keçi kalesi`nin bağrında bir türkmen oymağı

Transkript

keçi kalesi`nin bağrında bir türkmen oymağı
KEÇİ KALESİ’NİN BAĞRINDA
BİR TÜRKMEN OYMAĞI
Kırşehir
Eski Kızılcaköy Türkmenleri
Serdar ATABAY
Bu eseri beni yetiştiren ve bugünlere gelmeme vesile olan aileme,
her anımda yanımda olduğunu hissettiğim eşime,
mutluluk kaynağımız biricik kızımız Hatice Naz’a ve tüm Eski
Kızılcaköy Türkmenlerine ithaf ediyorum.
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Kırşehir Eski Kızılcaköy Türkmenleri
İletişim
Serdar ATABAY
0532 408 79 00
[email protected]
2. baskı, 1000 adet
Tasarım Baskı
SFN Televizyon Tanıtım Tasarım
Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel : 0312 472 37 73-75
Faks : 0312 472 37 75
www.sfn.com.tr
ISBN: 978-9944-473-35-4
II
Sayısız başarılarla örülü, uzun ve meşakkatli üretim
serüvenine Keçi Kalesi'nin bağrından yola çıkarak başlayan,
sektörlerinin yurdumuzdaki öncü kuruluşları “YİĞİT AKÜ” ve
“KUDRET METAL” in sahipleri saygıdeğer hemşehrilerimiz;
Hamit Yiğit, Mahmut Yiğit ve Eyüp Yiğit Beyefendilere,
Öz kültürümüzün gelecek kuşaklara aktarılmasına
Sağlamasını umduğumuz çalışmamıza verdikleri destek için
en içten şükranlarımızı sunarız.
III
İÇİNDEKİLER
Takdim .................................................................................................... VI
Önsöz ....................................................................................................VIII
Teşekkür ................................................................................................... X
Sunuş ....................................................................................................... XI
Kırşehir...................................................................................................... 1
Kırşehir’in Tarihi....................................................................................... 4
Eski Kızılcaköy ....................................................................................... 13
Eski Kızılcaköy’ün Tarihi ....................................................................... 18
Eski Kızılcaköyde Bulunan Gazeler........................................................ 24
(Gaziler) Mezarlığı Gazeler..................................................................... 24
Eski Kızılcaköydeki Tarihi Keçi Kalesi .................................................. 28
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin Sosyal Yaşantıları ............................... 32
Kerpiç Evler ............................................................................................ 33
Köy Odaları ............................................................................................. 35
Eski Kızılcaköydeki Sülâleler ................................................................. 38
Eski Kızılcaköy Evlerinin Yerleşim Düzenleri ....................................... 41
Eski Kızılcaköy Türkmen Halıları........................................................... 44
Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki.......................................................... 58
Köy Oyunları........................................................................................... 58
Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin ............................................................ 75
Halk Âşıkları ........................................................................................... 75
Âşık Osman Evran .................................................................................. 76
Âşık Mediha Aydın (Ünal)...................................................................... 83
Âşık Ziya Özhan...................................................................................... 87
IV
Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin ............................................................ 93
Manevi Önderleri .................................................................................... 93
Mahzenli’li Ali Efendi ............................................................................ 94
Mahzenli’li Ali Efendi ile Eski Kızılcaköy ........................................... 101
Türkmenleri Arasındaki Manevi Bağ .................................................... 101
Gümüşkümbetli Küçük Sofu ................................................................. 103
Eski Kızılcaköy Türkmenleri İle ........................................................... 109
Küçük Sofu Arasındaki Manevi Bağ..................................................... 109
Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki........................................................ 111
Yerel Halk İnanışları ............................................................................. 111
Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin .......................................................... 122
Kullandığı Yerel Kelimeler ................................................................... 122
Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin Örf, Adet,......................................... 157
Gelenek ve Görenekleri......................................................................... 157
Düğün.................................................................................................... 158
Doğum................................................................................................... 163
Nazar Gelenekleri.................................................................................. 165
Eski Kızılcaköydeki Bayramlar............................................................. 167
Bahar Gelenekleri.................................................................................. 168
Asker Uğurlama .................................................................................... 170
Yağmur Duası ....................................................................................... 171
Eski Kızılcaköydeki Yemek Kültürü..................................................... 173
Yöresel Kıyafetler ................................................................................. 175
Ölüm...................................................................................................... 177
Sonsöz ................................................................................................... 182
Eski Kızılcaköy Resimleri..................................................................... 183
Kaynakça............................................................................................... 194
V
Takdim
Maddi ve manevî bütün yaşam unsurları olarak adlandırabileceğimiz kültür, medeniyet kavramına temel oluşturmuş, dünya medeniyet hazinesi ile kültürlerin günümüze dek getirmiş olduğu unsurlarla zenginleşip gelişmiştir. Bu zenginliğin oluşmasında kültürün önemli bir parçası, hatta kendisi olan folklor, gittikçe önem
kazanmaya başlamıştır.
İnsanlık, kültürünü yaşatma konusunda her daim dirayet göstermiştir, hatta bilim ve teknik karşısında tutunamayacağını anladığı noktada kültürel yapılar yeni formlarla (özde aynı fakat görüntüsü farklılaşarak) yaşama hakkını korumaya çalışmıştır. Araştırmacılara düşen görev, bu yeni formları keşfederek bunların
hangi temellere dayandıklarını izah edebilmektir.
Serdar Atabay tarafından hazırlanan “Keçi Kalesi’nin Bağrında
Bir Türkmen Oymağı“ adlı çalışma da, kaybolmaya yüz tutmuş,
yeni şekiller kazanmaya başlamış olan kültürel ürünlerin keşfedilip, bilim dünyasının hizmetine sunulmuş biçimidir. Bu çalışmada
sadece folklorik araştırma yapılmamış; tarih, edebiyat ve folkloru bir araya getirip, bu alan ile ilgili çok yönlü bilgiler verilmiştir. Çalışmaya tümdengelim yöntemiyle, önce Kırşehir’in daha
sonra da Kızılcaköy’ün tarihi verilerek başlanmış, böylece daha
sonraki bölümlere de temel hazırlanmıştır.
Ardından neredeyse her Anadolu şehrinde rastlayabileceğimiz
kaleler, mezarlıklar, köy odaları tanıtılmıştır. Titiz bir saha araştırmasına dayanan bu çalışmada; Kırşehir Eski Kızılcaköy Türkmenlerine özgü seyirlik halk oyunları, bölgenin manevî önderleri,
âşıkları, halk inanışları, yemekleri, yöresel kıyafetleri ve en
VI
önemlisi geçiş dönemindeki inanç ve pratikleri geçmişten günümüze bir süzgeçten geçirilerek yazıya aktarılmıştır.
Türk kültürünün en önemli merkezlerinden biri olan, bağrından
Âhi Evran, Ahmedi Gülşehri, Âşık Paşa, Şeyh Edebali ve Hacı
Bektaşi Veli gibi dehaları çıkaran Kırşehir’in yazılı hafızasına
yeni katreler eklemiş; eser yerel adıyla anılsa da, Türk kültür
eserlerinin yanı başında yer almaya hak kazanmıştır. Ayrıca,
folklorun her türlü zenginlikleriyle dolu lakin incelemeden yoksun kalmış Anadolu şehirleri, kasaba ve köylerinin araştırılması
ve buradan toplanacak bilgilerin yazılı hale getirilmesi konusundaki çalışmalar bağlamında, mihenk taşlarından biri olduğunu
ve olacağını ispat etmiştir.
Bu vesileyle Serdar Atabay kardeşime yeni çalışmalarında başarılar diler ve saygılarımı sunarım.
Sezer YİĞİT
25.05.2012
ESKİŞEHİR
VII
Önsöz
Bugüne kadar binlerce sayfa kitap okudum…Ancak, bir gün bir
kitaba önsöz yazacağım hiç aklıma gelmemişti. Uzun uğraşlar ve
araştırmalar sonucu hazırladığı Eski Kızılcaköy kitabına önsöz
yazma şerefini bana layık gördüğü için sevgili Serdar’a çok teşekkür ediyorum.
Serdar’ı tanıyınca onda; farklı bir şey gördüm. Kızılcaköylülüğün o sıcakkanlı görüntüsünün dışında sorgulayan, araştıran, yazan, paylaşan bir insan vardı karşımda. Eskiköy deyince benden
daha fazla heyecanlanan, orda yaşayan o muhteşem ve emektar
insanların her şeyini merak eden; adeta onları yaşayan bir delikanlı vardı. Kitap yazma fikrini benimle paylaştığı zaman gözlerindeki sevinci görmeliydiniz. Heyecandan kelimeler boğazında
düğümleniyordu. Eskiköydeki hayatı hiç bilmemesine rağmen, o
yaşamı betimleyen, yıllara meydan okuyan kerpiç ören kalıntılarında geçmişini arayan, kültürünü araştıran, tarihsel süreç içersinde inançlarını, gelenek ve göreneklerini, kısaca geçmiş Kızılcaköy yaşanmışlığını günümüze taşıyarak, gelecek kuşaklara yazılı bir belge bırakan Serdar’ı… KEÇİ KALESİ’NİN BAĞRINDAN ÇIKAN BU TÜRKMEN TORUNUNU canı gönülden kutluyorum.
Bu kitabı okurken; Dere bağından gelen kağnı gıcırtılarını duyacak, Çitçi Pınarında eşşek suladığınızı hatırlayacaksınız. Malla’nın Gedik’te seklemi ya da kağnısı devrilenlere yardım edecek,
Horozda ekin biçenlerle yığın yığacaksınız. Çanakçıda İbiler’in
Naciye Abamın ayranını içecek, Şibiller’in Yonuz Dayının baaçasından bostan yolacaksınız, Karalık çeşmesinde öküzleri sulayacak, Kocadağ da, yayla da sığır güdecek, Kale de lale kazıp ala
sığırcık tutacaksınız.
VIII
Ağcanın Osmanın çilingir sofrasında misafir olacak, düğünlere
kayın gideceksiniz. Toprak damların karlarını kürüyecek, Ahır
sekisinin genzi yakan mayıs kokusunu hissedeceksiniz. Bezir yağında pişirilen çığırtmanın kokusunu alacak, şahman unundan
yapılan bazlamayı yağlayacaksınız. Akşamları Hacı Üssüüyünün
ya da Poli Mevlüdün odasında sohbetlere katılacak, Sabahları
erkenden çifte gideceksiniz… Sonra sel felaketini hatırlayıp hüzünleneceksiniz.
Yani, Eski Kızılcaköyü yeniden yaşayacaksınız. Kızılca köy tadında kalın… Benim güzel köyümün güzel insanları
Saygılarımla
Tekin VAR
20.05.2012
KIRŞEHİR
IX
Teşekkür
Uzun bir zaman diliminde küçük notlar halinde tutulan bu derlemelerin
bir kitap haline getirilmesinde maddi ve manevi desteğini esirgemeyen tam
bir Kırşehir Eski Kızılcaköy sevdalısı olan ve ayrıca Eskiköy’e olan sevgisini hep örnek aldığım köylümüz ve çok sevdiğim ağabeyim Sayın Tekin
Var Beyefendiye,
Beni bir Türkmen ferdi olarak dünyaya getiren ve çalışmalarımda sürekli
yanımda olduklarını hissettiğim kıymetli annem Hatice Hanım’a, babam
Hayrettin Bey’e, ablam Serpil’e, kardeşim Hamiyet’e ve eşim Nurten Hanıma,
Eski Kızılcaköy Türkmenleri hakkındaki bilgilerin derlenmesi ve toplanmasında bana katkı sağlayan ‘Asırlık Kütüphane’ dedem Süleyman Özhan’a, gece gündüz demeden çalışmalarıma yardımcı olan çok değerli
ağabeyim Arif Özhan’a, teyzem Fatma Hanım ve oğlu Erhan Özhan’a,
köydeki çalışmalarımda gönlünü ve sofrasını açan Şefika ablam’a, kısa
zaman önce kaybettiğimiz rahmetli Hacı İsmail Evran’a, bilgilerini esirgemeden paylaşan Hasan eniştem, rahmetli Ahmet emmim, Sariye Var,
Memine Ayaz, Nevin Akıncı, Meryem Sağlam, Zahide ve Vahide Özhan’a,
derlemelerime kaynak sağlayan Gümüşkümbet köyünden Fati teyzeye ve
oğlu Ahmet Köksal ’a, Mahzenli’li köyünden rahmetli Şaban Dursunoğlu’na, engin fikirleriyle çalışmalarıma katkı veren çok değerli dostum Galip Kapusuz’a, bilimsel verilerin bulunmasında emek sarf eden kardeşlerim Sezer Yiğit’e, Atalay Cemil Tengir’e ve kitabımın kapağının yapımında
emeği geçen Grafik Tasarımcı&İllüstratör sevgili kardeşim Hasan Hüseyin Akpınar’a ve eserimi üşenmeden satır satır okuyarak bu hale gelmesine vesile olan çok değerli Hocam İsa Kahraman Beyefendiye, Özellikle de
çaldığım her kapıyı ve gönüllerini sonuna kadar açan isimlerini yazamadığım samimi, içten ve kadirşinas Kızılcaköy halkına gösterdikleri kolaylaştırıcılık ve güzellikler için çok ama çok teşekkür ediyorum.
Serdar ATABAY
X
Sunuş
Eski Kızılcaköy toprağından var olmuş bir bedene ve zengin bir
Türkmen kültürünün şekillendirdiği bir ruha sahibim.
Yaşadığım çağın bir zorunluluğu olarak hayatımı bu güzel yurdun farklı belde ve vilayetlerinde geçirdim.
Mensubu olmaktan büyük onur duyduğum Yüce Türk milletinin
küçük bir parçası olan Eski Kızılcaköy Türkmen obasının tarihten bugüne yaşamsal geleneklerinden, örf ve ananelerinden hemen hemen hiç bir şey yitirmemiş olması, yaşanan onca kültür
dejenerasyonuna karşı kendini muhafaza edebilmiş olması, böylesine köklü bir geçmişe karşı sorumluluk içinde olmam gerektiğini düşündürtmüştür.
“Mutlaka bir şeyler yapabilirimi” kendime görev addederek çalışmalarımı uzun yıllar önce zihnimde planlamaya başladım.
Köyümün adı neden Eskiköy idi? Bu sorunun cevabını küçüklüğümden beri merak ederdim.
Yaşım ilerledikçe gördüm ki; Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin
sosyal yaşantıları, konuşma tarzları, giyim-kuşamları, yerel halk
inanışları, gelenekleri, kültürel algıları ve daha birçok özellikleri
Kırşehir vilayeti civarındaki köy, belde ve yerleşim yerlerinde yaşayan diğer topluluklardan farklılık arz ediyordu.
Acaba neden ? diye düşünmeye başladım.
Merak güdüsüyle beslenen bu ve benzeri birçok soru mutlaka cevabını bulmalıydı !
Şanlı tarihime ve atalarıma karşı beslediğim büyük sevgi ve saygının bir gereği olarak bir şeyler yapmam gerektiğini hissettiğimde bu projemi hayata geçirme zamanının gelmiş olduğuna
karar verdim.
Elinizdeki bu çalışma oluşturulurken, gerekli bilimsel metotların
yanı sıra, çoğunlukla halk kültürünü derleme tekniği kullanılmıştır.
XI
Yapılan planlama gereği Eskiköy tarihi hakkında bilgi sahibi olan
ve o köyde yaşamış köylülerle kendi yaşam alanlarında yüz yüze
görüşme teknikleri kullanılarak derlemeler yapılmıştır. Sonsuz bir
zenginlik içeren bilgilerin bir araya getirildiği bu ziyaretlerde Eski
Kızılcaköy Türkmenlerinin günlük yaşantısı, yerel halk inanışları,
oyunları, yerel kelimeleri, manevi önderleri, halk âşıkları, örf adet
ve gelenekleri ve daha birçok konu itinayla toplanmıştır.
Bu derlemeler, 50 ila 95 yaş arası olan doğma büyüme Eski Kızılcaköy mensupları ile yapılmıştır. Görüşmelerde yaşı 50’nin altında olanların Eskiköy tarihi ile ilgili bilgilerinin çok zayıf olduğu tespit edilmiştir. Bu da; yapılan araştırmanın ne kadar isabetli bir çalışma olduğunu düşündürtmüş ve bu çalışmayı bir an önce bitirmeye yönelik kamçılayıcı bir unsur olmuştur.
Bilgi çağı olarak isimlendirilen içinde bulunduğumuz zaman diliminde, gelişmiş iletişim teknikleriyle bilginin el değiştirmesi kolaylaşmıştır.
Buna rağmen bilginin kullanımı yüzeyselleşmiş, hızla yok olup
giden bir metaya dönüşmüştür. Amacımız, hafızalardaki yerini ve
önemini yitirerek yok olmaya yüz tutan kültürümüzün bu değerli
unsurlarını yazılı hale getirerek tarihe not düşmek ve bu özel bilgi dağarcığını gelecek nesillere aktarmaktır. İşte bu amaçla çoğunlukla geleneksel halk kültürü derleme metoduyla oluşturulmuş bu eser, özel olarak Eskiköy mensuplarına genel olarak ise
Kırşehir yöresinde yaşayan her ferdin şanlı geçmişine, zengin
kültürüne, örf adet ve ananelerine gereken önem ve saygıyı göstermelerini sağlamak maksadıyla kaleme alınmıştır.
Umarız ki; her Eski Kızılcaköy Türkmen’i bu çalışmayı hanesinin
en nadide köşesinde hatta yatağının başucunda bulundurur ve
gelecek nesillerine bir kültür mirası olarak devreder.
Geçmişle gelecek arasında bir kültür köprüsü kurarak sorumluluğumu yerine getirmiş olmanın haklı gururuyla sizleri Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin tarihi zenginliklerinden damıtılarak
oluşturulmuş bu eserle baş başa bırakıyorum.
XII
Kültür Ancak Kültürünü Yaşayanlar Tarafından Yaşatılır.
Saygılarımla
Keyifli okumalar dilerim.
Serdar ATABAY
21.05.2012
KÜTAHYA
XIII
Kırşehir
Gurbet elin bağrında hasretiyle yandığım,
Gül kokulu vatanım, ilimsin sen Kırşehir.
Cemaline vurulmuş yaralı bu aşığın,
Bülbül olup şakırım dilimsin sen Kırşehir.
Türkmenlerin obası Âşık Paşa diyarı.
Ahi Evran, Gülşehri, Caca Bey’di mimarı.
Hacı Bektaş can oldu Türkmanî de baharı.
Zamana ışık oldun bilimsin sen Kırşehir.
Yiğitleri doğurdun muradına erdin sen.
Nesilleri büyüttün Türk’e gönül verdin sen.
Namus bilip bayrağı gökyüzüne gerdin sen.
Asırlardır bükülmez belimsin sen Kırşehir.
Gecelerin bir başka manilerin okunur.
Yeni yetme güzelin kınaları yakınır.
Varan gelen, mazıyla ıstarların dokunur.
Al beyaza bürünmüş kilimsin sen Kırşehir.
1
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Nazlı ceylanlar gibi ovalarda kaçarsın.
Ilgıt ılgıt rüzgârda mis kokunu saçarsın.
Kuşlardan nağme alır her mevsimde açarsın.
Rengine kurban olam gülümsün sen Kırşehir.
Tarihinden mirastır ulu kervansaraylar.
Keçi Kalesi mağrur yayılırdı kır taylar.
Külliyeler dolunca kulakta çınlar haylar.
Dünyadan ahirete yolumsun sen Kırşehir.
Düğün, dernek, toylarda çağrışır âşıkların.
Türkülerle coşulur vuruşur kaşıkların.
Geceleri kandırır yakılan ışıkların.
Duvaklarda parlayan pulumsun sen Kırşehir.
Ak boncuklu gelinler yemekleri çevirir.
Köfte, bamya, çirleme damaklara tat verir.
Peynir, yoğurt, kaymağın, pekmezin dilde erir.
Tandırlarda gazelim külümsün sen Kırşehir.
2
Serdar ATABAY
Vurulunca tokmaklar soku sesi duyulur.
Kaynatılan buğdaylar hedik olur yayılır.
Sınangıyla, besmeçler sofralara koyulur.
İğdelerin koktuğu dalımsın sen Kırşehir.
Kervansaray Dağı’nda sert geçiyor kışların.
Parlar Seyfe Gölü’nde çeşit çeşit taşların.
Hirfanlı Barajı’nda uçar yeşilbaşların.
Hasretleri bitiren salımsın sen Kırşehir.
Âşık Said, Seyfullah karıldı evlasına.
Çekiç Ali, Yastıman sarıldı Mevla’sına.
Muharrem’le, Neşet’in darıldı Leyla’sına.
Yürekleri yakarsın zulümsün sen Kırşehir.
Âşık Serdar Atabay memleketi özlüyor.
Sıladan haber diye yollarını gözlüyor.
Şafak vakti duada gözyaşını gizliyor.
Sensiz geçen ömrümde ölümsün sen Kırşehir.
3
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Kırşehir’in Tarihi
K
ırşehir tarihi, Hititler dönemi ile anılmaya başlar. Fakat, ilin adının o zaman ne olduğu henüz bilinmemektedir. İlin bir ara Aquae
Saravenas (Akova-Saravena) adıyla (M.Ö.2.yy.) bilindiği anlaşılmıştır. Önceleri Makissos (Macissus) adıyla anılan kent, İmparator I.
Jüstinianos devrinde (527-568) yeniden kurulmuş ve Jüstinianopolis
diye anılmaya başlamıştır.
Uçsuz bucaksız kırın ortasında yükselen bu kente Türkler “Kırşehri” adını vermişlerdir. Kır şehri zamanla halk dilinde “Kırşehir” oldu.
Bu gün bile bazı köylerinde yaşayan halk, burasını Kırşehri diye anarlar. Kırşehir ismi Türkçe’dir. Bir rivayete göre de Timur’un Anadolu’ya gelişinde kendisine karşı koyan burada yaşayan halkı göstererek
“Kırın şehri” dediği, daha sonra bunun Kır şehri olarak değiştiği ve bu
günkü ismini aldığı da söylenmektedir.
Kırşehir ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılarda Kırşehir’in tarih öncesi çağda, özellikle Tunç çağı döneminin etkisi altında kaldığı
görülüyor. 1943’te Has höyük kazılarında ilk Tunç Çağı’na ait beş-altı
tabaka tespit edilmiştir. Bu tabakalarda taş ve kerpiç yapı temelleri,
siyah renkli seramik parçaları, çömlek ve çanaklar bulunmuştur. Bu
kalıntılar bölgede ilk Tunç çağı döneminin (M.Ö. 3500–2000) yaşandığını açıklar. Has höyük ve şehir merkezindeki Kale’de başlayan kazı
çalışmaları ile Kaman’a bağlı Çağırkan kasabasında yapılan kazılardan yeni bilgiler de elde edilebilir.
4
Serdar ATABAY
Çağırkan kasabası yakınında bulunan Kale Höyük’ün tarihinin
M.Ö. 1750-600 yıllarına kadar uzandığı sanılmaktadır. Kazılar sonunda 25 metre yüksekliğindeki höyük ve buradan çıkarılan iki büyük küp
ve diğer buluntular, yörenin tarih öncesi dönemini aydınlatır. Kırşehir’in
kuruluşunu, ilk çağlarda Anadolu’yu kuzey-batıdan, güneydoğudan bir
baştan bir başa kesen eski ve işlek bir Anayolun ortasında bir durak ve
yerleşme yeri olmasında, Asya’dan Avrupa’ya giden önemli karayolları
üzerinde bulunuyor olmasında, ayrıca Kapadokya bölgesine de yakın olmasında arayan bilim adamları olmuştur.
Kırşehir Hititlerin yerleşim yeri olan Kızılırmak yayı içinde olduğundan, Hititler döneminin Kırşehir’de yaygın bir şekilde yaşandığı kesindir.
Kale höyük’te yapılan kazılarda yerleşim alanının en alt tabakasını Hitit
döneminin teşkil ettiği ortaya çıkmıştır. Bu kazılar sırasında erken ve geç
Hitit çağlarına ait kalıntı ve eserler gün ışığına çıkarılmıştır. Resmi veya
saray yapılarına ait olduğu, sanılan duvar temelleri ile mühürler, takılar,
seramik mutfak eşyaları ve Hitit çapına ait çivi yazılı bir tablet parçası da
bulunmuştur.
Kırşehir’e bağlı Sevdiğin Köyü’nün 10 km. kadar kuzeydoğusunda bir
Hitit Prensi’nin adının geçtiği yazılı taş blok bulunmuştur. Bu taş bloğun bir
yol işareti olduğu ve yakınlarından Hitit dönemine ait bir yolun geçtiği
sanılmaktadır.
Kırşehir’de Hitit dönemi tarihi için önemli bir belge olan ve “Mal kayası” olarak bilinen bir yazıt bulunmuştur. Prof. Dr. H. Th. Bossert bu yazıtı
incelemiş ve bunun bir yol levhası olduğunu açıklamıştır. Mal kayası yazıtının bir yol levhası olması Kırşehir’in de Hattuşaş’tan güneye inen yol
üzerinde bulunması ilin Hititler döneminde önemli bir merkez olduğunu
açıklar. Bunun dışında yine Hitit döneminden kalma önemli bir eser de
Öküz taşı olarak bilinen Hitit Sunağı’dır. Bu sunak, üzerinde bir adak havuzunun yer aldığı kare prizma bir gövde de iki öküz başının bulunduğu bazalt taşından yapılmıştır.
1950’de yapılan Merkez Kale Höyük’deki araştırmada Hitit dönemine
ait çanak çömlek parçaları bulunmuştur. M.Ö. 1600’lerden M.Ö. 1200’lere
değin Hititlerin yaşadığı bu yöre M.Ö. 675’e kadar Frig’lerin yönetimi
altına girmiştir.
Hititlerin zayıflayıp gücünü yitirmesi üzerine yöreye Frigler hakim olmuştur. Kızılırmak ve Tuz Gölü’ne kadar sınırlarını genişleten Frigler,
5
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
M.Ö. 1200’den itibaren başta Batı ve Orta Anadolu olmak üzere geniş
bir alana yayılmışlardır.
Kimmerler Frigler’i yenilgiye uğratınca Lidyalılar Anadolu’nun
batı kısımlarını ele geçirdiler ama Kırşehir’e kadar ilerleyemediler.
Kırşehir daha sonra M.Ö. VIl.yy.da Medlerin egemenliğine sonra da
Persler’in egemenliğine girmiştir.
Med Devleti, M.Ö. 550’de Persler tarafından yıkılmış ve ardından
Anadolu Pers hâkimiyetine girmiştir. Kırşehir, Perslerin Katpotukya
(Kapadokya) yani “Güzel Atlar Ülkesi” adını verdikleri bölgenin batısında yer alıyordu. Persler, vergi yoluyla yöreye hâkim olmuştur. Yöre
halkı ise, ağır vergiler altında ezilince çeşitli kaleler yapmak zorunda
kalmıştır. Kırşehir ise bu çabaya girmemiştir. Çünkü toprakları çok
kıraçtı. Persler ise M.Ö. 334’de Büyük İskender’in ordusuna yenildiler
ve Makedonlar Kırşehir’i ele geçirdiler. Yöre halkının ayaklanmasından sonra Kapadokya kralı olarak M.Ö. 332’de Ariarates bağımsızlığını ilan etmiştir.
Kapadokya (Kappadokia) krallığı M.Ö. 333’de kurulmuştur. Bu
krallık döneminde Kırşehir ve yöresi yoğun bir baskı yaşamıştır. Komutan Evmenes ve Antipatos dönemleri ise bu kişilerin Kapadokya
bölgesini ele geçirme istekleri yüzünden savaşlarla geçmiş ve Ariarates ölmüştür. Büyük İskender’in ordusunu yenilgiye uğratan II. Ariarates ise Kırşehir’in kuzeyine egemen olmayı başarmıştır. Daha sonra
bu bölge toprakları Orta Avrupa’dan Galat (Kelt) topluluklarının akınına uğramıştır. (M.Ö. 220-163) M.Ö. II. yy. sonlarında Pontus Kralı
Mithradaset buraları denetimine almıştır. Bu dönemde yöre “Aquaesaravenea” adıyla anılmaya başlanmıştır.
M.Ö. 85 yılında Roma egemenliğine girmiştir. Kapadokya yöresi
M.Ö. 18’de Roma imparatoru Tiberius tarafından Roma’ya bağlanmış
ve Tiberius burayı eyalet yapmıştır. Kırşehir sınırları içinde Kapadokya Krallarına ait çokça sikkeler bulunmuştur.
Kapadokya, Roma eyaleti haline geldikten sonra yörede Hıristiyanlık hızla yayılmaya başlamıştır. (3.yy.) Buna karşılık Roma İmparatoru’nun desteklediği puta tapan rahiplerle Hıristiyanlar arasında
büyük bir mücadele olmuştur.
Kapadokya bölgesinde III. ve IV. yy.lara ait Hıristiyanların sığınmak ve korunmak amacıyla yaptıkları pek çok yeraltı şehri bu sebeple
6
Serdar ATABAY
ortaya çıkmıştır. İlimiz ise bu döneme ait; Mucur yeraltı şehri, Dulkadirli ini Murat yeraltı şehri, Âşık Paşa yeraltı şehri, Kümbet altı yeraltı
şehri gibi on tane yeraltı şehri bulunmaktadır. Kırşehir 395’e kadar
Roma’ya bağlı kalmıştır. İlimizdeki höyüklerin bir kısmında Roma
dönemine ait çanak-çömlek parçaları ile bu döneme ait sikkeler bulunmuştur. Bizans döneminde Makissos, daha sonra da Justinianapolis
adıyla anılan Kırşehir’i aynı yüzyılda yaşayan tarihçi Prokopios’un
bildirdiğine göre; Justinianus Kırşehir’i yeniden imar ederek kent
durumuna getirmiştir. Mazaka’da (Kayseri) ekonomik hayatın daha
canlı olması nedeniyle Kırşehir halkı buraya göç etmiştir. M.S. 605
yılında İran Sasani Devleti, Kırşehir’i istila etmiştir. 626’ya kadar
bölge Sasani ve Bizans akınlarıyla sarsılmıştır. 647’de Emevi Devletinin Şam Valisi Muaviye Kayseri ve Kırşehir dolaylarını işgal etmiştir.
Kırşehir merkezine bağlı Taburoğlu Köyü yakınlarındaki Üçayak
kilisesi, Kaman Temirli’deki kilise, Mucur Aksaklı ve Aflak köylerindeki Kaya kiliseleri, Derefakılı kiliseleri, Mucur Manastır ve Keşiş
Sarayı, Bizans dönemine ait mimari kalıntılardır. Kırşehir civarında da
Bizans dönemine ait kandiller, takılar, sırlı mavi ve sarı renkli seramik
eşyalara rastlanmıştır.
1071 ‘de Bizans’ı yenilgiye uğratarak Anadolu’yu Türk yurdu haline getiren Türk orduları, Anadolu içlerine kadar yayılarak Anadolu
Selçuklu Devleti’ni kurdular. 1075’de Kutalmışoğlu Süleyman Şah,
Kırşehir’i topraklarına katmıştır. Anadolu’ya ve Kırşehir’e gelen Oğuz
boyları, yerleştikleri yerlere genellikle kendi boy, oba ve yer adları ile
kişi adlarını da vermişlerdir. Bugün Kırşehir içinde kasaba ve köy adı
olarak Oğuz boylarından “Çepni, Bayındır, Büğdüz, Kargın, Yazır,
Kınık, Avşar” boylarının adları ile oba, oymak ve diğer Türkçe adlar
yaşatılmaktadır.
Haçlı seferleri sırasında Orta Anadolu toprakları elden çıkmıştır.
Danişmentliler 1120’de Kırşehir’i kendilerine bağlamışlar ve o dönemde Kırşehir “Gülşehir” olarak adlandırılmıştır. 1174’de Kılıçaslan,
Kırşehir’i yeniden Selçuklu Devleti’ne bağlamıştır. II. Kılıçaslan
1186’da Türk geleneğine uyarak devletin topraklarını on bir oğlu arasında paylaştırınca Kırşehir, Muhiddin Mesud’a düşmüştür. Kardeşi
Rukneddin Aslan Konya’yı ele geçirdikten sonra Ankara ve Kırşehir’i
de kendine bağlamıştır (1203). 1220’de Alaaddin Keykubat Mengü-
7
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
cekler’in Kemah koluna son vermiş, Mengücek boylarından Muzaffer
Muhammed’e Şebinkarahisar’ı kan dökmeden teslim ettiği için Kırşehir’i tımar olarak vermiştir. Kırşehir bu dönemde imar edilmiş ve bir
kültür kenti haline getirilmiştir.
Moğol istilası döneminde Kırşehir, Moğol ordularının yaylak ve
kışlağı durumunda idi. Kırşehir Muzaffer Muhammed’e verildikten
sonraki dönemde Baba İshak çevresinde toplanan Türkmen boylarının
silahlanması üzerine Selçuklu Sultanı II. Gıyasettin Keyhüsrev 60.000
kişilik bir orduyu yardıma çağırmıştır. Selçuklu ordusu Türkmenleri
ve başında bulunan Baba İshak’ı Kırşehir’in Malya ovasında yenilgiye
uğratmıştır (1240).
1243 Kösedağ savaşından sonra Moğollar Anadolu’yu kesin bir
şekilde hâkimiyetleri altına aldılar Sultan II. Keyhüsrev, Şemseddin
İsvahhani’yi Moğol sultanı Batuhan’a elçi göndermiş, anlaşma yapılmasını sağladığı için o Kırşehir ita amirliği ile subaşılığına getirilmiştir. IV. Kılıçaslan zamanında Cacaoğlu Nureddin, 1262’de Kırşehir
subaşısı olmuştur. İl onun zamanında çok gelişmiş, bayındır bir il
haline gelmiştir. Cacaoğlu Nureddin Bey güvenlik ve barışa önem
vermiştir. İlde Cacabey Medresesi ve külliyesini kurmuştur. Memluk
Sultanı Baybars 1277’de Anadolu’ya gelerek Elbistan’da Moğolları
yenilgiye uğratmış, Selçuklu ordusunun bir bölümü bu savaş sırasında
Memluklular’a katılmıştır. Cacabey de, kardeşi ile Mısır Memluk
Sultanı Baybars’a esir düşmüştür. Baybars, esirleri serbest bırakınca
Cacabey Kırşehir’e dönmüştür.
Cacabey, Türk halkını koruması, yüksek bir ahlaka sahip olması
özü-sözü pek biri olması dolayısıyla Anadolu’da çok sevilmiştir. Öz
Türkçe konuşup Türk kültürünün ve eserlerinin Kırşehir ve Anadolu’ya
yayılmasına öncülük etmiştir. Cacabey XIII.yy.da Anadolu’da yaşamış
olan diğer Türk büyüklerinden Hacı Bektaşi Veli, Mevlana Celalettin-i
Rumi ile de görüşmüş, hatta onların övgülerine bile mazhar olmuştur.
Nureddin Cacabey’in 1272’de Kırşehir’de kurmuş olduğu Cacabey
Medresesi onun adını ebedileştirmiştir. Bu medrese aynı zamanda bir
rasathane idi. Batı Türkistan’da Uluğ Bey’in rasathanesine ise Selçuklular zamanında Kırşehir Cacabey rasathanesi de o derece önemli idi.
Bugün cami olarak kullanılan bu medresenin dış köşelerinde sütunlar,
uzay araçlarına benzetilmektedir. Cacabey medresesinde eğitim tama-
8
Serdar ATABAY
men Türkçe idi. Türk dilinin Fars kültürü içinde erime tehlikesi altında
bulunduğu sırada Cacabey, bir kurtarıcı olarak Türklüğü ayakta tutmuştur. Bu sebeple Ahi Evran, Âşık Paşa, Hacı Bektaşi Veli, Ahmed-i Gülşehri gibi âlim ve şairler eserlerini öz Türkçe yazmışlardır. Bu nedenle
Türk tarihinde Cacabey’in önemi büyüktür. Cacabey, Rum tekfurları ile
yaptığı bir çarpışmada şehit düşmüştür (1301). Türbesi Cacabey Medresesi yanındadır. Selçukluların başına II. Mesut’un geçtiği dönemde
İlhanlı komutanı Baycu Noyan, Anadolu’da bağımsız davranıyordu.
Malya ovasında 300.000 kişilik bir ordu Baycu Noyan’ı yenilgiye uğratmıştır. Bundan sonra Kırşehir ve çevresi yakılıp, yıkılmıştır. Ülke
dörde ayrılmış; Kırşehir ve yöresi Şerafettin Osman’a bırakılmıştır.
Yöre halkı bu dönemde vergilerin ağırlığından bunalmıştır. 1317’de
İlhanlı hükümdarının kardeşi Timurtaş Anadolu’da düzeni sağlamış ve
1322’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Timurtaş, Anadolu karışınca Memlükler’e sığınmıştır. Kırşehir 1365’de Eretna Beyliği’nin hâkimiyetine
girmiştir. 1381 ‘de Kırşehir yöresinde yaşayan Tatar boylarından Samağarlılar, Türkmenler’in otlaklarına saldırdıklarını iddia edince, Kadı
Burhanettin, Emir Pir Ali ile Seyidi Hüssam komutasında bir ordu göndererek Türkmenler’ cezalandırmıştır.
1389’da Mürüvvet Bey, Kırşehir’i ele geçirerek Kadı Burhanettin’e vermiştir. 1389’a gelindiğinde Yıldırım Beyazıd, kendisine karşı
ittifak kuran Kadı Burhanettin ile Candaroğlu Süleyman Paşa üzerine
yürümüştür. Kadı Burhanettin savaşmak istemediğinden Kırşehir yöresine çekilmiştir. Kırşehir Valisi Adil Şah’ın teklifiyle kentin surlarını onartmıştır. Timur’un 1394’de Anadolu’ya geldiği sırada, onu destekleyen Karamanoğulları Kırşehir’e saldırarak, şehri yağmalamışlardır. 1396’da Timur’un geri dönmesi üzerine Kadı Burhanettin, Karamanoğulları’nın üzerine yürüyerek onları cezalandırmıştır. Kadı Burhanettin öldürülünce Kırşehir halkı şehri Yıldırım Beyazıd’a vermiştir.
Bu sıralarda Beyazıd’a sığınan Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf,
kendisini Timur’a teslim edileceğinden endişe edince Kırşehir ve
çevresini yağmalamıştır. Timur 1402’de Ankara savaşında Yıldırım’ı
yenmesi üzerine Kırşehir, Karamanoğullarına verilmiştir. Anadolu’da
Fetret Devri (1402-1413) yaşanırken Karamanoğlu Mehmet Bey,
Çelebi Mehmet’ten yardım istemiştir. Şimdiki Çayağzı kasabasında
Cemele kalesinde görüşmüşlerdir. Karamanoğulları ve Dulkadiroğulları’nın saldırısına uğrayan, yağma edilen ve zamanla eski canlılığını
9
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
yitiren Kırşehir, II. Murat döneminde (1402-1451) Osmanlılara kesin
olarak bağlanmıştır.
Anadolu’da Osmanlı egemenliğinin kesin olarak kurulmasından
yani Fatih Sultan Mehmet’in Anadolu Türk birliğini sağlamasından
sonra Kırşehir’de Celali isyanları dışında XIX.yy.ın sonlarına kadar
kayda değer önemli olaylar görülmez.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Ahiliğin büyük rolü olmuş, düzenli ordunun yani Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu sırasında Hacı Bektaş-ı Veli’nin etkileri görülmüştür. Yeniçeriler Hacı Bektaş-ı “Pir”
olarak kabul etmişlerdir. Kâtip Çelebi Seyahatnamesinde; Kırşehir
için, havası güzel bir sahrada kurulduğunu, üzerinde bir kalesi olduğunu yazmaktadır.
1527’de Hacı Bektaşi Veli’nin torunlarından Kalender Çelebi Ankara-Kayseri yöresinde ayaklanmıştır. Bu ayaklanma büyüyünce Kanuni Sultan Süleyman, Sadrazam İbrahim Paşa komutasında bir orduyu 1528’de Kırşehir yöresine yollamıştır. 1560’lı yıllara gelindiğinde
Anadolu’da yoğun bir kargaşa daha yaşanmıştır. Halkı zorla soyan
Hakibe Sührap adlı eşkıyaları cezalandırmak için Kanuni Kırşehir
beyi Memiş Bey’e emir vermiştir. Fakat durum, yani halktan zorla
vergi toplandığı Kırşehir kadısının İstanbul’a gönderdiği mektuplardan anlaşılmaktadır. 1580’de Kırşehir’de bazı medrese öğrencilerinin
ayaklandığı görülmüştür. Bu öğrencileri cezalandırmak için Çıkartılan
ferman, bazılarının işine gelmiş, bunları fırsat bilen bir kısım görevliler halka zulmetmeye başlamıştır. 1584’de bu ayaklanmayı bastırmak
için gönderilen Mısır valisi Şehzade Mehmet’in adamları bir çete
oluşturarak Kırşehir’deki köyleri basmıştır ve suçsuz insanları öldürerek mal ve paralarına el koymuşlardır.
1604-1605’de Hızır isimli bir eşkıya 500-600 kişilik bir güç ile
Niğde ve Kırşehir sancaklarını istila edip, yağmalamıştır. Onun öldürülmesinden sonra yerine geçen Bıyık Ali’de, Kuyucu Murat Paşa’nın
Celali isyanlarını bastırmak için çıktığı sefere kadar, bölgede zulüm ve
baskısını sürdürmüştür. Yine ünlü Celalilerden Tavıl Ahmet Paşa’nın
kardeşi olan Meymun, çevresine topladığı 7.000 kişi kadar bir kuvvetle Kırşehir ve çevresini talan etmiştir. Kuyucu Ahmet Paşa, Meymun
ve adamlarını yenilgiye uğratarak öldürmüştür (1607).
10
Serdar ATABAY
Devlet otoritesinin zamanla zayıflaması “ayanları” ortaya çıkarmıştır. Ayanlar Kırşehir ve dolaylarında da etkili olmuştur. Bunlardan
Çapanoğulları Kırşehir’de de etkili olmuştur. Devlet ise, ülke düzeninin sağlanması ve asker toplanmasında ayanlardan yardım istemek
zorunda kalmıştır. 1797 sonunda Vidin ayanı Paspanoğlu Osman
ayaklanınca, devlet Çapanoğlu Süleyman Bey’den yardım istemiştir.
O da Kırşehir ve yöresinden asker toplamıştır. 1799’da Fransızları
Mısır’dan çıkarmak için yapılan hazırlıklar sırasında Çapanoğlu Süleyman Bey’in 1866’da başlayan Osmanlı-Rus savaşına asker göndermesine karşılık, II. Mahmut, Süleyman Bey’e 1808’de Şarkikarahisar sancağı, 1810’da Kayseri sancağı mütesellimliğini, 1811 ‘de Kırşehir sancağı mütesellimliğini vermiştir.
Kırşehir XIX.yy. ortalarında önemini yitirmiş ticaret yolları üstünde
küçük bir durak yeri haline gelmiştir. Bu sıralarda nüfusu yaklaşık 3500
kadardır. Yüzyılın sonlarına doğru Ankara iline bağlı sancak merkezi
halindeki şehrin nüfusu 8.462 olarak gösterilmektedir. Kırşehir kazası
merkez kazadır. 185 köy Kırşehir’e bağlıdır. Bu dönemde Kırşehir’de 4
medrese, 1 idadi, 1 rüştiye, 2 iptidaiye, mahalle ve köylerde 25 sübyan
mektebi ve 1 Ermeni mektebi vardır. 1603 ev, 10 han, 600 dükkân, 6
kahve, 25 cami, 19 mescit, 1 kilise, 1 kışla 1 depo, 1 cephanelik bulunmaktadır. İdadi mektebi 1889’da yapılarak eğitime açılmış, 1903’de bir
tadilat gördüğü belirtilmektedir. Osmanlının ilk dönemlerinde Kırşehir,
Karaman eyaletine bağlı bir sancak durumundadır. 1867’de sancak
haline gelmiştir. 1902’de Ankara’ya bağlı bir sancak olan Kırşehir’e
Avanos, Keskin ve Çiçekdağı ilçelerinin bağlı olduğu görülmektedir.
Kırşehir 1874’de büyük bir kıtlıkla karşılaşmıştır. 15 Mayıs 1874’de
İstanbul’da yayınlanan Basiret Gazetesi, Kırşehir’den gönderilen mektuplara dayanarak; köylünün, kıtlıktan ölmüş hayvan, ağaç kabuğu ve
ayrık otu yemek zorunda kaldığını yazmaktadır.
Kırşehir 1921 ‘de bağımsız mutasarrıflık haline gelmiştir. Cumhuriyet döneminde il merkezi olmuştur. 1924’te Kırşehir’e; Avanos,
Çiçekdağı, Hacıbektaş ve Mucur bağlanmıştır. 1944’de Kaman da ilçe
haline gelince, Kırşehir’in ilçe sayısı beş olmuştur.
20 Temmuz 1954 tarih ve 6429 sayılı kanun, Nevşehir’i il, Kırşehir’i de ona bağlı bir ilçe haline getirmiştir. Çiçekdağı Yozgat’a, Kaman
Ankara’ya, Hacıbektaş, Avanos ve Mucur ise Nevşehir’e bağlanmıştır.
11
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
1 Temmuz 1957’de çıkarılan 7001 sayılı kanunla Kırşehir yeniden il
olmuştur. Bu yeni düzenlemede Kırşehir’e Çiçekdağı, Kaman ve Mucur
bağlanmıştır. Hacıbektaş ve Avanos ise Nevşehir’e dâhil edilmiştir.
Akpınar (1987), Akçakent (1990), Boztepe (1990) yılında Kırşehir’in
yeni ilçeleri olmuştur. Halen Kırşehir’e bağlı yedi ilçe vardır.
12
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköy
Kırşehir’in bağrında bir tarih ki yaşıyor.
Eskiköyün geçmişi sekiz asrı aşıyor.
Türkmen, Avşar, Oğuzun izlerini taşıyor.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Heybetiyle bakıyor her dem Keçi Kalesi.
Rüzgârında ahenk var ninni oluyor sesi.
Şefkatiyle sarıyor görün yiğidin hası.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Allah için can veren o mübarek gazeler.
Çocuğu durmayanlar okuyup derman diler.
Kesilen tüm kurbanlar duayla göğü deler.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
İğdelerin kokuyor yamacında bağların.
Keklikleri saklıyor geçit vermez dağların.
Yufka ekmek yapıyor sabah akşam sağların.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
13
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Istarlarda dokunan tarihindir halılar.
Camide cemaatin sabah namazı kılar.
Yağmur duası olur sele karışır sular.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Türkmen kızlar geziyor sabah orta pınarda.
Testileri dolarken çekik gözler o yarda.
Gurbet elde olanın ciğeri yanmış harda.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Gümüş Kümbet köyünden bir can çıkmış yol alır.
Küçük Sofu diyorlar Avşaroğlu’nda kalır.
Ağzında nur duası dertliye şifa olur.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Dama serilen toprak, kıştan önce tuzlanır.
Ta uzaktan görünür Çiğdem Dağı buzlanır.
Ocakta çorba pişer, patatesler közlenir.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Ağır geçen kışlarda kerpiç evler yastadır.
Çoğu zevki sefada Ümüş Anne hastadır.
Köy odası açılır bilinir ki dostadır.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Mahzenli’ye gidilir Eskiköyden yol boyu.
Ali Efendi derler Allah dostudur soyu.
İnsana huzur verir öyle mübarek huyu.
14
Serdar ATABAY
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Hasat vakti gelince harman yeri doluyor.
Değirmende çekilen buğdaylar un oluyor.
Tavuk ile feriğin süte yoğurt çalıyor.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Âşık, tura, sülake daha nice oyunlar.
Gömme çelik oynarken yayılıyor koyunlar.
Samanlar atılırken dabaz olur boyunlar.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Kızlar mani söylerken türkülerde okunur.
Delikli, Güllü topu, Türk ocağı dokunur.
Kimi lüle saçına kınaları yakınır.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Düğünün bir başkaydı eğlenceye doyulmaz.
Kıllı Koca, Arap’ı izleyende dert kalmaz.
Çirlemeyle, köftenin tadına doyum olmaz.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Gençler köyde toplanıp dama kelle atarlar.
Kazanan o yiğidi önlerine katarlar.
Çalınırken davullar şerbet, lokum tutarlar.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
15
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Yer kermesi, yapmalar köz tandıra dökülür.
Yalangıyla, gevenler beraberce yakılır.
Mindere diz çökülüp, muşamaktan bakılır.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Zifiri karanlıkta yanar bezir çırası.
İnsana huzur verir çeçle, nebi arası.
Misafire sunulur kara üzüm şırası.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Gece köyün üstüne ayın şavkı vuruyor.
Dağda uluyan kurda, kurtboğanlar ürüyor.
Sabah erken sürüler Pambıklık’tan yürüyor.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Başında püsküllü fes, maşlak giyer dedemiz.
Üç etekle gezinir halamızla, ‘dezemiz’.
Entarisi üstünde ne hoş olur ninemiz.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Tandırı sıvamaya çamurları ezerler.
Gündüz astap yıkayıp geceleri gezerler.
Salçaları kaynatıp biberleri dizerler.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
16
Serdar ATABAY
Sokular dövülürken patlıcanlar kuruyor.
Kimi akşam yemeğe yaprakları sarıyor.
Emmim bulgur yanına soğanları yarıyor.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Ömrüne ömür katar yazın güneş batımı.
Ekim ayında olur koyuna koç katımı.
Büyükler her gün kollar garipleri, yetimi.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
Âşık Serdar Atabay Eskiköye ağlıyor.
Örenleri gördükçe karaları bağlıyor.
Düşündükçe dertlenip yüreğini dağlıyor.
Bu şerefli tarihim ecdadıma aittir.
Eskiköy örenleri tüm bunlara şahittir.
17
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Eski Kızılcaköy’ün Tarihi
E
ski Kızılcaköy, Kırşehir’in kuzeyinde yaklaşık 12 km. mesafede
bulunmaktadır. Tarihi Keçi Kalesi’ni de topraklarında barındıran
köy 1150 metre rakımıyla iki yamaç arasına kurulmuş köklü bir
Türkmen yerleşim bölgesidir.
Her ne kadar yazılı kaynaklar incelendiğinde geçmişe ait veriler
800 yıla yakın bir tarihe tekabül etse de Keçi Kalesi gibi tarihi bir
kalenin burada olması buna istinaden yine Gaziler (Gazeler) mezarlığı, Eski Çarşı olarak adlandırılan Kale Boyu ve Yeraltı şehirlerinin
Eski Kızılcaköy toprakları içersinde yer alması köy yerleşiminin ve
tarihinin daha da eskilere dayandığının en önemli kanıtıdır.
Bu tezimi destekleyen verilerden Eskiköydeki Gaziler mezarlığının tarihçesine ve önemine bakarak sizlere yerleşim yerinin geçmişi
hakkında sağlam deliller sunmaya çalışacağım. Öncelikle Türkmen
Gazilerin tarihteki konumlarından kısaca bahsederek köyün kuruluş
tarihi hakkında bilgiler vereceğim.
11 ve 12 yüzyıllar arasında ilk Gazi hareketlerinin uç bölgelerde
başladığını biliyoruz. İşte Türkmen gaziler bu uç bölgelerden Anadolu’ya gelerek Allah’ın ismini yani İslamiyet’i yaymak için gaza etmişlerdir. Osmanlı Devletinde ve Anadolu Selçukluları zamanında özel
statüleri olan Gaziler her zaman Türkler için birer kahraman niteliğinde
olmuşlar ve gönülleri fethetmişlerdir. Bu Alperen Gazilerin mezarları
Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Kırşehir Eski Kızılcaköyde de
bulunmaktadır. Keçi Kalesi’nin de bulunduğu bu bölgede muhtemelen
18
Serdar ATABAY
Kale Boyu olarak adlandırılan Kaleciğin savunma görevini yapan düşmanlarla, Türkmen Gaziler gaza etmişler ve mücadele esnasında ya
şehit düşerek buraya defnedilmişler ya da bu bölgeyi ele geçirerek burada yaşayıp ölmüşlerdir. Böylelikle zamanla buralara gömülerek Gaziler (Gazeler) mezarlığını meydana getirmişlerdir. Türkmen Gazilerin
yaşadıkları yüzyılın tarihte yer alması ve Eskiköyde mezarlarının bulunması, köy geçmişinin yazılı kaynaklara dayalı olarak 800 yıla yakın
olduğu konusunda ispatlayıcı en önemli delillerden birisidir.
Fakat 11 ila 13 yüzyıllar arasında Kırşehir’de yaşayarak önemli
eserler bırakan o yüzyılın en büyük Tasavvuf ehli ve düşünürlerinden
Süleyman Türkman-i, Emir Nureddin Caca (Cacabey) ile Ahi Evran’ın Vakfiyelerinde yine Eski Kızılcaköy isminin yer bulması mevcut yüzyılların netliğinden kaynaklı bizlere köyün geçmişi hakkında
farklı verilerde sunmaktadır.
Bu Vakfiyelerin yazıldıkları yüzyılları ve vakfiyede yer alan konuları kısaca anlatacak olursak;
(11–12 y.y) Ahi Evran Vakfiyesinde; Kızılca, Pazarağıl, Çardak,
Lodran, Kalpak, Kara Halil, Umur Köyü, İncekır Mezrası, Yazı Bicir,
Koçak, Gökçelü, Kızılkaya, Ağmalcılağlı, Mikailhisarlı, Beğdur,
Karslan, Arslan Toğmuş, Kozağaç, Mucur, Gümüş Kümbet, Seyf
Saray (Yazlık Saray) Yazıkınık, Ahibozlar, Kükgeven, İdris Mezrası,
İlmülk, Güllüce, Gökçeöyük mevkii veya köylerinin dörtte biri veya
yarı hisseleri vakfedilmiştir.
Bunların haricinde Kırşehir’de; iki çiftlik, bir takım tarla, bahçe,
evler, hamam, iki kapılı değirmende vakfedilen emlaklar arasındadır.
Vâkfın şartlarına göre; Mezarın yanında bir zaviye, türbeye bitişik
bir mescit yapılacak, Zaviye Şeyhi beş vakit namaz kıldıracak, namaz
akabinde vâkıfa dua ile sabah namazı sonunda Yasin-i Şerif ve Şeyh
Hamid-i Veli’nin evradı okunacak, cuma ve mübârek gecelerde mescitte zikir çekilecek, Vakfın idaresi kendi neslinden gelen evlatlarından
olacak eğer evlatları vakfı korumuyorsa, görevden alınarak, bir başka
evlada görev verilecek. Vakfın gelirinden mescit ve zaviye tamir olacak,
arta kalan meblağdan günlük bir dirhem Zaviye Şeyhine verilmesi,
geriye kalanın misafirlere harcanması vakfiye şartlarındandır.
(12–13 y.y) Süleyman Türkman-i Vakfiyesinde ise; Şeyh Süleyman Türkman-i doğu tarafından gelen misafirler, garipler ve işi olan19
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
lar için bir bina yaptırmıştır. Bu misafirhane için Kırşehir’e yakın
Kızılca, Baranaklı, Çoğun, Çukurtaş, Bakişiye Köyü ve daha birçok
köyleri vakıf olarak ayırmıştır. Vakfedilen yerlerin geliri mahalle
yollarına, kamu işlerine sarf edilmekte ve Mevlevi Şeyhleri de bu
vakıftan yararlanabilmekteydiler.
(12. y.y) Cacabey Vakfiyesinde ise: Ahi Çorak, Terma Köyü, Sakeş Köyü, Anöz Mezra’ası, Kızıka Sivri, Ziyaret Kemad Dağı, Evliya
Kapısı Mezra’ası, Kızılca Dağ, Büyütken Arazisi, Kızılca Mezra’ası,
Hırka Mezra’ası, Soyhak Köyü, Karye-i Kuni, Karakaya Dağı, Kunik
Mezra’ası, Everek Köyü, Cemele Kalesi, Salamat Dağı, Bahattin Köyü, Kavak Kepezi, Musa Kepezi, Akpınar Mezra’ası, Kurupınar Mezra’ası ve ismini yazmadığımız daha birçok yer ve mevkii vakfiyede
yer almaktadır.
Vakfiyenin sonunda ise vakfa zarar verenlere bedduada bulunulmaktadır. Vakıf, Cacabey’in talebe-i ilim için bina etmiş olduğu medreseye vakfedilmiştir.
Yani tamamen manevi hassasiyetler gözetilerek kurulan bu vâkıflara
Eski Kızılcaköy’ün vakfedilmesi köyümüzün tarihi serüvende ne kadar
hassas ve önem teşkil ettiğini bizlere göstermektedir. Tabii ki vakfiyelerin
tarihçelerinin sabitliği köyün tarihçesini de doğrular niteliktedir.
Başka bir yazılı kaynakta ise Dulkadiroğulları Beyliği’nin Kırşehir civarlarında gösterdikleri faaliyetler neticesinde Eski Kızılcaköy
isminin burada da geçtiğini aşağıdaki yazılanlardan anlamaktayız.
(14–15 y.y) Dulkadiroğulları Beylerinden Alaüddevle Bozkurt
Bey’e Kırşehir Sancağı tımar olarak verilmiştir. Alaüddevle Bey,
Kırşehir’in Budaközü nahiyesine tabii “Bey Kışlası” Mezrasında ikamet ediyordu. Kırşehir başta olmak üzere Alaüddevle Bey’e, Fatih
Sultan Mehmet tarafından dirlik olarak verilen yerler o zamanki adları
ile şöyledir: Kızılcaköy, Mucur, Salanda, Ortaköy, Koçaç, Hüseyin
Abat Nahiyesine tabi Perçem, Yatankavağı, Sofular, Kavurgalu, Saru
Hoca köyleri, Budaközü Nahiyesine tabi Öyük, Üç Karaağaç köyleri
ve Bey Kışlası, Yassıviran, Topan, Kavukağaç, Ebeguli, Lodran, Çarık, Üçorgun, Tahir Kara Talı, Kovaağaç, Kirmide, Gölhisar, Seracak,
Horka, Hatip mezraları ile Cisr-i Sahip, Kızılöz, Akşenir, Malya, Semiryan, Alpi, Öşürlü Yüzü, Evrenderesi, Kolpak, Araklu, Gömlen,
Yaylacık, Bekinli, Daruözü, Gümüşcek, Agoyuk nahiyelerinde muhte20
Serdar ATABAY
lif araziler, kışlak ve yaylaklar ile Varsat aşiretleri olmak üzere 25 bin
akçelik tımardır.
Gerek vakfiyelerde gerekse Dulkadiroğulları Beyliğinin faaliyet
gösterdiği dönemlerde Eskiköy isminin geçmesi daha da önemlisi
Türkmen gazilerin mezarlığının, tarihi Keçi Kalesinin, Kale Boyu
dediğimiz Eski Çarşı yerleşiminin, Yer altı şehirlerinin yine bu köy
toprakları içerisinde bulunması Eski Kızılcaköy tarihinin yazılı kaynakların aksine daha da eskilere dayandığını bizlere göstermektedir.
Çünkü Yeraltı şehirlerinin ve Keçi Kalesinin tarihçelerinin Eskiköyün
tarihçesinden daha da eski yıllara dayandığını mantıklı düşünen herkesin yorumlayabileceğini düşünmekteyim.
Eski Kızılcaköy tarihini birçok kaynaktan verdiğimiz örneklerle
destekledikten sonra Kızılca isminin ne anlama geldiği merak edilecek
olursa Türk tarihinin biraz irdelenmesi yeterli olunacaktır.
Bilindiği gibi Türklerin Orta Asya bozkırlarından Anadolu coğrafyasına gelişleri tamamen Anadolu’da yeni bir kültürün oluşmasına
da vesile olmuştur. Çünkü Orta Asya’dan gelen Türkler yalnızca kendilerini değil kültürlerini, yer adlarını, dillerini, sosyal yaşantılarını ve
gelenek-göreneklerini de beraberlerinde getirmişlerdir.
Ayrıca Türklerin kullandığı yer adları o toplumun kültürü hakkında bizlere en önemli bilgileri vermektedir. Türklerin Anadolu’ya akın
akın göçleri esnasında geldikleri bölgelerdeki yer adlarını, yöresel
mevki isimlerini, el, boy, oba ve oymak isimlerini, bazen boy büyüğünün veya boy beyinin ismini, arazi yapısı ve coğrafi bölge isimlerini
yerleştikleri yerlere koymuşlardır. Zaten tarihte Türklere ait olan yer
ve yaşam alanlarının tereddütsüz kabul edilmesindeki en büyük ispat
Türklerin göç ettikleri yerlere eski yerleşim yerlerindeki isimlerini
vermelerinden kaynaklanmaktadır.
Kızılca ismine ve tarihteki kullanım alanlarına bakılacak olursa
Orta Asya’ da ki birçok mevki isimlerinde ve Türkmen boy, el, oba ve
oymaklarında Kızıl, Kızılca, Kızılca-Yalınç, Kızılkeçili- Kızılcakeçili,
Kızıl Kocalı, Kızıl Oğuz Türkmenleri, Kızıllu, Kızılayak, Kızıl Koca,
Kızılkoyunlu, Kızılışıklı gibi Kızıl kökenli isimlerin geçtiğini görüyoruz. Eski Kızılcaköyün ismi de muhtemelen bu el, boy, oba ve oymak
isimlerinden kaynaklı konulmuştur.
21
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Fakat Eski Kızılcaköy, Çanakçıdan gelen ve Oğuzun en büyük boylarından biri olan Avşarlar’ın oluşturduğu bir Türkmen köyüdür. Çanakçıda
bulunan mezarlar Eski Kızılcaköye buradan gelindiğinin en büyük delilidir. Bilindiği gibi Avşarlar Oğuz’un Bozoklar boyundan Yıldızoğulları
koluna bağlıdırlar. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin Avşar boyundan
olduklarını konuşma dillerinden, sosyal yaşantılarından, köy oyunlarından, yerel halk inanışlarından, yerel kelimelerinden, yayla hayatlarından,
örf, adet, gelenek ve göreneklerinden anlamaktayız. Ayrıca köyde bulunan Avşaroğulları sülalesinin isminin de köyde bulunan Avşarlar’ın bir
kanıtı olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.
Yazılı kaynaklara göre 800 yıllık tarihinden bahsettiğimiz Eski
Kızılcaköy yerleşim bölgesinin iki yamaç arasında kuytu bir yerde
kurulmuş olması her ne kadar soğuk havadan korunma mantığıyla
izah edilse de mevcut yamaçların birleştiği yerin suyolu gideri vazifesi
görmesi aşırı kış aylarında ve yağmurlu günlerde gelebilecek felaketin
bir habercisi olmuştur.
Ne acı bir gerçektir ki 1958 yılında vuku bulan bir sel neticesinde
bahsettiğimiz coğrafyanın müsait oluşundan kaynaklı köydeki çoğu
yerleşim yerinin tahrip olmasıyla 1960 ve 1968 yılları arasındaki belirli zamanlarda Yeni Kızılcaköye taşınılması köklü bir Türkmen köyünün yok olmasına ve yaşadıkları bölgeden ayrılmalarına sebep olmuştur. Şuan ki Eskiköy örenleri bu doğal afetin bir sonucudur.
22
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköyün halk âşıklarından Âşık Mediha’nın sel felaketi
üzerine yazdığı şiirinde bu afetin ciddiyetini bizlere anlatmaktadır.
‘Yüce dağ başından kalktı kasırga. Yaredenim afatından esirge.’
Kara bulut gökyüzüne ağıyo.
Yağmur değil sanki afat yağıyo.
Çoluk, çocuk evsiz kaldı ağlıyo.
Yaredenim afatından esirge.
Doğru get selde yolundan savuş.
Temeli, duvarı eğledin havuş.
İmdada yetişti jandarma çavuş.
Yaredenim afatından esirge.
Netice itibarı ile Eski Kızılcaköy Türkmenleri hiçbir şekilde kültürlerinden kopmayarak aksine yüzyıllardır süre gelen gelenek ve
göreneklerini Yeni Kızılcaköyde yaşayıp yaşatarak ve kültürlerini
ayakta tutmayı başararak Kırşehir’in saf ve temiz bir Türkmen oymağı
olmaya hak kazanmışlardır.
23
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Eski Kızılcaköyde Bulunan Gazeler
(Gaziler) Mezarlığı Gazeler
Yağız atlar sırtında yollara koyuldular.
Eski Kızılcaköye dört koldan yayıldılar.
Allah, Allah sesiyle her yerden duyuldular.
Peygambere el edip selam durdu gazeler.
İman ile suladı cennet yurdu gazeler.
Türkmen ellerden gelip tatlı candan geçtiler.
Şahadetin demini kanlı elden içtiler.
O küffarın neslini ta kökünden biçtiler.
Serdar Atabay derki gizli sırdı gazeler.
Gönülleri ısıtan sanki kordu gazeler.
slam dinini korumak ve yaymak amacıyla Müslüman olmayanlara
karşı yapılan kutsal savaşa gaza, düşman ile savaşan ya da savaş
İyapmış
kimselere de gazi denilmektedir. Arapça gazi kelimesinin
Türkçe de bulunan eş anlamlısı akıncı kelimesidir. Dolayısıyla gazileri
göçebe Türkmen akıncılar olarak ta tanımlayabiliriz.
Ancak İslam dünyasında gaza ve cihat kavramları aynı anlamda
kullanılırken Türkler arasında ise her iki kavram farklı anlamlar kazanmış ve Kur’an-ı Kerim’de de daha çok cihat ve mücahit kavramları
kullanılmasına rağmen Türkler Anadolu da özellikle gaza ve onun
faili gazi kavramlarını tercih etmişlerdir.
Türk İslam tarihine bakıldığı zaman genel olarak din uğrunda savaşan
her Müslüman’ın sıfatı gazidir. Horasan gazileri, Semerkant gazileri,
Rumeli gazileri, Gaziyan-i Rumi (Anadolu gazileri) bunlara örnektir.
24
Serdar ATABAY
Kırşehirli Âşık Paşa’nın yazdığı Garipname eseri tasavvufi olduğu
kadar Türklere gaza ve cihat kavramlarını menşei olan Alp’lik geleneği üzerinde durmuş ve Türkmen gazilerden bahsetmiştir. Türkçe: cesur, yiğit, kahraman anlamına gelen alp unvanı İslam kültürünün etkisiyle Selçuklu kaynaklarında gazi kelimesinin Türkçe karşılığı olarak
kabul edilmiştir. Bazen de Alp-Gazi şeklinde birleşen bu kelime tasavvufun etkisiyle Alperen (Savaşçı dervişler) şeklini almıştır.
Diyar-ı Rumi, yani Bizans Anadolu’sunu çok iyi tanıyan gazilerin, ilk
gazi hareketleri 11 ile 12 yüzyıllar arasında uç bölgelerde başlamıştır.
Çünkü buralarda cihat gereği sıkça savaşlar yaşanması mevcut bölgeyi
önemli kılmıştır. Yine buradaki yerleşimin hızlanmasındaki sebep ise
yönetim zayıflığı ve Moğol baskısından kaynaklanmaktaydı. Stratejik
alanlarda faaliyetler gösteren gazilerin amacı Allah’ın ismini dolayısıyla
İslamiyet’i her yere yaymak anlayışıdır. Bu nedenle Türkmen Gaziler
(Derviş gaziler) Osmanlı halkasına katılarak yine kendi dervişlerinden
‘Atlarınıza binin durdukları yerde inin’ tez zamanda hizmete başlayın,
sözüne istinaden atlarına binerek kâfire karşı mücadeleye başlamışlardır.
Önceleri uç bölgelerinde faal olan gaziler Anadolu Selçukluları
zamanında daha da batıda yoğunlaşarak Bizans sınır boylarında askerî
teşkîlat oluşturmuşlardır. Selçuklu Sultanları Türkmen gazilere özel
statü sağlamış bu statüyle gaziler askeri anlamda teşkilatlanmışlar ve
batıya doğru hizmete giderken de yolarda ve konakladıkları yerlerdeki
küçük aşiretleri, çevre köylerdeki toplulukları peşlerine takarak kalabalık bir gazi ordusu haline getirmişlerdir. Bu arada Türkmen gazilerin manevi önderleri olan Türkmen Babalar peşlerinde sürükledikleri
toplulukların içersindeki yarı Şaman Türkmenleri de İslam’a yönlendiriyor böylelikle İslam kültürünü ve gaza anlayışını kuvvetlendiriyorlardı. Savaş esnasında yalın ayak Dervişler, Türkmen Babalar ve
Şeyhler ise Türkmen gazilerin önlerinde savaşarak manevi bir hava
veriyorlardı. Türkistan’dan başlayarak Selçuklu devrinde Anadolu’ya
gelen gazilik kültürü Osmanlıda daha derin bir iman ile canlanmış ve
Osmanlıda Türkmen gazilere gazi, gaziler (gazeler), gaziyan sözü
yakıştırılmıştır. Osmanlı devletinde Sultana gazi, ordusuna da gaziler
ordusu deniyordu. Zaten Osmanlının kuruluşunda Türkmen gaziler en
önemli zümreyi oluşturuyorlardı.
25
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Kırşehir bölgesindeki Türkmen dervişler, Türkmen gaziler, Alperenler’in ve Ahilerin varlığı bilinmektedir. Özellikle Ahiyan-i Rum,
Bacıyan-i Rum, Abdalan-i Rum ve Gaziyan-i Rum zümrelerinin bu
bölgede ortak olarak hareket ettikleri kaçınılmaz bir gerçektir.
Bilindiği üzere Türkmen gazilerinin mezarları Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Kırşehir Eski Kızılcaköyü’nde de bulunmaktadır. Osmanlıdan günümüze çoğu kaynakta yer alan ve Sekiz yüz yıla
yakın geçmişi bulunan Eski Kızılcaköyü’nde Gaziler mezarlığının
olması buna istinaden yine aynı bölgede Keçi Kalesi gibi stratejik bir
kalenin bulunması yukarıda anlattığımız gaza ruhunun buralarda yaşadığının en önemli kanıtıdır. Özellikle Kırşehir bölgesinde birçok
askeri ve manevi teşkilatların bulunması bunların Osmanlı Devleti ile
birlikte hareket ederek başarılı olması bizlere bu bölge halkının da
önemli bir faktörünün olduğunu gösteriyor. İşte bahsettiğimiz bu olayların neticesinde Eski Kızılcaköydeki gaziler mezarlığının bulunması
Türkmenlerin yoğun olduğu bu coğrafyada gaza ve gazilik ruhunun
gerçekten yaşanmış olmasından kaynaklanıyor.
Eski Kızılcaköyde bulunan gaziler adındaki mezarlık yöresel söylemden dolayı ‘Gazeler’ diye adlandırılıyor. Keçi Kalesi’nin de bulunduğu bu bölgede muhtemelen Kale Boyu olarak adlandırılan
Kaleciğin savunma görevini yapan düşmanlarla, Türkmen gaziler
gaza etmişler ve mücadele esnasında ya şehit düşerek buraya defnedilmişler ya da bu bölgeyi ele geçirerek burada yaşayıp ölmüşlerdir.
Böylelikle zamanla buralara gömülerek gaziler mezarlığını meydana
getirmişlerdir. Eski Kızılcaköy halkı da bu Türkmen gazilere duydukları sevginin neticesinde bu alanı kutsal sayarak Gazeler diye adlandırıp bu zamana kadar gelmesine vesile olmuşlardır. Eski Kızılcaköy
Türkmenlerinin gazilere nimet borçlarını bu mezarlığa yüzyıllar boyu
sergiledikleri saygı ve sevgiyle ödediklerini bilmekteyiz.
Gazeler mezarlığına halk arasında mezardan çok Şaman kültüründen kaynaklanıyor olsa gerek farklı olgular eklenmiştir. Gerçi Anadolu da çoğu gazi mezarlarının türbe ya da yatıra dönüştürülüp ziyaret
edilmesi yaygın bir gelenektir. Buna istinaden Eski Kızılcaköy Türkmenleri de gaziler mezarlığını kutsal mekân olarak saymışlar ve senelerce ziyaret yeri olarak kullanmışlardır. Köyün yamacında bulunan
bu kutsal mekâna köy halkı tarafından verilen değer değişik inanışla26
Serdar ATABAY
rın var olmasına sebep olmuştur. Bahsettiğimiz şaman inanışlarından
kalma birkaç örneği kısaca sıralayacak olursak şöyledir;
*Gazeler mezarlığı, bayramlarda ve özel günlerde(Doğum, ölüm,
evlenme, yağmur duası gibi) ziyaret ediliyordu. Ziyaret esnasında
mezarlıkta bulunan otlar, pislikler temizleniyor daha sonra da gazilere
dualar okunarak onlar adına Yaradan’dan dilekte bulunuluyordu.
*Kurak zamanlarda yağmur yağması için köy halkı toplu olarak
gazelere çıkıyor ve burada yağmur duası yapıldıktan sonra kurbanlar
kesilip yemekler dağıtılıyordu.
*Çocuğu olmayan kadınlar gazeler mezarlığının etrafında köyün
en yaşlı kadınları, annesi ve kaynanası ile beraber döndürülerek dua
ediliyordu. Dua ile beraber kurban kesen, mezarlara çaput bağlayan,
para bırakanlarında olduğu bilinmektedir. Neticede bu yapılanlardan
sonra çocuğu olanlar hele de erkek çocuğu olanlar nadirde olsa çocuklarına Gazi ismini veriyorlardı.
*Çocuğu doğmadan veya doğduktan sonra ölen aileler çocuklarını
gazeler mezarlığına gömüyorlardı. Böylelikle aşırı saygı ve sevgi
besledikleri bu şahsiyetlerle çocuklarının yan yana gömülü olmasından kaynaklanan manevi bir rahatlık duyuyorlardı. Sık sık bu mezarlığın ziyaret edilmesiyle çocuklarının da mezarlarını ziyaret etmiş ve
gönüllerini rahatlatmış oluyorlardı.
*Gazeler mezarlığının köyde olmasından dolayı Eski Kızılcaköy
Türkmenleri bu şahsiyetler sayesinde köylerinin de manevi olarak
korunacağına ve huzurlu olacağına inanıyorlardı.
Yukarıdaki anlattıklarımızdan çıkarılacak ana fikir Türkmen gaziler ömürlerini Allah’ın ismini, İslamiyet’i, kitabı olan Kur’ anı yaymak ve Türk bayrağını her yerde dalgalandırmak ülküsüyle mücadele
eden kişilerdir. Tarihin şanlı sayfalarında yaptıkları ile anılırlarken
ölmüş olmalarına rağmen yüzyıllar sonra mezarlarına duyulan saygı
ve sevgiyle yüreklerde capcanlı şekilde yaşamaya devam ediyorlar.
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin en önemli manevi şahsiyetleri olarak
günümüze kadar süre gelen bu kültürün temelini oluşturan gazilere
bende Cenab-ı Mevla’dan rahmet diliyor ve şükran borcumu Eskiköydeki ‘Gazeler Mezarlığının’ tarihçesini yazarak yerine getirmenin
gururunu yaşıyorum.
27
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Eski Kızılcaköydeki Tarihi Keçi Kalesi
H
er toplumun kaleleri yapmalarındaki amaçları düşmanlardan
korunmak, güvenliği sağlamak ve saldırıları engellemek içindir.
Bu sebeplerden dolayı kesme moloz taşların örülmesiyle kalın ve
yüksek duvarlar oluşturularak yapılan savunma amaçlı bu yapılar,
görünüşleriyle ve tarihteki savaşlara yön verişleriyle bulundukları asra
damgalarını vurmuşlardır. Yüzyıllar önce yapılan devasa kalelerin
yanı sıra kaleciklerinde inşa edilmesi bu yapılarında o günkü konumları gereği değişik kullanım alanlarının olduğunu bizlere göstermektedir. Genellikle kalelerin yanlarında ya da belirli uzaklıklarında kalecikler yapılması bu kaleciklerin gözetleme, savunma, istihbarat ve
karakol niteliği taşıdıklarının bir kanıtıdır.
Neticede inşa edilen bu muhteşem kaleler sayesinde şehirler, yollardaki kervanlar, kalenin içersinde ve çevresinde yaşayan insanlar,
geçitler ve boğazların güvenliğini sağlıyordu. Savaş esnasında mevcut
kalelerin alınması bulunduğu şehrin fethedilmesi anlamını, kaleyi
kaybetmekse savaşın kaybedilmesini anlamını taşıyordu. En önemli
husus ise her kalenin yapılışında bu kalelerin kitabeleri de yazılıyordu.
Yazılan bu kitabelerde kalenin ve kaleyi yaptıranın adı ya da kim
adına yaptırıldığı, yapılış tarihi, yapılış sebebi belirtiliyordu ki günümüze kadar gelen bu kalelerin isimleri ve tarihçeleri bu kitabelerden
yararlanılarak tespit edilmiştir.
Günümüzde kitabesi bulunmayan çoğu kalenin tarihi ise yüz yıllardır süre gelen anlatımların ve efsanelerin derlenmesiyle yazılmıştır.
İşte kitabesi olmayan kalelerden biri olan Keçi Kalesi'nin tarihsel
boyutu, ciddi bir araştırmanın sonucu olarak meydana gelmiştir. Titiz
bir çalışma ve özverili bir araştırma neticesinde Keçi Kalesini tarihin
28
Serdar ATABAY
derinliklerinden gün yüzüne çıkararak tarihe yeni bir bakış açısı kazandırmanın gururuyla Kırşehir Kızılcaköy Keçi Kalesinin tarihini
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Keçi Kalesi, Kırşehir’e 12,5 km. uzaklıktaki merkez Kızılcaköy’ün kuzey doğusunda yer almaktadır. 1457 metre yüseklikteki
hâkim bir tepe üzerinde kurulu olması, stratejisi ve konumu açısından
o günkü önemini gösterir niteliktedir. Kalenin kimler tarafından yapıldığı kalenin kitabesinin günümüze kadar ulaşamamasından dolayı
kesin olarak bilinmemektedir. Yapılışında kesme moloz taşların kullanıldığı ve bu taşlarında Eskiköydeki mağara olarak bilinen fakat o
günkü yer altı şehirlerinin yapılışı esnasında çıkarılan taşlardan temin
edildiği bilinmektedir. Özellikle Eskiköydeki yer altı şehirlerinin bulunduğu mağaraların formasyonu incelendiğinde Keçi Kalesinde bulunan kesme moloz taşların formasyonuyla aynı olması bu tezi kuvvetlendirmektedir. Ancak kale surlarının büyük ölçüde tahrip olası
bizlere yıkık moloz taşlardan başka hiçbir kanıt bırakmamıştır.
Ayrıca yine Eskiköydeki Eski Çarşı olarak adlandırılan ve yine
kesme moloz taştan yapılan Kale Boyundaki yapılarında burada olmasının kesinlikle tesadüf olmadığının yine bu taşlarında yer altı şehrinin
yapımı sırasında buradan temin edildiğinin en büyük kanıtıdır. Keçi
Kalesinin yüksek bir tepede kurulu olması ve kaleye giden mevcut bir
yolun olmaması akıllara ulaşımı nasıl sağlıyorlardı sorusunu getirmektedir. Sorunun cevabı ise yine kalenin içerisinde bulunan uçsuz bucaksız derin kuyu ya da kuyuların kaleye 2,5 km uzaklıktaki eski Kızılcaköyde bulunan Yeraltı şehir yollarıyla birleştiğini ve birkaç yer altı
yoluyla da değişik noktalara çıkışlarının olduğunu akıllara getiriyor.
Çünkü Eskiköydeki Yer altı şehirlerinin doğal bir oluşum olmadığı ve
insan gücüyle mağara şekline dönüştürüldüğü gözle görülebilecek
kadar aşikârdır.
Keçi Kalesinin tarih içerisindeki konumu ve önemini köyün en
yaşlılarından 98 yaşındaki Süleyman ÖZHAN’ın kendi dedelerinden
duymuş olduğu “Cemele’nin Cemelesi, Omala’nın Omalası ille de
Kızılcaköyün Keçi Kalesi” sözü bu kalenin yüzyıllar öncesi konumu
doğrular nitelikte olsa gerek. Neticede Kızılcaköydeki Keçi kalesinin
varlığı, Cemele köyünde Cemele kalesinin bulunması, Omala Dağında
da muhtemelen kalecik olan karakol kalesinin olduğu fakat günümüz-
29
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
de hiçbir kalıntısının kalmadığı düşünülecek olursa Keçi Kalesi için
söylenen bu sözün hiçbir tartışmaya gerek olmayacak kadar net ve
gerçek olduğunu gösteriyor. Ayrıca Keçi Kalesi isminin nereden geldiği merak edilecek olursa kısaca şöyledir; Tarihe asırlarca yön vermiş
Türklerin, pratik zekâsını her savaşta olduğu gibi bu savaşta da kullanmış olması Keçi Kalesi isminin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
Yukarıda kalenin konumu gereği öneminden bahsetmiştik. 1457
metre yükseklikte hâkim bir tepeye kurulu olması alınması zor olan bu
kaleyi almak için belirlenecek savaş tekniğinin düşünülmesiyle başlanmıştır. Kısıtlı imkânlarla bu kalenin alınmasının mümkün olmayacağı bellidir. Öncelikle kalenin alınmasında kullanılacak strateji belirlenir. Bu strateji Türklerin en önemli savaş taktiği ve hayvan marifetine dayalı bir sistem olan keçilerin kullanılmasıdır.
Keçilerin tercih edilmesindeki amaç bu hayvanların boynuz yapılarından ve Türklerin en önemli geçim kaynağı olan küçükbaş hayvancılığının İç Anadolu bölgesinde yaygın olmasından kaynaklanmaktadır. Keçilerin boynuz uzunlukları ve heybeti bu taktik için çok
önemli bir husustur. Öncelikle bu sistemde havanın kararması beklenecek sonra havanın kararmasıyla beraber keçilerin boynuzlarındaki
mum ya da çaputlar yakılarak hayvanların kaleye doğru ilerlemesi
sağlanacak ve böylelikle düşmana kalabalık bir ordu imajı verilmiş
olunacaktır. Bu yöntemin kullanılmasındaki avantaj az asker ve kısıtlı
imkânlarla bir kalenin fethedilmesinin mümkün olmayacağından kaynaklanan düşüncedir.
Düşmanı psikolojik olarak etkilemenin yolu kalabalık imajını
vermektir. Bu imajı gündüz vermek mümkün değil çünkü gündüz her
şey net görülebilecek olmasından dolayı gece karanlığından istifade
etmek başarılı olmak demektir. Neticede karanlık bastırmaya yakın
hazırlıklara başlanır ve keçilerin boynuzlarındaki mum ya da çaputların yakılmasıyla beraber zifiri karanlıkta kaleye doğru keçiler yürütülür ve arkasındaki askerlerde beraber kaleye doğru yol alınır. Bu arada
bir ayrıntıda ecdat keçilerin boynuzlarında yaktıkları mum ya da çaputların keçilere zarar vermemesi için hayvanların kafalarına deriden
başlıklar geçirerek ateşten zarar görmemelerini sağlayarak sağlıklarını
da muhafaza ediyorlar ki bu olay Türklerin vicdanını ve hayvanlara
bile ne kadar önem verdiklerinin açık bir örneğidir.
30
Serdar ATABAY
Kaleye doğru ateşlerle gelenleri görenler hazırlıksız yakalanırlar
ve üzerlerine gelen keçileri kalabalık bir orduyu benzetince de “Bunların yayaları bu kadar ise atlıları ne kadardır” diyerek kaleyi hemen
terk ederler. Böylelikle kan dökülmeden, savaş malzemesi dahi kullanılmadan kalenin fethedilmesi sağlanıyordu. Kaleye de keçilerin sayesinde alınmasına sebeptir ki ‘Keçi Kalesi’ ismi yakıştırılıyor ve tarihte
bu isim ile anılmaya başlanıyor. Keçi Kalesi ismi yalnız Kırşehir Kızılcaköyde değil Türkiye’nin birkaç ilinde de vardır. Yukarıda anlattığımız taktiğin bu illerde de kullanılması kale isimlerinin aynı olmasının nedenidir. Türkiye’de bilinen Keçi Kaleleri ve bulundukları iller
şunlardır;
Kırşehir
Yozgat
Bolu
İzmir
Niğde
Adana
İstanbul
Kayseri
Aydın
Ordu
İstanbul
Antalya
Gümüşhane
-
Kızılcaköy
Yerköy
Gerede
Selçuk
Altunhisar
Karaisalı
Pendik
Merkez
Söke
Akkuş
Sultanbeyli
Alanya
Merkez
Buradan çıkarılacak ana fikir Keçi Kalesi isimlerine ve tarihteki
alınış şekillerine bakıldığı zaman isimlerinin verilmesi ve efsaneler
tamamen aynıdır. Türklerin yaygın bir savaş stratejisi olan keçi marifetine dayalı bu savaş taktiğinin sık sık kullanılması ve başarılı olmasından dolayı bu sistemle alınan her kaleye Keçi Kalesi isminin verilmesi kaçınılmaz olmuştur. Türklerin dâhiyane yüzlerce savaş taktiklerinden sadece bir tanesi ve en etkili olanı da budur. Çünkü bu sistemde
savaşılmadan dolayısı ile hiç kan akıtılmadan zaferin kazanılması
sağlanmıştır. Kızılcaköy Keçi Kalesinin isminin doğuşu yukarıda
anlattığımız olaylardan ileri gelmiş ve tarihteki yerini bu şekilde almıştır.
31
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin
Sosyal Yaşantıları
C
anlıların yaşayabilmeleri için en önemli temel ihtiyaçları yemek,
içmek, uyumak ve korunmaktır. Hayatın vazgeçilmezleri olan bu
ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için öncelikle barınacak bir yerlerinin
olması gereklidir. Tabiata bakıldığı zaman her canlının barınacağı bir
yeri vardır. Bu yerleri kimileri kendisi yapar kimileri ise doğanın sunduğu hazır imkânlardan yararlanır. İşte insanoğlunun barınacağı yerleri de evleridir ve bu evleri kendileri inşa ederler. Evler insanların
maddi ve manevi durumlarını, kültürlerini ve yaşantılarını gösteren
birer simgeleridir.
Her toplumun farklı farklı kültürleri ve bu kültürlerini yansıtan
yaşam biçimleri vardır. Giyimi, kuşamı, konuşması, fiziksel özellikleri
ve inandığı değerlerinin birbirlerinden farklı olduğu gibi evlerinin de
özellikleri değişkenlik gösterebilir. Yörelere ve iklime göre çadır,
betonarme, kerpiç, tahta, buzdan yapılma evler ve mağara tarzı yerler
tercih edilebilir. Bunları tercih etmelerindeki en önemli amaç ise bulundukları coğrafya ve iklimden kaynaklanmaktadır. Zaten bunlarda o
bölge insanının kültürünü ve yaşam tarzını belirlemektedir. Ben burada eski Kızılcaköy Türkmenlerinin sosyal yaşantılarını öncelikle evlerinden başlayarak anlatmaya çalışacağım.
32
Serdar ATABAY
Kerpiç Evler
E
ski Kızılcaköy Türkmenlerinin yaşadığı evler killi topraktan yapılma kerpiç evlerdir. Bu evlerin en büyük özelliği yazları serin
kışları ise sıcak olmasıdır. Bir nevi doğal klima vazifesi görmeleri ve
evde rutubetin hiç olmaması sağlıklı bir yaşam açısından tercih edilmelerinin en büyük sebebidir. Kerpiç evler genelde yağışın az, ikliminde kurak olduğu yerlerde yaygındır. Kırşehir iklimi de bahsettiğimiz bu kriterlere uygun olduğu için kerpiç evlerin buralarda olması
kadar doğal bir şey olamazdı zaten.
Bu evleri köylüler kendi imkânlarıyla yaparlardı. Kerpiç evlerin
yapımı kolay fakat bakımları çok zordu. Bir sanat niteliği taşıyan bu
evlerin yapılışını kısaca anlatmak gerekirse:
Eve ilk önce kerpiç tuğlaların yapımıyla başlanırdı. Belirli bölgelerden temin edilen killi toprak su ile karıştırılarak içine saman atılırdı.
Bu karışım ayaklarla ya da ellerle ezilerek çamur kıvamına getirilirdi.
Köyde buna “toprak özleşti” denilirdi. Bu çamurlar tahtadan yapılma
dört gözlü kalıplara dökülür ve hemen arkasından düz bir tahta ile üstü
düzlenerek fazlalıklar alınırdı. Düzlenen kerpiçlerden kalıplar çekilerek alınır ve kurutularak kerpiç tuğlaların yapımı tamamlanmış olurdu.
Öncelikle herkes yapacağı evin projesini kafasından tasarlar ve
bundan sonra evin temeline başlanıp ardından belirli mesafeye kadar
taşların sonra da kerpiçlerin örülmesiyle duvar oluşturulurdu. Burada
ki en önemli husus kerpiç tuğlaların kapı, pencere ve ‘hezenleri’ iyi
tutması daha doğrusu dengelemesi için aralarına ‘tapan’ atılmasıydı.
Bu işlemde yapıldıktan sonra evin içi hazırlanmış olur ve arkasından
evin damının yapımına geçilirdi.
Evin tavanına ilk önce belirli ölçeklerde sağlam ve düz hezenler
(kavaklar) belirli aralıklarla yerleştirilir. Bunların üzerlerine de sırayla
hasır, çipli, ot, saman ve toprak atılarak düzleştirilirdi. Biten damın
üzerine tuz atılarak, toprağın berkeştirilmesi (sıkılanması) ve kışın
33
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
karın damda erimesi sağlanırdı. Yağmur suyunun ve eriyen karın
damda kalmaması için her evin damına ‘çörten’ adı verilen su akma
giderleri yapılırdı. Özellikle çörtenin damdaki yeri çok iyi tespit edilmelidir. Aksi durumda damın sudan etkilenerek yıpranması kaçınılmaz olur. Damın başka bir özelliği de yazları toplanan meyve ve sebzelerin buralara serilerek kurutulmasıdır. Damın yapımının tamamlanmasından sonra evin kapı ve pencerelerine geçilirdi. Pencerelerde
genelde parmaklık olur ve bunların üzerlerine kâğıtlar hamurla yapıştırılarak bir çeşit cam vazifesi görmesi sağlanırdı.
Evlerin tamamlanmasının ardından hemen hemen her evin avlusu
yine çoğunlukla taştan ve az da olsa kerpiçten yapılırdı. Avluya dikilen dut, armut, zerdali, elma ağaçları evin yanı başında iken iğde ağaçları ise genelde avlunun dış duvarlarına yakın olurdu. Bu işlem tamamen mantık çerçevesinde yapılıyordu çünkü iğde ağacı sık dallı ve
enlemesine genişlediği için doğal bir set görevi yaparak evin önünde
duvar niteliği de görüyordu. Çoğu evde avluya giriş çıkışı sağlayan
‘çatal kapılar’ vardı. Bu kapıların üstlerine büyük çanlar konularak bir
nevi zil vazifesi görmeleri sağlanırdı. Anadolu insanının zekâsını yansıtan bu fikirlerin uygulanması evlerin konumunu daha da farklılaştırarak değişik bir yaşam kültürü meydana getiriyordu.
Avluların içersinde tuvalet ve tandırlık bulunurdu. Köydeki her
evin tuvaleti dışarıda ve genelde avlu kapısına en uzak mesafedeki
duvarın dibinde olurdu. ‘Ayakyolu’ olarak adlandırılan tuvaletlerin
dışarıda olması sağlığa uygunluk açısından önemliyken soğuk havalarda özellikle de kış aylarında insanlar için çileye ve zahmete dönüşmesiyle de bir dezavantaj oluyordu.
Ev önlerinin müsait olup olmamalarına bağlı olarak küçük bahçeler, at ya da kağnı arabalarının konulacağı yerler ve hayvan barınakları
bulunurdu. Tamamen faydası gereği bulundurulan bu hayvanlardan
köpek hem ev hem de hayvan bekçiliği, kedi, kaz ve tavuklar ise evleri haşerelerden korumak için beslenirdi. Evlerin önünde avluların
bulunması bir anlamda güvenliği sağlarken bir yandan da oturulacak,
sohbet edilecek, vakit geçirilecek ve de yaz aylarında dışarıda yatılabilecek ortamı da sağlıyordu. Ayrıca avlunun iç ya da dış kısımlarında
köy odaları bulunurdu. Köy odaları farklı bir geleneğin parçası olduğu
için detaylı anlatmakta fayda görüyorum.
34
Serdar ATABAY
Köy Odaları
E
ski Kızılcaköy Türkmenlerinin köy odaları sosyal dayanışma ve
yardımlaşmanın gösterildiği en önemli kurumlardan biridir. Özellikle Türk misafirperverliği örneği olmasıyla Anadolu kültürünü de en
iyi şekilde yansıtmaktadır. Tarihi çok eskilere dayanmakla beraber
Türk tarihinin her evresinde var olmuş fakat 13.yüzyılda Ahi Evran
tarafından kurulan Fütüvvet ve Ahilik teşkilatı ile daha da yaygınlaşarak bir tür hayır ve Türk İslam geleneği olarak devam etmiştir.
Eski Kızılcaköyde yirmi bir adet köy odası vardı ve her oda kendi
sahibinin ismiyle anılıyordu. Her oda sahibi odanın temizliğinden,
ısınmasından, yemek, çay, şeker ve yatak, yorgan ihtiyacından sorumluydu. En önemlisi odası bulunanlar toplum içersinde saygınlığı olan
kişilerdi ve bu geleneği babadan oğla miras olarak bırakıyorlardı.
Burada temel prensip odaya gelenlerin Tanrı misafirleri olarak görülmeleri ve misafirlerin her şeyin en iyisine layık olmaları anlayışıdır.
Bu anlayış gereği hayırlı bir işin yapıldığına inananlar manevi olarak
ta huzur buluyorlardı.
Manevi ve sosyal yönden getirisi olan köy odaları geleneğinde
herkesin uyması gereken kurallar kaçınılmaz oluyordu. Çünkü tamamen saygı ve ahlâka dayalı bu sistem yine saygı ve ahlâkla oluşan
kuralları içeriyordu. En önemli kural ise odalarda belli başlı yerlerin
ve köşelerin köy büyüklerine tahsis edilmesiydi. Buralara köyün en
yaşlıları ile beraber köy imamı oturtulur ve köyün gençleri de bu kişi35
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
lere hizmet ederlerdi. Konuşmalar büyükler arasında geçer gençler ise
dinleyicilerdir. Tamamen Anadolu kültürünün yaşatıldığı bu yerlerdeki eğitim ve terbiye köy sakinlerinin günlük yaşamlarını da etkilemekteydi. Buda odaların birer okul, odalara gelenlerin birer öğrenci, büyüklerin ise birer öğretmen olduğunun göstergesidir. Bu sistemle köydekilerin düzgün bir yaşamı ve güzel bir toplum halinde yaşamaları
kaçınılmaz oluyordu.
Köy odalarının kuruluş amaçları sadece köyde yaşayanları kapsamıyor daha birçok amaca hizmet ediyordu. Bunları sıralayacak olursak şöyledir.
1. Köye uzaklardan gelen yolcu ve misafirlerin ağırlandığı, yiyecek, içecek ve yatacak imkânlarının karşılandığı birer gönül
evleridir.
2. Köyün ve köyde yaşayanların sorunlarının, sıkıntılarının giderildiği köy meclisleridir.
3. Belirli günlerde eğlencelerin ve bazı oyunların oynandığı stres
atma yerleridir.
4. Köylüler arasında sosyal dayanışma ve yardımlaşma kurumlarıdır.
5. Köydeki düğün, ölüm ve bayramlarda insanların bir arada olmalarını sağlayan toplu mekânlardır.
6. Kışın uzun gecelerde sohbetlerin ve muhabbetin edildiği toplantı salonlarıdır.
7. Yoksul, yetim, garip ve yatacak yeri olmayanların barındırıldığı şefkat yuvalarıdır.
8. Yer yer dini sohbetlerin ve zikirlerin çekildiği manevi okullardır.
9. Odada kalanların emniyetlerinin sağlandığı güvenlik merkezleridir.
10. İnsanların kaynaşmalarını sağlayarak beşeri ilişkileri sağlamlaştıran birer eğitim kurumlarıdır.
Tüm bunların uygulandığı bir yer olan köy odaları insani ve ahlaki
duyguların perçinleştiği en önemli kurumlardan biridir. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin bu duygularının yoğun olduğunu köydeki mevcut
olan 21 adet köy odasının varlığından anlıyoruz. Bu köy odalarının
sahipleri ise şunlardır.
36
Serdar ATABAY
1. Apışlar’ın Mevlüt’ün odası
2. Hâllo’un Ramazan’ın odası
3. Mevlüt Kâaler’in Sülemen Kâa’nın odası
4. Has Sülemen’in odası
5. Arabeli’nin odası
6. Çavuşlar’ın Iramazan’ın odası
7. Şibiller’in Yonuz’un odası
8. Alabacağın Hasan’ın odası
9. İbiler’in Hacı Üssüü’nün odası
10. Poli Mevlüt’ün odası
11. İdris Kâaler’in Mevlüt Kâa’nın odası
12. Şaban’ın Omar’ın odası
13. Acalar’ın Hacı Memmed’in odası
14. Halil Kâaler’in Nuri’nin odası
15. Hakkı’nın Hacı Omar’ın odası
16. Acalar’ın Hacı Osman’ın odası
17. İdris Kâaler’in Memmet Kâa’nın odası
18. Hacı Veliler’in Sülemen’in odası
19. Ali Onbaşı’nın Şaban’ın odası
20. Hasan Kâa’nın Osman’ın odası
21. Davud’un Halil’in odası
Bu geleneğe sahip çıkan insanlar toplumda isim yapmak için değil
Tanrı misafirlerinin gönüllerini hoş etmek için ve dolayısı ile Allah
rızası için köy odaları geleneğini sürdürmüş insanlardır. Gönül hizmetçiliğine ömürlerini adadıkları için gönül insanları olmuşlar ve
öylede kalacaklardır.
Hayatlarının her evresinde gönüllere hizmet eden Eski Kızılcaköy
Türkmenlerinin hem manevi yönden hem de sosyal yaşam yönünden
ataerkil bir yapıları vardı. Yani evlenen erkek evlat baba evinde bir
müddet kalır ve daha sonra baba evinin yanına bir evde kendisi yapardı. Bu sistemle dayanışma sağlandığı gibi gelinlerinde yaşça büyük
olanlara hizmet etmeleri sağlanırdı. Genelde evler farklı olsa da avlular aynıydı. Bunun neticesinde genişleyen haneler köydeki sülaleleri
oluşturuyordu.
37
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Eski Kızılcaköydeki Sülâleler
S
ülâle, aynı soydan ve kökenden gelen ve de aynı kanı taşıyan kişilerin oluşturduğu topluluklara verilen isimdir. Köy hayatının vazgeçilmez bir parçası olan sülâle isimlerinin ya da lakaplarının veriliş
amaçları bir arada yaşayan insanların kolay tanınabilmeleri ve birbirlerinden rahat ayırt edilebilmeleridir.
Netice itibariyle bir kişinin kim ya da kimlerden olduğunu belirlemek için sülâlesinin bilinmesi yeterlidir. Her ne kadar resmi işlerde
soyadları kullanılsa da köy yerlerinde günlük hayatta köylülerin itibar
ettikleri lakaplar kullanılmaktadır. Çünkü soyadları sülale isimler ve
lakaplarıyla neredeyse hiçbir benzerlik göstermezler. Bunun nedeni
ise sülale isimlerinin soyadı kanunundan önceleri bile kullanılıyor
olmasındandır. Dolayısıyla sülale adları çoğu zaman kişilerin yörede
tanınmalarını sağlayan en önemli unsurlardır.
Sülâle isimleri ya da lakapları, o sülalenin ilk fertlerinin mesleklerinden, sosyal hayatlarında çalışkan, tembel, ilgili, ilgisiz, duyarlı,
duyarsız v.b oluşlarından, oturdukları bölgesel coğrafyadan, etnik
kökenlerinden, fiziksel özelliklerinden, insanlar arasındaki beşeri ilişkilerinden, görünüşlerinden, herhangi bir şeye karşı duydukları meraktan, ahlaki yapılarından, toplum üzerinde bıraktıkları intibalarından ve
farklı farklı huylarından esinlenerek yakıştırılmış isimlerdir.
38
Serdar ATABAY
Bu saydığımız özelliklerden dolayı köylerde birçok sülâleler
oluşmuş ve her birini diğerlerinden ayıran isimler ya da lâkaplar meydana gelmiştir.
Eski Kızılcaköy Türkmenleri arasında da kullanılan birçok sülâle
isimleri vardır. Bunları sırayla yazacak olursak:




Arabeliler
Emiraliler













Apışlar
Avşaroğulları
(Hocanın evleri)
İbiler
Ağcalar
Çavuşlar
Cemaller
Köseler
Osmansokular
İdiskâaler
Ahmetonbaşılar
Hâlloler
Traşlar
Hamzalar
Coruklar
Şabanobaşılar





















Halilkâaler
Hamçavuşlar
Cinderler
Ümmetler
Çöllüler
Mükremler
Çuğunlular
Mileseler







Şibiller
Mıstanlar
Selimler
Gıgılar
Termaciler
Kâaler
Keremler
Enezler
Davutlar
Kindişaliler
Hasankâaler
İyipler
Omaroğulları
(Sülemenkâaler)
Hacıveliler
Asılılar
Alabacaklar
Fatişler
Hasanlar
Apililer
Cinmemetler
Yukarıda yazdığımız bu sülâle adları tarihi bir belge niteliğindedir
ve her sülâlenin geçmişten geleceğe uzanan kültür miraslarıdır. Her
fert mensup olduğu sülâlesiyle gurur duymalı ve sahip çıkmalıdır.
Her sülâlenin oluşturduğu evler yan yana ve düzenli bir şekilde inşa ediliyordu. Bunun sebebi her erkek birey önce baba evinde ailesiyle
39
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
beraber bir müddet kalır ardından evini ayırırdı. Baba evinin yanı
müsait ise ev genelde buraya yapılırdı. Böylece bir çeşit ailesel dayanışma sergilenir ayrıca arsa babanın olduğu için ev yapımında bir
sakınca olmazdı. Daha da önemlisi her sülalenin yerleşim yeri belirli
olduğu için arananların bulunması açısından kolaylık sağlanmış olurdu. Bir köyde yerleşim yerinin düzenli oluşu köyün düzenli oluşunun
göstergesidir.
İşte Eskiköydeki evlerin, sahiplerinin isimleriyle birlikte Gazeler
tarafından başlayarak okul tarafına kadar toplu halde bir hilal şeklindeki dizilişleri şöyledir:
40
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköy Evlerinin
Yerleşim Düzenleri
Datlı Biber → Ahmet Onbaşı’nın Mahmut → Ahmet Onbaşı’nın
Mehmet → Apışlar’ın Sali →Apışlar’ın Ahmet → Apışlar’ın Sülemen
→ Kel Bekir → Kel Bekir’in Ramazan → Apışlar’ın Memmet →
Apışlar’ın İbiş → Apışlar’ın Hasan → Emiraliler’in Hasan → Emiraliler’in Yakup → Emiraliler’in Üssük → Avşar Mustafa → Avşar’ın
Omar → Avşar’ın Bekir → Hasan Kâa’nın Tahsin → Asım’ın Irıza →
Çöllüğün Yusuf → Sülemen Kâaler’in Sali → Sülemen Kâaler’in
Şaban→ Sülemen Kâaler’in Celal → Şaban’ın Hacı Memmet → Kerem’in Bekir → Emirali’nin Yakup → Emirali’nin Hasan → Kindiş
Ali’nin Halil → Kindiş Ali’nin Aset → Anşa’nın Üssüün → Anşa’nın
Omar → Kâaler’in Musa → Kâaler’in Hasan → Kâaler’in Memmet
→ Hallü’ün Akif →Hallü’ün Ramazan → Mevlüt Kâa → Kâaler’in
Osman → Kâaler’in Arif → Kâaler’in Dedeli → Hamçavuş’un Recep
→ Hamçavuş’un Halil → Topal’ın Mustafa → Türkmen İsmail →
Şaban Onbaşı → Fatiş’in Ahmet → Tumay’ın Halil → Apış’ın Yusuf
→ Yostur’un Hasan Üssüün → Apışlar’ın Ali → Apili’nin Celal →
Ümmet’in Yusuf → Ümmet’in Yakup → Ümmet’in Veysal → Kindiş
Ali’nin Osman → Hobu’nun Hamdi → Hamdi’nin Memet → Cemal’in Bekir → Cemal’in Şükrü → Mıstan → Küçük Memmet → Has
Sülemen’in Ziya → Cemal’in Mevlüt → Ahmet Onbaşı’nın Osman →
41
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Davutlar’ın Üssüün → Davutlar’ın İbraam →İyibler’in Memmet →
İyibler’in Sülemen → İyibler’in Mahmut → İbiler’in Sülemen →
İbiler’in Mahmut → Tıraşlar’ın Ramazan → Tıraşlar’ın Ahmet →
Tıraşlar’ın Sali → Hacı Veli’nin Rasim → Hacı Veli’nin Ahmet →
Çavuşlar’ın Mevlüt → Çavuşların İbraam → Hamzalar’ın Hacı
Memmet → Hamzalar’ın Hacı İsmail → Selimler’in Mevlüt → Selimler’in Sali → Gıgılar’ın Üssüün → Gıgıların Memmet → Davutlar’ın
Arif → Şibiller’in Ali → Şibiller’in İbraam → Şibiller’in Yonuz →
Ağcalar’ın Hacı Osman → Ağcalar’ın Me miş → Körüssüün’ün Mu stafa → Körüssüün’ün Haceli → Cin Osman → Apili’nin Mahmut →
İbiler’in Yusuf → İbiler’in Davut → İbiler’in Mevlüt→ İbiler’in Ali
→ Hasanlar’ın Mıstan → Gıgılar’ın Omar → Gıgılar’ın Osman →
Enezler’in Ahmet → Enezler’in Hacı → Davutlar’ ın İrasim → Davutlar’ın Galip → Davutlar’ın Zakir → Davutlar’ın İbraam → Mü krem’in Mustafa → Alabacağın Musa → Alabacağın Hasan → Alab acağın İbraam → Şaban’ın Omar → Celal’ın Osman → İbiler’in Omar
→ Kütüğün Ali → İbiler’in Şekir → İbiler’in Hacı Üssüün → Coruğun Osman → Cinder’in Sülemen → Köseler’in Memmet → Coruğun
İreşit → Köseler’in Mevlüt → Köseler’in Mahmut → Köseler’in Pot
Sülemen → Köseler’in Halit → Köseler’in Abdullah → Poli Mevlüt
→ İdris Kâaler’in Zeyni → İdris Kâaler’in Sülemen → İdris Kâaler’ in
Yusuf → İdris Kâaler’in Tayyar → İdris Kâaler’in Memmet → İdris
Kâaler’in Halil Kâa → İdris Kâaler’in Omar Kâa → İdris Kâaler’in
Ramazan → İbiler’in Veli → İbiler’in Ramazan → İbiler’in Ahmet →
İbiler’in İsmail → Davutlar’ın Hasan Üssüün → Türkmen Abdul lah
→ Yukarı Pınar → Coruğun Selim → Coruğun Hacı İsmail → Kinkili
→ Cinder’in Musa → Topal Memmet → Ali Osman → Çavuşlar’ın
Ramazan → Ağcalar’ın Hacı Memmet → Ağcalar’ın Ali → Ağc alar’ın Mevlüt → Ağcalar’ın Hüseyin → Orta Pınar → Davutlar’ın
Davut → İdris Kâaler’in İdris → Hakkı’nın Hacı Omar → Tumay’ın
Halil → Tumay’ın Selahattin → Tumay’ın Muharrem → Cin Ali →
Hakkı’nın Ahmet → Davutlar’ın Ramazan → Arabeli → Yahşi’nin
Ramazan → Cin Memmet → Aşağı Pınar → Cami → Arabeli’nin
Mahmut → Şaban’ın Musa Öğretmen → Cin Mehmet’in Halil →
Ham Çavuş’un Memet → Emiraliler’in Ali →Kerem’in Irza → Halil
Kâaler’in Nuri → Halil Kâaler’in Celal → Ası’nın İsmail → Kerem’in
Kader→ Apışlar’ın İsmail → Kerem’in Ahmet → Okul
42
Serdar ATABAY
Yukarıda yazılı olan evler hem hane sahibini hem de adres sahibini belirtmiş oluyordu. Bu evlerin iç tasarımları tamamen evde yaşayan
birey sayısına ve maddi duruma göre değişiklik arz ediyordu. Genellikle evlerin içinde büyüklü, küçüklü odacıklar, ahır sekisi, kayıt damı
ve mağbeyn bulunurdu. Geniş odaların birinde yüklük ve ıstar tezgâhı
olurdu. Istar tezgâhlarında dokuma türü ürünler yapılırdı. Her birinde
Türkmen kültürünün izleri bulunmakla beraber birçok alanda kullanılmalarıyla günlük yaşantının vazgeçilmez parçaları oluyorlardı.
Eskiköydeki meşhur Türkmen halı dokumacılığını ve dokuma çeşitlerini anlatacak olursak şöyledir:
43
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Eski Kızılcaköy Türkmen Halıları
H
alı dokumacılığı Türklerin Orta Asya da göçebe olarak yaşadığı
dönemlerde geliştirdikleri bir sanattır. Bu sanat bizlere Türklerin
yaşayış biçimlerini, kültürlerini ve göçebe hayatlarının tüm izlerini
göstermektedir. Çünkü o zamanki yaşantıda göçebe kültürü ve bunun
bir parçası olan çadır hayatı vardı. İşte bu çadırın ve iç döşemelerinin
yapıldığı dönemlerde Türklerdeki halı dokumacılığının alanları daha
da gelişmiş ve bu kültür Orta Asya’dan Anadolu’ya daha da ilerlemiş
şekilde getirilmiştir.
Eski Kızılcaköy Türkmen halı dokumacılığı çok geniş bir kültürün
eseri olması nedeniyle Türkiye genelinde çok iyi tanınmaktadır. Tamamen sabrın ve titiz bir çalışmanın ürünü olan bu halılarda çok büyük emek vardır. Genellikle Eskiköyde dokuma işini genç kızlar ve
kadınlar yaparlardı. Yapımı esnasında halıya kendi duygularını da
ekleyerek öyle desenler ve motiflerle süslüyorlardı ki böylece harika
ürünler meydana çıkarıyorlardı.
Halı dokuma işleminin her aşaması çok büyük emek istiyordu.
Özellikle halıcılığın hammaddesi olan yünün elde edilmesinden başlayacak olursak yünün kazanılması için küçükbaş hayvancılığın yapılması gerekiyordu. Bilindiği gibi Eskiköyde küçükbaş hayvancılık
yaygın bir şekilde yapılıyordu ve bu hayvanlardan temin edilen yünün,
halı dokumacılığı için gerekli olan ip haline geliş evreleri de bayağı
zahmetli oluyordu. Bu dönüşümü anlatmak gerekir ise şöyledir:
44
Serdar ATABAY
Öncelikle koyunların kırkım zamanı yünleri kırkılır ve yıkanıp ardından kurutulurdu. Elle istenilen inceliğe getirme işleminin peşinden
çıkrıkla bükülüp ‘hömelek’ olurdu. Hömelek iki kat olarak sağıldıktan
sonra bağdaş kurularak dizlerde gelep haline getirilirdi. Daha sonra bu
‘gelepler’ kök ya da toz boyalarıyla farklı renklerde boyanırdı. Genelde en sık kullanılan renkler kırmızı, cevizli, siyah, gömüklü, mavi,
yeşil, sarı, kırmızı, tetir, al, beyaz, kahverengi, açık ve koyu yeşildi.
Boyandıktan sonra tekrar yıkanıp kurutulurdu. Bu işlemin akabinde
yumak yapılıp halı tezgâhlarına dokunmak için asılırlardı.
Halılar gömme tezgâhlarda dokunurdu. Bunları yapan bayanların
göz zevkleri ve duyguları bu halıların desenlerinin farklı farklı olmasına sebep olurdu. Eskiköyde top adı verilen bu desenlerin birçok
çeşitleri vardı. Özellikle en sık kullanılan desenler,
•
•
•
•
•
•
•
•
Türk ocağı topu
Müftü topu
Bağbaşı topu
Tolulu top
Kıvrımlı top
Bıçkırlı top
Ulaklı top
Geyikli top
•
•
•
•
•
•
•
•
Güllü top
Teyyareli top
Dilikli top
Çaylaklı top
Cıngıldaklı top
Antike top
Mehraplı top
Ganevçeli top’tur
Halı dokumacılığında halının suları da önem teşkil ederdi Her halının desenleri farklı olduğu gibi suları da farklı olurdu. Tamamen
dokuyan bayanların göz zevkine ve halı çeşidine göre bu sular değişkenlik gösterirdi. Bu sulardan örnekler verecek olursak:
•
•
•
•
•
•
•
•
Güllü su
Muallim suyu
Çörekli su
Narlı su
Gâvur suyu
Kabak gülü suyu
Karapınar suyu
Armutlu su
•
•
•
•
•
•
•
•
Gelin ağlatan suyu
Tırtırlı su
Hıtırlı su
Laleli su
Cücüklü su
Yarım elma suyu
Sümüklü böcek suyu
Sarmalı çubuk suyu
45
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
• Kılçıklı balık suyu
• Çatıkkaş suyu
• Mücestem suyu
• Kelebek suyu
• Aşşıklı su
• Çatal suyu
• Kipilli suyu
• Erkekli çörek suyu
• Kemerli su
• Muskalı su
• Öğretmen suyu
• Sığır sidiği suyu
• Küpeli su
• Balıklı su
• Köpekli su
• Kazan kulpu suyu
• Karnıyarık suyu
• Çaylaklı su
• Bağ yaprağı suyu
• Bit gözü suyu
• Sekimsiz elma suyu • Urganlı su
• Yıldızlı su, en çok kullanılan sulardı.
Halı yapımında başlangıç ile bitişe kadar yapılan işlemlere verilen
yöresel adlandırmalar şöyleydi.
Öncelikle halı yapımının başlangıcı:
Eriş → toprakcalık → boncuk döşemek → honker → kenar suyu
→ mehrap → to → top →mehrap → to → kenar suyu → honker →
boncuk döşemek → toprakcalık’la halı sona erdirilirdi.
Eski Kızılcaköy Türkmenleri sadece halı değil birçok dokuma çeşidi de yaparlardı. Günlük yaşamın bir parçası olan bu dokumalardan
örnekler verecek olursak:
•
•
•
•
•
•
•
Beş arşın halı
Minder yüzü
Yastık yüzü
Namazlaa
Sedir halısı
Halı minder
Azık çantası
•
•
•
•
•
•
Heybe
Kilim
Tülü
Un çuvalları
Haral
Pala
El emeği göz nuru yapılan bu dokuma sanat eserleri Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin sabır ve titizlikle yaptıkları birer şaheserleridir.
Eskiköyün geçmişten geleceğe uzanan kültürlerini ve yaşam biçimlerini nesilden nesile aktaran en önemli kültür mirası olan dokuma sana46
Serdar ATABAY
tının meydana getirdiği ürünler gelecekte çok daha önem kazanacaktır. Bizlere düşen bu kültürlerimizi çok iyi bir şekilde muhafaza etmek
ve gelecek nesillere en iyi biçimde aktarabilmektir.
Dokuma işini bir tür sanat icra etmenin yanı sıra kimi aileler geçimlerini sağlamak içinde yapıyorlardı. Bu işin zor bir uğraş olması
hasebiyle Eskiköyde yaşayanlar tarım ve hayvancılıkla daha çok ilgileniyorlardı. Hayvancılıkta genellikle küçükbaş hayvan tercih edilirken hemen hemen her evde birkaç tane de büyük baş hayvan bulunurdu. Bu hayvanlar ahır sekisi denilen, evin en geniş odasından 60–70
cm. alçaklıkta bulunan bir yerde olur ve diğer odalarla iç içe bulunurdu. Odayla ahır sekisi arasında bu kot farkından başka birde ‘parmakcaklar’ olurdu. Parmakcak ağaçtan yapılma küçük kapılardı ve amacı
hayvanların boşalarak odalara geçmelerinin engellenmesiydi. Ayrıca
ahırla odaların iç içe olmaları doğal bir ısınmanın da gerçekleşmesine
yol açıyordu.
Evlerde beslenen küçük ve büyükbaş hayvanlar kışları ahırda yazları ise köyün çobanı tarafından sürüye katılarak dağlarda yayılırdı. Böylece hayvanlardan süt, peynir, tereyağı, yoğurt elde edilirken eti, yünü
ve gübresi de hayatın her aşamasında kullanılırdı. Elde edilen hayvansal
ürünlerin yanı sıra kuru bakliyatlar ve meyveler ‘kayıt damlarında’
saklanırdı. Genellikle bu odalar kuzeye bakar ve serin olurlardı.
Diğer bir geçim kaynağı olan tarımda ise tarlalar ekilerek elde edilen ürünlerden yemek ihtiyaçları karşılanırdı. Tarlalarda mevsimine
göre seneden seneye ürünlerde farklılık olur buna paralel ekinlerin
kaldırılması da farklılık gösterirdi. Yani yağmur ya da karın iyi yağması o seneki ekinin verimini artırdığı gibi böyle zamanda ekin bol
olduğu için bu nedenle ekin biçme işi tırpanla yapılırdı. Eğer tam tersi
olursa ekin zayıf olur ekin biçme işlemi de orakla yapılırdı. Tabi ki
geniş tarlaları biçmek zor olduğu için kalabalık bir ekiple çalışılırdı.
Ekin biçildikten sonra kağnı ya da at arabaları ile harman yapılarak
düğenlerle sürülürdü. Ardından savrularak ürün ile saman birbirinden
ayrılırdı.
Ayırma işlemi sonrası yerde kalan toprakla buğday karışımı (badas) süpürülerek gözerle elenir ve buğday kazanılmış olunurdu. Ne
kadar zor şartlarda çalışıldığı ve emek harcandığı bir avuç buğdayı
bile kaybetmemek için yapılan bu işin öneminden anlaşılıyordu. Her
47
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
hanenin tarlası olduğu gibi büyüklü küçüklü bahçeleri de olur buralardan günlük ya da senelik mutfak ürünleri temin edilirdi. Günlük üretilen sebzelerin bir kısmının kullanımından sonra geri kalanlar kurutularak kışa hazırlık yapılırken ‘arıstağa’ da üzüm ve domates hevekleri
asılıp kışa kadar tazeliğini koruması sağlanıp yiyeceklerin bozulması
da engellenirdi. Ayrıca köydeki en önemli üretim meyve yetiştiriciliğiydi. Elma, armut, kayısı, erik ve üzüm üretimi en yaygın olanlarıydı.
Bunlar çiğ olarak yenildiği gibi kurusu ve hoşafı çeşitlilik arz ederek
belirli mevsimlerde yenilirdi. Ayrıca ağaçların dalı, yaprağı, kütüğü ve
kıraçlardaki üzümlerin çiplileri ise yakacak olarak kullanılırdı. En
verimli kıraçların bulunduğu bu bölgede üzümlerden pekmez yapılırdı. Pekmezin elde ediliş şekli belirli aşamaları içeriyordu. Bundan
kısaca bahsedecek olursak:
Pekmez Kaynatma
Eskiköyde üzümler bağ bozumu zamanı kıraçlardan toplanarak
evlere getirilir ve havutlara konularak burada yıkanırdı. İçlerine pekmez toprağı katılarak el ya da ayaklarla iyice çiğnendikten sonra şire
olurdu. Burada pekmez toprağı en önemli unsuru oluştururdu. Pekmezin koyulaşmasını ve kıvama gelmesinin yanı sıra eğer toprak katılmazsa pekmez ekşi olurdu. Bu nedenle pekmez toprağının bulunduğu
özel mevkilere gidilerek toprak temin edilirdi. Genelde Eski Kızılcaköy Türkmenleri Ağ bayır ve Çanakçı- Karalık arasındaki Gö Kuyudan bu toprağı getirirlerdi.
Daha sonra şireler, şire leğeninde süzme yoğurtla karıştırılıp kevgirlerle süzülerek karıştırılır ve köptürülerek ardından hereni ya da
kazanlara konup dinlenmeye bırakılırdı. Burada ki süzme yoğurdun
amacı pekmezin renginin siyah (koyu) olmasını önlemektir. Dinlenmeye bırakılan pekmezin toprak ve yoğurt tortularının dibe çökmesi
için soğuması beklenir. Pekmezin içersine ayva ve ireyhan konularak
güzel kokması sağlanırdı. Konulan ayva kıvamına gelince alınarak
yenilirdi. Daha sonra pekmez büyük çömçelerle savrularak (belli mesafeden doldur boşalt yapılarak) kıvamına getirilir ve kepçelerle küplere doldurulurdu. 3 ila 4 gün boyunca kaynatılarak yapılan pekmezler
bir sene yetecek kadar yapılırdı. Köyde pekmez yapamayanlara ise
dağıtılarak bir yardımlaşma sağlanırdı.
48
Serdar ATABAY
Bu işlemler esnasında diplerde kalan tortular çuvallara konularak
bir leğene bırakılır ve süzülen pekmezler ziyan edilmemiş olurdu.
Pekmezin birde toprak ve yoğurt katılmadan yapılanı olurdu. Buna da
ekşi pekmez denir ve özellikle kış aylarında patatesin közlemesinin
yanında şerbet gibi içilirdi. En önemlisi pekmezler farklı tatlarda olsun
diyerek kabak ve gök domates katılarak da ayrı ayrı yapılırdı.
Ayrıca unutmadan, pekmezden yapılan çeşitli tatlılar olurdu ki
bunların tadına doyum olmazdı. Köğtür, ekşi pekmez, çalma pekmezi,
kedi batmaz, pestil, püs ve haside pekmezden yapılan tatlılardı. Bunlar
belirli gün ve zamanlarda yapılarak insanların tatlı ihtiyaçları karşılanmış olurdu. Tatlı demişken; Eskiköyde arıcıkla uğraşanlarda vardı.
Genellikle Eskiköydeki belirli aileler bahar aylarında yaylalara göçerek buralarda da hayvancılık ve çiftçiliğin yanı sıra arıcılıkta yaparlardı. Geniş yaylalarda hayvanlarını yayarlar, ekinlerini biçerler, ballarını
üretirler ve elde ettikleri ürünlerini tekrar köylerine getirirlerdi. Getirilenler arasında buğdayen önemli gıdayı oluşturuyordu. Çünkü buğdaylardan elde edilen yarma ve bulgurlar günlük yaşamın en önemli temel
gıdasıydı. Tabi ki buğdaydan bulgur ve yarma elde etmekte zahmetli
bir işti. Eskiköyde bulgur ve yarma ‘soku’ dövülerek yapılırdı. Belirli
yerlerde olan sokulara toplanılarak imece usulü yapılan soku dövme
işlemini anlatmak gerekirse şöyledir:
Soku Dövme
Hasat sonundaki buğdayların yaklaşık 40–50 cm. çapında 50 cm.
yüksekliğindeki ortası çukur bir taş içersinde belli insanlar tarafından
ellerindeki tokmaklarla uzun süre sistematik dönüşlerle vurularak
bulgur ve yarma elde etme işlemine soku dövme denilir.
Bu işlem imece usulünde yapılan bir iştir. Köyde kimin buğdayı
dövülecekse evine en yakın soku taşında ya da var ise kendi sokusunda toplanılarak ve kalabalık bir ekiple eğlenceli bir şekilde çalışılırdı.
Soku dövmeye gelenler yanlarında yaş üzüm, köğtür, ceviz, iğde
ve soğuk su getirirlerdi. Bir yandan çalışırlarken bir yandan da sohbetler ederek getirdikleri yiyeceklerini yerlerdi. Eğlence havasında geçen
bu işin en önemli püf noktası herkesin uyum içersinde soku dövme
işlemini yapmalarıdır. Çünkü tokmaklar ritmik ve birbiri ardına vurulduğu için çalışanların işe yoğunlaşmaları çok önemlidir. Neticede işe
49
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
adapte olmak ve titiz bir şekilde takip etmek çalışmanın kalitesini
yükselterek işin bir an önce sona ermesini sağlıyordu.
Soku dövme işleminden önce ve sonra yapılacak işlemlerde vardı.
Bunları da kısaca anlatmak gerekirse şöyledir:
Öncelikle bulgur yapılışından başlayalım. İlk aşamada buğday
elenir, temizlenir ve ardından kaynatılır. Belli süre kaynattıktan sonra
yere serilerek 2–3 gün kurutulur. Bu işlem sonunda buğday ‘hedik’
olmuştur. Daha sonra bu hedik sokunun içersine belli miktarda konulup hafif su dökülerek ıslatılır ve tokmaklarla dövülerek buğdayın
kabarıp kabuğunun çıkması sağlanır. Bu işlemden sonra mevcut ürün
bir gün bekletilip ertesi gün serilerek kurutulur. Malzeme kurur kurumaz rüzgâra karşı savrularak kabuk ve tane birbirinden ayrılır. Sonra
tekrar elenir ve tek tek elle temizlenir. Hazırlanan malzeme köylülerce
imece usulü el değirmenlerinde çekilir ardından kalburla elenir. Kalburüstündekiler kalın altındakilerde ince bulgur olur ve çuvallara konularak muhafaza edilirdi.
Şimdi ise yarma yapılışını anlatalım. Yarmanın bulgur yapılışından tek farkı kaynatılmamasıdır. Öncelikle buğday elenir ve temizlenir. Daha sonra soku taşına konulup hafif ıslatılarak üç dört saat tokmaklarla dövülür. Böylece buğdayın kabuğu çıkarılmış olur. Bu işlemden sonra mevcut ürün bir gün bekletilip ertesi gün serilerek kurutulur. Malzeme kurur kurumaz rüzgâra karşı savrularak kabuk ve tane
birbirinden ayrılır. Sonra tekrar elenir ve tek tek elle temizlenir. Hazırlanan malzeme evlerde bulunan el değirmenleri ile imece usulü bir kez
çekilir ve tekrar temizlendikten sonra yarma haline gelir. Daha sonra
çuvallara konularak çoğunluğu ‘kayıt damlarında’ bir kısmı ise ekmek
yapılması için tandırlıkta muhafaza edilirdi.
Yufka Ekmek Yapma
Eskiköydeki evlerin bir odasında ekmek tandırı olurdu. Ekmeklik
denilen bu yerde yufka ekmek, çörek, bazlama, sacda soğan-firek
böreği ve hamırsız yapılırdı. Bunlar genelde imece usulü köydeki
bayanlar tarafından belirli günlerde organize edilirdi. Tandırın özelliklerinden bahsedecek olursak: 80-90 cm. derinliğinde yukarı doğru 6070 cm. doğru daralan bir kuyu sistemidir. Buradaki daralmanın amacı
ısının tabanda fazla kalmasıdır. Ayrıca dumanın çıkması için bacası
50
Serdar ATABAY
olan pınara ve havalandırmayı sağlanmak için külle yapılırdı. En
önemli unsurları oluşturan bu iki sistem çok profesyonelce dizayn
edilirdi. Tandırın üzerine konulacak sac birkaç parça yassı taş konularak dengelendikten sonra oklava ile açılan hamurlar saçta yufka olurlardı. Tandırın yanması için çipli, tezek, gazel, saman ve talaş kullanılırdı. Bunların tandıra atılmasında saçacak, yufkanın döndürülmesinde
pişirgeç, hamurun açılmasında ve yapışmasını önlemekte uğra, yere
serilmek üzerede ‘itea’ kullanılırdı.
Tandırlar yemek ve ekmek yapımından ziyade bir yandan da
ısınmayı sağlayan bir soba görevini de yapmış oluyordu. Tandırın
yakımın da kullanılan malzemelerin bazıları doğadan bazıları da hayvansal ürünlerden yapılarak temin edilirdi. Eski Kızılcaköydeki çoğu
evde küçük ve büyükbaş hayvan beslendiği için hayvansal yakacaklar
bol olurdu. Bu yakacakların yapılışlarına göre çeşitleri fazlaydı. Bunların isimlerini ve yapılış şekillerini yazacak olursak şunlardı:
1. Hayvansal Yakacaklar
Yer kermesi: Kış aylarında ahırlarda kalan hayvanların gübreleri
biriktirilirdi. Biriktirilen gübreler çiğnemek suretiyle hem enden genişletilir hem de yer tasarrufu sağlanmış olurdu. Daha sonra bahar
ayında dışarı çıkartılarak kurutulur ve bunları yakacak olarak kullanırlardı.
Tezek: Genelde yayılan hayvanların yattığı yerlerden ya da sulandığı çeşme başlarından hayvan gübrelerinin toplanıp, kurutulmuş haline denilir.
Yapma: Ahırdan ekseriyetle günlük yapılmış taze gübreler alınır.
Bunlar duvar üstlerine ya da yamaçlarına çarpılarak yapıştırılır ve
kuruyunca da kullanılır.
Kasnak: Çoğalan hayvan gübreleri çiğneyerek yere sererler. Altlarını da yapışmasın diyerek az sulandırırlar. Daha sonra derisi olmayan boş kasnakla kalıplar haline getirerek kurumaya bırakırlar. Sonra
yakılmak istendiğinde kalıplar halinde alınarak kullanılırdı.
Kıyalak: Davar gübreleri süpürülerek toplanır. Ardından bunları
elemek suretiyle ince ve kalın olarak ayırırlar. İri olanına gı denilir ve
yakmakta kullanılır. İnce olana da fışgı denilir buda hayvanların altlarına atılarak yerlerin kuru kalması sağlanırdı.
51
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Topaç: Hayvan gübreleri iki yumruk kalınlığında hazırlanarak avlu duvarlarına düzülürdü. Belirli bir zaman kurutulduktan sonra kullanılırdı.
Kesme: Biriken hayvan temeği yere serilirdi. Bunlar bellerle baklava dilimi şeklinde ya da dikdörtgen şeklinde kesilerek hazırlanırdı.
Daha sonra ihtiyaç durumunda kalıp halinde alınarak kullanılırdı.
Beslenen hayvanların hiçbir şeyi zayi olmuyordu. Eti, sütü, derisi
ve gübresi zengin bir kullanım alanı içeriyordu. Yazdığımız bu hayvansal ürünlerin yanı sıra doğadan temin edilen, günlük yaşam ihtiyaçlarının karşılandığı bitki ve otlarda vardı.
Eski Kızılcaköyün konumuna baktığımız zaman tamamen dağ ve
tepelerin bulunduğu bir yapı ve yamaçlarından dere yollarının geçtiği
bir coğrafyada kuruluydu. Eskiköyü çevreleyen bu mevkilerin yöresel
isimlerini ve bu bölgede yetişen bitki örtüsünün kullanım alanlarını
yazacak olursak şunlardır.
Eski Kızılcaköydeki Coğrafi Bölge İsimleri
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Gazeler
Solguz tepesi
Pambıklık
Kale boyu
Çecin sivri
Keçi Kalesi
Hamır dağı
Üssü’ün deresi
Nebi deresi
Kedi deresi
Derin dere
Kâaler’in dere
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Demirlean yamacı
Yarık kaya
Arılık
Davulbaz
Çağırşak
Çiğdem dağı
Boztepe
Aşılık deresi
Çecin dere
Arpa deresi
Çatal deresi
Dere bağı
Böyle zengin bir tabiatın çevrelediği Eski Kızılcaköydeki doğal
nimetlerden yararlanmamak kaçınılmaz oluyordu. Bu bölgelerde
rengârenk çiçekler, sayısız bitki ve otlar, av hayvanları ve tarifsiz bir
manzara insanların yaşamlarını süslüyordu. Av hayvanlarının bu alanları tercih etmeleri ve buralarda üremeleri tamamen doğa şartlarının
52
Serdar ATABAY
uygunluğundan ileri gelmekteydi. Özellikle keklik, tavşan, bıldırcın,
ala sığırcık, kervan kuşu ve güvercinler belirli zamanlarda avlanarak
sofraları çeşitlendiriyordu. Bir çeşit hayvan barınağı da olan bu ot ya
da bitkilerden elde edilen yakacaklar ise günlük yaşamın bir parçası
oluyordu. Geniş bir alanı kaplayan bu uçsuz bucaksız yerlerde yetişen
ot ve bitkilerden elde edilen yakacakların adlarını ve özelliklerini
sıralayacak olursak:
2. Ot ve Bitkisel Yakacaklar
Yalangı: Sarı çiçekleri olan dağın hemen hemen her yerinde bulunan bir ottur.
Geven: Görünüşü kirpiye benzer oval bir bitkidir. Genellikle şire
zamanı tandırda kullanılırdı.
Çivi: Gelincik otudur. Sapları kuruyunca çok güzel yanardı.
Yağlıca: Diğerlerine oranla daha kalın ve ağaca yakın bir bitkidir.
Dayanıklılığı diğerlerine nazaran daha fazla ve ekseriyetle Keçi Kalesi
civarlarından toplanırdı.
Götübüyük: 30–40 cm. yüksekliğinde kök tarafı kalın bir bitkidir.
Odunsu yapısıyla yakımı kolay ve yanma süresi daha uzundur.
Bağ çiplisi: Üzüm kıraçlarındaki dallardan elde edilirdi. Eskiköyde en çok kullanılan yakacak türü buydu.
Boz çalı: Alıç tarzı ağaçlardan elde edilen yakacaktır.
Ağaç dalı ya da kütüğü: Ağacı olanların keserek elde ettikleri
malzemedir. En dayanıklı yakacakta budur.
Gazel: Tandırlarda tutuşturmayı sağlayan sonbaharda dökülen
yapraktan elde edilen yakacaktır.
İşte bu bahsettiğimiz doğal ortamlardan ve hayvanlardan elde edilen ürünler kullanım alanlarına göre köylülerce yemek yapmakta,
hayvanların besi işlemlerinde, ısınmada, ilaç yapımında ve çeşitli
ihtiyaçların giderilmesinde köylülere aşırı kolaylık sağladığı gibi hayatlarının devamı içinde önem teşkil ediyordu. Yukarıda yakacak
olarak kullanılan bitki ve otlardan bahsetmiştik. Şimdi ise günlük
yemek ihtiyacının karşılanması için belirli mevsimlerde toplanan bitki
ve otlardan bahsedeceğim.
53
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Eskiköyü çevreleyen bu zengin bitki örtüsü ve tarifsiz doğada
yaygın olarak, çiğdem, şah dereotu, kırksinir, bırçalık, yilmik, düğün
otu, eşgi yaprağı, lale, kuzukulağı, çiriş, mercimek, tekesakalı, hardal,
yemlik, pezi (toklu başı), evellik, kazayağı, semizotu, taze yonca ucu,
kangal, kenger, hindi bağı, çitlik ve devetabanı yetişirdi. Bunların
bazıları çiğ olarak bazıları da pişirilerek yenilirdi.
Ayrıca kokusu keskin olan belirli otlardan ilaç ve sakızlarda yapılırdı. Özellikle şah dereotu alerjiye ve böbrek taşına, boz yağlıca suyu
soğuk algınlığına, hindibağı idrar ve bağırsaklara, bıcırgan otu böbrek
taşına, kırksinir otu yaralara, yilmik genelde vücudun her yerine, düğünotu şişen yerin içindeki iltihabın akmasına, ebe gömeci ve bırçalık
otu mayasıra, nane, ada çayı ve papatya ise mide ağrılarına çok iyi
gelirdi.
Bunların yanı sıra köyde hastalıklardan anlayan tecrübeli kişilere
‘olçun’ denilirdi. Kendi ustalarından ‘el’ alarak bu işi yapan olçunlar
hasta olanları iyileştirmek için özellikle kırık yerlere kavak kambağı
koyarlar, iltihaba arı pisliği sararlar, kulağa ve göze bebek emziren
kadının sütünü damlatırlar, soğuk algınlığına şişe çekip zift vururlar
ve yaraya kül basarlar, itdirseğine sarımsak, kırığa üzümle bal karışımı, yaralara ekşi elma, soğan, iltihaba ise çekirdek zeytin karışımını
sararlardı.
Tüm bu anlatılanlar çok ilkel görünse bile o günün şartlarında
faydalı olduğu gibi günümüzde bile ot ve bitkilerden elde edilen karışımlar daha çok itibar görmektedir. Neticede yapılan tüm ilaçların da
temeline inilecek olursan tabiattaki birçok çiçek, ot ve bitki karışımları
karşımıza çıkacaktır. Bazı otlar ise keyif açısından toplanırdı. Özellikle sakız yapmak için kenger, kara çıtlık ve tavşankulağı toplanırdı.
Bunlardan kara çıtlık ve tavşankulağı topraktan sökülür ve köklerindeki topaklardan toprak yıkanarak hemen çiğnenirdi.
Kenger sakızının yapımı ise biraz uzun sürerdi. Anlatmak gerekirse öncelikle dağdaki dikenli olan kenger toplanırdı. Genelde Seyfe Gölü civarlarında olan bu bitkiyi toplamak için oralara kadar gidilirdi. Daha sonra toplanan kengerler eve getirilir ve dikenli kısmından kesilerek içindeki sütü bir
sahana damlatılırdı. Bir müddet sahanda kaynatıldıktan sonra topaklaşmasının ardından sakız olarak çiğnenirdi. Genelde bu sakızı yapanlar köydeki
çocuklara dağıtarak gönüllerini hoş ederlerdi.
54
Serdar ATABAY
Köz Tandır
Kış aylarında tandırlarda kullanılan ot ve bitkilerden elde edilen yakacaklar ısınmak için çok idealdi. Akşamları tandırın içindeki malzemelerin közlenmesiyle beraber tandırın üzerine engin bir iskemle konulur
ve ısınmak isteyenler ayaklarını bu iskemlenin arasından sokarak tandıra sarkıtırlardı. Daha sonra bu iskemlenin üzerine pala örtülerek ısının
dışarı çıkması engellenirdi. Böylece ayaklar tandırın içindeki sıcaklıkla
ısınır ve bu ortamda sohbetler edilerek vakit geçirilirdi.
Bu tandır haricinde diğer odalarda da yer yer köz tandırları da
olurdu. Bu köz tandırlarına ana tandırdan alınan közler dökülür ve
böylece bu közlerle bulunduğu odaların da ısınması sağlanırdı.
Köz tandırlar ana tandır gibi ekmek ve yemek yapımında değil
tamamen ısınma amacıyla kullanılırdı.
Ayrıca tandırların diğer bir kullanım alanları da çıkardığı alevlerden kaynaklı bir nevi ışık vazifesi görerek aydınlatmayı da sağlıyordu.
Çünkü bilindiği gibi Eskiköyde elektrik olmadığı için ışıkta yoktu.
Işığın olmadığı yerde tandır alevinin aydınlanmayı tamamen sağlayamayacağı bellidir. Zaten tandırlar aydınlatma için kullanılan bir sistemde değildi.
Eskiköyde aydınlatma işi, teknolojinin zamanla değişmesine bağlı
olarak değişkenlik göstermiştir. Aydınlatma cihazlarını bu gelişimlere
paralel olarak sıralayacak olursak şöyledir:
1- Bezir Çırası
2- İdare
3- Gaz Lambası
4- Lüküs
Yukarıda saydığımız dört aydınlatma cihazlarından bezir çırası
hariç diğerlerinin çoğunu belirli dönemler insanlar gördüğü için yalnızca bezir çırasının nasıl ve neden yapıldığını anlatacağım.
Bezir Çırası
Bezir çırasında kullanılmak üzere bir çeşit susam olan zeyrek (zarek) ekilmekteydi. Zeyrek olgunlaştıktan sonra toplanıp değirmenlerde
çekilerek yağı ve posası birbirinden ayrılıyordu. Posası hayvanlara
55
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
yem olarak verilir yağı ise hem köylüler tarafından yemek yapmak
hem de bahsettiğimiz bezir çırasının yanması için kullanılırdı. Bezir
çırası çamurdan yapılan çanaklara zeyrek yağının konulması ve içine
konulan fitilin yakılmasıyla aydınlatma işini sağlardı. En eski aydınlatma sisteminden biri olan bezir çırasına fitil olmadığı zamanlar eski
‘çarlardan’ bir parça kesilerek konulurdu. Çok iyi bir aydınlatma sağlayan bu sistem uzun süre Eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından
kullanılmış daha sonra teknolojinin gelişimine bağlı idare, gaz lambası
ve lüküs sırayla Eskiköylülerin hayatlarında yer bulmuştur. Aydınlatma kadar önem taşıyan diğer bir unsur ise su ihtiyacının karşılanmasıydı. Eskiköyü çevreleyen dağ, tepe ve yamaçlardan söz etmiştik.
Dağ ve tepe yamaçlarından ve köy içersindeki doğal dere yollarından
sonbahar ve kış aylarında akan yoğun sular mevcut bölgenin suya
doymasını sağlıyordu. Böylesine yoğun bir su akışı yer altı su seviyesinin yükselmesine buna paralel olarak ta çeşme ve kuyu sularının
artmasına sebep oluyordu. Mevcut sularla bostanlar sulanır, hayvanların ve insanların su ihtiyacı karşılanırdı.
Tabiatın ve canlıların hayatları içi en önemli ihtiyaç olan suyu
köylüler çeşme ve kuyulardan temin ederlerdi. Köyde aşağı, orta ve
yukarı çeşme olmak üzere üç çeşme vardı. Bu çeşmelerin adları konumlarından dolayı yönsel bir tarif olarak verilmiştir. Köylüler hangi
çeşme kendilerine yakınsa onu kullanırlardı. Ayrıca kuyusu bulunanlarda vardı. Buralardan da su temin etmek mümkündü. Kullanılacak
sular testilerde muhafaza edilirdi.
Eskiköydeki çeşme ya da kuyulardan suların temin edilmesi kolay
fakat evlere taşınması inanılmaz zor ve çok meşakkatliydi. Böyle
yorucu bir işin olması mevcut suyun önemini daha da artırıyor ve
köylülerin dâhiyane fikirleriyle kullanım alanlarının da çoğalmasına
neden oluyordu. Farklı kullanım alanlarından bir tanesi tuvalet diğeri
de banyolarda sergileniyordu. Banyo esnasında uygulanan farklılıktan
bahsedecek olursak şöyleydi:
Konumuzun başlarında her evde bulunan ahır sekilerinden bahsetmiştik. Ahır sekilerinde bulunan hayvan gübreleri bir yerde toplanarak ‘temek’ oluşturuluyor ve bu temeklerde ıslatılarak dışarı seriliyordu. İşte bu gübrelerin ıslatılması için temiz su taşınmasından ziyade kullanılmış sudan istifade ediliyordu. Bu sistem için banyo uygun
56
Serdar ATABAY
görülmüştür. Uygulanış şekli ise kullanılmayan bir kağnı tekeri, ahırın
bir köşesine toplanan temeğin arkasına gelecek şekilde konularak
bunun üzerinde banyo yapılıyordu. Banyoda erkekler ‘gö sabun’,
bayanlar ise ‘gazlı baş kili’ kullanırlardı. Baş kili Cemeleden getirilir
ve kırık çanağa az bir gaz yağı ile konularak karıştırılırdı. Ardından
saça sürülür ve ‘kemik tarakla’ taranırdı. Böylece temeğe akan su
gübreyi ıslatarak yumuşamasını sağladığı gibi hem banyo yapılmış
hem de banyo suyu temeği ıslatmış oluyordu. Daha da önemlisi ahırdaki sıcaklıkla banyo yapan üşümüyordu. Bu işlem başta ilkel gibi
görünse de pratikte zekice düşünülmüş ve uygulanmış bir olaydır.
Sonuç olarak suyun hayatta birçok faydasını sıralarken ne yazık ki
Eski Kızılcaköyün sudan kaynaklanan bir sel yüzünden zarar gördüğünü ve göçün kaçınılmaz olduğunu tekrar hatırlatmamızda fayda
vardır.
Ne acıdır ki yokluğu çekilmez bir dert olan suyun aşırı varlığı neredeyse 800 yıllık geçmişi olan bir köyün tarihten silinmesine ve yüzlerce
insanın atalarından kalma yurtlarını terk etmelerine sebep olmuştur.
57
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki
Köy Oyunları
O
yunların meydana geliş şekillerine bakıldığı zaman insanların
yaşamları esnasındaki tabiat olaylarından, avlanmalardan ve
günlük yaşamdaki figürlerden etkilendiklerini söylememiz doğru bir
yaklaşım olur. Çünkü bu bahsedilen olaylardaki görsel ve fiziksel
etkenler ile oyunlar arasındaki benzerlikleri görmemek mümkün değildir.
Daha sonraki dönemlerde insanlığın dinsel yaşantıları da yine bu
olaylardan kaynaklı yeni bir görselliğe dönüşmüştür. Özellikle Şamanist kültürde kötü ruhları kovmak ya da Tanrıya şükran borçlarını
ödemek için şekillere dayalı fiziksel unsurları kullanmaları dinsel
törenleri meydana getirmiştir. Bu törenler daha sonraları farklı kültürlerin etkisinde kalarak bereket, sağlık, yeni yıl ve önemli günlere kavuşmayı amaçlayan oyunlar haline gelmişlerdir.
Orta Asya da başlayan bu oyun kültürü İslamiyet’in benimsenmesi
ile beraber Anadolu coğrafyasına da gelmiş ve buradaki mevcut kültürlerden de etkilenerek artık yılın belirli günlerinde, düğünlerde,
törenlerde ve eğlencelerde sergilenen oyunlar haline gelmiştir. Böylece insanların vakit geçirmeleri ve eğlenmeleri sağlanmıştır.
58
Serdar ATABAY
Oynanan bu oyunlar yörenin kültürünü, sosyo-ekonomik yapısını,
manevi değerlerini, yaşam tarzlarını ve yöresel konuşma biçimlerini yansıtarak bölge ve bölge insanları hakkında bizlere bilgiler vermektedir.
Eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından oynanan birçok köy
oyunları vardır. Fakat bunlardan birçoğunun ismi bile hatırlanmayarak
unutulmaya yüz tutmuştur. Amacım bu oyunları gelecek nesle yazılı
dahi olsa bırakarak kültür mirasımıza sahip çıkmalarını sağlamaktır.
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin oynadığı oyunları seyirlik (orta oyunu), beceri ve eğlence oyunları olarak üç dalda topladım. Anlatacağım
seyirlik oyunlar oynanmamaktan dolayı tamamen unutulmuştur. Eğlence ve beceri oyunları ise çok azda olsa değiştirilmiş olmalarına
rağmen oynanarak yaşatılmaya çalışılmaktadır.
1. Tura Oyunu
Eski Kızılcaköy Türkmenleri arasında sıkça oynanan bir tür beceri
oyunudur. Genelde kişi sınırlaması olmayan oyunda 2 ebe ile beraber
8 kişilik oyuncu ekibi vardır ve oynanış şekli ise şöyledir.
Öncelikle geniş ve düz bir alanda oynanması gereken oyunu oynayacak mekân tespit edilir. Bu alan genelde köydeki harman yeri ya
da düz yayla tarzı yerler olabilir. Yeri ayarladıktan sonra oyun alanının ortasına iri bir kazık çakılır bu kazığa 8-10 metre uzunluğunda iki
adet urgan bağlanır ve bu urganlardan oyun için seçilen iki ebe tutarak
kazık etrafında dönmeye başlarlar. Bu esnada kazık etrafına elleri
kamçılı kişiler daire şeklinde dizilip urganlara tutunmuş ebelere kamçılarla bir yandan vururken diğer yandan da ebelere yaklaşıp uzaklaşma hareketi yaparak ebelerin kendilerini yakalamalarını önlemeye
çalışırlar.
Oyun esnasında ebenin amacı ise kamçıyla kendilerine vuran kişileri ellerindeki urganları bırakmadan yakalamaya çalışmaktır. Eğer
ebeler kendilerine vuranları yakalayamadan oyun sürüp giderse yedikleri dayak yanlarına kâr kalır. Bu esnada kendilerine vuranlardan birer
tanesini yakalarlarsa o yakaladıkları kişiler yeni ebeler olurlar ve ortaya geçerek oyuna kaldıkları yerden devam ederler. Biraz sert gibi
görünen oyunda oyuncular birbirlerine vurma hareketlerini tamamen
arkadaşlık çerçevesi içersinde yaptıkları için oyun daha da bir zevk
kazanır ve oyuna gülerek devam ederler.
59
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
2. Kelle Atma
Tamamen beceri oyunu olan kelle atma sadece düğünlerde oynanan bir tür güç gösterisidir. Buradaki amaç köyün en güçlü erkeğini
tespit etmektir. Oynanış şekli ise şöyledir.
Düğün evinde kesilen büyükbaş hayvanın kellesi oyunun en
önemli malzemesini teşkil eder. Bu kelle düğün sahibi tarafından saklanarak oyunun başlaması esnasında gençlere verilir. Oyunun amacı
mevcut kellenin istenilen evin damına, yarışma için iddialı kişiler
tarafından atılmasıdır. Köyün gençleri kelle ile beraber öncelikle oyun
için seçilen evin önüne giderler. Bu evin köydeki en yüksek ev olması
önemli bir kuraldır. Oyundaki ev seçildikten sonra burada toplanan
gençlerden kendisine güvenenler ‘Bu oyunda bende varım’ diyerek
meydana çıkarlar. Oyun başlanmadan önce kellenin burun kısmı içten
delinerek parmaklarla tutulabilecek şekle getirilir.
Oyunda gençlerin uyması gereken kural ise evi arkalarına alacak
şekilde geriye doğru kelleyi atmalarıdır. Öncelikle kelle yere konulur ve
sonra atacak kişiler sırayla kellenin burnunu parmaklarıyla kavrayarak
evin damını arkalarına alacak şekilde fırlatırlar. Sırayla deneme yapıldıktan sonra damın üstüne düşürmeye başaran kişi yarışmayı kazanır ve
köyün en kuvvetli erkeği unvanını alır. Eğer dama birkaç kişi düşürürse
o zaman damın üstüne belli mesafede urgan gererler bu sefer bu urganı
geçiren birinci olur. Oyunun bitmesiyle beraber düğün evindeki davul,
zurna ekibi çağırılarak bunların eşliğinde kalabalık gurup yarışmayı
kazanan kişiyi kendi evine kadar türküler eşliğinde oynayarak sırtlarında getirirler ve kazanan kişinin evinin önünde davul, zurna çalıp gelenlere şeker, şerbet ikram ederler. Böylelikle oyun sona erer ve köyün en
kuvvetli erkeği yani köyün yiğidi seçilir. Kazanan kişi ömrünün sonuna
kadar bu unvanıyla anılarak saygıya tabi kılınır.
3. Çırahma
Bir tür beceri oyunu olan çırahmada kişi sınırlaması olmamasına
karşı genelde 5-6 kişiyle oynanır. Bu oyununda geniş bir alanda oynanmasından dolayı genelde harman yeri tercih edilir. Oynanış şekli
ise şöyledir.
Oynanacak sahaya normal bir daire çizilir ve daire içersine üç
ayaklı, çatal şeklinde ağaçtan yapılma bir ‘çelik’ konulur. Çizilen
60
Serdar ATABAY
dairenin yanında da oyunun ebesi bekler. Daha sonra daire içersindeki
çeliğe belli bir mesafeden çizgi çekilir ve burada ellerinde değnekleri
olan yarışmacılar bekler. Yarışmacıların amacı bulundukları mesafeden ellerindeki değnekleri sırayla fırlatıp daire içersindeki çeliği vurarak belli bir mesafeye uzaklaştırmaktır. Değneği fırlatıp çeliği vuran
yarışmacı çeliğin uzaklaşması ile bulunduğu yerden hemen koşarak
attığı değneği düştüğü yerden alıp başladıkları çizgiye hemen geri
döner. Bu arada ebenin yapması gerekende vurulan çeliği düştüğü
yerden koşarak almak ve bu arada değneğini almaya gelen yarışmacıya yetişip el sürerek onu sobelemek ve böylece onu ebe yapmaktır.
Artık sobelenen kişi ebe olur ve yarışma bu şekilde sürüp gider. Bu
oyunda pratiklik ve hız en önemli unsurdur. Bu iki unsuru başaran kişi
oyun bitene kadar ebe olmaktan kurtulur.
4. Güvercin Taklası
Tam bir eğlence oyunu olan güvercin taklası genelde sekiz kişiyle
oynanır. Oyuncular oyuna başlamadan önce dörderli iki guruba ayrılırlar ve ebe olacak gurubu seçerler. Oynanış şekli ise şöyledir.
Ebe olan guruptaki iki kişi sırt sırta vererek ellerini dizlerine getirir ve eğilirler. Diğer iki kişide eğilen bu kişilerin kalçalarına karşılıklı
olarak kafalarını yanaştırarak zemini oluşturmuş olurlar. Karşı guruptakiler belli bir uzaklığa geçerek kafaları diğer iki kişinin kalçasına
yanaşmış olanların üstünden hiza alarak sırayla takla atmaya başlarlar.
Burada amaç hiza aldıkları yerden atlarken düzgün bir şekilde karşı
tarafa geçmektir. Eğer atlayanlardan bir kişi hizasını aldıkları yerden
çapraz olarak karşıya geçerlerse ya da karşıya hiç geçemezlerse yanmış olurlar. Bundan sonra zemini yanan gurup oluşturur diğer guruptaki oyuncularda kuralına uygun olarak atlamaya çalışırlar. Oyunda
her hangi bir süre sınırlaması yoktur. Tamamen oyuncuların belirleyecekleri zamanla alakalı olarak oyun uzayıp kısalabilir.
Bu oyunun sonucunu tamamen atlayacak kişilerin kabiliyetleri belirlemektedir.
61
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
5. Cin Boru
Bir tür beceri oyunudur. Kişi sınırlaması yoktur ancak genelde 6
kişiyle oynanır. Geniş ve düz yerde oynanmasından dolayı yine harman yeri tercih edilir. Oynanış şekli ise şöyledir.
Oyunun oynanacağı yere 15cm. çapında bir delik kazılır ve kişi
sayısı olan 6 adet delik aynı ölçülerde ve belli aralıklarla ilk kazılan
deliği çevreleyecek şekilde açılır. Her oyuncuya açılan altı dairenin
birer tanesi tahsis edilir böylece her delik, sahibinin ismiyle söylenir.
Sonra bu deliklere belli bir mesafeye çizgi çekilir. Burası kale olur ve
yarışmacılar burada dikilir.
Oyun başlamadan önce büyükbaş hayvanın taranan kılları toplanıp
tükürükle yuvarlanarak kıldan top haline getirilir.
Oyuncuların amaçları bu topu etrafı kişi sayısıyla eşit açılan deliklerin arasından geçirerek orta deliğe sokmaktır. Ebenin görevi de deliklere giren topu yarışmacılara geri vermektir. Yarışmanın başlamasıyla çizgide yan yana duran yarışmacılardan en baştaki ilk topu atar
ve en ortadaki deliğe girdirmeye çalışır. Tabi ki bir kaç kez denedikten
sonra atılan top ilk açılan deliğe girerse topu girdiren yarışmacı hemen
yanındakinin sırtına biner ve bindiği yarışmacı orta deliğe topu girdirene kadar sırtında bu kişiyi taşımak zorunda kalır. Ebe en kısa zamanda attığı topu orta deliğe girdirmeyi başarırsa hem sırtında insanı
taşımaktan kurtulur hem de kendisi topu deliğe girdirdiği için yanındaki diğer yarışmacının sırtına binerek yarışmayı bu şekilde devam
ettirir. Oyundaki amaç el becerisini çok iyi kullanmaktır.
6. Aşık Oyunu
Çok eski bir Türkmen oyunu olan aşık oyunu Eski Kızılcaköy
Türkmenleri tarafından sıkça oynanırdı. Genelde 5-6 kişiyle çift tırnaklı hayvanların ön dizlerinde bulunan eklem kemiğiyle oynanan bir
tür beceri oyunudur. Eskiköyde iki çeşit aşık oyunu oynanırdı. Oynama şekilleri ise şöyledir.
Birincisi ‘cızgılı’ diye bilinen oyundur. Bu oyunda yere normal bir
daire çizilir. Dairenin içersine oynayan kişiler beşer tane enek (Aşık
kemiğinden sermaye) dizerler. Daha sonra bu dairenin belirli uzaklığına düz bir çizgi dizerler ve burası kale olur. Kaleye herkes dizilir ve
62
Serdar ATABAY
sırayla ellerindeki sakayla (Biraz daha iri içersine kurşun akıtılmış
aşık) daire içersindeki ‘enekleri’ çıkarmaya çalışırlar. Atılan sakaya
kurşun dökülmesinin amacı sakaya ağırlık vermek ve atılan enekleri
rahatça daireden dışarı çıkarmayı sağlamaktır. Daire içersinden kim
daha çok enek çıkarırsa çıkardığı adet kadar enek onun olur. Oynayanlar oyun sonunda şu kadar enek üttüm diyerek oyunda sağladıkları
başarıyla övünür.
İkincisi ‘tek cizi’ diye bilinen aşık oyunudur. Bu oyunda ise tek
bir çizgi çizilir ve oynayanlar yine beşer tane bu çizgi üzerine enek
dizerler. Ama bu eneklerin ortasına da daha büyük bir enek (Aşık
kemiği) koyarlar. Oyun başlamadan belli bir mesafeye oyuncular dizilirler ve bu mesafeden dizili eneklere atış yaparlar. Ne kadar çok çizgiden enek çıkaran olursa bu eneklerin sahibi o olur. Ancak ortaya
dikilen bu büyük enek ne işe yarar denilirse işte o büyük olan vurulursa yerdeki dizilenlerin hepsi vuranın olur. Oyundaki amaç bu iri eneği
vurarak başarı sağlamak ve diğerlerini ütmektir.
7. Hele de Hele de İt Kuyuya Düştü
Çok basit ve heyecan verici bir oyun olan ‘hele de hele de it kuyuya düştü’ genelde ilkbaharda oynanır. Kişi sınırlaması yoktur ve
çoğu zaman kız-erkek karışık oynanır. Oynama şekli ise şöyledir.
Eski Kızılcaköy Türkmenleri önceleri buğday ve arpalarını ambarların olmaması nedeniyle yerlere açtıkları 1 ila 1,5 m. derinliğindeki
kuyulara doldururlardı. Bu kuyuların üzerlerini samanla kapatır sonra
toprakla örterlerdi. Daha sonra bu kuyudan ihtiyaçları olan malzemeyi
bitirinceye kadar alıp içini boşaltırlardı. İşte kuyuların boşalmasıyla
beraber oyunun oynanacağı yer temin edilmiş olunur. Boşalan kuyunun başına küçük çocuklar toplanır ve birini ebe seçerler. Seçilen ebe
boş kuyunun içersine girer diğerleri kuyunun etrafında kalırlar. Ebenin
amacı kuyunun içersinden çıkmadan çevresinde dönen yarışmacılardan birini hafif zıplama hareketleri yaparak ya entarisinden ya da
ayaklarında tutarak kuyu içersine çekmeye çalışmaktır. Kuyunun dışındakilerin amacı da delikten fazla uzaklaşmadan hafif gel-git yaparak ebeyi el-kol hareketleriyle sinirlendirmektir. İşte ebe bu arada
yakaladığını kuyuya çeker ve kuyuya çektiği kişi yeni ebe olur. Her
oyunda olduğu gibi bu oyunda da pratik ve hızlı olan kişi ebe olmaktan kurtulur. Çok heyecan verici olan bu oyun böyle sürüp gider.
63
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
8. Sülake
Bir tür beceri oyunu olan ‘Sülakede’, çırahmanın neredeyse aynısıdır. Kişi sınırlaması olmamasına karşı genelde 5-6 kişiyle oynanır.
Bu oyununda geniş bir alanda oynanmasından dolayı genelde harman
yeri tercih edilir. Oynanış şekli ise şöyledir.
Oynanacak sahaya normal bir daire çizilir ve daire içersine hont
(yuvarlak taş) konulur. Çizilen dairenin yanında da oyunun ebesi bekler. Daha sonra daire içersindeki honta belli bir mesafeden çizgi çekilir ve burada ellerinde sülake denilen yassı taş olan yarışmacılar bekler. Yarışmacıların amacı bulundukları mesafeden ellerindeki sülakeyi
sırayla fırlatıp daire içersindeki hontu vurarak belli bir mesafeye uzaklaştırmaktır. Sülakeyi fırlatıp hontu vuran yarışmacı hontun uzaklaşması ile bulunduğu yerden hemen koşarak attığı sülakeyi düştüğü
yerden alıp başladıkları çizgiye hemen geri döner. Bu arada ebenin
yapması gerekende vurulan hontu gittiği yerden koşarak almak ve bu
arada sülakeyi almaya gelen yarışmacıya yetişip el sürerek onu sobelemek ve böylece onu ebe yapmaktır. Artık sobelenen kişi ebe olur ve
yarışma bu şekilde sürüp gider. Bu oyunda pratiklik ve hız en önemli
unsurdur. Bu iki unsuru başaran kişi yarışma bitene kadar ebe olmaktan kurtulur.
9. Köse Oyunu
Bu oyuna bir tür orta oyunu da diyebiliriz. Genellikle kadınların
toplandığı bir ortamda oynanır. Üç bayanın rol aldığı bu oyunda Tavuk, Ferik ve Köseden oluşan bir ailenin miras konusu işlenir. Köse
evin reisini, tavuk ilk hanımını, ferik ise ikinci hanımını canlandırır.
Oyunun konusu ölüm döşeğinde olan Köseye eşleri sırayla soru sorarlar ve aldıkları cevaplarla Kösenin hangisine ne derecede değer verip
vermediğini öğrenmeye çalışırlar. Oynanış şekli ise şöyledir.
Köseyi canlandıran bir kadın yere uzanır ve üzerine çarşaf örtülür.
Tavuk ve ferikte hasta olan Kösenin başına oturarak ona soru sormaya
başlarlar.
Tavuk : Köse Köse ne yersin? Canın ne ister?
Köse : Canım hiçbir şey istemez. Görmüyon mu? Ben ölüyom
artık.
64
Serdar ATABAY
Tavuk : Aman Köse ölüyom dersin bizi de arada koyarsın.
Köse : Gidiyom gitmesine ama ‘isli tafana’ ile turşu kübü senin
olsun.
Ferik : Aman Köse gidiyom dersinde bana ne bağışlarsın?
Köse : Sana da Seydi bağı bağışlarım.
Tavuk : Köse Köse hani go boncuğum (gönlüm sende demek)
sende diyodun. Niye utanmadan bana yalan söyledin.
Ferik : Vah hani go boncuğum tek sende diyodun bana da mı yalan söyledin boyu devrilesice.
Diyerek tavuk ve ferik birbirleriyle kavga ederler. Bu şekilde Kösenin yalanları ortaya çıkmış olur. Bu konuşmalar doğaçlama olarak
daha da uzayabilir ve oyun daha bir zevkli olur. İzleyenler ise ara sıra
oyuna lafla atıfta bulunup izleyenleri gülmekten kırıp geçirirler.
10. Deveci Oyunu
Bir tür beceri oyunudur. Oyuncu sınırlaması olmadığı gibi ne kadar
fazla kalabalık olursa o kadar heyecanlı olur. Toplanan gençler çoğu
oyunda olduğu gibi geniş bir alana giderler malum bu alan harman yeridir. Toplanan gençlerden bir tanesi gönüllü olarak ebe olur ve ebe kalesinde bekler. Diğer oyuncularda birbirlerinin ardı sıra dizilirler ve birbirlerinin bellerinden tutunarak tek sıra halinde bir dizi yani katar oluştururlar. Bir nevi deveci dizisi ya da katarı da diyebiliriz. Katarı yöneten
ise katarın en önünde bulunan oyuncudur. Bu oyuncuyu deveci başı ya
da dizi başı olarak ta adlandırabiliriz. Ebenin belirlenmesi ve katarın
oluşturulmasıyla oyuna başlanır. Oyun kısaca şöyledir.
Seçilen ebe deveci dizisine saldırarak diziden insanları ayırmaya
çalışır. Deveci dizisinin amacı ise birbirlerinden ayrılmadan oyun
alanı içerisinde, deveci başının eşliğinde ebeden kaçmaya çalışmaktır.
Bu kaçma hareketi zor bir iştir. Çünkü deveci başına herkes tabii olacağı için ondan farklı hareket yapmak kesinlikle yasaktır. Baştakine
bağımlı yapılan kaçış hareketleri oynayanlara ayrı bir zevk vererek,
heyecanı artırır. Oyun başlamadan önce deveci katarı ile ebe arasında
geçen sözler şunlardır.
65
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Ebe
Deveci başı
Ebe
Deveci başı
Ebe
: Kangır kaparım.
: Kapaman.
: Tuz torbanı yırtarım.
: Yır-taaaa-maaan
: Verirsen ver, vermesen devenin alayını alır kaçarım
der. Ve oyun başlar.
İlk önce ebe koşarak deveci dizisine saldırıya geçer ve tuttuklarını
diziden koparmaya çalışır. Dizi başı da ebeden kaçarak diziyi bozdurtmamaya çalışır. Oyun ebenin dizideki bütün kişileri koparıp almasından sonra sona erer. Çok zevkli olan bu oyunda pratiklik en önemli
unsurdur.
11. Yer Zıkkası
Yalnız erkekler arasında oynanan bu oyuna ‘uzun binit’te’ denir.
Oyuncu sınırlaması olmadığı gibi kalabalık oynanması tercih unsurudur.
Oyunda iki eşit sayıda gurup vardır. Öncelikle bu gurupların oluşturulması sağlanır. Gurupları oluşturanlarsa gurup başları diye adlandırılan
kişilerdir ve kalabalıktan sırayla adam seçerek ekiplerini oluştururlar.
Her gurup başının amacı oyuncuların en heybetlisini ve kilolusunu tercih etmesidir. Çünkü ağırlığa dayalı bir oyun şekli olan yer zıkkasın da
kilo en önemli unsurdur. Ekipler oluşturulduktan sonra kura çekilir ve
bir gurup yatma diğer gurup ise atlama işini yapar. Bundan sonra oyuna
geçilir. Oyunu kısaca anlatmak gerekirse şöyledir:
Guruplar kendi aralarındaki en zayıf kişiyi kale yaparlar. Kalenin
amacı sert bir yüzeye sırtıyla yaslanarak ayakta durmaktır. Oyuna
başlamadan önce herkes ulansın (birbirleriyle birleşsin) denilir. Ekibin
diğer kalanlarından ilki ebenin bacak arasına kafasını koyar ve diğerleri de peşin sıra birbirlerine ulanarak uzun bir sıra oluştururlar. Diğer
gurup ise eğilenlerin üzerlerine belli mesafeden koşup en sonda yatanın sırtından destek alarak yukarı doğru zıplama hareketiyle öndekilerin üzerine doğru sertçe atlarlar. Ekiptekilerin hepsi atlayıp belli süre
alttakilerin sırtlarında beklerler. Bu sürede yatan ekip dağılırsa veya
çökerse atlayan ekip oyunu kazanır ve tekrar atlar. Eğer yatanlar sırtlarındakileri verilen sürede taşır ve çökmezlerse atlayan ekip yatar diğer
ekip atlamaya hak kazanır. Oyun böylece sürüp gider. Fakat oyunda
66
Serdar ATABAY
fiziksel sertlik olduğu için biraz tehlikelidir. Ama oyuncular bu tehlikenin farkında oldukları için atlama hareketlerini biraz yumuşatarak
daha dikkatli olurlar
12. Gömbe Çelik
Bir tür beceri oyunu olan gömbe çeliğe gömmeli çelikte denilir.
Genelde 5-6 kişi tarafından koyun güderken yumuşak toprakta oynanır. Oyun kısaca şöyledir.
Oyundaki her kişi birbirine yakın şekilde dururlar ve durdukları
yer herkesin kendi kalesi olur. Her birinin elinde ‘küskülüç’ denilen
ucu spatulaya benzeyen değnekler vardır. Bu değnekler ebe tarafından
atılan çeliğe vurma işlemiyle beraber yeri eşmeye de yarar. Öncelikle
oynayanlardan bir kişide ebe seçilir. Ebe elindeki çeliği karşısındakilere sırayla atar. Attığı kişi küskülüçle çeliğe olağanca hızla vurup
alandan uzaklaştırır. Ebe uzaklaşan çeliği almaya giderken diğerleri
ebenin kendi kalesini ellerindeki küskülüçle kazmaya başlarlar.
Bu arada ebede çeliği aldıktan sonra koşarak kendi kalesini eşenlerden birine dokunmaya çalışır. Eğer herhangi birine dokunursa o kişi
ebe olur ve çelik atmayı o sürdürür ve onun kalesi eşilmeye başlanır.
Oyun bu şekilde sürerken kimin kalesi en erken diz boyu seviyesine
gelirse o kişi ayaklarını kuyuya sokar ve üzerine toprak konularak
toprağa gömülür. Yarışmacılar tarafından cezasını çektiğine kanaat
getirilinceye kadar toprakta tutulur ve sonra çıkarılır. Oyun bu şekilde
sona erer. Bu oyun anlaşılacağı gibi biraz riskli ve sağlık açısından
tehlikeli olabilir. Ancak oyuncuların mantıklı olması bu tür tehlikeleri
engelleyebilir.
13. Deve Oyunu
Bir tür orta oyunu olan deve oyunu, genellikle Kıllı Koca ile beraber takım halinde düğünlerde oynanır. Fakat ben burada tek başına
deve oyununu ve yapılışını anlatacağım:
Öncelikle devenin yapılışından başlayalım. Deveyi iki kişi oluşturur. Bunlar arkalı önlü 2-3 adım mesafede dururlar. Dışardan birileri
tahta merdiveni başlarından geçirerek omuzlarına koyarlar ve her
ikisinin kafaları dışarıda kalarak devenin hörgüçlerini oluştururlar.
67
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Bazen de kafalarının yanlarına yastıklar koyarak da hörgüçleri oluşturdukları olur.
Daha sonra devenin kafasının yapılmasına geçilir. Kafayı oluşturmak için bir orak bulunur ve orağın kesici kısmına bezler bağlanarak deve kafasına benzetilir. Kafa kısmına iki ayna takılarak gözlerini,
iki tahta kaşıkla da kulaklarını meydana getirirler. Arkasından boynuna büyük zil takıp ve yuları da boynuna geçirerek devenin kafa kısmını tamamlamış olurlar. Devenin kafa kısmı kim devenin ön kısmını
oluşturacaksa ona verilir oda elinde orağı havaya doğru dikerek devenin boyun kısmını oluşturmuş olur. Deve vücudunun geri kalan kısmına da ‘pala’ ve kilimler örtülerek devenin yapılışı tamamlanır. Hazır
olan deveyi yönetecek bir kişi seçilir oda devenin yularından tutarak
kontrolü sağlar. Oynama şeklide şöyledir:
Deve oyunu düğünlerde oynandığı için davul zurna eşliğinde
oyunlar oynanarak insanları eğlendirirler. Tabi düğün eşrafının oynadığı gibi deve de müzik eşliğinde hafif ritmik zıplama hareketleri ve
çökme-kalkma hareketleri yaparak düğüne ayrı bir hava katarak insanların neşelenmesine sebep olur. Deve ve deveci oyuna kendilerini öyle
kaptırırlar ki deve düğün evinden çıkar köyde dolanmaya başlar. Bu
esnada deveyle birlikte köylülerde alkışlar ve oyunlar eşliğinde köyü
dolanmaya başlarlar. Devenin gezdiğini gören köylüler deveciye parayla beraber yiyecekte verirler. Bu paralar davulcularla bölüşülür.
Kalan para ve yiyecekler ise düğün sahibine verilerek maddi destek
sağlanmış olur. Deve oyunu çoğu zaman Kıllı Koca ekibiyle ortak
hareket ederek kalabalık bir orta oyunu haline gelirler. Böylece düğün
evinde bir tür köy tiyatrosu canlandırılarak bütün köylünün neşelenmesi sağlanır.
14. Kovak Taşı
Bir tür beceri oyunudur. Oyuncu sınırlaması olmayan oyunda geniş toprak bir alan tercih edilir. Oyun için toplanan gençler kaleyi
oluşturacak uzun bir çizgi çizerler ve buraya yan yana dizilirler. Oyun
için gerekli olan yaklaşık 10 kiloluk ve 30cm. ye yakın kovak taşı da
oynanacak yere getirilir ve oyuna başlanır.
Öncelikle oyunu yönetecek bir hakem seçilir. Hakem herkesin güvenini kazanmış bir kişi olur. Kalede bulunan oyuncuların amacı bah68
Serdar ATABAY
settiğimiz kovak taşını yerden kaldırarak en uzağa atmaya çalışmaktır.
Atılan taşların yerleri hakem tarafından belirlenir ve en uzağa atan kişi
tespit edilerek yarışmanın galibi belirlenir. Bu tür oyunlar ara sıra
bahisle de oynanır. Bahis genelde yiyecek türü şeyler üzerine yapılır.
Oynanması çok basit olan bu oyun vakit geçirmek için bire birdir.
15. Tengelbaş
Eski Kızılcaköy Türkmenleri arasında ‘tengelbaş’ ya da ‘taklabaş’
olarak adlandırılan bu oyun yalnız erkeklerin oynadığı bir oyundur.8
kişilik bir ekibin 4’er kişilik iki guruba ayrılmasıyla oynanır. Oyun
kısaca şöyledir.
4 kişilik ilk gurup eğilerek kafalarını birbirleri ile temas ettirir elleriyle de birbirlerinin omuzlarına sarılarak atlanacak zemini oluştururlar. Diğer 4 kişilik gurupta eğilenlerin karşılarına çapraz şekilde
geçerek üzerlerinden yine çapraz şekilde takla atmaya başlarlar. Bu
atlamalar ekiplerin belirledikleri süre içerisinde yaptıkları iştir. Yani
verilen sürede bir ekip yatar diğerleri atlar sonra yatan gurup atlar
diğerleri eğilir. Oyunda amaç ise atlayan gurubun yaptığı atlama hareketleriyle yatan gurubu ya çökertmeleri veya birbirlerinden ayırmalarıdır. Bu bahsettiklerimizden bir tanesini yapmaları o turdaki sayıyı
almaları demektir. Neticede oynanan turlarda kim daha çok sayı alırsa
o gurup birinci olur. Oyunun harekete dayalı fiziksel bir iş olması
oynayanları aşırı heyecanlandırır ve oyunun neşeli geçmesini sağlar.
16. Kıl Topu Oynama
Bu oyun şimdiki futbol oyunudur. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin
en sevdiği oyunlardan biridir. Oyunda geniş alan şartı vardır buda çoğu
oyunda olduğu gibi harman yerinin tercih edilmesiyle olur. Oyun için eşit
sayıda iki ekip ve oynanması için top gerekir. Topun yapılışı da şöyledir.
Belli zamanlarda taranan büyükbaş hayvanların kılları biriktirilir ve tükürük ya da suyla yuvarlaklaştırılarak topun yapılması sağlanır. Elde edilen
bu topla iki ekip kısa mesafede kaleler oluşturarak maç yaparlar. Maçta
en çok golü atan birinci olur. Bazen de kıl topunu ekipler karşılıklı birbirlerine elle atarak elle oynanan bir oyun haline getirirler. Bu oyundaki
amaçta topun yere düşmeden elden ele dolaşmasıdır.
69
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
17. Ay Gördüm
Geceleri ayın en parlak olduğu zamanlarda oynanır. Herhangi bir
kişi sınırlaması olmadığı gibi bayanlar ve erkekler karışık oynar. Öncelikle ebe olacak kişi belirlenir. Ebenin seçilmesi şöyle olur. Oyun
alanının herhangi bir yerine uzun bir çizgi çizilir. Tüm oyuncular belli
mesafeden yan yana eşit şekilde yapışık adımlarla adımlayarak çizgiye
doğru yürürler. Çizgiye gelindiğinde kimin adımları diğerlerinkinden
önde olursa o kişi ebe olur. Ebenin görevi herhangi bir ağaç veya duvara yüzü gelecek şekilde kapanır. Kapandığı yer oyunun kalesidir.
Ebe, kalede belirli sayıya kadar gözü kapalı sayar ve bu arada diğer oyuncularda ebenin saymasıyla beraber bulundukları çevrenin
herhangi bir yerinde saklanırlar. Bu arada ebe saymayı tamamlar ve
saklananları aramaya başlar. Saklananların amacı ise çok iyi kamufle
olmak ve ebenin kaleyi terk etmesiyle beraber ondan önce koşarak
kaleyi sobelemektir. Ancak bu şekilde oyunda kalmayı başarırlar. Ebe
arama işlemini yaparken gördüklerini isimleriyle beraber bağırarak
söyler ve kalesine giderek o kişileri sobeler. Böylece ebenin ilk gördüğü kişi ebe olur ve arama işini devralır. Geceleri ay ışığında oynanması çok heyecan verici olduğu için Eski Kızılcaköy Türkmenleri
arasında en sevilen oyun budur.
18. Çelik Oyunu
Bir tür beceri oyunu olan çelik oyunu gömmeli çelikle hemen hemen
aynıdır. Gömmeli çelikten tek farkı bu oyunda yeri eşme ve cezalandırma
yoktur. Genelde 5-6 kişi tarafından oynanan oyun kısaca şöyledir.
Oyundaki her kişi birbirine yakın şekilde dururlar. Her birinin
elinde ‘küskülüç’ denilen değnekler vardır. Bu değnekler ebe tarafından atılan çeliğe vurma işlemini yaparlar. Öncelikle oynayanlardan bir
kişide ebe seçilir. Ebe elindeki çeliği karşısındakilere sırayla atar.
Attığı kişi küskülüçle çeliğe olağanca hızla vurup alandan uzaklaştırır
ve ebenin olduğu yere koşup oradan da tekrar kalesine gelmeye çalışır. Bu arada ebe uzaklaşan çeliği almaya gider ve çeliği aldıktan sonra kendi kalesine koşmaya çalışana vurmaya çalışır. Eğer ebe koşana
dokunursa o kişi ebe olur ve çelik atmayı da o sürdürür. Oyun bu şekilde sürüp gider. Oyunda kim ne kadar hızlı ve seri olursa o kadar
avantajlı olur.
70
Serdar ATABAY
19. Pışpıdı
Bayanlar arasında oynanan bir oyundur. İki kişi ayakta oynarken
iki kişide ellerinde tef ve zilli maşayla türkü söyleyerek eşlik ederler.
Öncelikle şu türkü sözleriyle oyuna başlanır:
Çekirgenin ayağında nalini.
Suya gider kaymakamın gelini.
Çuvallarda un koymadın çekirge.
Farelerde don koymadın çekirge.
Ari, bürü, götü sivri çekirge.
Denildikten sonra ayaktaki iki oyuncu ‘pışpıdı, pışpıdı’ diyerek
ayaklarını sağa ve sola atmak suretiyle zıplamaya başlarlar. Oyunun
hızlanmasıyla beraber tamamen havaya zıplayıp elleriyle ritmik alkış
tutarak birbirlerinin ellerine vururlar. Çok eğlenceli olan oyunu izleyenler ise gülerek eğlenirler.
20. Kızak Kayma
Kış aylarında oynanan bir oyundur. Oynanış şekli ise şöyledir.
Karın yağmasıyla beraber gençler yanlarına ekmek tahtalarını ve merdivenlerini alarak köyün en yüksek tepesine çıkarlar. Yarışacak kişiler
çıktıkları tepenin üstünde aynı hizada yan yana dizilerek aşağıya doğru kaymaya başlarlar. Kim ilk önce tepenin en alttaki kısmına erken
ulaşırsa o kişi yarışmanın galibi olur. Çok basit olan bu oyun aşırı
derecede heyecanlı olduğu için çocuk ve gençler tarafından en çok
tercih edilen oyundur. Bu oyunun ardından da herkesin birbirine kar
atması ve karda birbirlerini yere yatırmalarıyla oynanan kar dövüşü
oynanır. Gençlerin birbirlerine kar atmaları ve yerlere yatırarak ıslak
zeminde sürünmeleri neticesinde gençlerin ıslanması kaçınılmaz olur.
Bunun neticesinde ıslanan gençler ortaya büyük bir ateş yakarak ısınmaya çalışırlar. Kar ve ateşin yan yana olması oyuna ve oynayanlara
ayrı bir haz verir.
21. Develi Oyunu
Düğünlerde bayanlar tarafından oynanan bir oyundur. Oyun aşağıdaki tekerlemenin söylenmesi ile başlar.
71
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Develi dayılak
Geliyo oyunak
Çek deveci develeri engine aman aman
Şimdi rağbet güzel ile zengine aman aman
Diyerek hafif bir zıplama hareketi ile yarı dönerek dairesel hareketler yapılır ve yavaş yavaş zıplamaya başlanır. Tef eşliğinde oynanan bu oyunda, oyuncular ve izleyenler de ritmik şekilde alkış tutarak
oyuna müzikle beraber katılırlar. Sonra oyunun hızlanmasına ve yavaşlamasına göre değişmeli olarak, ayağın biri kaldırılıp biri basılır ya
da her ikisi birden kaldırılarak yarı yüksek zıplama hareketi ile beraber oyuna devam edilir. Oyunu izleyenler alkışlarını hızlandırırken tef
çalanlar da aynı tempoyu yakalayarak oyuncuların el şaklatarak oynamalarını sağlarlar. Oyun için herhangi bir zamanlama yoktur. Tamamen o anki ortama ve kişilerin performansına bağlı olarak oyunun
süresi belirlenir. Oyunun en büyük özelliği, oynayanların her birinin
ayak ve el hareketlerinin birbirleriyle uyumlu olmasıdır. İzleyenlerin
ve tefle eşlik edenlerin de alkışlarının ve tefe vuruşlarının aynı uyumu
göstermeleridir. Bu uyum oyunun zevkle izlenilmesini ve insanların
neşelenmelerine vesile olur.
22. Hopdirilim
Bayanlar arasında oynanan bir tür oyundur. İki kişi ayakta oynarken iki kişide ellerinde bulunan tef ve zilli maşayla eşlik ederler.
Oyuna öncelikle şu türkünün söylenmesiyle başlanır:
Çiçek dağlar meşeli.
Dibi halı döşeli.
Ne ağladım ne de güldüm.
Ben bu aşka düşeli.
Hopdirilim.
Hopla babuş yırtılsın.
Yırtılırsa yırtılsın.
Kayseri’de çoğumuş.
Dürzü baban getirsin.
Denildikten sonra oynayan iki kişi öncelikle kendi etraflarında
dönerler ve yavaş yavaş dönerek birbirlerinin etraflarında daire çizer72
Serdar ATABAY
ler. Tef ve zilli maşanın hızla çalınmasıyla beraber oyuncular bir yandan zıplayarak bir yandan da ellerini şıplatarak ritmik şekilde yukarı
aşağı kaldırıp indirirler.
Oyunun hızlanması ve oynayanların kendilerini oyuna kaptırmalarıyla beraber oyuncular ellerini bellerine koyarak ‘pırpır’, ‘pışpış’ tarzı
sesler çıkarırlar ve daha da hızla zıplayarak oyuna devam ederler.
Oyun öyle neşelenir ki oyuncular kendilerinden geçerler ve yorulana
kadar oyuna devam ederler.
23. Kıllı Koca
Düğünlerde oynanan Kıllı Koca bir tür orta oyunudur. Oyun iki
gelin, Arap ve Kıllı Koca’nın olduğu bir ekiple oynanır. Fakat eğlencenin durumuna göre doğaçlama olarak oyuna katılanlar da olur. Katılanlar köyün efeleri olarak adlandırılan köylüler içinden seçilen iki efe
ve düğünde bulunan deve oyunu ekibidir. Her birinin oyuna dâhil
olmalarıyla beraber kalabalık bir orta oyun ekibi meydana gelmiş olur.
Kıllı Koca ekibindekilerin görevleri ise şöyledir.
Kıllı Koca: Üzerinde ‘maşlak’, elinde uzun bir sırık, yüzünde
yünden kaba bir takma sakal, başında al fes ve ayaklarında yün çorapla birlikte çarık vardır. Görünüşüyle ve kambur duruşuyla insanları
korkutan Kıllı Kocanın görevi oyunda rol alan gelinlerin kaçırılmalarına müsaade etmeyerek kendisinin alıp saklamasıdır.
Arap: Üzerinde aşırı kirli elbisesi, elleri ve yüzü isle boyanmış görüntüsü, boynunda tüfeği, belinde de külle dolu bir çantası vardır. Ani
ve sert hareketleriyle yer yer insanları korkutan ara sırada komik
oyunlarıyla insanları neşelendiren Arabın görevi belindeki kül torbasından aldığı külleri savurarak gelinleri kaçırmaya çalışan düşmanları
püskürtmek ve gelinlerin kendisine kalmalarını sağlamaktır. Ara sıra
boynundaki tüfekle ateş eden Arap oyuna ayrı bir hava katar.
Gelinler: Kadın kılığına girmiş iki erkekten oluşan gelinler üzerlerine üç etek, başlarına ‘çar’ ve sargı bağlanmış fes, ayaklarına da lastik ayakkabı giyerler. Yüzleri çarla kapalı olan gelinlerin görevi kendilerini kaçırmaya çalışanlarla mücadele etmek ve oyun sonuna kadar
davul, zurna eşliğinde oynayarak seyircileri eğlendirmektir.
73
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Efeler: Gür bıyıklı, üzerlerinde normal kıyafetler olan efelerin görevi gelinleri oyundan alıp kaçmaktır. Bu esnada karşı koyanlara da
efelik yaparak oyunu daha bir canlı kılarlar.
Deve ve Deveci: Deve oyununda anlattığımız gibi bir deve ve deveciden oluşan ekiptir. Oyundaki görevleri müzik eşliğinde oynayarak
insanları neşelendirmek ara sırada davul, zurna eşliğinde köyü dolanarak para ve yiyecek toplamaktır. Böylece topladıkları para ve yiyeceklerle düğün evine de katkıda bulunurlar.
Oyuncuların görevlerini yazdıktan sonra oyunu kısaca şöyle anlatabiliriz. Kıllı Koca ekibi davul, zurna eşliğinde köy meydanında oynamaya başlarlar. Bu esnada efeler gelinleri rahatsız ederek kaçırmaya
çalışır. Hemen gelinlerin yanında bulunan Kıllı Koca sırığıyla efelere
doğru hamle yaparak kaçmalarını sağlar. Bu sefer Kıllı Koca gelinlere
doğru yaklaşırken Arap belindeki kül torbasından aldığı külleri Kıllı
Koca ve efelere doğru savurarak püskürtür.
Oyunun hızlanmasıyla beraber izleyenlerde oyuna dâhil olurlar ve
oyun inanılmaz derecede zevklenmeye başlar. Bir yandan Kıllı Kocanın sırık darbeleri ve insanların üzerine bağırarak gelmesi bir yandan
Arab’ın oyuna dâhil olan herkesin üzerine kül savurarak dağıtması ve
ara sıra havaya ateş etmesi bir yandan da efelerin Arap ve köylülerle
güreş tutarak düşüp kalkması izleyenleri gülmekten kırıp geçirir. Bu
arada davul ve zurna eşliğinde oynayan devenin kafa hareketleri, eğilip çömelmesiyle yaptığı figürler oyuna inanılmaz tat katar. Bir de
bakılmış ki köy alanı şenlik alanına dönüşmüş herkes birbirine karışmış ve oyun doğaçlama olarak daha da farklı noktalara gelmiştir. Herkes bir oyuncu ve herkesin farklı farklı görevleri olmuştur.
Neticede ortak bir konu etrafında oynadıkları için konudan kolay
kolay sapma olmaz. Ve hepsinin birleşmesiyle güzel bir seyirlik oyun
meydana çıkar. İnsanlar bir yandan gülerek eğlenirken bir yandan da
köylünün verdiği para ve yiyeceklerle de düğün sahibine maddi, manevi destek sağlanmış olur.
74
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin
Halk Âşıkları
T
ürklerde İslamiyet öncesi Ozan-baskı veya destan diye adlandırdığımız Türk edebiyat geleneği daha sonraki yıllarda Türklerin
İslamiyet’i kabulü ve Anadolu’ya akın akın göçleri neticesinde bu
coğrafyada yeni bir şekil almıştır. Özellikle Anadolu kültürüyle tasavvufun harmanlanması Orta Asya kültüründen farklı bir âşıklık geleneği meydana gelmiştir.
Bu gelenekte sazlı, sazsız, doğaçlama, yazarak veya birden fazla
özelliği taşıyıp geleneğe bağlı şiir söyleyenlere âşık, söyleme biçimine
âşıklık ya da âşıklama, âşıkları yönlendiren kurallara da âşıklık geleneği denildiğini biliyoruz.
Âşıklar özlerine ve kültürlerine bağlı yaşadıkları toplumun bir nevi sözcüleridir. Şiirlerde öğretici, uyarıcı ve yapılması kesin konularda
zorlayı tavırlarını şiirlerinde işleyerek insanlara yön gösteren birer
kılavuzlardır. Ayrıca bulundukları yörenin kültürünü, manevi değerlerini, yaşantılarını ve toplumsal olaylarını nesilden nesile sözlü ya da
sazlı olarak yayılmalarında önemli rol üstlenmişlerdir.
Kırşehir yöresi birçok âşık yetiştirmiştir ve hala bu geleneği devam ettirenleri bünyesinde barındırmaktadır. Âşık Paşa, Ahmed-i
Gülşehri, Âşık Said, Âşık Seyfullah, Âşık Kerem, Âşık Musa, Âşık
Mehmet Şeyhi, Âşık Mahmut, Âşık İbik, Âşık Ömer, Âşık Ahmet
Çelebi, Geycekli Âşık Hasan, Âşık Arap Mustafa, Âşık Boyacı, Muharrem Ertaş, Şemsi Yastıman, Çekiç Ali ve son yüzyılın ekolü Neşet
Ertaş, Kırşehir’in yetiştirdiği en önemli halk âşıklarındandır.
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin halk âşıklarından olan Âşık Osman Evran sazsız ve doğaçlama, Âşık Ziya Özhan sazsız ve yazma,
Âşık Mediha Aydın(Ünal) ise yine sazsız ve doğaçlama geleneğine
bağlı Türkmen âşıklarımızdandır. Kendi kültürlerini yaşatmak için
mücadele veren bu âşıklarımızın hayatlarını ve eserlerinden bazılarını
sizlere sunmaya çalışacağım.
75
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Âşık Osman Evran
E
ski Kızılcaköy Türkmenleri arasında Coruk Osman diye de anılan
Âşık Osman Evran 1867 yılında Kırşehir’in Eski Kızılcaköyünde
dünyaya gelmiştir. Babası Selim Efendi annesi de Emine Hanım’dır.
Geçimini çiftçilik yaparak sağlayan Âşık Osman kısa ve özlü ‘tesellemeleriyle’ ünlenmiş renkli bir kişiliktir. İnsanların kötü ve çirkin
yanlarını kendi üslubuyla gülünç hale sokarak, alaya alarak, iğneleyerek ve ara sıra da hakaret ederek eleştirmiştir. Söyledikleriyle insanların hatalarını ve yanlışlarını vurgularken, yer yerde öğütleyici sözleriyle de topluma ve insanlara yön vermeye çalışmıştır.
Tüm bu bahsettiklerimizi yaparken insanları hep güldürmeyi ve
neşelendirmeyi kendisine prensip edinmiş olan Âşık Osman, bunun
neticesinde eleştirdiği kişilerden hiçbiri kendisine kırılmamış hatta
çoğu kendisine gelerek bizlere de bir şeyler söyler misin diyerek istekte bulunmuşlardır. Yaşadığı yüzyıla yaşantısıyla ve söyledikleriyle
damgasını vuran Âşık Osman hiç kimseyi kırmamış ve herkesin gönlünü hoş eden tavrıyla sevilmeye mazhar olmuştur.
Kırşehir ve Eski Kızılcaköy Türkmenleri arasında Coruk Osman
lakabıyla nam salan Âşık Osman’ın olaylar ve şahıslar üzerine söylediği tesellemelerin de Coruk ya da Osman mahlasını kullandığı bilinmektedir.1942 yılında vefat eden Âşık Osman Evran’a Allahtan Rahmet diler bizlere bıraktığı manevi miras için minnetlerimizi sunarız.
Âşık Osman’ın tesellemelerini ve hangi olaylar üzerine bunları
söylediklerini örneklerle anlatacak olursak şöyledir:
Âşık Osman Örcün’den İki yüz elli kuruşa besili bir boğa alır. Boğayı sap çekmeye götürür. Bakar ki aldığı boğa iş esnasında beklediği
performansı göstermez. Bunun üzerine bu olayı kendi ve boğanın
ağzından su mısralarla anlatır:
76
Serdar ATABAY
Boğa derki; Ben bu sapı çekemem.
Güz gelince sana tohum ekemem.
Süren çürük yeri, yeni sökemem.
Eken hozan çifti bozan sen Osman.
Boğa sana da ben bu sapı çektiririm.
Sürmem çürük yeri, yeni söktürürüm.
Güz gelince sana tohum ektiririm.
İmdat sende kaldı hey kara boğa.
Boğa idim dağ başında sekerdim.
Eşindikçe çimenleri sökerdim.
Başka boğalara yan yan bakardım.
Dört yaşında beni kül ettin Osman.
Döve döve beni del’ettin Osman.
İki yüz elli kuruş bunun parası.
Sırtı nakış nakış imbâl yarası.
Sap dağda kaldı da nedir çaresi.
İmdat sende kaldı ey kara boğa.
Diyerek kendinin ve boğanın düşüncelerini komik bir ağızla anlatmış olur.
Zamanın birinde Âşık Osman Erevik’li Mevlüt Çavuş’tan hıyar
satın alır. Bakar ki hıyarlar sulanmış ve kokmuş. İçinden de suları
akar. Bunun üzerine Âşık Osman Mevlüt Çavuş’a şunları söyler;
Hıyar diye seni aldık.
Hiç yemeden yere çaldık.
Dağ başında yavan kaldık.
Böyle hıyar satılır mı?
Hıyarının içi çürük.
Boynuzunun biri kırık.
Birini yemedi Coruk.
Böyle hıyar satılır mı?
Hıyar sası sası kokar.
Köse gardaş yan yan bakar.
Demedin mi türkü yakar.
77
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Böyle hıyar satılır mı? Der.
Ekin zamanı işlerini yapması için hayvan arayan Âşık Osman,
Erevikte değirmen bekleyen Kırpık Ali’den hayvan satın alır. Aldığı
hayvan yüke dayanamaz ve ölür. Bu olaya çok kızan Âşık Osman
söylemeye başlar.
Özbağın içinde de Kırpık Alisin.
Anan gö İminede kırık dölüsün.
Öreninde baykuş kuşu ulusun.
Beni dağ başında koydun eşeksiz.
Bekle değirmeni de yüzün unlasın.
Oğlun oynasın da kızın gunlasın.
Hovardalar kapın pecen dinlesin.
Beni dağ başında koydun eşeksiz.
Diyerek ticarette hile yapmanın kötü bir şey olduğunu ve yapanlarında ahlak yönünden zayıf olduklarını anlatmaya çalışır.
Çok soğuk bir kış günü Arabelinin Memmet dayı Âşık Osman’ın
yanına gelir. Ya Osman gardaş ben bir palto aldım daha borcunu bitiremeden eskidi, bende cılbah kaldım ne yapayım? Der. Bunun üzerine
Âşık Osman derki:
Ezel ki kisbeni giysen olmaz mı?
Osman’ın sözünü duysan olmaz mı?
Veresiye palto alıp borçlu olmadan.
Zemheride buyup ölsen olmaz mı?
Sözüyle herkesin ayağını yorganına göre uzatması gerektiğini
vurgulamaya çalışır.
Âşık Osman’ın çocukları İsmail ve İreşit köyde Davut diye biriyle
tavşan vururlar. Davut bunları çağırmadan tavşanı gizlice yer. Çocukların Âşık Osman’a bu olayı anlatmaları üzerine;
Buyurun demese de Allah kelamı.
Allah versin Davut senin belanı.
Yedin tavşanı da tanıman bizi.
Baban Kel Halil de anan Canbazın kızı.
Demek suretiyle Davut’a kızgınlığını ifade etmiştir.
78
Serdar ATABAY
Gezmeyi çok seven Âşık Osman, Alabacağın Hakkı’nın odasına
varır. Oda da babayiğit bir adam oturur. Sorar bu kim? Diye. Hacı
Velinin oğlu derki; Buna Ekciğin Ali derler. Bu Arabelinin güvası
olur der.
Konuşmaları duyan Ekciğin Ali dönerek Âşık Osman’a bana bir
türkü söyle deyince bunun üzerine;
Gündüz yatan gece kopan.
Kızıl inişte kömür tutan.
Haram helal demen katan.
Mevla senden sorar bir gün.
Diyerek yaptığı işlerin yanlış olduğunu vurgular. Bunun üzerine
Ekciğin Ali yaptığı işlerin kötü olduğunun bilincinde olsa gerek “Sorar Osman ağam sorar” diyerek Âşık Osman’ın söylediklerini doğrulamış olur.
Bir başka olayda ise Kâtibin değirmeninin yanında yol yapımına
başlanır. Kırşehir’den Kadir Ağa ve Tevfik Efendi adında iki müteahhit işi alırlar. Bunun üzerine Eski Kızılcaköy’e haber salarlar. ‘Ameleler hacetlerini alıp gelsinler’ diye. Âşık Osman yanlarına boş şekilde
varır. Kapıda bekleyen Tevfik Efendiye Âşık Osman selam verir ama
o selamını almaz. ‘Hacetin nerde baba’ diye sorunca da Âşık Osman
‘hacetim bacağımın arasında’ der. Tevfik Efendi koşarak Kadir Ağanın yanına gelir ve deli gibi bir adam geldi deli deli konuşuyor der.
Kadir Ağa içeri gelsin otursun der. Âşık Osman içeri girer ve Kadir
Ağa, Âşık Osman’dan Tevfik Efendiye bir deli şefaat eylemesini ister.
Âşık Osman Tevfik Efendinin yüzüne bakarak;
Essahtan adam gibide yüzü gülmez.
Allah’ı unutmuşta Peygamber bilmez.
Dükkâna siner de Cumayı kılmaz.
Beynamazın biri Tevfik Efendi.
Deyince Tevfik Efendi Kadir Ağaya döner sen mi söyledin buna
Cumaya gitmediğimi nerden bilecek bu adam deyince Kadir Ağa ben
demedim ama bu adam kimin ne yaptığını bilir der. Gerçekten de Âşık
Osman’ın şiirlerine bakıldığında kişileri ve yaptıkları olayları çok iyi
bildiğini görüyoruz.
79
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Bir gün köyde aşırı derecede yağmur yağar. Polinin Hasan’ın babasının bostanını sel alır ve oradan geçmekte olan Âşık Osman’a şu
bostanın haline bak ne olacak böyle der. Bunun üzerine Âşık Osman;
Yağmur yağarda akar seller.
Paklayı pancarı miller.
Hüdayı zikretmez derler.
Sana ziyan senden oldu.
Acep bilir misin suçun?
Dışın doğru çürük için.
Hüdayı zikretmen niçün?
Sana ziyan senden oldu.
Diyerek olanlardan kendisine pay çıkarması gerektiğini söyler.
Köyde Kamil Hocanın emmisi nalbant İrecep Usta Yabanlı’ya
‘şıhlığa’ gitmiş ve oradan kovulmuş. Bu olayı herkesin duyduğu gibi
Âşık Osman da duymuş ve birkaç yerde konuşmuş. Bir gün yolda
giderken İrecep Usta Âşık Osman’ı görür ve der ki,
Bağlarda biter goruk.
Irahat dur coruk.
Bunun üzerine Âşık Osman’da lafın altında kalacak değil ya başlar söylemeye,
Evvel postal giyerdin de giydin çarığı.
Senin derdin del’eyledi Coruğu.
Şıhlığa gönderdik de bizim zırığı.
Hak edemedi de anıra anıra geri geldi. Der.
Kızılcaköyde Yakub’un Hasan diye biri varmış. Fesi eğdirip boş
boş gezermiş. Bir gün Âşık Osman’ın yanına gelir ve boş boş konuşarak Âşık Osman’ın zamanını çalar bunun üzerine kızdığı Hasan’a
derki:
Sana diyom Muhlis Hasan.
Fesi eğdirip tek tek basan.
Doğru söylesem bana kızan.
Bağına gitsen olmaz mı?
80
Serdar ATABAY
Sözleriyle nazik bir şekilde yanından kovmuş ve boş gezmenin iyi
bir şey olmadığını da anlatmaya çalışmış olur.
Bir gün Kızılca köye Suriye’den getirdiği tel fesli, düğmeli zabit
ceketlerini satmak için şehirden biri gelir. Muhtarın odasında beşer
liraya satar. Parası olandan para, olmayandan ise filik vakti(keçi kırkım zamanı) gelince alırım der. Vakit gelince Münip Çavuş paraları
toplamaya gelir. Parası olan verir. Cinder’in Musa da ceketten almış
ama ne parası var nede filik vaktini bekleyecek keçisi. Bakarlar ki
Cinder’in Musa yavaş yavaş kaçmaya yeltenir. Bunu gören Âşık Osman hemen söylemeye başlar:
Kahvede içerdim çayı.
Sana diyom Münip dayı.
Nasıl belledin bu ayı.
Şinci para bulunurmu?
Kahvede oynadım paket.
Veresiye giydim ceket.
Bunu bana saysan zekât.
Şinci para bulunurmu?
Diyerek Cinder’in Musa’nın ağzından duygularına tercüman olmuş olur aynı zamanda da ortamı yumuşatarak herkesin gülmesini
sağlar.
Münir Çavuş diye biri Kırşehir’de kırtasiye dükkânı açar. Kızılcaköylülere veresiye verdiği için herkes buradan alışveriş yapar. Bir gün
Âşık Osman kırtasiyeye gider. İçeri girdiğinde sırtındamaşlak, ayağında çarıklı biri içerde durur. Adam Âşık Osman’a çocuk mu okutursun? diye sorar. İsteksiz şekilde ‘He okuturum’ der. Ne okurlar deyince. Âşık Osman ‘Kediliği bitirdiler köpekliğe başladılar’ der. Adam
hayırdır beğenmiyor musun? deyince ‘Ne beğencem Allah yok Besmele yok kedi kaçtı köpek koptu’ der ve söylemeye başlar:
Gitti dünya mert elinden.
Şimdi kaldık fitneye.
İş danışacak el kalmadı.
İş danışılır ütneye.
Yer daraldı biz bunaldık.
Çare yoktur gitmeye.
81
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Gece gündüz ağlamanın vakti geldi Yâreden.
Der demez adam sinirlenir. Âşık Osman’a söyle künyeni der. Öğrenseler ki bu şahıs hükümetin adamıymış. Tam bu arada Ağcalar’ın
Halil Kâa içeri girer. Bakar ki içerisi gergin durumu anlar Âşık Osman’a dönerek ‘Sen ne gezersin burada deli dürzü’ deyince adam
Halil Kâa’ya ‘Sen tanır mısın? Bunu’ der. Tanırım bizim köyün delisi
bu deyince adam ne delisi veli bu diyerek Âşık Osman’ı ister istemez
tastiklemiş olur.
Coruk Osman’ın kızı Topal Hatça, babasına ‘Baba birde bize bir
şeyler söyle’ der. Ne söyleyim kızım der. Söyle işte bir şeyler deyince;
Hey haban var haban var.
Başı cinli baban var.
Aşamleyin eve geldim.
Sırtlan dişli aban var.
Diyerek kendi hallerini komik bir ağızla anlatmış olur.
82
Serdar ATABAY
Âşık Mediha Aydın (Ünal)
E
ski Kızılcaköy Türkmenleri arasında Şaban’ın Hacı Memmed’in
kızı olarak bilinen Âşık Mediha’nın asıl adı Medine’dir. Fakat
kendinden önce doğup ölen ablasının nüfus cüzdanını kullandığı için
ailesi tarafından Mediha denilerek anılmış ve söylenmiştir. Âşık Mediha 1931 yılında Eski Kızılcaköyde dünyaya gelmiştir. Babası Hacı
Mehmet Efendi annesi ise Fadime Hanım’dır.
Kısa ve özlü ‘tesellemeler’, ağıtlar ve normal şiirler yazan Âşık
Mediha’nın en önemli özelliği her olaya ve her söylenene hemen karşılık mahiyetinde şiirler yazmasıdır. Çok usta bir âşık olan Âşık Mediha’nın alçak gönüllü, hatır naz ve insan sevgisiyle beslenen bir yüreğinin olduğu bilinmektedir. Acı dolu bir hayat geçiren âşık ömrünün
çoğunu gurbette geçirmiş ve yine gurbette vefat etmiştir.
İlk olarak gurbete evlenerek giden âşık 20 yıl Ankara da daha sonra 8 yıl Mucurda ömrünün diğer 15 yıllık kısmını da tek çocuğu olan
Nevin Hanımın yanında geçirir ve kızının işi nedeniyle kaldıkları
Denizlide 2000 yılında vefat eder.
Halk arasında ‘Ölüyü bile güldürür’ denilerek çok komik bir mizaçta olduğu vurgulanan aşığın şiirlerinde Mediha mahlasını kullandığı görülmektedir. Birçok olay neticesinde yazdığı şiirlerinden örnekler
verecek olursak:
83
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Köydeki Topal Hatça’nın oğlu Ferzi, Âşık Mediha’nın erkek kardeşi Süleyman’la arkadaşlık eder ve sık sık evlerine gelir. Fakat âşığın
babası bu arkadaşlığa karşıdır. Bunu gören Âşık Mediha Süleyman’a
gönderme yaparak söylemeye başlar:
Yine geldi Topal Memmed’in Ferzisi.
Yenilmiyor Hacı Memmed’in dürzüsü.
Kız verecek Hamdi çavuşun Kerzisi.
Süleyman yanına arkadaş saplar.
Babası görünce alnını toplar.
Anasının çığlığından kulaklar patlar.
Diyerek anne ve babasının Süleyman ile Ferzi’nin arkadaşlık etmesine karşı geldiklerini anlatmaya çalışır.
Yine bir gün Âşık Mediha kardeşi Memine’nin banyoda sabunu
taşların arasına düşürerek kaybetmesinin ardından,
Elinin feri yok.
Alnının teri yok.
On paralık karın yok.
Yirmi paralık sabun harcarsın.
Der ve kardeşinin sabunu kaybetmesini komik bir şekilde anlatır.
Başka bir şiirinde ise Eski Kızılcaköye gelen sel felaketinin ardından
şaşkınlıkla yere bez atıp üzerine çamur değmesini istemeyen Yostur
Emmiyi görmesiyle;
Hasan Üssüünde çarşaf seriyo.
Uzanmış üstüne de inek arıyo.
Gelenden gidenden imdat umuyo.
Yaredenim afatından esirge. Der.
Âşık Mediha’nın evlerinin önünde dedelerinden kalma bir dut
ağaçları vardır. Dedelerinin hatırası diyerek dut ağacını korurlar fakat
erkek kardeşi yaşar bir gün keserle dut ağacının dallarını kesmeye
çalışır bunun üzerine;
Yaşar eline de aldı keseri.
Kesme oğlan o dedeyin asarı.
84
Serdar ATABAY
Babası gelirse döver Yaşarı.
Konuşmam amma sana da küserim.
Diyerek kardeşini hem uyarır hem de babama söylemem ama sana
küserim diyerek dedesinin bir eseri olan dut ağacına olan sahiplenmeyi anlatır.
Bir gün bacısı Memine yeni yapılan çörekle pekmezi yemezde kayıt damında duran sütün kaymağını yemeye çalışır. Memine’nin gizlice yaptığı bu olayı gören âşık hemen söylemeye başlar.
Memine eline aldı çöreği.
Sahana bakınca bulandı yüreği.
Baban aldı çifte süreği.
Hemen ye sütün yüzünü.
Diyerek pekmezi değil de sütün kaymağını yemek istemesini komik bir tarzla anlatır.
Başka bir olayda ise Âşık Medihalar’ın öz teyzeleri yoktur. Kardeşi memine teyzelerinin olmamasına üzüldüğü için Hatice adında bir
kadına sürekli Hatça teyze diyerek teyze özlemini giderir. Bir gün eve
gelerek yerde uzanarak Hatça deze, Hatça deze demesinin üzerine
Âşık Mediha kardeşine,
Memine de eşek gibi uzanır.
Yok, yerden de hatça teyze kazanır.
Hatça teyze diye namen özenir.
Deyince Memine ablasının sırtına şakayla yumruk vurur. Âşık bunun üzerine;
Ne idi de Mediha’nın cezası.
Yumruk yedi geçmiş olsun kazası.
Topal hatça Memine’nin dezesi.
Demesiyle kardeşinin attığı yumrukları anlatırken bir yandan da
Hatça’nın, Memine’nin teyzesi olduğunu tastiklemiş olur.
Âşık Mediha Ankara da iken tek çocuğu olan nevin dayılarının
yanında kalır. Bu hasreti anlatan âşık;
85
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Yaz günüde sulu yağmur yağmasın.
Siper olun Nevinim’e değmesin.
Kurbanlar olurum Kara Doğana.
Söyleyin de Nevinimi döğmesin.
Haşarıda benim gönlüm haşarı.
Bunalıyom çıkamıyom dışarı.
Kurban olurum anamın Yaşarı.
Nevinimi Zelhadan seçmiyo. Der.
Yine Âşık Mediha Denizlideyken gurbet hasreti üzerine söylediği
şiirinde;
Buralarda havalar bahar gibi yaz gibi.
Buranın insanları ördek gibi kaz gibi.
Buraya gönderen müdür erisin tuz gibi.
Diyerek kızının denizliye taşınmalarına sebep olan müdüre sitemini belirtmiş olur.
Âşık Mediha Eskiköyde meydana gelen sel felaketinin üzerine
yazdığı ağıtta ise şöyle der;
Kara bulut gökyüzüne ağıyo.
Yağmur değil sanki afat yağıyo.
Çoluk, çocuk evsiz kaldı ağlıyo.
Yaredenim afatından esirge.
Doğru get selde yolundan savuş.
Temeli, duvarı eğledin havuş.
İmdada yetişti jandarma çavuş.
Yaredenim afatından esirge.
Diyerek sel felaketinin vahametini ve verdiği zararı acı bir dille
anlatır.
Böyle güzel eserleri bizlere bırakan Âşık Mediha Aydın (Ünal)’a
Allahtan rahmet diler kültürümüze kazandırdığı şiirlerini ömür boyunca saklamayı kendimize bir vazife biliriz.
86
Serdar ATABAY
Âşık Ziya Özhan
E
ski Kızılcaköy Türkmenleri arasında Has Sülemen’in Ziya diye
anılan Âşık Ziya Özhan 1910 yılında Kırşehir’in Eski Kızılcaköyünde dünyaya gelmiştir. Babası İbiş Efendi annesi de Ümmügülsüm
Hanım’dır. Daha altı aylık bir bebekken annesinin vefat etmesiyle
bakımını dedesi olan Has Sülemen üstlenmiş ve büyütmüştür. Çok
küçük yaşında en acı hayatı görmesi onun içindeki âşıklık olgusunu
güçlendirmiş ve olaylar karşısında hep yazarak duygularını ifade etmiştir. Ava ve dağlara karşı aşırı ilgisi olan âşık şiirlerinde sık sık
dağları, yaylaları, Eski Kızılcaköyü ve avcılığı işlemiştir. Geçimini
çiftçilik yaparak sağlayan Âşık Ziya iyi derecede eski yazıyı, Arapça’yı ve yeni yazıyı bilirdi. Okuması, yazması ile kültürlü ve geçmişine bağlı kişiliğiyle tanınmaktadır.
Şiirlerinde ismi olan Ziya mahlasını kullanan Âşık Ziya Özhan’ın
Vasiyetim ve Faniden Bakiye adlı iki adet kitabı vardır.
1987 yılında vefat eden Âşık Ziya Özhan’a Allahtan Rahmet diler
bıraktığı eserlerle kendisini hiçbir zaman unutmayacağımızı hatırlatmak isteriz.
87
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Sizlere kendi yazdığı şiirlerinden birkaç tane örnek vererek âşığın
hayata bakışını ve şiirlerindeki işlediği konuları sunmaya çalışacağım.
Eskiköyden sel nedeniyle göçüldüğünü kitabımızın başında anlatmıştık. İşte bu sel olayının Âşık Ziya’nın hayatındaki olumsuz etkisini, Eski Kızılcaköy’e duyduğu özlemi anlatan Eskiköyden Göçmek
şiiriyle başlamak istiyorum.
Eskiköyden Göçmek
Unutulmaz hayat boyu geçen gün.
Yedirdin, içirdin doyurdun felek.
Sanki cihana geldim dün, bugün.
Büktün yumağımı eyirdin felek.
Yaşadım ömrümde ne günler gördüm.
Doğup, büyüdüğüm ne oldu yurdum.
Çalıştım, didindim çok emek verdim.
Akıbeti haraba çevirdin felek.
Suları bol iki çifte çeşmesi.
Unutulmaz berrak idi içmesi.
Hayal oldu Eskiköyden göçmesi.
Gönüllü, gönülsüz ayırdın felek.
Ecdattan temeli atılan yurdum.
Harabe çeviren selleri gördüm.
Elden ne gelir ki seyrettim durdum.
Yıktın dumanını savurdun felek.
Ziya’yı iskâna eyledin talip.
Hakkın gazabına olunmaz galip.
Yurdum harap olup köyden ayrılıp.
Bağlanmış bendimi koyurdun felek.
Görüldüğü gibi Eski Kızılcaköyden istenmeyen ayrılık âşığın hayatında çok derin bir iz bırakıyor ve bu acı üzerine yazdığı şiirle özlemini bir nebze azaltmaya çalışıyor.
88
Serdar ATABAY
Kızılca Köyün Yayla Dağları
Kaldım çaresizim hasretim sana.
Varırsam ihtiyarı gör Yayla Dağı.
Gelemedim on beş yıl geçti bana.
Sevgin içerimde var Yayla Dağı.
Avcı iken gezerdim başında.
Nice dağlar etek tutmuş peşinde.
Gündüz hayalimde gece düşümde.
Al yeşil, şuleli nur Yayla Dağı.
Sıhhat bulup bu baharı görürsem.
Tüfeğimle dağ başına gelirsem.
Ecel gelse ben üstünde ölürsem.
Çimenin üstüne ser Yayla dağı.
Yayla dağı ben bilirim huyunu.
Çalıların saklar nice avını.
İçerdim adı namlı suyunu.
Şerefli dağlardan bir Yayla dağı.
Diyorlar büyümüş çok ormanı var.
Çiçekleri açmış olmuş lalezar.
Çifte tüfeklerle avcılar gezer.
Halimi avcıdan sor Yayla Dağı.
Orman olmuş koyağında dalları.
Lale gelin olmuş geymiş alları.
Misali cennettir açmış gülleri.
Çiçeği cennettir sır Yayla Dağı.
Çeke düzen av çiftesi elimde.
Gençlikte gezerdim dağlar belinde.
Kimseye zararsız kendi halimde.
Sıhhatli, sporlu hür Yayla Dağı.
Kış gelince başın tipili duman.
Gezemez avcılar hiç vermez aman.
Baharın rüzgârın aldığın zaman.
Sende muradına er Yayla Dağı.
89
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Berrak akar tatlı suyu, pınarı.
Şöyle bir bakışta cennet diyarı.
Mayısta bulunur çukurda karı.
Ciğerleri soğutan kar Yayla Dağı.
Ziya der çürümüş ömrüyün varı.
Çeksen de gelemez o gençlik geri.
Mor evlek içinde mantarın yeri.
Emekle toplayan yer Yayla Dağı.
Gençliğinde birçok anısının geçtiği Eskiköy dağlarına yazdığı bu
şiirinde ise dağlara ve dağlarda geçen zamanına özlemini anlatıyor.
Dostlar
Bu fani dünyadan bizar oldum.
Bu garip gönlümü eyleyemem dostlar.
Hayale kapılıp çokça yoruldum.
Olamam şaduman gülemem dostlar.
Yaşadım dünyadan ne bir tat aldım.
Kendi içerime kapandım kaldım.
Sıkıldım çıkmağa çokça bunaldım.
Kurudu gözyaşım silemem dostlar.
Genç, koca denilmez borcun ödersin.
Ya rahmete layık ya bir kedersin.
Bazı hasta bazı gafil gidersin.
Karanlık yolları bilemem dostlar.
Geldinse dünyaya burada kalınmaz.
Gizlenmiş bakinin hali bilinmez.
Yolculuk ebedi geri gelinmez.
Uzundur yollarım gelemem dostlar.
Ziya der çekersin dünyadan göçün.
Mağfiret olursa affolur suçun.
Giden var bakiye gelen yok niçin.
Oradan bir haber salamam dostlar.
90
Serdar ATABAY
Dost kavramını hayatının her evresinde en iyi şekilde gösteren ve
yaşatan Âşık Ziya bu şiirinde dostlarına seslenerek ölümün bu dünyadan ayrılmak olduğu kadar dosttan da ayrılmak olduğunu vurguluyor.
İkinci Bir Efkâr
Gene efkârlandım Çanakçı öreni.
Bağrında yetişti nice nesiller.
Bilmezsin sana gelip gideni.
Haraben yatıyor sayılmaz yıllar.
Virane içinde ecdat ocağı.
Yurt tutmuş, ev yapmış göster yatağı.
Yıkılmış, düzlenmiş bahçesi bağı.
Sökülmüş gülleri ötmez bülbüller.
Çalışmış el, ayak bağ, bostanında.
Yatıyor kaç ecdadım kabristanında.
Ziyaret yapmadık bayram gününde.
Fatiha’ya muhtaç yatan nesiller.
Terk etmiş dedeler Çanakçı yurdu.
Tarihin deftere yazsan nolurdu.
Ayrılmış kardeşler meskenin buldu.
Dağılmış barhana ayrılmış yollar.
Ziya der ki, girdin kaç yüz yaşına.
Nice eller değdi viran taşına.
Ayrılmış hasrettir öz kardeşine.
Geçer ömür sonun olur hayaller.
Ecdadımızın Çanakçıdan geldiğini ve oralarda hala mezarlarının
bulunduğunu yine kitabımızın başlarında anlatmıştık. Bu olayı çok iyi
bilen Âşık Ziya ecdada olan sevgisini ve özlemini bu şiirinde en iyi
şekilde anlatmıştır.
91
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Vatan ve Al Bayrak
Al Bayrağım al yıldızlı dalgalan.
Vatan bizim iman bizim şanımız.
Dört kıtada at oynatan ün salan.
Kahramanlık dede, ecdat kanımız.
Cennet olmuş Türkün yurdu, her yeri.
Uğrunda yarışır şehitliğe erleri.
Türkün malı ırmakları, kevseri.
Bu cennet vatanda hürdür canımız.
Ecdattan evlada miras bu vatan.
Sayılmaz milyonu şehitler yatan.
Rızayı hak için kanın akıtan.
Sahip ol yurduna dedi dedelerimiz.
Ecdadımız yurda layık kahraman.
Büyütür, eğitir, hazırlar vatan.
İçinde düşmanı silip, arıtan
İdareyi elde tutanlarımız.
Ziya derki; bu yurda var mı göz diken.
Haddimi göklerde kartal var iken.
Parlayan süngüyle ciğerler söken.
Elde süngü hazır kahramanlarımız.
Türk’ün gücüne ve Cennet Vatan için canını veren ecdadımıza yazılan bu şiirde Vatan ve Al Bayrağın vazgeçilmez iki unsur olduğunu
anlatan Âşık Ziya’nın Milliyetçi ruhunu İstiklal Gazisi olan babası
İbiş Özhan’dan aldığı tartışılmaz bir gerçektir.
92
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin
Manevi Önderleri
M
anevi önder, âlemlerin sahibi Yüce Allah tarafından seçilmiş ve
sevilmiş Veli kullarına denilir. Çok önemli makamda olan bu
Allah dostları insanların irşadını üstlenmek, kalplerini manevi kirden
temizlemek ve nefislerini terbiye etmekle görevlendirilmiş kâmil insanlardır.
Allah’ın emir ve yasaklarını her yüzyılda insanlara öğretmek için
görevlendirilmiş bu insanlardan iki tanesi de Kırşehir’de yaşamış ve
eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından kabul görmüştür. Bunlar
Mahzenli’li Ali Efendi ve Küçük Sofudur. Bu iki Allah dostunun hayatlarını ve yaşantılarını anlatacak olursak şöyledir:
93
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Mahzenli’li Ali Efendi
M
ahzenli Ali Efendi 1841 yılında Giresun’un Alucra kazası Zil
nahiyesinin Tepe köyünde dünyaya gelmiştir. Babası da kendisi
gibi sevilip sayılan İslam bilgisine hâkimiyetiyle tanınan Molla Hasan
Efendidir. Küçük yaşlarda medrese eğitimi almak için babası tarafından Çorum’a gönderilen Ali Efendi burada Nakşibendî-Kadiri Şeyhi
94
Serdar ATABAY
olan Ömer Lütfü Efendi’den medrese eğitimi alırken nedeni bilinmez
ya kıtlıktan ya da savaştan medresesi dağılır. Eğitimi yarıda kalınca
Kayseri’de medrese eğitimi verildiğini duyar ve eğer oraya giderse
eğitimini tamamlayabileceğini düşünür.
Bir an önce yola çıkıp tez zamanda Kayseri’ye varmak ve medrese
eğitimime devam etmek ister. Daha on üç, on dört yaşlarında küçük
bir çocuk olan Ali Efendi çaputtan bir çantası, üç beş kitabı, bacağında
mavi donu, üzerinde bir mintan ve başında terliğiyle yola çıkar.
Belirli bir zaman yol alır çok zor şartlar altında dahi olsa Kırşehir’in Sekili köyüne kadar gelir. Burada köy sakinleriyle bir müddet
sohbet eder ve onlara kendisinin Kayseri’ye gitmek istediğini ama
nasıl gideceği konusunda yardım etmelerini ister. Köyün ileri gelenleri
de yakınlarda Mahzenli köyünün olduğunu ve bu köydekilerin devecilik yaptığını deve katarlarıyla Kayseri’ye çok sık gidip geldiklerini
söylerler. Böylelikle seni de Kayseri’ye götürse götürse onlar götürür
diyerek Ali Efendiyi Mahzenli köyüne gitmesi konusunda bilgilendirirler. Bu mutlu haberi alır almaz Sekili köyünden çıkarak Mahzenli
köyüne doğru yol almaya başlar.
Bir müddet yol aldıktan sonra Sekili köyünün özünde köprüyü sel
aldığını görür ve tam nasıl geçebileceğini düşünürken birden selin
üstüne yol kurulur ve bu yoldan geçerek karşı taraftaki Kızılcalı köyüne gelir. Bu keramet Ali Efendi’nin ileride Allah’ın sevdiği bir veli
kulu olacağına dair ilk belirtileri olsa gerek.
Ali Efendi Kızılcalı köyüne geldiğinde köy halkı küçük bir çocuğun burada ne işi vardır diye düşünürken kendileriyle sohbet eden bu
çocuğun boş olmadığını yaşıyla bilgisinin çok farklı olduğunu anlarlar
ve o gece köy odasın da misafirleri olarak ağırlarlar. Bir süre köylüler
Ali Efendiyle sohbet eder, beraber yemek yerler, yatağını hazırladıktan sonra da kendisini yalnız bırakırlar. Yorgun olan Ali Efendi namazını kılar,Kuranını okur ve dinlenmeye çekilir.
Sabah gün ağardığında yerde üç beş arşın kar olduğunu görür ama
bir an önce Mahzenliye varmak istediği için yola çıkmak ister. Fakat
köyün ileri gelenleri ‘Oğlum sen güzel bir çocuksun bu dağdan aşmanın imkânı yok bu dağlar insana yol vermez ne zaman karlar eriyip
yollar açılır çiğdemlerde çıkarsa seni biz o zaman göndeririz’ derler.
Gel odalarımızda ye, yat, Kuranı’nı oku diyerek Ali Efendi’ye gitme95
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
mesi yönünde ricada bulunurlar. Köylülerin ricalarını kıramayan Ali
Efendi bu zaman içersinde köyde kalır, sohbetler verir ve köylüler
tarafından çok sevilip, sayılır. Havalar ısınıp baharın gelmesiyle beraber karlar erimiş, yerlerde çimenler görünmeye başlamıştır. Köydekilerle tekrar konuşup helalleştikten sonra buradan Korkor’lu köyüne
oradan da hiç zaman kaybetmeden uzun süre arzuladığı Mahzenli
köyüne gelir.
Mahzenli köyü o zamanlar on beş,yirmi hanelik küçük bir köymüş. Köylüler ise devecilik ve hayvancılıkla uğraşırlarmış. Deveci
olmalarından dolayı da sık sık Kayseri’ye gidip gelirler geçimlerini bu
yolla sağlamaya çalışırlarmış. Köyde kalanlar ise hayvancılık, bağ
bahçe işleriyle uğraşır, ibadetlerini yaparlarmış fakat Mahzenli köyünde o zamanlar cami yokmuş. Köylüler kendilerine taşlardan çevrili
bir yer yapmışlar ve burada namazlarını kılarlarmış. Yine bir gün
namazdan çıkan ihtiyarlar yanlarına gök gözlü, beyaz tenli, mavi elbiseli güzel bir çocuğun geldiğini görürler o anda yanlarına gelen bu
çocuktaki maneviyatı anlarlar ve bu yaştaki bir çocuğun sohbetinden
hemen etkilenirler. Bu küçük çocuk onlara Kayseri’ye gitmek istediğini söyleyince hemen kendi aralarında ‘Bizim bilgimiz bu çocuktan
fazla değil, bu güzel çocuk ev ev yesin, yatsın ekmeğini de verelim bu
da bize imamlık yapsın’ diye düşünürler.
Köyün ileri gelenleri Ali Efendi’den köylerinde kalması yönünde
ricada bulunurlar. Bir süre düşündükten sonra bir sene kalmak şartıyla
köylülerin isteğini kabul eder. Böylece köy halkı Ali Efendi’nin
imamlık yapmasına karşılık ‘hak keserler’. Tam bir sene Mahzenli’de
imamlık yapar, Kuran okutup öğretir ve evlerde yiyip yatar. Köy halkı
küçük yaşta olmasına rağmen ciddi İslam bilgisine ve davranışlarındaki ağır başlılığına hayran olurlar. Zamanla köy de çok sevilip sayılan bir kişi olan Ali Efendinin bir senesini tamamlaması üzerine köylü
harçlığını kolunun altına dikip birazda cebine harçlık koyup, yemeğiyle beraber Kayseri’ye gitmekte olan devecilerle birlikte Ali Efendiyi
Kayseri’ye gönderirler.
Köyden ayrıldıktan sonra tüm köylü aşırı üzülüp, yanarlar. ‘Vah
vah güzel çocuk gitti bir daha gelir mi bilmeyiz. Ama gelse de Allah
razı olsun gelmese de Allah razı olsun’ diyerek kendi aralarında ona
96
Serdar ATABAY
olan sevgileri ifade ederken bir yandan da gitmesinden duydukları
üzüntüyü dile getirirler.
Yola çıktığı deveci katarlarıyla belirli zaman yol aldıktan sonra
Kayseri’ye varırlar. Kendisini getirenlerle helalleştikten sonra onlardan ayrılır ve eğitimine devam edeceği medresesine gider. Burada bir
sene kaldıktan sonra nedeni bilinmez deveci katarlarıyla Mahzenli
köyüne geri döner. Köylü bir baksa ki o güzel çocuk daha da güzelleşmiş tam bir delikanlı olmuş halde karşılarında duruyor. Bu olay
karşısında çok sevinen köylü hemen kendisine bir göz yer yaparlar.
Ali Efendi’ye ev ev yemek yedirip ara sırada kendisine yemek getirmek suretiyle çok iyi bakarlar. Artık evi de olan Ali Efendi bu köye
yerleşerek Allah’ın veli kulu, keramet sahibi Mahzenli Ali Efendi
olarak anılmaya başlanmıştır.
Mahzenli’li Ali Efendi’nin Yaşantısı
Mahzenli Köyünün bir ferdi olarak yaşamaya başlayan Ali Efendi
kısa zaman da köylüler ile tekrar kaynaşmış, hatırı sayılan bir kişi
haline gelmiştir. Zaman su gibi akıp geçmiş artık evlilik yaşının da
gelmesiyle Ali Efendi evlenme hazırlıklarına başlamıştır. Belli bir
süre sonra güzel bir kızla nişanlanır. Ama bu mutluluk kısa sürecektir
nişanlısı kısa bir süre sonra vefat eder. Bu olay karşısında çok üzülen
Ali Efendi acısını bağrına basar ve yaşamına kaldığı yerden devam
eder. Bu arada Ali Efendi’nin Çorum da bulunan Şeyhi Ömer Lütfü
Efendi, ‘Evladım senin çocuğun olmayacak sen ilerde yüksek mertebede bir insan olacaksın’ diyecektir. Bunun üzerine Ali Efendi bir kız
bir erkek çocuğuyla dul kalan bir bayanı eş olarak alır ve bakımlarını
üstlenir. Caminin yanındaki eski ev yıkılınca köylü bunun yerine Ali
Efendiye yeni bir ev yaparak eşi ve çocuklarla beraber bu evde yaşamalarını sağlarlar.
Zamanı gelince erkek çocuğunu Dulkadir’li köyünden bir bayanla
evlendirir kızı da aynı köye gelin eder. İki çocuğun evlenip evden
ayrılmasıyla eşiyle tek başına kalırlar ve hayatlarına devam ederler.
Gel zaman git zaman oğulluğu vefat eder. Geride dul bir kadın bir
erkek, iki kız çocuk kalır. Ali Efendi mağduriyetlerine dayanamaz ve
onları yanına getirir kadını kendi tanıdığı bir adamla evlendirerek
tekrar evlerinin düzenini kurar. Bu evlilikten de bir kız bir de oğulları
olur ve bu çocukları da diğer çocuklarla beraber büyütüp evlendirerek
97
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
yuvalarını kurmalarına vesile olur. Yardıma muhtaç olanlara, mağdur
ve çaresiz kalanlara yardımı esirgemeyecek kadar manevi yönden
zengin kalbi olan Ali Efendinin maddi yönden, ne malı ne mülkü ne
de tarlası vardır.
Yalnız sırtında bir kürkü elinde tespihiyle gece gündüz namaz kılar, Allah’a dua edip yalvarmaktan ve şükretmekten başka bir şey
yapmazdı. Kendisinin uyuduğunu da gören yok. Hayatının tamamı
kâinatı yaratan Allah’ı zikretmekle geçirirdi. Kimseye öte git, beri gel
demez çok güzel bir üslupla “Evladım şunu işi şöyle yapsanız daha iyi
olmaz mı?” diyerek insanları yönlendirirdi. Kimsede kendisini kesinlikle kırmaz, hatırını sayardı. Öfkelendiği fazla görülmemiş ama çok
ta öfkelense Allah, Allah, Allah der. Yarabbi, Yarabbi sen görüyorsun
Yarabbi diyerek ne kadar sabırlı olduğunu ve Allah’ın sevdiği Veli
kullarının en önemli özelliği olan sabrı kendisinde görürlerdi.
Ali Efendi’nin o kadar çok seveni var ki çok uzak köylerden, çevre illerden ve Türkiye’nin dört bir yanından methini, kerametlerini
duyan, dertlerine çare arayan, akıl danışmak, hayır duasını almak isteyenlerle evinin önü dolar taşardı. Ziyaretine gelenler yanlarında gelirlerken hediyelerle, adaklarıyla gelirler evinin önü hediyeyle dolup
taşardı.
Hediyeleri ve adakları yardıma muhtaçlara verir kendisi hiçbir hediyeyi evine koymazdı. Gelen insanların derdine çare bulur ve manevi
olarak onların rahatlamasına sebep olur ve derslerini vererek öğütte
bulunurdu. İnsanlar ferahlamış bir şekilde evlerine, yurtlarına geri
dönerlerdi. Bu arada Ali Efendi yanında birçok kişiyi de yetiştiriyor
ve çeşitli yerlere göndererek onların da çevrelerindekilere Allah’ın
Kitabını, Peygamberin hayatını ve güzel ahlakı öğretmelerine sebep
oluyordu.
Ayrıca talebeleriyle beraber camide sohbetler ederek ve zikirler
çekerek Allah’a bağlılıklarını perçinleştiriyorlardı. Ali Efendi kimseye
beddua etmez kimseye kötülük dilemezdi ama her kim ki ona dil uzatsa onun için kötü bir şey söylese hep hüsrana uğrardı. Kiminin dili
tutulur, eli ayağı çalınır, kimi çok kötü bir şekilde ölür kiminin de top
yekûn ocağı, sülalesi kesilirdi. Bu da Allah’ın sevdiği kuluna zarar
verenleri hep musibetlerle imtihan ettiğinin bir göstergesi oluyordu.
Uzun bir ömür yaşayarak Allah’ın Kitabını, Peygamberimizin yaşantı98
Serdar ATABAY
sını ve güzel ahlakını hem yaşayıp hem de yaşatan Ali Efendi 1951
yılında tam 110 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Kendisi vefat
ettikten sonra talebeleri onun yolunda hizmete kaldıkları yerden durmaksızın devam ederek Ali Efendi ruhunu aynı zamanda Allah’ın
ismini yaşatmak için mücadele vermeye devam etmişlerdir. Birçok
talebe yetiştiren Ali Efendi’nin talebelerinden hala yaşayanlar Kırşehir
ve çevresinde hizmetlerine devam etmektedirler.
Mahzenli’li Ali Efendi’nin Kerametleri
Tasarrufun bir çeşidi olan ‘keramet’ Cenabı Allah’ın bir ikramı
olarak kâmil bir iman, marifet ve takva neticesinde veli kullarında
zuhur eden ve tabiat kanunlarıyla izah edilemeyen fizik ötesi harikulade hadiselerdir.
Ali Efendi’nin de birçok kerametinin olduğu bilinmektedir. Bunları kerametleri görenler ve yaşananları bilenler bulunmaktadır. Bu kerametlerden iki tanesi kısaca şöyledir.
Ali Efendi’nin oğulluğu ölünce hanımı, bir oğlu bir de kızı yalnız
kalıp mağdur olurlar. Ali Efendi bu olaya dayanamayarak kadını ve
çocuklarını yanlarına alır ve bakımlarını üstlenir. Ayrıca dul kalan
bayanı kendi tanıdığı bir adamla evlendirip yeni yuva kurmalarına
sebep olur. Bu dul kadınla evlendirdiği adamı bir gün eşkıyalar köydeki dağın eteğinde döverler. Tabi bu olayı duyan Ali Efendi olay
yerine gelir ve eşkıyalara nasihatte bulunur. Fakat Ali Efendi’yi de
sıkıştırırlar hatta bir tanesi haddini aşarak ona tokat atar.
Bu olaya Ali Efendi çok üzülür ama Allah’a sığınır. Eşkıyalarda
çekip giderler. Bir süre sonra Ali Efendiye tokat atan eşkıya Sekili
köyü civarlarında atıyla beraber tam mezarlığın yanından geçerken at
birden parlar ve ürker. Atın parlamasıyla beraber adamın ayağı üzengiye takılır ve adam üzengiden aşağı ayağı takılı vaziyette düşer. Bu
arada adam ‘Ali Efendi geliyor, Ali Efendi geliyor’ diye seslenirken at
daha da ürker ve adamı tekmeleye tekmeleye oracıkta öldürür. Neticede Ali Efendiye el kaldıranın sonu hüsranla bitmiştir.
Ali Efendinin diğer bir kerameti ise kendisi öldükten sonra oluyor.
Bu olayı yaşayanlardan Şaban Dursunoğlu (hâlâ Mahzenli köyünde
yaşamaktadır ve olayı bizzat kendisi yaşamış ve bana anlatmıştır.)
Olay kısaca şöyledir;
99
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Mahzenli köyünde Pehlivan isminde çok kuvvetli, babayiğit bir
adam vardır. Fakat abdestle, namazla arası fazla yoktur. Bir gün rüyasında
Ali Efendiyi görür kendisine “Oğul! kuzey tarafımdan üzerime bir taş geldi
beni çok rahatsız ediyor bu taşı üzerimden al oğul” der. Ertesi gün köydekilere rüyasını anlatır ama köylüler ve Ali Efendinin talebeleri ‘Git beynamaz
biz ona senelerce hizmet ettik bize söylemiyor da sana mı söylüyor’ diyerek
adamı kovarlar.
Adam üç beş ay herkese rüyasını anlatır ama kimseyi ikna edemez. Bu
arada Ali Efendi ölünce köylüler mezarına derme çatma teneke çakarak bir
türbe yaparlar. Derme çatma yapılan bu türbeye yağmur yağınca suların
dolması kaçınılmaz olur. Bu arada türbenin Kıble tarafında Canpolat, Zübeyir, İbrahim ve Şaban Dursunoğlu sohbet ederler. Bu arada Pehlivan adındaki
şahıs tekrar gelir ve yine rüyamda Ali Efendi’yi gördüm “Kuzeyimden bir taş
yürüdü üzerime geldi beni rahatsız ediyor o taşı al oğul” dedi diye söyler.
‘Ben mezarı açacağım, sizin hocanızsa benimde hocam’ der ve ısrar
edince oradakiler hadi git kazmanı küreğini getir de aç derler. Pehlivan türbeye girer ‘Kıble tarafındaki taşları alamıyorum’ der.
Bu arada orada bulunanlar Şaban Dursunoğlu’na ‘Sen gençsin sen yardım et’ diyerek onu da türbeye girdirirler. Pehlivanla beraber taşları alıp kabrini açmaya başlarlar. Kefenin tam kuzey tarafından topak bir taş gelmiş Ali
Efendi’nin vücudunun üstüne düşmüş. Pehlivanın dediği doğru çıkınca hepsi
hayret ederler. Bu büyük taşı ıslak olduğu için ikisi bir tutup dışarı atarlar.
Kefene gelince bakarlar ki kefen topraktan sararmış, tabanındaki düzülü
kerpiçlerle üzerine dayalı kerpiçleri kaldırırlar. Şaban Dursunoğlu bir bakar ki
Ali Efendinin yüzü açık elini yüzüne götürür ve sakalını düzeltir. Aynı şekilde bozulmadan eli, yüzü duruyor. Bu arada kolunu da düzeltir vücudu da
bozulmamış tabi ki hemen diğerlerine de bakmalarını söyler bakan herkes
olay karşısında şaşırır.
O an bir kez daha Ali Efendi’nin gerçek bir Allah dostu olduğunu anlarlar. Bir müddet sonra köyün ileri gelenleri mezarın açıldığını duyarlar ve
oraya gelirler. Bunlara ‘Vay beynamazlar nasıl açarsınız diyerek kızarlar ve
yeniden mezarını kapatırlar. Sonra türbesini Ankara’dan biri yaptırır. Yapılan
bu türbede belli zaman sonra yıkılır. En son Çiçekdağı’ndan bir müteahhit
gelerek türbeyi tekrar yaptırır ve şuan bu türbesi hala sapasağlam durmaktadır ve sevenleri sürekli bu türbeyi ziyaret ederek dualar etmektedirler.
100
Serdar ATABAY
Mahzenli’li Ali Efendi ile Eski Kızılcaköy
Türkmenleri Arasındaki Manevi Bağ
E
ski Kızılcaköy Türkmenleri Mahzenli’li Ali Efendiye karşı aşırı
bir saygı ve sevgi beslerlerdi. Özellikle yaz, kış demeden belirli
zamanlarda kağnı arabalarına doluşan köylüler zor şartlarda olsa bile
kendisini görmeye giderler ve yanlarında götürdükleri hediyeleri kendisine takdim ederlerdi. Ama hayatında anlattığımız gibi kendisine
gelen hediyelerin hiçbirini evine almaz köydeki ya da kendisini ziyarete gelenler içersindeki garibanlara bu hediyeleri vererek gönüllerini
hoş ederdi.
En kalbî duygularla kendisine bağlı olanlar Ali Efendiden derslerini alırlar, sıkıntıları olanlar sıkıntılarını anlatarak hayır duasını isterler, İslam konusunda sorusu olanlar ise sorularının cevabı en iyi şekilde alarak manevi yönden rahatlamış şekilde köylerine geri dönerlerdi.
Kendisini yeni ziyaret edecekler ise eskilerle beraber gelerek ona intisap ederler ve tarikata girmek için müsâade alırlardı.
Ali Efendinin Eski Kızılcaköydeki vekili Hobu’nun Hamdi idi.
Onun eşliğinde camide ya da köy odalarında belirli günler toplanılır
gizli zikirler çekilerek sohbetler yapılırdı. Bu zikirlere katılım ise en
üst düzeyde olur ve Allah’a bağlılıklarını perçinleştiren insanlar ma101
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
nevi yönden huzur bulurlardı. Çoğu köye gönderdiği gibi Eskiköye de
kendi talebelerinden belirli zamanlarda gönderen Ali Efendi, kendisine bağlı olanlara mânevî yönden destek sağlar ve bu vesileyle de gönderdiği talebeleriyle olanlara ileteceklerini bildirirdi. Yani kimseyi
yalnız bırakmaz öğrencilerine iyi bir velilik yapardı.
Ali Efendi Eski Kızılcaköyden zor şartlarda gelenlere sevindiği
kadar ayrı bir değer verirdi ki bu değeri şu sözleriyle anlatırdı. ‘Çok
zor şartlar altında geldiğinizi bilirim ama Allah sizlerden razı olsun’
diyerek hayır dualarını esirgemezdi. İnsanların akın akın kendisini
ziyaret etmesi onun Allah’ın sevdiği bir kulu ve insanlar nazarında ne
kadar değerli olduğunun en önemli göstergesidir.
102
Serdar ATABAY
Gümüşkümbetli Küçük Sofu
K
ırşehir yöresinde Küçük Sofu adıyla tanınan Mehmet Köksal
yaşadığı yüzyıla damgasını vuran en önemli manevi şahsiyetlerden biridir. 1895 yılında Mucura bağlı Seyfe Köyünde dünyaya gelmiştir. Dedeleri Seyfe Köyünde baş gösteren sivrisinek çoğalmasına
bağlı sıtma hastalığı nedeniyle Seyfe’den Gümüşkümbet köyüne yerleşmişlerdir. Kendisi ‘sofular’ olarak tanınan bir sülâlenin mensubu103
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
dur. Babası Sofu Ömer Efendi, annesi ise Sofu Fatma Hanım olarak
bilinen itikat sahibi insanlardır. Küçük sofu üç erkek kardeşten ‘Yemen Hacısı’ Feyzullah Efendi ile Mustafa Efendi’nin (Büyük Sofu) en
küçük olanıdır.
Çevresindekiler tarafından Küçük Sofu, Sofu Emmi, Sofu Dede
olarak tanınmasının iki nedeni vardır. Birincisi ve aynı zamanda en
önemlisi olan dinin emir ve yasaklarına uyması neticesinde kendisini
sofu olarak görmeleri ve bu sözü yakıştırmalarıdır. İkincisi ise abisi
Mustafa Efendiye, Büyük Sofu denildiği için ondan yaşça küçük olmasına istinaden Küçük Sofu denilmiş olmasıdır.
Ailesinin Sofular sülâlesi olarak tanınması ve bu ailenin bir ferdi
olması neticesinde ilk dînî bilgilerini aile fertlerinden alarak kendisini
yetiştirmiştir. Daha sonra büyük bir Allah dostu olan Mahzenli’li Ali
Efendi’den aldığı dersler ve sohbetlerle manevi olarak kendisini geliştirmiştir. Din konusundaki hassasiyeti ve dine bağlı yaşam tarzı ilerideki hayatının şekillenmesindeki en önemli nedenidir. Ailesi daha on
üç yaşında genç bir delikanlı iken Ayşe Hanım ile evlendirir. Bu evlilikten bir kız çocukları olur ama fazla yaşamadan vefat eder. Bir daha
hiç çocuklarının olmaması üzerine çoğu zaman ölen kızı için ‘Keşke
yaşasaydı’ diyerek hep ona olan özlemini dile getirmiştir.
Zamanın hızla ilerlemesi ve 1. Dünya Savaşının başlamasıyla Küçük Sofu 1914’te askere gitmiş ve 8 yıl askerlik yapmıştır.
4 aylık acemi eğitimini Konya Kara pınarda topçu-çakmakçı eri
olarak tamamladıktan sonra buradan Makedonya cephesine gider ve
burada 1 sene kalır. Daha sonra sefer emri ile Çanakkale’ye gelir ve
burada 9 ay kaldıktan sonra Romanya cephesine gider. Bu cephede
savaşın en yoğun olduğu bir günde vurularak yaralanır ve tedavisi için
Edirne’ye getirilerek 3 ay hastanede tedavi görür. Belli bir zaman
sonra yaralarının iyileşmesi üzerine Kuva-i Milliye hareketiyle Kütahya-Eskişehir hattına gönderilerek burada mücadeleye devam eder
ve buradan İstanbul Harp okuluna daha sonrada İstanbul Çatalca 7.
fıkra 21. alay 1. tabur 1. batarya da topçu-çakmakçı eri olarak 3 sene
kalır. Daha sonra Bulgaristan sınırına gönderilir ve burada 3 ay kaldıktan sonra askerliğini bitirerek terhis olur.
En zor şartlar altında ve yokluklar içerisinde en önemli cephelerde
savaşarak Müslüman Türk milletine hizmet eden Küçük Sofu hayatı104
Serdar ATABAY
nın bundan sonraki kısmını köy köy ve şehir şehir dolanarak insanları
doğru yola sevk etmeye ve Allah’ın emirleri doğrultusunda yaşamaları
için ömrünü adamıştır. Zamanın çoğunu evinden uzaklar da hizmet
ederek geçiren Küçük Sofunun eşi Ayşe Hanım 1950 yılında vefat
eder ve kendisi bir daha evlenmez. Belli zaman sonra ayakları tutmamış iki değneğiyle meşakkatli bir hayatı olmasına rağmen bıkmadan,
usanmadan hizmetine kaldığı yerden devam etmiştir. Bir kış günü 70
yaşında iken hayata gözlerini yummuş ve cenazesini Gümüşkümbet
köyünde bulunan caminin yanındaki mezarlığa abisi Büyük Sofu ile
aynı mezara defnedilmiştir. Geride bıraktığı sözlü vasiyetinde ise:
‘mezarının hiçbir şekilde yapılmaması ve kaybolup gitmesi’ isteğidir.
Küçük Sofunun Yaşantısı
Küçük Sofu keramet sahibi ve tasavvuf ehli bir insandır. Ömrünün
tamamını köy köy, şehir şehir gezerek insanları bilgilendirmeye, Allah’ın emir ve yasaklarını sohbetlerle anlatarak insanları manevî yönden sağlamlaştırmaya adamış Allah’ın sevdiği velî bir kuludur. Özellikle Kırşehir yöresindeki hemen hemen bütün köylerde kendisini ve
kerametlerini görenler ve de duyanlar bulunmaktadır.
Küçük Sofu ömrünün sonuna kadar abdestsiz durmamış ve zamanının çoğunu ibadet ederek geçirmiş örnek bir şahsiyettir.
Her zaman yerli yerinde konuşmuş ve sözleri herkes tarafından itibar görmüştür. Özellikle yanlış bir şey gördüğünde müdahale eder sonra
da doğrusunun yapılması konusunda ısrar ederdi. Yaşantısı boyunca
‘sene orucu’ tutar çok az yemek yerdi. En çok sevdiği yiyecek bulgur
pilavı, marul, yoğurt içecek ise sadece kendisinin yaptığı bitki çaylarını
içmekti. Şifalı bitkileri dağlardan kendisi toplar ve onlardan ilaç ve
içecek yapardı. Uykuyla hiç arasının olmadığı hatta her gece yorganı
üzerine çekerek tespih çektiği ve dualar okuduğu bilinmektedir.
Ağzından sinirlense dahi hiçbir kötü söz duyan olmadığı gibi güzel ve yanık sesiyle ilahiler söylediğini duyanların olduğu gibi cezbeye kapılarak Nebiler, Evliyalar, Üçler, Yediler, Kırklar diye bağırdığına çoğu kişi şahit olmuştur. Özellikle sabah namazlarını camide kılmış
hiçbir zaman imamlık ve müezzinlik yapmamıştır.
Kendisinin hiçbir sanatı olmamış, hayatında hiç ticaretle de uğraşmamıştır. En önemli özelliği ise gideceği her yere yaya olarak git105
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
meyi tercih etmesidir. Bir baksalar ki köyde bir baksalar başka bir
köyde, bazen dağda bazen ise farklı mekânlarda Küçük Sofuyu görmek ya da rastlamak mümkündür.
Hele yaşının çok ilerlediği ve ayağının neredeyse hiç tutmadığı
zamanlar bile sadece iki değneğiyle beraber, kar kış demeden, çoğu
köye yürüyerek gitmesine hiç kimse akıl sır erdiremezken yine kendi
ağızlarından “Ona zorluk yoktu” demeleri Küçük Sofunun gerçek
anlamda manevî kişiliğini de tasdik ettikleri anlamına geliyordu.
İşte bu halinden kaynaklı kendisine Kırşehir ve çevre köylerinde
‘Küçük Sofu uçardı’, uçmuş, uçuyor söylemleri yakıştırılmış, bu söylemleriyle de onun keramet sahibi manevî bir kişilik olduğunu anlatmış oluyorlardı. Kerâmetlerine şahit olanlar ellerine sarılarak gerçek
bir velî olduğuna iman ederlerdi.
Sıkça gezdiği dağlardaki şifalı bitkileri toplar ve insanlara şifa
bulmaları için verir, üzerine de dua ederdi. Herkes dualarından nasiplenmiş, manevî ve normal hastalıklarına şifa bulmuşlardır.
Bu bahsettiğim olaylardan nasiplenenler hala yaşamaktadırlar ve
anlatırken bile kendisine olan sevgilerini arkasından dualar ederek
göstermektedirler.
En sevdiği çiçek güldü. Özellikle dağlardan ve gittiği yerlerden
gül tohumlarını toplar bunları da gittiği başka yerlerde ekerdi. Cebinde
bulunan ‘gül tohumu keseciğini’ yeğeni Ali Ömer Köksal’ın eşi Fati
Köksal’a bir ziyareti esnasında vermiş kendisi de elli yıla yakın saklamıştır. Yaptığım araştırmalarım esnasında Küçük Sofuya karşı duyduğum derin sevgiden olsa gerek; bana hediye etmiştir. Buda benim
ömür boyu saklayacağım en önemli manevi mirastır.
Ziyaret ettiği köylerde bulunan herkes kendisinin yanlarında kalması hususunda ısrar eder fakat o belli kişilerin yanında kalmayı tercih
ederdi. Küçük Sofu’nun köylerinde bulunduğu zamanlar köy sakinleri
eğer hayırlı işleri ya da hastaları varsa dua etmesini, yeni doğan çocukları varsa isim vermesini isterlerdi. Rica eden kimseyi kırmaz hem
dua eder hem de isim verirdi. Yeni doğan kız çocuklarına genelde
içinde gülün geçtiği bir isim, erkek çocuklara ise, İslam’a hizmet etmiş sahabenin ya da mübarek zatların isimlerini verirdi.
106
Serdar ATABAY
Mis gibi koktuğunu, girdiği her ortamda bu kokunun duyulduğunu
ve kendisini görenlerin manevi bir haz aldığını birçok kişiden duydum. Kıyafetleri hiç kirlenmez, temizliğiyle herkesi kendisine hayran
bırakırdı. Özellikle yanında taşıdığı küçük tenekesinde daima su olur
ve bu suyla abdestini alırdı. Kullandığı
‘misvaklar’ sayesinde dişleri tertemiz inci gibi parlar, görenleri
mest ederdi. Cebinde taşıdığı misvaklardan bir tanesini kullanmaz ve
çok değer verirdi. Kendisine sebebi sorulduğunda: ‘katıldığı savaşlardan bir tanesinde şehit olan bir askerin ölmeden önce bu misvakı kendisine verdiği ve bu olaydan sonra kendisinde bazı manevi hallerin
zuhur ettiği bundan dolayı bu misvakı ayrı sevdiğini’ anlatırdı.
Kırşehir yöresinde gezdiği gibi Türkiye’nin de birçok il ve köylerinde de gezer özellikle buralardaki yatırlara ve türbelere giderdi. Herkesin bildiği Eyüp Sultanı, Mevlana’yı ve Ahi Evran-ı Veliyi ve kimsenin bilmediği birçok türbeyi ziyaret ederdi.
Gezdiği köylerde en fazla bir hafta on gün kalır bu süre zarfında
da köydeki sevenleriyle ve sağlam ihlâslı insanlarla sohbetler ederdi.
Gizli olarak köy camilerinde ve köy odalarında zikirler çekerler manevi yönden huzur bulurlardı. Çoğu kişinin duyduğu o meşhur sözü
ise ‘Bana yol göründü’ diyerek gece gündüz saatin kaç olduğu fark
etmez hemen yola çıkıp gitmesidir. Arkasından bakanlar ise sadece
yola çıkışını görürler ve saniyeler sonra bir daha göremezlerdi. İşte bu
halleri neticesinde Küçük Sofu uçtu söylemi tüm Kırşehir’de yayılmış
ve hala öyle anılmaktadır. Gerçektende kerâmet sahibi insanlarda
zaman mekân kavramı olmadığı gibi Allah tarafından onlara tasarruf
sağlanmıştır. İşte sizlere bu tasarruf sonucu Küçük Sofu’da zuhur eden
kerametlerden bazılarını paylaşacağım:
Küçük Sofu’nun Kerametleri
Gümüşkümbet köyünde 1950 senesinde aşırı kuraklık olmuş bir
damla yağmur yağmamıştır. Kuraklığın etkisiyle ağaçlar kurumuş,
ekinler kavrulmuş, çeşmeler akmaz hale gelmiş ve toprak susuzluktan
yarılmıştır. Bunların neticesinde hayvanlarda süt veremez ve susuzluktan ölür hale gelmişlerdir.
Köylüler her sabah kalktıklarında mavi bir gökyüzü görmekten,
akşama kadar güneşi izlemekten artık korkar ve umutsuzluğa kapılır
107
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
hale getirmişlerdir. Bunun neticesinde köylüler topluca yağmur duasına çıkmaya karar verirler. Cuma günü köyün merkezinde bir tepeye
çıkarlar ve burada yemekler pişirip kurbanlar keserler. Daha sonra
topluca namaz kılıp dualar ederler. Arkasından yemekler yenir ve
tekrar eller açılarak dualar edilir ama maalesef yine gökyüzünde hiçbir
değişiklik olmaz.
Köylüler tam ümidini keserken birden Küçük Sofu orada belirir.
Kimseye bir şey demeden sadece küçük çocukları başına toplar ve
onlara ‘siz sadece âmin deyin’ der. Sonra Allah Allah sözleriyle beraber dualar okuyunca birden gök gürlemesi ve havanın kararmasıyla
yağmur yağmaya başlar. Küçük Sofu’nun bu kerâmeti karşısında herkes bir daha onun maneviyatına güvenini tazeler. Böylece tam bir
hafta yağmur yağar ve topraklar suya kanarlar. Bu olayı yaşayanlardan
hâlâ birçoğu hayattadır.
Bir başka kerameti ise şöyledir:
Bilindiği gibi Küçük Sofu’nun ayakları tam tutmaz ve değneklerle
yürürdü. Ancak bu haliyle bile gideceği yerlere yaya olarak gider ve
vasıta kullanmazdı. Kendisinin en önemli bir özelliği ise kimselerin
bilmediği türbeleri, yatırları bilmesi ve buraları sık sık ziyaret etmesidir. Küçük Sofu bir gün kimsenin çıkamadığı bir tepeye çıkar. Buradaki tepede bir türbe vardır ve türbede çok büyük zatlar yatar. O güne
kadar devâsa demir kapıları olan bu türbenin kapılarını kimseler açamamıştır.
Türbenin yanına geldiğinde önce demir kapının önünde bolca dua
eder ve tam namaz kılacakken kapı kendiliğinden açılır. Hemen içeri
girer ve bu büyük zatların yanında namaz kılarak bol bol dua eder.
Evliyalara duyduğu aşırı aşkla kendini öyle kaybetmiştir ki kendine
geldiğinde hava çoktan kararmıştır. Belli müddet sonra oradan çıkar
ve yola koyulur. Bu arada yine Allah tarafından önüne bir ‘dürüm’
gelir ve bu dürümü yiyerek tutacağı oruca niyetlenir. Daha sonra yine
malum bu haliyle bir köye gider ve orada kalarak hizmetine devam
eder. Bu olayı bizzat çok güvendiği ve değer verdiği yeğeninin eşi Fati
Köksal’a anlatmış oda yaptığım araştırma neticesinde bana anlatarak
Küçük Sofunun gerçek manada bir Allah dostu olduğunu anlatmaya
çalışmıştır. Kendisi hâlâ hayatta ve Ankara’da ikamet etmektedir.
108
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköy Türkmenleri İle
Küçük Sofu Arasındaki Manevi Bağ
K
üçük Sofunun ve Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin çoğunun Manevi önderi Mahzenli’li Ali Efendiydi. Zaten bu vesileyle birçoğuyla manevi olarak bir gönül bağı vardı. Fakat Küçük Sofunun takva
yönünden hepsinden daha üstün olduğu yaptığı hizmetlerle ve yaşantısıyla belliydi. Köydekiler de bunun farkındaydılar.
Kendisi Kırşehir’deki köyler arasında en çok Eski Kızılcaköy’ü
tercih eder ve yaz kış demeden sürekli buradaki insanları ziyaret ederdi. Bu ziyaretleri esnasında bütün köylü Küçük Sofu’ya da Sofu Dede
geldi diyerek sevinçlerini belli ederlerdi. Ağır aksak iki koltuk değneğiyle, o nur yüzündeki tebessümle herkes tarafından nur yüzlü Sofu
Dede geldi denilirdi. Onu yolda görenler hasta çocuğu için dua etmesini ya da manevi rahatsızlıkları için yardım etmesini isterdi. Hele
çocukların bir yerlerinde iyileşmeyen yara varsa okur sonra eline diline sürerek yaranın olduğu yere dokununca o kişi kesinlikle şifa bulurdu. Çünkü herkes bilirdi ki bu kişi Allah’ın Veli kulu ve keramet sahibi bir insandır.
Eski Kızılcaköye geldiğinde Avşaroğulları Sülâlesinden Avşar’ın
Mustafa’nın evinde kalmayı tercih ederdi. Avşar’ın Mustafa köydeki
109
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
en iyi dostu ve gönüldaşıydı. Evde kaldığı zamanlar kesinlikle uyumazlar sabahlara kadar ibadet ve sohbet halinde olurlardı. Sabahları
namazı camide kılarlar sonra belirli günlerde Hobu’nun Hamdi eşliğinde kalabalık guruplarla cami ya da köy odaların da zikirler çekerler
ve Allah’a bol bol dua ederlerdi. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin en
büyük özelliği manevi önderleri aşırı sevmeleri ve değer vermeleridir.
Zaten kitabımızın başlarında da anlattığımız gibi Gaziler Mezarlarına
da bu sevgiden kaynaklı aşırı sahip çıkmışlar ve önem vermişlerdir.
Küçük Sofuda burada yatan zatları çok iyi bilir ve onlar içinde dualar
ederdi. Köyde kaldığı süre zarfında hep Allah’ın ismi zikredilir ve
sohbetlerle insanlar eğitirdi.
Yukarıda anlattıklarımızdan anlaşılacağı gibi çok güçlü bir maneviyat ve inançla hayatını Târikatı âliyyenin Nakşibendî-Kadiri yoluna
sarf etmiş olan Küçük Sofu, herkesin gönlünde yıkılmaz temeller
oluşturmuş ve hala bu temeller üzerine sapasağlam binalar yapılmaktadır. Ölmesinin üzerinden kırk yedi sene geçmesine rağmen gönüllerde hâlâ capcanlı duran Küçük Sofu öğretisini, yaptığım araştırmalar
sonucun da sizlerle paylaşmanın mutluluğunu yaşamaktayım. Böyle
güzel bir hayat yaşayarak bizlere güzellikler yazma fırsatı veren ve
Eski Kızılcaköy Türkmenlerine manevi önderlik yaparak kalplerinin
paslarının silinmesine yardımcı olan Küçük Sofu’nun şahsına yazdığım bir dörtlükle onu anıyor ve minnet borcumuzu dualar ederek ödüyoruz.
Küçük Sofu
Peygamberin Kelâmı, Diliydi Küçük Sofu.
Hak Aşkıyla Gezinen, Veliydi Küçük Sofu.
Cemâli Öyle Nurlu, Sanki Cennet Kokusu.
Gümüşkümbet Köyü’nün, Gülüydü Küçük Sofu.
110
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki
Yerel Halk İnanışları
T
ürklerin İslamiyet’i kabulünden önceki inançları Şamanizm’di.
Şamanizm’i doğa güçlerine ve bir takım ruhlara inanmak olarak
adlandırabiliriz. Bu inanışta gökyüzünde iyiliklerin ve iyi ruhların,
yerin altında kötülüklerin ve kötü ruhların, yeryüzünde ise insanların
varlığı kabul edilir. Ayrıca kâinatta bulunan her şeyin iyi ya da kötü
ruhları olduğuna inanılır. Bu inancın asıl temeli ise Tanrı, insan ve
doğaya dayanmaktadır. Binlerce yıl öncesinde yaygın olan bu inancın
etkilerinin günümüzde hâlâ devam ettiği bilinmektedir. Her ne kadar
Türk’ler, İslamiyet’in yayılmasıyla Müslümanlığı kabul etseler dahi,
Şamanizm kültürü hayatlarının her alanında olmuştur ve bugün bile
izlerine rastlamak mümkündür.
Özellikle Anadolu’yu yurt edinen ve Kırşehir Eski Kızılcaköyüne
yerleşen Türkmen oymaklarında Şamanizm’den kalma yerel halk
inanışları ve Türkmen halk inançları binlerce yıl öncesindeki gibi
canlılığını korumakta ve yaşatılmaktadır.
Günlük hayatın bir parçası haline gelen, insanların korku ve kaygılarını gidermeyi amaçlayan bu tür yerel halk inanışları aslında
Türkmenlerin Orta Asya da yaşarken inandığı Şamanizm kültürünün
özünü yansıtmaktadır. Orta Asya coğrafyasından Anadolu coğrafyasına hiç bozulmadan gelen bu geleneklere doğum, ölüm ve sosyal ya111
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
şantının her alanında sıkça rastlamak mümkündür. Bu geleneklerin
günümüzde etkisini göstermesindeki tek neden korku ve endişelerin
giderilmesi, kötü ruhlardan korunulması, nazar, kaza ve belânın uzaklaştırılması, dilek ve de isteklerin yerine getirilmesinde etkili olacağı
inancından kaynaklanmaktadır.
İşte bu sebeplerden dolayı Eskiköyde var olan ‘Yerel Halk İnanışlarından’ ve ‘Türkmen Halk İnançlarından’ bazı örnekler vererek bu
inancın hayatın her alanında hâlâ etkili olduğunu ve Eski Kızılcaköy
Türkmenlerinin hayatlarının vazgeçilmez bir parçası haline geldiğini
sizlere anlatmaya çalışacağım.
1. Çocuğu durmayan kadınlar (Düşük ve ölü doğum yapan, doğduktan bir süre sonra çocuğu ölen) Gazeler Mezarlığının etrafında dönerek çocuk dileğinde bulunur. Dileklerinin kabul olması halinde gazelere tavuk ya da koyun kesilir ve doğan erkek çocuklara nadirde olsa Gazi ismi verilir.
2. Ay ve güneş tutulduğu zaman ezan okunup ardından teneke
çalınır.
3. Yeni gelin kaynanaya sadık ve saygılı olsun diye eve girerken
kaynananın bacaklarının arasından geçirilir.
4. Köyde herhangi bir kişi öldüğü zaman kadınlar tarafından ağıt
yakılır.
5. Ölen bebekler Gazeler Mezarlığına gömülürken mezara parada atılır.
6. Evlerin kapılarına nazar değmesin diye nal çakılır ve kaplumbağa kabuğu asılır.
7. Bebeklere mavi nazar boncuğu takılır.
8. Baykuş uğursuz hayvan sayılır ve bir evin damında baykuş öttüğü zaman o evden birisinin öleceğine inanılır.
9. Yeni yürürken düşen çocukların bacaklarına ip bağlanıp kesilir. Kösteğini kestik artık çocuk düşmez denilir.
10. Misâfir giderken arkasından su dökülür.
11. Her evde olduğu kabul edilen ev yılanlarından birinin öldürülmesi ile öldürülen yılanın eşinin o evdeki birine kötülük
yapacağına inanılır.
112
Serdar ATABAY
12. Çocuk inatçı olmasın diye ensesinden öpülmez.
13. Yeni doğan bebek ve annesi kırk gün dışarı çıkarılmaz.
14. Sağ avuç kaşındığı zaman para gelir sol avuç kaşındığında
zaman para gider denilir.
15. Nazar olduğuna inanılan kişiye kurşun dökülür.
16. İki yeni doğum yapmış kadınlar birbirleriyle görüştürülmez. Eğer
görüşmeleri gerekirse iki kadın birbirleriyle iğne değiştirirler.
17. Hayızlı bir kadının kırklı bebeğin yanına gelmesi istenmez.
Gelirse bebeğin bir yerinde yara çıkacağı düşünülür.
18. Gelin gittiği yerde demir gibi sağlam dursun diyerek gelin almaya gidilen evden demir ya da bakır tarzı bir eşya çalınır.
19. Gelin evlendiğinde kırk gün baba evine gönderilmez.
20. Türbelerde dua etmek ve dilek tutmak yaygın bir gelenektir.
Tutulan dilek kabul olursa tavuk ya da küçükbaş hayvan kesilir.
21. Ölen bir kişinin tüm eşyası yıkanır. Yıkanan kıyafetleri ve değerli eşyaları akrabalarına dağıtılır.
22. Akşamları ev süpürülmez.
23. Salı günü uğursuz sayılır. Özellikle salı günleri iş yapılmaz,
çamaşır yıkanmaz, halı çözülmez.
24. Salı günü çamaşır yıkanırsa ölünün ağzına su kaçacağına eğer
halı çözülürse uzun süreceğine inanılır.
25. İki bayram arası nikâh yapılmaz.
26. Cenaze olan evde üç gün yemek pişmez.
27. Yeni doğan bebeğin göbeği eve gömülürse eve bağlı, camiye
gömülürse dindar, okula gömülürse de okuyacağına inanılır.
28. Yaşlılar ayak uzatarak otururken üzerinden geçilmez.
29. Ezan okunurken köpeğin uluması uğursuzluk sayılır.
30. Ceviz ağacının altından geçenin çarpılacağı söylenir.
31. Merdiven altlarından geçilmez.
32. Çocuk bacakları arasından baktığı zaman misafir gelecek denilir.
33. Ezan duyulmayan yerlerde horoz öttüğü zaman ezan okunmuş
kabul edilir.
113
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
34. Ayakkabının ters bırakılması işlerin ters gideceği anlamını taşır.
35. Ayakta yemek yiyen kişinin evin bereketini götüreceği söylenir.
36. Perşembe akşamları evde sinek uçması iyiye yorulmaz. O evde ölen birinin ruhunun eve geldiğine inanılır.
37. Perşembe ve Cuma günleri garibanlara yiyecek, içecek verilir.
38. Bir kız istenmeye gidildiğinde, ailesi kızı verirse hayırlı haberi
duyan ilk kişi tarafından, damadın kulağı çekilir.
39. Hıdrellezde gül ağaçlarının dibine akşamdan para gömülür ve
gece dilek tutulur. Güneş doğmadan önce de parayı yerinden
çıkarınca da tutulan duanın kabul olacağına inanılır.
40. Genç bir kız, ilk kalmaya gittiği evin anahtarını alıp ve yastığının altına koyarak uyursa, gece tuttuğu dilek gerçekleşir.
41. Evde tabak veya bardağın kırılması ile evden sıkıntı gittiğine
inanılır.
42. Kurban kanı alnın ortasına sürülür.
43. Birinin başına ters bir şey geldiğinde kendi başına gelmesin
diyerek kulağının çekilip üç kere yere vurulur.
44. Yere düşen bardağın kırılmamasının ardından bardağı yere
atarak kırılır. Böylelikle sıkıntı gider denilir.
45. Kara kedi görmek uğursuzluk getirir.
46. Genç kızın, gece aynaya bakması gurbete gelin gideceğine yorulur. Erkeğin bakmasına hoş bakılmaz.
47. Yatılan yatağın üstüne kimse oturtulmaz.
48. Gece tırnak kesilmez.
49. Ayvanın çok olması kışın sert geçeceğine işarettir.
50. Yataktan ters(solundan) kalkanın işi ters gider.
51. Leyleği uçarken gören yola gidecek derler.
52. Hamile aş erdiğinde canı ne çekerse yedirilir yemezse doğacak çocuğun bir yeri eksik olur denilir.
53. Ölü taşınırken cesedi ağırsa arkasından birinin daha öleceğine
inanılır.
54. Ekmek kırıntısı dökülen evin bereketi gider.
114
Serdar ATABAY
55.
56.
57.
58.
Mezarlığa veya mezara elle işaret edilmez.
Hamile aş erdiğinde neye bakarsa çocuk ona benzer.
Cuma günü ev temizlemek fakirlik getirir.
Cuma akşam ev süpürülürse meleklerin kanadının kırılacağı
söylenir.
59. Cenaze çıkan odada üç gün ışık yakılır. Ruh geldiği zaman
odasını çabuk bulsun diye.
60. Turşu bozulur diye hayızlı kadına turşu çıkarttırılmaz.
61. Gelin olan kızın duvağı, evde kalan kıza örtülüp çözülürse evleneceğine inanılır.
62. Her çocuğa muska yazdırılır, çocuğun omuzlarına bu muska
takılır.
63. Misafir ardından ev süpürmek iyi değildir.
64. Ev süpürüldükten sonra hastalık bulaşmasın diye süpürgeye
tükürülür.
65. Evden işe gitmek için çıkan erkeğin önünden kadın geçerse
erkeğin işi ters gider.
66. Çocuğu durmayan kadınlar kırk evden topladığı bez parçalarından gömlek dikerler. Çocukları dursun diye bu gömleği
giydirirler.
67. İğde ağacı altında uyunmaz.
68. ‘Kırklı çocuğun’ tırnağını kesmeden babasının pantolonundan
para çektirilir. Büyük para çekerse bereketli küçük para çekerse bereketsiz olacak denilir.
69. Kınası yakılan kız, kendi evinin bir köşesine kınalı elini basar
ve o iz silinmez. Amaç evden gittikten sonra unutulmasın diye.
70. Kullanılmış gelinlik kimseye giydirilmez.
71. Kulağı ve yüzü yanan dedikodusunun yapıldığına inanır.
72. Ölü geçerken ayağa kalkılır.
73. Nişanda erkeğin arkadaşları damada iğne batırır.
74. Gece vakti bir evden başka eve kazan, tava, tencere verilmez.
75. Ölünün yıkandığı yerde idare veya gaz lambası yakılır ve sö115
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
76.
77.
78.
79.
80.
81.
82.
83.
84.
85.
86.
87.
88.
89.
90.
91.
92.
93.
94.
95.
96.
97.
116
nene kadar bekletilir.
Rüyasında civciv görenin çok çocuğu olur.
Tabaktaki yemek güzel sıyrılırsa nişanlısının güzel olacağı
söylenir.
Hamileyken saç kestirenin ömrü kısalır.
Gece çöp atılmaz.
Küle tuvalet yapılmaz ve sıcak su dökülmez.
Sıcak su bir yere dökülürken destur denilir.
Asılı kalan çamaşırlar hava kararınca toplanmaz.
Nazar değmesin diye iğde ağacı parçaları çocuğun kıyafetine
takılır.
Hasta çocuklara eşek sütü içirilir.
Yeni gelinin karyolasına kız isteniyorsa kız, erkek isteniyorsa
erkek bebek konulur. Ama genellikle erkek bebek koymak
Eski Kızılcaköyde daha yaygındır.
Yeni bebeğin ağzına huyunun benzemesini istedikleri kişiye
tükürtürler. Amaç bu kişinin huyu benzesin diye.
Evlenecek erkekler pilava kaşık batırırlar.
Rahatsız birini taklit edenin sonu ona benzer denilir.
Gözü dalan misafiri geleceğini söyler.
Birinin üzerindeki yırtık dikilecek olursa, yırtığı dikilen kişinin başparmağının dişlerinin arasına alınması istenir, amaç
nikâhı bağlanmasın.
Kulağı çınlayan kendi isminin anıldığını söyler.
Sağ gözün seğirmesi sağlığa, sol gözün seğirmesi varlığa işarettir.
Birinin üzerinden atlanırsa boyu kısa kalır.
Büyüklerin yanında çocuk sevilmez.
Köpek sütü vereme iyi gelir.
Gece sakız çiğneyenin ölünün tersini ya da etini çiğneyeceği
söylenir.
Bir şeyden korkan kişi üç defa başparmağı ile damağını yukarı
doğru kaldırır.
Serdar ATABAY
98. Çocuklara cevizle oynayıp elinizi karartırsanız el kesiciler gelir elinizi keser denilir.
99. Kötü rüya görenler sabah soğanı dörde bölerek çatıya atarlar.
100. Çay içenlerin çayında küçük çay sapı varsa küçük boylu misafir, büyük çay sapı varsa büyük boylu misafir, çay sapı
adedince de insan geleceği söylenir.
101. Giysi sırtında iken düğme dikilenin aklının dikileceğine inanılır.
102. Ayak altları kaşınana yolculuğa çıkacak denilir.
103. Gün batımından sonra ölü gömülmez.
104. Yaşlıların önü kesilerek geçilmez.
105. Rüyada ölü görmek diri görmektir.
106. Düşünde deve görenin zengin olacağı söylenir.
107. Ölümü yaklaşan bir kişinin yakını uzakta ise gelecek durumu
da yoksa o kişinin resmi ve ya elbisesi ölmek üzere olan kişinin üstüne konulur. Böylelikle gelemeyen kişinin gelmiş
olduğu kabul edilir.
108. Cuma günleri sarımsak ve soğan yenilmez.
109. Torununun torununu gören kişinin cennete gideceğine inanılır.
110. Bir kişiye nazar değdiyse tuz okunarak başında çevrilir ve
ateşe atıp yakılır.
111. Ev bereketli olsun diye duvara ya da kapı girişine bir avuç
sapıyla beraber buğday asılır.
112. Göz değmesin diye cebe eşek pisliği konulur.
113. Sakız çiğneyenin çocuğu geveze olur.
114. Kulak çınladığı zaman isim sayılır ve hangi isimde çınlama
geçerse o kişinin kendisini andığına inanılır.
115. Bereket gitmesin diye ayaklar uzatılarak ve ya ayak üst üste
atılarak yemek yenilmez.
116. Ayakta giyinmek yoksulluk getirir.
117. Burnu çok akan zekidir.
118. Yüzüstü yatılmaz yatanın gâvura benzeyeceği söylenir.
119. Bebeği olsun isteyenin kucağına erkek bebek verilir.
117
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
120.
121.
122.
123.
124.
125.
126.
127.
128.
129.
130.
131.
132.
133.
134.
135.
136.
137.
138.
139.
140.
141.
142.
143.
144.
118
Şeytan gelecek diye gece ıslık çalınmaz.
Geceleri örümcek almak günah sayılır.
Cinsiyet değişecek diye gökkuşağı altından geçilmez.
İkindiden sonra el işi yapılmaz balkona bebek çamaşırı asılmaz.
Bir şeyi kırk defa söylersen olacağına inanılır.
İnsana domuz denilmesi günahtır.
Çocuk yalnız bırakılmaz bırakılırsa yanına süpürge konulur.
Çamaşır kazanı ya da boş kazan uzun süre ateşte bırakılmaz.
Yemin ederken tek ayak kaldırılırsa, yemin kabul olmaz denilir.
Kapı eşiğinden sol ayakla girmek uğursuzluk getirir.
Sofranın bereketi kaçmasın diye sofraya önce büyükler oturtulur.
Su içerken sol el başın üstüne konulur.
Yeni doğum yapan kadının kırk gün mezarı açık olacağına
inanılır.
Yürüyen çocuk emeklerse eve misafir gelecek denilir.
Yatağa çorapla girilmez.
Yeni doğmuş bebek kokmasın diye tuzlanır.
Bulaşık suyu ve mantı suyu ayak altına dökülmez.
Eldeki siğil geçsin diye üzerine yoğurt sürülüp köpeğe yalatılır.
Yeni gelinin ayakları dibinde testi kırılır.
İneğin dişi doğurması için altına çocuk dişi atılır.
Dişin aralıklı olması zenginliktir.
Ölenin gözlerinin açık olmasına birini göremedi de gözlerini
açık gitti denilir.
Hamile kadına çocuğu sümüklü olur diye kelle yedirmezler.
Yanan ateşi suyla değil toprakla söndürürler.
Yağmur duasında ilk çocuğu kız olan bir kadın seçilir. Kadının sırtına bir heybe verilerek ev ev dolaştırılıp bulgur ve tereyağı toplatılır. Topladıklarıyla pilav yapılıp tüm köylüye
yedirilir. Böylece yağmur yağacağına inanılır.
Serdar ATABAY
145. Kulağı ağrıyanın ağrısı geçsin diye kız bebek emziren kadının sütü damlatılır.
146. Hamileyken işkembe ya da ciğer yiyenin çocuğunda iz olur
denilir.
147. Gurbete gidenin yanına ekmek konulur.
148. Yeni evin temeline koyun kesilir.
149. ‘Çörtenin’ altından geçenin ağzı eğilir.
150. Çok ağlayan çocuğun ağzına üç yol ayrımında babasının
ayakkabısıyla bir daha ağlamasın diye vurulur.
151. Gece kıyafet ters katlanılmaz.
152. ‘Dabaz’ olanın boynu tuzlu su ile yıkanır.
153. Bir evden bir eve taşınırken boş eve dönülerek haydi hep beraber gidelim denilir. Amaç evde var olduğuna inanılan melekleri davet etmektir.
154. Güvercin kutsal hayvan kabul edilir. ‘Etini yiyen doymasın
pisliğine basan onmasın’ denilir.
155. Kırklı kadın düğüne götürülmez.
156. Hamile kadının karnı sivrileşirse erkeği, kalçası genişlerse
kızı olacağına inanılır.
157. Bebeğin beni olsun istenirse dalak yedirilir ve el kana bulanıp karına sürülür.
158. İnek hastalanınca iyileşsin diye bir yumurtanın kabuğu hocaya yazdırılıp hatıla kırılır.
159. Dağa gönderilen inek kaybolduğunda açılıp kapanabilen bir
bıçak açıkken okunup kapatılınca kurdun ağzı bağlanır. Böylece kaybolan ineğin kurt tarafından yenilmeyeceğine inanılır.
160. Düşünde sakallı gören Hızır’ı görmüş sayılır.
161. Dolu yağdığında evin ilk çocuğu dışarıya demir parçası atarsa yağmur kesilir.
162. Yeşil gözlü olanın nazarı çok değer.
163. Hamileyken eşeğe binenin çocuğu inatçı olur.
164. Ateşle çok oynayan çocuk altını ıslatır.
119
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
165.
166.
167.
168.
169.
170.
171.
172.
173.
174.
175.
176.
177.
178.
179.
180.
İnek pisliğinin üzerinden geçen çarpılır.
Yeni doğan çocuğun pisliği egzama hastalığına iyi gelir.
Güneş tutulunca güneş hastalandı denilir.
Göz değdiğine inanılan kişi için tuz çevrilir.
Geç konuşan çocuğa tez zamanda konuşması için yedi ortaklı bir ineğin dili yedirilir.
Gece keçi görenin şeytanı gördüğü söylenir.
Çocuk ve gençlere göz değmemesi için tazı boncuğu, yedi
göz ve iğde dalı, muskayla beraber kıyafetlerine dikilir.
Çocuk sakat olur diye boş beşik sallanmaz.
Gün aşarken süpürge bağlayan kadının, bekâr kızı varsa
nikâhının bağlanacağına inanılır.
Gece ıslık çalmak günahtır.
Allah’ın hakkı üçtür denilir.
Yeni doğan bebek sarılık olmasın diye üzerine ya sarı yazma
örtülür ya da altın takılır.
Yeni geline dili yağlı olsun diye tereyağı yalatılır.
Yağmur duası için Gazelere giderek dua edilir ve mezarlığa
para bırakılır.
Ölünün şişmemesi için üzerine bıçak, makas ya da demir
parçası konulur.
Gelin eve girerken ayakları dibinde testi kırılır.
Yukarıdaki verdiğimiz örneklerden anlaşılacağı üzere Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin günlük hayatlarının vazgeçilmez bir parçası
olan yerel halk inanışlarına batıl inanç denilmesi doğru bir yaklaşım
değildir. Çünkü konumuzun başında da belirttiğimiz gibi Türklerin
İslamiyet’ten önceki ilk inançları Şamanizm’di ve bu inanışın hala
varlığını yitirmemiş olması verdiğimiz örneklerden anlaşılmaktadır.
Tarihte Türklerin en önemli özelliği geçmişe karşı aşırı hassasiyet ve
kültürlerine karşı besledikleri inanılmaz saygıyı yüzyıllar boyu koruyarak yaşatma felsefeleridir.
Daha sonraki yıllarda Türklerin Müslümanlığı kabulüyle Şamanizm’in yerini İslamiyet almış fakat Türklerin yine eski inançlarını
120
Serdar ATABAY
tam olarak terk etmemelerinin sonucu İslamiyet’le Şamanizm’in karışımı bir yerel halk inanışı gün yüzüne çıkmıştır. Ne tam İslamiyet
söylemi, nede Şamanizm’in temeli olmayan, daha doğrusu İslam Şamanizm karışımı bir inanışla hayatlarını idame ettirmişlerdir. Yukarıda verdiğimiz örneklerin bazılarında Şamanizm’e İslam inanışı eklenerek İslam’ın özüymüş gibi bir durum da yaratılmıştır.
Türk toplumunun içersinde İslamiyet’in tamamen yayılması ve
yaşanmaya başlanması neticesinde yine İslamiyet’i çok iyi anlayamamanın getirdiği bir durumla, hurafelerin çıkması ve bunlara itibar
edilmesi kaçınılmaz olmuştur. İslam ile uzaktan yakından ilgisi olmayan fakat İslam’ın içinde varmış gibi varsayılan bu tür inanışlarda
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yerel halk inanışlarının içersinde yer
bulmuş ve maalesef itibar görmüştür, ki yukarıdaki örneklerde nadirde
olsa bunları görmek mümkündür.
Netice itibârı ile; Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki yerel halk
inanışları içersinde bu bahsettiğimiz farklı algıları görmek mümkündür. Ama bunlara inanış şekilleri İslam’a alternatif oluşturmak için
değil atalarından kalma bu söylemlerin sanki yapılmalarından ya da
söylenmelerinden dolayı ruhen rahatlama arzularıdır. Yüzyıllar boyu
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yaşantılarında yer bulan bu yerel
inanışların bugün olduğu gibi yüzyıllar sonrada yaşayacağı da kesin
görülmektedir.
121
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin
Kullandığı Yerel Kelimeler
B
üyük Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın Bizanslılara karşı Malazgirt Meydan Muhaberesini kazanmasıyla Anadolu’nun kapıları
Türklere açılmış, dolayısıyla 11.y.y’ dan 14.y.y’a kadar devam eden
süreçte Orta Asya Bozkırlarından Oğuz’un yirmi dört boyunun çoğu
Anadolu’ya göç etmişlerdir. Özellikle Avşar, Salur, Çepni, Bayat,
Alayuntlu, Eymür, Kıpçak, Beğdili, Kargın, Peçenek ve Kınık gibi
Türkmen boylarının yerleştiği Anadolu topraklarında, buna paralel
olarak ta birçokta kültür meydana gelmiştir. Bunlara örnek verecek
olursak: giyim kuşam, konuşma, yemek ve oyunlar Anadolu coğrafyasına gelmiş ve zaman içersinde biraz da burada değişerek tekrar canlanan Türkmen kültürlerini oluşturmuşlardır.
Özellikle Anadolu’yu yurt edinen Oğuzun boyları muhtemelen
bulundukları yerlerde farklı bölgelerde ve farklı ağızlarda konuşuyorlardı. Çünkü uzun süre göçebe hayatı yaşayan bu boylar farklı yörelere gidiyorlar ve burada farklı kültürlerden de etkileniyorlardı. Bunun
neticesinde her birinin aynı ağızdan konuşmadıkları ve değişik şivelerinin de olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Yüzyıllar süren bu göçlerin
etkisiyle konuşma dillerindeki ses ve şekil bakımından değişikliklerin
de olduğunu her bir Oğuz boyunun şu anki uzantıları olan Anadolu
topraklarındaki bölgesel şivelerinden anlıyoruz.
122
Serdar ATABAY
Orta Asya da var olan bu yerel kelimeler Anadolu topraklarına da
gelmiş fakat bölge faktörleri devreye girince, mevcut kelimeler anlamca aynı olmasına rağmen, söylemlerinde değişikliğe uğramışlardır.
Buda yöresel ağızlardan meydana gelen bir sürecin etkisidir. Bahsettiğimiz bu yerel kelimeler Orta Asya lehçelerinde ve yazı dillerinde
kullanılmakta iken Anadolu’ya yerleşen Türkmenlerin zamanla bu
kelimeleri kullanmamasından kaynaklı yazı dilinden soyutlanarak
etkisini yitirmişlerdir. Fakat Anadolu konuşma ağızlarında hâlâ yer
almakta ve günlük yaşantıda sık sık kullanılmaktadırlar.
Dolayısı ile, yazı dilimizde olmayan fakat Anadolu konuşma ağızlarında sıkça kullanılan yerel kelimelerin Eski Kızılcaköy Türkmenleri
arasında da kullanılması, bu bölgedeki halkın bir kez daha saf Türkmen olduklarının ve tamamen Orta Asya dili olan Oğuz Türkçesini
kullandıklarının en önemli ispatıdır.
Kırşehir Eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından kullanılan yerel
kelimeleri ve anlamlarını sizlere tek tek yazarak ne kadar zengin bir
kelime hazinemizin olduğunu göstermek istiyorum.
123
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
A
Aaz
Aba
Aboov
Abunus
Acep
Acer
Acımık
Acışmak
Açık Pazar
Ağırşah
Ağmış
Ağnamak
Ahizer etmek
Ahraz
Alaf
Alamaç
Alaşa
Alen
Alengirli
Alenmek
Alık
Amel olmak
Amoov
Anastanas
Annacına
Apapba
124
: Doğum yapan hayvanların ilk sağımından elde
edilen süt.
: Anne.
: Şaşırma nidası.
: Sağlam, kaya gibi.
: Acaba.
: Yeni.
: Bir çeşit ot.
: 1.Acımak 2.Yanmak.
: Pazartesi.
: Yünü incelten parça.
: Akın etmiş, göç etmiş.
: Hayvanların yerde sırt üstü kaşınması.
: Beddua etmek.
: Sağır, dilsiz.
: Alev.
: 1. Hızlı yanan alev 2.Tarlada yapılan gölgelik.
: 1. Çok konuşan 2.Laf taşıyan.
: Bekle, dur.
: Tuhaf, garip.
: Biriyle dalga geçmek.
: Giysi.
: İshal olmak.
: Şaşırma nidası.
: Karmakarışık.
: Karşısına.
: Beyazlaşmak, rengin solması.
Serdar ATABAY
Ara hastalığı
Araya vermemek
Arık
Arıstak
Arnın
Asar
Astap
Aşkar
Avcar
Avdal
Avlak
Avrana
Avu
Avurt
Aydaş
Aygördüm
Ayıklamak
Ayrıyeten
Azık
Azını düzmek
Azıtmak
Azmanta
: Herkeste olabilen hastalık (grip, nezle gibi)
: Ziyan etmemek.
: 1.Zayıf, cılız 2.Su akan yer.
: Tavan.
: Alın.
: Eser, Hatıra.
: Çamaşır, giysi.
: Yüz, surat.
: Ekilen tohum.
: Kavgacı.
: Hayvanların yattığı açık çevrili alan.
: Kavak ağacının üst kısımları.
: Zehir.
: Yanak.
: Komik olan.
: Gece ay ışığı altında oynana bir çeşit oyun.
: Temizlemek.
: Ayrıca.
: Tarlaya götürülen yiyecek.
: Bir olaydan ders almak.
: Bir hayvanı uzağa götürüp bırakmak.
: Yaramaz, çok azan
B
Babalı boynuna
Baça
Badas
Bahale
: Vebali boynuna.
: Bahçe.
: Harmanda toprağa karışan ekinin elenip ayrılması.
: Baksana.
125
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Bakırlani
Balak
Baldırcan
Bar
Basbaya
Bastırak
Baş bağlamak
Başaca
Başaklamak
Başangı
Bayrı
Bazlama
Bekit
Belemek
Bellemek
Berdi yastık
Besmeç
Bıcırgan
Bıdık
Bırçalık
Bışgı
Bisokum
Bişirgeç
Bişirik
Bitaa
Bizlemek
Bocca
Boğanak
Boğarsama
126
: Bakır leğen.
: İri, şişman.
: Patlıcan.
: Peynirin ve yoğurdun küflenmesi.
: Bilinenden hiç farkı olmayan.
: Kapı arkasına takılan kilit.
: Evlendirmek.
: Başa kadar.
: Hasattan sonra tarlada kalan ürünün toplanması.
: Yaramaz.
: Bari.
: Sac ekmeği.
: Ört, kapat.
: Sarmak.
: Öğrenmek.
: Halısız yastık.
: Bulgurdan yapılan yayvan kızartılmış köfte
: Isırgan otu.
: Ufak.
: Dağda yetişen bir ot.
: Küçük testere.
: Azıcık.
: Sac üstünde pişirilen yufkayı çevirmek için kullanılan değnek.
: Çamurdan sıva.
: Sümük.
: Dürtmek.
: Küçük testi.
: Sağanak yağmur.
: Hayvanın eşe gelmesi.
Serdar ATABAY
Bolalmak
Boön
Boör
Bostan
Boyna
Boyunduruk
: Bollaşmak.
: Bugün.
: Bel, yan.
: Kavun, karpuz.
: Sürekli.
: Kağnı ve öküz arabalarında çekiş için öküzlerin
boynundan bağlandığı kısım.
Boyuözelim
: Yeni gelinin evdeki genç bayanlar için kullandığı tabir.
Bozulamak
: Yüksek sesle acı çekerek ağlamak.
Böcük
: Böcek.
Bön bön bakmak : Boş boş bakmak.
Böngüldemek
: Kaynamak.
Börttürmek
: Haşlamak.
Bukaraez
: Bu kez, bu defa.
Burgacan
: Bir tür hastalık.
Buru
: Eğri demir.
Buymak
: Üşümek, donmak.
Buzalacı
: Yavrulamaya hazır inek.
Bürlenme
: Örtünme.
Büzüldü
: İki büklüm olmak.
C
Caa
Camadan
Cavlak
Celep
Cemek
: Odada banyo yapılan yer.
: Kolsuz yelek.
: Kel
: Sabana koşulan öküz.
: Çift sürerken hayvanları yönlendirmek için kullanılan
sopanın alt kısmına takılan ve sabandaki toprağı temizlemeye yarayan spatula benzeri demir parçası.
127
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Cengari
Cere
Cıbalama
Cıfıt
Cığıl cığıl
Cılbah
Cılga
Cılk
Cıncık
Cıngı
Cıngıl helkesi
Cırıt
Cırmık
Cırtık
Cırtlak
Cıscıbık
Cızık
Cibiliyet
Cilis
Cinaslık çıkarma
Cingan
Ciraat
Cobul olmak
Coruk
Cozurtmak
Cözürük
Culuk
Cumayen
Cumbul
Cuvara
128
: Gökyüzü rengi, turkuaz.
: Turşu küpü.
: Suyun içerisinde paçaları sıvayarak yürümek.
: Fena, kötü.
: Parlak, berrak, güzel.
: Soyunuk.
: Dağ yolu, patika.
: 1.Bozuk 2. Kuluçka dönemindeki yumurta.
: Cam parçası.
: 1.Küçük ateş parçası 2.Kıvılcım.
: Yoğurt kabı.
: Hızlı.
: Tırnak izi.
: Şımarık.
: Göze hoş gelmeyen.
: Çırılçıplak.
: Çizgi
: Huy, yaradılış.
: 1.Çaresiz kalmak 2.Zayıf.
: Kavga.
: Çingene.
: Çıbanı olanlara denir.
: Bollaşmak.
: İnatçı.
: Sapıtmak.
: Kuyruk yağının eridikten sonra kalan parçası.
: Hindi.
: Cuma günü.
: Küçük üzüm salkımı.
: Sigara.
Serdar ATABAY
Cücük
Cülük
: Civciv.
: Salatalığın üremesi.
Ç
Çakırdak
Çalgın
Çalık
Çalkama
Çalkamak
Çalmak
Çalpı
Çamsıtmak
Çangaza
Çar
Çarkıt
Çarpma
Çatı
Çavdırmak
Çavmak
Çeltek
Çemkirmek
Çençen
Çenilemek
Çerik
Çevlik
Çığırtma
Çıkı
Çıkın
: Davarlarda dışkının yüne yapışarak topaklanması.
: Ayağı hafif aksayan.
: Eli ayağı tutmayan.
: Ayran.
: Yıkamak.
: Yere vurmak.
: İnce ve kuru ağaç dalı, kuru ot.
: Gizlice duyurmak, dedikodu.
: Hareketli.
: Yazma.
: Eski, külüstür.
: Bir tür yazma örtme şekli.
: Alın anlamında.
: Atmak.
: Güneşin ışık saçması.
: Çoban yardımcısı.
: Saygısız şekilde karşı gelmek, diklenmek.
: Çok konuşan, geveze.
: Köpek havlaması.
: Tahıl ağırlık ölçüsü.
: Daire.
: Sıvı yağ ile kızartılan hamur işi yiyecek.
: Bohça.
: Azığın konduğu bez.
129
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Çıkla
Çıkrıngaç
Çılpı
Çırahma
Çıtak
Çıtlı
Çiğsimek
Çik
Çenet
Çinilemek
Çinke
Çipli
Çir
Çiti
Çitimek
Çitlek
Çonapa
Çor
Çorpadanak
Çot olmak
Çöğdürek
Çöğdürmek
Çölmek
Çömçe
Çömelmek
Çördük
130
: Yavan, sade.
: Argacı sarmak için kullanılan alet.
: İnce omca parçası.
: 1. Üzerine çıra, lamba konulan ağaç iskemle 2. Bir
tür oyun.
: Kavgacı.
: Bir tür ot.
: Nemlenmek.
: Âşık oyununda aşığın çukur kısmı.
: Cevizin içindeki bir bölüm.
: Kulakları çınlamak.
: Çok az.
: Üzümün kuru dalları.
: Kayısı, erik kurusu.
: Kağnı arabasındaki dikmelerinin tamamına denir.
: Yün çorabın eskiyen yerini örerek onarmak.
: Çekirdek.
: Sakar, beceriksiz.
: 1.Hastalık 2.Tuzlu.
: Aniden düşmek.
: Elin ayağın tutulması.
: Tahta tahtıravalli.
: Küçük tuvaletini yapmak.
: Çanak.
: Tahta kepçe.
: Eğilmek.
: Ahlat.
Serdar ATABAY
D
Dabana kuvvet
Dabaz
Daklaşma
Dal
Dam pilavı
Dandiridon
Dangasta
Dearmi
Debelenmek
Delimsa
Dellal
Demin
Depik
Deşirici
Deşirmek
Devramel
Devre
Deze
Dıkılmak
Dıkım
Dımrıdı
Dıraz dıraz
Dikme
Dilmek
Dinelmek
Dingildeme
Direşmek
: Yürü, koş.
: Boyun bölgesinde olan kaşıntı.
: Birine sataşma.
: Sırt.
: Tan ağarırken yapılan düğün pilavı.
: Kadınların giydiği içlik.
: Kaba, iri.
: 1.Yuvarlak 2. Yakışıklı.
: Bir şeyi yapmaya uğraşmak.
: Deli gibi.
: Davet çağrısı.
: Az önce.
: Tekme.
: Dilenci.
: Dilenmek.
: Ayçekirdeği.
: Yanlış.
: Teyze.
: Girmek.
: Lokma.
: Ekmeğin pişerken sertleşmesi.
: Boş boş.
: Fidan.
: 1.Yarmak 2.Parçalara ayırmak.
: Ayakta durmak.
: Hoplama, zıplama.
: Direnmek.
131
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Dirgen
Dirlik
Ditmek
Divdiriyor
Divlek
Diyal
Dolak
Doluktu
Domuşmak
Dö
Döğümsüz
Dökülal
Dölek
Dulda
Duluk
Duşgana
Dutacak
Dutma
Düğürcü
Dülger
Dümüksüz
Dünean
Dürtlemek
: Ucu demir çatal olan ağaçtan saplı el aleti.
: Huzur.
: Yün pamuk ya da eti küçük parçalara ayırmak.
: Çatlaktan su sızması.
: Bir çeşit kavun.
: Değil.
: Tırpanla ekin biçilirken bacağın zarar görmesini
engellemek için bacağa bağlanan kalın bez.
: Ağlamaya hazır, duygulanmak.
: Surat asmak.
: İnce bulgur.
: Acımak.
: Hadi oradan.
: Düzgün.
: Rüzgâr almayan kuytu yer.
: 1. Düğünde yeni gelinin saçların kesilerek yanağına doğru salması. 2.Alın.
: Surat, çene.
: El bezi.
: Çoban.
: Kız istemeye giden.
: İki tarafı keskin kazma.
: Kaygısız.
: Dün.
: El işi yapmak.
E
Ehnezik
Ekdi
132
: Zayıflamak.
: Uyanık.
Serdar ATABAY
Eke toka
Ekmek ağı
Elbiz
Elcek
Elleam
Elleşmek
Emlik
Enek
Enik
Eooovv
Erincek
Erinmek
Eserekli
Esilme
Essah
Estirikli
Eşgare
Eşik
Eşinme
Everek
Evlik
Evreaç
Evselemek
: Yaşından olgun olanlar için söylenir.
: Azık örtüsü.
: Örümcek.
: Eldiven.
: Herhalde, galiba, sanırım.
: Dokunmak.
: Geç doğan kuzu.
: Sermaye.
: Kedi, köpek yavrusu.
: Seslenme, çağırma nidası.
: Üşengeç.
: Üşenmek.
: Hasta, evhamlı.
: Azalma.
: Gerçek, sahi.
: 1.Gel git akıllı 2.Deli.
: Açık olan.
: Kapının alt kısmı.
: Hayvanların toprağı ayaklarıyla hafif karıştırması.
: Ecele ederek.
: Yatak odası, kiler.
: Yufka ekmek pişirirken kullanılan çubuk.
: Bir tutam almak.
F
Fak kurmak
Faklamak
Fanılamak
: Zararlı haşerelere karşı kurulan tuzak.
: Sabitlemek.
: 1. İnlemek 2.Yankılanmak, uğuldamak.
133
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Farfaracı
Ferik
Fermanı
Fışkı
Filik
Fingirdemek
Firek
Firengi
Firik
Fitlemek
Fitne
Fol
Fos
Fosalmak
Fosfos
: Palavracı.
: Genç tavuk, kuma.
: İşlemeli cepken.
: 1.Koyun, keçi pisliği 2. Yaramazlar için kullanılır.
: Tiftik.
: Yerli yersiz gülmek.
: Domates.
: Büyük anahtar için kullanılır.
: Olgunlaşmak üzere olan buğday.
: Birini başka birine karşı doldurmak.
: Fesat.
: Civciv çıkacak yumurtalar topluluğu.
: Boş, kof.
: İçi boşalmak.
: Bomboş.
G
Gaçıl
Gada
Gadamal
Gadık
Galakmak
Galan
Galender
Gambak
Ganare
Ganırtmak
Gapcık
134
: Çekil.
: Dert, bela.
: Derdimi al.
: Büyüklenme sözü.
: Şımarmak.
: Artık.
: Alçak gönüllü.
: Kavağın kabuğu.
: Aşırı yemek yiyen.
: Açmaya zorlamak.
: Domatesin posası.
Serdar ATABAY
Gap gacak
Garakmak
Garamet
Gardak
Garel
Garık
Garsamba
Gavlatmak
Gayerlemek
Gayle
Gayrı
Gazeler
Gebirti
Gelep
Gen
Gerneşmek
Gevmek
Gı
Gıdım
Gıç
Gımçıtmak
Gındap
Gırhım
Gırık
Gırkmak
Gırlent
Gırs
Gıstırma
Gıvışdamak
: Mutfak eşyası.
: Aşırı susamak.
: İftira.
: Kötü dikiş yüzünden giyside oluşan istenmeyen
kıvrım, kabartı.
: Ayar, ölçü.
: Sebze ekilmesi için hazırlanan küçük bahçe bölümü.
: Fazlalık.
: Bir şeyin kabuk ve benzeri yüzeyini koparmak.
: Azarlamak.
: Tasa.
: Bundan sonra.
: Gaziler.
: Ayakla çıkarılan ses.
: Boyamaya hazır ip.
: Hiç sürülmemiş kıraç yer.
: Gerilmek.
: Dişle ezmek, çiğnemek.
: Keçi, koyun gübresi.
: Az.
: Ayak.
: Ağız bükmek
: İp.
: Davarın yün kesim zamanı.
: Gizli tutulan sevgili.
: Davarın yününü kesme, traş etme.
: İşleme.
: Fesat.
: Sıkıştırma.
: Kımıldamak.
135
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Gıymık
Gızdırma
Gidi
Gidişme
Gimi
Gode
Gonşu
Gonur
Gonursu
Goruk
Gostahlı
Goug
Göbelek
Göçmen donu
Göçürtme
Gödellek
Göden
Göfer
Göğ
Göğünmek
Gölek
Gömeç
Gömük
Gömüklü
Gönenmek
Görmek
Görümcadım
Görümlü
Göz
Gözzek
136
: Odun parçası
: Isıtmak.
: Arsız.
: Kaşınma.
: Gibi.
: Vücut.
: Komşu.
: Kahverengiye yakın renk.
: Bez yanığı.
: Olgunlaşmamış, ekşi üzüm.
: Havalı, gösterişli.
: İki taş arası boşluk.
: Şapkalı mantar.
: Kadınların giydiği bir tür giysi.
: Fide.
: İki kulplu karnı geniş tüp.
: Dağınık.
: Güç, kuvvet.
: Açık mavi.
: İçten içe yanmak.
: Su birikintisi.
: Bal tekeri.
: Pis çamur, batak.
: Gri.
: Kullanmak.
: Temizlemek.
: Görümce kadın.
: Bakımlı.
: Oda.
: Suyun topraktan çıktığı yer, kaynak yeri.
Serdar ATABAY
Gubat
Gulaasma
Gullep
Gulunç
Gupa
Gurdalanmak
Gursaksız
Guzlacı
Gücük
Güdül
Gülük
Gündüzleme
Günsüz
Günülemek
Güre
Güvaa
Güvelek
Güvermek
Güverti
Güzlük
: Kaba,biçimsiz.
: Kulak asma, önemseme, kaile alma.
: Zincir halkası.
: Omuz ve boyun bölgesinde tutulma.
: Bardak, tas.
: Oyalanmak.
: Aldırmaz, gamsız.
: Hamile koyun.
: Kış ortası, şubat ayı
: Küçük kısa testi
: Hindi.
: Şımarık çocukları aşağılamak için söylenen söz.
: Erken doğan çocuk.
: Kıskanmak.
: Ergenliğe ulaşmış büyükbaş hayvan.
: Damat.
: İri sinek.
: Yeşermek.
: Yeşillik.
: Anne evinden hamile gelen bayan.
H
Habe
Habire
Hacet
Hafli yatmak
Hak
Halbusem
: Heybe.
: Durmadan, hep.
: Alet.
: Her an kalkacak gibi yarı uyanık yatmak.
: Bir iş karşılığı yapan kişiye verilen yiyecek.
: Hâlbuki.
137
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Haleşe
Halmetekin
Hamıt
Hamurlani
Hangırdak
Haral
Harbaza
Haşat
Hatıl
Havhalamış
Havhalı
Havkırmak
Havuş
Havut
Havuz
Hazlanmak
Hazval
He
Heci
Heç
Hedik
Helaa
Helik
Helke
Hemdes
Hereni
Herketmek
Hevek
138
: Kalabalık.
: Söz gelimi.
: Atın boynundaki halka.
: Hamur leğeni.
: Yakışıksız gülmek.
: Büyük çuval.
: Deli gibi sağa sola saldıran.(örnek: harbaza köpeği.)
: Darmadağın, perişan.
: Hayvanların yem yediği yer.
: Yaralamış.
: Nasıl konuştuğunu bilmeyen.
: Konuşmaya sert başlayan.
: 1. Eşyada mahvolmak 2. İnsanların aşırı yorulmasında kullanılan söz.
: Çeşme havuzcukları.
: Hafız.
: Hoşa gitmek, sevmek.
: Ürün.
: Evet.
: Değil mi?
: Tastikleme sözü.
: Bulgur yapmak için kaynatılmış buğday taneleri.
: Yanılma anlamında kullanılan söz.
: Küçük taş parçası.
: Küçük kulplu kap.
: Acemi.
: Büyük tencere.
: Tarlayı sürmek.
: Üzüm ya da domates salkımlarını kurutmak için
bağlayarak tavana asmak.
Serdar ATABAY
Hezen
Hınaza
Hırpadan
Hırtmak
Hıvıştı
Hinci
Hirk
Hiyerif
Hoğ konmuş
Honça
Hora geçmek
Horan
Hoşbeş
Hotlamak
Hoyuk
Hömermek
Hörküş
Hucar
: Evin tavanındaki ağaç.
: Uyuşuk, içten pazarlıklı.
: Sıkı, sıkıca.
: Küsmek, tersleşmek.
: Yavaşça kaçmak.
: Şimdi.
: Tarlayı nadasa bırakma.
: Be adam.
: Hafif yükselti.
: Müjde karşılığı verilen hediye.
: İyi oldu, tam oldu.
: Ev halkı.
: Sohbet.
: Zıplamak.
: Bostan korkuluğu.
: Karşı gelmek, diklenmek.
: Tavlı, besili.
: Haber.
I
Iğralama
Iğranmak
Iğşalama
Iğta
Imsık
Ipılak
Irılmak
Isga
Ismarıç
: Hafif sallamak.
: Kımıldamak, sallanmak.
: Kuvvetli sallamak.
: Kuytu yer.
: Utangaç, mahcup.
: Parlak, parlamak.
: Uzaklaşmak, gitmek.
: Küçük soğan.
: Sipariş.
139
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Işgın
Işılamak
Izgın
: Taze üzüm dalı.
: Hafif gülmek.
: Ezilerek bezir yağı çıkarılan keten tohumu.
İ
İbiklemek
İçdon
İdare
İdişmek
İlaan
İlenç
İlik
İmbal
İngi indi
İnne
İrbik
İsesiz
İsilik
İsince
İsli tafana
İşgirlenmek
İşlengiç
İtdirsaa
İtea
İti
İviklemek
140
: 1.Tavuğun yem yemesi 2.Deşmek.
: Kilot.
: Aydınlatma cihazı.
: Tartışmak.
: Leğen.
: İntizar.
: Giysi düğmesi.
: Ucu çivili hayvan sopası.
: Bir çeşit hastalık. Bu hastalıktan kurtulmak için
kına yakılırdı.
: İğne.
: Su kabı.
: Sakin.
: Terlemekten ve sıcaktan vücutta meydana gelen
küçük pembe kabartılar.
: Taharet.
: Ekmeklik.
: Kuşkulanmak.
: El işi, işleme.
: Arpacık.
: Ekmek yaparken unun altına serilen bez.
: Peynirin hafif acıması.
: Köşesini bucağını aramak.
Serdar ATABAY
İvitlemek
İyaa
İzbe
: 1. Seçmek, ayırt etmek 2. Lafı tekrarlamak.
: Eğe.
: Kötü, yıkık ev.
K
Kahmırık
Kakıç kakmak
Kara kırnak
Karakmak
Karıdı kocadı
Karmak
Katarna
Katık
Kayıtdamı
Kea
Keasımısın
Keç
Kekil
Kelek
Kelengi
Keli
Kelik
Kepelek
Kercine
Kerme
Kertik
Kes
Kesbere
: Balgam.
: Birine laf atmak.
: Fena, huysuz.
: Susamak.
: Yaşlı.
: Karıştırmak.
: Aksi, fena.
: Ekmekle yenilen şey.
: Kiler.
: Muhtar.
: Seni ne ilgilendirir?
: İneklerin ilerlemesi için söylenen söz.
: Alnın üzerine düşen saç.
: Olgunlaşmamış kavun.
: Bir tür tarla faresi.
: Maşalla ile karık arasındaki toprak yığınına denir.
: Bebek ayakkabısı.
: Ağacın çiçeklerinin döküldüğünde meyvenin açığa
çıkması.
: İnadına.
: Hayvan pisliğinden yapılan yakacak.
: Gedik, boğum.
: Kurutulmuş ot.
: İri taş tuzu.
141
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Keskenmek
Kessek
Kıç
Kımıl kımıl
Kırangiresice
Kırbız
Kırı
Kıvrak
Kızıl
Kingirdek
Kirmen
Kisbe
Kis kis
Kismiş
Kişiflemek
Kişkillenmek
Kiriz
Koğu
Kolcak
Koşum
Koyurmak
Köğtür
Kötelemek
Kömbe
Kömürtlek
Köper
Kösengi
142
: Elini kaldırıp vuracak gibi yapmak.
: İri, sert toprak.
: Ayak anlamındadır.
: Yavaş yavaş.
: Yok olması istenilen şeye denir.
: Kırmızı.
: Eşek yavrusu.
: Seri, pratik.
: Çalışmayı sevmeyen, tembel, utanmaz.
: Gereksiz gülen.
: Halı ipi.
: Yağlı güreş yapan pehlivanların giydiği dar paçalı
meşin pantolon.
: Sinsi sinsi.
: Gizlenmiş, saklanmış.
: Gizli olarak gözetlemek.
: Kışkırtmak.
: İnat.
: Birinin arkasından söylenen kötü söz.
: Aşçıların bileklerine kadar taktığı bezden parçaya
denir.
: Atı çekmeye yarayan ip.
: Salmak.
: Pekmez ile un karışımı bir tür tatlı.
: Tekmelemek.
: Bir çeşit gözleme.(Gözlemenin yanık olanına da
denir.)
: Gırtlak.
: İki maşalla arasındaki suyolu.
: Ateş karıştırılan demir.
Serdar ATABAY
Köstü
Kösülmek
Kunde
Kuraza
Kusgun
Kuşane
Kuytu
Kücülemek
Küfül küfül
Külek
Külle
Külüstür
Kümbül
Kümpür
Küntümezce
Küsgülüş
Küştüre
: Köstebek.
: Bir yerde boylu boyuna uzanmak.
: Her gün.
: Eski kapılardaki açacak.
: Semerin arka bağı.
: Saplı yayvan tencere.
: Çukur, sığınak.
: İleri geri hareket ettirmek.
: Serin serin.
: Ekmek konulan tahta kap.
: Tandırın hava alma borusu.
: Eskimiş, yıpranmış.
: Kısa boylu, şişman.
: Patates.
: 1.İri, kalıplı.2.Ağır.
: Ucu geniş değnek.
: Odun düzleme aracı.
L
Loğ taşı
Löküs
: Toprak damları sertleştirme taşı.
: Lamba.
M
Maççalı
Maarsemek
Madası açık
Mağbeyn
: Hastalıklı.
: Önemsemek.
: İştahlı.
: Evin girişi.
143
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Mahna
Malaka
Malamat
Maldiynaa
Malihülle
Maplak
Marraat
Masamak
Masillenme
Maşalla
Mazarrat
Mazı
Melefe
Menanet
Meres
Mes
Mesarif
Meses
Meset
Meşmeretli
Mıçırdamak
Mıhra
Mık
Mintan
Mirtlemek
Mismil
Mitil
Mittirdek
144
: Bahane.
: Bedava.
: Rezil-rüsva.
: Boş boş duranlara söylenen söz.
: Hayal kurmak.
: Ateş küreği.
: Sus, çeneni kapa.
: Merdiven.
: İçinde uhde kalma.
: Bitkilerin sulanmasını kolaylaştırmak için toprakla
çevrilmiş dikdörtgen alan.
: Yaramaz.
: Halı tezgâhının parçası.
: Yorganın iç yüzü.
: Yaramaz.
: Miras.
: Deriden yapılan ayaklık.
: Masraf.
: Kağnı ve öküz arabalarında öküzleri yönlendirmek
için kullanılan uzun sopa.
: Aksi.
: Birbirinden haberdar olmak.
: Yemek yerken ağzın şıpırdatılması.
: Bir şeyin sertleşmesi.(örnek: Toprağın sertleşmesi.)
: Çivi.
: Gömlek.
: Yerinde duramayan.
: Yenmesi helal olan.
: Yüzsüz yorgan.
: Hareketli, canlı.
Serdar ATABAY
Moğlak
Mudana
Muhanet
Mukaatol
Mulla
Mullabaam
Musandıra
Muşamak
Muzurnaz
Müstağmel
Müstehak
Müzevir
: İşi hakkıyla yapamayan, beceriksiz.
: Birine boyun eğme.
: Kimseyle paylaşmayan.
: Sahip ol.
: Öğretmen.
: Okumuşlara söylenen söz.
: Raf.
: Pencere.
: Yaramaz.
: Kullanılmış, ikinci el, yeni olmayan.
: Hak etmek.
: Arabozan, dedikoducu.
N
Nalin
Namazlaa
Navrak
Nazlıbaam
: Tahta terlik.
: Seccade.
: Surat, yüz.
: Yeni gelinin evdeki genç erkekler için kullandığı
tabir.
Ne has
: 1.Hayret anlamında 2.Nasıl.
Neçe
: Nice.
Nefaat
: Ne zaman.
Nınnık konuşmak : Burnu tıkalı konuşan.
Nizahcı
: Kavgacı.
Nörüyon
: Ne yapıyorsun?
Nutkunmadan tutuldu : Konuşamamak, sessiz kalmak.
Nuzul inmek
: Felç olmak.
145
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
O
Ocudu
Ocutmak
Ofaat
Oklağaç
Okuntu
Olçun
Ondan keri
Onmak
Oşamak
Otoön
: Bıkmak, usanmak
: Acımak.
: O vakit.
: Oklava.
: Davetiye.
: Hastalık konusunda bilgili insanlar.
: Sonra.
: Hayrını görmek.
: Okşamak.
: Evvelki gün.
Ö
Öncüt
Ören
Örk
Örklemek
Örme
Örselemek
Örtme
Öşbe
Ötürmek
Öyke
Öz
Özek
Özemek
Özenek
146
: Geri almak üzere verilen.
: Harabe.
: Hayvan bağlanan kazık.
: Bağlamak.
: Yeni buzağının boynuna takılan örülmüş ip.
: Yıpratmak, hırpalamak.
: Kapatma.
: Çokbilmiş, ukala.
: İshal halde tuvalet yapmak.
: Sinir.
: Küçük su pınarı.
: Derman.
: Yoğurdun suyla karıştırılması.
: 1. Bir şeyi eriyinceye kadar çırpmak. 2. Lafı uzatmak.
Serdar ATABAY
P
Pahla
Pala
Palazımış
Palan
Pambık
Patala
Patsat
Pattadanak
Pavzat
Paysımıyor
Paytak
Peçe
Pelver
Peşgir
Pılı pırtı
Pişirgeç
Ponçak
Pontul
Pöçük
Punara
Püs
: Fasulye.
: Bez parçalarından dokunan basit kilim.
: 1. Rüzgârda yerdekilerin havalanması. 2. Korkup kaçmak.
: Semer.
: Pamuk.
: Patates.
: Tek tük.
: Aniden.
: Kır bekçisi.
: Tanımıyor, saymıyor.
: Başkent.
: Pencere.
: Salça.
: Havlu.
: Gereksiz bez parçaları.
: Sacdaki yufkayı döndüren ağaç dalı.
: Püskül.
: Pantolon.
: Kalça arasındaki oynak kemik.
: Tandırda bulunan baca.
: Pekmezin koyusu.
S
Sabındırık
: Kağnı tekerleklerinin kolay dönmesini sağlamak
için kullanılan sıvı yağın konulduğu hayvan boynuzu.
147
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Sabısı
Sağlım
Sako
Sal
Sale
Samen
Sanırtmak
Sası
Savah
Savmak
Sayı mı?
Sayrı
Sağan
Seğirtmek
Sehim
Seki
Sekmen
Selgah
Seme
Seyip
Seyritmek
Sıdırmak
Sıkılamak
Sınangı
Sındı
Sındırmak
Sınıkçı
Sıracalı
Sırımak
148
: Sahibi.
: Süt veren inek ve koyun.
: Ceket.
: 1. At arabasının arkasındaki sap taşınan yer.
2. Tabut.
: 1. Zeki, uyanık 2. Uykusu hafif.
: Düğüncü alayı.
: Boş boş beklemek.
: Çürümüş, kokmuş.
: Düşüncesiz saf aptal.
: Göndermek, yolcu etmek.
: Gerçek mi?
: Hasta.
: Bakır tabak.
: Koşmak.
: Pay, hisse.
: Odalar arasındaki yüksek set.
: Çuval.
: Dere, suyun aktığı yer.
: Aptal, sersem.
: Serbest bırakmak.
: Istarın ilk hazırlık aşaması.
: Patlatmak, yarmak, kırmak.
: Tembihlemek.
: Bulgurdan yapılan haşlama köfte.
: Makas.
: Bozmak.
: Kırık, çıkıkçı.
: Cilt üzerindeki sivilce türü sulu cilt hastalığı.
: Yorgan, minder gibi kalın şeyleri dikmek.
Serdar ATABAY
Sırımsıdı
Sırkıtmak
Sıtara
Sıtkını sıyırmak
Sıvazlama
Sızgıt
Sinmece
Sinçe
Sinecen
Siymek
Soğuk kuyu
Soğulmak
Sohranma
Sohum
Sohutaşı
Sormak
Soyha
Soyuk
Söğürme
Sökün
Söyke
Sumsuk
Susa
Sülake
Sümesümek
Sümebükmek
Sündük
Sürgüç
Süsmek
: Sağlamlaşmak.
: Rahatsız etmek.
: İtibar.
: Ümidini kesmek.
: 1. Bir şeyin üstünde yavaş yavaş hafifçe el gezdirmek. 2. Okşama
: Kavrulmuş et.
: Saklambaç.
: Surat, yüz.
: Sinsi.
: Küçük tuvaletini yapmak.
: Lastik ayakkabı.
: Gözün işlevini yitirmesi.
: İçten kızma, isteksiz davranma.
: Bir lokma.
: Oyuk taştan yapılma buğday dövme yeri.
: Bir şeyi ağızda emmek.
: Adı hatırlanmayan her şeye denir.
: Yüzü ala, yüzünde yara izi olan.
: Pirzola.
: Karın erimesi ile oluşan su.
: Dağın yamacının eğimli noktası.
: Yumruk.
: Asfalt.
: 1.Yassı taş. 2.Bir çeşit oyun.
: Yün eğirmek.
: Çıkrıkta yünü dolamak.
: Birine bulaşan.
: El bezi.
: İneğin boynuzlaması.
149
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Sütme
Süve
: Geniş bazlama.
: Kapının kenarı.
Ş
Şak
Şalak
Şapaz
Şaplak
Şarlağan
Şavg
Şebit
Şelek
Şelek çezmek
Şemik
Şemşamer
Şernaz
Şevşir
Şıh-ı pervane
Şibik
Şifemek
Şinik
Şimşir
Şire
Şirlani
Şişek
Şivari olmak
Şor
Şuurlu
150
: Bir bütünün eşit parçalarından biri.
: Kavun ve karpuzun olgunlaşmamış hali.
: Hızlı yürümek.
: Alkış.
: Şelale.
: Ayın ışığı.
: İnce yufka.
: Tutam, demet.
: Fazla oturmak.
: Ayak bileği.
: Ay çiçeği.
: Yaramaz.
: Dengesiz duran.
: Evliya.
: Köşe, uç.
: Huyuna göre davranmak.
: 2,5 ölçek veya 1 tenekenin yarısı büyüklüğünde
ölçüm aracı.
: 1.Parlak 2.Düzenli olmak.
: Üzüm suyundan elde edilen bir tatlı.
: Şir leğeni.
: 1–2 Yaşında dişi koyun.
: Şımarmak.
: Laf.
: Ortaklı, miraslı.
Serdar ATABAY
T
Tahtabı
Talama
Talaz
Taman
Tanas
Tapan
Tat
Tatavı
Tavatır
Tavlu
Tea
Tefalet
Telelek
Teliz
Temek
Temelli
Tengelbaş
Tepinmek
Terek
Terki
Teselleme
Tetir
Tevek
Tevekkel
Tevellüt
Tevir türlü
Tezek
: Tahta terlik.
: Sarma.
: Rüzgâr.
: Hani, hani ya.
: Rüzgâr.
: Duvarı sağlama bindirmek için konulan ağaç.
: Konuşamayan.
: Acele iş yapan.
: İyi, çok güzel.
: Besili.
: Onu bir geç anlamında kullanılan söz.
: Saçın önü, kâkül.
: Kanatlı hayvanların kanatları ya da kanat kalemleri.
: Naylon çuval, un torbası.
: Hayvan pisliğinin birikmiş hali.
: Devamlı.
: Takla.
: Zıplamak.
: Mutfak rafı.
: Ata binenin arkasına oturmak.
: Bir bir öyküleme, açıklama, örnekleme.
: Halı yapımında kullanılan mora benzer renk.
: Kavun, karpuz, kabak, salatalık yaprağı.
: Saf.
: İnsanın doğumu.
: Çeşit çeşit, rengârenk.
: Yakılan hayvan pisliği.
151
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Tezikmek
Tığsırık
Tıngır
Tınsırıp
Tısıltı
Tike
Titibar
Tokel yahal
Tolu
Tonge
Tort
Tosba
Töhmelemek
Tök
Trampa
Tufan
Tuluk
Tuluşa gitmek
Tuman
Tummak
Tungallanma
Tura
Tuturuk
Tüh tüh
Tükel
152
: Sinsice kaçmak.
: Öksürük.
: Boş.
: Hapşırık.
: Zor soluk alıp verenin çıkardığı hırıltılı ses.
: Az.
: Zayıf.
: Düşe kalka.
: Sert karımsı yağmur.
: Ekini destelemeye yarayan ayağa bağlı malzemeye verilen ad.
: Köpeklere takılan uçları sivri demirli tasma.
: Kaplumbağa.
: Çok yemek yiyip rahatsız olmak.
: Âşık oyununda bir duruş şekli.
: Takas etmek.
: Büyümek anlamında kullanılır.
: Yoğurt dökülen deri.
: Beleşe gitmek.
: Don.
: Dalmak.
: Yuvarlanma.
: İplik.
: 1. Dağdan toplanan bir tür yakacak. 2. Dağınık
3. Kabarık saç anlamında da kullanılır.
: Vah vah.
: Tamamen, tümüyle.
Serdar ATABAY
U
Uçluk
Uçuk
Udlanmak
Uğra
Uğrun
Uğunmak
Ukela
Ulak
Uluk
Umsunuk
Uruplağa
Uşah
Usukmak
Uylamak
Uyuntulanmak
Uz
Uzun binit
: İğneye takılan ip.
: Açık.
: Utanmak.
: Un kalıntısı.
: Gizli saklı.
: Kıvranmak.
: Gereksiz konuşan.
: Ek.
: 1.Çürük meyveler için kullanılır. 2.Hasta, cansız.
: Bir şeyin gerçekleşmemesi üzerine duyulan düş
kırıklığı.
: Ölçeğin 1/4 boyutunda olan ölçüm aracı.
(2 kg ölçüm aracı.)
: Çocuk.
: Sakinleşmek.
: Birine sataşmak, çatmak.
: Bir işle oyalanmak.
: Becerikli.
: Uzun eşek oyununa verilen isim.
153
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Ü
Üğrünmek
Üleşmek
Ürkmek
Üryan
Ütme
Üzerlik otu
Üzlük
: Övünmek.
: Paylaşmak.
: Hastalığın başkasına bulaşması.
: Çıplak.
: 1.Kurumamış buğday başağının ateşte püresi.
2.Yolunmuş tavuğun kalan tüylerini yakma işi.
: Tütsü bitkisi.
: Küçük çömlek.
V
Vah
Varangelen
Velesbit
Vesait
Vurunmak
: Deme
: Halı ve kilim tezgâhında elle sürülüp geri çekilen
bölüm.
: Bisiklet.
: Araç.
: Çıkış yolu aramak.
Y
Yadırgı
Yalabıdı
Yalak
Yalbırdak
Yanara
Yangılı
Yapalı
154
: Yabancı.
: Şimşek, güneş ve ayın parlaması.
: Hayvanların su içtiği yer.
: Ayağı çıplak.
: 1.Yan ağrı. 2.Sinirlenilen bir şeye de söylenir.
: Cana yakın, içten.
: Kirli.
Serdar ATABAY
Yapma
Yarnım
Yaasalamak
Yastıman
Yateli
Yavrak
Yaygı
Yaymak
Yazı
Yealmak
Yekinmek
Yelmek
Yezear
Yılgı
Yılmak
Yırık
Yiğin
Yiğni
Yitmek
Yoklamak
Yoluk
Yonmak
Yoşanmış
Yozu
Yuha
Yular
Yumuş
Yunmak
Yüklük
: Hayvan pisliğinden yapılan yakacak.
: Sırtım, arkam.
: Dalga geçerek taklit etmek.
: Birbirine sürterek incelme.
: Yağlı, kirli.
: Cana yakın.
: Yere serilen örtü.
: Otlatmak.
: Dağ hayvanların otlandıkları yer.
: Şımarmak.
: Kalkmaya çalışmak.
: 1.Koşmak. 2. Hizmet etmek anlamında kullanılır.
: Herhalde.
: Bıkmak.
: Usanmak.
: Üst dudağı yırtık olan.
: Epey.
: Hoppa, hafif.
: Kaybetmek.
: Ziyaret etmek.
: 1.Tüyleri yolunmuş olan 2. Saçları dağınık olanlara söylenen söz.
: İşi kendine çevirmek.
: Yıpranmış.
: Yabani.
: 1. Derin olmayan. 2. Merhametli olan.
: Hayvanların boğazlarına takılan ip.
: İstek, emir.
: Yıkanmak.
: Yatak depolanan yer.
155
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Yüreği ağrımak
Yüz
Yüzünkuylu
: Karnı ağrımak.
: Yastık kılıfı.
: Yüzüstü.
Z
Zaar
Zangırdamak
Zarek
Zavar
Zaybak
Zebil
Zembelek
Zemheri
Zevle
Zıbarmak
Zırık
Zırnık
Zibidi
Zigge
Ziğlemek
Zivlean
Zobu
Zorsunmak
156
: Galiba, belki.
: Üşümek.
: Zeyrek, keten tohumu.
: 1. Arpa kırması 2. Hayvan yemi.
: Yaygaracı.
: Çok.
: Eski kapılardaki açacak.
: Kara kış.
: Kağnı veya öküz arabasında öküzlerin çıkıp kaçmalarını önlemek için boyunduruk üzerindeki deliklere dikine yerleştirilen sopalar.
: Yatıp uyumak.
: 1.Erkek eşek 2.Uzun boylu olanlara da denir.
: Duvara delinen su yolu.
: Ayak takımı.
: Zincire bağlı demir kazık.
: Birine bulaşmak.
: Uzun, ince, zarif.
: İri yarı.
: İsteksiz davranmak.
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköy Türkmenleri’nin Örf, Adet,
Gelenek ve Görenekleri
G
eçmişten geleceğe kuşaklar boyu devam eden kültürel hareketler,
bir toplumun örf, adet, gelenek ve göreneklerini meydana getirir.
Bu kültür hazineleri, yaşatıldıkları toplumların asırlar öncesi yaşantılarına ve tarihlerine birer kanıt niteliğindedirler. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yaşantılarını süsleyen bu zengin kültürün varlığından söz
edilecek olunursa bu kültürlerin ayrı ayrı uygulanışlarından bahsederek başlamak daha mantıklı olacaktır.
157
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Düğün
ki kişinin hayatlarını birleştirmesine evlilik denilir. Evlilik yöreden
yöreye değişiklik gösterdiği gibi Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin de
İevlenme
gelenekleri diğer bölgelere göre değişiklik göstermekteydi.
Eskiköydeki bir düğünü anlatacak olursak şöyledir:
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinde genellikle görücü usulü ve akraba evliliği yaygın olmakla beraber, görerek ve severek de evlenme
olurdu. Evlenme isteği olan erkekler bunu belli etmek için yöresel bir
tavır sergilerdi. Evlenecek kişi annesinden bulgur pilavı yapmasını
ister ya da sofraya konulan bulgur pilavı olursa içine kaşık batırarak
evlilik isteğini dile getirirdi.
Bu tavrın ardından anne ve yakın akrabaları oğullarına gönlünde
biri olup olmadığını sorarlar. Sevdiği var ise ona giderler, yok ise
yakın akrabalarla beraber çevrelerinden münasip bir kıza bakarlar.
Fakat Eskiköyde görücü usulü yaygın olduğu için anne ve yakın akrabalar akıllarından geçirdikleri kızı oğullarına sorarak fikir alırlar. İstenilecek kızda hemfikir olununca, erkeğin ailesinin büyükleri ve yanlarına aldıkları birkaç komşu ile kızı istemeye giderler. Burada erkek
tarafı ‘Sizinle akraba olmak isteriz. Bir düşünüp taşının’ diyerek isteklerini belirtirler ve biraz oturduktan sonra kalkarlar. Kız evi de ‘biraz
düşünelim’ diyerek müsâade isterler. Eğer niyetleri var ise ‘gelsinler’
diyerek haber yollarlar, yok ise, hiçbir şey söylemezler. Böylece erkek
tarafı niyetlerinin olmadığını anlayarak işi kapatırlardı.
Kız tarafı ‘tamam’ deyince erkek tarafının büyükleri ‘haste’ (haside) denilen pekmezden yapılma tatlı ile kızı istemeye giderler. Ailenin
en büyüğü, kız evinin büyüğünden ‘ Allah’ın emri peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza isteriz’ diyerek kızı istemiş olurlardı. Kız evinin tamam demesiyle birlikte haste yenilerek ağızlarını tatlandırırlar,
erkek tarafı hazırlıklı olduğu için, gelin kızın başına ‘çar’ atarak yan158
Serdar ATABAY
larında getirdikleri altınları gelin kızın başındaki ‘al fese’ veya bilezikleri kollarına takarlardı. Bazı aileler kız evine giderken büyük ya da
küçükbaş hayvan da götürerek hediye ederdi. İşin adı konduktan sonra
biraz eğlenilir ve kız tarafı başlık parasını konuşurdu. Eskiköyde ‘başlık parası’ vardı ama kız tarafı aldıkları başlıkla kızlarının çeyizini
yaparlardı. Ardından da düğün tarihi konuşularak gün belirlenirdi.
Eskiköyde düğünler genelde harman kalkınca 10-11 ve 12. aylarda
olurdu.
Artık nişanlanan çiftlerin görüşmeleri çok zordur. Ancak evlilikten önce bayrama veya Hıdrellez’e denk gelinirse erkek tarafı
‘bayramcılık’ denilen bu günlerde kız evine bir koyunu süsleyerek
boynuna da altın takarak götürürlerdi. Bayram hediyesinin de en makbul olanı buydu.
Düğün zamanının gelmesiyle birlikte köye ‘okuntu’ verilirdi. Düğünler üç gün sürerdi. Cuma günü başlayan düğün üç gün sürer ve ilk
gün etlik kesilirdi. Kesilen hayvan, düğün sahibinin durumuna göre
büyük ya da küçükbaş hayvan olurdu. Eğer büyükbaş hayvan kesilir
ise kellesi saklanarak bir tür güç gösterisi olan ‘Kelle atma’ oyunu
oynanırdı. Köyün gençleri davul zurna eşliğinde çevredeki en yüksek
damı tespit eder ve kelleyi o dama atmaya çalışırlardı. Kelleyi dama
atmayı başaran kişi köyün en güçlü ve yiğit delikanlısı seçilirdi. Bu
oyun sayesinde hem düğün evi hem de gençler eğlence yapmış olurlardı. Bu arada köyün en iyi yemek yapan bayanı düğün yemeklerini
yapardı. Cuma namazından çıkanlar ve köylüler davet edilerek yemek
verilirdi.
Eskiköydeki düğün yemeklerini yazacak olursak şunlardır:
• Bamya
• Çirleme
• Tarhana aşı (Yoğurt çorbası)
• Dolma
• Tavuk
• Arap köftesi
• Dam pilavı
159
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Saydığımız bu yemekler içersinde en farklı olanı ve Kırşehir’in
hiçbir köyünde kesinlikle yapılmayan Çirleme adı verilen bu düğün
yemeğidir. Sadece düğünlerde yapılan bu yemekte, kayısı kurusu ile
etin bir arada olması en ilginç yanıdır. Çünkü hiçbir tatlı çeşidinde etin
olmayışı bu yemeğin farklılığını ve farklı bir kültürün burada yaşatıldığının en önemli kanıtıdır.
Aynı günün akşamı damat, erkek arkadaşlarını yemeğe davet ederek yedirir içirir ve ardından onları ‘yasakçı’ ilan ederdi. Yasakçılar bu
yemeğin ardından 3 gün boyunca herkese hizmet etmekle mükellefti.
Cumartesi sabah erkenden tekrar hazırlıklara başlanır. Sabah erkenden köyün imamı çağrılarak dua ettirilir ardından bayrak kaldırılır,
bayrak evin damına asılır ve o evde düğün olduğu anlaşılırdı. Ayrıca
bayrağın asıldığı ağacın üstüne elma takılırdı. Elma Türklerde bolluk
ve bereketin simgesi olduğu için tercih edilirdi. Bayrak kaldırıldıktan
sonra Kıllı Koca, Deve Ekibi ve davul-zurna eşliğinde köyde
kap,kacak toplamaya çıkılırdı. Bir yandan deve oyununun oynanması
bir yandan da Kıllı Koca oyununu sergilenmesi ortamı neşelendirirken
köylüler tarafından verilen bulgur, üzüm, nohut, fasulye,yarma, bamya
v.b yiyeceklerde düğün sahibine verilerek maddi yardım sağlanmış
olunurdu. Eskiköyde seyirlik oyunların yanı sıra halayda çekilirdi.
Artık düğün evi hareketlenmiş ve heyecan başlamış olurdu. Bu işlem öğlene kadar devam eder ve ardından düğün evinde öğlen yemeği
verilirdi. Yemekten sonra erkek tarafı kız evine davul zurna eşliğinde
Samen giderler. Bu olaya ‘Astab giydirme’ denilirdi. Erkek evinde
toplanan kalabalık, damadın arkadaşları kol kola girip her yüz metrede
bir ‘hey, hey’ çekip yere oturup kalkarak arkalarındaki kalabalıkla
oynayıp eğlenerek kız evine gidilirdi. ‘Ağırlama’ adı verilen bu olayda
kız evi erkek tarafının bayanlarına şeker tutar ve erkek tarafı köşeye
çekilip kız tarafının oynamasını izlerdi. Eğlencenin ardından gelin
kıza götürülen elbiseler giydirilirdi.
Samen’den dönüldükten sonra kız evinin hanımları erkek tarafına
hayırlı olsuna gelirler. ‘Kaynana geldi’ adı verilen bu olayda kız tarafına en iyi şekilde hizmet edilerek yemekler verilirdi.
Bu arada akşamın olmasıyla köylülere akşam yemeği verilir hemen
ardından oğlan evinin bayanları kız evine kınacı giderlerdi. Haberi alan
kız evi, gelini başka eve saklar ve erkek tarafının arayıp bulmasıyla
160
Serdar ATABAY
gelin biraz bahşişle tekrar evine getirilirdi. Erkek tarafı yanlarında götürdükleri kına ve hediyeleri geline vererek kınayı yakarlardı. Kına
yakılırken kınaya mum batırılıp gelin kız ağlatılırdı. Gelinin annesi veya
yakınları, ağıtlar yakarak duygusal bir ortam oluştururlardı.
Kınanın ardından erkek tarafı eve döner, belli zaman sonra kız
evinden erkek tarafına ‘Kayınbaba’ gelinirdi. Gelenlere yemekler
yedirilip hürmet edilir, ardından kız evi erkek evine kına yakmaya
gelirlerdi. Bu arada damat başka eve yatırılmaya götürülür, kız evinden gelenler damadı bulup eve getirirler ve burada damada oyun oynattırılırken çevredekilerde damadın sırtına vururlardı.
Geceye doğru kız tarafının gençleri erkek tarafına ‘Kayın’ giderlerdi. Erkek tarafı gelen misafirlere çok iyi hürmet ederler ve yemekler yedirirlerdi. Ancak, kız evinin gençleri eziyete geldikleri için
imkânsızı ya da olmayanı isterlerdi. Erkek tarafı istenileni yapmak
zorunda olduğu için her denileni yerine getirirler, bahsedilen tüm
hizmetleri yasakçılar yaparlardı. Kayın gelenler gönderildikten sonra,
gece güne dönmek üzeredir, işte tam, tan vakti ağarırken yasakçılara
‘Dam pilavı’ yapılarak bu sefer yasakçılara hizmet edilirdi. Tüm bunlar yapılırken davul zurna eşliğinde köçeklerde oynatılarak düğüne
ayrı bir hava verilirdi.
Pazar günü sabah erkenden, erkek evinden bir gurup kağnı ya da
at arabasıyla kız evine çeyiz almaya giderlerdi. Çeyiz alma esnasında
sandığa gelinin kardeşi ya da yakını oturarak bahşiş alır, ardından
çeyizler okunarak erkek tarafına teslim edilir ve çeyiz erkek evine
getirilirdi. Kız evinde ise gelini giyindirme hazırlıkları çoktan başlamıştır. Gelin kıza Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yöresel kıyafetleri
olan üç etek, başına al fes ve duvak giydirilerek erkek tarafının gelip
alması beklenirdi. Erkek tarafı kağnı arabasıyla öğleye doğru ‘Gelin
alıcı’ gidip gelin evine varırlardı. Gelin kapıdan çıkarken ‘Kardeş
Kuşağı’ denilen kuşak bağlanırdı. Bu kuşağı, varsa erkek kardeşi yoksa babası bağlardı. Bağlanırken kırmızı bir kurdele, gelinin beline ‘üç
Kulhü bir Elham’ okunarak üç kere dolanıp üç kere çözülürdü. Bu
işlemin ardından gelin alınıp erkek evine dönülürdü. Gelin ve damat
evin önüne gelip kağnıdan indikten sonra damadın arkadaşları damada
çuvaldız batırırlardı. Ardından gelin ile damat eve girmeden önce
ayaklarının dibinde tavuk kesilir ve ‘Su testisi su yolunda kırılsın’
161
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
diyerek su testisi kırılırdı. Gelin kapının önüne vardığında kaynana
kapıda hazır bekler ve gelin etraftakiler tarafından ‘kaynanasına sadık
olsun’ diyerek bacaklarının altından geçirilirdi.
Erkek evi bu esnada bereket anlamında havaya şeker ve kuruyemiş savururlardı. Tam bu arada, damadın arkadaşları ‘damada bir şey
diyeceğiz’ diyerek damadı kaçırır ve başka eve getirilen damadın
babasından tavuk veya bahşiş alınarak damat serbest bırakılırdı. Düğün artık sona ererken son olarak, bayrak indirilmeden bayrağın üstündeki elmayı gençler vurmaya çalışırdı. Elmayı kim vurmayı başarırsa o kişinin de yiğitliği tescillenirdi.
Evlenmenin ardından eşlerin evde uyması gerekli geleneksel yaşam tarzları vardı. Tamamen büyüklerinden gördükleri bu gelenekleri
kendileri de saygıdan dolayı sergiliyorlardı. Bunları yazacak olursak:
* Büyüklerin Yanında Geline Seslenmeme
Evlenen çift baba evinde kaldığı için, ev içersinde eşine iş buyuramaz ve ismiyle hitap edemezdi. Tamamen el ya da göz yordamıyla
anlaşırlardı. Büyüklere olan saygının getirdiği bu uygulama asırlarca
devam eden bir kültürün parçasıdır.
* Ses Kısma (Gelin Kızlık Yapma)
Yine saygının bir parçası olan bu uygulamada; yeni gelin büyüklerinin yanında sesini kısar ve hiç konuşmazdı. Bu olay belirli müddet
devam eder ve sonunda kaynana ile kayınpeder geline ‘ Kızım sesini
aç’ diyerek ‘gelin kızlık yapma işleminin’ sona erdirilmesini isterlerdi.
Tabi sözlü söylem haricinde geline para, altın veya elbise vererek
saygısını mükâfatlandırırlardı.
* Gelinin Ayrı Yerde Yemek Yemesi
Gelin kız yemeği hazırlar ve büyüklerin yanına kendisi oturmazdı.
Yine saygıdan dolayı yapılan bu uygulamada gelin kız mutfakta yemeğini yerdi. Belirli zamanın geçmesi, eve yeni gelinin gelmesi ya da
evdeki çoluk çocuğun çoğalmasıyla beraber gelin sofraya oturmaya
başlardı.
162
Serdar ATABAY
Doğum
H
er canlının neslinin devamı için çoğalması gerekir. İnsanlarda
soyunun devamı için çoğalırlar. İşte bu çoğalma işine doğum
denilir. Eski Kızılcaköy Türkmenlerindeki doğum öncesi ve sonrası
gelenekleri anlatacak olursak şöyledir.
Doğumun yaklaşması ile beraber kadın son anlarında yatırılarak
köyün en tecrübeli doğumcusu getirilirdi. Sıcak suyun ve havluların
hazırlanmasına müteakip evin büyükleri ile beraber doğum işlemi
yaptırılırdı. Doğum yapılır yapılmaz bebek tuzlu suyla yıkanarak
zemzem suyu içirilip kundaklanırdı. Çocuğun sarılığa yakalanmaması
için üstüne sarı bez örtülür ya da kıyafetine altın takılırdı. Daha sonra
çocuk için yapılması gerekli işlemler vardı.
* İsim Verme
Doğan çocuğun kız veya erkek oluşuna göre ismi belirlenirdi. Eskiköyde en yaygın olan isim vermelerden biri, çocuğa kendi anne ya
da babasının isminin verilmesi ya da dede ve babaannesinin isminin
verilmesiydi. İsmin belirlenmesinin ardından, evin var ise dedesi ya da
büyük erkeği çocuğun kulağına ezan okuyarak ismini söyler ve isim
verme işi tamamlanmış olurdu. Büyüklerin ismi verilen çocuğa ismine
saygıdan dolayı kızılmazdı ve ismini taşıdığı büyüğünün yanında
ismiyle hitap edilmezdi.
163
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
* Bebeği Toprakla Beleme
Eskiköyde bebekler toprakla ‘belenirdi’. Ağ toprak olarak adlandırılan toprak Ilık Sudan getirilirdi. Getirilen toprak öncelikle kalburla
elenerek incesi sacda ısıtılırdı, ardından ısıtılan toprak beze konur ve
bebek bezle beraber beline kadar sarılırdı. Bu işlem sıcak olarak hazırlandığı için çocuktaki gazı engellediği gibi sıcakta tutardı. Kısıtlı toprağın olması nedeniyle toprağın tekrar tekrar ısıtılarak aynı eleme
işlemlerinin ardından yeniden kullanıldığı olurdu. 1.5 yaşına kadar
çocuğa bu işlem uygulanırdı.
* Sünnet
Eskiköyde sünneti, köylere gelen Abdallar yaparlardı. Sünnetçi
denilen bu kişiler iki kişi halinde gezerler ve köye geldiklerinde sünnetlik çocukları bir araya toplayarak sünnet ederlerdi. Bir kişi sünnet
işlemini yaparken diğeri ise çocukları tutma veya sünnetçiye yardım
etme işini görürdü. Sünnet işleminin bitmesiyle sünnetçilere tavuk ya
da para verilerek yolcu edilirlerdi.
* Büyüklerin Yanında Çocuğu Sevmeme
Doğan bebeğin anne ve babasının kendi büyükleriyle aynı evde
kalmasından dolayı, neredeyse kendi anne ve babası tarafından hiç
sevilmediği bir gerçektir. Tamamen saygı ve utanmanın getirdiği bu
gelenek çok eskilere dayanır ve Türklerin Orta Asya’dan bugüne uyguladıkları bir sistemdir.
164
Serdar ATABAY
Nazar Gelenekleri
E
skiköyde göz değmesi ve nazar için kurşun dökülür, muska yazılır
ve tuz çevrilirdi. Tamamen insanların manevi olarak rahatlamalarına yönelik bu uygulamalar sıkça yapılırdı. Bunları anlatmak gerekirse şöyledir:
1. Kurşun Dökme
Herhangi bir kişiye göz ya da nazar değdiğine inanılırsa o kişiye
köyün en yaşlı ve tecrübeli kadını tarafından kurşun dökülürdü.
Öncelikle kurşun dökülecek kişi yere bağdaş veya diz çöktürülerek oturtulup üzerine çarşaf örtülürdü. Bakır tas içersine su, iğde dalı,
demir para, boncuk atılarak bir kalbura konulurdu. Kalbur, kurşun
dökülecek kişinin başının üzerine getirilip eritilmiş kurşunu bu kalburun içindeki su konulmuş tasın içine dökerlerdi. Bu esnada Besmele
çekilip dualar da okunurdu.
Suya dökülen kurşunun aldığı şekle göre döken kişi bu şekilleri
yorumlardı. Ardından bu kurşunlar, kurşun dökülen kişi tarafından
‘Başımdan ırak olsun’ denilerek evin çatısına atılırdı.
2. Muska Yazma
Göz ya da nazar değdiğine inanılan kişi ya da kişilere hoca veya
dînî bilgisine güvenilen bir kişi tarafından muska yazdırılırdı. Muskada yazılacak kişinin adı ve birkaç nazar ayeti olurdu. Yazılan muska,
165
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
tazı boncuğu(beyaz boncuk), iğde dalı ve kurşun, nazar değdiğine
inanılan kişinin elbisesine dikilirdi. Kişi tekrar nazar değmesin diyerek bu muskayla gezmeye itina gösterirdi.
Ayrıca kötü niyetli kişiler tarafından muskamırtlak yazdırılırdı.
Tamamen kötülüğü istenilen kişilere yazılan bu muskamırtlaklar yine
bilgili hocalar tarafından samimi muskalar yazılarak bertaraf edilirdi.
3. Tuz Çevirme
Göz değdiğine inanılan kişi ya da kişiler için tuz çevrilirdi. Genelde evin en yaşlı kadını tarafından şu sözlerin söylenmesinin ardından
işleme başlanırdı.
Erdeşenin merdeşenin.
Yeryüzünde gıpraşanın.
Yere basanın.
Nefis kesenin.
Göz edenlerin gözleri çıksın.
Denildikten sonra nazar değen kişi yere oturtulurdu. Ardından tuz
çeviren kişi eline bir avuç tuz alır ve ‘üç Kulhü bir Elham’ okuyarak
tuzu oturanın başında çevirmeye başlar ve ardından tuzu, oturanın
başına, sırtına ve muhtelif yerlerine değdirmek suretiyle bir yandan da
‘Buraların da mı nazar var?’ diye sorardı.
Dağlara, taşlara, kıraçlara.
Uçan kuşlara kıııışş, kış.
Dedikten sonra işlemin bitmesine yakın tuzun bir kısmını oturana
ve yanındakilere yalattırırdı. Elinde kalan son kısmını da ateşe atarak
yakardı. Bu işlemin ardından kişinin rahatlayacağına inanılırdı.
166
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköydeki Bayramlar
E
skiköyde Arife günü akşamdan evler temizlenir, herkes banyosunu yapar ve kına yakılarak bayrama hazırlanılırdı. Sabah erkenden kalkan erkekler bayram namazına giderken, bayanlarda tandırlıkta
tandır çöreği yaparlardı. Namazın bitmesine müteakip camide cemaat
bayramlaşır ve evlerine dönerlerdi. Evdeki aileler bayramlaşıp kahvaltılarını yapar yapmaz mezarlığa, ardından da büyüklerini ziyarete
giderlerdi. Tabi komşular, hastalar ve kimsesiz ihtiyarlarda ziyaret
edilerek gönülleri hoş edilirdi. Köylüler birbirlerine yemekler yapar,
hürmette bulunurlar ve akşamın gelmesiyle beraber erkekler köy odalarında buluşarak sohbet ederlerdi. Bayram süresince bu bahsettiklerimiz düzenli olarak uygulanır ve insanlar neşe içersinde zamanlarını
geçirirlerdi.
167
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Bahar Gelenekleri
B
ahar ayının gelmesi doğanın yeniden doğuşu olarak kabul edilmiştir. İnsanlar, doğa ve hayvanlar açısından hep güzelliğin bir
simgesi olarak görülen bahar ayı eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından birkaç olayla kutlanırdı.
1. Koç Katımı
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin en önemli geçim kaynaklarından
bir tanesi elbette ki küçükbaş hayvancılıktı. Orta Asya coğrafyasından
Anadolu bozkırlarına gelen küçükbaş hayvancılığının birçok avantajı
vardı. Bu hayvanların etinin, sütünün, yününün, derisinin ve gübresinin günlük hayatın her alanında kullanılması bu hayvanları insanların
vazgeçilmezleri haline getirmişti.
İşte küçükbaş hayvancılığın insan hayatında bu kadar önemli yer
teşkil etmesi bu hayvanların değerli olmasına ve üretimleri için çaba
gösterilmelerine sebep olmuştur. Eskiköyde hemen hemen her evde
küçükbaş hayvan yetiştiriliyordu.
Bu hayvanların sütlerinden kaymak, yoğurt, tereyağı, peynir üretiliyordu. Etleri yemeklerde, derisi kıyafetten tut ta hayatın her alanında
kullanılıyordu. En önemlisi gübreleri tarım ve yakacak olarak son
derece önemliydi.
Köy hayatını yönlendiren bu geçim kaynağı, insanlar için manevi
bir değer olarak görülüyordu. Neticede insanların geçimini sağlayan
bu hayvanların üreme zamanları bereketi yansıttığı için üreme zamanına gelişleri bir bayram havasında kutlanıyordu. Koçların eş zamanına gelmeleri ‘Koç Katımı’ zamanının gelmesi demekti. Bu zamanın
gelişini ve yapılış sebebini kısaca tarif etmek gerekirse şöyledir.
Belli süreliğine sürülerden ayrılan koçların tekrar mevcut sürüle-
168
Serdar ATABAY
rin içersine geri salınma zamanlarına koç katımı denilirdi. Koç katımının amacı hayvanların yavrulama zamanlarının denetim altına
alınmasıdır. Eski Kızılcaköy Türkmenleri için bir bayram niteliği
taşıyan Koç katımı her yıl Ekimin beşinde başlardı. Bu tarihte koçlar
aşı boyalarıyla rengârenk boyanarak güzelleştirilir ve süslenirdi. İnsanlar eğlencelerle, yemeklerle bu zamanı kutlamaya başlar ve renklere boyanmış koçları sürülere katarak hayvanların üremelerini dolayısıyla bereketin gelmesini kutlamış olurlardı. Hatta eğlencenin yanında
bazı inanışlarda bu zamanda kendisini gösteriyordu. Bunlardan bir
tanesi köylüler erkek kuzu istiyorlarsa koçun üstüne erkek çocuk oturtur dişi kuzu istiyorlarsa kız çocuk oturturlardı. Bu da eğlenceye farklı
bir hava katarak günün neşe içersinde geçirilmesine sebep olurdu.
2. Hıdrellez
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin mevsimlik bayramlarından bir
tanesi de Hıdırellezdi. Bu bayramın kutlanma amaçlarından bir tanesi
Hızır ve İlyas (a.s)’ın yeryüzünde buluştukları gün olarak kabul edilmesi ve baharın geliş zamanı olarak kutlanılmasıdır.
Her yıl mayısın beşi ve altısında bahar bayramı olarak kutlanırdı.
Bu günlerde köylüler yüksek dağ ve tepelere çıkarlar, buralarda piknikler yaparlar ve dualar ederlerdi. Ayrıca Hıdrellezde köydeki bazı
sülâleler yaylalara göçerek bu bayramı kutlamış oluyorlardı. Özellikle
bu zamanda yapılan eğlencelerle ve dualarla o senenin sağlık, sıhhat,
bolluk, kısmet, mutluluk ve bereket getireceğine inanılırdı.
3. Yaylaya Göç
Eskiköydeki bazı sülâleler baharın gelmesiyle beraber nisan ayında Horoz, Malya, Çanakçı ve Karalıktaki yaylalara göçerlerdi. Buralara topraktan veya taştan evler yapıp 5 – 6 ay kalırlardı. Bu süre zarfında buralarda bulunan tarlalar ekilir ve biçilir, harmanda öküz ile döven
sürülür, sap çekilir, koyunlar ve inekler yayılır, bunlardan elde edilen
süt, yoğurt, tereyağı gibi malzemeler günlük hayatta kullanılır ve biriktirilenler ise sonbaharın gelmesiyle tekrar köye getirilirdi.
Türklerde eskiden beri süregelen yaylak kışlak hayatının Eskiköydeki bazı sülaleler tarafından yaşatılması, bu kültürün bu sülaleler
tarafından devam ettirildiğinin en açık göstergesidir.
169
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Asker Uğurlama
E
skiköyde askerler hoca eşliğinde dualar edilerek vatani görevlerine gönderilirdi. Askere gidecek kişiler sabah erkenden köyde
toplanırlar ve köy hocasının eşliğinde harman yerine kadar getirilirdi.
Buradan her asker nereye gidecekse ona göre yollarına giderlerdi.
Vatani görevini yaparak geri gelen askerlere köylüler ‘Tepsi’ denilen
bir çeşit tatlı hazırlayarak evlerine ‘Hoş geldin’ demeye giderlerdi.
Ayrıca Eski Kızılcaköy Türkmenleri Milliyetçi Muhafazakâr yapılarıyla Vatan ve Bayrak uğrunda savaşarak Kurtuluş savaşı esnasında
birçok Şehit ve İstiklal Gazisiyle Kırşehir tarihine adlarını altın harflerle yazdırmışlardır. Canları pahasına bu Vatan için savaşan Kahraman Eski Kızılcaköy Türkmenlerin’e Allah’tan rahmet diliyor ve
saygıyla önlerinde eğiliyoruz.
170
Serdar ATABAY
Yağmur Duası
Y
ağmurun uzun süre yağmadığı ve kuraklığın baş gösterdiği zamanlarda insanların bir araya toplanarak Allah’a yağmur yağdırması için ettikleri içten duaya yağmur duası denilir.
Yöreden yöreye biraz değişikliklerin olduğu yağmur duasının Eski
Kızılcaköy Türkmenleri tarafından uygulanış şeklini anlatmak gerekirse şöyledir:
Kuraklığın son haddine gelmesiyle birlikte köydeki yaşça büyük
olanlar bir araya gelerek ‘meşveret eder’ ve yağmur duası için karar
alıp aynı gün tüm köylülere iletirlerdi. Genellikle Cuma günleri yağmur duasının yapılması için seçilen gündür. O günde çevre köylerden
hocalar da gelerek duaya iştirak ederlerdi.
Bütün köylüler abdestlerini alarak topluca Gazeler’e gider ve öncelikle burada yatan zatlar için dua ederlerdi. Bu arada duanın okunacağı yere koyun ve kuzular getirilirdi. Bunun amacı koyun ve kuzuların birbirleriyle meleşirken köylülerin bundan etkilenmesi ve böylece
duygulanıp ağlamalarıydı. Neticede de bu olay karşısında herkes aşırı
hassaslaşıp çok içten bir şekilde ağlaşırlardı. Çok farklı bir uygulama
olan bu sistem yalnızca Eski Kızılcaköyde uygulanırdı. Daha sonra
hocanın duaya başlamasıyla beraber köylüler hep birlikte ellerini havaya kaldırıp Allah’a yalvararak bir yandan dualar ederler bir yandan
da ağlaşırlardı.
171
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Ahali bu esnada o kadar kendilerinden geçerlerdi ki dualarla ağlama sesleri birbirine karışırdı. Hele koyun ve kuzuların melemeleri de
işin içine girince çok duygulu anlar yaşanırdı. Duanın sona ermesiyle
beraber koyunlardan bir kaçı Cenab-ı Allah’a kurban edilir ve etleri
pilavla beraber tüm köylülere dağıtılırdı. Yemeklerin yenmesinin
ardından herkes birbirleriyle helalleşerek evlerine dönerlerdi. Yağmur
duasının yapılmasına müteakip çoğu zaman birkaç saat sonra yağmur
yağardı. Buda Allah’a içten edilen duaların kabul olduğunun en güzel
göstergesiydi. Yağmurun yağmasının ardından köylüler tekrar Allah’a
sonsuz şükürler ederek namazlarını kılarlardı.
172
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköydeki Yemek Kültürü
B
ir toplumun en önemli kültürlerinden biriside yemekleridir. ‘Yöresel yemek’ olarak adlandırılan yemekler, yapıldıkları toplumların geçmişine dair bilgiler vermektedir. Özellikle göçebe Türkmen
topluluklarında yapılan yemekler çeşitlilik arz eder ve damaklarda ayrı
tat bulur. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yemek kültürlerini, köyde
yapılan yemek çeşitlerini yazarak daha iyi anlayabiliriz. Yörede yapılan yemekler yöresel isimleriyle şöyledir:
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Tarhana aşı
Arap köftesi
Soğanlama
Sütlü aş
Tandır çöreği
Ekşi pekmezi
Çullama
•
Sarma
•
Mercimek keşkeği
Hölüç
Çirleme
Katma aşı
Sınangı
Besmeç
Yarma keşkeği
Tandırda patlıcan-biber
patlatma
Bamya
•
•
Cılbır
•
Höşmerim
Yufka ekmek üstü bulgur
pilavı
•
173
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
174
Pezi kavurması
Bazlama
Yoğurt salatası
Yemiş yağlaması
Pelte
Borana
Karın çorbası
Soğan firek
Tepsi
Hoşaf
Haste
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Çığırtma
Bulamaç aşı
Çir yağlaması
Tete pilavı
Kıyma(Çiğ köfte)
Yoğurt özemesi
Kelle paça
Kavurga
Yağlı kabak
Sülea kabağı
Sütlü kabak
Serdar ATABAY
Yöresel Kıyafetler
K
ıyafet insanların yaşadığı coğrafyayı, yaşamlarını ve kültürlerini
belli eden en önemli unsurlarından biridir. İnsanların yaşadıkları
yerlerdeki çevresel etkilere, iklimlere ve tabi şartlara göre kıyafetleri
de değişiklik göstermiştir. İşte Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin kültürlerini yansıtan ve yüzyıla göre değişiklik gösteren kıyafetlerini erkek
ve bayan olmak üzere ayrı ayrı yazacak olursak şöyledir:
Erkek Kıyafetleri
• Maşlak
• Al fes
• Püsküllü fes
• Sarık
• Yün şalvar
• Cübbe
• Göynek
• Camadan
• Kuşak
• Yün çorap
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Kaputtan don
Kilot pantol
Keçe
Kürk
Pantolon
Sako
Nalin
Çarık
Mes
Soğuk kuyu
175
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Bayan Kıyafetleri
• Üç etek
• Salta
• Al fes
• Poşu
• Bağlamalı don
• Fermanı
• Çit göynek
• Arap çar
• Kandilli çar
• Kalemli çar
• Ahmediye yazması
• Gırtmalı dizlik
• Şal kuşağı
• Dandiri don
176
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Entari
Yelek
Hırka
Çar
Göçmen donu
Kuşak
Kolcak
Dizlik
Mes
Nalin
Çarık
Kundura
Soğuk kuyu
Serdar ATABAY
Ölüm
H
er canlı varlığın (insan, hayvan ve bitkinin) hayati faaliyetlerinin
kesin olarak sona ermesine ölüm denilir. Bir canlı nasıl ki doğuyorsa zamanı geldiğinde de belirli sebeplerden dolayı ölmesi kaçınılmazdır. Doğum ve ölüm birbiriyle bağlantılı bir gidiş hattır. İnsanların
doğumunda belirli dini ve kültürel merasimler oluyorsa ölümünde de
farklı dahi olsa dini ve kültürel merasimler uygulanmaktadır.
Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin ölüm esnasında ve sonrasındaki
merasimleri çoğu yörelere göre değişiklik göstermektedir. Bu farklılıklar dini vecibelerde değil yalnız kültürel vazifelerde uygulanmaktadır. İşte Eskiköydeki ölüm adet ve geleneklerinin nasıl uygulandığını
anlatacak olursak şöyledir:
Ölümün oluş şekline göre cenaze merasimlerinin uzun ya da kısalığı söz konusudur. Yani hastalanarak ölen bir kişi ile aniden ölenin
cenaze törenlerinde başlangıç ve bitişinde zaman farklılığı vardır.
Hasta yatağında ölen bir kişinin merasimleri daha yatar vaziyette iken
başlardı. Ani ölümlerde ise direkt cenaze işlemlerine geçilirdi.
Eskiköyde herhangi bir sebepten dolayı hastalanan bir kişinin evi
günlük ziyaretçilerle dolup taşardı. Köylüler zamanlama olmaksızın
her an hastayı ziyaret eder ve helallik isterdi. Bu arada ziyaret esnasında hasta için dua edilir ve Kur’an okunurdu. Eğer hastanın son
anlarında yakınlarından biri gelemediyse o gelemeyen kişinin varsa
177
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
resmi yok ise herhangi bir eşyası hastanın üzerine konularak o kişinin
geldiği ve helallik verdiği kabul edilirdi. Bu uygulama neredeyse hiçbir yerde yapılmayan çok farklı bir gelenektir.
Hasta evindeki yas havası ölüm haberiyle beraber daha da hararetlenerek o andan itibaren köylü hemen birbirleriyle haberleşir ve cenaze
evine akın etmeye başlarlar, bu esnada imam sâlâ verir ve duyamayanlarda tez zamanda cenaze evine toplanırdı. Ölüm eğer bekleniyor ise
defin işlemi uzatılmazdı, çünkü bu esnada çoğu yakını hastanın yanı
başında olurdu. Eğer ölüm aniden olduysa, cenaze işlemleri bir süre
bekletilerek yakınlarının ya da dostlarının cenazeye iştirak etmeleri
beklenirdi. Mevta yıkanacağı yerde yatarken üzerine bıçak veya demir
parçası konulurdu. Bunun amacı ölen kişinin şişmesini engellemekti.
Tabi bu arada cenazenin bayan ya da erkek oluşuna göre yıkayacak
kişiler belirlenip yıkama işlemine geçilirdi. Ayrıca yıkandığı yerde idare
veya gaz lambası yakılıp sönene kadar bekletilmesi çok eski bir şaman
geleneğinin yine burada uygulandığının bir göstergesidir.
Bu arada cenaze evi, gelip gidenlerle dolup taşarken kadınlar ise
ağıtlar yakarak acılarını dile getirirlerdi. Erkekler ise ya cenaze evinde
ya da köy odalarında bir araya toplanarak dua ederler ve taziye için
gelenleri karşılamış olurlardı. Bu esnada gençlerden oluşan bir gurupta mezar kazmaya giderlerdi. Mezarın hazırlanması ile vakit hangi
namaza yakınsa o vakitte cenaze namazı kılınır ve defin işlemine geçilirdi. Cenaze evinden alınan mevta, köylülerin sırtlarında mezarlığa
kadar taşınır ve cenaze defnedilerek köye geri dönülürdü. Kadınlar bu
arada ağıtlar yakarken köylüler cenaze evine üç gün yemek taşırlardı.
Çünkü cenazenin olduğu evde üç gün yemek pişirilmezdi. Getirilen
yemekler ziyaretçilere sunulur ve bu arada mezardan gelen erkeklere
de bayanlar tarafından lokum ve kuruyemişler dağıtılırdı. İlk iki gün
çok yoğun ve yorucu olduğu için köylüler cenaze evinde bulaşıkları
yıkar, temizliği yapar ve gelip gidenlerle ilgilenirdi.
Cenazenin üçüncü günü ise mezarı kazanlara mezar ekmeği denilen çorba, dolma ve ‘tete pilavından’ oluşan yemekler verilir ve bu
yemeğe tüm köylüler davet edilirdi. Aynı gün içersinde ölen kişinin
kıyafetleri yıkanır daha sonra cenaze evinin tamamı köylüler tarafından temizlenirdi. Ayrıca ölen kişinin kıyafetlerinin bir kısmı fakirlere
kullanmaları için bir kısmı da yakın akrabalarına saklamaları için
178
Serdar ATABAY
dağıtılırdı. Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin cenaze evi için söyledikleri çok anlamlı bir söz vardı. Büyükler “Yas gocamaz der ” ve her zaman cenaze evinin ziyaret edilmesinin gerekliliğini vurguluyorlardı.
Özellikle cenaze evine gidenlere soğan ya da sarımsak türü şeylerin
yenilmemesinin söylenmesi ise Eskiköyde toplumsal bir kültürün
varolduğunun en önemli göstergesiydi.
Cenazenin defninden sonra dahi kadınlar sürekli ağıtlar yakarlardı.
Ağıt yakma geleneğin temeline bakılacak olursa şöyledir:
Genellikle Eskiköyde gelin evden gidince, kına yakılınca, asker
uğurlanınca, doğal afet ya da sosyal olaylar yaşanınca ve ölüm olunca
kadınlar tarafından ağıtlar yakılırdı.Türk toplumunda ağıt yakmanın
geçmişi çok eskilere dayanır. İslamiyet’ten önce Türklerde bir kişinin
ölmesine binaen ‘yuğ’ adı verilen yas törenleri yapılır ve ‘sagu’ adı
verilen şiirler okunurdu. Bu şiirlerde ölen kişinin temel özelliklerinden, yaptığı işlerden, fiziksel görünüşünden ve toplum tarafından
benimsenmiş huylarından bahsedilirdi. Ayrıca ağıt esnasında bağırarak ağlanır ve kadınlar birbirlerine sarılarak dizlerine vururlardı. O
andan itibaren karalar bağlanır ve acının çoğalmasıyla yüzlerini tırnaklayan, saçlarını yolan ve kendine zarar verenlerde olurdu. Türklerin bu eski geleneği Anadolu’yu yurt edinmelerinin ardından Anadolu
Türkçe’sinde ağıt ve bozlak olarak yer bulmuştur. Kökeni ise ağlamak
ve bozlamaktan gelmektedir.
Özellikle cenazede ölen kişinin yakınları veya köydeki ağıtçılar
hep beraber ağıtlar yakarlardı. Ağıt esnasında ölen kişinin yakını otururken, taziyeye gelenler bu kişinin boynuna sarılarak ağlamaya başlarlar. Bu esnada dikkat çeken diğer bir husus, cenaze sahibine sarılan
kadınların kendi ölenleri içinde ağıt yakmalarıydı.
Özellikle daha önce ölmüş bir yakını var ise onun adını ya da durumunu anlatacak şekilde ağıt yakılırdı. Mesela taziyeye gelen bir kişi
ölen kişinin yakınına sarılırken genç yaşta ölen kardeşi varsa “ Murat
almayan kardeşime de selam göndermeye geldim ” diyerek ölmüş
kardeşine ölen kişi vasıtasıyla selam göndermiş olurdu. Ya da ölen
kişi kafasından yaralanarak öldüyse “ Senin kafasından yaralı giden
gelinine gurban oluyum, dört kuzulu oğluna kurban oluyum, gün görmeyen anana gurban oluyum tarzında söylemlerle ağıt yakarlardı.
179
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Böylece hem cenaze sahibinin üzüntüsünü paylaşırlar hem de kendi
yakınlarına ağlarlardı.
Eski Kızılcaköy Türkmenleri tarafından söylenen ağıtlardan örnekler verecek olursak.
Eskiköyden Örcün’e giden bir gelinin yaktığı ağıtta,
Ben giderken ekinleri göğüdü.
Görünüyo emmimgilin söğüdü.
Kırıldı mı köyümüzün yiğidi?
Ana beni niye verdin yabana?
Köyümüzde verseyidin çobana.
Diyerek köyden ayrılmanın zor olduğunu ve köyde kalmak için
çobana bile varmaya razı olacağı teması islenmiştir.
Diğer bir ağıt ise ölen bir kişi ardından yakılmıştır:
Hamdi ölmem deyi boynunu eğdi.
Kürek keskin geldi burnuna değdi.
Gelinin babası acele koğdu.
Vurma emmim oğlu vurma dur dedi.
Denilerek vefat eden kişinin öldürülme şekli anlatılmıştır.
Eski Kızılcaköydeki sel felaketi üzerine yakılan bir ağıtta ise:
Doğru get selde yolun selamet.
Başımıza çok getirdin alamet.
Sığırın başında şaşırdı Ahmet.
Yaredenim afatından esirge.
Denilerek sel felaketinin dehşeti ve dehşet anında çoban olan Bülbül Ahmet’in olay karşısındaki şaşkınlığı anlatılmıştır.
180
Serdar ATABAY
Birde köylüler arasında cenaze evine ziyaretin üç nedenden yapıldığı inancı yaygındır. Bunlar:
• Kimisi bu bahaneyle kendi yakınına ağlamak ve ağıt yakmak
için,
• Kimisi ölen kişiye aşırı üzüldüğü için,
• Kimisi de hem kendi acısını hem de ölen kişinin acısını paylaşmak için cenaze evine giderlerdi.
Neticede cenaze evine bir türlü gidilir ve o evin acısı orada paylaşılırdı. Daha sonraki zamanlarda cenazenin kırkı olur ve kırkında lokum dağıtılıp Kur’an okutulurdu. Ardından 51.inde yemek verilip
dualarla mevta anılırdı. Eskiköyde cenaze evi köylülerce belirli aralıklarla ziyaret edilerek yakınlarının gönlü hoş edilirdi. Eğer ki ölüm
sonrası cenaze evinde yalnız, yetim veya ihtiyar kalan olursa köylü bu
kişi ya da kişilerin bakımını hayatlarının sonuna kadar üstlenirdi. Buradan anlaşılacağı gibi cenaze evindeki dayanışma ev sahibinin en zor
gününde rahatlamasına sebep olduğu gibi manevi yönden de huzur
bulmasını sağlıyordu.
181
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Sonsöz
B
u kitabın yazılmasındaki temel amaç, Eski Kızılcaköy Türkmenleriyle ilgili bugüne kadar hiçbir bilimsel, yazınsal, akademik ve
araştırma eksenli bir çalışmanın yapılmamış olması ve nesilden nesile
geçen kültürümüzün unutulacak olması endişesinden kaynaklanmıştır.
Yapılan mülakatlarda özellikle yaşlı köylülerin çalışmamıza sağladıkları içten destekleri ve takdirleri gerçekleştirmekte olduğumuz bu
çalışmanın ne kadar faydalı ve isabetli bir fikir olduğunu bizlere düşündürtmüştür.
Türk Kültür tarihinin uçsuz bucaksız, engin deryasında minik, billur bir damlacık olan Eski Kızılcaköy Türkmenlerinin yaşamlarıyla
ilgili rengârenk bilgilerin aktarıldığı sayfalar arasında geziniyorken
okuyucuda oluşturulmak istenen düşünce, Atalarımızın kültür mirası
olarak bıraktığı “Bizi biz yapan” öz değerlerimizle ilgili bir heyecan
yaratmaktır.
Yaratılan bu heyecanla kültür tarihi araştırmacılarının Anadolu’
nun dört bir yanına dağılmış fakat varlıklarından bile haberdar olunmayan birçok Türk boyları ve Türkmen oymakları hakkında benzer
saha çalışmaları yapmaları arzulanmış ve ilgililer, bu engin deryaya
yönlendirilmek istenmiştir. Bu tür çalışmalar, geçmişimize göstereceğimiz saygının küçük birer nişanesi olacaktır.
Yürünecek yol uzun ve bir o kadar kutsaldır. Dinlenmeden yol
alana selam olsun.
182
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköy Resimleri
Gazeler Mezarlığı
183
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
İncebelden Keçi Kalesi’nin Görünümü
Kâaler’in Dereden Aşağı Kızılcaköyün Görünümü
184
Serdar ATABAY
Gazelerden Tarihe Bir Bakış
Poli Mevlüt’ün Odası’nın Öreni
185
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Pambıklığın Tepeden Kale Boyu’nun Görünümü
Keçi Kalesi’nin Surları
186
Serdar ATABAY
Keçi Kalesi’nin Surları
Has Sülemen’in İni
187
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Çecin Ağzı
Eski Kızılcaköy Harabeleri (Poli Mevlüt’ün Öreni)
188
Serdar ATABAY
Eskiköyün 1969 Yılındaki Hali
Eskiköyün 2009 Yılındaki Hali
189
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
1969 Yılında Gazelerden Eskiköye Bakış
2009 Yılında Gazelerden Eskiköye Bakış
190
Serdar ATABAY
1969 Yılında Orta Pınardan Eskiköyün Görünümü
2009 Yılında Orta Pınardan Eskiköyün Görünümü
191
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Has Sülemen’in İni’nin Etrafındaki Örenler
İbiler’in Veli’nin Öreni
192
Serdar ATABAY
Eski Kızılcaköy Harabelerinden Görünümler
193
Keçi Kalesi’nin Bağrında Bir Türkmen Oymağı
Kaynakça
AND, Metin. (2003) Oyun ve Bügü Türk Kültüründe Oyun Kavramı Yapı
Kredi Yayınları
ARTUN, Erman. (2001) Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, Akçağ Yayınları
ÂŞIKPAŞA, Garipnâme, C.1–2 Haz. K.Yavuz, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara
ELÇİN, Şükrü.(1990) Türkiye Türkçesinde Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
GÜNDÜZ, Ahmet. (2009) Kırşehir’de Vakıflar ve Vakfiyeleri, Kırşehir
KIRŞEHİR VALİLİĞİ, Kırşehir Tarihi
KOCAOĞLU, Timur. (1996) Dünyada Türk Dili, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
KORKMAZ, Esat. (2003) Eski Türk İnançları ve Şamanizm, Anahtar Kitap
Yayınevi
ÖZCAN, Abdulkadir. (1995) Türkiye de Gaza Geleneği, Ekrem Hakkı Ayverdi Hatıra Kitabı, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları
ÖZDEMİR, İbrahim. (2011) Bir Gönül ve Halk Adamı, Küçük Sofu, Ankara
TEKİN, Şinasi. (1993) Türk Dünyasında Gaza ve Cihat Kavramları Üzerine
Düşünceler, Tarih ve Toplum, İstanbul
194

Benzer belgeler