bebeğin kişilerarası dünyası

Transkript

bebeğin kişilerarası dünyası
BEBEĞİN KİŞİLERARASI DÜNYASI
PSİKANALİZ VE GELİŞİMSEL PSİKOLOJİDEN BİR BAKIŞ
Daniel N. STERN
Çeviri:
Öznur Karakaş
Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları: 72
Bebeğin Kişilerarası Dünyası
Psikanaliz ve Gelişimsel Psikolojiden Bir Bakış
Daniel N. STERN
Özgün adı: The Interpersonal World of The Infant – A View from
Psychoanalysis & Developmental Psychology
First published in the United States by Basic Books, a member of the
Perseus Books Group.
ISBN 978-605-5548-86-5
Copyright Özak Yayınevi (Psikoterapi Enstitüsü)
Tüm hakları saklıdır. Yayıncının izni olmaksızın tümüyle veya
kısmen yayımlanamaz, kısmen de olsa çoğaltılamaz ve elektronik
ortamlarda yayımlanamaz.
Birinci baskı: Mayıs 2012
Editör: Tahir Özakkaş
Çeviri: Öznur Karakaş
Yayıma hazırlayan: Sevgi Çorabatur & Menekşe Arık
Düzelti: Melike Yönten
Baskı: İklim Ofset
Nişanca Mah. Arpacı Hayrettin Sok. No:21 Eyüp/İstanbul
Tel: 0212 577 77 45
www.iklimmatbaa.com
PSİKOTERAPİ ENSTİTÜSÜ EĞİTİM ARAŞTIRMA SAĞLIK ORG.
VE DANIŞMANLIK LTD. ŞTİ.
Eğitim ve Kongre Merkezi: Fatih Sultan Mehmet Caddesi No285
Darıca-İZMİT
Tel : 0262 653 6699 Fax : 0262 653 6698
Merkez: Bağdat Caddesi No: 540/8 Bostancı-İSTANBUL
Tel : 0216 464 3119 Fax : 0216 464 3102
www.psikoterapi.com - www.psikoterapi.org - www.hipnoz.com
ii
BEBEĞİN KİŞİLERARASI DÜNYASI
Daniel N. STERN
Editör:
Uz. Dr. Tahir ÖZAKKAŞ
Çeviri:
Öznur Karakaş
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ................................................................ VII
CİLTSİZ BASKIYA GİRİŞ ...................................... XI
I. KISIM SORULAR VE ARKA PLANI
-1- BEBEĞIN ÖZNEL DENEYIMINI KEŞFETMEK:
KENDILIK HISSININ MERKEZI İŞLEVI ................................. 3
-2- BEBEKLİĞE DAİR PERSPEKTİFLER VE YAKLAŞIMLAR ........ 18
II. KISIM DÖRT KENDİLİK HİSSİ
-3- ORTAYA ÇIKAN KENDILIK HISSI .................................51
-4- ÇEKIRDEK KENDILIK HISSI: I.
BAŞKASI KARŞISINDA KENDILIK HISSI .............................98
-5- ÇEKIRDEK KENDILIK HISSI: II
.BAŞKASIYLA BIRLIKTE KENDILIK HISSI ..........................145
-6- ÖZNEL KENDILIK HISSI: I. GIRIŞ ............................. 180
-7- ÖZNEL KENDILIK HISSI: II.
DUYGULANIMLARIN UYUMLANMASI ............................. 199
-8- SÖZLÜ KENDILIK HISSI ........................................... 233
III. KISIM BAZI KLİNİK YAKLAŞIMLAR
-9- KLINIK AÇIDAN “GÖZLEMLENEN BEBEĞE” BAKIŞ ..... 265
-10- TERAPÖTIK YENIDEN YAPILANMALARIN ARKASINDA
YATAN KURAMLAR ÜZERINE BIRKAÇ ÇIKARIM .............. 337
-11- GELIŞIMSEL GEÇMIŞIN YENIDEN İNŞASINDA TERAPÖTIK
SÜRECE DAIR ÇIKARIMLAR ........................................... 374
SON SÖZ ............................................................401
KAYNAKÇA....................................................... 405
v
ÖNSÖZ
Bu kitaba giden yol birbirleriyle ilişkili pek çok şeyden ibarettir.
Psikiyatri ve psikanaliz eğitimim boyunca bizden her vakayı
psikodinamik bir formülasyon çerçevesinde özetlememiz istenirdi. Bu da danışanın nasıl olup da ofisinizin kapısını çalan kişi
halini geldiğini açıklamanızı gerektiriyordu. Bu açıklama
danışanın yaşamının mümkün mertebe en erken dönemine
erişebilmeyi; bebeklik esnasında işleyen söz öncesi ve preödipal
etkileri göz önünde bulundurmayı gerektiriyordu. Bu benim
için her daim bilhassa da bebeklik dönemini yaşamın anlatısına
tutarlı bir biçimde bağlamak gerektiğinde bir ıstırap olmuştur.
Bu acı verici bir deneyimdi çünkü çelişkiler içerisindeydim. Bir
yandan geçmişin şimdiyi tutarlı bir biçimde etkilediğine dair
güçlü bir inancım vardı. Bütün dinamik psikolojilerin bu temel
iddiası bana göre psikiyatriyi bütün tıp dalları arasında en ilgi
çekici ve karmaşık olanı haline getiriyordu. Psikiyatri gelişimin
gerçekten önem taşıdığı tek klinik disiplindi. Ancak öte yandan
danışanlarım kendi en erken dönemli geçmişlerini çok az biliyordu; bense onlara bu hususta sorular sormayı onlardan bile
daha az biliyordum. Bu yüzden onların bebekliklerine dair çok
az bilgi içerisinden mevcut kuramlara en iyi uyanları bulup
seçiyor ve bu seçilmişler arasından tutarlı bir geçmiş anlatısı
meydana getirmeye çalışıyordum. Bütün vakalar için formülasyonlar birbirinin aynı gibi görünmeye başladı. Ancak insanlar
birbirlerinden çok farklıydı. Bu alıştırma son derece kısıtlı hamlelerle oyun oynamaya veya -daha kötüsü entelektüel samimiyetsizlik kokan- aksi takdirde gerçekmiş hissi uyandıran şeye
çok yakından bağlı kalan bir girişime kalkışmak gibiydi.
Yaşamın en erken dönemli ayları ve yılları kuramlarda başat ve
sağlam bir yere sahiptir ancak karşınızda gerçek bir kişi
durduğunda spekülatif ve belirsiz bir role sahiptir. Bu çelişki
vii
hala kafamı karıştırmakta ve ilgimi çekmektedir. Bu çelişkiye
yönelmek bu kitabın amaçlarından biridir.
Gelişimsel psikoloji üzerine mevcut araştırmaları keşfetmemle
ikinci bir yol göründü. Erken gelişim dönemine dair daha çok
bulgu elde etmek üzere yeni yaklaşımlar ve araçlar elde ettim.
Bu araçları klinik bir yaklaşımla birlikte önümüzdeki on beş yıl
boyunca kullanmayı sürdürdüm. Bu kitap kuram ve gerçeklik
arasındaki çelişkiyi çözmek üzere deneyimsel yaklaşımın ve
klinik yeniden kurgulama sürecinin ortaya koyduğu bebekle
diyaloğu yaratmaya çalışmaktadır.
Ancak bir üçüncü yol daha vardır. Bu yol şimdinin ancak
geçmişe dair bilgiler üzerinden anlaşılabileceğini öne süren
argümandır. Aşağı yukarı yedi yaşlarındayken, bir iki yaşındaki
bir bebekle başa çıkmaya çalışan bir yetişkini izlediğimi
anımsıyorum. O anda bebeğin derdinin ne olduğu bana o kadar
aşikârdı ki... Ancak yetişkin bunu hiç de anlamışa benzemiyordu. Son derece önemli bir yaşta olduğumu farkettim. Bebeğin
“dilini” bilmekle beraber yetişkininkini de biliyordum. Henüz
hala “çift-dilliydim” ve bu yetimin büyüdükçe yok olup
olmayacağını merak ediyordum.
Bu erken dönemli anının kendine göre bir geçmişi vardır. Bebekken hastanelerde çok zaman geçirdim. Neler olup bittiğini
anlamak için bir gözlemci, sözsüz dili okuyabilen biri oldum.
Hiçbir zaman bu yetimi yitirmedim. Psikiyatri eğitimimin
ortalarında etiyolojistleri keşfettiğimde bu benim için muazzam
bir heyecan olmuştu. Bebeklikte doğal olarak meydana gelen
sözsüz dil üzerine çalışmaya yönelik bilimsel bir yaklaşım öne
sürüyorlardı. Bu bana dinamik psikolojilerin tanımladığı sözlü
kendilik raporları analizinin zaruri bir tamamlayıcısını gibi
göründü. Çelişkiyi çözmek için kişinin “çift-dilli” olması gerekiyordu.
viii
Kimileri oldukça kişisel unsurlar tarafından belirlenen araştırma
veya kuramın güven uyandırmadığını iddia edebilir. Diğerleri
kişisel nedenlere dayalı bir geçmiş olmaksızın aklıselim kimsenin araştırma yapma güçlüğüne katlanmayacağını söyleyecektir.
Gelişimciler bu ikinci görüş üzerinde şanslarını denemelidir.
Bu kitabın yazılmasına doğrudan sebebiyet veren yol kendilerine borçlu olduğum pek çok meslektaşım ve arkadaşımın etkisinde çizilmiştir. Pek çok aşamada el yazmalarının tamamını
veya belli kısımlarını okuyarak hem bu kitabın yazılmasını
teşvik eden hem de onu tekrar tekrar şekillendiren önerilerini
ve eleştirilerini sundular. Bilhassa Susan W. Baker, Lynn Hofer,
Myron Hofer, Arnold Cooper, John Dore, Kristine MacKain, Joe
Glick ve Robert Michels’a teşekkürü borç bilirim.
Bu kitabın belli yönlerini şekillendirme hususunda üç grubun
yardımı mühimdir. Belli bir süre Margaret Mahler ve
meslektaşları Annamarie Weil, John McDevitt ve Anni Bergman’la düzenli toplantılar yapma şerefine nail oldum. Vardığım
pek çok sonuca katılmayacak olsalar da, farklı sonuçlara
vardığımız tartışmalar yürütmek her daim besleyici oldu ve
kuramsal bilgilerimi ilerletti. İkinci grup bir çocuğun beşikteki
konuşmaları üzerine birlikte çalıştığımız Jerome Bruner, John
Dore, Carol Feldman ve Rita Watson’dan ibaret Katherine Nelson’un grubuydu. Çocuğun söz öncesi ve sonrası deneyimleri
arasındaki etkileşimler üzerine yürüttüğümüz tartışmalar
eşsizdi. Üçüncü grupsa gelişimsel psikopatolojileri çalışmak
üzere Davranışçı Bilimler İleri Araştırma Merkezinde Robert
Emde ve Arnold Sameroff tarafından meydana getirilmişti. Alan
Sroufe, Arnold Sameroff, Robert Emde, Tom Anders, Hawley
Parmelee ve Herb Leiderman’la yürüttüğümüz tartışmalar
ilişkisel sorunların nasıl içselleştirildiğine dair sorunlarla mücadelemize yardım etti.
Bu süreçte Gelişimsel Süreçler Laboratuvarında çalışan pek çok
kişinin her daim sunduğu katkılara de müteşekkirim: Michelle
ix
Allen, Susan Baer, Cecilia Baetge, Roanne Barnett, Susan Evans,
Victor Fornari, Emily Frosch, Wendy Haft, Lynn Hofer, Paulene
Hopper, Anne Goldfield, Carol Kaminski, Terrel Kaplan, Kristine MacKain, Susan Lehman, Babette Moeller, Pat Nachman,
Carmita Parras, Cathy Raduns, Anne Reach, Michelle Richards,
Katherine Shear, Susan Spieker, Paul Trad, Louise Weir ve
Yvette Yatchmink.
Laboratuvarımızın dışında olup da işbirliği yapma fırsatı
yakaladığım CUNY’denJohn Dore’a ve Cenevre’den Bertrand
Cramer’e de teşekkürü bir borç bilirim. Bu metnin her düzeyde
hazırlanmasına sunduğu destekten ve bu eserin yazılmasını ve
profesyonel hayatımın geri kalanını idame ettirebilmemi
mümkün kılan idari yeteneğinden ötürü Cecilia Baetge’ye
teşekkür ederim.
Basic Books’taki editörüm hassasiyet ve zamanlamasının
altındaki teşviki, eleştirileri, görüşleri, sabrı, sabırsızlığı ve teslim tarihleriyle mükemmeldi. Nina Gunzenhauser’in zihin
berraklığı ve redaksiyondaki sağduyusu vazgeçilmez oldu.
Bu esere ilişkin araştırmaların çoğu Herman ve Amelia Ehrmann Derneği, William T. Grant Derneği, Psikanalitik
Araştırma Fonu, March of Dimes Ulusal Derneği ve Ulusal Zihin
Sağlığı Enstitüsü ve Warner Communications A.Ş. tarafından
desteklenmiştir.
Son olarak –en büyük ortaklarım olan bebeklere ve ebeveynlerine onlardan bir şeyler öğrenmemize izin verdikleri için
teşekkür etmek istiyorum.
x
CİLTSİZ BASKIYA GİRİŞ
Son derece hızla değişen bir sahada onbeş yıl önce yazılmış bir
kitaba yeniden uğramak başlıbaşına çelişkili bir iştir. Tamamen
baştan mı yazmalı yoksa öylece kalmasına ve diğer şeylerle birlikte yolunu bulmasına izin mi vermeli? Her iki alternatifi de
tatmin edici bulmadığımdan üçüncü bir çözüm geliştirdim ve
kapsamlı bir Giriş daha yazdım. Bu tashih belli mevzuları
düzeltmemi, eklememi, çıkarmamı ve geliştirme-mi sağladı. Bu
yine bir adım geri durup kitabın etkisini değerlendirmemi ve
ona karşı yöneltilen kimi eleştirileri yanıtlamamı sağladı. Sonuç
olarak bu tashih kitabın düşünce yapımda ne gibi bir güzergâh
izlediğini görmemi sağladı.
Belli mevzulara yeniden değinmek
Bu kitap son on beş yıldır on ayrı dilde basılmıştır. Dört mevzu
en geniş ilgiye mazhar olmuş gibi görünüyor.
KATMANLI GELİŞİM MODELİ
Birbiri ardı sıra gelen her bir gelişim aşamasının bir öncekinin
yerini almakla kalmayıp onu ortadan kaldırdığı geleneksel
aşamalı modelin aksine, bütün bir yaklaşımı yeniden düzenleyen burada öne sürülen katmanlı model kendilik hislerinin,
sosyo-duygulanımsal yetilerin ve ötekilerle-birara-da-olma
yollarının giderek arttığını öne sürmektedir. Meydana gelen
hiçbir evre yokolmamakta; bunların her biri aktif kalmakta ve
dinamik bir biçimde ötekilerle etkileşim kurmaktadır. İşin aslı
her bir saha onu takip eden sahanın ortaya çıkmasını
kolaylaştırmaktadır. Bu şekilde bütün kendilik hisleri, bütün
sosyo-duygulanımsal yetiler ve bütün ötekilerle-birlikte-olma
xi
yolları yaşam boyunca bizimle birlikte kalır; bunun aksine
aşama modeline göre daha erken gelişim dönemli organizasyon
yalnızca sürece-benzer bir gerileme vasıtasıyla erişilebilir
olmaktadır.
Katmanlı modele geçişin iki nedeni vardır. İlkin, klasik
Freud’un psikoseksüel aşamaları (saplanmalarla dolu) yüzyı-lın
üççeyreğini aşmış olmamıza rağmen daha sonraki psikopatolojilerle bağlantılanma vaadini yerine getirememiş; yeni fikir
üretememiş ve giderek ikna kabiliyetini ve ilgi çekiciliği-ni
yitirmiştir. İkinci olarak, zamanının başat gelişim paradig-ması
olmayı sürdüren Piaget’nin aşama modeli bebeğin cansız fiziksel dünyayla (uzayla, zamanla, sayılarla, hacimle, ağırlıkla vs.)
karşılaşmasını açıklamakta ancak asıl ilgimi çeken kendilik ve
ötekilerden ibaret daha zengin ve karmaşık sosyo-duygusal
dünya üzerine geliştirdiği kavramsallaştır-malarda yetersiz
kalmaktadır.
Kitabın 1985 yılındaki orijinal baskısında, -(henüz) elle tutulur
kanıtlar olmaksızın- bebeğin insani dünyayla karşılaş-masının
birincil olmasa da kesinlikle ikincil de olmadığını ve onun
cansız, fiziksel dünyayla karşılaşmasını yönlendirenlerden farklı
ve ayrı psikolojik ilkelerle modellendirilmesi gerektiğini iddia
etmiştim. Bu iki karşılaşma birbirine paralellik gösterecek
şekilde ilerlemektedir: Kitabın esas vurgusu bunun üzerindedir.
Sahada çalışan çok kişi bebeklerin ve yetişkinlerin fiziksel ve
insani dünyayla karşılaşmak ve bunlardan mana çıkarmak için
iki farklı, paralel algı, bilişsellik, duygulanımlar ve bellek sistemi
olduğunu (gerçekte olmak zorunda olduğu) düşün-müştür.
Elbette, bu iki sistem dinamik bir etkileşim içerisindedir. Kelimenin geniş anlamıyla yerel bilginin kendine mahsusluğunu
xii
vurgulayan ve eski görüşlerden radikal bir kopuşa işaret eden
bu yeni görüş son onbeş yıldır kanıtlan-makta ve kuramsal anlamda güçlenmektedir. (Örn. Bkz.. Braten, 1998; Leslie, 1987;
Rochat, 1999; Thalen ve Smith, 1994). Şu anda bu hem normal
hem de patolojik gelişimde (özellikle otizm) son derece verimli
sonuçlar sunmaktadır.
Aslında katmanlı model yeni değildir. (Paralel modeller kavramı
nispeten çok daha yenidir). Bu büyük ölçüde Werner ve Kaplan’ın (1963) spiralleri gibi diğer ardışık olmayan modellerden
etkilenmiştir. Bazı psikologlar bunun esasında gelişim değil
büyüme modeli olduğunu öne sürerek bu modeli
eleştirmektedirler. Her ne kadar bu eleştiride haklılık payı olsa
da, bir model kucaklama iddiasında olduğu verilere uyum
göstermelidir. Burada özetlenen katmanlı model, aşamalı modele nazaran bebeğin insani dünyanın kendine mahsus özelliklerini karşılamasına daha uygundur. Her halükarda, bu model pek
çok araştırmacının düşüncelerini en azından insani etkileşimde
daha önceki diğer modellerden çok daha ileri götürmüştür.
KENDİLİĞİN ORTAYA ÇIKIŞI
Kitabın kendilik/başkası farklılaşmasının doğumda veya daha
önce başlamış olduğu yönündeki görüşü de bilhassa psikanalizin etkisi altındaki çevrelerde yine tartışmalara neden olan bir
konudur. Eğer bu farklılaşma özel bir evrenin ürünü değilse,
kendiliğin ötekinden “nihai” ayrışmasının zamanının anlamlı
bir biçimde saptanması mümkün değildir. Kendiliğin ötekinden
ayrılmasını evreye-özgü gelişimsel bir ödev hatta gelişimsel bir
ödev olarak görmek yerine bu kitap kendilik/başkası
farklılaşmasının daha en başından işler durumda olduğunu öne
sürmektedir. Bu yüzden, bebeğin ana gelişimsel ödevi ters
xiii
yönlü yani ötekilerle bağlar kurmaya, ilişkiyi artırmaya
dönüktür. Esas itibariyle doğumdan itibaren işler halde bulunan
paralel (algısal, bilişsel ve duygulanımsal) sistemler üzerine
yukarıda atıfta bulunulan araştırmanın kendilik ve başkasının
başlangıçtan itibaren farklılaşmış olduğu fikrini desteklemektedir.
Bu görüş patolojiler söz konusu olduğunda bağlanma stratejileri
ve sorunlarına daha fazla vurgu yapmakta ve “normal otizm,”
“ilk narsisizm” ve “sembiyoz” gibi evrelere dayalı kavramsallaştırmayı asgari düzeye indirmekte hatta ortadan kaldırmaktadır. Bu elbette yaşamın ilerleyen anlarında patolojik varlıklar
gibi bunlara belli belirsiz benzerlikler gösteren olgular olmadığı
anlamına gelmemektedir. Bunlar elbette mevcuttur ancak
bunların kökeni yaşamın ilk iki yılında aranamaz; bu yüzden
bastırmanın meydana gelmesine mahal verecek şekilde belli
patojenik mekanizmalar için kaynak teşkil edemezler.
Genel olarak, bahsi geçen kendilik hislerinin temelinde bebekte
zamanında yeni kapasitelerin gelişmesiyle erişilebilir hale gelen
yeni dünya ve kendini-gözleme imkânlarının ortaya çıkması
yatmaktadır.
Kendilik ilk üç söz-öncesi hisleri söz konusu olduğunda –ortaya
çıkan kendilik hissi, çekirdek kendilik hissi ve öznel
(öznelerarası) kendilik hissi- bunların açıkça zamansal bir dizi
içerisinde ortaya çıktıklarından; her yeni düzeyin yukarıda
bahsedildiği üzere katmanlı bir biçimde ötekilere eklendiğinden
artık eskisi kadar emin değilim. Bu hususta bütün bu üç evrenin
birarada ve büyük ölçüde birbirleriyle dinamik ilişkiler içerisinde ortaya çıktıklarını düşünme eğilimindeyim. Kitabı şimdi
xiv
yazıyor olsaydım bunlara sözlü olmayan kendiliğin ayrı alt kategorileri derdim. İlerledikçe bunun nedenlerine değineceğim.
SÖZSÜZ OLANLA UĞRAŞMAK
Sözsüz davranışları vurgulamak da yine tartışmalara yol açtı ve
mevcut düşünce yapılarını zorladı. Bebeklerle çalışan gelişimciler sözsüz iletişimle uğraşma hususunda rahattır. Ancak psikanalistlerin çoğu için bu geçerli değildir. Onlar daha ziyade
sözlerle, anlatımsal yorumlamalarla ve anlamla iştigal etmektedir. Bu kitap kısmen gelişimsel psikoloji ve psikodinamik psikoterapinin görüşlerini biraraya getirdiğinden, sözlü ve sözsüz
olanın karşılaştığı doğal bir gerilim, bir tür türbülans alanı ortaya çıkmaktadır. Kitaptaki kavramların çoğu ve kitabın etki
sahası bu karşılaşma üzerine kurulmuştur.
Öncelikle verileri meydana getiren birimlerin boyutları söz konusudur. Bebek gözlemcileri saniye veya bölünmüş saniyeler
içerisinde cereyan eden küçük davranışsal birimler üzerine
çalışmak zorundadır. Daha büyük birimler küçük birimlerin
tekrarı ve yuvalanması sonucunda meydana gelir.
Bu gözlemlerin yöntemi tamamen olmasa da temel olarak mikro-analitiktir. Psikoterapistlerse anlatım formatında bütüncül
bir anlam kazanan tutarlı, yuvalanmamış anlam ağlarıyla
uğraşmaktadır. Bu boşluğu kapatmanın (kapatmaya çalışmanın)
bir yolu daha küçük davranışsal şablonlara örtük, anlatımbenzeri anlamlar bulmaktır (veya atfetmektir). Bu benim ve
araştırmaların klinik karşılığını arayan diğerlerinin seçtiği yoldur. İlerde bunun avantajlarına ve tehlikelerine değinilecektir.
Kitabın sözsüz alana yönelik anlatım yaklaşımını uygulamasının bir sonucu da sözsüz alan üzerine çalışanpek çok psikoterapist için faydalı olacak bir dilin keşfedilmesidir. Bilhassa dans,
xv
müzik, beden ve hareket terapilerine ve varoluşçu psikoterapilere değinmekteyim. Aklımda bu tarz terapiler bulunmadığından bu gözlem hoş bir sürpriz gibi geldi. Bu terapiler
üzerine daha çok şey öğrendikçe düşüncelerim zenginleşti.
Münasip bir (mikro) analiz düzeyindesözsüz dünyayla uğraşmanın en önemli sonucu içsel nesne ne demektir ve nasıl meydana gelir gibi soruların yanıtlanması hususuna ışık tutmasıdır.
ÖTEKİYLE-OLMA YOLLARINA KARŞI İÇSELLEŞTİRMELER
Kitap yakın zamanda gelişimsel psikolojide ortaya çıkan
kavramları almakta ve bunları psikodinamikle son derece
alakalı olan malzemeye uygulamaktadır. Bu daha önce hiç
gerçekleştirilmemiştir. İçsel nesnelerin tekrar eden nispeten
küçük etkileşimsel şablonlar üzerine inşa edildiği fikri mikro
analitik yaklaşımdan elde edilmiştir. Böylesi içsel nesneler ne
insanlar ne de ötekilerin parçaları veya yönleridir. Daha ziyade
bunlar ötekiyle etkileşim içerisindeki kendiliğin şablon halini
almış deneyimlerinden inşa edilirler. İçeride olan (ör. içsel olarak temsil edilen) interaktif deneyimleri meydana getirir.
Kitabın pek çok yerinde bu içsel nesnelere genelleştirilmiş
etkileşimlerin temsilleri denmektedir (GET’ler). Bununla birlikte bunlara ötekiyle-olma-yolları ismini vermeyi tercih ediyorum. Bunun amacı yaşanan olguları deneyime daha yakın ve
klinik olarak faydalı bir biçimde tanımlama adına vurguyu
oluşum sürecinden almaktır.
Bu içsel nesne dünyası görüşü dinamik psikoterapiler
zamanında hâkim olan görüşlerin çoğundan kopulması
anlamına gelmektedir. Öznel dünyayı –bilhassa fantezilerin
(özellikle “orijinal” veya doğuştan gelen fantezilerin) etkileriniresmin dışında bırakarak daha genel manada bebeği kendisine
xvi
nesnel olarak olup bitenleri tıpkı bir gözlemci tarafından
kaydediliyormuşçasına inşa eden sahih bir okuyucu gibi
görmektedir.
Gerçek yaklaşımın özüyse farklıdır. Görüş o anda erişilebilir
hale gelen sözsüz etkileşimler üzere verileri yeni metodolojiler
sayesinde araştırmak ve bu verileri alarak diğer mevcut kavramlar temelinde bebeğin zihinsel olarak kendilik ve başkası deneyiminin öznel dünyasını nasıl inşa ettiğini hayal etmektir. Bu
davranışçılık değildir, daha ziyade davranışın nasıl zihinsel olarak inşa edildiği üzerine temelli spekülas-yonları yeni davranış
gözlemleriyle birlikte ele alan bir tekniktir. Her ikisini de içerdiğinden davranışçılıktan büyük (ve genellikle sallantıda) bir
adım ötededir.
Bunun arkasındaki niyet doğuştan gelen fanteziler kavramını
yerinden etmek değil belli doğuştan gelen unsurlara –fanteziler,
eylem eğilimleri, tercihler, değerler vs.- dayanmak ve bunları
araştırmak zorunlu hale gelmeden evvel nasıl klinik olarak
anlamlı bir öznel dünya inşa edilebileceğini görmektir. Bir manada bu yaklaşım henüz bilinmeyen doğuştan gelen unsurların
hangilerinin gerekli olduğunu daha iyi sınırlandırmak ve bunlara daha iyi odaklanmak için tanımlayıcı bir alıştırma olarak
görülebilir. Sonuç hem bebeğin (ve yetişkinin) içsel dünyası
hem de oluşum süreci üzerine daha geniş bir diyaloğun yolunun
açılması olmuştur.
Belli bölümler üzerine tartışmalar
“GELİŞMEKTE OLAN KENDİLİK HİSSİ” (3.BÖLÜM)
Kimileri için en heyecan verici bölüm olan bu kısım başkaları
açısından en kafa karıştırıcı bölüm olmuştur. Sanırım bunun
nedeni süreç ve içerik arasındaki net olmayan sınırdır. Odak
xvii
noktası zihinsel bir içerik kazanan (öznel) deneyim oldu-ğunda
bu ayrımı yapmak pek de kolay olmamaktadır.
3. bölüm bebeğin zihninde organizasyonun meydana gelebilmesinin pekçok yolunu tanımlamaktadır. Meydana gelmekte olan
organizasyon süreci kavramı hâlihazırda kavran-maktadır; bunu
dışarıdan bakarak dahi anlamak müm-kündür. Asıl zor olan bir
sonraki adımdır: Meydana gelmekte olan organizasyon sürecinin deneyimi...Ortaya çıkan kendilik hissi işte bu sürecin deneyimiyle ilgilidir.
Pek çok deneyim türü olmasına rağmen (ör. transmodal) şu
anda listede eksik olduğuna inandığım belli bir bilinç
kavramıdır. Süreç deneyimi münferit, sınırlandırılmış bir olay
veya an; bir tür “şu-anda-varolagelme” olabilir (Woolf, 1923). Bu
özelliğe sahip olmadığı müddetçe gelişmekte olan kendiliği
zihnin ilerlemeci bir biçimde organizasyonuna neden olan tek
tek zihinsel ve fiziksel aktivitelerden ayırt etmek mümkün
olmayacaktır.
Bu yüzden bir sonraki soru ne tür bir bilinçten bahsediyoruz
olacaktır. Meydana gelmek derken ne tür bir andan bahsediyoruz? Kitabın orijinalinde bu sorulardan uzak durdum. Bu sorulara değinmek için yaşamın ilk anlarında bebeklerin erişiminde
olan ilk bilinç kavramına ihtiyaç duyacağız.
Yeni şekillendirilmiş zihin yaklaşımı üzerine çalışan araştırmacılar zihin ve beden arasındaki keskin geleneksel ayrım artık
muhafaza edilemez bir hal aldığında bebeklikte kullanılabilir
halde olan bir ilk bilinç kavramına dair öngörü-ler geliştirmiştir
(ör. Clark, 1997; Damasio, 1999; Varela, Thompson ve Rosch,
1993). İlk bilinç kendi üzerine düşüne-mez; söze dökülmemiştir
ve ancak “şimdiye” tekabül eden mevcut anda bulunmaktadır.
xviii
Temel görüş pek çok kısımdan ibarettir. Bunlardan ilki bütün
zihinsel edimlere (algı, hissetme, bilişsellik, hatırlama) bedenden bilhassa da iç hislerden gelen girdilerin eşlik etmesidir.
İçsel girdi anlık uyarılma, aktivasyon, zindelik, motivasyona
ilişkin aktivasyon dereceleri veya doyum (pek çok sistemde) ve
iyi olma hallerini içermektedir. Bu girdi Damasio’nun (1994,
1999) “arkaplandaki hisler” dediği şeydir. Bu kitapta canlılık
duygulanımları olarak ortaya konan şeye benzerdir. (bkz. Bilhassa Damasio 1999, s.287). Bedenden gelen bir diğer girdi de
bedenin süregiden zihinsel aktiviteyi (algılama, düşünme vs.)
sağlamak, desteklemek ve yoğunlaştırmak vs. için yaptığı
takınılan duruş, hareketler (gözlerin, kafanın veya bedenin),
mekânda yer değiştirme ve kas tonunun kasılma ve gevşemesi
gibi her şeyi içermektedir. Beden asla hiçbir şey yapmadan
durmaz. (Rodin’in Düşünen Adamı’nı göz önüne getirin. Hareketsiz durmaktadır; kafasını eline almış bir dirseği dizindedir.
Hareket etmediği doğrudur ancak bu duruşunda muazzam bir
gerilim barındırır. Bu da neredeyse bütün kas gruplarından
yoğun iç algısal geribildirim aldığını göstermektedir. Bu geribildirim Düşünen Adamın muhtemelen yükseliş gösteren
uyarılma düzeyiyle birlikte belli düşüncelerinin hasar görmesine neden olan arkaplandaki hisse yol açar. Önplan ve arkaplan
arasındaki kontrast gözlemcinin dikkatini çeker ve vermek
istediği mesajı ifade eder).
Bütün bu beden işaretleri –henüz belirlenmemiş kendilik olarak- kendilikten gelmektedir. Böylesi işaretlerin dikkate
alınması gerekmez. Farkındalık düzeyine taşınmaları gerekmez.
Ancak bunlar yine de arkaplanda mevcuttur. Onlar canlı
olmanın dinmeyen müziğini teşkil eder. İşte bu yüzden bu
müzikteki değişimlere veya modülasyonlara canlılık duygulaxix
nımları diyorum. İşte bu müzik gelişmekte olan kendiliğin –
Damasio’nun (1999) terminolojisinde “proto-kendilik”-ortaya
çıkmasını sağlayacaktır. Ancak ilkin bunun zihinsel aktiviteyle
birleşmesi gerekir.
İkinci unsur da böylece felsefede ifade edildiği üzere yönelimsel
bir nesnedir. Yönelimsel nesne zihnin yöneldiği herhangi bir
şeydir. “Akılda olan” ne varsa odur. (Psikolojik anlamda motive
olmuş bir amaca yönelme niyeti olmasına gerek yoktur). Bu
kırmızı bir top, içsel bir acı, ağızda meme ucunun yarattığı his,
bir düşünce, bir anı olabilir.
İlksel bilinç içsel nesnenin ve bedenden gelen hayati arka plan
işte bu at başı gitme halidir. Bedenden gelen girdi içsel nesne
deneyimini yaşayanın siz olduğunuzu belirtir. İçsel nesnenin
yaşayan canlı gözlemcisi dolayısıyla bir kendilik hissi meydana
gelir. İşte ortaya çıkan kendilik hissi derken bunu kastediyorum: Verili bir anda dünyayla (veya kendinle) karşılaşarak canlı
olduğunun deneyimlenmesi; bir deneyim yaşama sürecinin
farkındalığı... Deneyimin içeriği herhangi bir şey olabilir.
Ne zaman ilksel bilinç anı mevcut olsa, deneyimleyen kendilik
hissedilir ve dünyada konumlandırılır. O anda, ortaya çıkan
kendilik hissi ortaya çıkar. Bu bir saatte veya dakikada pek çok
kez meydana gelmelidir. Her ne kadar bu ilksel bilinç anları kısa
ve periyodik olsa da, yaşamın süregiden müziğinin provalarını
sunar. Ortaya çıkan kendilik hissi Damasio’nun (1994) tabiriyle
deneyimleme sürecinde yaşayan kendiliği yeniden belirleyen bir
tür “nabızdır.” Dahası, canlılık duygulanımlarının dinamik
niteliği deneyimi çerçeveleyen bir zaman zarfı olmasını da temin eder.
xx
Köpeklerin ve üst düzey hayvanların ilksel bilince benzer bir şey
deneyimlediklerine inanmamak için bir nedenimiz yoktur.
İnsanlar arasında da bebekliğin erken gelişim dönemlerinde
ilksel bilinç anları bilhassa uyanık hareketsizlik ve temkinli
aktivite anları esnasında en bariz biçimde ortaya çıkıyor gibi
görünmektedir.
3. bölümde verilen örneklerin çoğu iki farklı yönelimsel nesnenin at başı gitmesiyle ilgilidir. Burada vurgulamak istediğim bu
at başı gitme halinin kendi içinde hayati bedensel hisler ve deneyimin canlılık duygulanımlarındaki değişimlerle at başı
gittiğidir. Bu bakış açısıyla, bölüm neyin, ne zaman meydana
çıktığının daha net bir tanımı vasıtasıyla yeniden okunabilir.
“ÇEKİRDEK KENDİLİK HİSSİ:
I. BAŞKASI KARŞISINDA KENDİLİK HİSSİ”(4.BÖLÜM)
4.bölümde dört nispeten değişiklik göstermeyen deneyimden
ibaret olan çekirdek kendilik açıklanmıştır: Kendi edimlerinin
fail olma, kendiyle tutarlı olma, kendine ait bir geçmişi olma
(süreklilik) ve duygulanım hissi. Bugün olsa duygulanım hissini
eleyerek bu sayıyı üçe indirirdim. Artık buna ihtiyaç duymuyorum çünkü yukarıda bahsettiğimiz geniş ortaya çıkan kendilik
ve aşağıda bahsedecek olduğum süreklilik hissi tarafından
kapsanır hale gelmiştir. (Ancak niyetim zihinsel yaşamda
duygulanımın her daim işleyen merkezi rolünü asgari düzeye
indirmek değildir.)
Kendi geçmişine sahip olmayı da kendiliğin sürekliliği olarak
değiştirirdim. Geçmiş çok zengin bir kavram geçmiş hissi ve
bunun şimdiyle bağını ima etmektedir. Aslında kastettiğim şey
bebeğin ilksel bilinç anlarında kendisiyle karşılaştığında arkaplanda yer alan hayati hisler ve canlılık duygulanımları ve
xxi