keçi kalesi`nin bağrında bir türkmen oymağı
Transkript
keçi kalesi`nin bağrında bir türkmen oymağı
KEÇİ KALESİ’NİN BAĞRINDA BİR TÜRKMEN OYMAĞI Kırşehir Eski Kızılcaköy Türkmenleri Serdar ATABAY Bu eseri beni yetiştiren ve bugünlere gelmeme vesile olan aileme, her anımda yanımda olduğunu hissettiğim eşime, mutluluk kaynağımız biricik kızımız Hatice Naz’a ve tüm Eski Kızılcaköy Türkmenlerine ithaf ediyorum. Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Kırşehir Eski Kızılcaköy Türkmenleri İletişim Serdar ATABAY 0532 408 79 00 [email protected] 2. baskı, 1000 adet Tasarım Baskı SFN Televizyon Tanıtım Tasarım Yayıncılık Ltd. Şti. Tel : 0312 472 37 73-75 Faks : 0312 472 37 75 www.sfn.com.tr ISBN: 978-9944-473-35-4 II Sayısız başarılarla örülü, uzun ve meşakkatli üretim serüvenine Keçi Kalesi'nin bağrından yola çıkarak başlayan, sektörlerinin yurdumuzdaki öncü kuruluşları “YİĞİT AKÜ” ve “KUDRET METAL” in sahipleri saygıdeğer hemşehrilerimiz; Hamit Yiğit, Mahmut Yiğit ve Eyüp Yiğit Beyefendilere, Öz kültürümüzün gelecek kuşaklara aktarılmasına Sağlamasını umduğumuz çalışmamıza verdikleri destek için en içten şükranlarımızı sunarız. III İÇİNDEKİLER Takdim .................................................................................................... VI Önsöz ....................................................................................................VIII Teşekkür ................................................................................................... X Sunuş ....................................................................................................... XI Kırşehir...................................................................................................... 1 Kırşehir’in Tarihi....................................................................................... 4 Eski Kızılcaköy ....................................................................................... 13 Eski Kızılcaköy’ün Tarihi ....................................................................... 18 Eski Kızılcaköyde Bulunan Gazeler........................................................ 24 (Gaziler) Mezarlığı Gazeler..................................................................... 24 Eski Kızılcaköydeki Tarihi Keçi Kalesi .................................................. 28 Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin Sosyal Yaşantıları ............................... 32 Kerpiç Evler ............................................................................................ 33 Köy Odaları ............................................................................................. 35 Eski Kızılcaköydeki Sülâleler ................................................................. 38 Eski Kızılcaköy Evlerinin Yerleşim Düzenleri ....................................... 41 Eski Kızılcaköy Türkmen Halıları........................................................... 44 Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki.......................................................... 58 Köy Oyunları........................................................................................... 58 Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin ............................................................ 75 Halk Âşıkları ........................................................................................... 75 Âşık Osman Evran .................................................................................. 76 Âşık Mediha Aydın (Ünal)...................................................................... 83 Âşık Ziya Özhan...................................................................................... 87 IV Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin ............................................................ 93 Manevi Önderleri .................................................................................... 93 Mahzenli’li Ali Efendi ............................................................................ 94 Mahzenli’li Ali Efendi ile Eski Kızılcaköy ........................................... 101 Türkmenleri Arasındaki Manevi Bağ .................................................... 101 Gümüşkümbetli Küçük Sofu ................................................................. 103 Eski Kızılcaköy Türkmenleri İle ........................................................... 109 Küçük Sofu Arasındaki Manevi Bağ..................................................... 109 Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki........................................................ 111 Yerel Halk İnanışları ............................................................................. 111 Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin .......................................................... 122 Kullandığı Yerel Kelimeler ................................................................... 122 Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin Örf, Adet,......................................... 157 Gelenek ve Görenekleri......................................................................... 157 Düğün.................................................................................................... 158 Doğum................................................................................................... 163 Nazar Gelenekleri.................................................................................. 165 Eski Kızılcaköydeki Bayramlar............................................................. 167 Bahar Gelenekleri.................................................................................. 168 Asker Uğurlama .................................................................................... 170 Yağmur Duası ....................................................................................... 171 Eski Kızılcaköydeki Yemek Kültürü..................................................... 173 Yöresel Kıyafetler ................................................................................. 175 Ölüm...................................................................................................... 177 Sonsöz ................................................................................................... 182 Eski Kızılcaköy Resimleri..................................................................... 183 Kaynakça............................................................................................... 194 V Takdim Maddi ve manevî bütün yaşam unsurları olarak adlandırabileceğimiz kültür, medeniyet kavramına temel oluşturmuş, dünya medeniyet hazinesi ile kültürlerin günümüze dek getirmiş olduğu unsurlarla zenginleşip gelişmiştir. Bu zenginliğin oluşmasında kültürün önemli bir parçası, hatta kendisi olan folklor, gittikçe önem kazanmaya başlamıştır. İnsanlık, kültürünü yaşatma konusunda her daim dirayet göstermiştir, hatta bilim ve teknik karşısında tutunamayacağını anladığı noktada kültürel yapılar yeni formlarla (özde aynı fakat görüntüsü farklılaşarak) yaşama hakkını korumaya çalışmıştır. Araştırmacılara düşen görev, bu yeni formları keşfederek bunların hangi temellere dayandıklarını izah edebilmektir. Serdar Atabay tarafından hazırlanan “Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı“ adlı çalışma da, kaybolmaya yüz tutmuş, yeni şekiller kazanmaya başlamış olan kültürel ürünlerin keşfedilip, bilim dünyasının hizmetine sunulmuş biçimidir. Bu çalışmada sadece folklorik araştırma yapılmamış; tarih, edebiyat ve folkloru bir araya getirip, bu alan ile ilgili çok yönlü bilgiler verilmiştir. Çalışmaya tümdengelim yöntemiyle, önce Kırşehir’in daha sonra da Kızılcaköy’ün tarihi verilerek başlanmış, böylece daha sonraki bölümlere de temel hazırlanmıştır. Ardından neredeyse her Anadolu şehrinde rastlayabileceğimiz kaleler, mezarlıklar, köy odaları tanıtılmıştır. Titiz bir saha araştırmasına dayanan bu çalışmada; Kırşehir Eski Kızılcaköy Türkmenlerine özgü seyirlik halk oyunları, bölgenin manevî önderleri, âşıkları, halk inanışları, yemekleri, yöresel kıyafetleri ve en VI önemlisi geçiş dönemindeki inanç ve pratikleri geçmişten günümüze bir süzgeçten geçirilerek yazıya aktarılmıştır. Türk kültürünün en önemli merkezlerinden biri olan, bağrından Âhi Evran, Ahmedi Gülşehri, Âşık Paşa, Şeyh Edebali ve Hacı Bektaşi Veli gibi dehaları çıkaran Kırşehir’in yazılı hafızasına yeni katreler eklemiş; eser yerel adıyla anılsa da, Türk kültür eserlerinin yanı başında yer almaya hak kazanmıştır. Ayrıca, folklorun her türlü zenginlikleriyle dolu lakin incelemeden yoksun kalmış Anadolu şehirleri, kasaba ve köylerinin araştırılması ve buradan toplanacak bilgilerin yazılı hale getirilmesi konusundaki çalışmalar bağlamında, mihenk taşlarından biri olduğunu ve olacağını ispat etmiştir. Bu vesileyle Serdar Atabay kardeşime yeni çalışmalarında başarılar diler ve saygılarımı sunarım. Sezer YİĞİT 25.05.2012 ESKİŞEHİR VII Önsöz Bugüne kadar binlerce sayfa kitap okudum…Ancak, bir gün bir kitaba önsöz yazacağım hiç aklıma gelmemişti. Uzun uğraşlar ve araştırmalar sonucu hazırladığı Eski Kızılcaköy kitabına önsöz yazma şerefini bana layık gördüğü için sevgili Serdar’a çok teşekkür ediyorum. Serdar’ı tanıyınca onda; farklı bir şey gördüm. Kızılcaköylülüğün o sıcakkanlı görüntüsünün dışında sorgulayan, araştıran, yazan, paylaşan bir insan vardı karşımda. Eskiköy deyince benden daha fazla heyecanlanan, orda yaşayan o muhteşem ve emektar insanların her şeyini merak eden; adeta onları yaşayan bir delikanlı vardı. Kitap yazma fikrini benimle paylaştığı zaman gözlerindeki sevinci görmeliydiniz. Heyecandan kelimeler boğazında düğümleniyordu. Eskiköydeki hayatı hiç bilmemesine rağmen, o yaşamı betimleyen, yıllara meydan okuyan kerpiç ören kalıntılarında geçmişini arayan, kültürünü araştıran, tarihsel süreç içersinde inançlarını, gelenek ve göreneklerini, kısaca geçmiş Kızılcaköy yaşanmışlığını günümüze taşıyarak, gelecek kuşaklara yazılı bir belge bırakan Serdar’ı… KEÇİ KALESİ’NİN BAĞRINDAN ÇIKAN BU TÜRKMEN TORUNUNU canı gönülden kutluyorum. Bu kitabı okurken; Dere bağından gelen kağnı gıcırtılarını duyacak, Çitçi Pınarında eşşek suladığınızı hatırlayacaksınız. Malla’nın Gedik’te seklemi ya da kağnısı devrilenlere yardım edecek, Horozda ekin biçenlerle yığın yığacaksınız. Çanakçıda İbiler’in Naciye Abamın ayranını içecek, Şibiller’in Yonuz Dayının baaçasından bostan yolacaksınız, Karalık çeşmesinde öküzleri sulayacak, Kocadağ da, yayla da sığır güdecek, Kale de lale kazıp ala sığırcık tutacaksınız. VIII Ağcanın Osmanın çilingir sofrasında misafir olacak, düğünlere kayın gideceksiniz. Toprak damların karlarını kürüyecek, Ahır sekisinin genzi yakan mayıs kokusunu hissedeceksiniz. Bezir yağında pişirilen çığırtmanın kokusunu alacak, şahman unundan yapılan bazlamayı yağlayacaksınız. Akşamları Hacı Üssüüyünün ya da Poli Mevlüdün odasında sohbetlere katılacak, Sabahları erkenden çifte gideceksiniz… Sonra sel felaketini hatırlayıp hüzünleneceksiniz. Yani, Eski Kızılcaköyü yeniden yaşayacaksınız. Kızılca köy tadında kalın… Benim güzel köyümün güzel insanları Saygılarımla Tekin VAR 20.05.2012 KIRŞEHİR IX Teşekkür Uzun bir zaman diliminde küçük notlar halinde tutulan bu derlemelerin bir kitap haline getirilmesinde maddi ve manevi desteğini esirgemeyen tam bir Kırşehir Eski Kızılcaköy sevdalısı olan ve ayrıca Eskiköy’e olan sevgisini hep örnek aldığım köylümüz ve çok sevdiğim ağabeyim Sayın Tekin Var Beyefendiye, Beni bir Türkmen ferdi olarak dünyaya getiren ve çalışmalarımda sürekli yanımda olduklarını hissettiğim kıymetli annem Hatice Hanım’a, babam Hayrettin Bey’e, ablam Serpil’e, kardeşim Hamiyet’e ve eşim Nurten Hanıma, Eski Kızılcaköy Türkmenleri hakkındaki bilgilerin derlenmesi ve toplanmasında bana katkı sağlayan ‘Asırlık Kütüphane’ dedem Süleyman Özhan’a, gece gündüz demeden çalışmalarıma yardımcı olan çok değerli ağabeyim Arif Özhan’a, teyzem Fatma Hanım ve oğlu Erhan Özhan’a, köydeki çalışmalarımda gönlünü ve sofrasını açan Şefika ablam’a, kısa zaman önce kaybettiğimiz rahmetli Hacı İsmail Evran’a, bilgilerini esirgemeden paylaşan Hasan eniştem, rahmetli Ahmet emmim, Sariye Var, Memine Ayaz, Nevin Akıncı, Meryem Sağlam, Zahide ve Vahide Özhan’a, derlemelerime kaynak sağlayan Gümüşkümbet köyünden Fati teyzeye ve oğlu Ahmet Köksal ’a, Mahzenli’li köyünden rahmetli Şaban Dursunoğlu’na, engin fikirleriyle çalışmalarıma katkı veren çok değerli dostum Galip Kapusuz’a, bilimsel verilerin bulunmasında emek sarf eden kardeşlerim Sezer Yiğit’e, Atalay Cemil Tengir’e ve kitabımın kapağının yapımında emeği geçen Grafik Tasarımcı&İllüstratör sevgili kardeşim Hasan Hüseyin Akpınar’a ve eserimi üşenmeden satır satır okuyarak bu hale gelmesine vesile olan çok değerli Hocam İsa Kahraman Beyefendiye, Özellikle de çaldığım her kapıyı ve gönüllerini sonuna kadar açan isimlerini yazamadığım samimi, içten ve kadirşinas Kızılcaköy halkına gösterdikleri kolaylaştırıcılık ve güzellikler için çok ama çok teşekkür ediyorum. Serdar ATABAY X Sunuş Eski Kızılcaköy toprağından var olmuş bir bedene ve zengin bir Türkmen kültürünün şekillendirdiği bir ruha sahibim. Yaşadığım çağın bir zorunluluğu olarak hayatımı bu güzel yurdun farklı belde ve vilayetlerinde geçirdim. Mensubu olmaktan büyük onur duyduğum Yüce Türk milletinin küçük bir parçası olan Eski Kızılcaköy Türkmen obasının tarihten bugüne yaşamsal geleneklerinden, örf ve ananelerinden hemen hemen hiç bir şey yitirmemiş olması, yaşanan onca kültür dejenerasyonuna karşı kendini muhafaza edebilmiş olması, böylesine köklü bir geçmişe karşı sorumluluk içinde olmam gerektiğini düşündürtmüştür. “Mutlaka bir şeyler yapabilirimi” kendime görev addederek çalışmalarımı uzun yıllar önce zihnimde planlamaya başladım. Köyümün adı neden Eskiköy idi? Bu sorunun cevabını küçüklüğümden beri merak ederdim. Yaşım ilerledikçe gördüm ki; Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin sosyal yaşantıları, konuşma tarzları, giyim-kuşamları, yerel halk inanışları, gelenekleri, kültürel algıları ve daha birçok özellikleri Kırşehir vilayeti civarındaki köy, belde ve yerleşim yerlerinde yaşayan diğer topluluklardan farklılık arz ediyordu. Acaba neden ? diye düşünmeye başladım. Merak güdüsüyle beslenen bu ve benzeri birçok soru mutlaka cevabını bulmalıydı ! Şanlı tarihime ve atalarıma karşı beslediğim büyük sevgi ve saygının bir gereği olarak bir şeyler yapmam gerektiğini hissettiğimde bu projemi hayata geçirme zamanının gelmiş olduğuna karar verdim. Elinizdeki bu çalışma oluşturulurken, gerekli bilimsel metotların yanı sıra, çoğunlukla halk kültürünü derleme tekniği kullanılmıştır. XI Yapılan planlama gereği Eskiköy tarihi hakkında bilgi sahibi olan ve o köyde yaşamış köylülerle kendi yaşam alanlarında yüz yüze görüşme teknikleri kullanılarak derlemeler yapılmıştır. Sonsuz bir zenginlik içeren bilgilerin bir araya getirildiği bu ziyaretlerde Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin günlük yaşantısı, yerel halk inanışları, oyunları, yerel kelimeleri, manevi önderleri, halk âşıkları, örf adet ve gelenekleri ve daha birçok konu itinayla toplanmıştır. Bu derlemeler, 50 ila 95 yaş arası olan doğma büyüme Eski Kızılcaköy mensupları ile yapılmıştır. Görüşmelerde yaşı 50’nin altında olanların Eskiköy tarihi ile ilgili bilgilerinin çok zayıf olduğu tespit edilmiştir. Bu da; yapılan araştırmanın ne kadar isabetli bir çalışma olduğunu düşündürtmüş ve bu çalışmayı bir an önce bitirmeye yönelik kamçılayıcı bir unsur olmuştur. Bilgi çağı olarak isimlendirilen içinde bulunduğumuz zaman diliminde, gelişmiş iletişim teknikleriyle bilginin el değiştirmesi kolaylaşmıştır. Buna rağmen bilginin kullanımı yüzeyselleşmiş, hızla yok olup giden bir metaya dönüşmüştür. Amacımız, hafızalardaki yerini ve önemini yitirerek yok olmaya yüz tutan kültürümüzün bu değerli unsurlarını yazılı hale getirerek tarihe not düşmek ve bu özel bilgi dağarcığını gelecek nesillere aktarmaktır. İşte bu amaçla çoğunlukla geleneksel halk kültürü derleme metoduyla oluşturulmuş bu eser, özel olarak Eskiköy mensuplarına genel olarak ise Kırşehir yöresinde yaşayan her ferdin şanlı geçmişine, zengin kültürüne, örf adet ve ananelerine gereken önem ve saygıyı göstermelerini sağlamak maksadıyla kaleme alınmıştır. Umarız ki; her Eski Kızılcaköy Türkmen’i bu çalışmayı hanesinin en nadide köşesinde hatta yatağının başucunda bulundurur ve gelecek nesillerine bir kültür mirası olarak devreder. Geçmişle gelecek arasında bir kültür köprüsü kurarak sorumluluğumu yerine getirmiş olmanın haklı gururuyla sizleri Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin tarihi zenginliklerinden damıtılarak oluşturulmuş bu eserle baş başa bırakıyorum. XII Kültür Ancak Kültürünü Yaşayanlar Tarafından Yaşatılır. Saygılarımla Keyifli okumalar dilerim. Serdar ATABAY 21.05.2012 KÜTAHYA XIII Kırşehir Gurbet elin bağrında hasretiyle yandığım, Gül kokulu vatanım, ilimsin sen Kırşehir. Cemaline vurulmuş yaralı bu aşığın, Bülbül olup şakırım dilimsin sen Kırşehir. Türkmenlerin obası Âşık Paşa diyarı. Ahi Evran, Gülşehri, Caca Bey’di mimarı. Hacı Bektaş can oldu Türkmanî de baharı. Zamana ışık oldun bilimsin sen Kırşehir. Yiğitleri doğurdun muradına erdin sen. Nesilleri büyüttün Türk’e gönül verdin sen. Namus bilip bayrağı gökyüzüne gerdin sen. Asırlardır bükülmez belimsin sen Kırşehir. Gecelerin bir başka manilerin okunur. Yeni yetme güzelin kınaları yakınır. Varan gelen, mazıyla ıstarların dokunur. Al beyaza bürünmüş kilimsin sen Kırşehir. 1 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Nazlı ceylanlar gibi ovalarda kaçarsın. Ilgıt ılgıt rüzgârda mis kokunu saçarsın. Kuşlardan nağme alır her mevsimde açarsın. Rengine kurban olam gülümsün sen Kırşehir. Tarihinden mirastır ulu kervansaraylar. Keçi Kalesi mağrur yayılırdı kır taylar. Külliyeler dolunca kulakta çınlar haylar. Dünyadan ahirete yolumsun sen Kırşehir. Düğün, dernek, toylarda çağrışır âşıkların. Türkülerle coşulur vuruşur kaşıkların. Geceleri kandırır yakılan ışıkların. Duvaklarda parlayan pulumsun sen Kırşehir. Ak boncuklu gelinler yemekleri çevirir. Köfte, bamya, çirleme damaklara tat verir. Peynir, yoğurt, kaymağın, pekmezin dilde erir. Tandırlarda gazelim külümsün sen Kırşehir. 2 Serdar ATABAY Vurulunca tokmaklar soku sesi duyulur. Kaynatılan buğdaylar hedik olur yayılır. Sınangıyla, besmeçler sofralara koyulur. İğdelerin koktuğu dalımsın sen Kırşehir. Kervansaray Dağı’nda sert geçiyor kışların. Parlar Seyfe Gölü’nde çeşit çeşit taşların. Hirfanlı Barajı’nda uçar yeşilbaşların. Hasretleri bitiren salımsın sen Kırşehir. Âşık Said, Seyfullah karıldı evlasına. Çekiç Ali, Yastıman sarıldı Mevla’sına. Muharrem’le, Neşet’in darıldı Leyla’sına. Yürekleri yakarsın zulümsün sen Kırşehir. Âşık Serdar Atabay memleketi özlüyor. Sıladan haber diye yollarını gözlüyor. Şafak vakti duada gözyaşını gizliyor. Sensiz geçen ömrümde ölümsün sen Kırşehir. 3 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Kırşehir’in Tarihi K ırşehir tarihi, Hititler dönemi ile anılmaya başlar. Fakat, ilin adının o zaman ne olduğu henüz bilinmemektedir. İlin bir ara Aquae Saravenas (Akova-Saravena) adıyla (M.Ö.2.yy.) bilindiği anlaşılmıştır. Önceleri Makissos (Macissus) adıyla anılan kent, İmparator I. Jüstinianos devrinde (527-568) yeniden kurulmuş ve Jüstinianopolis diye anılmaya başlamıştır. Uçsuz bucaksız kırın ortasında yükselen bu kente Türkler “Kırşehri” adını vermişlerdir. Kır şehri zamanla halk dilinde “Kırşehir” oldu. Bu gün bile bazı köylerinde yaşayan halk, burasını Kırşehri diye anarlar. Kırşehir ismi Türkçe’dir. Bir rivayete göre de Timur’un Anadolu’ya gelişinde kendisine karşı koyan burada yaşayan halkı göstererek “Kırın şehri” dediği, daha sonra bunun Kır şehri olarak değiştiği ve bu günkü ismini aldığı da söylenmektedir. Kırşehir ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılarda Kırşehir’in tarih öncesi çağda, özellikle Tunç çağı döneminin etkisi altında kaldığı görülüyor. 1943’te Has höyük kazılarında ilk Tunç Çağı’na ait beş-altı tabaka tespit edilmiştir. Bu tabakalarda taş ve kerpiç yapı temelleri, siyah renkli seramik parçaları, çömlek ve çanaklar bulunmuştur. Bu kalıntılar bölgede ilk Tunç çağı döneminin (M.Ö. 3500–2000) yaşandığını açıklar. Has höyük ve şehir merkezindeki Kale’de başlayan kazı çalışmaları ile Kaman’a bağlı Çağırkan kasabasında yapılan kazılardan yeni bilgiler de elde edilebilir. 4 Serdar ATABAY Çağırkan kasabası yakınında bulunan Kale Höyük’ün tarihinin M.Ö. 1750-600 yıllarına kadar uzandığı sanılmaktadır. Kazılar sonunda 25 metre yüksekliğindeki höyük ve buradan çıkarılan iki büyük küp ve diğer buluntular, yörenin tarih öncesi dönemini aydınlatır. Kırşehir’in kuruluşunu, ilk çağlarda Anadolu’yu kuzey-batıdan, güneydoğudan bir baştan bir başa kesen eski ve işlek bir Anayolun ortasında bir durak ve yerleşme yeri olmasında, Asya’dan Avrupa’ya giden önemli karayolları üzerinde bulunuyor olmasında, ayrıca Kapadokya bölgesine de yakın olmasında arayan bilim adamları olmuştur. Kırşehir Hititlerin yerleşim yeri olan Kızılırmak yayı içinde olduğundan, Hititler döneminin Kırşehir’de yaygın bir şekilde yaşandığı kesindir. Kale höyük’te yapılan kazılarda yerleşim alanının en alt tabakasını Hitit döneminin teşkil ettiği ortaya çıkmıştır. Bu kazılar sırasında erken ve geç Hitit çağlarına ait kalıntı ve eserler gün ışığına çıkarılmıştır. Resmi veya saray yapılarına ait olduğu, sanılan duvar temelleri ile mühürler, takılar, seramik mutfak eşyaları ve Hitit çapına ait çivi yazılı bir tablet parçası da bulunmuştur. Kırşehir’e bağlı Sevdiğin Köyü’nün 10 km. kadar kuzeydoğusunda bir Hitit Prensi’nin adının geçtiği yazılı taş blok bulunmuştur. Bu taş bloğun bir yol işareti olduğu ve yakınlarından Hitit dönemine ait bir yolun geçtiği sanılmaktadır. Kırşehir’de Hitit dönemi tarihi için önemli bir belge olan ve “Mal kayası” olarak bilinen bir yazıt bulunmuştur. Prof. Dr. H. Th. Bossert bu yazıtı incelemiş ve bunun bir yol levhası olduğunu açıklamıştır. Mal kayası yazıtının bir yol levhası olması Kırşehir’in de Hattuşaş’tan güneye inen yol üzerinde bulunması ilin Hititler döneminde önemli bir merkez olduğunu açıklar. Bunun dışında yine Hitit döneminden kalma önemli bir eser de Öküz taşı olarak bilinen Hitit Sunağı’dır. Bu sunak, üzerinde bir adak havuzunun yer aldığı kare prizma bir gövde de iki öküz başının bulunduğu bazalt taşından yapılmıştır. 1950’de yapılan Merkez Kale Höyük’deki araştırmada Hitit dönemine ait çanak çömlek parçaları bulunmuştur. M.Ö. 1600’lerden M.Ö. 1200’lere değin Hititlerin yaşadığı bu yöre M.Ö. 675’e kadar Frig’lerin yönetimi altına girmiştir. Hititlerin zayıflayıp gücünü yitirmesi üzerine yöreye Frigler hakim olmuştur. Kızılırmak ve Tuz Gölü’ne kadar sınırlarını genişleten Frigler, 5 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı M.Ö. 1200’den itibaren başta Batı ve Orta Anadolu olmak üzere geniş bir alana yayılmışlardır. Kimmerler Frigler’i yenilgiye uğratınca Lidyalılar Anadolu’nun batı kısımlarını ele geçirdiler ama Kırşehir’e kadar ilerleyemediler. Kırşehir daha sonra M.Ö. VIl.yy.da Medlerin egemenliğine sonra da Persler’in egemenliğine girmiştir. Med Devleti, M.Ö. 550’de Persler tarafından yıkılmış ve ardından Anadolu Pers hâkimiyetine girmiştir. Kırşehir, Perslerin Katpotukya (Kapadokya) yani “Güzel Atlar Ülkesi” adını verdikleri bölgenin batısında yer alıyordu. Persler, vergi yoluyla yöreye hâkim olmuştur. Yöre halkı ise, ağır vergiler altında ezilince çeşitli kaleler yapmak zorunda kalmıştır. Kırşehir ise bu çabaya girmemiştir. Çünkü toprakları çok kıraçtı. Persler ise M.Ö. 334’de Büyük İskender’in ordusuna yenildiler ve Makedonlar Kırşehir’i ele geçirdiler. Yöre halkının ayaklanmasından sonra Kapadokya kralı olarak M.Ö. 332’de Ariarates bağımsızlığını ilan etmiştir. Kapadokya (Kappadokia) krallığı M.Ö. 333’de kurulmuştur. Bu krallık döneminde Kırşehir ve yöresi yoğun bir baskı yaşamıştır. Komutan Evmenes ve Antipatos dönemleri ise bu kişilerin Kapadokya bölgesini ele geçirme istekleri yüzünden savaşlarla geçmiş ve Ariarates ölmüştür. Büyük İskender’in ordusunu yenilgiye uğratan II. Ariarates ise Kırşehir’in kuzeyine egemen olmayı başarmıştır. Daha sonra bu bölge toprakları Orta Avrupa’dan Galat (Kelt) topluluklarının akınına uğramıştır. (M.Ö. 220-163) M.Ö. II. yy. sonlarında Pontus Kralı Mithradaset buraları denetimine almıştır. Bu dönemde yöre “Aquaesaravenea” adıyla anılmaya başlanmıştır. M.Ö. 85 yılında Roma egemenliğine girmiştir. Kapadokya yöresi M.Ö. 18’de Roma imparatoru Tiberius tarafından Roma’ya bağlanmış ve Tiberius burayı eyalet yapmıştır. Kırşehir sınırları içinde Kapadokya Krallarına ait çokça sikkeler bulunmuştur. Kapadokya, Roma eyaleti haline geldikten sonra yörede Hıristiyanlık hızla yayılmaya başlamıştır. (3.yy.) Buna karşılık Roma İmparatoru’nun desteklediği puta tapan rahiplerle Hıristiyanlar arasında büyük bir mücadele olmuştur. Kapadokya bölgesinde III. ve IV. yy.lara ait Hıristiyanların sığınmak ve korunmak amacıyla yaptıkları pek çok yeraltı şehri bu sebeple 6 Serdar ATABAY ortaya çıkmıştır. İlimiz ise bu döneme ait; Mucur yeraltı şehri, Dulkadirli ini Murat yeraltı şehri, Âşık Paşa yeraltı şehri, Kümbet altı yeraltı şehri gibi on tane yeraltı şehri bulunmaktadır. Kırşehir 395’e kadar Roma’ya bağlı kalmıştır. İlimizdeki höyüklerin bir kısmında Roma dönemine ait çanak-çömlek parçaları ile bu döneme ait sikkeler bulunmuştur. Bizans döneminde Makissos, daha sonra da Justinianapolis adıyla anılan Kırşehir’i aynı yüzyılda yaşayan tarihçi Prokopios’un bildirdiğine göre; Justinianus Kırşehir’i yeniden imar ederek kent durumuna getirmiştir. Mazaka’da (Kayseri) ekonomik hayatın daha canlı olması nedeniyle Kırşehir halkı buraya göç etmiştir. M.S. 605 yılında İran Sasani Devleti, Kırşehir’i istila etmiştir. 626’ya kadar bölge Sasani ve Bizans akınlarıyla sarsılmıştır. 647’de Emevi Devletinin Şam Valisi Muaviye Kayseri ve Kırşehir dolaylarını işgal etmiştir. Kırşehir merkezine bağlı Taburoğlu Köyü yakınlarındaki Üçayak kilisesi, Kaman Temirli’deki kilise, Mucur Aksaklı ve Aflak köylerindeki Kaya kiliseleri, Derefakılı kiliseleri, Mucur Manastır ve Keşiş Sarayı, Bizans dönemine ait mimari kalıntılardır. Kırşehir civarında da Bizans dönemine ait kandiller, takılar, sırlı mavi ve sarı renkli seramik eşyalara rastlanmıştır. 1071 ‘de Bizans’ı yenilgiye uğratarak Anadolu’yu Türk yurdu haline getiren Türk orduları, Anadolu içlerine kadar yayılarak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdular. 1075’de Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Kırşehir’i topraklarına katmıştır. Anadolu’ya ve Kırşehir’e gelen Oğuz boyları, yerleştikleri yerlere genellikle kendi boy, oba ve yer adları ile kişi adlarını da vermişlerdir. Bugün Kırşehir içinde kasaba ve köy adı olarak Oğuz boylarından “Çepni, Bayındır, Büğdüz, Kargın, Yazır, Kınık, Avşar” boylarının adları ile oba, oymak ve diğer Türkçe adlar yaşatılmaktadır. Haçlı seferleri sırasında Orta Anadolu toprakları elden çıkmıştır. Danişmentliler 1120’de Kırşehir’i kendilerine bağlamışlar ve o dönemde Kırşehir “Gülşehir” olarak adlandırılmıştır. 1174’de Kılıçaslan, Kırşehir’i yeniden Selçuklu Devleti’ne bağlamıştır. II. Kılıçaslan 1186’da Türk geleneğine uyarak devletin topraklarını on bir oğlu arasında paylaştırınca Kırşehir, Muhiddin Mesud’a düşmüştür. Kardeşi Rukneddin Aslan Konya’yı ele geçirdikten sonra Ankara ve Kırşehir’i de kendine bağlamıştır (1203). 1220’de Alaaddin Keykubat Mengü- 7 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı cekler’in Kemah koluna son vermiş, Mengücek boylarından Muzaffer Muhammed’e Şebinkarahisar’ı kan dökmeden teslim ettiği için Kırşehir’i tımar olarak vermiştir. Kırşehir bu dönemde imar edilmiş ve bir kültür kenti haline getirilmiştir. Moğol istilası döneminde Kırşehir, Moğol ordularının yaylak ve kışlağı durumunda idi. Kırşehir Muzaffer Muhammed’e verildikten sonraki dönemde Baba İshak çevresinde toplanan Türkmen boylarının silahlanması üzerine Selçuklu Sultanı II. Gıyasettin Keyhüsrev 60.000 kişilik bir orduyu yardıma çağırmıştır. Selçuklu ordusu Türkmenleri ve başında bulunan Baba İshak’ı Kırşehir’in Malya ovasında yenilgiye uğratmıştır (1240). 1243 Kösedağ savaşından sonra Moğollar Anadolu’yu kesin bir şekilde hâkimiyetleri altına aldılar Sultan II. Keyhüsrev, Şemseddin İsvahhani’yi Moğol sultanı Batuhan’a elçi göndermiş, anlaşma yapılmasını sağladığı için o Kırşehir ita amirliği ile subaşılığına getirilmiştir. IV. Kılıçaslan zamanında Cacaoğlu Nureddin, 1262’de Kırşehir subaşısı olmuştur. İl onun zamanında çok gelişmiş, bayındır bir il haline gelmiştir. Cacaoğlu Nureddin Bey güvenlik ve barışa önem vermiştir. İlde Cacabey Medresesi ve külliyesini kurmuştur. Memluk Sultanı Baybars 1277’de Anadolu’ya gelerek Elbistan’da Moğolları yenilgiye uğratmış, Selçuklu ordusunun bir bölümü bu savaş sırasında Memluklular’a katılmıştır. Cacabey de, kardeşi ile Mısır Memluk Sultanı Baybars’a esir düşmüştür. Baybars, esirleri serbest bırakınca Cacabey Kırşehir’e dönmüştür. Cacabey, Türk halkını koruması, yüksek bir ahlaka sahip olması özü-sözü pek biri olması dolayısıyla Anadolu’da çok sevilmiştir. Öz Türkçe konuşup Türk kültürünün ve eserlerinin Kırşehir ve Anadolu’ya yayılmasına öncülük etmiştir. Cacabey XIII.yy.da Anadolu’da yaşamış olan diğer Türk büyüklerinden Hacı Bektaşi Veli, Mevlana Celalettin-i Rumi ile de görüşmüş, hatta onların övgülerine bile mazhar olmuştur. Nureddin Cacabey’in 1272’de Kırşehir’de kurmuş olduğu Cacabey Medresesi onun adını ebedileştirmiştir. Bu medrese aynı zamanda bir rasathane idi. Batı Türkistan’da Uluğ Bey’in rasathanesine ise Selçuklular zamanında Kırşehir Cacabey rasathanesi de o derece önemli idi. Bugün cami olarak kullanılan bu medresenin dış köşelerinde sütunlar, uzay araçlarına benzetilmektedir. Cacabey medresesinde eğitim tama- 8 Serdar ATABAY men Türkçe idi. Türk dilinin Fars kültürü içinde erime tehlikesi altında bulunduğu sırada Cacabey, bir kurtarıcı olarak Türklüğü ayakta tutmuştur. Bu sebeple Ahi Evran, Âşık Paşa, Hacı Bektaşi Veli, Ahmed-i Gülşehri gibi âlim ve şairler eserlerini öz Türkçe yazmışlardır. Bu nedenle Türk tarihinde Cacabey’in önemi büyüktür. Cacabey, Rum tekfurları ile yaptığı bir çarpışmada şehit düşmüştür (1301). Türbesi Cacabey Medresesi yanındadır. Selçukluların başına II. Mesut’un geçtiği dönemde İlhanlı komutanı Baycu Noyan, Anadolu’da bağımsız davranıyordu. Malya ovasında 300.000 kişilik bir ordu Baycu Noyan’ı yenilgiye uğratmıştır. Bundan sonra Kırşehir ve çevresi yakılıp, yıkılmıştır. Ülke dörde ayrılmış; Kırşehir ve yöresi Şerafettin Osman’a bırakılmıştır. Yöre halkı bu dönemde vergilerin ağırlığından bunalmıştır. 1317’de İlhanlı hükümdarının kardeşi Timurtaş Anadolu’da düzeni sağlamış ve 1322’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Timurtaş, Anadolu karışınca Memlükler’e sığınmıştır. Kırşehir 1365’de Eretna Beyliği’nin hâkimiyetine girmiştir. 1381 ‘de Kırşehir yöresinde yaşayan Tatar boylarından Samağarlılar, Türkmenler’in otlaklarına saldırdıklarını iddia edince, Kadı Burhanettin, Emir Pir Ali ile Seyidi Hüssam komutasında bir ordu göndererek Türkmenler’ cezalandırmıştır. 1389’da Mürüvvet Bey, Kırşehir’i ele geçirerek Kadı Burhanettin’e vermiştir. 1389’a gelindiğinde Yıldırım Beyazıd, kendisine karşı ittifak kuran Kadı Burhanettin ile Candaroğlu Süleyman Paşa üzerine yürümüştür. Kadı Burhanettin savaşmak istemediğinden Kırşehir yöresine çekilmiştir. Kırşehir Valisi Adil Şah’ın teklifiyle kentin surlarını onartmıştır. Timur’un 1394’de Anadolu’ya geldiği sırada, onu destekleyen Karamanoğulları Kırşehir’e saldırarak, şehri yağmalamışlardır. 1396’da Timur’un geri dönmesi üzerine Kadı Burhanettin, Karamanoğulları’nın üzerine yürüyerek onları cezalandırmıştır. Kadı Burhanettin öldürülünce Kırşehir halkı şehri Yıldırım Beyazıd’a vermiştir. Bu sıralarda Beyazıd’a sığınan Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf, kendisini Timur’a teslim edileceğinden endişe edince Kırşehir ve çevresini yağmalamıştır. Timur 1402’de Ankara savaşında Yıldırım’ı yenmesi üzerine Kırşehir, Karamanoğullarına verilmiştir. Anadolu’da Fetret Devri (1402-1413) yaşanırken Karamanoğlu Mehmet Bey, Çelebi Mehmet’ten yardım istemiştir. Şimdiki Çayağzı kasabasında Cemele kalesinde görüşmüşlerdir. Karamanoğulları ve Dulkadiroğulları’nın saldırısına uğrayan, yağma edilen ve zamanla eski canlılığını 9 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı yitiren Kırşehir, II. Murat döneminde (1402-1451) Osmanlılara kesin olarak bağlanmıştır. Anadolu’da Osmanlı egemenliğinin kesin olarak kurulmasından yani Fatih Sultan Mehmet’in Anadolu Türk birliğini sağlamasından sonra Kırşehir’de Celali isyanları dışında XIX.yy.ın sonlarına kadar kayda değer önemli olaylar görülmez. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Ahiliğin büyük rolü olmuş, düzenli ordunun yani Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu sırasında Hacı Bektaş-ı Veli’nin etkileri görülmüştür. Yeniçeriler Hacı Bektaş-ı “Pir” olarak kabul etmişlerdir. Kâtip Çelebi Seyahatnamesinde; Kırşehir için, havası güzel bir sahrada kurulduğunu, üzerinde bir kalesi olduğunu yazmaktadır. 1527’de Hacı Bektaşi Veli’nin torunlarından Kalender Çelebi Ankara-Kayseri yöresinde ayaklanmıştır. Bu ayaklanma büyüyünce Kanuni Sultan Süleyman, Sadrazam İbrahim Paşa komutasında bir orduyu 1528’de Kırşehir yöresine yollamıştır. 1560’lı yıllara gelindiğinde Anadolu’da yoğun bir kargaşa daha yaşanmıştır. Halkı zorla soyan Hakibe Sührap adlı eşkıyaları cezalandırmak için Kanuni Kırşehir beyi Memiş Bey’e emir vermiştir. Fakat durum, yani halktan zorla vergi toplandığı Kırşehir kadısının İstanbul’a gönderdiği mektuplardan anlaşılmaktadır. 1580’de Kırşehir’de bazı medrese öğrencilerinin ayaklandığı görülmüştür. Bu öğrencileri cezalandırmak için Çıkartılan ferman, bazılarının işine gelmiş, bunları fırsat bilen bir kısım görevliler halka zulmetmeye başlamıştır. 1584’de bu ayaklanmayı bastırmak için gönderilen Mısır valisi Şehzade Mehmet’in adamları bir çete oluşturarak Kırşehir’deki köyleri basmıştır ve suçsuz insanları öldürerek mal ve paralarına el koymuşlardır. 1604-1605’de Hızır isimli bir eşkıya 500-600 kişilik bir güç ile Niğde ve Kırşehir sancaklarını istila edip, yağmalamıştır. Onun öldürülmesinden sonra yerine geçen Bıyık Ali’de, Kuyucu Murat Paşa’nın Celali isyanlarını bastırmak için çıktığı sefere kadar, bölgede zulüm ve baskısını sürdürmüştür. Yine ünlü Celalilerden Tavıl Ahmet Paşa’nın kardeşi olan Meymun, çevresine topladığı 7.000 kişi kadar bir kuvvetle Kırşehir ve çevresini talan etmiştir. Kuyucu Ahmet Paşa, Meymun ve adamlarını yenilgiye uğratarak öldürmüştür (1607). 10 Serdar ATABAY Devlet otoritesinin zamanla zayıflaması “ayanları” ortaya çıkarmıştır. Ayanlar Kırşehir ve dolaylarında da etkili olmuştur. Bunlardan Çapanoğulları Kırşehir’de de etkili olmuştur. Devlet ise, ülke düzeninin sağlanması ve asker toplanmasında ayanlardan yardım istemek zorunda kalmıştır. 1797 sonunda Vidin ayanı Paspanoğlu Osman ayaklanınca, devlet Çapanoğlu Süleyman Bey’den yardım istemiştir. O da Kırşehir ve yöresinden asker toplamıştır. 1799’da Fransızları Mısır’dan çıkarmak için yapılan hazırlıklar sırasında Çapanoğlu Süleyman Bey’in 1866’da başlayan Osmanlı-Rus savaşına asker göndermesine karşılık, II. Mahmut, Süleyman Bey’e 1808’de Şarkikarahisar sancağı, 1810’da Kayseri sancağı mütesellimliğini, 1811 ‘de Kırşehir sancağı mütesellimliğini vermiştir. Kırşehir XIX.yy. ortalarında önemini yitirmiş ticaret yolları üstünde küçük bir durak yeri haline gelmiştir. Bu sıralarda nüfusu yaklaşık 3500 kadardır. Yüzyılın sonlarına doğru Ankara iline bağlı sancak merkezi halindeki şehrin nüfusu 8.462 olarak gösterilmektedir. Kırşehir kazası merkez kazadır. 185 köy Kırşehir’e bağlıdır. Bu dönemde Kırşehir’de 4 medrese, 1 idadi, 1 rüştiye, 2 iptidaiye, mahalle ve köylerde 25 sübyan mektebi ve 1 Ermeni mektebi vardır. 1603 ev, 10 han, 600 dükkân, 6 kahve, 25 cami, 19 mescit, 1 kilise, 1 kışla 1 depo, 1 cephanelik bulunmaktadır. İdadi mektebi 1889’da yapılarak eğitime açılmış, 1903’de bir tadilat gördüğü belirtilmektedir. Osmanlının ilk dönemlerinde Kırşehir, Karaman eyaletine bağlı bir sancak durumundadır. 1867’de sancak haline gelmiştir. 1902’de Ankara’ya bağlı bir sancak olan Kırşehir’e Avanos, Keskin ve Çiçekdağı ilçelerinin bağlı olduğu görülmektedir. Kırşehir 1874’de büyük bir kıtlıkla karşılaşmıştır. 15 Mayıs 1874’de İstanbul’da yayınlanan Basiret Gazetesi, Kırşehir’den gönderilen mektuplara dayanarak; köylünün, kıtlıktan ölmüş hayvan, ağaç kabuğu ve ayrık otu yemek zorunda kaldığını yazmaktadır. Kırşehir 1921 ‘de bağımsız mutasarrıflık haline gelmiştir. Cumhuriyet döneminde il merkezi olmuştur. 1924’te Kırşehir’e; Avanos, Çiçekdağı, Hacıbektaş ve Mucur bağlanmıştır. 1944’de Kaman da ilçe haline gelince, Kırşehir’in ilçe sayısı beş olmuştur. 20 Temmuz 1954 tarih ve 6429 sayılı kanun, Nevşehir’i il, Kırşehir’i de ona bağlı bir ilçe haline getirmiştir. Çiçekdağı Yozgat’a, Kaman Ankara’ya, Hacıbektaş, Avanos ve Mucur ise Nevşehir’e bağlanmıştır. 11 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı 1 Temmuz 1957’de çıkarılan 7001 sayılı kanunla Kırşehir yeniden il olmuştur. Bu yeni düzenlemede Kırşehir’e Çiçekdağı, Kaman ve Mucur bağlanmıştır. Hacıbektaş ve Avanos ise Nevşehir’e dâhil edilmiştir. Akpınar (1987), Akçakent (1990), Boztepe (1990) yılında Kırşehir’in yeni ilçeleri olmuştur. Halen Kırşehir’e bağlı yedi ilçe vardır. 12 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköy Kırşehir’in bağrında bir tarih ki yaşıyor. Eskiköyün geçmişi sekiz asrı aşıyor. Türkmen, Avşar, Oğuzun izlerini taşıyor. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Heybetiyle bakıyor her dem Keçi Kalesi. Rüzgârında ahenk var ninni oluyor sesi. Şefkatiyle sarıyor görün yiğidin hası. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Allah için can veren o mübarek gazeler. Çocuğu durmayanlar okuyup derman diler. Kesilen tüm kurbanlar duayla göğü deler. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. İğdelerin kokuyor yamacında bağların. Keklikleri saklıyor geçit vermez dağların. Yufka ekmek yapıyor sabah akşam sağların. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. 13 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Istarlarda dokunan tarihindir halılar. Camide cemaatin sabah namazı kılar. Yağmur duası olur sele karışır sular. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Türkmen kızlar geziyor sabah orta pınarda. Testileri dolarken çekik gözler o yarda. Gurbet elde olanın ciğeri yanmış harda. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Gümüş Kümbet köyünden bir can çıkmış yol alır. Küçük Sofu diyorlar Avşaroğlu’nda kalır. Ağzında nur duası dertliye şifa olur. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Dama serilen toprak, kıştan önce tuzlanır. Ta uzaktan görünür Çiğdem Dağı buzlanır. Ocakta çorba pişer, patatesler közlenir. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Ağır geçen kışlarda kerpiç evler yastadır. Çoğu zevki sefada Ümüş Anne hastadır. Köy odası açılır bilinir ki dostadır. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Mahzenli’ye gidilir Eskiköyden yol boyu. Ali Efendi derler Allah dostudur soyu. İnsana huzur verir öyle mübarek huyu. 14 Serdar ATABAY Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Hasat vakti gelince harman yeri doluyor. Değirmende çekilen buğdaylar un oluyor. Tavuk ile feriğin süte yoğurt çalıyor. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Âşık, tura, sülake daha nice oyunlar. Gömme çelik oynarken yayılıyor koyunlar. Samanlar atılırken dabaz olur boyunlar. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Kızlar mani söylerken türkülerde okunur. Delikli, Güllü topu, Türk ocağı dokunur. Kimi lüle saçına kınaları yakınır. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Düğünün bir başkaydı eğlenceye doyulmaz. Kıllı Koca, Arap’ı izleyende dert kalmaz. Çirlemeyle, köftenin tadına doyum olmaz. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Gençler köyde toplanıp dama kelle atarlar. Kazanan o yiğidi önlerine katarlar. Çalınırken davullar şerbet, lokum tutarlar. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. 15 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Yer kermesi, yapmalar köz tandıra dökülür. Yalangıyla, gevenler beraberce yakılır. Mindere diz çökülüp, muşamaktan bakılır. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Zifiri karanlıkta yanar bezir çırası. İnsana huzur verir çeçle, nebi arası. Misafire sunulur kara üzüm şırası. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Gece köyün üstüne ayın şavkı vuruyor. Dağda uluyan kurda, kurtboğanlar ürüyor. Sabah erken sürüler Pambıklık’tan yürüyor. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Başında püsküllü fes, maşlak giyer dedemiz. Üç etekle gezinir halamızla, ‘dezemiz’. Entarisi üstünde ne hoş olur ninemiz. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Tandırı sıvamaya çamurları ezerler. Gündüz astap yıkayıp geceleri gezerler. Salçaları kaynatıp biberleri dizerler. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. 16 Serdar ATABAY Sokular dövülürken patlıcanlar kuruyor. Kimi akşam yemeğe yaprakları sarıyor. Emmim bulgur yanına soğanları yarıyor. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Ömrüne ömür katar yazın güneş batımı. Ekim ayında olur koyuna koç katımı. Büyükler her gün kollar garipleri, yetimi. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. Âşık Serdar Atabay Eskiköye ağlıyor. Örenleri gördükçe karaları bağlıyor. Düşündükçe dertlenip yüreğini dağlıyor. Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir. Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir. 17 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Eski Kızılcaköy’ün Tarihi E ski Kızılcaköy, Kırşehir’in kuzeyinde yaklaşık 12 km. mesafede bulunmaktadır. Tarihi Keçi Kalesi’ni de topraklarında barındıran köy 1150 metre rakımıyla iki yamaç arasına kurulmuş köklü bir Türkmen yerleşim bölgesidir. Her ne kadar yazılı kaynaklar incelendiğinde geçmişe ait veriler 800 yıla yakın bir tarihe tekabül etse de Keçi Kalesi gibi tarihi bir kalenin burada olması buna istinaden yine Gaziler (Gazeler) mezarlığı, Eski Çarşı olarak adlandırılan Kale Boyu ve Yeraltı şehirlerinin Eski Kızılcaköy toprakları içersinde yer alması köy yerleşiminin ve tarihinin daha da eskilere dayandığının en önemli kanıtıdır. Bu tezimi destekleyen verilerden Eskiköydeki Gaziler mezarlığının tarihçesine ve önemine bakarak sizlere yerleşim yerinin geçmişi hakkında sağlam deliller sunmaya çalışacağım. Öncelikle Türkmen Gazilerin tarihteki konumlarından kısaca bahsederek köyün kuruluş tarihi hakkında bilgiler vereceğim. 11 ve 12 yüzyıllar arasında ilk Gazi hareketlerinin uç bölgelerde başladığını biliyoruz. İşte Türkmen gaziler bu uç bölgelerden Anadolu’ya gelerek Allah’ın ismini yani İslamiyet’i yaymak için gaza etmişlerdir. Osmanlı Devletinde ve Anadolu Selçukluları zamanında özel statüleri olan Gaziler her zaman Türkler için birer kahraman niteliğinde olmuşlar ve gönülleri fethetmişlerdir. Bu Alperen Gazilerin mezarları Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Kırşehir Eski Kızılcaköyde de bulunmaktadır. Keçi Kalesi’nin de bulunduğu bu bölgede muhtemelen 18 Serdar ATABAY Kale Boyu olarak adlandırılan Kaleciğin savunma görevini yapan düşmanlarla, Türkmen Gaziler gaza etmişler ve mücadele esnasında ya şehit düşerek buraya defnedilmişler ya da bu bölgeyi ele geçirerek burada yaşayıp ölmüşlerdir. Böylelikle zamanla buralara gömülerek Gaziler (Gazeler) mezarlığını meydana getirmişlerdir. Türkmen Gazilerin yaşadıkları yüzyılın tarihte yer alması ve Eskiköyde mezarlarının bulunması, köy geçmişinin yazılı kaynaklara dayalı olarak 800 yıla yakın olduğu konusunda ispatlayıcı en önemli delillerden birisidir. Fakat 11 ila 13 yüzyıllar arasında Kırşehir’de yaşayarak önemli eserler bırakan o yüzyılın en büyük Tasavvuf ehli ve düşünürlerinden Süleyman Türkman-i, Emir Nureddin Caca (Cacabey) ile Ahi Evran’ın Vakfiyelerinde yine Eski Kızılcaköy isminin yer bulması mevcut yüzyılların netliğinden kaynaklı bizlere köyün geçmişi hakkında farklı verilerde sunmaktadır. Bu Vakfiyelerin yazıldıkları yüzyılları ve vakfiyede yer alan konuları kısaca anlatacak olursak; (11–12 y.y) Ahi Evran Vakfiyesinde; Kızılca, Pazarağıl, Çardak, Lodran, Kalpak, Kara Halil, Umur Köyü, İncekır Mezrası, Yazı Bicir, Koçak, Gökçelü, Kızılkaya, Ağmalcılağlı, Mikailhisarlı, Beğdur, Karslan, Arslan Toğmuş, Kozağaç, Mucur, Gümüş Kümbet, Seyf Saray (Yazlık Saray) Yazıkınık, Ahibozlar, Kükgeven, İdris Mezrası, İlmülk, Güllüce, Gökçeöyük mevkii veya köylerinin dörtte biri veya yarı hisseleri vakfedilmiştir. Bunların haricinde Kırşehir’de; iki çiftlik, bir takım tarla, bahçe, evler, hamam, iki kapılı değirmende vakfedilen emlaklar arasındadır. Vâkfın şartlarına göre; Mezarın yanında bir zaviye, türbeye bitişik bir mescit yapılacak, Zaviye Şeyhi beş vakit namaz kıldıracak, namaz akabinde vâkıfa dua ile sabah namazı sonunda Yasin-i Şerif ve Şeyh Hamid-i Veli’nin evradı okunacak, cuma ve mübârek gecelerde mescitte zikir çekilecek, Vakfın idaresi kendi neslinden gelen evlatlarından olacak eğer evlatları vakfı korumuyorsa, görevden alınarak, bir başka evlada görev verilecek. Vakfın gelirinden mescit ve zaviye tamir olacak, arta kalan meblağdan günlük bir dirhem Zaviye Şeyhine verilmesi, geriye kalanın misafirlere harcanması vakfiye şartlarındandır. (12–13 y.y) Süleyman Türkman-i Vakfiyesinde ise; Şeyh Süleyman Türkman-i doğu tarafından gelen misafirler, garipler ve işi olan19 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı lar için bir bina yaptırmıştır. Bu misafirhane için Kırşehir’e yakın Kızılca, Baranaklı, Çoğun, Çukurtaş, Bakişiye Köyü ve daha birçok köyleri vakıf olarak ayırmıştır. Vakfedilen yerlerin geliri mahalle yollarına, kamu işlerine sarf edilmekte ve Mevlevi Şeyhleri de bu vakıftan yararlanabilmekteydiler. (12. y.y) Cacabey Vakfiyesinde ise: Ahi Çorak, Terma Köyü, Sakeş Köyü, Anöz Mezra’ası, Kızıka Sivri, Ziyaret Kemad Dağı, Evliya Kapısı Mezra’ası, Kızılca Dağ, Büyütken Arazisi, Kızılca Mezra’ası, Hırka Mezra’ası, Soyhak Köyü, Karye-i Kuni, Karakaya Dağı, Kunik Mezra’ası, Everek Köyü, Cemele Kalesi, Salamat Dağı, Bahattin Köyü, Kavak Kepezi, Musa Kepezi, Akpınar Mezra’ası, Kurupınar Mezra’ası ve ismini yazmadığımız daha birçok yer ve mevkii vakfiyede yer almaktadır. Vakfiyenin sonunda ise vakfa zarar verenlere bedduada bulunulmaktadır. Vakıf, Cacabey’in talebe-i ilim için bina etmiş olduğu medreseye vakfedilmiştir. Yani tamamen manevi hassasiyetler gözetilerek kurulan bu vâkıflara Eski Kızılcaköy’ün vakfedilmesi köyümüzün tarihi serüvende ne kadar hassas ve önem teşkil ettiğini bizlere göstermektedir. Tabii ki vakfiyelerin tarihçelerinin sabitliği köyün tarihçesini de doğrular niteliktedir. Başka bir yazılı kaynakta ise Dulkadiroğulları Beyliği’nin Kırşehir civarlarında gösterdikleri faaliyetler neticesinde Eski Kızılcaköy isminin burada da geçtiğini aşağıdaki yazılanlardan anlamaktayız. (14–15 y.y) Dulkadiroğulları Beylerinden Alaüddevle Bozkurt Bey’e Kırşehir Sancağı tımar olarak verilmiştir. Alaüddevle Bey, Kırşehir’in Budaközü nahiyesine tabii “Bey Kışlası” Mezrasında ikamet ediyordu. Kırşehir başta olmak üzere Alaüddevle Bey’e, Fatih Sultan Mehmet tarafından dirlik olarak verilen yerler o zamanki adları ile şöyledir: Kızılcaköy, Mucur, Salanda, Ortaköy, Koçaç, Hüseyin Abat Nahiyesine tabi Perçem, Yatankavağı, Sofular, Kavurgalu, Saru Hoca köyleri, Budaközü Nahiyesine tabi Öyük, Üç Karaağaç köyleri ve Bey Kışlası, Yassıviran, Topan, Kavukağaç, Ebeguli, Lodran, Çarık, Üçorgun, Tahir Kara Talı, Kovaağaç, Kirmide, Gölhisar, Seracak, Horka, Hatip mezraları ile Cisr-i Sahip, Kızılöz, Akşenir, Malya, Semiryan, Alpi, Öşürlü Yüzü, Evrenderesi, Kolpak, Araklu, Gömlen, Yaylacık, Bekinli, Daruözü, Gümüşcek, Agoyuk nahiyelerinde muhte20 Serdar ATABAY lif araziler, kışlak ve yaylaklar ile Varsat aşiretleri olmak üzere 25 bin akçelik tımardır. Gerek vakfiyelerde gerekse Dulkadiroğulları Beyliğinin faaliyet gösterdiği dönemlerde Eskiköy isminin geçmesi daha da önemlisi Türkmen gazilerin mezarlığının, tarihi Keçi Kalesinin, Kale Boyu dediğimiz Eski Çarşı yerleşiminin, Yer altı şehirlerinin yine bu köy toprakları içerisinde bulunması Eski Kızılcaköy tarihinin yazılı kaynakların aksine daha da eskilere dayandığını bizlere göstermektedir. Çünkü Yeraltı şehirlerinin ve Keçi Kalesinin tarihçelerinin Eskiköyün tarihçesinden daha da eski yıllara dayandığını mantıklı düşünen herkesin yorumlayabileceğini düşünmekteyim. Eski Kızılcaköy tarihini birçok kaynaktan verdiğimiz örneklerle destekledikten sonra Kızılca isminin ne anlama geldiği merak edilecek olursa Türk tarihinin biraz irdelenmesi yeterli olunacaktır. Bilindiği gibi Türklerin Orta Asya bozkırlarından Anadolu coğrafyasına gelişleri tamamen Anadolu’da yeni bir kültürün oluşmasına da vesile olmuştur. Çünkü Orta Asya’dan gelen Türkler yalnızca kendilerini değil kültürlerini, yer adlarını, dillerini, sosyal yaşantılarını ve gelenek-göreneklerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Ayrıca Türklerin kullandığı yer adları o toplumun kültürü hakkında bizlere en önemli bilgileri vermektedir. Türklerin Anadolu’ya akın akın göçleri esnasında geldikleri bölgelerdeki yer adlarını, yöresel mevki isimlerini, el, boy, oba ve oymak isimlerini, bazen boy büyüğünün veya boy beyinin ismini, arazi yapısı ve coğrafi bölge isimlerini yerleştikleri yerlere koymuşlardır. Zaten tarihte Türklere ait olan yer ve yaşam alanlarının tereddütsüz kabul edilmesindeki en büyük ispat Türklerin göç ettikleri yerlere eski yerleşim yerlerindeki isimlerini vermelerinden kaynaklanmaktadır. Kızılca ismine ve tarihteki kullanım alanlarına bakılacak olursa Orta Asya’ da ki birçok mevki isimlerinde ve Türkmen boy, el, oba ve oymaklarında Kızıl, Kızılca, Kızılca-Yalınç, Kızılkeçili- Kızılcakeçili, Kızıl Kocalı, Kızıl Oğuz Türkmenleri, Kızıllu, Kızılayak, Kızıl Koca, Kızılkoyunlu, Kızılışıklı gibi Kızıl kökenli isimlerin geçtiğini görüyoruz. Eski Kızılcaköyün ismi de muhtemelen bu el, boy, oba ve oymak isimlerinden kaynaklı konulmuştur. 21 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Fakat Eski Kızılcaköy, Çanakçıdan gelen ve Oğuzun en büyük boylarından biri olan Avşarlar’ın oluşturduğu bir Türkmen köyüdür. Çanakçıda bulunan mezarlar Eski Kızılcaköye buradan gelindiğinin en büyük delilidir. Bilindiği gibi Avşarlar Oğuz’un Bozoklar boyundan Yıldızoğulları koluna bağlıdırlar. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin Avşar boyundan olduklarını konuşma dillerinden, sosyal yaşantılarından, köy oyunlarından, yerel halk inanışlarından, yerel kelimelerinden, yayla hayatlarından, örf, adet, gelenek ve göreneklerinden anlamaktayız. Ayrıca köyde bulunan Avşaroğulları sülalesinin isminin de köyde bulunan Avşarlar’ın bir kanıtı olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Yazılı kaynaklara göre 800 yıllık tarihinden bahsettiğimiz Eski Kızılcaköy yerleşim bölgesinin iki yamaç arasında kuytu bir yerde kurulmuş olması her ne kadar soğuk havadan korunma mantığıyla izah edilse de mevcut yamaçların birleştiği yerin suyolu gideri vazifesi görmesi aşırı kış aylarında ve yağmurlu günlerde gelebilecek felaketin bir habercisi olmuştur. Ne acı bir gerçektir ki 1958 yılında vuku bulan bir sel neticesinde bahsettiğimiz coğrafyanın müsait oluşundan kaynaklı köydeki çoğu yerleşim yerinin tahrip olmasıyla 1960 ve 1968 yılları arasındaki belirli zamanlarda Yeni Kızılcaköye taşınılması köklü bir Türkmen köyünün yok olmasına ve yaşadıkları bölgeden ayrılmalarına sebep olmuştur. Şuan ki Eskiköy örenleri bu doğal afetin bir sonucudur. 22 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköyün halk âşıklarından Âşık Mediha’nın sel felaketi üzerine yazdığı şiirinde bu afetin ciddiyetini bizlere anlatmaktadır. ‘Yüce dağ başından kalktı kasırga. Yaredenim afatından esirge.’ Kara bulut gökyüzüne ağıyo. Yağmur değil sanki afat yağıyo. Çoluk, çocuk evsiz kaldı ağlıyo. Yaredenim afatından esirge. Doğru get selde yolundan savuş. Temeli, duvarı eğledin havuş. İmdada yetişti jandarma çavuş. Yaredenim afatından esirge. Netice itibarı ile Eski Kızılcaköy Türkmenleri hiçbir şekilde kültürlerinden kopmayarak aksine yüzyıllardır süre gelen gelenek ve göreneklerini Yeni Kızılcaköyde yaşayıp yaşatarak ve kültürlerini ayakta tutmayı başararak Kırşehir’in saf ve temiz bir Türkmen oymağı olmaya hak kazanmışlardır. 23 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Eski Kızılcaköyde Bulunan Gazeler (Gaziler) Mezarlığı Gazeler Yağız atlar sırtında yollara koyuldular. Eski Kızılcaköye dört koldan yayıldılar. Allah, Allah sesiyle her yerden duyuldular. Peygambere el edip selam durdu gazeler. İman ile suladı cennet yurdu gazeler. Türkmen ellerden gelip tatlı candan geçtiler. Şahadetin demini kanlı elden içtiler. O küffarın neslini ta kökünden biçtiler. Serdar Atabay derki gizli sırdı gazeler. Gönülleri ısıtan sanki kordu gazeler. slam dinini korumak ve yaymak amacıyla Müslüman olmayanlara karşı yapılan kutsal savaşa gaza, düşman ile savaşan ya da savaş İyapmış kimselere de gazi denilmektedir. Arapça gazi kelimesinin Türkçe de bulunan eş anlamlısı akıncı kelimesidir. Dolayısıyla gazileri göçebe Türkmen akıncılar olarak ta tanımlayabiliriz. Ancak İslam dünyasında gaza ve cihat kavramları aynı anlamda kullanılırken Türkler arasında ise her iki kavram farklı anlamlar kazanmış ve Kur’an-ı Kerim’de de daha çok cihat ve mücahit kavramları kullanılmasına rağmen Türkler Anadolu da özellikle gaza ve onun faili gazi kavramlarını tercih etmişlerdir. Türk İslam tarihine bakıldığı zaman genel olarak din uğrunda savaşan her Müslüman’ın sıfatı gazidir. Horasan gazileri, Semerkant gazileri, Rumeli gazileri, Gaziyan-i Rumi (Anadolu gazileri) bunlara örnektir. 24 Serdar ATABAY Kırşehirli Âşık Paşa’nın yazdığı Garipname eseri tasavvufi olduğu kadar Türklere gaza ve cihat kavramlarını menşei olan Alp’lik geleneği üzerinde durmuş ve Türkmen gazilerden bahsetmiştir. Türkçe: cesur, yiğit, kahraman anlamına gelen alp unvanı İslam kültürünün etkisiyle Selçuklu kaynaklarında gazi kelimesinin Türkçe karşılığı olarak kabul edilmiştir. Bazen de Alp-Gazi şeklinde birleşen bu kelime tasavvufun etkisiyle Alperen (Savaşçı dervişler) şeklini almıştır. Diyar-ı Rumi, yani Bizans Anadolu’sunu çok iyi tanıyan gazilerin, ilk gazi hareketleri 11 ile 12 yüzyıllar arasında uç bölgelerde başlamıştır. Çünkü buralarda cihat gereği sıkça savaşlar yaşanması mevcut bölgeyi önemli kılmıştır. Yine buradaki yerleşimin hızlanmasındaki sebep ise yönetim zayıflığı ve Moğol baskısından kaynaklanmaktaydı. Stratejik alanlarda faaliyetler gösteren gazilerin amacı Allah’ın ismini dolayısıyla İslamiyet’i her yere yaymak anlayışıdır. Bu nedenle Türkmen Gaziler (Derviş gaziler) Osmanlı halkasına katılarak yine kendi dervişlerinden ‘Atlarınıza binin durdukları yerde inin’ tez zamanda hizmete başlayın, sözüne istinaden atlarına binerek kâfire karşı mücadeleye başlamışlardır. Önceleri uç bölgelerinde faal olan gaziler Anadolu Selçukluları zamanında daha da batıda yoğunlaşarak Bizans sınır boylarında askerî teşkîlat oluşturmuşlardır. Selçuklu Sultanları Türkmen gazilere özel statü sağlamış bu statüyle gaziler askeri anlamda teşkilatlanmışlar ve batıya doğru hizmete giderken de yolarda ve konakladıkları yerlerdeki küçük aşiretleri, çevre köylerdeki toplulukları peşlerine takarak kalabalık bir gazi ordusu haline getirmişlerdir. Bu arada Türkmen gazilerin manevi önderleri olan Türkmen Babalar peşlerinde sürükledikleri toplulukların içersindeki yarı Şaman Türkmenleri de İslam’a yönlendiriyor böylelikle İslam kültürünü ve gaza anlayışını kuvvetlendiriyorlardı. Savaş esnasında yalın ayak Dervişler, Türkmen Babalar ve Şeyhler ise Türkmen gazilerin önlerinde savaşarak manevi bir hava veriyorlardı. Türkistan’dan başlayarak Selçuklu devrinde Anadolu’ya gelen gazilik kültürü Osmanlıda daha derin bir iman ile canlanmış ve Osmanlıda Türkmen gazilere gazi, gaziler (gazeler), gaziyan sözü yakıştırılmıştır. Osmanlı devletinde Sultana gazi, ordusuna da gaziler ordusu deniyordu. Zaten Osmanlının kuruluşunda Türkmen gaziler en önemli zümreyi oluşturuyorlardı. 25 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Kırşehir bölgesindeki Türkmen dervişler, Türkmen gaziler, Alperenler’in ve Ahilerin varlığı bilinmektedir. Özellikle Ahiyan-i Rum, Bacıyan-i Rum, Abdalan-i Rum ve Gaziyan-i Rum zümrelerinin bu bölgede ortak olarak hareket ettikleri kaçınılmaz bir gerçektir. Bilindiği üzere Türkmen gazilerinin mezarları Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Kırşehir Eski Kızılcaköyü’nde de bulunmaktadır. Osmanlıdan günümüze çoğu kaynakta yer alan ve Sekiz yüz yıla yakın geçmişi bulunan Eski Kızılcaköyü’nde Gaziler mezarlığının olması buna istinaden yine aynı bölgede Keçi Kalesi gibi stratejik bir kalenin bulunması yukarıda anlattığımız gaza ruhunun buralarda yaşadığının en önemli kanıtıdır. Özellikle Kırşehir bölgesinde birçok askeri ve manevi teşkilatların bulunması bunların Osmanlı Devleti ile birlikte hareket ederek başarılı olması bizlere bu bölge halkının da önemli bir faktörünün olduğunu gösteriyor. İşte bahsettiğimiz bu olayların neticesinde Eski Kızılcaköydeki gaziler mezarlığının bulunması Türkmenlerin yoğun olduğu bu coğrafyada gaza ve gazilik ruhunun gerçekten yaşanmış olmasından kaynaklanıyor. Eski Kızılcaköyde bulunan gaziler adındaki mezarlık yöresel söylemden dolayı ‘Gazeler’ diye adlandırılıyor. Keçi Kalesi’nin de bulunduğu bu bölgede muhtemelen Kale Boyu olarak adlandırılan Kaleciğin savunma görevini yapan düşmanlarla, Türkmen gaziler gaza etmişler ve mücadele esnasında ya şehit düşerek buraya defnedilmişler ya da bu bölgeyi ele geçirerek burada yaşayıp ölmüşlerdir. Böylelikle zamanla buralara gömülerek gaziler mezarlığını meydana getirmişlerdir. Eski Kızılcaköy halkı da bu Türkmen gazilere duydukları sevginin neticesinde bu alanı kutsal sayarak Gazeler diye adlandırıp bu zamana kadar gelmesine vesile olmuşlardır. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin gazilere nimet borçlarını bu mezarlığa yüzyıllar boyu sergiledikleri saygı ve sevgiyle ödediklerini bilmekteyiz. Gazeler mezarlığına halk arasında mezardan çok Şaman kültüründen kaynaklanıyor olsa gerek farklı olgular eklenmiştir. Gerçi Anadolu da çoğu gazi mezarlarının türbe ya da yatıra dönüştürülüp ziyaret edilmesi yaygın bir gelenektir. Buna istinaden Eski Kızılcaköy Türkmenleri de gaziler mezarlığını kutsal mekân olarak saymışlar ve senelerce ziyaret yeri olarak kullanmışlardır. Köyün yamacında bulunan bu kutsal mekâna köy halkı tarafından verilen değer değişik inanışla26 Serdar ATABAY rın var olmasına sebep olmuştur. Bahsettiğimiz şaman inanışlarından kalma birkaç örneği kısaca sıralayacak olursak şöyledir; *Gazeler mezarlığı, bayramlarda ve özel günlerde(Doğum, ölüm, evlenme, yağmur duası gibi) ziyaret ediliyordu. Ziyaret esnasında mezarlıkta bulunan otlar, pislikler temizleniyor daha sonra da gazilere dualar okunarak onlar adına Yaradan’dan dilekte bulunuluyordu. *Kurak zamanlarda yağmur yağması için köy halkı toplu olarak gazelere çıkıyor ve burada yağmur duası yapıldıktan sonra kurbanlar kesilip yemekler dağıtılıyordu. *Çocuğu olmayan kadınlar gazeler mezarlığının etrafında köyün en yaşlı kadınları, annesi ve kaynanası ile beraber döndürülerek dua ediliyordu. Dua ile beraber kurban kesen, mezarlara çaput bağlayan, para bırakanlarında olduğu bilinmektedir. Neticede bu yapılanlardan sonra çocuğu olanlar hele de erkek çocuğu olanlar nadirde olsa çocuklarına Gazi ismini veriyorlardı. *Çocuğu doğmadan veya doğduktan sonra ölen aileler çocuklarını gazeler mezarlığına gömüyorlardı. Böylelikle aşırı saygı ve sevgi besledikleri bu şahsiyetlerle çocuklarının yan yana gömülü olmasından kaynaklanan manevi bir rahatlık duyuyorlardı. Sık sık bu mezarlığın ziyaret edilmesiyle çocuklarının da mezarlarını ziyaret etmiş ve gönüllerini rahatlatmış oluyorlardı. *Gazeler mezarlığının köyde olmasından dolayı Eski Kızılcaköy Türkmenleri bu şahsiyetler sayesinde köylerinin de manevi olarak korunacağına ve huzurlu olacağına inanıyorlardı. Yukarıdaki anlattıklarımızdan çıkarılacak ana fikir Türkmen gaziler ömürlerini Allah’ın ismini, İslamiyet’i, kitabı olan Kur’ anı yaymak ve Türk bayrağını her yerde dalgalandırmak ülküsüyle mücadele eden kişilerdir. Tarihin şanlı sayfalarında yaptıkları ile anılırlarken ölmüş olmalarına rağmen yüzyıllar sonra mezarlarına duyulan saygı ve sevgiyle yüreklerde capcanlı şekilde yaşamaya devam ediyorlar. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin en önemli manevi şahsiyetleri olarak günümüze kadar süre gelen bu kültürün temelini oluşturan gazilere bende Cenab-ı Mevla’dan rahmet diliyor ve şükran borcumu Eskiköydeki ‘Gazeler Mezarlığının’ tarihçesini yazarak yerine getirmenin gururunu yaşıyorum. 27 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Eski Kızılcaköydeki Tarihi Keçi Kalesi H er toplumun kaleleri yapmalarındaki amaçları düşmanlardan korunmak, güvenliği sağlamak ve saldırıları engellemek içindir. Bu sebeplerden dolayı kesme moloz taşların örülmesiyle kalın ve yüksek duvarlar oluşturularak yapılan savunma amaçlı bu yapılar, görünüşleriyle ve tarihteki savaşlara yön verişleriyle bulundukları asra damgalarını vurmuşlardır. Yüzyıllar önce yapılan devasa kalelerin yanı sıra kaleciklerinde inşa edilmesi bu yapılarında o günkü konumları gereği değişik kullanım alanlarının olduğunu bizlere göstermektedir. Genellikle kalelerin yanlarında ya da belirli uzaklıklarında kalecikler yapılması bu kaleciklerin gözetleme, savunma, istihbarat ve karakol niteliği taşıdıklarının bir kanıtıdır. Neticede inşa edilen bu muhteşem kaleler sayesinde şehirler, yollardaki kervanlar, kalenin içersinde ve çevresinde yaşayan insanlar, geçitler ve boğazların güvenliğini sağlıyordu. Savaş esnasında mevcut kalelerin alınması bulunduğu şehrin fethedilmesi anlamını, kaleyi kaybetmekse savaşın kaybedilmesini anlamını taşıyordu. En önemli husus ise her kalenin yapılışında bu kalelerin kitabeleri de yazılıyordu. Yazılan bu kitabelerde kalenin ve kaleyi yaptıranın adı ya da kim adına yaptırıldığı, yapılış tarihi, yapılış sebebi belirtiliyordu ki günümüze kadar gelen bu kalelerin isimleri ve tarihçeleri bu kitabelerden yararlanılarak tespit edilmiştir. Günümüzde kitabesi bulunmayan çoğu kalenin tarihi ise yüz yıllardır süre gelen anlatımların ve efsanelerin derlenmesiyle yazılmıştır. İşte kitabesi olmayan kalelerden biri olan Keçi Kalesi'nin tarihsel boyutu, ciddi bir araştırmanın sonucu olarak meydana gelmiştir. Titiz bir çalışma ve özverili bir araştırma neticesinde Keçi Kalesini tarihin 28 Serdar ATABAY derinliklerinden gün yüzüne çıkararak tarihe yeni bir bakış açısı kazandırmanın gururuyla Kırşehir Kızılcaköy Keçi Kalesinin tarihini sizlerle paylaşmak istiyorum. Keçi Kalesi, Kırşehir’e 12,5 km. uzaklıktaki merkez Kızılcaköy’ün kuzey doğusunda yer almaktadır. 1457 metre yüseklikteki hâkim bir tepe üzerinde kurulu olması, stratejisi ve konumu açısından o günkü önemini gösterir niteliktedir. Kalenin kimler tarafından yapıldığı kalenin kitabesinin günümüze kadar ulaşamamasından dolayı kesin olarak bilinmemektedir. Yapılışında kesme moloz taşların kullanıldığı ve bu taşlarında Eskiköydeki mağara olarak bilinen fakat o günkü yer altı şehirlerinin yapılışı esnasında çıkarılan taşlardan temin edildiği bilinmektedir. Özellikle Eskiköydeki yer altı şehirlerinin bulunduğu mağaraların formasyonu incelendiğinde Keçi Kalesinde bulunan kesme moloz taşların formasyonuyla aynı olması bu tezi kuvvetlendirmektedir. Ancak kale surlarının büyük ölçüde tahrip olası bizlere yıkık moloz taşlardan başka hiçbir kanıt bırakmamıştır. Ayrıca yine Eskiköydeki Eski Çarşı olarak adlandırılan ve yine kesme moloz taştan yapılan Kale Boyundaki yapılarında burada olmasının kesinlikle tesadüf olmadığının yine bu taşlarında yer altı şehrinin yapımı sırasında buradan temin edildiğinin en büyük kanıtıdır. Keçi Kalesinin yüksek bir tepede kurulu olması ve kaleye giden mevcut bir yolun olmaması akıllara ulaşımı nasıl sağlıyorlardı sorusunu getirmektedir. Sorunun cevabı ise yine kalenin içerisinde bulunan uçsuz bucaksız derin kuyu ya da kuyuların kaleye 2,5 km uzaklıktaki eski Kızılcaköyde bulunan Yeraltı şehir yollarıyla birleştiğini ve birkaç yer altı yoluyla da değişik noktalara çıkışlarının olduğunu akıllara getiriyor. Çünkü Eskiköydeki Yer altı şehirlerinin doğal bir oluşum olmadığı ve insan gücüyle mağara şekline dönüştürüldüğü gözle görülebilecek kadar aşikârdır. Keçi Kalesinin tarih içerisindeki konumu ve önemini köyün en yaşlılarından 98 yaşındaki Süleyman ÖZHAN’ın kendi dedelerinden duymuş olduğu “Cemele’nin Cemelesi, Omala’nın Omalası ille de Kızılcaköyün Keçi Kalesi” sözü bu kalenin yüzyıllar öncesi konumu doğrular nitelikte olsa gerek. Neticede Kızılcaköydeki Keçi kalesinin varlığı, Cemele köyünde Cemele kalesinin bulunması, Omala Dağında da muhtemelen kalecik olan karakol kalesinin olduğu fakat günümüz- 29 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı de hiçbir kalıntısının kalmadığı düşünülecek olursa Keçi Kalesi için söylenen bu sözün hiçbir tartışmaya gerek olmayacak kadar net ve gerçek olduğunu gösteriyor. Ayrıca Keçi Kalesi isminin nereden geldiği merak edilecek olursa kısaca şöyledir; Tarihe asırlarca yön vermiş Türklerin, pratik zekâsını her savaşta olduğu gibi bu savaşta da kullanmış olması Keçi Kalesi isminin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Yukarıda kalenin konumu gereği öneminden bahsetmiştik. 1457 metre yükseklikte hâkim bir tepeye kurulu olması alınması zor olan bu kaleyi almak için belirlenecek savaş tekniğinin düşünülmesiyle başlanmıştır. Kısıtlı imkânlarla bu kalenin alınmasının mümkün olmayacağı bellidir. Öncelikle kalenin alınmasında kullanılacak strateji belirlenir. Bu strateji Türklerin en önemli savaş taktiği ve hayvan marifetine dayalı bir sistem olan keçilerin kullanılmasıdır. Keçilerin tercih edilmesindeki amaç bu hayvanların boynuz yapılarından ve Türklerin en önemli geçim kaynağı olan küçükbaş hayvancılığının İç Anadolu bölgesinde yaygın olmasından kaynaklanmaktadır. Keçilerin boynuz uzunlukları ve heybeti bu taktik için çok önemli bir husustur. Öncelikle bu sistemde havanın kararması beklenecek sonra havanın kararmasıyla beraber keçilerin boynuzlarındaki mum ya da çaputlar yakılarak hayvanların kaleye doğru ilerlemesi sağlanacak ve böylelikle düşmana kalabalık bir ordu imajı verilmiş olunacaktır. Bu yöntemin kullanılmasındaki avantaj az asker ve kısıtlı imkânlarla bir kalenin fethedilmesinin mümkün olmayacağından kaynaklanan düşüncedir. Düşmanı psikolojik olarak etkilemenin yolu kalabalık imajını vermektir. Bu imajı gündüz vermek mümkün değil çünkü gündüz her şey net görülebilecek olmasından dolayı gece karanlığından istifade etmek başarılı olmak demektir. Neticede karanlık bastırmaya yakın hazırlıklara başlanır ve keçilerin boynuzlarındaki mum ya da çaputların yakılmasıyla beraber zifiri karanlıkta kaleye doğru keçiler yürütülür ve arkasındaki askerlerde beraber kaleye doğru yol alınır. Bu arada bir ayrıntıda ecdat keçilerin boynuzlarında yaktıkları mum ya da çaputların keçilere zarar vermemesi için hayvanların kafalarına deriden başlıklar geçirerek ateşten zarar görmemelerini sağlayarak sağlıklarını da muhafaza ediyorlar ki bu olay Türklerin vicdanını ve hayvanlara bile ne kadar önem verdiklerinin açık bir örneğidir. 30 Serdar ATABAY Kaleye doğru ateşlerle gelenleri görenler hazırlıksız yakalanırlar ve üzerlerine gelen keçileri kalabalık bir orduyu benzetince de “Bunların yayaları bu kadar ise atlıları ne kadardır” diyerek kaleyi hemen terk ederler. Böylelikle kan dökülmeden, savaş malzemesi dahi kullanılmadan kalenin fethedilmesi sağlanıyordu. Kaleye de keçilerin sayesinde alınmasına sebeptir ki ‘Keçi Kalesi’ ismi yakıştırılıyor ve tarihte bu isim ile anılmaya başlanıyor. Keçi Kalesi ismi yalnız Kırşehir Kızılcaköyde değil Türkiye’nin birkaç ilinde de vardır. Yukarıda anlattığımız taktiğin bu illerde de kullanılması kale isimlerinin aynı olmasının nedenidir. Türkiye’de bilinen Keçi Kaleleri ve bulundukları iller şunlardır; Kırşehir Yozgat Bolu İzmir Niğde Adana İstanbul Kayseri Aydın Ordu İstanbul Antalya Gümüşhane - Kızılcaköy Yerköy Gerede Selçuk Altunhisar Karaisalı Pendik Merkez Söke Akkuş Sultanbeyli Alanya Merkez Buradan çıkarılacak ana fikir Keçi Kalesi isimlerine ve tarihteki alınış şekillerine bakıldığı zaman isimlerinin verilmesi ve efsaneler tamamen aynıdır. Türklerin yaygın bir savaş stratejisi olan keçi marifetine dayalı bu savaş taktiğinin sık sık kullanılması ve başarılı olmasından dolayı bu sistemle alınan her kaleye Keçi Kalesi isminin verilmesi kaçınılmaz olmuştur. Türklerin dâhiyane yüzlerce savaş taktiklerinden sadece bir tanesi ve en etkili olanı da budur. Çünkü bu sistemde savaşılmadan dolayısı ile hiç kan akıtılmadan zaferin kazanılması sağlanmıştır. Kızılcaköy Keçi Kalesinin isminin doğuşu yukarıda anlattığımız olaylardan ileri gelmiş ve tarihteki yerini bu şekilde almıştır. 31 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin Sosyal Yaşantıları C anlıların yaşayabilmeleri için en önemli temel ihtiyaçları yemek, içmek, uyumak ve korunmaktır. Hayatın vazgeçilmezleri olan bu ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için öncelikle barınacak bir yerlerinin olması gereklidir. Tabiata bakıldığı zaman her canlının barınacağı bir yeri vardır. Bu yerleri kimileri kendisi yapar kimileri ise doğanın sunduğu hazır imkânlardan yararlanır. İşte insanoğlunun barınacağı yerleri de evleridir ve bu evleri kendileri inşa ederler. Evler insanların maddi ve manevi durumlarını, kültürlerini ve yaşantılarını gösteren birer simgeleridir. Her toplumun farklı farklı kültürleri ve bu kültürlerini yansıtan yaşam biçimleri vardır. Giyimi, kuşamı, konuşması, fiziksel özellikleri ve inandığı değerlerinin birbirlerinden farklı olduğu gibi evlerinin de özellikleri değişkenlik gösterebilir. Yörelere ve iklime göre çadır, betonarme, kerpiç, tahta, buzdan yapılma evler ve mağara tarzı yerler tercih edilebilir. Bunları tercih etmelerindeki en önemli amaç ise bulundukları coğrafya ve iklimden kaynaklanmaktadır. Zaten bunlarda o bölge insanının kültürünü ve yaşam tarzını belirlemektedir. Ben burada eski Kızılcaköy Türkmenlerinin sosyal yaşantılarını öncelikle evlerinden başlayarak anlatmaya çalışacağım. 32 Serdar ATABAY Kerpiç Evler E ski Kızılcaköy Türkmenlerinin yaşadığı evler killi topraktan yapılma kerpiç evlerdir. Bu evlerin en büyük özelliği yazları serin kışları ise sıcak olmasıdır. Bir nevi doğal klima vazifesi görmeleri ve evde rutubetin hiç olmaması sağlıklı bir yaşam açısından tercih edilmelerinin en büyük sebebidir. Kerpiç evler genelde yağışın az, ikliminde kurak olduğu yerlerde yaygındır. Kırşehir iklimi de bahsettiğimiz bu kriterlere uygun olduğu için kerpiç evlerin buralarda olması kadar doğal bir şey olamazdı zaten. Bu evleri köylüler kendi imkânlarıyla yaparlardı. Kerpiç evlerin yapımı kolay fakat bakımları çok zordu. Bir sanat niteliği taşıyan bu evlerin yapılışını kısaca anlatmak gerekirse: Eve ilk önce kerpiç tuğlaların yapımıyla başlanırdı. Belirli bölgelerden temin edilen killi toprak su ile karıştırılarak içine saman atılırdı. Bu karışım ayaklarla ya da ellerle ezilerek çamur kıvamına getirilirdi. Köyde buna “toprak özleşti” denilirdi. Bu çamurlar tahtadan yapılma dört gözlü kalıplara dökülür ve hemen arkasından düz bir tahta ile üstü düzlenerek fazlalıklar alınırdı. Düzlenen kerpiçlerden kalıplar çekilerek alınır ve kurutularak kerpiç tuğlaların yapımı tamamlanmış olurdu. Öncelikle herkes yapacağı evin projesini kafasından tasarlar ve bundan sonra evin temeline başlanıp ardından belirli mesafeye kadar taşların sonra da kerpiçlerin örülmesiyle duvar oluşturulurdu. Burada ki en önemli husus kerpiç tuğlaların kapı, pencere ve ‘hezenleri’ iyi tutması daha doğrusu dengelemesi için aralarına ‘tapan’ atılmasıydı. Bu işlemde yapıldıktan sonra evin içi hazırlanmış olur ve arkasından evin damının yapımına geçilirdi. Evin tavanına ilk önce belirli ölçeklerde sağlam ve düz hezenler (kavaklar) belirli aralıklarla yerleştirilir. Bunların üzerlerine de sırayla hasır, çipli, ot, saman ve toprak atılarak düzleştirilirdi. Biten damın üzerine tuz atılarak, toprağın berkeştirilmesi (sıkılanması) ve kışın 33 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı karın damda erimesi sağlanırdı. Yağmur suyunun ve eriyen karın damda kalmaması için her evin damına ‘çörten’ adı verilen su akma giderleri yapılırdı. Özellikle çörtenin damdaki yeri çok iyi tespit edilmelidir. Aksi durumda damın sudan etkilenerek yıpranması kaçınılmaz olur. Damın başka bir özelliği de yazları toplanan meyve ve sebzelerin buralara serilerek kurutulmasıdır. Damın yapımının tamamlanmasından sonra evin kapı ve pencerelerine geçilirdi. Pencerelerde genelde parmaklık olur ve bunların üzerlerine kâğıtlar hamurla yapıştırılarak bir çeşit cam vazifesi görmesi sağlanırdı. Evlerin tamamlanmasının ardından hemen hemen her evin avlusu yine çoğunlukla taştan ve az da olsa kerpiçten yapılırdı. Avluya dikilen dut, armut, zerdali, elma ağaçları evin yanı başında iken iğde ağaçları ise genelde avlunun dış duvarlarına yakın olurdu. Bu işlem tamamen mantık çerçevesinde yapılıyordu çünkü iğde ağacı sık dallı ve enlemesine genişlediği için doğal bir set görevi yaparak evin önünde duvar niteliği de görüyordu. Çoğu evde avluya giriş çıkışı sağlayan ‘çatal kapılar’ vardı. Bu kapıların üstlerine büyük çanlar konularak bir nevi zil vazifesi görmeleri sağlanırdı. Anadolu insanının zekâsını yansıtan bu fikirlerin uygulanması evlerin konumunu daha da farklılaştırarak değişik bir yaşam kültürü meydana getiriyordu. Avluların içersinde tuvalet ve tandırlık bulunurdu. Köydeki her evin tuvaleti dışarıda ve genelde avlu kapısına en uzak mesafedeki duvarın dibinde olurdu. ‘Ayakyolu’ olarak adlandırılan tuvaletlerin dışarıda olması sağlığa uygunluk açısından önemliyken soğuk havalarda özellikle de kış aylarında insanlar için çileye ve zahmete dönüşmesiyle de bir dezavantaj oluyordu. Ev önlerinin müsait olup olmamalarına bağlı olarak küçük bahçeler, at ya da kağnı arabalarının konulacağı yerler ve hayvan barınakları bulunurdu. Tamamen faydası gereği bulundurulan bu hayvanlardan köpek hem ev hem de hayvan bekçiliği, kedi, kaz ve tavuklar ise evleri haşerelerden korumak için beslenirdi. Evlerin önünde avluların bulunması bir anlamda güvenliği sağlarken bir yandan da oturulacak, sohbet edilecek, vakit geçirilecek ve de yaz aylarında dışarıda yatılabilecek ortamı da sağlıyordu. Ayrıca avlunun iç ya da dış kısımlarında köy odaları bulunurdu. Köy odaları farklı bir geleneğin parçası olduğu için detaylı anlatmakta fayda görüyorum. 34 Serdar ATABAY Köy Odaları E ski Kızılcaköy Türkmenlerinin köy odaları sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın gösterildiği en önemli kurumlardan biridir. Özellikle Türk misafirperverliği örneği olmasıyla Anadolu kültürünü de en iyi şekilde yansıtmaktadır. Tarihi çok eskilere dayanmakla beraber Türk tarihinin her evresinde var olmuş fakat 13.yüzyılda Ahi Evran tarafından kurulan Fütüvvet ve Ahilik teşkilatı ile daha da yaygınlaşarak bir tür hayır ve Türk İslam geleneği olarak devam etmiştir. Eski Kızılcaköyde yirmi bir adet köy odası vardı ve her oda kendi sahibinin ismiyle anılıyordu. Her oda sahibi odanın temizliğinden, ısınmasından, yemek, çay, şeker ve yatak, yorgan ihtiyacından sorumluydu. En önemlisi odası bulunanlar toplum içersinde saygınlığı olan kişilerdi ve bu geleneği babadan oğla miras olarak bırakıyorlardı. Burada temel prensip odaya gelenlerin Tanrı misafirleri olarak görülmeleri ve misafirlerin her şeyin en iyisine layık olmaları anlayışıdır. Bu anlayış gereği hayırlı bir işin yapıldığına inananlar manevi olarak ta huzur buluyorlardı. Manevi ve sosyal yönden getirisi olan köy odaları geleneğinde herkesin uyması gereken kurallar kaçınılmaz oluyordu. Çünkü tamamen saygı ve ahlâka dayalı bu sistem yine saygı ve ahlâkla oluşan kuralları içeriyordu. En önemli kural ise odalarda belli başlı yerlerin ve köşelerin köy büyüklerine tahsis edilmesiydi. Buralara köyün en yaşlıları ile beraber köy imamı oturtulur ve köyün gençleri de bu kişi35 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı lere hizmet ederlerdi. Konuşmalar büyükler arasında geçer gençler ise dinleyicilerdir. Tamamen Anadolu kültürünün yaşatıldığı bu yerlerdeki eğitim ve terbiye köy sakinlerinin günlük yaşamlarını da etkilemekteydi. Buda odaların birer okul, odalara gelenlerin birer öğrenci, büyüklerin ise birer öğretmen olduğunun göstergesidir. Bu sistemle köydekilerin düzgün bir yaşamı ve güzel bir toplum halinde yaşamaları kaçınılmaz oluyordu. Köy odalarının kuruluş amaçları sadece köyde yaşayanları kapsamıyor daha birçok amaca hizmet ediyordu. Bunları sıralayacak olursak şöyledir. 1. Köye uzaklardan gelen yolcu ve misafirlerin ağırlandığı, yiyecek, içecek ve yatacak imkânlarının karşılandığı birer gönül evleridir. 2. Köyün ve köyde yaşayanların sorunlarının, sıkıntılarının giderildiği köy meclisleridir. 3. Belirli günlerde eğlencelerin ve bazı oyunların oynandığı stres atma yerleridir. 4. Köylüler arasında sosyal dayanışma ve yardımlaşma kurumlarıdır. 5. Köydeki düğün, ölüm ve bayramlarda insanların bir arada olmalarını sağlayan toplu mekânlardır. 6. Kışın uzun gecelerde sohbetlerin ve muhabbetin edildiği toplantı salonlarıdır. 7. Yoksul, yetim, garip ve yatacak yeri olmayanların barındırıldığı şefkat yuvalarıdır. 8. Yer yer dini sohbetlerin ve zikirlerin çekildiği manevi okullardır. 9. Odada kalanların emniyetlerinin sağlandığı güvenlik merkezleridir. 10. İnsanların kaynaşmalarını sağlayarak beşeri ilişkileri sağlamlaştıran birer eğitim kurumlarıdır. Tüm bunların uygulandığı bir yer olan köy odaları insani ve ahlaki duyguların perçinleştiği en önemli kurumlardan biridir. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin bu duygularının yoğun olduğunu köydeki mevcut olan 21 adet köy odasının varlığından anlıyoruz. Bu köy odalarının sahipleri ise şunlardır. 36 Serdar ATABAY 1. Apışlar’ın Mevlüt’ün odası 2. Hâllo’un Ramazan’ın odası 3. Mevlüt Kâaler’in Sülemen Kâa’nın odası 4. Has Sülemen’in odası 5. Arabeli’nin odası 6. Çavuşlar’ın Iramazan’ın odası 7. Şibiller’in Yonuz’un odası 8. Alabacağın Hasan’ın odası 9. İbiler’in Hacı Üssüü’nün odası 10. Poli Mevlüt’ün odası 11. İdris Kâaler’in Mevlüt Kâa’nın odası 12. Şaban’ın Omar’ın odası 13. Acalar’ın Hacı Memmed’in odası 14. Halil Kâaler’in Nuri’nin odası 15. Hakkı’nın Hacı Omar’ın odası 16. Acalar’ın Hacı Osman’ın odası 17. İdris Kâaler’in Memmet Kâa’nın odası 18. Hacı Veliler’in Sülemen’in odası 19. Ali Onbaşı’nın Şaban’ın odası 20. Hasan Kâa’nın Osman’ın odası 21. Davud’un Halil’in odası Bu geleneğe sahip çıkan insanlar toplumda isim yapmak için değil Tanrı misafirlerinin gönüllerini hoş etmek için ve dolayısı ile Allah rızası için köy odaları geleneğini sürdürmüş insanlardır. Gönül hizmetçiliğine ömürlerini adadıkları için gönül insanları olmuşlar ve öylede kalacaklardır. Hayatlarının her evresinde gönüllere hizmet eden Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin hem manevi yönden hem de sosyal yaşam yönünden ataerkil bir yapıları vardı. Yani evlenen erkek evlat baba evinde bir müddet kalır ve daha sonra baba evinin yanına bir evde kendisi yapardı. Bu sistemle dayanışma sağlandığı gibi gelinlerinde yaşça büyük olanlara hizmet etmeleri sağlanırdı. Genelde evler farklı olsa da avlular aynıydı. Bunun neticesinde genişleyen haneler köydeki sülaleleri oluşturuyordu. 37 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Eski Kızılcaköydeki Sülâleler S ülâle, aynı soydan ve kökenden gelen ve de aynı kanı taşıyan kişilerin oluşturduğu topluluklara verilen isimdir. Köy hayatının vazgeçilmez bir parçası olan sülâle isimlerinin ya da lakaplarının veriliş amaçları bir arada yaşayan insanların kolay tanınabilmeleri ve birbirlerinden rahat ayırt edilebilmeleridir. Netice itibariyle bir kişinin kim ya da kimlerden olduğunu belirlemek için sülâlesinin bilinmesi yeterlidir. Her ne kadar resmi işlerde soyadları kullanılsa da köy yerlerinde günlük hayatta köylülerin itibar ettikleri lakaplar kullanılmaktadır. Çünkü soyadları sülale isimler ve lakaplarıyla neredeyse hiçbir benzerlik göstermezler. Bunun nedeni ise sülale isimlerinin soyadı kanunundan önceleri bile kullanılıyor olmasındandır. Dolayısıyla sülale adları çoğu zaman kişilerin yörede tanınmalarını sağlayan en önemli unsurlardır. Sülâle isimleri ya da lakapları, o sülalenin ilk fertlerinin mesleklerinden, sosyal hayatlarında çalışkan, tembel, ilgili, ilgisiz, duyarlı, duyarsız v.b oluşlarından, oturdukları bölgesel coğrafyadan, etnik kökenlerinden, fiziksel özelliklerinden, insanlar arasındaki beşeri ilişkilerinden, görünüşlerinden, herhangi bir şeye karşı duydukları meraktan, ahlaki yapılarından, toplum üzerinde bıraktıkları intibalarından ve farklı farklı huylarından esinlenerek yakıştırılmış isimlerdir. 38 Serdar ATABAY Bu saydığımız özelliklerden dolayı köylerde birçok sülâleler oluşmuş ve her birini diğerlerinden ayıran isimler ya da lâkaplar meydana gelmiştir. Eski Kızılcaköy Türkmenleri arasında da kullanılan birçok sülâle isimleri vardır. Bunları sırayla yazacak olursak: Arabeliler Emiraliler Apışlar Avşaroğulları (Hocanın evleri) İbiler Ağcalar Çavuşlar Cemaller Köseler Osmansokular İdiskâaler Ahmetonbaşılar Hâlloler Traşlar Hamzalar Coruklar Şabanobaşılar Halilkâaler Hamçavuşlar Cinderler Ümmetler Çöllüler Mükremler Çuğunlular Mileseler Şibiller Mıstanlar Selimler Gıgılar Termaciler Kâaler Keremler Enezler Davutlar Kindişaliler Hasankâaler İyipler Omaroğulları (Sülemenkâaler) Hacıveliler Asılılar Alabacaklar Fatişler Hasanlar Apililer Cinmemetler Yukarıda yazdığımız bu sülâle adları tarihi bir belge niteliğindedir ve her sülâlenin geçmişten geleceğe uzanan kültür miraslarıdır. Her fert mensup olduğu sülâlesiyle gurur duymalı ve sahip çıkmalıdır. Her sülâlenin oluşturduğu evler yan yana ve düzenli bir şekilde inşa ediliyordu. Bunun sebebi her erkek birey önce baba evinde ailesiyle 39 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı beraber bir müddet kalır ardından evini ayırırdı. Baba evinin yanı müsait ise ev genelde buraya yapılırdı. Böylece bir çeşit ailesel dayanışma sergilenir ayrıca arsa babanın olduğu için ev yapımında bir sakınca olmazdı. Daha da önemlisi her sülalenin yerleşim yeri belirli olduğu için arananların bulunması açısından kolaylık sağlanmış olurdu. Bir köyde yerleşim yerinin düzenli oluşu köyün düzenli oluşunun göstergesidir. İşte Eskiköydeki evlerin, sahiplerinin isimleriyle birlikte Gazeler tarafından başlayarak okul tarafına kadar toplu halde bir hilal şeklindeki dizilişleri şöyledir: 40 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköy Evlerinin Yerleşim Düzenleri Datlı Biber → Ahmet Onbaşı’nın Mahmut → Ahmet Onbaşı’nın Mehmet → Apışlar’ın Sali →Apışlar’ın Ahmet → Apışlar’ın Sülemen → Kel Bekir → Kel Bekir’in Ramazan → Apışlar’ın Memmet → Apışlar’ın İbiş → Apışlar’ın Hasan → Emiraliler’in Hasan → Emiraliler’in Yakup → Emiraliler’in Üssük → Avşar Mustafa → Avşar’ın Omar → Avşar’ın Bekir → Hasan Kâa’nın Tahsin → Asım’ın Irıza → Çöllüğün Yusuf → Sülemen Kâaler’in Sali → Sülemen Kâaler’in Şaban→ Sülemen Kâaler’in Celal → Şaban’ın Hacı Memmet → Kerem’in Bekir → Emirali’nin Yakup → Emirali’nin Hasan → Kindiş Ali’nin Halil → Kindiş Ali’nin Aset → Anşa’nın Üssüün → Anşa’nın Omar → Kâaler’in Musa → Kâaler’in Hasan → Kâaler’in Memmet → Hallü’ün Akif →Hallü’ün Ramazan → Mevlüt Kâa → Kâaler’in Osman → Kâaler’in Arif → Kâaler’in Dedeli → Hamçavuş’un Recep → Hamçavuş’un Halil → Topal’ın Mustafa → Türkmen İsmail → Şaban Onbaşı → Fatiş’in Ahmet → Tumay’ın Halil → Apış’ın Yusuf → Yostur’un Hasan Üssüün → Apışlar’ın Ali → Apili’nin Celal → Ümmet’in Yusuf → Ümmet’in Yakup → Ümmet’in Veysal → Kindiş Ali’nin Osman → Hobu’nun Hamdi → Hamdi’nin Memet → Cemal’in Bekir → Cemal’in Şükrü → Mıstan → Küçük Memmet → Has Sülemen’in Ziya → Cemal’in Mevlüt → Ahmet Onbaşı’nın Osman → 41 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Davutlar’ın Üssüün → Davutlar’ın İbraam →İyibler’in Memmet → İyibler’in Sülemen → İyibler’in Mahmut → İbiler’in Sülemen → İbiler’in Mahmut → Tıraşlar’ın Ramazan → Tıraşlar’ın Ahmet → Tıraşlar’ın Sali → Hacı Veli’nin Rasim → Hacı Veli’nin Ahmet → Çavuşlar’ın Mevlüt → Çavuşların İbraam → Hamzalar’ın Hacı Memmet → Hamzalar’ın Hacı İsmail → Selimler’in Mevlüt → Selimler’in Sali → Gıgılar’ın Üssüün → Gıgıların Memmet → Davutlar’ın Arif → Şibiller’in Ali → Şibiller’in İbraam → Şibiller’in Yonuz → Ağcalar’ın Hacı Osman → Ağcalar’ın Me miş → Körüssüün’ün Mu stafa → Körüssüün’ün Haceli → Cin Osman → Apili’nin Mahmut → İbiler’in Yusuf → İbiler’in Davut → İbiler’in Mevlüt→ İbiler’in Ali → Hasanlar’ın Mıstan → Gıgılar’ın Omar → Gıgılar’ın Osman → Enezler’in Ahmet → Enezler’in Hacı → Davutlar’ ın İrasim → Davutlar’ın Galip → Davutlar’ın Zakir → Davutlar’ın İbraam → Mü krem’in Mustafa → Alabacağın Musa → Alabacağın Hasan → Alab acağın İbraam → Şaban’ın Omar → Celal’ın Osman → İbiler’in Omar → Kütüğün Ali → İbiler’in Şekir → İbiler’in Hacı Üssüün → Coruğun Osman → Cinder’in Sülemen → Köseler’in Memmet → Coruğun İreşit → Köseler’in Mevlüt → Köseler’in Mahmut → Köseler’in Pot Sülemen → Köseler’in Halit → Köseler’in Abdullah → Poli Mevlüt → İdris Kâaler’in Zeyni → İdris Kâaler’in Sülemen → İdris Kâaler’ in Yusuf → İdris Kâaler’in Tayyar → İdris Kâaler’in Memmet → İdris Kâaler’in Halil Kâa → İdris Kâaler’in Omar Kâa → İdris Kâaler’in Ramazan → İbiler’in Veli → İbiler’in Ramazan → İbiler’in Ahmet → İbiler’in İsmail → Davutlar’ın Hasan Üssüün → Türkmen Abdul lah → Yukarı Pınar → Coruğun Selim → Coruğun Hacı İsmail → Kinkili → Cinder’in Musa → Topal Memmet → Ali Osman → Çavuşlar’ın Ramazan → Ağcalar’ın Hacı Memmet → Ağcalar’ın Ali → Ağc alar’ın Mevlüt → Ağcalar’ın Hüseyin → Orta Pınar → Davutlar’ın Davut → İdris Kâaler’in İdris → Hakkı’nın Hacı Omar → Tumay’ın Halil → Tumay’ın Selahattin → Tumay’ın Muharrem → Cin Ali → Hakkı’nın Ahmet → Davutlar’ın Ramazan → Arabeli → Yahşi’nin Ramazan → Cin Memmet → Aşağı Pınar → Cami → Arabeli’nin Mahmut → Şaban’ın Musa Öğretmen → Cin Mehmet’in Halil → Ham Çavuş’un Memet → Emiraliler’in Ali →Kerem’in Irza → Halil Kâaler’in Nuri → Halil Kâaler’in Celal → Ası’nın İsmail → Kerem’in Kader→ Apışlar’ın İsmail → Kerem’in Ahmet → Okul 42 Serdar ATABAY Yukarıda yazılı olan evler hem hane sahibini hem de adres sahibini belirtmiş oluyordu. Bu evlerin iç tasarımları tamamen evde yaşayan birey sayısına ve maddi duruma göre değişiklik arz ediyordu. Genellikle evlerin içinde büyüklü, küçüklü odacıklar, ahır sekisi, kayıt damı ve mağbeyn bulunurdu. Geniş odaların birinde yüklük ve ıstar tezgâhı olurdu. Istar tezgâhlarında dokuma türü ürünler yapılırdı. Her birinde Türkmen kültürünün izleri bulunmakla beraber birçok alanda kullanılmalarıyla günlük yaşantının vazgeçilmez parçaları oluyorlardı. Eskiköydeki meşhur Türkmen halı dokumacılığını ve dokuma çeşitlerini anlatacak olursak şöyledir: 43 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Eski Kızılcaköy Türkmen Halıları H alı dokumacılığı Türklerin Orta Asya da göçebe olarak yaşadığı dönemlerde geliştirdikleri bir sanattır. Bu sanat bizlere Türklerin yaşayış biçimlerini, kültürlerini ve göçebe hayatlarının tüm izlerini göstermektedir. Çünkü o zamanki yaşantıda göçebe kültürü ve bunun bir parçası olan çadır hayatı vardı. İşte bu çadırın ve iç döşemelerinin yapıldığı dönemlerde Türklerdeki halı dokumacılığının alanları daha da gelişmiş ve bu kültür Orta Asya’dan Anadolu’ya daha da ilerlemiş şekilde getirilmiştir. Eski Kızılcaköy Türkmen halı dokumacılığı çok geniş bir kültürün eseri olması nedeniyle Türkiye genelinde çok iyi tanınmaktadır. Tamamen sabrın ve titiz bir çalışmanın ürünü olan bu halılarda çok büyük emek vardır. Genellikle Eskiköyde dokuma işini genç kızlar ve kadınlar yaparlardı. Yapımı esnasında halıya kendi duygularını da ekleyerek öyle desenler ve motiflerle süslüyorlardı ki böylece harika ürünler meydana çıkarıyorlardı. Halı dokuma işleminin her aşaması çok büyük emek istiyordu. Özellikle halıcılığın hammaddesi olan yünün elde edilmesinden başlayacak olursak yünün kazanılması için küçükbaş hayvancılığın yapılması gerekiyordu. Bilindiği gibi Eskiköyde küçükbaş hayvancılık yaygın bir şekilde yapılıyordu ve bu hayvanlardan temin edilen yünün, halı dokumacılığı için gerekli olan ip haline geliş evreleri de bayağı zahmetli oluyordu. Bu dönüşümü anlatmak gerekir ise şöyledir: 44 Serdar ATABAY Öncelikle koyunların kırkım zamanı yünleri kırkılır ve yıkanıp ardından kurutulurdu. Elle istenilen inceliğe getirme işleminin peşinden çıkrıkla bükülüp ‘hömelek’ olurdu. Hömelek iki kat olarak sağıldıktan sonra bağdaş kurularak dizlerde gelep haline getirilirdi. Daha sonra bu ‘gelepler’ kök ya da toz boyalarıyla farklı renklerde boyanırdı. Genelde en sık kullanılan renkler kırmızı, cevizli, siyah, gömüklü, mavi, yeşil, sarı, kırmızı, tetir, al, beyaz, kahverengi, açık ve koyu yeşildi. Boyandıktan sonra tekrar yıkanıp kurutulurdu. Bu işlemin akabinde yumak yapılıp halı tezgâhlarına dokunmak için asılırlardı. Halılar gömme tezgâhlarda dokunurdu. Bunları yapan bayanların göz zevkleri ve duyguları bu halıların desenlerinin farklı farklı olmasına sebep olurdu. Eskiköyde top adı verilen bu desenlerin birçok çeşitleri vardı. Özellikle en sık kullanılan desenler, • • • • • • • • Türk ocağı topu Müftü topu Bağbaşı topu Tolulu top Kıvrımlı top Bıçkırlı top Ulaklı top Geyikli top • • • • • • • • Güllü top Teyyareli top Dilikli top Çaylaklı top Cıngıldaklı top Antike top Mehraplı top Ganevçeli top’tur Halı dokumacılığında halının suları da önem teşkil ederdi Her halının desenleri farklı olduğu gibi suları da farklı olurdu. Tamamen dokuyan bayanların göz zevkine ve halı çeşidine göre bu sular değişkenlik gösterirdi. Bu sulardan örnekler verecek olursak: • • • • • • • • Güllü su Muallim suyu Çörekli su Narlı su Gâvur suyu Kabak gülü suyu Karapınar suyu Armutlu su • • • • • • • • Gelin ağlatan suyu Tırtırlı su Hıtırlı su Laleli su Cücüklü su Yarım elma suyu Sümüklü böcek suyu Sarmalı çubuk suyu 45 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı • Kılçıklı balık suyu • Çatıkkaş suyu • Mücestem suyu • Kelebek suyu • Aşşıklı su • Çatal suyu • Kipilli suyu • Erkekli çörek suyu • Kemerli su • Muskalı su • Öğretmen suyu • Sığır sidiği suyu • Küpeli su • Balıklı su • Köpekli su • Kazan kulpu suyu • Karnıyarık suyu • Çaylaklı su • Bağ yaprağı suyu • Bit gözü suyu • Sekimsiz elma suyu • Urganlı su • Yıldızlı su, en çok kullanılan sulardı. Halı yapımında başlangıç ile bitişe kadar yapılan işlemlere verilen yöresel adlandırmalar şöyleydi. Öncelikle halı yapımının başlangıcı: Eriş → toprakcalık → boncuk döşemek → honker → kenar suyu → mehrap → to → top →mehrap → to → kenar suyu → honker → boncuk döşemek → toprakcalık’la halı sona erdirilirdi. Eski Kızılcaköy Türkmenleri sadece halı değil birçok dokuma çeşidi de yaparlardı. Günlük yaşamın bir parçası olan bu dokumalardan örnekler verecek olursak: • • • • • • • Beş arşın halı Minder yüzü Yastık yüzü Namazlaa Sedir halısı Halı minder Azık çantası • • • • • • Heybe Kilim Tülü Un çuvalları Haral Pala El emeği göz nuru yapılan bu dokuma sanat eserleri Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin sabır ve titizlikle yaptıkları birer şaheserleridir. Eskiköyün geçmişten geleceğe uzanan kültürlerini ve yaşam biçimlerini nesilden nesile aktaran en önemli kültür mirası olan dokuma sana46 Serdar ATABAY tının meydana getirdiği ürünler gelecekte çok daha önem kazanacaktır. Bizlere düşen bu kültürlerimizi çok iyi bir şekilde muhafaza etmek ve gelecek nesillere en iyi biçimde aktarabilmektir. Dokuma işini bir tür sanat icra etmenin yanı sıra kimi aileler geçimlerini sağlamak içinde yapıyorlardı. Bu işin zor bir uğraş olması hasebiyle Eskiköyde yaşayanlar tarım ve hayvancılıkla daha çok ilgileniyorlardı. Hayvancılıkta genellikle küçükbaş hayvan tercih edilirken hemen hemen her evde birkaç tane de büyük baş hayvan bulunurdu. Bu hayvanlar ahır sekisi denilen, evin en geniş odasından 60–70 cm. alçaklıkta bulunan bir yerde olur ve diğer odalarla iç içe bulunurdu. Odayla ahır sekisi arasında bu kot farkından başka birde ‘parmakcaklar’ olurdu. Parmakcak ağaçtan yapılma küçük kapılardı ve amacı hayvanların boşalarak odalara geçmelerinin engellenmesiydi. Ayrıca ahırla odaların iç içe olmaları doğal bir ısınmanın da gerçekleşmesine yol açıyordu. Evlerde beslenen küçük ve büyükbaş hayvanlar kışları ahırda yazları ise köyün çobanı tarafından sürüye katılarak dağlarda yayılırdı. Böylece hayvanlardan süt, peynir, tereyağı, yoğurt elde edilirken eti, yünü ve gübresi de hayatın her aşamasında kullanılırdı. Elde edilen hayvansal ürünlerin yanı sıra kuru bakliyatlar ve meyveler ‘kayıt damlarında’ saklanırdı. Genellikle bu odalar kuzeye bakar ve serin olurlardı. Diğer bir geçim kaynağı olan tarımda ise tarlalar ekilerek elde edilen ürünlerden yemek ihtiyaçları karşılanırdı. Tarlalarda mevsimine göre seneden seneye ürünlerde farklılık olur buna paralel ekinlerin kaldırılması da farklılık gösterirdi. Yani yağmur ya da karın iyi yağması o seneki ekinin verimini artırdığı gibi böyle zamanda ekin bol olduğu için bu nedenle ekin biçme işi tırpanla yapılırdı. Eğer tam tersi olursa ekin zayıf olur ekin biçme işlemi de orakla yapılırdı. Tabi ki geniş tarlaları biçmek zor olduğu için kalabalık bir ekiple çalışılırdı. Ekin biçildikten sonra kağnı ya da at arabaları ile harman yapılarak düğenlerle sürülürdü. Ardından savrularak ürün ile saman birbirinden ayrılırdı. Ayırma işlemi sonrası yerde kalan toprakla buğday karışımı (badas) süpürülerek gözerle elenir ve buğday kazanılmış olunurdu. Ne kadar zor şartlarda çalışıldığı ve emek harcandığı bir avuç buğdayı bile kaybetmemek için yapılan bu işin öneminden anlaşılıyordu. Her 47 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı hanenin tarlası olduğu gibi büyüklü küçüklü bahçeleri de olur buralardan günlük ya da senelik mutfak ürünleri temin edilirdi. Günlük üretilen sebzelerin bir kısmının kullanımından sonra geri kalanlar kurutularak kışa hazırlık yapılırken ‘arıstağa’ da üzüm ve domates hevekleri asılıp kışa kadar tazeliğini koruması sağlanıp yiyeceklerin bozulması da engellenirdi. Ayrıca köydeki en önemli üretim meyve yetiştiriciliğiydi. Elma, armut, kayısı, erik ve üzüm üretimi en yaygın olanlarıydı. Bunlar çiğ olarak yenildiği gibi kurusu ve hoşafı çeşitlilik arz ederek belirli mevsimlerde yenilirdi. Ayrıca ağaçların dalı, yaprağı, kütüğü ve kıraçlardaki üzümlerin çiplileri ise yakacak olarak kullanılırdı. En verimli kıraçların bulunduğu bu bölgede üzümlerden pekmez yapılırdı. Pekmezin elde ediliş şekli belirli aşamaları içeriyordu. Bundan kısaca bahsedecek olursak: Pekmez Kaynatma Eskiköyde üzümler bağ bozumu zamanı kıraçlardan toplanarak evlere getirilir ve havutlara konularak burada yıkanırdı. İçlerine pekmez toprağı katılarak el ya da ayaklarla iyice çiğnendikten sonra şire olurdu. Burada pekmez toprağı en önemli unsuru oluştururdu. Pekmezin koyulaşmasını ve kıvama gelmesinin yanı sıra eğer toprak katılmazsa pekmez ekşi olurdu. Bu nedenle pekmez toprağının bulunduğu özel mevkilere gidilerek toprak temin edilirdi. Genelde Eski Kızılcaköy Türkmenleri Ağ bayır ve Çanakçı- Karalık arasındaki Gö Kuyudan bu toprağı getirirlerdi. Daha sonra şireler, şire leğeninde süzme yoğurtla karıştırılıp kevgirlerle süzülerek karıştırılır ve köptürülerek ardından hereni ya da kazanlara konup dinlenmeye bırakılırdı. Burada ki süzme yoğurdun amacı pekmezin renginin siyah (koyu) olmasını önlemektir. Dinlenmeye bırakılan pekmezin toprak ve yoğurt tortularının dibe çökmesi için soğuması beklenir. Pekmezin içersine ayva ve ireyhan konularak güzel kokması sağlanırdı. Konulan ayva kıvamına gelince alınarak yenilirdi. Daha sonra pekmez büyük çömçelerle savrularak (belli mesafeden doldur boşalt yapılarak) kıvamına getirilir ve kepçelerle küplere doldurulurdu. 3 ila 4 gün boyunca kaynatılarak yapılan pekmezler bir sene yetecek kadar yapılırdı. Köyde pekmez yapamayanlara ise dağıtılarak bir yardımlaşma sağlanırdı. 48 Serdar ATABAY Bu işlemler esnasında diplerde kalan tortular çuvallara konularak bir leğene bırakılır ve süzülen pekmezler ziyan edilmemiş olurdu. Pekmezin birde toprak ve yoğurt katılmadan yapılanı olurdu. Buna da ekşi pekmez denir ve özellikle kış aylarında patatesin közlemesinin yanında şerbet gibi içilirdi. En önemlisi pekmezler farklı tatlarda olsun diyerek kabak ve gök domates katılarak da ayrı ayrı yapılırdı. Ayrıca unutmadan, pekmezden yapılan çeşitli tatlılar olurdu ki bunların tadına doyum olmazdı. Köğtür, ekşi pekmez, çalma pekmezi, kedi batmaz, pestil, püs ve haside pekmezden yapılan tatlılardı. Bunlar belirli gün ve zamanlarda yapılarak insanların tatlı ihtiyaçları karşılanmış olurdu. Tatlı demişken; Eskiköyde arıcıkla uğraşanlarda vardı. Genellikle Eskiköydeki belirli aileler bahar aylarında yaylalara göçerek buralarda da hayvancılık ve çiftçiliğin yanı sıra arıcılıkta yaparlardı. Geniş yaylalarda hayvanlarını yayarlar, ekinlerini biçerler, ballarını üretirler ve elde ettikleri ürünlerini tekrar köylerine getirirlerdi. Getirilenler arasında buğdayen önemli gıdayı oluşturuyordu. Çünkü buğdaylardan elde edilen yarma ve bulgurlar günlük yaşamın en önemli temel gıdasıydı. Tabi ki buğdaydan bulgur ve yarma elde etmekte zahmetli bir işti. Eskiköyde bulgur ve yarma ‘soku’ dövülerek yapılırdı. Belirli yerlerde olan sokulara toplanılarak imece usulü yapılan soku dövme işlemini anlatmak gerekirse şöyledir: Soku Dövme Hasat sonundaki buğdayların yaklaşık 40–50 cm. çapında 50 cm. yüksekliğindeki ortası çukur bir taş içersinde belli insanlar tarafından ellerindeki tokmaklarla uzun süre sistematik dönüşlerle vurularak bulgur ve yarma elde etme işlemine soku dövme denilir. Bu işlem imece usulünde yapılan bir iştir. Köyde kimin buğdayı dövülecekse evine en yakın soku taşında ya da var ise kendi sokusunda toplanılarak ve kalabalık bir ekiple eğlenceli bir şekilde çalışılırdı. Soku dövmeye gelenler yanlarında yaş üzüm, köğtür, ceviz, iğde ve soğuk su getirirlerdi. Bir yandan çalışırlarken bir yandan da sohbetler ederek getirdikleri yiyeceklerini yerlerdi. Eğlence havasında geçen bu işin en önemli püf noktası herkesin uyum içersinde soku dövme işlemini yapmalarıdır. Çünkü tokmaklar ritmik ve birbiri ardına vurulduğu için çalışanların işe yoğunlaşmaları çok önemlidir. Neticede işe 49 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı adapte olmak ve titiz bir şekilde takip etmek çalışmanın kalitesini yükselterek işin bir an önce sona ermesini sağlıyordu. Soku dövme işleminden önce ve sonra yapılacak işlemlerde vardı. Bunları da kısaca anlatmak gerekirse şöyledir: Öncelikle bulgur yapılışından başlayalım. İlk aşamada buğday elenir, temizlenir ve ardından kaynatılır. Belli süre kaynattıktan sonra yere serilerek 2–3 gün kurutulur. Bu işlem sonunda buğday ‘hedik’ olmuştur. Daha sonra bu hedik sokunun içersine belli miktarda konulup hafif su dökülerek ıslatılır ve tokmaklarla dövülerek buğdayın kabarıp kabuğunun çıkması sağlanır. Bu işlemden sonra mevcut ürün bir gün bekletilip ertesi gün serilerek kurutulur. Malzeme kurur kurumaz rüzgâra karşı savrularak kabuk ve tane birbirinden ayrılır. Sonra tekrar elenir ve tek tek elle temizlenir. Hazırlanan malzeme köylülerce imece usulü el değirmenlerinde çekilir ardından kalburla elenir. Kalburüstündekiler kalın altındakilerde ince bulgur olur ve çuvallara konularak muhafaza edilirdi. Şimdi ise yarma yapılışını anlatalım. Yarmanın bulgur yapılışından tek farkı kaynatılmamasıdır. Öncelikle buğday elenir ve temizlenir. Daha sonra soku taşına konulup hafif ıslatılarak üç dört saat tokmaklarla dövülür. Böylece buğdayın kabuğu çıkarılmış olur. Bu işlemden sonra mevcut ürün bir gün bekletilip ertesi gün serilerek kurutulur. Malzeme kurur kurumaz rüzgâra karşı savrularak kabuk ve tane birbirinden ayrılır. Sonra tekrar elenir ve tek tek elle temizlenir. Hazırlanan malzeme evlerde bulunan el değirmenleri ile imece usulü bir kez çekilir ve tekrar temizlendikten sonra yarma haline gelir. Daha sonra çuvallara konularak çoğunluğu ‘kayıt damlarında’ bir kısmı ise ekmek yapılması için tandırlıkta muhafaza edilirdi. Yufka Ekmek Yapma Eskiköydeki evlerin bir odasında ekmek tandırı olurdu. Ekmeklik denilen bu yerde yufka ekmek, çörek, bazlama, sacda soğan-firek böreği ve hamırsız yapılırdı. Bunlar genelde imece usulü köydeki bayanlar tarafından belirli günlerde organize edilirdi. Tandırın özelliklerinden bahsedecek olursak: 80-90 cm. derinliğinde yukarı doğru 6070 cm. doğru daralan bir kuyu sistemidir. Buradaki daralmanın amacı ısının tabanda fazla kalmasıdır. Ayrıca dumanın çıkması için bacası 50 Serdar ATABAY olan pınara ve havalandırmayı sağlanmak için külle yapılırdı. En önemli unsurları oluşturan bu iki sistem çok profesyonelce dizayn edilirdi. Tandırın üzerine konulacak sac birkaç parça yassı taş konularak dengelendikten sonra oklava ile açılan hamurlar saçta yufka olurlardı. Tandırın yanması için çipli, tezek, gazel, saman ve talaş kullanılırdı. Bunların tandıra atılmasında saçacak, yufkanın döndürülmesinde pişirgeç, hamurun açılmasında ve yapışmasını önlemekte uğra, yere serilmek üzerede ‘itea’ kullanılırdı. Tandırlar yemek ve ekmek yapımından ziyade bir yandan da ısınmayı sağlayan bir soba görevini de yapmış oluyordu. Tandırın yakımın da kullanılan malzemelerin bazıları doğadan bazıları da hayvansal ürünlerden yapılarak temin edilirdi. Eski Kızılcaköydeki çoğu evde küçük ve büyükbaş hayvan beslendiği için hayvansal yakacaklar bol olurdu. Bu yakacakların yapılışlarına göre çeşitleri fazlaydı. Bunların isimlerini ve yapılış şekillerini yazacak olursak şunlardı: 1. Hayvansal Yakacaklar Yer kermesi: Kış aylarında ahırlarda kalan hayvanların gübreleri biriktirilirdi. Biriktirilen gübreler çiğnemek suretiyle hem enden genişletilir hem de yer tasarrufu sağlanmış olurdu. Daha sonra bahar ayında dışarı çıkartılarak kurutulur ve bunları yakacak olarak kullanırlardı. Tezek: Genelde yayılan hayvanların yattığı yerlerden ya da sulandığı çeşme başlarından hayvan gübrelerinin toplanıp, kurutulmuş haline denilir. Yapma: Ahırdan ekseriyetle günlük yapılmış taze gübreler alınır. Bunlar duvar üstlerine ya da yamaçlarına çarpılarak yapıştırılır ve kuruyunca da kullanılır. Kasnak: Çoğalan hayvan gübreleri çiğneyerek yere sererler. Altlarını da yapışmasın diyerek az sulandırırlar. Daha sonra derisi olmayan boş kasnakla kalıplar haline getirerek kurumaya bırakırlar. Sonra yakılmak istendiğinde kalıplar halinde alınarak kullanılırdı. Kıyalak: Davar gübreleri süpürülerek toplanır. Ardından bunları elemek suretiyle ince ve kalın olarak ayırırlar. İri olanına gı denilir ve yakmakta kullanılır. İnce olana da fışgı denilir buda hayvanların altlarına atılarak yerlerin kuru kalması sağlanırdı. 51 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Topaç: Hayvan gübreleri iki yumruk kalınlığında hazırlanarak avlu duvarlarına düzülürdü. Belirli bir zaman kurutulduktan sonra kullanılırdı. Kesme: Biriken hayvan temeği yere serilirdi. Bunlar bellerle baklava dilimi şeklinde ya da dikdörtgen şeklinde kesilerek hazırlanırdı. Daha sonra ihtiyaç durumunda kalıp halinde alınarak kullanılırdı. Beslenen hayvanların hiçbir şeyi zayi olmuyordu. Eti, sütü, derisi ve gübresi zengin bir kullanım alanı içeriyordu. Yazdığımız bu hayvansal ürünlerin yanı sıra doğadan temin edilen, günlük yaşam ihtiyaçlarının karşılandığı bitki ve otlarda vardı. Eski Kızılcaköyün konumuna baktığımız zaman tamamen dağ ve tepelerin bulunduğu bir yapı ve yamaçlarından dere yollarının geçtiği bir coğrafyada kuruluydu. Eskiköyü çevreleyen bu mevkilerin yöresel isimlerini ve bu bölgede yetişen bitki örtüsünün kullanım alanlarını yazacak olursak şunlardır. Eski Kızılcaköydeki Coğrafi Bölge İsimleri • • • • • • • • • • • • Gazeler Solguz tepesi Pambıklık Kale boyu Çecin sivri Keçi Kalesi Hamır dağı Üssü’ün deresi Nebi deresi Kedi deresi Derin dere Kâaler’in dere • • • • • • • • • • • • Demirlean yamacı Yarık kaya Arılık Davulbaz Çağırşak Çiğdem dağı Boztepe Aşılık deresi Çecin dere Arpa deresi Çatal deresi Dere bağı Böyle zengin bir tabiatın çevrelediği Eski Kızılcaköydeki doğal nimetlerden yararlanmamak kaçınılmaz oluyordu. Bu bölgelerde rengârenk çiçekler, sayısız bitki ve otlar, av hayvanları ve tarifsiz bir manzara insanların yaşamlarını süslüyordu. Av hayvanlarının bu alanları tercih etmeleri ve buralarda üremeleri tamamen doğa şartlarının 52 Serdar ATABAY uygunluğundan ileri gelmekteydi. Özellikle keklik, tavşan, bıldırcın, ala sığırcık, kervan kuşu ve güvercinler belirli zamanlarda avlanarak sofraları çeşitlendiriyordu. Bir çeşit hayvan barınağı da olan bu ot ya da bitkilerden elde edilen yakacaklar ise günlük yaşamın bir parçası oluyordu. Geniş bir alanı kaplayan bu uçsuz bucaksız yerlerde yetişen ot ve bitkilerden elde edilen yakacakların adlarını ve özelliklerini sıralayacak olursak: 2. Ot ve Bitkisel Yakacaklar Yalangı: Sarı çiçekleri olan dağın hemen hemen her yerinde bulunan bir ottur. Geven: Görünüşü kirpiye benzer oval bir bitkidir. Genellikle şire zamanı tandırda kullanılırdı. Çivi: Gelincik otudur. Sapları kuruyunca çok güzel yanardı. Yağlıca: Diğerlerine oranla daha kalın ve ağaca yakın bir bitkidir. Dayanıklılığı diğerlerine nazaran daha fazla ve ekseriyetle Keçi Kalesi civarlarından toplanırdı. Götübüyük: 30–40 cm. yüksekliğinde kök tarafı kalın bir bitkidir. Odunsu yapısıyla yakımı kolay ve yanma süresi daha uzundur. Bağ çiplisi: Üzüm kıraçlarındaki dallardan elde edilirdi. Eskiköyde en çok kullanılan yakacak türü buydu. Boz çalı: Alıç tarzı ağaçlardan elde edilen yakacaktır. Ağaç dalı ya da kütüğü: Ağacı olanların keserek elde ettikleri malzemedir. En dayanıklı yakacakta budur. Gazel: Tandırlarda tutuşturmayı sağlayan sonbaharda dökülen yapraktan elde edilen yakacaktır. İşte bu bahsettiğimiz doğal ortamlardan ve hayvanlardan elde edilen ürünler kullanım alanlarına göre köylülerce yemek yapmakta, hayvanların besi işlemlerinde, ısınmada, ilaç yapımında ve çeşitli ihtiyaçların giderilmesinde köylülere aşırı kolaylık sağladığı gibi hayatlarının devamı içinde önem teşkil ediyordu. Yukarıda yakacak olarak kullanılan bitki ve otlardan bahsetmiştik. Şimdi ise günlük yemek ihtiyacının karşılanması için belirli mevsimlerde toplanan bitki ve otlardan bahsedeceğim. 53 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Eskiköyü çevreleyen bu zengin bitki örtüsü ve tarifsiz doğada yaygın olarak, çiğdem, şah dereotu, kırksinir, bırçalık, yilmik, düğün otu, eşgi yaprağı, lale, kuzukulağı, çiriş, mercimek, tekesakalı, hardal, yemlik, pezi (toklu başı), evellik, kazayağı, semizotu, taze yonca ucu, kangal, kenger, hindi bağı, çitlik ve devetabanı yetişirdi. Bunların bazıları çiğ olarak bazıları da pişirilerek yenilirdi. Ayrıca kokusu keskin olan belirli otlardan ilaç ve sakızlarda yapılırdı. Özellikle şah dereotu alerjiye ve böbrek taşına, boz yağlıca suyu soğuk algınlığına, hindibağı idrar ve bağırsaklara, bıcırgan otu böbrek taşına, kırksinir otu yaralara, yilmik genelde vücudun her yerine, düğünotu şişen yerin içindeki iltihabın akmasına, ebe gömeci ve bırçalık otu mayasıra, nane, ada çayı ve papatya ise mide ağrılarına çok iyi gelirdi. Bunların yanı sıra köyde hastalıklardan anlayan tecrübeli kişilere ‘olçun’ denilirdi. Kendi ustalarından ‘el’ alarak bu işi yapan olçunlar hasta olanları iyileştirmek için özellikle kırık yerlere kavak kambağı koyarlar, iltihaba arı pisliği sararlar, kulağa ve göze bebek emziren kadının sütünü damlatırlar, soğuk algınlığına şişe çekip zift vururlar ve yaraya kül basarlar, itdirseğine sarımsak, kırığa üzümle bal karışımı, yaralara ekşi elma, soğan, iltihaba ise çekirdek zeytin karışımını sararlardı. Tüm bu anlatılanlar çok ilkel görünse bile o günün şartlarında faydalı olduğu gibi günümüzde bile ot ve bitkilerden elde edilen karışımlar daha çok itibar görmektedir. Neticede yapılan tüm ilaçların da temeline inilecek olursan tabiattaki birçok çiçek, ot ve bitki karışımları karşımıza çıkacaktır. Bazı otlar ise keyif açısından toplanırdı. Özellikle sakız yapmak için kenger, kara çıtlık ve tavşankulağı toplanırdı. Bunlardan kara çıtlık ve tavşankulağı topraktan sökülür ve köklerindeki topaklardan toprak yıkanarak hemen çiğnenirdi. Kenger sakızının yapımı ise biraz uzun sürerdi. Anlatmak gerekirse öncelikle dağdaki dikenli olan kenger toplanırdı. Genelde Seyfe Gölü civarlarında olan bu bitkiyi toplamak için oralara kadar gidilirdi. Daha sonra toplanan kengerler eve getirilir ve dikenli kısmından kesilerek içindeki sütü bir sahana damlatılırdı. Bir müddet sahanda kaynatıldıktan sonra topaklaşmasının ardından sakız olarak çiğnenirdi. Genelde bu sakızı yapanlar köydeki çocuklara dağıtarak gönüllerini hoş ederlerdi. 54 Serdar ATABAY Köz Tandır Kış aylarında tandırlarda kullanılan ot ve bitkilerden elde edilen yakacaklar ısınmak için çok idealdi. Akşamları tandırın içindeki malzemelerin közlenmesiyle beraber tandırın üzerine engin bir iskemle konulur ve ısınmak isteyenler ayaklarını bu iskemlenin arasından sokarak tandıra sarkıtırlardı. Daha sonra bu iskemlenin üzerine pala örtülerek ısının dışarı çıkması engellenirdi. Böylece ayaklar tandırın içindeki sıcaklıkla ısınır ve bu ortamda sohbetler edilerek vakit geçirilirdi. Bu tandır haricinde diğer odalarda da yer yer köz tandırları da olurdu. Bu köz tandırlarına ana tandırdan alınan közler dökülür ve böylece bu közlerle bulunduğu odaların da ısınması sağlanırdı. Köz tandırlar ana tandır gibi ekmek ve yemek yapımında değil tamamen ısınma amacıyla kullanılırdı. Ayrıca tandırların diğer bir kullanım alanları da çıkardığı alevlerden kaynaklı bir nevi ışık vazifesi görerek aydınlatmayı da sağlıyordu. Çünkü bilindiği gibi Eskiköyde elektrik olmadığı için ışıkta yoktu. Işığın olmadığı yerde tandır alevinin aydınlanmayı tamamen sağlayamayacağı bellidir. Zaten tandırlar aydınlatma için kullanılan bir sistemde değildi. Eskiköyde aydınlatma işi, teknolojinin zamanla değişmesine bağlı olarak değişkenlik göstermiştir. Aydınlatma cihazlarını bu gelişimlere paralel olarak sıralayacak olursak şöyledir: 1- Bezir Çırası 2- İdare 3- Gaz Lambası 4- Lüküs Yukarıda saydığımız dört aydınlatma cihazlarından bezir çırası hariç diğerlerinin çoğunu belirli dönemler insanlar gördüğü için yalnızca bezir çırasının nasıl ve neden yapıldığını anlatacağım. Bezir Çırası Bezir çırasında kullanılmak üzere bir çeşit susam olan zeyrek (zarek) ekilmekteydi. Zeyrek olgunlaştıktan sonra toplanıp değirmenlerde çekilerek yağı ve posası birbirinden ayrılıyordu. Posası hayvanlara 55 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı yem olarak verilir yağı ise hem köylüler tarafından yemek yapmak hem de bahsettiğimiz bezir çırasının yanması için kullanılırdı. Bezir çırası çamurdan yapılan çanaklara zeyrek yağının konulması ve içine konulan fitilin yakılmasıyla aydınlatma işini sağlardı. En eski aydınlatma sisteminden biri olan bezir çırasına fitil olmadığı zamanlar eski ‘çarlardan’ bir parça kesilerek konulurdu. Çok iyi bir aydınlatma sağlayan bu sistem uzun süre Eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından kullanılmış daha sonra teknolojinin gelişimine bağlı idare, gaz lambası ve lüküs sırayla Eskiköylülerin hayatlarında yer bulmuştur. Aydınlatma kadar önem taşıyan diğer bir unsur ise su ihtiyacının karşılanmasıydı. Eskiköyü çevreleyen dağ, tepe ve yamaçlardan söz etmiştik. Dağ ve tepe yamaçlarından ve köy içersindeki doğal dere yollarından sonbahar ve kış aylarında akan yoğun sular mevcut bölgenin suya doymasını sağlıyordu. Böylesine yoğun bir su akışı yer altı su seviyesinin yükselmesine buna paralel olarak ta çeşme ve kuyu sularının artmasına sebep oluyordu. Mevcut sularla bostanlar sulanır, hayvanların ve insanların su ihtiyacı karşılanırdı. Tabiatın ve canlıların hayatları içi en önemli ihtiyaç olan suyu köylüler çeşme ve kuyulardan temin ederlerdi. Köyde aşağı, orta ve yukarı çeşme olmak üzere üç çeşme vardı. Bu çeşmelerin adları konumlarından dolayı yönsel bir tarif olarak verilmiştir. Köylüler hangi çeşme kendilerine yakınsa onu kullanırlardı. Ayrıca kuyusu bulunanlarda vardı. Buralardan da su temin etmek mümkündü. Kullanılacak sular testilerde muhafaza edilirdi. Eskiköydeki çeşme ya da kuyulardan suların temin edilmesi kolay fakat evlere taşınması inanılmaz zor ve çok meşakkatliydi. Böyle yorucu bir işin olması mevcut suyun önemini daha da artırıyor ve köylülerin dâhiyane fikirleriyle kullanım alanlarının da çoğalmasına neden oluyordu. Farklı kullanım alanlarından bir tanesi tuvalet diğeri de banyolarda sergileniyordu. Banyo esnasında uygulanan farklılıktan bahsedecek olursak şöyleydi: Konumuzun başlarında her evde bulunan ahır sekilerinden bahsetmiştik. Ahır sekilerinde bulunan hayvan gübreleri bir yerde toplanarak ‘temek’ oluşturuluyor ve bu temeklerde ıslatılarak dışarı seriliyordu. İşte bu gübrelerin ıslatılması için temiz su taşınmasından ziyade kullanılmış sudan istifade ediliyordu. Bu sistem için banyo uygun 56 Serdar ATABAY görülmüştür. Uygulanış şekli ise kullanılmayan bir kağnı tekeri, ahırın bir köşesine toplanan temeğin arkasına gelecek şekilde konularak bunun üzerinde banyo yapılıyordu. Banyoda erkekler ‘gö sabun’, bayanlar ise ‘gazlı baş kili’ kullanırlardı. Baş kili Cemeleden getirilir ve kırık çanağa az bir gaz yağı ile konularak karıştırılırdı. Ardından saça sürülür ve ‘kemik tarakla’ taranırdı. Böylece temeğe akan su gübreyi ıslatarak yumuşamasını sağladığı gibi hem banyo yapılmış hem de banyo suyu temeği ıslatmış oluyordu. Daha da önemlisi ahırdaki sıcaklıkla banyo yapan üşümüyordu. Bu işlem başta ilkel gibi görünse de pratikte zekice düşünülmüş ve uygulanmış bir olaydır. Sonuç olarak suyun hayatta birçok faydasını sıralarken ne yazık ki Eski Kızılcaköyün sudan kaynaklanan bir sel yüzünden zarar gördüğünü ve göçün kaçınılmaz olduğunu tekrar hatırlatmamızda fayda vardır. Ne acıdır ki yokluğu çekilmez bir dert olan suyun aşırı varlığı neredeyse 800 yıllık geçmişi olan bir köyün tarihten silinmesine ve yüzlerce insanın atalarından kalma yurtlarını terk etmelerine sebep olmuştur. 57 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki Köy Oyunları O yunların meydana geliş şekillerine bakıldığı zaman insanların yaşamları esnasındaki tabiat olaylarından, avlanmalardan ve günlük yaşamdaki figürlerden etkilendiklerini söylememiz doğru bir yaklaşım olur. Çünkü bu bahsedilen olaylardaki görsel ve fiziksel etkenler ile oyunlar arasındaki benzerlikleri görmemek mümkün değildir. Daha sonraki dönemlerde insanlığın dinsel yaşantıları da yine bu olaylardan kaynaklı yeni bir görselliğe dönüşmüştür. Özellikle Şamanist kültürde kötü ruhları kovmak ya da Tanrıya şükran borçlarını ödemek için şekillere dayalı fiziksel unsurları kullanmaları dinsel törenleri meydana getirmiştir. Bu törenler daha sonraları farklı kültürlerin etkisinde kalarak bereket, sağlık, yeni yıl ve önemli günlere kavuşmayı amaçlayan oyunlar haline gelmişlerdir. Orta Asya da başlayan bu oyun kültürü İslamiyet’in benimsenmesi ile beraber Anadolu coğrafyasına da gelmiş ve buradaki mevcut kültürlerden de etkilenerek artık yılın belirli günlerinde, düğünlerde, törenlerde ve eğlencelerde sergilenen oyunlar haline gelmiştir. Böylece insanların vakit geçirmeleri ve eğlenmeleri sağlanmıştır. 58 Serdar ATABAY Oynanan bu oyunlar yörenin kültürünü, sosyo-ekonomik yapısını, manevi değerlerini, yaşam tarzlarını ve yöresel konuşma biçimlerini yansıtarak bölge ve bölge insanları hakkında bizlere bilgiler vermektedir. Eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından oynanan birçok köy oyunları vardır. Fakat bunlardan birçoğunun ismi bile hatırlanmayarak unutulmaya yüz tutmuştur. Amacım bu oyunları gelecek nesle yazılı dahi olsa bırakarak kültür mirasımıza sahip çıkmalarını sağlamaktır. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin oynadığı oyunları seyirlik (orta oyunu), beceri ve eğlence oyunları olarak üç dalda topladım. Anlatacağım seyirlik oyunlar oynanmamaktan dolayı tamamen unutulmuştur. Eğlence ve beceri oyunları ise çok azda olsa değiştirilmiş olmalarına rağmen oynanarak yaşatılmaya çalışılmaktadır. 1. Tura Oyunu Eski Kızılcaköy Türkmenleri arasında sıkça oynanan bir tür beceri oyunudur. Genelde kişi sınırlaması olmayan oyunda 2 ebe ile beraber 8 kişilik oyuncu ekibi vardır ve oynanış şekli ise şöyledir. Öncelikle geniş ve düz bir alanda oynanması gereken oyunu oynayacak mekân tespit edilir. Bu alan genelde köydeki harman yeri ya da düz yayla tarzı yerler olabilir. Yeri ayarladıktan sonra oyun alanının ortasına iri bir kazık çakılır bu kazığa 8-10 metre uzunluğunda iki adet urgan bağlanır ve bu urganlardan oyun için seçilen iki ebe tutarak kazık etrafında dönmeye başlarlar. Bu esnada kazık etrafına elleri kamçılı kişiler daire şeklinde dizilip urganlara tutunmuş ebelere kamçılarla bir yandan vururken diğer yandan da ebelere yaklaşıp uzaklaşma hareketi yaparak ebelerin kendilerini yakalamalarını önlemeye çalışırlar. Oyun esnasında ebenin amacı ise kamçıyla kendilerine vuran kişileri ellerindeki urganları bırakmadan yakalamaya çalışmaktır. Eğer ebeler kendilerine vuranları yakalayamadan oyun sürüp giderse yedikleri dayak yanlarına kâr kalır. Bu esnada kendilerine vuranlardan birer tanesini yakalarlarsa o yakaladıkları kişiler yeni ebeler olurlar ve ortaya geçerek oyuna kaldıkları yerden devam ederler. Biraz sert gibi görünen oyunda oyuncular birbirlerine vurma hareketlerini tamamen arkadaşlık çerçevesi içersinde yaptıkları için oyun daha da bir zevk kazanır ve oyuna gülerek devam ederler. 59 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı 2. Kelle Atma Tamamen beceri oyunu olan kelle atma sadece düğünlerde oynanan bir tür güç gösterisidir. Buradaki amaç köyün en güçlü erkeğini tespit etmektir. Oynanış şekli ise şöyledir. Düğün evinde kesilen büyükbaş hayvanın kellesi oyunun en önemli malzemesini teşkil eder. Bu kelle düğün sahibi tarafından saklanarak oyunun başlaması esnasında gençlere verilir. Oyunun amacı mevcut kellenin istenilen evin damına, yarışma için iddialı kişiler tarafından atılmasıdır. Köyün gençleri kelle ile beraber öncelikle oyun için seçilen evin önüne giderler. Bu evin köydeki en yüksek ev olması önemli bir kuraldır. Oyundaki ev seçildikten sonra burada toplanan gençlerden kendisine güvenenler ‘Bu oyunda bende varım’ diyerek meydana çıkarlar. Oyun başlanmadan önce kellenin burun kısmı içten delinerek parmaklarla tutulabilecek şekle getirilir. Oyunda gençlerin uyması gereken kural ise evi arkalarına alacak şekilde geriye doğru kelleyi atmalarıdır. Öncelikle kelle yere konulur ve sonra atacak kişiler sırayla kellenin burnunu parmaklarıyla kavrayarak evin damını arkalarına alacak şekilde fırlatırlar. Sırayla deneme yapıldıktan sonra damın üstüne düşürmeye başaran kişi yarışmayı kazanır ve köyün en kuvvetli erkeği unvanını alır. Eğer dama birkaç kişi düşürürse o zaman damın üstüne belli mesafede urgan gererler bu sefer bu urganı geçiren birinci olur. Oyunun bitmesiyle beraber düğün evindeki davul, zurna ekibi çağırılarak bunların eşliğinde kalabalık gurup yarışmayı kazanan kişiyi kendi evine kadar türküler eşliğinde oynayarak sırtlarında getirirler ve kazanan kişinin evinin önünde davul, zurna çalıp gelenlere şeker, şerbet ikram ederler. Böylelikle oyun sona erer ve köyün en kuvvetli erkeği yani köyün yiğidi seçilir. Kazanan kişi ömrünün sonuna kadar bu unvanıyla anılarak saygıya tabi kılınır. 3. Çırahma Bir tür beceri oyunu olan çırahmada kişi sınırlaması olmamasına karşı genelde 5-6 kişiyle oynanır. Bu oyununda geniş bir alanda oynanmasından dolayı genelde harman yeri tercih edilir. Oynanış şekli ise şöyledir. Oynanacak sahaya normal bir daire çizilir ve daire içersine üç ayaklı, çatal şeklinde ağaçtan yapılma bir ‘çelik’ konulur. Çizilen 60 Serdar ATABAY dairenin yanında da oyunun ebesi bekler. Daha sonra daire içersindeki çeliğe belli bir mesafeden çizgi çekilir ve burada ellerinde değnekleri olan yarışmacılar bekler. Yarışmacıların amacı bulundukları mesafeden ellerindeki değnekleri sırayla fırlatıp daire içersindeki çeliği vurarak belli bir mesafeye uzaklaştırmaktır. Değneği fırlatıp çeliği vuran yarışmacı çeliğin uzaklaşması ile bulunduğu yerden hemen koşarak attığı değneği düştüğü yerden alıp başladıkları çizgiye hemen geri döner. Bu arada ebenin yapması gerekende vurulan çeliği düştüğü yerden koşarak almak ve bu arada değneğini almaya gelen yarışmacıya yetişip el sürerek onu sobelemek ve böylece onu ebe yapmaktır. Artık sobelenen kişi ebe olur ve yarışma bu şekilde sürüp gider. Bu oyunda pratiklik ve hız en önemli unsurdur. Bu iki unsuru başaran kişi oyun bitene kadar ebe olmaktan kurtulur. 4. Güvercin Taklası Tam bir eğlence oyunu olan güvercin taklası genelde sekiz kişiyle oynanır. Oyuncular oyuna başlamadan önce dörderli iki guruba ayrılırlar ve ebe olacak gurubu seçerler. Oynanış şekli ise şöyledir. Ebe olan guruptaki iki kişi sırt sırta vererek ellerini dizlerine getirir ve eğilirler. Diğer iki kişide eğilen bu kişilerin kalçalarına karşılıklı olarak kafalarını yanaştırarak zemini oluşturmuş olurlar. Karşı guruptakiler belli bir uzaklığa geçerek kafaları diğer iki kişinin kalçasına yanaşmış olanların üstünden hiza alarak sırayla takla atmaya başlarlar. Burada amaç hiza aldıkları yerden atlarken düzgün bir şekilde karşı tarafa geçmektir. Eğer atlayanlardan bir kişi hizasını aldıkları yerden çapraz olarak karşıya geçerlerse ya da karşıya hiç geçemezlerse yanmış olurlar. Bundan sonra zemini yanan gurup oluşturur diğer guruptaki oyuncularda kuralına uygun olarak atlamaya çalışırlar. Oyunda her hangi bir süre sınırlaması yoktur. Tamamen oyuncuların belirleyecekleri zamanla alakalı olarak oyun uzayıp kısalabilir. Bu oyunun sonucunu tamamen atlayacak kişilerin kabiliyetleri belirlemektedir. 61 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı 5. Cin Boru Bir tür beceri oyunudur. Kişi sınırlaması yoktur ancak genelde 6 kişiyle oynanır. Geniş ve düz yerde oynanmasından dolayı yine harman yeri tercih edilir. Oynanış şekli ise şöyledir. Oyunun oynanacağı yere 15cm. çapında bir delik kazılır ve kişi sayısı olan 6 adet delik aynı ölçülerde ve belli aralıklarla ilk kazılan deliği çevreleyecek şekilde açılır. Her oyuncuya açılan altı dairenin birer tanesi tahsis edilir böylece her delik, sahibinin ismiyle söylenir. Sonra bu deliklere belli bir mesafeye çizgi çekilir. Burası kale olur ve yarışmacılar burada dikilir. Oyun başlamadan önce büyükbaş hayvanın taranan kılları toplanıp tükürükle yuvarlanarak kıldan top haline getirilir. Oyuncuların amaçları bu topu etrafı kişi sayısıyla eşit açılan deliklerin arasından geçirerek orta deliğe sokmaktır. Ebenin görevi de deliklere giren topu yarışmacılara geri vermektir. Yarışmanın başlamasıyla çizgide yan yana duran yarışmacılardan en baştaki ilk topu atar ve en ortadaki deliğe girdirmeye çalışır. Tabi ki bir kaç kez denedikten sonra atılan top ilk açılan deliğe girerse topu girdiren yarışmacı hemen yanındakinin sırtına biner ve bindiği yarışmacı orta deliğe topu girdirene kadar sırtında bu kişiyi taşımak zorunda kalır. Ebe en kısa zamanda attığı topu orta deliğe girdirmeyi başarırsa hem sırtında insanı taşımaktan kurtulur hem de kendisi topu deliğe girdirdiği için yanındaki diğer yarışmacının sırtına binerek yarışmayı bu şekilde devam ettirir. Oyundaki amaç el becerisini çok iyi kullanmaktır. 6. Aşık Oyunu Çok eski bir Türkmen oyunu olan aşık oyunu Eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından sıkça oynanırdı. Genelde 5-6 kişiyle çift tırnaklı hayvanların ön dizlerinde bulunan eklem kemiğiyle oynanan bir tür beceri oyunudur. Eskiköyde iki çeşit aşık oyunu oynanırdı. Oynama şekilleri ise şöyledir. Birincisi ‘cızgılı’ diye bilinen oyundur. Bu oyunda yere normal bir daire çizilir. Dairenin içersine oynayan kişiler beşer tane enek (Aşık kemiğinden sermaye) dizerler. Daha sonra bu dairenin belirli uzaklığına düz bir çizgi dizerler ve burası kale olur. Kaleye herkes dizilir ve 62 Serdar ATABAY sırayla ellerindeki sakayla (Biraz daha iri içersine kurşun akıtılmış aşık) daire içersindeki ‘enekleri’ çıkarmaya çalışırlar. Atılan sakaya kurşun dökülmesinin amacı sakaya ağırlık vermek ve atılan enekleri rahatça daireden dışarı çıkarmayı sağlamaktır. Daire içersinden kim daha çok enek çıkarırsa çıkardığı adet kadar enek onun olur. Oynayanlar oyun sonunda şu kadar enek üttüm diyerek oyunda sağladıkları başarıyla övünür. İkincisi ‘tek cizi’ diye bilinen aşık oyunudur. Bu oyunda ise tek bir çizgi çizilir ve oynayanlar yine beşer tane bu çizgi üzerine enek dizerler. Ama bu eneklerin ortasına da daha büyük bir enek (Aşık kemiği) koyarlar. Oyun başlamadan belli bir mesafeye oyuncular dizilirler ve bu mesafeden dizili eneklere atış yaparlar. Ne kadar çok çizgiden enek çıkaran olursa bu eneklerin sahibi o olur. Ancak ortaya dikilen bu büyük enek ne işe yarar denilirse işte o büyük olan vurulursa yerdeki dizilenlerin hepsi vuranın olur. Oyundaki amaç bu iri eneği vurarak başarı sağlamak ve diğerlerini ütmektir. 7. Hele de Hele de İt Kuyuya Düştü Çok basit ve heyecan verici bir oyun olan ‘hele de hele de it kuyuya düştü’ genelde ilkbaharda oynanır. Kişi sınırlaması yoktur ve çoğu zaman kız-erkek karışık oynanır. Oynama şekli ise şöyledir. Eski Kızılcaköy Türkmenleri önceleri buğday ve arpalarını ambarların olmaması nedeniyle yerlere açtıkları 1 ila 1,5 m. derinliğindeki kuyulara doldururlardı. Bu kuyuların üzerlerini samanla kapatır sonra toprakla örterlerdi. Daha sonra bu kuyudan ihtiyaçları olan malzemeyi bitirinceye kadar alıp içini boşaltırlardı. İşte kuyuların boşalmasıyla beraber oyunun oynanacağı yer temin edilmiş olunur. Boşalan kuyunun başına küçük çocuklar toplanır ve birini ebe seçerler. Seçilen ebe boş kuyunun içersine girer diğerleri kuyunun etrafında kalırlar. Ebenin amacı kuyunun içersinden çıkmadan çevresinde dönen yarışmacılardan birini hafif zıplama hareketleri yaparak ya entarisinden ya da ayaklarında tutarak kuyu içersine çekmeye çalışmaktır. Kuyunun dışındakilerin amacı da delikten fazla uzaklaşmadan hafif gel-git yaparak ebeyi el-kol hareketleriyle sinirlendirmektir. İşte ebe bu arada yakaladığını kuyuya çeker ve kuyuya çektiği kişi yeni ebe olur. Her oyunda olduğu gibi bu oyunda da pratik ve hızlı olan kişi ebe olmaktan kurtulur. Çok heyecan verici olan bu oyun böyle sürüp gider. 63 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı 8. Sülake Bir tür beceri oyunu olan ‘Sülakede’, çırahmanın neredeyse aynısıdır. Kişi sınırlaması olmamasına karşı genelde 5-6 kişiyle oynanır. Bu oyununda geniş bir alanda oynanmasından dolayı genelde harman yeri tercih edilir. Oynanış şekli ise şöyledir. Oynanacak sahaya normal bir daire çizilir ve daire içersine hont (yuvarlak taş) konulur. Çizilen dairenin yanında da oyunun ebesi bekler. Daha sonra daire içersindeki honta belli bir mesafeden çizgi çekilir ve burada ellerinde sülake denilen yassı taş olan yarışmacılar bekler. Yarışmacıların amacı bulundukları mesafeden ellerindeki sülakeyi sırayla fırlatıp daire içersindeki hontu vurarak belli bir mesafeye uzaklaştırmaktır. Sülakeyi fırlatıp hontu vuran yarışmacı hontun uzaklaşması ile bulunduğu yerden hemen koşarak attığı sülakeyi düştüğü yerden alıp başladıkları çizgiye hemen geri döner. Bu arada ebenin yapması gerekende vurulan hontu gittiği yerden koşarak almak ve bu arada sülakeyi almaya gelen yarışmacıya yetişip el sürerek onu sobelemek ve böylece onu ebe yapmaktır. Artık sobelenen kişi ebe olur ve yarışma bu şekilde sürüp gider. Bu oyunda pratiklik ve hız en önemli unsurdur. Bu iki unsuru başaran kişi yarışma bitene kadar ebe olmaktan kurtulur. 9. Köse Oyunu Bu oyuna bir tür orta oyunu da diyebiliriz. Genellikle kadınların toplandığı bir ortamda oynanır. Üç bayanın rol aldığı bu oyunda Tavuk, Ferik ve Köseden oluşan bir ailenin miras konusu işlenir. Köse evin reisini, tavuk ilk hanımını, ferik ise ikinci hanımını canlandırır. Oyunun konusu ölüm döşeğinde olan Köseye eşleri sırayla soru sorarlar ve aldıkları cevaplarla Kösenin hangisine ne derecede değer verip vermediğini öğrenmeye çalışırlar. Oynanış şekli ise şöyledir. Köseyi canlandıran bir kadın yere uzanır ve üzerine çarşaf örtülür. Tavuk ve ferikte hasta olan Kösenin başına oturarak ona soru sormaya başlarlar. Tavuk : Köse Köse ne yersin? Canın ne ister? Köse : Canım hiçbir şey istemez. Görmüyon mu? Ben ölüyom artık. 64 Serdar ATABAY Tavuk : Aman Köse ölüyom dersin bizi de arada koyarsın. Köse : Gidiyom gitmesine ama ‘isli tafana’ ile turşu kübü senin olsun. Ferik : Aman Köse gidiyom dersinde bana ne bağışlarsın? Köse : Sana da Seydi bağı bağışlarım. Tavuk : Köse Köse hani go boncuğum (gönlüm sende demek) sende diyodun. Niye utanmadan bana yalan söyledin. Ferik : Vah hani go boncuğum tek sende diyodun bana da mı yalan söyledin boyu devrilesice. Diyerek tavuk ve ferik birbirleriyle kavga ederler. Bu şekilde Kösenin yalanları ortaya çıkmış olur. Bu konuşmalar doğaçlama olarak daha da uzayabilir ve oyun daha bir zevkli olur. İzleyenler ise ara sıra oyuna lafla atıfta bulunup izleyenleri gülmekten kırıp geçirirler. 10. Deveci Oyunu Bir tür beceri oyunudur. Oyuncu sınırlaması olmadığı gibi ne kadar fazla kalabalık olursa o kadar heyecanlı olur. Toplanan gençler çoğu oyunda olduğu gibi geniş bir alana giderler malum bu alan harman yeridir. Toplanan gençlerden bir tanesi gönüllü olarak ebe olur ve ebe kalesinde bekler. Diğer oyuncularda birbirlerinin ardı sıra dizilirler ve birbirlerinin bellerinden tutunarak tek sıra halinde bir dizi yani katar oluştururlar. Bir nevi deveci dizisi ya da katarı da diyebiliriz. Katarı yöneten ise katarın en önünde bulunan oyuncudur. Bu oyuncuyu deveci başı ya da dizi başı olarak ta adlandırabiliriz. Ebenin belirlenmesi ve katarın oluşturulmasıyla oyuna başlanır. Oyun kısaca şöyledir. Seçilen ebe deveci dizisine saldırarak diziden insanları ayırmaya çalışır. Deveci dizisinin amacı ise birbirlerinden ayrılmadan oyun alanı içerisinde, deveci başının eşliğinde ebeden kaçmaya çalışmaktır. Bu kaçma hareketi zor bir iştir. Çünkü deveci başına herkes tabii olacağı için ondan farklı hareket yapmak kesinlikle yasaktır. Baştakine bağımlı yapılan kaçış hareketleri oynayanlara ayrı bir zevk vererek, heyecanı artırır. Oyun başlamadan önce deveci katarı ile ebe arasında geçen sözler şunlardır. 65 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Ebe Deveci başı Ebe Deveci başı Ebe : Kangır kaparım. : Kapaman. : Tuz torbanı yırtarım. : Yır-taaaa-maaan : Verirsen ver, vermesen devenin alayını alır kaçarım der. Ve oyun başlar. İlk önce ebe koşarak deveci dizisine saldırıya geçer ve tuttuklarını diziden koparmaya çalışır. Dizi başı da ebeden kaçarak diziyi bozdurtmamaya çalışır. Oyun ebenin dizideki bütün kişileri koparıp almasından sonra sona erer. Çok zevkli olan bu oyunda pratiklik en önemli unsurdur. 11. Yer Zıkkası Yalnız erkekler arasında oynanan bu oyuna ‘uzun binit’te’ denir. Oyuncu sınırlaması olmadığı gibi kalabalık oynanması tercih unsurudur. Oyunda iki eşit sayıda gurup vardır. Öncelikle bu gurupların oluşturulması sağlanır. Gurupları oluşturanlarsa gurup başları diye adlandırılan kişilerdir ve kalabalıktan sırayla adam seçerek ekiplerini oluştururlar. Her gurup başının amacı oyuncuların en heybetlisini ve kilolusunu tercih etmesidir. Çünkü ağırlığa dayalı bir oyun şekli olan yer zıkkasın da kilo en önemli unsurdur. Ekipler oluşturulduktan sonra kura çekilir ve bir gurup yatma diğer gurup ise atlama işini yapar. Bundan sonra oyuna geçilir. Oyunu kısaca anlatmak gerekirse şöyledir: Guruplar kendi aralarındaki en zayıf kişiyi kale yaparlar. Kalenin amacı sert bir yüzeye sırtıyla yaslanarak ayakta durmaktır. Oyuna başlamadan önce herkes ulansın (birbirleriyle birleşsin) denilir. Ekibin diğer kalanlarından ilki ebenin bacak arasına kafasını koyar ve diğerleri de peşin sıra birbirlerine ulanarak uzun bir sıra oluştururlar. Diğer gurup ise eğilenlerin üzerlerine belli mesafeden koşup en sonda yatanın sırtından destek alarak yukarı doğru zıplama hareketiyle öndekilerin üzerine doğru sertçe atlarlar. Ekiptekilerin hepsi atlayıp belli süre alttakilerin sırtlarında beklerler. Bu sürede yatan ekip dağılırsa veya çökerse atlayan ekip oyunu kazanır ve tekrar atlar. Eğer yatanlar sırtlarındakileri verilen sürede taşır ve çökmezlerse atlayan ekip yatar diğer ekip atlamaya hak kazanır. Oyun böylece sürüp gider. Fakat oyunda 66 Serdar ATABAY fiziksel sertlik olduğu için biraz tehlikelidir. Ama oyuncular bu tehlikenin farkında oldukları için atlama hareketlerini biraz yumuşatarak daha dikkatli olurlar 12. Gömbe Çelik Bir tür beceri oyunu olan gömbe çeliğe gömmeli çelikte denilir. Genelde 5-6 kişi tarafından koyun güderken yumuşak toprakta oynanır. Oyun kısaca şöyledir. Oyundaki her kişi birbirine yakın şekilde dururlar ve durdukları yer herkesin kendi kalesi olur. Her birinin elinde ‘küskülüç’ denilen ucu spatulaya benzeyen değnekler vardır. Bu değnekler ebe tarafından atılan çeliğe vurma işlemiyle beraber yeri eşmeye de yarar. Öncelikle oynayanlardan bir kişide ebe seçilir. Ebe elindeki çeliği karşısındakilere sırayla atar. Attığı kişi küskülüçle çeliğe olağanca hızla vurup alandan uzaklaştırır. Ebe uzaklaşan çeliği almaya giderken diğerleri ebenin kendi kalesini ellerindeki küskülüçle kazmaya başlarlar. Bu arada ebede çeliği aldıktan sonra koşarak kendi kalesini eşenlerden birine dokunmaya çalışır. Eğer herhangi birine dokunursa o kişi ebe olur ve çelik atmayı o sürdürür ve onun kalesi eşilmeye başlanır. Oyun bu şekilde sürerken kimin kalesi en erken diz boyu seviyesine gelirse o kişi ayaklarını kuyuya sokar ve üzerine toprak konularak toprağa gömülür. Yarışmacılar tarafından cezasını çektiğine kanaat getirilinceye kadar toprakta tutulur ve sonra çıkarılır. Oyun bu şekilde sona erer. Bu oyun anlaşılacağı gibi biraz riskli ve sağlık açısından tehlikeli olabilir. Ancak oyuncuların mantıklı olması bu tür tehlikeleri engelleyebilir. 13. Deve Oyunu Bir tür orta oyunu olan deve oyunu, genellikle Kıllı Koca ile beraber takım halinde düğünlerde oynanır. Fakat ben burada tek başına deve oyununu ve yapılışını anlatacağım: Öncelikle devenin yapılışından başlayalım. Deveyi iki kişi oluşturur. Bunlar arkalı önlü 2-3 adım mesafede dururlar. Dışardan birileri tahta merdiveni başlarından geçirerek omuzlarına koyarlar ve her ikisinin kafaları dışarıda kalarak devenin hörgüçlerini oluştururlar. 67 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Bazen de kafalarının yanlarına yastıklar koyarak da hörgüçleri oluşturdukları olur. Daha sonra devenin kafasının yapılmasına geçilir. Kafayı oluşturmak için bir orak bulunur ve orağın kesici kısmına bezler bağlanarak deve kafasına benzetilir. Kafa kısmına iki ayna takılarak gözlerini, iki tahta kaşıkla da kulaklarını meydana getirirler. Arkasından boynuna büyük zil takıp ve yuları da boynuna geçirerek devenin kafa kısmını tamamlamış olurlar. Devenin kafa kısmı kim devenin ön kısmını oluşturacaksa ona verilir oda elinde orağı havaya doğru dikerek devenin boyun kısmını oluşturmuş olur. Deve vücudunun geri kalan kısmına da ‘pala’ ve kilimler örtülerek devenin yapılışı tamamlanır. Hazır olan deveyi yönetecek bir kişi seçilir oda devenin yularından tutarak kontrolü sağlar. Oynama şeklide şöyledir: Deve oyunu düğünlerde oynandığı için davul zurna eşliğinde oyunlar oynanarak insanları eğlendirirler. Tabi düğün eşrafının oynadığı gibi deve de müzik eşliğinde hafif ritmik zıplama hareketleri ve çökme-kalkma hareketleri yaparak düğüne ayrı bir hava katarak insanların neşelenmesine sebep olur. Deve ve deveci oyuna kendilerini öyle kaptırırlar ki deve düğün evinden çıkar köyde dolanmaya başlar. Bu esnada deveyle birlikte köylülerde alkışlar ve oyunlar eşliğinde köyü dolanmaya başlarlar. Devenin gezdiğini gören köylüler deveciye parayla beraber yiyecekte verirler. Bu paralar davulcularla bölüşülür. Kalan para ve yiyecekler ise düğün sahibine verilerek maddi destek sağlanmış olur. Deve oyunu çoğu zaman Kıllı Koca ekibiyle ortak hareket ederek kalabalık bir orta oyunu haline gelirler. Böylece düğün evinde bir tür köy tiyatrosu canlandırılarak bütün köylünün neşelenmesi sağlanır. 14. Kovak Taşı Bir tür beceri oyunudur. Oyuncu sınırlaması olmayan oyunda geniş toprak bir alan tercih edilir. Oyun için toplanan gençler kaleyi oluşturacak uzun bir çizgi çizerler ve buraya yan yana dizilirler. Oyun için gerekli olan yaklaşık 10 kiloluk ve 30cm. ye yakın kovak taşı da oynanacak yere getirilir ve oyuna başlanır. Öncelikle oyunu yönetecek bir hakem seçilir. Hakem herkesin güvenini kazanmış bir kişi olur. Kalede bulunan oyuncuların amacı bah68 Serdar ATABAY settiğimiz kovak taşını yerden kaldırarak en uzağa atmaya çalışmaktır. Atılan taşların yerleri hakem tarafından belirlenir ve en uzağa atan kişi tespit edilerek yarışmanın galibi belirlenir. Bu tür oyunlar ara sıra bahisle de oynanır. Bahis genelde yiyecek türü şeyler üzerine yapılır. Oynanması çok basit olan bu oyun vakit geçirmek için bire birdir. 15. Tengelbaş Eski Kızılcaköy Türkmenleri arasında ‘tengelbaş’ ya da ‘taklabaş’ olarak adlandırılan bu oyun yalnız erkeklerin oynadığı bir oyundur.8 kişilik bir ekibin 4’er kişilik iki guruba ayrılmasıyla oynanır. Oyun kısaca şöyledir. 4 kişilik ilk gurup eğilerek kafalarını birbirleri ile temas ettirir elleriyle de birbirlerinin omuzlarına sarılarak atlanacak zemini oluştururlar. Diğer 4 kişilik gurupta eğilenlerin karşılarına çapraz şekilde geçerek üzerlerinden yine çapraz şekilde takla atmaya başlarlar. Bu atlamalar ekiplerin belirledikleri süre içerisinde yaptıkları iştir. Yani verilen sürede bir ekip yatar diğerleri atlar sonra yatan gurup atlar diğerleri eğilir. Oyunda amaç ise atlayan gurubun yaptığı atlama hareketleriyle yatan gurubu ya çökertmeleri veya birbirlerinden ayırmalarıdır. Bu bahsettiklerimizden bir tanesini yapmaları o turdaki sayıyı almaları demektir. Neticede oynanan turlarda kim daha çok sayı alırsa o gurup birinci olur. Oyunun harekete dayalı fiziksel bir iş olması oynayanları aşırı heyecanlandırır ve oyunun neşeli geçmesini sağlar. 16. Kıl Topu Oynama Bu oyun şimdiki futbol oyunudur. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin en sevdiği oyunlardan biridir. Oyunda geniş alan şartı vardır buda çoğu oyunda olduğu gibi harman yerinin tercih edilmesiyle olur. Oyun için eşit sayıda iki ekip ve oynanması için top gerekir. Topun yapılışı da şöyledir. Belli zamanlarda taranan büyükbaş hayvanların kılları biriktirilir ve tükürük ya da suyla yuvarlaklaştırılarak topun yapılması sağlanır. Elde edilen bu topla iki ekip kısa mesafede kaleler oluşturarak maç yaparlar. Maçta en çok golü atan birinci olur. Bazen de kıl topunu ekipler karşılıklı birbirlerine elle atarak elle oynanan bir oyun haline getirirler. Bu oyundaki amaçta topun yere düşmeden elden ele dolaşmasıdır. 69 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı 17. Ay Gördüm Geceleri ayın en parlak olduğu zamanlarda oynanır. Herhangi bir kişi sınırlaması olmadığı gibi bayanlar ve erkekler karışık oynar. Öncelikle ebe olacak kişi belirlenir. Ebenin seçilmesi şöyle olur. Oyun alanının herhangi bir yerine uzun bir çizgi çizilir. Tüm oyuncular belli mesafeden yan yana eşit şekilde yapışık adımlarla adımlayarak çizgiye doğru yürürler. Çizgiye gelindiğinde kimin adımları diğerlerinkinden önde olursa o kişi ebe olur. Ebenin görevi herhangi bir ağaç veya duvara yüzü gelecek şekilde kapanır. Kapandığı yer oyunun kalesidir. Ebe, kalede belirli sayıya kadar gözü kapalı sayar ve bu arada diğer oyuncularda ebenin saymasıyla beraber bulundukları çevrenin herhangi bir yerinde saklanırlar. Bu arada ebe saymayı tamamlar ve saklananları aramaya başlar. Saklananların amacı ise çok iyi kamufle olmak ve ebenin kaleyi terk etmesiyle beraber ondan önce koşarak kaleyi sobelemektir. Ancak bu şekilde oyunda kalmayı başarırlar. Ebe arama işlemini yaparken gördüklerini isimleriyle beraber bağırarak söyler ve kalesine giderek o kişileri sobeler. Böylece ebenin ilk gördüğü kişi ebe olur ve arama işini devralır. Geceleri ay ışığında oynanması çok heyecan verici olduğu için Eski Kızılcaköy Türkmenleri arasında en sevilen oyun budur. 18. Çelik Oyunu Bir tür beceri oyunu olan çelik oyunu gömmeli çelikle hemen hemen aynıdır. Gömmeli çelikten tek farkı bu oyunda yeri eşme ve cezalandırma yoktur. Genelde 5-6 kişi tarafından oynanan oyun kısaca şöyledir. Oyundaki her kişi birbirine yakın şekilde dururlar. Her birinin elinde ‘küskülüç’ denilen değnekler vardır. Bu değnekler ebe tarafından atılan çeliğe vurma işlemini yaparlar. Öncelikle oynayanlardan bir kişide ebe seçilir. Ebe elindeki çeliği karşısındakilere sırayla atar. Attığı kişi küskülüçle çeliğe olağanca hızla vurup alandan uzaklaştırır ve ebenin olduğu yere koşup oradan da tekrar kalesine gelmeye çalışır. Bu arada ebe uzaklaşan çeliği almaya gider ve çeliği aldıktan sonra kendi kalesine koşmaya çalışana vurmaya çalışır. Eğer ebe koşana dokunursa o kişi ebe olur ve çelik atmayı da o sürdürür. Oyun bu şekilde sürüp gider. Oyunda kim ne kadar hızlı ve seri olursa o kadar avantajlı olur. 70 Serdar ATABAY 19. Pışpıdı Bayanlar arasında oynanan bir oyundur. İki kişi ayakta oynarken iki kişide ellerinde tef ve zilli maşayla türkü söyleyerek eşlik ederler. Öncelikle şu türkü sözleriyle oyuna başlanır: Çekirgenin ayağında nalini. Suya gider kaymakamın gelini. Çuvallarda un koymadın çekirge. Farelerde don koymadın çekirge. Ari, bürü, götü sivri çekirge. Denildikten sonra ayaktaki iki oyuncu ‘pışpıdı, pışpıdı’ diyerek ayaklarını sağa ve sola atmak suretiyle zıplamaya başlarlar. Oyunun hızlanmasıyla beraber tamamen havaya zıplayıp elleriyle ritmik alkış tutarak birbirlerinin ellerine vururlar. Çok eğlenceli olan oyunu izleyenler ise gülerek eğlenirler. 20. Kızak Kayma Kış aylarında oynanan bir oyundur. Oynanış şekli ise şöyledir. Karın yağmasıyla beraber gençler yanlarına ekmek tahtalarını ve merdivenlerini alarak köyün en yüksek tepesine çıkarlar. Yarışacak kişiler çıktıkları tepenin üstünde aynı hizada yan yana dizilerek aşağıya doğru kaymaya başlarlar. Kim ilk önce tepenin en alttaki kısmına erken ulaşırsa o kişi yarışmanın galibi olur. Çok basit olan bu oyun aşırı derecede heyecanlı olduğu için çocuk ve gençler tarafından en çok tercih edilen oyundur. Bu oyunun ardından da herkesin birbirine kar atması ve karda birbirlerini yere yatırmalarıyla oynanan kar dövüşü oynanır. Gençlerin birbirlerine kar atmaları ve yerlere yatırarak ıslak zeminde sürünmeleri neticesinde gençlerin ıslanması kaçınılmaz olur. Bunun neticesinde ıslanan gençler ortaya büyük bir ateş yakarak ısınmaya çalışırlar. Kar ve ateşin yan yana olması oyuna ve oynayanlara ayrı bir haz verir. 21. Develi Oyunu Düğünlerde bayanlar tarafından oynanan bir oyundur. Oyun aşağıdaki tekerlemenin söylenmesi ile başlar. 71 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Develi dayılak Geliyo oyunak Çek deveci develeri engine aman aman Şimdi rağbet güzel ile zengine aman aman Diyerek hafif bir zıplama hareketi ile yarı dönerek dairesel hareketler yapılır ve yavaş yavaş zıplamaya başlanır. Tef eşliğinde oynanan bu oyunda, oyuncular ve izleyenler de ritmik şekilde alkış tutarak oyuna müzikle beraber katılırlar. Sonra oyunun hızlanmasına ve yavaşlamasına göre değişmeli olarak, ayağın biri kaldırılıp biri basılır ya da her ikisi birden kaldırılarak yarı yüksek zıplama hareketi ile beraber oyuna devam edilir. Oyunu izleyenler alkışlarını hızlandırırken tef çalanlar da aynı tempoyu yakalayarak oyuncuların el şaklatarak oynamalarını sağlarlar. Oyun için herhangi bir zamanlama yoktur. Tamamen o anki ortama ve kişilerin performansına bağlı olarak oyunun süresi belirlenir. Oyunun en büyük özelliği, oynayanların her birinin ayak ve el hareketlerinin birbirleriyle uyumlu olmasıdır. İzleyenlerin ve tefle eşlik edenlerin de alkışlarının ve tefe vuruşlarının aynı uyumu göstermeleridir. Bu uyum oyunun zevkle izlenilmesini ve insanların neşelenmelerine vesile olur. 22. Hopdirilim Bayanlar arasında oynanan bir tür oyundur. İki kişi ayakta oynarken iki kişide ellerinde bulunan tef ve zilli maşayla eşlik ederler. Oyuna öncelikle şu türkünün söylenmesiyle başlanır: Çiçek dağlar meşeli. Dibi halı döşeli. Ne ağladım ne de güldüm. Ben bu aşka düşeli. Hopdirilim. Hopla babuş yırtılsın. Yırtılırsa yırtılsın. Kayseri’de çoğumuş. Dürzü baban getirsin. Denildikten sonra oynayan iki kişi öncelikle kendi etraflarında dönerler ve yavaş yavaş dönerek birbirlerinin etraflarında daire çizer72 Serdar ATABAY ler. Tef ve zilli maşanın hızla çalınmasıyla beraber oyuncular bir yandan zıplayarak bir yandan da ellerini şıplatarak ritmik şekilde yukarı aşağı kaldırıp indirirler. Oyunun hızlanması ve oynayanların kendilerini oyuna kaptırmalarıyla beraber oyuncular ellerini bellerine koyarak ‘pırpır’, ‘pışpış’ tarzı sesler çıkarırlar ve daha da hızla zıplayarak oyuna devam ederler. Oyun öyle neşelenir ki oyuncular kendilerinden geçerler ve yorulana kadar oyuna devam ederler. 23. Kıllı Koca Düğünlerde oynanan Kıllı Koca bir tür orta oyunudur. Oyun iki gelin, Arap ve Kıllı Koca’nın olduğu bir ekiple oynanır. Fakat eğlencenin durumuna göre doğaçlama olarak oyuna katılanlar da olur. Katılanlar köyün efeleri olarak adlandırılan köylüler içinden seçilen iki efe ve düğünde bulunan deve oyunu ekibidir. Her birinin oyuna dâhil olmalarıyla beraber kalabalık bir orta oyun ekibi meydana gelmiş olur. Kıllı Koca ekibindekilerin görevleri ise şöyledir. Kıllı Koca: Üzerinde ‘maşlak’, elinde uzun bir sırık, yüzünde yünden kaba bir takma sakal, başında al fes ve ayaklarında yün çorapla birlikte çarık vardır. Görünüşüyle ve kambur duruşuyla insanları korkutan Kıllı Kocanın görevi oyunda rol alan gelinlerin kaçırılmalarına müsaade etmeyerek kendisinin alıp saklamasıdır. Arap: Üzerinde aşırı kirli elbisesi, elleri ve yüzü isle boyanmış görüntüsü, boynunda tüfeği, belinde de külle dolu bir çantası vardır. Ani ve sert hareketleriyle yer yer insanları korkutan ara sırada komik oyunlarıyla insanları neşelendiren Arabın görevi belindeki kül torbasından aldığı külleri savurarak gelinleri kaçırmaya çalışan düşmanları püskürtmek ve gelinlerin kendisine kalmalarını sağlamaktır. Ara sıra boynundaki tüfekle ateş eden Arap oyuna ayrı bir hava katar. Gelinler: Kadın kılığına girmiş iki erkekten oluşan gelinler üzerlerine üç etek, başlarına ‘çar’ ve sargı bağlanmış fes, ayaklarına da lastik ayakkabı giyerler. Yüzleri çarla kapalı olan gelinlerin görevi kendilerini kaçırmaya çalışanlarla mücadele etmek ve oyun sonuna kadar davul, zurna eşliğinde oynayarak seyircileri eğlendirmektir. 73 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Efeler: Gür bıyıklı, üzerlerinde normal kıyafetler olan efelerin görevi gelinleri oyundan alıp kaçmaktır. Bu esnada karşı koyanlara da efelik yaparak oyunu daha bir canlı kılarlar. Deve ve Deveci: Deve oyununda anlattığımız gibi bir deve ve deveciden oluşan ekiptir. Oyundaki görevleri müzik eşliğinde oynayarak insanları neşelendirmek ara sırada davul, zurna eşliğinde köyü dolanarak para ve yiyecek toplamaktır. Böylece topladıkları para ve yiyeceklerle düğün evine de katkıda bulunurlar. Oyuncuların görevlerini yazdıktan sonra oyunu kısaca şöyle anlatabiliriz. Kıllı Koca ekibi davul, zurna eşliğinde köy meydanında oynamaya başlarlar. Bu esnada efeler gelinleri rahatsız ederek kaçırmaya çalışır. Hemen gelinlerin yanında bulunan Kıllı Koca sırığıyla efelere doğru hamle yaparak kaçmalarını sağlar. Bu sefer Kıllı Koca gelinlere doğru yaklaşırken Arap belindeki kül torbasından aldığı külleri Kıllı Koca ve efelere doğru savurarak püskürtür. Oyunun hızlanmasıyla beraber izleyenlerde oyuna dâhil olurlar ve oyun inanılmaz derecede zevklenmeye başlar. Bir yandan Kıllı Kocanın sırık darbeleri ve insanların üzerine bağırarak gelmesi bir yandan Arab’ın oyuna dâhil olan herkesin üzerine kül savurarak dağıtması ve ara sıra havaya ateş etmesi bir yandan da efelerin Arap ve köylülerle güreş tutarak düşüp kalkması izleyenleri gülmekten kırıp geçirir. Bu arada davul ve zurna eşliğinde oynayan devenin kafa hareketleri, eğilip çömelmesiyle yaptığı figürler oyuna inanılmaz tat katar. Bir de bakılmış ki köy alanı şenlik alanına dönüşmüş herkes birbirine karışmış ve oyun doğaçlama olarak daha da farklı noktalara gelmiştir. Herkes bir oyuncu ve herkesin farklı farklı görevleri olmuştur. Neticede ortak bir konu etrafında oynadıkları için konudan kolay kolay sapma olmaz. Ve hepsinin birleşmesiyle güzel bir seyirlik oyun meydana çıkar. İnsanlar bir yandan gülerek eğlenirken bir yandan da köylünün verdiği para ve yiyeceklerle de düğün sahibine maddi, manevi destek sağlanmış olur. 74 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin Halk Âşıkları T ürklerde İslamiyet öncesi Ozan-baskı veya destan diye adlandırdığımız Türk edebiyat geleneği daha sonraki yıllarda Türklerin İslamiyet’i kabulü ve Anadolu’ya akın akın göçleri neticesinde bu coğrafyada yeni bir şekil almıştır. Özellikle Anadolu kültürüyle tasavvufun harmanlanması Orta Asya kültüründen farklı bir âşıklık geleneği meydana gelmiştir. Bu gelenekte sazlı, sazsız, doğaçlama, yazarak veya birden fazla özelliği taşıyıp geleneğe bağlı şiir söyleyenlere âşık, söyleme biçimine âşıklık ya da âşıklama, âşıkları yönlendiren kurallara da âşıklık geleneği denildiğini biliyoruz. Âşıklar özlerine ve kültürlerine bağlı yaşadıkları toplumun bir nevi sözcüleridir. Şiirlerde öğretici, uyarıcı ve yapılması kesin konularda zorlayı tavırlarını şiirlerinde işleyerek insanlara yön gösteren birer kılavuzlardır. Ayrıca bulundukları yörenin kültürünü, manevi değerlerini, yaşantılarını ve toplumsal olaylarını nesilden nesile sözlü ya da sazlı olarak yayılmalarında önemli rol üstlenmişlerdir. Kırşehir yöresi birçok âşık yetiştirmiştir ve hala bu geleneği devam ettirenleri bünyesinde barındırmaktadır. Âşık Paşa, Ahmed-i Gülşehri, Âşık Said, Âşık Seyfullah, Âşık Kerem, Âşık Musa, Âşık Mehmet Şeyhi, Âşık Mahmut, Âşık İbik, Âşık Ömer, Âşık Ahmet Çelebi, Geycekli Âşık Hasan, Âşık Arap Mustafa, Âşık Boyacı, Muharrem Ertaş, Şemsi Yastıman, Çekiç Ali ve son yüzyılın ekolü Neşet Ertaş, Kırşehir’in yetiştirdiği en önemli halk âşıklarındandır. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin halk âşıklarından olan Âşık Osman Evran sazsız ve doğaçlama, Âşık Ziya Özhan sazsız ve yazma, Âşık Mediha Aydın(Ünal) ise yine sazsız ve doğaçlama geleneğine bağlı Türkmen âşıklarımızdandır. Kendi kültürlerini yaşatmak için mücadele veren bu âşıklarımızın hayatlarını ve eserlerinden bazılarını sizlere sunmaya çalışacağım. 75 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Âşık Osman Evran E ski Kızılcaköy Türkmenleri arasında Coruk Osman diye de anılan Âşık Osman Evran 1867 yılında Kırşehir’in Eski Kızılcaköyünde dünyaya gelmiştir. Babası Selim Efendi annesi de Emine Hanım’dır. Geçimini çiftçilik yaparak sağlayan Âşık Osman kısa ve özlü ‘tesellemeleriyle’ ünlenmiş renkli bir kişiliktir. İnsanların kötü ve çirkin yanlarını kendi üslubuyla gülünç hale sokarak, alaya alarak, iğneleyerek ve ara sıra da hakaret ederek eleştirmiştir. Söyledikleriyle insanların hatalarını ve yanlışlarını vurgularken, yer yerde öğütleyici sözleriyle de topluma ve insanlara yön vermeye çalışmıştır. Tüm bu bahsettiklerimizi yaparken insanları hep güldürmeyi ve neşelendirmeyi kendisine prensip edinmiş olan Âşık Osman, bunun neticesinde eleştirdiği kişilerden hiçbiri kendisine kırılmamış hatta çoğu kendisine gelerek bizlere de bir şeyler söyler misin diyerek istekte bulunmuşlardır. Yaşadığı yüzyıla yaşantısıyla ve söyledikleriyle damgasını vuran Âşık Osman hiç kimseyi kırmamış ve herkesin gönlünü hoş eden tavrıyla sevilmeye mazhar olmuştur. Kırşehir ve Eski Kızılcaköy Türkmenleri arasında Coruk Osman lakabıyla nam salan Âşık Osman’ın olaylar ve şahıslar üzerine söylediği tesellemelerin de Coruk ya da Osman mahlasını kullandığı bilinmektedir.1942 yılında vefat eden Âşık Osman Evran’a Allahtan Rahmet diler bizlere bıraktığı manevi miras için minnetlerimizi sunarız. Âşık Osman’ın tesellemelerini ve hangi olaylar üzerine bunları söylediklerini örneklerle anlatacak olursak şöyledir: Âşık Osman Örcün’den İki yüz elli kuruşa besili bir boğa alır. Boğayı sap çekmeye götürür. Bakar ki aldığı boğa iş esnasında beklediği performansı göstermez. Bunun üzerine bu olayı kendi ve boğanın ağzından su mısralarla anlatır: 76 Serdar ATABAY Boğa derki; Ben bu sapı çekemem. Güz gelince sana tohum ekemem. Süren çürük yeri, yeni sökemem. Eken hozan çifti bozan sen Osman. Boğa sana da ben bu sapı çektiririm. Sürmem çürük yeri, yeni söktürürüm. Güz gelince sana tohum ektiririm. İmdat sende kaldı hey kara boğa. Boğa idim dağ başında sekerdim. Eşindikçe çimenleri sökerdim. Başka boğalara yan yan bakardım. Dört yaşında beni kül ettin Osman. Döve döve beni del’ettin Osman. İki yüz elli kuruş bunun parası. Sırtı nakış nakış imbâl yarası. Sap dağda kaldı da nedir çaresi. İmdat sende kaldı ey kara boğa. Diyerek kendinin ve boğanın düşüncelerini komik bir ağızla anlatmış olur. Zamanın birinde Âşık Osman Erevik’li Mevlüt Çavuş’tan hıyar satın alır. Bakar ki hıyarlar sulanmış ve kokmuş. İçinden de suları akar. Bunun üzerine Âşık Osman Mevlüt Çavuş’a şunları söyler; Hıyar diye seni aldık. Hiç yemeden yere çaldık. Dağ başında yavan kaldık. Böyle hıyar satılır mı? Hıyarının içi çürük. Boynuzunun biri kırık. Birini yemedi Coruk. Böyle hıyar satılır mı? Hıyar sası sası kokar. Köse gardaş yan yan bakar. Demedin mi türkü yakar. 77 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Böyle hıyar satılır mı? Der. Ekin zamanı işlerini yapması için hayvan arayan Âşık Osman, Erevikte değirmen bekleyen Kırpık Ali’den hayvan satın alır. Aldığı hayvan yüke dayanamaz ve ölür. Bu olaya çok kızan Âşık Osman söylemeye başlar. Özbağın içinde de Kırpık Alisin. Anan gö İminede kırık dölüsün. Öreninde baykuş kuşu ulusun. Beni dağ başında koydun eşeksiz. Bekle değirmeni de yüzün unlasın. Oğlun oynasın da kızın gunlasın. Hovardalar kapın pecen dinlesin. Beni dağ başında koydun eşeksiz. Diyerek ticarette hile yapmanın kötü bir şey olduğunu ve yapanlarında ahlak yönünden zayıf olduklarını anlatmaya çalışır. Çok soğuk bir kış günü Arabelinin Memmet dayı Âşık Osman’ın yanına gelir. Ya Osman gardaş ben bir palto aldım daha borcunu bitiremeden eskidi, bende cılbah kaldım ne yapayım? Der. Bunun üzerine Âşık Osman derki: Ezel ki kisbeni giysen olmaz mı? Osman’ın sözünü duysan olmaz mı? Veresiye palto alıp borçlu olmadan. Zemheride buyup ölsen olmaz mı? Sözüyle herkesin ayağını yorganına göre uzatması gerektiğini vurgulamaya çalışır. Âşık Osman’ın çocukları İsmail ve İreşit köyde Davut diye biriyle tavşan vururlar. Davut bunları çağırmadan tavşanı gizlice yer. Çocukların Âşık Osman’a bu olayı anlatmaları üzerine; Buyurun demese de Allah kelamı. Allah versin Davut senin belanı. Yedin tavşanı da tanıman bizi. Baban Kel Halil de anan Canbazın kızı. Demek suretiyle Davut’a kızgınlığını ifade etmiştir. 78 Serdar ATABAY Gezmeyi çok seven Âşık Osman, Alabacağın Hakkı’nın odasına varır. Oda da babayiğit bir adam oturur. Sorar bu kim? Diye. Hacı Velinin oğlu derki; Buna Ekciğin Ali derler. Bu Arabelinin güvası olur der. Konuşmaları duyan Ekciğin Ali dönerek Âşık Osman’a bana bir türkü söyle deyince bunun üzerine; Gündüz yatan gece kopan. Kızıl inişte kömür tutan. Haram helal demen katan. Mevla senden sorar bir gün. Diyerek yaptığı işlerin yanlış olduğunu vurgular. Bunun üzerine Ekciğin Ali yaptığı işlerin kötü olduğunun bilincinde olsa gerek “Sorar Osman ağam sorar” diyerek Âşık Osman’ın söylediklerini doğrulamış olur. Bir başka olayda ise Kâtibin değirmeninin yanında yol yapımına başlanır. Kırşehir’den Kadir Ağa ve Tevfik Efendi adında iki müteahhit işi alırlar. Bunun üzerine Eski Kızılcaköy’e haber salarlar. ‘Ameleler hacetlerini alıp gelsinler’ diye. Âşık Osman yanlarına boş şekilde varır. Kapıda bekleyen Tevfik Efendiye Âşık Osman selam verir ama o selamını almaz. ‘Hacetin nerde baba’ diye sorunca da Âşık Osman ‘hacetim bacağımın arasında’ der. Tevfik Efendi koşarak Kadir Ağanın yanına gelir ve deli gibi bir adam geldi deli deli konuşuyor der. Kadir Ağa içeri gelsin otursun der. Âşık Osman içeri girer ve Kadir Ağa, Âşık Osman’dan Tevfik Efendiye bir deli şefaat eylemesini ister. Âşık Osman Tevfik Efendinin yüzüne bakarak; Essahtan adam gibide yüzü gülmez. Allah’ı unutmuşta Peygamber bilmez. Dükkâna siner de Cumayı kılmaz. Beynamazın biri Tevfik Efendi. Deyince Tevfik Efendi Kadir Ağaya döner sen mi söyledin buna Cumaya gitmediğimi nerden bilecek bu adam deyince Kadir Ağa ben demedim ama bu adam kimin ne yaptığını bilir der. Gerçekten de Âşık Osman’ın şiirlerine bakıldığında kişileri ve yaptıkları olayları çok iyi bildiğini görüyoruz. 79 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Bir gün köyde aşırı derecede yağmur yağar. Polinin Hasan’ın babasının bostanını sel alır ve oradan geçmekte olan Âşık Osman’a şu bostanın haline bak ne olacak böyle der. Bunun üzerine Âşık Osman; Yağmur yağarda akar seller. Paklayı pancarı miller. Hüdayı zikretmez derler. Sana ziyan senden oldu. Acep bilir misin suçun? Dışın doğru çürük için. Hüdayı zikretmen niçün? Sana ziyan senden oldu. Diyerek olanlardan kendisine pay çıkarması gerektiğini söyler. Köyde Kamil Hocanın emmisi nalbant İrecep Usta Yabanlı’ya ‘şıhlığa’ gitmiş ve oradan kovulmuş. Bu olayı herkesin duyduğu gibi Âşık Osman da duymuş ve birkaç yerde konuşmuş. Bir gün yolda giderken İrecep Usta Âşık Osman’ı görür ve der ki, Bağlarda biter goruk. Irahat dur coruk. Bunun üzerine Âşık Osman’da lafın altında kalacak değil ya başlar söylemeye, Evvel postal giyerdin de giydin çarığı. Senin derdin del’eyledi Coruğu. Şıhlığa gönderdik de bizim zırığı. Hak edemedi de anıra anıra geri geldi. Der. Kızılcaköyde Yakub’un Hasan diye biri varmış. Fesi eğdirip boş boş gezermiş. Bir gün Âşık Osman’ın yanına gelir ve boş boş konuşarak Âşık Osman’ın zamanını çalar bunun üzerine kızdığı Hasan’a derki: Sana diyom Muhlis Hasan. Fesi eğdirip tek tek basan. Doğru söylesem bana kızan. Bağına gitsen olmaz mı? 80 Serdar ATABAY Sözleriyle nazik bir şekilde yanından kovmuş ve boş gezmenin iyi bir şey olmadığını da anlatmaya çalışmış olur. Bir gün Kızılca köye Suriye’den getirdiği tel fesli, düğmeli zabit ceketlerini satmak için şehirden biri gelir. Muhtarın odasında beşer liraya satar. Parası olandan para, olmayandan ise filik vakti(keçi kırkım zamanı) gelince alırım der. Vakit gelince Münip Çavuş paraları toplamaya gelir. Parası olan verir. Cinder’in Musa da ceketten almış ama ne parası var nede filik vaktini bekleyecek keçisi. Bakarlar ki Cinder’in Musa yavaş yavaş kaçmaya yeltenir. Bunu gören Âşık Osman hemen söylemeye başlar: Kahvede içerdim çayı. Sana diyom Münip dayı. Nasıl belledin bu ayı. Şinci para bulunurmu? Kahvede oynadım paket. Veresiye giydim ceket. Bunu bana saysan zekât. Şinci para bulunurmu? Diyerek Cinder’in Musa’nın ağzından duygularına tercüman olmuş olur aynı zamanda da ortamı yumuşatarak herkesin gülmesini sağlar. Münir Çavuş diye biri Kırşehir’de kırtasiye dükkânı açar. Kızılcaköylülere veresiye verdiği için herkes buradan alışveriş yapar. Bir gün Âşık Osman kırtasiyeye gider. İçeri girdiğinde sırtındamaşlak, ayağında çarıklı biri içerde durur. Adam Âşık Osman’a çocuk mu okutursun? diye sorar. İsteksiz şekilde ‘He okuturum’ der. Ne okurlar deyince. Âşık Osman ‘Kediliği bitirdiler köpekliğe başladılar’ der. Adam hayırdır beğenmiyor musun? deyince ‘Ne beğencem Allah yok Besmele yok kedi kaçtı köpek koptu’ der ve söylemeye başlar: Gitti dünya mert elinden. Şimdi kaldık fitneye. İş danışacak el kalmadı. İş danışılır ütneye. Yer daraldı biz bunaldık. Çare yoktur gitmeye. 81 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Gece gündüz ağlamanın vakti geldi Yâreden. Der demez adam sinirlenir. Âşık Osman’a söyle künyeni der. Öğrenseler ki bu şahıs hükümetin adamıymış. Tam bu arada Ağcalar’ın Halil Kâa içeri girer. Bakar ki içerisi gergin durumu anlar Âşık Osman’a dönerek ‘Sen ne gezersin burada deli dürzü’ deyince adam Halil Kâa’ya ‘Sen tanır mısın? Bunu’ der. Tanırım bizim köyün delisi bu deyince adam ne delisi veli bu diyerek Âşık Osman’ı ister istemez tastiklemiş olur. Coruk Osman’ın kızı Topal Hatça, babasına ‘Baba birde bize bir şeyler söyle’ der. Ne söyleyim kızım der. Söyle işte bir şeyler deyince; Hey haban var haban var. Başı cinli baban var. Aşamleyin eve geldim. Sırtlan dişli aban var. Diyerek kendi hallerini komik bir ağızla anlatmış olur. 82 Serdar ATABAY Âşık Mediha Aydın (Ünal) E ski Kızılcaköy Türkmenleri arasında Şaban’ın Hacı Memmed’in kızı olarak bilinen Âşık Mediha’nın asıl adı Medine’dir. Fakat kendinden önce doğup ölen ablasının nüfus cüzdanını kullandığı için ailesi tarafından Mediha denilerek anılmış ve söylenmiştir. Âşık Mediha 1931 yılında Eski Kızılcaköyde dünyaya gelmiştir. Babası Hacı Mehmet Efendi annesi ise Fadime Hanım’dır. Kısa ve özlü ‘tesellemeler’, ağıtlar ve normal şiirler yazan Âşık Mediha’nın en önemli özelliği her olaya ve her söylenene hemen karşılık mahiyetinde şiirler yazmasıdır. Çok usta bir âşık olan Âşık Mediha’nın alçak gönüllü, hatır naz ve insan sevgisiyle beslenen bir yüreğinin olduğu bilinmektedir. Acı dolu bir hayat geçiren âşık ömrünün çoğunu gurbette geçirmiş ve yine gurbette vefat etmiştir. İlk olarak gurbete evlenerek giden âşık 20 yıl Ankara da daha sonra 8 yıl Mucurda ömrünün diğer 15 yıllık kısmını da tek çocuğu olan Nevin Hanımın yanında geçirir ve kızının işi nedeniyle kaldıkları Denizlide 2000 yılında vefat eder. Halk arasında ‘Ölüyü bile güldürür’ denilerek çok komik bir mizaçta olduğu vurgulanan aşığın şiirlerinde Mediha mahlasını kullandığı görülmektedir. Birçok olay neticesinde yazdığı şiirlerinden örnekler verecek olursak: 83 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Köydeki Topal Hatça’nın oğlu Ferzi, Âşık Mediha’nın erkek kardeşi Süleyman’la arkadaşlık eder ve sık sık evlerine gelir. Fakat âşığın babası bu arkadaşlığa karşıdır. Bunu gören Âşık Mediha Süleyman’a gönderme yaparak söylemeye başlar: Yine geldi Topal Memmed’in Ferzisi. Yenilmiyor Hacı Memmed’in dürzüsü. Kız verecek Hamdi çavuşun Kerzisi. Süleyman yanına arkadaş saplar. Babası görünce alnını toplar. Anasının çığlığından kulaklar patlar. Diyerek anne ve babasının Süleyman ile Ferzi’nin arkadaşlık etmesine karşı geldiklerini anlatmaya çalışır. Yine bir gün Âşık Mediha kardeşi Memine’nin banyoda sabunu taşların arasına düşürerek kaybetmesinin ardından, Elinin feri yok. Alnının teri yok. On paralık karın yok. Yirmi paralık sabun harcarsın. Der ve kardeşinin sabunu kaybetmesini komik bir şekilde anlatır. Başka bir şiirinde ise Eski Kızılcaköye gelen sel felaketinin ardından şaşkınlıkla yere bez atıp üzerine çamur değmesini istemeyen Yostur Emmiyi görmesiyle; Hasan Üssüünde çarşaf seriyo. Uzanmış üstüne de inek arıyo. Gelenden gidenden imdat umuyo. Yaredenim afatından esirge. Der. Âşık Mediha’nın evlerinin önünde dedelerinden kalma bir dut ağaçları vardır. Dedelerinin hatırası diyerek dut ağacını korurlar fakat erkek kardeşi yaşar bir gün keserle dut ağacının dallarını kesmeye çalışır bunun üzerine; Yaşar eline de aldı keseri. Kesme oğlan o dedeyin asarı. 84 Serdar ATABAY Babası gelirse döver Yaşarı. Konuşmam amma sana da küserim. Diyerek kardeşini hem uyarır hem de babama söylemem ama sana küserim diyerek dedesinin bir eseri olan dut ağacına olan sahiplenmeyi anlatır. Bir gün bacısı Memine yeni yapılan çörekle pekmezi yemezde kayıt damında duran sütün kaymağını yemeye çalışır. Memine’nin gizlice yaptığı bu olayı gören âşık hemen söylemeye başlar. Memine eline aldı çöreği. Sahana bakınca bulandı yüreği. Baban aldı çifte süreği. Hemen ye sütün yüzünü. Diyerek pekmezi değil de sütün kaymağını yemek istemesini komik bir tarzla anlatır. Başka bir olayda ise Âşık Medihalar’ın öz teyzeleri yoktur. Kardeşi memine teyzelerinin olmamasına üzüldüğü için Hatice adında bir kadına sürekli Hatça teyze diyerek teyze özlemini giderir. Bir gün eve gelerek yerde uzanarak Hatça deze, Hatça deze demesinin üzerine Âşık Mediha kardeşine, Memine de eşek gibi uzanır. Yok, yerden de hatça teyze kazanır. Hatça teyze diye namen özenir. Deyince Memine ablasının sırtına şakayla yumruk vurur. Âşık bunun üzerine; Ne idi de Mediha’nın cezası. Yumruk yedi geçmiş olsun kazası. Topal hatça Memine’nin dezesi. Demesiyle kardeşinin attığı yumrukları anlatırken bir yandan da Hatça’nın, Memine’nin teyzesi olduğunu tastiklemiş olur. Âşık Mediha Ankara da iken tek çocuğu olan nevin dayılarının yanında kalır. Bu hasreti anlatan âşık; 85 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Yaz günüde sulu yağmur yağmasın. Siper olun Nevinim’e değmesin. Kurbanlar olurum Kara Doğana. Söyleyin de Nevinimi döğmesin. Haşarıda benim gönlüm haşarı. Bunalıyom çıkamıyom dışarı. Kurban olurum anamın Yaşarı. Nevinimi Zelhadan seçmiyo. Der. Yine Âşık Mediha Denizlideyken gurbet hasreti üzerine söylediği şiirinde; Buralarda havalar bahar gibi yaz gibi. Buranın insanları ördek gibi kaz gibi. Buraya gönderen müdür erisin tuz gibi. Diyerek kızının denizliye taşınmalarına sebep olan müdüre sitemini belirtmiş olur. Âşık Mediha Eskiköyde meydana gelen sel felaketinin üzerine yazdığı ağıtta ise şöyle der; Kara bulut gökyüzüne ağıyo. Yağmur değil sanki afat yağıyo. Çoluk, çocuk evsiz kaldı ağlıyo. Yaredenim afatından esirge. Doğru get selde yolundan savuş. Temeli, duvarı eğledin havuş. İmdada yetişti jandarma çavuş. Yaredenim afatından esirge. Diyerek sel felaketinin vahametini ve verdiği zararı acı bir dille anlatır. Böyle güzel eserleri bizlere bırakan Âşık Mediha Aydın (Ünal)’a Allahtan rahmet diler kültürümüze kazandırdığı şiirlerini ömür boyunca saklamayı kendimize bir vazife biliriz. 86 Serdar ATABAY Âşık Ziya Özhan E ski Kızılcaköy Türkmenleri arasında Has Sülemen’in Ziya diye anılan Âşık Ziya Özhan 1910 yılında Kırşehir’in Eski Kızılcaköyünde dünyaya gelmiştir. Babası İbiş Efendi annesi de Ümmügülsüm Hanım’dır. Daha altı aylık bir bebekken annesinin vefat etmesiyle bakımını dedesi olan Has Sülemen üstlenmiş ve büyütmüştür. Çok küçük yaşında en acı hayatı görmesi onun içindeki âşıklık olgusunu güçlendirmiş ve olaylar karşısında hep yazarak duygularını ifade etmiştir. Ava ve dağlara karşı aşırı ilgisi olan âşık şiirlerinde sık sık dağları, yaylaları, Eski Kızılcaköyü ve avcılığı işlemiştir. Geçimini çiftçilik yaparak sağlayan Âşık Ziya iyi derecede eski yazıyı, Arapça’yı ve yeni yazıyı bilirdi. Okuması, yazması ile kültürlü ve geçmişine bağlı kişiliğiyle tanınmaktadır. Şiirlerinde ismi olan Ziya mahlasını kullanan Âşık Ziya Özhan’ın Vasiyetim ve Faniden Bakiye adlı iki adet kitabı vardır. 1987 yılında vefat eden Âşık Ziya Özhan’a Allahtan Rahmet diler bıraktığı eserlerle kendisini hiçbir zaman unutmayacağımızı hatırlatmak isteriz. 87 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Sizlere kendi yazdığı şiirlerinden birkaç tane örnek vererek âşığın hayata bakışını ve şiirlerindeki işlediği konuları sunmaya çalışacağım. Eskiköyden sel nedeniyle göçüldüğünü kitabımızın başında anlatmıştık. İşte bu sel olayının Âşık Ziya’nın hayatındaki olumsuz etkisini, Eski Kızılcaköy’e duyduğu özlemi anlatan Eskiköyden Göçmek şiiriyle başlamak istiyorum. Eskiköyden Göçmek Unutulmaz hayat boyu geçen gün. Yedirdin, içirdin doyurdun felek. Sanki cihana geldim dün, bugün. Büktün yumağımı eyirdin felek. Yaşadım ömrümde ne günler gördüm. Doğup, büyüdüğüm ne oldu yurdum. Çalıştım, didindim çok emek verdim. Akıbeti haraba çevirdin felek. Suları bol iki çifte çeşmesi. Unutulmaz berrak idi içmesi. Hayal oldu Eskiköyden göçmesi. Gönüllü, gönülsüz ayırdın felek. Ecdattan temeli atılan yurdum. Harabe çeviren selleri gördüm. Elden ne gelir ki seyrettim durdum. Yıktın dumanını savurdun felek. Ziya’yı iskâna eyledin talip. Hakkın gazabına olunmaz galip. Yurdum harap olup köyden ayrılıp. Bağlanmış bendimi koyurdun felek. Görüldüğü gibi Eski Kızılcaköyden istenmeyen ayrılık âşığın hayatında çok derin bir iz bırakıyor ve bu acı üzerine yazdığı şiirle özlemini bir nebze azaltmaya çalışıyor. 88 Serdar ATABAY Kızılca Köyün Yayla Dağları Kaldım çaresizim hasretim sana. Varırsam ihtiyarı gör Yayla Dağı. Gelemedim on beş yıl geçti bana. Sevgin içerimde var Yayla Dağı. Avcı iken gezerdim başında. Nice dağlar etek tutmuş peşinde. Gündüz hayalimde gece düşümde. Al yeşil, şuleli nur Yayla Dağı. Sıhhat bulup bu baharı görürsem. Tüfeğimle dağ başına gelirsem. Ecel gelse ben üstünde ölürsem. Çimenin üstüne ser Yayla dağı. Yayla dağı ben bilirim huyunu. Çalıların saklar nice avını. İçerdim adı namlı suyunu. Şerefli dağlardan bir Yayla dağı. Diyorlar büyümüş çok ormanı var. Çiçekleri açmış olmuş lalezar. Çifte tüfeklerle avcılar gezer. Halimi avcıdan sor Yayla Dağı. Orman olmuş koyağında dalları. Lale gelin olmuş geymiş alları. Misali cennettir açmış gülleri. Çiçeği cennettir sır Yayla Dağı. Çeke düzen av çiftesi elimde. Gençlikte gezerdim dağlar belinde. Kimseye zararsız kendi halimde. Sıhhatli, sporlu hür Yayla Dağı. Kış gelince başın tipili duman. Gezemez avcılar hiç vermez aman. Baharın rüzgârın aldığın zaman. Sende muradına er Yayla Dağı. 89 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Berrak akar tatlı suyu, pınarı. Şöyle bir bakışta cennet diyarı. Mayısta bulunur çukurda karı. Ciğerleri soğutan kar Yayla Dağı. Ziya der çürümüş ömrüyün varı. Çeksen de gelemez o gençlik geri. Mor evlek içinde mantarın yeri. Emekle toplayan yer Yayla Dağı. Gençliğinde birçok anısının geçtiği Eskiköy dağlarına yazdığı bu şiirinde ise dağlara ve dağlarda geçen zamanına özlemini anlatıyor. Dostlar Bu fani dünyadan bizar oldum. Bu garip gönlümü eyleyemem dostlar. Hayale kapılıp çokça yoruldum. Olamam şaduman gülemem dostlar. Yaşadım dünyadan ne bir tat aldım. Kendi içerime kapandım kaldım. Sıkıldım çıkmağa çokça bunaldım. Kurudu gözyaşım silemem dostlar. Genç, koca denilmez borcun ödersin. Ya rahmete layık ya bir kedersin. Bazı hasta bazı gafil gidersin. Karanlık yolları bilemem dostlar. Geldinse dünyaya burada kalınmaz. Gizlenmiş bakinin hali bilinmez. Yolculuk ebedi geri gelinmez. Uzundur yollarım gelemem dostlar. Ziya der çekersin dünyadan göçün. Mağfiret olursa affolur suçun. Giden var bakiye gelen yok niçin. Oradan bir haber salamam dostlar. 90 Serdar ATABAY Dost kavramını hayatının her evresinde en iyi şekilde gösteren ve yaşatan Âşık Ziya bu şiirinde dostlarına seslenerek ölümün bu dünyadan ayrılmak olduğu kadar dosttan da ayrılmak olduğunu vurguluyor. İkinci Bir Efkâr Gene efkârlandım Çanakçı öreni. Bağrında yetişti nice nesiller. Bilmezsin sana gelip gideni. Haraben yatıyor sayılmaz yıllar. Virane içinde ecdat ocağı. Yurt tutmuş, ev yapmış göster yatağı. Yıkılmış, düzlenmiş bahçesi bağı. Sökülmüş gülleri ötmez bülbüller. Çalışmış el, ayak bağ, bostanında. Yatıyor kaç ecdadım kabristanında. Ziyaret yapmadık bayram gününde. Fatiha’ya muhtaç yatan nesiller. Terk etmiş dedeler Çanakçı yurdu. Tarihin deftere yazsan nolurdu. Ayrılmış kardeşler meskenin buldu. Dağılmış barhana ayrılmış yollar. Ziya der ki, girdin kaç yüz yaşına. Nice eller değdi viran taşına. Ayrılmış hasrettir öz kardeşine. Geçer ömür sonun olur hayaller. Ecdadımızın Çanakçıdan geldiğini ve oralarda hala mezarlarının bulunduğunu yine kitabımızın başlarında anlatmıştık. Bu olayı çok iyi bilen Âşık Ziya ecdada olan sevgisini ve özlemini bu şiirinde en iyi şekilde anlatmıştır. 91 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Vatan ve Al Bayrak Al Bayrağım al yıldızlı dalgalan. Vatan bizim iman bizim şanımız. Dört kıtada at oynatan ün salan. Kahramanlık dede, ecdat kanımız. Cennet olmuş Türkün yurdu, her yeri. Uğrunda yarışır şehitliğe erleri. Türkün malı ırmakları, kevseri. Bu cennet vatanda hürdür canımız. Ecdattan evlada miras bu vatan. Sayılmaz milyonu şehitler yatan. Rızayı hak için kanın akıtan. Sahip ol yurduna dedi dedelerimiz. Ecdadımız yurda layık kahraman. Büyütür, eğitir, hazırlar vatan. İçinde düşmanı silip, arıtan İdareyi elde tutanlarımız. Ziya derki; bu yurda var mı göz diken. Haddimi göklerde kartal var iken. Parlayan süngüyle ciğerler söken. Elde süngü hazır kahramanlarımız. Türk’ün gücüne ve Cennet Vatan için canını veren ecdadımıza yazılan bu şiirde Vatan ve Al Bayrağın vazgeçilmez iki unsur olduğunu anlatan Âşık Ziya’nın Milliyetçi ruhunu İstiklal Gazisi olan babası İbiş Özhan’dan aldığı tartışılmaz bir gerçektir. 92 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin Manevi Önderleri M anevi önder, âlemlerin sahibi Yüce Allah tarafından seçilmiş ve sevilmiş Veli kullarına denilir. Çok önemli makamda olan bu Allah dostları insanların irşadını üstlenmek, kalplerini manevi kirden temizlemek ve nefislerini terbiye etmekle görevlendirilmiş kâmil insanlardır. Allah’ın emir ve yasaklarını her yüzyılda insanlara öğretmek için görevlendirilmiş bu insanlardan iki tanesi de Kırşehir’de yaşamış ve eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından kabul görmüştür. Bunlar Mahzenli’li Ali Efendi ve Küçük Sofudur. Bu iki Allah dostunun hayatlarını ve yaşantılarını anlatacak olursak şöyledir: 93 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Mahzenli’li Ali Efendi M ahzenli Ali Efendi 1841 yılında Giresun’un Alucra kazası Zil nahiyesinin Tepe köyünde dünyaya gelmiştir. Babası da kendisi gibi sevilip sayılan İslam bilgisine hâkimiyetiyle tanınan Molla Hasan Efendidir. Küçük yaşlarda medrese eğitimi almak için babası tarafından Çorum’a gönderilen Ali Efendi burada Nakşibendî-Kadiri Şeyhi 94 Serdar ATABAY olan Ömer Lütfü Efendi’den medrese eğitimi alırken nedeni bilinmez ya kıtlıktan ya da savaştan medresesi dağılır. Eğitimi yarıda kalınca Kayseri’de medrese eğitimi verildiğini duyar ve eğer oraya giderse eğitimini tamamlayabileceğini düşünür. Bir an önce yola çıkıp tez zamanda Kayseri’ye varmak ve medrese eğitimime devam etmek ister. Daha on üç, on dört yaşlarında küçük bir çocuk olan Ali Efendi çaputtan bir çantası, üç beş kitabı, bacağında mavi donu, üzerinde bir mintan ve başında terliğiyle yola çıkar. Belirli bir zaman yol alır çok zor şartlar altında dahi olsa Kırşehir’in Sekili köyüne kadar gelir. Burada köy sakinleriyle bir müddet sohbet eder ve onlara kendisinin Kayseri’ye gitmek istediğini ama nasıl gideceği konusunda yardım etmelerini ister. Köyün ileri gelenleri de yakınlarda Mahzenli köyünün olduğunu ve bu köydekilerin devecilik yaptığını deve katarlarıyla Kayseri’ye çok sık gidip geldiklerini söylerler. Böylelikle seni de Kayseri’ye götürse götürse onlar götürür diyerek Ali Efendiyi Mahzenli köyüne gitmesi konusunda bilgilendirirler. Bu mutlu haberi alır almaz Sekili köyünden çıkarak Mahzenli köyüne doğru yol almaya başlar. Bir müddet yol aldıktan sonra Sekili köyünün özünde köprüyü sel aldığını görür ve tam nasıl geçebileceğini düşünürken birden selin üstüne yol kurulur ve bu yoldan geçerek karşı taraftaki Kızılcalı köyüne gelir. Bu keramet Ali Efendi’nin ileride Allah’ın sevdiği bir veli kulu olacağına dair ilk belirtileri olsa gerek. Ali Efendi Kızılcalı köyüne geldiğinde köy halkı küçük bir çocuğun burada ne işi vardır diye düşünürken kendileriyle sohbet eden bu çocuğun boş olmadığını yaşıyla bilgisinin çok farklı olduğunu anlarlar ve o gece köy odasın da misafirleri olarak ağırlarlar. Bir süre köylüler Ali Efendiyle sohbet eder, beraber yemek yerler, yatağını hazırladıktan sonra da kendisini yalnız bırakırlar. Yorgun olan Ali Efendi namazını kılar,Kuranını okur ve dinlenmeye çekilir. Sabah gün ağardığında yerde üç beş arşın kar olduğunu görür ama bir an önce Mahzenliye varmak istediği için yola çıkmak ister. Fakat köyün ileri gelenleri ‘Oğlum sen güzel bir çocuksun bu dağdan aşmanın imkânı yok bu dağlar insana yol vermez ne zaman karlar eriyip yollar açılır çiğdemlerde çıkarsa seni biz o zaman göndeririz’ derler. Gel odalarımızda ye, yat, Kuranı’nı oku diyerek Ali Efendi’ye gitme95 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı mesi yönünde ricada bulunurlar. Köylülerin ricalarını kıramayan Ali Efendi bu zaman içersinde köyde kalır, sohbetler verir ve köylüler tarafından çok sevilip, sayılır. Havalar ısınıp baharın gelmesiyle beraber karlar erimiş, yerlerde çimenler görünmeye başlamıştır. Köydekilerle tekrar konuşup helalleştikten sonra buradan Korkor’lu köyüne oradan da hiç zaman kaybetmeden uzun süre arzuladığı Mahzenli köyüne gelir. Mahzenli köyü o zamanlar on beş,yirmi hanelik küçük bir köymüş. Köylüler ise devecilik ve hayvancılıkla uğraşırlarmış. Deveci olmalarından dolayı da sık sık Kayseri’ye gidip gelirler geçimlerini bu yolla sağlamaya çalışırlarmış. Köyde kalanlar ise hayvancılık, bağ bahçe işleriyle uğraşır, ibadetlerini yaparlarmış fakat Mahzenli köyünde o zamanlar cami yokmuş. Köylüler kendilerine taşlardan çevrili bir yer yapmışlar ve burada namazlarını kılarlarmış. Yine bir gün namazdan çıkan ihtiyarlar yanlarına gök gözlü, beyaz tenli, mavi elbiseli güzel bir çocuğun geldiğini görürler o anda yanlarına gelen bu çocuktaki maneviyatı anlarlar ve bu yaştaki bir çocuğun sohbetinden hemen etkilenirler. Bu küçük çocuk onlara Kayseri’ye gitmek istediğini söyleyince hemen kendi aralarında ‘Bizim bilgimiz bu çocuktan fazla değil, bu güzel çocuk ev ev yesin, yatsın ekmeğini de verelim bu da bize imamlık yapsın’ diye düşünürler. Köyün ileri gelenleri Ali Efendi’den köylerinde kalması yönünde ricada bulunurlar. Bir süre düşündükten sonra bir sene kalmak şartıyla köylülerin isteğini kabul eder. Böylece köy halkı Ali Efendi’nin imamlık yapmasına karşılık ‘hak keserler’. Tam bir sene Mahzenli’de imamlık yapar, Kuran okutup öğretir ve evlerde yiyip yatar. Köy halkı küçük yaşta olmasına rağmen ciddi İslam bilgisine ve davranışlarındaki ağır başlılığına hayran olurlar. Zamanla köy de çok sevilip sayılan bir kişi olan Ali Efendinin bir senesini tamamlaması üzerine köylü harçlığını kolunun altına dikip birazda cebine harçlık koyup, yemeğiyle beraber Kayseri’ye gitmekte olan devecilerle birlikte Ali Efendiyi Kayseri’ye gönderirler. Köyden ayrıldıktan sonra tüm köylü aşırı üzülüp, yanarlar. ‘Vah vah güzel çocuk gitti bir daha gelir mi bilmeyiz. Ama gelse de Allah razı olsun gelmese de Allah razı olsun’ diyerek kendi aralarında ona 96 Serdar ATABAY olan sevgileri ifade ederken bir yandan da gitmesinden duydukları üzüntüyü dile getirirler. Yola çıktığı deveci katarlarıyla belirli zaman yol aldıktan sonra Kayseri’ye varırlar. Kendisini getirenlerle helalleştikten sonra onlardan ayrılır ve eğitimine devam edeceği medresesine gider. Burada bir sene kaldıktan sonra nedeni bilinmez deveci katarlarıyla Mahzenli köyüne geri döner. Köylü bir baksa ki o güzel çocuk daha da güzelleşmiş tam bir delikanlı olmuş halde karşılarında duruyor. Bu olay karşısında çok sevinen köylü hemen kendisine bir göz yer yaparlar. Ali Efendi’ye ev ev yemek yedirip ara sırada kendisine yemek getirmek suretiyle çok iyi bakarlar. Artık evi de olan Ali Efendi bu köye yerleşerek Allah’ın veli kulu, keramet sahibi Mahzenli Ali Efendi olarak anılmaya başlanmıştır. Mahzenli’li Ali Efendi’nin Yaşantısı Mahzenli Köyünün bir ferdi olarak yaşamaya başlayan Ali Efendi kısa zaman da köylüler ile tekrar kaynaşmış, hatırı sayılan bir kişi haline gelmiştir. Zaman su gibi akıp geçmiş artık evlilik yaşının da gelmesiyle Ali Efendi evlenme hazırlıklarına başlamıştır. Belli bir süre sonra güzel bir kızla nişanlanır. Ama bu mutluluk kısa sürecektir nişanlısı kısa bir süre sonra vefat eder. Bu olay karşısında çok üzülen Ali Efendi acısını bağrına basar ve yaşamına kaldığı yerden devam eder. Bu arada Ali Efendi’nin Çorum da bulunan Şeyhi Ömer Lütfü Efendi, ‘Evladım senin çocuğun olmayacak sen ilerde yüksek mertebede bir insan olacaksın’ diyecektir. Bunun üzerine Ali Efendi bir kız bir erkek çocuğuyla dul kalan bir bayanı eş olarak alır ve bakımlarını üstlenir. Caminin yanındaki eski ev yıkılınca köylü bunun yerine Ali Efendiye yeni bir ev yaparak eşi ve çocuklarla beraber bu evde yaşamalarını sağlarlar. Zamanı gelince erkek çocuğunu Dulkadir’li köyünden bir bayanla evlendirir kızı da aynı köye gelin eder. İki çocuğun evlenip evden ayrılmasıyla eşiyle tek başına kalırlar ve hayatlarına devam ederler. Gel zaman git zaman oğulluğu vefat eder. Geride dul bir kadın bir erkek, iki kız çocuk kalır. Ali Efendi mağduriyetlerine dayanamaz ve onları yanına getirir kadını kendi tanıdığı bir adamla evlendirerek tekrar evlerinin düzenini kurar. Bu evlilikten de bir kız bir de oğulları olur ve bu çocukları da diğer çocuklarla beraber büyütüp evlendirerek 97 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı yuvalarını kurmalarına vesile olur. Yardıma muhtaç olanlara, mağdur ve çaresiz kalanlara yardımı esirgemeyecek kadar manevi yönden zengin kalbi olan Ali Efendinin maddi yönden, ne malı ne mülkü ne de tarlası vardır. Yalnız sırtında bir kürkü elinde tespihiyle gece gündüz namaz kılar, Allah’a dua edip yalvarmaktan ve şükretmekten başka bir şey yapmazdı. Kendisinin uyuduğunu da gören yok. Hayatının tamamı kâinatı yaratan Allah’ı zikretmekle geçirirdi. Kimseye öte git, beri gel demez çok güzel bir üslupla “Evladım şunu işi şöyle yapsanız daha iyi olmaz mı?” diyerek insanları yönlendirirdi. Kimsede kendisini kesinlikle kırmaz, hatırını sayardı. Öfkelendiği fazla görülmemiş ama çok ta öfkelense Allah, Allah, Allah der. Yarabbi, Yarabbi sen görüyorsun Yarabbi diyerek ne kadar sabırlı olduğunu ve Allah’ın sevdiği Veli kullarının en önemli özelliği olan sabrı kendisinde görürlerdi. Ali Efendi’nin o kadar çok seveni var ki çok uzak köylerden, çevre illerden ve Türkiye’nin dört bir yanından methini, kerametlerini duyan, dertlerine çare arayan, akıl danışmak, hayır duasını almak isteyenlerle evinin önü dolar taşardı. Ziyaretine gelenler yanlarında gelirlerken hediyelerle, adaklarıyla gelirler evinin önü hediyeyle dolup taşardı. Hediyeleri ve adakları yardıma muhtaçlara verir kendisi hiçbir hediyeyi evine koymazdı. Gelen insanların derdine çare bulur ve manevi olarak onların rahatlamasına sebep olur ve derslerini vererek öğütte bulunurdu. İnsanlar ferahlamış bir şekilde evlerine, yurtlarına geri dönerlerdi. Bu arada Ali Efendi yanında birçok kişiyi de yetiştiriyor ve çeşitli yerlere göndererek onların da çevrelerindekilere Allah’ın Kitabını, Peygamberin hayatını ve güzel ahlakı öğretmelerine sebep oluyordu. Ayrıca talebeleriyle beraber camide sohbetler ederek ve zikirler çekerek Allah’a bağlılıklarını perçinleştiriyorlardı. Ali Efendi kimseye beddua etmez kimseye kötülük dilemezdi ama her kim ki ona dil uzatsa onun için kötü bir şey söylese hep hüsrana uğrardı. Kiminin dili tutulur, eli ayağı çalınır, kimi çok kötü bir şekilde ölür kiminin de top yekûn ocağı, sülalesi kesilirdi. Bu da Allah’ın sevdiği kuluna zarar verenleri hep musibetlerle imtihan ettiğinin bir göstergesi oluyordu. Uzun bir ömür yaşayarak Allah’ın Kitabını, Peygamberimizin yaşantı98 Serdar ATABAY sını ve güzel ahlakını hem yaşayıp hem de yaşatan Ali Efendi 1951 yılında tam 110 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Kendisi vefat ettikten sonra talebeleri onun yolunda hizmete kaldıkları yerden durmaksızın devam ederek Ali Efendi ruhunu aynı zamanda Allah’ın ismini yaşatmak için mücadele vermeye devam etmişlerdir. Birçok talebe yetiştiren Ali Efendi’nin talebelerinden hala yaşayanlar Kırşehir ve çevresinde hizmetlerine devam etmektedirler. Mahzenli’li Ali Efendi’nin Kerametleri Tasarrufun bir çeşidi olan ‘keramet’ Cenabı Allah’ın bir ikramı olarak kâmil bir iman, marifet ve takva neticesinde veli kullarında zuhur eden ve tabiat kanunlarıyla izah edilemeyen fizik ötesi harikulade hadiselerdir. Ali Efendi’nin de birçok kerametinin olduğu bilinmektedir. Bunları kerametleri görenler ve yaşananları bilenler bulunmaktadır. Bu kerametlerden iki tanesi kısaca şöyledir. Ali Efendi’nin oğulluğu ölünce hanımı, bir oğlu bir de kızı yalnız kalıp mağdur olurlar. Ali Efendi bu olaya dayanamayarak kadını ve çocuklarını yanlarına alır ve bakımlarını üstlenir. Ayrıca dul kalan bayanı kendi tanıdığı bir adamla evlendirip yeni yuva kurmalarına sebep olur. Bu dul kadınla evlendirdiği adamı bir gün eşkıyalar köydeki dağın eteğinde döverler. Tabi bu olayı duyan Ali Efendi olay yerine gelir ve eşkıyalara nasihatte bulunur. Fakat Ali Efendi’yi de sıkıştırırlar hatta bir tanesi haddini aşarak ona tokat atar. Bu olaya Ali Efendi çok üzülür ama Allah’a sığınır. Eşkıyalarda çekip giderler. Bir süre sonra Ali Efendiye tokat atan eşkıya Sekili köyü civarlarında atıyla beraber tam mezarlığın yanından geçerken at birden parlar ve ürker. Atın parlamasıyla beraber adamın ayağı üzengiye takılır ve adam üzengiden aşağı ayağı takılı vaziyette düşer. Bu arada adam ‘Ali Efendi geliyor, Ali Efendi geliyor’ diye seslenirken at daha da ürker ve adamı tekmeleye tekmeleye oracıkta öldürür. Neticede Ali Efendiye el kaldıranın sonu hüsranla bitmiştir. Ali Efendinin diğer bir kerameti ise kendisi öldükten sonra oluyor. Bu olayı yaşayanlardan Şaban Dursunoğlu (hâlâ Mahzenli köyünde yaşamaktadır ve olayı bizzat kendisi yaşamış ve bana anlatmıştır.) Olay kısaca şöyledir; 99 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Mahzenli köyünde Pehlivan isminde çok kuvvetli, babayiğit bir adam vardır. Fakat abdestle, namazla arası fazla yoktur. Bir gün rüyasında Ali Efendiyi görür kendisine “Oğul! kuzey tarafımdan üzerime bir taş geldi beni çok rahatsız ediyor bu taşı üzerimden al oğul” der. Ertesi gün köydekilere rüyasını anlatır ama köylüler ve Ali Efendinin talebeleri ‘Git beynamaz biz ona senelerce hizmet ettik bize söylemiyor da sana mı söylüyor’ diyerek adamı kovarlar. Adam üç beş ay herkese rüyasını anlatır ama kimseyi ikna edemez. Bu arada Ali Efendi ölünce köylüler mezarına derme çatma teneke çakarak bir türbe yaparlar. Derme çatma yapılan bu türbeye yağmur yağınca suların dolması kaçınılmaz olur. Bu arada türbenin Kıble tarafında Canpolat, Zübeyir, İbrahim ve Şaban Dursunoğlu sohbet ederler. Bu arada Pehlivan adındaki şahıs tekrar gelir ve yine rüyamda Ali Efendi’yi gördüm “Kuzeyimden bir taş yürüdü üzerime geldi beni rahatsız ediyor o taşı al oğul” dedi diye söyler. ‘Ben mezarı açacağım, sizin hocanızsa benimde hocam’ der ve ısrar edince oradakiler hadi git kazmanı küreğini getir de aç derler. Pehlivan türbeye girer ‘Kıble tarafındaki taşları alamıyorum’ der. Bu arada orada bulunanlar Şaban Dursunoğlu’na ‘Sen gençsin sen yardım et’ diyerek onu da türbeye girdirirler. Pehlivanla beraber taşları alıp kabrini açmaya başlarlar. Kefenin tam kuzey tarafından topak bir taş gelmiş Ali Efendi’nin vücudunun üstüne düşmüş. Pehlivanın dediği doğru çıkınca hepsi hayret ederler. Bu büyük taşı ıslak olduğu için ikisi bir tutup dışarı atarlar. Kefene gelince bakarlar ki kefen topraktan sararmış, tabanındaki düzülü kerpiçlerle üzerine dayalı kerpiçleri kaldırırlar. Şaban Dursunoğlu bir bakar ki Ali Efendinin yüzü açık elini yüzüne götürür ve sakalını düzeltir. Aynı şekilde bozulmadan eli, yüzü duruyor. Bu arada kolunu da düzeltir vücudu da bozulmamış tabi ki hemen diğerlerine de bakmalarını söyler bakan herkes olay karşısında şaşırır. O an bir kez daha Ali Efendi’nin gerçek bir Allah dostu olduğunu anlarlar. Bir müddet sonra köyün ileri gelenleri mezarın açıldığını duyarlar ve oraya gelirler. Bunlara ‘Vay beynamazlar nasıl açarsınız diyerek kızarlar ve yeniden mezarını kapatırlar. Sonra türbesini Ankara’dan biri yaptırır. Yapılan bu türbede belli zaman sonra yıkılır. En son Çiçekdağı’ndan bir müteahhit gelerek türbeyi tekrar yaptırır ve şuan bu türbesi hala sapasağlam durmaktadır ve sevenleri sürekli bu türbeyi ziyaret ederek dualar etmektedirler. 100 Serdar ATABAY Mahzenli’li Ali Efendi ile Eski Kızılcaköy Türkmenleri Arasındaki Manevi Bağ E ski Kızılcaköy Türkmenleri Mahzenli’li Ali Efendiye karşı aşırı bir saygı ve sevgi beslerlerdi. Özellikle yaz, kış demeden belirli zamanlarda kağnı arabalarına doluşan köylüler zor şartlarda olsa bile kendisini görmeye giderler ve yanlarında götürdükleri hediyeleri kendisine takdim ederlerdi. Ama hayatında anlattığımız gibi kendisine gelen hediyelerin hiçbirini evine almaz köydeki ya da kendisini ziyarete gelenler içersindeki garibanlara bu hediyeleri vererek gönüllerini hoş ederdi. En kalbî duygularla kendisine bağlı olanlar Ali Efendiden derslerini alırlar, sıkıntıları olanlar sıkıntılarını anlatarak hayır duasını isterler, İslam konusunda sorusu olanlar ise sorularının cevabı en iyi şekilde alarak manevi yönden rahatlamış şekilde köylerine geri dönerlerdi. Kendisini yeni ziyaret edecekler ise eskilerle beraber gelerek ona intisap ederler ve tarikata girmek için müsâade alırlardı. Ali Efendinin Eski Kızılcaköydeki vekili Hobu’nun Hamdi idi. Onun eşliğinde camide ya da köy odalarında belirli günler toplanılır gizli zikirler çekilerek sohbetler yapılırdı. Bu zikirlere katılım ise en üst düzeyde olur ve Allah’a bağlılıklarını perçinleştiren insanlar ma101 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı nevi yönden huzur bulurlardı. Çoğu köye gönderdiği gibi Eskiköye de kendi talebelerinden belirli zamanlarda gönderen Ali Efendi, kendisine bağlı olanlara mânevî yönden destek sağlar ve bu vesileyle de gönderdiği talebeleriyle olanlara ileteceklerini bildirirdi. Yani kimseyi yalnız bırakmaz öğrencilerine iyi bir velilik yapardı. Ali Efendi Eski Kızılcaköyden zor şartlarda gelenlere sevindiği kadar ayrı bir değer verirdi ki bu değeri şu sözleriyle anlatırdı. ‘Çok zor şartlar altında geldiğinizi bilirim ama Allah sizlerden razı olsun’ diyerek hayır dualarını esirgemezdi. İnsanların akın akın kendisini ziyaret etmesi onun Allah’ın sevdiği bir kulu ve insanlar nazarında ne kadar değerli olduğunun en önemli göstergesidir. 102 Serdar ATABAY Gümüşkümbetli Küçük Sofu K ırşehir yöresinde Küçük Sofu adıyla tanınan Mehmet Köksal yaşadığı yüzyıla damgasını vuran en önemli manevi şahsiyetlerden biridir. 1895 yılında Mucura bağlı Seyfe Köyünde dünyaya gelmiştir. Dedeleri Seyfe Köyünde baş gösteren sivrisinek çoğalmasına bağlı sıtma hastalığı nedeniyle Seyfe’den Gümüşkümbet köyüne yerleşmişlerdir. Kendisi ‘sofular’ olarak tanınan bir sülâlenin mensubu103 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı dur. Babası Sofu Ömer Efendi, annesi ise Sofu Fatma Hanım olarak bilinen itikat sahibi insanlardır. Küçük sofu üç erkek kardeşten ‘Yemen Hacısı’ Feyzullah Efendi ile Mustafa Efendi’nin (Büyük Sofu) en küçük olanıdır. Çevresindekiler tarafından Küçük Sofu, Sofu Emmi, Sofu Dede olarak tanınmasının iki nedeni vardır. Birincisi ve aynı zamanda en önemlisi olan dinin emir ve yasaklarına uyması neticesinde kendisini sofu olarak görmeleri ve bu sözü yakıştırmalarıdır. İkincisi ise abisi Mustafa Efendiye, Büyük Sofu denildiği için ondan yaşça küçük olmasına istinaden Küçük Sofu denilmiş olmasıdır. Ailesinin Sofular sülâlesi olarak tanınması ve bu ailenin bir ferdi olması neticesinde ilk dînî bilgilerini aile fertlerinden alarak kendisini yetiştirmiştir. Daha sonra büyük bir Allah dostu olan Mahzenli’li Ali Efendi’den aldığı dersler ve sohbetlerle manevi olarak kendisini geliştirmiştir. Din konusundaki hassasiyeti ve dine bağlı yaşam tarzı ilerideki hayatının şekillenmesindeki en önemli nedenidir. Ailesi daha on üç yaşında genç bir delikanlı iken Ayşe Hanım ile evlendirir. Bu evlilikten bir kız çocukları olur ama fazla yaşamadan vefat eder. Bir daha hiç çocuklarının olmaması üzerine çoğu zaman ölen kızı için ‘Keşke yaşasaydı’ diyerek hep ona olan özlemini dile getirmiştir. Zamanın hızla ilerlemesi ve 1. Dünya Savaşının başlamasıyla Küçük Sofu 1914’te askere gitmiş ve 8 yıl askerlik yapmıştır. 4 aylık acemi eğitimini Konya Kara pınarda topçu-çakmakçı eri olarak tamamladıktan sonra buradan Makedonya cephesine gider ve burada 1 sene kalır. Daha sonra sefer emri ile Çanakkale’ye gelir ve burada 9 ay kaldıktan sonra Romanya cephesine gider. Bu cephede savaşın en yoğun olduğu bir günde vurularak yaralanır ve tedavisi için Edirne’ye getirilerek 3 ay hastanede tedavi görür. Belli bir zaman sonra yaralarının iyileşmesi üzerine Kuva-i Milliye hareketiyle Kütahya-Eskişehir hattına gönderilerek burada mücadeleye devam eder ve buradan İstanbul Harp okuluna daha sonrada İstanbul Çatalca 7. fıkra 21. alay 1. tabur 1. batarya da topçu-çakmakçı eri olarak 3 sene kalır. Daha sonra Bulgaristan sınırına gönderilir ve burada 3 ay kaldıktan sonra askerliğini bitirerek terhis olur. En zor şartlar altında ve yokluklar içerisinde en önemli cephelerde savaşarak Müslüman Türk milletine hizmet eden Küçük Sofu hayatı104 Serdar ATABAY nın bundan sonraki kısmını köy köy ve şehir şehir dolanarak insanları doğru yola sevk etmeye ve Allah’ın emirleri doğrultusunda yaşamaları için ömrünü adamıştır. Zamanın çoğunu evinden uzaklar da hizmet ederek geçiren Küçük Sofunun eşi Ayşe Hanım 1950 yılında vefat eder ve kendisi bir daha evlenmez. Belli zaman sonra ayakları tutmamış iki değneğiyle meşakkatli bir hayatı olmasına rağmen bıkmadan, usanmadan hizmetine kaldığı yerden devam etmiştir. Bir kış günü 70 yaşında iken hayata gözlerini yummuş ve cenazesini Gümüşkümbet köyünde bulunan caminin yanındaki mezarlığa abisi Büyük Sofu ile aynı mezara defnedilmiştir. Geride bıraktığı sözlü vasiyetinde ise: ‘mezarının hiçbir şekilde yapılmaması ve kaybolup gitmesi’ isteğidir. Küçük Sofunun Yaşantısı Küçük Sofu keramet sahibi ve tasavvuf ehli bir insandır. Ömrünün tamamını köy köy, şehir şehir gezerek insanları bilgilendirmeye, Allah’ın emir ve yasaklarını sohbetlerle anlatarak insanları manevî yönden sağlamlaştırmaya adamış Allah’ın sevdiği velî bir kuludur. Özellikle Kırşehir yöresindeki hemen hemen bütün köylerde kendisini ve kerametlerini görenler ve de duyanlar bulunmaktadır. Küçük Sofu ömrünün sonuna kadar abdestsiz durmamış ve zamanının çoğunu ibadet ederek geçirmiş örnek bir şahsiyettir. Her zaman yerli yerinde konuşmuş ve sözleri herkes tarafından itibar görmüştür. Özellikle yanlış bir şey gördüğünde müdahale eder sonra da doğrusunun yapılması konusunda ısrar ederdi. Yaşantısı boyunca ‘sene orucu’ tutar çok az yemek yerdi. En çok sevdiği yiyecek bulgur pilavı, marul, yoğurt içecek ise sadece kendisinin yaptığı bitki çaylarını içmekti. Şifalı bitkileri dağlardan kendisi toplar ve onlardan ilaç ve içecek yapardı. Uykuyla hiç arasının olmadığı hatta her gece yorganı üzerine çekerek tespih çektiği ve dualar okuduğu bilinmektedir. Ağzından sinirlense dahi hiçbir kötü söz duyan olmadığı gibi güzel ve yanık sesiyle ilahiler söylediğini duyanların olduğu gibi cezbeye kapılarak Nebiler, Evliyalar, Üçler, Yediler, Kırklar diye bağırdığına çoğu kişi şahit olmuştur. Özellikle sabah namazlarını camide kılmış hiçbir zaman imamlık ve müezzinlik yapmamıştır. Kendisinin hiçbir sanatı olmamış, hayatında hiç ticaretle de uğraşmamıştır. En önemli özelliği ise gideceği her yere yaya olarak git105 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı meyi tercih etmesidir. Bir baksalar ki köyde bir baksalar başka bir köyde, bazen dağda bazen ise farklı mekânlarda Küçük Sofuyu görmek ya da rastlamak mümkündür. Hele yaşının çok ilerlediği ve ayağının neredeyse hiç tutmadığı zamanlar bile sadece iki değneğiyle beraber, kar kış demeden, çoğu köye yürüyerek gitmesine hiç kimse akıl sır erdiremezken yine kendi ağızlarından “Ona zorluk yoktu” demeleri Küçük Sofunun gerçek anlamda manevî kişiliğini de tasdik ettikleri anlamına geliyordu. İşte bu halinden kaynaklı kendisine Kırşehir ve çevre köylerinde ‘Küçük Sofu uçardı’, uçmuş, uçuyor söylemleri yakıştırılmış, bu söylemleriyle de onun keramet sahibi manevî bir kişilik olduğunu anlatmış oluyorlardı. Kerâmetlerine şahit olanlar ellerine sarılarak gerçek bir velî olduğuna iman ederlerdi. Sıkça gezdiği dağlardaki şifalı bitkileri toplar ve insanlara şifa bulmaları için verir, üzerine de dua ederdi. Herkes dualarından nasiplenmiş, manevî ve normal hastalıklarına şifa bulmuşlardır. Bu bahsettiğim olaylardan nasiplenenler hala yaşamaktadırlar ve anlatırken bile kendisine olan sevgilerini arkasından dualar ederek göstermektedirler. En sevdiği çiçek güldü. Özellikle dağlardan ve gittiği yerlerden gül tohumlarını toplar bunları da gittiği başka yerlerde ekerdi. Cebinde bulunan ‘gül tohumu keseciğini’ yeğeni Ali Ömer Köksal’ın eşi Fati Köksal’a bir ziyareti esnasında vermiş kendisi de elli yıla yakın saklamıştır. Yaptığım araştırmalarım esnasında Küçük Sofuya karşı duyduğum derin sevgiden olsa gerek; bana hediye etmiştir. Buda benim ömür boyu saklayacağım en önemli manevi mirastır. Ziyaret ettiği köylerde bulunan herkes kendisinin yanlarında kalması hususunda ısrar eder fakat o belli kişilerin yanında kalmayı tercih ederdi. Küçük Sofu’nun köylerinde bulunduğu zamanlar köy sakinleri eğer hayırlı işleri ya da hastaları varsa dua etmesini, yeni doğan çocukları varsa isim vermesini isterlerdi. Rica eden kimseyi kırmaz hem dua eder hem de isim verirdi. Yeni doğan kız çocuklarına genelde içinde gülün geçtiği bir isim, erkek çocuklara ise, İslam’a hizmet etmiş sahabenin ya da mübarek zatların isimlerini verirdi. 106 Serdar ATABAY Mis gibi koktuğunu, girdiği her ortamda bu kokunun duyulduğunu ve kendisini görenlerin manevi bir haz aldığını birçok kişiden duydum. Kıyafetleri hiç kirlenmez, temizliğiyle herkesi kendisine hayran bırakırdı. Özellikle yanında taşıdığı küçük tenekesinde daima su olur ve bu suyla abdestini alırdı. Kullandığı ‘misvaklar’ sayesinde dişleri tertemiz inci gibi parlar, görenleri mest ederdi. Cebinde taşıdığı misvaklardan bir tanesini kullanmaz ve çok değer verirdi. Kendisine sebebi sorulduğunda: ‘katıldığı savaşlardan bir tanesinde şehit olan bir askerin ölmeden önce bu misvakı kendisine verdiği ve bu olaydan sonra kendisinde bazı manevi hallerin zuhur ettiği bundan dolayı bu misvakı ayrı sevdiğini’ anlatırdı. Kırşehir yöresinde gezdiği gibi Türkiye’nin de birçok il ve köylerinde de gezer özellikle buralardaki yatırlara ve türbelere giderdi. Herkesin bildiği Eyüp Sultanı, Mevlana’yı ve Ahi Evran-ı Veliyi ve kimsenin bilmediği birçok türbeyi ziyaret ederdi. Gezdiği köylerde en fazla bir hafta on gün kalır bu süre zarfında da köydeki sevenleriyle ve sağlam ihlâslı insanlarla sohbetler ederdi. Gizli olarak köy camilerinde ve köy odalarında zikirler çekerler manevi yönden huzur bulurlardı. Çoğu kişinin duyduğu o meşhur sözü ise ‘Bana yol göründü’ diyerek gece gündüz saatin kaç olduğu fark etmez hemen yola çıkıp gitmesidir. Arkasından bakanlar ise sadece yola çıkışını görürler ve saniyeler sonra bir daha göremezlerdi. İşte bu halleri neticesinde Küçük Sofu uçtu söylemi tüm Kırşehir’de yayılmış ve hala öyle anılmaktadır. Gerçektende kerâmet sahibi insanlarda zaman mekân kavramı olmadığı gibi Allah tarafından onlara tasarruf sağlanmıştır. İşte sizlere bu tasarruf sonucu Küçük Sofu’da zuhur eden kerametlerden bazılarını paylaşacağım: Küçük Sofu’nun Kerametleri Gümüşkümbet köyünde 1950 senesinde aşırı kuraklık olmuş bir damla yağmur yağmamıştır. Kuraklığın etkisiyle ağaçlar kurumuş, ekinler kavrulmuş, çeşmeler akmaz hale gelmiş ve toprak susuzluktan yarılmıştır. Bunların neticesinde hayvanlarda süt veremez ve susuzluktan ölür hale gelmişlerdir. Köylüler her sabah kalktıklarında mavi bir gökyüzü görmekten, akşama kadar güneşi izlemekten artık korkar ve umutsuzluğa kapılır 107 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı hale getirmişlerdir. Bunun neticesinde köylüler topluca yağmur duasına çıkmaya karar verirler. Cuma günü köyün merkezinde bir tepeye çıkarlar ve burada yemekler pişirip kurbanlar keserler. Daha sonra topluca namaz kılıp dualar ederler. Arkasından yemekler yenir ve tekrar eller açılarak dualar edilir ama maalesef yine gökyüzünde hiçbir değişiklik olmaz. Köylüler tam ümidini keserken birden Küçük Sofu orada belirir. Kimseye bir şey demeden sadece küçük çocukları başına toplar ve onlara ‘siz sadece âmin deyin’ der. Sonra Allah Allah sözleriyle beraber dualar okuyunca birden gök gürlemesi ve havanın kararmasıyla yağmur yağmaya başlar. Küçük Sofu’nun bu kerâmeti karşısında herkes bir daha onun maneviyatına güvenini tazeler. Böylece tam bir hafta yağmur yağar ve topraklar suya kanarlar. Bu olayı yaşayanlardan hâlâ birçoğu hayattadır. Bir başka kerameti ise şöyledir: Bilindiği gibi Küçük Sofu’nun ayakları tam tutmaz ve değneklerle yürürdü. Ancak bu haliyle bile gideceği yerlere yaya olarak gider ve vasıta kullanmazdı. Kendisinin en önemli bir özelliği ise kimselerin bilmediği türbeleri, yatırları bilmesi ve buraları sık sık ziyaret etmesidir. Küçük Sofu bir gün kimsenin çıkamadığı bir tepeye çıkar. Buradaki tepede bir türbe vardır ve türbede çok büyük zatlar yatar. O güne kadar devâsa demir kapıları olan bu türbenin kapılarını kimseler açamamıştır. Türbenin yanına geldiğinde önce demir kapının önünde bolca dua eder ve tam namaz kılacakken kapı kendiliğinden açılır. Hemen içeri girer ve bu büyük zatların yanında namaz kılarak bol bol dua eder. Evliyalara duyduğu aşırı aşkla kendini öyle kaybetmiştir ki kendine geldiğinde hava çoktan kararmıştır. Belli müddet sonra oradan çıkar ve yola koyulur. Bu arada yine Allah tarafından önüne bir ‘dürüm’ gelir ve bu dürümü yiyerek tutacağı oruca niyetlenir. Daha sonra yine malum bu haliyle bir köye gider ve orada kalarak hizmetine devam eder. Bu olayı bizzat çok güvendiği ve değer verdiği yeğeninin eşi Fati Köksal’a anlatmış oda yaptığım araştırma neticesinde bana anlatarak Küçük Sofunun gerçek manada bir Allah dostu olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Kendisi hâlâ hayatta ve Ankara’da ikamet etmektedir. 108 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköy Türkmenleri İle Küçük Sofu Arasındaki Manevi Bağ K üçük Sofunun ve Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin çoğunun Manevi önderi Mahzenli’li Ali Efendiydi. Zaten bu vesileyle birçoğuyla manevi olarak bir gönül bağı vardı. Fakat Küçük Sofunun takva yönünden hepsinden daha üstün olduğu yaptığı hizmetlerle ve yaşantısıyla belliydi. Köydekiler de bunun farkındaydılar. Kendisi Kırşehir’deki köyler arasında en çok Eski Kızılcaköy’ü tercih eder ve yaz kış demeden sürekli buradaki insanları ziyaret ederdi. Bu ziyaretleri esnasında bütün köylü Küçük Sofu’ya da Sofu Dede geldi diyerek sevinçlerini belli ederlerdi. Ağır aksak iki koltuk değneğiyle, o nur yüzündeki tebessümle herkes tarafından nur yüzlü Sofu Dede geldi denilirdi. Onu yolda görenler hasta çocuğu için dua etmesini ya da manevi rahatsızlıkları için yardım etmesini isterdi. Hele çocukların bir yerlerinde iyileşmeyen yara varsa okur sonra eline diline sürerek yaranın olduğu yere dokununca o kişi kesinlikle şifa bulurdu. Çünkü herkes bilirdi ki bu kişi Allah’ın Veli kulu ve keramet sahibi bir insandır. Eski Kızılcaköye geldiğinde Avşaroğulları Sülâlesinden Avşar’ın Mustafa’nın evinde kalmayı tercih ederdi. Avşar’ın Mustafa köydeki 109 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı en iyi dostu ve gönüldaşıydı. Evde kaldığı zamanlar kesinlikle uyumazlar sabahlara kadar ibadet ve sohbet halinde olurlardı. Sabahları namazı camide kılarlar sonra belirli günlerde Hobu’nun Hamdi eşliğinde kalabalık guruplarla cami ya da köy odaların da zikirler çekerler ve Allah’a bol bol dua ederlerdi. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin en büyük özelliği manevi önderleri aşırı sevmeleri ve değer vermeleridir. Zaten kitabımızın başlarında da anlattığımız gibi Gaziler Mezarlarına da bu sevgiden kaynaklı aşırı sahip çıkmışlar ve önem vermişlerdir. Küçük Sofuda burada yatan zatları çok iyi bilir ve onlar içinde dualar ederdi. Köyde kaldığı süre zarfında hep Allah’ın ismi zikredilir ve sohbetlerle insanlar eğitirdi. Yukarıda anlattıklarımızdan anlaşılacağı gibi çok güçlü bir maneviyat ve inançla hayatını Târikatı âliyyenin Nakşibendî-Kadiri yoluna sarf etmiş olan Küçük Sofu, herkesin gönlünde yıkılmaz temeller oluşturmuş ve hala bu temeller üzerine sapasağlam binalar yapılmaktadır. Ölmesinin üzerinden kırk yedi sene geçmesine rağmen gönüllerde hâlâ capcanlı duran Küçük Sofu öğretisini, yaptığım araştırmalar sonucun da sizlerle paylaşmanın mutluluğunu yaşamaktayım. Böyle güzel bir hayat yaşayarak bizlere güzellikler yazma fırsatı veren ve Eski Kızılcaköy Türkmenlerine manevi önderlik yaparak kalplerinin paslarının silinmesine yardımcı olan Küçük Sofu’nun şahsına yazdığım bir dörtlükle onu anıyor ve minnet borcumuzu dualar ederek ödüyoruz. Küçük Sofu Peygamberin Kelâmı, Diliydi Küçük Sofu. Hak Aşkıyla Gezinen, Veliydi Küçük Sofu. Cemâli Öyle Nurlu, Sanki Cennet Kokusu. Gümüşkümbet Köyü’nün, Gülüydü Küçük Sofu. 110 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki Yerel Halk İnanışları T ürklerin İslamiyet’i kabulünden önceki inançları Şamanizm’di. Şamanizm’i doğa güçlerine ve bir takım ruhlara inanmak olarak adlandırabiliriz. Bu inanışta gökyüzünde iyiliklerin ve iyi ruhların, yerin altında kötülüklerin ve kötü ruhların, yeryüzünde ise insanların varlığı kabul edilir. Ayrıca kâinatta bulunan her şeyin iyi ya da kötü ruhları olduğuna inanılır. Bu inancın asıl temeli ise Tanrı, insan ve doğaya dayanmaktadır. Binlerce yıl öncesinde yaygın olan bu inancın etkilerinin günümüzde hâlâ devam ettiği bilinmektedir. Her ne kadar Türk’ler, İslamiyet’in yayılmasıyla Müslümanlığı kabul etseler dahi, Şamanizm kültürü hayatlarının her alanında olmuştur ve bugün bile izlerine rastlamak mümkündür. Özellikle Anadolu’yu yurt edinen ve Kırşehir Eski Kızılcaköyüne yerleşen Türkmen oymaklarında Şamanizm’den kalma yerel halk inanışları ve Türkmen halk inançları binlerce yıl öncesindeki gibi canlılığını korumakta ve yaşatılmaktadır. Günlük hayatın bir parçası haline gelen, insanların korku ve kaygılarını gidermeyi amaçlayan bu tür yerel halk inanışları aslında Türkmenlerin Orta Asya da yaşarken inandığı Şamanizm kültürünün özünü yansıtmaktadır. Orta Asya coğrafyasından Anadolu coğrafyasına hiç bozulmadan gelen bu geleneklere doğum, ölüm ve sosyal ya111 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı şantının her alanında sıkça rastlamak mümkündür. Bu geleneklerin günümüzde etkisini göstermesindeki tek neden korku ve endişelerin giderilmesi, kötü ruhlardan korunulması, nazar, kaza ve belânın uzaklaştırılması, dilek ve de isteklerin yerine getirilmesinde etkili olacağı inancından kaynaklanmaktadır. İşte bu sebeplerden dolayı Eskiköyde var olan ‘Yerel Halk İnanışlarından’ ve ‘Türkmen Halk İnançlarından’ bazı örnekler vererek bu inancın hayatın her alanında hâlâ etkili olduğunu ve Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin hayatlarının vazgeçilmez bir parçası haline geldiğini sizlere anlatmaya çalışacağım. 1. Çocuğu durmayan kadınlar (Düşük ve ölü doğum yapan, doğduktan bir süre sonra çocuğu ölen) Gazeler Mezarlığının etrafında dönerek çocuk dileğinde bulunur. Dileklerinin kabul olması halinde gazelere tavuk ya da koyun kesilir ve doğan erkek çocuklara nadirde olsa Gazi ismi verilir. 2. Ay ve güneş tutulduğu zaman ezan okunup ardından teneke çalınır. 3. Yeni gelin kaynanaya sadık ve saygılı olsun diye eve girerken kaynananın bacaklarının arasından geçirilir. 4. Köyde herhangi bir kişi öldüğü zaman kadınlar tarafından ağıt yakılır. 5. Ölen bebekler Gazeler Mezarlığına gömülürken mezara parada atılır. 6. Evlerin kapılarına nazar değmesin diye nal çakılır ve kaplumbağa kabuğu asılır. 7. Bebeklere mavi nazar boncuğu takılır. 8. Baykuş uğursuz hayvan sayılır ve bir evin damında baykuş öttüğü zaman o evden birisinin öleceğine inanılır. 9. Yeni yürürken düşen çocukların bacaklarına ip bağlanıp kesilir. Kösteğini kestik artık çocuk düşmez denilir. 10. Misâfir giderken arkasından su dökülür. 11. Her evde olduğu kabul edilen ev yılanlarından birinin öldürülmesi ile öldürülen yılanın eşinin o evdeki birine kötülük yapacağına inanılır. 112 Serdar ATABAY 12. Çocuk inatçı olmasın diye ensesinden öpülmez. 13. Yeni doğan bebek ve annesi kırk gün dışarı çıkarılmaz. 14. Sağ avuç kaşındığı zaman para gelir sol avuç kaşındığında zaman para gider denilir. 15. Nazar olduğuna inanılan kişiye kurşun dökülür. 16. İki yeni doğum yapmış kadınlar birbirleriyle görüştürülmez. Eğer görüşmeleri gerekirse iki kadın birbirleriyle iğne değiştirirler. 17. Hayızlı bir kadının kırklı bebeğin yanına gelmesi istenmez. Gelirse bebeğin bir yerinde yara çıkacağı düşünülür. 18. Gelin gittiği yerde demir gibi sağlam dursun diyerek gelin almaya gidilen evden demir ya da bakır tarzı bir eşya çalınır. 19. Gelin evlendiğinde kırk gün baba evine gönderilmez. 20. Türbelerde dua etmek ve dilek tutmak yaygın bir gelenektir. Tutulan dilek kabul olursa tavuk ya da küçükbaş hayvan kesilir. 21. Ölen bir kişinin tüm eşyası yıkanır. Yıkanan kıyafetleri ve değerli eşyaları akrabalarına dağıtılır. 22. Akşamları ev süpürülmez. 23. Salı günü uğursuz sayılır. Özellikle salı günleri iş yapılmaz, çamaşır yıkanmaz, halı çözülmez. 24. Salı günü çamaşır yıkanırsa ölünün ağzına su kaçacağına eğer halı çözülürse uzun süreceğine inanılır. 25. İki bayram arası nikâh yapılmaz. 26. Cenaze olan evde üç gün yemek pişmez. 27. Yeni doğan bebeğin göbeği eve gömülürse eve bağlı, camiye gömülürse dindar, okula gömülürse de okuyacağına inanılır. 28. Yaşlılar ayak uzatarak otururken üzerinden geçilmez. 29. Ezan okunurken köpeğin uluması uğursuzluk sayılır. 30. Ceviz ağacının altından geçenin çarpılacağı söylenir. 31. Merdiven altlarından geçilmez. 32. Çocuk bacakları arasından baktığı zaman misafir gelecek denilir. 33. Ezan duyulmayan yerlerde horoz öttüğü zaman ezan okunmuş kabul edilir. 113 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı 34. Ayakkabının ters bırakılması işlerin ters gideceği anlamını taşır. 35. Ayakta yemek yiyen kişinin evin bereketini götüreceği söylenir. 36. Perşembe akşamları evde sinek uçması iyiye yorulmaz. O evde ölen birinin ruhunun eve geldiğine inanılır. 37. Perşembe ve Cuma günleri garibanlara yiyecek, içecek verilir. 38. Bir kız istenmeye gidildiğinde, ailesi kızı verirse hayırlı haberi duyan ilk kişi tarafından, damadın kulağı çekilir. 39. Hıdrellezde gül ağaçlarının dibine akşamdan para gömülür ve gece dilek tutulur. Güneş doğmadan önce de parayı yerinden çıkarınca da tutulan duanın kabul olacağına inanılır. 40. Genç bir kız, ilk kalmaya gittiği evin anahtarını alıp ve yastığının altına koyarak uyursa, gece tuttuğu dilek gerçekleşir. 41. Evde tabak veya bardağın kırılması ile evden sıkıntı gittiğine inanılır. 42. Kurban kanı alnın ortasına sürülür. 43. Birinin başına ters bir şey geldiğinde kendi başına gelmesin diyerek kulağının çekilip üç kere yere vurulur. 44. Yere düşen bardağın kırılmamasının ardından bardağı yere atarak kırılır. Böylelikle sıkıntı gider denilir. 45. Kara kedi görmek uğursuzluk getirir. 46. Genç kızın, gece aynaya bakması gurbete gelin gideceğine yorulur. Erkeğin bakmasına hoş bakılmaz. 47. Yatılan yatağın üstüne kimse oturtulmaz. 48. Gece tırnak kesilmez. 49. Ayvanın çok olması kışın sert geçeceğine işarettir. 50. Yataktan ters(solundan) kalkanın işi ters gider. 51. Leyleği uçarken gören yola gidecek derler. 52. Hamile aş erdiğinde canı ne çekerse yedirilir yemezse doğacak çocuğun bir yeri eksik olur denilir. 53. Ölü taşınırken cesedi ağırsa arkasından birinin daha öleceğine inanılır. 54. Ekmek kırıntısı dökülen evin bereketi gider. 114 Serdar ATABAY 55. 56. 57. 58. Mezarlığa veya mezara elle işaret edilmez. Hamile aş erdiğinde neye bakarsa çocuk ona benzer. Cuma günü ev temizlemek fakirlik getirir. Cuma akşam ev süpürülürse meleklerin kanadının kırılacağı söylenir. 59. Cenaze çıkan odada üç gün ışık yakılır. Ruh geldiği zaman odasını çabuk bulsun diye. 60. Turşu bozulur diye hayızlı kadına turşu çıkarttırılmaz. 61. Gelin olan kızın duvağı, evde kalan kıza örtülüp çözülürse evleneceğine inanılır. 62. Her çocuğa muska yazdırılır, çocuğun omuzlarına bu muska takılır. 63. Misafir ardından ev süpürmek iyi değildir. 64. Ev süpürüldükten sonra hastalık bulaşmasın diye süpürgeye tükürülür. 65. Evden işe gitmek için çıkan erkeğin önünden kadın geçerse erkeğin işi ters gider. 66. Çocuğu durmayan kadınlar kırk evden topladığı bez parçalarından gömlek dikerler. Çocukları dursun diye bu gömleği giydirirler. 67. İğde ağacı altında uyunmaz. 68. ‘Kırklı çocuğun’ tırnağını kesmeden babasının pantolonundan para çektirilir. Büyük para çekerse bereketli küçük para çekerse bereketsiz olacak denilir. 69. Kınası yakılan kız, kendi evinin bir köşesine kınalı elini basar ve o iz silinmez. Amaç evden gittikten sonra unutulmasın diye. 70. Kullanılmış gelinlik kimseye giydirilmez. 71. Kulağı ve yüzü yanan dedikodusunun yapıldığına inanır. 72. Ölü geçerken ayağa kalkılır. 73. Nişanda erkeğin arkadaşları damada iğne batırır. 74. Gece vakti bir evden başka eve kazan, tava, tencere verilmez. 75. Ölünün yıkandığı yerde idare veya gaz lambası yakılır ve sö115 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı 76. 77. 78. 79. 80. 81. 82. 83. 84. 85. 86. 87. 88. 89. 90. 91. 92. 93. 94. 95. 96. 97. 116 nene kadar bekletilir. Rüyasında civciv görenin çok çocuğu olur. Tabaktaki yemek güzel sıyrılırsa nişanlısının güzel olacağı söylenir. Hamileyken saç kestirenin ömrü kısalır. Gece çöp atılmaz. Küle tuvalet yapılmaz ve sıcak su dökülmez. Sıcak su bir yere dökülürken destur denilir. Asılı kalan çamaşırlar hava kararınca toplanmaz. Nazar değmesin diye iğde ağacı parçaları çocuğun kıyafetine takılır. Hasta çocuklara eşek sütü içirilir. Yeni gelinin karyolasına kız isteniyorsa kız, erkek isteniyorsa erkek bebek konulur. Ama genellikle erkek bebek koymak Eski Kızılcaköyde daha yaygındır. Yeni bebeğin ağzına huyunun benzemesini istedikleri kişiye tükürtürler. Amaç bu kişinin huyu benzesin diye. Evlenecek erkekler pilava kaşık batırırlar. Rahatsız birini taklit edenin sonu ona benzer denilir. Gözü dalan misafiri geleceğini söyler. Birinin üzerindeki yırtık dikilecek olursa, yırtığı dikilen kişinin başparmağının dişlerinin arasına alınması istenir, amaç nikâhı bağlanmasın. Kulağı çınlayan kendi isminin anıldığını söyler. Sağ gözün seğirmesi sağlığa, sol gözün seğirmesi varlığa işarettir. Birinin üzerinden atlanırsa boyu kısa kalır. Büyüklerin yanında çocuk sevilmez. Köpek sütü vereme iyi gelir. Gece sakız çiğneyenin ölünün tersini ya da etini çiğneyeceği söylenir. Bir şeyden korkan kişi üç defa başparmağı ile damağını yukarı doğru kaldırır. Serdar ATABAY 98. Çocuklara cevizle oynayıp elinizi karartırsanız el kesiciler gelir elinizi keser denilir. 99. Kötü rüya görenler sabah soğanı dörde bölerek çatıya atarlar. 100. Çay içenlerin çayında küçük çay sapı varsa küçük boylu misafir, büyük çay sapı varsa büyük boylu misafir, çay sapı adedince de insan geleceği söylenir. 101. Giysi sırtında iken düğme dikilenin aklının dikileceğine inanılır. 102. Ayak altları kaşınana yolculuğa çıkacak denilir. 103. Gün batımından sonra ölü gömülmez. 104. Yaşlıların önü kesilerek geçilmez. 105. Rüyada ölü görmek diri görmektir. 106. Düşünde deve görenin zengin olacağı söylenir. 107. Ölümü yaklaşan bir kişinin yakını uzakta ise gelecek durumu da yoksa o kişinin resmi ve ya elbisesi ölmek üzere olan kişinin üstüne konulur. Böylelikle gelemeyen kişinin gelmiş olduğu kabul edilir. 108. Cuma günleri sarımsak ve soğan yenilmez. 109. Torununun torununu gören kişinin cennete gideceğine inanılır. 110. Bir kişiye nazar değdiyse tuz okunarak başında çevrilir ve ateşe atıp yakılır. 111. Ev bereketli olsun diye duvara ya da kapı girişine bir avuç sapıyla beraber buğday asılır. 112. Göz değmesin diye cebe eşek pisliği konulur. 113. Sakız çiğneyenin çocuğu geveze olur. 114. Kulak çınladığı zaman isim sayılır ve hangi isimde çınlama geçerse o kişinin kendisini andığına inanılır. 115. Bereket gitmesin diye ayaklar uzatılarak ve ya ayak üst üste atılarak yemek yenilmez. 116. Ayakta giyinmek yoksulluk getirir. 117. Burnu çok akan zekidir. 118. Yüzüstü yatılmaz yatanın gâvura benzeyeceği söylenir. 119. Bebeği olsun isteyenin kucağına erkek bebek verilir. 117 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı 120. 121. 122. 123. 124. 125. 126. 127. 128. 129. 130. 131. 132. 133. 134. 135. 136. 137. 138. 139. 140. 141. 142. 143. 144. 118 Şeytan gelecek diye gece ıslık çalınmaz. Geceleri örümcek almak günah sayılır. Cinsiyet değişecek diye gökkuşağı altından geçilmez. İkindiden sonra el işi yapılmaz balkona bebek çamaşırı asılmaz. Bir şeyi kırk defa söylersen olacağına inanılır. İnsana domuz denilmesi günahtır. Çocuk yalnız bırakılmaz bırakılırsa yanına süpürge konulur. Çamaşır kazanı ya da boş kazan uzun süre ateşte bırakılmaz. Yemin ederken tek ayak kaldırılırsa, yemin kabul olmaz denilir. Kapı eşiğinden sol ayakla girmek uğursuzluk getirir. Sofranın bereketi kaçmasın diye sofraya önce büyükler oturtulur. Su içerken sol el başın üstüne konulur. Yeni doğum yapan kadının kırk gün mezarı açık olacağına inanılır. Yürüyen çocuk emeklerse eve misafir gelecek denilir. Yatağa çorapla girilmez. Yeni doğmuş bebek kokmasın diye tuzlanır. Bulaşık suyu ve mantı suyu ayak altına dökülmez. Eldeki siğil geçsin diye üzerine yoğurt sürülüp köpeğe yalatılır. Yeni gelinin ayakları dibinde testi kırılır. İneğin dişi doğurması için altına çocuk dişi atılır. Dişin aralıklı olması zenginliktir. Ölenin gözlerinin açık olmasına birini göremedi de gözlerini açık gitti denilir. Hamile kadına çocuğu sümüklü olur diye kelle yedirmezler. Yanan ateşi suyla değil toprakla söndürürler. Yağmur duasında ilk çocuğu kız olan bir kadın seçilir. Kadının sırtına bir heybe verilerek ev ev dolaştırılıp bulgur ve tereyağı toplatılır. Topladıklarıyla pilav yapılıp tüm köylüye yedirilir. Böylece yağmur yağacağına inanılır. Serdar ATABAY 145. Kulağı ağrıyanın ağrısı geçsin diye kız bebek emziren kadının sütü damlatılır. 146. Hamileyken işkembe ya da ciğer yiyenin çocuğunda iz olur denilir. 147. Gurbete gidenin yanına ekmek konulur. 148. Yeni evin temeline koyun kesilir. 149. ‘Çörtenin’ altından geçenin ağzı eğilir. 150. Çok ağlayan çocuğun ağzına üç yol ayrımında babasının ayakkabısıyla bir daha ağlamasın diye vurulur. 151. Gece kıyafet ters katlanılmaz. 152. ‘Dabaz’ olanın boynu tuzlu su ile yıkanır. 153. Bir evden bir eve taşınırken boş eve dönülerek haydi hep beraber gidelim denilir. Amaç evde var olduğuna inanılan melekleri davet etmektir. 154. Güvercin kutsal hayvan kabul edilir. ‘Etini yiyen doymasın pisliğine basan onmasın’ denilir. 155. Kırklı kadın düğüne götürülmez. 156. Hamile kadının karnı sivrileşirse erkeği, kalçası genişlerse kızı olacağına inanılır. 157. Bebeğin beni olsun istenirse dalak yedirilir ve el kana bulanıp karına sürülür. 158. İnek hastalanınca iyileşsin diye bir yumurtanın kabuğu hocaya yazdırılıp hatıla kırılır. 159. Dağa gönderilen inek kaybolduğunda açılıp kapanabilen bir bıçak açıkken okunup kapatılınca kurdun ağzı bağlanır. Böylece kaybolan ineğin kurt tarafından yenilmeyeceğine inanılır. 160. Düşünde sakallı gören Hızır’ı görmüş sayılır. 161. Dolu yağdığında evin ilk çocuğu dışarıya demir parçası atarsa yağmur kesilir. 162. Yeşil gözlü olanın nazarı çok değer. 163. Hamileyken eşeğe binenin çocuğu inatçı olur. 164. Ateşle çok oynayan çocuk altını ıslatır. 119 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı 165. 166. 167. 168. 169. 170. 171. 172. 173. 174. 175. 176. 177. 178. 179. 180. İnek pisliğinin üzerinden geçen çarpılır. Yeni doğan çocuğun pisliği egzama hastalığına iyi gelir. Güneş tutulunca güneş hastalandı denilir. Göz değdiğine inanılan kişi için tuz çevrilir. Geç konuşan çocuğa tez zamanda konuşması için yedi ortaklı bir ineğin dili yedirilir. Gece keçi görenin şeytanı gördüğü söylenir. Çocuk ve gençlere göz değmemesi için tazı boncuğu, yedi göz ve iğde dalı, muskayla beraber kıyafetlerine dikilir. Çocuk sakat olur diye boş beşik sallanmaz. Gün aşarken süpürge bağlayan kadının, bekâr kızı varsa nikâhının bağlanacağına inanılır. Gece ıslık çalmak günahtır. Allah’ın hakkı üçtür denilir. Yeni doğan bebek sarılık olmasın diye üzerine ya sarı yazma örtülür ya da altın takılır. Yeni geline dili yağlı olsun diye tereyağı yalatılır. Yağmur duası için Gazelere giderek dua edilir ve mezarlığa para bırakılır. Ölünün şişmemesi için üzerine bıçak, makas ya da demir parçası konulur. Gelin eve girerken ayakları dibinde testi kırılır. Yukarıdaki verdiğimiz örneklerden anlaşılacağı üzere Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin günlük hayatlarının vazgeçilmez bir parçası olan yerel halk inanışlarına batıl inanç denilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü konumuzun başında da belirttiğimiz gibi Türklerin İslamiyet’ten önceki ilk inançları Şamanizm’di ve bu inanışın hala varlığını yitirmemiş olması verdiğimiz örneklerden anlaşılmaktadır. Tarihte Türklerin en önemli özelliği geçmişe karşı aşırı hassasiyet ve kültürlerine karşı besledikleri inanılmaz saygıyı yüzyıllar boyu koruyarak yaşatma felsefeleridir. Daha sonraki yıllarda Türklerin Müslümanlığı kabulüyle Şamanizm’in yerini İslamiyet almış fakat Türklerin yine eski inançlarını 120 Serdar ATABAY tam olarak terk etmemelerinin sonucu İslamiyet’le Şamanizm’in karışımı bir yerel halk inanışı gün yüzüne çıkmıştır. Ne tam İslamiyet söylemi, nede Şamanizm’in temeli olmayan, daha doğrusu İslam Şamanizm karışımı bir inanışla hayatlarını idame ettirmişlerdir. Yukarıda verdiğimiz örneklerin bazılarında Şamanizm’e İslam inanışı eklenerek İslam’ın özüymüş gibi bir durum da yaratılmıştır. Türk toplumunun içersinde İslamiyet’in tamamen yayılması ve yaşanmaya başlanması neticesinde yine İslamiyet’i çok iyi anlayamamanın getirdiği bir durumla, hurafelerin çıkması ve bunlara itibar edilmesi kaçınılmaz olmuştur. İslam ile uzaktan yakından ilgisi olmayan fakat İslam’ın içinde varmış gibi varsayılan bu tür inanışlarda Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yerel halk inanışlarının içersinde yer bulmuş ve maalesef itibar görmüştür, ki yukarıdaki örneklerde nadirde olsa bunları görmek mümkündür. Netice itibârı ile; Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki yerel halk inanışları içersinde bu bahsettiğimiz farklı algıları görmek mümkündür. Ama bunlara inanış şekilleri İslam’a alternatif oluşturmak için değil atalarından kalma bu söylemlerin sanki yapılmalarından ya da söylenmelerinden dolayı ruhen rahatlama arzularıdır. Yüzyıllar boyu Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yaşantılarında yer bulan bu yerel inanışların bugün olduğu gibi yüzyıllar sonrada yaşayacağı da kesin görülmektedir. 121 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin Kullandığı Yerel Kelimeler B üyük Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın Bizanslılara karşı Malazgirt Meydan Muhaberesini kazanmasıyla Anadolu’nun kapıları Türklere açılmış, dolayısıyla 11.y.y’ dan 14.y.y’a kadar devam eden süreçte Orta Asya Bozkırlarından Oğuz’un yirmi dört boyunun çoğu Anadolu’ya göç etmişlerdir. Özellikle Avşar, Salur, Çepni, Bayat, Alayuntlu, Eymür, Kıpçak, Beğdili, Kargın, Peçenek ve Kınık gibi Türkmen boylarının yerleştiği Anadolu topraklarında, buna paralel olarak ta birçokta kültür meydana gelmiştir. Bunlara örnek verecek olursak: giyim kuşam, konuşma, yemek ve oyunlar Anadolu coğrafyasına gelmiş ve zaman içersinde biraz da burada değişerek tekrar canlanan Türkmen kültürlerini oluşturmuşlardır. Özellikle Anadolu’yu yurt edinen Oğuzun boyları muhtemelen bulundukları yerlerde farklı bölgelerde ve farklı ağızlarda konuşuyorlardı. Çünkü uzun süre göçebe hayatı yaşayan bu boylar farklı yörelere gidiyorlar ve burada farklı kültürlerden de etkileniyorlardı. Bunun neticesinde her birinin aynı ağızdan konuşmadıkları ve değişik şivelerinin de olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Yüzyıllar süren bu göçlerin etkisiyle konuşma dillerindeki ses ve şekil bakımından değişikliklerin de olduğunu her bir Oğuz boyunun şu anki uzantıları olan Anadolu topraklarındaki bölgesel şivelerinden anlıyoruz. 122 Serdar ATABAY Orta Asya da var olan bu yerel kelimeler Anadolu topraklarına da gelmiş fakat bölge faktörleri devreye girince, mevcut kelimeler anlamca aynı olmasına rağmen, söylemlerinde değişikliğe uğramışlardır. Buda yöresel ağızlardan meydana gelen bir sürecin etkisidir. Bahsettiğimiz bu yerel kelimeler Orta Asya lehçelerinde ve yazı dillerinde kullanılmakta iken Anadolu’ya yerleşen Türkmenlerin zamanla bu kelimeleri kullanmamasından kaynaklı yazı dilinden soyutlanarak etkisini yitirmişlerdir. Fakat Anadolu konuşma ağızlarında hâlâ yer almakta ve günlük yaşantıda sık sık kullanılmaktadırlar. Dolayısı ile, yazı dilimizde olmayan fakat Anadolu konuşma ağızlarında sıkça kullanılan yerel kelimelerin Eski Kızılcaköy Türkmenleri arasında da kullanılması, bu bölgedeki halkın bir kez daha saf Türkmen olduklarının ve tamamen Orta Asya dili olan Oğuz Türkçesini kullandıklarının en önemli ispatıdır. Kırşehir Eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından kullanılan yerel kelimeleri ve anlamlarını sizlere tek tek yazarak ne kadar zengin bir kelime hazinemizin olduğunu göstermek istiyorum. 123 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı A Aaz Aba Aboov Abunus Acep Acer Acımık Acışmak Açık Pazar Ağırşah Ağmış Ağnamak Ahizer etmek Ahraz Alaf Alamaç Alaşa Alen Alengirli Alenmek Alık Amel olmak Amoov Anastanas Annacına Apapba 124 : Doğum yapan hayvanların ilk sağımından elde edilen süt. : Anne. : Şaşırma nidası. : Sağlam, kaya gibi. : Acaba. : Yeni. : Bir çeşit ot. : 1.Acımak 2.Yanmak. : Pazartesi. : Yünü incelten parça. : Akın etmiş, göç etmiş. : Hayvanların yerde sırt üstü kaşınması. : Beddua etmek. : Sağır, dilsiz. : Alev. : 1. Hızlı yanan alev 2.Tarlada yapılan gölgelik. : 1. Çok konuşan 2.Laf taşıyan. : Bekle, dur. : Tuhaf, garip. : Biriyle dalga geçmek. : Giysi. : İshal olmak. : Şaşırma nidası. : Karmakarışık. : Karşısına. : Beyazlaşmak, rengin solması. Serdar ATABAY Ara hastalığı Araya vermemek Arık Arıstak Arnın Asar Astap Aşkar Avcar Avdal Avlak Avrana Avu Avurt Aydaş Aygördüm Ayıklamak Ayrıyeten Azık Azını düzmek Azıtmak Azmanta : Herkeste olabilen hastalık (grip, nezle gibi) : Ziyan etmemek. : 1.Zayıf, cılız 2.Su akan yer. : Tavan. : Alın. : Eser, Hatıra. : Çamaşır, giysi. : Yüz, surat. : Ekilen tohum. : Kavgacı. : Hayvanların yattığı açık çevrili alan. : Kavak ağacının üst kısımları. : Zehir. : Yanak. : Komik olan. : Gece ay ışığı altında oynana bir çeşit oyun. : Temizlemek. : Ayrıca. : Tarlaya götürülen yiyecek. : Bir olaydan ders almak. : Bir hayvanı uzağa götürüp bırakmak. : Yaramaz, çok azan B Babalı boynuna Baça Badas Bahale : Vebali boynuna. : Bahçe. : Harmanda toprağa karışan ekinin elenip ayrılması. : Baksana. 125 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Bakırlani Balak Baldırcan Bar Basbaya Bastırak Baş bağlamak Başaca Başaklamak Başangı Bayrı Bazlama Bekit Belemek Bellemek Berdi yastık Besmeç Bıcırgan Bıdık Bırçalık Bışgı Bisokum Bişirgeç Bişirik Bitaa Bizlemek Bocca Boğanak Boğarsama 126 : Bakır leğen. : İri, şişman. : Patlıcan. : Peynirin ve yoğurdun küflenmesi. : Bilinenden hiç farkı olmayan. : Kapı arkasına takılan kilit. : Evlendirmek. : Başa kadar. : Hasattan sonra tarlada kalan ürünün toplanması. : Yaramaz. : Bari. : Sac ekmeği. : Ört, kapat. : Sarmak. : Öğrenmek. : Halısız yastık. : Bulgurdan yapılan yayvan kızartılmış köfte : Isırgan otu. : Ufak. : Dağda yetişen bir ot. : Küçük testere. : Azıcık. : Sac üstünde pişirilen yufkayı çevirmek için kullanılan değnek. : Çamurdan sıva. : Sümük. : Dürtmek. : Küçük testi. : Sağanak yağmur. : Hayvanın eşe gelmesi. Serdar ATABAY Bolalmak Boön Boör Bostan Boyna Boyunduruk : Bollaşmak. : Bugün. : Bel, yan. : Kavun, karpuz. : Sürekli. : Kağnı ve öküz arabalarında çekiş için öküzlerin boynundan bağlandığı kısım. Boyuözelim : Yeni gelinin evdeki genç bayanlar için kullandığı tabir. Bozulamak : Yüksek sesle acı çekerek ağlamak. Böcük : Böcek. Bön bön bakmak : Boş boş bakmak. Böngüldemek : Kaynamak. Börttürmek : Haşlamak. Bukaraez : Bu kez, bu defa. Burgacan : Bir tür hastalık. Buru : Eğri demir. Buymak : Üşümek, donmak. Buzalacı : Yavrulamaya hazır inek. Bürlenme : Örtünme. Büzüldü : İki büklüm olmak. C Caa Camadan Cavlak Celep Cemek : Odada banyo yapılan yer. : Kolsuz yelek. : Kel : Sabana koşulan öküz. : Çift sürerken hayvanları yönlendirmek için kullanılan sopanın alt kısmına takılan ve sabandaki toprağı temizlemeye yarayan spatula benzeri demir parçası. 127 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Cengari Cere Cıbalama Cıfıt Cığıl cığıl Cılbah Cılga Cılk Cıncık Cıngı Cıngıl helkesi Cırıt Cırmık Cırtık Cırtlak Cıscıbık Cızık Cibiliyet Cilis Cinaslık çıkarma Cingan Ciraat Cobul olmak Coruk Cozurtmak Cözürük Culuk Cumayen Cumbul Cuvara 128 : Gökyüzü rengi, turkuaz. : Turşu küpü. : Suyun içerisinde paçaları sıvayarak yürümek. : Fena, kötü. : Parlak, berrak, güzel. : Soyunuk. : Dağ yolu, patika. : 1.Bozuk 2. Kuluçka dönemindeki yumurta. : Cam parçası. : 1.Küçük ateş parçası 2.Kıvılcım. : Yoğurt kabı. : Hızlı. : Tırnak izi. : Şımarık. : Göze hoş gelmeyen. : Çırılçıplak. : Çizgi : Huy, yaradılış. : 1.Çaresiz kalmak 2.Zayıf. : Kavga. : Çingene. : Çıbanı olanlara denir. : Bollaşmak. : İnatçı. : Sapıtmak. : Kuyruk yağının eridikten sonra kalan parçası. : Hindi. : Cuma günü. : Küçük üzüm salkımı. : Sigara. Serdar ATABAY Cücük Cülük : Civciv. : Salatalığın üremesi. Ç Çakırdak Çalgın Çalık Çalkama Çalkamak Çalmak Çalpı Çamsıtmak Çangaza Çar Çarkıt Çarpma Çatı Çavdırmak Çavmak Çeltek Çemkirmek Çençen Çenilemek Çerik Çevlik Çığırtma Çıkı Çıkın : Davarlarda dışkının yüne yapışarak topaklanması. : Ayağı hafif aksayan. : Eli ayağı tutmayan. : Ayran. : Yıkamak. : Yere vurmak. : İnce ve kuru ağaç dalı, kuru ot. : Gizlice duyurmak, dedikodu. : Hareketli. : Yazma. : Eski, külüstür. : Bir tür yazma örtme şekli. : Alın anlamında. : Atmak. : Güneşin ışık saçması. : Çoban yardımcısı. : Saygısız şekilde karşı gelmek, diklenmek. : Çok konuşan, geveze. : Köpek havlaması. : Tahıl ağırlık ölçüsü. : Daire. : Sıvı yağ ile kızartılan hamur işi yiyecek. : Bohça. : Azığın konduğu bez. 129 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Çıkla Çıkrıngaç Çılpı Çırahma Çıtak Çıtlı Çiğsimek Çik Çenet Çinilemek Çinke Çipli Çir Çiti Çitimek Çitlek Çonapa Çor Çorpadanak Çot olmak Çöğdürek Çöğdürmek Çölmek Çömçe Çömelmek Çördük 130 : Yavan, sade. : Argacı sarmak için kullanılan alet. : İnce omca parçası. : 1. Üzerine çıra, lamba konulan ağaç iskemle 2. Bir tür oyun. : Kavgacı. : Bir tür ot. : Nemlenmek. : Âşık oyununda aşığın çukur kısmı. : Cevizin içindeki bir bölüm. : Kulakları çınlamak. : Çok az. : Üzümün kuru dalları. : Kayısı, erik kurusu. : Kağnı arabasındaki dikmelerinin tamamına denir. : Yün çorabın eskiyen yerini örerek onarmak. : Çekirdek. : Sakar, beceriksiz. : 1.Hastalık 2.Tuzlu. : Aniden düşmek. : Elin ayağın tutulması. : Tahta tahtıravalli. : Küçük tuvaletini yapmak. : Çanak. : Tahta kepçe. : Eğilmek. : Ahlat. Serdar ATABAY D Dabana kuvvet Dabaz Daklaşma Dal Dam pilavı Dandiridon Dangasta Dearmi Debelenmek Delimsa Dellal Demin Depik Deşirici Deşirmek Devramel Devre Deze Dıkılmak Dıkım Dımrıdı Dıraz dıraz Dikme Dilmek Dinelmek Dingildeme Direşmek : Yürü, koş. : Boyun bölgesinde olan kaşıntı. : Birine sataşma. : Sırt. : Tan ağarırken yapılan düğün pilavı. : Kadınların giydiği içlik. : Kaba, iri. : 1.Yuvarlak 2. Yakışıklı. : Bir şeyi yapmaya uğraşmak. : Deli gibi. : Davet çağrısı. : Az önce. : Tekme. : Dilenci. : Dilenmek. : Ayçekirdeği. : Yanlış. : Teyze. : Girmek. : Lokma. : Ekmeğin pişerken sertleşmesi. : Boş boş. : Fidan. : 1.Yarmak 2.Parçalara ayırmak. : Ayakta durmak. : Hoplama, zıplama. : Direnmek. 131 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Dirgen Dirlik Ditmek Divdiriyor Divlek Diyal Dolak Doluktu Domuşmak Dö Döğümsüz Dökülal Dölek Dulda Duluk Duşgana Dutacak Dutma Düğürcü Dülger Dümüksüz Dünean Dürtlemek : Ucu demir çatal olan ağaçtan saplı el aleti. : Huzur. : Yün pamuk ya da eti küçük parçalara ayırmak. : Çatlaktan su sızması. : Bir çeşit kavun. : Değil. : Tırpanla ekin biçilirken bacağın zarar görmesini engellemek için bacağa bağlanan kalın bez. : Ağlamaya hazır, duygulanmak. : Surat asmak. : İnce bulgur. : Acımak. : Hadi oradan. : Düzgün. : Rüzgâr almayan kuytu yer. : 1. Düğünde yeni gelinin saçların kesilerek yanağına doğru salması. 2.Alın. : Surat, çene. : El bezi. : Çoban. : Kız istemeye giden. : İki tarafı keskin kazma. : Kaygısız. : Dün. : El işi yapmak. E Ehnezik Ekdi 132 : Zayıflamak. : Uyanık. Serdar ATABAY Eke toka Ekmek ağı Elbiz Elcek Elleam Elleşmek Emlik Enek Enik Eooovv Erincek Erinmek Eserekli Esilme Essah Estirikli Eşgare Eşik Eşinme Everek Evlik Evreaç Evselemek : Yaşından olgun olanlar için söylenir. : Azık örtüsü. : Örümcek. : Eldiven. : Herhalde, galiba, sanırım. : Dokunmak. : Geç doğan kuzu. : Sermaye. : Kedi, köpek yavrusu. : Seslenme, çağırma nidası. : Üşengeç. : Üşenmek. : Hasta, evhamlı. : Azalma. : Gerçek, sahi. : 1.Gel git akıllı 2.Deli. : Açık olan. : Kapının alt kısmı. : Hayvanların toprağı ayaklarıyla hafif karıştırması. : Ecele ederek. : Yatak odası, kiler. : Yufka ekmek pişirirken kullanılan çubuk. : Bir tutam almak. F Fak kurmak Faklamak Fanılamak : Zararlı haşerelere karşı kurulan tuzak. : Sabitlemek. : 1. İnlemek 2.Yankılanmak, uğuldamak. 133 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Farfaracı Ferik Fermanı Fışkı Filik Fingirdemek Firek Firengi Firik Fitlemek Fitne Fol Fos Fosalmak Fosfos : Palavracı. : Genç tavuk, kuma. : İşlemeli cepken. : 1.Koyun, keçi pisliği 2. Yaramazlar için kullanılır. : Tiftik. : Yerli yersiz gülmek. : Domates. : Büyük anahtar için kullanılır. : Olgunlaşmak üzere olan buğday. : Birini başka birine karşı doldurmak. : Fesat. : Civciv çıkacak yumurtalar topluluğu. : Boş, kof. : İçi boşalmak. : Bomboş. G Gaçıl Gada Gadamal Gadık Galakmak Galan Galender Gambak Ganare Ganırtmak Gapcık 134 : Çekil. : Dert, bela. : Derdimi al. : Büyüklenme sözü. : Şımarmak. : Artık. : Alçak gönüllü. : Kavağın kabuğu. : Aşırı yemek yiyen. : Açmaya zorlamak. : Domatesin posası. Serdar ATABAY Gap gacak Garakmak Garamet Gardak Garel Garık Garsamba Gavlatmak Gayerlemek Gayle Gayrı Gazeler Gebirti Gelep Gen Gerneşmek Gevmek Gı Gıdım Gıç Gımçıtmak Gındap Gırhım Gırık Gırkmak Gırlent Gırs Gıstırma Gıvışdamak : Mutfak eşyası. : Aşırı susamak. : İftira. : Kötü dikiş yüzünden giyside oluşan istenmeyen kıvrım, kabartı. : Ayar, ölçü. : Sebze ekilmesi için hazırlanan küçük bahçe bölümü. : Fazlalık. : Bir şeyin kabuk ve benzeri yüzeyini koparmak. : Azarlamak. : Tasa. : Bundan sonra. : Gaziler. : Ayakla çıkarılan ses. : Boyamaya hazır ip. : Hiç sürülmemiş kıraç yer. : Gerilmek. : Dişle ezmek, çiğnemek. : Keçi, koyun gübresi. : Az. : Ayak. : Ağız bükmek : İp. : Davarın yün kesim zamanı. : Gizli tutulan sevgili. : Davarın yününü kesme, traş etme. : İşleme. : Fesat. : Sıkıştırma. : Kımıldamak. 135 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Gıymık Gızdırma Gidi Gidişme Gimi Gode Gonşu Gonur Gonursu Goruk Gostahlı Goug Göbelek Göçmen donu Göçürtme Gödellek Göden Göfer Göğ Göğünmek Gölek Gömeç Gömük Gömüklü Gönenmek Görmek Görümcadım Görümlü Göz Gözzek 136 : Odun parçası : Isıtmak. : Arsız. : Kaşınma. : Gibi. : Vücut. : Komşu. : Kahverengiye yakın renk. : Bez yanığı. : Olgunlaşmamış, ekşi üzüm. : Havalı, gösterişli. : İki taş arası boşluk. : Şapkalı mantar. : Kadınların giydiği bir tür giysi. : Fide. : İki kulplu karnı geniş tüp. : Dağınık. : Güç, kuvvet. : Açık mavi. : İçten içe yanmak. : Su birikintisi. : Bal tekeri. : Pis çamur, batak. : Gri. : Kullanmak. : Temizlemek. : Görümce kadın. : Bakımlı. : Oda. : Suyun topraktan çıktığı yer, kaynak yeri. Serdar ATABAY Gubat Gulaasma Gullep Gulunç Gupa Gurdalanmak Gursaksız Guzlacı Gücük Güdül Gülük Gündüzleme Günsüz Günülemek Güre Güvaa Güvelek Güvermek Güverti Güzlük : Kaba,biçimsiz. : Kulak asma, önemseme, kaile alma. : Zincir halkası. : Omuz ve boyun bölgesinde tutulma. : Bardak, tas. : Oyalanmak. : Aldırmaz, gamsız. : Hamile koyun. : Kış ortası, şubat ayı : Küçük kısa testi : Hindi. : Şımarık çocukları aşağılamak için söylenen söz. : Erken doğan çocuk. : Kıskanmak. : Ergenliğe ulaşmış büyükbaş hayvan. : Damat. : İri sinek. : Yeşermek. : Yeşillik. : Anne evinden hamile gelen bayan. H Habe Habire Hacet Hafli yatmak Hak Halbusem : Heybe. : Durmadan, hep. : Alet. : Her an kalkacak gibi yarı uyanık yatmak. : Bir iş karşılığı yapan kişiye verilen yiyecek. : Hâlbuki. 137 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Haleşe Halmetekin Hamıt Hamurlani Hangırdak Haral Harbaza Haşat Hatıl Havhalamış Havhalı Havkırmak Havuş Havut Havuz Hazlanmak Hazval He Heci Heç Hedik Helaa Helik Helke Hemdes Hereni Herketmek Hevek 138 : Kalabalık. : Söz gelimi. : Atın boynundaki halka. : Hamur leğeni. : Yakışıksız gülmek. : Büyük çuval. : Deli gibi sağa sola saldıran.(örnek: harbaza köpeği.) : Darmadağın, perişan. : Hayvanların yem yediği yer. : Yaralamış. : Nasıl konuştuğunu bilmeyen. : Konuşmaya sert başlayan. : 1. Eşyada mahvolmak 2. İnsanların aşırı yorulmasında kullanılan söz. : Çeşme havuzcukları. : Hafız. : Hoşa gitmek, sevmek. : Ürün. : Evet. : Değil mi? : Tastikleme sözü. : Bulgur yapmak için kaynatılmış buğday taneleri. : Yanılma anlamında kullanılan söz. : Küçük taş parçası. : Küçük kulplu kap. : Acemi. : Büyük tencere. : Tarlayı sürmek. : Üzüm ya da domates salkımlarını kurutmak için bağlayarak tavana asmak. Serdar ATABAY Hezen Hınaza Hırpadan Hırtmak Hıvıştı Hinci Hirk Hiyerif Hoğ konmuş Honça Hora geçmek Horan Hoşbeş Hotlamak Hoyuk Hömermek Hörküş Hucar : Evin tavanındaki ağaç. : Uyuşuk, içten pazarlıklı. : Sıkı, sıkıca. : Küsmek, tersleşmek. : Yavaşça kaçmak. : Şimdi. : Tarlayı nadasa bırakma. : Be adam. : Hafif yükselti. : Müjde karşılığı verilen hediye. : İyi oldu, tam oldu. : Ev halkı. : Sohbet. : Zıplamak. : Bostan korkuluğu. : Karşı gelmek, diklenmek. : Tavlı, besili. : Haber. I Iğralama Iğranmak Iğşalama Iğta Imsık Ipılak Irılmak Isga Ismarıç : Hafif sallamak. : Kımıldamak, sallanmak. : Kuvvetli sallamak. : Kuytu yer. : Utangaç, mahcup. : Parlak, parlamak. : Uzaklaşmak, gitmek. : Küçük soğan. : Sipariş. 139 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Işgın Işılamak Izgın : Taze üzüm dalı. : Hafif gülmek. : Ezilerek bezir yağı çıkarılan keten tohumu. İ İbiklemek İçdon İdare İdişmek İlaan İlenç İlik İmbal İngi indi İnne İrbik İsesiz İsilik İsince İsli tafana İşgirlenmek İşlengiç İtdirsaa İtea İti İviklemek 140 : 1.Tavuğun yem yemesi 2.Deşmek. : Kilot. : Aydınlatma cihazı. : Tartışmak. : Leğen. : İntizar. : Giysi düğmesi. : Ucu çivili hayvan sopası. : Bir çeşit hastalık. Bu hastalıktan kurtulmak için kına yakılırdı. : İğne. : Su kabı. : Sakin. : Terlemekten ve sıcaktan vücutta meydana gelen küçük pembe kabartılar. : Taharet. : Ekmeklik. : Kuşkulanmak. : El işi, işleme. : Arpacık. : Ekmek yaparken unun altına serilen bez. : Peynirin hafif acıması. : Köşesini bucağını aramak. Serdar ATABAY İvitlemek İyaa İzbe : 1. Seçmek, ayırt etmek 2. Lafı tekrarlamak. : Eğe. : Kötü, yıkık ev. K Kahmırık Kakıç kakmak Kara kırnak Karakmak Karıdı kocadı Karmak Katarna Katık Kayıtdamı Kea Keasımısın Keç Kekil Kelek Kelengi Keli Kelik Kepelek Kercine Kerme Kertik Kes Kesbere : Balgam. : Birine laf atmak. : Fena, huysuz. : Susamak. : Yaşlı. : Karıştırmak. : Aksi, fena. : Ekmekle yenilen şey. : Kiler. : Muhtar. : Seni ne ilgilendirir? : İneklerin ilerlemesi için söylenen söz. : Alnın üzerine düşen saç. : Olgunlaşmamış kavun. : Bir tür tarla faresi. : Maşalla ile karık arasındaki toprak yığınına denir. : Bebek ayakkabısı. : Ağacın çiçeklerinin döküldüğünde meyvenin açığa çıkması. : İnadına. : Hayvan pisliğinden yapılan yakacak. : Gedik, boğum. : Kurutulmuş ot. : İri taş tuzu. 141 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Keskenmek Kessek Kıç Kımıl kımıl Kırangiresice Kırbız Kırı Kıvrak Kızıl Kingirdek Kirmen Kisbe Kis kis Kismiş Kişiflemek Kişkillenmek Kiriz Koğu Kolcak Koşum Koyurmak Köğtür Kötelemek Kömbe Kömürtlek Köper Kösengi 142 : Elini kaldırıp vuracak gibi yapmak. : İri, sert toprak. : Ayak anlamındadır. : Yavaş yavaş. : Yok olması istenilen şeye denir. : Kırmızı. : Eşek yavrusu. : Seri, pratik. : Çalışmayı sevmeyen, tembel, utanmaz. : Gereksiz gülen. : Halı ipi. : Yağlı güreş yapan pehlivanların giydiği dar paçalı meşin pantolon. : Sinsi sinsi. : Gizlenmiş, saklanmış. : Gizli olarak gözetlemek. : Kışkırtmak. : İnat. : Birinin arkasından söylenen kötü söz. : Aşçıların bileklerine kadar taktığı bezden parçaya denir. : Atı çekmeye yarayan ip. : Salmak. : Pekmez ile un karışımı bir tür tatlı. : Tekmelemek. : Bir çeşit gözleme.(Gözlemenin yanık olanına da denir.) : Gırtlak. : İki maşalla arasındaki suyolu. : Ateş karıştırılan demir. Serdar ATABAY Köstü Kösülmek Kunde Kuraza Kusgun Kuşane Kuytu Kücülemek Küfül küfül Külek Külle Külüstür Kümbül Kümpür Küntümezce Küsgülüş Küştüre : Köstebek. : Bir yerde boylu boyuna uzanmak. : Her gün. : Eski kapılardaki açacak. : Semerin arka bağı. : Saplı yayvan tencere. : Çukur, sığınak. : İleri geri hareket ettirmek. : Serin serin. : Ekmek konulan tahta kap. : Tandırın hava alma borusu. : Eskimiş, yıpranmış. : Kısa boylu, şişman. : Patates. : 1.İri, kalıplı.2.Ağır. : Ucu geniş değnek. : Odun düzleme aracı. L Loğ taşı Löküs : Toprak damları sertleştirme taşı. : Lamba. M Maççalı Maarsemek Madası açık Mağbeyn : Hastalıklı. : Önemsemek. : İştahlı. : Evin girişi. 143 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Mahna Malaka Malamat Maldiynaa Malihülle Maplak Marraat Masamak Masillenme Maşalla Mazarrat Mazı Melefe Menanet Meres Mes Mesarif Meses Meset Meşmeretli Mıçırdamak Mıhra Mık Mintan Mirtlemek Mismil Mitil Mittirdek 144 : Bahane. : Bedava. : Rezil-rüsva. : Boş boş duranlara söylenen söz. : Hayal kurmak. : Ateş küreği. : Sus, çeneni kapa. : Merdiven. : İçinde uhde kalma. : Bitkilerin sulanmasını kolaylaştırmak için toprakla çevrilmiş dikdörtgen alan. : Yaramaz. : Halı tezgâhının parçası. : Yorganın iç yüzü. : Yaramaz. : Miras. : Deriden yapılan ayaklık. : Masraf. : Kağnı ve öküz arabalarında öküzleri yönlendirmek için kullanılan uzun sopa. : Aksi. : Birbirinden haberdar olmak. : Yemek yerken ağzın şıpırdatılması. : Bir şeyin sertleşmesi.(örnek: Toprağın sertleşmesi.) : Çivi. : Gömlek. : Yerinde duramayan. : Yenmesi helal olan. : Yüzsüz yorgan. : Hareketli, canlı. Serdar ATABAY Moğlak Mudana Muhanet Mukaatol Mulla Mullabaam Musandıra Muşamak Muzurnaz Müstağmel Müstehak Müzevir : İşi hakkıyla yapamayan, beceriksiz. : Birine boyun eğme. : Kimseyle paylaşmayan. : Sahip ol. : Öğretmen. : Okumuşlara söylenen söz. : Raf. : Pencere. : Yaramaz. : Kullanılmış, ikinci el, yeni olmayan. : Hak etmek. : Arabozan, dedikoducu. N Nalin Namazlaa Navrak Nazlıbaam : Tahta terlik. : Seccade. : Surat, yüz. : Yeni gelinin evdeki genç erkekler için kullandığı tabir. Ne has : 1.Hayret anlamında 2.Nasıl. Neçe : Nice. Nefaat : Ne zaman. Nınnık konuşmak : Burnu tıkalı konuşan. Nizahcı : Kavgacı. Nörüyon : Ne yapıyorsun? Nutkunmadan tutuldu : Konuşamamak, sessiz kalmak. Nuzul inmek : Felç olmak. 145 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı O Ocudu Ocutmak Ofaat Oklağaç Okuntu Olçun Ondan keri Onmak Oşamak Otoön : Bıkmak, usanmak : Acımak. : O vakit. : Oklava. : Davetiye. : Hastalık konusunda bilgili insanlar. : Sonra. : Hayrını görmek. : Okşamak. : Evvelki gün. Ö Öncüt Ören Örk Örklemek Örme Örselemek Örtme Öşbe Ötürmek Öyke Öz Özek Özemek Özenek 146 : Geri almak üzere verilen. : Harabe. : Hayvan bağlanan kazık. : Bağlamak. : Yeni buzağının boynuna takılan örülmüş ip. : Yıpratmak, hırpalamak. : Kapatma. : Çokbilmiş, ukala. : İshal halde tuvalet yapmak. : Sinir. : Küçük su pınarı. : Derman. : Yoğurdun suyla karıştırılması. : 1. Bir şeyi eriyinceye kadar çırpmak. 2. Lafı uzatmak. Serdar ATABAY P Pahla Pala Palazımış Palan Pambık Patala Patsat Pattadanak Pavzat Paysımıyor Paytak Peçe Pelver Peşgir Pılı pırtı Pişirgeç Ponçak Pontul Pöçük Punara Püs : Fasulye. : Bez parçalarından dokunan basit kilim. : 1. Rüzgârda yerdekilerin havalanması. 2. Korkup kaçmak. : Semer. : Pamuk. : Patates. : Tek tük. : Aniden. : Kır bekçisi. : Tanımıyor, saymıyor. : Başkent. : Pencere. : Salça. : Havlu. : Gereksiz bez parçaları. : Sacdaki yufkayı döndüren ağaç dalı. : Püskül. : Pantolon. : Kalça arasındaki oynak kemik. : Tandırda bulunan baca. : Pekmezin koyusu. S Sabındırık : Kağnı tekerleklerinin kolay dönmesini sağlamak için kullanılan sıvı yağın konulduğu hayvan boynuzu. 147 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Sabısı Sağlım Sako Sal Sale Samen Sanırtmak Sası Savah Savmak Sayı mı? Sayrı Sağan Seğirtmek Sehim Seki Sekmen Selgah Seme Seyip Seyritmek Sıdırmak Sıkılamak Sınangı Sındı Sındırmak Sınıkçı Sıracalı Sırımak 148 : Sahibi. : Süt veren inek ve koyun. : Ceket. : 1. At arabasının arkasındaki sap taşınan yer. 2. Tabut. : 1. Zeki, uyanık 2. Uykusu hafif. : Düğüncü alayı. : Boş boş beklemek. : Çürümüş, kokmuş. : Düşüncesiz saf aptal. : Göndermek, yolcu etmek. : Gerçek mi? : Hasta. : Bakır tabak. : Koşmak. : Pay, hisse. : Odalar arasındaki yüksek set. : Çuval. : Dere, suyun aktığı yer. : Aptal, sersem. : Serbest bırakmak. : Istarın ilk hazırlık aşaması. : Patlatmak, yarmak, kırmak. : Tembihlemek. : Bulgurdan yapılan haşlama köfte. : Makas. : Bozmak. : Kırık, çıkıkçı. : Cilt üzerindeki sivilce türü sulu cilt hastalığı. : Yorgan, minder gibi kalın şeyleri dikmek. Serdar ATABAY Sırımsıdı Sırkıtmak Sıtara Sıtkını sıyırmak Sıvazlama Sızgıt Sinmece Sinçe Sinecen Siymek Soğuk kuyu Soğulmak Sohranma Sohum Sohutaşı Sormak Soyha Soyuk Söğürme Sökün Söyke Sumsuk Susa Sülake Sümesümek Sümebükmek Sündük Sürgüç Süsmek : Sağlamlaşmak. : Rahatsız etmek. : İtibar. : Ümidini kesmek. : 1. Bir şeyin üstünde yavaş yavaş hafifçe el gezdirmek. 2. Okşama : Kavrulmuş et. : Saklambaç. : Surat, yüz. : Sinsi. : Küçük tuvaletini yapmak. : Lastik ayakkabı. : Gözün işlevini yitirmesi. : İçten kızma, isteksiz davranma. : Bir lokma. : Oyuk taştan yapılma buğday dövme yeri. : Bir şeyi ağızda emmek. : Adı hatırlanmayan her şeye denir. : Yüzü ala, yüzünde yara izi olan. : Pirzola. : Karın erimesi ile oluşan su. : Dağın yamacının eğimli noktası. : Yumruk. : Asfalt. : 1.Yassı taş. 2.Bir çeşit oyun. : Yün eğirmek. : Çıkrıkta yünü dolamak. : Birine bulaşan. : El bezi. : İneğin boynuzlaması. 149 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Sütme Süve : Geniş bazlama. : Kapının kenarı. Ş Şak Şalak Şapaz Şaplak Şarlağan Şavg Şebit Şelek Şelek çezmek Şemik Şemşamer Şernaz Şevşir Şıh-ı pervane Şibik Şifemek Şinik Şimşir Şire Şirlani Şişek Şivari olmak Şor Şuurlu 150 : Bir bütünün eşit parçalarından biri. : Kavun ve karpuzun olgunlaşmamış hali. : Hızlı yürümek. : Alkış. : Şelale. : Ayın ışığı. : İnce yufka. : Tutam, demet. : Fazla oturmak. : Ayak bileği. : Ay çiçeği. : Yaramaz. : Dengesiz duran. : Evliya. : Köşe, uç. : Huyuna göre davranmak. : 2,5 ölçek veya 1 tenekenin yarısı büyüklüğünde ölçüm aracı. : 1.Parlak 2.Düzenli olmak. : Üzüm suyundan elde edilen bir tatlı. : Şir leğeni. : 1–2 Yaşında dişi koyun. : Şımarmak. : Laf. : Ortaklı, miraslı. Serdar ATABAY T Tahtabı Talama Talaz Taman Tanas Tapan Tat Tatavı Tavatır Tavlu Tea Tefalet Telelek Teliz Temek Temelli Tengelbaş Tepinmek Terek Terki Teselleme Tetir Tevek Tevekkel Tevellüt Tevir türlü Tezek : Tahta terlik. : Sarma. : Rüzgâr. : Hani, hani ya. : Rüzgâr. : Duvarı sağlama bindirmek için konulan ağaç. : Konuşamayan. : Acele iş yapan. : İyi, çok güzel. : Besili. : Onu bir geç anlamında kullanılan söz. : Saçın önü, kâkül. : Kanatlı hayvanların kanatları ya da kanat kalemleri. : Naylon çuval, un torbası. : Hayvan pisliğinin birikmiş hali. : Devamlı. : Takla. : Zıplamak. : Mutfak rafı. : Ata binenin arkasına oturmak. : Bir bir öyküleme, açıklama, örnekleme. : Halı yapımında kullanılan mora benzer renk. : Kavun, karpuz, kabak, salatalık yaprağı. : Saf. : İnsanın doğumu. : Çeşit çeşit, rengârenk. : Yakılan hayvan pisliği. 151 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Tezikmek Tığsırık Tıngır Tınsırıp Tısıltı Tike Titibar Tokel yahal Tolu Tonge Tort Tosba Töhmelemek Tök Trampa Tufan Tuluk Tuluşa gitmek Tuman Tummak Tungallanma Tura Tuturuk Tüh tüh Tükel 152 : Sinsice kaçmak. : Öksürük. : Boş. : Hapşırık. : Zor soluk alıp verenin çıkardığı hırıltılı ses. : Az. : Zayıf. : Düşe kalka. : Sert karımsı yağmur. : Ekini destelemeye yarayan ayağa bağlı malzemeye verilen ad. : Köpeklere takılan uçları sivri demirli tasma. : Kaplumbağa. : Çok yemek yiyip rahatsız olmak. : Âşık oyununda bir duruş şekli. : Takas etmek. : Büyümek anlamında kullanılır. : Yoğurt dökülen deri. : Beleşe gitmek. : Don. : Dalmak. : Yuvarlanma. : İplik. : 1. Dağdan toplanan bir tür yakacak. 2. Dağınık 3. Kabarık saç anlamında da kullanılır. : Vah vah. : Tamamen, tümüyle. Serdar ATABAY U Uçluk Uçuk Udlanmak Uğra Uğrun Uğunmak Ukela Ulak Uluk Umsunuk Uruplağa Uşah Usukmak Uylamak Uyuntulanmak Uz Uzun binit : İğneye takılan ip. : Açık. : Utanmak. : Un kalıntısı. : Gizli saklı. : Kıvranmak. : Gereksiz konuşan. : Ek. : 1.Çürük meyveler için kullanılır. 2.Hasta, cansız. : Bir şeyin gerçekleşmemesi üzerine duyulan düş kırıklığı. : Ölçeğin 1/4 boyutunda olan ölçüm aracı. (2 kg ölçüm aracı.) : Çocuk. : Sakinleşmek. : Birine sataşmak, çatmak. : Bir işle oyalanmak. : Becerikli. : Uzun eşek oyununa verilen isim. 153 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Ü Üğrünmek Üleşmek Ürkmek Üryan Ütme Üzerlik otu Üzlük : Övünmek. : Paylaşmak. : Hastalığın başkasına bulaşması. : Çıplak. : 1.Kurumamış buğday başağının ateşte püresi. 2.Yolunmuş tavuğun kalan tüylerini yakma işi. : Tütsü bitkisi. : Küçük çömlek. V Vah Varangelen Velesbit Vesait Vurunmak : Deme : Halı ve kilim tezgâhında elle sürülüp geri çekilen bölüm. : Bisiklet. : Araç. : Çıkış yolu aramak. Y Yadırgı Yalabıdı Yalak Yalbırdak Yanara Yangılı Yapalı 154 : Yabancı. : Şimşek, güneş ve ayın parlaması. : Hayvanların su içtiği yer. : Ayağı çıplak. : 1.Yan ağrı. 2.Sinirlenilen bir şeye de söylenir. : Cana yakın, içten. : Kirli. Serdar ATABAY Yapma Yarnım Yaasalamak Yastıman Yateli Yavrak Yaygı Yaymak Yazı Yealmak Yekinmek Yelmek Yezear Yılgı Yılmak Yırık Yiğin Yiğni Yitmek Yoklamak Yoluk Yonmak Yoşanmış Yozu Yuha Yular Yumuş Yunmak Yüklük : Hayvan pisliğinden yapılan yakacak. : Sırtım, arkam. : Dalga geçerek taklit etmek. : Birbirine sürterek incelme. : Yağlı, kirli. : Cana yakın. : Yere serilen örtü. : Otlatmak. : Dağ hayvanların otlandıkları yer. : Şımarmak. : Kalkmaya çalışmak. : 1.Koşmak. 2. Hizmet etmek anlamında kullanılır. : Herhalde. : Bıkmak. : Usanmak. : Üst dudağı yırtık olan. : Epey. : Hoppa, hafif. : Kaybetmek. : Ziyaret etmek. : 1.Tüyleri yolunmuş olan 2. Saçları dağınık olanlara söylenen söz. : İşi kendine çevirmek. : Yıpranmış. : Yabani. : 1. Derin olmayan. 2. Merhametli olan. : Hayvanların boğazlarına takılan ip. : İstek, emir. : Yıkanmak. : Yatak depolanan yer. 155 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Yüreği ağrımak Yüz Yüzünkuylu : Karnı ağrımak. : Yastık kılıfı. : Yüzüstü. Z Zaar Zangırdamak Zarek Zavar Zaybak Zebil Zembelek Zemheri Zevle Zıbarmak Zırık Zırnık Zibidi Zigge Ziğlemek Zivlean Zobu Zorsunmak 156 : Galiba, belki. : Üşümek. : Zeyrek, keten tohumu. : 1. Arpa kırması 2. Hayvan yemi. : Yaygaracı. : Çok. : Eski kapılardaki açacak. : Kara kış. : Kağnı veya öküz arabasında öküzlerin çıkıp kaçmalarını önlemek için boyunduruk üzerindeki deliklere dikine yerleştirilen sopalar. : Yatıp uyumak. : 1.Erkek eşek 2.Uzun boylu olanlara da denir. : Duvara delinen su yolu. : Ayak takımı. : Zincire bağlı demir kazık. : Birine bulaşmak. : Uzun, ince, zarif. : İri yarı. : İsteksiz davranmak. Serdar ATABAY Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin Örf, Adet, Gelenek ve Görenekleri G eçmişten geleceğe kuşaklar boyu devam eden kültürel hareketler, bir toplumun örf, adet, gelenek ve göreneklerini meydana getirir. Bu kültür hazineleri, yaşatıldıkları toplumların asırlar öncesi yaşantılarına ve tarihlerine birer kanıt niteliğindedirler. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yaşantılarını süsleyen bu zengin kültürün varlığından söz edilecek olunursa bu kültürlerin ayrı ayrı uygulanışlarından bahsederek başlamak daha mantıklı olacaktır. 157 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Düğün ki kişinin hayatlarını birleştirmesine evlilik denilir. Evlilik yöreden yöreye değişiklik gösterdiği gibi Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin de İevlenme gelenekleri diğer bölgelere göre değişiklik göstermekteydi. Eskiköydeki bir düğünü anlatacak olursak şöyledir: Eski Kızılcaköy Türkmenlerinde genellikle görücü usulü ve akraba evliliği yaygın olmakla beraber, görerek ve severek de evlenme olurdu. Evlenme isteği olan erkekler bunu belli etmek için yöresel bir tavır sergilerdi. Evlenecek kişi annesinden bulgur pilavı yapmasını ister ya da sofraya konulan bulgur pilavı olursa içine kaşık batırarak evlilik isteğini dile getirirdi. Bu tavrın ardından anne ve yakın akrabaları oğullarına gönlünde biri olup olmadığını sorarlar. Sevdiği var ise ona giderler, yok ise yakın akrabalarla beraber çevrelerinden münasip bir kıza bakarlar. Fakat Eskiköyde görücü usulü yaygın olduğu için anne ve yakın akrabalar akıllarından geçirdikleri kızı oğullarına sorarak fikir alırlar. İstenilecek kızda hemfikir olununca, erkeğin ailesinin büyükleri ve yanlarına aldıkları birkaç komşu ile kızı istemeye giderler. Burada erkek tarafı ‘Sizinle akraba olmak isteriz. Bir düşünüp taşının’ diyerek isteklerini belirtirler ve biraz oturduktan sonra kalkarlar. Kız evi de ‘biraz düşünelim’ diyerek müsâade isterler. Eğer niyetleri var ise ‘gelsinler’ diyerek haber yollarlar, yok ise, hiçbir şey söylemezler. Böylece erkek tarafı niyetlerinin olmadığını anlayarak işi kapatırlardı. Kız tarafı ‘tamam’ deyince erkek tarafının büyükleri ‘haste’ (haside) denilen pekmezden yapılma tatlı ile kızı istemeye giderler. Ailenin en büyüğü, kız evinin büyüğünden ‘ Allah’ın emri peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza isteriz’ diyerek kızı istemiş olurlardı. Kız evinin tamam demesiyle birlikte haste yenilerek ağızlarını tatlandırırlar, erkek tarafı hazırlıklı olduğu için, gelin kızın başına ‘çar’ atarak yan158 Serdar ATABAY larında getirdikleri altınları gelin kızın başındaki ‘al fese’ veya bilezikleri kollarına takarlardı. Bazı aileler kız evine giderken büyük ya da küçükbaş hayvan da götürerek hediye ederdi. İşin adı konduktan sonra biraz eğlenilir ve kız tarafı başlık parasını konuşurdu. Eskiköyde ‘başlık parası’ vardı ama kız tarafı aldıkları başlıkla kızlarının çeyizini yaparlardı. Ardından da düğün tarihi konuşularak gün belirlenirdi. Eskiköyde düğünler genelde harman kalkınca 10-11 ve 12. aylarda olurdu. Artık nişanlanan çiftlerin görüşmeleri çok zordur. Ancak evlilikten önce bayrama veya Hıdrellez’e denk gelinirse erkek tarafı ‘bayramcılık’ denilen bu günlerde kız evine bir koyunu süsleyerek boynuna da altın takarak götürürlerdi. Bayram hediyesinin de en makbul olanı buydu. Düğün zamanının gelmesiyle birlikte köye ‘okuntu’ verilirdi. Düğünler üç gün sürerdi. Cuma günü başlayan düğün üç gün sürer ve ilk gün etlik kesilirdi. Kesilen hayvan, düğün sahibinin durumuna göre büyük ya da küçükbaş hayvan olurdu. Eğer büyükbaş hayvan kesilir ise kellesi saklanarak bir tür güç gösterisi olan ‘Kelle atma’ oyunu oynanırdı. Köyün gençleri davul zurna eşliğinde çevredeki en yüksek damı tespit eder ve kelleyi o dama atmaya çalışırlardı. Kelleyi dama atmayı başaran kişi köyün en güçlü ve yiğit delikanlısı seçilirdi. Bu oyun sayesinde hem düğün evi hem de gençler eğlence yapmış olurlardı. Bu arada köyün en iyi yemek yapan bayanı düğün yemeklerini yapardı. Cuma namazından çıkanlar ve köylüler davet edilerek yemek verilirdi. Eskiköydeki düğün yemeklerini yazacak olursak şunlardır: • Bamya • Çirleme • Tarhana aşı (Yoğurt çorbası) • Dolma • Tavuk • Arap köftesi • Dam pilavı 159 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Saydığımız bu yemekler içersinde en farklı olanı ve Kırşehir’in hiçbir köyünde kesinlikle yapılmayan Çirleme adı verilen bu düğün yemeğidir. Sadece düğünlerde yapılan bu yemekte, kayısı kurusu ile etin bir arada olması en ilginç yanıdır. Çünkü hiçbir tatlı çeşidinde etin olmayışı bu yemeğin farklılığını ve farklı bir kültürün burada yaşatıldığının en önemli kanıtıdır. Aynı günün akşamı damat, erkek arkadaşlarını yemeğe davet ederek yedirir içirir ve ardından onları ‘yasakçı’ ilan ederdi. Yasakçılar bu yemeğin ardından 3 gün boyunca herkese hizmet etmekle mükellefti. Cumartesi sabah erkenden tekrar hazırlıklara başlanır. Sabah erkenden köyün imamı çağrılarak dua ettirilir ardından bayrak kaldırılır, bayrak evin damına asılır ve o evde düğün olduğu anlaşılırdı. Ayrıca bayrağın asıldığı ağacın üstüne elma takılırdı. Elma Türklerde bolluk ve bereketin simgesi olduğu için tercih edilirdi. Bayrak kaldırıldıktan sonra Kıllı Koca, Deve Ekibi ve davul-zurna eşliğinde köyde kap,kacak toplamaya çıkılırdı. Bir yandan deve oyununun oynanması bir yandan da Kıllı Koca oyununu sergilenmesi ortamı neşelendirirken köylüler tarafından verilen bulgur, üzüm, nohut, fasulye,yarma, bamya v.b yiyeceklerde düğün sahibine verilerek maddi yardım sağlanmış olunurdu. Eskiköyde seyirlik oyunların yanı sıra halayda çekilirdi. Artık düğün evi hareketlenmiş ve heyecan başlamış olurdu. Bu işlem öğlene kadar devam eder ve ardından düğün evinde öğlen yemeği verilirdi. Yemekten sonra erkek tarafı kız evine davul zurna eşliğinde Samen giderler. Bu olaya ‘Astab giydirme’ denilirdi. Erkek evinde toplanan kalabalık, damadın arkadaşları kol kola girip her yüz metrede bir ‘hey, hey’ çekip yere oturup kalkarak arkalarındaki kalabalıkla oynayıp eğlenerek kız evine gidilirdi. ‘Ağırlama’ adı verilen bu olayda kız evi erkek tarafının bayanlarına şeker tutar ve erkek tarafı köşeye çekilip kız tarafının oynamasını izlerdi. Eğlencenin ardından gelin kıza götürülen elbiseler giydirilirdi. Samen’den dönüldükten sonra kız evinin hanımları erkek tarafına hayırlı olsuna gelirler. ‘Kaynana geldi’ adı verilen bu olayda kız tarafına en iyi şekilde hizmet edilerek yemekler verilirdi. Bu arada akşamın olmasıyla köylülere akşam yemeği verilir hemen ardından oğlan evinin bayanları kız evine kınacı giderlerdi. Haberi alan kız evi, gelini başka eve saklar ve erkek tarafının arayıp bulmasıyla 160 Serdar ATABAY gelin biraz bahşişle tekrar evine getirilirdi. Erkek tarafı yanlarında götürdükleri kına ve hediyeleri geline vererek kınayı yakarlardı. Kına yakılırken kınaya mum batırılıp gelin kız ağlatılırdı. Gelinin annesi veya yakınları, ağıtlar yakarak duygusal bir ortam oluştururlardı. Kınanın ardından erkek tarafı eve döner, belli zaman sonra kız evinden erkek tarafına ‘Kayınbaba’ gelinirdi. Gelenlere yemekler yedirilip hürmet edilir, ardından kız evi erkek evine kına yakmaya gelirlerdi. Bu arada damat başka eve yatırılmaya götürülür, kız evinden gelenler damadı bulup eve getirirler ve burada damada oyun oynattırılırken çevredekilerde damadın sırtına vururlardı. Geceye doğru kız tarafının gençleri erkek tarafına ‘Kayın’ giderlerdi. Erkek tarafı gelen misafirlere çok iyi hürmet ederler ve yemekler yedirirlerdi. Ancak, kız evinin gençleri eziyete geldikleri için imkânsızı ya da olmayanı isterlerdi. Erkek tarafı istenileni yapmak zorunda olduğu için her denileni yerine getirirler, bahsedilen tüm hizmetleri yasakçılar yaparlardı. Kayın gelenler gönderildikten sonra, gece güne dönmek üzeredir, işte tam, tan vakti ağarırken yasakçılara ‘Dam pilavı’ yapılarak bu sefer yasakçılara hizmet edilirdi. Tüm bunlar yapılırken davul zurna eşliğinde köçeklerde oynatılarak düğüne ayrı bir hava verilirdi. Pazar günü sabah erkenden, erkek evinden bir gurup kağnı ya da at arabasıyla kız evine çeyiz almaya giderlerdi. Çeyiz alma esnasında sandığa gelinin kardeşi ya da yakını oturarak bahşiş alır, ardından çeyizler okunarak erkek tarafına teslim edilir ve çeyiz erkek evine getirilirdi. Kız evinde ise gelini giyindirme hazırlıkları çoktan başlamıştır. Gelin kıza Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yöresel kıyafetleri olan üç etek, başına al fes ve duvak giydirilerek erkek tarafının gelip alması beklenirdi. Erkek tarafı kağnı arabasıyla öğleye doğru ‘Gelin alıcı’ gidip gelin evine varırlardı. Gelin kapıdan çıkarken ‘Kardeş Kuşağı’ denilen kuşak bağlanırdı. Bu kuşağı, varsa erkek kardeşi yoksa babası bağlardı. Bağlanırken kırmızı bir kurdele, gelinin beline ‘üç Kulhü bir Elham’ okunarak üç kere dolanıp üç kere çözülürdü. Bu işlemin ardından gelin alınıp erkek evine dönülürdü. Gelin ve damat evin önüne gelip kağnıdan indikten sonra damadın arkadaşları damada çuvaldız batırırlardı. Ardından gelin ile damat eve girmeden önce ayaklarının dibinde tavuk kesilir ve ‘Su testisi su yolunda kırılsın’ 161 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı diyerek su testisi kırılırdı. Gelin kapının önüne vardığında kaynana kapıda hazır bekler ve gelin etraftakiler tarafından ‘kaynanasına sadık olsun’ diyerek bacaklarının altından geçirilirdi. Erkek evi bu esnada bereket anlamında havaya şeker ve kuruyemiş savururlardı. Tam bu arada, damadın arkadaşları ‘damada bir şey diyeceğiz’ diyerek damadı kaçırır ve başka eve getirilen damadın babasından tavuk veya bahşiş alınarak damat serbest bırakılırdı. Düğün artık sona ererken son olarak, bayrak indirilmeden bayrağın üstündeki elmayı gençler vurmaya çalışırdı. Elmayı kim vurmayı başarırsa o kişinin de yiğitliği tescillenirdi. Evlenmenin ardından eşlerin evde uyması gerekli geleneksel yaşam tarzları vardı. Tamamen büyüklerinden gördükleri bu gelenekleri kendileri de saygıdan dolayı sergiliyorlardı. Bunları yazacak olursak: * Büyüklerin Yanında Geline Seslenmeme Evlenen çift baba evinde kaldığı için, ev içersinde eşine iş buyuramaz ve ismiyle hitap edemezdi. Tamamen el ya da göz yordamıyla anlaşırlardı. Büyüklere olan saygının getirdiği bu uygulama asırlarca devam eden bir kültürün parçasıdır. * Ses Kısma (Gelin Kızlık Yapma) Yine saygının bir parçası olan bu uygulamada; yeni gelin büyüklerinin yanında sesini kısar ve hiç konuşmazdı. Bu olay belirli müddet devam eder ve sonunda kaynana ile kayınpeder geline ‘ Kızım sesini aç’ diyerek ‘gelin kızlık yapma işleminin’ sona erdirilmesini isterlerdi. Tabi sözlü söylem haricinde geline para, altın veya elbise vererek saygısını mükâfatlandırırlardı. * Gelinin Ayrı Yerde Yemek Yemesi Gelin kız yemeği hazırlar ve büyüklerin yanına kendisi oturmazdı. Yine saygıdan dolayı yapılan bu uygulamada gelin kız mutfakta yemeğini yerdi. Belirli zamanın geçmesi, eve yeni gelinin gelmesi ya da evdeki çoluk çocuğun çoğalmasıyla beraber gelin sofraya oturmaya başlardı. 162 Serdar ATABAY Doğum H er canlının neslinin devamı için çoğalması gerekir. İnsanlarda soyunun devamı için çoğalırlar. İşte bu çoğalma işine doğum denilir. Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki doğum öncesi ve sonrası gelenekleri anlatacak olursak şöyledir. Doğumun yaklaşması ile beraber kadın son anlarında yatırılarak köyün en tecrübeli doğumcusu getirilirdi. Sıcak suyun ve havluların hazırlanmasına müteakip evin büyükleri ile beraber doğum işlemi yaptırılırdı. Doğum yapılır yapılmaz bebek tuzlu suyla yıkanarak zemzem suyu içirilip kundaklanırdı. Çocuğun sarılığa yakalanmaması için üstüne sarı bez örtülür ya da kıyafetine altın takılırdı. Daha sonra çocuk için yapılması gerekli işlemler vardı. * İsim Verme Doğan çocuğun kız veya erkek oluşuna göre ismi belirlenirdi. Eskiköyde en yaygın olan isim vermelerden biri, çocuğa kendi anne ya da babasının isminin verilmesi ya da dede ve babaannesinin isminin verilmesiydi. İsmin belirlenmesinin ardından, evin var ise dedesi ya da büyük erkeği çocuğun kulağına ezan okuyarak ismini söyler ve isim verme işi tamamlanmış olurdu. Büyüklerin ismi verilen çocuğa ismine saygıdan dolayı kızılmazdı ve ismini taşıdığı büyüğünün yanında ismiyle hitap edilmezdi. 163 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı * Bebeği Toprakla Beleme Eskiköyde bebekler toprakla ‘belenirdi’. Ağ toprak olarak adlandırılan toprak Ilık Sudan getirilirdi. Getirilen toprak öncelikle kalburla elenerek incesi sacda ısıtılırdı, ardından ısıtılan toprak beze konur ve bebek bezle beraber beline kadar sarılırdı. Bu işlem sıcak olarak hazırlandığı için çocuktaki gazı engellediği gibi sıcakta tutardı. Kısıtlı toprağın olması nedeniyle toprağın tekrar tekrar ısıtılarak aynı eleme işlemlerinin ardından yeniden kullanıldığı olurdu. 1.5 yaşına kadar çocuğa bu işlem uygulanırdı. * Sünnet Eskiköyde sünneti, köylere gelen Abdallar yaparlardı. Sünnetçi denilen bu kişiler iki kişi halinde gezerler ve köye geldiklerinde sünnetlik çocukları bir araya toplayarak sünnet ederlerdi. Bir kişi sünnet işlemini yaparken diğeri ise çocukları tutma veya sünnetçiye yardım etme işini görürdü. Sünnet işleminin bitmesiyle sünnetçilere tavuk ya da para verilerek yolcu edilirlerdi. * Büyüklerin Yanında Çocuğu Sevmeme Doğan bebeğin anne ve babasının kendi büyükleriyle aynı evde kalmasından dolayı, neredeyse kendi anne ve babası tarafından hiç sevilmediği bir gerçektir. Tamamen saygı ve utanmanın getirdiği bu gelenek çok eskilere dayanır ve Türklerin Orta Asya’dan bugüne uyguladıkları bir sistemdir. 164 Serdar ATABAY Nazar Gelenekleri E skiköyde göz değmesi ve nazar için kurşun dökülür, muska yazılır ve tuz çevrilirdi. Tamamen insanların manevi olarak rahatlamalarına yönelik bu uygulamalar sıkça yapılırdı. Bunları anlatmak gerekirse şöyledir: 1. Kurşun Dökme Herhangi bir kişiye göz ya da nazar değdiğine inanılırsa o kişiye köyün en yaşlı ve tecrübeli kadını tarafından kurşun dökülürdü. Öncelikle kurşun dökülecek kişi yere bağdaş veya diz çöktürülerek oturtulup üzerine çarşaf örtülürdü. Bakır tas içersine su, iğde dalı, demir para, boncuk atılarak bir kalbura konulurdu. Kalbur, kurşun dökülecek kişinin başının üzerine getirilip eritilmiş kurşunu bu kalburun içindeki su konulmuş tasın içine dökerlerdi. Bu esnada Besmele çekilip dualar da okunurdu. Suya dökülen kurşunun aldığı şekle göre döken kişi bu şekilleri yorumlardı. Ardından bu kurşunlar, kurşun dökülen kişi tarafından ‘Başımdan ırak olsun’ denilerek evin çatısına atılırdı. 2. Muska Yazma Göz ya da nazar değdiğine inanılan kişi ya da kişilere hoca veya dînî bilgisine güvenilen bir kişi tarafından muska yazdırılırdı. Muskada yazılacak kişinin adı ve birkaç nazar ayeti olurdu. Yazılan muska, 165 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı tazı boncuğu(beyaz boncuk), iğde dalı ve kurşun, nazar değdiğine inanılan kişinin elbisesine dikilirdi. Kişi tekrar nazar değmesin diyerek bu muskayla gezmeye itina gösterirdi. Ayrıca kötü niyetli kişiler tarafından muskamırtlak yazdırılırdı. Tamamen kötülüğü istenilen kişilere yazılan bu muskamırtlaklar yine bilgili hocalar tarafından samimi muskalar yazılarak bertaraf edilirdi. 3. Tuz Çevirme Göz değdiğine inanılan kişi ya da kişiler için tuz çevrilirdi. Genelde evin en yaşlı kadını tarafından şu sözlerin söylenmesinin ardından işleme başlanırdı. Erdeşenin merdeşenin. Yeryüzünde gıpraşanın. Yere basanın. Nefis kesenin. Göz edenlerin gözleri çıksın. Denildikten sonra nazar değen kişi yere oturtulurdu. Ardından tuz çeviren kişi eline bir avuç tuz alır ve ‘üç Kulhü bir Elham’ okuyarak tuzu oturanın başında çevirmeye başlar ve ardından tuzu, oturanın başına, sırtına ve muhtelif yerlerine değdirmek suretiyle bir yandan da ‘Buraların da mı nazar var?’ diye sorardı. Dağlara, taşlara, kıraçlara. Uçan kuşlara kıııışş, kış. Dedikten sonra işlemin bitmesine yakın tuzun bir kısmını oturana ve yanındakilere yalattırırdı. Elinde kalan son kısmını da ateşe atarak yakardı. Bu işlemin ardından kişinin rahatlayacağına inanılırdı. 166 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköydeki Bayramlar E skiköyde Arife günü akşamdan evler temizlenir, herkes banyosunu yapar ve kına yakılarak bayrama hazırlanılırdı. Sabah erkenden kalkan erkekler bayram namazına giderken, bayanlarda tandırlıkta tandır çöreği yaparlardı. Namazın bitmesine müteakip camide cemaat bayramlaşır ve evlerine dönerlerdi. Evdeki aileler bayramlaşıp kahvaltılarını yapar yapmaz mezarlığa, ardından da büyüklerini ziyarete giderlerdi. Tabi komşular, hastalar ve kimsesiz ihtiyarlarda ziyaret edilerek gönülleri hoş edilirdi. Köylüler birbirlerine yemekler yapar, hürmette bulunurlar ve akşamın gelmesiyle beraber erkekler köy odalarında buluşarak sohbet ederlerdi. Bayram süresince bu bahsettiklerimiz düzenli olarak uygulanır ve insanlar neşe içersinde zamanlarını geçirirlerdi. 167 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Bahar Gelenekleri B ahar ayının gelmesi doğanın yeniden doğuşu olarak kabul edilmiştir. İnsanlar, doğa ve hayvanlar açısından hep güzelliğin bir simgesi olarak görülen bahar ayı eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından birkaç olayla kutlanırdı. 1. Koç Katımı Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin en önemli geçim kaynaklarından bir tanesi elbette ki küçükbaş hayvancılıktı. Orta Asya coğrafyasından Anadolu bozkırlarına gelen küçükbaş hayvancılığının birçok avantajı vardı. Bu hayvanların etinin, sütünün, yününün, derisinin ve gübresinin günlük hayatın her alanında kullanılması bu hayvanları insanların vazgeçilmezleri haline getirmişti. İşte küçükbaş hayvancılığın insan hayatında bu kadar önemli yer teşkil etmesi bu hayvanların değerli olmasına ve üretimleri için çaba gösterilmelerine sebep olmuştur. Eskiköyde hemen hemen her evde küçükbaş hayvan yetiştiriliyordu. Bu hayvanların sütlerinden kaymak, yoğurt, tereyağı, peynir üretiliyordu. Etleri yemeklerde, derisi kıyafetten tut ta hayatın her alanında kullanılıyordu. En önemlisi gübreleri tarım ve yakacak olarak son derece önemliydi. Köy hayatını yönlendiren bu geçim kaynağı, insanlar için manevi bir değer olarak görülüyordu. Neticede insanların geçimini sağlayan bu hayvanların üreme zamanları bereketi yansıttığı için üreme zamanına gelişleri bir bayram havasında kutlanıyordu. Koçların eş zamanına gelmeleri ‘Koç Katımı’ zamanının gelmesi demekti. Bu zamanın gelişini ve yapılış sebebini kısaca tarif etmek gerekirse şöyledir. Belli süreliğine sürülerden ayrılan koçların tekrar mevcut sürüle- 168 Serdar ATABAY rin içersine geri salınma zamanlarına koç katımı denilirdi. Koç katımının amacı hayvanların yavrulama zamanlarının denetim altına alınmasıdır. Eski Kızılcaköy Türkmenleri için bir bayram niteliği taşıyan Koç katımı her yıl Ekimin beşinde başlardı. Bu tarihte koçlar aşı boyalarıyla rengârenk boyanarak güzelleştirilir ve süslenirdi. İnsanlar eğlencelerle, yemeklerle bu zamanı kutlamaya başlar ve renklere boyanmış koçları sürülere katarak hayvanların üremelerini dolayısıyla bereketin gelmesini kutlamış olurlardı. Hatta eğlencenin yanında bazı inanışlarda bu zamanda kendisini gösteriyordu. Bunlardan bir tanesi köylüler erkek kuzu istiyorlarsa koçun üstüne erkek çocuk oturtur dişi kuzu istiyorlarsa kız çocuk oturturlardı. Bu da eğlenceye farklı bir hava katarak günün neşe içersinde geçirilmesine sebep olurdu. 2. Hıdrellez Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin mevsimlik bayramlarından bir tanesi de Hıdırellezdi. Bu bayramın kutlanma amaçlarından bir tanesi Hızır ve İlyas (a.s)’ın yeryüzünde buluştukları gün olarak kabul edilmesi ve baharın geliş zamanı olarak kutlanılmasıdır. Her yıl mayısın beşi ve altısında bahar bayramı olarak kutlanırdı. Bu günlerde köylüler yüksek dağ ve tepelere çıkarlar, buralarda piknikler yaparlar ve dualar ederlerdi. Ayrıca Hıdrellezde köydeki bazı sülâleler yaylalara göçerek bu bayramı kutlamış oluyorlardı. Özellikle bu zamanda yapılan eğlencelerle ve dualarla o senenin sağlık, sıhhat, bolluk, kısmet, mutluluk ve bereket getireceğine inanılırdı. 3. Yaylaya Göç Eskiköydeki bazı sülâleler baharın gelmesiyle beraber nisan ayında Horoz, Malya, Çanakçı ve Karalıktaki yaylalara göçerlerdi. Buralara topraktan veya taştan evler yapıp 5 – 6 ay kalırlardı. Bu süre zarfında buralarda bulunan tarlalar ekilir ve biçilir, harmanda öküz ile döven sürülür, sap çekilir, koyunlar ve inekler yayılır, bunlardan elde edilen süt, yoğurt, tereyağı gibi malzemeler günlük hayatta kullanılır ve biriktirilenler ise sonbaharın gelmesiyle tekrar köye getirilirdi. Türklerde eskiden beri süregelen yaylak kışlak hayatının Eskiköydeki bazı sülaleler tarafından yaşatılması, bu kültürün bu sülaleler tarafından devam ettirildiğinin en açık göstergesidir. 169 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Asker Uğurlama E skiköyde askerler hoca eşliğinde dualar edilerek vatani görevlerine gönderilirdi. Askere gidecek kişiler sabah erkenden köyde toplanırlar ve köy hocasının eşliğinde harman yerine kadar getirilirdi. Buradan her asker nereye gidecekse ona göre yollarına giderlerdi. Vatani görevini yaparak geri gelen askerlere köylüler ‘Tepsi’ denilen bir çeşit tatlı hazırlayarak evlerine ‘Hoş geldin’ demeye giderlerdi. Ayrıca Eski Kızılcaköy Türkmenleri Milliyetçi Muhafazakâr yapılarıyla Vatan ve Bayrak uğrunda savaşarak Kurtuluş savaşı esnasında birçok Şehit ve İstiklal Gazisiyle Kırşehir tarihine adlarını altın harflerle yazdırmışlardır. Canları pahasına bu Vatan için savaşan Kahraman Eski Kızılcaköy Türkmenlerin’e Allah’tan rahmet diliyor ve saygıyla önlerinde eğiliyoruz. 170 Serdar ATABAY Yağmur Duası Y ağmurun uzun süre yağmadığı ve kuraklığın baş gösterdiği zamanlarda insanların bir araya toplanarak Allah’a yağmur yağdırması için ettikleri içten duaya yağmur duası denilir. Yöreden yöreye biraz değişikliklerin olduğu yağmur duasının Eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından uygulanış şeklini anlatmak gerekirse şöyledir: Kuraklığın son haddine gelmesiyle birlikte köydeki yaşça büyük olanlar bir araya gelerek ‘meşveret eder’ ve yağmur duası için karar alıp aynı gün tüm köylülere iletirlerdi. Genellikle Cuma günleri yağmur duasının yapılması için seçilen gündür. O günde çevre köylerden hocalar da gelerek duaya iştirak ederlerdi. Bütün köylüler abdestlerini alarak topluca Gazeler’e gider ve öncelikle burada yatan zatlar için dua ederlerdi. Bu arada duanın okunacağı yere koyun ve kuzular getirilirdi. Bunun amacı koyun ve kuzuların birbirleriyle meleşirken köylülerin bundan etkilenmesi ve böylece duygulanıp ağlamalarıydı. Neticede de bu olay karşısında herkes aşırı hassaslaşıp çok içten bir şekilde ağlaşırlardı. Çok farklı bir uygulama olan bu sistem yalnızca Eski Kızılcaköyde uygulanırdı. Daha sonra hocanın duaya başlamasıyla beraber köylüler hep birlikte ellerini havaya kaldırıp Allah’a yalvararak bir yandan dualar ederler bir yandan da ağlaşırlardı. 171 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Ahali bu esnada o kadar kendilerinden geçerlerdi ki dualarla ağlama sesleri birbirine karışırdı. Hele koyun ve kuzuların melemeleri de işin içine girince çok duygulu anlar yaşanırdı. Duanın sona ermesiyle beraber koyunlardan bir kaçı Cenab-ı Allah’a kurban edilir ve etleri pilavla beraber tüm köylülere dağıtılırdı. Yemeklerin yenmesinin ardından herkes birbirleriyle helalleşerek evlerine dönerlerdi. Yağmur duasının yapılmasına müteakip çoğu zaman birkaç saat sonra yağmur yağardı. Buda Allah’a içten edilen duaların kabul olduğunun en güzel göstergesiydi. Yağmurun yağmasının ardından köylüler tekrar Allah’a sonsuz şükürler ederek namazlarını kılarlardı. 172 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköydeki Yemek Kültürü B ir toplumun en önemli kültürlerinden biriside yemekleridir. ‘Yöresel yemek’ olarak adlandırılan yemekler, yapıldıkları toplumların geçmişine dair bilgiler vermektedir. Özellikle göçebe Türkmen topluluklarında yapılan yemekler çeşitlilik arz eder ve damaklarda ayrı tat bulur. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yemek kültürlerini, köyde yapılan yemek çeşitlerini yazarak daha iyi anlayabiliriz. Yörede yapılan yemekler yöresel isimleriyle şöyledir: • • • • • • • • • • • • • • Tarhana aşı Arap köftesi Soğanlama Sütlü aş Tandır çöreği Ekşi pekmezi Çullama • Sarma • Mercimek keşkeği Hölüç Çirleme Katma aşı Sınangı Besmeç Yarma keşkeği Tandırda patlıcan-biber patlatma Bamya • • Cılbır • Höşmerim Yufka ekmek üstü bulgur pilavı • 173 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı • • • • • • • • • • • 174 Pezi kavurması Bazlama Yoğurt salatası Yemiş yağlaması Pelte Borana Karın çorbası Soğan firek Tepsi Hoşaf Haste • • • • • • • • • • • Çığırtma Bulamaç aşı Çir yağlaması Tete pilavı Kıyma(Çiğ köfte) Yoğurt özemesi Kelle paça Kavurga Yağlı kabak Sülea kabağı Sütlü kabak Serdar ATABAY Yöresel Kıyafetler K ıyafet insanların yaşadığı coğrafyayı, yaşamlarını ve kültürlerini belli eden en önemli unsurlarından biridir. İnsanların yaşadıkları yerlerdeki çevresel etkilere, iklimlere ve tabi şartlara göre kıyafetleri de değişiklik göstermiştir. İşte Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin kültürlerini yansıtan ve yüzyıla göre değişiklik gösteren kıyafetlerini erkek ve bayan olmak üzere ayrı ayrı yazacak olursak şöyledir: Erkek Kıyafetleri • Maşlak • Al fes • Püsküllü fes • Sarık • Yün şalvar • Cübbe • Göynek • Camadan • Kuşak • Yün çorap • • • • • • • • • • Kaputtan don Kilot pantol Keçe Kürk Pantolon Sako Nalin Çarık Mes Soğuk kuyu 175 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Bayan Kıyafetleri • Üç etek • Salta • Al fes • Poşu • Bağlamalı don • Fermanı • Çit göynek • Arap çar • Kandilli çar • Kalemli çar • Ahmediye yazması • Gırtmalı dizlik • Şal kuşağı • Dandiri don 176 • • • • • • • • • • • • • Entari Yelek Hırka Çar Göçmen donu Kuşak Kolcak Dizlik Mes Nalin Çarık Kundura Soğuk kuyu Serdar ATABAY Ölüm H er canlı varlığın (insan, hayvan ve bitkinin) hayati faaliyetlerinin kesin olarak sona ermesine ölüm denilir. Bir canlı nasıl ki doğuyorsa zamanı geldiğinde de belirli sebeplerden dolayı ölmesi kaçınılmazdır. Doğum ve ölüm birbiriyle bağlantılı bir gidiş hattır. İnsanların doğumunda belirli dini ve kültürel merasimler oluyorsa ölümünde de farklı dahi olsa dini ve kültürel merasimler uygulanmaktadır. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin ölüm esnasında ve sonrasındaki merasimleri çoğu yörelere göre değişiklik göstermektedir. Bu farklılıklar dini vecibelerde değil yalnız kültürel vazifelerde uygulanmaktadır. İşte Eskiköydeki ölüm adet ve geleneklerinin nasıl uygulandığını anlatacak olursak şöyledir: Ölümün oluş şekline göre cenaze merasimlerinin uzun ya da kısalığı söz konusudur. Yani hastalanarak ölen bir kişi ile aniden ölenin cenaze törenlerinde başlangıç ve bitişinde zaman farklılığı vardır. Hasta yatağında ölen bir kişinin merasimleri daha yatar vaziyette iken başlardı. Ani ölümlerde ise direkt cenaze işlemlerine geçilirdi. Eskiköyde herhangi bir sebepten dolayı hastalanan bir kişinin evi günlük ziyaretçilerle dolup taşardı. Köylüler zamanlama olmaksızın her an hastayı ziyaret eder ve helallik isterdi. Bu arada ziyaret esnasında hasta için dua edilir ve Kur’an okunurdu. Eğer hastanın son anlarında yakınlarından biri gelemediyse o gelemeyen kişinin varsa 177 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı resmi yok ise herhangi bir eşyası hastanın üzerine konularak o kişinin geldiği ve helallik verdiği kabul edilirdi. Bu uygulama neredeyse hiçbir yerde yapılmayan çok farklı bir gelenektir. Hasta evindeki yas havası ölüm haberiyle beraber daha da hararetlenerek o andan itibaren köylü hemen birbirleriyle haberleşir ve cenaze evine akın etmeye başlarlar, bu esnada imam sâlâ verir ve duyamayanlarda tez zamanda cenaze evine toplanırdı. Ölüm eğer bekleniyor ise defin işlemi uzatılmazdı, çünkü bu esnada çoğu yakını hastanın yanı başında olurdu. Eğer ölüm aniden olduysa, cenaze işlemleri bir süre bekletilerek yakınlarının ya da dostlarının cenazeye iştirak etmeleri beklenirdi. Mevta yıkanacağı yerde yatarken üzerine bıçak veya demir parçası konulurdu. Bunun amacı ölen kişinin şişmesini engellemekti. Tabi bu arada cenazenin bayan ya da erkek oluşuna göre yıkayacak kişiler belirlenip yıkama işlemine geçilirdi. Ayrıca yıkandığı yerde idare veya gaz lambası yakılıp sönene kadar bekletilmesi çok eski bir şaman geleneğinin yine burada uygulandığının bir göstergesidir. Bu arada cenaze evi, gelip gidenlerle dolup taşarken kadınlar ise ağıtlar yakarak acılarını dile getirirlerdi. Erkekler ise ya cenaze evinde ya da köy odalarında bir araya toplanarak dua ederler ve taziye için gelenleri karşılamış olurlardı. Bu esnada gençlerden oluşan bir gurupta mezar kazmaya giderlerdi. Mezarın hazırlanması ile vakit hangi namaza yakınsa o vakitte cenaze namazı kılınır ve defin işlemine geçilirdi. Cenaze evinden alınan mevta, köylülerin sırtlarında mezarlığa kadar taşınır ve cenaze defnedilerek köye geri dönülürdü. Kadınlar bu arada ağıtlar yakarken köylüler cenaze evine üç gün yemek taşırlardı. Çünkü cenazenin olduğu evde üç gün yemek pişirilmezdi. Getirilen yemekler ziyaretçilere sunulur ve bu arada mezardan gelen erkeklere de bayanlar tarafından lokum ve kuruyemişler dağıtılırdı. İlk iki gün çok yoğun ve yorucu olduğu için köylüler cenaze evinde bulaşıkları yıkar, temizliği yapar ve gelip gidenlerle ilgilenirdi. Cenazenin üçüncü günü ise mezarı kazanlara mezar ekmeği denilen çorba, dolma ve ‘tete pilavından’ oluşan yemekler verilir ve bu yemeğe tüm köylüler davet edilirdi. Aynı gün içersinde ölen kişinin kıyafetleri yıkanır daha sonra cenaze evinin tamamı köylüler tarafından temizlenirdi. Ayrıca ölen kişinin kıyafetlerinin bir kısmı fakirlere kullanmaları için bir kısmı da yakın akrabalarına saklamaları için 178 Serdar ATABAY dağıtılırdı. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin cenaze evi için söyledikleri çok anlamlı bir söz vardı. Büyükler “Yas gocamaz der ” ve her zaman cenaze evinin ziyaret edilmesinin gerekliliğini vurguluyorlardı. Özellikle cenaze evine gidenlere soğan ya da sarımsak türü şeylerin yenilmemesinin söylenmesi ise Eskiköyde toplumsal bir kültürün varolduğunun en önemli göstergesiydi. Cenazenin defninden sonra dahi kadınlar sürekli ağıtlar yakarlardı. Ağıt yakma geleneğin temeline bakılacak olursa şöyledir: Genellikle Eskiköyde gelin evden gidince, kına yakılınca, asker uğurlanınca, doğal afet ya da sosyal olaylar yaşanınca ve ölüm olunca kadınlar tarafından ağıtlar yakılırdı.Türk toplumunda ağıt yakmanın geçmişi çok eskilere dayanır. İslamiyet’ten önce Türklerde bir kişinin ölmesine binaen ‘yuğ’ adı verilen yas törenleri yapılır ve ‘sagu’ adı verilen şiirler okunurdu. Bu şiirlerde ölen kişinin temel özelliklerinden, yaptığı işlerden, fiziksel görünüşünden ve toplum tarafından benimsenmiş huylarından bahsedilirdi. Ayrıca ağıt esnasında bağırarak ağlanır ve kadınlar birbirlerine sarılarak dizlerine vururlardı. O andan itibaren karalar bağlanır ve acının çoğalmasıyla yüzlerini tırnaklayan, saçlarını yolan ve kendine zarar verenlerde olurdu. Türklerin bu eski geleneği Anadolu’yu yurt edinmelerinin ardından Anadolu Türkçe’sinde ağıt ve bozlak olarak yer bulmuştur. Kökeni ise ağlamak ve bozlamaktan gelmektedir. Özellikle cenazede ölen kişinin yakınları veya köydeki ağıtçılar hep beraber ağıtlar yakarlardı. Ağıt esnasında ölen kişinin yakını otururken, taziyeye gelenler bu kişinin boynuna sarılarak ağlamaya başlarlar. Bu esnada dikkat çeken diğer bir husus, cenaze sahibine sarılan kadınların kendi ölenleri içinde ağıt yakmalarıydı. Özellikle daha önce ölmüş bir yakını var ise onun adını ya da durumunu anlatacak şekilde ağıt yakılırdı. Mesela taziyeye gelen bir kişi ölen kişinin yakınına sarılırken genç yaşta ölen kardeşi varsa “ Murat almayan kardeşime de selam göndermeye geldim ” diyerek ölmüş kardeşine ölen kişi vasıtasıyla selam göndermiş olurdu. Ya da ölen kişi kafasından yaralanarak öldüyse “ Senin kafasından yaralı giden gelinine gurban oluyum, dört kuzulu oğluna kurban oluyum, gün görmeyen anana gurban oluyum tarzında söylemlerle ağıt yakarlardı. 179 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Böylece hem cenaze sahibinin üzüntüsünü paylaşırlar hem de kendi yakınlarına ağlarlardı. Eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından söylenen ağıtlardan örnekler verecek olursak. Eskiköyden Örcün’e giden bir gelinin yaktığı ağıtta, Ben giderken ekinleri göğüdü. Görünüyo emmimgilin söğüdü. Kırıldı mı köyümüzün yiğidi? Ana beni niye verdin yabana? Köyümüzde verseyidin çobana. Diyerek köyden ayrılmanın zor olduğunu ve köyde kalmak için çobana bile varmaya razı olacağı teması islenmiştir. Diğer bir ağıt ise ölen bir kişi ardından yakılmıştır: Hamdi ölmem deyi boynunu eğdi. Kürek keskin geldi burnuna değdi. Gelinin babası acele koğdu. Vurma emmim oğlu vurma dur dedi. Denilerek vefat eden kişinin öldürülme şekli anlatılmıştır. Eski Kızılcaköydeki sel felaketi üzerine yakılan bir ağıtta ise: Doğru get selde yolun selamet. Başımıza çok getirdin alamet. Sığırın başında şaşırdı Ahmet. Yaredenim afatından esirge. Denilerek sel felaketinin dehşeti ve dehşet anında çoban olan Bülbül Ahmet’in olay karşısındaki şaşkınlığı anlatılmıştır. 180 Serdar ATABAY Birde köylüler arasında cenaze evine ziyaretin üç nedenden yapıldığı inancı yaygındır. Bunlar: • Kimisi bu bahaneyle kendi yakınına ağlamak ve ağıt yakmak için, • Kimisi ölen kişiye aşırı üzüldüğü için, • Kimisi de hem kendi acısını hem de ölen kişinin acısını paylaşmak için cenaze evine giderlerdi. Neticede cenaze evine bir türlü gidilir ve o evin acısı orada paylaşılırdı. Daha sonraki zamanlarda cenazenin kırkı olur ve kırkında lokum dağıtılıp Kur’an okutulurdu. Ardından 51.inde yemek verilip dualarla mevta anılırdı. Eskiköyde cenaze evi köylülerce belirli aralıklarla ziyaret edilerek yakınlarının gönlü hoş edilirdi. Eğer ki ölüm sonrası cenaze evinde yalnız, yetim veya ihtiyar kalan olursa köylü bu kişi ya da kişilerin bakımını hayatlarının sonuna kadar üstlenirdi. Buradan anlaşılacağı gibi cenaze evindeki dayanışma ev sahibinin en zor gününde rahatlamasına sebep olduğu gibi manevi yönden de huzur bulmasını sağlıyordu. 181 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Sonsöz B u kitabın yazılmasındaki temel amaç, Eski Kızılcaköy Türkmenleriyle ilgili bugüne kadar hiçbir bilimsel, yazınsal, akademik ve araştırma eksenli bir çalışmanın yapılmamış olması ve nesilden nesile geçen kültürümüzün unutulacak olması endişesinden kaynaklanmıştır. Yapılan mülakatlarda özellikle yaşlı köylülerin çalışmamıza sağladıkları içten destekleri ve takdirleri gerçekleştirmekte olduğumuz bu çalışmanın ne kadar faydalı ve isabetli bir fikir olduğunu bizlere düşündürtmüştür. Türk Kültür tarihinin uçsuz bucaksız, engin deryasında minik, billur bir damlacık olan Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yaşamlarıyla ilgili rengârenk bilgilerin aktarıldığı sayfalar arasında geziniyorken okuyucuda oluşturulmak istenen düşünce, Atalarımızın kültür mirası olarak bıraktığı “Bizi biz yapan” öz değerlerimizle ilgili bir heyecan yaratmaktır. Yaratılan bu heyecanla kültür tarihi araştırmacılarının Anadolu’ nun dört bir yanına dağılmış fakat varlıklarından bile haberdar olunmayan birçok Türk boyları ve Türkmen oymakları hakkında benzer saha çalışmaları yapmaları arzulanmış ve ilgililer, bu engin deryaya yönlendirilmek istenmiştir. Bu tür çalışmalar, geçmişimize göstereceğimiz saygının küçük birer nişanesi olacaktır. Yürünecek yol uzun ve bir o kadar kutsaldır. Dinlenmeden yol alana selam olsun. 182 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköy Resimleri Gazeler Mezarlığı 183 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı İncebelden Keçi Kalesi’nin Görünümü Kâaler’in Dereden Aşağı Kızılcaköyün Görünümü 184 Serdar ATABAY Gazelerden Tarihe Bir Bakış Poli Mevlüt’ün Odası’nın Öreni 185 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Pambıklığın Tepeden Kale Boyu’nun Görünümü Keçi Kalesi’nin Surları 186 Serdar ATABAY Keçi Kalesi’nin Surları Has Sülemen’in İni 187 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Çecin Ağzı Eski Kızılcaköy Harabeleri (Poli Mevlüt’ün Öreni) 188 Serdar ATABAY Eskiköyün 1969 Yılındaki Hali Eskiköyün 2009 Yılındaki Hali 189 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı 1969 Yılında Gazelerden Eskiköye Bakış 2009 Yılında Gazelerden Eskiköye Bakış 190 Serdar ATABAY 1969 Yılında Orta Pınardan Eskiköyün Görünümü 2009 Yılında Orta Pınardan Eskiköyün Görünümü 191 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Has Sülemen’in İni’nin Etrafındaki Örenler İbiler’in Veli’nin Öreni 192 Serdar ATABAY Eski Kızılcaköy Harabelerinden Görünümler 193 Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı Kaynakça AND, Metin. (2003) Oyun ve Bügü Türk Kültüründe Oyun Kavramı Yapı Kredi Yayınları ARTUN, Erman. (2001) Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, Akçağ Yayınları ÂŞIKPAŞA, Garipnâme, C.1–2 Haz. K.Yavuz, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara ELÇİN, Şükrü.(1990) Türkiye Türkçesinde Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara GÜNDÜZ, Ahmet. (2009) Kırşehir’de Vakıflar ve Vakfiyeleri, Kırşehir KIRŞEHİR VALİLİĞİ, Kırşehir Tarihi KOCAOĞLU, Timur. (1996) Dünyada Türk Dili, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara KORKMAZ, Esat. (2003) Eski Türk İnançları ve Şamanizm, Anahtar Kitap Yayınevi ÖZCAN, Abdulkadir. (1995) Türkiye de Gaza Geleneği, Ekrem Hakkı Ayverdi Hatıra Kitabı, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları ÖZDEMİR, İbrahim. (2011) Bir Gönül ve Halk Adamı, Küçük Sofu, Ankara TEKİN, Şinasi. (1993) Türk Dünyasında Gaza ve Cihat Kavramları Üzerine Düşünceler, Tarih ve Toplum, İstanbul 194