53. sayımızı okumak için tıklayın

Transkript

53. sayımızı okumak için tıklayın
SAĞLIKTA
TAŞERON ÖLÜM
DEMEKTİR!
SAMET MENGÜÇ
SAĞCI
ve
ENTELEKTÜEL
S.10’de
AHMET TULGAR
‘BARIŞ’ YAZANA GÖZALTI
S.4’te
S.3’te
KÖH ve
ULUSAL
BİRLİK
İSHAK KARAKAŞ
CAFERAĞA’DA DİRENİŞ VAR
S.11’de
S.19’da
www.halkinnabzi.com.tr
DURUM
Yıl 2
Sayı 53
D
ünyanın gözü yine Ortadoğu’da. Bir
yandan IŞİD’in saldırıları ve sürdürdüğü katliamlar ile ona kahramanca
direnen insanların mücadelesi, diğer yandan
İsrail’in Gazze’ye saldırıları ve çocuklar da
dahil sivillerin acımasızca katledilişi; bütün
bunlar dünya medyasının gündeminde.
06 Ağustos 2014 Çarşamba
e-mail: [email protected]
Fiyatı:1TL
“Türkiye, Kendi Kendine
‘Kurtarıcı’ Diyor”
Biz Halkın Nabzı olarak daha baştan söylemiştik yerel ile ülkeselin, hatta küreselin bitiştiği,
çakıştığı yerden haber ve yorum yapacağımızı.
Bu hafta da manşetimizi Ortadoğu’dan çıkardık. Türkiye’nin en önemli Ortadoğu uzmanlarından, araştırmacı yazar Faik Bulut’la yaptığım
söyleşide kendisiyle bölgede bir ufuk turu yaptık.
Bulut, Türkiye’nin Ortadoğu halkları nezdindeki durumunu çarpıcı sözlerle anlattı bana.
Türkiye’nin bir diğer önemli gündem maddesi ise bu Pazar günkü cumhurbaşkanlığı seçimi.
Kampanyalarının son haftasına giren adaylar
arasında Selahattin Demirtaş’ın söylemleri geniş
kesimlerde büyük heyecan ve ilgi uyandırıyor.
Ahmet Tulgar ve benim MedNûçe TV’de beraberce sunduğumuz Nabız programında geçen
Pazar akşamı yazar Sema Kaygusuz ve müzisyenler İlkay Akkaya ve Yasemin Göksu ile Demirtaş’ı konuştuk. Konuklarımızın da mutabık
olduğu şuydu ki, Selahattin Demirtaş Türkiye siyasetinde çok önemli bir devrim yaptı ve halklar
bu topraklarda belki de ilk kez bu kadar güçlü
biçimde bir siyaset ortamında bir araya geldi. Bu
Selahattin Demirtaş’ın adaylığının şimdiden sağladığı önemli bir kazanım.
Önümüzdeki hafta kim cumhurbaşkanı olursa olsun demokratikleşme ve barış mücadelesi
hepimizin sorumluluğudur.
Biz Halkın Nabzı olarak bu sorumluluğumuzu yerine getirmek için çalışmaya devam edeceğiz.
Haftaya görüşmek üzere.
1 Halk?nNabzi 53 İsmail.indd 1
Faik Bulut,
Türkiye’nin en önemli Ortadoğu
uzmanlarından biri. Bu uzmanlığını hem kitabi olarak yaptığı araştırmalarla hem de pratik olarak kazanmış bir yazar, gazeteci. 70’li yıllarda Filistin’de Filistin Kurtuluş Örgütü saflarında savaşmış, İsrail tarafından yaralı olarak
esir alınmış, 7 seneden fazla İsrail hapishanelerinde kalmış.
S12’de
MALTEPE’NİN İLK KREŞİ DEMİRTAŞ KADIKÖY’DEYDİ
Maltepe Belediyesi çalışan anne ve babaların
en büyük sıkıntısı olan
kreş sıkıntısını çözmek
için kolları sıvadı.
S4’te
Halkların ve Değişimin
Cumhurbaşkanı adayı
Selahattin Demirtaş, Kadıköy’deki mitingde Erdoğan’ı birkez daha sert ve
ironik bir dille eleştirdi.
S9’da
05.08.2014 19:13
2 MEDYA
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Ekmeleddin Bey’e Kürtlerden
Bir Tutam Meryemxort!
NURCAN BAYSAL
T
araf gazetesinden Tuğba Tekerek’in birkaç hafta önce cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin
İhsanoğlu ile yaptığı röportajda, Tuğba Hanım’ın sorduğu sorular ne kadar
iyiyse, Ekmeleddin Bey’in verdiği cevaplar da bir o kadar kötü ve MHPCHP’nin çatı adayının ciddi toplumsal
sorunlar konusundaki bilgisizliğini
ortaya koyar yöndeydi. Ekmeleddin
Bey’in her bir soruya verdiği cevaplar
üzerine onlarca yazı yazılabilir, ancak
buna ne vaktim ne de açıkçası sabrım
yeterli değil.
Gelgelelim ben bir Kürt olarak
özellikle Tuğba Hanım’ın sorduğu
anadilde eğitim sorusuna, Ekmeleddin Bey’in verdiği “Kürtçe eve hapsedilmemeli ama bir dilin bilim dili
olması kolay değil” cevabına takılmış
durumdayım.
Röportajı hatırlayalım:
“Siz, “Anadili, insanın vatanıdır”
diyorsunuz ama hemen ardından eğitim dilinin Türkçe olmasını gerektiğini söylüyorsunuz. Sizin tarifinizden
gidersek, Kürtçeyle büyüyen bir çocuk, altı yaşında okula gittiğinde kendini sürgünde hissetmez mi?
Hayır. Ben diyorum ki, anadil vatandır. Ben gurbette doğmuş bir insanım, ailemin çevresiyle, Türklerle bir
araya geldiğimizde kendimizi vatanda hissederdik, çünkü orada Türkçe
konuşulurdu. Bir insanın anadilini
2-3 HalkınNabzı 53.indd 2
yasaklamak kadar insanlık dışı, temel
hak ve hürriyetlere aykırı bir şey olamaz. Gelelim eğitim diline ve devlet
diline. Şimdi bakınız, biz rasyonel düşünmek durumundayız. Değişik etnik
yapısı olan tek ülke biz değiliz. İngiltere’de İngilizler Welsch’ler, İskoçyalılar, İrlandalılar var. Ama devletin bir
resmi dili var, eğitim dili ülkenin her
yerinde İngilizce.
Bu, Kürtçenin tanınmaması manasına gelmez. Kürtçe’nin zaten bilim
dili olmasını sağlamak o kadar kolay
değil ki. Bir dilin, bilim dili olması için
en azından bir asrın geçmesi lazım.
O dile bütün bilim dallarında zengin
literatürü tercüme edeceksiniz; terminoloji yaratacaksınız; fizik, kimya,
matematik, psikoloji, felsefeyle ilgili
binlerce terim yaratacaksanız. Bunları
bir günde yapabilir misiniz?
Eğitim dili olmazsa, bilim dili olması için gereken bir yüzyıl dediğiniz
süre iki yüzyıl olmaz mı?
Hayır, olmaz. Ben size örnek verdim. Fransa’nın güneyinde İtalyanca,
Alsas’ta Almanca, İspanyol sınırına
doğru İspanyolca konuşulur. Ama
Fransa’da bir dil vardır.
Çoklu eğitim dili olan da çok sayıda ülke var... Mesela İspanya.
O başka. Problemi bu noktaya sıkıştırmamak, müzakerenin ve gelişmenin önünü açmak lazım. Biz bu işi
halletmek istiyorsak, suhuletle, adım
adım yapmamız lazım.
Bir dilin, eğitim dili olmaması
onun gelişmesine engel olmaz mı?
O ayrı mesele.”
Öyle görünüyor ki Ekmeleddin
Bey anlamadığı ya da anlamak istemediği her soruya “ayrı mesele” cevabı
veriyor.
O zaman Ekmeleddin Bey’in zihnini aydınlatalım!
Kürtçe bilim dili midir?
Türkiye’de bu konuda çalışan sayılı akademisyenlerden biri olan sevgili
dostum Şerif Derince, uzun süre tekdilli eğitim politika ve pratiklerinin
uygulandığı ülkelerde, yerel, ulusal
veya uluslararası bir takım konjektürel değişimlerin yaşanması ve egemen diller dışındaki dillerin görünür
olmaya başlaması ile bu dilleri konuşan toplulukların kendi dillerinin her
türlü kamusal alanda kullanılabilmesi
için daha gür bir sesle mücadele etmeye başlaması karşısında, iktidar
sahiplerinin neredeyse dünyanın her
yerinde benzer tepkiler verdiğini belirterek, Ekmeleddin Bey’in yaklaşımının oldukça problemli olduğunu
vurguluyor:
“Öncelikle bir dilin bilim dili olup
olmamasının bilimsel bir ölçütü yok.
Ekmeleddin Bey Matematik ve Fen
bilimlerini kast ediyorsa, ki cevabında
buna yakın bir şey anlıyoruz, zaten bu
alanlarda Kürtçe’nin eskiden beri kullanıldığını gösteren somut örnekler
bulunmaktadır. Ayrıca, hiçbir dil kendi kendine “bilim dili” haline gelmez;
belli siyasi, ekonomik ve toplumsal
teşvik ve destekler ile güçlenir. Aynı
şekilde hiçbir dil kendi kendine zayıflamaz da. Belli siyasi, ekonomik ve
toplumsal marjinelleştirme, baskı ve
saldırılar sonucu geriler. Bu nedenle
günümüzde Kürtçe’nin veya herhangi başka bir dilin eğitimde, bilimde
kullanılabilmesi için yeterli altyapıya
sahip olmadığı, başka bir deyişle zayıf
ve eksik olduğu yönündeki yaklaşım,
söz konusu eksik ve zayıflık gerçekte
varsa bile bunun toplumsal ve siyasal
süreçlerle, iktidar mekanizmalarıyla
yaratıldığı, iktidar sahiplerinin geç-
mişteki politika ve uygulamaları sonucu bu hale gelindiğini görmezden
gelir. Üstelik bu yaklaşım, söz konusu
durumu gerekçe göstererek egemen
dil dışındaki dilleri kamusal alanın
dışına iterek, sürekli yeniden üretilen
bir kısırdöngü yaratır. Bu türden bir
kısırdöngü, egemen dil dışındaki dilleri sadece ev ve çevresindeki grup-içi
iletişimlere hapseder, önemli yaşam
alanlarının dışına iterek sınırlı işlevleriyle fakirleştirip gelişme imkânlarını azaltır. Sonra da bu fakirleşmenin
kendisini söz konusu dil veya dillerin
eğitim gibi kamusal alanlarda kullanılamayacağı yönünde bir gerekçe olarak kullanır. Diğer bir deyişle, bilimsel
alanda kullanıla kullanıla bir dilin bu
alandaki yeterliliği gelişir; eve, gündelik dile sınırlanarak, dışlanarak değil.
Bu nedenle, bir dili “bilim dili” olmanın dışında tutan şey, onu “eksik, yoksun, gelişmemiş, yetersiz” diye kodlayan söylem ve pratiğin kendisidir.”
Kısacası Ekmeleddin Bey, önce bir
“bilim insanı” olarak yaklaşımınızı
gözden geçirmelisiniz. Sonra da Kürtçe’nin zaten bir bilim dili olduğunu
kabul etmelisiniz. Farklı ülkelerde yıllardır Kürtçe bilim kongreleri düzenlenmektedir. Bunu hazmetmek zor ise,
bir Kürt olarak size tavsiyem olacak:
Kürtlerin Meryemxort dediği özel
bir bitki vardır. Meryemxort dağlardan toplanır ve ağrı kesici özelliği vardır. Özellikle de hazımsızlığa iyi gelir.
Sizin sözleriniz de Türkiye’de Kürt
dili ve kültürünün gelişimine karşı olan birçokları gibi hazımsızlıktan
öte bir şey değildir. Demokrasi ve
özgürlükler konusunda hazımsızlık
çekenlere tavsiyem, Diyarbakır Baharatçılar Çarşısına gidip Baharatçı Kör
Yusuf ’tan bir tutam Meryemxort alıp,
suda kaynatıp, suyunu günde 2 kez içmeleridir!
Bilmeniz gereken bir diğer konu da
şudur: Kürtlerin binlerce evladı, Kürtçe konuştuğu için öldürülmüş, dili uğruna ölüme gitmiştir. Bu nedenle bunlar “ayrı mesele” değil, oldukça mühim
meselelerdir!
05.08.2014 18:28
YORUM 3
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Sağcı ve
AHMET TULGAR
H
er ne kadar belli bir zeka ve
eğitim seviyesindeki bir insanın sağcı olmasını bu düzenden hayli yüklü bir meblağda getiri
götürüyor ya da götürme beklentisi
taşıyor olmasıyla açıklamak mümkünse de, yine aynı insanın bu düzenin
ürünü manzarayı umumiyeye bakıp
da sağcı olduğunu açık açık ve yüzü
kızarmadan söylemesi yine de sanki
biraz zormuş gibi gelir bana. Bazen.
Tamam, sağcı iktidarların, iktidar sahiplerinin, egemen sınıfların
topluma sağcı çağırmalarda bulunup
karşılık almak, olur almak, orta ve
alt sınıfları sağcı ideolojilerinin taşıyıcısına dönüştürmek için ellerinde
milliyetçilik, muhafazakârlık gibi kullanışlı araçlar var ama bir yandan da
adaletsizlik, sömürü, şiddet öyle net
görünüyor ki, ister istemez sağcılığın
toplumdaki bu yaygın karşılık buluşunu açıklamak için ekonomist argümanlara yöneliyoruz.
Sağcılığın sosyolojisi epey derin
bir konu, şimdi iyice dalmayalım ama
‘sağcı entelektüel’, ‘sağcı edebiyatçı’,
‘sağcı sanatçı’ tamlamalarında ifade-
Entelektüel
sini bulan problemli duruma bir adım
yakından bakalım yine de. Çünkü bu
iddialı tanımlama şu sıralar iyice sorgusuz sualsiz yapılır oldu artık.
Oysa dünya, öncelikle de Batı düşünce tarihinin son 250 yılına baktığımızda entelektüelin devlet ve siyasi
iktidarlarla köprüleri ata ata , bu yolla
konumunu ve işlevini güçlendirdiğini,
varoluşunu temellendirdiğini görürüz.
Evet, Aydınlanma’nın büyük filozofu Kant’tan Marksist düşünür Gramsci’ye kadar birçok önemli isim, bu
problematikle iştigal etmiş ve iktidar
yanında ya da karşısında entelektüelin
konumunu tartışmış ve nihayetinde
entelektüelin tanımı sosyal pratikteki
verilerin de ışığında daha net yapılır
olmuştur.
Bugün artık iktidara ya da devlete
angaje birini entelektüel sıfatıyla lanse
etmek için mesnetsiz iddialarda bulunma konusunda hayli cesur olmak
gerekir. İktidarını sürdürebilmek için
her türden irrasyonel ve pragmatik eylem ve uygulamaya hazır yapılarla ilişkide olmak ya da yanında yer almak,
bir entelektüeli en hafifinden ağır yaralar.
ABONELİK KARTI
1 Yıl Yurtiçi 60
Adı Soyadı :
ANADOLU YAKASINDA
GÖRÜNÜR OLMAK iÇiN
ilan Reklam ve Rezervasyon
hattı için bizi arayınız
T: 0216 457
46 46
F: 0216 457 13 12
e-mail: [email protected]
2-3 HalkınNabzı 53.indd 3
Adresi
:
e-mail
:
Tel-GSM :
Abonelik bedelini banka hesabına yatırdıktan sonra bilgileri lütfen
aşağıda belirtilen posta adresine veya e-mail e gönderiniz.
HALKIN NABZI
Bağlarbaşı Mahallesi 2. İlkokul Cad. No:39
Cihangir İş Mrk. Kat:2 D:7 Maltepe/İstanbul/Türkiye
T:+90 216 457 46 46 F:+90 216 457 13 12
[email protected]
www.maltepeninnabzi.com
AKBANK Maltepe Şubesi
TL HESABI: Şube Kodu: 00 29 Hesap No:0189926
IBAN:TR35000460002 9888000189926
Sanat çok geniş bir alan. Bu alanın
kimi yerlerinde, bazen de merkezinde
hükümdarın, iktidarın ya da devletin
görkemini çağrıştıran ama bir yandan
de estetik duyumuza hitap eden sanat
eserlerine rastlıyoruz. Mimari ve görsel sanatlar alanında öncelikle. Ama
edebiyat farklı. Hele düzyazı. Roman,
öykü, deneme türleri.
Edebi düzyazı yine aynı 250 yıllık
süreçte bireyin ebesi olmuştur. Birey,
roman, öykü ve deneme türlerinde
kendi doğumuna tanıklık eder. Öncelikle roman ama diğer edebi düzyazı türlerinin de temel meselesi, temel
meşguliyeti bireydir. Devlet, iktidarlar,
kurumlar ve hatta kendisinin bizzat
ürünü olduğu toplumsal şartlar karşısında insan, yani birey.
Ben rahatlıkla devlet bireyin düşmanıdır diyebiliyorum. Ama bu tezi
hafifleterek en azından aralarında
önemli bir mücadele olduğunu kabul
etsek bile, devletçilik, devlet-iktidar
yandaşlığı, evet sağcılık yine epey sakatlayıcı bir konumdur edebiyatçı için.
Olmuyor işte. Hem düşünsel rehavet hem iyi edebiyat.
Halkın Nabzı
Gazetesi
Süreli Yayın
AHİS Reklam Organizasyon
Prodüksiyon San. Tic. Ltd. Şti.
Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel
Yayın Yönetmeni (sorumlu)
İSHAK KARAKAŞ
Editör: Ahmet TULGAR
Görsel Yönetmen
Hukuk Danışmanı
İsmail DOĞAN
Av. Uğur KARAKAŞ
Grafik Mizanpaj
Viyana Temsilcisi
Kazım ÇINAR
Büşra BURSA
Hakan YILDIRIM
Spor Koordinatörü
Vahit KARAKAYA
Spor Servisi
Fırat COŞKUN
Kültür Sanat
Bedros DAĞLIYAN
Avusturya Temsilcisi
Erdal BOYOĞLU
Emine BAŞKÖY
Danışma Kurulu
Fehim IŞIK
Samet MENGÜÇ
Fuat TOKAT
Yer: Bağlarbaşı Mh. 2. İlkokul
Cd. No: 39 Cihangir İş Merk.
Kat 2 D:7 Maltepe - İstanbul
Tel: 0216 457 46 46
Fax: 0216 457 13 12
[email protected]
Baskı: GÜN MATBAA Beşyol
Mah. Akasya Sk No 23/A
Sefaköy-Küçükçekmece - İST.
Tel: +90 212 426 63 00
05.08.2014 18:28
12 SÖYLEŞİ
2014
Çarşamba
06 Ağustos
SÖYLEŞİ 13
2014
Çarşamba
06 Ağustos
“Türkiye, Kendi
Kendine ‘Kurtarıcı’
Diyor”
İshak Karakaş
Faik Bulut
Böyle yoğun bir gündemde bizi
kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
Siz Ortadoğu’yu en iyi bilen gazetecilerdensiniz. Bugün Ortadoğu’ya
baktığınızda gördüğünüz manzara
nedir?
Büyük bir karmaşa, büyük bir kaos.
Geçiş dönemi. Eski Ortadoğu’dan Yeni
Ortadoğu’ya geçiş dönemi. Klasik
devletten devlete savaşların olduğu bir
Ortadoğu’dan giderek devlet dışı aktörlerin çok fazla rol oynadığı bir Ortadoğu’ya geçiyoruz. Fakat her halükarda şimdilik olagelenlerin halkların
yararına olduğuna, insanların yararına, insanların, insanların derken, sokaktaki insanların, garibanın, fakirin,
bu isyan için büyük emellerle, büyük
umutlarla ortaya çıkan insanların hedefleri, rüyaları gerçekleşmedi. Uzun
süre de gerçekleşeceğe benzemiyor.
Herkesin herkesle kavga ettiği, çatıştığı, herkesin herksle savaştığı Ortadoğu’dan söz ediyoruz. Tabii bu arada bu
Ortadoğu denkleminde de çok sayıda
12-13-14-15-16-17 HalkınNabzı 53.indd 12-13
dış devletlerin, bölge devletlerinin bu
çatışmadan, bu savaştan nemalandığı,
buraya müdahil olduğu...
Hangi devletler, bunları biraz
açabilir misiniz?
Bölge devletleri, hepsini sayabilirsin, İran’ı sayarsın, Türkiye’yi sayarsın,
Suudi Arabistan’ı sayarsın, Katar’ı sayarsın, yani nisbeten ön plandakileri
sayıyorum.
Yani Ortadoğu devletleri? Emperyalist ülkeler peki?
Diğer ülkeler de bunlara dahil,
başa Amerika’yı koymak lazım, Avrupa Birliği’ni, İngiltere’yi de sayarsın.
Hatta tabii bir tarafında da Rusya vardır. Daha çok savunma mevzisindedir,
saldırı mevzisinde değildir. Rusya, bir
tarafında Çin vardır. Hindistan vardır.
Yani bunları hepsini sayabilirsin. Topyekün bölgedeki komşu devletler ama
baş aktörler de bu saydığım devletlerdir. Tabii bunların insanlara bir hayır
getireceğini de düşünmüyorum. Ama
her halükarda şunu demek makuldur:
Nihayetinde tabii kazanacak olan insanlardır ama çok büyük acılar çekerek, çok büyük bedeller ödeyerek, yani
hemen 5, 10 sene içinde çözülecek
şeyler değil. Kimi yorumcular daha
değişik yorum yapıyorlar. Avrupa’daki 30 Yıl Savaşları, yani din, mezhep
savaşlarıyla karşılaştırıyorlar ama ben
bunu sadece din, mezhep savaşları olarak da görmüyorum, çok daha geniş
bir perspektiften bakılmalı. Avrupa’da
din, mezhep savaşları olurken Avrupalı devletler falan da bunun içindeydi, ama burada dünya devletleri işin
içinde, bölge devletleri işin içinde,
yani mezhep savaşları değil, tamam
Şii-Sünni çatışması falan körükleniyor,
var ama, aynı zamanda Sünni-Sünni
çatışması var. Sünni-Sünni çatışmasını
yine aynı mevzide olan, diyelim ki eskiden aynı mevzide olan Türkiye, Suudi Arabistan, Katar biribirleriyle çatışıyorlar. Yani gizliden, alttan, henüz
ortaya çıkmamış.
Ne boyutta peki?
Bugün Türkiye son derece müdahil bu işe. Ama beceriksiz, hatta belki
şey demek daha doğrudur, hem büyük arzuları var, emelleri var Ortadoğu’ya ama öte yandan da beceriksiz
bir Türkiye, tümüyle o bölgeye ilişkin
politikaları iflas etmiş bir ülke. Türkiye, Ortadoğu’ya abi devlet olacakken,
model olacakken, daha doğrusu öyle
bir rolü üstlenirken Neo Osmanlı bir
zihniyetle, konseptle bunu yapacağını iddia ederken, ama bakıyorsunuz,
bırakın Yeni Osmanlı olmayı, tersine
oyun oynanan bir ülke haline geldi. Ve
çok daha önemlisi, Ortadoğu’nun penceresinden, kapısından kovuldu, şimdi
Kürdistan penceresinden Ortadoğu’ya
dahil olmak istiyor. Son şeylere bakarsanız, hem Rojava’yla ilişkisine, tavrına hem Irak’taki Kürdistan’la ilişkilerine, bakarsanız, o petrol meselelerini
de ele alırsanız, tabii bunların hepsini
yorumlarsanız, Kürdistan penceresinden Kürtler’in hamisi, abisi olarak or-
Faik Bulut, Türkiye’nin en önemli Ortadoğu uzmanlarından biri. Bu uzmanlığını hem kitabi olarak yaptığı araştırmalarla hem de pratik olarak kazanmış
bir yazar, gazeteci. 70’li yıllarda Filistin’de Filistin Kurtuluş Örgütü saflarında
savaşmış, İsrail tarafından yaralı olarak esir alınmış, 7 seneden fazla İsrail hapishanelerinde kalmış.
Bugün Ortadoğu belki de tarihinin en sorunlu, en çatışmalı dönemlerinden
birinden geçiyor. Haliyle Faik Bulut da medyanın görüşlerine en fazla başvurduğu kişilerden biri oldu yine. Ben de Faik Bulut ile buluştum ve kendisine
genel olarak Ortadoğu ve özelde IŞİD, Rojava ve Şengal üzerine sorular sordum:
taya çıkmaya çalışıyor, tabii bunun işte
enerji politikaları var, jeopolitik var,
yani sadece bir şeyi düşünemiyoruz,
ama Ortadoğu büyük bir kargaşa yaşayacak, tabii bu her şeye rağmen geçiş
dönemidir. Yani bunlar, ebedi, mutlak
olacak şeyler değildir.
Ortadoğu’dan baktığınızda Türkiye, Ortadoğu için ne ifade ediyor?
Yani istilacı bir devlet olarak mı, kurtarıcı olarak mı görülüyor?
Valla yani, sonuçta Türkiye kendi
kendine ‘kurtarıcı’ diyor, “ben bunları kurtaracağım” diyor, “bunların abisiyim”, “bunlara model götüreceğim”,
ama Arap ülkelerine baktığınızda hiç
kurtarıcı falan gözüyle bakmıyorlar,
Hamas’ı falan saymazsan yani, Filistin’deki Hamas’ı saymazsan,Türkiye’yi
kurtarıcı olarak görmüyorlar, tersine
Türkiye, “demek önce bir sürü böyle laf
etti, bize bir sözler etti, vaatler etti ama
kof bir ülkeymiş, aslında yetersiz bir
ülkeymiş, hatta iyiniyetli değil, kötü
bir ülkeymiş” diye görülüyor, hükü-
met, idare, yönetim siyasetleri açısından bunları söylüyorlar, çok fazla bir
şey ifade ettiğini zannetmiyorum yani.
Bölge ülkeleri Ortadoğu için ne ifade
ediyorsa, ondan fazla değil, eksik yani.
Bugün geldiğimiz noktadan bakarsak.
Peki, Güney’deki Kürtler’in Türkiye’den beklentisi nedir, yani bugün
sık sık biribirlerine gelip gidiyorlar,
abi kardeş ilişkisi içindeler?
Abi kardeş ilişkisinden çok menfaate dayalı, ideolojik kardeşlik ve biraz
da enerji kardeşliği demek istiyorum.
Fakat orada Güney’deki Kürtler diye
genelleştirmemek lazım, Güney’deki
Kürtler’den Goran ve YNK, Talabani’nin hareketiyle Neçirvan’ın hareketi
çok eleştirel bakıyorlar KDP’nin Türkiye’ye tek taraflı aşık olmasına, ilişkili olmasına. Eleştirel bakıyorlar ve bu
konuda mutabık değiller yani KDP’nin
Türkiye ile çok fazla samimi ilişkileri
konusunda. Eleştirel bakıyorlar.
Özellikle Goran hareketi, değil
mi?
Goran hareketi de, YNK de. Yetkilileriyle konuştum, diplomatlarıyla
konuştum. Eleştirel bakıyorlar. Türkiye’nin siyaseti istikrarsız bir siyaset.
Türkiye’nin Kürdistan’la kurduğu siyaset prensiplere dayanmayan bir siyaset.
Türkiye’de Kürt meselesini çözmemiş,
oyalayan bir siyaset. Rojava’da öyle, Rojava’yı bastırmak istiyor, müdahil olmak istiyor, IŞİD gibi hareketleri onun
üstüne sürmek istiyor ama yetmediği
gibi bu sefer, mesela diyelim ki Güney
Kürtleri’ni de buna alet etmek istiyor.
Şimdi böyle bir şeye baktığınızda Türkiye bir Osmanlı tüccarı, beceriksiz bir
Osmanlı tüccarı işte. Malı bulur, kaçarım. Ama Türkiye aslında Kürtler’le,
yani özellikle KDP açısından baktığınızda sadece enerji politikaları üzerinden bir uluslararası ilişkiler aktörü
olmak istiyor ve bu onun boyunu aşar,
nitekim enerji politikaları çerçevesinde baktığınız zaman işte Şengal’i savunamayan bir parti uluslararası arenada
Türkiye’ye aşık olarak, Türkiye’ye sev-
dalı olarak ortaya çıkıyorsa bu aslında
onun kendi hesaplarını iyi yapmamış
olduğunu gösterir ve orada çok dikkatli olmalarını salık veriyorum. Ve Türkiye’nin vaadiyle falan da bağımsızlık
kurulmaz. Yani bugün sana bağımsızlık vaadediyor, yarın öbürgün de çok
farklı bir alanda seni şey yapabilir, yani
satabilir, çünkü pragmatizm temeli
üzerine kurulmuş bir şey. Yarın öbürgün öküz öldü, ortaklık bitti. Mesela
buyrun, Kürdistan petrolü Amerika’ya
gitti, gördüğünüz gibi yasaklandı. Türkiye üzerinden gitti Amerika’ya, orada
işte satılacaktı, yasakladılar, mahkeme
yasakladı, Amerika da diyor ki, “Evet,
biz karışmayız mahkemenin kararına”,
fakat uluslararası şartları gözetmek lazım, bu ne anlama gelir? Bu şu demek:
“Sen bana yedirmeden olmaz, burada
yiyecek olan benim pastanın büyüğünü, sen öyle bana arkadan dolanıp”...
Garantörlük işlevi var, değil mi?
Bir tür sömürgecilik değil mi bu?
Tabii, bu tür işleri yaptığı zaman
05.08.2014 18:46
12 SÖYLEŞİ
2014
Çarşamba
06 Ağustos
İshak Karakaş
Faik Bulut
Böyle yoğun bir gündemde bizi
kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
Siz Ortadoğu’yu en iyi bilen gazetecilerdensiniz. Bugün Ortadoğu’ya
baktığınızda gördüğünüz manzara
nedir?
Büyük bir karmaşa, büyük bir kaos.
Geçiş dönemi. Eski Ortadoğu’dan Yeni
Ortadoğu’ya geçiş dönemi. Klasik
devletten devlete savaşların olduğu bir
Ortadoğu’dan giderek devlet dışı aktörlerin çok fazla rol oynadığı bir Ortadoğu’ya geçiyoruz. Fakat her halükarda şimdilik olagelenlerin halkların
yararına olduğuna, insanların yararına, insanların, insanların derken, sokaktaki insanların, garibanın, fakirin,
bu isyan için büyük emellerle, büyük
umutlarla ortaya çıkan insanların hedefleri, rüyaları gerçekleşmedi. Uzun
süre de gerçekleşeceğe benzemiyor.
Herkesin herkesle kavga ettiği, çatıştığı, herkesin herksle savaştığı Ortadoğu’dan söz ediyoruz. Tabii bu arada bu
Ortadoğu denkleminde de çok sayıda
12-13-14-15-16-17 HalkınNabzı 53.indd 12
dış devletlerin, bölge devletlerinin bu
çatışmadan, bu savaştan nemalandığı,
buraya müdahil olduğu...
Hangi devletler, bunları biraz
açabilir misiniz?
Bölge devletleri, hepsini sayabilirsin, İran’ı sayarsın, Türkiye’yi sayarsın,
Suudi Arabistan’ı sayarsın, Katar’ı sayarsın, yani nisbeten ön plandakileri
sayıyorum.
Yani Ortadoğu devletleri? Emperyalist ülkeler peki?
Diğer ülkeler de bunlara dahil,
başa Amerika’yı koymak lazım, Avrupa Birliği’ni, İngiltere’yi de sayarsın.
Hatta tabii bir tarafında da Rusya vardır. Daha çok savunma mevzisindedir,
saldırı mevzisinde değildir. Rusya, bir
tarafında Çin vardır. Hindistan vardır.
Yani bunları hepsini sayabilirsin. Topyekün bölgedeki komşu devletler ama
baş aktörler de bu saydığım devletlerdir. Tabii bunların insanlara bir hayır
getireceğini de düşünmüyorum. Ama
her halükarda şunu demek makuldur:
Nihayetinde tabii kazanacak olan insanlardır ama çok büyük acılar çekerek, çok büyük bedeller ödeyerek, yani
hemen 5, 10 sene içinde çözülecek
şeyler değil. Kimi yorumcular daha
değişik yorum yapıyorlar. Avrupa’daki 30 Yıl Savaşları, yani din, mezhep
savaşlarıyla karşılaştırıyorlar ama ben
bunu sadece din, mezhep savaşları olarak da görmüyorum, çok daha geniş
bir perspektiften bakılmalı. Avrupa’da
din, mezhep savaşları olurken Avrupalı devletler falan da bunun içindeydi, ama burada dünya devletleri işin
içinde, bölge devletleri işin içinde,
yani mezhep savaşları değil, tamam
Şii-Sünni çatışması falan körükleniyor,
var ama, aynı zamanda Sünni-Sünni
çatışması var. Sünni-Sünni çatışmasını
yine aynı mevzide olan, diyelim ki eskiden aynı mevzide olan Türkiye, Suudi Arabistan, Katar biribirleriyle çatışıyorlar. Yani gizliden, alttan, henüz
ortaya çıkmamış.
Ne boyutta peki?
Bugün Türkiye son derece müdahil bu işe. Ama beceriksiz, hatta belki
şey demek daha doğrudur, hem büyük arzuları var, emelleri var Ortadoğu’ya ama öte yandan da beceriksiz
bir Türkiye, tümüyle o bölgeye ilişkin
politikaları iflas etmiş bir ülke. Türkiye, Ortadoğu’ya abi devlet olacakken,
model olacakken, daha doğrusu öyle
bir rolü üstlenirken Neo Osmanlı bir
zihniyetle, konseptle bunu yapacağını iddia ederken, ama bakıyorsunuz,
bırakın Yeni Osmanlı olmayı, tersine
oyun oynanan bir ülke haline geldi. Ve
çok daha önemlisi, Ortadoğu’nun penceresinden, kapısından kovuldu, şimdi
Kürdistan penceresinden Ortadoğu’ya
dahil olmak istiyor. Son şeylere bakarsanız, hem Rojava’yla ilişkisine, tavrına hem Irak’taki Kürdistan’la ilişkilerine, bakarsanız, o petrol meselelerini
de ele alırsanız, tabii bunların hepsini
yorumlarsanız, Kürdistan penceresinden Kürtler’in hamisi, abisi olarak or-
05.08.2014 18:34
SÖYLEŞİ 13
2014
Çarşamba
06 Ağustos
“Türkiye, Kendi
Kendine ‘Kurtarıcı’
Diyor”
Faik Bulut, Türkiye’nin en önemli Ortadoğu uzmanlarından biri. Bu uzmanlığını hem kitabi olarak yaptığı araştırmalarla hem de pratik olarak kazanmış
bir yazar, gazeteci. 70’li yıllarda Filistin’de Filistin Kurtuluş Örgütü saflarında
savaşmış, İsrail tarafından yaralı olarak esir alınmış, 7 seneden fazla İsrail hapishanelerinde kalmış.
Bugün Ortadoğu belki de tarihinin en sorunlu, en çatışmalı dönemlerinden
birinden geçiyor. Haliyle Faik Bulut da medyanın görüşlerine en fazla başvurduğu kişilerden biri oldu yine. Ben de Faik Bulut ile buluştum ve kendisine
genel olarak Ortadoğu ve özelde IŞİD, Rojava ve Şengal üzerine sorular sordum:
taya çıkmaya çalışıyor, tabii bunun işte
enerji politikaları var, jeopolitik var,
yani sadece bir şeyi düşünemiyoruz,
ama Ortadoğu büyük bir kargaşa yaşayacak, tabii bu her şeye rağmen geçiş
dönemidir. Yani bunlar, ebedi, mutlak
olacak şeyler değildir.
Ortadoğu’dan baktığınızda Türkiye, Ortadoğu için ne ifade ediyor?
Yani istilacı bir devlet olarak mı, kurtarıcı olarak mı görülüyor?
Valla yani, sonuçta Türkiye kendi
kendine ‘kurtarıcı’ diyor, “ben bunları kurtaracağım” diyor, “bunların abisiyim”, “bunlara model götüreceğim”,
ama Arap ülkelerine baktığınızda hiç
kurtarıcı falan gözüyle bakmıyorlar,
Hamas’ı falan saymazsan yani, Filistin’deki Hamas’ı saymazsan,Türkiye’yi
kurtarıcı olarak görmüyorlar, tersine
Türkiye, “demek önce bir sürü böyle laf
etti, bize bir sözler etti, vaatler etti ama
kof bir ülkeymiş, aslında yetersiz bir
ülkeymiş, hatta iyiniyetli değil, kötü
bir ülkeymiş” diye görülüyor, hükü-
12-13-14-15-16-17 HalkınNabzı 53.indd 13
met, idare, yönetim siyasetleri açısından bunları söylüyorlar, çok fazla bir
şey ifade ettiğini zannetmiyorum yani.
Bölge ülkeleri Ortadoğu için ne ifade
ediyorsa, ondan fazla değil, eksik yani.
Bugün geldiğimiz noktadan bakarsak.
Peki, Güney’deki Kürtler’in Türkiye’den beklentisi nedir, yani bugün
sık sık biribirlerine gelip gidiyorlar,
abi kardeş ilişkisi içindeler?
Abi kardeş ilişkisinden çok menfaate dayalı, ideolojik kardeşlik ve biraz
da enerji kardeşliği demek istiyorum.
Fakat orada Güney’deki Kürtler diye
genelleştirmemek lazım, Güney’deki
Kürtler’den Goran ve YNK, Talabani’nin hareketiyle Neçirvan’ın hareketi
çok eleştirel bakıyorlar KDP’nin Türkiye’ye tek taraflı aşık olmasına, ilişkili olmasına. Eleştirel bakıyorlar ve bu
konuda mutabık değiller yani KDP’nin
Türkiye ile çok fazla samimi ilişkileri
konusunda. Eleştirel bakıyorlar.
Özellikle Goran hareketi, değil
mi?
Goran hareketi de, YNK de. Yetkilileriyle konuştum, diplomatlarıyla
konuştum. Eleştirel bakıyorlar. Türkiye’nin siyaseti istikrarsız bir siyaset.
Türkiye’nin Kürdistan’la kurduğu siyaset prensiplere dayanmayan bir siyaset.
Türkiye’de Kürt meselesini çözmemiş,
oyalayan bir siyaset. Rojava’da öyle, Rojava’yı bastırmak istiyor, müdahil olmak istiyor, IŞİD gibi hareketleri onun
üstüne sürmek istiyor ama yetmediği
gibi bu sefer, mesela diyelim ki Güney
Kürtleri’ni de buna alet etmek istiyor.
Şimdi böyle bir şeye baktığınızda Türkiye bir Osmanlı tüccarı, beceriksiz bir
Osmanlı tüccarı işte. Malı bulur, kaçarım. Ama Türkiye aslında Kürtler’le,
yani özellikle KDP açısından baktığınızda sadece enerji politikaları üzerinden bir uluslararası ilişkiler aktörü
olmak istiyor ve bu onun boyunu aşar,
nitekim enerji politikaları çerçevesinde baktığınız zaman işte Şengal’i savunamayan bir parti uluslararası arenada
Türkiye’ye aşık olarak, Türkiye’ye sev-
dalı olarak ortaya çıkıyorsa bu aslında
onun kendi hesaplarını iyi yapmamış
olduğunu gösterir ve orada çok dikkatli olmalarını salık veriyorum. Ve Türkiye’nin vaadiyle falan da bağımsızlık
kurulmaz. Yani bugün sana bağımsızlık vaadediyor, yarın öbürgün de çok
farklı bir alanda seni şey yapabilir, yani
satabilir, çünkü pragmatizm temeli
üzerine kurulmuş bir şey. Yarın öbürgün öküz öldü, ortaklık bitti. Mesela
buyrun, Kürdistan petrolü Amerika’ya
gitti, gördüğünüz gibi yasaklandı. Türkiye üzerinden gitti Amerika’ya, orada
işte satılacaktı, yasakladılar, mahkeme
yasakladı, Amerika da diyor ki, “Evet,
biz karışmayız mahkemenin kararına”,
fakat uluslararası şartları gözetmek lazım, bu ne anlama gelir? Bu şu demek:
“Sen bana yedirmeden olmaz, burada
yiyecek olan benim pastanın büyüğünü, sen öyle bana arkadan dolanıp”...
Garantörlük işlevi var, değil mi?
Bir tür sömürgecilik değil mi bu?
Tabii, bu tür işleri yaptığı zaman
05.08.2014 18:34
14 SÖYLEŞİ
zaten bir ülke sömürgeci bir ülkedir,
emperyalist bir ülkedir, yoksa durup
dururken bir emperyalist ülke falan
olunmuyor. Ama her halükarda şunu
demeye çalışıyorum, Kürtler özellikle
KDP’nin bu bağımsızlığa yönelik siyaseti, ben bağımsızlığı desteklerim,
o başka bir şey, Kürtler’in bağımsızlık
da hakkı, bu da tamam, bağımsızlığı
sadece enerji ve sadece Türkiye üzerinden garantiymiş gibi ele aldığınızda
çok fazla yanılırsınız, bu istikrarsız bir
politikanın peşinde koşmaktır. Devletleşen bir Kürdistan savunma pozisyonunda kalır. Yani Kürdistan’ın askeri
bir konsepti bile artık şeyden geçiyor,
hareketli bir gerillanın eski peşmerge
tarzından oturmuş, savunmada bekleyen, saldırıyı bekleyen bir devlet
pozisyonuna geliyor ki, bu zaten IŞİD
karşısındaki başarısızlıklarını da göstermesi bakımından çok önemlidir,
diye düşünüyorum. Tabii ki Türkiye
ile ilişkiler olmalı, fakat prensiplere
dayanmalı. Alternatifleri olan ilişkiler
olmalı. Yani diyelim ki, İran’ı dışlayıp,
Rusya’yı dışlayıp, Türkiye ile ilişki kurarsan sadece ya da Amerika’yı dışlayıp sadece Türkiye ile ilişki kurarsan
olmaz, yani bütün ilişkileri bir arada
yürütebilirseniz ancak başarılı olursunuz. Ama ben bu ilişkinin çok sağlıklı
bir ilişki olduğunu düşünmem ve kan
uyuşmazlığı da görüyorum Güney’de.
Bunu biraz açar mısınız?
Kan uyuşmazlığı iki nedenle olur.
12-13-14-15-16-17 HalkınNabzı 53.indd 14
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Güney Kürdistan’ın aşağı yukarı yüzde 80’i nereden bakarsanız bakın Türkiye’ye, eh işte Türkiye’dekilerin bir
Avrupa’ya, Amerika’ya baktığı gibi
hayrandır. Biz burada asimilasyondan
kurtulmaya çalışırken, Türkiye burayı çeşitli nedenlerle asimile edecektir.
Yani biz burada Kürdistan’ı kurtarmaya
çalışırken o tarafta Kürdistan asimile
olacaktır. Çünkü bir sefer beyin olarak
asimile olmuş durumda. Adama soruyorsun, Güney Kürdistanlılar’a, genci
olsun, yaşlısı olsun, yani dar anlamda
siyasetçileri bir tarafa bırakırsak, diyorsun, “Ben Diyarbakırlı’yım.” “Ha”
diyor. “Antalya, İstanbul” diyorsun,
“Uu” diyor. Yani bu şu demek, Antalya’ya hayran, İstanbul’a hayran. İstanbullu gibi olmak istiyor. İstanbullu gibi
olmanın şartı da işte asimile olmaktır.
Anladım. Evet. Demin de söylediniz, bugünlerde (Söyleşi 4 Ağustos’ta
yapıldı.) IŞİD Şengal’e saldırıyor.
Katliam riski söz konusu. Bu bir süre
önce Özgür Gündem gazetesinde ifşa
edilen Aden antlaşmasının bir devamı mıdır? Yani niye Peşmerge orada
geri çekildi?
Güney Kürdistan’ın Ortadoğu’ya
bakışı parçalı bir bakış. Çok nedeni
var bunun. Birisi şeydir: Öteden beri
KDP zihniyetinde vardır bu parçalı bakış. Yani önce Güney Kürdistan
kurtulsun, diğerleri ona feda olsun. Ya
da diğerleri, onlar hep geride kalsın,
feda olsun mantığı. Bu mantık hâlâ
devam ediyor. Bu yanlıştır. Dolayısıyla o parça kurtulmadan işte mesela
Rojava’nın kendi bağımsızlığını eline
almasını kabul etmiyor. Keza Türkiye
Kürdistanı’nda da, bizim elimizde çok
ciddi veriler var, Türkiye Kürdistanı’nda açılıma falan, bir takım, hepsi için
söylemiyorum bunu, bunu Barzani
için de söylemiyorum, ama KDP’nin
yönetiminden bazıları bu taraftaki
açılıma karşı çıkmışlardır. AKP’ye gidip söylemişlerdir bunu. “Niye siz bu
açılımı yaptınız?” diye. Demek bu aynı
zamanda parçacı zihniyetin bir yansıması. Ama daha önemlisi şimdi orada dar anlamda benim iktidarım, ben
önde olayım, ben başkan olayım, ben
ağa olayım falan dediğiniz zaman ister istemez karşı tarafı, diğer örgütleri
dışlarsınız. Daha önemlisi, biraz önce
söyledim, hükümet olacaksınız, devlet
olacaksınız, zaten devletin ön aşamasındasınız, savunma pozisyonundasın,
savunma pozisyonunda olduğun zaman IŞİD’e hangi savunma konsepti ile
karşı çıkacaksınız? Bunu bilmedikleri
daha önceki olaylardan da belli. Kerkük’teki olaylardan da belli. Musul’dan
belli. Şengal’dan belli. Gerçi Şengal’da,
şunu da söylemek lazım, haksızlık
yapmamak lazım, Şengal’da Peşmerge
gücü tugaylar falan değildi, sonuçta o
bölgeyi biliyorum, şehrin içinde birkaç karakol var, polis karakolu, işte
kontroller var, bir de Peşmerge’nin
jandarma kuvvetlerine benzer kuvvetleri. Daha kuvvetli olan istihbarat var.
Yani bir asker çekilmesi yok. Orada var
olan emniyet. Kolluk kuvvetleri biraz
panikleyerek geri çekiliyor. Bu aynı zamanda daha Rojava ile IŞİD çatışırken,
niçin bu meseleyi kavrayamadıklarını
gösterdi. Şimdi savunma pozisyonunda olduğunuz zaman problemlidir.
Halbuki aktif savunma denen bir şey
vardır. Bu geri çekilmenin kötü bir
şey olduğunu düşünüyorum. Mesela
bugün okuduğum bir makalede, daha
çok işte Kürt Özgürlük Hareketi’ne
yakın bir çevreden bir makale, IŞİD’in
oraya saldırısı Til Koçer kapısı ve bu
sefer deyim yerindeyse Rojava’daki
özellikle Cizir bölgesini arkadan kuşatarak planlanıyor, yani Kobane’deki
başarısızlığı buradan telafi ederek başarmak istiyor.
Bununla neyi amaçlıyor taktik
olarak?
Burada önemli olan, Ezidiler’i sürmesi bir yana, Duhok ile Erbil arasındaki en önemli ulaşım kanallarını kesiyor. Yani Barzani’nin, biz yine Barzani
demeyelim, KDP ile Kürt yönetiminin
böğrüne elini atmış, böğrünü alıyor.
Şimdi böğrü o kadar açık olan bir savunma sistemi Amerika’dan gelecek silahlarla falan olacak desteklenecek bir
şey değildir. Zamanında buna Kürtler
çağrı yaptılar, biz ortak askeri birlik
kuralım, Rojava’da savunma birlikleri kuralım, Musul hattında falan diye,
maalesef tek yanlı kaldı, niye, sanki gerilla Kandil’den inecek ya da YNK’nin
peşmergesi oradan gelecek, Kürdistan’ı
işgal edecek diye bir mantık vardı eskiden. Şöyle bir mantık: İki Baas vardı,
Irak Baas Partisi. Suriye Baas Partisi.
Suriye, İsrail’e karşı savaşırken Irak
Baas Partisi dedi ki, “Biz ordularımızı
gönderiyoruz.” “Ama üç tane tümen
göndermeyin” dediler, “İşte bize birkaç
tane tugay falan işte yeter, göstermelik
olsun.” Çünkü şeyden korkuyorlar, bu
sefer girerse tümen, orada darbe yapacak. Bu anlayışın bizim Kürtler arasında, özellikle Kürt yönetiminde de çok
ciddi biçimde olduğunu görüyorum ve
bu yanlıştır.
Kürtler bunu niye aşamıyorlar?
Neden birlik olamıyorlar?
O da bizim bin yıllık sorunumuz
ama daha çok yüzyıllık problemimiz.
Yani zaten biz kendimizi aşsaydık bugün senin sorduğun konumda olmazdık.
Peki, bunu çözmenin yöntemi ne
olmalı?
Bu Kürdi, Kürdistani düşünememenin sonucudur, yani Kürdi, Kürdistani siyaset yapamazsanız, Kürdi,
Kürdistani, efendim, bir dünya, bu
05.08.2014 18:34
SOYLESI 15
SÖYLEŞİ
2014
Çarşamba
06 Ağustos
sorunu çözemezsiniz. Kürtler bugün
sahneye çıkmışlar ve çok önemli roller
üstlenmek, hatta bazı rolleri kendileri
oynamak üzere sahneye çıkmışlar ama
maalesef bizim Kürdistan’ın her parçasındaki yani az ya da çok her parçasında her örgüt Kürdi, yani Kürt halkını,
Kürt davasını, bütün Kürdistan’ı kapsayacak bir politikadan ziyade örgüt
politikası, örgüt diplomasisi, örgüt politikası sürdürüyor, örgütün çıkarına
olursa olur, olmazsa olmaz. Kürdistan
Ulusal Konferansı niye toplanamadı?
Oysa PKK çağrı yaptı defalarca.
Niye toplanamadıysa, bu sorunun
girdi, birkaç yeri geri aldı, çok önemli,
stratejik bazı yerleri geri aldı, yapılacak
şey öyledir. Kürtler ortak birlik kuracaklar, peşmerge birliği ya da Kürt ordusu şeklinde, aktif savunmaya geçecekler. Yani maalesef Kandil bu çağrıyı
çok defa yaptı ama işte örgütsel rekabet
nedeniyle maalesef kabul etmediler.
Kandil dedi “Çekil, biz girelim ya da
sen yap”, ikisi de olmadı. Kandil haklı
olduğu için söylüyorum, ispatlandığı
için, yoksa Kandil’in perspektifi şöyledir, böyledir, onun tarafını tuttuğumdan söylemiyorum. Bu görülüyor.
Bunu o bölgede gezen, bırakın bir askeri gözle oraya bakmayı, bunu orada
haline getirmeye çalışıyordu. Şimdi
bakıyoruz bu daha da çeşitlenmiş. Bu
çeşitlenme şöyle: Savaşı orada yürütüyor, yani burada ateşkes yapmış, içsavaşı orada yapıyor. Aslında orada
dönen savaş zaten PKK ile savaşın bir
parçası haline gelmiş. İkincisi: Burada yeni bir taktik uygulamaya başladı,
Suudi Arabistan ve Katar ile politikasında, Suudi Arabistan’la bozuştuktan
sonra, evet IŞİD’in rehinesi haline gelmiş Türkiye ama esas mesele o değil.
Esas mesele şu: IŞİD vasıtasıyla şimdi
hem Rojava’ya hem dikkat edin, Ezidileri, bu Şengal olayı da gösterdi bunu,
çünkü bundan önce, aşağı yukarı bir
şebilir, hükümet bunun önünü almazsa daha fazla gelişir ve kimin kazanacağını da Allah bilir.
Bir yandan da böl yönet politikasını sürdürüyor mu Türkiye?
Burada böl yönetten de biraz vazgeçiş söz konusu. Daha önce de vardı
bu. Mesela Leyla Hanım’ın konuşmasını istismar ederek, işte “Leyla Hanım böyledir de, BDP böyledir” falan
dedi. Ondan sonra yok “Cemil Bayık
ile Öcalan arasında kriz vardır” dedi .
“Aslında Öcalan iyidir de, Kandil kötüdür.” Ondan sonra bunun karşısına
yeni yeni küçük partiler çıkarmaya
çözülmemesi de aynı nedenledir.
Bugün bütün dünyanın gözü kulağı Şengal’dedir.
Evet.
Şengal’deki Ezidiler Kürdistan ve
dünya için ne ifade ediyor sizce?
Dünya için hiçbir şey ifade etmez
ben sana söyleyeyim. Bir takım insani
lafların ötesinde, Yeşiller, demokratlar
filan, hükümetler şey diyecekler, “Bu
bir insanlık suçudur” diyecekler, “terördür” falan. Hiçbir şey olmayacak.
Burada yapılacak şey, bak YPG nasıl
gezinen herkes görür. Askeri mantıkla
bakarsan çok güzel kavrarsın yani.
Türkiye’nin Rojava politikası nedir sizce?
Türkiye’nin Rojava politikası hâlâ
üçlüdür. Kısa bir dönem öncesine kadar Türkiye daha çok IŞİD vasıtasıyla
Rojava’yı kuşatmaya ve çökertmeye,
diz çökertmeye, teslim almaya diplomatik ve politik olarak teslim almaya,
hatta biraz da koz olarak PKK’ye karşı
kullanmaya, Kürt mücadelesine karşı,
hatta Öcalan ile biraz da pazarlık kozu
hafta önce şöyle bir haber çıktı ve bu
haberin altının çok boş olduğunu düşünmüyorum, MİT’in raporlarına
göre, hükümete verilen raporlara göre
Şengal, PKK’nin ikinci Kandili olacakmış, böyle bir haber. Dikkat edin,
burada IŞİD yanlılarının HDP’ye saldırıları oldu. Ramazan’da Amerikan
elçisi gelecek diye verilen iftardaki saldırı, olaylar çıktı falan. Aslında IŞİD
ve Kürdistan kapışmasının bir şekilde
Türkiye Kürdistanı’nına da sıçradığını
düşünüyorum, yani daha fazla da geli-
başladı. Geçmişten birçok şahsiyetler
getirdi, alternatifler yaratmaya çalıştı.
Şimdi böl yönet politikası böyle işlemiyor, Rojava üzerinden işliyor. Rojava’da da başarısız kaldı, çünkü bazı
Kürt rakip örgütlerinin, malum şimdi
PYD denilen, TEVDEM denilen örgütün dört-beş tane ayrı müttefiki falan da var Suriye’de. Onun karşısında
ESNK var, o dağa da çıkmıştı, nispeten
KDP’ye yakın duran blok. Onlar da
çürüğe çıktı. Bundan 15 gün önce ailelerini bile koruyamadan kaçtılar oradaki Kürt muhalif silahlı gruplar.
12-13-14-15-16-17 HalkınNabzı 53.indd 15
05.08.2014 18:34
16 SÖYLEŞİ
Bunları böyle görürsek, Türkiye’nin
oynadığı bütün atlar iyi çıkmadı. Şimdi tersine IŞİD üzerinden hem Rojava’yı bölmeye, coğrafi olarak bölmeye, kuşatmaya hem de Türkiye’de bir
takım karışıklıklar çıkararak yeniden
birbirine düşürmeye çalışıyor.
Kürtler gittikleri her yeri Kürdistan’a çeviriyor. Mesela en büyük Kürt
şehri İstanbul. Peki, Türkiye çekinmiyor mu, Rojava’da olanların buraya sıçramasından çekinmiyor mu?
IŞİD’i kışkırtarak bir takım provokasyonlar yapmanın yol açabileceklerinden?
Siyaset her zaman böyle makul olmaz. Bilginiz çoktur, enformasyonunuz çoktur, kafanızda bir takıntı varsa
o takıntının ceremesini, günahını hep
çekersiniz. Bu takıntı bütün politikanızı, stratejinizi mahveder. Bir örnek
vereyim, TSK gibi, yani Türkiye’nin
ordusu gibi dünyanın her yanından
istihbarat alan, dünyanın neresinde ne
yapılmış askeri anlamda, siyasi anlamda bilgisi olan bir ordu, takıntısı neydi?
Kürt. İşte diğer takıntısı irticaydı falan.
Bu takıntılar nedeniyle bugün gele
gele geldikleri yeri görebiliyorsunuz.
Bilgi almak başkadır, ama her siyaseti
12-13-14-15-16-17 HalkınNabzı 53.indd 16
2014
Çarşamba
06 Ağustos
bir mantığa oturtacaksınız, her siyaseti
bir reel politik mantığına. Burada bir
reel politik mantığı falan yok, bakıyorsunuz Başbakan’a gazı veriyorlar, “sen
Ortadoğu’nun padişahı oldun, sultanı
oldun, zaten her yerde senin şeylerin
satılıyor” falan yani. Bu kadar basit
değil. Ben açıkçası Yalçın Akdoğan’ın
başdanışman olarak bu stratejiyi de,
Davutoğlu da keza, onu da katarak
söyleyeyim, yaptığını düşünüyorum,
ya bir taraftan da gülüyorum, iyi ki
bu kadar yanlışlıklar yapıyorlar, sonra diyorum ki ya biz halklar olarak
bunun ceremesini çekiyoruz, Kürtler
dahil yani tabii, ceremesini çekiyoruz,
çünkü o kadar yanlış, kendini Kürtleri çok iyi bilen, tanıyan birisi olarak
lanse eden bir başdanışmana bakınız,
Kürtler’den bir şey anladığı yok, daha
Kürtler’in rolünü bile kavramamış,
Kürtler’in hangi mahallede oturduğunu bilmiyor. Geçen gün güya taktik
yapıyor, buyrun, Selahattin Demirtaş
işte Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olacak, tabii söylemleri de
Türkiye Cumhuriyeti’ni kavrayacak,
diyor ki “sen niye Kürtlük yapmıyorsun?” diyor. Güya siyaseten yolundan
saptıracak da deşifre edecek. Şimdi
böyle bir başdanışmandan böyle de bir
siyaset çıkar yani.
Bölgedeki birçok ülke ve emperyalistler IŞİD’i canavarlaştırdı. Peki,
bu IŞİD’i kim durduracak?
Şu anda piyasada görünen şudur.
Bir defa IŞİD’i yani durduracak demeyeyim ama Kürdistan’da Kürtler’in
eğer bir birleşik gücü olursa bir şekilde IŞİD’i bitiremezler, çünkü IŞİD’in
hakim olduğu alanlar Kürdistan’ın
dışındaki alanlardır. Bir takım alanlar. Fakat şu kadarını söyleyeyim yani,
herhangi dışarıdan bir müdahale falan
beklemek şu anda öngörülmüyor. Ben
burada esas olarak bu IŞİD gelişinin
bizzat İslamcılar arasında çok büyük
çatışmalara yol açabileceğini ve biribirlerini çok uzun süre boğazlayacaklarını, yani Sünni kesimlerin, zaten Suriye’de tahmin ediyorum, Irak’ta olan
da o. Musul’u aldılar ama orada dört,
beş örgüt vardı. Dört, beş örgüt ertesi
gün kavga etmeye başladılar.
Yani itiraz eden örgütler mi çıktı?
Bir sürü biat eden örgüt çıktığı gibi
bir sürü de itiraz eden örgüt çıktı. İtiraz
edenler de hep silahlı örgütler. IŞİD’i
durduracak olan o bölgenin insanlarıdır. Yoksa işine gelecek de, Amerika
kalkacak bir şey yapacak.
Anlaşılan herhalde IŞİD’i yine
Kürtler durduracak.
Kürtler kendi sınırlarında durduracaklar. Bu kesindir. Kesine yakın bir
şeydir. Kendi topraklarının dışında
Kürtler’in gidip de Kerbela’da, Bağdat’ta filan IŞİD’i çevirip durdurması
olmaz. İttifaklar olur, oynak bir zemindir, bugünün dostu yarının bilmem
neyi olur, ittifaklar olur, çevirirler, kuşatırlar, zaten IŞİD bir süre sonra kendi kendine biter, enerji politikalarında
bir piyondur aktör gibi görünse de.
Aslında çok büyütmemek lazım. Kanlıdır, rezilcedir, hani bir deli kuyuya bir
taş atar, kırk akıllı çıkaramaz. Ama bu
öyle basit taş atmıyor, silah atıyor. Tabii insanlar ölüyor. Ama işte bu kırk
akıllı henüz bulunmadı. Şu an için Batı
ülkeleri Ortadoğu’nun durulmasını
istemiyor. Oradan terörist gelmesin
yeterli onlar için. Ama nasıl Afganistan’da yetiştirdiler, sonra Taliban’a operasyon yaptılar. Yarın öbür gün böyle
bir şey de olabilir.
Çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.
05.08.2014 18:34
YORUM 17
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Bir Türlü Uyanamadığımız Kabus
Yansıma
Y
aşadığımız coğrafya cehennem
gibi. Bir şiddet sarmalının içinde yaşıyoruz. Ortadoğu petrol zengini ancak bu zenginliğe sahip
olmanın bedeli de ağır. ‘‘Kuzusu olan
kurdu görür’’ demiş atalarımız. Gerçekten de öyle. Kuzuların arasında
kurtlar, çakallar. Görünmenin de ötesinde kimin kurt kimin kuzu olduğu
karışmış durumda. Acılar bitmiyor,
bugün sosyal medyada izledim, bu
görüntüler silinmeden yaygınlaştırın
yazıyordu. Aslında o görüntüleri gizli
çekmenin imkanı yok. Şiddeti uygulayanın bizzat kendisi tarafından gücünü göstermek, insanlığı sindirmek
için özellikle de çekilmiş ve dolaşıma
sunulmuş. Duvarlara sıkıştırılmış insanlar tekmelerle duvara yapıştırılıyor
videoda, acı çeken insanlar, duvarlar
kan içinde. Diğer yanda kafalar, boğazlar kesiliyor, acı çektirerek mi acısız
mı kesmek dinen daha makbul diye
istişareler yapılıyor. Başka bir yerde,
yüzlerce muhalif darağaçlarında sallandırılıyor. Yine tecavüze uğrayan kadınlar, çocuklar. Kurduğumuz uygarlığın, insan haklarını korumanın daha
güvenli ve korunaklı hale getirilmesi
için zamanında oluşturduğu kurum-
12-13-14-15-16-17 HalkınNabzı 53.indd 17
LEYLA SOYER MENGÜÇ
lar seyirci, hatta zalimden yana tutum
sergiliyor; bir türlü uyanamadığımız
kabus yaşamlarımız…
Saldırgan düşman hep yağma, cinayet, tecavüz ve barbarlık uygular.
Biz ise hep Tanrı tarafından bahşedilmiş bir görevle, bir alınyazısıyla, kurbanlarımızı ıslah ederken, istemeye
istemeye onların pazarlarını ele geçiririz; vahşi, ahmak ve paranoyak halkları uygarlaştırırken, şans eseri onların
petrol kuyularına rastlayıveririz. (Akt.
G. Monbiot, 2001)*
Ülkemizde aynı şiddet sarmalının
içinde. Bir gecede otuz beş insanımız
öldürülüyor, devletimiz tazminat ödüyor ama özür dilemiyor! Muhalif gençlerimiz gezide alanlara çıktı diye gaza,dayağa maruz kalıyor ve öldürülüyor,
öldürülen çocukların anneleri alanlarda kitlelere yuhalatılıyor. Bir yandan
‘‘ama onlarda taş atıyordu” yakınması, ya da onlarda “kaçakçıymış” veya
“Kürtmüş”, “Aleviymiş” itirazı. Ölümü,
kıyımı şiddeti haklılandırma çabaları.
Tepedekilerin ayrıştırıcı dili hemen
toplumun bütününe inmiş; insanların
birbirine kayıtsızlığı, empati eksikliği,
vicdanların körelmesi. Kadın cinayet-
Yaşamlarımız
leri istatistik verisi olmuş. 2013 yılının
ilk dokuz ayında 842 kadının öldürülmüş. Eril düzenin hasta vicdanlarına
terkedilmiş mağdur ve mazlum kadınlar; kadınlara uzak duran kadından
sorumlu bakanımız. Bir avuç azınlığın
taşeronluğunu üstlenmiş bir hükümet
ile yok edilen doğamız, sularımız toprağımız; bir ağaç için sokağa çıktılar
küçümsemesi. Hayvan deneyleri gelişmiş batı toplumlarında yasaklanmış
veya en minimum düzeyde sürdürülürken yabancıların kendi ülkelerinde
yapamadıkları deneyleri ülkemizde
yapabilmelerinin yasal alt yapısı oluşturuluyor. Sokaklarımız sahipsiz ve
kimsesizliğe terkedilmiş hayvanlar ile
dolu. Bir yerde, parkta, restoranda aç
bir kedi, köpek bir parça yiyecek için
sandalyelerimizin dibinde beklerken
on kişiden birinin aklına bir parça yemek vermek gelmiyor; bitimsiz açlık,
doymak bilmezlik, sağırlık.
“Çağdaş toplum örgütlü toplumdur” sözünden bir şey anlamıyoruz.
Örgütlü olmaktan bir anladığımız
ucuz siyaset yapmak. Herbir iktidarın
seçilmeden önce değiştirmeyi taahhüt
ettiği ancak iktidara geldiğinde işine
gelmediği için değiştirmediği siyasi
partiler yasası. Tek adam üzerinden
yürütülen parti çalışmaları ile gerçek
özveri ve inançla çalışan insanlar bir
anda parti dışında kalabiliyor veya
hak ettikleri karar organlarında yer
alamıyorlar. Sivil toplum örgütleri,
bireylerin, grupların yalnız olmaması,
yaşadığı ülke, kent, yerel bütün idare
tarzlarında baskı grubu oluşturabilmesi demek. Bu bir tüketici hakkı, bir
insan hakları örgütü, bir meslek grubu
olabilir. Bu örgütlerde yer almak doğaya, canlı yaşama dair tüm uygulamalar
da güçlü bir ses oluşturmak demek.
Ama şimdi sadece cılız seslerimiz var.
Akıllarımızı bizi yönetenlerin idaresine verdik. Birileri bizim için doğru
veya yanlışa karar veriyor. Sistemin
kendi varlığını sürdürmek için örgütlü
yapıları marjinal guruplara indirgemesi, böyle işine gelmesi tuzağına düştük.
Bunlar komünist, bunlar vatan haini,
bu Alevi, bu Kürt. Örgütlü yapılar
dendiğinde bunları anladık. Her şeyi
boşa çıkarma hastalığına yakalandık.
Kazanılmış hakların bir mücadele ile
elde edildiğini görmezden geldi, mücadele edenleri hapislere tıktık. Elimizden tek tek alındığında da boş boş
baktık. “Kendi kendisinin düşmanı
olan bir akıl” sendromu.
Dünya, vicdanlarından koparılmış
bir aklın egemenliğine terk edilemeyeceği gibi, insan da sadece akıldan
oluşan bir varlık değil. Kaldı ki, akıl
da, sadece “çıkar” anlamına; kendi
yanlış-doğru emellerimiz için her şeyi
araçsallaştırma potansiyeline denk
gelmiyor. Sonuçta akıl, bir potansiyel
ve kullanımı yine insana bağlı (şiddeti
üretebileceği gibi, şiddete karşı da kullanılabilir). Öyle görünüyor ki, akıldan
ve öğrenilmiş çıkarlardan daha çok,
öğrenilmiş erdeme ihtiyaç var. Özetle
aklı, teknik aklın boyunduruğundan,
“kendi kendisinin kölesi olmaktan”
kurtarmak, doğaya ve kendi türdeşine
dost hale getirmek gerekiyor.*
*Gümüş, A. (2006). “Şiddetin Nedenleri”. Toplumsal Bir Sorun Olarak Şiddet Sempouzyumu. Ankara:
Eğitim Sen Yayınları. s. 39-92.)
05.08.2014 18:34
18 YORUM
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Direnen Rojava’nın
FEHİM IŞIK
I
ŞİD de, El Nusra’nın aldığı destekleri aldı. Türkiye üzerinden giden
militanlar Suriye savaşına rahatlıkla dâhil olabildiler.
Irak’ta Felluce ve Anbar’da etkinlik kuran IŞİD, Rojava’da da öncelikle
Deyrezor üzerinden Rakka’ya yöneldi.
Bu arada Rojava’da hem Serêkaniyê’ye, hem de Kobani’ye saldırdı.
Suriye’nin orta bölgelerindeki tüm
Sünni yerleşim yerlerinin neredeyse
tamamını ele geçiren IŞİD, Rojava direnişi karşısında etkisiz kaldı. Rojavalılar, yalnız kendilerini değil, IŞİD’in
saldırdığı Arap köylerini de koruma
altına aldı.
IŞİD’in saldırılarının yoğunlaştığı
dönem, Rojava’nın özerklik ilanı için
yoğunlaştığı döneme denk geldi.
2014’ün ilk ayında önce Rojava
Anayasası olarak adlandırabileceğimiz
Toplumsal Sözleşme kabul edildi. Toplumsal sözleşmenin kabülünü kantonların ilan edilmesi takip etti.
Sırasıyla 21 Ocak’ta Cızire, 27
Ocak’ta Kobani, 29 Ocak’ta ise Afrin
kantonu ilan edildi...
1960’lı yılların ortasında uygulanan Arap Kemeri politikası ile Araplaştırılan Rojava coğrafyası, özerkliğin
bu topraklarda kanton modeli ile yaşa-
18-19 HalkınNabzı 53.indd 18
ma geçmesinin de nedenidir.
Savaşın en acımasız yaşandığı Suriye’de kantonların ilanıyla birlikte
Rojava yalnız Kürtlerin değil Arapların, Süryanilerin, Ermenilerin ve diğer
halklar ile inançların nefes alabildiği
bir vahaya dönüşmüştü.
Bu vahanın en büyük saldırganı
3 Yılı… (3)
geçirdi.
Irak ordusunun terkettiği askeri
karargâhlardan ele geçirdiği silahlarla
IŞİD Irak’ın Selahattin ve Diyala eyaletlerine yöneldi. Bir taraftanda Bağdat’ı zorlamaya başladı.
IŞİD’in hedefinde Rojava’da vardı.
Kürtlerin Rojava’daki direnişini
1960’lı yılların ortasında uygulanan Arap Kemeri politikası ile Araplaştırılan Rojava coğrafyası, özerkliğin bu topraklarda kanton modeli ile
yaşama geçmesinin de nedenidir.
IŞİD iken ona destek verenler, önünü açanlar da azımsanmayacak kadar
çoktu.
Türkiye topraklarını kullanan, Suudi Arabistan ve Katar’dan maddi yardım ve silah desteği alan IŞİD, Irak’ta
da Başbakan Nuri Maliki’nin Sünni
karşıtı politikalarını kendi lehine değerlendirerek Felluce ve Anbar’da başlattığı askeri hareketliliği yaygınlaştırdı.
10 Haziran 2014 hem Irak, hem de
Rojava açısından yeni bir başlangıcın
tarihi oldu.
IŞİD, Ninova eyaletinin başkenti
3 buçuk milyonluk Musul kentini, en
küçük bir direnişle karşılaşmadan ele
bir türlü aşamayan IŞİD, Irak’tan ele
geçirdiği ağır silahlarla Rojava’nın en
zayıf halkası olarak gördüğü Kobani’ye
saldırdı.
Cızir kantonu ile Kobani kantonu
arasındaki Til Ebyad’ı, yani Kobani’nin
doğu cephesini daha önce denetimine
alan IŞİD, Afrin kantonu ile Kobani
arasındaki batı cephesi olan Cerablus’u da ele geçirmişti.
IŞİD, Kobani’nin güney cephesi
olan Suriye’nin petrol bölgesi Rakka’yı
da aldı.
Ele geçirdiği bölgelerde kendisine
biat eden yeni güçlerle birlikte ilerleyen IŞİD’in hedefine Rojava Kürtleri
yeniden girdi.
IŞİD, 2 Haziran 2014’te Kobani’nin
batı cephesindeki Cerablus üzerinden
Zor Mıxar köyüne saldırdı. Giderek
cepheyi genişleten IŞİD, şimdilerde
Kobani’nin 3 cephesinden ağır silahlarla Kobani’ye saldırılarını sürdürüyor.
Binlerce havan mermisi ile köyleri
bombardıman altına alan IŞİD’e karşı
YPG ve YPJ güçleri de devasa bir direnişle cevap veriyor.
YPG sözcüleri IŞİD’in sivil halka
dönük katliamlar yaptığını söylüyor.
IŞİD’in, YPG’lilere yönelik saldırısında kimyasal silahlar kullandığına
dair iddialar da var.
Kobani Sağlık Bakanlığı uzman
doktorlar tarafından yapılan incelemede 3 YPG’linin cenazesinde kimyasal madde emarelerine rastlandığını
açıkladı.
YPG komutanlarından Rêdur Xelil,
uluslar arası güçlere IŞİD’in kimyasal
saldırılarını incelemesi çağrısında bulundu.
Ağır saldırıların yaşandığı bu dönemde bölgenin etkin askeri gücü
YPG’nin yanı sıra Rojava’nın en güçlü partisi PYD’nin çağrıları gündeme
damgasını vurdu.
Çağrı tüm Kürt halkınaydı: “Kobani düşerse, Rojava düşer, Kerkük düşer...”
Kobani’nin çığlığına PKK lideri
Abdullah Öcalan’ın çağrısı da eklendi.
PKK lideri İmralı Cezaevi’nden
yaptığı açıklamada, Kobani’nin seferberlik çağrısına yanıt verilmesini istedi.
Türkiye’den binlerce insan Kobani
sınırında, Suruç’ta Rojavalıların direnişine destek için nöbet çadırları kurdu.
Yüzlerce genç, Kobani direnişine
destek vermek için Rojava’ya geçti.
Rojava Devrimi’nin ateşi 19 Temmuz’da Kobani’de yakıldı.
Kobani, şimdi bu devrimin bekçiliğini IŞİD saldırganlığına karşı direnerek devam ettiriyor.
05.08.2014 18:34
HABER 19
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Caferağa’da Otopark Direnişi
K
adıköy’deki Moda Eski Sabit
Pazarı’na geçen cuma günü
iş makinaları otopark inşaatı
yapmak üzere girdi. Bunun üzerine
vatandaş duruma itiraz edince Kadıköy Belediyesi’ne bağlı zabıta ekipleri
çalışmayı durdurdu. Alınan bilgilere
göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi
projeyi tekrar değerlendirme kararı
aldı.
Özel bir firma Kadıköy Caferağa
Mahallesi’nde bulunan Moda Eski Sabit pazarının bir kısmını otopark yapmak için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden izin aldı. Otopark yapmak
isteyen şirketin iş makinaları alana
geldi. Söz konusu alan Kadıköy Moda’daki önemli yeşil alanlardan biriydi.
Aynı zamanda alan Kadıköy Kaymakamlığı tarafından afet toplanma böl-
gesi ilan edilmişti. İş makinaları alana
geldikten sonra vatandaş inşaat çalışmalarına tepki gösterdi. Daha sonra
Kadıköy Belediyesi’ne bağlı zabıtalar
alana gelerek inşaat çalışmalarını durdurdu. Vatandaşlar şu an halen Moda
Eski Sabit Pazarı’nın orada bekleyişlerini sürdürüyor.
Konuyla ilgili olarak soruları yanıtlayan Kadıköy Belediye Başkanı
Aykurt Nuhoğlu söz konusu alanın
otopark yapılmasıyla ilgili olarak İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin kararını tekrar değerlendirmeye aldığını
belirtti. Nuhoğlu, “Halk Moda’daki
bu alana karşı çok duyarlı. Büyükşehir’in bu projeyi iptal edeceğini tahmin ediyorum. Burası afet toplanma
alanı olarak tayin edilmiş. Bizim zaten
Kadıköy’de alan sıkıntımız var” dedi.
Nuhoğlu dün Moda’da alanda bekleyen vatandaşlarla da görüştüğünü
belirterek, “Mahallelinin karşı çıktığı
bir projeyi yapmak doğru değil. Biz de
halkın güvenliğini temin etmek adına
oradaki inşaat çalışmalarını durdurduk” dedi.
Kadıköy Belediyesi ise olayla ilgili
olarak dün Twitter üzerinden yaptığı
açıklamada, “Caferağa Mahallesi eski
sabit pazarının bir kısmı İBB tarafından gerekli izinleriyle birlikte işletmeye açık otopark olarak kiralanmıştır.
Herhangi bir yapılaşma olmamakla
beraber işletme açık alanın bir kısmına parke taşı döşemek istemiş, mahalle sakinlerinin tepkisi üzerine çalışma
Kadıköy Belediyesi zabıtalarınca geçici olarak durdurulmuştur” ifadelerini
kullandı.
İshak Karakaş ve Ahmet Tulgar ile
‘Nabız’
her Pazar saat 22.00’de
MedNûçe TV ekranlarında
Fehim Işık ile ‘Kûçename’
onbeş günde bir
Pazar günleri saat 16.00’da
MedNûçe TV ekranlarında
Gündemin en sıcak konuları farklı konuklarla özgür
medya ortamında tartışılıyor: Nabız’da
Sokağın sesi, halkların nefesi ve meydanların
dinamizmi: Kûçename’de
MedNûçe Frekans Bilgileri
MedNûçe Frekans Bilgileri
Hotbird 13 Frequency: 11.642 H SymRate : 27.500
Hotbird 13 Frequency: 11.642 H SymRate : 27.500
Yapım: AHİS Reklam Organizasyon Prodüksiyon
Yapım: AHİS Reklam Organizasyon Prodüksiyon
18-19 HalkınNabzı 53.indd 19
05.08.2014 18:34
20SPOR
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Haydi Kızlar Sahaya
“Görüşünüz ne olursa olsun, gönlünüz daima sporla dolsun..”
G
eçtiğimiz yıllarda futbola erkek oyunu deniliyordu. Bunun sebebi ise oyunun saha
içerisinde sert oluşu, kıran kırana geçen mücadelelerde yaşanan sakatlıklar vs. Fakat şimdilerde tüm dünyada,
sporun bütün branşlarında, bayan
sporcuları da görüp, aldıkları başarıları zevkle izliyoruz. Futbolda da böyle.
VAHİT KARAKAYA
Üstelik son zamanlarda, uluslararası
mücadelelerde gösterdikleri mücadele; teknik, taktik, hırs hepsi birarada,
müthiş. Ben izlerken, takip ederken
büyük zevk alıyorum. Nasıl ki, sosyal yaşamda bayanlarla eşit anlamda
çalışıyorsak, artık sportif anlamda
da, aynı olay geçerli. Fakat ülkemizde
birkaç spor dalının dışında, bayanlar
sporda pek aktif değiller. Sebebi de
liglerde mücadele eden takımlarımızın, maalesef sporu, halen güce dayalı
erkek işi olarak görmeleri. Biraz gözlerini açsalar görecekler. Ülkemizde
son dönemlerde, futbolda bayanlara
da yatırım yapılmaya başlandı, fakat,
şu anda yeterli değil. Çünkü, bilhassa
futbolda, uluslararası hiçbir müsaba-
kada yerimiz yok. Kulüp yetkililerine sesleniyorum; kızlarımız için de,
futbola yatırım yapalım. İnanın, en
az erkekler kadar, başarılı olacaklardır. Haydi kızlar sahaya. Spor, sevgi,
saygı, kardeşlik ve barış demektir.
Unutmayalım.
Maltepespor İstanbulspor ile
1-1 Berabere Kaldı
Y
eni sezonda şampiyonluk hedefleyen Maltepespor 11 günlük Nevşehir
kampı sonrası oynadığı 2. hazırlık maçında İstanbulspor ile 1-1 berabere kaldı.
Hasan Polat Stadı’nda oynanan mücadelede, ilk yarı ve ikinci yarı 2
farklı takım ile sahaya çıkan Maltepespor’un golünü Abuzer Gaffar Toplu’nun asisti ile Ahmet Teker attı.
Fahri Tatan Pendikspor’da
Y
eni sezon hazırlıklarını Bolu’da sürdüren 2.Lig Beyaz Grup takımlarından Pendikspor dış transferde yeni bir ismi daha kadrosuna kattı.
İstanbul ekibi geçtiğimiz sezon Yeni Malatyaspor forması giyen 31 yaşındaki tecrübeli orta saha oyuncusu Fahri Tatan ile 2 yıllık sözleşme imzaladı.
Tuzlaspor’a Genç Takviye
F
enerbahçe ile olan sözleşmesi sona eren Recep Berk Elitez, geçtiğimiz
Cumartesi kendisini 2 yıllığına Tuzlaspor’a bağlayan sözleşmeye imzayı
attı.
Fenerbahçe alt yapısının yetiştirmiş olduğu genç yeteneklerden biri olan
Recep Berk Elitez, Fenerbahçe’de profesyonelliğe geçtikten sonra sırasıyla
Kayseri Erciyesspor, Bandırmaspor, Bayrampaşa ve Bugsaşspor’da kiralık olarak forma giymişti.
20-21 HalkınNabzı 53 spor.indd 20
05.08.2014 18:35
SPOR 21
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Renkler Maltepe’de Buluştu
Taraftarlar uluslararası sempozyumda sorunlarını tartıştı
altepe Belediyesi Prof. Dr. Türkan Saylan
Kültür Merkezi’nde (TSKM) geçen haftasonu düzenlenen “Uluslararası Taraftar
Sempozyumu” büyük bir coşku ve katılımla yapıldı.
Bremen Mızıkacıları Perküsyon Grubu’nun verdiği
muhteşem konserle başlayan sempozyuma, Maltepe
Belediyesi Başkanvekili Hasan Gökkaya başta olmak
üzere, Taraftar Hakları Derneği Başkanı Burkal Efe
Sakızoğlu, yönetim kurulu üyeleri, Türkiye’nin dört
bir yanından farklı renklere gönül veren taraftarların
yanı sıra, spor yazarları, spor hukukçuları, akade-
M
misyenler, futbolcu ve teknik adamlar ile taraftarlar
katıldı. Ayrıca, Avrupa Futbol Taraftarları Ağı’ndan
(FSE) Heidi Thaler, Kai Tippmann, Football Supporters Federation (FSF) bünyesinden çalışan Liverpool
taraftarı Garreth Cummings ve Football Supporters
Europe’un (FSE) CEO’su olan FC St. Pauli taraftarı
Daniela Wurbs sunumlarıyla sempozyuma renk kattı.
Gökkaya’dan “Fanatizm” Vurgusu
Sempozyumun açılış konuşmasından sonra söz
alan Maltepe Belediyesi Başkanvekili Hasan Gökkaya, “Ben de futbolun içinden geliyorum. Futbolun
içinden gelenler fanatik olamıyor. tBu yapı içinden
gelenler tribünlerde küfür etmiyor. Yani diyeceğim
o ki bu işe gönül veren insanlar var, gerçekten gönül
birliği kuranlar şiddetten uzak. Özellikle futbolda
ülkemizde şiddet var, hayatını kaybedenleri görüyoruz. Kapılarda sıkışıp ölenleri görüyoruz. Bunu
çözmek için birlik olmalıyız. Taraftarlar bütün renkleriyle var, nasıl gökkuşağı bir rengi olmadan eksikse
taraftarlar da öyle” diye konuştu.
Gökkaya’nın konuşması sonrası Taraftar Hakları
Derneği Başkanı Burkal Efe Sakızoğlu sempozyumun ilk oturumunda “Başka Bir Tribün Mümkün”
başlıklı sunumunda, 6222 sayılı kanunun taraftara
yaklaşımı, çirkin tezahürat, yasaklanan pankartlar
sorunlarını ele aldte yandan Taraftar Hakları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Devrim Cem Erturan
“Taraftarların hak mücadelesi”, Taraftar Hakları Dayanışma Derneği Başkanı Kemal Ulusoy da “6222
sayılı yasanın taraftara yaklaşımı ve yasadaki sorunlar” konusunda birer konuşma yaptı.
Sempozyumun son bölümünde NTV Spor ve
Eurosport’tan Bağış Erten, Hürriyet gazetesinden
Burak Kuru, Evrensel gazetesinden Mithat Fabian
Sözmen konuştu. Uluslararası Taraftar Sempozyumu”nda, Florya Metin Oktay Tesisleri’nde geçtiğimiz
Cumartesi yaşanan elim kazada hayatını kaybeden
Sabah gazetesi foto muhabiri Erkan Koyuncu unutulmadı. Koyuncu anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunulduktan sonra Hayat TV’den Fatih
Atlaymoderatörlüğünde “Medya ve Taraftar İlişkisi
konulu” oturumda NTV Spor ve Eurosport’tan Bağış Erten ve Hürriyet gazetesinden Burak Kuru birer
konuşma yaptı.
Kartal, ‘Triatlon Avrupa Kupası’na Ev
Sahipliği Yaptı
D
ünyaca ünlü sporcuların katıldığı ‘ Triatlon
Avrupa Kupası’ renkli görüntülere sahne
oldu. Triatlon İstanbul 2014, Avrupa Kupası Kartal Dragos Sahili’nde gerçekleştirildi. Kartal
Belediyesi’nin ev sahipliğinde yapılan Uluslararası
Triatlon Birliği’nin (ITU) takviminde yer alan ve Avrupa Kupası’nın bir ayağı olan elit erkekler ve bayanlardaki kategorileri gerçekleştirildi. Bu yıl üçüncüsü
düzenlenen Triatlon Avrupa Kupası katılımcılardan
yoğun ilgi gördü. Ulusal yaş gruplarındaki katılımcıların da katıldığı Triatlon Avrupa Kupası kurulduğu
yarış parkurunda izleyicilere keyifli bir seyir yaşattı.
Kartal Belediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz,
Triatlon Avrupa Kupası için sağladığı imkanlardan
dolayı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş’a teşekkür ederek, “Federasyon başkanımız çok güzel bir organizasyon yaptı. İstanbul’un
20-21 HalkınNabzı 53 spor.indd 21
en önemli su sporları merkezi olarak bu konuda da
planlara işleyen sayın İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanımız Kadir Topbaş’a teşekkür ediyoruz. Burayı geliştirirsek İstanbul önemli bir spor merkezi kazanmış olacak” dedi.
Triatlon Federasyonu Başkanı Hamdi Güneş, yarışmaların dün yapılması gerektiğini fakat Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın mitinginden dolayı yarışmayı ertelemek zorunda kaldıklarını kaydederek,
“Yol kapatmak biraz sorun oluyor. Bu bakımdan bir
gün ertelenerek devam ediyoruz. Uluslararası bölümünü bitirdik. Ulusal bölüme geçtik, o da devam
ediyor. Bu yarışmayı yapmamıza katkıda bulunanlara teşekkür ediyoruz” diye konuştu.
Uluslar arası yarışmaların ardından dereceye giren sporculara madalyaları takdim edildi.
05.08.2014 18:35
22 YORUM
2014
Çarşamba
06 Ağustos
On Dört-Kesişen Yollar (2)
MUSTAFA İŞİTMEZ
Ah…
B
u beşinci gelişim mi buraya,
veya altıncı uğrayışım mı hatırlayamadım. Günler biraz hızlı
geçmeye başladı gibi… Ya da ben öyle
hissediyorum.
Her neyse…
Nerede kalmıştık. Geçen hafta şu
Dogville denen filmden bahsetmiştin.
Ben biraz farklı pencereden bakıyorum, iznin varsa başlayayım.
- Tabii ki…
Her konuda bir fikrimin olmasından ziyade kafamın içini kemirebilecek hadiselerde başarılı olmaya çalışmak hırslı olmak mıdır? Bence değil…
Kimi insan bulaştığı her işte iyi olmaya çalışır, bu da geceleri yastığa başını
koyduğunda rahat uyumasıyla alakalıdır. Bunun yerine tembellikle övünülen bir adam olmak isterdim. Yemin
ederim bu durumda kendime çok fazla saygı duyardım. “Kim bu topalak?”
diye sorduklarında “Tembelin biri”
demelerinden son derece keyif duyardım. Ama demiyorlar… Üstüne üstlük
her yerde “çok çalışkan bir adam” diye
bahsediyorlar benden. Bu biraz onur
verici, zira benim de niteliğim olan,
hakkımda söylenebilecek bir söz olduğunu bilmek hoşuma gidiyor. Bununla
22-23-24 HalkınNabzı 53.indd 22
sınırlı kalmıyorlar. Çünkü elini atmaya
hazırlandığın her işi ölçüp biçiyorsun
kafanda, yiyemeyeceğin naneyi dalından koparmak için ağaca merdiven
dayamıyorsun.
Bir arkadaşım var… Yıllardır kendini rakı eksperi olarak tanıtır. Aslında değil… Senin benim gibi mutsuz
bir insan. Mutlu görünmeye çalışan,
yalnız kaldığında duvarları tırmalayacak kadar çıldıran bir tip. Ama bu
rakı hadisesi onun hayatının merkezi.
Bir şişe rakının ne kadar iyi şekilde
ve ailesini kimseyle kıyaslamıyordur.
Neyse… Az önce bahsettiğim arkadaş
gibi olsaydım, bütün güzel ve yararlı
şeylerin hatırına içerdim. Birçok kez
kadehime gözyaşımı akıtırdım, bütün
o yararlı ve güzel şeylere kadehimi kaldırmanın fırsatını hiçbir zaman kaçırmazdım. En berbat, en çirkin şeylerin
bile bir güzel tarafını bulur kadehimi
kaldırırdım. Mesela bir ressam, bizim
Melis, ayarında bir tablo yaptı diyelim,
hemen Melis’in sağlığına ve huzuruna
içerdim. Çünkü tüm yararlı ve güzel
şeyleri severdim. Mesela bizim Musta-
Benim Dogville’den anladığım buydu. Çıkarları için kötülük
yapan insanların ezilmesini izledim. İzlerken keyiflendim, hınçla
güldüm. Çünkü Lars Bey, bizi anlatmış, biz; hikayesiz insanların
hikayesini anlatmış. İncindikleri yerleri, tutundukları dalın kırılışında alınlarından akan terleri, kısaca kaybettiklerini ve kaybederken kazandıklarını anlatmış.
damıtıldığını bilmeyi bir erdem kabul
ediyor. Ölürken, müthiş bir iç huzuru
ve zafer kazananların görkemli mutluluğu olacak gözlerinde. Ve bunda da
sonuna kadar haklı olacak. Böyle biri
olmayı istemezdim. Şimdi bunu anlattığım için bu arkadaşıma imrendiğimi
düşünme… Bugüne kadar kimseye
imrendiğimi hatırlamıyorum. Belki
Hüsnü Arkan’a imrenebilirim, sabahları erken kalkıyordur ve sevdiklerini
fa, güzel bir senaryo mu yazdı, hemen
kadehimi kaldırır onun da sağlığına
ve huzuruna içerdim. Aciz bir tembel
olarak bütün bunlara karşılık bana da
saygı gösterilmesini bekler, saygı göstermeyenin de yakasına yapışırdım.
Benim Dogville’den anladığım
buydu. Çıkarları için kötülük yapan
insanların ezilmesini izledim. İzlerken
keyiflendim, hınçla güldüm. Çünkü
Lars Bey, bizi anlatmış, biz; hikayesiz
insanların hikayesini anlatmış. İncindikleri yerleri, tutundukları dalın kırılışında alınlarından akan terleri, kısaca
kaybettiklerini ve kaybederken kazandıklarını anlatmış. Bir kaybedişi dünyanın sonu olarak görürken, içinden
çıkardığın kazanım, yeni bir dünyanın
temelini oluşturuyor. Hatta birkaç tane
fazladan dünyanın temelini oluşturmaya yetecek kadar enkaz çıkartıyor.
Ne düşünüyorsun?
- Şu an nerede olmak isterdim
biliyor musun?
Elbette hayır. Az çok bakışlardan
anlardım eskiden, ancak bu yeteneğimi de kaybettiğimi düşünüyorum. Ölü
bir nüfuz herkesin yüzünde…
-Seanslara gel. Ama beni yanlış anlamazsan bir şey isteyeceğim. Bu
konuşmaları sıklaştırsak nasıl olur?
Mesela akşamları buluşsak, bir cafeye
geçip bunları kahve içerken saatlerce
konuşsak, ne dersin?
Olur… Bu haftalık görüşme yine
bitti sanırım. Görüşmek üzere…
Unutmadan, ben sana istemsiz bir
şekilde “On Dört” diyorum, adın neydi?
-Derya.
Memnun oldum… Derya.
Görüşürüz…
- Devam edecek-
05.08.2014 18:35
22-23-24 HalkınNabzı 53.indd 23
05.08.2014 18:35
22-23-24 HalkınNabzı 53.indd 24
05.08.2014 18:35
4 HABER
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Duvara ‘Barış’ Yazdı, Gözaltına Alındı
nü kurdum ve yıllardır gönüllü olarak
çocuklarla çalışıyorum. Çocuklar bugünkü atölyede barış hakkında resimler yapıp üç senedir boyadığımız bu
ahşap duvara asacaklardı. Biz de atölye
öncesinde duvarı beyaza boyarak üzerine spreyle farklı dillerde ‘barış’ ve
‘Gazze’ yazdık. Adalar Belediyesi’nin
zabıtalarının şikayeti üzerine polisler
gelip malzemelerimizi aldılar, bizi de
karakolda götürdüler. Bir resim bir de
tiyatro öğrencisi de benimle birlikte
gözaltına alındı. Sanıyorum gerekçesi
çevreyi kirletmekmiş. Duvara yazdığımız yazılar da silinecekmiş” diye konuştu.
B
üyükada’da çocuklarla gönüllü
sanat çalışmaları yapan heykeltraş Necdet Kutlucan, geçen pazar düzenleyecekleri atölye öncesinde
ahşap bir duvara farklı dillerde ‘barış’
yazdıktan sonra gözaltına alındı. Kutlucan ve yanındaki iki sanat öğrencisi, Kabahatler Kanunu’nun ‘afiş asma’
maddesi* gereğince 189 TL para cezası
kesildikten sonra salıverildi.
Kutlucan, “Adalar’da çocuk kulübü-
* 5326 No’lu Kabahatler Kanunu
Madde 42: “Meydanlara veya parklara, cadde veya sokak kenarlarındaki
kamuya ait duvar veya alanlara, rızası olmaksızın özel kişilere ait alanlara
bez, kağıt ve benzeri afiş ve ilan asan
kişiye, yüz Türk Lirasından üçbin Türk
Lirasına kadar idari para cezası verilir.”
Maltepe İlk Kreşine Kavuşuyor
Ç
alışan anne ve babaların en büyük sıkıntısı
olan kreş sıkıntısını çözmek için kolları sıvayan Maltepe Belediyesi, “Her mahalleye
2 kreş” projesi kapsamında ilk kreşini hizmete sokmaya hazırlanıyor. Maltepe Belediye Başkanı Ali
Kılıç, “Hiçbir anne, babanın gözü arkada kalmayacak. Çocuklarını gönül rahatlığıyla belediyemizin
açtığı kreşlere teslim edebilecekler” dedi.
4-5 HalkınNabzı 53..indd 4
Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın, göreve geldiği günden bu yana sürekli üzerinde durduğu projelerden biri daha hayat buldu. “Her mahalleye iki
kreş” projesi kapsamında ilki Altayçeşme Mahallesi’nde yapılan ve cuma günü açılışı gerçekleştirilecek
olan kreş, Maltepe Devlet Hastanesi karşısında bulunan 490 metrekare arsa üzerine yapıldı.
Öncelik Çalışan Annelere
Altayçeşme’deki kreş, 210 metrekare okul kullanım alanı ve onu çevreleyen bahçeden oluşuyor.
Kreşte, 3 sınıf, 1 yemekhane, 1 mutfak, 1 ofis, 5 kabinli çocuk tuvaleti ve 2 yetişkin tuvaleti bulunuyor.
24 ay ve 60 ay arası (2-5 yaş arası) çocukların alınacağı kreşte, anneleri çalışan çocuklar öncelikli olarak
kabul edilecek. 3 sınıfta 10’ar kişilik gruplar dâhilinde eğitim alacak 2 yaşındaki çocuklara boyama dersleri verilecek ve oyun aktiviteleri yaptırılacak, 3 ila
4 yaş arasındaki çocuklaraysa müzik, beden eğitimi,
resim, okuma-yazmaya başlangıç ve temel matematik dersleri verilecek.
Kreşte Yok Yok
Dış cephe duvarları uzman pedagoglar eşliğinde
denizaltı dünyasını tasvir eden resimlerle donatılan
kreşte, 3 tane sınıf öğretmeni görev yapacak. Ayrıca
kreşte, 3 yardımcı öğretmen, 4 hizmetli, 1 psikolog
ve 1 hemşire de hazır bulundurulacak. Kreşin bahçesinde, basket potası, kale direği, 60 metrekare kauçuk kaplı oyun alanı, kum havuzu, ahşap park oyun
alanı ve 3 müzik aleti de yer alıyor. Öte yandan Bağlarbaşı ve Zümrütevler mahallelerinde de kreş yapımına başlandı. Bu mahallelerdeki kreşlerin de Eylül
ayına kadar hizmete girmesi planlanıyor. 18 mahallesi bulunan ilçede belediyenin hedefi, kısa zaman
aralıkları içerisinde 36 kreşi hizmete sokmak.
05.08.2014 18:29
KÜLTÜR 5
KULTUR
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Ardıç Ağacının Yalnızlığı
BEDROS DAĞLIYAN
nızlığım şiirlerim, yazılarım ve öykülerim… Yalnız kalmak istediğim
vakit bir masaya oturup, kâğıt kalemi
önüme koymam yetiyor. Kapatıyorum
kendimi odama yalnızlaşıyorum, ama
aslında kalabalıklaşıyorum; sizler de
hemen ardımdan geliveriyorsunuz.
Kalemi elime aldığımda artık odam
yok diye üzülmüyorum. Lâkin yazamıyorsanız, okumuyorsanız işte o zaman
yandınız, yalnızlığa mahkûmsunuz…
Yani ne keçiler gibi güdülmek ne de
ardıç ağacı gibi yalnızlaşmak istemiyorsanız önce el ele tutuşup, birbirinizin sırtını kollayarak isyan edin sonra
da benim gibi yapın; alın kâğıt kalemi
elinize kalabalıklaşın…
H
içbir zaman salt kendime ait
bir odam olmadı; halen de
yok! Kalabalık ailelerde yaşayanlar ki buna şehirlerde dâhil, insan zaman zaman yalnız kalmak ister.
Bazen de yalnızlığı seçer, ben gibi…
Büyük şehrin dışında, varoşlarda ya
da Anadolu’nun küçük az nüfuslu şehirlerinde yaşayan insanlar yalnızlığın
seçilen yahut aranılan hatta arzulanan
bir durum olduğundan habersizdirler.
Ekonomik nedenlerle çok sonraları
büyük şehre geldiklerinde önce büyük
bir şaşkınlık sonraları ise kendilerini
kaybolmuş hissederler. Şehrin o uğultulu gürültülü yanı, onları karamsarlığa iter, kaybeder. Bir gün yalnızlığı
keşfederler. Yalnızlıktan ötürü mutlu
olabileceklerini hiç düşünmemiştirler ki. Çocuksu bir neşe ile yalnızlığın
bazen gizemli bir yolculuk gibi kendilerini çektiğini fark ederler. Âdeta
kendilerine ait bir odanın özlemini
iple çekerler… Çok çocuklu ailelerin
kızları bu konuda biraz daha şanslıdır.
Çoğu zaman kız kardeşlerinin ya da
ablalarının ayrı bir odası olmasından
ötürü benim gibi kıskançlık duyarlar.
Oysa kadın olmanın , kız olmanın da
çok zor bir seçim olduğunu bilmezler,
anlayamazlar…
Keçi otaran insanlar keçileri yeşil
otların bol olduğu yerlere götürürler.
4-5 HalkınNabzı 53..indd 5
Keçi denen otçul, her daim taze otun
en iyisi olduğundan emindir. Keçi çobanları onları iyi ve leziz otları bulabileceği bir yere sonra da onları tuzu
bulabilecekleri ve tuz yalayabilecekleri
bir yere götürmek zorundadır. Kayaların üzerinde tuzu yalayan keçi susayacağından bu kez de su içebileceği bir
yere dönmek zorunda kalacaktır. Ancak bu döngü sonrası çok lezzetli süt
vereceğinden emin olabilirsiniz. Siz
keçinin sütünden, derisinden, kılından faydalanırken aynı zamanda onu
güdersiniz. Keçi ve diğer bütün faydalandığınız otçul hayvanlar güdülen
hayvanlardır. Siz ne derseniz nereye
götürürseniz oraya gitmek durumundadır.
Büyük şehirdeki insanlar da keçilerin tuz yiyip, yemek yemeleri gibi
egemen sınıfların, patronların direktiflerini mütemadiyen yerine getirerek
neredeyse bütün hayatını kendilerini
sömürenlere adayacaklardır. Karşılığında hafta sonları kendilerine verilen
üç kuruş parayı tuz yemiş keçiler gibi
yalayarak soluğu alışveriş merkezlerinde alacak; güdüldüklerinin farkına
dahi varmayacaklardır. Gittikçe bireyselleşen hayatları onları büyük ailenin
çoğunluğundan çekirdek aileye evirip
kalabalıklar içinde yalnızlaştıracaktır.
O korkutucu kalabalıklar onları yora-
cak, strese sokarak yalnızlığı arar hale
getirecektir. Bu ise kendini daha da
yalnızlaştıracak mutsuz edecektir.
İnsanlar büyük şehirlerin kalabalığında artık ardıç ağacının yalnızlığını
yaşamaktadır. Oysa düne değin yanız
değildi; yalnızlık nedir bilmiyordu
da… Anadolu’da kalabalık ailelerde
birbirlerine yardım ederek bir arada
yaşayan aileler mecburiyet sonucu,
ektikleri toprakları büyüyen ailelerine
yetmediğinden büyük şehirlere göç
etmek zorunda kalacaktırlar. Tıpkı Lir
kuşu, Ardıç ve Toy kuşundan ayrı düşen ardıç ağacı gibi artık yeni fidanlar
veremeyecektir. Büyük şehirlerin yakınlarında artık ardıç ağaçları yetişmemekte, giderek azalmakta… Nedeni ise
büyük şehirlerin kalabalığında çöplerden, atıklardan beslenmesi kolay olduğundan, ardıç ağacına uğramamakta,
onun meyvesini yememektedir. Oysa
ardıç ağacının çoğalması yeni fidanlar vermesi yalnızca bu kuşların onun
tohumlarını yiyip sindirdikten sonra
gübre olarak sağa sola atmasında yatmaktadır. Ancak o vakit bu tohumlar
fide vererek canlanmaktadır.
İşte insanlar ardıç ağacının yalnızlığını yaşamakta gittikçe içine kapanıp
kendi kendini yok etmektedir.
Evet, benim hiç odam olmadı; halen de yok! Benim odam, benim yal-
Beklerken
Çiçeğin büyümesini
Nasıl bekler bahar güneşi
Beklerim sevgimle yetişmenizi
Zamana inat;
Büyümenizi yavaşça
Kırkikindi yağmurları değil
Bin bir sebeple akan gözyaşlarım
yıkar
Sevinç kokulu saçlarınızı
Okul yolundan dönüşünüzü
R’leri ya da K’ları söyleyemeyen
Neşeli peltek dilinizi beklerim
Sabırlı bir çınar gölgesiyim
Cümle kapısında evimizin
Bağrınızda izmarit gibi hatırla
sönerek
Beklerim;
Son demi hüzün
Yolculuğumun…
Bedros Dağlıyan
05.08.2014 18:29
6 YORUM
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Demirtaş’ın Büyük
Başarısı…
ÖNDER BİROL BIYIK
T
ürkiye’de sistem çöküştüğünü,
yeni bir yapılanmanın kaçınılmaz olduğunu Mısır’daki sağır
sultan da biliyor artık. Tam da böylesi
bir tarihsel kavşakta gidiyoruz seçimlere. Daha önce de bu köşe de yazmıştık, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde üç
rejim modeli yarışıyor aslında.
Tayyip Erdoğan, kafasındaki
“otoriter-muhafazakâr cumhuriyet”i, “Yeni Türkiye” ambalajıyla
bir kez daha paketleyip eski gazla,
yeni nefes vermeye çalışıyor kitlesine. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini
kafasındaki ‘tek adamlı başkanlık
sistemi’nin referandumu, kurmak
istediği rejimin finali gibi okuyor.
Ama nedense bir türlü gelmek
bilmedi şu “Yeni Türkiye!” Tayyip
Bey ne zaman “yeni”likten söz etse,
daha fazla otoriterleştik, daha fazla hukuktan uzaklaştık, bölgede
ve dünyada itibarımız yerle yeksan
oldu.
Ortadoğu politikası iflas ederken iç politikada çok kötü bir otoriterizmin pençesine düştü Erdoğan.
Eskiden herkesten oy isterdi, şimdi
6-7HalkınNabzı 53.indd 6
sadece muhafazakâr yoksul Sünni’leri elde tutup radikalleştirerek
kafasındaki rejime ulaşmaya çalışıyor. Bu haliyle rakiplerini “etnik
ve mezhep siyaseti” yapmakla suçlayan Erdoğan, milliyetçi-mezhepçi siyasetin alasını yapıyor. İktidar
aşkıyla toplumu nasıl bir gerilimin
içine soktuğunu umursamıyor bile!
“Hele bir Çankaya’ya çıkalım, gerisini gerekirse devlet sopasıyla
hallederiz!” diye düşünüyor olmalı.
Ana gövdesi ancak yüzde 30’lara
tekabül eden Anadolu ve varoş muhafazakârlığının kitle gücüne yeni
yetme yeşil sermayenin parasına
yaslanarak her şeye ve herkese kafa
tutmak bugünün küresel dünyasında akıllı bir iş değil. Bunun faturasını keserler ama ne zaman!
Ekmeleddin İhsanoğlu için ne
söylenmeli, bilmem. Güya 9 partinin ortak adayı ama Erdoğan karşısında yalnızları oynayan, tüy siklet
bir rakip… İhsanoğlu CHP-MHP
ittifakının savunduğu eskimiş “tek
tipçi parlamenter rejim”in umut-
suz temsilcisi olarak var bu yarışta.
Bu yüzden cümlelerinde heyecan,
vaatlerinde yeni bir şey yok. Ekmek’ten söz ettiği kardeşlik ve huzurun çanına ot tıkayan da diriltmeye çalıştığı o rejim değil miydi
zaten?
Sadece efendilik ve kibarlık
Çankaya vizesi için yetmiyor. İslam Teşkilatı Sekreterliği yaptığı
dönemindeki Ortadoğu anılarını
anlatarak da cumhurbaşkanı olamayacağını birileri anlatmalı Ekmeleddin beye.
Bence seçim sonuçları ne olursa
olsun, şimdiden kazanan tek aday
HDP adayı Selahattin Demirtaş…
Demirtaş bu seçimlerde çok
akıllı bir iletişim strateji ile Kürt
demokratik muhalefeti ile Türkiye’de demokrasi talep edenler arasındaki bariyerleri kaldırdı.
Bu yepyeni bir süreç…
Ve bir parantez açıp eğmeden
bükmeden söylemek gerekir ki, bu
gelişme, öncelikle silahların devre dışı kalması için sabırla çalışan
Abdullah Öcalan’ın siyasi zekâsının eseri. Silahların konuştuğu, her
Allah’ın günü Türküyle, Kürdüyle
gencecik çocukların toprağa verildiği, batıda ve doğuda farklı ‘Türkiyelerin’ yaşandığı bölünmüşlük
ortamında bunları hayal etmek bile
imkânsızdı.
Bir mücadelenin birikiminin
içinden geliyor Demirtaş. Söyleyecek sözü var. Tutarlı bir demokrasi
modeli öneriyor halka. Ayrışmaya değil birliğe, yok saymaya değil kimliklerle özgürce yaşamaya,
sermayenin değil emeğin, insanın
ve doğanın beklentilerine vurgu
yapıyor. Kürt meselesini bir kenara
bırakmadan, Türkiyeli bir dil kullanıyor.
Tutarlı dili, sakinliği ve nüktedanlığı ile Erdoğan’ın “bağırarak
kazanan adam” imajını yerle bir
etti Demirtaş. Bir zamanlar Kılıçdaroğlu’nun Melih Gökçek karşısında başarıyla uyguladığı ama
Erdoğan karşısında taşıyamadığı “sakin güç” nitelemesi tam da
ona yakıştı. “Mesele Çankaya’ya
çıkmak değil, bu ülkenin sorunlarına kalıcı çözümler getirecek bir
demokrasi ve barış projesini savunmak ” diyerek hem marjinalize
edici söylemleri ekarte etti hem de
CHP’den umudu kesmiş, gidecek
adres bulamayan sosyal demokrat
ve Alevilerin yeni adresi olabileceğini gösterdi.
Demirtaş’ın oylarında ciddi bir
artış yaşanacağını herkes söylüyor
zaten. Ama bu saatten sonra oy
oranının da bir önemi yok. Oy vermeyenler bile bundan sonra daha
dikkatle, daha sempatiyle izleyecekler Demirtaş ve partisi HDP’yi.
Özgürlük, demokrasi ve barış
talebi kitlesel bir talep olarak batıda
da sahneye çıkıyor artık. Dilerim,
bu heyecan hiç bitmez. Çünkü Türkiye’yi bu heyecan düze çıkartacak.
05.08.2014 18:29
2014
Çarşamba
06 Ağustos
YORUM 7
Siyahlara Karşı
Irkçılık;
Unuttuklarımız
ERDAL BOYOĞLU
‘‘Hiçbir şey eyleme geçen cehalet
kadar korkutucu olamaz!’’
rkçılığın tarihinde en büyük baskı
ve soykırım siyahlara ve( kızılderelilere) karşı işlenmiştir. Özelliklede
siyah kölelere. 1488 Amerikanın işgaliyle birlikte gelişen katliamlar zinciri
kızıldereliler için yok olma süreciydi.
1630’larda köle ticeretinin yoğunlaşması diğer kıtalara aktarılan siyah köleler bu aktarma esnasında gemilere
fazla mal yüklenirken siyahlar da balık
istifi dizilerek uzun süren bu yolculuk
esnasında sadece ağızlarına akıtılan
çorbalarla besleniyorlardı. Tuvalet ihtiyaçları yine böyle hiç kaldırılmadan
gideriyorlardı. Bu gemi yolculuğu sonucunda hiç temizletilmeyen siyahlar çok kötü kokuyorlar diyede bir ön
yargıya sahip olanlar yine aynı egemen
gücün temsilcileri ve onların yalakalarıydı.
Bu zaman zarfında gemiler dolusu
siyahlar hep böylesi yöntemlerle getiriliyordu. Buna Amerika’ya siyah köle
göçüde diyebiliriz. Bu süreç 1562-1863
yılına kadar devam ediyor.
1858 Lincoln tarihli bir yazıda, Be-
I
6-7HalkınNabzı 53.indd 7
yazlarla siyahlar arasında fizik farkların, toplumsal, siyasal eşitlik içinde
birlikte yaşamalarına olanak vermeyeceğine inanıyorum“ ve devamla Gerçekten, köleliğin kaldırılmasının asıl
nedeni, sanayileşen Kuzey’in özgür
emek gereksinimiydi.
Siyahlar özgür vatandaş sayılınca
1867’de 5 bin siyah öldürüldü Amerika’da.
1930’larda Teksas kasabasında bir
beyaz bir siyah kadına cinsel saldırıda
bulunursa yalnızca 12,5 dolar cezaya
layık görülürken, aynı kasabada bir
siyah çalıştığı yerde haftalığını vermeden çarşıya inen kişinin karısına
cinsel tacizde bulunduğu için kasaba
halkının ayaklanması sonucu mahkeme salonunun yakılıp yıkılması , özel
bir hücreye konulan siyahın kubbeside
özel kaynak makinasıyla delinip ve cesedini de alkışlar arasında fırlatılarak
hem asılması hemde kesilmesi bunlada yetinmeyerek ayrıca yakılması
siyahların gerek balık istifi getirilmesi
gerekse de ağızlarından akıtılan çorba
ile doyurulmaları sonucunda böylesi
bir sonuca varan bir insanlıkta ancak
bu kadar insaflı olur. Zenci kelimesi siyahların aşağılanma adıdır. ‘Pis’
diye adlandırıldıklarından dolayı nega-zenci denmiştir.
Avrupa’da siyahlara zenci anlamına gelen (Negar) Nega diyorlar. Nega
“zenci”- (pis) anlamında kullanılmaktadır.
Dr George; ‘‘Yüksek ölçüde zenci
genlerin kaynaştığı hiçbir yerde ilerlemiş uygarlığa rastlanmaz. Dünyanın
hiçbir yerinde zenciler bir uygarlık
oluşturacak yaratıcı kabiliyete sahip
olduklarını göstermemişlerdir.’’ Yine
aynı kişiye göre, ‘‘Bütün kötülükler ırk
karışımından meydana gelir. Örneğin,
Beyaz, Kızıldereli, Siyah ırkların birbirine karıştığı Brezilya, bunca zengin
doğal kaynaklarına karşın yoksulluk
içindedir. Kendilerini beslemekten
acizdir’’ der bu zati alem.
Bir başka zati alemde Avrupa’dan
Lord Raglan; ‘‘Afrika zencilerinin hiçbir vakit bir ilim adamı çıkarmadığını. Ne saati, ne takvimi, ne ağırlık, ne
uzunluk ölçüsünü, ne de deney ve gözlemlerini kaydedecek bir aracı olmayan kişi bir ilim adamı nasıl olabilir?’’
Bu mantık kuramcıların dünya görüşleri daha 1967 yılına kadar ABD’de
iki ırktan olan insanların evlenmeleri
yasaktı. Ve hatta evlenmeleri karşılığında 10 gün ile 10 yıl arasında hapis
cezasını göğüslemeyi de beraberinde
getiren bir olaydı. Amerika’nın bazı
eyaletlerinde Missouri, Kuzey Carolina, Florida, Güney Carolina, Teksas,
Batı Virginia eyaletlerinde ırklararası
evlenmeler yasaktı. Çünkü melezlenmeye neden olacağı ve yukarıdaki Dr.
George’nin tahlilleri doğru olduğundan(!) olsa gerek ki bu önyargılar devam ediyordu.
Bu düşüncenin yanlış olduğunu irdeleyen A. Smith şöyle diyor. “Melez
gücünü öldüren genetik değil, toplumdur.’’
Keza Güney Afrika’da Nelson Mandela iktidara gelinceye kadar siyahlar
insan görülmezdi. Bir beyaz bir siyahla evlenmesi yasa ile yükümlülük
altına alınmıştı. Siyahlar beyazların
oturdukları yerlere giremez ve aynı
mekanda bulunmaları yasaktı.
05.08.2014 18:29
8 HABER
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Başbakan Erdoğan
Maltepe’de Konuştu
C
umhurbaşkanı adayı ve
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Maltepe
Mitinginde tüm İstanbul halkına seslendi.
Erdoğan, “Hitler Almanya’da nasıl
ari bir ırk oluşturmaya çalışmışsa İsrail devleti de şu anda orada aynı hedefin peşinde koşuyor” diye konuştu.
Erdoğan’dan muhalefetin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu için sert
sözler geldi. ‘Hikaye bugünküne benziyor’ diyen Erdoğan, İhsanoğlu ile
1950 seçimleri ve Şemsettin Günaltay
arasındaki benzerlikleri anlattı.
İstanbul’a veda etmediğini belirten Başbakan, “Bugün İstanbul’a veda
etmiyorum. Ben bugün sizlere veda
etmiyorum. Allah takdir ederse doğduğum bu şehirde vefat etmek, hiç
olmazsa bu şehre defnedilmek benim
en büyük arzum ve en büyük vasiyetimdir” diye konuştu.
Maltepe’de Silahlı
‘Sigara’ Soygunu
M
altepe’de içerisinde 100 bin
liralık sigara bulunan dağıtım aracı maskeli ve silahlı 4 kişi tarafından soyuldu.
Olay, Maltepe Esenkent’te bulunan
bir marketin önünde meydana geldi.
Alınan bilgiye göre, Esenkent’te bir
markete sigara getiren 34 GB 2249
plakalı sigara dağıtım aracı maskeli 4 kişi tarafından gasp edildi. Araç
8-9-10-11 HalkınNabzı 53.indd 8
sürücü Mert Mevlüt Çakıcı ve araçta
bulunan bir kişiyi silahla etkisiz hale
getiren zanlılar, daha sonra içerisinde
100 bin liralık sigara bulunan araçla
kaçtı. Zanlılar Maltepe Gülensu Altın
Sokak üzerinde aracı durdurarak içindeki sigaraları kendi araçlarına yükleyip kayıplara karıştı. Zanlılar sokak
üzerinde terk ettikleri dağıtım aracındaki güvenlik kameralarını bantla kapattıkları görüldü. Olay yerinde
inceleme yapan polis, market sahibi
ve sigara aracının sürücüsünü ifadelerinin alınması için polis merkezine
götürdü. Öte yandan, ismini vermek
istemeyen şirket çalışanı, “Markette
sipariş alırken gri renkli bir araçla 4
kişi geldi. Yüzlerinde maske ve ellerinde silahları vardı. ‘Size bir şey yapmak istemiyoruz, aracın anahtarlarını
verin’ dedi. Aracın anahtarlarını alarak sigaralar ile birlikte kaçtılar” dedi.
Polis olayla ilgili inceleme başlattı.
05.08.2014 18:30
HABER 9
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Demirtaş, Kadıköy’den Seslendi
olur? Biz seçilen cumhurbaşkanı Türkiye’de bütün ezilen sınıfların, halkların cumhurbaşkanı olsun istiyoruz.
Parlamentoda Alevi’yi, Sunni’yi, Êzidî’yi, Suryanî’yi tanımayan bir yasa
çıkarılmak istenince, ‘Sen benim yurttaşımı ayıramazsın’ deyip veto eden bir
cumhurbaşkanı istiyoruz. Çankaya’da
halk mahkemesi, insan hakları mahkemesi gibi çalışsın. Biliyoruz ki iki
aday da devletin çıkarına oynayacak.
Zaten devletin yeterince savcısı, polisi, jandarması, ordusu yok mu? Ama
halkı koruyacak bir Allah’ın kulu yok.
İki adayda da halkın başına bir şey geldiğinde, bire kadın şiddet gördüğünde
onun yanında olabilecek, cem evinde
gidip alevi canlarla bir olacak, Soma’da
patronun değil, emekçinin hakkını savunacak anlayışın esamesi yok” diye
belirtti.
H
alkların ve değişimin adayı
Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, “Yeni Yaşam” çağrılarını bu kez on binlerce
kişinin katılımıyla geçen Pazar günü
Kadıköy İskele Meydanı’nda gerçekleştirilen mitingde anlattı. Meydanı
saatler öncesinden dolduran yurttaşların alkış ve sloganlarla sahneye
çıkan Demirtaş, coşkulu kitleye seslendi. Demirtaş, konuşmasına alandaki kitleyi “Türkler, Kürtler, Aleviler, Êzidîler, Türkiye’nin çiçek gibi
güzel halkları hepimiz hoş geldiniz”
sözleriyle selamlayarak başladı.
Demirtaş, “Biz daha adaylığımızı,
ilkelerimizi açıklarken o dakika kazandık ve her gün kazanmaya devam
edeceğiz. Biz büyüyerek, güçlenerek
yolumuza devam edeceğiz. Seçimleri kazanmasak da yol yürümek bizi
yormayacak, attığımız her adımda
yanımızda bir yoldaşımız göreceğiz”
dedi. “Kürt, Türk ile aynı alanda, Türk
Ermeni ile aynı meydanda aynı sloganı atmasın, Alevi Sunni ile el ele tutuşup Kadıköy’e gitmesin diye yılardır
bizi birbirimize düşman ettiler” diyen
Demirtaş, “Ama biz bütün ezilenler,
emekçiler, kadınlar, yoksullar inandık
ki yan yana durmaya devam edersek
8-9-10-11 HalkınNabzı 53.indd 9
hiçbir diktatörün bizim karşımızda
durmaya gücü yetmeyecek” ifadelerini
kullandı.
Demirtaş, sandık başına gidip oy
kullanmaya gidecek olan seçmenlere
de şu sözlerle seslendi: “O ikisinin kazanması sizin yada ona oy verenlerin
kazanması anlamına geliyor mu herkes kendisine sorsun? Siz oy kullanmaya giderken cebinizde taksi parası bile
olmayacak, yürüyerek oy kullanmaya
gideceksiniz. Oy pusulasındaki üç kişiden sadece bir fotoğraftaki adayın
sizin kadar parası var, sadece bir kişi
sizin bugüne kadar çektiğiniz acıları
temsil ediyor. Bir cumhurbaşkanı düşünün sadece saz çalıyor. Halkın tek
bir adayı var. Çok fazla bir seçenek
yok önünüzde. Devletin, statükonun
iki adayı karşısında halkların tek adayı
seçimlere giriyor.”
Konuşmasının devamında Erdoğan’ın seçim çalışmaları için devletin
ve finans güçlerinin tüm kaynaklarını
arkasına alarak haksız rekabet yürüttüğünü belirten Demirtaş, “Yer gök senin seçim afişlerine dolu. Madem yüzde 50 oyum var diyorsun, o zaman bu
panik niye? Özgüven sahibiyim diyor-
sun ama iki saatlik bir televizyon programına çıkmaktan kaçıyorsun. Niye
iki saatlik bir televizyon programında
karşı karşıya gelmekten kaçıyorsun.
Gel canlı yayına çıkalım geçmişimizde, geleceğimizde ne varsa açık açık
paylaşalım. Bırakalım bize oy verecek
olanlar bizi iyi tanısınlar” sözleriyle
seslendi.
‘Halkın Mal Varlığını Bilmeye
Hakkı Var!’
Demritaş, mal varlığı üzerinden de
Erdoğan’a yüklendi. Demirtaş, “Açıkladığın mal varlığı sadece kendine ait
olanlar. Eşine, kızına, damadına ait
olanları niye açıklamıyorsun? Bilal çocuk ne kadarını sıfırladı neden açıklamıyorsun? Bilal’e sorsanız o da bilmiyor ne kadar sıfırladığını ama yine de
halkın bilmeye hakkı var. Şeffaf olmadan toplumun tamamının cumhurbaşkanı olabilecek misin?” diye sordu.
Demirtaş, “Zazalar, Ermeniler,
Aleviler, başörtülü kadınlar, Soma’da,
Roboski’de katledilen çocukların anneleri seçilen cumhurbaşkanı bizim
cumhurbaşkanımız
diyemedikten
sonra kazansan ne olur, kaybetsen ne
Demirtaş, mitinge katılan ve Rize’de
HDP standı açtığı için ırkçıların saldırısına uğrayan eğitim emekçisi Necmettin Durmuş’u da “Yaptığınız hiçbir
çalışma boşa gitmiyor. Sen ki kardeşlik
mesajını, barış mesajını bedel ödemeyi göze alarak Rize halkına duyurdun.
Bu bizim için büyük bir onur, şereftir.
Sana layık olacağız hocam” sözleriyle
selamladı.
Demirtaş, konuşmasında İsrail’in
Filistin halkına yönelik giriştiği katliama da değindi. Demirtaş, aynı sıralarda Maltepe’de miting düzenleyen
Erdoğan’a “Buradan AKP’nin adayına
seslenmek istiyorum, Maltepe’de bağıracak birazdan. Bak Latin Amerika
ülkeleri İsrail’le ilişkilerini geri çekti.
Artık sen de halkı kandırmayı bırak ve
İsrail devletine karşı katliam politikalarını hep birlikte durduralım” çağrısında bulundu.
Sözlerine Rojava halkının direnişini selamlayarak devam eden Demirtaş, konuşmasını “Rojava’da, Haseki’de
YPG bayrağı altında direnen Türk,
Kürt, Alevi ve Nusayri halkının direnişine selam olsun. Rojava yeni yaşam felsefemizdir. Herkesi ırkçı, faşist
dalgaya karşı çok kültürlü yeni yaşamı
yaratmak için yeni yaşam çağrısı mücadelesini yükseltmeye çağırıyorum”
sözleriyle sonlandırdı.
05.08.2014 18:30
SAGLIK
10 SAĞLIK
2014
Çarşamba
06 Ağustos
Sağlıkta Taşeron Ölüm
Genel Cerrahi Uzmanı
İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri
DR. SAMET MENGÜÇ
S
ağlıkta son yıllarda artan taşeron çalıştırma yöntemi, aslında
2003 yılında başlatılan Sağlıkta
Dönüşüm Programının ana unsurlarından biridir. Neoliberal ekonomi
politik uygulamaların en tipik örneği
olan Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın
nihai amaçlarından biri ucuz, sosyal
haklardan yoksun, güvencesiz çalışma koşulları, yani taşeron çalıştırmayı
yaratabilmektir. Bu denklemin çıktısı
artı değer dediğimiz emek sömürüsünün işveren lehine artması demektir.
Bu nedenledir ki emek sömürüsüne
dayalı, haksız ama fazla kazanç elde
etmenin diğer adı olan Neoliberal politikaların uygulandığı Türkiye’de 2002
yılından 2014 yılına kadar geçen sürede taşeron işçiler sayısal olarak 10 kat
artış göstermiştir.
Emek sömürüsünün rahatlıkla
yapılabilme koşullarından biri özelleştirme iken, Kamu Sağlık Kuruluşları’da özel ve serbest piyasanın acımasız koşullarına terkedilmiştir. Kaldı ki
8-9-10-11 HalkınNabzı 53.indd 10
Kamu Sağlık Kuruluşlarında ‘’dışarıdan hizmet satın alımı’’ adı altında son
10 yıldır hızla taşeronlaşmaya gidildi.
(Laboratuar hizmetleri, Radyoloji hizmetleri, temizlik ve güvenlik hizmetleri gibi)
Bugün 150,000’i sağlık hizmet alanında olmak üzere 1.300.000 taşeron
Demektir!
sakladığını sanarak mevzuat çıkarma
marifetiyle nasılda işçi ve emek düşmanı bir iktidar olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koyuyordu. (Alt işverenlik
mevzuatı-27.09.2008)
Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri(OSGB) adı altında işyeri hekimliği, işçi sağlığı ve iş güvenliği gibi tüm
Sağlık gibi devamlılık isteyen, nitelikli ve eksiksiz verilmesi gereken bir hizmetin kalitesiz ve niteliksiz olması taşeron çalıştırılmanın kaçınılmaz bir sonucudur. Sağlıkta niteliksiz ve eksik hizmet, yani taşeron çalıştırma ölümler getirir.
Sağlıkta taşeron mutlaka ama mutlaka yasaklanmalıdır…
işçi AKP’nin emek sömürme hırsını
doyuramamıştır.
2008 yılında AKP hükümeti, taşeron işçi çalıştırmayı yasal güvence altına almak amacıyla asıl İşveren ve asıl
işveren işçisi, bir de alt işveren ve alt
işverene bağlı işçi gibi asılsız kavramlar kullanarak taşeron işveren ve taşeron işçi kavramlarını bile kullanmayı
işyerlerinde verilmesi gereken sağlık
hizmeti taşeron hekim ve diğer sağlık
çalışanlarını çalıştırma yöntemi olarak
kullanılmıştır. OSGB’lerle amaçlanan
hekim ve diğer sağlık çalışanlarının
emeğinin taşeron yoluyla sömürülmesinden başka bir şey değildir.
AKP hükümeti son taşeron torba yasa ile hep yaptığı gibi Soma’daki
iş cinayetlerindeki sorumluluk ve vicdani rahatsızlığını gidermek amacıyla
maden işçilerinin görece durumunu
düzeltme makyajıyla, asıl amacı ve
zihniyetini yaşama geçirmek istemektedir. Amaç; Kamusal alandaki taşeron
çalıştırmayı yasallaştırmaktır.
Güvencesiz, geçici süreli ve ucuz
çalışmalarla nitelikli bir hizmetin verilmesi, ya da nitelikli bir üretimin olması dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir
sektöründe mümkün değildir.
Sağlık gibi devamlılık isteyen, nitelikli ve eksiksiz verilmesi gereken bir
hizmetin kalitesiz ve niteliksiz olması
taşeron çalıştırılmanın kaçınılmaz bir
sonucudur. Sağlıkta niteliksiz ve eksik
hizmet, yani taşeron çalıştırma ölümler getirir. Sağlıkta taşeron mutlaka
ama mutlaka yasaklanmalıdır…
Taşeron çalıştırmanın sebep olduğu ölümlerin sorumlusu ‘’yasal olmasa da vicdanen’’ bu yasa koyucular
olacaktır…
05.08.2014 18:30
2014
Çarşamba
06 Ağustos
KÖH ve
Ulusal Birlik
İSHAK KARAKAŞ
G
eçen hafta da bu köşede yazdığım gibi Kürtler önümüzdeki süreçte Türkiye ve Ortadoğu’nun çehresini değişitirecek. 21’inci yüzyılın Kürt yüzyılı olacağı öngörüsü kendisini pratikte kanıtlamaya başladı. Kürtler’in
parçası oldukları toplumları yönetsel ve kültürel olarak değiştirmeleri, zenginleştirmeleri, geliştirmeleri süreci aslında Türkiye’de etkisini iyice gösteriyor artık.
Dediğim gibi buna geçen hafta da değindim ve Selahattin Demirtaş kampanyasının Kürt vizyonunun bu yenilenme hareketindeki katkısına işaret etmiştim.
Demirtaş kampanyası ile Türkiye halklarının epey büyük bir bölümünün ortak
ve özgür bir demokratik ulus inşa etme yolundaki Kürt vizyonunu pratikleştirmeye hazır olduğunu ortaya çıkardı. Bunu Demirtaş, “Türkiye’nin HDP’leşmesi”
olarak tanımlıyor.
Bu aynı yenileme ve zenginleştirme etkisi Kürt Özgürlük Hareketi’nin halklar
ile birlikte Rojava’da inşa ettiği demokratik özerk yapılar ile bütün Ortadoğu’yu
biçimlendirme yolunda. Rojava, bütün Ortadoğu için bir modeldir artık.
8-9-10-11 HalkınNabzı 53.indd 11
YORUM 11
Evet, Kürtler’in öncülüğünde Ortadoğu ve Türkiye’nin ezilen halklarının en
ileri kesimleri bir araya gelip ortak ama özerkliklerin ve bireyliliğin korunduğu,
yaşandığı demokratik toplumlar, demokratik uluslar ve bunların siyasi ifadesi
demokratik cumhuriyetler kurma yolunda adımlar atar, mutabakatlarını beyan
ederken, maalesef sınırlar ötesinde Kürt ulusal birliği bir türlü sağlanamıyor.
Özellikle IŞİD’in Irak ve Suriye’de başlattığı harekat, terör dalgası ve katliamlar ve buna karşı gelişen direnişler gösterdi ki, Kürt ulusal birliği acil bir meseledir. Aksi takdirde Kürtler çok önemli bir tarihi fırsatı gereğince değerlendiremeyecek, Ortadoğu’nun öncü ve devrimci gücü olma işlevini tam anlamıyla yerine
getiremeyecektir.
Örgüt ya da parti iktidarını korumak için birlik fikrinden uzak duran ya da
bölgesel çıkarların peşinde koşanlar bunun hesabını tarih karşısında verecektir.
Geçen haftasonu başlayan IŞİD’in Şengal harekatı bir kez daha Kürt birliği
fikrinin kim için değerli olduğunu gösterdi.
KDP’nin kolluk kuvvetleri Kürdistan için büyük önem taşıyan Şengal’i terk
ederken, Kürt Özgürlük Hareketi’nin gerillaları Şengal’i bir gecede IŞİD çetelerinin elinden geri aldı.
Bütün ideolojik ve askeri gücüne rağmen Kürt Özgürlük Hareketi her fırsatta
Kürtler’e ulusal birlik çağrısı yapıyor. KÖH’ün ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ın
bütün çağrılarına rağmen Kürt Ulusal Konferansı bir türlü toplanamadı.
Varlıklarını milliyetçi esaslara dayandıran ama bir yandan da bölge hükümetleriyle, özellikle de Türkiye hükümetiyle ticari ilişkiler üzerinden dar bağımsızlıklarını inşa edeceklerini sananlar, beraber yaşadıkları halklarla birlikte
demokratik toplumlar kurmayı hedefleyen KÖH’ün Kürt ulusal birliğini nasıl
önemsediğini, nasıl doğru bir ideolojik konuma oturttuğunu ve istilacı güçlere
karşı direnişleriyle dört parçadaki Kürt halkı nezdinde elde ettikleri prestij ve
gücü göremiyorlar.
Gelecek Kürtler’in, özgür Kürtler’in olacaktır.
05.08.2014 18:30

Benzer belgeler

103. sayımızı okumak için tıklayın

103. sayımızı okumak için tıklayın Halkın Nabzı Gazetesi Süreli Yayın

Detaylı

hn 60 e6.indd - Halkın Nabzı

hn 60 e6.indd - Halkın Nabzı Biz Halkın Nabzı olarak daha baştan söylemiştik yerel ile ülkeselin, hatta küreselin bitiştiği, çakıştığı yerden haber ve yorum yapacağımızı.

Detaylı