FİLM MÜZİĞİ: TARİHSEL GELİŞİM Bu bölümde Film müziği

Transkript

FİLM MÜZİĞİ: TARİHSEL GELİŞİM Bu bölümde Film müziği
FİLM MÜZİĞİ:
TARİHSEL GELİŞİM
Bu bölümde Film müziği olgusunun başlangıcı, yapısal değişimi ve
gelişimi hakkında genel bilgi verildi. Film müziği tarihi araştırılırken ilk
film gösterimleri ve sessiz sinema döneminden başlayarak günümüze
kadar filmde müziğin ne şekilde ve ne amaçla kullanıldığı açıklandı.
Ayrıca Film müziği tarihi incelenirken başlangıcından günümüze
sinemada film müziğinin yeri, işlevleri, özellikleri ve önemi hakkında
bilgiler değerlendirildi, geçmişten günümüze kimler tarafından film
müziği yapıldığı ve film müziği yapılırken hangi akımlardan etkilenildiği
incelendi. Bunların yanında, soundtrackların ortaya çıkışı, yapısı,
özellikleri ve önemiyle ilgili bilgiler toplanarak yine tarihsel sırayla
sunuldu.
Sinema endüstrisinin gelişimiyle birlikte birçok yenilik kendini
göstermeye başlamıştır. Sinema kendi yapısını geliştirirken
beraberinde yeni yapılanmaların da oluşmasına yol açmıştır. Bu
oluşumlardan biri de film müziğidir. Film müziğinin ortaya çıkışı film
gösterimleriyle birlikte başlamıştır. Bilinen ilk film müziği Lumiere
kardeşler tarafından yapılan ilk film gösterimleri sırasında kullanıldı.
Paris’te Boulevard Des Capucines’deki Grand Cafe’de, 28 Aralık 1895
günü yapılan film gösterimi sırasında filme piyano eşlik etmiştir
(Prendergast, 1992, Maas,1993, Brown,1994). Çok kısa bir zaman
sonra Lumiere Kardeşlerin İngiltere’deki halk gösterilerinde,
Londra’nın çeşitli tiyatrolarında 20 Şubat 1896 tarihinde ve yine aynı
yılın Nisan ayında bu kez orkestra eşliğinde gösterilmiştir
(Prendergest,1992).
Berg (1976), sessiz filmlerin müzik eşliğinde sunulmasına neden
olarak şunları göstermiştir: (1) Rahatsız edici gürültülerin ortadan
kaldırılması, (2) Durgunluğun, hareketsizliğin, sessizliğin ortadan
kaldırılması, (3) Film olgusunun sürekliliğine aracılık etmek, (4) Filmin
görüntülerinin illüstrasyonu, (5) Ticari nedenler (aktaran: Maas,1993).
76
Film müziği: tarihsel Gelişim
Müziğin iyi seçildiği taktirde filmin seyirci üzerindeki etkisini
arttırdığını fark eden yapımcılar filme özel müzik yapılması gerekliliği
üzerinde durdular. Bunun üzerine Pathé kardeşlerin talebiyle ilk film
müziğini (score) 1908’de “‘L’Assassinat du Duc de Guise” filmi için
Camille Saint-Saens yapmıştır. Bundan sonra, 1913’te “Der Student
von Prag” için Joseph Weiss, 1914’te “Cabirio” için Ildebranda Pizzetti,
“Rapsodra Satanica” için Lyda Barelli ve Pietro Mascagni, 1915’de
‘The Birth of a Nation’ için Joseph Carl Breil, 1916’da “Civilisation” için
Victor Schertzinger özel film skorlarını hazırlamışlardır (Burlingame,
2000; Prendergest, 1992; Konuralp, 1995).
Gramofonun gelişmesiyle ilk ticari kayıtların başlaması aynı
tarihlere rastlamaktadır.7 İlk 33½ rpm diskler, 1926 yılında Bell
laboratuarında Warner Bros için, John Barrymore’un romantik macera
filmi “Don Juan”a William Act’in hazırladığı vitofonla senkronize edilen
müzik ve ses efektleridir.8 Film şirketleri daha sonra film müziğinin bir
pazarı olabileceğini anlayınca, kompozitörleri film müziği yapmaları
için teşvik ettiler. Onlara çeşitli imkanlar sağlamanın yanında onları
kiraladılar. Böylece film müziği hem film için özel yazılmış olacak hem
de filmle birlikte promosyonu yapılacaktı. Bütün bunların sonucunda
“Sinema Şarkısı” ortaya çıktı. Bu dalda ilk büyük “hit”, 1926 yılında
çekilen “What Price Glory” filminde Dolores Del Rio karakteri için
yazılan, Kanadalı bando şefi Guy Lombardo’nun “Charmine” adlı
şarkısıdır.9 Bu şarkıyı 1927 yılında çekilen “Seventh Heaven” adlı
filmine, Erno Rapée’nin, Janet Gaynor’un oynadığı Diane karakteri için
yazdığı “I’m in Heaven, When I See You Smile” adlı şarkısı izlemiş,
şarkı, 1928 yılının başlarında Top-20 listesinin ilk üç sırasında yer
almıştır.
1927 yılında Warner Bros. “The Jazz Singer” filmiyle sinemada
müzikal dönemini başlatmıştır (Burlingame,2000; Prendergest, 1992;
Thomas, 1973; Konuralp, 1998, W. Darby and J. Du Bois, 1990).
7
Gramofon: Fonograf olarak da bilinir, dönen bir diskin ya da silindirin
üzerine oyularak kaydedilen seslerin daha sonra bir iğne aracılığıyla
yeniden üretilmesinde kullanılan aygıt.
8
Vitofon: Plak – tabanlı sesli film sistemi.
9
Hit: (İng.)En başarılı eser, halkın beğendiği kitap, şarkı, piyes vb.
Film müziği: tarihsel Gelişim
77
Müzikal filmlerde bolca dans ve şarkı hakimdir.10 Sesler vitofonla
kaydedilmiştir. Bu müzikallerde kullanılan şarkılar da listelerde hit
konumuna gelmiş ve özellikle Arthur Freed ve Nacio Herb Brown hit
şarkıları yazan besteciler arasında önde gelenlerden olmuşlardır. İlk
sesli filmlerde tür olarak en çok müzikal filmlere rastlanmasının önde
gelen nedeni olarak 1930’larda ekonomik krizin başlamasıdır ve böyle
bir ortamda Amerikan seyircisinin sinemaya çekmenin en iyi yolu
eğlenceli filmlerin çekilmesi verilmektedir (Konuralp,1998). Sinemanın
bu atılımı Broadway’den müzisyen, besteci, oyuncu, yönetmen ve
teknisyenlerin Hollywood’a geçmesine neden olmuş, stüdyolar kendi
özel müzik dairelerini kurup bunların başına şirketlerin tüm
prodüksiyonlarının müzik sorunlarıyla uğraşması amacıyla müzik
direktörleri getirttirmişlerdir.
Amerikan müzikal filmleri kısa zamanda Avrupa ülkelerinde de bu
tür filmlerin çevrilmesine önderlik etmiştir. Müzikal film yapmak
istemeyenler bile filmlerini şarkı ve dip müziklerle süslemek zorunda
kalıyorlardı Örneğin Der Blaue Engel (1930, Sternberg) ve
Kameradschaft (1931, Pabst) filmlerinde, aynı şekilde Fransızların
Sous les Toits de Paris (1930, Clair) ve Le Million (1931, Clair) gibi ilk
sesli filmlerde bu yola gidilmiştir (Konurap,1998:73).
Şarkılı filmler ile müzikal filmleri karıştırmamak gerekir. Şarkılı film
kurgusunda şarkı yerleştirilen filmdir. Müzikal filmde anlatının
kendisinde müziksellik egemendir. Konuralp’in belirttiği gibi (1999:76)
neden ister Amerikan filmlerini taklit etmek, ister sessizliği yenmek,
ister iktidarın yönetilen insanları oyalamak, ister evrensel dil arama
çabası olsun, dünyadaki hemen her ülke, sesli sinemaya başlarken
şarkılı film üretme yolunu tutmuştur. Amerikan sineması, çok kısa bir
süre içinde şarkılı filmleri müzikal film kalıbı içerisinde tutarak
sorununu halletmiştir. Öte yandan üçüncü dünya ülkeleri, bu şarkılı
film modasını kolay kolay bırakamamışlar; üstelik sinemaya yeni
başlamış komşu ülkelerin filmlerini de etkilemişlerdir. Mısır’ın
Abdülvahap’lı, Arjantin’in Carlos Gardel’li, Meksika’nın Jorge
Negrete’li, Endenozya’nın Rhoma İrama’lı filmlerinin 1950 yıllarına
10
müzikal: (Fr.) müzikli sahne eseri için kullanılan terim.
78
Film müziği: tarihsel Gelişim
kadar dünyanın her yerinde boy göstermeleri ve taklit edilmeleri bu
kalıcılığı desteklemiştir.
Kısa bir süre sonra Amerika’da ekonomik krizin atlatılmasıyla
müzikal filmler yerini konulu filmler almaya başlamıştır. İlk başlarda
müzik kullanımı, sessiz film müzik tekniklerinin olduğu gibi aktarılması
şeklinde olmuş;; müzik eskiden olduğu gibi filmin tümüne değil daha
çok konuşmasız yerlere ve hareketli sahnelere yerleştirilmiş; öncelikle
sesli sinemanın ilk dönemlerinde müzik sessiz yerleri müzikle
seslendirme amacıyla kullanılmıştır. Ancak; ses tekniğinin yeteri kadar
gelişmemesi ve seyircinin konuşma olmayan yerlerde sıkılacağı
endişesinin sürmesi müzik kullanımının gereğini sürdürmüştür. Müziği
sözlü iletişimin olmadığı yere yerleştirme daima vardı ve devam
etmektedir. Bu yerleştirme inşa edilen duygunun devamını sağlamak
ve devamlılıkta gelecek sahne için belli bir ruh halini tutmak ya da
oluşturmak olabilir.
Konulu filmlerin sayısındaki artış beraberinde yeni müzik
materyallerinin aranmasını gerektirmiştir. Sessiz film müziğinden
kalma repertuarların biçim açısından zaman aşımına uğramış olması
da bu ihtiyacı arttıran koşulları oluşturmuştur. Ayrıca stüdyoların
bunların çoğuna telif ücreti ödemektense filmler için yeni müzik
eserleri besteletmesi daha ekonomik bir çözüm olmuştur. Bu nedenle
stüdyolar; kısa bir zaman içinde müzik dairelerini yeniden yapılanma
işlemine sokarak her birimin bünyesinde orkestralar kurmuş, kadrolu
besteciler, düzenleyiciler (aranjör), orkestrasyoncular, kopistler,
kütüphaneciler, vokal direktörler, müzik denetimciler işe alınmıştır.
Böylece Hollywood’ da besteci sayısında büyük bir artış olmuştur. Film
müziği tarihi açısından bu yapılanma büyük değişiklikler getirmiştir
(Prendergest, 1992; Konuralp;1998). Aslında bu dairelerin yapılanışı
sessiz sinema döneminde de film stüdyolarının bir alt birimi olarak
vardı. Günümüzde de müzik daireleri büyük film şirketlerinde halen
bulunmaktadır. Ancak; 30’lu ve 40’lı yıllar en iyi yapılanmanın ve
verimin olduğu zamanlardır. Hollywood Stüdyosuna ait Müzik
Dairesi’nin kuruluş şeması şekil 1’de sunuldu (Prendergest,1992;
aktaran, Konuralp;1998:78)
Film müziği: tarihsel Gelişim
79
Müzik daireleri sadece Hollywood’a özgü değildi. Hollywood kadar
muhteşem olmasa da Avrupa ülkelerinin film stüdyoları da 40’lı
yıllardan itibaren, birer müzik dairelerine sahipti. Ancak bu dairelerde
besteciler pek bulunmamaktaydı. Bunun yerine özellikle İngiltere ve
Fransa’da, film müzikleri Arnold Bax, William Walton, Ralph VaughanWilliams, Malcolm Arnold, Georges Auric, Arthur Honegger, Sergei
Prokofiev, Dimitri Shostakovich gibi daha çağdaş bestecilere
yaptırılmaktaydı. Yönetmen gerektiğinde besteciyi seçip uzun süre
onunla çalışabiliyordu. Sergei Eisentein ve Sergei Prokofiev, Jean
Renoir ve Joseph Kosma, Rene Clair ve Georges van Parys, Marcel
Carne ve Maurice Jaubert ortaklıkları 30’lu dönemin en belli başlı
örnekleri olarak gösterilmektedir. Film müziklerinin orkestrasyonu,
çalınması ve kaydedilmesi işlemlerini müzik daireleri üstlenirdi.
Almanya’da ise Hollywood ile boy ölçüşebilecek kapasitede olan UFA,
Amerikan sistemini aynen benimsemişti. Özellikle İngiltere’de Muir
Mathieson, Fransa’da Maurice Jaubert ve Almanya’da Werner Richard
Heymann, dönemin başarılı müzik direktörleridir (Konuralp; 1999:75).
Şekil 1. Kuruluş şeması
80
Film müziği: tarihsel Gelişim
Amerikan film stüdyoları 30’lu yılların ilk başlarından itibaren
Avrupa’dan birçok önemli besteciyi de kendi bünyesine almıştır. Max
Steiner ile Erich Wolfgang Korngold Avusturya’dan, Dimitri Tiomkin
Rusya’dan Miklós Rózsa Macaristan’dan Bronislau Kaper Polonya’dan
gelmişlerdir. Ayrıca 1933’den sonra Almanya’da Nazilerin iktidara
gelişiyle birlikte bu ülkeden birçok bestecinin Hollywood’a göçmesi
Avrupa’dan gelen bestecilerin çoğalmasına neden olmuştur. Bunlar
arasında Franz Wachsmann, Frederich Hollaender, Paul Dessau,
Hans J. Salter, Werner Richard Heymann vardır. Bütün bu bestecilerin
müzik tarzı, Hollywood müziğinin biçimlenmesinde rol oynamıştır. Aynı
zamanda film müzikleri yapılırken Wagner, Puccini, Verdi ve Richard
Strauss’un
sahne
eserlerindeki
müzikler
örnek
alınmıştır
(Prendergest,1992; Flinn,1992; Thomas,1973).
Film dünyasındaki bu gelişme yanında film müziği özellikle
eleştirmenler, akademisyenler tarafından ciddiye alınmamaktadır.
Ayrıca film müzikleri özellikle 19. yüzyıl klasik müzik temellerine
dayanan, fakat ne klasik ne de popüler müzik sınıfına giren, daha çok
akılda kalıcı melodik yapı içeren müzikal inşa olduğundan, kimse
soundtrackların satacağına inanmamıştır. Bu yüzden 1939 yılının
dokuz Oskarlı filmi olan “Gone With The Wind”ın müziği bile 15 yıl
sonrasına kadar müzik marketlerde yerini alamamıştır.
1940 yılına gelindiğinde Walt Disney yapımcılık Victor P-18’le
“Pinocchio” adlı filme ilk orijinal soundtrackı basmıştır. 1942’lerin
ortasına doğru soundtracklara olan ticari kaygı değişmeye başlamış.
RCA yapımcılık Macar asıllı müzisyen Miklós Rózsa’ya “The Junge
Book” adlı filmin 28 dakikalık müziğini yaptırır 12 inc – 78 rpm ( Victor
M-905) plaklara basar. “The Junge Book” büyük bir şirket tarafından
ticari amaçla yapılmış ilk Amerikan Film müziği’dir (Burlingame,2000)
Tüm bunlar olurken sinema şarkıları yapımı da devam etmektedir.
1943 yılında 1931’de çekilen “Casablanca” filminin “As Time Goes by”
adlı şarkısı RCA tarafından yeniden kaydedilmiş ve şarkı 6 hafta
boyunca birinci sırada yer almıştır.
1942 yılında Paramount Film tarafından çekilen “Holiday Inn” filmi
için Irving Berlin’e yazdırılan ve Bing Crosby tarafından söylenen
“White Christmas” adlı parça 10 hafta liste başı kalmış ve albüm
Film müziği: tarihsel Gelişim
81
30.000.000 adet satmıştır. Bu tüm zamanların en büyük albüm satışı
olarak belirtilmektedir (Burligame;2000: 4) .
1946’da Jesse Kaye tarafından çekilen “Till The Clouds Roll By”
adlı müzikalin tüm yıldızları Judy Garland, Lena Horne, Kathryn
Grayson, Tony Martin, Virginia O’Brain ve June Allyson’ın söyledikleri
Brodway’in büyük ismi Jeromo Kane’nin şarkıları MGM prodüksiyon
tarafından soundtrack olarak kaydedilmiştir. Daha sonra yapılan
müzikallerin de soundtracklari yine MGM tarafından yapılmıştır.
1949’da 10’inçlik disklere MGM tarafından kaydedilen “Madam
Bovary” filminin müzikleri yine Miklós Rózsa’ya aittir. Müzik
marketlerde “original soundtrack” olarak satışa çıkarılmıştır.
Bu sıralarda Columbia yapımcılık şirketi 33 rpm 10 ve 12 inç
(LP=Long Playing”) uzunçalar plaklara geçiş yapar ve bu yapılanış
kısa bir süre sonra 78-rpm’lerin yerini alır. Dolayısıyla uzun orkestral
eserler, soundtracklar LP formatında, şarkılar da 45’lik olarak
kaydedilmeye başlanır (Burlingame, 2000; Thomas,1973).
1950’li yıllar müzik dairelerinin çöküş yılları olarak kabul
edilmektedir. Bestecilerin kendi eserlerine sahip olmak istemesi,
televizyonla rekabet, telif hakları gibi durumlar film şirketlerini bütçe
kısıtlamasına iten etmenleri oluşturmuş, sonuçta müzik dairelerinin
kapatılmış ya da işlevleri daraltılmıştır. Hukuksal engellerin
kalkmasıyla besteciler artık kendi bestelerinin sahibi olmuştur. Buna
en önemli örneklerden biri Tiomkin’dir.
1952’de film müziği Rus asıllı olan Dimitri Tiomkin’le birlikte başka
bir anlam daha kazanır. “High Noon” filmiyle sinema için oldukça farklı
bir şarkı olan “A Cowboy Ditty” Tiomkin tarafından yazılır. Yapımcı
Stanley Kramer, Tiomkin’den Folk stilinde bir şarkı istemiş ve Ned
Washington’ın sözlerini yazdığı “Do Not Forsake Me, Oh My Darling”,
adlı şarkı Tiomkin tarafından bestelenmiştir. Ancak şarkı
beğenilmemiş ve Kramer parçayı az sıklıkla sahne geçişlerinde
kullanmayı uygun görmüştür. Tiomkin, bunun üzerine parçalarını
başka bir şirkete kayıt ettirebilmek için yayın haklarını satın almış.
Önceleri kimse kabul etmek istemmiş. Bunun üzerine Tiomkin
Columbia’nın aranjörü ve yapımcısı Mitch Miller ve Vokalist Frankie
Laine gitmiş. Frankie Laine şarkıyı söylemiş ve kaydedilen albüm
82
Film müziği: tarihsel Gelişim
Columbia versiyonuyla çıkartılmış. Bunun üzerine Capitol de parçaları
Ritter’in yorumu ile kayıt etmiş. Her iki yorumda “High Noon” olarak
piyasaya çıkmış. Laine’nin icrasında arkada görünmez bir koro ve
güçlü davullar eşlik etmiştir. İki kayıtta 1952 Nisan ayında piyasaya
sunulmuş. İlk başlarda fark edilmeyen albüm yavaş yavaş listeleri
zorlayıp Eylül ayı ortalarında hit olmuştur. İki milyon adet basılan
albümün başarısı sonucu yapımcılar için Tiomkin önemli bir konuma
gelmiş ve artık yapımcılar bestecilerinden hit parça bestelemeleri için
talepte bulunmaya başlamışlardır. 19 Mart 1953’te Tiomkin ve
Washington en iyi şarkı ve en iyi orijinal film müziği oskarlarını alır.
“High Noon” Ritter’in yorumuyla Tiomkin favori bestelerin kompozitörü
olarak 1955’te Richard Brooks yönetiminde “We’re Gonna Rock
Around the Clock” ile başarılarını sürdürmüştür (Burligame;2000).
Araştırmacılar “Rock Around the Clock”’ şarkısının popülerliğinin
filmde doğrudan kullanılmasının sonucu olduğu kadar rock’n roll’un
Amerika kültüründeki etkisinin başlamasından da olduğunu
belirtmektedir (Burligame;2000).
50’li yıllarda sinema, televizyona karşı rekabet amacıyla geniş
perde sistemini ortaya çıkartırken bir yandan da çok kanallı ya da en
azından iki kanallı (stereo) ses sistemlerini yeniden ele almaya
başlamıştı. Bu şekilde The Robe (1953, Koster) filmindeki Alfred
Newman’ın film skoru ilk stereo film müziği olmuştur. Bu dönemde film
müziğine yeni stillerin uygulandığını görürüz. Caz, atonal ve elektronik
müzikli skorların denemeleri başarıyla sonuçlanmıştır. Bunun yanı
sıra, Bernard Herrmann gibi radyodan sinemaya geçen bestecilerin de
etkisiyle, radyo oyunlarında kullanılan bazı müzik teknikleri (stinger,
köprü müzikleri), filmlerde de kullanılmaya başlanmıştır.11 Ayrıca
11
Stinger Tekniği: Özellikle gerilim ve korku filmlerinde seyirciyi ürkütmek
amacıyla kullanılır. Genelde 1-2 saniyeyi geçmeyen müzikler şeklindedir.
Kimi zaman kavga sahnelerinde yumruğun daha etkili olması istendiği
durumlarda da kullanılır. (Konuralp,1999:79
Köprü müzikleri: Ayrı zaman dilimlerindeki ya da ayrı mekanlardaki
sahneler arasındaki geçişlerin daha yumuşak olmasını sağlamak amacıyla
kullanılır. Bunların süreleri ise ortalama 5 saniye civarındadır. Sit-com
komedilerde sıklıkla kullanılır. (Konuralp,1999:79.
Film müziği: tarihsel Gelişim
83
radyodan televizyona ve oradan da sinemaya geçen müzik teknikleri
de vardır (act-out, act-in gibi). “Her filmin tek bir mesajı olduğuna göre
müzikte de tek bir tema olmalıdır” şeklinde bir düşünüşle ortaya çıkan
bu tekniğin ortaya çıkışı, aslında 40’lı yıllardadır.12 David Raksin’in
Laura (1944,Preminger) filmine yaptığı müzikler, bu tekniğin bilinçli
olarak kullanıldığı ilk örnek olarak gösterilmektedir. (Konuralp, 1999:
76-77, Darby ve Bois,1990).
1950’li yıllarda film müziği yapan bestecilerin diğerleri arasında
Roy Webb, David Raskin, Hugo Friedhofer, Leigh Harline, Fred
Skinner, Jerome Moross, Leonard Rosenman, Alex North, Elmer
Bernstein,
Johnny
Mandel
sayılabilir.
50’lerde
sinema
saundtracklarının başarısı hemen hepsinin dayandığı temel
geleneksel popüler şarkılar ve büyük Broadway müzikalleri
yapımlarından adaptasyon sahnelerinden oluşur. 60’larda Elvis
Presley’in gelişiyle rock’n roll’un sinemadaki kalıcı gücü iyice
belirginleşmiş olur. Başarılı soundtracklardan biri de Broadway
uyarlaması olan Oscar kazanan “West Side Story” filminin müziğidir.
1962-1963 yıllarında tam 54 hafta listelerin bir numarası olmuştur.
Michael Jackson’ın “Thriller” albümü dahi 37 hafta listelerde yer
alabilmiştir.
Yine 60’larda Henry Mancini ve Johnny Mercer’a Oskar kazandıran
“Moon River” milyonlar satan bir başka albümdür. Shirley Bassey
yorumuyla James Bond serisi “Goldfinger” adlı filmin şarkıları ve Frank
Sinatra yorumu “Strangers in the Night” 1965 başlarında bir numara
oldular. 1966 yılında büyük ilgi Toplayan En İyi Albüm, En İyi Şarkı
gibi ödüller kazanan David Lean’ın unutulmaz filmi “Doctor Zhivago”,
Maurice Jarre’nin orkestrasyonu ve bestesi “Lara’nın Teması” 1966
yılında Grammy almış ve beş dalda oskara aday gösterilmiştir. Bunun
12
Act-in ve Act- out teknikleri: Radyo programlarında reklamlara geçiş için
kullanılırdı. Bu yöntem daha sonra televizyon piyasasında daha sistemli bir
şekilde kullanılmaya başlandı (ve hala da kullanılmaktadır). Sinemalarda
ise bu teknik özellikle heyecanı dorukta tutma, açılma ve kararmaların
müzikle vurgulanması, seyircide bir bölümden başka bir bölüme
geçiyormuş hissini uyandırma gibi amaçlarla kullanılmaktadır.
(Konuralp,1999:79)
84
Film müziği: tarihsel Gelişim
üzerine en iyi orijinal film müziği, en iyi koral performans oskarlarını
kazanmıştır. Aynı zamanda tüm zamanların en büyük orijinal film
müziği LP satışlarından birini gerçekleştirirken listelerde 157 hafta
kalmıştır. Daha sonra “Lara’nın temasına Paul Francis Webster
tarafından yazılan söz eklenir ve şarkının adı “Somewhere My Love”
olur. Birçok müzisyen yalnızca enstrümantal temayı kullanarak kayıt
yapmıştır bu yöntem günümüzde de devam etmektedir.
1965’te Rodgers ve Hammerstein tarafından bir albümde toplanan
popüler film şarkıları “The Sound Of Music” 233 hafta listelerde
kalmıştır. Bu arada Beatles da kendi rekorlarını kırmaktadır.
Enstrümantal temaların başarısı ve orkestral yapıtların devamı geniş
ölçüde filmlerin gişedeki başarısına dayanmaktadır ve yapıtlar bu
durum göz önüne alınarak yapılmaktadır. Bazen yalnızca
enstrümantal tema yeterli olabilmektedir. Max Steiner yirmi yıl aradan
sonra “Gone With the Wind” ile büyük başarı sergilemiştir.
Filmciler bazı büyük yapımlardaki romantik temalara da ilgi
duydular. 1969 yılında Henry Mancini ile “Love Theme From Romeo &
Juliet” yapıtında olduğu gibi. Bu arada Televizyon içinde müzikler
yazılmaya başlanmıştır. TV’lere Yapılan kayıtların satışları elbette
sinema kadar iyi değildir ancak; bazı kayıtlar çok ilgi görmüştür. “77
Sunset Strip”(1959), “Mission Impossible” (1967), “Dark Shadows”
(1969) bunlardan bazılarıdır.
1968 yılında “Mrs. Rabinson” 5 dalda Oskar’a aday olmuştur ve en
iyi orijinal ses, en iyi vokeller ve yılın kaydı olmak üzere üç dalda ödül
alır. Bestecisi Dave Grusin, albümün plağı 3 hafta, Simon &
Garfunkel’in “Bookends” albümü 7 hafta ve Soundtrack albümü 9
hafta liste başı kalmıştır.
1960’lı yıllarda bağımsız film müziği bestecilerinin yanında popüler
müziğin önemli isimleri de görüldüğü gibi film müziği piyasasında yer
almaktadır. Bu arada Avrupa’da farklı yapılanışlar bulunmaktadır.
İngiltere’de artık çağdaş besteciler yerine popüler müziğe yönelim
oluşmaya başlamıştır. “Fransa’daki yeni dalga akımının gelişmesi
müziği de etkilemiştir. Kısa motifli az sayıda enstrümanla çalınan
müzikler ya da romantik açıdan zengin, piyano ve vurmalı çalgılarla
donatılmış geniş orkestra skorları, bu dönemin Avrupa film müzikleri
Film müziği: tarihsel Gelişim
85
en güzel karakteristik özellikleridir. Giovanni Fusco, Michel Legrand,
Francis Lai, Maurice Jarre kısa zamanda diğer Avrupa filmlerini de
etkileyerek, stil açısından Avrupa film müziğini Amerikan film
müziğinden tamamen ayırmışlardır. Bu döneme ait diğer besteciler;
Alessandro Cicognini, Georges Delerue, Nino Rota, Ennio Morricone,
Ron Goodwin, Laurie Johnson, Richard Rodney Bennett, Roman
Vlad, Mikis Theodorakis, Manos Hadjidakis gibi önemli sanatçılardır.
1970’de bir Kubrick filmi olan “2001: A Space Odyssey” bilim kurgu
türünde Arthur C. Clarke uyarlamasıdır. Filmin açılışında Richard
Strauss’un “Also Sprach Zarathustra,” uzayın güzel ve büyük
boşluğunda yolculuk sırasında Johann Strauss’un “Blue Danube”
valsini, uzaydaki uzun görev sırasında yaşamın sıkıcılığını ve
uyuşmuşluğu için Khachaturian’ın “Gayene” bale suiti, Filmin vurucu
noktasında çağdaş Macar kompozitörü Gyorgi Ligeti’nin eserleri film
boyunca 3 defa kullanılmıştır. Filmde konusu geçen adamın onsekiz
ay sonra 2001 yılında Jüpiter görevi sırasında düşüşüne, Ligeti’nin
1965 yılında yazmış olduğu Mezzo–Soprano ve 2 karışık Koro ve
Orkestra için “Requiem”i Ay otobüsü sırasında, 1966’da yazmış
olduğu Koral yapıtı “Lux Aeterna” ve kaleydoskopik yıldız geçidi
sırasında, 1961 de yazmış olduğu “Atmospheres” adlı orkestral yapıtı
temel alarak Keir Dullea, filmin geleceğin çocuğu (yıldız çocuğu, uzay
çocuğu) bölümü için vokal solistler ve ensemble için dönüştürüm
yapmış ve bu “Adventures” olarak adlandırılmıştır. MGM kayıtları
yapımcısı Jasse Kaye “2001”in soundtrack albümü için Deutsche
Grammophon firmasıyla anlaşmıştır. Performansı Viyana Filarmoni
Orkestrası’yla Şef Herbert Von Karajan yapmış, bir başka kaydı ise
Şef Karl Bohm, Berlin Filarmoni Orkestrası’yla yapmıştır. Albüm büyük
ilgi görmüş ve 1968 yılında yalnızca pop listelerinde 120 hafta ilk 25
arasında yer almıştır. 90’lı yıllarda da kompozitörler bu albümden
etkilenerek müzik yapmışlardır. Filmden sonra klasik LP satışları
artmış ve daha çok Ligeti, Strauss vb. satılmaya başlamıştır
(Burlingame, 2000).
Fonda Yapımcılığın yapımını üstlendiği Dennis Hopper’in yönettiği
“Easy Rider” 1969’un en başarılı filmlerinden biridir. Film
yapımcılarının tipik tercihi favori olan Rock’n Roll parçalardan oluşan
86
Film müziği: tarihsel Gelişim
bir film müziği hazırlamaktır. Film için 1969’da Peter Fonda Denis
Hopper’ın plak arşivini ele aldıklarını söylemiştir. The Byrds, The
Band, Jimi Hendrix ve diğer çağdaş gruplardan şarkılar kullanılmıştır.
Akıllıca seçilen şarkılar filmle büyük uyum sağlamış ve daha sonra da
birçok yapımcı aynı yolu izlemiştir. Yani, film müziği kullanımında
endüstrinin yapılanışı her zaman yaşamın, yani günün koşullarına
göre Çağdaş müzikler, Pop, Rock, Soul, Country, yada Rap gibi tarz
olarak sürekli yenilenmektedir (Burlingame, 2000).
“Easy Rider” 1970’de piyasaya çıkışından 4 ay sonra Amerika’da
altın plak statüsünü kazandı. Böylece Hollywood’un rock istilası
başlamış ve 4 yıl sürmüştür. 1971 soul şarkıcısı ve şarkı yazarı Isaac
Hayes Gordon Parks’ın filmi “Shaft” ile en iyi şarkı, ayrıca beste ve
aranjman olmak üzere iki dalda Grammy kazanmış ve bir numarada
satış yapmıştır. Bunun üzerine double LP basılmıştır. Ardından soul
artistlerinden Curtis Mayfield, Boby Womack, Marvin Gaye ve Willie
Hutch film müziği yapanlar arasına katılmıştır. Diğer pop, rock ve jazz
müziğinden isimler de film müziği yazmışlardır: pop tarzında Elton
John, blues çalgıcısı Taj Mahal ve Beatles’in eski üyelerinden Paul
McCartney, folk rock tarzında Bob Dylan, (“Last Tango in Paris”
(1973) filminde Arjantinli jazz saksofoncusu Gato Barbieri, Pop
Şarkıcısı ve şarkı yazarı Neil Diamond ile jazz bestecisi ve (“Death
Wish” (1974) filminde piyanist Herbie Hancock gibi isimler önde
gelenler arasındadır.
1972’de RCA firması bir sürpriz yapar film müziği severlere yeni bir
fırsat sunarak yeni bir endüstrinin kapısını açar. 1972’de “Lady Sing
The Blues” Diana Ross ve Billie Holiday 1973’te bir numara olurlar.
“The Sea Hawk” Erich Wolfgang Korngold’un klasik film müziği, 1972
Aralık ayında 37. sıradan listelere giren albüm, Kasım 1973’te en iyi
satan klasik albüm olmuştur. Korngold iyi bir seçimdir; çünkü 20’lerde
ve 30’larda Avrupa’da iyi bilinen bir kompozitör, aynı zamanda
kendine özgü romantik stili olan ve önemli artistlere eşlik eden
müziklerin bestecisi olmasından dolayı Hollywood’un diğer
kompozitörlerinden ayrılmaktadır. Korngoldun 12 adet film müziği
içeren albümü vardır. Bu gün Korngold yüzyılın en iyi bestecilerinin
içinde yer almaktadır. Öldüğünde unutulacağına inanılırken film müziği
Film müziği: tarihsel Gelişim
87
bestecisinin diğer müziklerle ilgili de tarzı tutulur ve örneğin New York
City Operası Kompozitörün 1920’de yazdığı “Die tote Stadt” adlı
eserini yeniden canlandırır (Burlingame,2000; Prendergest,1992;
Thomas,1973). 1973’te bir yıl içinde “The Sea Hawk” 38.000 satmıştır,
en iyi satan klasik albümler listesinde 5. sırada yer almıştır. Bunun
üzerine Max Steiner, Alfred Newman, Bette Davis filmleri için yapılan
müzikler albümü ve ikinci Korngold albümü piyasaya çıkmış ve bu beş
albümün tirajı 100.000’den fazla olmuştur. Daha sonra Miklos Rozsa
ve William Walton’un film müzikleri de albüm olarak piyasaya sürülür.
Bunlarda 1973’te en iyi satan albümler arasında yer almaktadır.
Bunun üzerine yapım şirketleri MGM ve Warner Bros da ellerindeki
müzikleri piyasaya sürdüler. Ondan sonraki altı yıl boyunca RCA 14
klasik film müziği albümü çıkarmıştır. Bernard Herrmann, Franz
Waxman, Dimitri Tiomkin, John Williams (“StarWars”) bunlardan
bazılarıdır (Burlingame,2000).
1978’de Deutsche Grammophon Miklós Rózsa’nın eserlerini
koleksiyonuna katar. Elmer Bernstein’da film müzikleri kolleksiyonu
yapmıştır. Fakat Bernstein’in albümlerinin farkı bir soundtrackta
yalnızca bir filmin müziği içeriyor olmasıdır. Bazı albümlerde olduğu
gibi bestecinin farklı filmlere yaptığı müziklerden alınmış her biri 10’ar
dakikalık bölümler şeklinde değildir. 1979’da bu seri de sona erer.
Steiner’in “King Kong” (1933), Alex North’un “Astreetcar Named
Desire” (1951), Leonard Rosenman’ın “The Cobveb” (1955), Bernard
Herrmann’ın “Psycho” (1960), ve John Williams’ın “Star Wars” (1977)
filmlerinin müzikleri Hollywood film müziği tarihinde önem taşıyan
eserlerdendir. 1977 yılında “Star Wars” ses track’i hiçbir orkestral film
müziğinin satılmadığı kadar hızlı satış rekorları kırmıştır. Film, 25
Mayıs 1977 ‘de seyirciyle buluşur ve iki hafta geçmeden listelere girer.
2 ay sonra Temmuz 18’de 2 LP altın plak ve 1 ay sonra 17 Ağustos’ta
Platinyum sertifikası alarak bir milyonun üzerinde satış yapar. Sonuçta
hiçbir pop albümünün o tarihe kadar görmediği satışı da yaparak
hemen hemen 4 milyon adet satmıştır. Grammy’de en iyi enstrümantal
kompozisyon ve en iyi orijinal film müziği olmak üzere iki dalda ödül
kazanan Star Wars, Mart 1978’ de de Oscar’ı da almaya hak
88
Film müziği: tarihsel Gelişim
kazanmıştır. “Doctor Zhivago”’dan sonra ilk kez bir film bunca başarıyı
göstermiştir.
Aynı zamanlarda Amerika’da büyük ödül alan 2 LP ve 10 milyonun
üzerinde satış yaparak tüm zamanların en iyi satışlarından birini
gerçekleştiren “Saturday Night Fever” (1977), Grease (1978), filminin
içindeki şarkı “Last Dance”ın oskar kazanmış olduğu Donna
Summer’in “Thank God It’s Friday” (1978) uluslararasında 25 milyon
civarında satış yapmıştır. Bu tür albümlerden parça seçilip 45’lik
single13 plak yapılmış ve bunlar da büyük satışlar yapmışlardır.
1970’li yıllarda film müziği yapan besteciler arasında Jerry
Goldsmith, John Willams, Ernest Gold, Gerard Fried, Lalo Schifrin,
John Barry, Henry Mancini, Andre Previn, Marvin Hamlisch, Dave
Grusin, Patrick Williams, Ralph Burns, John Cacabas, Burt
Bacharach, Bill Conti, Giorgio Moroder, Quincy Jones sayılabilir
(Konuralp,1999)
Ağustos 1981 yılından itibaren müzik Televizyonu MTV 24 saat
aralıksız yayın yapmaya ve üst üste videoları göstermeye başlamıştır.
Genellikle 3-5 dakikalık mini gösterimler popüler kayıtlardan ve
popüler artistlerden alınan (single) hit parçalardan örnekler
gösterilmektedir. MTV stili film yapım tekniklerinde sürekli pop ve rock
alt yapılı oluşumu getirmiş ve genellikle en iyi satan albümlerle birbirini
destekleyen bir görüntü ortaya çıkarmıştır. MTV’nin çıkışı müzik
filmlerinin promosyonunu da artırmıştır.
1983 yılında Giorgio Moroder’ın yazıp bestelediği “Flashdance” en
iyi şarkı Oskar’ını almıştır. Lawrence Kasdan’ın Ensemble’ının orijinal
film müziklerinden toplanan albümü “Eddie ve The Cruisers” 1984’te 3
platin (triple Platinum) ödül almış ve top on listesinden yıl boyunca
inmemiştir. Stevie Wonder “The Woman in Red” (1984) filmindeki
şarkısı “I Just Called to Say I Love You,” ile Oskar almıştır. Taylor
Hackford pop müziğin efektlerle birlikte kullandığı akıllıca
uygulamalardan “An Officer and a Gentleman” 1982’nin en iyi şarkısı
ve öbür filmi “White Nights” da kullanılan iki şarkının single’ı Phil
13
Single: tek bir şarkı ya da iki şarkı içeren, bazen içinde yer alan şarkının
çeşitlemeleri de olabilen çöğü kez 45’lik denen küçük plaktır.
Film müziği: tarihsel Gelişim
89
Collins ve Marilyn Martin’in söylediği “Separate Lives” söz ve
müziğiyle Lionel Richie’nin “Say you, Say me” 1985’ın sonlarına
doğru bir numara olmuştur. Yapımcılar fırsatı değerlendirerek hit olan
film single’larının toplandığı albümler yapmaya başladılar.
1985 yılında Eddie Murphy’li aksiyon-komedi filmi “Beverly Hills
Cop” üç ayrı hit içermektedir: Glenn Frey’in “Heat Is On” , The Pointer
Sisters’in “Neutron Dance”, Giorgio Moroder “Protegé” ve Harold
Faltermayer’in enstrümantal “Axel F.” Bu albüm bir numarayı kaptığı
gibi Grammy’de en iyi sinema albümü ödülünü almıştır.
1986 ‘da “Top Gun” bir başka en iyi albüm olur ve listelerde birinci
sırayı alır. Yine Giorgio Moroder’in “Take My Breath Away” Aşk teması
bir numaralı single olarak listelere yerleşirken en iyi şarkı dalında
Oskar’ı kazanmıştır.
1987’de sürpriz yapan bir başka albüm “Dirty Dancing”in şarkısı
“I’ve Had the Time of My Life” Kasım ayında listelerde bir numaraya
yerleşmiştir.
1988’de “The Big Chill” 2 Platin albüm ödülü alarak ve 161 hafta
listelerde yerini korumuştur.
MTV ve radyo da yayınlanan listelerin, listelerdeki hitlerin filmlere
yansıması çok doğal hale gelmiş ve listelerden 2 ya da 3 parçanın
aynı filmde yer alması görünür bir durum olmuştur.
Film stüdyoları ve kayıt şirketlerinin ortak çalışması yoğunlaşır.
Pop ve rock şarkılarının bu kadar ön planda olması özellikle bu ortak
ilişkiden kaynaklanmaktadır.
1983 yılında kayıt şirketleri yeni bir yapılanmaya girer ve CD’ler
(Compact Disc) kayıt piyasasında yerini alır. Aslında Polygram yeni
kayıt formatının ilk denemesini “Star Wars”, “Chariots of Fire” ve
“Fame”de yapar. İlk aşamada 78 rpm’lerle LP’ler aynı anda üretilmiş
daha sonra kayıt teknolojisinin gelişimine paralel olarak LP’lerin
CD’lerle aynı anda üretimi yapılmıştır. Fakat 1990’lara gelindiğinde
LP’ler artık hemen hemen devre dışı kalmıştır; tüm bunların yanında
Kaset formatı geçerliliğini korumaktadır.
1989 yılında Disney Prodüksiyon’un “The Little Mermaid” müzikal
tiyatro tarzındaki animasyon filmi, sözlerini Howard Ashman’ın yazdığı
ve Alan Menken’in bestelediği film müziği ve şarkı “Under The Sea” en
90
Film müziği: tarihsel Gelişim
iyi film müziği ve en iyi şarkı dalında Oskar kazanmış ve üç platin
albüm sertifikası başarısını göstermiştir.
80’li yıllardan sonra günümüze kadar James Horner, James
Newton Howard, Alan Silvestri, Basil Pouledoris, Michael Colombier,
Rachel Portman, Michael Kamen, Denny Elfman, Harold Faltermeyer,
Angelo Badalamenti, Elliot Goldenthal, Hans Zimmer, Mark Isham,
Marc Shaiman gibi bestecileri sayabiliriz.
1990 yılında “Ghost” Maurice Jarre’nin orkestral ve elektronik film
müziğiyle ve Alex North’un şarkısı “Unchange Melody”nin 1965’deki
versiyonuyla büyük başarı kazanmıştır. Dolayısıyla Film de
soundtrackı da hit olur. Varése yapımcılığın ilk platin albümünü getiren
bu soundtrack, listelerde sekizinci sıraya ulaşmış ve 64 hafta listelerde
kalmıştır.
1991 yılında yine Menken ve Ashman “Beauty and The Beast”
filminde yine en iyi şarkı ve en iyi film müziği dalında Oskar’ı
almışlardır. Şarkısını Celine Dion ve Peabo Bryson seslendirmiş
olduğu Disney Prodüksiyon’un bu soundtracki 2000’in başında hala
üst sıralarda yer almaktadır.
1992 yılında Menken “Aladdin” filmindeki müziğiyle yine Oskar’ları
toplayarak başarısını arttırırken, filmin şarkısının pop versiyonu
listelerde altıncı sıraya yükselmiştir. Üç platin almaya hak kazanan
albümdeki şarkıyı Bryson ve Regina Belle seslendirmiştir. Aynı yıl,
“The Bodyguard” tüm dünyada 30.000.000 adet satılmış ve 250 bin
dolarlık bir hasılat getirmiştir. Buna 90’lı yılların en büyük satışı da
denebilir. 20 hafta liste başı kalmış; filmde rol alan şarkıcı Whitney
Houston’ın söylediği şarkılar 141 hafta da listelerde yerini korumuştur.
Disney’in en büyük hit şarkısı 1994 yılında ortaya çıkmıştır. “The
Lion King” için Elton John tarafından yazılan şarkıları ve Hans
Zimmer’in film müziği yine Oskar’ları almıştır. Film için Elton John’un
yazdığı iki şarkı da “Can You Feel the Love Tonight” ve “”Circle of
Life” listelerde üst sıralarda yer alırken albüm 10 hafta bir numara
olarak ve 88 hafta listelerde kalmıştır.
Bunlardan sonra Kenny Loggins’in “Dangerous Minds” (1995)
filminde hit olan single “Danger Zone” bir numaraya çıkmıştır.
Film müziği: tarihsel Gelişim
91
1996 yılında “Shine” filminin soundtrackında David Hirschfelder’in
orijinal müzikleri ve aranjmanları bir arada yer almaktadır. Bu durumda
Albüm marketlerde birkaç reyonda birden satılabilmektedir. Bu da
albümün pazarını arttırma yöntemi sayılabilir.
1997’de “Koyaanisqati to Kundun” filmine Philip Glass’ın yaptığı
müzik, Toru Takemitsu, Leonard Rosenman, Alex North ve Georges
Delerue’nun albümlerini geride bırakmıştır. Aynı yılın favori film müziği
temalarının sololarını keman virtüözü Itzhak Perlman’ın çaldığı John
Williams’ın “Cinema Serenade” albümü haftalarca listelerde kalmıştır.
90’larda özellikle eski film müziklerini yeniden kaydetme süreci hız
kazanmıştır. 1997 yılında İngiliz kayıt şirketi “Vertigo” (1958) için
Bernard Herrmann’ın yaptığı film müziğini yeniden kayıt ederek 1997
yılının en iyi film müziği kaydı ödülünü almıştır. Yeniden kaydedilen
eserler arasında Hermann’ın “The Trouble With Harry” (1955), “Tom
Curtain” (1966), Jerry Goldsmith’in eserlerinin büyük bir kısmı (The
Sand Pebbles, Tora! Tora! Tora! ve diğerleri), Alex North’un “Viva
Zapata!” ve Korngold, Newman, Steiner, Young ve Rózsa’nın eserleri
çeşitli şirketler tarafından toplanıp kaydedilmiştir. (Burlingame, 2000)
Coolio’nun “Gangsta’s Paradise” ve Bruckheimer’in “Armegeddon”
filminde 1998’de Aerosmith’in Diane Warren’in yazdığı “I Don’t Want
to Miss a Thing,” ile 1 numaraya single çıkıyor. 1998 yılında sürpriz
başarı Titanic’le gelir. James Horner’ın yaptığı film müziğinde “My
Heart Will Go On” şarkısını Celine Dion söylemektedir. Single ve
score listelerde 1 numara olur. Eleştirmenler tarafından çok da orijinal
bir yapılanış olarak bulunmayan Horner’ın new age stilindeki müziği
izleyiciler tarafından sevilir ve 1 hafta içinde 500.000 adet satılır.
1999 yılında Stanley Kubrick ses getiren “Eyes Wide Shut” filminin
müzikleri çeşitli bestecilere aittir. Albümde, filmde yer alan müzikler
yer almaktadır. Çağdaş Macar Kompozitör Ligeti’nin Musica Ricecata
II, Shostakovich Jazz Suitleri’nden 2 numaralı Waltz, Chris Isaak’ın
filmle birlikte listelerde üst sıralara yerleşen şarkısı “Baby Did A Bad
Bad Thing” albümde yer alan parçalardandır.
Soundtrack yapılanışında yapımcılar tarafından uygulanan bir
yöntem vardır ki bu Orkestral film müziğinin alıcısını başka yöne
yöneltmiş olmakla da açıklanabilir. Soundtracklarda yer alan şarkıların
92
Film müziği: tarihsel Gelişim
popüler pop şarkıcılarına sipariş edilip ya da onlar tarafından
söylenince –ki filmde rol alıyor da olabilir- bu şarkıcıların albümleri
filmin soundtrackı olarak sunulabilmekte böylece asıl soundtrack değil
pop şarkıcısının albümü ön plana çıkartılabilmektedir. Bu durum filmin
ve soundtrackın pazarlanmasını kolaylaştırmakta uygulanan bir taktik
halini alabilmektedir. 1989 yılında Prince’le “Batman”, Madonna’nın
hem oynadığı hem şarkısını söylediği 1990 yapımı “Dick Tracy” bu tip
yapıların içinde yer alan örneklerdendir. Ayrıca bazen Soundtracklarda
Film için yazılmış, fakat kullanılmamış (filmin içinde yer almamış)
tracklar de bulunmaktadır.
Easy Rider filminde olduğu gibi pop ve rock tarzında sahneye ve
konuya uygun şarkılar seçerek film müziği oluşturma durumu 90’larda
da oldukça sık rastlanan bir soundtrack yapılanışı olmuştur. İlginç olan
kullanılan müziklerin filmle birlikte yeniden popüler olmasıdır. 1994
yılında Forrest Gump filminde 57 parça müzik kullanılmıştır. Bunların
44 tanesi 60’ların, 70’lerin hatta 50’lerin parçaları kullanılmış 31
track’dan oluşan 2 CD piyasaya sürülmüştür. Bu albüm beş hafta
içinde ikinci sıraya yükselerek dokuz milyon adet satarak 94 hafta
listelerde yerini korumuştur. Aslında bu endüstriyel bir yaklaşımdır.
1991 yılında “Robin Hood” filminde kompozitör Michael Kamen, tarzını
popüler tutarak orkestral film müziği ve single’ı bir arada yayınlatmayı
sağlamıştır. Filmin şarkısı “Everything I Do, I Do It For You” Rock
şarkıcısı Bryan Adams tarafından söylenmiştir. Bu şarkı aynı zamanda
Kamen’ın filmin orijinal soundtrackının aşk temasıdır. Ayrıca ve single
listelerde 1 numaraya otururken, orkestral soundtrack beşinci sıraya
yükselir ve platin statüsü kazanır.
Filmin ve aynı zamanda müziğin promosyonunu yapmak için MTV
ya da başka kanallar film gösterime girmeden müzik 6-8 hafta
önceden duyurulmakta ve film parçaları gösterilmektedir. Bu
günümüzde aynı zamanda internete taşınmıştır.
Kayıt tekniğinde önemli aşama olan dijital kayıt tekniğinin
sinemaya uyarlanması müziklerin artık teknik olarak daha kaliteli bir
şekilde sinema salonlarında verilebilmesini sağlamıştır. Disco, Heavy
Metal, Rap türlerine ait müzikler günümüzde halen kullanılmakta
ancak bunlar için tam bir kullanım kalıbı bulunmadığı düşünülmektedir.
Film müziği: tarihsel Gelişim
93
Filmlere özel şarkı bestelenmesi durumu yine günümüzde de süre
gelen bir durumdur. new age türü müzikler yapısal olarak film
müziklerine benzer nitelikler taşıdığından film müziği olarak
kullanılmasına çalışılmaktadır ancak; bunları da eleştirmenler kayda
değer bulmayabilmektedir. Ayrıca elektronik müzik aletlerinin MIDI
teknolojisinin gelişmesi, tek kişilik film müziği besteci kuşağı
oluşturmuştur. Vangelis bunlardan biridir. Günümüzde bu tek-kişilik
orkestralarla müzik yapma eğilimi sıklıkla görülen bir durumdur
(Burlingame,2000; Konuralp,1999).
Filmde müzik kullanımında daima izleyiciyi çekme, dikkatini tutma,
bir şekilde etkileme aranmıştır. Bu arayış film yapım sanatında
profesyonelleşmenin artmasıyla ve profesyonelleşmenin yeni teknik
araçlarla desteklenmesiyle piyano ile eşliğin ötesine gitmiş ve oldukça
titiz seçme ve kullanım planıyla müzik (ve ses) filme eklenmiştir.
Örneğin daha 1920’lerde The Big Parade filminde (1925) yönetmen
çekim sırasında asker aktörlerin yürüyüşünde tempo için bass davul
kullandı ve gösteri sırasında bu sahneye gelindiğinde piyano sustu ve
bass davulun vuruşlarıyla suspense uyandırıcı bir yürüyüş sunuldu
(Isenberg, 1980: 25, 26). Diğer filmlerde olduğu gibi Public Enemy
(1927) ile Başlayan ve Godfather ve Bonny and Clyd’a kadar uzanan
gangaster filmlerinde müzik ve ses filmin sahnelerinde verilmek
istenen biliş ve duyguyu yoğunlaştırmada ön plana geçmiş ve filmi
taşımıştır. Public Enemy filminde silah sesleri, diyalogun kullanılışı ve
geri plan müziği film plotunun önemli öğeleri olarak düşünülmüş ve
kullanılmıştır. Örneğin bir sahnede Tom’un kız arkadaşı Gwen ile olan
ilişkisindeki memnuniyet fonda çalınan ”I Surrender Dear” müziğiyle
anlatılmıştır (Jowet, 1980:65).
Bu bölümdeki gelişmelerin ortaya koyduğu bir diğer gerçek de film
müziklerinin filme bağlı, filmi destekleyen öğe içinde kalmamasıdır.
Meşhur komposerların ve film için yazılan müziklerin bu işlevine kısa
zamanda yeni bir öğe eklenmiştir: Film müzikleri hem filmin
promosyonu için kullanılmaya başlanmış hem de filmden koparak
kendi başlarına müzik alanında önde gelen meşhur müzik parçaları
olmuştur. Bu değişim daha 1920’lerin ortalarında “hit” olan film
müzikleriyle başlamıştır. Bu yönelim hem filme hem de filmde
94
Film müziği: tarihsel Gelişim
kullanılan müziğe büyük paralar kazandırdığı için hızla gelişmiş ve
günümüzde yetişmiş ve olgun “soundtrack” olgusuna erişmiştir.
Dolayısıyla film yapımcılarının bazıları o sırada meşhur olan (hit)
şarkıları ve hatta şarkıcıları filmlerine dahil etme yoluna gitmişlerdir.
Diğer bazıları da o film için özel müzik yazdırmış, bu müziğin hem
filmin promosyonu olarak hem de müzik endüstrisinde emtia olarak
kullanmıştır. Bu müziklerden bazıları filmden daha çok meşhur olmuş
ve daha çok para getirmiştir. Daha önceki sayfalarda verilen örneklere
birkaç daha ekleyelim: Mission to Moskow (1943”) filmi 1942’de
jukebox hit’i olan “Meadowlands” adlı Rus folk şarkısını kullanmıştır.
Bertolt Brech’in belirttiği gibi eğer sanat hayatı yansıtıyorsa, özel
aynalarla yansıtıyordur. Sinema ve film müzikleri de hayatı özel
aynalardan yansıtan sanattır. Filmler ve müzikler kesinlikle belli yer ve
zamandaki ideoloji ve politikanın dışında değildir, isteseler de
olamazlar. Sinema (ve müzik) var olan ideolojileri yansıtır, canlandırır,
vücutlandırır, açıklar ve sembolleştirirler. Bunu da bilinçli veya bilinçsiz
olarak beli bir zaman ve yerdeki mitleri, fikirleri, ideolojik düşünceleri
ve imajları film içeriğinden ve film tekniğinden geçerek yeniden
üretirler. Bu tür doğrudan yansıtma yanında, bu yeniden üretme filmin
kendi üretimiyle yapılır: Film kendi ideolojisini ve kendine özgü bir
şekilde gerçeğin ifadesini sunar. Bunu yaparken de belli bir ideolojiyi
destekler veya kötüler. 1920’lerin propaganda atmosferi, 1930’ların
ekonomik sıkıntılar ve nazizmin/faşizmin yükselişi koşulları, İkinci
Dünya Savaşı ve sonrası, 1960 ve 1970’lerin bağımsızlık ve özgürlük
arayışları ve başkaldırıları, 1980’lerin ve sonrasının özel teşebbüs
sisteminin 12-13 yaşında dondurduğu bilinçleri taşıyan kitlelerin
ardından koşturulduğu “tüketiyorum o halde varım” durumu daima
kendini yansıtan ve destekleyen film ve müzikler yaratma yoluna
gitmiştir. Bu değişen egemenlik atmosferleri 1920’nin Almanyasında
Caligari’den aynı yılların The Big Parade ve The Scar of Shame gibi
Amerikan filmleri, 1930’ların ve sonrasının bu kitapta da adı geçen
filmleri ve müzikleri zamanlarının koşullarıyla yakından ilişkilidir. Bu
filmlerin bazıları zamanındaki krizlerin (örneğin 1930’ların ve
savaşların)
duygusal ve diğer psikolojik etkilerini ve acılarını
anlamlandırırken, önemli bir kısmı da (şarkılı filmler, müzikal filmler,
Film müziği: tarihsel Gelişim
95
komediler) kaçışçı avenüler sunmuş ve insanları gerçek koşulları
üzerinde düşünmeden belli bir süre de olsa alıkoymuş ve
yönlendirmiştir. Filmlerin çoğu “mutlu sonla” biterken aynı zamanda
kaçış çabasının başka kaçışlarla desteklenmesini de getirmiş,
kapitalizmi, şovenizmi, ırkçılığı, seksizmi, pazar ideolojisinin bütün
öğelerini yüceltmiştir. Daha kötüsü “anti-establishment” olarak
nitelenen düzene karşı filmlerin önemli bir kısmı gene pazar
ideolojisinin özgürlük, bireycilik, fırsat eşitliği, devletin baskıcı
kontrolünün kötülüğü gibi temel düşünsel yanını desteklemişlerdir.
Dolayısıyla Robert Sklar’ın “Movie made America” kitabında ve
benzeri sunumlarda Hollywood’un egemenliğindeki film endüstrisinin
anti-establishment karakteri aslında “özgürlükçü liberal” görüşün
ötesine çok az gider. Film ve müzik endüstrileri ta baştan beri artan bir
şekilde biliş ve bilinç yönetimini kullanarak mal ve ideolojilerini satma
yarısında maksimum başarıyı aramışlardır. Bu arayışta yapılan
filmlerde toplumsal yapısal sorunlar ele alındığında ve işlendiğinde
mikro seviyeye (kötü bireye, kötü firmaya, kötü yöneticiye, tekele,
yabancılara, gangsterlere, beceriksiz bürokrasiye) indirgenerek
toplumsal yapının örgütlenişi ve iş yapış biçimi aklanmıştır. Toplumsal
sorunlar ele alınmak istenmediğinde insanların duygusallığına ve
eğlenme gereksinimlerine eğilerek komedi vb filmler ve romantik
müzikler pazarı doldurmuştur. Bu romantiklik ve duygusallık savaş
sırasında milliyetçiliği destekleyen bir karakterle işlenirken, örneğin
1960’ların öğrenci ayaklanmaları sırasında uyuşturucu madde, sigara,
içki, kişisel aşk duygusallığını işlemiştir. O zamanların hisseden
insanının bu yönde sürüklemek de kolay olmuştur. Günümüzün
hissedişine gelindiğinde, o zamanların romantik duyarlılığıyla pek ileri
gidilemez. Onun yerine “post-modern” durumun düşünmeden ve
analizden geçmeyen paketlenmiş “kullan ve at” mantığının ve bu
mantığı destekleyen “özü tanımlayan görüntünün” egemenliğiyle gelen
ve bu egemenliği destekleyen filmler ve müzikler vardır. “Yüzüklerin
Efendisi” gibi filmlerin ve onların soundtracklarının yarattığı ve
desteklediği mitlerin bilincini taşıyan insanın zeka yaşını düşünün.
Daha kötüsü belli bir zeka yaşında dondurulmuş bilinci taşıyan
insanların günlük yaşam ve ilişkilerinde ilgi duydukları ve
96
Film müziği: tarihsel Gelişim
duymadıkları, değer verdikleri ve vermedikleri şeyleri düşünün.
İnsanlık için dehşet verici ve kapitalist pazar için mutluluktan uçurucu
bir sonuçla karşılaşırsınız. En iyi biçimiyle Che Guevera bir sloganla
ve sembol yoluyla direniş duyarlılığıyla kullanılan (satın alınan) bir
şapka ve bir t-shirt olur. Şarkısında “bir elimde ayna, şair beni
kıskanır” diye, gerçeği ve şairi anlamaktan yoksun geri
zekalılaştırılmışlığın ifadesi, kısa bir süre sonra onun yerini alan bir
benzeriyle, dillerde destan olur. Elindeki aynayla çeşitli endüstrilerin
maymunu olmuş insandan ancak aynaya bakıp aptalca bir söz ve
gülümseme beklenir. Bu söz ve gülümseme hem onun mutluluğu hem
de maymunlaştıran endüstrilerin çıkarı için yeterlidir. Özlüce sinema
ve müzik var olan dünyaların var olan koşullarının bütünleşik bir
parçasıdır. Bu parça kendinin varlığını yeniden üretmek zorundadır ve
bunu yaparken hem kendini hem kendini yaratan egemen koşulları
hem de istemden çeşitli biçimlerdeki mücadeleleri de yeniden üretirler.
Filmdeki ve müziklerdeki karakterler sadece sosyal rollerin ve
sosyal tutumların, beklentilerin, umutların, umutsuzlukların, başarıların
ve engellenmişliklerin prototipleridir. Her film ve müzik belli normlar
(sosyal kaideler, kurallar, etik, anlayış) taşır ve aynı zamanda bu
normlara hitap eder. Bu normlara göre bazı davranışlar ve düşünceler
tasvip edilen ve uygun olandır. Bazıları da değil. Bazı etkinlikler ve
eylemler alkışlanırken bazıları kötülenir. Bazı karakterler kahraman ve
iyi, bazıları da korkak ve kötü olarak tasvir edilir. Sinema filmi dili olan
ve filmle kullanılan bir üründür; Bu ürünle bu ürünü oluşturanlar hem
kendileriyle hem de bu ürünü saldıkları dünya ile iletişimde bulunurlar.
İnsanları tek bir kefeye koyarak ifade edersek, filmle dünya/insan
kendisiyle iletişir. Bu iletişimde inançlar, tutumlar, ideolojiler, değerler,
korkular, mitler, varsayımlar, kültürel ve siyasal beklentiler, materyal
ve psikolojik başarı ve engellenmişlikler vardır. Fakat bütün bunlar
çoğunlukla bütün bunları yaratan yapının kendini meşrulaştırması
biçiminde işlenir filmde ve müziğinde. Eleştirel olanların çoğunda
düzeltilmesi gereken sorunların olduğu, bu sorunların çoğunun
sistemle değil sistem içindeki kötü insanlar nedeniyle olduğu,
dolayısıyla var olanın gene de en iyisi olduğu işlenir. Bunu işlerken
eğer alternatiflerle bu görüş desteklenecekse, alternatifiler
Film müziği: tarihsel Gelişim
97
kötülenecek bir şekilde kurgulanır ve yansıtılır. Bu yansıtmalar sosyal
ve gerçek koşullarda yaşayan gerçek insan ile doğrudan ilgilenmeyen
günümüzdeki egemen filmlerde (Matrix, Yüzüklerin Efendisi vb) gizli
olarak yansıtır. Bu filmlerde kapitalist sistemin kaygıları mitleştirilen
öykülemeler içinde sunulur ve sonunda “serbest pazar ideolojisinin
planlanmış düşünseli desteklenir. Bu tür son filmler doğaüstü süper
güç gösterisiyle donatılan öyküleme yanında yoğun bir şekilde takı,
giyim ve moda endüstrilerinin promosyonunu yapılmaktadır. Bonny
and Clyde (1967) filmi yaygın bir şekilde ün kazandıktan sonra, o
zaman moda olan mini yerine filmdeki maksi moda olmaya
başlamıştır. O zaman bu filmi yapanlar böyle bir amaçla hareket
etmemişler ve böyle bir amacı planlamamışlardı. Fakat endüstriyel
yöndeşmenin (convergence) egemen olduğu ve sayısız yan ürünlerin
çıkartıldığı uluslararası pazarda, bu bilinçli ve kasıtlı olarak
yapılmaktadır. Filmlerde, filmlerin afişlerinde ve kliplerde takılar ve
giysilerin promosyonu yapılmaktadır. Bu promosyonlar aynı zamanda
özün görüntüden geçerek tanımlandığı bir tüketim, gösteri ve teşhir
kültürünün ve bu kültürün ürünlerini üreten endüstrilerin egemenliğini
destekler ve perçinler. Kapitalist sistemin kaygı ve korkularını yansıtan
türdeki filmlerin önemli bir kısmı da uzay ve gelecekle ilgili filmler
olmuştur. Bu filmlerde de değişim görüntüde (giymede, makyajda,
yemede, içmede) ve teknolojik taşıma ve kullanım araçlarında
olmaktadır. Bu filmlerde kapitalist sınıfın günümüzdeki mülkiyet
ilişkileriyle ve mülkiyetin korunmasıyla ilgili korku ve kabusları
geleceğe taşınmaktadır. Bu taşıma gelecekte mülkiyet düzenini ve
ilişkilerini gene gelecekteki “kötülerin” veya “yabancıların” ihlali
kurgusuyla başlar ve sonunda evrensel mülkiyet düzeni tekrar
kurularak normale dönülür; kapitalist sınıf rahatlar ve derin bir iç
çekerek yatağına uzanır. Filmsel anlatılarda ele alınan gerginlik,
şiddet, vahşet, korku, dehşet, kıskaca alınma, tehlike içinde zamanın
gittikçe azalması, insanın kanını donduran bekleyiş, her an bir şeyler
olacağı hissi ve korkusu, sakinlik, durgunluk, rahatlama ve benzerleri
ustalıkla yapılan görüntü çekimi, ışık, ses ve müzikle doruğuna
çıkartılarak izleyicilerin soluklarını keserek izlemesini, canhıraş
feryatla koltuklarından fırlamasını, üzülmesini, sevinmesini, kısaca bir
98
Film müziği: tarihsel Gelişim
gerçek şey oluyormuş gibi ona katılmasını sağlar. Hayatlarında ve
günlük yaşamlarında çok az şey ve hatta hiç bir şey olmayan veya
olmadığı düşüncesi ve duygusu verilen kitleler için “bir şeylerin
olduğu” duygusu kadar güzel ne olabilir ki? Artan işsizlik, yoksulluk,
engellenme ve hoşnutsuzluk gibi bireyselleşmiş sosyal gerçekler ve
toplumsal gerginliklerin çözümü ancak bu koşulları yaratan örgütlü
gerçekleri değiştirmekle mümkündür. Bunun ilk sonucu Hollywood’da
film ve müzik denen ürünün üretimiyle zengin olanlar ve
yoksullaştırılanlar arasındaki uçurumu kapatacak bölüşümün yeniden
düzenlenmesini filmde işlemek gerekir ki, bu da düşünülemez; yoksun
bırakmanın normal olduğu yerde yoksun bırakmama normal değildir:
Çalışsınlar zengin olsunlar. Bu normal olmayan normalin ilk ve son
sözüdür. Dolayısıyla kendini yücelten dalı kesme gibi anormal bir
düşüncenin akıldan geçmediği Hollywood filmlerinde ve müzik
endüstrisinin müziklerinde düzene uymayı en geçerli strateji olarak
işlerler. Daha kötüsü artan sorunlar ve güvensizlik film ve müzikte
bireyin diğer bireylerle ve doğayla olan ilişkisi üzerine yansıtılır:
Düşman ve sorumlu olanlar şunu yapma, bunu da yapma” diyen anne
ve babalar ve çevredeki insanlar olur. Özellikle metal ve benzeri
müziklerde işlenenleri düşünün. Sığınak olarak da elbette kurtarıcı
rolündeki endüstri gelir “bağımsız ve özgürlük veren sattığı küpesiyle,
diğer takılarıyla, giysisiyle, fastfood’uyla, kozmetiğiyle, kolasıyla,
çikolatasıyla, Karum’uyla, Armada’sıyla, Migros’uyla, eğlencesiyle,
eğlence yerleriyle ve elbette televizyonu, sineması ve müziğiyle.
Böylece gerçeği deneyimleyen insanın gerçekle olan sorunları ve
sorunların çözümleri yönetimsel endüstriyel araçlarla (siyasal seçim
süreçleri ve resmi eğitim dahil) aracılanarak hem gerçek hem insan
hem sorunlar hem de çözümler yeniden inşa edilip yaşanan gerçekler
üzerine yeni bir planlanmış insan gerçeği çökertilir.

Benzer belgeler

Arap Devrimleri`nin müziği mücadeleyle yayılıyor | Marksist.org

Arap Devrimleri`nin müziği mücadeleyle yayılıyor | Marksist.org dokuz Oskarlı filmi olan “Gone With The Wind”ın müziği bile 15 yıl sonrasına kadar müzik marketlerde yerini alamamıştır. 1940 yılına gelindiğinde Walt Disney yapımcılık Victor P-18’le “Pinocchio” a...

Detaylı

otıcons faculty - Oticons Faculty

otıcons faculty - Oticons Faculty Sinema endüstrisinin gelişimiyle birlikte birçok yenilik kendini göstermeye başlamıştır. Sinema kendi yapısını geliştirirken beraberinde yeni yapılanmaların da oluşmasına yol açmıştır. Bu oluşumlar...

Detaylı

soma nın hatırlattıkları

soma nın hatırlattıkları filmi “Don Juan”a William Act’in hazırladığı vitofonla senkronize edilen müzik ve ses efektleridir.8 Film şirketleri daha sonra film müziğinin bir pazarı olabileceğini anlayınca, kompozitörleri fil...

Detaylı