Doğal Kaynaklar Ders 3 Notları

Transkript

Doğal Kaynaklar Ders 3 Notları
***Dünyada kurak ve yarıkurak bölgelerde su sıkıntısı çekilmektedir.
Kuzey Amerikanın en önemli kurak bölgesi Büyük Havzadır (Great Basen, Grosses
Becken). Burası Rocky dağları ile Sierra nevada dağları arasında yeralan bir kapalı havzadır
(endoreik) . Merkezi kısmında Büyük Tuz Gölü (Great Salt Lake) yeralır. Nevada, Arizona
gibi eyaletler büyük havza içinde yeralırlar. Ölüm vadisi adı verilen (Death Valley ve Mojave
çölü gibi çöller de büyük havzada yeralırlar. Büyük havzanın kuraklık şartları hakkında
Nevada da buluna Ely şehrinin rasat sonuçları bir fikir verir.
Tablo 3 : Ely ( 1909 m, 39° 17’N, 114° 51’ W) aylık ortalama yağıĢ ve sıcaklık değerleri
Aylar
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10 11 12 yıllık
yağış (mm) 18 16 24 27 27
26
18
21
28
22 19 19 265
sıcaklık (C°) -4.0 -1.4 1.6 5.2 10.2 15.2 19.7 18.6 13.4 8.0 1.4 -3.2 6.8
Tablonun incelenmesinden iklimin çöl şartlarına çok yakın bir iklim olduğu anlaşılmaktadır.
Büyük havzadaki çöl şartlarına rağmen burada bir çok büyük şehir kurulmuştur. Bunlardan
bazıları Las Vegas, Phonix ve Salt Lake City şehirleridir. Bunlar Amerikanın keşfinden
sonra buraya yerleşen Avrupalılarca kurulmuştur. Las Vegas nüfusu 2 milyonu bulan bir
şehirdir. Phonixin nüfus 1.5 milyonudr. Salt Lake Citynin ise 2.3 milyon nüfusu vardır.
Phoenixin kullanma, içme ve sulama suyu ihtiyaçlarını Colorado nehrinin doğudan gelen
büyük bir kolu olan Salt River’dan karşılamaktadır. Ancak bunun için bu nehir üzerine başta
Roosovelt barajı (1911) olmak üzere bir çok baraj inşa edilmiştir (Apache, Canyon Lake,
Saguaro). Çöl ikliminin hakim olduğu Arizona eyaletinin su ihtiyacını karşılamak üzere ise
(CAP, Central Arizona Projekt) adı altında yeni bir proje başlatılmıştır. Bu proje ile
Colorado nehrinin suları büyük bir kanal ile Tucson kentine kadar sevkedilecektir.
Türkiye su varlığı bakımından orta durumda olan bir ülkedir. Yıllık yağış miktarı ortalama
625 mm civarındadır. Bunun anlamı Türkiye yüzeyine 1 senede 500 milyar m³ (ton) su
düşüyor demektir. Bu suyun % 54 ü (270 milyar m³) evapotranspirasyon yoluyla tekrar
atmosfere iade edilmektedir. Yüzde 32 si akışa geçmektedir (160 milyar m³). Yüzde 14
sızarak yer altı sularını beslemektedir (70 milyar m³). Bu bilançoya göre Türkiyenin yüzeysel
ve yeraltı suları varlığı 230 milyar m³ tür. Fakat bunların hepsinden faydalanmak mümkün
değildir. Teknik imkanlar kullanılarak bunların ancak 112 milyar m³ ünden istifade
edilebileceği hesaplanmıştır. Türkiyede yıllık su tüketimi 50 milyar m³ kadardır (2010 yılı ) .
Kişi başına düşen günlük tüketim ise 315 lt dir (içme, kullanma, sulama ve sanayi suyu
olarak). Türkiyenin nüfus hızla arttığından su tüketimi de hızla artmaktadır. Gelecekte
ülkenin su sıkıntısıyla karşılaşabileceği anlaşılmaktadır. Bu nedenle su kaynaklarının
geliştirilmesi gerekmektedir. Yani buharlaşmayı ve akışı azaltmak. Buharlaşma bitki
örtüsünden mahrum arazilerde çok şiddetlenmektedir. Akış da aynı şekilde bitki örtüsü
zayıfladıkça artmakatdır. Türkiyede ormanlar ve bitki örtüsü geliştirilerek buharlaşma ve akış
azaltılabilir sızma ise arttırılabilir. Bu takdirde yer altı suları zenginleşir. Akış oranı azalır.
Çünkü akışa geçen suların pek çok kısmı denizlere karışmaktadır.
*Faust kuralına göre ideal olarak Atmosferden düşen yağış üçe taksim olur. Yani 1/ 3 ü akar,
1/3 ü sızar, 1/3 ü ise buharlaşma yoluyla tekrar atmosfere döner. Bu oranlar üzerinde iklim,
eğim, bitki örtüsü ve kayaların litolojik özellikleri rol oynar. Mesela sızma oranı teorik olarak
% 33 civarındadır. Türkiyede ise sızma oranı % 15 civarındadır. Bunun nedeni Türkiyede
iklim olarak sıcak-kurak şartların hakim olmasıdır. Ayrıca eğim değerlerinin yüksekliği ve
bitki örtüsünün zayıflığı bu sonucu ortaya çıkarmıştır.
Türkiye yüzeysel sular bakımından zengin sayılabilecek bir ülkedir. Daimi akışlı nehirler,
ırmaklar, çaylar ve dereler ile suları tatlı olan büyüklükleri farklı bir çok göllere sahiptir.
Türkiyede su problemi
1-su kaynaklarımızın envanteri
2-içme suları Ģehirlere su temini (içme-kullanma-sanayi)
3-sulama barajları (zirai sulama)
4-sularımızın kirlenmesi (yukarı havzalar)
5-kurak devreler (yağıĢlı devrenin kurak geçmesi)
6-yeraltı sularının beslenememesi (yağıĢların ve sızmanın azalması)
7-su kayıplarının artması
8-kiĢi baĢına düĢen su miktarının azalması
Türkiye akarsularının önemli bir kısmı Karadenize dökülür. Bunlara Karadeniz Havzasına
Ait Olan Akarsular denir.
Tablo : Karadenize Dökülen Akarsular
Adı
uzunluğu (km) ort debi m³/sn havza alanı km² diğer
Çoruh
431-410
193 m³/sn
22 100
artvin
Fırtına deresi 68 km
28.4
1150
rize
Filyos
Harşit
İyidere
Kızılırmak
Melet suyu
Rezve deresi
Sakarya
Yeşilırmak
519
121
36129
Karadenize dökülen akarsular yüksek dağlardan kaynaklanır bu nedenle debileri ve rejimleri
üzerinde kar sularının etkisi büyüktür. Kışın dağlara kar olarak düşen yağışlar ilkbaharda ve
yazın eriyerek akarsuları besler. Bu erimelere ilkbahar yağışları da eklenince akarsuların
debileri maksimuma ulaşır.
Bkn, İyidere, yeşil, kızıl, filyos
Tablo : Marmaraya Dökülen akarsular
Adı
uzunluğu debi diğer
Susurluk ırmağı
Gönen çayı
Biga çayı
Garsak deresi
Tablo: Egeye dökülen akarsular
Adı
Uzunluğu debi diğer
Meriç
karamenderes
Havran çayı
Karınca çayı
Bakırçay
Gediz
Küçük menderes
Büyük menderes
Akdenize Dökülen Akarsular
Adı
Uzunluğu debi diğer
Aksu
Asi
Ceyhan
Dalaman çayı
Dim çayı
Eşen çayı
Göksu
Köprü
Manavgat çayı
Seyhan
Tablo : Fırat Havzası
Adı uzunluğu debi diğer
Havzalara göre akarsular, akım özellikleri barajları
Göller büyüklükleri özellikleri ve sularından istifade
Tablo : Şehirler ve su kaynakları
ġehir
Su kaynakları
Adı
Ankara
-Kurtboğazı Barajı 19631967
Balıkesir İkizcetepler Barajı
Bursa
-Nilüfer barajı
-Doğancı barajı
Edirne
-Süloğlu barajı
-Kayalıköy barajı
İstanbul
İzmir
Terkos gölü
Elmalı 1
Elmalı 2
-Balçova Barajı 1983
-Tahtalı Barajı 1997
akarsu
Yönetim
Kurtboğazı deresi
ASKİ
Kille çayı
BUSKİ
-süloğlu deesi-ıstranca dağ.
-teke deresi-ıstranca dağ.
Belediyemüdürlük
Rumeli-Terkos gölü
Anadolu-göksu deresi
İSKİ
İZSU
Tahtalı deresi
ġehirlerimizin Ġçme ve Kullanma Suyu Temin Kaynakları
Adı
Adana
Adıyaman
Bitlis
nüfusu
2 000 000
Yönetimi
ASKİ
Adana Büyükşehir Belediyesi
Adana Su ve Kanalizasyon
İdaresi
Su temin kaynağı
Çatalan BarajıSeyhan nehri
Gürlevik suyu.
Havşeri suyu –
Çelikhan ilçesinde,
PınarbaĢı
köyünde
Yer altı suları,
yakınlardaki
açık kaynak
sularının
depolanması.
Duap yaylası
suları (Ģehre 18
km uzakta,
kuzeyde,
Tabanözü,
Koruk köyü,
Altınkalbur
mevkisindeki
kaynaklardan. )
Bitlis ilinin içme
suyu ihtiyacının
karşılandığı
kaynaklar; Duap
Yaylası Kaynakları
ortalama 140 lt/
sn., Sapkor
kaynağı 13 lt/ sn.,
Bağhan Kaynağı
17 lt/sn.,
Kanimyan kaynağı
12 lt/sn., ġelale
kaynağı 16 lt/sn.
ve Altınkalbur
kaynağı 40,00
lt/sn.‟dir.
Debi ort 108.5
lt/sn,
ġehir su
ihtiyacının % 40
ını sağlıyor.
5000 m³ lük
depoya
aktarılıyor.
rezerv
1629
hm³
Tüketim/yıl/m³
141 974 222
Türkiyede sularla ilgili olarak çıkmış olan ilk kanun 831 sayılı ve 28.4.1926 tarihli “Sular
Hakkındaki Kanun”dur. Bu kanun şehir ve köylerin içme ve kullanma sularının nasıl
sağlanacağı hakkında hükümler içeriyordu. Bu kanuna göre şehirlerin içme sularının temini
ve idaresi belediye teşkilatlarına, köylerde ise köy ihtiyar heyetine aitti. Bu sular ise akarsu,
göl ve kaynak suları idi. Yer altı suları hakkında bu yıllarda henüz kanuni bir hüküm yoktu.
Yer altı suları konusu Türkiyenin gündemine ancak 1950 li yıllardan itibaren gelmiştir.
Devlet, suyu ilgilendiren her alandaki işlerle ilgilenmek üzere çok önemli bir kamu teşkilatı
olan Devlet Su ĠĢlerini (DSĠ) 1953 yılında çıkardığı 18.12. 1953 tarih ve 6200 sayılı kanunla
kurmuştur. “ Devlet Su ĠĢleri Umum Müdürlüğü TeĢkilat ve Vazifeleri Hakkında
Kanun.”
58 maddeden meydana gelen bu kapsamlı kanun DSĠ teĢkilatına yerüstü ve yer altı
sularını kullanma yetkisini vererek dört önemli alanda görevler yüklemiştir
1-Yerleşmelerin İçme ve kullanma sularının temini
2-Akarsuların potansiyel enerjisinden faydalanmak üzere hidroelektrik santralleri (barajlar)
kurmak
3-Tarım arazilerine sulama suyunun sağlanması ve iletilmesi
4-İskân alanlarının ve tarım arazilerinin taşkınlardan korunması
**Bu kanunun çıkmasını takiben 1954-1960 yılları arasında Gediz nehri üzerinde Türkiyenin
ilk hidroelektrik santrali olan Demirköprü barajı kurulmuştur.
Günümüzde Türkiyede çeşitli amaçlara hizmet eden 673 adet baraj mevcuttur. Türkiye bu
barajlardan yılda 47871 GWh (gigawattsaat) enerji üretmektedir (toplam enerji üretimi 151
000 GWh). 1950 li yıllarda Türkiyenin toplam enerji üretimi 800 GWh idi
Türkiyede 26 akarsu havzası vardır. DSİ taşra teşkilatı da XXVI Bölge müdürlüğü şeklinde
yapılanmıştır. Mesela Balıkesir XXV.Bölge müdürlüğüdür. Müdürlüğün bünyesinde halen
çalışmakta olan 11 adet baraj mevcuttur. Bunlardan 1992 de tamamlanıp hizmete giren
İkizcetepeler barajı içme ve kullanma suyu temini için inşa edilmiş bir barajdır. Balıkesir
kentinin içme ve kullanma suyunu temin ettiği gibi Balıkesir ovasının tarımsal alanlarına da
sulama suyu sağlamaktadır. 1997 de açılan Gönen barajı ise içme suyu, sulama suyu, enerji
ve taşkın önleme olmak üzere dört amaca hizmet etmektedir. Ürettiği yıllık enerji ise 45.7
GWh dir.
Not (1 gigawatt 1 milyar watt, saat 3600 joule)
Türkiyede tarım arazisi 28 milyon hektardır (280 000 km², % 35.8). Sulanan tarım arazileri
ise 5 280 000 hektardır (52 800 km², tarım arazilerinin % 18.8 i, Türkiye yüzölçümünün 6.7
si). Türkiyede 9.5.1960 tarihinde 7778 sayılı “Köy Ġçme Suları Hakkında Kanun”
yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun 1. maddesi “Köylerin içme ve kullanma suyu ihtiyacı, DSĠ
Umum Müdürlüğü tarafından temin ve tedarik olunur” şeklinde idi. Çünkü o tarihlerde
Türkiyedeki köylerin yarısından fazlasında içme ve kullanma suyu problemi vardı.
Daha sonraki yıllarda 4951 sayılı ve 23.12. 1963 tarihli bir kanunla Köyişleri Bakanlığı
kurulmuş, Köylerin içme ve kullanma sularının temini bu bakanlığa devredilmiş, bakanlığın
bünyesinde kurulan YSE (Yol Su Elektrik) Genel Müdürlüğü bu işle vazifelendirilmiştir.
Böylece 10-15 senelik bir süre zarfında Türkiye köylerinin hemen hemen tamamının içme ve
kullanma suyu problemleri halledilmiştir.
Türkiyede sularla ilgili olara çıkan önemli bir kanun da 16.12.1960 tarih ve 167 sayılı
“Yeraltı Suları Kanunu”dur. Bu kanun ile yer altı suları devletin hüküm ve tasarrufuna
verilmiştir. 22 maddelik bu kanun yer altı sularını tanımlıyor, arama ve işletme işlemlerini
izne bağlıyor ve bu konudaki hukuki yetkileri DSİ ne veriyordu.
Türkiyede bir doğal kaynak olarak tatlı suların kullanılış alanı içme ve kullanma sularıdır. Bu
nedenle köy biriminden başlamak üzere en büyük şehirlere varıncaya dek, yerleşme
sakinlerinin su ihtiyaçlarının karşılanması yapılması çok gerekli büyük bir iş olarak ön plana
çıkmaktadır. Belirtilmiş olduğu gibi köy içme ve kullanma sularının temini işleri , Köyişleri
Bakanlığının bir alt birimi olan YSE (Yol-Su-Elektrik) kurumuna verilmiş ve böylece ,
Türkiyenin tüm köylerinin (36 000) içme ve kullanma suyu ihtiyacı sağlanmıştır. Bu iş
yapılırken yakın çevredeki yerüstü ve yer altı suları devreye sokulmuştur.
Beldelerin su temini işi ise 831 sayılı kanunla Belediyelere verilmişti. Türkiyede şehirsel
yerleşmeler büyüyüp geliştikçe su temini işlerinin hacmi ve kapasitesi de buna paralel olarak
büyüdü. İstanbul-Ankara ve İzmir gibi şehirlerin su ihtiyaçlarında sıkıntı ve problemler
başladı. Bu nedenle ilk kez İstanbul İlinin Su İşleriyle ilgilenmek üzere 2560 sayı ve 20
kasım 1981 tarihli kanunla “Ġstanbul Su ve Kanalizasyon ĠĢleri Genel Müdürlüğü”
(ĠSKĠ) kuruldu. Bu kuruluş arama, tesis kurma ve işletme olmak üzere İstanbulun her türlü su
işlerini yürütmekte yetkili kılınmıştı.
Günümüzde 15 milyon nüfuslu İstanbulun İçme ve kullanma suyu ihtiyacı Başta Terkos gölü
olmak üzere 15 ayrı barajdan sağlanmaktadır. 7 12 2004 tarihli ve 5272 sayılı “Belediyeler
Kanunu” da beldelerin su işlerinin yürütülmesi yetki ve sorumluluğunu tamamen
belediyelere devretmiştir.
9.08.1983 tarihinde yürürlüğe giren 2872 sayılı Çevre Kanunu suları doğal bir kaynak olarak
kabul etmiştir. Göl ve akarsular üzerinde bir ekosistem olarak durmuş ve atıklarla bu doğal
kaynakların kirlenmesini önleyici yaptırım maddeleri koymuştur (vazetmiştir).
Barajlar, akarsu vadileri üzerine inşa edilen ve yüzeysel akış sularını depolayan yapılardır.
Daha önce de belirtildiği gibi bu yapıların amacı, içme, kullanma, sulama suyu temin etmek,
hidroelektrik enerji üretmektir ve taşkınları önlemektedir.
ġekil 3 Bir baraj ve hidroelektrik santrali
Barajlarda rezerve edilen suyun potansiyel enerjisi türbinler vasıtasıyla kinetik enerjiye
dönüştürülerek elektrik enerjisi elde edilir. Bu enerji enterkonnekte sistem adı verilen
elektrik enerjisi iletişim hatları vasıtasıyla kullanım yörelerine gönderilir. Enterkonnekte
sistemde her bir HES ten üretilen enerjileri sevkeden hatlar birbirleri ile irtibatlandırılmıştır.
Bu sebeple Türkiyenin en doğusundan en batısına enerji nakletmek mümkün olabilmektedir.
Sulama suyu barajlardan açık veya kapalı kanallar, kanaletler içinde ziraat arazilerine
sevkedilir. Baraj gölünün yüzey kodu (yüksekliği) tarım arazilerinin kodundan daima daha
yüksektir. Yüzey kodu 200 m olan bir baraj gölünden 150 m rakımındaki tarım arazilerine
kanallarla su sevkedilebilir. Balıkesir İkizceteler barajının kurulduğu yerde talveg 120 m
rakımındadır. Barajın yüksekliği ise 50 m civarında olup buna göre su yüzeyi yaklaşık 170 m
dedir. Balıkesir ovası ise ortalama 100 m seviyesindedir. Ovadaki tüm köyler sulama suyunu
bu barajdan temin ettikleri halde 250 m kodunda bulunan Çağış ve 300 m kodunda bulunan
Esenli köyleri bu sulamadan istifade edememektedir.
Şehirlerin içme suları ise çelik borular vasıtasıyla sevkedilir. Bunlara isale hatları adı verilir.
Fakat öncelikle baraj suyunun arıtılmadan geçirilmesi ve daha sonra da özellikli borular
vasıtasıyla tercihan yeraltından yerleşim alanlarına sevkedilmesi gerekir. Arıtma tesislerinde
içme suları fiziki, kimyasal ve biyolojik arıtma işlemlerine tabi tutulur.
ġekil 4 Bir barajın kesiti.
Barajlar bir akarsu vadisinin darlaşan kesimine yani boğazlar üzerine kurulur. Balıkesir
şehrini ilgilendiren ikizcetepeler barajı kille çayı üzerinde ikizcetepeler mevkiindeki bir
boğazda inşa edilmiştir. Bir barajın ana yapısı suyun akış istikametiyle dik açı durumunda
bulunan sağlam bir duvardır. Bu ana yapıya sedde veya baraj denir. Bu seddeler betonarme
olduğu gibi toprak dolgu da olabilmektedir. Duvarın, boğazı dik keser konumdaki uzanış
istikametine aks yeri yani baraj ekseni denir. Su bu sağlam ve yüksek duvarın arkasında
birikir. Bu su kitlesine ise baraj gölü adı verilir. Burası aynı zamanda maksimum miktarda
suyun birikebileceği bir rezervuar alanıdır. Bu nedenle baraj rezervuarı da denir. Balıkesir
İkizcetepeler barajının göl alanı 9.60 km²kadardır.
Barajlar zamanla dolar. Bu olaya siltasyon denir. Siltasyonun sebebi barajları besleyen
yüzeysel suların bol miktarda alüvyal maddeler getirmesidir. Bu alüvyal maddeler barajı
besleyen havzanın her tarafından baraj gölü içine taşınarak burada biriktirilir. Bu nedenle
havzanın jeolojik yapısını oluşturan kayaçların litolojik özellikleri önem taşır. Kumtaşı, granit
ve andezit gibi kolaylıkla ayrışan ve erozyona maruz kalan kayaçlardan oluşan havzalardan
bol yük sağlanır ve bunlar baraj göletini kısa zamanda doldururlar. Mesela Cumhuriyetin ilk
yıllarında Ankaranın su ihtiyacını sağlamak üzere inşa edilmiş olan Çubuk I barajı 60 senelik
bir süre zarfında dolarak ekonomik ömrünü tamamlamıştır.
Barajların kısa sürede dolmasını önlemek için havza ıslahı çalışmaları yapılması
gerekmektedir. Erozyon kontrolü bu konuyla ilgili ilk iştir. Havzalarda erozyonun olduğu
veya erozyon tehlikesinin bulunduğu alanların ağaçlandırılması veya bitkilendirilmesi
gerekmektedir (fitobonifikasyon). Ancak bu ağaçlandırmalar yapılırken yöre şartlarına uygun
ağaç türlerinin seçilmesi bilhassa önemlidir. Aksi takdirde başarılı bir sonuç elde edilemez.
Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü
havzaları ağaçlandırma işleri ile uğraşıyorsa da, ayrılan kısıtlı bütçe bedeniyle ancak küçük
sahalar ağaçlandırılabilmektedir. Bu nedenle sivil toplum kuruluşlarının da katkıları
beklenmektedir. TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele ve Ağaçlandırma Vakfı) bu
kuruluşlardan biridir.
Ağaçlandırma erozyonu önleme Türkiyenin milli meselerinden biri olduğu için bu konula
ilgili olarak TBMM 4122 sayılı ve 23 7 1995 tarihli “Milli Ağaçlandırma ve Erozyon
Kontrolü Seferberlik Kanunu” adıyla bir kanun çıkarmıştır.
Türkiyede erozyon kadar tehlikeli bir sorun da ormanların hatalı ve yanlış işletilmesidir.
“TraĢlama kesim” adı altında icra edilen ve bir havzanın ormanlarını veya çalılıklarını toptan
ortadan kaldıran işlemler, ekolojik dengeyi bozan ve erozyona davetiye çıkaran en yanlış
uygulamalardan biridir. Ekosistemi tamamen ortadan kaldıran, akışı ve buharlaşmayı artıran,
sızmayı ise azaltan bu eylemden sonra, ikinci bir yanlış olarak hatalı tür seçimi ile yapılan
monoton ağaçlandırmalardır. Traşlama havzasına, ekolojik şartlara dikkat etmeden sıralı
olarak dikilen genellikle çam fidanlarından oluşan orman, sağlıklı bir orman olmayıp
ekosistemi bozuk, yangın tehlikesine ve fitopatolojik bir felakete (çamkeseböcekleri)
uğramaya her zaman açık bir orman olarak ön plana çıkmaktadır. Bir ağaçlandırma ormanı
büyük ölçüde ölü bir orman sayılır. Çünkü ne alt florası ve ne de faunası vardır. Zaman
geçtikçe bu orman kendi kendine değişerek sahanın ekolojik şartlarına uygun bir orman haline
dönüşse de bu geç olmaktadır. Ağaçlandırma çalışmalarında yapraklı türleri ile çam türlerinin
karışık olarak dikilmesi ormanın sağlıklı olması bakımından gereklidir. Aslında en doğru iş,
traşlama kesim alanlarını çitlerle çevirerek kendi doğal akışına bırakmaktır. Bu takdirde doğal
vejetasyonu gelişerek sahayı tamamen kaplayacaktır. Bu olaya ormancılık terminolojisinde
“doğal gençleĢtirme” adı verilir. Türkiyede şimdiye kadar meşe ormanları traşlamalara tabi
tutulmuş ve yerlerine kızılçam karaçam ve fıstık çamı gibi türler dikilmiştir. Bu
uygulamaların sağlıksız olduğu yıllar geçtikten sonra anlaşılmıştır.
Balıkesir ilinin su kaynakları
1-Balıkesir ilinin yüzeysel su kaynakları
-akarsular
Susurluk ırmağı : 262 km, 24 349 km² (kolları; kille çayı, üzümcü çayı, emet çayı, Orhaneli
çayı, nilüfer çayı ). Debi yıllık ort. 161 m³/sn
Kocaçay: 170 km-Manyas barajı
Gönen çayı: 115 km-gönen barajı
Havran çayı: 36 km-havran barajı
Edremit çayı
Zeytinli çayı
Kızılkeçili çayı
Şahindere
Mıhlı çayı
Karınca çayı: :20 km
Madra çayı (demircidere) :: 66.5 km madra dağından doğar, egeye dökülür. Üzerinde Madra
barajı var.
Yağcılı çayı (Çitalan) : üzerinde sarıbeyler göleti var.
Türkiyede bazı yüksek dağların üzerinde buzullara rastlanmaktadır. Türkiyedeki buzullar
potansiyel tatlı su kaynaklarıdır. Türkiyenin en önemli buzulları Hakkari Bölümünde yeralır.
Bu yörede daimi kar sınırı 3400-3500 m lerden geçer. Bu yükseltiyi aşan tüm dağların
üzerinde daimi kar ve buzullara rastlanır. Yöredeki en önemli buzul olan Cilo (Buzul) dağları
buzulu aynı zamanda Türkiyenin de en önemli buzuludur. En yüksek zirve olan Gelyaşinin
(4168 m) kuzey eteklerinde yeralan buzul bir vadi buzuludur ve 4 km boyunca takibedilir3000
m lerde sona erer. Cilo dağlarındaki buzullar Büyük Zapın kolları olan Hakkari Dağlıca
(Oramar) ve Şemdinli çaylarını besler. Zap suyunun Mayıs ortalama debisi 224 m³/sn dir. Bu
ay Zap suyunun debi bakımından maksimuma eriştiği aydır. Halbuki Zap suyunun minimum
debisi 18 m³/sn ile ocak ayıdır. Bu değerler bize Zap suyunun bol su taşıdığını ve eriyen kar
ve buzul suları ile beslendiğini göstermektedir.
Hakkari yöresinin kar ve buzul suları ile beslenen Hezil, Habur, Zap, Dağlıca (Oramar ) ve
Şemdinli çayları gerek su ve gerekse hidroelektirk potansiyeli çok yüksek akarsular olmasına
rağmen, güvenlik sorunları nedeniyle bu akarsulardan gereği gibi faydalanılamamaktadır.
Türkiyenin diğer önemli buzul alanı Doğu Karadeniz Bölümünde Rize dağları üzerinde
yeralır. Rize dağlarının 3500 m yi aşan iki önemli zirvesi olan Kaçkar (3937 m) ve
Verçenik’in (3711 m) kuzeye bakan yamaçlarında, 1-2 km kadar uzunluğa sahip vadi
buzullarıyla birkaç adet de sirk buzulu mevcuttur. Doğu Karadenizin önemli akarsularından
olan Fırtına deresi Kaçkarlardan doğar ve Ardeşenin 2 km kadar batısında Karadaenize
dökülür. Uzunluğu 60 km kadardır.
Fırtına deresi, 240 m. 1991-1992 su yılı ortalama akımları
aylar
10 11 12 1
2
3
4
5
6
7
8
9
Yıllık
Akım m³/sn 8.76 8.98 11.7 9.52 8.85 23.3 46.9 71.0 99.3 56.2 32.6 20.8 33.1
Bu tablonun tetkiki bize ilk bakışta Fırtına deresinin bol su taşıyan bir akarsu olduğun
gösterir. Fırtına deresinin akım değerlerinde dikkat çeken önemli husus akım değerlerinin kış
aylarında düşük yaz aylarında yüksek olmasıdır. Tabloda şubat 8.85 m³/sn ile en düşük değere
sahipken, Haziran maksimum akımın (99.3 m³/sn ) görüldüğü bir aydır. Böylece Fırtına
deresinin kış aylarında çekik, yaz aylarında ise taşkın gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu durumun
sebebi yaz aylarında eriyen kar örtüsünün ve buzulların sağladığı sulardır.* Doğu Karadeniz
kıyı akarsularının debisi günlük ortalama sıcaklıklar arttıkça çoğalır ve bu sebeple Haziran
ayında maksimuma yükselir. Daha sonraki Temmuz ayında debi azalmasının sebebi ise
yüksek dağlardaki kar örtüsünün pek çoğunun erimiş olması ve akarsuyun sadece buzullarla
besleniyor olmasıdır. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere doğu Karadeniz kıyı
akarsularının beslenmesinde kar örtüsü ve buzul erimelerinin etkili olduğu bir rejim yani
“Nivo-glasiyal (karlı-buzullu) rejim” hakimdir. Doğu Karadeniz akarsularının hem suları
bol ve hem de yatak eğimleri çok fazladır (%6.5). Bu nedenle hidroelektrik potansiyeli
yüksek akarsulardır. Ancak buralarda baraj inşaatları sırasında çevrenin nadir bitki ve
hayvanları ile görsel manzaralar bakımından çok zengin olan doğasının zarar görme riski
çok yüksek olduğundan, şimdilik bu işler askıya alınmış durumdadır.
Doğu Anadoluda yeralan ve yüksekliği 5165 m ye erişen Ağrı volkan konisi üzerinde de
Türkiyenin önemli buzul kütlelerinden biri yeralmaktadır. Bu buzul kütlesi 4000 m
yükseltilerden itibaren başlayıp dağın zirve kısmını tamamen örten bir takke buzulu
niteliğindedir. Erinç, Blumenthala atfen glasyenin alanının 10-13 km² kadar olduğunu
yazmaktadır. (1971). Takke şeklindeki bu glasyeden çıkan bazı buzul dillerinin 3500 m lere
kadar indiği saptanmıştır. Ağrı buzulu çevredeki akarsuları besleyen önemli bir tatlı su
kaynağıdır. Ağrı dağının daimi kar ve buzullarından kaynaklanan akarsuların kuzeyde Aras
nehrine güneyde ise Sarısuya karıştıkları görülür. Sarısu Türkiye sınırlarından çıktıktan sonra
İrandaki Zengimar çayı ile birleşerek tekrar Arasa dökülür. Sarısuyun maksimum akımı mart
ayında ve 4.90 m³/sn kadardır. Minimum akımı ise Haziran ayında ve 0.39 m³/sn dir. Bu
verilerden anlaşılacağı üzere akarsuyun beslenmesinde kar erimelerinin büyük rolü vardır.
İstasyonun bulunduğu bölgede -en sıcak ay ağustos olmasına rağmen minimum akımın
haziranda görülmesi ve-temmuz ve ağustos akım değerlerinin 0.69 ve 0.73 m³/sn olması , bu
aylarda akarsuyun eriyen buzul sularıyla beslendiğini ve sıcaklık arttıkça buzul erimesinin de
bir miktar arttığını ortaya koymaktadır. Potansiyel bir temiz su kaynağı olan bu akarsuyun
üzerinde herhangi bir amaçla yapılmış olan bir baraj veya regülatör bulunmamaktadır.
Türkiyenin Akarsuları
Aksu
Aras
-sarısu
Asi
Bartın çayı
Bendimahi
Biga çayı (Kocaçay )
Bolaman suyu
Ceyhan
Çoruh suyu
Dalaman çayı
DİCLE NEHRİ : 1900 km
-Batman
-Garzan
-Botan
-Pervari
-Hezil
-Habur
-Zap
-Dağlıca (Oramar)
-Şemdinli
-Dicle üzerindeki barajlar
Kıralkızı
GAP Projesi
Eşen çayı
FIRAT NEHRİ : 2800 km
-Karasu
-Murat
-Fırat üzerindeki barajlar
-GAP Projesi
-Keban
-Karakaya
-Atatürk
-Birecik
Filyos çayı
Gönen çayı
Göksu : Akdenize dökülür.
Harşit çayı
Hoşap suyu
İkizdere
Karamenderes: Biga yarımadasında. Ege denizine dökülür.
Karasu
Kızılırmak
Kocaçay
Köprü suyu
Kura
Manavgat suyu
Melet suyu (Kızıldere)
Pazar deresi
SAKARYA IRMAĞI
Seyhan
Susurluk ırmağı
Tarsus çayı
YEġĠLIRMAK
Zilan
Akarsuların Dökülme Havzaları
1-Karadeniz Havzası
2-Marmara Havzası
3-Ege Havzası
4-Akdeniz Havzası
5-Basra Körfezi Havzası
6-Hazar Denizi Havzası
7- İç Havzalar (Kapalı Havzalar)
-Van Gölü Kapalı Havzası
-İç Anadolu Kapalı Havzası
*Akşehir-Eber kapalı havzası .Bu havza kuzeybatı-güneydoğu istikametinde uzanan bir
külminasyon bölgesidir. Sultan dağları ile Emir dağları arasında yeralmaktadır. Akarçay
buraya döküldüğü için Akarçay havzası adı da verilmektedir.
*Konya Kapalı Havzası
-Göller Yöresi Kapalı Havzası
Türkiyenin gölleri
Abant
Acıgöl
Akşehir
Amik gölü
Avlan gölü
Bafa
Balık gölü
Beyşehir
Burdur gölü
Büyük çekmece
Çavuşçu
Çıldır gölü
Eber
Eğridir ( Eğirdir) :Tatlı su gölüdür.
Erçek
Gölhisar gölü
Hazapin gölü
Hazar gölü : Elazığ ilinde
İznik
Karagöl
Karamık
Ketsel gölü
Kovada
Köyceğiz
Manyas
Marmara
Nazik gölü
Nemrut gölü
Ova gölü
Salda gölü
300 km²
Sapanca
Sife (Seyfe) gölü
Suğla gölü
Söğüt gölü
Terkos
Tuz gölü
Ulubat (Apolyont)
Van gölü
Yumurtalık lagünü
TOPRAK KAYNAKLARI-KORUNMASI VE YÖNETĠMĠ
İnsanoğlunun tarım yapabilme şartlarından biri de toprağın mevcudiyetidir.Tüm koşullar
yerine getirilse bile ,şayet toprak mevcut değilse insan tarım yapamaz ve ihtiyacı olan bitkileri
yetiştiremez hale gelir.
Toprak jeolojik zamanlara göre kısa,insanoğlunun ömrüne kıyasla uzun bir zaman diliminde
oluşmuş bir materyaldir.Çeşitli nedenlerle bir mekandaki toprak varlığı ortadan kaldırılacak
olursa ,yerine yenisinin oluştuğu görmek insan ömrünün sınırlarının çok dışına taşar.
Toprakların ,yerkabuğunun ayrışması neticesinde oluştuğunu bilim bize göstermektedir.Bu
sebeple oluşması uzun zaman alsa bile , doğal kaynaklar arasında en önemlisi olan topraklara
yenilenebilir doğal kaynaklar kategorisi içinde yerverilir.
Toprağı ; yerkabuğunun ayrışmasıyla oluşmuş ,belirli ,fiziki,kimyevi ve biyolojik özelliklere
sahip ,üzerinde bitki yetişmesi ve tarım yapılması mümkün olan katı ve yerkabuğunu örten
katman olarak tanımlayabiliriz.
Hangisi olursa olsun bir doğal kaynaktan istifade etmek, korumak ve geliştirmek için onu
iyice tanımak zorundayız. Toprak gevşek ve kolayca işlenebilir bir materyaldir .Sert ve katı
olan anakayanın üzerinde yeralır ve bu anakayanın ayrışması ile oluşmuştur.Toprak gevşek
olma ve renk farkı gibi fiziki özellikleri ile ilk bakışta anakayadan hemen ayırt edilir.
Toprağın derinliği veya kalınlığı çok önemlidir.Toprağın kalınlığı veya derinliği denilince
yüzeyinde itibaren sert anakayaya kadar mesafe anlaşılır. Bu kalınlık birkaç cm den birkaç
metreye kadar değişir.
Dış faktörlerden aşındırıcı olanlar toprak üzerinde de etkilidirler. Korumasız kalan toprağı
bazen birkaç yıl süren bir zaman diliminde bazen de birkaç dakika içinde aşındırarak ortadan
kaldırabilirler. Bu olay kısaca erozyon kelimesiyle ifade edilir (erozyon Latince kökenli bir
kelimedir ve kemirme anlamına gelir (erodere) ).
Doğada , toprak oluşumu ile aşınma arasında bir denge vardır. Ancak burada kastedilen
aşınma erozyon değildir. Erozyon kısa sürede meydana gelen toprak aĢınmasıdır. Bu
anormal aşınmanın başlıca nedeni doğal bitki örtüsünün tahribidir. Likenler, yosunlar, otlar ve
ağaçlar bir örtü şeklinde toprağı muhafaza eder ve kökleriyle onu tutarlar.
Doğal bitki örtüsü insanlarca çeşitli amaçlara yönelik olarak tahribedilir. Bunların başında
tarla açmak ve yakacak temini gelir.Hayvancılık faaliyetleri onları takibeder.Ayrıca yerleşim
alanları ve yol yapımları da bitki örtüsünün büyük ölçüde ortadan kaldırılmasına neden olur
Eğim faktörü bitki örtüsünün tahribatıyla ele ele verince erozyon korkunç boyutlara erişir.
Düz bir alanda bitki örtüsünün tahribi ile (rüzgar erozyonu müstesna) önemli ölçüde bir
erozyon meydana gelmeyebilir. Fakat eğimli yamaçlardaki bitki örtüsünün ortadan
kaldırılması büyük çaplı erozyonlara yol açar ,Toprağı anakayaya kadar tamamen süpürür.
Hatta anakayaya intikal eder. Bu erozyonun önünü almak ve onarmak neredeyse mümkün
değildir.
Zayıf erozyonlarda,toprağın organik maddesini (humus) oluşturan kısım(O horizonu )
aşınır.Toprak besin maddelerince fakirleşir. Biraz daha ilerleyenlerde inorganik tuzları ihtiva
eden A ve B horizonları da ortadan kalkar .Bunun anlamı çözülmüş anakayanın ortaya
çıkması anlamına gelir ki artık bu kademe asıl toprak (solum) değildir.
Türkiye binlerce yıldan beri iskan edilmiş bir ülkedir. Bu süreç zarfında bitki örtüsü fazlasıyla
tahribedilmiştir. Buna ilaveten engebeli ve eğim değerleri yüksek relief özellikleri erozyonu
alabildiğine arttırmıştır.
Türkiyede erozyonun boyutları giderek büyümekte ve erozyon şiddetlenmektedir. Artan nüfus
nedeniyle tarım alanlarının genişletilmesinin mecburiyeti erozyon tehdidini sürekli bir hale
getirmektedir. Türkiyenin 1923 yılında yüzölçümünün % 55 i mera ve otlak idi. Tarım
alanlarına dönüştürüldüğü için bu oran bugün % 35 e inmiştir. Bu arazilerin bazıları az
eğimlidir. Fakat önemli bir bölümünün eğim değerleri yüksektir yani kazanılan tarım alanları
erozyon tehdidi altındadır. Şayet bu eğimli alanlarda uygun bitkilerin tarımı yapılmaz ve
uygun kullanım metodları tatbik edilmezse kısa zamandan elden çıkacağını söylemek olaya
olumsuz gözlerle bakma anlamına gelmemelidir.
Türkiyede bilim adamlarının yıllar önce araştırmalarıyla ortaya koydukları ve en kıymetli
doğal varlığımız olan topraklarımızın ortadan kalkmasını sonuç verecek böyle bir olayın
önüne geçmek için devlet olarak önlemler alınmaya çalışılmıştır.
Türkiye topraklarının envanteri 70 li yılların sonlarına doğru , Köyişleri Bakanlığı Toprak-Su
Genel Müdürlüğünün yürüttüğü çalışmalar sonucunda tamamlanmıştır. Etüd bulguları her
bir il için ayrı ayrı kitaplar halinde yayınlanmıştır.Mesela Balıkesir ilinin toprakları
,”Balıkesir Ġli Toprak Kaynakları Envanter Raporu” adı altında müstakil bir kitap halinde
yayınlanmıştır. Kitap halindeki bu rapora ekli toprak haritaları da mevcut olup bunlar 1/100
000 ölçekli paftalar halindedir. Toprak çalışmalarında ilk başvurulacak kaynaklar arasındadır.
Toprak ÇeĢitleri
Topraklar oluşumları göz önüne alınarak
1-taşınmış topraklar(Azonal, Alokton) ve
2-yerli topraklar (Zonal) olmak üzere
iki ana grupa ayrılmışlardır.
1-TaĢınmıĢ topraklar ayrışmış materyallerin dış faktörle tarafından taşınarak uygun
alanlarda biriktirilmesi neticesinde oluşmuşlardır. Alüvyal topraklar, kolüvyal topraklar,
lösler, moren menşeyli topraklar, kumul depoları üzerinde gelişmiş topraklar Azonal toprak
grupunun başlıca çeşitleridir.
a-alüvyal topraklar , alüvyal materyallerin pedojeneze maruz kalması ile oluşurlar. Bilindiği
gibi alüvyal materyaller kil boyutundan(0,002 mmden küçük unsurlar ) blok boyutuna (200
mm den, 20 cm büyük unsurlar) kadar olan tüm detritik unsurlardan oluşan bir yığışım yani
detritik bir depodur. Bu depolar yığıldıktan sonra geçen yeterli bir zaman süresi (birkaç
yüzyıl) onların toprağa dönüşmesini sağlar bu nedenle genç alüvyon yığınlarına toprak demek
doğru bir betimleme değildir. Alüvyal depolar zamanla iklimin etkilerine maruz kalır ve
ayrışır, iklim şartlarına göre yıkanır veya kalsifikasyona maruz kalır, üzerinde bitki örtüsü
tutunur, humus teşekkül eder, bünyesinde mikro ve makro fauna yaşamaya başlarsa,artık
toprak haline gelmiş demektir.
Alüvyal topraklar parçacıklı tekstürleri sebebiyle porozitesi yüksek, geçirimli, suyu
sızdırabilen ve iyi havalanabilen topraklardır. Bünyelerinde daha çok kum vardır. Çeşitli
kayaçlardan kopartılarak getirilmiş bulunan materyallerin ayrışması, bitki besin
elementlerince zengin bir toprağın oluşmasına sebeb olur. Kalker çakıllarının ayrışması
toprağa kalsiyumca zenginleştirken, mağmatik kayaç parçacıklarının ayrışması toprağa, Na,
K, Fe, Mğ, Al, elementlerini sağlar.
Deniz seviyesine yakın kıyı ovalarındaki alüvyal toprakların tabii drenejı kötü olduğundan bu
topraklarda tuz birikmesi olayı görülür. Bu sebeple bu topraklar tuzlu topraklardır ve bunlara
halomorfik alüvyal topraklar adı verilir. Sadece pamuk, domatesi gibi tuz toleransı yüksek
bazı tarım bitkilerinin yetiştirilmesine elverişlidirler.
Alüvyal topraklar yer altı suyu seviyesinin yüksek olduğu bazı sahalarda iyi havalanamazlar.
Bu nedenle asit reaksiyon gösterirler. Yer altı suyunun etkisine maruz kalmış olan bu çeşit
alüvyal topraklara hidromorfik alüvyal topraklar adı verilir.
Anamateryal özelliğine sahip olan diğer detritik depolar üzerinde de belirli bir zaman sonra
toprak oluşur. Sahil, nehir ve kara kumulları, önce doğal bitkiler tarafından stabilize edilir
belirli bir zaman sonra da toprağa dönüşür.
Buzulların bıraktıkları materyaller olan moren depoları da pedojeneze maruz kalarak toprak
haline gelir. Orta ve kuzey Avrupanın bir kısım topraklarının anamateryali moren depolarıdır.
Lös adı verilen topraklar kurak bölgelerden nemli bölgelere doğru esen rüzgarların çöllerden
kaldırarak nemli bölgeler yığdığı toz depolarından oluşmuş topraklardır. Bunlar sarımtrak
renkli çok ince materyalli ve porozitesi (gözenekliliği) yüksek topraklardır.
b-Kolüvyal topraklar
Tepe ve dağların eteklerinde gerek sel ve seyelan sularınca taşınan ve gerekse kütle
hareketlerine tabi olarak aşağılara sürüklenen kırıntılı materyallerin pedojeneze uğramıs
neticesinde hasıl olmuş topraklardır. Gözeneklidirler. Çeşitli cinsteki kayaç kırıntı ve
parçalarından oluşmuş depolar olduklarından, besin maddelerince zengin topraklardır. Suyu
sızdırmaları ve havalanmaları iyidir.
2- Yerli Topraklar (Otokton, Zonal)
Bu grupa giren toprakların anakayanın dış faktörler tarafından ayrıştırılması ile teşekkül
etmiştir. Topoğrafyada mostra vermiş bir anakaya atmosferik faktörler tarafından ayrıştırılır.
Yani havanın oksijeni, karbondioksiti ve nemi, kayacın yapısındaki minerallerle reaksiyona
girer. Bu kimyasal olaylara oksidasyon, hidrotasyon ve karbonasyon adı verilir.Ayrıca
havanın sıcaklığı, güneş ışınlarının direkt tesiri, donma ve çözülme olayları günlük sıcaklık
farkları kaya üzerinde fizki olayların gelişimine zemin hazırlar. Mineraller genleşir ve
büzülür. Neticede kaya fiziki olarak da parçalanır, çeşitli boyutlardaki parçalara ayrılır. Daha
sonraki evrede bitki kökleri kayaların çatlakları içine girerek ve asitler salgılayarak fiziki ve
kimyasal ayrışmaya katkıda bulunur. Böylece zamana bağlı olarak anakayanın üzerinde
toprak oluşmaya başlar, derinleşir ve horizonlar oluşur. Bu süreçte anlatıldığı şekilde gelişen
topraklara yerli topraklar denir. Bunların başlıca çeşitleri ve özellikleri aşağıda açıklanmıştır.
1-Podsolik topraklar atalayın topr coğr hariya bak.
Raporda Balıkesir ilindeki topraklar başlıca aşağıda belirtilen gruplar halinde toplanmışlardır:
1-Kireçsiz kahverengi topraklar
2-Kireçsiz kahverengi orman toprakları
3-Rendzinalar
4-Kırmızı –Kahverngi Akdeniz toprakları
5-Grumusollar (Vertisoller)
6-Kahverengi orman toprakları
7-Kolüvyal topraklar
8-Alüvyal topraklar
9-Hidromorfik alüvyal topraklar
Türkiye Arazi Kullanımı
Türkiye Arazi Kullanımı
Ziraat arazileri
%
Çayır mera
%
Ormanlar
%
Diğerleri
%
Toplam
%
36.1
30.6
28.3
5
100.0
ĠLLERĠMĠZĠN ZĠRAAT ARAZĠLERĠ VARLIĞI
İl
Yüzölçümü Ziraat arazisi (ha) İl yüzölçümüne
(ha)
oranı %
AYDIN
800 700 395 494
49.3
BALIKESİR
1 439 668 474 761
32.9
BURSA
1 081 954 429 599
39.7
ÇANAKKALE
973 690 338 094
34.7
KÜTAHYA
1 187 500 409 488
34.4
MANİSA
1 381 000 466 507
34.1
İZMİR
1 197 300 350 839
40.9
ADANA
*
YERALTI KAYNAKLARI (MADENLER, MADEN KAYNAKLARI)
Yeraltı Kaynakları sözcüğü ile,topoğrafya yüzeyinin altında bulunan cansız zenginlikler
anlaşılır.Ancak bazen topoğrafya yüzeyinde görülen bir kısım cansız kaynaklar da bu kategori
içine dahil edilirler.Aslında yeraltı kaynakları sözcüğünün ifade ettiği geniş mana ile
yerkabuğunun içinde veya yüzeyinde bulunan madenler kastedilmektedir.
Madenlerin pek çoğu topoğrafya yüzeyinin altında veya diğer bir deyişle yeraltında ve
yerkabuğunun içinde bulunmaktadırlar. Madenlerden önemli bir grupun oluşumu mağmatik
faaliyetlerle ilişkilidir.Bilindiği gibi mağma adı verilen ve yerkabuğunun altında yeralan
sıcak (1200 C º ) ve kıvamlı silikat (SiO2 ) karışımı madde pek çok elementi de içermektedir.
Hatta şöyle söylenebilir Bilinen hemen hemen bütün elementler mağma adı verilen maddenin
içinde bulunmaktadır.
Mağma yerkabuğunun yaptığı basıncın ağırlığı altında bulunduğundan,yarık ve çatlaklardan
yukarıya doğru yükselir hatta yeryüzüne çıkar. Mağmanın bu çıkış noktalarına volkan,çıkan
kızgın ve akıcı maddeye de lav denir.Lavlar soğuyunca bazalt adını verdiğimiz taşlar oluşur.
Mağma bir çok durumda yerkabuğunun içinde kalarak da soğur ve katılaşır.Bu takdirde
plütonik kayalar adını verdiğimiz ve başlıcalarını granitin oluşturduğu derinlik kayaları
meydana gelir. Altın, gümüş, bakır, demir, kalay, krom, kurşun vs.gibi bir çok metalik maden
de bu sırada oluşur.Biraz önce tüm elementlerin mağmanın bileşiminde bulunduğu
açıklanmıştı. Bunlar mağma içinde dağılmış olarak bulundukları zaman bir kıymet ifade
etmezler. Fakat bir araya gelip konsantre olurlarsa bu takdirde metalik bir maden yatağını
oluşturlar. Mesela bir altın madeninin oluşabilmesi için mağma içinde bulunan altın (Au )
elementinin bir araya toplanarak konsantre olması yani bir konsantrasyon oluşturması
gerekmektedir. Bu olay ancak mağma içindeki akıntı ve mağma içindeki konveksiyonal
hareketlerle mümkün olabilir İşte o zaman dağınık halde bulunan elementler birararaya
gelerek yoğunlaĢırlar (konsantre olurlar ) ve bir Altın (Au ) yatağı oluşur (Külçe
yataklar). Bazı demir, krom, platin yatakları da böyle oluşmuştur.
Bazı durumlarda da mağma kütlesi değdiği (kontakt) kayaçları sıcaklık nedeniyle değişime
uğratır ve onları assimile eder (içine alarak hazmeder) bu durumda komĢu kayaç adını
verdiğimiz kayaçların ihtiva ettiği elementler mağmaya geçer .Bir kısım mağma elementleride
komşu kayaç içine geçer böylece bir madde değiştokuşu (metasomatoz) olayı cereyen eder ve
bazı metalik maden yatakları oluşur. Mesela mağma kireçtaşlarına değecek olursa ,Ca CO 3
bileşimindeki kireçtaşında bulunan CO3 (karbonat) mağmaya geçer. Buna karşılık mağmadaki
demir kireçtaşına geçer ve demir karbonat (Fe CO3 ) =siderit adı verilen demir cevheri
minerallaeri teşekkül eder.
Bazı durumlarda mağmadan ayrılan mineral içerikli sıcak sular (hidrotermal),yarık ve
çatlaklar içine girerek oralarda soğuyarak içeriklerini çökeltebilirle.Bu takdirde maden
damarları oluşur.Mesela,gümüş damarı, kalay damarı gibi.altın damarı
*Maden yataklarının bir bölümü sedimantasyon olayları ile ilgilidir.Sıvı ortamlarda katmanlar
çökelirken,onlarla birlikte bazı mineraller de çökelir.Mesela şayet bir deniz ve göl suyu demir
içerikleri ,bakır içerikleri veya manganez içerikleri bakımından zengin ve doymuş durumda
ise bu takdirde demirli tortular (demirli sedimentler),bakırlı tortular,manganezli,fosfatlı
tortular katmanlarla beraber veya onlarla aratabakalı olarak çökelerek sedimanter kökenli
yatakları veya sedimanter kökenli metalik yatakları oluşturabilirler.Mesela bazı durumlarda
katmansı demir yatakları söz konusudur.Bunlar katman katman olurlar,katmanların arasında
bulunurlar.Limonit (2 Fe2 O3 .3H2 O) mineralinin oluşturduğu bir kısım demir cevheri
yatakları böyle teşekkül etmiştir.
Bazı metalik maden yataklarına topoğrafya yüzeyinde yığışımlar, depolar rastlanılır.Bunlar
kırıntılar halindedir.Bunların oluşumu,evvelce mevcut metalik bir yatağın dış kuvvetler
tarafından aşındırılıp,taşınması ve uygun yerlerde birikmesiyle oluşmuştur.Diyelimki bir
kalay damarı topoğrafya yüzeyinde mostra vermiş ve dış kuvvetlerin aşındırmasına maruz
kalmışsa,bu damardan koparılan parçacıklar aşınıp taşınrak müsait yerde birikirler ve bir
maden deposunu oluşturular.Bu kırıntı şeklindeki metalik maden yatağına plaser denir. Altın
plaserleri, kalay plaserleri, platin plaserleri, manyetit plaserleri, elmas plaserleri sık sık
rastlanan başlıca plaserlerdir.
Bazı yer altı kaynakları organik oluşumlar niteliğindedir. Bunların başlıcaları petrol ve
kömür adı altında toplanabilir. Sedimanter oluşumlardır. Petrol bir hidrokarbondur.Yani
kimyasal bileşimi karbon ve hidrojenden oluşmuştur.Mesela en basit bir örnek olarak metan
adı verilen ve CH4 kimyasal bileşiminde olan oluşuk gösterilebilir.Hidrokarbonların özelliği
yanıcı olmaları ve yüksek kalorili ısı enerjisi sağlamalarıdır.bu sebeple hem yakıt olarak hem
de hareket enerjisi sağlayan güç kaynağı olarak büyük öneme sahiptirler.
Kömür kimyasal olarak karbondur (C). Kömürler içerdikleri karbon oranına göre
sınıflandırılırlar ve adlandırılırlar. Karbon oranı en yüksek kömür antrasittir. Antrasitte
karbon oranı % 80-90 civarındadır. Karbon oranı % 80-70 civarında olan kömürlere
taĢkömürü veya maden kömürü (Steinkohle) adı verilir. Linyit adı verilen kömür
çeşitlerinin karbon oranı % 50-70 arasında değişir. Henüz oluşmakta olan kömürlere turba
denir. Bunların karbon oranları % 50 nin altındadır. Kömürlerin ana substansının
(maddesinin) bitkisel organizmalar olduğu kabul edilmektedir. Karbon oranı ne kadar yüksek
olursa kömürün kalorisi de o derece yüksek olur. Mesela antrasitlerin kalori miktarı 80009000 Kcal dır. Taşkömürü 7000-8000 arasındadır. Linyitlerde 6000 Kcal akadar çıkar.
Tıurbalarda 4500-5000 Kcaldir. Bir kg odunun kalori değeri 4500 dür.
Kömürler I. jeolojik zamandan güncel sedimanlara kadar her yaştaki arazide bulunabilirler.
Ancak taşkömürleri I. zaman linyitler ise III. Zaman katmanları arasında yerealırlar. Basınç,
sıcaklık ve tektonik olaylar bitkisel anamalzemenin karbonlaşma oranını arttırırlar.
Türkiye linyit yatakları bakımından zengindir. Çünki tersiyer arazi geniş yer kaplar.
Tablo. Türkiye BaĢlıca Linyit Yatakları
Jeoloji
Adı
Ġli
Beyşehir
Çan
Dodurga
Elbistan
Gediz
Gölbaşı
Adıyaman
Neojensedimanter
Horasan
Ilgın
Kangal
Karlıova
Köprübaşı
Mengen
Milâs
Oltu
Orhaneli
Orta
Saray
Seyitömer
Soma
Sorgun
Tufanbeyli
Tunçbilek
Yatağan
Balıkesir kömür yatakları
Metalik olmayan bazı yer altı kaynakları mesela bor tuzları, Klorür tuzları gibi bazı maden
yataklarının oluşumları da sedimanter yoldan dır. Bu gibi tuzlar eriyikçe zengin sıvı
ortamlarda sedimantasyon yoluyla teşekkül etmişlerdir. Eriyikçe zengin sıvı ortamlardan kasıt
tuz konsantrasyonu yüksek oranda olan (mesela ‰ 300 gibi) tuzlu, sodalı ve boratlı göllerdir.
Bu gibi eriyikçe zengin göllerde buharlaşmlar sonucundaki sedimantasyonlarla teşekkül etmiş
ve katmanlar halinde olan kayatuzu, bor tuzu, jips gibi metalik olmayan madenlere “evaporit”
adı verilmektedir. Bu terim Latince buharlaşma anlamına gelen evaporasyon kelimesinden
türemiştir.
Metalik Madenler
Altın yatakları
-mağmatik altın yatakları
-sedimanter altın yatakları
*İzmir-Bergama-Ovacık altın madeni
*Uşak Eşme-Ulubey Kışladağı Altın madeni
*Balıkesir küçükdere altın madeni
Metalik olmayanlar
Bor
Balıkesir
*Bigadiç
*Susurluk
Bursa
*Mustafakemalpaşa
Kütahya
*Emet
6-BĠYOLOJĠK KAYNAKLAR
Bunlar Doğal özellikleri ağırbasan bitki ve hayvan kaynaklarını içerirler. Bunları ormanlar,
meralar , av hayvanları ve su ürünleri olmak üzere dört grup halinde ale alarak incelemek
mümkündür.
6A) Ormanlar
6 B) Meralar
Doğal meralar hayvancılık faaliyetleri bakımından önemli olan doğal kaynaklardır. Mera
denilince sürekli veya mevsimlik olarak hayvan otlatılan doğal alanlar anlaşılır. Türkiyede alt
zonun step alanları, taban çayırları ve çalılık alanları ile üst zonun alpin çayırları doğal mera
alanlarıdır.
Türkiyede mera alanları sürekli olarak küçülmektedir. Bunun sebepleri mera alanlarının tarım
alanlarına, yerleşim alanlarına, sanayi alanlarına dönüştürülmesidir.
Aşağıdaki tablo mera alanlarının küçülmesi hakkında bir fikir verebilir.
yıl
Türkiye
yüzölçümüne oranı
% olarak
1928 55
1960 35.5
1970 27.8
2001 18.7
Mera bitkileri (mera vejetasyonu)
otlar
çalılar
Mera amenajmanı
6C) Av hayvanları
6D)Su ürünleri
HAVA KAYNAKLARI:
Hava kirliliği
Hava: meteorolojik şartların günlük durumudur. Ayrıca atmosferin gaz halindeki durumu da
anlaşılır. Tüm canlılar yaşamak için havaya muhtaçtırlar. Hava, atmosferin en alt katmanı
olan troposferin gaz halindeki karışımı anlaşılır. 1 m³lük bir troposfer hacminde yüzde
olarak 79 oranında azot gazı vardır. %21 ise oksijendir. Her ikisi hava adı verilen gaz
karışımının % 99 unu oluşturur. Geri kalan % 1 ise diğer gazlardan ve bazı partikül
cisimlerden oluşur. İnsanlar ve hayvanlar oksijen gazını solunurlar. Bu gaz onlar için hayati
bir ihtiyaçtır. Oksijen bitki ve hayvanların bünyesinde yavaş yanmayı sağlayarak kimyasal
enerjinin ısı enerjisine dönüşmesini sağlar. Bu enerji de potansiyel ve kinetik enerjiye
dönüşür. Vücut ısısı (37°C) yavaş yanma ile sağlanan bir enerjidir. Bitkiler oksijenin yanı sıra
CO² de kullanırlar. Oksijen ile solunum yaparlar (geceleri), gündüzleri ise karbondioksiti
kullanarak fotosentez yaparlar ve madde üretirler. Böylece topraktan aldıkları suyu,
atmosferden aldıkları CO² yi, güneş ışığını (enerjisini) kullanarak kimyasal maddelere
(kimyasal enerjiye çevirirler). Güneş ışığı elementlerin birbiri ile kimyasal bileşim meydana
getirmesini sağlar. Madde parçalanınca ısı enerjisi açığa çıkar.
Normal durumda hava kirli değildir.
Hava kirliği, beşeri etkinlikler neticesinde atmosfere co2, so2, co gibi insan sağlığına zararlı
gazlar ve yine insan sağlığına zararlı olup atmosferde asılı olarak kalan partiküllerin
salınmasıdır.
Jeomorfolojik olarak çanak şeklinde olan alanlarda, doğal bir olay olan sıcaklık terselmesi
(inversiyon) sırasında havanın durgun olması dolayısıyla bu maddelerin
lokal olarak
havanın birim hacmi içersindeki oranı artarak insan sağlığına zararlı hale gelir. Bu duruma
hava kirliliği denir. Atmosferde kuvvetli bir hava hareketi başlayınca (rüzgar oluşunca) bu
maddeler lokal olarak birikmiş oldukları alanlardan uzaklaşarak atmosferin içine dağılırlar ve
bu suretle hava kirliliği kendiliğinden ortadan kalkmış olur.
Bilhassa kış mevsiminde çanak şekilli alanlarda, atmosferin hareketlerinin durağanlaştığı
zamanlarda soğuma sisleriyle birlikte inversiyon olayları oluşurken lokal olarak hava kirliliği
hadiseleri meydana gelir.
*** Yrd. Doç. Dr. Süleyman SÖNMEZ

Benzer belgeler