar. Eğer şanslıysanız ve Portakal Festivalinin olduğu günlerde şehre Kalkanlı yönünden giriş yaparsanız, yol üzerinde size birkaç çanta portakal hediye edilebilir ve ayrıca festivalin eşsiz güzelliğini ve tadını buzlu mandalin suyu içerken su gösterilerilerini izleyerek çıkarabilirsiniz. Ayrıca burada Kıbrıs’ta faaliyet gösteren ilk trenler ve ilk tren binaları bulunmaktadır. Bir turist olarak şehri gezmeye gittiğiniz zaman, size ilk gösterilecek olan yer Doğa ve Arkeoloji müzesi ve hemen bitişiğindeki St. Mamas Klisesidir. Müzede Kıbrıs’tan ve dünyadan ilginç hayvanlar ve doğal güzellikler, Kıbrıs’ta kullanılan tarihi ev ve ziynet eşyaları sergilenirken, halen aktif olan Klise’de Ortodoks Hristiyanlarının ibadet eşyaları bulunur. Eğer bir Pazar günü giderseniz, ibadet ayinini izleyebilirsiniz. Tüm şehri yürüyerek gezebileceğiniz bir büyüklükte olan Güzelyurt’un tam ortasında bulunan portakal heykeli ile mutlaka karşılaşacaksınız. Ayrıca, polis karakolunun tam önünde bulunan Atatürk Anıtı’na her gün hemen karşısındaki Özgürlük ve Barış ilkokullardan gelen küçük öğrencilerin çiçek bırakışını izlemek sizlere hüzünlü bir keyif verecektir. Anlatmaya kelimelerin yetmeyeceği güzellikte olan şehir, sıcak insanları, muntazam yeşilliği ve doğal güzelliği, hala sürdürülen Kıbrıs kültürü ile her zaman dışardan gelenlere açık ve paylaşımcı ruhu ile görülmeye ve en önemlisi yaşanmaya değer bildiğim en iyi şehirdir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 69 röportaj Teva Türkiye Genel Müdürü Dr. Tahsin Yüksel “İLAÇ ENDÜSTRİSİNİN, TÜRKİYE’NİN 2023 HEDEFLERİNE ULAŞMASINA KATKI SAĞLAYACAK EN ÖNEMLİ OYUNCULARDAN BİRİ OLACAĞINA İNANIYORUM.” 2007 yılından beri Türkiye ilaç pazarına yenilikçi ürünler ve yeni tedavi imkanları sunan Teva daha geniş kitlelerin bu tedavi olanaklarına erişimini artırmak için çalışıyor. 113 yıl önce kurulan Teva’nın dünya pazarındaki diğer ilaç firmalarından temel farkı, insan sağlığına sunduğu hizmetleri inovasyon, kalite ve erişilebilirlik üçgeninde, hasta ihtiyaçlarını gözeten bir dengede sağlıyor olması. Bugün 45.000 çalışanı ve 60 ülkedeki aktif faaliyetleri ile dünyanın en büyük jenerik ilaç şirketi konumunda olan Teva’yı daha yakından tanımak ve Türkiye ilaç pazarına bakış açısını öğrenmek için bu sayımızda Türkiye Genel Müdürü Dr. Tahsin Yüksel’i konuk ettik. Teva’yı genel anlamda bizlere anlatır mısınız? Dört seneyi aşkın süredir Teva Türkiye’nin genel müdürlük görevini sürdürüyorum. Teva kısaca, global sağlık sistemindeki lider oyuncularından biri olarak tanımlanabilir. Teva, entegre inovasyon yapabilme kabiliyeti ile yüksek kaliteli ilaçlar geliştirip, bunları pazara hızlı bir şekilde sunabiliyor. Tam bir inovasyon kültürü hakim. Teva’nın başarısının altında güçlü bileşenlerden oluşan bir temel var: örneğin ihtisas ilaçları, jenerik ilaçları, hammadde ve OTC alanlarındaki 70 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 dengeli iş modeli, stratejik birleşmeler ve iş ortaklıkları nedeniyle elde ettiği endüstri ve Pazar liderliği, global tesisleri, her geçen gün büyüyen coğrafi dağılımı gibi. Dünya ölçeğinde, Teva organizasyonel açıdan iki ana birim tarafından yönetilir. Biri Teva markası ile özdeşleşmiş “Global Jenerik İlaçlar” bölümüdür. Diğer tarafta inovatif ve yetim ilaçlar gibi özel ihtisas gerektiren konuları kapsayan “İhtisas İlaçlar” bölümü vardır. Bu yapılanma bile Teva’nın yenilikçi ürünlere verdiği önemi gösterir. Teva tüm bilimsel kaynaklarını, global liderliğinden gelen gücünü ve inovatif ilaçlar üretmekteki ölçeğini insan sağlığı üzerinde fark yaratacak sonuçlar için odaklamaktadır. Bir hastalığı tedavi edebilecek yeni bir organik molekül, peptit veya proteinin keşfi için 5,000 ile 10,000 arasında bileşenin üzerinde bilimsel çalışmalar yapmak gerekir. Inovatif bir ürünü geliştirmek 10-15 yılı alabilir ve 1 milyar dolardan fazla yatırım gerekmektedir. Bilimadamları inovatif ilaçların varolan ilaçlara göre belirgin avantajlar oluşturduğunu kanıtlamışlardır. Bu nedenle Teva kaynaklarını etkin kullanmak için stratejisi gereği araştırma-geliştirme sürecindeki keşif safhasına odaklanmaz. Teva, TIV (Teva Innovative Vendors) adı verilen özel bir yapılanma içinde ileri araştırma safhalarında bulunan ve gelecek vaad eden moleküllere sahip firmalarla işbirliğine gider. Entegre inovasyon konusu tam olarak ne ifade ediyor? Teva’nın yaklaşımı belirli bir hastalığın veya semptomun sadece tedavisine değil, tedavinin hastaların hayatlarına nasıl uyum sağladığına da odaklanır. Hastaların ilacı nasıl, nerede ve hangi sıklıkla aldıkları ve tedavinin etkinliği ile ilgilenir. Bu bütünsel yaklaşım işi farklı yapabilmemizden kaynaklanıyor. Teva’nın araştırma-geliştirme yapılanması, yeni ihtisas ilaçlar geliştirebilen, var olan moleküller üzerinde inovasyon yapabilen, jenerik ve OTC ilaçlar üzerinde çalışabilen, endüstrinin gerçek anlamdaki tek entegre ar-ge grubudur. Bu yapı, araştırma ve geliştirme sürecimize taze fikirler, farklı bakış açıları ve daha kapsamlı bilgi getiriyor. Bütünsel yaklaşımımız sayesinde, hastaların ihtiyaçlarını karşılayan Dr. Tahsin Yüksel yeni tedavi olanaklarını keşfetmemizi sağlıyor. Türkiye yapılanmanızdan biraz bahsedebilir misiniz? Teva Türkiye olarak biz de, Teva’nın stratejik alanlar olarak konumlandırdığı CNS ve Onkoloji alanlarına odaklanıyoruz. Teva’nın bu kapsamda hasta ve kamu yararına olacak tüm ürünlerini hekimlerimizin kullanımına sunuyoruz. Yapılanmamızı ve stratejilerimizi bu yönde oluşturduk ve hedef pazarlarımızda lider konuma gelmek istiyoruz. Türkiye pazarında bizi diğer firmalardan ayrıştıran temel nokta, portföyümüzde hem inovatif hem de jenerik ilaçları aynı anda barındırıyor olmamızdır. Türkiye pazarında hedefimiz, henüz karşılanmamış tedavi olanaklarını hızla kullanıma sunmak ve en önemli paydaş olan hastaların yaşam refahını yükseltmektir. Teva’nın küresel yapılanmasından söz etmek gerekirse, 1901 yılında kurulan Teva bugün dünyanın ilk 10 ilaç şirketi arasında yer almaktadır. İleriye dönük küresel bir ilaç şirketi olan Teva, ihtisas, jenerik ve OTC ilaçların, etkin farmasötik bileşenler (API) ve yeni terapötik maddelerin geliştirilmesi, üretimi ve pazarlanmasına öncülük etmektedir. Teva, Kuzey Amerika, Avrupa, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Büyüyen Pazarlar, Japonya ve Güney Kore bölgelerindeki yapılanmasıyla faaliyetlerini yürütmektedir. Teva’nın 54 bitmiş ilaç üretim tesisi, 21 etkin farmasötik bileşen (API) tesisi ve 34 araştırma ve geliştirme merkezi bulunmaktadır. Teva, yüzde 20 Pazar payı ile Amerika’da ve dünyada jenerik ilaç pazarında liderdir. Amerika’da her 6 jenerik reçeteden birinde ve Avrupa Birliği’nde günde 2.7 milyondan fazla reçetede Teva ilaçları tercih edilmektedir. Türk ilaç pazarını değerlendirebilir misiniz? Biliyorsunuz Türk ilaç sektörü dünyada, hacim bakımından, 16. sırada yer almaktadır. O nedenle Teva dahil pek çok global firma Türkiye’yi “büyüyen pazarlar” kategorisinde değerlendirmektedir. Türk ilaç sektörü geçtiğimiz sene yüzde 8,8 civarında büyüdü. Türkiye’de halka bir çok tedavi hizmeti sağlanmış, ilaca erişim artmıştır. Kişi başı hekime başvurma sayısı 20 yıl önce 1,7 iken, bugün bu rakam yaklaşık beş katına yükselmiştir. Aile hekimliği uygulaması, birinci basamak sağlık kuruluşları aracılığı ile sağlık hizmetleri ücretsiz alınabilmektedir. Bu örnekler ve benzer pek çok uygulama sayesinde hastaların ilaca erişimi artmış ve Pazar büyümüştür. Diğer yandan Pazar koşullarının sürekli değişmesi ve otorite tarafında maliyetlerin temel kriter olması nedeniyle ilaç şirketleri çeşitli zorluklar yaşamaktalar. Oysa Teva gibi inovatif ve yetim ilaçlar konusunda ihtisas oluşturan firmaların portföylerini pazara hızlı verebilmeleri kritiktir. Bunun için regülasyonların da hızlı işlemesini sağlayacak altyapıların oluşturulması gerekmektedir. Ülkemizin yeni açılımlar sağlaması, 2023 vizyonuna güvenle ulaşabilmesi için ilaç sektörüne çok önemli bir rol düşmektedir. Hızla gelişen dünya ilaç pazarında söz sahibi olabilmek için, endüstride verimliliği arttıracak önlemler alarak müstahzar ilaç, ilaç hammaddesi ve biyoteknoloji ürünlerinde teknoloji transferi konularında somut adımlar atılmalıdır. Teva Türkiye olarak hedefleriniz neler? Odaklandığımız tedavi alanlarında hasta odaklılık konusundaki yaklaşımız ile en bilinen firma olmayı hedefliyoruz. Bunun zor bir hedef olduğunun ve hasta odaklılık konusunda pek çok ilaç firmasının ciddi çalışmalar yürüttüğünün bilincindeyiz. Kendimizi farklılaştırmak ve hedefini tutturan firma olabilmek için, Teva’nın yenilikçi portföyündeki ürünleri çevik ve esnek bir şekilde Türk pazarına sunmak istiyoruz. Hasta ihtiyaçlarına odaklanarak, ilaçlarımızın kalitesini, etkinliğini ve güvenliğini geliştirmek ve dünya çapında hastalara uygun fiyatlı jenerik ürünler sunmak için çalışmalarımıza devam edeceğiz. Önümüzdeki dönemde piyasaya vereceğimiz ilaçlarda şu üç önemli şartı yerine getireceğiz: karşılanmamış bir hasta ihtiyacına cevap vermek, bilinen bir molekülü temel almak, molekülü alışılmışın dışında, özgün bir yolla formüle etmek ve kullanmak. Önümüzdeki dönemde pazara yeni girmesi düşünülen ürünler var mı? Gelecek dönemde Türkiye’de CNS ve onkoloji pazarlarındaki odağımızı güçlendireceğiz. Kendimizi daha çok hasta ihtiyaçlarının karşılanmadığı alanlara konumlandırıyoruz. Yani kitlesel pazarlara değil, az sayıda insanı etkileyen hastalıkların tedavisine yönelik alternatifler sunacağız. Örneğin genetik bir nörolojik hastalık olan Huntington hastalığı. Hastalarda bazı hareket bozukluklarının yanı sıra mental gerilik görülmesine sebep olan kalıtsal bir hastalık. Prevelansı düşük bir hastalık olduğu için tedaviye yönelik ilaç sayısı oldukça az ve hastaların sıkıntısı çok fazla. İşte biz Teva olarak buralarda hastalara çare olmak ve ihtiyaçlarına cevap vermek istiyoruz. Teva’nın iş modeli ve odaklandığı tedavi alanları nasıl şekilleniyor? Teva onkoloji, CNS, Multipl Skleroz, Solunum ve Kadın Sağlığı başta olmak üzere çeşitli tedavi alanlarında 2020 sonuna kadar 30 yeni ürün sunmak üzere çalışmaktadır. 2012 yılında araştırma-geliştirme grubumuz, karşılanmayan hasta ihtiyaçlarına yanıt vermek ve farklı seçeneklere acilen ihtiyaç duyan belirli hasta popülasyonlarına yardımcı olmak amacıyla New Therapeutic Entities® (NTE) kavramını geliştirdi. Teva bu yapılanma ile, portföyündeki moleküllerini, henüz karşılanmamış hasta ihtiyaçlarına cevap vermek üzere biraraya getirmeyi ve yeniden tasarlanacak ilaçları geliştirmeyi amaçlıyor. Bu konuyu biraz daha açmak gerekirse, alınan ilaç miktarını veya yan etkileri azaltmak için farklı molekül kombinasyonları yapmaktan söz ediyorum. Örneğin günde 3 kez hap alınarak, bir yıl boyunca yürütülen HIV tedavisinde, üç kez ilacını almayı unutan bir hasta ciddi bir sorunla karşı karşıyadır. Oysa belli bir tedavi dozunun tek bir hapa indirgenmesi hem hasta hem de hekim için kolaylık sağlar. Dozlama planlarını uzatmak veya ilacın buzdolabında saklama zorunluluğu gibi lojistik sorunlar doğuran kısıtlamalardan kaçınmak için yeniden formülasyonlar yapmak gibi örnekler NTE yapılanmamızı daha net ortaya koyabilir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 71 kampus CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ Ülkemizin yüz ölçümü bakımından ikinci büyük şehri olan Sivas’ta, Cumhuriyet kuruluşunun 50. yılı anısına 9 Şubat 1974 tarihinde kurulan Cumhuriyet Üniversitesi, bünyesinde 16 fakültesi, 5 yüksekokulu, 14 meslek yüksekokulu, 4 enstitüsü ve 1 Türk müziği devlet konservatuarı, 22 araştırma ve uygulama merkezi ve 1.736 akademik personeli,1775 idari personeli ve 48.674 öğrencisi eğitimöğretim faaliyetlerini eğitimin evrensel değerlerde olması için çaba sarf ederek; ülke gençliğini yetiştirmede ve insan kaynağını şekillendirmede öncü bir kurumudur. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin ilanı sürecinde taşıdığı öneme haiz olarak Sivas ili için “Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yer” nitelemesinde bulunmuştur. Bugün Cumhuriyet Şehrinin yegâne üniversitesi olan Cumhuriyet Üniversitesi gelişen, büyüyen yapısıyla, ozanlar, âşıklar yurdu Sivas’tan bölgeye açılan güvenilir, çağdaş bir eğitim kurumu olduğunu kanıtlamıştır. Kuruluşunun 40. yılında Cumhuriyet Üniversitesi köklü geçmişi, çağdaş, ilkeli ve modern eğitim anlayışı ile 72 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 bölgenin önde gelen üniversiteleri arasında yerini almıştır. Bilim, hizmet ve teknoloji üreten, üretilen hizmet ve teknolojiyi toplum yararına sunan bireyler yetiştirme misyonunu üstlenen Cumhuriyet Üniversitesi’nin vizyonunda ise tercih edilen, öncü, yenilikçi bir üniversite olmak, Sivas’ın ve bölgenin kalkınması, sosyo-ekonomik ve kültürel gelişimine katkı sağlamak anlayışı vardır. Bünyesinde bulunan enstitü, fakülte, yüksekokul ve meslek yüksekokulları; ENSTİTÜLER • Fen Bilimleri Enstitüsü • Sağlık Bilimler Enstitüsü • Sosyal Bilimler Enstitüsü • Eğitim Bilimler Enstitüsü FAKÜLTELER • Tıp Fakültesi • Fen Fakültesi • Edebiyat Fakültesi • Mühendislik Fakültesi • iktisadi ve idari Bilimler Fakültesi • ilahiyat Fakültesi • Diş Hekimliği Fakültesi • Eğitim Fakültesi • Güzel Sanatlar Fakültesi • Teknik Eğitim Fakültesi • iletişim Fakültesi • Sağlık Bilimleri Fakültesi • Teknoloji Fakültesi • Veterinerlik Fakültesi • Eczacılık Fakültesi • Mimarlık Fakültesi YÜKSEKOKULLAR • Beden Eğitimi Ve Spor Yüksekokulu • Yabancı Diller Yüksekokulu • Turizm işletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu • Suşehri Sağlık Yüksekokulu • Zara Veysel Dursun Uygulamalı Bilimler YO KONSERVATUVAR • Türk Müziği Devlet Konservatuarı MESLEK YÜKSEKOKULLAR • Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Kuruluşundan günümüze kadar bünyesinde kurulan 22 adet araştırma ve uygulama merkezleriyle eğitim, kültür, sanat, çevre, teknoloji, bilişim ve sağlık alanlarında hizmetler verilmekte, araştırmalar yapılmakta ve kurslar düzenlenmektedir. • Arkeoloji ve Sanat Tarihi Uygula• Sivas Meslek Yüksekokulu ma ve Araştırma Merkezi • Cumhuriyet Meslek Yüksekokulu • Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Uy• Divriği Nuri Demirağ Meslek Yük- gulama ve Araştırma Merkezi sekokulu • Çevre Sorunları Uygulama ve • Yıldızeli Meslek Yüksekokulu Araştırma Merkezi • Şarkışla Aşık Veysel Meslek Yükse- • Folklor Araştırmaları Merkezi kokulu • Kangal Köpeği Araştırma ve Yetiştirme Merkezi • Gürün Meslek Yüksekokulu • Zara Ahmet Çuhadaroğlu Meslek • Radyo - Televizyon Araştırma ve Yüksekokulu Uygulama Merkezi sekokulu gulama Merkezi • Suşehri Timur Karabal Meslek Yük- • Sağlık Hizmetleri Araştırma ve Uy• Sanayi • Çocuk Koruma Uygulama ve Araştırma Merkezi • Proje Koordinasyon Uygulama ve Araştırma Merkezi • Sivas Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi • Tarım ve Hayvancılık Uygulama ve Araştırma Merkezi • Rehberlik ve Psikolojik Danışman- lık Uygulama ve Araştırma Merkezi • Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kay- nakları Uygulama ve Araştırma Merkezi • Yüksek İrtifa ve Spor Uygulama ve Araştırma Merkezi • Türkçe Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi • Nanofotonik Uygulama ve Araştırma Merkezi • Optik Bilimler Uygulama ve Araş- tırma Merkezi • Kangal Meslek Yüksekokulu • Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp • Gemerek Meslek Yüksekokulu Uygulama ve Araştır• Hafik Kamer Örnek Meslek Yükse- • Recai Toydemir Sürekli Eğitim Yöntemleri ma Merkezi kokulu Merkezi • İleri Teknoloji Araştırma ve Ge• İmranlı Meslek Yüksekokulu • Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araş- liştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi tırma Merkezi • Koyulhisar Meslek Yüksekokulu ve Ticaret İşbirliğini Geliştirme, Uygulama ve Araştırma Merkezi SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 73 Bu merkezler Üniversite-Sivas işbirliğini güçlendirmeyi, bilimsel çalışmaları yönlendirmeyi ve toplumsal amaçlara hizmet etmeyi ilke edinmiştir. Özellikle Sürekli Eğitim Merkezi’nin(CÜSEM) düzenlediği sertifika programları ile gençlere meslek edinme veya eğitimlerini geliştirme alanında imkânlar sunmaktadır. Diğer bir önemli araştırma merkezi olan Kangal Köpeği Araştırma ve Yetiştirme Merkezi’nde de damızlık kangal köpeği ırkının iyi örnekleri yetiştirilmektedir. Yeni kurulan Sivas Araştırmaları Merkezi (CÜSAM), Nanofotonik Araştırma ve Uygulama Merkezi, Rehberlik ve Psikolojik Danışma Uygulama ve Araştırma Merkezi aracılığıyla Sivas’a ve üniversiteye değer katacak projelerin yapılması planlanmaktadır. Amacı, ülke sanayinin uluslar arası piyasalarda rekabet edebilir duruma gelmesi ve ihracata yönelik bir yapıya kavuşturulabilmesi için teknolojik bilgi üretmek, üründe ve üretim yöntemlerinde yenilik geliştirmek, ürün kalitesini veya standardını yükseltmek, verimliliği artırmak, üretim maliyetlerini düşürmek, teknolojik bilgiyi ticarileştirmek, teknoloji yoğun üretim ve girişimciliği desteklemek, küçük ve orta ölçekli işletmelerin yeni ve ileri teknolojilere uyumunu sağlamak olan Teknoketimiz; bünyesinde bulundurduğu 19 firma ile 74 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 ülkemiz ve şehrimizin kalkınmasına katkı sağlamaktadır. Ayrıca TÜBİTAK tarafından yapımı desteklenen Merkezi AR-GE laboratuarı ve Nanoteknoloji laboratuarı ile Teknokent’in çalışmaları desteklenmektedir. Bilimsel çalışmaların yanında, sosyal, kültürel ve sanatsal çalışmaların yoğun olarak gerçekleştirildiği Cumhuriyet Üniversitesinde, 500 kişilik ana konferans salonu, 2 adet 100’er kişilik toplantı salonları, sanat galerisi, kafeteryası ile her türlü bilimsel ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır. 40 yıl süresince birçok bilimsel ve kültürel etkinliğe ev sahipliği yapmıştır. Konularında uzman birçok bilim adamı misafir edilmiş ve bilimsel çalışmalara öncülük etmiştir. Konferans, sempozyum, konser, tiyatro vb. etkinliklerin yapıldığı 750 kişilik çok amaçlı merkezi amfi alanı bulunmaktadır. Ayrıca İlahiyat Fakültesi Kültür Merkezi kompleksi de 570 kişilik konferans salonu ile bilimsel ve kültürel etkinlikler için hizmet vermektedir. 7500 kişilik Açık Amfi Tiyatro ise öğrencilerin bahar şenlikleri, mezuniyet törenleri, konser vb. etkinliklerde kullanılmaktadır. Bilimsel çalışmaların merkezi haline gelen üniversitelerde kütüphaneler, çalışmalar için önemli bir konumdadır. Cumhuriyet Üniversitesi de bünyesinde bulundurduğu kütüpha- nelerin yayın sayılarını artırmış binalarını modernize etmiştir. Üniversite yerleşkesi içerisinde hizmet veren 3 katlı merkezi kütüphane binasında; 300 kişilik okuma salonu, 60.500 basılı kitap, 3355 tez, 1481 çeşit basılı dergi, 59.839 fasikül, 198.000 E-kitap, 25 abone olunan veri tabanı ile akademisyen ve öğrencilerine yazılı ve görsel materyaller sunmakta ve bu hizmet ağını genişletmeyi ilke edinmektedir. Ayrıca Eğitim Fakültesi, İlahiyat Fakültesi ile İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi içerisinde bulunan kütüphanelerde kendi ihtisas alanlarında ki yayınları ile öğrencilerine hizmet vermektedir. Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenciler, WEB sayfaları aracılığı ile internet üzerinden ders kayıtlarını yapabilmekte, üniversitede sanal olarak gezilebilmekte ve yapılan etkinlikleri takip edebilmektedirler. Ayrıca kampüs içerisine öğrenciler kablosuz internet dağıtıcıları sayesinde kampüsün her noktasında internet kullanabilmektedir. 60.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuş açık spor tesislerinde 2 adet halı futbol sahası, biri kapalı 6 adet tenis kortu, 1’er adet halı basketbol sahası ve hentbol sahası, engelli tırmanma duvarı, iki parkurdan oluşan 18’er istasyonlu mini golf sahası, 3.000 metrekarelik alanda kon- disyon merkezi, bay-bayan saunası ile iki adet yarı olimpik yüzme havuzu bulunmaktadır. Geride bıraktığı 40 yıl süresince öğrencilerine en iyi imkânları sunabilme gayretinde olan Cumhuriyet Üniversitesi, beslenme ve barınma açısından büyük imkanlara sahiptir. Aynı anda 5.200 kişiye hizmet verebilecek kapasitede merkezi kafeteryası içinde; 200 kişilik lokanta, dinlenme ve çay salonlarının yanı sıra, fakülte ve yüksekokullarda denetimi üniversite yönetimince yapılan kantinler bulunmakta, hijyen kurallarına uygun, diyetisyen kontrolünde öğrenci ve personel yemekhaneleri de, çalışan personele ve öğrencilere çok uygun ücret karşılığında düzenli olarak yemek hizmeti sunmaktadır. Cumhuriyet Üniversitesinin gelişmesinde destekçi olan Üniversite Vakfı yaptığı kantin ve kafeterya işletmeciliği, öğrenci ve personel konaklama hizmeti, öğrenci bursları, kitap satışları, bilimsel teşvik gibi alanlarda hizmet vermektedir. Üniversite tarafından işletilen hayırsever vatandaşların katkılarıyla yaptırılan iki adet 250 kişilik kız ve erkek öğrenci yurtları ile yerleşke içerisinde Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı tarafından işletilen 250 kişi kapasiteli öğrenci konukevi de hizmet vermektedir. Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından işletilen toplam 3972 kişi kapasiteli kız ve erkek yurtları ile 2014 yılı içerisinde üniversite yerleşkesine açılan kamu- özel sektör ortaklığı ile yapılan 1000 kişilik son derece modern yurtlar bulunmaktadır. Ayrıca KYK ve kamu-özel sektör iş birliği ile temeli atılan yurtlar tamamlandığında kampüs alanında yurt kapasitesi, yaklaşık 10.000 öğrencinin barınabileceği bir noktaya ulaşacaktır. Tıp Fakültesi Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1973 tarihinde kurulmuş olup, bu gün 187 öğretim üyesi ve 223 araştırma görevlisi ile hizmet vermektedir. Öğrenci sayısı 1304’dür. Tıp Fakültesinin temel amacı; ülkenin sağlık sorunlarını ve ihtiyaçlarını bilen ve bunlara duyarlı olan, bu sorunların üstesinden gelebilecek donanıma sahip, mesleğinin her alanında ge- rekli düzeyde yetkin, dünya standartlarında niteliklere sahip, insanlara hizmet etmeyi seven, iletişim becerileri yüksek düzeyde gelişmiş, sağlık kuruluşlarında hekimlik ve/veya liderlik yapabilecek, çalışkan, dürüst ve davranışları tıp mesleği ve hekimlik geleneklerine uygun, yeniliğe ve gelişmeye açık, hayatı boyunca öğrenmeye kararlı ve bu konuda hünerli, eleştirel düşünebilen, araştırmacı ve tıbbın tüm uzmanlık alanlarında uzmanlık adayı olmaya hazır hekimler yetiştirmektir. Bu konuda çalışmalarını sürdüren fakülte Ulusal Tıp Eğitimi Akreditasyon Kurulu’nca (UTEAK) 15 üniversiteye verilen, Akreditasyon Belgesini almış olan Tıp Fakültesi kendi gelişimini devam ettirirken, başka üniversitelere bağlı kurulan fakültelere de araştırma görevlisi ve öğretim elamanı yetiştirerek ülkemizin sağlık alanında uzman eleman sağlamak için çaba sarf etmektedir. Fakültenin sağlık hizmetleri ile ilgili misyonu; Sivas ve çevre iller toplumunun ileri teknoloji ve uzmanlık gerektiren sağlık hizmeti ihtiyacına (Araştırma ve Uygulama Hastanesi) cevap vermek; kapsamlı birinci basamak sağlık hizmeti sunumunda örnek birimler oluşturmak; yerel, ulusal ve uluslar arası sağlık sorunların tanımlanmasına ve çözümüne yönelik çalışmalara katkı sağ- lamak; ülkemizin sağlık sorunlarını temel alarak evrensel tıbba katkıda bulunmaktır. Araştırma hizmetleri ile ilgili misyonu ise; sağlığı ve sağlık hizmetlerini geliştirici, sağlık sorunlarının anlaşılmasına ve çözümüne katkı sağlayıcı araştırmaların ve yayınların yapılmasını ve/veya desteklenmesini sağlamaktır. Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Hastanesi Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Hastanesi 3. basamak düzeyinde hizmet veren bir referans hastanedir. Hastanemiz il merkezinde sürdürdüğü faaliyetlerini şu anda bulunduğu binaya, SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 75 pasitesine sahip Sıcak Çermik Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon mer kezi hizmete geçirilmiştir. 1992 yılında inşaatının tamamlanması ile birlikte aktarmıştır. Bu tarihten itibaren idari ve akademik kadrolarının yanısıra fiziksel bakımdan da sürekli bir gelişim içinde olan Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi gerek il merkezi ve civar ilçeler, gerekse komşu illerden gelen geniş bir hasta grubuna hizmet vermektedir. Hastanemiz iki farklı yerleşkede bulunmaktadır. İlk yerleşkede Cumhuriyet Üniversitesi merkez kampüsünün sınırları dahilinde bulunan merkez bina, Radyasyon Onkolojisi, Acil ve Kalp Merkezi, binaları bulunmaktadır. Burada ki hizmet birimlerimizde; merkez binamızda 853, Sıcak Çermik Fizik Tedavi Merkezimizde 95, Kalp Merkezimizde 92 ve Acil Gözlem Ünitemizde 8 yatak ile toplamda 1048 yatakla hizmet vermektedir. 2005 yılında merkez binanın yanına ilk yapılan ek bina olarak Onkoloji Merkezi 2200 m2 alan ile kanser hastalarına daha nitelikli hizmet vermek amacıyla faaliyete geçmiştir. Ayrıca hastanemizin 2008 yılında 6500 m2 alana sahip Kalp Merkezinin ve 3850 m2 alana sahip yeniden yapılandırılmış Acil servisin de eklenmesiyle bölge hastanesi olma özelliği pekiştirilmiştir. Bunların yanısıra Sivas ilinde bulunan doğal kaynak suyu özelllikleri ve nitelikli personelin desteği eklenerek, 2005 yılında 5460 m2 alanı olan ve 95 yatak ka76 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 Hastanemiz büyük bir uzm a n kadrosu ile Sivas ve bölge halkına hizmet s u n m a k t a d ı r. Hastanemizde çeşitli anabilim dalı ve bilim dallarında; 93 Profesör, 41 Doçent, 54 Yardımcı Doçent, 6 Yan Dal Asistanı, 7 Uzman Doktor, 1 Öğretim Görevlisi, 223 Araştırma Görevlisi olmak üzere 425 hekim görev yapmaktadır. 2014 yılında ameliyat salonlarımızdan 5 adeti yenilenmiş olup, Hastanemizde A,B,C,D,E grubunda yer alan ameliyatlar yapılmaktadır. 2014 yılında Hastanemizde 1662 A Grubu Ameliyat, 6915 B Grubu Ameliyat, 9209 C Grubu Ameliyat, 6806 D Grubu Ameliyat, 6856 E Grubu ameliyat gerçekleştirilmiştir. Ayrıca 403 Normal Doğum, 904 Sezaryen Doğum yaptırılmıştır. Yine 2014 yılında Hastanemize başvuran 332.069 hastaya ayaktan, 34.878 hastaya yatarak tedavi hizmeti verilmiştir. Hastanemizde son teknolojik cihazlarla donatılmış 3.seviye, 2.seviye ve 1. Seviye olmak üzere tescilli 100 yatak kapasiteli yoğun bakım üniteleri bulunmaktadır. Bunlardan 25 yataklı Anestezi Yoğun Bakım, 6 yataklı Nöroşirurji Yoğun Bakım, 7 yataklı Nöroloji Yoğun Bakım, 14 yataklı Yenidoğan Yoğun Bakım, 8 yataklı Pediatri Yoğun Bakım, 6 yataklı Kalp Damar Cerrahi Yoğun Bakım, 8 yataklı Genel Cerrahi Yoğun Bakım, 4 yataklı Yanık Yoğun Bakım Üniteleri 3. seviyedir. 14 yataklı Kardiyoloji Yoğun Bakım Ünitemiz 2. Seviye olup, 4 yataklı Üroloji Yoğun Bakım, 4 yataklı Göğüs Cerrahi Yoğun Bakım ise 1.seviye yoğun bakım üniteleridir. 2015 yılında faaliyete geçecek olan Tüp Bebek Merkezimiz ise Sivas ve çevre iller için önemli bir merkez konumundadır. Ayrıca Yanık Merkezimiz bölgesel açıdan ciddi bir öneme sahiptir. 4 yataklı yoğun bakımı ve tek kişilik odaları ile bölgenin ihtiyaçlarına cevap verebilecek niteliktedir. Hastanemiz Acil Servisinin 2014 yılında tadilatı tamamlanmış olup ayrıca biyokimya ve mikrobiyoloji laboratuvarlarımızda tadilata alınmıştır. Ruhsat alınmasına uygun hale getirilmiş, tüm standartlar sağlanmıştır. Eğitim ve sağlık hizmetinin birlikte sunulduğu Hastanemiz aynı zamanda öğrencilere uygulama ve staj imkanı sağlamaktadır. Sağlık eğitimi veren fakülte, yüksekokul ve sağlık meslek liselerinden toplam her yıl 900 öğrenci örgün ve hizmetiçi eğitimle mesleki yeterliliğe hazırlanmaktadır. Hastanemize her yıl tedavi amaçlı gelen hasta sayısının artmasıyla birlikte klinik tedavi üniteleri, fiziki şartlar ve cihaz kapasitelerinin artırılmasını, iyileştirilmesini amaç edinmekteyiz. Tercih edilen bir referans hastane olma özelliğiyle civar ilçelerden ve illerden gelen hastalara en iyi sağlık hizmetini sunmak amacıyla çalışmalarımıza devam etmekteyiz. Diş Hekimliği Fakültesi 1996-1997 Eğitim-Öğretim yılında eğitime başlanan Cumhuriyet Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi bugün 405 öğrenci, 35 öğretim üyesi, 56 öğretim elemanı eğitim öğretim faaliyetlerini sürdürürken diğer taraftan da Sivas, Yozgat, Tokat, Erzincan gibi illerden gelen hastalara tedavi hizmeti sunmaktadır. Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi, Çocuk Diş Hekimliği, Endodonti, Ortodonti, Periodontoloji, Protetik Diş Tedavisi, Restoratif Diş Tedavisi bölümleri ile 16.500 m² kapalı hizmet alanı ve 175 üniti ile hasta memnuniyetini kendisine hizmet prensibi olarak gören Diş Hekimliği Fakültesi 2014 yılında yaklaşık 137.000 hastayı tedavi etmiştir. Sağlık Bilimleri Fakültesi Üniversitemizde 1982 yılından itibaren eğitim öğretimini sürdüren Hemşirelik Yüksekokulu ve 1997 yılından itibaren eğitim öğretimine devam eden Sağlık Yüksekokulu’nun 2007 yılında kurulan Sağlık Bilimleri Fakültesine devri ile Sağlık Bilimleri Fakültesi bu gün Hemşirelik, Ebelik, Sağlık Yönetimi, Beslenme ve Diyetetik ve Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümleri açılmıştır. Sağlık Bilimleri Fakültesinde halen Hemşirelik, Ebelik ve Sağlık Yönetimi Bölümlerinde lisans ve lisansüstü eğitim öğretim devam etmekte olup, diğer iki bölümde en yakın zamanda eğitim ve öğretime başlanması için çalışmalar devam etmektedir. Sağlık Bilimleri Fakültesinin misyonunu oluşturan; yaşam boyu öğrenmeye odaklı, toplumun sağlık düzeyini geliştirmeyi hedef edinen, mesleki alanda yetkin, evrensel ve kültürel etik değerlere saygılı, ekip anlayışını benimsemiş, profesyonel yaşamında bilimi ve bilimsel yaklaşımları rehber gören sağlık profesyonellerini yetiştirerek ülkemizin sağlık alt yapısına katkı sunmaktadır. Bilimsellik, Akılcılık, Açıklık, Hümanizm, Sorumluluk, Dürüstlük, Eşitlik, Adalet, Bağlılık, Hoşgörü, Duyarlılık, Akademik Özgürlük, Akademik Mü- kemmellik, Liderlik, Yaratıcılık, Yenilikçilik ve Ekip Bilincini öğrencilerine en önemli değerleri olarak gören Sağlık Bilimleri Fakültesi vizyonunda uygun olarak, eğitim –öğretim, araştırma ve mesleki alanlarda ulusal ve uluslararası düzeyde tanınan, pozitif kurum kültürü ve örgütsel bağlılığın geliştiği, ülkemiz sağlık hizmetlerinin planlamasında söz sahibi öncü bir fakültedir. Suşehri Sağlık Yüksekokulu Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinin Suşehri Sağlık Yüksekokuluda kuruluşmuş, hızla akademik ve idari kadrosunu kurarak sağlık hizmetlerinin sunumunda eksikliği hissedilen hemşireleri yetiştirmeye başlamıştır. Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksekokulu ile sağlık hizmetlerinin sunulmasında önemli görevler ifa eden teknik elemanları yetiştirmektedir. Yü k s e k o k u l u n eğitim programlarında, herbiri alanlarında deneyimli kadrolu öğretim elemanlarının yanı sıra üniversitenin diğer fakülte ve yüksekokullarının da değerli katkıları ile Tıbbi Laboratuar, Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik, Anestezi, Radyoloji ( Tıbbi Görüntüleme Teknikleri ), Optisyenlik, Ameliyathane, İlk ve Acil Yardım, Diyaliz, Odyometri, Fizik Tedavi (Fizyoterapi), Diş Protez bölümleri ile kamu ve özel sağlık kuruluşlarının sağlık hizmeti sunulmasındaki teknik alt yapıyı sağlayan donanımlı öğrenciler yetiştirilmektedir. Cumhuriyet Üniversitesi sağlık alanında açılan fakülte, yüksekokul ve meslek yüksekokulları açması, buradan profesyonel bireylerinin yetişmesinin yanında Eczacılık Fakültesi ve Veteriner Fakültelerini açmış, hızla kadrosunu kurmuş, bugün öğretim elemanları ve öğrencileri ile ülke ve bölge insanının sağlığını korumak için çalışmalarını ilk günki heyecan ve gayretiyle sürdürmektedir. SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 77 haber Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Faruk Kocacık’ın mesajı 1982 yılından beri onurla mensubu olduğum Cumhuriyet Üniversitesinde 29 aydır Rektör olarak görev yapıyorum. Bu süre içerisinde huzurlu bir ortam oluşturarak, ötekileştirmenin olmadığı, liyakata önem verilen ve farklılıkların zenginlik sayılacağı bir anlayışı başta senato içinde, sonra da üniversite içinde yerleştirmek için çalışmalar yaptık. Bu sayede kadro endişesi yaşamadan, akademisyenlerin ve diğer idari personelin verimli ve rahat çalışabilmelerine imkan sağladık. Sivas bir medreseler şehri, yani 1200’lü yıllardan beri Sivas’ta tıp ve temel bilimlerde faaliyette olan üniversiteler mevcut. Cumhuriyet Üniversitesi, bu üniversitelerin devamı niteliğindedir. Modern Türkiye’nin ise İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerden sonra Anadolu’da kurulan ilk üniversitelerinden biridir. 40 yıllık köklü geçmişi ile Cumhuriyet Üniversitesi bilgi birikimi ve tecrübesi ile içerisinden değişik üniversitelerin doğmasına katkı sağlamış, yetiştirdiği akademisyen ve öğrencileri ile ülkemizin her alanda kalkınması için hizmet vermeye devam etmektedir. Üniversitemiz temel bilimleri, mühendislik bilimleri, beşeri bilimler, iktisadi bilimler, sağlık bilimleri alanlarında araştırmalar – geliştirme faaliyetleri ile birlikte, iyi eğitim almış profesyoneller yetiştirmekteyiz. Sağlık ve İnsan Dergisi olarak bu sayınızda üniversitemiz ile ilgili yayın yaptığınız için teşekkürlerimi sunuyorum. 78 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 kitap ÜNİVERSİTEDE HAYALLER VE GERÇEKLER Üniversitede, işlere çoğu zaman hayal ederek başlarız. Hayallerimizin, araştırmalar sonucunda gerçekleşmesini ümit ederiz. Bu hayallerin çoğu gerçekleşmese de, gerçekleşenler, çalışanlar, araştıranlar ve üretenler için daima bir motivasyon nedenidir. İşte bu nedenlerle kitabın adını “Üniversitede Hayaller ve Gerçekler” olarak koydum. Bir bilimsel dergide araştırmamız yayımlanır, hemen makalemizin atıflarına bakarız. Ne kadar başarılı bulunduk ne kadar eleştirildik, diye merak ederiz. Yazar : Haldun GÜNER Yayınevi : Hatiboğlu Yayınevi Yayın Tarihi : 2014 Sayfa Sayısı : 192 Zaten bu yüzden, “Öğretim üyeliği, hocalık, bir unvan ve bir meslekten öte bir yaşam tarzıdır.” derler. SEVDAM MİRAS Bazı kelimeler asla yitirmez rengini Gözlerinin perdesinden Özlem mesela hep sarıdan çalmış sessizliğini Hasret defalarca ağlayıp uslanan Sararan yapraklarda beklemez miydi? Masum bir çocuk gibi Esen rüzgarını Simsiyah veda öpücüğü ile kaybolur Ya da güneşini,keskin kızılın anası Umut ise bazen mavi kadar sonsuz Sevmekse bazen köpüklü bir deniz Sarı kadar kederli Bazende gökyüzünden arınmış saf bir mavi Yazar : Yusuf Yakan Yayınevi : Sokak Kitapları Yayınları Yayın Tarihi : 2015 Sayfa Sayısı : 80 Ve hep öyle kalacak TUTULAMAYAN SÖZLER Bildiğiniz tüm savaş romanlarını unutun çünkü bu kitap tüm ezberleri bozduracak bir hikâyeye sizi davet ediyor. Savaşa savaş açıyor. Babasının ölümüyle birlikte, Londra’daki Tıp eğitimini yarım bırakan Gül Nihal Şemsettin Gelibolu’daki baba evine geri döner. Evde onu bekleyen Balkan Harbi’nden yaralı dönen ağabeyi Tevfik Çelebi, dadısı ve dadısının eşi ile çocuklarıdır. Gül’ün dönüşüyle birlikte ağabeyi ile yaşadıkları fikir ayrılıkları her fırsatta kendini göstermeye başlar. O sıralarda büyük dünya harbi patlar. Gelibolu’daki baskı gitgide artarken savaş, rotasını Gelibolu’ya çevirmiştir. Yazar : Leyla Yıldırım Yayınevi : Gita Yayınevi Yayın Tarihi : 2015 Sayfa Sayısı : 446 Masanın çevresine oturan ahali, sessiz sedasız yemeklerini yemeğe koyulduğunda kesilen gümbürtüler biraz olsun rahat nefes almalarını sağladı. Günü boğuşmayla geçiren yarımadanın güneyi Tevfik’le Osman’ın yakın takibindeydi. Bunu bilen Naciye neler olduğunu sorduğunda, “Ölüyorlar…” diyen Ali Nazmi’nin cılız sesi duyuldu; “Orada herkes ölüyor...” Tek cümleyle ifade ettiği gerçek, masadakileri oldukları yere mıhlayıverdi. ‘Orada yaşanmakta olan başka ne var’ diye düşünen ahali, onun ağzından savaşın ne olduğuna dair alınabilecek en doğru cevabı duymuştu. Günlerdir abisiyle birlikte olanı biteni izleyen Ali çocuk anlayabilir miydi bilinmez ama savaşı kavradığı aşikârdı. En net haliyle hem de… Yaşanan tek şeyin ölmek olduğu Gelibolu’da o serin Nisan gecesini buza çaldırıp hepsinin gözlerini doldurmuştu. Onların saf dünyasına kadar sıçramayı başaran karanlık, beraberinde her şeyi rengine bürüyerek yok ediyordu. Gözün gördüğü, kulağın duyduğu, aklın anladığı tek şey kalıyordu geriye: ‘Sessizlik…’ 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015 SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015