03 - Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı

Transkript

03 - Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
T.C.
MALİYE
BAKANLIĞI
SAYI 2
BÜLTEN
MART 2007
BU SAYIDA:
KOFI ANNAN SONRASI
2
KÜRESEL SİSTEM
KÜRESELLEŞMENİN
BÖLGESELLEŞMESİ
4
Avrupa Birliği bu yıl birlikteliğin
50. yılını kutluyor. Avrupa ailesini
kuran Roma Antlaşması
25 Mart 1957’de imzalanmıştır.
AB ÜLKELERİNDE MALİ
DİSİPLİNE İLİŞKİN KURALLAR:
6
PAKTA NE OLDU?
AVRUPA BİRLİĞİ BÜTÇESİ
9
Bir yandan kültür, dil ve gelenek
farklılıkları korunurken diğer yandan
özgürlük, demokrasi, hukukun
üstünlüğü, insan haklarına saygı ve eşitlik gibi ortak ilkelere dayalı bir
BİRLİK’in temellerini atmıştır.
YABANCI DOĞRUDAN
YATIRIMLAR AB ÜYELİĞİ VE
11
TÜRKİYE
HIRVATİSTAN:
AB SÜRECİNDE HIZLI BİR TREN
13
Bu çerçevede, Avrupa Birliği bu yıl düzenleyeceği konferans, fuar,
festival, kültürel etkinlikler, dans, müzik, tiyatro ve spor gösterileri ile
barış ve istikrarı, özgürlük ve demokrasiyi, refahı ve büyümeyi
kutlayacaktır.
T.C. Maliye Bakanlığı, AB ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı’nın
internet sayfası güncellenerek yeni yüzü ile hizmete açılmıştır.
Katkılarından dolayı Devlet Bütçe Uzmanları Ali RENÇBER ve
Ali Yıldırım EKER’ e teşekkür ederiz.
http://www.maliye-abdid.gov.tr/
Sayfamıza ilişkin görüş ve önerilerinizi e-posta yolu ile bize
ulaştırabilirsiniz.
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
KOFİ ANNAN SONRASI KÜRESEL SİSTEM
LATİF YILMAZ
Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler (BM) Genel
Sekreteri Kofi Annan 2006 yılı sonunda 10
yıldır sürdürmüş olduğu görevini Ban Kimoon’a bırakmıştır. Annan ayrılmasına kısa
bir süre kala yaptığı konuşmalarda önemli
noktalara değinmiştir. Bu konuşmalardan bir
tanesi de 11 Aralık 2006 tarihinde ABD’de
bulunan
Truman
kütüphanesinde
1
gerçekleşmiştir .
Annan
genel
olarak
konuşmasında küresel sorunlarla baş
edebilmek ve daha etkin bir uluslararası
işbirliği için çağrı yapmakta, ülkeler arası
ilişkilerin
ve
uluslararası
kuruluşların
demokratikleşmesinin
önemine
değinmektedir. Mevcut küreselleşme ve
uluslararası ilişkiler altında geçen on yıllara
baktığımızda ülkeler gün geçtikçe daha ağır
problemlerle karşı karşıya kalmaktadır.
Özellikle fakir ülkeler mevcut küresel
yönetimden ağır şekilde etkilenmektedirler.
Yoksulluk, yoksunluk, eğitim, sağlık ve çevre
sorunları bu ülkelerin yaşadıkları en önemli
sorunlardan bazılarıdır. Şüphesiz ki bu
sorunların bir kısmı söz konusu ülkelerin
yönetim zafiyetlerinden kaynaklanmaktadır,
ancak uluslararası sistemdeki adaletsizlikler
ve küreselleşmenin zengin ülkeler lehine
yönetilmesi de fakir ülkelerin sorunlarının
çözülmesini zorlaştırmaktadır. Bu resme bir
de uluslararası güvenlik sorunlarını ve
istikrarsızlığı eklediğimizde çözüm adına
uluslararası
adımların
atılması
hayati
derecede önem arz etmektedir. Bu bağlamda
Kofi Annan’nın işaret ettiği sorunlar oldukça
önemlidir.
Annan söz konusu konuşmasında, küresel
sorunlarla mücadele için tarihsel olarak dört
önemli dersin ortaya çıktığını ifade etmektedir
1
2
Bunlar; bütün ülkelerin güvenlikle ilgili
konularda sorumluluklarının olduğu, küresel
refahtan herkesin, sadece varlıklıların değil
fakir ve güçsüzlerin de faydalanmalarının
sağlanması,
zenginliğin
ve
güvenliğin
hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına
bağlı olduğu ve son olarak uluslararası
düzeyde ülkelerin hesap verebilir olmalarının
gerektiğidir. Annan’a göre bütün bunların
eksiksiz olarak gerçekleşmesi etkin bir
küresel işbirliğine ve demokratik bir küresel
sisteme bağlıdır.
Mevcut küresel sisteme baktığımızda en
önemli sorun demokrasi eksikliği gibi
gözükmektedir.
Ulus
içi
konularda
demokrasiye
yapılan
vurgu, maalesef
2
uluslararası
konularda
unutulmaktadır .
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü bir ülke için
ne kadar değerli ise uluslararası sistemin de
etkin çalışması için o kadar önemlidir. Bu
anlamda küresel sitemin daha demokratik
hale getirilmesi, uluslararası konularda
zengin ülkeler kadar fakir ülkelerin de söz
sahibi olması, sistemin daha etkin çalışması
ve barış ortamının sağlanması için önemlidir.
Bu amaçla, özellikle IMF, Dünya Bankası ve
BM gibi uluslararası kuruluşların daha da
demokratikleşmeleri çözüm için atılacak
adımların en başında gelmektedir. Ekonomik
konular
düşünüldüğünde
IMF,
Dünya
Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün
halihazırdaki yapıları ve işleyişleri büyük
oranda gelişmekte olan ve fakir ülkelerin
aleyhine gözükmektedir. Özellikle fakir
ülkelerin bu kurumlar tarafından alınan
kararlarda çok az söz sahibi oldukları bilinen
gerçeklerden sadece bir tanesidir. Ayrıca
bütün bunlara ek olarak, fakir kesimlerin
Kofi A. Annan, Truman Library speech, <http://www.un.org/News/ossg/sg/stories/statments_full.asp?statID=40>
Stiglitz, J. (2004) "The Future of Global Governance," Initiative for Policy Dialogue Working Paper Series, Task Force on
Governance
of
Globalization,
November
2004.
<http://www0.gsb.columbia.edu/ipd/pub/BarcelonaFutureofGlobalGovernance11_8.pdf>
2
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
temsilcilerinden ziyade zengin kesimlerin
temsilcileri olan iş ve finans dünyası bu
kuruluşlarda alınan kararları etkilemektedir.
Halbuki bu kurumların daha demokratik bir
yapıya kavuşmaları için, özellikle sendikaların
ve güçsüzleri temsil eden sivil toplum
örgütlerinin de bu kuruluşların politikalarının
oluşturulmaları
safhasında
söz
sahibi
olmaları gerekmektedir. Sonuç olarak,
günümüz dünyasında yaşanan küresel
terörizmin,
istikrarsızlığın,
güvenlik
sorunlarının, fakirliğin ve eşitsizliklerin
temelinde büyük oranda mevcut küresel
yönetimin
zayıf
olması
yatmaktadır.
Ekonomik küreselleşme olanca hızıyla
ilerlerken, bunu düzenleyecek siyasal altyapı
ve kurumlar oldukça zayıf kalmaktadır. Tren
hızlandıkça, zamanla
rayların gözden
geçirilmesi hatta değiştirilmesi gerekir. Bu
anlamda,
mevcut
küresel
yönetim,
küreselleşmenin
beraberinde
getirdiği
sorunları çözmekten acizdir. Söz konusu
sorunları çözebilecek, adalet temelleri
üzerine
dayanan
demokratik
küresel
kurumlara ve yönetime ihtiyacımız vardır. Bu
noktada Annan’ın da konuşmasında belirttiği
gibi uluslararası işbirliğinin daha da
arttırılması ve ülkeler arası ilişkilerin ve
uluslararası
kuruluşların
daha
da
demokratikleşmeleri çözüme giden yolun
haritasıdır.
AVRUPA KOMİSYONU ARA DÖNEM MAKROEKONOMİK TAHMİNLERİ
Avrupa Komisyonu ara dönem makroekonomik tahminlerini Şubat ayında yayımlamıştır. Buna göre,
Avrupa Birliği’nde ekonomik büyüme canlı bir şekilde devam etmekte olup, 2007 yılı için büyüme
tahminleri AB’nin tamamı için %2,7, Avro bölgesi için is %2,4 olarak tahmin edilmektedir. 2006 yılında
istihdam piyasasındaki iyileşme sayesinde artan iç talep sonucunda büyüme 2000li yılların en yüksek
seviyesinde, yani AB’nin tamamında %2,9, Avro bölgesinde ise %2,7 oranında gerçekleşmiştir. Enflasyon
oranının ise, 2007 yılında Avro bölgesinde %1,8, AB’de ise %2,0 oranına düşmesi beklenmektedir. Bu ara
dönem raporunda AB ekonomisine ilişkin genel tahminlerin yanı sıra, ayrıntılı olarak en büyük yedi ülkenin
(Almanya, İspanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Polonya ve Birleşik Krallık) büyüme ve enflasyon oranı
tahminlerine yer verilmektedir. Raporun tamamına aşağıdaki adresten erişilebilir:
http://ec.europa.eu/economy_finance/publications/european_economy/2007/interim_forecast_0207_en.pdf
3
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
KÜRESELLEŞMENİN BÖLGESELLEŞMESİ
ORHAN ELÇİ
Küreselleşme bir yandan dünyayı küçük bir
köy haline getirirken, diğer yandan da
özellikle
kitle
iletişim
araçlarının
yaygınlaşmasıyla insanların, diğer yaşam
şekillerini görmeleriyle kendilerinin ne gibi
şartlarda yaşadıklarını fark etmelerine ve bu
şartlar gördüklerinden kötü ise iyileştirme
bilincini geliştirmelerine neden olmuştur. Bu
bilincin sonucu olarak daha iyi yaşayanlar ile
daha kötü yaşayanlar arasında başlayacak
ve savaşa varacak kavgalar kimsenin
yararına olmayacaktır. Kendisi Avrupa’da
kalıcı bir barış sağlamak üzere kurulmuş olan
Avrupa Birliği’nin de böyle bir kavgaya
müsaade etmesi beklenemezdi. Kuruluşu
esnasında ekonomik ve sosyal uyumu
kendine görev edinen Birlik içerisinde
bölgesel gelişmişlik farklılıklarının fark edilir
düzeye çıkması ile de bölgesel politikalar
belirlenmiş ve geliştirilen yapısal araçlarla bu
farklılıklar giderilmeye çalışılmıştır. Sayısal
veriler bu farklılıkları gidermede başarılı
olunduğunu göstermektedir. Bu aşamada
sorulması gereken soru bu farklılığın
giderilme nedenidir. Hakim konumundan
vazgeçmek isteyecek bir canlının olmayacağı
düşünülürse geri kalmış bölgelerin, ileriye
gitmiş
bölgelerce
tam
anlamıyla
geliştirilmelerine inanmak pek gerçekçi
olmayacaktır. Gelişmenin dinamik bir yapıya
sahip olduğu da göz önüne alınırsa bir gün
dünyanın her milimetre karesinin aynı
gelişmişlik düzeyine ulaşması söz konusu
olmayacaktır. Geri kalmış yerlerde suni
olarak desteklenmiş hızlı bir gelişme
sağlanırken, hali hazırda alıp başını gitmiş
yerlerde yavaş da olsa gelişim devam
edecektir.
O halde hakim konumunu kimselere
kaptırmak istemeyen gelişmiş otoriteleri
bölgeler arası gelişmişlik
farklılıklarını
gidermeye iten neden nedir? Para kazanmak
yaşamı devam ettirebilmenin
gereksinimlerinin başında gelmektedir. Para
birikimi de gelişmişlik düzeyinin en önemli
göstergelerindendir.
Para
kazanmanın
yollarından
biri
satılabilecek
mallar
üretmektir. Tekrar vurgulanacak olursa
önemli olan üretmek değil, satılabilecek
mallar üretmektir. Kendisi yeterince gelişmiş
bölgelerin ürettiği malları kendi bölgesinde
satabilme potansiyeli bellidir. Esas olan yeni
pazarlar bulmaktır. Bu açıdan hedef pazarlar
geri kalmış bölgelerdir. Gelişim yarışında
havlu atmış bu bölgeler ipi göğüslemiş
bölgelerin mallarını satabilecekleri en uygun
pazarları oluşturmaktadırlar. Satın alma gücü
düşük bu bölgelere bu güç dışarıdan enjekte
edilecektir. Bölgeler arası ekonomik ve
sosyal uyum Antlaşma maddeleri ile hüküm
altına alınmalı, geri dönülmez bir nitelik
kazandırılmalıdır.
Egemenlik
devri
ile
imzalanan antlaşmalara dayanarak güçlü bir
yasal niteliğe sahip olan gelişmişlik
farklılıklarının
giderilmesi
görevini
gerçekleştirmek üzere antlaşmanın yetkili
kıldığı
organların
fon
oluşturmaları
kaçınılmazdır. Böylelikle gelişmiş ülkelerin
gelişmişlik
göstergeleri
olan
para
birikimlerinden bir kısmı, sonra kayıtsız ve
şartsız ve fazlasıyla geri alınmak üzere geri
kalmış bölgelerin kalkındırılmasına tahsis
edilmiştir. Elde edilen başarı da bu geri
dönüşümle
sağlanmıştır.
Amaç
kimi
kalkındırmak?
Üretilen
mallara
Pazar
bulunmuşken
kazanılacak parayı artıracak bir diğer yol da
üretim
miktarını
artırmaktır.
Gelişmiş
bölgelerde istihdam piyasaları da nispeten
oturmuştur. Her ne kadar işsizlik küresel bir
problem olsa da gelişmiş bölgelerde baş
edilemeyecek bir problem değildir. Ancak
üretimi artırabilmek için üretim sürecine daha
fazla işçi dahil etmek gerekmektedir. Geri
kalmış ülkelerde işsizlik sorunu baş
edilemeyecek düzeyde bir problemdir.
4
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
Üretimi artırabilmenin hedef kitlesi de yine az
gelişmiş bölgelerdedir. O halde Birlik
içerisinde işçilerin serbest dolaşımının,
çalışma ve yerleşme haklarının sağlanması
şarttır.
Bu
da
antlaşmalarla
hükme
bağlanmıştır. Gelişmiş bölgelerdeki üretim
teknikleri
vasıflı
işçi
çalıştırmayı
gerektirmektedir. Geri kalmış bölgelerde ise
potansiyel işçiler vasıfsızdır. Mesleki eğitimler
ile bu işçiler vasıflandırılmalıdır. Bunun
yanında potansiyel işçi sayısını artırmak için
de kadın erkek eşitliği sağlanmalı, kadınların
iş gücü piyasasına katılımı teşvik edilmeli ve
hatta hamilelik ve anneliğin başlangıç
dönemlerinde özel izinler düzenlenmeli,
annelerin işlerine devam edebilmelerini
sağlamak için de kreşler, anaokulları
açılmalıdır.
Kadın
erkek
eşitliğini
sağlamadaki, çocuklara yönelik eğitim
birimleri oluşturmadaki amaç insan sevgisi ve
eşitlikçi zihniyetten mi kaynaklanmaktadır?
Bölgesel farklılıkları gidermeye yönelik olarak
harcanan paraların geri dönüşündeki başarı,
para kazanma hırsını artırmış ve aday ülkeler
ile potansiyel aday ülkelerdeki bölgesel
farklılıkların da giderilmesi hedefler arasına
alınmıştır.
Bölgeler
arası
gelişmişlik
düzeyinde uçurumlar olan ve en gelişmiş
bölgesi bile Avrupa Birliği ortalamasının
altında kalan Türkiye de bu kapsamdadır.
Bölgesel politikalar yoluyla kullanılan yapısal
araçlar ile bölgeler arası gelişmişlik
farklılıklarının giderilebilmesi, bu projenin
bölgesel
düzeyde
sahiplenilmesini
gerektirmektedir. Ancak geleneksel olarak
oldukça merkezi bir yönetim yapısına sahip
Türkiye’de böyle bir sahiplenme henüz
gelişmemiştir. Konuya ilişkin tartışmalar
merkezi düzeydedir. Hali hazırda katılım
öncesi fonlardan yararlanabilecek olan
Türkiye, yapısal fonlar ve uyum fonundan
yararlanabilmek için Birliğe üye olmak
zorunda olduğunu aklından çıkarmamalıdır.
O halde 35 başlık altında devam eden
müzakere sürecinde başlıklar arası önem
sırası yapılmamalı ve üyeliğe giden yolda her
başlığa ilişkin çalışmalar söz konusu başlığın
kapatılması azmiyle devam ettirilmelidir.
*
MALİ KONTROL BAŞLIĞINDA MÜZAKERELERİN BAŞLAMASI İÇİN İLK ADIM ATILDI
14 Şubat 2007 tarihinde Brüksel’de toplanan AB Daimi Temsilciler Komitesi (COREPER), ‘Mali
Kontrol’ başlığında Türkiye’ye Müzakere Pozisyon Belgesini hazırlaması için davet mektubu
göndermeyi kararlaştırdı. Bu başlıkta müzakerelerin başlaması için herhangi bir açılış kriteri
öngörülmedi. Bunun yanı sıra toplantıda, ‘Sermayenin Serbest Dolaşımı’ başlığında da bir mektup
gönderilerek, bu başlıkta müzakerelerin açılması için Türkiye'nin iki açılış kriterini karşılaması
gerektiğine karar verildi. Söz konusu açılış kriterleri, Türkiye'nin sermaye hareketleriyle ve ödemelerle
ilgili yasal düzenlemelerde AB müktesebatına uyum stratejisini sunması ve kara parayla mücadelede
eylem planı hazırlamasını içeriyor.
*
http://www.ikv.org.tr/haberler2.php?ID=1604
5
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
AB ÜLKELERİNDE MALİ DİSİPLİNE İLİŞKİN KURALLAR: PAKTA NE OLDU?
HÜLYA SOYLU
AB’de ekonomi politikaları her ne kadar
ulusal devletlerin yetkisine bırakılsa da,
parasal birlik aşaması bu yetkinin kullanılma
alanını düzenlemektedir. Ancak, işlerin
istenildiği gibi gitmemesi ekonomi politikası
alanında yeniden değişikliklere gidilmesine
yol açmaktadır. Bu noktada gelişmeleri
tarihsel bir perspektif içerisinde özetlemek
yararlı olacaktır.
İstikrar ve Büyüme Paktı, ekonomik ve
parasal birliğin üçüncü aşaması olan Avrupa
Birliği’nde tek para kullanımıyla birlikte
gündeme gelmiştir. İlk haliyle İstikrar Paktı,
1995 yılında Almanya Maliye Eski Bakanı
Theo Waigel tarafından geliştirilmiştir. İstikrar
ve Büyüme Paktı olarak tekrar isimlendirilen
Paktın temel bileşenleri üzerinde mutabakat,
Aralık 1996 Dublin Bakanlar Konseyi
Zirvesinde sağlanmış ve resmi olarak
Temmuz 1997’de Amsterdam Zirvesinde
kabul edilmiştir. Bu tür bir düzenlemede,
Ekonomik ve Parasal Birlik aşamasının
yaklaşmasıyla Alman kamuoyunun, Avro’nun
Alman Markı kadar güçlü olması konusundaki
şüpheleri etkili olmaktadır. Alman Hükümeti,
İstikrar ve Büyüme Paktını yeni sistemde
enflasyon düzeyinin düşük olacağı tezini
.3
desteklemek için kullanmıştır
Pakt, Avrupa Merkez Bankasının temel
misyonu olan fiyat istikrarını sağlamasını
kolaylaştırmaya yöneliktir. Vurgu yaptığı
temel noktalar, Avrupa Merkez Bankasının
siyasi etkilerden bağımsız olduğu, ulusal
hükümet açıklarının finanse edilmeyeceği,
açıkların parasal olarak karşılanmasının
yasak olduğu ve üye ülkelerin aşırı
açıklardan -ki bu durum Gayrisafi Yurtiçi
Hasıla’nın (GSYİH) %3’ünün üstünde olması
olarak
tanımlanmıştırkaçınacakları
şeklindedir.
Orijinal haliyle İstikrar ve Büyüme Paktı,
dengeye yakın veya fazla bütçe oluşmasına
yönelik orta vadeli hedefler öngörmektedir.
Söz konusu hedefleri sağlamaya yönelik
olarak da, “aşırı” açık ve borç durumunu
düzeltemeyen
ülkelere
mali
cezaların
getirilmesine ilişkin bir zaman çizelgesi ortaya
koymaktadır. Pakt, AB Konseyi Kararı ve iki
tane Konsey Tüzüğünden oluşmaktadır.4
Söz konusu Konsey Kararı tüm tarafları, üye
ülkeleri, Komisyonu ve Konseyi Maastricht
Antlaşmasını ve İstikrar ve Büyüme Paktını
sıkı bir şekilde ve ivedilikle uygulamaya davet
etmektedir. Konsey Tüzükleri ise, iki
tamamlayıcı unsurdan oluştuğu görülür:
“Önleyici
unsur”:
Bu
bölüm,
bütçe
pozisyonlarının güçlendirilmesine ve ekonomi
politikalarının
koordinasyonuna
atıfta
bulunmaktadır. Burada, tek paraya katılan
ülkeler, Komisyona bir istikrar programı
sunmaya davet edilmektedir. Söz konusu
istikrar
programlarının,
her
yıl
güncelleştirilmesi ve üye ülkelerin orta vadeli
bütçe
hedefleri,
ekonomik
gelişmeler
hakkında temel varsayımlar ve hem açık hem
de borç oranına ilişkin izlenen yollar gibi
detayları içermesi zorunludur. Avro dışında
3
Philip Arestis, Kevin McCauley and Malcolm Sawyer, “An Alternative Stability and Growth Pact for the European Union”,
University of East London, 1999, s. 1
http://www.memo-europe.uni-bremen.de/downloads/Sawyer_24months.PDF
4
Avrupa Komidyonu web sitesi
http://ec.europa.eu/economy_finance/about/activities/sgp/sgp_en.htm,
İlgili düzenlemeler:
* Resolution of the European Council on the Stability and Growth Pact Amsterdam, 17 June 1997
* Council Regulation (EC) No 1466/97 of 7 July 1997 on the strengthening of the surveillance of budgetary positions and the
surveillance and coordination of economic policies
* Council Regulation (EC) No 1467/97 of 7 July 1997 on speeding up and clarifying the implementation of the excessive deficit
procedure.
6
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
kalan ülkelerin ise, çerçeve olarak istikrar
programlarına benzer bir “uyum planı
(covergence plan)” sunmaları gerekmektedir.
Bu tür programların erken uyarı sistemi
olarak işlev görmesi amaçlanmakta ve bir
üye ülkenin referans değerleri ihlal etmeye
yakın olduğu zaman, işaretler vermesi
beklenmektedir.
“Düzeltici/caydırıcı unsur”: İkinci Konsey
Tüzüğü ile getirilmiştir. Burada amaç, aşırı
açık prosedürü uygulamasının açıklığa
kavuşturulması ve hızlandırılmasıdır. Ayrıca,
Maastricht
Antlaşması
çerçevesinde
müsaade edilen hareket serbestisi alanını en
aza indirme çabası bulunmaktadır.
Süreç, şu şekilde işlemektedir: Ülkelerin
bütçe verileri, her yıl istikrar programlarının
sunulacağı tarih olan 1 Mart’ta incelenmek
üzere Komisyon’un elinde olacaktır. Konsey
(üye ülke maliye bakanlarından oluşan
ECOFIN) istikrar raporlarını inceleyecek ve
raporun sunulması tarihini takip eden 2 ay
içerisinde Komisyonun kararına ilişkin görüş
ortaya koyacaktır. İstikrar programı, ülkenin
orta vadeli bütçe hedefinden önemli ölçüde
ayrıldığını gösteriyorsa bu durumda Konsey
istikrar programının güçlendirilmesi için
tavsiyede bulunacaktır. Durum devam
ederse, üye ülkenin referans değerlerini ihlal
ettiği yönünde hüküm getirilecektir. Pakt, aşırı
açık
veren
üye
ülkeyi
yaptırımdan
korunmasına izin verecek hükümler hakkında
detaylı bilgiler içermektedir. Buna göre,
ekonomik gerileme söz konusu ve üretim
%2’den daha fazla düşmüş ise, bu durumda
üye ülke yaptırımdan muaf olacaktır; ancak
açık gerileme durduğu zaman düzeltilecektir.
Üretim %0.75-2 asasında bir düşüş
göstermişse o zaman Konsey, aşırı açık
yönünde bir karar verirken takdir hakkını
kullanabilecektir. Burada ani gerilemeler,
önceki dönemlere göre kümülatif üretim kaybı
ve hükümet açıklarının yatırım harcamalarını
aşıp aşmadığı gibi diğer faktörler de göz
önüne alınacaktır. Konsey, mali durumu
inceleme altında olan ülke ile ilgili bütün
bilgileri dikkatle incelediğinde aşırı açığın
olup olmadığına ilişkin bir karar vermek
zorundadır. Bu kararı alırken Konsey, nitelikli
çoğunlukla hareket edecek ve Maastricht
Antlaşması uyarınca, Avro alanında olmayan
ülkeler ve hakkında karar verilecek ülke de
dahil olmak üzere tüm üye ülkeler bir oy
hakkına sahiptir.
İlgili üye ülkenin referans değerlerini ihlal
ettiği sonucu çıkarsa, Konsey tarafından
önerilen düzeltici önlemleri uygulaması için
dört aylık bir süresi bulunmaktadır. Eğer ülke,
Konsey tavsiyelerine uyarsa, “aşırı” açık
devam edebilir; ancak bütçe açığı tespitin
yapıldığı tarihi izleyen bir yıl içerisinde
düzeltilmelidir.
Düzeltici
önlemleri
uygulamayan ülke, Maastricht Antlaşması
Madde 104c (11) uyarınca bir dizi yaptırıma
tabi tutulacaktır. Bu yaptırımlardan biri,
depozito şeklinde olmak zorundadır. Bu
durumda, yaptırımlar hakkında karar verme
yetkisi, ilgili üye ülke hariç Avro bölgesindeki
ülkelerde olacaktır. Depozito, GSYİH’nin
%0.2’si kadar sabit unsur, verilen açık oranı
ile %3 referans değeri arasındaki farkın
1/10’u
kadar
değişken
unsurdan
oluşmaktadır. Bütçe açığı iki yıl içerisinde
düzeltilmezse depozito kalkmakta ve para
cezası yerini almaktadır. Eğer açık iki yıl
içerisinde
düzeltilirse,
depozito
geri
verilmekte ve böylece ceza, ödenmeyen faiz
olmaktadır.
Bu duruma getirilen eleştiriler, yüksek açık ve
borca ilişkin gözetim mekanizmaları ve
yaptırımların, ulusal hükümetlerin mali
yetkilerini kısıtladığı yönündedir. Örneğin, bir
ekonomik gerileme ile karşı karşıya olan ve
borç seviyesi çok yüksek bir ülke, Maastricht
limitlerini ihlal etme korkusuyla genişleyici
maliye politikası izleyemeyecek veya sınırları
ihlal etmiş olacaktır.
Nitekim, üye ülkeler tarafından söz konusu
üst sınırların sık sık aşılması, Paktın
7
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
kredibilitesini tehlikeye düşürmüştür. 2002
yılında Almanya ve Portekiz’e yönelik erken
uyarı mekanizmasının işlemesi için Konseyin
gösterdiği isteksizliğin ardından, 2003 yılında
Almanya ve Fransa’ya karşı başlatılan aşırı
açık prosedürünün, Konseyin Komisyon
tavsiyesini onaylamaması nedeniyle “de
facto” (fiilen) askıya alınması, krizi açıkça
ortaya koymuştur. Bunun üzerine birtakım
5
gelişmeler yaşanmıştır.
Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi’nin isteği
üzerine bir tebliğ yayımlamıştır. Tebliğde, ana
yapı korunmakla birlikte ülkeye özgü koşullar
ve reformların dikkate alınması, kamu borcu
seviyesine daha fazla önem verilmesi, belirli
koşullarda aşırı açığın düzeltilmesi için daha
fazla
süre
tanınması
suretiyle
Pakt
yumuşatılmıştır. Mart 2005 tarihinde de
ECOFIN, bir anlaşmaya vararak raporunda,
aynı doğrultuda Paktın önleyici ve düzeltici
unsurlarına birtakım değişiklikler getirmiştir.
Rapora göre, önleyici unsurda orta vadeli
bütçe hedefleri, yapısal koşullar dahilinde
artık borç oranı ve potansiyel büyüme düzeyi
temelinde ülkeden ülkeye değişiklik arz
edecektir. Bu çerçevede hedefler, GSYİH’nin
%1’i düzeyinde bir bütçe açığı ile denge
durumunun bir miktar üstünde bir fazla verme
aralığında olacaktır. Denge durumunun bir
miktar üstünde bütçe fazlası verme hedefi,
borç yükü ağır ülkelere uygulanacaktır. Uzun
vadeli mali kazançları olabilecek yapısal
reformlar, gerek hedeften geçici nitelikte
sapma yaşandığı zaman, gerekse orta
vadedeki hedefe yönelik düzeltmede dikkate
alınacaktır.
Bütçe
açığı
durumunda
GSYİH’nin %0,5’i oranında yıllık minimum
düzeltmenin yapılması zorunluluğu
bulunmaktadır; ancak orta vadedeki hedefe
giden yol için daha detaylı hükümler
öngörülebilir.
Düzeltici unsurda ise, referans açık değerinin
gerekçesi
olabilecek
“istisnai
nitelikte
konjonktüre bağlı koşulların” tanımında bir
değişikliğe gidilmiştir. Avrupa Komisyonu ihlal
durumunu değerlendirirken, Lizbon gündemi
ile Ar-Ge ve yenilik alanlarındaki politikaların
uygulanması, borcun sürdürülebilirliği, kamu
finansmanının
kalitesi
ve
Avrupa
bütünleşmesinden doğan mali yükümlülükleri
dikkate alacaktır. Ancak, %3 açık limitinin
sınırlı
ve
geçici
nitelikte
olması
gerekmektedir. Yine, emeklilik reformları
uygulaması
da,
açığın
düzeltilip
düzeltilmediği
hususunun
değerlendirilmesinde dikkate alınacaktır. Aşırı
açığın düzeltilmesi için son süreye ilişkin
olarak ise, Konseye söz konusu süreyi
birtakım özel koşulların bulunması halinde bir
yıl daha uzatma imkanı vermektedir. Böylece
süre, 2 yıla çıkmaktadır. Konsey bütçeyi
olumsuz yönde etkileyecek öngörülmeyen bir
ekonomik durum olması halinde ise, süreyi
daha da fazla uzatabilir.
Paktın ilk çıkış zamanında katı hükümlerin
bulunması ve bu konunun önderliğini
Almanya’nın yapması, halihazırdaki durumla
çelişmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, söz konusu
olan Almanya ve Fransa gibi motor ülkeler
olunca ve Paktın kuralları diğer ülkeler
tarafından da sık sık ihlal edilince, hukukun
üstünlüğüne zarar vermemek adına bu tür bir
yöntemin izlenmesi kaçınılmaz olmuştur. Pek
tabii, ulusal devletlerde bu konuda bir
değişikliğe gitme ihtiyacının hasıl olduğunu
da dikkat dahilinde tutmak gerekir.
5
Marco, Buti, “Will the New Stability and Growth Pact Succeed? An Economic and Political Perspective”, European
Commission (EC) Economic Papers, January 2006 s 8-10
http://ec.europa.eu/economy_finance/publications/economic_papers/2006/ecp241en.pdf
İlgili düzenlemeler:
* COM(2006) 304 final, Communication From the Commission to the Council and the European Parliament, “Public Finances
in EMU 2006 – The first year of the revised Stability and Growth Pact”,
* Council Regulation 1056/2005 amending Regulation (EC) No 1467/97 on speeding up and clarifying the implementation of the
excessive deficit procedure
8
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
AVRUPA BİRLİĞİ (AB) BÜTÇESİ
MÜGE HAYRİYE GÜVENÇ
AB Bütçesi, Birliğin kurulduğu yıllardan
günümüze kadar olan süre içerisinde gittikçe
artan bir öneme sahip oldu ve bu da
beraberinde AB bütçesinin Birliğe üye ülkeler
tarafından siyasileştirilerek hemen hemen her
platformda
tartışılan
bir
alanına
dönüştürülmesini
getirdi.
Birlik,
yıllar
içerisinde pek çok kez genişleyerek üye
sayısını artırdı. Birliğin üye sayısını artıran
genişleme dalgalarını, derinleşme yani
Birliğin müdahale alanına giren politika
alanlarının artması ve Birlik çapında üretilen
yasal düzenlemelerin sayı ve içerik
bakımından çoğalması takip etti. Birliğe üye
ülke sayısında ve Birliğin müdahale alanına
giren politikaların kapsamında meydana
gelen bu artışların etkisi AB bütçesinin
yapısında ve finansal kaynaklarında çok
belirgin bir şekilde gözlenebilir.
Kabul etmek gerekir ki AB bütçesi, Birliğin
genişleme ve derinleşme süreçleri üzerinde
hem ekonomik hem de siyasi olarak çok
büyük bir öneme ve etkiye sahiptir. Bütçenin
büyüklüğü, gelir ve gider kalemlerinin yapısı
ve fonların tahsisi, AB’nin kurumsal ve siyasi
pek çok sürecinin kaynağını teşkil eden
çatışma ve uzlaşma alanlarını açıklayan ve
Birliğin önceliklerini tanımlayan bir niteliktedir.
Pazar bütünleşmesinin tamamlanması için
uygulanması gerekli olan bütün politikalar AB
bütçesi tarafından finanse edilmektedir.
Avrupa bütünleşme sürecinin hız kazandığı
dönemlerde bütçenin büyüklüğünde ve
yapısında bütünleşme sürecini destekleyecek
değişiklikler yapılması bunun en büyük
göstergesidir. Diğer yandan, AB bütçesine
her yıl üye ülkeler tarafından aktarılan mali
kaynaklar, AB bütçesi üye ülkelerin ulusal
bütçeleriyle karşılaştırıldığı zaman her ne
kadar küçük olarak ifade ediliyor olsa da hiç
de azımsanmayacak büyüklüktedir. Bu da
üye ülkelerin zamanla bütçeye aktarılan ve
bütçe tarafından tahsis edilen kaynaklar
üzerinde giderek artan derecede kontrole
sahip olmak istemelerine yol açmıştır. 1971
yılında imzalanan Lüxemburg Anlaşması ile
Birliğe kazandırılan Öz Kaynaklar Sistemi,
Birliğin üye ülkelerin katkılarından bağımsız
olarak kendi kaynaklarına sahip olmasının
yolunu açmış ve Birliğe finansal bir özerklik
sağlamıştır. Birliğin kuruluşunu temsil eden
1957 tarihli Roma Anlaşması’ndan 1971
yılına kadar geçen süre içerisinde kömür ve
çelik üretimi üzerinden alınan vergiler ile üye
devletlerin her yıl düzenli olarak aktardıkları
katkılarla finanse edilen Birlik bütçesi, 1971
yılında oluşturulan Öz Kaynaklar Sistemi ile
uluslararası
kuruluşların
bütçelerinden
ayrılarak
daha
farklı
bir
yapıya
kavuşturulmuştur. O zamana kadar üye
ülkelerin yaptıkları katkılar nedeniyle kendi
ulusal çıkarlarını maksimize etmek için bir yol
olarak gördükleri bütçe kaynakları bir
anlamda
ülkelerin
müzakere
konusu
olmaktan çıkarılmış ve Birliğin ortak
amaçlarının başarılmasında kullanılması için
daha üst bir seviyeye taşınmıştır.
Ancak Birliğin sahip olduğu bu mali
bağımsızlık uluslararası alanlarda meydana
gelen
pek
çok
gelişmenin
Birliğin
uygulamalarına yansıtılması ve son yıllarda
Birlik çapında kabul edilen pek çok
düzenleme nedeniyle azalmaya başlamıştır.
1971 yılında Öz Kaynaklar Sistemi içerisinde
tanımlanan ve Birliğin tek gerçek öz kaynağı
olarak anılan geleneksel öz kaynaklardan
tarım vergileri ve gümrük vergileri Dünya
Ticaret Örgütü kararları doğrultusunda
azaltılmaya başlanmış ve bu da Birlik
bütçesinin önemli bir gelir kaynağını sekteye
uğratmıştır. Bunun yanı sıra, 1971 yılında Öz
Kaynaklar Sistemi içerisinde tanımlanarak
1979 yılında Birlik bütçesine aktarılmaya
başlanan KDV’ye dayalı kaynağın doğası
gereği azalan oranlı bir yapıya sahip olması
9
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
bu kaynağın adilliğinin üye ülkeler tarafından
sorgulanmasına yol açmıştır. Buna göre,
Birliğin daha az refaha sahip olan ülkelerinde
tüketimin milli gelir içerisindeki payı yüksek
olduğundan, bu ülkeler Birliğe üye daha
zengin ülkelere kıyasla Birlik bütçesine daha
fazla KDV’ye dayalı kaynak aktarmak
durumunda kalmışlardır. Bu da zamanla
KDV’ye
dayalı
kaynağın
adilliğinin
tartışılmasına yol açmış ve bunun sonucunda
1999 yılında yapılan Berlin Konseyi kararları
doğrultusunda bu kaynağın 2004 yılından
itibaren üye ülkelerin uyumlaştırılmış KDV
matrahlarının
sadece
%0,5
oranında
alınması uygun bulunmuştur.
Birlik bütçesindeki payları yıllar içerisinde
giderek azalan geleneksel öz kaynaklar ile
KDV’ye dayalı kaynak yerlerini artan
oranlarda
GSMH’ya
dayalı
kaynağa
devretmiştir. AB ortak politikalarının bir
savunucusu olan ve her platformda AB’ye
daha supranasyonel bir yapı kazandırmak
için çaba sarf eden Avrupa Komisyonu bile
genişleyen ve derinleşen Birliğin artan
ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bu sürecin
önüne geçememiştir. Üye ülkelerin her yıl
GSMH’larından bütçeye belli bir oranda
aktardıkları
mali
yardımlardan
oluşan
GSMH’ya dayalı kaynağın Birlik bütçesinin en
önemli gelir kaynağı olması beraberinde üye
ülkelerin Birliğe tahsis edilen mali kaynaklar
üzerinde daha fazla söz sahibi olmak ve bu
mali kaynakları kendi ulusal çıkarları
doğrultusunda yönlendirmek istemelerini
getirmiştir. 2005 yılı Haziran ayında yaşanan
bütçe
krizleri
ve
2007-2013
Mali
Perspektifinin ancak uzun süren tartışmalar
sonucunda kabul edilmesi bu sürecin en
belirgin kanıtıdır. Çıkmaza sürüklenen bütçe
tartışmaları her defasında üye ülkeler
arasında sağlanan uzlaşı yani bir anlamda
her ülkenin kendi çıkarından biraz olsun
feragat
etmesi
yolu
ile
sonuca
bağlanabilmiştir.
Birliğin ekonomik ve siyasi bütünleşmesini
finansal anlamda mümkün kılan ve pek çok
ulusal bütçeden yapısal olarak farklılıklar
göstererek Avrupa Birliği gibi kendine özgü
bir yapıya sahip olan böyle bir oluşumun
problemsiz işlemesi doğal olarak mümkün
değildir. Nitekim pek çok iç ve dış etken AB
bütçesinin etkin bir yapıya sahip olup, Birliğin
ortak amaçlarının başarılması için faaliyet
göstermesini engellemektedir. Ancak Birliğin
ortak politikalarının finansmanı için bu kadar
hayati bir öneme sahip olan ve dolayısıyla
Birliğin ömrünü biçerek gelecekte alması
muhtemel yapısını şekillendirecek olan AB
bütçesinin Birlik vatandaşları ile bütçe
arasında doğrudan bir bağ oluşturacak yeni
bir kaynak tahsis edilmesi yolu ile bir an önce
yeniden bağımsızlığına kavuşturulması ve
üye ülkelerin ulusal çıkarlarının konuşulduğu
bir platformdan çok Birliğin ortak amaçlarının
başarılması için gerekli olan tartışmaların
yapıldığı
bir
alana
dönüştürülmesi
gerekmektedir.
10
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
YABANCI DOĞRUDAN YATIRIMLAR, AB ÜYELİĞİ ve TÜRKİYE
PELİN KUZEY
Günümüzde, özel yatırımlar ekonomik
büyüme ve sürdürülebilir kalkınmanın
sağlanabilmesi, yoksulluğun azaltılabilmesi
için en önemli araçlardan biri haline gelmiştir.
Özel
yatırımların
ekonominin
üretim
kapasitesinin
artırılması, yeni iş alanları
yaratılması, yeni teknolojilerin kullanımının
yaygınlaştırılması ve gelir artışını sağlanması
üzerinde
doğrudan
etkileri
olduğu
uluslararası kuruluşlar, politik ve akademik
çevrelerce kabul edilmektedir.
OECD Yatırım Komitesi ve Birleşmiş Milletler
Ticaret ve Kalkınma Konferansı bu alanda
yaptıkları çalışmalarla üye ülkelere rehberlik
eden
kuruluşlardır.
OECD
tarafından
hazırlanan Yatırım Politika Çerçevesi (YPÇ),
ekonomilerin
özel
yatırım
açığını
kapatabilmelerine yardımcı olmak, bu sayede
kalkınmayı
teşvik
etmek,
yoksullukla
mücadeleyi desteklemek ve tüm devletlerin
küresel ekonominin yönetiminde sorumluluk
almalarını sağlamayı hedeflemektedir. YPÇ
sağlıklı bir yatırım ortamı yaratılması için
gerekli on politika alanına ilişkin önerilerden
oluşmaktadır. Bu politika alanları yatırım
politikası,
yatırımların
teşviki
ve
kolaylaştırılması, ticaret, rekabet, vergi,
kurumsal iyi yönetişim, kurumsal sorumluluk,
kamu yönetimi, altyapı ve finans sektörünün
gelişimi ve insan kaynakları yönetimini
kapsamaktadır.
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma
Konferansı tarafından her yıl yayınlanan
Dünya Yatırım Raporlarında ise ülkelerin
bölgeler itibarı ile yatırım performansları
değerlendirilmektedir. Bu çerçevede, 20032005 döneminde 916 milyar Amerikan Doları
seviyesine
ulaşan
Yabancı
Doğrudan
Yatırımlardan
dünyanın
gelişmiş
ekonomilerinin
% 59.4, gelişmekte olan
ülkelerin %35.9, Güney Doğu Avrupa ve
Bağımsız Devletler Topluluğuna üye
devletlerin ise %4.7 oranında pay aldığı
görülmektedir.
Global karşılaştırmalarda karşımıza çıkan bu
oranlar YDY’nin gelişmekte olan ülkeler
açısından ne derece önem arzettiğini
gerçeğini bir parça gölgelemektedir. Nitekim,
YDY gelişmekte olan ülkelerin yatırım
seviyelerini iç tasarruf oranlarının üzerine
çekmelerini sağlayacak bir araçtır ve bu
nedenle gelişmekte olan ülkelerde büyüme
ve kalkınmayı hızlandırmak açısından hayati
öneme sahiptir.
YDY’nin önemi sabit
sermaye
yatırımlarının
kompozisyonu
incelendiğinde
daha
açıkça
ortaya
çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerde YDY’nin
toplam
yatırımların
%4
ila
%11’ini
oluşturduğu görülürken, gelişmekte olan
ülkelerde bu oranın %30 seviyesine kadar
tırmanabildiği görülmektedir.
Öte yandan, Yabancı Doğrudan Yatırım
akımlarında yıllık bazda büyük ölçekli bir artış
görülmemesine karşın, gelişmekte olan
ülkelerin ekonomik kalkınmayı sağlayabilmek
için her geçen gün daha da çetinleşen
rekabet koşullarında daha fazla yatırım
çekebilmek için rakipleri ile
mücadele
etmeleri gerekmektedir. Bu çerçevede
Yatırım Teşvik Kuruluşları Birliği’ne üye
kuruluşların sayısının günden güne arttığı,
ülkelerin YDY rejimlerinin standart kurallara
bağlandığı görülmektedir.
Gerek ülkeler gerekse bölgeler arasında
kızışan
rekabet
nedeniyle,
Yabancı
Doğrudan Yatırım pastasından daha büyük
pay alabilmek amacıyla, ülkelerin farklı teşvik
mekanizmaları kullanmaları ve çok yönlü bir
yaklaşım
benimsemeleri
gerekmektedir.
Günümüzde sağlanan teşvikler finansal, mali
ve altyapıya ilişkin teşvikler
olarak
sıralanmaktadır. Bunlar arasında kıyaslama
yapmak gerekirse, finansal teşvikler en az
tercih edilen, mali teşvikler en az itiraz edilen,
11
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
altyapıya ilişkin teşvikler ise en çok tercih
edilen teşvikler durumundadır.
Yatırım ortamının yanı sıra, ülkelerin dikkat
etmeleri gereken bir diğer unsur Yabancı
Doğrudan Yatırımların niteliğidir. Yüksek
katma değeri olan, teknoloji yoğun yatırımlar
nitelikli ve her ülke için cazip olan
yatırımlardır.
Türkiye 1990’lı yıllarda ve 2000’lerin başında
Yabancı Doğrudan Yatırımlar açısından fakir
bir görünüm sergilerken, 2005 yılı ile birlikte
büyük bir sıçrama gerçekleştirmiştir. 19902000 döneminde yıllık ortalama 790 milyon
dolar
seviyesinde
seyreden
Yabancı
Doğrudan yatırımlar 2004 yılında 2.837
milyon dolara, 2005 yılında ise 9.681 milyon
dolar seviyesine yükselmiştir.
Türkiye’nin Yabancı Doğrudan Yatırım
oranlarında sağladığı bu artışın önemli
nedenlerinden birinin Avrupa Birliği üyeliği
perspektifinin birinci politika önceliği haline
getirilmesi olduğu düşünülmektedir. Bilindiği
üzere, 17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel
gerçekleştirilen AB Konseyi Zirvesi'nde,
Türkiye ile müzakerelerin 3 Ekim 2005
tarihinde başlamasına oybirliğiyle karar
vermesinin ardından Türkiye-AB ilişkilerinde
yeni bir dönem açılmıştır. Bu durum, 2005
yılında nerede ise 2004 yılı seviyesinin dört
katına ulaşan Yabancı Doğrudan Yatırımlar
açısından AB üyelik perspektifinin ne kadar
önem taşıdığı gözler önüne serilmektedir.
Geçtiğimiz son genişleme dalgası ile Avrupa
Birliği’ne üye olan Merkezi ve Doğu Avrupa
Ülkeleri,
Malta
ve
Kıbrıs’ın
durumu
incelendiğinde
de
benzer
sonuçlarla
karşılaşılmaktadır. Nitekim,
1994 yılında
Essen Avrupa Konseyi Zirvesinde Avrupa
Birliği’nin genişlemesine ilişkin kararın
almasının
ardından
özellikle
Çek
Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’ya giren
YDY
rakamlarında
büyük
artışlar
görülmüştür. Bunun yanı sıra 1997 yılında
Avrupa Birliği’nin
beş aday ülke ile
müzakerelere başlama kararının ardından bu
ülkelere akan YDY oranında ikinci bir artış
yaşanmıştır.
Müzakerelerin açılması yönünde kararın
alındığı ülkeler YDY açısından cazip yatırım
bölgeleri haline gelirken, AB kararlarının
yatırımcıları etkilediği bir ortamda, iyi
performans
gösteren
ülkeler
katılımın
getirdiği meyvelerden en çok yararlanan
ülkeler olmuşlardır. Daha iyi performans
sergileyen ülkeler ekonomik kalkınma
açısından düşük performans sergileyen
ülkelerle aralarındaki farkı açarken, Avrupa
Birliği’ne katılım tarihinin gecikeceği izlenimini
veren ülkelere akan YDY oranı inişe geçmiş
ve yatırımcılar YDY stratejilerinde değişiklik
yaparak daha farklı pazar arayışlarına
girmişlerdir.
Bu çerçevede, ülkemizin yabancı doğrudan
yatırım
potansiyelinin
tam
olarak
kullanılabilmesi, 2005 yılında sağlanan artışın
istikrarlı hale getirilmesi ve Çin ve Hindistan
gibi büyük rakiplerin söz konusu olduğu bir
ortamda rekabet gücümüzün korunabilmesi
amacıyla amacıyla mali alana, yatırım
ortamının
ve
işgücü
piyasasının
iyileştirilmesine, finans sektörünün etkinliğinin
ve rekabet gücünün, teknoloji hazmedebilme
ve yenilik kapasitesinin arttırılması ve eğitim
sisteminin iyileştirilmesine ilişkin reformlarını
sürdürülürken AB perspektifi birinci politika
önceliği olmaya devam etmelidir.
Müzakere sürecinde, ülkemizin göstereceği
performans sağlanacak Yabancı Doğrudan
Yatırım
oranları
açısından
belirleyici
olacaktır. Bu nedenle “Sermayenin Serbest
Dolaşımı”, “Vergilendirme”, “Rekabet” gibi
yatırım ortamını doğrudan ilgilendirecek
fasıllarda AB müktesebatına hızlı uyum
sağlanması adaylık sürecinin meyvelerinden
azami düzeyde faydalanabilmesi açısından
büyük önem taşımaktadır.
12
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
HIRVATİSTAN: AB SÜRECİNDE HIZLI BİR TREN
NİHAL SAMSUN KARABACAK
AB müzakerelerine Türkiye ile aynı tarihte
başlayan Hırvatistan, bu süreçte oldukça
hızla ilerlemekte olup, 2-3 yıl içerisinde AB’ye
tam üye olması beklenmektedir. Bu
çalışmada, bu ülke hakkında kısa bir bilgi
verildikten sonra, Hırvatistan’ın AB ile
ilişkilerine değinilecektir.
Ülke Bilgisi
Hırvatistan Cumhuriyeti, 4,4 milyonluk bir
nüfusa sahip, komşuları Bosna Hersek,
Macaristan, Sırbistan, Karadağ, Slovenya
olan bir Batı Balkan ülkesidir. Çok partili
parlamenter
demokrasi
ile
yönetilen
Hırvatistan, tam bağımsızlığını 1.1.1998
tarihinde kazanmış ve bu tarihten itibaren
işleyen bir demokrasiye sahip olmuştur.
Hırvatistan’da, yıllık GSYİH 27,6 milyar Avro,
kişi başına düşen GSYİH ise 6200 Avro’dur.
Para birimi Kuna olup, Şubat 2007 itibariyle,
Avrupa Merkez Bankası verilerine göre, 1
6
Avro 7.35 Kuna’ya eşittir.
Hırvatistan’ın ekonomik durumuna göz
attığımızda, reel büyüme oranı 2006 yılının
ilk yarısında %4,8 oranında artmıştır. Yine
2006’nın ilk yarısında, cari açık seviyesi
artmış ve GSYİH’nın %7.7’si oranında
gerçekleşmiştir. Aynı dönemde, dış ticaret
açıkları GSYİH’nın %24,8’ine yükselmiştir.
Yabancı Doğrudan Yatırımlar (FDI), 2006
yılında da cari açıkların önemli bölümünü
finanse etmiştir. Yıllık ortalama TÜFE artışı
2005 yılında %3,3 oranında olmuş, bu büyük
ölçüde akaryakıt, ulaşım ve yiyecek
fiyatlarındaki
artıştan
kaynaklanmıştır.
Hırvatistan’da işsizlik oranı ise 2005 yılında
%12,7’ye düşmüştür.
Mali konsolidasyon 2005 ve 2006 yıllarında
da devam etmiştir. Genel bütçe açıkları 2005
yılında azalarak GSYİH’nın %3,9’u, kamu
6
7
borç oranı ise GSYİH’nın %44’ü oranında
gerçekleşmiştir. Mali konsolidasyonun devam
ettirilmesi, yapısal reformların, özellikle
sağlık, sosyal yardım ve devlet yardımları
alanlarında,
hızlandırılmasını
gerektirmektedir.
KİTlerin
yeniden
yapılandırılması ve özelleştirme alanlarında
da geçtiğimiz yıl fazla bir ilerleme
7
kaydedilmemiştir.
Hırvatistan’ın AB Macerası
Hırvatistan-AB ilişkileri, Avrupa Birliği’nin Batı
Balkanlardaki ülkelere (Arnavutluk, Bosna
Hersek,
Hırvatistan,
Eski
Yugoslavya
Cumhuriyeti Makedonya, Sırbistan, Karadağ)
yönelik İstikrar ve Ortaklık Süreci ile
başlamıştır. Balkan ülkelerinin kalkınmasını
ve gelecekte AB üyeliği için hazırlanmasını
destekleyen bu süreç, üç temel araçtan
oluşmaktadır: İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları,
özerk ticaret önlemleri ve önemli miktarda
mali yardım. Kasım 2000’deki Zagreb Zirvesi
ile başlayan bu süreç kapsamında,
Hırvatistan ile AB arasında 29 Ekim 2001
tarihinde İstikrar ve Ortaklık Anlaşması
imzalanmıştır. Bu anlaşma 1 Şubat 2005
tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Anlaşma,
siyasi diyalog, bölgesel işbirliği, 2007 yılı
itibariyle sanayi ürünleri ve tarım ürünlerinin
çoğu için bir serbest ticaret alanı yaratılması
suretiyle malların, kişilerin, hizmetlerin ve
sermayenin
serbest
dolaşımı,
Hırvat
mevzuatının özellikle rekabet, fikri mülkiyet
ve kamu alımları alanlarında AB müktesebatı
ile uyumlaştırılması ve adalet, özgürlük ve
güvenlik alanları da dahil AB politikalarının
tüm
alanlarında
işbirliği
yapılmasını
kapsamaktadır. Komisyon bu esnada teknik
danışmanlık ve mali yardım sağlayacaktır.
Hırvatistan, 21 Şubat 2003 tarihinde AB’ye
tam üyelik başvurusunda bulunmuş, bu
European Commission, DG Enlargement, http://ec.europa.eu/enlargement/croatia/index_en.htm <8.2.2007>
European Commission, Enlargement Papers,” Western Balkans in Transition”, No. 30, December 2006, s. 73-75
13
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
başvuru hakkındaki Komisyon’un görüşü 20
Nisan 2004 tarihinde yayımlanmıştır. Buna
göre,
- Hırvatistan işleyen bir demokrasiye ve
hukukun üstünlüğünü garanti eden istikrarlı
kurumlara sahiptir ve temel haklar açısından
ciddi bir sorun görülmemektedir. Bununla
birlikte, Hırvatistan’ın azınlık hakları, yargı
reformu, bölgesel işbirliği ve yolsuzlukla
mücadele alanlarında daha fazla çaba
göstermesi ve Eski Yugoslavya için
Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi
(ICTY) ile tam bir işbirliği içerisinde hareket
etmesi gerekmektedir.
Hırvatistan’ın,
reform
programını
sürdürmesi
ve
zayıflıkları
gidermesi
koşuluyla, orta vadede AB’nin rekabetçi
baskıları ve piyasa güçleriyle baş edebilen
işleyen bir piyasa ekonomisine sahip olduğu
kabul edilebilir.
Bu
değerlendirmeler
doğrultusunda,
Komisyon Hırvatistan ile AB müzakerelerinin
açılmasını önermiştir. 17-18 Haziran 2004
tarihli Zirvede, Hırvatistan’ın aday ülke
olduğu
kararlaştırılmıştır.
Aralık
2004
Zirvesinde ise, Hırvatistan’ın Eski Yugoslavya
için Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi
ile tam işbirliği yapması koşulu ile, tam üyelik
müzakerelerinin 17 Mart 2005 tarihinde
açılması kararlaştırılmış, ancak bunun yerine
getirilmemesi üzerine müzakerelerin açılması
ertelenmiştir. Ekim ayının başında, işbirliğinin
tam olarak gerçekleştiğinin teyit edilmesi
üzerine, Türkiye ile aynı gün, yani 3 Ekim
2005 tarihinde, Hırvatistan ile tam üyelik
müzakerelerine başlanmıştır.
Hırvatistan’ın tarama süreci de Türkiye ile
aynı anda tamamlamıştır. Bunun ardından,
Hırvatistan’ın ülkemize kıyasla oldukça hızlı
bir şekilde tüm fasıllarda ilerleme kaydettiği
görülmektedir. Bu çerçevede, tarama süreci
8
tamamlanan 33 fasıldan 2‘sinde (Bilim
Araştırma ve Eğitim Kültür) müzakereler
geçici
olarak
kapatılmış,
13
fasılda
(Vergilendirme, Ekonomik ve Parasal Birlik,
İstatistik, Gümrük Birliği ve Mali Kontrol dahil)
açılış kriteri olmaksızın müzakeler başlatılmış
ve 7 fasılda da müzakerelerin açılması için
8
açılış kriteri iletilmiştir. Hırvatistan, tüm
fasıllarda AB’ye tam uyum için üyelik
yükümlülüklerini
yerine
getirmeye
ve
müzakereleri bir an önce tamamlamaya
çalışmaktadır.
Diğer yandan, halen bir aday ülke olan
Hırvatistan için de AB tarafından mali yardım
sağlanmakta ve her yıl düzenli raporlar
yayımlanmaktadır. Bu raporlardan İlerleme
Raporu aday ülkenin üyelik yükümlülüklerini
yerine getirme kapasitesinin yanı sıra, siyasi
ve ekonomik kriterlere uyum düzeyi hakkında
da güncel bilgi sağlamaktadır.
2006 İlerleme Raporu Değerlendirmeleri
Siyasi Kriterler
Hırvatistan’ın AB üyeliği yolunda kat ettiği
ilerlemelerin değerlendirildiği son İlerleme
Raporu,
8
Kasım
2006
tarihinde
yayınlanmıştır. Bu rapora göre, Hırvatistan
siyasi
kriterleri
karşılamaya
devam
etmektedir. Genel olarak bir takım ilerlemeler
kaydedilmekle birlikte, belirli alanlarda daha
fazla çaba gösterilmesi gerekmektedir.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü daha da
geliştirilmiştir. Ancak, yargı, kamu yönetimi ve
yolsuzlukla
mücadele
konularının
iyileştirilmesi önemlidir. Bu çerçevede, ilk
olarak, kamu yönetimi reformuna ilişkin
strateji hazırlıklarına başlanmıştır. Mevzuat
değişikliğinin yanı sıra, kamu hizmetleri
üzerindeki siyasi etkinin azaltılması, kamu
personelinin kalıcılığının sağlanması ve
kalifiye
personel
istihdam
edilmesi
gerekmektedir. İkinci olarak, yargı reformu
Hırvatistan Cumhuriyeti Dışişleri ve Avrupa Entegrasyonu Bakanlığı, http://www.eu-pregovori.hr <13.2.2007>
14
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
stratejisinin
uygulamasına
başlanmıştır.
Yargının işleyişini iyileştirmek için bir takım
yasal ve kurumsal düzenlemelere gidilmiştir.
Reform
çalışmaları
halen
başlangıç
düzeyinde olduğundan bir takım eksiklikleri
barındırmaktadır. Üçüncü olarak, 2006
yılında yeni bir yolsuzlukla mücadele
programı kabul edilmiş ve Yolsuzluk ve
Organize Suçları Önleme Ofisi (USKOK)
güçlendirilmiştir. Ancak, yolsuzluk ciddi bir
sorun olmaya devam etmektedir. Diğer
yandan, insan hakları ve azınlıkların
korunması alanlarında yavaş da olsa ilerleme
görülmektedir.
Uygun
yasal
mevzuat
bulunmakla
birlikte,
uygulama
9
hızlandırılmalıdır.
Ekonomik Kriterler
Hırvatistan’ın işleyen bir piyasa ekonomisine
sahip olduğu söylenebilir. İstikrara yönelik
makroekonomi politikaları düşük enflasyon,
döviz kuru istikrarı ve büyüme artışını
beraberinde getirmiştir. Özel yatırımlar
artmış, işsizlik azalmıştır. Mali konsolidasyon
sürdürülmüş ve bu, gelirlerdeki güçlü artışla
desteklenmiştir.
Bankacılık
sektörü
büyümeye devam etmiştir. Hırvat ekonomisi
AB ile önemli ölçüde entegre durumdadır.
Bununla birlikte, dış ticaret ve cari
hesaplardaki dengesizlikler ve yüksek dış
borç
makroekonomik
istikrara
yönelik
potansiyel riskler olarak görülmektedir.
Yapısal reformlar yavaş ilerlemektedir. IMF
ve Dünya Bankası ile işbirliği ekonomi
politikalarının önemli bir çıpası olmaya
devam etmiştir. Ancak, yetkililer IMF ile
yapılan anlaşmanın tamamlanmasının
ardından yeni bir anlaşma yapılmamasına
karar vermiştir. Zaman zaman, ilgili bakanlık
ve kuruluşlar arasındaki zayıf iletişim ve
işbirliği, ekonomi politikasının kalitesini
10
düşürmektedir.
Görüldüğü üzere, işleyen bir demokrasiye
yalnızca 9 yıl önce sahip olan Hırvatistan, AB
ile entegrasyonda en hızlı Balkan ülkesi
olmuştur. Tanıtıcı tarama toplantılarına
birlikte
katılım
sağladığımız
Hırvat
heyetlerinin bu çalışmalarda ve AB sürecinde
oldukça organize ve hazırlıklı oldukları
görülmüştür. Yapılan görüşmelerde, AB’ye
yakın zamanda üye olacağını düşünen
Hırvatistan’ın
henüz
tarama
süreci
başlamadan önce mevzuatını büyük ölçüde
AB müktesebatı ile uyumlaştırmış ve gerekli
kurumları kurmuş olduğu öğrenilmiştir. AB
halkı tarafından da AB’ye tam üye olması
beklenen ve istenen Hırvatistan, tam üyelik
yolunda büyük bir azim ve kararlılıkla
ilerlemektedir.
9
http://ec.europa.eu/enlargement/croatia/index_en.htm <8.2.2007>
European Commission, Enlargement Papers, “Progress towards meeting the economic criteria for accession: the assessment
of the 2006 Progress reports”, No. 29, December 2006, s.6, 13
10
15
T.C.
MALİYE BAKANLIĞI
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
İlkadım Caddesi No:2 Kat:6 06450 Dikmen/ANKARA
Telefon: (312) 415 23 20
Faks: (312) 417 11 72
e-posta: [email protected]
http://www.maliye-abdid.gov.tr/
Bu Bülten
T.C.
Maliye Bakanlığı
Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı
AB Uzman ve Uzman Yardımcıları Tarafından Hazırlanmıştır.
© 2007 T.C. Maliye Bakanlığı
Tüm hakları saklıdır.

Benzer belgeler

05 - Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı

05 - Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Avrupa Komisyonu ara dönem makroekonomik tahminlerini Şubat ayında yayımlamıştır. Buna göre, Avrupa Birliği’nde ekonomik büyüme canlı bir şekilde devam etmekte olup, 2007 yılı için büyüme tahminler...

Detaylı

BÜLTEN - Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı

BÜLTEN - Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı istihdam piyasasındaki iyileşme sayesinde artan iç talep sonucunda büyüme 2000li yılların en yüksek seviyesinde, yani AB’nin tamamında %2,9, Avro bölgesinde ise %2,7 oranında gerçekleşmiştir. Enfla...

Detaylı