Ramazan ve Gelenekleri Bir Yudum Serinlik
Transkript
Ramazan ve Gelenekleri Bir Yudum Serinlik
aile dostu ALIŞVERİŞ VE YAŞAM KÜLTÜRÜ DERGİSİ Sayı 101 YAZ 2015 FİYATI 1,5 TL 1 EGE RÜZGARININ PEŞİNDE Yaz Sıcaklarına Bir Yudum Serinlik Ruhumuzu Doyuran Açlık Ramazan ve Gelenekleri Röportaj Bekir Develi CAHİDE SULTAN’IN BİRBİRİNDEN LEZİZ YEMEK TARİFLERİYLE YİNE DOPDOLU! Dede Korkut Hikayeleri: Uzun Yaz Gecelerinin En Huzurlu Eğlenceleri 2 4 içindekiler 101 Sayı 20 YAZ 2015 36 İmtiyaz Sahibi Yeşilimsi Yayıncılık Ltd. Şti. Adına Tekin Güner Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tekin Güner Editör Gülsün Kurt Öney 30 Yaz Sıcaklarına Bir Yudum Serinlik Sağlıkla Başlayıp Sağlıkla Biten Ramazanlar Olsun Ege Rüzgarının Peşinde Sanat Danışmanı R. Yeşim Güner YAPIM GREENS DESIGN 56 Yayın Kurulu Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ, Salih Yılmaz, Lider Anaç, Yıldız Liva, Yönetim Yeri Ankara Dünya Ticaret Merkezi Tahran Caddesi No: 30 Kat: 2 / 202 Kavaklıdere / Çankaya - Ankara Tel: 0 312 427 20 93 - 94 Faks: 0 312 427 14 05 www.greenstasarim.com Baskı Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Bahçekapı Mah. 2477. Sok. No: 6 Şaşmaz/ ANKARA Tel: 0312 278 82 00 Baskı Tarihi 27 Haziran 2015 Aylık yerel süreli yayındır. ISSN 1306-1739 [email protected] [email protected] Reklam Rezervasyon Halil Arslanpınar [email protected] Peru Kıyı Çölünün Kızılderilileri Bekir Develi Röportajı 42 78 82 Doğadan Esinlenerek Gelişen Teknoloji Hacı Bayramı Veli Akşemseddin’in İlmi Büyük Hocası 5 içindekiler Gülsün KURT ÖNEY “Beni bu güzel havalar mahvetti, Böyle havada istifa ettim Evkaftaki memuriyetimden. • • • Şiir yazma hastalığım; Hep böyle havalarda nüksetti. Beni bu güzel havalar mahvetti.” Aslında üzerine söylenecek hiçbir söz bırakmadan ne güzel de anlatmış Orhan Veli. Hayatın rutin koşturmacasının içinde başımızı gökyüzüne kaldırdığımızda yüzümüze vuran güneş, yaz yağmurlarıyla ıslanıp mis gibi kokan toprak, cıvıl cıvıl kalabalık seslerinin kanımızı harekete geçiren coşkusu… Ne mübarek mevsimsin sen “Yaz”. Ne bahar yorgunluğu, ne kapalı havaların miskinliği kalır güneş bütün cömertliği ile üzerimizdeyken. Canlanmışken bütün doğa ve yeşil bütün tonlarını aynı anda sunarken… Ne güzel mevsimsin sen “Yaz”. Radyolardan yükselen müzik, gökkuşağı gibi donanmış sokaklar, mutlu olmak için bahane değil de nedir? Haksız mı şair? Böyle havalarda şiir yazılmaz da içimize dolan bu mutluluk bu coşku nasıl ifade edilir? 6 bizden haberler Adese’de Açılışlar Hız Kesmiyor YENİ MAĞAZA AÇILIŞLARINA TÜM HIZIYLA DEVAM EDEN ADESE; İŞGALAMAN, HİCAZ VE ŞENTEPE MAĞAZALARINI MÜŞTERİLERİNİN HİZMETİNE SUNARAK TOPLAM MAĞAZA SAYISINI 143’E YÜKSELTTİ. İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, yeni şubeler açarak mağaza ağını genişletmeyi sürdürüyor. Mağaza açılışlarına 2015 yılında da hız kesmeden devam eden Adese; İşgalaman, Hicaz ve Şentepe mağazalarında düzenlediği törenle müşterilerine kapılarını açtı. Adese’nin yeni mağazalarıyla büyümeyi sürdürdüğünü ifade eden Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Sürdürülebilir ve verimli büyüme stratejimiz doğrultusunda mağaza ağımızı genişletmeye devam ediyoruz. Biz tüm mağazalarımızda müşterilerimizin gönül rahatlığıyla alışveriş yapabilecekleri bir ortam sunuyoruz. İşgalaman, Hicaz ve Şentepe Adese mağazalarımızda da müşterilerimize keyifli alışveriş deneyimi yaşatacağız” dedi. İşgalaman, Hicaz ve Şentepe Adese Mağazalarına Yoğun İlgi Müşterilerin yoğun katılımıyla açılan İşgalaman Adese; gıdadan temizliğe, kozmetikten oyuncağa ve züccaciyeden ev tekstiline kadar birçok ürün çeşidiyle 655 metrekare alanda 3 kasa ve 16 personeliyle 365 gün hesaplı ve kaliteli alışverişin keyfini yaşatacak. Tüm mağazalarında olduğu gibi Hicaz mağazasında da modern bir alışveriş ortamı sunan Adese; müşterilerine 305 metrekarelik bir alanda 2 kasa, 14 çalışan ve 5 bin ürün çeşidiyle hizmet veriyor. Şentepe mağazasıyla Ankara’daki şube sayısını ona yükselten Adese; gıda, şarküteri, unlu mamuller, temizlik, kozmetik ve züccaciye reyonlarında 4 bin farklı ürünle hizmet verirken müşterilerine keyifli bir alışveriş deneyimi yaşatıyor. 7 8 İttifak Holding’e “Konya Ekonomi Ödülleri”nde İhracat, İSO İkinci 500 ve İstihdam kategorilerinde Ödül İttifak Holding, “Konya Ekonomi Ödülleri”nde Üç Ödül Aldı İTTİFAK HOLDİNG; KTO, KSO, VERGİ DAİRESİ VE SGK İL MÜDÜRLÜĞÜ’NÜN ORTAKLAŞA DÜZENLEDİĞİ “KONYA EKONOMİ ÖDÜLLERİ”NDE ÜÇ ÖDÜLE BİRDEN LAYIK GÖRÜLDÜ. DEDEMAN’DA GERÇEKLEŞTİRİLEN ÖDÜL TÖRENİNDE İTTİFAK HOLDİNG’İN İŞTİRAKLERİNDEN SELVA GIDA, İHRACAT VE İSO İKİNCİ 500 KATEGORİLERİNDE, ADESE DE İSTİHDAM KATEGORİSİNDE ÖDÜL ALDI. İttifak Holding iştiraklerinin başarıları, Konya’nın başarılı ve en büyük şirketlerinin belirlendiği Ekonomi Ödülleri gecesinde Konya ve Türkiye ekonomisinin köklü kuruluşları tarafından tescil edildi. Konya Sanayi Odası, Konya Ticaret Odası, Konya Ticaret Borsası, Konya Vergi Dairesi ve SGK İl Müdürlüğü’nün ortaklaşa düzenlediği “Konya Ekonomi Ödülleri 2014”ün ödül töreni, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan’ın katılımı ile gerçekleştirildi. Birlikte Konya’yız sloganı ile gerçekleştirilen ve Konya protokolü ile iş dünyasını bir araya getiren ödül töreninde yapılan konuşmalarda birlik beraberliğe vurgu yapılırken 2023 vizyonu ve Konya için gerçekleştirilmesi planlanan projelerden bahsedildi. Konuşmaların ardından ödül almaya hak kazanan başarılı kurumların temsilcilerine protokol üyeleri tarafından ödülleri verildi. İttifak Holding’in gıda sektöründe faaliyet gösteren markası Selva Gıda’nın, ihracat kategorisi ödülünü, İttifak Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Tahir Atila, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan’ın elinden alırken, İSO ikinci 500 kategorilerindeki ödülünü de Selva Gıda Genel Müdürü Özkan Koyuncu, Konya Valisi Muammer Erol’un elinden aldı. İttifak Holding’in perakende sektöründe bulunan markası Adese’nin istihdam kategorisindeki ödülünü ise Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben, Ak Parti Konya Milletvekili Mustafa Kabakçı’nın elinden aldı. Adese, “Hızlı Terazi” Uygulamasını Hayata Geçirdi TÜRKİYE’NİN YENİLİKÇİ PERAKENDE MARKASI ADESE, HIZLI KASA TEKNOLOJİSİNDEN SONRA “HIZLI TERAZİ” UYGULAMASINI DA MÜŞTERİLERİNİN HİZMETİNE SUNDU. yen müşteriler Hızlı Terazi Asistanı’ndan da yardım alabiliyor. İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, yenilikçi uygulamalarla müşterilerinin alışverişlerini kolaylaştırmaya devam ediyor. Son olarak, müşterilerini dünya standartlarında bir uygulama olan Hızla Kasa teknolojisiyle buluşturan Adese, şimdi de “Hızlı Terazi” uygulamasını hayata geçirdi. Adese, “Hızlı Terazi” ismini verdiği yeni teknolojisiyle manav reyonundan alışveriş yapan müşterilerinin meyve ve sebzelerini kendilerinin tartmasına olanak sağlıyor. Hızlı terazide bulunan kamera, teraziye yerleştirilen ürünleri otomatik olarak algılayıp tartarak barkodlu etiketin çıktısını veriyor. Kulesite Adese mağazasında müşterilere sunulan bu yeni uygulamada dile- Hızlı Terazi uygulamasıyla müşterilerine yeni bir alışveriş deneyimi sunduklarını ifade eden Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Yenilikçi uygulamalarımızla müşterilerimiz alışverişlerini daha kolay bir şekilde tamamlıyor. Daha önce sunduğumuz hızlı kasa teknolojisiyle müşterilerimizin alışverişte geçirdikleri zamanı daha etkin kullanmasını sağlamıştık. Hızlı terazi uygulamamızla da manav reyonundan alışveriş yapan müşterilerimiz bu terazileri kullanarak meyve ve sebzeleri kolaylıkla tartıp alışverişlerine devam edebilecek. Önümüzdeki dönemde de müşterilerimizin alışverişlerini kolaylaştıracak teknolojileri takip ederek dünya standartlarında uygulamalar gerçekleştirmeyi sürdüreceğiz” dedi. 9 10 bizden haberler Adese’den TÜBİTAK Destekli Tulumba Tatlısı UNLU MAMÜLLER ALANINDAKİ İHTİYAÇLARINI KENDİ MARKASI OLAN RESTORE İLE KARŞILAYAN ADESE, TULUMBAYI DAHA SAĞLIKLI HALE GETİRECEK VE ÜRETİM SÜREÇLERİNİ DAHA VERİMLİ KILACAK TÜBİTAK DESTEKLİ PROJESİNDE SONA GELDİ. FAALİYET GÖSTERDİĞİ GIDA PERAKENDECİLİĞİ SEKTÖRÜNDE ODAKLANDIĞI FARKLILAŞMA ALANLARI İLE DİKKATLERİ ÜZERİNE ÇEKEN ADESE, BU SEFER DE SOFRALARIMIZIN ÖNEMLİ VE VAZGEÇİLMEZ TATLARI ARASINDA YER ALAN TULUMBA TATLISI ÜRETİMİNE YENİ BİR BOYUT KAZANDIRIYOR. Tulumba tatlısı üretiminde bilinen tüm üretim yöntemlerine devrim niteliğinde bir yenilik getireceklerini ifade eden Adese’nin unlu mamüller markası Restore’nin İşletme Müdürü Celal Ertan, “Tulumba deyip geçmeyin. Tulumba tatlısı, üretim süreçleri son derece kontrollü yürütülmesi gereken hassas bir ürün. Örneğin kızartmada kullanılan yağın fazla kullanılması tulumbadaki kanserojen madde oranını artırıyor. Diğer taraftan; göz kararı ve el yordamı ile yoğrularak eski usul makinelerde işlenen ve yağ kazanlarında kızartılarak üretilen tulumbada bir standart olmuyor. Kimi uzun, kimi kısa, kimi daha renkli, kimi sert, kimi yumuşak gibi… Biz, yaptığımız Ar-Ge çalışmaları neticesinde yeni bir üretim sistemi geliştirdik. Yağın sıcaklığını otomatik olarak ayarlayarak optimal değerlerde tutabiliyoruz. Bu, ürünü bilinen yöntemlere göre çok daha sağlıklı hale getiriyor. Yeni üretim yöntemimizle tulumba tatlısının tat, ebat ve kalitesinde de bir standart yakalamış oluyoruz. İlk üretilen ürün de son üretilen ürün de aynı, arasında bir fark olmuyor. Ayrıca, kesinlikle genzi yakmayan, mideyi rahatsız etmeyen ve dışı çıtır çıtır olan kaliteli bir ürün ortaya koyuyoruz” dedi. Gıda güvenliği ve hijyeni hassas bir konu Gıda güvenliği ve hijyeni konusunda son derece hassas olduklarını vurgulayan Restore İşletme Müdürü Celal Ertan, “Gıda konusunda birçok marka hassas olduğunu dile getirir. Ancak, söylemek yetmez, önemli olan yapmak.” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz uygulamada da bunu gösterebilen ender markalardan birisiyiz. Kaliteden taviz vermeme anlayışımız, Ar-Ge çalışmalarımızın katalizörü konumunda. Bu anlayışın bir yansıması olarak da gerektiğinde üretim süreçlerimizi yeniden ele alıyoruz. Bu bağlamda tulumba tatlısı üretimine ilişkin bir süredir yürüttüğümüz Ar-Ge çalış- malarımız TÜBİTAK’ın onayından geçerek uygulama aşamasına geldi. Aldığımız onay çerçevesinde geliştirdiğimiz yeni makine ve ekipmanlarla sektöre yön veren bir yeniliğe daha imza atmış olacağız.” Evimize almayacağımız bir ürünü müşterilerimize de asla sunmuyoruz Ertan, “Adese çalışanları olarak, evimize almayacağımız bir ürünü müşterilerimize de asla sunmuyoruz. Bu bağlamda; tulumba üretiminde geliştirdiğimiz sistemle tulumba tatlısının standartlarını yükselterek daha sağlıklı ve kaliteli hale getiriyoruz.Ayrıca, üretim sürecinde tükettiğimiz enerjiden de tasarruf edebiliyoruz. Bizi bu sürece yönlendiren nedenleri de, Adese’nin kalite anlayışı ve son dönemde sağlıklı ürünlere yönelik ilgilinin daha da artması olarak özetleyebiliriz.” diye konuştu. 11 12 Adese, Tüm Çalışanları Adına Fidan Dikti İTTİFAK HOLDİNG’İN ULUSAL PERAKENDE MARKASI ADESE, ÇALIŞANLARI İLE AYLIK BORDROLARINI E-POSTA ÜZERİNDEN PAYLAŞARAK KÂĞIT KULLANIMINI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE AZALTTI. ADESE, E-BORDRO SAYESİNDE KÂĞIT TASARRUFU SAĞLARKEN, TÜM ÇALIŞANLARI İÇİN DE FİDAN DİKİMİ GERÇEKLEŞTİRDİ. Adese, e-bordroya geçerek kurumsal sosyal sorumluluk kapsamında gerçekleştirdiği projelerine bir yenisini daha ekledi. Daha önce doğada çözünebilen alışveriş poşeti kullanımına geçen, atık yağ ve kullanılmış kâğıtlarda lisanslı şirketlerle anlaşarak bunların geri dönüşümünü sağlayan ve mağaza modernizasyonları kapsamında Doğa Dostu Verimli Market Projesi’ni tamamlayan Adese, son olarak bordroları online ortama taşıdı. Bordroları mail ortamında çalışanlarına ileten Adese, kâğıt tasarrufu sayesinde ağaç dikim sezonunun açılmasının ardından tüm çalışanları adına fidan dikti. Etkin- lik, Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben, Adese Genel Müdür Yardımcıları, Birim Müdürleri ve Adese çalışanları ile Orman Bölge Müdürlüğü Ağaçlandırma ve Silvikültür Şube Müdürü Rıza Güleç’in katılımıyla gerçekleşti. Adese, e- bordro sistemi kapsamında ilk kez bu yıl gerçekleştirdiği fidan dikimini geleneksel hale getirerek, önümüzdeki yıllarda da kâğıt tasarrufundan elde edilecek gelirlerle fidan dikmeye devam edecek. Adese’nin kurumsal sosyal sorumluluk çerçevesinde doğayı korumaya yönelik önemli projeler geliştirdiğini ifade eden Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Biz, kurumsal sosyal sorumluluk anlayışımız gereğince çevremize ve doğamıza özenle yaklaşıyoruz. Bu kapsamda geçtiğimiz dönemlerde e-bordro sistemine geçerek kâğıt kullanımını minimize etmeyi amaçladık ve bunu da başardık. Çalışanlarımıza bordrolarını artık online ortamda mail yoluyla gönderiyoruz. Böylece önemli miktarda ağacın kesilmesinin önüne geçerek doğanın korunmasına katkı sağlıyor, ayrıca tüm çalışanlarımız adına da fidan dikiyoruz. Bu yıl ilkini gerçekleştirdiğimiz fidan dikimine önümüzdeki yıllarda da devam ederek ülkemize ve milletimize katkıda bulunmayı sürdüreceğiz” dedi 200 Okulun 12 Bin 200 Spor Malzemesi Adese’den... ADESE, PROCTER&GAMBLE İŞBİRLİĞİ İLE HAYATA GEÇİRDİĞİ “OKULA DESTEK” KAMPANYASIYLA 200 OKULA 12 BİN 200 ADET SPOR MALZEMESİ YARDIMINDA BULUNDU. 12.200 spor malzemesi hediye etti. İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, eğitime destek amacıyla gerçekleştirdiği kurumsal sosyal sorumluluk projelerine devam ediyor. Adese ve P&G işbirliğiyle bu yıl ikincisi düzenlenen “Okula Destek” kampanyası çerçevesinde P&G’nin seçili ürünlerinden alan Adese müşterileri, yaptıkları her alışverişte okullara spor malzemesi alımına destek oldu. Konya’da 110, Ankara’da 35, Afyon ve Isparta’da 10’ar Bolu’da 20, Aksaray, Karaman ve Mersin’de 5’er adet olmak üzere mağazalarının bulunduğu tüm il ve ilçelerde toplam 200 okula yardımda bulunan Adese; basketbol topundan futbol topuna, voleybol topundan tenis topu ve tenis raketine kadar toplam Adese’nin eğitim ve çevre başta olmak üzere birçok alanda sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirdiğini ifade eden Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Eğitim, ülkemizin her zaman en önemli konularından birini oluşturmaktadır. Spor ve spor eğitimi üzerine de daha fazla eğilmemiz gerektiğine inanıyoruz. Spor, çocuklarımıza daha okul çağında, özellikle de ilkokul döneminde kazandırılması gereken bir alışkanlık. Biz de bu bilinçle okullarımızın spor faaliyetlerine destek olabilmek amacıyla P&G işbirliğiyle bu yıl ikincisini gerçekleştirdiğimiz kampanya sonucunda toplam 200 okula 12 bin 200 spor malzemesi yardımında bulunduk. Bu kampanyada bize destek veren başta Adese müşterileri ve Procter&Gamble’a teşekkür ediyorum” dedi. 13 14 Cahide Sultan’dan İftar ve Sahur Sofralarına Özel Tarifler www. cahidejibek. com Bulgur Köfteli Tavuk Yahnisi (6 Kişilik) Malzemeler Köftesi için • 1 su bardağı ince bulgur (simit, esmer değil, sarı bulgur olacak) • 1.5 su bardağı ılık su (ıslatmak için) • Yarım su bardağından bir parmak fazla un • Tuz Malzemeler • Yarım çay bardağı zeytinyağı • 20 adet arpacık soğanı • 2 adet tavuk göğsü • 1 yemek kaşığı salça (Domates biber karışık) • 5 bardak su • Tuz • Arzuya göre: 1 küçük kase haşlanmış nohut. Üzeri için: 1 yemek kaşığı tereyağı Hazırlanışı • Önce köfteleri hazırlayın. • Bulguru yoğurma kabına alın. Ilık suyu döküp karıştırın. Üzerini örtüp şişene kadar yaklaşık 1 saat bekletin bekleme süresi sonunda un ve yağı beraber karıştırın. Azar azar su ilavesiyle 10 dakika kadar yoğurun. • Kıvamının olup olmadığını anlamak için bir parça alıp avucunuzun içinde yuvarlayın. Rahat yuvarlanıyorsa kıvamı olmuş demektir. Bütün hamuru küçük köfteler halinde hazırlayın. Üzerini örtüp bir kenarda bekletin. • Diğer tarafta arpacık soğanları soyup tencereye alın zeytinyağını ekleyin. Orta ateşte karıştırarak soğanları soteleyin kuşbaşı şeklinde doğranmış tavuk etlerini ilave edin. • Etler hafif pembeleşince salçayı ekleyin. Sıcak suyu ilave edip kaynamaya bırakın. Kaynamaya başladıktan sonra kapağını kapatıp kısık ateşte 15 dakika kadar pişirin, hazırladığınız köfteleri ilave edin, arzuya göre bu esnada nohudu da ekleyin. Yeniden kapağını kapatıp 10 dakika daha pişirin. • Köftelerin pişip pişmediğini anlamak için bir tane alıp yiyin. Hamur kıvamında değilse yani dişinize yapışmıyorsa pişmiş demektir. Suyu az gelirse biraz sıcak su ilave edebilirsiniz. • Diğer tarafta tavaya tereyağını alıp eritin 1 tatlı kaşığı nane ilave edin nanenin rengi çıkana kadar kızartın naneli yağı yemeğin üzerine gezdirin servis esnasında tabakların üzerine gezdirebilirsiniz. 15 16 Şehriyeli Domates Çorbası (8 kişilik) Malzemeler • 1 kg domates • 1 çay bardağı tel şehriye • 2 tepeli yemek kaşığı un • 2 su bardağı et suyu • Yeteri kadar içme suyu • 1 küçük çay bardağı süt • 1 yemek kaşığı tereyağı • 3 yemek kaşığı zeytinyağı • 1 diş sarmısak • Arzuya göre kişniş, nane veya doğranmış maydanoz • Tuz Hazırlanışı • Domatesleri ikiye bölüp baş kısımlarını bıçakla alın. Yapışmaz tavaya çok az yağ ekleyip, harlı ateşte domatesleri arkalı önlü kızartın. • Bir tencereye alıp üzerine çıkana kadar su ekleyin ve pişmeye bırakın. Pişen domatesleri blenderdan geçirin. Eğer çekirdekleri sizi rahatsız ediyorsa süzgeçten geçirin. • Ayrı bir tencerede ve yağı beraber tencereye alın. • Un hafif pembeleşene kadar kavurun. • Domatesi, ezilmiş 1 diş sarmısağı ve et suyunu ekleyip hızlı bir şekilde kaynayana kadar karıştırın. (unun topaklanmaması için önce bir bardak soğuk su koyarak tel çırpıcıyla çırpın sonra sıcak domates püresini ekleyin yoksa un sıcak püreyle birleşince topaklaşabilir) • Kaynara çıktıktan sonra normal çorba kıvamına gelene kadar kaynar su ilave edin. Bu esnada şehriyeyi ekleyin. • 6-7 dakika kadar kaynatmaya devam edin. • Sütünü ilave edip, bir taşım daha kaynatın. • Kişniş, kuru nane veya maydanoz ekleyip lezzetini artırabilirsiniz. • Afiyet şifa olsun. NOT: Arpa şehriye kullanmak isterseniz bu yöntemle yumuşaması zor olur. Önce biraz suyla şehriyeyi haşlayıp sonra çorbaya ilave etmeniz gerekir. 17 18 Saksı Kebabı (6 kişilik) Malzemeler Malzemeler • 3 adet orta boy bostan patlıcanı • 400 gr kuşbaşı et • 1 iri boy kuru soğan • 3 diş sarımsak • 3 adet yeşil biber • 3 adet orta boy domates • Yarım demet maydanoz • Damak tadınıza göre: Tuz, karabiber, kimyon • Patlıcanları kızartmak için: Zeytinyağı • Sos için: 1 tatlı kaşığı salça, 2 su bardağı su Hazırlanışı • Patlıcanların saplarını kesip ortadan ikiye kesin. Yani 3 patlıcandan 6 adet saksı elde edeceğiz. • Her patlıcanın ortasını tatlı kaşığı veya bıçakla oyun. Dolmada olduğu gibi fazla oymayın. Patlıcanlar etli kalmalı. • Patlıcanları tuzlayıp 30 dakika bekletin. Yıkayıp kurulayın. Kızgın yağa atıp arkalı önlü hafifçe kızartın. • Soğan ve biberi yemeklik doğrayıp az yağda soteleyin. • Küçük doğranmış kuşbaşı etleri ilave edip, suyunu çekene kadar pişirin. Küp doğranmış domatesleri de ekleyip, 15 dakika kadar pişirin. İçine maydanozu doğrayıp ekleyin. Tuz ve baharatları da atıp altını kapatın. • Kızarmış patlıcanların içini bu harçla doldurun. İç fazla gelirse aynı şekilde patates soyup kızartıp doldurabilirsiniz. • Salçayı 2 su bardağı suda eritip patlıcanların aralarına dökün. • Patlıcanların üzerine domates dilimleri koyup, tepsinin ağzını kapatın. 200 derecelik fırında 45 dakika kadar pişirin. Afiyet olsun. Enginar Salatası (5 Kişilik) Malzemeler • 2 orta boy enginar çanağı • 1 su bardağı garnitür (patates, havuç, bezelye, mısır) • Yarım demet dereotu • Yarım çay bardağı zeytinyağı • Yarım limon suyu • Tuz Hazırlanışı • Enginarları yumuşayana kadar haşlayıp süzün. • Garnitür ve ince kıyılmış dereotuyla karıştırın. • Tuz, limon ve zeytinyağını ekleyip yeniden karıştırın. 19 Kolay Dondurma (6 adet) Bu tarifte yumurta kokusunu kesinlikle hissetmiyorsunuz. Yumurta sarısı dondurmaya kaymaksı bir kıvam veriyor ve dondurmanın çok sertleşip, buzlanmasına engel oluyor. Malzemeler • 5 su bardağı süt • 1 su bardağı şeker • 4 adet yumurta sarısı • 200 ml süt kreması veya aynı oranda kaymak • 1 tatlı kaşığı vanilya Limonlu dondurma için: 1 adet limon kabuğu rendesi ve 2 yemek kaşığı limon suyu, eksta 1 yemek kaşığı pudra şekeri Çikolatalı dondurma için: 1 yemek kaşığı kakao ve 30 gr çikolata Hazırlanışı • Sütü derin bir tencereye koyup kaynamaya bırakın. Yaklaşık 1 su bardağı eksilene kadar orta ateşte kaynatın. (Ortalama 15 dk kaynaması yeterli) • Süte 1 su bardağı şekerin yarısını ve vanilyayı ilave edip karıştırın. • Ayrı bir yerde yumurta sarısı ve şekerin kalan yarısını rengi açılana kadar mikserle çırpın. • Kaynayan sütten, çırpılmış yumurta ve şekere kaşık kaşık ilave ederek çırpmaya devam edin. Yumurtalı karışım ılıyınca, kalan sütün tamamını dökün ve düşük devirde 1 dakika daha çırpın. • Yumurtalı süt karışımını ocağa alıp, orta ateşte kaynamaya başlayana kadar el mikseriyle karıştırın. • Kaynamaya başladığı an, ocaktan alıp, tencereyi soğuk su dolu bir kaba oturtun. Ara sıra karıştırarak ılımasını bekleyin.Ilıyan karışımı dolaba koyup soğutun. • Diğer tarafta soğuk kremayı, mikserle kabarana kadar çırpın. (Kremayı çırpmadan evvel, çırpacağınız kabı ve mikser ucunu buzlukta 10 dakika kadar bekletin. Bu kremanın daha kolay sertleşmesini sağlayacaktır.) • Soğuk sütlü karışımı kremaya ekleyip el mikseriyle karışana kadar çırpın. • Dondurmayı çok derin olmayan bir kaba koyup dondurucuya kaldırın. Saat başı buzluktan çıkarıp karıştırın. İlk başlarda bunu mikserle, daha sonra kaşıkla yapın. (Ben 4 tur karıştırdım.) • Limonlu ve kakaolu dondurma için, yumurtalı süt karışımı ocaktan alınca 2 ayrı kaba paylaştırın. Birine sıcakken çikolata ve elenmiş kakaoyu ekleyip karıştırın. Daha sonra soğutun. Diğer kısmına da, soğuduktan sonra limon kabuğu rendesi ve suyunu ekleyip karıştırın. (Sıcakken eklerseniz limon sütlü karışımın kesilmesine sebep olur.) Soğuyan karışımlara, çırpılmış kremayı kaşık kaşık paylaştırıp yedirin ve dondurucuya kaldırın. • Bu dondurmayı, kahveli, fıstıklı, fındıklı da yapabilirsiniz. Afiyet şifa olsun. 20 Ekmekli Pizza (5 kişilik) Malzemeler • 1 adet bayat ekmek • 1 yemek kaşığı tereyağı • 3-4 yemek kaşığı zeytinyağı • Domates, yeşil biber • Kaşar peyniri • Kekik, karabiber, tuz • Varsa sucuk ilave edilebilir Hazırlanışı • Ekmeği iri küpler halinde doğrayın. • Tavaya tereyağı ve zeytinyağını koyup kızdırın. (Yağın içine 2 diş dövülmüş sarımsak ve kekik de ilave edebilirsiniz) Eriyen yağa ekmekleri atıp 2-3 dakika kadar soteleyin. • Sotelenmiş ekmekleri uygun bir tepsinin tabanını kapatacak şekilde döşeyin. • Üzerine iri dilimler halinde doğranmış domates, halka doğranmış biberi yerleştirin. • Tuz, kekik ve karabiber serpiştirin. 250 derecelik fırında 15-20 dakika kadar pişirin. (Domateslerin hafif yumuşaması lazım) Fırından alıp üzerine rende kaşar peyniri veya mozzarella serpiştirin. Yeniden fırına sürüp kaşarlar eriyince fırından alın. Sıcak servis edin. Muffin kalıbında Tel Kadayıf (18 Kişilik) Malzemeler • 500 gr taze tel kadayıf • 1 su bardağı zeytinyağı ( diğer sıvıyağla veya tereyağıyla da olur) • 1 su bardağı ceviz içi Şerbeti için • 3.5 su bardağı toz şeker • 3.5 su bardağı su • Çeyrek limon • Yarım çay kaşığı tuz Hazırlanışı • Öncelikle şeker, su, tuz ve limonu tencereye alıp karıştırın. Kaynamaya bırakın. Kaynamaya başladıktan sonra 20-25 dakika kaynatın. Sona doğru içindeki limonu kaşıkla bastırıp sıkın. Şerbeti soğumaya bırakın. Şerbetin çok koyu olmamasına dikkat edin. • Kadayıfı derin bir kaba alıp üzerine yağı dökün. Elinizle parçalayarak karıştırın. Çok küçük parçalara ayırmanıza gerek yok. • Birer tutam kadayıf alıp 12’li muffin kalıbına yerleştirin. Bir su bardağının arkasıyla bastırın. Üzerlerine bir kaç parça ceviz koyun. • En üste yeniden birer tutam kadayıf koyup, tekrar bardakla iyice bastırın. • 200 derecelik fırında nar gibi kızarana kadar pişirin. • Kadayıfları bir tepsiye ters çevirin. Boşluk bırakmadan dizin. • Sıcak kadayıfların üzerine soğuk veya çok ılık şerbeti dökün. • 3-4 saat dinlenen tatlılarımız servise hazır. 21 22 Yaz Sıcaklarına Bir Yudum Serinlik İSMİYLE BİLE SERİNLETMEYİ BAŞARAN, HAYIR DENEMEYECEK KADAR LEZZETLİ VE GÖRSEL GÜZELLİĞİYLE ŞÖLEN HAVASINDA BİR İÇECEK… ÜSTELİK DE OLDUKÇA KOLAY… BİRAZ ÇİLEK, BİRAZ MUZ HEPSİ BU KADAR… 23 Kış aylarında sıcak sıcak, hastalığımıza deva diye içtiğimiz hoşaf, yaz aylarında da buz gibi sunumuyla bunaltıcı sıcaklara deva olacak gibi görünüyor. Sıcak ve serinlik kelimeleri bir araya gelince hepimizin aklına ilk düşen şöyle buz gibi bir limonatadır kuşkusuz. Oysa alternatifler bir hayli fazla. İşte kolayca hazırlayabileceğiniz, meyve ve sebzelerin diyarından serinleten içecekler… ÇİLEKLİ-MUZLU SMOOTHIE: Malzemeler: • 6 adet çilek • 1 adet muz • 1 bardak soğuk süt • 2 tatlı kaşığı bal Hazırlanışı: Bu harika içeceği hazırlarken yapacağınız ilk işlem çilekleri küp küp doğramak. Ardından aynı şekilde muzları da küçük küçük doğramalısınız. Karıştırma kasesine doğradığınız çilekleri, muzları, balınızı ve bir bardak soğuk sütünüzü ekleyin ve blendırdan geçirin. Küçük çilek dilimleri ile süsleyebileceğiniz enfes smoothie hazır. VİŞNE ŞURUBU: Malzemeler: • 4-5 kg vişne • 6 su bardağı toz şeker (Eğer ekşi tatları seviyorsanız bu oranı azaltabilirsiniz.) Hazırlanışı: Saplarından ayıklayıp iyice yıkadığınız vişnelerinizi derin bir tencereye koyun. Daha sonra üzerine hazırladığınız şekeri ilave edin. Şeker tamamen eriyene kadar kısık ateşte ara sıra karıştırarak pişirin. Bu esnada vişnelerin sularını bırakmaya başladıklarını göreceksiniz. Bu su bırakma işlemi tamamlanana kadar yani ortalama 35-40 dakika kadar ara ara karıştırarak ocakta tutmaya devam edin. Pişirme işlemi bittikten sonra başka bir kabın üzerine süzgeç yerleştirerek pişen vişneli karışımımızı üzerine dökelim. Kaşık veya elinizle (sıcaklığa dikkat) vişneleri ezerek süzgeçten geçirin. Bu işlemi bir tülbentle de yapabilirsiniz ama bu şekilde posa çok ince geçeceğinden tercih edileni süzgeçtir. Çünkü küçük parçacıkların içeceğin içinde 24 Kayısıyı hiç böyle denememiştiniz…Eğer klasik tatlardan sıkıldıysanız ve farklı bir şeyler denemek istiyorsanız bu lezzet bu yazın gözdesi olmaya aday. kalması hem daha lezzetli hem de daha şık hale getirecektir sunumunuzu. Süzgeçten geçirdikten sonra şurubunuz hazır. Artık buzlu bir bardak suya yarım çay bardağı şurubunuzdan koyup (istediğiniz tat yoğunluğuna göre bu miktar değişebilir) sıcak havaların kurtarıcı içeceğini misafirlerinize ikram edebilirsiniz. ŞEFTALİ HOŞAFI: KAYISILI PANÇ: Malzemeler: • 6 adet şeftali (eğer çok büyükse 5 adet) • 2 su bardağı toz şeker • 1 paket vanilya • 2 litre su Hazırlanışı: Yazın hem kokusuyla hem tadıyla özlemle beklenen tatlarından olan şeftali belki de hoşafa en çok yakışan meyvedir. Su ve şekerle buluştuğunda aromasından hiçbir şey kaybetmez. Bu yüzden de sıklıkla tercih sebebidir. Gelelim hazırlama aşamasına: Öncelikle derince bir tencereye şekeri ve suyu koyup karıştırın ve ocağa koyun. Şerbet ocakta pişmeye devam ederken bir taraftan da şeftalileri yıkayıp kabuklarını soyun. Daha sonra şeftalileri çok küçük olmayacak küpler halinde doğrayın. Kaynamakta olan şerbetin içine atın ve bir taşım kadar kaynatın. Altını kapattıktan sonra içine vanilyayı da ekleyip güzelce karıştırın ve ağzını kapatarak soğumaya bırakın. Tamamen soğuduktan sonra servise hazırlamak için buzdolabına koyabilir veya servis esnasında içine buz atabilirsiniz. Malzemeler: • 3 su bardağı kayısı suyu • Yarım su bardak limon suyu • Bir buçuk su bardağı soda • Bir buçuk su bardağı su • Bir çay kaşığı çay • Traş limon dilimleri • 6-7 adet kayısı • 3-4 adet vişne Hazırlanışı: Çayı bir buçuk su bardağı su ile haşlayın. Sonra dikkatlice, tortu kaçmayacak şekilde süzün ve soğumaya bırakın. Derince bir kaba aldığınız çay suyuna kayısı suyu, limon suyu ve sodayı ekleyin. Limon dilimleri, kayısı ve vişneyi servis aşamasında kullanacağız. Çekirdeklerini çıkardığınız birer adet kayısı ve vişne ile bir adet traş limonu servis edeceğiniz bardağın altına koyun ve üzerine hazırlamış olduğunuz sodalı karışımı dökün. İsteğe göre buz da ilave ederek servis edebilirsiniz. Afiyet olsun. 25 26 Sofranız Tarzınızın Aynası “HER NEDEN BİR KUTLAMAYI HAK EDER.” 27 Davet sofralarınız için hazırda bulunduracağınız düz beyaz masa örtüsü ve beyaz sade bir yemek ve servis takımı size yıllar boyunca yanına koyacağınız renkli unsurlar ile en zengin kombinasyonları sağlayacaktır. Elbette ki sofranın tarzını belirleyen ilk şey yapanın elinin lezzeti ve ustanın yetiştiği yöredir. Lezzetin tarzını maharetli elleriniz belirlese de kaşığından tabağına bin bir özenle süslenen sofralarınızın tarzını sizin seçimleriniz belirliyor. Öyle ki bu artık bir sanat dalı haline gelmiş durumda: Sofra süsleme sanatı. Sıradan bir organizatörden farklı misafir ağırlamaktan hoşlananlara pratik öneriler sunmak ve onların hayatını kolaylaştırmak fikriyle yola çıkan Handem Erkay Güner; sofra, davet ve uslüp hakkındaki ipuçlarını paylaştı bizlerle. Turizm ve otelcilik konusunda eğitim alan, uzun yıllar uluslararası şirketlerde üst düzey yöneticilerle çalışan Erkay Güner; kişiye özel partiler düzenliyor, şık ziyafet sofraları hazırlama konusunda eğitimler veriyor ve Kutu Kutu Parti (www.kutukutuparti.com) ile kutlamalarınızı renklendirmenize yardım ediyor. Handem Erkay Güner her nedenin bir kutlamayı hak ettiği inancı ile hareket ediyor. Alışıla doğum günü, diş buğdayı, sünnet veya kına gecelerinin haricinde hayatta kutlanması gereken çokça sebep olduğuna dikkat çekiyor. Kısacası kutlamak istediğiniz her neden için bir konsepti kişiye özel uyarlıyor. Kültürümüzde kutlama ve yiyecek ikramının ayrılmaz ikili olduğunu vurgulayan Erkay Güner misafir ağırlamanın ve sofra adabının inceliklerini modern hayatımızda ihmal ettiğimize dikkat çekiyor. Gereğinden fazla hazırlıklar yerine, basit ipuçlarına dikkat ederek konuklarımızla keyifli vakit geçireceğimiz davetlerin ipuçlarını Handem Erkay Güner eğitimlerinde veriyor. Sofra adabına dikkat edilmediğinde, saray ayarında bir masa düzenlemesi yapmış da olsanız konuklarınızın gözünde değeri olmayacağının altını çizen Erkay Güner, eğitimlerine önce davet etmenin, davetli olarak gelmenin kurallarını yeniden hatırlatarak başlıyor. “Sofra kurmak ve misafir ağırlamak doğamızda olan, kültürmüzün önemli bir parçasıdır. Mutluluğumuzu dostlar ile paylaştığımız gibi, en üzüntülü günlerimizde bile misafirlerimizi doyurmak da adetlerimiz- dendir. Örneğin düğünlerimizde ve tüm sevinçli anlarımızın kutlamalarında konuklarımıza sofralar kurmak, yemeğin ve mutfağın en güzel lezzetlerini sunmak, damak tadı ötesinde bir sosyal tat ve haz olarak belirginleşiyor. Bir yakınımızı kaybettiğimizde cenaze evinde yapılan helvalar, götürülen yemeklerle bir büyük acıyı da tadıyor, beraber paylaşıyoruz. Sofranın ne olduğunu araştıracak olduğumuzda farklı örneklere rastlamak mümkün: z Masa, sini vb. şeylerin, yemek yemek üzere hazırlanmış durumu: Yemek vakti gelmiş, misafirler sofraya oturmuşlardı.- R. N. Güntekin. z Birlikte yemek yiyenlerin tümü: Bizim sofra çok şendir. z Genellikle tekerlek biçiminde, üzerinde yemek de yenebilen ayaklı hamur tahtası: Bir gün sofra masasının altına saklanmıştım da beni bir türlü bulamamıştın.- Y. K. Karaosmanoğlu. z Yine kentlerde kaybolan bir değer olsa da özellikle gelenekselliğimizi koruduğumuz köylerde bir “Tanrı misafirini” ağırlamak, ona sofralar kurmak ve onu doyurmak ananelerimizin önceliklerinin başında geliyor. http://huseyinbozdag.com.tr/ Modern hayatın hızına kapılmışken misafir ağırlamaya dair bazı jestlerin es geçildiği bir zamanda yaşıyoruz. 28 Davet vermenin ve davetli olarak katılmanın yazılmış keskin hatlı kuralları olmamasına rağmen bazı ayrıntılara dikkat etmek güzel olacaktır. 29 Davet vermenin ve davetli olarak katılmanın yazılmış keskin hatlı kuralları olmamasına rağmen bazı ayrıntılara dikkat etmek güzel olacaktır. Hatırlayalım: z Ev sahibi davet ederken davetin resmiyeti hakkında size bir fikir vermiş olabilir, kıyafetinizi de buna göre seçiniz. z Yemekli davetlere, farklı belirtilmediği takdirde, 10 dakika erken varın. z Davet veren kişiye küçük bir hediye getirmek uygundur, ancak hediyenin o an açılıp, menüye dahil edilmesini beklemeyin. z Yemekli davetlerde davet verenin sizi sofraya buyur etmesini bekleyin. Sofrada misafirlerin sohbet etme imkanı olmalı. Yüksek sesli müzik veya TV buna engel olacak, dikkatleri dağıtacaktır. Sofrada neşeli şeylerden konuşun. Davet veren ile birlikte vakit geçirmeye gelmişsinizdir. Başka şeyler ile ilgilenmeniz paylaşacağınız zamandan çalacaktır. Bu nedenle cep telefonunuzu kapatın! Sessize alın veya titreşimde kalsın. Sofraya otururken cebinizde veya çantanızda kalsın. Yemek esnasında yanıtlamanız ayıp olacaktır. Mutlaka bir görüşme yapmanız gerekirse, sofradan izin isteyip, uzaklaşın. Sofradan kalkarken, “hemen döneceğim” veya “müsadenizle” demeyi ihmal etmeyin. Masadan kalkan bir hanım olduğunda birlikte oturduğu beyin de ayağa kalkması icap eder. Yerken: z Tuz, biber kullanmadan yemeğin tadına bakın! Davet veren size en güzel yemekleri yapmak için büyük emek vermiştir. Yetersiz olduğunu tattığınızda tuz veya biberi bir lokmadan sonra da eklemek mümkün. z Tabağınıza her şeyden biraz alın. Birini beğenmediyseniz, doydum diyerek bırakmanız sorun olmaz. z İltifat etmeyecekseniz, hiç bir şey demeyin. z Yemek hızınızı dengelemeye çalışın. Sofranızda oturan diğerlerinden çok önce veya çok sonra bitirmeniz onları rahatsız edebilir. z Lütfen” ve “teşekkür ederim” demeyi unutmamalısınız – bir restoranda olsanız bile. z Meze, sos, yağ, peynir gibi ortada duran ikramlar ekmeğe sürülmeden önce kendi tabağınıza aktarılmalıdır. z Tuz veya ketçaba ulaşmak için fazla uzanmayın, yanınızdan rica edin. z Sizden tuz veya biber istendiğinde ikisini birlikte uzatın, diğeri öksüz kalıp sofrada kaybolmasın. z Size uzatılmış tabak veya tuzluğu sofraya koyun. İade etmeyin. z Birisine uzatılan ekmek sepeti veya tuzluğa el atmayın. Başkasının sırasını kapmak hiç nazik değildir. z Servis için maşa kaşık kullanın. Kendi çatal bıçağınızı değil. Sofra kurmanızı gerektiren misafir ağırlayacaksanız önce kaç kişi olacağınıza sonra ne servis edeceğinize karar vermenizi öneririm. Davetlilerinizin arasında vejateryan veya gıda alerjisi olanları da hesabınıza katın. Kişi sayısına göre oturma düzenini planlarken masa etrafında yeterli alan olduğuna dikkat edin. Masanız küçük veya gelecek kişi sayısına yetersiz ise: z Çocuklar için sehpaya ayrı bir sofra kurulabilir. z Başka bir masa ile ekleme yapılabilir z Açık büfe tarzında yemek servis edilebilir. Özenli bir sofra kurmanın püf noktası önceden hangi servis takımlarını kullanacağınızı bilmektir diyebiliriz. Sunmayı tasarladığınız yemeklerin servis tabaklarını önceden belirleyerek, içine küçük kağıtlar ile not edin. Sofranızın üzerine orta yerinde konumlandırın. Şu ayrıntılara dikkat edin: z Tabak, çatal, bıçak ve bardak koymak için sofra çevresinde yeterli alan kaldı mı? z Masa etrafından rahatça ulaşılabiliniyor mu? z Mum, çiçek, biblo gibi süsler veya sürahi koyacaksanız, karşılıklı görüşe engel olacak mı? Masanızın kaba taslağını planladığınıza göre, davetinizden bir gün evvel örtünüzü ütüleyip sermenizi tavsiye ediyorum. Sofranızı önceden kurmaya başlarsanız, misafirleriniz gelmeden telaşa kapılmazsınız. Tabaklarınızın desenlerinin aynı istikamete 30 bakmasına, sandalyeler ile hizalı durmalarına özen gösterin. Çatal ve bıçaklarınızı sofraya yerleştirmeden, temiz olmalarına rağmen, yumuşak bir bez ile yeniden parlatıp konumlandırın. Örtünüz ile takım olmayan peçete kullanacaksanız, sofranızda kullanacağınız bir başka unsur (bardak, servis tabağı, mum veya çiçek gibi) ile renk uyumunda olmaları görsel güzelliğe büyük katkı sağlayacaktır. Genel anlamda davet sofralarınız için hazırda bulunduracağınız düz beyaz masa örtüsü ve beyaz sade bir yemek ve servis takımı size yıllar boyunca yanına koyacağınız renkli unsurlar ile en zengin kombinasyonları sağlayacaktır. Beyaz tabaklar üzerinde lezzetli ikramlıklarınızın en güzel görüneceği gibi, beyaz (veya krem gibi nötr renk) örtü üzerine renkli kapak örtüler ile her güne yeni bir sofra kurma imkanı bulursunuz. Özel bir kutlamaya dair sofra kurulacaksa renk ve süslemelerin duruma uygun seçilmesini öneririm. Bazı öneriler şöyle olabilir: z Anneler Günü – baharın pastel tonları ve çiçekli peçetelerin yanında canlı çiçekler ile süsleme yapabilirsiniz. z Babalar Günü – derin yeşil veya mavi tonlarda seçilen aksesuarlar kullanın. Peçetelik yerine eski deri kayışlı saatlerinizi yeniden ortaya çıkartmanın vakti gelmiştir. z Bayram Sofrası – Kırmızı, lacivert veya turkuvaz gibi klasik renklerimizden oluşan peçeteler ile otantik motifli kaseler koyun sofranıza. Menüde çorba yoksa, salata kasesi de olur. z Balık Sofrası – peçetelerinizi internetten bulabileceğiniz balık şeklinde katlayıp tabak ortalarına yerleştirin. Bu sofra için denizen mavi ve yeşil tonlarını kullanmamak olmaz tabii ki. z Kahvaltı Sofrası – turuncu iştah açıcı ve enerji veren bir renktir. Peçetelerinizi turuncunun tonlarından seçip, bir sürahi suyun içine portakal ve limon dilimleri koyarak hem sofraya hem de sağlığınıza zenginlik katmış olursunuz. Kalabalık davetler için açık büfe kurmaya karar vermişseniz dikkat edilecek bazı ipuçları şunlardır: z Çatal, bıçak, tabak ve peçeteleri bir arada ve büfenin başına yerleştirin. z İkramlıklarınızı tatlı, tuzlu, zeytinyağlı, sıcak veya soğuk gibi gruplandırın. z Yemek gruplarınızı menünün akışına göre büfeye dizin. Giriş, salata, ana yemek, tatlı ve meyve gibi. z Misafirlerinizin büfenin bir ucundan başlayıp, diğer ucuna sorunsuzca (ileri geri yapmak zorunda olmadan) ulaşabilmesini sağlayın. z Arka sıralarda duran yemeklerinize ulaşmak daha kolay olsun diye ayaklı veya katlı servis tabakları gibi yüksek sunum hazırlayın. z Büfenin arka sırasını yükseltmek için ters dönmüş tencereler kullanabilirsiniz. Büfenizin görüntüsünü bozmamak namına üzerlerini bir masa örtüsü ile kapatmanız mümkün. z Koltuk veya sandalyelerde yiyecek olan davetlilerinize kolaylık olsun diye mekanınızın çeşitli yerlerine tuz, biber ve peçete istasyonları yapmanız tavsiye edilir. Estetik sofralar için fikirler: z Sofranızı tamamlamak için renk ve temanıza göre evinizin başka bir köşesinden dekoratif şeyler bulabilirsiniz. z Sunumunuzun daha zengin durması için iki farklı peçete kullanmayı deneyin. Biri düz, diğeri desenli olabilir. z Taze çiçek ve yapraklar her masayı güzelleştirir. z Mum sadece romantik yemekler için değildir. Işığı davetlilerin gözünü merkeze çeker ve ortama sıcaklık katar. z Mumunuzu ayaklı bir kadehin içine yerleştirmeyi deneyin. Bardağın tabanını un, şeker veya pirinç ile doldurursanız, akan mumun bardağa yapışmasını önlersiniz. z Masa örtüsü yerine temanıza mükemmel uyabilecek bir eşarp kullanmaya ne dersiniz? z Ayaklı servis tabağınız yok ise bir kaseyi ters çevirip üzerine servis tabağı koymayı deneyin.” 31 32 Sağlıkla Başlayıp Sağlıkla Biten Ramazanlarınız Olsun KİLO PROBLEMİ OLANLAR YEDİKLERİ KADAR PORSİYONLARINA DA DİKKAT ETMELİLER. 33 Muhakkak ki dört gözle beklenen ayların başında geliyor, Ramazan. Bu yıl da her sene olduğu gibi coşkuyla karşılanacak kuşkusuz. Uzun ve sıcak yaz günlerine inat bir nefeste geçiverecek günler. Keyifli ve huzurlu iftar sofralarına oturulacak hep beraber. Ama işte o keyifli sofraların tadı hep yerinde olsun diye dikkat etmemiz de gerekecek yiyip içtiklerimize. Dyt. Şule İskender bizim için oldukça açıklayıcı bilgiler verdi: Oruç tutarken nasıl beslenmeliyim? Sahurda neler yemeliyim? Oruç tutarken besin ögeleriniz eksilmeden, bağışıklık sisteminiz çökmeden günlük almanız gereken besin ögelerimizi alarak nasıl beslenmeliyiz? Gün boyunca daha az acıkmak ve uzun süre dayanıklı olabilmek için günlük beslenmemizi nasıl ayarlamalıyız? İşte tüm bu soruların cevapları için örnek Ramazan menüsü. Gibi hem protein hem de kompleks karbonhidratlar tercih edilmeli. Sahurda: • Salata • Yoğurt /cacık ayran gibi hem protein hem de kompleks karbonhidratlar tercih edilmeli. İftarda: • Öncelikle uzun bir açlıktan sonra kan şekerinin yükseltilmesi gerekiyor. Bunun için hurma veya kayısı veya ballı ılık su tüketilebilir. • Her gece olmamak kaydıyla küçük bir porsiyon sütlü tatlı Mineral kaybı yaşamamak için günde 1 soda (tansiyon problemi olanlar için soda önerilmemektedir) En önemlisi su: Aralıklarla günlük ihtiyacımız olan 2 litreyi tamamlamalıdır. Hepinize güzel bir Ramazan geçirmenizi diliyorum. • Ilık bir kase çorba ile başlayabilirsiniz . Daha sonra 5-10 dk kadar ara vermelisiniz. Bu ara sizin hemen doymanızı engelleyecek ve almanız gereken diğer besin ögelerini de midenize birdenbire yüklenmeden alabileceksiniz. • Et yemeği • Sebze yemeği (ya da etli sebze) • Salata • Yoğurt/cacık /ayran • 1 kase erik/ kayısı/ incir kompostosu • Peynir (tuz oranı az ya da tuzsuz olmalı) • Ramazan pidesi / pilav / makarna (kilo problemi olanlar porsiyonlara dikkat) • Yumurta Gece: • Tam tahıllı ya da kepek ekmeği • Meyve • Süt ya da bir miktar et -tavuk balık (az yağlı) • 2-3 ceviziçi /8-10 fındık /8-10 badem (mineral kaybı yaşamamanız için) • Kepekli makarna, bulgur pilavı • 1 su bardağı kefir (sindiriminize iyi gelecek) Çorbanın ardından minik bir ara vermekte fayda var. Bu ara sizin hemen doymanızı engelleyecek ve almanız gereken diğer besin ögelerini de midenize birdenbire yüklenmeden alabileceksiniz. 34 “Büyüyünce Ne Olacaksınız?” Yenilenen Çağa Yenilenen Meslekler Hazırlayan: Gülsün KURT “AZICIK AŞIM KAYGISIZ BAŞIM” DÖNEMİ BİTTİ. ŞİMDİLERDE TEMEL SLOGAN YÜKSEK KAZANÇ YÜKSEK PRESTİJ. MADDİ SIKINTI DÜŞÜNMEDEN GEÇİRİLECEK BİR PAZAR TATİLİNİN OLDUKÇA YOĞUN VE STRESLİ BİR HAFTA ÇALIŞMASINA DEĞECEĞİ DÜŞÜNÜLÜYOR. 35 ise maaş miktarı. Yani “azıcık aşım kaygısız Şimdilik birkaç üniversite ile sınırlı olsa da Gelişen dünya, değişen başım” devri eskilerde kalmış gibi görünü- sosyal medya uzmanlığı bölümü artık okuteknoloji ve değişen hayat yor. İnsanlar yüksek maaşlı yoğun bir işi tulmaya başlandı. Ayrıca Halkla ilişkiler ve sakin ve düşük maaşlı olanına tercih edi- Reklamcılık, İşletme ve Pazarlamacılık gibi şartları mesleklerin seyrini yor. Kariyer ise bu aşamada ekstra bir çaba bölümlerden mezun olanlar için de Yeni Medya konulu lisansüstü programlar var. gerektirmiyor desek yalan olur. de bir hayli etkilemiş durumda. Bir zamanların Sosyal Medya Uzmanlığı: İş Sağlığı ve Güvenliği en gözde meslekleri olan Uzmanlığı: ağların bu kadar hızlı yayılması ve “doktorluk ve öğretmenliğin” Sosyal kullanıcı sayısındaki artışın bu kadar faz- Bu iş kolundaki talebin birden bu kadar fazla olmasının elbette istihdama yansıyan lalaşmasının asıl nedeni iş yerlerinde “İş yerini bugünlerde “Sosyal bir sonucunun olması beklenen bir şeydi. Güvenliği Uzmanı” bulundurmanın yasa ile Medya Uzmanlığı”, “İş Zekası Haliyle bu yansımanın bir iş koluna hatta zorunlu kılınmış olması. Şu anda ise bu iş bir sektöre dönüşmesi de şaşırtıcı olma- kolu ile ilgili oldukça büyük bir açık bulunUzmanlığı” gibi meslekler dı. Gelecekte parlak bir kariyer vaat eden makta. İş Sağlığı ve Güvenliği uzmanının Sosyal Medya Uzmanlığı, markalar arası görevleri ise pek de yabana atılacak türden alıyor. “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusunun cevabı ne kadar da kolaydı eskiden. Ya doktor olurduk ya öğretmen. Çocuk aklımızla etrafımızda en çok gördüğümüz ve bildiğimiz insanlar değiller miydi her gün hayranlıkla dinlediğimiz öğretmenlerimiz ve her ne kadar iğnesinden korksak da gizli bir sempati beslediğimiz doktorlar. Ama galiba yıllar ve değişen dünya şartları ile beraber bu sorunun cevabı da bir hayli değişti, kişiselleşti. Günümüzde meslek tercihi ile ilgili temel kriterlerin başında kolay işe yerleşebilme geliyor. İster özel sektör olsun ister devlet sektörü olsun, kadro sayısı yüksek olanlar tercih sebebi. Hemen ardından gelen kriter rekabetin daha eşit şartlarda yapılabilmesi adına sosyal medyanın en aktif şekilde kullanılması ihtiyacını karşılamak amacıyla ortaya çıkmış bir meslek dalı. Yapılan iş ise hiç de öyle dışarıdan bakıldığı kadar kolay değil. Peki neler yapar bir sosyal medyacı? Öncelikle sosyal medya ağlarında marka veya şahıs hakkında yer alan konuşmaları takip eder. Yapılan bu konuşmalar doğrultusunda bir iletişim stratejisi oluşturur. Rakiplerin paylaşımlarını takip ve analiz eder. Düzenli olarak sosyal medya raporları hazırlar. Raporların sonuçlarına göre daha etkili bir iletişim stratejisi oluşturur. Dijital medya planlama yapar. Sosyal medya platformlarına özel kampanyalar, yarışmalar kurgular. değil. Özellikle iş kazalarının önlenmesi amacıyla İş yerinde sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamının oluşturulması ve geliştirilmesi bu uzmanın temel görevlerinin başında geliyor. Bu amaç doğrultusunda verilecek eğitimleri organize etmek ve uygulamak da yine onun görevleri arasında. İş ortamında doğabilecek olası tehlike ve riskleri değerlendirir ve bu riskleri ortadan kaldırmaya yönelik uygulamalar geliştirir. İş güvenliği uygulamalarının verimli kullanılmasını sağlar. İş güvenliği raporlarını hazırlar. İSG mevzuat takibini yapar, kurum içinde uygular ve denetler. Ayrıca günlük, aylık ve yıllık olarak iş kazalarının kayıtları ve değerlendirmeleri de bu uzmanlık kolu kapsamındadır. 36 Çağdaş dünya şartlarında artık en büyük yatırım insana yapılıyor. Böylece bu yatırımın meyveleri hem şirketler hem de kişinin kendisine büyük katkılarla geri dönüyor. Öyle ki bu pozisyonlar hem istihdama açık hem de oldukça cazip maaş tekliflerine sahipler. Oldukça fazla uzman açığının bulunduğu bu meslek dalı için elbette bir takım kriterler mevcut. ÖSYM’nin vermiş olduğu bilgiler göre; “mühendis, mimar, teknik öğretmen olmak ya da üniversitelerin Fen veya Kimya bölümleri mezun olmak gerekiyor. Üniversitelerin ve Meslek Yüksek okulları’nın İş Sağlığı ve Güvenliği programlarından mezun olan gençler de bu mesleği yapabiliyorlar. Ancak öncelikle bakanlıkça yetkilendirilen eğitim kurumlarında 180 saat teorik ve 40 saat uygulamalı eğitim almak şart. Teorik eğitimin ise; en fazla yarısı uzaktan eğitim ile verilebiliyor. Uygulamalı eğitimler ise; en az bir iş güvenliği uzmanının çalıştığı bir iş yerinde yapılmalı.” Beslenme Uzmanı: Ülkemizin ve dünyanın genel gidişatına göz atıldığında geleceğin en revaçta mesleklerinden birinin de Beslenme Uzmanlığı ola- cağı kesin. Obezitenin ve sağlıksız beslenme sonucu ortaya çıkan bir çok hastalığın yayılma hızı göz önüne alındığında bu mesleğe duyulacak olan talebi kestirmek mümkün. Bu meslek erbabı için yapılan bilimsel tanım ise; “insanların yeterli, dengeli ve sağlıklı bir biçimde beslenebilmeleri için yemek listelerinin hazırlanması, yiyeceklerin sağlığa uygun bir şekilde pişirilip sunulması konusunda çalışan, var olan besin kaynaklarının ekonomik ve sağlık kurallarına uygun olarak kullanılmasını sağlayan ve bu konularda bireyi ve toplumu bilgilendiren meslek elemanıdır” şeklinde. farklı. Mesela bu meslekte kariyer hedefleyen veya layıkıyla yapmayı isyeten bir kişinin insani ilişkilerinin oldukça iyi olması mecburi. İnsanlarla iletişimi güçlü ve ikna kabiliyeti yüksek olan meslek adayları öncelikli tercih sebebi. Aynı zamanda dikkatli, sabırlı, güler yüzlü olmak ve görünüşüne önem vermek gibi vasıflara da sahip olmalı. Meslek olarak Beslenme Uzmanlığı’nı tercih etmek isteyen meslek adaylarının üniversitelerde tercih etmeleri gereken bölüm ise Beslenme ve Diyetetik. Turizm İşletmeciliği mesleğinin olmazsa olmazlarından biri hatta belki en önemlisi yabancı dil bilmek. Günümüzde herhangi bir iş koluna bile tercih sebebi olmak için tek yabancı dilin bile yeterli olmadığı düşünülecek olursa oldukça fazla ve farklı ülkeden yabancı turiste hizmet veren ülkemizde başarılı bir Turizm İşletmecisi olabilmek için bir dilden fazlasının olması gerektiği kesin. Turizm İşletmeciliği: İş Zekası Uzmanlığı: Turizm sektörü, talebin düşmesi bir tarafa sürekli yükselişte olduğu bir sektör. 2015’in dünyasında insanların içine doğdukları stresten biraz olsun uzaklaşmayı başarabildikleri tek kaçış noktası yıllık izinlerde veya emeklilikle birlikte gelen tatil planları. Sektöre talep bu kadar yoğunken ve artmaya devam ederken de bu iş kolundaki istihdam artışı elbette ki aynı oranda yükselmekte. En yaygın tanımı ile “yeni ürünlerin nasıl oluşturulacağı, yeni müşterilere nasıl ulaşılacağı ya da mevcut müşterilerin nasıl elde tutulacağı gibi stratejilere ve yatırım kararlarına yön veren” kişi olarak belirtiliyor İş Zekası Uzmanı. Çalışanlarını genellikle mühendisler arasından tercih eden bu meslek dalı için çok iyi derecede İngilizce bilmek de şart. Eğer işinde iyi ve deneyimli bir uzmansanız alacağınız maaş gerçekten de bir çok mesleğe nazaran oldukça tatminkar. Daha çok bankacılık- finans, bilişim ve danışmanlık sektörleri tarafından yoğun olarak tercih ediliyorlar. Bu mesleği icra edebilmek için elbette Turizm İşletmeciliği Programını bitirmek şart. Ancak maalesef ki bununla sınırlı değil sahip olunması gereken vasıflar. İşin birebir müşteri memnuniyeti ile ilgili olması nedeniyle aranan şartlar da biraz daha 37 38 EGE RÜZGÂRLARININ PEŞİNDE Yarış anında denizle, rüzgârla bütünleşiyorsunuz. Kendinizi aşıyorsunuz. Doğaya meydan okuyorsunuz. Dalgaların üstünden süzülüp uçuyorsunuz. 39 Deniz her zaman engindir. İnsanı ötelere çağırır. Özgürlük, keşif, kendini yenileme, coşku, heyecan… İşte hissettiklerim bunlar. Rüzgârı arkana alıp, açık denize açılmak… Bir çoğu için huzurun hayalidir bu sahne. Son yıllarda ise bu hayali gerçekleştirenlerin sayısı bir hayli arttı. Deniz sizi alıyor, sarıyor sarmaliyor, kucağında uyutuyor. Bebek gibisiniz artık. Ruhunuz bedeniniz dinleniyor. Maviliklerde kaybolup gidiyorsunuz. Yelken sporuna gönül verenler işte bu cümlelerle tanımlıyor hayatlarını… Ege Açık Deniz Yat Kulübü Komodoru ve Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Yaşar AKÇAY, sonsuz maviliğin hissettirdiği duyguları ve yelken sporunun inceliklerini paylaştı bizlerle. A.D.: Yelken sporuna kaç yaşında başlanmalı? Mehmet Yaşar AKÇAY: Yelken sporuna altı yaşından itibaren başlanabilir. İlk sınıf optimist sınıfıdır. Bundan sonra teknelerin ağırlığı, uzunluğu ve formlarına göre lazer, 470, 420, pirat, dragon, finn sınıfları gelir. Bu sınıflara genel bir tanımlamayla “centerboard” sınıfları diyoruz. Yelkenli yat son aşamadır. Tabi yetişkinler doğrudan yelkenli yat ile başlayabilirler. Burada yaş sınırı yoktur. Deyim yerindeyse elinizin erdiği, gözünüzün gördüğü müddetçe yelken sporu yapabilirsiniz. Şunu belirtmeliyim ki, küçüklükten itibaren yelken sporuyla uğraşanlar veya denizci lügatiyle söylersek yelkenden gelenler, yat yarışlarında daha başarılı oluyorlar. A.D.: Bu spora başlamak için neler gerekli? Mehmet Yaşar AKÇAY: En başta istek! Gerisi kolay. Kılık kıyafete gelince de yazın bir mayo-şort, ayağınıza bir lastik pabuç başınıza siperlikli şapka. Kışın biraz daha suya rüzgâra dayanıklı termal versiyonlar kullanmak gerekir. Can yeleklerini de unutmayalım. A.D.: Yelken sporunun riskleri ve zorlukları nelerdir? Mehmet Yaşar AKÇAY: Tüm spor dallarında olduğu gibi yelkende de riskler vardır. Denize düşmek, kafanıza bumbanın çarpması, tekne üzerinde düşme ve çarpmalar, teknelerin çarpışması, enfarktüs. Bu tür risklerin çoğu zaman ufak tefek hasarla atlatılabilse de nadiren de olsa ağır yaralanmalar ve maalesef can kayıpları dahi olabilmektedir. Çözüm ilk önce risklere karşı tedbirli olmak ve her halükarda kurallara eksiksiz riayet etmektir. Yelken doğaya karşı mücadele ve yarışma sporudur. Hele yelkenli yatları düşünürsek bir takım sporudur. Her mevkideki insan görevini en iyi şekilde yapacak, ahenk sağlanacak ve yelkenli yat bir saat makinesi gibi tik tak çalışacak. A.D.: Yelken sporunu yapacak olan kişilerde bulunması gereken fiziksel özellikler nelerdir? Yoksa herkes bu sporu yapabilir mi? Mehmet Yaşar AKÇAY: Yelken sporunu normal her insan yapabilir, özel kıstaslar yoktur. Hatta belli bir dereceye kadar engelli insanlar da yelken sporu yapabiliyor. Denizi sevmek ve yelkeni istemek yetiyor. A.D.: Bu sporu yapacak olan insanlar nasıl bir eğitimden geçerler? Mehmet Yaşar AKÇAY: İşin hem teorik bilgilenme hem de pratiği geliştirme yanı vardır. Yelkene başlayanlara önce temel denizcilik bilgileri, navigasyon, yönler, rüzgârlar, tekne hakkında bilgiler, yelkenin çalışma esasları, işaretler fenerler, yarış kuralları, uluslararası denizde çatışmayı önleme kuralları, vb. öğretilir. Yelken dünyasına adım atan kişi artık sağ-sol yerine iskele-sancak demeye başlamıştır. Esas eğitim ise denizde tekne üzerinde uygulama ile verilir. Ne kadar denize çıkar ne kadar uygulama yaparsanız o kadar iyi yelkenci olursunuz. Melekeleriniz gelişir, artık birçok şeyi düşünmeden refleks olarak yapmaya başlarsınız. 40 Kazanmak. En önde olmak. Rakiplerinize fark atmak. Bir önceki performansınızdan daha iyi bir performans göstermek. Ve bunun sonu yok! A.D.: Denizde olmak güzel bir duygu olsa gerek, biraz da yaptığınız sporun bu yönlerinden bahsedebilir misin? Mehmet Yaşar AKÇAY: Deniz her zaman engindir. İnsanı ötelere çağırır. Özgürlük, sınırsızlık, keşif, kendine güven, kendini yenileme, coşku, heyecan. İşte hissettiklerim bu. Yelken, hem bireysel yeteneklerin hem takım disiplininin öne çıktığı bir spordur. Yarış anında tekneyle yelkenle bütünleşiyorsunuz, denizle rüzgârla bütünleşiyorsunuz takım arkadaşlarınızla bütünleşiyorsunuz ve giderek tek bir varlık oluyorsunuz. Kendinizi aşıyorsunuz. Doğaya meydan okuyorsunuz. Dalgaların üstünden süzülüp uçuyorsunuz. Kazanmak. En önde olmak. Rakiplerinize fark atmak. Bir önceki performansınızdan daha iyi bir performans göstermek. Ve bunun sonu yok! A.D.: Kulubünüzün faaliyetlerinden de bahseder misiniz? Mehmet Yaşar AKÇAY: EAYK (Ege Açıkdeniz Yat Kulübü), öncelikle bir yarış kulübüdür. Yılda iki Trofe yapıyoruz. Ayrıca özel yarışlarımız da oluyor. İzmir’in 3 denizinde hemen hemen tüm yıl boyunca yelken basıp yarışıyoruz. Sosyal sorumluluk projelerimiz var. İMEAK Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi’yle birlikte gönüllülere ücretsiz yelken eğitimi (tabi başlangıç seviyelerinde) veriyoruz. Geçen sene 50 hemşerimizi denizle ve yelkenle tanıştırdık. Bu yıl 30 üniversite öğrencisine daha yoğun eğitim vermeyi planlıyoruz. Engelli dostlarımıza yönelik “Deniz Tutkusu Engel Tanımaz” programımızı devreye soktuk. Teos Marina ile birlikte yürütüyoruz. İlk iki yıl Buca Engelliler Derneği üyeleri birlikte denize açıldık. EAYK üyeleri teknelerinde yüzlerce engelli arkadaşımızı misafir etti ve birlikte yelken yapmanın, dostluğun, dayanışmanın mutluluğuna imza attılar. Çevreci etkinliklerimiz oluyor. Seferihisar Belediyesi, Teos Marina, Sığacık balıkçıkları, dalgıç okulları ile birlikte denizlerde çevre temizliği etkinlikleri düzenliyoruz. A.D.: Bu spora başlayacak olan kişilere neler önerirsiniz? Mehmet Yaşar AKÇAY: Ben insanları denize ve yelkene davet ediyorum. Önemli olan denizde vakit geçirmektir. Nasıl olsa herkes kendi yolunu bulacaktır. Ege Açıkdeniz Yat Kulübü (EAYK) olarak bu spora gönül verenlerle birçok faaliyet alanında bir araya geliyoruz. A.D.: Buradan vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Mehmet Yaşar AKÇAY: Denizciliğin ve yelken sporlarının gelişebilmesi için sivil toplum örgütlerini, kamu kurumlarını, belediyeleri ve özellikle de özel sektör, şirket ve kişilerini destek vermeye ve sponsor olmaya çağırıyorum. Her şey gönlünüzce olsun. Denizci selamlar. 41 42 BİR HAYATTIR BATIRIK İÇERİSİNDE BULUNAN OMEGA-3 DEDİĞİMİZ YAĞLAR KALP HASTALIKLARINI, DİYABETİ VE YÜKSEK KAN BASINCINI AZALTICI ETKİ GÖSTERİR. ANTİOKSİDAN OLAN E VİTAMİNİ, FOLİK ASİT VE MAGNEZYUM YÖNÜNDEN ZENGİN OLMASI KALP HASTALIKLARININ ÖNLENMESİNDE ETKİLİDİR. Diyetisyen Atilla ZEYREK Konya Büyükşehir Hastanesi 43 Öğleden sonraları hanımlar bir araya toplanırlar. Birisi iç hazırlarken (fıstığın ya da susamın kavrulması, cevizin dibekte dövülmesi vb.) birisi bulguru temizler, diğeri yeşillikleri ince ince kıyar bir diğeri ise yoğurur. Yani hep bir elden hazırlarlar batırığı. Batırık; genellikle yazları soğuk su ilave edilerek yapılan kökeni Ermenek yöresine ait olup Mut, Gülnar, Silifke ve Mersin’de farklı şekillerde, bulgurun biraz daha ince çekilmişi olan düğürcük ya da düğü ile yapılan bir çeşit sulu soğuk salatadır. Önce kısır gibi katı olarak yapılır, daha sonra sulandırılarak kıvamlı bir çorba haline getirilir. Sulandırılmış şeklini sevmeyenler katı halde kısır benzeri köftesinden yer. Bu yörelerde yazları eş-dost ziyaretlerinin vazgeçilmez yiyeceğidir. Benim gibi bağımlılarının ise yılın her mevsimi seçenekler arasındadır. vücudumuzun gereksinimleri karşılayıcı ve besleyicidir. İçerisindeki cevizin sağlığımıza etkileri saymakla bitmez. İçerisinde bulunan Omega-3 dediğimiz yağlar kalp hastalıklarını, diyabeti ve yüksek kan basıncını azaltıcı etki gösterir. Antioksidan olan E vitamini, folik asit ve magnezyum yönünden zengin olması kalp hastalıklarının önlenmesinde etkilidir. Cevizdeki bitkisel yağlar (fitosteroller) göğüs, prostat ve kalınbağırsak kanserlerine karşı koruma sağlar. Beyin sağlığı için gerekli olup içerisinde uyku düzenleyici olan melatoninin hazır formu bulunur. İçerisine koyulan taze ve bol domates, domatesin bulunmadığı kış aylarında ise domates kurusu, salatalık, soğan, diğer taze yeşillikler ve ince bulgurdan ötürü bir yönüyle de kısıra benzer. Yapılışı yörelere göre küçük farklılıklar gösterse de farklılığı belirleyen içerisine konulan iç dediğimiz ceviz, fıstık, susam ya da tahindir. Ermenek yöresinde bolca bulunmasına bağlı iç olarak ceviz kullanılırken sahile doğru indikçe daha çok fıstık, susam ve tahin kullanılır ama şunu belirtmeliyim ki cevizlisini yemediyseniz batırıkta yememişsinizdir. İçerisine konulan ince bulgur içerisinde bulunan çözülebilen ve çözünmeyen lifler sayesinde bağırsak kanseri riskini büyük oranda azaltır, karbonhidrat içeriği düşük ve protein içeriği oldukça yüksektir. Bunun dışından B1 ve B6 ve Niasinden zengindir. Bulgurda bulunan lifler içerisinde bulunan selülozve pektin gibi yapılarla vücutta dengeleyici etki gösterir tokluğu sağlayarak toplam alınan kaloriyi de azaltır. Ayrıca günlük su ihtiyacını artırır su içilmesine de katkıda bulunur. Beyin ve omurilik hastalıklarının özelliklede nöral tüp defektlerinin oluşmaması için gebe annelere ilk aylarında tablet olarak da verilen folik asiti içermesi yaşam düzenleyici özelliğini bir göstergesidir. Öğleden sonraları hanımlar bir araya toplanırlar. Birisi iç hazırlarken (fıstığın ya da susamın kavrulması, cevizin dibekte dövülmesi vb.) birisi bulguru temizler, diğeri yeşillikleri ince ince kıyar, bir diğeri ise. Yani hep bir elden hazırlarlar batırığı. Özellikle yaz günlerinde buz gibi soğuk su ile yapılıp yenildiğinde insanın içini ferahlatırken aynı zamanda tek başına yenildiğinde bir ana öğün yerini alabilecek kadar da Soğanın antioksidanlar ve C vitamini ile vücut savunmasına ve direncine katkıda bulunup diyabette şeker düşürücü olarak rol alması, domateste bulunan antioksidan olan likopen dediğimiz maddenin damar sertliği ve kalp hastalıkları ve prostat kanserini en- gelleyici özelliğinin bulunması, maydanozun bağırsakları çalıştırıp idrar söktürücü özelliği ile sindirimi kolaylaştırması, biberin C vitamini yönünden zengin olup vücut direncini artırması, cildin sarkmasını engellemesi, içerisindeki antioksidan olan kapsaisin ile metabolizmayı hızlandırması ve likopen içeriği yönüyle de erkeklerde prostat kanserini engellemesi, yanında yenen lahananın içeriğindeki kükürtlü bileşikler sayesinde başta meme, rahim ve bağırsak kanserlerini önleyerek vücutta antioksidan savunmaya yardımcı olup mikropların öldürülerek direncin artırılması batırığın ne denli önemli bir yaşamsal yiyecek olduğu gerçeğini de gözlerimiz önüne sermektedir. Yazımı, değerli şair Emin Karpuzcu’nun batırık hakkında yazdığı güzel bir şiirle noktalamak istiyorum. Bir batırık olsa da, şöyle yesek özlüce Yanında pembe eğrim, harcı bol cevizlice Sıkmasından aşırsak, yoğururken gizlice Adın biraz garip de kendi güzel batırık 44 BEKİR DEVELİ Başarılı bir televizyon programcısı, başarılı bir belgesel yapımcısı, başarılı bir stand-up sanatçısı ve başarılı bir baba, başarılı bir eş… Ve bütün bunları omuzlarında taşırken bile hala dimdik ayakta, enerjik, mütevazı bir adam… 45 “Bulgaristan, Makedonya taraflarındaki Türk köylerinde, iftardan sonra toplanılıp oda oyunları oynanması, sohbetler edilmesi, köyler arasında topluca iftar ve sahur davetleri verilmesi, bu birlikteliğe sahip çıkılması çok hoşuma gitmişti.” “Allah gün boyu aç kalanlardan değil, oruç tutanlardan eylesin…” Aile Dostu: Aslında oldukça iyi tanıyoruz hepimiz sizi ama bir kez de sizden dinleyebilir miyiz? Nerelisiniz? Hangi Eğitimleri aldınız? Kaç çocuğunuz var? Bekir DEVELİ: Almanya Bielefeld doğumluyum, ilkokul 4’e kadar Almanya’daydım. Daha sonra Adana’ya döndük, aslen Adanalıyım. Ailenin 6. çocuğuyum. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Almanca Öğretmenliği mezunuyum. Allah bağışlarsa, Yiğit ve Güven isminde iki çocuğum var. A.D.: Aldığınız eğitim ile yaptığınız meslek pek de örtüşmüyor. Nasıl oldu bu yönelme biraz bahseder misiniz? Bekir DEVELİ: Mezun olduktan sonra evlendim ve Antalya’da bir kuyumcuda tezgahtarlık yapmaya başladım. İngilizce ve Almanca bildiğim için turistlerle iletişim kurabiliyordum, o dönem bana en uygun iş bu gibiydi. Daha öncesinde konfeksiyonlarda ütücülük yapmışlığım falan da olmuştu. Sahne gösterisi veya TV programı yapmak gibi bir hayalim yoktu. 1993-1995 yılları arasında Adana’da tematik yayın yapan bir radyoda programlar yaptım ancak, bu para kazandığım bir iş değildi. Arkadaş ortamında zaman zaman espriler yapardım o kadar. Arkadaşım, aynı zamanda da akrabam olan Ömer Faruk Dönmez buna güvenerek bana bir stand-up CD’si verdi, ‘sen bundan daha iyisini yapabilirsin, biz bunun küfür ve argo olmayan, insanları utandırmayacak halini yapmalıyız, bize anlattığın hikayeleri otur bir kağıda yaz’ dedi, ilk fitili ateşledi. İzledim, notlar aldım. Etrafımda şahit oldu- ğum komik, her insanın günlük yaşamında başına gelebilecek ve gelen olayları derleyip bir gösteri yazdım. Bu gösterinin sahnelenebilir hale gelmesi için, Dramaturg Yrd. Doç Mete Tuncel Bey’den yardım aldım. 3 aylık çalışmadan sonra artık elimde sahnelenebilecek bir gösteri vardı ancak, nasıl ve nerede? Bir yola çıkmıştım, işimden ayrılmıştım, evliydim ve param da çok kısıtlıydı. Daha sonra bir karar aldık ve maddi sıkıntılar içinde, Adana’da belediyenin bir salonu kiraladık ama ilk izleyicilerim, ailem, akrabalarım, arkadaş çevrem idi. İlk sahneye çıkışımda izleyiciler arasında tanımadığım hiç kimse yoktu. Bu gösteriyi daha fazla kişiye nasıl duyurabiliriz diye düşündük ve kısıtlı imkanlar dahilinde oyunun bir CD’sini hazırladık. Hatta montajını evde kendimiz yaptık. Bu CD’yi istanbul’da önde gelen gazetelere, TV kanallarına, yazarlara, toplam 40 kişiye içine birer not iliştirerek yolladık. Bu kişilerden sadece Ahmet Taşgetiren geri dönüş yaptı, o da ‘’Bana bir CD yollamışsınız, arayıp düşüncelerimi iletmek benim üzerime vacip oldu, Allah yardımcınız olsun’’ deyip telefonu kapattı. Kabuğumuzu kırmaya çalıştığımız ilk girişim sonuçsuz 46 Bizim insanımız samimi olanı da rol yapanı da anlar. Ben sahnede onların hikayesini anlatıyorum. 47 kalmıştı. Elimizdeki üç beş kuruş da tükenmişti. Son çare olarak gazeteye ilan vermeye karar verdik. Eşimden habersiz, onun bileziklerini bozdurup gazeteye küçük bir ilan verdik. Eşimden habersiz bozdurmamın sebebi onun izin vermeyecek olmasından değil. Erkekler beni çok iyi anlar… Gazeteye ilanı verdik ama sıradan iş ilanları bile bizim ilandan büyüktü. İlan yayınlandıktan sonra umutla beklemeye başladık, kimse aramıyordu. Akşama doğru telefonum çaldı, arayan Beyobası Belediye Başkan Yardımcısıydı. ‘’İlanınızı gördük, siz küfürsüz stand-up yapıyormuşsunuz, nasıl oluyor bu” dedi, yaptığımız işi anlattık, ikna oldu, içine sindi. Biz sizi belediyemizin etkinliğine davet etmek istiyoruz’’ dedi. Ücret konusunu konuştuk ve ilk gösterimizi almış olduk. Eniştemin arabasını alıp gösteriye gittik. Bir okulun bahçesinde traktör kasasının kapaklarını açmışlar, birkaç ampulle aydınlatmışlar, köyün yaşlı teyzeleri ellerine örgülerini almış, plastik sandalyelere oturmuş, etrafta koşuşturan çocuklar… ‘işte burada sahneye çıkacaksın’ dediler. Ben o manzarayı görünce bir kere daha yıkıldım, çünkü ben bu hayalle yola çıkmamıştım. Ve arkadaşım Ömer Faruk’a, ‘ben burada sahneye çıkmam, tamam uğraştık elimizden geleni yaptık ama olmadı’ dedim. Ömer Faruk da, ‘kardeş, seni sosyetik insanlar niye dinlesin, onlar senin anlattığın muhafazakar hikayelerle ilgilenmez ki, onların hikaye anlatanları var, sen işte bu halk için yapıyorsun bu işi, seni bu amcalar bu teyzeler dinleyecek, muradımız Allah rızasıysa sen burada sahneye çıkacaksın’ dedi. Tamam deyip sahneye çıktım. Sahnenin kenarına oturan bir kız, Lap-Top bilgisayardan Web Cam ile gösteriyi İstanbul’daki ablasına izletebildiği kadarını izletmiş. Tabi o zamanlar internet bağlantıları kötü, bilgisayarlar verimsiz. Karşı tarafa nasıl bir görüntü gitti, ne anladılar da beğendiler bilmiyorum. İzlettiği kişi de, İstanbul’da ulusal bir kanalda staj yapıyormuş, o gece nöbetçi olarak kanalda kaldıkları arkadaşıyla gösteriyi izlemişler, yanındaki arkadaşı da, Vatan Gazetesi muhabiri Seyhan Sevinç’in eşiymiş. Sabah evine dönünce eşine bizden bahsediyor, ‘Dün, bölük pörçük de olsa internetten İslami Stand-up izledik çok güldük’ diyor. Bu durum Seyhan Sevinç’in dikkatini çekiyor. Bir şekilde bana ulaşıyor. Benimle röportaj yapmak istediğini söyleyip İstanbul’a davet ediyor. Ama ben işimi kaybetmişim, evliyim, elde olan parayı tüketmişim, o ilk gösteriden gelen parayı da borçlarımın bir kısmını kapatmak için kullanmışım. Yani, cebimde İstanbul’a gidecek param yok. ‘’Bu ara gösteriler çok yoğun, gelmeyi çok isterim ama şu ara mümkün değil, siz bana soruları mail olarak yollasanız, cevaplayıp size yollasam olur mu’’ dedim. Kabul etti, soruları yolladı, ben cevapladım, yanına da birkaç tane fotoğraf iliştirip geri yolladım. Aradan birkaç gün geçti, bir sabah uyandım, telefonda 147 cevapsız arama vardı ve çoğu 0212 li numaralardı. Hemen Ömer Faruk’u aradım. Dedi ki, ‘Hemen git ve bir Vatan Gazetesi al’ Pijamalarla evden fırladım, gazete bayisine yaklaştıkça askıdaki gazetede kendimi görür gibi oluyorum ama emin de olamıyorum. Sonra gördüm ki benim röportajı sürmanşetten vermişler. Sağ tarafta Ecevit komada haberi, sol tarafta benim röportajım. ‘İslami stand-upçının gösterisi kapalı gişe oynuyor’ O röportajdan sonra bütün kanalların haber bülteninden aradılar. Dönemin en ünlü show programlarından aradılar. Allah bizim önümüzü açmıştı, bunların arasından, duruşumuza uygun olan bir haber bültenine röportaj verdik, bir TV programına da konuk olduk. Ne yaptığımızı, neden böyle bir şey yaptığımızı anlattık. Gösterilerimize talep artmıştı, hemen her gün bir yerde gösteri yapıyorduk. Kazandığım para ile eşimin altınlarını satın alıp geri yerine koydum. Bir süre sonra ulusal bir 48 Yürekten dilemenin, sabırla çalışmanın, azimle yürümenin en güzel örneklerinden biri Bekir DEVELİ. Amaç edindiği yolda istikrarla ilerlemiş ve bu yolda karşılaştığı sıkıntılar onu engelleyememiş: “Eşimden habersiz, onun bileziklerini bozdurup gazeteye küçük bir ilan verdik. Eşimden habersiz bozdurmamın sebebi onun izin vermeyecek olmasından değil. Erkekler beni çok iyi anlar…” 49 “Hayra yormaktan yorulmak diye bir şey var sırf güzel insanların bildiği. Çokça da hayra yormak kimi zaman yorar güzel gönülleri… Allah onların sayısını artırsın, bizi de öyle insanlardan eylesin…” kanaldan program teklifi geldi, bir Anadolu programı yaptım. Televizyonla tanışmam da bu vesileyle oldu. O günden beri toplamda 13 TV programı yaptım, 4 sahne gösterisi yazdım, dünyanın 15 ülkesinde 700’den fazla sahneye çıktım ve halen devam etmekteyim. A.D.: Bekir Develi deyince küçük büyük herkesin yüzünde bir gülümseme beliriveriyor. Sanki evlerimizde büyüyüp yetişmiş bir evlat, bir ağabey gibi. Siz bunu neye bağlıyorsunuz? Nasıl yorumlar alıyorsunuz bununla ilgili? Bekir DEVELİ: Bizim insanımız samimi olanı da rol yapanı da anlar. Ben sahnede onların hikayesini anlatıyorum, argo kullanmıyorum, bütün aile bireyleri benim gösterime gelip, yüzü kızarmadan bir-bir buçuk saat eğlenebilir. TV programlarımda da günlük hayatta nasılsam öyle davranıyorum. Kimseyi kırmamak, herkesi dinlemek gibi dikkat ettiğim bazı kurallarım var tabiî ki. Bugüne kadar hep olumlu yorumlar aldım çok şükür. Yaşlılarımız beni oğlum diye sever, yaşıtlarım kardeşim, küçüklerim de abi derler ve bence bu büyük lütuf… A.D.: Oldukça yoğun bir temponuz var ama biliyoruz ki bu arada örnek de bir aile hayatınız var. Nasıl başarıyorsunuz bunu? Bekir DEVELİ: Gerek TV programı çekimleri, gerek gösteriler sebebiyle ailemden sıklıkla ayrı kalıyorum, bazen bir ay görmediğim oluyor, çok özlüyorum. Hemen her gün telefonlaşırız ama ne kadar da olsa görmek gibi olmuyor. Allah bizim rızkımızı farklı farklı yerlere dağıtmış, ben de onları topluyorum. Ailem de bunun farkında. Bu konuda eşim çok anlayış gösteriyor, çok destek oluyor, bu işin bir çilesi varsa, bunu benden çok onlar çekiyor. Allah onlardan razı olsun. A.D.: Bir çok yönünüzle tanıyoruz sizi; gezi belgeselleriniz, Ramazan programlarınız, yarışma programlarınız ve bir de stand up show. Kendinize en yakın hissettiğiniz alan hangisi? Neden? Bekir DEVELİ: Ben hepsini severek yapıyorum ama sahnede olmayı biraz daha fazla seviyorum sanırım. Çünkü bu işe ilk sahneden başladım ve insanlarla bire bir diyalogda olmayı seviyorum. A.D.: Sahne showunuzla büyük bir başarı yakaladınız. Üstelik de alışılmışın biraz dışında, daha muhafazakar kesime hitap ediyor. Bu anlamda sizin için avantaj mı dezavantaj mı? Konu yakalamak zor mu, kolay mı? Biraz anlatabilir misiniz bu başarıyı bize? Bekir DEVELİ: Bugüne kadar insanların karşısına, içerisinde küfürler de olan tek kalıpta gösteriler koyulmuş. Başka bir alternatifi olmadığı için de ‘insanlar küfre gülüyor’ algısı oluşmuş. Biz, bunun böyle olmadığını, küfür etmeden, helal dairede de eğlenilebileceğini gülünebileceğini göstermek için sahneye çıktık. İnsanlar da teveccüh gösterdi. Bunun bir dezavantajı olduğunu söyleyemem çünkü Allah rızası için, insanlara güzel mesajlar verebilmek için bu yola çıktık. Konu sıkıntımız da olmuyor. Daha önce dediğim gibi, ben etrafımda gördüğüm, ilgimi çeken her komik olayı bir yerlere not ederim malzememi sokaktan alırım, halktan alırım ve zamanı gelince de bunu onlara anlatırım. Kendi hikayelerini anlattığım için bu kadar sevdiler belki de… A.D.: Sahne programları esnasında yaşadığınız ilginç anılarınız vardır muhakkak. Birini bizimle paylaşabilir misiniz? Bekir DEVELİ: Sahneye ilk çıkışım başlı başına ilginç bir anı zaten. Hemen her turnemizde ilginç bir olay yaşıyorum. Mesela bir Karadeniz turnesi sırasında sahneye çıkacağımız salonu bulamadık. Yoldan bir amcayı çevirdik, ‘amca, belediyenin kültür merkezi nerede?’ dedik. Amca da, ‘meydandaki camiinin karşısında’’ dedi. ‘’Camii nerde?’’ dedik. ‘’İşte o kültür merkezinin karşısında’’ dedi. A.D.: İnsanlar daha sizi gördükleri an bile yüzlerine bir memnuniyet ifadesi oturuyor. Peki sizi mutlu eden şeyler nelerdir? Bekir DEVELİ: Her şeyden mutlu olabilirim. Mutlu olmak için afaki zevklerim yoktur. Ailemle birlikte olmaktan mutlu olurum. Dostlarım arkadaşlarımla vakit geçirmekten mutlu olurum. Kedimle oynamaktan mutlu olurum. Motorumla gezmekten mutlu olurum. Bir çay ocağına gidip çay içmekten mutlu olurum. 50 Dua etmeye özen gösteririm. İzleyiciler arasında bulunan ihlaslı kullarının hürmetine beni utandırma Allah’ım derim. davi eder, arındırır. Bir lokma ekmeğin, bir yudum suyun önemini hatırlatır, israf edilmemesi gerektiğini gösterir. Yüce Allah’ın kurtuluş vesilelerinden biridir. Allah hepimize hakkiyle yaşamayı nasip etsin. Keşke bu Ramazan ruhunu diğer bütün aylara yayabilsek… Allah sağlık versin, mutlu olmak için o kadar çok sebebimiz var ki… A.D.: Yurt dışında da turneleriniz oluyor. Daha çok hangi ülkelerden talep var ve sizce neden? A.D.: Bekir Develi deyince ilk akla gelenler arasında Ramazan programlarınız var. Özellikle “Dünyada Ramazan” oldukça farklı bir proje idi. Aklınızda kalan, size ilginç gelen Ramazan gelenekleri var mı dünya kültüründe? Bekir DEVELİ: Ramazan kendi güzellikleriyle birlikte geliyor. Bu güzellikleri, bu duyguları başka zaman hissedemiyorsunuz. Dünyada Ramazan programı vesilesiyle Avrupa’nın 10 kadar ülkesini, Balkanların tamamını gezdim. Bulgaristan, Makedonya taraflarındaki Türk köylerinde, iftardan sonra toplanılıp oda oyunları oynanması, sohbetler edilmesi, köyler arasında topluca iftar ve sahur davetleri verilmesi, bu birlikteliğe sahip çıkılması çok hoşuma gitmişti. A.D.: Biz Ramazanı “ruhumuzu doyuran açlık” diye tanımladık. Siz ne dersiniz bu yüce ay için? Bekir DEVELİ: Çok doğru bir tanımlama olmuş. Ramazan için ‘’ 11 Ay’ın sultanı’’ deriz. Bu sultan bize her yıl ikramlarıyla gelir. Paylaşmanın önemini hatırlatır, ruhumuzu te- Allah gün boyu aç kalanlardan değil, oruç tutanlardan eylesin… Bekir DEVELİ: Çok fazla ülkeden talep geliyor ama başı Türklerin yaşadığı ülkeler çekiyor. Ben, gösteri haricinde bazı organizasyonların moderatörlüğünü de yapıyorum. Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, Norveç, İsviçre ilk aklıma gelen ülkeler. Buralarda kültürel etkinlikler oluyor ve insanların gurbette kendilerinden birini izlemek hoşlarına gidiyor. Ben de onlarla bir arada olmayı seviyorum, gösteri öncesi ve sonrası sohbetler etmeyi seviyorum. A.D.: Peki oruçken sahneye çıkmak ya da program yapmak zor değil mi? Nasıl başarıyorsunuz bunu? Bekir DEVELİ: Bu soruyla Ramazan ayında sıklıkla karşılaşıyorum. ‘Acaba bu adam oruç tutmuyor mu’ diyorlar? Ama Allah o gücü veriyor, hiç zorlanmıyorum. Hatta Ramazan sonrasında ki programlardan o kadar tat almıyorum diyebilirim. Ramazan her şeyiyle farklı… A.D.: Programa veya sahneye çıkmadan evvel “yapmazsam olmaz” dediğiniz inanışla- rınız var mıdır? Bekir DEVELİ: Dua etmeye özen gösteririm. İzleyiciler arasında bulunan ihlaslı kullarının hürmetine beni utandırma Allah’ım derim. Uzun bir turneye veya çekime çıkıyorsam, sevdiğim insanların ve büyüklerimin hayır duasını almayı ihmal etmem. A.D.: Son olarak bir twitiniz dikkatimi çekti: “Hayra yormaktan yorulmak diye bir şey var sırf güzel insanların bildiği” Ne güzel demişsiniz. Bunu biraz açar mısınız bizim için? Bekir DEVELİ: Az önceki cevabım bunu biraz açıklıyor aslında. Yaşanan bunca kargaşanın içinde, kalbinde fesatlık olmayan, kötü düşünmeyen, her olayı hayra yoran, hayır uman, dili dualı insanlar var. Her işini Allah’ın rızasını gözeterek yapan, ahret saadetini dünyalık zevklerine çoktan tercih etmiş insanlar… Onları isim isim saymak mümkün olmadığı için böyle bir genelleme yaptım. Bazen nahoş hadiseler öyle art arda gelir ki birini, diğerini hayra yorarken yorulursunuz. Hayra yormazsanız da maazallah sitem başlar o vakit. Çokça da hayra yormak kimi zaman yorar güzel gönülleri… Allah onların sayısını artırsın, bizi de öyle insanlardan eylesin… Amin. 51 52 Dede Korkut Hikayeleri: Uzun Yaz Gecelerinin En Huzurlu Eğlenceleri Ne sosyal medya fenomenleri vardı, ne kazananın ödülünü bizimle paylaşmadığı halde ondan çok heyecanlandığımız yarışmalar ne de günlük hayatta da yaşadığına inandığımız karakterleriyle bizi tutsak eden en fazla hatırlanma ömrü 3 yıl olan televizyon dizileri… O zamanlar bir Dedem Korkut vardı bir de yüzyıllardır sıkılmadan dinlenen hikayeleri… 53 “Dedem Korkut geldi, oğlanla beraber babasının yanına gitti, boy boyladı, soy soyladı, oğlanın adı “Boğaç” olsun dedi.” “Oğlana Beylik verdi, taht verdi. Dedem Korkut da geldi, tahtının tacının ulu, ömrünün uzun, kılıcının keskin olması için dualar etti…” Radyonun ve televizyonun insan hayatını zapt etmediği yıllar çok da eskilerde değil aslında. Koşa koşa eve gidip başına oturduğumuz diziler, gözümüzü ayırmadan izlediğimiz yarışmalar, ekrandakini kaçırmamak için neredeyse bir tek kelime bile konuşmadan kalktığımız misafirlikler oldukça yeni sayılır. Peki bütün bunlar olmadan nasıl eğlenirdi insanlar? Gündüzleri bir şekilde biterdi de akşam olunca nasıl geçerdi zaman? Hele de uzun yaz gecelerinde eğlencesiz tükenir miydi onca saat? İşte o uzun yaz gecelerinin en büyük eğlencelerinden biri oldu Dede Korkut Hikayeleri. Hem de yüzyıllar boyunca. Türk boylarının kahramanlıklarından, yaşadığı sıkıntılardan, adaletinden dersler veren bu tarih kokulu hikayeler bugün bile bir çok Anadolu kentinde anlatılır hala… Korkut Ata yani bugüne kadar bilinegelen adıyla Dede Korkut... Oğuzların, Türklerin efsanelerinin, masallarının bilge ve seyyah ozanı… Kopuz çalan, kuşlarla konuşabilen bir çok meziyete aynı anda sahip bir ozan olarak bahsedilir Dede Korkut’tan. Oldukça uzun bir ömür sürmesiyle de nam salan ozanın rivayete göre 100 ile 295 yıl arasında yaşadığı söylenir. Öyle ki hakkında “ölü desem ölü değil, diri desem diri değil” diye bahsedilen Korkut Ata, ölümden kaçarak kurtulabileceğini düşünüp diyar diyar dolaşırken, en nihayetinde bunun mümkün olmadığını anladığında da hemen birkaç satır dökülüverir ağzından: Yaşadığı dönemin Türk boylarının rivayetine göre de ölümü kendisine rüyasında bildirilmiş ve Aral Gölüne dökülen Seyhun ırmağının üzerine serdiği hırkasının üzerine uzanarak hayata gözlerini yummuştur. Anlatımında hem manzum hem de nesir aynı anda kullanılmıştır. Toplam 12 hikayeden oluşan Dede Korkut hikayelerinin yarısının girişi de çok az farklılıklarla aynıdır. Öğüt veren, yol gösteren, dilek ve temenniler bildiren tekrarlardan oluşan bu girişler tamamen anlatılanı ve anlatıcıyı destekleme amacı gütmektedir. Oldukça manidar olan bu girişler bir hayli eğlencelidir de: “Ezelden yazılmazsa kul başına kaza gelmez, Ecel vakti gelmeyince kimse ölmez, Ölen adam dirilmez, Çıkan can geri gelmez, Bir yiğidin Karadağ yumrusu kadar malı olsa Yığar, toplar, ister, nasibinden fazlasını yiyemez” Fani dünya kime kaldı, Genellikle Oğuz Türklerinin yaşayışlarını, gelenek ve göreneklerini, inançlarını konu edinmiştir hikayeler. Her zaman güçsüzlerin ve çaresizlerin yanında olan, sözünün eri Türk milletinin destansı 12 öyküsünden oluşan bu değer Türk milletinin birlik ve beraberliğini, dayanışmasını gözler önüne serer. 600’lü yıllardan bu yana var olduğu bilinen ve dilden dile, yöreden yöreye anlatılıp bugüne kadar ulaşan bu ders veren hikayeler düzinesinin aslında her evin kütüphanesinde bulunması gerekli. Bunu hemen gerçekleştiremeyecek olanlar için Kültür Bakanlığı yayınlarından “Dede Korkut Hikayeleri” kitabından nasihat dolu birkaç seçme: Gelimli gidimli dünya, Dirse Oğlu Boğaç Han: Son ucu ölümlü dünya.” Hanlar Hanı Bayındır Han, yılda bir kez şenlik düzenleyip, bütün Oğuz beylerini konuk “Hani dediğim erenler, Dünya benimdir diyenler, Ecel aldı yer gizledi, ederdi. Yine bir şenlik zamanı idi. Şenlikte, Han’ın emri gereğince, oğlu ve kızı olmayanlar kara çadırda kalacak, altına kara keçe döşenecek, kara koyun eti verilecekti. Oğuz Hanlarından Dirse Han’ın hiç çocuğu yoktu. Bu yüzden onu kara çadıra yerleştirdiler. Sebebini sordu. “Çocuğun olmadığı için” cevabını alınca, yanında getirdiği kırk yiğidi ile şölen yerini terk etti. O kızgınlıkla gelip hanımına acı sözler etti. Hanımı, “Ona büyük bir şölen tertip etmesini, açları doyurmasını, çıplakları giydirmesini, hayır dualar almasını, bu dualar içerisinden birisinin kabul olabileceğini” söyledi. Dirse Han, hanımının dediği gibi yaptı. Dualar kabul oldu. Hanımı gebe kaldı. Zamanı gelince bir erkek çocuğu doğurdu. Çocuk büyüdü, gürbüz bir delikanlı oldu. On beş yaşına gelince, Bayındır Han’ın yiğitleri arasına karıştı. Bir gün arkadaşları ile otururken, Bayındır Han’ın üç kişinin sağ yanından, üç kişinin de sol yanından, demir kazıklarla zor zapt ettiği boğası, bunların elinden kurtulup sağa sola saldırmaya başlayınca, herkes kaçmış, Dirse Han oğlu ortada yapayalnız kalmıştı. Boğa üzerine hücum edince, yumruğu ile alnının ortasına bir tane yerleştirdi, boğa kıç üstü yere devrildi. Kalkıp hücum etti, akıbeti aynı oldu. Sonunda, oğlan boğayı yendi. Bıçağı ile kafasını kesti. Böyle bir yiğitlik görülmemişti. Dedem Korkut geldi, oğlanla beraber babasının yanına gitti, boy boyladı, soy soyladı, oğlanın adı “Boğaç” olsun dedi. Dirse Han, oğluna Beylik verdi, taht verdi. Ancak, Dirse Han’ın kırk yiğidi bu durumu hazmedemediler. Baba ile oğlun arasını açmak için yalanlar, dedikodular, asılsız haberler ürettiler. Sonunda, Dirse Han’ı oğluna düşman ettiler. Bir av sırasında, Dirse Han, oku ile oğlunu iki kürek kemiği ara- 54 sından vurdu. İçi kan ağlaya ağlaya çadırına döndü. Hanımı, oğlum nerede diye sorunca, cevap veremedi. O kırk hain, “Oğlun iyidir, sağdır, avdadır” deyince, annesi yanına kırk ince belli kız alarak, oğlunu aramaya çıktı. Bu arada, Hızır gelmiş, oğlanın yarasını sıvazlamış, “Korkma oğul, dağ çiçeği ile ananın sütü sana ilaç olacak, iyileşeceksin” demişti. Anası, oğlunun yanına varır, al kanlar içinde görünce, ağıta durur. Oğlan sese uyanır ve Hızır’ın söylediklerini anlatır. Kızlar dağ çiçeği topladılar, anası memesini üçüncü sıkmada sütü getirebildi. Süt ile çiçekleri, yarasına sürdüler. Gizlice beyin otağının yakınlarına getirdiler. Aradan kırk gün geçti. Oğlan iyileşti, yine aynı yiğit oldu. Kırk hain, oğlandan korktular. Dirse Han’ı kaçırıp, gâvur ellerine götürdüler. Anası, bütün bu olanları oğluna anlattı. Oğlan, kırk yiğidini yanına alıp, namert kırk kişinin elinden savaşarak babasını kurtardı. Babaoğul sarmaş dolaş oldular. Sonra yurtlarına döndüler. Bayındır Han, olanları duydu. Oğlana Beylik verdi, taht verdi. Dedem Korkut da geldi, tahtının tacının ulu, ömrünün uzun, kılıcının keskin olması için dualar etti… Kazılık Koca Oğlu Yiğenek Boyunu Anlatır: Bayındır Han’ın veziri Kazılık Koca, Bayındır Han’dan, sefere çıkması için izin istedi. Han izin verdi. Kazılık Koca ve adamları, günler geceler boyu yol gittiler. Karadeniz kıyısında Düzmürd Kalesi’ne vardılar. Bu kalenin tekfuru çok yaman biri idi. Kalesinden çıkıp, Kazılık Koca’yı gürzü İle tepeleyip, esir aldı. Aradan on altı yıl geçti. Kazılık Koca’man sefere çıktığı vakit, bir yaşında bir oğlu vardı. Yaşı on altısına gelince, tesadüfen babasının tutsak olduğunu öğrendi. Bayındır Han’ın huzuruna varıp, babasını kurtarmak için, izin ve asker iste- di. Bayındır Han, beyleri topladı. Birkaçına görev verdi. Beyler ve oğul, amcası Emen de dahil, hep birlikte Düzmürd Kalesi’nin dibine kadar varıp konakladılar. Tekfur kalesinden çıktı, teke tek kavga istedi. Yirmi dört Oğuz Beyi sıra ile Tekfur’un karşısında yenik düştüler. En son Yiğenek oğlan, Tekfur ile kapıştı. Allah’ın izni ile Tekfuru yendi. Babası serbest kaldı. Baba-oğul, sarılıp koklaştılar. Kaleyi ele geçirip, Bayındır Han’ın mülküne kattılar. Dedem Korkut geldi, destanı söyledi. Bu destan oğul Yiğenek’in olsun dedi. Dış Oğuz’un İç Oğuz’a Asi Olup, Beyrek’in Öldüğü Boyu Anlatır: Üç ok ile Boz ok toplandığı zamanlar, Kazan Han evini yağmalardı. Yine bir yağmalattırma sonrası Dış Oğuz beylerinden Aruz Emen ve Kalan Beyler “Biz niye katılmadık” deyip Kazan Han’a düşman oldular. Kendileri yetmezmiş gibi, Beyrek’i de çağırıp, aralarına katılmasını istediler. Beyrek “Ben Kazan Han’ın çok ekmeğini yemişim, ona düşman olamam” deyince, saldırıp tepelediler… Beyrek’in ana babasına ölüm haberi gidince deli divane oldular. Kazan Han duyunca, yedi gün ağladı, odasından çıkmadı. Sonra, hep birlikte hazırlanıp Dış Oğuz’a harbe gittiler. Dış Oğuz’un başı Aruz Bey ile Kazan Han kapıştılar. Kazan Han, Aruz Bey’i öldürdü. Bunun üzerine bütün Dış Oğuz Beyleri, Kazan Han önünde diz çöküp yeniden biat ettiler, af dilediler. Kazan Han cümlesini affetti. Kazanlar kuruldu, şölenler edildi. Dedem Korkut geldi, sazlar çaldı, türküler söyledi… Kazan Bey, Oğlu Uruz Bey’in Tutsak Olduğu Boyu Anlatır: Kazan Bey, bir gün bir şölen tertip etti. Doksan üç bin Oğuz yiğidi, kızı, kadını toplandı. Kazan Bey, sağına baktı güldü, soluna baktı güldü, karşısına baktı ağladı. Çünkü karşısında, yaşı on altı olmasına rağmen, halen yiğitliğini ispatlamamış olan oğlu duruyordu. Oğlu bu duruma çok üzüldü. Babasına, “Ne dedin de yapmadım?” dedi. Kazan Bey “Madem öyle” deyip, yanına oğlunu ve üç yüz kızanını da alıp ava çıktı. Meğer av bölgesinde casuslar varmış. Kara Tatyan Kalesi Tekfuru’na haber verdiler. On altı bin askeri ile, bizim üç yüz yiğide saldırdılar. Kazan Han, oğlunu savaştan ırak tutmuş idi. Lakin, Uruz oğlan ve kırk arkadaşı, kâfire bir ucundan saldırıp, yaman savaş verdiler. Ancak, Uruz esir düştü. Babasının bundan haberi yoktu. Evine döndü. Hanımı baktı oğlu Uruz yok, başladı ağıda… Kazan Han da deliye döndü. Yiğitlerini alıp, hızla av yerine vardı. Baktı ki yaman savaş olmuş, oğlunun cesedi yok. Anladı ki tutsak düşmüş. İzleri takip etti. Kâfirler Kanlı Kara Dervent’te konaklamış, eğleniyorlardı. Kazan Bey varınca fark ettiler. Oğlan dedi, “Elimi kolumu çözün, babamla ben konuşayım.” Çözdüler. Oğlan, geri dönmesi için babasına yalvardı. Babası kabul etmedi. Kâfire saldırdı. Babası gözünden yaralandı, uçurumdan uçtu… Hanımı Burla Hatun dayanamamış, yiğitler ile yola çıkmıştı. Oğuz Beyleri de dayanamamış yola çıkmışlardı. Hepsi tekmil gâvurun üstüne vardılar. Yaman savaş ettiler. Kâfirler helak oldu. Bütün malları Oğuz beylerinin eline geçti. Kazan Han, ölmemiş yoldaşlarına katılmıştı. Hep birlikte Uruz’u kurtardılar. Yurtlarına dönüp, güzel bir şölen ettiler. Dedem Korkut da oradaydı. Yine çaldı, yine söyledi. Ne söylediyse, güzel söyledi… 55 56 GÜÇLÜ VE PARLAK GÜLÜMSEMELER İÇİN GÜÇLÜ VE PARLAK DİŞLER İNSAN SOSYAL BİR VARLIK OLDUĞU İÇİNDİR Kİ PSİKOLOJİK OLARAK KÖTÜ GÖRÜNÜMÜ SAKLAMA İHTİYACI DUYAR, ÇEVRENİZDE AĞZININ KÖTÜ GÖRÜNTÜSÜNÜ GÖSTERMEMEK İÇİN GÜLÜMSEMEYEN KAÇ KİŞİ VAR? PEKİ BU SORUN ÇÖZÜLEMEZ Mİ? 57 Hekime danışılmadan piyasadan alabileceğiniz ürünler geri dönülmesi imkansız sonuçlara yol açabilir. Malum yaz ayları geldi. Soğuk bir kıştan sonra gülümsemenin kaçınılmaz olduğu sıcacık günlere girdik nihayet. Ve tabii bu sıcak günlerde serinlemek adına başvurulan soğuk içecekler mevsimine de girmiş bulunuyoruz. Hal böyleyken yazın yükünü en çok sırtlayan da hem gülüşümüzü güzelleştiren hem de buz gibi içeceklere karşı inatla direnen dişlerimiz oluyor. Parlak dişler elbette ki sağlıklı dişlerin en büyük kanıtlarından biri. Peki nasıl olacak da dişlerimiz daha sağlıklı olacak? Bunun cevabını Ankaralı bir diş hekiminden, Sayın Bülent MERAL’den alacağız. Bülent Bey kliniğinde tedavi ettiği hastalarından da yola çıkarak bilinçli ya da bilinçsiz yapılan uygulamalar, hekime danışmadan alınan kararlar ve daha parlak ve sağlıklı dişlere kavuşmanın yolları hakkında oldukça ilginç bilgiler paylaştı bizimle. Şimdi hayal gücümüzü kullanma zamanı; radyoda konuşan bir spiker var ve siz onu gözünüzde ses rengi ile canlandırıyorsunuz ve bir gün tanışma fırsatı yakalıyorsunuz. Sohbet başlıyor ve size gülümsüyor o anda şekil ve renkleri çok kötü görünen bir ağız yapısıyla karşılaşsaydınız ne hissederdiniz? İnsan sosyal bir varlık olduğu içindir ki psikolojik olarak kötü görünümü saklama ihtiyacı duyar. Çevrenizde ağzının kötü görüntüsünü göstermemek için gülümsemeyen kaç kişi var? Peki bu sorun çözülemez mi? Bu yüzden artık günümüzde ağız ve diş yapısı insanların karşı tarafı etkileme, kontrol altına alma ve kendisinde hapsetme yönte- mi olabilir mi? Acaba insanlar boş bir hayalin peşindeler mi? Aslında değil, sağlıklı bir diş yapısı karşınızdakinin hem size hem kendine olan saygısını göstermektedir. Dişlerimiz kişilere fonksiyon, fonasyon ve estetik sağlamaktadır. Bunun doğru adresi de biz diş hekimlerinden geçmektedir. Gelin bugün işin esteik kısmına bir bakalım. Dişlerimizin ağız içinde gözle gördüğümüz kısımlarına kron diyoruz . Kronu oluşturan yapı ise mine olup altındaki tabakalardan, genetik faktörlerden, kullanılan ilaçlara, biyolojik yaşlanma v.s kadar birçok faktörün etkisi ile dişlerin şekil ve yapıları belirlenmektedir. Renkleri matlaşan ve çeşitli boyayıcı maddelere (çay, sigara, kahve, ilaç v.b) maruz kalan dişleri, hekimler olarak en basit yöntem olan diş parlatma işlemleri ile doğal rengine dönüştürebileceğimiz gibi çeşitli tekniklerle daha beyaz hale de getirebiliriz. Ama bunun olmazsa olmazı hekim hasta işbirliği olup, hekiminize danışmadan piyasadan alacağınız ürünler geri dönülmesi imkansız sonuçlara yol açabilir. Renkleşmenin nedeni tedavi şeklini, sürecini ve de sonucunu etkileyen bir faktör olup hekiminizin kontrolü gerekmektedir. Tüm bu muayene esnasında hekiminize hayallerinizi anlatmaktan çekinmeyin ki daha sonrasında hayal kırıklığına uğramayın. Çekinmeyin çünkü hekiminiz olabilirliği hakkında sizi doğruya yönlendirecek tek yetkilidir. Bu işlemlere vakaya uygunsa beyazlatma ajanları kullanılarak başlanır. Bu uygulama klinik ortamda tek seansta yapılabileceği gibi, plak verilerek evde hekiminizin öğrettiği şekilde birkaç günde de sonuca ulaşılabilir. Eğer daha inatçı renkleşmeler, şekil bozuklukları varsa uygun materyallerle (kompozit resterasyonlarla) tek seansta bitirilebilir. Vakanın durumu ve beklentilere göre son tercih ise lamina dediğimiz (halk arasında yaprak porselen denen) restorasyon olup bir miktar dişin yüzeyi traşlanarak yapılır. işlem süresi, laboratuvar yapılacağı için, bir hafta sürebilir. Diş hekimi eğitiminde sağlık ve sanatı birleştiren, kişiye özel tasarım yapabilen kişidir. Bireylerin yüz şekillerini (dudak, göz, kafa yapıları) yaşlarını, cinsiyetlerini, sosyal durumlarını göz önüne alarak, aslında bunları harmanlayarak düşünür ve size en doğal en sağlıklı gülüşleri tasarlar. Fakat aynı zamanda sizin için kâr zarar oranını düşünerek mümkün olabilecek yönteme evet diyen kişilerdir. Bu yüzden sağa sola kulak asmadan işin ehli olan hekiminizin tavsiyelerine kulak vermeniz önemle rica olunur. Her insan güveneceği bir hekim kontrolü altında tedavi olmayı hak eder. Bu hakkınızdan asla vazgeçmemeniz dileği ile...” Diş Hekimi Bülent MERAL bülentmeral.com 58 PERU KIYI ÇÖLÜNÜN KIZILDERİLİLERİ And Dağları’nın hırçın ve savaşçı çocukları İnkalar, günümüzün en fazla nüfuslu Kızılderili halkı, uzun bir çölle kaplı sahilleri, insanı hayret ve hayranlığa düşüren tarihi ve eserleri ile Peru… 59 Bu toprakların İspanyollarla tanışması 1533 yılında olmuş. Peru’nun zengin altın, kurşun, kalay ve bakır yatakları bir hayli cazip gelmiş olmalı İspanyollara. Ülkenin bağımsızlığını tamamı ile kazandığı tarih ise 28 Temmuz 1821. Amerika kıtasının kıyı ülkeleri arasında gerek kültürüyle gerek sıcaklığı ile hakkında çok şey söylenebilecek yerlerin başında geliyor Peru. 85 bin kilometrekarelik alanıyla Güney Amerika’nın üçüncü büyük ülkesi. Güney Yarım kürenin bu sıcak ülkesinin nüfusu ise yaklaşık 29 milyon. Para birimleri “Yeni Sol” anlamına gelen “Nuevo Sol”. Lima şehrinin başkentlik yaptığı Peru oldukça renkli görüntülere sahip… Büyük Okyanus batısından komşu olmuş kente. Meşhur Amazon Nehri bu ülkenin bağrından çıkıp geliyor. Bunun doğal neticesi olarak da ülkenin göbeği dev boyutta ağaçların olduğu ormanlarla kaplı. Amazon Nehri’nin adeta yemyeşil bir örtüye dönüştürdüğü Peru’nun Şili sınırı ise büyük bir tezatla dünyanın en kurak çölüne sahip: Atacama Çölü. Costa’dan Lima’ya kadar olan sahil şeridi ise çok enteresan bir biçimde nadiren yağmur alıyor. Peru coğrafi olarak da bir hayli çeşitli yani. Meşhur And Dağları tüm kuzey güney hattını kaplamış durumda. Bu sıra dağların oluşturduğu bölgenin adı ise Sierra. Andların hemen doğusunda yer alan Yağmur Ormanları Bölgesi olarak bilinen bölge ise “Selva”. Titikaka ve Lago Junin ise yine And Dağları’nın arasında yer alan bölgenin en önemli gölleridir. Oldukça çeşitli bir bitki örtüsüne sahip olan Peru‘da hayvan türü de en az bitki örtüsü kadar çeşitli. Ancak içlerinden bir tanesi var ki Perulular için farklı bir yere sahip: Peru’nun milli hayvanı And Kaya Horozu. Ülkenin bağımsızlığını tamamı ile kazandığı tarih ise 28 Temmuz 1821. Peru çok uzun yıllar boyunca Avrupalı devletlerin sömürgesi olarak sürdürmüş varlığını. Ama en uzun süreli olanı İspanya’nın egemenliği olmuş. Bunun neticesi olarak da ciddi anlamda bir kültür ve dil etkilenmesi yaşamış Perulular. Öyle ki şu an ülkenin resmi dili İspanyolca. Başkent Lima sokaklarında dolaşırken rastladığımız pazar tezgahlarında en çok dikkatimizi çeken şey farklı boy, şekil ve renklerdeki patatesler. Neredeyse tezgahın yarıdan çoğuna hakim olan patatesin anavatanının burası olduğunu da Peru’da en fazla yetişen ürün olan patatesin yaklaşık 4000 çeşidi olduğunu öğreniyoruz. Aslında tarihine bakıldığında çok da şaşırtıcı gelmeyebilir bu rakam. Çünkü Peru topraklarında 7000 yıldır yetiştiriliyor patates. Ülke topraklarının bonkörce verdiği diğer iki meşhur yerli mahsul ise domates ve avokado. Peru, 26 bölüm ve 196 eyaletten oluşuyor. Her bölümün idaresi özerk. Halk bu bölgelerin birleşmesi ile ilgili referanduma ret cevabı vererek yönetimin bu şekilde bölgeler halinde devam etmesine karar vermiş 2005’te. “Yönetim şekli cumhuriyet olan Peru, başkanlık cumhuriyetiyle yönetiliyor.” Başkan her beş yılda bir yapılan halk seçimiyle yönetime geliyor. Ancak ikinci bir kez aday olamıyor. Yani bir başkanın iktidar ömrü yalnızca beş yıl. Peru sadece kültürel değil, ekonomik olarak da sömürüden nasibini almış. Yıllarca ülkenin bütün kıymetli yer altı kaynaklarını işlemiş ve zenginliklerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmış olan devletler, bugünkü pazar ekonomisine de yön vermişler. Özelleştirmenin hakim olduğu ekonomide ilk göze çarpan devlet de elbette yine İspanya. Bu toprakların İspanyollarla tanışması 1533 yılında olmuş. Peru’nun zengin altın, kurşun, kalay ve bakır yatakları bir hayli cazip gelmiş olmalı İspanyollara. Bu pek de kendi haline kalmasına izin verilmemiş ülkenin başından sömürgeci devletler kadar doğal afetler de eksik olmamış. Peru hala deprem, sel, toprak kayması ve hatta yanardağ patlaması gibi birden çok doğal felaketle uğraşıyor. Bu depremlerin en büyüklerinden biri 2007 yılında başkent Lima yakınlarında yaşanmış. Depremin şiddeti: 8.0 Perulular bir hayli sıcakkanlı ve misafirperver. İngilizce bilen kişi sayısı hiç de az değil o yüzden de İspanyolca bilmeseniz dahi kolaylıkla anlaşabiliyorsunuz. Zaten size yardımcı olabilmek için bir hayli çaba içinde halk. Bu ülkede en ucuz şeylerden bir ulaşım. Özellikle de taksi ile olan ulaşım 60 Başkente “Krallar Şehri” deniliyor. Bunun nedeni ise şehre verilen ismin Krallar Şenliğinde kararlaştırılmış olması. 61 Plaza Das Armas, 1991 yılında Dünya Kültür Mirasları Listesine girmiştir. bir hayli ucuz. Üstelik binmeden pazarlık etmek de işin doğası haline gelmiş. Başkent, Lima’ya “Krallar Şehri” de diyorlar. Bunun nedeni ise şehre verilen ismin Krallar Şenliğinde kararlaştırılmış olması. Başkent nüfus olarak bir hayli kalabalık çünkü çok fazla iç göç var. Bunun neticesi olarak da yoksulluk çok yüksek boyutlarda. Yoksul mahalleler dikkat çekecek kadar fazla ve şehrin içinde. Yemek kültürü olarak da bir hayli geniş bir yelpazeye sahip bu ülke. En fazla kullanılan malzemelerin başında deniz mahsulleri geliyor. Ancak toprak ürünleri için de iklimi bir hayli elverişli olan Peru’daki oldukça çeşitli sebze ve meyveler de ülke mutfağını bir hayli zengin kılıyor. Özellikle “Choclo Con Queso” yani haşlanmış haldeki peynirli mısır koçanı yemeği bir hayli ilgi çekici. “Sopa a la criolla” bir makarna çorbası ancak içinde et parçaları da var. Bir diğer enteresan yemek ise “Ceviche” ekşi soğan ve limon suyu ile marine edilmiş taze çiğ balık veya diğer deniz ürünlerinden oluşan farklı bir lezzet. Tarihi ve kültürü kadar şehrin sokakları da bir hayli renkli çünkü burada kadınlar rengarenk giyinmekten çok hoşlanıyorlar. Daha doğrusu bu geleneklerinin bir parçası. Omuzlarına attıkları bu renkli şallar ise sadece süs olsun diye değil. Çocuklarını, eşyalarını, vs. taşımak için de kullandıkları bir araç aslında. Bir diğer göze çarpan aksesuarları ise hemen herkesin kullandığı şapkalar. Şapkaların şekli ise kullanıldığı coğrafyaya göre değişiklik gösteriyor. Mesela şehirde yaşayan halk melon şapka tercih ediyor. Kırsal kesimde ise kullanımı daha amaca yönelik olan geniş kenarlı, düz şapkalar yaygın. Lima’nın en büyük meydanı, tarihi Plaza Das Armas. Bu meydan, 1991 yılında Dünya Kültür Mirasları Listesi’ne girmiş. Meydanda bulunan ve içinde şehrin kurucusu Pizaro’nun kemiklerinin de bulunduğu Katedral tarihi açıdan bir hayli kıymetli. Yine aynı meydanda hükümet konağı olarak kullanılan binanın yani Pizaro Sarayı’nın yapım yılı ise 1600’lere dayanıyor. Hal böyle olunca da meydanın bu kadar değerli görülmesi normal geliyor. Lima’daki bir diğer tarihi ve es geçilemeyecek yapılardan biri ise San Fransisco Manastırı. Manastır, eski tarihinin yanında altında bulunan yer altı mezarları ile de kentin göz bebeği durumunda. Neden binlerce insanın burada gömülü olduğunu sorduğumuzda ise aldığımız yanıt çok şaşırtıcı değil. Kendi inanışlarınca yaratana daha yakın olacaklarını düşünerek buraya gömülmeyi talep etmiş insanlar yüz yıllar boyunca. Üstelik de bunun için bağış adı altında paralar ödeyerek. Ayrıca şehrin tarihini anlatan binlerce eser de yine bu manastırda muhafaza ediliyor. Peru’nun bir diğer görülmeye değer yerlerinden biri de Nazca Çölündeki devasa boyutlardaki hatta yer yer uzaydan görülebilen geometrik şekiller. Bilim adamlarının hala sırrını çözemedikleri bu çizgilerin yapılış nedeni veya amacı ile ilgili oldukça farklı sosyal, bilimsel ve dini teoriler mevcut. Ancak hala tam olarak doğru ve net cevaba ulaşılabilmiş değil. Peru sahip olduğu Kızılderili nüfusu ile de ayrı bir yere sahip. Çünkü bu oran hiç de azımsanacak gibi değil, tam tamına ülke nüfusunun %45’i. Sayısal olarak dünyada bu açıdan birinci sırada yer alıyor. Bu yoğun Kızılderili nüfusu sosyal hayatı ve kültürü de bir hayli etkilemiş. Peru’yu ilginç kılan bir diğer ve hatta en önemli özelliği ise muhakkak ki İnkalar. Peruluların ataları olarak kabul ettikleri İnka 62 Güneş Tanrı’dan geldiklerine inanan İnka halkı kralları için de “Güneşin Oğlu” tabirini kullanmışlar. medeniyeti tarihin belki de en enteresan ve gizemini korumaya devam eden kültürü. İlk kez 1911 yılında keşfedilen İnkaların yerleşim alanları ve bıraktıkları kalıntılar bugün dünyanın dört bir yanından ziyaretçi akınına uğruyor. Aslına bakacak olursanız Peru tarihi İnkalardan daha eski. Milattan Önce 200’lü yıllara kadar dayanıyor. Ancak tartışılmayacak olan gerçek şu ki bölgeyi tarihsel açıdan zengin hale getiren İnkalar ve sonrası dönem. İnkaların tarihi ise Milattan Sonra 1200 yıllarında başlıyor. İçinde yüzlerce farklı ırkı barındıran İnkalar aynı zamanda onlarca farklı dilin de kullanıldığı bir ülke o zamanlar. Himayelerindeki kabileler tarafından oldukça acımasız olarak nitelendiriliyorlar. Bu acımasızlık da krallıklarını kaybetmelerine dahi sebep oluyor ilerleyen tarihte. İnkaların kayıp şehri olarak bilinen Machu Picchu antik şehri Custo şehrine 88 kilometre mesafede kurulmuştur. İnka hükümdarlarından Pachacutec Yupanqui tarafından 1450 yıllarında kurulan bu kent iki yüzden fazla merdiven sisteminin birbirine bağladığı bir taş yapıdır aslında. Resmi olarak dünyanın yedi harikasından biri de kabul edilmektedir. Şehrin gerek keşfi gerek kuruluş amacı ile ilgili birden çok teori ortaya atılmıştır. Bunlardan biri, şehrin bir eğitim ve terbiyehane olduğu yönündedir. Bir diğer teori ise şehrin ileri gelenleri ile din adamlarının yaşam alanı olarak inşa edildiği yönünde. Şehrin keşfi ile ilgili en enteresan düşüncelerden biri ise aslında bu keşfin köylü halk tarafından daha önceden yapıldığı, Bingham’ın ise bunu kendine mal ettiği şeklinde. Daha da akıl karıştırıcı ve kuşku uyandırıcı olanı da keşif tarihinin doğru olmadığı hakkında. Bir grup yerlinin inanışına göre kayıp şehir dünyaya açıklandığı tarihten iki yıl önce bulundu ama şehrin içinde gömülü olan altınların Amerika’ya nakli için süre kazanmak amacıyla geç bildirim yapıldı. Henüz net kayıt ve bulgulara ulaşılamadığı için Machu Picchu efsaneleri bu şekilde sürüp gideceğe benziyor. leri Araştırma Merkezinin yaptığı çalışmaya göre bu tercümeler şöyle: “İnsanlığın ilkel çağlarında, Titikaka Gölü’ndeki Güneş Adası’na güneş gibi parlayan altın bir kuş indi. Bu kuşun karnından bir kadın çıktı. Bu kadın öbür kadınlara çok benziyordu. Yalnız başı konik biçimde, kulakları uzun, 4 parmaklı ve parmakları birbirine ince bir zarla bağlıydı. Adı Orejana idi. Oigh’den geliyordu. Oigh’te yaşam şartları hemen buranın aynıydı. O çok bilgiliydi, görevi indiği yeni dünyada yeni bir ulus oluşturmaktı. Yerli erkeklerden birçokları ile birleşti. Doğurduğu çocuklar analarına çektiler. Çok akıllı bir ırk meydana geldi. Bir zaman sonra Orejana’nın görevi sona erdi. Yine altın kuşuna bindi, tekrar geri döneceğini söyleyerek göklere uçup geldiği yere gitti.” Güneş Tanrı’dan geldiklerine inanan İnka halkı, kralları için de “Güneşin Oğlu” tabirini kullanmışlar. And Dağları’nın bu savaşçı ve saldırgan insanlarının temel uğraşılarından biri de tarımdır. Toprağı ekebilmek için dağ yamaçlarına yaptıkları basamaklar bu işte ne kadar başarılı olduklarının göstergesi. And Dağları’nın hırçın ve savaşçı çocukları İnkalar, günümüzün en fazla nüfuslu Kızılderili halkı, uzun bir çölle kaplı sahilleri, insanı hayret ve hayranlığa düşüren tarihi ve eserleri ile Peru, görülmeye değer bir ülke. Üstelik ülkemiz ile arasında vize sınırı da kalmayan Peru, oldukça ilginç de bir tatil alternatifi… İnka’nın Tiahuanako yani “Güneş Kapısı” şehrinde bulunan bloklar üzerindeki petrogriflerin tercümesi gerçekten de insanı şaşırtacak türden. Sirius UFO Uzay Bilim- 63 64 Güllerin ve göllerin şehri Isparta Anadolu’nun Türkleşmesinde baş rolü üstlenmiş, dopdolu bir şehir burası… Miryakefalon savaşının kazanıldığı, Anadolu kapılarının bir kez daha ama bu kez ardına kadar açıldığı buram buram tarih kokan bir şehir… 65 Ispartalılar bu şehri oldukça net tanımlıyorlar: Ekonomik, sakin ve sıcak. Güler yüzlü kent insanı bunun en büyük kanıtı. Yaşadıkları huzur ve keyif yüzlerine yansımış durumda… Göller Yöresinin tam ortasında, Anadolu’nun mutlaka bir kez gidilip bir dal gülünün koklanması gereken efsane şehirlerinden biri Isparta. 8.933 metrekarelik yüzölçümü ve 448.298’lik toplam nüfusuyla Akdeniz Bölgesi’nin de önemli illerinden biri aynı zamanda. Yaygın olarak Akdeniz ikliminin hakim olduğu şehirde Orta Anadolu iklim tipi de yer yer oldukça etkili. Kar yağışının az görüldüğü bölge ikliminde kışın sıcaklık -17 dereceye kadar düşebilirken yazın da 37 dereceyi görmek mümkün. Yaklaşık olarak yüzde kırkının ormanlarla kaplı olduğu Isparta bu yönüyle de bulunduğu bölgenin akciğeri konumunda. Genel olarak Isparta halkının şehirle ilgili tanımı ortak: Huzurlu ve sakin bir şehir. Gerçekten de öyle. Hatta sırf bu yüzden hayatlarının geri kalanını geçirmek için bu şehri seçenlerin sayısı bir hayli fazla. Hayat şartlarının ucuz olması da bir diğer büyük etken elbette. Özellikle öğrenciler için oldukça cazip olan fiyatlar için de şehri tercih edenlerin orta memnuniyeti söz konusu. Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta için başlı başına bir ekonomik destek durumunda. Aynı zamanda uygun kiralar ve yurt fiyatları ile öğrenciler arasında da bir hayli revaçta. Adını Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’den alan üniversite 1992 yılında kurulmuş. 18 fakülte ve 46 araştırma merkezinden oluşan okul bir devlet üniversitesi. Üniversitenin verdiği rakamlar doğrultusunda yaklaşık öğrenci sayısı 70 bin. ”Kısmi zamanlı çalışma” imkanı da sunan üniversite bu uygulamayı şöyle açıklıyor: “Üniversitemizde öğrenciler ders dışı zamanlarında, ilgi ve yeteneklerine göre, üniversitemizin çeşitli üretim ve hizmet birimlerinde ücretli olarak çalışabilmektedirler. Üniversitemiz, her yıl 500’ü aşkın öğrencisine kısmi zamanlı çalışma imkânı sunmaktadır. Kısmi zamanlı çalışmanın yoğun olarak yaşandığı birimlerimiz ise kütüphane, bilgi işlem, kültür merkezi, spor tesisleri, kurumsal iletişim merkezi, araştırma merkezleri, laboratuvar ve atölyeler ile mediko-sosyal ve beslenme birimleridir.” Gelendost İlçesi: Geçmişi Milattan Önce 3500 yıllarına kadar dayanan Isparta’nın bu tarihi ilçesinin Türk tarihi açısından önemi oldukça fazla. Fatlın ve Gelendost ovalarında yapılan Anadolu’nun Türkleşmesini hızlandıran Miryakefalon Savaşı, Ortaçağ Avrupa Tarihçilerinin ovayı “Miryokatolof” ovası ile anmasına da neden olmuştur. Tarihi açıdan bu kadar eski bir yerleşim yeri olması sebebiyle de bir çok tarihi yapıya sahip Gelendost İlçesi. Bunlardan biri Selçuklular zamanından kaldığı söylenen ve hala kullanımda olan Afşar Köprüsü. Yine Selçuklu zamanından kalan Gelendost Hanı da ilçeye gelmişken uğranması gereken yerlerden biri. Bu eski han 1233 yılında Mubarezettin Ertokuş tarafından yaptırılmış. Eğirdir namı diğer “Cennetabad”: Yaklaşık yetmiş beş yıl kadar Selçuklu Sultanlarının sayfiye kenti olarak kullandıkları Eğirdir, bu nedenle “Cennetabad ” ismiyle anılmıştır. 66 Zamanında Selçuklu hanlarının en büyüklerinden biri olan Eğirdir Hanı da bu ilçededir. Maalesef günümüze kadar ayakta kalmayı başaramayan handan kalanlar ise zamanındaki ihtişamını az çok tahmin etmenize yetiyor. 1237 yılında II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılan han, Eğirdir gölü kıyısında yer alıyor.” Eğirdir’de görülmesi tavsiye edilen bir diğer tarihi yapı da Eğirdir Kalesi. Ne zaman inşa edildiği kesin olarak bilinmeyen kale Eğirdir Gölü üzerindeki yarımadada bulunuyor. Hamidoğulları ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde onarım gören kalenin kitabesinde bu durum şöyle açıklanmıştır: Tarihi bu kadar eskilere dayanan gül ve gülden elde edilen maddeler kozmetikten tıbba bir çok alanda da kullanılmıştır. “Bütün kapıların fâtihi Allah-ü Zülcelaldir. Din ve dünyanın meliki Feleküddin Emir-i Azam’ın emriyle şu mübarek imaret tamir edildi. Allah-ü Zülcelal yardımla aziz etsin.” Isparta, gül yetiştiriciliği konusunda o kadar ustalaşmıştır ki sanki dünya üzerinde var olduğundan beri bu topraklarda gül yetişirmiş gibi gelir hepimize. Oysa Isparta’nın gül ile olan mazisi sadece 150 yıllık. Ancak elbette ki gülün geçmişi çok eskilere dayanıyor. Isparta İl Kültür Müdürlüğü’nün yaptığı çalışmaya göre “gülün ilk olarak İran veya Hindistan’da üretildiği, buradan Anadolu, Avrupa, Kuzey Afrika ve Doğu Asya’ya yayıldığı bildirilmiştir. Fosil kaynaklı kayıtlara göre, gülün yeryüzündeki varlığı en az 35 milyon yıllık bir geçmişe sahiptir. Gül çiçeğinin insanlık tarihindeki yeri ve önemi ise en az 5000 yıllık çok renkli bir geçmişe dayanır. Anavatanı olan Orta Asya’dan ticaret yolu ile dünyanın diğer bölgelerine ulaşmış olan gül; güzel kokusu, tıbbi değeri ve beslen- medeki yeri dolayısıyla antik çağlardan beri efsanelere konu olmuş ve güzel kokunun peşinde olanlar için vazgeçilmeyen bir çiçek olmuştur. Hatta öyle ki, antik dönemde Fenikeliler, Yunanlılar, Romalılar için gül bahçeleri, en az buğday tarlaları ve meyve bahçeleri kadar önem taşımıştır. Gül kokusunu kalıcı yapmak için tarihte ilk yöntem antik çağlarda Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin gibi medeniyetler tarafından kullanılan yağlarla maserasyon (gül çiçeklerinin uygun yağlarda belli bir süre bekletilme yöntemi) olmuştur. Daha sonra ise M.Ö. 3500’de keşfedilen su ile ekstraksiyon (belli metodlarla gül çiçeklerinin suda bekletilmesi ve sonra süzülerek bu suların kullanılması) yöntemi uygulanmıştır. Daha sonra, M.Ö. 50’de insanlığın keşfettiği “ruhunu yakalamak” usulü yani damıtma ile elde edilen ürünler ortaya çıkmış, gülsuyu haline gelmiştir. 67 Isparta denilince elbette ki ilk akla gelen şeydir gül. Şiirlere, şarkılara konu olmuş bu nadide çiçekle bir anılır bu güzel vatan toprağının adı. Son aşamada da bu gülsuyunun içindeki güzel kokulu yağ taneciklerini toplamak için çaba harcayarak gül yağı dediğimiz gül esansını elde etmek olmuştur. Malzemeler: İslami gelenekte de oldukça hatırı sayılır bir yere sahip olan gül, gül suyu ve gül suyu şerbeti olarak özellikle mevlüt ikramlarının vazgeçilmez ikramlarındandır. Osmanlı’da bilhassa tıp alanında bir hayli fazla hastalık türü için kullanılmış gülden elde edilen su, macun ve yağ. Gül yağının beyni güçlendirdiği, kavrama yeteneğini arttırdığı dönemin bir çok tıp adamı tarafından dile getirilmiş. Örneğin Galenos’a göre gül yağı vücut ısısını dengeliyor. Yüksek vücut ısısını düşürüyor ve düşük olanı da yükseltiyor. İbn-i Sina ise gül suyunun bayılmalara ve hızlı kalp atışlarına iyi geldiğini vurgulamış. 2 su bardağı su Sofralarımızın baş köşesine kadar yerleşmiş, kültürümüzün bir parçası haline gelmiş bu kıymetli bitkiden bu kadar bahsetmişken küçük de olsa bir tarif vermeden olmaz elbette ki. İşte size tarifi ile damaklarınızı şenlendirecek gül reçeli: Isparta Mutfağı: 20 adet gülün yaprağı 4,5 su bardağı toz şeker 1/2 limon suyu Hazırlanışı: Güllerin yaprakları ayıklanıp güzelce yıkanır. Reçeli yapacağınız tencerenin içine yapraklar ile birlikte şeker de eklenir ve bir gece bekletilir. Ertesi sabah bu tencereye 2 su bardağı su da eklenir ve ocağın altı yakılarak arada bir karıştırarak kaynatılmaya başlanır. Kaynadıktan sonra 10-15 dakika daha kısık ateşte pişirilir. Daha sonra içine limonun suyu da eklenir. Bir taşım kaynadıktan sonra ocaktan alınır. Afiyet olsun. Oldukça geniş bir mutfağa sahip Isparta. Birbirinden ilginç çorbaları, et yemekleri, tatlıları gerçekten de iştah kabartacak türden. Eğer Isparta’ya yolunuz düşerse mutlaka tatmanız gereken lezzetlerin başında fırın kebabı geliyor. Etin lavaşla servis edildiği bu yemek, çiğ etin 3,5 saat kadar fırında önce harlı ateşte sonra da korda pişmesi ile bu lezzete ulaşıyor. Elbette ki etin seçimi ve kullanılan odun da önemli. Çünkü işin püf noktalarından biri ateş için kullanılan çalı kökü odunu. Soğan, kuzu kaburga ve haşlanmış nohut ile pişirilen kabune pilavı da oldukça değişik bir tat. Üzerine kızgın tereyağı dökülerek servis edilen pilavın lezzetine varmak için yemeye bile gerek yok aslında koklamak yetiyor. Lezzetleri kadar isimleri de farklı yöre yemeklerinin. Çömlek Kebabı, Tirit, Banak, Yumurta Mıhlaması, Kapama\Bütünet, Kabine, Keşkek, Balık Doldurması, Kapama (Papaz Yahnisi), Balık Kurması ilginç ana yemeklerinden bir kaçı. Çorbaları da en az ana yemekleri kadar iddialı bu enfes mutfağın. İsimleri ise bunun en gözle görünür ispatı: Pirinç Çorbası, Top Tarhana, Tutmaş, Oğmaş, Toyga, Yayla, Sülüklü Çorba, İrmik Çorbası… 68 Ruhumuzu Doyuran Açlık Ramazan ve Gelenekleri DÜŞÜN Kİ BİR BEDEN, BİR CAN, BİR GÖNÜL... DÜŞÜN Kİ MEYLETMEMİŞ HİÇBİR YANLIŞA… DÜŞÜN Kİ GÖZÜ DE TOK, GÖNLÜ DE… VE BİR AÇLIK DÜŞÜN NE BEDENEN NE MADDEN… BİR AÇLIK DÜŞÜN Kİ HEM GÖNÜLDEN HEM RUHEN… Hazırlayan: Gülsün KURT ÖNEY 69 Yer yüzünde başka bir açlık var mıdır ki böylesine güle oynaya, sevinçle ve dört gözle beklensin? Yoktur muhakkak. Büyük bir huzur içinde oturulan o sofralar, dualarla biten son lokmalar nasıl da gösterir bir kez daha ruhumuzun açlığını. Ve nasıl da doyurur ne güzel de doyurur bizi bir ay boyunca her koca gün çektiğimiz açlık… Düşün ki bir beden, bir can, bir gönül düşün… Düşün ki meyletmemiş hiçbir yanlışa… Düşün ki gözü de tok, gönlü de… Ve bir açlık düşün ne bedenen ne madden… Bir açlık düşün ki hem gönülden hem ruhen… Ey ruhumuzu temizleyen, gönlümüzü tazeleyen ve şükrümüzü kuvvetlendiren sultan… Ey Şehr-i Ramazan… Hoş geldin hanemize, kalbimize ve bedenimize… Yer yüzünde başka bir açlık var mıdır ki böylesine güle oynaya, sevinçle ve dört gözle beklensin? Yoktur muhakkak. Sahip olduğumuz sağlığı, sahip olduğumuz nimetleri ve sahip olduğumuz varlığı bize daha güzel ne hatırlatabilir ki? Öyle ya aç kalırız, susuz kalırız da bir gık demeyiz, sabah gün ışımadan ağzımıza attığımız son lokmadan akşam ezanında şükürle içtiğimiz ilk yuduma kadar… Büyük bir huzur içinde oturulan o sofralar, dualarla biten son lokmalar nasıl da gösterir bir kez daha ruhumuzun açlığını. Ve nasıl da doyurur ne güzel de doyurur bizi bir ay boyunca her koca gün çektiğimiz açlık… Öyleyse bir kez daha hoş geldin sefalar getirdin ey gönlümüzün huzur yanı ey Ramazan… Ne kadar da çok başlar oldu cümleler “eski Ramazanlar” diye. Ne kadar da güzeldi o günler... Çünkü çocuktuk. Çünkü her ne yapıyorsak gerçekten duyarak, yaşayarak yapıyorduk. Çünkü hayatın mecburi yükü yoktu henüz omuzlarımızda… Sahur sofralarını hazırlayan biz değildik. Gözlerimizi ovuşturarak yataktan kalktığımız gibi oturuverirdik mis gibi kokular yayılan sofraya. Bizden evvel kalkardı annemiz ve babamız. Öyle ki hiç uyumamışlar gibi dinç görünürlerdi, şaşardık… Annemizin el açması börekleri, babamızın akşamdan alıp hazır ettiği tahinli çörekleri, susuzluğumuzu bastırsın diye az tuzlu hazırlanmış ayran ve sıcak kokusuyla uykumuzu açıveren bir bardak demli çay süslerdi neşemizi… Hele ki bir de dedemiz veya ninemiz varsa o sahurda, işte asıl o za- man tadından yenmezdi bu sofra. Akşamdan tembihlediğimiz ninemiz uyandırırdı bizi sahur davulcusunun manilerini dinlememiz için. Önceleri yarım gün tutardık. Dayanamayız diye “sizinki böyle de olur” derlerdi, çocuktuk, inanırdık. Yanımızda okula götürdüğümüz beslenmeyi yemeyip akşam eve gelene kadar orucumuzu bozmadan dayandığımız gün, işte o gün artık rüştümüzü ispatlamış sayılırdık, önce kendimize sonra annemize. Gözleri dolarak öperdi yanaklarımızdan, “aferin” derken. Ve o günden beri hiçbir takdir bu kadar memnun etmedi bizi. Ramazan girmeden her esnafın kendince bir şeyler koyduğu ramazan kolileri hazırlanırdı. Daha çok yemeklik malzemeler olurdu içinde. Bir de gidecek evin çocukları için tatlı sürprizler. Hazırlanan paketler ilk sahurdan birkaç gün evvel yerlerini bulmuş olurdu. 70 Belediyenin iftar ve sahur çadırları o zamanlar da herkese açıktı ancak ihtiyacı olmayan kimseler başkasının rızkını bölmemek için gitmez böylece de artan yemekler yine gelenlere dağılırdı. 71 Teravihten sonra şehir merkezindeki meydandan gelen eğlence sesleri muhakkak ki kendine çekerdi bizi. Belediyenin iftar ve sahur çadırları o zamanlar da herkese açıktı ancak ihtiyacı olmayan kimseler başkasının rızkını bölmemek için gitmez böylece de artan yemekler yine gelenlere dağılırdı. Ne güzel şeydi şu ramazan, insanlar ne güzel doyardı her açıdan… En sevdiğimiz şeydi kocaman ailemizle, komşularımızla paylaştığımız iftar sofrasında topun atılmasını beklemek. Oturduğumuz sandalyeden haklı bir gururla izlerdik bu neşeli masayı. Sürekli bir şeylerin getirildiği, bu arada da tatlı bir telaşın yaşandığı, herkesin ayrı ayrı memnun edilmeye çalışıldığı iftar akşamları… Çocukluğumuzun Ramazanları… Gerçekten de halden anlayarak kalkardık iftar sofrasından. Halden anlayarak ve anlayarak yokluğu, yoksulluğu… Yemek biter, yaklaşırdı teravih saati… Yine hep beraber, yine topluca gidilirdi camiye. Yine büyük bir heyecan sarardı içimizi. Çünkü artık sadece eğilip kalkmıyorduk anne babamız namaz kılarken. Biz de kılıyorduk… Evet hala çocuktuk ama büyüyorduk. Her çeşit eğlenceyi görmek mümkündü orada. Her keyfe hitap eden bir şey vardı mutlaka. Ve tabii herkes tanıdıktı bu arada. Bakkal Mehmet Amca’da oradaydı, köşedeki kasap da. Üst komşumuz Nermin Teyze torunlarıyla gelirdi mesela her gece. İki bina yanımızda oturan yaşlı komşularımız, Hamza Dede ile Naciye Nine kol kola, ağır ağır gelirlerdi şenlik yerine. Macuncular olurdu sonra. Tıpkı anneannelerimizin çocukluklarındaki Ramazanları anlatırken söyledikleri gibi giyinirlerdi hem de rengarenk. Kağıt helvacılar, dondurmacılar, pamuk şekerciler, baloncular… Ramazan boyunca en az dört kez bir sanatçı gelir, mini bir konser verirdi. Ardından ilahiler okunur, dualar edilir, dağılırdı şenlik alanı… Arada bir o zamanlar da söylerdi anneannem “ah o eski ramazanlar” diye ama özlemden çok kederden söylerdi aslında. “Yokluk çoktu” derdi “kıtlık vardı, çok zordu yiyecek bulmak, ekmek yapmaya un bulsak bizden zengini yoktu. Nerde bu bolluk? Pide falan sonradan çıktı hep.” Ne kadar anlatırsa o kadar dinlerdik. Masal gibi gelirdi. Nerden bilirdik biz de bir gün aynı masalları çocuklarımıza söyleyeceğimizi, hayat biraz değişmiş ve değiştirmiş olsa da bazı yerlerini. Bizim de hikayelerimizde pide kuyrukları olurdu mesela. İftardan bir saat evvel beklenmeye başlanırdı neredeyse fırının kapısında. Öyle ya kimse sokağın bitimine dek uzanan kuyruğun sonunda olmak istemezdi. Gazeteye sarılmış pideler elimizi yakmasın diye sürekli yer değiştirirdi elimizde. Hamur olmasın diye bir ucu açık bırakılmış paketten gelen kokudan daha sınayıcı bir şey yoktu eminim son dakikada bozmamak için orucu. Büyük bir heyecanla beklediğimiz iftar vaktine daha da çok heyecan katan şeylerden biri de iftar yemekleri idi. Mesela arabaşı çorbası haftada en az bir kere pişer ve muhakkak bütün komşulara düşerdi. Diğer günlerde çoğunlukla hali vakti iyi olmayan komşularımızla paylaştığımız yemeğimizi arabaşı akşamları bütün komşularımızla paylaşırdık. Sığdırabildiğimizi evimizde ağırlar, diğerlerine de bir tas mutlaka yollardık. Şimdilerde burnumuzda tüten arabaşı hamurunu o zamanlar pek sevmesek de sofrada görmezsek muhakkak sorardık. Annem hafif tatlılar yapardı iftar üzerine. Biz en çok sütlaca bayılırdık. Üzerinin tarçını ne kadar çoksa o kadar lezzetli olurdu. Bir de kabak tatlısı vardı tabii. Biraz tahin gezdirilmiş, biraz ceviz serpilmiş bir kabak tatlısından daha iyi ne olabilirdi ki çayın yanında? 72 Susuzluğumuzu bastırsın diye az tuzlu hazırlanmış ayran ve sıcak kokusuyla uykumuzu açıveren bir bardak demli çay süslerdi neşemizi… Bir ay boyunca “Hoş geldin Ey Şehr-i Ramazan ” yazılı olan minareler arasındaki mahyada bu sefer “Ramazan Bayramınız Mübarek Olsun” yazardı. Bayram havası dedikleri tam da buydu işte. Her yer ışıl ışıl, her yer şenlik havasındaydı… Bir de şenlik alanına gitmeyip evde oturmayı tercih ettiğimiz akşamlar vardı. Ama bu oturmalar yalnız olmazdı. Konu komşu, akraba, eş dost… Ne kadar kalabalık o kadar keyifli… Hep beraber teravihe gidilir, hep beraber dönülürdü. Çay servisinden sonra sohbet yavaş yavaş oyunlara dönerdi. Büyük küçük hep beraber oynanırdı oyunlar. Mesela sessiz sinema oynardık büyük gürültülerle. Mendil saklamacada babam hep yenilirdi. Cezayı biz çocuklar belirlerdik. En çok da amcamın tavuk gibi gıdaklamasına gülerdik… Ramazanın son günlerinde başka bir telaş başlardı evimizde, semtimizde, mahallemizde… Bayram telaşı… Temizlik yapılır, camlar silinir, hatta bazı senelerde ev bile boyanırdı. Sonra bayram alışverişine çıkılırdı hep beraber. Bize baştan ayağa bayramlıklar düzülürdü. Annemle babam hediyeler alırlardı hem birbirlerine hem sevdiklerimize. Alışverişin en eğlenceli kısmı bayram şekeri alma kısmıydı elbette. Çünkü burada karar bize bırakılırdı. Malum hepsinin tadını ayrı ayrı bilen başka kim vardı? Bayram sabahı çok erken kalkılırdı. Erkekler bayram namazına gider, hanımlar kahvaltı hazırlardı. Sıcak Ramazan pidelerinin yerini namaz dönüşü kahvaltı için alınan sıcak somunlar alırdı. Soframız bir bayram sofrasına yaraşır olurdu, yine kalabalık yine şenlikli. Bayramlaşma kısmı en heyecanlı olandı. En çok da bizim için. Öyle ya bayram demek hediye demekti, ister büyük, ister küçük… Anneannemin hediye ettiği beyaz mendilin içinden mutlaka harçlık çıkardı. Biraz da şekerleme… Dedem öyle süsleme işlerine girmezdi pek, elini öpene harçlığı da uzatırdı. Bizim evin bayram tatlısı revani olurdu. Hafif limon kokusu, ağdalı şerbeti ile değme tatlıya taş çıkarırdı. Ama günde bir dilimden fazla yemek yasaktı. O zamanlar kızsak da aslında annem haklıydı. Çünkü bayram akşamını karın ağrısı ve kaşıntıyla geçirmemize gönlü razı olmazdı. Aile büyükleri neredeyse önce bayramlaşmaya oraya gidilirdi. İlk gün büyükler sırayla ziyaret edilir, ikinci gün sıranın bize gelmesi için evde beklenirdi. Konu komşu birbirimize 2. ve 3. günlerde giderdik daha çok. Göremediklerimizle de bayram akşamları daha bir coşkulu olan şenlik alanında bayramlaşır, hatır sorar, gönül alırdık. Bir ay boyunca “Hoş geldin Ey Şehr-i Ramazan ” yazılı olan minareler arasındaki mahyada bu sefer “Ramazan Bayramınız Mübarek Olsun” yazardı. Bayram havası dedikleri tam da buydu işte. Her yer ışıl ışıl, her yer şenlik havasındaydı. Velhasıl düşünüyorum da sadece ninelerimiz dedelerimiz değil, bizler de yaşamışız “o eski ramazanları”. Düşünüyorum da ne güzel yaşamışız, iyi ki yaşamışız o zamanları. Ve düşünüyorum da hani televizyonları kapatıp, iftar yemeğimizi birkaç komşumuzla paylaşmak yetmez mi o günleri bugünlere taşımaya. Çok mu zor teravih sonrası hem kendimizi hem çocuklarımızı sevindirmek şenlik alanlarında? Çok mu zor akşam çayının yanına biraz da sohbet eklemek, “el el üstünde kimin eli var” oynamasak da? Çok mu zor haftada bir olsun o arabaşı çorbasını kaynatmak, şimdilerde kimse hamur yemiyor nasılsa, bir tas da komşuya ayırmak? Hiç de zor değil… Bu Ramazan başlayalım çocuklarımıza en büyük hediyeyi, “Çocukluklarının Ramazanlarını”, vermeye. Bu Ramazan onlara büyüdüklerinde anlatabilecekleri bir hikaye var etmeye başlayalım. Bu ramazan televizyonları da dünya gözümüzü de kapatıp, gönül gözümüzü açalım… Hayırlı Ramazanlar. 73 74 75 DAHA ORGANİK BİR YAŞAM İÇİN EN ORGANİK GIDALAR Şekli bozuk, buram buram kokan ve oldukça lezzetli meyveler – sebzeler. Bütün bu tarifler maalesef ki organik bir ürün tarifi değil. Hatta büyük bir yanlışın tarifi bile olabilir. Çünkü bu kriterler kesinlikle aldığınız gıdanın organik olduğunun göstergesi değil. Son günlerde hemen herkesin ortak kaygısı haline geldi sağlıklı ve dolayısıyla organik beslenme. Fakat son zamanlarda bu kaygıya bir yenisi daha eklendi: Organik diye satın aldığımız bu yiyecekler gerçekten organik mi? Bunu anlamanın yolları elbette var. Organik ürün; doğal yapısına müdahale edilmeden, herhangi bir kimyasal madde kullanılmadan üretildiği hali ile soframıza gelen üründür. Bu yüzden de ürünün yetiştiği topraktan, kullanılan gübreye kadar bütün aşamaları kontrol altında olmalıdır. Toprak için kullanılan kimyasal gübreler, böceklenmemesi için başvurulan ilaçlar, büyümesini hızlandıran ve arttıran hormonlar… Bunlardan herhangi bir tanesinin çok düşük dozda kullanılması dahi o besini organik kategorisinden çıkarmaya kafi. Ancak maalesef ki bu kadarla bitmiyor. Tamamen organik şartlarla elde edilmiş bir mahsulü ne yazık ki hemen bir sonraki aşama olan paketlenme ve saklanma aşamasında bu masumiyetini kaybedebiliyor. Çünkü ambalajların barındırdığı kimyasallar ve ürünün raf ömrünü uzatmak için kullanılan bir takım maddeler evimize giren mahsulün bırakın organik olarak muhafaza etmeyi zararlı hale bile getirebiliyor. Bu yüzden de organik diye satın alacağınız ürünün ambalajındaki “yazılması mecburi” bilgileri doğru anlamak ve değerlendirmek gerekiyor. Bütün bunların yanında tabii bir de ambalajsız olarak direk pazardan veya marketten aldığımız ürünler var. Ve elbette hemen hepsi de organik olduklarını iddia ediyor. Birkaç ürün için almadan evvel değerlendirdiğimiz birkaç kıstas var ancak deneye yanıla öğrendiğimiz bu birkaç test yöntemi dışında hakkında hiç bilgi sahibi olmadan aldıklarımız var bir de. Biraz güvensiz de olsa “organik olmasını temenni ederek(!)” hem kimyasal gübre hem de böcek ilacı köydeki tarımsal faaliyetlerde de sıklıkla kullanılıyor artık. “Neden organik beslenmeliyiz?” sorusunun cevabını bütün bu açıklamalar neticesinde öğrenmiş oluyoruz aslında. Yeterince dış etken tarafından rahatsız edilen vücudumuzu ve sağlığımızı yiyip içtiklerimiz bazında olsun koruyabilmek için. Ne de olsa en direk yoldan vücudumuza giren bu besinlerin yararını da zararını da yine en direk yoldan almış oluyoruz. Bir ürünün organik olup olmadığını nasıl anlarız sorusunun cevabı için de başvuracağımız en geçerli, yöntem yine belgeler. Aldığınız ürünün üzerinde aramanız gereken iki adet belge var. Bunlardan ilki ürünün organik olduğunu bildirir bir etiket. Ancak burada dikkat etmeniz gereken etiketin üzerindeki logo. Bu logoda Üzerinde “Organik Tarım - Türkiye Cumhuriyeti” yazılı olması gerekiyor. Organik sertifikalı ürün üzerinde bulunması gereken bir diğer etiket ise ürün üretim aşamasındayken kontrollerinin yapıldığının kanıtı olan sertifikayı veren uluslararası firmanın logolu etiketi. Sağlığımızla ilgili bu kadar büyük bir tehdit oluşturan bu kimyasal birer bomba gibi tehditkar duran gıdaların gerçekten organik olanlardan ayırmak için elbette ki yollar mevcut. Öncelikle doğru bildiğimiz yanlışlara bir göz atmakta fayda var. • Bunlardan en yaygın olanı ve ilki şekli bozuk olan sebze ve meyvelerin organik olduğu yolunda. Maalesef ki böyle bir şey yok. Çünkü bu besinlerin şekil bozuklukları yetiştirilme şartları ve cinslerine göre değişebilir. • Organik gıdalarının tadının daha belirgin ve güzel olduğu yönündeki görüş de bir diğer yanlış düşüncedir aslında. Çünkü besinin lezzetiyle organik olması arasında maalesef zannedilen gibi bir bağ yok. • Organik sebzelerin kokusunun daha keskin olduğu şeklindeki düşünceler de maalesef bu konu ile ilgili doğru bilindiği düşünülen bir diğer yanlış. Çünkü koku yöreye ve ürünün cinsine göre keskinlik seviyesinde farklılıklar gösterebilir. • Özellikle köylü yetiştiricilerin satış yaptığı pazarlardaki mahsullerin organik olduğu genel olarak doğru değil. Çünkü hormon kullanılmasa bile maalesef ki Ancak eğer alacağımız ürünü ambalajlı değil de çarşı-pazardan alacaksak ürünün hormonlu olup olmadığını anlamak için birkaç detay işimize yarayabilir. Hemen hemen bütün çekirdekli sebze ve meyveler için ortak diyebileceğimiz kontrol maddesi yine ürünlerin çekirdekleri ile ilgili. Çünkü eğer aldığınız yiyeceklerin çekirdek yerleri boşsa gerçekten de hormonlu bir ürünle karşı karşıya olabilirsiniz. İçi çok sulanmış ve bomboş bir domates, İçi süngere dönmüş bir patlıcan, İçi siyahlaşmış bir patates, Etli bölümleri sert bir biber hormonlu olarak değerlendirebileceğiniz ürünler arasında olmalı. Ancak yine de yediğiniz gıdaların sağlıklı olup olmadığından biraz daha emin olmak isterseniz her sebze ve meyveyi doğal yetişme sürecinde tüketmekte fayda var. 76 Hayallerin Engeli Yok Hayalleri ve yaşam sevinçleri kocaman bu insanların yere göğe sığmaz da bir gönülleri vardı. Doğuştan güzel, kendiliğinden mütevazı… Hazırlayan: Gülsün KURT ÖNEY 77 Hayalleri ve yaşam sevinçleri kocaman bu insanların yere göğe sığmaz da bir gönülleri vardı. Doğuştan güzel, kendiliğinden mütevazı… Ne kadar da çok duyarız “engel vücutta değil beyindedir” diye. Doğru ancak sadece beyinde de değildir engel. Azimdedir, gayrettedir, sabırdadır, yürektedir çoğu zaman da. Aksi takdirde aşılmayacak dağ, kazanılmayacak başarı yoktur. Çoğu zaman engellerin sadece bir yerde olduğunu unuturuz. İnsanların yaşamla bağı o engelin olduğu yerden kopar sanarız. Oysa yürüyemeyen bacakların fırçalarındaki mahareti, görmeyen gözlerin ellerindeki hüneri fark etmek hiç de zor değildir. Hele ki yaşam sevinci de yüreği de kocaman olmuş bu insanların gönüllerinin ürünüyse bunlar daha da bir büyür anlamları, daha da bir güzelleşir emek… 10-16 Mayıs Engelliler Haftası münasebetiyle Ankara metrosunun altında çok güzel bir sergi çalışması gerçekleştirildi. Beden- leri engelli insanların ruhlarının özgürlüğü, emek harcadıkları her bir ayrıntıda gözler önüne serilmişti. Engelliler Lokali’nin yöneticisi Berrin Hanım çok güzel karşıladı bizi. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ile hazırlanmış sımsıcak bir ortam vardı. Berrin Hanım ve diğer bütün görevli arkadaşların yüzlerinden eksik etmedikleri gülümsemeleri sanki her gün onlarla birlikteymişsiniz hissi uyandırıyordu içimizde. Hiç de küçük olmayan bu organizasyon için ne kadar çok çalışıldığı, ne kadar çok zaman harcandığı ilk göze çarpanlardandı. Önce fotoğraf çekerek başlamak istedik. Ama serginin ziyaretçi sayısı o kadar fazlaydı ki bu çekim bir saate yakın sürdü. İnsanı hayrete düşürecek güzellikteki resimler, renkler, konular… Ziyaretçilerin sadece bakıp geçmemesi hiç de şaşırtıcı değildi. Her biri ayrı güzellikteki tablolar, serginin asıl ev sahipleri idi. Alandaki iki ana koldan biri boylu boyunca onlara ayrılmıştı. Doğa resimleri, rengarenk çiçeklerin olduğu tablolar gerçekten seyrine dalıp gitmenize bir hayli teşvik ediciydi. Portre çalışmaları ise ünlü ressamlara taş çıkaracak kadar ba- şarılıydı neredeyse. Fırçanın ustalığını fark etmek için resimden çok da iyi anlamaya gerek yoktu. Çünkü zaten o tuale dokunmuş ellerin ne kadar yetenekli olduğunu bağırıyordu her biri adeta. Sizi alıp taa hayal edenin dünyasına götüren bu renkli kağıtlar, çok uzak diyarları da size getiriyordu dört nala koşan atlarıyla… Sergilenen ürünler arasında elbette önü en kalabalık olan tezgah, takıların olduğu kısımdaki idi. Birbirinden şık ve ince ince, zaman harcanarak dizilmiş, işlenmiş taşlar, boncuklar göz alıcıydı gerçekten. Hele ki sergilenen bu ürünleri hemen orada satın alabiliyor olmak bu ilgiyi izdihama bile dönüştürebilirdi. Hanımların seçmek için adeta birbiri ile yarıştığı takıların şıklığı, zarafeti ise işleyen ellerin hünerini bir kez daha seriyordu gözler önüne. Takı tezgahının hemen ilerisindeki uzun tezgah ise ahşap boyama çalışmalarının sergilendiği bölümdü. Birbirinden renkli, cıvıl cıvıl, irili ufaklı bir sürü ürün bütün albenileri ile karşısındaydı misafirlerinin. Hemen her zevke göre bir desen bulmak da mümkündü üstelik. 78 Eskitilmiş çalışmalardan kuş baskılarına, çiçek desenlerinden simli kapaklara kadar öyle genişti ki yelpaze hangisine bakacağını şaşırıyordu insan. Renkler ve desenlerin yanında ürünlerin çeşitliliği de oldukça tatminkardı bu stantta da. Peçetelikler, takı kutuları, tepsiler, sunum kapları ve irili ufaklı, çok amaçlı birbirinden şık tasarımlar… El emeği göz nuru dedikleri şey tam da buydu işte. lar yazıyordu her bir çalışmanın üzerinde. Şaşkınlığımız elimizi attığımız her parçada biraz daha artınca dayanamayıp görevli arkadaşlardan birine sorduk nedenini. Aldığımız cevap ise bütün bu sergiyi özetleyecek kadar yeterliydi: “Herkes yaptığı ürüne kendi fiyat biçti.” Hayalleri ve yaşam sevinçleri kocaman bu insanların yere göğe sığmaz bir gönülleri vardı yani. Doğuştan güzel, kendiliğinden mütevazı… Dikkatimizi çeken bir diğer çalışma ise tabloların içine değişik malzemeler kullanılarak işlenmiş desenler, yazılar ve resimlerdi. Işıl ışıl parlayan boncuklarla bezeli bu işlemelerde harcanan emeğin kıymetini sormaya cesaret dahi edemedik. Uzun uzun seyrettiğimiz tavus kuşu, siyah ışıklarının saçtığı bütün asaletiyle muhakkak ki en şık parçalarından biriydi serginin. Her bir üründe yapanın adı yazıyor, rakamın hemen üzerinde. İnsan unutmak istemiyor o ismi. O yüzden de çıkarıp atası gelmiyor aldığı parçanın kenarına bir yere iliştiriverilmiş küçük not kağıdını. Çünkü o küçük kağıt çok şey ifade ediyor. Her şeyden önce istenirse hiçbir şeyin zor olmadığının kanıtı o. Umuttaki güzelliğin, sevinçteki saflığın, inanmışlığın, çabanın, azmin, sabrın ve engellerin solduramadığı yaşamların kanıtı… Hayatın ta kendisinin kanıtı… Bu kadar güzel parçanın bir arada olduğu serginin en dikkat çeken yanlarından biri ise ürünlerin fiyatları idi. Harcanan vakte ve emeğe kesinlikle ters orantılı olan fiyatlar karşısında hayrete düşmemeye imkan yoktu. Herhangi bir yerden belki de sadece malzemesini dahi alamayacağınız rakam- 79 80 Hacı Bayramı Veli Akşemseddin’in İlmi Büyük Hocası Bilmek istersen seni, Can içre ara canı. Geç canından bul anı, Sen seni bil, sen seni. 81 “Nefsinizi daima kontrol altında tutunuz. Düşünün, onu başı boş bırakmayın, zira her fırsatta sizi ateşe götürür.” “ Beyaz giyinmeyi adet edininiz. Zira bu huy sizi daha dikkatli kılar.“ Tahminen 1352-1353 yıllarında Ankara’nın Solfasol köyünde doğar zamanın kıymet biçilemeyen din ve ilim alimi. Babası Koyuncalı Ahmet Bey ile Annesi Fatma Hanım’ın ilk çocuklarıdır Numan namı diğer Hacı Bayram Veli Hazretleri… Oldukça iyi bir eğitim alan Hacı Bayram Veli eğitim hayatının ardından da Ankara Kara Medrese’de müderrislik yapmıştır. Asıl adının Numan olmasına rağmen Bayram diye çağırılmasının hikayesi de oldukça hoş ve manidardır. Aynı dönemde Kayseri’de yaşamakta olan Ebu Hamüdiddin Aksarayi tarafından bir davet alır. Dave- te icabet eder ve Kayseri’ye gider. Ebu Hamüdiddin ile karşılaştıkları ilk gün Kurban Bayramının ilk günüdür. Şeyh bu sebeple kendisine “Bayram” ismini verir ve o günden sonra o isimle anılır. Hacı Bayram Veli’nin tasavvuf eğitimi alarak bu alana yönelmesine öncülük eden de yine Ebu Hamüdiddin olmuştur. Ebu Hamüdiddin yani daha bilinen adıyla Somuncu Baba ile Hacı Bayram Veli’nin arasındaki bu ilişki İslam Ansiklopedisine göre şöyledir: “Somuncu Baba, Şeyh Şücâüddin Karamânî’ye, “Ankara’da Hacı Bayram adlı bir müderris vardır, onu buraya davet et” diyerek kendisini Ankara’ya göndermiş, emri yerine getiren Şeyh Şücâüddin, Hacı Bayram ile medresesinde ders verirken görüşmüş ve Şeyh Hamîd’in (Somuncu Baba) davetini bildirmiş. Hacı Bayram da, “Davete icâbet lâzımdır” deyip Şeyh Şücâüddin ile birlikte Kayseri’ye gitmiştir. Şeyh Hamîd, zahir ulemâsının ve bâtın erbabının ölülerinin mertebelerini kendisine gösterip hangisini tercih ettiğini sormuş, Hacı Bayram da bâtın erbabının hallerini tercih ettiğini söyleyerek müderrislikten ayrılıp tasavvuf yoluna intisap etmiştir .” Şeyh Hamid ile beraber Adana’dan Şam’a giderler. Şam’dan da Hicaz’a giderler. Timur Han Şam’a geldiği vakitte, onlar da Kabe’dedirler. Timur Şam ile ilgili , “Kutb bu şehirdedir, belki de Kabe’dedir. Kutb’un olduğu vilayet alınmaz, bize çok hürmet etdiler” diyerek Şam’da fazla kalmaz ve ayrılırlar. Hac vazifelerini yerine getirdikten sonra tekrar Adana’ya dönerler. Hacı Bayram, Veli bir yıl Sultan Şeyh Hamid ile birlikte Aksaray’da kalır. Bir yıl sonra Şeyh, Hacı Bayram’a izin verir ve Ankara’ya gidebileceğini söyler. Bunun üzerine Hacı Bayram, Şeyh’e: “Sultanım, ne işle uğraşayım, sanat bilmem” deyince Şehy,“Ekin ek.” der. “Ne ekelim?” diye sorar Hacı Bayram. Aldığı cevap nettir: “Burçak ek”. Böylece Hacı Bayram, Ankara’ya gider ve burçak ekmekle uğraşır. Öyle ki Ankara’da bugün dahi burçak ekilir. Hocası vefat ettikten sonra kendisine bırakılan manevi mirası devralan alim, yetiştirdiği talebeler ve verdiği güzel eğitim vesilesiyle çok hızlı yayılan bir nama sahip olur. Mânevî şahsiyeti, insanları giderek etkilemeye başlamış ve çevresinde bir derviş grubu oluşmuştur. Bayramilik olarak adlandırılan bu oluşum zamanla Sultan Murat Han’ın kulağına 82 kadar gider. Ancak olumlu değil bir hayli olumsuz bahsedilmiştir kendisine bu kıymetli zat hakkında. Şeyh Bedrettin isyanı ile ilişkili olduğu iddia edilen bu zatı derhal huzura çağırır Murat Han. Hacı Bayram Veli bu çağrıya derhal icabet eder ve Edirne’ye doğru yola koyulur. Bu yolculuk esnasında yanında öğrencisi Akşemseddin de kendisine eşlik etmektedir. Edirne’de sultanın huzuruna çıkar. Murat Han bu derin alimden son derece etkilenir ve yargılamak bir yana büyük bir ikramla uzunca bir süre misafir eder. Hacı Bayram Veli, Sultan Murat Han’ı son ziyaretinde İstanbul‘un fetholunacağı müjdesini verir ilk kez: “Sultan II. Murat’ın Hacı Bayram-ı Veli Hz.’leri ile bir görüşmesi esnasında bir beşik getirdiler Hacı Bayram-ı Veli Hz.’nin yanına itina ile koydular. Hacı Bayram-ı Veli Hz. beşiğe dikkatlice baktı ve Fetih Suresini orada bulunanların işiteceği bir sesle okumaya başladı. Herkes hayretler içinde kalmıştı. Çünkü beşikte kim olduğunu bilmeden bu sureyi niçin okuduğuna bir anlam veremiyorlardı. Okumayı bitirdikten sonra; - Bayezid Han amcanız ve sizin muhasaranız zamanında elden gelen yapılmıştır. Ancak bazı hatalar yapılmış fetih gerçekleşememiştir. Sultanım sen Konstantiniyye’yi alamayacaksın, ama mutlaka alınacaktır. Bunu ben bile göremeyeceğim. Orası şu beşikte yatan çocuk ve bizim Akşemseddin tarafından alınacaktır’ dedi.” Gerçekten de İstanbul o gün o beşikte yatmakta olan Şehzade Mehmet yani Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedilir. Ve bu şanlı fetih esnasında yanında hocası Akşemseddin vardır. 1429 yılında hayata gözlerini kapatan bu kıymetli zat, en az yaşadığı hayat kadar ölümüyle de konuşulmuştur. Öyle ki vefat ettiği gün ile ilgili anlatılanlar bir çok ağızda ortaklık göstermektedir. Ömrünün çoğunu Ankara’da geçiren Hacı Bayram Veli, yine bu şehirde hayata gözlerini yummuştur. Ölüm döşeğinde iken bile ilminin derinliğini bir kez daha gösterdiği söylenen Hacı Bayram’ın son sözleri şöyle olmuştur: “Benim namazımı Akşemseddin kıldırsın ve cenazemi yıkasın, bu haberimi O’na iletirsiniz.” Bu sözlerin ardından da son nefesini vermiştir. Çevresindekilerin bakışları şaşkındır, bir anlam veremezler ve sayıkladığını düşünürler. Çünkü herkesin bildiği üzere Akşemseddin Ankara’da değildir ve nerede olduğunu da bilen yoktur. Başındakiler bu şaşkınlıkla birbirlerine bakınadursunlar , o esnada dışarıdan bir ses yükselir: “Akşemseddin geliyooor” Herkes hayretler içindedir. Ulu zat son bir kez daha huşu ile düşündürmeyi başarmıştır sevenlerini. Ve vasiyeti üzerine cenazesi Akşemseddin tarafından yıkanır ve namazı da yine onun tarafından kıldırılır. Hacı Bayram Veli’nin mezarı, Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli Camisi’nin bitişiğinde yer alan türbededir. Türbenin kapıları Etnoğrafya Müzesi’nde sergilenmektedir. Kapıların üzerinde oyma tekniği ile yazılmış olan kitabelerin tercümesi ise şöyledir: “Eğer dünya bir kişi için devam etseydi (yaratılsaydı) onda ebedi kalacak kişi ancak Allah’ın Resulü ( Muhammed S.A.V) olurdu.” Diğer kapıda bulunan Yunus Suresi 62. Ayet’in manası ise şu şekildedir: “Allah’ın o veli kulları var ya ; işte onlar için ne korku ve ne de hüzün vardır.” Hacı Bayram Veli’nin günümüze ulaşan eser sayısı 4 olarak bilinmektedir. Birbirinden manidar bu eserlerden biri de İlahi Taksim’dir. 83 İLAHİ TAKSİM Çalabım bir şar yaratmış, İki cihan arasında. Bakıcak Didar görünür, Ol şarın kenaresinde. Nagihan bir şara vardım, Anı ben yapılır gördüm. Ben dahi bile yapıldım, Taş ve toprak arasında. Şakirtleri taş yonarlar, Yonup üstada sunarlar. Mevlanın adın anarlar, Taşın her paresinde. Ol şardan oklar atılır, Gelür sineme batılır, Aşıklar canı satılır, Ol şarın bazaresinde. Şar dedikleri gönüldür, Ne alimdür ne cahildür. Aşıklar kanı sebildür Ol şarın kenaresinde. Bu sözümü arif anlar, Cahiller bilmeyüp tanlar. Hacı Bayram Veli Camisinin en çok merak edilen yerlerinden biri de “çilehanedir”. Caminin altında bulunan çilehane Bayramilik sıklıkla kullanılmıştır. Bayramilik inanışına göre “manevi olgunluğu elde etmek üzere kırk gün süre ile insanlardan ayrılıp küçük bir çile odasında kalıp Allah’ı düşünmek, O’na ibadet etmek, O’nun isimlerini anmak, susmak, az yemek az içmek gibi uygulamalar büyük önem arz eder. Burda amaç zihnin Allah düşüncesi üzerinde yoğunlaşma yeteneği elde etmesidir. Bu uygulamanın temelinde Peygamber Efendimizin (S.A.V) peygamberlik gelmeden önce Hira mağarasında bir süre insanlardan uzak kalması, yine O’nun Ramazan ayının son on gününde itikafa çekilmesi vardır.” Hacı Bayram Veli’nin günümüze kadar ulaşan eserleri ve maneviyatının yanında nasihatlerini de bugün bile hala ışık tutmaktadır inançlı gönüllere. Bu ileri görüşlü muhterem şahsiyetin her kulağa küpe olması gereken, geçmişe, bugüne ve yarına aynı derecede hitap eden nasihatleri sık sık hatırlamak lazımdır esasen: z Halk içinde Allah’ı çokça anınız. Bu durum maneviyatı yükseltir, katı kalpleri yumuşatır. z Hiçbir günahı küçümsemeyiniz, boş durmayıp çalışınız. Çalışanları Allah sever. Boş gezenler zengin bile olsalar yoldaşları şey- tan, kalpleri şeytana konaktır. z Neresi seni dünyaya çekiyorsa, sana Allah’ı unutturuyorsa orası senin helakin için bir tuzaktır. z Neresi seni Allah’a yöneltiyorsa, seni düşündürüyorsa orası cennete gitmen için bir duraktır. z Emaneti koruyunuz. Zira din de size emanettir, beden de. z Başkalarından daha çok çalışıp çok ilim sahibi olunuz. z Önce ilim tahsil ediniz, sonra helalinden para kazanıp evleniniz. z İlmi bir konuyu özüne göre düşününüz, öyle karar veriniz, dıştan görünüşe bakıp yanılmayınız. z Başkalarından daha ihlaslı ve daha çok ibadet etmedikçe, başkalarından daha çok ihsanda bulunmadıkça rahat etmeyiniz. z Cahil zümre arasında ne gülün ne de gülümseyin. z Cahil topluluktan sakının, onlarla tartışmaya girmeyin. z Çok konuşmayın, sorulanları biliyorsanız cevap verin. Kaynak gösterin ki dinleyenler bunu şüphe ile karşılamasın. z Beyaz giyinmeyi adet edininiz. Zira bu huy sizi daha dikkatli kılar. 84 DOĞADAN ESİNLENEREK GELİŞEN TEKNOLOJİ Doğa hemen her konuda ilham ve malzeme kaynağı olmuştur insanlara yüzyıllardır. Ancak mühendislik bilimine yaptığı katkı tartışılamayacak kadar büyük. 85 Elektronik mühendisliği ile böceklerin ne gibi bir ilgisi olabilir? Dağ keçileri ve kar botları arasındaki bağlantı nedir? Bir uçak bir yusufçukla yarışabilir mi? Tüm bu soruların olumlu ve mantıklı birer cevabı var desek abartmış mı oluruz? Örümcek ağının esnekliği, deniz kabuğunun sağlamlığı, yusufçuk böceğinin havada asılı kalması gibi birçok canlı davranışı ve özelliği insanları her zaman etkilemiş ve merak uyandırmıştır. Bunun sonucunda da biyomimikri kavramı ortaya çıkmıştır. İnsanlar doğanın bir parçasıdır ve var olduğundan beri her alanda doğayı kullanmıştır. Biyomimikri doğayı kullanmaktan ziyade onun gibi davranmayı amaçlamıştır. Bu yüzden de daha büyük bir önem taşımaktadır. Aslında daha sağlam, daha güvenilir, daha işlevsel ve daha az maliyetle üretim yapmak adına doğanın tasarımlarından etkilenilmektedir. Bu fikrin ilk örneği muhteşem deha Leonardo da Vinci’nin buluşlarında görülmüştür. Kuşların kanatlarını ve çırpınışlarını gözlemleyen Vinci, ilk uçan makineyi icat etmiştir. Onu daha sonra Wright kardeşlerin güvercin kanadından esinlenerek ilk motorlu uçağı uçurmaları izlemiştir. İşte geçmişten günümüze doğadan esinlenerek gelişen teknolojiye birkaç örnek… Gemi pruvası: Yunusların burun çıkıntısı, modern büyük gemilerin pruvasına model olmuştur. Günümüzde inşa edilen büyük gemilerde “V” şeklindeki pruvalar yerine yunusların burun çıkıntısına benzer bir yapı kullanılmaktadır. Bu biçimdeki pruva su yüzeyini daha iyi yarmakta, böylece daha az enerji harcamasıyla daha süratli yol alınması sağlanmaktadır. Yunus burnu şeklindeki bu tip pruvalardan % 25’e ulaşan oranda yakıt tasarrufu sağlanmaktadır. Deniz Altılar: Yunusların mekik biçimindeki vücut yapıları onlara büyük bir hızda hareket yeteneği kazandırmaktadır. Ancak bilim adamları balığın bu kadar hızlı gitmesinde büyük bir rol oynayan başka bir yapı daha keşfettiler: Yunus derisi üç katmandan oluşur. Dıştaki katman ince ve çok esnektir; içteki katman kalındır ve bu katmana plastik kıllı bir fırça görünümünü sağlayan esnek kıllardan kuruludur. Katmanların üçüncüsü olan ortadaki ise süngerimsi bir maddeden yapılmıştır. Son hızla yüzen yunus balığına etki edebilecek ani bir basınç iç katmanlara iletilerek söndürülür. Alman denizaltı mühendisleri, dört yıllık bir araştırmadan sonra bu özelliğe sahip sentetik bir kaplama yapmayı başardılar. Söz konusu kaplama iki kauçuk tabakadan oluşuyor ve tabakalar arasında yunusun deri hücrelerine benzeyen kabarcıklar bulunuyordu. Bu kaplamaların kullanıldığı denizaltıların hızlarında % 250 oranında bir artış görüldü. Böcekten Modern Tren İstasyonu: 1987 yılında Fransız politikacılar, hızlı tren TGV’nin işleyeceği hatta bulunan Lyon - Stolas İstasyonu için mimar Santiago Calatrava’yı çağırdılar. Amaçları istasyon için nasıl bir yapı düşündüklerini anlatmaktı. Bu yeni istasyon, görkemli, çarpıcı ve atılımcı nitelikler taşıyan bir simge olmalıydı. Calatrava, istekleri dinlerken önündeki bir kâğıda bir böcek resmi çizdi. İlham kaynağı bir böcek olan bu istasyon dinozor kemiği görünümündeki beton sütunlarla desteklendi. Ayrıca yapının bir böcek kabuğunda rastlanabilecek canlılıkta yeşil ve mavi renklerle aydınlatılması da ihmal edilmedi. İstasyon, Temmuz 1994’te açıldığında politikacıların tüm isteklerini karşılayan ihtişamlı bir eser ortaya çıkmıştı. 86 Suda gelişen sivrisinek larvası sahip olduğu bir nefes borusu sayesinde su üzerinden ihtiyaç duyduğu oksijeni sağlıyor. Borunun etrafındaki tüyler ise aynı şnorkelin tepesindeki tıpa gibi suyun içeri girmesini engelliyor. Böcekler ve Robot Teknolojisi: Böceklerle ilgilenen sadece mimarlar değildir. Elektronik mühendisleri de robot teknolojisini geliştirmek için böcekleri gözlemlemeyi ihmal etmezler. Böceklerin bacakları model alınarak yapılan robotlar, yere daha dengeli basmaktadır. Ayaklarının ucuna özel vantuzlar yerleştirilen böcek robotlar, sinekler gibi duvarda yürüyebilmektedir. Bir Japon firmasının böceklerden esinlenerek yaptığı robot, tavanda yürüme özelliğine sahiptir. Firma, üzerine hassas alıcılar yerleştirdiği bu robotu köprülerin alt yüzeylerini kontrol etmekte kullanmaktadır. Helikopter - Yusufçuk: Savaş araçları ve roketler üreten MBB firması, BO 105 tipi helikopteri üretirken, yusufçuğun yapısını ve uçuş stilini kendine örnek almış. Helikopter üreten Amerikan Skorsky firması da yusufçuğu doğrudan helikoptere adapte ederek yeni bir tasarım yapmıştır. Uçak Kanatları - Yusufçuk: 1930’lu yıllarda mühendisler uçakların kanatlarının uçlarını, havada oluşan akım- ların yol açtığı titreşimlerin araca zarar vermemesi için ağırlaştırmaya başladılar. 20 yıl sonra bilim adamları bu sistemin yusufçuğun kanatlarında öteden beri var olduğunu fark ettiler. Yusufçuğun kanatlarının ucunda siyah küçük hücreler yoğunlaşarak, uçak kanadının ucundaki ağırlığın görevini yapıyorlardı... Dağ Keçileri - Botlar: Dağ keçisinin toynakları sarp kayalıklarda yürümeye çok uygundur. Hatta hayvan bunlarla karda ve buzda da güvenle yürüyebilir. Dağcıların giydiği botlar ve doğada yürümek için yapılmış birçok ayakkabının tabanı, bu toynaklardan ilham alınarak hazırlanmıştır. Balinalar ve Palet: Balinalar çifte bölmeli ve geniş bir kuyruğa sahiptir. İki ayağı birleştiren paletler ise, yüzücünün suyun içinde bir balina gibi aşağıdan yukarı kıvrılarak yüzmesini sağlar. Bu, hızlı dalış için ideal bir stildir. Snorkel – Sivrisinek Larvası: Suda gelişen sivrisinek larvası sahip olduğu bir nefes borusu sayesinde su üzerinden ihtiyaç duyduğu oksijeni sağlıyor. Borunun etrafındaki tüyler ise aynı şnorkelin tepesindeki tıpa gibi suyun içeri girmesini engelliyor. Teleskop - Arı ve Petek: Arı kovanları teleskoplar için çatı modelleri oluşturuyor. Gök cisimlerinden gelen X ışınlarını çekmek için geliştirilen bir uzay teleskobunun merceği arı kovanlarından ilham alınarak, altıgen şeklindeki aynalardan üretilmiştir. Altıgen şekil aynaların kullanılmasının nedeni kayıp alanların bulunmaması ve altıgen birleşimlerinin genel yapıyı kuvvetlendirmesi. Ayrıca altıgenlerden oluşan dizilim teleskoba geniş bir görüş alanı ve yüksek kalite sağlıyor. Ne ilginçtir ki arıların gözleri de aynı bu teleskop gibi altıgenlerden oluşuyor. Hem de milyonlarca yıldan, yani yaratıldıklarından beri. 87 88 HANGİ ZİYARETE HANGİ HEDİYE RİSKSİZ BİR HEDİYE SEÇİMİ İSTİYORSANIZ SEÇİMLERİNİZ ZAMANSIZ MODEL VE RENKLERDE OLMALI. ÖYLE Kİ MODA RENKLER YERİNİ YENİ TONLARA BIRAKTIĞINDA VEYA BİRDEN HAYATIMIZIN HER ALANINA GİRİVEREN TARZLAR DEĞİŞTİĞİNDE DE HEDİYENİZİN KULLANILABİLİRLİĞİ DEVAM EDEBİLMELİ. 89 Eğer aldığınız armağan ile ilgili beğeni ya da uyum endişeniz varsa bunun en kolay ve yararlı çözümü hediye paketinin içine koyduracağınız bir değişim kartı. Böylece ne siz hediyenizin amacına ulaşıp ulaşmadığı konusunda tasalanırsınız, ne de verdiğiniz kişi beğenmediği bir şeyi kullanmak zorunda kalır. Bazen bir tanıdığın yeni aldığı evini görmeye ya da uzun zamandır görmediğimiz bir yakınımızın gönlünü almaya bazen de üzülerek de olsa hasta ziyaretine gittiğimiz olmuştur hepimizin. İşte bu ziyaretlerin en temel kurallarından biridir eli boş gitmemek. İşte o saatten sonra düşünmeye başlarız kara kara ne götürsek diye. Bu konuda ışık tutabileceğini düşündüğümüz birkaç alternatif sunalım istedik. Üstelik de size en yakın Adese mağazalarında kolayca bulabileceğiniz alternatiflerle… Yeni Evli Çifte Öncelikle belirtmekte fayda var ki henüz evlenmiş bir çifte ev hediyesi almak için alışverişe çıktıysanız işiniz biraz zor. Çünkü sıfırdan hazırlanmış bir ev olduğu için karşınızdaki neredeyse eksizsizdir. Elbette ki ilk akla gelen küçük ev aletleri almaktır ama o küçük aletlerin bırakın modelini hemen her rengi vardır yeni gelinin evinde. Aslında hem yanılgıya düşmemek hem de işe yarayacak bir hediye almak için ayıp olur diye düşünmeden sormak en güzeli. Eminiz samimi bir konuşma eşliğinde soracağınız bu soruya oldukça samimi bir yanıt alırsınız. Ancak diyelim ki eksiksiz olduğunu düşündüğünüz bir ev için hediye seçeceksiniz o zaman da görselliği kadar anlamı da hoş olan hediyeler seçmeniz tavsiyemizdir. Mesela artık her ne kadar bilgisayarlar ve telefonlar fırsat bırakmasa da bir anı albümünün yerini hala alabilmiş değiller. Telefondan saatlerce arayacakları yerde ellerini uzatıp bulabilecekleri, bakarken de sizi hatırlayacakları bir anı arşivi hediye etmiş olacaksınız böylece. Alternatifleri çoğaltmak isterseniz de liste pek de kısa sayılmaz. Böyle bir ziyaret için alabileceğiniz risksiz hediyeler bir hayli fazla. Mesela son dönemlerin gözdesi neon renklerden oluşmuş bir çerçeve seti veya çifte özel bardak, fincan setlerinden alabilirsiniz. Emin olun evde kaç tane olursa olsun bu hediyeler her zaman sevindiricidir. Hasta Ziyareti Bu konuda oldukça özenli olmanız gerekiyor. Çünkü hediye seçerken en çok dikkate edilmesi gerekenlerin başında geliyor hasta ziyaretleri. Hele ki hastayı hastanede ziyaret edecekseniz maalesef seçim alanı biraz daha daralıyor. Çünkü işin içine hastane kurallarının yanı sıra hastanın orada oluş sebebi yani hastalığı da giriyor. Bu yüzden ilk akla gelen hediye her ne kadar kolonya olsa da maalesef ki bu kolay seçim ziyaretiniz için uygun olmayabilir. Çünkü eğer hastanızın nefes darlığı şikayeti varsa bu onun için sevindirici olmaktan çıkıyor. Bu anlamda düşünülecek olursa şeker, çikolata, bisküvi gibi yiyecekler de yine fayda yerine zarar getirebilir. Bu sebepten de her halükarda hastaya bir sıkıntı vermeyecek tam tersine işine yarayacak bir hediye bulmak gerekiyor. İşte bu yararı garantili hediyelerin başında havlu geliyor. Alacağınız şık ve 90 Yeni bir işe başlamış bir yakınınıza yapılacak bir hayırlı olsun ziyareti de eli boş gitmemeniz gerekenlerden biri. yumuşak bir havlu her durumda işe yarayacaktır. Samimiyet derecenize göre eğer bu ziyaret hediyesi size az geldi ise bunu havlu yerine havlu setine dönüştürebilirsiniz. Ya da illa ki yiyecek bir şey olsun diyecek olursanız bu durumda da en sağlıklı seçim meyve olacaktır. Eğer ziyaretiniz eve olacaksa biraz önce zararlı olabileceğini söylediğimiz hediyelerin hepsi artık listenizde olabilir. Hatta daha makbul bile sayılabilir. Böylece ev sahibi de ikram telaşından kurtulmuş olur. İşte böyle durumlar için yakınlık derecenize göre bir kilo madlen çikolata veya bir tepsi su böreği ya da yine ikramlık bir tepsi tatlı götürebilirsiniz. Yeni Ev Ziyareti Yeni bir ev sahibi olmuş arkadaşınıza veya akrabanıza en iyi hediye muhakkak ki kredinin bir taksidini ödemek olur elbette. Şaka bir yana en kolay hediye seçimi yeni alınmış bir ev içindir aslında. Çünkü kendi evine sahip olmanın mutluluğu ile taşınmaktan yıpranmış, kırılmış bir çok eşyayı götürmek istemez ev sahibi. Bu yüzden de evinde olsa dahi yeni alınmış bir diğeri her zaman makbule geçecektir. Mesela mobilyalarının rengine uygun bir sehpa takımı çok hoş bir hediye olabilir. Ya da renk seçiminde daha garantici davranarak vintage bir seçim yapabilirsiniz. Şık ve gösterişli bir abajur da dostunuzun salonunu süslerken sizi hatırlatabilir. Tabii listeyi biraz daha yukarı taşımak mümkün. Yeni alınmış bu ev eğer geniş bir girişe sahipse çerçevesi zevkle seçilmiş bir ayna da ev sahibini çok memnun edebilir. Eğer bütün bu saydıklarımız maddi olarak biraz külfetli geldi ise hemen kapı girişine asılması için alabileceğiniz bir anahtar askısı hem şirin hem uygun fiyatlı bir hediye olabilir. Ya da salon masası için bir runner da bu tarz seçimler için oldukça ideal. Yeni İş Ziyareti Malum bu yeni heyecanı ve mutluluğu paylaşmak şart. Böyle durumlar için ilk akla gelen hayırlama yöntemi iş yerine gönderilecek bir çiçektir. En kolay ve zahmetsiz yol da budur. Ancak hatırlanma süresi de gönderdiğiniz çiçeklerin ömürleriyle eş zamanlıdır. O yüzden de hem daha kalıcı hem de fiyat olarak sizi çok sarsmayacak seçenekler emin olun bu süreyi eşyanın ömrü kadar uzatacaktır. Mesela yeni işi masa başı ise çalışma masası için alacağınız bir notluk veya şık bir kalemlik çok hoşa gidecek bir tercih olabilir. Eğer sürekli seyahat halinde olacağı ve araç kullanacağı bir işi olacaksa bu durum için de en güzel hediye bir telefon kulaklığı şüphesiz. Eğer daha çok prezantasyona yönelik bir işte çalışacaksa hoş bir kravat veya pastel tonlarda bir fular da listenize girmeye aday. 91 92 En Ciddi ve En Önemli Tatil Kuralı Hijyen EĞER KIYASLAMA YAPMAK GEREKİRSE DENİZ SUYU HAVUZ SUYUNA ORANLA BİR NEBZE DAHA MASUM DENEBİLİR. ÇÜNKÜ DURAĞAN VE SİRKÜLASYONU OLMAYAN HAVUZ SULARI İÇLERİNE ALDIKLARI HER MİKROBU TUTTUKLARI İÇİN DOĞRU HİJYENİK TEMİZLİK YAPILMADIĞI TAKDİRDE TABİR YERİNDEYSE BİR MİKROP YUVASI HALİNE DÖNÜŞEBİLİYOR. OYSA DENİZ SUYUNDA BU RİSK TAMAMEN OLMASA DA AZALIYOR. 93 Tatil için tercih edilen mekanlardaki hamam, sauna gibi bölümlerde eğer kişiye özel kullanılması gereken terlik, kese gibi malzemeler ortak kullanılıyorsa çok dikkatli olmalısınız. Hastalıktan uzak durmak için muhakkak bu tarz eşyaların size özel olmasına dikkat etmelisiniz. Hatta gerekirse yanınızda götürmelisiniz. İster deniz kenarında olsun ister bir dağ eteğinde tatil her halükarda caziptir. Ancak tatilin ve sonrasının bizi gittiğimize pişman etmemesi için dikkat edilmesi gereken en önemli şey ise hijyendir. Hijyenin sadece el yıkamaktan ve temiz giyinmekten ibaret olmadığını artık hepimiz biliyoruz. O yüzden de kullandığımız ürünlerden, yiyeceklerimizi yıkadığımız suya kadar her şeye dikkat ediyoruz artık. Her hangi bir hastalığa yakalanmamak adına salgın dönemlerinde maskeyle dolaşmaya varacak kadar bu konu ile ilgili titizlenenlerimiz var hatta. Ancak her ayrıntıya bu kadar dikkat ederken gelin görün ki sürekli bulunduğumuz ev, iş gibi ortamlardan uzaklaştığımızda hele ki bu ortam tatil gibi bizi rahatlatan bir özelliğe sahipse birden bire yattığımız yatağın temiz kokması hijyenik açıdan yeterliymiş gibi geliyor bize. İşte yanlış da burada başlıyor. Aslında en dikkat edilmesi gereken yerlerin başında geliyor tatil mekanları. Kastedilen elbette ki sadece mekanın temizliği değil aynı zamanda kalabalık ortamdan kaynaklanan bir takım sıkıntılar yaşanabiliyor. Eğer tatilimiz esnasında veya sonrasında kendimizin veya ailemizin hastalık sorunu yaşamasını istemiyorsak tatil sırasında alınması gereken birkaç önlem rahat bir tatil geçirmemiz için yeterli olacaktır. Dikkat edilmesi gereken ilk konulardan birisi kalacağınız otel odasının temizliği. Muhakkak ki otel görevlileri tarafından gereken temel temizlik yapılıyordur ancak hele ki daha önceden denemediğiniz bir mekan seçtiyseniz tatil için yine de tedbirli olmakta fayda var. Bu yüzden de tatil valizimizi hazırlarken rengarenk plaj havlularımızın yanına birer tane de el yüz havlusu koymalısınız. Hele ki alerjik bir yapıya sahipseniz havlu temizliği için hangi marka ve hangi ürünün kullanıldığını bilemeyeceğiniz için deterjan kaynaklı oluşabilecek alerjilere karşı önleminizi baştan almış olacaksınız. Çünkü ıslak olarak direk yüz, göz, ağız ve solunumla temas halindeki havlular maalesef ki bu sorunun başlangıç noktalarından biri. Bir diğer hastalık davetiyesi ise tatil deyince ilk aklımıza gelen yerde, deniz ve havuzdan geliyor. Bu durum için öncelikli dikkat gerektiren nokta çocuk ve büyük havuzlarının sadece yükseklik olarak değil havuz olarak da ayrı olması. Bazı işletmelerde yetişkin yüzme havuzlarının devamında derinliği çocuklara göre azaltılmış olarak yapılmış bölümler çocuk havuzu olarak kullanılıyor. İşte maalesef ki küçücük vücutlar da hastalıkların büyük bir kısmını buralardan kapıyor. Bu sebeple tatile gitmeden evvel bu tarz ayrıntılar hakkında bilgi almakta fayda var. Elbette yetişkin ve çocuk havuzlarının ayrı olması sorunu kökünden halletmiyor. Çünkü özellikle ıslak ortamda daha hızlı üreyen birçok mikrop hem çocuklar hem de büyükler için bu havuzlarda risk oluşturmaya devam ediyor. Üstelik bu risk daha fazla insanın girdiği denizde katlanarak artıyor. İşte bu sıkıntılardan olabildiğince kaçabilmek adına dikkat edilmesi gereken birkaç küçük önlem: • Denize ve havuza girerken mutlaka deniz gözlüğü kullanılmalı. Havuzlardaki aşırı klor kullanımı, tuz oranı çok yüksek denizler ve temizliği esnasında hijyen kurallarına uyulmamış sular özellikle konjoktivit ve irritasyon için çok büyük tehlike. • Denizde ve havuzda kulağınıza kaçan su, kulak ile ilgili birçok sıkıntının temel sebebi. Özellikle de suyu yeterince hijyenik olmayan deniz ve havuz suları hastalık sürecini hızlandırıp, iyileşme sürecini de uzatıyor. Su geçirmediğinden emin olduğunuz bir kulak tıkacı kullanmanız halinde ise bu riski büyük oranda ortadan kaldırabiliyorsunuz. • Havuzda ve denizde en çok dikkat edilmesi gerekenlerden biri de su yutmamak. Ağız yolu ile bulaşan bir çok hastalık bu sayede vücudumuzu kolayca esir alıyor. Üstelik de çok kısa bir sürede. • Eğer cildinizde kesik, çizik gibi tahriş olmuş bir alan varsa kesinlikle sudan çıktıktan sonra temiz, sabunlu suyla yıkanmalı ve dezenfekte edilmelidir. • Özellikle naylondan üretilmiş kıyafetler kullanılmamalıdır. Çünkü nemli ve ıslak ortamdan hoşlanan mantarlar, sürekli ıslak olarak kalan naylon giysilerden dolayı çok daha kolay ve hızlı üreyebilirler. 94 KALBİMİZİN SAKLADIĞI KÜÇÜK SIRLAR UFAK TEFEK KIRGINLIKLAR, İNCİR ÇEKİRDEĞİNİ DOLDURMAYACAK KIZGINLIKLAR, YERLİ YERSİZ HEYECANLARLA ÇOK DA YORMAMAK LAZIM DUYGULARIMIZIN CAN YOLDAŞI KALBİMİZİ. YANİ HER NE KADAR ÇOK GÜÇLÜ DURSA DA ONUN DA BİR KIRILMA NOKTASI OLDUĞUNU UNUTMAMAK LAZIM. 95 Sanılanın aksine kalp krizi geçirme oranı gelir düzeyi yüksek ülkelerde daha fazla değil. Düşük ve orta gelir düzeyindeki ülkeler yüzde seksenlik bir oranla listenin başında yer alıyor. Kalp, çoğu kez ilk telaffuzdan itibaren duygularımızla direk bağlantılı gelir çoğumuza. Hatta bu açıdan düşündüğümüz için ona bir organ demek bile tuhaf gelir bazen. Sanki içimizdeki diğer “bizden” bahseder gibi bahsederiz ondan genellikle. Bir yere kadar da haklıyız aslında. Sevindiğimizde, heyecanlandığımızda, kızdığımızda veya kırıldığımızda ruh halimize en çok ayak uyduran organımız o değil midir? Ya yerinden fırlayacakmış gibi hızlanır ritmi ya da yok olmuşçasına sessizleşir. Yani kendince eşlik eder ruh halimize. Oysa ne duygulardan ne de sadece kan pompalamaktan ibaret değildir varlık sebebi. Vücudumuzdaki tüm organların görevi elbette ki hayati anacak bir tanesi var ki olmazsa olmazların başında geliyor. Kalbimiz bu uzun hayat maratonunda bizim bilmediğimiz nelerle karşılaşıyor, mücadele ediyor. Kalp rahatsızlığı denilince muhakkak ki yanına damarı da eklemek gerekli. Bir ekip halinde çalışıp bir ekip halinde zarar görüyor çünkü vücudumuzun bu narin düzeneği. Kuralına uygun olarak söylemek gerekirse kalp ve damar hastalıkları bugün dünyada maalesef ki ölüm sebeplerinin başında yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2008 yılında 57 milyon kişi ölmüş ve tüm ölümlerin % 63’ü bulaşıcı olmayan hastalıklar sonucunda meydana gelmiş. Dünyada her 3 kişiden 2’si bulaşıcı olmayan hastalılar nedeniyle hayatını kaybetmiş. Bulaşıcı olmayan hastalıklar içerisinde ise her 3 kişiden biri ( 17.3 milyon kişi ) kalp ve damar hastalıklar nedeniyle ölmüş. Bu ölümlerin 7.3 milyonu ise kalp krizine bağlıdır. 2030 yılında bu rakamın ulaşacağı varsayılan nokta ise bir hayli can sıkıcı. Çünkü tahmin edilen bu rakam 23.3 milyon kişi. Peki rakamsal olarak bu kadar rahatsız edici olan bu hastalıktan uzak kalabilmenin yolları var mıdır? Elbette ki vardır. Üstelik de toplumsal olarak bile bu sayıları çok aşağılara çekmek mümkündür. Ancak tabii ki öncelikle nedenini doğru belirleyip çözümünü de ona göre şekillendirmek gerekir. Türkiye Halk Sağlığı Kurulunun çalışmalarına göre kalp ve damar rahatsızlıklarını tetikleyen temel risk faktörleri şöyle: y Tütün kullanımı y Kan basıncı ve kolesterol düzeyinin yüksek olması y Doğrudan bireyin yaşam tarzı ile bağlantılı etkenler y Fiziksel aktivite düzeyi ve yeme alışkanlıkları Kalp ve damar hastalıklarıyla ilgili olan diğer etkenler ise; y Aşırı kilolu olmak, y Obezite, y Diabetes mellitus, y Aşırı alkol tüketimi, y Ruhsal gerilimdir. Kalbimizin yorulmasını tetikleyen bu faktörler hayatımızda olsun ya da olmasın “herkesin doktoru önce kendisidir” cümlesinden yola çıkarak kendimizi doğru dinlemek ve risk olabileceğini hissettiğimiz bulguları derhal bir hekimle paylaşmak şart. Peki nedir bu belirtiler ve nasıl anlaşılır? y En yaygın görülen belirti ağrıdır. Kalbimizi besleyen damarların tıkanması veya daralması durumunda kalbe yeterince oksijen gidememesinden dolayı, kalp bu tepkiyi ağrı olarak verir. Ağrıyı kas ağrısından ayırt etmek içinse dikkat edilmesi gereken, heyecan ve yorulma esnasında ortaya çıkıp, dinlenildiğinde geçiyor olmasıdır. y Bilhassa yatar pozisyondayken artan nefes darlığı şikayeti oldukça mühimdir. 96 Kan basıncımızı, kan şekerimizi, kan lipidlerimizi öğrenelim. Alkol ve tütün ürünleri kullanmayalım, düzenli spor yapalım, bol sebze ve meyve tüketelim, sağlıklı beslenelim ve böylece kalp ve damar hastalığı riskinden olabildiğince uzaklaşalım. y Çoğunlukla kalp hastalığı riski olarak görünmeyen çarpıntı, yine de göz ardı edilmemesi gereken bir şikayettir. y Kalp yetersizliğinin en önemli belirtilerinden biri de ödemdir. Özellikler bacaklarda ve karında oluşan şişliklere dikkat edilmesi şarttır. y Göğüs ağrısıyla birlikte gelen terleme ve mide bulantısı halinde derhal bir hekime müracaat etmek şarttır. Aslında gözümüzü bu kadar korkutan kalbimizin bu sessiz oyununu önlemek, en azından risk oranını düşürmek elimizde. Bunun için yapılması gerekense aslında sağlıklı bir vücut için yapılması gerekenlerle aynı. Yani hem bedenimizi hem kalbimizi aynı yollarla koruyabiliriz ki bu yollar da aşılmayacak gibi değil üstelik. Sağlığımızı ve kalbimizi korumanın basit ama etkili yöntemlerini işin uzmanından öğrenmek en doğrusu muhakkak. Türkiye Halk Sağlığı Kurulu bu tavsiyeleri şöyle sıralıyor: y Sağlıklı beslenelim, y Yeterli sebze-meyve tüketelim, y Diyetimizdeki tuz, şeker ve yağ miktarını azaltalım, y Düzenli fiziksel aktivite yapalım, y Her gün en az 30 dk süreyle yapılan düzenli fiziksel aktivite kalp sağlığını sürdürmeye yardım eder, y Tütün ve tütün ürünleri kullanmayalım, y Alkol kullanmayalım, y Kardiyovasküler riskimizi öğrenelim, y Kilolu veya obez olup olmadığımızı, y Kan basıncımızı, y Kan şekerimizi ve y Kan lipidlerimizi öğrenelim, y Hekim tavsiyelerine uyalım. Kalbimiz gerçekten değerli. Çünkü onun bize yaşatacağı ufacık bir tekleme bile hayatımızın kalitesini bozabilir ve hatta yaşamımıza mal olabilir. İşte bu yüzden de öncelikle sağlıklı ve doğru yaşam kurallarına uymak şart. Ancak yine de karşılaşabileceğimiz sıkıntılı bir durum hissedersek de yapılması gereken ilk şey sakinleşmeye çalışmak ve eğer yapabiliyorsak kendimiz, aksi takdirde de ulaşabileceğimiz en yakın kişiden 112’yi aramasını istemeliyiz. Ve unutulmaması gereken en önemli şey ise hiçbir ağrıyı veya sıkıntıyı göz ardı etmemek, geçiştirmemek. 97 98 YERYÜZÜNÜN HAYRANLIK VE MERAK UYANDIRAN YAPILARI Bir ırkın gücünü gözler önüne seren Çin Seddi’nden nasıl inşa edildiği hala tartışılan piramitlere kadar ve hatta Buhara’daki Çeşme-i Eyüp kuyusuna kadar insanlığın hayretle izlediği ve birçoğunun sırrına henüz erişemediği yapılar… 99 Çin Seddinin yapılma sebebi Hun ve Türk akınlarından ülkeyi korumaktı. Ülkeden kaçışları önlemek ve imparatorluğun gücünü dünyaya göstermekti. Çin Seddi Hemen hepsinin insan elinden çıkmış olduğu gözle görünür şekilde ortada olan bir çoğunun bugünün teknolojisi ile bile tamamlanmasının çok zor ve hatta imkansız olduğu, göreni hayrete düşüren yapılar… Bundan yüzlerce hatta binlerce yıl önce yapıldığı kesinleşen bir çoğunun günümüz teknik imkanlarıyla bile mümkün olmadığı binalar, şekiller, taşlar… Gizemini hala koruyan bu yapılar her yıl on binlerce turist tarafından ziyaret ediliyor. Çin Seddi: İnşasının büyük oranda Ming Hanedanlığı döneminde tamamlandığı Çin Seddi dünyanın en uzun savunma duvarı olma özelliğiyle biliniyor. Uzunluğu 8.851,8 kilometre. Boyu bu kadar uzun olunca haliyle yapım süresi de aynı oranda uzun oluyor. Üst kısmının eni 6 metre. Ayrıca her dokuz kilometrede bir fener kulesi var. Asıl inşaat M.Ö. 221 ile M.S. 608 yılları arasında yapılmış. Ancak Milattan Önce 3. yüzyıldan Milattan Sonra 17. yüzyıla kadar uzatılma işlemi devam etmiş. Bu uzun ve büyük duvarın yapılma amacı ise Hun ve Türk akınlarından ülkeyi korumak. Ülkeden kaçışları önlemek ve imparatorluğun gücünü dünyaya göstermek de diğer yapılış nedenleri arasında. Bu büyük ve görkemli yapıyı her yıl milyonlarca insan ziyaret ediyor. Piramitler: Dünya üzerinde gizemi çözülememiş yapılar içinde herhalde hakkında en çok konuşulan yapıların başında gelir Mısır Pira- mitleri. Milattan önce 2500 yıllarına dayanır ilk piramidin tarihi. Sakkara, daha bilinen adıyla basamaklı piramit ünlü mimar İmhotep tarafından yapılmış. Adına böylesine bir şaheser dikilen isim ise Kral Djoser. Piramidin boyu 63.17 metre. Yüzden fazla piramidin bulunduğu Eski Mısır’da piramitler kral mezarı olarak yapılmış. Rivayete göre bu yapıların inşaatında çalışan işçiler, yapılışındaki sırrı bildikleri için piramitler tamamlandıktan sonra öldürülmüşler. Mimari açıdan da, teknik açıdan da bugün bile henüz taklit edilememiş olan bu ilginç yapıları aydınlatmak için araştırmalar yapıldıkça insanoğlunu hayrete düşüren yeni bilinmezler çıkmış ortaya. Mesela Gize’deki piramitlerin en büyüğü olan Keops Piramidi’nin tabanı karedir. Ancak tek ilginç olan yanı bu değildir. Bu karenin her bir köşesi doğu, batı, kuzey ve güney yönlerini neredeyse milimetrik bir şekilde tam olarak göstermektedir. Keops piramidi ile ilgili aynı zamanda bir mühendis olan yazar Yaşar Özkan makalesinde şu ilginç detaylardan bahsediyor: • Piramidin aşınmış haldeki yüksekliği 147 metre olmakla beraber, ilk halinin bu değerden bir miktar daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Bu hususu dikkate aldığımızda piramidin yüksekliği güneşin dünyaya olan uzaklığının milyarda biridir. • Piramidin dünyanın merkezine olan mesafesi ile kuzey kutbuna olan mesafesi ayrıca kuzey kutbunun da dünyanın merkezine olan mesafesi aynıdır. • Son yıllarda yapılan tespitlere göre, pira- midin bulunduğu alan dünyanın kara kütlesinin merkezinde bulunmaktadır. • Bu merkezde geçen boylam, dünyanın denizleri ile ana karalarını iki eşit parçaya bölmektedir. Yazar Özkan, bütün bu hayranlık uyandıran bilinmezlik için ise çok güzel bir sonuca varmış bile: “Yaklaşık 4500 yıl önce dünyamızın birbirinden çok uzak bölgelerinde, neredeyse hepsi de aynı anda başlayan bu teknolojik gelişmeleri ve devasa, gizemli yapıların yapılmasını bugünün maddeci bilimi ile izah etmek çok zordur. Çeşitli araştırmaların gösterdiği üzere o dönemin insanları, yerçekimi kuvvetini yok edebilme ve doğa güçlerini kullanma yeteneğine sahiptiler. Yani bilim ve inancın birlikte, birbirini dışlamadan el ele çalıştığına dair göstergeler fazlasıyla vardır.” Çeşme-i Eyüp Kuyusu: Kuyu bundan tam tamına 3700 yıl önce keşfedilmiş ve o günden beridir de esrarengiz duruşunu koruyor. Özbekistan’ın Buhara şehrindeki kuyunun Hazreti Eyüp’ün asasını yere vurmasıyla oluştuğuna inanılıyor. Bu inanışa göre anlatılan hikayeyi Araştırmacı Yazar Hasan Sevil şöyle anlatıyor: İnanışa göre Eyüp Peygamber, Buhara’yı ziyaretinde halka o günlerde nasihat etmiş. Kuraklık döneminde, yerli insanlar ondan su istemişler. Eyüp Peygamber dua etmiş ve asasını toprağa vurduğunda, kaynak suyu çıkıyor. 100 Göbekli Tepe, Şanlıurfa Piramitlerle ilgili bilmece Keops’ta da devam eder. Keops piramidinin tabanı karedir. Ancak daha ilginç olan yanı karenin her bir köşesi doğu, batı, kuzey ve güney yönlerini neredeyse milimetrik bir şekilde tam olarak göstermektedir. Böylece buradan çıkan suya, 10. yüzyılda Samaniler döneminde ilk defa kubbeli bir mekan yapılıyor. 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar sürekli inşa edilmiştir. Çok kompleks olan bu mekan sürekli yenilenmiş.” Ancak bu sırrı daha da merak edilir bir hale getiren ise Çeşme-i Eyüp’te hala su bulunuyor. Göbekli Tepe: Şanlıurfa’nın Örencik köyü yakınlarında bulunan Göbekli Tepe, dünyanın en eski tapınağı olmasıyla biliniyor. Bilim adamlarına göre neolitik çağın inanç ve hac merkezi burası. “T” şeklinde ve yuvarlak oluşturacak şekilde dizilmiş dikili taşlardan oluşuyor. Aralar duvarla örülmüş. Bulgulara dayanarak varılan tarih, yaklaşık olarak bundan 11.600 yıl öncesi. Yani Mısır Piramitlerinden 7.500 yıl daha eski. Henüz çanak çömleğin bile kullanılmadığı bu dönemde böyle bir yapının nasıl yapılmış olduğu hala gizemini koruyor. Öyle ki konu ile ilgili National Geographic araştırmacılarının yorumu “Bu dönemde yaşayan insanların bu tapınakları yapabilmesi, üç yaşında bir çocuğun elindeki oyuncak tuğlalarla Empire States’i inşa etmesine benziyor!” şeklinde. Taşların üzerinde bulunan insan, hayvan ve diğer semboller kabartma ya da oyma olarak şekillendirilmiş. T şeklindeki taşların hepsinin üzerinde insan figürleri var. Bu figürler ellerini kasıklarında birleştirmiş insan şeklinde yapılmış. Yapılış sıklığı dikkate alındığında bütün farklı şekillerin aslında bir şey anlattığı görüşünde toplanılıyor. Ancak henüz ne anlattığı ile ilgili bir bilgiye ulaşılmış değil. Tarihi demenin yeterli kalmadığı bu tapınak ile ilgili gizem bu kadarla da sınırlı değil üstelik. Büyük bir özenle ve özveri ile yapıldığı görülebilen tapınağın bilinmeyen bir sebeple yine büyük bir emek sarf edilerek ve aynı özenle inşasından 1000 yıl sonra toprak taşınarak üzeri örtülüyor. Tapınağın üzeri tamamen kapatılıyor. 1983 yılında tarlasını süren bir çiftçinin bulduğu oymalı bir taş sayesinde araştırılmaya başlanmış ve ortaya çıkarılmış Göbekli Tepe. 1996 yılında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında başlanmış kazı çalışmalarına. Bu kazılar Türk – Alman ortak çalışması şeklinde halen devam etmekte. Stonehenge: 30 adet büyük taştan meydana gelen bu ilginç topluluk, iki gruptan oluşuyor. Bunlarda ilki her biri 26 ton ağırlığında ve 3 metre uzunluğunda olan Saersen. İkinci grup olan Linteller Searsenlerin üzerine oturtulmuş. Lintellerin ağırlığı ise 6 ton. Bütün bu taşlar bir çember şeklinde dizilmişler. Milattan önce beş bin ile üç bin yılları arasında yapıldığı belirlenen taşlar gerçekten de teknik olarak kusursuz. Muntazam bir çember oluşturabilmek adına her bir taş çemberin eğimine göre şekillendirilmiş. Taşları daha da enteresan hale getiren bir diğer şey ise tutulmalara ve ekinokslara göre konumlandırılmış olmaları. Yükselen güneş taşlar arasındaki boşluklara tam olarak oturuyor. Bilim adamlarının yıllar süren çalışmaları neticesinde Stonehenge’in çevresinde bulunan taşların ya da deliklerin hepsinin döngünün içinde farklı günleri ya da yılları temsil ettiği ortaya çıkarılmış. Ancak bu iç içe çember şeklindeki dizili, 4000 yıllık dev taşlar bir çok sorunun cevabını hala saklıyorlar. 101 102 BİLMECE & BULMACA Kural: Aşağıda verilen ipuçlarına göre ilgili kutucuklara cevapları yerleştir. 2 1 6 4 3 5 1- Evimize bir arkadaşımız gelince ona söyleriz. 2- Birine karşı kusur ( hata) işlediğimizde söyleriz. 3- Dersler bitip evimize giderken öğretmenimize söyleriz. 4- Sabahleyin biriyle karşılaştığımızda ona söyleriz. 5- Çalışan birine söyleriz. 6- Birine dikkat etmesini hatırlatmak için söyleriz. 7- Bir selamlaşma sözü. 8- Birinin halini hatırını sorarken söyleriz. 8 7 103 MATEMATİK BULMACA Kural: Aşağıdaki soruların cevaplarını numarasına karşılık gelen kutucukların içine yerleştirin. 2 1 5 7 6 9 10 SOLDAN SAĞA: 1. 453+365 5. 258+369 7. 789+123 8. 159+357 9. 535+125 10. 489+354 YUKARIDAN AŞAĞI: 2. 258+456 3. 169+347 4. 147+258 6. 256+345 3 4 8 104 TARİHTEKİ ÜNLÜ MUCİTLERİ TANIYALIM James Prescott Joule James Prescott Joule. (d. 24 Aralık 1818, Manchester – ö. 11 Ekim 1889). İngiliz fizikçi Isının Mekanik Eşdeğeri Matematiksel formül: Q = c Δt m = 4.18 F Δx = 4.18 W Q = Isı (cal) c = özısı (cal/g derece santigrad) Δt = sıcaklık değişimi (derece santigrad) m = kütle (g) F = iş yapan korunumlu kuvvet (Newton) Δx = yer değiştirme (metre) W = fiziksel iş (joule) Isının mekanik iş ile olan ilişkisini keşfetti. Bu keşif, enerjinin korunumu teorisine ve oradan da termodinamiğin birinci kanununun eldesini sağladı. SI sistemindeki iş birimi joule, onun adına ithafen verilmiştir. Lord Kelvin ile mutlak sıcaklık skalasını geliştirmiştir. Bir direnç üzerinden geçen elektrik akımının ısı yaydığını bulmuştur (Joule yasası). Joule, yaptığı deneyler sonucunda, ısının mekanik eşdeğeri olarak; bir pound suyun sıcaklığını bir derece Fahrenheit arttırmak için 838 ft•lbf luk bir iş gerektiğini bulmuştur. Joule, bu sonuçları 1843’de düzenlenen “British Association for the Advancement of Science” toplantısında açıkladı fakat beklediği ilgiyi göremedi. 105 106 Bunları Biliyor musunuz? YILDIZLAR NEDEN YANIP SÖNER? Gece gökyüzüne baktığımız zaman bir çok yıldızın yanıp sönüyormuş gibi göründüğünü fark ederiz. Peki yıldızlar gerçekten de yanıp sönüyorlar mı? Aslında hayır. Yıldızların yansıyan ışığı dünyamızın atmosferinden geçerek bize ulaşır. Bu geçiş sırasında da havanın sıcaklığının değişmesinden dolayı ışığı kırılır. Böylece biz de sanki bunu yanıp sönüyorlarmış gibi görürüz. Bunun bir kanıtı olarak; yüksek dağ zirvelerine çıkıldıkça havanın incelmesinden ötürü bu yanıp sönüyormuş görüntüsü azalır. NEDEN TERLİYORUZ? Eğer bulunduğumuz ortamın veya mevsimin hava sıcaklığı çok fazla ise veya koşmak, dans etmek, spor yapmak gibi yoğun bir fiziksel aktivite yapıyorsak terlememiz çok normaldir. Çünkü bu sayede vücut ısımız dengelenir ve korunmaya alınmış olur. Bu görevi yerine getirmek üzere vücudumuzda iki milyon civarında ter bezi bulunur. Terleme bizim isteğimiz veya kontrolümüz dışında oluşan bir metabolizma olayıdır. Ayrıca tıpkı aşırı fiziksel aktivitede olduğu gibi utanmak, heyecanlanmak, korkmak gibi duygusal değişiklikler de terlememize neden olur. Aslında kokusuz olan ter, özellikle koltuk altı gibi nemli ve daha sıcak yerlerde daha fazla üreyebilen bakteriler nedeni ile koku yapar. VENÜS NEDEN FARKLI BİR GEZEGENDİR? Venüs, Güneş sisteminin en farklı gezegenidir. Çünkü bir çok özelliği açısından diğerleriyle zıtlıklar yaşar. Mesela diğer bütün gezegenler batıdan doğuya doğru dönerken Venüs, doğudan batıya doğru döner. Yani güneş Venüs’te batıdan doğar. Ayrıca kendi etrafındaki dönüşünü tam 243 günde tamamlayan Venüs güneş etrafındaki turunu ise 224 günde bitirir. Bu da bu gezegende bir günün bizim bir yılımızdan uzun olduğu anlamına gelir. 107 108 LABİRENT BULMACA Yengecin yemeğine ulaşmasına yardım eder misin? 109 109 110 kitap Bir Keloğlan Bir de Eşeği Selamlar ki, şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette onadır. Hasretler Koray Avcı Çakman CAN YAYINLARI Gökten üç elma düşmüş. Bu kitaptaki masallar bilmediğimiz diyarlardan bilmediğimiz zamanlardan sesleniyor bizlere. Her masalda olduğu gibi bu kitaptaki masallarda da iyilerle kötüler bir araya geliyor, adalet yerini buluyor. Barika Yavuz Sultan Selim’in Şiirlerinden Seçmeler Filiz Kalyon BERİKAN YAYINEVİ “Behr-i cem’iyyet-i dilhâst perîşânî-i mâ” Bizim perişanlığımız gönüllerin cem’iyyeti içündür. “Yek dem ki be-guzered be-hoşî bih zi-omr-i Nûh” Hoşlukla geçen bir nefes, ‘ömr-i Nuh’dan kıymetlidir. “Tıflân-ı şehr mujde ki dîvâne mîresed” Ey şehir çocukları! Müjdeler olsun ki deli geliyor. Bir sultanın gönül ışıltılarının günümüze yansıması şeklinde tarif edilebilen “Bârika” Yavuz Sultan Selim şiirlerinin Şeyh Vasfî tarafından meydana getirilen bir güldestesidir. Şiirin Doğası Şener Aksu AYDİLİ SANAT YAYINLARI Şiirin doğasıyla ilgili ne varsa bu kitapta da var. Herkesin şiir yazacağını savunan yazar, bir yandan şiirin doğasını apaçık ortaya sererken, bir yandan da şiir yazmak isteyenlere çalışma yöntemleri sunuyor. Okur, hem şiir estetiğinin ilkelerini, hem de dize oluşturma tekniklerini, yazarın deneyimleriyle örneklenen bu anlatıda bulabilir ve isterse kendi şiirini yazabilir. 111 112 sinema Hayatımın Şarkısı La famille Bélier (Belier Family) Gösterim Tarihi:19 Haziran 2015 Paula ailenin tek işiten üyesi olarak, neredeyse her gün sağır anne babası ile kardeşinin mecburi çevirmenliğini yapmaktadır. Yaklaşan yerel seçimlerde belediye başkanlığına adaylığını koyan babası, Paula’ya daha çok ihtiyaç duyar. O sırada müzik öğretmeni şarkı yarışmasına katılması için Paula’yı teşvik eder. Paula ailesine destek olmakla hayallerinin peşinden gitmek arasında kalır. Inside Out Ters Yüz Gösterim Tarihi: 19 Haziran 2015 Babası, San Francisco’da yeni bir işe başlayınca Orta-Batı’daki hayatından kopmak zorunda kalan Riley de hepimiz gibi duyguları ile hareket eden bir kızdır. Neşe, korku, öfke… Bu duygular, Riley’nin zihninin içinde ana merkezde yaşar ve ona günlük hayatında tavsiyeler verirler. Riley ve duyguları San Francisco’da yeni bir hayata alışmak için çabalarken ana merkezde kargaşa baş gösterir. Neşenin, Riley’nin en önemli duygusu olmasına ve her şeyi pozitif tutmaya çalışmasına rağmen, diğer duygular yeni bir şehre, eve ve okula uyum sağlama konusunda birbirleriyle çelişir. Pan Gösterim Tarihi: 17 Temmuz 2015 Yeni bir Peter Pan uyarlaması: Kara Sakal sürprizi bizi ters köşeye yatıracak gibi... Hugh Jackman’in canlandırdığı bu çekici karakter, Amanda Seyfried, Rooney Mara ve Garreth Hedlund’dan beslenen Var Olmayan Ülke’ye acaba neler katacak? 113 Müzik Ahvâl Enstrumental Müzik ve Klasik Türk Müziği tarzında Arşivlik Yapımlarla, Geleneksel Türk Müziğinin uluslararası boyutta tanıtılması amacı ile alanında uzman olan Üstad Sanatçılar ile Sanat adına bir birinden güzel çalışmalara imza atan Çetiner Müzik Yapım, udu ve mızrabı ile Sanat Camiasında kendini kanıtlamış Üstad Udi Mithat Çömlekçinin ilk albümü “Ahvâl” isimli Ud Taksimleri albümünü sanatseverlerin arşivlerine sundu. Albümde “Hüseyni Taksim, Muhayyer Sümbüle Taksim, Hicaz Taksim, Nihâvend Taksim, Şevkefzâ Taksim, Evcârâ Taksim, EvçTaksim, Sultâniyegâh Taksim, Kürdîlihicazkâr Taksim, Mâhur Taksim, Hicazkâr Taksim” gibi 11 ayrı Taksim, Hicazkâr Saz Eseri (Nuri Halil Poyraz) ve Nihâvend Saz Semâisi (Mesud Cemil Bey) bulunuyor. Hanedan Günümüzde dijital müziğin yoğunlaşması neticesinde kulakların hasret kaldığı akustik tınılara bu albümde kavuşacaksınız. Birbirinden lezzetli 10 değişik eserin yer aldığı Hanedan isimli bu albümdeki bütün besteler Reşat Şenyaylar imzası taşıyor. Müzisyenliği birçok müzik çevreleri tarafından bilinen usta ismin, besteci yönü olduğu da bu yapıtla birlikte ortaya çıkmış oldu. Sefahat’tan Şarkılar Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un bestelenmiş şiirlerinden oluşan “Safahat’tan Şarkılar” albümü, Akustik Müzik etiketiyle CD raflarındaki yerini alıyor. Safahattan Şarkılar CD’si, edebiyatımıza milli marşımızın yanında ölümsüz eserler kazandıran büyük vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un, Safahat isimli eserinde yer alan onbir şiirinin bestelerinden oluşuyor. 114 114 reyondakiler Biscolata Tria ve Biscolata Minis Türkiye’nin yenilikçi bisküvi markası Biscolata, Tria ve Minis ile müşterilerine yepyeni tatlar sunmaya devam ediyor. Kendini özel hissetmek ve farklı tatlar denemek isteyenler Biscolata Tria’nın incecik çıtır yaprakları arasındaki nefis kreması ve enfes çikolatasıyla yeni bir lezzet dünyasına adım atacak. Biscolata Tria, müşterilerine 100 gramlık paketlerde fındıklı ve hindistan cevizli olmak üzere iki çeşit ürün sunuyor. Biscolata’nın müşterileri ile buluşturduğu bir diğer yeni ürün ise Minis. Çıtır gofretinin üzerine dökülmüş çikolatasıyla özel bir tada dönüşen Minis, 117 gramlık paketi ve içerisindeki 18 adet gofretiyle özel bir lezzet arayınların vazgeçilmezi olacak. Cappy Geleneksel Hoşaf Türkiye’nin en çok tercih edilen meyve suyu markalarından biri olan Cappy, Geleneksel Seri ile geçmişin unutulmaz tatlarını sofralarımıza kazandırıyor. Cappy, yemeklerimizde ve yemek sonrası ikramlarda apayrı bir yeri olan hoşafı, üzümlü ve kuru erik meyveli içeriğiyle lezzet severlerle buluşturuyor. Geleneksel tatları modern bir yorumla yeniden sofralarımıza getiren Cappy, Geleneksel Hoşaf lezzetini 1 litrelik pet şişe ambalajında müşterilerinin beğenisine sunuyor. Elidor Doğanın Enerjisi Elidor, Angelica ve Ginseng bitkisinin içerdiği özel mineral ve vitaminlerle saçları besleyen Doğanın Enerjisi serisi ile raflardaki yerini aldı. Elidor’un zayıf saç uçlarını sararak kırılmaları %80’e kadar azaltan şampuanı, besleyici bakım kremi ile birlikte kullanıldığında saçların doğal canlılığını geri kazandırarak kuru saç uçlarını 5 kata kadar daha güçlü hale getiriyor. Pakmaya Parça Çikolatalar Fırın ve pastanelerde üretilen ürünlerin vazgeçilmezi olan Pakmaya, evde üretilen ve tüketilen unlu mamuller, tatlılar ve pastaların da lezzetine lezzet katmaya devam ediyor. Çikolata kategorisindeki yenilikçi adımlarıyla ürün kategorisini çeşitlendiren Pakmaya; Bitter Parça Çikolata, Sütlü Parça Çikolata, Bitter Kurabiye Çikolatası, Sütlü Kurabiye Çikolatası ile raflardaki yerini aldı. 115 116