Ramazan ve Gelenekleri Bir Yudum Serinlik

Transkript

Ramazan ve Gelenekleri Bir Yudum Serinlik
aile
dostu
ALIŞVERİŞ VE YAŞAM KÜLTÜRÜ DERGİSİ
Sayı 101
YAZ 2015
FİYATI 1,5 TL
1
EGE
RÜZGARININ
PEŞİNDE
Yaz Sıcaklarına
Bir Yudum
Serinlik
Ruhumuzu Doyuran Açlık
Ramazan ve
Gelenekleri
Röportaj
Bekir Develi
CAHİDE SULTAN’IN
BİRBİRİNDEN
LEZİZ YEMEK
TARİFLERİYLE
YİNE DOPDOLU!
Dede Korkut Hikayeleri:
Uzun Yaz Gecelerinin
En Huzurlu
Eğlenceleri
2
4
içindekiler
101
Sayı
20
YAZ 2015
36
İmtiyaz Sahibi
Yeşilimsi Yayıncılık
Ltd. Şti. Adına Tekin Güner
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tekin Güner
Editör
Gülsün Kurt Öney
30
Yaz Sıcaklarına
Bir Yudum Serinlik
Sağlıkla Başlayıp
Sağlıkla Biten
Ramazanlar Olsun
Ege Rüzgarının
Peşinde
Sanat Danışmanı
R. Yeşim Güner
YAPIM
GREENS DESIGN
56
Yayın Kurulu
Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı
Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ,
Salih Yılmaz,
Lider Anaç, Yıldız Liva,
Yönetim Yeri
Ankara Dünya Ticaret Merkezi
Tahran Caddesi No: 30 Kat: 2 / 202
Kavaklıdere / Çankaya - Ankara
Tel: 0 312 427 20 93 - 94
Faks: 0 312 427 14 05
www.greenstasarim.com
Baskı
Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Bahçekapı Mah. 2477. Sok.
No: 6 Şaşmaz/ ANKARA
Tel: 0312 278 82 00
Baskı Tarihi 27 Haziran 2015
Aylık yerel süreli yayındır. ISSN 1306-1739
[email protected]
[email protected]
Reklam Rezervasyon
Halil Arslanpınar
[email protected]
Peru
Kıyı Çölünün
Kızılderilileri
Bekir Develi
Röportajı
42
78
82
Doğadan Esinlenerek
Gelişen Teknoloji
Hacı
Bayramı Veli
Akşemseddin’in
İlmi Büyük
Hocası
5
içindekiler
Gülsün KURT ÖNEY
“Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
•
•
•
Şiir yazma hastalığım;
Hep böyle havalarda nüksetti.
Beni bu güzel havalar mahvetti.”
Aslında üzerine söylenecek hiçbir söz bırakmadan ne güzel
de anlatmış Orhan Veli. Hayatın rutin koşturmacasının içinde
başımızı gökyüzüne kaldırdığımızda yüzümüze vuran güneş,
yaz yağmurlarıyla ıslanıp mis gibi kokan toprak, cıvıl cıvıl
kalabalık seslerinin kanımızı harekete geçiren coşkusu… Ne
mübarek mevsimsin sen “Yaz”.
Ne bahar yorgunluğu, ne kapalı havaların miskinliği kalır
güneş bütün cömertliği ile üzerimizdeyken. Canlanmışken
bütün doğa ve yeşil bütün tonlarını aynı anda sunarken… Ne
güzel mevsimsin sen “Yaz”. Radyolardan yükselen müzik,
gökkuşağı gibi donanmış sokaklar, mutlu olmak için bahane
değil de nedir?
Haksız mı şair? Böyle havalarda şiir yazılmaz da içimize dolan
bu mutluluk bu coşku nasıl ifade edilir?
6
bizden haberler
Adese’de Açılışlar Hız Kesmiyor
YENİ MAĞAZA AÇILIŞLARINA TÜM HIZIYLA DEVAM EDEN ADESE; İŞGALAMAN, HİCAZ VE ŞENTEPE MAĞAZALARINI
MÜŞTERİLERİNİN HİZMETİNE SUNARAK TOPLAM MAĞAZA SAYISINI 143’E YÜKSELTTİ.
İttifak Holding’in ulusal perakende markası
Adese, yeni şubeler açarak mağaza ağını
genişletmeyi sürdürüyor. Mağaza açılışlarına 2015 yılında da hız kesmeden devam
eden Adese; İşgalaman, Hicaz ve Şentepe
mağazalarında düzenlediği törenle müşterilerine kapılarını açtı.
Adese’nin yeni mağazalarıyla büyümeyi
sürdürdüğünü ifade eden Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Sürdürülebilir ve verimli
büyüme stratejimiz doğrultusunda mağaza
ağımızı genişletmeye devam ediyoruz. Biz
tüm mağazalarımızda müşterilerimizin
gönül rahatlığıyla alışveriş yapabilecekleri
bir ortam sunuyoruz. İşgalaman, Hicaz ve
Şentepe Adese mağazalarımızda da müşterilerimize keyifli alışveriş deneyimi yaşatacağız” dedi.
İşgalaman, Hicaz ve Şentepe Adese Mağazalarına Yoğun İlgi
Müşterilerin yoğun katılımıyla açılan İşgalaman Adese; gıdadan temizliğe, kozmetikten oyuncağa ve züccaciyeden ev tekstiline
kadar birçok ürün çeşidiyle 655 metrekare
alanda 3 kasa ve 16 personeliyle 365 gün
hesaplı ve kaliteli alışverişin keyfini yaşatacak.
Tüm mağazalarında olduğu gibi Hicaz mağazasında da modern bir alışveriş ortamı
sunan Adese; müşterilerine 305 metrekarelik bir alanda 2 kasa, 14 çalışan ve 5 bin
ürün çeşidiyle hizmet veriyor.
Şentepe mağazasıyla Ankara’daki şube
sayısını ona yükselten Adese; gıda, şarküteri, unlu mamuller, temizlik, kozmetik ve
züccaciye reyonlarında 4 bin farklı ürünle
hizmet verirken müşterilerine keyifli bir
alışveriş deneyimi yaşatıyor.
7
8
İttifak Holding’e “Konya Ekonomi Ödülleri”nde İhracat, İSO
İkinci 500 ve İstihdam kategorilerinde Ödül
İttifak Holding, “Konya Ekonomi Ödülleri”nde Üç Ödül Aldı
İTTİFAK HOLDİNG; KTO, KSO, VERGİ DAİRESİ VE SGK İL MÜDÜRLÜĞÜ’NÜN ORTAKLAŞA DÜZENLEDİĞİ “KONYA
EKONOMİ ÖDÜLLERİ”NDE ÜÇ ÖDÜLE BİRDEN LAYIK GÖRÜLDÜ.
DEDEMAN’DA GERÇEKLEŞTİRİLEN ÖDÜL TÖRENİNDE İTTİFAK HOLDİNG’İN İŞTİRAKLERİNDEN SELVA GIDA, İHRACAT
VE İSO İKİNCİ 500 KATEGORİLERİNDE, ADESE DE İSTİHDAM KATEGORİSİNDE ÖDÜL ALDI.
İttifak Holding iştiraklerinin başarıları,
Konya’nın başarılı ve en büyük şirketlerinin belirlendiği Ekonomi Ödülleri gecesinde Konya ve Türkiye ekonomisinin köklü
kuruluşları tarafından tescil edildi. Konya
Sanayi Odası, Konya Ticaret Odası, Konya Ticaret Borsası, Konya Vergi Dairesi ve
SGK İl Müdürlüğü’nün ortaklaşa düzenlediği “Konya Ekonomi Ödülleri 2014”ün
ödül töreni, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan’ın katılımı ile
gerçekleştirildi. Birlikte Konya’yız sloganı
ile gerçekleştirilen ve Konya protokolü ile
iş dünyasını bir araya getiren ödül töreninde yapılan konuşmalarda birlik beraberliğe
vurgu yapılırken 2023 vizyonu ve Konya için
gerçekleştirilmesi planlanan projelerden
bahsedildi. Konuşmaların ardından ödül
almaya hak kazanan başarılı kurumların
temsilcilerine protokol üyeleri tarafından
ödülleri verildi.
İttifak Holding’in gıda sektöründe faaliyet
gösteren markası Selva Gıda’nın, ihracat
kategorisi ödülünü, İttifak Holding Yönetim
Kurulu Başkan Vekili Tahir Atila, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan’ın elinden alırken, İSO ikinci 500
kategorilerindeki ödülünü de Selva Gıda
Genel Müdürü Özkan Koyuncu, Konya Valisi Muammer Erol’un elinden aldı. İttifak
Holding’in perakende sektöründe bulunan
markası Adese’nin istihdam kategorisindeki ödülünü ise Adese Genel Müdürü Sıtkı
Erben, Ak Parti Konya Milletvekili Mustafa
Kabakçı’nın elinden aldı.
Adese, “Hızlı Terazi”
Uygulamasını Hayata Geçirdi
TÜRKİYE’NİN YENİLİKÇİ PERAKENDE MARKASI ADESE, HIZLI KASA TEKNOLOJİSİNDEN SONRA “HIZLI TERAZİ”
UYGULAMASINI DA MÜŞTERİLERİNİN HİZMETİNE SUNDU.
yen müşteriler Hızlı Terazi Asistanı’ndan da
yardım alabiliyor.
İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, yenilikçi uygulamalarla müşterilerinin alışverişlerini kolaylaştırmaya
devam ediyor. Son olarak, müşterilerini
dünya standartlarında bir uygulama olan
Hızla Kasa teknolojisiyle buluşturan Adese,
şimdi de “Hızlı Terazi” uygulamasını hayata
geçirdi.
Adese, “Hızlı Terazi” ismini verdiği yeni
teknolojisiyle manav reyonundan alışveriş
yapan müşterilerinin meyve ve sebzelerini
kendilerinin tartmasına olanak sağlıyor.
Hızlı terazide bulunan kamera, teraziye
yerleştirilen ürünleri otomatik olarak algılayıp tartarak barkodlu etiketin çıktısını
veriyor. Kulesite Adese mağazasında müşterilere sunulan bu yeni uygulamada dile-
Hızlı Terazi uygulamasıyla müşterilerine
yeni bir alışveriş deneyimi sunduklarını ifade eden Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben;
“Yenilikçi uygulamalarımızla müşterilerimiz alışverişlerini daha kolay bir şekilde tamamlıyor. Daha önce sunduğumuz
hızlı kasa teknolojisiyle müşterilerimizin
alışverişte geçirdikleri zamanı daha etkin
kullanmasını sağlamıştık. Hızlı terazi uygulamamızla da manav reyonundan alışveriş
yapan müşterilerimiz bu terazileri kullanarak meyve ve sebzeleri kolaylıkla tartıp
alışverişlerine devam edebilecek. Önümüzdeki dönemde de müşterilerimizin alışverişlerini kolaylaştıracak teknolojileri takip
ederek dünya standartlarında uygulamalar
gerçekleştirmeyi sürdüreceğiz” dedi.
9
10
bizden haberler
Adese’den TÜBİTAK Destekli Tulumba Tatlısı
UNLU MAMÜLLER ALANINDAKİ İHTİYAÇLARINI KENDİ MARKASI OLAN RESTORE İLE KARŞILAYAN ADESE, TULUMBAYI
DAHA SAĞLIKLI HALE GETİRECEK VE ÜRETİM SÜREÇLERİNİ DAHA VERİMLİ KILACAK TÜBİTAK DESTEKLİ PROJESİNDE
SONA GELDİ. FAALİYET GÖSTERDİĞİ GIDA PERAKENDECİLİĞİ SEKTÖRÜNDE ODAKLANDIĞI FARKLILAŞMA ALANLARI
İLE DİKKATLERİ ÜZERİNE ÇEKEN ADESE, BU SEFER DE SOFRALARIMIZIN ÖNEMLİ VE VAZGEÇİLMEZ TATLARI
ARASINDA YER ALAN TULUMBA TATLISI ÜRETİMİNE YENİ BİR BOYUT KAZANDIRIYOR.
Tulumba tatlısı üretiminde bilinen tüm
üretim yöntemlerine devrim niteliğinde bir
yenilik getireceklerini ifade eden Adese’nin
unlu mamüller markası Restore’nin İşletme Müdürü Celal Ertan, “Tulumba deyip
geçmeyin. Tulumba tatlısı, üretim süreçleri
son derece kontrollü yürütülmesi gereken
hassas bir ürün. Örneğin kızartmada kullanılan yağın fazla kullanılması tulumbadaki
kanserojen madde oranını artırıyor. Diğer
taraftan; göz kararı ve el yordamı ile yoğrularak eski usul makinelerde işlenen ve
yağ kazanlarında kızartılarak üretilen tulumbada bir standart olmuyor. Kimi uzun,
kimi kısa, kimi daha renkli, kimi sert, kimi
yumuşak gibi… Biz, yaptığımız Ar-Ge çalışmaları neticesinde yeni bir üretim sistemi
geliştirdik. Yağın sıcaklığını otomatik olarak ayarlayarak optimal değerlerde tutabiliyoruz. Bu, ürünü bilinen yöntemlere göre
çok daha sağlıklı hale getiriyor. Yeni üretim
yöntemimizle tulumba tatlısının tat, ebat
ve kalitesinde de bir standart yakalamış
oluyoruz. İlk üretilen ürün de son üretilen
ürün de aynı, arasında bir fark olmuyor. Ayrıca, kesinlikle genzi yakmayan, mideyi rahatsız etmeyen ve dışı çıtır çıtır olan kaliteli
bir ürün ortaya koyuyoruz” dedi.
Gıda güvenliği ve hijyeni hassas bir konu
Gıda güvenliği ve hijyeni konusunda son derece hassas olduklarını vurgulayan Restore
İşletme Müdürü Celal Ertan, “Gıda konusunda birçok marka hassas olduğunu dile
getirir. Ancak, söylemek yetmez, önemli
olan yapmak.” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz uygulamada da bunu gösterebilen ender markalardan birisiyiz. Kaliteden
taviz vermeme anlayışımız, Ar-Ge çalışmalarımızın katalizörü konumunda. Bu anlayışın bir yansıması olarak da gerektiğinde
üretim süreçlerimizi yeniden ele alıyoruz.
Bu bağlamda tulumba tatlısı üretimine ilişkin bir süredir yürüttüğümüz Ar-Ge çalış-
malarımız TÜBİTAK’ın onayından geçerek
uygulama aşamasına geldi. Aldığımız onay
çerçevesinde geliştirdiğimiz yeni makine ve
ekipmanlarla sektöre yön veren bir yeniliğe
daha imza atmış olacağız.”
Evimize almayacağımız bir ürünü müşterilerimize de asla sunmuyoruz
Ertan, “Adese çalışanları olarak, evimize
almayacağımız bir ürünü müşterilerimize
de asla sunmuyoruz. Bu bağlamda; tulumba üretiminde geliştirdiğimiz sistemle tulumba tatlısının standartlarını yükselterek
daha sağlıklı ve kaliteli hale getiriyoruz.Ayrıca, üretim sürecinde tükettiğimiz enerjiden de tasarruf edebiliyoruz. Bizi bu sürece
yönlendiren nedenleri de, Adese’nin kalite
anlayışı ve son dönemde sağlıklı ürünlere yönelik ilgilinin daha da artması olarak
özetleyebiliriz.” diye konuştu.
11
12
Adese, Tüm Çalışanları Adına Fidan Dikti
İTTİFAK HOLDİNG’İN ULUSAL PERAKENDE MARKASI ADESE, ÇALIŞANLARI İLE AYLIK BORDROLARINI E-POSTA
ÜZERİNDEN PAYLAŞARAK KÂĞIT KULLANIMINI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE AZALTTI. ADESE, E-BORDRO SAYESİNDE KÂĞIT
TASARRUFU SAĞLARKEN, TÜM ÇALIŞANLARI İÇİN DE FİDAN DİKİMİ GERÇEKLEŞTİRDİ.
Adese, e-bordroya geçerek kurumsal sosyal sorumluluk kapsamında gerçekleştirdiği projelerine bir yenisini daha ekledi. Daha
önce doğada çözünebilen alışveriş poşeti
kullanımına geçen, atık yağ ve kullanılmış
kâğıtlarda lisanslı şirketlerle anlaşarak
bunların geri dönüşümünü sağlayan ve mağaza modernizasyonları kapsamında Doğa
Dostu Verimli Market Projesi’ni tamamlayan Adese, son olarak bordroları online ortama taşıdı.
Bordroları mail ortamında çalışanlarına
ileten Adese, kâğıt tasarrufu sayesinde
ağaç dikim sezonunun açılmasının ardından tüm çalışanları adına fidan dikti. Etkin-
lik, Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben, Adese
Genel Müdür Yardımcıları, Birim Müdürleri
ve Adese çalışanları ile Orman Bölge Müdürlüğü Ağaçlandırma ve Silvikültür Şube
Müdürü Rıza Güleç’in katılımıyla gerçekleşti. Adese, e- bordro sistemi kapsamında
ilk kez bu yıl gerçekleştirdiği fidan dikimini
geleneksel hale getirerek, önümüzdeki yıllarda da kâğıt tasarrufundan elde edilecek
gelirlerle fidan dikmeye devam edecek.
Adese’nin kurumsal sosyal sorumluluk
çerçevesinde doğayı korumaya yönelik
önemli projeler geliştirdiğini ifade eden
Adese Genel Müdürü Sıtkı Erben; “Biz,
kurumsal sosyal sorumluluk anlayışımız
gereğince çevremize ve doğamıza özenle yaklaşıyoruz. Bu kapsamda geçtiğimiz
dönemlerde e-bordro sistemine geçerek
kâğıt kullanımını minimize etmeyi amaçladık ve bunu da başardık. Çalışanlarımıza
bordrolarını artık online ortamda mail yoluyla gönderiyoruz. Böylece önemli miktarda ağacın kesilmesinin önüne geçerek
doğanın korunmasına katkı sağlıyor, ayrıca
tüm çalışanlarımız adına da fidan dikiyoruz.
Bu yıl ilkini gerçekleştirdiğimiz fidan dikimine önümüzdeki yıllarda da devam ederek
ülkemize ve milletimize katkıda bulunmayı
sürdüreceğiz” dedi
200 Okulun 12 Bin 200 Spor Malzemesi
Adese’den...
ADESE, PROCTER&GAMBLE İŞBİRLİĞİ İLE HAYATA GEÇİRDİĞİ “OKULA DESTEK” KAMPANYASIYLA 200 OKULA 12 BİN
200 ADET SPOR MALZEMESİ YARDIMINDA BULUNDU.
12.200 spor malzemesi hediye etti.
İttifak Holding’in ulusal perakende markası Adese, eğitime destek amacıyla gerçekleştirdiği kurumsal sosyal sorumluluk
projelerine devam ediyor. Adese ve P&G
işbirliğiyle bu yıl ikincisi düzenlenen “Okula
Destek” kampanyası çerçevesinde P&G’nin
seçili ürünlerinden alan Adese müşterileri, yaptıkları her alışverişte okullara spor
malzemesi alımına destek oldu. Konya’da
110, Ankara’da 35, Afyon ve Isparta’da 10’ar
Bolu’da 20, Aksaray, Karaman ve Mersin’de
5’er adet olmak üzere mağazalarının bulunduğu tüm il ve ilçelerde toplam 200
okula yardımda bulunan Adese; basketbol
topundan futbol topuna, voleybol topundan
tenis topu ve tenis raketine kadar toplam
Adese’nin eğitim ve çevre başta olmak üzere birçok alanda sosyal sorumluluk projesi
gerçekleştirdiğini ifade eden Adese Genel
Müdürü Sıtkı Erben; “Eğitim, ülkemizin
her zaman en önemli konularından birini
oluşturmaktadır. Spor ve spor eğitimi üzerine de daha fazla eğilmemiz gerektiğine
inanıyoruz. Spor, çocuklarımıza daha okul
çağında, özellikle de ilkokul döneminde kazandırılması gereken bir alışkanlık. Biz de
bu bilinçle okullarımızın spor faaliyetlerine
destek olabilmek amacıyla P&G işbirliğiyle
bu yıl ikincisini gerçekleştirdiğimiz kampanya sonucunda toplam 200 okula 12 bin
200 spor malzemesi yardımında bulunduk.
Bu kampanyada bize destek veren başta
Adese müşterileri ve Procter&Gamble’a
teşekkür ediyorum” dedi.
13
14
Cahide Sultan’dan İftar ve Sahur Sofralarına
Özel Tarifler
www. cahidejibek. com
Bulgur
Köfteli Tavuk
Yahnisi
(6 Kişilik)
Malzemeler
Köftesi için
• 1 su bardağı ince bulgur (simit,
esmer değil, sarı bulgur olacak)
• 1.5 su bardağı ılık su (ıslatmak
için)
• Yarım su bardağından bir parmak
fazla un
• Tuz
Malzemeler
• Yarım çay bardağı zeytinyağı
• 20 adet arpacık soğanı
• 2 adet tavuk göğsü
• 1 yemek kaşığı salça (Domates
biber karışık)
• 5 bardak su
• Tuz
• Arzuya göre: 1 küçük kase
haşlanmış nohut.
Üzeri için: 1 yemek kaşığı tereyağı
Hazırlanışı
• Önce köfteleri hazırlayın.
• Bulguru yoğurma kabına alın. Ilık suyu döküp karıştırın. Üzerini örtüp şişene kadar
yaklaşık 1 saat bekletin bekleme süresi sonunda un ve yağı beraber karıştırın. Azar
azar su ilavesiyle 10 dakika kadar yoğurun.
• Kıvamının olup olmadığını anlamak için bir parça alıp avucunuzun içinde yuvarlayın.
Rahat yuvarlanıyorsa kıvamı olmuş demektir. Bütün hamuru küçük köfteler halinde
hazırlayın. Üzerini örtüp bir kenarda bekletin.
• Diğer tarafta arpacık soğanları soyup tencereye alın zeytinyağını ekleyin. Orta ateşte
karıştırarak soğanları soteleyin kuşbaşı şeklinde doğranmış tavuk etlerini ilave edin.
• Etler hafif pembeleşince salçayı ekleyin. Sıcak suyu ilave edip kaynamaya bırakın.
Kaynamaya başladıktan sonra kapağını kapatıp kısık ateşte 15 dakika kadar pişirin,
hazırladığınız köfteleri ilave edin, arzuya göre bu esnada nohudu da ekleyin. Yeniden
kapağını kapatıp 10 dakika daha pişirin.
• Köftelerin pişip pişmediğini anlamak için bir tane alıp yiyin. Hamur kıvamında
değilse yani dişinize yapışmıyorsa pişmiş demektir. Suyu az gelirse biraz sıcak su ilave
edebilirsiniz.
• Diğer tarafta tavaya tereyağını alıp eritin 1 tatlı kaşığı nane ilave edin nanenin rengi
çıkana kadar kızartın naneli yağı yemeğin üzerine gezdirin servis esnasında tabakların
üzerine gezdirebilirsiniz.
15
16
Şehriyeli
Domates
Çorbası
(8 kişilik)
Malzemeler
• 1 kg domates
• 1 çay bardağı tel şehriye
• 2 tepeli yemek kaşığı un
• 2 su bardağı et suyu
• Yeteri kadar içme suyu
• 1 küçük çay bardağı süt
• 1 yemek kaşığı tereyağı
• 3 yemek kaşığı zeytinyağı
• 1 diş sarmısak
• Arzuya göre kişniş, nane veya
doğranmış maydanoz
• Tuz
Hazırlanışı
• Domatesleri ikiye bölüp baş kısımlarını bıçakla alın. Yapışmaz tavaya çok az yağ
ekleyip, harlı ateşte domatesleri arkalı önlü kızartın.
• Bir tencereye alıp üzerine çıkana kadar su ekleyin ve pişmeye bırakın. Pişen
domatesleri blenderdan geçirin. Eğer çekirdekleri sizi rahatsız ediyorsa süzgeçten
geçirin.
• Ayrı bir tencerede ve yağı beraber tencereye alın.
• Un hafif pembeleşene kadar kavurun.
• Domatesi, ezilmiş 1 diş sarmısağı ve et suyunu ekleyip hızlı bir şekilde kaynayana
kadar karıştırın. (unun topaklanmaması için önce bir bardak soğuk su koyarak
tel çırpıcıyla çırpın sonra sıcak domates püresini ekleyin yoksa un sıcak püreyle
birleşince topaklaşabilir)
• Kaynara çıktıktan sonra normal çorba kıvamına gelene kadar kaynar su ilave edin.
Bu esnada şehriyeyi ekleyin.
• 6-7 dakika kadar kaynatmaya devam edin.
• Sütünü ilave edip, bir taşım daha kaynatın.
• Kişniş, kuru nane veya maydanoz ekleyip lezzetini artırabilirsiniz.
• Afiyet şifa olsun.
NOT: Arpa şehriye kullanmak isterseniz bu yöntemle yumuşaması zor olur. Önce
biraz suyla şehriyeyi haşlayıp sonra çorbaya ilave etmeniz gerekir.
17
18
Saksı Kebabı
(6 kişilik)
Malzemeler
Malzemeler
• 3 adet orta boy bostan patlıcanı
• 400 gr kuşbaşı et
• 1 iri boy kuru soğan
• 3 diş sarımsak
• 3 adet yeşil biber
• 3 adet orta boy domates
• Yarım demet maydanoz
• Damak tadınıza göre: Tuz,
karabiber, kimyon
• Patlıcanları kızartmak için:
Zeytinyağı
• Sos için: 1 tatlı kaşığı salça, 2 su
bardağı su
Hazırlanışı
• Patlıcanların saplarını kesip ortadan ikiye kesin. Yani 3 patlıcandan 6 adet saksı elde edeceğiz.
• Her patlıcanın ortasını tatlı kaşığı veya bıçakla oyun. Dolmada olduğu gibi fazla oymayın. Patlıcanlar etli kalmalı.
• Patlıcanları tuzlayıp 30 dakika bekletin. Yıkayıp kurulayın. Kızgın yağa atıp arkalı önlü hafifçe kızartın.
• Soğan ve biberi yemeklik doğrayıp az yağda soteleyin.
• Küçük doğranmış kuşbaşı etleri ilave edip, suyunu çekene kadar pişirin. Küp doğranmış domatesleri de ekleyip, 15 dakika kadar
pişirin. İçine maydanozu doğrayıp ekleyin. Tuz ve baharatları da atıp altını kapatın.
• Kızarmış patlıcanların içini bu harçla doldurun. İç fazla gelirse aynı şekilde patates soyup kızartıp doldurabilirsiniz.
• Salçayı 2 su bardağı suda eritip patlıcanların aralarına dökün.
• Patlıcanların üzerine domates dilimleri koyup, tepsinin ağzını kapatın. 200 derecelik fırında 45 dakika kadar pişirin.
Afiyet olsun.
Enginar
Salatası
(5 Kişilik)
Malzemeler
• 2 orta boy enginar çanağı
• 1 su bardağı garnitür (patates,
havuç, bezelye, mısır)
• Yarım demet dereotu
• Yarım çay bardağı zeytinyağı
• Yarım limon suyu
• Tuz
Hazırlanışı
• Enginarları yumuşayana kadar haşlayıp süzün.
• Garnitür ve ince kıyılmış dereotuyla karıştırın.
• Tuz, limon ve zeytinyağını ekleyip yeniden karıştırın.
19
Kolay
Dondurma
(6 adet)
Bu tarifte yumurta kokusunu
kesinlikle hissetmiyorsunuz.
Yumurta sarısı dondurmaya
kaymaksı bir kıvam veriyor ve
dondurmanın çok sertleşip,
buzlanmasına engel oluyor.
Malzemeler
• 5 su bardağı süt
• 1 su bardağı şeker
• 4 adet yumurta sarısı
• 200 ml süt kreması veya aynı
oranda kaymak
• 1 tatlı kaşığı vanilya
Limonlu dondurma için: 1 adet
limon kabuğu rendesi ve 2 yemek
kaşığı limon suyu, eksta 1 yemek
kaşığı pudra şekeri
Çikolatalı dondurma için: 1 yemek
kaşığı kakao ve 30 gr çikolata
Hazırlanışı
• Sütü derin bir tencereye koyup kaynamaya bırakın. Yaklaşık 1 su bardağı eksilene
kadar orta ateşte kaynatın. (Ortalama 15 dk kaynaması yeterli)
• Süte 1 su bardağı şekerin yarısını ve vanilyayı ilave edip karıştırın.
• Ayrı bir yerde yumurta sarısı ve şekerin kalan yarısını rengi açılana kadar mikserle
çırpın.
• Kaynayan sütten, çırpılmış yumurta ve şekere kaşık kaşık ilave ederek çırpmaya
devam edin. Yumurtalı karışım ılıyınca, kalan sütün tamamını dökün ve düşük devirde 1
dakika daha çırpın.
• Yumurtalı süt karışımını ocağa alıp, orta ateşte kaynamaya başlayana kadar el
mikseriyle karıştırın.
• Kaynamaya başladığı an, ocaktan alıp, tencereyi soğuk su dolu bir kaba oturtun. Ara
sıra karıştırarak ılımasını bekleyin.Ilıyan karışımı dolaba koyup soğutun.
• Diğer tarafta soğuk kremayı, mikserle kabarana kadar çırpın. (Kremayı çırpmadan
evvel, çırpacağınız kabı ve mikser ucunu buzlukta 10 dakika kadar bekletin. Bu
kremanın daha kolay sertleşmesini sağlayacaktır.)
• Soğuk sütlü karışımı kremaya ekleyip el mikseriyle karışana kadar çırpın.
• Dondurmayı çok derin olmayan bir kaba koyup dondurucuya kaldırın. Saat başı
buzluktan çıkarıp karıştırın. İlk başlarda bunu mikserle, daha sonra kaşıkla yapın. (Ben
4 tur karıştırdım.)
• Limonlu ve kakaolu dondurma için, yumurtalı süt karışımı ocaktan alınca 2 ayrı kaba
paylaştırın. Birine sıcakken çikolata ve elenmiş kakaoyu ekleyip karıştırın. Daha sonra
soğutun. Diğer kısmına da, soğuduktan sonra limon kabuğu rendesi ve suyunu ekleyip
karıştırın. (Sıcakken eklerseniz limon sütlü karışımın kesilmesine sebep olur.) Soğuyan
karışımlara, çırpılmış kremayı kaşık kaşık paylaştırıp yedirin ve dondurucuya kaldırın.
• Bu dondurmayı, kahveli, fıstıklı, fındıklı da yapabilirsiniz.
Afiyet şifa olsun.
20
Ekmekli
Pizza
(5 kişilik)
Malzemeler
• 1 adet bayat ekmek
• 1 yemek kaşığı tereyağı
• 3-4 yemek kaşığı zeytinyağı
• Domates, yeşil biber
• Kaşar peyniri
• Kekik, karabiber, tuz
• Varsa sucuk ilave edilebilir
Hazırlanışı
• Ekmeği iri küpler halinde doğrayın.
• Tavaya tereyağı ve zeytinyağını koyup kızdırın. (Yağın içine 2 diş dövülmüş sarımsak ve kekik de ilave edebilirsiniz) Eriyen yağa
ekmekleri atıp 2-3 dakika kadar soteleyin.
• Sotelenmiş ekmekleri uygun bir tepsinin tabanını kapatacak şekilde döşeyin.
• Üzerine iri dilimler halinde doğranmış domates, halka doğranmış biberi yerleştirin.
• Tuz, kekik ve karabiber serpiştirin. 250 derecelik fırında 15-20 dakika kadar pişirin. (Domateslerin hafif yumuşaması lazım)
Fırından alıp üzerine rende kaşar peyniri veya mozzarella serpiştirin. Yeniden fırına sürüp kaşarlar eriyince fırından alın. Sıcak
servis edin.
Muffin kalıbında
Tel Kadayıf
(18 Kişilik)
Malzemeler
• 500 gr taze tel kadayıf
• 1 su bardağı zeytinyağı ( diğer
sıvıyağla veya tereyağıyla da olur)
• 1 su bardağı ceviz içi
Şerbeti için
• 3.5 su bardağı toz şeker
• 3.5 su bardağı su
• Çeyrek limon
• Yarım çay kaşığı tuz
Hazırlanışı
• Öncelikle şeker, su, tuz ve limonu tencereye alıp karıştırın. Kaynamaya bırakın. Kaynamaya başladıktan sonra 20-25 dakika
kaynatın. Sona doğru içindeki limonu kaşıkla bastırıp sıkın. Şerbeti soğumaya bırakın. Şerbetin çok koyu olmamasına dikkat edin.
• Kadayıfı derin bir kaba alıp üzerine yağı dökün. Elinizle parçalayarak karıştırın. Çok küçük parçalara ayırmanıza gerek yok.
• Birer tutam kadayıf alıp 12’li muffin kalıbına yerleştirin. Bir su bardağının arkasıyla bastırın. Üzerlerine bir kaç parça ceviz
koyun.
• En üste yeniden birer tutam kadayıf koyup, tekrar bardakla iyice bastırın.
• 200 derecelik fırında nar gibi kızarana kadar pişirin.
• Kadayıfları bir tepsiye ters çevirin. Boşluk bırakmadan dizin.
• Sıcak kadayıfların üzerine soğuk veya çok ılık şerbeti dökün.
• 3-4 saat dinlenen tatlılarımız servise hazır.
21
22
Yaz Sıcaklarına
Bir Yudum
Serinlik
İSMİYLE BİLE SERİNLETMEYİ BAŞARAN,
HAYIR DENEMEYECEK KADAR LEZZETLİ VE
GÖRSEL GÜZELLİĞİYLE ŞÖLEN HAVASINDA
BİR İÇECEK… ÜSTELİK DE OLDUKÇA KOLAY…
BİRAZ ÇİLEK, BİRAZ MUZ HEPSİ BU KADAR…
23
Kış aylarında sıcak sıcak,
hastalığımıza deva diye
içtiğimiz hoşaf, yaz
aylarında da buz gibi
sunumuyla bunaltıcı
sıcaklara deva olacak gibi
görünüyor.
Sıcak ve serinlik kelimeleri bir araya gelince hepimizin aklına ilk düşen şöyle buz gibi
bir limonatadır kuşkusuz. Oysa alternatifler bir hayli fazla. İşte kolayca hazırlayabileceğiniz, meyve ve sebzelerin diyarından
serinleten içecekler…
ÇİLEKLİ-MUZLU SMOOTHIE:
Malzemeler:
• 6 adet çilek
• 1 adet muz
• 1 bardak soğuk süt
• 2 tatlı kaşığı bal
Hazırlanışı:
Bu harika içeceği hazırlarken yapacağınız
ilk işlem çilekleri küp küp doğramak. Ardından aynı şekilde muzları da küçük küçük
doğramalısınız. Karıştırma kasesine doğradığınız çilekleri, muzları, balınızı ve bir
bardak soğuk sütünüzü ekleyin ve blendırdan geçirin. Küçük çilek dilimleri ile süsleyebileceğiniz enfes smoothie hazır.
VİŞNE ŞURUBU:
Malzemeler:
• 4-5 kg vişne
• 6 su bardağı toz şeker (Eğer ekşi tatları
seviyorsanız bu oranı azaltabilirsiniz.)
Hazırlanışı:
Saplarından ayıklayıp iyice yıkadığınız vişnelerinizi derin bir tencereye koyun. Daha
sonra üzerine hazırladığınız şekeri ilave
edin. Şeker tamamen eriyene kadar kısık ateşte ara sıra karıştırarak pişirin. Bu
esnada vişnelerin sularını bırakmaya başladıklarını göreceksiniz. Bu su bırakma
işlemi tamamlanana kadar yani ortalama
35-40 dakika kadar ara ara karıştırarak
ocakta tutmaya devam edin. Pişirme işlemi bittikten sonra başka bir kabın üzerine
süzgeç yerleştirerek pişen vişneli karışımımızı üzerine dökelim. Kaşık veya elinizle (sıcaklığa dikkat) vişneleri ezerek
süzgeçten geçirin. Bu işlemi bir tülbentle
de yapabilirsiniz ama bu şekilde posa çok
ince geçeceğinden tercih edileni süzgeçtir.
Çünkü küçük parçacıkların içeceğin içinde
24
Kayısıyı hiç böyle
denememiştiniz…Eğer klasik
tatlardan sıkıldıysanız ve
farklı bir şeyler denemek
istiyorsanız bu lezzet bu
yazın gözdesi olmaya aday.
kalması hem daha lezzetli hem de daha şık
hale getirecektir sunumunuzu. Süzgeçten
geçirdikten sonra şurubunuz hazır. Artık
buzlu bir bardak suya yarım çay bardağı
şurubunuzdan koyup (istediğiniz tat yoğunluğuna göre bu miktar değişebilir) sıcak
havaların kurtarıcı içeceğini misafirlerinize
ikram edebilirsiniz.
ŞEFTALİ HOŞAFI:
KAYISILI PANÇ:
Malzemeler:
• 6 adet şeftali (eğer çok büyükse 5 adet)
• 2 su bardağı toz şeker
• 1 paket vanilya
• 2 litre su
Hazırlanışı:
Yazın hem kokusuyla hem tadıyla özlemle
beklenen tatlarından olan şeftali belki de
hoşafa en çok yakışan meyvedir. Su ve şekerle buluştuğunda aromasından hiçbir şey
kaybetmez. Bu yüzden de sıklıkla tercih sebebidir. Gelelim hazırlama aşamasına:
Öncelikle derince bir tencereye şekeri
ve suyu koyup karıştırın ve ocağa koyun.
Şerbet ocakta pişmeye devam ederken bir
taraftan da şeftalileri yıkayıp kabuklarını
soyun. Daha sonra şeftalileri çok küçük
olmayacak küpler halinde doğrayın. Kaynamakta olan şerbetin içine atın ve bir taşım
kadar kaynatın. Altını kapattıktan sonra içine vanilyayı da ekleyip güzelce karıştırın ve
ağzını kapatarak soğumaya bırakın. Tamamen soğuduktan sonra servise hazırlamak
için buzdolabına koyabilir veya servis esnasında içine buz atabilirsiniz.
Malzemeler:
• 3 su bardağı kayısı suyu
• Yarım su bardak limon suyu
• Bir buçuk su bardağı soda
• Bir buçuk su bardağı su
• Bir çay kaşığı çay
• Traş limon dilimleri
• 6-7 adet kayısı
• 3-4 adet vişne
Hazırlanışı:
Çayı bir buçuk su bardağı su ile haşlayın.
Sonra dikkatlice, tortu kaçmayacak şekilde süzün ve soğumaya bırakın. Derince bir
kaba aldığınız çay suyuna kayısı suyu, limon
suyu ve sodayı ekleyin. Limon dilimleri,
kayısı ve vişneyi servis aşamasında kullanacağız. Çekirdeklerini çıkardığınız birer
adet kayısı ve vişne ile bir adet traş limonu
servis edeceğiniz bardağın altına koyun ve
üzerine hazırlamış olduğunuz sodalı karışımı dökün. İsteğe göre buz da ilave ederek
servis edebilirsiniz. Afiyet olsun.
25
26
Sofranız
Tarzınızın
Aynası
“HER NEDEN BİR KUTLAMAYI HAK EDER.”
27
Davet sofralarınız
için hazırda
bulunduracağınız düz
beyaz masa örtüsü ve
beyaz sade bir yemek
ve servis takımı size
yıllar boyunca yanına
koyacağınız renkli
unsurlar ile en zengin
kombinasyonları
sağlayacaktır.
Elbette ki sofranın tarzını belirleyen ilk şey
yapanın elinin lezzeti ve ustanın yetiştiği
yöredir. Lezzetin tarzını maharetli elleriniz belirlese de kaşığından tabağına bin bir
özenle süslenen sofralarınızın tarzını sizin
seçimleriniz belirliyor. Öyle ki bu artık bir
sanat dalı haline gelmiş durumda: Sofra
süsleme sanatı.
Sıradan bir organizatörden farklı misafir
ağırlamaktan hoşlananlara pratik öneriler
sunmak ve onların hayatını kolaylaştırmak
fikriyle yola çıkan Handem Erkay Güner;
sofra, davet ve uslüp hakkındaki ipuçlarını
paylaştı bizlerle.
Turizm ve otelcilik konusunda eğitim alan,
uzun yıllar uluslararası şirketlerde üst düzey yöneticilerle çalışan Erkay Güner; kişiye
özel partiler düzenliyor, şık ziyafet sofraları
hazırlama konusunda eğitimler veriyor ve
Kutu Kutu Parti (www.kutukutuparti.com)
ile kutlamalarınızı renklendirmenize yardım
ediyor.
Handem Erkay Güner her nedenin bir kutlamayı hak ettiği inancı ile hareket ediyor. Alışıla doğum günü, diş buğdayı, sünnet veya
kına gecelerinin haricinde hayatta kutlanması gereken çokça sebep olduğuna dikkat
çekiyor. Kısacası kutlamak istediğiniz her
neden için bir konsepti kişiye özel uyarlıyor.
Kültürümüzde kutlama ve yiyecek ikramının
ayrılmaz ikili olduğunu vurgulayan Erkay
Güner misafir ağırlamanın ve sofra adabının inceliklerini modern hayatımızda ihmal
ettiğimize dikkat çekiyor. Gereğinden fazla
hazırlıklar yerine, basit ipuçlarına dikkat
ederek konuklarımızla keyifli vakit geçireceğimiz davetlerin ipuçlarını Handem Erkay
Güner eğitimlerinde veriyor. Sofra adabına
dikkat edilmediğinde, saray ayarında bir
masa düzenlemesi yapmış da olsanız konuklarınızın gözünde değeri olmayacağının
altını çizen Erkay Güner, eğitimlerine önce
davet etmenin, davetli olarak gelmenin kurallarını yeniden hatırlatarak başlıyor.
“Sofra kurmak ve misafir ağırlamak doğamızda olan, kültürmüzün önemli bir parçasıdır. Mutluluğumuzu dostlar ile paylaştığımız gibi, en üzüntülü günlerimizde bile
misafirlerimizi doyurmak da adetlerimiz-
dendir. Örneğin düğünlerimizde ve tüm
sevinçli anlarımızın kutlamalarında konuklarımıza sofralar kurmak, yemeğin ve mutfağın en güzel lezzetlerini sunmak, damak
tadı ötesinde bir sosyal tat ve haz olarak
belirginleşiyor.
Bir yakınımızı kaybettiğimizde cenaze evinde yapılan helvalar, götürülen yemeklerle
bir büyük acıyı da tadıyor, beraber paylaşıyoruz.
Sofranın ne olduğunu araştıracak olduğumuzda farklı örneklere rastlamak mümkün:
z Masa, sini vb. şeylerin, yemek yemek üzere hazırlanmış durumu: Yemek vakti gelmiş, misafirler sofraya oturmuşlardı.- R. N.
Güntekin.
z Birlikte yemek yiyenlerin tümü: Bizim sofra çok şendir.
z Genellikle tekerlek biçiminde, üzerinde
yemek de yenebilen ayaklı hamur tahtası:
Bir gün sofra masasının altına saklanmıştım da beni bir türlü bulamamıştın.- Y. K.
Karaosmanoğlu.
z Yine kentlerde kaybolan bir değer olsa da
özellikle gelenekselliğimizi koruduğumuz
köylerde bir “Tanrı misafirini” ağırlamak,
ona sofralar kurmak ve onu doyurmak ananelerimizin önceliklerinin başında geliyor.
http://huseyinbozdag.com.tr/
Modern hayatın hızına kapılmışken misafir
ağırlamaya dair bazı jestlerin es geçildiği
bir zamanda yaşıyoruz.
28
Davet vermenin
ve davetli olarak
katılmanın yazılmış
keskin hatlı kuralları
olmamasına rağmen
bazı ayrıntılara dikkat
etmek güzel olacaktır.
29
Davet vermenin ve davetli olarak katılmanın
yazılmış keskin hatlı kuralları olmamasına
rağmen bazı ayrıntılara dikkat etmek güzel
olacaktır. Hatırlayalım:
z Ev sahibi davet ederken davetin resmiyeti
hakkında size bir fikir vermiş olabilir, kıyafetinizi de buna göre seçiniz.
z Yemekli davetlere, farklı belirtilmediği
takdirde, 10 dakika erken varın.
z Davet veren kişiye küçük bir hediye getirmek uygundur, ancak hediyenin o an açılıp,
menüye dahil edilmesini beklemeyin.
z Yemekli davetlerde davet verenin sizi sofraya buyur etmesini bekleyin.
Sofrada misafirlerin sohbet etme imkanı
olmalı. Yüksek sesli müzik veya TV buna engel olacak, dikkatleri dağıtacaktır. Sofrada
neşeli şeylerden konuşun.
Davet veren ile birlikte vakit geçirmeye gelmişsinizdir. Başka şeyler ile ilgilenmeniz
paylaşacağınız zamandan çalacaktır. Bu
nedenle cep telefonunuzu kapatın! Sessize
alın veya titreşimde kalsın. Sofraya otururken cebinizde veya çantanızda kalsın. Yemek esnasında yanıtlamanız ayıp olacaktır.
Mutlaka bir görüşme yapmanız gerekirse,
sofradan izin isteyip, uzaklaşın.
Sofradan kalkarken, “hemen döneceğim”
veya “müsadenizle” demeyi ihmal etmeyin.
Masadan kalkan bir hanım olduğunda birlikte oturduğu beyin de ayağa kalkması icap
eder.
Yerken:
z Tuz, biber kullanmadan yemeğin tadına
bakın! Davet veren size en güzel yemekleri
yapmak için büyük emek vermiştir. Yetersiz
olduğunu tattığınızda tuz veya biberi bir lokmadan sonra da eklemek mümkün.
z Tabağınıza her şeyden biraz alın. Birini beğenmediyseniz, doydum diyerek bırakmanız
sorun olmaz.
z İltifat etmeyecekseniz, hiç bir şey demeyin.
z Yemek hızınızı dengelemeye çalışın. Sofranızda oturan diğerlerinden çok önce veya
çok sonra bitirmeniz onları rahatsız edebilir.
z Lütfen” ve “teşekkür ederim” demeyi
unutmamalısınız – bir restoranda olsanız
bile.
z Meze, sos, yağ, peynir gibi ortada duran
ikramlar ekmeğe sürülmeden önce kendi
tabağınıza aktarılmalıdır.
z Tuz veya ketçaba ulaşmak için fazla uzanmayın, yanınızdan rica edin.
z Sizden tuz veya biber istendiğinde ikisini
birlikte uzatın, diğeri öksüz kalıp sofrada
kaybolmasın.
z Size uzatılmış tabak veya tuzluğu sofraya
koyun. İade etmeyin.
z Birisine uzatılan ekmek sepeti veya tuzluğa el atmayın. Başkasının sırasını kapmak
hiç nazik değildir.
z Servis için maşa kaşık kullanın. Kendi çatal bıçağınızı değil.
Sofra kurmanızı gerektiren misafir ağırlayacaksanız önce kaç kişi olacağınıza sonra
ne servis edeceğinize karar vermenizi öneririm. Davetlilerinizin arasında vejateryan
veya gıda alerjisi olanları da hesabınıza katın.
Kişi sayısına göre oturma düzenini planlarken masa etrafında yeterli alan olduğuna
dikkat edin. Masanız küçük veya gelecek
kişi sayısına yetersiz ise:
z Çocuklar için sehpaya ayrı bir sofra kurulabilir.
z Başka bir masa ile ekleme yapılabilir
z Açık büfe tarzında yemek servis edilebilir.
Özenli bir sofra kurmanın püf noktası önceden hangi servis takımlarını kullanacağınızı
bilmektir diyebiliriz. Sunmayı tasarladığınız
yemeklerin servis tabaklarını önceden belirleyerek, içine küçük kağıtlar ile not edin.
Sofranızın üzerine orta yerinde konumlandırın. Şu ayrıntılara dikkat edin:
z Tabak, çatal, bıçak ve bardak koymak için
sofra çevresinde yeterli alan kaldı mı?
z Masa etrafından rahatça ulaşılabiliniyor
mu?
z Mum, çiçek, biblo gibi süsler veya sürahi
koyacaksanız, karşılıklı görüşe engel olacak mı?
Masanızın kaba taslağını planladığınıza
göre, davetinizden bir gün evvel örtünüzü
ütüleyip sermenizi tavsiye ediyorum. Sofranızı önceden kurmaya başlarsanız, misafirleriniz gelmeden telaşa kapılmazsınız.
Tabaklarınızın desenlerinin aynı istikamete
30
bakmasına, sandalyeler ile hizalı durmalarına özen gösterin. Çatal ve bıçaklarınızı
sofraya yerleştirmeden, temiz olmalarına
rağmen, yumuşak bir bez ile yeniden parlatıp konumlandırın.
Örtünüz ile takım olmayan peçete kullanacaksanız, sofranızda kullanacağınız bir
başka unsur (bardak, servis tabağı, mum
veya çiçek gibi) ile renk uyumunda olmaları
görsel güzelliğe büyük katkı sağlayacaktır.
Genel anlamda davet sofralarınız için hazırda bulunduracağınız düz beyaz masa örtüsü ve beyaz sade bir yemek ve servis takımı
size yıllar boyunca yanına koyacağınız renkli unsurlar ile en zengin kombinasyonları
sağlayacaktır.
Beyaz tabaklar üzerinde lezzetli ikramlıklarınızın en güzel görüneceği gibi, beyaz (veya
krem gibi nötr renk) örtü üzerine renkli kapak örtüler ile her güne yeni bir sofra kurma imkanı bulursunuz.
Özel bir kutlamaya dair sofra kurulacaksa
renk ve süslemelerin duruma uygun seçilmesini öneririm. Bazı öneriler şöyle olabilir:
z Anneler Günü – baharın pastel tonları ve
çiçekli peçetelerin yanında canlı çiçekler ile
süsleme yapabilirsiniz.
z Babalar Günü – derin yeşil veya mavi tonlarda seçilen aksesuarlar kullanın. Peçetelik yerine eski deri kayışlı saatlerinizi yeniden ortaya çıkartmanın vakti gelmiştir.
z Bayram Sofrası – Kırmızı, lacivert veya
turkuvaz gibi klasik renklerimizden oluşan
peçeteler ile otantik motifli kaseler koyun
sofranıza. Menüde çorba yoksa, salata kasesi de olur.
z Balık Sofrası – peçetelerinizi internetten
bulabileceğiniz balık şeklinde katlayıp tabak
ortalarına yerleştirin. Bu sofra için denizen
mavi ve yeşil tonlarını kullanmamak olmaz
tabii ki.
z Kahvaltı Sofrası – turuncu iştah açıcı ve
enerji veren bir renktir. Peçetelerinizi turuncunun tonlarından seçip, bir sürahi
suyun içine portakal ve limon dilimleri koyarak hem sofraya hem de sağlığınıza zenginlik katmış olursunuz.
Kalabalık davetler için açık büfe kurmaya
karar vermişseniz dikkat edilecek bazı ipuçları şunlardır:
z Çatal, bıçak, tabak ve peçeteleri bir arada
ve büfenin başına yerleştirin.
z İkramlıklarınızı tatlı, tuzlu, zeytinyağlı, sıcak veya soğuk gibi gruplandırın.
z Yemek gruplarınızı menünün akışına göre
büfeye dizin. Giriş, salata, ana yemek, tatlı
ve meyve gibi.
z Misafirlerinizin büfenin bir ucundan başlayıp, diğer ucuna sorunsuzca (ileri geri
yapmak zorunda olmadan) ulaşabilmesini
sağlayın.
z Arka sıralarda duran yemeklerinize ulaşmak daha kolay olsun diye ayaklı veya katlı
servis tabakları gibi yüksek sunum hazırlayın.
z Büfenin arka sırasını yükseltmek için ters
dönmüş tencereler kullanabilirsiniz. Büfenizin görüntüsünü bozmamak namına
üzerlerini bir masa örtüsü ile kapatmanız
mümkün.
z Koltuk veya sandalyelerde yiyecek olan
davetlilerinize kolaylık olsun diye mekanınızın çeşitli yerlerine tuz, biber ve peçete
istasyonları yapmanız tavsiye edilir.
Estetik sofralar için fikirler:
z Sofranızı tamamlamak için renk ve temanıza göre evinizin başka bir köşesinden dekoratif şeyler bulabilirsiniz.
z Sunumunuzun daha zengin durması için
iki farklı peçete kullanmayı deneyin. Biri
düz, diğeri desenli olabilir.
z Taze çiçek ve yapraklar her masayı güzelleştirir.
z Mum sadece romantik yemekler için değildir. Işığı davetlilerin gözünü merkeze çeker ve ortama sıcaklık katar.
z Mumunuzu ayaklı bir kadehin içine yerleştirmeyi deneyin. Bardağın tabanını un,
şeker veya pirinç ile doldurursanız, akan
mumun bardağa yapışmasını önlersiniz.
z Masa örtüsü yerine temanıza mükemmel
uyabilecek bir eşarp kullanmaya ne dersiniz?
z Ayaklı servis tabağınız yok ise bir kaseyi
ters çevirip üzerine servis tabağı koymayı
deneyin.”
31
32
Sağlıkla Başlayıp
Sağlıkla Biten
Ramazanlarınız
Olsun
KİLO PROBLEMİ OLANLAR YEDİKLERİ KADAR
PORSİYONLARINA DA DİKKAT ETMELİLER.
33
Muhakkak ki dört gözle beklenen ayların
başında geliyor, Ramazan. Bu yıl da her
sene olduğu gibi coşkuyla karşılanacak
kuşkusuz. Uzun ve sıcak yaz günlerine inat
bir nefeste geçiverecek günler. Keyifli ve
huzurlu iftar sofralarına oturulacak hep
beraber. Ama işte o keyifli sofraların tadı
hep yerinde olsun diye dikkat etmemiz de
gerekecek yiyip içtiklerimize.
Dyt. Şule İskender bizim için oldukça açıklayıcı bilgiler verdi:
Oruç tutarken nasıl beslenmeliyim? Sahurda neler yemeliyim?
Oruç tutarken besin ögeleriniz eksilmeden, bağışıklık sisteminiz çökmeden günlük almanız gereken besin ögelerimizi
alarak nasıl beslenmeliyiz?
Gün boyunca daha az acıkmak ve uzun süre
dayanıklı olabilmek için günlük beslenmemizi nasıl ayarlamalıyız? İşte tüm bu soruların cevapları için örnek Ramazan menüsü. Gibi hem protein hem de kompleks
karbonhidratlar tercih edilmeli.
Sahurda:
• Salata
• Yoğurt /cacık ayran gibi hem protein
hem de kompleks karbonhidratlar tercih edilmeli.
İftarda:
• Öncelikle uzun bir açlıktan sonra kan
şekerinin yükseltilmesi gerekiyor. Bunun için hurma veya kayısı veya ballı ılık
su tüketilebilir.
• Her gece olmamak kaydıyla küçük bir
porsiyon sütlü tatlı
Mineral kaybı yaşamamak için günde 1
soda (tansiyon problemi olanlar için soda
önerilmemektedir)
En önemlisi su: Aralıklarla günlük ihtiyacımız olan 2 litreyi tamamlamalıdır.
Hepinize güzel bir Ramazan geçirmenizi
diliyorum.
• Ilık bir kase çorba ile başlayabilirsiniz .
Daha sonra 5-10 dk kadar ara vermelisiniz. Bu ara sizin hemen doymanızı engelleyecek ve almanız gereken diğer besin ögelerini de midenize birdenbire yüklenmeden
alabileceksiniz.
• Et yemeği
• Sebze yemeği (ya da etli sebze)
• Salata
• Yoğurt/cacık /ayran
• 1 kase erik/ kayısı/ incir kompostosu
• Peynir (tuz oranı az ya da tuzsuz olmalı)
• Ramazan pidesi / pilav / makarna (kilo
problemi olanlar porsiyonlara dikkat)
• Yumurta
Gece:
• Tam tahıllı ya da kepek ekmeği
• Meyve
• Süt ya da bir miktar et -tavuk balık (az
yağlı)
• 2-3 ceviziçi /8-10 fındık /8-10 badem
(mineral kaybı yaşamamanız için)
• Kepekli makarna, bulgur pilavı
• 1 su bardağı kefir (sindiriminize iyi gelecek)
Çorbanın ardından
minik bir ara vermekte
fayda var. Bu ara sizin
hemen doymanızı
engelleyecek ve
almanız gereken diğer
besin ögelerini de
midenize birdenbire
yüklenmeden
alabileceksiniz.
34
“Büyüyünce Ne Olacaksınız?”
Yenilenen Çağa
Yenilenen Meslekler
Hazırlayan: Gülsün KURT
“AZICIK AŞIM KAYGISIZ BAŞIM” DÖNEMİ BİTTİ. ŞİMDİLERDE
TEMEL SLOGAN YÜKSEK KAZANÇ YÜKSEK PRESTİJ. MADDİ
SIKINTI DÜŞÜNMEDEN GEÇİRİLECEK BİR PAZAR TATİLİNİN
OLDUKÇA YOĞUN VE STRESLİ BİR HAFTA ÇALIŞMASINA
DEĞECEĞİ DÜŞÜNÜLÜYOR.
35
ise maaş miktarı. Yani “azıcık aşım kaygısız Şimdilik birkaç üniversite ile sınırlı olsa da
Gelişen dünya, değişen
başım” devri eskilerde kalmış gibi görünü- sosyal medya uzmanlığı bölümü artık okuteknoloji ve değişen hayat
yor. İnsanlar yüksek maaşlı yoğun bir işi tulmaya başlandı. Ayrıca Halkla ilişkiler ve
sakin ve düşük maaşlı olanına tercih edi- Reklamcılık, İşletme ve Pazarlamacılık gibi
şartları mesleklerin seyrini
yor. Kariyer ise bu aşamada ekstra bir çaba bölümlerden mezun olanlar için de Yeni
Medya konulu lisansüstü programlar var.
gerektirmiyor desek yalan olur.
de bir hayli etkilemiş
durumda. Bir zamanların
Sosyal Medya Uzmanlığı:
İş Sağlığı ve Güvenliği
en gözde meslekleri olan
Uzmanlığı:
ağların bu kadar hızlı yayılması ve
“doktorluk ve öğretmenliğin” Sosyal
kullanıcı sayısındaki artışın bu kadar faz- Bu iş kolundaki talebin birden bu kadar fazla olmasının elbette istihdama yansıyan lalaşmasının asıl nedeni iş yerlerinde “İş
yerini bugünlerde “Sosyal
bir sonucunun olması beklenen bir şeydi. Güvenliği Uzmanı” bulundurmanın yasa ile
Medya Uzmanlığı”, “İş Zekası Haliyle bu yansımanın bir iş koluna hatta zorunlu kılınmış olması. Şu anda ise bu iş
bir sektöre dönüşmesi de şaşırtıcı olma- kolu ile ilgili oldukça büyük bir açık bulunUzmanlığı” gibi meslekler
dı. Gelecekte parlak bir kariyer vaat eden makta. İş Sağlığı ve Güvenliği uzmanının
Sosyal Medya Uzmanlığı, markalar arası görevleri ise pek de yabana atılacak türden
alıyor.
“Büyüyünce ne olacaksın?” sorusunun cevabı ne kadar da kolaydı eskiden. Ya doktor
olurduk ya öğretmen. Çocuk aklımızla etrafımızda en çok gördüğümüz ve bildiğimiz
insanlar değiller miydi her gün hayranlıkla
dinlediğimiz öğretmenlerimiz ve her ne kadar iğnesinden korksak da gizli bir sempati
beslediğimiz doktorlar. Ama galiba yıllar ve
değişen dünya şartları ile beraber bu sorunun cevabı da bir hayli değişti, kişiselleşti.
Günümüzde meslek tercihi ile ilgili temel
kriterlerin başında kolay işe yerleşebilme
geliyor. İster özel sektör olsun ister devlet
sektörü olsun, kadro sayısı yüksek olanlar
tercih sebebi. Hemen ardından gelen kriter
rekabetin daha eşit şartlarda yapılabilmesi adına sosyal medyanın en aktif şekilde
kullanılması ihtiyacını karşılamak amacıyla
ortaya çıkmış bir meslek dalı. Yapılan iş ise
hiç de öyle dışarıdan bakıldığı kadar kolay
değil. Peki neler yapar bir sosyal medyacı?
Öncelikle sosyal medya ağlarında marka
veya şahıs hakkında yer alan konuşmaları
takip eder. Yapılan bu konuşmalar doğrultusunda bir iletişim stratejisi oluşturur. Rakiplerin paylaşımlarını takip ve analiz eder.
Düzenli olarak sosyal medya raporları hazırlar. Raporların sonuçlarına göre daha
etkili bir iletişim stratejisi oluşturur. Dijital
medya planlama yapar. Sosyal medya platformlarına özel kampanyalar, yarışmalar
kurgular.
değil. Özellikle iş kazalarının önlenmesi
amacıyla İş yerinde sağlıklı ve güvenli bir
çalışma ortamının oluşturulması ve geliştirilmesi bu uzmanın temel görevlerinin
başında geliyor. Bu amaç doğrultusunda
verilecek eğitimleri organize etmek ve uygulamak da yine onun görevleri arasında.
İş ortamında doğabilecek olası tehlike ve
riskleri değerlendirir ve bu riskleri ortadan
kaldırmaya yönelik uygulamalar geliştirir.
İş güvenliği uygulamalarının verimli kullanılmasını sağlar. İş güvenliği raporlarını
hazırlar. İSG mevzuat takibini yapar, kurum
içinde uygular ve denetler. Ayrıca günlük,
aylık ve yıllık olarak iş kazalarının kayıtları
ve değerlendirmeleri de bu uzmanlık kolu
kapsamındadır.
36
Çağdaş dünya şartlarında
artık en büyük yatırım
insana yapılıyor. Böylece
bu yatırımın meyveleri hem
şirketler hem de kişinin
kendisine büyük katkılarla
geri dönüyor. Öyle ki bu
pozisyonlar hem istihdama
açık hem de oldukça cazip
maaş tekliflerine sahipler.
Oldukça fazla uzman açığının bulunduğu bu
meslek dalı için elbette bir takım kriterler
mevcut. ÖSYM’nin vermiş olduğu bilgiler
göre; “mühendis, mimar, teknik öğretmen
olmak ya da üniversitelerin Fen veya Kimya
bölümleri mezun olmak gerekiyor. Üniversitelerin ve Meslek Yüksek okulları’nın İş
Sağlığı ve Güvenliği programlarından mezun olan gençler de bu mesleği yapabiliyorlar. Ancak öncelikle bakanlıkça yetkilendirilen eğitim kurumlarında 180 saat teorik
ve 40 saat uygulamalı eğitim almak şart.
Teorik eğitimin ise; en fazla yarısı uzaktan
eğitim ile verilebiliyor. Uygulamalı eğitimler ise; en az bir iş güvenliği uzmanının çalıştığı bir iş yerinde yapılmalı.”
Beslenme Uzmanı:
Ülkemizin ve dünyanın genel gidişatına göz
atıldığında geleceğin en revaçta mesleklerinden birinin de Beslenme Uzmanlığı ola-
cağı kesin. Obezitenin ve sağlıksız beslenme sonucu ortaya çıkan bir çok hastalığın
yayılma hızı göz önüne alındığında bu mesleğe duyulacak olan talebi kestirmek mümkün. Bu meslek erbabı için yapılan bilimsel
tanım ise; “insanların yeterli, dengeli ve
sağlıklı bir biçimde beslenebilmeleri için
yemek listelerinin hazırlanması, yiyeceklerin sağlığa uygun bir şekilde pişirilip sunulması konusunda çalışan, var olan besin
kaynaklarının ekonomik ve sağlık kurallarına uygun olarak kullanılmasını sağlayan
ve bu konularda bireyi ve toplumu bilgilendiren meslek elemanıdır” şeklinde.
farklı. Mesela bu meslekte kariyer hedefleyen veya layıkıyla yapmayı isyeten bir kişinin insani ilişkilerinin oldukça iyi olması
mecburi. İnsanlarla iletişimi güçlü ve ikna
kabiliyeti yüksek olan meslek adayları öncelikli tercih sebebi. Aynı zamanda dikkatli,
sabırlı, güler yüzlü olmak ve görünüşüne
önem vermek gibi vasıflara da sahip olmalı.
Meslek olarak Beslenme Uzmanlığı’nı tercih etmek isteyen meslek adaylarının üniversitelerde tercih etmeleri gereken bölüm
ise Beslenme ve Diyetetik.
Turizm İşletmeciliği mesleğinin olmazsa
olmazlarından biri hatta belki en önemlisi
yabancı dil bilmek. Günümüzde herhangi
bir iş koluna bile tercih sebebi olmak için
tek yabancı dilin bile yeterli olmadığı düşünülecek olursa oldukça fazla ve farklı ülkeden yabancı turiste hizmet veren ülkemizde
başarılı bir Turizm İşletmecisi olabilmek
için bir dilden fazlasının olması gerektiği
kesin.
Turizm İşletmeciliği:
İş Zekası Uzmanlığı:
Turizm sektörü, talebin düşmesi bir tarafa sürekli yükselişte olduğu bir sektör.
2015’in dünyasında insanların içine doğdukları stresten biraz olsun uzaklaşmayı
başarabildikleri tek kaçış noktası yıllık izinlerde veya emeklilikle birlikte gelen tatil
planları. Sektöre talep bu kadar yoğunken
ve artmaya devam ederken de bu iş kolundaki istihdam artışı elbette ki aynı oranda
yükselmekte.
En yaygın tanımı ile “yeni ürünlerin nasıl
oluşturulacağı, yeni müşterilere nasıl ulaşılacağı ya da mevcut müşterilerin nasıl
elde tutulacağı gibi stratejilere ve yatırım
kararlarına yön veren” kişi olarak belirtiliyor İş Zekası Uzmanı. Çalışanlarını genellikle mühendisler arasından tercih eden bu
meslek dalı için çok iyi derecede İngilizce
bilmek de şart. Eğer işinde iyi ve deneyimli
bir uzmansanız alacağınız maaş gerçekten
de bir çok mesleğe nazaran oldukça tatminkar. Daha çok bankacılık- finans, bilişim ve danışmanlık sektörleri tarafından
yoğun olarak tercih ediliyorlar.
Bu mesleği icra edebilmek için elbette
Turizm İşletmeciliği Programını bitirmek
şart. Ancak maalesef ki bununla sınırlı değil sahip olunması gereken vasıflar. İşin
birebir müşteri memnuniyeti ile ilgili olması nedeniyle aranan şartlar da biraz daha
37
38
EGE
RÜZGÂRLARININ PEŞİNDE
Yarış anında denizle, rüzgârla
bütünleşiyorsunuz. Kendinizi
aşıyorsunuz. Doğaya meydan
okuyorsunuz. Dalgaların üstünden
süzülüp uçuyorsunuz.
39
Deniz her zaman
engindir. İnsanı
ötelere çağırır.
Özgürlük, keşif,
kendini yenileme,
coşku, heyecan…
İşte hissettiklerim
bunlar.
Rüzgârı arkana alıp, açık denize açılmak…
Bir çoğu için huzurun hayalidir bu sahne.
Son yıllarda ise bu hayali gerçekleştirenlerin sayısı bir hayli arttı. Deniz sizi alıyor,
sarıyor sarmaliyor, kucağında uyutuyor.
Bebek gibisiniz artık. Ruhunuz bedeniniz
dinleniyor. Maviliklerde kaybolup gidiyorsunuz. Yelken sporuna gönül verenler işte
bu cümlelerle tanımlıyor hayatlarını… Ege
Açık Deniz Yat Kulübü Komodoru ve Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Yaşar AKÇAY,
sonsuz maviliğin hissettirdiği duyguları ve
yelken sporunun inceliklerini paylaştı bizlerle.
A.D.: Yelken sporuna kaç yaşında başlanmalı?
Mehmet Yaşar AKÇAY: Yelken sporuna
altı yaşından itibaren başlanabilir. İlk sınıf
optimist sınıfıdır. Bundan sonra teknelerin ağırlığı, uzunluğu ve formlarına göre
lazer, 470, 420, pirat, dragon, finn sınıfları
gelir. Bu sınıflara genel bir tanımlamayla
“centerboard” sınıfları diyoruz. Yelkenli yat
son aşamadır. Tabi yetişkinler doğrudan
yelkenli yat ile başlayabilirler. Burada yaş
sınırı yoktur. Deyim yerindeyse elinizin erdiği, gözünüzün gördüğü müddetçe yelken
sporu yapabilirsiniz. Şunu belirtmeliyim ki,
küçüklükten itibaren yelken sporuyla uğraşanlar veya denizci lügatiyle söylersek
yelkenden gelenler, yat yarışlarında daha
başarılı oluyorlar.
A.D.: Bu spora başlamak için neler gerekli?
Mehmet Yaşar AKÇAY: En başta istek! Gerisi kolay. Kılık kıyafete gelince de yazın bir
mayo-şort, ayağınıza bir lastik pabuç başınıza siperlikli şapka. Kışın biraz daha suya
rüzgâra dayanıklı termal versiyonlar kullanmak gerekir. Can yeleklerini de unutmayalım.
A.D.: Yelken sporunun riskleri ve zorlukları
nelerdir?
Mehmet Yaşar AKÇAY: Tüm spor dallarında olduğu gibi yelkende de riskler vardır.
Denize düşmek, kafanıza bumbanın çarpması, tekne üzerinde düşme ve çarpmalar,
teknelerin çarpışması, enfarktüs. Bu tür
risklerin çoğu zaman ufak tefek hasarla
atlatılabilse de nadiren de olsa ağır yaralanmalar ve maalesef can kayıpları dahi
olabilmektedir. Çözüm ilk önce risklere
karşı tedbirli olmak ve her halükarda kurallara eksiksiz riayet etmektir. Yelken doğaya karşı mücadele ve yarışma sporudur.
Hele yelkenli yatları düşünürsek bir takım
sporudur. Her mevkideki insan görevini en
iyi şekilde yapacak, ahenk sağlanacak ve
yelkenli yat bir saat makinesi gibi tik tak
çalışacak.
A.D.: Yelken sporunu yapacak olan kişilerde bulunması gereken fiziksel özellikler
nelerdir? Yoksa herkes bu sporu yapabilir
mi?
Mehmet Yaşar AKÇAY: Yelken sporunu
normal her insan yapabilir, özel kıstaslar
yoktur. Hatta belli bir dereceye kadar engelli insanlar da yelken sporu yapabiliyor.
Denizi sevmek ve yelkeni istemek yetiyor.
A.D.: Bu sporu yapacak olan insanlar nasıl
bir eğitimden geçerler?
Mehmet Yaşar AKÇAY: İşin hem teorik bilgilenme hem de pratiği geliştirme yanı vardır. Yelkene başlayanlara önce temel denizcilik bilgileri, navigasyon, yönler, rüzgârlar,
tekne hakkında bilgiler, yelkenin çalışma
esasları, işaretler fenerler, yarış kuralları,
uluslararası denizde çatışmayı önleme kuralları, vb. öğretilir. Yelken dünyasına adım
atan kişi artık sağ-sol yerine iskele-sancak
demeye başlamıştır. Esas eğitim ise denizde tekne üzerinde uygulama ile verilir.
Ne kadar denize çıkar ne kadar uygulama
yaparsanız o kadar iyi yelkenci olursunuz.
Melekeleriniz gelişir, artık birçok şeyi düşünmeden refleks olarak yapmaya başlarsınız.
40
Kazanmak. En önde
olmak. Rakiplerinize
fark atmak. Bir önceki
performansınızdan
daha iyi bir
performans
göstermek. Ve bunun
sonu yok!
A.D.: Denizde olmak güzel bir duygu olsa
gerek, biraz da yaptığınız sporun bu yönlerinden bahsedebilir misin?
Mehmet Yaşar AKÇAY: Deniz her zaman
engindir. İnsanı ötelere çağırır. Özgürlük,
sınırsızlık, keşif, kendine güven, kendini
yenileme, coşku, heyecan. İşte hissettiklerim bu. Yelken, hem bireysel yeteneklerin hem takım disiplininin öne çıktığı bir
spordur. Yarış anında tekneyle yelkenle
bütünleşiyorsunuz, denizle rüzgârla bütünleşiyorsunuz takım arkadaşlarınızla bütünleşiyorsunuz ve giderek tek bir varlık oluyorsunuz. Kendinizi aşıyorsunuz. Doğaya
meydan okuyorsunuz. Dalgaların üstünden
süzülüp uçuyorsunuz. Kazanmak. En önde
olmak. Rakiplerinize fark atmak. Bir önceki
performansınızdan daha iyi bir performans
göstermek. Ve bunun sonu yok!
A.D.: Kulubünüzün faaliyetlerinden de bahseder misiniz?
Mehmet Yaşar AKÇAY: EAYK (Ege Açıkdeniz Yat Kulübü), öncelikle bir yarış kulübüdür. Yılda iki Trofe yapıyoruz. Ayrıca özel
yarışlarımız da oluyor. İzmir’in 3 denizinde
hemen hemen tüm yıl boyunca yelken basıp
yarışıyoruz.
Sosyal sorumluluk projelerimiz var. İMEAK
Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi’yle birlikte gönüllülere ücretsiz yelken eğitimi (tabi
başlangıç seviyelerinde) veriyoruz. Geçen
sene 50 hemşerimizi denizle ve yelkenle
tanıştırdık. Bu yıl 30 üniversite öğrencisine
daha yoğun eğitim vermeyi planlıyoruz.
Engelli dostlarımıza yönelik “Deniz Tutkusu
Engel Tanımaz” programımızı devreye soktuk. Teos Marina ile birlikte yürütüyoruz. İlk
iki yıl Buca Engelliler Derneği üyeleri birlikte denize açıldık. EAYK üyeleri teknelerinde yüzlerce engelli arkadaşımızı misafir
etti ve birlikte yelken yapmanın, dostluğun,
dayanışmanın mutluluğuna imza attılar.
Çevreci etkinliklerimiz oluyor. Seferihisar
Belediyesi, Teos Marina, Sığacık balıkçıkları, dalgıç okulları ile birlikte denizlerde
çevre temizliği etkinlikleri düzenliyoruz.
A.D.: Bu spora başlayacak olan kişilere neler önerirsiniz?
Mehmet Yaşar AKÇAY: Ben insanları denize ve yelkene davet ediyorum. Önemli olan
denizde vakit geçirmektir. Nasıl olsa herkes kendi yolunu bulacaktır.
Ege Açıkdeniz Yat Kulübü (EAYK) olarak bu
spora gönül verenlerle birçok faaliyet alanında bir araya geliyoruz.
A.D.: Buradan vermek istediğiniz bir mesaj
var mı?
Mehmet Yaşar AKÇAY: Denizciliğin ve yelken sporlarının gelişebilmesi için sivil toplum örgütlerini, kamu kurumlarını, belediyeleri ve özellikle de özel sektör, şirket ve
kişilerini destek vermeye ve sponsor olmaya çağırıyorum. Her şey gönlünüzce olsun.
Denizci selamlar.
41
42
BİR HAYATTIR
BATIRIK
İÇERİSİNDE BULUNAN OMEGA-3 DEDİĞİMİZ YAĞLAR
KALP HASTALIKLARINI, DİYABETİ VE YÜKSEK KAN
BASINCINI AZALTICI ETKİ GÖSTERİR. ANTİOKSİDAN
OLAN E VİTAMİNİ, FOLİK ASİT VE MAGNEZYUM
YÖNÜNDEN ZENGİN OLMASI KALP HASTALIKLARININ
ÖNLENMESİNDE ETKİLİDİR.
Diyetisyen Atilla ZEYREK
Konya Büyükşehir Hastanesi
43
Öğleden sonraları hanımlar
bir araya toplanırlar. Birisi
iç hazırlarken (fıstığın ya da
susamın kavrulması, cevizin
dibekte dövülmesi vb.) birisi
bulguru temizler, diğeri
yeşillikleri ince ince kıyar
bir diğeri ise yoğurur. Yani
hep bir elden hazırlarlar
batırığı.
Batırık; genellikle yazları soğuk su ilave edilerek yapılan kökeni Ermenek yöresine ait
olup Mut, Gülnar, Silifke ve Mersin’de farklı
şekillerde, bulgurun biraz daha ince çekilmişi olan düğürcük ya da düğü ile yapılan
bir çeşit sulu soğuk salatadır. Önce kısır gibi
katı olarak yapılır, daha sonra sulandırılarak kıvamlı bir çorba haline getirilir. Sulandırılmış şeklini sevmeyenler katı halde kısır
benzeri köftesinden yer. Bu yörelerde yazları eş-dost ziyaretlerinin vazgeçilmez yiyeceğidir. Benim gibi bağımlılarının ise yılın her
mevsimi seçenekler arasındadır.
vücudumuzun gereksinimleri karşılayıcı ve
besleyicidir. İçerisindeki cevizin sağlığımıza
etkileri saymakla bitmez. İçerisinde bulunan
Omega-3 dediğimiz yağlar kalp hastalıklarını, diyabeti ve yüksek kan basıncını azaltıcı
etki gösterir. Antioksidan olan E vitamini,
folik asit ve magnezyum yönünden zengin
olması kalp hastalıklarının önlenmesinde
etkilidir. Cevizdeki bitkisel yağlar (fitosteroller) göğüs, prostat ve kalınbağırsak kanserlerine karşı koruma sağlar. Beyin sağlığı
için gerekli olup içerisinde uyku düzenleyici
olan melatoninin hazır formu bulunur.
İçerisine koyulan taze ve bol domates,
domatesin bulunmadığı kış aylarında ise
domates kurusu, salatalık, soğan, diğer
taze yeşillikler ve ince bulgurdan ötürü bir
yönüyle de kısıra benzer. Yapılışı yörelere
göre küçük farklılıklar gösterse de farklılığı belirleyen içerisine konulan iç dediğimiz
ceviz, fıstık, susam ya da tahindir. Ermenek
yöresinde bolca bulunmasına bağlı iç olarak
ceviz kullanılırken sahile doğru indikçe daha
çok fıstık, susam ve tahin kullanılır ama
şunu belirtmeliyim ki cevizlisini yemediyseniz batırıkta yememişsinizdir.
İçerisine konulan ince bulgur içerisinde
bulunan çözülebilen ve çözünmeyen lifler
sayesinde bağırsak kanseri riskini büyük
oranda azaltır, karbonhidrat içeriği düşük
ve protein içeriği oldukça yüksektir. Bunun
dışından B1 ve B6 ve Niasinden zengindir.
Bulgurda bulunan lifler içerisinde bulunan selülozve pektin gibi yapılarla vücutta
dengeleyici etki gösterir tokluğu sağlayarak toplam alınan kaloriyi de azaltır. Ayrıca
günlük su ihtiyacını artırır su içilmesine de
katkıda bulunur. Beyin ve omurilik hastalıklarının özelliklede nöral tüp defektlerinin
oluşmaması için gebe annelere ilk aylarında
tablet olarak da verilen folik asiti içermesi
yaşam düzenleyici özelliğini bir göstergesidir.
Öğleden sonraları hanımlar bir araya toplanırlar. Birisi iç hazırlarken (fıstığın ya da
susamın kavrulması, cevizin dibekte dövülmesi vb.) birisi bulguru temizler, diğeri yeşillikleri ince ince kıyar, bir diğeri ise. Yani
hep bir elden hazırlarlar batırığı.
Özellikle yaz günlerinde buz gibi soğuk su
ile yapılıp yenildiğinde insanın içini ferahlatırken aynı zamanda tek başına yenildiğinde bir ana öğün yerini alabilecek kadar da
Soğanın antioksidanlar ve C vitamini ile vücut savunmasına ve direncine katkıda bulunup diyabette şeker düşürücü olarak rol alması, domateste bulunan antioksidan olan
likopen dediğimiz maddenin damar sertliği
ve kalp hastalıkları ve prostat kanserini en-
gelleyici özelliğinin bulunması, maydanozun
bağırsakları çalıştırıp idrar söktürücü özelliği ile sindirimi kolaylaştırması, biberin C
vitamini yönünden zengin olup vücut direncini artırması, cildin sarkmasını engellemesi, içerisindeki antioksidan olan kapsaisin
ile metabolizmayı hızlandırması ve likopen
içeriği yönüyle de erkeklerde prostat kanserini engellemesi, yanında yenen lahananın
içeriğindeki kükürtlü bileşikler sayesinde
başta meme, rahim ve bağırsak kanserlerini
önleyerek vücutta antioksidan savunmaya
yardımcı olup mikropların öldürülerek direncin artırılması batırığın ne denli önemli
bir yaşamsal yiyecek olduğu gerçeğini de
gözlerimiz önüne sermektedir.
Yazımı, değerli şair Emin Karpuzcu’nun batırık hakkında yazdığı güzel bir şiirle noktalamak istiyorum.
Bir batırık olsa da, şöyle yesek özlüce
Yanında pembe eğrim, harcı bol cevizlice
Sıkmasından aşırsak, yoğururken gizlice
Adın biraz garip de kendi güzel batırık
44
BEKİR
DEVELİ
Başarılı bir televizyon programcısı, başarılı bir
belgesel yapımcısı, başarılı bir stand-up sanatçısı ve
başarılı bir baba, başarılı bir eş… Ve bütün bunları
omuzlarında taşırken bile hala dimdik ayakta,
enerjik, mütevazı bir adam…
45
“Bulgaristan, Makedonya
taraflarındaki Türk
köylerinde, iftardan sonra
toplanılıp oda oyunları
oynanması, sohbetler
edilmesi, köyler arasında
topluca iftar ve sahur
davetleri verilmesi, bu
birlikteliğe sahip çıkılması
çok hoşuma gitmişti.”
“Allah gün boyu aç
kalanlardan değil, oruç
tutanlardan eylesin…”
Aile Dostu: Aslında oldukça iyi tanıyoruz
hepimiz sizi ama bir kez de sizden dinleyebilir miyiz? Nerelisiniz? Hangi Eğitimleri
aldınız? Kaç çocuğunuz var?
Bekir DEVELİ: Almanya Bielefeld doğumluyum, ilkokul 4’e kadar Almanya’daydım.
Daha sonra Adana’ya döndük, aslen Adanalıyım. Ailenin 6. çocuğuyum. Samsun 19
Mayıs Üniversitesi Almanca Öğretmenliği
mezunuyum. Allah bağışlarsa, Yiğit ve Güven isminde iki çocuğum var.
A.D.: Aldığınız eğitim ile yaptığınız meslek
pek de örtüşmüyor. Nasıl oldu bu yönelme
biraz bahseder misiniz?
Bekir DEVELİ: Mezun olduktan sonra evlendim ve Antalya’da bir kuyumcuda tezgahtarlık yapmaya başladım. İngilizce ve
Almanca bildiğim için turistlerle iletişim
kurabiliyordum, o dönem bana en uygun iş
bu gibiydi. Daha öncesinde konfeksiyonlarda ütücülük yapmışlığım falan da olmuştu.
Sahne gösterisi veya TV programı yapmak
gibi bir hayalim yoktu. 1993-1995 yılları
arasında Adana’da tematik yayın yapan bir
radyoda programlar yaptım ancak, bu para
kazandığım bir iş değildi. Arkadaş ortamında zaman zaman espriler yapardım o kadar. Arkadaşım, aynı zamanda da akrabam
olan Ömer Faruk Dönmez buna güvenerek
bana bir stand-up CD’si verdi, ‘sen bundan
daha iyisini yapabilirsin, biz bunun küfür ve
argo olmayan, insanları utandırmayacak
halini yapmalıyız, bize anlattığın hikayeleri
otur bir kağıda yaz’ dedi, ilk fitili ateşledi.
İzledim, notlar aldım. Etrafımda şahit oldu-
ğum komik, her insanın günlük yaşamında
başına gelebilecek ve gelen olayları derleyip bir gösteri yazdım. Bu gösterinin sahnelenebilir hale gelmesi için, Dramaturg Yrd.
Doç Mete Tuncel Bey’den yardım aldım. 3
aylık çalışmadan sonra artık elimde sahnelenebilecek bir gösteri vardı ancak, nasıl ve
nerede?
Bir yola çıkmıştım, işimden ayrılmıştım, evliydim ve param da çok kısıtlıydı.
Daha sonra bir karar aldık ve maddi sıkıntılar içinde, Adana’da belediyenin bir salonu
kiraladık ama ilk izleyicilerim, ailem, akrabalarım, arkadaş çevrem idi. İlk sahneye
çıkışımda izleyiciler arasında tanımadığım
hiç kimse yoktu. Bu gösteriyi daha fazla kişiye nasıl duyurabiliriz diye düşündük ve kısıtlı imkanlar dahilinde oyunun bir CD’sini
hazırladık. Hatta montajını evde kendimiz
yaptık. Bu CD’yi istanbul’da önde gelen gazetelere, TV kanallarına, yazarlara, toplam
40 kişiye içine birer not iliştirerek yolladık.
Bu kişilerden sadece Ahmet Taşgetiren
geri dönüş yaptı, o da ‘’Bana bir CD yollamışsınız, arayıp düşüncelerimi iletmek benim üzerime vacip oldu, Allah yardımcınız
olsun’’ deyip telefonu kapattı. Kabuğumuzu
kırmaya çalıştığımız ilk girişim sonuçsuz
46
Bizim insanımız
samimi olanı da
rol yapanı da
anlar. Ben sahnede
onların hikayesini
anlatıyorum.
47
kalmıştı. Elimizdeki üç beş kuruş da tükenmişti. Son çare olarak gazeteye ilan vermeye karar verdik. Eşimden habersiz, onun bileziklerini bozdurup gazeteye küçük bir ilan
verdik. Eşimden habersiz bozdurmamın
sebebi onun izin vermeyecek olmasından
değil. Erkekler beni çok iyi anlar…
Gazeteye ilanı verdik ama sıradan iş ilanları
bile bizim ilandan büyüktü. İlan yayınlandıktan sonra umutla beklemeye başladık,
kimse aramıyordu.
Akşama doğru telefonum çaldı, arayan
Beyobası Belediye Başkan Yardımcısıydı.
‘’İlanınızı gördük, siz küfürsüz stand-up yapıyormuşsunuz, nasıl oluyor bu” dedi, yaptığımız işi anlattık, ikna oldu, içine sindi. Biz
sizi belediyemizin etkinliğine davet etmek
istiyoruz’’ dedi. Ücret konusunu konuştuk
ve ilk gösterimizi almış olduk. Eniştemin
arabasını alıp gösteriye gittik. Bir okulun
bahçesinde traktör kasasının kapaklarını
açmışlar, birkaç ampulle aydınlatmışlar,
köyün yaşlı teyzeleri ellerine örgülerini almış, plastik sandalyelere oturmuş, etrafta
koşuşturan çocuklar… ‘işte burada sahneye çıkacaksın’ dediler.
Ben o manzarayı görünce bir kere daha
yıkıldım, çünkü ben bu hayalle yola çıkmamıştım. Ve arkadaşım Ömer Faruk’a, ‘ben
burada sahneye çıkmam, tamam uğraştık
elimizden geleni yaptık ama olmadı’ dedim.
Ömer Faruk da, ‘kardeş, seni sosyetik insanlar niye dinlesin, onlar senin anlattığın
muhafazakar hikayelerle ilgilenmez ki, onların hikaye anlatanları var, sen işte bu halk
için yapıyorsun bu işi, seni bu amcalar bu
teyzeler dinleyecek, muradımız Allah rızasıysa sen burada sahneye çıkacaksın’ dedi.
Tamam deyip sahneye çıktım.
Sahnenin kenarına oturan bir kız, Lap-Top
bilgisayardan Web Cam ile gösteriyi İstanbul’daki ablasına izletebildiği kadarını
izletmiş. Tabi o zamanlar internet bağlantıları kötü, bilgisayarlar verimsiz. Karşı
tarafa nasıl bir görüntü gitti, ne anladılar
da beğendiler bilmiyorum. İzlettiği kişi de,
İstanbul’da ulusal bir kanalda staj yapıyormuş, o gece nöbetçi olarak kanalda kaldıkları arkadaşıyla gösteriyi izlemişler, yanındaki arkadaşı da, Vatan Gazetesi muhabiri
Seyhan Sevinç’in eşiymiş.
Sabah evine dönünce eşine bizden bahsediyor, ‘Dün, bölük pörçük de olsa internetten
İslami Stand-up izledik çok güldük’ diyor.
Bu durum Seyhan Sevinç’in dikkatini çekiyor. Bir şekilde bana ulaşıyor.
Benimle röportaj yapmak istediğini söyleyip İstanbul’a davet ediyor. Ama ben işimi
kaybetmişim, evliyim, elde olan parayı tüketmişim, o ilk gösteriden gelen parayı da
borçlarımın bir kısmını kapatmak için kullanmışım. Yani, cebimde İstanbul’a gidecek
param yok.
‘’Bu ara gösteriler çok yoğun, gelmeyi çok
isterim ama şu ara mümkün değil, siz bana
soruları mail olarak yollasanız, cevaplayıp
size yollasam olur mu’’ dedim. Kabul etti,
soruları yolladı, ben cevapladım, yanına da
birkaç tane fotoğraf iliştirip geri yolladım.
Aradan birkaç gün geçti, bir sabah uyandım, telefonda 147 cevapsız arama vardı
ve çoğu 0212 li numaralardı. Hemen Ömer
Faruk’u aradım. Dedi ki, ‘Hemen git ve bir
Vatan Gazetesi al’
Pijamalarla evden fırladım, gazete bayisine yaklaştıkça askıdaki gazetede kendimi
görür gibi oluyorum ama emin de olamıyorum. Sonra gördüm ki benim röportajı
sürmanşetten vermişler. Sağ tarafta Ecevit
komada haberi, sol tarafta benim röportajım. ‘İslami stand-upçının gösterisi kapalı
gişe oynuyor’
O röportajdan sonra bütün kanalların haber bülteninden aradılar. Dönemin en ünlü
show programlarından aradılar. Allah bizim önümüzü açmıştı, bunların arasından,
duruşumuza uygun olan bir haber bültenine röportaj verdik, bir TV programına da
konuk olduk. Ne yaptığımızı, neden böyle
bir şey yaptığımızı anlattık.
Gösterilerimize talep artmıştı, hemen her
gün bir yerde gösteri yapıyorduk. Kazandığım para ile eşimin altınlarını satın alıp geri
yerine koydum. Bir süre sonra ulusal bir
48
Yürekten dilemenin,
sabırla çalışmanın,
azimle yürümenin en
güzel örneklerinden
biri Bekir DEVELİ.
Amaç edindiği
yolda istikrarla
ilerlemiş ve bu yolda
karşılaştığı sıkıntılar
onu engelleyememiş:
“Eşimden habersiz,
onun bileziklerini
bozdurup gazeteye
küçük bir ilan verdik.
Eşimden habersiz
bozdurmamın sebebi
onun izin vermeyecek
olmasından değil.
Erkekler beni çok iyi
anlar…”
49
“Hayra yormaktan
yorulmak diye bir şey
var sırf güzel insanların
bildiği. Çokça da hayra
yormak kimi zaman yorar
güzel gönülleri…
Allah onların sayısını
artırsın, bizi de öyle
insanlardan eylesin…”
kanaldan program teklifi geldi, bir Anadolu
programı yaptım. Televizyonla tanışmam
da bu vesileyle oldu. O günden beri toplamda 13 TV programı yaptım, 4 sahne gösterisi
yazdım, dünyanın 15 ülkesinde 700’den fazla sahneye çıktım ve halen devam etmekteyim.
A.D.: Bekir Develi deyince küçük büyük
herkesin yüzünde bir gülümseme beliriveriyor. Sanki evlerimizde büyüyüp yetişmiş
bir evlat, bir ağabey gibi. Siz bunu neye
bağlıyorsunuz? Nasıl yorumlar alıyorsunuz
bununla ilgili?
Bekir DEVELİ: Bizim insanımız samimi
olanı da rol yapanı da anlar. Ben sahnede
onların hikayesini anlatıyorum, argo kullanmıyorum, bütün aile bireyleri benim
gösterime gelip, yüzü kızarmadan bir-bir
buçuk saat eğlenebilir. TV programlarımda
da günlük hayatta nasılsam öyle davranıyorum. Kimseyi kırmamak, herkesi dinlemek
gibi dikkat ettiğim bazı kurallarım var tabiî
ki. Bugüne kadar hep olumlu yorumlar aldım çok şükür. Yaşlılarımız beni oğlum diye
sever, yaşıtlarım kardeşim, küçüklerim de
abi derler ve bence bu büyük lütuf…
A.D.: Oldukça yoğun bir temponuz var ama
biliyoruz ki bu arada örnek de bir aile hayatınız var. Nasıl başarıyorsunuz bunu?
Bekir DEVELİ: Gerek TV programı çekimleri, gerek gösteriler sebebiyle ailemden
sıklıkla ayrı kalıyorum, bazen bir ay görmediğim oluyor, çok özlüyorum. Hemen
her gün telefonlaşırız ama ne kadar da olsa
görmek gibi olmuyor. Allah bizim rızkımızı
farklı farklı yerlere dağıtmış, ben de onları
topluyorum. Ailem de bunun farkında. Bu
konuda eşim çok anlayış gösteriyor, çok
destek oluyor, bu işin bir çilesi varsa, bunu
benden çok onlar çekiyor.
Allah onlardan razı olsun.
A.D.: Bir çok yönünüzle tanıyoruz sizi; gezi
belgeselleriniz, Ramazan programlarınız,
yarışma programlarınız ve bir de stand up
show. Kendinize en yakın hissettiğiniz alan
hangisi? Neden?
Bekir DEVELİ: Ben hepsini severek yapıyorum ama sahnede olmayı biraz daha fazla
seviyorum sanırım. Çünkü bu işe ilk sahneden başladım ve insanlarla bire bir diyalogda olmayı seviyorum.
A.D.: Sahne showunuzla büyük bir başarı yakaladınız. Üstelik de alışılmışın biraz
dışında, daha muhafazakar kesime hitap
ediyor. Bu anlamda sizin için avantaj mı dezavantaj mı? Konu yakalamak zor mu, kolay mı? Biraz anlatabilir misiniz bu başarıyı
bize?
Bekir DEVELİ: Bugüne kadar insanların
karşısına, içerisinde küfürler de olan tek
kalıpta gösteriler koyulmuş. Başka bir alternatifi olmadığı için de ‘insanlar küfre gülüyor’ algısı oluşmuş.
Biz, bunun böyle olmadığını, küfür etmeden, helal dairede de eğlenilebileceğini
gülünebileceğini göstermek için sahneye
çıktık. İnsanlar da teveccüh gösterdi. Bunun bir dezavantajı olduğunu söyleyemem
çünkü Allah rızası için, insanlara güzel mesajlar verebilmek için bu yola çıktık.
Konu sıkıntımız da olmuyor. Daha önce dediğim gibi, ben etrafımda gördüğüm, ilgimi
çeken her komik olayı bir yerlere not ederim malzememi sokaktan alırım, halktan
alırım ve zamanı gelince de bunu onlara
anlatırım. Kendi hikayelerini anlattığım için
bu kadar sevdiler belki de…
A.D.: Sahne programları esnasında yaşadığınız ilginç anılarınız vardır muhakkak.
Birini bizimle paylaşabilir misiniz?
Bekir DEVELİ: Sahneye ilk çıkışım başlı
başına ilginç bir anı zaten. Hemen her turnemizde ilginç bir olay yaşıyorum. Mesela
bir Karadeniz turnesi sırasında sahneye
çıkacağımız salonu bulamadık. Yoldan
bir amcayı çevirdik, ‘amca, belediyenin
kültür merkezi nerede?’ dedik. Amca da,
‘meydandaki camiinin karşısında’’ dedi.
‘’Camii nerde?’’ dedik. ‘’İşte o kültür merkezinin karşısında’’ dedi.
A.D.: İnsanlar daha sizi gördükleri an bile
yüzlerine bir memnuniyet ifadesi oturuyor.
Peki sizi mutlu eden şeyler nelerdir?
Bekir DEVELİ: Her şeyden mutlu olabilirim.
Mutlu olmak için afaki zevklerim yoktur.
Ailemle birlikte olmaktan mutlu olurum.
Dostlarım arkadaşlarımla vakit geçirmekten mutlu olurum. Kedimle oynamaktan
mutlu olurum. Motorumla gezmekten mutlu olurum. Bir çay ocağına gidip çay içmekten mutlu olurum.
50
Dua etmeye özen
gösteririm. İzleyiciler
arasında bulunan ihlaslı
kullarının hürmetine
beni utandırma Allah’ım
derim.
davi eder, arındırır. Bir lokma ekmeğin, bir
yudum suyun önemini hatırlatır, israf edilmemesi gerektiğini gösterir. Yüce Allah’ın
kurtuluş vesilelerinden biridir. Allah hepimize hakkiyle yaşamayı nasip etsin. Keşke
bu Ramazan ruhunu diğer bütün aylara
yayabilsek…
Allah sağlık versin, mutlu olmak için o kadar çok sebebimiz var ki…
A.D.: Yurt dışında da turneleriniz oluyor.
Daha çok hangi ülkelerden talep var ve sizce neden?
A.D.: Bekir Develi deyince ilk akla gelenler arasında Ramazan programlarınız var.
Özellikle “Dünyada Ramazan” oldukça
farklı bir proje idi. Aklınızda kalan, size ilginç gelen Ramazan gelenekleri var mı
dünya kültüründe?
Bekir DEVELİ: Ramazan kendi güzellikleriyle birlikte geliyor. Bu güzellikleri, bu
duyguları başka zaman hissedemiyorsunuz. Dünyada Ramazan programı vesilesiyle Avrupa’nın 10 kadar ülkesini, Balkanların tamamını gezdim. Bulgaristan,
Makedonya taraflarındaki Türk köylerinde,
iftardan sonra toplanılıp oda oyunları oynanması, sohbetler edilmesi, köyler arasında topluca iftar ve sahur davetleri verilmesi, bu birlikteliğe sahip çıkılması çok
hoşuma gitmişti.
A.D.: Biz Ramazanı “ruhumuzu doyuran açlık” diye tanımladık. Siz ne dersiniz bu yüce
ay için?
Bekir DEVELİ: Çok doğru bir tanımlama
olmuş.
Ramazan için ‘’ 11 Ay’ın sultanı’’ deriz. Bu
sultan bize her yıl ikramlarıyla gelir. Paylaşmanın önemini hatırlatır, ruhumuzu te-
Allah gün boyu aç kalanlardan değil, oruç
tutanlardan eylesin…
Bekir DEVELİ: Çok fazla ülkeden talep geliyor ama başı Türklerin yaşadığı ülkeler
çekiyor. Ben, gösteri haricinde bazı organizasyonların moderatörlüğünü de yapıyorum.
Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, Norveç, İsviçre ilk aklıma gelen ülkeler. Buralarda kültürel etkinlikler oluyor
ve insanların gurbette kendilerinden birini
izlemek hoşlarına gidiyor. Ben de onlarla
bir arada olmayı seviyorum, gösteri öncesi
ve sonrası sohbetler etmeyi seviyorum.
A.D.: Peki oruçken sahneye çıkmak ya da
program yapmak zor değil mi? Nasıl başarıyorsunuz bunu?
Bekir DEVELİ: Bu soruyla Ramazan ayında
sıklıkla karşılaşıyorum. ‘Acaba bu adam
oruç tutmuyor mu’ diyorlar?
Ama Allah o gücü veriyor, hiç zorlanmıyorum. Hatta Ramazan sonrasında ki programlardan o kadar tat almıyorum diyebilirim. Ramazan her şeyiyle farklı…
A.D.: Programa veya sahneye çıkmadan evvel “yapmazsam olmaz” dediğiniz inanışla-
rınız var mıdır?
Bekir DEVELİ: Dua etmeye özen gösteririm. İzleyiciler arasında bulunan ihlaslı kullarının hürmetine beni utandırma
Allah’ım derim.
Uzun bir turneye veya çekime çıkıyorsam,
sevdiğim insanların ve büyüklerimin hayır
duasını almayı ihmal etmem.
A.D.: Son olarak bir twitiniz dikkatimi çekti: “Hayra yormaktan yorulmak diye bir şey
var sırf güzel insanların bildiği” Ne güzel
demişsiniz. Bunu biraz açar mısınız bizim
için?
Bekir DEVELİ: Az önceki cevabım bunu biraz açıklıyor aslında.
Yaşanan bunca kargaşanın içinde, kalbinde
fesatlık olmayan, kötü düşünmeyen, her
olayı hayra yoran, hayır uman, dili dualı insanlar var. Her işini Allah’ın rızasını gözeterek yapan, ahret saadetini dünyalık zevklerine çoktan tercih etmiş insanlar…
Onları isim isim saymak mümkün olmadığı
için böyle bir genelleme yaptım.
Bazen nahoş hadiseler öyle art arda gelir
ki birini, diğerini hayra yorarken yorulursunuz. Hayra yormazsanız da maazallah sitem başlar o vakit. Çokça da hayra yormak
kimi zaman yorar güzel gönülleri…
Allah onların sayısını artırsın, bizi de öyle
insanlardan eylesin… Amin.
51
52
Dede Korkut Hikayeleri:
Uzun Yaz Gecelerinin
En Huzurlu
Eğlenceleri
Ne sosyal medya fenomenleri vardı, ne kazananın
ödülünü bizimle paylaşmadığı halde ondan çok
heyecanlandığımız yarışmalar ne de günlük hayatta
da yaşadığına inandığımız karakterleriyle bizi tutsak
eden en fazla hatırlanma ömrü 3 yıl olan televizyon
dizileri… O zamanlar bir Dedem Korkut vardı bir de
yüzyıllardır sıkılmadan dinlenen hikayeleri…
53
“Dedem Korkut geldi,
oğlanla beraber babasının
yanına gitti, boy boyladı,
soy soyladı, oğlanın adı
“Boğaç” olsun dedi.”
“Oğlana Beylik verdi, taht
verdi. Dedem Korkut da
geldi, tahtının tacının ulu,
ömrünün uzun, kılıcının
keskin olması için dualar
etti…”
Radyonun ve televizyonun insan hayatını
zapt etmediği yıllar çok da eskilerde değil
aslında. Koşa koşa eve gidip başına oturduğumuz diziler, gözümüzü ayırmadan izlediğimiz yarışmalar, ekrandakini kaçırmamak
için neredeyse bir tek kelime bile konuşmadan kalktığımız misafirlikler oldukça
yeni sayılır. Peki bütün bunlar olmadan
nasıl eğlenirdi insanlar? Gündüzleri bir şekilde biterdi de akşam olunca nasıl geçerdi
zaman? Hele de uzun yaz gecelerinde eğlencesiz tükenir miydi onca saat?
İşte o uzun yaz gecelerinin en büyük eğlencelerinden biri oldu Dede Korkut Hikayeleri. Hem de yüzyıllar boyunca. Türk
boylarının kahramanlıklarından, yaşadığı
sıkıntılardan, adaletinden dersler veren bu
tarih kokulu hikayeler bugün bile bir çok
Anadolu kentinde anlatılır hala…
Korkut Ata yani bugüne kadar bilinegelen
adıyla Dede Korkut... Oğuzların, Türklerin
efsanelerinin, masallarının bilge ve seyyah
ozanı… Kopuz çalan, kuşlarla konuşabilen
bir çok meziyete aynı anda sahip bir ozan
olarak bahsedilir Dede Korkut’tan. Oldukça uzun bir ömür sürmesiyle de nam salan
ozanın rivayete göre 100 ile 295 yıl arasında yaşadığı söylenir. Öyle ki hakkında “ölü
desem ölü değil, diri desem diri değil” diye
bahsedilen Korkut Ata, ölümden kaçarak
kurtulabileceğini düşünüp diyar diyar dolaşırken, en nihayetinde bunun mümkün olmadığını anladığında da hemen birkaç satır
dökülüverir ağzından:
Yaşadığı dönemin Türk boylarının rivayetine göre de ölümü kendisine rüyasında
bildirilmiş ve Aral Gölüne dökülen Seyhun
ırmağının üzerine serdiği hırkasının üzerine uzanarak hayata gözlerini yummuştur.
Anlatımında hem manzum hem de nesir
aynı anda kullanılmıştır. Toplam 12 hikayeden oluşan Dede Korkut hikayelerinin yarısının girişi de çok az farklılıklarla aynıdır.
Öğüt veren, yol gösteren, dilek ve temenniler bildiren tekrarlardan oluşan bu girişler
tamamen anlatılanı ve anlatıcıyı destekleme amacı gütmektedir. Oldukça manidar
olan bu girişler bir hayli eğlencelidir de:
“Ezelden yazılmazsa kul başına kaza gelmez,
Ecel vakti gelmeyince kimse ölmez,
Ölen adam dirilmez,
Çıkan can geri gelmez,
Bir yiğidin Karadağ yumrusu kadar malı olsa
Yığar, toplar, ister, nasibinden fazlasını yiyemez”
Fani dünya kime kaldı,
Genellikle Oğuz Türklerinin yaşayışlarını,
gelenek ve göreneklerini, inançlarını konu
edinmiştir hikayeler. Her zaman güçsüzlerin ve çaresizlerin yanında olan, sözünün
eri Türk milletinin destansı 12 öyküsünden
oluşan bu değer Türk milletinin birlik ve
beraberliğini, dayanışmasını gözler önüne
serer. 600’lü yıllardan bu yana var olduğu bilinen ve dilden dile, yöreden yöreye
anlatılıp bugüne kadar ulaşan bu ders veren hikayeler düzinesinin aslında her evin
kütüphanesinde bulunması gerekli. Bunu
hemen gerçekleştiremeyecek olanlar için
Kültür Bakanlığı yayınlarından “Dede Korkut Hikayeleri” kitabından nasihat dolu birkaç seçme:
Gelimli gidimli dünya,
Dirse Oğlu Boğaç Han:
Son ucu ölümlü dünya.”
Hanlar Hanı Bayındır Han, yılda bir kez şenlik düzenleyip, bütün Oğuz beylerini konuk
“Hani dediğim erenler,
Dünya benimdir diyenler,
Ecel aldı yer gizledi,
ederdi. Yine bir şenlik zamanı idi. Şenlikte,
Han’ın emri gereğince, oğlu ve kızı olmayanlar kara çadırda kalacak, altına kara
keçe döşenecek, kara koyun eti verilecekti.
Oğuz Hanlarından Dirse Han’ın hiç çocuğu
yoktu. Bu yüzden onu kara çadıra yerleştirdiler. Sebebini sordu. “Çocuğun olmadığı
için” cevabını alınca, yanında getirdiği kırk
yiğidi ile şölen yerini terk etti. O kızgınlıkla gelip hanımına acı sözler etti. Hanımı,
“Ona büyük bir şölen tertip etmesini, açları
doyurmasını, çıplakları giydirmesini, hayır
dualar almasını, bu dualar içerisinden birisinin kabul olabileceğini” söyledi. Dirse
Han, hanımının dediği gibi yaptı.
Dualar kabul oldu. Hanımı gebe kaldı. Zamanı gelince bir erkek çocuğu doğurdu.
Çocuk büyüdü, gürbüz bir delikanlı oldu. On
beş yaşına gelince, Bayındır Han’ın yiğitleri
arasına karıştı.
Bir gün arkadaşları ile otururken, Bayındır
Han’ın üç kişinin sağ yanından, üç kişinin
de sol yanından, demir kazıklarla zor zapt
ettiği boğası, bunların elinden kurtulup
sağa sola saldırmaya başlayınca, herkes
kaçmış, Dirse Han oğlu ortada yapayalnız
kalmıştı. Boğa üzerine hücum edince, yumruğu ile alnının ortasına bir tane yerleştirdi,
boğa kıç üstü yere devrildi. Kalkıp hücum
etti, akıbeti aynı oldu. Sonunda, oğlan boğayı yendi. Bıçağı ile kafasını kesti. Böyle bir
yiğitlik görülmemişti.
Dedem Korkut geldi, oğlanla beraber babasının yanına gitti, boy boyladı, soy soyladı,
oğlanın adı “Boğaç” olsun dedi.
Dirse Han, oğluna Beylik verdi, taht verdi.
Ancak, Dirse Han’ın kırk yiğidi bu durumu
hazmedemediler. Baba ile oğlun arasını
açmak için yalanlar, dedikodular, asılsız
haberler ürettiler. Sonunda, Dirse Han’ı oğluna düşman ettiler. Bir av sırasında, Dirse
Han, oku ile oğlunu iki kürek kemiği ara-
54
sından vurdu. İçi kan ağlaya ağlaya çadırına
döndü. Hanımı, oğlum nerede diye sorunca,
cevap veremedi. O kırk hain, “Oğlun iyidir,
sağdır, avdadır” deyince, annesi yanına kırk
ince belli kız alarak, oğlunu aramaya çıktı. Bu arada, Hızır gelmiş, oğlanın yarasını
sıvazlamış, “Korkma oğul, dağ çiçeği ile
ananın sütü sana ilaç olacak, iyileşeceksin”
demişti.
Anası, oğlunun yanına varır, al kanlar içinde görünce, ağıta durur. Oğlan sese uyanır
ve Hızır’ın söylediklerini anlatır. Kızlar dağ
çiçeği topladılar, anası memesini üçüncü
sıkmada sütü getirebildi. Süt ile çiçekleri,
yarasına sürdüler. Gizlice beyin otağının
yakınlarına getirdiler.
Aradan kırk gün geçti. Oğlan iyileşti, yine
aynı yiğit oldu.
Kırk hain, oğlandan korktular. Dirse Han’ı
kaçırıp, gâvur ellerine götürdüler. Anası,
bütün bu olanları oğluna anlattı. Oğlan,
kırk yiğidini yanına alıp, namert kırk kişinin
elinden savaşarak babasını kurtardı. Babaoğul sarmaş dolaş oldular. Sonra yurtlarına döndüler.
Bayındır Han, olanları duydu. Oğlana Beylik verdi, taht verdi. Dedem Korkut da geldi,
tahtının tacının ulu, ömrünün uzun, kılıcının
keskin olması için dualar etti…
Kazılık Koca Oğlu Yiğenek Boyunu Anlatır:
Bayındır Han’ın veziri Kazılık Koca, Bayındır
Han’dan, sefere çıkması için izin istedi. Han
izin verdi. Kazılık Koca ve adamları, günler
geceler boyu yol gittiler. Karadeniz kıyısında Düzmürd Kalesi’ne vardılar. Bu kalenin
tekfuru çok yaman biri idi. Kalesinden çıkıp,
Kazılık Koca’yı gürzü İle tepeleyip, esir aldı.
Aradan on altı yıl geçti.
Kazılık Koca’man sefere çıktığı vakit, bir
yaşında bir oğlu vardı. Yaşı on altısına gelince, tesadüfen babasının tutsak olduğunu
öğrendi. Bayındır Han’ın huzuruna varıp,
babasını kurtarmak için, izin ve asker iste-
di. Bayındır Han, beyleri topladı. Birkaçına
görev verdi. Beyler ve oğul, amcası Emen
de dahil, hep birlikte Düzmürd Kalesi’nin
dibine kadar varıp konakladılar. Tekfur kalesinden çıktı, teke tek kavga istedi. Yirmi
dört Oğuz Beyi sıra ile Tekfur’un karşısında yenik düştüler. En son Yiğenek oğlan,
Tekfur ile kapıştı. Allah’ın izni ile Tekfuru
yendi. Babası serbest kaldı. Baba-oğul, sarılıp koklaştılar. Kaleyi ele geçirip, Bayındır
Han’ın mülküne kattılar.
Dedem Korkut geldi, destanı söyledi. Bu
destan oğul Yiğenek’in olsun dedi.
Dış Oğuz’un İç Oğuz’a Asi Olup, Beyrek’in
Öldüğü Boyu Anlatır:
Üç ok ile Boz ok toplandığı zamanlar, Kazan Han evini yağmalardı. Yine bir yağmalattırma sonrası Dış Oğuz beylerinden Aruz
Emen ve Kalan Beyler “Biz niye katılmadık”
deyip Kazan Han’a düşman oldular. Kendileri yetmezmiş gibi, Beyrek’i de çağırıp,
aralarına katılmasını istediler. Beyrek “Ben
Kazan Han’ın çok ekmeğini yemişim, ona
düşman olamam” deyince, saldırıp tepelediler…
Beyrek’in ana babasına ölüm haberi gidince deli divane oldular. Kazan Han duyunca,
yedi gün ağladı, odasından çıkmadı. Sonra,
hep birlikte hazırlanıp Dış Oğuz’a harbe gittiler.
Dış Oğuz’un başı Aruz Bey ile Kazan Han
kapıştılar. Kazan Han, Aruz Bey’i öldürdü.
Bunun üzerine bütün Dış Oğuz Beyleri,
Kazan Han önünde diz çöküp yeniden biat
ettiler, af dilediler. Kazan Han cümlesini
affetti.
Kazanlar kuruldu, şölenler edildi. Dedem
Korkut geldi, sazlar çaldı, türküler söyledi…
Kazan Bey, Oğlu Uruz Bey’in Tutsak Olduğu Boyu Anlatır:
Kazan Bey, bir gün bir şölen tertip etti. Doksan üç bin Oğuz yiğidi, kızı, kadını toplandı.
Kazan Bey, sağına baktı güldü, soluna baktı
güldü, karşısına baktı ağladı. Çünkü karşısında, yaşı on altı olmasına rağmen, halen
yiğitliğini ispatlamamış olan oğlu duruyordu. Oğlu bu duruma çok üzüldü. Babasına, “Ne dedin de yapmadım?” dedi. Kazan
Bey “Madem öyle” deyip, yanına oğlunu ve
üç yüz kızanını da alıp ava çıktı. Meğer av
bölgesinde casuslar varmış. Kara Tatyan
Kalesi Tekfuru’na haber verdiler. On altı
bin askeri ile, bizim üç yüz yiğide saldırdılar. Kazan Han, oğlunu savaştan ırak tutmuş idi. Lakin, Uruz oğlan ve kırk arkadaşı,
kâfire bir ucundan saldırıp, yaman savaş
verdiler. Ancak, Uruz esir düştü. Babasının
bundan haberi yoktu. Evine döndü. Hanımı
baktı oğlu Uruz yok, başladı ağıda… Kazan
Han da deliye döndü. Yiğitlerini alıp, hızla av
yerine vardı. Baktı ki yaman savaş olmuş,
oğlunun cesedi yok. Anladı ki tutsak düşmüş. İzleri takip etti.
Kâfirler Kanlı Kara Dervent’te konaklamış,
eğleniyorlardı. Kazan Bey varınca fark ettiler. Oğlan dedi, “Elimi kolumu çözün, babamla ben konuşayım.” Çözdüler. Oğlan,
geri dönmesi için babasına yalvardı. Babası
kabul etmedi. Kâfire saldırdı. Babası gözünden yaralandı, uçurumdan uçtu…
Hanımı Burla Hatun dayanamamış, yiğitler ile yola çıkmıştı. Oğuz Beyleri de dayanamamış yola çıkmışlardı. Hepsi tekmil
gâvurun üstüne vardılar. Yaman savaş ettiler. Kâfirler helak oldu. Bütün malları Oğuz
beylerinin eline geçti. Kazan Han, ölmemiş
yoldaşlarına katılmıştı. Hep birlikte Uruz’u
kurtardılar.
Yurtlarına dönüp, güzel bir şölen ettiler.
Dedem Korkut da oradaydı. Yine çaldı, yine
söyledi. Ne söylediyse, güzel söyledi…
55
56
GÜÇLÜ VE PARLAK GÜLÜMSEMELER İÇİN
GÜÇLÜ VE
PARLAK DİŞLER
İNSAN SOSYAL BİR VARLIK OLDUĞU İÇİNDİR Kİ
PSİKOLOJİK OLARAK KÖTÜ GÖRÜNÜMÜ SAKLAMA
İHTİYACI DUYAR, ÇEVRENİZDE AĞZININ KÖTÜ
GÖRÜNTÜSÜNÜ GÖSTERMEMEK İÇİN GÜLÜMSEMEYEN
KAÇ KİŞİ VAR? PEKİ BU SORUN ÇÖZÜLEMEZ Mİ?
57
Hekime danışılmadan piyasadan
alabileceğiniz ürünler geri
dönülmesi imkansız sonuçlara yol
açabilir.
Malum yaz ayları geldi. Soğuk bir kıştan
sonra gülümsemenin kaçınılmaz olduğu
sıcacık günlere girdik nihayet. Ve tabii bu
sıcak günlerde serinlemek adına başvurulan soğuk içecekler mevsimine de girmiş
bulunuyoruz. Hal böyleyken yazın yükünü
en çok sırtlayan da hem gülüşümüzü güzelleştiren hem de buz gibi içeceklere karşı
inatla direnen dişlerimiz oluyor. Parlak dişler elbette ki sağlıklı dişlerin en büyük kanıtlarından biri. Peki nasıl olacak da dişlerimiz daha sağlıklı olacak? Bunun cevabını
Ankaralı bir diş hekiminden, Sayın Bülent
MERAL’den alacağız. Bülent Bey kliniğinde
tedavi ettiği hastalarından da yola çıkarak
bilinçli ya da bilinçsiz yapılan uygulamalar, hekime danışmadan alınan kararlar ve
daha parlak ve sağlıklı dişlere kavuşmanın
yolları hakkında oldukça ilginç bilgiler paylaştı bizimle.
Şimdi hayal gücümüzü kullanma zamanı;
radyoda konuşan bir spiker var ve siz onu
gözünüzde ses rengi ile canlandırıyorsunuz
ve bir gün tanışma fırsatı yakalıyorsunuz.
Sohbet başlıyor ve size gülümsüyor o anda
şekil ve renkleri çok kötü görünen bir ağız
yapısıyla karşılaşsaydınız ne hissederdiniz?
İnsan sosyal bir varlık olduğu içindir ki psikolojik olarak kötü görünümü saklama ihtiyacı duyar. Çevrenizde ağzının kötü görüntüsünü göstermemek için gülümsemeyen
kaç kişi var? Peki bu sorun çözülemez mi?
Bu yüzden artık günümüzde ağız ve diş yapısı insanların karşı tarafı etkileme, kontrol
altına alma ve kendisinde hapsetme yönte-
mi olabilir mi? Acaba insanlar boş bir hayalin peşindeler mi?
Aslında değil, sağlıklı bir diş yapısı karşınızdakinin hem size hem kendine olan saygısını göstermektedir. Dişlerimiz kişilere
fonksiyon, fonasyon ve estetik sağlamaktadır. Bunun doğru adresi de biz diş hekimlerinden geçmektedir. Gelin bugün işin esteik
kısmına bir bakalım.
Dişlerimizin ağız içinde gözle gördüğümüz
kısımlarına kron diyoruz . Kronu oluşturan
yapı ise mine olup altındaki tabakalardan,
genetik faktörlerden, kullanılan ilaçlara,
biyolojik yaşlanma v.s kadar birçok faktörün etkisi ile dişlerin şekil ve yapıları belirlenmektedir.
Renkleri matlaşan ve çeşitli boyayıcı maddelere (çay, sigara, kahve, ilaç v.b) maruz
kalan dişleri, hekimler olarak en basit yöntem olan diş parlatma işlemleri ile doğal
rengine dönüştürebileceğimiz gibi çeşitli
tekniklerle daha beyaz hale de getirebiliriz.
Ama bunun olmazsa olmazı hekim hasta
işbirliği olup, hekiminize danışmadan piyasadan alacağınız ürünler geri dönülmesi
imkansız sonuçlara yol açabilir.
Renkleşmenin nedeni tedavi şeklini, sürecini ve de sonucunu etkileyen bir faktör
olup hekiminizin kontrolü gerekmektedir.
Tüm bu muayene esnasında hekiminize
hayallerinizi anlatmaktan çekinmeyin ki
daha sonrasında hayal kırıklığına uğramayın. Çekinmeyin çünkü hekiminiz olabilirliği
hakkında sizi doğruya yönlendirecek tek
yetkilidir.
Bu işlemlere vakaya uygunsa beyazlatma
ajanları kullanılarak başlanır. Bu uygulama
klinik ortamda tek seansta yapılabileceği
gibi, plak verilerek evde hekiminizin öğrettiği şekilde birkaç günde de sonuca ulaşılabilir.
Eğer daha inatçı renkleşmeler, şekil bozuklukları varsa uygun materyallerle (kompozit resterasyonlarla) tek seansta bitirilebilir.
Vakanın durumu ve beklentilere göre son
tercih ise lamina dediğimiz (halk arasında
yaprak porselen denen) restorasyon olup
bir miktar dişin yüzeyi traşlanarak yapılır.
işlem süresi, laboratuvar yapılacağı için,
bir hafta sürebilir.
Diş hekimi eğitiminde sağlık ve sanatı birleştiren, kişiye özel tasarım yapabilen kişidir. Bireylerin yüz şekillerini (dudak, göz,
kafa yapıları) yaşlarını, cinsiyetlerini, sosyal durumlarını göz önüne alarak, aslında
bunları harmanlayarak düşünür ve size en
doğal en sağlıklı gülüşleri tasarlar. Fakat
aynı zamanda sizin için kâr zarar oranını
düşünerek mümkün olabilecek yönteme
evet diyen kişilerdir. Bu yüzden sağa sola
kulak asmadan işin ehli olan hekiminizin
tavsiyelerine kulak vermeniz önemle rica
olunur.
Her insan güveneceği bir hekim kontrolü
altında tedavi olmayı hak eder. Bu hakkınızdan asla vazgeçmemeniz dileği ile...”
Diş Hekimi Bülent MERAL
bülentmeral.com
58
PERU
KIYI ÇÖLÜNÜN
KIZILDERİLİLERİ
And Dağları’nın hırçın ve savaşçı çocukları İnkalar,
günümüzün en fazla nüfuslu Kızılderili halkı, uzun bir çölle
kaplı sahilleri, insanı hayret ve hayranlığa düşüren tarihi ve
eserleri ile Peru…
59
Bu toprakların
İspanyollarla tanışması
1533 yılında olmuş.
Peru’nun zengin altın,
kurşun, kalay ve bakır
yatakları bir hayli
cazip gelmiş olmalı
İspanyollara. Ülkenin
bağımsızlığını tamamı
ile kazandığı tarih ise 28
Temmuz 1821.
Amerika kıtasının kıyı ülkeleri arasında gerek kültürüyle gerek sıcaklığı ile hakkında
çok şey söylenebilecek yerlerin başında geliyor Peru. 85 bin kilometrekarelik alanıyla
Güney Amerika’nın üçüncü büyük ülkesi.
Güney Yarım kürenin bu sıcak ülkesinin
nüfusu ise yaklaşık 29 milyon. Para birimleri “Yeni Sol” anlamına gelen “Nuevo Sol”.
Lima şehrinin başkentlik yaptığı Peru oldukça renkli görüntülere sahip…
Büyük Okyanus batısından komşu olmuş
kente. Meşhur Amazon Nehri bu ülkenin
bağrından çıkıp geliyor. Bunun doğal neticesi olarak da ülkenin göbeği dev boyutta
ağaçların olduğu ormanlarla kaplı. Amazon
Nehri’nin adeta yemyeşil bir örtüye dönüştürdüğü Peru’nun Şili sınırı ise büyük bir
tezatla dünyanın en kurak çölüne sahip:
Atacama Çölü. Costa’dan Lima’ya kadar
olan sahil şeridi ise çok enteresan bir biçimde nadiren yağmur alıyor. Peru coğrafi
olarak da bir hayli çeşitli yani.
Meşhur And Dağları tüm kuzey güney hattını kaplamış durumda. Bu sıra dağların
oluşturduğu bölgenin adı ise Sierra. Andların hemen doğusunda yer alan Yağmur
Ormanları Bölgesi olarak bilinen bölge ise
“Selva”. Titikaka ve Lago Junin ise yine And
Dağları’nın arasında yer alan bölgenin en
önemli gölleridir. Oldukça çeşitli bir bitki
örtüsüne sahip olan Peru‘da hayvan türü de
en az bitki örtüsü kadar çeşitli. Ancak içlerinden bir tanesi var ki Perulular için farklı
bir yere sahip: Peru’nun milli hayvanı And
Kaya Horozu.
Ülkenin bağımsızlığını tamamı ile kazandığı
tarih ise 28 Temmuz 1821.
Peru çok uzun yıllar boyunca Avrupalı devletlerin sömürgesi olarak sürdürmüş varlığını. Ama en uzun süreli olanı İspanya’nın
egemenliği olmuş. Bunun neticesi olarak
da ciddi anlamda bir kültür ve dil etkilenmesi yaşamış Perulular. Öyle ki şu an ülkenin resmi dili İspanyolca.
Başkent Lima sokaklarında dolaşırken
rastladığımız pazar tezgahlarında en çok
dikkatimizi çeken şey farklı boy, şekil ve
renklerdeki patatesler. Neredeyse tezgahın yarıdan çoğuna hakim olan patatesin
anavatanının burası olduğunu da Peru’da
en fazla yetişen ürün olan patatesin yaklaşık 4000 çeşidi olduğunu öğreniyoruz. Aslında tarihine bakıldığında çok da şaşırtıcı
gelmeyebilir bu rakam. Çünkü Peru topraklarında 7000 yıldır yetiştiriliyor patates.
Ülke topraklarının bonkörce verdiği diğer
iki meşhur yerli mahsul ise domates ve
avokado.
Peru, 26 bölüm ve 196 eyaletten oluşuyor.
Her bölümün idaresi özerk. Halk bu bölgelerin birleşmesi ile ilgili referanduma ret
cevabı vererek yönetimin bu şekilde bölgeler halinde devam etmesine karar vermiş
2005’te. “Yönetim şekli cumhuriyet olan
Peru, başkanlık cumhuriyetiyle yönetiliyor.” Başkan her beş yılda bir yapılan halk
seçimiyle yönetime geliyor. Ancak ikinci bir
kez aday olamıyor. Yani bir başkanın iktidar
ömrü yalnızca beş yıl.
Peru sadece kültürel değil, ekonomik olarak da sömürüden nasibini almış. Yıllarca
ülkenin bütün kıymetli yer altı kaynaklarını işlemiş ve zenginliklerini kendi çıkarları
doğrultusunda kullanmış olan devletler,
bugünkü pazar ekonomisine de yön vermişler. Özelleştirmenin hakim olduğu ekonomide ilk göze çarpan devlet de elbette
yine İspanya. Bu toprakların İspanyollarla
tanışması 1533 yılında olmuş. Peru’nun
zengin altın, kurşun, kalay ve bakır yatakları bir hayli cazip gelmiş olmalı İspanyollara.
Bu pek de kendi haline kalmasına izin verilmemiş ülkenin başından sömürgeci devletler kadar doğal afetler de eksik olmamış.
Peru hala deprem, sel, toprak kayması ve
hatta yanardağ patlaması gibi birden çok
doğal felaketle uğraşıyor. Bu depremlerin
en büyüklerinden biri 2007 yılında başkent
Lima yakınlarında yaşanmış. Depremin
şiddeti: 8.0
Perulular bir hayli sıcakkanlı ve misafirperver. İngilizce bilen kişi sayısı hiç de az
değil o yüzden de İspanyolca bilmeseniz
dahi kolaylıkla anlaşabiliyorsunuz. Zaten
size yardımcı olabilmek için bir hayli çaba
içinde halk. Bu ülkede en ucuz şeylerden
bir ulaşım. Özellikle de taksi ile olan ulaşım
60
Başkente “Krallar Şehri”
deniliyor. Bunun nedeni
ise şehre verilen ismin
Krallar Şenliğinde
kararlaştırılmış olması.
61
Plaza Das Armas, 1991
yılında Dünya Kültür
Mirasları Listesine
girmiştir.
bir hayli ucuz. Üstelik binmeden pazarlık
etmek de işin doğası haline gelmiş.
Başkent, Lima’ya “Krallar Şehri” de diyorlar. Bunun nedeni ise şehre verilen ismin
Krallar Şenliğinde kararlaştırılmış olması.
Başkent nüfus olarak bir hayli kalabalık
çünkü çok fazla iç göç var. Bunun neticesi
olarak da yoksulluk çok yüksek boyutlarda.
Yoksul mahalleler dikkat çekecek kadar
fazla ve şehrin içinde.
Yemek kültürü olarak da bir hayli geniş bir
yelpazeye sahip bu ülke. En fazla kullanılan malzemelerin başında deniz mahsulleri
geliyor. Ancak toprak ürünleri için de iklimi
bir hayli elverişli olan Peru’daki oldukça
çeşitli sebze ve meyveler de ülke mutfağını bir hayli zengin kılıyor. Özellikle “Choclo
Con Queso” yani haşlanmış haldeki peynirli mısır koçanı yemeği bir hayli ilgi çekici.
“Sopa a la criolla” bir makarna çorbası ancak içinde et parçaları da var. Bir diğer enteresan yemek ise “Ceviche” ekşi soğan ve
limon suyu ile marine edilmiş taze çiğ balık
veya diğer deniz ürünlerinden oluşan farklı
bir lezzet.
Tarihi ve kültürü kadar şehrin sokakları
da bir hayli renkli çünkü burada kadınlar
rengarenk giyinmekten çok hoşlanıyorlar.
Daha doğrusu bu geleneklerinin bir parçası. Omuzlarına attıkları bu renkli şallar ise
sadece süs olsun diye değil. Çocuklarını,
eşyalarını, vs. taşımak için de kullandıkları
bir araç aslında. Bir diğer göze çarpan aksesuarları ise hemen herkesin kullandığı
şapkalar. Şapkaların şekli ise kullanıldığı
coğrafyaya göre değişiklik gösteriyor. Mesela şehirde yaşayan halk melon şapka
tercih ediyor. Kırsal kesimde ise kullanımı
daha amaca yönelik olan geniş kenarlı, düz
şapkalar yaygın.
Lima’nın en büyük meydanı, tarihi Plaza
Das Armas. Bu meydan, 1991 yılında Dünya Kültür Mirasları Listesi’ne girmiş. Meydanda bulunan ve içinde şehrin kurucusu
Pizaro’nun kemiklerinin de bulunduğu Katedral tarihi açıdan bir hayli kıymetli. Yine
aynı meydanda hükümet konağı olarak kullanılan binanın yani Pizaro Sarayı’nın yapım yılı ise 1600’lere dayanıyor. Hal böyle
olunca da meydanın bu kadar değerli görülmesi normal geliyor.
Lima’daki bir diğer tarihi ve es geçilemeyecek yapılardan biri ise San Fransisco
Manastırı. Manastır, eski tarihinin yanında altında bulunan yer altı mezarları ile
de kentin göz bebeği durumunda. Neden
binlerce insanın burada gömülü olduğunu
sorduğumuzda ise aldığımız yanıt çok şaşırtıcı değil. Kendi inanışlarınca yaratana
daha yakın olacaklarını düşünerek buraya
gömülmeyi talep etmiş insanlar yüz yıllar
boyunca. Üstelik de bunun için bağış adı
altında paralar ödeyerek. Ayrıca şehrin tarihini anlatan binlerce eser de yine bu manastırda muhafaza ediliyor.
Peru’nun bir diğer görülmeye değer yerlerinden biri de Nazca Çölündeki devasa
boyutlardaki hatta yer yer uzaydan görülebilen geometrik şekiller. Bilim adamlarının hala sırrını çözemedikleri bu çizgilerin
yapılış nedeni veya amacı ile ilgili oldukça
farklı sosyal, bilimsel ve dini teoriler mevcut. Ancak hala tam olarak doğru ve net cevaba ulaşılabilmiş değil.
Peru sahip olduğu Kızılderili nüfusu ile de
ayrı bir yere sahip. Çünkü bu oran hiç de
azımsanacak gibi değil, tam tamına ülke
nüfusunun %45’i. Sayısal olarak dünyada
bu açıdan birinci sırada yer alıyor. Bu yoğun
Kızılderili nüfusu sosyal hayatı ve kültürü
de bir hayli etkilemiş.
Peru’yu ilginç kılan bir diğer ve hatta en
önemli özelliği ise muhakkak ki İnkalar. Peruluların ataları olarak kabul ettikleri İnka
62
Güneş Tanrı’dan
geldiklerine inanan
İnka halkı kralları için
de “Güneşin Oğlu”
tabirini kullanmışlar.
medeniyeti tarihin belki de en enteresan ve
gizemini korumaya devam eden kültürü. İlk
kez 1911 yılında keşfedilen İnkaların yerleşim alanları ve bıraktıkları kalıntılar bugün
dünyanın dört bir yanından ziyaretçi akınına
uğruyor.
Aslına bakacak olursanız Peru tarihi İnkalardan daha eski. Milattan Önce 200’lü
yıllara kadar dayanıyor. Ancak tartışılmayacak olan gerçek şu ki bölgeyi tarihsel açıdan zengin hale getiren İnkalar ve sonrası
dönem. İnkaların tarihi ise Milattan Sonra
1200 yıllarında başlıyor. İçinde yüzlerce
farklı ırkı barındıran İnkalar aynı zamanda
onlarca farklı dilin de kullanıldığı bir ülke
o zamanlar. Himayelerindeki kabileler tarafından oldukça acımasız olarak nitelendiriliyorlar. Bu acımasızlık da krallıklarını
kaybetmelerine dahi sebep oluyor ilerleyen
tarihte.
İnkaların kayıp şehri olarak bilinen Machu Picchu antik şehri Custo şehrine 88
kilometre mesafede kurulmuştur. İnka
hükümdarlarından Pachacutec Yupanqui
tarafından 1450 yıllarında kurulan bu kent
iki yüzden fazla merdiven sisteminin birbirine bağladığı bir taş yapıdır aslında. Resmi
olarak dünyanın yedi harikasından biri de
kabul edilmektedir. Şehrin gerek keşfi gerek kuruluş amacı ile ilgili birden çok teori
ortaya atılmıştır. Bunlardan biri, şehrin bir
eğitim ve terbiyehane olduğu yönündedir.
Bir diğer teori ise şehrin ileri gelenleri ile
din adamlarının yaşam alanı olarak inşa
edildiği yönünde. Şehrin keşfi ile ilgili en
enteresan düşüncelerden biri ise aslında
bu keşfin köylü halk tarafından daha önceden yapıldığı, Bingham’ın ise bunu kendine
mal ettiği şeklinde. Daha da akıl karıştırıcı
ve kuşku uyandırıcı olanı da keşif tarihinin
doğru olmadığı hakkında. Bir grup yerlinin
inanışına göre kayıp şehir dünyaya açıklandığı tarihten iki yıl önce bulundu ama şehrin
içinde gömülü olan altınların Amerika’ya
nakli için süre kazanmak amacıyla geç bildirim yapıldı. Henüz net kayıt ve bulgulara
ulaşılamadığı için Machu Picchu efsaneleri
bu şekilde sürüp gideceğe benziyor.
leri Araştırma Merkezinin yaptığı çalışmaya göre bu tercümeler şöyle: “İnsanlığın
ilkel çağlarında, Titikaka Gölü’ndeki Güneş
Adası’na güneş gibi parlayan altın bir kuş
indi. Bu kuşun karnından bir kadın çıktı. Bu
kadın öbür kadınlara çok benziyordu. Yalnız
başı konik biçimde, kulakları uzun, 4 parmaklı ve parmakları birbirine ince bir zarla
bağlıydı. Adı Orejana idi. Oigh’den geliyordu. Oigh’te yaşam şartları hemen buranın
aynıydı. O çok bilgiliydi, görevi indiği yeni
dünyada yeni bir ulus oluşturmaktı. Yerli
erkeklerden birçokları ile birleşti. Doğurduğu çocuklar analarına çektiler. Çok akıllı bir ırk meydana geldi. Bir zaman sonra
Orejana’nın görevi sona erdi. Yine altın kuşuna bindi, tekrar geri döneceğini söyleyerek göklere uçup geldiği yere gitti.”
Güneş Tanrı’dan geldiklerine inanan İnka
halkı, kralları için de “Güneşin Oğlu” tabirini kullanmışlar. And Dağları’nın bu savaşçı
ve saldırgan insanlarının temel uğraşılarından biri de tarımdır. Toprağı ekebilmek
için dağ yamaçlarına yaptıkları basamaklar
bu işte ne kadar başarılı olduklarının göstergesi.
And Dağları’nın hırçın ve savaşçı çocukları
İnkalar, günümüzün en fazla nüfuslu Kızılderili halkı, uzun bir çölle kaplı sahilleri, insanı hayret ve hayranlığa düşüren tarihi ve
eserleri ile Peru, görülmeye değer bir ülke.
Üstelik ülkemiz ile arasında vize sınırı da
kalmayan Peru, oldukça ilginç de bir tatil
alternatifi…
İnka’nın Tiahuanako yani “Güneş Kapısı”
şehrinde bulunan bloklar üzerindeki petrogriflerin tercümesi gerçekten de insanı
şaşırtacak türden. Sirius UFO Uzay Bilim-
63
64
Güllerin ve göllerin
şehri
Isparta
Anadolu’nun Türkleşmesinde baş rolü üstlenmiş, dopdolu
bir şehir burası… Miryakefalon savaşının kazanıldığı,
Anadolu kapılarının bir kez daha ama bu kez ardına kadar
açıldığı buram buram tarih kokan bir şehir…
65
Ispartalılar bu şehri oldukça
net tanımlıyorlar: Ekonomik,
sakin ve sıcak. Güler yüzlü
kent insanı bunun en büyük
kanıtı. Yaşadıkları huzur
ve keyif yüzlerine yansımış
durumda…
Göller
Yöresinin
tam
ortasında,
Anadolu’nun mutlaka bir kez gidilip bir dal
gülünün koklanması gereken efsane şehirlerinden biri Isparta. 8.933 metrekarelik
yüzölçümü ve 448.298’lik toplam nüfusuyla
Akdeniz Bölgesi’nin de önemli illerinden
biri aynı zamanda. Yaygın olarak Akdeniz
ikliminin hakim olduğu şehirde Orta Anadolu iklim tipi de yer yer oldukça etkili. Kar
yağışının az görüldüğü bölge ikliminde kışın sıcaklık -17 dereceye kadar düşebilirken yazın da 37 dereceyi görmek mümkün.
Yaklaşık olarak yüzde kırkının ormanlarla
kaplı olduğu Isparta bu yönüyle de bulunduğu bölgenin akciğeri konumunda.
Genel olarak Isparta halkının şehirle ilgili
tanımı ortak: Huzurlu ve sakin bir şehir.
Gerçekten de öyle. Hatta sırf bu yüzden
hayatlarının geri kalanını geçirmek için bu
şehri seçenlerin sayısı bir hayli fazla. Hayat
şartlarının ucuz olması da bir diğer büyük
etken elbette. Özellikle öğrenciler için oldukça cazip olan fiyatlar için de şehri tercih
edenlerin orta memnuniyeti söz konusu.
Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta
için başlı başına bir ekonomik destek durumunda. Aynı zamanda uygun kiralar ve
yurt fiyatları ile öğrenciler arasında da bir
hayli revaçta. Adını Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’den alan üniversite 1992 yılında kurulmuş. 18 fakülte
ve 46 araştırma merkezinden oluşan okul
bir devlet üniversitesi. Üniversitenin verdiği
rakamlar doğrultusunda yaklaşık öğrenci sayısı 70 bin. ”Kısmi zamanlı çalışma”
imkanı da sunan üniversite bu uygulamayı
şöyle açıklıyor: “Üniversitemizde öğrenciler ders dışı zamanlarında, ilgi ve yeteneklerine göre, üniversitemizin çeşitli üretim
ve hizmet birimlerinde ücretli olarak çalışabilmektedirler. Üniversitemiz, her yıl
500’ü aşkın öğrencisine kısmi zamanlı çalışma imkânı sunmaktadır. Kısmi zamanlı
çalışmanın yoğun olarak yaşandığı birimlerimiz ise kütüphane, bilgi işlem, kültür
merkezi, spor tesisleri, kurumsal iletişim
merkezi, araştırma merkezleri, laboratuvar ve atölyeler ile mediko-sosyal ve beslenme birimleridir.”
Gelendost İlçesi:
Geçmişi Milattan Önce 3500 yıllarına kadar dayanan Isparta’nın bu tarihi ilçesinin
Türk tarihi açısından önemi oldukça fazla. Fatlın ve Gelendost ovalarında yapılan
Anadolu’nun Türkleşmesini hızlandıran
Miryakefalon Savaşı, Ortaçağ Avrupa Tarihçilerinin ovayı “Miryokatolof” ovası ile anmasına da neden olmuştur.
Tarihi açıdan bu kadar eski bir yerleşim
yeri olması sebebiyle de bir çok tarihi yapıya sahip Gelendost İlçesi. Bunlardan biri
Selçuklular zamanından kaldığı söylenen
ve hala kullanımda olan Afşar Köprüsü.
Yine Selçuklu zamanından kalan Gelendost
Hanı da ilçeye gelmişken uğranması gereken yerlerden biri. Bu eski han 1233 yılında
Mubarezettin Ertokuş tarafından yaptırılmış.
Eğirdir namı diğer
“Cennetabad”:
Yaklaşık yetmiş beş yıl kadar Selçuklu Sultanlarının sayfiye kenti olarak kullandıkları
Eğirdir, bu nedenle “Cennetabad ” ismiyle
anılmıştır.
66
Zamanında Selçuklu hanlarının en büyüklerinden biri olan Eğirdir Hanı da bu ilçededir. Maalesef günümüze kadar ayakta
kalmayı başaramayan handan kalanlar ise
zamanındaki ihtişamını az çok tahmin etmenize yetiyor. 1237 yılında II. Gıyaseddin
Keyhüsrev tarafından yaptırılan han, Eğirdir gölü kıyısında yer alıyor.”
Eğirdir’de görülmesi tavsiye edilen bir diğer
tarihi yapı da Eğirdir Kalesi. Ne zaman inşa
edildiği kesin olarak bilinmeyen kale Eğirdir Gölü üzerindeki yarımadada bulunuyor.
Hamidoğulları ve Osmanlı İmparatorluğu
dönemlerinde onarım gören kalenin kitabesinde bu durum şöyle açıklanmıştır:
Tarihi bu kadar eskilere
dayanan gül ve gülden elde
edilen maddeler kozmetikten
tıbba bir çok alanda da
kullanılmıştır.
“Bütün kapıların fâtihi Allah-ü Zülcelaldir.
Din ve dünyanın meliki Feleküddin Emir-i
Azam’ın emriyle şu mübarek imaret tamir
edildi. Allah-ü Zülcelal yardımla aziz etsin.”
Isparta, gül yetiştiriciliği konusunda o kadar
ustalaşmıştır ki sanki dünya üzerinde var
olduğundan beri bu topraklarda gül yetişirmiş gibi gelir hepimize. Oysa Isparta’nın gül
ile olan mazisi sadece 150 yıllık. Ancak elbette ki gülün geçmişi çok eskilere dayanıyor. Isparta İl Kültür Müdürlüğü’nün yaptığı
çalışmaya göre “gülün ilk olarak İran veya
Hindistan’da üretildiği, buradan Anadolu,
Avrupa, Kuzey Afrika ve Doğu Asya’ya yayıldığı bildirilmiştir.
Fosil kaynaklı kayıtlara göre, gülün yeryüzündeki varlığı en az 35 milyon yıllık bir
geçmişe sahiptir. Gül çiçeğinin insanlık tarihindeki yeri ve önemi ise en az 5000 yıllık
çok renkli bir geçmişe dayanır.
Anavatanı olan Orta Asya’dan ticaret yolu
ile dünyanın diğer bölgelerine ulaşmış olan
gül; güzel kokusu, tıbbi değeri ve beslen-
medeki yeri dolayısıyla antik çağlardan beri
efsanelere konu olmuş ve güzel kokunun
peşinde olanlar için vazgeçilmeyen bir çiçek olmuştur. Hatta öyle ki, antik dönemde
Fenikeliler, Yunanlılar, Romalılar için gül
bahçeleri, en az buğday tarlaları ve meyve
bahçeleri kadar önem taşımıştır.
Gül kokusunu kalıcı yapmak için tarihte ilk
yöntem antik çağlarda Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin gibi medeniyetler tarafından
kullanılan yağlarla maserasyon (gül çiçeklerinin uygun yağlarda belli bir süre bekletilme yöntemi) olmuştur.
Daha sonra ise M.Ö. 3500’de keşfedilen
su ile ekstraksiyon (belli metodlarla gül
çiçeklerinin suda bekletilmesi ve sonra
süzülerek bu suların kullanılması) yöntemi uygulanmıştır. Daha sonra, M.Ö. 50’de
insanlığın keşfettiği “ruhunu yakalamak”
usulü yani damıtma ile elde edilen ürünler
ortaya çıkmış, gülsuyu haline gelmiştir.
67
Isparta denilince elbette ki
ilk akla gelen şeydir gül.
Şiirlere, şarkılara konu
olmuş bu nadide çiçekle
bir anılır bu güzel vatan
toprağının adı.
Son aşamada da bu gülsuyunun içindeki
güzel kokulu yağ taneciklerini toplamak
için çaba harcayarak gül yağı dediğimiz gül
esansını elde etmek olmuştur.
Malzemeler:
İslami gelenekte de oldukça hatırı sayılır
bir yere sahip olan gül, gül suyu ve gül suyu
şerbeti olarak özellikle mevlüt ikramlarının
vazgeçilmez ikramlarındandır. Osmanlı’da
bilhassa tıp alanında bir hayli fazla hastalık
türü için kullanılmış gülden elde edilen su,
macun ve yağ. Gül yağının beyni güçlendirdiği, kavrama yeteneğini arttırdığı dönemin
bir çok tıp adamı tarafından dile getirilmiş.
Örneğin Galenos’a göre gül yağı vücut ısısını dengeliyor. Yüksek vücut ısısını düşürüyor ve düşük olanı da yükseltiyor. İbn-i Sina
ise gül suyunun bayılmalara ve hızlı kalp
atışlarına iyi geldiğini vurgulamış.
2 su bardağı su
Sofralarımızın baş köşesine kadar yerleşmiş, kültürümüzün bir parçası haline gelmiş bu kıymetli bitkiden bu kadar bahsetmişken küçük de olsa bir tarif vermeden
olmaz elbette ki. İşte size tarifi ile damaklarınızı şenlendirecek gül reçeli:
Isparta Mutfağı:
20 adet gülün yaprağı
4,5 su bardağı toz şeker
1/2 limon suyu
Hazırlanışı:
Güllerin yaprakları ayıklanıp güzelce yıkanır. Reçeli yapacağınız tencerenin içine
yapraklar ile birlikte şeker de eklenir ve bir
gece bekletilir. Ertesi sabah bu tencereye 2
su bardağı su da eklenir ve ocağın altı yakılarak arada bir karıştırarak kaynatılmaya
başlanır. Kaynadıktan sonra 10-15 dakika
daha kısık ateşte pişirilir. Daha sonra içine
limonun suyu da eklenir. Bir taşım kaynadıktan sonra ocaktan alınır. Afiyet olsun.
Oldukça geniş bir mutfağa sahip Isparta.
Birbirinden ilginç çorbaları, et yemekleri,
tatlıları gerçekten de iştah kabartacak türden. Eğer Isparta’ya yolunuz düşerse mutlaka tatmanız gereken lezzetlerin başında
fırın kebabı geliyor. Etin lavaşla servis edildiği bu yemek, çiğ etin 3,5 saat kadar fırında
önce harlı ateşte sonra da korda pişmesi ile
bu lezzete ulaşıyor. Elbette ki etin seçimi ve
kullanılan odun da önemli. Çünkü işin püf
noktalarından biri ateş için kullanılan çalı
kökü odunu.
Soğan, kuzu kaburga ve haşlanmış nohut
ile pişirilen kabune pilavı da oldukça değişik bir tat. Üzerine kızgın tereyağı dökülerek servis edilen pilavın lezzetine varmak
için yemeye bile gerek yok aslında koklamak yetiyor.
Lezzetleri kadar isimleri de farklı yöre yemeklerinin. Çömlek Kebabı, Tirit, Banak,
Yumurta Mıhlaması,
Kapama\Bütünet,
Kabine, Keşkek, Balık Doldurması, Kapama (Papaz Yahnisi), Balık Kurması ilginç
ana yemeklerinden bir kaçı.
Çorbaları da en az ana yemekleri kadar
iddialı bu enfes mutfağın. İsimleri ise bunun en gözle görünür ispatı: Pirinç Çorbası,
Top Tarhana, Tutmaş, Oğmaş, Toyga, Yayla, Sülüklü Çorba, İrmik Çorbası…
68
Ruhumuzu Doyuran Açlık
Ramazan ve
Gelenekleri
DÜŞÜN Kİ BİR BEDEN, BİR CAN, BİR GÖNÜL...
DÜŞÜN Kİ MEYLETMEMİŞ HİÇBİR YANLIŞA… DÜŞÜN Kİ
GÖZÜ DE TOK, GÖNLÜ DE… VE BİR AÇLIK DÜŞÜN NE
BEDENEN NE MADDEN… BİR AÇLIK DÜŞÜN Kİ HEM
GÖNÜLDEN HEM RUHEN…
Hazırlayan: Gülsün KURT ÖNEY
69
Yer yüzünde başka
bir açlık var mıdır ki
böylesine güle oynaya,
sevinçle ve dört gözle
beklensin? Yoktur
muhakkak. Büyük bir
huzur içinde oturulan o
sofralar, dualarla biten
son lokmalar nasıl da
gösterir bir kez daha
ruhumuzun açlığını.
Ve nasıl da doyurur ne
güzel de doyurur bizi bir
ay boyunca her koca gün
çektiğimiz açlık…
Düşün ki bir beden, bir can, bir gönül düşün… Düşün ki meyletmemiş hiçbir yanlışa… Düşün ki gözü de tok, gönlü de… Ve bir
açlık düşün ne bedenen ne madden… Bir
açlık düşün ki hem gönülden hem ruhen…
Ey ruhumuzu temizleyen, gönlümüzü tazeleyen ve şükrümüzü kuvvetlendiren sultan… Ey Şehr-i Ramazan… Hoş geldin hanemize, kalbimize ve bedenimize…
Yer yüzünde başka bir açlık var mıdır ki böylesine güle oynaya, sevinçle ve dört gözle
beklensin? Yoktur muhakkak. Sahip olduğumuz sağlığı, sahip olduğumuz nimetleri
ve sahip olduğumuz varlığı bize daha güzel
ne hatırlatabilir ki? Öyle ya aç kalırız, susuz
kalırız da bir gık demeyiz, sabah gün ışımadan ağzımıza attığımız son lokmadan akşam ezanında şükürle içtiğimiz ilk yuduma
kadar… Büyük bir huzur içinde oturulan o
sofralar, dualarla biten son lokmalar nasıl
da gösterir bir kez daha ruhumuzun açlığını. Ve nasıl da doyurur ne güzel de doyurur
bizi bir ay boyunca her koca gün çektiğimiz
açlık… Öyleyse bir kez daha hoş geldin sefalar getirdin ey gönlümüzün huzur yanı ey
Ramazan…
Ne kadar da çok başlar oldu cümleler “eski
Ramazanlar” diye. Ne kadar da güzeldi o
günler... Çünkü çocuktuk. Çünkü her ne yapıyorsak gerçekten duyarak, yaşayarak yapıyorduk. Çünkü hayatın mecburi yükü yoktu henüz omuzlarımızda… Sahur sofralarını
hazırlayan biz değildik. Gözlerimizi ovuşturarak yataktan kalktığımız gibi oturuverirdik mis gibi kokular yayılan sofraya. Bizden
evvel kalkardı annemiz ve babamız. Öyle
ki hiç uyumamışlar gibi dinç görünürlerdi,
şaşardık… Annemizin el açması börekleri,
babamızın akşamdan alıp hazır ettiği tahinli
çörekleri, susuzluğumuzu bastırsın diye az
tuzlu hazırlanmış ayran ve sıcak kokusuyla
uykumuzu açıveren bir bardak demli çay
süslerdi neşemizi… Hele ki bir de dedemiz
veya ninemiz varsa o sahurda, işte asıl o za-
man tadından yenmezdi bu sofra.
Akşamdan tembihlediğimiz ninemiz uyandırırdı bizi sahur davulcusunun manilerini dinlememiz için. Önceleri yarım gün
tutardık. Dayanamayız diye “sizinki böyle
de olur” derlerdi, çocuktuk, inanırdık. Yanımızda okula götürdüğümüz beslenmeyi
yemeyip akşam eve gelene kadar orucumuzu bozmadan dayandığımız gün, işte o
gün artık rüştümüzü ispatlamış sayılırdık,
önce kendimize sonra annemize. Gözleri
dolarak öperdi yanaklarımızdan, “aferin”
derken. Ve o günden beri hiçbir takdir bu
kadar memnun etmedi bizi.
Ramazan girmeden her esnafın kendince
bir şeyler koyduğu ramazan kolileri hazırlanırdı. Daha çok yemeklik malzemeler
olurdu içinde. Bir de gidecek evin çocukları
için tatlı sürprizler. Hazırlanan paketler ilk
sahurdan birkaç gün evvel yerlerini bulmuş
olurdu.
70
Belediyenin iftar ve
sahur çadırları o
zamanlar da herkese
açıktı ancak ihtiyacı
olmayan kimseler
başkasının rızkını
bölmemek için gitmez
böylece de artan
yemekler yine gelenlere
dağılırdı.
71
Teravihten sonra şehir
merkezindeki meydandan
gelen eğlence sesleri
muhakkak ki kendine çekerdi
bizi.
Belediyenin iftar ve sahur çadırları o zamanlar da herkese açıktı ancak ihtiyacı olmayan kimseler başkasının rızkını bölmemek için gitmez böylece de artan yemekler
yine gelenlere dağılırdı. Ne güzel şeydi şu
ramazan, insanlar ne güzel doyardı her açıdan…
En sevdiğimiz şeydi kocaman ailemizle,
komşularımızla paylaştığımız iftar sofrasında topun atılmasını beklemek. Oturduğumuz sandalyeden haklı bir gururla
izlerdik bu neşeli masayı. Sürekli bir şeylerin getirildiği, bu arada da tatlı bir telaşın
yaşandığı, herkesin ayrı ayrı memnun edilmeye çalışıldığı iftar akşamları… Çocukluğumuzun Ramazanları…
Gerçekten de halden anlayarak kalkardık
iftar sofrasından. Halden anlayarak ve anlayarak yokluğu, yoksulluğu… Yemek biter,
yaklaşırdı teravih saati… Yine hep beraber,
yine topluca gidilirdi camiye. Yine büyük bir
heyecan sarardı içimizi. Çünkü artık sadece
eğilip kalkmıyorduk anne babamız namaz
kılarken. Biz de kılıyorduk… Evet hala çocuktuk ama büyüyorduk.
Her çeşit eğlenceyi görmek mümkündü
orada. Her keyfe hitap eden bir şey vardı
mutlaka. Ve tabii herkes tanıdıktı bu arada.
Bakkal Mehmet Amca’da oradaydı, köşedeki kasap da. Üst komşumuz Nermin Teyze
torunlarıyla gelirdi mesela her gece. İki
bina yanımızda oturan yaşlı komşularımız,
Hamza Dede ile Naciye Nine kol kola, ağır
ağır gelirlerdi şenlik yerine. Macuncular
olurdu sonra. Tıpkı anneannelerimizin çocukluklarındaki Ramazanları anlatırken
söyledikleri gibi giyinirlerdi hem de rengarenk. Kağıt helvacılar, dondurmacılar, pamuk şekerciler, baloncular… Ramazan boyunca en az dört kez bir sanatçı gelir, mini
bir konser verirdi. Ardından ilahiler okunur,
dualar edilir, dağılırdı şenlik alanı…
Arada bir o zamanlar da söylerdi anneannem “ah o eski ramazanlar” diye ama
özlemden çok kederden söylerdi aslında.
“Yokluk çoktu” derdi “kıtlık vardı, çok zordu
yiyecek bulmak, ekmek yapmaya un bulsak
bizden zengini yoktu. Nerde bu bolluk? Pide
falan sonradan çıktı hep.” Ne kadar anlatırsa o kadar dinlerdik. Masal gibi gelirdi.
Nerden bilirdik biz de bir gün aynı masalları çocuklarımıza söyleyeceğimizi, hayat
biraz değişmiş ve değiştirmiş olsa da bazı
yerlerini. Bizim de hikayelerimizde pide
kuyrukları olurdu mesela. İftardan bir saat
evvel beklenmeye başlanırdı neredeyse fırının kapısında. Öyle ya kimse sokağın bitimine dek uzanan kuyruğun sonunda olmak
istemezdi. Gazeteye sarılmış pideler elimizi yakmasın diye sürekli yer değiştirirdi
elimizde. Hamur olmasın diye bir ucu açık
bırakılmış paketten gelen kokudan daha
sınayıcı bir şey yoktu eminim son dakikada
bozmamak için orucu.
Büyük bir heyecanla beklediğimiz iftar vaktine daha da çok heyecan katan şeylerden
biri de iftar yemekleri idi. Mesela arabaşı çorbası haftada en az bir kere pişer ve
muhakkak bütün komşulara düşerdi. Diğer
günlerde çoğunlukla hali vakti iyi olmayan
komşularımızla paylaştığımız yemeğimizi
arabaşı akşamları bütün komşularımızla paylaşırdık. Sığdırabildiğimizi evimizde
ağırlar, diğerlerine de bir tas mutlaka yollardık. Şimdilerde burnumuzda tüten arabaşı hamurunu o zamanlar pek sevmesek
de sofrada görmezsek muhakkak sorardık.
Annem hafif tatlılar yapardı iftar üzerine.
Biz en çok sütlaca bayılırdık. Üzerinin tarçını ne kadar çoksa o kadar lezzetli olurdu.
Bir de kabak tatlısı vardı tabii. Biraz tahin
gezdirilmiş, biraz ceviz serpilmiş bir kabak
tatlısından daha iyi ne olabilirdi ki çayın yanında?
72
Susuzluğumuzu bastırsın
diye az tuzlu hazırlanmış
ayran ve sıcak kokusuyla
uykumuzu açıveren
bir bardak demli çay
süslerdi neşemizi…
Bir ay boyunca “Hoş geldin
Ey Şehr-i Ramazan ” yazılı
olan minareler arasındaki
mahyada bu sefer “Ramazan
Bayramınız Mübarek Olsun”
yazardı. Bayram havası
dedikleri tam da buydu işte.
Her yer ışıl ışıl, her yer şenlik
havasındaydı…
Bir de şenlik alanına gitmeyip evde oturmayı tercih ettiğimiz akşamlar vardı. Ama
bu oturmalar yalnız olmazdı. Konu komşu,
akraba, eş dost… Ne kadar kalabalık o kadar keyifli… Hep beraber teravihe gidilir,
hep beraber dönülürdü. Çay servisinden
sonra sohbet yavaş yavaş oyunlara dönerdi.
Büyük küçük hep beraber oynanırdı oyunlar. Mesela sessiz sinema oynardık büyük
gürültülerle. Mendil saklamacada babam
hep yenilirdi. Cezayı biz çocuklar belirlerdik. En çok da amcamın tavuk gibi gıdaklamasına gülerdik…
Ramazanın son günlerinde başka bir telaş
başlardı evimizde, semtimizde, mahallemizde… Bayram telaşı… Temizlik yapılır,
camlar silinir, hatta bazı senelerde ev bile
boyanırdı. Sonra bayram alışverişine çıkılırdı hep beraber. Bize baştan ayağa bayramlıklar düzülürdü. Annemle babam hediyeler
alırlardı hem birbirlerine hem sevdiklerimize. Alışverişin en eğlenceli kısmı bayram
şekeri alma kısmıydı elbette. Çünkü burada
karar bize bırakılırdı. Malum hepsinin tadını ayrı ayrı bilen başka kim vardı?
Bayram sabahı çok erken kalkılırdı. Erkekler bayram namazına gider, hanımlar kahvaltı hazırlardı. Sıcak Ramazan pidelerinin
yerini namaz dönüşü kahvaltı için alınan
sıcak somunlar alırdı. Soframız bir bayram
sofrasına yaraşır olurdu, yine kalabalık yine
şenlikli. Bayramlaşma kısmı en heyecanlı
olandı. En çok da bizim için. Öyle ya bayram
demek hediye demekti, ister büyük, ister
küçük… Anneannemin hediye ettiği beyaz
mendilin içinden mutlaka harçlık çıkardı.
Biraz da şekerleme… Dedem öyle süsleme
işlerine girmezdi pek, elini öpene harçlığı
da uzatırdı.
Bizim evin bayram tatlısı revani olurdu. Hafif limon kokusu, ağdalı şerbeti ile değme
tatlıya taş çıkarırdı. Ama günde bir dilimden fazla yemek yasaktı. O zamanlar kızsak
da aslında annem haklıydı. Çünkü bayram
akşamını karın ağrısı ve kaşıntıyla geçirmemize gönlü razı olmazdı.
Aile büyükleri neredeyse önce bayramlaşmaya oraya gidilirdi. İlk gün büyükler sırayla ziyaret edilir, ikinci gün sıranın bize
gelmesi için evde beklenirdi. Konu komşu
birbirimize 2. ve 3. günlerde giderdik daha
çok. Göremediklerimizle de bayram akşamları daha bir coşkulu olan şenlik alanında bayramlaşır, hatır sorar, gönül alırdık. Bir ay boyunca “Hoş geldin Ey Şehr-i
Ramazan ” yazılı olan minareler arasındaki
mahyada bu sefer “Ramazan Bayramınız
Mübarek Olsun” yazardı. Bayram havası
dedikleri tam da buydu işte. Her yer ışıl ışıl,
her yer şenlik havasındaydı.
Velhasıl düşünüyorum da sadece ninelerimiz dedelerimiz değil, bizler de yaşamışız
“o eski ramazanları”. Düşünüyorum da ne
güzel yaşamışız, iyi ki yaşamışız o zamanları. Ve düşünüyorum da hani televizyonları kapatıp, iftar yemeğimizi birkaç komşumuzla paylaşmak yetmez mi o günleri
bugünlere taşımaya. Çok mu zor teravih
sonrası hem kendimizi hem çocuklarımızı
sevindirmek şenlik alanlarında? Çok mu
zor akşam çayının yanına biraz da sohbet
eklemek, “el el üstünde kimin eli var” oynamasak da? Çok mu zor haftada bir olsun
o arabaşı çorbasını kaynatmak, şimdilerde kimse hamur yemiyor nasılsa, bir tas
da komşuya ayırmak? Hiç de zor değil…
Bu Ramazan başlayalım çocuklarımıza en
büyük hediyeyi, “Çocukluklarının Ramazanlarını”, vermeye. Bu Ramazan onlara
büyüdüklerinde anlatabilecekleri bir hikaye var etmeye başlayalım. Bu ramazan televizyonları da dünya gözümüzü de kapatıp,
gönül gözümüzü açalım…
Hayırlı Ramazanlar.
73
74
75
DAHA ORGANİK BİR YAŞAM İÇİN
EN ORGANİK
GIDALAR
Şekli bozuk, buram buram kokan ve oldukça
lezzetli meyveler – sebzeler. Bütün bu tarifler
maalesef ki organik bir ürün tarifi değil. Hatta
büyük bir yanlışın tarifi bile olabilir. Çünkü bu
kriterler kesinlikle aldığınız gıdanın organik
olduğunun göstergesi değil.
Son günlerde hemen herkesin ortak
kaygısı haline geldi sağlıklı ve dolayısıyla organik beslenme. Fakat son zamanlarda bu kaygıya bir yenisi daha eklendi:
Organik diye satın aldığımız bu yiyecekler
gerçekten organik mi? Bunu anlamanın
yolları elbette var.
Organik ürün; doğal yapısına müdahale edilmeden, herhangi bir kimyasal
madde kullanılmadan üretildiği hali ile
soframıza gelen üründür. Bu yüzden de
ürünün yetiştiği topraktan, kullanılan
gübreye kadar bütün aşamaları kontrol
altında olmalıdır. Toprak için kullanılan
kimyasal gübreler, böceklenmemesi için
başvurulan ilaçlar, büyümesini hızlandıran ve arttıran hormonlar… Bunlardan
herhangi bir tanesinin çok düşük dozda
kullanılması dahi o besini organik kategorisinden çıkarmaya kafi.
Ancak maalesef ki bu kadarla bitmiyor.
Tamamen organik şartlarla elde edilmiş
bir mahsulü ne yazık ki hemen bir sonraki aşama olan paketlenme ve saklanma
aşamasında bu masumiyetini kaybedebiliyor. Çünkü ambalajların barındırdığı
kimyasallar ve ürünün raf ömrünü uzatmak için kullanılan bir takım maddeler
evimize giren mahsulün bırakın organik
olarak muhafaza etmeyi zararlı hale bile
getirebiliyor. Bu yüzden de organik diye
satın alacağınız ürünün ambalajındaki
“yazılması mecburi” bilgileri doğru anlamak ve değerlendirmek gerekiyor.
Bütün bunların yanında tabii bir de ambalajsız olarak direk pazardan veya marketten aldığımız ürünler var. Ve elbette
hemen hepsi de organik olduklarını iddia
ediyor. Birkaç ürün için almadan evvel
değerlendirdiğimiz birkaç kıstas var ancak deneye yanıla öğrendiğimiz bu birkaç
test yöntemi dışında hakkında hiç bilgi
sahibi olmadan aldıklarımız var bir de.
Biraz güvensiz de olsa “organik olmasını
temenni ederek(!)”
hem kimyasal gübre hem de böcek ilacı
köydeki tarımsal faaliyetlerde de sıklıkla
kullanılıyor artık.
“Neden organik beslenmeliyiz?” sorusunun cevabını bütün bu açıklamalar neticesinde öğrenmiş oluyoruz aslında. Yeterince dış etken tarafından rahatsız edilen
vücudumuzu ve sağlığımızı yiyip içtiklerimiz bazında olsun koruyabilmek için.
Ne de olsa en direk yoldan vücudumuza
giren bu besinlerin yararını da zararını da
yine en direk yoldan almış oluyoruz.
Bir ürünün organik olup olmadığını nasıl
anlarız sorusunun cevabı için de başvuracağımız en geçerli, yöntem yine belgeler. Aldığınız ürünün üzerinde aramanız
gereken iki adet belge var. Bunlardan
ilki ürünün organik olduğunu bildirir bir
etiket. Ancak burada dikkat etmeniz gereken etiketin üzerindeki logo. Bu logoda
Üzerinde “Organik Tarım - Türkiye Cumhuriyeti” yazılı olması gerekiyor. Organik sertifikalı ürün üzerinde bulunması
gereken bir diğer etiket ise ürün üretim
aşamasındayken kontrollerinin yapıldığının kanıtı olan sertifikayı veren uluslararası firmanın logolu etiketi.
Sağlığımızla ilgili bu kadar büyük bir tehdit oluşturan bu kimyasal birer bomba
gibi tehditkar duran gıdaların gerçekten
organik olanlardan ayırmak için elbette
ki yollar mevcut. Öncelikle doğru bildiğimiz yanlışlara bir göz atmakta fayda var.
• Bunlardan en yaygın olanı ve ilki şekli
bozuk olan sebze ve meyvelerin organik
olduğu yolunda. Maalesef ki böyle bir şey
yok. Çünkü bu besinlerin şekil bozuklukları yetiştirilme şartları ve cinslerine
göre değişebilir.
• Organik gıdalarının tadının daha belirgin ve güzel olduğu yönündeki görüş
de bir diğer yanlış düşüncedir aslında.
Çünkü besinin lezzetiyle organik olması arasında maalesef zannedilen gibi bir
bağ yok.
• Organik sebzelerin kokusunun daha
keskin olduğu şeklindeki düşünceler de
maalesef bu konu ile ilgili doğru bilindiği
düşünülen bir diğer yanlış. Çünkü koku
yöreye ve ürünün cinsine göre keskinlik
seviyesinde farklılıklar gösterebilir.
• Özellikle köylü yetiştiricilerin satış yaptığı pazarlardaki mahsullerin organik
olduğu genel olarak doğru değil. Çünkü
hormon kullanılmasa bile maalesef ki
Ancak eğer alacağımız ürünü ambalajlı
değil de çarşı-pazardan alacaksak ürünün hormonlu olup olmadığını anlamak
için birkaç detay işimize yarayabilir.
Hemen hemen bütün çekirdekli sebze ve
meyveler için ortak diyebileceğimiz kontrol maddesi yine ürünlerin çekirdekleri
ile ilgili. Çünkü eğer aldığınız yiyeceklerin çekirdek yerleri boşsa gerçekten de
hormonlu bir ürünle karşı karşıya olabilirsiniz.
İçi çok sulanmış ve bomboş bir domates,
İçi süngere dönmüş bir patlıcan,
İçi siyahlaşmış bir patates,
Etli bölümleri sert bir biber hormonlu
olarak değerlendirebileceğiniz ürünler
arasında olmalı.
Ancak yine de yediğiniz gıdaların sağlıklı
olup olmadığından biraz daha emin olmak isterseniz her sebze ve meyveyi doğal yetişme sürecinde tüketmekte fayda
var.
76
Hayallerin
Engeli Yok
Hayalleri ve yaşam sevinçleri kocaman bu insanların
yere göğe sığmaz da bir gönülleri vardı. Doğuştan güzel,
kendiliğinden mütevazı…
Hazırlayan: Gülsün KURT ÖNEY
77
Hayalleri ve yaşam sevinçleri
kocaman bu insanların yere
göğe sığmaz da bir gönülleri
vardı. Doğuştan güzel,
kendiliğinden mütevazı…
Ne kadar da çok duyarız “engel vücutta değil beyindedir” diye. Doğru ancak sadece
beyinde de değildir engel. Azimdedir, gayrettedir, sabırdadır, yürektedir çoğu zaman
da. Aksi takdirde aşılmayacak dağ, kazanılmayacak başarı yoktur.
Çoğu zaman engellerin sadece bir yerde olduğunu unuturuz. İnsanların yaşamla bağı
o engelin olduğu yerden kopar sanarız.
Oysa yürüyemeyen bacakların fırçalarındaki mahareti, görmeyen gözlerin ellerindeki
hüneri fark etmek hiç de zor değildir. Hele
ki yaşam sevinci de yüreği de kocaman olmuş bu insanların gönüllerinin ürünüyse
bunlar daha da bir büyür anlamları, daha
da bir güzelleşir emek…
10-16 Mayıs Engelliler Haftası münasebetiyle Ankara metrosunun altında çok güzel
bir sergi çalışması gerçekleştirildi. Beden-
leri engelli insanların ruhlarının özgürlüğü,
emek harcadıkları her bir ayrıntıda gözler
önüne serilmişti.
Engelliler Lokali’nin yöneticisi Berrin Hanım çok güzel karşıladı bizi. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ile hazırlanmış sımsıcak bir ortam vardı. Berrin
Hanım ve diğer bütün görevli arkadaşların
yüzlerinden eksik etmedikleri gülümsemeleri sanki her gün onlarla birlikteymişsiniz
hissi uyandırıyordu içimizde. Hiç de küçük
olmayan bu organizasyon için ne kadar çok
çalışıldığı, ne kadar çok zaman harcandığı
ilk göze çarpanlardandı.
Önce fotoğraf çekerek başlamak istedik.
Ama serginin ziyaretçi sayısı o kadar fazlaydı ki bu çekim bir saate yakın sürdü. İnsanı hayrete düşürecek güzellikteki resimler, renkler, konular… Ziyaretçilerin sadece
bakıp geçmemesi hiç de şaşırtıcı değildi.
Her biri ayrı güzellikteki tablolar, serginin
asıl ev sahipleri idi. Alandaki iki ana koldan
biri boylu boyunca onlara ayrılmıştı. Doğa
resimleri, rengarenk çiçeklerin olduğu tablolar gerçekten seyrine dalıp gitmenize bir
hayli teşvik ediciydi. Portre çalışmaları ise
ünlü ressamlara taş çıkaracak kadar ba-
şarılıydı neredeyse. Fırçanın ustalığını fark
etmek için resimden çok da iyi anlamaya
gerek yoktu. Çünkü zaten o tuale dokunmuş ellerin ne kadar yetenekli olduğunu
bağırıyordu her biri adeta. Sizi alıp taa hayal edenin dünyasına götüren bu renkli kağıtlar, çok uzak diyarları da size getiriyordu
dört nala koşan atlarıyla…
Sergilenen ürünler arasında elbette önü
en kalabalık olan tezgah, takıların olduğu
kısımdaki idi. Birbirinden şık ve ince ince,
zaman harcanarak dizilmiş, işlenmiş taşlar, boncuklar göz alıcıydı gerçekten. Hele
ki sergilenen bu ürünleri hemen orada satın alabiliyor olmak bu ilgiyi izdihama bile
dönüştürebilirdi. Hanımların seçmek için
adeta birbiri ile yarıştığı takıların şıklığı,
zarafeti ise işleyen ellerin hünerini bir kez
daha seriyordu gözler önüne.
Takı tezgahının hemen ilerisindeki uzun
tezgah ise ahşap boyama çalışmalarının
sergilendiği bölümdü. Birbirinden renkli,
cıvıl cıvıl, irili ufaklı bir sürü ürün bütün
albenileri ile karşısındaydı misafirlerinin.
Hemen her zevke göre bir desen bulmak da
mümkündü üstelik.
78
Eskitilmiş çalışmalardan kuş baskılarına,
çiçek desenlerinden simli kapaklara kadar
öyle genişti ki yelpaze hangisine bakacağını şaşırıyordu insan. Renkler ve desenlerin
yanında ürünlerin çeşitliliği de oldukça tatminkardı bu stantta da. Peçetelikler, takı
kutuları, tepsiler, sunum kapları ve irili
ufaklı, çok amaçlı birbirinden şık tasarımlar… El emeği göz nuru dedikleri şey tam
da buydu işte.
lar yazıyordu her bir çalışmanın üzerinde.
Şaşkınlığımız elimizi attığımız her parçada biraz daha artınca dayanamayıp görevli arkadaşlardan birine sorduk nedenini.
Aldığımız cevap ise bütün bu sergiyi özetleyecek kadar yeterliydi: “Herkes yaptığı
ürüne kendi fiyat biçti.” Hayalleri ve yaşam
sevinçleri kocaman bu insanların yere göğe
sığmaz bir gönülleri vardı yani. Doğuştan
güzel, kendiliğinden mütevazı…
Dikkatimizi çeken bir diğer çalışma ise
tabloların içine değişik malzemeler kullanılarak işlenmiş desenler, yazılar ve resimlerdi. Işıl ışıl parlayan boncuklarla bezeli
bu işlemelerde harcanan emeğin kıymetini sormaya cesaret dahi edemedik. Uzun
uzun seyrettiğimiz tavus kuşu, siyah ışıklarının saçtığı bütün asaletiyle muhakkak ki
en şık parçalarından biriydi serginin.
Her bir üründe yapanın adı yazıyor, rakamın
hemen üzerinde. İnsan unutmak istemiyor
o ismi. O yüzden de çıkarıp atası gelmiyor
aldığı parçanın kenarına bir yere iliştiriverilmiş küçük not kağıdını. Çünkü o küçük
kağıt çok şey ifade ediyor. Her şeyden önce
istenirse hiçbir şeyin zor olmadığının kanıtı
o. Umuttaki güzelliğin, sevinçteki saflığın,
inanmışlığın, çabanın, azmin, sabrın ve engellerin solduramadığı yaşamların kanıtı…
Hayatın ta kendisinin kanıtı…
Bu kadar güzel parçanın bir arada olduğu
serginin en dikkat çeken yanlarından biri
ise ürünlerin fiyatları idi. Harcanan vakte
ve emeğe kesinlikle ters orantılı olan fiyatlar karşısında hayrete düşmemeye imkan
yoktu. Herhangi bir yerden belki de sadece
malzemesini dahi alamayacağınız rakam-
79
80
Hacı Bayramı Veli
Akşemseddin’in İlmi Büyük Hocası
Bilmek istersen seni,
Can içre ara canı.
Geç canından bul anı,
Sen seni bil, sen seni.
81
“Nefsinizi daima kontrol
altında tutunuz. Düşünün,
onu başı boş bırakmayın,
zira her fırsatta sizi ateşe
götürür.”
“ Beyaz giyinmeyi adet
edininiz. Zira bu huy sizi
daha dikkatli kılar.“
Tahminen 1352-1353 yıllarında Ankara’nın
Solfasol köyünde doğar zamanın kıymet biçilemeyen din ve ilim alimi. Babası Koyuncalı Ahmet Bey ile Annesi Fatma Hanım’ın
ilk çocuklarıdır Numan namı diğer Hacı
Bayram Veli Hazretleri… Oldukça iyi bir
eğitim alan Hacı Bayram Veli eğitim hayatının ardından da Ankara Kara Medrese’de
müderrislik yapmıştır.
Asıl adının Numan olmasına rağmen Bayram diye çağırılmasının hikayesi de oldukça hoş ve manidardır. Aynı dönemde
Kayseri’de yaşamakta olan Ebu Hamüdiddin Aksarayi tarafından bir davet alır. Dave-
te icabet eder ve Kayseri’ye gider. Ebu Hamüdiddin ile karşılaştıkları ilk gün Kurban
Bayramının ilk günüdür. Şeyh bu sebeple
kendisine “Bayram” ismini verir ve o günden sonra o isimle anılır.
Hacı Bayram Veli’nin tasavvuf eğitimi alarak bu alana yönelmesine öncülük eden
de yine Ebu Hamüdiddin olmuştur. Ebu
Hamüdiddin yani daha bilinen adıyla Somuncu Baba ile Hacı Bayram Veli’nin arasındaki bu ilişki İslam Ansiklopedisine göre
şöyledir: “Somuncu Baba, Şeyh Şücâüddin
Karamânî’ye, “Ankara’da Hacı Bayram adlı
bir müderris vardır, onu buraya davet et”
diyerek kendisini Ankara’ya göndermiş,
emri yerine getiren Şeyh Şücâüddin, Hacı
Bayram ile medresesinde ders verirken görüşmüş ve Şeyh Hamîd’in (Somuncu Baba)
davetini bildirmiş. Hacı Bayram da, “Davete
icâbet lâzımdır” deyip Şeyh Şücâüddin ile
birlikte Kayseri’ye gitmiştir. Şeyh Hamîd,
zahir ulemâsının ve bâtın erbabının ölülerinin mertebelerini kendisine gösterip hangisini tercih ettiğini sormuş, Hacı Bayram
da bâtın erbabının hallerini tercih ettiğini
söyleyerek müderrislikten ayrılıp tasavvuf
yoluna intisap etmiştir .”
Şeyh Hamid ile beraber Adana’dan Şam’a
giderler. Şam’dan da Hicaz’a giderler. Timur Han Şam’a geldiği vakitte, onlar da
Kabe’dedirler. Timur Şam ile ilgili , “Kutb
bu şehirdedir, belki de Kabe’dedir. Kutb’un
olduğu vilayet alınmaz, bize çok hürmet
etdiler” diyerek Şam’da fazla kalmaz ve
ayrılırlar. Hac vazifelerini yerine getirdikten sonra tekrar Adana’ya dönerler. Hacı
Bayram, Veli bir yıl Sultan Şeyh Hamid ile
birlikte Aksaray’da kalır. Bir yıl sonra Şeyh,
Hacı Bayram’a izin verir ve Ankara’ya gidebileceğini söyler. Bunun üzerine Hacı Bayram, Şeyh’e: “Sultanım, ne işle uğraşayım,
sanat bilmem” deyince Şehy,“Ekin ek.”
der. “Ne ekelim?” diye sorar Hacı Bayram.
Aldığı cevap nettir: “Burçak ek”. Böylece
Hacı Bayram, Ankara’ya gider ve burçak
ekmekle uğraşır. Öyle ki Ankara’da bugün
dahi burçak ekilir.
Hocası vefat ettikten sonra kendisine bırakılan manevi mirası devralan alim, yetiştirdiği talebeler ve verdiği güzel eğitim
vesilesiyle çok hızlı yayılan bir nama sahip
olur. Mânevî şahsiyeti, insanları giderek etkilemeye başlamış ve çevresinde bir derviş
grubu oluşmuştur.
Bayramilik olarak adlandırılan bu oluşum
zamanla Sultan Murat Han’ın kulağına
82
kadar gider. Ancak olumlu değil bir hayli
olumsuz bahsedilmiştir kendisine bu kıymetli zat hakkında. Şeyh Bedrettin isyanı ile
ilişkili olduğu iddia edilen bu zatı derhal huzura çağırır Murat Han. Hacı Bayram Veli
bu çağrıya derhal icabet eder ve Edirne’ye
doğru yola koyulur. Bu yolculuk esnasında
yanında öğrencisi Akşemseddin de kendisine eşlik etmektedir. Edirne’de sultanın huzuruna çıkar. Murat Han bu derin alimden
son derece etkilenir ve yargılamak bir yana
büyük bir ikramla uzunca bir süre misafir
eder.
Hacı Bayram Veli, Sultan Murat Han’ı son
ziyaretinde İstanbul‘un fetholunacağı müjdesini verir ilk kez: “Sultan II. Murat’ın Hacı
Bayram-ı Veli Hz.’leri ile bir görüşmesi esnasında bir beşik getirdiler Hacı Bayram-ı
Veli Hz.’nin yanına itina ile koydular. Hacı
Bayram-ı Veli Hz. beşiğe dikkatlice baktı ve
Fetih Suresini orada bulunanların işiteceği
bir sesle okumaya başladı.
Herkes hayretler içinde kalmıştı. Çünkü
beşikte kim olduğunu bilmeden bu sureyi
niçin okuduğuna bir anlam veremiyorlardı.
Okumayı bitirdikten sonra;
- Bayezid Han amcanız ve sizin muhasaranız zamanında elden gelen yapılmıştır.
Ancak bazı hatalar yapılmış fetih gerçekleşememiştir. Sultanım sen Konstantiniyye’yi
alamayacaksın, ama mutlaka alınacaktır.
Bunu ben bile göremeyeceğim. Orası şu
beşikte yatan çocuk ve bizim Akşemseddin
tarafından alınacaktır’ dedi.”
Gerçekten de İstanbul o gün o beşikte yatmakta olan Şehzade Mehmet yani Fatih
Sultan Mehmet Han tarafından fethedilir.
Ve bu şanlı fetih esnasında yanında hocası
Akşemseddin vardır.
1429 yılında hayata gözlerini kapatan bu
kıymetli zat, en az yaşadığı hayat kadar
ölümüyle de konuşulmuştur. Öyle ki vefat
ettiği gün ile ilgili anlatılanlar bir çok ağızda
ortaklık göstermektedir. Ömrünün çoğunu
Ankara’da geçiren Hacı Bayram Veli, yine
bu şehirde hayata gözlerini yummuştur.
Ölüm döşeğinde iken bile ilminin derinliğini bir kez daha gösterdiği söylenen Hacı
Bayram’ın son sözleri şöyle olmuştur: “Benim namazımı Akşemseddin kıldırsın ve
cenazemi yıkasın, bu haberimi O’na iletirsiniz.” Bu sözlerin ardından da son nefesini vermiştir. Çevresindekilerin bakışları
şaşkındır, bir anlam veremezler ve sayıkladığını düşünürler. Çünkü herkesin bildiği
üzere Akşemseddin Ankara’da değildir ve
nerede olduğunu da bilen yoktur. Başındakiler bu şaşkınlıkla birbirlerine bakınadursunlar , o esnada dışarıdan bir ses yükselir:
“Akşemseddin geliyooor” Herkes hayretler
içindedir. Ulu zat son bir kez daha huşu
ile düşündürmeyi başarmıştır sevenlerini.
Ve vasiyeti üzerine cenazesi Akşemseddin
tarafından yıkanır ve namazı da yine onun
tarafından kıldırılır.
Hacı Bayram Veli’nin mezarı, Ankara’da
Hacı Bayram-ı Veli Camisi’nin bitişiğinde yer alan türbededir. Türbenin kapıları
Etnoğrafya Müzesi’nde sergilenmektedir.
Kapıların üzerinde oyma tekniği ile yazılmış olan kitabelerin tercümesi ise şöyledir: “Eğer dünya bir kişi için devam etseydi
(yaratılsaydı) onda ebedi kalacak kişi ancak
Allah’ın Resulü ( Muhammed S.A.V) olurdu.” Diğer kapıda bulunan Yunus Suresi 62.
Ayet’in manası ise şu şekildedir: “Allah’ın o
veli kulları var ya ; işte onlar için ne korku
ve ne de hüzün vardır.”
Hacı Bayram Veli’nin günümüze ulaşan
eser sayısı 4 olarak bilinmektedir. Birbirinden manidar bu eserlerden biri de İlahi
Taksim’dir.
83
İLAHİ TAKSİM
Çalabım bir şar yaratmış,
İki cihan arasında.
Bakıcak Didar görünür,
Ol şarın kenaresinde.
Nagihan bir şara vardım,
Anı ben yapılır gördüm.
Ben dahi bile yapıldım,
Taş ve toprak arasında.
Şakirtleri taş yonarlar,
Yonup üstada sunarlar.
Mevlanın adın anarlar,
Taşın her paresinde.
Ol şardan oklar atılır,
Gelür sineme batılır,
Aşıklar canı satılır,
Ol şarın bazaresinde.
Şar dedikleri gönüldür,
Ne alimdür ne cahildür.
Aşıklar kanı sebildür
Ol şarın kenaresinde.
Bu sözümü arif anlar,
Cahiller bilmeyüp tanlar.
Hacı Bayram Veli Camisinin en çok merak
edilen yerlerinden biri de “çilehanedir”. Caminin altında bulunan çilehane Bayramilik
sıklıkla kullanılmıştır. Bayramilik inanışına
göre “manevi olgunluğu elde etmek üzere
kırk gün süre ile insanlardan ayrılıp küçük
bir çile odasında kalıp Allah’ı düşünmek,
O’na ibadet etmek, O’nun isimlerini anmak,
susmak, az yemek az içmek gibi uygulamalar büyük önem arz eder. Burda amaç zihnin Allah düşüncesi üzerinde yoğunlaşma
yeteneği elde etmesidir. Bu uygulamanın
temelinde Peygamber Efendimizin (S.A.V)
peygamberlik gelmeden önce Hira mağarasında bir süre insanlardan uzak kalması,
yine O’nun Ramazan ayının son on gününde
itikafa çekilmesi vardır.”
Hacı Bayram Veli’nin günümüze kadar
ulaşan eserleri ve maneviyatının yanında
nasihatlerini de bugün bile hala ışık tutmaktadır inançlı gönüllere. Bu ileri görüşlü
muhterem şahsiyetin her kulağa küpe olması gereken, geçmişe, bugüne ve yarına
aynı derecede hitap eden nasihatleri sık sık
hatırlamak lazımdır esasen:
z Halk içinde Allah’ı çokça anınız. Bu durum
maneviyatı yükseltir, katı kalpleri yumuşatır.
z Hiçbir günahı küçümsemeyiniz, boş durmayıp çalışınız. Çalışanları Allah sever. Boş
gezenler zengin bile olsalar yoldaşları şey-
tan, kalpleri şeytana konaktır.
z Neresi seni dünyaya çekiyorsa, sana
Allah’ı unutturuyorsa orası senin helakin
için bir tuzaktır.
z Neresi seni Allah’a yöneltiyorsa, seni düşündürüyorsa orası cennete gitmen için bir
duraktır.
z Emaneti koruyunuz. Zira din de size emanettir, beden de.
z Başkalarından daha çok çalışıp çok ilim
sahibi olunuz.
z Önce ilim tahsil ediniz, sonra helalinden
para kazanıp evleniniz.
z İlmi bir konuyu özüne göre düşününüz,
öyle karar veriniz, dıştan görünüşe bakıp
yanılmayınız.
z Başkalarından daha ihlaslı ve daha çok
ibadet etmedikçe, başkalarından daha çok
ihsanda bulunmadıkça rahat etmeyiniz.
z Cahil zümre arasında ne gülün ne de gülümseyin.
z Cahil topluluktan sakının, onlarla tartışmaya girmeyin.
z Çok konuşmayın, sorulanları biliyorsanız
cevap verin. Kaynak gösterin ki dinleyenler
bunu şüphe ile karşılamasın.
z Beyaz giyinmeyi adet edininiz. Zira bu huy
sizi daha dikkatli kılar.
84
DOĞADAN ESİNLENEREK
GELİŞEN
TEKNOLOJİ
Doğa hemen her konuda ilham
ve malzeme kaynağı olmuştur
insanlara yüzyıllardır. Ancak
mühendislik bilimine yaptığı katkı
tartışılamayacak kadar büyük.
85
Elektronik mühendisliği
ile böceklerin ne gibi
bir ilgisi olabilir? Dağ
keçileri ve kar botları
arasındaki bağlantı
nedir? Bir uçak bir
yusufçukla yarışabilir
mi? Tüm bu soruların
olumlu ve mantıklı
birer cevabı var desek
abartmış mı oluruz?
Örümcek ağının esnekliği, deniz kabuğunun sağlamlığı, yusufçuk böceğinin havada
asılı kalması gibi birçok canlı davranışı ve
özelliği insanları her zaman etkilemiş ve
merak uyandırmıştır. Bunun sonucunda
da biyomimikri kavramı ortaya çıkmıştır.
İnsanlar doğanın bir parçasıdır ve var olduğundan beri her alanda doğayı kullanmıştır. Biyomimikri doğayı kullanmaktan
ziyade onun gibi davranmayı amaçlamıştır.
Bu yüzden de daha büyük bir önem taşımaktadır. Aslında daha sağlam, daha güvenilir, daha işlevsel ve daha az maliyetle
üretim yapmak adına doğanın tasarımlarından etkilenilmektedir. Bu fikrin ilk örneği muhteşem deha Leonardo da Vinci’nin
buluşlarında görülmüştür. Kuşların kanatlarını ve çırpınışlarını gözlemleyen Vinci, ilk
uçan makineyi icat etmiştir. Onu daha sonra Wright kardeşlerin güvercin kanadından
esinlenerek ilk motorlu uçağı uçurmaları
izlemiştir. İşte geçmişten günümüze doğadan esinlenerek gelişen teknolojiye birkaç
örnek…
Gemi pruvası:
Yunusların burun çıkıntısı, modern büyük gemilerin pruvasına model olmuştur.
Günümüzde inşa edilen büyük gemilerde
“V” şeklindeki pruvalar yerine yunusların
burun çıkıntısına benzer bir yapı kullanılmaktadır. Bu biçimdeki pruva su yüzeyini
daha iyi yarmakta, böylece daha az enerji harcamasıyla daha süratli yol alınması
sağlanmaktadır. Yunus burnu şeklindeki bu
tip pruvalardan % 25’e ulaşan oranda yakıt
tasarrufu sağlanmaktadır.
Deniz Altılar:
Yunusların mekik biçimindeki vücut yapıları onlara büyük bir hızda hareket yeteneği
kazandırmaktadır. Ancak bilim adamları
balığın bu kadar hızlı gitmesinde büyük bir
rol oynayan başka bir yapı daha keşfettiler:
Yunus derisi üç katmandan oluşur. Dıştaki
katman ince ve çok esnektir; içteki katman
kalındır ve bu katmana plastik kıllı bir fırça görünümünü sağlayan esnek kıllardan
kuruludur. Katmanların üçüncüsü olan
ortadaki ise süngerimsi bir maddeden yapılmıştır. Son hızla yüzen yunus balığına
etki edebilecek ani bir basınç iç katmanlara
iletilerek söndürülür. Alman denizaltı mühendisleri, dört yıllık bir araştırmadan sonra bu özelliğe sahip sentetik bir kaplama
yapmayı başardılar. Söz konusu kaplama
iki kauçuk tabakadan oluşuyor ve tabakalar
arasında yunusun deri hücrelerine benzeyen kabarcıklar bulunuyordu. Bu kaplamaların kullanıldığı denizaltıların hızlarında %
250 oranında bir artış görüldü.
Böcekten Modern Tren
İstasyonu:
1987 yılında Fransız politikacılar, hızlı tren
TGV’nin işleyeceği hatta bulunan Lyon
- Stolas İstasyonu için mimar Santiago
Calatrava’yı çağırdılar. Amaçları istasyon
için nasıl bir yapı düşündüklerini anlatmaktı. Bu yeni istasyon, görkemli, çarpıcı ve atılımcı nitelikler taşıyan bir simge olmalıydı.
Calatrava, istekleri dinlerken önündeki bir
kâğıda bir böcek resmi çizdi. İlham kaynağı
bir böcek olan bu istasyon dinozor kemiği
görünümündeki beton sütunlarla desteklendi. Ayrıca yapının bir böcek kabuğunda rastlanabilecek canlılıkta yeşil ve mavi
renklerle aydınlatılması da ihmal edilmedi.
İstasyon, Temmuz 1994’te açıldığında politikacıların tüm isteklerini karşılayan ihtişamlı bir eser ortaya çıkmıştı.
86
Suda gelişen
sivrisinek larvası
sahip olduğu bir nefes
borusu sayesinde
su üzerinden ihtiyaç
duyduğu oksijeni
sağlıyor. Borunun
etrafındaki tüyler
ise aynı şnorkelin
tepesindeki tıpa gibi
suyun içeri girmesini
engelliyor.
Böcekler ve Robot Teknolojisi:
Böceklerle ilgilenen sadece mimarlar değildir. Elektronik mühendisleri de robot
teknolojisini geliştirmek için böcekleri
gözlemlemeyi ihmal etmezler. Böceklerin
bacakları model alınarak yapılan robotlar,
yere daha dengeli basmaktadır. Ayaklarının
ucuna özel vantuzlar yerleştirilen böcek robotlar, sinekler gibi duvarda yürüyebilmektedir. Bir Japon firmasının böceklerden
esinlenerek yaptığı robot, tavanda yürüme
özelliğine sahiptir. Firma, üzerine hassas
alıcılar yerleştirdiği bu robotu köprülerin
alt yüzeylerini kontrol etmekte kullanmaktadır.
Helikopter - Yusufçuk:
Savaş araçları ve roketler üreten MBB
firması, BO 105 tipi helikopteri üretirken,
yusufçuğun yapısını ve uçuş stilini kendine
örnek almış. Helikopter üreten Amerikan
Skorsky firması da yusufçuğu doğrudan
helikoptere adapte ederek yeni bir tasarım
yapmıştır.
Uçak Kanatları - Yusufçuk:
1930’lu yıllarda mühendisler uçakların
kanatlarının uçlarını, havada oluşan akım-
ların yol açtığı titreşimlerin araca zarar
vermemesi için ağırlaştırmaya başladılar.
20 yıl sonra bilim adamları bu sistemin
yusufçuğun kanatlarında öteden beri var
olduğunu fark ettiler. Yusufçuğun kanatlarının ucunda siyah küçük hücreler yoğunlaşarak, uçak kanadının ucundaki ağırlığın
görevini yapıyorlardı...
Dağ Keçileri - Botlar:
Dağ keçisinin toynakları sarp kayalıklarda yürümeye çok uygundur. Hatta hayvan
bunlarla karda ve buzda da güvenle yürüyebilir. Dağcıların giydiği botlar ve doğada
yürümek için yapılmış birçok ayakkabının
tabanı, bu toynaklardan ilham alınarak hazırlanmıştır.
Balinalar ve Palet:
Balinalar çifte bölmeli ve geniş bir kuyruğa
sahiptir. İki ayağı birleştiren paletler ise,
yüzücünün suyun içinde bir balina gibi aşağıdan yukarı kıvrılarak yüzmesini sağlar.
Bu, hızlı dalış için ideal bir stildir.
Snorkel – Sivrisinek Larvası:
Suda gelişen sivrisinek larvası sahip olduğu bir nefes borusu sayesinde su üzerinden
ihtiyaç duyduğu oksijeni sağlıyor. Borunun
etrafındaki tüyler ise aynı şnorkelin tepesindeki tıpa gibi suyun içeri girmesini engelliyor.
Teleskop - Arı ve Petek:
Arı kovanları teleskoplar için çatı modelleri oluşturuyor. Gök cisimlerinden gelen X
ışınlarını çekmek için geliştirilen bir uzay
teleskobunun merceği arı kovanlarından
ilham alınarak, altıgen şeklindeki aynalardan üretilmiştir. Altıgen şekil aynaların kullanılmasının nedeni kayıp alanların
bulunmaması ve altıgen birleşimlerinin
genel yapıyı kuvvetlendirmesi. Ayrıca altıgenlerden oluşan dizilim teleskoba geniş
bir görüş alanı ve yüksek kalite sağlıyor.
Ne ilginçtir ki arıların gözleri de aynı bu teleskop gibi altıgenlerden oluşuyor. Hem de
milyonlarca yıldan, yani yaratıldıklarından
beri.
87
88
HANGİ
ZİYARETE
HANGİ
HEDİYE
RİSKSİZ BİR HEDİYE SEÇİMİ İSTİYORSANIZ SEÇİMLERİNİZ ZAMANSIZ MODEL
VE RENKLERDE OLMALI. ÖYLE Kİ MODA RENKLER YERİNİ YENİ TONLARA
BIRAKTIĞINDA VEYA BİRDEN HAYATIMIZIN HER ALANINA GİRİVEREN TARZLAR
DEĞİŞTİĞİNDE DE HEDİYENİZİN KULLANILABİLİRLİĞİ DEVAM EDEBİLMELİ.
89
Eğer aldığınız armağan
ile ilgili beğeni ya
da uyum endişeniz
varsa bunun en kolay
ve yararlı çözümü
hediye paketinin içine
koyduracağınız bir
değişim kartı. Böylece
ne siz hediyenizin
amacına ulaşıp
ulaşmadığı konusunda
tasalanırsınız, ne
de verdiğiniz kişi
beğenmediği bir şeyi
kullanmak zorunda
kalır.
Bazen bir tanıdığın yeni aldığı evini görmeye ya da uzun zamandır görmediğimiz
bir yakınımızın gönlünü almaya bazen de
üzülerek de olsa hasta ziyaretine gittiğimiz
olmuştur hepimizin. İşte bu ziyaretlerin en
temel kurallarından biridir eli boş gitmemek. İşte o saatten sonra düşünmeye başlarız kara kara ne götürsek diye. Bu konuda
ışık tutabileceğini düşündüğümüz birkaç
alternatif sunalım istedik. Üstelik de size
en yakın Adese mağazalarında kolayca bulabileceğiniz alternatiflerle…
Yeni Evli Çifte
Öncelikle belirtmekte fayda var ki henüz
evlenmiş bir çifte ev hediyesi almak için
alışverişe çıktıysanız işiniz biraz zor. Çünkü sıfırdan hazırlanmış bir ev olduğu için
karşınızdaki neredeyse eksizsizdir. Elbette
ki ilk akla gelen küçük ev aletleri almaktır ama o küçük aletlerin bırakın modelini
hemen her rengi vardır yeni gelinin evinde.
Aslında hem yanılgıya düşmemek hem de
işe yarayacak bir hediye almak için ayıp
olur diye düşünmeden sormak en güzeli.
Eminiz samimi bir konuşma eşliğinde soracağınız bu soruya oldukça samimi bir yanıt
alırsınız.
Ancak diyelim ki eksiksiz olduğunu düşündüğünüz bir ev için hediye seçeceksiniz o
zaman da görselliği kadar anlamı da hoş
olan hediyeler seçmeniz tavsiyemizdir.
Mesela artık her ne kadar bilgisayarlar ve
telefonlar fırsat bırakmasa da bir anı albümünün yerini hala alabilmiş değiller.
Telefondan saatlerce arayacakları yerde
ellerini uzatıp bulabilecekleri, bakarken
de sizi hatırlayacakları bir anı arşivi hediye
etmiş olacaksınız böylece. Alternatifleri çoğaltmak isterseniz de liste pek de kısa sayılmaz. Böyle bir ziyaret için alabileceğiniz
risksiz hediyeler bir hayli fazla. Mesela son
dönemlerin gözdesi neon renklerden oluşmuş bir çerçeve seti veya çifte özel bardak,
fincan setlerinden alabilirsiniz. Emin olun
evde kaç tane olursa olsun bu hediyeler her
zaman sevindiricidir.
Hasta Ziyareti
Bu konuda oldukça özenli olmanız gerekiyor. Çünkü hediye seçerken en çok dikkate
edilmesi gerekenlerin başında geliyor hasta ziyaretleri. Hele ki hastayı hastanede ziyaret edecekseniz maalesef seçim alanı biraz daha daralıyor. Çünkü işin içine hastane
kurallarının yanı sıra hastanın orada oluş
sebebi yani hastalığı da giriyor. Bu yüzden
ilk akla gelen hediye her ne kadar kolonya
olsa da maalesef ki bu kolay seçim ziyaretiniz için uygun olmayabilir. Çünkü eğer hastanızın nefes darlığı şikayeti varsa bu onun
için sevindirici olmaktan çıkıyor. Bu anlamda düşünülecek olursa şeker, çikolata,
bisküvi gibi yiyecekler de yine fayda yerine
zarar getirebilir. Bu sebepten de her halükarda hastaya bir sıkıntı vermeyecek tam
tersine işine yarayacak bir hediye bulmak
gerekiyor. İşte bu yararı garantili hediyelerin başında havlu geliyor. Alacağınız şık ve
90
Yeni bir işe başlamış bir
yakınınıza yapılacak
bir hayırlı olsun ziyareti
de eli boş gitmemeniz
gerekenlerden biri.
yumuşak bir havlu her durumda işe yarayacaktır. Samimiyet derecenize göre eğer bu
ziyaret hediyesi size az geldi ise bunu havlu yerine havlu setine dönüştürebilirsiniz.
Ya da illa ki yiyecek bir şey olsun diyecek
olursanız bu durumda da en sağlıklı seçim
meyve olacaktır.
Eğer ziyaretiniz eve olacaksa biraz önce zararlı olabileceğini söylediğimiz hediyelerin
hepsi artık listenizde olabilir. Hatta daha
makbul bile sayılabilir. Böylece ev sahibi de
ikram telaşından kurtulmuş olur. İşte böyle
durumlar için yakınlık derecenize göre bir
kilo madlen çikolata veya bir tepsi su böreği
ya da yine ikramlık bir tepsi tatlı götürebilirsiniz.
Yeni Ev Ziyareti
Yeni bir ev sahibi olmuş arkadaşınıza veya
akrabanıza en iyi hediye muhakkak ki kredinin bir taksidini ödemek olur elbette.
Şaka bir yana en kolay hediye seçimi yeni
alınmış bir ev içindir aslında. Çünkü kendi
evine sahip olmanın mutluluğu ile taşınmaktan yıpranmış, kırılmış bir çok eşyayı
götürmek istemez ev sahibi. Bu yüzden de
evinde olsa dahi yeni alınmış bir diğeri her
zaman makbule geçecektir. Mesela mobilyalarının rengine uygun bir sehpa takımı
çok hoş bir hediye olabilir. Ya da renk seçiminde daha garantici davranarak vintage
bir seçim yapabilirsiniz. Şık ve gösterişli
bir abajur da dostunuzun salonunu süslerken sizi hatırlatabilir. Tabii listeyi biraz
daha yukarı taşımak mümkün. Yeni alınmış
bu ev eğer geniş bir girişe sahipse çerçevesi zevkle seçilmiş bir ayna da ev sahibini
çok memnun edebilir. Eğer bütün bu saydıklarımız maddi olarak biraz külfetli geldi
ise hemen kapı girişine asılması için alabileceğiniz bir anahtar askısı hem şirin hem
uygun fiyatlı bir hediye olabilir. Ya da salon
masası için bir runner da bu tarz seçimler
için oldukça ideal.
Yeni İş Ziyareti
Malum bu yeni heyecanı ve mutluluğu paylaşmak şart. Böyle durumlar için ilk akla
gelen hayırlama yöntemi iş yerine gönderilecek bir çiçektir. En kolay ve zahmetsiz
yol da budur. Ancak hatırlanma süresi de
gönderdiğiniz çiçeklerin ömürleriyle eş zamanlıdır. O yüzden de hem daha kalıcı hem
de fiyat olarak sizi çok sarsmayacak seçenekler emin olun bu süreyi eşyanın ömrü
kadar uzatacaktır. Mesela yeni işi masa
başı ise çalışma masası için alacağınız bir
notluk veya şık bir kalemlik çok hoşa gidecek bir tercih olabilir. Eğer sürekli seyahat
halinde olacağı ve araç kullanacağı bir işi
olacaksa bu durum için de en güzel hediye bir telefon kulaklığı şüphesiz. Eğer daha
çok prezantasyona yönelik bir işte çalışacaksa hoş bir kravat veya pastel tonlarda
bir fular da listenize girmeye aday.
91
92
En Ciddi ve
En Önemli Tatil Kuralı
Hijyen
EĞER KIYASLAMA YAPMAK GEREKİRSE
DENİZ SUYU HAVUZ SUYUNA ORANLA BİR
NEBZE DAHA MASUM DENEBİLİR. ÇÜNKÜ
DURAĞAN VE SİRKÜLASYONU OLMAYAN
HAVUZ SULARI İÇLERİNE ALDIKLARI
HER MİKROBU TUTTUKLARI İÇİN DOĞRU
HİJYENİK TEMİZLİK YAPILMADIĞI
TAKDİRDE TABİR YERİNDEYSE BİR
MİKROP YUVASI HALİNE DÖNÜŞEBİLİYOR.
OYSA DENİZ SUYUNDA BU RİSK
TAMAMEN OLMASA DA AZALIYOR.
93
Tatil için tercih edilen
mekanlardaki hamam,
sauna gibi bölümlerde
eğer kişiye özel
kullanılması gereken terlik,
kese gibi malzemeler
ortak kullanılıyorsa
çok dikkatli olmalısınız.
Hastalıktan uzak
durmak için muhakkak
bu tarz eşyaların size
özel olmasına dikkat
etmelisiniz. Hatta gerekirse
yanınızda götürmelisiniz.
İster deniz kenarında olsun ister bir dağ
eteğinde tatil her halükarda caziptir. Ancak tatilin ve sonrasının bizi gittiğimize
pişman etmemesi için dikkat edilmesi
gereken en önemli şey ise hijyendir.
Hijyenin sadece el yıkamaktan ve temiz
giyinmekten ibaret olmadığını artık hepimiz biliyoruz. O yüzden de kullandığımız
ürünlerden, yiyeceklerimizi yıkadığımız
suya kadar her şeye dikkat ediyoruz artık. Her hangi bir hastalığa yakalanmamak adına salgın dönemlerinde maskeyle dolaşmaya varacak kadar bu konu ile
ilgili titizlenenlerimiz var hatta. Ancak
her ayrıntıya bu kadar dikkat ederken
gelin görün ki sürekli bulunduğumuz
ev, iş gibi ortamlardan uzaklaştığımızda
hele ki bu ortam tatil gibi bizi rahatlatan
bir özelliğe sahipse birden bire yattığımız
yatağın temiz kokması hijyenik açıdan
yeterliymiş gibi geliyor bize. İşte yanlış
da burada başlıyor.
Aslında en dikkat edilmesi gereken yerlerin başında geliyor tatil mekanları.
Kastedilen elbette ki sadece mekanın temizliği değil aynı zamanda kalabalık ortamdan kaynaklanan bir takım sıkıntılar
yaşanabiliyor. Eğer tatilimiz esnasında
veya sonrasında kendimizin veya ailemizin hastalık sorunu yaşamasını istemiyorsak tatil sırasında alınması gereken
birkaç önlem rahat bir tatil geçirmemiz
için yeterli olacaktır.
Dikkat edilmesi gereken ilk konulardan
birisi kalacağınız otel odasının temizliği.
Muhakkak ki otel görevlileri tarafından
gereken temel temizlik yapılıyordur ancak hele ki daha önceden denemediğiniz
bir mekan seçtiyseniz tatil için yine de
tedbirli olmakta fayda var. Bu yüzden
de tatil valizimizi hazırlarken rengarenk
plaj havlularımızın yanına birer tane de
el yüz havlusu koymalısınız. Hele ki alerjik bir yapıya sahipseniz havlu temizliği
için hangi marka ve hangi ürünün kullanıldığını bilemeyeceğiniz için deterjan
kaynaklı oluşabilecek alerjilere karşı önleminizi baştan almış olacaksınız. Çünkü
ıslak olarak direk yüz, göz, ağız ve solunumla temas halindeki havlular maalesef ki bu sorunun başlangıç noktalarından biri.
Bir diğer hastalık davetiyesi ise tatil deyince ilk aklımıza gelen yerde, deniz ve
havuzdan geliyor. Bu durum için öncelikli
dikkat gerektiren nokta çocuk ve büyük
havuzlarının sadece yükseklik olarak
değil havuz olarak da ayrı olması. Bazı
işletmelerde yetişkin yüzme havuzlarının devamında derinliği çocuklara göre
azaltılmış olarak yapılmış bölümler çocuk havuzu olarak kullanılıyor. İşte maalesef ki küçücük vücutlar da hastalıkların
büyük bir kısmını buralardan kapıyor. Bu
sebeple tatile gitmeden evvel bu tarz ayrıntılar hakkında bilgi almakta fayda var.
Elbette yetişkin ve çocuk havuzlarının
ayrı olması sorunu kökünden halletmiyor. Çünkü özellikle ıslak ortamda daha
hızlı üreyen birçok mikrop hem çocuklar
hem de büyükler için bu havuzlarda risk
oluşturmaya devam ediyor. Üstelik bu
risk daha fazla insanın girdiği denizde
katlanarak artıyor. İşte bu sıkıntılardan
olabildiğince kaçabilmek adına dikkat
edilmesi gereken birkaç küçük önlem:
• Denize ve havuza girerken mutlaka deniz gözlüğü kullanılmalı.
Havuzlardaki aşırı klor kullanımı, tuz
oranı çok yüksek denizler ve temizliği
esnasında hijyen kurallarına uyulmamış
sular özellikle konjoktivit ve irritasyon
için çok büyük tehlike.
• Denizde ve havuzda kulağınıza kaçan
su, kulak ile ilgili birçok sıkıntının temel
sebebi. Özellikle de suyu yeterince hijyenik olmayan deniz ve havuz suları hastalık sürecini hızlandırıp, iyileşme sürecini
de uzatıyor. Su geçirmediğinden emin
olduğunuz bir kulak tıkacı kullanmanız
halinde ise bu riski büyük oranda ortadan
kaldırabiliyorsunuz.
• Havuzda ve denizde en çok dikkat edilmesi gerekenlerden biri de su yutmamak. Ağız yolu ile bulaşan bir çok hastalık bu sayede vücudumuzu kolayca esir
alıyor. Üstelik de çok kısa bir sürede.
• Eğer cildinizde kesik, çizik gibi tahriş
olmuş bir alan varsa kesinlikle sudan
çıktıktan sonra temiz, sabunlu suyla yıkanmalı ve dezenfekte edilmelidir.
• Özellikle naylondan üretilmiş kıyafetler
kullanılmamalıdır. Çünkü nemli ve ıslak
ortamdan hoşlanan mantarlar, sürekli
ıslak olarak kalan naylon giysilerden dolayı çok daha kolay ve hızlı üreyebilirler.
94
KALBİMİZİN SAKLADIĞI
KÜÇÜK SIRLAR
UFAK TEFEK KIRGINLIKLAR, İNCİR ÇEKİRDEĞİNİ DOLDURMAYACAK
KIZGINLIKLAR, YERLİ YERSİZ HEYECANLARLA ÇOK DA YORMAMAK
LAZIM DUYGULARIMIZIN CAN YOLDAŞI KALBİMİZİ. YANİ HER NE
KADAR ÇOK GÜÇLÜ DURSA DA ONUN DA BİR KIRILMA NOKTASI
OLDUĞUNU UNUTMAMAK LAZIM.
95
Sanılanın aksine
kalp krizi geçirme
oranı gelir düzeyi
yüksek ülkelerde
daha fazla değil.
Düşük ve orta gelir
düzeyindeki ülkeler
yüzde seksenlik
bir oranla listenin
başında yer alıyor.
Kalp, çoğu kez ilk telaffuzdan itibaren duygularımızla direk bağlantılı gelir çoğumuza. Hatta bu açıdan düşündüğümüz için
ona bir organ demek bile tuhaf gelir bazen.
Sanki içimizdeki diğer “bizden” bahseder
gibi bahsederiz ondan genellikle. Bir yere
kadar da haklıyız aslında. Sevindiğimizde,
heyecanlandığımızda, kızdığımızda veya
kırıldığımızda ruh halimize en çok ayak uyduran organımız o değil midir? Ya yerinden
fırlayacakmış gibi hızlanır ritmi ya da yok
olmuşçasına sessizleşir. Yani kendince eşlik eder ruh halimize. Oysa ne duygulardan
ne de sadece kan pompalamaktan ibaret
değildir varlık sebebi.
Vücudumuzdaki tüm organların görevi elbette ki hayati anacak bir tanesi var ki olmazsa olmazların başında geliyor. Kalbimiz
bu uzun hayat maratonunda bizim bilmediğimiz nelerle karşılaşıyor, mücadele ediyor.
Kalp rahatsızlığı denilince muhakkak ki yanına damarı da eklemek gerekli. Bir ekip
halinde çalışıp bir ekip halinde zarar görüyor çünkü vücudumuzun bu narin düzeneği.
Kuralına uygun olarak söylemek gerekirse
kalp ve damar hastalıkları bugün dünyada
maalesef ki ölüm sebeplerinin başında yer
alıyor.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2008
yılında 57 milyon kişi ölmüş ve tüm ölümlerin % 63’ü bulaşıcı olmayan hastalıklar
sonucunda meydana gelmiş. Dünyada her
3 kişiden 2’si bulaşıcı olmayan hastalılar
nedeniyle hayatını kaybetmiş. Bulaşıcı olmayan hastalıklar içerisinde ise her 3 kişiden biri ( 17.3 milyon kişi ) kalp ve damar
hastalıklar nedeniyle ölmüş. Bu ölümlerin
7.3 milyonu ise kalp krizine bağlıdır. 2030
yılında bu rakamın ulaşacağı varsayılan
nokta ise bir hayli can sıkıcı. Çünkü tahmin
edilen bu rakam 23.3 milyon kişi.
Peki rakamsal olarak bu kadar rahatsız
edici olan bu hastalıktan uzak kalabilmenin
yolları var mıdır? Elbette ki vardır. Üstelik
de toplumsal olarak bile bu sayıları çok
aşağılara çekmek mümkündür. Ancak tabii
ki öncelikle nedenini doğru belirleyip çözümünü de ona göre şekillendirmek gerekir.
Türkiye Halk Sağlığı Kurulunun çalışmalarına göre kalp ve damar rahatsızlıklarını
tetikleyen temel risk faktörleri şöyle:
y Tütün kullanımı
y Kan basıncı ve kolesterol düzeyinin yüksek olması
y Doğrudan bireyin yaşam tarzı ile bağlantılı
etkenler
y Fiziksel aktivite düzeyi ve yeme alışkanlıkları
Kalp ve damar hastalıklarıyla ilgili olan
diğer etkenler ise;
y Aşırı kilolu olmak,
y Obezite,
y Diabetes mellitus,
y Aşırı alkol tüketimi,
y Ruhsal gerilimdir.
Kalbimizin yorulmasını tetikleyen bu faktörler hayatımızda olsun ya da olmasın
“herkesin doktoru önce kendisidir” cümlesinden yola çıkarak kendimizi doğru dinlemek ve risk olabileceğini hissettiğimiz bulguları derhal bir hekimle paylaşmak şart.
Peki nedir bu belirtiler ve nasıl anlaşılır?
y En yaygın görülen belirti ağrıdır. Kalbimizi besleyen damarların tıkanması veya
daralması durumunda kalbe yeterince oksijen gidememesinden dolayı, kalp bu tepkiyi ağrı olarak verir. Ağrıyı kas ağrısından
ayırt etmek içinse dikkat edilmesi gereken,
heyecan ve yorulma esnasında ortaya çıkıp,
dinlenildiğinde geçiyor olmasıdır.
y Bilhassa yatar pozisyondayken artan nefes darlığı şikayeti oldukça mühimdir.
96
Kan basıncımızı,
kan şekerimizi,
kan lipidlerimizi
öğrenelim. Alkol
ve tütün ürünleri
kullanmayalım,
düzenli spor
yapalım, bol sebze
ve meyve tüketelim,
sağlıklı beslenelim
ve böylece
kalp ve damar
hastalığı riskinden
olabildiğince
uzaklaşalım.
y Çoğunlukla kalp hastalığı riski olarak görünmeyen çarpıntı, yine de göz ardı edilmemesi gereken bir şikayettir.
y Kalp yetersizliğinin en önemli belirtilerinden biri de ödemdir. Özellikler bacaklarda
ve karında oluşan şişliklere dikkat edilmesi
şarttır.
y Göğüs ağrısıyla birlikte gelen terleme ve
mide bulantısı halinde derhal bir hekime
müracaat etmek şarttır.
Aslında gözümüzü bu kadar korkutan kalbimizin bu sessiz oyununu önlemek, en
azından risk oranını düşürmek elimizde.
Bunun için yapılması gerekense aslında
sağlıklı bir vücut için yapılması gerekenlerle aynı. Yani hem bedenimizi hem kalbimizi aynı yollarla koruyabiliriz ki bu yollar da
aşılmayacak gibi değil üstelik.
Sağlığımızı ve kalbimizi korumanın basit
ama etkili yöntemlerini işin uzmanından
öğrenmek en doğrusu muhakkak. Türkiye
Halk Sağlığı Kurulu bu tavsiyeleri şöyle sıralıyor:
y Sağlıklı beslenelim,
y Yeterli sebze-meyve tüketelim,
y Diyetimizdeki tuz, şeker ve yağ miktarını
azaltalım,
y Düzenli fiziksel aktivite yapalım,
y Her gün en az 30 dk süreyle yapılan düzenli fiziksel aktivite kalp sağlığını sürdürmeye yardım eder,
y Tütün ve tütün ürünleri kullanmayalım,
y Alkol kullanmayalım,
y Kardiyovasküler riskimizi öğrenelim,
y Kilolu veya obez olup olmadığımızı,
y Kan basıncımızı,
y Kan şekerimizi ve
y Kan lipidlerimizi öğrenelim,
y Hekim tavsiyelerine uyalım.
Kalbimiz gerçekten değerli. Çünkü onun
bize yaşatacağı ufacık bir tekleme bile hayatımızın kalitesini bozabilir ve hatta yaşamımıza mal olabilir. İşte bu yüzden de
öncelikle sağlıklı ve doğru yaşam kurallarına uymak şart. Ancak yine de karşılaşabileceğimiz sıkıntılı bir durum hissedersek
de yapılması gereken ilk şey sakinleşmeye
çalışmak ve eğer yapabiliyorsak kendimiz,
aksi takdirde de ulaşabileceğimiz en yakın kişiden 112’yi aramasını istemeliyiz. Ve
unutulmaması gereken en önemli şey ise
hiçbir ağrıyı veya sıkıntıyı göz ardı etmemek, geçiştirmemek.
97
98
YERYÜZÜNÜN
HAYRANLIK VE MERAK
UYANDIRAN
YAPILARI
Bir ırkın gücünü gözler önüne seren Çin Seddi’nden nasıl
inşa edildiği hala tartışılan piramitlere kadar ve hatta
Buhara’daki Çeşme-i Eyüp kuyusuna kadar insanlığın
hayretle izlediği ve birçoğunun sırrına henüz erişemediği
yapılar…
99
Çin Seddinin yapılma sebebi
Hun ve Türk akınlarından ülkeyi
korumaktı. Ülkeden kaçışları
önlemek ve imparatorluğun gücünü
dünyaya göstermekti.
Çin Seddi
Hemen hepsinin insan elinden çıkmış olduğu gözle görünür şekilde ortada olan bir
çoğunun bugünün teknolojisi ile bile tamamlanmasının çok zor ve hatta imkansız
olduğu, göreni hayrete düşüren yapılar…
Bundan yüzlerce hatta binlerce yıl önce
yapıldığı kesinleşen bir çoğunun günümüz
teknik imkanlarıyla bile mümkün olmadığı
binalar, şekiller, taşlar… Gizemini hala koruyan bu yapılar her yıl on binlerce turist
tarafından ziyaret ediliyor.
Çin Seddi:
İnşasının büyük oranda Ming Hanedanlığı
döneminde tamamlandığı Çin Seddi dünyanın en uzun savunma duvarı olma özelliğiyle
biliniyor. Uzunluğu 8.851,8 kilometre. Boyu
bu kadar uzun olunca haliyle yapım süresi
de aynı oranda uzun oluyor. Üst kısmının
eni 6 metre. Ayrıca her dokuz kilometrede
bir fener kulesi var. Asıl inşaat M.Ö. 221 ile
M.S. 608 yılları arasında yapılmış. Ancak
Milattan Önce 3. yüzyıldan Milattan Sonra
17. yüzyıla kadar uzatılma işlemi devam
etmiş. Bu uzun ve büyük duvarın yapılma
amacı ise Hun ve Türk akınlarından ülkeyi korumak. Ülkeden kaçışları önlemek ve
imparatorluğun gücünü dünyaya göstermek de diğer yapılış nedenleri arasında. Bu
büyük ve görkemli yapıyı her yıl milyonlarca
insan ziyaret ediyor.
Piramitler:
Dünya üzerinde gizemi çözülememiş yapılar içinde herhalde hakkında en çok konuşulan yapıların başında gelir Mısır Pira-
mitleri. Milattan önce 2500 yıllarına dayanır
ilk piramidin tarihi. Sakkara, daha bilinen
adıyla basamaklı piramit ünlü mimar İmhotep tarafından yapılmış. Adına böylesine
bir şaheser dikilen isim ise Kral Djoser. Piramidin boyu 63.17 metre. Yüzden fazla piramidin bulunduğu Eski Mısır’da piramitler
kral mezarı olarak yapılmış. Rivayete göre
bu yapıların inşaatında çalışan işçiler, yapılışındaki sırrı bildikleri için piramitler tamamlandıktan sonra öldürülmüşler.
Mimari açıdan da, teknik açıdan da bugün
bile henüz taklit edilememiş olan bu ilginç yapıları aydınlatmak için araştırmalar
yapıldıkça insanoğlunu hayrete düşüren
yeni bilinmezler çıkmış ortaya. Mesela Gize’deki piramitlerin en büyüğü olan Keops
Piramidi’nin tabanı karedir. Ancak tek ilginç olan yanı bu değildir. Bu karenin her
bir köşesi doğu, batı, kuzey ve güney yönlerini neredeyse milimetrik bir şekilde tam
olarak göstermektedir. Keops piramidi ile
ilgili aynı zamanda bir mühendis olan yazar
Yaşar Özkan makalesinde şu ilginç detaylardan bahsediyor:
• Piramidin aşınmış haldeki yüksekliği
147 metre olmakla beraber, ilk halinin bu
değerden bir miktar daha yüksek olduğu
tahmin edilmektedir. Bu hususu dikkate
aldığımızda piramidin yüksekliği güneşin
dünyaya olan uzaklığının milyarda biridir.
• Piramidin dünyanın merkezine olan mesafesi ile kuzey kutbuna olan mesafesi ayrıca kuzey kutbunun da dünyanın merkezine olan mesafesi aynıdır.
• Son yıllarda yapılan tespitlere göre, pira-
midin bulunduğu alan dünyanın kara kütlesinin merkezinde bulunmaktadır.
• Bu merkezde geçen boylam, dünyanın
denizleri ile ana karalarını iki eşit parçaya
bölmektedir.
Yazar Özkan, bütün bu hayranlık uyandıran
bilinmezlik için ise çok güzel bir sonuca
varmış bile: “Yaklaşık 4500 yıl önce dünyamızın birbirinden çok uzak bölgelerinde,
neredeyse hepsi de aynı anda başlayan bu
teknolojik gelişmeleri ve devasa, gizemli yapıların yapılmasını bugünün maddeci bilimi ile izah etmek çok zordur. Çeşitli
araştırmaların gösterdiği üzere o dönemin
insanları, yerçekimi kuvvetini yok edebilme ve doğa güçlerini kullanma yeteneğine
sahiptiler. Yani bilim ve inancın birlikte,
birbirini dışlamadan el ele çalıştığına dair
göstergeler fazlasıyla vardır.”
Çeşme-i Eyüp Kuyusu:
Kuyu bundan tam tamına 3700 yıl önce keşfedilmiş ve o günden beridir de esrarengiz
duruşunu koruyor. Özbekistan’ın Buhara
şehrindeki kuyunun Hazreti Eyüp’ün asasını yere vurmasıyla oluştuğuna inanılıyor.
Bu inanışa göre anlatılan hikayeyi Araştırmacı Yazar Hasan Sevil şöyle anlatıyor:
İnanışa göre Eyüp Peygamber, Buhara’yı
ziyaretinde halka o günlerde nasihat etmiş.
Kuraklık döneminde, yerli insanlar ondan
su istemişler. Eyüp Peygamber dua etmiş
ve asasını toprağa vurduğunda, kaynak
suyu çıkıyor.
100
Göbekli Tepe, Şanlıurfa
Piramitlerle ilgili bilmece
Keops’ta da devam
eder. Keops piramidinin
tabanı karedir. Ancak
daha ilginç olan yanı
karenin her bir köşesi
doğu, batı, kuzey
ve güney yönlerini
neredeyse milimetrik
bir şekilde tam olarak
göstermektedir.
Böylece buradan çıkan suya, 10. yüzyılda
Samaniler döneminde ilk defa kubbeli bir
mekan yapılıyor. 14. yüzyıldan 19. yüzyıla
kadar sürekli inşa edilmiştir. Çok kompleks olan bu mekan sürekli yenilenmiş.”
Ancak bu sırrı daha da merak edilir bir hale
getiren ise Çeşme-i Eyüp’te hala su bulunuyor.
Göbekli Tepe:
Şanlıurfa’nın Örencik köyü yakınlarında bulunan Göbekli Tepe, dünyanın en eski tapınağı olmasıyla biliniyor. Bilim adamlarına
göre neolitik çağın inanç ve hac merkezi burası. “T” şeklinde ve yuvarlak oluşturacak
şekilde dizilmiş dikili taşlardan oluşuyor.
Aralar duvarla örülmüş. Bulgulara dayanarak varılan tarih, yaklaşık olarak bundan
11.600 yıl öncesi. Yani Mısır Piramitlerinden 7.500 yıl daha eski. Henüz çanak çömleğin bile kullanılmadığı bu dönemde böyle
bir yapının nasıl yapılmış olduğu hala gizemini koruyor. Öyle ki konu ile ilgili National
Geographic araştırmacılarının yorumu “Bu
dönemde yaşayan insanların bu tapınakları
yapabilmesi, üç yaşında bir çocuğun elindeki oyuncak tuğlalarla Empire States’i
inşa etmesine benziyor!” şeklinde.
Taşların üzerinde bulunan insan, hayvan
ve diğer semboller kabartma ya da oyma
olarak şekillendirilmiş. T şeklindeki taşların hepsinin üzerinde insan figürleri var.
Bu figürler ellerini kasıklarında birleştirmiş insan şeklinde yapılmış. Yapılış sıklığı
dikkate alındığında bütün farklı şekillerin
aslında bir şey anlattığı görüşünde toplanılıyor. Ancak henüz ne anlattığı ile ilgili bir
bilgiye ulaşılmış değil.
Tarihi demenin yeterli kalmadığı bu tapınak
ile ilgili gizem bu kadarla da sınırlı değil
üstelik. Büyük bir özenle ve özveri ile yapıldığı görülebilen tapınağın bilinmeyen bir
sebeple yine büyük bir emek sarf edilerek
ve aynı özenle inşasından 1000 yıl sonra
toprak taşınarak üzeri örtülüyor. Tapınağın
üzeri tamamen kapatılıyor.
1983 yılında tarlasını süren bir çiftçinin bulduğu oymalı bir taş sayesinde araştırılmaya başlanmış ve ortaya çıkarılmış Göbekli
Tepe. 1996 yılında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında başlanmış kazı çalışmalarına. Bu kazılar Türk – Alman ortak
çalışması şeklinde halen devam etmekte.
Stonehenge:
30 adet büyük taştan meydana gelen bu ilginç topluluk, iki gruptan oluşuyor. Bunlarda ilki her biri 26 ton ağırlığında ve 3 metre
uzunluğunda olan Saersen. İkinci grup olan
Linteller Searsenlerin üzerine oturtulmuş.
Lintellerin ağırlığı ise 6 ton. Bütün bu taşlar
bir çember şeklinde dizilmişler. Milattan
önce beş bin ile üç bin yılları arasında yapıldığı belirlenen taşlar gerçekten de teknik olarak kusursuz. Muntazam bir çember
oluşturabilmek adına her bir taş çemberin
eğimine göre şekillendirilmiş. Taşları daha
da enteresan hale getiren bir diğer şey ise
tutulmalara ve ekinokslara göre konumlandırılmış olmaları. Yükselen güneş taşlar
arasındaki boşluklara tam olarak oturuyor.
Bilim adamlarının yıllar süren çalışmaları neticesinde Stonehenge’in çevresinde
bulunan taşların ya da deliklerin hepsinin
döngünün içinde farklı günleri ya da yılları
temsil ettiği ortaya çıkarılmış. Ancak bu iç
içe çember şeklindeki dizili, 4000 yıllık dev
taşlar bir çok sorunun cevabını hala saklıyorlar.
101
102
BİLMECE
&
BULMACA
Kural: Aşağıda verilen ipuçlarına göre ilgili kutucuklara cevapları yerleştir.
2
1
6
4
3
5
1- Evimize bir arkadaşımız gelince ona söyleriz.
2- Birine karşı kusur ( hata) işlediğimizde söyleriz.
3- Dersler bitip evimize giderken öğretmenimize söyleriz.
4- Sabahleyin biriyle karşılaştığımızda ona söyleriz.
5- Çalışan birine söyleriz.
6- Birine dikkat etmesini hatırlatmak için söyleriz.
7- Bir selamlaşma sözü.
8- Birinin halini hatırını sorarken söyleriz.
8
7
103
MATEMATİK
BULMACA
Kural: Aşağıdaki soruların cevaplarını numarasına karşılık gelen
kutucukların içine yerleştirin.
2
1
5
7
6
9
10 SOLDAN SAĞA:
1. 453+365
5. 258+369
7. 789+123 8. 159+357
9. 535+125
10. 489+354
YUKARIDAN AŞAĞI:
2. 258+456
3. 169+347
4. 147+258
6. 256+345
3
4
8
104
TARİHTEKİ
ÜNLÜ
MUCİTLERİ
TANIYALIM
James Prescott Joule
James Prescott Joule. (d. 24 Aralık 1818, Manchester
– ö. 11 Ekim 1889). İngiliz fizikçi
Isının Mekanik Eşdeğeri
Matematiksel formül:
Q = c Δt m = 4.18 F Δx = 4.18 W
Q = Isı (cal)
c = özısı (cal/g derece santigrad)
Δt = sıcaklık değişimi (derece santigrad)
m = kütle (g)
F = iş yapan korunumlu kuvvet (Newton)
Δx = yer değiştirme (metre)
W = fiziksel iş (joule)
Isının mekanik iş ile olan ilişkisini keşfetti. Bu
keşif, enerjinin korunumu teorisine ve oradan da
termodinamiğin birinci kanununun eldesini sağladı.
SI sistemindeki iş birimi joule, onun adına ithafen
verilmiştir. Lord Kelvin ile mutlak sıcaklık skalasını
geliştirmiştir. Bir direnç üzerinden geçen elektrik
akımının ısı yaydığını bulmuştur (Joule yasası).
Joule, yaptığı deneyler sonucunda, ısının mekanik
eşdeğeri olarak; bir pound suyun sıcaklığını bir derece
Fahrenheit arttırmak için 838 ft•lbf luk bir iş gerektiğini
bulmuştur. Joule, bu sonuçları 1843’de düzenlenen
“British Association for the Advancement of Science”
toplantısında açıkladı fakat beklediği ilgiyi göremedi.
105
106
Bunları
Biliyor
musunuz?
YILDIZLAR NEDEN YANIP SÖNER?
Gece gökyüzüne baktığımız zaman bir çok yıldızın yanıp
sönüyormuş gibi göründüğünü fark ederiz. Peki yıldızlar
gerçekten de yanıp sönüyorlar mı? Aslında hayır. Yıldızların
yansıyan ışığı dünyamızın atmosferinden geçerek bize ulaşır.
Bu geçiş sırasında da havanın sıcaklığının değişmesinden
dolayı ışığı kırılır. Böylece biz de sanki bunu yanıp sönüyorlarmış
gibi görürüz. Bunun bir kanıtı olarak; yüksek dağ zirvelerine
çıkıldıkça havanın incelmesinden ötürü bu yanıp sönüyormuş
görüntüsü azalır.
NEDEN TERLİYORUZ?
Eğer bulunduğumuz ortamın veya mevsimin hava sıcaklığı çok fazla
ise veya koşmak, dans etmek, spor yapmak gibi yoğun bir fiziksel
aktivite yapıyorsak terlememiz çok normaldir. Çünkü bu sayede
vücut ısımız dengelenir ve korunmaya alınmış olur. Bu görevi
yerine getirmek üzere vücudumuzda iki milyon civarında ter bezi
bulunur. Terleme bizim isteğimiz veya kontrolümüz dışında oluşan
bir metabolizma olayıdır. Ayrıca tıpkı aşırı fiziksel aktivitede olduğu
gibi utanmak, heyecanlanmak, korkmak gibi duygusal değişiklikler
de terlememize neden olur.
Aslında kokusuz olan ter, özellikle koltuk altı gibi nemli ve daha
sıcak yerlerde daha fazla üreyebilen bakteriler nedeni ile koku
yapar.
VENÜS NEDEN FARKLI BİR GEZEGENDİR?
Venüs, Güneş sisteminin en farklı gezegenidir. Çünkü bir çok
özelliği açısından diğerleriyle zıtlıklar yaşar. Mesela diğer bütün
gezegenler batıdan doğuya doğru dönerken Venüs, doğudan
batıya doğru döner. Yani güneş Venüs’te batıdan doğar.
Ayrıca kendi etrafındaki dönüşünü tam 243 günde tamamlayan
Venüs güneş etrafındaki turunu ise 224 günde bitirir. Bu da bu
gezegende bir günün bizim bir yılımızdan uzun olduğu anlamına
gelir.
107
108
LABİRENT
BULMACA
Yengecin yemeğine ulaşmasına yardım eder misin?
109
109
110
kitap
Bir Keloğlan Bir de Eşeği
Selamlar ki, şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette onadır. Hasretler
Koray Avcı Çakman
CAN YAYINLARI
Gökten üç elma düşmüş.
Bu kitaptaki masallar bilmediğimiz diyarlardan bilmediğimiz zamanlardan sesleniyor bizlere. Her masalda olduğu gibi bu kitaptaki masallarda da iyilerle kötüler bir araya geliyor, adalet yerini buluyor.
Barika
Yavuz Sultan Selim’in Şiirlerinden Seçmeler
Filiz Kalyon
BERİKAN YAYINEVİ
“Behr-i cem’iyyet-i dilhâst perîşânî-i mâ” Bizim perişanlığımız gönüllerin
cem’iyyeti içündür. “Yek dem ki be-guzered be-hoşî bih zi-omr-i Nûh” Hoşlukla
geçen bir nefes, ‘ömr-i Nuh’dan kıymetlidir. “Tıflân-ı şehr mujde ki dîvâne mîresed” Ey şehir çocukları! Müjdeler olsun ki deli geliyor. Bir sultanın gönül ışıltılarının günümüze yansıması şeklinde tarif edilebilen “Bârika” Yavuz Sultan Selim
şiirlerinin Şeyh Vasfî tarafından meydana getirilen bir güldestesidir.
Şiirin Doğası
Şener Aksu
AYDİLİ SANAT YAYINLARI
Şiirin doğasıyla ilgili ne varsa bu kitapta da var. Herkesin şiir yazacağını savunan yazar, bir yandan şiirin doğasını apaçık ortaya sererken, bir yandan da
şiir yazmak isteyenlere çalışma yöntemleri sunuyor. Okur, hem şiir estetiğinin
ilkelerini, hem de dize oluşturma tekniklerini, yazarın deneyimleriyle örneklenen bu anlatıda bulabilir ve isterse kendi şiirini yazabilir.
111
112
sinema
Hayatımın Şarkısı
La famille Bélier (Belier Family)
Gösterim Tarihi:19 Haziran 2015
Paula ailenin tek işiten üyesi olarak, neredeyse her gün sağır anne babası ile kardeşinin
mecburi çevirmenliğini yapmaktadır. Yaklaşan yerel seçimlerde belediye başkanlığına
adaylığını koyan babası, Paula’ya daha çok ihtiyaç duyar. O sırada müzik öğretmeni şarkı
yarışmasına katılması için Paula’yı teşvik eder. Paula ailesine destek olmakla hayallerinin
peşinden gitmek arasında kalır.
Inside Out
Ters Yüz
Gösterim Tarihi: 19 Haziran 2015
Babası, San Francisco’da yeni bir işe başlayınca Orta-Batı’daki hayatından kopmak zorunda kalan Riley de hepimiz gibi duyguları ile hareket eden bir kızdır. Neşe, korku, öfke… Bu
duygular, Riley’nin zihninin içinde ana merkezde yaşar ve ona günlük hayatında tavsiyeler
verirler. Riley ve duyguları San Francisco’da yeni bir hayata alışmak için çabalarken ana
merkezde kargaşa baş gösterir. Neşenin, Riley’nin en önemli duygusu olmasına ve her
şeyi pozitif tutmaya çalışmasına rağmen, diğer duygular yeni bir şehre, eve ve okula uyum
sağlama konusunda birbirleriyle çelişir.
Pan
Gösterim Tarihi: 17 Temmuz 2015
Yeni bir Peter Pan uyarlaması: Kara Sakal sürprizi bizi ters köşeye yatıracak gibi... Hugh
Jackman’in canlandırdığı bu çekici karakter, Amanda Seyfried, Rooney Mara ve Garreth
Hedlund’dan beslenen Var Olmayan Ülke’ye acaba neler katacak?
113
Müzik
Ahvâl
Enstrumental Müzik ve Klasik Türk Müziği tarzında Arşivlik Yapımlarla, Geleneksel Türk
Müziğinin uluslararası boyutta tanıtılması amacı ile alanında uzman olan Üstad Sanatçılar ile
Sanat adına bir birinden güzel çalışmalara imza atan Çetiner Müzik Yapım, udu ve mızrabı ile
Sanat Camiasında kendini kanıtlamış Üstad Udi Mithat Çömlekçinin ilk albümü “Ahvâl” isimli
Ud Taksimleri albümünü sanatseverlerin arşivlerine sundu.
Albümde “Hüseyni Taksim, Muhayyer Sümbüle Taksim, Hicaz Taksim, Nihâvend Taksim,
Şevkefzâ Taksim, Evcârâ Taksim, EvçTaksim, Sultâniyegâh Taksim, Kürdîlihicazkâr Taksim,
Mâhur Taksim, Hicazkâr Taksim” gibi 11 ayrı Taksim, Hicazkâr Saz Eseri (Nuri Halil Poyraz) ve
Nihâvend Saz Semâisi (Mesud Cemil Bey) bulunuyor.
Hanedan
Günümüzde dijital müziğin yoğunlaşması neticesinde kulakların hasret kaldığı akustik
tınılara bu albümde kavuşacaksınız. Birbirinden lezzetli 10 değişik eserin yer aldığı Hanedan
isimli bu albümdeki bütün besteler Reşat Şenyaylar imzası taşıyor. Müzisyenliği birçok müzik çevreleri tarafından bilinen usta ismin, besteci yönü olduğu da bu yapıtla birlikte ortaya
çıkmış oldu.
Sefahat’tan Şarkılar
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un bestelenmiş şiirlerinden oluşan “Safahat’tan Şarkılar”
albümü, Akustik Müzik etiketiyle CD raflarındaki yerini alıyor.
Safahattan Şarkılar CD’si, edebiyatımıza milli marşımızın yanında ölümsüz eserler kazandıran büyük vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un, Safahat isimli eserinde yer alan onbir
şiirinin bestelerinden oluşuyor.
114
114
reyondakiler
Biscolata Tria ve Biscolata Minis
Türkiye’nin yenilikçi bisküvi markası Biscolata, Tria ve Minis ile müşterilerine yepyeni tatlar sunmaya devam ediyor. Kendini özel hissetmek ve
farklı tatlar denemek isteyenler Biscolata Tria’nın incecik çıtır yaprakları
arasındaki nefis kreması ve enfes çikolatasıyla yeni bir lezzet dünyasına
adım atacak. Biscolata Tria, müşterilerine 100 gramlık paketlerde fındıklı ve hindistan cevizli olmak üzere iki çeşit ürün sunuyor.
Biscolata’nın müşterileri ile buluşturduğu bir diğer yeni ürün ise Minis.
Çıtır gofretinin üzerine dökülmüş çikolatasıyla özel bir tada dönüşen
Minis, 117 gramlık paketi ve içerisindeki 18 adet gofretiyle özel bir lezzet
arayınların vazgeçilmezi olacak.
Cappy Geleneksel Hoşaf
Türkiye’nin en çok tercih edilen meyve suyu markalarından biri
olan Cappy, Geleneksel Seri ile geçmişin unutulmaz tatlarını sofralarımıza kazandırıyor. Cappy, yemeklerimizde ve yemek sonrası
ikramlarda apayrı bir yeri olan hoşafı, üzümlü ve kuru erik meyveli
içeriğiyle lezzet severlerle buluşturuyor. Geleneksel tatları modern
bir yorumla yeniden sofralarımıza getiren Cappy, Geleneksel Hoşaf
lezzetini 1 litrelik pet şişe ambalajında müşterilerinin beğenisine
sunuyor.
Elidor Doğanın Enerjisi
Elidor, Angelica ve Ginseng bitkisinin içerdiği özel mineral ve vitaminlerle saçları besleyen Doğanın Enerjisi serisi ile raflardaki yerini
aldı. Elidor’un zayıf saç uçlarını sararak kırılmaları %80’e kadar
azaltan şampuanı, besleyici bakım kremi ile birlikte kullanıldığında
saçların doğal canlılığını geri kazandırarak kuru saç uçlarını 5 kata
kadar daha güçlü hale getiriyor.
Pakmaya Parça Çikolatalar
Fırın ve pastanelerde üretilen ürünlerin vazgeçilmezi olan
Pakmaya, evde üretilen ve tüketilen unlu mamuller, tatlılar ve
pastaların da lezzetine lezzet katmaya devam ediyor. Çikolata
kategorisindeki yenilikçi adımlarıyla ürün kategorisini çeşitlendiren Pakmaya; Bitter Parça Çikolata, Sütlü Parça Çikolata,
Bitter Kurabiye Çikolatası, Sütlü Kurabiye Çikolatası ile raflardaki yerini aldı.
115
116

Benzer belgeler

Katip Çelebi

Katip Çelebi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tekin Güner Editör Gülsün Kurt Öney

Detaylı