sayi 39 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 39 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Prof. Dr. Haydar SUR
Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı, Medeniyet Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı
Adana Milletvekili
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
EDİTÖRDEN
Geçmişten Günümüze Her Yönüyle
14 Mart Tıp Bayramı
Sağlık ve İnsan’ın KAPAK KONULARI dosyaları sektörün bütün paydaşlarının
ilgisini çekmeye ve dikkatleri üzerine toplamaya devam ediyor. Yayın Editörümüz Esra ÖZ’ün titiz çalışmaları ile daha da nitelikli olan Kapak Konularımız
herkesin merakla beklediği ve ilgi ile incelediği dosyalar haline geldi.
Mart sayımızın KAPAK KONUSU doğal olarak 14 Mart TIP BAYRAMI olacaktı.
Yayın toplantılarımızda bu kez daha farklı bir 14 Mart Tıp Bayramı dosyası
hazırlamaya karar verdik. Gerçekten de ortaya çok ciddi ve kapsamlı bir çalışma çıktı.
Geçmişten Günümüze Her Yönüyle 14 Mart Tıp Bayramı olarak isimlendirdiğimiz kapak dosyamızda Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ, Prof. Dr. Recep AKDUR,
Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU, Av. Sevi FIRAT, Uzman Psikolog Hurigül BAYRAM
GÜLAÇTI, Hemşire. Melek ÇELİK, Dr. Pınar Atakan BİRLER ve Fezile ÖZDEMİR’in
yazıları Tıp Tarihi, Hekimlik ve Sağlık Hizmetleri ile bizlere geçmişten günümüze her yönüyle özel bir 14 Mart Tıp Bayramı yaşatacak nitelikte.
Mart sayımızda Kapak Konumuz dışında da çok değerli isimlerin kıymetli fikirleri, yazıları, araştırma ve makaleleri yer alıyor. Bu bağlamda Prof. Dr. Mutlu AYTEMİR, Prof. Dr. Nilgün ŞENTÜRK, Prof. Dr. Emel BÜLBÜL BAŞKAN, Prof. Dr.
Serdar KULA, Prof. Dr. Cüneyt Köksoy, Dr. Sertaç DOĞANAY, Prof. Dr. Neslihan
ALKIŞ, Doç. Dr. Tayfun AYBEK ve Doç. Dr. Hakan ERBİL’in sağlık, hastalık, estetik, güzellik, bilişim gibi konularla ilgili yazılarını dikkatlerinize sunuyoruz.
Mart sayımızın KAMPUS bölümünde Sivas Cumhuriyet Üniversitesi yer alıyor.
Gezelim Görelim bölümümüzde Kevser SARICA Kıbrıs’tan samimi bir kasaba olarak nitelediği OMORFO’yu yazdı.
Kapak Konusu, dosya çalışmaları, özel bölümleri, makaleleri, araştırmaları, haberleri ile Sağlık ve İnsan Dergisi sağlık alanının en prestijli dergisi
olmayı hak ediyor. Bütün çabamız sizlerin beğenisi ile omuzlarımıza yüklenen bu sorumluluğun üstesinden gelmek. Her sayımızı bu hassasiyetle
çalışıyor, hazırlıyor ve sizlere takdim ediyoruz.
Sağlık ve İnsan Dergisi olarak değerli hekimlerimizin şahsında bütün
sağlık camiamızın 14 Mart Tıp Bayramını tebrik ediyor, insanımızın sağlığına emeği geçen herkese şükranlarımızı sunuyor, daha sağlıklı bir gelecek
temenni ediyoruz.
Sevgi ve saygılarımızla…
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 4 Sayı: 39 • MART 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
EsasMedya Ltd. Şti. adına
/saglikinsandrg
Ayşe Aydın
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı:
Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83
Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54
Basım Tarihi: Mart 2015, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir.
Sağlık Bakanlığından
04 “Memnun Kaldınız mı?” Ziyaretleri
08
14 Mart Tıp Bayramını Kutlarken
12 14 Mart Tıp Bayramının Tarihteki Yolculuğu
50
Bacaklardaki Rahatsızlık
Toplardamar Tıkanıklığından Olabilir
16
Geçmişten Günümüze
Hastane Yönetimi
66
Samimi Bir Kıbrıs Kasabası: OMORFO
72
Cumhuriyet Üniversitesi
haber
SAĞLIK BAKANLIĞINDAN
“MEMNUN KALDINIZ MI?” ZİYARETLERİ
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, 16 Ocak’ta Antalya’da
düzenlenen “Sağlık Bakanlığı Koordinasyon,
Değerlendirme
ve
PlanlamaToplantısı”nda hastanelerden hizmet alıp taburcu olan hastaların evlerinde habersiz olarak ziyaret
edlilp istek / şikayetlerin not edilmesi
ve gereğinin yapılması talimatını vermişti.
1 Şubat’ta başlayan uygulamanın
geri dönüşleri değerlendirilmeye
başladı. Müezzinoğlu, Sağlık Afet
Koordinasyon Merkezi’nde (SAKOM)
81 ilin yöneticileriyle görüşerek değerlendirme yaptı. Telekonferans ile
yapılan görüşmelerde “Sürpriz Ev Ziyaretleri” her yönüyle değerlendirildi.
Sağlık Bakanı Dr.Mehmet Müezzinoğlu yöneticilere ziyaretsayılarını
ve geri dönüşlerin nasıl olduğunu
sordu. Tespit edilen aksaklıkların giderilmesi talimatını verdi. Bakan Müezzinoğlu ziyaretlerin geniş bir yelpazede yapılmasını istedi. Hastane
4
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
hizmeti alan kadar aile hekimi, 112
acil ve evde sağlık hizmeti alan hastaların da ziyaret edilmesini söyledi.
Ziyaretlerin 4’te birinin eşlerle yapılması da ilkesel olarak kabul edildi.
Hasta memnuniyetinin değerlendirildiği tek yöntem ev ziyareti değil.
Mesai dışı hastane ziyaretleri de bir
başka yöntem. Bakan Müezzinoğlu
sağlık yöneticileriyle mesai dışı hastane ziyaretlerini de değerlendirdi.
10 Günde 11 Bin 922 Hasta Ziyaret Edildi
Yurt genelinde, 9 Şubat – 18 Şubat
arası 10 günlük süreçte, 11 bin 922
hasta evde ziyaret edildi. Ziyaretler
sonrası yapılan değerlendirmelerde
hastaların yüzde 49’u hizmetlerden
çok memnun, yüzde 45’i ise memnun olduğunu belirtti. Yüzde 2’si ise
memnun olmadığını söyledi.
Bitlis, Şırnak, Bayburt, Nevşehir, Erzincan, Yalova, Hakkari,Trabzon ve
Zonguldak’ta memnuniyet oranı
yüzde100 olarak tespit edildi. İl bazında en çok ziyaret 720 ziyaret ile
İstanbul’da gerçekleşti. En çok ziyaret
yapan yönetici 66 ziyaret ile Yozgat İl
Sağlık Müdürü Fatih Şahin oldu. Hastaların yüzde 87’si ambulansın zamanında geldiğini, yüzde 13’ü ise geç
kaldığını belirtti.
Ziyaret edilen hastaların yüzde 53’ü
kadın, yüzde 47’si erkek. Kadınların
yüzde 49’u, erkeklerin ise yüzde 50’si
hizmetlerden çok memnun olduğunu söyledi.
Bakan Müezzinoğlu, SAKOM’da
yaptığı görüşmeler sonrası projenin detayları ve hedeflerle ilgili bilgi
verdi. Müezzinoğlu projeyi Bakanlar
Kurulu’nda anlattığını ve uygulamanın takdirle karşılandığını belirtti.
Milyonda bir görülen Gardner Sendromuna yakalanan Refiye Yılmaz,
Sağlık Bakanlığı’nca ABD’ye tedaviye
gönderilmişti. Çoklu organ nakli yapılarak hayata tutunan genç kız hem
sağlığına hem ailesine kavuştu. 18 ay
süren tedavisi tamamlanan Refiye’nin
takibi ise Türkiye’de yapılacak.
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Refiye Yılmaz’ı Tekirdağ’daki
evinde ziyaret etti. Genç kız ve ailesine geçmiş olsun dileklerini ileten
Bakan Müezzinoğlu, şunları kaydetti:
“Ne kadar uzakta da olsak, gönlümüzdeydin hep evladımız gibi. Dua
ettik, hep böyle yüzün gülsün istedik.
Görevi olan görevini yapacak ama bir
yerde dualar eksik olmayacak. Milletin duasını aldın. Allah seni annene,
babana, sevdiklerine bağışlasın, çok
iyi gördüm seni.”
Müezzinoğlu, Refiye Yılmaz’ı
Evinde Ziyaret Etti
Sağlığına kavuşmasında emeği geçen herkese teşekkür eden Refiye Yılmaz, yaşadıklarını anlattı. Yılmaz, tüm
organlarını bağışlamak istediğini ifade ederek; “Biliyorsunuz ben 1 organ
nakli için gitmiştim. Ama aynı anda
6 organ nakli oldum. Şimdi doktorlarım bile diyorlar ki ‘Refiye biz seni
tanımasak, bu kız bu kadar rahatsızlık geçirmiş, şimdi bu halde kesinlikle
demeyiz’ diyorlar. Neden toplumdan
soyutlanayım? Aslında ben toplum
için bir örnek teşkil ediyorum. Sayın
Sağlık Bakanım, ne kadar bağışlanabilecek organım varsa ben de bağış-
lamak istiyorum.” şeklinde
konuştu.
Aile üyelerinin de
organlarını bağışlamak istediğini
söylemeleri
üzerine Bakan
Müezzinoğlu teşekkür
etti ve herkesi organ
bağışına
davet etti.
Müezzinoğlu,
“Şu anda 25
bin insanımız
organ bekliyor.
Her yıl 2 bin insanımızı da organ
bulamadığımız için
kaybediyoruz. Bunların
hepsini yaşatabilir miyiz?
Onu bilmiyoruz. Ama organ olsa
yaşama umudu en az %70-80 artacak. Bu da bizim bu millete, insanlığa,
insanımıza sorumluluğumuz ve borcumuz. Hepimiz bir gün ölüp gideceğiz. Ama ölüp giderken ölümden
ömre vesile olabilmek de herhalde
yapabileceğimiz en önemli hayırlardan olur. Organ bağışlarını da beraber yapalım inşallah. Bu örnekler ne
kadar çok olursa o kadar yüz güler,
o kadar göz geleceğe umutla bakar.”
şeklinde konuştu.
25 yaşındaki Refiye Yılmaz, 14 Nisan
2013’ te tedavi için ABD’ye gönderilmişti. Ağustos ayında, çoklu organ nakli ameliyatı olan Refiye’nin 6
organı değişti. Karaciğer, pankreas,
ince ve kalın bağırsak nakli yapıldı.
Böbreğindeki ur alınarak iki böbreğin bağlantısı yapıldı. Refiye’nin takibi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi’nce yapılacak.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
5
haber
Dr. Mehmet Müezzinoğlu:
“ÖNCE SAĞLIK, ÖNCE İNSAN” DİYEREK
GECELİ GÜNDÜZLÜ ÇALIŞIYORUZ
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, İstanbul’da Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu,
Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü ve Cleveland Clinic tarafından ortaklaşa düzenlenen
“Uluslararası Hasta İletişim Zirvesi”ne katıldı.
Zirvede konuşan Bakan Müezzinoğlu, Bakanlık olarak, “Önce sağlık, önce
insan” diyerek geceli gündüzlü çalışmalar yapıldığını belirtti.
Hekimliğin bir taraftan zorluklar
içerdiğini, diğer taraftan önemli bir
saygınlığa sahip olduğunu belirten
Müezzinoğlu, hasta olana, derdi,
kaygısı olana hizmet ettiklerini, onu,
umutlarını karartmadan, umutlarının
peşinde koşacağı sürece taşımak gibi
bir sorumluluklarının bulunduğunu
aktardı. Mesleklerini sunarken yalnız
hastayı ve hastalığı düşünmediklerini, hasta yakınlarıyla da ilgilendiklerini söyleyen Müezzinoğlu, “Hastayı
tedavisiyle ilgili yol haritasını belirlediğimizde hasta yakının kaygısı
tereddüdü veya bilgilenmesi yeterli
değilse yine farklı farklı sorunlarla sıkıntılarla karşılaşabiliyoruz” dedi.
Hekimlerin her zaman bilimsel gelişmeleri takip ederek, gelişmeleri
bir an önce hastaya sunma sorumluluklarının bulunduğunu kaydeden
Bakan Müezzinoğlu, tıp eğitiminin,
6
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
fakülteden mezun olduktan sonra da
devam ettiğini anlattı.
“Çat kapı evlere ziyarete
gidiyorum”
Bakan olarak gittiği kentlerde ev ziyaretleri yaptığına anlatan Müezzinoğlu, bu ziyaretlerini
o kentin valisi ve ilgili
birim yöneticisinin bilgisi olmadan önceden
planlandığını söyledi.
Ziyaret edeceği illere gitmeden önce Bakanlıktan,
oradaki sağlık kuruluşlarından bir ay önce hizmet almış
hastaların listesini ve adreslerini
istediğini ifade eden Müezzinoğlu,
“Bir ay önce doğum yapmış bir kadının evine, bir ay önce yoğun bakımdan çıkmış bir hastanın evine ve
cerrahi müdahale olmuş bir hastanın
evi olmak üzere ortalama üç yere ziyarete gidiyorum çat kapı. Buralarda
bir yönetici olarak çok farklı fırsatları
yakalayabiliyoruz. Yönetici gözüyle
bakmanın ötesinde hizmeti alan gözüyle sorunun ne olduğunu bulma
fırsatını yakalıyoruz” diye konuştu.
kapakkonusu
14 MART TIP BAYRAMINI KUTLARKEN
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı
Türkiye’de 96 yıl önce,14 Mart 1919
da Tıp Bayramı kutlamaları başladı. O günden beri Türk Tıp dünyası
kendine özgü bu günde kutlamalar
yapıyor. Öncelikle Tıp Bayramının
bizim bir bayramımız olduğunu hatırlatmak isterim. Birçok kutlamaların
uluslararası kabul edilen kutlamalar
olduğunu bildiğimiz için bu bayramı
öyle zannetmeyelim. Tıp Bayramının
neden ve ne zamandan beri kutlandığını bilmekte çok yarar var çünkü
bugünkü Tıp Bayramı kutlamaları
balolar, spor gösterileri, yarışmalarla
ruhunu kaybetmek tehlikesi ile karşı
karşıya gelmiştir.
Türk doktorları bundan 96 yıl önce
çok önemli nedenlerle bu bayramı
tanımlamışlardı. Bu anma toplantıları 1919 yılında İstanbul’un işgali ve
Tıbbiyenin İngiliz askerleri tarafından işgali altında iken düzenlendi.
Bu kutlama Tıbbiye hocalarının ve
öğrencilerinin işgale karşı bir protestosu, “Türk hekimleri olarak biz varız”,
“14 Mart 1827 yılından beri biz çağdaş tıbbın içindeyiz” mesajını veren
bir kutlama idi.
8
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
Neden 14 Mart
Tıp Bayramı olarak 14 Mart’ın alınması, doğru bir araştırma sonucunda
olmuştu. 14 Mart 1827 tarihinde Sultan II. Mahmut tarafından kurulan tıp
okulu; Hiç ara vermeden ve devamlı
kendini yenileyerek bugünkü tıp eğitimine gelmiştir. Bu sebepten 14 Mart
tarihi esas alınmıştı. Türklerin 1827 yılından önceki tıbbı da gelişmiş ve çok
iyi uygulanan bir tıptı. Fakat 18. yüzyıldan sonra bozulmaya başlamış, 19.
yüzyıla gelince düzeltilemeyecek bir
hal almış ve o müesseselerin devamı
gelmemişti. Bu sebepten Tıp Bayramı
olarak başlangıç noktasını 14 Mart
1827 tarihi alınmıştır.
Tıp Bayram kutlamaları
hangi şartlarda başladı
sınıf öğrencileri cephelere gönderilmiş, ölüm herkes gibi onları da vurmuştu.
Savaşlar ve Tıbbiye
1912 yılında başlayan Balkan Savaşı
Osmanlıyı her yönden zor durumda
bırakmıştı.
1912 yılının Ekim ayında seferberlik
ilan edildi. Askeri hekimler ve son
sınıftaki hekim adayları askeri birliklere atandılar. Askeri öğrenciler
talimgâhlara alındılar. Cepheden gelen yaralılar hastaneleri doldurunca
Tıbbiye binasının her yeri hastaneye
çevrilmiş, gemilerle getirilen yaralılar burada tedaviye alınmıştı. Klinik
yatakları yaralılara kâfi gelmeyince
Tıp Bayramı kutlamalarının başladığı
senelerde Tıbbiye Haydarpaşa’daki
görkemli binasında, hem askeri tıp
öğrencilerine hem de sivil tıp öğrencilerine eğitim vermekte devam
ediyordu. Sultan II. Abdülhamit’in
yaptırdığı bu bina, Osmanlı’nın son
döneminde yaşadığı savaşlar ve Milli
Mücadeleye şahitlik etmiş, tıbbiyeliler o zor dönemleri bu binada yaşamışlardı.
Osmanlı Devleti 1853 yılında çıkan
Kırım savaşı, 1876 yılında çıkan Osmanlı Rus Savaşıyla birçok yönden
yara almıştı. Asker hocalar ve son
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
dershaneler, koğuşlar hatta koridorlar bile hastane görevi görmeye
başladı. Tıbbiyedeki eğitime Ekim
1912 den itibaren ara verildi ve 6 ay
boyunca Tıbbiye resmen kapatıldı.
Öğrenciler yaralılara yardımcı olmaya
çalışıyorlardı. 16 Mart 1913 de Tıbbiyenin açıldığı ve derslere başlanacağı
ilan edildi. Savaştan dönen hocalardan sağ kalanlar eğitime tekrar başladılar, tabii sağ kalan öğrencilerle.
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı
bu öğrencilere ikinci bir şok olmuştu.
Savaş başlayınca askeri öğrenciler
6 ay talimgâhlara gönderilmişlerdi.
Avrupa tarafında Ayazağa’da ve Asya
tarafında Bostancıda silah talimleri
başlamıştı. Savaşın büyüyerek devam etmesiyle Tıp eğitimine bir yıl
ara verildi, hocalar gereken cephelere gönderilmiş, tıbbiye son sınıf
öğrencileriyle 3. 4. 5. sınıf öğrencileri
askeri birliklerde görevlendirilmişlerdi. Son sınıfın en çalışkan ve bilgili öğrencileri Kafkasya cephesine
gönderilmiş, orada çoğu tifüs hastalığından ölmüştür. Fakülte gene
“Mecruhin” yaralılar hastanesi haline
gelmiş, okulda kalan tıbbiyeliler buraya gelen yaralılara yardım etmeğe
çalışmışlardı. Talimgâhlardaki tıbbiyeliler ağır askeri eğitim ve açlıkla
mücadele ediyorlardı. Açlık ve sefalet diğer öğrenciler için de yaşanan
bir olaydı. Okulda çok zor şartlarda
hazırlanan yemekler bile yetersiz kalıyordu. İdareciler süpürge tohumundan hazırlanan ekmekleri, kandil yağıyla pişen yemekleri bile zor tedarik
edebiliyorlardı. Öğrenciler açlıklarını
kapatmak için okulun yakınlarındaki
bostanlardan sebze, meyve çalmak
zorunda kalıyorlardı. Veremden 20
tıp öğrencisi ölmüştü. Tıbbiye bir yıl
sonra 1916 da eğitime tekrar başladı.
Sağ kalanlar ve durumun acısını yaşayanlar büyük bir gayretle derslerine devam edip tıp eğitimini tamamlamaya çalıştılar.
14 Mart 1827 tarihinde Çağdaş Tıp eğitiminin kurucusu olan Sultan II. Mahmud ve
Tıbhâne-i Amire
Tıbbiyelilerin Savaş, işgal ve Milli mücadeleyi yaşadıkları Haydarpaşa Tıbbiyesi
İşgalde Tıbbiye
I Dünya savaşından sonra imzalanan
Mondros mütarekesi ile Osmanlı
Devleti ayrı bir döneme girdi; Mütareke ve işgal dönemi. Mondros anlaşmasını ileri süren itilaf devletleri
filosu 13 Kasım 1918 de İstanbul’u iş-
İşgalde Tıbbiyelilerin yatakhaneleri çatı katına taşınmıştı (Hangarpalas)
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
9
gal etti. O sabahtan itibaren İstanbul
Boğazından geçerek işgali başlatan
gemileri Haydarpaşa’dan seyreden
iki gurup vardı. Biri Mustafa Kemal ve
arkadaşları diğeri de Tıbbiyeliler.
Askeri kıyafet yasağından sonra Tıbbiyeliler günlük kıyafet olarak
kullandıkları pijamalarıyla
İlk Tıp Bayramı Hatırası (14 Mart 1919)
İkici Tıp Bayramından hatıra 1920
10
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
Mustafa Kemal Paşa komuta ettiği Yıldırım Orduları kaldırılınca İstanbul’a
dönmek için yola çıkmıştı. Uzun bir
yolculukla önce Adana’ya gelmiş, 10
Kasım gecesi Adana’dan trenle yola
çıkıp 13 Kasım 1918 günü 12.45’te
İstanbul’a ulaşmıştı. Mustafa Kemal
Paşayı Dr. Rasim Ferit Talay karşılamış,
karşı kıyıya geçmek üzere rıhtıma
gelmişlerdi. O gün İtilaf donanması
İstanbul önlerine gelmiş ve İstanbul
fiilen işgal edilmeye başlamıştı. Bu
geçişi seyretmek büyük bir zulümdü
ve hepsinin yüreklerindeki acı yüzlerine aksetmişti. Mustafa Kemal “Hata
ettim. İstanbul’a gelmemeliydim, ne
yapıp edip Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı” diye söylendi, sonra
yaveri Cevat Abbas’a dönerek kararlı
bir sesle “Geldikleri gibi giderler” dedi.
Aynı manzarayı Haydarpaşa’daki Tıbbiye binasının toplantı salonundaki
pencereden seyreden hocalar gözyaşlarını tutamamışlar, öğrenciler ne
olduğunu anlayamamıştı. 21 Kasım
1918 de Meclis-i mebussan feshedildi. Aralık 1918 da Tıbbiye binasının işgali gündeme geldi. Haydarpaşa’daki
tıp eğitimi İngiliz askerleri tarafından
5 sene sürecek işgal dönemine girdi.
1919 yılının Ocak ayında üç generalden oluşan bir İngiliz heyeti okula
gelmiş, Müdür Hulusi Beyle binayı
gezmiş, Askeri kısmın derhal fakülte
tarafına taşınmasını istemiş, yataklar, klinik ve laboratuarlar taşınmış,
öğrencilerin direniş gösterisinde
bulunmaları üzerine saat kulelerine
makineleri tüfekler yerleştirilerek
gözdağı verilmek istenmişti.İngilizlerin büyük yerler istemesi karşısında
Müdür Dr. Hulusi Bey (Alataş) ders
salonlarını feda etmemek için kömür
depolarını ambarları boşalttırmış,
mutfak ikiye bölünmüş, yatakhanelerin büyük bölümü boşaltılmış, büyük
çoğunluk çatı katına sürülmüştü. Askeri Tıbbiyelilerin yatakhaneleri İngilizlere verildiğinden öğrenciler çatı
katındaki bölümlere yerleştirildiler.
Karyolalar alınmış öğrenciler yer şiltelerinde yatmak zorunda kalmışlardı
Bu yetmiyormuş gibi tuvaletler gece
İngiliz askerlerine ayrılmış, tıbbiyeli-
lerin gitmesi yasaklanmıştı. Öğrencilerin yatakhanelerine idrar kovaları
koymak zorunda kalınmıştı. Okulun
nizamiye kapılarına süngülü nöbetçiler konmuş, buradan girip çıkmayı
yasaklamışlardı. Öğrencilere deniz
cephesindeki kapı tahsis edilmişti. Bir süre sonra askeri öğrencilerin
resmi kıyafetleri için emirler gelmeye başladı. İngilizler askeri kıyafete
tahammülsüzlük gösteriyorlardı, sonunda üniformayla dolaşmayı tamamen yasakladılar. Sivil kıyafeti olanlar
o kıyafetlerini giydiler, Anadolu’dan
gelen ve memleketin zor şartları dolayısıyla askeri kıyafetinden başka giyeceği olmayanlara pijama gibi basit
kıyafetler dağıtıldı. Fes giyilmesine
müsaade ediliyordu fakat o da en basitinden ve püskülsüz olacaktı. Askeri
öğrenciler bu soytarı kılığı ile derslere
devam ettiler. Biraz parası olanların
yardımıyla ikinci el pantolon, ceket
bulmaya çalışıyorlardı. Okulu işgal ile
yetinmeyen İngiliz komutanları mütareke şartlarına dayandıkları gerekçesi ile okula alınacak askeri öğrenci
sayısına kısıtlama getirdiler. Yılda 20
öğrenci !. İşgal ve savaş tıbbiyelilerin
kendi değerlerine daha çok sarılmalarına sebep olmuştu. İlk tıp bayramı
kutlamaları bu ortamda 1919 yılında
gerçekleşti.
Tıp Bayramı Kutlamaları
Tıbbiyenin içinde yaşadığı zor şartların bir göstergesi, işgalin protestosu
olarak Tıp Bayramını düzenlediler.
İşgalde her türlü toplantı ve toplu
konuşmalar yasaktı. Tıp Bayramı ise
bilimsel bir toplantı idi ve izin almak
daha kolaydı. Bu sebeple bir araya
gelebilecekler hem kendi aralarında
bir dayanışma başlatacaklar hem de
işgalcilere gözdağı verebileceklerdi.
Tıp öğrencileri hocalarıyla beraber
bu organizasyonu yaptı ve 14 Mart
1919 günü Beyazıt’taki Darülfünun
(Üniversite) binasının toplantı salonunda toplanıldı. Darülfünun rektörü, tıbbiyenin dekanı ve bütün tıp
hocaları hazır bulundu. İstanbul’daki
hastanelerin hekimleri de bir araya
geldi, tıbbiyenin öğrencileri ve diğer
fakültelerdeki öğrenciler de destekleyerek toplantıya katıldılar. Hatta
İngiliz işgal ordusu hekimleri de tıp
bayramına katılmıştı.
İstanbul’un işgalinin bitmesinden sonra Tıbbiyede hazırlanan “Zafer Takı”
En saygıdeğer hocalardan Besim
Ömer, Akil Muhtar, Asaf Derviş, Feyzi
Paşa önemli konuşmalar yaptılar. Tıp
Tarihine ve Türk Tarihine ait önemli
noktalara değinildi ve birliktelik bir
kere daha vurgulandı.
Bir sene sonra 1920 de Tıp Bayramı
gene önemli bir toplantı ile kutlandı. Özellikle 1921 yılında Çağdaş Tıp
Eğitiminin 94.yılı kutlamaları çok
görkemli oldu. Tıbbiyeliler büyük hazırlıklar yaptılar, tören Kadıköy Hale
sinemasında oldu. Bu tıp bayramına
da İstanbul’daki asker, sivil bütün hekimler, devletin ileri gelenleri, hatta
işgal ordusu mensupları, hekimleri
ve pek çok tıbbiyeli katıldı. Büyük
coşku ve heyecan vardı; yapılan konuşmalarda işgal altındaki bir ülkenin aydınlarının acı ve ümit dolu mesajları verilmişti.
Milli Mücadele ve Tıbbiyeliler
Tıbbiyelilerin özgürlük için mücadeleleri sadece tıp bayramı ile sınırlı değildir. Milli Mücadelenin her
anında desteklerini ispat etmişlerdi.
İzmir’in işgalinden sonra en büyük
protestolar tıbbiyelilerden gelmişti.
Düzenlenen dört mitingde de tıbbiyelilerin büyük emekleri vardır. Sivas
Kongresine Tıbbiyelilerin delegesi
olarak Hikmet Boran’ı yollamışlar,
Anadolu’nun silah ihtiyacını bildikleri
için İngiliz askerlerinden satın aldıkları silahları Anadolu’ya göndermişlerdi. Tıbbiyelilerden on beş kişilik bir
gurup Kadıköy Bahariye’deki İngilizlere ait silah deposunu gizlice boşaltarak silah, el bombası ve askeri teçhizatı at arabalarıyla önce Tıbbiyeye
sonrada büyük gizlilik ve maharetle
Anadolu’ya göndermeyi başarmışlardı. Milli Mücadelenin ilk günlerinden itibaren fırsat bulan Tıbbiye
öğrencileri bu mücadeleye katılmışlardı. 1920 yılında on kadar öğrenci
Gebze üzerinden kendi imkânlarıyla,
daha sonra da guruplar halinde
Anadolu’ya gönderilen esirler arasında veya İnebolu’dan başka yollarla
bu mücadelede yerlerini almışlardı.
Tıbbiyelilerden Milli Mücadele için
Ankara’ya giden son altı kafilesiyle
127 doktor ve götürebildikleri kadar
sağlık malzemesi, hastane eşyası ve
hasta çamaşırı ile bu mücadelede
yerlerini almışlardı.
Sonuç olarak 14 Mart Tıp Bayramını
kutlarken; Osmanlı Devleti’nin son
dönemlerinde içinde oldukları hiç
bitmeyen savaşları, tıbbiyelilerin hocaları ve öğrencileriyle bu savaşlarda
fiilen yer alışlarını, İstanbul’un ve Tıbbiyenin işgalini, bu işgalde Tıbbiyelilerin yaşadıkları acı günleri, özgürlük
için verilen mücadeleleri hatırlamamızda büyük fayda var.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
11
kapakkonusu
14 MART TIP BAYRAMININ
TARİHTEKİ YOLCULUĞU
Prof. Dr. Recep AKDUR
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Canlıların temel içgüdüsü, sağlığını korumak ve neslini sürdürmektir.
Bundan ötürü var oldukları günden
beri bu bağlamda bir çaba içinde olmuş ve çeşitli içgüdüsel tepki
ve davranışlar göstermişlerdir. Bu
çaba ve davranışlar, diğer canlılarda
günümüze dek içgüdü düzeyinde
kalmış buna karşılık insanlarda evirilmiş önce istemli-bilinçli sonrada
toplumsal davranışlar niteliğine kavuşmuştur. Bu uzun yolculuğun başlangıcı düşünüldüğünde, dünyadaki
ilk hekim ve eczacının insan olarak
tanımlanılabilen ilk canlı olduğu söylenebilir.
Yolculuğuna içgüdüsel davranışlar ile
başlayıp mistik uygulamalarla devam
eden tıbbın, bilimselliğe kavuşmasında, bulguları 10.000 yıl öncesine ka12
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
dar giden, Anadolu Tıbbı’nın önemli
bir rolü vardır.Birçok bilim dalının
doğuşuna tanıklık eden Anadolu,
tıbbın bilimsel yapıya kavuşmasına
hem öncülük hem de tanıklık etmiştir. İstanköylü Hipokrates (MÖ 460370), Bergamalı Galen (MS 131-200),
Bursalı Asklepiades (MS 1. yüzyıl),
Efesli Soranus (MS 2. yüzyıl), Kayserili
Areteaus (MS 4. yüzyıl), Mahmud Şirvani(1375-1450), Şerafeddin Sabuncuoğlu (1385-1465), Mustafa Behçet
Efendi (1774-1834) gibi çok sayıdaki
ünlü hekim, Anadolu’daki tıp okullarında yetişmiştir.
Anadolu’nun birçok yerinde Selçuklular tarafından açılan darüşşifalar, bir
yandan hastalara hizmet verirken öte
yandan da zamanının hekim, cerrah
ve eczacısını yetiştiren ünlü birer tıp
okulu olmuştur. Kayseri Gevher Nesibe Darüşşifası, Sivas Keykavus Darüşşifası, Divriği Turan Melik Darüşşifası,
Çankırı Atabey Ferruh Darüşşifası,
Kastamonu Ali Pervane Darüşşifası
ve Amasya Darüşşifası bunlardan bazılarıdır.
Osmanlı döneminde, bir yandan
Selçukludan kalanların varlığı korunurken, öte yandan bunlara birçok
yenisi eklenmiştir. Bursa’da Yıldırım Darüşşifası, İstanbul’da Fatih,
Süleymaniye, Atik Valide ve Sultan
Ahmet Darüşşifası bunlardan bazılarıdır. Bunların içinde 1390’lı yıllarda
Bursa’da inşa edilen Yıldırım Darüşşifası ilk defa tıp eğitiminin Türkçe yapıldığı okul olması ile ayrıcalıklı bir yere
sahiptir.
Prof. Dr. Recep AKDUR
Osmanlı İmparatorluğu’nun Monarşik yapısı yaşamının tüm alanlarına
kuşkusuz ki tıbbi hizmetlere de yansımıştır. Darüşşifalar aracılığı ile halka
da hizmet sunulmuş ise de, devlet
eliyle yürütülen sağlık hizmetleri,
ağırlıkla saraya ve orduya yönelik olmuştur. Bu nedenle de Sarayın ve ordunun yapısı ya da içinde bulunduğu
durum tıbbi hizmetlere de yansımış
ya da tıbbi hizmetleri de belirlemiştir.
İmparatorluğun duraklama ve gerileme devrine girmesi ile başta savaşlarda sürekli yenilgi alan ordu olmak üzere birçok kurumda, yeniden
yapılanma gereksinimi duyulmaya
başlanmıştır.
7 Nisan 1789 – 29 Mayıs 1807 tarihleri arasında hüküm süren 28. Osmanlı padişahı III.Selim (1761-1808)
iyi eğitim almış, yeniden yapılanmayı
ve çağdaşlaşmayı benimsemiş bir insandı.Tahta oturduktan bir süre sonra
işe ordudan başlayarak 1793 yılında
Nizamı Cedid ordusunu kurdu. Bu orduyu istemeyen Yeniçeri Ocağındaki
huzursuzluk başkaldırılara ve karışıklıklara neden olarak devleti işlemez
hale getirdi. Nihayet, Kabakçı Mustafa önderliğindeki ayaklanma 29
Mayıs 1807’de III. Selimin tahttan çekilmesi ve Nizamı Cedid Ordusu’nun
dağıtılması ile sonuçlandı.
Tahta oturtulan IV. Mustafa otorite
sağlayamadı. Yeniçerilerin yarattığı
karmaşa ve terör devam etti. Evleri
tek tek dolaşarak buldukları Nizamı
Cedid askerlerini öldürüyorlardı. Nizamı Cedid taraftarlarından Rusçuk
ayanı Alemdar Mustafa Paşa, bu kargaşaya son vermek ve III. Selim’i tekrar tahta geçirmek amacıyla ordusu
ile İstanbul›a yürüdü. IV. Mustafa III.
Selimi öldürerek tahtını kurtarmak istedi ise de Tahttan indirildi ve yerine
II. Mahmut oturtuldu.
30. Osmanlı padişahı olan, II.
Mahmut’ta 1(784-1839) yeniden yapılanmayı ve çağdaşlaşmayı benimsemiş bir insandı. Nizamı Cedid ordusunu Sekbanı Cedid adıyla yeniden
kurdu. Bunun üzerine yirmi yıla yakın
bir süre karışıklık ve isyanlar devam
etti. 1926 yılında başlayan isyan çok
kanlı bir şekilde bastırıldı ve Yeniçeri
Ocağı kapatıldı. Bu olay Osmanlı Tarihinde Vaka-i Hayriye olarak adlandırılır.
Yeniçeri Ocağını kapatıp batı tipi orduya geçen II. Mahmut, ona hekim
ve cerrah yetiştiren tıp okullarını da
bu yeni yapıya uygun hale getirmek
amacı ile 14 Mart 1827 tarihinde
Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i
Amire’yi kurdu. Bu okullar tıp eğitimini Medrese Sisteminden tamamen
kurtaramamış olmakla birlikte “Anadolu’daki tıp eğitiminin çağdaşlaşmasının başlangıcı” olarak kabul edilmesi yaygındır.1836 yılında “Tıbhane”
ve “Cerrahhane” birleştirilerek okulun
adı “Mektebi Tıbbiye”ye değiştirilir. O
günden sonra öğrencilerine ve mezunlarına “tıbbiyeli” denmiştir.
İstanbul İşgali 13 Kasım 1918‘ de
başladı. Yaklaşık dört ay sonra 3 Şubat 1919’da İngiliz birlikleri karargah
yapmak üzere Mekteb-i Tıbbiye-i
Şahane’ye el koydu. Dersler dışında
üç öğrencinin bile bir araya gelmesi
yasaklandı. Öğrenciler, okullarını kurtarmak ve eğitimlerine devam edebilmek için çare aramaktadır. Üçüncü
sınıf öğrencilerinden Sırrı, Kazım İsmail, Yusuf, Müfit ve Hikmet bir araya
gelerek, İngiliz işgaline karşı protesto
toplantısı düzenlemeyi kararlaştırdılar. Asıl amaçları işgal kuvvetlerine
karşı ayaklanmaktı.
Tıp Fakültesi Müderris Meclisi Reisi (dekan) Dr Akil Muhtar’dan ve
Darülfünun Emini(rektör) Dr Besim
Ömer Paşa’dan, Tıphane-i Amire ve
Cerrahhane-i Amire’nin eğitime başladığı gün olan 14 Mart 1827’yi kastederek, Tıbbiyenin 92. yılını kutlamak
üzere izin istediler. Oysa o güne dek
böyle bir gün hiç kutlanmamıştı. Dekan ve Rektör izin vermekle birlikte
“İngilizler bütün her şeyi takip ediyorlar, sizin için tehlikeli olabilir” diye
uyarmayı da ihmal etmediler.
yararlanarak kendini kurtarmayı başaran Hikmet ve Yusuf birkaç gün
akrabalarının evinde saklandılar.
Eminönü’nden bir yük yelkenlisine
tayfa olarak binerek Mudanya’ya
hareket ettiler. Oradan da kendi deyişleri ile “Sarı Paşa”nın kuvvetlerine
katıldılar.
Hikmet ve arkadaşlarının düzenlediği
14 Mart 1919 Toplantısı, emperyalist
işgali protesto eden ilk toplantıdır.
Tıbbiyelinin emperyalizme karşı direnişin kıvılcımını çaktığı gündür. Kıvılcım aleve, alev ateşe, ateş yangına
dönüşmüştür. 14 Mart protestosunu
18 Mayıs 1919 Darülfunun (İstanbul
Üniversitesi) Mitingi onu da 23 Mayıs
1919 Sultanahmet Mitingi izlemiştir.
Bunların örgütlenesi ve kotarılmasında Darülfunun Emini Dr. Besim Ömer
Paşa, Tıp Fakültesi Müderris Meclisi
Reisi Dr.Akil Muhtar ve Milli Kongre
Önderlerinden göz hekimi Esat(Işık)
Paşa’nın çok önemli rolü olmuştur.
Türkler, günümüz anlamındaki uluslaşma sürecini 19.Yüzyılın ikinci yarısı ile 20.Yüzyılın ilk çeyreği arasında
cereyan eden antiemperyalist savaşlarla yaşamıştır. Bu nedenle de bu
zaman aralığındaki tıbbiyeli hareketlerinin hepsi ulusalcı ve antiemperyalist bir niteliğe sahiptir. Onun da
ötesinde bu aralıktaki tüm antiemperyalist ve ulusalcı hareketler ya bizzat tıbbiyeliler tarafından başlatılmış
ya da bu hareketler içinde tıbbiyeliler
önemli bir rol oynamıştır. İttihat Terakki Cemiyeti’nin kuruluşu, Çanakkale Zaferi ve İstanbul İşgali’ne karşı
14 Mart 1919’daki Tıbbiye Direnişi,
18 Mayıs 1919 Darülfunun (İstanbul
Üniversitesi) Mitingi bunlardan bazılarıdır.
Okulun iki kulesi arasına büyük bir
Türk Bayrağı asarak, öğrencileri büyük salonda toplantıya çağırdılar. İşgal kuvvetleri, toplantıyı engellemek
istedi ise de başaramadı. Tüm tıbbiyeliler 14 Mart 1919 günü büyük salonda toplandı. Dr Besim Ömer Paşa,
Dr Akil Muhtar ve birçok diğer müderris de toplantıya katıldılar.
Bandırma
Vapuru’nun
İstanbul
Limanın’dan Samsun’a doğru demir
alması ile başlayan Ulusal Kurtuluş
Savaşı’nın her gününde tıbbiyelinin
kanı ve teri vardır. Vapur’da Mustafa
Kemal’e yoldaşlık eden bir avuç insandan üçü tıbbiyelidir; Tabip Albay
İbrahim Tali (ÖNGÖREN) Tabip Binbaşı Refik (SAYDAM) Tabip Yüzbaşı Behçet Adil (FEYZİOĞLU).
Büyük bir coşku ile hem Tıbbiyenin
açılışı anıldı hem de işgal protesto
edildi. İngiliz bahriyelileri toplantıyı şiddet kullanarak dağıttı, birçok
öğrenciyi tutukladı. Karmaşadan
Sivas Kongresi’nde mandacılara karşı direnirken, Atatürk’ün gür sesi 14
Mart 1919 Direnişi’nin lideri Hikmet
Boran olmuştur. Zaferden sonra
Cumhuriyetin aydınlık Türkiye’sinin
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
13
inşasında iseAtatürk’e omuz veren
hekimlerden hemen akla gelen bazıları şunlardır: Dr. Refik Saydam, Dr.
Reşit Galip, Dr. Rasim Ferit Talay, Dr.
Mediha Eldem, Dr. Behçet Uz; Dr. Abdülkadir Noyan, Dr. Lütfü Kırdar.
Kurtuluş Savaşı ile emperyalistler
yurttan kovulduktan ve Cumhuriyet
ilan edildikten sonra amacını gerçekleştiren tıbbiyeli artık bayramı
hak etmiştir. Bu amaçla bayram yapacak gün seçenekleri düşünülmüş
ve tartışılmış. Bunlardan biri Bursa
Yıldırım Darüşşifası’nda ilk Türkçe
Tıpderslerinin başladığı tarih olan 12
Mayıs diğeri de Tıbhane-i Amire’nin
kuruluş günü olan 14 Marttır. O sırada genel ya da resmi kabul gören
12 Mayıs, 1929-1937 yılları arasındaTıpBayramı olarak kutlanmıştır. Bir
kısım hekim 14 Martta da bayram
yapmıştır.1938’den itibaren ise genel
ya da resmi kabul 14 Mart yönündedir. Bir kısım hekim bir süre daha 12
Mayısı kutlamaya devam etti ise de
daha sonra bu uygulama terk edilmiştir.
14
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
1938’den 1970’li yıllara dek geçen
yaklaşık 35 yıl süresince tıp ortamında, “14 Mart Günü”, “Tıbbiyeliler
Günü”, “Tıbbiyeliler Bayramı”, “Tıp
Bayramı”, “Türkiye’de Tıp Eğitimi
Günü” ya da “Tıp Öğretimi Günü” gibi
değişik adlarla anılsa da, temel amaç
tıptaki çağdaşlaşma sürecini anmak
ve övünülen bu geçmişin hak ettirdiği bayramı yapmak olmuştur.
Dünyada 1970’lerden sonra gelişen
neoliberal akımın etkisinde kalan
Türkiye’de, Cumhuriyetçi sağlık politikalarından uzaklaşma nedeniyle,
bir yandan halkın sağlık hizmetlerinden yararlanması yetersizleşirken öte yandan da hekimlerin özlük
hakları ve statüsünde hızlı bir aşınma
meydana gelmiştir. Artık tıbbiyelinin
bayram yapma şevki ve zevki kalmamıştır. Bu nedenle de 1976 yılına
dek 14 Martı bayram ve balo olarak
kutlayan tıbbiyeli, Bu tarihten itibaren 14 Martı da içine alan 14-21 Mart
haftasını“TıpHaftası” olarak kabul
ederek, çeşitli etkinlikler ile tıp ortamını irdelemeye başlamıştır. 2000’li
yıllardan sonra gelişen politik ortamda tıbbiyeli yalnızca özlük hakkı kaygısı ile değil, ulusal bağımsızlık endişesi ile de yaşar hale gelmiştir. Öyle
anlaşılıyor ki “14 Mart Direnişi”nden
“Tıp Bayramı”na dönüşen tıbbiyeli
hareketi, Tıp Bayramından tekrar “Direnişe” dönüşmeye adaydır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1.Ataç A.: http://www.cerezforum.com/
dunya-tarihi/56708-antik-donemlerdenyakin-tarihe-anadoluda-tip.html Erişim 21
şubat 2011
3. Keskinbora H.K.,Yıldırır S., Aras F.K.:1919
Sultanahmet Mitinglerinde Hekimlerin Katkıları, Avrupa Kültür Başkenti
Kongresi(İstanbul 2010)
2. Tıbbiyeli Hikmet’in Anıları(anonim)
3. Tıp Bayramı (14 Mart) www.memocal.com
Erişim 21 Şubat 2011
4. Uğurlu.M.C. 14 Mart Tıp Bayramının Düşündürdükleri, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası Cilt 50, Sayıl, 1997, s:1-5
5. Yalçın S.:Osmanlı Rektörlerinin İlk Toplantısının Sonuç Bildirgesi, Hürriyet 5 Nisan
2007
7.09 .1984
12. 09. 20 14
Geleceği birlikte güvenle
büyütüyoruz.
kapakkonusu
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
HASTANE YÖNETİMİ
Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği
ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı
Tıp tarihinde hastanenin evrimine
koşut olarak hastane yönetimi de
değişerek, gelişmektedir. Bu bildiri
kapsamında geçmişten günümüze
hastane yöneticiliği evrimsel yaklaşımla değerlendirilecektir. Genel
olarak hastane yönetimi ve hastane
yöneticiliği kavramları, hastane yöneticiliğinin gelişimi, günümüzde
hastane yönetiminin özellikleri üzerinde durulacaktır.
Yönetim, iki insanın bir eylemde bulunmak amacıyla bir araya geldiği
anda gündeme gelen bir olgudur. Eylemi gerçekleştirmek için planlama,
örgütlenme, yöneltme ve denetim
işlevleriyle bir süreç yönetim olarak
başlamış olur. “Yönetim küme amaç16
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
ları doğrultusunda, küme üyelerini
yönlendirmeyi ve onların çabalarını
eyleme dönüştürmeyi sağlar.” Ortak
amaç doğrultusunda bir araya gelen
insanların oluşturduğu topluluğun
amaçlarını gerçekleştirmesi ya da
gerçekleştirememesinin sorumluluğunu yönetim taşımaktadır. Yönetimi
daha geniş olarak şöyle tanımlayabiliriz. “Yönetim, örgütün amaçlarını
gerçekleştirmek için, başlıca planlama, örgütleme, yöneltme ve denetim süreçleri yoluyla tüm kaynakların
eşgüdümlenmesidir.” Bu açılardan
alınınca yönetim sadece özel işletmeler ya da kamu kurumları içinde
değil, küme uğraşı veren her yapıda
vardır ve bu yönüyle evrenseldir. Yönetim örgütsel bir sistem içinde oluşur. Örgüt yapıyı, yönetim işlevselliği
oluşturur. Tıbbi bir yaklaşımla örgütün anatomiyi, yönetimin fizyolojiyi
oluşturduğu benzetmesini yapabiliriz. (Ergun ve Polatoğlu,1992, s.5)
Genel Olarak Hastane Yönetimi
Hastane yönetimi genel yönetimin
bir alt kümesidir. Sağlık hizmetleri üretimi yoluyla toplumun sağlık
düzeyini koruma, iyileştirme ve geliştirmek için maddi ve insan kaynaklarının örgütlenmesi, harekete
geçirilmesi ve denetlenmesi süreci
olarak tanımlanabilir.
Hastane yönetiminin tanımı genel
olarak irdelendiğinde, onun amaç,
süreç, kaynaklar, örgütsel yapı öğelerinden oluştuğu söylenebilir(Ak,
1990a, s.6-7).
Hastaneler iç ve dış dinamikleri olan
ve temelde hastaların iyileştirilmeleri
amacıyla hizmet sunan kurumlardır.
Çok farklı alanlarda çalışanların bu
temel amaç doğrultusunda, belirleyici özellikleri olan bir yapıda, yönetim
süreçleri uygulanarak eylemlerini eşgüdümlemek, hastane yönetiminin
görevidir. Hastane yönetimi, iç dinamikleri ile kendi alanında uzmanlaş-
mış kişilerin çalışmalarını en etkin,
verimli biçimde eşgüdümleyerek
iyileştirme işlevinin yerine gelmesini
sağlamaya çalışırken, bir sistem olarak hastanenin birçok dış belirleyenle
ilişkilerini de yürütür. Burada, benzer
sayıda insanın oluşturduğu birçok
örgütlenmeden daha karmaşık bir
yapının yönetimi söz konusudur. (
Ak, 1990a)
Hastaneler toplumsal yaşamın önemli kurumlarındandır. Toplum içinde
ve bireylere yönelik iyileştirici tanı ve
tedavi amacıyla örgütlenen bu kurum, bireylere yönelik hizmet üretir
gözükse de sonuçları nedeniyle toplumsal işlev görür. Bu nedenle hastane hizmetleri planlanırken toplumun
hastaneden beklentileri önemlidir.
Beklentileri karşılanan toplum, hastanenin giderlerinin karşılanmasında ve kaynaklarının artırılmasında
(kamu veya özel olsun) daha istekli
olacaktır. Yönetim, hastanenin toplumsal işlevindeki sorumluluğu yanında, gelişen teknoloji ve değişen
bilimsel dinamikler doğrultusunda
iç işleyişin kalitesinin sorumluluğunu
da taşımaktadır. Amaca uygun hedefleri belirleyerek, hizmet isteminin boyutlarını kestirebilme, bu doğrultuda
kaynakları sağlayıp, kalite denetimi
yaparak hedeflere ne oranda ulaşıldığını değerlendirme süreci, hastane
yönetiminin temel sorumluluğudur.
(Ersoy - Kavuncubaşı, 1995)
Hastane yönetimi, özel amaçlı bir
örgütün bu amaç doğrultusunda donatılmış bir mekanda, uzmanlaşmış
kişilerin amaca uygun verimli çalışmaları için, planlama, bütçeleme,
örgütleme, kadrolama, yürütme, denetim gibi işlevlerin bilgisine dayanarak gerçekleşir. Hastane yönetimi,
yatarak veya ayaktan sağlık hizmeti
sunulan hastaların, en çabuk, en etkin, en ucuza, en doğru ve gelişmiş
yöntemlerle tanı ve tedavilerinin
yürütülmesinin sorumluluğunu taşımaktadır. Hastane yönetimi, hastane
içi olayların yönetimiyle birlikte dış
ortamla ilişkilerin yürütülmesinden
de sorumludur. Hastane yönetiminin
özellikleri, yönetimin başka alanlarla ilişkileri ve hastanelerde sunulan
hizmetin niteliğinin yaşamsal önemi
nedeniyle yönetim, klasik yönetim
tekniklerinin uygulanmasından farklı
teknikleri kullanmaya yönelmelidir.
Hastane Yöneticisi
Hastanelerde yönetim hizmetlerinin
yerine getirilmesine Hastane Yöneticiliği denir. Hastane yöneticiliği,
genel yöneticiliğin bir türüdür. Sağlık yönetiminin de bir alt sistemidir.
Hastane yöneticisi, hastane hizmetlerinden doğrudan sorumlu yönetim
otoritesidir. Hastanenin iyi biçimde
yönetilmesinden, hastalarla, toplumla, doktor ve personelle ilişkilerin
“hasta insanları iyileştirme” amacı
çevresinde eşgüdümlenmesi hastane yöneticisinin görevidir. (Ak,1990a,
s.99-100)
Yasal ve biçimsel olarak hastane yöneticisi başhekimdir. O, en üst düzeyde sorumluluk taşıyan “kişi” konumundadır. Hastane yöneticisi, bir
orkestra şefi gibi çalışmalıdır. Ancak
günümüzde tek kişi bu sorumluluğu
üstlenmeyip grup olarak bir hastane
yöneticiliği söz konusudur. Çünkü
çok boyutlu gelişen sağlık sistemleri doğrultusunda, profesyonel, yarı
profesyonel ve hizmetlilerden oluşan çok geniş ve karmaşık nitelikte
bir personel yapısına sahip, yüksek
maliyetli sağlık kuruluşları olan hastanelerde yönetim sorunu yaşanmaya başlamış ve hastane yöneticiliği
ayrı bir alan olarak gelişmeye başlamıştır. Profesyonellerin, kurumun
kendisinin ve hizmet alan kişilerin
özerklik beklentileri örüntüsel bir yönetim yapısında, bilimsel yöntemler
kullanılarak çözüm beklemektedir.
Hekim- yönetici arasında özerklik
açısından çatışma yaşanabilmektedir. Yönetimlerin kalite açısından
üzerinde durdukları konulardan
olan, hastanelerde hasta kalış süresi hakkında hastalığa göre önceden
saptanan standartlar belirlenmesi ve
buna uyumlu yatış süresi uygulanması beklentisi; yönetim ve hekimler
arasında çatışma yaratan, hekim –
hasta ilişkisinin özerkliğine karşı bir
girişim olarak algılanan sorunlardan
birisidir (Erdoğan - Ekuklu, 1994, s.
71). Hastane yönetimi günlük olayların yönetimi yanında gelecekte beklenen uygulamaları da öngörmeli ve
yarının sorumluluğunu da taşımalıdır. Maliyet, verimlilik, etkinlik ve
etkililik konusunda en iyiye ulaşmayı hedeflemelidir. Bu hedefler soyut
olarak kalmamalı rakamlara dökülerek somutlaştırılmalıdır.
Gelişmekte olan ülkelerde sağlık yönetiminin bir bilim olarak ele alınmamasının olumsuzluklarına dikkat
çeken Nusret Fişek “... şurası bir gerçektir ki, hekimler yönetimin bilim
olduğunu kabul etmezler ve sağlık
idaresinde görev alanlarda yönetim bilimini öğrenmez, yönetim uzmanlarının tavsiyelerini dinlemezler,
yönetim kurallarını uygulamazlarsa
hizmetleri geliştiremezler.” demiştir.
(Fişek,1968, s.7)
Hastanenin Kurum Olarak Evrimi
Hastane kavramını, hastaların tedavi
gördükleri özel mekanlar anlamında,
ilk çağlardan başlayıp, Mezopotamya, eski Mısır, Hind, Çin, Hipokrat öncesi ve sonrası dönemi, Roma dönemi içinde ele almak olasıdır. Bununla
birlikte günümüzde kullanıldığı anlamına en uygun hastanelerin Selçuklular döneminde oluşturulduğunu
biliyoruz. Ortaçağ da ve Rönesans’ta
hastaneleri ele alıp, bu dönemlerden
sonra hastane kavramının daha gelişmeye başladığını göreceğiz. Daha
sonra, 18, 19 ve 20. yüzyıl’larda tıbbın
gelişimi ve hastaneye yansıması ile
modern hastaneler gelişmeye başlamıştır.
Hipokrat’ın ilk kez hastaneyi kuran
kişi olduğu söylenir. Oturduğu eve
yakın ve sadece hastaları için bir bina
(hastane) yaptırmış ve yardımcıları
aracılığı ile gece gündüz bakım sağlamıştır (Ünver, 1938, II. böl.s. 51). Selçuklular ve Osmanlılarda Hastane; Türkler bir çok hastane kurmuşlardır. Özellikle Selçuklular ve
Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
17
Osmanlılar döneminde şifaiye, bimarhane, darüşşifa, bimaristan adları
altında (günümüzde sağlık, iyileşme,
iyilik, şifa yerleri, evleri olarak ifade
edebileceğimiz) kurulan ve vakıflarla
desteklenen birçok sağlık merkezleri
vardır. Bunların birçoğu Anadolu toprakları dışında yaptırıldığından başka
ülkelerin tarihlerine mal edilmiştir.
Bunların birçoğunun Arap sağlık
sistemine ait olduğu sanılmaktadır.
(Castıglıoni, 1958, s. 282)
Anadolu beylikleri dönemi; Anadolu Selçuklu imparatorluğunun
zayıflaması üzerine Selçuk emirleri
tarafından yer yer kurulan beylikler
döneminde de, bu kurumlar görevlerine devam ettiği gibi yenileri
ilave edilmiştir. Bunlardan 14. yy.
da Dulkadiroğulları’nın Kayseri’de
yaptırdıkları cüzzam hastanesi ile
Saruhanoğulları’nın Manisa’da yaptırdıkları körler hastanesi, Anadolu’daki ilk özel dal hastaneleridir.
Hükümdarlar ve beyler, hekim yetiştirmeye çaba harcamışlar, yabancı ülkelerden en iyi hekimleri Anadolu’ya
getirmişler, hekim geçinen şarlatanlarla savaşmışlar, hekim ve hastaneleri denetlemişlerdir. (Şehsuvaroğlu,
1953, s. 15)
Osmanlı dönemi; 1299 dan itibaren,
Osmanlı dönemi başlar. Özellikle Selçuklu döneminde yoğunlaşan sağlık
hizmetlerini sürdürmüşlerdir. Pek çok
şehirde hastaneler yaptırmışlardır.
Önemli olarak Bursa, Manisa ve Edirne’deki büyük hastaneleri sayabiliriz.
Selçuklular dönemindeki hastane
yapısını korumuşlar aynı türde yeni
hastaneler yapmışlardır. Hastane yönetimleri de vakıflar aracılığı ile gelir
sağlanarak aynı tür düzenlemelerle
sürdürülmüştür. Selçuklular zamanında sahip olunmayan kıyı kentleri
alındıkça buralara da yeni hastaneler
yapılmıştır. (Castıglıoni, 1958, s. 282)
Ortaçağ ve Rönesans; Fakir hastalara bakmak ilk dönemlerde Hırıstiyanların görevleri arasındaydı. Bu
nedenle ilk hastaneler hep kiliselere
ait olmuştur. Merhamet ve iyilik duyguları kilisenin de desteği ile ilk Avrupa hastaneleri kurulmaya başlamıştır.
Kilise tıp uygulamalarının bilimselliği
önünde engel olsa da hastaların, yaralıların tedavisi konusunda engel
olmaktan çok kolaylık sağlamıştır.
Ortaçağın sonlarına doğru birçok
18
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
zarif hastaneler inşa edilmiştir. Bu
hastaneler geniş koğuşları döşemeli,
geniş pencereli hastalar için yataklar
olan, bol su ve lağım düzeneği sağlanmış binalardı. (Uzluk, 1959, s:104)
Bu dönemde yapılan hastaneler büyük ölçüde dini duygularla hayır yapmak üzere kurulmuş olduklarından,
bu mimariye de yansıyordu. Onlar,
genellikle haç biçiminde düzenlenirdi. Haçın merkezine kilise yerleştirilirdi. Hastane yönetiminde söz sahibi
olanlar kilise ve bağış yapan hayırsever kişilerdi. Üst ve orta sınıfın evlerinde tedavi gördükleri bu dönemde,
hastaneye kabul edilecekler konusunda da bu kişiler karar verirlerdi.
(Faucault, 1976)
Günümüzde hastane, onun evriminde gördüğümüz örneklerden yapı ve
işleyiş olarak çok farklı ve karmaşıktır.
Sağlık hizmetlerinin evlerden çıkarak
hastanelere taşınması daha kurumsal
bir temele oturmasını sağlamıştır. Bu
temel üzerinde hastaneler, güvenli
tedavi merkezleri konumuna gelmişlerdir. Tedavi hizmeti, hekim - hasta
ilişkisi dışında bir ekip tarafından
yürütülmeye başlanmıştır. 20. yüzyılda sağlık personeli çeşitlenmiş, yeni
gelişmeler doğrultusunda yeni görev
tanımlamaları yapılmıştır. Özel dal
hastaneleri büyük merkezlerde geniş tıbbi donanımla hizmet üretmeye
başlamıştır. Uzmanlık alanları çeşitlenmiş, uzmanlaşma hastane hekimliğinde koşul durumuna gelmiştir.
Tıptaki ilerlemelerin yanında, teknoloji baş döndürücü bir hızla artmış
ve hastanelerde teknoloji kullanımı
şirketlerin sağladığı fonlar ve yardımlara bağlı olarak gelişmiştir. Özellikle
tıp eğitimi verilen hastanelerde bu
teknolojilerin yoğun olarak kullanılması sonucu hekimlik mesleği teknoloji kullanımına ve paraya bağlı bir
meslek durumuna geldi. Ülkelerindeki sağlık sorunlarının çözümündeki ağırlıklarından çok daha fazlasını
elde etmiş durumda olan hastaneler,
sağlık finansmanının en önemli bölümünü çekmektedir. Sağlık hizmeti
denilince hekimler arasında ve toplumda çoğunlukla hastaneler anımsanmaktadır. Sağlık alanının olabildiğince piyasa denetimine açılmasında
hastane temelli sağlık anlayışlarının
önemli payı vardır. Bununda ötesinde bu gün hastanelerdeki tıbbi tek-
noloji kullanımı, uluslararası sermaye
tarafından yönlendirilen geniş bir pazar halindedir. Batı toplumlarında kilisenin dini duygular ve hayır amaçlı
yaklaşımlarıyla başlayan hastanenin
evrimi, gelinen noktada oldukça karmaşık tıbbi- teknolojik endüstrinin
gözdesi konumunda, sağlık sektörünün önemli yapıtaşları durumundadır. (Soyer, 1995; Çobanoğlu, 1998)
Hastane Yöneticiliğinin Gelişimi
Hastane yöneticiliğinin gelişimini
hastanenin evrimine koşut düşünmek gerekir. Hastane kavramının
gelişimine koşut olarak yönetici kavramı değişim geçirmiştir. Büyücüler,
papazlar, rahipler, doktorlar ve yönetici ekipler bu değişime uygun olarak
hastane yöneticisi olmuştur.
Ulusal tarihimize baktığımızda bilinen en eski hastane yöneticisi Mehmet Razi’dir. Bağdat hastanesinde
hastane yöneticiliği, başhekimlik
yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında ise hastanelerde hekimlikle
ilgili bilimsel işleri sertabip (başhekim) denilen hekim kişiler, hastane
işletilmesi ile ilgili uğraşları ise tımarhane ağası denilen ve hekim olmayan kişiler yürütmüştür. 1840 lı yıllardan sonra müdir-i hastane adı verilen
hekim olmayan kişiler, hastanelerin
işletme yönetimi ile ilgili işlerini üstlenmiştir. Bu dönemde başhekimler
hasta tedavisine yönelik mesleki uygulamaların yönetiminden sorumlu
olmuştur. Müdir-i hastane 1200 akçe
ve 8 kişilik erzak alırken, başhekim
1125 akçe ve 8 kişilik erzak alıyormuş.
(Ak, 1990a, s. 101)
Başka ülkelerden özellikle hastane
yöneticiliğinin ayrı bir alan olarak
çok geliştiği ABD’de, önceleri otel
katipleri, benzin istasyonu personeli, muhasebe kayıt memurları gibi
yetersiz eğitimli insanlar, emekli olduktan sonra rahat çalışma ortamı
diye düşündükleri hastanelerde işletme yöneticisi olarak çalışıyorlardı.
Hastanenin asıl sorumlu yöneticisi
olan başhekimler, bu kişileri yetersiz
nitelikte idare memuru olarak değerlendiriyorlarmış. Hastanenin asıl
sorumlu yöneticiliği, uygulamadaki
önemine koşut olarak en fazla hasta
getirebilen veya kişisel otoritesi / politik yeteneği fazla olan hekimler ta-
rafından üstleniliyordu. 1920’li yıllara
kadar böyle süren hastane yöneticiliği, çoğu temsilcisi hekim olan Amerikan Hastaneler Birliği’nin Hastane
İdareciliği Yüksek Okulu açılmasına
ilişkin araştırma ve önerileri doğrultusunda Dr. Mc. Eachern’in önderliğinde açılan yüksek okulla gelişmeye
başlamıştır. 1920- 1950’li dönemlerde hastanenin işletilmesiyle ilgili oluşan sorun ve işlerin yönetiminden
sorumlu hekim dışı kişilerden oluşan
iş yöneticisi rolü üstlenmiş kişiler
tarafından başhekimlere yardımcı
olunmuştur. Bu süreçte çok işlevli
hekimlerin mutlak otoritesi ve personelle direk ilişkisi vardır. Bu dönem
gelişme eğilimli bir geçiş sürecidir.
1950- 1970 dönemlerinde sigorta
şirketlerinin sayısının ve etkinliğinin artmasına koşut olarak, dış işler
artmış, hastanelerde eşgüdümleyici
rolüyle işlev gören hekimlik dışı kişiler yönetimde etkinlik kazanmaya
başlamış ve diğer personelin doktorlardan çok yönetimdeki bu tip kişilerle sorunlarına çözüm aradıkları
görülmüştür. 1970’li yıllarda kendisine yardımcı olan daha fazla sayıda
uzmanlaşmış personelle oluşturulan bir hastane başkanı konumunda
yönetici tipi gelişmiştir. 1980’lerden
başlayarak gelinen noktadaysa, yönetici bir grup tarafından, güçlü bir
takım çalışmasıyla hastane yöneticiliği yürütülmektedir. Bu ekip, personelle iletişim, doktorlarla iletişim,
yönetim kuruluyla ilişkiler, toplumla
ilişkiler ve işletmeye yönelik işler gibi
tüm hastanenin yönetsel uğraşından
sorumludur. (Ak, 1990a, s. 101-105)
Hastane yöneticiliğinin içtenlikli bir
takım çalışması biçiminde yürütülmesi, Meyer’in (1968) belirttiği gibi,
örgüt iklimi özerinde olumlu etkiler
oluşturacaktır. Örgüt iklimi ile örgütü
öteki örgütlerden ayıran ve örgütteki
insan davranışlarını etkileyen sürekli ve değişmez özellikler tanımlanır
(Gilmer, 1971, s. 27); bu kavramla aynı
zamanda örgüt üyelerinden birinin iç
çevreyi nasıl betimlediği de anlatılır (Gilmer, 1971, s. 57). Bir başka tanımla, örgüt iklimi, isteklendirme ve
davranışa doğrudan biçim veren çevresel ve bireyler arası etmenlere bağlı
özellikler olarak anlaşılmaktadır. (Ertekin, 1978, s. 21)
Lisansüstü Eğitim: Dünyada hastane yönetimi lisansüstü programı
ilk kez 1934 yılında Chicago Üniversitesi Lisansüstü İşletme Okulunda
başlatılmıştır. Programın iddialı bir
amacı vardı: Hastane yöneticiliğini
bazı mesleklerde bulunan akademik
ve kendi kendini yönetme özelliklerini kazanmış eksiksiz bir meslek
durumuna getirmek. (Ak, 1990b, s.
71) Tüm dünya ülkelerinde sağlık
hizmetleri yöneticiliği alanında yürütülen eğitim programlarının bağlı
olduğu kurumlarla ilgili özet bilgiler içeren bir kaynağa göre (AUPHA,
1993; Sarvan, 1995); ABD ve Kanada
bu alanda en gelişmiş ülkelerdir ve
bunlarda 29 lisans, 71 yüksek lisans,
10 yöneticilere yönelik yüksek lisans, 30 doktora, 20 sürekli eğitim
programı bulunmaktadır. Batı ve
Doğu Avrupa ülkelerinde 60 kurum
bu alanda eğitim vermektedir. Latin
Amerika ülkelerinde bu sayı toplam
90 kurum olmaktadır. Yakın Doğu ve
Afrika ülkelerinde yürütülen eğitim
programları yalnızca 18’dir. Bunlar
arasında Türkiye ve Suudi Arabistan
3’er kurumla en çok programa sahip
gözükmektedir. Uzak Doğu ve Avustralya bölgesinde yürütülen programların sayısı ise 56 olarak saptanmıştır.
Bunlardan, Avustralya’da 11, Çin’de
8, Hindistan’da11 ve Japonya’da da
14 eğitim programı bulunmaktadır.
Dünya ülkeleri ile ilgili bu rakamlara bakıldığında bazı Avrupa ve Latin
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
19
Amerika ülkeleri ile Avustralya ve
Japonya dışında birçok ülkede bu
alanın eğitiminin Kuzey Amerika’nın
oldukça gerisinde olduğu gözlenmektedir. (Sarvan, 1995)
Öte yandan, Türkiye’de yataklı tedavi kurumlarının idari hizmetlerinde
görev alacak personel ihtiyacını karşılamak amacı ile 1963 yılında “Sağlık
İdaresi Yüksek Okulu” kurulmuştur.
Onun mezunları yataklı tedavi kurumlarında müdür yardımcısı veya
idari elaman olarak görev yapmaktadır. Bu okulun eğitim programı
klasik anlamda idareci yetiştirmek
üzere planlanmıştır. (Güzel, 1994)
1982-1983 öğretim yılı başından
beri, Hacettepe Üniversitesi Sağlık
İdaresi Yüksek Okulu olarak, sağlık
hizmetleri yöneticiliği alanında lisans
düzeyinde eğitim veren tek kurum
olarak işlevini sürdürmektedir. Lisansüstü programların sayısında ise, son
yıllarda üniversitelerin halk sağlığı
birimlerine bağlı olarak açılan programlarla bir artış olmuştur. Bu programlar özellikle son birkaç yıldan
beri etkinlik göstermekte olup henüz
emekleme aşamasındadır. Mezunlarının istihdamı konusunda da hiç bir
güvence yoktur. (Sarvan, 1995, s.15)
Ayrıca, Türk kamu kuruluşlarında
yüksek öğrenim görmüş çalışanlara
yönelik, yönetim uzmanlığı master
20
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
programı vardır. Böylece, Sağlık Bakanlığı bünyesinde çalışanlardan sınavla seçilenler, Türkiye Orta Doğu
Amme İdaresi (TODAİE)’nde yüksek
lisans eğitimi almaktadırlar.
Hastane Yönetiminin
Başka Alanlarla İlişkisi
Hastane yönetiminin ekonomi, hukuk, davranış bilimleri (sosyal psikoloji, antropoloji, sosyoloji, psikoloji),
matematik, istatistik gibi alanlarla
yakın ilişkisi vardır. (Ak, 1990a, s. 84)
Ekonomi bilimi, ekonomik yaşamı
bir bütün olarak inceler. Hastane işletmeciliği ise, bir hastanenin yönetme problemleri ile ilgilenir. Hastane
yönetimi iç problemlerin çöümünde de, dış belirleyenleri kestirmek
zorundadırlar. Ekonomi, işletmeleri
yakından ilgilendirir. Hastaneler de
hizmet üreten birer işletme olarak,
ekonomi biliminden yararlanan birimlerdir. Hastaneler, hem makro
hem de mikro ekonomiyle ilişkilidir.
Hastane yönetimi ekonomi biliminden yararlanarak, planlamalarını yapar. (Ak, 1990a, s. 84)
Hukuk da hastane yönetimi ile ilişkili bir alandır. Hastanelerin işleyişi ve
çalışanların konumlarının düzenlenmesi, ücretlerinin ödenmesi, hizmet
kusuru, hizmet sunumunun ana çer-
çevesi vb. çok çeşitli yasa, tüzük, yönetmelik, genelge, talimat gibi hukuki kaynaklarla oluşturulan çerçevede
değerlendirilir. (Ak, 1990a, s. 86)
Hastanelerde verilen hizmetin öznesi
ve nesnesi insandır. Öteki işletmelerde insan ilişkileri bu kadar önemli
olmayabilir. Davranış bilimleri hastanelerin işletme olarak yönetiminde oldukça önemli yer tutmaktadır.
Hastane personeli ve hasta ile hasta
yakınları açısından davranış bilimleri
her zaman gündemdedir. Hastanenin amacı ve işlevi insana yönelik,
insan tarafından hizmet sunulan bir
ortamda gerçekleşir. İnsanların davranışlarını önceden kestirmek güçtür.
Davranış bilimleri, gözlem ve deney
yoluyla, insan ve toplum davranışlarını anlamaya çalışır. Bu alandaki
bilimlerden yararlanan hastane yönetimi hem hastalara yönelik sunulan hizmetin niteliğinin artması, hem
de çalışan personelin problemlerinin
çözümü ve iş doyumunun artması
dolayısıyla, verimliliğin artması açısından daha başarılı planlar yaparak,
kolaylıkla uygulayabilecektir.
Matematik ve istatistiğin de hastane yönetimi ile yakın ilişkisi vardır.
Yönetimin yansız bir veri olarak, örgütsel planlarında en yararlı olan iki
alandır. Tıbbi işlemlerde bilgisayar
kullanımı ve tıbbi dökümantasyon
hastane yönetiminin önemli bir bileşenidir. Hastane işletmelerinin
başarılı olması için sağlık hizmetleri
üretilirken kaynakların en verimli
kullanılması zorunluluktur. Hastane
yönetiminin başarısı ilişkili olduğu
alanları değerlendirmesi ve doğru
kullanması ile orantılı olarak artacaktır. Bu alanlarla ilişki sürdürülürken
yeni gelişmeler izlenmeli ve uygulamaya koyulmalıdır.
Hastane Yöneticisinin Kimliği
Hastane yöneticisi, kendine ait zaman ve enerjisinden başka hastane çalışanlarının ürettikleri işten ve
kaynakların etkili - verimli kullanılmasından sorumlu olan ve bunun
denetimine ilişkin yetkileri kullanan
kişidir. Hastane yöneticisinin toplumla, hastalarla, doktorlarla ve diğer
görevli personelle hastane yönetimi
bağlamında, farklı biçimlerde ilişkileri vardır. Bu ilişkilerin hepsi, hastaların en kısa zamanda, en düşük maliyetle, en yüksek düzeyde iyilik haline
ulaşmaları amacına yönelik örgütlenme içinde sürdürülür. Hastanelerin
bir kurum olarak yönetimi yanında,
hastaların iyileştirilmesi ve toplum
sağlığının yükseltilmesi amacının
gerçekleştirilmesi işlevi nedeniyle,
hasta ve hastalıkların özel niteliklerine bağlı olarak olayların yönetimi de
çok önemlidir.
Ülkemizde hastane yöneticiliği görevi başhekim diye tanımlanan hekimler tarafından yürütülmektedir.
Yönetim eğitimi almamış hekimlerin
bu görevi yürütmeleri bazı sorunlara
yol açmaktadır. Tıp eğitimi almamış
yöneticilerin bu görevi yürütmeleri
ise hastanenin temel varoluş amacı
ile uyumsuz uygulamalar yaşanmasına yol açabilecektir. Hastaneyi bir
işletme olarak tanımlayan ekonomistlere göre, işletme yönetimi eğitimi almamış birinin hastane yöneticisi
olması yanlıştır. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, hastanenin
amacı ve işlevi nedeniyle özgün ve
insancıllığı ön planda olan bir tür işletme olduğudur. Çobanoğlu (1996)
tarafından hekimlerde iş doyumunu ölçmek amacıyla yapılan bir alan
araştırmasında, hekimler, yöneticilerin seçimle gelmesi (% 92,5), kararların kendilerine sorularak alınması ve
hastane yöneticisinin yönetim eği-
timi almış hekim olmasını (% 72,32)
istiyorlar. Yöneticinin kimliği hekimlerin iş doyumlarını önemli ölçüde
etkilemektedir. Bu konuya ilişkin yanıtların oranları, yönetim eğitimi alan
hekim (% 72, 32), hekim (% 23,89),
profesyonel yönetici (%3,14), işletmeci (% 0,62) olarak konumuz bağlamında düşündürücüdür. (Çobanoğlu
N – Çobanoğlu M, 1997, s.83 – 84)
Ülkemizde İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde12 Nisan 1977 yılında, Prof. Dr. Kemal Tosun tarafından
düzenlenen bir toplantıya bazı büyük hastanelerin başhekimleri, İşletme ve Tıp Fakülteleri’nden konuyla ilgili akademisyenler davet edildiler ve
hastane yöneticisinin kimliğini tartıştılar. Hastane yöneticisinin hekim mi,
yoksa işletme uzmanı birisi mi olmasının uygun olacağı değişik boyutlarıyla ele alınarak irdelendi. Kurumun
özgünlüğü gerekçesiyle, genel olarak
üst yöneticinin hekim olması gerekliliği vurgulanarak, başhekime bağlı
tıbbi ve işletmeci yöneticiler olması
görüşü en çok savunulan yaklaşım
oldu. Arabacıoğlu (1991), bu konuda sorunun yöneticinin kimliğinden
önce sisteme ilişkin yapısal sorunun
çözümlenmesi olduğunu belirtmektedir. Sistem yenilenerek yapılandırıldığında yönetici kimliğinin buna
göre netleştirileceğini söylemektedir.
Bununla birlikte hekim olmayan birinin durumu tümüyle denetlemesinin
tıp alanının özellikleri nedeniyle güç
olduğunu vurgulamaktadır. (Arabacıoğlu, 1991, s.292 – 293)
Hastanelerde, yönetim ve yönetici, onun kurumsal olarak beklenen
amaçlarını gerçekleştirmek yönünde
önemli bir role sahiptir. Tatar ve arkadaşları (1995) tarafından yapılan bir
alan araştırmasına göre, hastanelerin gelecekte “idare” (administration)
edilmekten çok “yönetilmeye” (management) gereksinim duyacakları
saptaması yapılmakta ve hastane
yönetimi programlarının bu çerçevede yapılması önerilmektedir.
Bu araştırmanın, hastane yönetimi
açısından Türkiye’de ileriye yönelik
olarak önem kazanacak konuların
saptanması ve bu konularda başarılı
olmak için yöneticilerin sahip olması
gereken bilgi, beceri ve yeteneklerin
saptanması amacını taşıdığı savlanmaktadır.
Araştırmada Ankara’da hastanelerde
yönetici konumunda olan başhekim
ve hastane müdürlerine yönelik soru
kağıdı hazırlanıp, delfi ve içerik analizi teknikleri kullanılmıştır. Buna göre:
Sistemin yeniden yapılanmasına yönelik sorun alanlarının öncelik taşıdığı saptanmıştır. Reformlar başlığı altında yer alan ve tartışılmaya devam
eden özerkleştirme, özelleştirme,
rekabet ve hastane işletmeciliği gibi
konuların önem kazanacağı saptanmıştır. Bu alandaki problemlerin çözümünde kullanılacak bilgi, beceri
ve yeteneklerin başında “yenilikçilik, teknolojik gelişmeleri yakından
izleyebilme” gelmektedir. Ikinci ve
üçüncü sırada yer alan sorun alanları
da önemli ölçüde hastane yönetimi
ile ilgili olmayıp, dış çevre ile ilgilidir. Araştırmacıların yorumuna göre
bu durum, hastane yönetiminin yeri
ve önemi yadsınmaksızın, öncelikli
alanın sağlık sisteminin yeniden yapılandırılmasına yönelik kalkınma
politikaları, plan, hedef ve stratejilerinin bir an önce yaşama geçirilmesinin gerekliliğine dikkat çekmektedir.
Bu çerçevede, yönetimin iç çevre ile
olduğu kadar dış çevreyle de ilgilenmesini gerekli kılan stratejik yönetim
ve planlamanın önemi vurgulanmalıdır. (Tatar ve ark., 1995, s. 31)
Hastane yöneticiliği, kurum olarak
hastanelerin özellikleri iyi saptandıktan sonra, bu özellikler doğrultusunda tıbbi ve yönetsel eğitim verilen
hastane yöneticisi yetiştirilmesini
gerekli kılmaktadır. Hastane yöneticisi kavramının, hastane yönetiminden sorumlu bir grubun dayanışma
içinde eşgüdümle çalışmasının koordinasyonu kavramına değişmesi
gerektiği kanısındayım. Burada vurgulanması gereken önemli bir nokta, günümüzde hastanenin, onun
evriminde gördüğümüz örneklerden
yapı ve işleyiş olarak çok farklı bir karmaşıklığa sahip olduğudur.
Yönetici takımda uzmanlık gruplarının temsilcileri vardır. Grupların negatif yönü olan yaratıcılığın azalması riskine karşı heterojen yapısı koruyucu
nitelik oluşturacaktır. Grupların riskli
kararları almasının daha kolay olması,
yeniliklere açık devinimsel yönetim
yapısının güçlenmesini sağlayacaktır.
Burada sorulacak kritik soru “sorumluluk kimin?” sorusudur. Herkesin mi,
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
21
hiç kimsenin mi?, takım çalışması sonucu tartışma ve uzlaşma ile alınan
kararın uygulanmasından sorumlu
birey, yönetici takımın önderi olan
kişi olacaktır. Alınan kararın sorumluluğunu ise tüm yönetim takımı üyeleri taşıyacaktır. Hastane yönetiminde
birçok iç ve dış belirleyenin giderek
karmaşıklaştığı günümüzde tek bir
kişi yerine, bu nitelikte bir yönetici
takım çalışması geleceğin hastane
yönetimine en uygun çözüm gibi görülebilir.
Hastane Yöneticisinin Yetki ve
Sorumlulukları
Hastane yöneticisinin kimliği ve bu
kimliğin gelişimi ile ilgili yukardaki
saptamaların ışığında hastane yöneticisinin yetki ve sorumluluklarının
değişerek karmaşıklaştığını söyleyebiliriz.
Yöneticinin ilk ve en önemli sorumluluğu denetlemek, yöneltmek ve
örgütün türlü kısımları arasında eşgüdümü sağlamaktır. Bu amaçla birçok biçimlerde davranır, karmaşık
bir ilişkiler düzeni içinde görülebilir.
Örgüt ikliminin oluşmasında yöneticilerin bu davranışları önemli oranda
etkili olur. (Ertekin, 1978, s. 15) Örgüt iklimini belirleyen özellikler ne
denli değişik olursa olsun, her örgüt
kendi üyelerinin gereksinmelerini
karşılayacak bir iklim yaratmak ve
bunu sürdürmek zorundadır. Günümüzün yöneticisi örgüt iklimini oluşturacak yönetim kararlarını alırken
keyfi olmamalı, örgütü ve örgütün
amaçlarını bir bütün olarak almalıdır.
Litwin ve Stringer (1968) tarafından
yapılan bir deneysel araştırmada, üç
tür örgüt iklimi ortaya konulmuştur:
Otoriter yapılı iklim, demokratik, arkadaşça ilişkiler dayalı iklim ve başarıya dönük iklim. Bu çalışmayla farklı
yöneticilik biçimlerinin ayrı örgüt iklimleri yaratmadaki etkisi açık olarak
gösterilmiştir. (Litwin - Stringer, 1968,
s. 93 - 118; Ertekin, 1978, s. 18)
Hastane yöneticisi öncelikle hastaların tanı ve tedavisinin sürdürülmesine ilişkin tüm düzenlemelerin
uygulamaya yansıyan durumundan
sorumludur. Örgüt olarak hastanenin
personelinin tümünün üstü konumundadır. Hiyerarşi piramidinin ya da
aşama sırasının üst noktasında bulu22
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
nur. Bu nedenle ast - üst ilişkisi içinde
hastane çalışanlarının çalışmalarını
değerlendirme, kademeli olarak sicil
verme, personel düzenlemeleri yapma gibi yetkileri personelle ilişkilerini
ve sorumluluklarını belirler. Yönetici
olarak, her yöneticinin yapması gereken planlama, örgütleme, yöneltme
ve denetim görevlerini yapmasının
yanında hastanenin kurum olarak
özelliklerinden dolayı ek yetki ve sorumlulukları vardır. Hastane yöneticiliğinin ilk dönemlerinde kişisel otoritenin önemli olduğunu, başhekimin
kişisel ilişkilerle personelle direk ilişki
kurarak veya büyük hastanelerde bölüm başkanları aracılığı ile işlerin yürümesini sağladığını görüyoruz. Gelişen teknolojiye koşut olarak hastane
işlevlerinin çeşitlenmesi ve karmaşıklaşması, personelin çeşitlenmesi ve
yeni görev alanları açılmasını sağlamıştır. Yöneticinin personelle ilişkisinde, kurallar bütünü çerçevesinde
kişisellikten uzaklaşan, önceden
saptanmış verilere uygun çıktıların
denetimi kapsamında ast-üst ilişkisi
önem kazanmaya başlamıştır. Hasta
haklarının 3. kuşak insan hakları olarak gelişmeye başlaması, hasta istem
ve beklentilerinin karşılanmasını hastane yöneticisinin yetki ve sorumluluklarında önemli bir belirleyen
durumuna getirmiştir. Hasta haklarının belirleyen olması dikey hiyerarşi
akışını basıklaştırarak, yatay ilişkilerin
bir bütün olarak sağlık sunumunun
niteliğini yükseltme eğilimini güçlendirmiştir. Hastaların sağlık düzeyi
olabildiğince yükseltilmiş olarak topluma kazandırılması, hastane yöneticiliğinin temel amacıdır. Bu amaç
gerçekleştirilirken, hasta bireyin ve
toplumun memnuniyet düzeyinin
yükseltilmesi yöneticinin başarısının
göstergesi olacaktır. Hastane hizmetlerinin ulaşılabilir nitelikte olması, tanı ve tedavi işlevinin personel
memnuniyeti sağlanarak gerçekleşmesi, uygun maliyetle verimli - etkili
hizmet üretilmesi ve sonuçlardan
hastaların ve toplumun beklenti düzeylerinin karşılanarak, hastanenin
toplumla ilişkisinin başarılı yürütülmesi yöneticinin sorumluluğundadır.
Hastane yöneticisi, yalnızca olayların
yönetiminden ve yürütmeden sorumlu değildir, hastanenin işleviyle
ilgili geleceğe ilişkin planlar yapmak,
hedefler belirlemek ve rakamsal
olarak bu hedeflerin tutup tutmadığını denetlemeli ve uygulamaları
istatistiksel açıdan değerlendirerek
yürütmeyi yönlendirmenin sorumluluğunu da taşır. Güncelin dışında
geleceğe ilişkin de sorumluluk taşır.
Tek belirleyenin birey olarak hastane
yöneticisi/yönetici takımı olmadığı,
ulusal sağlık politikalarının da önemli bir belirleyen olduğu, hastanelerle
ilgili mevzuatın gerçeklerle örtüşen /
örtüşmeyen niteliğinin etkileri... hastane yöneticisinin başarısında kuşkusuz çok etkilidir. Başka belirleyen
öğelerin yanında birey olarak çağdaş
yönetim anlayışına sahip, liderlik yeteneği olan, yetkilerini uygun biçimde paylaşan bir yöneticinin sorumluluğu hastane başarısında oldukça
önemlidir.
Günümüzde Hastane Yönetiminin
Özellikleri
Çağımızda hastaneler, birer hizmet
işletmesi olmasına karşın, öteki tüm
işletmelerden farklı olarak birtakım
özelliklere sahiptir. Hastaneler, toplumsal - ekonomik belirleyenlerden
etkilenen, insan - makine ilişkisi ve
birçok disiplinin ortak katkısı ile
yoğun teknoloji kullanımıyla biçimlenen dinamik bir süreç olarak
yönetim olgusunun varolduğu özel
örgütlerdir.
“Yönetim eldeki kaynakları örgütün
varoluş amacına yönelik eşgüdümleyebilmektir” tanımından yola çıkarak hastane yönetiminin özelliklerini tanımlayabilmek açısından önce
hastanelerin özelliklerini, elindeki
kaynakların neler olduğunu ve hastanenin işlevinin ne olduğununa
ilişkin önemli gördüğümüz bir bölümüne kısaca değinelim. Hastanelerin özelliklerinin başında, onların,
sağlık hizmetinin üretildiği özel bir
mimari yapıya sahip, örüntüsel örgütlenme gerektiren, yirmi dört saat
sürekli işlev gören kurumlar olması
gelmektedir. Bu özelliklerini toplumsal sorumluluk taşıması, otelcilik hizmetlerini içermesi, genellikle kentleşmenin sağlıktaki boyutu olması
izlemektedir. Hastanelerin kaynakları
ise, insangücü, para, zaman, makine,
malzeme, yer ve bina olarak özetlenebilir. Hastanenin bu belirleyenleri ve öğelerinden sonra işlevlerini
tıbbi girişimler, hasta iyileştirme ve
bakım hizmetleri, idari ve mali işlevleri, teknik işlevleri, otelcilik ve eğitim
işlevleri, araştırma -geliştirme işlevleri, koruyucu hekimlik ve toplumsal
işlevleri olarak tanımlayabiliriz. Hastaneler, sağlık hizmeti sunumunun
yanında, gelecekte bu sektörün gereksinim duyacağı elemanların yetiştiği eğitim aldığı ortamlardır. (Ak,
1990b, s. 72)
Hastane yönetiminin öteki yönetimlere göre özgün yönlerini kısaca
özetlersek: Hastane çevresiyle etkileşimde olan açık sistemli bir örgüttür.
Hastanelerde uygulanan teknoloji
çok hızlı gelişen, pahalı ve karmaşık
olan bir teknolojidir. Hastanelerin
toplumsal refah düzeyinin yükselmesine yönelik amaçları “yaşamsal”
önemdedir. Hastanelerde farklı görüş ve düşünceye sahip farklı meslek
gruplarından uzmanların sayısı öteki
kurumlara göre daha fazladır. Bununla birlikte, eşgüdümlü ve dayanışma
içinde çalışmaları gereklidir. (Arabacıoğlu, 1991, s.301)
Hastane yönetimini öteki kurumların
yönetiminden farklı kılan hastane ortamının çok boyutlu yapısı ve özellikleridir. Bu niteliksel ve niceliksel özelliklerin değerlendirildiği bir yönetim
yapısı, hastane yöneticisi kavramının
gelişmesine yol açmaktadır. Bu yönetimin en önemli özelliği, farklı uzmanlık alanlarının işlevleriyle orantılı
olarak yönetim tarafından algılanması ve hastanenin toplumla dış bağlantılarının / ilişkilerinin sürdürülmesidir.
Sonuç ve Değerlendirme
Hastane yöneticiliği, kurum olarak
hastanelerin özellikleri iyi saptandıktan sonra, bu özellikler doğrultusunda tıbbi ve yönetim eğitimi verilen
hastane yöneticisi yetiştirilmesini gerekli kılmaktadır. Hastane yöneticisi
kavramının, hastane yönetiminden
sorumlu bir grubun dayanışma içinde eşgüdümle çalışmasının düzenlenmesi kavramına değişmesi gerektiği kanısındayız. Hastanede çalışan
her birimin temsil edildiği, sorunların
ve ileriye yönelik planlamaların tartışıldığı bir takım çalışması başarılı bir
hastane yönetimi için gereklidir. Toplam Kalite Yönetimi uygulamasındaki
“kalite çemberleri” oluşturulması uy-
gundur. Bu tür bir uygulama, her bir
birimin ya da hizmet türünün kendi
iç işleyişlerinde kolaylık sağlamasının
yanında, önder temsilcileri aracılığı
ile öteki birimlere bilgi sunumunu
ve bilgi alınmasını sağlayacaktır. Böylece etkin iletişim yolları açık olacak,
sistem kendini geliştirerek yenileyecektir.
Hastane yönetiminin yapısı ve yöneticinin kimliği konusunda farklı görüşler vardır. Kanımızca bir yönetici
ekip tarafından kalite denetiminin
her aşamada yapılabilmesi amacıyla, yönetim süreci paylaşılmalıdır.
Yönetim takımının bu amaç doğrultusunda çalışmasının eşgüdümü
işlevini üstlenecek önderin kimliğine yönelik tartışmalar sürmektedir.
hekimler tarafından yönetim eğitimi
almış hekim olmalı istemi açık olarak
belirtilmekle birlikte, bu konuda yeni
araştırmalarla kimin başarılı olacağı
nesnel olarak saptanabilir. Kanımızca
iyi işleyen bir yönetim takımının niteliği, önderinin kimliğinden önemlidir. Tıbbın özgün yönleri, kurumun
temel amacı ve çalışanlar açısından
işdoyumunu arttırıcı etkisi nedeniyle tıp kökenli olmasını önerebiliriz.
Bir tıbbi hizmet kurumunun yönetim
ekibinin sorumluluğunu alacak hekimin klinik görevlerinden uzaklaşmış,
yönetim eğitimi almış bir hekim olmasının doğru olacağı kanısındayız.
Hastane yöneticisi, takım çalışmasının sağlanması ve eşgüdümlenmesi,
önerilerin değerlendirilerek son kararın alınması ve temsil edilme görevlerinde yetki ve sorumluluk taşımalıdır. Demokratik bir örgüt ikliminde
hizmetin niteliği, hizmeti sunanlar
ve alanlar tarafından denetlenebilir
ve algılanabilir olmalıdır. Yönetimin
amacı toplam kalite ise, toplum üzerinde kurumun olumlu etkiler yaratması da buna eklenmelidir.
Kaynaklar
- AK, B.,(1990a): Hastane Yöneticiliği, Özkan
matbaası, Ankara
- AK, B.,(1990b): Sağlık Eğitimi, SSYB Sağlık
İdaresi Yüksek Okulu, Ankara
- ARABACIOĞLU C, (1991): Hekimlik ve Hastanecilik, Çukurova Tıp Fak. Yayını No:15
- CASTIOGLIONI, A., (1958): A History of
Medicine, 2. Edition, Alfred A. Knopf Pub.,
Newyork
- ÇOBANOĞLU, M.(1996): Hastanelerde Çalışan Hekimlerde İşdoyumu - Ankara Ölçeğinde, TODAİE Master Tezi. Ankara.
- ÇOBANOĞLU, N., (1998): Hastanenin Evrimi, Sendrom , 9:10, s. 49-54
- ÇOBANOĞLU, N - ÇOBANOĞLU, M, (1998):
Toplam Kalite Yönetimi Açısından Hekimlerde İş Doyumu Araştırması Üzerine Tartışma, Sağlık Yönetiminde Devamlı Kalite
İyileştirme, Ed: M. Çoruh, Haberal Eğitim
Vakfı yay., Ankara, s. 79 – 90
- ERDOĞAN, M. S., - EKUKLU, G., (1994): Almanya Sağlık Sistemi, Toplum ve Hekim,
9:64-65, s.64-76
- ERGUN T. - POLATOĞLU A., (1992): Kamu
Yönetimine Giriş, TODAİE Yayınları: 241, 4.
basım, Ankara
- ERSOY K. - KAVUNCUBAŞI, Ş. (1995): Hastane Yönetimi: Nereden Başlamalı?, Toplum
ve Hekim, 10:(69-70); s.6-9
- ERTEKİN, Y., (1978): Örgüt İklimi, TODAİE
Yay.: 174, Ankara
- FAUCAULT, M.,(1976): The Birth of The Clinic; An Arkeology of Medical Perception,
London
- FİŞEK, H. N., (1968): Sağlık İdaresinde Modern Eğilimler, XX. Milli Türk Tıp kongresi,
23-27.Eylül.1968, Çeltikçi Mat., İstanbul, s.7
- GILMER H, (1971): Industrial and Organizational Psychology, McGraw – Hill, New
York,
- GÜZEL, S. Harika,(1994),“Cumhuriyet Dönemi Sağlık Yönetimi”, Sağlık Sektöründe
Toplam Kalite Yönetiminin Yeri, Ed: M. Çoruh, Haberal vakfı, Ankara
- LITWIN H. G., STRINGER R. A., (1968): Motivation and Organizational Climate, Division of Research, Harvard Business School,
Boston.
- MEYER H. H, (1968): Achievement Motivation and Industrial Climates, Organizational
Climate: Explorations of a Consept, Ed: R.
Tagiuri, G. H. Litwin, Division of Research,
Harvard Business School, Boston.
- SARVAN, F, (1995): Hastane Yönetimi Eğitimi, Toplum ve Hekim, 10:69-70,s.10-18
- SOYER, A.,(1995): Modern Hastanelerin Doğuşu, Toplum ve Hekim, 10:69-70):S.95-98
-ŞEHSUVAROĞLU, Bedii, N., (1953),
İstanbul’da 500 Yıllık Sağlık Hayatımız, İstanbul Fetih Derneği, Yayın No:21, İstanbul
- UZLUK, F. Nafiz, (1959)Genel Tıp Tarihi,
AÜTF yay., No;68 , Ankara
- ÜNVER, Süheyl, (1938),Tıb Tarihi, Matbai
Ebüziyya, İstanbul
- TATAR F, TATAR M, ŞAHİN İ, ÖZGEN H, ÇELİK
Y, ÖKEM G, (1995): Hastane Yönetiminde
Gelecekte Önem Kazanacak Alan ve Konular ile Bu Alan ve Konularda Başarılı Olmak
İçin Gereken Bilgi – Beceri – Yetenekler,
Toplum ve Hekim, 10:69-70, s.19 – 31
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
23
kapakkonusu
Geçmişten Gelen Hemşire
SAFİYE HÜSEYİN ELBİ
Hem. Melek ÇELİK
Safiye Hüseyin Elbi. Bu isim size hiçbir şey ifade etmiyor olabilir. Ama
bu yazıyı okuduktan sonra aklınızda
kalacağından eminim. Düşünün ki
kadınların eve kapatıldığı, söz sahibi olmadığı bir dönemde doğmuş
ve kendini geliştirmiş bir genç kız ki
tam bu döneminde kurtuluş savaşı
patlak vermiş. Besim Ömer Paşa’nın
(İlk hocası - Doktor) yanında kısa bir
dönem eğitimden geçip hemşire
olmaya hak kazanan ilk Türk hemşirelerimizden biri öyle bir kadın
ki gözünü kırpmadan Çanakkale
Savaşı’nın en hareketli döneminde
cephe de yaralılarımıza yardım etmiş
bir hemşire. Birçok ölüm tehlikesi atlatmasına rağmen balkan harbinde
ve Çanakkale savaşında cesurca çalışmıştır.
Savaş bittikten sonra kendisini hemşireliğe adamıştır. Birçok hemşirelik
okulunun kurulmasında öncülük
yapmış, birçok hemşire yetiştirmiştir. Birçok nişanı bulunan Hüseyin
Elbi bu dönemde kadınların medarı
iftiharı olmuştur çok sevdiği değer
verdiği umutlarını bağladığı hemşirelerin kucağında hayata gözlerini
yumdu.
Safiye Hüseyin Elbinin ağzından anısı
“Herkes son anlarında hep “anne”
diye sayıkladı. İster İngiliz, ister Fransız, isterse Alman, Türk olsun hepsi
“anne” diye can verdiler, der… O arada bir İngiliz gencinden bahseder. O
İngiliz genci gözlerini kaybetmiştir.
Aldığı yaralar sebebiyle de çok yaşamayacağı bellidir. Safiye Hüseyin onu
teselli eder: Dayanması gerektiğini,
nişanlısına er yada geç kavuşacağını
söyler. Yalnızca bu İngiliz erinin nişanlısının ismini sayıklayarak can verdiğini belirtir.
24
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
Bir gün yaralanan Bekir Çavuşu vapura getirirler. Bekir Çavuşun ayağı kesilir. Daha sonra Alman hemşirelerden
birisi Safiye Hüseyin’in yanına gelir.
Telaş içinde şöyle der:
-Hani ayağını kestiğimiz yaralı yok
mu?
-Bekir Çavuş mu?
-Evet.
-Ne oldu peki?
-Kendisine bir hal oldu hemşire. Tek
bacağı ile odanın içinde dolaşmak
istiyor.
Bundan sonrasını Safiye Hüseyin
şöyle anlatıyor:
“Hemen koştum. Bekir Çavuş yarasından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Bileğinden tuttum. Müthiş bir ateşi
vardı.
-Aman Bekir Çavuş! Ne yapıyorsun
bu hal ile ayağa kalkılır mı? dedim.
Bekir Çavuş ise kendini kaybetmiş bir
halde idi:
-Elbette kalkılır! dedi. Sen ne diyorsun! Emir geldi. Emri yerine getirmek
lazım! Tabi kalkacağım!
Sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımızın
arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız, son dakikasına kadar kumandanının emrini
kendine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini
ne de sevdiğini düşünüyordu. Kansız
dudaklarından çıkan son cümleler;
“Emrini yapamadım.” oldu. Fakat ben
şuna kani idim ki, Bekir Çavuş vazifesini en güzel şekilde yapmış idi.
kapakkonusu
HAVACILIK TIBBI
VE TARİHSEL GELİŞİMİ
Dr. Pınar Atakan BİRLER
Uçuş Hekimi
Havacılık tıbbı; pilotların, kabin ekiplerinin, uçuş emniyeti ile ilgili meslek
grupları içinde tanımladığımız hava
trafik kontrolörlerinin (ATC), uçak bakım teknisyenlerinin, uçuş harekât
memuru (dispeçer) ve hava yoluyla
seyahat eden yolcuların, astronotların fizyolojik ve psikolojik durumlarını, koruyucu, mesleki, çevresel ve
klinik tıp açısından değerlendiren,
bu konuda çalışmalar yapan bir tıp
dalıdır. Bu özel uzmanlık dalı ile ilgili
görev yapan hekimler ve psikologlar sadece uçucuların, uçuş ile ilgili
görevlerde çalışanların ve yolcuların
sağlığı ve emniyeti ile ilgilenmez, ayrıca bu görevlerde çalışanların (pilot,
astronot, ATC, kabin memuru vb.)
mesleğin gereklerine göre fizyolojik ve psikolojik olarak seçilmeleri ve
performanslarının değerlendirilmesiyle ilgili çalışmaları da yaparlar.
Havacılık Tıbbı kavramının ortaya
çıkması ve gelişmesi havacılığın gelişmesi ile yakından ilgili bir durum
olmakla beraber havacılık tıbbında
önemli etkisi olan bazı problemler,
26
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
havacılığın gelişmesinden çok daha
önceleri fizyoloji bilimi içinde incelenip çalışılmıştır. Örneğin azalmış atmosferik basıncın canlılar üzerindeki
etkisi ile ilgili çalışmalar 18 yy. ilk yarısında yapılmıştır ama bu konudaki
daha ileri çalışmaların yapılması 19
yy. ancak ikinci yarısını bulmuştur.
İrtifa artmasına bağlı atmosferik basıncın düşmesi ve bunun sonucu
gelişen hipoksi (oksijen yetersizliği),
barotravmalar, dekompresyon hastalığı (vurgun), düşük ısı, kozmik radyasyon ve etkileri, kıtalararası uçuşlar sonucu gelişen yorgunluk, uyku
sorunları, jetlag, denge ve yönelim
bozuklukları (vertigo ve disoryantasyon), hareket hastalığı (taşıt tutması),
sürat ve ivmeli hareketlere maruz kalma sonucu oluşan bozukluklar) Havacılık Tıbbı’nın ilgilendiği, üzerinde
çalışmaların yapılmasına hala devam
ettiği konulardır.
Bir Fransız fizyolog olan Paul Bert havacılık tıbbının yaratıcısı ve kurucusu
olarak bilinir. 1862 yılında Glaisher ve
Coxwell’in balonla yaptıkları bir uçuşta 29.000 feet (yaklaşık 9km) yüksekliğe çıktıklarında görme keskinliğinde ve işitmede azalma meydana
geldiğini kol ve bacaklarında paralizi
ve hatta en sonunda bilinç kaybı, gibi
hissetlikleri bazı belirtileri yazdıkları
makale Bert’in ilgisini çekmiştir ve
barometrik basıncın artması, azalması ile ilgili çalışmalara yönelmiştir.
Özellikle barometrik basınç azalması
durumunda solunum, kan gazları,
akciğerde karbondioksitin oranını
incelemiştir ve bu incelemeler ve deneyler sonucunda birçok değerli veriler elde etmesine rağmen ne yazık
ki bunları uzun yıllar yayınlamamıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte özellikle Almanlar savaş
uçaklarını kullanacak olan pilotları
seçmek için çeşitli uygunluk, yetenek
ve beceri testleri yapmaya başlamışlardır. Almanya’da ilk uçuş doktorları
Dr. Pınar Atakan BİRLER
1915 yılında görev yapmaya başlamıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın bitişi ile beraber, havacılıkta, özellikle savaşta
görev alacak pilotların yetenekleri,
uygunlukları ve olasılıklar tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle İtalya Havacılık Tıbbı ile ilgili yoğun olarak çok
ciddi çalışmalar başlatmıştır. Fakat bu
çalışmalar özellikle savaş pilotlarının
seçilmeleri ve yetiştirilmeleri ile ilgili
olmuştur.
Fransa’da da yine Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra savaş pilotlarının
seçilmesi ile ilgili bir dizi düzenlemeler yapılmış ve özel bir komisyon
pilotların psikofizyolojik durumları
ile ilgili çalışmalara başlamıştır. Özellikle Fransızların bu çalışmaları Havacılık Tıbbında yeni bir akım yaratmış
ve pilot psikolojisinden psikoteknik
araştırmalara kadar giden bir dizi
çalışmaların yapılmasına öncülük etmiştir.
İngiltere’de de Havacılık Tıbbı ile ilgili çalışmalar 1917 yılından sonra
başlamıştır, ilk önce havacılık kazaları ve bu kazalardaki yaralanmalar
ile ilgilenmişler, ancak 1919 yılından
sonra pilot seçimleri, pilot psikolojisi,
havacılık kazaları üzerinde durularak
çalışılmaya başlanmıştır.
İlginçtir ki Amerikalılar 1912 yılında
askeri pilotları seçmek için uygunluk
ve yetenek testleri yapılması ile ilgili düzenlemeler yapmalarına karşın
Birinci Dünya Savaşı sırasında askeri
pilot seçimleri için bu kuralları uygulamamışlardır. 1919 yılında ilk Uçuş
Doktoru Okulu’nu Long Island’da aç-
mışlardır, daha sonra 1922 yılında bu
okul “Havacılık Tıbbı Okulu” (School
of Aviation Medicine” ismini alarak
Texas’a taşınmıştır.
Türkiye’de ise gerek Birinci Dünya
Savaşı gerekse kurtuluş savaşı sırasında Hava Kuvvetlerimizde görev
yapan pilotlarla ilgilenme, destek
olma kendi uçuş doktorlarımız olmadığı için Almanların göndermiş uçuş
doktorları tarafından sağlanmıştır.
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra
pilot adaylarının seçimi ve periyodik
pilotaj muayeneleri Eskişehir’de Hava
Sıhhi Muayene Komisyonu tarafından yapılmaya başlanmıştır, fakat
1929 yılına kadar ülkemizde havacılık
tıbbı eğitimi almış hekimler yoktur.
İlk defa 1929 yılında Elazığ Askeri
Hastanesi’nde KBB uzmanı Dr. Yzb.
Yusuf Ziya Balkan Fransa ve İtalya’da
Havacılık tıbbı üzerine eğitime gönderilmiş ve 1931 yılında yurda dönerek uçuş yönünden değerlendirilmesi gereken vakalarda sadece kendi
uzmanlık alanında değil, diğer dallarda da görüş vermeye başlamıştır.
1932 yılında pilot seçimi ve yetişmiş
pilotların sağlık durumlarının periyodik olarak kontrol edilmesi ile ilk
yönerge çıkarılarak, karara bağlanmıştır. 1934 yılında da dâhiliye, göz
ve asabiye uzmanları olan askeri hekimler Havacılık Tıbbı ile ilgili eğitim
almaya Fransa’ya gönderilmişlerdir.
Ülkemizde, pilotların muayeneleri ve
havacılığa özel sağlık sorunlarına yönelik çalışmaların yapıldığı ilk kurum
Eskişehir Hava Hastanesidir. Yurtdışında havacılık tıbbı eğitimi almış ilk
hekimler burada görevlendirilmişlerdir. Daha sonraları da pilotların
fizyolojik eğitimlerinde kullanılan cihazların satın alınarak burada konuşlandırılmasını takiben “Hava Tababeti” kursları yapılmaya başlanmıştır.
1986 yılında GATA Komutanlığı bünyesinde GATA Hava ve Uzay Hekimliği Merkez ve Ana Bilim Dalı kurulmuş
ve aynı yıl uzmanlık eğitimi verilmeye başlanmıştır. 1990 yılında, binası
ve cihazları yenilenen ve Eskişehir’de
bulunan bu merkez ABD Hava Kuvvetleri tarafından sertifiye edilmiştir.
Burada şimdiye kadar 15 Hava Uzay
Hekimliği uzmanı hekim yetiştirilmiştir. Günümüzde bu merkez USAEM
– Uçucu Sağlığı Araştırma ve Eğitim
Merkezi olarak hizmet vermeye devam etmektedir.
2003 yılında Sivil Havacılık Genel
Müdürlüğü (SHGM) ile yapılan protokolle sivil hekimlere de yaklaşık 6
hafta süren uçuş hekimliği kursu verilmeye başlanmış olup günümüze
kadar yaklaşık 100 hekim Uçuş Tabipliği ve Fizyolojik Eğitim Kursunu başarıyla tamamlayarak Uçuş Tabipliği
Kursu Sertifikasına sahip olmuştur.
SHGM tarafından uçucu ve uçucu
olmayan fakat uçuş emniyeti ile ilgili
görevlerde çalışan diğer personelin
de ilk ve periyodik muayenelerini
yapmak üzere yetkilendirmiş olduğu hastanelerde ve bazı havayolu
şirketleri ve Devlet hava Meydanları
işletmesi’nde (DHMİ) çalışan uçuş hekimleri bu görevlerini yapabilmeye
devam edebilmek için belli aralıklarla
tazeleme eğitimi almaya gitmek zorundadırlar.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
27
kapakkonusu
DR. FAZIL KÜÇÜK
Fezile ÖZDEMİR
Ankara Üniversitesi
Adli Bilimler Enstitüsü
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
önde gelen toplum liderlerinden Dr.
Fazıl Küçük, mücadeleci, halkının çıkarlarını gözeten, yardımsever bir kişiliğe sahip olup, Kıbrıs Türk halkı için
birçok ilke imza atmıştır.
14 Mart 1906 yılında dünyaya gelen Dr. Fazıl Küçük, eğitim hayatına
adada başlar. Üniversite eğitimi için
ailesinden ayrılan Küçük, tıp eğitiminin ilk yılını İstanbul Darülfünun Tıp
Fakültesi’nde tamamlar. Ardından
Fransa’daki Paris Tıp Fakültesi’ne oradan da İsviçre’deki Lozan Üniversitesine gider ve dahiliye uzmanı olarak
mezun olur. Başarılı bir eğitim hayatı
geçiren Küçük’ e, İsviçre’de kalması
ve burada görev yapması için birçok
fırsat sunulsa da Dr. Fazıl Küçük bu
fırsatları geri çevirerek adaya döner.
Halkına biran önce hizmet etmek
isteyen Küçük, serbest hekim olarak
görevine başlar ve klinik açmak için
işe koyulur. Ancak o dönemde adayı yöneten İngiliz Hükümeti, İngiliz
Milletler Topluluğu’na ait bir ülkeden
mezun olmadığı gerekçesiyle klinik
açmasına izin vermez. Mücadeleci
olan Dr. Fazıl Küçük, araştırmaları sonucunda adada Almanya’dan mezun
olan bir Rum doktora klinik açması
için izin verildiğini öğrenir. Bunun
üzerine İngiliz hükümetine şikâyette
bulunarak kliniğini açmak için izin
alır ve klinik giriş kapısının yanına “
İsviçre’den mezun” tabelasını asar.
Bugün Dr. Fazıl Küçük Müzesi olarak
ta kullanılan kliniğinin girişinde bu
tabelayı görmek mümkündür. Halkına kendini adamış olan Küçük, halk
arasında maddi durumu iyi olmayanları cuma günleri kliniğinde ücretsiz
olarak muayene eder ve fakirlere ücretsiz ilaç yardımında bulunur.
Tüm bunların yanı sıra, Rumların uygulamış olduğu tüm ambargo ve
engellemelere rağmen halkın sorunlarını dile getirmek amacıyla 1942
28
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
yılında “Halkın Sesi” gazetesini kurar.
Yıllar içinde gazeteyi daha da geliştirerek İngiliz Hükümeti’nin ve Rumların, Kıbrıslı Türklere yapmış olduğu
haksızlıkları, zulümleri aksettirmek
kısacası; Kıbrıslı Türklerin sesini dünyaya duyurmak amacıyla gazeteyi İngilizce olarak ta yayımlatmaya başlar.
Hekimlik görevinin yanı sıra Kıbrıslı
Türklerin varoluş ve özgürlük mücadelesinde birçok siyasal partinin
kuruluşunda ve başkalığında da rol
alan Dr. Fazıl Küçük, kendini halkının
özgürlüğüne ve refahına adayarak
Kıbrıslı Türklerin özgürlüğünü kazanması için elinden geleni yapar. 1943
yılında yapılan belediye seçimlerinde
büyük farkla zafer kazanarak Lefkoşa
Belediye Meclis Üyesi olur. Bununla
birlikte Kıbrıs Türk halkı için yaptığı
fedakârlıklardan dolayı Kıbrıslı Türkler tarafından kurtarıcı olarak görülen
Kıbrıslı Türklerin Lideri Dr. Fazıl Küçük
1960 yılında Rumlarla Türklerin ortak
kurduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, Kıbrıslı Türkler tarafından Kıbrıs’ın rakipsiz ilk Cumhurbaşkanı Muavini olarak
seçilir. 1963- 1967 yıllarında Kıbrıslı
Türkler ve Rumlar arasında gerçekleşen savaşın ardından 1967 yılında ku-
rulan Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi’nin
başkanlığına da seçilen Dr. Fazıl Küçük, 1973 yılında siyasi hayatına ara
verir. 1980 yılında amansız hastalığa
yakalanan Küçük, Halkın Sesi gazetesinde halkının sorunlarını dile getirmeye devam eder.
Dr. Fazıl Küçük’ ün en büyük hayali
Kıbrıs Türklerin bağımsız bir Cumhuriyet kurarak kendi kendilerini yönetmeleridir. 1983 yılında Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşuna
tanıklık eden Dr. Fazıl Küçük, büyük
bir sevinç yaşar ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla hayata
yeniden kavuştuğunu ve hastalığının
gerilediğini dile getirir.
15 Ocak 1984 yılında tedavi için gitmiş olduğu Londra’da yaşamını yitiren Kıbrıslı Türklerin Lideri Dr. Fazıl
Küçük’ ün naaşı Kuzey Kıbrıs Hamitköy’ de bulunan Anıt Tepe’ye defnedilir.
* Dr. Fazıl Küçük ve Av. Sadun Köprülü anısına Ekim 2015’te Afyonkarahisar’da 6. Ulusal Tıp Günleri gerçekleştirilecektir.
* Fotoğraf Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığı’nın resmi web sitesinden alınmıştır.
kapakkonusu
HEKİMLE HASTA ARASINA
HUKUK GİRERSE
Av. Sevi FIRAT
96.sının 14 Mart 2015 tarihinde kutlanacağı Tıp Bayramı’na yaklaşırken,
hekimin Türk Hukuku’nda ve toplumundaki yerinin işlenmesi için isabetli bir zamandayız...
Son dönemlerde yürürlüğe konulan
yeni düzenlemelerle çalışma düzenlerindeki değişimin yarattığı mutsuzluklar, yaşanan toplumsal olaylarda
aldıkları rol, şiddet mağduru olmaları
ile hekimlerimizden daha çok bahseder olduk... Oysa gönlümüz, sosyal
bir hukuk devletinde, tıptan bahsederken odak noktamızda sorunların
ya da tartışmalı yorumların değil,
hekim ile hasta arasındaki ilişkinin
kutsallığı ve bu kutsallığa yaraşır düzenlemlerimizden bahsetmek ister.
Anayasa’nın 5. maddesi sosyal hukuk
devleti ilkesi kapsamında vatandaşların temel kamusal hizmetlere eşit
erişim hakkını düzenlerken, sağlıklı
30
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
yaşama hakkının da altını çizer. Bunu
tamamlar şekilde Anayasa madde
56, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Devlet,
herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı
içinde sürdürmesini sağlamak; insan
ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek
amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp hizmet vermesini düzenler”
der. Böylelikle, vatandaşların beden ve ruh sağlığının sağlanmasının
Devlet’in görevi olduğu, söz konusu
hizmetlerin sağlık kuruluşları ve dolayısıyla da sağlık mensupları vasıtasıyla yerine getirileceği Anayasal bir
düzenleme olarak Türk Hukuku’nda
yerini bulur. Sağlık sektörüne biraz
aşina olan her hukukçunun bildiği
gibi Anayasa’nın bu ilkeleri ışığında, 1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı
San´atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri
Temel Kanun sağlık hizmetlerine ilişkin temel esasları belirler.
Herhangi bir hasta tedavisinde diploma sahibi bir hekimin görevli olduğu
ve hekimden başkasının hasta tedavi
edemeyeceğini ifade eden de bu düzenlemelerdir, “Tabipler ve diş tabipleri dışındaki sağlık meslek mensupları
hastalıklarla ilgili doğrudan teşhiste
bulunarak tedavi planlayamaz ve reçete yazamaz.” diyen de... yani hukuk
kurallarımız, hekim ile hasta arasındaki güçlü bağı tanır ve yansıtır.
Sağlık hizmetleri ile ilgili temel esaslarımıza göre “Sağlık kurum ve kuruluşları yurt sathında eşit, kaliteli ve
verimli hizmet sunacak şekilde Sağlık
ve Sosyal Yardım Bakanlığınca, diğer
ilgili bakanlıkların da görüşü alınarak
planlanır, koordine edilir, mali yönden
desteklenir ve geliştirilir (…)Bütün sağlık kurum ve kuruluşları ile sağlık personelinin ülke sathında dengeli dağılımı ve yaygınlaştırılması esastır. Sağlık
kurum ve kuruluşlarının kurulması ve
işletilmesi bu esas içerisinde Sağlık ve
Sosyal Yardım Bakanlığınca düzenlenir” . Böylece, sosyal hukuk devleti
ilkesinin olmazsa olmazının sağlık
hizmetinin Devlet tarafından eşit, kaliteli ve verimli şekilde sunulması için
gerekli önlemlerin alınması olduğu
vurgulanır.
Hekimlerin hangi sağlık kuruluşlarında hangi şartlar altında çalışabilecekleri ise son dönemde çıkan ve
birden fazla kere yenilenen, halk arasında bilinen adı ile “Tam Gün Yasası”
nedeni ile çok tartışılmıştır. Yapılan
son değişikliklere rağmen, Tam Gün
Yasası’nın eleştirilmesinin en büyük
nedeni olan hekimlerin çalışma koşullarının ağırlaştırılmış olması sonucu ortadan kaldırılamamıştır. Esasen,
hastaların daha ucuz ve en iyi kalitede sağlık hizmetine kamu hastanelerinde ulaşmasını hedefleyerek
ve hukuken en üst düzeyde himaye
görmesi gereken gayelerle yola çıkılarak yapılmak istenilen düzenlemeler, Anayasal hak olan sağlık hizmetlerine etkin ve kolay erişim ilkesinin
gereklerinin yerine getirilmesi kapsamında şekillenmesi gerekirken,
yüksek performans beklentisine dayalı kazanç sistemi hekimlerin kısa
sürede çok sayıda hastaya bakmak
zorunda kalması nedeni ile, hekim ile
hasta arasındaki ilişkiyi zedeler hale
gelmiştir.
Hukuken hasta ile hekim arasında
“güven” ve “rıza”ya dayanan bir ilişki
vardır. Hasta, kişisel bilgileri üçüncü kişilerle paylaşılmadan ve rızası dışında ifşa edilmeden ve hasta
haklarına saygı duyularak, hekimin
aydınlatma yükümlülüğünü yerine
getirmesi ile, hastanın ihtiyacı olan
en verimli ve etkin bir tedaviyi uygulayabilmesi için hekime rızasını göstermeli ve bu rıza kapsamında da
hekimle aralarında bir güven ilişkisi
oluşmalıdır.
Söz konusu rıza ile ortaya çıkan ve
hekime yüklenen sorumluluğun, bir
çeşit sözleşmeye dayandığı ve dolayısıyla sözleşmesel bir yükümlülük
doğurduğu kabul edilmektedir. Ancak sorumluluk yalnızca sözleşme
ile kısıtlanmamaktadır ve 6098 sayılı
Türk Borçlar Kanunu’nda (eski 818
sayılı Borçlar Kanunu) da düzenlenen “vekâletsiz iş görme”, “haksız
fiil” kapsamlarında sözleşme dışı sorumluluk gündeme gelebilmektedir.
Sözleşmesel anlamda bakıldığında
hekimle hasta arasındaki sözleşmede tarafların borçları şu şekilde özetlenebilir:
Hekim hastanın sağlığına kavuşması için
çaba harcayacak
Hasta bu çaba ve hizmetin karşılığı
olarak ücret ödeyecektir. Ancak ücret
zorunlu bir unsur değildir, zira tedavinin kapsamının sosyal güvenceye
tabi olup olmadığı veya tedavinin
herhangi bir sigorta kapsamında
karşılanıp karşılanmadığına göre bu
borç değişebilecektir.
Hasta ile hekim arasındaki söz konusu ilişkinin hukuki niteliği, Yargıtay tarafından “vekalet sözleşmesi”
olarak kabul edilmektedir. Bir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında da“
BK.386/2
hükmü
uyarınca, diğer iş görme sözleşmeleri
hakkındaki yasal düzenlemelere tabi
olmayan işlerde, vekâlet hükümleri geçerlidir. Somut olayda olduğu gibi, özel
hastane (ve onun tarafından istihdam
edilen doktorlar) ile hasta arasındaki
uyuşmazlıkların vekâlet sözleşmesine ilişkin hukuksal düzenlemelere
göre çözülmesi gerektiği konusunda,
öğreti ve Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulaması arasında paralellik
bulunmaktadır.”1 denilmektedir. Hekim ile hasta arasıdaki ilişkinin vekalet ilişkisi olmasının sonucu “ Vekil,
vekâlet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden
sorumlu değilse de, bu sonuca ulaşmak
için gösterdiği çabadaki özen eksikliğinden dolayı sorumluluk altında [olması] [ve] Eğer bu özen eksikliği nedeniyle müvekkil bir zarara uğramış ise,
vekilin tazminat sorumluluğunun gündeme gel[mesidir].”2 Zira vekâlet edenin borçları arasında borcu şahsen ifa,
ifa sırasında özen ve sadakat borcu ve
hesap verme borçları; vekâlet verenin
ise vekilin borçlarını ifa etmesi karşısında ödeme borcu ve zararları giderme borcu bulunmaktadır.3
1 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E.2002/131011, K.2002/1047 sayılı ve 11.12.2002 tarihli kararı
2 Yargıtay 4. HD, E. 2005/5837, K.2005/5679
ve 26.05.2005 tarihli kararı; Yargıtay 13. HD,
E. 2002/7925, K. 2002/10687 ve 15.10.2002
tarihli kararı
3 Söz konusu vekâlet ilişkisi yorumu genel
sağlık hizmetleri ve zorunlu tedaviler kapsamında yapılmış olup, istisnasını estetik
müdahalelerin “eser sözleşmesi” kabul
edilmesi oluşturmaktadır. Ancak taraf ilişkisinin hukuken, eser sözleşmesi niteliğinde
olduğunun kabulü hekim açısından sonuçları daha da ağırlaştırmaktadır.(Yargıtay 13.
HD, E. 1993/131, K. 1993/2741 sayılı kararı;
Bu kapsamda hasta ile hekim arasında güven ve rızaya dayalı bir vekâlet
sözleşmesi ve ilişkisi olduğu, bu ilişkide hekimi istihdam eden taraf Devlet
olduğunda, hastaya karşı hekimin
yanında sorumlu olan tarafın yine
Devlet’in kendisinin olacağını unutmamak gerekir.
Devletin hekimlerini koruması, hekim ile hasta arasında var olması gereken güven ilişkisini desteklemesi,
kamusal hizmetlerin başında gelen
ve insan hayatında her şeyin önüne
geçen sağlıklı yaşam olgusuna ulaşmamızı kolaylaştıracaktır.
Hekimlerin görevlerini gönülllü olarak ifa etmeleri ve ihtiyaç altında olan
kişilere yaptıkları yardımların devlet
tarafından bir kovuşturma konusu
haline getirilmesi; hekimlerle Devlet
karşı iki tarafmışcasına yeterince iyi
tartışılmamış olan düzenlemelerin
ve değişikliklerin hayata geçirilmesi
ve bu düzenlemelerin yargısal denetimi sonucunda yeniden ve yeniden
ele alınması, hekimlerin kişisel gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek
yasal ve idari düzenlemelerden kaçınılması gereklidir. Aksine, hepimizin
güvenliği ve sağlıklı geleceği için,
hekim ile hasta arasındaki güven ilişkisinin güçlendirilmesi için halk için
eğitim başta olmak üzere, hekimlerin
kariyerleri boyunca hem ekonomik
bağımsızlıklarını daha rahat sağlayabilecekleri hem de kesintisiz, kaliteli
ve verimli sağlık hizmetleri sunabilecekleri yasal düzenlemelerin önünün
açılması; meslek kuruluşları ile devlet
arasındaki iletişimin iyileştirilmesi ve
geliştirilmesi ve söz konusu meslek
kuruluşlarına hekim-hasta ilişkisi ve
sağlık hizmetleri kapsamında daha
fazla hak verilmesi; hekimin her zaman yardıma ihtiyacı olan kişiler için
hazır bulunulmasının sağlanabileceği bir özgürlük ortamının yaratılması
ile Türkiye 2023’e tüm diğer toplumlara örnek bir ülke olarak girebilir.
Hekimin insan hayatındaki önemine
yakışır şekilde, Türk Hukuku altında
hak ettiği saygıyı gördüğü gelecek
Tıp Bayramlarını huzur içinde kutlama dileği ile.
Tüm sağlık mensuplarının Tıp Bayramı kutlu olsun.
Yargıtay 15. HD, E.1999/4007, K.1999/3868
sayılı kararı.)
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
31
kapakkonusu
PSİKOLOJİ TARİHİ
Hurigül BAYRAM GÜLAÇTI
Uzman Psikolog
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Psikoloji Bölümü
İnsanların davranışlarını ve bu davranışların altında yatan zihinsel mekanizmaları anlamlandırmak en eski
çağlardan bu zamana hep merak
uyandırıcı olmuştur. Bu merakla, zaman içinde psikoloji biliminde birçok
ilerleme kaydedilmiş ve bir bilim olarak psikoloji günümüzdeki mevcut
yapısına kavuşmuştur. Bu bağlamda,
psikolojinin tarihsel gelişim çerçevesinde değerlendirilmesi aslında bu
bilimi anlamak için çok büyük önem
taşımaktadır.
Antik çağlardan beri birçok düşünür
zihin, öğrenme, algı, beden ve ruh
gibi şu an dahi popüler olan birçok
32
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
konu üzerinde felsefi düşünceler ortaya koymuştur. Örneğin, Socrates
bireyin kendi düşünce ve duygularını kendisinin sınadığı ve birçok bilim
insanı tarafından da sıklıkla başvurulan bir yöntem olan içebakış (introspection) yöntemini geliştirmiştir ve
kullanmıştır. Plato zihinsel süreçleri
düzenleyen mekanizmanın beyin olduğunu savunurken, hocası Aristotales ise beden ve ruh arasındaki ilişkiye
Ruh Üzerine (Peri Pscyhe) adlı eserinde yer vermiş ve psikoloji kavramları
arasında önemli bir yere sahip olan
“tabula rasa (boş levha)” kavramının
temeli sayılabilecek düşüncelere yine
bu eserinde değinmiştir. Ayrıca, öğrenmenin en önemli ilkesinin geçmiş
deneyimlerimizle kurduğumuz bağlantı olduğunu savunan çağrışımcılık
(associationism) teorisinin taslağını
da Aristotales oluşturmuştur. Daha
sonraları ise yine önemli olarak kaydedilebilecek bir diğer yöntem olarak
hipnoz ise Mesmer tarafından bazı
psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmek
amacıyla kullanılmıştır. Orta Çağda
ise dinin etkisi tüm bilim alanlarında hissedildiği gibi insan davranışını
ve özellikle psikolojik rahatsızlıkları
açıklamada da hissedilmiştir. Daha
Hurigül Bayram Gülaçtı
sonra Rönesans’la birlikte bilimde yaşanan ilerleme ile insan davranışı ve
zihinsel süreçler birçok bilim insanı
tarafından incelenmeye devam edilmiştir. Dönem içerisinde psikolojiye
en önemli katkıları sağlayanlardan
birinin Descartes olduğu söylenebilir. 17. Yüzyıl da yaşamış olan Fransız
filozof Descartes dualizm düşüncesini savunarak beden ve ruhun iki farklı
varlık olduğunu ve bu iki varlığın etkileşimi yani ruhun beden üzerindeki
etkisinin ve bedenin ruhun üzerindeki etkisi sonucunda insanların deneyimlerini oluştuğunu söylemiştir.
Ayrıca, Descartes’ın idealar öğretisi
psikoloji bilimine katkı sağlayan birçok bilim insanına bir zemin oluşturmaktadır. Öyle ki, Descartes, idealar kuramında, insan zihninin hem
sonradan türeyen hem de bireyin
doğuştan getirdiği idealar ile şekillendiğini belirterek modern psikolojide yer alan birçok düşünceye de bir
bakıma etki etmektedir. Descartes
düşüncelerini sadece felsefe ile sınırlamayarak anatomik çalışmalar ile
güçlendirmeye çalışmıştır. Çalışmalarıyla sinir sistemini detaylandırmayı
amaçlamış ve ruh ile beden arasındaki etkileşimin gerçekleştiği beyin bölümünün beyin epifizi olduğunu öne
sürmüştür. Aydınlanma çağında psikoloji alanında yaptığı çalışmalarla
bilinen diğer bilim insanlarının bazıları ise Locke, Hume, Berkeley, James
Mill ve John Stuart Mill’dir. John Locke bilgi ile alakalı ilk deneye dayalı
teoriyi geliştirmiştir ve insan zihninin
doğuştan boş bir levha olduğu önermesine işaret eden tabula rasa’yı ortaya atmıştır. Hume, izlenimler ve fikirler arasında bir ayrım yapmış ve bu
bağlamda psikoloji bilimine önemli
bir katkıda bulunmuştur. Berkeley
ise, algının önemine vurgu yapmıştır
ve bilgilerin algı ve deneyimler sonucu elde edilebileceğini savunmuştur.
James ve Stuart Mill de daha sonra
psikolojide çok önemli bir ekol haline
gelecek olan Gestalt psikolojisine temel oluşturacak görüşlerini kimyayı
baz alarak sunmuşlardır. Daha sonraları, Helmholtz, Weber ve Fencher de
fizyoloji temelinde insan zihnini inceleyen deneyler ve araştırmalar yapmışlardır. Helmholtz’un sinir akımları,
görme ve işitme üzerine yaptığı deneysel çalışmaları ile algısal sistemi
anlamlandırmaya çalışması, Weber’in
ancak fark edilebilen fark (just noticable difference) yasasını deneysel
çalışmalar sonucunda ortaya koyması ve Fechner’in zihin ile beden
arasındaki fonksiyonel ilişkinin ölçülebilir olduğunu göstermesi modern
psikolojinin oluşumu için en önemli
mihenk taşlarını olduğu söylenebilir.
İnsanlık tarihi ile başlayan fakat
1800lerin sonlarına kadar başta felsefe olmak üzere fizyoloji ve teoloji
arasında sıkışıp kalmış olan psikoloji
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
33
bilimi, araştırma yöntemlerinin ve
yaklaşımların değişmesi ve gelişmesiyle birlikte modern yapısına ancak
19. Yüzyılın ikinci yarısında kavuşabilmiştir. Bu bağlamda, modern psikolojinin ayrı bir disiplin olarak ortaya
çıkması bilimsel yöntemlerin insan
davranışını ve zihinsel mekanizmaları anlamlandırmak için kullanılmasıyla gerçekleşmiştir denilebilir. Bunun
en güzel örneği Wilhelm Wundt tarafından 1879’da ilk psikoloji laboratuvarının kurulmasıdır. 1892’de de
Amerikan Psikoloji Derneği (APA)
kurulmuştur. İlk psikoloji laboratuvarı kurması ve ilk psikoloji dergisini
yönetmesi ile Wundt psikoloji biliminin kurucusu olarak nitelendirilebilir.
Wundt’un deneysel psikoloji alanında birçok çalışma yaptığı görülmektedir. O ve öğrencileri zihnin temel
elementlerinin analiz edilebileceğine ve bilinçli yaşantıların bilimsel
yöntemlerle sınıflandırılabileceğine
inanarak çalışmalarını içebakış yöntemini kullanmışlardır. Sonucunda,
psikolojide önemli ekollerden biri
olarak görülen yapısalcılık (structuralism) ekolü Wundt’un çalışmaları
temel alınarak özellikle öğrencisi
Titchener tarafından savunulmuş ve
diğer ekoller de karşıt ve yeni savlar
üreterek psikolojinin tarihsel evrimi
içerisinde yerlerini almışlardır. Yapısalcılık ekolü, bilincin ve zihnin temel
yapılarına odaklanan ve bilincin ancak nesnel bir biçimde bireyin kendi
düşüncelerini ve zihinsel aktivitelerini gözlemlemesi yoluyla incelenebileceğini varsayan bir yaklaşım olarak
tanımlanabilir. Bu yaklaşıma göre insan zihninin nesnel duyuların ve öznel hislerin birleşmesiyle işlevini yerine getirdiği söylenebilir. Daha sonra,
içebakış yönteminin güvenilirliğinin
sorgulanmasıyla birlikte zihinsel süreçleri anlamlandırmak için “ne?” sorusu dışında “nasıl? ve neden?” gibi
soruların sorulması gerektiğine inanılarak William James, Stanley Hall ve
James Cattell tarafından işlevselcilik
(functionalism) ekolü benimsenmiştir. Bu ekole göre, deneyim bilincin
devamlı akışından ibarettir ve araştırmacılar çalışmalarını zihnin işlevlerini
34
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
anlamaya yönelik sürdürmüşlerdir.
Bilinçle birlikte, bireyin yaşadığı çevreye uyumu esnasındaki davranışları
da bu ekolün çalışma alanı içerisinde yer almaktadır. Psikolojideki bir
başka ekol ise hem yapısalcılık hem
de işlevselcilik ekolüne karşı çıkan
davranışçılık (behaviorism)’dir ve bu
ekolün en büyük savunucusu John
Watson’dır. Watson, Skinner, Pavlov
ve Thorndike öncülüğündeki davranışçı ekol davranışın gözlemlenebilir
olduğunu savunmakta ve öğrenmenin önemine vurgu yapmaktadır.
İçebakış yönteminin ve zihni incelemeyi reddetmektedir. Psikanaliz
(psychoanalysis) ise bilinçaltındaki
düşüncelerin, duyguların ve hatıraların bireyin davranışını açıklamadaki etkisine odaklanmaktadır. Freud,
insan zihnini id, ego, süperego olarak üç boyutta inceler ve bu boyutların etkileşiminin insan davranışını
yönlendirdiğini savunur. Jung, Adler
ve Erikson gibi bilim insanlarının da
Freud’un psikanalitik yaklaşımından
etkilendiği görülmektedir. Bu ekollerin dışında, bütünün parçalarından
daha anlamlı olduğu görüşünü savunan Gestalt psikolojisi yapısalcılığa ve davranışçılığa alternatif olarak
ortaya çıkan bir psikoloji ekolüdür.
1930lu yıllarda başlayan bu akımın
önemli temsilcileri arasında Wertheimer, Köhler ve Koffka yer almaktadır. 20.yüzyılın ortalarından itibaren etkilerini gördüğümüz iki yeni
ekol ise bilişsel psikoloji (cognitive
psychology) ve hümanist psikoloji
(humanistic psychology) ekolleridir.
Bilişsel psikoloji düşünme, algılama,
hatırlama ve öğrenme gibi bilişsel
mekanizmaları inceleyen ve davranışçı ekolü eleştiren bir yaklaşıma sahiptir ve en önemli savunucusu Jean
Piaget’dir. Hümanist psikoloji ise
hem davranışçı hem de psikanalitik
ekole bir seçenek olarak gelişen ve
Abraham Maslow ve Carl Rogers’ın
popüler savunucuları olduğu yeni
bir yaklaşımdır. Özgür iradeye ve
kendini gerçekleştirmeyi etkileyen
motivasyonlara
odaklanmaktadır.
Hem hümanist hem de bilişsel ekol
psikoloji alanında etkilerini günü-
müzde de devam ettirmektedir. Bu
arada Amerika Birleşik devletlerinde Tanı ve İstatistiksel el kitabı olan
DSM-I ruhsal bozuklukları sınıflandırmıştır. Sınıflandırma kitabı DSM-V ise
2014 yılında basılmıştır.Dünya Sağlık
Örgütü ise, bütün hastalıkların sınıflandırmasını içeren ICD-10’u oluşturmuşlardır. Sınıflandırma sistemleri de
psikoloji biliminin gelişmesine katkıda bulunmuştur.
Dünyada psikoloji tarihsel gelişimiyle paralel olarak Türkiye’de yapılan psikoloji çalışmaları ve izlenilen
yaklaşımlar da benzer bir biçimde
fakat daha geç seyretmiştir. 1915
aslında Türkiye’deki modern psikolojinin başlangıcı sayılabilir. İstanbul
Üniversitesi’ne gelen Alman profesörlerin atılımlarıyla psikoloji bir
bilim olarak kabul görmüştür. Daha
sonra hem İstanbul hem de Ankara
Üniversitesi’nde psikoloji kürsüsü kurulmuştur. 1956 yılında psikoloji alanındaki ilk dernek “Psikoloji Derneği”
adıyla İstanbul’da kurulmuştur. Daha
sonra, alandaki gereksinim dolayısıyla 1976 yılında Ankara’da “Psikologlar
Derneği” adıyla yeni bir dernek oluşturulmuştur. 1996 yılında ise bu iki
dernek işlevselliği arttırmak amacıyla
birleşmiş ve günümüzde de faaliyetlerine devam eden “Türk Psikologlar
Derneği” kurulmuştur.
KAYNAKÇA
Fancher, R. E. & Rutherford, A. (2012). Pioneers
of Psychology: a History. New York: W.
W. Norton.
Gulerce, A. (2006). History of Psychology in
Turkey as a Sign of Diverse Modernization
and
Global Psychologization. Adrian C. Brock (Ed.),
Internationalizing the History of Psychology içinde (s. 75-93). New York: New York
Press.
Hergenhann, B. R. & Henley, T. B. (2013). An
Introduction to the History of Psychology.
Cengage Learning.
Schultz, D. P. & Schultz, S. E. (2004). A History of
Modern Psychology. USA: Wadsworth.
http://www.psikolog.org.tr/index.php?Tarihce
haber
KAMU, ÜNİVERSİTE VE SANAYİ
ÜÇGENİNDE AR-GE FAALİYETLERİ
Prof. Dr. Mutlu AYTEMİR
Hacettepe Üniversitesi
Eczacılık Fakültesi
Farmasötik Kimya ABD Öğretim Üyesi
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
Yetiştirme Programı Koordinatörü
Ülke politikalarının salgın hastalıklarla mücadele, beslenme, şehirleşme,
göç gibi sosyal konulara verdikleri
önemin artmasıyla birlikte giderek
artan ve yaşlanan nüfus, gelir düzeyinin yükselmesi, sağlık bilincinin gelişmesiyle ve ortalama yaşam
süresinde yükselmeye bağlı olarak
sağlık hizmetlerine olan talep hızla
artmaktadır. Buna paralel olarak gelecekte yükselen sağlık sektörü ve
36
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
sağlık “Araştırma ve Geliştirme (ArGe)” harcamalarından dolayı ilaç sektörünün de hızla büyümesi beklenmektedir. Sağlık sektöründe Ar-Ge
faaliyetleri; sağlık malzemeleri, ilaçlar
ve sağlığın korunması ve tedavisine
yönelik tıbbi tedavi yöntemleriyle
ilgili konuları kapsamaktadır. Ar-Ge
faaliyetleri; “eğitim,bilim ve teknolojinin gelişmesini sağlayacak yeni
bilgileri elde etmek veya mevcut bilgilerle yeni malzeme, ürün ve araçlar
üretmek, bilgiye dayalı sistematik
olarak yeni projeler üretebilmek,
süreç ve hizmetler oluşturmak veya
mevcut olanları geliştirmek amacı
ile yapılan düzenli çalışmalar” olarak
tanımlanmaktadır. Ar-Ge çalışması üç
aşamayı içermelidir: ölçme, izleme ve
değerlendirme. Dünyadaki toplam
Ar-Ge harcamalarının %15,3’ü “İlaç
ve Biyoteknoloji” sektörü tarafından
gerçekleştirilmektedir. Ekonomide
önemli bir role sahip olan ilaç sektö-
Prof. Dr. Mutlu AYTEMİR
rü, için Ar-Ge uygun bir alandır. İlaç
sektöründe Ar-Ge faaliyetleri, yeni bir
ilaç molekülü geliştirilmesini, mevcut
ürünler üzerinden oluşturulan yeni
formülasyonlar ve yan etkisi olan bir
ilacın tekrar değerlendirilmesini ve
klinik araştırmaları kapsayan bir süreçtir. Ar-Ge süreci; zahmetli, uzun ve
pahalıdır. Bir keşfin piyasaya sunulmasına kadar geçen süre ortalama
12-15 yıldır ve yüksek yatırım tutarları
gerektirmektedir. İlaç sektöründe ArGe süreci beş temel fazdan (Faz 0-Faz
4) oluşmaktadır. Bu fazlar araştırmanın başlamasından ruhsatın alınması
ve pazarlama ile satış stratejilerinin
oluşturulmasına kadar olan süreci
kapsamaktadır. İlaç sektörünün sürdürülebilir ve uluslararası pazarlarda
rekabetçi bir yapı kazandırılması için
Ar-Ge’ye dayalı yeni ürünler geliştirilmelidir. Ar-Ge yatırımı geri dönüşü
orta ve uzun vadede gerçekleşir ve
her zaman kar olarak geri dönmeyebilir. Ayrıca, Ar-Ge yönetimi zordur.
Ar-Ge, teknoloji üretme yeteneğine
bağlı teknolojik gelişme ile ekonomik ve sosyal değişimin itici gücü
olarak kabul edilmektedir. Sistematik
çalışma ile başarı mümkündür.
Ulusal politikalar doğrultusunda,
kamu kuruluşları, üniversiteler ve
sanayi işbirliği içinde politikalar ve
strateji oluşturmak, uygulanmasını
sağlamak, izlemek ve değerlendirmek durumundadır. Ülkemizde ilaç
sanayi politikasının günün şartlarına ve teknolojinin gereklerine göre
tespitine yardımcı olmak, Kalkınma
Plan ve Programlarında yer alan ilke
ve hedefler doğrultusunda sanayinin
dengeli ve süratli şekilde gelişmesini
sağlamak, ilaç sanayi sektörünü teşvik etmek için yapılacak çalışmalara
alt yapı oluşturmak amacıyla Bilim
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nca hazırlanan “İlaç Sanayi Teknik Komitesi
(İLAÇTEK) Oluşumu ve Görevlerine
Dair” tebliğ 25 Ekim 2013 tarihinde
resmi gazetede yayınlanmıştır. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın
“Türkiye İlaç sektörü Strateji Belgesi
ve Eylem Planı 2013-2016 (Taslak)”
göre Türkiye ilaç sektörünün vizyonu “İlaç sanayinde Ar-Ge, üretim
ve yönetim merkezi olan bir Türkiye” ve Türkiye İlaç Sektörü Strateji
Belgesi’nin genel amacı ise “Ülkemizi uluslararası rekabet gücüne sahip, dünya ihracatından daha fazla
pay alan ve dünya ilaç endüstrisinde küresel bir oyuncu haline
getirmek” şeklinde belirlenmiştir.
Uzun vadede Türkiye’nin küresel bir
ilaç Ar-Ge ve üretim merkezi olması,
ilaç ve tıbbi cihaz alanında rekabetçi
bir konuma ulaşması önem arz etmektedir. Yüksek katma değerli ürün
üretebilen, küresel pazarlara ürün ve
hizmet sunabilen ve yurtiçi ilaç ve
tıbbi cihaz ihtiyacının daha büyük
bir kısmını karşılayabilen bir üretim
yapısına geçilmesi amaçlanmaktadır.
Bu kapsamda ilaç sanayisinin, orta
vadede yerli üretim kapasitesinin
artırılması, Ar-Ge ve girişim eko-sisteminin geliştirilmesi, uzun vadede
ise yeni molekül geliştirebilen, daha
yüksek katma değerli ilaç ve tıbbi cihaz üretebilen bir yapıya kavuşarak
küresel değer zincirlerinde etkinliğinin artırılması öngörülmektedir.
Ülkemizde ilaç araştırmaları, yeni bir
molekül bulmak ya da yeni bir ilaç
geliştirmek şeklinde olmayıp bulunan moleküllerin 2-3’lü kombinasyonlarını, farklı dozaj formlarını ya
da eşdeğer/jenerik ürün geliştirmek
yoluyla yapıldığı “Türkiye İlaç Sektörü
Strateji Belgesi”nde bildirilmiştir.
Türkiye ilaç Ar-Ge harcamasının 2012
yılı itibariyle, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla
(GSYİH) içerisindeki payı yaklaşık %
0,01 seviyesindedir. Global olarak ilaç
sektöründe yapılan Ar-Ge harcamalarında 2011-2016 yılları arasında %
2,3 artış olacağı tahmin edilmektedir.
Temmuz 2013 yılı itibariyle 52 adet
Teknoloji Geliştirme Bölgesi (TGB)
bulunmakta olup bunların sadece
37’ü faaliyettedir. Bu TGB’de bulunan
149 firmanın sadece 15’i ilaç firmasıdır. Hükümetimizin Ar-Ge politikasında 2023 yılına kadar; Ar-Ge harcaması / GSYİH oranının % 3’e, Özel sektör
Ar-Ge harcaması / GSYİH oranının %
2’ye, Araştırmacı sayısının 300 bine,
Özel sektör araştırmacı sayısının ise
180 bine çıkarılması hedeflemiştir.
Bu kapsamda, Ar-Ge çalışmalarına
Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı TİTCK ve Bilim
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı büyük
destek ve katkı vermektedir TÜBİ-
TAK, KOSGEB, EUREKA ve Kalkınma
Ajanslarının verdiği hibe destekleri
ile Ar-Ge çalışmaları desteklenmektedir. TÜBİTAK SAN-TEZ Programı ile
sanayicilerin Ar-Ge’ye dayalı ihtiyaçlarının, üniversite-sanayi işbirliği ile
üniversite bilimselliği kapsamında
çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır. Üniversite-sanayi işbirliğini
sağlamak ve ileri teknoloji alanında
Ar-Ge çalışmaları yapılarak yeni ürünlerin ve yeni teknolojilerin üretilmesi
amacıyla kurulan ve yatırım teşvikleri ile desteklenen “Teknokent (Teknopark)” sayıları hızla artmaktadır.
Akademik çalışmaların özel sektöre
taşınmasının ve ticarileştirilmesinin
sağlamasını hedefleyen “Teknoloji
Transfer Merkezleri (TTM)” de kurulmuştur. Yapılan tüm çalışmalarla birlikte artan Ar-Ge destekleri ile kamu,
üniversite ve sanayi arasında güvene
dayalı şeffaf bir ortam oluşturularak
işbirliği ve koordinasyonun geliştirilmesi sağlanacaktır.
Yükseköğretim Kurulu’nun Nisan
2014 verileri ile hazırlanan rapora
göre; “Türkiye’de, 141.674 öğretim
elemanı bulunmaktadır. Öğretim
üyelerinin tüm öğretim elemanları
içindeki payı % 45’tir. Ulusal ve uluslararası veriler değerlendirildiğinde
Türkiye, yükseköğretim sisteminin
önemli bir öğretim elemanı açığı
bulunmaktadır. Mevcut öğrenci ve
öğretim elemanı sayılarına göre,
Türkiye’nin öğretim elemanı başına
düşen öğrenci sayısı bakımından
OECD ortalaması olan 16’ya ulaşabilmesi için, 20 bini doktoralı öğretim
üyesi olmak üzere yaklaşık 45 bin
öğretim elemanına ihtiyacı vardır. Bu
çerçevede, Türkiye’nin OECD ülkeleri
ortalamasına erişebilmesi için, önümüzdeki beş yıl boyunca her yıl yaklaşık 18.500 öğretim elemanı sisteme
dâhil edilmelidir. Öğretim üyesi açığını telafi etmenin yolunun daha çok
nitelikli doktora mezunu yetiştirmekten geçtiği ve Türkiye’deki doktora
mezunu sayısının, benzer büyüklükteki diğer OECD ülkelerine kıyasla az
olduğu bildirilmiştir. Akademisyenlik
mesleğinin cazibesinin artırılması ve
akademisyenlerin yüksek motivasyonlarla çalışabilmeleri için, eğitim
öğretim yükünün makul düzeylere
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
37
çekilmesi, araştırmaya ayrılan zamanın artırılması ve maaşlarının tatmin
edici düzeye yükselmesi gerekmektedir. Bu adımlar, en nitelikli beyinlerin akademiye çekilebilmesi, eğitim,
araştırma ve yayın kalitesinin artırılması, akademisyenlerin ekonomik
nedenlerle aşırı ders yüküne ve ikinci
öğretim programlarına bağımlılığını
azaltmak için kritik değerdedir. Nitelikli öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak amacıyla yurtdışına lisansüstü
eğitim amacıyla öğrenci gönderme
ve Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) gibi programlar uygulanmasına rağmen, bu programları
niceliksel ve niteliksel bakımlardan
geliştirip, daha cazip ve daha verimli
kılacak düzenlemelere ihtiyaç olduğu” bildirilmiştir. 2010-2014 yılları
arasında YÖK tarafından yürütülen
ÖYP ile sisteme yaklaşık 12.600 araştırma görevlisi kazandırılmıştır. Fakat
bu kadroların dağılımına bakıldığında sağlık bilimlerinin payı azdır. 2014
yılında YÖK tarafından maddi açıdan
desteklenmemesi ÖYP’nin sürdürülebilirliği ve güvenilirliği bakımından ciddi sıkıntılara yol açmıştır. Milli
Eğitim Bakanlığı tarafından desteklenen yurtdışında lisansüstü eğitim
programlarının içeriğinin Ar-Ge stratejilerimize paralel olması ve sayının
arttırılması gerekmektedir. Bununla
birlikte Maliye Bakanlığı tarafından
verilen araştırma görevlileri kadro
sayıları da azalmıştır. 2023 hedeflerini yakalayabilmemiz için acilen ÖYP
sorunlarının çözülmesi, mali desteklerin sürdürülebilirliğinin sağlanması
ve 50d/33a araştırma görevlisi kadro
sayıları artmalıdır.
Değerli bilim insanımız İbni Sina’nın
“Bilim takdir edilmediği yerden göçer” sözü çok anlamlıdır. Günümüzde
bilginin önemi ve değeri giderek artmakta, yenilikçilik ve farklılık yaratma
en önemli rekabet unsurlarından biri
haline gelmektedir. Gençlerin bilime
ilgisizlikleri ve bütçeden lisans/lisansüstü eğitim için ayrılan kaynakların
yetersiz olması ciddi anlamda problem oluşturmaktadır. Ülkemizde bulunan Ar-Ge alanında çalışacak doktoralı mezun sayısının arttırılması ve
38
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
lisans eğitiminde Ar-Ge’ye yönelik
müfredatın yeniden düzenlenmesi
gerekmektedir. Ayrıca, üniversitelerin uygulamalı ya da klinik araştırma
kapasitesinin düşüklüğü, öğretim
üyelerinin sanayi ile işbirliği halinde
projeler oluşturma, patentleşme ve
ürünün ticarileşmesinin azlığı, üniversitelerde disiplinler arası proje
oluşturma ve yürütme kültürünün
yeterince oluşmaması ve TTM çalışmalarının henüz etkin bir sonuç vermemesi gibi Ar-Ge alanında başlıca
sorunlar bulunmaktadır. İlkokuldan
başlayarak çocukların temel bilimlere
ilgilerinin artırılması gerekmektedir.
Beyin göçünü engellemek ve yetişmiş elemanların yeniden ülkemize
kazandırılmasına yönelik sağlanan
teşvikler arttırılmalıdır. Bu amaçla yürütülen AB Çerçeve Programı MarieCurie Burs ve Destek Programlarına
katılımın sağlanması önemlidir. Yurt
dışında ilaç Ar-Ge’si alanında çalışan
bilim insanlarımızın tespitinin yapılması ve işbirliği imkanlarını arttırmak
ve bilgi birikiminden yararlanmak
için ülkemize davet edilerek çalıştaylar düzenlenmelidir.
Üniversite-sanayi işbirliğini teşvik
için pilot üniversitelerde geniş çaplı
Ar-Ge laboratuvarları kurulmalı, araştırma ve eğitim üniversitesi olarak
üniversiteler tanımlanmalı, kurumların birlikte çalışmaları desteklenmelidir. Yeni ilaç moleküllerinin bulunması ve biyoteknoloji, nanoteknoloji
gibi alanlarda ilgili çalışmalara önem
verilmelidir. Ar-Ge ile ilgili her kurumda bulunan doktoralı eleman sayısının arttırılması gerekmektedir. İlgili
bölümlerin sanayiye yönelik olarak lisans/lisansüstü programlarının müfredatında düzenlemeler yapılmalıdır.
Başarı öyküleri yazılarak üniversitelerde okutulmalıdır. Sanayinin ihtiyacı olan teknolojik araştırma konuları
doktora ve yüksek lisans tez konuları
haline getirilmelidir. Bu amaçla ülkemizde 2005-2006 eğitim-öğretim
yılında 5 yıllık eğitime geçen eczacılık fakülteleri müfredatlarını yeniden
düzenlemiştir. 5. Sınıf lisans öğrencileri için müfredata “Eczane-Hastane Eczacılığı” ve “Endüstri-Akademi
Eczacılığı” zorunlu seçmeli dersler
eklenmiştir. Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesin’de ayrıca “İlaç
Moleküllerindeki Ar-Ge Çalışmaları
ve Ar-Ge Kavramı” seçmeli dersi ile
lisans öğrencilerine bu konuda bilgi
ve birikim kazandırılmaktadır. Ancak,
lisans öğrencilerinin lisansüstü eğitime ve akademisyenliğe ilgisi yoğun
değildir. Bu konuda gençlerimizi teşvik etmek gerekmektedir. Ayrıca Üniversitemizde “H.Ü. Medisinal Kimya
Araştırma, Geliştirme ve Uygulama
Merkezi-MAGUM” ve “H.Ü. Farmasötik ve Biyofarmasötik Bilimler Teknoloji ve Araştırmalar Merkezi-FATUM”
bulunmaktadır. Bu merkezler aracılığıyla kamu, üniversite ve sanayiyi buluşturan Ar-Ge ile ilgili çalıştay, konferans ve toplantılar yapılmaktadır.
Kamu-Üniversite-Sanayi üçgeninde
bugüne kadar atılan adımlar, yapılan teşvikler, oluşturulan stratejiler
ve hukuksal düzenlemeler önemlidir. Uygulama, izleme ve koordinasyon mekanizmasının iyi çalışması ve
desteklenen Ar-Ge proje çıktılarının
takibi gerekmektedir. Sorunların tartışıldığı platformların oluşturulması,
zayıf ve eksik kalınan yönlerin düzenli olarak tespit edilmesi ve çözüme
yönelik adımların süratle alınması ArGe sürecini hızlandıracaktır. Yeni ilaç
geliştirilmesi sürecinde ilaç sektörüne yapılan teşvikler ülkemizi küresel
bir oyuncu durumuna getirecektir.
Kaynaklar
- Türkiye İlaç Sektörü Strateji Belgesi ve Eylem Planı 2013-2016 (Taslak) (T.C. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, 2013)
- 10. Kalkınma Planı 2014-2018 (T.C. Kalkınma Bakanlığı, 2013)
- T.C. Yükseköğretim Kurulu “Büyüme, Kalite,
Uluslararasılaşma: Türkiye Yükseköğretimi
İçin Bir Yol Haritası” başlıklı raporu (Prof. Dr.
Gökhan Çetinsaya, 12 Mayıs 2014)
- Türkiye İlaç Sektörü Vizyon 2023 Raporu,
2012
- EFPIA-The Pharmaceutical Industry in Figures, 2012
- Türkiye Sağlık Sektörü Raporu, 2012 (Deloitte)
haber
SİGARA SARI NOKTA
HASTALIĞINI TETİKLİYOR
Halk arasında sarı nokta denen, tıbbi adı ”makula dejenerasyonu” olan sarı nokta hastalığı,
özellikle 50 yaşından sonra görülüyor. Sigara tüketimi ise sarı nokta hastalığının gelişimini ve
ilerlemesini tetikliyor. Prof. Dr. Hamdi Er, sarı nokta hastalığında sigara kullanımının göz sağlığına
etkilerini paylaşarak, sigaranın zararlarına dikkat çekiyor.
Yediklerimizden içtiklerimize, soluduğumuz havadan yaşadığımız
atmosfere kadar pek çok etken göz
sağlığımızı tehdit ediyor. 50 yaşından
sonra ortaya çıkan sarı nokta hastalığında ise sigara kullanımı hastalığın
oluşumunda ciddi bir risk oluşturuyor. Prof. Dr. Hamdi Er genetik miras
ve genleri kompleman faktörü içeren
kişilerin sigara kullanmaması gerektiğini belirterek, sigaranın sarı nokta
hastalığı riskini 2-4 kat artırdığını söylüyor.
Sigara retinayı koruyan
antioksidanları azaltıyor
Dünyada yaklaşık 30 milyon kişinin
sarı nokta hastası olduğu tahmin
ediliyor. Son yıllarda hastalığın görülme sıklığında artış olduğunu belirten Prof. Dr. Hamdi Er, “Her sene sarı
nokta hasta sayısının ciddi anlamda
arttığını görüyoruz. Cisimleri, çizgileri eğri ve kırık görme, görme kalitesinde bozulma ve renk görmede bozukluk gibi etkileri olan bu hastalık,
ilerleyen aşamalarda görme kaybına
da neden olabiliyor.” Sarı nokta hastalığında sigara kullanımının büyük
bir etken olduğunu belirten Prof. Dr.
Hamdi Er, sigaranın retinayı koruyan
önemli bir antioksidan olan lutein’in
40
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
emilimini azalttığını, sigara kullanımında hatta sigara içilen ortamlarda
bile bulunmanın lutein düzeyini düşürdüğünü böylelikle hastalığın riskinin arttığının altını çiziyor.
Sigarayı bırakmak
hastalık riskini azaltıyor
Sigarayı bırakmanın sarı nokta hastalığına yakalanma riskini önemli ölçüde azalttığını belirten Prof. Dr. Hamdi
Er, sigarayı bırakan kişilerin belli bir
süre sonra sigara kullanmayanlarla
aynı düzeye geldiğini ve hastalığın
gelişme riskini azalttığını ifade ediyor.
İki tip sarı nokta hastalığı bulunuyor
Sarı nokta hastalığının yaşam kalitesini düşürerek kişiyi sosyal yaşantıdan uzaklaştırabileceğini belirten
Prof. Dr. Hamdi Er hastalığın kuru ve
yaş olmak üzere iki tipi olduğunu
söylüyor. Hastaların yüzde 10’unu
oluşturan yaş tipinin görme kaybının
yüzde 90’ına neden olduğunu belirten Prof. Dr. Hamdi Er hastalığın daha
yavaş ilerleyen kuru tipinin henüz bilinen tam bir tedavisi olmadığını söylerken, vitamin, mineral, lutelin, balık
yağı ve antioksidanların hastalığın
ilerlemesini azaltma da ciddi etkileri
olduğunun altını çiziyor.
Hastalığının yaş tipinde ise göz içine
yapılan enjeksiyon tedavilerinin uygulandığını ve yakın takibinin öneminin altını çizen Prof. Dr. Hamdi Er
“Yeni damar oluşumunu tetikleyen
nedenleri uzun süre baskılamak için
ayda bir enjeksiyonu tekrarlamak
gerekiyor. Hastalığın nüks etme riski olduğu için yakın takip oldukça
önemli. “ diyor. Sınırlı vakalarda fotodinamik tedavi yöntemine de başvurduklarını belirten Prof. Dr. Hamdi
Er, fotodinamik tedavinin ilaçla birlikte yapılan bir lazer tedavisi olduğunu
ve amacın hastalık nedeniyle yeni
oluşan damarları tıkamak olduğunu
sözlerine ekliyor.
Prof. Dr. Hamdi Er
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
41
haber
ANESTEZİYOLOJİ
VE REANİMASYON UZMANLIĞI
Prof. Dr. Neslihan ALKIŞ
Türk Anesteziyoloji
ve Reanimasyon Derneği Başkanı
Anesteziyoloji; Anestezi, Yoğun Bakım, ve Algoloji disiplinlerinin birarada olduğu bir uzmanlık dalıdır.
Bizler, hastalarımızın gerek ameliyat,
gerekse yoğun bakım süreçlerinde,
ayrıca ağrı tedavisine gereksinim
duydukları her durumda güvenli ve
kaliteli sağlık hizmetlerinden sorumluyuz. Bu süreçler hastaların hastane
içi ve hatta hastane dışında özellikle
risk altında bulunduğu durumları da
kapsar.
Dünyada ilk anestezi uygulaması 30
Mart 1942 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde Dr. CrwfordLong
tarafından James Venable isimli öğrenciye uygulanmıştır. Anestezinin
ilk kez bir hastada uygulanması ise
16 Ekim 1946 yılında gerçekleşmiştir. Amerika’da Dr. John CollinsWaren
tarafından GilbertAbbott isimli işçiye ilk kez bu tarihte anestezi uygu42
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
lanmıştır ve buna istinaden 16 Ekim
Dünya Anestezi Günü olarak kutlanmaktadır.
Her yıl dünya genelinde 230 milyon
hastaya cerrahi girişim için anestezi
uygulanmaktadır. Bu cerrahi işlemlerle ilişkili olarak 7 milyon kişide
ciddi komplikasyon gelişmekte ve
200.000 hasta hayatını kaybetmektedir. Anesteziyoloji; özellikle hasta
güvenliğinin geliştirilmesinde ve
gerçekleştirilmesinde
sorumluluk
almada rolü çok önemli olan bir uzmanlık dalıdır.
1950’den sonra Avrupa’da uygulanan
modern anestezi Türkiye’de de bu
dalda uğraşan hekimler tarafından
yapılmaya başlanmıştır.
Temeli 1956 yılında kurulan Anesteziyoloji Cemiyetine dayanan derneğimiz 1972 yılında ‘’Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Derneği’’, 1975 yılında
ise “ Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği” adını almıştır.
Türkiye’de Anesteziyoloji Bilim Dalının Kurucusu Prof. Dr. Sadi Sun, 1971
yılında Alanya’daki 7. Türk Anestezi-
yoloji ve Reanimasyon Kongresinde
(TARK) “Halkımız, ameliyat olduğu
zaman kendisine bakan, ağrı duymamasını sağlayan ve tedavi eden
Anestezist’in kim olduğunu, ne yaptığını ve kendisi için ne kadar gerekli
ve önemli olduğunu anlayacak bilinç
düzeyine ulaştırılmalıdır. Bunu yapmak görevi herkesten önce Anestezist’lere düşer” demiştir. Değerli hocamız o yıllarda son derece doğru bir
tespit yapmış olsa da, bizler ne yazık
ki o günlerden bu güne yani 43 yılda
ne yazık ki hala “ maskelerin arkasındaki isimsiz kahramanlar” olarak anılmaktayız. Yoğun çalışma şartlarımız
nedeniyle belki bugüne kadar kendimizi kamuoyuna çok iyi tanıtamadık
ancak Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği olarak kamuoyuna
ulaşmayı arzu ediyor ve bu amaçla
yoğun çalışmalar sürdürüyoruz.
Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Derneği günümüzde 3000’e yakın
üyesi, ulaştığı uluslararası standartlarla ülkemizde önde gelen uzmanlık
derneklerinden biri olmanın gururunu taşımaktadır.
SAĞLIKTA BİLGİ KİRLİLİĞİ
İLE MÜCADELE İÇİN
DEV İŞBİRLİĞİ
İnternet Geliştirme Kurulu, Bilinçli Sağlık Platformu ile
sağlık alanında yaşanan bilgi kirliğinin önüne geçmek için
işbirliği yapıyor.
Kamuoyunu sağlık ve gıda konularında uzmanlar yoluyla bilgilendirmeyi
hedefleyen Bilinçli Sağlık Platformu,
internet üzerinden yayılan bilgiler
konusunda uyarılarda bulunacak.
İşbirliği kapsamında çalışma grubu
oluşturulması, projeler üretilerek uygulamaya konulması planlanıyor.
Bilinçli Sağlık Platformu sözcüsü
Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, konularında uzman olmayan kişilerin sağlık konusunda toplumu yanlış yönlendirdiğini belirterek bu konunun
sağlığı tehdit eder noktaya geldiğini
kaydetti. Özellikle medya aracılığı
ile kamuoyuna ulaşan bilgiler konusunda işbirliği gerektiğini belirterek
“Tüm paydaşların işbirliği gerekiyor”
diye konuştu. Prof. Dr. İlhan, özellikle
online kaynaklardaki bilgilerin geliştirilmesinde uzmanlar ile işbirliği
yapılması konusunda İnternet Geliştirme Kurulu’nun deneyimlerinden
yararlanacaklarının altını çizdi.
İnternet Geliştirme Kurulu Başkanı
Serhat Özeren ise, özellikle farkındalık yaratacak projeler üzerinde
duracaklarını belirterek, “Her alanda
olduğu gibi sağlık alanında da doğru
bilgiye ulaşılması için farkındalık yaratmak gerekiyor. Bu önemli iş birliği
ile sağlık alanında farkındalık oluşturmayı amaçlıyoruz. ” diye konuştu.
Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan
Serhat Özeren
sağlığımıziçin
SEDEF SADECE
BİR DERİ HASTALIĞI DEĞİLDİR
Prof. Dr. Emel BÜLBÜL BAŞKAN
Türk Dermatoloji Derneği
Yönetim Kurulu Üyesi
Dünyada yaklaşık 125 milyon kişi,
dermansız dert olarak nitelendirilen
ve genetik kaynaklı olan sedef hastalığına yakalanıyor.
Sedef hastalığı, halk arasında yaygın
olarak bilindiği üzere basit ve deriyle
sınırlı bir hastalık değildir. Sedef bağışıklık sisteminin rolü olan sistemik
etkileri olan bir hastalıktır.
Tip dilinde “psoriasis” diye isimlendirilen, kırmızı zemin üzerinde kepeklenmelerle kendini gösteren ve sebebi tam olarak bilinmeyen hastalık,
halk arasında “sedef” olarak bilinmektedir.
Herhangi bir yaşta ortaya çıkabilen
sedef hastalığı, sıklıkla 20-30 yaşları
arasında görülmektedir. Hastalık, 40
yaşından önce başladığında erken
başlangıçlı, 40 yaşından sonra baş44
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
ladığında ise geç başlangıçlı olarak
değerlendirilmektedir.
Hastalığın
nedeni tam olarak bilinmemektedir.
Sedef hastalığının bağışıklık sistemi,
genetik ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimi sonucu geliştiği düşünülmektedir.
Akraba Varlığı
Genetik Yatkınlık Riskini Artırır
Hastalığın gelişiminde çok sayıda
genin sorumlu olduğu düşünülmektedir. Sedeflilerin yakın akrabalarında
hastalığın sık görülmesi genetik yatkınlığa işaret eden önemli bir ipucu
olarak ele alınmalıdır.
Hastalığı enfeksiyonlar, bazı ilaçların
kullanımı, stres, travmalar, iklim ve
dahili hastalıklar tetikleyebilmektedir.
Sedef Eklemleri Tutabilir
Vücutta bazen kaşıntılı, üzeri beyaz
kepeklerle kaplı kızarıklıklarda hastalıktan şüphelenilmelidir.
En sık diz, dirsek, saçlı deri, kuyruk so-
kumu gibi vücut bölgelerinde birkaç
santimetre çapında kırmızı-kepekli
döküntüler şeklinde görülmektedir.
Çok az sağlam deri bölgesi bırakacak
kadar yayılabilir veya tüm vücut derisi kızarıp, kepeklenebilir. Sedefi olanların yüzde 5 ile 10’unda eklemler de
tutulabileceğinden eklem hareketleri zamanla sertleşebilir ve ağrılı hale
gelir. En fazla tutulan eklemler el ve
ayak parmak uçlarındaki eklemlerdir.
Eklem tutulumu erken tedavi edilmezse kalıcı eklem bozuklukları oluşturabilir.
Sedef hastalığı tırnağı da tutabilir. Bu
durumda tırnaklarda çukurlanmalar,
renk ve şekil değişiklikleri görülür.
Sedefin tipik belirtileri görüldüğünde klinik tanı kolay olmakla beraber
bazen egzema, allerjik deri hastalıkları ile karışabilmektedir.
Sedef Hastalarının Dörtte Birinde
Depresyon Bulunuyor
Sedef hastalığının şiddetli ve kontrolsüz seyretmesi bazı hastalıkların
gelişmesini tetikleyebiliyor.
Kalp ve damar hastalıkları; Son yıllardaki çalışmalar özellikle şiddetli
sedef hastalığı olanlarda kalp damar
hastalıkları için yatkınlığa yol açan
bazı faktörlerin sık görüldüğünü gösteriyor.
Obezite (şişmanlık); Sedef hastalarında obezite sık olarak görülmektedir.
Obezite tek başına sedefe hastalığının gelişimi için risk faktörüdür.
Sedef hastalarının yüzde 25-30’unda
majör depresyon ve anksiyete gibi
psikolojk sorunlar mevcuttur. Sürekli dökülen kabuklar, deride, saçtaki
yaygın yaralar, eklem ağrıları nedeniyle hareket kısıtlılığı, eş ve iş dolayısıyla yaşama isteği kaybına neden
olabilmektedir.
Sedef Tedavisi Hastaların
En Çok Mağdur Edildiği Alan
Sedef hastalığında tansiyon ve şeker
hastalığı gibi diğer kronik hastalıklara benzer şekilde tedavinin anlamı
hastalığın klinik belirtilerinin silinmesi ve baskı altına alınarak uzun
dönem kalıcı eklem bozuklukları ve
kardiyovasküler hastalıklar dahil birçok sorunların ortaya çıkışını engellemektir. Sedef hastalığı doğru tedavi
ile kontrol altına alınabilmekte hatta
ortadan kaldırılmakta ve uzun süren
iyilik dönemleri sağlanabilmektedir.
Modern tıbbın birçok tedavi yöntemi kanıta dayalı olarak ve devlet
sigorta kapsamında bu iyilik halini
sağlamaktadır ve ülkemizde birçok
dermatoloji kliniğinde bu tedaviler
uygulanmaktadır.
Hastanın tedavisiz kaldığı dönemlerde çevresel ve genetik faktörlerin
etkisiyle hastalıkta alevlenmeler görülebilir. Bu durumdan yararlanmak
isteyen ve yetkinliği olmayan bazı kişiler sedef hastalığına karşı içeriklerinin
sadece kendilerinin bildiği ve ruhsatı
ve bilimsel dayanağı olmayan sabun,
şampuan ve kremlerle hatta kurdukları sözüm ona psoriasis kliniklerinde
mükemmel ve mucizevi şekilde hastalığı iyileştirdiklerini iddia etmektedir. Hastalar hem gerçek tedavilere
ulaşmakta geçikmekte hem de maddi
olarak ciddi kayba uğramaktadır.
Sedef tedavisi, bireysel bir tedavidir.
İlaç seçiminde ve tedavi süresinde
belirleyici olan hastalığın yaygınlığı,
belirtilerin yerleşim yeri, tırnakların
tutulum şiddeti ve eklem tutulumu,
daha önceki tedavilere yanıt, hastalığın nasıl seyrettiği gibi özelliklerdir.
Ayrıca hastanın cinsiyeti, yaşı, genel
durumu, doğurganlık durumu da
göz önüne alınır. Diğer bir deyişle suistimalcilerin iddia ettiği gibi tüm sedef hastalarına iyi gelen tek bir tedavi
yöntemi yoktur.
Sedefin kesin çözümünü bulduğu
iddia eden ve alternatif veya bitkisel yöntemlerle yapılmış karışımları
satan kişi veya kuruluşlara kanılmamalıdır. Türk Dermatoloji Derneği
sedef başta olmak üzere dermatolojinin sık görülen ve suistimal edilen
hastalıklarına yönelik her türlü yanlış
uygulamalar hakkında toplumu ve
hastalarını bilinçlendirmeyi ve hastaları kandırmayı meslek edinenlerle
hukuki platformda mücadele etmeyi
misyon edinmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
45
haber
SAĞLIKLA İLGİLİ WEB SİTELERİ
NE KADAR SAĞLIKLI?
Prof. Dr. Serdar KULA
Gazi Üniversitesi Bilişim Enstitüsü
Sağlık Bilişimi Anabilim Dalı
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı
Bilgiye erişimdeki kolaylık ve modern
tedavi yöntemlerinin artışıyla birlikte
hastaların kendi tedavi süreçlerine
aktif olarak katılma isteklerinin artmasının yanı sıra, tedavi maliyetlerini
azaltmak ve tedavi etkinliğini artırmak amacıyla da sağlık profesyonelleri tarafından hastalar bu sürece
aktif katılıma teşvik edilmeye başlanmışlardır.
Hastanın sağlık hizmetine katılımı
ortak karar verme, kendi bakımını
sağlama, işbirlikçi uygulamalar gibi
pek çok farklı şekilde gerçekleşir. Bu
46
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
şekilde hasta, sağlık hizmetinde pasif
(tedavi edilen) kişi olma durumundan kurtulur ve tedaviye aktif olarak
katılmış olur. Hastanın sağlık hizmetinde aktif rol alması, koruyucu hekimlik ve tedavi hizmetlerinin daha
etkin ve verimli yürütülmesi açısından önemlidir.
Sağlıkla ilgili internetteki bilgilerin
bolluğu ve popülaritesi nedeniyle,
bazı kuruluşlar bu bilgiler için arama,
puanlama ve sınıflandırma amacıyla bazı araçlar geliştirirken, bazıları
da hangi sitenin daha güvenilir bilgi
sunduğuna dair kodlar belirlemeyi
tercih etmiştir.
Sağlıkla ilgili web siteleri günümüzde internet üzerinde en sık erişilen
sitelerdir. Global Web Index tarafından yapılan bir araştırmaya göre
Türkiye’de aktif olarak internet kullanan her 5 kişiden biri, son bir ay
içerisinde sağlık ürünleri ile ilgili internette araştırma yapmaktadır. Aynı
araştırmaya göre, İnternetten sağlık
ürünleri satın alanların oranı ise % 15
olarak belirlenmiştir. Bu çalışmanın
değindiği önemli noktalardan biri de
Türkiye’deki aktif internet kullanıcılarının %29’unun sağlıkla ilgili konularda yazabileceklerini belirtmesidir.
Prof. Dr. Serdar KULA
Tüm bu araçların temel amacı, sağlık
tüketicilerinin bu bilgi yığınları arasında en doğru bilgileri bulup çıkarmalarını sağlayarak, yanlış anlamalar
ve uygunsuzluklardan uzak kalmalarını sağlamaktır.
Sağlık ile ilgili web siteleri için kalite kriterleri temelde 6 başlık altında
toplanır. Şimdi bunlara kısaca bir göz
atalım:
1. Şeffaflık ve Dürüstlük
Web sitesini hazırlayan kişinin şeffaflığının (ad, fiziksel adres, site sorumlusunun elektronik adresi) yanı sıra
sitenin amacı ve hedefinin de açıkça
belirtilmiş olması gereklidir. Hedef
kitle açıkça tanımlanmalı (birden fazla kullanıcı kitlesi farklı kategorilerde
tanımlanmalıdır) ve web sitesinin
destek kaynakları açıkça belirtilmelidir ( fonlar, sponsorlar, reklamlar,
kar amacı gütmeyen, gönüllü v.b).
Özel durumlarla, yaşam tarzıyla ya da
tedavi ile ilgili öneriler verildiğinde,
dolaylı ya da açık bir şekilde sunulan
ürünlerin üretici / destekçileri ile ilgili
bilgiler site kullanıcılarına açıkça sunulmalıdır
3. Mahremiyet ve Veri Korunması
Kullanıcıların verilerinin mahremiyeti
ve korunması konusunda yasal çerçeveler dahilinde uyarılar sitede yer
almalıdır.
Herhangi bir kişisel sağlık verisi elde
edildiğinde ve site kullanıcıları tarafından sağlık verileri bir işleme tutulduğunda, süreçler ve veriler ilgili
yasalar çerçevesinde korunmalıdır.
4. Bilgilerin Güncellenmesi
Sitedeki bilgilerin açık ve düzenli
güncellenmesine dair, her sayfa ve
bilgi için güncelleme bilgisi yer almalıdır. Bilgiler arasında uyumluluk düzenli olarak kontrol edilmelidir.
5. Denetime açıklık
Kullanıcı geri bildirimlerine fırsat
tanınması önemlidir. Güvenilir kişi
ve kuruluşların, önerilen kurallara
uygun hazırlanmış ve kanıtlanmış
tecrübelere dayalı web sitelerine
bağlantılar vermenin yanı sıra, içerik
seçimi için hangi süreç ve yöntemlerin kullanıldığı açıkça belirtilmelidir
2. Yetkinlik
6. Erişilebilirlik
Sunulan tüm bilgilerin kaynakları
ve kaynaklara ait yayın tarihleri belirtilmelidir. Bilgi sağlayan kişi ya da
kuruluşların isim ve yetki belgeleri
tarihleriyle birlikte sitenin üst kısımlarında belirtilmelidir. Sadece yetkin
tıp uzmanlarının hazırladığı bilgilerin
kullanımı söz konuş ise bu açıkça belirtilmelidir. Eğer çeşitli mesleklerden
oluşan bir ekipten destek alınıyorsa
(tıp uzmanları, gazeteciler, kişisel
yorumlar, v.b) her bir bilgi grubu için
sağlayıcı açıkça belirtilmelidir. Bilimsel bir kanıt sunulduğunda, bu kanıtın kaynağı kullanıcılara sunulmalıdır
/ tanımlanmalıdır. Tıbbi bir ürün önerildiğinde, sağlık otoritesi (Sağlık Bakanlığı) tarafından belirlenen reklam
kuralları eklenmeli ve bu kurallara
kullanıcının ulaşabileceği bağlantılar
sağlanmalıdır. Bir tavsiye önerildiğinde, site sahibi her zaman bunun
bir internet tabanlı öneri olduğunu,
kişisel olup olmadığını ve hiçbir zaman bir sağlık uzmanıyla karşılıklı
görüşmede elde edilecek bir bilginin
yerine geçemeyeceğini hatırlatan bir
mesaj belirtmelidir.
Fiziksel olarak ulaşılabilecek kılavuzlara dikkat çekilmelidir. Örn: Nasıl
bulunabilir?, Nasıl aranabilir?, Nasıl
kullanılabilir? Belirli bir kitle hedeflendiğinde (örn. Çocuklar) sunum ve
içerik hedef kitleye uygun olmalıdır.
KALİTE KRİTERLERİNİN SAĞLIKLA İLGİLİ
SİTELERE UYGULANMASI
Sağlık ile ilgili sitelerin bilgi içeriği kalitelerini sorgulayan kriterlerin uygulamalarına dair örneklere kısaca göz
atalım :
1. Kendi kendine uyarlanan sistemler
“İyi uygulamaların” bir sonraki aşaması kendi kendine uygulanan kalite
etiketleridir. Bu durumda bir organizasyon iş ahlakı kodunu geliştirir ve
kodlarla uyumluluğun göstergesi
olan bir etiket ya da logo ile gösterilmesini sağlar.
Bu uygulamaların en eskisi ve belki
de en bilineni “Health on the Net Foundation (HON)” tarafından 8 kalite
kriteri ile belirlenen ve dünya üzerinde 3000’den fazla web sitesinde
kullanılan etikettir. Site sahibi, HON
etiketini kullanmak isterse, tüm HON
kriterlerine uymak zorundadır. Sitenin bu kriterlere uyumu HON ekibi
tarafından kontrol edilir. Ancak, yine
de HON, etiketinin kötü niyetli kişilerce kullanımını önleyemez. Kontrolleri
rastgele örneklemelere ve şikayetlere dayanır.
HON kriterleri kullanılarak Gazi Üniversitesi Bilişim Enstitüsü Sağlık Bilişimi Anabilim Dalı’nda yapılan bir
çalışmada 78 Türkçe içerikli sağlık
sitesi incelenmiş ve ciddi yetersizlikle
saptanmıştır. Bu çalışma kapsamında
internet üzerinden satışı yapılan tıbbi
olmayan cinsellik, diyet (zayıflama),
doping anahtar kelimeleri ile ulaşılan
tıbbi olmayan ilaç pazarlayan Türkçe
içerikli web siteleri incelemeye tabi
tutulmuştur. Çalışma sonucunda,
web sitelerinin genel ortalamasının
2,56 olması güvenilirlik açısından
dikkat çekicidir. Bu ortalama, maksimum puanın 8 olduğu bir puanlama
sistemi için kabul edilebilir bir değer
olmaktan uzaktır. LegitScript’in araştırmalarına göre 35.610 aktif internet
eczanesinin sadece 212’sinin (% 0,6)
yasal olduğu ve gerçeğini de göz
önünde bulundurduğumuzda, yukarıda bahsi geçen çalışmanın sonuçları toplumun karşı karşıya olduğu
tehlikenin boyutunu göstermektedir.
2. Kullanıcı kılavuz sistemleri
Bu tür uygulamalarda, değerlendirme için kullanılan sistem ile uyumluluk bir etiket ile belirtilmez, ama
kullanıcının kendi değerlendirmesi
için bir kılavuzun bulunduğu bir link
yer alır. Bunun için gerekli bağlantı
bir logo ile sitede gösterilir ve kullanıcıların değerlendirmeleri görmesi sağlanır. Bu kategoride yer alan
kılavuzlara örnek olarak DISCERN
(http://www.discern.org.uk), NETSCORING (http://www.chu-rouen.
fr/netscoring/netscoringeng.html)
verilebilir. Bunların yanı sıra, sorgulanabilir bir veri tabanı aracılığıyla
kullanıcılara doğrulanmış bilgiler
içeren web siteleri sunan filtreleme
sistemleri de vardır. 2011 yılında
hizmetini durduran OMNI (Organising Medical Networked Information) bunlara en iyi örnektir. OMNI,
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
47
araştırmacılara, öğrencilere, doktorlara ve akademisyenlere sağlık ve
tıp bilimleri alanlarında kaliteli içerik
barındıran siteleri bulma konusunda yardımcı olur.(http://www.biome.
ac.uk ). CAPHIS (Comsumer and Patient Health Information Section) de
bu kategorideki bir başka web sitesidir. CAPHIS’in amacı günlük kullanım
ve eğitimlerde kullanıcılara güvenle
başvurabilecekleri web sayfalarını
önermektir. Bu amaçla, sağlıkla ilgili
100 web sitesinden oluşan bir liste
sunar (http://caphis.mlanet.org/consumer/top100all.pdf )
3. Üçüncül (“Third Party”) Kalite ve
Akreditasyon Etiketleri
Değerlendirme sistemlerinin en gelişmişleri olmakla birlikte en pahalı sistemlerdir. Bu başlık altında en
önemli uygulamalar MedCERTAIN
(MedPICS Certification and Rating
of Trustworthy Health Information
on the Net, http://www.medcertain.
org/) ve TNO QMIC’tir.
MedCERTAIN, Avrupa Birliği Projesi
desteği ile geliştirilmiştir. Burada makine okuma dili ile web siteleri taranır
ve bir doğrulama veri tabanı oluşturulur. Aynı OMNI’de olduğu gibi sorgulamalar bu sistem üzerinden yapılır. Asıl olarak Cochrane sisteminin
sağlık uzmanları için yaptığı filtrelemeyi, MedCERTAIN sağlık tüketicileri
için hedeflemektedir.
TNO QMIC (“Quality for Medical In-
48
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
formation and Communication”)
bağımsız bir Hollanda kuruluşu tarafından geliştirilmiştir. TNO özellikle
sağlık alanını hedeflememektedir.
TNO’nun temel amacı bilimsel bilgi
ile endüstri ve hükümet işbirliğini
sağlamaktır. 2001 yılında sağlık ve tıp
siteleri için QMIC geliştirilmiştir.
Tüketici Sağlık Bilişiminde Sağlık
Uzmanlarının Rolü
Sonuç olarak sağlıkla ilgili sitelerinin
yayınları ile ilgili güvenilirlik değerlendirmesinde sağlık tüketicisinin
bilinçlendirilmesi, bu web sitelerinin
yayınlarının kontrol edilmesinden
daha önemlidir. Bilinçli sağlık tüketicilerinin geliştirilmesi için HON gibi
basit uygulanabilir skorlama sistemlerinin tanıtılması ve güvenilir bilgi
tanımlarının gerekirse kamu spotları
ile yapılması çok önemli olacaktır
Tüketici Sağlık Bilişimi kapsamında
sağlık uzmanlarının temel olarak üç
kilit rolü vardır.
Kaynaklar
Birincil olarak sağlık uzmanları sağlık
hizmetinde içerik kaynağı olarak hizmet vermektedirler. Hastalığın doğasını bilen ve tedavi için gerekli olan
bilgileri sağlayan sağlık uzmanlarıdır.
Sağlık uzmanlarının ikinci önemli
rolü, digital tartışma gruplarını
yönetme ve hastaların digital mesajlarına yanıt verme sorumluluğudur.
Bu durum hekimlerin mevcut mesleki uygulama tekniklerini değiştirmeleri ve hastalarla elektronik iletişimde
bulunurken net iletişim sağlamaları
zorunluluğunu getirmektedir. Bu
konu ile ilgili yasal düzenlemeler bilişimi hukuku çerçevesinde değerlendirilir. Üçüncü olarak, sağlık uzmanları, hastalara tıp dilindeki bazı
kavramların ne anlama geldiğini,
kavramlar arası ilişkileri anlatmakta
ve günlük yaşantılarındaki davranışsal değişiklikleri yorumlamalarına
yardım etmektedirler.
Biyomedikal Bilişim, Sağlık Hizmetleri ve Biyotıpta Bilgisayar Uygulamaları, Shortliffe EH,
Cimino JJ, 3.baskı, 2009
Internet Kullanıcılarının Sağlık Markalarından
Beklentileri,
http://www.connectedvivaki.com/internet-kullanicilarinin-saglik-markalarindan-beklentileri/, Erişim
28.01.2015
Rigby M, Forsström J, Roberts R, Wyatt J. Verifying quality and safety in health informatics services. BMJ 2001;323(7312):552-6
Rippen H, Risk A. E-Health Code of Ethics (May
24). J Med Internet Res 2000;2(2):e9
http://www.jmir.org/2000/suppl2/e1/
Risk A, Dzenowagis. J Med Internet Res 2001;
3(4):e28
Online Pharmacy Reviews & Verification,
http://www.legitscript.com,
Erişim: 29. 12. 2014
Tekin A, Kula S. Türkiye’de Nonmedikal İlaç Satışı Yapan Web Sitelerinin Bilgi Kalitesi ve
İçerik İnandırıcılığı, International Journal of
Informatics Technologies, 2015; 8(1): 35-40
(http://dx.doi.org/10.17671/btd.09206)
sağlığımıziçin
BACAKLARDAKİ RAHATSIZLIK
TOPLARDAMAR TIKANIKLIĞINDAN OLABİLİR
Toplardamar tıkanıklıklar ve belirtileri hakkında dikkat çekici açıklamalarda bulunan Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Periferik Damar Cerrahisi Bilim Dalı öğretim üyesi
Prof. Dr. Cüneyt Köksoy Toplardamar tıkanıklığının tedavisi hakkında önemli vurgulamalar yaptı.
Toplardamar tıkanıklığı nedir?
Toplardamar tıkanıklığı genel olarak toplardamarların ani olarak pıhtı
ile tıkanması ve tıkalı kalan damarın
yıllar içinde toplardamar kanının iletimini engelleyip, bacaklarda sorunlara yol açmasıdır. Toplardamarlar
içinde pıhtı oluştuğunda (Akut Derin Ven Trombozu) kan akımı engelleneceği için kan bacaklarda birikir
ve bacak aniden ağrılı, şiş, mor hale
gelir. Toplardamarlarda bir kez pıhtı
oluştuktan sonra, pıhtı tam olarak
ortadan kalkmadan damar normale
dönmez ve bacaktaki kanın akımına
sürekli engel olduğu için zamanla
kılcal damar çatlamasından varislere,
bacakta şişmeden yara oluşumuna
kadar bir çok şikayet ile karakterize toplardamar (venöz) yetmezliği
gelişir. Toplardamar yetmezliğinde
temelde olan sorun toplardamarlar
içinde biriken kanın bacak dokusuna zarar vermesidir.
50
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
Toplardamar tıkanıklığının başlıca
belirtileri nelerdir?
Belirtiler iki aşamalıdır. Toplardamar
tıkanıklığının ilk aşaması olan pıhtı ile damarın tıkanması yani derin
ven trombozu bacakta ani başlayan
şişlik, ağrı, morarma, bazen yürüyemeyecek kadar şiddetli acı ve ağırlık
hissi ile beraberdir.
Toplardamardaki pıhtı klasik olarak
tedavi edildiğinde yada hiç tedavi
edilmediğinde şikayetlerin hafiflemesi haftalar bazen aylar sürer. Ancak şikayetlerde zamanla belirli bir
düzeyde rahatlama olsa da genelde
hastaların yarısında yıllar sonra şikayetler karakter değiştirerek ağırlaşabilir. Bu ikinci aşamada bacakta
uzun süre ayakta kalındığında ortaya çıkan şişme, yorulma, ağrı, ağırlık hissi, baldırlarda varis oluşumu,
özellikle ayak bileklerinde çok sayıda mavi mor kılcal damar varisleri,
zamanla ayak bileğinde kahverengiye doğru giden koyulaşma, deride kalınlaşma, kabalaşma ve ayak
bileği çevresinde yaralar (venöz ülser) oluşur.
Prof. Dr. Cüneyt Köksoy
Toplardamarda pıhtı oluşması ya da derin ve
trombozu nasıl tedavi edilir?
Derin ve trombozunda yıllardır uygulanan tedavi kanı sulandırıcı ilaçlarla
pıhtının büyümesini, akciğere atmasını,
engellemeye yöneliktir. Bu tedavi sırasında genellikle pıhtı ortadan kalkmadan, damar açılmaz ve bu nedenle şikayetler çok yavaş düzelebilmektedir, ya
da tam olarak geçmeyebilmektedir.
Pıhtının ortadan kaldırılarak damarların
açılması mümkün mü?
Evet mümkün. Toplardamarda pıhtı
oluştuğunda en etkili tedavi pıhtının
eritilerek toplardamarların açılmasıdır.
İlk 2-3 hafta içinde gelen hastalarda
bacak toplardamarlarına bir kateter
yerleştirilerek pıhtı eritilebilir yada
parçalanabilir. Bu yolla hastaların şikayetleri kısa sürede geçer ve yıllar sonra
belirgin hale gelecek olan toplardamar
yetmezliğinin gelişimi engellenebilir.
Geç gelen hastalardaki toplardamar
tıkanıklıkları için etkin bir tedavi var mı?
Pıhtının eritilmesi şansını kaçırmış ve
aradan zaman geçmiş hastalarda olan
hastalarda kritik öneme sahip olan kasıktan yukarıdaki ana toplardamarları
açmak ve bu yolla hastaların şikayetlerini dramatik olarak rahatlatmak mümkündür. Bu hastalara anjio altında tıkalı
damarla balon yapılıp, damarların açık
kalmasını sağlayıcı stentler yerleştirilir.
Bu uygulama hastaların %80 nin de
başarılıdır. Bu sayede hastaların aylardır, yıllardır yakındıkları şişlik, ağrı gibi
şikayetleri önemli oranda azaltılabilir
ve bacaklardaki yaraların bir daha açılmamak üzere kapanması sağlanabilir.
Genelde bacak yarası yada venöz ülserin
tedavisinin olmadığı şeklinde bir düşünce
var. Bu doğru mudur?
Toplardamar ülseri ya da bacak yarası olan kişilerde temeldeki sorun
toplardamardaki eski pıhtılara bağlı
tıkanıklıklar yada kapakçıkların bozulmasına bağlı geri akım olup, hepsinin ortak noktası bacaktaki toplardamardaki kan basıncının normalin
çok üzerine çıkması ve bu kirli kanın
dokulara zarar vermesidir. İleri incelemelerle en önemli neden olan tıkanıklığın yeri ve derecesi belirlenip
anjio altına tıkalı damarlar stent ile
açılabilmektedir. Sonuç olarak kötü
ününe rağmen toplardamar hastalığına bağlı bacak yarası ya da tıptaki
adı ile venöz ülser tedavi edilebilen
bir hastalıktır.
TOPLARDAMAR HASTALIKLARI:
• Varis
• Nüks varis
• Kılcal damar varisleri
• Kronik Venöz Yetmezlik
• Venöz ülser (varis yarası)
• Derin Ven Trombozu
• Akciğer Embolisi
• Flebit
• Bacakta Şişlik (Ödem)
• Kol ve bacaklardaki toplardamar tıkanıklıkları
• Posttrombotik sendrom
• May-Thurner sendromu
• Nutcracker sendromu
• Klippel Trenaunay sendromu
• Doğuştan damar anomalileri
• Lenfödem
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
51
sektörden
İLAÇ SEKTÖRÜ MOBILE PHARMA
EXPERIENCE’TA BULUŞUYOR
2014’te “Yılın Microsoft Mobil Uygulama Çözümleri İş Ortağı” ödülünü alan TCM, yeni kurumsal
saha satış uygulaması SFA ile ilgili bilinmeyenleri, Türkiye’de faaliyet gösteren ulusal ve çok uluslu
ilaç firmalarının yöneticilerine tanıttı.
Türkiye’de son iki yıldır “Yılın Microsoft İş Ortağı” ödülüne layık görülen
TCM, yeni kurumsal saha satış uygulaması TCM SFA’i İstanbul’da Hotel
Les Ottomans’da gerçekleştirilen
Mobile Pharma Experience toplantısında tanıttı. TCM’nin geliştirdiği TCM
SFA kurumsal çözümü Microsoft teknolojileriyle geliştirildi.
Türk mühendislerin geliştirdiği kurumsal saha satış çözümü olan TCM
SFA, Türkiye’de faaliyet gösteren ulusal ve çok uluslu ilaç firmalarının yöneticilerine tanıtıldı.
Microsoft ve Intel networkünde “Global Case Study” seçilen TCM SFA,
Windows platformuyla geliştirilen
ve saha ekiplerine merkezi yönetim
kolaylığı sağlayan yapısı ve kullanıcı
dostu özellikleriyle öne çıkıyor.
24 Şubat’ta Les Ottomans’da
gerçekleştirilen Mobile Pharma
Experience’ın moderatörlüğünü Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Kişilerarası İletişim Anabilim Dalı
Başkanı Doç. Dr. Elgiz Yılmaz yaptı.
“Etkinliğin adı Mobile Pharma Experience; bu 3 kelimenin her biri hak52
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
kında saatlerce konuşulabilir ve yan
yana gelince yine oldukça kapsamlı
bir kavram” diyen Yılmaz, şunları söyledi: “2015 öngörülerini içeren global
sağlık sektörü raporlarında sağlıkta
değer yaratacak maliyet, pazar dinamikleriyle uyum, dönüşüm ve dijital
inovasyon, regülasyonlar ve compliance gibi ana başlık öne çıkıyor. Dijital dönüşüm son dönemde birçok
kurumun iş modelini değiştirmesine
neden olan bir yaklaşım ve hatta gereklilik. Çünkü bireysel kullanıcıların
mobiliteye olan ilgi ve talebinin çok
hızlı artmasıyla birlikte bireysel müşterileri yakalamak, elinde tutmak
isteyen firmalar, mobil ortamdaki
çözümlerini kısa zamanda pazara
sundular ve kullanımını yaygınlaştırdılar. Kurumlar da iş süreçlerinde ve
projelerinde tek bir merkezden tüm
platformlarında anında yönetilebilen
çözümlere ihtiyaç duydurlar. Sürekliliği sağlamak öncelik haline geldi.”
Kurumsal iş çözümleri alanında sektörün en çok tercih ettiği Türkiye’nin
önde gelen yazılım şirketlerinden biri
olan TCM Yönetici Ortağı M. Özgür
Altuntaş, çalışmaları hakkında soruları yanıtladı.
TCMSFA nedir?
Tam adı “Sales Force Automation”
olan TCMSFA saha ekipleri için satış
gücü otomasyonu olarak tasarlanmıştır. TCM’nin ilaç sektörü için geliştirdiği kurumsal iletişim platformu,
raporlama çözümleri ve saha satış
gücünü artıran uygulamaları bulunmakta.
Doç. Dr. Elgiz Yılmaz
TCM olarak IT sektöründe odak noktanız
ve hedefleriniz nelerdir?
TCM olarak, Microsoft teknolojileriyle yazılım geliştiriyoruz. Türkiye’de de
son iki yıldır “Yılın Microsoft İş Ortağı” ödülüne layık görüldük. Bu henüz
yolun başında olan genç bir şirket
için gurur verici.
Finans ve bankacılık, telekomünikasyon, medya, ilaç şirketleri, perakende
çözümleri gibi sektörlerin ihtiyaçlarına özel kurumsal yazılım, mobil ve
entegre raporlama çözümleri sunuyoruz. Türkiye ve bölgede teknoloji
geliştirme ve yenilikçi çözümler geliştirerek referans teknoloji çözüm
ortağı olmayı hedefliyoruz.
Uygulamada özellikle diğerlerinden farklı
olarak neler yapıldı?
• Kurumlara özel olarak uygulamayı
kişiselleştirebilme imkanı,
• Kolay renkli ara yüzü,
• Zengin içerik,
• İlaç firmasının merkezinden yöne-
tilen sunumlara saha ekibi tarafından aynı ofiste çalışır gibi ulaşabilmesi,
• Ziyaret
notlarını çalışma planına ve periyodik hedeflerine göre
planlayabilmesi
• Müşterimizde
bulunan iş akışlarının saha ekiplerinin de dahil olması
ihtiyaçlarını yenilikçi bakışımız ile
örtüştürmek en önemli hedefimiz
oluyor.
imkanını sağlamaları bu projede en
beğenilen özelliklerden birisi oldu.
Burada Global uygulama geliştirme
metodolojileri elbetteki bizim önemli araçlarımız oluyor.
“Mobile Experience” buluşmalarını diğer
sektörler için de düzenlemeyi düşünüyor
musunuz?
Mobile Pharma Experience’ta SFA
gibi ilaç sektöründe verimliliği artıracak uygulamalar ve çözümler gördük. Bunları tercih eden kurumlar
hangi iş süreçlerinde farklılık elde
edecekler?
Kesinlikle evet. Geliştirdiğimiz framework ile birden fazla sektöre çözümlerin entregre edilmesi çok hızlı
olabiliyor. Halen üzerinde çalışmaya
devam ettiğimiz farklı sektörler için
çalışmalarımız var. Yakın zamanda
güzel haberler vereceğiz.
Microsoft ve Intel networkünde “Global Case Study” seçilen TCMSFA, Windows 8.1 platformuyla geliştirilen
bir tablet projesi. Merkezin bilgi ve
kurum dinamiklerini sahanın hızına
entegre edebilmeyi hedefledi ve kullanıcı dostu özellikleriyle bunda da
başarılı oldu.
TCMSFA, karmaşık bir operasyonel
yapıya sahip şirketlerin, performans
yönetimlerini, operasyonlarına ve
değer zincirine etkili bir şekilde entegre edebilmeleri için tasarlanmış
en etkili sürdürülebilirlik yazılımıdır.
Bu oldukça esnek ve kolektif bir platform. Çözümün etkili bilgi toplama,
doğrulama ve raporlama özelliği sayesinde, kurumun sürdürülebilirlik
ve performans ölçütleri tek kaynaktan ulaşılabilir hale geliyor. Sahada
kalabalık ekipler ile yoğun olarak görev yapan organizasyonlar buradaki
dağınık yapılarını mekezileştirebilme
Türkiye’de dijital dönüşüm ne aşamada?
Kurumsal şirketler ve KOBİ’ler arasında
bu dönüşüm nasıl gerçekleşiyor?
Türkiye genç nüfusu sayesinde dijital dönüşümü çok hızlı benimsedi.
Ülkemizde internet kullanımı ve penetrasyonu, mobil cihaz kullanımı
geçtiğimiz yıllara göre giderek artıyor. Bulunduğu coğrafya itibariyle
en güçlü, en eğitimli, en yeniliğe açık
ve en kolay öğrenen nüfusuna sahip
bir ülke. Ancak burada karşılaştığımız
en büyük zorluk şu: Dijital yenilikleri
gelişmeleri fikren çabuk kabulleniyoruz, hevesliyiz ama iş süreçlerimize
ve modellerimize aktarırken çekiniyoruz. Biz de TCM olarak aslında bu
sürece aracılık ediyoruz. Geliştirdiğimiz çözümler aslında amaç değil araç
ya da araçların daha iyi kullanılmasına imkan veren çözümler.
• Siparişlerini rahatlıkla alabilmesi,
merkez ve depolar ile iletişiminin
kolaylıkla yapılabilmesi.
• Arkasında çok ciddi bir raporlama
platformu imkanı sağlanması.
Kurumsal çözümler geliştirirken nelere
dikkat ediyorsunuz?
TCM’nin şirket kültüründe çevik, sürekli yenilikçi ve katma değer katan
uygulama geliştirme prensibi var.
Bunu yaparken de hizmet verdiğimiz müşterilerimizin ihtiyaçlarını göz
önüne alıyoruz.
Genel anlamda çalıştığımız müşterilerimiz Türkiye’nin önde gelen ve birçoğu çok uluslu kurumlar. Bu yüzden
öncelikle onların mevcut organizasyonlarını çok iyi anlamak ve onların
M. Özgür Altuntaş
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
53
dijitalsağlık
BÜYÜK VERİ (BIG DATA)
HAYAT KURTARABİLİR Mİ?
Dr. Sertaç DOĞANAY
Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu
Buyurun size belki de hiç tahmin etmeyeceğiniz güncel birkaç istatistiki
veri (farklı kaynakların, farklı tarihlerde paylaştıkları istatistiklerdir):
Tüm dünyada;
…sorusuna cevabım net: Evet.
Büyük veri son yıllarda pazarlamacılar ve iletişimciler olarak üzerine çok
konuştuğumuz ve tartıştığımız konulardan biri. Büyük veriyi oluşturan,
kimilerinin sandığı gibi bilgisayarlar
değil, bizzat kullanıcılar yani biziz.
İnternet üzerinde geçirdiğiniz her an
(hiçbir harekette bulunmasanız dahi)
büyük veri havuzuna bir küçük damla daha ekliyor. Google’da yaptığınız
bir arama, bu arama sonunda tıklayarak ziyaret ettiğiniz bir web sitesinde
görüntülediğiniz sayfalar, attığınız
bir Tweet, Foursquare’de yaptığınız
bir yer bildirimi bunlara örnek.
54
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
Her 1 dakikada yapılan Google araması sayısı: 2,5 milyon
Her 1 günlük sürede Instagrama yüklenen fotoğraf sayısı: 70 milyon
Aktif Facebook kullanıcı sayısı: 1,4
milyar
Her gün atılan tweet sayısı: 500 milyon.
İşte tüm bunlar büyük veriyi biraz
daha büyütüyor.
Gelelim büyük verinin, doğru kullanıldığında insan hayatını nasıl kurtaracağına.
2014 Mart ayında patlayan Ebola salgınında, 10 Şubat 2015 tarihli CDC
(Centers for Disease Control and Prevention) verilerine göre 9.268 kişi hayatını kaybetti.
Gelmiş geçmiş en büyük kıtalar arası
bulaşıcı hastalık salgını olarak tarihe
geçti. WHO (Dünya Sağlık Örgütü)
büyük veriyi yeterince iyi işleyip anlamlandırabilseydi belki de binlerce
insanın hayatı kurtulabilecekti.
Dünya Sağlık Örgütü’nün web sitesinde Ebola salgınıyla ilgili ilk haber
(resmi veri) 23 Mart 2014 tarihli. Bundan tam 4 gün önceyse healthmap.
org sitesinde Ebola salgınıyla ilgili ilk
haber duyuruldu.
Gelin Healthmap’i tanıyalım önce:
Boston Children’s Hospital çalışanları
tarafından kurulmuş, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş. Sağlık alanında,
resmi merciler ve internet kullanıcıları tarafından oluşturulan büyük veriyi
değerlendirerek dünyanın herhangi
bir yerinde yayılmakta olan bir bulaşıcı hastalığı “anında” görüp işaretleyen bir yazılım aslında. Tamamen
ücretsiz sunduğu bu analizler, tüm
dünyada pek çok sağlık çalışanı tarafından da kullanılmakta.
11 Ağustos 2014’te Newsweek
Dergisi’nde çıkan haberin başlığı
şuydu:
“Bir algoritma, Ebola salgınını Dünya
Sağlık Örgütü’nden dokuz gün önce
tespit etti.”
İşte bu yazılım algoritması Healthmap’a ait.
Gelelim Healthmap’in Dünya Sağlık
Örgütü’nden dokuz gün önce bir salgını nasıl haber aldığına. Dünyanın
tüm ülkelerinde kullanılan global ve
yerel tüm arama motorlarındaki anlık
arama trendlerini kullanıyor en başta.
Bununla beraber resmi ve özel sağlık
kurumlarının web sitelerini, sosyal
medya hesaplarını anlık olarak izliyor.
Son olarak da Facebook ve Twitter
gibi major sosyal medya kanallarında
kullanılan terimleri takip ediyor. Bunları bir algoritmadan süzüyor ve anlık
olarak bir bulaşıcı hastalığın nerede
yayılmaya başladığını gösterebiliyor.
14 Kasım 2014’te ise bu sefer BBC
web sitesi sağlık bölümünde bir haber yayımlandı. Bu haber ise hepi-
mizin sıkça kullandığı Wikipedia ile
ilgiliydi. Wikipedia’nın yetkililerinin
kendi açıklaması aynen şu şekildeydi:
“Wikipedia içinde yaptığınız aramalardan ve görüntülediğiniz sayfalardan yola çıkarak, salgın hastalıkları
geleneksel yöntemlerden yaklaşık bir
ay önce öngörebiliyoruz.
Sağlık ve İnsan dergisinin sonraki
sayılarında, sağlık bilişimi, sağlık iletişimi ve sağlık yönetimi disiplinlerini
yakından ilgilendiren büyük verinin
kullanımıyla ile ilgili güncel gelişmeleri paylaşmaya devam edeceğim.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
55
MAP2HEAL “SAĞLIĞIN HARİTASI”;
KÜRESEL SAĞLIK TURİZMİ PLATFORMU
Doç. Dr. Tayfun AYBEK
Sizlere TUBİTAK ve Hacettepe Teknokent destekli bir Sağlık Turizmi platformunu anlatacağım.
Map2heal nedir ?
Türkiye’deki tüm Sağlık Noktalarını
(Doktor, Hastane, Tıp Merkezi ve Diş
Hekimleri) tüm dünya dillerinde tanıtan, TUBİTAK ve Hacettepe Teknokent destekli bir Sağlık Turizmi platformudur. Bu platformun amacı yerli/
yabancı herkese, konum ve dil farkı
gözetmeksizin “kendi evindeymiş”
hissi vererek, aradığı Sağlık Profesyoneli ile üst düzey iletişimini sağlamaktır.
Her yıl Türkiye’ye 33 Milyon Turist
geliyor. Yaşlısı, genci, çocuğu ile bu
insanlar sağlık problemleri ile karşı
karşıya kaldıklarında kaliteli ve ivedi
56
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
bir sağlık hizmeti almaları ülkemizin
uluslararası imajını pozitif ölçüde
artırır. Hatta bu insanlar tekrardan
belki de tıbbi tedavi amaçlı ülkemize
gelmek isteyecekleri için, onları bu
konuda rahat ettirmek ve güven duygusu yaratmak gerekir.
Her bir bireyin kendi sağlık sorunları
hakkında objektif araştırma yapma
ve tedavi olacağı yeri, kendi iradesi
ile seçme hakkına sahiptir. Günümüzde internet kullanıcıları en çok
sağlık konularında araştırma ve sorgulama yapmaktadırlar (%68). İşte
map2heal’in kuruluş amacı budur.
Map2heal ülkelerin yerel kanunlarına uygun olarak, hukuk çalıştayları,
tabip odaları ve büyükelçilikler ile
toplantılar sonucu tasarlanmış ve
uygulamaya sokulmuştur. Öncelikle
Türkiye için hazırlanan platforma, bu
yıl içerisinde diğer ülkelerin de sağlık
noktalarını dahil edilerek, büyümesi
planlanmaktadır.
Map2heal kullanıcısına (Hasta/Hasta
yakını veya Sağlık Tarayıcısı) ne sunuyor?
Dünyanın neresinde olursanız olun,
kendi dilinizde sağlık araştırması
yapıp, ilgili Doktorlar ile anlık iletişime geçebilir, randevu alabilirsiniz.
Tetkiklerinizi (Tomografi, MR, Anjiyo
vb.) saniyeler içerisinde binlerce km
uzaktan doktorunuza gönderebilirsiniz. Haritadan çevrenizdeki tüm sağlık noktalarını görebilir, şikayetinize,
sağlık sigortanıza göre bunları filtreleyebilirsiniz. Panik durumunda en
hızlı biçimde kendi dilinizi konuşan
doktorunuzla iletişime geçip, konumunuzu harita olarak ona gönderebilirsiniz. En güncel tedavi yöntemleri konularında yerli/yabancı tüm
profesyonellerin tecrübelerini kendi
konuşabildiğiniz dillerde okuyabilir
ve bu konularda hastaların yaşadıklarını inceleyebilirsiniz.
Türkiye’deki yabancı bir hastada tıbbi
işlem yapılmadan önce, kendi dilinde
açıklaması ve onay vermesine imkan
sağlayan 17 dilde Hasta Onam Formları mevcuttur.
Takibi gereken durmlarda (Örnek :
Tansiyon, Nabız, Kan şekeri, INR, hormon seviyeleri vb.) sisteme giriş yapın, Doktorunuzla bunları paylaşın.
Değerlerinizi giriş yaptığınız anda
Doktorunuz görecektir ve ona grafik
olarak düşer.
Sağlık durumunuzu map2heal’e giriş
yapıp, gittiğiniz seyahat ettiğiniz yerlerde sizin için güvenlik haritası çıkarılır, önleminizi ona göre alabilirsiniz.
Bu sadece Türkiye değil tüm dünya
için geçerli olacaktır.
Kullanıcılar Kimlerdir?
Platformdan faydalanabilen 3 kullanıcı türü vardır :
a) Yurt içinde sağlık taraması yapan
hastalar veya yakınları, sağlık konularında en güncel haberleri almak isteyenler
b)Yurt dışından Türkiye’ye tedavi
amaçlı gelmek isteyen hastalar
c) Yurt dışından Türkiye’ye seyahat
amaçlı gelip de, sağlık sorunları ile
karşılaşan kimseler
Zamanla diğer ülkelerin sağlık noktaları da sisteme dahil edildiğinde,
çapraz katlanıcı etkisi ile, Arap ülkelerinden Avrupa ülkelerine, Rusya’dan
Almanya’ya vb. Sağlık Turizmi piyasasını içine alabilir.
Platforma Sağlık Noktası olarak üye
olabilenler :
a)Doktorlar
b)Hastaneler
c) Tıp Merkezleri
d) Diş Hekimleri
e)Eczaneler
f ) Sağlık Sektörü ile ilişkili Firmalar
1. Medikal Firmalar
2. Termaller / Kaplıcalar
3. Sağlık Turizmi Şirketleri
Map2heal Sağlık Profesyonellerine
(Doktoruna/Hastanesine/Tıp Merkezine/
Diş Hekimine) neler sunuyor?
Sağlık Profesyonelleri sizler için glo-
balleşmenin getirdiği zorunluluklardan yükünüzü alacak bir platform
kurulmuştur. Türkiye’deki Sağlık
Profesyonellerinin tüm dünyada
araştırma yapanlar tarafından bulunabilirliğini sağlayan, 17 dil destekli
bir sistem yaratılmıştır. Gerek yerli,
gerekse yurt dışı hastası artık Doktoru veya Hastanesi ile direk iletişime geçerek, kendi dilinde randevu
alabilir, ileri tetkiklerini gönderebilir,
mesajlaşabilir. Online Konsey sistemi
ile, sadece aynı şehirdeki değil, dünyanın diğer ucundaki meslektaşları
ile tartışabilir, nadir ve ilginç tıbbi
vakaları görüşebilirsiniz. Hastalarınıza yapılacak tıbbi prosedürleri kendi
dillerinde açıklayan onam formları
sunabilirsiniz.
Özetle şunlar sunulmakta
Doktorlar için map2heal :
1) 17 dilde stratejik ve dinamik bir
web sayfası, kendi sayfanızı kendiniz yönetebilirsiniz
2) Kendi Uzmanı olduğunuz konuları anahtar kelime olarak yerleştirebilirsiniz. Bu kelimeler sistem
tarafından arka planda 17 dile
çevrilmektedir.
3) Yerli/Yabancı Sağlık Sigortalarının
anlaşmalı sağlık noktası olarak
hastalar sizi bulabilir
4) Konuştuğunuz dilleri girin, o dillerdeki sağlık tarayıcıları sizi tespit
edebiliyor
5) Panik Butona basan bir yabancı
hasta, siz de bu hizmeti veriyorsanız, direkt sizinle temasa geçebiliyor
6) Hasta veya Doktor Network’ü kurabiliyorsunuz, bunlar ile uzaktan
hasta takibi, veya uzaktan online
konsey yapabilirsiniz
7) DICOM datalarını (Tomografi, Anjiyo, MR, Eko vb..) HIPAA HITECH
teknolojisi ile saniyeler içerisinde
transfer edebilirsiniz veya hastalarınızdan size gönderebilir
8) Transfer edilen DICOM verilerini
okuyucu FDA onaylı bir Web DICOM Viewer ile bilgisayarınızdan,
mobil cihazınızdan görüntüleyip,
ölçüm yapabilirsiniz, tüm bu veriler hasta ismi silinerek (anonym)
yapılır, Doktorun önüne sadece
bir „patoloji“ değerlendirme gibi
düşer. Böylelikle hasta hakları ve
mahrumiyeti korunmuş olmaktadır
9)400 işlem için 17 dilde hasta
onam formları bulunmaktadır.
Bunlar hukukçular ve sağlık profesyonelleri tarafından hazırlanmıştır. Avrupa Birliği normlarına
uygundur. Bu alanda 25 yıldır
onam formları yapan Thieme
Compliance (Erlangen/Germany)
ile birlikte çalışılmaktadır.
10)Size gelen randevuları, teşekkür
yazılarını yönetebileceğiniz bir
platform
11)
Hasta bilgilendirme makalelerinizi sisteme 17 farklı dilde koyabilirsiniz, çok okunan makaleler,
sistem tarafından otomatikman
başka dillere çevrilmektedir ve
dünyadaki tüm tarama motorlarında çıkmaktadır
12)Yurt dışı hasta ile mesajlaşmada,
herkes kendi dilinde yazıyor... Sistem otomatik çevirmektedir, bu
da çoğu alanda dil sorununu ortadan kaldırmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
57
13)Mezun olduğunuz Fakülte arkadaşlarınız şu an nerdeler anında
görün,
14)“Tıp Tarihinde Bugün“ bölümündeki ilginç yazıları görüntüleyip,
paylaşın
Hastaneler / Tıp Merkezleri için map2heal :
1) Yukarıdaki Doktorlar için olan olanakların hepsi Hastaneler için de
geçerli, ancak bunun yanında:
2) SEO ile tüm Dünya sıralamalarında hedef ülkelerde yükselme sağlanmaktadır
3) Hastane’lerin her bir bireyi (Doktor, Diyetisyen, Uluslararası Hasta
Servisi vb..) için stratejik micro
web sayfası...
4) Tüm Hastane duyurularını anında
takipçi hastalarına iletmek
5) Gelişmiş bir hasta takip sistemi,
(Tansiyon, Nabız, Kilo, Kann şekeri, INR, Hb, Hormon değerleri, aşılar vb.) Doktorlarınız oturdukları
yerden hastaların değerlerinin
toplu grafiklerini görebilirler...
6) Web sayfası Live istatistik sistemi
ve analizi
7) Uluslararası yabancı dilde Reklam
/ Duyuru verme opsiyonu, bununla seçtiğiniz hedef ülkelerde
Hastane’nizin duyurularını o ülkenin dillerinde paylaşın
8) Yurt dışı hastalarınızı veya hasta
takipçilerinizi, kendi dillerinde
onların bayramlarında kutlamak
için otomatik bir platform
9) “Map2heal Cloud Pro“ Versiyonu
ile Hastanelere aynı zamanda kurumsal web sayfası sunulmakta,
arka planda map2heal modelinde
bir sistem çalışmakta, böylelikle
Hastane içinde her bir Doktorun,
kendilerinin kontrolünde bir micro web sayfası olabilmekte, mesaj
sistemi, tetkik gönder ve randevu
sistemi entegre edilmekte
Firmalar için Map2heal:
Map2heal Medikal Firmalar için „Ben
Bir Tıbbi Ürünüm“ mantığı ile o ürüne profil sayfası sunmakta. Bunun
yanında Sağlık Turizmi Firmaları ve
Termaller / Kaplıcalar da eğer şifa
veren turizme dayalı yönleri var ise
map2heal’de yer alabilmektedirler.
58
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
Medikal Firmalar için map2heal :
Termaller / Kaplıcalar
1)Ürününüzü 17 dilde pazarlama
olanağı
1) Termal/Kaplıca’nızı bir Sağlık Platformunda 17 dilde tanıtabilme
imkanı,
2)Ürününüzü internette bulabilecek şekilde map2heal’in anahtar
kelimeleri ile destekleyin, her bir
kelime 17 dile otomatik olarak
çevrildiğinden, bulunabilirliğiniz
artacaktır
3) Ürününüz ile ilgili makale, blog
yazısı, video, örnek vakalar koyabilme ve bununla birçok dilde pazarlama yapma imkanı
4)File Transfer Modülü ile sizlere
Hastalardan veya Doktorlardan
gelecek önemli dosya transfer
platformu ve limitsiz cloud teknolojisi
5) Hem müşteri, hem de diğer firmalar ve bayilik networkleri oluşturarak, bunlarla en hızlı ve güvenilir iletişim ağına sahip olma, ürün
hakkındaki bildirilerinizi anında
onlar ile paylaşma olanağı
6) Ülke içi satış ve hedef ülkelere ihracat payını artırmak için reklam
verme olanağı, bu reklam panolarının sadece ilgili kişiler tarafından algılanmasını sağlayan seçici
bir sistem
7) Otomatik çeviri sisteminden yararlanarak, yabancı dillerdeki
müşteriler ile irtibata geçerek,
yeni yeni ihracat fırsatları yakalayabilme fırsatı
8) Oldukça gelişmiş bir CRM ve haritadan müşteri takip sistemi
9)Ürününüzü çok dilli bir sağlık
platformunda tüm dünyada duyurabilme şansı ve SEO, SEM gibi
olanaklardan yararlanama şansınız map2heal ile mümkündür.
10)Bunların yanında sistemi kendi
istekleriniz doğrultusunda geliştirme imkanları
2)Termal/Kaplıca’nızı
internette
bulabilecek şekilde map2heal’in
anahtar kelimeleri ile destekleyin,
her bir kelime 17 dile otomatik
olarak çevrildiğinden, bulunabilirliğiniz artacaktır
3)“Map2heal Cloud Pro” ile hem
kurumsal web sayfanızı dilediğiniz tarzda yapma, hem de
map2heal’in tüm imkanlarından
faydalanabilme imkanı
4)Hem müşteri, hem de seyahat
acentaları ile networkler oluşturarak, bunlarla en hızlı ve güvenilir iletişim ağına sahip olma,
kampanyalarınız, etkinlikleriniz
ve sağlıkla ilgili haberleriniz hakkındaki bildirilerinizi anında onlar
ile paylaşma olanağı
5) Hedef ülkelere ihracat payını artırmak için reklam verme olanağı,
bu reklam panolarının sadece ilgili kişiler tarafından algılanmasını sağlayan seçici bir sistem
6)Termal/Kaplıca’nızı çok dilli bir
sağlık platformunda tüm dünyada duyurabilme şansı ve SEO,
SEM gibi olanaklardan yararlanama şansınız map2heal ile mümkündür.
7) Otomatik çeviri sisteminden yararlanarak, bilmediğiniz dillerdeki müşteriler ile irtibata geçerek,
yeni yeni yabancı ziyaretçi fırsatları yakalayabilirsiniz
Konum Tanıma
Map2heal ile konum tanıma ve Sağlık Noktası öneri sistemi, Augmented
Reality teknolojisi ile hazırlanmıştır.
haber
60
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE
SİGARA PAKETLERİ ÜZERİNDEKİ
RESİMLER DEĞİŞİYOR
Avrupa Birliği Resmi Gazetesinde
29 Nisan 2014 tarihinde yayımlanan
2014/40/EU Sayılı ‘AB Tütün Ürünleri
Direktifi’ ile Avrupa Birliği ülkelerinde
2001 yılından beri yürürlükte olan
kurallar, belirlenen geçiş süreleri sonrasında değişmiş olacak.
yeni düzenlenen kuralları yerel mevzuatlarına aktarmaları için 20 Mayıs
2016 tarihine kadar süre tanındı.
2001/37/EC sayılı Direktifin, ancak tanınan bu sürenin sonunda, 2016 yılı
Mayıs ayında tamamen yürürlükten
kaldırılacağı hükme bağlandı.
AB Tütün Ürünleri Direktifi, yayımını
takip eden yirminci gün itibarıyla yürürlüğe girdi. Üye ülkelere, Direktifte
Direktifte yer alan düzenlemelerden
birisi de 2012 yılından bu yana paketler üzerinde yer alan resimli sağ-
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
lık uyarılarının güncellenmesi. Paket
üzerindeki resimler Mayıs 2016 itibarıyla değiştirilecek ve belirlenen üç
grup birer yıl için dönüşümlü olarak
kullanılacak.
20 Mayıs 2016 tarihinden önce üretilmiş ve piyasaya arz edilmiş olan ve
sağlık uyarıları 2001/37/EC sayılı Direktifle uyumlu olan sigaraların piyasada bulunmalarına bir yıl daha izin
verilecek. Dolayısıyla üye ülkelere
Direktifin yayımı tarihinden itibaren
piyasada sadece yeni resimli uyarıları
taşıyan paketlerin yer alması için 3 yılın üzerinde bir süre tanındı.
2014/40/EU Sayılı AB Tütün Ürünleri
Direktifi’nin “Tütün Ürünleri için Birleşik Sağlık Uyarıları” başlıklı 10’uncu
maddesinde yer alan ifade şöyle:
“Birleşik sağlık uyarıları Ek II’de düzenlendiği gibi üç set olarak gruplanmıştır ve her bir set belirli bir yılda ve
yıllık bazda dönüşümlü kullanılacaktır. (...)”
2014
yılı
sonunda
Avrupa
Komisyonu’nun yayımladığı yeni birleşik uyarılar ise şöyle:
Türkiyede Paket Üzerindeki
Uyarıların Geçmişi
Türkiye’de ilk kez 1996 yılında, o zamanki adıyla, 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine
Dair Kanun’un yürürlüğe girmesiyle
paket üzerinde “Yasal Uyarı: Sağlığa
zararlıdır” ibaresinin konulması zorunlu oldu.
2005 yılında TAPDK tarafından yayımlanan “Tütün Mamullerinin Zararlarından Korumaya Yönelik Üretim
Şekline, Etiketlenmesine ve Denetlenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” (Yönetmelik) ile
birlikte, sigara paketlerinin yan yüzüne sigaraların TAPDK tarafından
belirlenen metotlarla ölçülen zifir, ni-
kotin ve karbon monoksit değerleri
yazılmaya başlandı. Yine aynı yönetmelikle, paket üzerinde “Yasal Uyarı:
Sağlığa zararlıdır” ana uyarısının yanı
sıra, paketin geniş dış yüzeylerinde
basılacak ve TAPDK tarafından belirlenen bir genel uyarı ve ek uyarı zorunluluğu getirildi. Genel uyarının en
az paketin geniş yüzeyinin %30’u, ek
uyarının ise en az %40’ını kaplaması
zorunlu hale geldi.
2008 yılı başında 4207 sayılı Kanun’da
yapılan değişiklikle, uyarı mesajlarının resim, şekil veya grafik biçimlerinde de olabileceği belirlendi. Bu
uyarı yazıları, resim, şekil veya grafik
mesajlarıyla ilgili hususların Sağlık
Bakanlığı’nın onayıyla TAPDK tarafından düzenlenmesi hükme bağlandı.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
61
Bu çerçevede TAPDK tarafından aynı
yılın Kasım ayında tadil edilen Yönetmelik ile ek uyarılardaki metinler ile
bu metinlere karşılık gelen, TAPDK tarafından belirlenecek kaynak listede
yer alan metin, fotoğraf, çizim veya
resimlerden oluşan birleşik uyarılar
uygulaması başladı. Kaynak listenin
oluşturulması için yaklaşık altı aylık
bir süre belirlendi, sonrasında da altı
aylık bir geçiş süreciyle, 2009 yılı sonuna kadar paketler üzerinde birleşik
uyarılara yer verilmesi zorunlu oldu.
Genel uyarıların ve ek uyarıların paket üzerinde kaplayacağı alana ilişkin
bir değişiklik yapılmadı.
2010 yılı başında Yönetmelik’te yapılan değişiklikle genel uyarıların birim
paketin dış arka yüzeyinde, birleşik
uyarıların ise dış ön yüzeyinde bu-
62
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
lunması zorunlu hale geldi. Sağlık
Bakanlığı onayıyla Kurum tarafından
yayımlanan kaynak listede yer alan
birleşik uyarıların görünürlüğü artırılarak, paketin ön yüzeyinde kaplayacağı alan %65’e çıkarıldı. Paketlerin
farklı açılımla genişlemesi durumunda ise, genişletilmiş alanın dikkate
alınacağı belirtildi. Eski paketlerin
piyasaya arzı için yıl ortasına kadar,
paketlerin piyasada bulunma süresi
için de yılsonuna kadar bir geçiş süreci tanımlandı.
2012 yılı Temmuz ayında 4207 sayılı
Kanun’da bir güncelleme yapılarak
paketler üzerindeki uyarıların görünürlüğü daha da artırıldı ve paketler
bugünkü halini aldı. Genel uyarılar ve
birleşik uyarıların her iki geniş yüzeyin %65’inin kaplaması, ayrıca paket-
ler üzerinde “ALO 171 Sigara Bırakma
Danışma Hattı” bilgisine yer verilmesi
zorunlu hale getirildi. Böylece bir yıllık geçiş sürecinin ardından 2013 yılı
Temmuz ayından itibaren piyasada
bulunan tüm sigaralar üzerinde görünür genel ve birleşik uyarılar yer
almaya başladı.
Tüm bu süreç sonunda, sigara paketlerinin her iki yüzeyinde, görünürlüğü yüksek olan hem yazılı hem de
görsel uyarıların yer almasıyla, kamuoyunda tütün ürünlerinin zararları
konusunda bilinç oluşturma yolunda
önemli adımlar atılmış oldu. Avrupa
Birliği’nde yapılan yeni düzenlemelerin ülkemize adapte edilmesi, gerek
AB’ye uyum açısından, gerekse de
tüketici üzerinde yaratacağı etki açısından faydalı olacak.
Hastanelerinizin
daha etkin
yönetimi ve
verimliliği için...
haber
BOTULİNUM TOKSİN UYGULAMALARI
YAŞLANMAYA BAĞLI İZLERİ AZALTIYOR
Doç. Dr. Hakan ERBİL
Türk Dermatoloji Derneği Estetik ve
Kozmetik Çalışma Grubu Başkanı
Yurt dışında Dr. William J. Binder tarafından başlatılan ve daha sonra Dr.
Alexander Rivkin’in katılımıyla sürdürülen araştırmada, düzenli olarak uygulanan Botulinum Toksin ile düzensiz yapılan uygulamasının yaşlanma
izlerine olan etkisi araştırıldı.
Yaşam standartları birbirine yakın
olan, 45-50 SPF güneş koruyucu
krem kullanan ve sigara içmeyen
ikizlerden birine düzenli botulinum
toksin uygulanırken diğerine sınırlı
sayıda uygulama yapıldı.
Yaklaşık 19 yıl boyunca ikiz kardeşlere farklı şekilde uygulanan botulinum toksin ve etkisinin incelendiği
araştırmanın sonuçları açıklandı.
Araştırma kapsamında ikizlerden
Los Angeles’ta yaşayan kişiye 19 yıl
süresince her 4-6 ayda bir alın ve kaş
arasına; son 8 yıldır ise kaz ayaklarına
64
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
botulinum toksin uygulandı.
Doz ilk yıllarda 20, 10 ve 16 U (kaş
arası, alın ve kaz ayakları) şeklinde
gerçekleştirilirken, son birkaç yıldır
dozu 16, 8, 16 U’ya düşürüldü.
Münih’te yaşayan ve düzensiz uygulama yapılan ikiz kardeşe ise 19
yıl içinde toplamda 4 kez Botulinum
Toksin uygulandı. (2, 9 ve 13 yıl önce)
Uygulanan dozlar 20, 10 ve 12U (kaş
arası, alın ve kaz ayakları) şeklinde
gerçekleştirildi.
Sonuçları bilim dünyasında yankı
yaratan araştırmada, her iki ikizin de
çeşitli açılardan çekilen fotoğrafları
paylaşıldı. Araştırma sonucunda, düzenli uygulama yapılan ikizde alın ve
kaş arası çizgilerine rastlanmazken,
düzensiz uygulama yapılan ikizde
çizgilerin belirgin olarak gözlemlendiği saptandı.
İkizlerde kaz ayaklarındaki çizgilerin
de görünümünde belirgin farklılık
tespit edildi. Düzenli uygulanan ikizde daha hafif çizgiler varken, düzensiz uygulanan ikizde bu çizgilerin
daha derin olduğu gözlendi.
Düzenli uygulama yapılan ikizin cildi
daha pürüzsüz ve gözenekler daha
küçük olurken; diğer ikizde ise yaşlanma belirtileri olan kırışıklıklar ve
gözenekler daha görünebilir şekilde
belirlendi.
Dr. Binder, araştırma sonucuna ilişkin
yayımladığı makalesinde, “Düzenli
ve uzun vadeli Botulinum Toksin uygulamaları yüzdeki cilt yaşlanmasını
azaltıyor ve yüzde oluşan çizgilerin
oluşumunu erteliyor” ifadesini kullandı.
Bilim insanı Bowler tarafından 7 yıl
süren 2 durum çalışması sonucu da
tedavi sonrasındaki cilt kalitesinde
iyileşme, kırışıklıklarda azalma ve ciltte pürüzsüzlük belirlendiğini ortaya
koydu. Çalışmada Botulinum Toksin’
in etkinliğinde azalma veya doz artırım ihtiyacına rastlanmadığını da
gösterdi.
Dr. Dailey ve arkadaşlarının yayımladığı 2 yıl süren çalışma sonucunda da
düzenli uygulamanın kırışıklıklardaki
azalma ve botulinum toksinin etkisini uzattığını ortaya koydu.
Araştırma kapsamında, hastalara her
4 ayda bir 5 kere düzenli botulinum
toksin uygulandı. 20. aydan sonra 6
ay hastaların yüzde 87’sinde tatmin
edici sonuçlar alındığı belirlendi.
Araştırmalar hastaların genç görünüme kavuşmalarının yanı sıra hastalarda kendine güven duygusunun arttığını, yaşam kalitelerinin yükseldiğini
göstermektedir.
Düzenli botulinum toksin uygulandığında, yüzde oluşan çizgilerin gelişimi önlenebiliyor, kaz ayaklarındaki
izler de azalıyor.
Sonuçlar Doğal
Zaman, tüm yaşanmışlıklarını cildinizde gösterirken, daha genç ve
dinamik bir cilde kavuşmak, yaşlanmanın izlerini geciktirmek mümkün
olabilmektedir.
Ciltte oluşan yaşlılık belirtileri, ameliyata gerek kalmadan azaltılabiliyor.
Bu uygulamalar arasında botulinum
toksin, dolgu, mezoterapi, kimyasal
peeling, prp, iğneli radyofrekans,
fokus ultrason, ip uygulamaları, lazer uygulamaları önemli bir yer tutmaktadır. Bu uygulamalar ülkemizde
ve dünyada artmaktadır. Ayrıca bu
alanda kullanılan teknikler, cihazlar,
malzemeler hızla geliştirilmektedir.
Bu hızla gelişen teknolojilere paralel hem uygulayıcıların eğitimlerinin
hem de uygulama becerilerinin artırılması gerekmektedir. Biz dermatologlar bu ihtiyaçtan yola çıkarak uzun
yıllardır başta “Türk Dermatoloji Derneği” olmak üzere diğer Dermatoloji
dernekleri ile birlikte eğitim çalışma-
larını sürdürmekteyiz. Bu çalışmalar
kongre, sempozyum, konferans ve
atölye çalışmaları şeklindedir.
Bu sempozyumlardan en önemlilerinden biri olan Uludağ Kozmetik
Dermatoloji Sempozyumunun sekizincisi yüksek bilimsel içeriği ve pratik uygulamaları ile yapılmaktadır.
Botulinum Toksin Uygulamaları
Tüm dünyada olduğu gibi botulinum
toksin uygulamaları ülkemizde en sık
yapılan estetik işlemdir.
Clostridium Botulinum isimli bakteriden elde edilen, kasları gevşetmek
için kullanılan bir ilaç olan botulinum
toksin, uzun yıllardır kozmetik dermatoloji alanı dışında da çeşitli hastalıkların tedavisinde güvenle kullanılmaktadır.
Botulinum Toksin, öncelikle hareketlerin tekrar edilmesi ile oluşan mimik
çizgilerinin oluşmasını engellemek
için kullanılmaktadır. Çizgiler derinleşmeden botulinum toksin uygulaması yapılması, avantaj sağlamaktadır. Bu şekilde, kasların kasılması
yumuşatılarak olabileceğinden daha
az kırışıklık oluşmaktadır.
Uygulama Deneyimli Hekimler
Tarafından Yapılmalı
Uygulama mutlaka bu konuda iyi
eğitim almış ve deneyim sahibi hekimler tarafından yapılmalıdır
Son yıllarda medikal estetik alanındaki uygulamaların artması ve ekonomik nedenler sonucu tüm dünya
da olduğu gibi ülkemizde de hekim
olmayan uygulayıcıların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun sonucunda da istenmeyen ciddi sağlık
ve estetik problemler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle uygulamalar, mutlaka ciddi eğitim almış ve konuda
deneyimli hekimler tarafından yapılmalıdır. Hekim olmayan birinin
(güzellik uzmanı, hemşire gibi) yukarıda saydığımız bu tıbbi işlemleri
birine yapması kanunlarımızca da
engellenmektedir. Ayrıca bu işlemler sadece tıbbi hizmet veren hastaneler, muayenehaneler, poliklinikler
veya tıp merkezlerinde yapılabilir. Bu
kurumlar dışında olan güzellik salonları, kuaförler gibi yerlerde hekim bile
olsa bu tür tıbbi işlemler kesinlikle
yapılamaz.
Size kullanılacak malzemeyi ve yapılacak işlemi araştırın ve uzman doktorunuza sorun
Estetik tıp, alanındaki hızlı gelişmeler sonucu birçok markanın piyasaya
girmesine neden olmuştur. Ancak
bu alanda kullanılan malzemelerin
üretiminde ileri teknolojiler gerekir.
Kalitesiz düşük maliyetli malzemeler ciddi sağlık problemlerine neden
olabilir. Mutlaka doktorunuzdan size
kullanılan malzemenin markasını,
seri numarasını ve son kullanma tarihini içeren etiketini isteyin.
Sonuç olarak, halkımızın güvenli
bir estetik uygulama yaptırması için
mutlaka iyi eğitim almış deneyimli bir hekime başvurması gereklidir.
Bunu sağlayabilmek için, dermatoloji
alanında yapılan bilimsel toplantılarda meslektaşlarımıza uygulamalı
eğitimler ve kurslar verilerek bilgi ve
deneyim paylaşımı sağlanmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
65
sağlığımıziçin
BENLERİNİZ KÂBUSUNUZ OLMASIN
Prof. Dr. Nilgün ŞENTÜRK
Türk Dermatoloji Derneği
Yönetim Kurulu Üyesi
Vücudunuzdaki benleriniz büyüyor,
kaşınıyor veya kanıyorsa vakit kaybetmeden dermatoloğunuza başvurun.
Hemen her yetişkin insanın birkaç
adet beni vardır. Açık tenlilerde ben
sayısının daha fazla olması (10-40
arasında) normaldir. Benler konusunda aşırı endişe edilmemeli ancak
mutlaka dikkatli olunmalıdır. Çünkü
bir deri kanseri olan melanom, benin
üzerinden veya yakınından gelişebilir. Melanom erken yakalandığında
tedavi edilebilir. Melanomanın ilk
bulgusu bir bende ortaya çıkan değişiklik veya yeni çıkan bir ben olabilir.
Deride ortaya çıkan benlerin takip
edilmesi, benlerde oloğanüstü bir
değişiklik görülmesi halinde mutlaka
66
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
bir dermatoloji uzmanına başvurulmadır. Çünkü bu şekilde melanomu
erken yakalama şansı elde edilebilecektir.
Dermatoloji uzmanı, nasıl ve hangi
sıklıkta derinin ve benlerin kontrol
edilebileceğini hastaya öğretecektir.
Çocuklardaki Benler
Genellikle küçük çocuklardaki benler konusunda endişelenmeye gerek
yoktur.
Çocukluk çağı ve adölesan dönemde
benlerin çıkması normaldir. Çocuk
büyüdükçe benler de büyür. Bazıları
koyulaşır, bazıların da rengi açılır. Bu
değişiklikler çocuklarda beklenen
normal olaylardır ve genellikle melanom bulgusu değildir.
kırmızı, pembe, mavi, deri renginde
veya renksiz de olabilirler.
Şekil olarak yuvarlak, yüzeyi düz veya
hafif kabarıktır, görünüşü aylar içinde değişmez, aynı kalır. Bazılarnıın
üzerinde kıl olabilir. Bazı benler, yıllar içinde değişebilir ya da tamamen
kaybolabilir.
Benler deride herhangi bir yerde ortaya çıkabilir, saçlı deri, parmak araları, el avuç içi ve ayak tabanı ve hatta
tırnak altında bile görülebilir.
Vücutta yeni bir ben ya da leke görüldüğünde dikkatli olunmalıdır.
Kanser riski açısından asimetri önemli bir ipuçudur. Lezyon ortadan ikiye
böldüğünde iki taraf birbirine benzemiyorsa ben asimetriktir.
Benlerin Belirti ve Bulguları
Benin kenarları düzensiz, yer yer girintiler yapmış veya bazı yerlerde
sınır iyi takip edilemiyorsa risk söz
konusudur.
Benler, genellikle kahverengi olmakla birlikte bazen açık kahve, siyah,
Renk, ben içinde değişiklik gösterebilir, koyu-açık kahve, siyah olabilir
bazen beyaz kırmızı ya da mavi alanlar içerebilir.
Melanomlar tanı konulduğunda genellikle 6 mm’den büyüktür, ama bazen çok küçük de olabilir.
İlerleme, lezyonun geri kalan kısmından farklı görünen kısım olması ya da
var olan benin boyut şekil veya renk
değişikliği göstermesi dikkate alınmalıdır.
Benler Kimlerde Ortaya Çıkar?
Hemen hemen her yetişkinin birkaç
adet beni vardır. İnsanların çoğundaki benler sıradan benlerdir. Başka
ben tipleri de vardır. Bunların bazıları
melanoma için risk taşır. Bunlar:
Atipik benler (displastik benler):
Bu benler melanoma gibi görünür
ama melanoma değildir. Ama bu
hastaların bazı şartlarda melanoma
geliştirme riski fazladır.
Doğumsal benler:
Kabaca 100 insandan birinde doğumsal ben vardır. Bunların boyutları
çok değişkendir, çok küçük olabileceği gibi gövdenin yarısını kaplayan
boyutlara da ulaşabilir. Dev doğumsal beni olan olanlarda melanoma
gelişme riski fazladır. Bu nedenle yakın takip edilmelidir.
Spitz nevus:
Spitz nevüsler melanoma çok benzer
ve gözle bakarak ayırd edilemeyebilir. Bu benler genelde pembedir, deriden kabarık ve kubbe şeklindedir.
Kırmızı siyah kahve gibi farklı renklerde de olabilir. Spitz nevüslerin çoğu
yaşamın ilk 20 yılında ortaya çıkar,
ama yetişkinlerde de gözlenebilir
Kazanılmış-akkiz benler:
Eğer benler doğduktan sonra ortaya
çıkarsa kazanılmış ben denir
mektedir. Benlerin çıkarılması kanserleşmesine neden olmaz aksine
hem tanısı kesinleşir hem de tedavi
edilmiş olur.
Benler çıkarıldıktan sonra bu bölge
iyileşir, alınan ben histopatolojik olarak incelenir ve iyi yada kötü huylu
olduğu kesinleşmiş olur. Bazen çıkarılan alanda ben tekrar çıkabilir bu
durumda mutlaka hemen dermatoloğunuza başvurmanız gerekir. Bu
melanomun belirtisi olabilir.
Benler konusunda bilmemiz gerekenler:
• Eğer vücudunuzdaki herhangi bir
ben şekil değiştiriyorsa, kaşınıyorsa, veya kanıyorsa mutlaka dermatoloğunuza başvurun. Bunlar
melanoma gelişiminin işaretidir,
erken tanı konulduğunda melanoma tedavi edilebilir ama tedavi
edilmezse öldürücü bir deri kanseridir.
• Derinizi belli aralarla kendiniz mu-
• 4 veya daha fazla atipik beni varsa
• Daha önceden melanom öyküsü
Açık tenli insanların çoğunda 10-40
arasında ben vardır. Bunlara sıradan
ben denir. Eğer bir kişide 50 den fazla
ben varsa bu hastalar melanom gelişimi açısından daha fazla risk taşımaktadır.
• Birinci derece akrabalarında (ebe-
Benlerin Tanısı, Tedavisi ve İzlemi
Derinizi mutlaka güneşten koruyun,
Dermatoloji uzmanları deneyimleri
ile bir lekenin ben olup olmadığını
anlarlar. Ayrıca kullandıkları bazı aletler veya cihazlar yardımı ile benleri
daha ayrıntılı inceleyip bunları kayıt
altına alabilirler. Kayıt altına alınması
benlerin daha sonraki vizitlerde ortaya çıkan değişikliklerin takip edilmesini sağlar.
Güneş ışınlarının benlerin sayısını
arttırdığına inanılmaktadır. Yapılan
çalışmalarda UV ışınlarının deri kanseri gelişiminde önemli rol oynadığı
gösterilmiştir. Yine yapılan çalışmalarda solaryumlar ve yapay ve güneş
kaynaklarının da deri kanseri gelişiminde önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Bunun için bronzlaşmak için
uğraşmamak, yüksek faktörlü güneşten koruyucuları düzenli ve yeterli
miktarda kullanmak ve koruyucu
özellikte kıyafet seçmek önemlidir.
Bu şartlar:
varsa
veyin, kardeş veya çocuk) melanom varsa
Atipik benler genellikle kalem arkası
silgilerin çapından daha geniştir. Garip şekilleri vardır, yuvarlak değildir,
1 den fazla renk karmaşası içerirler
(kahve, kırmızı, pembe)
Atipik benler vücutta herhangi bir
yerde ortaya çıkabilir, genellikle
gövdededir, nadiren yüzde ortaya
çıkarlar.
Çok sayıda atipik beni olan kişiler
ailesel atipik multiple mole- melanoma sendromu olarak tanımlanan
bir duruma sahip olabilir, bunların
50 den fazla benleri vardır, bazıları
atipiktir, kan bağı akrabalarında melanom öyküsü vardır.
Atipik ben üzerinden melanoma gelişebilir, Atipik benleri olanlar mutlaka
bunlardaki değişimi takip etmelidir.
Benlerin çoğunun tedavi edilmesi
gerekmez ama benler hastaya rahatsızlık veriyorsa (kıyafet giydiğinde
sürtünüyorsa), görünümünden rahatsız oluyorsa veya kanser şüphesi
varsa çıkarılabilir.
Benler cerrahi olarak çıkarılmalıdır,
bu yöntem aynı zamanda patolojik
inceleme yapılmasına olanak sağladığı için tercih edilmektedir. Lazer ile
benlerin yakılması önerilmiyor, hatta lazer epilasyon sırasında benlerin
yanmaması için korunması gerek-
ayene edin, kendi kendine muayene melanomu erken yakalamanızı
sağlayacaktır. Dermatoloğunuz
kendi kendine deri muayenesinde
nelere dikkat etmeniz gerektiğini
size öğretecektir.
Eğer 100’den fazla beniniz varsa
mutlaka sizi takip eden bir dermatoloğunuz olmalıdır. Ayrıca ailesel
mol-melanom sendromu olanlarda
her 3-6 ayda bir mutlaka dermatoloğa başvurmalıdır. Eğer benler stabilse yani hızlı değişim göstermiyorsa
doktorunuz kontrol vizitlerini daha
seyrekleştirebilir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
67
gezelimgörelim
Samimi Bir Kıbrıs Kasabası OMORFO
Kevser SARICA
Ankara Üniversitesi
Adli Bilimler Enstitüsü
Omorfo; Kıbrıs’ımın kuzey-batısında
bulunan, doğduğum, büyüdüğüm
şehir. Güzel kelimesini tam anlamı
ile yaşayarak öğrendiğim ilçe; Güzelyurt. Afroditin ayak basıp güzelliğini
miras bıraktığı, ismini güzellikten
alan şehir. Uğruna ne savaşlar verilen,
nice kanlar dökülen, önceleri Kıbrıslı
68
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
Rumların yerleşik olduğu, sonrasında
Kıbrıslı Türklerin himayesine giren,
hala Kıbrıs kültürünü yaşatan küçük,
şirin bir kasaba. 1998 yılında bir ilçe
ünvanını alan, toplamda beş köyün
bağlı olduğu Güzelyurt, köylerle birlikte yaklaşık 18binlik bir nüfüsa sahiptir.
Güzelyurtla gözlerimi açar açmaz tanışmışım, daha sonra, ben anımsayamayacak kadar küçük bir yaşta iken
babamın tayini İngiltere’ye çıkmış ve
oraya taşınmışız. 2000 senesinde geri
annemin köyüne döndük. Annem
Elyeli benim. Elye Güzelyurt’a bağlı
küçük bir Türk köyü. Annem orada
doğmuş, orada büyümüş. Şimdilerde Doğancı diye bilinen köy, aslında
bizim köyümüz, Elye, karpuz cenneti. Samimiyetin, yardımseverliğin,
insanlığın henüz kendini kaybetmemiş olduğu nadir köylerden birisi.
Köye döndükten yaklaşık 5 ay sonra
Omorfoya taşındık. Taşınmamız her
ne kadar zahmetli olsa da, Omorfo
ve Elye insanının sıcakkanlılığı ve yardımseverliği bu süreci bizim için çok
eğlenceli hale getirmişti.
Valensiya, yafa ve on çekirdekli şeker
portakallarının, yusufcuk mandalininin cenneti. Narenciye sektörünün
en önde gelen şehri... Mayhoş bir
portakal kokusunun sarmış olduğu
kente girer girmez bölge halkının
samimiyetini hissedersiniz. Zira, şehrin Serhatköy girişinde Askeri kantin
var ve buradan girdiğinizde yaşlı insanların eşyalarını taşıyan gençlerle
karşılaşırken, şehrin Elye tarafından
giriş yaparsanız Güzelyurt Maarif
Anaokulu’ndan çıkan çocuklara şeker, kalem, defter gibi maddiyatta
küçük ama nezaket ve maneviyatta
büyük hediyeler veren insanları görürsünüz. Yol üzerinde üstünde “Canın çekdiysa kopar gardaş biceğez”
yazısının asılı olduğu, canı çeken
herkesin rahatça koparmasına izin
verilen portakal ve mandalin ağaçları
görürsünüz. Süregelen Kıbrıs kültürünün bir parçasını birebir yansıtır bu
manzaralar.
Eğer şanslıysanız ve Portakal Festivalinin olduğu günlerde şehre Kalkanlı
yönünden giriş yaparsanız, yol üzerinde size birkaç çanta portakal hediye edilebilir ve ayrıca festivalin eşsiz
güzelliğini ve tadını buzlu mandalin
suyu içerken su gösterilerilerini izleyerek çıkarabilirsiniz. Ayrıca burada
Kıbrıs’ta faaliyet gösteren ilk trenler
ve ilk tren binaları bulunmaktadır.
Bir turist olarak şehri gezmeye gittiğiniz zaman, size ilk gösterilecek
olan yer Doğa ve Arkeoloji müzesi ve
hemen bitişiğindeki St. Mamas Klisesidir. Müzede Kıbrıs’tan ve dünyadan
ilginç hayvanlar ve doğal güzellikler,
Kıbrıs’ta kullanılan tarihi ev ve ziynet eşyaları sergilenirken, halen aktif
olan Klise’de Ortodoks Hristiyanlarının ibadet eşyaları bulunur. Eğer bir
Pazar günü giderseniz, ibadet ayinini
izleyebilirsiniz. Tüm şehri yürüyerek
gezebileceğiniz bir büyüklükte olan
Güzelyurt’un tam ortasında bulunan
portakal heykeli ile mutlaka karşılaşacaksınız. Ayrıca, polis karakolunun tam önünde bulunan Atatürk
Anıtı’na her gün hemen karşısındaki
Özgürlük ve Barış ilkokullardan gelen
küçük öğrencilerin çiçek bırakışını
izlemek sizlere hüzünlü bir keyif verecektir.
Anlatmaya kelimelerin yetmeyeceği
güzellikte olan şehir, sıcak insanları,
muntazam yeşilliği ve doğal güzelliği, hala sürdürülen Kıbrıs kültürü ile
her zaman dışardan gelenlere açık ve
paylaşımcı ruhu ile görülmeye ve en
önemlisi yaşanmaya değer bildiğim
en iyi şehirdir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
69
röportaj
Teva Türkiye Genel Müdürü Dr. Tahsin Yüksel
“İLAÇ ENDÜSTRİSİNİN, TÜRKİYE’NİN 2023 HEDEFLERİNE
ULAŞMASINA KATKI SAĞLAYACAK EN ÖNEMLİ
OYUNCULARDAN BİRİ OLACAĞINA İNANIYORUM.”
2007 yılından beri Türkiye ilaç pazarına yenilikçi ürünler ve yeni tedavi
imkanları sunan Teva daha geniş kitlelerin bu tedavi olanaklarına erişimini artırmak için çalışıyor. 113 yıl önce
kurulan Teva’nın dünya pazarındaki
diğer ilaç firmalarından temel farkı,
insan sağlığına sunduğu hizmetleri
inovasyon, kalite ve erişilebilirlik üçgeninde, hasta ihtiyaçlarını gözeten
bir dengede sağlıyor olması.
Bugün 45.000 çalışanı ve 60 ülkedeki
aktif faaliyetleri ile dünyanın en büyük jenerik ilaç şirketi konumunda
olan Teva’yı daha yakından tanımak
ve Türkiye ilaç pazarına bakış açısını
öğrenmek için bu sayımızda Türkiye
Genel Müdürü Dr. Tahsin Yüksel’i konuk ettik.
Teva’yı genel anlamda
bizlere anlatır mısınız?
Dört seneyi aşkın süredir Teva
Türkiye’nin genel müdürlük görevini
sürdürüyorum. Teva kısaca, global
sağlık sistemindeki lider oyuncularından biri olarak tanımlanabilir.
Teva, entegre inovasyon yapabilme
kabiliyeti ile yüksek kaliteli ilaçlar geliştirip, bunları pazara hızlı bir şekilde
sunabiliyor. Tam bir inovasyon kültürü hakim.
Teva’nın başarısının altında güçlü
bileşenlerden oluşan bir temel var:
örneğin ihtisas ilaçları, jenerik ilaçları, hammadde ve OTC alanlarındaki
70
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
dengeli iş modeli, stratejik birleşmeler ve iş ortaklıkları nedeniyle elde
ettiği endüstri ve Pazar liderliği, global tesisleri, her geçen gün büyüyen
coğrafi dağılımı gibi.
Dünya ölçeğinde, Teva organizasyonel açıdan iki ana birim tarafından
yönetilir. Biri Teva markası ile özdeşleşmiş “Global Jenerik İlaçlar” bölümüdür. Diğer tarafta inovatif ve yetim
ilaçlar gibi özel ihtisas gerektiren konuları kapsayan “İhtisas İlaçlar” bölümü vardır. Bu yapılanma bile Teva’nın
yenilikçi ürünlere verdiği önemi gösterir. Teva tüm bilimsel kaynaklarını,
global liderliğinden gelen gücünü
ve inovatif ilaçlar üretmekteki ölçeğini insan sağlığı üzerinde fark yaratacak sonuçlar için odaklamaktadır.
Bir hastalığı tedavi edebilecek yeni
bir organik molekül, peptit veya proteinin keşfi için 5,000 ile 10,000 arasında bileşenin üzerinde bilimsel çalışmalar yapmak gerekir. Inovatif bir
ürünü geliştirmek 10-15 yılı alabilir
ve 1 milyar dolardan fazla yatırım gerekmektedir. Bilimadamları inovatif
ilaçların varolan ilaçlara göre belirgin
avantajlar oluşturduğunu kanıtlamışlardır. Bu nedenle Teva kaynaklarını etkin kullanmak için stratejisi gereği araştırma-geliştirme sürecindeki
keşif safhasına odaklanmaz. Teva, TIV
(Teva Innovative Vendors) adı verilen
özel bir yapılanma içinde ileri araştırma safhalarında bulunan ve gelecek
vaad eden moleküllere sahip firmalarla işbirliğine gider.
Entegre inovasyon konusu tam olarak ne
ifade ediyor?
Teva’nın yaklaşımı belirli bir hastalığın veya semptomun sadece tedavisine değil, tedavinin hastaların
hayatlarına nasıl uyum sağladığına
da odaklanır. Hastaların ilacı nasıl,
nerede ve hangi sıklıkla aldıkları ve
tedavinin etkinliği ile ilgilenir. Bu
bütünsel yaklaşım işi farklı yapabilmemizden kaynaklanıyor. Teva’nın
araştırma-geliştirme
yapılanması,
yeni ihtisas ilaçlar geliştirebilen, var
olan moleküller üzerinde inovasyon
yapabilen, jenerik ve OTC ilaçlar üzerinde çalışabilen, endüstrinin gerçek
anlamdaki tek entegre ar-ge grubudur. Bu yapı, araştırma ve geliştirme
sürecimize taze fikirler, farklı bakış
açıları ve daha kapsamlı bilgi getiriyor. Bütünsel yaklaşımımız sayesinde, hastaların ihtiyaçlarını karşılayan
Dr. Tahsin Yüksel
yeni tedavi olanaklarını keşfetmemizi
sağlıyor.
Türkiye yapılanmanızdan biraz
bahsedebilir misiniz?
Teva Türkiye olarak biz de, Teva’nın
stratejik alanlar olarak konumlandırdığı CNS ve Onkoloji alanlarına odaklanıyoruz. Teva’nın bu kapsamda
hasta ve kamu yararına olacak tüm
ürünlerini hekimlerimizin kullanımına sunuyoruz. Yapılanmamızı ve stratejilerimizi bu yönde oluşturduk ve
hedef pazarlarımızda lider konuma
gelmek istiyoruz. Türkiye pazarında
bizi diğer firmalardan ayrıştıran temel nokta, portföyümüzde hem inovatif hem de jenerik ilaçları aynı anda
barındırıyor olmamızdır.
Türkiye pazarında hedefimiz, henüz
karşılanmamış tedavi olanaklarını
hızla kullanıma sunmak ve en önemli
paydaş olan hastaların yaşam refahını yükseltmektir.
Teva’nın küresel yapılanmasından
söz etmek gerekirse, 1901 yılında kurulan Teva bugün dünyanın ilk 10 ilaç
şirketi arasında yer almaktadır. İleriye dönük küresel bir ilaç şirketi olan
Teva, ihtisas, jenerik ve OTC ilaçların,
etkin farmasötik bileşenler (API) ve
yeni terapötik maddelerin geliştirilmesi, üretimi ve pazarlanmasına öncülük etmektedir.
Teva, Kuzey Amerika, Avrupa,
Türkiye’nin de içinde bulunduğu Büyüyen Pazarlar, Japonya ve Güney
Kore bölgelerindeki yapılanmasıyla
faaliyetlerini yürütmektedir. Teva’nın
54 bitmiş ilaç üretim tesisi, 21 etkin
farmasötik bileşen (API) tesisi ve 34
araştırma ve geliştirme merkezi bulunmaktadır. Teva, yüzde 20 Pazar
payı ile Amerika’da ve dünyada jenerik ilaç pazarında liderdir. Amerika’da
her 6 jenerik reçeteden birinde ve
Avrupa Birliği’nde günde 2.7 milyondan fazla reçetede Teva ilaçları tercih
edilmektedir.
Türk ilaç pazarını
değerlendirebilir misiniz?
Biliyorsunuz Türk ilaç sektörü dünyada, hacim bakımından, 16. sırada yer
almaktadır. O nedenle Teva dahil pek
çok global firma Türkiye’yi “büyüyen
pazarlar” kategorisinde değerlendirmektedir.
Türk ilaç sektörü geçtiğimiz sene yüzde 8,8 civarında büyüdü. Türkiye’de
halka bir çok tedavi hizmeti sağlanmış, ilaca erişim artmıştır. Kişi başı hekime başvurma sayısı 20 yıl önce 1,7
iken, bugün bu rakam yaklaşık beş
katına yükselmiştir. Aile hekimliği uygulaması, birinci basamak sağlık kuruluşları aracılığı ile sağlık hizmetleri
ücretsiz alınabilmektedir. Bu örnekler
ve benzer pek çok uygulama sayesinde hastaların ilaca erişimi artmış
ve Pazar büyümüştür. Diğer yandan
Pazar koşullarının sürekli değişmesi ve otorite tarafında maliyetlerin
temel kriter olması nedeniyle ilaç
şirketleri çeşitli zorluklar yaşamaktalar. Oysa Teva gibi inovatif ve yetim
ilaçlar konusunda ihtisas oluşturan
firmaların portföylerini pazara hızlı verebilmeleri kritiktir. Bunun için
regülasyonların da hızlı işlemesini
sağlayacak altyapıların oluşturulması gerekmektedir. Ülkemizin yeni
açılımlar sağlaması, 2023 vizyonuna
güvenle ulaşabilmesi için ilaç sektörüne çok önemli bir rol düşmektedir.
Hızla gelişen dünya ilaç pazarında
söz sahibi olabilmek için, endüstride
verimliliği arttıracak önlemler alarak
müstahzar ilaç, ilaç hammaddesi ve
biyoteknoloji ürünlerinde teknoloji
transferi konularında somut adımlar
atılmalıdır.
Teva Türkiye olarak hedefleriniz neler?
Odaklandığımız tedavi alanlarında
hasta odaklılık konusundaki yaklaşımız ile en bilinen firma olmayı hedefliyoruz. Bunun zor bir hedef olduğunun ve hasta odaklılık konusunda
pek çok ilaç firmasının ciddi çalışmalar yürüttüğünün bilincindeyiz. Kendimizi farklılaştırmak ve hedefini tutturan firma olabilmek için, Teva’nın
yenilikçi portföyündeki ürünleri çevik ve esnek bir şekilde Türk pazarına
sunmak istiyoruz. Hasta ihtiyaçlarına
odaklanarak, ilaçlarımızın kalitesini,
etkinliğini ve güvenliğini geliştirmek
ve dünya çapında hastalara uygun
fiyatlı jenerik ürünler sunmak için çalışmalarımıza devam edeceğiz.
Önümüzdeki dönemde piyasaya vereceğimiz ilaçlarda şu üç önemli şartı
yerine getireceğiz: karşılanmamış bir
hasta ihtiyacına cevap vermek, bilinen bir molekülü temel almak, molekülü alışılmışın dışında, özgün bir
yolla formüle etmek ve kullanmak.
Önümüzdeki dönemde pazara yeni
girmesi düşünülen ürünler var mı?
Gelecek dönemde Türkiye’de CNS
ve onkoloji pazarlarındaki odağımızı
güçlendireceğiz. Kendimizi daha çok
hasta ihtiyaçlarının karşılanmadığı
alanlara konumlandırıyoruz. Yani kitlesel pazarlara değil, az sayıda insanı
etkileyen hastalıkların tedavisine yönelik alternatifler sunacağız. Örneğin
genetik bir nörolojik hastalık olan
Huntington hastalığı. Hastalarda
bazı hareket bozukluklarının yanı sıra
mental gerilik görülmesine sebep
olan kalıtsal bir hastalık. Prevelansı
düşük bir hastalık olduğu için tedaviye yönelik ilaç sayısı oldukça az ve
hastaların sıkıntısı çok fazla. İşte biz
Teva olarak buralarda hastalara çare
olmak ve ihtiyaçlarına cevap vermek
istiyoruz.
Teva’nın iş modeli ve odaklandığı tedavi
alanları nasıl şekilleniyor?
Teva onkoloji, CNS, Multipl Skleroz,
Solunum ve Kadın Sağlığı başta olmak üzere çeşitli tedavi alanlarında
2020 sonuna kadar 30 yeni ürün sunmak üzere çalışmaktadır.
2012 yılında araştırma-geliştirme
grubumuz, karşılanmayan hasta
ihtiyaçlarına yanıt vermek ve farklı
seçeneklere acilen ihtiyaç duyan belirli hasta popülasyonlarına yardımcı
olmak amacıyla New Therapeutic
Entities® (NTE) kavramını geliştirdi.
Teva bu yapılanma ile, portföyündeki moleküllerini, henüz karşılanmamış hasta ihtiyaçlarına cevap vermek
üzere biraraya getirmeyi ve yeniden
tasarlanacak ilaçları geliştirmeyi
amaçlıyor. Bu konuyu biraz daha açmak gerekirse, alınan ilaç miktarını
veya yan etkileri azaltmak için farklı
molekül kombinasyonları yapmaktan söz ediyorum. Örneğin günde
3 kez hap alınarak, bir yıl boyunca
yürütülen HIV tedavisinde, üç kez
ilacını almayı unutan bir hasta ciddi
bir sorunla karşı karşıyadır. Oysa belli
bir tedavi dozunun tek bir hapa indirgenmesi hem hasta hem de hekim
için kolaylık sağlar. Dozlama planlarını uzatmak veya ilacın buzdolabında
saklama zorunluluğu gibi lojistik sorunlar doğuran kısıtlamalardan kaçınmak için yeniden formülasyonlar
yapmak gibi örnekler NTE yapılanmamızı daha net ortaya koyabilir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
71
kampus
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ
Ülkemizin yüz ölçümü bakımından
ikinci büyük şehri olan Sivas’ta, Cumhuriyet kuruluşunun 50. yılı anısına 9
Şubat 1974 tarihinde kurulan Cumhuriyet Üniversitesi, bünyesinde 16
fakültesi, 5 yüksekokulu, 14 meslek
yüksekokulu, 4 enstitüsü ve 1 Türk
müziği devlet konservatuarı, 22
araştırma ve uygulama merkezi ve
1.736 akademik personeli,1775 idari
personeli ve 48.674 öğrencisi eğitimöğretim faaliyetlerini eğitimin evrensel değerlerde olması için çaba sarf
ederek; ülke gençliğini yetiştirmede
ve insan kaynağını şekillendirmede
öncü bir kurumudur.
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin ilanı sürecinde taşıdığı öneme
haiz olarak Sivas ili için “Cumhuriyetin
temellerinin atıldığı yer” nitelemesinde bulunmuştur. Bugün Cumhuriyet
Şehrinin yegâne üniversitesi olan
Cumhuriyet Üniversitesi gelişen, büyüyen yapısıyla, ozanlar, âşıklar yurdu Sivas’tan bölgeye açılan güvenilir,
çağdaş bir eğitim kurumu olduğunu
kanıtlamıştır.
Kuruluşunun 40. yılında Cumhuriyet
Üniversitesi köklü geçmişi, çağdaş,
ilkeli ve modern eğitim anlayışı ile
72
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
bölgenin önde gelen üniversiteleri
arasında yerini almıştır. Bilim, hizmet
ve teknoloji üreten, üretilen hizmet
ve teknolojiyi toplum yararına sunan
bireyler yetiştirme misyonunu üstlenen Cumhuriyet Üniversitesi’nin
vizyonunda ise tercih edilen, öncü,
yenilikçi bir üniversite olmak, Sivas’ın
ve bölgenin kalkınması, sosyo-ekonomik ve kültürel gelişimine katkı
sağlamak anlayışı vardır.
Bünyesinde bulunan enstitü, fakülte,
yüksekokul ve meslek yüksekokulları;
ENSTİTÜLER
• Fen Bilimleri Enstitüsü
• Sağlık Bilimler Enstitüsü
• Sosyal Bilimler Enstitüsü
• Eğitim Bilimler Enstitüsü
FAKÜLTELER
• Tıp Fakültesi
• Fen Fakültesi
• Edebiyat Fakültesi
• Mühendislik Fakültesi
• iktisadi ve idari Bilimler Fakültesi
• ilahiyat Fakültesi
• Diş Hekimliği Fakültesi
• Eğitim Fakültesi
• Güzel Sanatlar Fakültesi
• Teknik Eğitim Fakültesi
• iletişim Fakültesi
• Sağlık Bilimleri Fakültesi
• Teknoloji Fakültesi
• Veterinerlik Fakültesi
• Eczacılık Fakültesi
• Mimarlık Fakültesi
YÜKSEKOKULLAR
• Beden Eğitimi Ve Spor Yüksekokulu
• Yabancı Diller Yüksekokulu
• Turizm işletmeciliği ve Otelcilik
Yüksekokulu
• Suşehri Sağlık Yüksekokulu
• Zara Veysel Dursun Uygulamalı Bilimler YO
KONSERVATUVAR
• Türk Müziği Devlet Konservatuarı
MESLEK YÜKSEKOKULLAR
• Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
Kuruluşundan günümüze kadar bünyesinde kurulan 22 adet araştırma
ve uygulama merkezleriyle eğitim,
kültür, sanat, çevre, teknoloji, bilişim
ve sağlık alanlarında hizmetler verilmekte, araştırmalar yapılmakta ve
kurslar düzenlenmektedir.
• Arkeoloji ve Sanat Tarihi Uygula• Sivas Meslek Yüksekokulu
ma ve Araştırma Merkezi
• Cumhuriyet Meslek Yüksekokulu • Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Uy• Divriği Nuri Demirağ Meslek Yük- gulama ve Araştırma Merkezi
sekokulu
• Çevre Sorunları Uygulama ve
• Yıldızeli Meslek Yüksekokulu
Araştırma Merkezi
• Şarkışla Aşık Veysel Meslek Yükse- • Folklor Araştırmaları Merkezi
kokulu
• Kangal Köpeği Araştırma ve Yetiştirme Merkezi
• Gürün Meslek Yüksekokulu
• Zara Ahmet Çuhadaroğlu Meslek • Radyo - Televizyon Araştırma ve
Yüksekokulu
Uygulama Merkezi
sekokulu
gulama Merkezi
• Suşehri Timur Karabal Meslek Yük- • Sağlık Hizmetleri Araştırma ve Uy• Sanayi
• Çocuk Koruma Uygulama ve Araştırma Merkezi
• Proje Koordinasyon Uygulama ve
Araştırma Merkezi
• Sivas Araştırmaları Uygulama ve
Araştırma Merkezi
• Tarım ve Hayvancılık Uygulama ve
Araştırma Merkezi
• Rehberlik ve Psikolojik Danışman-
lık Uygulama ve Araştırma Merkezi
• Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kay-
nakları Uygulama ve Araştırma
Merkezi
• Yüksek İrtifa ve Spor Uygulama ve
Araştırma Merkezi
• Türkçe
Öğretimi Uygulama ve
Araştırma Merkezi
• Nanofotonik Uygulama ve Araştırma Merkezi
• Optik Bilimler Uygulama ve Araş-
tırma Merkezi
• Kangal Meslek Yüksekokulu
• Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp
• Gemerek Meslek Yüksekokulu
Uygulama ve Araştır• Hafik Kamer Örnek Meslek Yükse- • Recai Toydemir Sürekli Eğitim Yöntemleri
ma Merkezi
kokulu
Merkezi
• İleri Teknoloji Araştırma ve Ge• İmranlı Meslek Yüksekokulu
• Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araş- liştirme Uygulama ve Araştırma
Merkezi
tırma Merkezi
• Koyulhisar Meslek Yüksekokulu
ve Ticaret İşbirliğini Geliştirme, Uygulama ve Araştırma
Merkezi
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
73
Bu merkezler Üniversite-Sivas işbirliğini güçlendirmeyi, bilimsel
çalışmaları yönlendirmeyi ve toplumsal amaçlara hizmet etmeyi ilke
edinmiştir. Özellikle Sürekli Eğitim
Merkezi’nin(CÜSEM) düzenlediği sertifika programları ile gençlere meslek
edinme veya eğitimlerini geliştirme alanında imkânlar sunmaktadır.
Diğer bir önemli araştırma merkezi
olan Kangal Köpeği Araştırma ve
Yetiştirme Merkezi’nde de damızlık
kangal köpeği ırkının iyi örnekleri
yetiştirilmektedir. Yeni kurulan Sivas
Araştırmaları Merkezi (CÜSAM), Nanofotonik Araştırma ve Uygulama
Merkezi, Rehberlik ve Psikolojik Danışma Uygulama ve Araştırma Merkezi aracılığıyla Sivas’a ve üniversiteye değer katacak projelerin yapılması
planlanmaktadır.
Amacı, ülke sanayinin uluslar arası
piyasalarda rekabet edebilir duruma
gelmesi ve ihracata yönelik bir yapıya kavuşturulabilmesi için teknolojik
bilgi üretmek, üründe ve üretim yöntemlerinde yenilik geliştirmek, ürün
kalitesini veya standardını yükseltmek, verimliliği artırmak, üretim maliyetlerini düşürmek, teknolojik bilgiyi ticarileştirmek, teknoloji yoğun
üretim ve girişimciliği desteklemek,
küçük ve orta ölçekli işletmelerin
yeni ve ileri teknolojilere uyumunu
sağlamak olan Teknoketimiz; bünyesinde bulundurduğu 19 firma ile
74
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
ülkemiz ve şehrimizin kalkınmasına
katkı sağlamaktadır. Ayrıca TÜBİTAK
tarafından yapımı desteklenen Merkezi AR-GE laboratuarı ve Nanoteknoloji laboratuarı ile Teknokent’in
çalışmaları desteklenmektedir.
Bilimsel çalışmaların yanında, sosyal, kültürel ve sanatsal çalışmaların
yoğun olarak gerçekleştirildiği Cumhuriyet Üniversitesinde, 500 kişilik
ana konferans salonu, 2 adet 100’er
kişilik toplantı salonları, sanat galerisi, kafeteryası ile her türlü bilimsel
ve kültürel etkinliklere ev sahipliği
yapmaktadır. 40 yıl süresince birçok
bilimsel ve kültürel etkinliğe ev sahipliği yapmıştır. Konularında uzman
birçok bilim adamı misafir edilmiş ve
bilimsel çalışmalara öncülük etmiştir. Konferans, sempozyum, konser,
tiyatro vb. etkinliklerin yapıldığı 750
kişilik çok amaçlı merkezi amfi alanı
bulunmaktadır. Ayrıca İlahiyat Fakültesi Kültür Merkezi kompleksi de
570 kişilik konferans salonu ile bilimsel ve kültürel etkinlikler için hizmet
vermektedir. 7500 kişilik Açık Amfi
Tiyatro ise öğrencilerin bahar şenlikleri, mezuniyet törenleri, konser vb.
etkinliklerde kullanılmaktadır.
Bilimsel çalışmaların merkezi haline
gelen üniversitelerde kütüphaneler,
çalışmalar için önemli bir konumdadır. Cumhuriyet Üniversitesi de
bünyesinde bulundurduğu kütüpha-
nelerin yayın sayılarını artırmış binalarını modernize etmiştir. Üniversite
yerleşkesi içerisinde hizmet veren 3
katlı merkezi kütüphane binasında;
300 kişilik okuma salonu, 60.500 basılı kitap, 3355 tez, 1481 çeşit basılı
dergi, 59.839 fasikül, 198.000 E-kitap,
25 abone olunan veri tabanı ile akademisyen ve öğrencilerine yazılı ve
görsel materyaller sunmakta ve bu
hizmet ağını genişletmeyi ilke edinmektedir. Ayrıca Eğitim Fakültesi,
İlahiyat Fakültesi ile İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi içerisinde bulunan
kütüphanelerde kendi ihtisas alanlarında ki yayınları ile öğrencilerine
hizmet vermektedir.
Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenciler, WEB sayfaları aracılığı ile internet
üzerinden ders kayıtlarını yapabilmekte, üniversitede sanal olarak gezilebilmekte ve yapılan etkinlikleri takip edebilmektedirler. Ayrıca kampüs
içerisine öğrenciler kablosuz internet
dağıtıcıları sayesinde kampüsün her
noktasında internet kullanabilmektedir.
60.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuş açık spor tesislerinde 2
adet halı futbol sahası, biri kapalı 6
adet tenis kortu, 1’er adet halı basketbol sahası ve hentbol sahası, engelli tırmanma duvarı, iki parkurdan
oluşan 18’er istasyonlu mini golf sahası, 3.000 metrekarelik alanda kon-
disyon merkezi, bay-bayan saunası
ile iki adet yarı olimpik yüzme havuzu bulunmaktadır.
Geride bıraktığı 40 yıl süresince öğrencilerine en iyi imkânları sunabilme gayretinde olan Cumhuriyet
Üniversitesi, beslenme ve barınma
açısından büyük imkanlara sahiptir.
Aynı anda 5.200 kişiye hizmet verebilecek kapasitede merkezi kafeteryası
içinde; 200 kişilik lokanta, dinlenme
ve çay salonlarının yanı sıra, fakülte
ve yüksekokullarda denetimi üniversite yönetimince yapılan kantinler
bulunmakta, hijyen kurallarına uygun, diyetisyen kontrolünde öğrenci
ve personel yemekhaneleri de, çalışan personele ve öğrencilere çok uygun ücret karşılığında düzenli olarak
yemek hizmeti sunmaktadır.
Cumhuriyet Üniversitesinin gelişmesinde destekçi olan Üniversite Vakfı
yaptığı kantin ve kafeterya işletmeciliği, öğrenci ve personel konaklama
hizmeti, öğrenci bursları, kitap satışları, bilimsel teşvik gibi alanlarda hizmet vermektedir.
Üniversite tarafından işletilen hayırsever vatandaşların katkılarıyla yaptırılan iki adet 250 kişilik kız ve erkek
öğrenci yurtları ile yerleşke içerisinde
Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı
tarafından işletilen 250 kişi kapasiteli
öğrenci konukevi de hizmet vermektedir. Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından işletilen toplam 3972 kişi kapasiteli kız ve erkek yurtları ile 2014 yılı
içerisinde üniversite yerleşkesine açılan kamu- özel sektör ortaklığı ile yapılan 1000 kişilik son derece modern
yurtlar bulunmaktadır. Ayrıca KYK ve
kamu-özel sektör iş birliği ile temeli
atılan yurtlar tamamlandığında kampüs alanında yurt kapasitesi, yaklaşık
10.000 öğrencinin barınabileceği bir
noktaya ulaşacaktır.
Tıp Fakültesi
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1973 tarihinde kurulmuş olup, bu
gün 187 öğretim üyesi ve 223 araştırma görevlisi ile hizmet vermektedir.
Öğrenci sayısı 1304’dür. Tıp Fakültesinin temel amacı; ülkenin sağlık
sorunlarını ve ihtiyaçlarını bilen ve
bunlara duyarlı olan, bu sorunların
üstesinden gelebilecek donanıma
sahip, mesleğinin her alanında ge-
rekli
düzeyde
yetkin, dünya
standartlarında niteliklere sahip,
insanlara
hizmet
etmeyi
seven,
iletişim
becerileri yüksek
düzeyde
gelişmiş,
sağlık kuruluşlarında hekimlik
ve/veya liderlik yapabilecek,
çalışkan, dürüst ve
davranışları tıp mesleği ve hekimlik geleneklerine uygun, yeniliğe ve gelişmeye
açık, hayatı boyunca öğrenmeye kararlı ve bu konuda hünerli, eleştirel
düşünebilen, araştırmacı ve tıbbın
tüm uzmanlık alanlarında uzmanlık
adayı olmaya hazır hekimler yetiştirmektir. Bu konuda çalışmalarını
sürdüren fakülte Ulusal Tıp Eğitimi
Akreditasyon Kurulu’nca (UTEAK) 15
üniversiteye verilen, Akreditasyon
Belgesini almış olan Tıp Fakültesi
kendi gelişimini devam ettirirken,
başka üniversitelere bağlı kurulan
fakültelere de araştırma görevlisi ve
öğretim elamanı yetiştirerek ülkemizin sağlık alanında uzman eleman
sağlamak için çaba sarf etmektedir.
Fakültenin sağlık hizmetleri ile ilgili
misyonu; Sivas ve çevre iller toplumunun ileri teknoloji ve uzmanlık
gerektiren sağlık hizmeti ihtiyacına
(Araştırma ve Uygulama Hastanesi)
cevap vermek; kapsamlı birinci
basamak sağlık hizmeti
sunumunda
örnek
birimler oluşturmak; yerel, ulusal ve uluslar
arası sağlık
sorunların
tanımlanmasına
ve çözümüne
yönelik
çalışmalara katkı sağ-
lamak; ülkemizin sağlık sorunlarını
temel alarak evrensel tıbba katkıda
bulunmaktır. Araştırma hizmetleri
ile ilgili misyonu ise; sağlığı ve sağlık
hizmetlerini geliştirici, sağlık sorunlarının anlaşılmasına ve çözümüne
katkı sağlayıcı araştırmaların ve yayınların yapılmasını ve/veya desteklenmesini sağlamaktır.
Sağlık Hizmetleri Uygulama
ve Araştırma Hastanesi
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Hastanesi 3. basamak düzeyinde hizmet
veren bir referans hastanedir. Hastanemiz il merkezinde sürdürdüğü faaliyetlerini şu anda bulunduğu binaya,
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
75
pasitesine sahip
Sıcak Çermik
Fizik Tedavi
ve Rehabilitasyon
mer kezi
hizmete
geçirilmiştir.
1992 yılında inşaatının tamamlanması ile birlikte aktarmıştır. Bu tarihten itibaren idari ve akademik kadrolarının yanısıra fiziksel bakımdan da
sürekli bir gelişim içinde olan Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi gerek
il merkezi ve civar ilçeler, gerekse
komşu illerden gelen geniş bir hasta
grubuna hizmet vermektedir.
Hastanemiz iki farklı yerleşkede bulunmaktadır. İlk yerleşkede Cumhuriyet Üniversitesi merkez kampüsünün
sınırları dahilinde bulunan merkez
bina, Radyasyon Onkolojisi, Acil ve
Kalp Merkezi, binaları bulunmaktadır. Burada ki hizmet birimlerimizde;
merkez binamızda 853, Sıcak Çermik
Fizik Tedavi Merkezimizde 95, Kalp
Merkezimizde 92 ve Acil Gözlem Ünitemizde 8 yatak ile toplamda 1048
yatakla hizmet vermektedir. 2005
yılında merkez binanın yanına ilk yapılan ek bina olarak Onkoloji Merkezi
2200 m2 alan ile kanser hastalarına
daha nitelikli hizmet vermek amacıyla faaliyete geçmiştir.
Ayrıca hastanemizin 2008 yılında
6500 m2 alana sahip Kalp Merkezinin ve 3850 m2 alana sahip yeniden
yapılandırılmış Acil servisin de eklenmesiyle bölge hastanesi olma özelliği pekiştirilmiştir. Bunların yanısıra
Sivas ilinde bulunan doğal kaynak
suyu özelllikleri ve nitelikli personelin desteği eklenerek, 2005 yılında
5460 m2 alanı olan ve 95 yatak ka76
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
Hastanemiz
büyük
bir uzm a n
kadrosu
ile Sivas ve
bölge halkına hizmet
s u n m a k t a d ı r.
Hastanemizde çeşitli anabilim dalı ve bilim dallarında; 93 Profesör,
41 Doçent, 54 Yardımcı Doçent, 6
Yan Dal Asistanı, 7 Uzman Doktor, 1
Öğretim Görevlisi, 223 Araştırma Görevlisi olmak üzere 425 hekim görev
yapmaktadır.
2014 yılında ameliyat salonlarımızdan 5 adeti yenilenmiş olup, Hastanemizde A,B,C,D,E grubunda yer
alan ameliyatlar yapılmaktadır. 2014
yılında Hastanemizde 1662 A Grubu
Ameliyat, 6915 B Grubu Ameliyat,
9209 C Grubu Ameliyat, 6806 D Grubu Ameliyat, 6856 E Grubu ameliyat
gerçekleştirilmiştir. Ayrıca 403 Normal Doğum, 904 Sezaryen Doğum
yaptırılmıştır. Yine 2014 yılında Hastanemize başvuran 332.069 hastaya
ayaktan, 34.878 hastaya yatarak tedavi hizmeti verilmiştir.
Hastanemizde son teknolojik cihazlarla donatılmış 3.seviye, 2.seviye ve
1. Seviye olmak üzere tescilli 100 yatak kapasiteli yoğun bakım üniteleri
bulunmaktadır. Bunlardan 25 yataklı
Anestezi Yoğun Bakım, 6 yataklı Nöroşirurji Yoğun Bakım, 7 yataklı Nöroloji Yoğun Bakım, 14 yataklı Yenidoğan Yoğun Bakım, 8 yataklı Pediatri
Yoğun Bakım, 6 yataklı Kalp Damar
Cerrahi Yoğun Bakım, 8 yataklı Genel
Cerrahi Yoğun Bakım, 4 yataklı Yanık
Yoğun Bakım Üniteleri 3. seviyedir.
14 yataklı Kardiyoloji Yoğun Bakım
Ünitemiz 2. Seviye olup, 4 yataklı
Üroloji Yoğun Bakım, 4 yataklı Göğüs
Cerrahi Yoğun Bakım ise 1.seviye yoğun bakım üniteleridir.
2015 yılında faaliyete geçecek olan
Tüp Bebek Merkezimiz ise Sivas ve
çevre iller için önemli bir merkez konumundadır.
Ayrıca Yanık Merkezimiz bölgesel açıdan ciddi bir öneme sahiptir. 4 yataklı
yoğun bakımı ve tek kişilik odaları ile
bölgenin ihtiyaçlarına cevap verebilecek niteliktedir.
Hastanemiz Acil Servisinin 2014 yılında tadilatı tamamlanmış olup ayrıca
biyokimya ve mikrobiyoloji laboratuvarlarımızda tadilata alınmıştır. Ruhsat alınmasına uygun hale getirilmiş,
tüm standartlar sağlanmıştır.
Eğitim ve sağlık hizmetinin birlikte
sunulduğu Hastanemiz aynı zamanda öğrencilere uygulama ve staj imkanı sağlamaktadır. Sağlık eğitimi
veren fakülte, yüksekokul ve sağlık
meslek liselerinden toplam her yıl
900 öğrenci örgün ve hizmetiçi eğitimle mesleki yeterliliğe hazırlanmaktadır.
Hastanemize her yıl tedavi amaçlı gelen hasta sayısının artmasıyla birlikte
klinik tedavi üniteleri, fiziki şartlar ve
cihaz kapasitelerinin artırılmasını,
iyileştirilmesini amaç edinmekteyiz.
Tercih edilen bir referans hastane
olma özelliğiyle civar ilçelerden ve
illerden gelen hastalara en iyi sağlık
hizmetini sunmak amacıyla çalışmalarımıza devam etmekteyiz.
Diş Hekimliği Fakültesi
1996-1997 Eğitim-Öğretim yılında
eğitime başlanan Cumhuriyet Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi bugün 405 öğrenci, 35 öğretim üyesi,
56 öğretim elemanı eğitim öğretim
faaliyetlerini sürdürürken diğer taraftan da Sivas, Yozgat, Tokat, Erzincan
gibi illerden gelen hastalara tedavi
hizmeti sunmaktadır.
Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi, Ağız, Diş
ve Çene Radyolojisi, Çocuk Diş Hekimliği, Endodonti, Ortodonti, Periodontoloji, Protetik Diş Tedavisi,
Restoratif Diş Tedavisi bölümleri ile
16.500 m² kapalı hizmet alanı ve 175
üniti ile hasta memnuniyetini kendisine hizmet prensibi olarak gören Diş
Hekimliği Fakültesi 2014 yılında yaklaşık 137.000 hastayı tedavi etmiştir.
Sağlık Bilimleri Fakültesi
Üniversitemizde 1982 yılından itibaren eğitim öğretimini sürdüren Hemşirelik Yüksekokulu ve 1997 yılından
itibaren eğitim öğretimine devam
eden Sağlık Yüksekokulu’nun 2007
yılında kurulan Sağlık Bilimleri Fakültesine devri ile Sağlık Bilimleri Fakültesi bu gün Hemşirelik, Ebelik, Sağlık
Yönetimi, Beslenme ve Diyetetik ve
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümleri açılmıştır.
Sağlık Bilimleri Fakültesinde halen
Hemşirelik, Ebelik ve Sağlık Yönetimi Bölümlerinde lisans ve lisansüstü
eğitim öğretim devam etmekte olup,
diğer iki bölümde en yakın zamanda
eğitim ve öğretime başlanması için
çalışmalar devam etmektedir.
Sağlık Bilimleri Fakültesinin misyonunu oluşturan; yaşam boyu öğrenmeye odaklı, toplumun sağlık düzeyini
geliştirmeyi hedef edinen, mesleki
alanda yetkin, evrensel ve kültürel
etik değerlere saygılı, ekip anlayışını
benimsemiş, profesyonel yaşamında
bilimi ve bilimsel yaklaşımları rehber
gören sağlık profesyonellerini yetiştirerek ülkemizin sağlık alt yapısına
katkı sunmaktadır.
Bilimsellik, Akılcılık, Açıklık, Hümanizm, Sorumluluk, Dürüstlük, Eşitlik,
Adalet, Bağlılık, Hoşgörü, Duyarlılık,
Akademik Özgürlük, Akademik Mü-
kemmellik, Liderlik, Yaratıcılık, Yenilikçilik ve Ekip Bilincini öğrencilerine
en önemli değerleri olarak gören
Sağlık Bilimleri Fakültesi vizyonunda
uygun olarak, eğitim –öğretim, araştırma ve mesleki alanlarda ulusal ve
uluslararası düzeyde tanınan, pozitif
kurum kültürü ve örgütsel bağlılığın
geliştiği, ülkemiz sağlık hizmetlerinin
planlamasında söz sahibi öncü bir fakültedir.
Suşehri Sağlık Yüksekokulu
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinin Suşehri Sağlık Yüksekokuluda kuruluşmuş, hızla akademik ve idari kadrosunu kurarak sağlık
hizmetlerinin sunumunda eksikliği
hissedilen hemşireleri yetiştirmeye
başlamıştır.
Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksekokulu ile sağlık hizmetlerinin
sunulmasında
önemli görevler ifa eden
teknik
elemanları
yetiştirmektedir.
Yü k s e k o k u l u n
eğitim
programlarında,
herbiri alanlarında deneyimli
kadrolu öğretim elemanlarının yanı
sıra üniversitenin diğer fakülte ve
yüksekokullarının da değerli katkıları ile Tıbbi Laboratuar, Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik, Anestezi,
Radyoloji ( Tıbbi Görüntüleme Teknikleri ), Optisyenlik, Ameliyathane,
İlk ve Acil Yardım, Diyaliz, Odyometri,
Fizik Tedavi (Fizyoterapi), Diş Protez
bölümleri ile kamu ve özel sağlık kuruluşlarının sağlık hizmeti sunulmasındaki teknik alt yapıyı sağlayan donanımlı öğrenciler yetiştirilmektedir.
Cumhuriyet Üniversitesi sağlık alanında açılan fakülte, yüksekokul ve
meslek yüksekokulları açması, buradan profesyonel bireylerinin yetişmesinin yanında Eczacılık Fakültesi
ve Veteriner Fakültelerini açmış, hızla
kadrosunu kurmuş, bugün öğretim
elemanları ve öğrencileri ile ülke ve
bölge insanının sağlığını korumak
için çalışmalarını ilk günki heyecan
ve gayretiyle sürdürmektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
77
haber
Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Faruk Kocacık’ın mesajı
1982 yılından beri onurla mensubu olduğum Cumhuriyet Üniversitesinde 29 aydır Rektör olarak görev yapıyorum. Bu süre içerisinde huzurlu bir ortam oluşturarak, ötekileştirmenin olmadığı, liyakata önem verilen ve farklılıkların zenginlik sayılacağı bir anlayışı başta senato içinde, sonra da üniversite içinde yerleştirmek için çalışmalar yaptık. Bu
sayede kadro endişesi yaşamadan, akademisyenlerin ve diğer idari personelin verimli
ve rahat çalışabilmelerine imkan sağladık.
Sivas bir medreseler şehri, yani 1200’lü yıllardan beri Sivas’ta tıp ve temel bilimlerde
faaliyette olan üniversiteler mevcut. Cumhuriyet Üniversitesi, bu üniversitelerin devamı
niteliğindedir. Modern Türkiye’nin ise İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerden sonra
Anadolu’da kurulan ilk üniversitelerinden biridir. 40 yıllık köklü geçmişi ile Cumhuriyet
Üniversitesi bilgi birikimi ve tecrübesi ile içerisinden değişik üniversitelerin doğmasına
katkı sağlamış, yetiştirdiği akademisyen ve öğrencileri ile ülkemizin her alanda kalkınması için hizmet vermeye devam etmektedir.
Üniversitemiz temel bilimleri, mühendislik bilimleri, beşeri bilimler, iktisadi bilimler,
sağlık bilimleri alanlarında araştırmalar – geliştirme faaliyetleri ile birlikte, iyi eğitim
almış profesyoneller yetiştirmekteyiz.
Sağlık ve İnsan Dergisi olarak bu sayınızda üniversitemiz ile ilgili yayın yaptığınız için
teşekkürlerimi sunuyorum.
78
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
kitap
ÜNİVERSİTEDE HAYALLER VE GERÇEKLER
Üniversitede, işlere çoğu zaman hayal ederek başlarız. Hayallerimizin, araştırmalar sonucunda gerçekleşmesini ümit ederiz. Bu hayallerin çoğu gerçekleşmese de, gerçekleşenler, çalışanlar, araştıranlar ve üretenler için daima bir
motivasyon nedenidir. İşte bu nedenlerle kitabın adını “Üniversitede Hayaller
ve Gerçekler” olarak koydum.
Bir bilimsel dergide araştırmamız yayımlanır, hemen makalemizin atıflarına
bakarız. Ne kadar başarılı bulunduk ne kadar eleştirildik, diye merak ederiz.
Yazar : Haldun GÜNER
Yayınevi : Hatiboğlu Yayınevi
Yayın Tarihi : 2014
Sayfa Sayısı : 192
Zaten bu yüzden, “Öğretim üyeliği, hocalık, bir unvan ve bir meslekten öte bir
yaşam tarzıdır.” derler.
SEVDAM MİRAS
Bazı kelimeler asla yitirmez rengini
Gözlerinin perdesinden
Özlem mesela hep sarıdan çalmış sessizliğini
Hasret defalarca ağlayıp uslanan
Sararan yapraklarda beklemez miydi?
Masum bir çocuk gibi
Esen rüzgarını
Simsiyah veda öpücüğü ile kaybolur
Ya da güneşini,keskin kızılın anası
Umut ise bazen mavi kadar sonsuz
Sevmekse bazen köpüklü bir deniz
Sarı kadar kederli
Bazende gökyüzünden arınmış saf bir mavi
Yazar : Yusuf Yakan
Yayınevi : Sokak Kitapları Yayınları
Yayın Tarihi : 2015
Sayfa Sayısı : 80
Ve hep öyle kalacak
TUTULAMAYAN SÖZLER
Bildiğiniz tüm savaş romanlarını unutun çünkü bu kitap tüm ezberleri bozduracak bir hikâyeye sizi davet ediyor. Savaşa savaş açıyor. Babasının ölümüyle birlikte, Londra’daki Tıp eğitimini yarım bırakan Gül Nihal Şemsettin Gelibolu’daki
baba evine geri döner. Evde onu bekleyen Balkan Harbi’nden yaralı dönen ağabeyi Tevfik Çelebi, dadısı ve dadısının eşi ile çocuklarıdır. Gül’ün dönüşüyle birlikte
ağabeyi ile yaşadıkları fikir ayrılıkları her fırsatta kendini göstermeye başlar. O
sıralarda büyük dünya harbi patlar. Gelibolu’daki baskı gitgide artarken savaş,
rotasını Gelibolu’ya çevirmiştir.
Yazar : Leyla Yıldırım
Yayınevi : Gita Yayınevi
Yayın Tarihi : 2015
Sayfa Sayısı : 446
Masanın çevresine oturan ahali, sessiz sedasız yemeklerini yemeğe koyulduğunda kesilen gümbürtüler biraz olsun rahat nefes almalarını sağladı. Günü boğuşmayla geçiren yarımadanın güneyi Tevfik’le Osman’ın yakın takibindeydi. Bunu
bilen Naciye neler olduğunu sorduğunda, “Ölüyorlar…” diyen Ali Nazmi’nin cılız
sesi duyuldu; “Orada herkes ölüyor...” Tek cümleyle ifade ettiği gerçek, masadakileri oldukları yere mıhlayıverdi. ‘Orada yaşanmakta olan başka ne var’ diye düşünen ahali, onun ağzından savaşın ne olduğuna dair alınabilecek en doğru cevabı duymuştu. Günlerdir abisiyle birlikte olanı biteni izleyen Ali çocuk anlayabilir
miydi bilinmez ama savaşı kavradığı aşikârdı. En net haliyle hem de…
Yaşanan tek şeyin ölmek olduğu Gelibolu’da o serin Nisan gecesini buza çaldırıp
hepsinin gözlerini doldurmuştu. Onların saf dünyasına kadar sıçramayı başaran
karanlık, beraberinde her şeyi rengine bürüyerek yok ediyordu. Gözün gördüğü,
kulağın duyduğu, aklın anladığı tek şey kalıyordu geriye: ‘Sessizlik…’
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015
SAĞLIK ve İNSAN / MART 2015

Benzer belgeler