İndirmek İçin Tıklayınız.

Transkript

İndirmek İçin Tıklayınız.
tavır
Sahibi
Tavır Yayınları adına
Bahar Kurt
Sorumlu Yazı işleri Müdürü
Yeliz Yılmaz
Genel Yayın Yönetmeni
Gamze Mimaroğlu
Yayın Danışmanı
Veysel Şahin
Yazışma Adresi
İstanbul
Mahmut Şevket Paşa Mah.
Mektep Sk. No: 4-B
Okmeydanı - Şişli / İstanbul
İletişim
Tel-Faks: (212) 238 81 46
238 82 49
[email protected]
www.tavirdergisi.org
www.facebook.com/tavirdergisii
www.twitter.com/tavirdergisi
Ankara
İdilcan Kültür Merkezi
General Zeki Doğan Mah.
İmam Alim Sultan Cad. No: 12/19
Mamak
Tel: 0 312 391 37 75
Hesap no (TL)
1043-0784672
Gizem İbak
İş Bankası Paşabahçe/İST
İÇİNDEKİLER- mayıs 2015
3
deniz korcan
32
FOSEM
7
ibrahim karaca
33
hülya yeten
9
devrim savaş
34
remzi kara
35
ümit zafer
37
mustafa erdem
38
kamil sarıca
41
fazıl aktaş
43
demir durmaz
45
6. eyüp baş uluslararası emperyalist saldırganlığa karşı
halkların birliği sempozyumu
sonuç bildirgesi
48
HABERLER
halkımız sizi çok seviyoruz
biz de sizi seviyoruz
çotanak
ne de güzel oldu!
12
levent navruz
14
nazım hikmet
15
grup yorum
17
kablet tarih
ferman akp’ninse meydanlar
bizimdir
grup yorum’dan dinleyicilerine
18
burak ergün
21
sanat meclisi
grup yorum’a borcumuz var
saraya soytarı değilsen...
Hesap No (EURO)
1043-0539521
Gizem İbak
İş Bankası Paşabahçe/İST
25
ümit ilter
Fiyatı (DÖVİZ)
Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro
Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro
İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin
27
grup yorum
30
arif damar
Yayın Türü: Yerel Süreli
tavir mayis.indd 1
bakur filmi üzerine
eduardo galeano’ya bin
selam ve teşekkür
işimi geri istiyorum
grup yorum
hevin poyraz
Baskı:
Yediz Ofset
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi
1 NE 1-26
Topkapı- Zeytinburnu İstanbul
enternasyonal devrimci steve
kaczynski neden tutuklandı?
şiddet ve devrimci şiddet
23
Posta Çeki Hesap No
Gizem İbak
1195 28 23
ayın fotoğrafı
çocuklara kıymayın efendiler
gençlik, gerçeklik, gelecek
üzerine
sanatta egemen olan
sosyalistlerdir
dayanılmaz
toplumsal bir eylem olarak
mimarlık
“moskova önlerinde” bir şose
onurun ve vatan sevgisinin
filmi: çapayev
1
5/7/15 11:21 AM
Merhaba,
Korku dağları aşmıştır. Halktan, halkın öncülerinden, onların ayak seslerinden, hatta
gölgelerinden... öcü gibi korkmakta muktedirler. Haklılar. İnsan “celladından” korkar elbet.
Neyle başlar korku ve neyle biter? Bunların korkusu ilk
kölenin sırtına inen ilk kırbaçla başlamıştır ve mutlaktır
ki son sömürgen tarihten silinene kadar da sürecektir.
Korkularını büyütecek olanlar da sır değildir. Bazen
bir taş, bazen zorla kapatılmaya çalışılan bir ağızdan
yükselen bir slogan, bazen 14 yaşında bir çocuğun
sapanından kopup gelen bir bilye, bazen yıldızlı bir
fular, bazen o fuların üzerinden bakan bir çift göz, bazen kocaman bir gülüş tüm halkın gülüşü gibi, bazen
korunaklı bir caddede bir savaşçının çapraz koşusu
elinde umudun menevişli namlusuyla... Büyüyecek ve
hiç tükenmeyecek korkuları...
İşte bundandır “iç güvenlik” dertleri. Yalan, demagojiyle susturamadıklarının seslerini
yasalarla süslenmiş terörle boğmaya çalışmaktalar. Bunun hiçbir yararı yoktur olmayacaktır. Çünkü halkın öfkesini boğacak yasa daha yazılmamıştır, hiçbir zaman da
yazılamayacaktır. Hiçbir devlet terörü umudu tüketememiştir, hiçbir zaman da tüketemeyecektir.
Bundandır bir kentin kalbini işgal etmesi... O kalp ki 77’den beri küt küt atmaktadır
emeğin, birliğin, dayanışmanın ve mücadelenin sesiyle, rengiyle, coşkusuyla... Fethetsen ne yazar, tapusu emekçinin olduktan sonra... Bir milyon polis diksen ne yazar
Taksim ve 1 Mayıs adları bir ve aynı olduktan sonra... Bir halkı yüzde ellisiyle değil
bütünüyle yok etsen, taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmasan ne yazar, rüzgar
Elif Elif estikten, çocuklar Şafak Şafak baktıktan, gençler Bahtiyar Bahtiyar güldükten
sonra... Vursan, kırsan, döksen, F Tiplerini ağzına kadar doldursan, mahkemelerinde
hukuksuzluğu ya da zulmün hukukunu ifrada vardırıp avukatları bile köpeklerine dövdürsen ne yazar, halkın adaleti bir gün gelip seni bulduktan sonra...
Yolu yok, bu zulüm bitmeli, yoksulun yüzü gülmeli... “Zulmün artsın” sözünün sonu
gelmeli ve zalim yer ile yeksan olmalı... Bu topraklarda artık artacak zulüm, artıracak
zalim kalmamalı... Arsızı, hırsızı, çocuk katili gün doğmadan tarihin çöp sepetine gitmeli. Temenni değil, dua değil sözlerimiz. Tarihin hafızası ile konuşuyoruz. Diyalektiğin şaşmaz penceresinden bakıp da gördüklerimizi söylüyoruz. Bir gün bu söylediklerimizin mutlaka gerçekleşeceğini adımızın Tavır olduğunu bildiğimiz kadar biliyoruz.
Tarihi resmi devlet kitaplarından öğrendiğimizden değil, bizzat kendimiz yazdığımız
için biliyoruz...
Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle...
Dostlukla...
2
tavir mayis.indd 2
5/7/15 11:21 AM
“Halkımız sizi çok seviyoruz”
#BizdeSiziSeviyoruz
deniz korcan
alkı sevmek büyük bir
eylemdir.
21.yüzyılda,
kahpeliğin, riyanın, olmazcılığın dünyasında
böyle bir büyük sevdayı taşımak
erdemdir.
H
Ve ağır bir sözdür “seviyorum”
diyebilmek. Kolay değildir ve bedeli vardır her sevmenin. Ucuz
değildir öyle kolay sevmek. Zaten
parayla da satılmaz, bazen bedeli
can olur bazen kan. Ama en hası
yürek ister yürek… Mangal gibi
yürek.
Bir delikanlı yürek taşıyorsan sol
göğsünde seversin sevebildiğince. Ve göğsünü gere gere söylersin “seviyorum” diye. Yani cevahir olmalı yürek., O sevgi uğruna
asılabilmektir tetiğe sevmek. Bazen de ölebilmektir.
Zordur sevmek çok ciddi bir iştir.
Ama sevilmez mi sevilir işte.
Güçlü omuzlar ister bu nedenle
sevmek. Bu büyük sevdayı taşıyabilmek güçlü omuzların işidir. Göğsünü gere gere sevmek.
“seviyorum” diyebilmek. Boşuna
dememiş koca ozan “İnsanları
alabildiğine sevmeyi bırakmazlar
yanına, böyle çekersin işte cezasını dört duvar bir kapı arasında..”
İki Adalı bütün kahpeliğin ve riyanın ortasında kuşatıldılar. Bir saraydaydılar ve bilirlerdi ki adalet
saraylarda olmaz. Adalet yoksa
biz götürürüz oraya adaleti dediler.
Bütün yalanların ortasına ateş
topu gibi düşüverdiyer.
Avaz avaz bağırdılar “halkımız…
sizi çok seviyoruz”
Peki o halde…
“Biz de sizi seviyoruz.”
Çünkü bu kahpeliğin düzeninde.
Haraç mezat satılırken erdem,
balçık çamur deryasında kirletilmişken allı gelin vatan, kahpeliği
yırtan sesinizi, sizi, seviyoruz…
Çünkü umut karartılırken, çünkü
o yarınlara dil uzatılırken, yılan
sırıtışları değerken gülüşlerimize,
şaklabanlar dil çıkarırken objektiflere, lokmaları doğrarken kanımıza, alınterimizi saklarken kutu
kutu o namluya sürdüğünüz öfkenizi, sizi, seviyoruz.
Sizi seviyoruz. Candan geçen
halinizi, o tertemiz gülüşünüzü, o
yiğit adımlarınızı tereddütsüz gidişinizi, seviyoruz sizi.
Seviyoruz sizi halkımız kadar, seviyoruz sizi vatan kadar, seviyoruz
size bir çocuğunu masumluğunda
kollarımızı iki yana açarak haykırıyoruz ne kadar seviyoruz? “işte
bu kadaaaar…” Seviyoruz sizi o
kırlangıç kaşlı çocuğun ahı kadar.
Bakın nasıl da haykırıyor yürekler.
3
tavir mayis.indd 3
5/7/15 11:21 AM
Ne demiş grup yorum “sevdaya
yasak koyanın dünyada yeri olmaz” #BizdeSiziSeviyoruz
“#BizdeSiziSeviyoruz”.Hemde
çok seviyoruz.
Biliyor musunuz bize sevmeyi bile
yasakladılar... Seviyorum demeyi
yasakladıar ama onlar susmadılar. Bakın nasıl da kuşattılar dört
bir yanı...Sevmenin suç sayıldığı
günümüzde sizin öfkenizi ve sevginizi kuşanıp haykırdılar en cevvalerimiz:
yoldaşları nice engeller aştılar
mahir ile yoldaşları #BizdeSiziSeviyoruz
Adaletsizlige karşı #Şafak olmalı
#Bahtiyar kalınmalı #Elif i haykırmalı. #BizdeSiziSeviyoruz
Cesareti ve adaleti, direnişi, onuru biz simgeledik, varsa cesaretiniz gelin! #SabahatKarataş #BizdeSiziSeviyoruz
Halkın Yiğit evlatları, #BizdeSiziSeviyoruz
Kalp atışlarınız kalbimize emanet,
geçen yıl yanımızda atan kalbiniz
bu yıl kalbimizde attı...
Yüreği güzel Yüreği Yiğit yoldaş
yolunuzda ilerleyeceğiz #BizdeSiziSeviyoruz
Devrimin
#Şafak’ında,Ölüme
#Bahtiyar’ca yürüyen #Elif’leri
unutma.. #BizdeSiziSeviyoruz
Ben bir devrim hamalıyım yine iş
sever Güzel umutlar taşırım yine
yurtsever Ortasındayım halkım
için kavganın #BizdeSiziSeviyoruz
Çiftehavuzlarda yırttılar göğün
gözlerine örtülmüş kefeni bugün
inatla vatan’da çağlayan’da. #BizdeSiziSeviyoruz
16-17 Nisan Çiftehavuzlar’dan ,31
Mart Çağlayana “Varsa cesaretiniz gelin” diyen ses bizim... #BizdeSiziSeviyoruz
Biz Dostu da Düşmanı
da Biliriz ! #BizdeSiziSeviyoruz
“Hiçbir devrimciyi iki eli havada
teslim olmuş bir şekilde göremeyeceksiniz”
Tüm karanlıklar ŞAFAK Sökünce
aydınlanır #BizdeSiziSeviyoruz
Söyleyecek daha çok söz sorulacak daha çok hesabımız var..
#BizdeSiziSeviyoruz
Çağlayan eyleminde beyinlerinden sarsılan oligarşi nereye saldıracağını bilemiyor Halk sevgisinin
önüne geçilebilir mi? #BizdeSiziSeviyoruz
Halk için yola düştüler Mahir ile
Kuşlar uçmayı,balıklar yüzmeyi
unutsa bile biz hesap sormayı
unutmayacağız! Diyerek geldiler
Yine gelecekler... #BizdeSiziSeviyoruz
Egemenlerin saraylarında değil
Şafak’ın ve Bahtiyar’ın gülüşünde
adalet #BizdeSiziSeviyoruz
#HasanFeritGedik
Ve yine ansızın gelecekler, ne zaman geleceklerini onlar belirleyecekler. #BizdeSiziSeviyoruz
#ŞafakYayla #BahtiyarDoğruyol
Pir sultanlar ölmez binler yetişir akar gelir canlar tarih tutuşur
#BizdeSiziSeviyoruz
Kuşatma altındayken söylediğiniz marş kulaklarımızda... İnsan
sevdiklerini unutmaz #ŞafakYayla
#BahtiyarDoğruyol #BizdeSiziSeviyoruz
Bu güzel yiğitler bizim canımızdır
onların canını alanlar da düşmanımız #BizdeSiziSeviyoruz
Devrimciler bu ülkenin hakikat savaşçıları,adalet tanrıçalarıdır,tehditlere boyun eğmiyor #BizdeSiziSeviyoruz diyoruz
Hala yasak mı bu fotoğrafı paylaşmak..Yasaklarınızı tanımıyoruz..!! #BizdeSiziSeviyoruz
Bahtiyar, Şafak ve Elif Türkiye-Kürdistan halklarının onurudur. Umudun adını nakış nakış
işleyenlerdir. Onlar ölümsüzdür
#BizdeSiziSeviyoruz
Berkini vurup katilleri koruyana mi
türkü yakacaktik, bizde turkuler
Ince Memedlere söylenir #BizdeSiziSeviyoruz
Halkın adaleti için, tüm devrimcilerin hakikat arayışı için yıldızlara
uğurladığımız tüm halk savaşçıları: #BizdeSiziSeviyoruz
Elde namlu Tetikte adalet Gözlerde hınca hınç Yazmak bir hainin
alnına, kurtuluşu #BizdeSiziSeviyoruz
Onlar; Tıka basa yürek Patlama-
4
tavir mayis.indd 4
5/7/15 11:21 AM
ya hazır bomba Şarjörü eli tetikte
Ve sevdasıyla kavganın ortasında
#BizdeSiziSeviyoruz
Çiçek gibiydi o çocuk bahara meyilli denize tutkun en yakın maviye
ilişiverirdi.. #BizdeSiziSeviyoruz
#SafakYayla
#ŞafakYayla Türktü Sünniydi Giresunluydu Hukuk öğrencisiydi !
İsteseydi çokrahat bir hayatı olabilirdi Ama MAHİR oldu ! #BizdeSiziSeviyoruz
“bütün çiçekleri yolsanız da baharın gelişini engelleyemezsiniz”
#DevrimciTutsaklarOnurumuzdur
#BizdeSiziSeviyoruz
“Halkımız sizi çok seviyoruz” dediz. Oysa ne çok isterdik, size
sımsıkı sarılıp #BizdeSiziSeviyoruzdemeyi... Korkmayın, sevgiyi yenemezler:
#BizdeSiziSeviyoruz
Umudu kaşlarından öpün. #BizdeSiziSeviyoruz
Neslim şimdi ben şerefimle ölmenin doruğundayım.. Unutmadan
geçmişi, unutmayın sözlerimi..
#BizdeSiziSeviyoruz
“Terörist bu ülkeyi soyanlardır”
#BizdeSiziSeviyoruz
Okmeydanı’nın güzel yürekli yiğit
evlatları #BizdeSiziSeviyoruz
hiç unutmayacagız... #BizdeSiziSeviyoruz
Tükenme Gülmeyi bilen çocuklar
geldi...#BizdeSiziSeviyoruz
Ölürken Güneşe Bakıyordu Gözleri, İste Bu Yüzden Işıl Işıldı Sözleri... #BizdeSiziSeviyoruz
#BizdeSiziSeviyoruz
BERKİN BURADA!!
Kim demiş ölüm var diye bize
Kardeş kardeş atan bu yürek bizim Hey ! Bize ölüm yok ! #BizdeSiziSeviyoruz
O gülüşünde görüyoruz kurtuluşu, inanmışlığı, senden aldığımız
inançla vuracağız bizde! #BizdeSiziSeviyoruz
Halkı için, sizi çok seviyoruz diye
ölenin ölümü kutsaldır. #BizdeSiziSeviyoruz
“ölmeden önce güneşteydi gözleri işte bu yüzden ölürken ışıl ışıldı
son sözleri...” Adnan Yücel #BizdeSiziSeviyoruz
Elbet bir bildiği var bu çocukların...#BizdeSiziSeviyoruz
“Seviyoruz”derken hic bu kadar
yüreğimiz yanmamıştı. #BizdeSiziSeviyoruz
Yorgunum parmak uçlarımın kana
ağıt yazmasından gözlerimin ölüme ağlamasından yiten çocuklar-
dan zalimin kurşunundan #BizdeSiziSeviyoruz
Bir hukuk öğrencisi, Avrupanın en
büyük adalet sarayında ‘adalet’
dersi verdi.. #BizdeSiziSeviyoruz#ŞafakYayla #ŞafakYaylaÖlümsüzdür.
Zulmün olduğu, adaletin olmadığı
yerde halkın adaleti vardır!!! #BizdeSiziSeviyoruz
“Kimi ölümler vardır tüy kadar hafiftir, kimi ölümler de vardır ki, Tay
dağından daha yüksektir.” - Mao
Zedong #BizdeSiziSeviyoruz
Kerpiç evlerden gelip, saraylarınızı başınıza yıkacağız. #BizdeSiziSeviyoruz
Karanlığın sonu bir ulu şafak Sarp
kayadan geçen yola merhaba
#ŞafakYayla #BizdeSiziSeviyoruz
“Avukat olup harika bir hayata sahip olabilirdi ama cayanlardan değil Çayanlardan oldu #ŞafakYayla
“#BizdeSiziSeviyoruz
İçimiz acır birer birer yitirdiğimiz
yiğitlere ama unutmayız asla verdikleri onurlu mücadeleyi! #BizdeSiziSeviyoruz
“Siz hiç daha bir gün önce selamlaştığınız yoldaşınızı toprağa verdiniz mi?” #BizdeSiziSeviyoruz
30 Mart 1972-Kızıldere 31 Mart
Öpün, koklayın hasretle.. vatan
diye kucaklayın şimdi o gülen fotoğrafı.. Şafak’ı. ##BizdeSiziSeviyoruz
Sabahın bir sahibi var.. Sorarlar
bir gün sorarlar.. #BizdeSiziSeviyoruz
Yiğidim ki yaşamayı ölesiye sevmiştir, tohum diye saklamıştır onu
toprak #BizdeSiziSeviyoruz
Güle güle Bahtiyar. Bize yaşattığın “Adalet”duygusunu,”Umudu”
5
tavir mayis.indd 5
5/7/15 11:21 AM
2015-Çağlayan biz de sizi seviyoruz. #BizdeSiziSeviyoruz
“kim yiğit kim kalleş biz de biliriz”
#BizdeSiziSeviyoruz
Tek Silahları Olduğu Ortaya Çıktı
#BizdeSiziSeviyoruz
Tek bir silah.. Onlarca silahlı adamın ortasında tek bir silahla direnmenin cüreti.. #BizdeSiziSeviyoruz
Ölenler dövüşerek öldüler! Güneşe gömüldüler! Güneşin zaptı
yakın! #BahtiyarDoğruyol #BizdeSiziSeviyoruz
3 katilin adını vermemek için savcısını gözden çıkaranlara yalnız
halkın adaleti karşı koyabilir artık.
#BizdeSiziSeviyoruz
#BizdeSiziSeviyoruz
Alnında yıldızlı bere Elinde mavzeriyle Çıkıp dersim dağlarında
Türkü söylemek var ya Şehid Namırın!!!
Kavgada Mahir, Ibo olmak #BizdeSiziSeviyoruz
Susturamazsınız elbet sonunuz
gelecek faşist köpekler.... Berkin
Elvan onurdur direnistir #BizdeSiziSeviyoruz
Bir yanda Halk vardır bir yanda
halkın cevherine kök salmış asalaklar ##BizdeSiziSeviyoruz
Bu hayatta yaşamayı en çok hakedenlr hep en erken ölürlr. Haketmeyenlr ise bu boş dünyann
içinde yaşadklarnı zannederlr
Berkin’in katillerini teslim etmektense katil olmayi tercih etti devlet! #BizdeSiziSeviyoruz
3 kişinin ölümüne göz yuman,
ölen iki genci terörist diye yaftalayarak halkı provoke eden devlettir
asıl terörist. #BizdeSiziSeviyoruz
Ne bir saray istediler, ne de 400
vekil. Adalet istediler, katillerin
adını istediler sadece #BizdeSiziSeviyoruz
Aklıma geldikçe bişi diyemiırum.
helal olsun size çoçuklar.devrüm
şehitleri ölümsüzdür #BizdeSiziSeviyoruz
Adalet isteğimizi can bedeli adliye
kapisina yazdiginiz icin #BizdeSiziSeviyoruz
Bu eylem halkın gerçek adaleti sağlamaya yönelik girişiminin
başlangıcıdır.
Ve yine ansızın gelecekler, ne zaman geleceklerini onlar belirleyecekler. #BizdeSiziSeviyoruz
Söz istemez. Yaşlı göz istemez.
çelenk melenk lazım değil... SUSUN. SIRA NEFERİ UYUSUN..
Nazım Hikmet #BizdeSiziSeviyoruz
Bizimkiler işte böyle marş söyleyerek ölürler #BizdeSiziSeviyoruz Bahtiyar Doğruyol ve Şafak
Yayla ya ailelerine #BizdeSiziSeviyoruzışıklarda uyusunlar
Adalet isteyen gençleri öldürmek,
cocuk katilinin ismini söylemekten
daha kolay bu ulkede !!!!! #BizdeSiziSeviyoruz
Yüreğine aşk düşene zulüm neyler? #BizdeSiziSeviyoruz
#SafakYayla #BahtiyarDoğruyol
Başkaları için kendilerini unutanlar Başkaları tarafından hep hatırlanırlar. /Halil Dağ. #BizdeSiziSeviyoruz
İsteseydi çok rahat bi hayatı olurdu ama o MAHİR oldu... #BizdeSiziSeviyoruz o
6
tavir mayis.indd 6
5/7/15 11:21 AM
çotanak
ibrahim karaca
ara ve derin bir denizdir
Karadeniz… Nice dağ
sularıyla coşan, ona koşan dereleriyle konuşan
güzel bir denizdir. Sularında hangi
öyküleri saklar, hangisini gömer
sonsuza, vakti gelince hangisini
çarpar kıyılarına, bilinmez. Sen
düşmeden hemen önce; ayağında kara lastik ve başında el örgüsü “kukula”lı eski günler geçti
belki aklından, bir de üzerinde
koşturduğun patika yol… Çocukluğun. Kırağıda uyanan bir fındık
K
dalı gibisin şimdi… Denizden gelen o dumanla çiselenir yorganın, her sabah ayakucuna konar
kalkar bir ince kuş. Ve aşağıdan,
sularına henüz el konulmamış bir
derenin sesi gelir. O dereye atmak
için seni… Buzlu sulara verir gibi
bir kayık odununu… Karadeniz’e
katmak, kaybetmek istemişler…
Toprağından sökmek! Ne olur ne
olmaz diye mezarına beton dökmüş anacığın, üzerine toprak...
Oğlumu çıkarıp çalmasınlar diye,
elinde el feneriyle nöbet tutmuş
sabahlara kadar. Kara ve derin bir
denizdir Karadeniz, ama güzel ve
temiz köpüğüyle okşar kıyıları...
Bu da var. Tarih kılıklı bir masala değil, insanlık dersine ihtiyacı
var herkesin. Devlet gibi düşünürsek, taşa döner aklımız. Tabutun
başında, “ben oğlumun tarafında
olmak zorundayım. Ama inanın,
savcı kardeşime de üzüldüm…
En çok annesine, babasına üzülüyorum… Onlara da başsağlığı
diliyorum” diyor bir baba, insanlık dersine dönüyor her kelime
kendiliğinden. Oysa Karadeniz’in
canını acıtan her yerde sus pus
olup şimdi 20 kişiyle sökün eden
karanlık, “bu terörist buraya değil,
kimsesizler mezarlığına gömülsün” diye bağırıp cenaze evini taşlıyor! Oysa “bu çocuk bu toprağın
çocuğu. Hukuk Fakültesinde okuyan bir çocuk. Bu olanların nedeni
nedir acaba? Şimdi çekiyorsunuz,
altına ‘terörist’ diye yazacaksınız.
Lanet olsun, bu ülkenin teröristi kimse, lanet olsun. Terörist bu
ülkenin toprağını satanlardır. O
savcı bizim düşmanımız değil ki”
7
tavir mayis.indd 7
5/7/15 11:21 AM
diye feryat etse de bir amca, kime
neyi anlatmış olur… Duyması gerekenler duyar mı? Bir iki katili ele
vermemek için kendi savcısını
kurban eden “hassas” bir mekanizma var karşımızda.
Kendi kurucu önderinin evini
bombalattıktan sonra gayrimüslim mezarları darmadağın eden,
taze toprak altındaki ölüleri çıkartıp ağaç dallarında sallandıran
bir hassasiyet! Yeniden hortlayan
değil hep zinde tutulan bir acayip
ruh hali var karşımızda. Mezara toprak yerine beton döktürten
ve uçan kuşun kanat sesiyle bile
tahrik olan bu ruh halini insanlığın neresine koyalım? Madımak’ı
tahrik oldukları için yakmıştı bu
ruh hali. Maraş ve Çorum’u tahrik üzerine cehenneme çevirmişti.
İstanbul Üniversitesi öğrencilerini
tahrik nedeniyle taramıştı. Bahçelievler’de 7 öğrencinin kaldığı
eve de tahrik üzerine girip hepsini
boğazlamıştı. Balgat’ta kahvehaneleri tahrik üzerine kurşun yağmuruna tutmuştu. Gazi katliamı
da tahrik sonucuydu. Gezi parkını rantiyeye yedirmeyen halkın
uyandırdığı tahrik ise hiçbir şeye
benzemezdi... Berkin için adalet
talebi de son derece tahrik ediciydi. Domuz bağlarıyla bağlayıp
öldürdüğü insanları mezar evlere
hep tahrik sebebiyle gömen bu
besleme karanlık şimdi bir mezarı
daha söküp içinde yatan devrimciyi dereye atmak istemiş, çok
mu? Tahrik olmak bir fıtrat meselesidir... Bazen dinci bazen milliyetçi, ama her zaman kontra bir
kılık bulur kendine... Tahrik etmeyeceksin! Hak, hukuk ve adalet
aramayacaksın... Dileneceksin...
Hak ettiğinle değil verilenle yetineceksin, yetinirken dua edeceksin.
Bir lokma ekmeğe fit olacaksın...
En az 3 çocuk doğurup ona asker
yapacaksın, maden ocaklarına
gömeceksin, gözlerini kapatacaksın vazifeni yapacaksın... Eleştirmek için alkışlamak tahrik edicidir, alkışlamayacaksın... Canın illa
da alkış çektiyse, cumhurbaşının
başbakan gibi gezdiği mitinglere
gidip onu alkışlayacaksın, yoksa
tahrik edersin... Tahrik edersen
tahrip olursun! Hiç umurumuzda
değil, ama aldığımız nefesten bile
rahatsız olan ta(h)rikat hiç iktidardan indi mi? İktidarsız kaldı mı?
“Yaralandığı gün Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi’ne getirildiğinde cebinden 11 adet patlayıcı çıkan ve DHKP/C Terör Örgütü
Okmeydanı mahalli alan yapılanmasında yer aldığı ortaya çıkan
Berkin Elvan...” diye haber yapan
gazete hangi tahrik üzerine yazdı
bu satırları ve kimleri tahrik etmek
için? Bir çocuk için yükseltilen
adalet talebinden neden rahatsız
olunur? Neden vuran devlet değil
de vurulan çocuk suçludur? Emri
veren dil... Tetiğe basan el... Zalime tercüman olan gazeteci kul...
Ve bunlara alkış tutan rezil... Hepiniz yargılanacaksınız!
Devletin yasaları var ve beğense
de beğenmese de ona göre yönetiliyor bu toplum. Fakat kendi
yasalarına bile uymuyorsa o devlet, ne diyeceksiniz? Evet, suç ise
suç, ama oraya neden değil de
nasıl girildiğini tartıştıran bir okumuş-yazmış takımına ne anlatacaksınız? Son sözleri “seni çok
seviyorum halkım, hakkını helal
et” olan bu genç delikanlılar ölüme gülerek giderken tüylerimiz
diken diken olmasın mı? Bir uyuşturucu çetesi tarafından öldürülen
devrimcinin davası görülürken, sivil polislerin çivili sopalarla adliye
içinde davacı yakınlarına saldırdığını okuyorsak gazetelerde; bu
memlekette güzel şeylerin de olduğunu görmek için nereye bakalım? Yoksullardan esirgenen, hep
esirgenen adalet için hangi kapıları çalalım? Giresun’da bir çotanak düşecekse fındık dalından,
düşsün… Dağılsın sis ile pus…
Kara, derin ve güzel bir denizdir
Karadeniz! o
8
tavir mayis.indd 8
5/7/15 11:21 AM
ne de güzel oldu!
devrim savaş
aat sabahın 5’i İdil Kültür Merkezi’nin kapısı
koçbaşlarıyla kırılmaya
çalışılıyor. Çok uzak olduğumuz bir sahne değil. Bilindik senaryo kapıyı kıracaksınız
içeriden bizi işkence ile arabalara bindireceksiniz ve İdil Kültür
Merkezi’ni harabeye çevireceksiniz... Ne arıyorsunuz? Belli değil
ne çıkarsa... Hadi kayıt… Kapıları
kırmaya başladılar ve bu sesle hepimiz uyanmış olduk. Korkunç bir
durum ama artık polisin bu şekilde kapımıza dayanmış olması bizi
şaşırtmıyor. Üstümüzü başımızı
toparlıyoruz. Avukatlarımıza ve
diğer arkadaşlara telefonla haber
veriyoruz ve çıkıyoruz cama…
Korkaklar yüzlerini kapatmışlar.
Yüzlerini kapatmak zorundalar
çünkü yaptıkları her şey yasa
S
dışı… Biz de Okmeydanı halkına
durumu anlatmaya başlıyoruz.
‘Halkımız burası İdil Kültür Merkezi, Grup Yorum’un kültür merkezi
ve gecenin bir saatinde kapımızı
kırmaya başladılar. Kadın polis,
içlerinden en hırslısı, bir arkadaşımıza ‘Çayı koy Ezgi geliyoruz’
diyor. Bir kadın. İşkenceci bir amir,
sonrasında isminin ‘Hande’ olduğunu öğreniyoruz işte tüm operasyonu yürüten alçak bu. Bu bir
kadın. Kadın işkenceci... aklıma
geliyor 8 Martlara kadınlar günü
diyenler. Demek ki 8 Martlar her
kadının günü değilmiş. İşkencecinin emekçi kadınlar günü olmazmış. Bunu bir kez daha düşünüyorum. Suratından pislik akıyor. İçeri
girdiğimizde göstereceğiz size
diyor. Çok kinli. Acaba bu kadar
kini nasıl biriktirdi? Zor olmamıştır.
Çünkü “köpekleşme” uzun bir sürecin işi değildir.
Şarkımız geliyor bu anda aklıma
“düşman kahpe düşman hain
pusuya yatmış orda...” Kadının
gözlerine bakıyorum. Ne güzel
düşman... İnsanı kinlendiren. Büyüten. Devrime halka daha daha
çok bağlayan. Ne güzel bir düşman. Bu düzeni mutlaka ama
mutlaka yıkmamız gerektiğini
defalarca kez anlatan. Ne güzel
düşman... İyi ki düşman olmuşum
sana iyi ki de. Seninle dost olmaya çalışanlar da vardır belki. Seni
insan sananlar. Otobüste insan
sanıp yer verenler vardır. Kimbilir
belki pazara gidiyor seçiyorsundur meyveleri sebzeleri ellerinle.
Bu kanlı ellerin dokunuyordur insanların yediği yiyeceğe. Kimbilir
belki ekmek bölüp veriyorsundur
çocuklarına. Belki yeğenlerin vardır o bebeleri okşuyorsundur bu
bize işkence yapan ellerinle. Çelik yelek giyen, telsiz tutan, silah
tutan ellerinle. Şimdi senin o pis
ellerin dokundu bana, bize, yoldaşlarıma. Şiddetli yumruklarla,
tokatlarla. Nazım Usta diyor ya;
“KARDEŞLER! Onlara elleriniz
dokunmuşsa eğer /yedi tas su
dökün ellerinize /Yırtarak bayramlık gömleğimi ben peşkir yaparım
size...” Ne de güzel demişsin üstad ne de güzel.. Tam da bu an
9
tavir mayis.indd 9
5/7/15 11:21 AM
için mi söyledin ne de güzel söylemişsin ne de güzel…
Ama bana ne mutlu ki, bu suratın
sahibi ile düşman olmuşum. Bu
gözlerin. Bu kinci bakışların sahibi
benim düşmanım. Ne mutlu işte!
Doğru yerdeyim. Burası kardeşlik ormanı Bedreddin’in. Burası
Ortaklar çarşısı burası kardeşçe
ekmeği bölüştüğümüz... İdil’imiz.
Bize İdil’imizden emanet. Karşımızda Timur’un orduları. İdam
fermanı çıkartmışlar. “Türküler
yasak” diyorlar. Sahi mi ola? Yasak mı türkü söylemek, Pir Sultan
bunun için asılmadı mı? Üç deyiş
söylemedi mi ipe gitmeden önce?
Peki ya Şafak ve Bahtiyar. Bizim
türkülerimizi söylemediler mi ölüme giderken. İnce Memedlerimiz... civan delikanlılar. Kalemizdeyiz, kalemiz kuşatılmış...
Yasak mı bize türkü söylemek?
Ama Dadaloğlu demedi mi “ferman padişahınsa dağlar bizimdir”
diye... o zaman söyleyeceğiz türkülerimizi çıkarılan bütün fermanlara karşı.
O halde söylemeliyiz türkülerimizi.
Demedi mi Pir Sultan “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan”
diye... o halde devam edeceğiz
yola.
Ruhi Su zincirden morarmış bilekleriyle bakıp da Hasan dağına
susuzluktan kurumuş boğazıyla
söylemedi mi “Hasan dağı hasan
dağı eğil eğil bir bak...” diyerek türkülerini.
Onlar yanımızda. Elleri omuzlarımızda. Saçlarımızı okşuyorlar bilge elleriyle ustalarımız. Alnımızda
kondurdukları buseleri hissediyoruz. Üstümüzü başımızı düzeltiyorlar sanki. “Hadi Kızım, hadi oğ-
lum” diyorlar. “Nöbet sizde”, “Öyle
ya usta, nöbet bizde”, bu ne büyük
gururdur, biz tutacağız nöbeti bundan böyle. Gelecek güzel günlere
dek avazımız kesilene dek... Çığlığımız boğulana dek yüzyıllardır
saklanan türkülerimizi devredeceğiz bir sonrakine. Türküler yasaklanır mı usta? Hangi zalimin gücü
yeter buna. Zulme karşı silah yapmışız biz türkülerimizi. Onların
gücü bizim türkülerimize yeter mi?
İşkenceci kadın bağırıyor. Korkak
tavuklar gibi bağırıyorlar. Ordu
teçhizatıyla gelmişler. Biz de “buyurun gelebiliyorsanız gelin” diyoruz iyice deli oluyorlar. Biz Okmeydanı halkına seslenmeye devam
ediyoruz. Halkımız, işte emeğimizi
sömürenler bizi adalete aç bırakanlar kanlı ellerini silmeden yine
geldiler. Şafak’ın, Bahtiyar’ın kanı
ellerinde. paraya tapan insanı satanlar geldi. Daha dün yüz binlerdik Bakırköy Meydanı’nda beraber
kuşattık Taksim’i. İşte onlar bu güzelliklere düşman. Evimize zorluklarla aldığımız ekmeğe düşman,
bacımıza, kızımıza sevdamıza
düşman.
Halkımız duyun görün bu soysuzları. Unutmayın yüzlerini, sorulacak hesabımız var. Neden bu
kadar korkaklar biliyor musunuz?
Çünkü her şey bitti onlar için /anaları yoktur onların /kardeşleri yoktur/ yavruları yoktur onların/ aşkları
özlemleri bekledikleri yoktur/ kime
diyecekler güzelim diye/ kime diyecekler yiğidim diye/ kime diyecekler gözümün nuru/ ciğerimin
köşesi ömrümün varı diye/ sarmak
için değil artık bu kollar/ bu dudaklar uzanamaz artık hiçbir alına/
korkuyu kambur gibi taşıyacaklar
sevgisiz bedenlerinde/ korkarak
içecekler bir bardak suyu/ ölüme
gider gibi varacaklar uykuya/ taş
taş dökülüp giden duvar/ damla
damla biten su/ hiçbir şey kurtaramaz artık onları.
Ozan Hasan Hüseyin yine yanımızdasın…
Saatler geçiyor ama dersine iyi çalışamamış olan polis bir türlü kapıyı kıramıyor. Bu onları daha da
çok öfkelendiriyor. Kapıyı kırmaya
çalıştıkları bir esnada yanlışlıkla zile basıyorlar. Hayret… Bizim
arkadaşlardan bir tanesi şakayla
karışık ‘kim o’ diye sesleniyor…
Kim o? Seslenişi aslında doğal bir
insani refleks. Ancak kapıyı kıran
insan olmadığı için zili de yanlışlıkla çalıyor. Yani bu durum onların
genlerindeki insan kromozonlarıyla ilgili değil. Tamamen tesadüf.
Çünkü ruhen en ilkel en vahşi
onlar. Yani faşizm... Kapımızdaki
faşizm. İnsanlıkla kıyaslanamaz.
Saatler geçiyor en sonunda, pencereden girme fikri akıllarına geliyor ve işte girdiler ama ne giriş.
Bizi görmüyorlar kapıda barikatlarımız var bir odada bekliyoruz
gelmelerini. Bizi görmedikleri için
başlıyorlar bağırmaya… ‘Yat yereeeee, yat yat yat yat… bu da işte
şartlı refleks gibi. Hani vahşi ve
yırtıcı hayvanlar avlarını korkutmak için bazı ilkel sesler çıkarırlar
ya onun gibi işte....
Allah allah allahhh.... Kaleyi kuşattılar. Kaleyi zaptettiler. Kahraman
Türk polisleri gün sizindir, saldırın.
Şimdi yağma ve talan başlayacak.
Bu nasıl bir korkaklıktır onlarca
akreple toma ile kuşatacaksın mahalleyi kapımızı kıracaksın penceremizi kıracak, yüzlerce çeviğinle
kültür merkezimizi kuşatacaksın
ama yine de korkacaksın… Evet
korkacaksın… Buna rağmen korkacaksın. İşte bizim haklılığımız
bu ayrıntıda yatıyor. Biz içeride
beş kişiyiz sadece beş… Onlarca
polis bir anda silahlarını bize doğ-
10
tavir mayis.indd 10
5/7/15 11:21 AM
rultarak içeri giriyor. Slogan atmaya başlıyoruz. Ve inanılmaz bir kin
inanılmaz bir öfke var suratlarında
neremize denk gelirse vuruyorlar.
Dipçiklerle, tekmelerle yumruklarla ne olursa ve neremize olursa.
Biz slogan atmaya devam ediyoruz. Yaklaşık 20-30 dakika bizi dövüyorlar ve otobüslere götürüyorlar. Haykırıyoruz halkın türkülerini
susturamazsınız. Verilen cevap
belli sizi de halkı da türküleri de…
Her şeye küfür ediyorlar. ahlaksızlık, lümpenlik, çürümüşlük... yüzlerine bulaşmış. Yüzleri kurtlanmış.
Otobüste işkence devam ediyor.
Hepimiz baygın durumdayız artık.
Sonra bir ara kendimize geliyoruz
ve hemen birbirimize bakıyoruz.
Cihan, Damla, İlkay, Dilan, Steve abi birbirimize sesleniyoruz.
“Direndik mi yoldaşlar?”, “Direndik.”; “Kazandık mı yoldaşlar?”,
“Kazandık.” Ve gülümsüyoruz bu
bile mutlu ediyor insanı o anda..
Suratımız yüzümüz dağılmış. İdil’imizden ayrılıyoruz. Hoşçakal İdil.
Yine geleceğiz merak etme. Ne
diyordu Bulgar şair Vaptsarov?
Hani bizim de şarkımızdı ya..
“Geleceğim bazen uykudayken
sen
Beklenmedik, uzak bir konuk gibi
Sokakta bir başıma koyma beni
Kapıyı sürgüleme üstümden.
Usulca girecek, bir yere ilişeceğim
Bir zaman karanlıkta bakacağım
yüzüne.
Görüntün doyasıya dolunca gözlerime
Bir öpücük kondurup ve çekip gideceğim”.
Bakma sen bizim duygulanmamıza. Senden ayrılmak kolay mı?
Ayrılıklarımız kısa yoldaşlığımız
bakidir. Vedasız gitmeye alışkın
değiliz hepsi o kadar. Zaten bi-
razdan gelir yoldaşlar. Sen topla
kucağına taşları. Sorulacak hesabımız var. Biliyoruz ki bu yaraların
hepsi geçecek bu ağrılardan eser
kalmayacak. Bak alnındaki yıldızın yere düşmedi bir kez daha.
Ellerini kollarını sallaya sallaya
giremediler oraya. Neden biliyor
musun İdil? Çünkü buraya Şafak
ve Bahtiyar ve Elif ayak bastı. İşte
bak şuradaki sofrada ekmeği bölüştük onlarla. Onlarla şu kapının
önünde halay çektik. Buradan geçip gitti bizim yiğit yoldaşlarımız.
Biz de onların yoldaşları, öğrencileriyiz. Hoşçakal İdil, yine geleceğiz.
Bizi vatan işkencehanesine götürüyorlar. Zorla arama, zorla parmak izi, zorla ters kelepçe burada
her şey zorla. Zorla olması lazım
zaten. Biz teslim olmadık çünkü.
Çünkü onlar suçludur ve haksızdır
bu bahiste. Sonrasında aleyhimize delil olacak şeyler toplamaya
çalışıyorlar. Açlık grevi yaptı çünkü terörist, parmak izi vermedi
çünkü terörist, üstünü aratmadı
çünkü terörist.. Şaka değil. Hazırlanan saçma sapan iddianamede
bu yazıyor. Bu delillerden kaynaklı
bizim DHKP-C’ li olduğumuz kanısına varıyorlar.
Sanırım Kültür Merkezini de şube
tavrımızı tahmin ederek basıyorlar. Polis bizi suçlu bulup yasalarda olmadığı halde yeterince
işkenceden geçirdi zaten bizce
artık savcı ve hakime gerek yok
çünkü belli ki biz suçluyuz. Direk
infaz edebilirler. Yasaymış hakmış
hukukmuş lazım değil lüzumsuz
aşamalar Türkiye Cumhuriyeti’nin
polisi yeter. Sahte mahkemeler
sahte yargılamalar. Ne oldu? diyoruz.. Heheeeyyyt fincancı katırları? Ne oldu ürküttük mü sizi?
Vatan işkencehanesine geldiğimizde yalnız olmadığımızı görüyoruz. Operasyonlarla alınan
onlarca insanın yanı sıra İstanbul
üniversitesinde Şafak Yayla’yı
andığı için gözaltına alınan öğrenciler, Adli Tıpta Şafak Yayla
ve Bahtiyar Doğruyol’un cenazesine sahip çıkan insanlar… Karın
ağrıları belli oldu. 1sayımız yüze
yakın. Savcıyı 100 kişi öldürdüğümüz için hepimizi de aldılar haklı
olarak.(!)Annemin sözü aklıma
geliyor. “Deveyi dövemeyen hamudunu dövermiş” halkımız ne
derse doğru der gerçekten...
Savcıyı siz öldürdünüz dediğimiz
zaman kuduruyorlar. Hayır! Biz öldürmüşüz 100 kişi bir olup biz öldürmüşüz. Bu kesin. Geriye kalan
bizim bu durumu itiraf etmemiz.
Niye uğraştırıyoruz ki devletin polisini.
Adaletin bu şekilde sağlanma işi
hiçbirinin hoşuna gitmemiş belli
ki. Çünkü ucu onlara da dokunacak. Kim bilir kaç insanın kanını
akıttınız kaç insana işkence yaptınız. Yasalarınız sizi korurken bu
yasalar nereden çıktı. Halkın adaleti nereden çıktı. Gerçekten onlar
açısından korkutucu bir durum.
Şimdi saldırın her yere hepimizi
tutuklayın.
Durun bir dakika. Hepimizi almışken bu silah sesi nereden geliyor.
Hâlbuki biz içerideyiz işte. Yoksa
bir adalet savaşçısı daha mı gölge etti üzerinize vatan işkence hanesinin kapısına dayandı. Nereden çıktı. Her yerde Elif Elif diyen
polisi işte Elif geldi ve buldu. İşte
Elif. İşte adalet. Adalet kapınıza
dayandı hem de siz herkesi gözaltına aldık tutuklattırıp kurtulacağız
derken halkın adaleti bir kez daha
sizi buldu. Ne de güzel oldu! o
11
tavir mayis.indd 11
5/7/15 11:21 AM
şiddet ve devrimci şiddet
levent navruz
ayatlarının
baharında
olan iki delikanlı; Şafak
Yayla ve Bahtiyar Doğruyol, 31 Mart 2015 tarihinde dünyanın en iyi korunan
adalet saraylarından birini, İstanbul Adalet Saray’ını basarak,
Berkin Elvan davasına bakan
savcı Mehmet Selim Kiraz’ı rehin
aldılar. Berkin Elvan’ı öldüren polislerin isimlerinin açıklanmasını
istiyorlardı. Berkin Elvan için adalet istiyorlardı. Adalet yok, adaleti
biz sağlayacağız diyorlardı.
H
Halkın adalete olan özlemi aynı
zamanda adaletsiz düzene karşı
da tepkidir. Çünkü, kulak verelim
şaire: “Bozuk adalet yeter artık! /
Acemi ellerle yoğurulan, iyi pişirilmemiş adalet yeter! / Yeter katıksız, kara kabuklu adalet! / Dura
dura bayatlayan adalet yeter!’’
Bilinsin ki hiçbir halk adaletsiz
kalmaz. Adaletin olmadığı yerde
kıyamet olur. Kıyametse her gün
her yerdedir. Bu nedenle, “Halkın
ekmeğidir adalet” der Bertolt Brecht aynı şiirinde ve ekler: “Onu
kim pişirmeli, dostlar söyleyin /
adaletin ekmeğini de / kendisi pişirmeli halkın gündelik ekmek gibi
/ bol, pişkin, verimli.”
Şafak ile Bahtiyar halkın adalet
talebini canları pahasına savunmak için Adalet Sarayı’ndaydılar. Buna karşılık AKP katillerin
adlarını açıklayacağına, katliam
“Silahı artık sol omzunuza alın ve kendi sınıf çıkarınız için kullanın.” (Marx)
yaptı. Oğlunun cenazesini almaya giden Şafak Yayla’nın annesi,
soru soran gazetecilere “Katilleri
sakladılar. Oğlumu öldürdüler.”
diyordu. Evet, AKP katilleri korudu ve savcısını gözden çıkararak
katliam yaptı ve bunun sonucunda savcı Mehmet Selim Kiraz da
hayatını kaybetti.
Bu eyleme kadar Berkin Elvan’ın
yoldaşları her gün sokak ve meydanlara çıkarak, adalet talebiyle
yüzlerce eylem yaptı. AKP, polisi
ile tüm eylemlere saldırıp yüzlerce devrimciyi yaraladı, işkenceyle
gözaltına alıp, tutukladı... Berkin
Elvan için yapılan tüm eylemlere
şiddetle karşılık veren AKP, adalet talebini ise görmezden geldi.
Cumurbaşkanı Tayyip Erdoğan,
yaptığı her konuşmada, sözü
Berkin Elvan’a getirip, “Yatıp kalkıp Berkin Elvan diyorlar. Öldü,
gitti...’’ diyordu. Buna karşılık,
Berkin’in yoldaşları “yatıp kalkıp”
Berkin diyerek, adalet istiyorlardı. Tayyip Erdoğan’dan “bizzat
talimat alan” polislerse şiddet ve
terör uyguluyordu.
Peki, faşizm dizginsiz bir şiddet
uygularken devrimciler buna karşılık vermeyecekler miydi? Ezenlerin bu dizginsiz şiddet ve terörüne karşılık ezilenlerin şiddet hakkı
yok mudur? Cevabı Che versin:
“Şiddet, sömürücülerin ayrıcalı-
ğı değildir, sömürülenler de onu
uygulayabilirler ve dahası, uygun
anda kullanmalıdırlar.’’ Devam
edelim. Sözü Frantz Fanon alsın:
“Şiddet daha dün başlamış bir
şey olsaydı, belki de sergilediğiniz şiddetsizlik çatışmayı yatıştırabilirdi. Ama tüm rejim, hatta sizin şiddet karşıtı görüşleriniz bile
bin yıllık bir ezme ilişkisiyle yönetiliyorsa, pasifliğiniz sizi ezenlerin
safına koymaktan başka bir amaca hizmet etmez.”*
Evet, bugün ezenlerin şiddetine karşı çıkamayanlar dahası
bu şiddete karşı meşru ve haklı olan halkın devrimci şiddetinin uygulanmasını “terör” olarak
görenler ezenlerin gayri meşru
şiddetini savunur duruma düşeceklerdir. Orta ve ara yer yoktur.
Ya ezenden yanasın, ya ezilenden.. AKP tüm halka dizginsiz
bir şiddet uygularken ses çıkaramayanlar, devrimcileri şiddet ve
terör uygulamakla suçluyor. Akıl
fukarası kimileri de komplo teorileri üretmekle meşguller. Komplo
teorilerini ifrata vardırıp, Tayyip
Erdoğan’la aynı yalanı söylediler;
Sözde savcı Mehmet Selim Kiraz
davayı ilerleten savcıydı ve katilleri açıklayacaktı ama malum örgüt rehin eylemiyle bunun önüne
geçti. Şimdi akla zarar bu komplo
iddiasına karşılık ne söyleyelim.
Biraz dürüst olsalar iddiaları ko-
12
tavir mayis.indd 12
5/7/15 11:21 AM
nusunda, davanın avukatlarına
sorar ve gerçeği yani savcı Mehmet Selim Kiraz’ın davayı engellediğini öğrenirlerdi. Şu komplo
teorilerine bakar mısınız? Komplo
teorisi bile değil, söylenenler aslında. Bakın, bu eylem Berkin Elvan’ı sahiplenmenin meşruluğuna
gölge düşürüyormuş. Soralım, bu
sahiplemeyi kim yaptı? Bunu söyleyenler, Berkin Elvan için tek bir
eylem örgütlemişler midir? Nasıl
sahiplemenin meşruluğundan söz
ederler. Berkin Elvan için Cephelilerin bir yıla aşkındır sürdürdüğü
adalet mücadelesini görmezden
gelerek devrimci bir eyleme, düzenin kirli dili ile “kör terör’’ diyenler, kimlikleri ne olursa olsun,
ahlaksızdırlar. Berkin Elvan’ın
katilleri açıklansın diye sokağa
çıkıp sesini duyurmaya çalışan
devrimcilerin maruz kaldığı şiddete ve teröre ses çıkarmayanlar,
bugün ne diye konuşurlar… Hangi vicdan ile konuşursunuz? Devrimcilerin kafaları, kolları işkence
yapılarak kırılırken neredeydiniz?
Hani her türlü şiddete karşıydınız.
Aklınız başınıza, devrimciler zalimlere karşı şiddet uygularken mi
geliyor? Bu nasıl vicdansızlıktır
böyle? Bilsinler, “En mükemmel
adalet vicdandır.”(Victor Hugo)
Şafak ile Bahtiyar halkın vicdanıdır. Halkın adalet özlemidir. Çocukları polis tarafından katledilen
anaların yürek acılarının sesidir.
Hesap sorma isteğidir.
Eylem AKP’nin İç Güvenlik yasasına meşruluk kazandıracakmış… Yasa meclise geçmiş yasallaşmış, meşruluğu mu kalmış.
Bu yasanın mecliste geçmemesi
için tek bir eylem yapmayanlar,
sınırlı tepkilerle kalanlar bugün
devrimcilerin eylemlerine dil uzatamazlar. Sen yasa meclisten
geçmesin diye tek bir eylem dahi
yapma ama şimdi kalkıp eylem
AKP’nin İç Güvenlik yasasına
meşruluk kazandırıyor diye söz
et. Sonra; AKP, iktidarı boyunca
onlarca katliama imza atmış, hangisi için bir meşruluk aradı. Katliam yapmadığı gün kalmadı neredeyse. Tüm bu yaşanan şiddetten
kim sorumludur? Aylardır her gün
adalet için sokaklara çıkan, seslerini duyurmaya çalışan devrimciler mi? Yoksa yapılan bir basın
açıklamasına dahi izin vermeyip
saldıran, şiddet ve terör estiren
AKP iktidarı mıdır? Evet, “Şiddetli
denir asi ırmağa / Ama kimse şiddetli demez / Onu sıkıştıran yatağına…” (Bertolt Brecht)
Tüm bu yaşanan şiddet ortamının
sorumlusu ve yaratıcısı AKP’dir,
faşizmdir. En yasal bir basın açıklamasına bile izin vermeyerek,
şiddet ve terör uygulayan kendileridir. AKP, bir tarafta hakkını
arayan herkese terör uygularken
diğer yanda terör demogojisi ile
halkın haklı ve meşru mücadelesini boğmak ve engellemek istiyor. Bu konuda AKP’nin ekmeğine
yağ sürenler arasında ne yazık ki
kendine misyon biçen sol düşünceler de vardı. Açıktan devrimci
eylemlere terör deyip faşizmle
aynı dili kullandılar... Komplocuların başını da bu siyasi hareketler
çekiyor.
“Şiddetin aydınlattığı halk bilinci, her türlü pasifikasyona isyan
eder. Artık demagogların, oportünistlerin işi zordur.”* Gerçekten
çok zordur artık komplocuların
işleri. Şafak ile Bahtiyar’ın yürek
yankısı olan; “Halkımız sizi seviyoruz’’ sözlerine karşılık halklarımız ve dünya halkları “biz de sizi
seviyoruz’’ diyerek karşılık vermiş, adalet taleplerini sahiplenmişlerdir. Bugün AKP iktidarının
bu eylem üzerinden devrimcilere
ve halka saldırması boşuna değil.
Şafak ve Bahtiyar için “biz de sizi
seviyoruz” dedikleri için gözaltına
alınan, tutuklanan ve çeşitli baskılara maruz kalan insanlarımız var.
Meşru ve haklı olan ezilenlerin,
ezenlerin şiddet ve terörüne karşı
uyguladıkları şiddettir. “Yalnızca
şiddet, halkın şiddeti, liderlerin
örgütlediği ve yönlendirdiği şiddeti kitlelerin toplumsal gerçekliği
kavramasının anahtarını verir.’’ ve
“Şiddet bireysel düzeyde temizleyici bir güçtür. Sömürge insanını
aşağılık kompleksinden, umutsuzluk ve pasiflikten kurtarır, ona
cesaretini ve özgüvenini yeniden
kazandırır. (...) Şiddet halkı lider
düzeyine çıkarır.”*
Bundan sonra da AKP, iktidarını
korumak adına daha fazla şiddet
ve terör uygulayacaktır. Elinde
bulundurduğu tüm baskı araçlarını devreye sokup kendi iktidarının ömrünü uzatmak isteyecektir. Ama bu baskı, şiddet ve terör
AKP’nin ömrünü uzatmaya yetmeyecektir. Karşı-devrim, devrimi
büyütür. Karl Marx’ın dediği gibi
“Karşı-devrim, devrimin kamçısıdır…’’ Bunun içindir ki, yıllardır
söylenen slogan geçerliliğini korur: Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!.. Boğulacak. Faşizm kaybedecek, biz kazanacağız!
*Che Guevara Askeri Yazılar Yar
Yayınları
**Alıntılar : Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Versus Kitap
“Ölümlere yatarım da baş
eğmem zindanlara”
diyerek yola çıkanları yasaklarla sınayabilir misiniz? Yasaklarla
engel olabilir misiniz?
o
13
tavir mayis.indd 13
5/7/15 11:21 AM
kablet tarih
nazım hikmet
çok uzaklardan geliyoruz
çok uzaklardan…
kulaklarımızda hâlâ
şimşekli sesi var sapan taşlarının.
ormanlarında yabani aygırlar kişniyen
dağ başlarının
kanlı hayvan kemikleriyle çevrilen sınırları
geldiğimiz yolun ucudur.
yine fakat
geniş kalçalı genç bir ananın
gergin gebe karnı gibi doğurucudur
mataralarımızda çalkalanan su.
çok uzaklardan geliyoruz..
tütüyor yanık bir et kokusu
çizmelerimizin köselesinden…
ürkerek
adımlarımızın sesinden
kanlı karanlık yıllar
kanatlı bir hayvan gibi havalanıyor…
ve karanlıklarda yanıyor
en önde gidenin
ateş bir ok gibi gerilen kolu..
çok uzaklardan geliyoruz
çok uzaklardan..
kaybetmedik bağımızı çok uzaklarla..
bize hâlâ
konduğumuz mirası hatırlatır
bedreddini simavînin boynuna inen satır.
engürülü esnaf ahilerle beraberdik.
biliriz
hangi pir aşkına biz
sultan ordularına kıllı göğüslerimizi gerdik…
çok uzaklardan geliyoruz.
alevli bir fanus gibi taşıyoruz ellerimizde
ihrak binnar edilen galile’nin
dönen küre gibi yuvarlak kafasını.
ve ancak
bizim kartal burunlarımızda buluyor
lâyık olduğu yeri
materyalist camcı ispinozanın
gözlükleri..
çok uzaklardan geliyoruz
çok uzaklardan..
ve artık
saçlarımızı tutuşturarak
gecenin evinde yangın çıkaracağız;
çocuklarımızın başlarıyla kıracağız
karanlık camlarını!..
ve bizden sonra gelenler
demir parmaklıklardan değil,
asma bahçelerden seyredecek
bahar sabahlarını, yaz akşamlarını…
14
tavir mayis.indd 14
5/7/15 11:21 AM
ferman akp’ninse
meydanlar bizimdir
grup yorum
12 Nisan'da yapılacak olan GrupYorum 5. Bağımsız Türkiye Konseri'ni İstanbul Valiliği yasakladı.
Grup Yorum olarak bu yasağı tanımadığımızı ilan ettik. Ankara'da
AK Saray'ın kapısında, İstanbul
Valiliği önünde protesto gösterileri
yaptık, işkenceyle gözaltına alındık. 12 Nisan günü bu yasaklara
rağmen on binlerce Yorum dinleyicisi Bakırköy'e aktı, çoluğuyla
çocuğuyla on binlerce Yorum dinleyicisi Bakırköy'ün onlarca sokağını Yorum konser alanına çevirdi.
Aynı saatlerde Taksim Anıtı önünde yine protesto gösterisi yaptık
ve gözaltına alındık...
30 Yıllık tarihimizde defalarca bu
baskılara maruz kaldık. Ve şimdi
Yorum'a yönelik baskılarını yeniden tırmandırdı AKP iktidarı. AKP
iktidarı boyunca yine defalarca
gözaltına alındık, tutuklandık, işkence gördük. Bugün esas olarak
baskı, yasak, aldatma, halk avcılığı yani faşizm ile bütün halkımızın
bütün kesimlerini korku ile susturmak istiyor.
Esas olarak AKP iktidarı halktan
korktuğu için baskılarını arttırıyor,
baskılarını arttırdıkça halkın dire-
nişi de artacaktır. İktidarlar belli
dönemlerde özellikle öne çıkan
kurumlara yönelik saldırılarını
odaklıyor. Toplumu harekete geçirecek en önemli dinamiğin ne
olduğuyla ilgilidir bu saldırının nedeni. Ve Grup Yorum çok önemli
bir mevziyi tutuyor. Milyonlarca insana, halkımıza gerçekleri açıklamak ve duygularını düşüncelerini
eğitmek konusunda çok büyük bir
güce ulaştı Grup Yorum. "Mücadelenin barometrelerinden biri:
Bakırköy Grup Yorum Konserleri"
diye geçiyordu bir yazıda. Grup
Yorum'un son 5 yıllık tarihine bakarsak bu sözün anlamını, hayatla bağını daha iyi kavrayacağız.
2010 yılında 55 bin kişiyle yaptığımız İnönü Stadyumu Konseri'nde
55 bin kişilik bir halk korosu oluşturduk. Yüzlerce badireler atlatmış, evladını, kardeşini, yoldaşını
kaybetmiş olanlar tek yürek olmuşlardı. Sevinç gözyaşları içinde sahneye çıkmıştı Yorumcular...
Ve aynı yıl Taksim 1 Mayıs Meydanı için halkımız göğüs göğüse bir
kavga veriyordu. Yorum konseri
1 Mayıs'ta Taksim'i zaptedebiliriz
diyordu. Sonraki yıl Nisan ayında ilk Bağımsız Türkiye Konseri
yapıldı. 150 bin kişiyle yapıldı bu
konser... Bir yanıyla 2011 1 Mayısı
için bir provaydı. Yüzelli bin kişilik
dev koro Devrim Şehitlerini anarken, 1 Mayıs için hazırlanıyordu.
Kızılderede 10 kişinin yazdığı manifestoyu, 150 bin kişilik koro tekrar ediyordu "kazanacağız" diyordu. Devam etti Bakırköy Meydan
konserleri, 2012'de 350 bin kişi
katıldı... 2013'te 500 bin kişi...
ve 2014'te Bir milyona ulaştı Bağımsız Türkiye konseri...
Bu yıllar içinde Grup Yorum defalarca gözaltına alınmış, tutuklanmış ve mücadelesini durmadan sürdürmüştü... Elbette, AKP
faşizminin saldırılarının bu kadar
pervasız olmasının bir nedeni de,
sanat alanının örgütsüz oluşudur.
Halkımızın her kesimini örgütsüzleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama halkın önünde olan
sanat alanı ise örgütsüzlüğün başını çekiyor adeta. Bütün sanat
dallarına sürekli saldırıda bulunmalarına rağmen bir örgütlülük
oluşturulamadı. Bu örgütsüzlüğe
karşı, iktidar sürekli kendini örgütlemeye devam ediyor.
Grup Yorum konserleriyle, politik
15
tavir mayis.indd 15
5/7/15 11:21 AM
mücadelenin, gerçeklerin ve düşüncelerimizin halkla birleşmesini
engellemek istiyorlar. Milyonlara
ulaşmamızı istemiyorlar. Çünkü
onların esas gücü, halkın örgütsüz olmasıdır. Değilse kof bir güçleri vardır, bu nedenle yüzlerce
koruma ordusuyla gezmek zorunda kalıyorlar. Bu nedenle halkın her kesimi üzerinde büyük bir
baskı kuruyorlar. Ne mahkemeler,
ne bakanlıklar, ne meclis... hiçbir
şeye tam olarak güvenemiyorlar.
Bütün kararları Tayyip Erdoğan
veriyor.
Ruhi Su ustamız yıllar önce şöyle söylemiş: "Akşam öten kuştan
kork, sabah solunda uyanmaktan
kork, fukaradan kork, dostluktan,
türkülerden kork. Bir düzen türkülerden korkmaya başladı mı, artık
o düzeni kimse ayata tutamaz.
Nesimi'nin derisi yüzülmüş, Pir
Sultan Abdal asılmış, fakat bütün
asmalara kesmelere rağmen, ne
düzen kalmış, ne de o debdebeli
sultanlardan bir kimse...."
Ve yine Amerika'yı tarihinin en bü-
yük yenilgilerinden birine uğratan
Ho Chi Minh'in sözü geliyor aklımıza. "Hiçbir ordunun zaptedemeyeceği kaleler"den bahsetmiştir. Bunlar halkın kalbi ve beynidir.
Grup Yorum halkın kalbindedir
ve beynindedir. Hiçbir saldırı bizi
durduramayacak, yok edemeyecek. Tersine o yıkılmaz kaleleri
birleştirmeye devam edeceğiz.
AKP iktidarı ne yaparsa yapsın
ayakta kalamayacak. Tarih böyle söylüyor, AKP'nin bu kadar
sıkışmış halde her tarafa saldırması da, kenid sonlarını şimdiden gördüklerini ıspatlıyor. AKP
iktidarı da türkülerden korkmaya
başlamıştır, Grup Yorum lafını
duyar duymaz elektirk çarpmış
gibi oluyorlar... Korksunlar, ama
korkunun ecele faydası yoktur.
Pir Sultan'ı asanları kimse hatırlamaz, hatırlayan da lanetleyerek
adını söyler.
Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce yıl hüküm sürdü, saraylarında
müzisyenler vardı, şairler vardı...
Bugün hatırlayanınız var mıdır
onları... Ama Karacaoğlanı unut-
mayız, sevgiyle, emekle örülmüş
sevadalarımızı öğreniriz, türküleriyle nesilden nesile aktarmaya
devam ederiz. Dadaloğluyla coşmaya devam ederiz, "ferman padişahın dağlar bizimdir" deriz ve
bugünün Dadalları "dağlara gel"
diyerek halay çekerler, alınlarında
yıldızlı bereleriyle, ellerinde mavzerleriyle dersim dağlarında türkü
söylerler. Bolu beyi'nin köşkünü
basan Köroğlu bugün sarayları
başlarına yıkar. Yaşar Kemal'in
İnce Memedi, köyün zalim ağasını evinde cezalandırır, İnce Memedler savaşmaya devam eder
Kızıldere'nin yıldönümünde....
Ve Grup Yorum türkü söylemeye
devam eder... Pir Sultanların, Karacaoğlanların, Dadalların, Ruhi
Suların geleneği yaşamaya devam eder Grup Yorumla... Halkımız içimiz rahat olsun, meydanlar
ve stadyumlar bizimdir, biz türkülerimizi her daim söyleyeceğiz, bu
türküleri söyleyen milyonları, on
milyonlar yapacağız... AKP korksun... o
16
tavir mayis.indd 16
5/7/15 11:21 AM
grup yorum’dan
dinleyicilerine...
erhaba sevgili dinleyicilerimiz...
İsterdik ki 12 Nisan’da
size Bakırköy Pazar
alanında hınca hınç dolu bir meydanda, büyük bir sahneden seslenip bir konser verelim. Omuz
omuza halaylar çekelim, marşlar
türküler söyleyelim.
Ama olmadı. Faşizmin Toması,
çeviği, gaz bombası, plastik mermisi… ile karşı karşıya kaldık 12
Nisan’da. Halkı, sanatçıları düşman olarak gören AKP
iktidarı asılsız gerekçelerle konserimizi yasakladı. Bağımsız Türkiye
diye milyonlarca insanın
bir araya gelmesinden
çok korktu. AKP’nin valileri talimatları yerine getirdi konseri yasakladı,
AKP’nin polisi bu yasağı
tanımayan, bu hukuksuzluğa boyun eğmeyenleri
copladı, gazladı, plastik
mermi sıktı, gözaltına
aldı, kollarını bacaklarını
kırdı. Ne geçti ellerine,
koca bir HİÇ. Kazanan yine biziz.
M
30 yıldır bu ülkede bağımsızlık,
özgürlük, adalet ve sosyalizm için
söylüyoruz türkülerimizi. Tam 30
yıldır her türlü engele rağmen yolumuzdan bir adım bile sapmadık,
sapmayacağız. Ama bugünlere
geldiysek eğer, milyonlarca insanımızla bir arada halaya duru-
yorsak eğer, en büyük destek sizdendir, yorum dinleycilerindendir.
Bizi hiç yalnız bırakmadınız, bir an
bile. Konserlerimize geldiğiniz için
gözaltına alındınız, işten atıldınız,
hakkınızda soruşturmalar açıldı.
Ama bizi dinlemekten, konserlerimize gelmekten vazgeçmediniz.
Binlerce kez teşekkür ederiz her
birinize.
12 nisan’da da geleceğinizden
emindik, adımızın Grup Yorum ol-
duğundan nasıl eminsek geleceğinizden de emindik. İstanbul’un
mahallelerinden,Anadolu’dan
akın akın geleceğinizden emindik. Geldiniz bizi şaşırtmadınız.
Sırt sırta, omuz omuza verdik,
öfkemizi haykırdık zalime karşı.
Bakırköy’ün tüm sokaklarında dilimizde kurtuluş türküleri, ellerimiz
yumruk yumruk yürüdük.
Yürüdük üstüne üstüne fırsatçının, fesatçının hayının Ahmed
Arif’in dediği gibi. Korkmadan,
ürkmeden. Saatlerce Bakırköy
sokakları inledi “Türküler Susmaz
Halaylar Sürer” diye. Bir adım bile
geri çekilmediniz. AKP’nin polisinin saldıracağını bile bile her seyi
göze alarak geldiniz, onbinlerce.
İşte böyle yiğit olur Grup Yorum
dinleyicileri. İşte böyle rezil rüsva edilir zulüm, böyle yere çalınır
yasalar. Bize böyle bir gururu yaşattığınız için binlerce kez
teşekkürler yeniden.
Sevgili Yorum dinleyicileri,
bu tarihi birlikte yarattık.
Birlikte üstüne titredik bu
tarihin. Emeğimizi kurda
kuşa yedirmedik. Şimdi
tarihimize yeni güzellikler,
yeni değerler yaratacağımız bir dönemdeyiz. 30.
Yılımızı kutlayacağız. Önümüze yine engeller çıkartacaklar, mani olmaya çalışacaklar. Ama şimdiden
biliyoruz ki o engellerin
hükmü kalmamıştır. Çünkü arkamızda milyonlar var, siz varsınız.
Sizin varlığınız bizi rahatlatıyor. İyi
ki varsınız...
Hep varolun. Sizi Çok Seviyoruz.
o
17
tavir mayis.indd 17
5/7/15 11:21 AM
grup yorum’a borcumuz var
burak ergün
u hayatta herkesin bir
hikayesi oluyor. Herkes
kendi hayatının bir film gibi
bir roman gibi olduğunu,
böyle geliştiğini düşünüyor. Evet bu
hayatta herkesin bir hikayesi var ve
benim hayatımın da -ki bu yaklaşık
olarak otuz yıla denk geliyor- hikayesinin en önemli yerinde bir müzik
grubu duruyor: Grup Yorum.
sı, Cemo. Bu şarkıyı defalarca ama
defalarca dinliyorum. Çocuk kafası
ile şarkının anlattıklarını, sözlerinin
içeriğini, hiçbirini bilmiyorum ama
şarkı bende garip bir tutku oluyor.
Başa sarıp sarıp dinliyorum. Aslında Cemo’yu sevmemin sebebinin
şarkının müzikal güçlülüğünden
kaynaklandığını ise uzun zaman
sonra anlıyorum.
Peki bir müzik grubu bir insanın hayatını nasıl etkileyebilir?
Şunu belirtmem gerekir. Bu kronolojik sıralama Grup Yorum’un
diskografisinin değil, benim Grup
Yorum albümleri ile tanışmamın
kronolojik sırasıdır. Daha sonraki
zamanlarda “Yürek Çağrısı” ile kesişti yollarımız. Bu albümde daha
önce hiç duymadığım, tanımadığım,
anlamadığım bir dil ile karşılaşıyordum. Yıllardır yasaklı, sakıncalı olan
Kürtçe’yi “Evindar”, “Çay Berbena”, “Cane” ile tanıyordum. Kürt ve
Kürtçe kelimesinin bile geçmediği
bir yaşamda, dili, kimliği yasaklı bir
halkın şarkılarının özellikle 90’larda
faşizmin baskısını da düşünürsek
aslında Grup Yorum’un ne bedeller
B
Grup Yorum, yolculuğumun başlangıcı 1993 senesiydi. Müziğe meraklı
bir çocuk olmam sebebiyle ve demokrat bir ailede büyüdüğüm için
bu kasedin evde bulunması şansıyla, ilk “Cemo / Gün Gelir” albümünü
dinlememle başlayan ve bugüne
kadar devam eden yolculuğumuz.
Albümün ilk açılış parçası ve artık
tam bir Grup Yorum klasiği olan,
her konserde Yorum elemanlarının
şakayla söylemeyeceğiz deseler
bile seyircinin kendi kendine söylemeye başladığı vazgeçilmez şarkı-
ödeyerek albümüne koyduğu ve bu
ezgilerin etkisi ve gücü şimdi daha
net anlaşılıyor benim için.
Bu yolculuk bende “Büyüme” olarak devam ederken bir yandan
Grup Yorum’un gösterdiği bir yol
üzerinden ilerliyordu. Neredeyse
Grup Yorum ile birlikte büyüdük
desem sanırım hiç abartmış olmam. Sadece müzikal bir beğeninin ötesinde, beni politikleştiriyorlar
ve mücadelenin yolunu şarkılarıyla
gösteriyorlardı. Tabii o zamanlar sadece “kaset”lere ulaşarak dinlemek
mümkün olduğu için, Anadolu’da
yaşayanların bildiği bir durum vardır
ki albüm çıktıktan sonra Anadolu’ya
dağıtımı biraz zaman alır. Böylelikle
bir de Grup Yorum kasedini bulma
mücadelesi başlardı. Albüme ulaşmak ve kasedi kalem ile sarıp tekrar
tekrar dinlemek heyecanını yaşıyordum. Nasıl şarkılar yapmışlar? Ne
anlatmışlar? Hangi enstrümanları
kullanmışlar? Bu merak ve heyecan ile durmadan dinliyordum. Bu
heyecanı her yeni albüm çıktığında
18
tavir mayis.indd 18
5/7/15 11:21 AM
hala yaşıyorum, sanırım ömrüm boyunca da yaşayacağım.
Her yıl arka arkaya çıkan albümler
ile “Ayşe Gülen’i”, “Sibel Yalçın’ı”,
“Ayçe İdil Erkmen’i”, “Mehmet Akif
Dalcı”yı, “Mahir Çayan’ı” ve daha
nicelerinin sesini, soluğunu duyuyordum. Tabi en önemlisi Grup Yorum’un her albüm kapağı yazısını
bitirirken teşekkür ettiği “Büyük Aile”nin sesini duyuyordum.
Grup Yorum’un Sanat alanında öğrettikleri ise bambaşka bir pencere
açabiliyor insanın gözünde. Ruhi
Su, Hasan Hüseyin Korkmazgil,
Enver Gökçe, Pablo Neruda, Victor
Jara, İbrahim Karaca, Ahmed Arif,
Adnan Yücel ve daha nice şair, yazar, müzisyen ve sanatçı ile tanışma, onları tanıma ve anlayabilme
imkanına yol açıyor Grup Yorum.
Ayrıca sadece yazı ve şiir alanı değil müzik konusunda da biraz özenli
müzik severlerin çok rahat görebileceği bir durum yarattılar. Grup,
şarkılarını, “Piyasa” denilen o büyük büyük sanatçıları yutan yer için
değil, alabildiğine özgür ve sınırsız
yaratıcılık içinde halka ulaşmak için
yapıyor. Herhangi bir kalıp içinde ya
da bu şarkı “tutar” “satılır” gibi bir
düşünce ile değil, müziğin olanaklarını en iyi şekilde kullanıp en güzelini yaratma peşindeler.
Özellikle benim gibi 80 sonrası doğumlu demokrat, sosyalist herkesin
Grup Yorum şarkıları ile ve tabii ki
devrimciler ile yolu bir şekilde kesişmiştir diye düşünüyorum. “Bir
Kar Makinesi” diye boşuna denmiyor Yorum’a. Kuruldukları dönemde
hem insanların üzerindeki yılgınlığını atmasına, hem de yeni gelen nesile geçmişin değerlerini ve geleceğin güzel günlerini muştuluyorlardı.
İnsana dair ne varsa Grup Yorum
müziğinde de bu vardı. Sevgiyi
anlatırken, o güzel, saf ve temiz
duyguları dile getirirken “Sevmek
demek kavga demek bilirim senden uzak yaşamayı neylerim özlem
özlem” diyerek çok yalın anlatıyordu
Grup Yorum.
Ve uzun yıllardır hayalini kurduğum
Grup Yorum’u canlı izleme şansı
2003 yılında nihayete eriyordu.
1994 yılında Fuar Ekici Över konserinden sonra İzmir’de hep yasaklı
olan Grup Yorum İzmir’e konsere
geliyordu. Sadece benim için değil sanırım İzmir’de yaşayan birçok
Grup Yorum sever için de heyecanlı
bir haberdi bu. Grup Yorum İzmir’in
göbeğinde, Fuar Açıkhava Tiyatrosu’nda binlerle beraber türkülerini
söyleyecekti. Yılların hasreti o gecenin coşkusuyla yaşanacaktı.
Konser öncesi, daha o zaman yeni
kurulmuş olan İzmir Gençlik Derneği’nde Grup Yorum imza günü
gerçekleşeceği haberi ile sevincim
daha da artmıştı. Bu güzel ezgileri
yaratan, mücadelenin türkülerini
yapan insanlarla tanışmanın heyecanı da çok ayrıydı benim için. Çünkü onlara karşı uygulanan sansürden dolayı sadece “gölge insanlar”
olarak vardı kafamda. Bu sansürü
anlatan en güzel cümle bir tv programcısının söylediği “Grup Yorum
Love Story’i bile çalsa yayınlayamayız” cümlesi net bir şekilde anlatıyordu.
19
tavir mayis.indd 19
5/7/15 11:21 AM
Konser günü belki de İzmir Fuar
Açıkhava Tiyatrosu kurulduğundan
beri en kalabalık ve kabına sığmaz
bir konser ile karşılaşıyordu. Binlerce insan konserden saatler önce
kuyruğa girmiş, biletler tükenmiş
ve kapıların açılmasını bekliyorlardı. Hınca hınç bir doluluk derler ya
hani, işte öyle bir konser oluyordu.
Oturacak yerler dışında ayakta bile
yer kalmamış ve İzmir’de yılların
hasretini bir nebzede olsa dindirmişti Yorumcular.
O konser ve Yorumcularla tanışmam uzun yıllar boyunca aslında
büyük bir yoldaşlık, arkadaşlık, abi,
abla, kardeş ilişkisinin başlangıcı
olmuş benim için. Beraber aynı ailede, aynı kolektifte, aynı mücadelede olmanın gururunu ve onurunu
başka bir şekilde yaşayabileceğimi
düşünmüyorum.
Grup Yorum konserleri ile ilgili yaşadıklarım elbette bu konser ile
kalmadı. Ertesi yıl Harbiye Açıkhava’da gerçekleştirilen “Bir Masal
Gecesi”, yine 2005 yılında Harbi-
ye’de gerçekleşen “20. Yıl Konseri”,
Ege Üniversitesi’nde gerçekleşen
ilk “Canan Kulaksız Şenliği” konseri
ve tabii İnönü Stadı’nda 55 bin kişi
ile birlikte tarihe tanıklık ettiğim “25.
Yıl Konseri”...
Son konser tecrübem ise Grup Yorum ve Yorum dinleyicilerinin birbirlerine bağlılığı ile bütün “Bağımsız
Türkiye” konserlerine katılmış biri
olarak bence en görkemli ve en yakışır bir “Bağımsız Türkiye” konseri
oldu. Geçtiğimiz ay 12 Nisan’da bu
sene 5. si yapılmış olan, her sene
milyonlarca insanın geldiği ve bugüne kadar kimsenin burnunun
bile kanamadığı “Bağımsız Türkiye”
konserinin valilik tarafından hukuksuzca yasaklanmasından sonra,
binlerce Yorum sever her türlü tehdite, polisin gaz bombalarına, hınçlarından insanların saçlarını çekerek
işkence yapmalarına, tomalarıyla
saldırılarına rağmen Bakırköy’ün
her sokağını konser alanına çevirdiler. Her sokakta bir Yorum elemanı ile halaya duruldu. Her sokakta
Yorum marşları ve türküleri yükse-
liyordu. Onlar konser olmasın diye
alanı kapattılar ama Yorum’un tüm
Bakırköy’ü konser alanına çevirmesine engel olamadılar. Bir sürü polis
“şu sokakta konser veriyorlar”, “bu
sokakta konser veriyorlar” diyerek
bütün Bakırköy’ü sokak sokak koşmak zorunda kaldılar.
Bu sene Grup Yorum 30. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Yine konser
mekanlarının yasaklaması, Yorum
elemanlarının gözaltına alınması
gibi engeller ile devletin baskısı 30
yıldır olduğu gibi bitmiyor. 30 yıldır
her grevde, gecekondu mahallelerindeki yıkımlarda, üniversite boykotlarında, hapishanelerdeki direnişlerde, bütün halkın canını yakan
maden kazalarında, yani halkın olduğu her yerde direniş türküleri ile
Grup Yorum orada oldu. Grup Yorum ile beraber hayata durmaksızın
tanıklık ediyoruz. Bundan dolayıdır
ki, sanırım Grup Yorum’a bir borcumuz var. Ve bu 30. yıl konserinde
hep beraber dosta düşmana “o
büyük günün” provasını göstermeliyiz.o
20
tavir mayis.indd 20
5/7/15 11:21 AM
saraya soytarı değilsen...
sanat meclisi
erkin Elvan’ın ölüm yıldönümü olan 11
Marttan önce bir video izlediniz. Türkiye’nin sevilen aydın ve sanatçılarının yer
aldığı Sanat Meclisi’nin hazırladığı bu videoda “Ben Berkin Elvan, Katilim Nerede?” sorusu
soruluyordu. Milyonların ısrarla, öfkeyle, hasretle
sorduğu bu soruyu aydın ve sanatçıların sorması
da doğaldır tabii ki. Hatta bu soruyu soran, cevabını
titizlikle takip eden kesim de elbette ilk önce onlar
olmalıdır. 14 yaşındayken polis tarafından vurulan,
devletin başı tarafından terörist ilan edilen, anası
yuhalatılan ve katilleri bir türlü bulunamayan(!) Berkin için bu soruyu sormak az bile aslında. AKP faşizminin Gezi Ayaklanması’nda şehit düşen gençlerimize ve onların hesabını sormak isteyenlere karşı
takındığı düşmanca tavır; Berkin’de iyice su yüzüne
çıkmış, saldırganlığı bu noktada daha da artmıştır.
B
Burada Berkin’in milyonları bir araya getiren gücünden duyulan korku var. Evet korku. Elbette korku ola-
caktı… Faşizmin korkusu halktır. Yani milyonlardır.
Ayaklanmada gençler barikatlar önünde birer birer
düşerken, yeni gençler aynı kararlılıkla dolduruyordu boşlukları. Abdocan’dan Ali İsmail’e, Ethem’den
Berkin’e Gezi-Haziran Şehitleri AKP’nin korkulu rüyası oldu. Berkin’in vurulduğu sabah hangi polisin
hangi işi yaptığı videolarla fotoğraflarla sabitken, altı
yüz küsur günün ardından faillerin hala saklanıyor
olması bu korkunun somutlanmış halidir. Berkin’in
ölüm yıldönümünde yapılacak anmalara çağrı yapan ve katillerin bir an önce bulunmasını talep eden
bu videoya da aynı korku ve düşmanlıkla saldırdı
AKP. Hem de akıllara zarar iddialar üreterek...
İlk önce, Belediyecilikten çok provokatör kimliğiyle
tanınan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek girdi devreye. Videonun yayınlanmasının
üzerinden 24 saat geçmeden sanatçıları hedef alarak “ayaklanma çağrısı” yaptıklarını ima etti. Hatta
bununla ilgili suç duyurusunda bulunacağını belirtti. AKP’nin paralı kalemleri hiç
geciktirmeden bir merkezden
servis edilen haberleri manşetlerine taşıdı. Sonuç, gazetecilik ve insanlık adına tam
bir rezaletti. Gazetecilik ahlakını yitirmiş kimi köşe yazarları sanatçıları provokatörlükle
suçladı. İçlerinden bir tanesi iç
güvenlik paketiyle, polis baskısıyla tehdit etmişti. Neler
söylemediler ki Sanat Meclisi
hakkında; şiddet eylemlerini
körüklüyorlar, çocukları kullanıyorlar, Berkin’lerin katilleri
bunlardır… denildi. Çok geçmeden de beklenen soruşturma açıldı ve videoda yer alan
hamit demir
21
tavir mayis.indd 21
5/7/15 11:21 AM
tüm sanatçılar savcılığa çağrılmaya başlandı.
Sanatçıların bir videoyla yaptığı “katiller bulunsun”
çağrısı üzerine hızla organize olup, hukuk kanallarını sonuna kadar kullanıp, paralı basınını da arkasına alarak saldırıya geçen iktidar, enerjisinin birazını
katilleri ortaya çıkarmaya ayırsa belki böyle bir video
hiç çekilmeyecekti. Meselenin özü de burada saklı
aslında. Ortada uzlaşmaz bir çelişki var. AKP, Berkin
olayına sınıfsal açıdan bakıyor. Yoksa iktidar için üç
beş tane polisin hiçbir kıymeti yoktur. Ancak korkusu sokakları dolduran milyonların kopararak hakkını
alması, kitlelerin kendi güçlerinin farkına varmasıdır.
Mesele sadece Berkin Elvan’ın katillerinin cezalandırılması da değildir. Berkin nezdinde ayaklanmada hayatını kaybeden, sakatlanan, işkence gören,
tutuklanan herkesin hesabının sorulmasıdır mesele. Yasakların, sansürün, baskının, keyfiliğin sona
ermesidir. Fakat AKP’nin yolsuzlukları ve yalanları
ortaya saçılıp yönetememe krizi derinleştikçe zulmünü de artıracaktır elbette. Yeni ayaklanmaları bu
yolla engelleyeceğini düşünüyor iktidar. Nihayetinde
her hareketten korkar hale de gelmiştir. Paranoyası
büyümüş, muhalif her sese karşı savaş baltalarını
çıkarmaya başlamıştır.
AKP’nin büyük paranoyasına göre videonun sonundaki “hayatı durdurun” çağrısı, bir darbe girişimidir.
Başta kulağa komik geliyor ama bunu koro halinde
söyledikleri için olayın “faşizmin gölgesinden korkar
hale gelmesi” gerçeği su yüzüne çıkıyor. Hayatı durduralım diyor video. Evet, on dört yaşında bir çocuk sokak ortasında polis tarafından vuruluyorsa,
iki sene boyunca katiller korunup kollanıyorsa orada hayat durmalıdır. Tıpkı Berkin’inin cenazesinde
halkın hayatı durdurduğu gibi… Sanat Meclisi video
yayınlanmadan önce yaptığı açıklamalarda “hayatı
durdurma”nın tanımı yapmıştı bir çağrıyla. Çağrı sanatçılara yönelikti, aydınlara, hukukçulara yönelikti.
Emekçi halka yönelikti. 11 Mart günü gündemimiz
Berkin olsun, Berkin’in vurulduğu yerde adalet talebimizi dile getirelim demekti bu çağrı. Sanatçılar
o gün sahnelerinde sergilerinde Berkini anlatsın,
yapabiliyorlarsa tiyatrocular o gün oyunlarını Berkin’in vurulduğu yerde oynasındı. Ama paranoyak
ve provokatör zihniyet her sözcükten bir anlam çıkararak Sanat Meclisi’nin çağrısıyla insanların şiddet
eylemleri yapacağını duyurdu. Gasp edilen haklarını almak için halkın kullandığı her yöntem elbette
meşrudur. Fakat Sanat Meclisi’nin çağrısını şiddet
eylemlerini teşvik eden nitelikte göstermek alenen
suçtur. İtham etmektir. Adalet talebinde bulunan sanatçıları aşağılamak, hedef göstermek, maddi ve
manevi zarara uğratmaktır. Asıl soruşturma açılması gereken kişiler AKP’nin provokatörleri ve onların
paralı kalemşörleridir. Buna rağmen soruşturmanın
savcısı sanatçıları şüpheli sıfatıyla soruşturmaya almayı tercih etti. Hem de ortada yasalara göre hiçbir
suç unsuru yokken. Ama dediğimiz gibi faşizm kendi yasalarını da tanımaz ve olmadık suçlar ve komplolar üreterek kendine muhalif her şeyi susturmaya
çalışır. Sanat Meclisi’nin “suç”larından biri de dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir ses
kaydının videoda yer alması. Evet, videoda Tayyip
Erdoğan’ın “talimatı ben verdim” sözleri yer almaktadır. Bu sözlerin böylesi bir videoda yer alması çok
doğal değil midir acaba? Polis vahşetinin birinci dereceden sorumlusu devletin zirvesindeki kişi değil
midir? Hem de açıkça söylüyor da talimatı ben verdim diyor. Bu durumda başbakanın bir sorumluluğu
yok mudur? Dünya âlem izledi. Miting meydanlarında Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan’ı kitlesine
yuhalattı Tayyip Erdoğan. Katillerin özenle saklandığını ve davanın üzerinin kapatılmaya çalıştığını
bilmiyor mu Tayyip Erdoğan. İstese bir talimatla
olayı gerçekleştiren polisler ortaya çıkarılabilir. İşte
bu yüzden o videoda yer alıyor dönemin başbakanı,
şimdiki cumhurbaşkanı.
Kimse bulandırmaya çalışmasın. Amaç çok açıktır.
Berkin’in katilleri açıklansın ve mahkemede yargılansınlar. Bu çok temel bir hak talebidir. Adalet insanlarımızın en büyük özlemidir bu günlerde. AKP
belki faşizmini yükselterek cevap verecektir halkın
yükselen sesine fakat AKP’nin panzehiri sonuna
kadar mücadele etmektir. Örgütlü hareket etmektir.
Sanatçıların aydınların üzerindeki baskıyı kıracak,
düşüncelerin ve sanatın özgürleştirecek yegâne
çözüm de budur. Sanat Meclisi bu saldırıların ardından suç duyurusunda bulunarak AKP faşizmini
halka teşhir etti. Bundan sonra sanatçıların birliği
daha da büyüyecektir. Ülkenin tüm sorunlarına karşı
sanat üretimleri çoğalacak, zenginleşecektir. Fakat
öte yandan AKP’nin baskıları ve yasakları da artacaktır belki. Bunun karşısında halkın sanatçılarının
korkmadan, tarihine ve halkına güvenerek faşizmin
karşısında dik duracağına inanıyoruz. o
Not: Tiyatro sanatçısı Hamit Demir bu yazı
yazıldıktan hemen sonra TRT’ de oynayan
Diriliş isimli dizinin kadrosundan çıkarıldı.
22
tavir mayis.indd 22
5/7/15 11:21 AM
çocuklara kıymayın efendiler
hevin poyraz
Nisan Çocuk Bayramı! Berkinlerimiz Ekmek Aldı
mı?
Yurtta Barış Dünyada Barış, Cumhurbaşkanının Yalanlarına Alış!
Çocuklara Kıydınız Efendiler…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan,
yeni yaptırdığı (Kaç)Aksaray’ında
23 Nisan dolayısıyla 35 ülkeden
gelen çocukları ağırladı. Öyle hazırlanmıştı ki çocuk bayramına
“Aksaray sanatçılarından” birine
ısmarlama beste bile yaptırmıştı
Cumhurbaşkanı:
…Yurtta barış, dünyada barış
Sen de buna uymaya çalış
Çünkü çocuklar umut
Hepsi masmavi bulut
Gözyaşı dökmek istemiyoruz…
23
Sadece şarkıyla değil, yaptığı duygusal ve hazırlıklı konuşmasıyla
da çocukları “onore” etti Erdoğan.
Bir çocuğa söylenebilecek her
sözü sarfetti. O konuşmada her
şey vardı. Bir tek “doğru” hariç.
Tersinden ifade etmek gerekirse
yalana dair ne varsa hepsi ağzından döküldü cumhurbaşkanının.
Çocukların gözlerinin içine baka
baka ve kelimelerin üstüne basa
basa konuştu: Çocuklara kıymayın efendiler…
Nazım Hikmet’in bundan 60 yıl
önce yazdığı “Bulutlar adam öldürmesin” şiirinden bir bölümdü
söylediği. İlk okuduğumuzda Hiroşima’yı aklımıza getiren bir şiir.
Yıl 1945. Amerika ilk atom denemelerini gerçekleştiriyordu. Bu
denemelerden biri de ilk anda 70
bin kişinin katledildiği Hiroşima’da
yapılmıştı. Ve bulutlardan yağan
ise “küçük çocuk” ismini verdikleri atom bombasıydı. O zamandan
bu zamana çok bombalar yağdı
bulutlardan, çok cana kıydı efendiler. Hiroşima’nın üzerinden 70 yıl
geçti ama Hiroşimalar değişmedi
ne dünyada ne de ülkemizde…
Cumhurbaşkanı ise konuşuyordu:
Çocuklara kıymayın efendiler…
Erdoğan’ın dünyaya hitap eden bu
sesine karşılık gerçeğin tam orta
yerinde duruyordu çocuklarımız.
Ağızlarından bal dökülen efendilerin kahpe kurşunlarıyla beyinleri
sokaklara akıtılanlarımız. Berkinlerimiz…Nazım’ın dizeleriyle sesleniyorlardı. Nazım bizimdi, efendilerin değil çünkü:
…Koşuyor altı yaşında bir oğlan, uçurtması geçiyor ağaçlardan…
Kara gözlü bir oğlan… Okmeydanı sokaklarından uçurtmasıyla geçiyordu… Koşuyor ha koşuyordu...
…siz de böyle koşmuştunuz bir
zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin…
Ya Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol,
İbrahim Aras! Mardin’den, Lice’den, Adana’dan… Ya Roboski’de üzerine bombalar yağdırılan
22 çocuk? Traktör kasalarına üst
üste atılan küçük bedenleri…
“Çocukların gözlerinde korkuyu
değil, ümidi görmek istiyoruz” diyen cumhurbaşkanının iktidarında
oldu bunlar. Nazım’ın “efendiler”
diye seslendiği adresti bunlar.
Türkiye’nin her yerinden tam 241
çocuk son 12 yıl içerisinde katledildi. İsimlerini yazsak ne bu yazıya
23
tavir mayis.indd 23
5/7/15 11:21 AM
dilenci çocuklar belediye tarafından alınıp ailelere teslim
edilme bahanesiyle parmaklıklar ardına kondu. Kırmızı
ışıkta dilendikleri için parmaklıklar ardında saatlerce
bekletilen çocuklar ağlayarak
yoldan geçenlerden yardım istediler. İnsanlar su ve yiyecek
verdi çocuklara. AKP Belediyesi ise gelen tepkilere kulak
bile asmadı.
Neden dileniyor çocuklarımız, bir tane kafa yoran var
mı buna, kim bu yoksulluğun
sebebi? Çocuklarımıza kıyan
onlar değil mi?
Eğitimsiz bırakılan çocuklar
peki? Milyonlarca çocuk okula
gidemiyor, derslik bile yok. 5060 kişilik sınıflarda okumak
zorunda bırakılıyorlar. Aslında
çocuklarımızın okuması bile
istenmiyor. 4+4+4 yasası değil
mi ki çocuk işçi yaşını 13’e düşüren. Çalışabilecekleri kadar
okumayı reva gören kim peki?
sığar ne de acısı yüreklerimize...
Öyle çok öldürüldü çocuklarımız… Onlar da çocuk değil miydi!
Cumhurbaşkanı seslendi ya tüm
dünyaya, üzerine basa basa konuştu hem de: Çocuklara kıymayın efendiler…
1 milyona yakın çocuk çok ağır
koşullarda çalıştırılıyor ülkemizde.
Haftada 40 saatten fazla, haftalık
izin kullanamıyor, yemek bile yiyemiyorlar. Normal bir beden bile
dayanamaz bu koşullara. Kim
kıydı, kıyıyor onlara peki? Son 13
yılda ağır çalışma koşullarında iş
kazası denilerek öldürülen 127
çocuğa kim kıydı?
Araştırmalara göre her 100 ço-
cuktan 80’i şiddet görüyor. Hayal bile kuramıyor çocuklarımız.
Erdoğan ise bol keseden atıyor
yine: “…Çölün ortasında dahi
masmavi denizi hayal etmekten
asla geri durmayın. Taş yığınlarının arasında dahi rengarenk
çiçekleri gözlerinizin önünden
eksik etmeyin…” diye. Kim çaldı
hayallerimizi peki?
Yine araştırmalara göre yılda 10
bin çocuk hapishanelere atılıyor.
Birinci sebep hırsızlık. Daha sonraki sebepler arasında yağma ve
gasp geliyor. Yani yine yoksulluk,
yine açlık, ekonomik sebepler.
Daha geçtiğimiz günlerde hem
de 23 Nisan’ın arifesinde Urfa’da
Çocuklarımıza kıyanlar belli.
“polise emri ben verdim” diyenler. Bütün bu çocuk katliamlarının, tutuklamalarının, eğitimsizliğin baş sorumluları: Efendilerdir.
Efendilere sesleniyoruz: Halkın ekmeğinden çalarak yapılan
(Kaç)Aksaray’lardan öyle, şaşaalı sahnelerden duygusal duygusal halkın şiirlerini okumakla
olmaz bu işler. Bu şekilde ne yalanlar doğruları kapatabilir ne de
yalancılar unutulur. Ne katliamlar
hafızalardan silinir ne de katliamcılar. Çocuklarımızın hesabı elbet
sorulur. Büyümez ölü çocuklar
ancak öfkemiz büyür. o
24
tavir mayis.indd 24
5/7/15 11:21 AM
gençlik, gerçeklik,
gelecek üzerine
ümit ilter
Nasıl, gerçeklik nasıl yasaklanabilir? Ve tarih, yasak tanır mı?
Soruları hayatın namlusuna sürelim…
Gençlikten Korkmak..
Emperyalistler ve işbirlikçileri, halklardan korkarlar.
Öyle böyle değil çok korkarlar. Ki “ gecekondulardan gelip gırtlağımızı kesecekler” demişlerdir. Tarihsel ve dolayısıyla kaçınılmaz bir korkudur bu.
Emperyalistler ve işbirlikçileri, halk düşmanı oldukları için halktan korkarlar. Halkı nasıl sömürdüklerini , ezdiklerini en iyi kendileri bildiği için, bütün bunların bir hesabı olduğunun farkındadırlar. Burjuva
politikası denen “şey” bu hesabın engellemesini
içerir. Bütün biçimleriyle birlikte işte bu engellemeye, karşı-devrim denir. Çünkü, engellenmeye çalışılan devrimdir. Ki sömürü ve zulüm düzenini yerle
bir edecek olan devrim, halkın eseridir.
enç olmak suçtur” diyordu Eduardo Galeano. Ki konumız işte budur: Genç olmak bir suçtur elbette
bu düzende.
Neden? Sorusunun cevabını genç olan herkes bilir,
hisseder ve o cevabı yaşar. Değil mi?
Nasıl? Bu sorunun cevabına da geleceğiz ama
önce, Eduardo Galeona’ya bırakalım sözü:
“G
“ Genç olmak bir suçtur. Her gün tan ağarırken gerçeklik ve her sabah yeniden doğan tarih işliyor bu
suçu. Gerçeklik ve tarih işte bu yüzden yasak…(1)
Gençlik, gerçeklik ve tarih geçiyor yukarıda ki üç
cümlede. Ki genç olmanın suç olduğu düzende,
gerçeklik ve tarih yasak, öyle mi?
Halkın delikanlı hali olan gençlik, potansiyel anlamda devrimcidir. Hemen herkes “gençlik gelecektir”
deyimini duymuştur. Öyledir ve dahasını da Mahir
Çayan söylemiştir:
“Ayrıca gençlik, doğası gereği atılgandır, coşkuludur, yüreklidir. Her türlü çıkar duygusundan ve art
niyetten uzaktır. Ve de toplumun en az bozulmuş
tabakasını oluşturur. Doğaldır ki bu nitelikleriyle
gençlik emperyalizmin karşısında, bağımsızlıktan
yanadır.”(2)
Gençliğin işte bu niteliklerinden korkan emperyalistler, bunları yok edebilmek için her şeyi yaptılar
ve yapıyorlar. Eğitim sisteminde modaya, müzikten
spora…her şeyi gençliği yozlaştırmak için şekillendirdiler.
Hiçbir sonuç alamadılar diyemeyiz ama bir bütün
olarak başarılı oldukları da söylenemez. Korkuları
sürüyor, hem de büyüyerek sürüyor.
25
tavir mayis.indd 25
5/7/15 11:21 AM
Eğitim sistemi ve yozlaştırma kuşatmasıyla düzene uygun kafalar
haline getirmek istedikleri gençlik,
Şafaklar’ın kuşandığı halkın adaleti ve Haziran Ayaklanmasındaki
kitlesel kahramanlığıyla emperyalistleri korkutmaya devam ediyor.
Gençliği Yozlaştırmak
“gençlik” diyordu Mahir Çayan;
“… bağımsızlık mücadelesinde
toplumun devrimci sınıf ve tabakalarını harekete geçiren bir dinamit fitilidir”
Halk düşmanlarının gençliğe yönelik politikalarının özünde, gençliğin tarihsel bir “dinamit fitili” olma
özelliğini yok etme vardır.
Gençliğin “gelecek” olması, geleceğe sahip çıkmasına bağlıdır.
Geleceğe sahip çıkmak ise “dinamit fitili” olma özellğinin korunmasına bağlıdır. Ki halk düşmanları, işte bu yüzden bu özelliği yok
etmek için her şeyi yapıyorlar.
Gençliğe yönelik bütün politikalarını, bu hedefe göre düzenliyorlar.
Bunu saklamıyorlar da…
Amerikan emperyalizminin akıl
hocalarından Zbigniew Brzezinsky olanca alçaklığıyla bakın ne
diyor:
“Şu anda ABD’nin hakimiyet
emellerine karşı dünya üzerinde
nüfusu genç, eğitimsiz, işsiz ve
yeni teknolojilerin verdiği imkanlar
sayesinde dünyada olan bitenden
haberdar son derece öfkeli milyonlar var. Onların başında nükleer bomba patlatamayacağımıza
göre başka çareler düşünmeliyiz…”(3)
Kastedilen gayet açıktır: “nükleer bomba ile bedenlerini ama
yozlaştırarak beyinlerini yok edelim…”
O “dinamit fitili”ni söndürmenin
çaresi olarak buldukları ve uyguladıkları “şey” gençliği yozlaştırmaktan başka bir şey değil.
Gençliğe Güvenmek
O dinamitin fitili gençliğin yüreğinde yanar ateş bundandır.
Bundandır öne atılması, delikanlılığı, hesapsızlığı…
Burjuvazi her türden kirli araç ve
politikasıyla yok etmek istesede
gençliğin delikanlılığını…. Başaramaz
Ve bakın ne diyordu Dayı: “ burjuvazi ne yaparsa yapsın, gençliği
özgürlükçü, haklıdan yana karakteri ortadan kaldıramaz. Bu bizim
gibi ülkelerde çok daha zordur.
Baskı, sömürü ve zulmün doruğa
çıktığı, ahlaksızlık, yolsuzluk ve
adaletsizliğin artık sokaktaki insanlar tarafından dahi görülmeye
başladığı bir ülkede, gençliği ülke
sorunlarına yabancılaştırma, halkına ve vatanına ihanet ettirmek
kolay değildir. Bizim gibi geri bıraktırılmış bütün ülkelerde gençliğin konumu budur. İşte oligarşi,
gençliğin bu yapısını devrimci
mücadele içerisinde gördüğünden çok daha fazla korkmaktadır.
(4)
Gençliğin özgürlükçü ve haklıdan
yana karakteri, onun tarihsel kanatlarıdır. O kanatları kırmak ve
uçmayı unutturmak için ne yaparsa yapsın burjuvazi başaramayacaktır .
Bu bir iddia değil tarihin tecrübesidir.
İşte o tecrübenin diliyle şöyle
der Dayı: “Gençlik, hemen bütün
halk hareketlerinde, özgürlük ve
bağımsızlık savaşlarında hep en
önde olmuş, özveriler göstermiş,
ve ciddi ve aktif bir güç olmuştur.”
Bu sadece tarihin tecrübesi değil, hayatın gerçekliğidir.
İşte gerçekliğin diliyle şöyle der
dayı:”gençlik burjuvazinin ahlaki
ve kültürel yozluğuna boğazına
kadar battığı noktada bile, temizliğin, saflığın, güzelliğin arayışı içerisinde olmuştur. Burjuvazi gençliğe bir şey veremez; ne kültürel
ne de ekonomik olarak tatmin
edemez.”
Yeter ki, özgürlük tutkusuyla delikanlı kanatlarını açsın. Parçalanır
yozluğun kafesi dağılır tuzaklar.
Tutamaz hiçbir güç artık onu, şu
köhne düzen bataklığının içinde.
Söndüremez artık hiçbir şey, yüreğindeki ateşi.
Son söz yerine
Soruları hayatın namlusuna sürmüştük. Cevaplar, tarih ve gerçeklikten geldi. El ele tutuşup
dediler ki; Şafaklar adaletsizliğin
karanlığını halkın adaletiyle parçalar.
Son söz yerine, bakın ne diyor
dayı: “Bizim gibi ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu gençtir. Ve
bu gençlik, ülke gerçeğinin farkına
varıp özgürlük tutkusuyla hareket
etmeye başladığında egemenler
için tehlikeli bir güç olur.
Genç olmak, bir suçtur işte bu
yüzden. Gelecek kadar büyük bir
suçtur hem de…
(1) Aşkın Ve Savaşın Gündüz Ve
Geceleri
(2) Bütün yazılar – Mahir Çayan
(3) Yeni Strateji- Zbigniew Brzezinsky
(4) Seçme Eserler- Dursun Karataş o
26
tavir mayis.indd 26
5/7/15 11:21 AM
sanatta egemen olan
sosyalistlerdir
grup yorum
ol, ister İslamcı yeter ki iyi eser
üret. Solun egemen olduğu kültür ve sanat dünyasının bentlerini
yıkıp geçmen her zaman mümkündür. Kaldı ki o bentler de öyle
sandığın kadar top geçer adam
geçmez kıvamında değildir....” Bu
sözlerle ezik yönetmeni yüreklendirmeye çalışmış.
hmetHakan’ın
17.03.2015 tarihli köşeyazısında “Sanat ve
edebiyatta sol egemenliği” başlıklı bir bölüm yer aldı.
“Kod Adı Koz” isimli filmin yönetmeninin sözleri üzerine bu yazıyı
kaleme almış. Yönetmen demiş
ki; “Sinema ve edebiyat dünyasına sol görüşlüler hakimdir. Bizim
camiadan da birilerinin çıkıp böyle
filmler yapabileceğini göstermek
istedim.” Ardından sağcı yazarlara övgüler dizen eleştirmenlerden
bahsetmiş. Ve sözü şöyle bağlamış Ahmet Hakan: “Neyse uzatmayalım, demem o ki, ister sağcı
A
Ahmet Hakan’ın halkçı yazarlara düşmanlığı, hazımsızlığı yeni
değildir. “Sol egemendir” diyerek
esas tartışmayı muğlaklaştırarak gözden uzaklaştırıyor. Solcu
edebiyatçı diye, halk için yazan,
devrimci sosyalist yazarlardan
bahsedilir. Sağcı edebiyatçılar ise
yüzlerce yıldan beri padişahların,
egemenlerin, sarayların içinde,
etrafında yaşar ve iktidara övgü
düzerler. Bu nedenle tartışmayı,
sağcı edebiyatçı, solcu edebiyatçı diye muğlak bir zeminden
çıkararak tartışmak gerekir. İslamcı-sağcı edebiyatçılar derken,
tarafı egemenlerden, ezenlerden,
zenginlerden, saraylardan, devletlerden yana olanlar kastediliyor.
Solcu edebiyatçılar denince de,
doğrusu, devrimci, sosyalist ve
halkçı edebiyatçılar sanatçılardır.
Ne zaman sağcı yazarlara bir
eleştiri gelse, hemen savunma
refleksiyle hareket ediyor Ahmet
Hakan. 2013 yılında Necip Fazıl’ın
Menderes’e yazdığı mektuplar
açığa çıkınca, bu defa Nazım’dan
örnek vererek Necip Fazıl’ı yüceltmeye çalışmıştı. Necip Fazıl, zamanında iktidara mektup yazarak
para istemiş. Aldığı paralar karşılığında da, halkçı yazarlara karşı
yazılar yazacağı taahhüdünde
bulunmuş. Ahmet Hakan bunu
basit bir zaaf olarak değerlendiriyor. Yazdığı yazıda, Nazım’la,
Necip Fazıl’ı aynılaştırıyor; “İkisi
de sanatlarıyla değerlendirilmeyi
hak edecek denli büyük sanatçıdır.” Değildir Ahmet Hakan, Necip
Fazıl halkın kalbinde yaşayan büyük bir şair değildir. Nazım’la eş
değerde sunmak için istediğiniz
kadar çabalayın, boşuna. Yazmak
için para dilenen Necip Fazıl ile
“Sevdalınız komünisttir, on yıldan
beridir yatar Bursa Kalesinde”
diyen Nazım aynı değildir. Bütün
İslamcı yazarlar iktidardan aldıkları paralarla yazarlar, beslenirler.
Sosyalist edebiyatçılar, şairler ise
halk için yazarlar ve bunun karşılığında bir şey beklemezler. İşte bu
yüzden; devrimci, halkçı, sosyalist
27
tavir mayis.indd 27
5/7/15 11:21 AM
edebiyat ve sanatçıların yanına
yaklaşamaz islamcı yazarlar.
Ahmet Hakan İslamcı bir yazardır;
bugün Hürriyet gazetesinde kendisine bir köşe bulmuş, burjuvaziye kendini ıspatlama derdinde, İslamcı kökenden bir köşe yazarıdır.
Babası müftü, kendisi imam hatip
mezunudur, ardından ilahiyat okumuştur.
İslamcı Yedi İklim Dergisi’nde
yazıları yayınlandı. TGRT’de muhabirlik yaptı. Yeni Şafak’ta köşeyazıları yazdı. Kanal 7’de haber
müdürlüğü ve programcı olarak
çalıştı. Şimdi Hürriyet Gazetesinde yazı yazıyor ve CNN Türk televizyon kanalında program yapıyor.
İslamcı kimliği yerine, “herkesi kucaklayan bir Ahmet Hakan” kimliğine bürünmeye çalışıyor. Zaman
zaman İslamcıları da eleştirerek
akıl vermeye çalışıyor.
Ahmet Hakan! Boşuna uğraşma,
kendini yorma, islamcı, sağcı yazarlara boşuna moral vermeye
çalışma. Ne sen, ne de başka bir
islamcı, sağcı yazar iyi eser üretemez. Mümkün değildir. Tarih
boyunca böyle ola gelmiş; bugün
de, yarın da böyle olacaktır. Siz
sadece sarayların kulu kölesi olabilirsiniz.
Saraydan icazet almadan tek satır
yazamazsınız. O çok övündüğünüz Osmanlı Sarayı’nın şairlerini,
bestecilerini sadece sen ve senin gibi islamcılar hatırlar... Halk
adlarını bile bilmez onların. Milyonlarca ilkokul öğrencisine ezberletmeye çalışsanız da boşuna.
Saray şairlerinin sırtını sıvazlayan
dalkavuklardan farkınız var mı?
Geçmişte, Osmanlı saray şairleri,
Halk edebiyatçılarını aşağılardı,
küçümserdi. Bugün ise, her gün
gazetelerde, medyada, gazete köşelerinde yazanlar, halk sanatçılarını küçümsemeye devam ediyor.
Bugün hiç kimse, osmanlı şairlerini hatırlamaz, eserlerini hatırlamaz. Ama halk edebiyatı bütün
baskılara, yasaklara rağmen dimdik ayaktadır. Pir Sultan’ın “dönen
dönsün ben dönmezem yolumdan” sözü halkın kalbinde belleğindedir. Köroğlu’nun “Benden
selam olsun Bolu beyine” türküsü
dilden dile yayılır söylenir. Halk,
“Mert dayanır, namert kaçar” sözüyle meydan okur ezenlere. Ve
halk şairlerinin gücü gezi ayaklanmasında kendini gösterir, Dadaloğlu Taksim Meydanında haykırır
“Ferman Padişahın Dağlar Bizimdir” der. İşte halk şairlerinin, halk
sanatçılarının gücü buradan gelir
Ahmet Hakan. Koca imparatorluklar devrilir, saraylar yıkılır... Ama
halk yaşar.
“Solun egemen olduğu kültür ve
sanat dünyasının bentlerini yıkıp
geçmen her zaman mümkündür”
demişsin... Hadi sen yaz da görelim. Böyle başkasına akıl verme!..
Madem solcu yazarları aşmak zor
değil, sen yap! Onlarca yıldır bu
alandasın, yap da görelim. Bütün
teknik araçlar, bütün kütüphaneler, bilgisayarlar, seyahatler, uçaklar hepsi emrinizde...
Buna rağmen kötü bir taklitten
öteye gitmeyen eserler üretmeye
mahkumsunuz. En başta sağcılara akıl veren sen, kötü bir taklitçisin. Kendine ait tutarlı tek bir fikrin
yok, bugün savunduğunu yarın
inkar ediyorsun.
Zamanında Osmanlı Saray bestecileri, şairleri kese kese altınla
ödüllendirilirlerdi. Padişahı, veziri
ne kadar överlerse, o kadar altınla ödüllendirilirlerdi. Bugün sen,
Hürriyet’ten, CNN Türk’ten aldığın
paralardan vazgeçebilir misin?
Yazacağın her kelimede, her satırda hesap kitap yapmadan, en
bilimsel doğruları, gerçekleri yazabilir misin?
Peki gerçekten islamcı yazarların, sağcı yazarların büyük eserler
üretebilmesi mümkün müdür? Nazım gibi, Yaşar Kemal gibi, Orhan
Kemal, Sabahattin Ali ve sayabileceğimiz onlarca usamız... İslamcıların böyle eserler üretebilmesi
mümkün müdür?
Yapabilirler tabii ki, ama bu DEĞİŞİM ile mümkündür. Zenginin
sofrasında varlık içinde yaşamaktan vazgeçerlerse mümkündür.
Aklımıza gelebilecek her şey için,
“Halk için yararlı mı zararlı mı?”
diye sorarak tercihlerini halktan
yana yapmalarıyla mümkündür.
Hiçbir insanın başka bir insanı sömürmediği bir dünya istemeleriyle
mümkündür. Halk için, adalet için
yazmalarıyla mümkündür. En büyük tasavvufçulardan biri olarak
gösterilen Yunus Emre’yi diğer
islamcılardan ayıran en büyük
özellik, halk için yazmış olmasıdır.
İçinizden bir Yunus Emre çıkabilir
mi? Mümkün değildir, çünkü Yunus Emre sarayları ve zenginliği
tercih etmemiştir.
Solcu, devrimci, halkçı yazarların
hem ülkemizde, hem de dünyada
etkili olmasının başlıca, önemli
nedenleri vardır. Halkçı yazarlar,
şairler, ressamlar kişisel olarak
çok yetenekli oldukları için, süper
güçlere sahip oldukları için güçlü
eserler üretmiyorlar.
Olağanüstü, Allah vergisi büyük
yetenekleri olduğu için de üretmiyolar. En başta gerçekleri anlattıkları için, bu gerçekleri halkın
28
tavir mayis.indd 28
5/7/15 11:21 AM
yararına değiştirmek için yol gösterdikleri için, ayağa kalkma gücü
verdikleri için eserleri ölümsüzdür.
Zorluklar karşısında yılmadıkları ve sanatlarını yaparken egemenlere boyun eğmedikleri için
ölümsüzdür. Gerçeğin gücünden
yola çıkarak, yalınlığın gücüyle,
sıradan olmadan basit,sade düşünerek, yaşadığı toprakların yaşamını, kültürünü özümseyerek
üretiyorlar. Ruhi Su anadolunun
yasaklı türkülerini aldığı batı eğitimiyle yeniden düzenliyor ve gümbür gümbür meydan okuyan türküler haline getiriyor. Bu türküler
halkındır diyerek her türlü gerici
ve baskıcı düşünceye karşı direniyor. Nazım Hikmet memleketin
halini dobra dobra anlatıyor, vatanı satanları şiirleri ile hedef tahtasına oturtuyor. Yüzyıllar öncesine
gidersek Pir Sultanlar darağaçlarında inançlarını ölümüne savunuyorlar. Yani lafın kısası halkın
ozanları, solcu edebiyatçıları, ressamları, müzisyenleri önce yürekli, halkına karşı sorumlu ve sonra
sanatçılardır.
Ahmet Hakan, Yaşar Kemal hayatını kaybettikten sonra yazdığın köşe yazısında ona övgüler
dizdin. O Yaşar Kemal ki, halkın
gönlüne İnce Memed’le girmiştir.
Zalim Abdi Ağa’dan hesap soran
İnce Memed ile halkın duygularına
seslenmiş, halka yol göstermiştir.
Sen bugün, zalime zulme karşı
böyle yazabilir misin? Herhangi
bir islamcı yazar, bugün zalime
karşı İnce Memed olun diyebilir
mi? işte asıl mesele burada Ahmet Hakan. Olamazsınız, boşuna
akıl vermeyin.
Sizin tarafınız ezenlerin, egemenlerin yanı oldukça, dev gibi halkçı
edebiyatçılarımıza,
sanatçılarımıza imrenerek bakmaya devam
edeceksiniz. Evet bu ustalar bizim, bize ait. Ne mutlu bize ki, o
büyük ustaların yolundayız, onların yolunda yürüyoruz. Büyük sanatçı olmak genlerle, yaradılışla,
fıtratla açıklanamaz. Tamamen
bir tercih meselesidir. Sağcı-islamcı yazarlar! Evet siz de değişirseniz, tercihinizi halktan yana
yaparsanız, önce yürekleriniz halk
için atar, gerçeklerin peşine düşer ve kalemlerinizi ve beyninizi
halkın yararına kullanırsanız işte
o zaman siz de özgürleşirsiniz
ve büyük eserler üretebilirsiniz.
Ama böyle yapmıyorsunuz işte.
Geçmişten bugüne saraylardan
çıkamadınız, padişahların dibinde
onlar için ürettiniz. Halk açlıktan
kırılırken, isyan ederken siz halkın
yanında değildiniz. Siz Sultanların, padişahların suçlarını örtmek
için yazdınız, çizdiniz.
Yüzyıllar öncesinden bugüne gelelim, mesela Ahmet Hakan sizde
o kuşaktan geliyorsunuz, siz de
yazamıyorsunuz, hiç düşündünüz
mü neden diye. Yazamıyorsunuz
ve yazamayacaksınız güçlü eserler. Çünkü “Halk için faydalı mı,
zararlı mı?” diye köşeleriniz yok
sizin. AKP’nin bir zorbalığını eleştirir görünürken aynı anda “ama,
iyi şeyler de yapıyorlar” demeye
başlıyorsunuz kendinizi korumak
için.
Biraz üstünüze gelseler 180 derece dönüyorsunuz. İki yüz elliden
fazla çocuğun polis kurşunu, hapishanede işkence ile öldürüldüğü, çoçuk esirgeme kurumlarında
tecavüze uğradığı bir ülkede tercihiniz halktan yana olmuyor. Devlete karşı tavır takınamıyorsunuz.
Berkin Elvan için 700 gündür dilekçe vermekten, Taksim Anıtı’na
ekmek bırakmaya kadar yapılan
eylemleri görmüyor, adalete susa-
mayı bilmiyorsunuz.
Psikopatlık mı? Yazsanıza, asıl
psikopatlık 12 yaşında çoçuklara onlarca kişinin tecavüz etmesi
diye... Asıl teröristlik “çocuk da
olsa kadın da olsa gereği yapılacaktır” demektir, çocukların katledilmesi üzerine “emri ben verdim”
demektir. Berkin’in annesini meydanlarda yuhalatmaktır. Yapmazsınız... Yaparsanız devleti karşınız
alırsınız... Yazarsanız sizin sağcı-islamcı yazarlarınız iktidarların
olanaklarından mahrum kalırlar. O
yüzden susarsınız, yazmazsınız.
Ne yazık ki, kıskanmaya devam
edeceksiniz, onlar, o büyük ustalar bizim. Süslü sanatlar, edebiyatlar sizin olsun. Nobel ödülleri
sizin olsun, Hollywoodlar, Oscar
ödülleri sizin olsun. Hayran olduğunuz batı sanatı, edebiyatı sizin
olsun. Para, şan, şöhret ve şatafatlı geceler sizin olsun.
Bütün bunlara rağmen egemenlik Halk edebiyatında, halk sanatındadır. Dünya halklarının bütün
edebiyatı, sanatı bizimle birliktedir. Sağcı-islamcı edebiyatçılara,
sinemacılaraış milyonların yazarı
olmayı değil iktidarın yazarı olmayı seçiyorsunuz. Berkin’i, Uğur
Kaymaz’ı, Ceylan’ı vuranları, 12
yaşındaki çoçuklarımıza tecavüz
edenleri terörist olarak görmeyip,
adalet isteyenleri anında psikopat,
terörist diye yaftalamayı biliyorsunuz.
Halkçı edebiyatçılar, yazarlar, şairler, sinemacılar, ozanların eserlerinde, ülkemizdeki 73 milletin ve
dünyadaki 7 milyar yoksulun ekmek adalet ve özgürlük özlemini
bulursunuz. Bu nedenle boşuna
uğraşmayın.o
29
tavir mayis.indd 29
5/7/15 11:21 AM
dayanılmaz
arif damar (arif barikat)
Gözlerini ölüm bürüdü onların
korkulu rüyalarda uyanıyorlar uykularından.
Günden güne daha cana yakın
günden güne daha yaşanacak hale gelsin diye
her gün daha sağlam
daha usta
daha kahraman ellerle onarılan yeryüzü
eskisinden dar geliyor onlara
eskisinden düşman.
Ne günün ilk ışığı
ne balık sürülerinin ışıldaması suda
ne güneşe uzanan dal
ferahlık vermiyor içlerine.
Çalınan insan emeği yaşatmaz oldu
korkulu rüyalarla uyanarak uykularından
korkunç kararlar verdiler.
Karşı koymazsak eğer
tehlikededir günlük ekmeğimiz
bacamızın tütmesi tehlikededir
evimiz, aşkımız, çocuğumuz
pencerede saksı
kitap sevgisi, insan sevgisi
tehlikededir.
Gözlerini ölüm bürüdü onların
uyumak, uyanmak tehlikededir,
tehlikededir çiçek koklamak
bardakta su, ateşte yemek
bahçede güneş tehlikededir.
Tehlikededir gözbebeklerimiz
Adana'nın pamuğunu yabancılar işliyor
dokuma tezgahları tehlikededir.
İzmir'in üzümü, fındığı Giresun'un
Samsun'un tütünü tehlikededir.
Kapanıyor fabrikalar birer birer
varımız yoğumuz tehlikededir.
Fakat korkunç kararlara ve tehlikelere aldırış etmeden
boy atan başakların şarkısı devam eder
topraktan güneşe avaz avaz.
Çatlayan tohumdaki yaşamak arzusu
her zaman galip, her zaman hür,
30
tavir mayis.indd 30
5/7/15 11:21 AM
dağlardan akan suyun sevinci
her zaman genç, delikanlı
kabına sığmaz...
Dayanılmaz
çocuğunu emziren ananın şefkatine
-yırtıcı, derinhilelere, ölümlere karşı gelir
memedeki çocuğun iştahı,
kudreti sonsuz,
dayanılmaz.
Ve sen gözbebeğim
sen erkek sesinle
"İşsiz kalmasın insanlar, öldürmeyelim birbirimizi." dersin
milyonların içinden
milyonlardan ve gün ışığından uzağa götürülür,
işkence görür,
hapis yatar,
sürgün edilirsin;
sevilecek şeyler değilse de bunlar,
dayanılır!
Halbuki günden güne yaşanacak hale gelen yeryüzünde
toprağın ve insanoğlunun ümitle yarattığı her şey
çatlayan tohum, akan su,
ana şefkati, çocuk iştahı, insan tahammülü,
hayatı öven şiir,
kardeşliği söyleyen şarkı,
mücadele eden resim,
ve emekçinin yüreği, elleri, hasreti
harbe ve ölüme karşıdır,
dayanılmaz!
31
tavir mayis.indd 31
5/7/15 11:21 AM
ayın fotoğrafı
ankara FOSEM
32
tavir mayis.indd 32
5/7/15 11:21 AM
enternasyonal devrimci steve
kaczynski neden tutuklandı?
hülya yeten
ir devrimci, İskoçyalı.
55 yaşında, on yıllardır
enternasyonal mücadelenin bayrağını taşıyor.
Düşleri sınırları aşmış.. İngiltere’de, Almanya’da, Yunanistan’da,
Türkiye’de.. Nerede olursa olsun,
iş ayrımı yapmadan, mekan ayrımı yapmadan mücadele nerede
ise o da oradaydı. Steve Kazcynski.. 1996 yılında yolu Cephelilerle kesişti ve o günden bu yana
bu bayrağı bırakmadı.
B
Steve yıllarca bize, dil, ülke ayrımı
yapmadan idealleri için nasıl savaşılacağını gösterdi. 5-6 dil biliyor Steve. Ve yıllardır Eyüp Baş
Uluslararası Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği
Sempozyum’larında emek verir,
çevirmenlik yapar, toplantılara katılır, küçük büyük her işin bir yerinden tutar.
Bu sene yeni gelmişti İstanbul’a.
Yakında olacak olan sempozyumumuzun hazırlıklarına yardım
edecekti. Fakat faşizm onu öyle
bir zamanda buldu ki, tam da
komplolarına, çizdikleri senaryoya bir karakter arıyorlarken. Bu
kez Steve’i bulmuşlardı. Üzerinde
oynayacak, yalanlar söyleyecek,
çeşit çeşit komplo teorilerini üzerine yıkacak yeni bir kurban bulmuşlardı.
Steve, 2 Nisan 2015 tarihinde İdil
Kültür Merkezi’ne yapılan geceyarısı baskını sonucu Grup Yorum elemanları ve kültür merkezi
çalışanlarıyla birlikte işkencelerle,
yerlerde sürüklenerek gözaltına
alındı. Aslında Steve’in üzerine
komplo kuracakları daha gözaltındayken belliydi. “Ajan lan bu”
diyorlardı kendi aralarında, dosyalarını kurcalıyorlardı, rehine
eylemiyle ilgili dosyanın neresine
yediririz, nasıl suçlama yapabiliriz
diye hesap yapıyorlardı. Ki zaten
kısa sürede ortaya çıktı. Daha
Steve gözaltındayken, basına
haberler yaptırdılar, alt yapıyı da
böylece kurdular, “kamuoyu”nun
gönlünde. “Yunanistan’dan ülkeye giriş yapmıştı”, “Adalet Sarayı
eyleminin talimatını o getirmişti”,
“İngiliz ajanıydı”... Haberler daha
böyle gidiyordu: “DHKP-C’nin
Yahudi asıllı Polonya doğumlu
Alman uyruklu İngiliz vatandaşı
Türkçe konuşan elemanı imam
ve ajan çıktı!”, “3 ayrı eylem planı
ve yüklü miktarda parayla yurda
giriş yaptı” şeklilnde birçok haber
polis eliyle servis edildi basına.
Tabi onurunu ve meslek ahlakını kaybetmiş ve soru sormaktan,
araştırmaktan mahrum gazeteciler de bu haberlerin üzerine atladı. Sonuç olarak ortaya ne çıktı?
Bir insan haksız ve durduk yere
tutuklandı. Steve şu an hapiste,
gardiyanların, devletin baskısı altında.
Çarpıcı gerçeği ve komplonun
sinsiliğini Steve’in avukatlarından
Özgür Yılmaz’ın şu açıklamasında görüyoruz: “Müvekkile poliste,
savcılıkta ve sorgu hakimliğinde
basındaki bu yalan haberlerle ilgili
hiçbir soru sorulmamıştır. Sorulan
tek soru Türkiye’ye hangi tarihte
girdiniz? İdil kültür merkezinde
niye bulundunuz?
Kendisine, yani muhatabına bu
soruları sordular ama başka şeylerden tutukladılar. Yalnız pespaye, çaresiz ve bir o kadar da
komik olan yalanları kısa sürede
çökecek. O gece İdil Kültür Merkezi’nde tesadüfen bulunuyor olmak bir İngiliz vatandaşının tutuklanması demek olabiliyor. Yazıyı
bitirirken Steve’in çevik otobüsünden hastaneye indirilirken ki sloganını tekrarlıyorum: “Baskılar
Bizi Yıldıramaz”.
Ve Steve, bugün onuruyla Maltepe Hapishanesi’nde yatıyor. Gülmeye, espirilerini yapmaya devam ediyor. Diyor ki: “Görüşüme
Tayyip gelsin, ona diyeceklerim
var”. o
33
tavir mayis.indd 33
5/7/15 11:21 AM
bakur üzerine
remzi kara
uzey-Bakur filmini çok
sıradan bir gerekçeyle
yasakladılar. Gerekçe o
kadar sıradandı ki (gösterimle ilgisi olmayan ticari bir belge
eksikliği) gerekçeyi açıklarken “böyle
bir gerekçeyle film yasaklanır mı?”
gibi soruları bile dikkate almadılar.
Yaşadığımız faşizm gerçeğidir...
K
Sinemacılar belki ilk kez daha kalabalık bir şekilde birlik oldular ve daha
yüksek sesle "yeter" dediler... Ama
kabul etmek gerekir ki, bu ses faşizmin hörlemesinin yanında hala duyulur duyulmaz düzeyde. Heykellere
tükürmüşlerdi, çok daha azdı ses...
Fatih Akın'ın The Cut filmi, Ermeni'nin
acısını anlatıyor diye gösterecek salon bulamadığında da ses çok cılızdı.
Devlet, tiyatroyu kuşatıp teslim almakta epeyce yol alırken de... Hangi
birini söylesek faşist baskıların, sadece kültür sanat alanında uygulamaları kitaplar doldurur... Sanatçılar öfkeli.
Sanatçılar tepkili, ama sanatçıların
sesi çok cılız çıkıyor... Diyelim yeterince örgütlü değiller... Örgütlenin!
Diyelim sorunlar parça parça, herkes
kendininkiyle ilgileniyor..., Birleştirin!
Diyelim bir yere kadar aynı düşünce
paylaşılıyor ama bir yerden sonra...
“Faşizme Karşı Omuz Omuza!”dan
söz ediyoruz! Oysa neler neler yapılabileceğinin örnekdeğil... HES'lere
karşı Apolas'ın çalışmasına katıldı
herkes, Grup Yorum'un da olduğu birçok sanatçıyı biraraya getiren sadece
çevre duyarılılığı değildi. Emperyalist
sermaye ortaklı yandaş şirketlerin
kasaları dolsun diye, halkın elinden
çalınıp bir çöplüğ dönüş-türülerek sa-
tılan vatandı. Karadeniz halkının yüreğiydi klipteki.. Ve F Tipi Film yapıldı
10 yönetmen, onlarca oyuncuyla birlikte... Neye, neden can feda, direndi
bu halkın devrimcievlatları ve 122 kez
ölerek neyi korudular, anlatmak için...
Ve Grup Yorum'un 25. yılında Stadyum Konseri ile başlayan bir büyük
güzellik daha nakşedildi halktan, haklıdan yana sanatın, sanatçının tarihine.. Gelebilen 70 sanatçı, gelemeyen
yüzlercesi paylaştı aynı duyguları...
Grup Yorum, faşizmin zulmüne karşı
Anadolu halklarının direniş tarihinin
ve yarına dair umutlarının sesi idi ve
bütün bedel ödeyenleri ve emek verenleri temsil ediyordu.
Bütün milliyetlerden, inançlardan,
mesleklerden halklarımızın ortak
haykırışının sloganı bu ülkede 70 yıldır değişmedi ve emperyalizm yok
edilmedikçe değişmeyecek: Bağımsız Türkiye!!! 150 bin, 350 bin, 500
bin ve milyon oldu her Nisan'da bu
haykırışa katılan. Emir verildi, yasalarını hiçe sayarak, çeviklerini, katil
polislerini göndererek, geldiler ve
bildirdiler ki bu konser kamunun güvenliğine zarar verebilir diye kanaat
getirenlerce yasaklanmış. Eğer kamu
denilen halk ise, beş yıldır yapılan bu
konserlerde milyonu bulan insan birbirinin ayağına dahi basmadan aynı
coşkuyu omuz omuza yaşadı... Hayır.
kamu dediğiniz bir avuç zorba ve onların adaletsiz düzeninin bekçilerini.
Korktular... Yasak dediler gayrimeşru
biçimde... Grup Yorum bu yasadışı ve
gayrimeşru yasaklamayı tanımadıklarını bu konserin her yıl olduğu gibi
daha büyük coşkuyla yapılacağını
ilan etti.
Ve yapıldı konser, sokak sokak, meydan meydan, halaylarla, türkülerle
direndi halk! Neredeydiniz? Nerede
olmalıydınız? Haziran Ayaklanması’nda olanlar her yerden yine geldiler
ve Haziran günlerindeki gibi direndiler. Halaylar kurdular, polis beş metreye gelene kadar bozmadılar halayı.
Siz orada olmalıydınız. O milyonlar
sizi yanlarında aradılar. Grup Yorumcular, korocuları, çocuk orkestrası,
her mahalleden, ve hatta Anadolu'dan, Hatay'dan, Ankara'dan, Dersim'den, Bursa'dan... Yasaklandığını
duyunca daha bir öfke ile otobüslere
doluşup gelenler, sizi de seviyorlar...
Aradılar gözleri, neredeydiniz? Dostlarınız, Grup Yorumcular birer ikişer
her biri bir savaşçı sanatçıydılar ve
Taksim'de, Bakırköy'ün her sokağı’nda Konser Direnişi'ndeydiler... Sizler
de olmalıydınız.. Orada olmanın tarihsel büyüklüğü şu köhnemiş korkuları, statükoları, faşizmin parçalanması, yerine kendi umutlu ve yürekli
inancınızla parçalayacak olan orada
halkla birlikte direnmekti.
Dostça eleştirinin en ağır ve doğru
yükünü siz kendinizeyükleyin. Yaşadığımız faşizm gerçeğidir.. Cesaret
dostlar... Faşizmin ve emperyalizmin
ideolojik olarak tükenmişliğine, tek
dayanağı zulmünün kofluğuna inanın.
Halka dönün! Yeneriz!
Mutlaka yeneceğiz!
Cesaret, Daha Fazla Cesaret...
Kaybetmeyeceksiniz,
Kazanacağız!!! o
34
tavir mayis.indd 34
5/7/15 11:21 AM
eduardo galeanoya teşekkür
ve bin selam
ümit ilter
“Ve size bir söz verirsem,
kendimi de vermiş olurum.”
Eduardo Galeano
esik damarlarımız olduğunu gösterdin bize. Kalbimizin içinde. “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” değildi sadece senden öğrendigimiz. Hayatımızın paramparça edilen damarlarıydı. İsyan
kanayan damarlardı bunlar…
K
“Ateş Anıları”mız olduğunu anımsattın bize. “Nereden
geldiğini bilmeyen nereye gittiğini nasıl bilebilir?” diye
dordun bize hep: Cevabını paylaşarak! Öğrendik, anılarımızın neden ateşli olduğunu.Ki ancak anıları ateşli olanların, geleceği aydınlık olur…
Elbette, “Biz Hayır Diyoruz” sömürü ve zulme. Hor görülmeye, adaletsizliğe, alçaklığa…Hayır diyoruz. Biz, birbirimizi, sömürü ve zulme “Hayır!”deyişimizden biliyoruz. Ve
sen, bize “Hayır!” diyebilmenin gerekliliği kadar güzelliğini de kavratıyorsun…
Saklamaya hiç gerek yok: “Gölgede ve Güneşte Futbol”
oynamayı seviyoruz. Kan kardeşi olduğumuz kadar, ter
kardeşiyiz aynı zamanda. Omuz omuza futbol oynadık
önce. “Faşizme Karşı Omuz Omuza” olmayı öğrendik
sonra.Ve sen, halk çocuklarının futbolu niye sevdiğini
severek anlattın bize…
Hayat denilen kavganın içinde “Aşkın ve Savaşın Gündüz
ve Geceleri”ni yaşadık pişman olmadan. Çünkü, günleri
umut ile geceleri onur ile güzelleştirdik. Ve sen, hayatın
35
tavir mayis.indd 35
5/7/15 11:21 AM
Okudukça onurla, umutla, halklarla vfe yarınlarla
kucaklaşmamızı sağlayan. Ki tam da bu nedenle
yazmadın mı zaten her kelimeni. Ve hiç biri boşa
gitmedi…
“Ve Günler Yürümeye Başladı Demiştin”, günlerin
nereye yürüdüğünü göstererek. Gördük; günler,
sosyalizme yürüyor. Ağır aksak belki ama hiç durmadan. Ki “Sosyalizm, insanları arılaştırdığı, bencillikten uzaklaştırdığı, rekabetten ve aç gözlülükten kurtardığı oranda anlam kazanıyor” diyordun
sen de hiç durmadan…
Senin kaleminden dökülen “Aynalar” bize kim olduğumuzu nereden ve nasıl geldiğimizi , nereye
gittiğimizi hissettirir. Söylemenin ötesine geçerek,
derinden ve içten hissettirir. Midenin açlığı hissetmesi gibidir gibidir bu. Tersi mümkün değildir. Açken, tokluk hissedilmez çünkü…
hakkını vermekten bahsettin o gündüz ve geceler
boyunca…
Haklısın, üstad, “Tepetaklak” bir dünya bu. Zalimin
iğrenç yalanları, nasıl da tetikliyor kusma hissini. Ve
sen “Tersine Dünya Okulu”muzun ölümsüz öğretmeni olarak, yalanla nasıl başedileceğini de gösterdin…
“Zamanın Ağızları” bize ne söylüyor, anlattın hiç
usanmadan. Anladık ki, Büyük İnsanlık, senin ağzınla anlatıyor kendi öyküsünü bize. Anladık ki , anlatılan bizim hikayemiz. Ve sen, tarihin dengbejinden başkasın değilsin…
Koştuk, “Yürüyen kelimeler”in peşinden. Ki ancak,
gönül dilinden dökülen kelimeler, adresini bilerek
yürüyebilir böyle. Halkların tarih tarlasından toplayıp bize armağan ettiğin kelimelerdir onlar. Bizim
kelimelerimizdir hepsi…
Halk düşmanları bölmenin, parçalamanın, yabancılaşmanın kanun kitaplarını yazarken, sen “kucakalşmanın Kitabı” nı yazdın.
“Henüz haritalarda yer almayan bir ülkenin özlemini duyorum” demiştin. O ülkenin adı, “Gelecek”ti
ve gelecek , bizimdir. Ki tarihi sevdirdiğin kadar ,
geleceği özlemeyi de gösterdin. Ve ancak, geleceği özlemeyi bilenler geleceğe giderler, değil mi
üstad?
Diyordun ki: “Ütopya ufka benziyor. ( Ben iki adım
atıyorum , o iki adım geriye gidiyor. Ben on adım
atıyorum, o on adım geriliyor.) Ufuk erişilmezdir. O
zaman neden ütopyaya ihtiyacımız var? Şu nedenle: Yürüyüşü sürdürebilmek için…”
Sevgili söz üstadımız Eduardo Galeona, Büyük İnsanlığın yürüyüşü sürdükçe, senin sözlerin daima
yön gösterecektir. Gazeteler, öldüğünü yazıyorlar .
“Aptallar” derdin ve eklerdin; Sözler ölmez…
Sen Büyük İnsanlığın büyüklüğüne dair, halklara
çok sözler verdin. Kendini verdin, halkların ölümsüzlüğüne. Kendini kattın, insanliğin büyüklüğüne…
Bitirirken, Che’den bahsettiğin o sözün senin, senin gözlerin için de geçerli olduğunu not düşmeliyiz buraya: “Herkes gibi, Che Guevara da kendini
gözleriyle ele verirdi. Daha yeni doğmuş gibi apaydınlık bakışını anımsıyorum, inanç dolu insanların
bakışı…” o
36
tavir mayis.indd 36
5/7/15 11:21 AM
işimi geri istiyorum!
mustafa erdem
“Direnenler her zaman kazanmayabilirler. Ama kazananlar her zaman direnenlerdir.”
isan ayının başı... İstanbul’un en ücra noktalarından biri...Bir tekstil
fabrikası önü, 2 kişi fabrikanın kapısına zincirlemiş kendini, haklarını kazanmanın direnmeden geçtiği bilinciyle “İşçiyiz
Haklıyız Kazanacağız” sloganı
atıyor.
N
Nefa Tekstil işçisi Erkan Munar,
haklarını aradığı için apar topar
işten atılmasına karşı fabrika
önündeki direnişinin 58. gününde. İşten çıkartıldığı gün haklarını kazanmak, işe geri alınmak
için fabrika önüne kurdu çadırını.
Kaç kez saldırıya uğradı kaç kez
talan edildi çadırı, kaç kez gözaltına alındı ama direniyor Erkan.
Yanında bir arkadaşı 58. gün
zincirliyor kendini fabrika kapısına. İnanıyor Erkan direnecek ve
kazanacak, önünde örnekleri var;
Türkan Albayrak, Cansel Malatyalı…
Erkan direniş sloganları atarken
patron panikliyor ve işçileri kışkırtıp Erkan’a karşı fabrika bahçesine çıkarıyor. Oysa günlerdir işçi-
ler Erkan’ı görmesin diye elinden
geleni yapıyordu. Yasaktı işçilerin
Erkan’ı görmesi ki, zaten Erkan’ı
işçileri patrona karşı kışkırttığı
gerekçesiyle işten atmıştı patron.
Birkaç patron şakşakçısı çıkıyor
bahçeye bağırıyorlar ”biz de seni
istemiyoruz” diye. Erkan anlamıyor önce; arkadaşlarını görünce
seviniyor, sonunda bana desteğe
geldiler diye düşünüyor, bağırışlarını anlayınca şaşırıyor, üzülüyor ama olsun diyor anlayacaklar
birgün, direnen kazanacak....
O gün gözaltına alınıyor Erkan ve
bu ilk gözaltısı değil elbette. Patron-polis işbirliği göz göre göre
yapılıyor; o da yetmiyor, savcı da
katılıyor bu işe. Erkan’a “bir daha
gelirsen buraya tutuklama talebiyle mahkemeye gönderirim” diyor. Ve veriyor Erkan’a "denetimli
serbestlik", bir daha gittiğinde bir
"denetimli serbestlik" daha... Direnişten koparacağını sanıyor savcı
böyle yapınca, ama Erkan her gözaltından sonra fabrika önüne gidip kuruyor çadırını yine. Fabrika
önü toz toprak, sürekli kamyon, tır
geçiyor. Her geçişlerinde yerdeki
toz havalanıyor; Erkan her vakit
soluyor o tozu. İhtiyaçlarını giderebileceği herhangi bir yer, işletme yok; olanları da tehdit ediyor
patron. Tecrit etmeye çalışıyorlar
Erkan’ı. Erkan’a selam verene
“ne yaptığının farkında mısın?”
diye soruluyor.İnceden bir tehdit
bu aslında. Verilmeyen zammın,
yatırılmayan sigortanın hesabını
sorduğu, arkadaşlarıyla konuştuğu için yaşıyor tüm bunları Erkan.
Patron kayıtsız kalıyor ilk başta;
kar-kış durmaz, dayanamaz gider
diye düşünüyor, Erkan’ın direnişini görmezden geliyor kendince.
Ama Erkan kar kış fırtına demeden direniyor, anlıyor işin ciddiyetini patron polise başvuruyor bu
sefer böyle yıldıracağını sanıyor
ama yanılıyor. İşe geri alınasıya
kadar vazgeçmeyeceğim diyor
Erkan, ne gerekiyorsa yapacağım, bir işçiyi işten atmak bu kadar kolay olmamalı... Biliyor Erkan biz de biliyoruz tarihte böyle
yazmış; direnen kazanır elbet.Er
ya da geç...o
37
tavir mayis.indd 37
5/7/15 11:21 AM
toplumsal bir eylem olarak
mimarlık
kamil sarıca
imarlık insanın ve
toplulukların
temel
gereksinimlerinden
olan barınma faaliyeti
ile ilişkili olarak insanlığın kendi
tarihi kadar eskidir. Dolayısıyla
insanın ve toplumların kendileri
tarafından gerçekleştirilen temel
gereksinimlere yönelik bir eylemdir. Toplumlarla mimarlığın bu
doğrudan ve organik ilişkisi tarihte öncelikle tiranların anıtsal yapılarının inşaasında zedelenmiş
her coğrafya ve kültürde parasal
gücün ve siyasi iktidarların temsilcisi olan ve kendisine olağanüstü hatta kutsal nitelikler atfedilen bir ‘mimar’ figürü ile bu bağ
koparılmıştır. Daha sonra ise masonik gizli örgütlenmeler aracılığı
ile kendi içine kapalı bir meslek
loncasının gelişmesi sonucu, mimarlık kurumu giderek özerkliğini
ve kendi gücünü tescil etmeye
başlamıştır. Son aşamada ise
M
endüstri devrimi, kapitalist ekonomik/siyasi düzen ve teknokrat
tekelleri aracılığıyla egemen sınıfların icraatlerini meşrulaştırdığı
uzmanlaşma mekanizması içerisinde ‘mimarlık’ mesleği de fiziki
çevrenin oluşumunda bir tür üstten bakışa sahip, elitist bir tekel
oluşturma yolunda adımlarını hızla atmaya başlamıştır. Bu doğrultuda da siyasi ve ekonomik güç
odaklarının kurduğu düzenekte
kendi çarklarını yerleştirmeye
başlamıştır. Bu süreç, literatürde
‘Tanrı Kompleksi’ olarak tanımlanan durumu, yani mimarların kapılageldiği bir tür hastalığı ortaya
çıkarmıştır. Bu süreçte mimar her
tür toplumsal duyarlılık ve sorumluluktan uzak ‘yüce yaratıcılar’
olarak görülmüş, mimarlar da bu
yükün altında ezilmiş ve toplumcul yaklaşımlardan daha da hızla
sapmışlardır.
Mimarlık bizlere çok erken yaşlardan itibaren ‘tanrı vergisi yeteneğe sahip ayrıcalıklı kişiler’ tarafından gerçekleştirilen gösterişli,
ışıltılı, süslemeli yapılar; saraylar,
gökdelenler, anıtlar üzerinden tanıtıldı. Her insan doğasında olan
kendi çevresini kendi ihtiyaçları
doğrultusunda şekillendirebilme
yetisini ise giderek kendinden
daha usta ve yetkin gördüğü
(öyle görmeye koşullandırıldığı)
bir başkasına, yani mimara devretmeye başladı.
Mimarlık eylemi doğal ve kolektif
niteliğinden uzaklaştırılıp, araya
profesyonel bir figür (yani mimar)
konarak toplumun elinden alınmış ve güçlülerin biçimlendirebileceği bir mekanizmaya dönüştürülmeye başlanmıştır. Giderek
‘mimar’ figürü nezdinde bireysel
bir çaba, yetenek, bilgi ve başarı
olarak görülen inşa ve mimarlık
38
tavir mayis.indd 38
5/7/15 11:21 AM
eylemine ilişkin anlayış, mimar
görevini üstlenen bireye, mimarlığı ortaya çıkaran pek çok diğer
aktörden (mühendisiler, teknikerler, esnaflar, vs. ve özellikle de
işçilerden) daha ayrıcalıklı bir
değer atfetmeye başlamıştır. Mimara atfedilen bu abartılı değer,
mimarın bireysel egosunu giderek ve artarak daha ön plana çıkarmış ve bu egonun tatmini ise
kapitalist sistemde bina ve arsayı
sahiplenen güç odaklarınca sağlanmıştır. Mimarın egosu ve erk’in
kaynakları birbirini büyüten bir
çarklı sisteme ve bir kısır döngüye dönüşmüştür.
Oysa insan doğadaki pek çok
canlı gibi toplumsal bir varlıktır.
Biz insanlar da yeryüzündeki diğer pek çok canlı türü gibi topluluklar halince yaşar, üretir ve
dolayısıyla da fiziki yaşam çevrelerimizi de topluluklar halinde
ve kolektif bir bilinçle meydana
getiririz. Karınca toplulukları, arı
toplulukları, termit toplulukları
gibi kitlesel üretim yapan organizmaların yaşam çevreleri onların
kolektif yaşamlarını yansıtacak
niteliklere sahiptir. Harrandaki geleneksel toprak evler ile karınca
topluluklarının yuvaları arasındaki şaşırtıcı benzerliğin yanısıra,
karıncaların yer altında ürettikleri ulaşım ağları ile insanoğlunun
yeraltı ulaşımını sağladığı metro
ağları arasındaki ilişki, ve yine bir
tür karınca olan termitlerin inşa
ettikleri kuleler ile büyük atriumlar arasındaki büyük benzerlik, ve
hatta bu organik kuleler ile bizim
yarattığımız geleneksel yapılardaki doğal havalandırma sistemleri arasındaki temel benzerlikler
mimarlığın kitlesel niteliğinin birer
kanıtı olarak gözlerimizin önüne
seriliyorlar.
İnsanların ürettikleri fiziki çevreler ise geleneksel toplulukların
birlikte imece usulüyle ürettiği
sivil mimari ortamlarda (örneğin,
köylerimizde, gecekondularımızda, eski mahallelerimizde vs.) bu
kolektif bilinci, birbirine saygıyı
ve özeni, ayrıca tevazuyu hala
sergilemeye devam ederken, diğer yanda günümüzün ‘modern’
veya ‘çağdaş’ olarak tanımlanan
kentsel ortamları oldukça bireysel
bir nitelik sergiler. Buralarda her
binanın diğerinin önüne geçmeye
çalıştığı, daha yükseldiği, daha
yeni ve pahalı malzemeler kullanarak kendini göstermeye gayret
ettiği binalardan oluşan yorucu
ve rahatsız edici çevrede buluruz
kendimizi.
Mimarın bir yandan toplum için
mimarlık yaptığına dair teorik
bilgi ve öte yandan da kapitalist
sistemin güç odaklarına hizmet
eden pozisyonu mimarda bir tür
‘iki yüzlü’ yapı oluşmasına sebep
olagelmiştir. Bir yandan mimarlar
yenin ve politikanın güç odaklarında aramaya başladı. Örneğin,
Hitler ve devletin baş mimarı
Speer, Mussolini ve şahsi mimarı Terragni arasındaki bu güç-mimalık ilişkisi, bu kirli işbirliğinin
tarihteki en çarpıcı ve en karanlık örneklerinden olmuştur. Zorlu
Holding’in boğazın ön görünüm
bölgesinde tüm imar kurallarını
delen ve tüm boğaz coğrafyasını
ve kamusal mekanı ezen abartılı
binası, Torunlar Holding’in 10 işçinin hayatına mal olan, ve zaten
aşırı sıkışık bir kent merkezi olan
Mecidiyeköy’e ekstra yoğunluk
getiren devasa binaları, Bosphorus 360 adıyla bilinen ve Etiler
Polis Okulu alanının El-Kaide
bağlantılı olduğu iddia edilen ve
hükümet yetkililerin ortaklığının
da 17 aralık sürecinde ortaya çıktığı projedeki gibi pek çok büyük
bina kompleksi, her açıdan sergilediği abartısıyla halkı ezmeye
çalışan ve ‘kaç-ak saray’ olarak
da bilinen cumhurbaşkanlığı sarayı, bireysel güçlerin mimarlık
yapının çevresine verdiği olumlu katkılardan bahsederken asıl
odakları, daima yapının maliyeti,
işletme kolaylığı, karlılığı vs. olmuştur. Dolayısıyla mimar kendine atfedilen bu gücü (ihtiyacı olan
asıl güç olan toplumun kendisinden uzaklaştığından) başka güç
odaklarında, özellikle de serma-
aracılığıyla toplumu nasıl ezdiğinin en yakında gördüğümüz somut örnekleridir. Diğer pek çok
kentsel dönüşüm projesi adı altında gerçekleşen rant odaklı yıkıp
yerinden etme ve soylulaştırma
projeleri, mimarlığın nasıl bir silah olarak kullanıldığını ve şiddet
aracı olarak kullanıp kamuyu top-
39
tavir mayis.indd 39
5/7/15 11:21 AM
lumu taciz etme mekanizması haline geldiğini açıkça gözler önüne
sermiştir artık.
Başlangıçta da sözü edilen ve
mimarlığın toplumsal yörüngesinden çıkarılmasında araç olarak kullanılan ‘Tanrı Kompleksi’ o
kadar etkili bir hastalıktır ki; kent
içinde daha çok rant yaratabilmek
için diğer binaların önüne geçmek
üzerine örgütlenen vahşi emlak
sektörünün akrobatı haline gelen
mimar, bir yandan kendi etik kaymalarını binaların gerçek kullanıcısı ve dolayısıyla gerçek sahibi
olan halktan gizlemeye yönelik
ilüzyon gösterisi yapan, diğer
yandan da binalara para ve siyasi güçleriyle sahip olan zenginleri
eğlendiren bir şovmen durumuna
düşer ve ne yazık ki bunun farkına dahi varmadan bu çarkın içinde kendini tüketir.
Kendisine biçilen ‘orkestra şefi
mimar’ rolünü oynamak için bilgisi olmayan alanlarda da son sözü
söyleme gayreti içine ve hatasına
düşen mimar, bina üretiminde rol
alan aktörlerden sürekli rol çaldığından eser olması gerektiği gibi
icra edilemez hale gelir. Mekanın bir emlak ürünü, binanın bir
emlak değeri, mimarın da bir iş
adamı olduğu bu düzeni hiç sorgulamaz. Sorgulamak bir yana,
vahşi emlak sektörüne hammadde olarak emlak işçisi mimarlar
yetiştiren bir eğitimden bir an
önce çıkıp emlak kölesi çömez
mimar olabilmek için can atar ve
bu mekanizmanın hiç farkına bile
varamaz hale getirilir. Bu süreç ve
mekanizmanın çarklarından hasbelkader ezilmeden çıkıp kendi
işini kuran, dolayısıyla bu vahşi
rekabet ortamında kendini halk
deyişi ile ‘daha uzağa yapabilme
yarışı’ içinde bulan bu hastalıklı
mimar figürü, bu bireysel başarı
yolunda toplumsal her tavizi de
mubah görmek durumunda kalır.
Kendini güç ve para sahiplerine
beğendirmeye çalışan ve kendini
ve ürününü pazarlamaya çalışan
mimar da, o mimarın yaptığı mimarlık da kaçınılmaz olarak eninde sonunda meta haline getirilegelmiş olup, özünde tamamıyla
toplumsal olan bu eylemi dahi,
fiziki çevrenin nasıl olması gerektiğine dair söz hakkı olduğunu sanan bir sınıfın hakimiyetine teslim
etme hatasını uzun süredir sürdüregelmiştir.
Mimarlık eğitimi ise, yukarıda
anlatıldığı üzere emlak ve inşaat sektörlerinin de müdahale
ve körüklemesiyle birlikte, birer
mimarlık kahramanı yaratmaya
odaklanmış şekilde koşullanıyor.
Dünyada sayıları belli ve bazı lobilerce desteklenen küresel ‘star
mimarlar’ birer mimarlık camiası
şöhreti olarak sürekli ön plana
çıkarılmakta, onların yapıları, bu
binalar hakkında söyleyip yazdıkları çeşitli mecralarda basılıp yayınlanarak mimarlık adaylarının
önüne varmaları gereken idealler,
örnek almaları gereken rol modeller olarak pazarlanmaktadır.
basit imkanlarıyla imece usulüyle
kendileri üretmektedirler. Mimarlık anlayışının temel bir kolu ve
mimarlık eğitiminin de alternatif
yaklaşımları mimarlık denilen olguyu toplumsal bir eylem olarak
algılayarak mimarlık bilgi alanını bu yönde geliştirmeye devam
etmektedir. Kendini toplumun bir
parçası olarak görebilen bir mimarlık anlayışı ise hala mümkün
ve ana akım mimarlık anlayışı
ve eğitiminin yanında mütevazı
bir şekilde varlığını sürdürmeye
devam ediyor. Örneğin, mimarsız mimarlık, gerilla mimarlığı,
üçüncül mekanlar, vs. gibi mimarlık anlayışları binayı komünal bir
ürün, mimarlığı ise toplumsal bir
eylem olarak algılayan mimari
öğretilerdir. Halkın Mimar Mühendisleri (HMM) ve Mimar Meclisi
(MM) de bu anlayışla, mimarlık
pratiğini, bu bilgiye ihtiyaç duyan halkın hizmetine doğrudan
sunmayı hedeflemişlerdir. Gücün
hizmetinde ve onların temsilcisi
olan, ranta hizmet eden, egosu
yüksek ve şişkin bir mimar figürü
yerine hem meslektaşlarıyla hem
de halkla beraber imece usulü
içinde hareket eden, direngen bir
mimarlığı hayata geçirmek gayreti içindedirler.
Oysa mimarlık toplum için toplum tarafından pratik edilen bir
eylemdir. Ne mutlu ki, en çok
gözler önünde teşhir edilen, basında en çok pompalanan her
olgu o alandaki etkinliğin çok küçük bir yüzdesini oluşturmaktadır.
Dolayısıyla yine ne mutlu ki, her
alanda olduğu gibi dergilerde,
reklamlarda, gazete sayfalarında
mimarlık alanında da gördüğümüz bu pırıltılı mimarlık faaliyeti
gerçek barınma faaliyetinin çok
küçük bir yüzdesini oluşturmaktadır. Halklar kendi çevrelerini kendi
Artık asıl ve temel soru; mimar
olarak toplum ve birey, kamu ve
özel arasında nerede durduğumuzdur. ‘Mimarlık uygulanageldiği ve öğretiledurduğu gibi birey
olarak özel sektör için yapılan bir
meslek etkinliği midir?’ sorusunun cevabını verebilmektir.o
40
tavir mayis.indd 40
5/7/15 11:21 AM
“moskova önlerinde” bir şose
fazıl aktaş
osyalist anavatan tehlikededir. Hitler’in katillerden oluşmuş Nazi
ordusu Moskova önlerine dayanmıştır. İkinci Paylaşım
Savaşı’nın en kanlı çarpışmalarının yaşandığı bir yerdir “Moskova
Önlerinde” yer alan Volokolamsk
Şosesi... Orayı korumakla görevli olan ve ne olursa olsun bir
adım bile geri çekilmeme talimatı
alan taburun komutanı da bir Kazak Türk’ü olan Baurdcan Momiş
Uli’dir.
S
Savaş çocuk oyuncağı değildir.
Ölmek ve öldürmek üzerine kurulmuş olan bu denklemde, çözümün ne olacağına çarpışan
tarafların gücü, inancı, yüreği
karar verir. Naziler, Hitler öncülüğünde emperyalistlerin yüksek
çıkarları için binlerce kilometre
öteye gelmiş ve sosyalist anavatanı işgal etmiştir. Avusturya’yı,
Polonya’yı, Fransa’yı, Hollanda’yı
ve daha birçok ülkeyi işgal etmiş
olmaktan güç alan Naziler gözlerini Sovyetler Birliği’ne dikmiş
ve ordusunun çok önemli bir bölümünü bu toprakları işgale ayırmıştır. Sovyetler Birliği’ne yönelik
bu azgın saldırının altında sosyalizm tehlikesinin(!)bertaraf edilmesi ve emperyalistlerin önünün
düzlenmesi yatıyordu aslında.
Öyle ki Almanlar’a karşı savaşan ABD, İngiltere ve Fransa bile
Sovyetler Birliği’nin ve bununla
beraber sosyalizmin tek kalesinin
yıkılmasını, sosyalizmin ortadan
kalkmasını en az Almanlar kadar
istiyorlardı. Ancak savaş onların
istedikleri şekilde bitmeyecek,
SBKP üyesi kömünist savaşçılar
ve Sovyet halkı hem Nazilerin
hem de diğer emperyalistlerin
heveslerini kursaklarında bırakacak, sosyalist anavatanı ve sosyalizmi 20 milyon can pahasına
koruyacaklardı. İşte Aleksandr
Aleksandroviç Bek, bize o günleri anlatıyor “Moskova Önlerinde”
adlı eserinde...
ikinci Paylaşım Savaşı’nda savaş muhabirliği yapan Aleksandr
Aleksandroviç Bek, Alman-Sovyet çarpışmasının kaderini tayin
eden, büyük dönemeci noktalayan Volokolamsk Savaşlarını, bu
savaşta çok önemli görev yapan
taburun günlük yaşamını günümüze getiren, bu taburun komutanı Kazak Türk Baurdcan Momiş Uli'nin anılarından oluşan bu
eseri, savaşın bitiminin 25. yıldönümünde Sovyet Tarihi Edebi
Kurulu’nca o günleri olduğu gibi
yaşatan eser olarak seçilmiş... “O
günleri olduğu gibi yaşatan” sözünün ete kemiğe büründüğüne
karşı çıkan olmayacaktır sanıyoruz çünkü okuyanın o günleri hissetmemesi imkansız. Öyle canlı,
öyle gerçek anlatılanlar. Momiş
Uli, eksiği var fazlası yok, diyor,
Bek’e anlatırken...
Vatan sevgisi somuttur. Bu sevginin cephedeki karşılığı, ölmeye
ve öldürmeye hazır olmak kadar
41
tavir mayis.indd 41
5/7/15 11:21 AM
́ angi o?’
H
Cevap vermedi. Anlıyorum: Ölümden bahsediyor.
Ondan korkuyor.
Yeniden sordum:
́Yaşamayı istiyor musun?’
́İstiyorum Yoldaş Kombat.’
́O zaman boz tüm bunları. Cehenneme at bu sırıkları. Kalın telgraf direkleri gibi ağaçlar koy. Beş
sıra halinde, üst üste koy onları. Öyle olsun ki top
mermisi bile gelse bir şey yapmasın.’...” (Moskova
Önlerinde/Syf: 39)
Askerin cepheye aslında ölmeye değil, yaşamaya
geldiğini Momiş Uli’ye söyleyen, onu ölmeye ve öldürmeye hazırlayacak olanın komutan olduğunu
öğreten General İvan Vasiliyeviç Panfilov’du. Panfilov yürekli bir komünist olduğu kadar, çok deneyimli
bir savaş ustasıydı. Momiş Uli, ondan öğrendikleriyle zaferi kazanacaktı Volokolamsk Şosesi’nde...
Savaşmayı da ondan öğrenmişlerdi, korkuyu yenmeyi de... “Askerin göğsü ile savaşılmaz, onları koruyacaksın! Ateş edeceksin, onları ateşle koruyacaksın ve tabi davranışlarınla!” demişti Panfilov. Bu
uyarı Almanların her saldırısında aklına gelecekti
Momiş Uli’nin...
ilke ve kurallara sonuna kadar bağlılık ve işini önemsemektir. Bunu Momiş Uli öğretiyor küçük bir eğitimle...
“Bir sipere yaklaştım. Askerler siperi çalılarla örtmüş, üstüne de toprak döküyorlardı.
́Bu yaptığın nedir?
́Siper, Yoldaş Kombat...’
́Ya bu üstündeki ne?’
́Ağaçlar, Yoldaş Kombat.’
́Çık bakalım oradan. Bu ağaçların ne olduğunu şimdi göstereceğim sana...’
Askerler dışarı fırladılar. Tabancamı çıkarıp, önde
görülen ağaçlara birkaç kurşun sıktım.
́Gir yerine. Bak bakalım kurşunlar içeri geçmiş mi?’
́Geçmiş Yoldaş Kombat.’
́O halde ne yapmışsın sen? Bu nedir? Orta Asya’da
bir bahçıvan kulübesi mi? Orada güneşten mi saklanacaksın?... Neden susuyorsun?’
Er, yarım ağızla konuştu:
́O seni her yerde bulacaktır.’
Bir savaşın “kaderi”, Moskova’ya çok yakında bir
şosede çizilebilir mi? Bunu birileri önceden söylemiş olsa herkes gülerdi herhalde ama çiziliyormuş
işte. Panfilov’un eşsiz savaş dehası, Momiş Uli’nin
cüreti, cesareti ve inancı, Sovyet askerinin kahramanlığı ile birleşince, o devasa güce sahip Naziler
yeniliyormuş işte. İmkansız bir şeyin olmadığını bir
kez daha okuyoruz bu kitapta. Savaşı, kahramanlığı
ve ihaneti, korkuyu ve cesareti, vatan sevgisini ve
kopkoyu bencilliği, feda ruhunu ve daha sayamayacağımız birçok şeyi okuyoruz. Her satırında bir ders
alınıyor “Moskova Önlerinde”nin. Bek’in yazdığı satırların günümüz Türkiyesi’nde bizlerde o dönem savaşan Sovyet kahramanlarının hissetlikleriyle aynı
duyguları yaşatmasının anlamı çok büyüktür. Hiçbir
şeyi unutmamak gerekiyor. Panfilov’u, Momiş Uli’yi,
önce korkan, sonra kahramanca şehit düşen Zayev’i
ve 20 milyon Sovyet kahramanını hiç unutmamak
gerekiyor! Unutmamak için de okumak... Moskova
Önlerinde mutlaka okunmalı! o
42
tavir mayis.indd 42
5/7/15 11:21 AM
onurun ve vatan sevgisinin
filmi: çapayev
demir durmaz
daha zorlu bir süreç başlamıştır. Bir iç savaş sürecidir başlayan. İktidarını kaybetmiş karşı-devrimci sınıf ve her türden
uzantıları, devrimi boğmak için
emperyalistlerin de desteklediği
Beyaz Ordu’da birleşmişlerdir.
Bütün ülke topraklarında Beyaz
Ordu ve Kızıl Ordu’nun eski ile
yeninin, haklı ile haksızın savaşı
sürmektedir.
e en çok izlenenler listelerinde görürüz onları ne
de televizyon kanallarında izleyebiliriz. Çünkü
onlar, Büyük İnsanlığın dününü
ve bugününü anlatarak yarınına
ışık tutan devrimci sinemamızın
filmleridir. Ve Sovyet yönetmenler
Vassiliev kardeşlerin filmi Çapayev de onlardan biridir. Filmde anlatılan, Çapayev’in hikayesidir ve
bu elbette ki, bizim hikayemizdir...
N
Bilinir; Ekim Devrimi sonrası Rusyası’nda Lenin önderliğindeki
Bolşevikler ve halklar için yeni ve
Eski bir çavuş olan Vassily İvanoviç Çapayev, Beyaz Ordu’ya
karşı devrimi savunan Kızıl
Ordu’ da bir tümen komutanıdır.
Çapayev askeri konularda iyi bir
komutandır, taktik ve kararlarıyla
sonuç alır, askerlerini savaşta iyi
yönetir ve iyi savaştırır. Beyazlar
da farkındadır bunun ki karşı-devrimin komutanlarından biri onun
için “ciddi bir rakip “der. Çünkü,
tek bir hedefe kilitlenmiştir Çapayev: Devrimi korumak ve Beyaz
Ordu’yu yok etmek.
Parti, Çapayev’in tümenine bir politik komiser gönderir. Politik komiser Furmanov’un tümene gelmesiyle beraber Çapayev için yeni
bir süreç başlamıştır.
Partili bir komünist değildir Çapayev. Lenin önderliğinde devrimi
korumaya kilitlenmiş olmasına
rağmen bilgi ve politik bilinç açısından oldukça geridir. Bir köylünün “Bolşevik misin yoksa komünist misin?” sorusundaki kasıt ve
basit iğneyi dahi anlayamaz. Furmanov’un gelişiyle birlikte daha
çok açığa çıkmıştır bu. Adını ve
otoritesini herkese kabul ettirmiştir
Çapayev. Oldukça serttir. Altındaki insanlara sürekli bağırır. Kurallar, gereklilikler değil, Çapayev’in
söyledikleri doğrudur her zaman.
Çapayev’le Furmanov arasında bir çatışma başlar. Furmanov
Çapayev’in kararlılığını, devrime
ve Lenin’e olan bağlılığının, karşı-devrimcilere olan öfkesinin farkındadır. Çapayev’in askerleriyle
ve köylülerle olan ilişkilerini gözlemler. Kimi zaman, onu, sorular
sorarak sıkıştırır. Çapayev’de bilgiye ve öğrenmeye dair bir ilgi
yaratır. Çapayev kendine, ilişkilerine çeki düzen vermeye başlar.
Öğrendiklerini altındakilere de
anlatır. Yaşanan, iç savaşın ağır
koşullarında, yeni insanın kendini yaratma sürecidir esasında.
Çapayev ben değil biz olmayı ve
bu olmaksızın Beyazların asla ye-
43
tavir mayis.indd 43
5/7/15 11:21 AM
Chapaev Film
Künye
Yönetmen
Georgi Vasilyev
Sergei Vasilyev
Senaryo
Anna Furmanov
Dimitri Furmanov
Georgi Vasilyev
Görüntü Yönetmeni
Aleksandr Ksenofontov
Aleksandr Sigayev
Müzik
Gavriil Popov
Oyuncu
Boris Babochkin
Chapayev
Leonid Kmit
Petka
Varvara Myasnikova
Anka
Boris Blinov
Furmanov
Illarion Pevtsov
Colonel Borozdin
Ülke : Sovyetler Birliği Tür :
Dram, Tarih, Savaş
Süre : 93 dakika
IMDB Puan : 7.1/10
nilemeyeceğini; işçi sınıfının iktidarının, devrimin ve sosyalizmin
asla korunamayacağını öğrenir.
Furmanov’la çok sert tartışmalarından birinde Çapayev patlar:
Burada komutan kim? Sen mi,
ben mi? Furmanov’un cevabı
kısa ve fakat yeterince öğreticidir: Sen ve ben...Yani, BİZ...
Savaş koşullarında insana ait
her duygu daha özel ve yoğun
yaşanır. Aslolan savaştır ve zaferin kazanılması, karşı-devrimin
bütünüyle ezilmesidir. Böyle olduğu oranda aşk en güzel, en
derin ve en güçlüsünden yaşanır. Çapayev’in emir eri Petka ve
Furmanov’la beraber tümene gelen gönüllülerden olan Anka’nın
aşkı da böyledir. Anka iyi bir mitralyözcü olmak ister ve ona bunu
öğretecek olan Petka’dır. İşte
Anka ve Petka’nın aşkı bu eğitim
süreciyle, Beyaz Ordu’ya karşı
savaş arkadaşlığıyla doğmuş
ve büyümüştür. Ki aşk, devrimin
zaferi için mitralyöz öğrenmek ve
öğretmektir...
Filmde karşı-devrim cephesinde
yer alan halktan insanların duygu
ve düşünce dünyalarını da Be-
yaz Ordu komutanı Kappalev’in
emir eri Petroviç üzerinden görürüz. Petroviç’in kardeşi hasta
ve ölmek üzeredir. Bunu öğrenen Kappalev gerçek anlamda
hiçbir şey yapmaz. Öte yandan
Petroviç kardeşinin istediği balık çorbasını yapmak için balık
tutarken Petka tarafından esir
alınır. Petka, Petroviç ve kardeşinin hikayesini dinledikten sonra,
suç işlediğini ve tutuklanacağını
bildiği halde Petroviç’i serbest
bırakır. Petroviç, kardeşinin ölümüyle beraber karşı-devrim saflarını terkeder ve Kızıl Ordu’ya
katılır. Ve verdiği bilgiler sayesinde Beyaz Ordu’nun büyük bir
saldırısı püskürtülür.
Ekim Devrimi ve devamında iç
savaş mücadelesi sayısız Çapayev’i yaratmıştır. Ve zaferler
Çapayev’lerle kazanılmıştır. Çapayev’ler uzağımızda değil yanı
başımızdadır. Onların dönüşümü; onların emekleri,yaşam ve
mücadeleleri,
ölümsüzlükleri
halkların mücadelesinin kazanımıdır. Halklara yol gösteren birer
klavuzdur herbiri. Anlatılan bizim
hikayemizdir; Çapayev’i izleyelim.. o
44
tavir mayis.indd 44
5/7/15 11:21 AM
6. eyüp baş uluslararası
emperyalist saldırganlığa
karşı halkların birliği sempozyumu
sonuç deklarasyonu
1- Sempozyumumuz geçtiğimiz yıl “Anti-Emperyalist Cephe”yi kurma kararı almıştır. Anti-Emperyalist Cephe olarak
Ukrayna’da faşist iktidarın katliamlarına, Türkiye’de yaşanan Soma maden işçisi katliamına, Küba-Amerika ilişkileri
konusunda açıklamalarda bulunduk. www.anti-imperialistfront.org isimli ortak bir websitesi kurduk. Örgütler arası
ikili ilişkilerde çeşitli ortak projeleri hayata geçirdik ve buna devam ediyoruz.
Şimdi ortak adımları büyütme zamanı. Anti-Emperyalist Cephe’ye yeni örgütleri katmak bu gücü oluşturan bütün
bileşenlerin ortak görevidir.
2- Sempozyum; tüm anti emperyalist, anti faşist güçlere; ML, anti faşist, anarşist, emperyalizmin işbirlikçisi olmayan
ilerici yurtsever güçlere “Anti-Emperyalist Cephe”ye katılma çağrısı yapar.
3- Anti-Emperyalist Cephe çatısı altında sanatçıların, mühendislerin, avukatların birlikte projeler geliştirmesi ve
hayata geçirmesi önümüzde bir hedeftir.
4- Emperyalizme ve faşizme karşı; halkın ve devrimcilerin şiddeti meşrudur. Emperyalizme karşı savaşan halklar
terörist değildir.
5- Berkin Elvan’a adalet için kendini feda eden Şafak Yayla, Bahtiyar Doğruyol ve Elif Sultan Kalsen’i saygıyla
anıyoruz.
6- Tüm dünya hapishanelerinde yatan devrimci tutsaklara selam gönderiyoruz.
7- Küba’nın devrimci bir hatta devam etmesini, ABD’ye değil, halklara ve devrimcilere açılmasını ve Latin Amerika
devrimci güçlerini desteklemeye devam etmesini istiyoruz.
8- Suriye’yi parçalamak için saldıran, IŞİD’i yaratan, Kobane, Şengal ve Rojava’da, Ortadoğu’da katleden emperyalizm ve işbirlikçileridir.
9- SYRIZA, emperyalizm ve AB’yle bağını kesmedikçe, devlet mekanizmasını değiştirmedikçe; Yunan halkı yoksulluk ve esaratten kurtulamaz. Dünya seçimlerle değişmez, devrimlerle değişir.
10- ABD, AB emperyalizminin Ukrayna’daki saldırılarını kınıyor ve Ukrayna’daki anti-faşist, devrimci güçleri selamlıyoruz.
11- Venezuella’ya emperyalizmin darbe girişimini lanetliyoruz. ABD’nin “Venezuella’nın bir tehdit olduğu” şeklindeki
açıklamalarını kınıyoruz. Latin Amerika’nın emperyalizmin eliyle militarize edilmesini kınıyoruz.
12- Emperyalizm ve Arap işbirlikçileri Yemen’den çıksın.
13- Uzun yıllardır enternasyonal mücadelenin emektarlığını yapan Steve (Stephen) Kazcynski’yi haksız yere işkencelerle tutuklayan AKP hükümetini şiddetle kınıyoruz. Steve Kazcynski derhal serbest bırakılsın.
14- Grup Yorum’a yönelik baskılar karşısında birlikte bir Grup Yorum günü belirleyip, o gün AKP ve devlet temsilciliklerine protesto mektup ve faksları göndereceğiz.
15- Emperyalizmin inkar, teslimiyet ve tasfiyesine karşı Anti-Emperyalist Cephe’de birleşelim, savaşalım, kazanalım.
45
tavir mayis.indd 45
5/7/15 11:21 AM
haberler
Grup Yorum’un Öğrencileri
Helin Bölek ve Fırat Kıl Tutuklandı
Grup Yorum’un öğrencileri Helin Bölek ve Fırat Kıl, Çanakkale 18 Mart
Üniversitesi’nde öğrenci oldukları dönemle ilgili bir dava nedeniyle 20
Nisan günü Çanakkale Adliyesi’ne ifade vermek için gittiklerinde hukuksuz bir şekilde tutuklandılar.
Savcı tarafından yanlarında avukatları olmamasına rağmen ifadeleri
alınan Helin Bölek ve Fırat Kıl daha sonra yine avukatsız bir şekilde
çıkarıldıkları mahkemede savcılığın isteği üzerine, hiçbir dayanak gösterilmeden tutuklandı. Tutuklanmanın hemen sonrasında telefonla görüşebildiğimiz Helin ve Fırat, “son süreçten kaynaklı olarak tamamen keyfi
bir şekilde tutuklandıklarını” ifade ettiler. o
Geleneksel 1 Mayıs Pikniği yapıldı
alanında dolaşmakta olan bir bebeğe denk geliyordu.
Halk Cephesi’nin her yıl 1 Mayıs öncesi düzenlediği 1 Mayıs pikniği Gazi Mahallesi Barajüstü Sarıtepe Piknik alanında yapıldı. Sabah hafif yağan
yağmura rağmen mahallerden erken saatlerde
toplanmaya başlayan kitle otobüslerle piknik alanına geldiler. Geceden alanda bulunan görevliler
alanda hazırlıkları tamamlamış, kitlenin gelmesini
bekliyordu. Marş ve türkülerle piknik alanına gidildi. Hava da açmış, güneş kendini göstermeye
başlamıştı. İnsanlar daha yeni kahvaltı hazırlıklarını yaparken AKP’nin katil polisleri tahrik etmek
için alanın etrafında turlar atıyordu. ‘’Katil Polis
defol…’’ sloganları atılarak polis kovuldu. Kaçarak
giden polis, kitleye hedef göstererek plastik mermi
atıyordu ve o mermilerinden biri nerdeyse piknik
Polisin bu saldırısına rağmen piknik programlandığı gibi başladı.. Hep birlikte yer sofraları kurularak
kahvaltılar yapıldı. Davul Zurna eşliğinde halaylara duruldu, yarışmalar yapıldı. Alan mahaller arasındaki
yarışmalar kıyasıya sürdü… Piknik alanında şahitlerimizin isimlerini alan çocuklar kendi aralarında oyunlardı… İdil, Berkin, Mahir bebekler piknik alanın her köşesinde vardı.Cephe milislerin piknik alanındaki
gösterisi ise,kitlenin coşkusunu attırdı. Sarıgazi mahallesi müzik Grubu Umut Yağmur’undan sonra,Erdal
Bayrakoğlu şarkı ve türküleri ile sahne aldı..Erdal Bayrakoğlu’dan sonra da Grup Yorum sahne çıktı. Grup
Yorum 1Mayıs’ta Taksim’i zaptetmeye çağırdı. Piknik Grup Yorum’un söylediği kavga türküleri ve marşlarıyla son buldu.. o
46
tavir mayis.indd 46
5/7/15 11:21 AM
Victor jara’nın katili
ABD’de
yargılanacak
ABD’de bir yargıç, bugün ABD vatandaşı olan Şilili eski
subay Pedro Barrientos’un Şilili devrimci sanatçı Victor
Jara’ya işkence yapmak ve yargısız infaz yoluyla öldürmek suçlamalarıyla yargılanmasına karar verdi.
BBC Türkçe’nin haberine göre, Barrientos’a karşı davayı Jara’nın eşi Joan ve kızı Amanda açtı. Ailenin avukatı Almudena Bernabeu karardan memnuniyetlerini ifade
ederken diğer yanda sanığın “insanlığa karşı suçlar” kapsamında yargılanması talebini kabul etmemesinden hayalkırıklığı duyduklarını açıkladı.
Şilili Sanatçı Victor Jara, müziğiyle halkının sesi olduğu
için cuntacıların hedefi haline gelen sanatçılardandır.
Halkın acılarını, sömürüyü, emperyalizmin politikalarını anlattı şarkılarıyla. “Marksist kanser sökülüp atılacaktır” diyerek insan avına çıkan Şili’nin faşist diktatörü Pinochet’in ilk hedeflerinden biri oldu. Tutsak
edilerek Santiago Stadyumu’na doldurulan ve orada 16 Eylül 1973’te işkencelerde katledilen on binlerce
Şilili’nin arasında Victor Jara da vardı. Gitarını çaldığı eli kırılır, şarkı söyleyen dili kesilir ama pes etmez
yüreği. Devam eder ayaklarıyla, kırık parmaklarıyla ritim tutarak halkın sesi olmaya. Son şarkısını yüreğinde söylerken katledilir. o
Alman yazar Günter
Grass hayatını kaybetti
Günter Grass 87 yaşında,13 Nisan günü Lübeck’te tedavi gördüğü hastanede yaşama veda etti. Gençliğinde gönüllü olarak
Nazi ordusuna katılan Grass, Amerikan ordusuna yaralı olarak
esir düşmüş, daha sonra Sosyal Demokrat partisine katılarak
yazarlığa başlamıştı. En ünlü yapıtı olan Teneke Trampet, hem
gençliğinde yaptıklarının bir tür özelleştirisi hem de kapitalizmin
emperyalist savaş ve faşizmle geldiği çürümeyi protesto romanı sayılabilir. Günter Grass , 1999’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü
kazanmıştı. 28 Şubat günü aramızdan ayrılan ülkemizin onurlu
aydınlarından Yaşar Kemal’in de yakın dostu olan Grass, Yaşar
Kemal’in ölümünün ardından başsağlığı mesajı yayınlamıştı. Yazarın; Teneke Trampet’in dışında diğer
yapıtları Kedi Fare, Köpek Yılları, Lokal Anestezi, Pisi Balığı, Dişi Fare, Kafadan Doğumlar, Uzak Tarla,
Yüzyılım ve Kanser Yolunda. o
47
tavir mayis.indd 47
5/7/15 11:21 AM
kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...
Amerikan Yerlileri
Hollywood Setini
Terk Etti
Aktör Adam Sandler’in yeni filminde çalışan yerli Amerikalılar,
aşağılandıkları gerekçesiyle tepkilerini setten ayrılarak gösterdi.
Hollywood’un en tanındık yüzlerinden aktör Adam Sandler’in son
oynadığı filmde çalışan Amerikan
yerlileri seti terk etti. Sebebi ise
filmdeki yerli Amerikalı karakterlerin, aşağılayıcı şekilde sunulması... Adam Sandler’in son filmi
“The The Ridiculous 6”nın setinde çalışan Amerikalı yerliler, kendi kültürlerine hakaret edildiğini
savunuyor.
Gençlik Federasyonu Yine Polis Tarafından Basıldı
Daha önce sayısız kez basılan,
üyeleri gözaltına alınıp tutuklanan, eşyaları polis tarafından
yağmalanan Gençlik Federasyonu 6 Mayıs 2015 tarihinde, yine
gecenin ilerleyen saatlerinde
03.00 civarı yüzlerce polis tarafından basıldı. İtfaiye’nin merdivenleri ile pencere demirleri kesilerek
içeri girildi ve Gençlik Federasyonu üyeleri Yalçın Öztürk, Ahmet
Atılgan, Furkan Samet Adıyan ve
Hazal Seçer, Enes Erkuş, Sev-
can Adıgüzel, Ezgi Doğan, Mehmet Manas Doğay, Sinem Sezer,
Bünyamin Kılıç işkencelerle gözaltına alındı.
Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro
Ödülleri Sahiplerini Buldu
Beşiktaş’taki Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen
ödül töreninde, jüri başkanlığını
Zuhal Olcay’ın yaptığı sinema
ödüllerinde, müzikal ya da komedi dalında, “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülü “Deliha” ile
Gupse Özay’a, “En Başarılı Erkek
Oyuncu” ödülü ise “İçimdeki Ses”
filmiyle Engin Günaydın’a verildi.
Aynı kategoride, “Yardımcı Rolde
Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülünün sahibi Füsun Demirel olurken, “Yardımcı Rolde
Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” ödülünün sahibi ise Çağlar
Çorumlu oldu. Dram dalında “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu”
ödülünü “Gece” filmiyle Nurgül
Yeşilçay, “Yılın En Başarılı Erkek
Oyuncusu” ödülünü “İtirazım Var”
ile Serkan Keskin kazandı. Dram
kategorisinde “Yardımcı Rolde
Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülüne Vildan Atasever,
“Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” ödülüne ise
Settar Tanrıöğen layık görüldü.
Tiyatro ödüllerinde, “Yılın En Ba-
şarılı Kadın Oyuncusu” ödülü
Melisa Sözen’e, “Yılın En Başarılı
Erkek Oyuncu” ödülü Rıza Kocaoğlu’na, “Yardımcı Rolde Yılın En
Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülü
Aslı Yılmaz’a, “Yardımcı Rolde
Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” ödülü ise Ushan Çakır’a verildi.
Hamit Demir, Berkin Elvan Videosunda Yer Aldığı İçin “Diriliş/Ertuğrul” Dizisinden çıkarıldı
Oyuncu dizinin kadrosundan çıkarıldığını şöyle duyurdu: “On üç
bölüm oynadığım ‘Diriliş/Ertuğrul’ dizisinden, Sanat Meclisi ile
birlikte çektiğimiz ‘Berkin Elvan’
videosunda yer almamdan dolayı, sözleşmem tek taraflı sonlandırılarak, atıldım. İktidarın, bana
kadar uzanan eli, sanırım bizi
(tüm muhalifleri, bilim insanlarını,
sanatçıları vs.) ‘işsiz/aç bırakarak
terbiye etmeyi’ amaçlıyor. Hiç bir
zaman ‘ayakkabı kutularım’ olmadığına göre, işsiz/aç kalmayı
onlardan öğrenecek değilim ya!
Bu videoda yer almaktan dolayı
ancak onur duyarım. Uzunca bir
süre birlikte çalıştığım tüm set
emekçisi, yönetmen ve oyuncu
arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.”o
48
tavir mayis.indd 48
5/7/15 11:21 AM

Benzer belgeler

Pdf formatında indirmek için tıklayınız

Pdf formatında indirmek için tıklayınız tavır Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Sorumlu Yazı işleri Müdürü Yeliz Yılmaz Genel Yayın Yönetmeni Gamze Mimaroğlu Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Pa...

Detaylı

Tavır Dergisi 134. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız

Tavır Dergisi 134. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız tavır Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Sorumlu Yazı işleri Müdürü Yeliz Yılmaz Genel Yayın Yönetmeni Gamze Mimaroğlu Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Pa...

Detaylı