Baharat Mevsimi
Transkript
Baharat Mevsimi
aile dostu ALIŞVERİŞ VE YAŞAM KÜLTÜRÜ DERGİSİ Sayı 99 KIŞ 2014 FİYATI 1,5 TL 1 OSMANLI’NIN MEZİYETLİ SULTANLARI Kış Mevsimi “Baharat Mevsimi” Su ile sıhhatli, su gibi aziz ol KIŞIN KIRMIZI KORUYUCULARI CAHİDE SULTAN’IN BİRBİRİNDEN LEZİZ YEMEK TARİFLERİYLE YİNE DOPDOLU! Bir Bardak Çay, Biraz Peynir ve Çıtır Çıtır Bir Simit Simidin Hikayesi Ustasından 2 4 5 içindekiler 99 içindekiler Sayı KIŞ 2014 İmtiyaz Sahibi Yeşilimsi Yayıncılık Ltd. Şti. Adına Tekin Güner 16 32 56 Editör Gülsün Kurt Öney Sanat Danışmanı R. Yeşim Güner YAPIM GREENS DESIGN Baskı Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Bahçekapı Mah. 2477. Sok. No: 6 Şaşmaz/ ANKARA Tel: 0312 278 82 00 Baskı Tarihi 18.12.2014 Aylık yerel süreli yayındır. ISSN 1306-1739 ailedostu@adese. com. tr ailedostu@greenstasarim. com Reklam Rezervasyon Halil Arslanpınar halil. arslanpinar@adese. com. tr Umut… Ne çok şeyi karşılar insan hayatında… Sabrı karşılar mesela… Her sıkıntı, elbet bir gün son bulacak umuduyla 48 ENGELLERİN DURDURAMADIĞI, BEDENLERİ KİLİTLİ BEYİNLERİ VE AZİMLERİ ÖZGÜR İNSANLAR HİPOKRAT’I ÇÜRÜTEN, “TÜRK ALİMLERİ” 94 katlanılır. Elbet bir gün anlaşılacağı umuduyla susar insan her yanlış anlaşıldığında… Yorgun ve hasta bedenler sıhhatle ayağa kalkmanın umuduyla sabreder her acıya… Ne güzel şeydir umut karşıladığı şey iyi niyet olduğunda… Başımızı hafif yana eğip güler geçeriz iyi niyetli bir umutla, karşımızdaki sinirden köpürüp bağırıp çağırırken. Çünkü biliriz sesteki şiddet kadar kalpteki yumuşaklığı da… Umut keyifli şeydir gerçekten, eğer yol arkadaşı heyecansa. Yeni doğan bir bebeğin ağzından çıkacak o ilk ağıdı bekleyen anne için mesela. Dönüş tarihi belli olsa da eve dönecek bir askerin son gecesi için. Ve o yıllardır görüşülemeyen dostun OSMANLI’NIN MEZİYETLİ SULTANLARI Yönetim Yeri Ankara Dünya Ticaret Merkezi Tahran Caddesi No: 30 Kat: 2 / 202 Kavaklıdere / Çankaya - Ankara Tel: 0 312 427 20 93 - 94 Faks: 0 312 427 14 05 www.greenstasarim.com Gülsün KURT ÖNEY DOĞRU OYUNCAKLAR SAĞLIKLI ÇOCUKLAR RÜZGÂRIN ŞEHRİ “BAKÜ” Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tekin Güner Yayın Kurulu Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ, Salih Yılmaz, Lider Anaç, Yıldız Liva, 26 KIŞ MEVSİMİ “BAHARAT MEVSİMİ” SÖYLEŞİ KEREM POYRAZ KAYAALP 84 yüzüne hasretle bakma vakti geldiğinde, tam da vaktinde orada olan insan için. Evet insan için işte… Ne güzel şeydir umut, doğru beslendiğinde… Şimdi umudu yeniden yeşertme vakti... Sabrımızı da niyetimizi de yenileme vakti… Heyecanla beklerken yepyeni bir yılın bize getireceklerini, şimdi en umutlu dua vakti… Küçücük ellerimizi sonsuz bir umuda kaldırma vakti… 6 7 bizden haberler ADESE VE İŞKUR’DAN İSTİHDAM İÇİN İŞBİRLİĞİ ADESE, ISPARTA’DAKİ İKİNCİ MAĞAZASINI AÇTI İTTİFAK HOLDİNG’İN ULUSAL PERAKENDE MARKASI ADESE, İSTİHDAM PROJESİ KAPSAMINDA BİR KEZ DAHA İŞKUR’LA ORTAK PROJEYE İMZA ATTI. PROJE KAPSAMINDA 50 KURSİYERE ET VE ET İŞLEMECİLİĞİ KONUSUNDA EĞİTİM VERİLECEK. ADESE, ZENGİN BİR TARİHİ GEÇMİŞE SAHİP ŞARKİKARAĞAÇ’TA AÇTIĞI ŞUBEYLE BİRLİKTE ISPARTA’DAKİ İKİNCİ, TOPLAMDA İSE 138. MAĞAZASINI MÜŞTERİLERİNİN HİZMETİNE SUNDU. İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, Isparta’daki ikinci mağaza açılışını 5 Kasım 2014, Çarşamba günü Şarkikarağaç’ta düzenlenen bir törenle gerçekleştirdi. Açılış töreni; Şarkikaraağaç protokolü, İttifak Holding ve Adese Yöneticileri ile Şarkikaraağaç halkının katılımıyla gerçekleşti. ci, toplamda ise 138. mağazaya ulaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Şarkikaraağaç; ekonomisiyle, tarihiyle, halkıyla köklü bir geçmişe sahip. Biz de Adese’nin 23 yıllık deneyimini Şarkikaraağaç halkıyla buluşturarak bu zengin birikime katkı sağlamak istiyoruz. Adese, tüm Şarkikaraağaçlılara hayırlı uğurlu olsun” dedi. Mağaza açılışıyla ilgili bilgi veren Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Mağaza açılışlarımızı hızla sürdürüyoruz. Isparta’daki ilk mağaza açılışımızı nisan ayında Yalvaç’ta yapmıştık. Şarkikaraağaç’ta açtığımız mağazamızla birlikte Isparta’da ikin- 400 metrekarelik market alanında, 5 kasa ve 14 personel ile gıdadan şarküteriye, temizlikten kozmetiğe, oyuncaktan züccaciyeye kadar 5 bin çeşit ürün sunan Adese, Şarkikaraağaçlılara 365 gün kaliteli ve hesaplı alışverişin keyfini yaşatacak. SANCAK ADESE, YENİLENEN YÜZÜYLE HİZMETE AÇILDI ADESE, MARKET AÇILIŞLARININ YANI SIRA YENİLEME ÇALIŞMALARINA DA DEVAM EDİYOR. YAZ DÖNEMİNDE İKİ MARKET AÇILIŞI YAPAN ADESE, YENİLEME ÇALIŞMALARININ TAMAMLANMASIYLA SANCAK ADESE’Yİ DE MÜŞTERİLERİNİN HİZMETİNE SUNDU. İnsan kaynağı politikalarının başarıya ulaşmasında eğitimi en önemli mihenk taşı olarak gören Adese, İŞKUR’la Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) Beceri 10 projesi kapsamında işbirliği protokolü imzaladı. Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben ile Konya Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü Ömer Tokgöz öncülüğünde imzalanan protokole göre 50 kişiye et ve et işlemeciliği konusunda teorik ve pratik eğitim verilecek. 60 günlük eğitimin ardından kursiyerlerden en az yüzde ellisi Adese bünyesinde istihdam edilecek. İŞKUR’la imzaladıkları projenin istihdam oluşturmadaki önemine değinen Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Biz bugüne kadar İŞKUR’la birlikte gerçekleştirdiğimiz projeler sayesinde 734 kişiye eğitim verdik ve başarılı olanlar mağazalarımızda işbaşı yaptı. Yine UMEM projesiyle de et ve et işlemeciliği konusunda eğitim alacak arkadaşlarımız hem meslek hem de iş sahibi olacaklar. Bu projeyle birlikte birçok arka- daşımızı iş hayatının içerisine dâhil ederken diğer taraftan da alacakları eğitim sayesinde iş süreçlerine daha kolay adapte olmalarını sağlıyoruz. Adese olarak, İŞKUR’la böyle bir projeyi hayata geçirmekten dolayı büyük memnuniyet duyuyoruz.” dedi. tüm katılımcılara sertifikaları verildi. Başarılı bulunan kursiyerlerden 60’ının Adese’deki görevine başladığı ve işe alım süreçlerinin devam ettiği bildirildi. Bugüne kadar eğitim ve istihdam konusunda Adese’yle birlikte pek çok başarılı proje gerçekleştirdiklerini dile getiren Konya Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü Ömer Tokgöz ise önümüzdeki dönemlerde farklı projeler geliştirerek bu işbirliğini daha iyi noktalara taşımak istediklerini ifade etti. “Perakende Satış Elemanı İşbaşı Eğitimi” Tamamlandı Adese, bir taraftan İŞKUR’la UMEM gibi yeni projelere imza atarken diğer taraftan da mayıs ayında başlattıkları “Perakende Satış Elemanı İşbaşı Eğitimi”ni tamamlayarak işe alım sürecini başlattı. 4 ay süren ve 200 kişinin yararlandığı eğitim sonunda ADESE’DEN GLUTENSİZ ÜRÜNLERE ÖZEL REYON ALIŞVERİŞİN YANISIRA MÜŞTERİLERİNİN HAYATINI KOLAYLAŞTIRACAK BİRÇOK YENİLİK SUNAN ADESE, “GLUTENSİZ ÜRÜNLER REYONU” BULUNDURDUĞU MAĞAZA SAYISINI ARTIRARAK ÇÖLYAK HASTASI MÜŞTERİLERİNİN DE HAYATINI KOLAYLAŞTIRIYOR. İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, bir taraftan yeni market açılışlarını sürdürürken diğer taraftan mevcut mağazalarını yenilemeye devam ediyor. Konya Sancak’ta yer alan mağazasını baştan aşağıya yenileyen Adese, 22 Eylül 2014 tarihinde gerçekleştirilen açılış töreniyle yeniden müşterilerine hizmet vermeye başladı. Adese, modernizasyon çalışmaları yapılan diğer mağazalarda olduğu gibi Sancak Adese’yi de baştan aşağıya yeniledi. Doğa Dostu Verimli Market projesi kapsamında iklimlendirme sistemleri, soğutucu gruplar ve aydınlatma sistemleri son model tekno- lojilerle değiştirildi. Manav reyonu başta olmak üzere tüm reyonlarında yeniliğe giden Adese, mağazanın net satış alanını 440 m²’ye, ürün çeşitliliğini de 8 bine yükseltti. Bugüne kadar birçok mağazanın modernizasyonunu tamamladıklarını ifade eden Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Bölgenin değişen demografik yapısını ve müşterilerimizin taleplerini göz önüne alarak Sancak Adese’yi de hızlıca yeniledik. Bir taraftan Doğa Dostu Verimli Market projemiz kapsamında mağazamızdaki tüm iklimlendirme sistemlerini ve soğutucu grupları modernize ederken diğer taraftan da mevcut re- yonlarımızı yenileyerek ürün çeşitliliğimizi artırdık. Gerçekleştirdiğimiz tüm bu çalışmalarla Sancak Adese’nin müşterilerimizin değişen ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir yapıya bürünmesini sağladık. Mağazamızın yenilenen yüzüyle tüm müşterilerimize hayırlı olmasını diliyorum” dedi. Sancak Adese, modernizasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte hem mevcut reyonların genişletilmesi hem de yeni reyonların eklenmesiyle ürün çeşitliliğini 8 bine çıkardı. 3 kasanın bulunduğu Sancak Adese, müşterilerine 14 personelle hizmet verecek. Adese, Türkiye’de son dönemde sayısında hızlı bir artış gözlemlenen çölyak hastaları için özel olarak kurduğu glutensiz ürünler reyonunun sayısını, müşterilerinden gelen talep doğrultusunda artırıyor. Her yerde bulunmadığı için glutensiz ürünlere ulaşma konusunda zorluk yaşayan çölyak hastası müşterilerinin hayatlarını kolaylaştırmak isteyen Adese; Konya’da Kulesite, Zafer, Otogar, Ereğli, Akşehir mağazalarında; Ankara’da Optimum, Keçiören, Etlik mağazaları ile Bolu’da Beşkavaklar ve Aksaray’da da Kültür Parksite Adese mağazalarında bu reyonları müşterilerinin hizmetine sunuyor. Buğday, çavdar, arpa, yulaf gibi tahıllarda bulunan bir protein grubu olan gluten, mide-bağırsak kanalı yoluyla kolaylıkla sindirilebilen normal bir protein olmasına rağmen bazı kişilerin gluteni sindirememesi çölyak hastalığına yol açıyor. Henüz ilaçla başarı sağlanmış tedavi yöntemi bulunmayan çölyak hastalığında normal ve sağlıklı bir yaşam sürmek için glutensiz ürünler tüketmek son derece yararlı oluyor. Mağazalarında kurdukları “glutensiz ürünler reyonu” ile ilgili olarak Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben, Adese’nin müşterilerine alışveriş noktasında kolaylık sağlayan bir marka olmanın ötesine geçerek müşterilerinin hayatına değer katan bir marka olduğunu dile getirdi. Glutensiz ürünlerin her yerde bulunmadığına dikkat çeken Erben; “Çölyak hastalarının yaşadığı en büyük sıkıntılardan bir tanesi glutensiz ürünlere ulaşmak. Biz de böyle bir ihtiyacın varlığından yola çıkarak glutensiz ürünler reyonunu kurduk. Müşterilerimize keyifli bir alışveriş deneyimi yaşatmaktan daha fazlasını yapmak, onların ihtiyaçlarını karşılayarak sağlıklı yaşam sürmelerine katkıda bulunmak istiyoruz” dedi. Adese, glutensiz ürünler reyonunun yanı sıra toplumun son dönemlerde sağlık konusuna daha fazla hassasiyet göstermesiyle organik, doğal ve diyet ürünlerin yer aldığı reyonların bulunduğu mağaza sayısını da artırarak müşterilerinin önemli bir ihtiyacını daha karşılamış oldu. 8 9 bizden haberler KULESİTE’DE ÜNLÜ RÜZGARI ESTİ KONYA’NIN YAŞAM VE EĞLENCE MERKEZİ KULESİTE, İMZA GÜNÜ ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA 5-6 VE 8 KASIM TARİHLERİNDE, TÜRK SİNEMASININ DUAYEN OYUNCUSU FİLİZ AKIN, ÜNLÜ OYUNCULAR VOLKAN SEVERCAN VE MUSTAFA UZUNYILMAZ İLE SEVİLEN ŞARKILARIN YORUMCULARI DOĞUKAN MANÇO & TUĞBA YURT’U AĞIRLADI. Birbirinden eğlenceli etkinlikleriyle dikkat çeken Kulesite, 5-6 ve 8 Kasım 2014 tarihlerinde beş ünlü ismi daha Konya halkıyla buluşturdu. Tatlı Dillim, Yumurcak ve Ankara Ekspresi filmleriyle hafızalarda yer edinen, Yeşilçam’ın usta oyuncusu Filiz Akın 5 Kasım Çarşamba günü Kulesite’de hayranlarıyla sohbet etme ve imza dağıtma fırsatı buldu. Kulesite, 6 Kasım Perşembe günü ekranların sevilen isimleri Volkan Severcan ve Mustafa Uzunyılmaz’ı, 8 Kasım Cumartesi günü ise müzik listelerinde hızla yükselen ‘Sakin Ol’ isimli çalışmaları ile yeni neslin başarılı temsilcileri arasında yer alan Doğukan Manço&Tuğba Yurt ikilisini sevenleriyle buluşturdu. Kulesite’nin etkinlik alanında mini bir konser gerçekleştiren Pop müziğinin popüler temsilcileri Doğukan Manço ve Tuğba Yurt, hayranlarına imza dağıtıp, fotoğraf çektirdi. Aynı zamanda Doğukan Manço sahnede DJ’lik yaparak konsere katılanlara keyifli saatler yaşattı. SELVA, SIAL’DE SAĞLIKLI YAŞAM ÜRÜNLERİNİ TANITTI TÜRKİYE’NİN MARKALI MAKARNA İHRACAT LİDERİ SELVA GIDA, FRANSA’DA GERÇEKLEŞTİRİLEN, DÜNYANIN ÖNDE GELEN GIDA FUARI SIAL’DE SAĞLIKLI YAŞAM ÜRÜNLERİNİ TANITTI. Sektörün en geniş ürün gamına sahip markası Selva Gıda, 105 ülkeden, 6 binin üzerinde firmanın katıldığı fuarda, hem potansiyel müşterileri ile buluştu hem de mevcut bayi ağı ile ilişkilerini kuvvetlendirme fırsatı buldu. Fuarda sağlıklı yaşam ürünlerini tanıtan Selva, özel amaçlı karışım unları, bulgur, tatlı ve mutfak yardımcılarını da ziyaretçilerin beğenisine sundu. Selva Gıda adına, dış ticaret departmanı çalışanları ve yetkililerinin katıldığı SIAL’e Türk gıda sektörü de 260 firma ile çıkarma yaptı. 200’den fazla ülkeden 150 bin ziyaretçinin akınına uğrayan dev fuar, her iki yılda bir Paris’te küresel gıda endüstrisinin oyuncularını bir araya getiriyor. Gıda sektöründeki yenilikleri ve trendleri yakından gözlemleme fırsatı yakalayan fuar ziyaretçileri, de- ğişen ve gelişen rekabet koşulları ve sektörün yönü hakkında bilgi sahibi oluyor. Gıda sektörüyle ilgili güncel ve geleceğe ilişkin gelişmelerin değerlendirildiği ve uzun vadeli iş ilişkilerinin oluşturulduğu bir platform olarak büyük önem taşıyan fuar hakkında konuşan Selva Gıda Genel Müdürü Özkan Koyuncu “Bu yıl 7. defa katıldığımız SIAL fuarında potansiyel müşterilerimizle bir araya gelerek katılımcılara ürünlerimizi tanıtma ve denetme fırsatı bulduk. 105 ülkeden, 6 binin üzerinde firmanın katıldığı fuarda Selva Gıda olarak standımızın büyük ilgi görmesi bizi memnun etti. Özellikle sağlıklı yaşam kategorisinde geçen yıl piyasaya sürdüğümüz; buğday ruşeymi, buğday kepeği ve yulaf kepeği ürünlerimizle de yurtdışında yeni başarılara imza atmayı hedefliyoruz. 2007 yılından bu yana ülkemizin markalı makar- na ihracat liderliğini kesintisiz sürdüren bir firma olarak yeni ve daha büyük başarılara ulaşacağımıza yürekten inanıyorum. Yeni başarılara ulaşmada SIAL ve benzeri fuarlar da bizim için iyi birer vitrin oluyor. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde yurtdışı fuarlardaki görünürlüğümüzü artırmayı planlıyoruz” dedi. 10 11 bizden haberler İMAŞ MAKİNE’DEN BÜYÜK YATIRIM İTTİFAK HOLDİNG’İN MAKİNE SEKTÖRÜNDE FAALİYET GÖSTEREN ŞİRKETİ İMAŞ’IN, KAPASİTESİNİ İKİ BUÇUK KAT ARTIRACAK YENİ FABRİKASININ TEMELİ ATILDI. 56 BİN METREKARE ALAN ÜZERİNDE; 20 MİLYON TL YATIRIM İLE YENİ FABRİKASINI DEVREYE ALACAK OLAN İMAŞ MAKİNE, CİROSUNU DA ORTA VADEDE 3 KAT ARTIRMAYI HEDEFLİYOR. İttifak Holding iştiraklerinden İmaş Makine, yeni fabrika binasının temelini 14 Ekim Salı günü 2. Organize Sanayi Genişleme Bölgesi’nde attı. İttifak Holding Yönetim Kurulu Üyeleri ve holdingin grup içi şirketlerinin üst düzey yöneticilerinin katıldığı temel atma programında konuşan İmaş Makine Genel Müdürü Tuncay Lamcı, “Mevcut durumda 10 bin 300 metrekare olan fabrikamız, yaklaşık iki buçuk kat büyüyerek 25 bin 623 metrekarede faaliyet gösterecek. Bir yıl içerisinde tamamlamayı hedeflediğimiz yeni fabrikamızın inşaatını grup firmalarımızdan Seha Yapı yapacak. Fabrikanın, İmaş’ın ihtiyaç duyacağı elektrik enerjisini de üretebilir altyapı ile çelik konstrüksiyon olarak inşa edeceğini dile getiren Lamcı, “Anahtar teslimi değirmen fabrikaları kuran ve metal kesme sektöründe önemli işlere imza atan şirketimiz, hizmet verdiği sektörlerin tüm ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir bilgi şirketi olma yolunda hızla ilerliyor” dedi. Lamcı: Ciromuzu üç kat artırmayı hedefliyoruz Yeni fabrika yatırımı ile birlikte en yüksek kaliteyi en düşük maliyetle elde etmeyi hedeflediklerini ifade eden Lamcı, “Yeni fabrikamızda, geliştirilebilir entegre iş süreçlerine sahip, inovasyonu destekler yapıda daha verimli, daha üstün, daha rekabetçi nitelikler taşıyan çalışma prensipleriyle, yarının ihtiyaçlarına hazır bir yapı kuracağız. Üretmekte olduğumuz yenilikçi ve teknolojik katma değeri yüksek ürünlerimizi C M deneme imkanı da bulacağımız yeni fabrikamızda, müşterilerimize sürdürülebilir rekabet gücü elde edecek makine ve sistemler tasarlamaya devam edeceğiz” dedi. İşgücü, yer ve zaman kayıplarını da ortadan kaldıracak yeni fabrikada çalışanlarının sosyal ve eğitim ihtiyaçlarına da daha fazla cevap veren bir yapı planladıklarını söyleyen Lamcı, “Tüm bunlara paralel olarak büyüyen üretim sahamızla birlikte ihracatımızı daha da artırarak orta vadede ciromuzu üç kat artırmayı hedefliyoruz” dedi. Yeni yatırımın meyvelerini en kısa sürede alacağımıza inanıyoruz İmaş Makine’nin 1989 yılında öğütme sektöründe faaliyet göstermek üzere İttifak SEHA YASEMİN EVLERİ’NİN İKİNCİ ETABI YÜKSELİYOR SEHA YAPI TARAFINDAN KONYA’NIN EN DEĞERLİ BÖLGESİ YAZIR’DA İNŞA EDİLEN YASEMİN EVLERİ’NİN İKİNCİ ETABI YÜKSELMEYE DEVAM EDİYOR. Konya’nın en fazla konut üreten şirketi Seha Yapı, birinci etabını geçtiğimiz Haziran ayında tamamlayarak, anahtarlarını sahiplerine teslim ettiği Yasemin Evleri Projesi’nin ikinci etabının inşasına başladı. Konya’nın en değerli bölgesi Selçuklu Yazır’da, 8219 m²’lik alanda yükselen Yasemin Evleri ikinci etap dairelerinin, Eylül 2015’te sahiplerine teslim edilmesi planlanıyor. Projeyi, Türk insanının yaşam biçimini, alışkanlıklarını ve özel hayata verdiği önemi de dikkate alarak planladıklarını belirten Seha Yapı Genel Müdürü Tuncay Lamcı, “Her projemize diğerlerinden farklılaştıracak özellikler eklemeye özen gösteriyoruz. Yasemin Evleri’nin tamamı 25 bin metrekarelik yeşil alanıyla, kapalı otopark, güvenlik, ankastreli mutfak, mutfakta kiler, rekreatif peyzaj, spor ve çocuk oyun alanlarıyla müşterilerimize farklı deneyimler, güven ve konfor sunuyor. Her zaman olduğu gibi yeni projelerimizde de Seha Yapı kalitesini, farkını ve güvenini yaşatmaya devam edeceğiz” dedi. Holding’in ikinci iştiraki olarak kurulduğunu ve 1991 yılında da faaliyetlerine şeritli testere tezgahlarını ekleyerek bu iki sektörde faaliyet gösterdiğini belirten Lamcı, “İmaş, bugün global bir şirket haline geldi. Bugüne kadar 60’ı aşkın ülkeye ihracat yapan şirketimiz, Orta Asya’dan Orta Doğu’ya, Afrika ülkelerinden Türk Cumhuriyetleri’ne kadar teknolojisini taşıyor. Bu çerçevede, değirmen makinelerimizin yaklaşık %96’sını, testere tezgahlarımızın da yaklaşık %17’sini ihraç ediyoruz. İhracatta bugüne kadar göstermiş olduğumuz performans, bir nevi bizi büyümeye teşvik etti. Ve bunun meyvelerini en kısa sürede alacağımıza inanıyoruz” dedi. Y CM MY CY CMY K 12 13 Cahide Sultan’dan Özel Tarifler www. cahidejibek. com KREMA DOLGULU BERLİNER SALATALI HUMUS TARİFİ (6 Kişilik) (6 Kişilik) Malzemeler Hazırlanışı 1 yumurta 100 gr tereyağı Yarım su bardağı kadar süt 4 yemek kaşığı toz şeker 1 çay kaşığı tuz 1 tatlı kaşığı instant kuru maya 3 su bardağı un Krema Malzemeleri 4 su bardağı süt 4 yemek kaşığı dolusu un 5 yemek kaşığı şeker 1 yumurta 1 limon kabuğu rendesi (isteğe bağlı) 1 yemek kaşığı tereyağı Kremanızı bir gün önceden hazırlayın. Böylece dinlenmiş ve tadı oturmuş bir kremanız olur. Kuru malzemeleri una ekleyip karıştırın. Oda sıcaklığında yumuşamış tereyağını da una katıp yoğurun. Kalan malzemeleri de ekleyip yumuşak bir hamur elde edin. Ele yapışmayan bir hamur olmalı. (Ben mutfak robotunda yoğurdum) Üzerini örtüp mayalanmaya bırakın. İki katına çıkan hamuru alıp elinizde hiç oynamadan hafif unlanmış tezgahın üzerine koyun. Üzerine de hafif un serpip merdaneyle 6-7 mm. kalınlığında açın. Hamuru bardakla veya yuvarlak bir kalıpla kesin. Kestiğiniz parçaları bir tepsiye dizip üzerini bir bezle örtün. 20 dakika kadar dinlendirin. Yeniden mayalanıp hafif kabaran hamurları, kızgın yağa atıp orta ateşte arkalı önlü kızartın. Şekerli bir hamur olduğu için çok çabuk kızarıyor. Kremayı katılaşmışsa yeniden çırpın. Krema torbasına doldurun. (Sağlam bir poşette olur.) Çöreklerin bir kenarından meyve bıçağıyla delin. Bıçağı çöreğin ortalarına doğru ilerletip sağa sola doğru hafifçe gezdirin. Bu kremanın rahat doldurulmasını sağlayacaktır. Bıçakla açtığınız delikten kremayı çöreğin içine doldurun. Çörekleri servis tabağına alıp üzerlerine hafifçe pudra şekeri serpin. Afiyet şifa olsun. MALZEMELER 1.5 su bardağı haşlanmış nohut 3 yemek kaşığı dolusu tahin 1 diş sarımsak 2 yemek kaşığı limon suyu 1 çay bardağı kadar su 1,5 çay kaşığı tuz 1 çay kaşığı kimyon Salatası için 1 orta boy domates 5-6 adet kornişon salatalık turşusu 7-8 dal maydanoz 2 yemek kaşığı ekşi nar Zeytinyağı, kimyon, acı pul biber, arzuya göre ceviz de güzel oluyor. Hazırlanışı Humus malzemelerinin tümünü bir kaba alıp el blenderıyle çekin. Mutfak robotunda da olur. Ben nohutların kabuklarını çıkarmadım. Çok hassassanız çıkarabilirsiniz. Humusu servis etmeden evvel, servis tabağına yayın. Üzerine küp doğranmış salatalık turşusu, domates, ince doğranmış maydanoz, ayıklanmış narı ekleyin. Zeytinyağını gezdirin. Kimyon, arzuya göre pulbiber ve ceviz de serpiştirip servis edin. Afiyet şifa olsun. 14 15 ŞEHRİYELİ KÖZ DOMATES ÇORBASI JALAPENO BİBER TURŞUSU (8 Kişilik) Malzemeler 1 kg domates 1 çay bardağı tel şehriye 2 tepeli yemek kaşığı un 2 su bardağı et suyu Yeteri kadar içme suyu 1 küçük çay bardağı süt 1 yemek kaşığı tereyağı 3 yemek kaşığı zeytinyağı 1 diş sarmısak Arzuya göre kişniş, nane veya doğranmış maydanoz Tuz Hazırlanışı Domatesleri ikiye bölüp baş kısımlarını bıçakla alın. Yapışmaz tavaya çok az yağ ekleyip, harlı ateşte domatesleri arkalı önlü kızartın. Bir tencereye alıp üzerine çıkana kadar su ekleyin ve pişmeye bırakın. Pişen domatesleri blenderdan geçirin. Eğer çekirdekleri sizi rahatsız ediyorsa süzgeçten geçirin. Ayrı bir tencerede ve yağı beraber tencereye alın. Un hafif pembeleşene kadar kavurun. Domatesi, ezilmiş 1 diş sarmısağı ve et suyunu ekleyip hızlı bir şekilde kaynayana kadar karıştırın. (unun topaklanmaması için önce bir bardak soğuk su koyarak tel çırpıcıyla çırpın sonra sıcak domates püresini ekleyin yoksa un sıcak püreyle birleşince topaklaşabilir) Kaynara çıktıktan sonra normal çorba kıvamına gelene kadar kaynar su ilave edin. Bu esnada şehriyeyi ekleyin. 6-7 dakika kadar kaynatmaya devam edin. Sütünü ilave edip, bir taşım daha kaynatın. Kişniş, kuru nane veya maydanoz ekleyip lezzetini artırabilirsiniz. Afiyet şifa olsun. MALZEMELER 750 gr jalapeno biber 2 çay bardağı üzüm sirkesi 4 diş sarımsak 3 tatlı kaşığı tuz 2 tatlı kaşığı şeker 2 tatlı kaşığı tane hardal 1 avuç nohut Hazırlanışı Jalapeno biberleri tohumlarını çıkarmadan halka halka doğrayın. 2 adet yarım kglık kavanozun diplerine nohut, birer kaşık tane hardal ve iri doğranmış sarımsakları ekleyin. Doğradığınız biberleri kavanozlara sıkıca yerleştirin. Üzerlerine 1 buçuk tatlı kaşığı tuz (3 kaşığı paylaştırmış oluyoruz), birer tatlı kaşığı şekeri ve birer bardak üzüm sirkesini ekleyin. Kalan kısımları kaynar su ile doldurun ve kapağını sıkıca kapatın. Kavanozları ters çevirin. Soğuyunca düz olarak güneş görmeyen bir yerde saklayın. En az bir hafta bekleyen turşu yenmeye hazırdır. Afiyet şifa olsun. NOT: Sıcak su eklemek turşuyu eritmez. Aksine daha diri olmasını, kavanozu ters çevirince kapakların vakumlanmasını sağlar. Böylece turşu uzun zaman bozulmadan dayanır. Fırında Tavuklu Dolma KESTANELİ PİLAV (8 Kişilik) Malzemeler (8 Kişilik) 1.5 su bardağı pirinç Yarım su bardağı pilavlık bulgur Malzemeler 1.5 ölçü sıcak su 400 gr tavuk kıyması (göğüs veya but etinden rondodan çekerek elde edebilirsiniz) 1 çay kaşığı şeker 50 gr kuyruk yağı (olmasa da olur) Tereyağı ve zeytinyağı 1 tatlı kaşığı biber salçası Tuz 1 tatlı kaşığı domates salçası Ayrıca: 3 adet taze domates 1 su bardağı ayıklanmış kestane 1 büyük soğan 1 su bardağı baldo pirinç 2 yemek kaşığı kuş üzümü 8-10 dal maydanoz Hazırlanışı Pirincinizi 2 kez yıkayın nişastasından arındırın. Ya sabahtan soğuk suya ya da pişirmeden 40 dakika önce, kaynar olmayan sıcak suya ıslağa koyun. Eğer işiniz çok acilse, kaynar suda 15 dakika bekletin. Tencereye zeytinyağını ve tereyağını koyun. Pirincin suyunu tamamen süzüp tencereye ekleyin. Sadece 2 dakika kadar kavurun. Fazla kavrulan pirincin proteini yok oluyor bu yüzden fazla kavurmayın. Diğer tarafta kaynayan suyu pirince ekleyin. Tuz ve şekerini atıp karıştırın. Kaynamaya başlayan pilavın ağzını kapatın. Küçük ocağa alıp altını kısın. Suyunu çekmeye yakın ince ağızlı bir kaşıkla pilavı hafifçe karıştırın. Eğer ağzı kalın bir tahta kaşıkla karıştırırsanız pilav ezilebilir. Suyunu tamamen çeken pilav size halâ diri gibi geliyorsa yarım çay bardağı daha su ilave edin. 2 dakika daha pişirip altını kapatın. Önceden ayıklayıp pişirdiğiniz kestaneleri, 5 dakika haşlayıp suyunu süzdüğünüz kuş üzümlerini ve ince doğranmış maydanozu pilava ekleyin. Hiç karıştırmadan en az 20 dakika pilavınızı dinlendirin. Bu esnada soğumaması için üzerini örtün. Servis etmeden önce bastırmadan hafifçe karıştırın ve servis edin. Hazırlanışı Pirinç ve bulguru geniş bir kaba koyup yıkayın. Soğanı sarmısağı soyup doğrayıcıya koyun. Domateslerden dolmaların ağzına kapak olacak şekilde kesip kalan kısımlarını da doğrayıcıya ekleyin. Maydanoz ve dereotunu da koyup ince olacak şekilde parçalayın. Pirinç ve bulgura ekleyin. Diğer malzemeleri de ekleyip malzemeyi güzelce yoğurun. Dolmalık sebzeleri oyun. Patlıcanların acı olma ihtimaline karşı içlerini tuzlayın. 20 dakika kadar bekletip yıkayın. İç malzemesinden sebzelerin ağzında 2 cm boşluk kalacak şekilde doldurun. Kaşıkla fazla bastırmayın ki, içi kuru kalmasın. Ben içim arttığı için soğan da doldurdum. Doldurduğunuz sebzeleri büyük boy borcama yatık halde dizin. Ben ağızlarına kapak yapmadım. Dolmaları birbirinin içine geçirdim. Servis esnasında domatesle ağızlarını kapattım..:) 1 tatlı kaşığı salçayı 2 su bardağı suda eritip dolmaların üzerine gezdirin. İsterseniz biraz da yağ gezdirebilirsiniz. Üzerini folyoyla kapatıp 200 derecelik fırında en az 1 saat pişirin. Pişerken arada bir fırını kontrol edin. Suyu biterse biraz daha su ilave edebilirsiniz. Sebzeler yumuşayınca folyoyu kaldırıp, 10 dakika kadar üzerini kızartın. Afiyet şifa olsun. 3-4 diş sarımsak Yarım demet maydanoz Bir tutam dereotu 1 çay bardağı zeytinyağı 1 yemek kaşığı nar ekşisi 1 tatlı kaşığı toz sumak 1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber 1 tatlı kaşığı karabiber Yeteri kadar tuz Doldurmak için: Taze biber, taze patlıcan, kuru soğan 16 17 SÜT REÇELLİ KURUYEMİŞLİ BROWNİ (8 KİŞİLİK) MALZEMELER 24 x 24 cm tepsi için 125 gr tereyağı 150 gr bitter çikolata 3 yumurta 125 gr şeker 1 çay kaşığı vanilya 1 buçuk yemek kaşığı un 1 yemek kaşığı kakao bir çimdik tuz Kavrulmamış kuruyemiş (Ben ceviz ve fındık kullandım) 2 yemek kaşığı süt reçeli Tereyağı ve küçültülmüş çikolata bir kapta benmari usulü eritin ve ılımaya bırakın. Diğer tarafta yumurta ve şekeri hafif çırpın. Üzerine ılımış tereyağı ve çikolatayı ilave edin ve çırpın. Daha sonra kalan malzemeleri ilave edip homojen bir kıvam oluncaya dek hafif çırpın. Yağlı kağıt serilmiş tepsiye döküp düzeltin. Üzerine kuruyemişleri ve ara ara süt reçelini koyun. Önceden ısıtılmış 180 dereceli fırında 20 ile 25 dakika arasında pişirin. Tamamen soğuduktan sonra dilimleyip servis edin. İsterseniz üzerine pudra şekeri serpebilir veya süt reçeli gezdirebilirsiniz. Afiyet şifa olsun! NOT: Daha ıslak bir browni isterseniz keki biraz daha az pişirmelisiniz. Birde ertesi gün yiyeceğiniz browniyi buzdolabına kaldırdıysanız, ikram etmeden 1 saat evvel mutlaka dışarı çıkarın veya sıcak fırında 2 dakika kadar tutup ılımasını sağlayın. Zira içindeki çikolata ve tereyağı sertleşince browni de sertleşip kırılganlaşıyor. 18 19 Henüz çocukken annelerimizin ellerinde bardakla peşimizden koşturduğu o enfes kokulu nane limonu kim unutabilir ki… Hani şu ecza dolabından hemen önce uğradığımız ilk çare köşesi… Kış Mevsimi “Baharat Mevsimi” BAHARATLARINIZIN HEPSİNİN TAZELİĞİ OLDUKÇA ÖNEMLİDİR. ÇÜNKÜ TAZE OLMAYAN BAHARATIN AROMASI DA LEZZETİ DE ÇOK AZDIR. VE NE KADAR KOYARSANIZ KOYUN İSTEDİĞİNİZ TAT BİR TÜRLÜ GELİP YERLEŞMEZ TENCERENİZE… HAL BÖYLE OLUNCA DA NE TAT VERİR BU MİS KOKULU NİMETLER NE ŞİFA… Sadece yemeklerimize tat veren, sofralarımıza lezzet katan tatlandırıcılar değildir baharatlar. Yazın serinlememize, sonbaharda dinginliğimize, kış aylarında bir çok hastalığa karşı baş yardımcımız değil midir? Nane boğazınızı yumuşatır, kimyon bağırsaklarınızı düzeltir, karabiber öksürüğe birebirdir… İşte o yemeklerinize enfes tatlar katan baharatların saymakla bitmez şifaları. Üstelik sadece hasta olunca değil, bu hastalıklar daha kapınızı çalmadan korumaya başlarlar sizi… Ancak elbette ki her zaman olduğu gibi baharatları da sağlığımız için kullanacaksak önce bir doktora danışmakta fayda var. Evde de baharat kurutulur mu? Aktarların baş köşe süsleri olan bu baharatların ise aslında bir çoğunu evlerimizde yapmak da mümkün. Mesela nane, maydanoz, dereotu gibi demet halindeki ıtırlı bitkileri kurutmak için ihtiyacınız olan şeyler ise hepimizin mutfağında olan şeyler: Bir tepsi ve bir tülbent. Güzelce yıkadığınız bu mis kokulu bitkileri sularından arındırdıktan sonra tepsinizin üzerine sereceğiniz birkaç katlı bir kağıt havlunun üzerine yayın. Ve daha hijyenik bir ortamda kuruyabilsinler diye de üzerlerine bir tülbent örtün. Mutfağınızın veya uygun bir odanızın güneş görmeyen kuytu ve nemsiz bir yerinde kurumalarını bekleyin. Yaprakları dokunduğunuzda ufalanacak kıvama geldikten sonra saplarından ayırdığınız yaprakları iyice ufalayıp cam kavanozlarda uzun süre saklayabilirsiniz. Ev yapımı baharatlarınızı afiyetle ve şifa ile tüketmek için hazır hale getirmiş olacaksınız. Kurutma işleminin bir diğer yöntemi ise demet halinde aldığınız bitkilerinizi yine bu haliyle güzelce yıkadıktan sonra baş aşağı olacak şekilde asarak ve yine güneş görmeyen kuytu ve nemsiz bir yerde kurutmak olabilir. Bütün ot menşeili baharatlar bu iş için oldukça uygundur. Karabiber, kimyon gibi baharatla- rınızı ise tohum halinde alıp eğer evinizde bir öğütücü varsa evde, yoksa da yine aktarlarda çektirebilirsiniz. Genel olarak baharatlarınızın hepsinin tazeliği oldukça önemlidir. Çünkü taze olmayan baharatın aroması da lezzeti de çok azdır. Ve ne kadar koyarsanız koyun istediğiniz tat bir türlü gelip yerleşmez tencerenize… Hal böyle olunca da ne tat verir bu mis kokulu nimetler ne şifa… İşte hayatımızda illa ki bir yere sahip olan bu harika kurular aynı zamanda ecza dolabımıza varmadan hemen önce uğradığımız, sağlığımızın ilk danışmanlarıdır. Henüz çocukken annelerimizin ellerinde bardakla peşimizden koşturduğu o enfes kokulu nane limonu kim unutabilir ki… KİMYON: Kimyonun ana vatanı Mısır. Kullanıldığı baş yemekler ise özellikle etler, sucular, köfteler ve çorbalar. Bu vazgeçilmez aroma aynı zamanda; z İştah açar ve hazımsızlığı giderir. z Mide ve bağırsaklarda gaz birikmesini önler, birikmiş gazı da söktürür. Hava yutmayı önler. z Sinirleri yatıştırır. Baş dönmeleriniz sinirselse keser. z Anne sütünü artırır. z İdrar söktürür. Yüksek tansiyonu düşürür. Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardımcı olur. z Ayrıca romatizmada da oldukça faydalıdır. Kimyon Çayı: Bu çay için kimyonun çekilmişini değil de tohum halini kullanmalısınız. Yarım çay bardağı kimyonu bir cezveye koyun. Üzerine de bir bardak su ekleyin ve kaynatın. Kaynadıktan sonra ağzını kapatıp demlenmesi için 5 dakika bekleyin. Altın sarısı kimyon çayınız içime hazır. 20 KARABİBER: Fazla tüketilmemesi gereken baharatlardandır. Ancak dozunda kullanırsanız da bir o kadar faydalıdır. Bal ile karıştırılmış karabiberin boğaz ağrılarına birebir geldiğini bilmeyenimiz yoktur. Ama bunun yanında bakın daha nelere iyi gelir karabiber: z Yağ hücrelerinin azaltılmasına yardım eder. z A, C ve E vitaminleri açısından zengindir. Çinko, potasyum ve folik asit de içerir. z Oldukça güçlü bir antioksidandır. z Bağışıklık sistemini güçlendirir. Saç dökülmesi için karabiber tarifi: Karabiber, bal ve limonu macun kıvamına gelene kadar robotta çekin ve iyice karıştırın. Daha sonra ise dökülmeden şikayet ettiğiniz saş bölgesine uygulayın. Kimler karabiberi çok tüketmemeli? Egzama, damar sertliği ve bağırsak iltihabı olanlar, midesi rahatsız veya hassas olanlar ve tansiyon şikayeti bulunanlar çok fazla karabiber kullanmamalı. BİBERİYE: Yine et yemeklerinin ayrılmaz ikisi olan biberiye de hem toz halinde hem tohum halinde kullanılabilen bir baharat. Stresi azaltıp, baş ağrısı ve migrene iyi gelen bu şifa kaynağının daha bir çok marifeti var: z Hafızayı güçlendirir ve konsantrasyonu 21 arttırır. z Kolesterole de bir hayli iyi gelir. z Hazımsızlığı giderir. z Baş ağrınıza iyi gelir. z Kabızlığa oldukça iyi gelir. z Kanserle savaşta da oldukça güçlü bir bitkidir. z Bağışıklık sistemini güçlendirir. z Toksinlerin vücuttan atılma süresini kısaltır. z Kalbe ve beyne daha fazla oksijen taşınmasına yardımcı olur. Biberiye Çayı: Bir fincan suya bir çay kaşığı biberiye koyup bir taşım kaynatın ve demlenmesi için 5-10 dakika bekleyin. Hafif acımsı tadından dolayı içiminde güçlük çekerseniz biraz bal veya pekmezle tatlandırabilirsiniz. ZENCEFİL: Bu harika bitkinin en ilginç özelliklerinden biri kafein içermemesine rağmen aynı etkiyi yaparak vücuda enerji sağlamasıdır. Diğer faydaları da göz ardı edilemeyecek kadar fazladır: z Öncelikle iştah açıcıdır, z Antiseptik özelliği sayesinde kan daha temiz kalır. z Solunum yollarını açar. z Vücut ısısını yükselterek daha hızlı ısınmanızı sağlar. z Zencefil oldukça iyi bir anti oksidandır. z Romatizma için kullanılır. z Rahat uyumanızı sağlar. Zencefil Çayı: Birkaç dilim taze zencefili bir tencereye koyup üzerine bir fincan su koyun ve kaynatın. Bir taşım kaynadıktan sonra demlenmesi için 5 dakika kadar bekleyin. Daha sonra dilerseniz bal ile tatlandırıp tüketebilirsiniz. Zencefil Maskesi: Bir yemek kaşığı toz zencefil ile bir çay bardağı ısıtılmış zeytinyağını karıştırın. Karışımı birkaç parça bezin üzerine dökün ve yüzünüze koyun. Düzenli uygulamanız halinde siyah noktalarınız ve sivilcelerinizdeki azalmayı hızla farkedeceksiniz. 22 BU KIŞ, DOST DA DÜŞMAN DA AYAKLARA BAKACAK. KIŞIN BOT VE ÇİZME MODASI EVET, KIŞ BİRAZ HIZLI BİR GİRİŞ YAPTI BU SENE. EE TABİ UFAK BİR TELAŞ BAŞLADI GARDIROPLARDA. AMA SİZ HİÇ MERAK ETMEYİN BİZ AYNI HIZLA YAKALIYORUZ BU KIŞIN EN GÖZDE ÇİZME VE BOT MODELLERİNİ… 23 Aslında soğuk aylarda şıklığı yakalamak daha kolaydır. Uzun sade bir elbisenin altına giyeceğiniz tarz sahibi bir çizme bu işi halletmeye yeter de artar bile. Erkekler içinse dikkatle seçilmiş hoş bir bot bir kot pantolonu bile klasik bir çizgiye taşıyabilir. O halde bakalım bu dikkatli seçimleri bu sene neye göre yapmalıyız . BAYANLAR İÇİN VİTRİN NOTLARI Hem Rahat Hem Şık - Dolgu Topuklar: Bu sene dolgu topuklar tekrar bizimle. Oldukça havalı ve şık görünen bu tarzın en büyük avantajı rahat olması. Dolgu topukları sayesinde hiç de öyle on santim bir ayakkabının üzerinde duruyormuşsunuz gibi hissettirmiyorlar. Üstelik bu kış bu topuk modelini sadece ayakkabıda değil botlarda ve çizmelerde de sıkça görüyoruz. Rahatına düşkün ama öbür taraftan da şıklığından ödün vermek istemeyen hanımlara müjde! Sokakta da şık olmak isteyenlere - Flatform Taban: Sadece iş yerinde veya özel bir davette değil aynı zamanda sokakta da şık olmak isteyenler için harika bir alternatif: Flatform Tabanlı Ayakkabılar. Bu taban tipinde de yine hem bot hem çizme bulmak mümkün. Kot pantolonlar ve spor eteklerle harika bir spor şıklığı yakalayabilirsiniz. İnce Topuktan Vazgeçemeyenler İçin - Çok Daha İnce Topuklar: İnce topuk muhakkak ki bir çok bayanın vazgeçilmezleri arasında. Zariflik dendiğinde hemen hepimizin aklına ilk gelen ince ve yüksek topuklar olur. Ama bu sene bu in- celik biraz abartılmış durumda. Neredeyse kırılacak izlenimi veren bu topuklar şüphesiz ki ne olursa olsun bir çok kombinin baş tacı olacak. Özellikle incecik topuklu çizmeler gerçekten kendine iki kez baktıracak türden. Hem Yüksekte Hem Rahat Olsun Diyenlere – Kalın Topuklar: Kim ne derse desin bu senenin gözdesi kesinlikle yüksek ve kalın topuklar. Hem zarafeti, hem rahatlığı, hem klasik tarzı, hem şıklığı yani aklınıza gelebilecek bir çok tarza oldukça karizmatik bir hava katıyor bu topuk tipi. Özellikle kullanım alanı oldukça geniş olan yüksek ve kalın topuklu botlar bir hayli iddialı. Hemen her rengini bulmak mümkün olsa da bej ve siyah asaletleriyle yine ilk sıraya oturmuş durumda. Şatafat sevenlere – Taş ve Boncuk İşlemeli Modeller: Günlük kullanım için her ne kadar abartılı dursa da güzel bir düğün veya yemek organizasyonunda bakışları ayakkabılarınıza çekmeye yetecek kadar göz alıcılar. Özellikle Osmanlı Tarzı işlemeler bir hayli dikkat çekici. Hem masum hem asi bir tarz – Zincirler ve zımbalar: Zımbalar her ne kadar çok kullanıldı diye düşünsek de bu sezonda da tek başına olmasa bile irili ufaklı zincirlerle bir arada kullanılmış ve gerçekten de çok hoş ve kullanışlı olmuşlar. Etek altına da pantolon altına uygun ve özellikle bot modellerinde kullanılan bu aksesuarlar sayesinde neredeyse başka bir şey takıp takıştırmaya gerek kalmıyor. Böylece bayanları takı düşünme telaşından kurtarmış oluyor. BEYLER İÇİN VİTRİN NOTLARI Renkli Giyinmeyi Sevenler İçin – Renkli Tabanlar: Erkek ayakkabı modellerinde ilk göze çarpan tasarımlardan biri tabanlara atılmış renkli çizgiler. Oldukça canlı tonlardan seçilmiş olan bu renkler doğru bir kombinle beyleri kolayca şık bir görüntüye taşıyabilir. Mesela ayakkabının tabanındakiyle aynı renk tonunda kullanacakları bir kaşkol veya kazak, hatta bir bere bile bu şıklığı tamamlamaya yetecektir. Hem Konfor Hem Şıklık İsteyenlere –Tam Kararında Botlar: Bordo, lacivert, kahverengi, koyu yeşil gibi bir çok renk bu sezonun erkek bot modellerindeki yerini almış ama yine de görür görmez beyleri ilk cezbedecek olan renk elbette ki yine siyah. Süet ve derinin hatta yer yer ruganın birlikte kullanıldığı erkek botları gerçekten de bir tarz sahibi olduğunu göstermek isteyenler için biçilmiş kaftan. Özellikle atkılı modeller görsel olarak bir hayli dikkat çekici. Aynı zamanda bağcıklılar kadar da kullanışlı olan bu modellere bu kış beylerde oldukça sık rastlanacağı kesin. Bot giymeyi tercih eden beyler için elbette spor tarz botlar da düşünülmüş. Bu tarzın her zaman olduğu gibi gözdesi yine bağcıklar. Ancak geçen sezondan bu sezona kalan ufak esinlenmeler hala geçerli. Örneğin hemen parmak bitiminden başlayan bağcıklar yine bir çok markanın sıkça kullandığı bir tarz. 24 25 Bir Bardak Çay, Biraz Peynir ve Çıtır Çıtır Bir Simit Simidin Hikayesi Ustasından “UN, MAYA, SU BAŞKA DA BİR ŞEY OLMAZ. OSMANLI’DAN BİZE KADAR GELEN SİMİT BUDUR. YANİ HALK ARASINDA BİLİNEN ADIYLA İSTANBUL SİMİDİ. VE ORİJİNAL İSTANBUL SİMİDİ ŞİŞMANLATMAZ. ÇÜNKÜ YAĞ YOK, ŞEKER YOK İÇİNDE, DOĞAL. ” “Şeker oranı fazlalaştığı zaman doğal olarak şekerin yanma oranı da fazlalaşıyor ve böylece kanserojen olma derecesi artıyor yediğimiz simidin. Bu yüzden ben şeker yerine sulandırılmış, hakiki üzüm pekmezi kullanıyorum.” İster ayak üstü bir bardak ayranla atıştırmak için, ister mükellef bir kahvaltıda yanında demli bir çay ve beyaz peynirle ya da üzerine sürdüğünüz bir kaşık çikolatayla tatlı niyetine… Her durumda mutlaka keyifle yenmez mi simit? Çeşitleri ve lezzet sırlarıyla ustasından dinledik bu geleneksel lezzeti. Adese’nin hünerli ve ünlü simit ustası Ethem HACIOĞLU, bize simidin soframıza gelene kadarki serüvenini ve iyi simidin sırlarını anlattı. Hem de mis gibi simit kokuları içinde. Ama sanmayın ki röportajın nimetlerinden faydalanmadık. Niye mi? Eee simitler bu kadar güzel olunca söyleşi bitimine kadar da çoktan bitmişti tabii. A.D.: Merhaba Ethem Usta. Siz Adese Ankara şubelerinin simit ve ekmek ustasısınız değil mi? Biraz tanıyalım mı sizi? Ethem HACIOĞLU: Ben daha evvel İstanbul Adese’de ekmek ve simit ustasıydım. Oradan Konya’ya en sonunda da Ankara’ya geldim. Yani nerede ihtiyaç varsa orada. Kırk yıldır yapıyorum bu işi. Daha ilkokula giderken okul çıkışında abimin fırınında çıraklık yapardım. Bu yüzden de okumadım. Ama bu işi çok sevdiğim için bunu tercih ettim. Kırk senedir de severek yapıyorum bu işi. Ankara’daki Adese şubelerinin imalatını yapıyoruz. Ve talep doğrultusunda gönderiyoruz. A.D : Ethem Usta bizi biraz simit konusunda aydınlatır mısınız? Çünkü o kadar çok çeşit simit var ki. Ankara simidi, sütlü simit, sosyete simidi… Biz simit deyince ne anlamalıyız? Nedir orijinal olanı? Ethem HACIOĞLU: Şimdi simit deyince bu bizim yapmış olduğumuz simit gelmeli akla çünkü bu hakiki olanı yani Osmanlı simidi. Ecdadımızdan bize kadar gelmiş olan o orijinal lezzet bu. Doğaldır, katkı maddesi yoktur, şeker, yağ yoktur. Un, maya, su başka da bir şey olmaz. Osmanlı’dan bize kadar gelen simit budur. Yani halk arasında bilinen adıyla İstanbul simidi. A.D.: Peki ustam aynı malzemeyle evde yapmaya kalktığımızda ortaya çıkan sonuç pek de sizinkine benzemiyor. Bunun bir sırrı var herhalde değil mi? Ethem HACIOĞLU: Olmamasında iki unsur vardır. Birincisi tecrübe. Çünkü onun yoğurma şekli var, bekleme şekli var. Susamı var. Ki bu çok önemlidir. Mesela her zaman gelen susamı beğenmem. Ben simidime uygun susam isterim. Bir kere bizim yöresel susamımız olacak. Mesela Tokat yöresinde çok üretilirdi susam ve gerçekten de çok iyidir. Ama şimdi genellikle yurt dışından geliyor. Özellikle Çin susamı çok geliyor Türkiye’ye, boncuk susamı da diyorlar. Oysa daha iri ve piştiği zaman renk alan susam olacak. Yani ben seçici davranıp malzeme kullanırsam bu simidi verebilirim. Unda bile fark eder. Mesela ben Selva un kullanıyorum. Çok lezzetli ve çok uygundur. Konya yöremizin buğdayından üretiliyor ve çok lezzetli. Doğal olarak onunla yapılan simitte daha güzel oluyor. A.D.: Bir de Ankara simidi, sütlü simit, vs gibi bir çok simit var. Bunlar hakkında ne diyeceksiniz? Ethem HACIOĞLU: Ankara simidi daha esmer oluyor. Bu da kullanılan şekerden kaynaklıdır. Aslında şeker oranı fazlalaştığı zaman şekerin yanma oranı da fazlalaşıyor ve böylece kanserojen olma derecesi artıyor yediğimiz simidin. Bu yüzden ben şeker yerine pekmez kullanıyorum. Daha önce de dediğim gibi simidin aslı İstanbul simididir hatta Karaköy simididir. 26 Büyük olan simitler de ekmek simidi diye geçiyor. Ekmek hamurundan üretilmiş simit yani. Ekmek hamurunun bir kısmıyla ekmek çıkıyor bir kısmı da ayrılıp su ile susamlanıp büyük simit oluyor. Kısacası susamlı ekmek. Ama İstanbul simidinin hamuru daha farklıdır, daha kıvamlıdır. Bir de sütlü simit var. Onun içinde de yağ var, şeker var, yumurta var… Talep doğrultusunda da üretimini yapıyoruz. A.D.: Bir adet simit, Osmanlı simidi yani kaç gramdır? Ethem HACIOĞLU: Esasen devletin öngördüğü 90 gramdır. Ama biz Adese olarak, 120 – 130 gram civarında çıkarıyoruz. Hem göz doyuruyor, hem karın yani. Bir de bu simidin özelliği ayranla tüketil- 27 mesi. Böyle sıcak sıcak ve yanında ayranla yenirse ayrı bir tadı olur. Oysa orijinal İstanbul simidi şişmanlatmaz. Çünkü yağ yok, şeker yok içinde, doğal. A.D.: Peki ustam iyi simidi nerden anlarız? Bir de fark ediyorum ki bizler yani İç Anadolu insanları, genlerimizden dolayı galiba, doymak için yiyoruz. Oysa mesela İstanbul, sahil insanı tadımlık yiyor. Bu yüzden de en sadesini, yağsızını tercih ediyor. Ethem HACIOĞLU: Eğer yedikçe yiyesiniz geliyorsa o simit iyi simittir. Ama eğer ısırınca tıkıyorsa o olmamış demektir. Yani o kendini belli eder zaten. Şimdilerde bunu çok önemseyen yok ama. Eskiden abimin dükkanında çalışırken günde 13 bin simit satardık biz. O zamanlar bir simit kültürü vardı. Sabah saat dokuzda bir de öğleden sonra saat üçte çaylar demlenir veya ayranlar hazırlanır simit beklenirdi. Ama şimdi her şey gibi o da bozuldu. Kaşar katıyorlar, sucuklar katıyorlar… Simit simit olmaktan çıkıyor zaten. Bunlar da insanı şişmanlatmaktan başak bir işe yaramıyor. A.D.: Diğer şubelere de buradan üretim yapıldığını söylediniz. Nasıl yetiştiriyorsunuz? Ethem HACIOĞLU: Bir gün sonranın simidini yapıp şokluyoruz. Sonra şubelere dağıtımı yapılıyor. Şubelerimizde fırınlarımız var, orada pişirilip sıcak sıcak sunuluyor halkımıza. Böylece sevkiyat pişmiş simit şubeye ulaşıncaya kadar özelliğini öldüreceği için pişirimin şubede olması daha makbul. 28 29 Yaza girerken güç bela verdiğiniz kilolar “Kışın Geri Dönmesin” Havalar soğudu. Vücudunuz biraz daha fazla enerji istiyor. Önemli olansa doğru oran. Kısacası doğru karbonhidrat, doğru protein, doğru yağlar vee gitsin kilolar… Gündüzleri kısa, geceleri uzun kış ayları sizi sakın yanıltmasın. Kural hala aynı: Akşam 19:00’dan sonra yemek yemek yok!!! İster bin bir güçlükle verdiğiniz kilolarınızı korumak isteyin, isterseniz de kış aylarında da bu fazlalıkların birer ikişer gitmeye devam etmesini isteyin. Her iki durum da gözünüz korkmasın. Çünkü bunu başarmak o kadar da zor değil… Hayatınızda yapacağınız birkaç küçük değişiklik ve her gün ayıracağınız bir dakika ile kilonuzu korumakla kalmayıp üstüne kilo vermeye de devam edebilirsiniz. Gelin önce neden kış aylarında kilo alıyoruz bir bakalım. Öncelikle kışla beraber hareketliliğimiz de azalıyor. Bunun sonucunda da harcadığımızdan daha fazla kaloriyi vücudumuza sokmuş oluyoruz. Hal böyle olunca da kilolar sinsice yerleşiveriyor. Havalar soğudukça vücudumuz kendini ısıtmak için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor. Bu enerjiyi sağlamanın yolu da besinlerden geçiyor. Ancak biz vücudumuza bu desteği unlu, yağlı ve şekerli gıdalardan verdiğimiz takdirde ihtiyacımız olandan fazla aldığımız kalori yine bize kilo olarak geri dönüyor. Ve bu soğuk ayların maalesef ki algımıza oynadığı en büyük oyun zaman oyunu. Gündüzlerin bir hayli kısa ve gecelerin de bir o kadar uzun olmasından dolayı gün boyu aklımıza çok fazla yemek yemek gelmez. Ama ne var ki bunun acısını uzun kış gecelerinde çıkarırız. Ardı arkası gelmeyen atıştırmalıklar bizi mutsuz edecek kilolarla tekrar yüz yüze getiriyor. Ama bunun için karalar bağlamamıza da gerek yok aslında. Çünkü madem ki sorunun temelde ne olduğunu biliyoruz o zaman bu demektir ki çözümü de biliyoruz. Ne Yediğimizi Bilmek İlk Şart: Öncelikle besin piramidine uygun beslenmelisiniz. Yani karbonhidrat ve protein dengesini çok iyi kurmalıyız. Çünkü karaciğerimiz alınan besinleri proteinler, karbonhidratlar ve yağlar olarak ayırıyor ve bu besinler daha sonra kana karışıyor. Dolayısıyla vücudumuzun her bir hücresinin ihti- yacı olan bu gıdaları mutlaka almak zorundayız. Böylece hem gerçek anlamda yani hücresel anlamda doyacağımız için fazladan yemek ihtiyacı hissetmeyeceğiz. Bu da sürekli atıştırmamamız demek olacaktır. Peki nedir bu karbonhidratlar? Ekmek, makarna, bazı meyveler, tüm tahıllar, vs… Karbonhidrat almak şart çünkü ihtiyacımız olan enerjiyi bize bu gıdalar sağlıyor. Ama eğer formumuzu korumak veya kilo vermek istiyorsanız bu dengeyi iyi kurmanız ve tamamen kesmemekle beraber karbonhidrat tüketiminde aşırıya da kaçmamalıyız. Proteinler ise olmazsa olmazlar. Et, süt, yumurta, peynir, balık gibi besinler bize protein sağlıyor. Ve karbonhidrat ve protein dengesi doğru kurulduğunda ise istenilen sonuca ulaşmamak imkansız. Mükemmel Sonuca Ulaşmak İçin Neler Yapmalıyız? Öncelikle az ve sık yemeliyiz. Ama elbette ki bu her aklımıza geldiğinde veya her canımız çektiğinde yiyeceğimiz anlamına gelmiyor. Günde 5 – 6 öğünden oluşan bir program izlememizde fayda var. Elbette ki bunların her biri dolu dolu bir yemek öğünü değil azar azar hazırlanmış porsiyonlardan oluşmalı. 30 31 Eğer kan şekeriniz düşerse daha fazla açlık hissedeceksiniz demektir. O yüzden karbonhidrat ve proteini birlikte tüketin. Böylelikle kan şekeriniz daha yavaş düşecek ve siz de daha geç acıkacaksınız. Mümkün olduğunca çok su için. Su içmek için susamayı beklemeyin. Eğer aklınıza gelmiyorsa kendinize bunun için zamanlar belirleyin. Mesela her saat başı ve yemeklerden önce içeceğiniz bir bardak su hem metabolizmanızı hızlandıracak, hem tokluk hissi verecek hem de organlarınızın sağlığında büyük rol oynayacaktır. Metabolizma hızını artırmak için kış aylarında içeceğiniz bir kase çorba ve içine bolca ilave edeceğiniz baharatlar bu iş için biçilmiş kaftan. Örneğin acı biber hem sizi ısıtacak hem metabolizmanızın hızına hız katacak. Ama burada da dikkat etmeniz gereken en önemli husus baharatların iştah açıcı özelliği. Kilo vermeye çalışırken fazladan içeceğiniz bir kase daha size kilo bile aldırabilir. Bunun içinse en güzel çözüm porsiyonunuzu yemeğe başlarken belirlemek ve asla üzerine ilave yapmamak. Ve elbette ki egzersiz yapmalısınız. Her gün yarım saat yapacağınız düzenli egzersiz emin olun sadece sizi ısıtmakla kalmayacaktır. Daha zinde ve daha enerjik olacaksınız. Bu sayede fazladan harcayacağınız kaloriler vücudunuzdan gidecek fazladan yağ demek olacak. Ayrıca vücudunuzdaki kas İşte size harika bir kış programı. Sıcacık, sağlıklı ve fit bir kış artık sizin elinizde. AF I( ) SHA F ) Öğünlerinizden tamamen çıkarmanız gereken en önemli yiyecek ise şeker. Sağlığınız için de kilolarınız için de baş düşman yani. Hayatınızdan tamamen çıkardığınız takdirde bedeninizdeki olumlu değişiklikleri çok oranı ne kadar fazla ise bazal metabolizma hızınız da o kadar fazla olacaktır. I( Günün en önemli öğünü olan kahvaltıyı asla atlamayın veya geçiştirmeyin. Çünkü siz her ne kadar bu öğünde az kalori aldığınız için karda olduğunuzu düşünseniz de emin olun daha sonraki öğünlerde bunu yerine fazlasıyla koyacaksınız. Oysa iyi yapılmış bir kahvaltı sizi çok uzun süre tok tutacak. kısa bir zaman içinde göreceğinizden emin olabilirsiniz. HA N Metabolizmanızın hızını baharatlı bir çorba ile artırabilirsiniz. G‹MDES CERT NO : 400-043 32 33 sel gelişimine yardım edecek değişik renkte ve dokuda sesli hareketli oyuncaklarla oynayarak çeşitli uyaranlarla buluşarak gelişim sürecine katkı sağlayacaktır. Oyuncak Seçiminde KALİTE Anlayışı Zeynep ŞİMŞEK VELİŞOV Doğru Oyuncaklar Sağlıklı Çocuklar Fiyatları daha uygun olduğu için veya renleri daha canlı diye ya da artık vaktinin geldiğini düşünerek aldığınız oyuncaklar acaba çocuğunuzun sağlığı için bir tehlike olabilir mi? İçerdiği yabancı bir madde küçücük bedeninde bir tehdit unsuru olabilir mi? Ya da büyüdüğünü veya yeterince büyümediğini düşünerek “sizin” seçtiğiniz bir oyuncak onun zihinsel gelişiminde düşündüğünüzden daha büyük bir rol oynuyor mudur? Psikolojik Danışman Bir beyefendi yeğenine doğum günü hediyesi olarak oyuncak almak için benden yardım istedi. Aslında hediye seçimini gerçeğine birebir benzeyen bir oyuncak tablet almaktan yana kullanmak istiyordu. Böyle bir hediyenin henüz 2,5 yaşındaki bir çocuğun psikomotor gelişimi ve ruhsal gelişimine katkı sağlamayacağını aksine ne kadar zorlayabileceğini ifade ettim. Beyefendinin amacı güzel, kaliteli ve popüler bir oyuncak almaktı. Ancak bu seçimle asıl amacına ulaşmış olmayacaktı, zira ince motor gelişimini henüz tamamlamamış bu çocuk o küçük tuşlara basarken zorlanacaktı ve üstelik kendinin aktif olmadığı bir oyuncak olduğu için hiç bir zihinsel aktivite geliştiremeyecekti. Bu durumu kendisine aktardım ve yeğeninin yaşına uygun bir hediyeyi birlikte seçtik. Yaşadığım bu hikaye ve benzer birçok örnek oyuncak seçiminin çocuk gelişiminde ne kadar önemli olduğunu insanlarla da paylaşmam gerektiğini hatırlattı. Oyuncak konusunda bir diğer önemli nokta ise, oyuncağın hangi malzemeden yapılmış olduğudur. Son zamanlarda, ülkemize uzak doğu ülkelerinden sağlıksız boya ve ham maddeden üretilen oyuncaklar ithal edilmektedir. Ebeveynler, ucuza mal edebilmek için çocuklarına bu türden oyuncakları almaya yönelmişlerdir. Ancak; bebeklik, yani oral dönemde çocuklar bu oyuncakları ağızlarıyla keşfetmeye çalışırken, vücutlarına sağlıksız maddeleri de almış olurlar. Bu da çocukların gelişimini olumsuz etkileyerek ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Ebeveynlere önerim, oyuncak seçimi yaparken nerede üretildiğine marka ve lisansına dikkat etmeleridir. Ayrıca ahşap oyuncakları, sağlıklı ve sağlam plastikleri, çok rengi içinde barındırmayan oyuncakları tercih etmeleri çocukları için daha doğru bir seçim olacaktır. Gelişim Sürecinde Oyuncak Seçimi Nasıl Olmalıdır? 0-2 Ay Yukarıda da belirttiğim gibi beden hareketleri çocuğun ilk oyuncağıdır. Onunda öncesinde ilk aylarda, görsel ve işitsel olarak doyum sağlayacağı hafif seste, hareket eden oyuncakların yatağın üst kısmına asılmasıyla ilk doğru oyuncak seçimi yapılmış olur. 2-6 Ay Oldukça büyük parçalı, parlak, sesli ve yumuşak dokulu oyuncaklar seçilebilir. Ağzına alacağı için oyuncağın zararlı boya içeren ya da sert cisimlerden oluşmamasına dikkat edilmelidir. 6. aydan itibaren çocuk için nesne sürekliliği başlamıştır. Bir nesneyi gözünün önünden çektiğinizde onu arama eğilimlerine başlar. Bu tarz oyunlar oynayarak zihin gelişimine katkı sağlayabilirsiniz. 7-12 Ay Oyun, çocuğun kendini özgürce ifade ettiği iletişimin başlangıcı ve konuşma sürecinden de önce başlayan bir aktivitedir. Çocuğun ilk oyuncağı bedenidir, ilk önce ellerini hareket ettirerek takip eder ve ardından ayaklarını tutarak bir devinim içinde oyunu başlatmış olur. İlerleyen süreçte ise hem ruhsal, hem fizik- 7 aylık bebek emekleme için harekete geçmiştir. Peşinden gidebileceği oyuncaklar emekleme sürecini pekiştirecektir. Ayna karşısında kendini izlemesini sağlayabilirsiniz. Döngüsel tepkiler (ses çıkardığını fark ettiği bir hareketi durmadan tekrar etme eğilimi) gösterir. Sesli, iç içe geçen, şekil kovası vb. gibi oyuncaklar uygundur. Bu dönemde bez oyuncaklarla basit hikayeler anlatarak uykuya geçişini de kolaylaştırabilirsiniz. 1-2 Yaş Konuşan, hayvan sesleri çıkaran oyuncaklar ya da kitaplar, 3 parçalı ahşap tak-çıkar oyuncaklar. Farklı boydaki küpler, müzik aletleri (zil, marakas) araba, bebek, hayvan figürleri, oyuncak telefon ve boncuklu helezonlar uygun olacaktır. Ancak ağzına alamayacağı büyük parçalı oyuncaklar seçilmelidir. 3-5 Yaş Bu yaş grubunun oyuncak çeşitliliği artmıştır ve oyuncakların üzerindeki etiketler 3+ olarak simgelenmiştir. Bu dönemde oyuncakların boyutları küçülmeye başlar. İnce motoru da destekleyecek nitelikte kalem tutma, ipe boncuk dizme, daha küçük halkaları sıraya dizme, eşleme, hikaye kitapları, puzzle, ahşap tak-çıkar tarzı oyuncaklar, lego, oyun hamurları, eğitici kartlar, tamir takımları vb. gibi seçimler uygun olacaktır. Yukarıda kısaca belli dönemlerde alınabilecek oyuncaklardan bahsettim. Toplumun ve oyuncak sektörünün dayatmalarından sıyrılarak çocuğunuzun ve çevrenizdeki çocukların, oyun yoluyla sağlayacağı gelişim sürecini doğru ve kaliteli oyuncak seçimiyle tamamlamasına yardım edin. En yeni, en popüler oyuncak en iyisi demek değildir. 34 34 35 35 RÜZGÂRIN ŞEHRİ BAKÜ BAKÜ, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ’NİN, HAZAR DENİZİ’NİN BATI KIYISINDA YER ALAN BAŞKENTİDİR. KAFKASLAR’IN EN BÜYÜK ŞEHRİ, EN ÖNEMLİ KÜLTÜR VE TİCARET MERKEZİDİR. “Bakü’nün tarihi eski devirlere uzanır. Abşeron arazisinde bulunmuş arkeolojik buluntular buranın eski yaşama yeri olduğunu ispatlar.” Bakü’ye Bad-ı Küba yani rüzgârlar şehri deniyor. Bakü adı da bunun ön harflerinden kaynaklanmış deniliyor. Gerçekten de rüzgârı bol bir şehir. Sahil kesimi düz, içeriye doğru gidildiğinde stadyum tribünleri örneği kotlar gittikçe yükselmeye başlıyor. Böylece sanki amfitiyatro gibi Bakü’nün içlerinden deniz ve sahil kesimini görmek mümkün oluyor. Bir de oturduğunuz kat yüksekse deniz manzarası ve esinti daha fazla oluyor. Bir Türk için, Türkiye dışında kendinizi en çok evinizde hissedebileceğiniz yer burasıdır diye tahmin ediyorum. İlk başlarda hızlı konuşulan Azerbaycan Türkçesini anlamakta güçlük çekebilirsiniz ama biraz zaman geçmesiyle bu sorun ortadan kalkacaktır. Bir anda kendinizi Türkçe’den ziyade Azerbaycan Türkçesini konusurken bulabilirsiniz. Türkiye’den giden biri olarak pek yabancılık çekmeyeceğiniz bir şehir. Sonuçta yurtdışında olmanıza rağmen Türkçe konuşuyorsunuz. Çoğu kişi Türkiye futbol ligini izliyor. Birçok kafe ve restoranda insanlar maçları takip ediyor. Sokaklarda GS, BJK, TS ve hatta FB formalı gençler görebilirsiniz. Eski Bakü binaları daha çok Alman mimarisini hatırlatıyor. Gerçekten de 1880’den sonra buralara gelen Rus topraklarında doğmuş ve eğitim almış ve ayrıca 2. Dünya Savaşı sonrası Alman ordusundan esir düşüp Bakü’de kalan Alman mimarların etkisi görülüyor. Antik cepheler, girişler, Neoklasik, Gotik, Fransız, Avrupa mimari tarzı Osmanlı balkon örnekleri gibi bazen islami tarzla karışmış. Goslavsky, Ploshko, Eichler, Dale, Simonson, Lemkul, Skibinsky, von der Nonne, Drittenpreis, Edel, Shtern, Rufini ve Groseti gibi Avrupalı mimarların ya- nında Ahmetbeyov, Hacıbababeyov ve İsmailov gibi yerel mimarların eserleri güzel bir sentez biçiminde Bakü Mimari Ekolünü oluşturuyor. Bu eski binaların Bakü’den çıkarılan Ağlay denilen sarı kumtaşında yapılmış dış cepheleri günümüzde oldukça yavaş bir tempoyla restore ediliyor, simsiyah hale gelmiş olanları temizleniyor, bazı bina cepheleri devlet finansmanıyla tamamen yeniden altı betonarme kolon kirişlerle, üzeri Bakü taşıyla kaplanıyor, çatılar terastan oturtmaya çevriliyor, Bakü’ye gittikçe modern çehre kazandırılıyor. Bakü’nün merkezi, geceleri gündüze göre çok farklı ve çok daha güzel. Sebebi de yenilenmiş, temizlenmiş tüm eski binalar ışıklandırılıyor. Hem de çok estetik bir şekilde. Böylece kent merkezi ışıl ışıl oluyor. Guinness Rekorlar Kitabı’na göre dünyanın en yüksek bayrak direğinin bulunduğu şehir Bakü’dür. Yüksekliği 162, çapı 3,2 metre ve ağırlığı 220 ton olan direğin üzerinde 35 metreye 70 metre boyutunda ve 350 kg ağırlığında Azerbaycan bayrağı dalgalanıyor. Trafik doğal haline bırakılmış, kendi kurallarını kendileri oluşturmuş insanlar, en önemli kavşaklarda geçiş hakkı diye bir şey yok, yola atlayan geçiyor. Çoğu kavşakta ışık bulunmuyor. Ama yollarda her bir arabadan yükselen korna seslerine rağmen trafikte herhangi bir kavgaya rastlanmıyor. Bunun nedenini sorduğumda ise kavga edene para cezası verildiğini öğreniyorum. Tokat atmak 500 Euro, yumruk atmak ise 1000 Euro ile cezalandırılıyormuş. Genelde ise ilk şikâyet eden davayı kazanıyormuş. Taksilerinde taksimetre yok. O yüzden binmeden önce mutlaka pazarlık yap- malısınız. 10 Manat’a bir uçtan diğer uca geçebiliyorsunuz. Ama pazarlık yapmazsanız çok kısa mesafelere bile 10 Manat istiyorlar. Son dönemde 1000 adet alınmış ve şehrin her yerinde görebileceğiniz “London taksi”ler bulunuyor. London taksilerde taksimetre bulunuyor. Onları tercih etmenizde fayda var. Azerbaycan’ın para birimi Manat. 1 Manat, 1 Euro’ya eş değer. Yani sizin anlayacağınız çok pahalı bir ülke. Bakü’de ucuz olan tek şey benzin. Bizim paramızla 1 litre benzin 90 kuruş. Yanınızda Manat yoksa, rahatlıkla Euro ile alışveriş yapabilirisiniz. Caddelerinde gördüğünüz arabaların yarısı jiguli (Rus yapımı Murat 131) diğer yarısının ise son model jiplerden oluşuyor. Yollardaki otomobiller şok edici nitelikte lüks. Türkiye’de adını bile duymadığım lüks otomobiller birbiriyle yarışıyor. Alev Kuleleri Hemen hemen Bakü’nün her yerinden gözüken, Alev Kuleleri olarak da bilinen Flame Towers, özellikle hava karardıktan sonra ışıklandırmasıyla dikkat çekiyor. Alev şeklindeki 3 binadan oluşan Flame Towers, Azerbaycan’ın Bakü şehrinin son yıllarda yapılan önemli sembol yapılarından biri. İş merkezi, otel ve konut olarak işlevlendirilen yapılar, Hazar Denizi ve Bakü’ye tepeden bakış sağlayan muhteşem manzarasının yanı sıra Bakü’nün her noktasından görünebilme özelliği taşıyor. Konut binası 33 kat (yaklaşık 190 m), otel binası 30 kat (yaklaşık 160 m), ofis binası ise 28 kat (yaklaşık 140 m) olarak inşa edilmiş. Flame Tower ismi, Bakü’de yanan ateşin, yeni şehirdeki bir sembolü olma 36 37 “Bakü, Azerbaycan’ın kültür merkezidir. Ülkenin ilk operası, ilk ulusal tiyatrosu ve ilk millî kütüphanesi bu kentte açılmıştır. Bakü, çok sayıda müze, tiyatro, konser salonu, kütüphane, sanat galerisi ve sinema salonlarına ev sahipliği yapar.” özelliğinden kaynaklanıyor. Kompleksi alev konsepti ile tasarlayan mimar, aydınlatma tasarımı yapan firma ile beraber, gündüz mimari olarak alevi ifade eden görüntünün gece de aynı etkiyi yakalamasını hedeflemiş. Binanın aydınlatma tasarımı da bu konsepte göre yapılmış. Üçü de farklı amaçlar ve yüksekliklerde olan binalarda bu etkiyi yakalamak için aydınlatma tasarımına oldukça önem verilmiş. İçeri Şehir Bakü, insanı şaşırtan bir şehir dokusuna sahip. Eski ile modernin yan yana olduğu kentte, bazen bir Batı Avrupa kentinde olduğunuzu, bazen de tarihi bir mekânda bulunduğunuzu düşünüyorsunuz. Sovyet, İslam ve Avrupa mimari tarzlarının kombinlenmesiyle meydana gelmiş yapılar; kent dokusunun önemli parçalarını oluşturuyor. 12. yüzyılda kenti savunmak amacıyla inşa edilen duvarların büyük bir bölümüyle çevrili İçeri Şehir; Bakü’nün en tarihi merkezlerindendir. Hazar Denizi boyunca uzanan şehrin bu duvarlı bölümü, farklı çağlara ait ellinin üzerinde tarihi mimariyi bünyesinde barındırması açısından da oldukça önemli. Başkent Bakü, 2010 yılında Avrupa’nın en güzel sekizinci şehri seçilmiş. Gerçekten de, bu yemyeşil ve bakımlı şehir hem çok şık ve modern görünümü, hem de tarihi zenginliğiyle göz kamaştırıyor. 4 milyon nüfuslu Bakü’de görkemli kamu binaları ve geçen yüzyıldan kalan zarif villalar anıtsal eserlerden farksız. Cepheleri süsleyen heykel ve kabartmalardan, kemerlerden, ustalık ürünü balkonlardan, kapı bezemelerinden, sıra dışı pencerelerden ve sütunlardan etkilenmemek mümkün değil. Akşamları ise, Bakü ayrı bir güzel; bütün tarihi binalar ışıklandırılıyor. Tarihi dokusunu koruyarak gelişen bu şehirde Sovyet döneminin, birbirinin kopyası ve estetikten uzak yapıları da var. Ama şehir müthiş bir şehircilik hamlesiyle toparlanmış; özellikle de “İçeri Şehir”. Yüksek binalar ve geniş caddeler şehrin modern yüzünü yansıtırken surlarla çevrili bölge, yani İçeri Şehir, geçmişin ruhunu bugüne taşıyor. ile Kız Kulesi, 2000 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dâhil edilmiş. Bakü, 12. yüzyılda, önce burada kurulmuş. İlk Azerbaycan devletini kuran Şirvanşah Hanedanlığı döneminde altın çağını yaşayan şehir, 19. yüzyıl başında üç bin nüfuslu bir kasaba iken, 20. yüzyıla doğru Kafkaslar’ın en büyük ve en önemli kültür ve ticaret merkezi olmuş. Çoğu cumbalı, tek ya da birkaç katlı taş evler, şimdilerde restore edilip butik otellere dönüştürülüyor ama bir kısmında da mahalleli oturmaya devam ediyor. Açık hava müzesini andıran İçeri Şehir ve barındırdığı Şirvanşahlar Sarayı Gız Galası Şirvanşahlar Sarayı Şirvanşahlar Sarayı, Asya taş mimarisinin en görkemli örneklerinden. 10 yılda inşa edilen bu mükemmel mimariye, zaman içinde birçok kez bütünü bozmayan eklemeler yapılmış. Kubbeleri ve kemerleri ile gayet iyi durumda olan saray, külliye içindeki en büyük ve en eski yapı. Saray, daha sonraki dönemlerde kimi zaman kışla olarak, kimi zaman da ahır, depo ya da hastane olarak kullanılmış. Sonra, 1964’te müzeye dönüşmüş. Küçük bir havuzu, kuyusu ve 22 metrelik tek bir minaresi olan cami ise, külliyenin aşağı avlusunda. Bir zamanlar taştan olan şerefesi, şimdi demirden. İçeri Şehir’deki yapılardan en ünlüsü 27 metre yüksekliği olan Kız Kulesi, Bakü’nün en önemli simgesi sayılıyor. Azerbaycan lehçesinde “Qız Qalası” diye adlandırılan kule, milattan önceye ait yapıların kalıntılarının üzerine, 12. yüzyılda inşa edilmiş. Havadan bakıldığında, “Q” harfi şeklinde görünen kulenin terasından bütün Bakü’yü seyretmek mümkün. Gövdesi kireç taşından, cephesi içe meyilli yatay, siyah taş sı- raları ile döşeli yapı, Bakü’nün en çarpıcı anıtlarından. Bir zamanlar Hazar dalgaları dibine dek ulaşırmış. Masallardan çıkmış gibi deniz kıyısında yükselen ve geceleri ışıl ışıl olan Kule için birçok opera ve bale sergilenmiş, şiirler yazılmış. Kız Kulesi’yle ilgili pek çok efsane anlatılıyor. Ama, kulenin bir gözlem evi olduğunu ya da savunma amaçlı inşa edildiğini düşünenler de çoğunlukta. Kesin olarak bilinen ise, 18. ve 19. yüzyıllarda deniz feneri olarak kullanıldığı. Ama Bakü, sürekli büyüdüğü ve fenerin ışıkları şehir ışıklarına karıştığı için, fener Nargin Adası’na taşınmış. Geleneksel Azeri müziği dinlemek için İçeri Şehir’e uğramak gerekiyor. Hediyelik eşya dükkânlarının çoğu da burada. Ayrıca, burası antika meraklıları ve koleksiyoncuları için de bir cennet. Sokak tezgâhlarında, yaşlıların evlerinden getirdikleri eski Sovyet madalyaları, nişanları ve paralarını ucuz fiyatlara satın almak mümkün. Ateşgâh ve Gobustan Surakhanı yerleşim alanının 30 km kuzeydoğusunda yer alan Ateşgâh (Ateshgah) Tapınağı; ünlü bir ateş tapınağı olma özelliği taşıyor. Bu ibadethanede; ortada yanan büyükçe bir ateş, çevrede ise çeşitli bölgelerden hac için gelenlerin kalıp küçük bir delikten ateşe bakarak ibadetlerini yaptıkları hücreler bulunuyor. Günümüzde hücreler müzeye dönüştürülmüş olsa da, eski dönemlerden yakın tarihe kadar geçen olaylar hakkında bilgi veren eşya, maket ve figürler; zamanın tüm ruhunu taşıyor. Eskiden İpek Yolu tüccarları için önemli bir uğrak yeri olması, yapının başka bir özelliği. Bakü’nün 70 km güneyinde yer alan Gobustan’da ise; oyma taşlar, kamplar, mezarlık anıtları ve mağaralar görülmesi gereken yerlerden. 38 39 “Hazar Denizi’ne bitişik sahil şeridi, çok şık, çok keyif verici bir bölge. Hazar sahili boyunca restoranlar, kafeler ve yepyeni alışveriş merkezleri uzanıyor.” Sahil Şeridi İçeri Şehir’in doğusunda, surların hemen dışında, Hazar Denizi’ne bitişik sahil şeridi yer alıyor. Bugün, burası çok şık, çok keyif verici bir bölge. Hazar sahili boyunca restoranlar, kafeler ve yepyeni alışveriş merkezleri uzanıyor. İster plaj keyfi, isterseniz nefis bir manzara eşliğinde yürüyüş keyfi yapabilirsiniz. Kilometrelerce uzanan sahil bulvarı insanın içini açıyor. 150–200 metre genişlikte park ve dinlenme alanı olarak düzenlenmiş sahil boyunca, özellikle akşamüstü ve hafta sonları şehrin ışıltılı devinimini izlemek gerçekten çok hoş. Ferah caddeler, açık alan heykelleri, havuzlamba-bank gibi ayrıntılar göz okşayıcı. Aslında, eskiden, İçeri Şehir’in dış kale surları deniz kıyısı boyunca uzanıyormuş. Bu dış surlar, 1800’lü yıllarda şehri denizden ayıran ve “havanın serbest dolaşımını engelleyen yararsız bir yapı” olarak nitelendirilip yıkılmış. Sahil şeridi de taş dolguyla doldurularak genişletilmiş. Genişleyen araziye kısa sürede zarif binalar inşa edilince, güzel bir sahil şeridi ortaya çıkmış. 1900’lerin ilk yarısında, bu bölge şehrin incisi sayılıyormuş. Sahilde yapılan bu düzenlemelerin öncüsü, ünlü Azerbaycanlı mimar Kasım Bey Hacıbabayev sahil şeridindeki birçok yapıyı ve fıskiyeleri tasarlayan ve inşa eden kişi. Bugün bile saygı ile anılıyor. Bakü, 1130 Osmanlı Askerini Kalbinde Taşıyor Bakü’ye hâkim bir tepede, Azerbaycan’ın bağımsızlık kahramanları için yapılan büyük bir şehitlik var. Sahil şeridinin her yerinden görülebilen Şehitler Hıyabanı’nda sadece 20 Ocak ve Karabağ şehitleri değil, 1130 Osmanlı askeri de sönmeyen alevin önünde yan yana yatıyor. Şehitler Hıyabanı’nın hemen yanı başında ise Türk şehitleri için dikilen bir anıt var. 1918’de Bakü’yü kurtaran Kafkas İslam Ordusu şehitlerinin hatıraları burada Türkiye ve Azerbaycan bayraklarının altında birlikte yaşatılıyor. Kafkas İslam Ordusu’nun Bakü’yü kurtarışı Azerbaycan tarihi için de büyük önem taşıyor. Bağımsızlık şehitleri de burada yatıyor. 19 Ocak 1990’da da 26 bin kişilik Kızıl Ordu, Bakü’de bağımsızlık hareketini başlatan Halk Cephesi’ni bastırmak üzere Bakü’ye girdiğinde Azadlık Meydanı’nda toplanan ve bağımsızlık isteyen göstericilerin üzerine saldırır. 3 gün boyunca süren katliamda Azerbaycanlı göstericiler otomatik silahlarla taranır. Bu kanlı gecede 137 masum insan hayatını kaybeder, 744 kişi ağır yaralanır, 200’e yakın bina da yıkılır. Sovyet birlikleri de 29 kayıp verir. 20 Ocak, “Kara Cumartesi” olarak tarihe geçer. Katliamda hayatını kaybedenlerin cenazeleri on binlerce kişinin omuzlarında Şehitler Hıyabanı’na taşınır. 20 Ocak Katliamı’nda yaşamını yitirenlerin anısına yapılan mezarlarda şehitlerin fotoğrafları bulunuyor. Şehitler Hıyabanı, aynı zamanda Karabağ Savaşı’nda hayatını kaybeden Azerbaycan askerlerinin de ebedi istirahatgâhı. Halk, şehitlerin hatırasını canlı tutuyor. 40 41 Daha sağlıklı ve dolayısıyla daha konforlu, kalitesi yüksek bir kış mevsimi geçirmek istiyorsanız bunun için çok uğraşmanıza gerek yok. Sofranıza ekleyeceğiniz birkaç sebze ve meyve bunu sizin için yerine getirmeye hazır… KIŞIN KIRMIZI KORUYUCULARI ÖYLE BİR YİYECEK OLSUN Kİ YAŞLANMAMIZI GECİKTİRSİN, SAÇLARIMIZI IŞILDATSIN, CİLDİMİZİ GÜZELLEŞTİRSİN VE TÜM BUNLARI YAPARKEN BİR DE SAĞLIĞIMIZI KORUSUN. HENÜZ KEŞFEDİLMEMİŞ, OLAĞANÜSTÜ BİR ŞEYDEN BAHSETMİYORUZ ASLINDA. LAHANADAN, BİLDİĞİMİZ KIRMIZI LAHANADAN BAHSEDİYORUZ… Soğuk ve maalesef hastalıklara davetkâr bir mevsime giriyoruz. Koca kışı elimizde bir fincan çay yerine bir kutu kağıt mendille geçirmek istemiyorsak önlemimizi oldukça iyi almamız şart. Bu önlem de elbette ki yiyip içtiklerimizden başlıyor. Eğer kış hastalıklarına yakalanmak istemiyorsak bağışıklığımızı güçlendirmemiz lazım. İşte burada da imdadımıza kışın hünerli mutfak hekimleri koşuyor. Yani kışın kıpkırmızı meyveleri, sebzeleri, tahılları sadece damaklarımızı şenlendirmekle kalmıyor kalbimizden tutun da bağışıklık sistemimize kadar bizi baştan ayağa korumaya alıyor. Peki neden özellikle kırmızı meyveler ve sebzeler dediğinizi duyar gibiyim. Sebebi oldukça net aslında. Çünkü kırmızı sebze ve meyveler oldukça fazla miktarda flavanoid ve likopen içeriyorlar. Ve işte bu maddeler bağışıklık sistemimizin güçlenmesinden tutun da bazı kanser türlerine, mide, bağırsak hareketlerine kadar bir çok yönden çok faydalı. Nörolojik hastalıklar ve kalp rahatsızlıklarında da koruyucu bir güce sahipler. NAR İşte bu, kırmızının her tonuna sahip şifalı meyvelerin ve sebzelerin başını elbette ki nar çekiyor. Nar içeriğinde potasyum ve demir minerali ile C vitamini oldukça fazla barındırıyor. Ayrıca B1, B2 vitaminleri ile kalsiyum ve fosfor mineralleri açısından da bir hayli zengin bir meyve. Bir çok tatlıyı ve salatayı lezzetlendiren ve süsleyen narın faydaları ise saymakla bitmeyecek kadar çok. İşte onlardan bir kaçı: z Damar sertliğini önler ve damarları açar. z Çarpıntıyı giderir. z Kanser hücrelerinin gelişmesini engeller. Özellikle akciğer, meme, cilt, kolon ve prostat kanseri olmak üzere bir çok kanser türüne karşı vücudumuzu korur. z Harareti önler. z Enerji verir ve yorgunluğu giderir. z Diş etlerinin sağlığı açısından da oldukça faydalı olduğu gibi ağız yaralarının iyileşmesinde de büyük rol oynar. z Bağışıklık sistemini güçlendirir. z Kolesterolü düşürür ve tansiyonu düşürür. Dolayısıyla kalp ve damar hastalıklarına karşı büyük bir kalkandır. z Kandaki şeker seviyesini de dengelediğinden ötürü şeker hastalarının da başucu meyvesi olmaya adaydır. z Eklem ağrıları için çok iyidir. z Cildi güzelleştirir ve aydınlatır. KIRMIZI TURP: Hastalıklara karşı koruyucu sebzelerden biri de kırmızı turp. C vitamini açısından oldukça faydalı olan bu vitamin bombası sebzenin yapraklarındaki C vitamini mik- tarı başından ortalama 5-6 kat daha fazla. İçinde bol miktarda da kalsiyum, mobilden, potasyum ve folik asit mineralleri bulunur. Bir kase kırmızı turp günlük folik ihtiyacının yüzde yedisini karşılıyor. Turpu diğer sebzelerden ayıran en önemli özelliği ise içinde bulunan yüksek orandaki folat. Nerdeyse her derde deva bu sebze bakın hangi hastalıklar için en ön sırada bir savaşçı: z Bünyesinde bulundurduğu yüksek lif içeriği ve glukosinat bileşikleri sayesinde bir çok kanser türü için çok iyi bir koruyucu. Ama bu kanser türleri arasında kalın bağırsak kanserine karşı olan koruyucu etkisi ilk sırayı alıyor. z İyi bir ödem sökücü. Bu yüzden de daha sık idrara çıkarıyor. z Sindirimi kolaylaştırmasının temel sebebi ise safra kesesi üzerindeki olumlu etkisi. z Böbrek taşı olanlara iyi gelir. z Hazımsızlığa birebirdir. z Bütün kaslarımızın düzgün çalışması için gereken bir çok minerali içinde barındırıyor. Ve bu kasların başında da kalp kasımız geliyor. z Ayrıca içinde bulunan folat maddesini vücut DNA onarımında kullanıyor. 42 KIRMIZI PANCAR: Kırmızı pancar; A, B, C ve P vitaminleri açısından bir hayli zengindir. Ayrıca fosfor, demir, bakır, potasyum, magnezyum, kalsiyum, brom, çinko ve manganez bakımından da çok güçlüdür. İçerdiği beta karoten ve folat bağışıklık sistemini güçlendirir ve kan yapımını olumlu etkiler. Yine başta kanser olmak üzere bir çok hastalığa karşı çok güçlü bir kalkandır kırmızı pancar. z Demir eksikliği olanlar muhakkak tüketmelidir. z Tansiyonu düşürür ve bu etkiyi 24 saat boyunca devam ettirir. z Saç dökülmelerine karşı etkilidir. z Sedef hastalığı, egzama, ürtiker ve kurdeşene karşı faydalıdır. 43 sek orandaki selenyum sayesinde ise kalp krizine karşı çok aktif bir koruyucu ve lahana ile ilgili en yüz güldüren haberlerden biri de yaşlanmayı geciktiriyor olması. z Katarakt ihtimalini aza indirir. z Gut hastalığına iyi gelir. z Kanı temizler. z Cilt güzelliğine birebirdir. z İdrar söktürür ve vücuttaki zehirli maddelerin atılmasını sağlar. z Saça ve deriye sağlık kazandırır. z Böbrek taşlarını düşürmede yardımcı olur. z Yorgunluğu giderir. z Sarılık ve safra kesesi hastalıklarına iyi gelir. z Nefes darlığına iyi gelir. z Astıma iyi gelir. KIRMIZI ELMA: z Kanser, diyabet ve vereme karşı korur. Kırmızı elmayı besin değeri açısından yeşil elmadan ayıran işte bu renk farklılığına sebep olan antioksidanlardır. Çünkü bütün kırmızı meyve sebzelerde olduğu gibi kırmızı elma da diğer türlerine oranla bu açıdan bir hayli zengindir. Kırmızı elma da tıpkı daha evvel saydıklarımız gibi tam bir C vitamini deposudur. Ayrıca kalsiyum, magnezyum, potasyum, fosfor gibi mineralleri de bünyesinde bulundurur. Her gün yiyeceğiniz bir elma vitamin ve mineral ihtiyacınızın karşılanması için oldukça yeterlidir. Kışın en bol tüketilmesi gereken sebzelerin başında geliyor kırmızı lahana. Bol miktarda B, C ve E vitamini ile potasyum içeriyor. Üstelik sadece lahana çeşitlerinde bulunan U vitamini de mide ve bağırsakların iç yüzeyini koruyor ve eğer varsa burada oluşan yaraları da tedavi ediyor. İçeriğindeki yük- z Kabızlığa iyi gelir. z Ülsere karşı korur. z Cildi güzelleştirir. KIRMIZI LAHANA: z Bağırsak paraziti sorunu yaşayanlar için de düzenli tüketildiği takdirde bağırsak parazitlerini temizlemektedir. z Öksürüğü keser ve balgamı azaltır. z Kansızlığa karşı faydalıdır. z Kemikleri güçlendirir. z Diş sağlığı için bir hayli faydalıdır. z Tansiyonu ve kolesterolü düşürmede etkilidir. z Karaciğer hastalıklarına karşı iyi gelir. z Alyuvar yapımında çok etkili rol oynar. z Sindirim sistemini düzenler. z Kalp hastalıklarına karşı koruyucudur. z Kötü kolesterolü düşürür, iyi kolesterolü arttırır. z Kan basıncını dengeler. 44 45 Ailecek Kış Tatili Kışın durgunluğuna inat adrenalin dolu, hareketli bir tatil mi yoksa sıcacık çayınızla buğulu camlar ardından karın keyfini süreceğiniz dingin bir tatil mi? Her ikisi için de alternatifler oldukça memnun edici… TATİLİN KEYFİ KIŞIN BİR BAŞKA. DOĞRU BİR TATİL PLANI BU KIŞ AYLARINDA UNUTULMAZ BİRKAÇ HAFTA DEMEK OLABİLİR. BUNUN İÇİNSE SİZİN EN KEYİFLİ OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ SEÇİMİ YAPMANIZ KÂFİ… Tatil denince aklımıza çoğunlukla ilk gelen sıcak yaz günleri, güzel bir deniz kenarı ve hafif hafif esen bir meltem olur. Ama bilenler bilir, kışın tatil yapmanın, bembeyaz karın keyfini çıkarmanın keyfi bir başkadır. Sıcacık bir bardak çayı, işe yetişme telaşı olmadan, buğulanmış pencerenin önünde tadını çıkara çıkara içmenin verdiği huzur çoğu kez tercih sebebi bile olabilir. Siz de bu sene sömestr tatilini ailenizle ve keyifle geçirmek isterseniz işte size birkaç küçük tavsiye… KAPLICA TURİZMİ: Soğuk kış aylarının içimizi de dışımızı da ısıtan, ülkemizin en büyük nimetlerinden biridir termal turizm. Türkiye, Avrupa’da kaplıcalar açısından üçüncü sırada. Bu yerlerin başında da Afyon geliyor. Afyon ili, gerek tarihi güzellikleri gerek doğal güzellikleriyle de oldukça dolu bir şehir. Ancak yine de Afyon denince yüzümüze sıcacık bir gülümseme bırakan yer elbette kaplıcaları. Kaplıca maden sularından yararlanma amacıyla sıcak su kaynaklarının çevresinde kurulan tesislerin genel adı aslında. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu kaynaklardan çıkan şifalı olduğu bilinen sular çeşitli hastalıkların tedavisinde bir hayli yardımcı. Bunun nedeni olarak da mineral iyonlarıyla yüklü maden suları gösteriliyor. Bu maden suları çok sıcak olduğu gibi çok soğuk da olabiliyor. Tedavi amaçlı olarak tercih edileni elbette sıcak kaynaklar. Bu suların şifalı olmalarının sebebi ise şifalı sularda erimiş halde demir, kükürt, kireç, magnezyum, potasyum, sodyum ve silist gibi madeni tuzlardır. İşte bu nedenle bu suların bazı hastalıklara iyi geldiği söylenir. Ayrıca kaplıca sularında vücudun mikroplara karşı koyma gücünü arttıran, sindirimi kolaylaştıran ve vücuda rahatlık sağlayan bazı etkileri olduğu da söylenir. Ancak ilmen açıklanmış olsun ya da olmasın bir gidenin mutlaka bir kez daha gitmek istediği yerlerin başındadır kaplıcalar. İşte bütün bu sebepler göz önüne alındığında oldukça iyi bir tatil alternatifi olabilir. Bu tatil seçeneğinin akla gelen ilk uğrak yerlerinden biridir işte Afyon. Daha önce hiç gitmemiş ve buralara yabancı olanlar için de Turizm Bakanlığı tarafından Turizm Merkezi olarak ilan edilmiş başlıca dört merkez: 1- Gazlıgöl Termal Turizm Merkezi 2- Sandıklı-Hüdai Termal Turizm Merkezi 3- Ömer-Gecek Termal Turizm Merkezi 4- Bolvadin-Heybeli Termal Turizm Merkezi Eğer siz de yağan karın altında olmaktansa pencerenizden ve sıcacık suların içinden seyretmekten keyif alanlardansanız bu tatil seçeneği tam size göre. KIŞ SPORLARI TURİZMİ: Kış sporları denince aklıma ilk ve çoğu kez de tek gelen spordur kayak. Oysa gelin görün ki kar üzerinde yapılabilen onlarca spordan sadece bir tanesi kayak sporu. Kış sporlarının özellikle tercih edilenlerini ise şöyle sıralamak mümkün: Snowboard (Kar Sörfü), Telemark (Dönüş Kayağı), Serbest Stil Kayak, Kayak Turları, Helikopter Kayağı, Cross Country (Kuzey Disiplin Kayağı), Biathlon, Kar Uçutması, Kar Kızağı, Snow Tubing (Şişme Plastik Kızak), Kar Raftingi, Kar Motoru, Buz Pateni, Kar Ayakkabılı Arazi Yürüyüşü… Tüm bu spor türleri tatilinizi daha eğlenceli hale getirebilmek amaçlı olarak bir çok kayak merkezinin hizmetleri arasında yerini almış durumda. Biraz hareketli ve adrenalin dolu bir tatil geçirmek isterseniz size stres atmaya birebir yerlerin başında geliyor bu merkezler. Üstelik hemen hemen hepsinde de çocuklar öncelikle düşünülmüş. Onlar için hazırlanmış özel alanlarda bu aktivitelerin bir çoğunu sizin gibi onlar da yapabiliyor. Hem otel rahatlığı hem doğa ile iç içe bir tatil fikri varsa eğer aklınızda bu seçenek size oldukça uygun. İşte güzel ülkemizin eşsiz güzelliklere sahip başlıca kış sporları turizm merkezleri: z Ağrı - Bubi Dağı z Ankara - Elmadağ z Antalya - Saklıkent z Bingöl – Yolaçtı z Bitlis - Merkez z Bolu – Kartalkaya z Bursa – Uludağ z Erzurum – Palandöken z Gümüşhane – Zigana z Isparta – Davraz z İzmir - Ödemiş Bozdağ z Kastamonu - Ilgaz z Kars - Sarıkamış z Kayseri – Erciyes z Elazığ - Sivrice Hazarbaba z Erzincan - Bolkar 46 47 KAZALARA KARŞI HAYATINIZI KOLAYLAŞTIRACAK VE KORUYACAK ÖNLEMLER Zehirlenmelerde mağdurlar tarafından her ne kadar dış etkenlerin de rolü olduğu iddia edilse de aslında baş roller de yan roller de çoğu kez kaza mağduruna veya bir yakınına aittir. Bazen kaza gelmeden önce bazen de hemen sonrasında alınacak bir önlem ve yapılacak bir müdahale çoğu kez hayat kurtaran büyük bir dokunuşa dönüşebilir. Hani derler ya kaza geliyorum demez diye. İşin aslı her zaman öyle değildir aslında. Başımıza gelen bir çok kaza çoğu kez bağıra bağıra gelir. Çünkü ya bizim ihmalimizden kaynaklıdır ya da olasılığına düşük ihtimal verdiğimizdendir. Ama en çok da “benim başıma gelmez nasılsa” rahatlığıdır kazalara çıkardığımız en büyük davetiyeler. Ev kazaları, yaya kazaları, trafik kazaları derken kış ayları bir kabusa dönüşmeden alınabilecek ve elbette günlük hayatımızı çok çok kolaylaştıracak önlemler var. Ev Kazaları En çok Can Yakanların Başında Geliyor Maalesef ki ev kazalarına maruz kalanların çoğunluğu çocuklardan oluşuyor ve bu talihsiz kazaların başında da nesnelerin yutulmasından kaynaklı boğulmalar geliyor. Bu tip durumlar daha çok üç yaş altı çocukların başına geliyor. Çünkü bu yaşlardaki çocuklar dokunmaktan, koklamaktan çok tadarak tanımaya çalışıyor nesneleri. Bu yüzden meydana gelebilecek olası bir kötü durumu yaşamamak için yutulması kolay, küçük, yuvarlak, kaygan nesneleri ortada bırakmamak. Ev kazası denilince gözümüzün önünde ilk canlanan sahnedir yanıklar. Ne yazık ki yanıkzedeler de yine çoğunlukla çocuklardır. Sobanın üzerindeki çaydanlıklar, ocağın ön gözlerinde duran kızartma tavaları, ortaya bırakılmış sıcak çay veya kahveler bu kazalara zemin hazırlayan en büyük tehlikelerdir. Ancak tüm tedbirlere rağmen yine de yanık vakası engellenememişse bu aşamada ilk yardım çok önemlidir. İşte yanık durumunda yapılması gerekenler: z Yanık çok yaygın değilse yanan bölge en az 20 dk. tazyiksiz ve bol soğuk su altında tutulmalıdır. z Şişlik oluşabileceğinden saat, yüzük, bilezik vb. takılar çıkarılır. z Yanan bölgedeki giysiler çıkarılır (giysi yanan bölgeye yapışmışsa etrafından kesilerek çıkarılması gerekir). z Yanan bölge sabunlu su ile dikkatlice temizlenir. z Su toplayan yerler patlatılmaz. z Yanan bölgelere (el, ayak gibi) birlikte bandaj yapılmaz. z Yanık üzeri temiz ve nemli bezle örtülür, yanık üzerine hiçbir madde sürülmez. z Hasta ya da yaralı battaniye vb. ile örtülür. z Yanan vücut bölgesi geniş ve sağlık kurumu uzaksa, kusma yoksa, bilinci açıksa; sıvı kaybını gidermek amacıyla hasta ya da yaralıya hazırlanan sıvı (1 lt su+ 1 çay kaşığı karbonat + 1 çay kaşığı tuz), maden suyu vb. içirilir. z Tıbbi yardım istenir ( 112 ) veya hasta en yakın sağlık kuruluşuna götürülür. Bir diğer ev tipi kaza da zehirlenmelerdir. Yiyip içilenlerden, sobadan sızan gazdan, bilinçsiz veya kazara kullanılan ilaçlardan, temizlik malzemelerinden kaynaklı zehirlenmelerin oranı maalesef ki bir hayli yüksek ülkemizde. Gıda zehirlenmeleri kendini en çok et, süt gibi ürünlerde gösterir. Besin alındıktan iki – üç saat sonra ortaya çıkan kusma en büyük belirtidir. Bu nahoş durumun önlemi ise aslında çok basit. Öncelikle aldığımız ürünün son kullanma tarihini muhakkak okumak gereklidir. İkinci ve dikkat gerektiren önlem ise satın aldığımız bu gıdaları bir an evvel mevcut korunma sıcaklığına kavuşturmaktır. Ortada bırakılmış ilaç şişeleri veya kutuları renkleri ve şekilleri itibarı ile çocuklara çok cazip görünen şekerlere benzer. Bu da onları daha da çekici kılar. Bu yüzden içeriği ne olursa olsun ilaçlar çocukların erişebileceği yerlerde, masa üstlerinde veya kolay ulaşılabilen çantalarda olmamalıdır. Soba zehirlenmelerinde mağdurlar tarafından her ne kadar dış etkenlerin de rolü olduğu söylense de aslında baş roller de yan roller de ev sahibine aittir. Bu yüzden aşağıdaki halk sağlığı kurumunca da dikkat çekilen bazı kurallara uymak hayat kurtarabilir: z Kullanılan yakıtın standartlara uygunluğu kontrol edilmeli, izin belgesi olmayan satıcılardan kömür alınmamalı, z Aşırı doldurulan sobanın duman yolu daralacağı, soba içinde düzensiz ısı dağılımı nedeniyle de baca çekişi zayıflayacağı için soba yakılırken aşırı doldurulmamasına dikkat edilmeli, 48 z Sönmekte olan sobaya asla tutuşması güç yakıtlar konulmamalı, yakıt yavaş yavaş ilave edilmeli, yatmadan önce sobaya kesinlikle yakıt konulmamalı, z İyi ısınmayan ve alttan yakılan kömür sobalarında karbon monoksit zehirlenmesi riski artacağından soba tutuşturulurken yakıtın üstten yanması sağlanmalı, z Özellikle alçak basınçlı lodoslu havalarda ölüm olaylarında artış görüldüğü için eğer bacalar standartlara uygun değilse alçak basınçlı havalarda soba yakılmamalı, yakılması zorunlu ise gece yatarken mutlaka tam olarak söndürülmeli, z Soba borularının birbiriyle birleştirilmesinde hava ve baca gazı sızdırmazlığı sağlanmalı, z Sobanın bulunduğu yer sürekli havalandırılmalı, z Bacalar standartlara uygun ve yalıtımlı olmalı, düzenli olarak temizletilmelidir. En tehlikeli kazalardan biri de temizlik maddelerinden kaynaklı karşılaşılanlardır. Farklı etken maddeli malzemelerin karışmasından ortaya çıkabilecek zehirli gazın solunması veya günlük tüketilen su veya içecek şişelerine doldurulan temizlik malzemelerinin yanlışlıkla içilmesi gibi durumlar bu zehirlenmelere yol açmaktadır. Bu sebeple mümkünse temizlik yaparken malzemeler karıştırılmamalı ve maske kullanılmalı. Ayrıca eğer illa ki bu malzemeler yine bu şişelere konulacaksa mutlaka üzeri yazılmalı ve yine de çocukların ulaşamayacağı yerlere konulmalı. Ve olası bir durumda derhal tıbbi yardım istenmelidir. Bu arada da özellikle soba zehirlenme- 49 lerinde birkaç ilk yardım müdahalesi can kurtarıcı olabilir: z Hasta temiz havaya çıkarılır ya da cam ve kapı açılarak ortam havalandırılır. z Yaşamsal belirtiler değerlendirilir (ABC). z Yarı oturur pozisyonda tutulur. z Bilinç kapalı ise koma pozisyonu verilir. z Tıbbi yardım istenir (112). z İlk yardımcı müdahale sırasında kendini ve çevresini korumak için gerekli önlemleri almalıdır. z Solunumu korumak için maske veya ıslak bez kullanılır. z Elektrik düğmeleri, diğer elektrikli aletler ve ışıklandırma cihazları kullanılmaz. z Yoğun duman varsa hastayı dışarı çıkarmak için ip kullanılmalıdır. z Derhal itfaiyeye haber verilir (110). Yağmur, Kar ve Daha Kaygan Zeminler: Özellikle kış aylarında düşme vakalarının çoğu kar, buz ve yağmurdan kayganlaşan yollardan ve merdivenlerden kaynaklanır. Üstelik de çok ağır yaralanmalar olabilir bunlar. Kayıp düşmeye bağlı olarak kırık çıkıklar veya ölümcül olabilen ağır kafa travmalarına sebebiyet verebilir bu pek de önemsemediğimiz hatta komik bulduğumuz düşme kazaları. Elbette ki bu durum için alınacak en güzel önlem gerekmedikçe bu havalarda dışarıya çıkılmaması. Ancak her gün işe gitmek zorunda olanların sayısı da bir hayli fazla. İşte bu yüzden biraz özen göstermek lazım adımlarımıza: z Tabanı lastik, kauçuk ve tırtıklı ayakkabılar, ayak bileğinizi iyice saran botlar giymelisiniz. z Ayakkabılarınızın üzerine giyeceğiniz bir çorap da kaymayı engelleyecektir. z Yavaş ve küçük adımlar atarak yürümelisiniz. z Merdiven inip çıkarken yandaki korkuluklardan destek alın. z Ellerinizi mümkün olduğunca cebinize sokmayın. Dengenizi sağlayabilmek açısından ellerinizin serbest olması önemli. Ayrıca ellerinizin cebinizde olmaması olası bir düşme anında da etraftan destek alarak yaralanma riskinizi azaltacaktır. Trafik Kazaları Her yıl yüzlerce insanın yaralandığı ve bir o kadar da insanın hayatını kaybettiği trafik kazalarının başlıca sebepleri aşırı hız, dikkatsizlik, bilinçsizlik, alkollü araç kullanmak, trafik kurallarına uymama olarak bildiriliyor. Tüm bunlara bir de elverişsiz hava şartları eklenince kaza göz göre göre geliyor. Peki, özellikle yolların bir hayli kaygan ve tehlikeli olduğu kış aylarında can sıkıcı bir trafik kazası yaşamamak için neler yapılmalı? Öncelikle kış lastiklerine o kadar da çok güvenmemeli. Çünkü aşırı karlı ve buzlu yollarda kış lastiklerinin de zincire ihtiyacı olacaktır. Yola çıkmadan önce mutlaka arabanızın bakımını yaptırın. Zaten zorunlu olan takoz, çekme halatı gibi ekipmanların yanınızda bulunduğundan emin olun. Trafikte düşük hızla seyredin ve öndeki araçla takip mesafenizi mümkün olduğunca fazla tutun. Eğer zeminin kaygan olduğunu fark ettiyseniz yine mümkün olduğunca frene basmayın ve vites küçülterek yavaşlamaya çalışın. 50 51 “Derker ki engel bedende değil engel kafada. Bence kafada da değil, engel karakterdedir. Karakterinde her şeyi çözmüşse hiç engeli yoktur kişinin. Engelli park yerine arabasını park eden adamlar var. Şimdi bu adamın kafası mı engelli, hayır karakteri engelli. Hadi park yerimi alıyorsun, engelimi de al o zaman. Alabilir misin? İşte bu karakter engeli.” Engel, onu nasıl gördüğünüze göre değişiyormuş aslında. Çünkü öyle güzel şeyler yapmış ki gönlü engelsiz insanlar, onların bunun için çok önemli bir manileri olduğunu bile unutuveriyor insan. Mesela Ankara Planet Aile Yaşam Merkezindeki bir çok gencin kendini engelli gibi görmediği kesin. Park etmiş arabalar yüzünden inip çıkamadıkları kaldırımlar dışında… ENGELLERİN DURDURAMADIĞI, BEYİNLERİ VE AZİMLERİ ÖZGÜR İNSANLAR “GECE GÜNDÜZ DEMEDEN BİR İLETİŞİM HALİNDEYİZ. EĞER SONUÇ ENGELLİ ARKADAŞLARIMIZ İÇİN GÜZEL OLACAKSA ZAMANIN BİR ÖNEMİZ YOK. ÇÜNKÜ BİZ GERÇEKTEN BİR AİLEYİZ.” Ankara Planet Aile Yaşam Merkezi içinde bir Engelliler Lokali var. Üstelik de bu güne kadar gördüğüm yerlerin içinde hemen hemen en keyiflisi. Çünkü daha içeriye girer girmez sonuna kadar gülümseyen yüzler karşılıyor sizi. Lokalin müdüründen öğretmenlerine, üyelerinden çalışanlarına kadar o sıcacık duyguyu adımınızı atar atmaz hissediyorsunuz. İşte bu harika dünyayı daha yakından tanımak, yaptıkları çalışmaları en doğru ağızlardan öğrenmek için lokalin idarecisi Sayın Berrin ALTUNCU ve en eski ve en keyifli üyelerinden biri olan Sayın Murat USLU ile harika bir sohbet gerçekleştirdik. Biz Murat Bey’i artık burasının ev sahibi olarak düşünürken o burasıyla o kadar bütünleşmiş ki çoktan kendisini burasının “mülki amiri” olarak tayin etmiş bile. İşte biz de bu neşeli sohbeti sizlerle paylaştık ve aslında engelin bedende olmadığına bir kez daha tanık olun istedik. A.D. : Bize biraz burasının kuruluş amacından, üye sayınızdan, bu güne kadar yapılan ve hali hazırda planlanmış olan faaliyetlerinizden bahsedebilir misiniz? Berrin ALTUNCU: Aile yaşamın temel parçalarından bir tanesiyiz biz. Engelliler lokali deyince akla gelen dezavantajlı gruplarımız var ve bu gruplarımızda 6 bine yakın üyemiz var. Biz neler yapıyoruz? Burada sosyal, kültürel, eğitsel, gezi gibi bütün faaliyetlerimizi üyelerimizle birlikte sürdürmeye çalışıyoruz. Mesela bilgisayar, İngilizce, resim, takı, ahşap, el sanatları, diksiyon, gösteri ekipleri, Türk halk müziği, gitar… Yaz tatiline kadar bu faaliyetlerimiz devam ediyor. Yazın da engellilerimizi birer haftalık periyotlarla Akçay kampına gönderiyoruz. Ankara Büyük Şehir Belediyesi bize Akçakoca’da da yer açtı. Bundan sonra oraya da yavaş yavaş göndereceğiz. Engelliler Lokalimizim 3 Aralık Dünya Engelliler Günü ve 10 – 16 Mayıs Dünya Engelliler Haftası nedeniyle bir takım faaliyetleri oluyor. Bu kapsamda Kocatepe Kültür Merkezinde engellilerimiz tarafından gösteriler yapılır. Bunun yanı sıra da Ankara metrosunda on gün boyunca halka açık olarak sergiler yapılır. Bu sergilerde kendi el emekleri sergilenir. Çok büyük de ilgi görür. Hatta şehirler arası misafirlerimiz bile olur. Bu kadar beğeni toplamasının nedeni ise normal insanların yaptıkları çalışmalardan ziyade engellilerin yaptıkları çalışmalar daha çok dikkat topluyor. Bazen ziyaretçilerden gelip soranlar oluyor “bunları gerçekten engelli üyeleriniz mi yaptı?” diye. Evet, gerçekten de her birini engelli üyeleriniz yapıyor. Bunun yanı sıra kültürel gezilerimiz oluyor. Ayrıca yine bilgisayar, İngilizce gibi bir çok dersimiz var ve hepsi de kendi branşlarında çok başarılı hocalar tarafından veriliyor. Mesela 5 Aralık’ta meclis ziyaretimiz var. 9 Kasım’da Anıtkabir ziyaretimiz vardı. Bunların yanında da örneğin Beypazarı gibi Ankara’nın civar yerlerine de gezilerimiz oluyor. Bu geziler için Büyükşehir Belediyesi tarafından tahsis edilmiş asansörlü araçlarımız var. Haftanın altı günü bu araçlar bizim için çalışıyor ve her gün Ankara’nın başka bir yerinden üyelerimizi getiriyor buraya. Mesela bir gün Çankaya’dan getiriyorsa bir gün Mamak’tan getiriyor. A.D. : Peki Engelliler Lokali sadece Planet Aile Yaşam Merkezinde mi var? Berrin ALTUNCU: Çubuk Aile Yaşam Merkezinde, Kuşcağız Aile Yaşam Merkezinde de var. Beşevler’de Görme Engelliler Merkezi var. Ama yoğunluk olan yer burası ve sadece bedensel engelliler değil, zihinsel engelliler, işitme engelliler, down sendromlularda var. Özel rehabilitasyon merkezlerimiz var. Orada birebir eğitim var bu yüzden de sosyal ve kültürel faaliyetler bu kadar ağırlıklı değil. Engelliler lokalinde bütün sınıflar ayrı ayrı. Her bir ders için bir sınıf tahsis edilmiş ve 52 her sınıfında işinin ehli bir öğretmeni var. Engelli üyeler istekleri dahilinde istedikleri sınıfta yer alabiliyorlar ya da isterlerse birden fazla derse girebiliyorlar. Bu tercih tamamen onlara bırakılmış. A.D. : Bu faaliyetler çok kıymetli değil mi? Murat USLU: Elbette öyle. Evde hiçbir şey yapmadan boş durmaktansa burada bir şeylerle uğraşmak gerçekten büyük değişiklik yaşamlarımız için. Adeta bir psikoterapi bu. Bir şeyler üretmek, üretilen şeylerin düzenlenen sergilerimizde beğeniye sunulması ve hatta satılması büyük keyif. Çünkü bu satıştan az da olsa eline para geçtiği zaman bu ayrı bir mutluluk. Bir şeyleri başarmanın, karşılığında bir de para kazanmanın mutluluğu. Netice olarak da morali yerine geliyor, özgüveni artıyor bütün bunlar çok önemli. Yani ben yapamam diye bir şey yok. Ben engelliyim diye bir şey yok. O sınırları, o engelleri biz kendimiz koyuyoruz. Ben yapamıyorum diye çekilip kenara başkalarını izliyoruz. Oysa sen yap başkaları seni seyretsin. Böylece diğer engelli kardeşlerine, arkadaşlarına da örnek olursun. Ben bu konuda Başkent Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi gibi birçok üniversitenin rehabilitasyon merkezlerine terapi için giderim. Orada terapist yok mu elbette var hem de işinde çok iyi hepsi. Ama damdan düşenin halini damdan düşen anlar. Ben onların ne hissettiğini A’dan Z’ye anlıyorum. O yüzden daha da rahatlıyorlar. Evden dışarı çıkma- 53 yan bir çok üyeyi bu sayede evden çıkardık, profesyonel basketbola başlayanlar oldu, dansa başlayanlar oldu, tenis oynayanlar, okçuluk eğitimi alanlar oldu. Teniste ve atıcılıkta dünya şampiyonluğu olan, ikinci olan bir çok arkadaşımız var. Bir çoğuyla bizzat ilgilendim ben. A.D. : Bu arada sizin de bir dünya dereceniz var değil mi Murat Bey: Murat USLU: Evet, ben hem resim hemde dansla ilgileniyorum. Bir dans grubum var. Dünya ikinciliğimiz var. 17 – 18 ülkede gösteri yaptık. Yapmaya da devam edeceğiz. Bu bakımdan Türkiye’de tekiz. 1993 yılından beri dans ediyorum. Yani engel bedende değil, derler ki engel kafada. Bence kafada da değil, engel karakterdedir. Karakterinde her şeyi çözmüşse hiç engel yoktur. Neden biliyor musunuz ? En basit örneği: Adam engellinin park yerine park ediyor aracını. Uyardığınız zaman da “ben de kafadan” engelliyim” deyip çekip gidiyor. Şimdi bu adamın kafası mı engelli, hayır karakteri engelli. Hadi park yerimi alıyorsun, engelimi de al o zaman. Alabilir misin? İşte bu karakter engeli. A.D. : Bir de Murat Bey dokuz Kasım’daki çalışmada bir hayli aktif rol üstlenmişsiniz öğrendiğim kadarıyla biraz bahseder misiniz bundan bizim için? Murat USLU: Benim çiçekçi bir arkadaşım var Halit Bey. Bir gün akşam saat on gibi beni aradı ve buraya gelip Ankara Çiçekçiler Derneği olarak çiçek şov yapmak iste- diklerini söyledi. Ben de güzel olabileceğini düşündüğüm için hemen o saat Berrin Hocama ilettim. Düşünün, gece gündüz demeden bir iletişim halindeyiz. Eğer sonuç, engelli arkadaşlarımız için güzel olacaksa zamanın bir önemi yok. Çünkü biz gerçekten bir aileyiz. Berrin Hocam Benim, kız kardeşim. O da hoş karşıladı ve böylece bir gün buraya çeşit çeşit çiçekleriyle ve malzemeleriyle gelip harika bir görsel şölen yaşattılar bize. Öyle ki size hiçbir çiçekçinin asla göstermeyeceği meslek sırlarına kadar anlattılar bize. Bir birinden güzel aranjmanların nasıl yapıldığını sabırla öğrettiler ve buradaki üyelere hediye ettiler. Buradaki engelli arkadaşlarımızın bir çoğu çiçek aranjmanları yaptı. Ayrıca ağzımız da tatlandı çünkü hemen ardından da aşure servisi yaptılar buradaki bütün üyelere. Ardından da dediler ki 10 Kasım’da Anıtkabir’de de çiçeklerle bir şeyler yapalım. Ve 9 Kasım sabahı hepimiz oradaydık. Türkiye’nin her yerinden çiçekçiler geldi, buradaki engelli üyelerimiz, hocalarımız, çalışanlarımız sabah başladık. Karanfilleri tek tek kürdanlara batırıp takarak, Türk bayrağı ve Atatürk’ün resmini yaptık karanfillerle. Çok onur verici bir çalışmaydı. A.D. : Peki, kimler destek verdi bu çalışmalara Berrin Hanım? Berrin ALTUNCU: Türkiye Çiçekçiler Federasyonu Başkanımız Sayın Muharrem ÇAĞLAR Bey, Onursal Başkanımız Hüseyin ÇAKIR Bey ve aynı zamanda Murat Bey’in arkadaşı olan Halit Bey bizimle birlikte çalışmak istediklerini söylediler. Bizi çok güzel bir şekilde konuk ettiler, ağırladılar. Onur duyduk. Gün boyu beraber çalıştık. Atamızı ziyaret ettik ve geldik. A.D. : Peki, sene içinde de sürekli bir organizasyon durumu söz konusu mu? Berrin ALTUNCU: Mutlaka. Bunu yapmak zorundayız. Engelliler Birimi olarak konuşacak olursak. Biz Planet’e yeni taşındık, daha evvel Eryaman’da idik. Tahmin edersiniz ki bir yerleşme aşaması oldu. Hemen ardından araya yaz tatili de girince kısa bir ara verdik. Ama Eylül Ekim ayları itibarı ile hızla giriş yaptık. Engelli arkadaşlarımıza hissettirmek istiyoruz ki “siz toplumda varsınız, siz bir bireysiniz.” Bu arkadaşlarımızı hayata kazandırmak adına bu tür sosyal faaliyetlerimiz bizim sürekli olmak zorunda. Motivasyon için bunu yapmak zorundayız. Elimizdeki bütün imkanlar dahilinde bütün engelli arkadaşlarımıza yardımcı olmak istiyoruz. Mesela en çok aldığımız şikayetlerden birisi buraya daha sık gelme isteği. Ancak daha önce de belirttiğim gibi haftanın her günü başka bir ilçeye araç gönderebiliyoruz. Amacımız Ankara’nın her yerinden engelliler bize ulaşabilsin. Keşke imkanımız olsa da hepsine aynı anda erişebilsek. Bu arada yeri gelmişken söylemek isterim ki biz gerek araçlarımızda gerekse kulüp olarak ücret almadan çalışıyoruz, üc- retsiz bir lokaliz. Bir kimlik kartı veriyoruz. Bunun için de tamamlanması gereken evraklar var: Bir kimlik fotokopisi, iki fotoğraf bir de yüzde kırk ve üzerini içeren engellilik raporu. Bu kimlikleri otobüslere binerken gösterdiklerinde zaten zihinsel engelli veya hafif ortopedik engelli arkadaşlarımız ulaşımdan da ücretsiz yararlanıyorlar. Ayrıca refakatçilerinden de ücret alınmıyor. Mesela her semte ücretsiz asansörlü belediye otobüsleri var. Bizim verdiğimiz kartlarla Planet Aile Yaşam Merkezine ait olan otobüslere ve ulaşım araçlarına ücretsiz binebiliyorlar. Ancak engellilerin bir de ayrıca engelli kartları oluyor o kartlarla da bütün belediye otobüslerinden ücretsiz faydalanabiliyorlar. Mesela hızlı trenlerle günü birlik Eskişehir’e Konya’ya gidip gelen üyelerimiz var. Üstelik refakatçileri de bu ulaşım kolaylığından faydalanabiliyor. A.D. : Bir de masanızın üzerinde iki resim görüyorum Berrin Hanım, anladığım kadarıyla bir hikayesi var değil mi? Berrin ALTUNCU: Evet görme engelli üyelerimizden Eşref Arman’ın yapmış olduğu resimler bunlar. Bu resimlerin bu kadar kıymetli olmasının bir sebebi de Eşref Bey’in doğuştan görme engelli olması. Bu gördükleriniz benim ricam üzerine hemen hızlıca karaladıkları. Dokunma yöntemi ile resim yapıyor. Çok güzel çalışmaları var. Eşref Bey bu yönüyle dünyada tek. Dünya da bu değere hakkını vermiş durumda zaten. Şu an Amerikalı bir menajer ile çalışıyor. Son olarak şunu söylemek isterim ki biz bütün engellilerimizi çok seviyoruz. Onlar bizim ailemiz, abimiz, kardeşimiz, çocuğumuz, ablamız… Onlar bizim her şeyimiz. Üyelerimiz de bütün personel olarak biz de burayı evimiz olarak benimsedik. Biz birbirimiz çok seviyoruz. 54 55 Vücudunuzun ne kadar suya ihtiyacı olduğunu öğrenmek oldukça kolay. Bunun için kilonuzu bilmeniz yeterli. Çünkü ihtiyacınız olan su miktarı kilonuz ile doğru orantılı. Su ile sıhhatli , su gibi aziz ol Normal şartlar altında bir insan susuz kaldığında ortalama 3 ile 5 gün arasında yaşamına devam edebiliyor. Dünyanın olmazsa olmaz içeceği su. Bu gerçeği hak edecek kadar da güçlü bir altyapısı var. Metabolizmamızın çalışmasından, derimizin kalitesine, saçımızın parlaklığından, küçük yeni yaş çizgilerine kadar daha pek çok alanın doğal kahramanı su… Ve aşağı yukarı hepimiz biliriz sıkça su içmemiz gerektiğini. Bütün diyet listelerinin vazgeçilmezidir ve ilk sıradaki tavsiyesidir doktor reçetelerinin. Çok sayıda bilim adamına göre sağlıklı bir insan su içtiği sürece yiyecek olmadan 8 haftaya kadar dayanabiliyor. Vücut ihtiyacı olan enerjiyi yağ, karbonhidrat ve protein olarak depoluyor. Yemek olmadığında da ilk olarak karbonhidratları sonra yağ ve son olarak da protein kullanarak bir süre yaşamaya devam edebiliyor. Ancak aşırı sıcak olmadığı ve normal şartlar altında bir insan susuz kaldığında ise ortalama 3 ila 5 gün arasında yaşamına devam edebiliyor. Şimdi gelin bakalım bu aziz mucize ile ilgili bilmemiz gereken başka neler var? Öncelikle böbreklerimizin düzenli bir şekilde çalışması için her gün en az bir litre su içmek şart. Aksi takdirde çok ciddi böbrek rahatsızlıkları ile uğraşmak zorunda kalabiliriz. Bu hastalıkların başında da böbrek taşları gelir. Ancak su, sadece böbrekler için temel ihtiyaç değil elbette. Vücudumuzun yüzde yetmiş beşi sudan oluşuyor. Bu da aslında suyun ne kadar hayati bir değer olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca beynin %85’i, kanın %90’ı, kasların %75’i, böbreklerin %82’si ve kemiklerin %22’si sudur. Bu sebepten yeteri kadar su tüketilmediğinde kabızlık, deride kuruluk ve kaşıntı, sivilce, burun kanaması, idrar yolları enfeksiyonu, öksürük, nezle, sinüzit ve baş ağrısı gibi sağlık sorunları da kapıyı çalabilir. Sağlıklı bir insan günde ne kadar su içmelidir? Sağlıklı bir insanın günlük alması gereken su miktarı kişiden kişiye değişiklik gösteriyor. Sizin vücudunuzun ne kadar suya ihtiyacı olduğunu öğrenmek ise oldukça kolay. Bunun için kilonuzu bilmeniz yeterli. Çünkü ihtiyacınız olan su miktarı kilonuz ile doğru orantılı. Kilonuzu 32 gram ile çarpmanız halinde içmeniz gereken su miktarına ulaşmış olacaksınız. İşte bedeninizin sağlıkla yaşamaya devam etmesi bu çarpma işlemi kadar kolay aslında. İyi Su Nedir? Son zamanlarda sıkça tartışılan ve oldukça gündemde olan bir konu da suyun kalitesi. Yani iyi suyun nasıl olması gerektiği. Türk standardına göre içme sularındaki pH değeri 4.5-9.5 arasında olmalı. Ambalajlı suların üzerinde Ph değerlerini görmeniz de mümkün artık. Ancak kullandığınız suyun kaliteli olup olmadığını anlamanın başka yolları da var elbette: z Mesela oldukça hoş bir lezzeti olmalıdır, z İçimi hafif olmalıdır, akıp gitmelidir boğazınızdan, z Kokusuzdur örneğin iyi su, z Midenizi rahatsız etmez, uzun soluklu yer tutmaz midede, z İyi suyla yapılan yemekler daha kolay pişer . İbn-i Sina’ya göre iyi suyun tarifi ise şöyledir: “En iyi su tipi, saf ve anormal durum ve niteliklerden arınmış olan toprak üzerine yerleşmiş kaynaklardan gelen ve kayalık yerlerden çıkan ve böylece, saf topraktan gelen su kadar kolayca kokuşmayan sudur. Su, eğer belli bir yükseklikten damlarsa, nispeten daha iyi hale gelir.” Suyla Gelen Sağlık: z Aç karnına içilen suyu vücudunuzun zararlı maddelerin temizlenmesini sağlar. z Ayrıca kırışıklık problemlerinize de birebirdir. Çünkü cildinizin gerginliğini arttırır ve ciltteki nem oranını da oldukça yükseltir. z Böbreklerde ve idrar yollarında taş ve kum oluşmasını engelleyecektir. z Sindirim sisteminin hızlanmasını sağlar yani sindiriminizi kolaylaştırır. z Eğer selülit probleminiz varsa su yanınızdan hiç eksik olmamalı. z Kabızlık sorunu çekenler için de en güzel çözümdür su. Yeterli miktarda su içen insanlarda kabızlık sorununa nadiren rastlanmaktadır. z Kilo sizin için de bir problemse o zaman su sizin baş tacınız. Çünkü hızlı kilo vermenin en iyi yollarından biridir su içmek. z Vücut sıcaklığının düzenlenmesinde rol alır. z Emziren anneler için süt üretimini arttırıcı bir özelliği vardır. z Gebelik döneminde özellikle sabah bulantılarını önleme konusunda oldukça büyük başarıya sahiptir. 56 Atasözlerine konu olacak kadar hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır su. Hem de yüz yıllardır. Suyun ne kadar faydalı olduğu ve nasıl tüketilmesi gerektiği bundan yüzlerce yıl önce de ilk sıralarındaydı tıp dünyası gündeminin. Mesela İbn-i Sina’nın suyun nasıl içilmesi gerektiğine dair sözleri : “ Su içmek yemek üzerine susuzluğu giderir. Bunun yemekten çok olmaması gerekir ki söndürücü olsun. Yemek ile midenin kütlesi arasına girsin. Soğukluk derecesi ise insana çok açık biçimde kendisini göstermeyecek kadar olmalı. Ilık suda bir hayır yoktur.” Hayatımızda bu kadar büyük bir yere sahip olan su maalesef hak ettiği değeri bulamıyor. Suyun hoyratça kullanımı gün geçtikçe artarken bu konudaki bilinç de bir o kadar azalıyor gibi görünüyor. Oysa susuz bir dünyanın bitmiş bir dünya olduğu inkar edilemez bir gerçek. Ve işte su ile ilgili Birleşmiş Milletler raporunda birkaç “gerçek” daha… BİRLEŞMİŞ MİLLETLERE (BM) GÖRE DÜNYA SU GERÇEKLERİ z Yeryüzünün %70’i su, bunun %97.5’i tuzlu su ve %2.5’i taze su. Geri kalan taze suyun, %2.14’ü buzullarda, binde 6’sı yer altı, binde 0.9’u yüzey suyudur. z Kirli suların açtığı hastalıklardan her yıl 2.2 milyon insan ölüyor, her 8 saniyede bir bebek can veriyor. z Kirli su kurbanlarının çoğu gelişmekte 57 olan ülkelerde. 1.2 milyar insanın içecek suyu yok. z Dünya nüfusunun üçte birinin, 2.4 milyar insanın, su arıtma tesisi yok. z Son yüzyılda dünya nüfusu 2 kat, su tüketimi ise 6 kat artmıştır. z Kalkınmakta olan ülkelerde sanayi atıklarının %70’i, kanalizasyonun %90’ı doğrudan su kaynaklarına verilmektedir. z Dünya nüfusunun %40’ı su sıkıntısı çekmektedir. z Ortalama 2 milyon ton atık her gün nehirlere, göllere ve derelere atılmaktadır. z 1 lt atık su, 8 lt temiz su kirletmektedir. z Dünyada ortalama 12 bin m3 kirlenmiş su var. Kirlenme engellenmezse 2050’de bu kirlilik 18 bin m3’lük temiz suyun kaybedilmesine neden olacaktır. z Dünya tarım alanlarının %70’i çölleşme tehlikesi altında. Birleşmiş Milletler su ile ilgili hazırladığı raporda insani faaliyetlerin su kaynaklarını nasıl yok ettiği çok açık bir dille anlatılmış: “Su kaynakları ciddi tehditlerle karşı karşıya kalmakta ve tümüne esasen insan faaliyetleri neden olmaktadır. Bunların içerisinde çevre kirliliği, iklim değişimi, kentsel büyüme ve ormanla- rın yok edilmesi gibi kırsal değişimler bulunmaktadır. Bunlardan her birinin, genellikle doğrudan ekosistemler üzerinde ve dolayısıyla su kaynakları üzerinde kendi özel etkisi vardır. İyi yönetilmeyen çiftçilik, orman temizleme, yol yapımı ve madencilik gibi faaliyetler çok miktarda toprağın ve havada kalan parçacıkların nehirlerde sonlanmasına yol açabilir (tortulaşma). Bu da su ekosistemine zarar verir, su kalitesini bozar ve iç su nakliyesini engeller.” Çevre kirliliği su kaynaklarına ve su ekosistemine zarar verebilir. Başlıca kirletici maddeler arasında, örneğin atık su tahliyesindeki organik maddeler ve hastalığa yol açan organizmalar, tarımsal alanlardan gelen gübreler ve tarım ilaçları, hava kirliliği sonucu oluşan asit yağmurları, madencilik ve endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan ağır metaller bulunmaktadır. Hem yüzeydeki sulardan hem de yeraltı sularından çok fazla su çekmenin etkileri dramatik olmaktadır. Çarpıcı bir örnek Aral Denizi’nin ve Çad Gölü’nün boyutundaki şiddetli azalmadır.” Yaşamımızın ve yaşamın devam etmesi için en büyük olmazsa olmaz olan su, hunharca israf edilemeyecek kadar da kıymetlidir. Yeni nesillere de bir ata sözü gibi ezberletilmesi gereken şey ise: İhmal edilmeden su içilmesi ve israf etmeden korunması suyun… 58 59 Padişahların bir kısmı ustalıkla yaptıkları ürünleri sattırırlar ve özel ihtiyaçlarını buradan karşılarlardı. Yani, özel harcamaları için devlet hazinesine dokunmazlardı. Artanını da sadaka olarak dağıtırlardı. OSMANLI’NIN MEZİYETLİ SULTANLARI Şehzadeler bir gün padişah olsalar dahi başlarına gelebilecek her türlü kötülüğe karşı çok iyi bir eğitim ve donanıma sahip olacak şekilde yetiştiriliyorlardı. Bir gün bu büyük saltanattan ayrı düşmek zorunda kalırlarsa kendilerini geçindirebilecek bir mesleğe sahip olarak yetiştirilirlerdi. Onlar bir imparatorluğun yüzyıllarca dünyaya hükmedebilmesini sağlamış, zekalarıyla ve yürekleriyle nam salmış Osmanlı padişahları. Öyle ki sadece cihanı yönetmekle kalmamış; edebiyata, bilime, sanata ve zanaata oldukça fazla değer vermiş, hatta bizzat bu ilimlerle uğramışlar… Osmanlı’da her sultanın ülke yönetiminin yanı sıra mutlaka bir mesleği olurdu. Çocukluktan itibaren ilgi duydukları ve meziyet sahibi oldukları bir meslekte çok iyi ustalardan ve hocalardan eğitim görürler ve neticesinde de her biri kendi mesleğinde birer usta mertebesine yükselirlerdi. Peki zaten Osmanlı gibi bir devletin hükümdarı iken neden böyle bir zahmete girerlerdi? Padişahlar, şehzadeliklerinden itibaren başlarına gelebilecek her türlü duruma karşı büyük bir tedbir ve donanım ile yetiştirilirlerdi. Olur da şartlar kötüleşir ve kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalırlarsa diye bir çoğunun karşılığında para kazanabileceği bir mesleği vardı. Sultan I. Mehmet Han: İnce Minare (Konya) 1413 – 1421 yılları arasında hükümdarlık yapan I. Sultan Mehmet Han yani daha çok bilinen adıyla Çelebi Mehmet iyi bir hükümdar olmasının yanında iyi de bir yay ve kiriş ustası idi. Babası Yıldırım Beyazıt’ın 1402 yılında Ankara Savaşı’nı kaybetmesi ile başlayan ve 11 yıl süren “Fetret Devrine”ne son verdiğinden ve devleti hızlı bir yükselişe taşıdığından ötürü kendisine Osmanlı’nın ikinci kurucusu da denilen Mehmet Han, yay ve kirişteki ustalığından ötürü de “Kürüşçü” adıyla anılırdı. Kürüşçü yay gerdiren anlamına geliyordu. Cesareti ve kuvvetiyle bilinen Çelebi Mehmet çok kuvvetli yay kirişlerini bile çekebilirdi. Ayrıca bütün bu hünerlerinin yanında çok iyi de bir güreşçi olduğu bilinir. Fatih Sultan Mehmet: Peygamber Efendimizin “İstanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” sözlerine mazhar olabilmek için büyük bir zeka ve cesaret örneği göstererek İstanbul’u alan bu genç padişah aynı zamanda çok iyi de bir bahçıvandı. Gülleri aşılama ve ağaç yetiştirme alanında oldukça hünerliydi. Ancak elbette ki bu büyük hükümdarın tek meziyeti bu değildi. Aynı zamanda çok iyi de bir koleksiyoncu ve şaiirdi Fatih. Bunların yanında ok için parmağa takılan yüzükler, kemer tokaları ve kılıç kınları da imal ederdi. Yavuz Sultan Selim: Osmanlı’nın en örnek alınası padişahlarından biriydi Yavuz Sultan Selim. 8 yıllık kısacık hükümdarlık süresinde nerdeyse seksen yıllık bir çalışmanın neticesine ulaşmış ve ülkeyi bir daha olamayacağı kadar kuvvetli bir noktaya taşımıştı. Öyle ki devlet hazinesi bir daha hiç onun zamanındaki kadar dolu olmadı. Hatta bununla ilgili Yavuz’un bilinen şöyle bir sözü de vardır: “Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Humayun benim mührümle mühürlensin.” Ancak o tarihten sonra bir daha hiçbir padişah hazineyi onun zamanındaki kadar dolduramadığından hazinenin kapısı hep Yavuz Sultan Selim’in mührüyle mühürlendi. İşte bu kadar büyük bir kudrete sahip bu Osmanlı padişahı aynı zamanda çok iyi de bir kuyumcu idi. 1517 yılında yaptığı ve büyük bir zaferle Memlük Devleti’ne son verdiği Ridaniye Savaşı sonrasında Halifeliği Osmanlı’ya 60 getiren Yavuz, bu tarihten itibaren “Halife” olarak da anılmaya başlandı. Yavuz Sultan Selim’in kuyumculuktaki becerisi oldukça fazla idi. Kitap okurken satırı sürmek için kullanılan ucu değerli taşlarla süslenmiş altından hilaller yapardı. En çok okuyan padişah diye bilinen Yavuz’un bu sebepten Osmanlı’da gözlük takan ilk padişah olduğu da bilinir. Aynı zamanda çok iyi de bir şair olan büyük sultanın en güzel dörtlüklerinden biri şöyledir: Didâr Olur sanma sakın, herkesi sen sadıkane yar olur herkesi sen, dost mu sandın, belki ol ağyar olur. sadıkane, belki ol alemde bir serdar olur. yar olur, ağyar olur, serdar olur dildar olur. Kanuni Sultan Süleyman: Kırk altı yıl Osmanlı’nın sultanlığını yaptı Kanuni Sultan Süleyman. Hükümdarlığı süresince en bilinen kişilik özelliklerinin başında gelen adaleti sayesinde aldığı “Kanuni” adı gerçekten de sultanın adaletinin kanıtıdır. Bu konu ile ilgili anlatılan yüzlerce hikayeden biri de şöyledir: Bir kadıncağızın evine gece hırsız girer. Kadın bu durumdan şikayetçidir. Bir şekilde orada olup bunu duyan hükümdar kadına şöyle der: “Ne diye o kadar derin uykuya daldınız da 61 evinize sahip çıkmadınız” Bunun üzerine kadın da şu şekilde yanıt verir: “Hünkârım biz seni uyanık bilirdik, onun için rahat uyurduk” Aldığı yanıt karşısında çok duygulanan padişah hak verir kadına. Bu adaleti ve eşsiz devlet yönetimi ile dünyaya nam salmış sultanın mesleği ise tıpkı babası gibi kuyumculuktur. Çok iyi ustalardan eğitim alan Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptığı bazı eserler günümüze kadar ulaşmıştır. Ve yine aynen babası gibi çok iyi de bir şair olan ve “Muhibbi” mahlasıyla bir çok gazel ve şiir yazan I. Süleyman’ın şu ünlü dizelerine de yer vermemek olmaz. “ Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” Sultan II. Selim: Sarı Selim olarak da bilinen ve hükümdarlık döneminde Kıbrıs’ın fethi de gerçekleşen Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu ve ondan sonra da Osmanlı’nın yeni sultanıdır II. Selim. Hükümdarın mesleği ise oldukça ilginç ve güzeldir. Sultan II. Selim Hacıların Hac yolunda kullanmaları için hilal şeklinde asalar yapardı. Sultan III. Mehmet: “Yüzükçüler Loncası” üyesi olan padişah III. Mehmet kaşık ustası idi. Aynı zamanda okçuların kullandığı özel yüzükler de yapan sultan, yaptığı kaşıkların saplarını mercan, yakut gibi değerli taşlarla süslerdi. Bu yüzden süsleme sanatında da oldukça mahirdi. Sultan I. Mahmut: Mesleki açıdan en zengin padişahlardan biri olan Sultan I. Mahmut’un usta olduğu üç meslek vardı: Hillalci( işlemeli kürdan ustası) , mühür kazıcısı ve kuyumcu idi. Sultan I. Mahmut tüm bu yaptıklarını pazarda sattırır ve özel ihtiyaçlarını karşılamak için kullanırdı. Kalanını ise sadaka olarak dağıtırdı. Bununla ilgili sıklıkla söylene gelen bir anı da vardır: Vezirlerinden biri bu durum için bir gün şöyle bir soru sorar sultana: “Padişahım, milletin hazinesi sizin demektir. O halde niçin böyle uğraşırsınız?” Sultan I. Mahmut’un cevabı net olmuştur: “Milletin hazinesini millete harcamak gerek. İnsanın alın teri dökerek çalışıp, kazandığı paranın zevki bir başkadır”. Sultan III. Selim: Çok iyi bir silah ustası olan Sultan III. Selim, yaptığı tüfeklerin gez ve arpacıklarının hesaplarını o kadar mükemmel bir incelikte yapardı ki kurşunlar hedefi asla şaşmazdı. Sultan II. Abdülhamit: Amerika’da açılan bir dünya sergisinde kendisine birincilik de getiren mesleği marangozluk ve doğramacılıktı Sultan II. Abdülhamit’in. Ayrıca oymacılık ve kakmacılıkta da oldukça meziyet sahibi idi. 62 63 Kabızlıkta Lif desteği… Uzm. Dyt. Atilla ZEYREK Kabızlık ya da konstipasyon, dışkılamada zorluk ve bağırsak hareketlerinin yetersiz olması anlamına gelir. Genellikle haftada üç kez veya daha az sayıda dışkılama görülür. Lif ve posa, kabızlık tedavisinde eskilerden beri kullanılan bir yöntemdir. Yapılan epidemiyolojik çalışmalarda liften zengin beslenen bireylerde düzenli dışkılama, hemoroid, divertikül ve kolon kanseri oluşumunda bir azalma olduğu gösterilmiştir. Lifler temel olarak sebze, meyve ve tahıllarda bulunan nişasta dışı polisakkaritlerin bol bulunduğu ve sindirimi oldukça güç olan maddelerdir. Fizyolojik ve kimyasal özelliklerine göre iki tip lif vardır. Suda eriyebilen pektin ve suda eriyemeyen selüloz,hemiseloz ve lignin gibi liflerdir. Pektin; selüloz, hemiselüloz ile birlikte bitkilerin hücre duvarlarında bulunur ve hücreleri birbirine bağlayan ve dokuya sertlik veren temel bileşiktir. Pektin, meyve ve sebzelerin oluşumundan olgunlaşmasına kadar geçen sürede değişikliklere uğramaktadır. Örneğin olgun meyvelerin yumuşaması bu değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Ham meyvelerde toplam pektin miktarı olgunluk ilerledikçe azalmaktadır. Pektin gastrointestinal sistemi düzenleyip korurken ve bağışıklık sistemi güçlendirmesinin yanı sıra bağırsaklarda da suyu tutarak dışkı çıkışı miktarını arttırır. Selüloz ve hemiselüloz gibi suda çözünmez liflerin su tutucu özellikleri ihmal edilebilir olup sindirim sisteminde gıdaların hareketini hızlandırarak sindirim sistemini düzenler,dışkılama miktarını ve kolon geçişini hızlandırır. Çözünmez liflerin en önemli gıda kaynakları; tam buğday unu, buğday kepeği, kabuklu yiyecekler ve bazı çeşitli sebzelerdir. Lif ya da lif takviyeleri, kabızlık tedavisinde günlük 20-25 gr kadardır. Alınan bu lifin genellikle ciddi bir yan etkisi olmamakla beraber gaz yapıcı etkileri görülebilir. Liften zengin bir çok yiyecek vardır. Meyve, sebzeler, kepekli undan yapılmış ekmek liften zengindir. Beyaz pirinç yerine kahverengi pirinç ya da bulgur kullanılmalıdır.Çünkü kepek büyük bir lif kaynağıdır. Çeşitli doğal tahıl ürünlerinde bolca bulunur. Diğer yiyeceklere karıştırıldığında yediğiniz besinin lif miktarını doğrudan artırmış olursunuz. Midede doygunluk hissi vermesi, serum düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) kolesterol konsantrasyonunu azaltması, insülin seviyesini kontrol altına alması ve hemen hemen hiç kalori vermemesi düşünüldüğünde de zayıflamak isteyenler için diyet lifleri çok daha cazip hale gelmiştir. Yapılan bir çalışmada suda çözünen lifler glikoz ve insülin metabolizmasını da düzelterek diyabetin kontrol edilmesinde yardımcı olduğu aynı zamanda serum düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) kolesterol konsantrasyonunu azalttığı gösterilmiştir(2). Bağırsak hareketleri ve bağırsak geçiş süresi üzerine suda çözünmeyen liflerin olumlu etkileri bulunmaktadır. Diyet lif alımının artışı ile fekal hacmin arttığı ve bağırsak geçiş süresinin kısaldığı bazı araştırıcılar tarafından ortaya konulmuştur. Diyet liflerinin su bağlama özelliklerinden dolayı dışkı miktarı artar. Dışkı hacmini ve su miktarının artması rahatlatıcı etki östererek kabızlığın önlenmesine yardımcı olmaktadırlar. Sabahları.. Doğal yöntemlerle sabahları aç karna bir kaç adet kayısı kurusu, kuru incir veya kuru erik üzerine 2 bardak su içilebilir. Kahvaltıda sızma zeytinyağı içine kekik koyarak 6-7 adet zeytin ile esmer ya da kepekli ekmek tüketerek kahvaltı sonrası tuvalet ihtiyacı olsun ya da olmasın tuvalete gidip 5-10 dk oturularak bağırsak alışkanlığı rahatlıkla sağlanabilir. Birey, her gün sabahları bu dışkılama girişimine zaman ayırmalıdır. Nelerdan kaçınmalı? Dondurma, peynir, et gibi içerisinde bulunan lif içeriği son derece az besinlerin alımına dikkat etmek gerekir. Gün içerisinde aşırı çay veya kahve gibi kafeinli içecekler den fazla tüketilmemeli, bu tür içecekler bağırsak çalışma hızını azaltacaklarından kabızlığı daha da artıracaklardır. Muz, patates, elma suyu, ayva, havuç, kestane gibi yiyecekler bağırsak hareketlerini azaltır ve kabızlığı arttırır. Laksatif olarak kullanılan piyasadaki bazı ilaçlar elektrolit bozuklukları, kemik erimesi, protein kaybı ve bağımlılık yapabilir uzun süre kullanıma bağlı bağırsak mukozasında pigment birikimine neden olabilirler. Bağırsak hareketlerini hızlandıran ilaçlar ise bağırsak duvarında bulunan sinirlerin ölümüne yol açabilir. Daha önce besin değeri olmadığı düşünülen posanın sağlık üzerindeki yararlarının tamamen açığa kavuşturulması ve teknolojik özelliklerinin belirlenmesi, diyet lif içeriği yüksek ürünlere olan talebi de arttırmıştır. Diyet posa tüketiminin arttırılması için lif içeriği yüksek olan kepeği ayrılmamış tahıl ürünleri, nohut, barbunya ve kurufasulye gibi kurubaklagil, meyve ve sebze gibi gıdaları doğal olarak tüketmek; bir diğeri ise lif içeriği arttırılmış, kullanıma daha uygun hale getirilmiş veya doğal kaynaklardan farklı bir formda lifçe zengin lif kaynakları ilave edilmiş işlenmiş gıdaları tüketmektir. 64 65 Kız Kalesi MERSİN BİR LİMAN, BİR ZAMAN VE BİR İNSAN SELİ ŞEHRİ SİLİFKE’Sİ, MUT’U, ERDEMLİ’Sİ VE DAHA BİR ÇOK İLÇESİ İLE BURAM BURAM TARİH KOKAN, BURAM BURAM KÜLTÜR KOKAN BİR ŞEHİR MERSİN. MİTOLOJİ’DEN BAŞLAYIP ABBASİLERE, ORADAN ÇIKIP GÜNÜMÜZE KADAR SÜREGELMİŞ MUAZZAM YAŞANMIŞLIKLAR TOPLAMI BİR KENT… Nigde kalesinden şehir manzarası Mersin’in ve Mut’un medar-ı iftiharı Karacaoğlan bu şehrin yetiştirdiği büyük ve ulusal şairlerden biri. Sıcacık ve samimi yöre insanını belki de en güzel anlatan dil onunkisi. “İncecikten bir kar yağar, Tozar Elif, Elif deyi... Deli gönül abdal olmuş, Gezer Elif, Elif deyi... “ Mersin; 13 ilçesi, 55 belediyesi, 510 köyü ile tam bir metropol kenti. Ve 1.640.888 olan nüfusu ile de Türkiye’nin 9. büyük ili. Ayrıca da Akdeniz’imizin en büyük liman kenti. Tarih boyunca hemen her düşmanın göz diktiği stratejik konumu, ılık geçen kış ayları, bahçe bahçe, dönüm dönüm meyve sebze tarlaları ve gerçekten henüz el değmemiş pek çok sahili insanların yaşamak için en çok tercih ettiği şehirlerden bir haline getirmiş onu. İyi mi olmuş bu durum kötü mü bu her Mersinliye göre farklılık gösteriyor. Şehri yaşanılası yapan şeylerin başında geliyor ısınmak için harcanan paranın azlığı. Kışı gerçekten de üç kısa aydan ibaret. Üstelik çoğunda da güneşli. Denizin nemi de olmasa neredeyse hissedilmeyecek kadar az bu kentin soğuğu. Yeme içme ise bir o kadar ucuz. Çünkü tüm Türkiye’ye dağılan o taptaze meyve sebzelerin bir çoğu burada yetişiyor. Tarımsal üretimde en çok paya sahip olan turunçgiller ile domates, salatalık, avokado ve muz şehrin en fazla verim elde ettiği tarım ürünleridir. Öyle ki Mersin Valiliği’nin verilerine göre ülkemizin yaş meyve üretiminin %10’u, muz üretimin %65’i ve çilek üretimin %55’i Mersin’ den sağlanıyor. Deniz ise bu şehri daha yaşanılası bir yer haline dönüştürmüş. Daha çok iç turist ağırlayan şehre elbette ki yabancı turistlerin ilgisi de büyük. Bu ilgiyi daha da arttırmak için de Mersin Belediyesi ile “kardeş kent” olma bağı bulunan üç dünya şehri var: 1-ABD/Californiya-Santa Fee Springs 2-İTALYA/Rimini 3-Japonya/Kushimoto Bu çalışmalar gerçekten de şehrin turizm faaliyetlerine bir hayli canlılık getirmiş. Ortalama dokuz adet mavi bayraklı plajı var Mersin’in. Mavi bayrak, göl ve deniz sularının taşıdığı bir takım özellikleri ve oldukça temiz olduklarını gösteren bir simge. İşte bunun bilincinde olan yerli turist belki bu sebepten oldukça memnun bu şehirden. İşte tüm bu özellikler bir araya toplanınca Mersin gerçekten de yaşamak için tercih edilebilecek şehirler listesinin başlarındaki yerini almış. Hal böyle olunca da göç kaçınılmaz olmuş ve bu göçler nedeniyle de bir hayli kozmopolit bir kent halini almış. Bir çok farklı kültürden insana rastlamak mümkün. Hatta öyle ki Mersinliler durum için “Mersin’de Mersinliyle karşılaşmak bir mucize” diyorlar. 66 67 Cannet - Cehennem Mersin’in tarihi M.Ö. 6300’lere dayanıyor. Şehir, Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı hakimiyetine giriyor. I. Dünya savaşında İtilaf Devletleri tarafından işgal edilen Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar kazanılmış. Bu tarihi kent, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını da almış. Ancak 2002 yılındaki Resmi Gazetede yayınlanan kararla adı tekrar sadece “Mersin” olarak değiştirilmiş. Bu güzel şehri farklı kılan özelliklerden biri de hemen hemen her ilçesinin birbirinden bağımsız ayrı bir duruşu olması. Tarsus, Mut, Mezitli, Erdemli, Aydıncık gibi toplam on üç ilçeye sahip. TARSUS: Tarsus bu ilçelerin belki de tarihi açıdan en zengin olanlarından. Hemen ilçenin göbeğinde bulunan Kleopatra Kapısı oldukça iyi korunmuş durumda. O zamanlarla ilgili İl Kültür Müdürlüğü bilgilerine göre Kleopatra’yla ilgili yaşanan olay ise şöyle: “Iulius Caesar’ın İ.Ö. 44’te ölümü üzerine yerine geçen Antonius’da Tarsus’a gelerek imar çalışmalarıyla kentin gelişmesini sağlamıştır. Antonius dünyanın en eski kütüphanesini Bergama’dan Tarsus’a nakletmiştir. Kısa zamanda zenginleşen Tarsus dünyanın ilgisini çekmiştir. Kleopatra ve Antonius, Tarsus için unutulmaz hizmetler vermiştir. Mısır’a dönen Kleopatra Antonius’u ikna ederek Mısır’a çağırmış ve İ.Ö. 37 yılında evlenmişlerdir. İ.Ö. 34 yılında Roma senatosu kararı ile Kleopatra ve Antonius’a karşı Romalılar savaş ilan et- Tarsus Şelalesi mişlerdir. Kleopatra ve Antonius yenilmiş ve Antonius kendini öldürmüştür. Actium savaşından sonra bütün Roma topraklarını kendine bağlayan Augustus, kendine sadık kalan Tarsus’u ödüllendirmiştir. Tarsus, Efesle boy ölçüşecek derecede zenginleşmiştir.” isterler görevliler. O da diğer arkadaşlarının da olduğunu söyleyerek onları mağaraya götürür. Ancak oraya vardıklarında tek gördükleri yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadır. Bu nedenle burası Yedi Uyurlar Mağarası diye de anılmaktadır.” Ashab-ı Kehf (Yedi Uyurlar Mağarası): İlk yerleşimin M.Ö iki bin yıllarına dayandığı söylenilen Mut’un, adını M.Ö 334 yılında Büyük İskender tarafından Makedonya topraklarına katılan ve Büyük İskender’in komutanlarından MUT’S veya MUT’YOS isimli bir komutandan aldığı zannedilmektedir. 62,534 nüfuslu ilçe, 1466 yılında Fatih Sultan Mehmet’in vezirlerinden İshak Paşa tarafından Osmanlı topraklarına dahil edilmiş bu güzel kent. İshak Paşa harap olan Mut Kalesini onarmış ve bu sayede 1. Dünya Savaşı sonunda İtalyanların işgal bölgesine düşen Mut fiilen işgal edilememiş. Tarsus merkezden on dört kilometre uzaklıkta olan Dedeler Köyü’ nde bulunan bu görülmeye değer mağaradan Kuran-ı Kerim’de de bahsedilmektedir. Mağaranın halk arasında anlatılagelen hikayesi ise oldukça ilginç : “Tek yaratana inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hıristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç vardır. O dönemde yaygın olan inanış ise putperestliktir. Putperestliği reddeden bu yedi genç, Rum Hükümdar Dakyanus’un huzuruna çıkarılırlar. Hükümdar, Putperestlikten ayrılmaları halinde bunun cezasının ölüm olacağını söyleyerek düşünmeleri için birkaç gün süre verip göndermiştir gençleri. Tekrar putperestliğe dönmek istemeyen gençler Kıtmir adını verdikleri köpekleri ile birlikte bu süreyi kullanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Mağaraya vardıklarında Allah tarafından 300 yıl uyutulmuşlar. 300 yıl sonra gençlerden biri uyanır ve yiyecek bir şeyler almak için şehre iner. Ancak elindeki para üç yüz yıl öncesine ait olduğu için hemen yakalanır. Bu kadar eski ve kıymetli parayı nerede bulduysa oraya götürmesini MUT: Mut’un Karamaoğulları egemenliğinde olduğu dönemi ise bir çok kaynakta aynı şekilde çıkar karşınıza: “ Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad zamanında Karamanoğulları Beyliği’nin kurucusu olan Nur-e Sofi Bey, bölgeden Ermenileri1228 yılında kovarak Ermenek , Mut, Gülnar ve daha sonra da Silifke’yi hakimiyeti altına almıştır. Bölgenin Karamanoğlu Beyliği’nin eline geçmesinden sonra, Karamanoğulları, Mut ve çevresini mamur etmişlerdir. Karamanoğlu Mesut bey zamanında Mut, 5 sene Beyliğe başkentlik yapmıştır. La’al Paşa Camii, Kızılminare ve bazı başka yapıların Karamanoğulları zamanında yapıldığı bilinmektedir. 1483 yılı yazında Kasım Bey yanında üç oğlu, otuz yiğit beyi ile Kestel (Dağpazarı) yaylasına gelir. Koyunlar kesilir, kavurmalar, pilavlar, helvalar pişirilir, şerbetler ezilir. Bu ziyafet sırasında Hocantı oğlu zehiri gizlice şerbete katar. Şerbeti içenler ve Kasım Bey’ le beraber otuz dört kişi birden ölürler. (1483) Kasım Bey’den sonra Karamanlılar’ ın bazı çırpınışları oldu ise de devlet olabilme özelliği taşımıyor. 1502 yılından sonra Karamanlılar’ın topluca doğuya (İran’a) göçmeleriyle Karaman toprakları da tamamen Osmanlılar’ın eline geçer.” Tarımsal ekonominin hakim olduğu bu şirin Mersin ilçesi, zeytin ve erik üretimiyle adını duyurmuş olsa da asıl uzmanlık alanı Mut kayısısı diye bilinen kayısıdır. Hatta Karacaoğlan adıyla da bilinen ulusal bir kayısı festivalleri vardır. Alahan Manastırı: Geçimli Köyü civarında bulunan manastır Evliya Çelebi tarafından “Ustasının elinden yeni çıkmış gibi” diye tasvir edilmiştir zamanında. Manastır, Hıristiyanlığın Kapadokya ve Likonya (Konya)’ da yayılması sırasında bu dini kabul edenlerin öldürülme korkusu ile buradaki dağlık bölgelerdeki mağaraları oyarak buralarda ibadet etmek zorunda kalmışlar. St. Paul ve Tarsus’ta yaşamış Hıristiyan öncülerinden Barnabas, Hıristiyanlığı yaymak için Konya-Kapadokya ve Antalya-Antakya’ya kadar gitmişler. İşte bu iki Hıristiyan Aziz’in gezileri sırasında konakladıkları her yerde anılarına mabet- ler yapılmıştır. Alahan Manastırı bunlardan biri. Değirmenden gelirim beygirim yüklü Laal Paşa Camii: On beş yaşında kırk beş belikli Laal Paşa tarafından yaptırılan caminin yapım emrini Karamanoğulları’ndan İbrahim Bey vermiş (1356-1390). Bu tarihi caminin bahçesinde 2 adet türbe bulunmakta. Kümbetlerin birinde 3 adet, diğerinde ise 4 adet mezar var. Evliya Çelebi’nin, Seyahatname’sinde yazdığına göre Laal Paşa bu kümbetlerin birisinde yatıyor. Buradaki mezarlardan biri de Karamanoğulları’ndan Musa Bey’e (Lalaağa)’ ya ait. Yerköprü Şelalesi: Bu muhakkak görülmesi gereken doğa harikası şelale ilçeye sadece otuz beş kilometre uzaklıkta. Göksu nehrini besleyen Ermenek Çayı’nın uzun yıllar boyu süren topraktaki aşındırma etkisi sonucu derin bir vadi meydana gelmiş. Anlatmanın yetersiz kalacağı bu şelale görüldüğü vakit ise kolay kolay terkedilemeyecek yerlerden biri. Karacaoğlan Anıt Mezarı: 1606 yılında doğup, 1670 yılında da öldüğü tahmin edilen ünlü halk şairi Karacaoğlan’ın mezarı da Mut’ta bulunuyor. Mut halkının bu büyük değere nasıl sahip çıktığını ise baktığınız her yerde görmeniz mümkün. Çünkü kah sokak, kah cadde, kah okul, kah şelale ismi olarak karşınıza çıkıyor ünlü şair. Karacaoğlan ile ilgili en kesin bilgi ise Mersinli oluşu. Ve elbette bir de ardında bıraktığı dizeleri: Şu kızı görenin del olur aklı Bir kız bana emmi dedi neyleyim ERDEMLİ: Mersin’in en şirin ilçelerinden biri olan Erdemli de yaz aylarında nüfus patlaması yaşayan sahil ilçelerinden biri. Birkaç haftalık otel tatilindense yazlık alıp uzun soluklu tatil yapmayı sevenlerden oluşuyor burayı tercih eden turistler. Üstelik bu tercih, yabancı turistler arasında da bir hayli yaygınlaşmış durumda. Çünkü burada emlak gerçekten çok ucuz. Erdemli denilince ilk akla gelen yerlerden biri ise elbette Kız Kalesi. Denizin ortasına inşa edilmiş bu kalenin çok etkileyici de bir efsanesi var: Bir zamanlar burada eski adıyla Korikos’ta bir kral yaşamaktaymış. Ve bu kral bir çocuğu olsun diye gece gündüz yalvarırmış Allah’a. Günlerden bir gün bu dileği gerçekleşir ve bir kız çocuğu gelir dünyaya. Bu kız büyür, güzelleşir ve herkesin sevip saydığı bir prenses olur. Ancak bu günlerde şehre gelen düşüncelerini çok önemsediği bir bilge, kral tarafından saraya davet edilir. Kral, çok sevdiği kızının geleceğini sorar. Bilge genç kızın geleceği ile ilgili bir tahminde bulunur. Söylemek istemese de kral zorla söyletir. Falcının dediğine göre prenses yılan sokması sonucunda ölecektir. Ve bu duruma kral bile mani olamayacaktır. Kral bunun üzerine denizin ortasındaki bir adacığın üzerine bir kale 68 69 Narlıkuyu yaptırır ve kızını buraya yerleştirir. Ancak günün birinde saraydan kaleye giden bir üzüm sepetinin dibine saklanmış olan yılan güzel prensesi sokar ve öldürür. jik hikayesi ise şöyle: Zeus, alevler kusan yüz başlı ejderha Typhon’u burada yener ve onu bir süre bu cehennem çukurunda hapseder. SİLİFKE: MERSİN’İN EŞSİZ LEZZETLERİ Silifke, gerek insanı gerekse tarihi güzellikleriyle Mersin’in görülmeden gidilmemesi gereken yerlerinden biri. Cennet Cehennem Mağaraları, Silifke Kalesi, Adam Kayalar, Zeus Tapınağı, Üç Güzeller Mozaiği, Uzuncaburç bunlardan yalnızca bir kaçı. Cennet Mağarası: 70 metre derinliğinde erozyon sonucu tavanın çökmesiyle oluşmuş bir çukur burası. Cennet çöküğünün içine her biri oldukça geniş 452 basamaklı taş bir merdivenle iniliyor. Mağaranın bitim noktasında ise mitolojik olduğu söylenen bir yeraltı deresinin sesi duyuluyor. Şimdi de Mersin’e kadar gelmişken tadılmadan geçilmeyecek lezzetlere bakalım. Elbetteki bu lezzetlerin başında tantuni geliyor. Elbette ki bu lezzetlerin başında geliyor tantuni. Özel bir doğrama usulüyle kıyılan etleri, özel lavaşı ve asla bir tanesi ile yetinmeyeceğiniz tadı ile bu lezzet kendini kolay kolay unutturmuyor. İki farklı seçenek sunuyor size tantuni: “açık” veya “somun”. Açık denilen incecik özel bir lavaşın içinde yapılan servis şekli. Somun ise yarım somun ekmek arasındaki şekli. Ve eğer siz bu lezzeti biraz daha arttırmak istiyorsanız yanında isteyeceğiniz içecek, mutlaka acılı bir şalgam olmalı. Cehennem Mağarası: Burası da tıpkı Cennet mağarası gibi tavan çökmesi sonucu oluşmuş bir yer. Derinliği ise 128 metre. Bu raya inmek ise mümkün değil. Mitolo- Cezerye, tadına baktığınızda yapım maddesinin ne olduğunu kolay kolay tahmin edemeyeceğiniz tatlardan biri. Çünkü havuçtan yapılıyor. Havucun bu kadar lezzetli olabil- Cennet Cehennem Mağarası: mesine şaşırmamak da elde değil tabi. Mersin’e kadar gelmişken muhakkak gidilmesi gereken yerlerin başında geliyor Narlıkuyu. Denizden hemen gözünüzün önünde tutulup masanıza koyulan Lagos balığının kokusu tüm yöreyi sarıyor. Denizin içine kurulmuş masaları da mis gibi deniz kokusu eşliğinde balığınızın tadına vara vara yemeniz için düşünülmüş. Narlıkuyu’ya gitmişken şöyle birkaç kilometre Toroslara doğru gidip meşhur köy kahvaltılarını görmeden ayrılmamak lazım bu güzel şehirden. Sizi deniz seviyesinden biraz yukarlara taşıyan bu doğal ve sıcak mekanlar, size yöreye özgü lezzetleri sunmaya devam ediyor. Buralara has incecik bazlamaların arasına peynir veya patatesli harç konularak yapılan sıkmalar, doğanın bize sunduğu çeşit çeşit otların soğanla buluşup gözleme içinde tabağımıza konduğu sofralar muhteşem. Yine yörenin kendi mahsulü reçeller, peynirler, kokulu domatesler, çiçeği burnunda salatalıklara eşlik ediyor. Çayınızı yudumlarken izlediğiniz harika manzara ise alabildiğine yeşil ve alabildiğine mavi… 70 71 öğrendikten sonra çok belirgin tepkiler veriyorlar. Bunları belli bazı evrelerde toplayabiliyoruz: 1.Şok Evresi: MS hastalığını duyduğunda hem hastalığa ait bilgisizlik hem de belirsizlik nedeniyle yaşanılan şok durumu. 2.İnkar Evresi: Hastalığı kabul etmeme, yanlış teşhis konmuştur beklentisinin ortaya çıktığı evre. 3.Öfke Evresi: Neden ben, bu hastalık neden beni buldu şeklinde sorgulamaların yapıldığı ve başına gelenlere dair öfke duyulduğu dönem. MS 4.Pazarlık Evresi: Doktorlara gidip, kontrollerimi yaptırırsam, ilaçlarımı düzenli kullanırsam muhakkak iyileşirim, bir daha hasta olmam. Olmamalıyım. Bu benim başıma geldiyse muhakkak bir kurtuluş yolu da vardır düşünceleriyle hastalıkla ve çevredekilerle pazarlık yapılan evre. BEYNİMİZİN BİZE EN KARARSIZ OYUNU ! 5. Depresyon-Kaygı Bozuklukları Evresi: Her şey kötüye gidecek, bu hastalıkla nasıl baş edeceğim, çocuklarım var, onlara kim bakacak endişesiyle geleceğe dönük olumsuz kaygıların ve bunlara bağlı depresyonun ortaya çıktığı dönem. TÜRKİYE’DE MS HASTASI SAYISI AZIMSANAMAYACAK KADAR ÇOK. Türkiye’de MS hastası sayısı azımsanamayacak kadar çok. Ancak, ne yazık ki birçok hasta gibi hasta yakınları da bu hastalığı tüm doğrularıyla bilmiyor. Biz de bu konudaki eksik bilgileri gidermek ve doğru olduğu düşünülen yanlış bilgileri düzeltmek için Psikolog Serap Duygulu’ya danıştık. Ve aslında bu hastalıkla ilgili çok umut vaadedici çalışmalar olduğunu öğrendik. İşte en doğru ağızdan MS gerçeği ve GülüMSeten Turne Projesi. MS hastalığı tıp açısından bile hala belirsizliklerle doluyken MS hastalarının psikolojisini de iyi değerlendirmek gerekir. Her hasta hem hastalığının durumuyla, hem de kişisel tutumlarıyla doğru orantılı olarak farklı tepkiler veriyor, farklı şekilde etkileniyor. Öncelikle hastalığı reddetme, kabul etmeme, inanmama durumuyla karşılaşıyoruz. Bunu hastaların ilk tepkilerinde gözlemlemek mümkün. Ardından kabullenme ve kaygılanma durumu ortaya çıkıyor. Şimdi ne olacak, başıma neler gelecek, yakınlarım, eşim dostum duyarsa ne olur, hastalığım ilerlerse bana nasıl davranırlar, yalnız kalır mıyım gibi pek çok soru oluşuyor ve bu soruların yanıtları da genellikle olumsuz oluyor. Hastaların birçoğu hastalığını 6. Kabullenme ve Mücadele Evresi: Hastaların yardıma açık ve bilinçli oldukları dönemdir. Artık hastalıklarını tanımışlardır ve hastalıklarını hayatlarını yaşamalarının önünde bir engel olarak görmemektedirler. Kabullenmişlerdir. Tedavilerini yapan doktorların önerilerini dikkatle uygularlar, mücadele ederler, diğer hastalara yadımcı olmaya çalışırlar. Hatta hastalıklarına rağmen hayata sıkı tutunur ve elde ettikleri başarıları diğer insanlarla paylaşmaktan büyük mutluluk duyarlar. Her hastanın bu evreleri atlatma ve son evre olan kabullenme ve mücadele evresine ulaşma süreci farklıdır. Bu süreci hızlandırmak ve karşılaşabilecekleri sorunlarla daha kolay mücadele edebilmek için psikolojik destek çok önemlidir. MS hastalarının bilmeleri gereken en önemli şey, psikolojik ve fiziksel olarak bu hastalığı nasıl yönetecekleridir. Bu da ancak uzman bir ekibin takibinde kalarak başarılabilir. Doğru kişilerden doğru bilgilere ulaşabilmek, hastalığın ataklarını tanımak ve bu atakları olabilecek en iyi biçimde yönetip atlatmak, hekimlerin önerisiyle tıbbi tedaviyi düzenleyip takip etmek gibi birçok açıdan doğru adımlar atıldığında MS’in etkilerini olabildiğince kolay atlatmak mümkündür. MS Hastalarına: MS hastalığıyla ilk karşılaştığınızda bir şok yaşamanız, kaygılanmanız ve korkmanız çok doğal. Çünkü o ana kadar belki de adını bile duymadığınız bir hastalığa yakalandığınızı ve bunun ömür boyu süreceğini öğreniyorsunuz. Bu hastalığa karşı nasıl bir duygu geliştirmeniz gerektiğinin kesin kuralları yoktur ve kimse sizin ne hissedeceğinizi, nasıl karşılamanız gerektiğini belirleyemez. Hastalığa karşı tutumunuz tamamen sizin olayı algılayış biçiminize bağlıdır. Bazı MS hastaları bu hastalığa yakalanmanın kendi suçları olduğunu, kendilerine iyi bakmadıkları için başlarına geldiğini düşünebilirler ya da bir tür cezalandırıldığına inanan hasta sayısı da çok fazladır. Oysa gerçek bunların hiçbirisi değildir ve başınıza gelen hastalık tıpkı diğer hastalıklar gibi bir durumdur ve sizin suçunuz değildir. Hastalığınızı başkalarına söylemek ya da söylememek tamamen size kalmıştır. Bu size özel bir bilgidir ve gerekmedikçe başkalarıyla paylaşmak istemeyebilirsiniz. Bu son derece doğal bir durumdur. Çünkü size ait ve özel bir bilgidir. Ancak hatırlatmakta fayda var; sevinçler paylaşıldıkça çoğalır, üzüntüler paylaşıldıkça azalır. Zaman zaman MS hastalarıyla bir araya gelmek, onların bu yolculukta nasıl yol aldıklarını gözlemlemek, deneyimlerini ve başa çıkma yöntemlerini onlardan dinlemek yalnız olmadığınızı görmenizi sağlar. Hayatınızda yeri olan insanlar, yakınlarınız hastalığınızı bilirlerse size nasıl yardımcı olabilecekleri konusunda onları bilgilendirebilirseniz yardıma ihtiyacınız olduğunda doğru davranışlarda bulunabilirler ve gereksiz sorularla ya da endişelerle sizi bunaltmazlar. Herkes sizi anlamayabilir, bu da doğaldır. Onları suçlamak ya da onlara kızmak haksızlık olur. Çünkü sizi anlamaları da sizin onlara hastalığınızı doğru anlatmanızla ilgilidir. Durumunuzu saklayarak, sizi anlamalarını bekleyemezsiniz. Özellikle sizinle bir arada yaşayan aile bireylerinin beklentilerinizden farklı şekilde davranabileceğini göz önünde bulundurun. MS hastalığına uyum göstermeniz zaman alabilir, doğaldır ve acele etmenize gerek yoktur. Kendinize biraz zaman tanıyın. Hastalığın seyriyle ilgili fiziksel sorunlar konusunda doktorlarınız zaten sizi bilgilendirecek ve tedavinizi düzenleyecektir. Siz hayatınıza devam edebilir, sosyal hayatınızı sürdürebilirsiniz. Hatta bu hastalığa yakalandıktan sonra pek çok MS hastası hayatı daha dolu dolu yaşamaya başladıklarını belirtmişlerdir. Siz de sevdiğiniz uğraşları hayatınıza alabilir ve her anınızın tadını çıkararak yaşamaya devam edebilirsiniz. Psikolog Serap DUYGULU 72 73 SANAT, EĞLENCE VE SAĞLIK BİR ARADA ÜNLÜ OYUNCULARDAN MS SKEÇLERİ Proje kapsamında ünlü sanatçılar Dolunay Soysert, Özgür Ozan ve Ferdi Akarnur eşliğinde yapılan skeçlerle, hastalık konusunda önemli bilgiler eğlenceli bir yöntemle aktarılıyor. MS hakkında bilgiler, MS’li bireylerin merak ettikleri, sormak istedikleri ya da genel olarak uygulaması gerekenler sanatçıların skeçleriyle sempatik, akıcı ve komik bir şekilde aktarılıyor. MS (Multipl Skleroz) hastalığına dikkat çekmek ve MS’li bireylere yol arkadaşlığı yapmak üzere Türkiye MS Derneği ve Novartis tarafından hayata geçirilen “GülüMSeten Turne” projesi ile hastalıkla ilgili önemli bilgiler eğlenceli skeçlerle anlatılıyor. Ünlü oyuncular Dolunay Soysert, Özgür Ozan, Ferdi Akarnur tarafından sergilenen skeçler MS’li bireylerin yaşadıklarını içten bir bakış açısıyla canlandırmayı amaçlıyor. Seyirciler bir yandan eğlenirken diğer yandan hastalıkla ilgili önemli bilgiler ediniyor. Türkiye MS Derneği ve Novartis tarafından hayata geçirilen “GülüMSeten Turne” projesi yolculuğuna devam ediyor. Bir tiyatro oyunu olarak hazırlanan proje ile yıl boyunca Türkiye’nin 11 farklı şehrinde MS’li bireylere yol arkadaşlığı yapmak ve onlara en doğru bilgiyi ulaştırmak amaçlanıyor. Özgür Ozan ve Ferdi Akarnur oyun boyunca bazen beyin, bazen kalp, göz, bacak hatta ayak olarak karşımıza çıkıyor. Hastalıkla ilgili zaman zaman zorlanan, çıkmaza giren bu sevimli organlar, Dolunay Soysert’in yönlendirmeleriyle doğru yolu buluyor. Bir de uzmanlar var… Sosyal Güvenlik Uzmanı Prof. Dr. Cem Kılıç, Psikolog Serap Duygulu ve Beslenme ve Diyet Uzmanı Taylan Kümeli, beslenmeden egzersize, iş hayatından aileye, psikolojiden sosyal haklara kadar pek çok konuda görüşlerini paylaşıyor. Şimdiye kadar Samsun, Trabzon, Bursa, Ankara, Kocaeli, İstanbul, İzmir, Elazığ ve Malatya’da pek çok önemli kültür merkezinde gerçekleşen ve seyircilerden büyük ilgi gören etkinlik yalnızca MS değil, hayatın her alanında kendinizle özdeşleştirebileceğiniz birçok karmaşık duruma çözümler sunuyor. Proje ilk olarak 15 Mart 2014’te Samsun’dan yola çıktı. Burada halktan çok büyük ilgi gördü. Daha sonraki illerde ilgi giderek büyüdü. Şimdiye kadar Samsun, Trabzon, Bursa, Ankara, Kocaeli, İstanbul, İzmir, Elazığ ve Malatya’da toplantılar yapıldı ve yaklaşık 5000 kişiye ulaşıldı. Turne bundan sonra yolculuğuna Konya ve Hatay ile devam ediyor. 2015 yılında ise yepyeni iller için yola çıkılacak. MS’le ilgili büyük bir farkındalık oluşturuluyor Türkiye’de 40 bin MS’li olduğu biliniyor. Rakam yüksek olmasına rağmen hastalıkla ilgili bilincin yeterli olmadığı görülüyor. Üstelik zor teşhis edilen ve kişiye göre farklılık gösteren bir hastalık olduğundan bilgiye erişim büyük önem taşıyor. Hastalar, internet gibi çok fazla bilginin bir arada olduğu, yanlış yönlendirmeye açık platformlardan bilgi almaya çalışabiliyor. Çok farklı kaynaklardan dağınık, güvenilirliği belirsiz bilgiler edinmek hastaların karamsarlaşmasına, yanlış yönlenmesine sebep olabiliyor. Geçtiğimiz yıl Novartis ve Türkiye MS Derneği işbirliğinde MS’li bireylere doğru ve güncel bilgileri ulaştırmak, hastalıkla ilgili bilgilere kolayca ulaşmalarını sağlamak amacıyla Yol ArkadaşıMSın projesi ortaya çıktı. Proje kapsamında video tabanlı bir web sitesi olan yolarkadasimsin.com hazırlandı. MS’li bireylerin hastalıkla mücadele öykülerinden oluşan web sitesinde psikiyatr, avukat ve insan kaynakları uzmanları gibi gönüllü profesyonellerin MS’li bireylerin yaşam mücadelelerine katkı sağlayacak önemli önerileri bulunuyor. Psikiyatr, MS’li bir bireyin hasta olduğunu öğrenmesi ile başlayan psikolojik süreçleri aktarırken, bir avukat hasta haklarıyla ilgili önemli bilgileri paylaşıyor. İnsan kaynakları uzmanı ise hastanın çalışma koşulları ile ilgili bilmesi gerekenleri aktarıyor. Bunun yanında bir de Yol ArkadaşıMSın – Bir Yolculuk Kitabı oluşturuldu. Kitap 36 MS’li bireyin, kendi kalemlerinden yazdığı birbirinden güzel hikayelerden oluşuyor. Türkiye MS Derneği Hakkında: Bu projenin büyük ilgi görmesi ve MS alanında yapıcı bilgilendirmenin ne kadar önemli olduğunun fark edilmesiyle birlikte bu yıl, Yol ArkadaşıMSın çatısı altında GülüMSeten Turne projesi hayata geçirildi. Üyelerinin arasında seçkin hekimler ve MS’liler bulunmaktadır. GülüMSeten Turne projesi, MS’le bir başına kaldığını düşünen MS’li kişilere yol arkadaşlarının olduğunu söylemek için var. Uzmanların ve tiyatro sanatçılarının birlikte yer aldığı proje hastalıkla ilgili beslenme, egzersiz, psikoloji, sosyal güvenlik gibi en çok merak edilen konularda MS’li kişileri hem bilgilendirmeyi hem de gülümsetmeyi amaçlıyor. Modern iletişim olanaklarını kullanarak Türkiye’de MS Hastalığını tanıtmak ve tanı konmuş üyelerimize hastalığın her aşamasında gerek tıbbi, gerekse psikolojik rehber olmak amacıyla kurulmuş bir dernektir. Türkiye MS Derneği’nin çatısı altında karşılıklı bilgi paylaşımı, ortak projeler ve gönüllü çalışmalar yürütülmektedir. Türkiye MS Derneği diğer ülkelerce kurulmuş derneklerin de yer aldığı uluslar arası konfederasyonlarda ülkemizi temsil etmektedir. MS ile ilgili en doğru ve en güncel bilgileri almak, etkinlikleri takip etmek ve katılmak, MS’li kişilere destek olmak isterseniz, Tür- kiye MS Derneği’ne üye olabilirsiniz. 74 75 YORULMAK YOK, ACIKMAK VE ŞİKÂYET ETMEK KESİNLİKLE YOK... YALIN CÜMLELER, UYGUN SES TONU, FONDA KULAK TIRMALAMAYAN MÜZİK... İNSANIN ANLAYASI YOKSA ANLAYACAĞI GELİYOR. BU DA BİZE GÖSTERİYOR Kİ, DOĞRU ŞEKİLDE ANLATILDIĞI MÜDDETÇE, ANLAŞILMAYACAK BİR ŞEY YOK. Hazırlayan: Aydoğan YÜCE “Bizim işimiz hiç belli olmaz. Çekime ve seyahate her zaman hazırlıklı olmalıyım, bu işimin bir parçası.” Belgesel yapmaya başladığınız zaman anlıyorsunuz ki bu iş derya deniz. Belgesel çok güzel, eğlenceli ama gerçekten de çok zor bir iş. Sevenin çok sevdiği, sevmeyenin nefret ettiği bir tür izlence. Kimileri için geyik kovalayan aslanlardan, kozadan çıkan kelebeklerden başka bir anlam ifade etmez belgesel. Ancak kimileri için ise belgesel bir hayat biçimidir. Belgesellerin en önemli özelliği, iletişimde açıklık. Belgesellerde karmaşık konular basit cümlelerle, basit görsellerle desteklenip anlaşılabilir örneklerle veriliyor. Yalın cümleler, uygun ses tonu, fonda kulak tırmalamayan müzik... İnsanın anlayası yoksa anlayacağı geliyor. Bu da bize gösteriyor ki, doğru şekilde anlatıldığı müddetçe, anlaşılmayacak bir şey yok. Çok sıra dışı, ayrıca bir o kadar da güzel ve eğlendirici bir şeydir belgesel çekmek. Çekmesi, montajlaması, altyazısı, kurgusu en başta senaryosu… Zor olsa da bitince insan kendini çok farklı hissediyor. Özellikle edindiği tecrübe yanına kâr kalıyor; her ne kadar hak ettiği değeri alamasa da. İnsanı anlatan belgesellerin çekim aşaması ise gerçekten büyük emek istiyor. Düşünsenize, bir savaşa tanık olmuşsunuz… Tarifi imkânsız acılar yaşamışsınız… Birileri kapınızı çalıyor, kameraları yer- leştiriyor, ışıkları açıyor, mikrofonları düzenliyor, eşyaların yerlerini değiştiriyor, objektifler silah gibi gözünüzün içine bakıyor ve zihninizde bir ses bir şeyler anlatmanızı rica ediyor. Bunu o kadar kısa zamanda yapmaya çalışıyorlar ki, kendinizi bir ameliyat masasında hissetmemeniz ve korkmamanız için hiçbir neden yok. Burada işte belgeselci olmanın farkı ortaya çıkıyor. Olayın tanığı önce size güvenmeli, onu anladığınızı, onun duygularını paylaştığınızı hissetmeli. Sizi, kendi gibi görmeli. Yoksa ağzından tek bir cümle dahi alamazsınız. İyi bir belgeselci temasına uygun röportajları çekebilmeyi zor bir süreç olsa da başarabilir. Ersen Kıyga, bunu başarabilen isimlerden. Birçok önemli belgeselde imzası bulunan Kıyga, dünya medyasının da takip ettiği isimler arasında. Ersen Kıyga’ya belgesel hakkında merak edilenleri sorduk. Aile Dostu: Siz, belgesel aşığı bir insan olarak nasıl karar verdiniz bu işe başlamaya? Ersen KIYGA: Ben 16 yaşındayken hiç unutmuyorum babam ile o zaman NTV’de yayınlanan “Pusula Haber Programını” izliyorum, Jenerikte pusula dönüyor ve Mithat Bereket dünyayı dolaşıyor... Çok etkilenmiştim, dünyayı dolaşıp farklı insanların hikâyelerini bize anlatması benim bu mesleği seçmeme sebep oldu. O zamanlar lise bitmiş, üniversite için tercih yapmam gerekiyordu, ben de tercihimi iletişim fakültesinden yana kullandım. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandım ve okulun bir etkinliğinde tamamen tesadüfen Özer Bereket’le tanışma fırsatı yakaladım. Özer Bereket, Pusula Haber Programı’nın yapımcısıydı, aradığım kişiyi bulmuştum. Birden kendimi Pusula Ekibi’nin içinde buldum. Hem okuyor hem de dünyayı dolaşıp, yepyeni insanların hayatlarına tanıklık ediyordum. Birden kendimi Pusula Ekibi’nin içinde buldum. 2008 yılına kadar Pusula Haber Programı’nda Prodüktörlük, Arşiv Sorumlusu ve Kameraman olarak görev aldım. A.D. : İlk deneyimlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz? Neler hissetmiştiniz? Ersen KIYGA: İlk deneyimim Mithat Bereket ile hazırladığımız “Yıllar ve Yollar” adlı belgeseldi. Bu belgesel Türkiye’de ilk otobüsle yolcu taşımacılığın hikâyesini anlatıyordu. Türkiye’yi o zaman tanımıştım, Daha 18 yaşında uzun bir Türkiye turuna çıktık, Diyarbakır, Şanlıurfa, Elazığ, Mardin, Malatya gibi şehirleri yakından tanıma fırsatı buldum. Bu belgesel benim için çok önemliydi... A.D. : Çekime nasıl hazırlanıyorsunuz? Ersen KIYGA: Öncelikle yapılan işin içeriğiyle ilgili önceden bir toplantı yapıyoruz arkadaşlarla. İlk olarak mekânlarla ilgili bilgi topluyoruz, eğer zamanımız varsa çekim mekânlarını görmeye gidiyoruz. Ben belgeselin içeriğine ve akış hızına göre bir kamera belirliyorum. Kameramı seçtikten sonra, uygun objektifleri hazırlıyorum, zaten ışık setim, yaka ve telsiz mikrofonlarım, tripotum ve daha birçok aksesuarım her zaman hazır bir şekilde bekliyordur. Çünkü bizim işimiz hiç belli olmaz. Çekime ve seyahate her zaman hazırlıklı olmalıyım, bu işimin bir parçası. A.D. : Genelde bu meslekte çalışanlar uzun 76 süreli çalışma saatlerinden şikayetçi oluyor. Sizin çalışma koşullarınız nasıl? Ersen KIYGA: Gece gündüz, sabahı akşamı olmayan bir çalışma düzeni... Ama hiç önemli değil, çekimdeyseniz yani arazide o zaman problem yok, ruhunuzu o an işinize adamışsınızdır. Yorulmak yok, acıkmak ve şikâyet etmek kesinlikle yok... Bir militan gibi, hedefe odaklanırsınız. Tabi bu işime olan saygım ve sevgim ile alakalı, fakat herkesin bunu yapabildiğini de söyleyemem. A.D.: Kaddafi’nin son görüntülerini siz çektiniz. Sekiz gün süren yolculuk, gergin bekleyiş, atlatılan dünya medyası ve röportaj. Bu süreci sizden dinleyebilir miyiz? Röportaj öncesi ve sonrasında neler hissettiniz? Ersen KIYGA: 2009 yılına gelindiğinde TRT Türk’e yayın yapan One Ajans’la anlaştım. Burada birçok ülkeye seyahat etme fırsatı buldum. Bunların içinde İran, Irak, Suriye, Somali, Libya, Mısır, İsrail ve Filistin gibi sıcak bölgelerde görevlerde bulundum. 2011 yılında Tunus’da başlayan Yasemin Devrimi önce Mısır’a sonra da Libya’ya sıçrayıp tüm bölgeyi kontrol altına almıştı. Libya’da yaşanan olaylar sonucu Türkiye 2 adet yardım gemisi göndermeye karar verdi, Ankara ve Samsun Gemisi... Bu gemilerin amacı savaştan kaçmak isteyen insanları tahliye etmekti. Bize söylenen “Libya’ya tahliye olacak insanları çekmeye gidiyorsunuz, gemiden inmeniz kesinlikle yasak... “Tarih, 23 Şubat 2011. O dönem çalıştığım TRT Türk televizyonu bize üç günlüğüne Libya’ya gideceğimizi bildirdi. Libya seya- 77 hatinin nedeni, iç savaş sırasında tahliye edilen insanları haberleştirmekti. Ankara Gemisi’yle yola çıkıp aynı gemiyle geri dönecektik. Arkadaşım Mehmet Akif Ersoy ve bana verilen talimat çok netti, gemiden inmemiz kesinlikle yasaktı! Mehmet Akif’le birlikte Sarayburnu’nda demir atmış Ankara Gemisi’ne geldik. Gece yarımda hareket ettik ve kamaramıza yerleştik. Yetmişe yakın personeli bulunan gemide beş kişilik sağlık ekibi ve beş de polis vardı. Yolculuğa alışmamız çok zor oldu, deniz tuttuğu için saatlerce uyuyorduk. “Deniz tutmasının” ne demek olduğunu ilk kez öğreniyordum. Yunan adasına sığındık… Bol bol kitap okuyor, tavla oynuyor ve hatta film izliyorduk. Yolculuğun ikinci gününde “hava” diye bir denizcilik kavramıyla daha tanıştık. “Hava”, gökyüzü açıkken, denizdeki ani rüzgâr değişikliğiyle meydana gelen fırtınaydı ve bu durum mürettebatı tehlikeye atabilirdi. Keza “hava”ya yakalandık ve Yunanistan’ın güneyindeki bir adaya sığındık. Fırtına altında adada tam iki gün geçirdik, yeniden yola çıktık ve Trablus’a varmamız sekiz günü buldu. Yolculuk boyunca televizyonlardan sürekli haberleri izliyorduk, gördüğümüz manzara Libya’da bir kaosun olduğuydu. Trablus’ta hayat devam ediyordu… Türkiye, kaostan kaçmaya çalışan 25 bin vatandaşının tahliyesi için gemiler gönderiyordu. Sabah saat 06.00 sularında bir anonsla uyandık ve hemen güverteye koştuk. Başkent Trablus, bütün görkemiyle gözümüzün önündeydi. Gördüklerimiz televizyonda izlediklerimize hiç benzemiyordu. Arabalar şehir içinde hareket ediyor, insanlar sahilde dolaşıyordu; velhasıl hayat devam ediyordu. Gemimiz Trablus limanına yanaştıktan sonra demir kapılar açıldı ve içeriye silahlı gümrük görevlileri girdi. Yanlarında Libyalı askerler de vardı. Gemide bulunan herkesin pasaportunu kontrol eden görevliler, kimsenin karaya inmemesi için uyarı üstüne uyarı yaptı. Silahlı polisler etrafımızı sardı… Ancak bizim gemide düşünecek çok fazla zamanımız olmuştu ve kararlıydık. Geminin etrafında sivil polisler bizi izliyordu. Kamera ve ekipmanlarımızı kamarada bırakarak merdivenlerden yavaş yavaş aşağıya indik, hedefimiz sivil polislerle konuşup diyalog kurmaktı. Mehmet Akif de ben de Arapça konuşabiliyorduk. En azından derdimizi daha rahat anlatabilirdik. Aşağıya iner inmez silahlı polisler hemen etrafımızı sardılar, tepkileri çok sert oldu ve bizden derhal geri gitmemizi istediler. Bizimle İngilizce konuşuyorlardı, biz onlarla Arapça seslendik. Buradaki hayatın gayet normal göründüğünü ifade edip sadece yarım saat çekim yapıp gemiye dönmek istediğimizi aktardık. Seyid Ayşe’nin rolü Talebimiz üzerine Basın ve Enformasyon Bakanlığı’ndan Seyid Ayşe isimli bir kadınla görüştürüldük. Seyid Ayşe’nin tavrı polis- lere hiç benzemiyordu. Bize yalnızca yarım saat değil, istediğimiz kadar burada ağırlanabileceğimizi söyledi. Bu sözler üzerine hemen gemiye koşup ekipmanlarımızı aldık ve bir arabaya bindik. Araba Trablus’un içine doğru giderken, tahliye için gemiye bindirilen insanları gördüm. Libya’dan kaçmak isteyen insanlar, sıraya dizilmiş, günlerdir bekledikleri umut yolculuğuna çıkmak için sabırsızlanıyorlardı. Beş kez araç değiştirdik Trablus’un içinde her yarım saatte bir araç değiştirdik ve bu durum beş kez tekrarlandı. Artık gece yarışı olmuştu ve sonunda bizi bir otele yerleştirdiler. Sabah uyandığımızda Türkiye’den bir firmanın yaptığı ünlü Rixos Oteli’ne götürüldük. Libya’daki tüm uluslararası basının karargâhı olan otelde yaklaşık 300 gazeteci kalıyordu. Bizi otele getirenler, dönemin Libya Basın ve Enformasyon Bakanı ve aynı zamanda Hükümet Sözcüsü Dr. Musa İbrahim’le tanıştırdı. Hemen sözcüyü canlı yayına aldık. Yayın sonrası Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’yle özel röportaj yapmak istediğimizi ilettiğimiz Dr. Musa İbrahim, bize gülümsedi, kafasını salladı ve gitti. Sabaha kadar süren bekleyiş Otelde konuştuğumuz bütün Libyalılara buraya Kaddafi’yle röportaj yapmaya geldiğimizi anlatıyorduk. Biz derdimizi anlatmaya devam ederken ısrarımız sonuç verdi, Enformasyon Bakanı Dr. İbrahim bize “yarın sorularınızı hazırlayın, basın kartlarınızla birlikte pasaportlarınızı da hazırlayıp ge- tirin” dedi. Beklediğimiz haberi almıştık, hemen odalarımıza gittik ve heyecanla soruları hazırlamaya başladık. Birkaç gün sonra Muammer Kaddafi’nin röportaj talebimizi kabul ettiği haberi geldi. Haberi herkesten saklamamız gerekiyordu ve biz çok mutluyduk. Otelde çalışan Eser’den bir ricada bulunduk, kıyafetlerinden iki takım elbiseyi bize verebilir miydi? Eser bizi kırmadı ve biz otel personelinin giydiği takım elbiseleri üstümüze geçirip beklemeye koyulduk. Sabahın ilk ışıklarına kadar gözümüzü kırpmadan bekledik, hiçbir ses seda yoktu. Birkaç saatlik uykudan sonra hemen otel resepsiyonuna gittik ve yetkilileri beklemeye başladık. yamadan “Seyidimiz bu koltukta oturacak” sözünü işittik. Karşı çıkmam gerekiyordu: “Bu olmaz, rica etsem daha küçük ve dirsekleri olmayan bir sandalye daha iyi olur” dedim. Küçük bir sandalyeyi işaret ettim ancak görevliler hemen karşı çıktı. Aldığım yanıt “liderimiz bu sandalyede oturmaz” cümlesiydi, tahta benzeyen kocaman koltuğu önüme koydular. Hazırlıklar tamamdı ancak Kaddafi ortalarda görünmüyordu. Otelde kalan dünya basını röportajı öğrenmişti ve ajanslar haberi geçmişti. Akşama kadar bekledik, artık tam ümitsizliğe kapılıyorduk ki bir gürültü koptu, bağırış çağırış içinde sloganlar duyuldu. Röportaj yerini seçtim Saatler 23.00’ü gösteriyordu, duyduğumuz sesler Kaddafi’nin geldiğine işaret ediyordu ve o an Mehmet Akif’le göz göze geldik, içimden “geliyor” dedim. Bulunduğumuz yerden otelin koridoru görünüyordu, bir basın ordusunun etrafını sardığı Kaddafi bize doğru yöneldi, perdeler kapandı ve diğer gazeteciler dışarıda kaldı. İlk sorusu “çekimi nerede yapacağız?” oldu. Nihayet Libyalı görevliler kapıdan girdi ve bizden önceki gece için özür diledi. Bize başka bir teklifleri vardı, o gün ya da ertesi gün uygun olduğumuzda röportajı yapabilecektik. Yeniden odamıza çıktık ve gergin bekleyiş burada sürdü. O sırada telefon çaldı ve resepsiyona inmemiz istendi. Neredeyse koşarak aşağıya indik ve röportajı o gün yapabileceğimiz bilgisini aldık. Bize röportaj için otel içinde birkaç yer gösterdiler. Odayı ben seçtim, bu sırada cep telefonlarımız elimizden alındı, kamera ve ekipmanlar eğitimli köpekler tarafından kontrol edildi. Kaddafi’nin tahtı taşınırken Biz odayı çekime uygun hale getirmeye çalışırken, görevliler ellerinde koca bir koltukla kapıdan girdi. Daha ne olduğunu anla- İçimden “geliyor” dedim Tahttan kalkıp sandalyeye oturdu İçeriye girdik, kamera kayıttaydı ve bize “neden bu koltukta oturuyorum da siz sandalyedesiniz?” diye sordu. “Aramızda hiçbir fark yok” diye devam etti ve koltuktan kalktı, Akif’in oturduğu sandalyenin aynısını aldı ve üstüne oturdu. Benim bütün çekim planım bozulmuştu, kayıttan çıkmadım, ışığımı ve bayrağın yerini değiştirdim. Yaka mikro- 78 fonunu takmak için yanına yaklaştım. “Hoş geldiniz, nasılsınız?” dedim, o da “ne güzel Arapça biliyorsunuz. Bu röportaj çok anlaşılır olacak, çevirmene gerek yok” dedi. 45 dakika süren röportajın ardından yan yana durup hatıra fotoğrafı çektirdik. Deklanşör sesini duyduğum anda bu karenin çok meşhur olacağı elbette aklıma bile gelmemişti. Ve takvim yaprakları 9 Mart 2011’i gösteriyordu…” A.D.: Hiç bu mesleği bırakmak istediğiniz anlar oldu mu? Ersen KIYGA: Hiç bir zaman aklımın ucundan dahi geçmedi, sadece şunu söyleyebilirim, sırf iyi bir üniversiteden mezun olup bir kaç dil bilip kameramanlığı stüdyodaki 79 kameraman arkadaşlar gibi görüp, vizyon sahibi olmayan yöneticiler beni çok ciddi hayal kırıklığına uğrattı, fakat bu gelişmeler dahi hiç bir zaman mesleğime olan tutkumun azalmasına sebep olmadı. Çok güzel bir deneyimdi ve böyle devam etmesini umut ediyorum. Okuduğum, mezun olduğum okuluma bir gün ders vermek için gitmek çok gurur verici bir durumdu. Marmara Üniversitesi’nde Ersen Kıyga’yla Kamera Atölyesi yaptık. Kameranın anatomisi, çekip planları, kompozisyon, ses ışık ve kendi tecrübelerimi öğrencilerle paylaştım. Öğrenciler bu atölye çalışmasından gayet memnun ayrıldılar... Bu atölye çalışmasının bir ders olarak anlatmayı çok istiyorum, bunun için gerekli çalışmaları yapıyorum. A.D. : Belgesel yapımcılığını bir hayat biçimi olarak seçmeyi planlayan kişiler için neler önerirsiniz? Bu uzun ve meşakkatli yolda tavsiyeleriniz nelerdir? Ersen KIYGA: Doğru zamanda doğru insanlarla tanışıp fırsatları değerlendirmeleri gerekiyor. Sabırlı olmak çok önemli, bu iş sessizin sesini duyurabilme sanatı, bunun bilincine varmak çok önemli... Heyecanlı ve istekli olmanız sizi bu sektörde ayırır, sektörden isimlerle tanışın ve tanıştığınız isimlerle iletişimde kalın. 80 ERKAN ŞAMCI’dan DOĞAL TARİFLER 81 Bu hijyen ürünleri vücudumuzda bizleri koruyan tüm bakterileri de öldürdüğü için bizi yaşama karşı savunmasız bırakıyorlar. Yani korkutulduğumuz şeyler aslında sağlığımız için gerekli olan şeyler. Ama ne yazık ki bu ürünlerin büyük firmalar tarafından satılması hatta çoğunun eczane ortamında satılması insanlara bir güven veriyor.” Sonuç olarak doğru bilinen bu yanlışları daha fazla sürdürmemek adına özellikle ev temizliğinde işimize yarayacak değerli bir çok bilgi bu sayımızda da yerini alıyor. z Halı ve Koltuk Lekeleri: Bir miktar sıcak su, oksijenli su, kolonya Bütün malzemeler karıştırılır (miktarlar silinecek bölgeye göre ayarlanmalıdır). Bu su ile koltukta – halıda oluşan lekeleri ile pastel boya lekeleri kolaylıkla temizlenmektedir. Üstelik sağlığımız zarar görmeden.. z Mobilyanın Toz Toplamaması İçin Mobilya Cilası: 1 çay bardağı zeytinyağı, 1 limon suyu Bu malzemeler karıştırılır ve bir bez yardımıyla mobilyalar silinir. Bu malzemenin mobilyaya tozun yapışmamasını sağlamaktadır. Her şekilde sağlığa zararlı olan mobilya cilaları yerine doğal olan bu karışım en doğru seçim olacaktır. z Pas Lekesi İçin: Paslı olan yere limon suyu sürülür ve daha etkili olması için tuz dökülür. 2-3 dakika bekletildikten sonra silinir. z Çamaşırlarda Yumuşatıcı, Bulaşıklarda Parlatıcı Yerine Sirke Kullanılabilir: Çamaşırların durulama suyuna gül suyu ekleyerek kötü kokulardan arındırabilirsiniz. Kül suyu elde ederken oluşan tortu seramik yüzeylerin temizlenmesinde kullanılabilir. O kadar keyifli ve sürükleyiciydi ki geçen sayıda sayfalara sığdıramadık Sn. Erkan ŞAMCI ile sohbetimizi. Daha sağlıklı veya daha hijyenik olmak adına günlük hayatımızda yaptığımız yanlışları bir kez daha fark ettik, kıymetli tavsiyeleri sayesinde. Oysa daha temiz olmak adına bir çok kez zehirliyoruz ailemizi ve kendimizi. Kendini “ben şehirli bir ziraatçıyım” diye tarif eden Erkan ŞAMCI gerek televizyonlarda gerekse yazılı basında elinden geldiğince uyarıyor bizleri. Değerli bilgileriyle bizi her gün biraz daha bilinçlendirmeye çalışan Sayın Erkan ŞAMCI’nın bir çok evin ortak “takıntısı” olan hijyen ile ilgili sözlerini anımsayacak olursak:” Hijyen normal koşullarda, normal insanların ya da yaşam ortamının, evin bir sorunu değildir. Hijyen sadece ameliyathanelerin sorunudur. Orda insanların vücudu açılır, vücudumuzu koruyan derinin koruması kalktığı için ortamda gerçekten hiçbir mikrop, virüs, bakteri, mantarın olmaması lazım. Dolayısıyla hijyen ihtiyacı vardır. Eğer öğlen, mutfak masanızda açık kalp ameliyatı yapmayacaksanız hiçbir ev kadınının hijyenle işi olmaması lazım. “Kül suyunu nereden bulacağız?” diyenlere ise çözüm basit. Hemen her fırın odun yakıyor ve çıkan küller çöpe atılıyor. İsteyenler, fırınlarla konuşup küllerini alabilirler. Böylelikle doğaya ve sağlığınıza zarar vermeyecek ve bütçenize de katkı sağlamış olacaksınız. z Doğal Çamaşır Deterjanı: Özellikle küçük çocuğu olan ve astım hastası olanların kullanmalarını tavsiye ettiği formül şöyledir; 1 ölçü boraks, 1 ölçü çamaşır sodası, yarım ölçü karbonat. İstenirse bir ölçü doğal zeytinyağı sabunu rendesini de ekleyebileceğiniz bu malzemeleri çamaşır makinenizin deterjan gözüne koyun ve makinenizi her zamanki gibi çalıştırın. z Renkli Çamaşırlarda: 2 ölçü doğal zeytinyağı sabunu rendesi, yarım ölçü çamaşır sodası, yarım ölçü boraks ve çeyrek ölçü karbonat kullanılmalıdır. Boraks; su, oksijen, sodyum ve bordan oluşan bir mineraldir. Antiseptik, antifungal, antibiyotik özellikleri sayesinde güçlü bir dezenfektandır. z Genel Temizlik Maddeleri Yerine: 1 litre sıcak suyun içine 1 yemek kaşığı karbonat, 1 tatlı kaşığı boraks, 1 çay kaşığı arap sabunu, birkaç damla portakal, limon ya da lavanta yağı, 1 çay bardağı sirke iyice karıştırılır. Püskürtme özelliği bulunan bir şişenin içine konulduktan sonra her yerin tozunu bu karışımla alıp her türlü genel temizlik için kullanabilirsiniz. 82 83 SÖYLEŞİ KEREM POYRAZ KAYAALP “Bir gün yaşlı bir teyze beni bir yerden tanıdığını söyleyince ona dizinin Berat’ı olduğumu söyledim. Mümkün değil olamazsın. Çok kötü bir adam o, sen baya düzgün suratlı nur yüzlü bir adamsın.” dedi bana. “Oyunculuk olarak baktığınız zaman kötüyü oynamak çok zevkli. Hayatınız boyunca asla olamayacağınız kadar kötüyü oynuyorsunuz. Çünkü ben hayatta bu kadar kötülük yapabilecek insanların varlığına inanmak bile istemiyorum. Hayatınız boyunca kullanmayacağınız mimiklerinizi kullanıyorsunuz. Bu da tuhaf bir duygu.” “ Bazen sokakta yanımdan geçerken bazen de özellikle bana ulaşarak söylüyorlar “ hiç utanmıyor musun yaptıklarından” diye. Berat’ı hiç sevmediklerini ama tanışıp birkaç cümle konuştuktan sonra benim hiç de kötü biri olmadığımı söylüyorlar. Kötü karakter oynamanın tek sıkıntısı bu aslında, izleyicinin beni tanımadan önceki kısmı”. İzmirli, genç ve başarılı bir oyuncu Kerem Poyraz Kayaalp. Daha önce de Derin Sular, Hayat Apartmanı gibi bir çok dizi ile ekranlarımıza misafir olan bu gelecek vadeden genç yetenek, bir süredir de Beni Affet’in Berat’ı olarak çıkıyor karşımıza. Kerem Poyraz Kayaalp’le hayatı ve kariyeri üzerine sıcacık bir sohbet gerçekleştirdik. Aile Dostu: Sizi daha iyi tanımak adına oldukça klasik bir soruyla başlamak istiyorum. Kimdir Kerem Poyraz KAYAALP? Kerem Poyraz KAYAALP: 1982 İzmir doğumlu ve ilk, orta, lise dönemini İzmir’de geçirmiş, ilk üniversite deneyimi Ziraat Mühendisliği olan ve dört yıl Adnan Menderes Üniversitesinde ziraat mühendisliği okuduktan sonra son sınıfta ben artık bunu yapmayacağım diye ani bir karar alıp okulu bırakarak konservatuar sınavına giren bir adam. Ziraat Mühendisliğinin dördüncü sınıfındayken konservatuar sınavına girdim. Kazandım. Hemen arayıp anneme söyledim, ağladı, çok üzüldü İstanbul’a gideceğim diye. Ama daha sonra annem de babam da çok desteklediler sağ olsunlar. Sonra İstanbul konservatuar dönemi başladı, bitti. Ardından da küçük küçük televizyon dizileri, tiyatro oyunlarında oynaya oynaya bu günlere geldim. A.D. : Peki bu oyunculuk isteği hep içinizde var olan bir şey miydi yoksa sonradan mı çeldi aklınızı? Kerem Poyraz KAYAALP: Vardı vardı aslında ama şöyle bir şey de oldu. Bu sevdiğim bir hikayedir: Benim bir arkadaşım sinema televizyon bölümünde okuyordu. Ben de hep onun yanındaydım. Onun evinde kalıyordum. O İzmir’de okuyordu, ben Aydın’da ama okula gitmeyip onunla kalıyordum. Ailemin haberi yoktu tabii, onlar beni İzmir’de zannediyorlardı, ben sinema televizyon kantininde takılıyordum. Sonra sinema televizyon, kısa filmler çeker biliyorsunuz. Bana dediler ki gel sen bir oyna bakalım şu filmde. Bir tanesinde oynadım. Sonra dediler ki sen şunda oynamışsın gelip bizimkinde de oynar mısın? Tamam dedim falan derken bir arkadaşım tez filminde oynatmak istedi beni bitirme tezinde. Filmi izleyen hocalardan bir tanesi bu çocuk oyuncu mu diye sormuş benim için. Sonra arkadaşım bana gelip, yahu hoca bile senin için böyle böyle dedi. Sen bir git sınavlara falan gir istersen dedi. Ben de sınava girdim. ve böylece başladı. 800-900 kişinin içinden ilk on kişi içine girerek kazandım ben bu sınavı ve bu da bana kendimi çok iyi hissettirdi. Kendime güvenimi getirdi. Ki zaten konservatuar süresince 84 85 Müthiş bir aileye sahibim ben. Annemin ve babamın öğüdü hep kulağımdadır: “İster dünyaca tanınmış bir müzisyen ol ister dünyanın en iyi oyuncusu ol insan olamadıktan sonra hiçbir işe yaramaz”” oluşan bir alt yapı oldu. Kısacası oyunculuk yapmak için gereken özveride bulundum ve çok şükür buralara geldim. A.D. : İzmir, kolay kolay bırakıp gelinecek bir şehir değil. Zor olmadı mı? Kerem Poyraz KAYAALP: Bu çok güzel bir soru gerçekten. İzmir ve İstanbul. İkisine de aşığım ben. Hayatımın en güzel dönemleri İzmir’de geçti. İnsana yaşama sevinci veren bir şehir. Ama oyunculuk yapıyorsanız mecbursunuz İstanbul’da yaşamaya. Ben bunu düşünürken bundan dört sene önce Ankara’ya geldim. Ama daha geçenlerde bir itirafım oldu arkadaşlarıma, “ben galiba Ankara’yı da çok seviyorum” dedim. Çünkü Ankara’nın sakinliği de düzeni de çok güzel. Ve bu kolay yaşam da çok da kolay vazgeçilebilecek bir şey değil. A.D.: Peki mühendisliği bırakıp oyunculuğa geçmenize ailenizin tepkisi ne oldu? Kerem Poyraz KAYAALP: Ben aslında orta okuldan beri müzikle de uğraşıyordum. Annem babam benim bu tarz sanat dallarıyla ilgilenmemi hep desteklemişlerdir. Ben babamın eski gitarıyla gitar çalmaya çalışırken, babam bunu görmüş. Hemen gidip bana yeni bir gitar aldı ve dedi ki “eğer çalacaksan bununla çal, bununla öğren.” Yani beni hep desteklediler bu konuda. Ama tabi ziraat mühendisliğinde dört sene okumuştum “en azından bitir bari” dediler ama konservatuar sınavına girip kazandıktan sonra ve bu kadar zor bir sınavda o kadar insanın içinden beni seçtiklerini öğrendik- lerinde tamam deyip sonuna kadar destek oldular. Müthiş bir aileye sahibim ben. Babam bana hep “nasıl mutlu olacaksan öyle yaşa” dedi. Annem ilk etapta dizinin dibinden ayrılacağım için bir hayli üzülmüştü ama şimdi televizyonda gördüğünde en fazla o mutlu oluyor. A.D. : Daha önce de bir çok dizide oynadınız; Hayat Apartmanı, Derin Sular gibi. Ama oralarda daha farklıydı sanki canlandırdığınız karakterler. İlk defa “Beni Affet” dizisinde mi kötü bir karakteri oynuyorsunuz? Kerem Poyraz KAYAALP: Ben, Beni Affet’ten hemen önce İzmir’de çekilen Derin Sular dizisinde İskender karakterini oynadım. Orada, Berat ile uzaktan yakından ilgisi olmayan tamamen üç kağıtçı özünde, sokakta annelerin “aman oğlum bu çocukla görüşme” diyeceği bir karakteri oynuyordum. Biz onu hocalarımızla birlikte biraz da komik bir hale getirmiştik. Belki de hayat onu oralara getirmişti. Ama ilk defa bu kadar çok kötülük yapan bir adamı “Beni Affet” de oynadım. Hayat Apartmanı’nda Kayserili zengin bir babanın üniversite okuyan haylaz oğlunu oynuyordum ki o da komik bir karakterdi. Yani hep iyi tiplerdi. İlk kez bu kadar kötüyü oynuyorum yani. Hatta küçük bir anım var bununla ilgili. Bir gün köpeğimi gezdiriyorum parkta. Yaşlı bir teyzeyle sürekli denk geliyoruz. Her seferinde beni şöyle bir süzüyor. Bir gün bana “Oğlum ben seni bir yerden tanıyor gibiyim“ dedi. “Teyzeciğim Beni Affet dizisinde Berat’ı oynuyorum” dedim. “Olamaz öyle şey” dedi “O he- rif şerefsizin teki, sen baya düzgün suratlı nur yüzlü bir adamsın “ İnsanlar böyle görüyorlar. Sen temiz yüzlü bir çocuksun kötü karakteri oynayamazsın diyorlar. A.D. : Çok kısa da Berat’tan bahsedelim mi? Duygusal bir kötü o değil mi? Kerem Poyraz KAYAALP: Berat aslında hiçbir zaman kötü olmayı istemedi. Ama ilk sezondan beri Handan yüzünden yapmak istemediği şeyler yaptı. Aslında saf bir adam Berat ve Handan da bunu çok güzel kullandı. Ama Handan öldükten sonra yaptığı bütün kötülükler Berat’ın üzerine kaldı. Kimseye bir şey de yükleyemedi. Bana o yaptırdı diyemedi. Yaptığı kötülüklerden kurtulmak isterken bir sürü yalan söyledi ve bu yalanlar onu daha büyük yalanlara sürükledi. İnsanların gözünde artık mimlenmişti ve ne yapsa temizleyemeyecekti. O da madem düzeltemeyeceğim bari istediğim şeye ulaşayım diye devam etmek zorunda kaldı. Tüm çirkinliklerine rağmen aslından iyi de bir adam. Yani ona deseler ki al sana Bahar, ama bundan sonra karıncayı bile incitmeyeceksin, seve seve kabul eder kesinlikle. A.D. : Sokaktaki insanların Berat yüzünden size tepkisi nasıl? Kerem Poyraz KAYAALP: Berat hiç sevilmiyor. Ama bu güne kadar dört beş kez şunu duydum: “Bırak onları, sen iyisin. Bahar bile sana yakışmıyor. Sen daha iyilerine layıksın” diyenler oldu. Demek ki dizinin en başından bu adamı anlayan insanlar olmuş. “Kısacası oyunculuk yapmak için gereken özveride bulundum ve çok şükür ki buralara geldim.” Ama tabii sokaktan geçerken “aman bırak bırak şunu” deyip yanımdan geçenler de var. Çocuklarını yanaştırmayanlar var yanıma. Dizi setine gelip herkesle fotoğraf çektirip özellikle benimle çektirmeyenler var. Yan yana görünmemek için falan. Bunlar uç izleyiciler, kendini gerçekten diziye kaptırmış olanlar. Bir de Berat’ın bir karakter olduğunu bilip ona göre yaklaşanlar var. Beni gördükleri zaman çok güzel tepkiler verenler de var. Ama yine de araya sıkıştırıyorlar “ama bu kadar da kötülük yapmasan aslında” diye. A.D. : İyiyi oynamak kolay galiba, kötüyü oynamak zor değil mi? Kerem Poyraz KAYAALP: Zor ama zevkli. Oyunculuk olarak baktığınız zaman kötüyü oynamak çok zevkli. Hayatınız boyunca asla olamayacağınız kadar kötüyü oynuyorsunuz. Çünkü ben hayatta bu kadar kötülük yapabilecek insanların varlığına inanmak bile istemiyorum. Hayatınız boyunca kullanmayacağınız mimiklerinizi kullanıyorsunuz. Bu da tuhaf bir duygu. İyiyi oynamak bazen insanı sıkıyor. Sürekli iyi sürekli iyi. Bir de şuna inanamıyorsunuz belki bu kadar kötü insan olabilir hayatta ama bu kadar saf ve iyi insan olamaz. O yüzden bazen insan kendi oynadığı karaktere bile inanamıyor iyiyi oynarken. Mesela Kemal, adam süperman, heman, harika bir dedektif, herkesi bulur çıkarır. Berat, yirmi kişiyi tek başına döver, sonra Kemal gelir Berat’ı döver. Bu nasıl bir güç dengesizliğidir. Ben yirmi kişiyi dövebilen bir insansam iki tane de vu- rabileyim mümkünse. Adam beni tek eliyle havaya kaldırıp tokatlıyor. Yani bu kadar iyi insan yok hayatta. Bu kadar sabır, iyi niyet… A.D. : Peki bu kadar tanınıyor olmak nasıl bir duygu? Kerem Poyraz KAYAALP: Vallahi tanınmak çok güzel bir şey, muhteşem bir şey. Ama hayatınızın önüne geçirmediğiniz sürece güzel. Mesela ben bir köyün muhtarı olsam o köyde herkes beni tanırdı. Ve nasıl muhtar, herkes onu tanıdığı için kasılarak gezmiyorsa bir oyuncu olarak da bu böyle olmalı. Bu konu benim için çok önemli çok iyi oldu bunu sorduğunuz. Tanınmak dünyanın en güzel duygularından bir tanesi. Ben konservatuara girdiğimde sağ olsun hocam Müjdat Gezen şöyle demişti: ”Tanınmak ve para kazanmak işinizin yan etkisidir. Sakın bunlara kapılmayın. Bunlar, sizin hayatınızı ve karakterinizi değiştirmez.” Ben de onun bu lafını kulağımın arkasında tutuyorum. İnsanların tanıması çok güzel ama hayattaki hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bir de şöhret neye göre ve kime göre şöhret? Sadece tanınmaktan dolayı insanlara tepeden bakmayı kendinizde hak olarak 86 görüyorsanız çok zavallısınız maalesef. Atomu parçalayıp, insan neslinin devamı için bu kadar önemli bir şey yapıyorsunuzdur, bir nebze haklısınızdır kasılmakta belki ama bir dizide on bölüm oynadınız diye ya da internette göründünüz ve biraz bilindiniz diye tepeden bakmak gerçekten çok zavallıca bir durum. Çünkü yarın bir gün kimsenin sizi anımama ihtimali de var. Ben şimdi bu dizide oynuyorum, bir yıl hiçbir dizide oynamasam kimse beni hatırlamayacak ya da şöyle hatırlayacaklar: “Sen, bizim bakkal abinin oğlu değil miydin ya?” Ve daha sonra bu psikolojideki insanların durumu çok vahim oluyor işte. Odalara kapanmalar, ben buydumlar, ben şuydumlar… Böyle düşünmemin bir sebebi de annem babam aslında. Çünkü bana annem babam hep şöyle öğüt verdiler: “İster dünyaca tanınmış bir müzisyen ol ister dünyanın en iyi oyuncusu ol insan olamadıktan sonra hiçbir işe yaramaz”. Kısacası benim arkamdan çok yetenekli demesinler de çok iyi bir çocuk desinler benim için daha makbul. A.D. : Peki sinema projeleriniz var mı, olacak mı? Tiyatro yapıyor musunuz? 87 Kerem Poyraz KAYAALP: Allah kısmet ederse bu yaz bir şey var konuşulan ama henüz net değil. Net olmayan bir şey için de çok fazla konuşmak istemiyorum. Ama netleşirse mutlaka haberiniz olur. Tiyatro yapıyorum. Konservatuarın 2. Sınıfından beri hiç bırakmadım. “Ayıp Ettik” diye bir oyunda oynuyorum. Bu sekizinci senesi hatta dokuza girdik. Ben konservatuarda öğrenciyken, Mustafa Uğur Yağcıoğlu beni yazdığı bir oyuna aldı ve ben o oyun sayesinde şu anki Kerem Poyraz Kayaalp veya Beni Affet’in Berat’ı oldum. Bir oyunculuk kariyerim olduysa Uğur’un desteği büyüktür. Bu oyuna girmem hayatımda bir çok şeyi değiştirdi. Mesela 23 Ekim’de İstanbul’da oyunumuz var. Ankara’da da turne mutlaka olur. A.D. : Sizin takip ettiğiniz diziler var mı? Severek izlediğiniz veya belli bir karakteri çok beğendiğiniz diziler var mı? Kerem Poyraz KAYAALP: Türk dizilerinden aslında baştan sona bitirebildiğim yok. Çünkü çok uzun oluyorlar. Biz de işimizden dolayı çok fazla takip edemiyoruz. Ama son zamanların en iyi işlerinden bir tanesi Ulan İstanbul. Gerçekten çok güzel bir iş. Bütün oyuncularını teker teker çok beğeniyorum. Sonra kendi şehrimin dizisi olan Benim Adım Gültepe muhteşem bir iş olmuş. Hepsi özenle seçilmiş oyuncular ve çok iyi bir senaryosu var. Ama ben daha çok yabancı dizi seyrediyorum. Onun sebebi de bu dizilerin 20 dakikalık olması. Bir oturuşta dört beş bölüm izleyebiliyorsunuz. O da çok iyi hissettiriyor kendini. Ama hayatım boyunca vazgeçemeyeceğim bir dizi varsa o da “Friends”. On sezonunu falan bitirdim herhalde, tekrar tekrar da izlerim. Karakterlerin hepsi benim arkadaşım gibi oldu artık. O kadar çok izledim ki. Çok seviyorum bu diziyi. Çünkü işin içinde arkadaşlıklar var, küçük aşklar var; entrika yok, nefret yok, kin yok sadece güzel şeyler var. Her bölümde hem gülüyorum hem de sonunda hafiften bir gözlerim doluyor mutlaka ve o duyguyu seviyorum ben. Sonra “How I Met Your Mother” çok muhteşem. En son bir hafta kadar önce “Fargo”yu bitirdim. Onun dışında sinema filmi izlemeyi seviyorum daha çok. A.D. : Gelelim hayran sorularına: Kaç yaşındasınız, evli misiniz, çocuğunuz var mı? Kerem Poyraz KAYAALP: Ben 1982 doğumluyum. 32 bitiyor 33’e gireceğim. Şu an hala kağıt üzerinde evliyim. Çocuğum yok. Efe adında bir köpeğim var. Kocaman ama dünyanın en tatlı şeyi. Efe adından 16 aylık bir köpeğim var. A.D. : Müzisyen bir tarafınız da var galiba. Biraz ondan bahseder misiniz? Kerem Poyraz KAYAALP: Benim babam çocukluğumda elinde gitarla evde dolaşan bir adamdı. Gençliğinde gitar çalmış bir adammış. Böyle bir evde büyüdüm zaten. Ve babam benim de heves ettiğimi görünce daha iyi bir gitar aldı bana. Ben de işte o dönemler orta okul yıllarında bir şeyler yapmaya çalıştım. Hiçbir zaman kopmadım müzikten. Konservatuarın ilk günlerinde tanıştığım Emin diye bir arkadaşım var. Halen çok iyi arkadaşımdır. Bir grup kurduk onunla. Ben bas gitar çalmaya başladım. Çünkü o çok iyi bir gitarcıydı. Bir davulcu bulduk, bir vokal bulduk. Sonra iş biraz ciddiye binmeye başladı. Para kazanmaya başladık. Sonra kendi bestelerimiz oldu, onlarla albüm yapalım istedik. Ama o albüm bir türlü olmadı çünkü ne yeteri kadar çevremiz vardı ne de yeteri kadar girişken insanlardık bu konuyla ilgili. Müzik dünyası hakkında hala çok bir şey bilmiyorum açıkçası. Sadece çalıp söylüyoruz. Ama hala o bestelerimiz duruyor ve hala Emin benim en yakın arkadaşım yarın bir gün ne olacağı belli olmaz bir albüm çıkartabiliriz belki de. Grubumuz hala duruyor yani. Grubun şu anki adı: Her Dem Feza. Emin Temel, Emre Temel ve ben bu grubun ayrılmaz parçalarıyız. 88 89 HER YAŞIN BİR GÜZELLİĞİ VAR PEKİ YA SIKINTILARI BEDEN KİTLE İNDEKSİNİZ DOĞRU KİLODA OLUP OLMADIĞINIZI, BEL ÇEVRESİ ÖLÇÜMÜNÜZ İSE FAZLA YAĞLARIN NERELERDE DEPOLANDIĞINI GÖRMENİZ İÇİN ÇOK KOLAY İKİ KLAVUZ. ÜSTELİK EVDE SADECE BİR BASKÜL VE BİR MEZURA İLE… Hem erkeklerde hem kadınlarda sıkça rastlansa da bu sinsi hastalık her yaş grubu kadın için çok daha fazla risk taşıyor. Yeni bir yaş aldığımız her yılın keyfi, içinde bulunduğumuz yaşa göre değişir. Eğer on beş yaşındaysak bir an önce yirmileri görmeyi dileriz, eğer yirmili yaşlarımızdaysak büyük bir keyifle geçirdiğimiz günlerimizde sanki hiç gelmeyecekmiş gibidir otuzlar. Bir zamanlar orta yaş sınıfına soktuğumuz otuz beşimize geldiğimizde şaşkınlıkla hiç de orta yaşlı olmadığımızı görürüz. Ve kırklarla beraber içimizi itiraf edemediğimiz buruk bir huzursuzluk kaplar. Çünkü seneler hiç de eskiden olduğu gibi yavaş ilerlemiyordur artık. Yirmi beşimizde giydiğimiz bir tşörtü artık giyemediğimizi fark etmenin verdiği tatsızlık dışında hissetiğimiz yaş en fazla otuzdur aslında. Biz bunlara hayıflanırken akıp giden zaman göz açıp kapayıncaya kadar taşır bizi ellilerimize. Ve işte o zaman keyif almaya başlarız belki de yaşamaktan. Büyümek, kendini ispatlamak ve yaşlanmak telaşı olmadan… Yaşlanmak güzel gerçekten. Çünkü yaşadığımız her gün biraz daha olgun, biraz daha bilge yapar bizi. Ve biraz daha olumlu bakmamızı sağlar her şeye. Bu bilimsel olarak da böyle. İngiltere’de bir araştırma yapılır ve görülür ki elli yaşın üzerindeki bireylerde daha az stres vardır… Ancak bu harika yaşlar bir takım sağlık sıkıntılarının da karşımıza daha sık çıkmaya başladığı zamanlardır. Ama bu sinsi hastalıklara aman vermeden, önceden başımıza gelebilecekleri bilip ona göre önlem alırsak muhakkak ki en kaliteli yıllarını yaşamaya başlarız hayatımızın… Otuz Yaş ve Üzeri için en erken tehlike: Obezite Obezite, vücudun olması gerektiğinden çok daha fazla yağlanması olarak tanımlanıyor. Bu durumun doğal neticesi olarak da vücut ağırlığı olmaması gereken seviyelere çıkıyor ve bu aşırı yağlanma vücudun dengesini bozarak sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor. Sadece ülkemizde değil dünyanın hemen her bölgesinde en çok rastlanan hastalıkların başında geliyor obezite. Özellikle de otuz yaş ve üzerinde artış oranı hızlanmaya başlıyor. THSK verilerine göre yetişkin erkeklerde vücut ağırlığının %15-18’i, kadınlarda ise %20-25’ini yağ dokusu oluşturmaktadır. Bu oranın erkeklerde %25, kadınlarda ise %30’un üstüne çıkması obeziteyi oluşturmakta. Bu sağlıksız gidişe dur demek elbette mümkün. Bunun için öncelikle beden kitle indeksinizi bilmeniz gerekiyor. Bu indeks, kendinizi hangi kilo grubunda değerlendirebileceğinizi gösteriyor. Hesaplanması ise oldukça kolay. Bunun için ağırlığınızı ve boyunuzu bilmeniz yeterli. Vücut ağırlığınızı boyunuzun metre cinsinden karesine bölüyorsunuz. Örneklemek gerekirse, 1.60 metre boyunda ve 60 kilo bir insanın beden kitle indeksinin hesaplanması şöyle: 1.60 x 1.60 =2.56 60/ 2.56 =23.44 Dünya Sağlık Örgütüne göre değerlendirme kriterleri ise şöyle: Eğer beden kitle indeksiniz 18.5’tan küçük çıkıyorsa “düşük ağırlıklı”, 18.5 - 24.9 arasında ise normal ağırlıklı, 25 – 29.9 arası ise fazla kilolu ve 30’un üzerinde ise de obez olarak sınıflandırılıyorsunuz demektir. BKİ bizi kilomuza göre ölçümlendirse de kilo dağılımımızla ilgili bir sonuca ulaştırmaz. Bunun için en yaygın olarak biline ölçüm kriteri ise bel çevresinin ve bel – kalça oranıdır. Bel çevresinin erkeklerde 102 cm, kadınlarda ise 88 cm üzerinde olmaması daha sağlıklı kabul edilir. Obezitenin görsel rahatsızlığından daha büyük sıkıntıları da beraberinde getirdiğinden bahsetmiştik. İşte o hastalıkların başında da kalp hastalıkları ve diyabet gelmekte. 45 – 54 yaş grubunda daha hızlı seyreden sinsi düşman: Diyabet THSK verilerine göre 35-44 yaş grubunda yüzde 4 olarak bilinen diyabet oranı 45- 54 yaş grubunda yüzde 12’ye, 65-74 yaşta ise yüzde 24’e yükseliyor. 35 yaş ile birlikte başlayan bu hızlı yükseliş gerçekten de endişe edilmeyecek gibi değil. Peki nedir diyabet? Halk Sağlığı Kurumunun tanımına göre “pankreasın yeterli insulin üretememesi veya vücudun ürettiği insülini etkili bir şekilde kullanamaması sonucu oluşan ömür boyu devam eden kronik ve insülin üreten hücrelerin azalması ile devam eden bir hastalık.” Yani daha basit anlatımı ile “normal metabolizma da be- 90 sinler, vücudun başlıca yakıtı olan glukoza (şeker) dönüşmek üzere bağırsaklarımızda parçalanırlar. Daha sonra bu glukoz bağırsaklardan kana geçer ve kandaki şeker düzeyi yükselmeye başlar. Sağlıklı bireylerde kana geçen glukoz pankreastan salgılanan insülin hormonu yardımıyla hücrelerin içine taşınır. Şayet insülin hormonu vücudumuzda olmazsa ya da etkisi bozulmuş ise şeker hücrenin içine taşınamayacağı için, glukoz kanda artarak şeker hastalığı dediğimiz kan şekeri yükselmesi (Hiperglisemi) gelişmiş olur.” Ve eğer bu yükseliş sürekli hale gelirse de göz, kalp, böbrek, vs. gibi bir çok organımızda ciddi sorunlara yol açabilir. Diyabetin en sık rastlana şekli ise Tip 2 diyabettir. Hastalığın temelinde yatan nedenler ise obezite ve hareketsizliktir. Üstelik bir de genetik olarak hastalığa yatkınlık varsa obezite ve az aktivite sonucunda hastalığın oluşum seyri hız kazanacaktır. Oldukça sinsi ilerleyen hastalık gerçek başlangıç tarihinden itibaren ortalama beş yıl sonra fark edilmektedir. Hatta çoğu zaman neden olduğu diğer sağlık sorunları ortaya çıktıktan sonra tanısı konulabilmektedir. İlerleyen yaşla beraber görülme sıklığının da arttığı diyabet hastalarının sayısı bu gün Avrupa’da 55 milyona ulaşmıştır. Hastalığın önlenmesindeki en büyük etmen ise farkındalıktır. Bu sayede uygulayacağınız düzenli beslenme programı ve düzenli fiziksel aktivite sizin için en büyük kalkan olacaktır. 91 Kadınlar için 45 -54 yaş ve üzeri Kimler daha çok risk altında? daha fazla risk: Hipertansiyon Eğer ailenizde birilerinde yüksek tansiyon Tansiyon hepimizin bildiği üzere kan basıncı anlamına gelmektedir. Hipertansiyon ise “yüksek kan basıncı”dır. Kan basıncının 120-129/80-84 mmHg olması normal kabul edilir. 130-139/85-89 mmHg olması ise yüksek normal tansiyon olarak adlandırılıyor Sağlık Bakanlığı’nca. Ve kan basıncının 140/90 mmHg’nın üzerinde olması ise hipertansiyondur. Özellikle 45-54 yaş grubu içinde veya daha yukarı yaşlarda iseniz düzenli olarak tansiyon takibi yapılmasında fayda var. Ancak tansiyon ölçülmesi işi de aslında bizim düşündüğümüz kadar kolay değil. Doğru bir sonuca ulaşabilmek için ölçümden önce dikkat edilmesi gereken şeyler var. Mesela muhakkak dinlenmiş olmanız şart. Sağlık kurumuna veya eczaneye vardığınızda kolunuzu açmadan evvel bir müddet oturarak dinlenmelisiniz. Ayrıca yine ölçüm öncesinde sigara veya kahve içmemiş olmanız sağlıklı sonuçlar için önemli. Hipertansiyon her yaş grubu hasta için önemli aslında çünkü oldukça derinden ve sinsice hareket ediyor. Yine her yaş grubu için özellikle kadınların daha fazla dikkat göstermesi şart çünkü kadınlarda görülme oranı daha fazla. Bu sinsi hastalık neticesi çok daha can sıkıcı olabilecek hastalıklara da gebe. Kalp hastalığı, felç, boyun ve bacak damarlarında tıkanma, kalp yetmezliği, böbrek hastalığı, görme kaybı sayılabilecek hastalıkların başında geliyor. varsa, 40 yaşın üzerindeyseniz, sigara içiyorsanız, kiloluysanız, sizde veya ailenizde şeker hastalığı varsa, hamile iseniz risk oranınız biraz daha yüksek. Bu yüzden de sık ve düzenli olarak tansiyonunuzu ölçtürmelisiniz. Ve bu gizli düşmana yakalanmadan daha kaliteli bir yaşam sürmek isterseniz almanız gereken önlemler yine çok basit aslında: z Tuz tüketiminiz mümkün olduğunca az olmalı. z Bol bol meyve ve sebze tüketilmeli. z Alkol almaktan muhakkak kaçınılmalı. z Yağ tüketiminiz sınırlanmalı, özellikle de doymuş yağ. z Eğer sigara kullanıyorsanız mutlaka bırakmalısınız. z Beden Kitle İndeksiniz normal aralıklarda olmalı yani kilonuz normal olmalı ve öyle kalmasına çalışılmalı. z Eğer başka rahatsızlıklarınız da varsa muhakkak doktor kontrolünde düzenli olarak fiziksel aktivite ve egzersiz yapılmalı. Hangi yaşta olursak olalım veya hangi yaşa doğru yaklaşırsak yaklaşalım, doğru, düzenli ve önlemlerin alındığı sağlıklı bir yaşam, ömrümüzü sağlığımız için endişe etmeden ve oldukça yüksek bir kalite seviyesinde geçirmemizin en basit yolu. Yanlış seçimler odanızı ne kadar karmaşık, sıradan 93 ve yorucu gösterirse doğru seçimlerle dekore edilmiş bir oda da bir o kadar şık, göz alıcı ve huzurlu gösterecektir. Önemli olan pahalı ve çok parça değil, az parçayla sade ve zarif bir tarz yakalayabilmek… 92 EVİNİZİ DEKORE ETMEDEN OKUMANIZDA FAYDA VAR PERDEDEN HALIYA, KANEPEDEN SEHPAYA DEKORASYON TÜYOLARI Perdeleriniz halınıza mı uymalı yoksa koltuğunuza mı? Tül mü kullanmalısınız zebra mı? Sehpalarınız odanın genel havasını bozar mı? Ne neye göre seçilmeli? Ev dekore etmek bir çok insan için en keyifli uğraşlardan biri. Günlerce dolaşılarak seçilen perdeler, haftalarca gelmesi beklenen özel seçilmiş koltuk kılıfları, dünyanın parası verilip alınan şık çerçeveli aynalar, tablolar, dolaplar… Ve bir süre sonra odanın kapısından girip burun kıvırmaya başladığınız yepyeni bir oda… Oysa en başından yapılmış doğru seçimler odanızın havasını çok daha uzun süre muhafaza etmesini sağlayabilir. PERDE SEÇERKEN… Salonunuza seçtiğiniz perde daha yüksekse dikkat edilmesi gereken en önemli nokta odaya giren ışık durumudur. Bu durum sizin kaç tür kumaştan yapılmış perdeler kullanacağınızı belirler. Kalın bir kumaş mı, ince bir tül mü yoksa güneşliğin üzerine şık bir fon mu? Evinize giren güneşin yoğunluğuna göre bu durum değişiklik gösterecektir. Gelelim estetiğe. Eğer odanızdaki mobilyalar ve dekorasyon ürünleri daha fazla dikkat çeksin istiyorsanız perdelerinizin renkler duvarınıza yakın bir ton olmalı. Yani çok fazla göze batmamalı. Ama odanızı şık hale getiren parça perdeniz olsun istiyorsanız mobilyalarınızla zıt ve baskın bir renk se- çebilirsiniz. Perdelerle ilgili bir başka detay da desenlerde gizli. Eğer odanız düz desenli ve koyu renkli mobilyalara sahipse perdenizin desenli olması çok daha hoş bir hava katacaktır. Ama eğer ki desenli mobilyalarınız varsa perdenizde rüstik kullanmanız çok daha doğru bir seçim olacaktır. Perdelerinizin enerjisi yüksek olsun istiyorsanız her zaman yüksek enerjiye sahip olan şal desenler tam size göre. Ama bütün bunlara rağmen eğer sizin tercihiniz ihtişamdan yana ise büyük baskılı ve gösterişli desenler kullanabilirsiniz. HALI SEÇİMİ ÇOK ÖNEMLİ… Eğer şıklıktan önce konfor diyenlerdenseniz duvardan duvara halı seçeneği tam size göre. Hele ki çocuklarınız henüz küçükse kayıp düşmemeleri açısından da ses izolasyonu açısından da hem sizin için hem komşularınız için bir hayli kullanışlı olacaktır. Üstelik bu modellerde de oldukça şık modeller bulmak mümkün artık. Gelelim halı seçiminin en önemli noktasına. Yani renk seçimine. Halının rengi odanın boyutunda öncelikli rol oynar. Eğer küçük ve orta alanı dar bir odanız varsa açık renk halı tercihi doğru olacaktır. Böylece odanız olduğundan daha geniş ve ferah görünecektir. Ve elbette bu durumun tam tersi olarak koyu renkler de mekanı bir o kadar samimi ve sıcak gösterecektir. Desen seçimi de odanın görünümünde oldukça etkili. Büyük desenli halı tercih ederseniz odanız daha dar görünecektir. Ancak küçük desenli halılar odanızı olduğundan büyükmüş gibi gösterecektir. Halıda renk seçerken dikkat edilecek bir diğer nokta ise mobilya veya diğer dekorasyon ürünleriyle uyumlu olması. Eğer genel bir ahenk yakalamak istiyorsanız mobilya ve perdelerinize uyumlu tonları tercih etmelisiniz. Ama amacınız mobilyalarınızı veya halınızı daha gösterişli hale getirmekse zıt renk seçimi bu sorunu kolayca halledecektir. Son zamanlarda bir hayli tercih edilen kabartmalı halılarsa ev dekorasyonunun yeni moda trendlerinden. Abartılı şıklık sevenler için kabartmalı ve hatta simli halılar salonunuzu tamamlanmış için doğru seçim olacaktır. 94 MOBİLYALAR EVLADİYELİK… Mobilya seçiminin en önemli noktası şüphesiz ki odanın şekli. Eğer küçük bir salona sahipseniz tercihiniz köşe takımından yana olmalı. Köşe takımları dar odaların en büyük kurtarıcıları. Ama elbette ki büyük salonlarda da köşe takımı kullanmak mümkün. Eğer sizin de tarzınız bu yöndeyse daha büyük bir takım seçebilirsiniz. Beraberinde kullanacağınız bir veya iki berjer de hem oturma alanını arttıracak hem de daha tamamlanmış bir görüntü oluşturacaktır. Koltuklardan renk seçimi son zamanlara kadar seçimi zorlaştıran en büyük etkenlerden biriydi. Ancak son zamanlarda artık desen desen ve rengarenk yastıklar bu konudaki en büyük kurtarıcılar. Düz ve kullanımı kolay bir renk seçimi size sıkıldıkça değiştirebileceğiniz birden çok tarz alternatifini de beraberinde getirmiş olacak. Rengarenk kumaşların kullanıldığı yastıklarla enerjik bir hava yakalayabilecekken, küçük çiçekli desenlerle yapacağınız bir kombin size oldukça klasik bir hava vermiş olacak. Eğer salonunuzun görünümü daha şık ve seçkin olsun istiyorsanız koyu ve canlı renklerin asaletinden faydalanabilirsiniz. Mesela mürdüm, bordo veya yeşil gibi renler salon olarak kullanılan odaların vazgeçilmezleri. Ancak amacınız daha sıcak bir ortam oluşturmaksa desenli döşemeleri tercih etmenizde fayda var. Görsellik elbette ki çok önemli ama mobilyalarınızın kullanışlı olması da bir o kadar önemli. Bu yüzden leke tutmayan, silinebilen, terletmeyen yumuşak dokulu kumaşları tercih etmelisiniz. Suni deri ise her ne kadar şık görünse de kullanımı bir hayli sı- 95 kıntılı ve çabuk yıpranmasından dolayı pek tercih edilmeyen bir seçenek. YEMEK ODASI SEÇİMİ ÖNEMLİ Katlandığı zaman çok yer kaplamayan portatif masalar küçük salonlar için oldukça ideal. Ama eğer yemek odasına ayırdığınız alan büyükse o zaman ihtişamlı bir seçim yapabilirsiniz. Bin bir emekle seçtiğiniz yemek odanız hemen göze çarpsın, bir daha dönüp baktırsın istiyorsanız buradaki püf nokta, yemek odanıza fon oluşturacak duvarların rengidir. Canlı ve göze çarpan renklerden yana bir seçim yapmanız halinde doğru bir dekorasyonla sade bir yemek masası bile çok ihtişamlı görünebilir. Özellikle kırmızı tonları bu iş için biçilmiş kaftan. Eskiden olduğu gibi artık yemek odalarında vitrinler pek kullanılmıyor. Bunun yerine hoş ve büyük servis masaları ile sehpalar tercih ediliyor. Üstelik bu parçalar içine cam bardaklar veya gondollar doldurulmuş vitrinlerden oldukça şık duruyor. Masanızı tamamlayan sandalyeler de en az masanız kadar önemli. Çünkü sandalyelerin kumaş seçimi muhakkak oturma grubunuzla uyumlu olmalı. Ancak koltuklarınızla veya yastıklarınızla aynı desende kumaş odanızı görsel olarak biraz yorucu hale getirebilir. Bunun yerine koltuk takımınızın kumaşında veya yastıklarında bulunan belirgin bir renkte ve elbette tek renk olarak yapacağınız seçim odanızın genel havasını oldukça zarif gösterecektir. Yemek odanızın bir diğer tamamlayıcısı da son zamanlarda çokça moda olan runnerlar. Eğer sandalyelerinizin döşemesi tek renk ise bu renge uyumlu küçük veya büyük desenli bir runner şıklığınızı tamam- layacaktır. Ya da tam tersi bir durum söz konusu ve sandalye döşemeleriniz zaten hareketliyse yine döşemedeki renklerin birinden ve mümkünse en canlı olanından seçeceğiniz bir runner yine odanızın havasını daha da hoşlaştıracaktır. DEKORATİF VE KÜÇÜK PARÇALAR ÖNEMLİ Dekoratif küçük parçalar aslında bir odanın en büyük kurtarıcılarıdır. Burada önemli olan süslemek adına odayı incik cıncıkla boğmamak. Ne kadar az ve çarpıcı süs eşyası kullanırsanız odanız bir o kadar şık duracaktır. Ve burada da renk seçimi şüphesiz çok çok önemli. Mümkün olduğu kadar halı, perde gibi büyük eşyalarla aynı renklerde dekorasyon malzemesi seçmemelisiniz. Çünkü anında fark edilmesi zorlaşacak ve amacına ulaşamayacak hem de karmaşıkmış gibi görünen bir oda ortaya çıkacak. Mesela gri ve füme tonlarının hakim olduğu bir odaya koyacağınız iki veya üç adet oldukça canlı bir sarıdan seçilmiş dekoratif süsler hem anında göze çarpacak hem de odanızın havasını daha yüksek bir noktaya taşıyacaktır. Bunun için önemli olan seçimlerdeki zıtlık ve zıtlıkların uyumu. Örneğin siyah ve pudra pembe veya bey ve mor gibi… 96 97 Hipokrat’ı Çürüten, Pastör’ü Alt Eden Birbirinden Kıymetli “Türk Alimleri” Ali Bin Abbas “Çocuk rahim dışına kendiliğinden çıkmaz, rahim tarafından itilir” buluşuyla Hipokrat’ın “Doğum Olayı Tezini” çürütmüştür… “Kuduz’un da aşısı mı olurmuş!” mantığı güderek bu dahiyane buluşu görmezden gelir ve desteklemezler. Fransız Hükümetinin de aynı tepkiyi vermesi üzerine fevkalade buluşuyla da baş başa kalan Pasteur’e yardım eli Osmanlı’dan uzanır Her ne kadar bilim ve tıp tarihine bakıldığında yabancı bilim adamlarının adı daha çok zikredilse de aslında tarih boyunca pek çok alanda Türk bilim adamlarının devrim niteliğindeki buluşlarının sessiz bir devamı olmuş gibi yapılan çalışmalar. Bazen Osmanlı üzerinde oynanan geri bıraktırım oyunları bazen de bir takım entrikalar engellemiş Türk Alimleri’nin sesini. Ancak son dönemlerde yapılan tarih çalışmaları gösteriyor ki bir çok alanda bilim adamlarımız zaman ve bilgi açısından bir hayli öndelerdi. ALİ BİN ABBAS: Ali Bin Abbas onuncu yüzyılda yaşamış ve ilk kanser ameliyatını da o yapmıştır. Kan- ser ameliyatları halen onun yüzlerce yıl evvel kitaplarında tarif ettiği gibi yapılmaktadır. kendiliğinden çıkmaz, rahim tarafından itilir” buluşuyla da Hipokrat’ın “Doğum Olayı Tezini” çürütmüştür… Yazdığı bir çok eserde bu gün bile hala aynı şekilde söylenegelen sağlık öğütlerini taa o zamanlar 900’lü yılların ortalarında vermiştir. Ali Bin Abbas’a göre sağlıklı olmanın temelinde ölçülü ve yeteri kadar besin tüketmek yatıyor. Ayrıca özellikle yemekten önce yapılan sporun oldukça faydalı olduğunu da söylüyor. Yine kılcal damarlar üzerine yürüttüğü çalışmalar neticesinde bu damarlardaki kan dolaşımını keşfetmiştir. Ancak bir çok kez olduğu gibi bu buluş da kendisine mal edilmemiş ve kan dolaşımının kaşifi olarak İngiliz Harvey gösterilmiştir. Oysa Ali Bin Abbas, Harvey’den çok önceleri damarın genişleme ve büzüşme özelliğini açıklarken kılcal damarlardaki kan dolaşımını da anlatmıştır. Ali Bin Abbas, epilepsinin yani sara hastalığı hakkında da bir hayli araştırma yapmış ve en ince ayrıntısına kadar incelemiştir. Yaptığı çalışmaların sonuçları asırlar boyunca dünya tıbbına rehberlik etmiştir. Hatta yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu alandaki en ayrıntılı ve yaşadığı döneme göre doğru bilgilere de yine bu ünlü alim ulaşmıştır. Bu kıymetli alimin en önemli çalışmalarından biri de jinekoloji alanında olmuştur. Dünyada çığır açan bu çalışma ünlü bilim adamı Hipokrat ‘ın da ondan sonraki diğer tıp adamlarının da yanıldığının belgesidir. Hipokrat ve onu takip eden bilim adamları çocuğun kendi hareketi ile dünyaya geldiğini söylemişlerdir. Fakat Ali Bin Abbas, bu tespitin yanlış olduğunu, doğum olayının çocuğun hareketi ile değil, rahimdeki adalelerin sıkışıp gerilmesiyle gerçekleştiğini keşfederek, tıp dünyasına duyurmuştur. Böylece Ali Bin Abbas “Çocuk rahim dışına AŞININ GİZLİ MUCİDİ: Bir diğer açıklığa kavuşamamış ve paylaşılamayan buluş ise aşıdır. Kaynaklarda aşının bulunuş tarihi olarak 1700’lü yılların sonu yazmaktadır. Oysa Osmanlı’da aşı uygulamasının yapıldığına dair belgeler çok daha eski tarihleri göstermekte. 1630’lu yıllarda İstanbul’da saray çevresinde bu uygulamanın yapıldığı ve birçok insanın hastalıktan ve ölümden kurtulduğu dönemin belgelerinden anlaşılmaktadır. Örneğin; “İstanbul’da 07.11.1697 tarihli bir mezar taşında “Aşılama-cızade hekim Ali Çelebi” ibaresi tespit edilmiştir. Bu zatın 65 sene yaşadığı kabul edilirse, daha önce çiçek aşısı yapan babasının 1632’lerde bu işi yaptığı ortaya çıkmaktadır. Cevdet Paşa yazdığı tarih kitabında, çiçek aşısının ilk önce Anadolu Yörükleri tarafından yapıldığını, böyle 98 99 1091 -1161 yılları arasında yaşayan İBN ZÜHR, batıda “ father of the experimental medicine” yani tecrubi (deneysel) tıbbın babası olarak bilinir. Yazdığı eserler 18 yy. a kadar Doğu’da ve Batı’da güncelliğini korumuştur. bir yörüğün İstanbul’a gelerek çocukları aşıladığını kaydeder. Cevdet Paşa bu uygulamanın insandan insana değil de (inokulasyon şeklinde), inek memesinden insana yapılan şekliyle olduğunu da kaydeder. Her ne kadar aşının Avrupa’ya yayılmasında yabancı kaynaklarda Osmanlı’dan bahsedilmeyip düzenli aşılamanın mucidi olarak Edward Jenner kabul edilse de 1846’da Mektebi Tıbbiye-i Adliye-i Şahane matbaasında basılan “Menafi ul-etfal” isimli eserde de 1679 senesinde Anadolu’dan gelen ve çiçek aşısını yapmasını bilen bir adamın İstanbul’da 5-6 çocuğu aşıladığı belirtilmektedir. Osmanlı’da çiçek aşısının halihazırda uygulandığı bu dönemde bunun en önemli kanıtlarından biri de dönemin İngiliz başkonsolosunun eşi Lady Montagu’dur. Lady, çiçek aşısının Avrupa’ya tanıtılması ve hatta taşınmasında bizzat rol oynamıştır. Kendisi de çiçek hastalığı geçirmiş, yüzünde hastalığın izleri kalmış ve İstanbul’da yaygın bir şekilde kullanıldığını gördüğü aşı ile çocuklarını aşılatmış. O dönemde İngiltere’de henüz aşının bahsi bile yokken üstelik. Lady bu buluşu ülkesine götürmeyi iş edinmiş ve tarihte meşhur “Şark Mektupları” olarak geçen mektuplarla bu durumu bildirmiştir. Sonuç olarak aşının mucidi olarak kayıtlara geçen kişi 1796 yılında yaptığı aşılama çalışması ile Edvvard Jenner olmuştur. Pasteur’ e Kuduz Aşısı Desteği: Jenner’dan yaklaşık yüz yıl kadar sonra Louise Pasteur tarafından da kuduz aşısı keşfedilir. Oldukça ilginç bir keşif ve kabul süreci geçiren kuduz aşısında da Türk izleri elbette ki vardır. Keşfinde bizzat rol oynamamış olsak dahi güçlü hatta tek des- tek olarak bu buluştaki yerimizi alıp ilme ve tıbba karşı görevimizi yerine getirmişiz. 1885 yılında Fransa’da bir çocuk, kuduz köpek tarafından ısırılır. Pasteur, laboratuvarında ürettiği kuduz aşısını ilk defa bu çocuğa uygular ve başarılı olur. Ancak zamanın tıp otoriteleri ve akademi çevreleri “Kuduz’un da aşısı mı olurmuş!” mantığı güderek bu dahiyane buluşu görmezden gelir ve desteklemezler. Fransız Hükümetinin de aynı tepkiyi vermesi üzerine fevkalade buluşuyla de baş başa kalan Pasteur’e yardım eli Osmanlı’dan uzanır. Ve o destek Osmanlı padişahı Abdülhamit’ten gelmiştir. Abdülhamit öngörülü davranarak Pasteur’u çalışmalarını geliştirmek için İstanbul’a davet eder. Pasteur ilerlemiş yaşından dolayı İstanbu’a kadar gelemeyeceğini bildirir. Fakat durumu mazur gören Sultan Abdülhamit’in, ‘Sana üç adamımı göndersem eğitebilir misin?” ricasını ‘Büyük bir şerefle!’ diyerek kabul eder. Abdulhamit’in bu ısrarcı tavrının altında yatan en önemli nedenlerden biri de bu dönemlerde kuduz yüzünden Osmanlı’da çok sayıda ölüm vakasının olmasıdır. Bu kabul üzerine Abdülhamit hiç vakit kaybetmeden Askeri Tıb Mektebi’nden Zoeros Paşa, Hüseyin Hüsnü ve Hüseyin Remzi Bey’i Fransa’ya Pasteur’un yanına gönderir. Ayrıca bu hizmete karşılık, devletin en yüksek liyakat madalyası olarak bilinen, “ilmiye ve askeriyede mümtaz kişilere” verilen ‘Mecidiye Nişanını da Pasteur’e verilmek üzere gönderir. Ayrıca Pasteur’e Fransa’da insanların yararına bir ‘Aşı Hayırhanesi’ kurması için de 800 lira gönderir. 1888’in Kasım ayında ise Pasteur, Abdülhamit’in de desteğiyle küçük ölçekli laboratuvarını genişletip bir enstitü kurar. AKŞEMSETTİN: Asıl adı ile Şeyh Muhammed Şemsettin Bin Hamza olan, 15. yüzyılın en önemli bilim adamlarından biri olan Akşemsettin aynı zamanda büyük de bir sufidir. 1389 yılında Şam’da doğmuştur. Haci Bayram Veli’nin müridi ve Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandır. Saçının ve sakalının ak olmasından ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı ‘Akşeyh’ veya ‘Akşemseddin’ adlarıyla çağrılmıştır. Mikrop ve karantina da ilk kez Pastör’den asırlar evvel ortaya koymuştur. O dönemde bulaşıcı hastalıklar da önemli bir sorundu. Bunların nasıl kısa sürede yayıldığı çok da iyi bilinemiyordu. Akşemsettin de bulaşıcı hastalıklarla ilgilendi. Peygamber efendimizin “Her derdin bir devası vardır.” buyruğunun ışığında yol aldı ve dönemin şartlarında doğru sonuca da ulaştı. Tıp alanındaki en önemli eseri olan Maddet’ül Hayat’taki şu cümlesinden tıp tarihinin bu büyük keşfini gerçekleştirdiğini anlamak mümkün: ‘’ Hastalıkların insanlarda teker teker ortaya çıktığını sanmak hatalıdır. Hastalık insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülmeyecek kadar küçük, lakin canlı tohumlar vasıtasıyla olur. Bütün hastalıkların çeşitli tipleri, bitki ve hayvanlarda olduğu gibi tohumları ve asılları vardır.’’ Akşemsettin’in burada tohum olarak adlandırdığı hastalığa yol açan nesne mikroptan başka bir şey değil elbette. Öyle ki mikrop üzerine çalışmaları ile yakından tanınan Fransız bilim adamı Pastör de mikrobu dört yüz yıl sonra kendi dilinde tohum olarak tanımlamıştır. Üstelik bu keşif mikroskobun icadından da yüz yıl kadar öncedir. 17 yaşındayken Amasya’daki bimarhanede hekimlik yapmaya başlamıştır ünlü bilim adamı. Ve 14 yıl boyunca burada çalışmalarına devam etmiştir. Kitaplarında özellikle cerrahi müdahalenin nasıl yapıldığını ve daha da önemlisi ameliyatın yapıldığı esnanın resimlerinin bulunması tıp alanında dünyaya öncülük etmiştir. Akşemsettin o yıllarda adına seretan denilen ve kanser hastalığıyla aynı özellikleri taşıyan bu amansız hastalığın da teşhisini koymuş ve hatta yer yer tedavisini de yapmıştır. İBN ZÜHR namı diğer AVENZOAR 1091-1161 yılları arasında yaşayan İBN ZÜHR, batıda “ father of the experimental medicine” yani tecrubi (deneysel) tıbbın babası olarak bilinir. Yazdığı eserler on sekizinci yüzyıla kadar Doğu’da ve Batı’da güncelliğini korumuştur. Yazdığı eserler Avrupa’da asırlarca ders kitabı olarak okutuldu ve Avenzoar adıyla tanındı. İbn Zühr, İslâm’ın altın çağının en büyük hekimlerinden ve klinikçilerinden biridir, hattâ bazı tarihçiler tarafından bunların en büyüğü kabul edilir. İbn Zühr; tıp, cerrahî ve eczacılığı birlikte değerlendirmiştir. Ayrıca tedavi metotlarının belirlenmesinde insan tabiatını ön planda tutmuştur. Deney ve gözlem ise ona göre mesleğinin temelini oluşturmaktadır. Değişik ilâç ve uygulamalarını insanlardan önce hayvanlar üzerinde deneyen İbn Zühr, kendinden önce güvenilirliği tartışılan üst solunum yolu tıkanmalarında hava yolu açma işlemini (traketomi), keçiler üzerinde yaptığı çalışmalarla güvenli ve standart cerrahî teknik hâline getirmiştir. Ayrıca koyunlarda ölüm sonrası yaptığı zatürre (pnömoni) ile ilgili araştırmaları, bugünkü çalışmalara ışık tutacak niteliktedir. Bu çalışma günümüz tıp literatürüne girmiştir. İlk parazitolog olarak kabul edilen ünlü bilim adamının bu unvanı almasında rol oynayan çalışması ise uyuz hastalığı ve uyuz böceğini doğru tanımlamış olmasıdır. Ayrıca ağızdan ve çiğneyerek yani normal yollardan beslenmenin mümkün olmadığı durumlar için de yemek borusundan ve yutaktan veya makattan doğrudan beslenme uygulamasını tatbik etmiştir. Bağırsak veremi, tümör ve orta kulak iltihabını tariflemiştir. Nesillerdir tabiplik yapan bir aileden gelen ünlü alimin en önemli buluşlarının başında peritonit (karın zarı iltihabı) ve perikarditi (kalp zarı iltihabı) gelmektedir… SABUNCUOĞLU ŞEREFEDDİN Osmanlı’da deney biliminin kurucusu, yılan zehrinin panzehrini bulan hekim ve Cerrahiyet’ül Haniyye’nin büyük yazarı… Kitapları bugün bile yurtdışında kaynak olarak kullanılan, devrinin ve ilklerin kıymet biçilmez hekimi… 17 yaşındayken Amasya’daki bimarhanede hekimlik yapmaya başlamıştır ünlü bilim adamı. Ve 14 yıl boyunca burada çalışmalarına devam etmiştir. Kitaplarında özellikle cerrahi müdahalenin nasıl yapıldığını ve daha da önemlisi ameliyatın yapıldığı esnanın resimlerinin bulunması tıp alanında dünyaya öncülük etmiştir. Yılan zehrinin panzehrini bulması ile ilgili çalışmalarını ünlü kitabında şöyle anlatmıştır: “Şerefeddin der ki: Çeşitli tıp kitaplarını toplamıştım. Birden bire bu ilacın terkibini buldum. İlacı denedim. Faruktaki özellikleri bu ilaçta da gördüm. Fakat yılan zehirine tesirli midir diye düşünüp duruyordum. Bir gün birisi geldi. Zehri kuvvetli bir yılanı olduğunu söyledi. Ben de kuvvetli bir ilacı var, yılanını getir deneyelim, dedim. Korkunç bir yılan getirdi. Zehri dişlerinin dibinde ezik bir inci tanesi gibi duruyordu. O anda bir horoz getirttirip budunun tüylerini yoldum. Horozu tuttum. Yılana üç defa ısırttırdım. İlaçtan bir parçayı horozun boğazından aşağı bıraktım. Sonra da horozu bir odaya kapattım. Bir müddet sonra baktığımda yılanın ısırdığı budun yeşil yaprak rengine döndüğünü gördüm. “Demek ki az ilaç vermişim, tesirini göstermedi” diye şüphelendim. Horozu tekrar odaya bıraktım. Ertesi günü geldiğimde horozun öttüğünü ve gezip tozduğunu gördüm. Horozu tutup yılanın ısırdığı buduna baktım. Yeşilliğin gittiğini, ağardığını gördüm. Fakat yılanın ısırdığı yerdeki kırmızılıklar hâlâ duruyordu.” 100 101 mutfak, lavabo temizliğinde onu kullanıyorum, elma kabuklarından yapılan enzim yani sirkeyi de bulaşık makinesinde parlatıcı, çamaşır makinesinde yumuşatıcı ve renk koruyucu olarak kullanıyorum. Bunlar hemen aklıma gelenler. Aile Dostu: Sizi biraz tanıyabilir miyiz Rukiye Hanım? Kaç yaşındasınız, nerede yaşıyorsunuz, evli misiniz, çalışıyor musunuz, çocuğunuz var mı?... Rukiye MERT VURAL: 54 yaşındayım. İstanbul Tuzla’da yaşıyorum. Evliyim ve 3 çocuğum, 2 torunum var. Aslında emekliyim ama çalışmaya devam ediyorum. Diş hekimiyim. Bir ağız ve diş sağlığı polikliniğinin sahibiyiz, eşimle birlikte çalışıyoruz. Mesleğimi çok seviyorum ve sağlığım izin verdiği sürece çalışmak istiyorum. Hobilerim arasında şiir yazmak, dantel, hat sanatı tasarımları üretmek, geri dönüşüm projeleri üretmek, bitkiler ve okumak var. Konumuz olan geri dönüşüm projeleri hayatımın hemen her alanında kullanmaya çalıştığım bir hobi. Bir şeyi atmadan önce ne yapılabilir diye tekrar bakarım. Bir arkadaşımın kızı attığım bir şey için sonra üzüldüğümü görünce sizin bir şey attığınızı düşünemiyorum teyzeciğim demişti. Gerçekten çok az şey atarım. Her şeyi yıkayıp temizleyip gruplarına göre kolileyip koli üzerine içindekinin bilgisini yazıp depolarım. Lazım olunca koli üstünde yazan bilgiden kolayca ulaşırım. Dönüşüm başlar hemen. Kliniğimde kendime atölye yaptığım bir odam var iki randevu arasındaki vakit orada değerlendirilir. A.D. : Bu projelere ilk kez ne zaman ve nasıl başladınız? ESKİLERİN MUHTEŞEM GERİ DÖNÜŞÜMÜ Artık hiçbir işe yaramaz dediğiniz eski veya kullanıp bitirilmiş mutfak eşyalarını veya sadece toz bezi olur diye düşündüğünüz eski tişörtleri atmıyoruz. Ve bakın onlarla neler yapıyoruz. Çerçeveler, aynalar, çantalar, abajurlar ve daha neler neler… Elbette bu işin de çok maharetli bir ustası var. Rukiye MERT VURAL. Rukiye Hanım bizi kırmadı ve aslında değersizmiş gibi görünen eşyalarımızın aslında nasıl harika birer aksesuara dönüşebileceğini bir bir anlattı. Rukiye MERT VURAL: Ben yıllardır geri dönüşüm yapıyorum zaten. Ne zaman ve nasıl başladığımı hatırlamıyorum bile. Böyle bir soru için düşündüğümde 25 yıl önce kızımın ceketini oğluma yelek kollarını da kızıma çanta yapmıştım. Birçok arkadaşım benden model alıp yenisini yapmıştı. Eski tavaları 20 yıl önce boyayıp okul aile birliği kermeslerinde satıyorduk. Kırılan aynaları başka süslemelerde, kullanmadığımız takıları ayna süslemelerinde, kanaviçe yatak takımlarını kıyafetlerde eski bakırları süsleyip dekorasyon olarak kullandık. Ben yıllardır mutfaktaki yeşil atıklarımdan enzim yapıp bu enzimi çiçeklerime gübre ve temizliğinde deterjan olarak kullanıyorum. Turunçgillerden yaptığım enzim müthiş bir yağ çözücü ve çok güzel kokuyor. Banyo, 2 yıl önce kendime arşiv olması amacıyla bir paylaşım sitesinde bir grup kurmuştum geri dönüşüm projeleri diye. Şu an 40 bin kişilik bir grup oldu. 10 kişilik yönetici ekibimle paylaşımlara zor yetişiyoruz. Arkadaşlarım özverili bir şekilde gece gündüz paylaşımları takip ediyorlar. Arşiv olma özelliğini çoktan kaybetti ve her paylaşımın altına nasıl yapıldığını anlatmaktan yorulduğumuz için bir forum sitesi kurduk geridonusumprojeleri.com diye burada dönüşümleri ayrı grupladık bu dönüşümlerin nasıl yapıldığını ayrı grupladık. Böyle çok güzel oldu. Her şey elimizin altında, yapılışını öğretip modelleri de sunuyoruz dönüşüm yapmak isteyenlere . Forum, henüz çok yeni, 3 aylık bir oluşum ama şimdiden 1000 üyeyi geçtik bile… Dönüşüm yapmak isteyenler önce videolardan nasıl yapıldığını izliyor sonra kendileri yapıp bizimle paylaşıyorlar. Çok zevkli çalışmalar oluyor ve ev dekorasyonlarına da katkıda bulunuyoruz. Hem de aile bütçesini zorlamadan. Grup açılımımız öyle geniş ki inanılmaz. Her kesimden arkadaşlar var aramızda. Bilmeyenlere önce öğretiyoruz sonra teşvik ediyoruz yapmaları ve yaptıklarını sergilemeleri için. Yakında tanışma toplantılarımız olacak il il toplanacağız, tanışacağız ve birbirimize fikir vereceğiz. birbirimize fikir vereceğiz. Aramızdaki çılgın dönüşümcüleri seçeceğiz. Yaptığımız dönüşümleri bir sergide sergileyip ihtiyaç sahipleri ile buluşturacağız. Sosyal sorumluluk projesi oldu benim için. Dünyadaki çöp dağlarını bir nebze azaltmak adına uğraşıyorum. Aynı deniz yıldızlarının hikayesi gibi benim hikayem. Bir tane eksik bile önemli diye düşünüyorum. A.D. : Ailenizden ve çevrenizden aldığınız tepkiler nasıl? Rukiye MERT VURAL: Başlangıçta oldukça tepkiler vardı, çöp ev olacağız, bakalım bizi neye dönüştüreceksin diye. Ama şimdi bir paket açılsa torunum hemen eline alıyor anneannem bundan bir şey yapar atmayalım diyor. Hatta şunu yapabiliriz diye fikir bile üretiyor. Birkaç yıl önce annem eski emaye çaydanlığını atacakmış. Yeğenim, halama götürelim. Mutlaka bir şey bulur yapacak, demiş. Bana getirdiler. Yanımda çalışanlar bana sormadan hiçbir şey atılmayacağını bilirler ve atmazlar. Enzimleri evlerinde yapmaya başlarlar. Bulaşıcı galiba bu geri dönüşüm. A.D. : Yaptığınız çalışmalarda kullanılan malzemelere ulaşmak kolay mı? Nereler- den alabilir okuyucularımız? Rukiye MERT VURAL: Kullandığımız malzeme zaten atacağımız malzemeler. Boyamak süslemek için kullandığımız objeler de tüm tuhafiye ve kırtasiyelerde bulunabilen malzemeler. Fiyatları oldukça makul. 3-5 lira olan malzemeler. Dönüştürmek için pet şişeler, süt kutuları, çikolata kutuları ve kurdeleleri, yoğurt kapları, küçülen kıyafetler, kuru dallar, kullanmadığınız ya da modası geçti diye düşündüğünüz takılar, kırık tabaklar hatta kırık ya da artan fayanslar, sıva altına kullanılan fileler, eski anahtarlar, paketlerde kullanılan straforlar, faksa gelen kağıtlar, broşürler yani aklınıza ne gelirse kullanırım. A.D. : Birçok insan çok beğenmesine rağmen becerememek korkusuyla sadece izlemekle kalıyor. Bu kararsız girişimcilere önerileriniz? Rukiye MERT VURAL: Kararsızlık en kötü karardan bile kötüdür. Her yaptığımız sanat eseri olacak kadar güzel olmayabilir. Önemli olan işimize yaraması. Şimdi baktığımda bizim de ilk yaptıklarımız güzel gelmiyor. Ama bana çok güzel görünüyordu çünkü benim çalışmamdı. Bana sorarsanız hiç düşünmeden hemen bir ucundan başlasınlar. Yaptıkça zaten vazgeçemeyecekler. Stres için en iyi çözüm. Neyi nasıl dönüştüreceklerini düşünmekten stres bile olamayacaklar. Son söz olarak çocuklarımıza bırakacağımız dünyamıza küçük de olsa bir faydamız olsun. Gelin çöp dağlarına savaş açalım, geri dönüşüm kutularını kullanıp kendimiz de geri dönüşüm yapalım. Harika eserler ortaya çıkaracaksınız ben inanıyorum ve hepinizi foruma ve geri dönüşüm çalışmalarına bekliyorum. 102 103 yası ya da akrilik boya ile siyaha boyuyoruz. Efekt vermesi için gazoz kapaklarını sıcak silikonla yapıştırıyoruz. Plastik kaşıklarla kapı süsü çalışması: Önce saplarını kesiyoruz sonra istediğimiz büyüklükte bir mukavva kesip kaşıkları dıştan içe doğru yapıştırıyoruz. Yapıştırma işlemini sıcak silikonla yapıyoruz. Sonra sprey boya ile kaşıkları istediğimiz renge boyuyoruz. Örnekteki gibi geçişli renkler için kaşıkları yapıştırmadan önce boyamak daha sağlıklı olur. Kaşıkların bittiği alanı sapları görünmesin diye bazen kurdele bazen sıralı taş bazen de inci ile kapatıyoruz. Üyelerimiz bu çalışmanın ortasına ayna yapıştırıp ayna çerçevesi olarak da kullanıyorlar. Gazoz veya soda kapaklarından ayna çerçevesi: Bu çalışmada da önce kalın bir mukavva ya da kontraplak kullanıyoruz. İstediğimiz biçimde kesiyoruz. Aynamızın şeklinden 4-5 cm büyük olacak şekilde. Yanlardaki kabarıklık için gazete kağıdını burkarak sıkıştırıp istediğimiz kalınlığa gelince üzerini koli bandı ile kaplıyoruz. Koli bandı üzerine yine gazete kağıdını küçük parçalar halinde mobilya tutkalı ile yapıştırıyoruz. Üzerine tekrar mobilya tutkalı sürüyoruz. Elde ettiğiniz malzeme ahşap kadar sağlam oluyor. Üzerini ayakkabı bo- Pet şişe çalışmalarına örnek: Pet şişe bizim vazgeçemeyeceğimiz bir materyal. Çok işimize yarıyor ve çok dayanıklı olduğu için yaptığınız çalışma uzun yıllar kalıyor. Doğa için büyük bir kazanım. Yüzyıllar süren kaybolma sürecine katkı sağlıyoruz. Küçük hediye paketleri için ben hep pet şişe kullanırım. Bu çalışmada büyüklü küçüklü yaprak şekillerini çizip kesiyoruz. Bir kalem ya da spatül yardımı ile damarları yapıyoruz. Çiçek telini yaprağın altından küçük üç delikten geçirip kendi çevresinde döndürerek sabitliyoruz. Küçük yapraklar üste büyük yapraklar alta gelecek şekilde (gül dalı düşünün) birbirine bağlayıp sabitliyoruz. Dalları da oluşturduktan sonra bir avize aparatına takıyoruz. Biz pet şişeden bazen avize aparatı da yapıp ona takıyoruz. Hazır duyları alıp oluşturduğumuz avizeyi duya sabitliyoruz. Pet şişeden avize: Pet şişeyi alt kısmından kesip, eski tavayı ısıtıp, kestiğimiz pet şişeyi yavaş yavaş dokundurarak yuvarlıyoruz. Yapmak istediğimiz deseni pilot kalem ile çizip enamel boya ile boyuyoruz. Kabartmalı avizeler için yine pet şişeden kestiğimiz desenleri enamel boya ile boyayıp kuvvetli bir yapıştırıcı ile yapıştırıyoruz. Hazır duyları ağız kısmından geçirip sabitliyoruz. Sabitleme işini de kapağı kablo kadar delerek yapabilirsiniz. Violden (Yumurta kolisinden) yumurtalık: Violleri yumurta konan kısmını ördek şeklinde kesiyoruz. Bir kez mobilya tutkalı ile boyayıp sonra akrilik boya ile boyuyoruz. Gözleri de yapıp tüyü sıcak silikonla yapıştırıyoruz. Eğer yıkamak istiyorsak 3-4 kere yat verniği ile vernikliyoruz. Tabii elde yıkıyoruz. Bir de tüy yapıştırmıyoruz yıkamak istiyorsak. Pipet kalemlik: Pipetleri şekildeki gibi kıvırıp tuvalet kağıdı rulosu etrafına sıcak silikonla yapıştırıyoruz. Alt kısmını bir karton ile kapatıyoruz. Eski tişörtten pazar filesi: Tişörtü U şeklinde kesip makinede dikiyoruz. Yukarıdaki düz kısımda 15 cm boşluk bırakarak küçük kesikler yapıyoruz. İkinci sırada kesiklerin aralarında kalan boşluklara kesik yapıyoruz. Sıralar arasında 1.5-2 cm boşluk bırakarak U şeklinin altına kadar kesiklere devam ediyoruz. Yukarıda bıraktığımız 15 cm boşluğun tam ortasına tişörtün iki katını birlikte uzunca elimizin gireceği bir kesik yapıyoruz. Filemiz hazır. Her yere çantamızı da götürüp poşet almıyoruz. Filemizi çıkarıp kullanıyoruz. Kot dönüşümlerine bir örnek: Eski kot pantolonunuzdan kalem kutusu yapabilirsiniz. Bu çalışmada kalıp kullanarak kesiyoruz kumaşımızı.. Çalışma bittikten sonra küçük daire beyaz keçe üzerine siyah düğme dikerek bitiriyoruz. 104 105 MATEMATİK BULMACA Kural: Verilen sayıların okunuşlarını bulmacaya yerleştiriniz. BİLMECE & BULMACA SOLDAN SAĞA: 2) 489 6) 208 7) 306 8) 36 9) 772 10) 280 Kural: Aşağıda verilen kelimelerin eş anlamlılarını ilgili kutulara yazınız. SOLDAN SAĞA 1)DOKTOR 3)İHTİYAR 4)EV 7)CÜMLE 10)KELİME 11)ÖYKÜ 12)ÖĞRENCİ YUKARIDAN AŞAĞI 2)SİYAH 3)CEVAP 4)MİSAFİR 5)FAKİR 6)SONBAHAR 8)OKUL 9)SEBEP 13)İSİM YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1) 275 3) 375 4) 29 5) 605 106 MERAK ETTİKLERİMİZ GÜNEŞ, ÖMRÜNÜ TAMAMLADIĞINDA BİR KARA DELİĞE Mİ DÖNÜŞECEK? Bir yıldızın kara deliğe dönüşebilmesi için Güneş’ten en az sekiz kat daha fazla kütleye sahip olması gereklidir. Güneş ve benzeri kütledeki yıldızlarsa ömürlerinin sonlarına doğru şişip kırmızı dev haline gelirler ve birkaç kez şişip büzüştükten sonra hidrojenden oluşan dış katmanlarını yavaşça uzaya bırakırlar. Artık ardışık füzyon tepkimelerinden sonra merkezi karbon ve oksijenle dolmuş ve Dünya’mız boyutlarına kadar sıkışmış olan sıcak merkez, bir “beyaz cüce” olarak açığa çıkar. Güneş’imizin bir beyaz cüce haline gelmesi için de yaklaşık5,5 milyar yıl geçmesi gerektiği düşünülür. HOROZLAR, NEDEN SABAHLARI ERKENDEN ÖTERLER? Sabah, güneş doğarken ötmek sadece horozlara özgü değildir. Kulağa en çok horozun sesinin gelmesi, onun sesinin diğerlerinden daha güçlü olmasındandır. Kuşların büyük çoğunluğu da aynı saatlerde ağaçlarda koro halinde öterler. Gün boyu hem horozlar hem kuşlar bu ötüşü sürdürürler ama seslerinin en güçlü çıktığı zaman sabah saatleridir. Horozların ve kuşların sabah gün doğarken ötmeleri biyolojik saatleriyle ayarlanmıştır. İNSANLARIN GÖZLERİ NEDEN MAVİ, YEŞİL VEYA ELA OLUR? Canlı gruplarının fenotiplerinde rastlanılan renkler, genlerle ifade edilen pigmentlerin renklerine dayanır. Göz rengi için turuncu renk pigmenti ifade eden bir gen bölgesi bulunmayan canlılarda bu renk görülmez. Bizim göz rengimiz için de aynı şey geçerlidir. Yalnızca kahverengi, gri, mavi ve yeşil göz renkleri ve bunların çeşitli tonlardaki karışımlarından oluşan göz renklerine sahip olabilmemizin nedeni, genlerimizin yalnızca bu renkleri ifade ediyor olmasıdır. 108 109 LABİRENT BULMACA Minik Ayşe’nin parka gitmesine yardımcı olun. 110 111 TARİHTEKİ ÜNLÜ MUCİTLERİ TANIYALIM HENRY MARTİN FORD Otomobil üreticisi Ford Motor Company’in kurucusu olan Henry Martin Ford, 30 Temmuz 1863 Wayne County, Dearborn, Detroit, Michigan, ABD’de doğdu. Ransom Eli Olds’un kendine ait Oldsmobile isimli otomobil firmasında 1902’de basit tarzda geliştirdiği yürüyen bant tekniğini, zaman içerisinde Ford tutarlılıkla mükemmelleştirdi. Ford’un otomobil üretim taslağı sadece sanayi üretimini değil, kültürü de etkiledi (Fordizm). 1879 yılında evinden ayrılarak makinistliği öğrenmek için yakınındaki Detroit’e yerleşen Ford, öğreniminden sonra Westinghouse Company’de iş bularak benzin motorları üzerine çalışmalar yaptı. Clara Bryant ile evliliğinden sonra maddi durumunu kendine ait bir kereste fabrikasıyla iyileştirdi. Thomas Alva Edison’in kurduğu Edison Illuminating Company’de 1881 yılında mühendisliğe başladı. Dünyaca ünlü buluşcu Edison ile Ford sonraki yıllarda arkadaş oldular. Başmühendisliğe terfisinden sonra yakıt motorları üzerindeki şahsi araştırmalarına yeterince zaman ve para ayırabilen Ford, Quadricycle isimli aracının gelişimini 1896 yılında tamamladı. Sözkonusu başarının ardından Edison Illuminating’den ayrılarak, başka yatırımcılarla birlikte 1899 yılında Detroit Automobile Company’i kurdu. Kendi modellerinin üstünlüğünü göstermek amacıyla araçlarını başarıyla diğer üreticilerin araçlarıyla yarıştırdı. Ancak 1901’de Detroit Automobile Company iflas etti. Ford Motor 1903’te Henry Ford 11 yatırımcıyla birlikte 28.000 Dolar sermayeyle Ford Motor Company’i kurdu. Şirket tarafından 1908’de piyasaya sürülen Model T 1913’e kadar üne kavuştu ve ABD yollarının her yerinde yaygınlaştı. Aynı yıl Ford’un fabrikalarında yürüyen bantlı üretimi başlatması verimliliği yüksek derecede çoğalttı. 1918 yılında ABD’de kullanılan arabaların yarısı Model T idi. Aynı modelden 1927 yılına kadar 15 milyon araç satılarak 45 yıl süre tutulacak rekor kırıldı. Henry Ford’un çalışanlarına karşı özel bir tutumu vardı. Çalışanların 1913 yılında 8 saatlik çalışma gününe karşı aldıkları 5 US Dolar günlük ücret, 1918 yılında o zamana göre olağanüstü miktar olan 6 Dolara yükseldi. Ayrıca Ford çalışanlarına kâra katılım arz ediyordu. Öte yandan fabrikalarında sendikalaşmaya kesinlikle karşı olan Ford, sendika faaliyetlerini önlemek için Harry Bennett’i işe aldı. Bennett, sendika örgütlenmelerini yıkmak için yıldırma stratejileri izledi. United Auto Workers’in 1941’de yürüttüğü grevin sonunda bazı Ford fabrikalarında toplu sözleşmeler üzerinde anlaşılabilindiyse de, sendikal örgütlenme ancak Ford ve Bennett’in 1945’de şirketten ayrılışından sonra fabrikalarda büsbütün yayıldı. 112 kitap Çok Şaşıracaksın Bilgi, sahip olduğumuz en kıymetli değerdir. Dünyada o kadar çok bilgi olmasına rağmen ömrümüz boyunca çok az bilgiye ulaşabiliyoruz. Sizlere bu kitabımızda dünyanın en ilginç, en şaşırtıcı, en eğlenceli bilgilerini bir arada sunuyoruz. Daha çok bilmek, daha çok öğrenmek ve daha çok eğlenmeniz için… İstanbul’dan Masallar Masallar, insanoğlunun kendi dünyasını büyülü bir şekilde anlatmak, anlamlandırmak istemesiyle doğmuştur. Yüzyıllardır masalların bir gelenek halinde yaşamasının, günümüze ulaşmasının bir sebebi de budur. Çünkü masal, hayal etmek, istediğini yapabilmek, gerçeği altüst etmektir. Hayal gücüyle Kaf Dağını aşabilmek, bir anda uzak memleketlere gidebilmektir. Kahramanlar, türlü kılıklara girerek, bazen şehzade, bazen sultan, bazen de küplere binmiş bir cadı olarak karşımıza çıkar. Gerçek hayatta ulaşılması imkânsız kurgular masal dünyasının içinde böylece hayat bulur. (Tanıtım Bülteninden) Osmanlı Motifleri Osmanlı İmparatorluğu’nun, Basra körfezinden Adriyatik’e kadar uzanan toprakları Güneydoğu Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Afrika’yı içerisine almaktaydı. Bu bugünün Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Türkiye, Suriye ve Mısırı demektir. Osmanlı 1299 yılında kuruldu ve 1453’te İstanbul’un fethi ile tarihteki en güçlü imparatorluklardan birisi haline geldi. Dekoratif ve süsleme sanatlarına zenginlik katan bir çok kültürü içerisinde barındırmıştır. Fas, İran ve Bizans etkisinin Avrupa geleneksel sanatlarıyla karışması bir motif zenginliği oluşturmuştur. Bizler, bu kitapta sizlere var olan bu zengin kültürden bir tutam sunduk. Tekrarlı bazı desenler ve bordürler zengin değerli renkleri ve muhteşem tarzları ile Osmanlı süsleme sanatının bir örneğini oluşturuyor. Bu motifler yastıklar, masa örtüleri ve battaniyelerde nefis duracaktır. Gömlek manşetleri veya başka kıyafetlerinizi süslemek için de bu motiflerden yararlanabilirsiniz. (Tanıtım Bülteninden) 114 114 115 reyondakiler Calve Max Ketçap Yeni çıkardığı ürünlerle sofralarımızda yer edinen Calve, şimdi de Max Ketçapla lezzetli bir yemek ziyafeti sunuyor. Mevsiminde toplanan domateslerden üretilen Calve Max Ketçap sayesinde enfes yemeklerle dolu sofraları şenlendirmek sizin için çok kolay olacak. Parex Maestro Parex; hızlı, pratik ve teknolojik ürünü Maestro ile temizliği daha pratik hale getiriyor. Maestro’da kullanılan asansör sistemi sayesinde, temizlikte kullanılan mopun kirli ve temiz suyu iki farklı katta ayrıştırılabiliyor. Kovanın ergonomik yapısı, birinci katında mopun yıkanmasına olanak tanırken, ikinci katında ise sıkma işlemini gerçekleştiriyor. Maestro’nun teleskopik sapı sayesinde fazla enerji harcamadan pratik bir temizlik yapabilirsiniz. Bahçıvan Lezzetli Peynir Topları Bahçıvan, Türkiye’nin ilk atıştırmalık peynirini müşterilerinin beğenisine sundu. Pastorize inek sütünden ve tamamen katkısız olarak üretilen ‘Lezzetli Peynir Topları’, yetişkin bireylerin günlük protein ihtiyacının %42’sini ve kalsiyum ihtiyacının %73’ünü karşılayabiliyor. Peynirleri kolay bir şekilde alabilmek için ürün kapağında tek kullanımlık çatal da bulunuyor. Lezzet Peynir Topları, 80 gramlık tek tüketimlik ambalajıyla Adese reyonlarında yerini aldı. Huggies’ten Yenidoğanlar için Islak Havlu Türkiye’nin en yenilikçi bebek bakım markaları arasında yer alan Huggies, kısa süre önce piyasaya sürdüğü ürünü Yenidoğan Islak Havlu ile bir kez daha annelerin gönlünde taht kurmayı başardı. Huggies Yenidoğan Islak Havlu, 3 katlı temizlik teknolojisi, emici ve kalın pamuksu yapısıyla pratik ve etkili temizlik imkânı sunuyor. Yenidoğan Islak Havlu, Huggies’e özel, doğal lif teknolojisi ve %98 saf su içeriği sayesinde “pamuk yumuşaklığı ve havlu kalınlığı” sunarak yenidoğan bebeğinizin cildini nazikçe temizliyor. 116