ekolojik sabotaj - abdurrahmansaygili.com

Transkript

ekolojik sabotaj - abdurrahmansaygili.com
Radikal Çevreci Hareketin Bir
Taktiği
EKOLOJİK SABOTAJ
Abdurrahman Saygılı
ANKARA 2009
1
Hikâyemizin sonu nasıl olur bilinmez, lâkin
Ah min’el aşk,
Ve min’el garaib,
Ve min’el mevt.
2
GİRİŞ
Ekolojik Sabotajın (ekotajın) amacını anlamak için, ilk
önce, çevre sorunsalının ne olduğunu ve bununla bağlantılı
olarak onu ortaya çıkaran tarihsel süreci bilmek gerekmektedir.
Çünkü ekotajı uygulayan bireyler ya da gruplar
(ekosabotörler), söz konusu eylemlerinin ahlaki bir meşru
müdafaa olduğu ileri sürmektedirler1.
Ekosabatörler çevresel bozulmasın sebebini; tarihsel süreç
çerisinde doğup gelişen kapitalist sisteme ve bu sistem
içerisinde oluşan sanayileşmeye, diğer bir deyişle bunların
olumsuz etkilerine bağlanaktadır. Zaten çevreci hareket
içerisinde yer alan çevrecilerin eleştirileri tam bu noktaya
odaklanmaktadır.
Ekotajı uygulayanlar geleneksel yapıları zorlayarak çevre
sorunlarını gündeme getirmeye çalışmakta ve ayrıca
bozulmanın önüne geçebilmek için mevcut sistemin yetersiz
olduğunu ileri sürmektedirler. Böylece sistemin sınırlarını
zorlamaktadırlar.
1
Dave Foreman-Bill Haywood, Ecodefence: A Field Guide To
Monkeywrenching, 3. Edition, Abbzug Press, California 1993, s. 3.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
ÇEVRE SORUNSALI VE ALGILANMASI
Genel Açıklama
Kapitalist sistemin ortaya çıkmaya başladığı (filizlendiği)
dönem1 moderniteden önceki bir zaman dilimine
rastlamaktadır. Ancak doğaya yoğun olarak müdahale edilen
dönem geç kapitalist dönemdir ve modernitenin üç evresini2 de
içinde barındırır. Doğanın insan eliyle tahribi tam da
moderniteye özgü bir olgudur3. Ekolojik yıkım toplumsal
ilişkiler ağından soyutlanamayacağından modernitenin yıkım
sürecinde oynadığı rolü açıklamak, daha doğrusu modernite ile
ekolojik yıkımı ilişkilendirmek kaçınılmaz olmaktadır. İşte bu
sebeple, modernitenin açıklanması gereklidir. Modernitenin
portresine yönelik böylesi bir analizde, konunun daha net
olarak açıklığa kavuşması için, yıkımın aktörlerinin belirtilmesi
zorunlu olmaktadır.
1
Kapitalizmin bir sistem olarak on ikinci yüzyılda filizlendiği
söylenmektedir. Bkz. Ahmet İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, Birikim, S.104,
s.18.
2
Bkz. Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Çev. Bülent
Peker-Ümit Altuğ, 2.Baskı, İletişim Yay., İstanbul 1996, s.29.
3
Bkz. John Bellamy Foster, Savunmasız Gezegen-çevrenin kısa ekonomik
tarihi, Çev. Hasan Ünder, Epos Yay. , Ankara 2002, s.13.
4
I- Çevre Sorunsalının Ortaya Çıktığı Tarihsel Süreç
Marshal Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor isimli
kitabında modernitenin geniş ve kapsamlı bir tanımını
vermektedir1. Modernite hakkında yapılan böyle bir tanım,
aslında onun tanımının yapılmasının ne kadar zor olduğunu
göstermektedir. Çünkü modernite hakkında yapılan bir tanım
ya da tanımlar, tanımlayıcı olmak bir yana, akılları daha da
karıştırmakta ve hatta onun bulanıklığını arttırmaktadır. Marx
esas alınarak söylenecek olunursa, modern olmak, “katı olan
her şeyin buharlaşıp gittiği” bir evrenin parçası olmak anlamına
gelmektedir2. İşte belki de tüm bu sebeplerle, modernitenin
güvenilecek tek yanının güvenilmez olduğu3 şeklinde
yorumlara rastlanmaktadır. Bu güvenilmezlik bireylerin sadece
karşılıklı ilişkilerinde değil, yaşamlarını devam ettirdikleri
doğayla olan ilişkilerinde de görülmektedir. Moderniteyle
birlikte, doğaya, insan müdahalesi daha önce görülmemiş
derecede artmıştır4. Böyle bir belirleme, gezegenin karşı
karşıya kaldığı tehlikelerin köklerini toplumsal sorunlardan
soyutlayan ve sorunu salt çevresel bozulmaya indirgeyen
görüşlerin geçerli olmadığını göstermektedir.
Daha açık bir ifadeyle, “[b]ugün karşı karşıya olduğumuz
çevre yıkımının başta gelen nedenleri ne biyolojiktir ne de tek
1
Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, s.11: “[M]odernizm, modern
insanların modernleşmenin nesneleri oldukları kadar özneleri de olmak,
modern dünyada sıkıca tutunabilecekleri bir yer bulmak ve kendilerini bu
dünyada evde hissetmek için giriştikleri çabalar…”.
2
Aktaran Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, s.27.
3
David Harvey, Postmedernliğin Durumu, Çev. Surgun Savran, Metis
Yay.,İstanbul 1997, s. 24.
4
J.B.Foster, “son birkaç yüzyıla girinceye kadar insan toplumunun global
çevreyle olan ilişkisinin küçük ölçekli olduğundan ve etkilerinin de ihmal
edilebilir bir düzeyde kaldığından” bahsetmektedir. Bkz. Foster, Savunmasız
Gezegen, s.13.
5
tek bireylerin tercihlerinin bir sonucudur. Bu nedenler
toplumsal ve tarihseldir”1. Gerçekten de, kapitalist sistem ve
sanayileşme düşüncesinin özünde doğal kaynakların sınırsız
olduğu düşüncesi yatmaktadır. Bunun sonucunda ise, süreç
içerisinde, doğa tahrip edilmiş ve böylece adım adım yıkımına
yol açılmıştır. Bu yıkım ve tahribin aktörleri, kimi zaman
devlet kimi zaman da sermayeyi elinde tutan kesim olmuştur.
Çevre sorunsalını ortaya çıkaran tarihsel sürecin böyle bir seyir
izlediği görülebilir.
Çevre sorunsalını insanlık tarihinin belli bir noktasında
ortaya çıkan sorunların birleşimi olarak gören bir anlayış bu
sorunsalın tam ve doğru bir şekilde anlaşılmasını
güçleştirecektir. Çevre sorunlarının tüm yönleri ile doğru
şekilde anlaşılması somut çevre sorunlarının belirlenmesini
gerekli kılması yanında, bu sorunları ortaya çıkaran sürecin de
bilinmesini gerektirir. Çevre sorunsalını etkileyen üç temel
öğenin belirlenmesi kendiliğinden sorunsalın bütünsel olarak
algılanmasını sağlayacaktır2. Bu temel öğeler bir eşkenar
üçgenin eşit kenarları benzetmesi ile;3 somut çevre sorunları,
bilimsel çalışmalar ve çevreci hareket şeklinde ifade edilmiştir.
Çevre sorunsalına bir çözüm bulmak ya da “ doğa ile toplum
arasında sürdürülebilir bir ilişki”4 kurmak için tarihsel süreci
1
Foster, Savunmasız Gezegen, s. 12. Benzer bir açıklama Bookchin’de de
vardır: “Bugünkü ekolojik krizin köklerini bulmak istiyorsak sadece tekniğe,
demografiye, büyümeye ve sağlıksız refaha bakmak yetmez; bunların altında
yatan ve insan toplumunda-sadece burjuva, feodal ve antik toplumda değil,
bizzat medeniyet şafağında- hiyerarşi ve tahakkümü üretmiş olan kurumsal,
ahlaki ve tinsel değişmelere çevirmeliyiz.” Bkz. Murray Bookchin,
“Yoketme Gücünü Yaratma Gücü”, Birikim, S. 57-58, Ocak-Şubat 1994,
s.51.
2
Çevre sorunsalı ve bütüncül çevre politikaları hakkındaki açıklamalar için
bkz. Nükhet Turgut, “Çevre Hukukunda Çevreci Örgütlere Tanınan
Olanaklar”, AÜHFD, Cilt: 45, Sayı: 1-4, 1996, s.104.
3
Bu benzetme için bkz. Nükhet Turgut, Çevre Hukuku (Karşılaştırmalı
İnceleme), Savaş Yay., Ankara 2001, s.1.
4
Foster, Savunmasız Gezegen, s.13.
6
dönüştürmek gerekmektedir. Dönüşümü sağlayacak potansiyel
radikal toplumsal ilgileri canlı tutmakla mümkündür. Bu
dönüşüm sürecinde yapılması gereken “toplumsal sorunlar ile
çevresel sorunların birbirlerine bağlı oldukları”1 gerçeğini
akılda tutmaktır.
Modernite projesi, insan eylemi ile dünyanın düzeni
arasında akıl yolu ile kurulabilecek bir denklik ilişkisini
tasarlamaktadır. Bilimi ve bilimin uygulamalarını harekete
geçiren2, piyasa düzenini kuran akıldır3. Akılcılaşma
modernliğin vazgeçilmez bir bileşenidir4. Aydınlanmanın
kurucu filozofları akılın egemenliğini kurarak dinin
egemenliğinin sona ereceği ve herkesin özgür olacağı bir dünya
tasarlamışlardı. Bu filozofların Aydınlanma hareketi ile
amaçladıkları, insanları o kötü, iğrenç eski düzen’den
kurtararak, aklın egemen olduğu iyi, güzel bir düzene
1
Foster, Savunmasız Gezegen, s. 9; Mine Kışlalıoğlu-Fikret Berkes, Çevre
ve Ekoloji, 5. Basım, Remzi Kitapevi, İstanbul 1995, passim; Turgut, Çevre
Hukuku, s.44.
2
Alex Callinicos modernliğin “aydınlanma projesinin gerçekleştirildiği,
insani ve fiziksel dünyanın bilimsel olarak anlaşılmasının toplumsal
etkileşimi düzenlediği bir toplum olarak algılanmaya başlandığından”
bahseder. Bkz. Alex Callinicos, Postmodernizme Hayır-Marksist Bir
Eleştiri, Çev. Şebnem Pala, Ayraç Yay., Ankara 2001, s.58. Callinicos ile
aynı doğrultuda düşünen yazarlardan birisi de Dominique Simonnet’tir.
Simonnet ekolojizmin bilimsel araştırmaların mantığına ve çevre felsefesine
saldırdığını söyledikten sonra şöyle der: “Aristo mantığı ve yirminci yüzyılda
güçlenen bilim felsefesi nesne ile özneyi ve temel bilimlerle sosyal bilimi
birbirinden ayırır ve bilimin nesnel ve yansız olduğunu ileri sürer. Bu iki
kavram, bilimin yansızlığı ve nesnelliği, çevreciler tarafından şiddetle
eleştirilir.”Bkz. Dominique Simonnet, Çevrecilik, Çev. M. Selami Şakiroğlu,
İletişim Yay., İstanbul 1990, s.37.
3
Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi, Çev. Hülya Tufan, 3.Baskı, Yapı
Kredi Yay., İstanbul 2000, s.13.
4
Touraine, Modernliğin Eleştirisi, s.25.
7
sokmaktı1. Ancak beklenilen sonuç elde
Horkheimer'in sözleri ile ifade edilecek olursa:
edilemedi.
“Aydınlanma filozofları[nın] [...] sonuçta öldürdükleri,
kendi çabalarının güç kaynağı olan metafizik ve nesnel akıl
kavramı oldu. Gerçeğin doğmasını algılama ve hayatımıza
yön verecek ilkeleri belirleme aracı olarak akıl kavramı bir
yana atılmıştı.”2
Aydınlanma filozoflarının bu yöndeki düşünceleri, Batı
düşünce hayatında bir değişim meydana getirmiştir. Nesnel
aklın yerini öznel akıl almıştır. Öznel aklın esas olarak ilgi
alanı araçlar ve amaçlardır; yani, baştan kabul edilmiş amaçlara
ulaşmak için seçilen araçların yeterli olup olmadığı üzerinde
durmaktadır. Bu yüzden, öznel akıl, araçların akla uygun olup
olmadığı sorusunu bir yana bırakmıştır. Çünkü amaçlar daha en
başında öznel anlamda akla uygundur. Öznel akıl, bir hedefin
herhangi bir öznel kazanç ya da çıkardan bağımsız olarak,
kendi başına taşıdığı erdemleriyle akla uygun olabileceğini
kabul etmemektedir. Oysa nesnel akıl, aklı yalnızca bireyin
1
Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yay., İstanbul 1997, s.14.
Aynı yönde açıklamalar için bkz. Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.58. ve
Zygmunt Bauman, Yasa Koyucular İle Yorumcular, Çev. Kemal Atakay,
Metis Yay., İstanbul 1996, s. 99: “Tarihe ‘Aydınlanma Çağı’ olarak geçen
toplumsal entelektüel akım (liberallerin tarih değerlendirmesinin aksine)
hakikat, akıl, bilim, akılcılık lehine büyük bir propaganda uygulaması
değildi; zihni karışık, baskı altındaki kitlelere bilgeliğin ışığını getirmek gibi
soylu bir düş de değildi. Aydınlanma, birbirinden yakından ilişkili olmakla
birlikte, farklı iki alanda gerçekleştirilecek bir uygulamaydı. Bu olanlardan
ilkini, devletin gücünü ve iddialarını genişletmek, daha önce Kilisenin yerine
getirdiği (bir anlamda, devletinkine oranla başlangıç aşamasında ve
alçakgönüllü olan) pastoral işlevi devlete aktarmak, devleti toplumsal
düzenin yeniden üretimini planlama, tasarlama ve idare eden devletin
yönetimi altında olanların toplumsal yaşamını düzenlemeyi ve kurallı hale
getirmeyi amaçlayan, terbiye edici eylemin bütünüyle yeri ve bilinçli olarak
tasarlanmış toplumsal mekanizmanı yaratmak oluşturuyordu.”
2
Max Horkheimer, Akıl Tutulması, Çev. Orhan Koçak, 4. Baskı, Metis
Yay., İstanbul 1998, s.69.
8
zihninde değil, nesneler dünyasında, kısaca insanlararası ve
sınıflararası ilişkilerde toplumsal kurumlarda, doğada ve
doğanın görünüşlerinde de var olan bir kuvvet olarak
görünmektedir. Önceden bir insanın hayatının akla uygun
olduğunu belirleyen, insan ve amaçları da dahil olmak üzere
tüm varlıkları kapsayan bütünlük ile arasındaki uyumdur.
Bundan ötürü, nesnel akıl davranışlarla amaçları birbirine
uydurmaya çalışmaz1. Oysa öznel aklın ön plana çıkması bu
durumu tamamen değiştirir. Böyle bir değişim sonuç olarak,
insan ile doğanın arasındaki dengeyi etkilemiştir. Özerkliği
kalmayan nesnel akılın bir araç haline geldiği ve araçsal akılın
(öznel akıl) başta kabul edilmiş amaçlara ulaşmak için seçilen
araçların yeterliliğini temel aldığı şeklindeki yargının nedenini
burada aramak gerekir.2
Öznel akıl, nesne olarak algılanan doğaya kendi başına
değer atfetmemektedir. Daha açık bir ifadeyle, kendiliğinden
iyi (akla uygun) bir amaç olamaz; iki farklı amaç
karşılaştığında hangi amacın üstün olduğunu tartışmak
anlamsızlaşır. Bir örnekle açıklanacak olursa; bir tarafta doğayı
koruma amacı diğer tarafta ise doğadan yararlanarak onun
üzerinden kar elde etme amacı karşı karşıya geldiği zaman,
öznel akıl doğaya kendi başına bir değer atfetmediğinden kar
elde etme amacı üstün tutulabilecektir ve zaten çoğu zaman
tutulmaktadır da. Aslında araçsal akıl anlayışı çevre etiğinde şu
an varolan düzene egemen olan antroposantrik (insan merkezli)
yaklaşımda içkindir. Antroposantrik yaklaşım mekanik evren
görüşünün etik boyutunu yansıtmaktadır. Bu yaklaşımda doğa,
1
Ayrıntılı bilgi için bkz. Max Horkheimer.
Weber’in akılcılaştırma kuramı, modernliğin oluşumu hakkında bize önemli
bir öngörü sağlar. Callinicos “Weber bir yandan Habermas’ın ‘dünya
görüşlerinin akılcılaştırılması’ olarak adlandırdığı dünyasının büyüsünün
bozulmasını, amacın doğadan kovulmasına, öte yandan da bir zamanlar bir
bütün olan kültürün her biri aynı formel akılcılıkla yönetilen (bilim, sanat,
ahlak gibi) farklı alanlara bölünmesini çözümlemiştir” demektedir. Bkz.
Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.59.
2
9
insan çıkarları için araç işlevini görmektedir1. Araçsal değer2,
bir nesne ya da canlıya, onun kendi başına değerli olduğundan
dolayı bir değer yüklemeyen, aksine sadece insanlara yararlı
olduğu müddetçe ona bir değer atfeden kavrama verilen addır.
Araçsal değer kavramı aslında moderniteye özgüdür3. Araçsal
değer doğayı bir araç olarak görüp nesneleştirir. Doğanın bir
nesneler kümesinden ibaret olduğu görüşü mekanik evren
anlayışı tarafından kabul edilmiştir4.
Aydınlanma döneminin ünlü filozof ve bilim adamları olan
Descartes, Bacon, Galileo, Newton mekanik evren görüşünü
geliştirmişlerdir. Özellikle Descartes doğayı iki ayrı parça
olarak düşünmüş; madde ve düşünce şeklinde bir ayrıma
gitmiştir. Maddi evren, diğer organizmaların yanında insan
organizmasını da içeren ve en küçük parçasına kadar analiz
edilerek tamamen anlaşılabilecek bir nesneler kümesidir. Bu
görüş Illich tarafından eleştirilmiştir. Illich insanın aygıtla olan
ilişkisinin aygıtın insanla ilişkisine dönüşmüştüğü şeklinde bir
tespit yapmıştır. Simonnet, Illich’in bu tasvirini açıklamaya
çalışmıştır. Ona göre, Illich’in aygıt ile kastettiği sadece pense,
çekiç gibi araçlar değil, daha geniş olarak toplumun kullandığı
bütün teknikler ve kişiyi sosyal yapıya bağlayan her şeyi
içermektedir5. Illich, “dünya bunalımı, makinenin insan yerine
geçmesinin yarattığı olumsuzlukların bir yansımasıdır. Artık
insan kendi yarattığı teknolojinin ve kurumların sahibi değildir;
buna karşılık makineler insanı yönlendirir ve insanın yaşama
koşullarını belirler”6 demektedir. Descartes’in düşüncesinin
1
Hasan Ünver, Çevre Felsefesi-Etik ve Metafizik Görüşler, Doruk Yay.,
Ankara 1996, s.60.
2
Ünver, Çevre Felsefesi, s.59-60.
3
Antroposantrik yaklaşım araçsal değer kavramını kullanır.
4
Ünver, Çevre Felsefesi, s.68.
5
Simonnet, Çevrecilik, s. 29.
6
Bkz. Simonnet, Çevrecilik, s.39. Kışlalıoğlu/Berkes’e göre, insanı doğadan
soyutlayan düşünce ve yaklaşımlar çevresel sorunların temel nedenleridir:
“[...] Descartes’tan bu yana, sanayileşmeyi odak seçen dünya görüşü ile [...]
10
merkezinde yer alan metafor, kurgulu düzenek (clock
work)’tir. Bu düzenek, en yüksek mükemmellik düzeyine
ulaşmış devasa bir makinedir. Aslında Descartes'in kurgulu
düzenek olarak gördüğü şey, bedenin Kartezyen metaforu ile
bir bilgisayar olarak işleyen beyin metaforudur1. Descartes’ın
bedenin kartezyen metaforu ile kastettiği şey, tüm doğal
olguların ve biyolojik, fiziki, psikolojik, kimyasal olayların
niceliksel ve matematiksel ilke ve yasalarla açıklanabileceğidir.
Galileo, Descartes, Bacon’ın bilimsel devrimlerinden önce
bilimin amacı, var olan düzen içinde uyumlu bir şekilde
yaşamak ve doğal düzeni anlamak bilgeliğiydi. On yedinci
yüzyıldan bu yana ise bilim, doğayı kontrol etmek ve
sömürmek için bilgiyi kullanmaktadır2. Bilimsel devrim
sömürüye karşı olan eski organik doğa anlayışını yerle bir
etmiş ve doğayı cansız bir makineye dönüştürmüştür3.
Bacon’ın doğaya egemen olma isteği modernite ile belirgin bir
hal almıştır. Carolyn Merchant “Mining the Earth’s Womb”
(Yeryüzünün Rahminde Maden Aramak) adlı makalesinde
Bacon'un sesini bize şöyle duyurmaktadır:
on yedinci yüzyıl'dan beri Batı insanı, doğaya hükmetmenin yollarını aramış;
doğayı yalnızca işletilebilecek, istediği maddeleri üretebilecek bir makine
olarak görmüş [...] Doğudaki bütünsellik fikrine karşın, Batı bilimciliğine
hakim olan görüş, insan ile doğayı ayırmaya dayanan indirgemeli
yaklaşım(dır). Kökü Descartes'a dayanan bu görüşe göre, bilimci doğanın
dışında, güçlü ve tarafsız bir gözlemci. Bir makine gibi kabul ettiği doğaya
saygı göstermek zorunda da değildir.” Bkz. Kışlalıoğlu/Berkes, Çevre ve
Ekoloji, s.245.
1
Ayrıntılı bilgi için bkz. Touraine, Modernliğin Eleştirisi, s.59; Fritjof Capra,
“Deep Ecology: A New Paradigm”, Deep Ecology for the Twenty-First
Century, Ed. George Session, Shambhala Pub., Boston 1995, s.23; Ünver,
Çevre Felsefesi, s.56; Luc Ferry, Ekolojik Yeni Düzen, Çev.Turhan Ilgaz,
Yapı Kredi Yay., İstanbul 2000, s.35-36.
2
Capra, “Deep Ecology”, s.23; Ünver, Çevre Felsefesi, s.52, 55; Marry
Mellor, Sınırları Yıkmak, Çev. Alev Türker, Ayrıntı Yay., İstanbul 1993,
s.74.
3
Mellor, Sınırları Yıkmak, s.74.
11
“Doğayı adım adım izleyip peşini bırakmayacaksın ve
istediğin zaman onu yine aynı yere çekip getirebileceksin
[...] Bütün amacı doğrunun araştırılıp ortaya çıkarılması
olduğunda takdiri ilahinin kendi örneğiyle gösterdiği gibi,
bir insan doğanın her kıyı ve köşesine girip çıkmakta
tereddüt etmemelidir.”1
Gerçekte Descartes da Bacon'dan farklı düşünmez. O,
kosmos fikrini tamamen reddeder. Doğa ona göre birliğin
olmadığı bir yerdir ve bilimsel araştırmaya sunulan bir nesneler
kümesinden başka bir şey değildir2. Bacon, Descartes ve diğer
düşünürlerin önemi, yukarıda da bahsedildiği gibi, mekanik
evren anlayışının doğaya egemen olma ideali için uygun ortamı
yaratmış olmalarıdır3. Sonuç olarak söylemek gerekirse on yedi
ve on sekizinci yüzyıllarda egemen olan paradigma
antroposantrik yaklaşım tabanlıdır4. Porritt 1686’da Isaac
Newton'ın yayınladığı “Doğal Felsefenin Matematik İlkeleri”
kitabında dünyayı bir tür makine olarak tanımladığından
bahsetmekte ve Newton'un geliştirdiği felsefe yönünden
doğanın bir metaya, sömürülecek bir faydaya dönüştüğünü
söylemektedir5. Bundan birkaç yüzyıl sonra bir adım daha
atılmış ve Sanayi Devrimi ile hakim felsefe bilimsel
materyalizm olmuştur. Yaşama ait açıklamalar maddeye
indirgenmiş, bilimsel olarak kanıtlanamayanın varlığı kabul
1
Aktaran Mellor, Sınırları Yıkmak, s. 74.
Aktaran Touraine, Modernliğin Eleştirisi, s.62. Descartes'ın doğayı nesneler
kümesi şeklinde görmesi, on dokuzuncu yüzyılda sanayi uygarlığının
zihniyet dünyasını, insanın sadece kendisinin nesnelerle olan ilişkisinde
tanıması şeklinde evrilmiştir. Bkz. Ömer Laçiner, “Ekoloji, İnsan ve
Toplum”, Birikim, S. 57-58, 1994, s.16.
3
Ünver, Çevre Felsefesi, s.68.
4
Ünver, Çevre Felsefesi, s.59, 60; Capra, “Deep Ecology”, s.23.
5
Jonattan Porritt, Yeşil Politika, Çev. Alev Türker, 2. Basım, Ayrıntı Yay.,
İstanbul 1998, s.108. Benzer yönde bir açıklama için bkz. Callinicos,
Postmodernizme Hayır, s.57-58.
2
12
edilmemiştir. Böylesi gelişmeler ise, kapitalizmin doğa
üzerindeki hakimiyetini güçlendirmiştir1.
A- Çevre Sorunsalının Ortaya Çıkmasından Önceki
Tarihsel Süreç: Feodalizm
Çevre sorunsalının ortaya çıktığı tarihsel süreç kapitalizm
ve sanayileşmenin tarihsel süreci ile eş zamanlıdır. Bu nedenle,
kapitalizm ve sanayileşmenin çevre sorunsalının ortaya
çıkmasındaki rolünün anlaşılabilmesi için öncelikle
feodalizmin açıklanmasına ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı haklı
kılacak nedenlerden ilki, kapitalizmin gelişmesinin, siyasal
önkoşulların varlığına dayandığı iddialarıdır2. İkinci ve belki de
en önemli neden ise, feodal dönemde ve hatta kapitalizmin
temellerinin atıldığı süreç içerisinde dahi, çevre sorunsalının
ortaya çıkmamasıdır. Bu çerçevede, konunun daha iyi
anlaşılabilmesi için ilk önce araştırılması gereken kapitalizmin
hangi şartlar gereği feodalizm içinde varlığını3 sürdürmek
yerine feodal yapılanma dışında gelişme ihtiyacı duyduğudur.
Bu soruya verilecek cevap, çevre sorunsalının ortaya çıkışını
hazırlayan nedenlerin daha iyi kavranmasına imkân
tanıyacaktır.
Bu sorunun cevabını feodalitenin yapılanmasında aramak
doğru olacaktır. Bu bağlamda feodalitenin yapısının nasıl
oluştuğu tespit edilerek cevap netleştirilebilir.
Poggi, Batıda feodalizmin ortaya çıkışını üç gelişmeye
bağlamaktadır: Batı Roma İmparatorluğunun yıkılması, kabile
1
Porritt, Yeşil Politika, s.108.
Porritt, Yeşil Politika, s.26.
3
M. Berman kapitalizmin feodalizmin içinden çıktığını söylemektedir. Bkz.
Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, s.242. Benzer yönde bkz. İnsel,
“Geçmişten Geleceğe”, s.19.
2
13
topluluklarının yer değiştirmesi ve
Akdeniz’den başka alanlara kayması1.
ticaret
yollarının
Bu gelişmeler ışığında ortaya çıktığı söylenen feodalite,
Avrupa’da ortaçağda egemen olan siyasal bir biçimdi.
Niteliksel olarak feodalizm, zayıf bir merkezin olduğu ve
küçük ancak hareketli özerk oluşumların birlikteliği şeklinde
özetlenmektedir2. Feodalite merkezi iktidarın olmadığı,
güvensizlik ve istikrarsızlık ortamının adeta kanıksandığı,
ticaretin yok denecek kadar az olduğu bir ortamda var
olmuştur. Feodal toplum yapısına göz atıldığında da az önceki
belirleme daha net olarak tespit edilebilir. Çünkü feodal
ilişkinin doğasını oluşturan vasallık tamamen bu güvensizlik
metaforundan kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, merkezi iktidarın
çöktüğü bir ortamda güvenlikten söz edilemeyeceğinden;
toprak sahipleri topraklarını ellerinde tutmak için bazı
adamlara ihtiyaç duymuşlardır. Bu ilişki bir taahhüt sayesinde
vasal ile senyör arasında kurulmuştur3. Böyle bir anlaşmanın
amacı hem düzenin sağlanması hem de senyörün
egemenliğinin devamıdır4. Senyör-vasal ilişkisi, bu iki tarafı
toplumun geri kalan kesiminden ayıran bir hiyerarşik ilişkidir5.
Yapısal belirlemelerden sonra yukarıda sorulan soruyu
tekrar hatırda tutarak, feodalizmden kapitalizme nasıl geçildiği
belirlenecek olursa, bu konuda iki farklı görüşün olduğunun
belirtilmesi ve bunlara kısaca değinilmesi gerekecektir.
Öyleyse bu iki yaklaşımı açıklayalım:
1
Poggi, Modern Devlet, s.33; Mehmet Ali Ağaoğulları-Levent Köker,
İmparatorluktan Tanrı Devletine, 3. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara1998,
s.149; Murat Özyüksel, Feodalite ve Osmanlı Toplumu , 3. Baskı, Der
Yay., İstanbul 1997, s.7-47.
2
İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.26.
3
Ağaogulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.159; Gordon
Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay-Derya Kömürcü, Bilim
ve Sanat Yay., Ankara 1999, s.243.
4
Ağaoğulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.161.
5
Ağaoğulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.162.
14
Feodalizmden kapitalizme geçiş, değişim ilişkileri ve
mülkiyet ilişkileri bakış açıları şeklinde belirlenebilecek farklı
yorumlarla açıklanmaya çalışılmıştır. Sweezy, Wallerstein gibi
yazarlarca savunulan değişim ilişkileri paradigması kapitalizmi,
feodalizmdeki kendi için üretime karşılık olarak pazar için
üretimle tanımlamaktadır. Bu paradigmaya göre kapitalizm,
feodalizmde dışsal olarak görülen ticaret ve uluslararası
işbölümünün sonucunda doğmaktadır1.
Dobb, Hilton ve Brenner'ın mülkiyet ilişkileri paradigmasına
göre, kapitalizm, sürekli sermaye birikimini sağlamak amacıyla
ve özgür ücretli emeğe dayanarak yapılan üretimdeki sosyal
ilişkilerle tanımlanmaktadır. Buna karşılık, feodalizm, serflikvasallık ilişkisindeki kişisel bağımlılık, karşılıklı yükümlülük
ve yargı gücü sayesinde zorlanan artık sızdırma ilişkilerine
dayanmaktadır. Bu ilişkiler ağı, iç çatışmalar sonucu
parçalanmış ve böylece kapitalizme geçilmiştir2. Sonuç olarak,
kapitalizmin feodal yapının sınırlarını aşma isteği ve bu isteğini
gerçekleştirilmesi altında yatan neden, “mülkiyet haklarını
güvence altına alan, mülkiyetin şiddet ve kurnazlıkla el
değiştirmesini engelleyen ve sermaye birikimine uzun vadeli
bir ufuk kurabilen bir hukuk sistemine”3 duyulan ihtiyaçtan
kaynaklanmaktadır. İnselin açıkça ifade ettiği gibi, kapitalizm,
“modernliğin açılımları ve sıkıntılarının çelişkili gelişimi ile
karşılıklı ilişki içindedir.”4
Kapitalizmin doğayı tahakküm altına alan yapısını
çözümlemede, onun kökeninin ne olduğu üzerinde yapılan
Marxist tarihsel yaklaşımlardan da bahsetmekte yarar vardır.
Kapitalizmi analiz eden Marxist tarihçiler iki görüş ileri
1
Tom Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, Çev. Mete Tunçay, 2. Baskı,
İletişim Yay., İstanbul 2001,, s..233.
2
Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, s.238.
3
İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.26.
4
İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.27.
15
sürerek kapitalizmin kökenini bulmaya çalışmaktadır. Genel
olarak iki farklı yaklaşımdan bahsedilmektedir.
Bunlar, klasik Marxist tarihsel yaklaşımı ve 20.yüzyıl (yeni)
Marxist tarih yaklaşımı şeklinde kategorileştirilmiştir. Klasik
Marxist tarih anlayışı -ki hakim anlayış budur- kapitalizmi
analiz ederken, kapitalizmi bir tarihi gerçeklik olarak alır. Bu
yaklaşım, kapitalizmin kaçınılmaz olduğu yönünde fikir beyan
ederken bunun feodalizm içinde yer alan gelişmelere
bağlamıştır. Şu halde feodalizmden kapitalizme geçiş
‘feodalizm içindeki çelişkiler, sistemin kendisini yeniden
üretmesini engellediği zaman gerçekleşmiştir’ şeklinde bir
yoruma ulaşılmıştır1.
Ancak 20.yüzyılın Marxist tarih anlayışı kapitalizmin
kökenine inerek onun bir olasılıklar (rastlantılar) zinciri
olduğunu iddia etmiştir. Özellikle Wallerstein'ın iddiası,
kapitalizmin kökeninin kaza eseri ortaya çıktığı noktasına
odaklanmaktadır. Ona göre, “14-15.yüzyıllarda derin bir
bunalım geçiren feodalizmin içinde bir olasılık olan kapitalizm
bir kaza eseri egemen olmaya başladı.”2
B- Çevre Sorunsalının Kapitalizm İle Olan Bağlantısı
Kapitalizm on beşinci yüzyılın sonlarından itibaren bir
dünya sistemi haline gelmiş3, kapitalist gelişme sürecinin her
aşamasında doğaya yapılan müdahale aslında doğayı
sömürmek amacını taşımıştır. Doğanın sömürülmesi olgusu
kapitalizmin ve ona içkin olan mantığın irdelenmesini
gerektirmektedir. Öyleyse, bu irdeleme kapitalizmin
moderniteden önceki dönemde görülüp görülmediğinin
1
Aktaran İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.24.
Aktaran İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s. 24.
3
Foster, Savunmasız Gezegen, s.97; Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü,
s.539; Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, s.337; İnsel, “Geçmişten
Geleceğe”, s.19.
2
16
bilinmesi ve yine kapitalist sistem içinde oluşan sanayileşmeyi
bilmeyi gerekli kılmaktadır.
Ünlü çevre tarihçisi Donald Worster kapitalizm ile doğa
arasındaki ilişkiyi incelerken kapitalizm doğuşu ile doğada
meydana gelen değişimi şöyle açıklamaktadır:
“[İ]nsanlar çevrelerindeki her şeyi - toprağı, toprağın doğal
kaynaklarını, kendi emeklerini- piyasada kar elde etmek için
satabilecekleri potansiyel bir mal olarak (görmeye
başladılar). İnsanlar piyasaya dışarıdan bir düzenleme ya
da müdahale olmaksızın bu malları üretmeye, satın alma ve
satma hakkını talep etmek zorundaydılar."1
Kapitalizmin ortaya çıkışı ile doğa insanlık tarihinde daha
önce görülmemiş bir ölçekte saldırıya uğramış, yabanıl hayat
kaybolmaya başlamıştır2. Foster kapitalizmin özünü kocaman
kamyon metaforu ile şöyle açıklamaktadır:
“Tek amacı, kendi çıkarlarının peşinde koşmak olan bireyin
ve küçük grupların yoğunlaştırılmış enerjisi tarafından
iteklenen, hareketli sadece bu kişi ve grupların karşılıklı
rekabeti tarafından sınırlanan, kısa vadede piyasanın kişisel
olmayan güçleri tarafından, uzun vadede, piyasa başarısız
olunca, yıkıcı krizler tarafından kontrol edilen kocaman bir
kamyon.”3 (a.b.ç)
Modernitenin kapitalizm ile örtüşen yanı4 işte bu yaratıcı
yıkıcılık imgesidir. Yaratıcı yıkma imgesi, moderniteyi anlamak
açısından oldukça önemlidir, çünkü “tam da modernist projenin
uygulanmasının karşılaştığı pratik ikilemlerden türemiştir.”5
1
Aktaran Foster, Savunmasız Gezegen, s.34.
Foster, Savunmasız Gezegen, s. 45.
3
Foster, Savunmasız Gezegen, s.34.
4
“Modernliğin belki de kapitalist üretim tarzının küresel gelişimi ve
hakimiyeti ile biçimlenmiş bir tür uygarlık olarak düşünmeliyiz.” Bkz.
Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.63-64.
5
Harvey, Postmodernliğin Durumu, passim.
2
17
Modernitenin ya da Aydınlanma felsefesinin esas aldığı yeni
bir dünya ideali, eskiyi yıkmadan yeniyi zaten yaratamazdı.
Edebiyat alanında bunun en güzel örneği hiç kuşkusuz
Goethe'nin Faust'udur. Faust geleneksel olanı yıkmaya hazır bir
kahramandır Goethe'nin kişileştirmesinde. Faust insanı
yoksulluk ve yoksunluktan kurtarmak için doğaya hakim olma
ve yepyeni bir doğal manzara yaratma amacını taşımaktadır.
Faust bu hedefine ulaşma uğruna her şeyi ve herkesi ortadan
kaldırmaya hazırdır1. Schumpeter kapitalist gelişim sürecini
anlayabilmek için bu imgeyi kullanmaktadır. Schumpeter,
kapitalizmin yaratıcı bir yıkıcılıktan güç aldığını, devrimci
olduğunu söylemektedir. Kapitalizm “sürekli hareketten,
pazarın sürekli gelişmesinden, yeninin eskimesinden ve yerine
yenilerin gelmesinden, daha fazla’dan beslenen bir gerginlikten
can alır.”2
Yaratıcı yıkma imgesi modernitenin temel bir koşuludur.
Aynı zamanda kapitalizm de bu pratiklerin uygulayıcısı
olmaktadır. Bu sistemde, yaratıcı itkiler madde ve emeğin yeni
biçimlerde birleştirerek yeni mallar üretme konusunda sınırsız
yetenektedir; “yıkıcı itki de, sistemin kendi yörüngesi dışındaki
varoluşunun bütün öğelerinin kötüleştirilmesi, dönüştürülmesi
ve soğurulmasıdır.”3 Doğa kapitalizm tarafından üretim
sürecindeki meta olarak her an yıkılıp yeniden yapılmalıdır4.
Bu yapıcı (yaratıcı) yıkıcılık imgesi doğanın sınırsız olduğu
düşüncesinde vücut bulur. İçsel bir değer atfedilmeyen ve
metalaştırılan doğa ne de olsa maliyeti olmayan bir kar
1
Harvey, Postmodernliğin Durumu, s. 29-30; Berman, Katı Olan Her Şey
Buharlaşıyor, passim.
2
Aktaran İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.23; Harvey, Postmodernliğin
Durumu, s.30.
3
Foster, Savunmasız Gezegen, s.34.
4
Kapitalist üretim ilişkilerinin tanımlayıcı özellikleri; iş gücünün metaya
dönüşümü ve birbirleri ile rekabet içindeki sermayedarların denetlediği
üretim araçlarıdır. Bkz. Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.64.
18
aracıdır. Araçsallık salt ulusal sınırları değil uluslararası
sınırları da kapsamaktadır.
C- Çevre Sorunsalının Sanayileşme ile Olan İlişkisi
Antony Giddens modernliğin kurumsal boyutlarını
belirlerken bunlar arasında1 kapitalizm ve sanayileşmeyi ayrı
iki kurum olarak saymaktadır. Giddens şu soruyu sormakta ve
cevabını yine kendisi vermektedir: Modern toplumlar kapitalist
mi, endüstriyel midir?
Giddens'a göre ne sanayileşme kapitalizmin ne de
kapitalizm sanayileşmenin alt türüdür. Bu yaklaşımlar
indirgemecidir. Daha doğru bir yaklaşım kapitalizm ve
sanayileşmeyi iki ayrı örgütsel küme ya da modern
kurumlarıyla ilişkili boyutlar olarak görmelidir2. Giddens
kapitalizm ile sanayileşmenin özelliklerini tanımlayarak
aralarındaki farkı belirtmeye çalışmaktadır:
“Kapitalizm, özel sermaye mülkiyeti ile mülksüz ücretli
emek arasındaki ilişki [...] yoğunlaşmış bir meta üretim
sistemidir; bu ilişki bir sınıf sisteminin ana eksenini
oluşturur. Kapitalizm girişimcilik, fiyatların yatırımcılar,
üreticiler ve tüketiciler için aynı işaretleri, oluşturduğu
rekabetçi pazarlar için üretime dayanır. Sanayileşmenin
ana karakteristiği ise cansız maddi güç kaynaklarının mal
üretiminde kullanımıdır; makineler bu üretim sürecinde
merkezi rol oynamaktadır. Bir makine, bu tür güç
kaynaklarını çalışma aracı olarak kullanarak bir dizi işi
1
Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, 2. Baskı, Çev. Esin Kuşdil,
Ayrıntı Yay., İstanbul 1993, s.59-64.
2
Giddens, Modernliğin Sonuçları, s.59.
19
yerine getiren, insan elinden çıkma bir araç olarak
tanımlanabilir.
Sanayileşme,
insan
etkinliğinin,
makinelerin, ham madde ve ürün girdi ve çıktılarının
eşgüdümü için üretimin belli kurallara göre toplumsal
örgütlenmesini öngörür.”1
Bu konuda yazan bazı yazarların da kabul ettikleri2 gibi,
kapitalizm, sanayileşmeden önceki bir aşamadır ve
sanayileşmenin gerçekleşmesi için gerekli ivmeyi hazırlamıştır.
Sanayileşme “insan bilgisinde ve doğa üzerinde egemenlik
kurma sürecinde, makine üretim tekniğinin kazanılması ve
mekanik güç kullanımının öğrenilmesiyle belirlenen evre”3
olarak tanımlanmaktadır. Sanayi Devrimini Foster'a göre4 üç
evreye ayrılmaktadır:
İlk ya da başlangıç evresine, 1760-1840 yılları arasında,
İngiltere ortaya çıkan pamuklu dokuma tezgahları hakim
olmuş; 1840-1875'i kapsayan ikinci evreye ise buhar
makinesinin kullanımı ve özellikle de demiryollarının inşaası
ve yaygın olarak kullanımı damgasını vurmuştur. Son aşama ki buna bilimsel- teknik devrim de denilir- 1800'lerin
1
Giddens, Modernliğin Sonuçları, s. 60.
Giddens, Modernliğin Sonuçları, s.64; Foster, Savunmasız Gezegen, passim
ve özellikle s.58; Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.320; Bottomore,
Marksist Düşünce Sözlüğü, s.497; Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, s.382.
3
Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.320. Foster, sanayi devriminin bir
dizi ekonomik, toplumsal ve ekolojik dönüşümün sonucu olarak ortaya çıkan,
büyümede ani bir sıçrama olarak tanımlanamayacağını ifade ettikten sonra
onun başlıca öğelerini, fabrika sisteminin gelişmesi, ücretli emeğin
yaygınlaşması, makine üretimine artan bağımlılık ve modern sanayi
kentlerinin ortaya çıkışı şeklinde özetlemektedir. Bkz. Foster, Savunmasız
Gezegen, s.61.
4
Foster sanayi devrimini üçe ayırır. Aksi görüş için bkz. Bottomore, Marksist
Düşünce Sözlüğü, s.496.
2
20
sonlarında başlamış ve çelik, kimya ve elektrik sanayinin
gelişmesi ile son bulmuştur1.
Bazı yazarlar kapitalizmin bu sınır tanımazlığının kapitalist
işletmelerin büyümesine neden olacağını ve böylece iç hizmet
sektörlerinin ve bürokratik yapıların da büyüyeceğini; bu
büyümenin sağlanabilmesi için makinenin haricinde canlı
emeğe de ihtiyaç duyulacağından bahsetmektedirler. Kısaca
ekonomik büyüme ne kadar artarsa istihdam da o kadar
genişleyecektir. Ancak Marx referans alındığında, kapitalizmin
belli sayıda işçi ordusunu yedek olarak elinde tuttuğu gerçeğini
dikkate almak gerekir. 1970'lerden sonra işsizliğin yedek ordu
ihtiyacını kat kat aştığı yönünda bir tespit de yapılmaktadır2.
İşsizliğin artmasının bir sonucu olarak Batı'da adına sınıfaltı ya da en alttakiler denilen bir grup ortaya çıkmıştır3. Sınıfaltı kavramı, fakirleşme ve bununla ilişkili olarak toplumsal
zenginliğin paylaşım sorununu ifade etmektedir. Sınıf-altı
kavramının 1960'ların sonunda siyasal terminolojiye girdiği
düşünüldüğünde, bu kavramın Refah Devleti içinde oluştuğu
rahatlıkla ifade edilebilir4. Refah Devletini on sekizinci
yüzyıldan beri gelişen bazı dinamiklerle ilişkilendirerek ele
almak gerekir5. Refah Devletini açıklayan egemen söylem,
1
Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, s.496. Foster, Savunmasız Gezegen,
s.20. Ayrıca Foster yirminci yüzyıla yaklaşırken otomobilin ortaya
çıktığından bahseder ve yirminci yüzyılın ikinci yarısında petro-kimyasal
maddelerin arttığını, uçakların geliştiğini ve bilgisayarın doğduğunu ekler.
2
Çam, “Sınıf-altı...”, s.217; Marks'ın yedek ordunun işlevi hakkındaki
görüşleri için bkz. U. Ulaş Tol, “Dipteki Yoksullar”, 15 Mürekkep, 2000,
s.176 dn.5.
3
Bu kavram hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Çam, “ ‘Sınıf-altı’...”, s. 217;
Tol, “Dipteki Yoksullar”, s. 176; Zygmunt Bauman; Çalışma, Tüketicilik ve
Yoksullar, Çev. Ümit Öktem, Sarmal Yay., İstanbul 1999, passim; Porritt,
Yeşil Politika, s.101; Halil Turhanlı, Şenlik, Sanat ve Sabotaj, Çiviyazıları,
İstanbul 2002.
4
Çam, “ ‘Sınıf-altı’...”, s.215.
5
“Kelimenin dar anlamıyla refah devleti”, Batı’da II. Dünya Savaşı
sonrasında gelişen ve 1970'lerin sonuna doğru çözülmeye başlayarak yerini
21
onun kurumsal ve ideolojik pratiklerinin toplumsal uzlaşmayı
yansıttığı yönünde beyanlar vermektedir. Birey-toplum, eşitliközgürlük ve adalet-ilerleme gibi değerler arasındaki
çatışmaların aşıldığı altın bir denge durumu yaratmıştır1. Oysa
yaygın olan anlayışın aksine refah devleti, “toplumsal
eşitsizliklerin ve çatışmaların sonunu getirmemiş, bilakis
antogonizmaların (uzlaştırılamaz çelişmeler) toplumsal
yaşamın tüm alanlarına nüfuz etmesine sebep olmuştur.”2
İşte yeni toplumsal hareketler, özellikle çevreci hareket,
“refah devletinin geç kapitalizm ilişkisinin gündelik hayatta yol
açtığı sorunlara karşı bir tepki niteliğinde ortaya çıkarak [...]
merkezi kurumların dışında”3 gelişmiştir.
Sonuçta, kaçınılmaz olarak, kapitalizmin neden olduğu
toplumsal sorunlar doğayla olan ilişkileri de etkilemiştir. Alt
sınıfa mensup insanlar kapitalist sistem içerisinde köşeye
sıkışmışlar; çevresel sorunlar onların ilgi alanlarının dışında
kalmıştır.
Ç- Çevre Sorunsalına Bir Çözüm Arayışı: Sürdürülebilir
Kalkınma
Kapitalizm ve sanayileşme sonucu görülen olumsuzluklar
çevre sorunsalına çözüm bulma çabalarını da beraberinde
getirmiş; bu çabalar sonucunda, çevre hukukunun önemli
yeni sağa bırakan bir dizi siyasi, sosyo-kültürel ve ekonomik pratikler
bütünüdür. Bkz. Alev Özkazanç, “Refah Devletinden Yeni Sağa: Siyasi
İktidar Tarzında Dönüşümler”, 7 Mürekkep, 1997, s.21.
1
Özkazanç, “Refah devletinden Yeni Sağa”, s. 21.
2
Alev Özkazanç, “Modernliğin Çözülmesi, Toplumsal Dışlanma ve Suç”,
III. Ulusal Sosyoloji Kongresi Bildirileri, Yayınlanmamış Bildiri, 2000,
s.23.
3
Özkazanç, “Modernliğin Çözülmesi, Toplumsal Dışlanma ve Suç”, s. 23.
22
kavramlarından birisi olan Sürdürülebilir Kalkınma (SK)
kavramı ortaya çıkmıştır.
SK kavramını oluşturan sözcüklerden birisi de kalkınmadır.
Kalkınma kavramında kullanılan kalkınma sözcüğü büyüme
kavramından farklı bir anlama sahiptir. Kalkınma, büyüme
kavramında olmayan sosyal ve kültürel öğeleri de içeren ve
niceliksel göstergelerin yanında niteliksel göstergelere de yer
veren bir kavramdır1. Büyüme ise, çevre alanında çevresel
bozulma
olarak
beliren
negatif
dışsallıkları
içselleştiremediğinden çevresel varlıkların piyasada verimli
şekilde kullanılamaması sonucunu doğurmakta ve piyasanın
başarısızlığına yol açmaktadır. Böylece büyüme ekolojinin
ilkelerini yadsıyan sınırsız bir kar anlayışını ve kontrol altına
alınmış bir tüketim talebini2 arzulamaktadır. Oysa kalkınma
anlayışı ile en azından kaynakların kıtlığının ve bazı
kaynakların da yenilenemez olduğunun farkına varılmıştır. Bu
durumda kalkınma kavramı tamamen olumlu olarak kabul
edilebilecek midir? Buna olumlu bir cevap vermek mümkün
görünmemektedir. Bütün bunlara rağmen kalkınma, yine de,
büyüme merkezli bakış açısını esas almaktadır. Bu bakış
açısına göre, doğa, insanların hizmetine tahsis edilmiş bir araç
ve mallar toplamıdır. Dolayısıyla kalkınma anlayışı güçlü bir
faydacılık ve antroposantrik tutum içerir ki, bu da klasik faydamaliyet analizini temel aldığını gösterir3. SK kavramı nasıl
değerlendirilmelidir sorusu tam da burada sorulması gereken
bir soru olarak ortaya çıkmaktadır.
J.O'Connor “Sürdürülebilir Kapitalizm Mümkün Mü?”
başlığını taşıyan makalesinde sürdürülebilir kalkınma kadar
1
Turgut, Çevre Hukuku, s.177.
Turgut, Çevre Hukuku, s.176.
3
Fayda-maliyet analizinin çevre koruma politikası ve hukukundan çeşitli
alanlardaki yeri ve değerlendirmesi için bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s. 121122 ve s. 217-220.
2
23
muğlak ve tartışmalı1 kavram sayısının çok az olduğunu
söyleyerek; bu kavram karmaşasının sürdürülebilirlik
tamlamasının dört anlamda kullanıldığını belirtmektedir:
“Sustain(sürdürmek)’in en eski anlamı desteklemek,
düşmesine engel olmak / muhafaza etmektedir. Bir diğeri ise
‘yiyecek
içecek
veya
yaşam
gereksinimlerini’
sağlamaktadır. Bir başka anlamı ise ‘boyun eğmeden
katlanmak’ anlamına gelir. En son ve şu günlerde, en çok
kullanılan anlamı ‘çevrenin sürdürülebilirliği’dir.”2
Kavramsal açıklamalar şunu göstermektedir ki, SK kavramı,
bakış açısına göre değişiklik gösteren bir niteliğe sahiptir.
Sürdürülebilirlik ona yüklenen anlama göre o yönde pratiğe
aktarılacaktır. Belki de artık en can alıcı soruyu sormak
gerekmektedir:
“Kapitalizm, doğaya, sürdürülebilir kalkınmanın gereklerine
uygun hale getirecek şekilde yeniden biçim verilebilir mi?” 3 ya
da daha doğrudan şu sorulabilir: “Sürdürülebilir Kapitalizm
mümkün mü ya da Kapitalizm Sürdürülebilir mi?”4
Şüphesiz bu sorulara biri olumlu diğeri de olumsuz olarak
iki cevap verilebilir. K. Marx, Grundrisse'te kapitalizm
eleştirisini yaparken modernitenin iki yönlü karakterine vurgu
yaparak şunları söylemektedir:
“[...] İlk defa, doğa bütünüyle insanlık için bir nesne,
bütünüyle bir fayda sorunu halini alır; kendisi için bir güç
olarak tanınmaktan uzaklaşır; bağımsız kuralların keşfi,
1
James O'Connor, “Sürdürülebilir Kapitalizm Mümkün Mü?”, Marksizm ve
Ekoloji, Der. G.N.Demirer-M.Duran-G.Özgür, Öteki Yay., Ankara 2000,
s.15; aynı doğrultuda bkz. Nükhet Turgut, “Sürdürülebilir Kalkınmanın
Sağlanmasında Katılımın Rolü”, SBFD, Cemal Mıhçıoğluna Armağan, Cilt.
52, Sayı.1-4, s.701; Turgut, Çevre Hukuku s.171.
2
O'Connor, “Sürdürülebilir Kapitalizim Mümkün Mü?”, s.16.
3
Foster, Savunmasız Gezegen, s.35.
4
Bkz. O'Connor.
24
yalnızca, ister tüketim nesnesi isterse de üretim aracı olsun,
insanın gereksinimlerine onu (doğayı) tabi kılacak olan bir
hile gibi görür. Bu eğilime koşut olarak, sermaye, ulusal
sınırların ve önyargıların, aynı zamanda doğaya
tapınmanın, hem de mevcut gereksinimleri geleneksel,
sınırlı, yetinmeci, tortulu bir biçimde tatmini ile eski yaşam
biçimlerinin yeniden üretiminin ötesine geçer.”1
Sürdürülebilir Kalkınma ile kapitalizm arasında kurulan
bağlantı dikkate alındığında, aslında onun neden böyle bir
ilişkilendirmeye konu olduğu şeklinde bir sorgulama, SK
kavramının kapsamını açıklamayı gerektirir. Çünkü SK “bir
denge anlayışını bir uzlaşmayı yansıtmaktadır.”2 Bu uzlaşma
nitelemesi, kavramın Kuzey-Güney çatışmasına getirilen bir
çözüm ya da dengeleyici bir araç işlevi gördüğü şeklinde
açıklamalar yapılmasına neden olmaktadır. Şöyle ki gelişmiş
ülkeleri temsil eden Kuzey'in bakış açısı çevreci bakış açısını
yansıtırken, azgelişmiş ülkeleri temsil eden Güney ise
kalkınmacı bakış açısını benimsemiştir. Kuzey yıllardır
kendisinin uyguladığı ve çevrenin bozulmasına yol açan
kalkınma modellerinin, şimdi Güney tarafından kullanılmasına
karşı çıkarak SK kalıplarını Güneye dayatmaya çalışmaktadır.
Güneyin kavramın karşısında durduğu nokta da budur. Daha
önceki uygulamalardan tecrübeli olan Güney SK kalıplarını
Kuzey'in “yeni bir sömürgecilik aracı”3 olarak kullanmasından
korkmaktadır.
İşte belki de bu sebeple kapitalizmin sürdürülebileceği
endişesi ile SK'nın bir araç olduğu yönünde olumsuz bakış
açıları mevcuttur. Ne var ki, bu söylemde bazı haklılık payları
1
Aktaran Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.65.
Turgut, Çevre Hukuku, s.175 ve 183 dn.29.
3
Turgut, Çevre Hukuku, s.184.
2
25
vardır. Kuzey-Güney çatışmasının alt yapısında, aslında,
sanayileşmenin yattığı tartışılmaz bir gerçektir.
II- Çevre Sorunsalının Algılanmasını Sağlayan
Gerçekler ve Ekolojik Sabotajın Çevreci Hareket İle
Bağlantısı
A- Somut Çevre Sorunları1
J.Bellamy FOSTER, “Savunmasız Gezegen” kitabında
somut çevre sorunlarını uzun bir liste halinde şöyle sıralar:
“Aşırı nüfus artışı, ozon tabakasının yok olması, küresel
ısınma, türlerin yok oluşu, genetik çeşitliliğin kaybolması,
asit yağmurları, nükleer kirlenme, tropikal ormanların yok
olması, yüksek ormanların ve sulak alanların yok edilmesi,
toprak erozyonu, çölleşme, sel baskınları, kıtlık, göllerin,
derelerin ve ırmakların yağmalanması, yer altı sularının
çekilmesi ve kirlenmesi, sahil kenarlarındaki deniz sularının
ve haliçlerin kirlenmesi, mercan resiflerinin tahribatı,
denizlere petrol dökülmesi, balıkçılıkta aşırı avlanma,
denizi doldurarak kazanılan toprakların genişlemesi, zehirli
atıklar, böceklerin ve zararlı bitkilerin öldürülmesinde
kullanılan ilaçların zehirleyici etkileri, iş yerlerinde
tehlikelere maruz kalma, kentlerdeki aşırı kalabalıklaşma,
yenilenemez kaynakların tükenmesi.”2
Foster'ın da belirttiği gibi, somut çevre sorunlarının listesi
oldukça kabarıktır ve bu kabarık listeye her gün yenileri
eklenmektedir. Somut çevre sorunları ne salt biyolojik ne de
toplumsaldır. Bu sorunlar insan ve insan dışındaki canlı
organizmalar ile cansız organizmalar üzerinde olumsuz etkilere
1
Burada somut çevre sorunları ayrıntılı olarak ele alınmayacak, belli başlı
sorunlara değinilecektir. Çünkü Nükhet Turgut'unda haklı olarak belirttiği
gibi çevre sorunlarının ayrıntılı açıklaması ilgili teknik bilimlerin konusuna
girmektedir. Bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s.2.
2
Foster, Savunmasız Gezegen, s.11-12.
26
sebep olmaktadır. Ekolojik sabotaj eylemleri, belli başlı çevre
sorunlarına odaklanmaktadır. Bunlardan en önemlisi
ormansızlaşmadır. Çok uluslu şirketlerin stratejileri ve
hükümetlerin de bu yöndeki politikaları yüzünden ormanlar
tahrip edilmektedir. Bu sebeple, eylemler, bu stratejilere ve
politikalara odaklanmıştır. Ekotaj taktiğini benimseyen bazı
radikal grupların nüfus sorunu konusundaki aşırıya kaçan
görüşleri esas alındığında nüfus sorununun da incelenmesi
gerekmektedir. Ormansızlaşmanın bir nedeni de küresel ısınma
sorunudur. Dolayısıyla bu sorunun da konu açısından
incelenmesi yerinde olacaktır.
Çevre sorunları esas alındığında akla gelecek ilk sorun
kirliliktir. Çünkü kirlilik insanlık tarihinin ilk dönemlerinde de
görülen bir çevre sorunuydu. Ancak kapitalizmin ve daha sonra
sanayileşmenin gelişimi ile daha önce görülmemiş bir yıkım
süreci başlamış oldu1. Zamanla bu yıkım sürecinde yeni
sorunlar eklenerek bugünkü duruma gelindi. Soruna kirlilik
açısından bakıldığında elektromanyetik kirlilik2, bunun en iyi
ve yeni örneğidir. Şüphesiz ki kirlilik dışında da birçok çevre
sorunu vardır. Bu sorunların belli başıları şöyledir:
1-Ormansızlaşma
Gerçekte ormanların tahribi insanlık tarihinin ilk
dönemlerinden beri varola gelmiştir3. Ormanların tahribi,
önceleri, insan ihtiyaçlarını karşılama amacı ile yapılırken,
kapitalizmle bu tahrip kar elde etme amacına dönüşmüştür.
Hükümetler, kapitalist sistemin gerekleriyle uyum içinde olma
amacını taşıdıklarından dolayı politikalarını bu yönde
uygulamışlardır. Bunun dışında çokuluslu şirketler sistemin
döngüsü içinde olanca güçleri ile meta olarak gördükleri
çevresel varlıkları tahribe yönelmişlerdir. Ekolojik dengede
1
Foster, Savunmasız Gezegen, passim; Turgut, Çevre Hukuku, s.2.
Bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s.2-3 ve dn.2.
3
Turgut, Çevre Hukuku, s.3; Giddens, Sosyoloji, s.560-561.
2
27
önemli bir yere sahip olan tropikal ormanlar çok uluslu
şirketlerin stratejileri yüzünden yok olma tehlikesiyle yüz yüze
kalmıştır.
“[Çokuluslu şirketler...] özellikle Batı Afrikadaki
ormansızlaşmada önemli rol oynamışlardır. Güney
Amerikadaki ormanların Batı toplumlarının taleplerini
karşılamak üzere muz ve kahve ekilmesi ve hamburgere
malzeme sağlamak amacıyla hayvan yetiştirilmesi için yok
edilmesi de bu bağlamda belirtilebilir.”1
Ormansızlaşma birçok çevre sorununu da beraberinde
getirmektedir. Çünkü çevre sorunları birbirleriyle bağlantılıdır;
bir çevre sorunu başka bir çevre sorununun nedeni
olabilmektedir. Kısaca söylemek gerekirse, ormansızlaşma,
erozyon, toprak kayması, biyolojik çeşitliliğin yok olması ve
iklim değişikliği gibi birçok sorunun sebebi durumundadır2.
2- Küresel Isınma
Küresel ısınma kavramı aslında iklim değişikliği, sera etkisi
gibi çeşitli çevresel sorunları tek bir başlık altında
toplamaktadır. Böyle bir bütünleşmenin sebebini bu sorunların
birbirleriyle olan bağlantısında aramak gerekmektedir. Üst bir
kavram olarak alınan küresel ısınma sorununun özü
“yeryüzünün ikliminde çeşitli nedenlerle ortaya çıkan ve eski
dönemlere oranla giderek artan bir ısınmanın gerçekleşmesi”
şeklinde özetlenebilir3. Küresel ısınma sorununun ortaya
çıkması yine insan faaliyetleri sonucunda gerçekleşmiştir.
Doğaya çeşitli faaliyetleri ile müdahale eden insanoğlu, bu
müdahalelerini artırdıkça kirlilik de artmıştır. Atmosfere
yayılan karbondioksit, metan, kloroflorokarbon gibi gazlar
yeryüzünün ısısında bir değişikliğe yol açmaktadır. Güneş
1
Turgut, Çevre Hukuku, s.4 dn. 6.
Turgut, Çevre Hukuku, s.4; Akın İlkin-Erdoğan İlkin, Çevre Sorunları,
TOBBYay., Ankara 1991, s.8.
3
Turgut, Çevre Hukuku, s.6.
2
28
enerjisinin bir kısmı emildiğinden ısının enerjiye dönüşümü
engellenir, böylece engellenen enerji yeryüzüne geri verilerek
sera etkisi sonucunu doğurur1.
Küresel ısınma konusunda Kaplan, dikkati bir başka
noktaya çekmektedir. Ona göre2, küresel iklim değişikliği
toplumsal yapıda da birtakım etkiler yaratacaktır. Bu görüşe
katılmamak mümkün değildir. Çevre sorunlarının özellikleri
esas alındığında, bunların sırf doğrudan yol açtıkları etkiler
açısından değil, aynı zamanda toplumda meydana getirdikleri
değişim
bakımından
da
bu
yargının
doğruluğu
ispatlanmaktadır.
3- Nüfus
Nüfus sorunu3 yoksulluk ve toplumsal adalet sorunundan
soyutlanamaz4. Tarihsel süreç içerisinde nüfus artışı hızına
bakıldığında sürekli artan bir oran ile karşılaşılmaktadır. Bu
sebeple, günümüzde, nüfus artışı çok büyük bir çevresel sorun
haline gelmiştir5.
Porritt, nüfus fazlalığı üzerine iki görüş olduğundan
bahsetmektedir. İlk görüş bu konuda üçüncü dünya ülkelerini
sorumlu tutmakta ve bu sorunun da onların sorunu olduğunu
1
Giddens, Sosyoloji, s.563; Porritt, Yeşil Politika, s.51-52; İlkin/İlkin, Çevre
Sorunları, s.6; Ayşegül Kaplan, Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları,
Mülkiyeliler Derneği Vakfı Yay., Ankara 1999, s.44-47; Berkes/Kışlalıoğlu,
Çevre ve Ekoloji, s.67.
2
Kaplan, Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları, s.46.
3
Nüfus sorunu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Kışlalıoğlu/Berkes, Çevre ve
Ekoloji, s.113-129.; Foster, Savunmasız Gezegen, s.17-19; Mellor, Sınırları
Yıkmak, s.120-123; Porritt, Yeşil Politika, s.182-184.
4
Mellor, Sınırları Yıkmak, s.123. Nüfus sorunun diğer sorunlardan
soyutlanamayacağı görüşü, çevre hukukundaki bütünsel yaklaşımla yakından
ilintilidir. Bütünsel yaklaşım için bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s.44.
5
Aynı yönde bir görüş için bkz. Ortak Geleceğimiz, Dünya Çevre ve
Kalkınma Komisyonu,Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yay., 3. Baskı, Ankara
1991.
29
ifade etmektedir. Diğer görüş ise nüfus fazlalığı sorununun
abartıldığını ve bu konuda üçüncü dünya ülkelerine baskı
yapılmasının gereksiz olduğunu iddia etmektedir. Porritt'in de
haklı olarak belirttiği gibi, ilk tez, şüphe götürür bir tezdir;
çünkü aşırı tüketim ve kaynak kullanımındaki savurganlık
olgusu esas alındığında bu tezin açıkça yanlış olduğu
anlaşılmaktadır1. Nüfus artışını diğer sorunlardan bağımsız bir
sorun olarak görme, nüfusları aynı düzeyde kalan ya da düşen
ülkelerdeki korkutucu derecede yüksek tüketim düzeyleri
sorununun gözden kaçmasına sebep olacaktır. Dünyanın
nüfusu artmakta olan bölgelerinde yaşayan pek çok insan çok
az miktarda tüketirken, gelişmiş diğer bazı ülkelerdeki insanlar
çok büyük miktarlarda tüketim yapmaktadır2.
Dünya nüfusu 1600'de beş yüz milyon civarındayken,
bugün artık nüfusun yaklaşık olarak altı milyara ulaştığı tahmin
edilmekte ve ileriye dönük olarak bu rakamın artacağı
söylenmektedir3. Ne var ki dünya nüfusundaki bu artışın
neredeyse tamamı az gelişmiş ülkelerdedir. Fakat böylesi bir
olgu nüfus sorununun az gelişmiş ülkelere özgülenmesi
görüşünü haklı kılmaz. Çünkü nüfus sorunu sadece sayısal
değerlere indirgenerek anlaşılamaz. Nüfus sorunu sayısal
(niceliksel) değerlerden çok üretim ve tüketim alışkanlıklarının
niteliği4 ile yakından ilgilidir. Örneğin gelişmiş bir kapitalist
ülkede kişi başına düşen enerji tüketimi, Afrika’nın ücra
köşelerinde yaşayan insanların tükettikleri enerjiden seksen kat
daha fazladır5.
1
Porritt, Yeşil Politika, s.37-38.
Mellor; Sınırları Yıkmak, s.122-123.
3
Foster, Savunmasız Gezegen, s.17; Kışlalıoğlu/Berkes, Çevre ve Ekoloji,
s.121.
4
Turgut, Çevre Hukuku, s.37.
5
Foster, Savunmasız Gezegen, s.19; Mellor'da benzer bir görüşü
paylaşmaktadır: “Dünyanın zengin ülkelerinde insanlar ortalama olarak
2
30
On dokuzuncu yüzyıla bakıldığında dönemin siyasal
iktisatçıları arasında aşırı nüfus konusunda klasik bir
tartışmanın başladığı görülmektedir. Bu klasik tartışmada iki
ana eksenin olduğu dikkatleri çeker: Bir tarafta Thomas
Malthus, öte tarafta ise Karl Marx1.
T. Malthus 1798'de yazdığı “Nüfus İlkesi Üzerine Deneme”
başlığını taşıyan makalesinde, insan nüfusunun toprağın
insanları besleme kapasitesinden daha hızlı biçimde arttığını
iddia etmiştir. Malthus, nüfusun büyük çoğunluğunun aşırı
yoksullukla yüz yüze olduğunu ve buna çare bulma
girişimlerinin zarar getireceğini söylemiştir. Malthus, tarım
üretiminin aritmetik diziye, insan nüfusunun ise geometrik
diziye göre attığını, bu yüzden nüfusun ve tarım üretiminin
besleme kapasitesini er geç aşacağını ifade etmiştir. Böylece
nüfus kontrol edilmezse, insan nüfusu geometrik olarak her
yirmi beş yılda bir ikiye katlanacaktır2. Malthus'un analizinin
büyük kısmı artışı kontrol altında tutan güçlerin çözümlemesi
ile ilgilidir. Malthus son kertede en iyi toprakların tümünün en
sonunda tarıma açılacağı, dolayısıyla gıda üretiminin de en iyi
duruma ancak aritmetik olarak(1, 2, 3, 4,...gibi) ulaşabileceğiı
yorumunu yapmıştır. Şu halde başka herhangi bir denetime
gerek olmaksızın açlık nüfus artışını sınırlayacaktır. Ancak
bundan başka ek denetleyiciler de vardır. Bunlar önleyici ve
pozitif denetimler olarak ikiye ayrılmaktadır. Hem önleyici
hem pozitif denetimlerin özelliği, nüfus artışı ile geçinme
araçları arasında bir denge kurmasıdır. Malthus bunları
zenginler ile yoksullar arasındaki farka bağlamakta ve en
yoksul ülkelerde yaşayanlara oranla kırk kat daha fazla kaynak
tüketmektedir”, Bkz. Mellor, Sınırları Yıkmak, s.122.
1
Foster, Savunmasız Gezegen, s.59.
2
Foster, Savunmasız Gezegen, s.67; Mellor, Sınırları Yıkmak, s. 120-121;
Kışlalıoğlu/Berkes, Çevre ve Ekoloji, s.120.
31
büyük farkın da zenginlerin yoksullara göre daha büyük
ahlaksal ölçüler gösterdiğini söylemektedir1.
K. Marx, Malthus'un tartıştığı problemlerin birincil olarak
toplumsal nedenleri olduğunu iddia etmişti. Marx aşırı nüfusun
tarihsel bir ilişkiler ağı olduğunu; ve bu ilişkiyi belirleyenin de
üretim ilişkileri olduğunu ifade etmekteydi. Ona göre nüfus
politikalarını yönelten en önemli yasa “göreli artık nüfus yasası
ya da işsizlerden oluşan yedek emek ordusuydu.”2
Nüfus hakkında bugün yapılan tartışmalara bakıldığında
radikal çevrecilerin çoğunun Malthus'un görüşlerini esas aldığı
gözlemlenebilir. Hatta “MissAntropy” başlıklı bir makalede
Manes, AIDS'in insan nüfusunu azalttığı için yararlı olduğunu
savunacak kadar ileri gitmiştir3. Şüphesiz ki nüfus sorunu
üzerinden yapılan tartışmalarda Manes'in görüşlerini kabul
etmek ne çevre etiği ne de siyaset bilimi açısından tutarlıdır.
Bu görüşe kısaca insan düşmanlığı (antropoenemy) denilebilir.
Malthus'un teorisini kabul etmek nüfus sorununa yanlış bir
yerden bakmak anlamına gelir. Çünkü onun teorisinin en zayıf
yanı besin tedarikine yol verdiğini söylediği aritmetik ortalama
dır. Tarımdaki gelişmeler Malthus'u yalanlamıştır; aksine
teknoloji sayesinde bugün tarım ürünleri de geometrik artış
gösterebilmektedir4.
1
Önleyici denetim, doğum oranını azaltan ve kısırlığı, cinsel perhizi ve
doğum kontrolünü içeren denetimlerdir. Pozitif denetimler ise ölüm oranını
arttıran ve yoksulluğu, öldürücü salgın hastalığı içeren denetimlerdir. Bkz.
Foster, Savunmasız Gezegen, s.68 ve Ünver, Çevre Felsefesi, s.92.
2
Foster, Savunmasız Gezegen, s70.
3
Bu görüş neo-malthusçuluk olarak adlandırılabilir. Geniş bilgi için bkz.
Mellor, Sınırları Yıkmak, s. 118.
4
Foster, Savunmasız Gezegen, s.69; Kışlalıoğlu/Berkes, Çevre ve Ekoloji,
s.120.
32
B- Bilimsel Çalışmalar ve Etkileri
1
“İnsanlar her yerde, doğanın olağan durumunu bozan ve
karıştıran bir faildir. İnsanın ayağını bastığı her yerde
doğadaki uyumun yerini uyumsuzluk alır. […] [B]ütün
organik varlıklar arasında yalnız insan, özünde yıkıcı bir
güç olarak görünür ve o, karşısında doğanın direnmekte
bütünüyle güçsüz kaldığı enerjilerini kullanır.”2
George Perkin Marsh'ın bu sözleri, onun ilk modern çevreci
olarak düşünülmesine sebep olmuştur3. “Man and
Nature”(İnsan ve Doğa) 1864'te yazıldığına göre, Marsh'ın
"öncülerden birisi"4 olduğu şeklindeki nitelendirmeye
şaşırmamak gerekir. Çünkü Foster’ın vurguladığına göre
Marsh'ın çalışması, “insan eylemleri sonucunda dönüştürülmüş
bir doğa” üzerine yazılmış en ayrıntılı ve sistematik çalışmadır.
O, doğa sorununu insanlık tarihi içine dahil etmiştir5. Marsh'ın
bakış açısı doğayı insanların dışında görmemiş ve insanın
doğanın şekillendiricisi olduğunu vurgulayan bir çizgiyi takip
etmiştir6. O halde doğa insanların dışındaki bir gerçeklik olarak
olarak değil, aksine insanların dönüştürdüğü bir ürün olarak
görülmüştür. Marsh “İnsan ve Doğa” eseri ile “insan
medeniyetinin çevre üzerindeki yıkıcı etkisini açıklayan ilk
kavramsal tanımlamayı” yapmıştır7.
1
Bilimsel çalışmalar ve etkileri hakkında eşkenar üçgen benzetmesi
çerçevesinde bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s. 9.
2
J. S. Marshall, Man and Nature, s.ıx, 35-36, 42-43'den aktaran Foster,
Savunmasız Gezegen s.84.
3
George Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, Deep
Ecology for the Tewenty-First Century, Ed. George Session, Shambhala
Pub., Boston 1995, s.165.
4
Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, s. 165.
5
Foster, Savunmasız Gezegen, s.83.
6
Foster, Savunmasız Gezegen, s.83.
7
Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, s.165.
33
G. P. Marsh'ın çalışmasının önemi onun insanın doğayı
sömürmesine karşı belki de bilimsel olarak sınır koymaya
çalışan ilk düşünür olmasıdır. Bu da çevre sorunsalının
algılanmasında bilimsel çalışmalar ve bilim adamlarının
eşkenar üçgenin bir kenarında yer almasının başlangıcı olması
açısından önemlidir. Bu başlangıç diğer bazı çalışmaların
önünü açmış ve Aldo Leopold 1940'ta “Land Country
Almanac”ı yazmıştır. Leopold bu çalışması ile yeryüzü etiği
kavramını oluşturmuştur. Yeryüzü etiği, 1970'lerin çevresel etik
yaklaşımlarının felsefi altyapısının filizlenmesini sağlamıştır1.
Burada Leopold, yaşam topluluklarımızda, toprakların, suların,
hayvanların ve bitkilerin varlıklarını devam ettirmeleri için
biyotik haklarının var olduğunu savunmuştur2. Böylece o,
topluluğun sınırlarını genişletmeye çalışmıştı3. Leopold doğayı
korumanın kar elde etme amacından önce gelmesi gerektiği
noktasına vurgu yapmıştı.
Bu süreç içerisinde Rachael Carson'un 1962'de yazdığı
“Silent Spring (Sessiz İlkbahar)” kitabı modern çevreci
hareketin başlangıcı olmuştur4. Carson'un kitabının, Nükhet
Turgut’un belirttiği gibi, “gerek [...] ilk çevreciler üzerinde,
sorunların farkına varmaları bakımından, gerek aktif
çevreciliğin hız kazanması ve kapsamının giderek genişlemesi,
kısaca söylenirse çevreciliğin azınlığın ilgi alanından çıkarak
kitle hareketine dönüşmesi yüzünden önemli rolü olmuştur.”5
“Sessiz ilkbahar” yayımladığı 1962 yılında çok ses getiren bir
kitap olmuş ve Amerika'da en çok satan kitap olarak yaklaşık
otuz iki hafta zirvede kalmıştır. Hatta hakkında “modern
çevreciliğin kurucu olayı ve kutsal kitabı” şeklinde
1
Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, s. 169.
Foster, Savunmasız Gezegen, s.88.
3
Foster, Savunmasız Gezegen, s.88.
4
Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, s. 170; Turgut,
Çevre Hukuku, s. 13.
5
Turgut, Çevre Hukuku, s.13.
2
34
nitelendirmeler yapılmıştır1. “Sessiz Bahar”ın ana teması,
teknolojinin olumlu yanının olduğu kadar bir de olumsuz bir
yanının olduğu, eğer teknolojinin olumsuz yanının gelecekte de
böyle kullanılması veya umursanmaması durumunda
insanoğlunun yaşama savaşı ile yüz yüze kalacağı şeklinde
özetlenmektedir2. Carson “Sessiz Bahar”da asıl olarak Batı
antroposantrizminin(insan merkezciliğinin) bir eleştirisini
yapmıştır. Carson, “doğanın kontrolü”nü, “felsefe ve
biyolojinin buzul çağında doğan küstah bir sözcük” olarak
nitelemiş ve “doğanın varlığı(nın) insanoğlunun rahatlığı için”
olduğunu süvunmuştur3. Öyleyse modern çevreci hareketin
Carson ile başlangıcı, derin ve bitmek tükenmek bilmeyen bir
ekosantrizm(doğa merkezcilik) ile karakterize edilmiştir.
Çevre sorunsalının sorgulanması aşamasında daha pek çok
bilimsel çalışmadan ve bilim adamından bahsedilebilir4.
Burada önemli olan nokta bu çalışmaların ve bilim adamlarının
sorunsalın çözümüne kazandırdıkları ivme ile ilgilidir. Bu ivme
sayesinde çevreci hareketin ilk kadrosu çevre sorunsalını
politik gündeme taşıyabilmiştir.
C. Çevreci Hareket
1. Çevreci Hareketin Ortaya Çıkışı
C. Pierson “Modern Devlet” adını taşıyan kitabının ilk
sayfasına, bir müstehcenlik davasına bakan ABD Temyiz
mahkemesi (Supreme Court) yargıcının pornografiyi
tanımlamakta zorlandığı halde yine de ısrarla gördüğümde
1
Ramachandra Guha, Environmentalism-A Global History, Longman
Pub., 2000, s.3,69-79.
2
Turgut, Çevre Hukuku, s.10; Session, “Prafece”, Deep Ecology for the
Twenty-First Century, Ed. George Session, Shambhala Pub., Boston 1995, s.
x.
3
Session, “Prafece”, s. x; Session, “Ecocentrism and the Antropocentric
Detour”, s. 172.
4
Arne Naess en önemli bilim insanlarından birisidir.
35
tanırım şeklindeki kolaycılığını aktararak başlamaktadır1.
Şüphesiz yargıç kolaycılığa kaçmış gibi görünse de aslında onu
bu yola sevk eden şey pornografi kavramının tanımlanmasının
zor oluşu ve belki de bir tanımlama yapmanın beraberinde
getireceği tehlike olabilir. Çevreci hareketin tanımlanması söz
konusu olduğunda böyle bir kolaycılık, zorluk veya tehlike
daha belirgin hale gelmektedir. Çünkü çevreci hareket, içinde
farklı birey ve grupları barındıran “politik, toplumsal ve coğrafi
açıdan geniş yelpazeli”2 bir harekettir. Hareket sözcüğü anlık
olmanın ötesinde bir nitelik taşıyan bir takım itilimler
anlamını3 içerdiği için çevreci hareketin niteliğine uygundur.
Bu sebeple çevreciler örgüt sözcüğünü kesinlikle kabul
etmemekte, çevreciliğin dinamik ve sınırları olmayan bir yapısı
olduğunu ifade etmektedir. Ancak son zamanlarda çevreci
hareketin bu dinamikliğini kaybederek kurumsallaştığı
yönünde göstergeler olduğu ifade edilmektedir4.
Kurumsallaşma, çevreci hareketin niteliği dikkate
alındığında, olumsuz bir sonuca sebep olabilir. Çünkü,
hareketin kurumsallaşması, eşit konumda olan bireyler arasında
bir hiyerarşinin doğumuna sebep olabilir niteliklidir. Her türlü
hiyerarşik
yapıya
karşı
duran
çevreci
hareketin
kurumsallaşması, doğa ile insan arasında hiyerarşik bir yapının
mevcudiyetini iddia edenler tarafından kuşkusuz eleştiriye
maruz kalacaktır. Oysa, çevreci hareketin insan ile doğa
arasındaki hiyerarşiyi dahi kabul etmediği düşünüldüğünde
1
Christopher Pierson, Modern Devlet, Çev. Dilek Hattatoğlu, Çiviyazıları,
Yay., Ankara 2000, s.1.
2
Mellor, Sınırları Yıkmak, s.35.
3
Immanuel Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, Çev. Necmiye Alpay, 2.
Baskı, Metis Yay, İstanbul 1996, s.56.
4
Bkz. Christopher Rootes, “Environmental Movement:From the Local to the
Global”, Environmental Movements, Local, National and Global, Ed. C.
Rootes, Frank Cass Pub., London 1999, passim. Rootes makalesinin sonuç
bölümünde çevreci hareketin artan bir şekilde kurumsallaştığını söylemenin
pek makul olmadığından bahsetmektedir.
36
çevrecilerin bireyler arasındaki bir hiyerarşik yapılanmayı
kabul etmesi düşünülemez. Ayrıca, kurumsallaşma karar alma
sürecine katılımı, daha açık bir ifadeyle, demokratik bir sürecin
işlemesini
zorlaştırabilecektir.
Bununla
birlikte,
kurumsallaşmaya olumlu bir bakış açısı ile de yaklaşmak da
mümkündür. Çünkü kurumsallaşma, kamuoyu önünde etkin ve
güçlü bir duruş sağlayacaktır. Böylece, çevreci hareket,
düşüncelerini daha büyük kitlelere ulaştırma şansına sahip
olacaktır.
Bu yönde bir tartışma Almanya’da da yapılmakta ve çevreci
hareketin artık zirveye ulaştığı ve bu sebeple bir durgunlaşma
ya da etkisini azaltma dönemine girdiği söylenmektedir1. Ne
var ki bu görüşe katılmak mümkün değildir. Şöyle ki; genel
olarak yeni toplumsal hareketler ve özellikle çevreci hareket
tamamen kurumsallaşabilecek nitelikte değildir ve hala
kimliklerini kazanmaya devam etmektedirler2. Diğer toplumsal
hareketler gibi çevreci hareketin farklı bireyleri, eğilimleri,
gelenekleri ve ideolojileri içinde barındırdığı yönündeki
görüşlerin3 çevreci hareketin kurumsallaştığı ve dinamikliğini
kaybettiği şeklindeki iddiaları çürüttüğü rahatlıkla ifade
edilebilir.
1
Rootes, “Environmental Movement”, s.3.
Rootes, “Environmental Movement”, s.6.
3
Guha, Environmentalism-A Global History, s.4; Mellor, Sınırları Yıkmak,
s.35. Karş. görüş için bkz. Celal Ertuğ, “Yeşillerden Ne Haber?”, 5
Ağaçkakan, Ocak 1993, s.5'te çevreci hareketin hiçbir ideolojiden
kaynaklanmayan yeni bir hareket şeklinde tanımlandığından bahsetmektedir.
Oysa böyle bir yoruma ulaşmak mümkün değildir. Çünkü çevreci hareket
içinde birçok ideolojiyi barındırmaktadır. Belki de farklı ideolojilerin aynı
harekette birleşmesi böyle bir yoruma sebep olmuştur. Tanıl Bora'nın da
haklı olarak belirttiği gibi “sağ-sol” ideolojileri reddeden “üçüncü yolcu”
söylem yeşillerin çizgisinin ideoloji dışına taşınmasına neden olmaktadır.
Tanıl Bora, “Avrupada Yeşil Hareketin Bunalımı ve Türkiyede Yeşillik”, 5
Ağaçkakan, Ocak 1993, s.6.
2
37
Çevreci hareket yeni toplumsal hareketler içerisinde önemli
bir yer tutmaktadır1. Çevreci hareket, diğer yeni toplumsal
hareketler gibi, öğrenci hareketlerinin yol açtığı birikim
sonucunda oluşmuştur: “Öğrenci hareketlerinin asıl önemli
etkisi sonraki dönemlerin toplumsal hareketlerinin filizleneceği
birikimi oluşturmasında yatar”2. Çevreci hareketin ekoduvarları yıkarak3 kitlesel bir muhalefet şekline dönüşmesinin
1960’lı yılların sonlarına rastladığı şeklinde bir belirleme
yapılmasının sebebi de budur4. Bu muhalefete yol açan öğrenci
hareketleri işte bu yüzden incelemeye değerdir.
1
Bkz Amin/Arrlıghı/Frank/Wallerstein, Yeni Toplumsal Hareketlerin
Krizi, Çev. E. A, Alan Yay., İstanbul 1993; Rootes, “Environmental
Movement”, s. 6; Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, s. 30.
2
Turgut, Çevre Hukuku, s.15. Aynı yönde bkz. Nükhet Turgut, Çevre ve
Yurttaşlar, Savaş Yay., Ankara 1993, s. 20; Rootes, “Environmental
Movement”, s.1.
3
Bu şekilde bir niteleme için bkz. Mellor, Sınırları Yıkmak, s.49 ve Rik
Scarce, Eco-Warriors, Understanding the Radical Environmental
Movement, Noble Press Inc., Chicago 1990, s.7-10. Scarce eko-duvarların
yıkılan Berlin Duvarının bir çeşidi olduğunu söylemektedir.
4
Bu yöndeki belirlemeler için bkz. Rootes, “Environmental Movement”, s.1;
Guha, Environmentalism-A Global History, s.1-3; Bob Edwards, “With
Liberty and Environmental Justice for All: The Emergence and Challenge of
Grossnots Environmentalism in the United States”, Ecological Resistance
Movements, The Global Emergence of Radical and Popular
Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press,
Albany 1995, s.35. Şahin Alpay, Toplum ve Bilim Dergisinin öğrenci
olaylarını konu aldığı sayısında yer alan makalesinde 1968’in hazırlayıcısı
olduğunu söylediği 1960’ların dünyasından şöyle bahsetmektedir: “Kapitalist
Batı dünyası, savaş sonrasında giderek hızlanan bir büyüme ile ekonomide
‘altın yılları’ yaşıyordu. Buna karşılık aydınlar arasında liberal demokrasiye
duyulan inanç önemli ölçüde sarsılmıştı. Eleştirilere göre: Liberal demokratik
düzen hiç de John Stuart Mill’in öğretisine uygun bir gelişme göstermiyordu.
Bireylerin karar verme süreçlerine giderek daha etkin bir şekilde katıldığı,
bireyleri giderek folistiren katılımcı bir demokrasi yerine, büyük çoğunluğun
gittikçe politikadan uzaklaştığı, sıradan bireylerin siyasi ve iktisadi kararlara
etkisinin sıfıra yaklaştığı bir demokrasi hakim olmuştu. Demokrasi,
(partilerde örgütleşmiş) elitler arası rekabete, bir seçimden diğerine kadar
ülkeyi hangisinin yöneteceğini belirleyen bir mekanizmaya indirgemiştir.”
38
Öğrenci
hareketi
(olayları)
ABD’de
Kaliforniya
Üniversitesi’nin Berkeley kampüsünde ortaya çıkan, ilk
başlarda ırksal eşitlik için öğrencilerin üniversitelerde
giriştikleri barışçıl mücadelelerin siyah ırkın kendi haklarını
savunmaya başlaması sonucu düzenin eleştirisine yöneldiği ve
Vietnam Savaşı vb. olaylarla somutlaşan Amerikan
emperyalizmiyle mücadeleye dönüşen protesto hareketleridir1.
1968 Hareketi belirli bir ideolojiyi esas alan ve bir itici güç
tarafından yönlendirilen veyahut planlanmış, örgütlenmiş bir
hareket olmak bir yana; kendiliğinden ortaya çıkan bağımsız ve
doğal bir harekettir2. Öğrenci hareketinin belirli bir ideolojiyi
esas almamasından bahisle onun ideolojik bir nitelik
taşımadığını söylemek doğru değildir. Çünkü bu hareket
ideolojik nitelikte bir baş kaldırının en iyi örneğini teşkil
etmektedir. Hareketin yeşerdiği alanın üniversite olması bunun
kanıtıdır. “Öğrenciler içinde bulundukları kapitalist düzeni tüm
yönleriyle yıkmak için, öncelikle bu düzenin kendilerinin de ait
oldukları bir kurumunu, yani üniversiteyi hareketlerinin
başlangıç noktası olarak almışlardır”3. Hareketin mantığı gayet
anlaşılırdır; çünkü üniversitenin kapitalist sistemin kendi
varlığını idame ettirebilmek, geleceğini güvence altına almak
için, gereksinim duyduğu devletin ideolojik aygıtlarından birisi
olduğu söylenmektedir4.
Bkz. “68 Kuşağı Üzerine Bir Deneme”, 41 Toplum ve Bilim, Bahar 1988,
s.168.
1
Nükhet Turgut, Siyasal Muhalefet-Batı Demokrasileri-Sosyalist ÜlkelerTürkiye, Birey ve Toplum Yay., Ankara 1984, s.150-151. Benzer yönde
açıklamak için bkz. Toplum ve Bilim, ‘bu sayıda…’, 41 Toplum ve Bilim,
Bahar 1998, s.5.
2
Turgut, Siyasal Muhalefet, s.
3
Turgut, Siyasal Muhalefet, s.156.
4
Luis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Yusuf AlpMahmut Özışık, 4. Baskı, İletişim Yay., İstanbul 2000, s.33. Ayrıca bkz.
Turgut, Siyasal Muhalefet, s.161.
39
Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA), Althusser esas alınarak
ifade edilirse, üst yapı kurumları olarak kabul edilmektedir. Üst
yapı alt yapı tarafından belirlenen ve ona karşı görece bir
özerkliği olan ve bir karşılık olarak etkisi olan etkinlik
göstergesidir. Bu üst yapı ve alt yapı şeklindeki etkinlik
göstergelerinin devlet teorisinde esaslı yerleri vardır. Ayrıca
devletin temel işlevini tanımlayan devletin baskı aygıtı da bu
resmi tamamlamaktadır1. DİA’ların en belirgin özelliği
ideolojiyi kullanmalarıdır. Şüphesiz devletin her aygıtı hem
ideolojiyi hem de baskıyı kullanır; ama devletin baskı aygıtı
kendi hesabına baskıya tümüyle öncelik verirken, DİA’lar
kendilerinin yeniden üretimini sağlamak ve kendilerinin
dışarıya sundukları değerler ile ideolojiyi kullanmaktadırlar2.
DİA’lar, özellikle bunlardan birisi olan üniversite, devletin
baskı aygıtından yararlanarak üretim ilişkilerinin yeniden
üretimine, yani kapitalist sistemin kendini tekrar tekrar
üretimine olanak sağlamaktadır3. 1968 öğrenci hareketi işte bu
DİA’lardan; kapitalist sistem içinde yer alan ve onu
dönüştürme, ilerletme ve yenileme işlevi gören üniversitelerde
patlak vermiştir. Böylece üniversitelerdeki sorunlardan,
kapitalist ve teknokratik düzene, emperyalizme ve hatta Batı
uygarlığına karşı muhalefet belirmiştir4. Ancak konumuz
açısından asıl önemli olan 1968 hareketinin, zaman içersinde
başka hareketlere yol açması, kısaca o dönemde varolmayan ya
da yeni yeni beliren bazı muhalefet hareketleri ve biçimlerini
yaratmasıdır5. Bu yaratım eski toplumsal hareketlerden yeni
toplumsal hareketlere doğru bir değişime neden olmuştur.
1
Geniş bilgi için bkz. Althuser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları,
passim.
2
Althuser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, s.35.
3
Althuser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, s.39.
4
Turgut, Siyasal Muhalefet, s.155.
5
Murat Belge, “68 ve sonrasında Sol Hareket”, 41 Toplum ve Bilim, Bahar
1988, s.155.
40
Toplumsal hareketlerin klasik sosyolojik analizi bu
hareketlerin ortaya çıkışını iki şekilde açıklamaktadır. Bunlar
ya yapısal kriz sonucu ortaya çıkmıştır ya da ortak inançların
bir ifadesidir1. Böyle hareketler doğdukları kültürlerden
köklenmiştir. Doğdukları toprakların politik yaşamlarının
kültürel birikiminin işaretini taşımaktadırlar2. Örgütlü ve kalıcı
sistem karşıtı hareketler ilk olarak on dokuzunca yüzyılda
gerçekleşmiştir3. On dokuzuncu yüzyılda iki çeşit sistem karşıtı
hareket ortaya çıkmıştı: toplumsal hareketler ve ulusal
hareketler. Toplumsal hareketler ya da diğer adıyla işçi
hareketlerinin odak noktası proletarya ile burjuvazi arasındaki
çatışmalar iken, ulusal hareketler ezilen halk ile egemen
arasındaki hakların eşitsizlikçi, ezici ve adaletsiz şekilde
dağıtılmasına odaklanmaktaydı. Bu iki hareketin ortak noktası
örgüt aşamasına gelmekte kararlı olma ve devlet iktidarını ele
geçirme hedefiydi4. Sistem karşıtı hareketler, bünyesinde bir
ikilemi de barındırmaktadır. Çünkü sistem karşıtı hareketlerin
amacı devlet iktidarını ele geçirmekti, ama bu amaç sistemi
çökertme potansiyeline sahipken aynı zamanda geri tepme
riskini de içinde barındırmaktaydı. Açıkça söylenecek olursa
iktidarı ele geçiren sistem karşıtı hareketler iktidar içinde
eriyebiliyor veya bizatihi iktidar haline gelebiliyorlardı.
1
Kenan Çayır, “Toplumsal Sahnenin Yeni Aktörleri: Yeni Sosyal
Hareketler”, Yeni Sosyal Hareketler, teorik açılımlar, Yayına Haz. Kenan
Çayır, Kaknüs Yay., İstanbul 1999, s.13.
2
Martha F. Lee, Earth First! Environmental Apocalypse, Syracuse
University Press, New York 1995, s.1.
3
Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, s.57; Immanuel Wallerstein-Giovani
Arrighi-Terece K. Hopkins, Sistem Karşıtı Hareketler, Çev. C. Koref- B.
Somay-S. Sökmen, Metis Yay., İstanbul 1995, s. 10-35; Rudolf Heberle,
“Types and Functions of Radical Movemets”, International Encyclopedia
of the Social Sciences, Volume 14, Ed. David Sills, The Mcmillan Company
and The Free Press, America 1968, s.439.
4
Çayır, “Toplumsal Sahnenin”, s.16.
41
Yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkışı hakkında farklı
görüşler mevcuttur. Touraine’e göre, yeni toplumsal hareketler
post-endüstriyel toplum içerisinde ortaya çıkmıştır ve iktidarı
ele geçirmek fikrinden vazgeçerek sivil ilişkileri dönüştürmeyi
amaçlamışlardır1. Offe ise yeni toplumsal hareketlerin refah
toplumu modeline yönelen tehditlerle oluştuğuna vurgu
yapmıştır2.
Yeni toplumsal hareketler eski toplumsal hareketlerde
olmayan bazı özelliklere sahiptir. Başka bir deyişle eski
toplumsal hareketlerin belirleyici özelliği olduğu söylenen
iktidarı ele geçirme istenci yeni toplumsal hareketlerin
özellikleri arasında olup olmadığı önem arz etmektedir.
Bu istenci açıklamak için kavramsal bir belirleme yapmak
gerekmektedir. Sistem karşıtı hareket terimi yukarıda verilen
bilgiler ışığında yeni toplumsal hareketleri tam olarak
karşılamamaktadır. Çünkü sistem karşıtı kavramı iktidarın
içinde bir sesleniş izlenimi vermektedir. Daha açık bir ifade ile
sistem karşıtı demekle iktidarın meşruiyetini sorgulayan bir
bakış açısından uzaklaşmış olunmaktadır. Sistem karşıtı olmak,
sistem ile bir diyaloga girmek anlamına gelmekte, nihai amaç
sistemi ele geçirerek onu törpülemekten ibaret olmaktadır.
Oysa bir kez iktidar ele geçirildiğinde, yani sistem içerisine
entegre olunduğunda, sistem çarklarına entegre olan fikri kendi
dişlileri arasına katmaktadır. Kısaca iktidar üzerinden
düşünmek, iktidarı sürekli ve egemen kılmaktır. Fakat yeni
toplumsal hareketleri, özellikle çevreci hareketin radikal
kanadını, sistem karşıtı hareket olarak görmek, onları
statikleştirmek anlamına gelecek ve eski toplumsal
hareketlerden farklı yanlarını görmezlikten gelmeye neden
olabilecektir.
1
2
Çayır, Toplumsal Sahnenin Yeni Aktörleri, s. 16.
Aktaran Çayır, “Toplumsal Sahnenin”, s.16-17.
42
Kanımca sistem karşıtı terimi yerine sistem dışı terimi
yeğlenmelidir. Çünkü yeni toplumsal hareketler1 sistemin içine
sızarak iktidarı ele geçirmeye çalışmamakta, aksine sistem
dışından
müdahalede
bulunarak
sistemin
çarklarını
parçalamaya çalışmaktadır. Eğer iktidar dönüştürülmek
isteniyorsa onu fethederek değil, bundan farklı olarak yani
daha farklı bir amaçla hareket edilmelidir. Sistem dışı terimi
veya sistem dışı hareketler işte bunu hedef almaktadır. Radikal
çevreci hareketin eylem biçimi olan ekotaj, geleneksel
mülkiyet anlayışını değiştirmek için uygulanan ve iktidarı ele
geçirme amacını esas almayan bir taktik olup, sistem dışı bir
eylem şeklinin en iyi örneğini teşkil etmektedir.
Çevreci hareketi ortaya çıkaran ve onun gelişmesine neden
olan etmenlerden birisi de çevre sorunsalıdır. Çevre
sorunsalının 1960’lar sonlarında algılanmaya başlanması ile
çevreci hareketin ortaya çıktığı dönem böylece paralellik
göstermektedir. Çevreci hareketin ortaya çıkması ve gelişimine
koşut olarak daha önce onlar için kullanılan sözcüklerin bile
1
Geniş açıklama için bkz. Çayır, s.17 vd. Yeni Toplumsal Hareketler iki
paradigma ile açıklanır. Bunlar kaynak mobilizasyon paradigması ile yeni
toplumsal hareket paradigmasıdır. Bu konuda ayrıntıya girilmeyecektir.
Paradigmaların ayrıntılı açıklaması için bkz. Çayır, “Toplumsal Sahnenin
Yeni Aktörleri”, s.20-27; Shelder Kamieniecki-S. Bulaire Colemen-Robert
O. Vos, “The Effectiveness of Radical Environmentalists”, Ecological
Resistance Movements, The Global Emergence of Radical and Popular
Enviromentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press,
Albanis 1995, s.318-319. Bauman Offe’nin belirttiği şu paradoksu alıntılar:
“Yeni toplumsal hareketler tam da eski hareketlerin taleplerini
karşılayabilecek siyasi yönetim, maddi üretim ve bilimsel teknoloji ile
yenilikle ilgili kurumsal düzenlemeleri eleştirilerinin hedefi haline
getirdiler…” ve yeni toplumsal hareketler boşaltılmış, özel alanı doldurmak
istedikleri tespitinde bulunur. Ona göre bu hareket ‘mevcut sıkıntısı’
köklerine inme ve kamusal alanda herhangi bir değişiklik yapabilecek faili
oluşturma şansından yoksun bıraktılar.” Zygmunt Bauman, Siyaset
Arayışları, Çev. Tunçay Birkan, Metis Yay., İstanbul 2000, s.116-117. Oysa
bu görüşe katılmak mümkün değildir. Yeni toplumsal hareketler hiçbir zaman
fail arama saiki ile hareket etmemişlerdi.
43
değiştiği ifade edilmiştir1. Çevreci hareketin ortaya çıktığı
zaman dilimine 1960’lar cevabını veren bazı yazarlar2 aynı
zamanda 1962’de yayımlanan ‘Sessiz İlkbahar’ın da bu
noktada hakkını vermektedirler3. Eğer “çevreci hareketin
etkinlik, nitelik ve yoğunluk yönleri dikkate alınarak
tarihlendirilirse, 1970’in başlangıç olduğu”4 saptaması
yapılmaktadır. Ancak bu saptama popüler çevreci hareketin
çekirdeğinin görmezden gelinmesi anlamına gelmemektedir.
Nitekim çevreci hareketin çekirdeği veya kökeni on dokuzuncu
yüzyıla kadar geri götürülür5. 1970’den önceki döneme
bakıldığında çevreci hareketten önce muhafazacılık
(conservatism) sonra da korumacılık (preservatism) şeklinde
bir seyir izlediği söylenmektedir6. Muhafazacılar doğal
kaynakları ekonominin gözetiminde korumayı hedefliyorken,
korumacılar doğaya müdahaleden sakınarak ve yasaklar
çerçevesinde
bir
koruma
anlayışı
benimsiyorlardı.
Muhafazacılık ve korumacılık hareketleri arasındaki nüansı göz
ardı ederek genel olarak korumacılık başlığında konuya
bakıldığında bu hareketlerin doğal kaynakları, ancak toprağın
planlı toplumsal düzenlenmesiyle, yani kamusal mülkiyetle
korunabileceği şeklinde bir yaklaşıma sahip oldukları
belirtilebilir7. Korumacı hareketin gelişimi türlerin soylarındaki
1
Turgut, Çevre Hukuku, s.13.
Guha, Environmentalism, s.3; Edward, “With Liberty”, s.35; Session,
“Ecosentrism”, s.163-167; Foster, Savunmasız Gezegen, passım ve Ünver,
Çevre Felsefesi, passim.
3
Lakshman D. Gruswamy-Brent R. Hendricks, International
Environmental Law, West Pub. Go. USA 1997, s.3’te “Sessiz ilkbahar”ın
uluslararası çevre hukuku oluşumunu etkilediğinden bahsetmektedirler.
4
Turgut, Çevre Hukuku, s.13.
5
Turgut, Çevre Hukuku, s.13-14; Arif Künar, “Yeşiller Nereye?”, 5
Ağaçkakan, Ocak 1993, s.3.
6
Bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s.13; Guha, Environmentalism, s.3; Porritt,
Yeşil Politika, s.19; Foster, Savunmasız Gezegen, s.79 vd; Dave Foreman,
“New Conservation Movement”, Deep Ecology For The Twenty-First
Century, Ed. George Session, Shambhab Pub., Boston 1995, s.50-54.
7
Foster, Savunmasız Gezegen, s.79.
2
44
tükenme oranında ortaya çıkan hızlı artış sonucu olmuştur.
Soyların tükenmesinin en büyük düşmanı o zamana göre demir
yollarıydı. Doğa koruma hareketinin eleştiri alanının büyük bir
kesimini demiryolları oluşturmaktaydı1. Doğa koruma
hareketinin niteliği zamanla değişmeye başlamış ve şirketlerin
doğayı tahrip etmesine karşı çıkmak ise, doğal kaynakların
uzun vadede kar amacına yönelik kullanılmalarını düzenleme
ve rasyonalize etme yönünde bir uğraşa dönüşmüştür2. Porritt
çevreci akımları üçe ayırarak, ilk akımın doğa korumacıları ya
da gelenekçileri oluşturduğunu belirtmektedir. Porritt,
korumacı akımın taraftarlarını on dokuzuncu yüzyılın
liberalizminin mirasçıları olduğunu ve düzenin ya da
geleneksel yapının yeniden yapılanmasına önem verdiklerini
ifade etmektedir: “Endüstriyalizme karşı değiller, toplumu
değiştirme niyeti olmaksızın iyi görünen kısımların
kötüleşmesine engel olma amacını taşırlar.”3
Sonuç olarak çevreyi koruma faaliyetleri çevreci hareketin
alt yapısını hazırlamışlar, hareketin doğuşu için gerekli olan
ivmeyi sağlamışlardır. Ancak bu hareketleri çevreci hareket
kavramına dahil etmek çevreci hareketin özüne uygun
olmayacaktır4. Çünkü çevreci hareket özünde insanların
yıllardır doğayı bencilce kullanmalarının sonucunda çevrenin
bozulduğunun bilincine varma, çevrenin kendi başına bir
değeri olduğunu hesaba katma, dahası var olan endüstriyel
uygarlığı çevre sorunsal bağlamında tüm yönleriyle sorgulama
yatmaktadır5
1
Foster, Savunmasız Gezegen, s.86.
Porritt, Yeşil Politika, s.19.
3
Porritt, Yeşil Politika, s.19.
4
Turgut, Çevre Hukuku, s.14.
5
Turgut, Çevre Hukuku, s. 14.
2
45
2. Çevreci Hareketin Düşünsel Yapısı
Çevreci sözcüğü, gerçekte, hareketin bütün kollarını
göstermek için kullanabilecek genel bir başlıktır. Çevreci
hareket niteliği gereği “geniş kapsamlı, karmaşık ve heterojen”1
bir yapıya sahip olduğundan bir birinden çok farklı tonları
içinde barındırmaktadır. Bir başka anlatımla çevreci hareketin
geniş yelpazesi sayesinde birçok farklı grup aynı anda bu
hareketin içerisinde yer alabilmiş; bir birinden oldukça değişik
kimliklere sahip bu gruplar yan yana aynı soruna, farklı
stratejileri ve taktikleri uygulayarak eleştiri getirebilmişlerdir.
Earth First! (Önce Dünya!) grubu çevreci yelpazenin en koyu
ucunda yer alırken Nature Conservasy (Doğa Korumacılığı), en
açık tonlardan birsidir. Bu iki grubun aksine The Wilderness
Society’nin (Yabanıl Hayat Derneği) tam ortada bir yeri
vardır2. Aynı zamanda çevreci hareket ülkeden ülkeye yani
coğrafi olarak da farklıklılar göstermektedir. O halde çevreci
sözcüğünün kullanımı ile çevreci hareketin içindeki farklı
kollardan en öne çıkan kolların kastedildiğini anlamak
gerekmektedir. Bunlara da pragmatik çevreci hareket ile
radikal çevreci harekettir.
Çevreci Hareket içersinde yer alan kolların odak noktası;
doğanın tahribi ve bu tahribe karşı girişilen mücadeledir. Farklı
olan yanları ise, bu mücadelede uyguladıkları stratejiler,
taktikler ve genel olarak eleştirel yaklaşımlarının kapsamıdır.
Bu sebeple çevreci hareket; radikal çevrecilik (ekolojizm,
yeşiller, derin ekoloji) ve pragmatik çevrecilik (reformizm, sığ
ekoloji) olarak iki ana kola ayrılabilir3. İşte bu iki kategorinin
en büyük stratejik farklılığı, parlamenter muhalefet ile
1
Turgut, Çevre Hukuku, s.16.
Mellor, Sınırları Yıkmak, s.36.
3
Bkz. Andre Gorz, Kapitalizm, Sosyalizm, Ekoloji, Çev. Işık Ergüden,
Ayrıntı Yay., İstanbul 1993, s. 116-118; Murray Bookchin, Ekolojik Bir
Topluma Doğru, Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yay., İstanbul 1998, s. 34,
78-80, 104-106.
2
46
parlamento dışı muhalefet1 şekillerinden hangisini seçtikleri
noktasında düğümlenmektedir.
Son olarak vurgulamak gerekirse, “bütün çevrecilerin
radikal olduğunu varsaymak oldukça yanlıştır, çünkü
politikanın kendisinde olduğu gibi çevreci harekette de ince
görüş ayrılıkları vardır.”2
a- Pragmatik Çevreci Hareket
Pragmatik çevreci hareket strateji olarak ılımlı bir muhalefet
şeklini seçerek sistemi sorgulamaksızın çevrenin korunması
veya daha doğru bir deyişle çevrenin yapısının daha fazla
bozulmaması yönünde bir uğraş vermektedir. Pragmatistler,
kimi zaman dava açma yoluna giderek kimi zaman da lobicilik
vb. yollarla, ama tamamıyla sistem içerisinde kalarak, doğaya
yönelen müdahaleleri eleştirmektedir. Çevreci hareketin
pragmatik kanadı çevre sorunsalını ortaya çıkartan tarihsel
süreç kısmında belirtilen doğanın tahribine neden olan
kapitalist sistemi sorgulamak yerine, daha somut örnekler
üzerinden hareket ederek, var olan yapının yeniden oluşumunu
hedef alan indirgemeci bir politika izlemektedir.
Bu yöndeki bir düşünceyi kabul etmek, kanaatimce, tutarlı
görünmemektedir. Çünkü kapitalizm piyasa mekanizmasını
kullanarak kar elde etme amacıyla doğaya müdahale
etmektedir. Böylece doğa kapitalist sistem tarafından tahrip
edilmektedir. Pazar mekanizması içerisindeki ilişkiler sürekli
yayılma hedefi taşımaktadırlar. Kapitalizmin bu yayılma amacı
bazı zayıf yasal kurallarla sınırlandırılmaya çalışılmıştır3. İşte
tam bu noktada pragmatist çevrecilerin benimsedikleri
muhalefet stratejisinin önemi ortaya çıkmaktadır. Pragmatistler
lobicilik gibi taktikleri kullanarak, çıkarılacak yasalarda
1
Geniş bilgi için bkz. Turgut, Siyasal Muhalefet, s.135-190.
Porritt, Yeşil Politika, s.19.
3
Bu görüş için bkz. Mellor, Sınırları Yıkmak, s.27, 28; Gorz, Kapitalizm,
Sosyalizm, Ekoloji, passim.
2
47
kuralların çevreci düşüncenin esas alınmasını sağlayabilirler.
Böyle bir tarz benimsendiğinde, pragmatist çevrecilikten
radikal çevreciliğe doğru bir yaklaşma olabilecektir.
Aslında pragmatistlerin benimsedikleri stratejide ve buna
göre
eyleme
geçmelerinde
belirleyici
faktör
etik
yaklaşımlarıdır. Pragmatist çevreci hareketin benimsediği
yaklaşım, modern dünyada egemen olan antroposantrik (insan
merkezci) yaklaşımdır. Antroposantrik yaklaşım evrenin
merkezinde insanın bulunduğunu ve kendinden bir değer
atfedilecek tek varlığın insan olduğunu esas alan etik bir
kuramdır. Bu yaklaşım insan dışında olan varlıkların kendinden
bir değere sahip olmadığını iddia etmekte ve onları insan
ihtiyaçlarını gidermek için kullanılabilecek araçlar olarak
görmektedir. Antroposantrik yaklaşım çevresel varlıklara bir
değer atfetmediğinden, onlara verilen bir zarar karşısında
insanların menfaatlerinde meydana gelebilecek bir azalma
ölçüsünde bu zarara müdahale edecektir. Çünkü insan dışındaki
varlıklar insanın yararlanması içindir, kısaca insan doğanın
efendisi ve hakimidir. Böylece insan merkezci yaklaşım insan
ile doğa arasında bir çeşit hiyerarşik düzen kurarak doğaya
karşı sorumsuz ve sömürgeci bir tutum benimsemiştir. İnsan
ancak kendi çıkarı izin verdiği ölçüde eylemlerini
sınırlamaktadır ki bu da eleştirilebilir.
İşte antroposantrik yaklaşıma yöneltilebilecek bu temel
eleştiri, yaklaşımın insan ile insan olmayan varlıklar arasındaki
ilişkide doğaya olan müdahaleyi salt insan çıkarları söz konusu
olduğunda sorgulaması şeklinde özetlenebilir. Dolayısıyla
doğanın bir değeri olmadığı şeklindeki bir nitelendirme,
doğanın tahribine yüzeysel bir karşı çıkış şeklinde
anlaşılacaktır. Bu da somut sorunların çözülmesinde bütünsel
bir bakış açısını değil indirgemeci bir bakış açısını esas
almaktır.
48
b- Radikal Çevreci Hareket
aa. Radikal Çevreci Hareketin Kavramsal Çerçevesi
Radikal hareket ya da ekolojizm, pragmatik çevreci
hareketin aksine, katı bir muhalefet şeklini tercih etmekte ve
daha kökten bir yaklaşımla, kapitalist sistemi sorgulayarak
doğanın korunması, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi amacına
ulaşmaya çalışmaktadır.
Radikal sözcüğünün semantik açıdan incelendiğinde
birbiriyle paradoks olan iki anlamının olduğu görülür: köktenci
(fundemantalist) ve aşırı uç (ekstrem)1. Çevreci hareketin
radikal kanadı her iki anlamı da içinde barındırmaktadır. Bir
yönüyle doğaya karşı girişilen haksız uygulamalara ödün
vermez bir şekilde karşı durulurken, diğer yönüyle de
uyguladığı taktiklerle aşırılığı ifade etmektedir. Özellikle
ekotaj söz konusu olduğunda bu aşırılık en üst seviyede
olmaktadır. Çünkü radikaller bu taktikle geleneksel hukukun,
yani burjuva hukukunun yapı taşlarından biri olan mülkiyetin
meşruiyetini sorgulamaktadırlar2. Radikal çevreci hareket
çevre sorunlarının temel dinamiklerini tanımlamaya ve onları
değiştirmeye çalışmaktadır3. Özetle radikaller çevre
sorunlarının merkezinde yer alan sebebin Batı Uygarlığının
egemen etik yaklaşımı olan antroposantrik yaklaşım olduğunu
düşünmekte ve bu paradigmayı değiştirmeyi umut
etmektedirler4.
Öyleyse ekolojik direniş, “insan ve insan dışındaki dünyayı
yeniden uyumlaştırmak için gerekli adaptasyonu sağlayan
1
Scarce, Eco-Warriors, s.10.
Tartışmalar için bkz. Scarce, Eco-Warriors, s.206-210.
3
Al Gedicks, “International Native Resistance To The New Resource Wars”,
Ecological Resistance Movements, The Global Emergency of Radical
and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New
York Press, Albany 1995, passim.
4
Mellor, Sınırları Yıkmak, s.174-175.
2
49
1
kendini savunmanın evrimsel ifadesi” dir denilebilir.
Radikaller teori ve pratikleriyle yaşam veren yeryüzü imgesini
ön plana çıkarmaya çalışmaktadır.
Radikal hareketin temeli, ekolojik bilinç ve biyolojik
çeşitlilik şeklinde özetlenebilir2. Radikalleri aşırı olarak
nitelendirilen taktiklere sevk eden şey, ön-sezgisel bir ekolojik
bilinçtir. Radikal çevrecilerin ekolojik sorunlara duyarlılığı her
şeyin ölçüsünün insan olduğu şeklindeki sığ antroposantrik
bakış açısının tam aksidir. Radikaller, bu dünyanın bir parçası
olan bizlere, ancak dünyadaki rolümüzün doğada diğer
türlerden ne daha az ne de daha fazla önemli olduğunu anlarsak
gelecek yıllarda mutlu ve sağlıklı bir yaşam süreceğimizi
söylemektedirler. Ayrıca insan türünün ve diğer bütün türlerin
yaşamlarını devam ettirebilecekleri, mevcut sanayileşmiş
toplumun işleyişinden çok daha farklı ekolojik bir toplum ve
3
dünyanın var olduğuna, bizleri, ikna etmeye çalışmaktadırlar .
Şu anki mevcut paradigma doğayı, savaşmak, fethetmek ve
egemen olmak için gerekli olan bir nesneler kümesi olarak
görmektedir. İşte bu geleneksel görüş insanlar ile doğa arasında
bir EKO-DUVAR inşa etmiştir. Burada önemli olan nokta ekoduvarın tek taraflı olarak kapitalistlerce değil, komünistlerce,
salt Batı Uygarlığı tarafından değil, ayrıca Doğu Uygarlığı
tarafından da bir Berlin Duvarı misali inşa edilmiş olmasıdır4.
Radikallere göre “[...] dünyayı egemenliği altına alan teknomaninin taarruzuna karşı artık yer altına inme zamanı gelmiştir.
1
Paul Wagner, “In Defense of Banner Hangers: The Dark Green Politcs of
Greenpeace”, Ecological Resistance Movements, The Global Emergency
of Radical and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State
University of New York Press, Albany 1995, s.301.
2
Scarce, Eco-Warriors, s.10.
3
Brain Taylor, “Introduction: The Global Emergence of Popular Ecological
Resistance” Ecologcial Resistance Movements-The Global Emergence of
Radical and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University
of New York Press, Albany 1995, s.1.
4
Scarce, Eco-Warriors, s.7.
50
Eko-duvarları yıkmanın tek yolu bireysel yaşamımızda ve
topluluk içinde eylemde bulunmaktan geçmektedir.” 1
Radikaller, günümüz toplumundaki insanların eskiden sahip
oldukları değerleri değiştiren ve sadece maddi gereksinimler
ortaya çıkaran modern bir tüketim toplumunun var olduğuna
dikkat çekmektedirler. Sanayi toplumunun temelini oluşturan
Batı bilimsel rasyonalizmi insanların tinsel gereksinimlerini
2
yadsımıştır Radikaller materyalizme sürüklenişin hem nedeni
hem de sonucu olarak insanları maddi değerler fazlaca
yönlendirilerek tinsel değerlerin kaybolmasında olduğunu
savunmaktadırlar. Tinsellik radikal politikanın temel
noktasıdır3.
Özetle radikaller, kendilerini doğanın bir parçası olarak
görmekte ve bundan dolayı uzlaşmayı reddetmektedirler.
Çünkü uzlaşmak ödün vermek anlamına gelmektedir. Doğayı
korumak kişisel bir sorumluluk gerektirdiği için bu
sorumluluktan vazgeçmeyi, yani süregiden yaşamın ve evrimin
4
sigortasından feragat etmeyi etik açıdan doğru bulmazlar .
Radikal hareket modern topluma köklü ve sert eleştiriler
getirmiştir. Bu eleştirilerden hem kapitalizm hem de reel
sosyalizm nasibini almıştır. Çünkü her ikisi de doğayı hiçe
sayarak onu kullanmış ve hatta neredeyse eşit oranda
sömürmüştür.
Radikal hareketin politikası, sınırlarını kendisinin belirlediği
bir politikadır. Radikal hareketin politikası, modern sanayi
toplumundaki merkezileşmeye karşıdır ve bu yüzden ademi
1
Scarce, Eco-Warriors, s.8.
Mellor, Sınırları Yıkmak, s.63.
3
Bkz. Brain Taylor “Earth First! And Global Narrativistes of Popular
Ecological Ressitance” Ecological Resistance Movements-The Global
Emergence of Radical and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor,
State University of New York Press, Albany 1995, s.15.
4
Scarce, Eco-Warriors, s.11.
2
51
merkezileşmiş bir yapıyı savunmaktadır. Radikal politikanın
merkezine toplumsal adalet fikri oturmuştur. Radikaller için,
toplumsal adalet fikri doğanın tahribine dur diyebilecek bir
imkandır. Ekoloji biliminin öğrettiği gibi doğada her etki bir
tepki doğuruyorduğu için toplumsal yapılardaki adaletsizlik de
bir tepki olarak doğanın bozulmasını yol açacaktır. Bu da
bütünsel bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Hiçbir sorun,
toplumsal veya ekolojik olsun, birbirinde soyutlanamaz, biri
diğerine indirgenemez.
Son bir nokta da radikallerin, radikal olmayan diğer bireyler
ya da gruplar ile olan ilişkileridir. Radikal olmak, doğayı
koruma amacı taşıyan ve radikal olmayan bireyleri ya da
grupları reddetme anlamına gelmemektedir. Radikallerin
önemi, radikal olmayan diğer gruplara da yol açma çabası
içinde olmalarıdır. Yani radikaller aşırı bir görünüm çizerken
veya aşırı taktikler uygularken özellikle ılımlı bir muhalefeti
benimseyen pragmatik çevreci gruplara bu yolu sonuna kadar
kullanma olanağı tanımış olmaktadırlar. Bu uygun bir yer
teorisi (niche theory) nin önemli bir taktiğidir1.
bb. Radikal Hareketin Nitelikleri
Radikal çevreci hareketin pragmatik çevreci hareketten
birçok farklı özelliği vardır. Oysa çevreci harekette yer alan bu
farklılıklar yanında radikal hareket ve pragmatik hareketin
kendi içlerinde de çeşitli farklılıklar, benzerlikler ve ortak
noktalar vardır. Burada radikal hareketin içindeki farklılıklar
ayrıntılarıyla dikkate alınmayarak radikal hareketin içerisindeki
tüm grupların üzerlerinde anlaştıkları niteliklere değinilecektir.
Radikal hareketin nitelikleri2 şöyle sıralanabilir:
1-Radikal çevreciler çevre sorunlarına çözüm ararken
uzlaşma yolunu tercih etmek yerine doğrudan eylem yolunu
1
2
Bkz. Scarce, Eco-Warriors, s. 9.
Scarce, Eco-Warriors, s.10; Lee, Earth First!, s.9.
52
kullanmaktadırlar. Doğrudan eylemi kullanırken, hukuk
kurallarını da ihlal etmektedirler. İşte bu noktada iki taktik
ortaya çıkmaktadır: Sivil İtaatsizlik ve Ekotaj.
Radikalleri pragmatik çevrecilerden ayıran da kullandıkları
ekotaj taktiğidir.
2-Radikal çevrecilerin protestolarının ve eylemlerinin amacı
ekolojik çeşitliliği korumaktır. Ekolojik çeşitlilik ile kastedilen
ekosistemlerin canlı ve cansız varlıklarıdır. İnsan doğaya
müdahale ederek ekolojik çeşitliliği azaltmakta ve insanın
yaptığı tahribat sonucu bu çeşitlilik eko-çöplüğe
dönüşmektedir.
3-Radikaller, herhangi bir hiyerarşik yapılanma olmaksızın,
dağınık bir biçimde hareket etmektedirler. Radikal hareket
örgüt kavramını reddederek hareket kavramına vurgu
yapmaktadır. Radikaller üye olmak yerine katılımcı olmayı
tercih etmektedir. Hiyerarşik bir yapılanma göstermedikleri
için daha önceden planlanmış, tartışılmış ve karar verilmiş
eylemlerde bulunmamaktadırlar. Radikaller içinde liderlik
mevkiine de yer yoktur. Liderler yerine öncülerin olduğu kabul
edilmektedir. Kısaca radikal hareketin içinde yer alan her
eylemci eşit konuma sahiptir. Nasıl ki dünyadaki tüm türler
eşitse bireyler de eşittir.
4-Radikal çevreciler ekonomik açıdan kötü durumdadırlar.
Genellikle yoksuldurlar. Ancak bu onların tercihidir. Bunun
sebebi çevresel bozulmaya doğrudan neden olabilecek işleri
yapmaktan kaçınmalarıdır.
5-Radikal
çevrecilerin
en
ayırt
edici
özelliği
gerçekleştirdikleri eylemlerin ya da protestoların çevreyi bozan
uygulamaları sona erdireceğini düşünmemeleridir. Deyim
yerinde ise bu konuda oldukça ümitsizdirler. Fakat asıl
53
beklentileri dikkate alındığında
gerçekleştirdikleri anlaşılacaktır1.
niçin
bu
eylemleri
6-Radikal çevreciler ılımlı muhalefet şekillerine karşı
değildirler. Radikaller, özellikle, dava açma yolunu
desteklemektedirler. Ancak hukuk sistemi içerisindeki usuli
gecikmeler sonucu çevresel varlıklar zarar görebilmekte ve
sonradan düzeltilemeyen durumlar ortaya çıkabilmektedir. İşte
bu halde radikaller aşırı olarak nitelendirilen taktikleri
uygulayarak çevreye zarar veren faaliyeti durduran bir
mahkeme kararı alıncaya kadar çevresel zararı önlemiş
olmaktadırlar.
cc. Radikal Hareketin Uyguladığı Strateji ve Taktik
Strateji, bütün faaliyet sürecinin üzerinde yükseldiği ve
sonunda çözüldüğü zaman, bütün ilişkileri ve süreci
değiştirecek olan en temel soruna, son hedefe yönelmiş işlerin
genel planlaması ve yürütülmesi anlamına gelmektedir.
Değiştirildiği veya çözüldüğü zaman bütün süreci değiştirecek
temel sorun, aynı zamanda sürecin temel çelişkisini
oluşturmaktadır. Bu durumda temel çelişkiyi çözmeye yönelik
işlerin yürütülmesi için yapılan bütün planlar, kullanılan araçlar
ve hareket tarzlarının toplamı stratejiyi ortaya çıkarmaktadır2.
Stratejinin gerçekleştirilmesi için yapılan ara işlerin,
geçirilen ara süreçlerin her birine ya da birkaçının toplamından
meydana gelen tutarlı bütüne taktik denilir. Taktikler stratejinin
genel amacına, genel yapısına uygun olarak seçilmeli,
uygulanan her genel taktik, stratejik hedefin gerçekleşmesi
3
yolunda atılmış bir adım olmalıdır .
1
Bu beklentiler hakkında bkz. aşa. ekotajın amacı.
İlhan Akdere, Marksizm’de Temel Kavramlar, 4. Baskı, Evrensel Basım
Yayım, İstanbul 1995, s. 63.
3
Akdere, Marksizm’de Temel Kavramlar, s. 64.
2
54
Radikaller çevresel sorunları çözmek için strateji olarak
doğrudan eylem yolunu kullanmaktadır. Bookchin’e göre
doğrudan eylem “üretimden örgütlenmeye, eğitimden yayın
faaliyetlerine hayatımızın her alanını nasıl yöneteceğimizi
öğrenmemiz demektir”1. Doğrudan eylemi radikallerin
kullandıkları bir araç olarak düşünmek bu stratejinin asıl
işlevini göz ardı etmek demektir. Çünkü doğrudan eylem, bir
ahlaki ilke, ideal hatta çevresel bozulmaya karşı duyarlılığın
2
ifadesidir . Doğrudan eylemi benimsemelerinin sebebi, sistem
içinde hareket eden stratejilerin başarısız olduğuna
inanılmasıdır. Bu stratejiler bitmek bilmeyen davalar,
duruşmalar, dilekçeler vb. ile çevre sorunlarına çözüm
bulamadılar.
Radikaller radikal strateji olarak doğrudan eylemi
seçtiklerinde taktik olarak da çatışmalı (confrontational)
3
taktikler kullanacaklardır . Radikal çevreciler doğal çevreye
zarar veren faaliyetlere bir tepki olarak ingiliz anahtarı
(monkeywrenching) simgesini kullanmaktadırlar. Bu simge
yabanıl alanların ve doğal çeşitliliğin tahribine mukavemet
4
etmenin bir aracı işlevini görmektedir . Ekotaj taktiği de bu
mukavemetin en iyi örneğidir. Daha sonra açıklanacağı gibi
Edward Abbey’in “The Monkey Wrenching Gang” (İngiliz
Anahtarı Çetesi) adlı romanından esinlen bu simge ile doğanın
tahribine neden olan kapitalist sistemin kapalı kapılarını açma
imkanının olduğu gösterilmeye çalışılmaktadır. Birçok radikal
çevreciye göre, sivil itaatsizlik gibi bazı taktikler çevrenin
korunmasında önemsiz (merely) bir yere sahiptir5. Çünkü
onlar, sivil itaatsizlik gibi taktiklerin geleneksel hukuk
kurallarının meşruiyetini sorgulamadığını ve sistem içinde
1
Bookchin, “Yoketme Gücünü Yaratma Gücü”, s.57.
Bookchin, “Yoketme Gücünü Yaratma Gücü”, s.55.
3
Lee, Earth First!, s.9.
4
Lee, Earth First!, s.9.
5
Scarce, Eco-Warriors, s.6.
2
55
yeniden yapılanmaya gitmeyi amaçladığını iddia etmektedirler.
İşte bu yüzden birçok radikal ön- ilke (foreswear) olarak
mülkiyete zarar veren ekotaj taktiğini yeğlemektedir.
56
İKİNCİ BÖLÜM
EKOLOJİK SABOTAJIN TEMELLERİ-UYGULAMA
ŞEKİLLERİ VE UYGULAYAN GRUPLAR
Genel Açıklama
“İngilizanahtarcılığı”
(monkeywrenching),
“ekotaj”
(ekotage), “gece çalışması” (night work), “pericilik” (elfs) ve
“ekosavunma” (ecodefense); bütün bunlar doğayı korumak
amacıyla, çevreye zarar veren veya vermesi muhtemel eylem
ve/veya işlemleri durdurmayı/engellemeyi/ortadan kaldırmayı
temel almış doğrudan eylemin radikal bir taktiği olan ekolojik
sabotajla aynı anlama gelen kavramlardır.
Ekotajı düşüncesizce yapılmış bir eylem dizisi olarak
görmek, onun alt yapısında yer alan felsefeyi gözden kaçırmak
anlamına gelecektir. Ekotajın ne zaman ortaya çıktığı
tartışmaları bir yana, asıl değinilmesi gereken ekotajın
kökeninin nerelere kadar uzandığını tespit etmektir. Çünkü
ekotaj on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan, Türkçeye eksik bir
biçimde de olsa makine kırıcılık olarak çevrilecek Luddizm
hareketine kadar köklendirilebilir.
Ekotajın birkaç amacı olduğu söylenebilir. Bunlardan birisi
ekotajın esas amacı, diğerleri de amacın türevleri şeklinde
belirtilebilir. Kısaca ekotajın temel amacı, doğanın
korunmasıdır. Bununla ilgili türev amaçlar ya da eleştirel
alanlar, özel mülkiyetin sorgulanması, çevresel varlıkların
geleneksel hukuk kuralları çerçevesinde korunmak zorunda
kalması durumunda kamu hukukuna ilişkin kuralların temel
alınarak korunması şeklinde özetlenebilir.
57
Ekotajın ilkeleri, geleneksel hukuk kurallarının meşruiyetini
sorgulamak, sembolik şiddet içeren eylemlerde bulunmak,
önceden belirlenmiş hedeflere yönelme ve örgütlü bir hareket
niteliğine sahip olmama şeklinde belirlenebilir.
Radikal bir taktik olması sebebiyle ekotajı uygulayan
grupların da bu özellikte olduğu kolaylıkla söylenebilir. Ekotajı
uygulayan grupların, Greenpeace (Yeşil Barış) muaf tutulmak
kaydıyla, radikal oldukları yönündeki iddia doğru olarak kabul
görebilir. Bu radikal gruplar her biri belirli çevresel soruna
yönelik eylemlerde bulunurlarken bütünsel bir bakış açısından
uzaklaşmamışlar, aksine çevre sorunlarını bir bütün olarak
görüp, eylemlerinin başarılı olması için belirli sorunlara
odaklanmışlardır.
Ağaçları çivilemek (Tree-spiking), engelleme (blocage),
reklam panolarını kullanılmaz hale getirme (billboard bandits)
belli başlı uygulama şekilleridir. Kanımca, Sam Love ve David
Obst'un “Ekotage!” (Ekotaj) isimli kitabında verilen çocuk
kaçırma, mektup yazma, vb. örnekleri ekotajın uygulama
şekillerinden değildir. Çünkü böylesi örnekler ekotajın
amacından uzaklaşarak, onun adi bir suç niteliğine
bürünmesine yol açabilir. Nitekim kamuoyunda bazı çevrelerde
ve özellikle hükümet yetkililerinde böyle bir nitelendirmeye
gitmektedirler. Ekotajın, yeni bir çeşit terör eylemi olduğu
yönünde iddiada bulunmaktadırlar.
Ekotaj sivil itaatsizliğin de ötesine geçen bir adım olarak
düşünülebilir. Çünkü ekotaj, iktidarın geleneksel hukuk
kurallarının meşruiyetini sorgulamada kuvvetli bir araçtır.
58
I- Ekotajın Anlamı ve Tanımı
Ekotaj, ekoloji ve sabotajın birleşmesi ile meydana gelmiş
bir sözcüktür. Bu sözcüğü semantik olarak inceleyebilmek için
ona oluşturan bu iki sözcüğün anlamını bilmek gerekmektedir.
Ekoloji sözcüğü 1889'da Alman bilimadamı Ernest Haeckel
tarafından, Yunanca oikos (ev) ve logos (bilim) köklerinden
türetilmiştir. Ekoloji, canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle
olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı olarak tanımlanmaktadır1.
Ekoloji önceleri bilim dalı olarak kabul edilirken daha sonraları
bir düşünce akımının, sosyo-politik hareketin doğuşuna hizmet
etmiştir2. Sabotaj ya da sabote etmek sözcüğü ise Fransızca
kökenli olup, sabot ve age sözcüklerinden türemiştir. Yani,
Fransızca sabot, tahtadan yapılmış ayakkabı anlamına gelirken,
-age tahtadan yapılmış ayakkabılarla (sabotlarla) makinelere
verilen zarar anlamında kullanılmaktadır. Kısaca sabotaj,
tahtadan yapılmış ayakkabılarla makinelere zarar vermektir3.
Bu sözcük on dokuzuncu yüzyılda işçilerin tahtadan yapılmış
ayakkabıları ile çalıştıkları işyerlerindeki makineleri tahrip
etmeleri olgusu sonucu ortaya çıkmıştır4. Ekoloji ile sabotajın
birleşmesiyle oluşan ekotaj, genellikle, yaşam sistemlerine
zarar vermeksizin icra edilebilir taktik şeklinde belirlenebilir.
Bir başka deyişle ekotaj çevresel bozulmayı önlemek için
uygulanan sabotajdır5. Ekotaj ekolojik krize neden olan
etkinlikleri protesto etme temelinden hareket ederek uygulanan
1
Berkes/Kışlalıoğlu, Çevre ve Ekoloji, s. 16, 36; Simonnet, Çevrecilik, s. 8.
Simonnet, Çevrecilik, s. 8.
3
Abbey, The Monkey Wrenching Gang, s. xıı; Sam Love/David Obst,
Ecotage!, Pocket Books pub., New York 1972, s. 5.
4
Bkz. yuk. Luddizm.
5
Taylor, “Earth First!”, s. 14; Love/Obst, Ecotage!, s. 89.
2
59
çevresel değerlere duyarlı sabotaj eylemleri olarak da
nitelendirilebilir1.
Ekotajın ne olduğunu açıklamaya ve onun uygulama
şekillerini de gösterecek bir tanım vermeye çalışalım.
Ekotajı bir katalizör olarak düşünmek doğru bir yaklaşım
olacaktır; çünkü bu, doğaya karşı yürütülen tahrip edici, yok
edici insan faaliyetlerini ve davranışlarını değiştirmeye ve
doğayı koruma yönünde bir bilincin oluşmasına yardım
edebilecek eylemler toplamıdır. Ekotaj, doğanın kötü amaçlarla
kullanımını değiştirebilecek ve bu yıkıma karşı çıkabilecek
taktikler, uygulamalardır2. Ekotaj, sistem içinde sıkışıp kalmış
bireyleri taciz etmek için kullanılabilecek, bir nevi gerilla
savaşına yol açan bir rehber olarak asla düşünülemez. Çünkü,
ekotaj bireysel ve toplumsal davranışlarımız yanında aslında
iktidarı elinde tutanların düşüncelerine ve davranışlarına
odaklanmaktadır. Ekotaj, doğaya karşı işlenen suç ya da
suçlara karşı bir duruş, bir sosyal baskı şeklinde görülmelidir3.
Ekosabotörlerin ekotajı, yasal araçların artık yetersiz
kaldığında, son çare olarak uygulamaları da bu tezi
kanıtlamaktadır4. İşte bu noktada ekotajın bir meşru müdafaa
olduğu savunulmaktadır. Edward Abbey, “Ecodefence: A Field
Guide
to
Monkeywrenching”
(Ekosavunma:
İngilizanahtarcılığının Bir Kılavuzu) adlı kitaba yazdığı
önsözde bunu açıkça gözler önüne sermektedir:
“Bir yabancı bir baltayla kapıyı zorlarsa, aileni ve seni
öldürücü silahlarla tehdit ederse, ve her ne olursa olsun
senin evine girmek için diretirse, o ahlâk ve hukuk
1
Demirer/Torunoğlu/Duran, “Radikal Çevreci Hareket”, s.111.
Love/Obst, Ecotage!, s. 180-181.
3
Love/Obst, Ecotage!, s. 14-17.
4
Mattehew Lyon, “Introduction To Third Edition”, Ecodefence: A Field
Guide to Monkeywrenching, Ed. Foreman/Haywood, 3. Edition, Abbzug
Press, California 1996, s. 3.
2
60
kurallarının evrensel olarak suç şeklinde tanımladığı şeyi
işliyor demektir. Böyle bir durumda herkes ev halkını,
kendisini ve ailesini, mülkiyetini korumak hakkına ve
yükümlülüğüne sahiptir. Bu hak ve yükümlülük evrensel
olarak tanınmış, adil sayılmış ve bütün medeni toplumlar
tarafından kabul görmüştür. Saldırıya karşı kendini
savunmak temel kurallardan birisidir ki bu sadece insan
toplumu için değil, yaşamın kendisi için de, salt insan
yaşamı için değil, bütün yaşam sistemleri için de
geçerlidir.”1
Abbey'in sözlerinden de anlaşıldığı üzere, ekotaj bir meşru
müdafaa olarak görülmektedir2. Bu iddia meşru müdafaanın
esasını açıklamayı gerektirmektedir. Şu halde meşru
müdafaanın esasını açıklayan düşüncelere değinmekte yarar
vardır. Meşru müdafaanın esasını açıklayan düşünceler,
objektif ve sübjektif düşünceler şeklinde ikili ayrıma tabii
tutulmuştur. Bu düşünceler de kendi aralarında alk kategorilere
ayrılmıştır. Kategoriler üzerinde bir fikir birliği yoktur. Burada,
kısaca, doktrinin kullandığı bütün kategorilere değinilmeye
çalışılacaktır.
Sübjektif
düşünceler
beş
ana
başlık
halinde
açıklanmaktadır3. Bunlar; tabi hak düşüncesi, manevi cebir
düşüncesi, saikte meşruluk düşüncesi, cezalandırılamayan
hareket düşüncesi, kendini koruma içgüdüsü düşüncesi
şeklinde belirtilebilir. Tabi hak düşüncesi, meşru müdafaayı,
tabi bir hak olarak görmektedir. Bu düşünceye göre, kişi haksız
1
Edward Abbey, “Forward!”, Ecodefence: A Field Guide to
Monkeywrenching, Ed. Foreman/Haywood, 3. Edition, Abbzug Press,
California 1996, s. 3.
2
Aynı yönde bir görüş için bkz. Carrie Lane, “Ecotage”,
http://electronicsoap.box/es/ecotage/organie.htm., 12. 11. 2001, s.1.
3
Bkz. Muharrem Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, Seçkin
Yay., Ankara 1995, s. 29-37.
61
bir saldırıya uğrarsa kendini savunma hakkına sahiptir. İnsanlar
tabiat halinden toplum haline geçerken yaptıkları bir
sözleşmeyle tabi müdafa haklarından feragat etmişler, yani bu
haklarını topluma devretmişlerdir. Ancak, toplum bir tehlike
karşısında bireyi koruyamazsa, bu hakka birey tekrar sahip
olacak ve böylece kendini haksız bir saldırıya karşı
savunabilecektir1. Buna karşılık manevi cebir düşüncesini
kabul edenler, saldırıya uğrayan ya da tehlikeye karşı
savunmada bulunmak zorunda kalan bir kişinin soğuk
kanlılığını yitireceğini, bu yüzden kasıtlı hareket etme
ehliyetine ve irade serbestisine sahip olmayacağını ileri
sürmüşlerdir. Böylece kişi kusurlu sayılmayacağı için saldırıya
karşı kendisini savunması cezalandırılamayacaktır2. Saikte
meşruluk düşüncesinin temeli, haksız bir saldırıya karşı kendini
savunan kişinin saikinin meşru olması fikridir. Savunmada
bulunan kişinin amacı, başkasına saldırmak değil, aksine
haksız bir saldırıya karşı kendini korumaktır. Kendisini
koruyan bir kişinin de cezalandırılması düşünülemez3.
Cezalandırılamayan hareket düşüncesi meşru müdafaada
bulunan kişinin kusurlu olduğunu, ancak fiilinin maksada
uygun oluduğu için cezalandırılmadığını savunmaktadır. Bu
düşünceye göre, savunma amacıyla bile yapılmış olsa suç teşkil
1
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 29-31; Sulhi
Dönmezer/Sair Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C. II, 7. Bası,
İÜHF Yay., İstanbul 1981, s. 124-126; Faruk Erem, “Türk Hukukunda Mal
İçin Meşru Müdafaa”, Adliye Ceridesi, S. 8, 1943, s. 606; Faruk
Erem/Ahmet Danışman/Mehmet Emin Artuk, Ceza Hukuku, 14. Baskı,
Seçkin Yayınları, Ankara 1997, s.566; Pulat Gözübüyük, “Modern Ceza
Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, Adliye Ceridesi, S.1, 1942, s. 589 dn.
2.
2
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 31-32; Dönmezer/Erman,
Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 127-127; Erem/Danışman/Artuk, Ceza
Hukuku, s.567.
3
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 33-34; Dönmezer/Erman,
Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 130-131; Erem/Danışman/ Artuk, Ceza
Hukuku, s.566-567; Erem, “Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s.
607.
62
eden fiili işlemek hukuk düzenine aykırılık teşkil etmektedir1.
Meşru müdafaanın hukuki esasını açıklayan subjektif
teorilerden sonuncusu kendini koruma içgüdüsü düşüncesidir.
Buna göre, haksız bir saldırıyla karşı karşıya kalan kişi, buna
işgüdüsel olarak tepki gösterir ve karşı koyar. İşte hukuk
düzeni de bu fiili cezalandırmamalıdır. Çünkü kişi
cezalandırılsa da içgüdüsünün ona emrettiği şeyi yapacaktır2.
Görüldüğü gibi sübjektif teoriler meşru müdafaayı
açıklarken kişinin fiilini esas almaktadır. Oysa objektif teoriler
meşru müdafaayı açıklarken kişiyi esas almamakta, hak, hukuk
ve kamu gibi kavramları kullanmaktadır. Objektif düşünceler
yedi ana başlık halinde açıklanmaktadır3: Haksızlığın butlanı
düşüncesi, hakların çatışması düşüncesi, tali kamu savunması
düşüncesi, kötülüğün kötülükle karşılanması düşüncesi, yetki
devri düşüncesi, hukuk için mücadele düşüncesi, toplumsal
zararın yokluğu düşüncesi.
Haksızlığın butlanı düşüncesi, haksız bir saldırının hakkı
inkâr ettiğini buna karşılık savunmanın da bu inkârı red
anlamında algılanması gerektiğini ileri sürmüştür. Dolayısıyla
kişi hakkını teyit ettiği için cezalandırılmayacaktır4. Hakların
çatışması düşüncesine göre, iki hak çatıştığı zaman bunlardan
birisinin feda edilmesi gerekecektir. Meşru müdafaa halinde
üstün tutulması gereken hak savunma fiilini gerçekleştiren
kişinin hakkıdır. Devlet bu haklardan üstün olanı, yani
savunanın hakkını korumak zorundadır5. Bir başka düşünce,
1
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 34-35; Dönmezer/Erman,
Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 127.
2
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 36-37; Erem, “Türk
Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 607.
3
Bkz. Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 37-49.
4
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 37-38; Dönmezer/Erman,
Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 131; Erem/Danışman/ Artuk, Ceza
Hukuku, s.567.
5
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 38-39; Erem/Danışman/
Artuk, Ceza Hukuku, s.567.
63
tali kamu düşüncesi, kişisel savunmayı asli kamusal savunmayı
ise tali nitelikte görmektedir. Çünkü bu düşüncede olanlara
göre, kamusal savunma bireysel savunmanın yetersizliğini
gidermeye ve onun aşırılığını önlemeye yöneliktir. Şu halde,
kamusal savunma etkisiz ve yetersiz olduğunda bireysel
savunma etkin duruma geçmektedir1. Meşru müdafaanın
aslında bir haksızlık olduğunu ileri süren kötülüğün kötülükle
karşılanması düşüncesi, bunun gerekçesini cezalandırma
hakkının sadece devlete ait olması şeklinde açıklamaktadır.
Ayrıca, bu düşünceye göre, iki kötülüğün karşılaşması ile
çatışma bitmiş ve devlete yapacak bir iş kalmamıştır. Bundan
sonra haksızlığın ortadan kaldırılması ahlaki bir kefarettir2.
Yetki devri düşüncesinin esası ise, kısaca, devletin saldırıya
uğrayana ya da bir üçüncü kişiye yardım edemediği hallerde
meşru müdafaa fiilini gerçekleştirene yetkisini farazi ve şartlı
olarak devretmesidir3. Jhering’in savunduğu hukuk için
mücadele düşüncesi hukukun kaynağını mücadeleye
indirgemektedir. Dolayısıyla meşru müdafaa da hukuk için
mücadelenin bir şeklidir4. Son düşünce ise, toplumsal yararın
yokluğu düşüncesidir. Antolisei, meşru müdafaa halinde
işlenen fiilin toplumsal bir zarara sebep olmadığını
söylemektedir. Toplum saldırıya uğrayanın hakkını saldırganın
hakkından
üstün
tuttuğu
için
savunma
fiili
5
cezalandırılmamaktadır .
1
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 40-41; Dönmezer/Erman,
Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 124-126; Erem/Danışman/ Artuk, Ceza
Hukuku, s.568.
2
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 41-42; Dönmezer/Erman,
Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 129.
3
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 43-45; Erem/Danışman/
Artuk, Ceza Hukuku, s.568.
4
Aktaranlar Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 45-46;
Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 131-132;
Erem/Danışman/ Artuk, Ceza Hukuku, s.568-569.
5
Aktaran Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 47-49.
64
Bütün bu belirlemelerden sonra ekosabotörlerin meşru
müdafaanın esasını açıklayan düşüncelerden tabi hak
düşüncesine daha yakın oldukları söylenebilir. Ancak şu da
hemen belirtilmelidir ki, tabi hak düşüncesi çevresel varlıklara
karşı yönelen saldırıları savunmada, ekosabotörlere, bir çerçeve
sunmamaktadır. Çünkü, tabi hak düşüncesi de diğer düşünceler
gibi bireyi esas almaktadır. Aksi bir düşünce, tabi hak
düşüncesinin çerçevesini genişletmek ve hatta onun yanlış
anlaşılmasına neden olabilecektir. Meşru müdafaa “...özünde,
insanda varolan kendini koruma içgüdüsünün hukuken
tanınmasından ibarettir.”1 Dolayısıyla geleneksel hukuk
kurallarının tanımladığı meşru müdafaa ile Abbey'in
savunduğu
doğa
lehine
meşru
müdafaa
anlayışı
uyuşmamaktadır.
Bu noktada, pozitif hukuk açısından, bir savunma fiilinin
meşru müdafaa olarak kabul edilebilmesi için gerekli şartların
ne olduğu bilinmelidir.
Meşru müdafaanın şartları, saldırıya ve savunmaya ilişkin
olarak iki grupta incelenmektedir. Saldırıya ilişkin şartlark,
üçlü bir ayrıma tabi tutulmaktadır: Mevcut bir saldırı olmalı,
saldırı haksız olmalı ve saldırı nefse veya ırza yönelik
olmalıdır2. Bazı hukuk düzenleri nefse ve ırza yönelik
saldırıları da meşru müdafaa kapsamına almaktadır. Mal için
meşru müdafaanın kabulü konusunda çok yoğun tartışmalar
1
Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Üçüncü Baskı, Savaş Yay., Ankara
1994,s.71.
2
Ayrıntılı bilgi için bkz. İsmail Doğanay, “Meşru Müdafaa”, Adalet Dergisi,
S. 5, Mayıs 1947, s. 387-394; Ahmet Erdoğdu, “Meşru Müdafaa”, Adalet
Dergisi, S. 3, Mart 1950, s. 349-355; Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru
Müdafaa, s. 71-112; Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s.
133-143; Gözübüyük, “Modern Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”,
s. 591-592; Erem, “Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s.607-611.
65
yapılmış, bunu kabul edenler kadar karşı çıkanlar da olmuştur1.
Tartışmalar ceza hukuku tekniği üzerinde yoğunlaşmamış, ceza
siyaseti ve mülkiyet hakkı üzerindeki kişisel görüşlerde
odaklanmıştır. Bir yazara göre2, hukuk müdafaayı bazı haklar
veya durumlar için değil, hukuk düzenindeki bütün haklar için
meşru saymalıdır. Çünkü aksi halde, bazı haklar veya
durumların niçin bu kapsamın dışında tutulduğu yönünde
objektif ve bilimsel bir açıklama yapılamayacaktır. Bu görüş,
nefse ve ırza karşı müdafaa ile mala karşı müdafaa arasında bir
fark görmemektedir. Çevresel varlıklar açısından konuya
bakıldığından konu daha da karmaşıklaşmaktadır. Çevresel
varlıklara yönelik bir saldırıya karşı meşru müdafaayı mala
karşı meşru müdafaa kapsamında değerlendirmek birçok
sorunu beraberinde getirecektir. Mal ile neyin kastedildiğinin
açıklanması gerekecek3, özel hukukla ceza hukukunun bu
kavramı ne şekilde nitelendirdiği önem taşıyacaktır4. Ayrıca,
ceza kanunlarına bakıldığında, özellikle Türkiye açısından,
mala karşı meşru müdafaanın genel bir kural olarak kabul
edilmediği görülecektir.
Meşru müdafaanın savunmaya ilişkin şartları, kısaca,
savunmanın zorunlu olması ve savunmayla saldırı arasında bir
oran bulunması şeklinde özetlenebilir5.
1
Bkz. Erem, “Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 614-616;
Gözübüyük, “Modern Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s.593597.
2
Bkz. Gözübüyük, “Modern Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s.
597.
3
Bkz. aşa. Ekotajın amacı ve eleştiri alanı.
4
Bu konuda bir karşılaştırma için bkz. Hamdi Öner, “Medeni Kanun ve Ceza
Kanunu’nun Meşru Müdafaaya İlişkin Hükümleri Arasında Mukayese”,
Adliye Ceridesi, S. 1939.
5
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 120-132;
Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 127-127; Erem, ““Türk
Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 609-613; Gözübüyük, “Modern
66
O halde, bu söylenenler ışığında, hukuk düzeninin,
gerçekte, yalnız insan hareketlerini değerlendirdiği ve
normların yalnız insanlara hitap ettiği değerlendirmesi
yapılabilir1. Oysa, çevre siyaseti ve hukuku bu yerleşik yapıya
bir alternatif sunmaktadır. Çevre siyaseti ve hukukunun amacı,
“geniş anlamıyla, çevresel öğelerin korumasıdır” şeklinde
açıklanmaktadır2. Bu korumaya insanların da dahil olduğu
tartışmasız bir gerçektir3. O halde “çevre hukukunun, hukukun
geleneksel kural, kavram ve araçlarını sorgulayarak, onların
sınırlarını zorlayarak”4 geliştiği esas alındığında doğayı
savunmaya yönelik bir eylemin, üçüncü kişi lehine meşru
müdafaaya
benzer
bir
korumadan yararlandırılması
düşünülebilir. Ancak unutmamak gerekir ki böyle bir bakış
açısı, hukukun sınırlarını zorlamak anlamına gelecektir.
Ekotajı yüksek bir ahlâk yasasına uygun olarak gerçekleşmiş
bir eylem olarak görerek ve doğayı bir çeşit üçüncü kişi
sayarak hukuka uygun hale gelebileceğini iddia etmek pozitif
hukukta kabul görmeyecektir. Zira, meşru müdafaa, aslında,
hukuka aykırı bir davranışı, sadece hukukun tanıdığı özneler
açısından hukuka uygun hale getiren hukukî bir olanaktır.
Manes şu sözleriyle ekotajı meşru müdafaa olarak görmektedir:
“Varlıklarımız, içinde yaşadığımız biyolojik topluluğu
kuşatan daha büyük bir varlığa aitse, öyleyse ağaçlara,
kurtlara, nehirlere yapılan bir saldırı, hepimize yapılmış
demektir. Yerin müdafaası bir meşru müdafaa biçimi haline
gelir, bu noktada en etik ve yasal sistemler bir ağaca çivi
Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 592-593; Erdoğdu, “Meşru
Müdafaa”, s. 355-357; Doğanay, “Meşru Müdafaa”, s. 394-399.
1
Bkz. Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 82.
2
Turgut, Çevre Hukuku, s.101.
3
Bu yönde açıklamalar için bkz. Nükhet Turgut, Çevre Hukuku, s. 102.
4
Turgut, Çevre Hukuku, s.55.
67
çakmak ya da bir lastiği patlatmak için büyük bir zemin
olacaktır.”1
Şüphesiz, geleneksel ceza hukuku anlamında meşru
müdafaa söz konusu olduğunda, yukarıdaki görüş beraberinde
birçok teorik sorunu gündeme getirecektir. Sorun, geleneksel
hukukun tanımladığı özneden kaynaklanmaktadır ki, o da
insandan ya da bireyden bir başkası değildir. Kendine yönelen
bir saldırıyla karşı karşıya kalan bir öznenin, savunması orantılı
olmak şartıyla, bu saldırıya karşılık vermesi haklı ve gerekli
olacaktır. Ancak hem Abbey hem de Manes'in belirtmiş olduğu
gibi yaşam salt insan yaşamına odaklanamaz. Çünkü yaşam,
salt insan yaşamı olarak kabul edilse bile, insanın doğal
çevrede yaşadığı dikkate alınarak doğa meşru müdafaanın
dolaylı bir öznesi olarak kabul edilebilir ve her şeye rağmen
hukukun sert kalıpları zorlanabilir. Ancak özellikle belirtmek
gerekir ki bu, mevcut hukuk sistem içerisinde sadece teorik bir
tartışma olarak kalacaktır. Mahkemelerin doğa lehine meşru
müdafaayı kabul eden bir bakış açısını benimseyerek bunu
kararlarına yansıtmaları düşünülemez. Sistem içinde
düşünüldüğünde arzu edilebilir olan; yasama organının doğayı
koruma amacıyla yapılan kimi eylemleri meşru müdafaa
kapsamına sokan bir yasalaştırma yapmasıdır. Bu
görüşümüzün, Özen’in meşru müdafaanın bütün hakları
kapsayan bir meşruiyet nedeni olarak görülmesi gerektiği
şeklindeki ifadesi ile paralellik taşıdığını düşünmekteyiz:
“[M]eşru müdafaa, hukuk düzenlerinde ya belirli tür haklar
için kabul edilen bir hukuka uygunluk nedeni olarak
öngörülmekte ya da haklar arasında bir derecelendirme
yapmaksızın hukukça korunan tüm hakları kapsayan bir
1
Lindsay Hart, “Radikal Doğrudan Eylemi Savunurken”, Jon Purkis-James
Bowen, 21. Yüzyıl Anarşizmi, Çev. Ş. S. Kaya, Ayrıntı Yay., İstanbul 1997,
s.84.
68
meşruiyet nedeni sayılmaktadır. Kanaitimizce, bunlardan
birinin veya diğerinin kabul edilmesi siyasi tercih
sorunudur ve dolayısıyla kanun koyucuya aittir. Ancak,
kanun koyucu, ceza hukuku bilimindeki gelişmeleri
gözönünde bulundurmalı ve bu gelişmelere uygun
değişiklikleri yapmalıdır. Ceza hukukunun bugünkü gelişimi
karşısıda meşru müdafaa da haklar arasında bir
derecelendirme yaparak onu sadece belirli haklar
bakımından
kabul
etmenin”
doğru
olmadığını
düşünüyoruz1.
Demek ki ekotaj, birçok teorik ve hukukî sorunun
tartışılabileceği somut bir örnektir. Ekotaj birçok eylem
çeşidini bünyesinde barındırmaktadır. Bunlar, avcı gemilerine
zarar vermekten, denek hayvanları üzerinde kullanılan
ekipmanı parçalamaya ve hatta ağaçların kesilmesini önlemek
için ağaçlara çivi çakmaya kadar uzanan bir grup eylemdir.
Aşağıda bahsedildiği gibi kundaklama (aroson), reklam
panolarını kullanılmaz hale getirme ve engelleme gibi daha
birçok ekotaj çeşidi vardır2.
Sonuç olarak, bu söylenenler ışığı altında Lindsay Hart
ekotajı şöyle tanımlamaktadır:
“Kasten bir yasaya karşı gelen, eylemcinin çevreye zarar ya
da hasar verdiğine inandığı bir işlem ya da eylemi
durdurmak, bozmak ya da yavaşlatmayı amaçladığı bir
protesto eylemi. Aynı zamanda protestonun odak
1
Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 97.
Scarce, Eco-Warriors, s. 13; John Atwell, “Earth First! and the
Environmental Defense Fund: A Comparison of Web Pages Equals a
Comparison of Philosophy”, www.law.uiowa.edu/library.php, 12.11.2001,
s.1.
2
69
noktasındakilerin mülklerine zarar veren ya da yok eden bir
eylem.”1
Hart'ın tanımında birkaç nokta öne çıkmaktadır. İlk önce
bir yasaya kasten karşı gelinmeli, çevreye zarar verdiğine
inanılan bir işlem ya da eylem olmalı ve bu işlem ya da eylemi
durdurulması/ bozulması/ yavaşlatılması amaçlanmalı, son
olarak da bu durdurma/ bozma/ yavaşlatma mülkiyette bir
zarara ya da değerinde azalmaya neden olmalıdır. Bu tanım
doğru olmakla birlikte bazı noktaları kapsamamaktadır. O
halde daha kapsamlı bir tanım şöyle yapılabilir:
Ekotaj, bir kişi ya da grubun çevreyi korumak için çevreye
kasten zarar veren veya vermesi muhtemel olan bir işlem
ve/veya eylemi engellemek/durdurmak/ortadan kaldırmak
amacıyla çevreye zarar veren faaliyetleri yapanların özel kişi
ya da kamu tüzel kişilerinin mülkiyetlerine karşı geleneksel
hukuk kurallarını ihlal ederek sembolik bir şiddet uyguladıkları
doğrudan eylemin radikal taktiğidir.
II- Ekolojik Sabotajın Ortaya Çıkışı
Ekotajın kökeni, bazı yazarlar tarafından 1800'lerin
başlarına kadar geriye götürülmektedir2. Bunun sebebi,
1800'lerde ortaya çıkan ve adına Makine kırıcılık ya da Luddite
(makine kırıcılık/makine düşmanlığı) denilen kavramdan
kaynaklanmaktadır. Luddizm, isminin Ned Ludlam olduğu
tahmin edilen Leicestershire'li bir işçinin bir gün sıkıcı işinden
bunalarak,
çekiçle,
çalıştığı
fabrikadaki
makineleri
parçalamasıyla başlayan bir harekettir. Scarce'in da belirttiği
1
Hart, “Radikal Doğrudan Eylemi Savunurken”, s. 84.
Scarce, Eco-Warrior, s.12; Turhanlı, Şenlik,Sanat ve Sabotaj, s.20; Turgut,
Çevre Hukuku, s.25 dn.65; Douglas Brinkey, “Introduction”, The Monkey
Wrench Gang, Edward Abbey, Perennial Pub., New York, s. xx.
2
70
gibi, Ned Ludlam adlı işçi belki de hiç varolmamış, çevreci
hareketi başlatan bir lokomotif işlevi gören bir efsane olabilir1.
Her ne olursa olsun bu eylem ya da efsane işçilerin
işverenlerinin iş makinelerine karşı isyanına ve daha sonra
onları takip edeceklere General Ludd (General Ludd) ya da
Luddites (makine kırıcılar) denilecek olan bir işçi birliğinin
oluşmasına önayak olmuştur. İşte o zamandan beri ludizm bir
teknofobi ya da sabotör anlamına gelmiştir. Ekotaj da doğayı
savunmak için teknolojiye zarar veren çevresel Ludizm olarak
anılmaktadır2.
O halde ekotajın kökenini makine kırıcılık’ta ramak
gerekmektedir. Çünkü teknolojik gelişmenin eğilimlerine karşı
çıkmak sanayi toplumunun dışına çıkmayı savunmakla aynı
anlama gelecek ve böylece ekotaj ile Ludizm aynı anlamda
kullanılmış olacaktır3. Ancak makine kırıcılığın ve doğru
anlaşılması gerekmektedir. Ludizmi, sadece, bir gün işinden
sıkılan bir işçinin makineleri kırması olarak görmek , hem
ekotajın hem de ludizmin yanlış anlaşılmasına sebep
olabilecektir. Nitekim bu hareketin altında yatan güdü
sanayileşme, kapitalizm, yabancılaşma ve dolayısıyla doğanın
tahribi ile yakından ilintilidir.
İşçileri böyle bir eylemler dizisine sevk eden şey, vasıflı işçi
olarak sahip oldukları hakların ellerinden alınması ve
teknolojinin yaygın kullanımında kendilerine söz söyleme
imkanının tanınmamasıdır. İşte bunun içindir ki onlar dokuma
tezgahlarını
parçalamaya
başlamışlardı4.
Ludizmin
kapitalizmin gelişme sürecinde, belli bir anda doğduğu
söylenebilir. Ancak Ludizm, tarihi durdurmaya çalışan ve
insanlığın ilerlemesini engellemeyi deneyen bir grup insanın
bilinçsizce yaptığı bir hareket olarak görülemez. Ludizme ve
1
Scarce, Eco-Warriors, s.12.
Scarce, Eco-Warriors, s. 12.
3
Porrit, Yeşil Politika, s.59.
4
Porrit, Yeşil Politika, s.128.
2
71
ekotaja yöneltilen en temel eleştiri, böylesi eylemlerin
teknolojiye açık bir düşmanlık besledikleri şeklinde
belirtilebilir. Ludizmin ne ilk kadrosu ne de şu an neo-luddite
(yeni makine kırıcılar) denilen ekosabotörler, teknolojinin
ekolojik bir toplumun gelişmesinde önemli bir yeri olduğuna
inanmaktadırlar. Ludizm teknolojiye karşı bilinçli ve etik bir
karşı çıkış olarak kabul edilmelidir. Ludizm yaşayan bir
gerçek, bir ruh, bir düşünce şeklidir1. Bunun kanıtı da makine
kırıcıların ortaya attıkları sorularda görülebilir: “Kalkınmanın
bedeli nedir ve bu bedeli ödeyenler kimlerdir?” , “Kalkınma
kimlerin yararınadır, kimlere zenginlik ve mutluluk getiriyor?”,
“Kalkınma ve teknoloji nötr kavramlar mıdır?”, “Sınıflı bir
toplumda teknoloji tarafsız olabilir mi?”2
Makine kırıcıların bu soruları sormuşlardı ve hala da
sormaya devam etmektedirler. Çünkü makinenin insan
hayatından neler götürdüğünün bilincindedirler. Şöyle ki;
makinenin her iki işlevini de bilmektedirler: Üretimi arttırmak
ve işçileri disiplin altına almak.
Makine kırıcıların tecrübelerinden öğrenilecek çok şey
vardır. Kirkpatric Sale, almamız gereken dersleri sekiz başlık
altında öğretmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir3:
 Teknoloji asla tarafsız değildir; aksine ızdırap vericidir.
 Sanayileşme daima geçmişi
belirsizleştiren bir yıkım sürecidir.
yıkan,
geleceği
de
 Sanayileşmeye karşı direniş, ahlâki prensipler ile
donatılmış olmalı ve sisteme derin eleştiriler getirme amacını
taşımalıdır. Böyle bir direniş son derece gereklidir.
1
Turhanlı, Şenlik, Sanat ve Sabotaj, s. 20-22.
Turhanlı, Şenlik, Sanat ve Sabotaj, s. 24.
3
Kirkpatrick
Sale,
“Lessons
from
the
Luddites”,
http://greenfield.fortunecity.com/crawdad/213/lessons, 12.11.2001, s. 13.
2
72
 Politik olarak, sanayileşmeye direniş; kamu bilinci ve
tartışmasına sadece 'makine sorunu'nu değil aynı zamanda
sanayi toplumunun uygulanabilirliğini de yerleştirmelidir.
Radikaller işçi sınıfını kendilerine yakın görmüşlerdir; bu
sınıfın yaşamlarını angaryalarla dolduran yeni teknolojilere
karşı itirazda bulunmuşlar ve onların yanında saf tutmuşlardır.
Belki de bu sebeple onlara çevresel makine kırıcılar adı
verilmektedir. Hatta ekotaj taktiğini uygulayan sabotörler neoluddites (yeni makine kırıcılar) olarak adlandırılmaktadır1. O
zaman 1800'lerde başlayan ve günümüzde de devam eden bu
hareketin girdiği macerayı belirlemek gerekmektedir. Ekotaj
taktiğinin kökenini oluşturan Ludizm'in hedef alanını
makineleri tahrip oluşturmaktaydı. Ekotaj da bu noktada genel
olarak teknolojiyi ve çevreye zarar verdiğine inanılan iş
makinelerini hedef almaktadır. Şu halde ekotaj bir taktik olarak
ne zaman doğmuştur şeklinde bir soru ortaya atılabilir. Ekotaj
bazı yazarlar2 tarafından Edward Abbey'in “The Monkey
Wrench Gang” (İngilizanahtarı Çetesi) romanı esas alınarak
belirlenmeye çalışılmaktadır. Bazı başka yazarlar ise, ekotajı,
romanın yazıldığı 1975'ten öncelere dayandırmaktadırlar3. Bob
Edward 1967 ve 1968'de Kentucky'nin doğusunda kömür
alanlarında ortaya çıkan direnişten bahsetmektedir. Bu
direnişte buldozerlerin önünde barikatlar kurulmuş ve
madencilikte kullanılan ekipmana 2 milyon dolar zarar
verilerek kömür madenciliği zarara uğratılmıştır4. 1972 yılında
bu direniş şiddetini arttırmıştır. Sam Love ve David Obst 1972
1
“Neoluddizm” kavramı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Kirkpatrik Sale,
“The
Neo
Luddites”,
http://greenfield.fortunecity.com/crowdad/213,
12.11.2001.
2
Turhanlı, Şenlik, Sanat ve Sabotaj, s. 31; Taylor, “Earth First!”, s.13.
3
Edward, “With Liberty”, s. 47; Love- Obst, Ecotage!, passim; G. DemirerE. Torunoğlu-M. Duran, “Radikal Ekolojik Akımlar Üzerine Düşünceler”,
Ve Kirlendi Dünya, Haz. G. Demirer ve diğerleri, 2. Basım, Öteki Yay.,
Ankara 1999.
4
Edward, “With Liberty”, s. 47.
73
yılında Ecotage! (ekotaj) adını verdikleri bir çevresel eylem
kitabı hazırladılar. Bu kitapta eylemcilerin çevreyi savunmada
yararlanacakları ciddi öneriler yerine, muzipçe rasyonalize
edilmiş örnekler yer almaktadır1. Ancak belirtmek gerekir ki
ekotaj eylemleri esas olarak Abbey'in romanından sonra
görülmeye başlamıştır. Abbey'in kitabı bir kurgu (fiction)
tarzındadır. Romanda, Arizona çölünün çevresinin fabrikalar
ve benzeri inşaatlarla bozulan doğal ortamını, yani ortaya çıkan
çevresel zararı tersine çevirmekle durdurmak amacıyla hareket
eden ve bunu sabotaj yolunu kullanarak gerçekleştirmeye
çalışan bir grup çevreci anlatılmaktadır. Abbey, bir çevreciydi
ve 1962 yılında Glen Kanyon Barajının inşa edilmesi ile
çevresel bozulmanın had safhaya ulaşmasından rahatsız
olmuştu. Abbey inşa edilen bu barajın doğaya verdiği zararın
farkına varılması amacıyla anti-kahramanlar karakterize ederek
“İngilizanahtarı Çetesi” yazdı. “İngilizanahtarı Çetesi”, özetle,
amaçladıkları eylemleri gerçekleştiren birbirinden oldukça
farklı bireylerden oluşmuş bir grup sabotörü anlatmaktadır2. Bu
romanı sadece bir kurgu tarzında değerlendirmek doğru bir
bakış açısı olmayacaktır. Bron Taylor’ın da söylediği gibi bu
roman 1980'lerde kurulan “Earth First!” (Önce Dünya!-EF!)
adlı radikal çevreci grubun kutsal kitabı sayılmış ve onların
ekotaj taktiğini örnek aldıkları temel kaynak olmuştur3. Hatta
EF!!'li bir grup sabotör Abbey'in kitabında anlattığı Glen
Kanyon Barajının havaya uçurulması eylemini sembolik olarak
uygulamışlardır4. EF!'li dört -beş kişiden oluşan bu sabotör
grubu çuvallara doldurdukları plastik kalıplarla barajın en
1
Roy
Halliday,
“Review:
Ecotage”,
http://royhalliday.home.mindspring.com/ecotage.html, 12.11.2001.
2
Edward Abbey, The Monkey Wrench Gang, Perennial Pub., New York
2000.
3
Taylor, “Earth First!”, s. 13-14. Ayrıca bkz. Brinkey, “Introduction”, s. xxii;
Mellor, Sınırları Yıkmak, s.106.
4
Bu sembolik eylem için bkz. Taylor, “Earth First”, s.14; Lee, Earth Firt!, , s.
26-27; Scarce, Eco-Warriors, s. 57-58.
74
yüksek noktasına tırmanmışlar ve bu plastik kalıpları barajın
duvarlarından aşağı bırakarak, sanki bir bomba patlamış sanısı
uyandıran gürültü yapmışlardır. Bu gösteri amaçlı eylem ve
benzerleri zamanla yerini daha ciddi eylemlere bırakarak,
yabanıl hayata zarar veren teşebbüslerin faaliyetlerini
durdurmaya (engellemeye) yönelmiştir.
III- Ekotajın Amacı ve Eleştirel Alanı
Modern kapitalist toplumda gelişen özel mülkiyet hakkının
kutsallığı düşüncesiyle, kişilere, mülklerine yönelik olarak
yapılan ve rızalarına dayanmayan müdahaleleri defetme
olanağı tanınmıştır. Mülkiyete yönelik bir ekosabotaj eylemi bu
kutsallığı ihlal ettiği gerekçesiyle cezai yaptırım ile
karşılaşmaktadır. Şu halde, kısaca, ekotajın amacını daha iyi
açıklamak için kapitalizmde merkezi bir öneme sahip olan
mülkiyeti açıklamak gerekmektedir. Ancak, mülkiyet
kavramını açıklamadan önce mal/eşya kavramının ne olduğunu
bilmek gerekmektedir.
Doktrinde, şey, mal, eşya kavramlarının farklı anlamlarda
kullanıldığından
söz
edilmektedir1.
Mal
şöyle
tanımlanmaktadır; “para ile ölçülebilen ve başkalarına
devredilebilen varlıklardır.”2 Mallar, hukuki açıdan, maddi
mallar ve gayri maddi mallar olarak ikiye ayrılmaktadır. İşte bu
noktada maddi mallara eşya denilmekte, kısaca, elle tutulup
gözle görülebilen şeyler olarak nitelendirilmektedir. Geleneksel
hukuk, eşyaları, taşınır eşya-taşınmaz eşya, özel mülkiyete tabi
olabilen –özel mülkiyete tabi olamayan eşya, sahipli eşyasahipsiz eşya şeklinde bir ayrıma tabi tutmuştur. Gayrimaddi
mallar, zeka ve düşünce ürünü olan eserlerdir. Özel hukuk,
1
Bkz. Kemal Oğuzman/Özer Seliçi, Eşya Hukuku, 7. Bası, Filiz Kitabevi,
İstanbul 1997, s. 4 dn. 12.
2
Kemal Gözler, İdare Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, Bursa 2002, s.
547. Aynı yönde bkz. Turgut Akıntürk, Medeni Hukuk, Savaş Yay., Ankara
1991, s. 30.
75
maddi mallar üzerinde kişilerin sahip olduğu mutlak haklara
ayni hak demektedir. Bu ayni haklarda, mülkiyet hakkı ve
sınırlı ayni hak olarak ikiye ayrılır1. Mülkiyet hakkının,
konumuz açısından önem taşıdığı için, kısaca, açıklanması
gerekmektedir. Mülkiyet, hak sahibine sahip olduğu eşyayı,
kullanma (usus), ondan faydalanma (fructus) ve onunla ilgili
her türlü tasarrufta bulunma (abusus) yetkilerini veren sınırsız
bir ayni haktır2. Mülkiyet, özel mülkiyet ve kamusal mülkiyet
şeklinde kategorize edilmektedir. Özel mülkiyet, özel kişilere
ait olan, kişinin özel yararı için kullanma yetkisine sahip
olduğu taşınır ve taşınmaz mallar üzerindeki yetkidir. Kamusal
mülkiyet ise, kamu yararına tahsis edilmiş ve kamu hukukuna
ve özel hukuka bütün mallar üzerindeki yetkidir. Özel
mülkiyette, malik sahip olduğu mallardan başkalarının
yararlanmasını engelleme yetkisine sahiptir. Malik, mülkiyetini
nasıl kullanacağını düzenleyen kurallara bağımlı olsa da bir
dışlama erkine sahiptir.
Mülkiyet, hukukî açıdan bir kişi ile nesne arasındaki yasal
ilişkiyi belirlemek üzere kullanılan bir kavramdır. Bu halde
mülkiyet, sahibi belli bir dönem içinde mülkü üzerindeki
iddiasından vazgeçmedikçe sona ermeyen bir yasal ilişkidir.
Mülkiyet, özel mülkiyet ve kamusal mülkiyet şeklinde
kategorize edilmektedir. C.B. Macpeherson'a göre özel
mülkiyet ile kamusal mülkiyet arasındaki en önemli fark; özel
mülkiyetin, malike, mülkiyetin kullanımından başkalarını
dışlama hakkını tanırken, kamusal mülkiyetin dışlama hakkını
elinde bulundurana vermemesidir. Dolayısıyla özel mülkiyetin
sahibi bu hakkını istediği gibi kullanabilmektedir. Yani,
1
Oğuzman/Seliçi, Eşya Hukuku, s. 6; Akıntürk, Medeni Hukuku, s. 30 vd.;
Sefa Reisoğlu, Türk Eşya Hukuku, C.I, 5. Bası, Ankara 1977, s. 3; Aydın
Zevkiler, Medeni Hukuk, Savaş Yay., Ankara 1992, s. 43.
2
Bkz. Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 547, s.547; Oğuzman/Seliçi, Eşya
Hukuku, s. 18; Akıntürk, Medeni Hukuk, s. 31.
76
mülkiyetini devredebilmekte, kiraya verebilmekte ve hatta terk
edebilmektedir1.
Konumuz açısından asıl önemli sorun bu noktada ortaya
çıkmaktadır: Ekosabotörlerin eylemleri ile korumayı
amaçladıkları çevresel varlıklar mülkiyet açısından nereye
yerleştirilebilecektir? Çevresel varlıklar özel mülkiyet
statüsünde kabul edilecek olursa, özel hukuktaki geleneksel
eşya kategorisine dahil edilip bu hukukî rejim içerisinde mi
korunacaktır? Yoksa özel hukuk rejimi içerisinde bahsedilen
özel mülkiyete tâbi olmayan şeyler kategorisine mi dahil
oldukları kabul edilecektir? Bu durumda bireysel aidiyete
dayalı koruma yolundan değil genel menfaate dayalı kamu
hukuku rejimine tâbi bir korumadan bahsedilecektir. Hemen
belirtmek gerekir ki, burada bahsedilen çevresel varlık
sözcüğü, en geniş anlamda kullanılmıştır. Şöyle ki, “ [...] varlık
kelimesinin yaygın olarak kullanıldığının aksine fiziksel
nitelikli varlıklardan başka görünümsel ve estetik
nitelendirmeleri de içerir kabul edildiği için, en geniş anlamda,
hatta çevre kavramına denk düşer anlamda kullanılmıştır.”2
Eğer çevresel varlıklar özel hukukta yer alan geleneksel
eşya ayrımından yararlanılarak korunursa, bu varlıkların
korunması hak sahibi olan tek tek bireylerin iradesine
bırakılmış olacaktır. Şu halde böyle bir koruma rejiminde
çevresel varlıklar, hak sahibi bireyin ona verdiği değerle sınırlı
olarak korunmuş olacaktır. Çünkü kişi, özel mülkiyetine ait bir
şeyi, eşyayı, malı dilediği şekilde kullanma yetkisiyle
donatılmıştır3.
1
Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Andrew Reeve, “Mülkiyet”, Blackwell'in
Siyasal Düşünce Ansiklopedisi II (K-Z), Haz. David Miller, Çev. Bülent
Peker-Nevzat Kıraç, Ümit Yay., Ankara 1995, s.156-160; Marshall, Sosyoloji
Sözlüğü, s. 519-521.
2
Turgut, Çevre Hukuku, s. 75 dn. 10.
3
Turgut, Çevre Hukuku, s. 82.
77
Çevresel varlıklar kamusal mal olarak nitelendirildiğinde
özel mülkiyete konu olmayacak, aksine, herkesin kullanımına
açık olacaktır. Böylece devredilmez ve zamanaşımı ile
kazanılamaz sayılacaktır. Böylece kamu hukuku karakterli
kurallarla korunacaktır1. Burada kamu malı-kamusal mal
kavramlarının açıklanması gerekmektedir.
Sahiplerine göre mallar, özel kişilere göre mallar ve kamu
tüzel kişilerine göre mallar (kamu malları) şeklinde ikiye
ayrılmaktadır2. Doktrinde kamu malı ile kamusal mal arasında
bir terminoloji sorunu bulunmaktadır. Bu tartışmalara
girmeksizin, kısaca, kamu malı ile kamusal mal arasındaki
ayrıma değinmekte yarar vardır. Kamu malları, kamu tüzel
kişilerinin ellerinde bulunan, kamu hizmetlerinin ifasına ve
kamunun yararlanmasına tahsis edilen mallardır3. Kamu
malları, özel malların ve kamusal malların her ikisini de
kapsamaktadır4. Oysa kamusal mallar kavramı ile kamu tüzel
kişilerinin
sadece
kamu
hukukuna
tabi
malları
kastedilmektedir5. Bu ayrımı göz ardı ederek, yani dar anlamda
kamu malı terimini (kamusal mal) kullanarak şöyle bir tanım
yapılabilir: “Kamu malları, kamu tüzel kişilerinin kamu
yararına tahsis edilmiş olunan mallarıdır6. Konunun
ayrıntılarına girmek bu tezin sınırlarını aşacağı için çevresel
varlıkları kamusal mal olarak nitelendirilmesinin nasıl bir
hukuki koruma sağlayacağına değinmekte fayda vardır.
Çevresel varlıklar kamusal mal olarak değerlendirilirse
kamu
mallarının tabi olduğu koruma
rejiminden
1
Turgut, Çevre Hukuku, s. 85.
Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 548-549.
3
Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 548; Akın Dürel, İdare Hukuku
Dersleri, AÜHF Yay., No: 447, Ankara 1979, s.9.
4
Lütfi Duran, “Kamusal Malların Ölçütü”, Amme İdaresi Dergisi, S. 19, s.
49.
5
Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 548.
6
Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 550.
2
78
yararlanacaklardır. Böylece çevresel varlıklar, yukarıda da
bahsedildiği
gibi,
devredilemeyecek,
dolayısıyla
kamulaştırılamayacak, haczedilemeyecek, zamanaşımı ile
kazanılamayacak ve üzerlerinde sınırlı ayni haklar tesis
edilemeyecektir. Bunlara ek olarak çevresel varlıklar koruma
kolluğundan da yararlanacaktır. Başka bir ifade ile maddi
durumlarının bozulmaması için gerekli önlemler alınacak ve
kalitesinin bozulmasına karşın cezai yaptırımlar konulacaktır1.
Ancak çevresel varlıklar kamusal mal olarak nitelendirilse bile
etkin bir korumadan yararlanacakları sonucuna varılamaz2. Bu
yüzden çevresel varlıkların geleneksel hukukun getireceği
çözümler çerçevesinde korunması yerine çevre hukukunun
geliştireceği çözümler çerçevesinde korunması gerekmektedir.
İşte bu noktada, çevresel düzenlemeler çerçevesindeki yeni
eğilimler ortaya çıkmıştır3. Bu eğilimlerden birisi mamelek
kavramıdır.
Mamelek, “maddi ve maddi olmayan varlıkları içine alan”
bir kavram olarak tanımlanmaktadır4. Bu kavramın çevresel
varlıkların bütünsel yapısını karşılayacağı düşünülmüştür.
Mamelek kavramının çeşitli uluslararası düzenlemelerde5
ormanlar ya da doğal kaynaklar, denizler, kıyılar ya da doğal
veya peyzaj değeri olan kıyısal özel bölgeler, sit alanları,
kültürel varlıklar, tehlikede olan türler ve göçmen kuşlar gibi
çok sayıda varlığın korunmasına ilişkin olarak kullanıldığı
ifade edilmiştir.6 Aynı şekilde, ortak varlık sözcüğünün de
mamalek kavramının anlamını yansıttığı söylenmektedir7.
1
Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 563-568.
Turgut, Çevre Hukuku, s. 86.
3
Bkz. Turgut, Çevre Hukuku., s.86-96.
4
Turgut, Çevre Hukuku, s. 86.
5
1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi; Dünyasal, Kültürel ve Doğal
Mamelekin Korunması Sözleşmesi vb. aktaran Turgut, Çevre Hukuku, s. 87
dn. 29.
6
Bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s. 87.
7
Bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s. 88.
2
79
Mamelek ya da ortak varlık kavramı kabul edildiği takdirde
çevresel varlıklar, bireysel kullanımın konusu olmaktan
çıkacak; özel mülkiyet hakkına ve bazı ticari girişim
özgürlüğüne sınırlamalar getirilebilecektir1. Ayrıca kamusal
varlık ile mamelek kavramı da örtüşmektedir. Çevresel
varlıklar kamusal varlıklar olarak yorumlandığında2, “[…]özel
mülkiyet alanında bulunan ama genel menfaati ilgilendiren
çevresel varlıkları da içine alacak bir niteliğe kavuşmuş
olacaktır[…]”3
Bu çerçevede, burada bir belirleme yapmak gerekecektir:
Kamusal varlık olarak kabul edilmiş olan çevresel varlıkları
korumada kim yetkili ve sorumlu olacaktır?
Bir yazarın da belirttiği gibi, yetkilinin ve sorumlunun
kimliklerinin belirlenmesinin sebebi, “[…]çevresel varlıkları
yalnızca özel mülkiyet ya da bireysel aidiyetin getireceği
sakıncalara karşı değil, aynı zamanda devletin kamusal
varlıklara ilişkin mevcut düzenlemeler çerçevesindeki
girişimlerine karşı korunmaları[…]”4 zorunluluğuydu. Bu
zorunluluk çevresel gardiyanların aranması sonucunu
doğurmuştur. Çevresel gardiyanlar çevresel varlıkları gözetim
ve denetim altında tutarak onları koruma görev ve yetkisine
sahip olacaklardır. İşte ekotajı uygulayan gruplar da bu
kavrama dâhil edilebilir.
Ekotaj çevreye zarar veren faaliyetlerde bulunanlara karşı
ekonomik bir savaş yürütme amacını esas alan eylemlerdir.
Ekipmana zarar vermek, araştırmaları engellemek, ağaçları
1
Turgut, Çevre Hukuku, s.89.
Böyle bir yorum için bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s.90.
3
Turgut, Çevre Hukuku, s.90: “[…]Bu açıdan özel mülkiyet hakkı
sahiplerine varlığın fiziki yapısını değiştirmeme ve varlığı bu yapıyı
değiştirecek durumlardan koruma ve yetkili birimlerce denetim-gözetim için
izin verme yükümlülükleri getirilmesi söz konusu olmaktadır.”
4
Turgut, Çevre Hukuku, s. 90.
2
80
çivilemek gibi yöntemleri kullanmalarının ardında yatan amaç,
kapitalizmin ulaşmaya çalıştığı kar elde etme güdüsünün
sonuçsuz kalmasını sağlamaktır. Yani kar elde etme amacına
yönelmiş bir faaliyeti, karsız hale getirmek ve zorlaştırmaktır.
Böylece doğayı tahrip bir nevi önlenmiş olacaktır1. Bir başka
deyişle, ekotajın amacı; çevreye zarar verecek projeleri
engelleyerek çevreyi korumaktır. Böylece bu tür projelerin
maliyetleri ekonomik olarak arzu edilemez bir şekilde artacak
ve bu şekilde proje ekonomik açıdan istenilemez bir duruma
getirilmiş olacaktır. Sonuç’ta da faaliyetten vazgeçilmesi
sağlanarak çevrede meydana gelecek muhtemel zararların
önüne geçilmiş olacaktır2.
Böyle bir yolla çevreyi koruma amacı, ekotajın türev
amaçlarından biri olarak belirlenebilir. Ancak ekotajın amacı
salt bununla kısıtlanamaz; amaçlardan birisi de çevre
sorunlarına medyanın ilgisini çekmektir3. Ekosabotörler
medyanın ilgisini çekmek yoluyla çevresel bozulmanın
toplumun ortak belleğinde yer etmesini sağlayarak kamusal
bilincin oluşmasını amaçlamaktadır. Özellikle Greenpeace
(Yeşil Barış) insanların belleğine çevresel bozulmanın
örneklerini imgeler halinde yerleştirmiştir. Sokaktaki herhangi
birine Greenpeace size neyi hatırlatıyor? diye sorulduğu
zaman bu kişi çevre sorunlarının çoğunu sıralayabilmektedir.
Ekosabotörlerin eleştirisi, temelde, özel mülkiyete
yöneliktir. Bu nedenledir ki ekotaj özel mülkiyete zarar veren
eylemler olarak özetlenmektedir. Ancak, bu çevreyi bozan
kamu tüzel kişilerinin mülkiyetlerinin zarar vermeyeceği
1
Taylor, “Earth First!”, s. 14.
Lee, Earth First!, s. 53; Young, “Monkeywrenching”, s. 201; Taylor, “Earth
First!”, s. 14; Love/Obst, Ecotage!, s. 101; Hart, “Radikal Çevreci Hareketin
Radikal Taktiği”, passim.
3
Love/Obst, Ecotage!, s. 39,43,161,163; Sam Love, Earth Tool Kit, Pocket
Books Pub., New York 1971, s. 32.
2
81
anlamına gelmemektedir. Ekotaj, özellikle, çevrede ciddi bir
zarara yol açabilecek şirketlerin etkinliklerine odaklanarak,
bunların özel mülkiyetlerine zarar vermektedir. Böylece şirket
için finansal bir zarar ortaya çıkmakta ve malvarlığında bir
değer kaybı meydana gelmektedir1. Yukarıda da açıklandığı
gibi çevresel varlıkların özel mülkiyet rejiminden
yararlanılarak korunmaları ve hatta özel mülkiyete konu
edilmeleri düşüncesi ekotajı uygulayanlarca kabul edilemez
sayılmaktadır. Kimi çevresel varlıklar, somut düzenlemeler
çerçevesinde, bireysel mameleklere dahil edilseler dahi
ekosabotörler bu yaklaşımı reddettiklerinden, yine çevresel
varlıkları koruma adına, bireylerin özel mülklerine kasıtlı
olarak zarar verme yolunu seçmektedirler. Bunun sebebi gayet
açıktır: Özel mülkiyet burjuva hukukunun kavramsallaştırdığı
ve kapitalist zihniyetin temelini oluşturan bir nitelemedir. Bu
yöndeki her eylem onu değersizleştirme amacını güdecektir.
Özel mülkiyete saygı duyulmamalıdır; çünkü özel mülkiyet
bizatihi kendisi kirlilik sorunun bir sebebidir2. Ekosabotörler
çevresel gardiyan olarak kabul edilirse, çevresel varlıkları özel
mülkiyetin sebep olabileceği sakıncalardan korumak için, özel
mülkiyeti reddettikleri iddiası ileri sürülebilir.
IV- Ekotajı Biçimlendiren Felsefi Görüş: Derin Ekoloji
Ekotajı, ilk bakışta, doğrudan eylem stratejisinin bir taktiği
olarak nitelendirmek mümkündür. Ancak böyle bir niteleme
ekotajın esas aldığı felsefenin gözden kaçırılmasına yol
açacaktır. Ekotajı, mevcut düzeni bu düzenin hoşgörmediği
eylemler yoluyla sorgulayan bir terim olarak görmek onu
sadece bir protesto şekli kabul etmek anlamına gelecektir ki, bu
ekotajın altyapısının ve işlevinin eksik anlaşılması sonucunu
doğuracaktır. Ekotaj özel bir konuya yönelik olan ve dışsal bir
1
Steve Jones, “Ecotage: A Practical or Punishable Means of Environmental
Activism?”, http://darwin.bio.uci.edu, 12.09.2001.
2
Halliday, “Review”, s. 1.
82
otoritenin zımnen onaylanmasını da içine alan bir eylem
şeklindeki "protesto"dan farklı olarak yerleşik otoriteye karşı
geniş tabanlı bir muhalefet biçiminde özetlenebilecek bir
"direniş" olarak kavranmalıdır. Bu kavrayış benimsendiği
takdirde ekotajı biçimlendiren bir felsefenin olup olmadığının
sorgulanması gerekecektir. Şu durumda ekotaj taktiğini
uygulayan gruplar incelendiğinde benimsedikleri felsefi
görüşün, aslında, bu eylemlerinin alt yapısını oluşturduğu
şeklinde bir belirleme yapılabilir. Bu altyapısal felsefi görüş
ise, "derin ekoloji"dir.
Derin ekoloji, 1972 yılında Norveçli filozof Arne Naess
tarafından literatüre kazandırılmış felsefi bir persfektiftir1.
Arne Naess, katıldığı bir toplantıda, bu terimi kullanmış ve
derin ekoloji ile sığ ekoloji adını verdiği kavramların farkını
açıklamıştır. Naess daha sonra bu terimi felsefi bir bakış açısı
olarak geliştirmiş ve derin ekolojik hareketin doğuşuna neden
olmuştur. Naes derin ekolojinin temelini onun derin sorular
sormasına bağlamaktadır. Ona göre derin ekoloji kavramındaki
"derin" sıfatı niçin ve nasıl sorularını sormamız gerektiğini
bizlere hatırlatır. Örneğin, ekoloji bir bilim olarak belirli bir
ekosistemin en iyi şekilde sürdürülebilmesi için ne çeşit bir
topluma gereksinim olduğu yönünde bir soruyu sormayacaktır.
“Bu şekilde bir soru”, demektedir Arne Naess, “değer teorisine,
politikaya ve etiğe ait bir soru olarak düşünülmüştür.”2 Oysa
derin ekoloji bu soruların ekoloji biliminin sorması gerektiğini
savunur. Naes bu noktada adına "ekosofi" dediği ekolojik
düşünce şeklini ileri sürmektedir. Ekosofi, ekoloji ile felsefenin
1
Lee, Earth First!, s. 11; Fritjof Capra, “Deep Ecology- A New Paradigm”,
Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed. George Session,
Shambhala Pub., Boston 1995, s. 20; Scarce, Eco-Warriors, s. 35; Mellor,
Sınırları Yıkmak, s. 104.
2
George Session, “Introduction”, Deep Ecology for the Twenty-First
Century, Ed. George Session, Shabhala Pub., Boston 1995, s. 4.
83
birleşmesi ile oluşturulmuş bir kavramdır1. Sofi, eski
Yunanca'dan gelir ve "bilgelik" anlamındadır ve etik, normlar
ve uygulamalar ile ilişkilidir. Ekosofi ise bilimde bilgeliğe
doğru yönelen bir değişim anlamına gelmektedir. Naes, derin
ekolojinin akademik duyarlılığa uygun bir felsefe olmadığını,
bir ideoloji olarak da kurumsallaştırılamayacağını2 ifade
etmiştir. Derin ekoloji, teori (felsefe) ile praksisin (eylem)
birleştiği iyi bir örnektir. Derin ekolojinin başlıca ilgi alanı
büyük bir paradigma değişimi meydana getirmektir. Bu
değişim, modern sanayileşmiş toplumun, ekolojik yıkıma
neden olan, yolunun yönünü değiştirip, onu yeniden
yönlendirmek için3 değerlerde ve yaşam tarzlarında bir
farklılaşmaya neden olacaktır.
Derin ekoloji hareketi hem insanlar ile doğal dünya
arasındaki ilişkinin bir felsefesini hem de doğanın
savunulmasında doğrudan eylem stratejisini kapsamaktadır. Bu
doğrultuda derin ekolojiyi, felsefe olarak derin ekoloji ve
doğrudan eylem olarak derin ekoloji biçiminde, ikiye ayırmak
mümkündür.
Derin ekolojinin temel felsefi ilgi alanı, egemen dünya
görüşü olan insan merkezciliğini reddetmektir. Naes bu
noktada derin ekolojiyle sığ ekoloji arasında bir sınır çekmiş ve
her iki kavramı karşılaştırarak derin ekolojiyi savunmuştur.
Düşünür, 1960'larda yeşil hareketin iki kanadından bahsederek,
Bu bağlamda, kirlilik, kaynaklardaki azalma ve gelişmiş
ülkelerdeki insanların refahı ve sağlık sorunları ile ilgili "Dar"
(shallow) bir antroposantrik-teknokratik çevreci hareket ve
1
Ayrıntılı bilgi için bkz. Arne Naes,”The Deep Ecological Movement”,
Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed. George Session, Shabhala
Pub., Boston 1995, s. 79-83.
2
Naes, “The Deep Ecological Movement”, s. 70.
3
Session, “Prafece”, s.ix.
84
ekosantrik (derin, uzun dönemdeki kaygıları temel alan ekoloji
hareketi) hareket şeklinde bir ayrım yapmaktadır. Sığ ekoloji
insanları doğanın dışında ya da üstünde görmekte, bütün
değerlerin kaynağının insan olduğunu ve doğaya atfettiği
değerle doğayı sadece insanın araçsal kullanıma mal
etmektedir. Oysa derin ekoloji’de insanları doğal çevreden ayrı
tutmaz. Dünya nesneler toplamı olmayıp temel olarak birbirine
bağlı ve birbirine bağımlı bir olgular ağıdır. Derin ekolojiye
göre yaşayan bütün varlıkların değeri vardır ve bu varlıklardan
birisi olan insan da yaşam ağında sadece bir parçadır1. Derin
ekoloji Batı'nın felsefi paradigmasına kesin bir karşı çıkıştır.
Çevre sorunsalının ortaya çıktığı tarihsel süreç kısmında
bahsedilen araçsal değer kavramı, söz konusu derin ekoloji
hareketi olduğunda, özünde değer kavramına tekabül eder.
Doğaya artık insan yararı göz önünde tutularak bir değer
atfedilmemekte doğanın bizatihi bir değeri olduğu ve bu
yüzden korunması gerektiği yönünde bir düşünce
benimsenmektedir. Oysa sığ ekoloji egemen dünya görüşü ile
paralellik göstermektedir. Bu durumda sığ ekoloji ile derin
ekoloji arasındaki farklılıklar şöyle özetlenebilir2:
 Sığ ekoloji doğadaki çeşitliliğin insanoğlu için değerli
bir kaynak olduğunu söylemektedir. Derin ekoloji ise
doğal çeşitliliğin kendiliğinden bir değere sahip
olduğunu savunmaktadır.
 Sığ ekolojiye göre 'değer atfetme' salt insan için olabilir.
Oysa derin ekoloji değer atfetmeyi sadece insana
özgüleyen bir bakış açısını ırkçı bir önyargı ifadesi
olduğu gerekçesiyle eleştirmektedir.
1
Capra,”Deep Ecology”, s. 20.
Günseli Tamkoç, “Derin Ekolojinin Genel Çizgileri”, 57-58 Birikim, OcakŞubat 1994, s. 89.
2
85
 Sığ ekoloji kirliliği durdurmanın koşulunu ekonomik
büyümenin tehdit altında olmasına bağlamaktadır. Derin
ekoloji ise kirliliği durdurmayı ekonomik gelişmeye
bağlamak bir yana kirliliğin meydana gelmesinin baş
aktörünün ekonomik büyüme politikaları olduğunu iddia
etmektedir.
 Sığ ekoloji nüfus artışının ekolojik dengeyi bozmasını
gelişmekte olan ülkelere bağlamaktadır. Derin ekoloji ise
nüfus artışının ekosistemi tehdit ettiğini kabul etmekle
birlikte
sanayileşmiş
ülkelerdeki
tüketim
alışkanlıklarının daha önemli sonuçlar doğurduğunu
vurgular.
 Sığ ekoloji kaynakların insanlara yararlılığı ölçüsünde
korunması fikrini savunurken derin ekoloji kaynakların
tüm yaşayan organizmalar için gerekli olduğu
düşüncesini benimsemektedir.
Özetlemek gerekirse derin ekoloji, insanın kendisini doğada
bir yabancıymış gibi görmemesini, aksine canlı ve cansız her
şeye eş değer saymasını savunmaktadır.
Derin ekolojideki konuya ilişkin iki temel çelişkiden
bahsetmeden önce Naes'in ortaya attığı sekiz temel ilkeye de
değinmek gerekmektedir1:
1. Yeryüzündeki canlı ve cansız varlıkların hepsi bizatihi
bir değere sahiptir.
2. Ekosistem bir bütün olarak değerlidir ve türlerin devamı
sürdürülmelidir.
1
Tamkoç, “Derin Ekolojinin Genel Çizgileri”, s.88; A. Mc Laughlih,”The
Heart of Deep Ecology”, Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed.
George Session, Shabhala Pub., Boston 1995, s. 86-89; Lee, Earth First!, s.
153; Naess, “The Deep Ecological Movement”, s. 68-70.
86
3. İnsanlar doğadan yararlanırlarken yaşam gereksinimleri
ölçüsünde hareket etmelidir.
4. Ekosistemdeki yaşam dengeli olmalıdır.
5. İnsanlar doğaya aşırı müdahale ettiklerinin bilincine
varmalıdırlar.
6. İnsan davranışlarındaki değişim ekonomik, teknolojik ve
ideolojik kurumları etkileyecektir.
7. Yaşamın niteliği önemlidir.
8. Derin ekoloji ilke olarak kabul olunduğunda büyük
ölçekte değişiklikler ortaya çıkacaktır.
Yukarıdaki ilkeler benimsendiğinde insan ile doğa uyum
içinde devinebileceklerdir. Ancak, derin ekoloji bazı çelişkiler
taşımaktadır. İlk çelişki ekomerkezcilik ile biomerkezcilik
arasındadır. Çünkü ekomerkezcilikte insan doğa ile
karşılaştırıldığında daha değersiz olarak algılanmakta ve
doğanın parçası değil de doğanın düşmanı şeklinde
nitelendirilmektedir. Kısaca derin ekoloji ekomerkezciliği bu
yönüyle benimsediğinde açıkça anti-hümanizme kaymaktadır.
Bu da nüfus sorunu söz konusu olduğunda daha belirgin
görülmektedir1. Bir diğer çelişki ise doğanın yaradılış değeri
fikriyle insanın kendini gerçekleştirme amacı arasındaki
ilişkidir. Bu ikisi karşılaştığında hangisine öncelik tanınacağı
ve eğer ilki tercih edilirse insanın kendini nasıl
gerçekleştireceği bir sorun olarak ortaya çıkacaktı2.
1
2
Bkz. yuk. çevre sorunları
Mellor, Sınırları Yıkmak, s.104-105.
87
V- Ekotajı Uygulayanların Benimsediği İlkeler
A-Geleneksel
Sorgulamak
Hukuk
Kurallarının
Meşruiyetini
Klasik Tabiî Hukuka göre doğa, yeryüzünde olan her şeyi
kapsamakta, yalnızca fizikî ve maddesel nesneleri değil, insan
ve insanın yarattığı tüm sosyal kurumları ve özellikle onu
yönlendiren aklı da içine almaktadır1. Oysa modernite ile,
özellikle mekanik dünya görüşü savını ileri süren Descartes ve
sonraları Kant'ın görüşleri, doğa devinimsiz olarak kabul
edilmiş, evrendeki tek anlam ve değer kaynağının akıl olduğu
kabul edilmiştir2. Descartes ve Kant'ın tezleriyle hukuk olgu ile
özdeşleştirilmiş ve hukuk ‘salt olgu’nun ürünü olarak kabul
görmüştür. Bunun sonucu olarak da olgusal alanda var olan
kurallar akla, ahlâka ve adalete aykırı bile olsalar hukukun
kendisi sayılmıştır3. Descartes ve Kant'a kadar hukuk; “ ‘bir
kez konulmuş ve bundan böyle de geçerli olacak kurallar’
olarak değil, adil olan anlamında (juste, dikaion)”4
kullanılmıştır.
Hukukun doğadan koparılarak olgulara bağlanması
gerektiği şeklindeki anlayış Kelsen'in Saf Hukuk Kuramı ile
doruğa ulaşmıştır. Kuram, hukukun nasıl olması gerektiği
sorusunun sözde bir soru olmasından hareket ederek hukukun
“nasıl olduğunu” belirlemeyi kendine amaç edinmiştir5. Bu
amaç hukukun doğadan ayrılması sonucunu doğurmaktadır.
Cahit Can'ın da haklı olarak belirttiği gibi:
1
Cahit Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, Seçkin
Yay., Ankara 2002, s. 185.
2
Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.178.
3
Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.179
4
Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.184.
5
Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.243.
88
“[H]ukuk, yalnızca ve yalnızca, insan davranışlarını
düzenleyen bir normlar sistemidir. Hukuk, karşılıklı insan
davranışlarının normatif düzeni olarak tanımlanıp salt
normlara ilişkin bilgi ve tanımlarla sınırlandırıldığında;
hukuk doğadan, normatif bir bilim olarak hukuk bilimi de
gerçek süreçler ve ya olgular arasındaki nedensellik
ilişkilerini araştıran diğer bilimlerden ayrıştırılmış
olacaktır.”1
Kelsen'in ve diğer modernistlerin bu yöndeki düşünceleri
insanlığın geçmiş yaşam deneyimini hiçe sayarak teori uğruna
yaşam pratiğini bir kenara atmaktadır. Carbonnier bu görüşü
şöyle eleştirmektedir: “Bir hukuk kuralı; sonsuz biçimde
yinelenmiş toplumsal deneyimler özeti”dir2.
Ekotaj bugün egemen olan geleneksel hukuk kurallarını bu
noktada sorgulamaktadır. Hukuk saf normlar toplamından
ibaret değildir. Normlar olgulardan hareket edilerek
konulmakta oysa hukuk toplumsal pratiklerimizin sonucunda
var olan durumları değiştirme potansiyeline sahip önermeler
toplamından ibaret olmaktadır. Doğaya yapılan müdahaleye
karşı 1970'lerden önce hukuksal alanda çok az düzenleme
mevcutken 1970'li yıllardan sonra çevreci hareketin politik
gündeme ağırlığını koymasıyla hukukî düzenlemelerin sayısı
artmıştır. Doğayı korumaya yönelen bu düzenlemeler ile doğa
hukukî düzenlemelerin konusu haline gelmiştir. Ancak
belirtmek gerekir ki, doğayı korumaya yönelik düzenlemeler
hem niteliksel hem de niceliksel olarak istenilen düzeyde
değildir. Ekosabotörler mevcut düzenlemelerin bu yetersizliği
karşısında kamuoyunun ilgisini çekerek bir tartışma ortamı
yaratmayı arzulamaktadırlar. Burjuva hukukunun temel yapı
1
Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.244-245.
Jean Carbonnier, Sociologie Juridique, P.U.F., Paris 1978, s.43'ten aktaran
Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.256.
2
89
taşlarından biri olan özel mülkiyet kavramı1, ona yönelen,
sabotaj eylemleriyle sorgulanmaya başlanmış ve hatta bu
sabotaj eylemleri sonucu çevresel varlıkların özel mülkiyetin
konusuna dahil olamayacakları yönünde savlar ortaya
atılmıştır.
Ekotaj geleneksel hukuk kuralları esas alınarak incelenirse
hukuka aykırı bir eylem (illegal) olarak kabul edilebilecektir.
Oysa adalet düşüncesini temel alan bir yaklaşım, bu eylemleri
insan yaşamına zarar vermedikçe meşru bir müdafaa olarak
görecektir.
Kısaca ekotaj, hukuk sisteminin gelenekselliğini yıkma
potansiyeline sahip ve kimi durumlarda bunu başarmış bir
doğrudan eylem taktiğidir. Ekosabotörler, kendilerini, egemen
hukuk ve etik kurallarının sınırlarını genişletmeye çalışan ve
bunun için gerekli bilgiyi (doğanın tahrip edilişini) kamuoyuna
vermeye çalışan bir işle meşgul olan kimseler olarak görürler2.
B-Şiddet İçermeyen Eylemlerde Bulunmak
Ekotaj doğal çeşitliliğin ve yabanıl hayatın tahribi
karşısında şiddet kullanmayan bir direniş şeklidir.
Ekosabotörler, asla insanlara ve diğer yaşayan organizmalara
karşı şiddet uygulamamıştır. Ekotajın asıl hedefi yeryüzündeki
yaşam şekillerine zarar veren araçları ve makineleri tahrip
etmektir. Ekotaj uygulanırken ‘dikkat’ en üst seviyede
tutulmuştur.
Şiddet ‘bir başka insanî varlığa kasıtlı olarak fiziksel zarar
vermek’ şeklinde tanımlanmaktadır3. Şiddet onu uygulayan kişi
1
Burjuva hukuku ve özel mülkiyet kavramını sorgulayan kapsamlı bir
çalışma için bkz. Evgeny Pasukanis, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm,
Çev. Onur Karahanoğulları, Birikim Yay., İstanbul 2002.
2
Young, “ Monkeywrenching'“, s. 205.
3
David Riches,”Şiddet Olgusu”, Antropolojik Açıdan Şiddet, Der. David
Riches, Çev. Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., İstanbul 1989, s. 14.
90
tarafından meşru görülse bile ona maruz kalan veya tanık olan
tarafından gayri meşru olarak nitelendirilecektir. Gerçekte
şiddet de belirli eylemleri yapanlardan çok onların tanığı ya da
kurbanlarına ait bir tehlikedir1. Şiddet kişi tarafından belli bir
amaca ulaşmak için bir araç olarak kullanılabileceği gibi bir
strateji olarak da kullanılabilir. Bu noktada tüm şiddet
edimlerinde ortak olan ‘çekirdek amaç’ kavramını açıklamak
gerekmektedir. Çekirdek amaç aktör ile tanık arasındaki siyasî
ilişkidir. Çekirdek amacın önemi şiddetin meşruluğunu, özünü
oluşturmasıdır; yani, ona aslî anlamı vermesidir2. Şiddet
metaforik olarak da kullanılabilir. Şiddet edimi o eylemdeki
asıl amacın algılanmasın sağlamak için yapılabilir. Örneğin
doğayı tahrip eden insan faaliyetlerini sorgulama amacını
taşıyan bir aktör doğaya zarar verdiğine inandığı faaliyetleri
kamuoyunun bilincine yerleştirmek için o faaliyette kullanılan
ekipmana yönelik olarak sembolik şiddet edimlerinde
bulunabilir. Ekosabotör bunu amaçlayan bir şiddet edimi
uygulamaktadır. Bu taktiği uygulayan bireyler ve/veya gruplar
şiddetin ahlâki açıdan yanlış olduğunda hemfikirdirler; ama
mülkiyete yönelik şiddet yaşam ile kıyaslandığında önemsiz
kalmaktadır. Scarce'a göre şiddetin tanımı canlı veya cansız
doğal varlıklar üzerinde zarar veren uygulamalar şeklinde
yapılmalıdır. İşte bu tanımın pratik göstergesi, makine gibi
doğaya zarar veren teçhizata şiddet uygulanmasının haklı
olduğu şeklindeki inançta ortaya çıkmaktadır. Makinelere
yönelik şiddet “özel mülkiyete zarar vermek olarak kabul
edilmez; çünkü böyle bir şiddet edimi ‘mülkiyet kazanımı’ndan
(property enhancment) başka bir şey değildir”3.
1
Riches,”Şiddet Olgusu”, s. 12.
Riches,”Şiddet Olgusu”, s. 15-18.
3
Scarce, Eco-Warriors, s. 12.
2
91
Şiddet uygulanmama birçok ekosabotörün açıkça kabul
ettiği bir ilkedir1. Dolayısıyla ekotaj çok dikkatli
uygulanmalıdır. Çünkü şiddet edimi birçok durumda aktörün
denetimini aşabilmekte2 ve araç amacın meşruiyetini yok
edebilmektedir. Şiddet eşyaya yönelse de orantılı olmalı ve
sembolik bir özellik taşımalıdır. Bu sebeple, özellikle, Hayvan
Kurtuluş Hareketinin (Animal Liberation) kullandığı
"kundaklama" yöntemi çok tehlikeli ve risklidir. Bu gibi
uygulamalar doğayı koruma amacını aşan bir sonuca neden
olabilir.
C- Eylemin Yöneldiği Hedefler Önceden Belirlemek
Ekotaj uygulanmadan önce ekosabotörler eylemlerini
yöneltecekleri hedefleri, yani ekotaj yapılacak ekipmanı ya da
alanı belirlemekte ve keşif gezisine çıkmaktadırlar. Bir başka
deyişle, tahrip edilecek ekipmanın hangi koşulda olduğu, bu
ekipmanın çevresinde zarar verilebilecek herhangi bir canlı
organizmanın olup olmadığı eylemde bir kaç gün önce
incelenmektedir. Bu güvenli bir ekotaj için gerekli bir
koşuldur; çünkü, ekotaj yapılacak alan ya da ekipman daha
önce incelenmediği takdirde ekotaj başarısız olabileceği gibi
istenilen amacın dışına çıkarak herhangi bir canlıya da zarar
verebilir. Ekosabotörleri eğitmeye yönelik kapsamlı bir kitap
olan Ecodefense'da bu konuya çok geniş bir yer verilmiş ve
başarılı bir ekotaj için yapılması gerekenler belirtilmiştir3. Bu
ilke ekotajı vandalizmden ayırır. Çünkü vandalizm, eşyaya
yönelik olarak düşüncesizce ve güvenlik koşulunu dikkate
almayan bir eylemdir. Ekotaj ise önceden belirlenmiş hedeflere
yönelen etik bir tavrı esas alan bir eylemdir. Nesnelere
1
“Ben şiddetsizliği savunuyorum. Asla kimseyi yaralamam.” Bkz. Love/Obst,
Ecotage!, s. 155.
2
Hannah Arendt, “Şiddetsizlik Üzerine”, 6-7 Cogito, 4.Baskı, Yapı Kredi
Yay., Kış-Bahar 1996, s. 10.
3
Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 233-337.
92
amaçsızca bir şiddet yöneltmeyerek vandalizmden ayrı bir
görünüm sergilemektedir. İşte bu sebeple ekotaj vandalizm
değildir.1
D- Örgütlü Bir Hareket Niteliğine Sahip Olmama
Ekotaj merkezî bir yönlendirme veya örgütleme olmaksızın
yapılmalıdır. Bu sebeple ekotaj genel olarak bireylerin ya da
küçük grupların kısıtlı bir zaman dilimi için birlikte hareket
etmeleriyle uygulanmaktadır. Bu ilke aslında çevreci hareketin
radikal kanadının bir özelliğini yansıtmaktadır. Ekotaj örgütlü
bir hareket niteliği alırsa hiyerarşik bir yapılanma içinde
uygulanan bir taktik haline gelebilir. Böyle bir niteliğe sahip
olan bir taktik meşruiyetini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya
kalacaktır.
VI- Ekotajı Uygulayan Gruplar
A- Greenpeace (Yeşil Barış)
Greenpeace çevreci topluluklar içinde rahatsız edici bir yere
sahiptir. Bunun sebebi Greenpeace'e yüklenilen anlam ile
ilgilidir. Bazı çevrecilere göre Greenpeace oldukça radikalken,
diğerlerine göre Greenpeace yeterince radikal değildir. İlk
görüşü savunanlar Greenpeace'in uyguladığı doğrudan
eylemlerin oldukça fazla çatışmayı içerdiğini ve bu eylemlerin
çevreyi koruma çabalarını baltaladığını iddia etmektedirler:
Eylemcilerin balina avlamakta kullanılan zıpkınlar ile
balinaların arasına girerek öldürülmelerini önlemeleri, dev
fabrikaların borularından paraşütle atlamaları ve nükleer test
alanlarına balonlar ile inmeleri gibi eylemler çevrecilik ile
ilişkilendirilemez. Çünkü bunlar büyük politik ideallerin çok
ötesindedir. Diğer görüş ise radikal çevrecilere aittir. Onlara
göre Greenpeace yeterince radikal değildir. Greenpeace belli
çevresel tehditlere değinir; bu doğrudur ama bu tehditleri
1
Lee, Earth First!, s. 54.
93
çözme yönünde bir çaba harcamaz. Çevresel yıkımı
destekleyen veya onu bizzat gerçekleştiren iktidar yapıları
pankart açma şeklindeki doğrudan eylemlerle ne değiştirilebilir
ne de etkilenebilir1.
Her iki görüşün de bazı noktalarda haklı olduklarını kabul
etmemiz gerekmektedir. Değerlendirmeyi daha sonraya
bırakarak, Greenpeace öyküsünü ve doğrudan eylem
stratejisinin ekotaj taktiği ile ne kadar örtüştüğünü açıklamaya
çalışalım.
Greenpeace'in öyküsü, 1969'da, Alaska'nın batı kıyısı
açıklarında bulunan Amçitka Adası yakınlarında yapılması
planlanan bir nükleer deneye karşı çıkmak için ‘Dalga
Yapmayın Komitesi’nin (Don't make a wave commitee)
kurulmasıyla başlar. Bu komite, Jim Bahle, Paul Cate ve Irving
Stowe tarafından kurulmuştur ve daha sonra Greenpeace adını
almıştır. Bahl ve Stowe Sierra Kulübünün üyesidir. Bu klubün
gelişen olaylar karşısında hiçbir girişiminde bulunmayışı ve
ABD kamuoyunun bu konudaki bilgisizliği gibi sebepler
yüzünden bir gemi kiralayıp nükleer denemeyi kamuoyuna
duyurmaya karar vermişlerdir. Asıl amaçları “tanıklık etmek”2
denilen bir eylemi gerçekleştirmekti. Böylece nükleer
denemelere kamuoyunun dikkatini çekmiş olacaklardı. Daha
sonra ‘Dalga Yapmayın Komitesi’ adının yeterli anlamı ifade
etmediği gerekçesiyle, daha kapsamlı bir isim arayışına
girişilerek ‘Greenpeace’ ismi keşfedildi.
Greenpeace bir nükleer denemeye karşı çıkarak faaliyetine
başlamakla birlikte gün geçtikçe toksik atıklar, asit yağmuru,
1
Wapner, “In Defence”, s. 300.
Tanıklık etmek, karşı çıkılacak bir faaliyetin yürütüldüğü yere gidilerek,
sadece orada bulunmakla oluşturulmuş bir muhalefet şeklidir. Bkz. Michael
Brown-John May, Yeşil Barışın Öyküsü, Çev. Sabir Yücesoy, Metis Yay.,
İstanbul 1992, s.16 ve Wapner, “In Defence”, s. 305-307.
2
94
kanguru kıyımı, balina avcılığı gibi sorunlara dikkat çekmeyi
amaçlayan daha birçok protesto kampanyasında sesini
duyurmuştur.
Greenpeace zamanla hiyerarşik bir örgüt haline gelmiş,
uluslararası bir boyut kazanarak bir çeşit çok uluslu şirket
haline dönüşmüştür. 1980’lerde Greenpeace'te kopuşlar olmuş
Sea Sheped (Deniz Çobanları, SS), Paul Watson öncülüğünde
radikal bir grup olarak Greenpeace'ten ayrılmıştır. Bu noktada
Greenpeace'in radikal olup olmadığı yönünde tartışmaların
sayısı artmıştır. Greenpeace'e yöneltilen eleştirilerden birisi
onun çevre sorunları hakkındaki politikaların değiştirilmesinde
ne gibi bir yarar sağladığı şeklindedir. Pankart açmak ile
mevcut politikalarda ne değiştirilebilir? Kaldı ki böylesi
doğrudan eylemler radikal olmayan bir politika anlamına
gelmektedir. Bir diğer eleştiri, Greenpeace'in üye sayısının
çokluğuna yönelmiştir. Greenpeace her yıl üyelerine binlerce
mektup gönderir. Oysa bu mektuplar ya açılmaz ya da açılıp
cevaplanmadan çöpe atılır. Böylece daha çok atık birikimine
yol açar ki, bazıları buna ekolojik sapkınlık dahi demektedir.
Eleştirilerden bir başkası da Greenpeace'in lobicilik taktiğine
gereğinden fazla bel bağlamasıdır.
Sonuçta Greenpeace'i radikal olmamak ile suçlamak ya da
reformist damgası vurmak, eleştirilerinden bazılarında haklılık
payı olsa da, aşırı kolaycılığa kaçmak olur.
Çünkü
Greenpeace'in hem hukusal platformada uluslararası
sözleşmelerin içeriklerini etkilediği düşünüldüğünde hem de
radikal hareketin başlangıcı olduğu hatırlandığında onu radikal
olarak nitelendirmek pek de yanlış olmayacaktır1.
Greenpeace'in kullandığı taktikler dikkate alınarak onun
ekotajı uygulayıp uygulamadığını belirlemek gerekir.
Greenpeace 'in temel ilkesinin eylemlerinde kişilere ya da mala
1
Wapner, “In Defence”, s. 314; Lee, Earth First!, s. 10.
95
karşı şiddet uygulamamak olduğu görülür. Ekotajın genellikle
eşyayı tahrip ettiği düşünüldüğünde Greenpeace 'in bu taktiği
uygulamadığı şeklinde bir sonuca ulaşılabilir. Ama böyle bir
sonuç, onun bazı eylemleri incelendiğinde bütünüyle doğru
olmayacaktır. Örneğin Greenpeace eylemcilerinin, Lahey'de,
lastik botlarıyla “Pasific SWAN” isimli atom atığı yüklü bir
gemiyi ve yine atom artığı taşıyan “Schelbeborg” ve
“Rijnborg” adlı Hollanda bayraklı gemileri engellemesi,
Rijnborg'un yüklenme vincine tırmanmaları; nükleer atık
taşıyan bir kamyonun lastiklerinin söndürmeleri; bir kağıt
fabrikasının atık borusunun tıkanması vb. ekotajın uygulama
şekillerindendir. Greenpeace engelleme ve atık su borularını
tıkama gibi özünde mülkiyete zarar veren eylemleri
uygulamaktadır. Ama yine de bunlar, diğer grupların
faaliyetlerine oranla, daha az zarar veren eylemlerdir. Belki de
Scarce'ın belirttiği gibi Greenpeace radikalizmin köprüsünü
kurmaktadır1. Fakat Greenpeace mülkiyete zarara (property
destruction) karşı olduğunu açıklamaktadır. Burada dikkat
edilmesi gereken nokta, mülkiyete zarar ile mala karşı zararın
farklı olmasıdır. Kanımca, Greenpeace'in aldığı tavır mala karşı
doğrudan zararlara yöneliktir; yani, makineleri tahrip
Greenpeace'in onaylamadığı bir ekotaj şeklidir2.
B- Earth First! (Önce Dünya! EF!)
EF! Grubu 1980'de özellikle doğal yaşamın korunması
konusunda mevcut çevreci grupların yeterince yol alamadığını
düşünen bir grup insan tarafından kurulmuştur3. EF!'nin E.
Abbey'in “The Monkey Wrench Gang” adlı romanından
etkilenerek kurulduğu yönünde yaygın bir inanış vardır. Daha
önce de bahsedildiği gibi Abbey'in kurgu tarzındaki bu romanı
1975'te yazılmıştı. Romanda Arizona Tucson'un varoşlarını
1
Scarce, Eco-Warriors, s. 47-56.
Karşı görüşler için bkz. Lee, Earth First!, s. 10.
3
Taylor, “Earth First!”, s. 13.
2
96
faaliyetlerinde amansızca kullanan şirketlere karşı doğal
ortamının bozulmasını önlemeyi amaçlayan ‘uzlaşma yanlısı
olmayan’ (no compromise)1 ve yasadışı taktikleri kullanmaktan
çekinmeyen eko-Raider olarak bilinen bir grubu anlatmıştır. Bu
romandaki grup reklam panolarını yok etmekten buldozerleri
çalışmaz hale getirmeye kadar varan taktikleri uygulamakta ve
böylece büyümeye yönelik projeleri engellemekte, kısaca özel
mülkiyete zarar vererek ekotajın amacını gerçekleştirmektedir.
Abbey'in romanı dört birey üzerinde kurgulanmıştır ki, bunlar
yabanıl hayatı savunmak için gerekli olan her türlü aracı
kullanmaya karar vermişlerdir. Roman, Whiteman ve
Thoreou'nun kısa sözleriyle açılır: “Daha çok diren, daha az
itaat et, şimdi değilse hiçbir zaman”. The Monkey Wrench
Gang'da eko-savaşçılar birkaç araştırmayı engellerler, ağır
makinelere zarar verirler ve birkaç köprüyü havaya uçururlar.
Ancak asıl büyük amaçları Glen Canyon Barajını havaya
uçurmaktır. İşte, EF!'nin bu romandan etkilendiği yönündeki
görüşlerin nedeni, onun ilk hedef olarak Glen Canyon Barajını
seçmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu baraj çevresel
hareketin bir sembolüdür. Çünkü o doğanın tahrip edilmesine
göz yuman geleneksel politikanın eseridir. 1981'in baharında
Kolarado köprüsünde yetmiş beş EF!!'li toplanarak Glen
Canyon Barajının yanında göstermelik bir protesto eylemi
başlattılar. Bu tipik bir geleneksel protesto izlenimini
veriyordu. Ama bu görünürdeki protestonun asıl amacı
güvenlik kuvvetlerini meşgul ederek küçük bir grubun asıl
eylemi gerçekleştirmesine olanak sağlamaktı. Tıpkı The
Monkey Wrench Gang'daki gibi dört adam ve bir kadın
1
“No Compromise” kavramı çevreci hareket içindeki radikal kanada
özgülenmiştir. Radikaller doğayı savunurken ona müdahale edenler ile asla
uzlaşmayacaklarını söylemektedirler. Çünkü onlara göre, her uzlaşma bir
ödün verme anlamına gelmektedir ve doğa ödün verilemeyecek kadar tahrip
edilmiştir zaten. Bu kavram için bkz. Lee ve Scarce.
97
beraberlerinde taşıdıkları paketlerle baraja tırmandılar; barajın
en yüksek yerinden bu paketleri aşağı bıraktılar. Baraj etrafına
patlamayı andıran bir ses yayıldı. Bu eylem tamamen
sembolikti. Çünkü kendilerine monkeywrencher (ekosabotör)
diyen bu kişiler isteselerdi barajı havaya uçurabilirlerdi. Oysa
onlar sadece bir bomba patladığı izlenimini uyandırma yolunu
seçmişlerdi. Bu eylem EF!'lilerin ve ekosabotajın şiddete karşı
olduğunun da açık bir kanıtıdır. EF! grubunun başlıca amacı da
doğal hayatın korunmasıdır. Bu noktada EF! hareketinin
eylemelerinin şiddet içermeyen, belli hedeflere yönelmiş ve
çoğu zaman sembolik niteliklerde olduklarını söylemek
gerekmektedir1. EF! hareketinin üç temel kolondan oluşan
ahlâki, ekolojik ve politik iddiaları vardır: Ahlâki iddiaya göre;
insan dışındaki yaşam da değerlidir ve bu yaşam insana
yararlılığının dışında kendinden bir değere sahiptir. Her türün
'gerçek bir değeri' vardır ve her birinin 'evrimsel yazgısının'
gerçekleştirmesine izin verilmelidir. İnsanlar da diğer türlerle
aynı değere sahiptir. İşte bu sav ekotajın alt yapısını
oluşturmaktadır2.
EF!'nin ekolojik iddiası ise şu an içinde bulundukları
durumun emsali görülmemiş bir hal aldığını ve eğer böyle
gidecek olursa tüm ekosistemin çökebileceğini, daha doğru bir
deyişle ekolojik zincirin parçalanarak diğer ekosistemlerin de
yok olma sürecine gireceğini ifade etmektedir. Bu sav ekoloji
biliminin verileri ile de ispatlanmıştır.
Eylemlerin görünüm noktası olan politik iddiaya göre
temsilî demokrasi kavramı bir göz boyamadır. Gerçek
demokrasi ekonomiyi elinde bulunduranlar tarafından tahrip
edilmiştir3. Temsilî demokrasi artık çökmüştür. Temsilciler
bizleri temsil etmektense onların kampanyalarına mali destekte
1
Lee, Earth First!, s. 54.
Bkz. yuk. ekotajın benimsediği felsefi görüş: Derin Ekoloji.
3
Taylor,”Earth First!”, s. 14-17.
2
98
bulunan küçük bir azınlığı, kapitalistleri temsil etmektedir.
Politika sadece zenginlerin oynadığı bir oyun haline gelmiştir1.
EF!'nin ekotajı bir taktik olarak benimsediği yönünde resmi
bir açıklama bulunmamaktadır. EF! hareketinin en azından
resmi söyleminde ekotaj kabul edilebilir bir taktik değildir2.
EF! hareketinin içindeki guruplar ekotajı savunmazlar; ama
hiçbir birey de açıkça ekotajın sakınılması gereken bir taktik
olduğunu söylemez. Daha açık olarak söylenirse, bazı EF!'li
bireyler aktif bir ekosabotör olmalarına karşın EF! hareketi
ekotajı resmi olarak ne savunmakta ne de desteklemektedir.
Ancak yine de EF! Journal'da “Sevgili Ned Lud” ve
“Yeryüzünün Gece Haberleri” başlıklı haberler düzenli olarak
yayınlanmaktadır3.
EF! lobicilik, dava açma ve mektup yazma gibi taktiklerin
gerekli ama yeterli olmadıklarını savunmaktadır. Bu yüzden
EF! şiddet içermeyen doğrudan eylemin tüm şekillerini
uygulamaktadır4. Fakat EF!'nin tercihi radikal doğrudan eylem
şekilleridir5.
EF! yapısal olarak incelendiğinde, hem resmi yayın
organındaki açkılamalar hem de EF! ile ilgili makale ve
kitaplarda EF!'nün bir örgüt değil hareket olduğu, hiyerarşik bir
yapılanma göstermediği, üyelerinin olmadığı, sadece EF!'ler
şeklindeki nitelendirmelerin yapıldığı bir grup olarak kabul
edildiği görülecektir6.
EF! diğer çevreci gruplara kıyasla daha özel bir yere sahip
farklı bir harekettir7. EF! çevreci hareketin içindeki radikal bir
1
Abbey,”Forward!”, s. 3.
Lee, Earth First!, passim.
3
“Monkeywrenching: What's up with that?”
4
“How to form an EF! Group”, www. enviroline.org, 12.11.2001, s.1.
5
Atwell, “Earth First! and…”, s.1.
6
“Atwell, “Earth First! and...”, s. 2; Lee, Earth First!, s. 33, 67, 134.
7
Lee, Earth First!, s. 8; Jones, “Ecotage”, s. 1.
2
99
kanat da olsa çevreci hareket içindeki diğer gruplarla bazı
noktalarda benzemekte ve belirli ortaklıkları paylaşmaktadır1.
EF! hareketi “niche theory”sini (uygun bir yer bulma teorisi)
kullanmaktadır. Bu teori, EF!'nin oluşumunun ardındaki akıl
yürütme şeklini ifade etmektedir. Şöyle ki, EF! aşırıya kaçan
taktikleri benimseyerek, böylece daha az radikal görünen
büyük gruplara sistem içerisinde bir yer sağlayacak ve çevreyi
koruma her platformda mümkün olacaktır2.
EF!'ye getirilen eleştirilerin en önemlisi EF'nin ekotajı
benimsemesi ya da kullanması sebebiyle grubun ve gruplar
içindeki bireylerin terörist oldukları yönündeki iddiadır. Bazı
çevreler ekotaj ile terörizmi eşanlamlı olarak görmektedir.
Hatta ekotaj, FBI'ın ekoterörizm dediği bir suç olarak kabul
edilmiştir. Dolayısıyla EF!, AL (Animal Liberation) ve SS (Sea
Shephard) gibi radikal gruplar da ekoterörün uygulayan gruplar
olarak FBI'ın kara listesine alınmıştır.
EF! ve diğer radikal grupların şiddet uyguladıkları ya da
ekoterörist oldukları iddialarının aksine şiddet bu radikal
gruplara ve grubun içerisinde yer alan bireylere
uygulanmaktadır. Bunun en bilinen örneği EF!'nin iki üyesini
Jüdi Bari ve Darrly Cherry'e karşı bombalı saldırıda
bulunulmasıdır3.
Sonuç olarak EF! sivil itaatsizlik ve ekotajın öncü kurucusu
olmuştur. EF!'nin kurucusu Dave Foreman'ın çeşitli vesilelerle
belirttiği gibi EF!, dava açma gibi yasal bir yolda sivil
1
Lee, Earth First!, s. 5, 8.
Scarce, Eco-Warriors, s. 7.
3
Bu konuda bkz. Taylor, “Earth First!”, s. 28 dn. 11.; Taylor, “Popular
Ecological Resistance and Radical Environmentalism”, Ecological
Resistance Movements, Ed. B.R. Taylor, State University of New York
Press, New York 1995, s. 343; Lee, Earth First!, s. 137; Scarce, EcoWarriors, s. 84. FBI bunu kendi lehine çevirmek için J. Bari ve D. Cherry'in
bir bomba yapımı sırasında yaralandıklarını iddia etmiştir.
2
100
itaatsizlik ve ekotaja doğru yönelen ve bir çok doğrudan eylemi
kapsayan bir alet kutusundaki araçların hepsinin kullanılması
gerektiğine inanmış radikal bir harekettir1.
C-Animal Liberation (Hayvan Kurtuluşu, AL)
Rick Scarce’in “Eco Warriors”(Ekoloji Savaşçıları) adlı
kitabı kurtların spor amaçlı olarak avlanmasını engellemeye
çalışan bir grup Friends of Wolves (Kurtların Dostları)
üyesinin av alanına paraşütle atlamalarından bahsederek
başlamaktadır2. Bu grubun amacı nesilleri tehlikeye giren
kurtların eğlence amaçlı olarak öldürülmelerini engellemektir.
Medyanın ilgisi bu yöne çekilerek av izninin iptaline yönelik
mahkemeden bir karar alınıncaya kadar kurt sürülerinin
yaşamları kurtarılmaya çalışılacaktır. Ekotajın özü ve amacı
düşünüldüğünde bu eylem bir ekotaj örneği olarak görülebilir.
Friends of Wolves radikal bir grup olarak değerlendirilemese
de, hayvanlara yönelik eğlence amaçlı faaliyetleri engellemede
ve durdurmada önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir.
Ancak hayvanları koruma söz konusu olduğunda en öne çıkan
grup Animal Liberation ve onun İngiliz kanadı Animal
Liberation Front (Hayvan Kurtuluşu Cephesi)’tur.
AL harekei 1970’lerin ortalarında ABD’de doğmuştur.
Herry Spina adlı bir aktivist geleneksel Hayvan Refahı
Hareketi (Animal Welfare Movement) ve Hayvan Kurtuluş
(Animal Liberation) felsefesi arasında bir köprü inşa etmeye
girişmiştir. Ona göre geleneksel gruplar, hayvanların
vivisection (hayvanların henüz ölmeden canlı iken açılıp,
üzerlerinde araştırma yapılması) tekniğinde, bilimsel
çalışmalarda ve eğlence aracı olarak kullanılmalarını yeterince
sorgulamıyorlardı. Spina felsefi konuşmalar yapmaktansa
eylemin tercih edilmesini savunarak 1976 ‘da hayvanların da
1
2
Jones, “Ecotage,” s. 1.
Scarce, Eco-Warriors, s. 1.
101
insanlar gibi hakları olduğunun savunan eylemler yapma
kararını verdi ve 1979’a kadar avcılığı hedef alan sabotajlar
içeren, labarotuvar ve mezbahanelerin cam ve çerçevesini
kırma şeklinde, bir dizi eylem başlattı1
AL, hayvanların eğlence amacıyla kullanılmasını, tarımda
aşırı zorlanmalarını ve onlar üzerinde deneyler yapılmasını
sona erdirmek ve avcılığı önlemek için çalışan ekotajı savunan
ve uygulayan radikal bir gruptur2. Bazılarına göre AL’nin
eylemleri ılımlı olarak başlamış, ama daha sonra bombaların
bile kullanıldığı, işi mülkiyete ve kişilere saldırıya kadar
götüren eylemlere dönüşmüştür3.
AL hayvanların katledilmesi sonucu çevrede meydana gelen
maliyetlere, genetik olarak değişikliğe uğratılmış hayvanlarım
çevre üzerindeki yol açtığı belirsizliğe ve bazı insanların
omuzlarını süsleyen kürklerin aslında ekosistemin biyolojik
çeşitliliğinde ortaya çıkan dengesizliğe yol açmasına, yani tüm
bu sorunlar ile ilgili olarak beliren ekolojik etkilere yoğun bir
şekilde dikkat çekmiştir. AL’ler diğer radikal çevreciler gibi
aynı ortak kaygıyı yani, insan dışındaki varlıklar ve yabanıl
alanların bütünlüğünün sağlanması kaygısını taşımaktadır.4 AL
hareketinin içersinde yer alan bireyler diğer radikal gruplarda
daha radikal bir biçimde her birimizin içindeki Eko-Duvarlarla
mücadele etmektedir. Onlar, hayvanların insanların amaçları
için kullanımına karşı yasal ya da yasa dışı protestolarla
meşgul olan kimselerdir5. İnsan dışındaki varlıkların da yaşam
hakları vardır. AL’nin eylem alanı EF!! ve SS ‘den farklı
1
Scarce, Eco-Warriors, s. 119.
Scarce, Eco-Warriors, s. 122
3
Scarce, Eco-Warriors, s. 10; Lee, Earth First!, s. 9.
4
Anna Bramwell, The Fanding of the Greeens, Yale University Press,
London 1994, s. 132. Kanımca bu bakış açısı kısmen yanlıştır. Çünkü AL
mülkiyete zarar vermeyi amaçlaması yanında kişilere yönelik zarar doğuran
bir eylem yaptığını ispatlayacak hiçbir delil elde edilmemiştir
5
Scarce, Eco-Warriors, s. 117.
2
102
olarak kırsal alanlara da yönelir. AL’nin ilgi alanı dört
kategoride toplanmaktadır:
-Vivisection
-Hayvanların tarımda aşırı zorlanması
-Avcılık ve tuzak kurma faaliyetleri
-Hayvanların eğlence amaçlı kullanımı.1
Hayvanlar üzerinde araştırmalar yapmanın tarihi yüzlerce
belki binlerce yıl geriye gitmektedir. Yaşayan varlıkların
vücutları üzerinde bilimsel çalışmalar “ Akıl Çağı” nın
başlarında yoğunlaşmış ve o çağdaki filozoflar, özellikle
Descartes, insanın dışındaki canlıların acı çekme duygularının
olmadığını ispatlamak için ilk modern vivisector (canlı
açıcılar) destekleyen görüşler iler sürmüşlerdir2.
AL ekoloji uygulayan grupların başında gelmektedir. AL
hareketi içindeki kimseler, bireysel ya da küçük gruplar halinde
labarotuvarlarda hayvanlar üzerinde test yapmaya yarayan
ekipmana zarara vererek onları kullanılmaz hale getirmektedir.
Denek hayvanlarını serbest bırakarak onlar lehine meşru
müdafaa da bulunduklarını iddia etmektedirler. Hayvanlar
üzerinde yapılan bilimsel araştırmaları engellemek ya da
durdurmak
için
Texas
Teknik
Üniversitesindeki
labarotuvarlardaki ekipmana yetmiş bin dolarlık zarar
vermişlerdi. AL bunun gibi birçok labarotuvar ya da araştırma
merkezini, ekotajın uygulama şekillerinden olan “kundaklama”
(aroson) yoluyla, bir daha kullanılamaz hale getirmiştir3.
1
Scarce, Eco-Warriors, s. 116.
Scarce, Eco-Warriors, s. 119.
3
Bkz. yuk. çevre sorunsalını ortaya çıkaran tarihsel süreç içerisinde.
Mekanik dünya görüşü bunun en iyi örneğini teşkil etmektedir. Çünkü
mekanik dünya görüşü, akıl yetisine sahip olmayan canlıların madde
olduğunu ve hiçbir duygu ve duyumların olamayacağını iddia eder. Scarce,
2
103
EF!’ye yapılan eko terörizm suçlaması AL’ye de
yöneltilmiş ve hatta bu konuda “Hayvanlar Üzerinde
Araştırama Yapan Teşebbüse Karşı Yönelen Terörist
Eylemler” başlıklı bir kongre yapılmıştır.
Bu kongre
sonucunda 29 sayfalık bir rapor hazırlanmış1 ve hayvanları
korumak amacıyla mücadele eden grupların eylemleri terörist
eylemler olarak nitelendirilmiştir.
Bugün insanların uğradıkları hastalıklar bizim yaşam
şeklimizin ve çevreye yönelik yıkıcı faaliyetlerimizin
sonucunda meydana gelmiştir. Eğer bizle bu hastalıkları
önlemek istiyorsak hayvanlar üzerinde test yapmak yerine daha
kalıcı bir çözüm bulmak zorundayız. Kısaca çevreye yönelen
müdahalelerimizde
kaçınacak
yolları
inşa
etmeye
başlamalıyız2.
D- Sea Shepherd (Deniz Çobanları, SS)
Vancouver’daki British Colombia Raoute ajansı şöyle bir
haber geçiyordu: “Radikal bir ABD’li çevreci grup Kanada’nın
batı kıyısındaki yaşlı yağmur ormanlarının kesilmesini
önlemek için eğitimli sabotörler gönderilecektir.” 3
Bu haber Sea Shepherd Conservation Society (Deniz
Çobanları Koruma Topluluğu) tarafından doğrulanıyor ve
yapılan açıklamaya göre Clayaquot Sound on Vancove Island’a
bir botla kereste elde etmekte kullanılan teçhizatı sabote etmek
ve ağaç kesimini durdurmak için eğitimli ekotaj ajanlarından
oluşan bir tayfa gönderiliyordu.
Eco-Warriors, s. 122. Aynı yönde bkz. Capra, “Deep Ecological Movement”,
s. 21-22.
1
Report to Congress on the Extent and Effects of Domestic and International
Terrorism on Animal Enterprises, http://www.cdfe.org/ecoterror.html,
12.11.2001.
2
Scarce, Eco-Warriors, s. 124.
3
Jon Ferry, “U.S. Environmentalists threaten logging sabotage”,
www.enviroline.org., 12.11.2001.
104
Sea Shepherd’ın öyküsü 1978 yılında Greenpeace ‘ten
kopuşla başlamıştır. Greenpeace’in yönetim kurulu üyesi olan
kaptanı Paul Watson Greenpeace’in, deniz hayvanlarına karşı
yönelen şiddete karşı hareketsiz kalması sebebiyle bu örgütten
ayrıldı1. P. Watson ‘un amacı yabanıl hayatın kutsallığı için
savaşmaktı. Watson: “Biz ağaçları çivileyeceğiz (tree spiking)
ve kereste kesiminde kullanılan teçhizata saldıracağız , işte
böylece biz Clayoquot Sound’ın doğla bütünlüğünü korumuş
olacağız” demiştir2.
S.S hukuk kurallarını ihlal eden ekotajı uygular. Çünkü Sea
Shepherd ‘a göre, “adalet hukuktan çok daha önemlidir.”
S.S. ‘nin uyguladığı ekotaj avcı gemilerini batırma
şeklindedir. Söylendiği kadarıyla SS şimdiye dek beş balina
avcı gemisini batırmıştır3. SS sadece balina avcılığına karşı
değil, aynı zamanda kanunsuz balıkçılığa ve denizi kirletenlere
karşı da ekotaj uygulamaktadır. Sea Shepherd’ın
eylemlerindeki mantık şu olmuştur: SS bireylerin deniz
çevresini korumak için yasal olarak yetkilendirildiğine
inanmaktadır. Bu yetki de Dünya Doğa Şartı Ek E, Bölüm III’
te düzenlenmiştir:
“Devletler ve yetkileri olmak koşuluyla diğer kamu
otoriteleri, uluslararası örgütler, bireyler, gruplar ve şirketler
c) Çevrenin koruması ve doğanın muhafaza edilmesi için
mevcut yasal hükümleri uygulanmalı
e) Ulusal yetki alanları içinde doğayı muhafaza etmeli ve
güvence altına almalı”dır.
1
Scarce, Eco-Warriors, s.100.
Ferry, “U.S. Environmentalists”, s. 1.
3
Taylor,”Earth First! and...”, s. 24 dn.10.. Bu sayı Ecodefence'da 6 olarak
gösterilmektedir. Bkz. Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 352.
2
105
P.Watson 1993’te mahkemede kendisine yöneltilen
suçlamaya karşı Dünya Doğa Şartı’nı kullanmıştır. Jüri Watson
’ı suçsuz bulmuştur1.
Sea Shepherd Greenpeace ’in de yaptığı gibi insanların
düşüncelerine o vahşet karelerini yerleştirmiş; kısaca medyanın
ilgisini çekerek kamuoyunun belleğine deniz ve okyanuslardaki
çevresel bozulmayı yerleştirmiştir2.
Sea Shepherd da ekoterörist bir grup olarak suçlanmıştır.
Watson bu suçlamaya terörist olmadıklarını terra-istic (yeryüzü
taraftarı) olduklarını söyleyerek cevap veriştir3. “Mülkiyete
karşı şiddet uyguluyoruz” diyor Watson, “ama, insan yaşamına
veya başka bir yaşama karşı asla.”4
VII-Ekotajın Uygulama Şekilleri
A-Ağaçları Çivilemek( Tree Spiking)
Tree Spiking, ağaçların kereste ticaretinde kullanılmak
üzere kesilmesini önleyerek kereste ticaretini durdurmak ya da
engellemek için ağaçlara çiviler çakılması şeklinde basitçe
tanımlanabilir. Tree Spiking ‘in hedefi kereste ticaretinde
kullanılacak ağaçların kesimini durdurarak şirketleri mali
açıdan zor duruma sokmaktır5. Çiviler ağaçlara zarar
vermezken onları kesmekte kullanılan ekipmanın ağaçlara
zarar vereceği kesindir. Ekosabotörlerin kullandıkları çiviler
1
Gray Wolf-Hummingbird, “Marine Monkeywrenching”, Ecodefence: A
Field Guide to Monkeywrenching, Dave Foreman-Bill Haywood, 3. Ed.,
Abbzug Press 1993, s. 342-343.
2
Scarce, Eco-Warriors, s. 104.
3
Scarce, Eco-Warriors, s. 113.
4
David Rothenberg, “Have A Friend of Lunch: Norwegian Radical Ecology
Versus Tradition”, Ecological Resistance Movements, Ed. B.R. Taylor,
State University of New York Press, New York 1995, s. 216.
5
Scarce, Eco-Warriors, s.75; “Tree Spiking, Nailing the Trees to Save the
Forest”, http://environmentalist.com/mbody.htm, 12.11.2001; Foreman,
Ecodefence, s. 18.
106
teçhizatın bozulmasına sebep olur. Ağaçları çivilemekte
kullanılan seramik/metal çiviler özenle seçilmiş boyutları daha
önce belirlenmiştir.
Tree Spiking’de iki temel yol vardır: İlki, çivilerin ağaçların
gövdelerinin alt tarafına yerleştirilerek testerelerin dişlilerinin
kırılmasına yol açmasını sağlanmasıdır.
Ancak tree spiking bu tipine yönelik bir itiraz vardır. Çünkü
böyle bir çivileme testereyi kullanan oduncuların
yaralanmasına sebep olabilecektir ki bu yönde bazı iddialar da
mevcuttur1.
Tree Spiking’deki ikinci yol ise, ağaçların yüksek yerlerine
çiviler çakarak ağaçların üst taraflarından kesilmelerini
önlemedir. Tree Spiking ’in ilk şekline getirilen eleştiri bu
şekle de yöneltilmiştir2.
Kısaca özetlenecek olursa tree spiking kereste endüstrisini
ekonomik zarara uğratmaya yönelmiş ve özellikle EF!
grubunun kullandığı bir ekotaj şeklidir. Bu eylem şekline karşı
Amerika Birleşik Devletlerinde
“Anti- Spiking Yasası”
hazırlanmış ve bu yasada ‘kereste endüstrisine zarar veren
aletlerin kullanılması sonucu özel mülkiyette bir zarar meydana
gelir ya da herhangi bir kişi yaralanır yahut ölüm tehlikesine
maruz kalırsa, bu aletleri kullananlar para ve hapis cezasıyla
cezalandırılacaktır’ şeklinde bir düzenlemeye gidilmiştir.
B-Engelleme (Blocage)
Engelleme, kereste ticareti, madencilik, petrol ve faz
taşımacılığı,enerji alanlarının inşası, baraj yapımı gibi doğaya
1
Foreman, Ecodefence, s. 18 ve Scarce, Eco-Warriors, s. 76-77.
Ecodefence'da tree-spiking teknikleri ayrıntılı olarak açıklanmış, hangi
boyutta çiviler kullanılırsa tree-spiking'in daha etkili olacağı tartışılmış ve
güvenlik şekilleri belirtilmiştir. Bkz. Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 1851.
2
107
doğrudan veya dolaylı olarak zarar verebilecek faaliyetler’de
kullanılan yolları kapatarak yahut bu yollardan geçecek
araçların zarar görmelerine neden olacak araçları yollara
koyarak, bu faaliyetleri gerçekleştirenlerin mülklerinde bir
eksilmeye neden olmaktır. Çünkü yollar, kereste ticareti,
madencilik petrol ve gaz taşımacılığı ve inşaat gibi faaliyetleri
gerçekleştirmeye olanak sağlayan yerlerdir. Engelleme aynı
zamanda bu faaliyetlerin nesnesi olan yolların yapımını ya da
geliştirilmesini de kapsamaktadır1.
Engelleme 1970 ve 1980’lerde çiftçilerin kereste
ticaretinde yararlanılan yolların kullanılmalarını engellemeleri
ile başlamıştır2. Bazı yazarlar bu tarihi 1967 – 1968’e kadar
götürmektedir; Kentucky’ nin doğusundaki kömür havzalarına
karşı yürütülen direnişi örneklemektedirler. Bu direnişte
direnişçiler yolları kapatarak buldozerleri engellemişlerdir3.
Engelleme sadece Kuzey Amerika’da uygulanan bir yöntem
değil, diğer birçok ülkede uygulanan bir ekotaj şeklidir.
Engelleme örnekleri Kanada’dan Malezya’ya kadar uzanır.
1991 baharında Quebec Eyaletinde yerleşik olan Cree
Kabilesi üyelerinden 600 tanesi La Grande nehri üzerinde inşa
edilecek olan barajı engellemek için inşaat alanına girmiş ve
baraj inşaatı çalışmasını saatlerce durdurmuştur4. Bu kişileri
böyle bir eyleme yönelten sebep, Quebec istinaf mahkemesinin
aldığı bir karardır. Baraj inşaatının durdurulması için yapılan
bir başvuruya cevaben istinaf mahkemesi şöyle bir karar
vermişti: “Baraj inşaatını durdurmak için artık çok geçtir.
1
Love/Obst, Ecotage!, s. 87; Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 88-115
Larry Lohmann, “Visitor to the Commons: Approaching Tailand's
'Environmental' Struggles from a Western Starting Point”, Ecological
Resistance Movements, Ed. B. R. Taylor, State University of New York
Press, New York 1995, s. 122.
3
Edwards, “With Liberty”, s. 47.
4
Gedicks, “International...”, s. 93.
2
108
Birkaç bin yerlinin kaygısı enerjiye ihtiyaç duyan milyonlarca
tüketiciden daha az önemlidir.” Bu halde ekotaj yasal araçların
kullanılmasının yetersiz olduğu durumlarda başvurulacak son
çaredir. Yukarıdaki örnekte bahsedilen mahkeme kararına karşı
başvurulacak hukuki yollar, sonuç doğursa bile, baraj
inşaatının
doğada
meydana
getireceği
tahribatla
kıyaslandığında
anlamsızlaşacaktır.
Böylesi
örnekler
çoğaltılabilir. Malezya’da Peron Kabilesi kereste endüstrisinde
kullanılmak üzere topraklarına gelen ve ağaçlarını kesen
kereste tacirlerine bir mesajla uyarıda bulunmuş, bu uyarıları
dikkate alınmayınca kereste kesiminde kullanılan yollara
barikat kurularak faaliyet durdurulmuştur1. İşte burada ekotaj
taktiği haklı bir gerekçeden hareketle uygulanmıştır. Peron
Kabilesi
üyeleri
“engelleme”yi
uygulamadan
önce
gönderdikleri uyarı mesajında şöyle demekteydiler:
“Ya ormanlarımızın kıyımını durdurun ya da biz onu
korumak adına size yönelik olarak güç kullanacağız.
Ormanlar bizim yaşam alanlarımız. Yabancılar gelmeden
önce de biz burada yaşıyorduk. Yiyeceklerimizi oradan elde
ediyoruz. Yaşadığımız hayat kolay değil, ama mutlu bir
şekilde yaşıyoruz. Şimdi kereste şirketleri nehirlerin
akıntısını değiştiriyorlar ve ormana zarar veriyorlar.
Balıklar kirli nehirlerde yaşıyorlar[...] Eğer taleplerimize
cevap vermezseniz, biz de yaşam alanlarımızı koruyacağız.
Bu bizim mesajımız.”2
Bu bir kimsenin ya da kabilenin yaşam alanına yönelen
haksız bir müdahaleye karşı yapılan kişinin ya da grubun
kendini savunma hakkının iyi bir örneğidir.
Ancak Peronluların bu direniş kırk iki blokajcının
tutuklanmasından sonra hükümet kereste ticaretinde kullanılan
yol güzergâhında “engelleme” yapmayı yasaklayan bir kanun
1
2
Gedicks, “International...”, s. 95-96.
Gedicks, “International...”, s. 96.
109
tasarısını meclise sunmuş ve bu kanun tasarısı meclisçe kabul
edilip kanunlaşmıştır. Kanuna göre “engelleme” nin cezası 2
yıl hapis ve 6 bin dolar para cezasıydı1.
C-Reklam Panolarını
(Billboard Bandits)
Kullanılmaz
Hale
Getirme
Ekotajın bu şekli ekosabotöre propaganda imkanı
tanımaktadır. Propaganda kampanyası bir mesaj verme amacını
taşıması yanında sınırsız kalkınmadan yana olanların
umursamaz politikalarının geçerliliğinin sorgulanmasını da
sağlamaktadır2.
A.B.D.' de 1965 tarihli Anayolları Güzelleştirme Yasası
reklam endüstrisini olumsuz olarak etkilemiş, bu yasa ile
anayollar üzerindeki estetik görüntüyü bozan reklam
panolarının kaldırılması öngörülmüştür. Ancak reklam
endüstrisi Washington’da yaptığı lobicilik faaliyetleri ile
yeniden
panolarının
dikilmesinin
yolunu
açmıştır3.
Ekosabotörler doğal çevreyi bozan bu endüstriye karşı ekotajı
kullanmışlar ve hem doğanın estetik görünüşünü
güzelleştirmeyi hem de şirketlerin faaliyetler karsız hale
getirerek bu reklam şeklinden onları vazgeçirmeyi
amaçlamışlardır4.
Reklam Panolarını kullanılamaz hale getirme Sam Love ve
David Obst’un “Ecotage!” (Ekotaj) isimli kitaplarında yasadışı
bir taktik olarak kabul edilmiştir. Bu kitapta, etkili bir reklam
panosuna zarar verme operasyonu için gerekli olan yöntemler
belirtilmekte, bu taktiğin uygulamasında önce eylem alanının
incelenmesinin gerekli olduğu ifade edilmektedir. Etkili bir
ekotaj için dört ya da beş kişiye ihtiyaç olduğu söylenmektedir
1
Gedicks, “International...”, s. 95; Scarce, Eco-Warriors, s. 14, 150-152.
Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 210.
3
Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 211.
4
Ayrıntılı bilgi için bkz. Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 210-232.
2
110
Ancak daha iyi bir ekotaj için en az on kişinin olması gerektiği
belirtilmektedir1.
Reklam panolarına yönelen ekotajın amacı, özetle, şirketler
zarar vermekten ibarettir.
1
Love/Obst, Ecotage!, s. 25-33.
111
SONUÇ
Ekotaja yönelik olarak kamu otoritelerinin tepkisi,
genellikle, sert önlemler alma ve ekotajın demokratik bir
süreçte yeri olmadığını katıltama şeklinde belirmiştir.
Radikal çevrecilerin uyguladıkları taktikleri mevcut sistemi
yıkmayı amaçladığı gerekçesiyle eleştirilmiş ve terör eylemleri
olarak gösterilmek istenmiştir. FBI, bir web sitesinde ekotajı bu
bağlamda tanımlamış ve radikallere yönelik bazı ithamlara yer
vermiştir. Buna ekoterörizm, “doğayı kurtarmak adına işlenen
her suçtur.”1
Oysa çeşitli ülkelerin hukuki düzenlemeleri esas alındığında
bu nitelendirmenin doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü,
Fransa’da ekolojik terörizm diye adlandırılan çevre suçu FBI’ın
tanımlamasına uymamaktadır. Bu ülkenin Ceza Yasası’nın
422-425. Maddeleri arasında gösterilen fiilleri işleyenlerin
suçları ekoterörizm olarak nitelendirilmektedir. Buna göre, bu
suçun failleri, sanayi kesimindeki kişiler olmaktadır. Suç,
atmosfere, suya, toprağa ve yeraltına insanların, flora ve
faunanın veya doğal çevrenin sağlığını tehlikeye koyacak
şekilde madde bırakılmasıdır2. Timoty Schofield ise,
ekoterörizmi şöyle tanımlamaktadır:
“Çevresel terörizm, düşmanca amaçlarla doğanın gücünden
yararlanmaktır. Çevresel terörizm su ya da tarımsal
kaynakların kasten kirletilmesi gibi çevreyi doğrudan
hedefleyen ve kimyasal veya biyolojik silahların atmosfere
1
“Indictment
information
and
http://www.cdfe.org/indict.html, 12.11. 2001, s. 1.
2
Nükhet Turgut, Çevre Hukuku, s. 639.
Warrants,
112
salınması gibi yıkıcı bir amaçla çevreyi kullanmayı
kapsamaktadır”1.
Ekotajın terörist bir eylem olduğu yönündeki suçlamanın
sebebi, bu eylemi gerçekleştirenlerin doğaya karşı süregelen
şiddeti kendi kişisel yöntemleriyle sona erdirmeye
çalışmalarıdır. Böylece ekosabotörler, iktidarın ve geleneksel
hukuk kurallarının meşruiyetini tanımamış veya sorgulamış
olmaktadırlar. Bu bağlamda, bu sorgulamayı bertaraf
edebilmek için, yetkili otoriteler, ekotajın yasa dışı olduğu
yönünde bir söylemde bulunmaktadırlar. Oysa ekotaj,
demokratik süreci güçlendirici bir eylemler dizisi olarak
görülmelidir.
1
Timothy Schofield, “The Environment As An Ideological Weapon:
A Proposal To Criminalize Environmental Terrorism”, 26. B. C.
Rev., 1998-1999, s. 620.
113
KAYNAKÇA
“68 Kuşağı Üzerine Bir Deneme”, 41 Toplum ve Bilim,
Bahar 1988.
“How to form an EF! Group”, www. enviroline.org,
12.11.2001.
“Tree Spiking, Nailing the Trees to Save the Forest”,
http://environmentalist.com/mbody.htm., 12.11.2001.
A. Mc Laughlih, "The Heart of Deep Ecology", Deep Ecology
for the Twenty-First Century, Ed. George Session,
Shabhala Pub., Boston 1995.
Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yay.,
İstanbul 1997.
Ahmet Erdoğdu, “Meşru Müdafaa”, Adalet Dergisi, S. 3,
Mart 1950.
Ahmet İnsel, "Geçmişten Geleceğe", Birikim, S.104.
Akın Dürel, İdare Hukuku Dersleri, AÜHF Yay., no: 447,
Ankara 1979.
Akın İlkin-Erdoğan İlkin, Çevre Sorunları, TOBBYay.,
Ankara 1991.
Al Gedicks, “International Native Resistance To The New
Resource Wars”, Ecological Resistance Movements, The
Global
Emergency
of
Radical
and
Popular
Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New
York Press; Albany 1995.
Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi, Çev. Hülya Tufan,
3.Baskı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2000.
114
Alev Özkazanç, Modernliğin Çözülmesi, Toplumsal Dışlanma
ve Suç, III. Ulusal Sosyoloji Kongresi Bildirileri,
Yayınlanmamış Bildiri, 2000.
Alev Özkazanç, Refah Devletinden Yeni Sağa: Siyasi İktidar
Tarzında Dönüşümler, 7 Mürekkep, 1997.
Alex Callinicos, Postmodernizme Hayır-Marksist
Eleştiri, Çev.Şebnem Pala, Ayraç Yay., Ankara 2001.
Bir
Amin/Arrlıghı/Frank/Wallerstein,
Yeni
Toplumsal
Hareketlerin Krizi, Çev. E.A, Alan Yay., İstanbul 1993.
Andre Gorz, Kapitalizm, Sosyalizm, Ekoloji, Çev. Işık
Ergüden, Ayrıntı Yay., İstanbul 1993.
Andrew Reeve, "Mülkiyet", Blackwell'in Siyasal Düşünce
Ansiklopedisi II (K-Z), Haz. David Miller, Çev.Bülent PekerNevzat Kıraç, Ümit Yay., Ankara
Anna Bramwell, The Fanding of the Greeens, Yale
University Press, London 1994.
Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, 2. Baskı, Çev. Esin
Kuşdil, Ayrıntı Yay., İstanbul 1993.
Arif Künar, “Yeşiller Nereye?”, 5 Ağaçkakan, Ocak 1993.
Arne Naes,"The Deep Ecological Movement", Deep Ecology
for the Twenty-First Century, Ed.George Session, Shabhala
Pub., Boston 1995.
Aydın Zevkiler, Medeni Hukuk, Savaş Yay., Ankara 1992.
Ayşegül Kaplan, Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları,
Mülkiyeliler Derneği Vakfı Yay., Ankara 1999.
Bob Edwards, “With Liberty and Environmental
All: The Emergence and Challenge of
Environmentalism in the United States”,
Resistance Movements, The Global Emergence
Justice for
Grossnots
Ecological
of Radical
115
and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State
University of New York Press, Albany 1995.
Brain Taylor “Earth First! And Global Narrativistes of Popular
Ecological Ressitance” Ecologcial Resistance MovementsThe Global Emergence of Radical and Popular
Environmentalism, Ed. R. R. Taylor, State University of New
York Press; Albany 1995.
Bran Taylor, “Introduction: The Global Emergence of Popular
Ecological Resistance” Ecologcial Resistance MovementsThe Global Emergence of Radical and Popular
Environmentalism, Ed. R. R. Taylor, State University of New
York Press; Albany 1995.
Cahit Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel
Suçlar, Seçkin Yay., Ankara 2002.
Carrie
Lane,
“Ecotage”,
http://electronicsoap.box/es/ecotage/organie.htm, 12.11.2001.
Celal Ertuğ, “Yeşillerden Ne Haber?”, 5 Ağaçkakan, Ocak
1993.
Christopher Pierson, Modern Devlet, Çev. Dilek Hattatoğlu,
Çiviyazıları, Ankara 2000.
Christopher Rootes, “Environmental Movement:From the
Local to the Global”, Environmental Movements, Local,
National and Global, Ed. C. Rootes, Frank Cass Pub., London
1999.
Dave Foremen, “New Conservation Movement”, Deep
Ecology For The Twenty-First Century, Ed. George Session,
Shambhab Pub., Boston 1995.
David Harvey, Postmedernliğin Durumu, Çev. Surgun
Savran, Metis Yay.,İstanbul 1997.
116
David Riches, "Şiddet Olgusu", Antropolojik Açıdan Şiddet,
Der. David Riches, Çev. Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay.,
İstanbul 1989.
David Rothenberg, "Have A Friend of Lunch:Norwegian
Radical Ecology Versus Tradition", Ecological Resistance
Movements, The Global Emergence of Radical and Popular
Enviromentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New
York Press, New York 1995.
Dominique Simonnet, Çevrecilik, Çev. M. Selami Şakiroğlu,
İletişim Yay., İstanbul 1990.
Douglas Brinkey, "Introduction", The Monkey Wrench
Gang, Edward Abbey, Perennial Pub., New York.
Edward Abbey, “Forward!”, Ecodefense: A Field Guide to
Monkeywrenching, Foreman/Haywood, 3. Edition, Abbzug
Press, California 1996.
Edward Abbey.The Monkey Wrench Gang, Perennial Pub.,
New York 2000.
Egveny Pasukanis, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, Çev.
Onur Karahanoğulları, Birikim Yay., İstanbul 2002.
Faruk Erem, “Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”,
Adliye Ceridesi, S. 8, 1943.
Faruk Erem/Ahmet Danışman/Mehmet Emin Artuk, Ceza
Hukuku, 14. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara 1997.
Fritjof Capra, “Deep Ecology:A New Paradigm”, Deep
Ecology for the Twenty-First Century, Shambhala Pub.,
Boston 1995.
Fritjof Capra,"Deep Ecology-A New Paradigm", Deep
Ecology for the Twenty-First Century, Ed.George Session,
Shambhala Pub., Boston 1995.
117
G.Demirer-E.Torunoğlu-M.Duran, "Radikal Ekolojik Akımlar
Üzerine Düşünceler", Ve Kirlendi Dünya,
George Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”,
Deep Ecology for the Tewenty-First Century, Ed.George
Session, Shambhala Pub., Boston 1995.
George Session,"Introduction", Deep Ecology for the TwentyFirst Century, Ed.George Session,Shabhala Pub., Boston
1995.
George Session,"Prafece", Deep Ecology for the TwentyFirst Century, Ed.George Session, Shabhala Pub., Boston
1995.
Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman AkınhayDerya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay., Ankara 1999.
Gray
Wolf-Hummingbird,"Marine
Monkeywrenching",
Ecodefense: A Field Guide to Monkeywrenching, Dave
Foreman-Bill Haywood, 3. Ed., Abbzug Press 1993.
Günseli Tamkoç,"Derin Ekolojinin Genel Çizgileri", 57-58
Birikim, Ocak-Şubat 1994.
Halil Turhanlı, Şenlik, Sanat ve Sabotaj, Çiviyazıları, İstanbul
2002.
Hamdi Öner, “Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nun Meşru
Müdafaaya İlişkin Hükümleri Arasında Mukayese”, Adliye
Ceridesi, S. 1939.
Hannah Arendt, "Şiddetsizlik Üzerine", 6-7 Cogito, 4.Baskı,
Yapı Kredi Yay., Kış-Bahar 1996.
Hasan Ünver, Çevre Felsefesi-Etik ve Metafizik Görüşler,
Doruk Yay., Ankara 1996.
Immanuel Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, Çev. Necmiye
Alpay, 2. Baskı, Metis Yay, İstanbul 1996.
118
Immanuel Wallerstein-Giovani Arrighi-Terece K. Hopkins,
Sistem Karşıtı Hareketler, Çev. C.Koref- B.Somay-S.
Sökmen, Metis Yay., İstanbul 1995.
İlhan Akdere, Marksizm’de Temel Kavramlar, 4. Baskı,
Evrensel Basım Yayım, İstanbul 1995.
İsmail Doğanay, “Meşru Müdafaa”, Adalet Dergisi, S. 5,
Mayıs 1947.
James O'Connor, “Sürdürülebilir Kapitalizm Mümkün Mü?”,
Marksizm ve Ekoloji, Der. G.N.Demirer-M.Duran-G.Özgür,
Öteki Yay., Ankara 2000.
John Atwell, "Earth First! and the Environmental Defense
Fund: A Comparison of Web Pages Equals a Comparison of
Philosophy, www.law.uiowa.edu/library.php, 12.11.2001.
John Bellamy Foster, Savunmasız Gezegen-çevrenin kısa
ekonomik tarihi, Çev. Hasan Ünder, Epos Yay., Ankara 2002.
Jon Ferry, "U.S. Environmentalists threaten logging sabotage",
www.enviroline.org., 12.11.2001.
Jonathan Porritt, Yeşil Politika, Çev. Alev Türker, 2. Basım,
Ayrıntı Yay., İstanbul 1998.
Kemal Gözler, İdare Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, Bursa
2002.
Kemal Oğuzman/Özer Seliçi, Eşya Hukuku, 7. Bası, Filiz
Kitabevi, İstanbul 1997.
Kenan Çayır, “Toplumsal Sahnenin Yeni Aktörleri: Yeni
Sosyal Hareketler”, Yeni Sosyal Hareketler, teorik açılımlar,
Yayına Haz. Kenan Çayır, Kaknüs Yay., İstanbul 1999.
Kirkpatrick
Sale,
"Lessons
from
the
Luddites",
http:/greenfield.fortunecity.com/crawdad/213/lessons,
12.11.2001.
119
Kirkpatrik
Sale,
"The
Neo
Luddites",
http://greenfield.fortunecity.com/crowdad/213, 12.11.2001.
Lakshman D. Gruswamy-Brent R. Hendricks, International
Environmental Law, West Pub. Go. USA 1997.
Larry Lohmann, "Visitor to the Commons: Approaching
Tailand's 'Environmental' Struggles from a Western Starting
Point", Ecological Resistance Movements, The Global
Emergence of Radical and Popular Enviromentalism,
Ed.B.R.Taylor,State University of New York Press, New York
1995.
Lindsay Hart, “Radikal Doğrudan Eylemi Savunurken”, Jon
Purkis-James Bowen, 21. Yüzyıl Anarşizmi, Çev. Ş. S. Kaya,
Ayrıntı Yay., İstanbul 1997.
Love, Earth Tool Kit, Pocket Books Pub., New York 1971.
Luc Ferry, Ekolojik Yeni Düzen, Çev.Turhan Ilgaz, Yapı
Kredi Yay., İstanbul 2000.
Luis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev.
Yusuf Alp-Mahmut Özışık, 4. Baskı, İletişim Yay., İstanbul
2000.
Lütfi Duran, “Kamusal Malların Ölçütü”, Amme İdaresi
Dergisi, S. 19.
Marry Mellor, Sınırları Yıkmak, Çev. Alev Türker, Ayrıntı
Yay., İstanbul 1993.
Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Çev.
Bülent Peker-Ümit Altuğ, 2.Baskı, İletişim Yay., İstanbul
1996.
Martha F.Lee, Earth First! Environmental Apocalypse,
Syracuse University Press, New York 1995.
120
Mattehew Lyon, “Introduction To Third Edition”, Ecodefense:
A Field Guide to Monkeywrenching, Foreman/Haywood, 3.
Edition, Abbzug Press, California 1996.
Max Horkheimer, Akıl Tutulması, Çev. Orhan Koçak, 4.
Baskı, Metis Yay., İstanbul 1998.
Mehmet Ali Ağaoğulları-Levent Köker, İmparatorluktan
Tanrı Devletine, 3. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara1998.
Michael Brown-John May, Yeşil Barışın Öyküsü,Çev. Sabir
Yücesoy, Metis Yay., İstanbul 1992.
Mine Kışlalıoğlu-Fikret Berkes, Çevre ve Ekoloji, 5. Basım,
Remzi Kitapevi, İstanbul 1995.
Muharrem Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa,
Seçkin Yay., Ankara 1995.
Murat Belge, “68 ve sonrasında Sol Hareket”, 41 Toplum ve
Bilim, Bahar 1988.
Murat Özyüksel, Feodalite ve Osmanlı Toplumu , 3. Baskı,
Der Yay., İstanbul 1997.
Murray Bookchin, “Yoketme Gücünü Yaratma Gücü”,
Birikim, S.57-58, Ocak-Şubat 1994.
Murray Bookchin, Ekolojik Bir Topluma Doğru, Çev.
Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yay., İstanbul
Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Üçüncü Baskı, Savaş Yay.,
Ankara 1994.
Nükhet Turgut, “Çevre Hukukunda Çevreci Örgütlere Tanınan
Olanaklar”, AÜHFD, Cilt: 45, Sayı: 1-4, 1996.
Nükhet Turgut, “Sürdürülebilir Kalkınmanın Sağlanmasında
Katılımın Rolü”, SBFD, Cemal Mıhçıoğluna Armağan, Cilt.
52, Sayı.1-4.
121
Nükhet Turgut, Çevre Hukuku (Karşılaştırmalı İnceleme),
Savaş Yay., Ankara 2001.
Nükhet Turgut, Çevre ve Yurttaşlar, Savaş Yay., Ankara
1993.
Nükhet Turgut, Siyasal Muhalefet-Batı DemokrasileriSosyalist Ülkeler-Türkiye, Birey ve Toplum Yay., Ankara
1984.
Ortak Geleceğimiz, Dünya
Çevre
ve
Kalkınma
Komisyonu,Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yay., 3. Baskı,
Ankara 1991.
Ömer Laçiner, “Ekoloji, İnsan ve Toplum”, Birikim, S. 57-58,
1994.
Paul Wagner, “In Defense of Banner Hangers: The Dark
Green Politcs of Greenpeace”, Ecological Resistance
Movements, The Global Emergency of Radical and Popular
Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New
York Press; Albany 1995.
Pulat Gözübüyük, “Modern Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru
Müdafaa”, Adliye Ceridesi, S.1, 1942.
Ramachandra Guha, Environmentalism-A Global History,
Longman Pub., 2000.
Report to Congress on the Extent and Effects of Domestic and
International
Terrorism
on
Animal
Enterprises,
http://www.cdfe.org/ecoterror.html, 12.11.2001.
Rik Scarce, Eco-Warriors, Understanding the Radical
Environmental Movement, Noble Press Inc., Chicago 1990.
Roy
Halliday,
"Review:
Ecotage",
http://royhalliday.home.mindspring.com/ecotage.html,
12.11.2001.
122
Rudolf Heberle, “Types and Functions of Radical Movemets”,
International Encyclopedia of the Social Sciences, Volume
14, Ed. David Sills, The Mcmillan Company and The Free
Press, America 1968.
Sam Love-David Obst, Ecotage!, Pocket Books Pub., New
York 1972.
Sefa Reisoğlu, Türk Eşya Hukuku, C.I, 5. Bası, Ankara 1977.
Shelder Kamieniecki-S. Bulaire Colemen, -Robert O. Vos,
“The Effectiveness of Radical Environenmentalists”,
Ecological Resistance Movements, The Global Emergence
of Radical and Popular Enviromentalism, Ed. B.R. Taylor,
State University of New York Press, Albanis 1995.
Steve Jones, "Ecotage: A Practicalor Punishable Means of
Environmental Activism?, http://darwin.bio.uci.edu, 12.9.
2002.
Sulhi Dönmezer/Sair Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza
Hukuku, C. II, 7. Bası, İÜHF Yay., İstanbul 1981.
Tanıl Bora, “Avrupada Yeşil Hareketin Bunalımı ve Türkiyede
Yeşillik”, 5 Ağaçkakan, Ocak 1993.
Taylor, “Popular Ecological Resistance and Radical
Environmentalism, Ecological Resistance Movements”,
Ecological Resistance Movements, The Global Emergence
of Radical and Popular Enviromentalism, Ed. B.R.Taylor,
State University of New York Press, New York 1995.
Tom Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, Çev. Mete
Tunçay, 2. Baskı, İletişim Yay., İstanbul 2001.
Toplum ve Bilim, ‘bu sayıda…’, 41 Toplum ve Bilim, Bahar
1998.
Turgut Akıntürk, Medeni Hukuk, Savaş Yay., Ankara 1991.
123
U. Ulaş Tol, “Dipteki Yoksullar”, 15 Mürekkep, 2000.
Zygmunt Bauman, Siyaset Arayışları, Çev. Tunçay Birkan,
Metis Yay., İstanbul 2000.
Zygmunt Bauman, Yasa Koyucular İle Yorumcular, Çev.
Kemal Atakay, Metis Yay., İstanbul 1996.
Zygmunt Bauman; Çalışma, Tüketicilik ve Yoksullar, Çev.
Ümit Öktem, Sarmal Yay., İstanbul 1999.
124
125

Benzer belgeler