İndirmek İçin Tıklayınız.
Transkript
İndirmek İçin Tıklayınız.
tavır Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Sorumlu Yazı işleri Müdürü Yeliz Yılmaz Genel Yayın Yönetmeni Gamze Mimaroğlu Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli / İstanbul İletişim Tel-Faks: (212) 238 81 46 238 82 49 [email protected] www.tavirdergisi.org www.facebook.com/tavirdergisii www.twitter.com/tavirdergisi Ankara İdilcan Kültür Merkezi General Zeki Doğan Mah. İmam Alim Sultan Cad. No: 12/19 Mamak Tel: 0 312 391 37 75 Hesap no (TL) 1043-0784672 Gizem İbak İş Bankası Paşabahçe/İST İÇİNDEKİLER- mayıs 2015 3 deniz korcan 32 FOSEM 7 ibrahim karaca 33 hülya yeten 9 devrim savaş 34 remzi kara 35 ümit zafer 37 mustafa erdem 38 kamil sarıca 41 fazıl aktaş 43 demir durmaz 45 6. eyüp baş uluslararası emperyalist saldırganlığa karşı halkların birliği sempozyumu sonuç bildirgesi 48 HABERLER halkımız sizi çok seviyoruz biz de sizi seviyoruz çotanak ne de güzel oldu! 12 levent navruz 14 nazım hikmet 15 grup yorum 17 kablet tarih ferman akp’ninse meydanlar bizimdir grup yorum’dan dinleyicilerine 18 burak ergün 21 sanat meclisi grup yorum’a borcumuz var saraya soytarı değilsen... Hesap No (EURO) 1043-0539521 Gizem İbak İş Bankası Paşabahçe/İST 25 ümit ilter Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin 27 grup yorum 30 arif damar Yayın Türü: Yerel Süreli tavir mayis.indd 1 bakur filmi üzerine eduardo galeano’ya bin selam ve teşekkür işimi geri istiyorum grup yorum hevin poyraz Baskı: Yediz Ofset Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 1 NE 1-26 Topkapı- Zeytinburnu İstanbul enternasyonal devrimci steve kaczynski neden tutuklandı? şiddet ve devrimci şiddet 23 Posta Çeki Hesap No Gizem İbak 1195 28 23 ayın fotoğrafı çocuklara kıymayın efendiler gençlik, gerçeklik, gelecek üzerine sanatta egemen olan sosyalistlerdir dayanılmaz toplumsal bir eylem olarak mimarlık “moskova önlerinde” bir şose onurun ve vatan sevgisinin filmi: çapayev 1 5/7/15 11:21 AM Merhaba, Korku dağları aşmıştır. Halktan, halkın öncülerinden, onların ayak seslerinden, hatta gölgelerinden... öcü gibi korkmakta muktedirler. Haklılar. İnsan “celladından” korkar elbet. Neyle başlar korku ve neyle biter? Bunların korkusu ilk kölenin sırtına inen ilk kırbaçla başlamıştır ve mutlaktır ki son sömürgen tarihten silinene kadar da sürecektir. Korkularını büyütecek olanlar da sır değildir. Bazen bir taş, bazen zorla kapatılmaya çalışılan bir ağızdan yükselen bir slogan, bazen 14 yaşında bir çocuğun sapanından kopup gelen bir bilye, bazen yıldızlı bir fular, bazen o fuların üzerinden bakan bir çift göz, bazen kocaman bir gülüş tüm halkın gülüşü gibi, bazen korunaklı bir caddede bir savaşçının çapraz koşusu elinde umudun menevişli namlusuyla... Büyüyecek ve hiç tükenmeyecek korkuları... İşte bundandır “iç güvenlik” dertleri. Yalan, demagojiyle susturamadıklarının seslerini yasalarla süslenmiş terörle boğmaya çalışmaktalar. Bunun hiçbir yararı yoktur olmayacaktır. Çünkü halkın öfkesini boğacak yasa daha yazılmamıştır, hiçbir zaman da yazılamayacaktır. Hiçbir devlet terörü umudu tüketememiştir, hiçbir zaman da tüketemeyecektir. Bundandır bir kentin kalbini işgal etmesi... O kalp ki 77’den beri küt küt atmaktadır emeğin, birliğin, dayanışmanın ve mücadelenin sesiyle, rengiyle, coşkusuyla... Fethetsen ne yazar, tapusu emekçinin olduktan sonra... Bir milyon polis diksen ne yazar Taksim ve 1 Mayıs adları bir ve aynı olduktan sonra... Bir halkı yüzde ellisiyle değil bütünüyle yok etsen, taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmasan ne yazar, rüzgar Elif Elif estikten, çocuklar Şafak Şafak baktıktan, gençler Bahtiyar Bahtiyar güldükten sonra... Vursan, kırsan, döksen, F Tiplerini ağzına kadar doldursan, mahkemelerinde hukuksuzluğu ya da zulmün hukukunu ifrada vardırıp avukatları bile köpeklerine dövdürsen ne yazar, halkın adaleti bir gün gelip seni bulduktan sonra... Yolu yok, bu zulüm bitmeli, yoksulun yüzü gülmeli... “Zulmün artsın” sözünün sonu gelmeli ve zalim yer ile yeksan olmalı... Bu topraklarda artık artacak zulüm, artıracak zalim kalmamalı... Arsızı, hırsızı, çocuk katili gün doğmadan tarihin çöp sepetine gitmeli. Temenni değil, dua değil sözlerimiz. Tarihin hafızası ile konuşuyoruz. Diyalektiğin şaşmaz penceresinden bakıp da gördüklerimizi söylüyoruz. Bir gün bu söylediklerimizin mutlaka gerçekleşeceğini adımızın Tavır olduğunu bildiğimiz kadar biliyoruz. Tarihi resmi devlet kitaplarından öğrendiğimizden değil, bizzat kendimiz yazdığımız için biliyoruz... Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle... Dostlukla... 2 tavir mayis.indd 2 5/7/15 11:21 AM “Halkımız sizi çok seviyoruz” #BizdeSiziSeviyoruz deniz korcan alkı sevmek büyük bir eylemdir. 21.yüzyılda, kahpeliğin, riyanın, olmazcılığın dünyasında böyle bir büyük sevdayı taşımak erdemdir. H Ve ağır bir sözdür “seviyorum” diyebilmek. Kolay değildir ve bedeli vardır her sevmenin. Ucuz değildir öyle kolay sevmek. Zaten parayla da satılmaz, bazen bedeli can olur bazen kan. Ama en hası yürek ister yürek… Mangal gibi yürek. Bir delikanlı yürek taşıyorsan sol göğsünde seversin sevebildiğince. Ve göğsünü gere gere söylersin “seviyorum” diye. Yani cevahir olmalı yürek., O sevgi uğruna asılabilmektir tetiğe sevmek. Bazen de ölebilmektir. Zordur sevmek çok ciddi bir iştir. Ama sevilmez mi sevilir işte. Güçlü omuzlar ister bu nedenle sevmek. Bu büyük sevdayı taşıyabilmek güçlü omuzların işidir. Göğsünü gere gere sevmek. “seviyorum” diyebilmek. Boşuna dememiş koca ozan “İnsanları alabildiğine sevmeyi bırakmazlar yanına, böyle çekersin işte cezasını dört duvar bir kapı arasında..” İki Adalı bütün kahpeliğin ve riyanın ortasında kuşatıldılar. Bir saraydaydılar ve bilirlerdi ki adalet saraylarda olmaz. Adalet yoksa biz götürürüz oraya adaleti dediler. Bütün yalanların ortasına ateş topu gibi düşüverdiyer. Avaz avaz bağırdılar “halkımız… sizi çok seviyoruz” Peki o halde… “Biz de sizi seviyoruz.” Çünkü bu kahpeliğin düzeninde. Haraç mezat satılırken erdem, balçık çamur deryasında kirletilmişken allı gelin vatan, kahpeliği yırtan sesinizi, sizi, seviyoruz… Çünkü umut karartılırken, çünkü o yarınlara dil uzatılırken, yılan sırıtışları değerken gülüşlerimize, şaklabanlar dil çıkarırken objektiflere, lokmaları doğrarken kanımıza, alınterimizi saklarken kutu kutu o namluya sürdüğünüz öfkenizi, sizi, seviyoruz. Sizi seviyoruz. Candan geçen halinizi, o tertemiz gülüşünüzü, o yiğit adımlarınızı tereddütsüz gidişinizi, seviyoruz sizi. Seviyoruz sizi halkımız kadar, seviyoruz sizi vatan kadar, seviyoruz size bir çocuğunu masumluğunda kollarımızı iki yana açarak haykırıyoruz ne kadar seviyoruz? “işte bu kadaaaar…” Seviyoruz sizi o kırlangıç kaşlı çocuğun ahı kadar. Bakın nasıl da haykırıyor yürekler. 3 tavir mayis.indd 3 5/7/15 11:21 AM Ne demiş grup yorum “sevdaya yasak koyanın dünyada yeri olmaz” #BizdeSiziSeviyoruz “#BizdeSiziSeviyoruz”.Hemde çok seviyoruz. Biliyor musunuz bize sevmeyi bile yasakladılar... Seviyorum demeyi yasakladıar ama onlar susmadılar. Bakın nasıl da kuşattılar dört bir yanı...Sevmenin suç sayıldığı günümüzde sizin öfkenizi ve sevginizi kuşanıp haykırdılar en cevvalerimiz: yoldaşları nice engeller aştılar mahir ile yoldaşları #BizdeSiziSeviyoruz Adaletsizlige karşı #Şafak olmalı #Bahtiyar kalınmalı #Elif i haykırmalı. #BizdeSiziSeviyoruz Cesareti ve adaleti, direnişi, onuru biz simgeledik, varsa cesaretiniz gelin! #SabahatKarataş #BizdeSiziSeviyoruz Halkın Yiğit evlatları, #BizdeSiziSeviyoruz Kalp atışlarınız kalbimize emanet, geçen yıl yanımızda atan kalbiniz bu yıl kalbimizde attı... Yüreği güzel Yüreği Yiğit yoldaş yolunuzda ilerleyeceğiz #BizdeSiziSeviyoruz Devrimin #Şafak’ında,Ölüme #Bahtiyar’ca yürüyen #Elif’leri unutma.. #BizdeSiziSeviyoruz Ben bir devrim hamalıyım yine iş sever Güzel umutlar taşırım yine yurtsever Ortasındayım halkım için kavganın #BizdeSiziSeviyoruz Çiftehavuzlarda yırttılar göğün gözlerine örtülmüş kefeni bugün inatla vatan’da çağlayan’da. #BizdeSiziSeviyoruz 16-17 Nisan Çiftehavuzlar’dan ,31 Mart Çağlayana “Varsa cesaretiniz gelin” diyen ses bizim... #BizdeSiziSeviyoruz Biz Dostu da Düşmanı da Biliriz ! #BizdeSiziSeviyoruz “Hiçbir devrimciyi iki eli havada teslim olmuş bir şekilde göremeyeceksiniz” Tüm karanlıklar ŞAFAK Sökünce aydınlanır #BizdeSiziSeviyoruz Söyleyecek daha çok söz sorulacak daha çok hesabımız var.. #BizdeSiziSeviyoruz Çağlayan eyleminde beyinlerinden sarsılan oligarşi nereye saldıracağını bilemiyor Halk sevgisinin önüne geçilebilir mi? #BizdeSiziSeviyoruz Halk için yola düştüler Mahir ile Kuşlar uçmayı,balıklar yüzmeyi unutsa bile biz hesap sormayı unutmayacağız! Diyerek geldiler Yine gelecekler... #BizdeSiziSeviyoruz Egemenlerin saraylarında değil Şafak’ın ve Bahtiyar’ın gülüşünde adalet #BizdeSiziSeviyoruz #HasanFeritGedik Ve yine ansızın gelecekler, ne zaman geleceklerini onlar belirleyecekler. #BizdeSiziSeviyoruz #ŞafakYayla #BahtiyarDoğruyol Pir sultanlar ölmez binler yetişir akar gelir canlar tarih tutuşur #BizdeSiziSeviyoruz Kuşatma altındayken söylediğiniz marş kulaklarımızda... İnsan sevdiklerini unutmaz #ŞafakYayla #BahtiyarDoğruyol #BizdeSiziSeviyoruz Bu güzel yiğitler bizim canımızdır onların canını alanlar da düşmanımız #BizdeSiziSeviyoruz Devrimciler bu ülkenin hakikat savaşçıları,adalet tanrıçalarıdır,tehditlere boyun eğmiyor #BizdeSiziSeviyoruz diyoruz Hala yasak mı bu fotoğrafı paylaşmak..Yasaklarınızı tanımıyoruz..!! #BizdeSiziSeviyoruz Bahtiyar, Şafak ve Elif Türkiye-Kürdistan halklarının onurudur. Umudun adını nakış nakış işleyenlerdir. Onlar ölümsüzdür #BizdeSiziSeviyoruz Berkini vurup katilleri koruyana mi türkü yakacaktik, bizde turkuler Ince Memedlere söylenir #BizdeSiziSeviyoruz Halkın adaleti için, tüm devrimcilerin hakikat arayışı için yıldızlara uğurladığımız tüm halk savaşçıları: #BizdeSiziSeviyoruz Elde namlu Tetikte adalet Gözlerde hınca hınç Yazmak bir hainin alnına, kurtuluşu #BizdeSiziSeviyoruz Onlar; Tıka basa yürek Patlama- 4 tavir mayis.indd 4 5/7/15 11:21 AM ya hazır bomba Şarjörü eli tetikte Ve sevdasıyla kavganın ortasında #BizdeSiziSeviyoruz Çiçek gibiydi o çocuk bahara meyilli denize tutkun en yakın maviye ilişiverirdi.. #BizdeSiziSeviyoruz #SafakYayla #ŞafakYayla Türktü Sünniydi Giresunluydu Hukuk öğrencisiydi ! İsteseydi çokrahat bir hayatı olabilirdi Ama MAHİR oldu ! #BizdeSiziSeviyoruz “bütün çiçekleri yolsanız da baharın gelişini engelleyemezsiniz” #DevrimciTutsaklarOnurumuzdur #BizdeSiziSeviyoruz “Halkımız sizi çok seviyoruz” dediz. Oysa ne çok isterdik, size sımsıkı sarılıp #BizdeSiziSeviyoruzdemeyi... Korkmayın, sevgiyi yenemezler: #BizdeSiziSeviyoruz Umudu kaşlarından öpün. #BizdeSiziSeviyoruz Neslim şimdi ben şerefimle ölmenin doruğundayım.. Unutmadan geçmişi, unutmayın sözlerimi.. #BizdeSiziSeviyoruz “Terörist bu ülkeyi soyanlardır” #BizdeSiziSeviyoruz Okmeydanı’nın güzel yürekli yiğit evlatları #BizdeSiziSeviyoruz hiç unutmayacagız... #BizdeSiziSeviyoruz Tükenme Gülmeyi bilen çocuklar geldi...#BizdeSiziSeviyoruz Ölürken Güneşe Bakıyordu Gözleri, İste Bu Yüzden Işıl Işıldı Sözleri... #BizdeSiziSeviyoruz #BizdeSiziSeviyoruz BERKİN BURADA!! Kim demiş ölüm var diye bize Kardeş kardeş atan bu yürek bizim Hey ! Bize ölüm yok ! #BizdeSiziSeviyoruz O gülüşünde görüyoruz kurtuluşu, inanmışlığı, senden aldığımız inançla vuracağız bizde! #BizdeSiziSeviyoruz Halkı için, sizi çok seviyoruz diye ölenin ölümü kutsaldır. #BizdeSiziSeviyoruz “ölmeden önce güneşteydi gözleri işte bu yüzden ölürken ışıl ışıldı son sözleri...” Adnan Yücel #BizdeSiziSeviyoruz Elbet bir bildiği var bu çocukların...#BizdeSiziSeviyoruz “Seviyoruz”derken hic bu kadar yüreğimiz yanmamıştı. #BizdeSiziSeviyoruz Yorgunum parmak uçlarımın kana ağıt yazmasından gözlerimin ölüme ağlamasından yiten çocuklar- dan zalimin kurşunundan #BizdeSiziSeviyoruz Bir hukuk öğrencisi, Avrupanın en büyük adalet sarayında ‘adalet’ dersi verdi.. #BizdeSiziSeviyoruz#ŞafakYayla #ŞafakYaylaÖlümsüzdür. Zulmün olduğu, adaletin olmadığı yerde halkın adaleti vardır!!! #BizdeSiziSeviyoruz “Kimi ölümler vardır tüy kadar hafiftir, kimi ölümler de vardır ki, Tay dağından daha yüksektir.” - Mao Zedong #BizdeSiziSeviyoruz Kerpiç evlerden gelip, saraylarınızı başınıza yıkacağız. #BizdeSiziSeviyoruz Karanlığın sonu bir ulu şafak Sarp kayadan geçen yola merhaba #ŞafakYayla #BizdeSiziSeviyoruz “Avukat olup harika bir hayata sahip olabilirdi ama cayanlardan değil Çayanlardan oldu #ŞafakYayla “#BizdeSiziSeviyoruz İçimiz acır birer birer yitirdiğimiz yiğitlere ama unutmayız asla verdikleri onurlu mücadeleyi! #BizdeSiziSeviyoruz “Siz hiç daha bir gün önce selamlaştığınız yoldaşınızı toprağa verdiniz mi?” #BizdeSiziSeviyoruz 30 Mart 1972-Kızıldere 31 Mart Öpün, koklayın hasretle.. vatan diye kucaklayın şimdi o gülen fotoğrafı.. Şafak’ı. ##BizdeSiziSeviyoruz Sabahın bir sahibi var.. Sorarlar bir gün sorarlar.. #BizdeSiziSeviyoruz Yiğidim ki yaşamayı ölesiye sevmiştir, tohum diye saklamıştır onu toprak #BizdeSiziSeviyoruz Güle güle Bahtiyar. Bize yaşattığın “Adalet”duygusunu,”Umudu” 5 tavir mayis.indd 5 5/7/15 11:21 AM 2015-Çağlayan biz de sizi seviyoruz. #BizdeSiziSeviyoruz “kim yiğit kim kalleş biz de biliriz” #BizdeSiziSeviyoruz Tek Silahları Olduğu Ortaya Çıktı #BizdeSiziSeviyoruz Tek bir silah.. Onlarca silahlı adamın ortasında tek bir silahla direnmenin cüreti.. #BizdeSiziSeviyoruz Ölenler dövüşerek öldüler! Güneşe gömüldüler! Güneşin zaptı yakın! #BahtiyarDoğruyol #BizdeSiziSeviyoruz 3 katilin adını vermemek için savcısını gözden çıkaranlara yalnız halkın adaleti karşı koyabilir artık. #BizdeSiziSeviyoruz #BizdeSiziSeviyoruz Alnında yıldızlı bere Elinde mavzeriyle Çıkıp dersim dağlarında Türkü söylemek var ya Şehid Namırın!!! Kavgada Mahir, Ibo olmak #BizdeSiziSeviyoruz Susturamazsınız elbet sonunuz gelecek faşist köpekler.... Berkin Elvan onurdur direnistir #BizdeSiziSeviyoruz Bir yanda Halk vardır bir yanda halkın cevherine kök salmış asalaklar ##BizdeSiziSeviyoruz Bu hayatta yaşamayı en çok hakedenlr hep en erken ölürlr. Haketmeyenlr ise bu boş dünyann içinde yaşadklarnı zannederlr Berkin’in katillerini teslim etmektense katil olmayi tercih etti devlet! #BizdeSiziSeviyoruz 3 kişinin ölümüne göz yuman, ölen iki genci terörist diye yaftalayarak halkı provoke eden devlettir asıl terörist. #BizdeSiziSeviyoruz Ne bir saray istediler, ne de 400 vekil. Adalet istediler, katillerin adını istediler sadece #BizdeSiziSeviyoruz Aklıma geldikçe bişi diyemiırum. helal olsun size çoçuklar.devrüm şehitleri ölümsüzdür #BizdeSiziSeviyoruz Adalet isteğimizi can bedeli adliye kapisina yazdiginiz icin #BizdeSiziSeviyoruz Bu eylem halkın gerçek adaleti sağlamaya yönelik girişiminin başlangıcıdır. Ve yine ansızın gelecekler, ne zaman geleceklerini onlar belirleyecekler. #BizdeSiziSeviyoruz Söz istemez. Yaşlı göz istemez. çelenk melenk lazım değil... SUSUN. SIRA NEFERİ UYUSUN.. Nazım Hikmet #BizdeSiziSeviyoruz Bizimkiler işte böyle marş söyleyerek ölürler #BizdeSiziSeviyoruz Bahtiyar Doğruyol ve Şafak Yayla ya ailelerine #BizdeSiziSeviyoruzışıklarda uyusunlar Adalet isteyen gençleri öldürmek, cocuk katilinin ismini söylemekten daha kolay bu ulkede !!!!! #BizdeSiziSeviyoruz Yüreğine aşk düşene zulüm neyler? #BizdeSiziSeviyoruz #SafakYayla #BahtiyarDoğruyol Başkaları için kendilerini unutanlar Başkaları tarafından hep hatırlanırlar. /Halil Dağ. #BizdeSiziSeviyoruz İsteseydi çok rahat bi hayatı olurdu ama o MAHİR oldu... #BizdeSiziSeviyoruz o 6 tavir mayis.indd 6 5/7/15 11:21 AM çotanak ibrahim karaca ara ve derin bir denizdir Karadeniz… Nice dağ sularıyla coşan, ona koşan dereleriyle konuşan güzel bir denizdir. Sularında hangi öyküleri saklar, hangisini gömer sonsuza, vakti gelince hangisini çarpar kıyılarına, bilinmez. Sen düşmeden hemen önce; ayağında kara lastik ve başında el örgüsü “kukula”lı eski günler geçti belki aklından, bir de üzerinde koşturduğun patika yol… Çocukluğun. Kırağıda uyanan bir fındık K dalı gibisin şimdi… Denizden gelen o dumanla çiselenir yorganın, her sabah ayakucuna konar kalkar bir ince kuş. Ve aşağıdan, sularına henüz el konulmamış bir derenin sesi gelir. O dereye atmak için seni… Buzlu sulara verir gibi bir kayık odununu… Karadeniz’e katmak, kaybetmek istemişler… Toprağından sökmek! Ne olur ne olmaz diye mezarına beton dökmüş anacığın, üzerine toprak... Oğlumu çıkarıp çalmasınlar diye, elinde el feneriyle nöbet tutmuş sabahlara kadar. Kara ve derin bir denizdir Karadeniz, ama güzel ve temiz köpüğüyle okşar kıyıları... Bu da var. Tarih kılıklı bir masala değil, insanlık dersine ihtiyacı var herkesin. Devlet gibi düşünürsek, taşa döner aklımız. Tabutun başında, “ben oğlumun tarafında olmak zorundayım. Ama inanın, savcı kardeşime de üzüldüm… En çok annesine, babasına üzülüyorum… Onlara da başsağlığı diliyorum” diyor bir baba, insanlık dersine dönüyor her kelime kendiliğinden. Oysa Karadeniz’in canını acıtan her yerde sus pus olup şimdi 20 kişiyle sökün eden karanlık, “bu terörist buraya değil, kimsesizler mezarlığına gömülsün” diye bağırıp cenaze evini taşlıyor! Oysa “bu çocuk bu toprağın çocuğu. Hukuk Fakültesinde okuyan bir çocuk. Bu olanların nedeni nedir acaba? Şimdi çekiyorsunuz, altına ‘terörist’ diye yazacaksınız. Lanet olsun, bu ülkenin teröristi kimse, lanet olsun. Terörist bu ülkenin toprağını satanlardır. O savcı bizim düşmanımız değil ki” 7 tavir mayis.indd 7 5/7/15 11:21 AM diye feryat etse de bir amca, kime neyi anlatmış olur… Duyması gerekenler duyar mı? Bir iki katili ele vermemek için kendi savcısını kurban eden “hassas” bir mekanizma var karşımızda. Kendi kurucu önderinin evini bombalattıktan sonra gayrimüslim mezarları darmadağın eden, taze toprak altındaki ölüleri çıkartıp ağaç dallarında sallandıran bir hassasiyet! Yeniden hortlayan değil hep zinde tutulan bir acayip ruh hali var karşımızda. Mezara toprak yerine beton döktürten ve uçan kuşun kanat sesiyle bile tahrik olan bu ruh halini insanlığın neresine koyalım? Madımak’ı tahrik oldukları için yakmıştı bu ruh hali. Maraş ve Çorum’u tahrik üzerine cehenneme çevirmişti. İstanbul Üniversitesi öğrencilerini tahrik nedeniyle taramıştı. Bahçelievler’de 7 öğrencinin kaldığı eve de tahrik üzerine girip hepsini boğazlamıştı. Balgat’ta kahvehaneleri tahrik üzerine kurşun yağmuruna tutmuştu. Gazi katliamı da tahrik sonucuydu. Gezi parkını rantiyeye yedirmeyen halkın uyandırdığı tahrik ise hiçbir şeye benzemezdi... Berkin için adalet talebi de son derece tahrik ediciydi. Domuz bağlarıyla bağlayıp öldürdüğü insanları mezar evlere hep tahrik sebebiyle gömen bu besleme karanlık şimdi bir mezarı daha söküp içinde yatan devrimciyi dereye atmak istemiş, çok mu? Tahrik olmak bir fıtrat meselesidir... Bazen dinci bazen milliyetçi, ama her zaman kontra bir kılık bulur kendine... Tahrik etmeyeceksin! Hak, hukuk ve adalet aramayacaksın... Dileneceksin... Hak ettiğinle değil verilenle yetineceksin, yetinirken dua edeceksin. Bir lokma ekmeğe fit olacaksın... En az 3 çocuk doğurup ona asker yapacaksın, maden ocaklarına gömeceksin, gözlerini kapatacaksın vazifeni yapacaksın... Eleştirmek için alkışlamak tahrik edicidir, alkışlamayacaksın... Canın illa da alkış çektiyse, cumhurbaşının başbakan gibi gezdiği mitinglere gidip onu alkışlayacaksın, yoksa tahrik edersin... Tahrik edersen tahrip olursun! Hiç umurumuzda değil, ama aldığımız nefesten bile rahatsız olan ta(h)rikat hiç iktidardan indi mi? İktidarsız kaldı mı? “Yaralandığı gün Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi’ne getirildiğinde cebinden 11 adet patlayıcı çıkan ve DHKP/C Terör Örgütü Okmeydanı mahalli alan yapılanmasında yer aldığı ortaya çıkan Berkin Elvan...” diye haber yapan gazete hangi tahrik üzerine yazdı bu satırları ve kimleri tahrik etmek için? Bir çocuk için yükseltilen adalet talebinden neden rahatsız olunur? Neden vuran devlet değil de vurulan çocuk suçludur? Emri veren dil... Tetiğe basan el... Zalime tercüman olan gazeteci kul... Ve bunlara alkış tutan rezil... Hepiniz yargılanacaksınız! Devletin yasaları var ve beğense de beğenmese de ona göre yönetiliyor bu toplum. Fakat kendi yasalarına bile uymuyorsa o devlet, ne diyeceksiniz? Evet, suç ise suç, ama oraya neden değil de nasıl girildiğini tartıştıran bir okumuş-yazmış takımına ne anlatacaksınız? Son sözleri “seni çok seviyorum halkım, hakkını helal et” olan bu genç delikanlılar ölüme gülerek giderken tüylerimiz diken diken olmasın mı? Bir uyuşturucu çetesi tarafından öldürülen devrimcinin davası görülürken, sivil polislerin çivili sopalarla adliye içinde davacı yakınlarına saldırdığını okuyorsak gazetelerde; bu memlekette güzel şeylerin de olduğunu görmek için nereye bakalım? Yoksullardan esirgenen, hep esirgenen adalet için hangi kapıları çalalım? Giresun’da bir çotanak düşecekse fındık dalından, düşsün… Dağılsın sis ile pus… Kara, derin ve güzel bir denizdir Karadeniz! o 8 tavir mayis.indd 8 5/7/15 11:21 AM ne de güzel oldu! devrim savaş aat sabahın 5’i İdil Kültür Merkezi’nin kapısı koçbaşlarıyla kırılmaya çalışılıyor. Çok uzak olduğumuz bir sahne değil. Bilindik senaryo kapıyı kıracaksınız içeriden bizi işkence ile arabalara bindireceksiniz ve İdil Kültür Merkezi’ni harabeye çevireceksiniz... Ne arıyorsunuz? Belli değil ne çıkarsa... Hadi kayıt… Kapıları kırmaya başladılar ve bu sesle hepimiz uyanmış olduk. Korkunç bir durum ama artık polisin bu şekilde kapımıza dayanmış olması bizi şaşırtmıyor. Üstümüzü başımızı toparlıyoruz. Avukatlarımıza ve diğer arkadaşlara telefonla haber veriyoruz ve çıkıyoruz cama… Korkaklar yüzlerini kapatmışlar. Yüzlerini kapatmak zorundalar çünkü yaptıkları her şey yasa S dışı… Biz de Okmeydanı halkına durumu anlatmaya başlıyoruz. ‘Halkımız burası İdil Kültür Merkezi, Grup Yorum’un kültür merkezi ve gecenin bir saatinde kapımızı kırmaya başladılar. Kadın polis, içlerinden en hırslısı, bir arkadaşımıza ‘Çayı koy Ezgi geliyoruz’ diyor. Bir kadın. İşkenceci bir amir, sonrasında isminin ‘Hande’ olduğunu öğreniyoruz işte tüm operasyonu yürüten alçak bu. Bu bir kadın. Kadın işkenceci... aklıma geliyor 8 Martlara kadınlar günü diyenler. Demek ki 8 Martlar her kadının günü değilmiş. İşkencecinin emekçi kadınlar günü olmazmış. Bunu bir kez daha düşünüyorum. Suratından pislik akıyor. İçeri girdiğimizde göstereceğiz size diyor. Çok kinli. Acaba bu kadar kini nasıl biriktirdi? Zor olmamıştır. Çünkü “köpekleşme” uzun bir sürecin işi değildir. Şarkımız geliyor bu anda aklıma “düşman kahpe düşman hain pusuya yatmış orda...” Kadının gözlerine bakıyorum. Ne güzel düşman... İnsanı kinlendiren. Büyüten. Devrime halka daha daha çok bağlayan. Ne güzel bir düşman. Bu düzeni mutlaka ama mutlaka yıkmamız gerektiğini defalarca kez anlatan. Ne güzel düşman... İyi ki düşman olmuşum sana iyi ki de. Seninle dost olmaya çalışanlar da vardır belki. Seni insan sananlar. Otobüste insan sanıp yer verenler vardır. Kimbilir belki pazara gidiyor seçiyorsundur meyveleri sebzeleri ellerinle. Bu kanlı ellerin dokunuyordur insanların yediği yiyeceğe. Kimbilir belki ekmek bölüp veriyorsundur çocuklarına. Belki yeğenlerin vardır o bebeleri okşuyorsundur bu bize işkence yapan ellerinle. Çelik yelek giyen, telsiz tutan, silah tutan ellerinle. Şimdi senin o pis ellerin dokundu bana, bize, yoldaşlarıma. Şiddetli yumruklarla, tokatlarla. Nazım Usta diyor ya; “KARDEŞLER! Onlara elleriniz dokunmuşsa eğer /yedi tas su dökün ellerinize /Yırtarak bayramlık gömleğimi ben peşkir yaparım size...” Ne de güzel demişsin üstad ne de güzel.. Tam da bu an 9 tavir mayis.indd 9 5/7/15 11:21 AM için mi söyledin ne de güzel söylemişsin ne de güzel… Ama bana ne mutlu ki, bu suratın sahibi ile düşman olmuşum. Bu gözlerin. Bu kinci bakışların sahibi benim düşmanım. Ne mutlu işte! Doğru yerdeyim. Burası kardeşlik ormanı Bedreddin’in. Burası Ortaklar çarşısı burası kardeşçe ekmeği bölüştüğümüz... İdil’imiz. Bize İdil’imizden emanet. Karşımızda Timur’un orduları. İdam fermanı çıkartmışlar. “Türküler yasak” diyorlar. Sahi mi ola? Yasak mı türkü söylemek, Pir Sultan bunun için asılmadı mı? Üç deyiş söylemedi mi ipe gitmeden önce? Peki ya Şafak ve Bahtiyar. Bizim türkülerimizi söylemediler mi ölüme giderken. İnce Memedlerimiz... civan delikanlılar. Kalemizdeyiz, kalemiz kuşatılmış... Yasak mı bize türkü söylemek? Ama Dadaloğlu demedi mi “ferman padişahınsa dağlar bizimdir” diye... o zaman söyleyeceğiz türkülerimizi çıkarılan bütün fermanlara karşı. O halde söylemeliyiz türkülerimizi. Demedi mi Pir Sultan “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” diye... o halde devam edeceğiz yola. Ruhi Su zincirden morarmış bilekleriyle bakıp da Hasan dağına susuzluktan kurumuş boğazıyla söylemedi mi “Hasan dağı hasan dağı eğil eğil bir bak...” diyerek türkülerini. Onlar yanımızda. Elleri omuzlarımızda. Saçlarımızı okşuyorlar bilge elleriyle ustalarımız. Alnımızda kondurdukları buseleri hissediyoruz. Üstümüzü başımızı düzeltiyorlar sanki. “Hadi Kızım, hadi oğ- lum” diyorlar. “Nöbet sizde”, “Öyle ya usta, nöbet bizde”, bu ne büyük gururdur, biz tutacağız nöbeti bundan böyle. Gelecek güzel günlere dek avazımız kesilene dek... Çığlığımız boğulana dek yüzyıllardır saklanan türkülerimizi devredeceğiz bir sonrakine. Türküler yasaklanır mı usta? Hangi zalimin gücü yeter buna. Zulme karşı silah yapmışız biz türkülerimizi. Onların gücü bizim türkülerimize yeter mi? İşkenceci kadın bağırıyor. Korkak tavuklar gibi bağırıyorlar. Ordu teçhizatıyla gelmişler. Biz de “buyurun gelebiliyorsanız gelin” diyoruz iyice deli oluyorlar. Biz Okmeydanı halkına seslenmeye devam ediyoruz. Halkımız, işte emeğimizi sömürenler bizi adalete aç bırakanlar kanlı ellerini silmeden yine geldiler. Şafak’ın, Bahtiyar’ın kanı ellerinde. paraya tapan insanı satanlar geldi. Daha dün yüz binlerdik Bakırköy Meydanı’nda beraber kuşattık Taksim’i. İşte onlar bu güzelliklere düşman. Evimize zorluklarla aldığımız ekmeğe düşman, bacımıza, kızımıza sevdamıza düşman. Halkımız duyun görün bu soysuzları. Unutmayın yüzlerini, sorulacak hesabımız var. Neden bu kadar korkaklar biliyor musunuz? Çünkü her şey bitti onlar için /anaları yoktur onların /kardeşleri yoktur/ yavruları yoktur onların/ aşkları özlemleri bekledikleri yoktur/ kime diyecekler güzelim diye/ kime diyecekler yiğidim diye/ kime diyecekler gözümün nuru/ ciğerimin köşesi ömrümün varı diye/ sarmak için değil artık bu kollar/ bu dudaklar uzanamaz artık hiçbir alına/ korkuyu kambur gibi taşıyacaklar sevgisiz bedenlerinde/ korkarak içecekler bir bardak suyu/ ölüme gider gibi varacaklar uykuya/ taş taş dökülüp giden duvar/ damla damla biten su/ hiçbir şey kurtaramaz artık onları. Ozan Hasan Hüseyin yine yanımızdasın… Saatler geçiyor ama dersine iyi çalışamamış olan polis bir türlü kapıyı kıramıyor. Bu onları daha da çok öfkelendiriyor. Kapıyı kırmaya çalıştıkları bir esnada yanlışlıkla zile basıyorlar. Hayret… Bizim arkadaşlardan bir tanesi şakayla karışık ‘kim o’ diye sesleniyor… Kim o? Seslenişi aslında doğal bir insani refleks. Ancak kapıyı kıran insan olmadığı için zili de yanlışlıkla çalıyor. Yani bu durum onların genlerindeki insan kromozonlarıyla ilgili değil. Tamamen tesadüf. Çünkü ruhen en ilkel en vahşi onlar. Yani faşizm... Kapımızdaki faşizm. İnsanlıkla kıyaslanamaz. Saatler geçiyor en sonunda, pencereden girme fikri akıllarına geliyor ve işte girdiler ama ne giriş. Bizi görmüyorlar kapıda barikatlarımız var bir odada bekliyoruz gelmelerini. Bizi görmedikleri için başlıyorlar bağırmaya… ‘Yat yereeeee, yat yat yat yat… bu da işte şartlı refleks gibi. Hani vahşi ve yırtıcı hayvanlar avlarını korkutmak için bazı ilkel sesler çıkarırlar ya onun gibi işte.... Allah allah allahhh.... Kaleyi kuşattılar. Kaleyi zaptettiler. Kahraman Türk polisleri gün sizindir, saldırın. Şimdi yağma ve talan başlayacak. Bu nasıl bir korkaklıktır onlarca akreple toma ile kuşatacaksın mahalleyi kapımızı kıracaksın penceremizi kıracak, yüzlerce çeviğinle kültür merkezimizi kuşatacaksın ama yine de korkacaksın… Evet korkacaksın… Buna rağmen korkacaksın. İşte bizim haklılığımız bu ayrıntıda yatıyor. Biz içeride beş kişiyiz sadece beş… Onlarca polis bir anda silahlarını bize doğ- 10 tavir mayis.indd 10 5/7/15 11:21 AM rultarak içeri giriyor. Slogan atmaya başlıyoruz. Ve inanılmaz bir kin inanılmaz bir öfke var suratlarında neremize denk gelirse vuruyorlar. Dipçiklerle, tekmelerle yumruklarla ne olursa ve neremize olursa. Biz slogan atmaya devam ediyoruz. Yaklaşık 20-30 dakika bizi dövüyorlar ve otobüslere götürüyorlar. Haykırıyoruz halkın türkülerini susturamazsınız. Verilen cevap belli sizi de halkı da türküleri de… Her şeye küfür ediyorlar. ahlaksızlık, lümpenlik, çürümüşlük... yüzlerine bulaşmış. Yüzleri kurtlanmış. Otobüste işkence devam ediyor. Hepimiz baygın durumdayız artık. Sonra bir ara kendimize geliyoruz ve hemen birbirimize bakıyoruz. Cihan, Damla, İlkay, Dilan, Steve abi birbirimize sesleniyoruz. “Direndik mi yoldaşlar?”, “Direndik.”; “Kazandık mı yoldaşlar?”, “Kazandık.” Ve gülümsüyoruz bu bile mutlu ediyor insanı o anda.. Suratımız yüzümüz dağılmış. İdil’imizden ayrılıyoruz. Hoşçakal İdil. Yine geleceğiz merak etme. Ne diyordu Bulgar şair Vaptsarov? Hani bizim de şarkımızdı ya.. “Geleceğim bazen uykudayken sen Beklenmedik, uzak bir konuk gibi Sokakta bir başıma koyma beni Kapıyı sürgüleme üstümden. Usulca girecek, bir yere ilişeceğim Bir zaman karanlıkta bakacağım yüzüne. Görüntün doyasıya dolunca gözlerime Bir öpücük kondurup ve çekip gideceğim”. Bakma sen bizim duygulanmamıza. Senden ayrılmak kolay mı? Ayrılıklarımız kısa yoldaşlığımız bakidir. Vedasız gitmeye alışkın değiliz hepsi o kadar. Zaten bi- razdan gelir yoldaşlar. Sen topla kucağına taşları. Sorulacak hesabımız var. Biliyoruz ki bu yaraların hepsi geçecek bu ağrılardan eser kalmayacak. Bak alnındaki yıldızın yere düşmedi bir kez daha. Ellerini kollarını sallaya sallaya giremediler oraya. Neden biliyor musun İdil? Çünkü buraya Şafak ve Bahtiyar ve Elif ayak bastı. İşte bak şuradaki sofrada ekmeği bölüştük onlarla. Onlarla şu kapının önünde halay çektik. Buradan geçip gitti bizim yiğit yoldaşlarımız. Biz de onların yoldaşları, öğrencileriyiz. Hoşçakal İdil, yine geleceğiz. Bizi vatan işkencehanesine götürüyorlar. Zorla arama, zorla parmak izi, zorla ters kelepçe burada her şey zorla. Zorla olması lazım zaten. Biz teslim olmadık çünkü. Çünkü onlar suçludur ve haksızdır bu bahiste. Sonrasında aleyhimize delil olacak şeyler toplamaya çalışıyorlar. Açlık grevi yaptı çünkü terörist, parmak izi vermedi çünkü terörist, üstünü aratmadı çünkü terörist.. Şaka değil. Hazırlanan saçma sapan iddianamede bu yazıyor. Bu delillerden kaynaklı bizim DHKP-C’ li olduğumuz kanısına varıyorlar. Sanırım Kültür Merkezini de şube tavrımızı tahmin ederek basıyorlar. Polis bizi suçlu bulup yasalarda olmadığı halde yeterince işkenceden geçirdi zaten bizce artık savcı ve hakime gerek yok çünkü belli ki biz suçluyuz. Direk infaz edebilirler. Yasaymış hakmış hukukmuş lazım değil lüzumsuz aşamalar Türkiye Cumhuriyeti’nin polisi yeter. Sahte mahkemeler sahte yargılamalar. Ne oldu? diyoruz.. Heheeeyyyt fincancı katırları? Ne oldu ürküttük mü sizi? Vatan işkencehanesine geldiğimizde yalnız olmadığımızı görüyoruz. Operasyonlarla alınan onlarca insanın yanı sıra İstanbul üniversitesinde Şafak Yayla’yı andığı için gözaltına alınan öğrenciler, Adli Tıpta Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol’un cenazesine sahip çıkan insanlar… Karın ağrıları belli oldu. 1sayımız yüze yakın. Savcıyı 100 kişi öldürdüğümüz için hepimizi de aldılar haklı olarak.(!)Annemin sözü aklıma geliyor. “Deveyi dövemeyen hamudunu dövermiş” halkımız ne derse doğru der gerçekten... Savcıyı siz öldürdünüz dediğimiz zaman kuduruyorlar. Hayır! Biz öldürmüşüz 100 kişi bir olup biz öldürmüşüz. Bu kesin. Geriye kalan bizim bu durumu itiraf etmemiz. Niye uğraştırıyoruz ki devletin polisini. Adaletin bu şekilde sağlanma işi hiçbirinin hoşuna gitmemiş belli ki. Çünkü ucu onlara da dokunacak. Kim bilir kaç insanın kanını akıttınız kaç insana işkence yaptınız. Yasalarınız sizi korurken bu yasalar nereden çıktı. Halkın adaleti nereden çıktı. Gerçekten onlar açısından korkutucu bir durum. Şimdi saldırın her yere hepimizi tutuklayın. Durun bir dakika. Hepimizi almışken bu silah sesi nereden geliyor. Hâlbuki biz içerideyiz işte. Yoksa bir adalet savaşçısı daha mı gölge etti üzerinize vatan işkence hanesinin kapısına dayandı. Nereden çıktı. Her yerde Elif Elif diyen polisi işte Elif geldi ve buldu. İşte Elif. İşte adalet. Adalet kapınıza dayandı hem de siz herkesi gözaltına aldık tutuklattırıp kurtulacağız derken halkın adaleti bir kez daha sizi buldu. Ne de güzel oldu! o 11 tavir mayis.indd 11 5/7/15 11:21 AM şiddet ve devrimci şiddet levent navruz ayatlarının baharında olan iki delikanlı; Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol, 31 Mart 2015 tarihinde dünyanın en iyi korunan adalet saraylarından birini, İstanbul Adalet Saray’ını basarak, Berkin Elvan davasına bakan savcı Mehmet Selim Kiraz’ı rehin aldılar. Berkin Elvan’ı öldüren polislerin isimlerinin açıklanmasını istiyorlardı. Berkin Elvan için adalet istiyorlardı. Adalet yok, adaleti biz sağlayacağız diyorlardı. H Halkın adalete olan özlemi aynı zamanda adaletsiz düzene karşı da tepkidir. Çünkü, kulak verelim şaire: “Bozuk adalet yeter artık! / Acemi ellerle yoğurulan, iyi pişirilmemiş adalet yeter! / Yeter katıksız, kara kabuklu adalet! / Dura dura bayatlayan adalet yeter!’’ Bilinsin ki hiçbir halk adaletsiz kalmaz. Adaletin olmadığı yerde kıyamet olur. Kıyametse her gün her yerdedir. Bu nedenle, “Halkın ekmeğidir adalet” der Bertolt Brecht aynı şiirinde ve ekler: “Onu kim pişirmeli, dostlar söyleyin / adaletin ekmeğini de / kendisi pişirmeli halkın gündelik ekmek gibi / bol, pişkin, verimli.” Şafak ile Bahtiyar halkın adalet talebini canları pahasına savunmak için Adalet Sarayı’ndaydılar. Buna karşılık AKP katillerin adlarını açıklayacağına, katliam “Silahı artık sol omzunuza alın ve kendi sınıf çıkarınız için kullanın.” (Marx) yaptı. Oğlunun cenazesini almaya giden Şafak Yayla’nın annesi, soru soran gazetecilere “Katilleri sakladılar. Oğlumu öldürdüler.” diyordu. Evet, AKP katilleri korudu ve savcısını gözden çıkararak katliam yaptı ve bunun sonucunda savcı Mehmet Selim Kiraz da hayatını kaybetti. Bu eyleme kadar Berkin Elvan’ın yoldaşları her gün sokak ve meydanlara çıkarak, adalet talebiyle yüzlerce eylem yaptı. AKP, polisi ile tüm eylemlere saldırıp yüzlerce devrimciyi yaraladı, işkenceyle gözaltına alıp, tutukladı... Berkin Elvan için yapılan tüm eylemlere şiddetle karşılık veren AKP, adalet talebini ise görmezden geldi. Cumurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yaptığı her konuşmada, sözü Berkin Elvan’a getirip, “Yatıp kalkıp Berkin Elvan diyorlar. Öldü, gitti...’’ diyordu. Buna karşılık, Berkin’in yoldaşları “yatıp kalkıp” Berkin diyerek, adalet istiyorlardı. Tayyip Erdoğan’dan “bizzat talimat alan” polislerse şiddet ve terör uyguluyordu. Peki, faşizm dizginsiz bir şiddet uygularken devrimciler buna karşılık vermeyecekler miydi? Ezenlerin bu dizginsiz şiddet ve terörüne karşılık ezilenlerin şiddet hakkı yok mudur? Cevabı Che versin: “Şiddet, sömürücülerin ayrıcalı- ğı değildir, sömürülenler de onu uygulayabilirler ve dahası, uygun anda kullanmalıdırlar.’’ Devam edelim. Sözü Frantz Fanon alsın: “Şiddet daha dün başlamış bir şey olsaydı, belki de sergilediğiniz şiddetsizlik çatışmayı yatıştırabilirdi. Ama tüm rejim, hatta sizin şiddet karşıtı görüşleriniz bile bin yıllık bir ezme ilişkisiyle yönetiliyorsa, pasifliğiniz sizi ezenlerin safına koymaktan başka bir amaca hizmet etmez.”* Evet, bugün ezenlerin şiddetine karşı çıkamayanlar dahası bu şiddete karşı meşru ve haklı olan halkın devrimci şiddetinin uygulanmasını “terör” olarak görenler ezenlerin gayri meşru şiddetini savunur duruma düşeceklerdir. Orta ve ara yer yoktur. Ya ezenden yanasın, ya ezilenden.. AKP tüm halka dizginsiz bir şiddet uygularken ses çıkaramayanlar, devrimcileri şiddet ve terör uygulamakla suçluyor. Akıl fukarası kimileri de komplo teorileri üretmekle meşguller. Komplo teorilerini ifrata vardırıp, Tayyip Erdoğan’la aynı yalanı söylediler; Sözde savcı Mehmet Selim Kiraz davayı ilerleten savcıydı ve katilleri açıklayacaktı ama malum örgüt rehin eylemiyle bunun önüne geçti. Şimdi akla zarar bu komplo iddiasına karşılık ne söyleyelim. Biraz dürüst olsalar iddiaları ko- 12 tavir mayis.indd 12 5/7/15 11:21 AM nusunda, davanın avukatlarına sorar ve gerçeği yani savcı Mehmet Selim Kiraz’ın davayı engellediğini öğrenirlerdi. Şu komplo teorilerine bakar mısınız? Komplo teorisi bile değil, söylenenler aslında. Bakın, bu eylem Berkin Elvan’ı sahiplenmenin meşruluğuna gölge düşürüyormuş. Soralım, bu sahiplemeyi kim yaptı? Bunu söyleyenler, Berkin Elvan için tek bir eylem örgütlemişler midir? Nasıl sahiplemenin meşruluğundan söz ederler. Berkin Elvan için Cephelilerin bir yıla aşkındır sürdürdüğü adalet mücadelesini görmezden gelerek devrimci bir eyleme, düzenin kirli dili ile “kör terör’’ diyenler, kimlikleri ne olursa olsun, ahlaksızdırlar. Berkin Elvan’ın katilleri açıklansın diye sokağa çıkıp sesini duyurmaya çalışan devrimcilerin maruz kaldığı şiddete ve teröre ses çıkarmayanlar, bugün ne diye konuşurlar… Hangi vicdan ile konuşursunuz? Devrimcilerin kafaları, kolları işkence yapılarak kırılırken neredeydiniz? Hani her türlü şiddete karşıydınız. Aklınız başınıza, devrimciler zalimlere karşı şiddet uygularken mi geliyor? Bu nasıl vicdansızlıktır böyle? Bilsinler, “En mükemmel adalet vicdandır.”(Victor Hugo) Şafak ile Bahtiyar halkın vicdanıdır. Halkın adalet özlemidir. Çocukları polis tarafından katledilen anaların yürek acılarının sesidir. Hesap sorma isteğidir. Eylem AKP’nin İç Güvenlik yasasına meşruluk kazandıracakmış… Yasa meclise geçmiş yasallaşmış, meşruluğu mu kalmış. Bu yasanın mecliste geçmemesi için tek bir eylem yapmayanlar, sınırlı tepkilerle kalanlar bugün devrimcilerin eylemlerine dil uzatamazlar. Sen yasa meclisten geçmesin diye tek bir eylem dahi yapma ama şimdi kalkıp eylem AKP’nin İç Güvenlik yasasına meşruluk kazandırıyor diye söz et. Sonra; AKP, iktidarı boyunca onlarca katliama imza atmış, hangisi için bir meşruluk aradı. Katliam yapmadığı gün kalmadı neredeyse. Tüm bu yaşanan şiddetten kim sorumludur? Aylardır her gün adalet için sokaklara çıkan, seslerini duyurmaya çalışan devrimciler mi? Yoksa yapılan bir basın açıklamasına dahi izin vermeyip saldıran, şiddet ve terör estiren AKP iktidarı mıdır? Evet, “Şiddetli denir asi ırmağa / Ama kimse şiddetli demez / Onu sıkıştıran yatağına…” (Bertolt Brecht) Tüm bu yaşanan şiddet ortamının sorumlusu ve yaratıcısı AKP’dir, faşizmdir. En yasal bir basın açıklamasına bile izin vermeyerek, şiddet ve terör uygulayan kendileridir. AKP, bir tarafta hakkını arayan herkese terör uygularken diğer yanda terör demogojisi ile halkın haklı ve meşru mücadelesini boğmak ve engellemek istiyor. Bu konuda AKP’nin ekmeğine yağ sürenler arasında ne yazık ki kendine misyon biçen sol düşünceler de vardı. Açıktan devrimci eylemlere terör deyip faşizmle aynı dili kullandılar... Komplocuların başını da bu siyasi hareketler çekiyor. “Şiddetin aydınlattığı halk bilinci, her türlü pasifikasyona isyan eder. Artık demagogların, oportünistlerin işi zordur.”* Gerçekten çok zordur artık komplocuların işleri. Şafak ile Bahtiyar’ın yürek yankısı olan; “Halkımız sizi seviyoruz’’ sözlerine karşılık halklarımız ve dünya halkları “biz de sizi seviyoruz’’ diyerek karşılık vermiş, adalet taleplerini sahiplenmişlerdir. Bugün AKP iktidarının bu eylem üzerinden devrimcilere ve halka saldırması boşuna değil. Şafak ve Bahtiyar için “biz de sizi seviyoruz” dedikleri için gözaltına alınan, tutuklanan ve çeşitli baskılara maruz kalan insanlarımız var. Meşru ve haklı olan ezilenlerin, ezenlerin şiddet ve terörüne karşı uyguladıkları şiddettir. “Yalnızca şiddet, halkın şiddeti, liderlerin örgütlediği ve yönlendirdiği şiddeti kitlelerin toplumsal gerçekliği kavramasının anahtarını verir.’’ ve “Şiddet bireysel düzeyde temizleyici bir güçtür. Sömürge insanını aşağılık kompleksinden, umutsuzluk ve pasiflikten kurtarır, ona cesaretini ve özgüvenini yeniden kazandırır. (...) Şiddet halkı lider düzeyine çıkarır.”* Bundan sonra da AKP, iktidarını korumak adına daha fazla şiddet ve terör uygulayacaktır. Elinde bulundurduğu tüm baskı araçlarını devreye sokup kendi iktidarının ömrünü uzatmak isteyecektir. Ama bu baskı, şiddet ve terör AKP’nin ömrünü uzatmaya yetmeyecektir. Karşı-devrim, devrimi büyütür. Karl Marx’ın dediği gibi “Karşı-devrim, devrimin kamçısıdır…’’ Bunun içindir ki, yıllardır söylenen slogan geçerliliğini korur: Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!.. Boğulacak. Faşizm kaybedecek, biz kazanacağız! *Che Guevara Askeri Yazılar Yar Yayınları **Alıntılar : Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Versus Kitap “Ölümlere yatarım da baş eğmem zindanlara” diyerek yola çıkanları yasaklarla sınayabilir misiniz? Yasaklarla engel olabilir misiniz? o 13 tavir mayis.indd 13 5/7/15 11:21 AM kablet tarih nazım hikmet çok uzaklardan geliyoruz çok uzaklardan… kulaklarımızda hâlâ şimşekli sesi var sapan taşlarının. ormanlarında yabani aygırlar kişniyen dağ başlarının kanlı hayvan kemikleriyle çevrilen sınırları geldiğimiz yolun ucudur. yine fakat geniş kalçalı genç bir ananın gergin gebe karnı gibi doğurucudur mataralarımızda çalkalanan su. çok uzaklardan geliyoruz.. tütüyor yanık bir et kokusu çizmelerimizin köselesinden… ürkerek adımlarımızın sesinden kanlı karanlık yıllar kanatlı bir hayvan gibi havalanıyor… ve karanlıklarda yanıyor en önde gidenin ateş bir ok gibi gerilen kolu.. çok uzaklardan geliyoruz çok uzaklardan.. kaybetmedik bağımızı çok uzaklarla.. bize hâlâ konduğumuz mirası hatırlatır bedreddini simavînin boynuna inen satır. engürülü esnaf ahilerle beraberdik. biliriz hangi pir aşkına biz sultan ordularına kıllı göğüslerimizi gerdik… çok uzaklardan geliyoruz. alevli bir fanus gibi taşıyoruz ellerimizde ihrak binnar edilen galile’nin dönen küre gibi yuvarlak kafasını. ve ancak bizim kartal burunlarımızda buluyor lâyık olduğu yeri materyalist camcı ispinozanın gözlükleri.. çok uzaklardan geliyoruz çok uzaklardan.. ve artık saçlarımızı tutuşturarak gecenin evinde yangın çıkaracağız; çocuklarımızın başlarıyla kıracağız karanlık camlarını!.. ve bizden sonra gelenler demir parmaklıklardan değil, asma bahçelerden seyredecek bahar sabahlarını, yaz akşamlarını… 14 tavir mayis.indd 14 5/7/15 11:21 AM ferman akp’ninse meydanlar bizimdir grup yorum 12 Nisan'da yapılacak olan GrupYorum 5. Bağımsız Türkiye Konseri'ni İstanbul Valiliği yasakladı. Grup Yorum olarak bu yasağı tanımadığımızı ilan ettik. Ankara'da AK Saray'ın kapısında, İstanbul Valiliği önünde protesto gösterileri yaptık, işkenceyle gözaltına alındık. 12 Nisan günü bu yasaklara rağmen on binlerce Yorum dinleyicisi Bakırköy'e aktı, çoluğuyla çocuğuyla on binlerce Yorum dinleyicisi Bakırköy'ün onlarca sokağını Yorum konser alanına çevirdi. Aynı saatlerde Taksim Anıtı önünde yine protesto gösterisi yaptık ve gözaltına alındık... 30 Yıllık tarihimizde defalarca bu baskılara maruz kaldık. Ve şimdi Yorum'a yönelik baskılarını yeniden tırmandırdı AKP iktidarı. AKP iktidarı boyunca yine defalarca gözaltına alındık, tutuklandık, işkence gördük. Bugün esas olarak baskı, yasak, aldatma, halk avcılığı yani faşizm ile bütün halkımızın bütün kesimlerini korku ile susturmak istiyor. Esas olarak AKP iktidarı halktan korktuğu için baskılarını arttırıyor, baskılarını arttırdıkça halkın dire- nişi de artacaktır. İktidarlar belli dönemlerde özellikle öne çıkan kurumlara yönelik saldırılarını odaklıyor. Toplumu harekete geçirecek en önemli dinamiğin ne olduğuyla ilgilidir bu saldırının nedeni. Ve Grup Yorum çok önemli bir mevziyi tutuyor. Milyonlarca insana, halkımıza gerçekleri açıklamak ve duygularını düşüncelerini eğitmek konusunda çok büyük bir güce ulaştı Grup Yorum. "Mücadelenin barometrelerinden biri: Bakırköy Grup Yorum Konserleri" diye geçiyordu bir yazıda. Grup Yorum'un son 5 yıllık tarihine bakarsak bu sözün anlamını, hayatla bağını daha iyi kavrayacağız. 2010 yılında 55 bin kişiyle yaptığımız İnönü Stadyumu Konseri'nde 55 bin kişilik bir halk korosu oluşturduk. Yüzlerce badireler atlatmış, evladını, kardeşini, yoldaşını kaybetmiş olanlar tek yürek olmuşlardı. Sevinç gözyaşları içinde sahneye çıkmıştı Yorumcular... Ve aynı yıl Taksim 1 Mayıs Meydanı için halkımız göğüs göğüse bir kavga veriyordu. Yorum konseri 1 Mayıs'ta Taksim'i zaptedebiliriz diyordu. Sonraki yıl Nisan ayında ilk Bağımsız Türkiye Konseri yapıldı. 150 bin kişiyle yapıldı bu konser... Bir yanıyla 2011 1 Mayısı için bir provaydı. Yüzelli bin kişilik dev koro Devrim Şehitlerini anarken, 1 Mayıs için hazırlanıyordu. Kızılderede 10 kişinin yazdığı manifestoyu, 150 bin kişilik koro tekrar ediyordu "kazanacağız" diyordu. Devam etti Bakırköy Meydan konserleri, 2012'de 350 bin kişi katıldı... 2013'te 500 bin kişi... ve 2014'te Bir milyona ulaştı Bağımsız Türkiye konseri... Bu yıllar içinde Grup Yorum defalarca gözaltına alınmış, tutuklanmış ve mücadelesini durmadan sürdürmüştü... Elbette, AKP faşizminin saldırılarının bu kadar pervasız olmasının bir nedeni de, sanat alanının örgütsüz oluşudur. Halkımızın her kesimini örgütsüzleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama halkın önünde olan sanat alanı ise örgütsüzlüğün başını çekiyor adeta. Bütün sanat dallarına sürekli saldırıda bulunmalarına rağmen bir örgütlülük oluşturulamadı. Bu örgütsüzlüğe karşı, iktidar sürekli kendini örgütlemeye devam ediyor. Grup Yorum konserleriyle, politik 15 tavir mayis.indd 15 5/7/15 11:21 AM mücadelenin, gerçeklerin ve düşüncelerimizin halkla birleşmesini engellemek istiyorlar. Milyonlara ulaşmamızı istemiyorlar. Çünkü onların esas gücü, halkın örgütsüz olmasıdır. Değilse kof bir güçleri vardır, bu nedenle yüzlerce koruma ordusuyla gezmek zorunda kalıyorlar. Bu nedenle halkın her kesimi üzerinde büyük bir baskı kuruyorlar. Ne mahkemeler, ne bakanlıklar, ne meclis... hiçbir şeye tam olarak güvenemiyorlar. Bütün kararları Tayyip Erdoğan veriyor. Ruhi Su ustamız yıllar önce şöyle söylemiş: "Akşam öten kuştan kork, sabah solunda uyanmaktan kork, fukaradan kork, dostluktan, türkülerden kork. Bir düzen türkülerden korkmaya başladı mı, artık o düzeni kimse ayata tutamaz. Nesimi'nin derisi yüzülmüş, Pir Sultan Abdal asılmış, fakat bütün asmalara kesmelere rağmen, ne düzen kalmış, ne de o debdebeli sultanlardan bir kimse...." Ve yine Amerika'yı tarihinin en bü- yük yenilgilerinden birine uğratan Ho Chi Minh'in sözü geliyor aklımıza. "Hiçbir ordunun zaptedemeyeceği kaleler"den bahsetmiştir. Bunlar halkın kalbi ve beynidir. Grup Yorum halkın kalbindedir ve beynindedir. Hiçbir saldırı bizi durduramayacak, yok edemeyecek. Tersine o yıkılmaz kaleleri birleştirmeye devam edeceğiz. AKP iktidarı ne yaparsa yapsın ayakta kalamayacak. Tarih böyle söylüyor, AKP'nin bu kadar sıkışmış halde her tarafa saldırması da, kenid sonlarını şimdiden gördüklerini ıspatlıyor. AKP iktidarı da türkülerden korkmaya başlamıştır, Grup Yorum lafını duyar duymaz elektirk çarpmış gibi oluyorlar... Korksunlar, ama korkunun ecele faydası yoktur. Pir Sultan'ı asanları kimse hatırlamaz, hatırlayan da lanetleyerek adını söyler. Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce yıl hüküm sürdü, saraylarında müzisyenler vardı, şairler vardı... Bugün hatırlayanınız var mıdır onları... Ama Karacaoğlanı unut- mayız, sevgiyle, emekle örülmüş sevadalarımızı öğreniriz, türküleriyle nesilden nesile aktarmaya devam ederiz. Dadaloğluyla coşmaya devam ederiz, "ferman padişahın dağlar bizimdir" deriz ve bugünün Dadalları "dağlara gel" diyerek halay çekerler, alınlarında yıldızlı bereleriyle, ellerinde mavzerleriyle dersim dağlarında türkü söylerler. Bolu beyi'nin köşkünü basan Köroğlu bugün sarayları başlarına yıkar. Yaşar Kemal'in İnce Memedi, köyün zalim ağasını evinde cezalandırır, İnce Memedler savaşmaya devam eder Kızıldere'nin yıldönümünde.... Ve Grup Yorum türkü söylemeye devam eder... Pir Sultanların, Karacaoğlanların, Dadalların, Ruhi Suların geleneği yaşamaya devam eder Grup Yorumla... Halkımız içimiz rahat olsun, meydanlar ve stadyumlar bizimdir, biz türkülerimizi her daim söyleyeceğiz, bu türküleri söyleyen milyonları, on milyonlar yapacağız... AKP korksun... o 16 tavir mayis.indd 16 5/7/15 11:21 AM grup yorum’dan dinleyicilerine... erhaba sevgili dinleyicilerimiz... İsterdik ki 12 Nisan’da size Bakırköy Pazar alanında hınca hınç dolu bir meydanda, büyük bir sahneden seslenip bir konser verelim. Omuz omuza halaylar çekelim, marşlar türküler söyleyelim. Ama olmadı. Faşizmin Toması, çeviği, gaz bombası, plastik mermisi… ile karşı karşıya kaldık 12 Nisan’da. Halkı, sanatçıları düşman olarak gören AKP iktidarı asılsız gerekçelerle konserimizi yasakladı. Bağımsız Türkiye diye milyonlarca insanın bir araya gelmesinden çok korktu. AKP’nin valileri talimatları yerine getirdi konseri yasakladı, AKP’nin polisi bu yasağı tanımayan, bu hukuksuzluğa boyun eğmeyenleri copladı, gazladı, plastik mermi sıktı, gözaltına aldı, kollarını bacaklarını kırdı. Ne geçti ellerine, koca bir HİÇ. Kazanan yine biziz. M 30 yıldır bu ülkede bağımsızlık, özgürlük, adalet ve sosyalizm için söylüyoruz türkülerimizi. Tam 30 yıldır her türlü engele rağmen yolumuzdan bir adım bile sapmadık, sapmayacağız. Ama bugünlere geldiysek eğer, milyonlarca insanımızla bir arada halaya duru- yorsak eğer, en büyük destek sizdendir, yorum dinleycilerindendir. Bizi hiç yalnız bırakmadınız, bir an bile. Konserlerimize geldiğiniz için gözaltına alındınız, işten atıldınız, hakkınızda soruşturmalar açıldı. Ama bizi dinlemekten, konserlerimize gelmekten vazgeçmediniz. Binlerce kez teşekkür ederiz her birinize. 12 nisan’da da geleceğinizden emindik, adımızın Grup Yorum ol- duğundan nasıl eminsek geleceğinizden de emindik. İstanbul’un mahallelerinden,Anadolu’dan akın akın geleceğinizden emindik. Geldiniz bizi şaşırtmadınız. Sırt sırta, omuz omuza verdik, öfkemizi haykırdık zalime karşı. Bakırköy’ün tüm sokaklarında dilimizde kurtuluş türküleri, ellerimiz yumruk yumruk yürüdük. Yürüdük üstüne üstüne fırsatçının, fesatçının hayının Ahmed Arif’in dediği gibi. Korkmadan, ürkmeden. Saatlerce Bakırköy sokakları inledi “Türküler Susmaz Halaylar Sürer” diye. Bir adım bile geri çekilmediniz. AKP’nin polisinin saldıracağını bile bile her seyi göze alarak geldiniz, onbinlerce. İşte böyle yiğit olur Grup Yorum dinleyicileri. İşte böyle rezil rüsva edilir zulüm, böyle yere çalınır yasalar. Bize böyle bir gururu yaşattığınız için binlerce kez teşekkürler yeniden. Sevgili Yorum dinleyicileri, bu tarihi birlikte yarattık. Birlikte üstüne titredik bu tarihin. Emeğimizi kurda kuşa yedirmedik. Şimdi tarihimize yeni güzellikler, yeni değerler yaratacağımız bir dönemdeyiz. 30. Yılımızı kutlayacağız. Önümüze yine engeller çıkartacaklar, mani olmaya çalışacaklar. Ama şimdiden biliyoruz ki o engellerin hükmü kalmamıştır. Çünkü arkamızda milyonlar var, siz varsınız. Sizin varlığınız bizi rahatlatıyor. İyi ki varsınız... Hep varolun. Sizi Çok Seviyoruz. o 17 tavir mayis.indd 17 5/7/15 11:21 AM grup yorum’a borcumuz var burak ergün u hayatta herkesin bir hikayesi oluyor. Herkes kendi hayatının bir film gibi bir roman gibi olduğunu, böyle geliştiğini düşünüyor. Evet bu hayatta herkesin bir hikayesi var ve benim hayatımın da -ki bu yaklaşık olarak otuz yıla denk geliyor- hikayesinin en önemli yerinde bir müzik grubu duruyor: Grup Yorum. sı, Cemo. Bu şarkıyı defalarca ama defalarca dinliyorum. Çocuk kafası ile şarkının anlattıklarını, sözlerinin içeriğini, hiçbirini bilmiyorum ama şarkı bende garip bir tutku oluyor. Başa sarıp sarıp dinliyorum. Aslında Cemo’yu sevmemin sebebinin şarkının müzikal güçlülüğünden kaynaklandığını ise uzun zaman sonra anlıyorum. Peki bir müzik grubu bir insanın hayatını nasıl etkileyebilir? Şunu belirtmem gerekir. Bu kronolojik sıralama Grup Yorum’un diskografisinin değil, benim Grup Yorum albümleri ile tanışmamın kronolojik sırasıdır. Daha sonraki zamanlarda “Yürek Çağrısı” ile kesişti yollarımız. Bu albümde daha önce hiç duymadığım, tanımadığım, anlamadığım bir dil ile karşılaşıyordum. Yıllardır yasaklı, sakıncalı olan Kürtçe’yi “Evindar”, “Çay Berbena”, “Cane” ile tanıyordum. Kürt ve Kürtçe kelimesinin bile geçmediği bir yaşamda, dili, kimliği yasaklı bir halkın şarkılarının özellikle 90’larda faşizmin baskısını da düşünürsek aslında Grup Yorum’un ne bedeller B Grup Yorum, yolculuğumun başlangıcı 1993 senesiydi. Müziğe meraklı bir çocuk olmam sebebiyle ve demokrat bir ailede büyüdüğüm için bu kasedin evde bulunması şansıyla, ilk “Cemo / Gün Gelir” albümünü dinlememle başlayan ve bugüne kadar devam eden yolculuğumuz. Albümün ilk açılış parçası ve artık tam bir Grup Yorum klasiği olan, her konserde Yorum elemanlarının şakayla söylemeyeceğiz deseler bile seyircinin kendi kendine söylemeye başladığı vazgeçilmez şarkı- ödeyerek albümüne koyduğu ve bu ezgilerin etkisi ve gücü şimdi daha net anlaşılıyor benim için. Bu yolculuk bende “Büyüme” olarak devam ederken bir yandan Grup Yorum’un gösterdiği bir yol üzerinden ilerliyordu. Neredeyse Grup Yorum ile birlikte büyüdük desem sanırım hiç abartmış olmam. Sadece müzikal bir beğeninin ötesinde, beni politikleştiriyorlar ve mücadelenin yolunu şarkılarıyla gösteriyorlardı. Tabii o zamanlar sadece “kaset”lere ulaşarak dinlemek mümkün olduğu için, Anadolu’da yaşayanların bildiği bir durum vardır ki albüm çıktıktan sonra Anadolu’ya dağıtımı biraz zaman alır. Böylelikle bir de Grup Yorum kasedini bulma mücadelesi başlardı. Albüme ulaşmak ve kasedi kalem ile sarıp tekrar tekrar dinlemek heyecanını yaşıyordum. Nasıl şarkılar yapmışlar? Ne anlatmışlar? Hangi enstrümanları kullanmışlar? Bu merak ve heyecan ile durmadan dinliyordum. Bu heyecanı her yeni albüm çıktığında 18 tavir mayis.indd 18 5/7/15 11:21 AM hala yaşıyorum, sanırım ömrüm boyunca da yaşayacağım. Her yıl arka arkaya çıkan albümler ile “Ayşe Gülen’i”, “Sibel Yalçın’ı”, “Ayçe İdil Erkmen’i”, “Mehmet Akif Dalcı”yı, “Mahir Çayan’ı” ve daha nicelerinin sesini, soluğunu duyuyordum. Tabi en önemlisi Grup Yorum’un her albüm kapağı yazısını bitirirken teşekkür ettiği “Büyük Aile”nin sesini duyuyordum. Grup Yorum’un Sanat alanında öğrettikleri ise bambaşka bir pencere açabiliyor insanın gözünde. Ruhi Su, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Enver Gökçe, Pablo Neruda, Victor Jara, İbrahim Karaca, Ahmed Arif, Adnan Yücel ve daha nice şair, yazar, müzisyen ve sanatçı ile tanışma, onları tanıma ve anlayabilme imkanına yol açıyor Grup Yorum. Ayrıca sadece yazı ve şiir alanı değil müzik konusunda da biraz özenli müzik severlerin çok rahat görebileceği bir durum yarattılar. Grup, şarkılarını, “Piyasa” denilen o büyük büyük sanatçıları yutan yer için değil, alabildiğine özgür ve sınırsız yaratıcılık içinde halka ulaşmak için yapıyor. Herhangi bir kalıp içinde ya da bu şarkı “tutar” “satılır” gibi bir düşünce ile değil, müziğin olanaklarını en iyi şekilde kullanıp en güzelini yaratma peşindeler. Özellikle benim gibi 80 sonrası doğumlu demokrat, sosyalist herkesin Grup Yorum şarkıları ile ve tabii ki devrimciler ile yolu bir şekilde kesişmiştir diye düşünüyorum. “Bir Kar Makinesi” diye boşuna denmiyor Yorum’a. Kuruldukları dönemde hem insanların üzerindeki yılgınlığını atmasına, hem de yeni gelen nesile geçmişin değerlerini ve geleceğin güzel günlerini muştuluyorlardı. İnsana dair ne varsa Grup Yorum müziğinde de bu vardı. Sevgiyi anlatırken, o güzel, saf ve temiz duyguları dile getirirken “Sevmek demek kavga demek bilirim senden uzak yaşamayı neylerim özlem özlem” diyerek çok yalın anlatıyordu Grup Yorum. Ve uzun yıllardır hayalini kurduğum Grup Yorum’u canlı izleme şansı 2003 yılında nihayete eriyordu. 1994 yılında Fuar Ekici Över konserinden sonra İzmir’de hep yasaklı olan Grup Yorum İzmir’e konsere geliyordu. Sadece benim için değil sanırım İzmir’de yaşayan birçok Grup Yorum sever için de heyecanlı bir haberdi bu. Grup Yorum İzmir’in göbeğinde, Fuar Açıkhava Tiyatrosu’nda binlerle beraber türkülerini söyleyecekti. Yılların hasreti o gecenin coşkusuyla yaşanacaktı. Konser öncesi, daha o zaman yeni kurulmuş olan İzmir Gençlik Derneği’nde Grup Yorum imza günü gerçekleşeceği haberi ile sevincim daha da artmıştı. Bu güzel ezgileri yaratan, mücadelenin türkülerini yapan insanlarla tanışmanın heyecanı da çok ayrıydı benim için. Çünkü onlara karşı uygulanan sansürden dolayı sadece “gölge insanlar” olarak vardı kafamda. Bu sansürü anlatan en güzel cümle bir tv programcısının söylediği “Grup Yorum Love Story’i bile çalsa yayınlayamayız” cümlesi net bir şekilde anlatıyordu. 19 tavir mayis.indd 19 5/7/15 11:21 AM Konser günü belki de İzmir Fuar Açıkhava Tiyatrosu kurulduğundan beri en kalabalık ve kabına sığmaz bir konser ile karşılaşıyordu. Binlerce insan konserden saatler önce kuyruğa girmiş, biletler tükenmiş ve kapıların açılmasını bekliyorlardı. Hınca hınç bir doluluk derler ya hani, işte öyle bir konser oluyordu. Oturacak yerler dışında ayakta bile yer kalmamış ve İzmir’de yılların hasretini bir nebzede olsa dindirmişti Yorumcular. O konser ve Yorumcularla tanışmam uzun yıllar boyunca aslında büyük bir yoldaşlık, arkadaşlık, abi, abla, kardeş ilişkisinin başlangıcı olmuş benim için. Beraber aynı ailede, aynı kolektifte, aynı mücadelede olmanın gururunu ve onurunu başka bir şekilde yaşayabileceğimi düşünmüyorum. Grup Yorum konserleri ile ilgili yaşadıklarım elbette bu konser ile kalmadı. Ertesi yıl Harbiye Açıkhava’da gerçekleştirilen “Bir Masal Gecesi”, yine 2005 yılında Harbi- ye’de gerçekleşen “20. Yıl Konseri”, Ege Üniversitesi’nde gerçekleşen ilk “Canan Kulaksız Şenliği” konseri ve tabii İnönü Stadı’nda 55 bin kişi ile birlikte tarihe tanıklık ettiğim “25. Yıl Konseri”... Son konser tecrübem ise Grup Yorum ve Yorum dinleyicilerinin birbirlerine bağlılığı ile bütün “Bağımsız Türkiye” konserlerine katılmış biri olarak bence en görkemli ve en yakışır bir “Bağımsız Türkiye” konseri oldu. Geçtiğimiz ay 12 Nisan’da bu sene 5. si yapılmış olan, her sene milyonlarca insanın geldiği ve bugüne kadar kimsenin burnunun bile kanamadığı “Bağımsız Türkiye” konserinin valilik tarafından hukuksuzca yasaklanmasından sonra, binlerce Yorum sever her türlü tehdite, polisin gaz bombalarına, hınçlarından insanların saçlarını çekerek işkence yapmalarına, tomalarıyla saldırılarına rağmen Bakırköy’ün her sokağını konser alanına çevirdiler. Her sokakta bir Yorum elemanı ile halaya duruldu. Her sokakta Yorum marşları ve türküleri yükse- liyordu. Onlar konser olmasın diye alanı kapattılar ama Yorum’un tüm Bakırköy’ü konser alanına çevirmesine engel olamadılar. Bir sürü polis “şu sokakta konser veriyorlar”, “bu sokakta konser veriyorlar” diyerek bütün Bakırköy’ü sokak sokak koşmak zorunda kaldılar. Bu sene Grup Yorum 30. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Yine konser mekanlarının yasaklaması, Yorum elemanlarının gözaltına alınması gibi engeller ile devletin baskısı 30 yıldır olduğu gibi bitmiyor. 30 yıldır her grevde, gecekondu mahallelerindeki yıkımlarda, üniversite boykotlarında, hapishanelerdeki direnişlerde, bütün halkın canını yakan maden kazalarında, yani halkın olduğu her yerde direniş türküleri ile Grup Yorum orada oldu. Grup Yorum ile beraber hayata durmaksızın tanıklık ediyoruz. Bundan dolayıdır ki, sanırım Grup Yorum’a bir borcumuz var. Ve bu 30. yıl konserinde hep beraber dosta düşmana “o büyük günün” provasını göstermeliyiz.o 20 tavir mayis.indd 20 5/7/15 11:21 AM saraya soytarı değilsen... sanat meclisi erkin Elvan’ın ölüm yıldönümü olan 11 Marttan önce bir video izlediniz. Türkiye’nin sevilen aydın ve sanatçılarının yer aldığı Sanat Meclisi’nin hazırladığı bu videoda “Ben Berkin Elvan, Katilim Nerede?” sorusu soruluyordu. Milyonların ısrarla, öfkeyle, hasretle sorduğu bu soruyu aydın ve sanatçıların sorması da doğaldır tabii ki. Hatta bu soruyu soran, cevabını titizlikle takip eden kesim de elbette ilk önce onlar olmalıdır. 14 yaşındayken polis tarafından vurulan, devletin başı tarafından terörist ilan edilen, anası yuhalatılan ve katilleri bir türlü bulunamayan(!) Berkin için bu soruyu sormak az bile aslında. AKP faşizminin Gezi Ayaklanması’nda şehit düşen gençlerimize ve onların hesabını sormak isteyenlere karşı takındığı düşmanca tavır; Berkin’de iyice su yüzüne çıkmış, saldırganlığı bu noktada daha da artmıştır. B Burada Berkin’in milyonları bir araya getiren gücünden duyulan korku var. Evet korku. Elbette korku ola- caktı… Faşizmin korkusu halktır. Yani milyonlardır. Ayaklanmada gençler barikatlar önünde birer birer düşerken, yeni gençler aynı kararlılıkla dolduruyordu boşlukları. Abdocan’dan Ali İsmail’e, Ethem’den Berkin’e Gezi-Haziran Şehitleri AKP’nin korkulu rüyası oldu. Berkin’in vurulduğu sabah hangi polisin hangi işi yaptığı videolarla fotoğraflarla sabitken, altı yüz küsur günün ardından faillerin hala saklanıyor olması bu korkunun somutlanmış halidir. Berkin’in ölüm yıldönümünde yapılacak anmalara çağrı yapan ve katillerin bir an önce bulunmasını talep eden bu videoya da aynı korku ve düşmanlıkla saldırdı AKP. Hem de akıllara zarar iddialar üreterek... İlk önce, Belediyecilikten çok provokatör kimliğiyle tanınan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek girdi devreye. Videonun yayınlanmasının üzerinden 24 saat geçmeden sanatçıları hedef alarak “ayaklanma çağrısı” yaptıklarını ima etti. Hatta bununla ilgili suç duyurusunda bulunacağını belirtti. AKP’nin paralı kalemleri hiç geciktirmeden bir merkezden servis edilen haberleri manşetlerine taşıdı. Sonuç, gazetecilik ve insanlık adına tam bir rezaletti. Gazetecilik ahlakını yitirmiş kimi köşe yazarları sanatçıları provokatörlükle suçladı. İçlerinden bir tanesi iç güvenlik paketiyle, polis baskısıyla tehdit etmişti. Neler söylemediler ki Sanat Meclisi hakkında; şiddet eylemlerini körüklüyorlar, çocukları kullanıyorlar, Berkin’lerin katilleri bunlardır… denildi. Çok geçmeden de beklenen soruşturma açıldı ve videoda yer alan hamit demir 21 tavir mayis.indd 21 5/7/15 11:21 AM tüm sanatçılar savcılığa çağrılmaya başlandı. Sanatçıların bir videoyla yaptığı “katiller bulunsun” çağrısı üzerine hızla organize olup, hukuk kanallarını sonuna kadar kullanıp, paralı basınını da arkasına alarak saldırıya geçen iktidar, enerjisinin birazını katilleri ortaya çıkarmaya ayırsa belki böyle bir video hiç çekilmeyecekti. Meselenin özü de burada saklı aslında. Ortada uzlaşmaz bir çelişki var. AKP, Berkin olayına sınıfsal açıdan bakıyor. Yoksa iktidar için üç beş tane polisin hiçbir kıymeti yoktur. Ancak korkusu sokakları dolduran milyonların kopararak hakkını alması, kitlelerin kendi güçlerinin farkına varmasıdır. Mesele sadece Berkin Elvan’ın katillerinin cezalandırılması da değildir. Berkin nezdinde ayaklanmada hayatını kaybeden, sakatlanan, işkence gören, tutuklanan herkesin hesabının sorulmasıdır mesele. Yasakların, sansürün, baskının, keyfiliğin sona ermesidir. Fakat AKP’nin yolsuzlukları ve yalanları ortaya saçılıp yönetememe krizi derinleştikçe zulmünü de artıracaktır elbette. Yeni ayaklanmaları bu yolla engelleyeceğini düşünüyor iktidar. Nihayetinde her hareketten korkar hale de gelmiştir. Paranoyası büyümüş, muhalif her sese karşı savaş baltalarını çıkarmaya başlamıştır. AKP’nin büyük paranoyasına göre videonun sonundaki “hayatı durdurun” çağrısı, bir darbe girişimidir. Başta kulağa komik geliyor ama bunu koro halinde söyledikleri için olayın “faşizmin gölgesinden korkar hale gelmesi” gerçeği su yüzüne çıkıyor. Hayatı durduralım diyor video. Evet, on dört yaşında bir çocuk sokak ortasında polis tarafından vuruluyorsa, iki sene boyunca katiller korunup kollanıyorsa orada hayat durmalıdır. Tıpkı Berkin’inin cenazesinde halkın hayatı durdurduğu gibi… Sanat Meclisi video yayınlanmadan önce yaptığı açıklamalarda “hayatı durdurma”nın tanımı yapmıştı bir çağrıyla. Çağrı sanatçılara yönelikti, aydınlara, hukukçulara yönelikti. Emekçi halka yönelikti. 11 Mart günü gündemimiz Berkin olsun, Berkin’in vurulduğu yerde adalet talebimizi dile getirelim demekti bu çağrı. Sanatçılar o gün sahnelerinde sergilerinde Berkini anlatsın, yapabiliyorlarsa tiyatrocular o gün oyunlarını Berkin’in vurulduğu yerde oynasındı. Ama paranoyak ve provokatör zihniyet her sözcükten bir anlam çıkararak Sanat Meclisi’nin çağrısıyla insanların şiddet eylemleri yapacağını duyurdu. Gasp edilen haklarını almak için halkın kullandığı her yöntem elbette meşrudur. Fakat Sanat Meclisi’nin çağrısını şiddet eylemlerini teşvik eden nitelikte göstermek alenen suçtur. İtham etmektir. Adalet talebinde bulunan sanatçıları aşağılamak, hedef göstermek, maddi ve manevi zarara uğratmaktır. Asıl soruşturma açılması gereken kişiler AKP’nin provokatörleri ve onların paralı kalemşörleridir. Buna rağmen soruşturmanın savcısı sanatçıları şüpheli sıfatıyla soruşturmaya almayı tercih etti. Hem de ortada yasalara göre hiçbir suç unsuru yokken. Ama dediğimiz gibi faşizm kendi yasalarını da tanımaz ve olmadık suçlar ve komplolar üreterek kendine muhalif her şeyi susturmaya çalışır. Sanat Meclisi’nin “suç”larından biri de dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir ses kaydının videoda yer alması. Evet, videoda Tayyip Erdoğan’ın “talimatı ben verdim” sözleri yer almaktadır. Bu sözlerin böylesi bir videoda yer alması çok doğal değil midir acaba? Polis vahşetinin birinci dereceden sorumlusu devletin zirvesindeki kişi değil midir? Hem de açıkça söylüyor da talimatı ben verdim diyor. Bu durumda başbakanın bir sorumluluğu yok mudur? Dünya âlem izledi. Miting meydanlarında Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan’ı kitlesine yuhalattı Tayyip Erdoğan. Katillerin özenle saklandığını ve davanın üzerinin kapatılmaya çalıştığını bilmiyor mu Tayyip Erdoğan. İstese bir talimatla olayı gerçekleştiren polisler ortaya çıkarılabilir. İşte bu yüzden o videoda yer alıyor dönemin başbakanı, şimdiki cumhurbaşkanı. Kimse bulandırmaya çalışmasın. Amaç çok açıktır. Berkin’in katilleri açıklansın ve mahkemede yargılansınlar. Bu çok temel bir hak talebidir. Adalet insanlarımızın en büyük özlemidir bu günlerde. AKP belki faşizmini yükselterek cevap verecektir halkın yükselen sesine fakat AKP’nin panzehiri sonuna kadar mücadele etmektir. Örgütlü hareket etmektir. Sanatçıların aydınların üzerindeki baskıyı kıracak, düşüncelerin ve sanatın özgürleştirecek yegâne çözüm de budur. Sanat Meclisi bu saldırıların ardından suç duyurusunda bulunarak AKP faşizmini halka teşhir etti. Bundan sonra sanatçıların birliği daha da büyüyecektir. Ülkenin tüm sorunlarına karşı sanat üretimleri çoğalacak, zenginleşecektir. Fakat öte yandan AKP’nin baskıları ve yasakları da artacaktır belki. Bunun karşısında halkın sanatçılarının korkmadan, tarihine ve halkına güvenerek faşizmin karşısında dik duracağına inanıyoruz. o Not: Tiyatro sanatçısı Hamit Demir bu yazı yazıldıktan hemen sonra TRT’ de oynayan Diriliş isimli dizinin kadrosundan çıkarıldı. 22 tavir mayis.indd 22 5/7/15 11:21 AM çocuklara kıymayın efendiler hevin poyraz Nisan Çocuk Bayramı! Berkinlerimiz Ekmek Aldı mı? Yurtta Barış Dünyada Barış, Cumhurbaşkanının Yalanlarına Alış! Çocuklara Kıydınız Efendiler… Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yeni yaptırdığı (Kaç)Aksaray’ında 23 Nisan dolayısıyla 35 ülkeden gelen çocukları ağırladı. Öyle hazırlanmıştı ki çocuk bayramına “Aksaray sanatçılarından” birine ısmarlama beste bile yaptırmıştı Cumhurbaşkanı: …Yurtta barış, dünyada barış Sen de buna uymaya çalış Çünkü çocuklar umut Hepsi masmavi bulut Gözyaşı dökmek istemiyoruz… 23 Sadece şarkıyla değil, yaptığı duygusal ve hazırlıklı konuşmasıyla da çocukları “onore” etti Erdoğan. Bir çocuğa söylenebilecek her sözü sarfetti. O konuşmada her şey vardı. Bir tek “doğru” hariç. Tersinden ifade etmek gerekirse yalana dair ne varsa hepsi ağzından döküldü cumhurbaşkanının. Çocukların gözlerinin içine baka baka ve kelimelerin üstüne basa basa konuştu: Çocuklara kıymayın efendiler… Nazım Hikmet’in bundan 60 yıl önce yazdığı “Bulutlar adam öldürmesin” şiirinden bir bölümdü söylediği. İlk okuduğumuzda Hiroşima’yı aklımıza getiren bir şiir. Yıl 1945. Amerika ilk atom denemelerini gerçekleştiriyordu. Bu denemelerden biri de ilk anda 70 bin kişinin katledildiği Hiroşima’da yapılmıştı. Ve bulutlardan yağan ise “küçük çocuk” ismini verdikleri atom bombasıydı. O zamandan bu zamana çok bombalar yağdı bulutlardan, çok cana kıydı efendiler. Hiroşima’nın üzerinden 70 yıl geçti ama Hiroşimalar değişmedi ne dünyada ne de ülkemizde… Cumhurbaşkanı ise konuşuyordu: Çocuklara kıymayın efendiler… Erdoğan’ın dünyaya hitap eden bu sesine karşılık gerçeğin tam orta yerinde duruyordu çocuklarımız. Ağızlarından bal dökülen efendilerin kahpe kurşunlarıyla beyinleri sokaklara akıtılanlarımız. Berkinlerimiz…Nazım’ın dizeleriyle sesleniyorlardı. Nazım bizimdi, efendilerin değil çünkü: …Koşuyor altı yaşında bir oğlan, uçurtması geçiyor ağaçlardan… Kara gözlü bir oğlan… Okmeydanı sokaklarından uçurtmasıyla geçiyordu… Koşuyor ha koşuyordu... …siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin… Ya Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, İbrahim Aras! Mardin’den, Lice’den, Adana’dan… Ya Roboski’de üzerine bombalar yağdırılan 22 çocuk? Traktör kasalarına üst üste atılan küçük bedenleri… “Çocukların gözlerinde korkuyu değil, ümidi görmek istiyoruz” diyen cumhurbaşkanının iktidarında oldu bunlar. Nazım’ın “efendiler” diye seslendiği adresti bunlar. Türkiye’nin her yerinden tam 241 çocuk son 12 yıl içerisinde katledildi. İsimlerini yazsak ne bu yazıya 23 tavir mayis.indd 23 5/7/15 11:21 AM dilenci çocuklar belediye tarafından alınıp ailelere teslim edilme bahanesiyle parmaklıklar ardına kondu. Kırmızı ışıkta dilendikleri için parmaklıklar ardında saatlerce bekletilen çocuklar ağlayarak yoldan geçenlerden yardım istediler. İnsanlar su ve yiyecek verdi çocuklara. AKP Belediyesi ise gelen tepkilere kulak bile asmadı. Neden dileniyor çocuklarımız, bir tane kafa yoran var mı buna, kim bu yoksulluğun sebebi? Çocuklarımıza kıyan onlar değil mi? Eğitimsiz bırakılan çocuklar peki? Milyonlarca çocuk okula gidemiyor, derslik bile yok. 5060 kişilik sınıflarda okumak zorunda bırakılıyorlar. Aslında çocuklarımızın okuması bile istenmiyor. 4+4+4 yasası değil mi ki çocuk işçi yaşını 13’e düşüren. Çalışabilecekleri kadar okumayı reva gören kim peki? sığar ne de acısı yüreklerimize... Öyle çok öldürüldü çocuklarımız… Onlar da çocuk değil miydi! Cumhurbaşkanı seslendi ya tüm dünyaya, üzerine basa basa konuştu hem de: Çocuklara kıymayın efendiler… 1 milyona yakın çocuk çok ağır koşullarda çalıştırılıyor ülkemizde. Haftada 40 saatten fazla, haftalık izin kullanamıyor, yemek bile yiyemiyorlar. Normal bir beden bile dayanamaz bu koşullara. Kim kıydı, kıyıyor onlara peki? Son 13 yılda ağır çalışma koşullarında iş kazası denilerek öldürülen 127 çocuğa kim kıydı? Araştırmalara göre her 100 ço- cuktan 80’i şiddet görüyor. Hayal bile kuramıyor çocuklarımız. Erdoğan ise bol keseden atıyor yine: “…Çölün ortasında dahi masmavi denizi hayal etmekten asla geri durmayın. Taş yığınlarının arasında dahi rengarenk çiçekleri gözlerinizin önünden eksik etmeyin…” diye. Kim çaldı hayallerimizi peki? Yine araştırmalara göre yılda 10 bin çocuk hapishanelere atılıyor. Birinci sebep hırsızlık. Daha sonraki sebepler arasında yağma ve gasp geliyor. Yani yine yoksulluk, yine açlık, ekonomik sebepler. Daha geçtiğimiz günlerde hem de 23 Nisan’ın arifesinde Urfa’da Çocuklarımıza kıyanlar belli. “polise emri ben verdim” diyenler. Bütün bu çocuk katliamlarının, tutuklamalarının, eğitimsizliğin baş sorumluları: Efendilerdir. Efendilere sesleniyoruz: Halkın ekmeğinden çalarak yapılan (Kaç)Aksaray’lardan öyle, şaşaalı sahnelerden duygusal duygusal halkın şiirlerini okumakla olmaz bu işler. Bu şekilde ne yalanlar doğruları kapatabilir ne de yalancılar unutulur. Ne katliamlar hafızalardan silinir ne de katliamcılar. Çocuklarımızın hesabı elbet sorulur. Büyümez ölü çocuklar ancak öfkemiz büyür. o 24 tavir mayis.indd 24 5/7/15 11:21 AM gençlik, gerçeklik, gelecek üzerine ümit ilter Nasıl, gerçeklik nasıl yasaklanabilir? Ve tarih, yasak tanır mı? Soruları hayatın namlusuna sürelim… Gençlikten Korkmak.. Emperyalistler ve işbirlikçileri, halklardan korkarlar. Öyle böyle değil çok korkarlar. Ki “ gecekondulardan gelip gırtlağımızı kesecekler” demişlerdir. Tarihsel ve dolayısıyla kaçınılmaz bir korkudur bu. Emperyalistler ve işbirlikçileri, halk düşmanı oldukları için halktan korkarlar. Halkı nasıl sömürdüklerini , ezdiklerini en iyi kendileri bildiği için, bütün bunların bir hesabı olduğunun farkındadırlar. Burjuva politikası denen “şey” bu hesabın engellemesini içerir. Bütün biçimleriyle birlikte işte bu engellemeye, karşı-devrim denir. Çünkü, engellenmeye çalışılan devrimdir. Ki sömürü ve zulüm düzenini yerle bir edecek olan devrim, halkın eseridir. enç olmak suçtur” diyordu Eduardo Galeano. Ki konumız işte budur: Genç olmak bir suçtur elbette bu düzende. Neden? Sorusunun cevabını genç olan herkes bilir, hisseder ve o cevabı yaşar. Değil mi? Nasıl? Bu sorunun cevabına da geleceğiz ama önce, Eduardo Galeona’ya bırakalım sözü: “G “ Genç olmak bir suçtur. Her gün tan ağarırken gerçeklik ve her sabah yeniden doğan tarih işliyor bu suçu. Gerçeklik ve tarih işte bu yüzden yasak…(1) Gençlik, gerçeklik ve tarih geçiyor yukarıda ki üç cümlede. Ki genç olmanın suç olduğu düzende, gerçeklik ve tarih yasak, öyle mi? Halkın delikanlı hali olan gençlik, potansiyel anlamda devrimcidir. Hemen herkes “gençlik gelecektir” deyimini duymuştur. Öyledir ve dahasını da Mahir Çayan söylemiştir: “Ayrıca gençlik, doğası gereği atılgandır, coşkuludur, yüreklidir. Her türlü çıkar duygusundan ve art niyetten uzaktır. Ve de toplumun en az bozulmuş tabakasını oluşturur. Doğaldır ki bu nitelikleriyle gençlik emperyalizmin karşısında, bağımsızlıktan yanadır.”(2) Gençliğin işte bu niteliklerinden korkan emperyalistler, bunları yok edebilmek için her şeyi yaptılar ve yapıyorlar. Eğitim sisteminde modaya, müzikten spora…her şeyi gençliği yozlaştırmak için şekillendirdiler. Hiçbir sonuç alamadılar diyemeyiz ama bir bütün olarak başarılı oldukları da söylenemez. Korkuları sürüyor, hem de büyüyerek sürüyor. 25 tavir mayis.indd 25 5/7/15 11:21 AM Eğitim sistemi ve yozlaştırma kuşatmasıyla düzene uygun kafalar haline getirmek istedikleri gençlik, Şafaklar’ın kuşandığı halkın adaleti ve Haziran Ayaklanmasındaki kitlesel kahramanlığıyla emperyalistleri korkutmaya devam ediyor. Gençliği Yozlaştırmak “gençlik” diyordu Mahir Çayan; “… bağımsızlık mücadelesinde toplumun devrimci sınıf ve tabakalarını harekete geçiren bir dinamit fitilidir” Halk düşmanlarının gençliğe yönelik politikalarının özünde, gençliğin tarihsel bir “dinamit fitili” olma özelliğini yok etme vardır. Gençliğin “gelecek” olması, geleceğe sahip çıkmasına bağlıdır. Geleceğe sahip çıkmak ise “dinamit fitili” olma özellğinin korunmasına bağlıdır. Ki halk düşmanları, işte bu yüzden bu özelliği yok etmek için her şeyi yapıyorlar. Gençliğe yönelik bütün politikalarını, bu hedefe göre düzenliyorlar. Bunu saklamıyorlar da… Amerikan emperyalizminin akıl hocalarından Zbigniew Brzezinsky olanca alçaklığıyla bakın ne diyor: “Şu anda ABD’nin hakimiyet emellerine karşı dünya üzerinde nüfusu genç, eğitimsiz, işsiz ve yeni teknolojilerin verdiği imkanlar sayesinde dünyada olan bitenden haberdar son derece öfkeli milyonlar var. Onların başında nükleer bomba patlatamayacağımıza göre başka çareler düşünmeliyiz…”(3) Kastedilen gayet açıktır: “nükleer bomba ile bedenlerini ama yozlaştırarak beyinlerini yok edelim…” O “dinamit fitili”ni söndürmenin çaresi olarak buldukları ve uyguladıkları “şey” gençliği yozlaştırmaktan başka bir şey değil. Gençliğe Güvenmek O dinamitin fitili gençliğin yüreğinde yanar ateş bundandır. Bundandır öne atılması, delikanlılığı, hesapsızlığı… Burjuvazi her türden kirli araç ve politikasıyla yok etmek istesede gençliğin delikanlılığını…. Başaramaz Ve bakın ne diyordu Dayı: “ burjuvazi ne yaparsa yapsın, gençliği özgürlükçü, haklıdan yana karakteri ortadan kaldıramaz. Bu bizim gibi ülkelerde çok daha zordur. Baskı, sömürü ve zulmün doruğa çıktığı, ahlaksızlık, yolsuzluk ve adaletsizliğin artık sokaktaki insanlar tarafından dahi görülmeye başladığı bir ülkede, gençliği ülke sorunlarına yabancılaştırma, halkına ve vatanına ihanet ettirmek kolay değildir. Bizim gibi geri bıraktırılmış bütün ülkelerde gençliğin konumu budur. İşte oligarşi, gençliğin bu yapısını devrimci mücadele içerisinde gördüğünden çok daha fazla korkmaktadır. (4) Gençliğin özgürlükçü ve haklıdan yana karakteri, onun tarihsel kanatlarıdır. O kanatları kırmak ve uçmayı unutturmak için ne yaparsa yapsın burjuvazi başaramayacaktır . Bu bir iddia değil tarihin tecrübesidir. İşte o tecrübenin diliyle şöyle der Dayı: “Gençlik, hemen bütün halk hareketlerinde, özgürlük ve bağımsızlık savaşlarında hep en önde olmuş, özveriler göstermiş, ve ciddi ve aktif bir güç olmuştur.” Bu sadece tarihin tecrübesi değil, hayatın gerçekliğidir. İşte gerçekliğin diliyle şöyle der dayı:”gençlik burjuvazinin ahlaki ve kültürel yozluğuna boğazına kadar battığı noktada bile, temizliğin, saflığın, güzelliğin arayışı içerisinde olmuştur. Burjuvazi gençliğe bir şey veremez; ne kültürel ne de ekonomik olarak tatmin edemez.” Yeter ki, özgürlük tutkusuyla delikanlı kanatlarını açsın. Parçalanır yozluğun kafesi dağılır tuzaklar. Tutamaz hiçbir güç artık onu, şu köhne düzen bataklığının içinde. Söndüremez artık hiçbir şey, yüreğindeki ateşi. Son söz yerine Soruları hayatın namlusuna sürmüştük. Cevaplar, tarih ve gerçeklikten geldi. El ele tutuşup dediler ki; Şafaklar adaletsizliğin karanlığını halkın adaletiyle parçalar. Son söz yerine, bakın ne diyor dayı: “Bizim gibi ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu gençtir. Ve bu gençlik, ülke gerçeğinin farkına varıp özgürlük tutkusuyla hareket etmeye başladığında egemenler için tehlikeli bir güç olur. Genç olmak, bir suçtur işte bu yüzden. Gelecek kadar büyük bir suçtur hem de… (1) Aşkın Ve Savaşın Gündüz Ve Geceleri (2) Bütün yazılar – Mahir Çayan (3) Yeni Strateji- Zbigniew Brzezinsky (4) Seçme Eserler- Dursun Karataş o 26 tavir mayis.indd 26 5/7/15 11:21 AM sanatta egemen olan sosyalistlerdir grup yorum ol, ister İslamcı yeter ki iyi eser üret. Solun egemen olduğu kültür ve sanat dünyasının bentlerini yıkıp geçmen her zaman mümkündür. Kaldı ki o bentler de öyle sandığın kadar top geçer adam geçmez kıvamında değildir....” Bu sözlerle ezik yönetmeni yüreklendirmeye çalışmış. hmetHakan’ın 17.03.2015 tarihli köşeyazısında “Sanat ve edebiyatta sol egemenliği” başlıklı bir bölüm yer aldı. “Kod Adı Koz” isimli filmin yönetmeninin sözleri üzerine bu yazıyı kaleme almış. Yönetmen demiş ki; “Sinema ve edebiyat dünyasına sol görüşlüler hakimdir. Bizim camiadan da birilerinin çıkıp böyle filmler yapabileceğini göstermek istedim.” Ardından sağcı yazarlara övgüler dizen eleştirmenlerden bahsetmiş. Ve sözü şöyle bağlamış Ahmet Hakan: “Neyse uzatmayalım, demem o ki, ister sağcı A Ahmet Hakan’ın halkçı yazarlara düşmanlığı, hazımsızlığı yeni değildir. “Sol egemendir” diyerek esas tartışmayı muğlaklaştırarak gözden uzaklaştırıyor. Solcu edebiyatçı diye, halk için yazan, devrimci sosyalist yazarlardan bahsedilir. Sağcı edebiyatçılar ise yüzlerce yıldan beri padişahların, egemenlerin, sarayların içinde, etrafında yaşar ve iktidara övgü düzerler. Bu nedenle tartışmayı, sağcı edebiyatçı, solcu edebiyatçı diye muğlak bir zeminden çıkararak tartışmak gerekir. İslamcı-sağcı edebiyatçılar derken, tarafı egemenlerden, ezenlerden, zenginlerden, saraylardan, devletlerden yana olanlar kastediliyor. Solcu edebiyatçılar denince de, doğrusu, devrimci, sosyalist ve halkçı edebiyatçılar sanatçılardır. Ne zaman sağcı yazarlara bir eleştiri gelse, hemen savunma refleksiyle hareket ediyor Ahmet Hakan. 2013 yılında Necip Fazıl’ın Menderes’e yazdığı mektuplar açığa çıkınca, bu defa Nazım’dan örnek vererek Necip Fazıl’ı yüceltmeye çalışmıştı. Necip Fazıl, zamanında iktidara mektup yazarak para istemiş. Aldığı paralar karşılığında da, halkçı yazarlara karşı yazılar yazacağı taahhüdünde bulunmuş. Ahmet Hakan bunu basit bir zaaf olarak değerlendiriyor. Yazdığı yazıda, Nazım’la, Necip Fazıl’ı aynılaştırıyor; “İkisi de sanatlarıyla değerlendirilmeyi hak edecek denli büyük sanatçıdır.” Değildir Ahmet Hakan, Necip Fazıl halkın kalbinde yaşayan büyük bir şair değildir. Nazım’la eş değerde sunmak için istediğiniz kadar çabalayın, boşuna. Yazmak için para dilenen Necip Fazıl ile “Sevdalınız komünisttir, on yıldan beridir yatar Bursa Kalesinde” diyen Nazım aynı değildir. Bütün İslamcı yazarlar iktidardan aldıkları paralarla yazarlar, beslenirler. Sosyalist edebiyatçılar, şairler ise halk için yazarlar ve bunun karşılığında bir şey beklemezler. İşte bu yüzden; devrimci, halkçı, sosyalist 27 tavir mayis.indd 27 5/7/15 11:21 AM edebiyat ve sanatçıların yanına yaklaşamaz islamcı yazarlar. Ahmet Hakan İslamcı bir yazardır; bugün Hürriyet gazetesinde kendisine bir köşe bulmuş, burjuvaziye kendini ıspatlama derdinde, İslamcı kökenden bir köşe yazarıdır. Babası müftü, kendisi imam hatip mezunudur, ardından ilahiyat okumuştur. İslamcı Yedi İklim Dergisi’nde yazıları yayınlandı. TGRT’de muhabirlik yaptı. Yeni Şafak’ta köşeyazıları yazdı. Kanal 7’de haber müdürlüğü ve programcı olarak çalıştı. Şimdi Hürriyet Gazetesinde yazı yazıyor ve CNN Türk televizyon kanalında program yapıyor. İslamcı kimliği yerine, “herkesi kucaklayan bir Ahmet Hakan” kimliğine bürünmeye çalışıyor. Zaman zaman İslamcıları da eleştirerek akıl vermeye çalışıyor. Ahmet Hakan! Boşuna uğraşma, kendini yorma, islamcı, sağcı yazarlara boşuna moral vermeye çalışma. Ne sen, ne de başka bir islamcı, sağcı yazar iyi eser üretemez. Mümkün değildir. Tarih boyunca böyle ola gelmiş; bugün de, yarın da böyle olacaktır. Siz sadece sarayların kulu kölesi olabilirsiniz. Saraydan icazet almadan tek satır yazamazsınız. O çok övündüğünüz Osmanlı Sarayı’nın şairlerini, bestecilerini sadece sen ve senin gibi islamcılar hatırlar... Halk adlarını bile bilmez onların. Milyonlarca ilkokul öğrencisine ezberletmeye çalışsanız da boşuna. Saray şairlerinin sırtını sıvazlayan dalkavuklardan farkınız var mı? Geçmişte, Osmanlı saray şairleri, Halk edebiyatçılarını aşağılardı, küçümserdi. Bugün ise, her gün gazetelerde, medyada, gazete köşelerinde yazanlar, halk sanatçılarını küçümsemeye devam ediyor. Bugün hiç kimse, osmanlı şairlerini hatırlamaz, eserlerini hatırlamaz. Ama halk edebiyatı bütün baskılara, yasaklara rağmen dimdik ayaktadır. Pir Sultan’ın “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” sözü halkın kalbinde belleğindedir. Köroğlu’nun “Benden selam olsun Bolu beyine” türküsü dilden dile yayılır söylenir. Halk, “Mert dayanır, namert kaçar” sözüyle meydan okur ezenlere. Ve halk şairlerinin gücü gezi ayaklanmasında kendini gösterir, Dadaloğlu Taksim Meydanında haykırır “Ferman Padişahın Dağlar Bizimdir” der. İşte halk şairlerinin, halk sanatçılarının gücü buradan gelir Ahmet Hakan. Koca imparatorluklar devrilir, saraylar yıkılır... Ama halk yaşar. “Solun egemen olduğu kültür ve sanat dünyasının bentlerini yıkıp geçmen her zaman mümkündür” demişsin... Hadi sen yaz da görelim. Böyle başkasına akıl verme!.. Madem solcu yazarları aşmak zor değil, sen yap! Onlarca yıldır bu alandasın, yap da görelim. Bütün teknik araçlar, bütün kütüphaneler, bilgisayarlar, seyahatler, uçaklar hepsi emrinizde... Buna rağmen kötü bir taklitten öteye gitmeyen eserler üretmeye mahkumsunuz. En başta sağcılara akıl veren sen, kötü bir taklitçisin. Kendine ait tutarlı tek bir fikrin yok, bugün savunduğunu yarın inkar ediyorsun. Zamanında Osmanlı Saray bestecileri, şairleri kese kese altınla ödüllendirilirlerdi. Padişahı, veziri ne kadar överlerse, o kadar altınla ödüllendirilirlerdi. Bugün sen, Hürriyet’ten, CNN Türk’ten aldığın paralardan vazgeçebilir misin? Yazacağın her kelimede, her satırda hesap kitap yapmadan, en bilimsel doğruları, gerçekleri yazabilir misin? Peki gerçekten islamcı yazarların, sağcı yazarların büyük eserler üretebilmesi mümkün müdür? Nazım gibi, Yaşar Kemal gibi, Orhan Kemal, Sabahattin Ali ve sayabileceğimiz onlarca usamız... İslamcıların böyle eserler üretebilmesi mümkün müdür? Yapabilirler tabii ki, ama bu DEĞİŞİM ile mümkündür. Zenginin sofrasında varlık içinde yaşamaktan vazgeçerlerse mümkündür. Aklımıza gelebilecek her şey için, “Halk için yararlı mı zararlı mı?” diye sorarak tercihlerini halktan yana yapmalarıyla mümkündür. Hiçbir insanın başka bir insanı sömürmediği bir dünya istemeleriyle mümkündür. Halk için, adalet için yazmalarıyla mümkündür. En büyük tasavvufçulardan biri olarak gösterilen Yunus Emre’yi diğer islamcılardan ayıran en büyük özellik, halk için yazmış olmasıdır. İçinizden bir Yunus Emre çıkabilir mi? Mümkün değildir, çünkü Yunus Emre sarayları ve zenginliği tercih etmemiştir. Solcu, devrimci, halkçı yazarların hem ülkemizde, hem de dünyada etkili olmasının başlıca, önemli nedenleri vardır. Halkçı yazarlar, şairler, ressamlar kişisel olarak çok yetenekli oldukları için, süper güçlere sahip oldukları için güçlü eserler üretmiyorlar. Olağanüstü, Allah vergisi büyük yetenekleri olduğu için de üretmiyolar. En başta gerçekleri anlattıkları için, bu gerçekleri halkın 28 tavir mayis.indd 28 5/7/15 11:21 AM yararına değiştirmek için yol gösterdikleri için, ayağa kalkma gücü verdikleri için eserleri ölümsüzdür. Zorluklar karşısında yılmadıkları ve sanatlarını yaparken egemenlere boyun eğmedikleri için ölümsüzdür. Gerçeğin gücünden yola çıkarak, yalınlığın gücüyle, sıradan olmadan basit,sade düşünerek, yaşadığı toprakların yaşamını, kültürünü özümseyerek üretiyorlar. Ruhi Su anadolunun yasaklı türkülerini aldığı batı eğitimiyle yeniden düzenliyor ve gümbür gümbür meydan okuyan türküler haline getiriyor. Bu türküler halkındır diyerek her türlü gerici ve baskıcı düşünceye karşı direniyor. Nazım Hikmet memleketin halini dobra dobra anlatıyor, vatanı satanları şiirleri ile hedef tahtasına oturtuyor. Yüzyıllar öncesine gidersek Pir Sultanlar darağaçlarında inançlarını ölümüne savunuyorlar. Yani lafın kısası halkın ozanları, solcu edebiyatçıları, ressamları, müzisyenleri önce yürekli, halkına karşı sorumlu ve sonra sanatçılardır. Ahmet Hakan, Yaşar Kemal hayatını kaybettikten sonra yazdığın köşe yazısında ona övgüler dizdin. O Yaşar Kemal ki, halkın gönlüne İnce Memed’le girmiştir. Zalim Abdi Ağa’dan hesap soran İnce Memed ile halkın duygularına seslenmiş, halka yol göstermiştir. Sen bugün, zalime zulme karşı böyle yazabilir misin? Herhangi bir islamcı yazar, bugün zalime karşı İnce Memed olun diyebilir mi? işte asıl mesele burada Ahmet Hakan. Olamazsınız, boşuna akıl vermeyin. Sizin tarafınız ezenlerin, egemenlerin yanı oldukça, dev gibi halkçı edebiyatçılarımıza, sanatçılarımıza imrenerek bakmaya devam edeceksiniz. Evet bu ustalar bizim, bize ait. Ne mutlu bize ki, o büyük ustaların yolundayız, onların yolunda yürüyoruz. Büyük sanatçı olmak genlerle, yaradılışla, fıtratla açıklanamaz. Tamamen bir tercih meselesidir. Sağcı-islamcı yazarlar! Evet siz de değişirseniz, tercihinizi halktan yana yaparsanız, önce yürekleriniz halk için atar, gerçeklerin peşine düşer ve kalemlerinizi ve beyninizi halkın yararına kullanırsanız işte o zaman siz de özgürleşirsiniz ve büyük eserler üretebilirsiniz. Ama böyle yapmıyorsunuz işte. Geçmişten bugüne saraylardan çıkamadınız, padişahların dibinde onlar için ürettiniz. Halk açlıktan kırılırken, isyan ederken siz halkın yanında değildiniz. Siz Sultanların, padişahların suçlarını örtmek için yazdınız, çizdiniz. Yüzyıllar öncesinden bugüne gelelim, mesela Ahmet Hakan sizde o kuşaktan geliyorsunuz, siz de yazamıyorsunuz, hiç düşündünüz mü neden diye. Yazamıyorsunuz ve yazamayacaksınız güçlü eserler. Çünkü “Halk için faydalı mı, zararlı mı?” diye köşeleriniz yok sizin. AKP’nin bir zorbalığını eleştirir görünürken aynı anda “ama, iyi şeyler de yapıyorlar” demeye başlıyorsunuz kendinizi korumak için. Biraz üstünüze gelseler 180 derece dönüyorsunuz. İki yüz elliden fazla çocuğun polis kurşunu, hapishanede işkence ile öldürüldüğü, çoçuk esirgeme kurumlarında tecavüze uğradığı bir ülkede tercihiniz halktan yana olmuyor. Devlete karşı tavır takınamıyorsunuz. Berkin Elvan için 700 gündür dilekçe vermekten, Taksim Anıtı’na ekmek bırakmaya kadar yapılan eylemleri görmüyor, adalete susa- mayı bilmiyorsunuz. Psikopatlık mı? Yazsanıza, asıl psikopatlık 12 yaşında çoçuklara onlarca kişinin tecavüz etmesi diye... Asıl teröristlik “çocuk da olsa kadın da olsa gereği yapılacaktır” demektir, çocukların katledilmesi üzerine “emri ben verdim” demektir. Berkin’in annesini meydanlarda yuhalatmaktır. Yapmazsınız... Yaparsanız devleti karşınız alırsınız... Yazarsanız sizin sağcı-islamcı yazarlarınız iktidarların olanaklarından mahrum kalırlar. O yüzden susarsınız, yazmazsınız. Ne yazık ki, kıskanmaya devam edeceksiniz, onlar, o büyük ustalar bizim. Süslü sanatlar, edebiyatlar sizin olsun. Nobel ödülleri sizin olsun, Hollywoodlar, Oscar ödülleri sizin olsun. Hayran olduğunuz batı sanatı, edebiyatı sizin olsun. Para, şan, şöhret ve şatafatlı geceler sizin olsun. Bütün bunlara rağmen egemenlik Halk edebiyatında, halk sanatındadır. Dünya halklarının bütün edebiyatı, sanatı bizimle birliktedir. Sağcı-islamcı edebiyatçılara, sinemacılaraış milyonların yazarı olmayı değil iktidarın yazarı olmayı seçiyorsunuz. Berkin’i, Uğur Kaymaz’ı, Ceylan’ı vuranları, 12 yaşındaki çoçuklarımıza tecavüz edenleri terörist olarak görmeyip, adalet isteyenleri anında psikopat, terörist diye yaftalamayı biliyorsunuz. Halkçı edebiyatçılar, yazarlar, şairler, sinemacılar, ozanların eserlerinde, ülkemizdeki 73 milletin ve dünyadaki 7 milyar yoksulun ekmek adalet ve özgürlük özlemini bulursunuz. Bu nedenle boşuna uğraşmayın.o 29 tavir mayis.indd 29 5/7/15 11:21 AM dayanılmaz arif damar (arif barikat) Gözlerini ölüm bürüdü onların korkulu rüyalarda uyanıyorlar uykularından. Günden güne daha cana yakın günden güne daha yaşanacak hale gelsin diye her gün daha sağlam daha usta daha kahraman ellerle onarılan yeryüzü eskisinden dar geliyor onlara eskisinden düşman. Ne günün ilk ışığı ne balık sürülerinin ışıldaması suda ne güneşe uzanan dal ferahlık vermiyor içlerine. Çalınan insan emeği yaşatmaz oldu korkulu rüyalarla uyanarak uykularından korkunç kararlar verdiler. Karşı koymazsak eğer tehlikededir günlük ekmeğimiz bacamızın tütmesi tehlikededir evimiz, aşkımız, çocuğumuz pencerede saksı kitap sevgisi, insan sevgisi tehlikededir. Gözlerini ölüm bürüdü onların uyumak, uyanmak tehlikededir, tehlikededir çiçek koklamak bardakta su, ateşte yemek bahçede güneş tehlikededir. Tehlikededir gözbebeklerimiz Adana'nın pamuğunu yabancılar işliyor dokuma tezgahları tehlikededir. İzmir'in üzümü, fındığı Giresun'un Samsun'un tütünü tehlikededir. Kapanıyor fabrikalar birer birer varımız yoğumuz tehlikededir. Fakat korkunç kararlara ve tehlikelere aldırış etmeden boy atan başakların şarkısı devam eder topraktan güneşe avaz avaz. Çatlayan tohumdaki yaşamak arzusu her zaman galip, her zaman hür, 30 tavir mayis.indd 30 5/7/15 11:21 AM dağlardan akan suyun sevinci her zaman genç, delikanlı kabına sığmaz... Dayanılmaz çocuğunu emziren ananın şefkatine -yırtıcı, derinhilelere, ölümlere karşı gelir memedeki çocuğun iştahı, kudreti sonsuz, dayanılmaz. Ve sen gözbebeğim sen erkek sesinle "İşsiz kalmasın insanlar, öldürmeyelim birbirimizi." dersin milyonların içinden milyonlardan ve gün ışığından uzağa götürülür, işkence görür, hapis yatar, sürgün edilirsin; sevilecek şeyler değilse de bunlar, dayanılır! Halbuki günden güne yaşanacak hale gelen yeryüzünde toprağın ve insanoğlunun ümitle yarattığı her şey çatlayan tohum, akan su, ana şefkati, çocuk iştahı, insan tahammülü, hayatı öven şiir, kardeşliği söyleyen şarkı, mücadele eden resim, ve emekçinin yüreği, elleri, hasreti harbe ve ölüme karşıdır, dayanılmaz! 31 tavir mayis.indd 31 5/7/15 11:21 AM ayın fotoğrafı ankara FOSEM 32 tavir mayis.indd 32 5/7/15 11:21 AM enternasyonal devrimci steve kaczynski neden tutuklandı? hülya yeten ir devrimci, İskoçyalı. 55 yaşında, on yıllardır enternasyonal mücadelenin bayrağını taşıyor. Düşleri sınırları aşmış.. İngiltere’de, Almanya’da, Yunanistan’da, Türkiye’de.. Nerede olursa olsun, iş ayrımı yapmadan, mekan ayrımı yapmadan mücadele nerede ise o da oradaydı. Steve Kazcynski.. 1996 yılında yolu Cephelilerle kesişti ve o günden bu yana bu bayrağı bırakmadı. B Steve yıllarca bize, dil, ülke ayrımı yapmadan idealleri için nasıl savaşılacağını gösterdi. 5-6 dil biliyor Steve. Ve yıllardır Eyüp Baş Uluslararası Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği Sempozyum’larında emek verir, çevirmenlik yapar, toplantılara katılır, küçük büyük her işin bir yerinden tutar. Bu sene yeni gelmişti İstanbul’a. Yakında olacak olan sempozyumumuzun hazırlıklarına yardım edecekti. Fakat faşizm onu öyle bir zamanda buldu ki, tam da komplolarına, çizdikleri senaryoya bir karakter arıyorlarken. Bu kez Steve’i bulmuşlardı. Üzerinde oynayacak, yalanlar söyleyecek, çeşit çeşit komplo teorilerini üzerine yıkacak yeni bir kurban bulmuşlardı. Steve, 2 Nisan 2015 tarihinde İdil Kültür Merkezi’ne yapılan geceyarısı baskını sonucu Grup Yorum elemanları ve kültür merkezi çalışanlarıyla birlikte işkencelerle, yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Aslında Steve’in üzerine komplo kuracakları daha gözaltındayken belliydi. “Ajan lan bu” diyorlardı kendi aralarında, dosyalarını kurcalıyorlardı, rehine eylemiyle ilgili dosyanın neresine yediririz, nasıl suçlama yapabiliriz diye hesap yapıyorlardı. Ki zaten kısa sürede ortaya çıktı. Daha Steve gözaltındayken, basına haberler yaptırdılar, alt yapıyı da böylece kurdular, “kamuoyu”nun gönlünde. “Yunanistan’dan ülkeye giriş yapmıştı”, “Adalet Sarayı eyleminin talimatını o getirmişti”, “İngiliz ajanıydı”... Haberler daha böyle gidiyordu: “DHKP-C’nin Yahudi asıllı Polonya doğumlu Alman uyruklu İngiliz vatandaşı Türkçe konuşan elemanı imam ve ajan çıktı!”, “3 ayrı eylem planı ve yüklü miktarda parayla yurda giriş yaptı” şeklilnde birçok haber polis eliyle servis edildi basına. Tabi onurunu ve meslek ahlakını kaybetmiş ve soru sormaktan, araştırmaktan mahrum gazeteciler de bu haberlerin üzerine atladı. Sonuç olarak ortaya ne çıktı? Bir insan haksız ve durduk yere tutuklandı. Steve şu an hapiste, gardiyanların, devletin baskısı altında. Çarpıcı gerçeği ve komplonun sinsiliğini Steve’in avukatlarından Özgür Yılmaz’ın şu açıklamasında görüyoruz: “Müvekkile poliste, savcılıkta ve sorgu hakimliğinde basındaki bu yalan haberlerle ilgili hiçbir soru sorulmamıştır. Sorulan tek soru Türkiye’ye hangi tarihte girdiniz? İdil kültür merkezinde niye bulundunuz? Kendisine, yani muhatabına bu soruları sordular ama başka şeylerden tutukladılar. Yalnız pespaye, çaresiz ve bir o kadar da komik olan yalanları kısa sürede çökecek. O gece İdil Kültür Merkezi’nde tesadüfen bulunuyor olmak bir İngiliz vatandaşının tutuklanması demek olabiliyor. Yazıyı bitirirken Steve’in çevik otobüsünden hastaneye indirilirken ki sloganını tekrarlıyorum: “Baskılar Bizi Yıldıramaz”. Ve Steve, bugün onuruyla Maltepe Hapishanesi’nde yatıyor. Gülmeye, espirilerini yapmaya devam ediyor. Diyor ki: “Görüşüme Tayyip gelsin, ona diyeceklerim var”. o 33 tavir mayis.indd 33 5/7/15 11:21 AM bakur üzerine remzi kara uzey-Bakur filmini çok sıradan bir gerekçeyle yasakladılar. Gerekçe o kadar sıradandı ki (gösterimle ilgisi olmayan ticari bir belge eksikliği) gerekçeyi açıklarken “böyle bir gerekçeyle film yasaklanır mı?” gibi soruları bile dikkate almadılar. Yaşadığımız faşizm gerçeğidir... K Sinemacılar belki ilk kez daha kalabalık bir şekilde birlik oldular ve daha yüksek sesle "yeter" dediler... Ama kabul etmek gerekir ki, bu ses faşizmin hörlemesinin yanında hala duyulur duyulmaz düzeyde. Heykellere tükürmüşlerdi, çok daha azdı ses... Fatih Akın'ın The Cut filmi, Ermeni'nin acısını anlatıyor diye gösterecek salon bulamadığında da ses çok cılızdı. Devlet, tiyatroyu kuşatıp teslim almakta epeyce yol alırken de... Hangi birini söylesek faşist baskıların, sadece kültür sanat alanında uygulamaları kitaplar doldurur... Sanatçılar öfkeli. Sanatçılar tepkili, ama sanatçıların sesi çok cılız çıkıyor... Diyelim yeterince örgütlü değiller... Örgütlenin! Diyelim sorunlar parça parça, herkes kendininkiyle ilgileniyor..., Birleştirin! Diyelim bir yere kadar aynı düşünce paylaşılıyor ama bir yerden sonra... “Faşizme Karşı Omuz Omuza!”dan söz ediyoruz! Oysa neler neler yapılabileceğinin örnekdeğil... HES'lere karşı Apolas'ın çalışmasına katıldı herkes, Grup Yorum'un da olduğu birçok sanatçıyı biraraya getiren sadece çevre duyarılılığı değildi. Emperyalist sermaye ortaklı yandaş şirketlerin kasaları dolsun diye, halkın elinden çalınıp bir çöplüğ dönüş-türülerek sa- tılan vatandı. Karadeniz halkının yüreğiydi klipteki.. Ve F Tipi Film yapıldı 10 yönetmen, onlarca oyuncuyla birlikte... Neye, neden can feda, direndi bu halkın devrimcievlatları ve 122 kez ölerek neyi korudular, anlatmak için... Ve Grup Yorum'un 25. yılında Stadyum Konseri ile başlayan bir büyük güzellik daha nakşedildi halktan, haklıdan yana sanatın, sanatçının tarihine.. Gelebilen 70 sanatçı, gelemeyen yüzlercesi paylaştı aynı duyguları... Grup Yorum, faşizmin zulmüne karşı Anadolu halklarının direniş tarihinin ve yarına dair umutlarının sesi idi ve bütün bedel ödeyenleri ve emek verenleri temsil ediyordu. Bütün milliyetlerden, inançlardan, mesleklerden halklarımızın ortak haykırışının sloganı bu ülkede 70 yıldır değişmedi ve emperyalizm yok edilmedikçe değişmeyecek: Bağımsız Türkiye!!! 150 bin, 350 bin, 500 bin ve milyon oldu her Nisan'da bu haykırışa katılan. Emir verildi, yasalarını hiçe sayarak, çeviklerini, katil polislerini göndererek, geldiler ve bildirdiler ki bu konser kamunun güvenliğine zarar verebilir diye kanaat getirenlerce yasaklanmış. Eğer kamu denilen halk ise, beş yıldır yapılan bu konserlerde milyonu bulan insan birbirinin ayağına dahi basmadan aynı coşkuyu omuz omuza yaşadı... Hayır. kamu dediğiniz bir avuç zorba ve onların adaletsiz düzeninin bekçilerini. Korktular... Yasak dediler gayrimeşru biçimde... Grup Yorum bu yasadışı ve gayrimeşru yasaklamayı tanımadıklarını bu konserin her yıl olduğu gibi daha büyük coşkuyla yapılacağını ilan etti. Ve yapıldı konser, sokak sokak, meydan meydan, halaylarla, türkülerle direndi halk! Neredeydiniz? Nerede olmalıydınız? Haziran Ayaklanması’nda olanlar her yerden yine geldiler ve Haziran günlerindeki gibi direndiler. Halaylar kurdular, polis beş metreye gelene kadar bozmadılar halayı. Siz orada olmalıydınız. O milyonlar sizi yanlarında aradılar. Grup Yorumcular, korocuları, çocuk orkestrası, her mahalleden, ve hatta Anadolu'dan, Hatay'dan, Ankara'dan, Dersim'den, Bursa'dan... Yasaklandığını duyunca daha bir öfke ile otobüslere doluşup gelenler, sizi de seviyorlar... Aradılar gözleri, neredeydiniz? Dostlarınız, Grup Yorumcular birer ikişer her biri bir savaşçı sanatçıydılar ve Taksim'de, Bakırköy'ün her sokağı’nda Konser Direnişi'ndeydiler... Sizler de olmalıydınız.. Orada olmanın tarihsel büyüklüğü şu köhnemiş korkuları, statükoları, faşizmin parçalanması, yerine kendi umutlu ve yürekli inancınızla parçalayacak olan orada halkla birlikte direnmekti. Dostça eleştirinin en ağır ve doğru yükünü siz kendinizeyükleyin. Yaşadığımız faşizm gerçeğidir.. Cesaret dostlar... Faşizmin ve emperyalizmin ideolojik olarak tükenmişliğine, tek dayanağı zulmünün kofluğuna inanın. Halka dönün! Yeneriz! Mutlaka yeneceğiz! Cesaret, Daha Fazla Cesaret... Kaybetmeyeceksiniz, Kazanacağız!!! o 34 tavir mayis.indd 34 5/7/15 11:21 AM eduardo galeanoya teşekkür ve bin selam ümit ilter “Ve size bir söz verirsem, kendimi de vermiş olurum.” Eduardo Galeano esik damarlarımız olduğunu gösterdin bize. Kalbimizin içinde. “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” değildi sadece senden öğrendigimiz. Hayatımızın paramparça edilen damarlarıydı. İsyan kanayan damarlardı bunlar… K “Ateş Anıları”mız olduğunu anımsattın bize. “Nereden geldiğini bilmeyen nereye gittiğini nasıl bilebilir?” diye dordun bize hep: Cevabını paylaşarak! Öğrendik, anılarımızın neden ateşli olduğunu.Ki ancak anıları ateşli olanların, geleceği aydınlık olur… Elbette, “Biz Hayır Diyoruz” sömürü ve zulme. Hor görülmeye, adaletsizliğe, alçaklığa…Hayır diyoruz. Biz, birbirimizi, sömürü ve zulme “Hayır!”deyişimizden biliyoruz. Ve sen, bize “Hayır!” diyebilmenin gerekliliği kadar güzelliğini de kavratıyorsun… Saklamaya hiç gerek yok: “Gölgede ve Güneşte Futbol” oynamayı seviyoruz. Kan kardeşi olduğumuz kadar, ter kardeşiyiz aynı zamanda. Omuz omuza futbol oynadık önce. “Faşizme Karşı Omuz Omuza” olmayı öğrendik sonra.Ve sen, halk çocuklarının futbolu niye sevdiğini severek anlattın bize… Hayat denilen kavganın içinde “Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri”ni yaşadık pişman olmadan. Çünkü, günleri umut ile geceleri onur ile güzelleştirdik. Ve sen, hayatın 35 tavir mayis.indd 35 5/7/15 11:21 AM Okudukça onurla, umutla, halklarla vfe yarınlarla kucaklaşmamızı sağlayan. Ki tam da bu nedenle yazmadın mı zaten her kelimeni. Ve hiç biri boşa gitmedi… “Ve Günler Yürümeye Başladı Demiştin”, günlerin nereye yürüdüğünü göstererek. Gördük; günler, sosyalizme yürüyor. Ağır aksak belki ama hiç durmadan. Ki “Sosyalizm, insanları arılaştırdığı, bencillikten uzaklaştırdığı, rekabetten ve aç gözlülükten kurtardığı oranda anlam kazanıyor” diyordun sen de hiç durmadan… Senin kaleminden dökülen “Aynalar” bize kim olduğumuzu nereden ve nasıl geldiğimizi , nereye gittiğimizi hissettirir. Söylemenin ötesine geçerek, derinden ve içten hissettirir. Midenin açlığı hissetmesi gibidir gibidir bu. Tersi mümkün değildir. Açken, tokluk hissedilmez çünkü… hakkını vermekten bahsettin o gündüz ve geceler boyunca… Haklısın, üstad, “Tepetaklak” bir dünya bu. Zalimin iğrenç yalanları, nasıl da tetikliyor kusma hissini. Ve sen “Tersine Dünya Okulu”muzun ölümsüz öğretmeni olarak, yalanla nasıl başedileceğini de gösterdin… “Zamanın Ağızları” bize ne söylüyor, anlattın hiç usanmadan. Anladık ki, Büyük İnsanlık, senin ağzınla anlatıyor kendi öyküsünü bize. Anladık ki , anlatılan bizim hikayemiz. Ve sen, tarihin dengbejinden başkasın değilsin… Koştuk, “Yürüyen kelimeler”in peşinden. Ki ancak, gönül dilinden dökülen kelimeler, adresini bilerek yürüyebilir böyle. Halkların tarih tarlasından toplayıp bize armağan ettiğin kelimelerdir onlar. Bizim kelimelerimizdir hepsi… Halk düşmanları bölmenin, parçalamanın, yabancılaşmanın kanun kitaplarını yazarken, sen “kucakalşmanın Kitabı” nı yazdın. “Henüz haritalarda yer almayan bir ülkenin özlemini duyorum” demiştin. O ülkenin adı, “Gelecek”ti ve gelecek , bizimdir. Ki tarihi sevdirdiğin kadar , geleceği özlemeyi de gösterdin. Ve ancak, geleceği özlemeyi bilenler geleceğe giderler, değil mi üstad? Diyordun ki: “Ütopya ufka benziyor. ( Ben iki adım atıyorum , o iki adım geriye gidiyor. Ben on adım atıyorum, o on adım geriliyor.) Ufuk erişilmezdir. O zaman neden ütopyaya ihtiyacımız var? Şu nedenle: Yürüyüşü sürdürebilmek için…” Sevgili söz üstadımız Eduardo Galeona, Büyük İnsanlığın yürüyüşü sürdükçe, senin sözlerin daima yön gösterecektir. Gazeteler, öldüğünü yazıyorlar . “Aptallar” derdin ve eklerdin; Sözler ölmez… Sen Büyük İnsanlığın büyüklüğüne dair, halklara çok sözler verdin. Kendini verdin, halkların ölümsüzlüğüne. Kendini kattın, insanliğin büyüklüğüne… Bitirirken, Che’den bahsettiğin o sözün senin, senin gözlerin için de geçerli olduğunu not düşmeliyiz buraya: “Herkes gibi, Che Guevara da kendini gözleriyle ele verirdi. Daha yeni doğmuş gibi apaydınlık bakışını anımsıyorum, inanç dolu insanların bakışı…” o 36 tavir mayis.indd 36 5/7/15 11:21 AM işimi geri istiyorum! mustafa erdem “Direnenler her zaman kazanmayabilirler. Ama kazananlar her zaman direnenlerdir.” isan ayının başı... İstanbul’un en ücra noktalarından biri...Bir tekstil fabrikası önü, 2 kişi fabrikanın kapısına zincirlemiş kendini, haklarını kazanmanın direnmeden geçtiği bilinciyle “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız” sloganı atıyor. N Nefa Tekstil işçisi Erkan Munar, haklarını aradığı için apar topar işten atılmasına karşı fabrika önündeki direnişinin 58. gününde. İşten çıkartıldığı gün haklarını kazanmak, işe geri alınmak için fabrika önüne kurdu çadırını. Kaç kez saldırıya uğradı kaç kez talan edildi çadırı, kaç kez gözaltına alındı ama direniyor Erkan. Yanında bir arkadaşı 58. gün zincirliyor kendini fabrika kapısına. İnanıyor Erkan direnecek ve kazanacak, önünde örnekleri var; Türkan Albayrak, Cansel Malatyalı… Erkan direniş sloganları atarken patron panikliyor ve işçileri kışkırtıp Erkan’a karşı fabrika bahçesine çıkarıyor. Oysa günlerdir işçi- ler Erkan’ı görmesin diye elinden geleni yapıyordu. Yasaktı işçilerin Erkan’ı görmesi ki, zaten Erkan’ı işçileri patrona karşı kışkırttığı gerekçesiyle işten atmıştı patron. Birkaç patron şakşakçısı çıkıyor bahçeye bağırıyorlar ”biz de seni istemiyoruz” diye. Erkan anlamıyor önce; arkadaşlarını görünce seviniyor, sonunda bana desteğe geldiler diye düşünüyor, bağırışlarını anlayınca şaşırıyor, üzülüyor ama olsun diyor anlayacaklar birgün, direnen kazanacak.... O gün gözaltına alınıyor Erkan ve bu ilk gözaltısı değil elbette. Patron-polis işbirliği göz göre göre yapılıyor; o da yetmiyor, savcı da katılıyor bu işe. Erkan’a “bir daha gelirsen buraya tutuklama talebiyle mahkemeye gönderirim” diyor. Ve veriyor Erkan’a "denetimli serbestlik", bir daha gittiğinde bir "denetimli serbestlik" daha... Direnişten koparacağını sanıyor savcı böyle yapınca, ama Erkan her gözaltından sonra fabrika önüne gidip kuruyor çadırını yine. Fabrika önü toz toprak, sürekli kamyon, tır geçiyor. Her geçişlerinde yerdeki toz havalanıyor; Erkan her vakit soluyor o tozu. İhtiyaçlarını giderebileceği herhangi bir yer, işletme yok; olanları da tehdit ediyor patron. Tecrit etmeye çalışıyorlar Erkan’ı. Erkan’a selam verene “ne yaptığının farkında mısın?” diye soruluyor.İnceden bir tehdit bu aslında. Verilmeyen zammın, yatırılmayan sigortanın hesabını sorduğu, arkadaşlarıyla konuştuğu için yaşıyor tüm bunları Erkan. Patron kayıtsız kalıyor ilk başta; kar-kış durmaz, dayanamaz gider diye düşünüyor, Erkan’ın direnişini görmezden geliyor kendince. Ama Erkan kar kış fırtına demeden direniyor, anlıyor işin ciddiyetini patron polise başvuruyor bu sefer böyle yıldıracağını sanıyor ama yanılıyor. İşe geri alınasıya kadar vazgeçmeyeceğim diyor Erkan, ne gerekiyorsa yapacağım, bir işçiyi işten atmak bu kadar kolay olmamalı... Biliyor Erkan biz de biliyoruz tarihte böyle yazmış; direnen kazanır elbet.Er ya da geç...o 37 tavir mayis.indd 37 5/7/15 11:21 AM toplumsal bir eylem olarak mimarlık kamil sarıca imarlık insanın ve toplulukların temel gereksinimlerinden olan barınma faaliyeti ile ilişkili olarak insanlığın kendi tarihi kadar eskidir. Dolayısıyla insanın ve toplumların kendileri tarafından gerçekleştirilen temel gereksinimlere yönelik bir eylemdir. Toplumlarla mimarlığın bu doğrudan ve organik ilişkisi tarihte öncelikle tiranların anıtsal yapılarının inşaasında zedelenmiş her coğrafya ve kültürde parasal gücün ve siyasi iktidarların temsilcisi olan ve kendisine olağanüstü hatta kutsal nitelikler atfedilen bir ‘mimar’ figürü ile bu bağ koparılmıştır. Daha sonra ise masonik gizli örgütlenmeler aracılığı ile kendi içine kapalı bir meslek loncasının gelişmesi sonucu, mimarlık kurumu giderek özerkliğini ve kendi gücünü tescil etmeye başlamıştır. Son aşamada ise M endüstri devrimi, kapitalist ekonomik/siyasi düzen ve teknokrat tekelleri aracılığıyla egemen sınıfların icraatlerini meşrulaştırdığı uzmanlaşma mekanizması içerisinde ‘mimarlık’ mesleği de fiziki çevrenin oluşumunda bir tür üstten bakışa sahip, elitist bir tekel oluşturma yolunda adımlarını hızla atmaya başlamıştır. Bu doğrultuda da siyasi ve ekonomik güç odaklarının kurduğu düzenekte kendi çarklarını yerleştirmeye başlamıştır. Bu süreç, literatürde ‘Tanrı Kompleksi’ olarak tanımlanan durumu, yani mimarların kapılageldiği bir tür hastalığı ortaya çıkarmıştır. Bu süreçte mimar her tür toplumsal duyarlılık ve sorumluluktan uzak ‘yüce yaratıcılar’ olarak görülmüş, mimarlar da bu yükün altında ezilmiş ve toplumcul yaklaşımlardan daha da hızla sapmışlardır. Mimarlık bizlere çok erken yaşlardan itibaren ‘tanrı vergisi yeteneğe sahip ayrıcalıklı kişiler’ tarafından gerçekleştirilen gösterişli, ışıltılı, süslemeli yapılar; saraylar, gökdelenler, anıtlar üzerinden tanıtıldı. Her insan doğasında olan kendi çevresini kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirebilme yetisini ise giderek kendinden daha usta ve yetkin gördüğü (öyle görmeye koşullandırıldığı) bir başkasına, yani mimara devretmeye başladı. Mimarlık eylemi doğal ve kolektif niteliğinden uzaklaştırılıp, araya profesyonel bir figür (yani mimar) konarak toplumun elinden alınmış ve güçlülerin biçimlendirebileceği bir mekanizmaya dönüştürülmeye başlanmıştır. Giderek ‘mimar’ figürü nezdinde bireysel bir çaba, yetenek, bilgi ve başarı olarak görülen inşa ve mimarlık 38 tavir mayis.indd 38 5/7/15 11:21 AM eylemine ilişkin anlayış, mimar görevini üstlenen bireye, mimarlığı ortaya çıkaran pek çok diğer aktörden (mühendisiler, teknikerler, esnaflar, vs. ve özellikle de işçilerden) daha ayrıcalıklı bir değer atfetmeye başlamıştır. Mimara atfedilen bu abartılı değer, mimarın bireysel egosunu giderek ve artarak daha ön plana çıkarmış ve bu egonun tatmini ise kapitalist sistemde bina ve arsayı sahiplenen güç odaklarınca sağlanmıştır. Mimarın egosu ve erk’in kaynakları birbirini büyüten bir çarklı sisteme ve bir kısır döngüye dönüşmüştür. Oysa insan doğadaki pek çok canlı gibi toplumsal bir varlıktır. Biz insanlar da yeryüzündeki diğer pek çok canlı türü gibi topluluklar halince yaşar, üretir ve dolayısıyla da fiziki yaşam çevrelerimizi de topluluklar halinde ve kolektif bir bilinçle meydana getiririz. Karınca toplulukları, arı toplulukları, termit toplulukları gibi kitlesel üretim yapan organizmaların yaşam çevreleri onların kolektif yaşamlarını yansıtacak niteliklere sahiptir. Harrandaki geleneksel toprak evler ile karınca topluluklarının yuvaları arasındaki şaşırtıcı benzerliğin yanısıra, karıncaların yer altında ürettikleri ulaşım ağları ile insanoğlunun yeraltı ulaşımını sağladığı metro ağları arasındaki ilişki, ve yine bir tür karınca olan termitlerin inşa ettikleri kuleler ile büyük atriumlar arasındaki büyük benzerlik, ve hatta bu organik kuleler ile bizim yarattığımız geleneksel yapılardaki doğal havalandırma sistemleri arasındaki temel benzerlikler mimarlığın kitlesel niteliğinin birer kanıtı olarak gözlerimizin önüne seriliyorlar. İnsanların ürettikleri fiziki çevreler ise geleneksel toplulukların birlikte imece usulüyle ürettiği sivil mimari ortamlarda (örneğin, köylerimizde, gecekondularımızda, eski mahallelerimizde vs.) bu kolektif bilinci, birbirine saygıyı ve özeni, ayrıca tevazuyu hala sergilemeye devam ederken, diğer yanda günümüzün ‘modern’ veya ‘çağdaş’ olarak tanımlanan kentsel ortamları oldukça bireysel bir nitelik sergiler. Buralarda her binanın diğerinin önüne geçmeye çalıştığı, daha yükseldiği, daha yeni ve pahalı malzemeler kullanarak kendini göstermeye gayret ettiği binalardan oluşan yorucu ve rahatsız edici çevrede buluruz kendimizi. Mimarın bir yandan toplum için mimarlık yaptığına dair teorik bilgi ve öte yandan da kapitalist sistemin güç odaklarına hizmet eden pozisyonu mimarda bir tür ‘iki yüzlü’ yapı oluşmasına sebep olagelmiştir. Bir yandan mimarlar yenin ve politikanın güç odaklarında aramaya başladı. Örneğin, Hitler ve devletin baş mimarı Speer, Mussolini ve şahsi mimarı Terragni arasındaki bu güç-mimalık ilişkisi, bu kirli işbirliğinin tarihteki en çarpıcı ve en karanlık örneklerinden olmuştur. Zorlu Holding’in boğazın ön görünüm bölgesinde tüm imar kurallarını delen ve tüm boğaz coğrafyasını ve kamusal mekanı ezen abartılı binası, Torunlar Holding’in 10 işçinin hayatına mal olan, ve zaten aşırı sıkışık bir kent merkezi olan Mecidiyeköy’e ekstra yoğunluk getiren devasa binaları, Bosphorus 360 adıyla bilinen ve Etiler Polis Okulu alanının El-Kaide bağlantılı olduğu iddia edilen ve hükümet yetkililerin ortaklığının da 17 aralık sürecinde ortaya çıktığı projedeki gibi pek çok büyük bina kompleksi, her açıdan sergilediği abartısıyla halkı ezmeye çalışan ve ‘kaç-ak saray’ olarak da bilinen cumhurbaşkanlığı sarayı, bireysel güçlerin mimarlık yapının çevresine verdiği olumlu katkılardan bahsederken asıl odakları, daima yapının maliyeti, işletme kolaylığı, karlılığı vs. olmuştur. Dolayısıyla mimar kendine atfedilen bu gücü (ihtiyacı olan asıl güç olan toplumun kendisinden uzaklaştığından) başka güç odaklarında, özellikle de serma- aracılığıyla toplumu nasıl ezdiğinin en yakında gördüğümüz somut örnekleridir. Diğer pek çok kentsel dönüşüm projesi adı altında gerçekleşen rant odaklı yıkıp yerinden etme ve soylulaştırma projeleri, mimarlığın nasıl bir silah olarak kullanıldığını ve şiddet aracı olarak kullanıp kamuyu top- 39 tavir mayis.indd 39 5/7/15 11:21 AM lumu taciz etme mekanizması haline geldiğini açıkça gözler önüne sermiştir artık. Başlangıçta da sözü edilen ve mimarlığın toplumsal yörüngesinden çıkarılmasında araç olarak kullanılan ‘Tanrı Kompleksi’ o kadar etkili bir hastalıktır ki; kent içinde daha çok rant yaratabilmek için diğer binaların önüne geçmek üzerine örgütlenen vahşi emlak sektörünün akrobatı haline gelen mimar, bir yandan kendi etik kaymalarını binaların gerçek kullanıcısı ve dolayısıyla gerçek sahibi olan halktan gizlemeye yönelik ilüzyon gösterisi yapan, diğer yandan da binalara para ve siyasi güçleriyle sahip olan zenginleri eğlendiren bir şovmen durumuna düşer ve ne yazık ki bunun farkına dahi varmadan bu çarkın içinde kendini tüketir. Kendisine biçilen ‘orkestra şefi mimar’ rolünü oynamak için bilgisi olmayan alanlarda da son sözü söyleme gayreti içine ve hatasına düşen mimar, bina üretiminde rol alan aktörlerden sürekli rol çaldığından eser olması gerektiği gibi icra edilemez hale gelir. Mekanın bir emlak ürünü, binanın bir emlak değeri, mimarın da bir iş adamı olduğu bu düzeni hiç sorgulamaz. Sorgulamak bir yana, vahşi emlak sektörüne hammadde olarak emlak işçisi mimarlar yetiştiren bir eğitimden bir an önce çıkıp emlak kölesi çömez mimar olabilmek için can atar ve bu mekanizmanın hiç farkına bile varamaz hale getirilir. Bu süreç ve mekanizmanın çarklarından hasbelkader ezilmeden çıkıp kendi işini kuran, dolayısıyla bu vahşi rekabet ortamında kendini halk deyişi ile ‘daha uzağa yapabilme yarışı’ içinde bulan bu hastalıklı mimar figürü, bu bireysel başarı yolunda toplumsal her tavizi de mubah görmek durumunda kalır. Kendini güç ve para sahiplerine beğendirmeye çalışan ve kendini ve ürününü pazarlamaya çalışan mimar da, o mimarın yaptığı mimarlık da kaçınılmaz olarak eninde sonunda meta haline getirilegelmiş olup, özünde tamamıyla toplumsal olan bu eylemi dahi, fiziki çevrenin nasıl olması gerektiğine dair söz hakkı olduğunu sanan bir sınıfın hakimiyetine teslim etme hatasını uzun süredir sürdüregelmiştir. Mimarlık eğitimi ise, yukarıda anlatıldığı üzere emlak ve inşaat sektörlerinin de müdahale ve körüklemesiyle birlikte, birer mimarlık kahramanı yaratmaya odaklanmış şekilde koşullanıyor. Dünyada sayıları belli ve bazı lobilerce desteklenen küresel ‘star mimarlar’ birer mimarlık camiası şöhreti olarak sürekli ön plana çıkarılmakta, onların yapıları, bu binalar hakkında söyleyip yazdıkları çeşitli mecralarda basılıp yayınlanarak mimarlık adaylarının önüne varmaları gereken idealler, örnek almaları gereken rol modeller olarak pazarlanmaktadır. basit imkanlarıyla imece usulüyle kendileri üretmektedirler. Mimarlık anlayışının temel bir kolu ve mimarlık eğitiminin de alternatif yaklaşımları mimarlık denilen olguyu toplumsal bir eylem olarak algılayarak mimarlık bilgi alanını bu yönde geliştirmeye devam etmektedir. Kendini toplumun bir parçası olarak görebilen bir mimarlık anlayışı ise hala mümkün ve ana akım mimarlık anlayışı ve eğitiminin yanında mütevazı bir şekilde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Örneğin, mimarsız mimarlık, gerilla mimarlığı, üçüncül mekanlar, vs. gibi mimarlık anlayışları binayı komünal bir ürün, mimarlığı ise toplumsal bir eylem olarak algılayan mimari öğretilerdir. Halkın Mimar Mühendisleri (HMM) ve Mimar Meclisi (MM) de bu anlayışla, mimarlık pratiğini, bu bilgiye ihtiyaç duyan halkın hizmetine doğrudan sunmayı hedeflemişlerdir. Gücün hizmetinde ve onların temsilcisi olan, ranta hizmet eden, egosu yüksek ve şişkin bir mimar figürü yerine hem meslektaşlarıyla hem de halkla beraber imece usulü içinde hareket eden, direngen bir mimarlığı hayata geçirmek gayreti içindedirler. Oysa mimarlık toplum için toplum tarafından pratik edilen bir eylemdir. Ne mutlu ki, en çok gözler önünde teşhir edilen, basında en çok pompalanan her olgu o alandaki etkinliğin çok küçük bir yüzdesini oluşturmaktadır. Dolayısıyla yine ne mutlu ki, her alanda olduğu gibi dergilerde, reklamlarda, gazete sayfalarında mimarlık alanında da gördüğümüz bu pırıltılı mimarlık faaliyeti gerçek barınma faaliyetinin çok küçük bir yüzdesini oluşturmaktadır. Halklar kendi çevrelerini kendi Artık asıl ve temel soru; mimar olarak toplum ve birey, kamu ve özel arasında nerede durduğumuzdur. ‘Mimarlık uygulanageldiği ve öğretiledurduğu gibi birey olarak özel sektör için yapılan bir meslek etkinliği midir?’ sorusunun cevabını verebilmektir.o 40 tavir mayis.indd 40 5/7/15 11:21 AM “moskova önlerinde” bir şose fazıl aktaş osyalist anavatan tehlikededir. Hitler’in katillerden oluşmuş Nazi ordusu Moskova önlerine dayanmıştır. İkinci Paylaşım Savaşı’nın en kanlı çarpışmalarının yaşandığı bir yerdir “Moskova Önlerinde” yer alan Volokolamsk Şosesi... Orayı korumakla görevli olan ve ne olursa olsun bir adım bile geri çekilmeme talimatı alan taburun komutanı da bir Kazak Türk’ü olan Baurdcan Momiş Uli’dir. S Savaş çocuk oyuncağı değildir. Ölmek ve öldürmek üzerine kurulmuş olan bu denklemde, çözümün ne olacağına çarpışan tarafların gücü, inancı, yüreği karar verir. Naziler, Hitler öncülüğünde emperyalistlerin yüksek çıkarları için binlerce kilometre öteye gelmiş ve sosyalist anavatanı işgal etmiştir. Avusturya’yı, Polonya’yı, Fransa’yı, Hollanda’yı ve daha birçok ülkeyi işgal etmiş olmaktan güç alan Naziler gözlerini Sovyetler Birliği’ne dikmiş ve ordusunun çok önemli bir bölümünü bu toprakları işgale ayırmıştır. Sovyetler Birliği’ne yönelik bu azgın saldırının altında sosyalizm tehlikesinin(!)bertaraf edilmesi ve emperyalistlerin önünün düzlenmesi yatıyordu aslında. Öyle ki Almanlar’a karşı savaşan ABD, İngiltere ve Fransa bile Sovyetler Birliği’nin ve bununla beraber sosyalizmin tek kalesinin yıkılmasını, sosyalizmin ortadan kalkmasını en az Almanlar kadar istiyorlardı. Ancak savaş onların istedikleri şekilde bitmeyecek, SBKP üyesi kömünist savaşçılar ve Sovyet halkı hem Nazilerin hem de diğer emperyalistlerin heveslerini kursaklarında bırakacak, sosyalist anavatanı ve sosyalizmi 20 milyon can pahasına koruyacaklardı. İşte Aleksandr Aleksandroviç Bek, bize o günleri anlatıyor “Moskova Önlerinde” adlı eserinde... ikinci Paylaşım Savaşı’nda savaş muhabirliği yapan Aleksandr Aleksandroviç Bek, Alman-Sovyet çarpışmasının kaderini tayin eden, büyük dönemeci noktalayan Volokolamsk Savaşlarını, bu savaşta çok önemli görev yapan taburun günlük yaşamını günümüze getiren, bu taburun komutanı Kazak Türk Baurdcan Momiş Uli'nin anılarından oluşan bu eseri, savaşın bitiminin 25. yıldönümünde Sovyet Tarihi Edebi Kurulu’nca o günleri olduğu gibi yaşatan eser olarak seçilmiş... “O günleri olduğu gibi yaşatan” sözünün ete kemiğe büründüğüne karşı çıkan olmayacaktır sanıyoruz çünkü okuyanın o günleri hissetmemesi imkansız. Öyle canlı, öyle gerçek anlatılanlar. Momiş Uli, eksiği var fazlası yok, diyor, Bek’e anlatırken... Vatan sevgisi somuttur. Bu sevginin cephedeki karşılığı, ölmeye ve öldürmeye hazır olmak kadar 41 tavir mayis.indd 41 5/7/15 11:21 AM ́ angi o?’ H Cevap vermedi. Anlıyorum: Ölümden bahsediyor. Ondan korkuyor. Yeniden sordum: ́Yaşamayı istiyor musun?’ ́İstiyorum Yoldaş Kombat.’ ́O zaman boz tüm bunları. Cehenneme at bu sırıkları. Kalın telgraf direkleri gibi ağaçlar koy. Beş sıra halinde, üst üste koy onları. Öyle olsun ki top mermisi bile gelse bir şey yapmasın.’...” (Moskova Önlerinde/Syf: 39) Askerin cepheye aslında ölmeye değil, yaşamaya geldiğini Momiş Uli’ye söyleyen, onu ölmeye ve öldürmeye hazırlayacak olanın komutan olduğunu öğreten General İvan Vasiliyeviç Panfilov’du. Panfilov yürekli bir komünist olduğu kadar, çok deneyimli bir savaş ustasıydı. Momiş Uli, ondan öğrendikleriyle zaferi kazanacaktı Volokolamsk Şosesi’nde... Savaşmayı da ondan öğrenmişlerdi, korkuyu yenmeyi de... “Askerin göğsü ile savaşılmaz, onları koruyacaksın! Ateş edeceksin, onları ateşle koruyacaksın ve tabi davranışlarınla!” demişti Panfilov. Bu uyarı Almanların her saldırısında aklına gelecekti Momiş Uli’nin... ilke ve kurallara sonuna kadar bağlılık ve işini önemsemektir. Bunu Momiş Uli öğretiyor küçük bir eğitimle... “Bir sipere yaklaştım. Askerler siperi çalılarla örtmüş, üstüne de toprak döküyorlardı. ́Bu yaptığın nedir? ́Siper, Yoldaş Kombat...’ ́Ya bu üstündeki ne?’ ́Ağaçlar, Yoldaş Kombat.’ ́Çık bakalım oradan. Bu ağaçların ne olduğunu şimdi göstereceğim sana...’ Askerler dışarı fırladılar. Tabancamı çıkarıp, önde görülen ağaçlara birkaç kurşun sıktım. ́Gir yerine. Bak bakalım kurşunlar içeri geçmiş mi?’ ́Geçmiş Yoldaş Kombat.’ ́O halde ne yapmışsın sen? Bu nedir? Orta Asya’da bir bahçıvan kulübesi mi? Orada güneşten mi saklanacaksın?... Neden susuyorsun?’ Er, yarım ağızla konuştu: ́O seni her yerde bulacaktır.’ Bir savaşın “kaderi”, Moskova’ya çok yakında bir şosede çizilebilir mi? Bunu birileri önceden söylemiş olsa herkes gülerdi herhalde ama çiziliyormuş işte. Panfilov’un eşsiz savaş dehası, Momiş Uli’nin cüreti, cesareti ve inancı, Sovyet askerinin kahramanlığı ile birleşince, o devasa güce sahip Naziler yeniliyormuş işte. İmkansız bir şeyin olmadığını bir kez daha okuyoruz bu kitapta. Savaşı, kahramanlığı ve ihaneti, korkuyu ve cesareti, vatan sevgisini ve kopkoyu bencilliği, feda ruhunu ve daha sayamayacağımız birçok şeyi okuyoruz. Her satırında bir ders alınıyor “Moskova Önlerinde”nin. Bek’in yazdığı satırların günümüz Türkiyesi’nde bizlerde o dönem savaşan Sovyet kahramanlarının hissetlikleriyle aynı duyguları yaşatmasının anlamı çok büyüktür. Hiçbir şeyi unutmamak gerekiyor. Panfilov’u, Momiş Uli’yi, önce korkan, sonra kahramanca şehit düşen Zayev’i ve 20 milyon Sovyet kahramanını hiç unutmamak gerekiyor! Unutmamak için de okumak... Moskova Önlerinde mutlaka okunmalı! o 42 tavir mayis.indd 42 5/7/15 11:21 AM onurun ve vatan sevgisinin filmi: çapayev demir durmaz daha zorlu bir süreç başlamıştır. Bir iç savaş sürecidir başlayan. İktidarını kaybetmiş karşı-devrimci sınıf ve her türden uzantıları, devrimi boğmak için emperyalistlerin de desteklediği Beyaz Ordu’da birleşmişlerdir. Bütün ülke topraklarında Beyaz Ordu ve Kızıl Ordu’nun eski ile yeninin, haklı ile haksızın savaşı sürmektedir. e en çok izlenenler listelerinde görürüz onları ne de televizyon kanallarında izleyebiliriz. Çünkü onlar, Büyük İnsanlığın dününü ve bugününü anlatarak yarınına ışık tutan devrimci sinemamızın filmleridir. Ve Sovyet yönetmenler Vassiliev kardeşlerin filmi Çapayev de onlardan biridir. Filmde anlatılan, Çapayev’in hikayesidir ve bu elbette ki, bizim hikayemizdir... N Bilinir; Ekim Devrimi sonrası Rusyası’nda Lenin önderliğindeki Bolşevikler ve halklar için yeni ve Eski bir çavuş olan Vassily İvanoviç Çapayev, Beyaz Ordu’ya karşı devrimi savunan Kızıl Ordu’ da bir tümen komutanıdır. Çapayev askeri konularda iyi bir komutandır, taktik ve kararlarıyla sonuç alır, askerlerini savaşta iyi yönetir ve iyi savaştırır. Beyazlar da farkındadır bunun ki karşı-devrimin komutanlarından biri onun için “ciddi bir rakip “der. Çünkü, tek bir hedefe kilitlenmiştir Çapayev: Devrimi korumak ve Beyaz Ordu’yu yok etmek. Parti, Çapayev’in tümenine bir politik komiser gönderir. Politik komiser Furmanov’un tümene gelmesiyle beraber Çapayev için yeni bir süreç başlamıştır. Partili bir komünist değildir Çapayev. Lenin önderliğinde devrimi korumaya kilitlenmiş olmasına rağmen bilgi ve politik bilinç açısından oldukça geridir. Bir köylünün “Bolşevik misin yoksa komünist misin?” sorusundaki kasıt ve basit iğneyi dahi anlayamaz. Furmanov’un gelişiyle birlikte daha çok açığa çıkmıştır bu. Adını ve otoritesini herkese kabul ettirmiştir Çapayev. Oldukça serttir. Altındaki insanlara sürekli bağırır. Kurallar, gereklilikler değil, Çapayev’in söyledikleri doğrudur her zaman. Çapayev’le Furmanov arasında bir çatışma başlar. Furmanov Çapayev’in kararlılığını, devrime ve Lenin’e olan bağlılığının, karşı-devrimcilere olan öfkesinin farkındadır. Çapayev’in askerleriyle ve köylülerle olan ilişkilerini gözlemler. Kimi zaman, onu, sorular sorarak sıkıştırır. Çapayev’de bilgiye ve öğrenmeye dair bir ilgi yaratır. Çapayev kendine, ilişkilerine çeki düzen vermeye başlar. Öğrendiklerini altındakilere de anlatır. Yaşanan, iç savaşın ağır koşullarında, yeni insanın kendini yaratma sürecidir esasında. Çapayev ben değil biz olmayı ve bu olmaksızın Beyazların asla ye- 43 tavir mayis.indd 43 5/7/15 11:21 AM Chapaev Film Künye Yönetmen Georgi Vasilyev Sergei Vasilyev Senaryo Anna Furmanov Dimitri Furmanov Georgi Vasilyev Görüntü Yönetmeni Aleksandr Ksenofontov Aleksandr Sigayev Müzik Gavriil Popov Oyuncu Boris Babochkin Chapayev Leonid Kmit Petka Varvara Myasnikova Anka Boris Blinov Furmanov Illarion Pevtsov Colonel Borozdin Ülke : Sovyetler Birliği Tür : Dram, Tarih, Savaş Süre : 93 dakika IMDB Puan : 7.1/10 nilemeyeceğini; işçi sınıfının iktidarının, devrimin ve sosyalizmin asla korunamayacağını öğrenir. Furmanov’la çok sert tartışmalarından birinde Çapayev patlar: Burada komutan kim? Sen mi, ben mi? Furmanov’un cevabı kısa ve fakat yeterince öğreticidir: Sen ve ben...Yani, BİZ... Savaş koşullarında insana ait her duygu daha özel ve yoğun yaşanır. Aslolan savaştır ve zaferin kazanılması, karşı-devrimin bütünüyle ezilmesidir. Böyle olduğu oranda aşk en güzel, en derin ve en güçlüsünden yaşanır. Çapayev’in emir eri Petka ve Furmanov’la beraber tümene gelen gönüllülerden olan Anka’nın aşkı da böyledir. Anka iyi bir mitralyözcü olmak ister ve ona bunu öğretecek olan Petka’dır. İşte Anka ve Petka’nın aşkı bu eğitim süreciyle, Beyaz Ordu’ya karşı savaş arkadaşlığıyla doğmuş ve büyümüştür. Ki aşk, devrimin zaferi için mitralyöz öğrenmek ve öğretmektir... Filmde karşı-devrim cephesinde yer alan halktan insanların duygu ve düşünce dünyalarını da Be- yaz Ordu komutanı Kappalev’in emir eri Petroviç üzerinden görürüz. Petroviç’in kardeşi hasta ve ölmek üzeredir. Bunu öğrenen Kappalev gerçek anlamda hiçbir şey yapmaz. Öte yandan Petroviç kardeşinin istediği balık çorbasını yapmak için balık tutarken Petka tarafından esir alınır. Petka, Petroviç ve kardeşinin hikayesini dinledikten sonra, suç işlediğini ve tutuklanacağını bildiği halde Petroviç’i serbest bırakır. Petroviç, kardeşinin ölümüyle beraber karşı-devrim saflarını terkeder ve Kızıl Ordu’ya katılır. Ve verdiği bilgiler sayesinde Beyaz Ordu’nun büyük bir saldırısı püskürtülür. Ekim Devrimi ve devamında iç savaş mücadelesi sayısız Çapayev’i yaratmıştır. Ve zaferler Çapayev’lerle kazanılmıştır. Çapayev’ler uzağımızda değil yanı başımızdadır. Onların dönüşümü; onların emekleri,yaşam ve mücadeleleri, ölümsüzlükleri halkların mücadelesinin kazanımıdır. Halklara yol gösteren birer klavuzdur herbiri. Anlatılan bizim hikayemizdir; Çapayev’i izleyelim.. o 44 tavir mayis.indd 44 5/7/15 11:21 AM 6. eyüp baş uluslararası emperyalist saldırganlığa karşı halkların birliği sempozyumu sonuç deklarasyonu 1- Sempozyumumuz geçtiğimiz yıl “Anti-Emperyalist Cephe”yi kurma kararı almıştır. Anti-Emperyalist Cephe olarak Ukrayna’da faşist iktidarın katliamlarına, Türkiye’de yaşanan Soma maden işçisi katliamına, Küba-Amerika ilişkileri konusunda açıklamalarda bulunduk. www.anti-imperialistfront.org isimli ortak bir websitesi kurduk. Örgütler arası ikili ilişkilerde çeşitli ortak projeleri hayata geçirdik ve buna devam ediyoruz. Şimdi ortak adımları büyütme zamanı. Anti-Emperyalist Cephe’ye yeni örgütleri katmak bu gücü oluşturan bütün bileşenlerin ortak görevidir. 2- Sempozyum; tüm anti emperyalist, anti faşist güçlere; ML, anti faşist, anarşist, emperyalizmin işbirlikçisi olmayan ilerici yurtsever güçlere “Anti-Emperyalist Cephe”ye katılma çağrısı yapar. 3- Anti-Emperyalist Cephe çatısı altında sanatçıların, mühendislerin, avukatların birlikte projeler geliştirmesi ve hayata geçirmesi önümüzde bir hedeftir. 4- Emperyalizme ve faşizme karşı; halkın ve devrimcilerin şiddeti meşrudur. Emperyalizme karşı savaşan halklar terörist değildir. 5- Berkin Elvan’a adalet için kendini feda eden Şafak Yayla, Bahtiyar Doğruyol ve Elif Sultan Kalsen’i saygıyla anıyoruz. 6- Tüm dünya hapishanelerinde yatan devrimci tutsaklara selam gönderiyoruz. 7- Küba’nın devrimci bir hatta devam etmesini, ABD’ye değil, halklara ve devrimcilere açılmasını ve Latin Amerika devrimci güçlerini desteklemeye devam etmesini istiyoruz. 8- Suriye’yi parçalamak için saldıran, IŞİD’i yaratan, Kobane, Şengal ve Rojava’da, Ortadoğu’da katleden emperyalizm ve işbirlikçileridir. 9- SYRIZA, emperyalizm ve AB’yle bağını kesmedikçe, devlet mekanizmasını değiştirmedikçe; Yunan halkı yoksulluk ve esaratten kurtulamaz. Dünya seçimlerle değişmez, devrimlerle değişir. 10- ABD, AB emperyalizminin Ukrayna’daki saldırılarını kınıyor ve Ukrayna’daki anti-faşist, devrimci güçleri selamlıyoruz. 11- Venezuella’ya emperyalizmin darbe girişimini lanetliyoruz. ABD’nin “Venezuella’nın bir tehdit olduğu” şeklindeki açıklamalarını kınıyoruz. Latin Amerika’nın emperyalizmin eliyle militarize edilmesini kınıyoruz. 12- Emperyalizm ve Arap işbirlikçileri Yemen’den çıksın. 13- Uzun yıllardır enternasyonal mücadelenin emektarlığını yapan Steve (Stephen) Kazcynski’yi haksız yere işkencelerle tutuklayan AKP hükümetini şiddetle kınıyoruz. Steve Kazcynski derhal serbest bırakılsın. 14- Grup Yorum’a yönelik baskılar karşısında birlikte bir Grup Yorum günü belirleyip, o gün AKP ve devlet temsilciliklerine protesto mektup ve faksları göndereceğiz. 15- Emperyalizmin inkar, teslimiyet ve tasfiyesine karşı Anti-Emperyalist Cephe’de birleşelim, savaşalım, kazanalım. 45 tavir mayis.indd 45 5/7/15 11:21 AM haberler Grup Yorum’un Öğrencileri Helin Bölek ve Fırat Kıl Tutuklandı Grup Yorum’un öğrencileri Helin Bölek ve Fırat Kıl, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde öğrenci oldukları dönemle ilgili bir dava nedeniyle 20 Nisan günü Çanakkale Adliyesi’ne ifade vermek için gittiklerinde hukuksuz bir şekilde tutuklandılar. Savcı tarafından yanlarında avukatları olmamasına rağmen ifadeleri alınan Helin Bölek ve Fırat Kıl daha sonra yine avukatsız bir şekilde çıkarıldıkları mahkemede savcılığın isteği üzerine, hiçbir dayanak gösterilmeden tutuklandı. Tutuklanmanın hemen sonrasında telefonla görüşebildiğimiz Helin ve Fırat, “son süreçten kaynaklı olarak tamamen keyfi bir şekilde tutuklandıklarını” ifade ettiler. o Geleneksel 1 Mayıs Pikniği yapıldı alanında dolaşmakta olan bir bebeğe denk geliyordu. Halk Cephesi’nin her yıl 1 Mayıs öncesi düzenlediği 1 Mayıs pikniği Gazi Mahallesi Barajüstü Sarıtepe Piknik alanında yapıldı. Sabah hafif yağan yağmura rağmen mahallerden erken saatlerde toplanmaya başlayan kitle otobüslerle piknik alanına geldiler. Geceden alanda bulunan görevliler alanda hazırlıkları tamamlamış, kitlenin gelmesini bekliyordu. Marş ve türkülerle piknik alanına gidildi. Hava da açmış, güneş kendini göstermeye başlamıştı. İnsanlar daha yeni kahvaltı hazırlıklarını yaparken AKP’nin katil polisleri tahrik etmek için alanın etrafında turlar atıyordu. ‘’Katil Polis defol…’’ sloganları atılarak polis kovuldu. Kaçarak giden polis, kitleye hedef göstererek plastik mermi atıyordu ve o mermilerinden biri nerdeyse piknik Polisin bu saldırısına rağmen piknik programlandığı gibi başladı.. Hep birlikte yer sofraları kurularak kahvaltılar yapıldı. Davul Zurna eşliğinde halaylara duruldu, yarışmalar yapıldı. Alan mahaller arasındaki yarışmalar kıyasıya sürdü… Piknik alanında şahitlerimizin isimlerini alan çocuklar kendi aralarında oyunlardı… İdil, Berkin, Mahir bebekler piknik alanın her köşesinde vardı.Cephe milislerin piknik alanındaki gösterisi ise,kitlenin coşkusunu attırdı. Sarıgazi mahallesi müzik Grubu Umut Yağmur’undan sonra,Erdal Bayrakoğlu şarkı ve türküleri ile sahne aldı..Erdal Bayrakoğlu’dan sonra da Grup Yorum sahne çıktı. Grup Yorum 1Mayıs’ta Taksim’i zaptetmeye çağırdı. Piknik Grup Yorum’un söylediği kavga türküleri ve marşlarıyla son buldu.. o 46 tavir mayis.indd 46 5/7/15 11:21 AM Victor jara’nın katili ABD’de yargılanacak ABD’de bir yargıç, bugün ABD vatandaşı olan Şilili eski subay Pedro Barrientos’un Şilili devrimci sanatçı Victor Jara’ya işkence yapmak ve yargısız infaz yoluyla öldürmek suçlamalarıyla yargılanmasına karar verdi. BBC Türkçe’nin haberine göre, Barrientos’a karşı davayı Jara’nın eşi Joan ve kızı Amanda açtı. Ailenin avukatı Almudena Bernabeu karardan memnuniyetlerini ifade ederken diğer yanda sanığın “insanlığa karşı suçlar” kapsamında yargılanması talebini kabul etmemesinden hayalkırıklığı duyduklarını açıkladı. Şilili Sanatçı Victor Jara, müziğiyle halkının sesi olduğu için cuntacıların hedefi haline gelen sanatçılardandır. Halkın acılarını, sömürüyü, emperyalizmin politikalarını anlattı şarkılarıyla. “Marksist kanser sökülüp atılacaktır” diyerek insan avına çıkan Şili’nin faşist diktatörü Pinochet’in ilk hedeflerinden biri oldu. Tutsak edilerek Santiago Stadyumu’na doldurulan ve orada 16 Eylül 1973’te işkencelerde katledilen on binlerce Şilili’nin arasında Victor Jara da vardı. Gitarını çaldığı eli kırılır, şarkı söyleyen dili kesilir ama pes etmez yüreği. Devam eder ayaklarıyla, kırık parmaklarıyla ritim tutarak halkın sesi olmaya. Son şarkısını yüreğinde söylerken katledilir. o Alman yazar Günter Grass hayatını kaybetti Günter Grass 87 yaşında,13 Nisan günü Lübeck’te tedavi gördüğü hastanede yaşama veda etti. Gençliğinde gönüllü olarak Nazi ordusuna katılan Grass, Amerikan ordusuna yaralı olarak esir düşmüş, daha sonra Sosyal Demokrat partisine katılarak yazarlığa başlamıştı. En ünlü yapıtı olan Teneke Trampet, hem gençliğinde yaptıklarının bir tür özelleştirisi hem de kapitalizmin emperyalist savaş ve faşizmle geldiği çürümeyi protesto romanı sayılabilir. Günter Grass , 1999’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştı. 28 Şubat günü aramızdan ayrılan ülkemizin onurlu aydınlarından Yaşar Kemal’in de yakın dostu olan Grass, Yaşar Kemal’in ölümünün ardından başsağlığı mesajı yayınlamıştı. Yazarın; Teneke Trampet’in dışında diğer yapıtları Kedi Fare, Köpek Yılları, Lokal Anestezi, Pisi Balığı, Dişi Fare, Kafadan Doğumlar, Uzak Tarla, Yüzyılım ve Kanser Yolunda. o 47 tavir mayis.indd 47 5/7/15 11:21 AM kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... Amerikan Yerlileri Hollywood Setini Terk Etti Aktör Adam Sandler’in yeni filminde çalışan yerli Amerikalılar, aşağılandıkları gerekçesiyle tepkilerini setten ayrılarak gösterdi. Hollywood’un en tanındık yüzlerinden aktör Adam Sandler’in son oynadığı filmde çalışan Amerikan yerlileri seti terk etti. Sebebi ise filmdeki yerli Amerikalı karakterlerin, aşağılayıcı şekilde sunulması... Adam Sandler’in son filmi “The The Ridiculous 6”nın setinde çalışan Amerikalı yerliler, kendi kültürlerine hakaret edildiğini savunuyor. Gençlik Federasyonu Yine Polis Tarafından Basıldı Daha önce sayısız kez basılan, üyeleri gözaltına alınıp tutuklanan, eşyaları polis tarafından yağmalanan Gençlik Federasyonu 6 Mayıs 2015 tarihinde, yine gecenin ilerleyen saatlerinde 03.00 civarı yüzlerce polis tarafından basıldı. İtfaiye’nin merdivenleri ile pencere demirleri kesilerek içeri girildi ve Gençlik Federasyonu üyeleri Yalçın Öztürk, Ahmet Atılgan, Furkan Samet Adıyan ve Hazal Seçer, Enes Erkuş, Sev- can Adıgüzel, Ezgi Doğan, Mehmet Manas Doğay, Sinem Sezer, Bünyamin Kılıç işkencelerle gözaltına alındı. Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Ödülleri Sahiplerini Buldu Beşiktaş’taki Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen ödül töreninde, jüri başkanlığını Zuhal Olcay’ın yaptığı sinema ödüllerinde, müzikal ya da komedi dalında, “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülü “Deliha” ile Gupse Özay’a, “En Başarılı Erkek Oyuncu” ödülü ise “İçimdeki Ses” filmiyle Engin Günaydın’a verildi. Aynı kategoride, “Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülünün sahibi Füsun Demirel olurken, “Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” ödülünün sahibi ise Çağlar Çorumlu oldu. Dram dalında “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülünü “Gece” filmiyle Nurgül Yeşilçay, “Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” ödülünü “İtirazım Var” ile Serkan Keskin kazandı. Dram kategorisinde “Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülüne Vildan Atasever, “Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” ödülüne ise Settar Tanrıöğen layık görüldü. Tiyatro ödüllerinde, “Yılın En Ba- şarılı Kadın Oyuncusu” ödülü Melisa Sözen’e, “Yılın En Başarılı Erkek Oyuncu” ödülü Rıza Kocaoğlu’na, “Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” ödülü Aslı Yılmaz’a, “Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” ödülü ise Ushan Çakır’a verildi. Hamit Demir, Berkin Elvan Videosunda Yer Aldığı İçin “Diriliş/Ertuğrul” Dizisinden çıkarıldı Oyuncu dizinin kadrosundan çıkarıldığını şöyle duyurdu: “On üç bölüm oynadığım ‘Diriliş/Ertuğrul’ dizisinden, Sanat Meclisi ile birlikte çektiğimiz ‘Berkin Elvan’ videosunda yer almamdan dolayı, sözleşmem tek taraflı sonlandırılarak, atıldım. İktidarın, bana kadar uzanan eli, sanırım bizi (tüm muhalifleri, bilim insanlarını, sanatçıları vs.) ‘işsiz/aç bırakarak terbiye etmeyi’ amaçlıyor. Hiç bir zaman ‘ayakkabı kutularım’ olmadığına göre, işsiz/aç kalmayı onlardan öğrenecek değilim ya! Bu videoda yer almaktan dolayı ancak onur duyarım. Uzunca bir süre birlikte çalıştığım tüm set emekçisi, yönetmen ve oyuncu arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.”o 48 tavir mayis.indd 48 5/7/15 11:21 AM
Benzer belgeler
Pdf formatında indirmek için tıklayınız
tavır Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Sorumlu Yazı işleri Müdürü Yeliz Yılmaz Genel Yayın Yönetmeni Gamze Mimaroğlu Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Pa...
DetaylıTavır Dergisi 134. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız
tavır Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Sorumlu Yazı işleri Müdürü Yeliz Yılmaz Genel Yayın Yönetmeni Gamze Mimaroğlu Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Pa...
Detaylı