Irak`tan Irak - Delizia Flaccavento

Transkript

Irak`tan Irak - Delizia Flaccavento
Delizia Flaccavento
Ir ak’tan Ir ak
V i a d a l l’ I r a q
Fa r from Ir aq
Delizia Flaccavento
Ir ak’tan Ir ak
V i a d a l l’ I r a q
Fa r from Ir aq
Una finestra sulla vita degli esuli iracheni di Istanbul
A window on the life of the Iraqi refugees of Istanbul
İstanbul’daki Iraklı mültecilerin hayatlarına açılan bir pencere
Text
Delizia Flaccavento
English translation
Delizia Flaccavento
English translation supervision
Lily Karen, Dusty Rose, Kathleen Marien
Turkish translation
Ayşegül Taşkent, Orhan Cem Çetin, Hasan Şenol, Ahmet Gündüz,
Nildeniz Seviner, Uğur Halil Karakullukcu, Rıza Tunç Özben
Turkish translation editor
Ayşegül Taşkent
Ir ak’tan Ir ak
Via dall’Ir aq Far from Ir aq © Delizia Flaccavento, 2009
All photos © Delizia Flaccavento, 2009
Libro fotografico destinato a raccogliere fondi per i rifugiati iracheni di Istanbul
www.turkvegavur.com
A fundraising photo book to benefit the Iraqi refugees of Istanbul
İstanbul’daki Iraklı mülteciler yararına bağış toplama amaçlı fotoğraf kitabı
Introduzione
Introduction
Önsöz
Ignorato dai media, nonostante le proporzioni tragiche, è
l’esodo di massa di iracheni cominciato nel 2003 e ancora
in corso. Secondo alcune stime, 2 milioni di persone
hanno lasciato il Paese e 2 milioni sono emigrate internamente dalle zone più pericolose, come Baghdad, al
relativamente più tranquillo Nord. Centinaia di migliaia
di iracheni si trovano in Siria, Giordania e Turchia in
attesa di ricevere asilo in Paesi occidentali con
programmi per i rifugiati (principalmente Stati Uniti,
Australia e Canada).
One of the most tragic consequences of the war in Iraq is
the mass exodus of Iraqis, which began in 2003 and has
continued to the present. According to some estimates,
2 million Iraqis have fled the country and 2 million have
moved from the most dangerous areas, such as Baghdad,
to the relatively safer North of the country. To date,
despite the huge numbers, the media has neglected the
problem. Hundreds of thousands of Iraqis are stranded
in Syria, Jordan and Turkey waiting to receive asylum in
Western countries running programs for refugees (mainly
the United States, Australia and Canada).
Irak’taki savaşın en trajik sonuçlarından biri de,
Iraklıların 2003’ten bu yana sürdürdükleri kitlesel
göçlerdir. Ülke sınırları içinde ve dışında yer değiştiren
Iraklıların sayısı 2 milyon kişiye ulaşmış bulunmaktadır.
Olağanüstü boyutlara ulaşan rakamlara karşın, medya
bugüne dek sorunu gözardı etmiştir.
The number of Iraqi refugees in Turkey is small if compared to Syria and Jordan; however, there are at least 20
thousand people, concentrated mainly in Istanbul. Iraqis
go to Turkey because it is easy to enter the country and because asylum applications are processed faster than in Syria
or Jordan. Turkey doesn’t accept non-European refugees.
For this reason, asylum applications are examined and
handled by UNHCR: the waiting time varies from a few
months to a few years. The nerve-wrecking wait is made
harder by the lack of work permits allowed and, for the
young generations, by the impossibility, due to language
barrier and other bureaucratic problems, to attend school.
Türkiye, Avrupa dışından mülteci kabul etmemektedir.
Bu nedenle sığınma başvuruları BM Mülteciler Yüksek
Komiserliği tarafından değerlendirilmekte, bekleme süresi
ise birkaç aydan birkaç yıla kadar değişebilmektedir.
Il numero di esuli iracheni in Turchia è piccolo rispetto a
Siria e Giordania, e tuttavia si contano almeno ventimila
persone, concentrate principalmente ad Istanbul. Gli esuli
iracheni arrivano in Turchia perché è facile entrare e
perché le domande di asilo vengono smistate più velocemente che in Siria o Giordania. La Turchia non accetta
rifugiati non europei. Per questo motivo, le richieste di
asilo vengono gestite dall’UNHCR: i tempi di attesa per i
rifugiati variano da qualche mese a diversi anni. L’attesa,
logorante, è aggravata dalla mancanza di permesso di
lavoro e dal fatto che i giovani, per via della barriera
linguistica e di altri problemi burocratici, non hanno
accesso alla scuola pubblica.
Stati Uniti, Australia e Canada sono i Paesi che accettano
il più alto numero di rifugiati, ma si tratta comunque di
poche decine di migliaia all’anno, contro le centinaia
di migliaia ancora in attesa che la propria vita esca dal
limbo dell’incertezza.
The United States, Australia and Canada are the Western
countries accepting the highest number of Iraqi refugees,
but it is just a few thousand every year, while hundreds of
thousands keep waiting for their life to be taken out of the
limbo of uncertainty.
Il bisogno di stabilità è ben riassunto dalle parole del
quattordicenne Ninab: “Ho visto tutti i miei amici arrivare e partire, ma la mia famiglia è ancora qui. Le nostre
richieste di asilo sono state rifiutate. Nessuno ci ha dato
una spiegazione. Parlo Turco e amo Istanbul, ma qui sono
di passaggio e non vedo l’ora di cominciare una nuova
vita in qualsiasi Paese decida finalmente di accettarci.”
The need for stability is well expressed in the words of 14year-old Ninab: “I’ve seen all my friends arrive and leave,
but my family is still here. All our asylum applications
have been rejected, we don’t know why. Nobody has given
us an explanation. I speak Turkish, I love Istanbul, but we
are temporary here and I cannot wait to start a new life in
any country which will finally accept us.”
Yüzbinlerce Iraklı bugün Suriye, Ürdün ve Türkiye’de
yaşamakta, başta ABD, Avustralya ve Kanada olmak üzere, mülteci programları yürüten Batılı ülkelere sığınma
hakkı elde etmek için beklemektedirler.
Göçmenlerin çalışma izinlerinin olmaması ve genç
kuşaklar için de hem lisan engeli hem de bürokratik
sorunlardan dolayı okula devam etmenin olanaksızlığı,
tahammül sınırlarını zorlayan bekleme sürecini daha da
zorlaştırmaktadır.
ABD, Avustralya ve Kanada, en yüksek sayıda Iraklı
mülteciye kapılarını açan Batılı ülkelerken, bu sayı her yıl
yalnızca birkaç bin ile sınırlıdır. Öte yanda, yüz binlerce
insan hayatlarının belirsizlik çemberinden sıyrılmasını
çaresizce beklemeye devam etmektedirler.
14 yaşındaki Ninab’ın sözleri, istikrar özlemini çok
iyi dile getirmektedir: “Tüm arkadaşlarımın buraya
gelmelerine, daha sonra da burayı terk etmelerine tanık
oldum. Benim ailem ise hâlâ burada. Tüm sığınma
başvurularımız reddedildi. Nedenini bilemiyoruz. Kimse
bize bir açıklama yapmıyor. Ben Türkçe biliyorum ve
İstanbul’u da çok seviyorum ama biz burada gelip geçiciyiz. En sonunda bizi kabul edecek herhangi bir ülkede
yeni bir hayata başlamak için sabırsızlanıyorum.”
David e i suoi fratelli sono sempre insieme. Timidamente, chiedevano che scattassi loro qualche foto. Silenziosi sono arrivati, silenziosi sono partiti.
David and his brothers are always together. They shyly asked to have their picture taken. They came quietly, they left quietly.
David ve kardeşleri her zaman birlikteydiler. Utanarak , fotoğraflarını çekip çekemeyeceğimi sordular. Sessizce gelip, sessizce gittiler.
4
David and his brothers
La famiglia di David ha avuto da subito problemi economici ad Istanbul. Non potendo
permettersi l’affitto e le spese giornaliere, ha dovuto fare ritorno in Iraq. Da allora, nessuno
ne ha avuto notizie.
David’s family struggled in Istanbul since the day they arrived. Unable to afford rent and
living expenses, they had to return to Iraq. There are no news of them after they went back.
David’in ailesi Istanbul’a geldikleri günden itibaren mücadele etti. Kira parası ve yaşam
masraflarına güçleri yetmedi ve Irak’a geri dönmek zorunda kaldılar. Geri döndükten sonra
kendilerinden hiç haber alınamadı.
Anche quando sorrideva, Yousef sorrideva con tristezza. Cercava spesso lo sguardo della nonna, che non lo perdeva di vista e lo rassicurava.
Even when he smiled, Yousef smiled with a little sadness in his eyes. He often looked out for his grandmother, who was always there to keep an eye on him and reassure him.
Gülümsediğinde bile, gözlerinde biraz hüzün vardı Yusuf’un. Bakışları hep kendisini koruyup kollayan büyükannesini arıyordu.
6
Yousef
Il padre di Yousef è stato ucciso in Iraq perché cristiano. Come migliaia di altri iracheni,
cristiani e musulmani, la famiglia di Yousef è venuta ad Istanbul nella speranza di
trovare asilo altrove.
Yousef’s father was killed in Iraq because he was Christian. Like thousands of other
Iraqis, Christian and Muslim, Yousef’s family came to Istanbul in the hope to get
refugee status elsewhere.
Yusuf’un babası Irak’ta Hristiyan olduğu icin öldürüldü. Yusuf’un ailesi de, Hıristiyan ve
Müslüman binlerce diğer Iraklı gibi başka bir ülkeye iltica etme ümidiyle Istanbul’a geldi.
“Kaddisha, Kaddisha, Kaddisha”, “Santo, Santo, Santo”, è la parola che risuona più spesso durante la messa, che è soprattutto cantata.
“Kaddisha, Kaddisha, Kaddisha”, “Holy, Holy, Holy”, is the word reverberating during the mass, which is mainly sung.
Ayin sırasında tekrar tekrar yankılanan melodik söz, “Aziz Aziz Aziz’di.”
8
Sunday Mass
Il 60% degli iracheni di Istanbul è cristiano. Durante il regime di Saddam Hussein, le
minoranze cristiane avevano piena libertà di culto, ma, dopo l’invasione americana, sono
cominciate minacce e persecuzioni: i negozi appartenenti a cristiani vengono distrutti e le
donne costrette ad indossare il velo islamico.
Around 60% of the Iraqis of Istanbul are Christian. Christian minorities used to enjoy
freedom of cult during Saddam Hussein’s regime, but, after the American invasion, they
started to be threatened and persecuted, their businesses have been destroyed and women
have been forced to wear the hijab.
İstanbul’daki Iraklı mültecilerin yaklaşık %60’ı Hıristiyan. Hıristiyan azınlıklar, Saddam
Hüseyin yönetimi sırasında ibadet özgürlüğüne sahiptiler. Ancak, Amerikan işgalinden
sonra tehdit edilmeye, baskı ve zulüm görmeye başladılar. İş yerleri tahrip edildi ve
kadınlar örtünmeye zorlandılar.
Dalla quantità di nero indossato, dalle lacrime e dai lamenti è facile capire chi ha appena perso un figlio, un fratello, un genitore in Iraq.
From the amount of black worn, from the sighs and the tears it is easy to understand who has just lost a child, a brother or a parent in Iraq.
Siyah giyenlerin artmasından, iç çekmelerden ve gözyaşlarından, kimin Irak’ta ailesinden birini kaybettiği hemen anlaşılıyordu.
10
Christianity in tr ansition
I cristiani iracheni sono tra i primi seguaci di Gesù. Sono principalmente caldei e assiri. La loro lingua liturgica è
l’Aramaico, la lingua parlata da Gesù. Prima dell’occupazione americana, i cristiani in Iraq erano un milione su una
popolazione di 17 milioni (circa il 6%). L’operazione Iraqi Freedom ha determinato la fine della libertà di culto. Se
l’esodo continua, i cristiani scompariranno del tutto da una terra che è stata anche loro sin dall’inizo del Cristianesimo.
Iraq’s Christians are among the oldest in Christianity. They are mainly Chaldean and Assyrian. Their liturgical language is Aramaic, the language spoken by Jesus. Before the American occupation, in Iraq there were around a million
Christians out of a population of 17 million (6% of the total population). The Operation Iraqi Freedom has brought the
freedom of worship to a dramatic end. The result is the exodus of most of Iraq’s Christians, who might soon disappear
from a land that was also theirs for two thousand years.
Kökleri esasen Keldanilere ve Asurlulara dayanan Iraklı Hıristiyanlar, Hıristiyan dünyasının en eskileri arasındadır.
İbadet dilleri, İsa’nın da konuştuğu Arami dilidir. ABD işgalinden önce Irak’ta 17 milyon toplam nüfus içinde yaklaşık
bir milyon (%6) Hıristiyan bulunuyordu. Irak’a Özgürlük Harekatı inanç özgürlüğüne kesin olarak son vermiş, sonuçta
Iraklı Hıristiyanların büyük bir bölümü ülkeyi terk etmiştir. İki bin yıldır Irak topraklarının ortak sahibi olan bu insanlar
yakında tümüyle ortadan kaybolabilirler.
Alina è cresciuta ad Istanbul e parla il Turco di strada imparato per cavarsela nel suo quartiere, tra i meno sicuri della città.
Alina grew up in Istanbul and speaks the street Turkish she had to learn to survive in her neighborhood, which is in one of the unsafe areas of the city.
Alina İstanbul’da büyüdü. Konuştuğu Türkçe, İstanbul’un pek tekin olmayan mahallesinde yaşama savaşı vermiş bir çoçuğun sokak Türkçesi.
12
Alina
A febbraio 2009, dopo aver trascorso quattro anni e mezzo ad Istanbul, Alina è partita con la famiglia
per Sydney. Durante la sua ultima messa domenicale ad Istanbul, era tra i chierichetti.
In February 2009, after spending four and a half years in Istanbul, Alina and her family left for Sydney,
Australia. In the last mass she attended in Istanbul, she was an altar girl.
Alina ve ailesi İstanbul’da geçirdikleri dört buçuk yılın ardından, Şubat 2009’da Avustralya’nın
Sidney şehrine göç ettiler. İstanbul’da katıldığı son ayinde Alina, mihrap kızı olarak görev yaptı.
Una volta in chiesa, accanto ad una statua, ho trovato un bigliettino con scritto, in Arabo: “Ogni giorno ricordo a me stesso che Dio mi ama.”
Once, in the church, by a statue, I found a note in Arabic saying: “Every day I remind myself that God loves me.”
Bir defasında kilisedeki bir heykelciğin yanında Arapça yazılı şu notu buldum: “Her gün Tanrı’nın beni sevdiğini ke ndime hatırlatıyorum.”
14
Rosary
La Chiesa di Sant’Antonio, sulla Istiklal Caddesi, nel cuore di Istanbul, ha dato la propria
cripta ai rifugiati iracheni. La messa viene celebrata la domenica e nei giorni di festa.
Specialmente per le donne anziane, la messa domenicale è l’unica occasione per uscire di
casa e partecipare alla vita della comunità.
Saint Anthony Catholic Church on Istiklal Caddesi, in the heart of Istanbul, has given its
crypt to the Iraqi refugees. Masses are held every Sunday and on religious feast days.
Especially for older women, the Sunday mass is the only occasion to get out of the house
and live community life.
İstanbul’un kalbinde, İstiklal Caddesi’nde yer alan St Antoine Katolik Kilisesi, Iraklı
mültecilere kucak açmıştır. Pazar günleri ve kutsal günlerde ayinler düzenlenmektedir.
Pazar ayinleri özellikle yaşlı kadınların evden çıkmaları ve topluluğa karışmaları
için yegane fırsattır.
Ho scelto questa foto per la copertina, perché parla di bambini, di famiglia, di tristezza e di lutto.
I chose this image as the cover photo, because it talks of children, of family, of sadness and of mourning.
Bu fotoğrafı kapak fotoğrafı olarak seçtim çünkü çocukları, aileyi, hüznü ve yası anlatıyor.
16
Yousef and Habiba
Yousef, i suoi fratelli ed i suoi cugini vivono con la nonna Habiba. Dopo aver passato più di
un anno ad Istanbul, l’intera famiglia è adesso a Detroit, in Michigan.
Yousef, his brothers and his cousins live with their grandmother Habiba. The family, who
spent over a year in Istanbul, is now in Detroit, MI.
Yusuf, kardesleri ve yeğenleri büyükanneleri Habiba ile yaşıyor. Aile, İstanbul’da geçirdiği
bir yılın ardından Detroit, Michigan’a taşındı.
Il clima che si respira durante i corsi di orientamento culturale al Paese di adozione è di estrema rilassatezza per avere finalmente la certezza di poter ricominciare una vita normale.
The atmosphere at the cultural orientation courses is very relaxed: it is just a matter of days before the refugees will be able to start a normal life again.
Kültürel kaynaşma kursundaki hava son derece sakin ve rahat; mültecilerin yeni bir hayata başlamalarına günler kalmış.
18
Getting ready for the U.S.
Finanziata dal Dipartimento di Stato Americano, la International Catholic Migration Commission si
occupa di domande di asilo negli Stati Uniti. Poco prima di partire, le famiglie ricevono un corso di
orientamento, che ha lo scopo di insegnare regole e costumi americani e differenze tra Iraq e Stati
Uniti, così da attenuare lo shock culturale dei rifugiati.
Funded by the United States Department of State, the International Catholic Migration Commission
processes refugee applications for resettlement to the United States. Upon departure, ICMC offers
an orientation course for adults and a lighter one for children, so that the refugees can be aware of
American rules and customs and of some cultural differences between their country of origin
and their country of adoption.
ABD’ye yapılan sığınma başvurularını, Birleşik Devletler Eyalet Biriminden aldığı finansal
destekle,Uluslararası Katolik Göçmen Komisyonu yürütmektedir. Gitmeden evvel ICMC,
(Uluslararası Katolik Göçmen Komisyonu) iltica eden yetişkinlerin ve çocukların Amerikan
kurallarını, anavatanlarıyla göç ettikleri ülke arasındaki adetleri ve kültürel farklılıkları
anlamaları için bir eğitim vermektedir.
Una signora anziana vive in questa casa. Il marito è morto in seguito ad un attacco di cuore poco dopo l’arrivo ad Istanbul, e lei sbarca il lunario facendo pulizie.
An old lady lives in this house. Her husband died of a heart attack shortly after they arrived in Istanbul and she barely gets by cleaning homes.
Bu evde yaşlı bir kadın yaşıyor. Kocası, İstanbul’a gelmelerinden kısa bir sure sonra kalp krizinden hayatını kaybetmiş. Yaşlı kadın temizlikçilik yaparak zar zor hayatını geçindiriyor.
20
Dilapidated homes
Ad Istanbul, gli iracheni vivono principalmente nella zona Kurtuluş/Dolapdere. Famiglie di
5/6 persone sono costrette a stare in appartamenti con una o due stanze in zone tra le meno
sicure della città. Famiglie senza un uomo a capo sono particolarmente vulnerabili e pagano
più di 400 lire turche al mese per appartamenti invivibili.
The Iraqis of Istanbul live mainly in Kurtuluş/Dolapdere. Families of 5 or 6 people have to
share one-bedroom apartments in some of the unsafe areas of the city. Families lacking a
male member are especially vulnerable and often pay a rent of 400 or more Turkish Lira a
month for unlivable places.
İstanbul’daki Iraklılar çoğunlukla Kurtuluş/Dolapdere bölgesinde yerleşiktir. 5 ya da 6
kişilik aileler, kentin güvenlik düzeyi düşük semtlerinde 1+1 odalı apartman dairelerinde
yaşamaya çalışıyorlar. Erkek birey olmayan aileler daha fazla risk altındayken, yaşam
koşullarının son derece düşük olduğu mekanlara 400 TL ya da daha fazla kira ödemek
zorunda kalıyorlar.
Khawa ha cercato due volte di passare il confine tra la Turchia e la Grecia: entrambe le volte è stata presa e rispedita ad Istanbul.
Twice Khawa tried to cross the border between Turkey and Greece: both times she was stopped and sent back to Istanbul.
Khawa, Türkiye Yunanistan sınırını iki kez geçmeye çalıştı. Her defasında durduruldu ve İstanbul’a geri gönderildi.
22
Khawa
A Baghdad, Khawa era una parrucchiera di successo. Tre anni fa, un gruppo islamico le ha bruciato
il negozio, sostenendo che è contro il volere di Allah cambiare i tratti femminili con tagli di capelli e
trucco, ed intimandole di convertirsi all’Islam e di indossare il velo. Poco dopo, Khawa e sua figlia,
all’epoca dodicenne, hanno fatto le valigie e hanno lasciato il Paese.
Khawa used to own a successful hairdresser shop in downtown Baghdad. Three years ago, an
Islamic group burned her shop, claiming that it was against Allah’s will to change the features of
women through hair cuts and make up. They also intimated her to convert and start wearing the
hijab. Khawa and her then 12 years old daughter packed up their belongings and left.
Khawa’ nın Bağdat şehir merkezinde tanınmış bir kuaför dükkanı vardı. Üç yıl önce İslami bir grup,
kadınların makyaj ve saç kesimi vasıtasıyla Allah’ın rızasına karşı çıktığını bahane ederek dükkanını
yaktılar. Ayrıca kendisine türban takarak örtünmesi ve din değiştirmesi için baskı uygulamaya
başladılar. Khawa ve o zamanlar 12 yaşında olan kızı herşeyi toplayıp şehri terk etti.
La Scuola Don Bosco è una miniera di ritratti. I bambini gridano di continuo “Sora! Sora!”: “Una foto! Una foto!”
The Don Bosco School is a mine of portraits. Children keep shouting “Sora! Sora!”: “One photo! One photo!”
Aziz Bosco Okulu adeta bir portre madeni. Çocuklar sürekli “Sora Sora! Bir foto Bir foto” diye bağırıyorlar.
24
At Don Bosco
I Padri Salesiani di Istanbul hanno approntato la Scuola Don Bosco per bambini e adolescenti dai 4 ai 16 anni. Circa 250
studenti frequentano la scuola, che, insieme alla Chiesa di Sant’Antonio, è diventata il principale punto di riferimento
della comunità irachena. Con risorse economiche limitate, lo scopo è di tenere lontano dalla strada i più giovani e di
insegnare la lingua che servirà loro una volta accettati come rifugiati: l’Inglese.
The Salesian Fathers of Istanbul have set up the Don Bosco School for Iraqi refugee children. There is a kindergarten class and first to fourth classes, according to the English level of the students, who are aged 6 to 16. Around 250
students attend the school, which, together with Saint Anthony Church, has become the main reference point for the
community. With limited funding available, the school aims to keep children and teenagers away from the streets and
to teach them the language they will need once they are accepted as refugees: English.
İstanbul Salesyen Papazları, Iraklı mülteci çocukları için Aziz Bosco Okulu’nu açmışlardır. Okulda bir ana sınıfı ve
yaşları 6 ile 16 arasında değişen öğrencilerin İngilizce seviyelerine göre devam ettikleri birden dörde kadar sınıflar
bulunmaktadır. Yaklaşık 250 öğrencisi olan okul, St Antoine Kilisesi ile birlikte cemaatin başlıca buluşma noktası
haline gelmiştir. Sınırlı maddi olanaklara sahip olan okulun amacı çocukları ve gençleri sokaklardan uzak tutmak ve
sığınma hakkına sahip olduklarında ihtiyaç duyacakları dili, yani İngilizceyi onlara şimdiden öğretmektir.
Ho fatto molte foto a bambini ed adulti davanti al Topolino che qualcuno ha disegnato nel cortile della scuola, ma il ritratto di Livi è il più intenso. Mi chiedo spesso come stia e cosa
faccia adesso in Iraq.
I have taken many photos of children and adults in front of the Mickey Mouse somebody drew in the school’s courtyard, but Livi’s portrait is the most intense. I often wonder how he
is and what he is doing back in Iraq.
Okulun avlusundaki duvara birisinin çizdiği Mickey Mouse’un önünde birçok çocuğun ve yetişkinin fotoğrafını çektim. Ama Livi’nin portresi, en içten olanı. Çoğu zaman nasıl
olduğunu ve Irak’ta ne yaptığını merak ediyorum.
26
Livi
Livi ha fatto ritorno in Iraq. Durante la permanenza ad Istanbul, ha frequentato la Scuola Don
Bosco con sua sorella e i suoi due fratelli minori. Livi ha qualche problema di apprendimento,
e gli insegnanti hanno fatto il possible, con le risorse limitate che hanno, per aiutarlo.
Livi is back to Iraq. He used to attend Don Bosco School with his younger sister and his two
younger brothers. Livi has a slight learning disability and school staff did what they
could, with the limited resources they have, to help him.
Livi Irak’a döndü. Kız kardeşi ve iki küçük erkek kardeşiyle Aziz Bosco Okulu’na gidiyordu.
Livi’nin ufak bir öğrenme güçlüğü sorunu vardı. Okul personeli ona sınırlı imkanlarıyla da
olsa ellerinden gelen yardımı gösterdi.
Aydin ha sorriso quando gli ho dato una copia del suo ritratto. “Sono io”, mi ha detto con orgoglio e subito si è rifatto serio.
Aydin smiled when I gave him a copy of his portrait. “It’s me”, he told me proudly, and immediately became very serious again.
Aydın, ona fotoğrafını verdiğimde bana gülümsedi. “Bu benim” dedi gururla ve hemen ardından yine ciddiyete büründü.
28
Aydin
La famiglia di Aydin spera di andare in America o in Australia. Le domande di asilo cominciano con la registrazione
presso l’UNHCR di Istanbul. Tra i Paesi con programmi per rifugiati, ci sono Stati Uniti, Australia, Canada e Svezia.
L’attesa varia da qualche mese a qualche anno. Capita che, dopo 3 o 4 anni di attesa, le richieste di asilo vengano rifiutate.
Aydin’s family is hoping to go to the U.S. or to Australia. Asylum applications begin upon registering with the UNHCR
Istanbul office. Countries accepting Iraqi refugees include the United States, Canada, Australia and Sweden. The wait
in Istanbul ranges from months to years. It is not uncommon that, after waiting 3 or 4 years, asylum seekers see
their application rejected.
Aydın’ın ailesi ABD veya Avustralya’ya göç edebilmeyi umuyor. Birleşik Devletler, Kanada, Avustralya ve İsveç, Irak’tan
sığınma başvurularını kabuleden ülkeler arasında yer alır. Sığınma başvurusunun ilk aşaması, BM Mülteciler Yüksek
Komiserliği’nin İstanbul bürosu tarafından kayıt altına alınmaktır. İstanbul’daki bekleyiş aylar ya da yıllar boyunca
sürebilir. Üstelik 3 ya da 4 yıl bekleyişten sonra başvuruları reddedilen ailelerin sayısı az değildir.
Quando gli ho detto che stavo lavorando ad un progetto suı rifugiati iracheni, Padre Rodolfo mi ha solo risposto: “La scuola è lì, le lezioni cominciano a mezzogiorno e finiscono alle quattro.”
When I told him that I was working on a project on the Iraqi refugees, Father Rodolfo just said: “The school is there, lessons start at midday and finish at four.”
Kendisine, Iraklı mülteciler ile ilgili bir proje üzerinde çalıştığımı söylediğim zaman Peder Rodolfo bana sadece: “Okul orada, derslen öğlen başlar 4’te biter” dedi.
30
Padre Rodolfo
Padre Rodolfo Antoniazzi, un salesiano italiano, è il fondatore e direttore della Scuola Don Bosco.
Quando è nei paraggi, anche i bambini più vivaci stanno in silenzio. Tutti gli insegnanti e i bidelli
della scuola sono iracheni. Questo consente ai bambini di comunicare nella propria lingua madre e
ad alcune famiglie di avere un introito regolare. Lo stato di rifugiati temporanei e la barriera
linguistica rendono quasi impossibile trovare lavoro presso aziende turche.
Father Rodolfo Antoniazzi, a Salesian priest from Italy, is the founder and principal of the Don
Bosco School. Even the liveliest children keep quite when he is around. All the school staff is Iraqi.
This allows the young students to communicate with the teachers in their Arabic mother tongue and
gives some Iraqi families a regular source of income. The temporary refugee status and the language
barrier make it impossible for Iraqis to find a regular job for Turkish companies.
Aziz Bosco Okulu’nun kurucusu ve müdürü olan Rodolfo Antoniazzi İtalyan Salesyan topluluğuna
bağlı bir Pederdir. En hareketli çocuklar bile o etrafta olduğunda sessizliklerini koruyorlar. Bütün
okul personeli Iraklı. Bu durum genç öğrencilere, öğretmenleriyle ana dilleri olan Arapçayı
konuşma fırsatı veriyor ve Iraklı ailelere düzenli geçim kaynağı sağlıyor. Geçiçi mülteci olma
hali ve dil sorunu Iraklıların Türk şirketlerinde iş bulmalarını imkansız hale getiriyor.
Fa tenerezza vedere nonne e madri sedute in vecchi banchetti di legno con figlioletti e nipotini: insieme, cercano di imparare l’alfabeto latino.
It gives a sense of warmth and tenderness seeing mothers and grandmothers sitting at small, old wooden desks: together, they learn the Latin alphabet.
Anneleri ve büyükanneleri küçük , eskimiş tahta sıralarda oturup Latin harflerini öğrenirken görmek , bir nevi sıcaklık ve şefkat duygusu uyandırıyor.
32
Heaven
Nella classe d’asilo, Habiba aiuta il nipotino Heaven ad imparare l’alfabeto inglese che lei
stessa ha imparato nelle classi per adulti che la Scuola Don Bosco offre un’ora al giorno.
Durante le lezioni, alcune madri stanno in classe con i propri bambini più piccoli.
In the kindergarten class, Habiba helps her grandson Heaven to learn the English alphabet
she has learned at the adult classes Don Bosco School offers one hour a day. Some mothers
stay in class with their youngest children.
Habiba yetişkinler için hergün sunulan bir saatlik ingilizce dersinden öğrendiklerinin
yardımıyla, anasınıfında torunu Heaven’ın İngiliz alfabesini öğrenmesine yardımcı
oluyor. Bazı anneler sınıflarda ufak yaştaki çocuklarıyla birlikte derse katılıyorlar.
Ziad è tra i monelli della scuola, spesso rimproverato, altrettanto spesso punito, sempre e comunque di buonumore.
Ziad is one of the naughtiest children at Don Bosco: often told off by the teachers, he is always in a good mood after all.
Ziyad, Aziz Bosco Okulunun en yaramaz çocuklarından. Öğretmenler tarafından azarlansa da, onun keyfi hep yerinde.
34
Ziad and co.
Ziad (all’estrema sinistra) e tutti i bambini della Scuola Don Bosco sono felici di ricevere
visite. Il sabato, volontari dell’associazione Family Educational Association aiutano gli
studenti a migliorare l’Inglese.
Ziad (far left) and all the children at Don Bosco School enjoy the presence of international
people. On Saturdays, volunteers from the Family Educational Association help students
improve their English language skills.
Ziyad (en soldaki) ve Aziz Bosco Okulu’ndaki diğer çocuklar yabancıların varlığından
hoşlanıyor. Cumartesi günleri Aile Eğitim Birliği’nden gönüllüler, okuldaki çocukların
İngilizcelerini geliştirmelerine yardımcı oluyor.
Non so perché Farah piangesse quel giorno. Appena ho cominciato a scattare, ha ricominciato a sorridere.
I don’t know why Farah was crying that day. As soon as I started taking photos of her, she started smiling again.
O gün, Farah’ın neden ağladığını bilmiyorum. Fotoğraflarını çekmeye başladığım an, Farah da tekrar gülümsemeye başladı.
36
Far ah
Farah viene da Baghdad. Si trova ad Istanbul da un anno. Ha tre sorelle ed un fratello. La
famiglia è ancora in attesa di sapere se la propria richiesta di asilo sia stata accettata. Ci si
può appellare ad un eventuale rifiuto due volte, dopodiché le uniche alternative sono tornare
in Iraq o rimanere in Turchia illegalmente.
Farah is from Baghdad. She has been in Istanbul for over a year. She has three sisters and
one brother. They are still waiting to hear about their application. If rejected, families can
apply again. After the third rejection, applicants lose the right to apply again and have no
other option than going back to Iraq or staying in Turkey illegally.
Farah bir yılı aşkın zamandır İstanbul’da yaşayan Bağdatlı bir kız. Farah ile üçü kız,
biri erkek olan dört kardeşi hala ailelerinin başka bir ülkeye yerleşmek için yaptıkları
başvurunun cevabını bekliyor. Ailelerin bu hakkı elde edebilmek için üç kez başvuruda
bulunma olanakları var. Eğer ailelerin yaptığı üçüncü başvuru da reddedilirse bu insanların
Irak’a dönme ya da İstanbul’da yasadışı bir şekilde yaşamaktan başka çaresi kalmıyor.
I bambini spesso si avvicinavano all’obiettivo come per esaminarlo, giovani e adulti, invece, mi chiedevano di scattar loro una foto e subito facevano qualche passo indietro.
Children often got close to the lens as if they were examining it, but when teenagers and adults asked me to take their photos, they immediately stepped back from my camera.
Çocuklar çoğu zaman, anlamak istercesine objektife yaklaşıyorlardı ama ne zaman kendilerinden yaşça büyük biri benden fotoğrafını çekmemi istese hemen fotoğraf makinemden uzaklaşıyorlardı.
38
Delava
La famiglia di Delava si trova al momento ad Afyon, una delle 26 città satellite che il governo turco ha selezionato per la
sistemazione temporanea dei rifugiati. Dopo essersi registrati presso l’UNHCR, ai rifugiati viene assegnata una città di residenza:
se continuano a stare ad Istanbul e la loro residenza è altrove, ricevono pesanti multe, che devono pagare,
insieme alla tassa di residenza di 600 lire turche all`anno a persona, per poter essere autorizzati a lasciare la Turchia.
Soprattutto i cristiani preferiscono pagare multe che vivere in città turche senza una comunità irachena alla quale
appoggiarsi e senza una chiesa da frequentare.
Delava’s family is currently waiting in Afyon, which is one of the 26 satellite cities the Turkish government has designated to
temporarily receive Iraqi refugees. After registering with UNHCR, the refugees are assigned a city of residence: if they keep
living in Istanbul although their residence is elsewhere, they receive expensive fines, which they need to pay in full, together with
the residency fee of 600 Turkish lira per person per year, in order to be allowed to leave the country. Especially the Christians
prefer being fined than living in Turkish cities where they don’t have an Iraqi community to turn to for help or a church to go to.
Delava’nın ailesi şu anda Türk hükümetinin, mültecilerin geçici olarak barınabileceğini belirttiği 26 şehirden biri olan Afyon’da
bekliyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne başvuran mültecilere, Türkiye içinde yaşayacakları bir şehir tayin edilir.
Mülteciler kendilerine gösterilen bu şehir yerine İstanbul’da ikamet etmeye devam ederlerse ki geçirdikleri her yıl için kişi
başına 600 TL ödemek zorundalar, ikamet parasının yanında ağır para cezalarına çarptırılırlar ve bu cezaları eksiksiz olarak
ödemeden ülkeyi terk etmelerine izin verilmez. Özellikle Hıristiyan mülteciler, yardım alabilecekleri diğer Iraklıların ya da
gidebilecekleri bir kilisenin bulunmadığı şehirlerde yaşamaktansa, para cezasına katlanarak İstanbul’da yaşamayı yeğliyorlar.
Le lezioni di disegno finivano spesso con un ritratto di classe e con l’invito a scegliere i disegni migliori: sono andata abbastanza spesso da premiare tutti gli alunni della “Prima B.”
The drawing classes often ended with a class portrait and with the invitation to pick the best drawings: I went often enough to give prizes to all the students in “First B.”
Resim dersleri her zaman toplu sınıf fotoğrafının çekimi ve en iyi resmi seçmem için tahtaya çağırılmamla bitiyordu. B sınıfındaki her öğrenciye ödül verecek kadar orada bulundum.
40
A place called home
Durante le lezioni di disegno, i bambini tendono a disegnare case felici e la bandiera del
Paese dove sperano di essere accettati.
In their drawing classes, children often draw happy homes proudly displaying the flag
of the country where their family hopes to resettle.
Çocuklar, resim derslerinde mutlu ev tasviri yaparken, sık sık ailelecek yerleşmeyi ümid
ettikleri ülkelerin bayraklarını gururla sergiliyorlar.
Le danze irachene sono di gruppo e procedono in cerchio. Chi comincia la danza tiene in mano un fazzoletto.
Iraqis dance in groups, proceeding in circles. Whoever starts the dance, holds a handkerchief.
Iraklılar grup halinde halay çekerler. Halay başının elinde mendil vardır.
42
Ir aqi dance
Per Natale, Pasqua e in altre occasioni speciali, gli insegnanti organizzano eventi per gli
studenti e le loro famiglie. Questi eventi sono una nota gioiosa e un’occasione per ricordare
l’Iraq con musica e danze tradizionali.
For Christmas, Easter and other special occasions, Don Bosco School teachers organize
events for the young students and their parents. These events are a joyful note and
an occasion to remember Iraq with music and traditional dance.
Aziz Bosco Okulu öğretmenleri, noel, paskalya bayramı ve diğer önemli günlerde, çocuklar
ve ebeveynleri için organizasyonlar düzenliyorlar. Bu etkinlikler, neşeli notalar müzik ve
danslarla Irak’ı anmaya vesile oluyor.
Nel cortile della Scuola Don Bosco si gioca a calcio, pallacanestro e pallavolo da mezzogiorno a quando fa buio: lo sport aiuta i rifugiati a rilassarsi ed a scaricare la tensione.
In Don Bosco School’s court Iraqis play soccer, basketball, volleyball from midday to dusk: sport helps the refugees to discharge and relax.
Aziz Bosco okulunun avlusunda Iraklılar öğlen saatlerinde başlayıp hava kararıncaya kadar futbol, basketbol ve voleybol oynuyorlar. Spor yapmak mültecileri fiziksel ve ruhsal olarak rahatlatıyor.
44
Soccer
Gli iracheni amano il calcio e conoscono tutti i più importanti giocatori e squadre europee. La Scuola
Don Bosco non ha una palestra, ma un cortile che viene usato sia in estate sia in inverno per le ore di
educazione fisica. Quando le lezioni finiscono, il cortile diventa un campo di calcetto per
adolescenti e giovani adulti. Nessuno può permettersi abbigliamento tecnico e alcuni giovani
preferiscono giocare scalzi piuttosto che rovinare le uniche scarpe che hanno.
Iraqis love soccer and know all the soccer stars playing for major European teams. The Don Bosco
School doesn’t have a gym, it only has an open air court that is used, no matter how cold it is, for the
physical education classes. After school, the court becomes a soccer field for teenagers and young
adults. Nobody can afford soccer gear and some youngsters would rather play with bare feet than
ruining the only pair of shoes they have.
Iraklılar futbolu çok seviyor ve önde gelen futbol takımlarında oynayan yıldız oyuncuların hepsini
tanıyorlar. Aziz Bosco okulunun jimnastik salonu olmadığından beden eğitimi derslerini hava ne
kadar soğuk olursa olsun avluda yapıyorlar. Okuldan sonra bu alan, gençler ve yetişkinlerin kullandığı
bir futbol sahasına dönüşüyor. Hiçbirinin forma ya da krampon satın alma imkanı olmadığından bazı
gençler sahip oldukları tek çift ayakkabıyı mahvetmektense yalın ayak oynamayı tercih ediyorlar.
Livi, i suoi due fratelli ed un amico: questa foto ha un che di comico e un che di tragico, se penso che tre dei quattro ragazzini sono di nuovo tra le bombe di Baghdad.
Livi, his two brothers and a friend: this photo is partly comic, partly tragic, if I think that three of the four children portrayed are back to the bombings in Baghdad.
Livi, iki erkek kardeşi ve bir arkadaşları. Bu dört çocuktan üçünün bombalanan Bağdat’a döndüğünü düşündükçe bu fotoğrafı biraz komik biraz da trajik buluyorum.
46
Not so happy bunch
Alcuni bambini soffrono di disturbo post-traumatico da stress e talvolta sono ansiosi ed irritabili.
Some children suffer from post-traumatic stress disorder and at times display anxiety and irritability.
Bazı çocukların sergiledikleri huzursuzluk ve çabuk sinirlenmeler, post-travmatik stres sendromu geçirdiklerini gösteriyor.
Ho visto i gemellini Ninel e Anokin solo una volta, mentre uscivo dalla scuola: i genitori preferiscono che stiano a casa, ma ogni tanto qualche parente li porta in giro.
I saw twins Ninel and Anokin only once, when I was coming out of the school: their parents prefer to keep them at home, but from time to time some relatives take them around.
Ninel ve Anokin adındaki ikizleri sadece bir defa, okuldan çıkarken gördüm. Anne babaları onları genellikle evde tutuyor; bazen akrabaları gezdiriyor.
48
Ninel & Anokin
I gemelli Ninel e Anokin vengono da Dohuk, una città nel Nord dell’Iraq. Gli iracheni del
Nord hanno più probabilità di vedersi rifiutare la domanda di asilo, perché gli Americani
hanno dichiarato l’area sicura.
Twins Ninel and Anokin are from Dohuk, a town in the North of Iraq. Northern Iraqis have
more probabilities to have their asylum application rejected, since the Americans have
declared that the area is now safe.
İkizler Ninel ve Anokin Kuzey Irak’taki Dohuk şehrinde doğup büyümüşler. Irak’ın
kuzeyinde yaşayanların sığınma başvurularının reddedilme olasılığı daha yüksek, zira
ABD bu bölgenin artık güvenli olduğunu ilan etti.
Un rifugiato che oggi si trova a San Diego, in California, mi ha scritto: “Nonostante i sacrifici e i problemi, non ho lasciato che il tempo passasse senza apprezzare la bellissima Istanbul.”
A refugee who resettled in San Diego, CA, wrote me: “Despite the suffering and the struggle in Istanbul, we did not let time pass without taking every moment to enjoy living in that beautiful city.”
Sığınma hakkı tanınan ve San Diego’ya yerleştirilen bir mülteci bana yazdığı mektupta: “Istanbul’da çektiğimiz onca zahmete rağmen o güzel şehrin her dakikasından keyif almayı unutmadık” diyor.
50
Yohan
Yohan ama correre per le strade di Kurtuluş.
Yohan loves running around the streets of Kurtuluş.
Yohan Kurtuluş mahallesinin sokaklarında koşmayı seviyor.
I genitori di Dany e Dina sono stati i primi iracheni a darmi fiducia e ad aprirmi un finestra sulla loro vita.
Dany and Dina’s parents were the first Iraqis to trust me and let me into their lives.
Dany ve Dina’nın anne babası bana güvenen ve kapılarını açan ilk Iraklılardandı.
52
Dany & Dina
A Dany e Dina la Scuola Don Bosco, dove la madre Basima insegnava, piaceva molto. Nell’ottobre
2008, dopo essere stata accettata dal governo australiano, la famiglia si è dovuta trasferire ad
Eskişehir, città ufficiale di residenza assegnatale dal governo turco. Dopo aver trascorso due anni in
Turchia, Dany e Dina si trovano ora a Melbourne, dove hanno già cominciato ad andare a scuola.
Dany and Dina used to enjoy the Don Bosco School, where their mother Basima was a teacher. In
October 2008, after being granted asylum in Australia, the family had to move to Eskişehir, which
was the city the Turkish government had assigned as their residence. After two years in Turkey,
Dani and Dina are now in Melbourne, where they have already started going to school.
Anneleri Basima’nın öğretmenlik yaptığı Aziz Bosco okulunda Dany ve Dina eğlenceli vakit
geçiriyorlardı. Aile geçen ekim ayında, Avustralya’dan sığınma hakkı aldıktan sonra Türk
hükümetinin ikamet etmeleri için gösterdiği Eskişehir’e taşındılar. Türkiye’de geçirdikleri iki
yıldan sonra Dany ve Dina, şimdi Melbourne’da okula başladılar.
Il giorno in cui sono partiti per gli Stati Uniti, Selwan e Susan hanno salutato gli amici ed i parenti ad Istanbul: ho scattato questa foto a casa di un cugino.
The day they left for the United States, Selwan and Susan said goodbye to the friends and relatives in Istanbul: I took this photo in the house of a cousin.
Susan ve Selwan, ABD’ye gidecekleri günün sabahında İstanbul’daki akraba ve arkadaşlarına veda ziyareti yaptılar. Bu fotoğrafı yeğenlerinin evinde çektim.
54
Sipha
Il sipha è un passatempo tradizionale iracheno simile al tesbih turco. È usato solo dagli
uomini. Se il capofamiglia ha fatto parte dell’esercito iracheno ai tempi di Saddam Hussein,
ci sono alte probabilità che il governo americano rifiuti la richiesta di asilo.
The sipha is a traditional Iraqi pastime similar to the Turkish tesbih. Only men play with
it. If the head of the family was in the army at the time of Saddam Hussein, there are high
chances that the U.S. will reject their asylum application.
Sipha, Irak’ın geleneksel vakit geçirme objesidir. Türk tesbihine benzer. Yalnızca erkekler
taşır. Ailenin reisi Saddam Hüseyin döneminde orduda asker idiyse, ABD’nin, o ailenin
sığınma başvurusunu reddetme olasılığı çok yüksek.
Ana era insegnante d’asilo a Baghdad. È ad Istanbul con il marito, i loro due bambini e due sorelle del marito. Tutti insieme, andranno negli Stati Uniti: “Ho 35 anni, la mia vita
è finita. Se vado in America, lo faccio per i miei figli, nella speranza che possano avere un futuro migliore, senza guerra.”
Ana used to be a kindergarten teacher in Baghdad. She is in Istanbul with her husband, their two children and her husband’s two sisters. All together, they will go to the United
States: “I’m 35 years old, my life is finished. If I go to America, I do it for my children, in the hope that they will have a better future, away from war.”
Ana, Bağdat’ta anaokulu öğretmeniymiş. İstanbul’a kocası, iki çocuğu ve kocasının iki kızkardeşiyle gelmişler. Hep birlikte ABD’ye gidecekler. “35 yaşındayım. Benim daha yaşayacak
bir şeyim kalmadı. Amerika’ya gitmeyi çocuklarım için istiyorum, savaştan uzakta iyi bir gelecekleri olabilsin diye.”
56
Ana
Ana lavora come cuoca per i Padri Salesiani: “Ho imparato a cucinare piatti italiani. È un
lavoro tranquillo e pulito, e con quello che guadagno posso pagare l’affitto. La mia famiglia è
stata accettata negli Stati Uniti. Siamo in attesa delle visite mediche e dei dettagli del viaggio.
Non credo che tornerò mai in Iraq: per noi cristiani, l’Iraq è finito.”
Ana works as a cook for the Salesian Fathers: “I have learned to cook Italian meals. It is a
nice, clean job, and I can pay my rent with it. America has accepted my asylum application.
I am waiting for my medical checks and my departure date. I don’t think I will ever go
back to Iraq: for us Christians, Iraq is finished.”
Ana, Salesyan Rahipler için aşçılık yapıyor: “İtalyan yemeklerini pişirmesini ögrendim. Bu iyi
ve temiz bir iş, buradan kazandığımla kiramı ödüyorum. Amerika sığınma hakkı başvurumu
kabul etti. Şimdi tıbbi kontrollerimin yapılmasıını ve gidiş zamanımın gelmesini bekliyorum.
Irak’a geri döneceğimi hiç sanmıyorum. Biz Hristiyanlar için Irak bitmiştir.”
Selwan mi ha chiamato da Detroit: “Come stanno tutti a scuola? Qui in America, nessuno cammina per strada. Istanbul ci manca molto.”
Selwan called me from Detroit:”How is everybody at school? Here in America, nobody walks in the streets. We miss Istanbul.”
Selwan beni Detroit’ten aradı: “Okuldaki herkes nasıl? Amerika’da kimse yollarda yürümüyor.İstanbul’u özlüyoruz.”
58
What the future holds
Selwan aveva una impresa edile di successo a Mosul. Con la moglie Susan e i loro quattro
figli, si appresta a cominciare una nuova vita a Detroit. La sua speranza più grande è riuscire un giorno a tornare: “La mia fortuna e la mia vita sono in Iraq. In America, spero solo
che i miei figli ricevano una buona istruzione.”
Selwan used to have a successful construction firm in Mosul. With his wife Susan and their
four children, he is now on the way to resettle in Detroit. Selwan’s biggest hope is to be able
to go back one day: “My life and my fortune are in Iraq. In America, I just hope my
children will receive a good education.”
Selwan’ın Musul’da kendisine çok iyi gelir getiren bir mütahitlik firması vardı. Şimdi karısı
ve dört çocuğuyla birlikte Detroit’de yeni bir hayata başlamak üzere. En büyük ümidi bir gün
tekrar ülkesine geri dönebilmek: “Benim hayatım, birkimim, herşeyim Irak’ta. Amerika’dan
tek beklentim çocuklarımın iyi bir eğitim alması.”
Con questo ragazzo non ho parlato: dal modo in cui mi ha guardato ho capito che potevo scattare qualche foto, ma non cercare di chiacchierare.
I didn’t talk to this young man: from the way he looked at me, I felt it was okay to take some photos, but not force him into a conversation.
Bu genç adamla hiç konuşmadım. Bana bakışından, fotoğraflarını çekmemin onu rahatsız etmeyeceğini ama benimle konuşmaya da yanaşmayacağını hissettim.
60
Being a young man
L’attesa è particolarmente snervante per gli uomini più giovani, che non hanno una famiglia
da mantenere, una scuola da frequentare o un lavoro con cui tenersi occupati. Storie
d’amore all’interno della comunità sono frequenti, ma spesso finiscono con cuori infranti:
nessuno ha controllo su dove verrà accettato e solo i nuclei familiari hanno la certezza di
rimanere insieme.
The waiting time is particularly hard for young men, who don’t have a family to look after,
or the school to attend or a job to keep busy with. Love stories within the community are
frequent, and so are broken hearts: nobody has control on where they will resettle, only
nuclear families are certain they will stay together.
Bakacak aileleri olmayan, okula gitmeyen ya da kendilerini meşgul edebilecek bir işleri
olmayan delikanlılar için bekleyiş giderek tahammül edilmez bir hâl almakta. Gençler
arasında kalplerin kırılmasına neden olan aşk hikayeleri sıklıkla görülmekte; kimse nereye
kabul edileceği konusunda bilgi sahibi değil, bilinen tek şey çekirdek aile mensuplarının
bir arada kalacağı.
Gli addii sono carichi di emozioni: di gioia per chi parte e di frustrazione per chi resta.
Goodbyes are full of mixed emotions: joy for the ones who leave; frustration for the ones who stay.
Vedalaşmalar, karışık duygular yüklü: gidenler mutlu, kalanlarsa hayal kırıklığı içinde.
62
Goodbye
Bushra saluta la famiglia Zetoona, in partenza per gli USA. Bushra conosce il Turco perché
viene da una zona dell’Iraq abitata principalmente da Turkmen, e spesso aiuta famiglie
irachene che hanno bisogno di comunicare con padroni di casa e medici.
Bushra waves goodbye to the Zetoona family, who is leaving for the United States. Bushra
knows Turkish because she comes from an area of Iraq with a Turkmen majority, and she
often helps Iraqi families who need to deal with landlords or doctors.
Büşra ABD’ye göç etmek için yola koyulan Zetoona ailesine el sallayarak güle güle diyor.
Irak’ta Türkmenlerin çoğunlukta olduğu bölgeden geldiği için Türkçe biliyor ve doktor ya
da evsahibiyle konuşmak isteyen Iraklılara sıkça yardım ediyor.
Ignorato dai media, nonostante le proporzioni tragiche, è l’esodo di massa di iracheni cominciato nel 2003 e ancora in corso. Secondo alcune stime,
2 milioni di persone hanno lasciato il Paese e 2 milioni sono emigrate internamente dalle zone più pericolose, come Baghdad, al relativamente più
tranquillo Nord. Centinaia di migliaia di iracheni si trovano in Siria, Giordania e Turchia in attesa di ricevere asilo in Occidente.
One of the most tragic consequences of the war in Iraq is the mass exodus of Iraqis, which began in 2003 and has continued to the present. According
to some estimates, the number of displaced Iraqis has reached 4 million people: 2 million have fled the country, 2 million have moved from the most
dangerous areas, such as Baghdad, to the relatively safer North of the country. To date, despite the huge numbers, the media has neglected the
problem. Hundreds of thousands of Iraqis are stranded in Syria, Jordan and Turkey waiting to receive asylum in the West.
Irak’taki savaşın en trajik sonuçlarından biri de, Iraklıların 2003’ten bu yana sürdürdükleri kitlesel göçlerdir. Ülke sınırları içinde ve dışında yer
değiştiren Iraklıların sayısı 2 milyon kişiye ulaşmış bulunmaktadır. Olağanüstü boyutlara ulaşan rakamlara karşın, medya bugüne dek sorunu gözardı
etmiştir. Yüzbinlerce Iraklı bugün Suriye, Ürdün ve Türkiye’de yaşamakta ve Batılı ülkelerden iltica başvurularına cevap beklemekte.
www.turkvegavur.com

Benzer belgeler