Baharat Mevsimi

Transkript

Baharat Mevsimi
aile
dostu
ALIŞVERİŞ VE YAŞAM KÜLTÜRÜ DERGİSİ
Sayı 99
KIŞ 2014
FİYATI 1,5 TL
1
OSMANLI’NIN
MEZİYETLİ
SULTANLARI
Kış Mevsimi
“Baharat
Mevsimi”
Su ile sıhhatli,
su gibi aziz ol
KIŞIN
KIRMIZI
KORUYUCULARI
CAHİDE SULTAN’IN
BİRBİRİNDEN
LEZİZ YEMEK
TARİFLERİYLE
YİNE DOPDOLU!
Bir Bardak Çay,
Biraz Peynir ve Çıtır Çıtır Bir Simit
Simidin Hikayesi
Ustasından
2
4
5
içindekiler
99
içindekiler
Sayı
KIŞ 2014
İmtiyaz Sahibi
Yeşilimsi Yayıncılık
Ltd. Şti. Adına Tekin Güner
16
32
56
Editör
Gülsün Kurt Öney
Sanat Danışmanı
R. Yeşim Güner
YAPIM
GREENS DESIGN
Baskı
Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Bahçekapı Mah. 2477. Sok.
No: 6 Şaşmaz/ ANKARA
Tel: 0312 278 82 00
Baskı Tarihi 18.12.2014
Aylık yerel süreli yayındır. ISSN 1306-1739
ailedostu@adese. com. tr
ailedostu@greenstasarim. com
Reklam Rezervasyon
Halil Arslanpınar
halil. arslanpinar@adese. com. tr
Umut… Ne çok şeyi karşılar insan hayatında… Sabrı karşılar
mesela… Her sıkıntı, elbet bir gün son bulacak umuduyla
48
ENGELLERİN
DURDURAMADIĞI,
BEDENLERİ KİLİTLİ BEYİNLERİ
VE AZİMLERİ ÖZGÜR
İNSANLAR
HİPOKRAT’I
ÇÜRÜTEN,
“TÜRK ALİMLERİ”
94
katlanılır. Elbet bir gün anlaşılacağı umuduyla susar insan her
yanlış anlaşıldığında… Yorgun ve hasta bedenler sıhhatle ayağa
kalkmanın umuduyla sabreder her acıya… Ne güzel şeydir
umut karşıladığı şey iyi niyet olduğunda… Başımızı hafif yana
eğip güler geçeriz iyi niyetli bir umutla, karşımızdaki sinirden
köpürüp bağırıp çağırırken. Çünkü biliriz sesteki şiddet kadar
kalpteki yumuşaklığı da…
Umut keyifli şeydir gerçekten, eğer yol arkadaşı heyecansa.
Yeni doğan bir bebeğin ağzından çıkacak o ilk ağıdı bekleyen
anne için mesela. Dönüş tarihi belli olsa da eve dönecek bir
askerin son gecesi için. Ve o yıllardır görüşülemeyen dostun
OSMANLI’NIN
MEZİYETLİ SULTANLARI
Yönetim Yeri
Ankara Dünya Ticaret Merkezi
Tahran Caddesi No: 30 Kat: 2 / 202
Kavaklıdere / Çankaya - Ankara
Tel: 0 312 427 20 93 - 94
Faks: 0 312 427 14 05
www.greenstasarim.com
Gülsün KURT ÖNEY
DOĞRU OYUNCAKLAR
SAĞLIKLI ÇOCUKLAR
RÜZGÂRIN ŞEHRİ
“BAKÜ”
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tekin Güner
Yayın Kurulu
Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı
Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ,
Salih Yılmaz,
Lider Anaç, Yıldız Liva,
26
KIŞ MEVSİMİ
“BAHARAT
MEVSİMİ”
SÖYLEŞİ
KEREM POYRAZ
KAYAALP
84
yüzüne hasretle bakma vakti geldiğinde, tam da vaktinde orada
olan insan için. Evet insan için işte… Ne güzel şeydir umut,
doğru beslendiğinde…
Şimdi umudu yeniden yeşertme vakti... Sabrımızı da niyetimizi
de yenileme vakti… Heyecanla beklerken yepyeni bir yılın bize
getireceklerini, şimdi en umutlu dua vakti… Küçücük ellerimizi
sonsuz bir umuda kaldırma vakti…
6
7
bizden haberler
ADESE VE İŞKUR’DAN
İSTİHDAM İÇİN İŞBİRLİĞİ
ADESE, ISPARTA’DAKİ
İKİNCİ MAĞAZASINI AÇTI
İTTİFAK HOLDİNG’İN ULUSAL PERAKENDE MARKASI ADESE, İSTİHDAM PROJESİ KAPSAMINDA BİR KEZ DAHA
İŞKUR’LA ORTAK PROJEYE İMZA ATTI. PROJE KAPSAMINDA 50 KURSİYERE ET VE ET İŞLEMECİLİĞİ KONUSUNDA
EĞİTİM VERİLECEK.
ADESE, ZENGİN BİR TARİHİ GEÇMİŞE SAHİP ŞARKİKARAĞAÇ’TA AÇTIĞI ŞUBEYLE BİRLİKTE ISPARTA’DAKİ İKİNCİ,
TOPLAMDA İSE 138. MAĞAZASINI MÜŞTERİLERİNİN HİZMETİNE SUNDU.
İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, Isparta’daki ikinci mağaza
açılışını 5 Kasım 2014, Çarşamba günü
Şarkikarağaç’ta düzenlenen bir törenle
gerçekleştirdi. Açılış töreni; Şarkikaraağaç
protokolü, İttifak Holding ve Adese Yöneticileri ile Şarkikaraağaç halkının katılımıyla
gerçekleşti.
ci, toplamda ise 138. mağazaya ulaşmanın
mutluluğunu yaşıyoruz. Şarkikaraağaç;
ekonomisiyle, tarihiyle, halkıyla köklü bir
geçmişe sahip. Biz de Adese’nin 23 yıllık
deneyimini Şarkikaraağaç halkıyla buluşturarak bu zengin birikime katkı sağlamak
istiyoruz. Adese, tüm Şarkikaraağaçlılara
hayırlı uğurlu olsun” dedi.
Mağaza açılışıyla ilgili bilgi veren Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Mağaza
açılışlarımızı hızla sürdürüyoruz. Isparta’daki ilk mağaza açılışımızı nisan ayında
Yalvaç’ta yapmıştık. Şarkikaraağaç’ta açtığımız mağazamızla birlikte Isparta’da ikin-
400 metrekarelik market alanında, 5 kasa
ve 14 personel ile gıdadan şarküteriye, temizlikten kozmetiğe, oyuncaktan züccaciyeye kadar 5 bin çeşit ürün sunan Adese,
Şarkikaraağaçlılara 365 gün kaliteli ve hesaplı alışverişin keyfini yaşatacak.
SANCAK ADESE, YENİLENEN YÜZÜYLE
HİZMETE AÇILDI
ADESE, MARKET AÇILIŞLARININ YANI SIRA YENİLEME ÇALIŞMALARINA DA DEVAM EDİYOR. YAZ DÖNEMİNDE
İKİ MARKET AÇILIŞI YAPAN ADESE, YENİLEME ÇALIŞMALARININ TAMAMLANMASIYLA SANCAK ADESE’Yİ DE
MÜŞTERİLERİNİN HİZMETİNE SUNDU.
İnsan kaynağı politikalarının başarıya ulaşmasında eğitimi en önemli mihenk taşı
olarak gören Adese, İŞKUR’la Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM)
Beceri 10 projesi kapsamında işbirliği protokolü imzaladı. Adese Genel Müdürü Sıtkı
Erben ile Konya Çalışma ve İş Kurumu İl
Müdürü Ömer Tokgöz öncülüğünde imzalanan protokole göre 50 kişiye et ve et işlemeciliği konusunda teorik ve pratik eğitim
verilecek. 60 günlük eğitimin ardından kursiyerlerden en az yüzde ellisi Adese bünyesinde istihdam edilecek.
İŞKUR’la imzaladıkları projenin istihdam
oluşturmadaki önemine değinen Adese
Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Biz bugüne kadar İŞKUR’la birlikte gerçekleştirdiğimiz
projeler sayesinde 734 kişiye eğitim verdik
ve başarılı olanlar mağazalarımızda işbaşı
yaptı. Yine UMEM projesiyle de et ve et işlemeciliği konusunda eğitim alacak arkadaşlarımız hem meslek hem de iş sahibi
olacaklar. Bu projeyle birlikte birçok arka-
daşımızı iş hayatının içerisine dâhil ederken
diğer taraftan da alacakları eğitim sayesinde iş süreçlerine daha kolay adapte olmalarını sağlıyoruz. Adese olarak, İŞKUR’la
böyle bir projeyi hayata geçirmekten dolayı
büyük memnuniyet duyuyoruz.” dedi.
tüm katılımcılara sertifikaları verildi. Başarılı bulunan kursiyerlerden 60’ının Adese’deki görevine başladığı ve işe alım süreçlerinin devam ettiği bildirildi.
Bugüne kadar eğitim ve istihdam konusunda Adese’yle birlikte pek çok başarılı proje
gerçekleştirdiklerini dile getiren Konya Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü Ömer Tokgöz
ise önümüzdeki dönemlerde farklı projeler
geliştirerek bu işbirliğini daha iyi noktalara
taşımak istediklerini ifade etti.
“Perakende Satış Elemanı İşbaşı Eğitimi”
Tamamlandı
Adese, bir taraftan İŞKUR’la UMEM gibi
yeni projelere imza atarken diğer taraftan
da mayıs ayında başlattıkları “Perakende
Satış Elemanı İşbaşı Eğitimi”ni tamamlayarak işe alım sürecini başlattı. 4 ay süren
ve 200 kişinin yararlandığı eğitim sonunda
ADESE’DEN GLUTENSİZ ÜRÜNLERE
ÖZEL REYON
ALIŞVERİŞİN YANISIRA MÜŞTERİLERİNİN HAYATINI KOLAYLAŞTIRACAK BİRÇOK YENİLİK SUNAN ADESE, “GLUTENSİZ
ÜRÜNLER REYONU” BULUNDURDUĞU MAĞAZA SAYISINI ARTIRARAK ÇÖLYAK HASTASI MÜŞTERİLERİNİN DE HAYATINI
KOLAYLAŞTIRIYOR.
İttifak Holding’in ulusal perakende markası
Adese, bir taraftan yeni market açılışlarını
sürdürürken diğer taraftan mevcut mağazalarını yenilemeye devam ediyor. Konya
Sancak’ta yer alan mağazasını baştan aşağıya yenileyen Adese, 22 Eylül 2014 tarihinde gerçekleştirilen açılış töreniyle yeniden
müşterilerine hizmet vermeye başladı.
Adese, modernizasyon çalışmaları yapılan diğer mağazalarda olduğu gibi Sancak
Adese’yi de baştan aşağıya yeniledi. Doğa
Dostu Verimli Market projesi kapsamında
iklimlendirme sistemleri, soğutucu gruplar
ve aydınlatma sistemleri son model tekno-
lojilerle değiştirildi. Manav reyonu başta
olmak üzere tüm reyonlarında yeniliğe giden Adese, mağazanın net satış alanını 440
m²’ye, ürün çeşitliliğini de 8 bine yükseltti.
Bugüne kadar birçok mağazanın modernizasyonunu tamamladıklarını ifade eden
Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Bölgenin
değişen demografik yapısını ve müşterilerimizin taleplerini göz önüne alarak Sancak
Adese’yi de hızlıca yeniledik. Bir taraftan
Doğa Dostu Verimli Market projemiz kapsamında mağazamızdaki tüm iklimlendirme
sistemlerini ve soğutucu grupları modernize ederken diğer taraftan da mevcut re-
yonlarımızı yenileyerek ürün çeşitliliğimizi
artırdık. Gerçekleştirdiğimiz tüm bu çalışmalarla Sancak Adese’nin müşterilerimizin
değişen ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir
yapıya bürünmesini sağladık. Mağazamızın
yenilenen yüzüyle tüm müşterilerimize hayırlı olmasını diliyorum” dedi.
Sancak Adese, modernizasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte hem mevcut reyonların genişletilmesi hem de yeni
reyonların eklenmesiyle ürün çeşitliliğini 8
bine çıkardı. 3 kasanın bulunduğu Sancak
Adese, müşterilerine 14 personelle hizmet
verecek.
Adese, Türkiye’de son dönemde sayısında
hızlı bir artış gözlemlenen çölyak hastaları
için özel olarak kurduğu glutensiz ürünler reyonunun sayısını, müşterilerinden
gelen talep doğrultusunda artırıyor. Her
yerde bulunmadığı için glutensiz ürünlere
ulaşma konusunda zorluk yaşayan çölyak
hastası müşterilerinin hayatlarını kolaylaştırmak isteyen Adese; Konya’da Kulesite, Zafer, Otogar, Ereğli, Akşehir mağazalarında; Ankara’da Optimum, Keçiören,
Etlik mağazaları ile Bolu’da Beşkavaklar
ve Aksaray’da da Kültür Parksite Adese
mağazalarında bu reyonları müşterilerinin
hizmetine sunuyor.
Buğday, çavdar, arpa, yulaf gibi tahıllarda
bulunan bir protein grubu olan gluten, mide-bağırsak kanalı yoluyla kolaylıkla sindirilebilen normal bir protein olmasına rağmen bazı kişilerin gluteni sindirememesi
çölyak hastalığına yol açıyor. Henüz ilaçla
başarı sağlanmış tedavi yöntemi bulunmayan çölyak hastalığında normal ve sağlıklı
bir yaşam sürmek için glutensiz ürünler
tüketmek son derece yararlı oluyor.
Mağazalarında kurdukları “glutensiz ürünler reyonu” ile ilgili olarak Adese Genel
Müdürü Sıtkı Erben, Adese’nin müşterilerine alışveriş noktasında kolaylık sağlayan
bir marka olmanın ötesine geçerek müşterilerinin hayatına değer katan bir marka
olduğunu dile getirdi. Glutensiz ürünlerin
her yerde bulunmadığına dikkat çeken Erben; “Çölyak hastalarının yaşadığı en büyük
sıkıntılardan bir tanesi glutensiz ürünlere
ulaşmak. Biz de böyle bir ihtiyacın varlığından yola çıkarak glutensiz ürünler reyonunu kurduk. Müşterilerimize keyifli bir alışveriş deneyimi yaşatmaktan daha fazlasını
yapmak, onların ihtiyaçlarını karşılayarak
sağlıklı yaşam sürmelerine katkıda bulunmak istiyoruz” dedi.
Adese, glutensiz ürünler reyonunun yanı
sıra toplumun son dönemlerde sağlık konusuna daha fazla hassasiyet göstermesiyle organik, doğal ve diyet ürünlerin yer
aldığı reyonların bulunduğu mağaza sayısını da artırarak müşterilerinin önemli bir
ihtiyacını daha karşılamış oldu.
8
9
bizden haberler
KULESİTE’DE ÜNLÜ RÜZGARI ESTİ
KONYA’NIN YAŞAM VE EĞLENCE MERKEZİ KULESİTE, İMZA GÜNÜ ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA 5-6 VE 8 KASIM
TARİHLERİNDE, TÜRK SİNEMASININ DUAYEN OYUNCUSU FİLİZ AKIN, ÜNLÜ OYUNCULAR VOLKAN SEVERCAN VE
MUSTAFA UZUNYILMAZ İLE SEVİLEN ŞARKILARIN YORUMCULARI DOĞUKAN MANÇO & TUĞBA YURT’U AĞIRLADI.
Birbirinden eğlenceli etkinlikleriyle dikkat
çeken Kulesite, 5-6 ve 8 Kasım 2014 tarihlerinde beş ünlü ismi daha Konya halkıyla
buluşturdu. Tatlı Dillim, Yumurcak ve Ankara Ekspresi filmleriyle hafızalarda yer
edinen, Yeşilçam’ın usta oyuncusu Filiz
Akın 5 Kasım Çarşamba günü Kulesite’de
hayranlarıyla sohbet etme ve imza dağıtma
fırsatı buldu.
Kulesite, 6 Kasım Perşembe günü ekranların sevilen isimleri Volkan Severcan ve
Mustafa Uzunyılmaz’ı, 8 Kasım Cumartesi
günü ise müzik listelerinde hızla yükselen
‘Sakin Ol’ isimli çalışmaları ile yeni neslin
başarılı temsilcileri arasında yer alan Doğukan Manço&Tuğba Yurt ikilisini sevenleriyle buluşturdu.
Kulesite’nin etkinlik alanında mini bir konser gerçekleştiren Pop müziğinin popüler
temsilcileri Doğukan Manço ve Tuğba Yurt,
hayranlarına imza dağıtıp, fotoğraf çektirdi. Aynı zamanda Doğukan Manço sahnede
DJ’lik yaparak konsere katılanlara keyifli
saatler yaşattı.
SELVA, SIAL’DE
SAĞLIKLI YAŞAM ÜRÜNLERİNİ TANITTI
TÜRKİYE’NİN MARKALI MAKARNA İHRACAT LİDERİ SELVA GIDA, FRANSA’DA GERÇEKLEŞTİRİLEN, DÜNYANIN ÖNDE
GELEN GIDA FUARI SIAL’DE SAĞLIKLI YAŞAM ÜRÜNLERİNİ TANITTI.
Sektörün en geniş ürün gamına sahip markası Selva Gıda, 105 ülkeden, 6 binin üzerinde firmanın katıldığı fuarda, hem potansiyel müşterileri ile buluştu hem de mevcut
bayi ağı ile ilişkilerini kuvvetlendirme fırsatı
buldu.
Fuarda sağlıklı yaşam ürünlerini tanıtan
Selva, özel amaçlı karışım unları, bulgur,
tatlı ve mutfak yardımcılarını da ziyaretçilerin beğenisine sundu. Selva Gıda adına,
dış ticaret departmanı çalışanları ve yetkililerinin katıldığı SIAL’e Türk gıda sektörü
de 260 firma ile çıkarma yaptı.
200’den fazla ülkeden 150 bin ziyaretçinin
akınına uğrayan dev fuar, her iki yılda bir
Paris’te küresel gıda endüstrisinin oyuncularını bir araya getiriyor. Gıda sektöründeki
yenilikleri ve trendleri yakından gözlemleme fırsatı yakalayan fuar ziyaretçileri, de-
ğişen ve gelişen rekabet koşulları ve sektörün yönü hakkında bilgi sahibi oluyor.
Gıda sektörüyle ilgili güncel ve geleceğe
ilişkin gelişmelerin değerlendirildiği ve
uzun vadeli iş ilişkilerinin oluşturulduğu
bir platform olarak büyük önem taşıyan
fuar hakkında konuşan Selva Gıda Genel
Müdürü Özkan Koyuncu “Bu yıl 7. defa katıldığımız SIAL fuarında potansiyel müşterilerimizle bir araya gelerek katılımcılara
ürünlerimizi tanıtma ve denetme fırsatı
bulduk. 105 ülkeden, 6 binin üzerinde firmanın katıldığı fuarda Selva Gıda olarak
standımızın büyük ilgi görmesi bizi memnun etti. Özellikle sağlıklı yaşam kategorisinde geçen yıl piyasaya sürdüğümüz;
buğday ruşeymi, buğday kepeği ve yulaf
kepeği ürünlerimizle de yurtdışında yeni
başarılara imza atmayı hedefliyoruz. 2007
yılından bu yana ülkemizin markalı makar-
na ihracat liderliğini kesintisiz sürdüren bir
firma olarak yeni ve daha büyük başarılara
ulaşacağımıza yürekten inanıyorum. Yeni
başarılara ulaşmada SIAL ve benzeri fuarlar da bizim için iyi birer vitrin oluyor. Bu
çerçevede önümüzdeki dönemde yurtdışı
fuarlardaki görünürlüğümüzü artırmayı
planlıyoruz” dedi.
10
11
bizden haberler
İMAŞ MAKİNE’DEN BÜYÜK YATIRIM
İTTİFAK HOLDİNG’İN MAKİNE SEKTÖRÜNDE FAALİYET GÖSTEREN ŞİRKETİ İMAŞ’IN, KAPASİTESİNİ İKİ BUÇUK KAT
ARTIRACAK YENİ FABRİKASININ TEMELİ ATILDI. 56 BİN METREKARE ALAN ÜZERİNDE; 20 MİLYON TL YATIRIM İLE YENİ
FABRİKASINI DEVREYE ALACAK OLAN İMAŞ MAKİNE, CİROSUNU DA ORTA VADEDE 3 KAT ARTIRMAYI HEDEFLİYOR.
İttifak Holding iştiraklerinden İmaş Makine, yeni fabrika binasının temelini 14 Ekim
Salı günü 2. Organize Sanayi Genişleme
Bölgesi’nde attı. İttifak Holding Yönetim Kurulu Üyeleri ve holdingin grup içi şirketlerinin üst düzey yöneticilerinin katıldığı temel
atma programında konuşan İmaş Makine
Genel Müdürü Tuncay Lamcı, “Mevcut durumda 10 bin 300 metrekare olan fabrikamız, yaklaşık iki buçuk kat büyüyerek 25 bin
623 metrekarede faaliyet gösterecek. Bir
yıl içerisinde tamamlamayı hedeflediğimiz
yeni fabrikamızın inşaatını grup firmalarımızdan Seha Yapı yapacak. Fabrikanın,
İmaş’ın ihtiyaç duyacağı elektrik enerjisini
de üretebilir altyapı ile çelik konstrüksiyon
olarak inşa edeceğini dile getiren Lamcı, “Anahtar teslimi değirmen fabrikaları
kuran ve metal kesme sektöründe önemli
işlere imza atan şirketimiz, hizmet verdiği
sektörlerin tüm ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir bilgi şirketi olma yolunda hızla
ilerliyor” dedi.
Lamcı: Ciromuzu üç kat artırmayı hedefliyoruz
Yeni fabrika yatırımı ile birlikte en yüksek
kaliteyi en düşük maliyetle elde etmeyi hedeflediklerini ifade eden Lamcı, “Yeni fabrikamızda, geliştirilebilir entegre iş süreçlerine sahip, inovasyonu destekler yapıda
daha verimli, daha üstün, daha rekabetçi
nitelikler taşıyan çalışma prensipleriyle,
yarının ihtiyaçlarına hazır bir yapı kuracağız. Üretmekte olduğumuz yenilikçi ve teknolojik katma değeri yüksek ürünlerimizi
C
M
deneme imkanı da bulacağımız yeni fabrikamızda, müşterilerimize sürdürülebilir
rekabet gücü elde edecek makine ve sistemler tasarlamaya devam edeceğiz” dedi.
İşgücü, yer ve zaman kayıplarını da ortadan
kaldıracak yeni fabrikada çalışanlarının
sosyal ve eğitim ihtiyaçlarına da daha fazla
cevap veren bir yapı planladıklarını söyleyen Lamcı, “Tüm bunlara paralel olarak büyüyen üretim sahamızla birlikte ihracatımızı daha da artırarak orta vadede ciromuzu
üç kat artırmayı hedefliyoruz” dedi.
Yeni yatırımın meyvelerini en kısa sürede
alacağımıza inanıyoruz
İmaş Makine’nin 1989 yılında öğütme sektöründe faaliyet göstermek üzere İttifak
SEHA YASEMİN EVLERİ’NİN
İKİNCİ ETABI YÜKSELİYOR
SEHA YAPI TARAFINDAN KONYA’NIN EN DEĞERLİ BÖLGESİ YAZIR’DA
İNŞA EDİLEN YASEMİN EVLERİ’NİN İKİNCİ ETABI YÜKSELMEYE
DEVAM EDİYOR.
Konya’nın en fazla konut üreten şirketi Seha
Yapı, birinci etabını geçtiğimiz Haziran ayında tamamlayarak, anahtarlarını sahiplerine
teslim ettiği Yasemin Evleri Projesi’nin ikinci
etabının inşasına başladı. Konya’nın en değerli bölgesi Selçuklu Yazır’da, 8219 m²’lik
alanda yükselen Yasemin Evleri ikinci etap
dairelerinin, Eylül 2015’te sahiplerine teslim
edilmesi planlanıyor.
Projeyi, Türk insanının yaşam biçimini, alışkanlıklarını ve özel hayata verdiği önemi de
dikkate alarak planladıklarını belirten Seha
Yapı Genel Müdürü Tuncay Lamcı, “Her projemize diğerlerinden farklılaştıracak özellikler eklemeye özen gösteriyoruz. Yasemin
Evleri’nin tamamı 25 bin metrekarelik yeşil
alanıyla, kapalı otopark, güvenlik, ankastreli mutfak, mutfakta kiler, rekreatif peyzaj,
spor ve çocuk oyun alanlarıyla müşterilerimize farklı deneyimler, güven ve konfor
sunuyor. Her zaman olduğu gibi yeni projelerimizde de Seha Yapı kalitesini, farkını ve
güvenini yaşatmaya devam edeceğiz” dedi.
Holding’in ikinci iştiraki olarak kurulduğunu ve 1991 yılında da faaliyetlerine şeritli
testere tezgahlarını ekleyerek bu iki sektörde faaliyet gösterdiğini belirten Lamcı,
“İmaş, bugün global bir şirket haline geldi.
Bugüne kadar 60’ı aşkın ülkeye ihracat yapan şirketimiz, Orta Asya’dan Orta Doğu’ya,
Afrika ülkelerinden Türk Cumhuriyetleri’ne
kadar teknolojisini taşıyor. Bu çerçevede, değirmen makinelerimizin yaklaşık
%96’sını, testere tezgahlarımızın da yaklaşık %17’sini ihraç ediyoruz. İhracatta bugüne kadar göstermiş olduğumuz performans, bir nevi bizi büyümeye teşvik etti. Ve
bunun meyvelerini en kısa sürede alacağımıza inanıyoruz” dedi.
Y
CM
MY
CY
CMY
K
12
13
Cahide Sultan’dan Özel Tarifler
www. cahidejibek. com
KREMA
DOLGULU
BERLİNER
SALATALI
HUMUS
TARİFİ
(6 Kişilik)
(6 Kişilik)
Malzemeler
Hazırlanışı
1 yumurta
100 gr tereyağı
Yarım su bardağı kadar süt
4 yemek kaşığı toz şeker
1 çay kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı instant kuru maya
3 su bardağı un
Krema Malzemeleri
4 su bardağı süt
4 yemek kaşığı dolusu un
5 yemek kaşığı şeker
1 yumurta
1 limon kabuğu rendesi (isteğe
bağlı)
1 yemek kaşığı tereyağı
Kremanızı bir gün önceden hazırlayın. Böylece dinlenmiş ve tadı oturmuş bir kremanız
olur. Kuru malzemeleri una ekleyip karıştırın. Oda sıcaklığında yumuşamış tereyağını
da una katıp yoğurun. Kalan malzemeleri de ekleyip yumuşak bir hamur elde edin.
Ele yapışmayan bir hamur olmalı. (Ben mutfak robotunda yoğurdum) Üzerini örtüp
mayalanmaya bırakın. İki katına çıkan hamuru alıp elinizde hiç oynamadan hafif
unlanmış tezgahın üzerine koyun. Üzerine de hafif un serpip merdaneyle 6-7 mm.
kalınlığında açın. Hamuru bardakla veya yuvarlak bir kalıpla kesin. Kestiğiniz parçaları
bir tepsiye dizip üzerini bir bezle örtün. 20 dakika kadar dinlendirin. Yeniden mayalanıp
hafif kabaran hamurları, kızgın yağa atıp orta ateşte arkalı önlü kızartın. Şekerli bir
hamur olduğu için çok çabuk kızarıyor. Kremayı katılaşmışsa yeniden çırpın. Krema
torbasına doldurun. (Sağlam bir poşette olur.) Çöreklerin bir kenarından meyve
bıçağıyla delin. Bıçağı çöreğin ortalarına doğru ilerletip sağa sola doğru hafifçe
gezdirin. Bu kremanın rahat doldurulmasını sağlayacaktır. Bıçakla açtığınız delikten
kremayı çöreğin içine doldurun. Çörekleri servis tabağına alıp üzerlerine hafifçe pudra
şekeri serpin. Afiyet şifa olsun.
MALZEMELER
1.5 su bardağı haşlanmış nohut
3 yemek kaşığı dolusu tahin
1 diş sarımsak
2 yemek kaşığı limon suyu
1 çay bardağı kadar su
1,5 çay kaşığı tuz
1 çay kaşığı kimyon
Salatası için
1 orta boy domates
5-6 adet kornişon salatalık turşusu
7-8 dal maydanoz
2 yemek kaşığı ekşi nar
Zeytinyağı, kimyon, acı pul biber,
arzuya göre ceviz de güzel oluyor.
Hazırlanışı
Humus malzemelerinin tümünü bir kaba alıp el blenderıyle çekin. Mutfak robotunda
da olur. Ben nohutların kabuklarını çıkarmadım. Çok hassassanız çıkarabilirsiniz.
Humusu servis etmeden evvel, servis tabağına yayın. Üzerine küp doğranmış
salatalık turşusu, domates, ince doğranmış maydanoz, ayıklanmış narı ekleyin.
Zeytinyağını gezdirin. Kimyon, arzuya göre pulbiber ve ceviz de serpiştirip servis edin.
Afiyet şifa olsun.
14
15
ŞEHRİYELİ
KÖZ DOMATES
ÇORBASI
JALAPENO
BİBER TURŞUSU
(8 Kişilik)
Malzemeler
1 kg domates
1 çay bardağı tel şehriye
2 tepeli yemek kaşığı un
2 su bardağı et suyu
Yeteri kadar içme suyu
1 küçük çay bardağı süt
1 yemek kaşığı tereyağı
3 yemek kaşığı zeytinyağı
1 diş sarmısak
Arzuya göre kişniş, nane veya doğranmış
maydanoz
Tuz
Hazırlanışı
Domatesleri ikiye bölüp baş kısımlarını bıçakla alın. Yapışmaz tavaya çok az yağ ekleyip, harlı ateşte domatesleri arkalı önlü
kızartın. Bir tencereye alıp üzerine çıkana kadar su ekleyin ve pişmeye bırakın. Pişen domatesleri blenderdan geçirin. Eğer
çekirdekleri sizi rahatsız ediyorsa süzgeçten geçirin. Ayrı bir tencerede ve yağı beraber tencereye alın. Un hafif pembeleşene kadar
kavurun. Domatesi, ezilmiş 1 diş sarmısağı ve et suyunu ekleyip hızlı bir şekilde kaynayana kadar karıştırın. (unun topaklanmaması
için önce bir bardak soğuk su koyarak tel çırpıcıyla çırpın sonra sıcak domates püresini ekleyin yoksa un sıcak püreyle birleşince
topaklaşabilir) Kaynara çıktıktan sonra normal çorba kıvamına gelene kadar kaynar su ilave edin. Bu esnada şehriyeyi ekleyin. 6-7
dakika kadar kaynatmaya devam edin. Sütünü ilave edip, bir taşım daha kaynatın. Kişniş, kuru nane veya maydanoz ekleyip lezzetini
artırabilirsiniz. Afiyet şifa olsun.
MALZEMELER
750 gr jalapeno biber
2 çay bardağı üzüm sirkesi
4 diş sarımsak
3 tatlı kaşığı tuz
2 tatlı kaşığı şeker
2 tatlı kaşığı tane hardal
1 avuç nohut
Hazırlanışı
Jalapeno biberleri tohumlarını çıkarmadan halka halka doğrayın. 2 adet yarım kglık kavanozun diplerine nohut, birer kaşık tane
hardal ve iri doğranmış sarımsakları ekleyin. Doğradığınız biberleri kavanozlara sıkıca yerleştirin. Üzerlerine 1 buçuk tatlı kaşığı
tuz (3 kaşığı paylaştırmış oluyoruz), birer tatlı kaşığı şekeri ve birer bardak üzüm sirkesini ekleyin. Kalan kısımları kaynar su ile
doldurun ve kapağını sıkıca kapatın. Kavanozları ters çevirin. Soğuyunca düz olarak güneş görmeyen bir yerde saklayın.
En az bir hafta bekleyen turşu yenmeye hazırdır. Afiyet şifa olsun.
NOT: Sıcak su eklemek turşuyu eritmez. Aksine daha diri olmasını, kavanozu ters çevirince kapakların vakumlanmasını sağlar.
Böylece turşu uzun zaman bozulmadan dayanır.
Fırında Tavuklu
Dolma
KESTANELİ
PİLAV
(8 Kişilik)
Malzemeler
(8 Kişilik)
1.5 su bardağı pirinç
Yarım su bardağı pilavlık bulgur
Malzemeler
1.5 ölçü sıcak su
400 gr tavuk kıyması (göğüs veya
but etinden rondodan çekerek elde
edebilirsiniz)
1 çay kaşığı şeker
50 gr kuyruk yağı (olmasa da olur)
Tereyağı ve zeytinyağı
1 tatlı kaşığı biber salçası
Tuz
1 tatlı kaşığı domates salçası
Ayrıca:
3 adet taze domates
1 su bardağı ayıklanmış kestane
1 büyük soğan
1 su bardağı baldo pirinç
2 yemek kaşığı kuş üzümü
8-10 dal maydanoz
Hazırlanışı
Pirincinizi 2 kez yıkayın nişastasından arındırın.
Ya sabahtan soğuk suya ya da pişirmeden 40 dakika önce, kaynar olmayan sıcak suya ıslağa
koyun. Eğer işiniz çok acilse, kaynar suda 15 dakika bekletin. Tencereye zeytinyağını ve
tereyağını koyun. Pirincin suyunu tamamen süzüp tencereye ekleyin. Sadece 2 dakika kadar
kavurun. Fazla kavrulan pirincin proteini yok oluyor bu yüzden fazla kavurmayın. Diğer
tarafta kaynayan suyu pirince ekleyin. Tuz ve şekerini atıp karıştırın. Kaynamaya başlayan
pilavın ağzını kapatın. Küçük ocağa alıp altını kısın. Suyunu çekmeye yakın ince ağızlı bir
kaşıkla pilavı hafifçe karıştırın. Eğer ağzı kalın bir tahta kaşıkla karıştırırsanız pilav ezilebilir.
Suyunu tamamen çeken pilav size halâ diri gibi geliyorsa yarım çay bardağı daha su ilave
edin. 2 dakika daha pişirip altını kapatın. Önceden ayıklayıp pişirdiğiniz kestaneleri, 5 dakika
haşlayıp suyunu süzdüğünüz kuş üzümlerini ve ince doğranmış maydanozu pilava ekleyin.
Hiç karıştırmadan en az 20 dakika pilavınızı dinlendirin. Bu esnada soğumaması için üzerini
örtün. Servis etmeden önce bastırmadan hafifçe karıştırın ve servis edin.
Hazırlanışı
Pirinç ve bulguru geniş bir kaba koyup yıkayın. Soğanı sarmısağı soyup doğrayıcıya koyun.
Domateslerden dolmaların ağzına kapak olacak şekilde kesip kalan kısımlarını da
doğrayıcıya ekleyin. Maydanoz ve dereotunu da koyup ince olacak şekilde parçalayın. Pirinç
ve bulgura ekleyin. Diğer malzemeleri de ekleyip malzemeyi güzelce yoğurun.
Dolmalık sebzeleri oyun. Patlıcanların acı olma ihtimaline karşı içlerini tuzlayın. 20 dakika
kadar bekletip yıkayın. İç malzemesinden sebzelerin ağzında 2 cm boşluk kalacak şekilde
doldurun. Kaşıkla fazla bastırmayın ki, içi kuru kalmasın. Ben içim arttığı için soğan da
doldurdum. Doldurduğunuz sebzeleri büyük boy borcama yatık halde dizin. Ben ağızlarına
kapak yapmadım. Dolmaları birbirinin içine geçirdim. Servis esnasında domatesle ağızlarını
kapattım..:) 1 tatlı kaşığı salçayı 2 su bardağı suda eritip dolmaların üzerine gezdirin.
İsterseniz biraz da yağ gezdirebilirsiniz. Üzerini folyoyla kapatıp 200 derecelik fırında en
az 1 saat pişirin. Pişerken arada bir fırını kontrol edin. Suyu biterse biraz daha su ilave
edebilirsiniz. Sebzeler yumuşayınca folyoyu kaldırıp, 10 dakika kadar üzerini kızartın.
Afiyet şifa olsun.
3-4 diş sarımsak
Yarım demet maydanoz
Bir tutam dereotu
1 çay bardağı zeytinyağı
1 yemek kaşığı nar ekşisi
1 tatlı kaşığı toz sumak
1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber
1 tatlı kaşığı karabiber
Yeteri kadar tuz
Doldurmak için:
Taze biber, taze patlıcan, kuru
soğan
16
17
SÜT REÇELLİ
KURUYEMİŞLİ
BROWNİ
(8 KİŞİLİK)
MALZEMELER
24 x 24 cm tepsi için
125 gr tereyağı
150 gr bitter çikolata
3 yumurta
125 gr şeker
1 çay kaşığı vanilya
1 buçuk yemek kaşığı un
1 yemek kaşığı kakao
bir çimdik tuz
Kavrulmamış kuruyemiş (Ben ceviz
ve fındık kullandım)
2 yemek kaşığı süt reçeli
Tereyağı ve küçültülmüş çikolata bir kapta benmari usulü eritin ve ılımaya bırakın.
Diğer tarafta yumurta ve şekeri hafif çırpın. Üzerine ılımış tereyağı ve çikolatayı ilave
edin ve çırpın.
Daha sonra kalan malzemeleri ilave edip homojen bir kıvam oluncaya dek hafif çırpın.
Yağlı kağıt serilmiş tepsiye döküp düzeltin. Üzerine kuruyemişleri ve ara ara süt
reçelini koyun. Önceden ısıtılmış 180 dereceli fırında 20 ile 25 dakika arasında pişirin.
Tamamen soğuduktan sonra dilimleyip servis edin. İsterseniz üzerine pudra şekeri
serpebilir veya süt reçeli gezdirebilirsiniz.
Afiyet şifa olsun!
NOT: Daha ıslak bir browni isterseniz keki biraz daha az pişirmelisiniz. Birde ertesi gün
yiyeceğiniz browniyi buzdolabına kaldırdıysanız, ikram etmeden 1 saat evvel mutlaka
dışarı çıkarın veya sıcak fırında 2 dakika kadar tutup ılımasını sağlayın. Zira içindeki
çikolata ve tereyağı sertleşince browni de sertleşip kırılganlaşıyor.
18
19
Henüz çocukken
annelerimizin ellerinde
bardakla peşimizden
koşturduğu o enfes kokulu
nane limonu kim unutabilir
ki… Hani şu ecza dolabından
hemen önce uğradığımız ilk
çare köşesi…
Kış Mevsimi
“Baharat
Mevsimi”
BAHARATLARINIZIN HEPSİNİN TAZELİĞİ OLDUKÇA ÖNEMLİDİR.
ÇÜNKÜ TAZE OLMAYAN BAHARATIN AROMASI DA LEZZETİ DE
ÇOK AZDIR. VE NE KADAR KOYARSANIZ KOYUN İSTEDİĞİNİZ
TAT BİR TÜRLÜ GELİP YERLEŞMEZ TENCERENİZE… HAL BÖYLE
OLUNCA DA NE TAT VERİR BU MİS KOKULU NİMETLER NE ŞİFA…
Sadece yemeklerimize tat veren, sofralarımıza
lezzet katan tatlandırıcılar değildir baharatlar.
Yazın serinlememize, sonbaharda dinginliğimize, kış aylarında bir çok hastalığa karşı baş
yardımcımız değil midir?
Nane boğazınızı yumuşatır, kimyon bağırsaklarınızı düzeltir, karabiber öksürüğe birebirdir… İşte o yemeklerinize enfes tatlar katan
baharatların saymakla bitmez şifaları. Üstelik
sadece hasta olunca değil, bu hastalıklar daha
kapınızı çalmadan korumaya başlarlar sizi…
Ancak elbette ki her zaman olduğu gibi baharatları da sağlığımız için kullanacaksak önce
bir doktora danışmakta fayda var.
Evde de baharat kurutulur mu?
Aktarların baş köşe süsleri olan bu baharatların ise aslında bir çoğunu evlerimizde yapmak
da mümkün. Mesela nane, maydanoz, dereotu
gibi demet halindeki ıtırlı bitkileri kurutmak
için ihtiyacınız olan şeyler ise hepimizin mutfağında olan şeyler: Bir tepsi ve bir tülbent.
Güzelce yıkadığınız bu mis kokulu bitkileri sularından arındırdıktan sonra tepsinizin üzerine sereceğiniz birkaç katlı bir kağıt havlunun
üzerine yayın. Ve daha hijyenik bir ortamda
kuruyabilsinler diye de üzerlerine bir tülbent
örtün. Mutfağınızın veya uygun bir odanızın
güneş görmeyen kuytu ve nemsiz bir yerinde
kurumalarını bekleyin. Yaprakları dokunduğunuzda ufalanacak kıvama geldikten sonra saplarından ayırdığınız yaprakları iyice ufalayıp
cam kavanozlarda uzun süre saklayabilirsiniz.
Ev yapımı baharatlarınızı afiyetle ve şifa ile tüketmek için hazır hale getirmiş olacaksınız.
Kurutma işleminin bir diğer yöntemi ise demet
halinde aldığınız bitkilerinizi yine bu haliyle
güzelce yıkadıktan sonra baş aşağı olacak şekilde asarak ve yine güneş görmeyen kuytu ve
nemsiz bir yerde kurutmak olabilir.
Bütün ot menşeili baharatlar bu iş için oldukça
uygundur. Karabiber, kimyon gibi baharatla-
rınızı ise tohum halinde alıp eğer evinizde bir
öğütücü varsa evde, yoksa da yine aktarlarda
çektirebilirsiniz.
Genel olarak baharatlarınızın hepsinin tazeliği oldukça önemlidir. Çünkü taze olmayan
baharatın aroması da lezzeti de çok azdır. Ve
ne kadar koyarsanız koyun istediğiniz tat bir
türlü gelip yerleşmez tencerenize… Hal böyle
olunca da ne tat verir bu mis kokulu nimetler
ne şifa…
İşte hayatımızda illa ki bir yere sahip olan bu
harika kurular aynı zamanda ecza dolabımıza
varmadan hemen önce uğradığımız, sağlığımızın ilk danışmanlarıdır. Henüz çocukken
annelerimizin ellerinde bardakla peşimizden
koşturduğu o enfes kokulu nane limonu kim
unutabilir ki…
KİMYON: Kimyonun ana vatanı Mısır. Kullanıldığı baş yemekler ise özellikle etler, sucular,
köfteler ve çorbalar. Bu vazgeçilmez aroma
aynı zamanda;
z İştah açar ve hazımsızlığı giderir.
z Mide ve bağırsaklarda gaz birikmesini önler,
birikmiş gazı da söktürür. Hava yutmayı önler.
z Sinirleri yatıştırır. Baş dönmeleriniz sinirselse keser.
z Anne sütünü artırır.
z İdrar söktürür. Yüksek tansiyonu düşürür.
Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardımcı olur.
z Ayrıca romatizmada da oldukça faydalıdır.
Kimyon Çayı: Bu çay için kimyonun çekilmişini
değil de tohum halini kullanmalısınız. Yarım
çay bardağı kimyonu bir cezveye koyun. Üzerine de bir bardak su ekleyin ve kaynatın. Kaynadıktan sonra ağzını kapatıp demlenmesi için
5 dakika bekleyin. Altın sarısı kimyon çayınız
içime hazır.
20
KARABİBER: Fazla tüketilmemesi gereken baharatlardandır. Ancak dozunda kullanırsanız da bir o kadar faydalıdır. Bal ile
karıştırılmış karabiberin boğaz ağrılarına
birebir geldiğini bilmeyenimiz yoktur. Ama
bunun yanında bakın daha nelere iyi gelir
karabiber:
z Yağ hücrelerinin azaltılmasına yardım
eder.
z A, C ve E vitaminleri açısından zengindir.
Çinko, potasyum ve folik asit de içerir.
z Oldukça güçlü bir antioksidandır.
z Bağışıklık sistemini güçlendirir.
Saç dökülmesi için karabiber tarifi: Karabiber, bal ve limonu macun kıvamına gelene
kadar robotta çekin ve iyice karıştırın. Daha
sonra ise dökülmeden şikayet ettiğiniz saş
bölgesine uygulayın.
Kimler karabiberi çok
tüketmemeli?
Egzama, damar sertliği ve bağırsak iltihabı
olanlar, midesi rahatsız veya hassas olanlar ve tansiyon şikayeti bulunanlar çok fazla
karabiber kullanmamalı.
BİBERİYE: Yine et yemeklerinin ayrılmaz
ikisi olan biberiye de hem toz halinde hem
tohum halinde kullanılabilen bir baharat.
Stresi azaltıp, baş ağrısı ve migrene iyi gelen bu şifa kaynağının daha bir çok marifeti
var:
z Hafızayı güçlendirir ve konsantrasyonu
21
arttırır.
z Kolesterole de bir hayli iyi gelir.
z Hazımsızlığı giderir.
z Baş ağrınıza iyi gelir.
z Kabızlığa oldukça iyi gelir.
z Kanserle savaşta da oldukça güçlü bir bitkidir.
z Bağışıklık sistemini güçlendirir.
z Toksinlerin vücuttan atılma süresini kısaltır.
z Kalbe ve beyne daha fazla oksijen taşınmasına yardımcı olur.
Biberiye Çayı: Bir fincan suya bir çay kaşığı
biberiye koyup bir taşım kaynatın ve demlenmesi için 5-10 dakika bekleyin. Hafif
acımsı tadından dolayı içiminde güçlük çekerseniz biraz bal veya pekmezle tatlandırabilirsiniz.
ZENCEFİL: Bu harika bitkinin en ilginç
özelliklerinden biri kafein içermemesine
rağmen aynı etkiyi yaparak vücuda enerji
sağlamasıdır. Diğer faydaları da göz ardı
edilemeyecek kadar fazladır:
z Öncelikle iştah açıcıdır,
z Antiseptik özelliği sayesinde kan daha temiz kalır.
z Solunum yollarını açar.
z Vücut ısısını yükselterek daha hızlı ısınmanızı sağlar.
z Zencefil oldukça iyi bir anti oksidandır.
z Romatizma için kullanılır.
z Rahat uyumanızı sağlar.
Zencefil Çayı: Birkaç dilim taze zencefili bir
tencereye koyup üzerine bir fincan su koyun ve kaynatın. Bir taşım kaynadıktan sonra demlenmesi için 5 dakika kadar bekleyin. Daha sonra dilerseniz bal ile tatlandırıp
tüketebilirsiniz.
Zencefil Maskesi: Bir yemek kaşığı toz zencefil ile bir çay bardağı ısıtılmış zeytinyağını karıştırın. Karışımı birkaç parça bezin
üzerine dökün ve yüzünüze koyun. Düzenli
uygulamanız halinde siyah noktalarınız ve
sivilcelerinizdeki azalmayı hızla farkedeceksiniz.
22
BU KIŞ, DOST DA
DÜŞMAN DA AYAKLARA
BAKACAK.
KIŞIN BOT VE
ÇİZME MODASI
EVET, KIŞ BİRAZ HIZLI BİR GİRİŞ YAPTI BU SENE. EE TABİ
UFAK BİR TELAŞ BAŞLADI GARDIROPLARDA. AMA SİZ HİÇ
MERAK ETMEYİN BİZ AYNI HIZLA YAKALIYORUZ BU KIŞIN
EN GÖZDE ÇİZME VE BOT MODELLERİNİ…
23
Aslında soğuk aylarda şıklığı yakalamak
daha kolaydır. Uzun sade bir elbisenin altına giyeceğiniz tarz sahibi bir çizme bu işi
halletmeye yeter de artar bile. Erkekler
içinse dikkatle seçilmiş hoş bir bot bir kot
pantolonu bile klasik bir çizgiye taşıyabilir.
O halde bakalım bu dikkatli seçimleri bu
sene neye göre yapmalıyız .
BAYANLAR İÇİN VİTRİN
NOTLARI
Hem Rahat Hem Şık - Dolgu
Topuklar:
Bu sene dolgu topuklar tekrar bizimle. Oldukça havalı ve şık görünen bu tarzın en
büyük avantajı rahat olması. Dolgu topukları sayesinde hiç de öyle on santim bir ayakkabının üzerinde duruyormuşsunuz gibi
hissettirmiyorlar. Üstelik bu kış bu topuk
modelini sadece ayakkabıda değil botlarda
ve çizmelerde de sıkça görüyoruz. Rahatına
düşkün ama öbür taraftan da şıklığından
ödün vermek istemeyen hanımlara müjde!
Sokakta da şık olmak
isteyenlere - Flatform Taban:
Sadece iş yerinde veya özel bir davette değil aynı zamanda sokakta da şık olmak isteyenler için harika bir alternatif: Flatform
Tabanlı Ayakkabılar. Bu taban tipinde de
yine hem bot hem çizme bulmak mümkün.
Kot pantolonlar ve spor eteklerle harika bir
spor şıklığı yakalayabilirsiniz.
İnce Topuktan
Vazgeçemeyenler İçin - Çok
Daha İnce Topuklar:
İnce topuk muhakkak ki bir çok bayanın
vazgeçilmezleri arasında. Zariflik dendiğinde hemen hepimizin aklına ilk gelen ince ve
yüksek topuklar olur. Ama bu sene bu in-
celik biraz abartılmış durumda. Neredeyse
kırılacak izlenimi veren bu topuklar şüphesiz ki ne olursa olsun bir çok kombinin
baş tacı olacak. Özellikle incecik topuklu
çizmeler gerçekten kendine iki kez baktıracak türden.
Hem Yüksekte Hem Rahat
Olsun Diyenlere – Kalın
Topuklar:
Kim ne derse desin bu senenin gözdesi kesinlikle yüksek ve kalın topuklar. Hem zarafeti, hem rahatlığı, hem klasik tarzı, hem
şıklığı yani aklınıza gelebilecek bir çok tarza oldukça karizmatik bir hava katıyor bu
topuk tipi. Özellikle kullanım alanı oldukça
geniş olan yüksek ve kalın topuklu botlar
bir hayli iddialı. Hemen her rengini bulmak
mümkün olsa da bej ve siyah asaletleriyle
yine ilk sıraya oturmuş durumda.
Şatafat sevenlere – Taş ve
Boncuk İşlemeli Modeller:
Günlük kullanım için her ne kadar abartılı
dursa da güzel bir düğün veya yemek organizasyonunda bakışları ayakkabılarınıza
çekmeye yetecek kadar göz alıcılar. Özellikle Osmanlı Tarzı işlemeler bir hayli dikkat çekici.
Hem masum hem asi bir tarz –
Zincirler ve zımbalar:
Zımbalar her ne kadar çok kullanıldı diye
düşünsek de bu sezonda da tek başına
olmasa bile irili ufaklı zincirlerle bir arada kullanılmış ve gerçekten de çok hoş ve
kullanışlı olmuşlar. Etek altına da pantolon
altına uygun ve özellikle bot modellerinde
kullanılan bu aksesuarlar sayesinde neredeyse başka bir şey takıp takıştırmaya gerek kalmıyor. Böylece bayanları takı düşünme telaşından kurtarmış oluyor.
BEYLER İÇİN VİTRİN NOTLARI
Renkli Giyinmeyi Sevenler İçin
– Renkli Tabanlar:
Erkek ayakkabı modellerinde ilk göze çarpan tasarımlardan biri tabanlara atılmış
renkli çizgiler. Oldukça canlı tonlardan seçilmiş olan bu renkler doğru bir kombinle
beyleri kolayca şık bir görüntüye taşıyabilir. Mesela ayakkabının tabanındakiyle aynı
renk tonunda kullanacakları bir kaşkol
veya kazak, hatta bir bere bile bu şıklığı tamamlamaya yetecektir.
Hem Konfor Hem Şıklık
İsteyenlere –Tam Kararında
Botlar:
Bordo, lacivert, kahverengi, koyu yeşil gibi
bir çok renk bu sezonun erkek bot modellerindeki yerini almış ama yine de görür görmez beyleri ilk cezbedecek olan renk elbette ki yine siyah. Süet ve derinin hatta yer
yer ruganın birlikte kullanıldığı erkek botları gerçekten de bir tarz sahibi olduğunu
göstermek isteyenler için biçilmiş kaftan.
Özellikle atkılı modeller görsel olarak bir
hayli dikkat çekici. Aynı zamanda bağcıklılar kadar da kullanışlı olan bu modellere bu
kış beylerde oldukça sık rastlanacağı kesin.
Bot giymeyi tercih eden beyler için elbette
spor tarz botlar da düşünülmüş. Bu tarzın
her zaman olduğu gibi gözdesi yine bağcıklar. Ancak geçen sezondan bu sezona kalan
ufak esinlenmeler hala geçerli. Örneğin
hemen parmak bitiminden başlayan bağcıklar yine bir çok markanın sıkça kullandığı bir tarz.
24
25
Bir Bardak Çay,
Biraz Peynir ve Çıtır Çıtır Bir Simit
Simidin Hikayesi
Ustasından
“UN, MAYA, SU BAŞKA DA BİR ŞEY OLMAZ. OSMANLI’DAN
BİZE KADAR GELEN SİMİT BUDUR. YANİ HALK ARASINDA
BİLİNEN ADIYLA İSTANBUL SİMİDİ. VE ORİJİNAL İSTANBUL
SİMİDİ ŞİŞMANLATMAZ. ÇÜNKÜ YAĞ YOK, ŞEKER YOK
İÇİNDE, DOĞAL. ”
“Şeker oranı fazlalaştığı
zaman doğal olarak şekerin
yanma oranı da fazlalaşıyor
ve böylece kanserojen olma
derecesi artıyor yediğimiz
simidin. Bu yüzden ben
şeker yerine sulandırılmış,
hakiki üzüm pekmezi
kullanıyorum.”
İster ayak üstü bir bardak ayranla atıştırmak için, ister mükellef bir kahvaltıda yanında demli bir çay ve beyaz peynirle ya da
üzerine sürdüğünüz bir kaşık çikolatayla
tatlı niyetine… Her durumda mutlaka keyifle yenmez mi simit? Çeşitleri ve lezzet sırlarıyla ustasından dinledik bu geleneksel
lezzeti. Adese’nin hünerli ve ünlü simit ustası Ethem HACIOĞLU, bize simidin soframıza gelene kadarki serüvenini ve iyi simidin sırlarını anlattı. Hem de mis gibi simit
kokuları içinde. Ama sanmayın ki röportajın nimetlerinden faydalanmadık. Niye mi?
Eee simitler bu kadar güzel olunca söyleşi
bitimine kadar da çoktan bitmişti tabii.
A.D.: Merhaba Ethem Usta. Siz Adese Ankara şubelerinin simit ve ekmek ustasısınız
değil mi? Biraz tanıyalım mı sizi?
Ethem HACIOĞLU: Ben daha evvel İstanbul Adese’de ekmek ve simit ustasıydım.
Oradan Konya’ya en sonunda da Ankara’ya
geldim. Yani nerede ihtiyaç varsa orada.
Kırk yıldır yapıyorum bu işi. Daha ilkokula
giderken okul çıkışında abimin fırınında çıraklık yapardım. Bu yüzden de okumadım.
Ama bu işi çok sevdiğim için bunu tercih ettim. Kırk senedir de severek yapıyorum bu
işi. Ankara’daki Adese şubelerinin imalatını
yapıyoruz. Ve talep doğrultusunda gönderiyoruz.
A.D : Ethem Usta bizi biraz simit konusunda
aydınlatır mısınız? Çünkü o kadar çok çeşit
simit var ki. Ankara simidi, sütlü simit, sosyete simidi… Biz simit deyince ne anlamalıyız? Nedir orijinal olanı?
Ethem HACIOĞLU: Şimdi simit deyince bu
bizim yapmış olduğumuz simit gelmeli akla
çünkü bu hakiki olanı yani Osmanlı simidi.
Ecdadımızdan bize kadar gelmiş olan o orijinal lezzet bu. Doğaldır, katkı maddesi yoktur, şeker, yağ yoktur. Un, maya, su başka
da bir şey olmaz. Osmanlı’dan bize kadar
gelen simit budur. Yani halk arasında bilinen adıyla İstanbul simidi.
A.D.: Peki ustam aynı malzemeyle evde
yapmaya kalktığımızda ortaya çıkan sonuç
pek de sizinkine benzemiyor. Bunun bir sırrı var herhalde değil mi?
Ethem HACIOĞLU: Olmamasında iki unsur
vardır. Birincisi tecrübe. Çünkü onun yoğurma şekli var, bekleme şekli var. Susamı
var. Ki bu çok önemlidir. Mesela her zaman
gelen susamı beğenmem. Ben simidime
uygun susam isterim. Bir kere bizim yöresel susamımız olacak. Mesela Tokat yöresinde çok üretilirdi susam ve gerçekten de
çok iyidir. Ama şimdi genellikle yurt dışından geliyor. Özellikle Çin susamı çok geliyor Türkiye’ye, boncuk susamı da diyorlar.
Oysa daha iri ve piştiği zaman renk alan susam olacak. Yani ben seçici davranıp malzeme kullanırsam bu simidi verebilirim.
Unda bile fark eder. Mesela ben Selva un
kullanıyorum. Çok lezzetli ve çok uygundur.
Konya yöremizin buğdayından üretiliyor ve
çok lezzetli. Doğal olarak onunla yapılan simitte daha güzel oluyor.
A.D.: Bir de Ankara simidi, sütlü simit, vs
gibi bir çok simit var. Bunlar hakkında ne
diyeceksiniz?
Ethem HACIOĞLU: Ankara simidi daha
esmer oluyor. Bu da kullanılan şekerden
kaynaklıdır. Aslında şeker oranı fazlalaştığı
zaman şekerin yanma oranı da fazlalaşıyor
ve böylece kanserojen olma derecesi artıyor yediğimiz simidin. Bu yüzden ben şeker
yerine pekmez kullanıyorum. Daha önce de
dediğim gibi simidin aslı İstanbul simididir
hatta Karaköy simididir.
26
Büyük olan simitler de ekmek simidi diye
geçiyor. Ekmek hamurundan üretilmiş simit yani. Ekmek hamurunun bir kısmıyla
ekmek çıkıyor bir kısmı da ayrılıp su ile
susamlanıp büyük simit oluyor. Kısacası
susamlı ekmek. Ama İstanbul simidinin hamuru daha farklıdır, daha kıvamlıdır.
Bir de sütlü simit var. Onun içinde de yağ
var, şeker var, yumurta var… Talep doğrultusunda da üretimini yapıyoruz.
A.D.: Bir adet simit, Osmanlı simidi yani kaç
gramdır?
Ethem HACIOĞLU: Esasen devletin öngördüğü 90 gramdır. Ama biz Adese olarak,
120 – 130 gram civarında çıkarıyoruz. Hem
göz doyuruyor, hem karın yani.
Bir de bu simidin özelliği ayranla tüketil-
27
mesi. Böyle sıcak sıcak ve yanında ayranla
yenirse ayrı bir tadı olur.
Oysa orijinal İstanbul simidi şişmanlatmaz.
Çünkü yağ yok, şeker yok içinde, doğal.
A.D.: Peki ustam iyi simidi nerden anlarız?
Bir de fark ediyorum ki bizler yani İç Anadolu insanları, genlerimizden dolayı galiba,
doymak için yiyoruz. Oysa mesela İstanbul,
sahil insanı tadımlık yiyor. Bu yüzden de en
sadesini, yağsızını tercih ediyor.
Ethem HACIOĞLU: Eğer yedikçe yiyesiniz
geliyorsa o simit iyi simittir. Ama eğer ısırınca tıkıyorsa o olmamış demektir. Yani o
kendini belli eder zaten. Şimdilerde bunu
çok önemseyen yok ama. Eskiden abimin
dükkanında çalışırken günde 13 bin simit
satardık biz. O zamanlar bir simit kültürü vardı. Sabah saat dokuzda bir de öğleden sonra saat üçte çaylar demlenir veya
ayranlar hazırlanır simit beklenirdi. Ama
şimdi her şey gibi o da bozuldu. Kaşar katıyorlar, sucuklar katıyorlar… Simit simit
olmaktan çıkıyor zaten. Bunlar da insanı
şişmanlatmaktan başak bir işe yaramıyor.
A.D.: Diğer şubelere de buradan üretim yapıldığını söylediniz. Nasıl yetiştiriyorsunuz?
Ethem HACIOĞLU: Bir gün sonranın simidini yapıp şokluyoruz. Sonra şubelere dağıtımı yapılıyor. Şubelerimizde fırınlarımız var,
orada pişirilip sıcak sıcak sunuluyor halkımıza. Böylece sevkiyat pişmiş simit şubeye
ulaşıncaya kadar özelliğini öldüreceği için
pişirimin şubede olması daha makbul.
28
29
Yaza girerken
güç bela verdiğiniz kilolar
“Kışın Geri Dönmesin”
Havalar soğudu. Vücudunuz biraz daha fazla enerji istiyor. Önemli
olansa doğru oran. Kısacası doğru karbonhidrat, doğru protein,
doğru yağlar vee gitsin kilolar…
Gündüzleri kısa, geceleri
uzun kış ayları sizi sakın
yanıltmasın. Kural hala
aynı: Akşam 19:00’dan
sonra yemek yemek yok!!!
İster bin bir güçlükle verdiğiniz kilolarınızı
korumak isteyin, isterseniz de kış aylarında da bu fazlalıkların birer ikişer gitmeye
devam etmesini isteyin. Her iki durum da
gözünüz korkmasın. Çünkü bunu başarmak
o kadar da zor değil… Hayatınızda yapacağınız birkaç küçük değişiklik ve her gün ayıracağınız bir dakika ile kilonuzu korumakla
kalmayıp üstüne kilo vermeye de devam
edebilirsiniz.
Gelin önce neden kış aylarında kilo alıyoruz
bir bakalım. Öncelikle kışla beraber hareketliliğimiz de azalıyor. Bunun sonucunda da harcadığımızdan daha fazla kaloriyi
vücudumuza sokmuş oluyoruz. Hal böyle
olunca da kilolar sinsice yerleşiveriyor.
Havalar soğudukça vücudumuz kendini
ısıtmak için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor. Bu enerjiyi sağlamanın yolu da besinlerden geçiyor. Ancak biz vücudumuza
bu desteği unlu, yağlı ve şekerli gıdalardan
verdiğimiz takdirde ihtiyacımız olandan
fazla aldığımız kalori yine bize kilo olarak
geri dönüyor.
Ve bu soğuk ayların maalesef ki algımıza
oynadığı en büyük oyun zaman oyunu. Gündüzlerin bir hayli kısa ve gecelerin de bir o
kadar uzun olmasından dolayı gün boyu aklımıza çok fazla yemek yemek gelmez. Ama
ne var ki bunun acısını uzun kış gecelerinde
çıkarırız. Ardı arkası gelmeyen atıştırmalıklar bizi mutsuz edecek kilolarla tekrar
yüz yüze getiriyor.
Ama bunun için karalar bağlamamıza da
gerek yok aslında. Çünkü madem ki sorunun temelde ne olduğunu biliyoruz o zaman
bu demektir ki çözümü de biliyoruz.
Ne Yediğimizi Bilmek İlk Şart:
Öncelikle besin piramidine uygun beslenmelisiniz. Yani karbonhidrat ve protein
dengesini çok iyi kurmalıyız. Çünkü karaciğerimiz alınan besinleri proteinler, karbonhidratlar ve yağlar olarak ayırıyor ve bu
besinler daha sonra kana karışıyor. Dolayısıyla vücudumuzun her bir hücresinin ihti-
yacı olan bu gıdaları mutlaka almak zorundayız. Böylece hem gerçek anlamda yani
hücresel anlamda doyacağımız için fazladan yemek ihtiyacı hissetmeyeceğiz. Bu da
sürekli atıştırmamamız demek olacaktır.
Peki nedir bu karbonhidratlar? Ekmek,
makarna, bazı meyveler, tüm tahıllar, vs…
Karbonhidrat almak şart çünkü ihtiyacımız
olan enerjiyi bize bu gıdalar sağlıyor. Ama
eğer formumuzu korumak veya kilo vermek istiyorsanız bu dengeyi iyi kurmanız ve
tamamen kesmemekle beraber karbonhidrat tüketiminde aşırıya da kaçmamalıyız.
Proteinler ise olmazsa olmazlar. Et, süt,
yumurta, peynir, balık gibi besinler bize
protein sağlıyor. Ve karbonhidrat ve protein
dengesi doğru kurulduğunda ise istenilen
sonuca ulaşmamak imkansız.
Mükemmel Sonuca Ulaşmak
İçin Neler Yapmalıyız?
Öncelikle az ve sık yemeliyiz. Ama elbette ki bu her aklımıza geldiğinde veya her
canımız çektiğinde yiyeceğimiz anlamına
gelmiyor. Günde 5 – 6 öğünden oluşan bir
program izlememizde fayda var. Elbette ki
bunların her biri dolu dolu bir yemek öğünü
değil azar azar hazırlanmış porsiyonlardan
oluşmalı.
30
31
Eğer kan şekeriniz düşerse daha fazla açlık
hissedeceksiniz demektir. O yüzden karbonhidrat ve proteini birlikte tüketin. Böylelikle kan şekeriniz daha yavaş düşecek ve
siz de daha geç acıkacaksınız.
Mümkün olduğunca çok su için. Su içmek
için susamayı beklemeyin. Eğer aklınıza
gelmiyorsa kendinize bunun için zamanlar
belirleyin. Mesela her saat başı ve yemeklerden önce içeceğiniz bir bardak su hem
metabolizmanızı hızlandıracak, hem tokluk
hissi verecek hem de organlarınızın sağlığında büyük rol oynayacaktır.
Metabolizma hızını artırmak için kış aylarında içeceğiniz bir kase çorba ve içine
bolca ilave edeceğiniz baharatlar bu iş için
biçilmiş kaftan. Örneğin acı biber hem sizi
ısıtacak hem metabolizmanızın hızına hız
katacak. Ama burada da dikkat etmeniz gereken en önemli husus baharatların iştah
açıcı özelliği. Kilo vermeye çalışırken fazladan içeceğiniz bir kase daha size kilo bile
aldırabilir. Bunun içinse en güzel çözüm
porsiyonunuzu yemeğe başlarken belirlemek ve asla üzerine ilave yapmamak.
Ve elbette ki egzersiz yapmalısınız. Her gün
yarım saat yapacağınız düzenli egzersiz
emin olun sadece sizi ısıtmakla kalmayacaktır. Daha zinde ve daha enerjik olacaksınız. Bu sayede fazladan harcayacağınız kaloriler vücudunuzdan gidecek fazladan yağ
demek olacak. Ayrıca vücudunuzdaki kas
İşte size harika bir kış programı. Sıcacık,
sağlıklı ve fit bir kış artık sizin elinizde.
AF
I( )
SHA
F
)
Öğünlerinizden tamamen çıkarmanız gereken en önemli yiyecek ise şeker. Sağlığınız
için de kilolarınız için de baş düşman yani.
Hayatınızdan tamamen çıkardığınız takdirde bedeninizdeki olumlu değişiklikleri çok
oranı ne kadar fazla ise bazal metabolizma
hızınız da o kadar fazla olacaktır.
I(
Günün en önemli öğünü olan kahvaltıyı asla
atlamayın veya geçiştirmeyin. Çünkü siz
her ne kadar bu öğünde az kalori aldığınız
için karda olduğunuzu düşünseniz de emin
olun daha sonraki öğünlerde bunu yerine
fazlasıyla koyacaksınız. Oysa iyi yapılmış
bir kahvaltı sizi çok uzun süre tok tutacak.
kısa bir zaman içinde göreceğinizden emin
olabilirsiniz.
HA
N
Metabolizmanızın hızını
baharatlı bir çorba ile
artırabilirsiniz.
G‹MDES
CERT NO : 400-043
32
33
sel gelişimine yardım edecek değişik renkte ve dokuda sesli hareketli oyuncaklarla
oynayarak çeşitli uyaranlarla buluşarak
gelişim sürecine katkı sağlayacaktır.
Oyuncak Seçiminde KALİTE
Anlayışı
Zeynep ŞİMŞEK VELİŞOV
Doğru Oyuncaklar
Sağlıklı Çocuklar
Fiyatları daha uygun olduğu için veya renleri daha canlı diye ya
da artık vaktinin geldiğini düşünerek aldığınız oyuncaklar acaba
çocuğunuzun sağlığı için bir tehlike olabilir mi? İçerdiği yabancı
bir madde küçücük bedeninde bir tehdit unsuru olabilir mi? Ya
da büyüdüğünü veya yeterince büyümediğini düşünerek “sizin”
seçtiğiniz bir oyuncak onun zihinsel gelişiminde düşündüğünüzden
daha büyük bir rol oynuyor mudur?
Psikolojik Danışman
Bir beyefendi yeğenine doğum günü hediyesi olarak oyuncak almak için benden
yardım istedi. Aslında hediye seçimini gerçeğine birebir benzeyen bir oyuncak tablet
almaktan yana kullanmak istiyordu. Böyle
bir hediyenin henüz 2,5 yaşındaki bir çocuğun psikomotor gelişimi ve ruhsal gelişimine katkı sağlamayacağını aksine ne kadar
zorlayabileceğini ifade ettim. Beyefendinin
amacı güzel, kaliteli ve popüler bir oyuncak almaktı. Ancak bu seçimle asıl amacına ulaşmış olmayacaktı, zira ince motor
gelişimini henüz tamamlamamış bu çocuk
o küçük tuşlara basarken zorlanacaktı ve
üstelik kendinin aktif olmadığı bir oyuncak
olduğu için hiç bir zihinsel aktivite geliştiremeyecekti. Bu durumu kendisine aktardım
ve yeğeninin yaşına uygun bir hediyeyi birlikte seçtik. Yaşadığım bu hikaye ve benzer
birçok örnek oyuncak seçiminin çocuk gelişiminde ne kadar önemli olduğunu insanlarla da paylaşmam gerektiğini hatırlattı.
Oyuncak konusunda bir diğer önemli nokta
ise, oyuncağın hangi malzemeden yapılmış
olduğudur. Son zamanlarda, ülkemize uzak
doğu ülkelerinden sağlıksız boya ve ham
maddeden üretilen oyuncaklar ithal edilmektedir. Ebeveynler, ucuza mal edebilmek için çocuklarına bu türden oyuncakları
almaya yönelmişlerdir. Ancak; bebeklik,
yani oral dönemde çocuklar bu oyuncakları
ağızlarıyla keşfetmeye çalışırken, vücutlarına sağlıksız maddeleri de almış olurlar.
Bu da çocukların gelişimini olumsuz etkileyerek ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Ebeveynlere önerim, oyuncak
seçimi yaparken nerede üretildiğine marka
ve lisansına dikkat etmeleridir. Ayrıca ahşap oyuncakları, sağlıklı ve sağlam plastikleri, çok rengi içinde barındırmayan oyuncakları tercih etmeleri çocukları için daha
doğru bir seçim olacaktır.
Gelişim Sürecinde Oyuncak
Seçimi Nasıl Olmalıdır?
0-2 Ay
Yukarıda da belirttiğim gibi beden hareketleri çocuğun ilk oyuncağıdır. Onunda
öncesinde ilk aylarda, görsel ve işitsel olarak doyum sağlayacağı hafif seste, hareket
eden oyuncakların yatağın üst kısmına asılmasıyla ilk doğru oyuncak seçimi yapılmış
olur.
2-6 Ay
Oldukça büyük parçalı, parlak, sesli ve yumuşak dokulu oyuncaklar seçilebilir. Ağzına alacağı için oyuncağın zararlı boya içeren ya da sert cisimlerden oluşmamasına
dikkat edilmelidir. 6. aydan itibaren çocuk
için nesne sürekliliği başlamıştır. Bir nesneyi gözünün önünden çektiğinizde onu
arama eğilimlerine başlar. Bu tarz oyunlar
oynayarak zihin gelişimine katkı sağlayabilirsiniz.
7-12 Ay
Oyun, çocuğun kendini özgürce ifade ettiği
iletişimin başlangıcı ve konuşma sürecinden de önce başlayan bir aktivitedir. Çocuğun ilk oyuncağı bedenidir, ilk önce ellerini
hareket ettirerek takip eder ve ardından
ayaklarını tutarak bir devinim içinde oyunu
başlatmış olur.
İlerleyen süreçte ise hem ruhsal, hem fizik-
7 aylık bebek emekleme için harekete geçmiştir. Peşinden gidebileceği oyuncaklar
emekleme sürecini pekiştirecektir. Ayna
karşısında kendini izlemesini sağlayabilirsiniz. Döngüsel tepkiler (ses çıkardığını
fark ettiği bir hareketi durmadan tekrar
etme eğilimi) gösterir. Sesli, iç içe geçen,
şekil kovası vb. gibi oyuncaklar uygundur.
Bu dönemde bez oyuncaklarla basit hikayeler anlatarak uykuya geçişini de kolaylaştırabilirsiniz.
1-2 Yaş
Konuşan, hayvan sesleri çıkaran oyuncaklar ya da kitaplar, 3 parçalı ahşap tak-çıkar
oyuncaklar. Farklı boydaki küpler, müzik
aletleri (zil, marakas) araba, bebek, hayvan figürleri, oyuncak telefon ve boncuklu
helezonlar uygun olacaktır. Ancak ağzına
alamayacağı büyük parçalı oyuncaklar seçilmelidir.
3-5 Yaş
Bu yaş grubunun oyuncak çeşitliliği artmıştır ve oyuncakların üzerindeki etiketler 3+
olarak simgelenmiştir. Bu dönemde oyuncakların boyutları küçülmeye başlar. İnce
motoru da destekleyecek nitelikte kalem
tutma, ipe boncuk dizme, daha küçük halkaları sıraya dizme, eşleme, hikaye kitapları, puzzle, ahşap tak-çıkar tarzı oyuncaklar,
lego, oyun hamurları, eğitici kartlar, tamir
takımları vb. gibi seçimler uygun olacaktır.
Yukarıda kısaca belli dönemlerde alınabilecek oyuncaklardan bahsettim. Toplumun
ve oyuncak sektörünün dayatmalarından
sıyrılarak çocuğunuzun ve çevrenizdeki çocukların, oyun yoluyla sağlayacağı gelişim
sürecini doğru ve kaliteli oyuncak seçimiyle
tamamlamasına yardım edin.
En yeni, en popüler oyuncak en iyisi demek
değildir.
34
34
35
35
RÜZGÂRIN
ŞEHRİ
BAKÜ
BAKÜ, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ’NİN, HAZAR DENİZİ’NİN BATI KIYISINDA
YER ALAN BAŞKENTİDİR. KAFKASLAR’IN EN BÜYÜK ŞEHRİ, EN ÖNEMLİ
KÜLTÜR VE TİCARET MERKEZİDİR.
“Bakü’nün tarihi eski
devirlere uzanır.
Abşeron arazisinde
bulunmuş arkeolojik
buluntular buranın eski
yaşama yeri olduğunu
ispatlar.”
Bakü’ye Bad-ı Küba yani rüzgârlar
şehri deniyor. Bakü adı da bunun ön
harflerinden kaynaklanmış deniliyor.
Gerçekten de rüzgârı bol bir şehir.
Sahil kesimi düz, içeriye doğru gidildiğinde stadyum tribünleri örneği kotlar
gittikçe yükselmeye başlıyor. Böylece
sanki amfitiyatro gibi Bakü’nün içlerinden deniz ve sahil kesimini görmek
mümkün oluyor. Bir de oturduğunuz
kat yüksekse deniz manzarası ve esinti
daha fazla oluyor.
Bir Türk için, Türkiye dışında kendinizi
en çok evinizde hissedebileceğiniz yer
burasıdır diye tahmin ediyorum. İlk
başlarda hızlı konuşulan Azerbaycan
Türkçesini anlamakta güçlük çekebilirsiniz ama biraz zaman geçmesiyle
bu sorun ortadan kalkacaktır. Bir anda
kendinizi Türkçe’den ziyade Azerbaycan Türkçesini konusurken bulabilirsiniz.
Türkiye’den giden biri olarak pek yabancılık çekmeyeceğiniz bir şehir.
Sonuçta yurtdışında olmanıza rağmen
Türkçe konuşuyorsunuz. Çoğu kişi
Türkiye futbol ligini izliyor. Birçok kafe
ve restoranda insanlar maçları takip
ediyor. Sokaklarda GS, BJK, TS ve hatta FB formalı gençler görebilirsiniz.
Eski Bakü binaları daha çok Alman
mimarisini hatırlatıyor. Gerçekten de
1880’den sonra buralara gelen Rus
topraklarında doğmuş ve eğitim almış
ve ayrıca 2. Dünya Savaşı sonrası Alman ordusundan esir düşüp Bakü’de
kalan Alman mimarların etkisi görülüyor. Antik cepheler, girişler, Neoklasik, Gotik, Fransız, Avrupa mimari
tarzı Osmanlı balkon örnekleri gibi bazen islami tarzla karışmış. Goslavsky,
Ploshko, Eichler, Dale, Simonson,
Lemkul, Skibinsky, von der Nonne,
Drittenpreis, Edel, Shtern, Rufini ve
Groseti gibi Avrupalı mimarların ya-
nında Ahmetbeyov, Hacıbababeyov ve
İsmailov gibi yerel mimarların eserleri
güzel bir sentez biçiminde Bakü Mimari Ekolünü oluşturuyor.
Bu eski binaların Bakü’den çıkarılan
Ağlay denilen sarı kumtaşında yapılmış dış cepheleri günümüzde oldukça
yavaş bir tempoyla restore ediliyor,
simsiyah hale gelmiş olanları temizleniyor, bazı bina cepheleri devlet finansmanıyla tamamen yeniden altı
betonarme kolon kirişlerle, üzeri Bakü
taşıyla kaplanıyor, çatılar terastan
oturtmaya çevriliyor, Bakü’ye gittikçe
modern çehre kazandırılıyor.
Bakü’nün merkezi, geceleri gündüze
göre çok farklı ve çok daha güzel. Sebebi de yenilenmiş, temizlenmiş tüm
eski binalar ışıklandırılıyor. Hem de
çok estetik bir şekilde. Böylece kent
merkezi ışıl ışıl oluyor.
Guinness Rekorlar Kitabı’na göre
dünyanın en yüksek bayrak direğinin
bulunduğu şehir Bakü’dür. Yüksekliği
162, çapı 3,2 metre ve ağırlığı 220 ton
olan direğin üzerinde 35 metreye 70
metre boyutunda ve 350 kg ağırlığında
Azerbaycan bayrağı dalgalanıyor.
Trafik doğal haline bırakılmış, kendi
kurallarını kendileri oluşturmuş insanlar, en önemli kavşaklarda geçiş
hakkı diye bir şey yok, yola atlayan geçiyor. Çoğu kavşakta ışık bulunmuyor.
Ama yollarda her bir arabadan yükselen korna seslerine rağmen trafikte
herhangi bir kavgaya rastlanmıyor.
Bunun nedenini sorduğumda ise kavga
edene para cezası verildiğini öğreniyorum. Tokat atmak 500 Euro, yumruk
atmak ise 1000 Euro ile cezalandırılıyormuş. Genelde ise ilk şikâyet eden
davayı kazanıyormuş.
Taksilerinde taksimetre yok. O yüzden
binmeden önce mutlaka pazarlık yap-
malısınız. 10 Manat’a bir uçtan diğer
uca geçebiliyorsunuz. Ama pazarlık
yapmazsanız çok kısa mesafelere bile
10 Manat istiyorlar. Son dönemde 1000
adet alınmış ve şehrin her yerinde görebileceğiniz “London taksi”ler bulunuyor. London taksilerde taksimetre
bulunuyor. Onları tercih etmenizde
fayda var.
Azerbaycan’ın para birimi Manat. 1
Manat, 1 Euro’ya eş değer. Yani sizin anlayacağınız çok pahalı bir ülke.
Bakü’de ucuz olan tek şey benzin. Bizim paramızla 1 litre benzin 90 kuruş.
Yanınızda Manat yoksa, rahatlıkla Euro
ile alışveriş yapabilirisiniz.
Caddelerinde gördüğünüz arabaların
yarısı jiguli (Rus yapımı Murat 131) diğer yarısının ise son model jiplerden
oluşuyor. Yollardaki otomobiller şok
edici nitelikte lüks. Türkiye’de adını
bile duymadığım lüks otomobiller birbiriyle yarışıyor.
Alev Kuleleri
Hemen hemen Bakü’nün her yerinden gözüken, Alev Kuleleri olarak da
bilinen Flame Towers, özellikle hava
karardıktan sonra ışıklandırmasıyla
dikkat çekiyor.
Alev şeklindeki 3 binadan oluşan Flame Towers, Azerbaycan’ın Bakü şehrinin son yıllarda yapılan önemli sembol
yapılarından biri. İş merkezi, otel ve
konut olarak işlevlendirilen yapılar,
Hazar Denizi ve Bakü’ye tepeden bakış sağlayan muhteşem manzarasının
yanı sıra Bakü’nün her noktasından
görünebilme özelliği taşıyor. Konut
binası 33 kat (yaklaşık 190 m), otel binası 30 kat (yaklaşık 160 m), ofis binası
ise 28 kat (yaklaşık 140 m) olarak inşa
edilmiş.
Flame Tower ismi, Bakü’de yanan ateşin, yeni şehirdeki bir sembolü olma
36
37
“Bakü, Azerbaycan’ın
kültür merkezidir.
Ülkenin ilk operası,
ilk ulusal tiyatrosu ve
ilk millî kütüphanesi
bu kentte açılmıştır.
Bakü, çok sayıda müze,
tiyatro, konser salonu,
kütüphane, sanat
galerisi ve sinema
salonlarına ev sahipliği
yapar.”
özelliğinden kaynaklanıyor. Kompleksi alev
konsepti ile tasarlayan mimar, aydınlatma
tasarımı yapan firma ile beraber, gündüz
mimari olarak alevi ifade eden görüntünün gece de aynı etkiyi yakalamasını hedeflemiş. Binanın aydınlatma tasarımı da
bu konsepte göre yapılmış. Üçü de farklı
amaçlar ve yüksekliklerde olan binalarda
bu etkiyi yakalamak için aydınlatma tasarımına oldukça önem verilmiş.
İçeri Şehir
Bakü, insanı şaşırtan bir şehir dokusuna
sahip. Eski ile modernin yan yana olduğu
kentte, bazen bir Batı Avrupa kentinde olduğunuzu, bazen de tarihi bir mekânda bulunduğunuzu düşünüyorsunuz.
Sovyet, İslam ve Avrupa mimari tarzlarının
kombinlenmesiyle meydana gelmiş yapılar; kent dokusunun önemli parçalarını
oluşturuyor. 12. yüzyılda kenti savunmak
amacıyla inşa edilen duvarların büyük bir
bölümüyle çevrili İçeri Şehir; Bakü’nün en
tarihi merkezlerindendir. Hazar Denizi boyunca uzanan şehrin bu duvarlı bölümü,
farklı çağlara ait ellinin üzerinde tarihi mimariyi bünyesinde barındırması açısından
da oldukça önemli.
Başkent Bakü, 2010 yılında Avrupa’nın en
güzel sekizinci şehri seçilmiş. Gerçekten
de, bu yemyeşil ve bakımlı şehir hem çok
şık ve modern görünümü, hem de tarihi
zenginliğiyle göz kamaştırıyor. 4 milyon
nüfuslu Bakü’de görkemli kamu binaları
ve geçen yüzyıldan kalan zarif villalar anıtsal eserlerden farksız. Cepheleri süsleyen
heykel ve kabartmalardan, kemerlerden,
ustalık ürünü balkonlardan, kapı bezemelerinden, sıra dışı pencerelerden ve sütunlardan etkilenmemek mümkün değil.
Akşamları ise, Bakü ayrı bir güzel; bütün
tarihi binalar ışıklandırılıyor. Tarihi dokusunu koruyarak gelişen bu şehirde Sovyet
döneminin, birbirinin kopyası ve estetikten
uzak yapıları da var. Ama şehir müthiş bir
şehircilik hamlesiyle toparlanmış; özellikle de “İçeri Şehir”. Yüksek binalar ve geniş
caddeler şehrin modern yüzünü yansıtırken
surlarla çevrili bölge, yani İçeri Şehir, geçmişin ruhunu bugüne taşıyor.
ile Kız Kulesi, 2000 yılında UNESCO Dünya
Kültür Mirası Listesi’ne dâhil edilmiş.
Bakü, 12. yüzyılda, önce burada kurulmuş.
İlk Azerbaycan devletini kuran Şirvanşah
Hanedanlığı döneminde altın çağını yaşayan
şehir, 19. yüzyıl başında üç bin nüfuslu bir
kasaba iken, 20. yüzyıla doğru Kafkaslar’ın
en büyük ve en önemli kültür ve ticaret
merkezi olmuş. Çoğu cumbalı, tek ya da
birkaç katlı taş evler, şimdilerde restore
edilip butik otellere dönüştürülüyor ama
bir kısmında da mahalleli oturmaya devam
ediyor. Açık hava müzesini andıran İçeri
Şehir ve barındırdığı Şirvanşahlar Sarayı
Gız Galası
Şirvanşahlar Sarayı
Şirvanşahlar Sarayı, Asya taş mimarisinin
en görkemli örneklerinden. 10 yılda inşa
edilen bu mükemmel mimariye, zaman
içinde birçok kez bütünü bozmayan eklemeler yapılmış. Kubbeleri ve kemerleri ile
gayet iyi durumda olan saray, külliye içindeki en büyük ve en eski yapı.
Saray, daha sonraki dönemlerde kimi zaman kışla olarak, kimi zaman da ahır, depo
ya da hastane olarak kullanılmış. Sonra,
1964’te müzeye dönüşmüş. Küçük bir havuzu, kuyusu ve 22 metrelik tek bir minaresi olan cami ise, külliyenin aşağı avlusunda.
Bir zamanlar taştan olan şerefesi, şimdi
demirden.
İçeri Şehir’deki yapılardan en ünlüsü 27
metre yüksekliği olan Kız Kulesi, Bakü’nün
en önemli simgesi sayılıyor. Azerbaycan
lehçesinde “Qız Qalası” diye adlandırılan
kule, milattan önceye ait yapıların kalıntılarının üzerine, 12. yüzyılda inşa edilmiş. Havadan bakıldığında, “Q” harfi şeklinde görünen kulenin terasından bütün Bakü’yü
seyretmek mümkün. Gövdesi kireç taşından, cephesi içe meyilli yatay, siyah taş sı-
raları ile döşeli yapı, Bakü’nün en çarpıcı
anıtlarından. Bir zamanlar Hazar dalgaları
dibine dek ulaşırmış. Masallardan çıkmış
gibi deniz kıyısında yükselen ve geceleri
ışıl ışıl olan Kule için birçok opera ve bale
sergilenmiş, şiirler yazılmış.
Kız Kulesi’yle ilgili pek çok efsane anlatılıyor. Ama, kulenin bir gözlem evi olduğunu
ya da savunma amaçlı inşa edildiğini düşünenler de çoğunlukta. Kesin olarak bilinen ise, 18. ve 19. yüzyıllarda deniz feneri
olarak kullanıldığı. Ama Bakü, sürekli büyüdüğü ve fenerin ışıkları şehir ışıklarına
karıştığı için, fener Nargin Adası’na taşınmış.
Geleneksel Azeri müziği dinlemek için
İçeri Şehir’e uğramak gerekiyor. Hediyelik eşya dükkânlarının çoğu da burada.
Ayrıca, burası antika meraklıları ve koleksiyoncuları için de bir cennet. Sokak
tezgâhlarında, yaşlıların evlerinden getirdikleri eski Sovyet madalyaları, nişanları
ve paralarını ucuz fiyatlara satın almak
mümkün.
Ateşgâh ve Gobustan
Surakhanı yerleşim alanının 30 km kuzeydoğusunda yer alan Ateşgâh (Ateshgah) Tapınağı; ünlü bir ateş tapınağı olma
özelliği taşıyor. Bu ibadethanede; ortada
yanan büyükçe bir ateş, çevrede ise çeşitli
bölgelerden hac için gelenlerin kalıp küçük bir delikten ateşe bakarak ibadetlerini
yaptıkları hücreler bulunuyor. Günümüzde hücreler müzeye dönüştürülmüş olsa
da, eski dönemlerden yakın tarihe kadar
geçen olaylar hakkında bilgi veren eşya,
maket ve figürler; zamanın tüm ruhunu
taşıyor. Eskiden İpek Yolu tüccarları için
önemli bir uğrak yeri olması, yapının başka bir özelliği. Bakü’nün 70 km güneyinde yer alan Gobustan’da ise; oyma taşlar,
kamplar, mezarlık anıtları ve mağaralar
görülmesi gereken yerlerden.
38
39
“Hazar Denizi’ne bitişik
sahil şeridi, çok şık, çok
keyif verici bir bölge.
Hazar sahili boyunca
restoranlar, kafeler
ve yepyeni alışveriş
merkezleri uzanıyor.”
Sahil Şeridi
İçeri Şehir’in doğusunda, surların hemen
dışında, Hazar Denizi’ne bitişik sahil şeridi
yer alıyor. Bugün, burası çok şık, çok keyif verici bir bölge. Hazar sahili boyunca
restoranlar, kafeler ve yepyeni alışveriş
merkezleri uzanıyor. İster plaj keyfi, isterseniz nefis bir manzara eşliğinde yürüyüş
keyfi yapabilirsiniz. Kilometrelerce uzanan
sahil bulvarı insanın içini açıyor. 150–200
metre genişlikte park ve dinlenme alanı
olarak düzenlenmiş sahil boyunca, özellikle akşamüstü ve hafta sonları şehrin ışıltılı
devinimini izlemek gerçekten çok hoş. Ferah caddeler, açık alan heykelleri, havuzlamba-bank gibi ayrıntılar göz okşayıcı.
Aslında, eskiden, İçeri Şehir’in dış kale
surları deniz kıyısı boyunca uzanıyormuş.
Bu dış surlar, 1800’lü yıllarda şehri denizden ayıran ve “havanın serbest dolaşımını engelleyen yararsız bir yapı” olarak
nitelendirilip yıkılmış. Sahil şeridi de taş
dolguyla doldurularak genişletilmiş. Genişleyen araziye kısa sürede zarif binalar
inşa edilince, güzel bir sahil şeridi ortaya
çıkmış. 1900’lerin ilk yarısında, bu bölge
şehrin incisi sayılıyormuş. Sahilde yapılan
bu düzenlemelerin öncüsü, ünlü Azerbaycanlı mimar Kasım Bey Hacıbabayev sahil
şeridindeki birçok yapıyı ve fıskiyeleri tasarlayan ve inşa eden kişi. Bugün bile saygı
ile anılıyor.
Bakü, 1130 Osmanlı Askerini
Kalbinde Taşıyor
Bakü’ye hâkim bir tepede, Azerbaycan’ın
bağımsızlık kahramanları için yapılan büyük bir şehitlik var. Sahil şeridinin her yerinden görülebilen Şehitler Hıyabanı’nda
sadece 20 Ocak ve Karabağ şehitleri değil,
1130 Osmanlı askeri de sönmeyen alevin
önünde yan yana yatıyor.
Şehitler Hıyabanı’nın hemen yanı başında
ise Türk şehitleri için dikilen bir anıt var.
1918’de Bakü’yü kurtaran Kafkas İslam Ordusu şehitlerinin hatıraları burada Türkiye
ve Azerbaycan bayraklarının altında birlikte yaşatılıyor. Kafkas İslam Ordusu’nun
Bakü’yü kurtarışı Azerbaycan tarihi için de
büyük önem taşıyor.
Bağımsızlık şehitleri de burada yatıyor. 19
Ocak 1990’da da 26 bin kişilik Kızıl Ordu,
Bakü’de bağımsızlık hareketini başlatan
Halk Cephesi’ni bastırmak üzere Bakü’ye
girdiğinde Azadlık Meydanı’nda toplanan
ve bağımsızlık isteyen göstericilerin üzerine saldırır. 3 gün boyunca süren katliamda
Azerbaycanlı göstericiler otomatik silahlarla taranır.
Bu kanlı gecede 137 masum insan hayatını
kaybeder, 744 kişi ağır yaralanır, 200’e yakın bina da yıkılır. Sovyet birlikleri de 29 kayıp verir. 20 Ocak, “Kara Cumartesi” olarak
tarihe geçer. Katliamda hayatını kaybedenlerin cenazeleri on binlerce kişinin omuzlarında Şehitler Hıyabanı’na taşınır.
20 Ocak Katliamı’nda yaşamını yitirenlerin anısına yapılan mezarlarda şehitlerin
fotoğrafları bulunuyor. Şehitler Hıyabanı,
aynı zamanda Karabağ Savaşı’nda hayatını
kaybeden Azerbaycan askerlerinin de ebedi istirahatgâhı. Halk, şehitlerin hatırasını
canlı tutuyor.
40
41
Daha sağlıklı ve
dolayısıyla daha
konforlu, kalitesi
yüksek bir kış
mevsimi geçirmek
istiyorsanız
bunun için çok
uğraşmanıza gerek
yok. Sofranıza
ekleyeceğiniz
birkaç sebze ve
meyve bunu
sizin için yerine
getirmeye hazır…
KIŞIN
KIRMIZI
KORUYUCULARI
ÖYLE BİR YİYECEK OLSUN Kİ YAŞLANMAMIZI GECİKTİRSİN,
SAÇLARIMIZI IŞILDATSIN, CİLDİMİZİ GÜZELLEŞTİRSİN VE TÜM
BUNLARI YAPARKEN BİR DE SAĞLIĞIMIZI KORUSUN. HENÜZ
KEŞFEDİLMEMİŞ, OLAĞANÜSTÜ BİR ŞEYDEN BAHSETMİYORUZ
ASLINDA. LAHANADAN, BİLDİĞİMİZ KIRMIZI LAHANADAN
BAHSEDİYORUZ…
Soğuk ve maalesef hastalıklara davetkâr
bir mevsime giriyoruz. Koca kışı elimizde
bir fincan çay yerine bir kutu kağıt mendille
geçirmek istemiyorsak önlemimizi oldukça
iyi almamız şart. Bu önlem de elbette ki yiyip içtiklerimizden başlıyor. Eğer kış hastalıklarına yakalanmak istemiyorsak bağışıklığımızı güçlendirmemiz lazım. İşte burada
da imdadımıza kışın hünerli mutfak hekimleri koşuyor. Yani kışın kıpkırmızı meyveleri, sebzeleri, tahılları sadece damaklarımızı şenlendirmekle kalmıyor kalbimizden
tutun da bağışıklık sistemimize kadar bizi
baştan ayağa korumaya alıyor.
Peki neden özellikle kırmızı meyveler ve
sebzeler dediğinizi duyar gibiyim. Sebebi
oldukça net aslında. Çünkü kırmızı sebze ve
meyveler oldukça fazla miktarda flavanoid
ve likopen içeriyorlar. Ve işte bu maddeler
bağışıklık sistemimizin güçlenmesinden
tutun da bazı kanser türlerine, mide, bağırsak hareketlerine kadar bir çok yönden çok
faydalı. Nörolojik hastalıklar ve kalp rahatsızlıklarında da koruyucu bir güce sahipler.
NAR
İşte bu, kırmızının her tonuna sahip şifalı
meyvelerin ve sebzelerin başını elbette ki
nar çekiyor. Nar içeriğinde potasyum ve
demir minerali ile C vitamini oldukça fazla barındırıyor. Ayrıca B1, B2 vitaminleri ile
kalsiyum ve fosfor mineralleri açısından da
bir hayli zengin bir meyve. Bir çok tatlıyı ve
salatayı lezzetlendiren ve süsleyen narın
faydaları ise saymakla bitmeyecek kadar
çok. İşte onlardan bir kaçı:
z Damar sertliğini önler ve damarları açar.
z Çarpıntıyı giderir.
z Kanser hücrelerinin gelişmesini engeller. Özellikle akciğer, meme, cilt, kolon ve
prostat kanseri olmak üzere bir çok kanser
türüne karşı vücudumuzu korur.
z Harareti önler.
z Enerji verir ve yorgunluğu giderir.
z Diş etlerinin sağlığı açısından da oldukça
faydalı olduğu gibi ağız yaralarının iyileşmesinde de büyük rol oynar.
z Bağışıklık sistemini güçlendirir.
z Kolesterolü düşürür ve tansiyonu düşürür. Dolayısıyla kalp ve damar hastalıklarına karşı büyük bir kalkandır.
z Kandaki şeker seviyesini de dengelediğinden ötürü şeker hastalarının da başucu
meyvesi olmaya adaydır.
z Eklem ağrıları için çok iyidir.
z Cildi güzelleştirir ve aydınlatır.
KIRMIZI TURP:
Hastalıklara karşı koruyucu sebzelerden
biri de kırmızı turp. C vitamini açısından
oldukça faydalı olan bu vitamin bombası
sebzenin yapraklarındaki C vitamini mik-
tarı başından ortalama 5-6 kat daha fazla.
İçinde bol miktarda da kalsiyum, mobilden,
potasyum ve folik asit mineralleri bulunur.
Bir kase kırmızı turp günlük folik ihtiyacının
yüzde yedisini karşılıyor. Turpu diğer sebzelerden ayıran en önemli özelliği ise içinde
bulunan yüksek orandaki folat.
Nerdeyse her derde deva bu sebze bakın
hangi hastalıklar için en ön sırada bir savaşçı:
z Bünyesinde bulundurduğu yüksek lif içeriği ve glukosinat bileşikleri sayesinde bir
çok kanser türü için çok iyi bir koruyucu.
Ama bu kanser türleri arasında kalın bağırsak kanserine karşı olan koruyucu etkisi ilk
sırayı alıyor.
z İyi bir ödem sökücü. Bu yüzden de daha
sık idrara çıkarıyor.
z Sindirimi kolaylaştırmasının temel sebebi
ise safra kesesi üzerindeki olumlu etkisi.
z Böbrek taşı olanlara iyi gelir.
z Hazımsızlığa birebirdir.
z Bütün kaslarımızın düzgün çalışması için
gereken bir çok minerali içinde barındırıyor. Ve bu kasların başında da kalp kasımız
geliyor.
z Ayrıca içinde bulunan folat maddesini vücut DNA onarımında kullanıyor.
42
KIRMIZI PANCAR:
Kırmızı pancar; A, B, C ve P vitaminleri açısından bir hayli zengindir. Ayrıca fosfor,
demir, bakır, potasyum, magnezyum, kalsiyum, brom, çinko ve manganez bakımından
da çok güçlüdür. İçerdiği beta karoten ve
folat bağışıklık sistemini güçlendirir ve kan
yapımını olumlu etkiler. Yine başta kanser
olmak üzere bir çok hastalığa karşı çok
güçlü bir kalkandır kırmızı pancar.
z Demir eksikliği olanlar muhakkak tüketmelidir.
z Tansiyonu düşürür ve bu etkiyi 24 saat boyunca devam ettirir.
z Saç dökülmelerine karşı etkilidir.
z Sedef hastalığı, egzama, ürtiker ve kurdeşene karşı faydalıdır.
43
sek orandaki selenyum sayesinde ise kalp
krizine karşı çok aktif bir koruyucu ve lahana ile ilgili en yüz güldüren haberlerden biri
de yaşlanmayı geciktiriyor olması.
z Katarakt ihtimalini aza indirir.
z Gut hastalığına iyi gelir.
z Kanı temizler.
z Cilt güzelliğine birebirdir.
z İdrar söktürür ve vücuttaki zehirli maddelerin atılmasını sağlar.
z Saça ve deriye sağlık kazandırır.
z Böbrek taşlarını düşürmede yardımcı
olur.
z Yorgunluğu giderir.
z Sarılık ve safra kesesi hastalıklarına iyi
gelir.
z Nefes darlığına iyi gelir.
z Astıma iyi gelir.
KIRMIZI ELMA:
z Kanser, diyabet ve vereme karşı korur.
Kırmızı elmayı besin değeri açısından yeşil elmadan ayıran işte bu renk farklılığına
sebep olan antioksidanlardır. Çünkü bütün kırmızı meyve sebzelerde olduğu gibi
kırmızı elma da diğer türlerine oranla bu
açıdan bir hayli zengindir. Kırmızı elma da
tıpkı daha evvel saydıklarımız gibi tam bir C
vitamini deposudur. Ayrıca kalsiyum, magnezyum, potasyum, fosfor gibi mineralleri
de bünyesinde bulundurur. Her gün yiyeceğiniz bir elma vitamin ve mineral ihtiyacınızın karşılanması için oldukça yeterlidir.
Kışın en bol tüketilmesi gereken sebzelerin
başında geliyor kırmızı lahana. Bol miktarda B, C ve E vitamini ile potasyum içeriyor.
Üstelik sadece lahana çeşitlerinde bulunan
U vitamini de mide ve bağırsakların iç yüzeyini koruyor ve eğer varsa burada oluşan
yaraları da tedavi ediyor. İçeriğindeki yük-
z Kabızlığa iyi gelir.
z Ülsere karşı korur.
z Cildi güzelleştirir.
KIRMIZI LAHANA:
z Bağırsak paraziti sorunu yaşayanlar için
de düzenli tüketildiği takdirde bağırsak parazitlerini temizlemektedir.
z Öksürüğü keser ve balgamı azaltır.
z Kansızlığa karşı faydalıdır.
z Kemikleri güçlendirir.
z Diş sağlığı için bir hayli faydalıdır.
z Tansiyonu ve kolesterolü düşürmede etkilidir.
z Karaciğer hastalıklarına karşı iyi gelir.
z Alyuvar yapımında çok etkili rol oynar.
z Sindirim sistemini düzenler.
z Kalp hastalıklarına karşı koruyucudur.
z Kötü kolesterolü düşürür, iyi kolesterolü
arttırır.
z Kan basıncını dengeler.
44
45
Ailecek Kış Tatili
Kışın durgunluğuna inat
adrenalin dolu, hareketli
bir tatil mi yoksa sıcacık
çayınızla buğulu camlar
ardından karın keyfini
süreceğiniz dingin bir
tatil mi? Her ikisi için
de alternatifler oldukça
memnun edici…
TATİLİN KEYFİ KIŞIN BİR BAŞKA. DOĞRU BİR TATİL PLANI BU
KIŞ AYLARINDA UNUTULMAZ BİRKAÇ HAFTA DEMEK OLABİLİR.
BUNUN İÇİNSE SİZİN EN KEYİFLİ OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ
SEÇİMİ YAPMANIZ KÂFİ…
Tatil denince aklımıza çoğunlukla ilk gelen
sıcak yaz günleri, güzel bir deniz kenarı ve
hafif hafif esen bir meltem olur. Ama bilenler bilir, kışın tatil yapmanın, bembeyaz
karın keyfini çıkarmanın keyfi bir başkadır.
Sıcacık bir bardak çayı, işe yetişme telaşı
olmadan, buğulanmış pencerenin önünde
tadını çıkara çıkara içmenin verdiği huzur
çoğu kez tercih sebebi bile olabilir.
Siz de bu sene sömestr tatilini ailenizle ve
keyifle geçirmek isterseniz işte size birkaç
küçük tavsiye…
KAPLICA TURİZMİ:
Soğuk kış aylarının içimizi de dışımızı da
ısıtan, ülkemizin en büyük nimetlerinden
biridir termal turizm. Türkiye, Avrupa’da
kaplıcalar açısından üçüncü sırada. Bu
yerlerin başında da Afyon geliyor. Afyon ili,
gerek tarihi güzellikleri gerek doğal güzellikleriyle de oldukça dolu bir şehir. Ancak
yine de Afyon denince yüzümüze sıcacık bir
gülümseme bırakan yer elbette kaplıcaları.
Kaplıca maden sularından yararlanma
amacıyla sıcak su kaynaklarının çevresinde kurulan tesislerin genel adı aslında.
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu kaynaklardan çıkan şifalı olduğu bilinen sular
çeşitli hastalıkların tedavisinde bir hayli
yardımcı. Bunun nedeni olarak da mineral
iyonlarıyla yüklü maden suları gösteriliyor.
Bu maden suları çok sıcak olduğu gibi çok
soğuk da olabiliyor. Tedavi amaçlı olarak
tercih edileni elbette sıcak kaynaklar. Bu
suların şifalı olmalarının sebebi ise şifalı
sularda erimiş halde demir, kükürt, kireç,
magnezyum, potasyum, sodyum ve silist
gibi madeni tuzlardır. İşte bu nedenle bu
suların bazı hastalıklara iyi geldiği söylenir.
Ayrıca kaplıca sularında vücudun mikroplara karşı koyma gücünü arttıran, sindirimi
kolaylaştıran ve vücuda rahatlık sağlayan
bazı etkileri olduğu da söylenir. Ancak ilmen açıklanmış olsun ya da olmasın bir gidenin mutlaka bir kez daha gitmek istediği
yerlerin başındadır kaplıcalar. İşte bütün
bu sebepler göz önüne alındığında oldukça
iyi bir tatil alternatifi olabilir. Bu tatil seçeneğinin akla gelen ilk uğrak yerlerinden
biridir işte Afyon. Daha önce hiç gitmemiş
ve buralara yabancı olanlar için de Turizm
Bakanlığı tarafından Turizm Merkezi olarak
ilan edilmiş başlıca dört merkez:
1- Gazlıgöl Termal Turizm Merkezi
2- Sandıklı-Hüdai Termal Turizm Merkezi
3- Ömer-Gecek Termal Turizm Merkezi
4- Bolvadin-Heybeli Termal Turizm Merkezi
Eğer siz de yağan karın altında olmaktansa pencerenizden ve sıcacık suların içinden
seyretmekten keyif alanlardansanız bu tatil
seçeneği tam size göre.
KIŞ SPORLARI TURİZMİ:
Kış sporları denince aklıma ilk ve çoğu kez
de tek gelen spordur kayak. Oysa gelin
görün ki kar üzerinde yapılabilen onlarca
spordan sadece bir tanesi kayak sporu. Kış
sporlarının özellikle tercih edilenlerini ise
şöyle sıralamak mümkün:
Snowboard (Kar Sörfü), Telemark (Dönüş
Kayağı), Serbest Stil Kayak, Kayak Turları,
Helikopter Kayağı, Cross Country (Kuzey
Disiplin Kayağı), Biathlon, Kar Uçutması,
Kar Kızağı, Snow Tubing (Şişme Plastik
Kızak), Kar Raftingi, Kar Motoru, Buz Pateni, Kar Ayakkabılı Arazi Yürüyüşü… Tüm
bu spor türleri tatilinizi daha eğlenceli hale
getirebilmek amaçlı olarak bir çok kayak
merkezinin hizmetleri arasında yerini almış durumda. Biraz hareketli ve adrenalin
dolu bir tatil geçirmek isterseniz size stres
atmaya birebir yerlerin başında geliyor bu
merkezler. Üstelik hemen hemen hepsinde de çocuklar öncelikle düşünülmüş.
Onlar için hazırlanmış özel alanlarda bu
aktivitelerin bir çoğunu sizin gibi onlar da
yapabiliyor. Hem otel rahatlığı hem doğa ile
iç içe bir tatil fikri varsa eğer aklınızda bu
seçenek size oldukça uygun. İşte güzel ülkemizin eşsiz güzelliklere sahip başlıca kış
sporları turizm merkezleri:
z Ağrı - Bubi Dağı
z Ankara - Elmadağ
z Antalya - Saklıkent
z Bingöl – Yolaçtı
z Bitlis - Merkez
z Bolu – Kartalkaya
z Bursa – Uludağ
z Erzurum – Palandöken
z Gümüşhane – Zigana
z Isparta – Davraz
z İzmir - Ödemiş Bozdağ
z Kastamonu - Ilgaz
z Kars - Sarıkamış
z Kayseri – Erciyes
z Elazığ - Sivrice Hazarbaba
z Erzincan - Bolkar
46
47
KAZALARA KARŞI
HAYATINIZI
KOLAYLAŞTIRACAK VE
KORUYACAK ÖNLEMLER
Zehirlenmelerde
mağdurlar
tarafından her
ne kadar dış
etkenlerin de rolü
olduğu iddia edilse
de aslında baş
roller de yan roller
de çoğu kez kaza
mağduruna veya
bir yakınına aittir.
Bazen kaza gelmeden önce bazen de hemen sonrasında alınacak bir önlem
ve yapılacak bir müdahale çoğu kez hayat kurtaran büyük bir dokunuşa
dönüşebilir.
Hani derler ya kaza geliyorum demez diye.
İşin aslı her zaman öyle değildir aslında.
Başımıza gelen bir çok kaza çoğu kez bağıra bağıra gelir. Çünkü ya bizim ihmalimizden kaynaklıdır ya da olasılığına düşük
ihtimal verdiğimizdendir. Ama en çok da
“benim başıma gelmez nasılsa” rahatlığıdır
kazalara çıkardığımız en büyük davetiyeler.
Ev kazaları, yaya kazaları, trafik kazaları
derken kış ayları bir kabusa dönüşmeden
alınabilecek ve elbette günlük hayatımızı
çok çok kolaylaştıracak önlemler var.
Ev Kazaları En çok Can
Yakanların Başında Geliyor
Maalesef ki ev kazalarına maruz kalanların
çoğunluğu çocuklardan oluşuyor ve bu talihsiz kazaların başında da nesnelerin yutulmasından kaynaklı boğulmalar geliyor.
Bu tip durumlar daha çok üç yaş altı çocukların başına geliyor. Çünkü bu yaşlardaki
çocuklar dokunmaktan, koklamaktan çok
tadarak tanımaya çalışıyor nesneleri. Bu
yüzden meydana gelebilecek olası bir kötü
durumu yaşamamak için yutulması kolay,
küçük, yuvarlak, kaygan nesneleri ortada
bırakmamak.
Ev kazası denilince gözümüzün önünde ilk
canlanan sahnedir yanıklar. Ne yazık ki yanıkzedeler de yine çoğunlukla çocuklardır.
Sobanın üzerindeki çaydanlıklar, ocağın ön
gözlerinde duran kızartma tavaları, ortaya
bırakılmış sıcak çay veya kahveler bu kazalara zemin hazırlayan en büyük tehlikelerdir. Ancak tüm tedbirlere rağmen yine de
yanık vakası engellenememişse bu aşamada ilk yardım çok önemlidir. İşte yanık durumunda yapılması gerekenler:
z Yanık çok yaygın değilse yanan bölge en
az 20 dk. tazyiksiz ve bol soğuk su altında
tutulmalıdır.
z Şişlik oluşabileceğinden saat, yüzük, bilezik vb. takılar çıkarılır.
z Yanan bölgedeki giysiler çıkarılır (giysi
yanan bölgeye yapışmışsa etrafından kesilerek çıkarılması gerekir).
z Yanan bölge sabunlu su ile dikkatlice temizlenir.
z Su toplayan yerler patlatılmaz.
z Yanan bölgelere (el, ayak gibi) birlikte
bandaj yapılmaz.
z Yanık üzeri temiz ve nemli bezle örtülür,
yanık üzerine hiçbir madde sürülmez.
z Hasta ya da yaralı battaniye vb. ile örtülür.
z Yanan vücut bölgesi geniş ve sağlık kurumu uzaksa, kusma yoksa, bilinci açıksa;
sıvı kaybını gidermek amacıyla hasta ya
da yaralıya hazırlanan sıvı (1 lt su+ 1 çay
kaşığı karbonat + 1 çay kaşığı tuz), maden
suyu vb. içirilir.
z Tıbbi yardım istenir ( 112 ) veya hasta en
yakın sağlık kuruluşuna götürülür.
Bir diğer ev tipi kaza da zehirlenmelerdir.
Yiyip içilenlerden, sobadan sızan gazdan,
bilinçsiz veya kazara kullanılan ilaçlardan,
temizlik malzemelerinden kaynaklı zehirlenmelerin oranı maalesef ki bir hayli yüksek ülkemizde.
Gıda zehirlenmeleri kendini en çok et, süt
gibi ürünlerde gösterir. Besin alındıktan
iki – üç saat sonra ortaya çıkan kusma en
büyük belirtidir. Bu nahoş durumun önlemi ise aslında çok basit. Öncelikle aldığımız
ürünün son kullanma tarihini muhakkak
okumak gereklidir. İkinci ve dikkat gerektiren önlem ise satın aldığımız bu gıdaları
bir an evvel mevcut korunma sıcaklığına
kavuşturmaktır.
Ortada bırakılmış ilaç şişeleri veya kutuları
renkleri ve şekilleri itibarı ile çocuklara çok
cazip görünen şekerlere benzer. Bu da onları daha da çekici kılar. Bu yüzden içeriği
ne olursa olsun ilaçlar çocukların erişebileceği yerlerde, masa üstlerinde veya kolay
ulaşılabilen çantalarda olmamalıdır.
Soba zehirlenmelerinde mağdurlar tarafından her ne kadar dış etkenlerin de rolü
olduğu söylense de aslında baş roller de
yan roller de ev sahibine aittir. Bu yüzden
aşağıdaki halk sağlığı kurumunca da dikkat
çekilen bazı kurallara uymak hayat kurtarabilir:
z Kullanılan yakıtın standartlara uygunluğu kontrol edilmeli, izin belgesi olmayan
satıcılardan kömür alınmamalı,
z Aşırı doldurulan sobanın duman yolu daralacağı, soba içinde düzensiz ısı dağılımı nedeniyle de baca çekişi zayıflayacağı
için soba yakılırken aşırı doldurulmamasına dikkat edilmeli,
48
z Sönmekte olan sobaya asla tutuşması
güç yakıtlar konulmamalı, yakıt yavaş yavaş ilave edilmeli, yatmadan önce sobaya
kesinlikle yakıt konulmamalı,
z İyi ısınmayan ve alttan yakılan kömür sobalarında karbon monoksit zehirlenmesi
riski artacağından soba tutuşturulurken
yakıtın üstten yanması sağlanmalı,
z Özellikle alçak basınçlı lodoslu havalarda ölüm olaylarında artış görüldüğü için
eğer bacalar standartlara uygun değilse
alçak basınçlı havalarda soba yakılmamalı, yakılması zorunlu ise gece yatarken
mutlaka tam olarak söndürülmeli,
z Soba borularının birbiriyle birleştirilmesinde hava ve baca gazı sızdırmazlığı
sağlanmalı,
z Sobanın bulunduğu yer sürekli havalandırılmalı,
z Bacalar standartlara uygun ve yalıtımlı
olmalı, düzenli olarak temizletilmelidir.
En tehlikeli kazalardan biri de temizlik
maddelerinden kaynaklı karşılaşılanlardır. Farklı etken maddeli malzemelerin
karışmasından ortaya çıkabilecek zehirli
gazın solunması veya günlük tüketilen su
veya içecek şişelerine doldurulan temizlik
malzemelerinin yanlışlıkla içilmesi gibi durumlar bu zehirlenmelere yol açmaktadır.
Bu sebeple mümkünse temizlik yaparken
malzemeler karıştırılmamalı ve maske
kullanılmalı. Ayrıca eğer illa ki bu malzemeler yine bu şişelere konulacaksa mutlaka üzeri yazılmalı ve yine de çocukların
ulaşamayacağı yerlere konulmalı. Ve olası
bir durumda derhal tıbbi yardım istenmelidir. Bu arada da özellikle soba zehirlenme-
49
lerinde birkaç ilk yardım müdahalesi can
kurtarıcı olabilir:
z Hasta temiz havaya çıkarılır ya da cam ve
kapı açılarak ortam havalandırılır.
z Yaşamsal belirtiler değerlendirilir (ABC).
z Yarı oturur pozisyonda tutulur.
z Bilinç kapalı ise koma pozisyonu verilir.
z Tıbbi yardım istenir (112).
z İlk yardımcı müdahale sırasında kendini
ve çevresini korumak için gerekli önlemleri
almalıdır.
z Solunumu korumak için maske veya ıslak bez kullanılır.
z Elektrik düğmeleri, diğer elektrikli aletler ve ışıklandırma cihazları kullanılmaz.
z Yoğun duman varsa hastayı dışarı çıkarmak için ip kullanılmalıdır.
z Derhal itfaiyeye haber verilir (110).
Yağmur, Kar ve Daha Kaygan Zeminler:
Özellikle kış aylarında düşme vakalarının
çoğu kar, buz ve yağmurdan kayganlaşan
yollardan ve merdivenlerden kaynaklanır.
Üstelik de çok ağır yaralanmalar olabilir
bunlar. Kayıp düşmeye bağlı olarak kırık
çıkıklar veya ölümcül olabilen ağır kafa
travmalarına sebebiyet verebilir bu pek de
önemsemediğimiz hatta komik bulduğumuz düşme kazaları. Elbette ki bu durum
için alınacak en güzel önlem gerekmedikçe
bu havalarda dışarıya çıkılmaması. Ancak
her gün işe gitmek zorunda olanların sayısı
da bir hayli fazla. İşte bu yüzden biraz özen
göstermek lazım adımlarımıza:
z Tabanı lastik, kauçuk ve tırtıklı ayakkabılar, ayak bileğinizi iyice saran botlar giymelisiniz.
z Ayakkabılarınızın üzerine giyeceğiniz bir
çorap da kaymayı engelleyecektir.
z Yavaş ve küçük adımlar atarak yürümelisiniz.
z Merdiven inip çıkarken yandaki korkuluklardan destek alın.
z Ellerinizi mümkün olduğunca cebinize
sokmayın. Dengenizi sağlayabilmek açısından ellerinizin serbest olması önemli.
Ayrıca ellerinizin cebinizde olmaması olası
bir düşme anında da etraftan destek alarak
yaralanma riskinizi azaltacaktır.
Trafik Kazaları
Her yıl yüzlerce insanın yaralandığı ve bir
o kadar da insanın hayatını kaybettiği trafik kazalarının başlıca sebepleri aşırı hız,
dikkatsizlik, bilinçsizlik, alkollü araç kullanmak, trafik kurallarına uymama olarak
bildiriliyor. Tüm bunlara bir de elverişsiz
hava şartları eklenince kaza göz göre göre
geliyor. Peki, özellikle yolların bir hayli kaygan ve tehlikeli olduğu kış aylarında can sıkıcı bir trafik kazası yaşamamak için neler
yapılmalı?
Öncelikle kış lastiklerine o kadar da çok
güvenmemeli. Çünkü aşırı karlı ve buzlu
yollarda kış lastiklerinin de zincire ihtiyacı olacaktır. Yola çıkmadan önce mutlaka
arabanızın bakımını yaptırın. Zaten zorunlu
olan takoz, çekme halatı gibi ekipmanların
yanınızda bulunduğundan emin olun. Trafikte düşük hızla seyredin ve öndeki araçla
takip mesafenizi mümkün olduğunca fazla
tutun. Eğer zeminin kaygan olduğunu fark
ettiyseniz yine mümkün olduğunca frene
basmayın ve vites küçülterek yavaşlamaya
çalışın.
50
51
“Derker ki engel bedende
değil engel kafada.
Bence kafada da değil,
engel karakterdedir.
Karakterinde her şeyi
çözmüşse hiç engeli
yoktur kişinin. Engelli
park yerine arabasını
park eden adamlar var.
Şimdi bu adamın kafası
mı engelli, hayır karakteri
engelli. Hadi park yerimi
alıyorsun, engelimi de al
o zaman. Alabilir misin?
İşte bu karakter engeli.”
Engel, onu nasıl gördüğünüze göre değişiyormuş aslında. Çünkü öyle güzel şeyler
yapmış ki gönlü engelsiz insanlar, onların
bunun için çok önemli bir manileri olduğunu bile unutuveriyor insan. Mesela Ankara
Planet Aile Yaşam Merkezindeki bir çok
gencin kendini engelli gibi görmediği kesin.
Park etmiş arabalar yüzünden inip çıkamadıkları kaldırımlar dışında…
ENGELLERİN DURDURAMADIĞI,
BEYİNLERİ VE AZİMLERİ
ÖZGÜR İNSANLAR
“GECE GÜNDÜZ DEMEDEN BİR İLETİŞİM HALİNDEYİZ. EĞER SONUÇ
ENGELLİ ARKADAŞLARIMIZ İÇİN GÜZEL OLACAKSA ZAMANIN BİR ÖNEMİZ
YOK. ÇÜNKÜ BİZ GERÇEKTEN BİR AİLEYİZ.”
Ankara Planet Aile Yaşam Merkezi içinde
bir Engelliler Lokali var. Üstelik de bu güne
kadar gördüğüm yerlerin içinde hemen hemen en keyiflisi. Çünkü daha içeriye girer
girmez sonuna kadar gülümseyen yüzler
karşılıyor sizi. Lokalin müdüründen öğretmenlerine, üyelerinden çalışanlarına kadar
o sıcacık duyguyu adımınızı atar atmaz hissediyorsunuz. İşte bu harika dünyayı daha
yakından tanımak, yaptıkları çalışmaları
en doğru ağızlardan öğrenmek için lokalin
idarecisi Sayın Berrin ALTUNCU ve en eski
ve en keyifli üyelerinden biri olan Sayın Murat USLU ile harika bir sohbet gerçekleştirdik. Biz Murat Bey’i artık burasının ev sahibi olarak düşünürken o burasıyla o kadar
bütünleşmiş ki çoktan kendisini burasının
“mülki amiri” olarak tayin etmiş bile. İşte
biz de bu neşeli sohbeti sizlerle paylaştık ve
aslında engelin bedende olmadığına bir kez
daha tanık olun istedik.
A.D. : Bize biraz burasının kuruluş amacından, üye sayınızdan, bu güne kadar yapılan
ve hali hazırda planlanmış olan faaliyetlerinizden bahsedebilir misiniz?
Berrin ALTUNCU:
Aile yaşamın temel parçalarından bir tanesiyiz biz. Engelliler lokali deyince akla gelen dezavantajlı gruplarımız var ve bu gruplarımızda 6 bine yakın üyemiz var. Biz neler
yapıyoruz? Burada sosyal, kültürel, eğitsel,
gezi gibi bütün faaliyetlerimizi üyelerimizle birlikte sürdürmeye çalışıyoruz. Mesela
bilgisayar, İngilizce, resim, takı, ahşap, el
sanatları, diksiyon, gösteri ekipleri, Türk
halk müziği, gitar… Yaz tatiline kadar bu
faaliyetlerimiz devam ediyor. Yazın da engellilerimizi birer haftalık periyotlarla Akçay kampına gönderiyoruz. Ankara Büyük
Şehir Belediyesi bize Akçakoca’da da yer
açtı. Bundan sonra oraya da yavaş yavaş
göndereceğiz.
Engelliler Lokalimizim 3 Aralık Dünya
Engelliler Günü ve 10 – 16 Mayıs Dünya
Engelliler Haftası nedeniyle bir takım faaliyetleri oluyor. Bu kapsamda Kocatepe
Kültür Merkezinde engellilerimiz tarafından gösteriler yapılır. Bunun yanı sıra da
Ankara metrosunda on gün boyunca halka
açık olarak sergiler yapılır. Bu sergilerde
kendi el emekleri sergilenir. Çok büyük de
ilgi görür. Hatta şehirler arası misafirlerimiz bile olur. Bu kadar beğeni toplamasının nedeni ise normal insanların yaptıkları
çalışmalardan ziyade engellilerin yaptıkları
çalışmalar daha çok dikkat topluyor. Bazen
ziyaretçilerden gelip soranlar oluyor “bunları gerçekten engelli üyeleriniz mi yaptı?”
diye. Evet, gerçekten de her birini engelli
üyeleriniz yapıyor.
Bunun yanı sıra kültürel gezilerimiz oluyor.
Ayrıca yine bilgisayar, İngilizce gibi bir çok
dersimiz var ve hepsi de kendi branşlarında
çok başarılı hocalar tarafından veriliyor.
Mesela 5 Aralık’ta meclis ziyaretimiz var. 9
Kasım’da Anıtkabir ziyaretimiz vardı. Bunların yanında da örneğin Beypazarı gibi
Ankara’nın civar yerlerine de gezilerimiz
oluyor. Bu geziler için Büyükşehir Belediyesi tarafından tahsis edilmiş asansörlü araçlarımız var. Haftanın altı günü bu araçlar
bizim için çalışıyor ve her gün Ankara’nın
başka bir yerinden üyelerimizi getiriyor
buraya. Mesela bir gün Çankaya’dan getiriyorsa bir gün Mamak’tan getiriyor.
A.D. : Peki Engelliler Lokali sadece Planet
Aile Yaşam Merkezinde mi var?
Berrin ALTUNCU:
Çubuk Aile Yaşam Merkezinde, Kuşcağız
Aile Yaşam Merkezinde de var. Beşevler’de
Görme Engelliler Merkezi var. Ama yoğunluk olan yer burası ve sadece bedensel
engelliler değil, zihinsel engelliler, işitme
engelliler, down sendromlularda var.
Özel rehabilitasyon merkezlerimiz var.
Orada birebir eğitim var bu yüzden de sosyal ve kültürel faaliyetler bu kadar ağırlıklı
değil.
Engelliler lokalinde bütün sınıflar ayrı ayrı.
Her bir ders için bir sınıf tahsis edilmiş ve
52
her sınıfında işinin ehli bir öğretmeni var.
Engelli üyeler istekleri dahilinde istedikleri sınıfta yer alabiliyorlar ya da isterlerse
birden fazla derse girebiliyorlar. Bu tercih
tamamen onlara bırakılmış.
A.D. : Bu faaliyetler çok kıymetli değil mi?
Murat USLU: Elbette öyle. Evde hiçbir şey
yapmadan boş durmaktansa burada bir
şeylerle uğraşmak gerçekten büyük değişiklik yaşamlarımız için. Adeta bir psikoterapi bu. Bir şeyler üretmek, üretilen
şeylerin düzenlenen sergilerimizde beğeniye sunulması ve hatta satılması büyük
keyif. Çünkü bu satıştan az da olsa eline
para geçtiği zaman bu ayrı bir mutluluk.
Bir şeyleri başarmanın, karşılığında bir de
para kazanmanın mutluluğu. Netice olarak
da morali yerine geliyor, özgüveni artıyor
bütün bunlar çok önemli. Yani ben yapamam diye bir şey yok. Ben engelliyim diye
bir şey yok. O sınırları, o engelleri biz kendimiz koyuyoruz. Ben yapamıyorum diye
çekilip kenara başkalarını izliyoruz. Oysa
sen yap başkaları seni seyretsin. Böylece
diğer engelli kardeşlerine, arkadaşlarına
da örnek olursun. Ben bu konuda Başkent
Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Hacettepe
Üniversitesi gibi birçok üniversitenin rehabilitasyon merkezlerine terapi için giderim.
Orada terapist yok mu elbette var hem de
işinde çok iyi hepsi. Ama damdan düşenin
halini damdan düşen anlar. Ben onların ne
hissettiğini A’dan Z’ye anlıyorum. O yüzden
daha da rahatlıyorlar. Evden dışarı çıkma-
53
yan bir çok üyeyi bu sayede evden çıkardık,
profesyonel basketbola başlayanlar oldu,
dansa başlayanlar oldu, tenis oynayanlar,
okçuluk eğitimi alanlar oldu. Teniste ve atıcılıkta dünya şampiyonluğu olan, ikinci olan
bir çok arkadaşımız var. Bir çoğuyla bizzat
ilgilendim ben.
A.D. : Bu arada sizin de bir dünya dereceniz
var değil mi Murat Bey:
Murat USLU: Evet, ben hem resim hemde
dansla ilgileniyorum. Bir dans grubum var.
Dünya ikinciliğimiz var. 17 – 18 ülkede gösteri yaptık. Yapmaya da devam edeceğiz. Bu
bakımdan Türkiye’de tekiz. 1993 yılından
beri dans ediyorum. Yani engel bedende
değil, derler ki engel kafada. Bence kafada da değil, engel karakterdedir. Karakterinde her şeyi çözmüşse hiç engel yoktur.
Neden biliyor musunuz ? En basit örneği:
Adam engellinin park yerine park ediyor
aracını. Uyardığınız zaman da “ben de kafadan” engelliyim” deyip çekip gidiyor. Şimdi
bu adamın kafası mı engelli, hayır karakteri
engelli. Hadi park yerimi alıyorsun, engelimi de al o zaman. Alabilir misin? İşte bu
karakter engeli.
A.D. : Bir de Murat Bey dokuz Kasım’daki
çalışmada bir hayli aktif rol üstlenmişsiniz
öğrendiğim kadarıyla biraz bahseder misiniz bundan bizim için?
Murat USLU: Benim çiçekçi bir arkadaşım
var Halit Bey. Bir gün akşam saat on gibi
beni aradı ve buraya gelip Ankara Çiçekçiler Derneği olarak çiçek şov yapmak iste-
diklerini söyledi. Ben de güzel olabileceğini
düşündüğüm için hemen o saat Berrin Hocama ilettim. Düşünün, gece gündüz demeden bir iletişim halindeyiz. Eğer sonuç,
engelli arkadaşlarımız için güzel olacaksa
zamanın bir önemi yok. Çünkü biz gerçekten bir aileyiz. Berrin Hocam Benim, kız
kardeşim. O da hoş karşıladı ve böylece bir
gün buraya çeşit çeşit çiçekleriyle ve malzemeleriyle gelip harika bir görsel şölen
yaşattılar bize. Öyle ki size hiçbir çiçekçinin asla göstermeyeceği meslek sırlarına
kadar anlattılar bize. Bir birinden güzel
aranjmanların nasıl yapıldığını sabırla öğrettiler ve buradaki üyelere hediye ettiler.
Buradaki engelli arkadaşlarımızın bir çoğu
çiçek aranjmanları yaptı. Ayrıca ağzımız da
tatlandı çünkü hemen ardından da aşure
servisi yaptılar buradaki bütün üyelere.
Ardından da dediler ki 10 Kasım’da
Anıtkabir’de de çiçeklerle bir şeyler yapalım. Ve 9 Kasım sabahı hepimiz oradaydık.
Türkiye’nin her yerinden çiçekçiler geldi,
buradaki engelli üyelerimiz, hocalarımız,
çalışanlarımız sabah başladık. Karanfilleri tek tek kürdanlara batırıp takarak, Türk
bayrağı ve Atatürk’ün resmini yaptık karanfillerle. Çok onur verici bir çalışmaydı.
A.D. : Peki, kimler destek verdi bu çalışmalara Berrin Hanım?
Berrin ALTUNCU:
Türkiye Çiçekçiler Federasyonu Başkanımız Sayın Muharrem ÇAĞLAR Bey, Onursal Başkanımız Hüseyin ÇAKIR Bey ve aynı
zamanda Murat Bey’in arkadaşı olan Halit
Bey bizimle birlikte çalışmak istediklerini
söylediler. Bizi çok güzel bir şekilde konuk
ettiler, ağırladılar. Onur duyduk. Gün boyu
beraber çalıştık. Atamızı ziyaret ettik ve
geldik.
A.D. : Peki, sene içinde de sürekli bir organizasyon durumu söz konusu mu?
Berrin ALTUNCU:
Mutlaka. Bunu yapmak zorundayız. Engelliler Birimi olarak konuşacak olursak. Biz Planet’e yeni taşındık, daha evvel
Eryaman’da idik. Tahmin edersiniz ki bir
yerleşme aşaması oldu. Hemen ardından
araya yaz tatili de girince kısa bir ara verdik. Ama Eylül Ekim ayları itibarı ile hızla
giriş yaptık. Engelli arkadaşlarımıza hissettirmek istiyoruz ki “siz toplumda varsınız, siz bir bireysiniz.” Bu arkadaşlarımızı
hayata kazandırmak adına bu tür sosyal faaliyetlerimiz bizim sürekli olmak zorunda.
Motivasyon için bunu yapmak zorundayız.
Elimizdeki bütün imkanlar dahilinde bütün
engelli arkadaşlarımıza yardımcı olmak
istiyoruz. Mesela en çok aldığımız şikayetlerden birisi buraya daha sık gelme isteği.
Ancak daha önce de belirttiğim gibi haftanın her günü başka bir ilçeye araç gönderebiliyoruz. Amacımız Ankara’nın her
yerinden engelliler bize ulaşabilsin. Keşke
imkanımız olsa da hepsine aynı anda erişebilsek. Bu arada yeri gelmişken söylemek
isterim ki biz gerek araçlarımızda gerekse
kulüp olarak ücret almadan çalışıyoruz, üc-
retsiz bir lokaliz. Bir kimlik kartı veriyoruz.
Bunun için de tamamlanması gereken evraklar var: Bir kimlik fotokopisi, iki fotoğraf
bir de yüzde kırk ve üzerini içeren engellilik
raporu. Bu kimlikleri otobüslere binerken
gösterdiklerinde zaten zihinsel engelli veya
hafif ortopedik engelli arkadaşlarımız ulaşımdan da ücretsiz yararlanıyorlar. Ayrıca
refakatçilerinden de ücret alınmıyor. Mesela her semte ücretsiz asansörlü belediye
otobüsleri var. Bizim verdiğimiz kartlarla
Planet Aile Yaşam Merkezine ait olan otobüslere ve ulaşım araçlarına ücretsiz binebiliyorlar. Ancak engellilerin bir de ayrıca
engelli kartları oluyor o kartlarla da bütün
belediye otobüslerinden ücretsiz faydalanabiliyorlar. Mesela hızlı trenlerle günü
birlik Eskişehir’e Konya’ya gidip gelen üyelerimiz var. Üstelik refakatçileri de bu ulaşım kolaylığından faydalanabiliyor.
A.D. : Bir de masanızın üzerinde iki resim
görüyorum Berrin Hanım, anladığım kadarıyla bir hikayesi var değil mi?
Berrin ALTUNCU:
Evet görme engelli üyelerimizden Eşref
Arman’ın yapmış olduğu resimler bunlar.
Bu resimlerin bu kadar kıymetli olmasının
bir sebebi de Eşref Bey’in doğuştan görme
engelli olması. Bu gördükleriniz benim ricam üzerine hemen hızlıca karaladıkları.
Dokunma yöntemi ile resim yapıyor. Çok
güzel çalışmaları var. Eşref Bey bu yönüyle
dünyada tek. Dünya da bu değere hakkını
vermiş durumda zaten. Şu an Amerikalı bir
menajer ile çalışıyor.
Son olarak şunu söylemek isterim ki biz
bütün engellilerimizi çok seviyoruz. Onlar
bizim ailemiz, abimiz, kardeşimiz, çocuğumuz, ablamız… Onlar bizim her şeyimiz.
Üyelerimiz de bütün personel olarak biz de
burayı evimiz olarak benimsedik. Biz birbirimiz çok seviyoruz.
54
55
Vücudunuzun ne
kadar suya ihtiyacı
olduğunu öğrenmek
oldukça kolay.
Bunun için kilonuzu
bilmeniz yeterli.
Çünkü ihtiyacınız
olan su miktarı
kilonuz ile doğru
orantılı.
Su ile sıhhatli ,
su gibi aziz ol
Normal şartlar altında bir insan susuz
kaldığında ortalama 3 ile 5 gün arasında
yaşamına devam edebiliyor.
Dünyanın olmazsa olmaz içeceği su. Bu
gerçeği hak edecek kadar da güçlü bir
altyapısı var. Metabolizmamızın çalışmasından, derimizin kalitesine, saçımızın
parlaklığından, küçük yeni yaş çizgilerine
kadar daha pek çok alanın doğal kahramanı su… Ve aşağı yukarı hepimiz biliriz
sıkça su içmemiz gerektiğini. Bütün diyet
listelerinin vazgeçilmezidir ve ilk sıradaki
tavsiyesidir doktor reçetelerinin.
Çok sayıda bilim adamına göre sağlıklı bir
insan su içtiği sürece yiyecek olmadan 8
haftaya kadar dayanabiliyor. Vücut ihtiyacı
olan enerjiyi yağ, karbonhidrat ve protein
olarak depoluyor. Yemek olmadığında da
ilk olarak karbonhidratları sonra yağ ve
son olarak da protein kullanarak bir süre
yaşamaya devam edebiliyor.
Ancak aşırı sıcak olmadığı ve normal şartlar altında bir insan susuz kaldığında ise
ortalama 3 ila 5 gün arasında yaşamına
devam edebiliyor.
Şimdi gelin bakalım bu aziz mucize ile ilgili
bilmemiz gereken başka neler var?
Öncelikle böbreklerimizin düzenli bir şekilde çalışması için her gün en az bir litre su içmek şart. Aksi takdirde çok ciddi
böbrek rahatsızlıkları ile uğraşmak zorunda kalabiliriz. Bu hastalıkların başında
da böbrek taşları gelir. Ancak su, sadece
böbrekler için temel ihtiyaç değil elbette.
Vücudumuzun yüzde yetmiş beşi sudan
oluşuyor. Bu da aslında suyun ne kadar
hayati bir değer olduğunu ortaya koyuyor.
Ayrıca beynin %85’i, kanın %90’ı, kasların
%75’i, böbreklerin %82’si ve kemiklerin
%22’si sudur. Bu sebepten yeteri kadar su
tüketilmediğinde kabızlık, deride kuruluk
ve kaşıntı, sivilce, burun kanaması, idrar
yolları enfeksiyonu, öksürük, nezle, sinüzit
ve baş ağrısı gibi sağlık sorunları da kapıyı
çalabilir.
Sağlıklı bir insan günde ne
kadar su içmelidir?
Sağlıklı bir insanın günlük alması gereken
su miktarı kişiden kişiye değişiklik gösteriyor. Sizin vücudunuzun ne kadar suya
ihtiyacı olduğunu öğrenmek ise oldukça
kolay. Bunun için kilonuzu bilmeniz yeterli. Çünkü ihtiyacınız olan su miktarı kilonuz ile doğru orantılı. Kilonuzu 32 gram
ile çarpmanız halinde içmeniz gereken su
miktarına ulaşmış olacaksınız. İşte bedeninizin sağlıkla yaşamaya devam etmesi bu
çarpma işlemi kadar kolay aslında.
İyi Su Nedir?
Son zamanlarda sıkça tartışılan ve oldukça
gündemde olan bir konu da suyun kalitesi.
Yani iyi suyun nasıl olması gerektiği. Türk
standardına göre içme sularındaki pH değeri 4.5-9.5 arasında olmalı. Ambalajlı suların üzerinde Ph değerlerini görmeniz de
mümkün artık.
Ancak kullandığınız suyun kaliteli olup olmadığını anlamanın başka yolları da var
elbette:
z Mesela oldukça hoş bir lezzeti olmalıdır,
z İçimi hafif olmalıdır, akıp gitmelidir boğazınızdan,
z Kokusuzdur örneğin iyi su,
z Midenizi rahatsız etmez, uzun soluklu yer
tutmaz midede,
z İyi suyla yapılan yemekler daha kolay pişer .
İbn-i Sina’ya göre iyi suyun tarifi ise şöyledir: “En iyi su tipi, saf ve anormal durum ve
niteliklerden arınmış olan toprak üzerine
yerleşmiş kaynaklardan gelen ve kayalık
yerlerden çıkan ve böylece, saf topraktan
gelen su kadar kolayca kokuşmayan sudur. Su, eğer belli bir yükseklikten damlarsa, nispeten daha iyi hale gelir.”
Suyla Gelen Sağlık:
z Aç karnına içilen suyu vücudunuzun zararlı maddelerin temizlenmesini sağlar.
z Ayrıca kırışıklık problemlerinize de birebirdir. Çünkü cildinizin gerginliğini arttırır
ve ciltteki nem oranını da oldukça yükseltir.
z Böbreklerde ve idrar yollarında taş ve
kum oluşmasını engelleyecektir.
z Sindirim sisteminin hızlanmasını sağlar
yani sindiriminizi kolaylaştırır.
z Eğer selülit probleminiz varsa su yanınızdan hiç eksik olmamalı.
z Kabızlık sorunu çekenler için de en güzel çözümdür su. Yeterli miktarda su içen
insanlarda kabızlık sorununa nadiren rastlanmaktadır.
z Kilo sizin için de bir problemse o zaman
su sizin baş tacınız. Çünkü hızlı kilo vermenin en iyi yollarından biridir su içmek.
z Vücut sıcaklığının düzenlenmesinde rol
alır.
z Emziren anneler için süt üretimini arttırıcı bir özelliği vardır.
z Gebelik döneminde özellikle sabah bulantılarını önleme konusunda oldukça büyük başarıya sahiptir.
56
Atasözlerine konu olacak kadar hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır su.
Hem de yüz yıllardır. Suyun ne kadar
faydalı olduğu ve nasıl tüketilmesi gerektiği bundan yüzlerce yıl önce de ilk
sıralarındaydı tıp dünyası gündeminin.
Mesela İbn-i Sina’nın suyun nasıl içilmesi gerektiğine dair sözleri : “ Su içmek yemek üzerine susuzluğu giderir.
Bunun yemekten çok olmaması gerekir
ki söndürücü olsun. Yemek ile midenin
kütlesi arasına girsin. Soğukluk derecesi ise insana çok açık biçimde kendisini göstermeyecek kadar olmalı. Ilık
suda bir hayır yoktur.”
Hayatımızda bu kadar büyük bir yere
sahip olan su maalesef hak ettiği değeri bulamıyor. Suyun hoyratça kullanımı
gün geçtikçe artarken bu konudaki bilinç de bir o kadar azalıyor gibi görünüyor. Oysa susuz bir dünyanın bitmiş bir
dünya olduğu inkar edilemez bir gerçek. Ve işte su ile ilgili Birleşmiş Milletler raporunda birkaç “gerçek” daha…
BİRLEŞMİŞ MİLLETLERE
(BM) GÖRE DÜNYA SU
GERÇEKLERİ
z Yeryüzünün %70’i su, bunun %97.5’i
tuzlu su ve %2.5’i taze su. Geri kalan
taze suyun, %2.14’ü buzullarda, binde
6’sı yer altı, binde 0.9’u yüzey suyudur.
z Kirli suların açtığı hastalıklardan her
yıl 2.2 milyon insan ölüyor, her 8 saniyede bir bebek can veriyor.
z Kirli su kurbanlarının çoğu gelişmekte
57
olan ülkelerde. 1.2 milyar insanın içecek suyu yok.
z Dünya nüfusunun üçte birinin, 2.4 milyar insanın, su arıtma tesisi yok.
z Son yüzyılda dünya nüfusu 2 kat, su
tüketimi ise 6 kat artmıştır.
z Kalkınmakta olan ülkelerde sanayi
atıklarının %70’i, kanalizasyonun %90’ı
doğrudan su kaynaklarına verilmektedir.
z Dünya nüfusunun %40’ı su sıkıntısı
çekmektedir.
z Ortalama 2 milyon ton atık her gün
nehirlere, göllere ve derelere atılmaktadır.
z 1 lt atık su, 8 lt temiz su kirletmektedir.
z Dünyada ortalama 12 bin m3 kirlenmiş su var. Kirlenme engellenmezse
2050’de bu kirlilik 18 bin m3’lük temiz
suyun kaybedilmesine neden olacaktır.
z Dünya tarım alanlarının %70’i çölleşme tehlikesi altında.
Birleşmiş Milletler su ile ilgili hazırladığı raporda insani faaliyetlerin su
kaynaklarını nasıl yok ettiği çok açık bir
dille anlatılmış:
“Su kaynakları ciddi tehditlerle karşı
karşıya kalmakta ve tümüne esasen
insan faaliyetleri neden olmaktadır.
Bunların içerisinde çevre kirliliği, iklim
değişimi, kentsel büyüme ve ormanla-
rın yok edilmesi gibi kırsal değişimler
bulunmaktadır. Bunlardan her birinin,
genellikle doğrudan ekosistemler üzerinde ve dolayısıyla su kaynakları üzerinde kendi özel etkisi vardır. İyi yönetilmeyen çiftçilik, orman temizleme, yol
yapımı ve madencilik gibi faaliyetler çok
miktarda toprağın ve havada kalan parçacıkların nehirlerde sonlanmasına yol
açabilir (tortulaşma). Bu da su ekosistemine zarar verir, su kalitesini bozar
ve iç su nakliyesini engeller.”
Çevre kirliliği su kaynaklarına ve su
ekosistemine zarar verebilir. Başlıca
kirletici maddeler arasında, örneğin
atık su tahliyesindeki organik maddeler
ve hastalığa yol açan organizmalar, tarımsal alanlardan gelen gübreler ve tarım ilaçları, hava kirliliği sonucu oluşan
asit yağmurları, madencilik ve endüstriyel faaliyetler sonucu açığa çıkan ağır
metaller bulunmaktadır. Hem yüzeydeki sulardan hem de yeraltı sularından
çok fazla su çekmenin etkileri dramatik olmaktadır. Çarpıcı bir örnek Aral
Denizi’nin ve Çad Gölü’nün boyutundaki
şiddetli azalmadır.”
Yaşamımızın ve yaşamın devam etmesi için en büyük olmazsa olmaz olan
su, hunharca israf edilemeyecek kadar
da kıymetlidir. Yeni nesillere de bir ata
sözü gibi ezberletilmesi gereken şey
ise: İhmal edilmeden su içilmesi ve israf etmeden korunması suyun…
58
59
Padişahların bir
kısmı ustalıkla
yaptıkları ürünleri
sattırırlar ve özel
ihtiyaçlarını
buradan
karşılarlardı.
Yani, özel
harcamaları için
devlet hazinesine
dokunmazlardı.
Artanını da sadaka
olarak dağıtırlardı.
OSMANLI’NIN
MEZİYETLİ
SULTANLARI
Şehzadeler bir gün padişah olsalar dahi
başlarına gelebilecek her türlü kötülüğe karşı
çok iyi bir eğitim ve donanıma sahip olacak
şekilde yetiştiriliyorlardı. Bir gün bu büyük
saltanattan ayrı düşmek zorunda kalırlarsa
kendilerini geçindirebilecek bir mesleğe sahip
olarak yetiştirilirlerdi.
Onlar bir imparatorluğun yüzyıllarca dünyaya hükmedebilmesini sağlamış, zekalarıyla ve yürekleriyle nam salmış Osmanlı
padişahları. Öyle ki sadece cihanı yönetmekle kalmamış; edebiyata, bilime, sanata
ve zanaata oldukça fazla değer vermiş, hatta bizzat bu ilimlerle uğramışlar…
Osmanlı’da her sultanın ülke yönetiminin
yanı sıra mutlaka bir mesleği olurdu. Çocukluktan itibaren ilgi duydukları ve meziyet sahibi oldukları bir meslekte çok iyi
ustalardan ve hocalardan eğitim görürler
ve neticesinde de her biri kendi mesleğinde
birer usta mertebesine yükselirlerdi.
Peki zaten Osmanlı gibi bir devletin hükümdarı iken neden böyle bir zahmete girerlerdi? Padişahlar, şehzadeliklerinden
itibaren başlarına gelebilecek her türlü duruma karşı büyük bir tedbir ve donanım ile
yetiştirilirlerdi. Olur da şartlar kötüleşir ve
kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalırlarsa diye bir çoğunun karşılığında
para kazanabileceği bir mesleği vardı.
Sultan I. Mehmet Han:
İnce Minare (Konya)
1413 – 1421 yılları arasında hükümdarlık
yapan I. Sultan Mehmet Han yani daha çok
bilinen adıyla Çelebi Mehmet iyi bir hükümdar olmasının yanında iyi de bir yay ve kiriş
ustası idi. Babası Yıldırım Beyazıt’ın 1402
yılında Ankara Savaşı’nı kaybetmesi ile
başlayan ve 11 yıl süren “Fetret Devrine”ne
son verdiğinden ve devleti hızlı bir yükselişe
taşıdığından ötürü kendisine Osmanlı’nın
ikinci kurucusu da denilen Mehmet Han,
yay ve kirişteki ustalığından ötürü de “Kürüşçü” adıyla anılırdı. Kürüşçü yay gerdiren
anlamına geliyordu. Cesareti ve kuvvetiyle
bilinen Çelebi Mehmet çok kuvvetli yay kirişlerini bile çekebilirdi. Ayrıca bütün bu
hünerlerinin yanında çok iyi de bir güreşçi
olduğu bilinir.
Fatih Sultan Mehmet:
Peygamber Efendimizin “İstanbul mutlaka
feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne
güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” sözlerine mazhar olabilmek
için büyük bir zeka ve cesaret örneği göstererek İstanbul’u alan bu genç padişah aynı
zamanda çok iyi de bir bahçıvandı. Gülleri
aşılama ve ağaç yetiştirme alanında oldukça hünerliydi. Ancak elbette ki bu büyük
hükümdarın tek meziyeti bu değildi. Aynı
zamanda çok iyi de bir koleksiyoncu ve şaiirdi Fatih. Bunların yanında ok için parmağa takılan yüzükler, kemer tokaları ve kılıç
kınları da imal ederdi.
Yavuz Sultan Selim:
Osmanlı’nın en örnek alınası padişahlarından biriydi Yavuz Sultan Selim. 8 yıllık kısacık hükümdarlık süresinde nerdeyse seksen yıllık bir çalışmanın neticesine ulaşmış
ve ülkeyi bir daha olamayacağı kadar kuvvetli bir noktaya taşımıştı. Öyle ki devlet hazinesi bir daha hiç onun zamanındaki kadar
dolu olmadı. Hatta bununla ilgili Yavuz’un
bilinen şöyle bir sözü de vardır: “Benim
altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile
mühürlesin, aksi halde Hazine-i Humayun
benim mührümle mühürlensin.” Ancak o
tarihten sonra bir daha hiçbir padişah hazineyi onun zamanındaki kadar dolduramadığından hazinenin kapısı hep Yavuz Sultan
Selim’in mührüyle mühürlendi. İşte bu kadar büyük bir kudrete sahip bu Osmanlı padişahı aynı zamanda çok iyi de bir kuyumcu
idi. 1517 yılında yaptığı ve büyük bir zaferle Memlük Devleti’ne son verdiği Ridaniye
Savaşı sonrasında Halifeliği Osmanlı’ya
60
getiren Yavuz, bu tarihten itibaren “Halife”
olarak da anılmaya başlandı.
Yavuz Sultan Selim’in kuyumculuktaki becerisi oldukça fazla idi. Kitap okurken satırı
sürmek için kullanılan ucu değerli taşlarla
süslenmiş altından hilaller yapardı. En çok
okuyan padişah diye bilinen Yavuz’un bu sebepten Osmanlı’da gözlük takan ilk padişah
olduğu da bilinir. Aynı zamanda çok iyi de
bir şair olan büyük sultanın en güzel dörtlüklerinden biri şöyledir:
Didâr Olur
sanma sakın, herkesi
sen sadıkane yar olur
herkesi sen, dost mu sandın,
belki ol ağyar olur.
sadıkane, belki ol
alemde bir serdar olur.
yar olur, ağyar olur,
serdar olur dildar olur.
Kanuni Sultan Süleyman:
Kırk altı yıl Osmanlı’nın sultanlığını yaptı Kanuni Sultan Süleyman. Hükümdarlığı
süresince en bilinen kişilik özelliklerinin
başında gelen adaleti sayesinde aldığı “Kanuni” adı gerçekten de sultanın adaletinin
kanıtıdır. Bu konu ile ilgili anlatılan yüzlerce hikayeden biri de şöyledir:
Bir kadıncağızın evine gece hırsız girer. Kadın bu durumdan şikayetçidir. Bir şekilde
orada olup bunu duyan hükümdar kadına
şöyle der:
“Ne diye o kadar derin uykuya daldınız da
61
evinize sahip çıkmadınız”
Bunun üzerine kadın da şu şekilde yanıt
verir:
“Hünkârım biz seni uyanık bilirdik, onun
için rahat uyurduk”
Aldığı yanıt karşısında çok duygulanan padişah hak verir kadına.
Bu adaleti ve eşsiz devlet yönetimi ile dünyaya nam salmış sultanın mesleği ise tıpkı
babası gibi kuyumculuktur. Çok iyi ustalardan eğitim alan Kanuni Sultan Süleyman’ın
yaptığı bazı eserler günümüze kadar ulaşmıştır.
Ve yine aynen babası gibi çok iyi de bir şair
olan ve “Muhibbi” mahlasıyla bir çok gazel
ve şiir yazan I. Süleyman’ın şu ünlü dizelerine de yer vermemek olmaz.
“ Halk içinde muteber bir nesne yok devlet
gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
Sultan II. Selim:
Sarı Selim olarak da bilinen ve hükümdarlık döneminde Kıbrıs’ın fethi de gerçekleşen Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu ve
ondan sonra da Osmanlı’nın yeni sultanıdır
II. Selim. Hükümdarın mesleği ise oldukça
ilginç ve güzeldir. Sultan II. Selim Hacıların
Hac yolunda kullanmaları için hilal şeklinde asalar yapardı.
Sultan III. Mehmet:
“Yüzükçüler Loncası” üyesi olan padişah
III. Mehmet kaşık ustası idi. Aynı zamanda
okçuların kullandığı özel yüzükler de yapan
sultan, yaptığı kaşıkların saplarını mercan,
yakut gibi değerli taşlarla süslerdi. Bu yüzden süsleme sanatında da oldukça mahirdi.
Sultan I. Mahmut:
Mesleki açıdan en zengin padişahlardan
biri olan Sultan I. Mahmut’un usta olduğu
üç meslek vardı: Hillalci( işlemeli kürdan
ustası) , mühür kazıcısı ve kuyumcu idi.
Sultan I. Mahmut tüm bu yaptıklarını pazarda sattırır ve özel ihtiyaçlarını karşılamak
için kullanırdı. Kalanını ise sadaka olarak
dağıtırdı. Bununla ilgili sıklıkla söylene gelen bir anı da vardır:
Vezirlerinden biri bu durum için bir gün
şöyle bir soru sorar sultana: “Padişahım,
milletin hazinesi sizin demektir. O halde niçin böyle uğraşırsınız?”
Sultan I. Mahmut’un cevabı net olmuştur:
“Milletin hazinesini millete harcamak gerek. İnsanın alın teri dökerek çalışıp, kazandığı paranın zevki bir başkadır”.
Sultan III. Selim:
Çok iyi bir silah ustası olan Sultan III. Selim,
yaptığı tüfeklerin gez ve arpacıklarının hesaplarını o kadar mükemmel bir incelikte
yapardı ki kurşunlar hedefi asla şaşmazdı.
Sultan II. Abdülhamit:
Amerika’da açılan bir dünya sergisinde
kendisine birincilik de getiren mesleği
marangozluk ve doğramacılıktı Sultan II.
Abdülhamit’in. Ayrıca oymacılık ve kakmacılıkta da oldukça meziyet sahibi idi.
62
63
Kabızlıkta
Lif desteği…
Uzm. Dyt. Atilla ZEYREK
Kabızlık ya da konstipasyon, dışkılamada
zorluk ve bağırsak hareketlerinin yetersiz
olması anlamına gelir. Genellikle haftada üç kez veya daha az sayıda dışkılama
görülür. Lif ve posa, kabızlık tedavisinde
eskilerden beri kullanılan bir yöntemdir.
Yapılan epidemiyolojik çalışmalarda liften
zengin beslenen bireylerde düzenli dışkılama, hemoroid, divertikül ve kolon kanseri
oluşumunda bir azalma olduğu gösterilmiştir.
Lifler temel olarak sebze, meyve ve tahıllarda bulunan nişasta dışı polisakkaritlerin bol bulunduğu ve sindirimi oldukça
güç olan maddelerdir. Fizyolojik ve kimyasal özelliklerine göre iki tip lif vardır.
Suda eriyebilen pektin ve suda eriyemeyen
selüloz,hemiseloz ve lignin gibi liflerdir.
Pektin; selüloz, hemiselüloz ile birlikte bitkilerin hücre duvarlarında bulunur ve hücreleri birbirine bağlayan ve dokuya sertlik
veren temel bileşiktir. Pektin, meyve ve
sebzelerin oluşumundan olgunlaşmasına
kadar geçen sürede değişikliklere uğramaktadır. Örneğin olgun meyvelerin yumuşaması bu değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Ham meyvelerde toplam pektin
miktarı olgunluk ilerledikçe azalmaktadır.
Pektin gastrointestinal sistemi düzenleyip
korurken ve bağışıklık sistemi güçlendirmesinin yanı sıra bağırsaklarda da suyu
tutarak dışkı çıkışı miktarını arttırır.
Selüloz ve hemiselüloz gibi suda çözünmez
liflerin su tutucu özellikleri ihmal edilebilir olup sindirim sisteminde gıdaların hareketini hızlandırarak sindirim sistemini
düzenler,dışkılama miktarını ve kolon geçişini hızlandırır. Çözünmez liflerin en önemli gıda kaynakları; tam buğday unu, buğday
kepeği, kabuklu yiyecekler ve bazı çeşitli
sebzelerdir.
Lif ya da lif takviyeleri, kabızlık tedavisinde
günlük 20-25 gr kadardır. Alınan bu lifin genellikle ciddi bir yan etkisi olmamakla beraber gaz yapıcı etkileri görülebilir. Liften
zengin bir çok yiyecek vardır. Meyve, sebzeler, kepekli undan yapılmış ekmek liften
zengindir. Beyaz pirinç yerine kahverengi
pirinç ya da bulgur kullanılmalıdır.Çünkü
kepek büyük bir lif kaynağıdır. Çeşitli doğal
tahıl ürünlerinde bolca bulunur. Diğer yiyeceklere karıştırıldığında yediğiniz besinin
lif miktarını doğrudan artırmış olursunuz.
Midede doygunluk hissi vermesi, serum
düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) kolesterol konsantrasyonunu azaltması, insülin
seviyesini kontrol altına alması ve hemen
hemen hiç kalori vermemesi düşünüldüğünde de zayıflamak isteyenler için diyet
lifleri çok daha cazip hale gelmiştir. Yapılan
bir çalışmada suda çözünen lifler glikoz ve
insülin metabolizmasını da düzelterek diyabetin kontrol edilmesinde yardımcı olduğu aynı zamanda serum düşük yoğunluklu
lipoprotein (LDL) kolesterol konsantrasyonunu azalttığı gösterilmiştir(2).
Bağırsak hareketleri ve bağırsak geçiş
süresi üzerine suda çözünmeyen liflerin
olumlu etkileri bulunmaktadır. Diyet lif alımının artışı ile fekal hacmin arttığı ve bağırsak geçiş süresinin kısaldığı bazı araştırıcılar tarafından ortaya konulmuştur.
Diyet liflerinin su bağlama özelliklerinden
dolayı dışkı miktarı artar. Dışkı hacmini ve
su miktarının artması rahatlatıcı etki östererek kabızlığın önlenmesine yardımcı olmaktadırlar.
Sabahları..
Doğal yöntemlerle sabahları aç karna bir
kaç adet kayısı kurusu, kuru incir veya kuru
erik üzerine 2 bardak su içilebilir. Kahvaltıda sızma zeytinyağı içine kekik koyarak 6-7
adet zeytin ile esmer ya da kepekli ekmek
tüketerek kahvaltı sonrası tuvalet ihtiyacı
olsun ya da olmasın tuvalete gidip 5-10 dk
oturularak bağırsak alışkanlığı rahatlıkla
sağlanabilir. Birey, her gün sabahları bu
dışkılama girişimine zaman ayırmalıdır.
Nelerdan kaçınmalı?
Dondurma, peynir, et gibi içerisinde bulunan lif içeriği son derece az besinlerin alımına dikkat etmek gerekir. Gün içerisinde
aşırı çay veya kahve gibi kafeinli içecekler
den fazla tüketilmemeli, bu tür içecekler
bağırsak çalışma hızını azaltacaklarından
kabızlığı daha da artıracaklardır. Muz, patates, elma suyu, ayva, havuç, kestane gibi
yiyecekler bağırsak hareketlerini azaltır ve
kabızlığı arttırır. Laksatif olarak kullanılan
piyasadaki bazı ilaçlar elektrolit bozuklukları, kemik erimesi, protein kaybı ve bağımlılık yapabilir uzun süre kullanıma bağlı
bağırsak mukozasında pigment birikimine
neden olabilirler. Bağırsak hareketlerini
hızlandıran ilaçlar ise bağırsak duvarında
bulunan sinirlerin ölümüne yol açabilir.
Daha önce besin değeri olmadığı düşünülen
posanın sağlık üzerindeki yararlarının tamamen açığa kavuşturulması ve teknolojik
özelliklerinin belirlenmesi, diyet lif içeriği
yüksek ürünlere olan talebi de arttırmıştır.
Diyet posa tüketiminin arttırılması için lif
içeriği yüksek olan kepeği ayrılmamış tahıl
ürünleri, nohut, barbunya ve kurufasulye
gibi kurubaklagil, meyve ve sebze gibi gıdaları doğal olarak tüketmek; bir diğeri ise
lif içeriği arttırılmış, kullanıma daha uygun
hale getirilmiş veya doğal kaynaklardan
farklı bir formda lifçe zengin lif kaynakları
ilave edilmiş işlenmiş gıdaları tüketmektir.
64
65
Kız Kalesi
MERSİN
BİR LİMAN, BİR ZAMAN VE BİR
İNSAN SELİ ŞEHRİ
SİLİFKE’Sİ, MUT’U, ERDEMLİ’Sİ VE DAHA BİR ÇOK İLÇESİ
İLE BURAM BURAM TARİH KOKAN, BURAM BURAM
KÜLTÜR KOKAN BİR ŞEHİR MERSİN. MİTOLOJİ’DEN
BAŞLAYIP ABBASİLERE, ORADAN ÇIKIP GÜNÜMÜZE
KADAR SÜREGELMİŞ MUAZZAM YAŞANMIŞLIKLAR
TOPLAMI BİR KENT…
Nigde kalesinden şehir manzarası
Mersin’in ve Mut’un
medar-ı iftiharı
Karacaoğlan bu
şehrin yetiştirdiği
büyük ve ulusal
şairlerden biri.
Sıcacık ve samimi
yöre insanını belki
de en güzel anlatan
dil onunkisi.
“İncecikten bir kar yağar,
Tozar Elif, Elif deyi...
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif, Elif deyi... “
Mersin; 13 ilçesi, 55 belediyesi, 510 köyü ile
tam bir metropol kenti. Ve 1.640.888 olan
nüfusu ile de Türkiye’nin 9. büyük ili. Ayrıca
da Akdeniz’imizin en büyük liman kenti.
Tarih boyunca hemen her düşmanın göz
diktiği stratejik konumu, ılık geçen kış ayları, bahçe bahçe, dönüm dönüm meyve sebze
tarlaları ve gerçekten henüz el değmemiş
pek çok sahili insanların yaşamak için en
çok tercih ettiği şehirlerden bir haline getirmiş onu. İyi mi olmuş bu durum kötü mü
bu her Mersinliye göre farklılık gösteriyor.
Şehri yaşanılası yapan şeylerin başında geliyor ısınmak için harcanan paranın azlığı.
Kışı gerçekten de üç kısa aydan ibaret. Üstelik çoğunda da güneşli. Denizin nemi de
olmasa neredeyse hissedilmeyecek kadar
az bu kentin soğuğu. Yeme içme ise bir o
kadar ucuz. Çünkü tüm Türkiye’ye dağılan
o taptaze meyve sebzelerin bir çoğu burada yetişiyor. Tarımsal üretimde en çok
paya sahip olan turunçgiller ile domates,
salatalık, avokado ve muz şehrin en fazla
verim elde ettiği tarım ürünleridir. Öyle ki
Mersin Valiliği’nin verilerine göre ülkemizin
yaş meyve üretiminin %10’u, muz üretimin
%65’i ve çilek üretimin %55’i Mersin’ den
sağlanıyor.
Deniz ise bu şehri daha yaşanılası bir yer
haline dönüştürmüş. Daha çok iç turist
ağırlayan şehre elbette ki yabancı turistlerin
ilgisi de büyük. Bu ilgiyi daha da arttırmak
için de Mersin Belediyesi ile “kardeş kent”
olma bağı bulunan üç dünya şehri var:
1-ABD/Californiya-Santa Fee Springs
2-İTALYA/Rimini
3-Japonya/Kushimoto
Bu çalışmalar gerçekten de şehrin turizm
faaliyetlerine bir hayli canlılık getirmiş. Ortalama dokuz adet mavi bayraklı plajı var
Mersin’in. Mavi bayrak, göl ve deniz sularının taşıdığı bir takım özellikleri ve oldukça
temiz olduklarını gösteren bir simge. İşte
bunun bilincinde olan yerli turist belki bu
sebepten oldukça memnun bu şehirden.
İşte tüm bu özellikler bir araya toplanınca
Mersin gerçekten de yaşamak için tercih
edilebilecek şehirler listesinin başlarındaki
yerini almış. Hal böyle olunca da göç kaçınılmaz olmuş ve bu göçler nedeniyle de
bir hayli kozmopolit bir kent halini almış.
Bir çok farklı kültürden insana rastlamak
mümkün. Hatta öyle ki Mersinliler durum
için “Mersin’de Mersinliyle karşılaşmak bir
mucize” diyorlar.
66
67
Cannet - Cehennem
Mersin’in tarihi M.Ö. 6300’lere dayanıyor.
Şehir, Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt
zamanında Osmanlı hakimiyetine giriyor.
I. Dünya savaşında İtilaf Devletleri tarafından işgal edilen Mersin, Milli Mücadele
ile 3 Ocak 1922’de tekrar kazanılmış. Bu
tarihi kent, 1933 yılında da Mersin İçel ile
birleştirilerek İçel adını da almış. Ancak
2002 yılındaki Resmi Gazetede yayınlanan
kararla adı tekrar sadece “Mersin” olarak
değiştirilmiş.
Bu güzel şehri farklı kılan özelliklerden biri
de hemen hemen her ilçesinin birbirinden
bağımsız ayrı bir duruşu olması. Tarsus,
Mut, Mezitli, Erdemli, Aydıncık gibi toplam
on üç ilçeye sahip.
TARSUS:
Tarsus bu ilçelerin belki de tarihi açıdan
en zengin olanlarından. Hemen ilçenin göbeğinde bulunan Kleopatra Kapısı oldukça iyi korunmuş durumda. O zamanlarla
ilgili İl Kültür Müdürlüğü bilgilerine göre
Kleopatra’yla ilgili yaşanan olay ise şöyle:
“Iulius Caesar’ın İ.Ö. 44’te ölümü üzerine
yerine geçen Antonius’da Tarsus’a gelerek imar çalışmalarıyla kentin gelişmesini
sağlamıştır. Antonius dünyanın en eski kütüphanesini Bergama’dan Tarsus’a nakletmiştir. Kısa zamanda zenginleşen Tarsus
dünyanın ilgisini çekmiştir. Kleopatra ve
Antonius, Tarsus için unutulmaz hizmetler vermiştir. Mısır’a dönen Kleopatra
Antonius’u ikna ederek Mısır’a çağırmış ve
İ.Ö. 37 yılında evlenmişlerdir. İ.Ö. 34 yılında Roma senatosu kararı ile Kleopatra ve
Antonius’a karşı Romalılar savaş ilan et-
Tarsus Şelalesi
mişlerdir. Kleopatra ve Antonius yenilmiş
ve Antonius kendini öldürmüştür. Actium
savaşından sonra bütün Roma topraklarını
kendine bağlayan Augustus, kendine sadık
kalan Tarsus’u ödüllendirmiştir. Tarsus,
Efesle boy ölçüşecek derecede zenginleşmiştir.”
isterler görevliler. O da diğer arkadaşlarının da olduğunu söyleyerek onları mağaraya götürür. Ancak oraya vardıklarında
tek gördükleri yedi yavru kuşun tünediği
bir yuvadır. Bu nedenle burası Yedi Uyurlar
Mağarası diye de anılmaktadır.”
Ashab-ı Kehf (Yedi Uyurlar Mağarası):
İlk yerleşimin M.Ö iki bin yıllarına dayandığı söylenilen Mut’un, adını M.Ö 334 yılında Büyük İskender tarafından Makedonya
topraklarına katılan ve Büyük İskender’in
komutanlarından MUT’S veya MUT’YOS
isimli bir komutandan aldığı zannedilmektedir. 62,534 nüfuslu ilçe, 1466 yılında Fatih
Sultan Mehmet’in vezirlerinden İshak Paşa
tarafından Osmanlı topraklarına dahil edilmiş bu güzel kent. İshak Paşa harap olan
Mut Kalesini onarmış ve bu sayede 1. Dünya Savaşı sonunda İtalyanların işgal bölgesine düşen Mut fiilen işgal edilememiş.
Tarsus merkezden on dört kilometre
uzaklıkta olan Dedeler Köyü’ nde bulunan
bu görülmeye değer mağaradan Kuran-ı
Kerim’de de bahsedilmektedir. Mağaranın
halk arasında anlatılagelen hikayesi ise
oldukça ilginç : “Tek yaratana inandıkları
için eziyet edilmekten kaçan Hıristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina,
Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç vardır. O dönemde yaygın olan inanış ise putperestliktir.
Putperestliği reddeden bu yedi genç, Rum
Hükümdar Dakyanus’un huzuruna çıkarılırlar. Hükümdar, Putperestlikten ayrılmaları halinde bunun cezasının ölüm olacağını söyleyerek düşünmeleri için birkaç gün
süre verip göndermiştir gençleri. Tekrar
putperestliğe dönmek istemeyen gençler
Kıtmir adını verdikleri köpekleri ile birlikte
bu süreyi kullanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Mağaraya vardıklarında
Allah tarafından 300 yıl uyutulmuşlar. 300
yıl sonra gençlerden biri uyanır ve yiyecek
bir şeyler almak için şehre iner. Ancak elindeki para üç yüz yıl öncesine ait olduğu için
hemen yakalanır. Bu kadar eski ve kıymetli
parayı nerede bulduysa oraya götürmesini
MUT:
Mut’un Karamaoğulları egemenliğinde
olduğu dönemi ise bir çok kaynakta aynı
şekilde çıkar karşınıza: “ Selçuklu Sultanı
I. Alaeddin Keykubad zamanında Karamanoğulları Beyliği’nin kurucusu olan Nur-e
Sofi Bey, bölgeden Ermenileri1228 yılında
kovarak Ermenek , Mut, Gülnar ve daha
sonra da Silifke’yi hakimiyeti altına almıştır. Bölgenin Karamanoğlu Beyliği’nin eline
geçmesinden sonra, Karamanoğulları, Mut
ve çevresini mamur etmişlerdir. Karamanoğlu Mesut bey zamanında Mut, 5 sene
Beyliğe başkentlik yapmıştır. La’al Paşa
Camii, Kızılminare ve bazı başka yapıların
Karamanoğulları zamanında yapıldığı bilinmektedir.
1483 yılı yazında Kasım Bey yanında üç
oğlu, otuz yiğit beyi ile Kestel (Dağpazarı)
yaylasına gelir. Koyunlar kesilir, kavurmalar, pilavlar, helvalar pişirilir, şerbetler
ezilir. Bu ziyafet sırasında Hocantı oğlu zehiri gizlice şerbete katar. Şerbeti içenler ve
Kasım Bey’ le beraber otuz dört kişi birden
ölürler. (1483) Kasım Bey’den sonra Karamanlılar’ ın bazı çırpınışları oldu ise de devlet olabilme özelliği taşımıyor. 1502 yılından sonra Karamanlılar’ın topluca doğuya
(İran’a) göçmeleriyle Karaman toprakları
da tamamen Osmanlılar’ın eline geçer.”
Tarımsal ekonominin hakim olduğu bu şirin
Mersin ilçesi, zeytin ve erik üretimiyle adını
duyurmuş olsa da asıl uzmanlık alanı Mut
kayısısı diye bilinen kayısıdır. Hatta Karacaoğlan adıyla da bilinen ulusal bir kayısı
festivalleri vardır.
Alahan Manastırı:
Geçimli Köyü civarında bulunan manastır
Evliya Çelebi tarafından “Ustasının elinden
yeni çıkmış gibi” diye tasvir edilmiştir zamanında.
Manastır, Hıristiyanlığın Kapadokya ve Likonya (Konya)’ da yayılması sırasında bu
dini kabul edenlerin öldürülme korkusu
ile buradaki dağlık bölgelerdeki mağaraları oyarak buralarda ibadet etmek zorunda
kalmışlar. St. Paul ve Tarsus’ta yaşamış
Hıristiyan öncülerinden Barnabas, Hıristiyanlığı yaymak için Konya-Kapadokya ve
Antalya-Antakya’ya kadar gitmişler. İşte
bu iki Hıristiyan Aziz’in gezileri sırasında
konakladıkları her yerde anılarına mabet-
ler yapılmıştır. Alahan Manastırı bunlardan
biri.
Değirmenden gelirim beygirim yüklü
Laal Paşa Camii:
On beş yaşında kırk beş belikli
Laal Paşa tarafından yaptırılan caminin yapım emrini Karamanoğulları’ndan İbrahim
Bey vermiş (1356-1390). Bu tarihi caminin bahçesinde 2 adet türbe bulunmakta.
Kümbetlerin birinde 3 adet, diğerinde ise
4 adet mezar var. Evliya Çelebi’nin, Seyahatname’sinde yazdığına göre Laal Paşa
bu kümbetlerin birisinde yatıyor. Buradaki
mezarlardan biri de Karamanoğulları’ndan
Musa Bey’e (Lalaağa)’ ya ait.
Yerköprü Şelalesi:
Bu muhakkak görülmesi gereken doğa
harikası şelale ilçeye sadece otuz beş kilometre uzaklıkta. Göksu nehrini besleyen
Ermenek Çayı’nın uzun yıllar boyu süren
topraktaki aşındırma etkisi sonucu derin
bir vadi meydana gelmiş. Anlatmanın yetersiz kalacağı bu şelale görüldüğü vakit
ise kolay kolay terkedilemeyecek yerlerden
biri.
Karacaoğlan Anıt Mezarı:
1606 yılında doğup, 1670 yılında da öldüğü tahmin edilen ünlü halk şairi
Karacaoğlan’ın mezarı da Mut’ta bulunuyor. Mut halkının bu büyük değere nasıl sahip çıktığını ise baktığınız her yerde görmeniz mümkün. Çünkü kah sokak, kah cadde,
kah okul, kah şelale ismi olarak karşınıza
çıkıyor ünlü şair. Karacaoğlan ile ilgili en
kesin bilgi ise Mersinli oluşu. Ve elbette bir
de ardında bıraktığı dizeleri:
Şu kızı görenin del olur aklı
Bir kız bana emmi dedi neyleyim
ERDEMLİ:
Mersin’in en şirin ilçelerinden biri olan Erdemli de yaz aylarında nüfus patlaması yaşayan sahil ilçelerinden biri. Birkaç haftalık
otel tatilindense yazlık alıp uzun soluklu
tatil yapmayı sevenlerden oluşuyor burayı tercih eden turistler. Üstelik bu tercih,
yabancı turistler arasında da bir hayli yaygınlaşmış durumda. Çünkü burada emlak
gerçekten çok ucuz.
Erdemli denilince ilk akla gelen yerlerden
biri ise elbette Kız Kalesi. Denizin ortasına
inşa edilmiş bu kalenin çok etkileyici de
bir efsanesi var: Bir zamanlar burada eski
adıyla Korikos’ta bir kral yaşamaktaymış.
Ve bu kral bir çocuğu olsun diye gece gündüz yalvarırmış Allah’a. Günlerden bir gün
bu dileği gerçekleşir ve bir kız çocuğu gelir
dünyaya. Bu kız büyür, güzelleşir ve herkesin sevip saydığı bir prenses olur. Ancak
bu günlerde şehre gelen düşüncelerini çok
önemsediği bir bilge, kral tarafından saraya davet edilir. Kral, çok sevdiği kızının
geleceğini sorar. Bilge genç kızın geleceği
ile ilgili bir tahminde bulunur. Söylemek istemese de kral zorla söyletir. Falcının dediğine göre prenses yılan sokması sonucunda ölecektir. Ve bu duruma kral bile mani
olamayacaktır. Kral bunun üzerine denizin
ortasındaki bir adacığın üzerine bir kale
68
69
Narlıkuyu
yaptırır ve kızını buraya yerleştirir. Ancak
günün birinde saraydan kaleye giden bir
üzüm sepetinin dibine saklanmış olan yılan
güzel prensesi sokar ve öldürür.
jik hikayesi ise şöyle: Zeus, alevler kusan
yüz başlı ejderha Typhon’u burada yener ve
onu bir süre bu cehennem çukurunda hapseder.
SİLİFKE:
MERSİN’İN EŞSİZ LEZZETLERİ
Silifke, gerek insanı gerekse tarihi güzellikleriyle Mersin’in görülmeden gidilmemesi gereken yerlerinden biri. Cennet Cehennem Mağaraları, Silifke Kalesi, Adam
Kayalar, Zeus Tapınağı, Üç Güzeller Mozaiği, Uzuncaburç bunlardan yalnızca bir kaçı.
Cennet Mağarası: 70 metre derinliğinde
erozyon sonucu tavanın çökmesiyle oluşmuş bir çukur burası. Cennet çöküğünün
içine her biri oldukça geniş 452 basamaklı
taş bir merdivenle iniliyor. Mağaranın bitim
noktasında ise mitolojik olduğu söylenen
bir yeraltı deresinin sesi duyuluyor.
Şimdi de Mersin’e kadar gelmişken tadılmadan geçilmeyecek lezzetlere bakalım.
Elbetteki bu lezzetlerin başında tantuni geliyor. Elbette ki bu lezzetlerin başında geliyor tantuni. Özel bir doğrama usulüyle kıyılan etleri, özel lavaşı ve asla bir tanesi ile
yetinmeyeceğiniz tadı ile bu lezzet kendini
kolay kolay unutturmuyor. İki farklı seçenek sunuyor size tantuni: “açık” veya “somun”. Açık denilen incecik özel bir lavaşın
içinde yapılan servis şekli. Somun ise yarım
somun ekmek arasındaki şekli. Ve eğer siz
bu lezzeti biraz daha arttırmak istiyorsanız
yanında isteyeceğiniz içecek, mutlaka acılı
bir şalgam olmalı.
Cehennem Mağarası: Burası da tıpkı Cennet mağarası gibi tavan çökmesi sonucu
oluşmuş bir yer. Derinliği ise 128 metre.
Bu raya inmek ise mümkün değil. Mitolo-
Cezerye, tadına baktığınızda yapım maddesinin ne olduğunu kolay kolay tahmin edemeyeceğiniz tatlardan biri. Çünkü havuçtan
yapılıyor. Havucun bu kadar lezzetli olabil-
Cennet Cehennem Mağarası:
mesine şaşırmamak da elde değil tabi.
Mersin’e kadar gelmişken muhakkak gidilmesi gereken yerlerin başında geliyor Narlıkuyu. Denizden hemen gözünüzün önünde
tutulup masanıza koyulan Lagos balığının
kokusu tüm yöreyi sarıyor. Denizin içine
kurulmuş masaları da mis gibi deniz kokusu eşliğinde balığınızın tadına vara vara
yemeniz için düşünülmüş. Narlıkuyu’ya
gitmişken şöyle birkaç kilometre Toroslara doğru gidip meşhur köy kahvaltılarını
görmeden ayrılmamak lazım bu güzel şehirden. Sizi deniz seviyesinden biraz yukarlara taşıyan bu doğal ve sıcak mekanlar,
size yöreye özgü lezzetleri sunmaya devam
ediyor. Buralara has incecik bazlamaların
arasına peynir veya patatesli harç konularak yapılan sıkmalar, doğanın bize sunduğu
çeşit çeşit otların soğanla buluşup gözleme
içinde tabağımıza konduğu sofralar muhteşem. Yine yörenin kendi mahsulü reçeller,
peynirler, kokulu domatesler, çiçeği burnunda salatalıklara eşlik ediyor. Çayınızı
yudumlarken izlediğiniz harika manzara
ise alabildiğine yeşil ve alabildiğine mavi…
70
71
öğrendikten sonra çok belirgin tepkiler veriyorlar. Bunları belli bazı evrelerde toplayabiliyoruz:
1.Şok Evresi: MS hastalığını duyduğunda
hem hastalığa ait bilgisizlik hem de belirsizlik nedeniyle yaşanılan şok durumu.
2.İnkar Evresi: Hastalığı kabul etmeme,
yanlış teşhis konmuştur beklentisinin ortaya çıktığı evre.
3.Öfke Evresi: Neden ben, bu hastalık neden beni buldu şeklinde sorgulamaların
yapıldığı ve başına gelenlere dair öfke duyulduğu dönem.
MS
4.Pazarlık Evresi: Doktorlara gidip, kontrollerimi yaptırırsam, ilaçlarımı düzenli
kullanırsam muhakkak iyileşirim, bir daha
hasta olmam. Olmamalıyım. Bu benim başıma geldiyse muhakkak bir kurtuluş yolu
da vardır düşünceleriyle hastalıkla ve çevredekilerle pazarlık yapılan evre.
BEYNİMİZİN BİZE
EN KARARSIZ
OYUNU !
5. Depresyon-Kaygı Bozuklukları Evresi:
Her şey kötüye gidecek, bu hastalıkla nasıl
baş edeceğim, çocuklarım var, onlara kim
bakacak endişesiyle geleceğe dönük olumsuz kaygıların ve bunlara bağlı depresyonun ortaya çıktığı dönem.
TÜRKİYE’DE MS HASTASI SAYISI
AZIMSANAMAYACAK KADAR ÇOK.
Türkiye’de MS hastası sayısı azımsanamayacak kadar çok. Ancak, ne yazık ki birçok
hasta gibi hasta yakınları da bu hastalığı
tüm doğrularıyla bilmiyor. Biz de bu konudaki eksik bilgileri gidermek ve doğru olduğu düşünülen yanlış bilgileri düzeltmek
için Psikolog Serap Duygulu’ya danıştık. Ve
aslında bu hastalıkla ilgili çok umut vaadedici çalışmalar olduğunu öğrendik. İşte en
doğru ağızdan MS gerçeği ve GülüMSeten
Turne Projesi.
MS hastalığı tıp açısından bile hala belirsizliklerle doluyken MS hastalarının psikolojisini de iyi değerlendirmek gerekir. Her
hasta hem hastalığının durumuyla, hem de
kişisel tutumlarıyla doğru orantılı olarak
farklı tepkiler veriyor, farklı şekilde etkileniyor.
Öncelikle hastalığı reddetme, kabul etmeme, inanmama durumuyla karşılaşıyoruz.
Bunu hastaların ilk tepkilerinde gözlemlemek mümkün. Ardından kabullenme ve
kaygılanma durumu ortaya çıkıyor. Şimdi
ne olacak, başıma neler gelecek, yakınlarım, eşim dostum duyarsa ne olur, hastalığım ilerlerse bana nasıl davranırlar, yalnız
kalır mıyım gibi pek çok soru oluşuyor ve
bu soruların yanıtları da genellikle olumsuz oluyor. Hastaların birçoğu hastalığını
6. Kabullenme ve Mücadele Evresi: Hastaların yardıma açık ve bilinçli oldukları
dönemdir. Artık hastalıklarını tanımışlardır
ve hastalıklarını hayatlarını yaşamalarının
önünde bir engel olarak görmemektedirler. Kabullenmişlerdir. Tedavilerini yapan
doktorların önerilerini dikkatle uygularlar,
mücadele ederler, diğer hastalara yadımcı olmaya çalışırlar. Hatta hastalıklarına
rağmen hayata sıkı tutunur ve elde ettikleri
başarıları diğer insanlarla paylaşmaktan
büyük mutluluk duyarlar.
Her hastanın bu evreleri atlatma ve son
evre olan kabullenme ve mücadele evresine ulaşma süreci farklıdır. Bu süreci hızlandırmak ve karşılaşabilecekleri sorunlarla daha kolay mücadele edebilmek için
psikolojik destek çok önemlidir.
MS hastalarının bilmeleri gereken en
önemli şey, psikolojik ve fiziksel olarak bu
hastalığı nasıl yönetecekleridir. Bu da ancak uzman bir ekibin takibinde kalarak başarılabilir. Doğru kişilerden doğru bilgilere
ulaşabilmek, hastalığın ataklarını tanımak
ve bu atakları olabilecek en iyi biçimde yönetip atlatmak, hekimlerin önerisiyle tıbbi
tedaviyi düzenleyip takip etmek gibi birçok
açıdan doğru adımlar atıldığında MS’in etkilerini olabildiğince kolay atlatmak mümkündür.
MS Hastalarına:
MS hastalığıyla ilk karşılaştığınızda bir şok
yaşamanız, kaygılanmanız ve korkmanız
çok doğal. Çünkü o ana kadar belki de adını
bile duymadığınız bir hastalığa yakalandığınızı ve bunun ömür boyu süreceğini öğreniyorsunuz. Bu hastalığa karşı nasıl bir duygu
geliştirmeniz gerektiğinin kesin kuralları
yoktur ve kimse sizin ne hissedeceğinizi,
nasıl karşılamanız gerektiğini belirleyemez. Hastalığa karşı tutumunuz tamamen
sizin olayı algılayış biçiminize bağlıdır.
Bazı MS hastaları bu hastalığa yakalanmanın kendi suçları olduğunu, kendilerine iyi
bakmadıkları için başlarına geldiğini düşünebilirler ya da bir tür cezalandırıldığına
inanan hasta sayısı da çok fazladır. Oysa
gerçek bunların hiçbirisi değildir ve başınıza gelen hastalık tıpkı diğer hastalıklar gibi
bir durumdur ve sizin suçunuz değildir.
Hastalığınızı başkalarına söylemek ya da
söylememek tamamen size kalmıştır. Bu
size özel bir bilgidir ve gerekmedikçe başkalarıyla paylaşmak istemeyebilirsiniz. Bu
son derece doğal bir durumdur. Çünkü size
ait ve özel bir bilgidir. Ancak hatırlatmakta fayda var; sevinçler paylaşıldıkça çoğalır, üzüntüler paylaşıldıkça azalır. Zaman
zaman MS hastalarıyla bir araya gelmek,
onların bu yolculukta nasıl yol aldıklarını
gözlemlemek, deneyimlerini ve başa çıkma yöntemlerini onlardan dinlemek yalnız
olmadığınızı görmenizi sağlar. Hayatınızda
yeri olan insanlar, yakınlarınız hastalığınızı
bilirlerse size nasıl yardımcı olabilecekleri
konusunda onları bilgilendirebilirseniz yardıma ihtiyacınız olduğunda doğru davranışlarda bulunabilirler ve gereksiz sorularla
ya da endişelerle sizi bunaltmazlar.
Herkes sizi anlamayabilir, bu da doğaldır.
Onları suçlamak ya da onlara kızmak haksızlık olur. Çünkü sizi anlamaları da sizin
onlara hastalığınızı doğru anlatmanızla ilgilidir. Durumunuzu saklayarak, sizi anlamalarını bekleyemezsiniz. Özellikle sizinle
bir arada yaşayan aile bireylerinin beklentilerinizden farklı şekilde davranabileceğini
göz önünde bulundurun.
MS hastalığına uyum göstermeniz zaman
alabilir, doğaldır ve acele etmenize gerek yoktur. Kendinize biraz zaman tanıyın.
Hastalığın seyriyle ilgili fiziksel sorunlar
konusunda doktorlarınız zaten sizi bilgilendirecek ve tedavinizi düzenleyecektir. Siz
hayatınıza devam edebilir, sosyal hayatınızı
sürdürebilirsiniz. Hatta bu hastalığa yakalandıktan sonra pek çok MS hastası hayatı daha dolu dolu yaşamaya başladıklarını
belirtmişlerdir. Siz de sevdiğiniz uğraşları
hayatınıza alabilir ve her anınızın tadını çıkararak yaşamaya devam edebilirsiniz.
Psikolog Serap DUYGULU
72
73
SANAT, EĞLENCE VE
SAĞLIK BİR ARADA
ÜNLÜ OYUNCULARDAN
MS SKEÇLERİ
Proje kapsamında ünlü sanatçılar Dolunay
Soysert, Özgür Ozan ve Ferdi Akarnur eşliğinde yapılan skeçlerle, hastalık konusunda önemli bilgiler eğlenceli bir yöntemle
aktarılıyor. MS hakkında bilgiler, MS’li bireylerin merak ettikleri, sormak istedikleri
ya da genel olarak uygulaması gerekenler
sanatçıların skeçleriyle sempatik, akıcı ve
komik bir şekilde aktarılıyor.
MS (Multipl Skleroz) hastalığına dikkat çekmek ve MS’li bireylere yol arkadaşlığı yapmak üzere Türkiye MS Derneği ve Novartis
tarafından hayata geçirilen “GülüMSeten
Turne” projesi ile hastalıkla ilgili önemli
bilgiler eğlenceli skeçlerle anlatılıyor. Ünlü
oyuncular Dolunay Soysert, Özgür Ozan,
Ferdi Akarnur tarafından sergilenen skeçler MS’li bireylerin yaşadıklarını içten bir
bakış açısıyla canlandırmayı amaçlıyor. Seyirciler bir yandan eğlenirken diğer yandan
hastalıkla ilgili önemli bilgiler ediniyor.
Türkiye MS Derneği ve Novartis tarafından
hayata geçirilen “GülüMSeten Turne” projesi yolculuğuna devam ediyor. Bir tiyatro
oyunu olarak hazırlanan proje ile yıl boyunca Türkiye’nin 11 farklı şehrinde MS’li bireylere yol arkadaşlığı yapmak ve onlara en
doğru bilgiyi ulaştırmak amaçlanıyor.
Özgür Ozan ve Ferdi Akarnur oyun boyunca
bazen beyin, bazen kalp, göz, bacak hatta
ayak olarak karşımıza çıkıyor. Hastalıkla
ilgili zaman zaman zorlanan, çıkmaza giren bu sevimli organlar, Dolunay Soysert’in
yönlendirmeleriyle doğru yolu buluyor.
Bir de uzmanlar var… Sosyal Güvenlik Uzmanı Prof. Dr. Cem Kılıç, Psikolog Serap
Duygulu ve Beslenme ve Diyet Uzmanı Taylan Kümeli, beslenmeden egzersize, iş hayatından aileye, psikolojiden sosyal haklara
kadar pek çok konuda görüşlerini paylaşıyor.
Şimdiye kadar Samsun, Trabzon, Bursa,
Ankara, Kocaeli, İstanbul, İzmir, Elazığ ve
Malatya’da pek çok önemli kültür merkezinde gerçekleşen ve seyircilerden büyük
ilgi gören etkinlik yalnızca MS değil, hayatın
her alanında kendinizle özdeşleştirebileceğiniz birçok karmaşık duruma çözümler
sunuyor.
Proje ilk olarak 15 Mart 2014’te Samsun’dan
yola çıktı. Burada halktan çok büyük ilgi
gördü. Daha sonraki illerde ilgi giderek
büyüdü. Şimdiye kadar Samsun, Trabzon,
Bursa, Ankara, Kocaeli, İstanbul, İzmir,
Elazığ ve Malatya’da toplantılar yapıldı ve
yaklaşık 5000 kişiye ulaşıldı. Turne bundan sonra yolculuğuna Konya ve Hatay ile
devam ediyor. 2015 yılında ise yepyeni iller
için yola çıkılacak.
MS’le ilgili büyük bir
farkındalık oluşturuluyor
Türkiye’de 40 bin MS’li olduğu biliniyor. Rakam yüksek olmasına rağmen hastalıkla
ilgili bilincin yeterli olmadığı görülüyor. Üstelik zor teşhis edilen ve kişiye göre farklılık gösteren bir hastalık olduğundan bilgiye
erişim büyük önem taşıyor. Hastalar, internet gibi çok fazla bilginin bir arada olduğu,
yanlış yönlendirmeye açık platformlardan
bilgi almaya çalışabiliyor. Çok farklı kaynaklardan dağınık, güvenilirliği belirsiz bilgiler edinmek hastaların karamsarlaşmasına, yanlış yönlenmesine sebep olabiliyor.
Geçtiğimiz yıl Novartis ve Türkiye MS Derneği işbirliğinde MS’li bireylere doğru ve
güncel bilgileri ulaştırmak, hastalıkla ilgili
bilgilere kolayca ulaşmalarını sağlamak
amacıyla Yol ArkadaşıMSın projesi ortaya
çıktı. Proje kapsamında video tabanlı bir
web sitesi olan yolarkadasimsin.com hazırlandı. MS’li bireylerin hastalıkla mücadele
öykülerinden oluşan web sitesinde psikiyatr, avukat ve insan kaynakları uzmanları
gibi gönüllü profesyonellerin MS’li bireylerin yaşam mücadelelerine katkı sağlayacak
önemli önerileri bulunuyor. Psikiyatr, MS’li
bir bireyin hasta olduğunu öğrenmesi ile
başlayan psikolojik süreçleri aktarırken,
bir avukat hasta haklarıyla ilgili önemli bilgileri paylaşıyor. İnsan kaynakları uzmanı
ise hastanın çalışma koşulları ile ilgili bilmesi gerekenleri aktarıyor. Bunun yanında
bir de Yol ArkadaşıMSın – Bir Yolculuk Kitabı oluşturuldu. Kitap 36 MS’li bireyin, kendi kalemlerinden yazdığı birbirinden güzel
hikayelerden oluşuyor.
Türkiye MS Derneği Hakkında:
Bu projenin büyük ilgi görmesi ve MS alanında yapıcı bilgilendirmenin ne kadar
önemli olduğunun fark edilmesiyle birlikte
bu yıl, Yol ArkadaşıMSın çatısı altında GülüMSeten Turne projesi hayata geçirildi.
Üyelerinin arasında seçkin hekimler ve
MS’liler bulunmaktadır.
GülüMSeten Turne projesi, MS’le bir başına kaldığını düşünen MS’li kişilere yol arkadaşlarının olduğunu söylemek için var.
Uzmanların ve tiyatro sanatçılarının birlikte yer aldığı proje hastalıkla ilgili beslenme,
egzersiz, psikoloji, sosyal güvenlik gibi en
çok merak edilen konularda MS’li kişileri
hem bilgilendirmeyi hem de gülümsetmeyi
amaçlıyor.
Modern iletişim olanaklarını kullanarak
Türkiye’de MS Hastalığını tanıtmak ve tanı
konmuş üyelerimize hastalığın her aşamasında gerek tıbbi, gerekse psikolojik rehber
olmak amacıyla kurulmuş bir dernektir.
Türkiye MS Derneği’nin çatısı altında karşılıklı bilgi paylaşımı, ortak projeler ve gönüllü çalışmalar yürütülmektedir.
Türkiye MS Derneği diğer ülkelerce kurulmuş derneklerin de yer aldığı uluslar
arası konfederasyonlarda ülkemizi temsil
etmektedir.
MS ile ilgili en doğru ve en güncel bilgileri
almak, etkinlikleri takip etmek ve katılmak,
MS’li kişilere destek olmak isterseniz, Tür-
kiye MS Derneği’ne üye olabilirsiniz.
74
75
YORULMAK YOK,
ACIKMAK VE ŞİKÂYET
ETMEK KESİNLİKLE YOK...
YALIN CÜMLELER, UYGUN SES TONU, FONDA KULAK TIRMALAMAYAN
MÜZİK... İNSANIN ANLAYASI YOKSA ANLAYACAĞI GELİYOR. BU DA BİZE
GÖSTERİYOR Kİ, DOĞRU ŞEKİLDE ANLATILDIĞI MÜDDETÇE, ANLAŞILMAYACAK BİR ŞEY YOK.
Hazırlayan: Aydoğan YÜCE
“Bizim işimiz hiç belli
olmaz. Çekime ve
seyahate her zaman
hazırlıklı olmalıyım, bu
işimin bir parçası.”
Belgesel yapmaya başladığınız zaman anlıyorsunuz ki bu iş derya deniz. Belgesel çok
güzel, eğlenceli ama gerçekten de çok zor
bir iş. Sevenin çok sevdiği, sevmeyenin nefret ettiği bir tür izlence. Kimileri için geyik
kovalayan aslanlardan, kozadan çıkan kelebeklerden başka bir anlam ifade etmez
belgesel. Ancak kimileri için ise belgesel
bir hayat biçimidir.
Belgesellerin en önemli özelliği, iletişimde
açıklık. Belgesellerde karmaşık konular
basit cümlelerle, basit görsellerle desteklenip anlaşılabilir örneklerle veriliyor. Yalın
cümleler, uygun ses tonu, fonda kulak tırmalamayan müzik... İnsanın anlayası yoksa
anlayacağı geliyor. Bu da bize gösteriyor ki,
doğru şekilde anlatıldığı müddetçe, anlaşılmayacak bir şey yok.
Çok sıra dışı, ayrıca bir o kadar da güzel
ve eğlendirici bir şeydir belgesel çekmek.
Çekmesi, montajlaması, altyazısı, kurgusu
en başta senaryosu… Zor olsa da bitince insan kendini çok farklı hissediyor. Özellikle
edindiği tecrübe yanına kâr kalıyor; her ne
kadar hak ettiği değeri alamasa da. İnsanı
anlatan belgesellerin çekim aşaması ise
gerçekten büyük emek istiyor.
Düşünsenize, bir savaşa tanık olmuşsunuz… Tarifi imkânsız acılar yaşamışsınız…
Birileri kapınızı çalıyor, kameraları yer-
leştiriyor, ışıkları açıyor, mikrofonları düzenliyor, eşyaların yerlerini değiştiriyor,
objektifler silah gibi gözünüzün içine bakıyor ve zihninizde bir ses bir şeyler anlatmanızı rica ediyor. Bunu o kadar kısa
zamanda yapmaya çalışıyorlar ki, kendinizi
bir ameliyat masasında hissetmemeniz ve
korkmamanız için hiçbir neden yok. Burada
işte belgeselci olmanın farkı ortaya çıkıyor.
Olayın tanığı önce size güvenmeli, onu anladığınızı, onun duygularını paylaştığınızı
hissetmeli. Sizi, kendi gibi görmeli. Yoksa
ağzından tek bir cümle dahi alamazsınız. İyi
bir belgeselci temasına uygun röportajları
çekebilmeyi zor bir süreç olsa da başarabilir. Ersen Kıyga, bunu başarabilen isimlerden. Birçok önemli belgeselde imzası bulunan Kıyga, dünya medyasının da takip ettiği
isimler arasında. Ersen Kıyga’ya belgesel
hakkında merak edilenleri sorduk.
Aile Dostu: Siz, belgesel aşığı bir insan olarak nasıl karar verdiniz bu işe başlamaya?
Ersen KIYGA: Ben 16 yaşındayken hiç
unutmuyorum babam ile o zaman NTV’de
yayınlanan “Pusula Haber Programını”
izliyorum, Jenerikte pusula dönüyor ve
Mithat Bereket dünyayı dolaşıyor... Çok etkilenmiştim, dünyayı dolaşıp farklı insanların hikâyelerini bize anlatması benim bu
mesleği seçmeme sebep oldu. O zamanlar
lise bitmiş, üniversite için tercih yapmam
gerekiyordu, ben de tercihimi iletişim fakültesinden yana kullandım. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandım ve
okulun bir etkinliğinde tamamen tesadüfen
Özer Bereket’le tanışma fırsatı yakaladım.
Özer Bereket, Pusula Haber Programı’nın
yapımcısıydı, aradığım kişiyi bulmuştum.
Birden kendimi Pusula Ekibi’nin içinde buldum. Hem okuyor hem de dünyayı dolaşıp,
yepyeni insanların hayatlarına tanıklık ediyordum. Birden kendimi Pusula Ekibi’nin
içinde buldum. 2008 yılına kadar Pusula
Haber Programı’nda Prodüktörlük, Arşiv
Sorumlusu ve Kameraman olarak görev
aldım.
A.D. : İlk deneyimlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz? Neler hissetmiştiniz?
Ersen KIYGA: İlk deneyimim Mithat Bereket ile hazırladığımız “Yıllar ve Yollar” adlı
belgeseldi. Bu belgesel Türkiye’de ilk otobüsle yolcu taşımacılığın hikâyesini anlatıyordu. Türkiye’yi o zaman tanımıştım, Daha
18 yaşında uzun bir Türkiye turuna çıktık,
Diyarbakır, Şanlıurfa, Elazığ, Mardin, Malatya gibi şehirleri yakından tanıma fırsatı
buldum. Bu belgesel benim için çok önemliydi...
A.D. : Çekime nasıl hazırlanıyorsunuz?
Ersen KIYGA: Öncelikle yapılan işin içeriğiyle ilgili önceden bir toplantı yapıyoruz
arkadaşlarla. İlk olarak mekânlarla ilgili
bilgi topluyoruz, eğer zamanımız varsa çekim mekânlarını görmeye gidiyoruz. Ben
belgeselin içeriğine ve akış hızına göre bir
kamera belirliyorum. Kameramı seçtikten
sonra, uygun objektifleri hazırlıyorum, zaten ışık setim, yaka ve telsiz mikrofonlarım,
tripotum ve daha birçok aksesuarım her
zaman hazır bir şekilde bekliyordur. Çünkü bizim işimiz hiç belli olmaz. Çekime ve
seyahate her zaman hazırlıklı olmalıyım, bu
işimin bir parçası.
A.D. : Genelde bu meslekte çalışanlar uzun
76
süreli çalışma saatlerinden şikayetçi oluyor. Sizin çalışma koşullarınız nasıl?
Ersen KIYGA: Gece gündüz, sabahı akşamı olmayan bir çalışma düzeni... Ama hiç
önemli değil, çekimdeyseniz yani arazide o
zaman problem yok, ruhunuzu o an işinize
adamışsınızdır. Yorulmak yok, acıkmak ve
şikâyet etmek kesinlikle yok... Bir militan
gibi, hedefe odaklanırsınız. Tabi bu işime
olan saygım ve sevgim ile alakalı, fakat herkesin bunu yapabildiğini de söyleyemem.
A.D.: Kaddafi’nin son görüntülerini siz çektiniz. Sekiz gün süren yolculuk, gergin bekleyiş, atlatılan dünya medyası ve röportaj.
Bu süreci sizden dinleyebilir miyiz? Röportaj öncesi ve sonrasında neler hissettiniz?
Ersen KIYGA: 2009 yılına gelindiğinde TRT
Türk’e yayın yapan One Ajans’la anlaştım.
Burada birçok ülkeye seyahat etme fırsatı
buldum. Bunların içinde İran, Irak, Suriye,
Somali, Libya, Mısır, İsrail ve Filistin gibi sıcak bölgelerde görevlerde bulundum. 2011
yılında Tunus’da başlayan Yasemin Devrimi
önce Mısır’a sonra da Libya’ya sıçrayıp tüm
bölgeyi kontrol altına almıştı. Libya’da yaşanan olaylar sonucu Türkiye 2 adet yardım
gemisi göndermeye karar verdi, Ankara
ve Samsun Gemisi... Bu gemilerin amacı
savaştan kaçmak isteyen insanları tahliye
etmekti. Bize söylenen “Libya’ya tahliye
olacak insanları çekmeye gidiyorsunuz, gemiden inmeniz kesinlikle yasak...
“Tarih, 23 Şubat 2011. O dönem çalıştığım
TRT Türk televizyonu bize üç günlüğüne
Libya’ya gideceğimizi bildirdi. Libya seya-
77
hatinin nedeni, iç savaş sırasında tahliye
edilen insanları haberleştirmekti. Ankara
Gemisi’yle yola çıkıp aynı gemiyle geri dönecektik. Arkadaşım Mehmet Akif Ersoy
ve bana verilen talimat çok netti, gemiden
inmemiz kesinlikle yasaktı! Mehmet Akif’le
birlikte Sarayburnu’nda demir atmış Ankara Gemisi’ne geldik. Gece yarımda hareket
ettik ve kamaramıza yerleştik. Yetmişe yakın personeli bulunan gemide beş kişilik
sağlık ekibi ve beş de polis vardı. Yolculuğa
alışmamız çok zor oldu, deniz tuttuğu için
saatlerce uyuyorduk. “Deniz tutmasının” ne
demek olduğunu ilk kez öğreniyordum.
Yunan adasına sığındık…
Bol bol kitap okuyor, tavla oynuyor ve hatta
film izliyorduk. Yolculuğun ikinci gününde
“hava” diye bir denizcilik kavramıyla daha
tanıştık. “Hava”, gökyüzü açıkken, denizdeki ani rüzgâr değişikliğiyle meydana gelen
fırtınaydı ve bu durum mürettebatı tehlikeye atabilirdi. Keza “hava”ya yakalandık ve
Yunanistan’ın güneyindeki bir adaya sığındık.
Fırtına altında adada tam iki gün geçirdik,
yeniden yola çıktık ve Trablus’a varmamız
sekiz günü buldu. Yolculuk boyunca televizyonlardan sürekli haberleri izliyorduk,
gördüğümüz manzara Libya’da bir kaosun
olduğuydu.
Trablus’ta hayat
devam ediyordu…
Türkiye, kaostan kaçmaya çalışan 25 bin
vatandaşının tahliyesi için gemiler gönderiyordu. Sabah saat 06.00 sularında bir
anonsla uyandık ve hemen güverteye koştuk. Başkent Trablus, bütün görkemiyle
gözümüzün önündeydi. Gördüklerimiz televizyonda izlediklerimize hiç benzemiyordu. Arabalar şehir içinde hareket ediyor,
insanlar sahilde dolaşıyordu; velhasıl hayat
devam ediyordu. Gemimiz Trablus limanına yanaştıktan sonra demir kapılar açıldı
ve içeriye silahlı gümrük görevlileri girdi.
Yanlarında Libyalı askerler de vardı. Gemide bulunan herkesin pasaportunu kontrol
eden görevliler, kimsenin karaya inmemesi
için uyarı üstüne uyarı yaptı.
Silahlı polisler
etrafımızı sardı…
Ancak bizim gemide düşünecek çok fazla
zamanımız olmuştu ve kararlıydık. Geminin
etrafında sivil polisler bizi izliyordu. Kamera ve ekipmanlarımızı kamarada bırakarak
merdivenlerden yavaş yavaş aşağıya indik,
hedefimiz sivil polislerle konuşup diyalog
kurmaktı. Mehmet Akif de ben de Arapça
konuşabiliyorduk. En azından derdimizi
daha rahat anlatabilirdik. Aşağıya iner inmez silahlı polisler hemen etrafımızı sardılar, tepkileri çok sert oldu ve bizden derhal
geri gitmemizi istediler. Bizimle İngilizce
konuşuyorlardı, biz onlarla Arapça seslendik. Buradaki hayatın gayet normal göründüğünü ifade edip sadece yarım saat çekim
yapıp gemiye dönmek istediğimizi aktardık.
Seyid Ayşe’nin rolü
Talebimiz üzerine Basın ve Enformasyon
Bakanlığı’ndan Seyid Ayşe isimli bir kadınla
görüştürüldük. Seyid Ayşe’nin tavrı polis-
lere hiç benzemiyordu. Bize yalnızca yarım
saat değil, istediğimiz kadar burada ağırlanabileceğimizi söyledi. Bu sözler üzerine
hemen gemiye koşup ekipmanlarımızı aldık
ve bir arabaya bindik. Araba Trablus’un içine doğru giderken, tahliye için gemiye bindirilen insanları gördüm. Libya’dan kaçmak
isteyen insanlar, sıraya dizilmiş, günlerdir
bekledikleri umut yolculuğuna çıkmak için
sabırsızlanıyorlardı.
Beş kez araç değiştirdik
Trablus’un içinde her yarım saatte bir araç
değiştirdik ve bu durum beş kez tekrarlandı. Artık gece yarışı olmuştu ve sonunda
bizi bir otele yerleştirdiler. Sabah uyandığımızda Türkiye’den bir firmanın yaptığı ünlü
Rixos Oteli’ne götürüldük. Libya’daki tüm
uluslararası basının karargâhı olan otelde
yaklaşık 300 gazeteci kalıyordu. Bizi otele
getirenler, dönemin Libya Basın ve Enformasyon Bakanı ve aynı zamanda Hükümet
Sözcüsü Dr. Musa İbrahim’le tanıştırdı. Hemen sözcüyü canlı yayına aldık. Yayın sonrası Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’yle
özel röportaj yapmak istediğimizi ilettiğimiz Dr. Musa İbrahim, bize gülümsedi, kafasını salladı ve gitti.
Sabaha kadar süren bekleyiş
Otelde konuştuğumuz bütün Libyalılara buraya Kaddafi’yle röportaj yapmaya geldiğimizi anlatıyorduk. Biz derdimizi anlatmaya
devam ederken ısrarımız sonuç verdi, Enformasyon Bakanı Dr. İbrahim bize “yarın
sorularınızı hazırlayın, basın kartlarınızla
birlikte pasaportlarınızı da hazırlayıp ge-
tirin” dedi. Beklediğimiz haberi almıştık,
hemen odalarımıza gittik ve heyecanla
soruları hazırlamaya başladık. Birkaç gün
sonra Muammer Kaddafi’nin röportaj talebimizi kabul ettiği haberi geldi. Haberi
herkesten saklamamız gerekiyordu ve biz
çok mutluyduk. Otelde çalışan Eser’den bir
ricada bulunduk, kıyafetlerinden iki takım
elbiseyi bize verebilir miydi? Eser bizi kırmadı ve biz otel personelinin giydiği takım
elbiseleri üstümüze geçirip beklemeye koyulduk. Sabahın ilk ışıklarına kadar gözümüzü kırpmadan bekledik, hiçbir ses seda
yoktu. Birkaç saatlik uykudan sonra hemen
otel resepsiyonuna gittik ve yetkilileri beklemeye başladık.
yamadan “Seyidimiz bu koltukta oturacak”
sözünü işittik. Karşı çıkmam gerekiyordu:
“Bu olmaz, rica etsem daha küçük ve dirsekleri olmayan bir sandalye daha iyi olur”
dedim. Küçük bir sandalyeyi işaret ettim
ancak görevliler hemen karşı çıktı. Aldığım
yanıt “liderimiz bu sandalyede oturmaz”
cümlesiydi, tahta benzeyen kocaman koltuğu önüme koydular. Hazırlıklar tamamdı
ancak Kaddafi ortalarda görünmüyordu.
Otelde kalan dünya basını röportajı öğrenmişti ve ajanslar haberi geçmişti. Akşama
kadar bekledik, artık tam ümitsizliğe kapılıyorduk ki bir gürültü koptu, bağırış çağırış
içinde sloganlar duyuldu.
Röportaj yerini seçtim
Saatler 23.00’ü gösteriyordu, duyduğumuz
sesler Kaddafi’nin geldiğine işaret ediyordu ve o an Mehmet Akif’le göz göze geldik,
içimden “geliyor” dedim. Bulunduğumuz
yerden otelin koridoru görünüyordu, bir
basın ordusunun etrafını sardığı Kaddafi bize doğru yöneldi, perdeler kapandı ve
diğer gazeteciler dışarıda kaldı. İlk sorusu
“çekimi nerede yapacağız?” oldu.
Nihayet Libyalı görevliler kapıdan girdi ve
bizden önceki gece için özür diledi. Bize
başka bir teklifleri vardı, o gün ya da ertesi
gün uygun olduğumuzda röportajı yapabilecektik. Yeniden odamıza çıktık ve gergin
bekleyiş burada sürdü. O sırada telefon
çaldı ve resepsiyona inmemiz istendi. Neredeyse koşarak aşağıya indik ve röportajı
o gün yapabileceğimiz bilgisini aldık. Bize
röportaj için otel içinde birkaç yer gösterdiler. Odayı ben seçtim, bu sırada cep telefonlarımız elimizden alındı, kamera ve
ekipmanlar eğitimli köpekler tarafından
kontrol edildi.
Kaddafi’nin tahtı taşınırken
Biz odayı çekime uygun hale getirmeye çalışırken, görevliler ellerinde koca bir koltukla kapıdan girdi. Daha ne olduğunu anla-
İçimden “geliyor” dedim
Tahttan kalkıp
sandalyeye oturdu
İçeriye girdik, kamera kayıttaydı ve bize
“neden bu koltukta oturuyorum da siz sandalyedesiniz?” diye sordu. “Aramızda hiçbir
fark yok” diye devam etti ve koltuktan kalktı, Akif’in oturduğu sandalyenin aynısını aldı
ve üstüne oturdu. Benim bütün çekim planım bozulmuştu, kayıttan çıkmadım, ışığımı
ve bayrağın yerini değiştirdim. Yaka mikro-
78
fonunu takmak için yanına yaklaştım. “Hoş
geldiniz, nasılsınız?” dedim, o da “ne güzel
Arapça biliyorsunuz. Bu röportaj çok anlaşılır olacak, çevirmene gerek yok” dedi. 45
dakika süren röportajın ardından yan yana
durup hatıra fotoğrafı çektirdik. Deklanşör
sesini duyduğum anda bu karenin çok meşhur olacağı elbette aklıma bile gelmemişti.
Ve takvim yaprakları 9 Mart 2011’i gösteriyordu…”
A.D.: Hiç bu mesleği bırakmak istediğiniz
anlar oldu mu?
Ersen KIYGA: Hiç bir zaman aklımın ucundan dahi geçmedi, sadece şunu söyleyebilirim, sırf iyi bir üniversiteden mezun olup
bir kaç dil bilip kameramanlığı stüdyodaki
79
kameraman arkadaşlar gibi görüp, vizyon
sahibi olmayan yöneticiler beni çok ciddi
hayal kırıklığına uğrattı, fakat bu gelişmeler dahi hiç bir zaman mesleğime olan tutkumun azalmasına sebep olmadı.
Çok güzel bir deneyimdi ve böyle devam etmesini umut ediyorum. Okuduğum, mezun
olduğum okuluma bir gün ders vermek için
gitmek çok gurur verici bir durumdu. Marmara Üniversitesi’nde Ersen Kıyga’yla Kamera Atölyesi yaptık. Kameranın anatomisi, çekip planları, kompozisyon, ses ışık ve
kendi tecrübelerimi öğrencilerle paylaştım.
Öğrenciler bu atölye çalışmasından gayet
memnun ayrıldılar... Bu atölye çalışmasının bir ders olarak anlatmayı çok istiyorum,
bunun için gerekli çalışmaları yapıyorum.
A.D. : Belgesel yapımcılığını bir hayat biçimi olarak seçmeyi planlayan kişiler için
neler önerirsiniz? Bu uzun ve meşakkatli
yolda tavsiyeleriniz nelerdir?
Ersen KIYGA: Doğru zamanda doğru insanlarla tanışıp fırsatları değerlendirmeleri
gerekiyor. Sabırlı olmak çok önemli, bu iş
sessizin sesini duyurabilme sanatı, bunun
bilincine varmak çok önemli... Heyecanlı ve
istekli olmanız sizi bu sektörde ayırır, sektörden isimlerle tanışın ve tanıştığınız isimlerle iletişimde kalın.
80
ERKAN
ŞAMCI’dan
DOĞAL TARİFLER
81
Bu hijyen ürünleri vücudumuzda bizleri koruyan tüm bakterileri de öldürdüğü için bizi yaşama karşı savunmasız bırakıyorlar. Yani korkutulduğumuz
şeyler aslında sağlığımız için gerekli olan şeyler. Ama ne yazık ki bu ürünlerin büyük firmalar tarafından satılması hatta çoğunun eczane ortamında
satılması insanlara bir güven veriyor.”
Sonuç olarak doğru bilinen bu yanlışları daha fazla sürdürmemek adına
özellikle ev temizliğinde işimize yarayacak değerli bir çok bilgi bu sayımızda
da yerini alıyor.
z Halı ve Koltuk Lekeleri: Bir miktar sıcak su, oksijenli su, kolonya
Bütün malzemeler karıştırılır (miktarlar silinecek bölgeye göre ayarlanmalıdır). Bu su ile koltukta – halıda oluşan lekeleri ile pastel boya lekeleri kolaylıkla temizlenmektedir. Üstelik sağlığımız zarar görmeden..
z Mobilyanın Toz Toplamaması İçin Mobilya Cilası: 1 çay bardağı zeytinyağı,
1 limon suyu
Bu malzemeler karıştırılır ve bir bez yardımıyla mobilyalar silinir. Bu malzemenin mobilyaya tozun yapışmamasını sağlamaktadır. Her şekilde sağlığa
zararlı olan mobilya cilaları yerine doğal olan bu karışım en doğru seçim
olacaktır.
z Pas Lekesi İçin: Paslı olan yere limon suyu sürülür ve daha etkili olması
için tuz dökülür. 2-3 dakika bekletildikten sonra silinir.
z Çamaşırlarda Yumuşatıcı, Bulaşıklarda Parlatıcı Yerine Sirke Kullanılabilir: Çamaşırların durulama suyuna gül suyu ekleyerek kötü kokulardan
arındırabilirsiniz. Kül suyu elde ederken oluşan tortu seramik yüzeylerin temizlenmesinde kullanılabilir.
O kadar keyifli ve sürükleyiciydi ki geçen sayıda sayfalara sığdıramadık Sn. Erkan ŞAMCI ile sohbetimizi. Daha sağlıklı veya daha
hijyenik olmak adına günlük hayatımızda yaptığımız yanlışları bir
kez daha fark ettik, kıymetli tavsiyeleri sayesinde. Oysa daha temiz olmak adına bir çok kez zehirliyoruz ailemizi ve kendimizi.
Kendini “ben şehirli bir ziraatçıyım” diye tarif eden Erkan ŞAMCI
gerek televizyonlarda gerekse yazılı basında elinden geldiğince
uyarıyor bizleri.
Değerli bilgileriyle bizi her gün biraz daha bilinçlendirmeye çalışan Sayın Erkan ŞAMCI’nın bir çok evin ortak “takıntısı” olan
hijyen ile ilgili sözlerini anımsayacak olursak:” Hijyen normal koşullarda, normal insanların ya da yaşam ortamının, evin bir sorunu değildir. Hijyen sadece ameliyathanelerin sorunudur. Orda
insanların vücudu açılır, vücudumuzu koruyan derinin koruması kalktığı için ortamda gerçekten hiçbir mikrop, virüs, bakteri,
mantarın olmaması lazım. Dolayısıyla hijyen ihtiyacı vardır. Eğer
öğlen, mutfak masanızda açık kalp ameliyatı yapmayacaksanız
hiçbir ev kadınının hijyenle işi olmaması lazım.
“Kül suyunu nereden bulacağız?” diyenlere ise çözüm basit. Hemen her fırın odun yakıyor ve çıkan küller çöpe atılıyor. İsteyenler, fırınlarla konuşup
küllerini alabilirler. Böylelikle doğaya ve sağlığınıza zarar vermeyecek ve
bütçenize de katkı sağlamış olacaksınız.
z Doğal Çamaşır Deterjanı: Özellikle küçük çocuğu olan ve astım hastası
olanların kullanmalarını tavsiye ettiği formül şöyledir;
1 ölçü boraks, 1 ölçü çamaşır sodası, yarım ölçü karbonat. İstenirse bir ölçü
doğal zeytinyağı sabunu rendesini de ekleyebileceğiniz bu malzemeleri çamaşır makinenizin deterjan gözüne koyun ve makinenizi her zamanki gibi
çalıştırın.
z Renkli Çamaşırlarda: 2 ölçü doğal zeytinyağı sabunu rendesi, yarım ölçü
çamaşır sodası, yarım ölçü boraks ve çeyrek ölçü karbonat kullanılmalıdır.
Boraks; su, oksijen, sodyum ve bordan oluşan bir mineraldir. Antiseptik, antifungal, antibiyotik özellikleri sayesinde güçlü bir dezenfektandır.
z Genel Temizlik Maddeleri Yerine: 1 litre sıcak suyun içine 1 yemek kaşığı
karbonat, 1 tatlı kaşığı boraks, 1 çay kaşığı arap sabunu, birkaç damla portakal, limon ya da lavanta yağı, 1 çay bardağı sirke iyice karıştırılır. Püskürtme özelliği bulunan bir şişenin içine konulduktan sonra her yerin tozunu bu
karışımla alıp her türlü genel temizlik için kullanabilirsiniz.
82
83
SÖYLEŞİ
KEREM POYRAZ
KAYAALP
“Bir gün yaşlı bir teyze beni bir yerden tanıdığını
söyleyince ona dizinin Berat’ı olduğumu söyledim.
Mümkün değil olamazsın. Çok kötü bir adam o, sen baya
düzgün suratlı nur yüzlü bir adamsın.” dedi bana.
“Oyunculuk olarak
baktığınız zaman kötüyü
oynamak çok zevkli.
Hayatınız boyunca asla
olamayacağınız kadar
kötüyü oynuyorsunuz.
Çünkü ben hayatta
bu kadar kötülük
yapabilecek insanların
varlığına inanmak
bile istemiyorum.
Hayatınız boyunca
kullanmayacağınız
mimiklerinizi
kullanıyorsunuz.
Bu da tuhaf bir duygu.”
“ Bazen sokakta yanımdan geçerken bazen
de özellikle bana ulaşarak söylüyorlar “
hiç utanmıyor musun yaptıklarından” diye.
Berat’ı hiç sevmediklerini ama tanışıp birkaç cümle konuştuktan sonra benim hiç de
kötü biri olmadığımı söylüyorlar. Kötü karakter oynamanın tek sıkıntısı bu aslında,
izleyicinin beni tanımadan önceki kısmı”.
İzmirli, genç ve başarılı bir oyuncu Kerem
Poyraz Kayaalp. Daha önce de Derin Sular,
Hayat Apartmanı gibi bir çok dizi ile ekranlarımıza misafir olan bu gelecek vadeden
genç yetenek, bir süredir de Beni Affet’in
Berat’ı olarak çıkıyor karşımıza. Kerem
Poyraz Kayaalp’le hayatı ve kariyeri üzerine
sıcacık bir sohbet gerçekleştirdik.
Aile Dostu: Sizi daha iyi tanımak adına oldukça klasik bir soruyla başlamak istiyorum. Kimdir Kerem Poyraz KAYAALP?
Kerem Poyraz KAYAALP: 1982 İzmir doğumlu ve ilk, orta, lise dönemini İzmir’de
geçirmiş, ilk üniversite deneyimi Ziraat
Mühendisliği olan ve dört yıl Adnan Menderes Üniversitesinde ziraat mühendisliği okuduktan sonra son sınıfta ben artık
bunu yapmayacağım diye ani bir karar alıp
okulu bırakarak konservatuar sınavına giren bir adam. Ziraat Mühendisliğinin dördüncü sınıfındayken konservatuar sınavına
girdim. Kazandım. Hemen arayıp anneme
söyledim, ağladı, çok üzüldü İstanbul’a gideceğim diye. Ama daha sonra annem de
babam da çok desteklediler sağ olsunlar.
Sonra İstanbul konservatuar dönemi başladı, bitti. Ardından da küçük küçük televizyon dizileri, tiyatro oyunlarında oynaya
oynaya bu günlere geldim.
A.D. : Peki bu oyunculuk isteği hep içinizde
var olan bir şey miydi yoksa sonradan mı
çeldi aklınızı?
Kerem Poyraz KAYAALP: Vardı vardı aslında ama şöyle bir şey de oldu. Bu sevdiğim bir hikayedir: Benim bir arkadaşım
sinema televizyon bölümünde okuyordu.
Ben de hep onun yanındaydım. Onun evinde kalıyordum. O İzmir’de okuyordu, ben
Aydın’da ama okula gitmeyip onunla kalıyordum. Ailemin haberi yoktu tabii, onlar
beni İzmir’de zannediyorlardı, ben sinema
televizyon kantininde takılıyordum. Sonra
sinema televizyon, kısa filmler çeker biliyorsunuz. Bana dediler ki gel sen bir oyna
bakalım şu filmde. Bir tanesinde oynadım.
Sonra dediler ki sen şunda oynamışsın
gelip bizimkinde de oynar mısın? Tamam
dedim falan derken bir arkadaşım tez filminde oynatmak istedi beni bitirme tezinde. Filmi izleyen hocalardan bir tanesi bu
çocuk oyuncu mu diye sormuş benim için.
Sonra arkadaşım bana gelip, yahu hoca
bile senin için böyle böyle dedi. Sen bir git
sınavlara falan gir istersen dedi. Ben de
sınava girdim. ve böylece başladı. 800-900
kişinin içinden ilk on kişi içine girerek kazandım ben bu sınavı ve bu da bana kendimi çok iyi hissettirdi. Kendime güvenimi
getirdi. Ki zaten konservatuar süresince
84
85
Müthiş bir aileye sahibim
ben. Annemin ve
babamın öğüdü hep
kulağımdadır: “İster
dünyaca tanınmış bir
müzisyen ol ister dünyanın
en iyi oyuncusu ol insan
olamadıktan sonra hiçbir
işe yaramaz””
oluşan bir alt yapı oldu. Kısacası oyunculuk
yapmak için gereken özveride bulundum ve
çok şükür buralara geldim.
A.D. : İzmir, kolay kolay bırakıp gelinecek
bir şehir değil. Zor olmadı mı?
Kerem Poyraz KAYAALP: Bu çok güzel bir
soru gerçekten. İzmir ve İstanbul. İkisine de
aşığım ben. Hayatımın en güzel dönemleri
İzmir’de geçti. İnsana yaşama sevinci veren bir şehir. Ama oyunculuk yapıyorsanız
mecbursunuz İstanbul’da yaşamaya. Ben
bunu düşünürken bundan dört sene önce
Ankara’ya geldim. Ama daha geçenlerde
bir itirafım oldu arkadaşlarıma, “ben galiba
Ankara’yı da çok seviyorum” dedim. Çünkü
Ankara’nın sakinliği de düzeni de çok güzel.
Ve bu kolay yaşam da çok da kolay vazgeçilebilecek bir şey değil.
A.D.: Peki mühendisliği bırakıp oyunculuğa
geçmenize ailenizin tepkisi ne oldu?
Kerem Poyraz KAYAALP: Ben aslında orta
okuldan beri müzikle de uğraşıyordum.
Annem babam benim bu tarz sanat dallarıyla ilgilenmemi hep desteklemişlerdir.
Ben babamın eski gitarıyla gitar çalmaya
çalışırken, babam bunu görmüş. Hemen gidip bana yeni bir gitar aldı ve dedi ki “eğer
çalacaksan bununla çal, bununla öğren.”
Yani beni hep desteklediler bu konuda. Ama
tabi ziraat mühendisliğinde dört sene okumuştum “en azından bitir bari” dediler ama
konservatuar sınavına girip kazandıktan
sonra ve bu kadar zor bir sınavda o kadar
insanın içinden beni seçtiklerini öğrendik-
lerinde tamam deyip sonuna kadar destek
oldular. Müthiş bir aileye sahibim ben. Babam bana hep “nasıl mutlu olacaksan öyle
yaşa” dedi. Annem ilk etapta dizinin dibinden ayrılacağım için bir hayli üzülmüştü
ama şimdi televizyonda gördüğünde en fazla o mutlu oluyor.
A.D. : Daha önce de bir çok dizide oynadınız; Hayat Apartmanı, Derin Sular gibi. Ama
oralarda daha farklıydı sanki canlandırdığınız karakterler. İlk defa “Beni Affet” dizisinde mi kötü bir karakteri oynuyorsunuz?
Kerem Poyraz KAYAALP: Ben, Beni
Affet’ten hemen önce İzmir’de çekilen Derin Sular dizisinde İskender karakterini oynadım. Orada, Berat ile uzaktan yakından
ilgisi olmayan tamamen üç kağıtçı özünde,
sokakta annelerin “aman oğlum bu çocukla
görüşme” diyeceği bir karakteri oynuyordum. Biz onu hocalarımızla birlikte biraz da
komik bir hale getirmiştik. Belki de hayat
onu oralara getirmişti. Ama ilk defa bu kadar çok kötülük yapan bir adamı “Beni Affet” de oynadım. Hayat Apartmanı’nda Kayserili zengin bir babanın üniversite okuyan
haylaz oğlunu oynuyordum ki o da komik bir
karakterdi. Yani hep iyi tiplerdi. İlk kez bu
kadar kötüyü oynuyorum yani. Hatta küçük
bir anım var bununla ilgili. Bir gün köpeğimi gezdiriyorum parkta. Yaşlı bir teyzeyle
sürekli denk geliyoruz. Her seferinde beni
şöyle bir süzüyor. Bir gün bana “Oğlum ben
seni bir yerden tanıyor gibiyim“ dedi. “Teyzeciğim Beni Affet dizisinde Berat’ı oynuyorum” dedim. “Olamaz öyle şey” dedi “O he-
rif şerefsizin teki, sen baya düzgün suratlı
nur yüzlü bir adamsın “ İnsanlar böyle görüyorlar. Sen temiz yüzlü bir çocuksun kötü
karakteri oynayamazsın diyorlar.
A.D. : Çok kısa da Berat’tan bahsedelim mi?
Duygusal bir kötü o değil mi?
Kerem Poyraz KAYAALP: Berat aslında
hiçbir zaman kötü olmayı istemedi. Ama
ilk sezondan beri Handan yüzünden yapmak istemediği şeyler yaptı. Aslında saf bir
adam Berat ve Handan da bunu çok güzel
kullandı. Ama Handan öldükten sonra yaptığı bütün kötülükler Berat’ın üzerine kaldı. Kimseye bir şey de yükleyemedi. Bana
o yaptırdı diyemedi. Yaptığı kötülüklerden
kurtulmak isterken bir sürü yalan söyledi
ve bu yalanlar onu daha büyük yalanlara
sürükledi. İnsanların gözünde artık mimlenmişti ve ne yapsa temizleyemeyecekti.
O da madem düzeltemeyeceğim bari istediğim şeye ulaşayım diye devam etmek
zorunda kaldı. Tüm çirkinliklerine rağmen
aslından iyi de bir adam. Yani ona deseler ki
al sana Bahar, ama bundan sonra karıncayı
bile incitmeyeceksin, seve seve kabul eder
kesinlikle.
A.D. : Sokaktaki insanların Berat yüzünden
size tepkisi nasıl?
Kerem Poyraz KAYAALP: Berat hiç sevilmiyor. Ama bu güne kadar dört beş kez
şunu duydum: “Bırak onları, sen iyisin. Bahar bile sana yakışmıyor. Sen daha iyilerine
layıksın” diyenler oldu. Demek ki dizinin en
başından bu adamı anlayan insanlar olmuş.
“Kısacası oyunculuk
yapmak için gereken
özveride bulundum ve çok
şükür ki buralara geldim.”
Ama tabii sokaktan geçerken “aman bırak
bırak şunu” deyip yanımdan geçenler de
var. Çocuklarını yanaştırmayanlar var yanıma. Dizi setine gelip herkesle fotoğraf çektirip özellikle benimle çektirmeyenler var.
Yan yana görünmemek için falan. Bunlar
uç izleyiciler, kendini gerçekten diziye kaptırmış olanlar. Bir de Berat’ın bir karakter
olduğunu bilip ona göre yaklaşanlar var.
Beni gördükleri zaman çok güzel tepkiler
verenler de var. Ama yine de araya sıkıştırıyorlar “ama bu kadar da kötülük yapmasan
aslında” diye.
A.D. : İyiyi oynamak kolay galiba, kötüyü oynamak zor değil mi?
Kerem Poyraz KAYAALP: Zor ama zevkli.
Oyunculuk olarak baktığınız zaman kötüyü
oynamak çok zevkli. Hayatınız boyunca asla
olamayacağınız kadar kötüyü oynuyorsunuz. Çünkü ben hayatta bu kadar kötülük
yapabilecek insanların varlığına inanmak
bile istemiyorum. Hayatınız boyunca kullanmayacağınız mimiklerinizi kullanıyorsunuz. Bu da tuhaf bir duygu. İyiyi oynamak
bazen insanı sıkıyor. Sürekli iyi sürekli iyi.
Bir de şuna inanamıyorsunuz belki bu kadar kötü insan olabilir hayatta ama bu kadar saf ve iyi insan olamaz. O yüzden bazen
insan kendi oynadığı karaktere bile inanamıyor iyiyi oynarken. Mesela Kemal, adam
süperman, heman, harika bir dedektif, herkesi bulur çıkarır. Berat, yirmi kişiyi tek başına döver, sonra Kemal gelir Berat’ı döver.
Bu nasıl bir güç dengesizliğidir. Ben yirmi
kişiyi dövebilen bir insansam iki tane de vu-
rabileyim mümkünse. Adam beni tek eliyle
havaya kaldırıp tokatlıyor. Yani bu kadar iyi
insan yok hayatta. Bu kadar sabır, iyi niyet…
A.D. : Peki bu kadar tanınıyor olmak nasıl
bir duygu?
Kerem Poyraz KAYAALP: Vallahi tanınmak
çok güzel bir şey, muhteşem bir şey. Ama
hayatınızın önüne geçirmediğiniz sürece
güzel. Mesela ben bir köyün muhtarı olsam o köyde herkes beni tanırdı. Ve nasıl
muhtar, herkes onu tanıdığı için kasılarak
gezmiyorsa bir oyuncu olarak da bu böyle
olmalı. Bu konu benim için çok önemli çok
iyi oldu bunu sorduğunuz. Tanınmak dünyanın en güzel duygularından bir tanesi. Ben
konservatuara girdiğimde sağ olsun hocam
Müjdat Gezen şöyle demişti: ”Tanınmak ve
para kazanmak işinizin yan etkisidir. Sakın
bunlara kapılmayın. Bunlar, sizin hayatınızı
ve karakterinizi değiştirmez.” Ben de onun
bu lafını kulağımın arkasında tutuyorum.
İnsanların tanıması çok güzel ama hayattaki hiçbir şeyi değiştirmiyor.
Bir de şöhret neye göre ve kime göre şöhret? Sadece tanınmaktan dolayı insanlara
tepeden bakmayı kendinizde hak olarak
86
görüyorsanız çok zavallısınız maalesef.
Atomu parçalayıp, insan neslinin devamı
için bu kadar önemli bir şey yapıyorsunuzdur, bir nebze haklısınızdır kasılmakta belki
ama bir dizide on bölüm oynadınız diye ya
da internette göründünüz ve biraz bilindiniz
diye tepeden bakmak gerçekten çok zavallıca bir durum. Çünkü yarın bir gün kimsenin sizi anımama ihtimali de var. Ben şimdi
bu dizide oynuyorum, bir yıl hiçbir dizide
oynamasam kimse beni hatırlamayacak ya
da şöyle hatırlayacaklar: “Sen, bizim bakkal
abinin oğlu değil miydin ya?” Ve daha sonra bu psikolojideki insanların durumu çok
vahim oluyor işte. Odalara kapanmalar, ben
buydumlar, ben şuydumlar…
Böyle düşünmemin bir sebebi de annem
babam aslında. Çünkü bana annem babam
hep şöyle öğüt verdiler: “İster dünyaca tanınmış bir müzisyen ol ister dünyanın en iyi
oyuncusu ol insan olamadıktan sonra hiçbir işe yaramaz”. Kısacası benim arkamdan
çok yetenekli demesinler de çok iyi bir çocuk desinler benim için daha makbul.
A.D. : Peki sinema projeleriniz var mı, olacak mı? Tiyatro yapıyor musunuz?
87
Kerem Poyraz KAYAALP: Allah kısmet
ederse bu yaz bir şey var konuşulan ama
henüz net değil. Net olmayan bir şey için de
çok fazla konuşmak istemiyorum. Ama netleşirse mutlaka haberiniz olur.
Tiyatro yapıyorum. Konservatuarın 2. Sınıfından beri hiç bırakmadım. “Ayıp Ettik”
diye bir oyunda oynuyorum. Bu sekizinci
senesi hatta dokuza girdik. Ben konservatuarda öğrenciyken, Mustafa Uğur Yağcıoğlu beni yazdığı bir oyuna aldı ve ben o
oyun sayesinde şu anki Kerem Poyraz Kayaalp veya Beni Affet’in Berat’ı oldum. Bir
oyunculuk kariyerim olduysa Uğur’un desteği büyüktür. Bu oyuna girmem hayatımda
bir çok şeyi değiştirdi. Mesela 23 Ekim’de
İstanbul’da oyunumuz var. Ankara’da da
turne mutlaka olur.
A.D. : Sizin takip ettiğiniz diziler var mı? Severek izlediğiniz veya belli bir karakteri çok
beğendiğiniz diziler var mı?
Kerem Poyraz KAYAALP: Türk dizilerinden aslında baştan sona bitirebildiğim yok.
Çünkü çok uzun oluyorlar. Biz de işimizden
dolayı çok fazla takip edemiyoruz. Ama son
zamanların en iyi işlerinden bir tanesi Ulan
İstanbul. Gerçekten çok güzel bir iş. Bütün
oyuncularını teker teker çok beğeniyorum.
Sonra kendi şehrimin dizisi olan Benim
Adım Gültepe muhteşem bir iş olmuş. Hepsi özenle seçilmiş oyuncular ve çok iyi bir
senaryosu var. Ama ben daha çok yabancı
dizi seyrediyorum. Onun sebebi de bu dizilerin 20 dakikalık olması. Bir oturuşta dört
beş bölüm izleyebiliyorsunuz. O da çok iyi
hissettiriyor kendini. Ama hayatım boyunca
vazgeçemeyeceğim bir dizi varsa o da “Friends”. On sezonunu falan bitirdim herhalde, tekrar tekrar da izlerim. Karakterlerin
hepsi benim arkadaşım gibi oldu artık. O
kadar çok izledim ki. Çok seviyorum bu diziyi. Çünkü işin içinde arkadaşlıklar var, küçük aşklar var; entrika yok, nefret yok, kin
yok sadece güzel şeyler var. Her bölümde
hem gülüyorum hem de sonunda hafiften
bir gözlerim doluyor mutlaka ve o duyguyu
seviyorum ben. Sonra “How I Met Your Mother” çok muhteşem. En son bir hafta kadar
önce “Fargo”yu bitirdim. Onun dışında sinema filmi izlemeyi seviyorum daha çok.
A.D. : Gelelim hayran sorularına: Kaç yaşındasınız, evli misiniz, çocuğunuz var mı?
Kerem Poyraz KAYAALP: Ben 1982 doğumluyum. 32 bitiyor 33’e gireceğim. Şu an
hala kağıt üzerinde evliyim. Çocuğum yok.
Efe adında bir köpeğim var. Kocaman ama
dünyanın en tatlı şeyi. Efe adından 16 aylık
bir köpeğim var.
A.D. : Müzisyen bir tarafınız da var galiba.
Biraz ondan bahseder misiniz?
Kerem Poyraz KAYAALP: Benim babam
çocukluğumda elinde gitarla evde dolaşan
bir adamdı. Gençliğinde gitar çalmış bir
adammış. Böyle bir evde büyüdüm zaten.
Ve babam benim de heves ettiğimi görünce daha iyi bir gitar aldı bana. Ben de işte
o dönemler orta okul yıllarında bir şeyler
yapmaya çalıştım. Hiçbir zaman kopmadım
müzikten. Konservatuarın ilk günlerinde tanıştığım Emin diye bir arkadaşım var. Halen
çok iyi arkadaşımdır. Bir grup kurduk onunla. Ben bas gitar çalmaya başladım. Çünkü
o çok iyi bir gitarcıydı. Bir davulcu bulduk,
bir vokal bulduk. Sonra iş biraz ciddiye binmeye başladı. Para kazanmaya başladık.
Sonra kendi bestelerimiz oldu, onlarla albüm yapalım istedik. Ama o albüm bir türlü
olmadı çünkü ne yeteri kadar çevremiz vardı ne de yeteri kadar girişken insanlardık bu
konuyla ilgili. Müzik dünyası hakkında hala
çok bir şey bilmiyorum açıkçası. Sadece
çalıp söylüyoruz. Ama hala o bestelerimiz
duruyor ve hala Emin benim en yakın arkadaşım yarın bir gün ne olacağı belli olmaz
bir albüm çıkartabiliriz belki de. Grubumuz
hala duruyor yani. Grubun şu anki adı: Her
Dem Feza. Emin Temel, Emre Temel ve ben
bu grubun ayrılmaz parçalarıyız.
88
89
HER YAŞIN
BİR GÜZELLİĞİ VAR
PEKİ YA SIKINTILARI
BEDEN KİTLE İNDEKSİNİZ DOĞRU KİLODA OLUP OLMADIĞINIZI, BEL
ÇEVRESİ ÖLÇÜMÜNÜZ İSE FAZLA YAĞLARIN NERELERDE DEPOLANDIĞINI GÖRMENİZ İÇİN ÇOK KOLAY İKİ KLAVUZ. ÜSTELİK EVDE SADECE BİR
BASKÜL VE BİR MEZURA İLE…
Hem erkeklerde hem
kadınlarda sıkça
rastlansa da bu sinsi
hastalık her yaş grubu
kadın için çok daha fazla
risk taşıyor.
Yeni bir yaş aldığımız her yılın keyfi, içinde
bulunduğumuz yaşa göre değişir. Eğer on
beş yaşındaysak bir an önce yirmileri görmeyi dileriz, eğer yirmili yaşlarımızdaysak
büyük bir keyifle geçirdiğimiz günlerimizde
sanki hiç gelmeyecekmiş gibidir otuzlar.
Bir zamanlar orta yaş sınıfına soktuğumuz
otuz beşimize geldiğimizde şaşkınlıkla hiç
de orta yaşlı olmadığımızı görürüz. Ve kırklarla beraber içimizi itiraf edemediğimiz
buruk bir huzursuzluk kaplar. Çünkü seneler hiç de eskiden olduğu gibi yavaş ilerlemiyordur artık. Yirmi beşimizde giydiğimiz
bir tşörtü artık giyemediğimizi fark etmenin
verdiği tatsızlık dışında hissetiğimiz yaş en
fazla otuzdur aslında. Biz bunlara hayıflanırken akıp giden zaman göz açıp kapayıncaya kadar taşır bizi ellilerimize. Ve işte o
zaman keyif almaya başlarız belki de yaşamaktan. Büyümek, kendini ispatlamak ve
yaşlanmak telaşı olmadan…
Yaşlanmak güzel gerçekten. Çünkü yaşadığımız her gün biraz daha olgun, biraz daha
bilge yapar bizi. Ve biraz daha olumlu bakmamızı sağlar her şeye. Bu bilimsel olarak
da böyle. İngiltere’de bir araştırma yapılır
ve görülür ki elli yaşın üzerindeki bireylerde daha az stres vardır… Ancak bu harika
yaşlar bir takım sağlık sıkıntılarının da karşımıza daha sık çıkmaya başladığı zamanlardır. Ama bu sinsi hastalıklara aman vermeden, önceden başımıza gelebilecekleri
bilip ona göre önlem alırsak muhakkak ki
en kaliteli yıllarını yaşamaya başlarız hayatımızın…
Otuz Yaş ve Üzeri için en erken
tehlike: Obezite
Obezite, vücudun olması gerektiğinden çok
daha fazla yağlanması olarak tanımlanıyor.
Bu durumun doğal neticesi olarak da vücut
ağırlığı olmaması gereken seviyelere çıkıyor ve bu aşırı yağlanma vücudun dengesini
bozarak sağlık sorunlarını da beraberinde
getiriyor.
Sadece ülkemizde değil dünyanın hemen
her bölgesinde en çok rastlanan hastalıkların başında geliyor obezite. Özellikle de
otuz yaş ve üzerinde artış oranı hızlanmaya başlıyor. THSK verilerine göre yetişkin
erkeklerde vücut ağırlığının %15-18’i, kadınlarda ise %20-25’ini yağ dokusu oluşturmaktadır. Bu oranın erkeklerde %25,
kadınlarda ise %30’un üstüne çıkması obeziteyi oluşturmakta.
Bu sağlıksız gidişe dur demek elbette
mümkün. Bunun için öncelikle beden kitle
indeksinizi bilmeniz gerekiyor. Bu indeks,
kendinizi hangi kilo grubunda değerlendirebileceğinizi gösteriyor. Hesaplanması
ise oldukça kolay. Bunun için ağırlığınızı
ve boyunuzu bilmeniz yeterli. Vücut ağırlığınızı boyunuzun metre cinsinden karesine
bölüyorsunuz. Örneklemek gerekirse, 1.60
metre boyunda ve 60 kilo bir insanın beden
kitle indeksinin hesaplanması şöyle: 1.60 x
1.60 =2.56 60/ 2.56 =23.44
Dünya Sağlık Örgütüne göre değerlendirme kriterleri ise şöyle: Eğer beden kitle
indeksiniz 18.5’tan küçük çıkıyorsa “düşük
ağırlıklı”, 18.5 - 24.9 arasında ise normal
ağırlıklı, 25 – 29.9 arası ise fazla kilolu ve
30’un üzerinde ise de obez olarak sınıflandırılıyorsunuz demektir.
BKİ bizi kilomuza göre ölçümlendirse de
kilo dağılımımızla ilgili bir sonuca ulaştırmaz. Bunun için en yaygın olarak biline ölçüm kriteri ise bel çevresinin ve bel – kalça
oranıdır. Bel çevresinin erkeklerde 102 cm,
kadınlarda ise 88 cm üzerinde olmaması
daha sağlıklı kabul edilir.
Obezitenin görsel rahatsızlığından daha büyük sıkıntıları da beraberinde getirdiğinden
bahsetmiştik. İşte o hastalıkların başında
da kalp hastalıkları ve diyabet gelmekte.
45 – 54 yaş grubunda daha hızlı
seyreden sinsi düşman: Diyabet
THSK verilerine göre 35-44 yaş grubunda
yüzde 4 olarak bilinen diyabet oranı 45- 54
yaş grubunda yüzde 12’ye, 65-74 yaşta ise
yüzde 24’e yükseliyor. 35 yaş ile birlikte
başlayan bu hızlı yükseliş gerçekten de endişe edilmeyecek gibi değil.
Peki nedir diyabet? Halk Sağlığı Kurumunun tanımına göre “pankreasın yeterli insulin üretememesi veya vücudun ürettiği
insülini etkili bir şekilde kullanamaması
sonucu oluşan ömür boyu devam eden kronik ve insülin üreten hücrelerin azalması
ile devam eden bir hastalık.” Yani daha basit anlatımı ile “normal metabolizma da be-
90
sinler, vücudun başlıca yakıtı olan glukoza
(şeker) dönüşmek üzere bağırsaklarımızda
parçalanırlar. Daha sonra bu glukoz bağırsaklardan kana geçer ve kandaki şeker düzeyi yükselmeye başlar. Sağlıklı bireylerde
kana geçen glukoz pankreastan salgılanan
insülin hormonu yardımıyla hücrelerin içine taşınır. Şayet insülin hormonu vücudumuzda olmazsa ya da etkisi bozulmuş ise
şeker hücrenin içine taşınamayacağı için,
glukoz kanda artarak şeker hastalığı dediğimiz kan şekeri yükselmesi (Hiperglisemi)
gelişmiş olur.” Ve eğer bu yükseliş sürekli
hale gelirse de göz, kalp, böbrek, vs. gibi bir
çok organımızda ciddi sorunlara yol açabilir.
Diyabetin en sık rastlana şekli ise Tip 2 diyabettir. Hastalığın temelinde yatan nedenler ise obezite ve hareketsizliktir. Üstelik
bir de genetik olarak hastalığa yatkınlık
varsa obezite ve az aktivite sonucunda hastalığın oluşum seyri hız kazanacaktır.
Oldukça sinsi ilerleyen hastalık gerçek
başlangıç tarihinden itibaren ortalama beş
yıl sonra fark edilmektedir. Hatta çoğu zaman neden olduğu diğer sağlık sorunları
ortaya çıktıktan sonra tanısı konulabilmektedir. İlerleyen yaşla beraber görülme sıklığının da arttığı diyabet hastalarının sayısı
bu gün Avrupa’da 55 milyona ulaşmıştır.
Hastalığın önlenmesindeki en büyük etmen
ise farkındalıktır. Bu sayede uygulayacağınız düzenli beslenme programı ve düzenli
fiziksel aktivite sizin için en büyük kalkan
olacaktır.
91
Kadınlar için 45 -54 yaş ve üzeri Kimler daha çok risk altında?
daha fazla risk: Hipertansiyon
Eğer ailenizde birilerinde yüksek tansiyon
Tansiyon hepimizin bildiği üzere kan basıncı anlamına gelmektedir. Hipertansiyon
ise “yüksek kan basıncı”dır. Kan basıncının
120-129/80-84 mmHg olması normal kabul edilir. 130-139/85-89 mmHg olması ise
yüksek normal tansiyon olarak adlandırılıyor Sağlık Bakanlığı’nca. Ve kan basıncının
140/90 mmHg’nın üzerinde olması ise hipertansiyondur.
Özellikle 45-54 yaş grubu içinde veya daha
yukarı yaşlarda iseniz düzenli olarak tansiyon takibi yapılmasında fayda var. Ancak
tansiyon ölçülmesi işi de aslında bizim düşündüğümüz kadar kolay değil. Doğru bir
sonuca ulaşabilmek için ölçümden önce
dikkat edilmesi gereken şeyler var. Mesela
muhakkak dinlenmiş olmanız şart. Sağlık
kurumuna veya eczaneye vardığınızda kolunuzu açmadan evvel bir müddet oturarak
dinlenmelisiniz. Ayrıca yine ölçüm öncesinde sigara veya kahve içmemiş olmanız sağlıklı sonuçlar için önemli.
Hipertansiyon her yaş grubu hasta için
önemli aslında çünkü oldukça derinden ve
sinsice hareket ediyor. Yine her yaş grubu
için özellikle kadınların daha fazla dikkat
göstermesi şart çünkü kadınlarda görülme
oranı daha fazla.
Bu sinsi hastalık neticesi çok daha can sıkıcı olabilecek hastalıklara da gebe. Kalp
hastalığı, felç, boyun ve bacak damarlarında tıkanma, kalp yetmezliği, böbrek hastalığı, görme kaybı sayılabilecek hastalıkların
başında geliyor.
varsa, 40 yaşın üzerindeyseniz, sigara içiyorsanız, kiloluysanız, sizde veya ailenizde
şeker hastalığı varsa, hamile iseniz risk
oranınız biraz daha yüksek. Bu yüzden de
sık ve düzenli olarak tansiyonunuzu ölçtürmelisiniz.
Ve bu gizli düşmana yakalanmadan daha
kaliteli bir yaşam sürmek isterseniz almanız gereken önlemler yine çok basit aslında:
z Tuz tüketiminiz mümkün olduğunca az
olmalı.
z Bol bol meyve ve sebze tüketilmeli.
z Alkol almaktan muhakkak kaçınılmalı.
z Yağ tüketiminiz sınırlanmalı, özellikle de
doymuş yağ.
z Eğer sigara kullanıyorsanız mutlaka bırakmalısınız.
z Beden Kitle İndeksiniz normal aralıklarda
olmalı yani kilonuz normal olmalı ve öyle
kalmasına çalışılmalı.
z Eğer başka rahatsızlıklarınız da varsa
muhakkak doktor kontrolünde düzenli olarak fiziksel aktivite ve egzersiz yapılmalı.
Hangi yaşta olursak olalım veya hangi
yaşa doğru yaklaşırsak yaklaşalım, doğru,
düzenli ve önlemlerin alındığı sağlıklı bir
yaşam, ömrümüzü sağlığımız için endişe
etmeden ve oldukça yüksek bir kalite seviyesinde geçirmemizin en basit yolu.
Yanlış seçimler odanızı ne
kadar karmaşık, sıradan
93
ve yorucu gösterirse doğru
seçimlerle dekore edilmiş
bir oda da bir o kadar
şık, göz alıcı ve huzurlu
gösterecektir. Önemli olan
pahalı ve çok parça değil,
az parçayla sade ve zarif
bir tarz yakalayabilmek…
92
EVİNİZİ DEKORE
ETMEDEN OKUMANIZDA
FAYDA VAR
PERDEDEN HALIYA, KANEPEDEN SEHPAYA
DEKORASYON
TÜYOLARI
Perdeleriniz halınıza mı uymalı yoksa koltuğunuza mı? Tül mü kullanmalısınız
zebra mı? Sehpalarınız odanın genel havasını bozar mı? Ne neye göre seçilmeli?
Ev dekore etmek bir çok insan için en keyifli uğraşlardan biri. Günlerce dolaşılarak
seçilen perdeler, haftalarca gelmesi beklenen özel seçilmiş koltuk kılıfları, dünyanın
parası verilip alınan şık çerçeveli aynalar,
tablolar, dolaplar… Ve bir süre sonra odanın kapısından girip burun kıvırmaya başladığınız yepyeni bir oda… Oysa en başından
yapılmış doğru seçimler odanızın havasını
çok daha uzun süre muhafaza etmesini
sağlayabilir.
PERDE SEÇERKEN…
Salonunuza seçtiğiniz perde daha yüksekse dikkat edilmesi gereken en önemli nokta
odaya giren ışık durumudur. Bu durum sizin
kaç tür kumaştan yapılmış perdeler kullanacağınızı belirler. Kalın bir kumaş mı, ince
bir tül mü yoksa güneşliğin üzerine şık bir
fon mu? Evinize giren güneşin yoğunluğuna
göre bu durum değişiklik gösterecektir.
Gelelim estetiğe. Eğer odanızdaki mobilyalar ve dekorasyon ürünleri daha fazla dikkat çeksin istiyorsanız perdelerinizin renkler duvarınıza yakın bir ton olmalı. Yani çok
fazla göze batmamalı. Ama odanızı şık hale
getiren parça perdeniz olsun istiyorsanız
mobilyalarınızla zıt ve baskın bir renk se-
çebilirsiniz.
Perdelerle ilgili bir başka detay da desenlerde gizli. Eğer odanız düz desenli ve koyu
renkli mobilyalara sahipse perdenizin desenli olması çok daha hoş bir hava katacaktır. Ama eğer ki desenli mobilyalarınız
varsa perdenizde rüstik kullanmanız çok
daha doğru bir seçim olacaktır. Perdelerinizin enerjisi yüksek olsun istiyorsanız
her zaman yüksek enerjiye sahip olan şal
desenler tam size göre. Ama bütün bunlara rağmen eğer sizin tercihiniz ihtişamdan
yana ise büyük baskılı ve gösterişli desenler kullanabilirsiniz.
HALI SEÇİMİ ÇOK ÖNEMLİ…
Eğer şıklıktan önce konfor diyenlerdenseniz duvardan duvara halı seçeneği tam size
göre. Hele ki çocuklarınız henüz küçükse
kayıp düşmemeleri açısından da ses izolasyonu açısından da hem sizin için hem komşularınız için bir hayli kullanışlı olacaktır.
Üstelik bu modellerde de oldukça şık modeller bulmak mümkün artık.
Gelelim halı seçiminin en önemli noktasına.
Yani renk seçimine. Halının rengi odanın
boyutunda öncelikli rol oynar. Eğer küçük
ve orta alanı dar bir odanız varsa açık renk
halı tercihi doğru olacaktır. Böylece odanız olduğundan daha geniş ve ferah görünecektir. Ve elbette bu durumun tam tersi
olarak koyu renkler de mekanı bir o kadar
samimi ve sıcak gösterecektir. Desen seçimi de odanın görünümünde oldukça etkili.
Büyük desenli halı tercih ederseniz odanız
daha dar görünecektir. Ancak küçük desenli halılar odanızı olduğundan büyükmüş
gibi gösterecektir.
Halıda renk seçerken dikkat edilecek bir
diğer nokta ise mobilya veya diğer dekorasyon ürünleriyle uyumlu olması. Eğer genel
bir ahenk yakalamak istiyorsanız mobilya
ve perdelerinize uyumlu tonları tercih etmelisiniz. Ama amacınız mobilyalarınızı
veya halınızı daha gösterişli hale getirmekse zıt renk seçimi bu sorunu kolayca halledecektir.
Son zamanlarda bir hayli tercih edilen kabartmalı halılarsa ev dekorasyonunun yeni
moda trendlerinden. Abartılı şıklık sevenler için kabartmalı ve hatta simli halılar
salonunuzu tamamlanmış için doğru seçim
olacaktır.
94
MOBİLYALAR EVLADİYELİK…
Mobilya seçiminin en önemli noktası şüphesiz ki odanın şekli. Eğer küçük bir salona
sahipseniz tercihiniz köşe takımından yana
olmalı. Köşe takımları dar odaların en büyük kurtarıcıları. Ama elbette ki büyük salonlarda da köşe takımı kullanmak mümkün. Eğer sizin de tarzınız bu yöndeyse
daha büyük bir takım seçebilirsiniz. Beraberinde kullanacağınız bir veya iki berjer de
hem oturma alanını arttıracak hem de daha
tamamlanmış bir görüntü oluşturacaktır.
Koltuklardan renk seçimi son zamanlara kadar seçimi zorlaştıran en büyük etkenlerden biriydi. Ancak son zamanlarda
artık desen desen ve rengarenk yastıklar
bu konudaki en büyük kurtarıcılar. Düz ve
kullanımı kolay bir renk seçimi size sıkıldıkça değiştirebileceğiniz birden çok tarz
alternatifini de beraberinde getirmiş olacak. Rengarenk kumaşların kullanıldığı
yastıklarla enerjik bir hava yakalayabilecekken, küçük çiçekli desenlerle yapacağınız bir kombin size oldukça klasik bir hava
vermiş olacak.
Eğer salonunuzun görünümü daha şık
ve seçkin olsun istiyorsanız koyu ve canlı
renklerin asaletinden faydalanabilirsiniz.
Mesela mürdüm, bordo veya yeşil gibi renler salon olarak kullanılan odaların vazgeçilmezleri. Ancak amacınız daha sıcak bir
ortam oluşturmaksa desenli döşemeleri
tercih etmenizde fayda var.
Görsellik elbette ki çok önemli ama mobilyalarınızın kullanışlı olması da bir o kadar
önemli. Bu yüzden leke tutmayan, silinebilen, terletmeyen yumuşak dokulu kumaşları tercih etmelisiniz. Suni deri ise her ne
kadar şık görünse de kullanımı bir hayli sı-
95
kıntılı ve çabuk yıpranmasından dolayı pek
tercih edilmeyen bir seçenek.
YEMEK ODASI SEÇİMİ ÖNEMLİ
Katlandığı zaman çok yer kaplamayan portatif masalar küçük salonlar için oldukça
ideal. Ama eğer yemek odasına ayırdığınız
alan büyükse o zaman ihtişamlı bir seçim
yapabilirsiniz. Bin bir emekle seçtiğiniz yemek odanız hemen göze çarpsın, bir daha
dönüp baktırsın istiyorsanız buradaki püf
nokta, yemek odanıza fon oluşturacak
duvarların rengidir. Canlı ve göze çarpan
renklerden yana bir seçim yapmanız halinde doğru bir dekorasyonla sade bir yemek masası bile çok ihtişamlı görünebilir.
Özellikle kırmızı tonları bu iş için biçilmiş
kaftan.
Eskiden olduğu gibi artık yemek odalarında
vitrinler pek kullanılmıyor. Bunun yerine
hoş ve büyük servis masaları ile sehpalar
tercih ediliyor. Üstelik bu parçalar içine
cam bardaklar veya gondollar doldurulmuş
vitrinlerden oldukça şık duruyor.
Masanızı tamamlayan sandalyeler de en
az masanız kadar önemli. Çünkü sandalyelerin kumaş seçimi muhakkak oturma
grubunuzla uyumlu olmalı. Ancak koltuklarınızla veya yastıklarınızla aynı desende kumaş odanızı görsel olarak biraz yorucu hale
getirebilir. Bunun yerine koltuk takımınızın
kumaşında veya yastıklarında bulunan belirgin bir renkte ve elbette tek renk olarak
yapacağınız seçim odanızın genel havasını
oldukça zarif gösterecektir.
Yemek odanızın bir diğer tamamlayıcısı
da son zamanlarda çokça moda olan runnerlar. Eğer sandalyelerinizin döşemesi
tek renk ise bu renge uyumlu küçük veya
büyük desenli bir runner şıklığınızı tamam-
layacaktır. Ya da tam tersi bir durum söz
konusu ve sandalye döşemeleriniz zaten
hareketliyse yine döşemedeki renklerin
birinden ve mümkünse en canlı olanından
seçeceğiniz bir runner yine odanızın havasını daha da hoşlaştıracaktır.
DEKORATİF VE KÜÇÜK
PARÇALAR ÖNEMLİ
Dekoratif küçük parçalar aslında bir odanın
en büyük kurtarıcılarıdır. Burada önemli
olan süslemek adına odayı incik cıncıkla
boğmamak. Ne kadar az ve çarpıcı süs eşyası kullanırsanız odanız bir o kadar şık duracaktır. Ve burada da renk seçimi şüphesiz çok çok önemli. Mümkün olduğu kadar
halı, perde gibi büyük eşyalarla aynı renklerde dekorasyon malzemesi seçmemelisiniz. Çünkü anında fark edilmesi zorlaşacak
ve amacına ulaşamayacak hem de karmaşıkmış gibi görünen bir oda ortaya çıkacak.
Mesela gri ve füme tonlarının hakim olduğu
bir odaya koyacağınız iki veya üç adet oldukça canlı bir sarıdan seçilmiş dekoratif
süsler hem anında göze çarpacak hem de
odanızın havasını daha yüksek bir noktaya
taşıyacaktır. Bunun için önemli olan seçimlerdeki zıtlık ve zıtlıkların uyumu. Örneğin
siyah ve pudra pembe veya bey ve mor gibi…
96
97
Hipokrat’ı Çürüten,
Pastör’ü Alt Eden Birbirinden Kıymetli
“Türk Alimleri”
Ali Bin Abbas “Çocuk rahim dışına kendiliğinden çıkmaz, rahim
tarafından itilir” buluşuyla Hipokrat’ın “Doğum Olayı Tezini”
çürütmüştür…
“Kuduz’un da aşısı
mı olurmuş!” mantığı
güderek bu dahiyane
buluşu görmezden gelir
ve desteklemezler. Fransız
Hükümetinin de aynı tepkiyi
vermesi üzerine fevkalade
buluşuyla da baş başa
kalan Pasteur’e yardım eli
Osmanlı’dan uzanır
Her ne kadar bilim ve tıp tarihine bakıldığında yabancı bilim adamlarının adı daha
çok zikredilse de aslında tarih boyunca pek
çok alanda Türk bilim adamlarının devrim
niteliğindeki buluşlarının sessiz bir devamı olmuş gibi yapılan çalışmalar. Bazen
Osmanlı üzerinde oynanan geri bıraktırım
oyunları bazen de bir takım entrikalar engellemiş Türk Alimleri’nin sesini. Ancak
son dönemlerde yapılan tarih çalışmaları
gösteriyor ki bir çok alanda bilim adamlarımız zaman ve bilgi açısından bir hayli öndelerdi.
ALİ BİN ABBAS:
Ali Bin Abbas onuncu yüzyılda yaşamış ve
ilk kanser ameliyatını da o yapmıştır. Kan-
ser ameliyatları halen onun yüzlerce yıl
evvel kitaplarında tarif ettiği gibi yapılmaktadır.
kendiliğinden çıkmaz, rahim tarafından itilir” buluşuyla da Hipokrat’ın “Doğum Olayı
Tezini” çürütmüştür…
Yazdığı bir çok eserde bu gün bile hala aynı
şekilde söylenegelen sağlık öğütlerini taa
o zamanlar 900’lü yılların ortalarında vermiştir. Ali Bin Abbas’a göre sağlıklı olmanın temelinde ölçülü ve yeteri kadar besin
tüketmek yatıyor. Ayrıca özellikle yemekten önce yapılan sporun oldukça faydalı olduğunu da söylüyor.
Yine kılcal damarlar üzerine yürüttüğü
çalışmalar neticesinde bu damarlardaki
kan dolaşımını keşfetmiştir. Ancak bir çok
kez olduğu gibi bu buluş da kendisine mal
edilmemiş ve kan dolaşımının kaşifi olarak
İngiliz Harvey gösterilmiştir. Oysa Ali Bin
Abbas, Harvey’den çok önceleri damarın
genişleme ve büzüşme özelliğini açıklarken kılcal damarlardaki kan dolaşımını da
anlatmıştır.
Ali Bin Abbas, epilepsinin yani sara hastalığı hakkında da bir hayli araştırma yapmış ve
en ince ayrıntısına kadar incelemiştir. Yaptığı çalışmaların sonuçları asırlar boyunca
dünya tıbbına rehberlik etmiştir. Hatta yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu alandaki
en ayrıntılı ve yaşadığı döneme göre doğru
bilgilere de yine bu ünlü alim ulaşmıştır.
Bu kıymetli alimin en önemli çalışmalarından biri de jinekoloji alanında olmuştur.
Dünyada çığır açan bu çalışma ünlü bilim
adamı Hipokrat ‘ın da ondan sonraki diğer
tıp adamlarının da yanıldığının belgesidir.
Hipokrat ve onu takip eden bilim adamları
çocuğun kendi hareketi ile dünyaya geldiğini söylemişlerdir. Fakat Ali Bin Abbas, bu
tespitin yanlış olduğunu, doğum olayının
çocuğun hareketi ile değil, rahimdeki adalelerin sıkışıp gerilmesiyle gerçekleştiğini
keşfederek, tıp dünyasına duyurmuştur.
Böylece Ali Bin Abbas “Çocuk rahim dışına
AŞININ GİZLİ MUCİDİ:
Bir diğer açıklığa kavuşamamış ve paylaşılamayan buluş ise aşıdır. Kaynaklarda
aşının bulunuş tarihi olarak 1700’lü yılların
sonu yazmaktadır. Oysa Osmanlı’da aşı uygulamasının yapıldığına dair belgeler çok
daha eski tarihleri göstermekte. 1630’lu
yıllarda İstanbul’da saray çevresinde bu uygulamanın yapıldığı ve birçok insanın hastalıktan ve ölümden kurtulduğu dönemin
belgelerinden anlaşılmaktadır. Örneğin;
“İstanbul’da 07.11.1697 tarihli bir mezar
taşında “Aşılama-cızade hekim Ali Çelebi”
ibaresi tespit edilmiştir. Bu zatın 65 sene
yaşadığı kabul edilirse, daha önce çiçek
aşısı yapan babasının 1632’lerde bu işi yaptığı ortaya çıkmaktadır. Cevdet Paşa yazdığı
tarih kitabında, çiçek aşısının ilk önce Anadolu Yörükleri tarafından yapıldığını, böyle
98
99
1091 -1161 yılları arasında
yaşayan İBN ZÜHR,
batıda “ father of the
experimental medicine”
yani tecrubi (deneysel)
tıbbın babası olarak bilinir.
Yazdığı eserler 18 yy. a
kadar Doğu’da ve Batı’da
güncelliğini korumuştur.
bir yörüğün İstanbul’a gelerek çocukları
aşıladığını kaydeder. Cevdet Paşa bu uygulamanın insandan insana değil de (inokulasyon şeklinde), inek memesinden insana
yapılan şekliyle olduğunu da kaydeder.
Her ne kadar aşının Avrupa’ya yayılmasında yabancı kaynaklarda Osmanlı’dan bahsedilmeyip düzenli aşılamanın mucidi olarak Edward Jenner kabul edilse de 1846’da
Mektebi Tıbbiye-i Adliye-i Şahane matbaasında basılan “Menafi ul-etfal” isimli eserde de 1679 senesinde Anadolu’dan gelen
ve çiçek aşısını yapmasını bilen bir adamın
İstanbul’da 5-6 çocuğu aşıladığı belirtilmektedir.
Osmanlı’da çiçek aşısının halihazırda uygulandığı bu dönemde bunun en önemli
kanıtlarından biri de dönemin İngiliz başkonsolosunun eşi Lady Montagu’dur. Lady,
çiçek aşısının Avrupa’ya tanıtılması ve hatta
taşınmasında bizzat rol oynamıştır. Kendisi
de çiçek hastalığı geçirmiş, yüzünde hastalığın izleri kalmış ve İstanbul’da yaygın bir
şekilde kullanıldığını gördüğü aşı ile çocuklarını aşılatmış. O dönemde İngiltere’de
henüz aşının bahsi bile yokken üstelik. Lady
bu buluşu ülkesine götürmeyi iş edinmiş ve
tarihte meşhur “Şark Mektupları” olarak
geçen mektuplarla bu durumu bildirmiştir.
Sonuç olarak aşının mucidi olarak kayıtlara
geçen kişi 1796 yılında yaptığı aşılama çalışması ile Edvvard Jenner olmuştur.
Pasteur’ e Kuduz Aşısı Desteği:
Jenner’dan yaklaşık yüz yıl kadar sonra
Louise Pasteur tarafından da kuduz aşısı
keşfedilir. Oldukça ilginç bir keşif ve kabul süreci geçiren kuduz aşısında da Türk
izleri elbette ki vardır. Keşfinde bizzat rol
oynamamış olsak dahi güçlü hatta tek des-
tek olarak bu buluştaki yerimizi alıp ilme ve
tıbba karşı görevimizi yerine getirmişiz.
1885 yılında Fransa’da bir çocuk, kuduz
köpek tarafından ısırılır. Pasteur, laboratuvarında ürettiği kuduz aşısını ilk defa bu
çocuğa uygular ve başarılı olur. Ancak zamanın tıp otoriteleri ve akademi çevreleri
“Kuduz’un da aşısı mı olurmuş!” mantığı
güderek bu dahiyane buluşu görmezden
gelir ve desteklemezler. Fransız Hükümetinin de aynı tepkiyi vermesi üzerine fevkalade buluşuyla de baş başa kalan Pasteur’e
yardım eli Osmanlı’dan uzanır. Ve o destek
Osmanlı padişahı Abdülhamit’ten gelmiştir.
Abdülhamit öngörülü davranarak Pasteur’u
çalışmalarını geliştirmek için İstanbul’a
davet eder. Pasteur ilerlemiş yaşından
dolayı İstanbu’a kadar gelemeyeceğini bildirir. Fakat durumu mazur gören Sultan
Abdülhamit’in, ‘Sana üç adamımı göndersem eğitebilir misin?” ricasını ‘Büyük bir
şerefle!’ diyerek kabul eder. Abdulhamit’in
bu ısrarcı tavrının altında yatan en önemli
nedenlerden biri de bu dönemlerde kuduz
yüzünden Osmanlı’da çok sayıda ölüm vakasının olmasıdır.
Bu kabul üzerine Abdülhamit hiç vakit kaybetmeden Askeri Tıb Mektebi’nden Zoeros
Paşa, Hüseyin Hüsnü ve Hüseyin Remzi
Bey’i Fransa’ya Pasteur’un yanına gönderir.
Ayrıca bu hizmete karşılık, devletin en yüksek liyakat madalyası olarak bilinen, “ilmiye ve askeriyede mümtaz kişilere” verilen
‘Mecidiye Nişanını da Pasteur’e verilmek
üzere gönderir. Ayrıca Pasteur’e Fransa’da
insanların yararına bir ‘Aşı Hayırhanesi’
kurması için de 800 lira gönderir. 1888’in
Kasım ayında ise Pasteur, Abdülhamit’in de
desteğiyle küçük ölçekli laboratuvarını genişletip bir enstitü kurar.
AKŞEMSETTİN:
Asıl adı ile Şeyh Muhammed Şemsettin Bin
Hamza olan, 15. yüzyılın en önemli bilim
adamlarından biri olan Akşemsettin aynı
zamanda büyük de bir sufidir. 1389 yılında
Şam’da doğmuştur. Haci Bayram Veli’nin
müridi ve Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandır. Saçının ve sakalının ak olmasından ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı
‘Akşeyh’ veya ‘Akşemseddin’ adlarıyla çağrılmıştır.
Mikrop ve karantina da ilk kez Pastör’den
asırlar evvel ortaya koymuştur. O dönemde
bulaşıcı hastalıklar da önemli bir sorundu.
Bunların nasıl kısa sürede yayıldığı çok da
iyi bilinemiyordu. Akşemsettin de bulaşıcı
hastalıklarla ilgilendi. Peygamber efendimizin “Her derdin bir devası vardır.” buyruğunun ışığında yol aldı ve dönemin şartlarında doğru sonuca da ulaştı. Tıp alanındaki
en önemli eseri olan Maddet’ül Hayat’taki
şu cümlesinden tıp tarihinin bu büyük keşfini gerçekleştirdiğini anlamak mümkün: ‘’
Hastalıkların insanlarda teker teker ortaya
çıktığını sanmak hatalıdır. Hastalık insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu
bulaşma gözle görülmeyecek kadar küçük,
lakin canlı tohumlar vasıtasıyla olur. Bütün
hastalıkların çeşitli tipleri, bitki ve hayvanlarda olduğu gibi tohumları ve asılları vardır.’’ Akşemsettin’in burada tohum olarak
adlandırdığı hastalığa yol açan nesne mikroptan başka bir şey değil elbette.
Öyle ki mikrop üzerine çalışmaları ile yakından tanınan Fransız bilim adamı Pastör
de mikrobu dört yüz yıl sonra kendi dilinde
tohum olarak tanımlamıştır. Üstelik bu keşif mikroskobun icadından da yüz yıl kadar
öncedir.
17 yaşındayken Amasya’daki
bimarhanede hekimlik
yapmaya başlamıştır
ünlü bilim adamı. Ve
14 yıl boyunca burada
çalışmalarına devam
etmiştir. Kitaplarında
özellikle cerrahi
müdahalenin nasıl
yapıldığını ve daha da
önemlisi ameliyatın
yapıldığı esnanın
resimlerinin bulunması tıp
alanında dünyaya öncülük
etmiştir.
Akşemsettin o yıllarda adına seretan denilen ve kanser hastalığıyla aynı özellikleri
taşıyan bu amansız hastalığın da teşhisini
koymuş ve hatta yer yer tedavisini de yapmıştır.
İBN ZÜHR namı diğer AVENZOAR
1091-1161 yılları arasında yaşayan İBN
ZÜHR, batıda “ father of the experimental
medicine” yani tecrubi (deneysel) tıbbın
babası olarak bilinir. Yazdığı eserler on
sekizinci yüzyıla kadar Doğu’da ve Batı’da
güncelliğini korumuştur. Yazdığı eserler
Avrupa’da asırlarca ders kitabı olarak okutuldu ve Avenzoar adıyla tanındı. İbn Zühr,
İslâm’ın altın çağının en büyük hekimlerinden ve klinikçilerinden biridir, hattâ bazı
tarihçiler tarafından bunların en büyüğü
kabul edilir.
İbn Zühr; tıp, cerrahî ve eczacılığı birlikte
değerlendirmiştir. Ayrıca tedavi metotlarının belirlenmesinde insan tabiatını ön
planda tutmuştur. Deney ve gözlem ise ona
göre mesleğinin temelini oluşturmaktadır.
Değişik ilâç ve uygulamalarını insanlardan
önce hayvanlar üzerinde deneyen İbn Zühr,
kendinden önce güvenilirliği tartışılan üst
solunum yolu tıkanmalarında hava yolu
açma işlemini (traketomi), keçiler üzerinde yaptığı çalışmalarla güvenli ve standart
cerrahî teknik hâline getirmiştir. Ayrıca koyunlarda ölüm sonrası yaptığı zatürre (pnömoni) ile ilgili araştırmaları, bugünkü çalışmalara ışık tutacak niteliktedir. Bu çalışma
günümüz tıp literatürüne girmiştir.
İlk parazitolog olarak kabul edilen ünlü
bilim adamının bu unvanı almasında rol
oynayan çalışması ise uyuz hastalığı ve
uyuz böceğini doğru tanımlamış olmasıdır.
Ayrıca ağızdan ve çiğneyerek yani normal
yollardan beslenmenin mümkün olmadığı durumlar için de yemek borusundan ve
yutaktan veya makattan doğrudan beslenme uygulamasını tatbik etmiştir. Bağırsak
veremi, tümör ve orta kulak iltihabını tariflemiştir.
Nesillerdir tabiplik yapan bir aileden gelen
ünlü alimin en önemli buluşlarının başında
peritonit (karın zarı iltihabı) ve perikarditi
(kalp zarı iltihabı) gelmektedir…
SABUNCUOĞLU ŞEREFEDDİN
Osmanlı’da deney biliminin kurucusu, yılan zehrinin panzehrini bulan hekim ve
Cerrahiyet’ül Haniyye’nin büyük yazarı…
Kitapları bugün bile yurtdışında kaynak
olarak kullanılan, devrinin ve ilklerin kıymet biçilmez hekimi…
17 yaşındayken Amasya’daki bimarhanede
hekimlik yapmaya başlamıştır ünlü bilim
adamı. Ve 14 yıl boyunca burada çalışmalarına devam etmiştir. Kitaplarında özellikle cerrahi müdahalenin nasıl yapıldığını ve
daha da önemlisi ameliyatın yapıldığı esnanın resimlerinin bulunması tıp alanında
dünyaya öncülük etmiştir.
Yılan zehrinin panzehrini bulması ile ilgili
çalışmalarını ünlü kitabında şöyle anlatmıştır:
“Şerefeddin der ki: Çeşitli tıp kitaplarını
toplamıştım. Birden bire bu ilacın terkibini
buldum. İlacı denedim. Faruktaki özellikleri bu ilaçta da gördüm. Fakat yılan zehirine
tesirli midir diye düşünüp duruyordum. Bir
gün birisi geldi. Zehri kuvvetli bir yılanı olduğunu söyledi. Ben de kuvvetli bir ilacı var,
yılanını getir deneyelim, dedim. Korkunç bir
yılan getirdi. Zehri dişlerinin dibinde ezik
bir inci tanesi gibi duruyordu. O anda bir
horoz getirttirip budunun tüylerini yoldum.
Horozu tuttum. Yılana üç defa ısırttırdım.
İlaçtan bir parçayı horozun boğazından
aşağı bıraktım. Sonra da horozu bir odaya kapattım. Bir müddet sonra baktığımda
yılanın ısırdığı budun yeşil yaprak rengine
döndüğünü gördüm. “Demek ki az ilaç vermişim, tesirini göstermedi” diye şüphelendim. Horozu tekrar odaya bıraktım. Ertesi
günü geldiğimde horozun öttüğünü ve gezip tozduğunu gördüm. Horozu tutup yılanın ısırdığı buduna baktım. Yeşilliğin gittiğini, ağardığını gördüm. Fakat yılanın ısırdığı
yerdeki kırmızılıklar hâlâ duruyordu.”
100
101
mutfak, lavabo temizliğinde onu kullanıyorum, elma kabuklarından yapılan enzim
yani sirkeyi de bulaşık makinesinde parlatıcı, çamaşır makinesinde yumuşatıcı ve
renk koruyucu olarak kullanıyorum. Bunlar
hemen aklıma gelenler.
Aile Dostu: Sizi biraz tanıyabilir miyiz Rukiye Hanım? Kaç yaşındasınız, nerede yaşıyorsunuz, evli misiniz, çalışıyor musunuz,
çocuğunuz var mı?...
Rukiye MERT VURAL: 54 yaşındayım. İstanbul Tuzla’da yaşıyorum. Evliyim ve 3 çocuğum, 2 torunum var. Aslında emekliyim
ama çalışmaya devam ediyorum. Diş hekimiyim. Bir ağız ve diş sağlığı polikliniğinin
sahibiyiz, eşimle birlikte çalışıyoruz. Mesleğimi çok seviyorum ve sağlığım izin verdiği sürece çalışmak istiyorum. Hobilerim
arasında şiir yazmak, dantel, hat sanatı tasarımları üretmek, geri dönüşüm projeleri
üretmek, bitkiler ve okumak var. Konumuz
olan geri dönüşüm projeleri hayatımın hemen her alanında kullanmaya çalıştığım
bir hobi. Bir şeyi atmadan önce ne yapılabilir diye tekrar bakarım. Bir arkadaşımın
kızı attığım bir şey için sonra üzüldüğümü
görünce sizin bir şey attığınızı düşünemiyorum teyzeciğim demişti. Gerçekten çok
az şey atarım. Her şeyi yıkayıp temizleyip
gruplarına göre kolileyip koli üzerine içindekinin bilgisini yazıp depolarım. Lazım
olunca koli üstünde yazan bilgiden kolayca
ulaşırım. Dönüşüm başlar hemen. Kliniğimde kendime atölye yaptığım bir odam
var iki randevu arasındaki vakit orada değerlendirilir.
A.D. : Bu projelere ilk kez ne zaman ve nasıl
başladınız?
ESKİLERİN MUHTEŞEM
GERİ DÖNÜŞÜMÜ
Artık hiçbir işe yaramaz dediğiniz eski veya kullanıp bitirilmiş mutfak eşyalarını veya
sadece toz bezi olur diye düşündüğünüz eski tişörtleri atmıyoruz. Ve bakın onlarla
neler yapıyoruz. Çerçeveler, aynalar, çantalar, abajurlar ve daha neler neler…
Elbette bu işin de çok maharetli bir ustası var. Rukiye MERT VURAL. Rukiye Hanım bizi
kırmadı ve aslında değersizmiş gibi görünen eşyalarımızın aslında nasıl harika birer
aksesuara dönüşebileceğini bir bir anlattı.
Rukiye MERT VURAL: Ben yıllardır geri
dönüşüm yapıyorum zaten. Ne zaman ve
nasıl başladığımı hatırlamıyorum bile. Böyle bir soru için düşündüğümde 25 yıl önce
kızımın ceketini oğluma yelek kollarını da
kızıma çanta yapmıştım. Birçok arkadaşım
benden model alıp yenisini yapmıştı. Eski
tavaları 20 yıl önce boyayıp okul aile birliği
kermeslerinde satıyorduk. Kırılan aynaları başka süslemelerde, kullanmadığımız
takıları ayna süslemelerinde, kanaviçe yatak takımlarını kıyafetlerde eski bakırları
süsleyip dekorasyon olarak kullandık. Ben
yıllardır mutfaktaki yeşil atıklarımdan enzim yapıp bu enzimi çiçeklerime gübre ve
temizliğinde deterjan olarak kullanıyorum.
Turunçgillerden yaptığım enzim müthiş bir
yağ çözücü ve çok güzel kokuyor. Banyo,
2 yıl önce kendime arşiv olması amacıyla
bir paylaşım sitesinde bir grup kurmuştum
geri dönüşüm projeleri diye. Şu an 40 bin
kişilik bir grup oldu. 10 kişilik yönetici ekibimle paylaşımlara zor yetişiyoruz. Arkadaşlarım özverili bir şekilde gece gündüz
paylaşımları takip ediyorlar. Arşiv olma
özelliğini çoktan kaybetti ve her paylaşımın altına nasıl yapıldığını anlatmaktan
yorulduğumuz için bir forum sitesi kurduk
geridonusumprojeleri.com diye burada dönüşümleri ayrı grupladık bu dönüşümlerin
nasıl yapıldığını ayrı grupladık. Böyle çok
güzel oldu. Her şey elimizin altında, yapılışını öğretip modelleri de sunuyoruz dönüşüm yapmak isteyenlere . Forum, henüz
çok yeni, 3 aylık bir oluşum ama şimdiden
1000 üyeyi geçtik bile… Dönüşüm yapmak
isteyenler önce videolardan nasıl yapıldığını izliyor sonra kendileri yapıp bizimle paylaşıyorlar. Çok zevkli çalışmalar oluyor ve
ev dekorasyonlarına da katkıda bulunuyoruz. Hem de aile bütçesini zorlamadan.
Grup açılımımız öyle geniş ki inanılmaz.
Her kesimden arkadaşlar var aramızda.
Bilmeyenlere önce öğretiyoruz sonra teşvik
ediyoruz yapmaları ve yaptıklarını sergilemeleri için. Yakında tanışma toplantılarımız
olacak il il toplanacağız, tanışacağız ve birbirimize fikir vereceğiz. birbirimize fikir vereceğiz. Aramızdaki çılgın dönüşümcüleri
seçeceğiz. Yaptığımız dönüşümleri bir sergide sergileyip ihtiyaç sahipleri ile buluşturacağız. Sosyal sorumluluk projesi oldu benim için. Dünyadaki çöp dağlarını bir nebze
azaltmak adına uğraşıyorum. Aynı deniz yıldızlarının hikayesi gibi benim hikayem. Bir
tane eksik bile önemli diye düşünüyorum.
A.D. : Ailenizden ve çevrenizden aldığınız
tepkiler nasıl?
Rukiye MERT VURAL: Başlangıçta oldukça
tepkiler vardı, çöp ev olacağız, bakalım bizi
neye dönüştüreceksin diye. Ama şimdi bir
paket açılsa torunum hemen eline alıyor
anneannem bundan bir şey yapar atmayalım diyor. Hatta şunu yapabiliriz diye fikir
bile üretiyor. Birkaç yıl önce annem eski
emaye çaydanlığını atacakmış. Yeğenim,
halama götürelim. Mutlaka bir şey bulur
yapacak, demiş. Bana getirdiler. Yanımda
çalışanlar bana sormadan hiçbir şey atılmayacağını bilirler ve atmazlar. Enzimleri
evlerinde yapmaya başlarlar. Bulaşıcı galiba bu geri dönüşüm.
A.D. : Yaptığınız çalışmalarda kullanılan
malzemelere ulaşmak kolay mı? Nereler-
den alabilir okuyucularımız?
Rukiye MERT VURAL: Kullandığımız malzeme zaten atacağımız malzemeler. Boyamak süslemek için kullandığımız objeler de
tüm tuhafiye ve kırtasiyelerde bulunabilen
malzemeler. Fiyatları oldukça makul. 3-5
lira olan malzemeler. Dönüştürmek için
pet şişeler, süt kutuları, çikolata kutuları
ve kurdeleleri, yoğurt kapları, küçülen kıyafetler, kuru dallar, kullanmadığınız ya da
modası geçti diye düşündüğünüz takılar, kırık tabaklar hatta kırık ya da artan fayanslar, sıva altına kullanılan fileler, eski anahtarlar, paketlerde kullanılan straforlar,
faksa gelen kağıtlar, broşürler yani aklınıza
ne gelirse kullanırım.
A.D. : Birçok insan çok beğenmesine rağmen becerememek korkusuyla sadece izlemekle kalıyor. Bu kararsız girişimcilere
önerileriniz?
Rukiye MERT VURAL: Kararsızlık en kötü
karardan bile kötüdür. Her yaptığımız sanat eseri olacak kadar güzel olmayabilir.
Önemli olan işimize yaraması. Şimdi baktığımda bizim de ilk yaptıklarımız güzel gelmiyor. Ama bana çok güzel görünüyordu
çünkü benim çalışmamdı. Bana sorarsanız
hiç düşünmeden hemen bir ucundan başlasınlar. Yaptıkça zaten vazgeçemeyecekler.
Stres için en iyi çözüm. Neyi nasıl dönüştüreceklerini düşünmekten stres bile olamayacaklar. Son söz olarak çocuklarımıza
bırakacağımız dünyamıza küçük de olsa bir
faydamız olsun. Gelin çöp dağlarına savaş
açalım, geri dönüşüm kutularını kullanıp
kendimiz de geri dönüşüm yapalım. Harika
eserler ortaya çıkaracaksınız ben inanıyorum ve hepinizi foruma ve geri dönüşüm
çalışmalarına bekliyorum.
102
103
yası ya da akrilik boya ile siyaha boyuyoruz.
Efekt vermesi için gazoz kapaklarını sıcak
silikonla yapıştırıyoruz.
Plastik kaşıklarla kapı süsü çalışması:
Önce saplarını kesiyoruz sonra istediğimiz
büyüklükte bir mukavva kesip kaşıkları
dıştan içe doğru yapıştırıyoruz. Yapıştırma
işlemini sıcak silikonla yapıyoruz. Sonra
sprey boya ile kaşıkları istediğimiz renge
boyuyoruz. Örnekteki gibi geçişli renkler
için kaşıkları yapıştırmadan önce boyamak
daha sağlıklı olur. Kaşıkların bittiği alanı
sapları görünmesin diye bazen kurdele bazen sıralı taş bazen de inci ile kapatıyoruz.
Üyelerimiz bu çalışmanın ortasına ayna
yapıştırıp ayna çerçevesi olarak da kullanıyorlar.
Gazoz veya soda kapaklarından ayna çerçevesi: Bu çalışmada da önce kalın bir
mukavva ya da kontraplak kullanıyoruz.
İstediğimiz biçimde kesiyoruz. Aynamızın
şeklinden 4-5 cm büyük olacak şekilde.
Yanlardaki kabarıklık için gazete kağıdını
burkarak sıkıştırıp istediğimiz kalınlığa gelince üzerini koli bandı ile kaplıyoruz. Koli
bandı üzerine yine gazete kağıdını küçük
parçalar halinde mobilya tutkalı ile yapıştırıyoruz. Üzerine tekrar mobilya tutkalı
sürüyoruz. Elde ettiğiniz malzeme ahşap
kadar sağlam oluyor. Üzerini ayakkabı bo-
Pet şişe çalışmalarına örnek: Pet şişe bizim vazgeçemeyeceğimiz bir materyal. Çok
işimize yarıyor ve çok dayanıklı olduğu için
yaptığınız çalışma uzun yıllar kalıyor. Doğa
için büyük bir kazanım. Yüzyıllar süren
kaybolma sürecine katkı sağlıyoruz. Küçük hediye paketleri için ben hep pet şişe
kullanırım. Bu çalışmada büyüklü küçüklü
yaprak şekillerini çizip kesiyoruz. Bir kalem
ya da spatül yardımı ile damarları yapıyoruz. Çiçek telini yaprağın altından küçük üç
delikten geçirip kendi çevresinde döndürerek sabitliyoruz. Küçük yapraklar üste büyük yapraklar alta gelecek şekilde (gül dalı
düşünün) birbirine bağlayıp sabitliyoruz.
Dalları da oluşturduktan sonra bir avize
aparatına takıyoruz. Biz pet şişeden bazen
avize aparatı da yapıp ona takıyoruz. Hazır
duyları alıp oluşturduğumuz avizeyi duya
sabitliyoruz.
Pet şişeden avize: Pet şişeyi alt kısmından
kesip, eski tavayı ısıtıp, kestiğimiz pet şişeyi yavaş yavaş dokundurarak yuvarlıyoruz.
Yapmak istediğimiz deseni pilot kalem ile
çizip enamel boya ile boyuyoruz. Kabartmalı avizeler için yine pet şişeden kestiğimiz desenleri enamel boya ile boyayıp kuvvetli bir yapıştırıcı ile yapıştırıyoruz. Hazır
duyları ağız kısmından geçirip sabitliyoruz.
Sabitleme işini de kapağı kablo kadar delerek yapabilirsiniz.
Violden (Yumurta kolisinden) yumurtalık:
Violleri yumurta konan kısmını ördek şeklinde kesiyoruz. Bir kez mobilya tutkalı ile
boyayıp sonra akrilik boya ile boyuyoruz.
Gözleri de yapıp tüyü sıcak silikonla yapıştırıyoruz. Eğer yıkamak istiyorsak 3-4 kere
yat verniği ile vernikliyoruz. Tabii elde yıkıyoruz. Bir de tüy yapıştırmıyoruz yıkamak
istiyorsak.
Pipet kalemlik: Pipetleri şekildeki gibi kıvırıp tuvalet kağıdı rulosu etrafına sıcak silikonla yapıştırıyoruz. Alt kısmını bir karton
ile kapatıyoruz.
Eski tişörtten pazar filesi: Tişörtü U şeklinde kesip makinede dikiyoruz. Yukarıdaki
düz kısımda 15 cm boşluk bırakarak küçük
kesikler yapıyoruz. İkinci sırada kesiklerin
aralarında kalan boşluklara kesik yapıyoruz. Sıralar arasında 1.5-2 cm boşluk bırakarak U şeklinin altına kadar kesiklere
devam ediyoruz. Yukarıda bıraktığımız 15
cm boşluğun tam ortasına tişörtün iki katını birlikte uzunca elimizin gireceği bir kesik
yapıyoruz. Filemiz hazır. Her yere çantamızı da götürüp poşet almıyoruz. Filemizi çıkarıp kullanıyoruz.
Kot dönüşümlerine bir örnek: Eski kot
pantolonunuzdan kalem kutusu yapabilirsiniz. Bu çalışmada kalıp kullanarak kesiyoruz kumaşımızı.. Çalışma bittikten sonra
küçük daire beyaz keçe üzerine siyah düğme dikerek bitiriyoruz.
104
105
MATEMATİK
BULMACA
Kural: Verilen sayıların okunuşlarını bulmacaya yerleştiriniz.
BİLMECE
&
BULMACA
SOLDAN SAĞA:
2) 489
6) 208
7) 306
8) 36
9) 772
10) 280
Kural: Aşağıda verilen kelimelerin eş anlamlılarını ilgili
kutulara yazınız.
SOLDAN SAĞA
1)DOKTOR
3)İHTİYAR
4)EV
7)CÜMLE
10)KELİME
11)ÖYKÜ
12)ÖĞRENCİ
YUKARIDAN AŞAĞI
2)SİYAH
3)CEVAP
4)MİSAFİR
5)FAKİR
6)SONBAHAR
8)OKUL
9)SEBEP
13)İSİM
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1) 275
3) 375
4) 29
5) 605
106
MERAK
ETTİKLERİMİZ
GÜNEŞ, ÖMRÜNÜ TAMAMLADIĞINDA BİR KARA
DELİĞE Mİ DÖNÜŞECEK?
Bir yıldızın kara deliğe dönüşebilmesi için Güneş’ten en
az sekiz kat daha fazla kütleye sahip olması gereklidir.
Güneş ve benzeri kütledeki yıldızlarsa ömürlerinin
sonlarına doğru şişip kırmızı dev haline gelirler ve birkaç
kez şişip büzüştükten sonra hidrojenden oluşan dış
katmanlarını yavaşça uzaya bırakırlar. Artık ardışık füzyon
tepkimelerinden sonra merkezi karbon ve oksijenle
dolmuş ve Dünya’mız boyutlarına kadar sıkışmış olan sıcak
merkez, bir “beyaz cüce” olarak açığa çıkar. Güneş’imizin
bir beyaz cüce haline gelmesi için de yaklaşık5,5 milyar yıl
geçmesi gerektiği düşünülür.
HOROZLAR, NEDEN SABAHLARI
ERKENDEN ÖTERLER?
Sabah, güneş doğarken ötmek sadece horozlara özgü
değildir. Kulağa en çok horozun sesinin gelmesi, onun
sesinin diğerlerinden daha güçlü olmasındandır. Kuşların
büyük çoğunluğu da aynı saatlerde ağaçlarda koro
halinde öterler. Gün boyu hem horozlar hem kuşlar bu
ötüşü sürdürürler ama seslerinin en güçlü çıktığı zaman
sabah saatleridir. Horozların ve kuşların sabah gün
doğarken ötmeleri biyolojik saatleriyle ayarlanmıştır.
İNSANLARIN GÖZLERİ NEDEN MAVİ,
YEŞİL VEYA ELA OLUR?
Canlı gruplarının fenotiplerinde rastlanılan renkler, genlerle
ifade edilen pigmentlerin renklerine dayanır. Göz rengi için
turuncu renk pigmenti ifade eden bir gen bölgesi bulunmayan
canlılarda bu renk görülmez. Bizim göz rengimiz için de aynı şey
geçerlidir. Yalnızca kahverengi, gri, mavi ve yeşil göz renkleri ve
bunların çeşitli tonlardaki karışımlarından oluşan göz renklerine
sahip olabilmemizin nedeni, genlerimizin yalnızca bu renkleri
ifade ediyor olmasıdır.
108
109
LABİRENT
BULMACA
Minik Ayşe’nin parka gitmesine yardımcı olun.
110
111
TARİHTEKİ
ÜNLÜ
MUCİTLERİ
TANIYALIM
HENRY MARTİN FORD
Otomobil üreticisi Ford Motor Company’in kurucusu olan
Henry Martin Ford, 30 Temmuz 1863 Wayne County,
Dearborn, Detroit, Michigan, ABD’de doğdu.
Ransom Eli Olds’un kendine ait Oldsmobile isimli
otomobil firmasında 1902’de basit tarzda geliştirdiği
yürüyen bant tekniğini, zaman içerisinde Ford tutarlılıkla
mükemmelleştirdi.
Ford’un otomobil üretim taslağı sadece sanayi üretimini
değil, kültürü de etkiledi (Fordizm).
1879 yılında evinden ayrılarak makinistliği öğrenmek için
yakınındaki Detroit’e yerleşen Ford, öğreniminden sonra
Westinghouse Company’de iş bularak benzin motorları
üzerine çalışmalar yaptı. Clara Bryant ile evliliğinden
sonra maddi durumunu kendine ait bir kereste fabrikasıyla
iyileştirdi. Thomas Alva Edison’in kurduğu Edison
Illuminating Company’de 1881 yılında mühendisliğe
başladı. Dünyaca ünlü buluşcu Edison ile Ford sonraki
yıllarda arkadaş oldular. Başmühendisliğe terfisinden
sonra yakıt motorları üzerindeki şahsi araştırmalarına
yeterince zaman ve para ayırabilen Ford, Quadricycle
isimli aracının gelişimini 1896 yılında tamamladı.
Sözkonusu başarının ardından Edison Illuminating’den
ayrılarak, başka yatırımcılarla birlikte 1899 yılında Detroit
Automobile Company’i kurdu.
Kendi modellerinin üstünlüğünü göstermek amacıyla
araçlarını başarıyla diğer üreticilerin araçlarıyla yarıştırdı.
Ancak 1901’de Detroit Automobile Company iflas etti.
Ford Motor
1903’te Henry Ford 11 yatırımcıyla birlikte 28.000
Dolar sermayeyle Ford Motor Company’i kurdu. Şirket
tarafından 1908’de piyasaya sürülen Model T 1913’e
kadar üne kavuştu ve ABD yollarının her yerinde
yaygınlaştı.
Aynı yıl Ford’un fabrikalarında yürüyen bantlı üretimi
başlatması verimliliği yüksek derecede çoğalttı. 1918
yılında ABD’de kullanılan arabaların yarısı Model T idi.
Aynı modelden 1927 yılına kadar 15 milyon araç satılarak
45 yıl süre tutulacak rekor kırıldı.
Henry Ford’un çalışanlarına karşı özel bir tutumu vardı.
Çalışanların 1913 yılında 8 saatlik çalışma gününe karşı
aldıkları 5 US Dolar günlük ücret, 1918 yılında o zamana
göre olağanüstü miktar olan 6 Dolara yükseldi. Ayrıca
Ford çalışanlarına kâra katılım arz ediyordu.
Öte yandan fabrikalarında sendikalaşmaya kesinlikle
karşı olan Ford, sendika faaliyetlerini önlemek için Harry
Bennett’i işe aldı. Bennett, sendika örgütlenmelerini
yıkmak için yıldırma stratejileri izledi.
United Auto Workers’in 1941’de yürüttüğü grevin
sonunda bazı Ford fabrikalarında toplu sözleşmeler
üzerinde anlaşılabilindiyse de, sendikal örgütlenme
ancak Ford ve Bennett’in 1945’de şirketten ayrılışından
sonra fabrikalarda büsbütün yayıldı.
112
kitap
Çok Şaşıracaksın
Bilgi, sahip olduğumuz en kıymetli değerdir. Dünyada o kadar çok bilgi
olmasına rağmen ömrümüz boyunca çok az bilgiye ulaşabiliyoruz. Sizlere bu kitabımızda dünyanın en ilginç, en şaşırtıcı, en eğlenceli bilgilerini
bir arada sunuyoruz.
Daha çok bilmek, daha çok öğrenmek ve daha çok eğlenmeniz için…
İstanbul’dan Masallar
Masallar, insanoğlunun kendi dünyasını büyülü bir şekilde anlatmak, anlamlandırmak istemesiyle doğmuştur. Yüzyıllardır masalların bir gelenek halinde
yaşamasının, günümüze ulaşmasının bir sebebi de budur. Çünkü masal, hayal
etmek, istediğini yapabilmek, gerçeği altüst etmektir. Hayal gücüyle Kaf Dağını
aşabilmek, bir anda uzak memleketlere gidebilmektir. Kahramanlar, türlü kılıklara girerek, bazen şehzade, bazen sultan, bazen de küplere binmiş bir cadı
olarak karşımıza çıkar. Gerçek hayatta ulaşılması imkânsız kurgular masal
dünyasının içinde böylece hayat bulur.
(Tanıtım Bülteninden)
Osmanlı Motifleri
Osmanlı İmparatorluğu’nun, Basra körfezinden Adriyatik’e kadar uzanan toprakları Güneydoğu Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Afrika’yı içerisine almaktaydı. Bu
bugünün Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Türkiye, Suriye ve Mısırı
demektir. Osmanlı 1299 yılında kuruldu ve 1453’te İstanbul’un fethi ile tarihteki
en güçlü imparatorluklardan birisi haline geldi. Dekoratif ve süsleme sanatlarına zenginlik katan bir çok kültürü içerisinde barındırmıştır. Fas, İran ve Bizans
etkisinin Avrupa geleneksel sanatlarıyla karışması bir motif zenginliği oluşturmuştur. Bizler, bu kitapta sizlere var olan bu zengin kültürden bir tutam sunduk. Tekrarlı bazı desenler ve bordürler zengin değerli renkleri ve muhteşem
tarzları ile Osmanlı süsleme sanatının bir örneğini oluşturuyor. Bu motifler yastıklar, masa örtüleri ve battaniyelerde nefis duracaktır. Gömlek manşetleri veya
başka kıyafetlerinizi süslemek için de bu motiflerden yararlanabilirsiniz.
(Tanıtım Bülteninden)
114
114
115
reyondakiler
Calve Max Ketçap
Yeni çıkardığı ürünlerle sofralarımızda yer edinen Calve, şimdi de Max Ketçapla lezzetli bir yemek ziyafeti sunuyor. Mevsiminde toplanan domateslerden
üretilen Calve Max Ketçap sayesinde enfes yemeklerle dolu sofraları şenlendirmek sizin için çok kolay olacak.
Parex Maestro
Parex; hızlı, pratik ve teknolojik ürünü Maestro ile temizliği daha
pratik hale getiriyor. Maestro’da kullanılan asansör sistemi sayesinde, temizlikte kullanılan mopun kirli ve temiz suyu iki farklı
katta ayrıştırılabiliyor. Kovanın ergonomik yapısı, birinci katında
mopun yıkanmasına olanak tanırken, ikinci katında ise sıkma işlemini gerçekleştiriyor. Maestro’nun teleskopik sapı sayesinde fazla
enerji harcamadan pratik bir temizlik yapabilirsiniz.
Bahçıvan Lezzetli Peynir Topları
Bahçıvan, Türkiye’nin ilk atıştırmalık peynirini müşterilerinin beğenisine sundu. Pastorize inek sütünden ve tamamen katkısız olarak
üretilen ‘Lezzetli Peynir Topları’, yetişkin bireylerin günlük protein
ihtiyacının %42’sini ve kalsiyum ihtiyacının %73’ünü karşılayabiliyor. Peynirleri kolay bir şekilde alabilmek için ürün kapağında tek
kullanımlık çatal da bulunuyor. Lezzet Peynir Topları, 80 gramlık tek
tüketimlik ambalajıyla Adese reyonlarında yerini aldı.
Huggies’ten Yenidoğanlar için
Islak Havlu
Türkiye’nin en yenilikçi bebek bakım markaları arasında yer
alan Huggies, kısa süre önce piyasaya sürdüğü ürünü Yenidoğan Islak Havlu ile bir kez daha annelerin gönlünde taht kurmayı başardı. Huggies Yenidoğan Islak Havlu, 3 katlı temizlik
teknolojisi, emici ve kalın pamuksu yapısıyla pratik ve etkili temizlik imkânı sunuyor. Yenidoğan Islak Havlu, Huggies’e özel,
doğal lif teknolojisi ve %98 saf su içeriği sayesinde “pamuk
yumuşaklığı ve havlu kalınlığı” sunarak yenidoğan bebeğinizin
cildini nazikçe temizliyor.
116