Süryaniler`de Dinî Anlatılar

Transkript

Süryaniler`de Dinî Anlatılar
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
SÜRYANİLER’DE DİNÎ ANLATILAR
Nihat DURAK
RELIGIOUS NARRATIVES IN SYRIACS
Öz
Dinî anlatılar, bir din veya mezhebin inanç ve değerlerini kendi müntesiplerine
aktarma fonksiyonunu gerçekleştiren bir nesir türüdür. Aynı zamanda, bir
cemaatin geçmişte oluşmuş hissiyatını, fikriyatını, tercih ve yönelimlerini, tarihi
ve kültürel düzlemde nesilden nesile geçişini temin eder. Türk Halk Edebiyatı,
Dinî Edebiyat Tarihi ve Tasavvuf gibi bilim dallarında İslamiyet’teki menkıbe ve
efsane türlerine dair çalışmalar yapılmış olmasına rağmen, Süryaniler’deki dinî
anlatımlara yönelik çalışma sayısı dilimizde yok denecek kadar azdır. Bu
çalışmada biri Arapça telif, üçü Süryanice’den Türkçe’ye tercüme, diğer dört
tanesi Türkçe telif kaynak incelenmiştir. Aziz, azize ve diğer dinî şahsiyetler ile
çeşitli dinî mekânlarda vuku bulan dinî anlatılar, bu yazının ana konusunu
oluşturmuştur. Aynı kaynaklarda yer alan, savaşlarda gösterilen kahramanlıklara
değinilen anlatımlar ise konu edilmemiştir. Anlatıların bir kısmının Kitabı
Mukaddes’te yer bulmuş hadiselerle paralellik arz ettiği gözlemlenmiş, bunlara da
mukayeseli olarak değinilmiştir. Süryani dinî anlatılarında ön plana çıkan kişi ve
olayların, genelde Daniel, İlya, Elişa ve İşaya figürlerinin yer aldığı bölümlerdeki
anlatımlarla benzeştiği söylenebilir. Ayrıca çalışmada yer alan dinî anlatıların
türü de vurgulanmıştır. Konu bakımından birden fazla bilim dalının alanına giren
bu çalışmanın, Dinler Tarihi çalışmaları arasında bir çeşni olması muhtemeldir.
Anahtar Kelimeler: Menkıbe, Efsane, Memorat (İnanç Anısı), Anlatı, Dinî
Şahsiyet.
Abstract
Religious narratives are proses, which perform the transfer function of beliefs and
values of their religion or sect to its followers. It provides the transition of the
sense, consideration, preferences and orientations of a community that is formed
throughout history from generation to generation in a historical and cultural
platform. Although studies about tales and legends in Islam have been made in
Turkish Folk Literature, Religious Literature and Sufism sciences; the number of
studies of religious narratives in Syriacs is very less in our language. In this study

Yrd. Doç. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
e-posta: [email protected]
251
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
one Arabic copyright source, three translations from Syriac to Turkish, and four
Turkish original sources were examined. Saints, aves and other religious figures
and religious narratives in various religious places were the main subject of this
work. Heroisms shown in wars that took part in the same sources are not
mentioned. It is discovered that some of the narratives show parallelism with
events in the Bible, those are mentioned comparatively. People and occurrences
in Assyrian religious narratives in general show similarities to parts where Daniel,
Ilya, Elijah, and Eshaya figures appear. The kind of religious tales is also
emphasized in the study. This works theme that is subject to multiple disciplines,
will contribute to the science of History of Religions.
Keywords: Hagiography, Legends, Memorate (Memoir of Faith), Narrative,
Religious Personage.
Giriş
Türk halk edebiyatı ve dinî edebiyat tarihçileri, olağanüstü şahıs, yer ve
hâdiseler hakkında anlatılanları çeşitli terimlerle ifade etme yolunu
seçmiştir. Efsane, menkıbe ve memorat (inanç anısı) kavramlarıyla
isimlendirilen bu türlerin ayrımı da müşkil bir konudur.
Bu türlerden bilhassa efsaneler konusunda oldukça fazla çalışma
yapılmasına rağmen, anılan türlerin tasnifi yapılmadığından dolayı,
işlevleri ve farklılıkları tespit edilebilmiş değildir (Pehlivan 2009: 88-89).
Efsane, ağızdan ağıza anlatılarak sürüp gelmiş bulunan olağanüstü
nitelikli hikâyedir. Efsane deyimi gerçek bir olayın olağanüstü anlatılışı
için kullanıldığı gibi tabii olayların açıklanmasına yönelik olarak tümüyle
hayal ürünü olan hikâyeler için de kullanılır (Hançerlioğlu 1993: 128129). Halkbilimcilerin ortak görüşüne göre efsane, sanatsal olarak formüle
edilmiş, üçüncü bir şahsa anlatılan ve geçmişte ya da tarihsel geçmişte
kurulmuş geleneksel bir hikâye ya da anlatıdır. Aslında gerçek değildir
ancak anlatıcı ve dinleyicileri tarafından gerçek olduğuna inanılır
(Pehlivan 2009: 89).
Türk edebiyatı tarihi incelendiğinde menkıbe teriminin hikâye ve tarih
anlamında da kullanıldığı görülmektedir. Dinî şahsiyetlerle ilgili halk
edebiyatı türü genellikle efsane olarak kabul edilmektedir. Dinî şahsiyetler
hakkındaki anlatıların isimlendirilmesinde kullanılan bir diğer terim de
menkıbedir (Pehlivan 2009: 89). Menkıbe, tasavvuf tarihinde sofilerin
izhar ettikleri harikulade olaylar demek olan kerametleri nakleden küçük
hikâyeler manasında tahminen IX. yüzyıldan itibaren kullanılmaya
başlanmıştır (Ocak 1992: 27). Aslında menkıbe, dinî şahsiyetin bedensel
252
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
olarak bu dünyada yaşadığı varsayılan zamanda başından geçenlerle ilgili
bir anlatıdır (Pehlivan 2009: 89).
Genellikle menkıbe türü efsane içinde kabul edilirken, bu türleri
birbirinden ayırt etme gayreti içinde olanlar da vardır. Bazı araştırmacılar,
bu iki türün iç içe girmiş olmasına dikkat çekmiş; ancak genellikle bir
ayırım yapılabildiğini, ayrımı yapılamayan metinlerin ise şimdilik efsane
çatısı altında ele alınması gerektiğini ifade etmiştir (Pehlivan 2009: 90).
Memorat (inanç anısı) ise, tabiatüstü ferdi bir tecrübenin yaşayan veya
ondan dinlemiş birisi tarafından anlatılan şahsa bağlı hikâye olarak
tanımlanmaktadır. Bu tarifte yer alan tabiatüstü kavramı ile kastedilen
öncelikle öteki dünya ve farklı bir boyutta olmanın yanı sıra insanlarla
beraber aynı mekânları paylaşan cin, peri, alkız, karabasan veya çeşitli
ruhlardan oluşan ve sosyal bir hayat yaşadığına inanılan varlıklarla görme,
konuşma, dokunma, hissetme, rüya veya bunlardan başka bir yolla
kurulan bir iletişimdir. Memoratlar da, bu şekilde kurulmuş bir iletişimle
yaşananların yaşayan veya ondan dinleyen birisi tarafından anlatılmasıdır
(Pehlivan 2009: 90).
Yazılı menâkıbnâmelerde menkıbe olarak isimlendirilen bazı metinler
arasında, nitelik olarak efsane ve memorat kategorisine girenleri de vardır
(Pehlivan 2009: 90).
Menkıbenin, velî veya azizin bedenen dünyada olduğu bir zaman
diliminde olduğu varsayılan bir hikâyeyi anlatması önemli bir ayrımdır.
Çünkü bu özellik, onu diğer iki türden rahatlıkla ayırt edilmesini sağlar.
Ancak bu hususun daha açık bir şekilde ortaya konması için inanç anısı ve
efsaneyi değerlendirme mikyasının belirlenmesi gerekir. İnanç anısı, velî
veya aziz öldükten sonra, yaşayanların hayatına girmesi, müdahil olması
gibi, bizzat anlatanın başından geçmiş ya da bir biçimde anlatıcı
tarafından tecrübeyi bizzat yaşayanın adı verilebildiği sürece, naklediş
zincirinin beş altı kişiye kadar uzanabildiği bir metindir. Efsane ise, kutsal
kişiler söz konusu olduğunda, özellik bakımından, inanç anısından farksız;
fakat tecrübeyi yaşayan yönünden belirsizleşmiş, daha uzak bir zamandan
bahseden bir türdür. Ayrıca kutsal kişiyle ilişkilendirilen bir takım mekân,
nesne gibi şeyler hakkında oluşmuş hikâyeler de bu türün kapsamındadır
(Pehlivan 2009: 91).
1. Süryani Dinî Anlatılarında Öne Çıkan Konular
Bu çalışmada yer alan dinî anlatılarda, ağırlıklı olarak şu konuların ön
planda yer aldığı gözlemlenmiştir:
253
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
a. Kilise ve müştemilatına zarar verenlerin azizler tarafından rüya ve
bizzat tezahür yoluyla uyarılmasına dair dinî anlatılar.
b. Dinî mekânlarda vuku bulan olağan üstü hâllere dair dinî anlatılar.
c. Azizlerin hastaları iyileştirmesine dair menkıbeler.
d. Azizlerin, cemaati, tabiî afetlerden korumalarına dair menkıbeler.
e. Azizlerin duasıyla zahirenin bereketlenmesine dair dinî anlatılar.
f.
Dinî şahsiyetlerle ilgili menkıbeler.
2. Kilise ve Müştemilatına Zarar Verenlerin Azizler Tarafından
Rüya ve Bizzat Tezahür Yoluyla Uyarılmasına Dair Dinî
Anlatılar
2.1. İki Kuruş Hadisesi
Günün birinde, Mor (Aziz) Şemun d’Zeyte (Zeytinci) (v. 734) Kilisesi
(Mardin/Midyat/Mercimekli-Habsus köyündedir.)’nin bazı bölümlerini
onarmak amacıyla, kilisenin dört vekili malzeme almak için Midyat’a
gider. Malzemenin hazırlanması çok vakit alınca, dört kişi akşama kadar
şehirde beklemek zorunda kalır. İçlerinden biri, kasadar vekile çok
acıktıklarını, kilisenin parasından kendileri için bir kuruşa ekmek ve bir
kuruşa da helva satın alınmasını ister. Kasadar vekil, ‘her ne kadar
kilisenin işleri için burada bulunuyorsak da, kilisenin parasından iki kuruş
verip yiyecek alamayız, günahtır’ der ve sert tepki gösterir. Ancak diğer
vekil ısrar edince, kasadar da dayanamaz, teklifi kabul eder ve iki kuruş
vererek yiyecek alır. Böylece dört vekil bir kuruşluk ekmek ve bir
kuruşluk helvayla karınlarını doyurmuş olur.
O sene ekinlerin toplanma zamanı gelince, herkes gibi o kilise vekili de
ekinlerini toplar, ambarına koyar. Çok geçmeden ortada hiçbir sebep
yokken, tüm tahıllar kurtlanır ve kullanılamaz duruma gelir. Köy
âdetlerine göre, köyün ruhanisini çağırır, dua eder, şehirden aldığı ilacı
sürer, ambarı temizler, ama bunların hiç biri işe yaramaz. Ertesi yıl aynı
durum tekrarlanır. İki senelik emeği boşa giden vekil, çok zor durumda
kalır. Çare bulmak için, tekrar köyün ruhanisini ve köyün ileri gelenlerini
çağırır, durumu kendilerine izah ederek, ne yapacağı hususunda yardımcı
olmalarını rica eder. Köyün ruhanisi, vekile, kiliselere ait mal ve mülklere
herhangi bir şekilde zarar vermiş veya borç alıp unutmuş olabileceğini
hatırlatarak çok iyi düşünmesini öğütler. Ancak vekilin aklına, o iki kuruş
254
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
hiç gelmez ve ruhaniye yok der. Diğer taraftan iki senedir başına gelen bu
felaket de devam eder.
Misafirler evlerine döndükten sonra, vekil sakin bir kafayla kendi kendine
bu olayı düşünmeğe başlar ve bir anda kendince önemsiz saydığı iki
kuruşa aldıkları yiyecekleri hatırlar. Hemen ruhaninin yanına koşar ve
durumu izah eder. Köyün ruhanisi de tüm olayların, bu iki kuruş
yüzünden olduğunu ve parayı hemen sahibine iade etmesini söyler. Vekil
koşarak kiliseye gider, Mor Şemun d’Zeyte’nin resmi önünde
bağışlanması için dua ettikten sonra parayı fazlasıyla sandığa koyar ve
ruhaniyle beraber eve döner. Ruhani, dua okuduğu bir bardak suyu
tahıllara serptikten sonra, kısa zaman içinde her şey normale döner.
Böylece köydeki hıristiyan-müslüman herkes Tanrı’ya şükreder (Demir
2013: 133-134).
Efsane kapsamında değerlendirilebilecek bu dinî anlatı, bazı yönleriyle
Kitabı Mukaddes’ten esintiler taşımaktadır. Anlatımda vekillerin dört kişi
oluşu, Daniel, 11-19’da geçen dört şahsı çağrıştırabilir. Kendilerince
önemsiz saydıkları iki kuruşluk borç sebebiyle bir musibete düçar oluşları
ve köyün ruhanisinin onları borçlarını ödemeye dair tavsiyesi, Hz. İsa’nın
Dağdaki Vaazı ismiyle bilinen metnin şu cümlesindeki telkiniyle
paralellik arz eder: “Doğrusu sana derim: Son mangırı ödeyinceye kadar
oradan çıkamazsın.” (Matta, 526, Luka, 1259).
Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 1 Haziran günü, Mor
Şemun d’Zeyte (Zeytinci Aziz Şemun) Günü olarak anılmaktadır
(http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te
erişildi).
2.2. Cam Hadisesi
Turabdin yöresinde geleneksel olarak Büyük Oruç’un Elem Haftası’nda
köylüler genelde akşam dualarını gece yapar ve duadan çıktıktan sonra
işlerine gider. Çoğu zaman uyumak için zaman bulamaz, uykusuz kalırlar.
Bu uykusuz geçen günlerin birinde, cemaat mensuplarından orta yaşlı bir
kişi, kilisenin ana bölümüne açılan kapıdan dua etmek için içeri girmeye
çalışırken, omuzu sert bir şekilde kapıya çarpar ve kapının üst camı kırılır.
Duadan sonra cemaat mensupları ve ruhani, kendisine bir an önce yeni bir
cam alıp, yerine takması gerektiğini söyler. Köylü, tamam der, ama daha
sonra olayı ihmal eder ve durumu önemsemez.
255
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
Çok geçmeden, bir gece ansızın Mor Şemun d’Zeyte kendisine görünür ve
bir gün içinde kilisenin kırdığı camının yenisini yerine takmaması hâlinde,
iki gözünü çıkartacağını söyledikten sonra yanından ayrılır. Köylü, ertesi
gün sabah erkenden yeni bir cam alır, köylülerin şaşkın bakışları altında
kiliseye koşar, camı takar ve durumu ruhaniye anlatır. Ruhani de,
köylülerin huzurunda başına dua okur ve selametle evine döner (Demir
2013: 134).
Cam hadisesi, efsane grubuna girer ve sonucu bakımından Ezra, 612’de yer
alan “Ve orayı ismine mesken kılan Allah, Yeruşalim’de olan bu Allah
evini harap etmek için bu sözü değiştirmek üzere ellerini uzatan bütün
kralları ve kavimleri yıksın.” cümlesinin içeriğiyle bir uyum içindedir.
2.3. Kuzular Hadisesi
Mor Şemun d’Zeyte Kilisesi’nin batısında yer alan, çeşitli meyve
ağaçlarıyla donatılmış, etrafı duvarlarla çevrili çok güzel bir bahçesi
vardır. Kilisenin bulunduğu mahallede oturan müslüman bir aile, iki de bir
kuzularını bahçeye salmakta, kuzular da ağaçlara zarar vermektedir. Her
defasında köyün ruhanisi ve cemaatinin uyarılarına özür dileyerek karşılık
veren adam, daha sonra tekrar bildiği gibi yapmaktadır. Bir sabah
kalktığında kuzuların yarısının öldüğünü görünce çok üzülür. Köylüler
adamın evine gider, bu olan bitenlerin Mor Şemun d’Zeyte’nin malına
zarar verdiği için başına geldiğini söyleyip, uyarırlar.
Ama tüm uyarılara rağmen, olayın ciddiyetini önemsemeyen adam kısa
zaman sonra tekrar bildiğini yapmaya başlar. Bir gece ansızın Mor Şemun
d’Zeyte adama görünür ve bir daha değil bahçenin içine, bahçenin etrafına
bile kuzularını yanaştırdığı takdirde, sadece kuzularının değil, çok sevdiği
oğlunun da acılar içinde öleceğini söyledikten sonra oradan ayrılır. Adam,
sabahın erken saatlerinde ruhaninin yanına koşar, başına gelenleri anlatır
ve ne yapması gerektiğini sorar. Ruhani de ona yapması gerekenleri söyler
ve evine yollar. Böylece bu komşu, bir daha değil bahçenin içine,
bahçenin etrafına bile kuzularını yanaştırmaz (Demir 2013: 134-135).
Lanetleme ve tehdit meselesi, Kitabı Mukaddes’de olağan görülen ve çok
sık rastlanan fiillerdendir. Tesniye, 2818’de yer alan şu ifadeler, bu
efsanedeki anlatımı tekid eder mahiyettedir: “Bedeninin semeresi ve
toprağının semeresi, sığırlarının yavruları ve sürülerinin yavruları lanetli
olacak.”
256
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
2.4. Muhacirler Hadisesi
Doğu illerinden Rus işgali sebebiyle kaçan müslümanlar, Habsus köyüne
de gelmişti. Daha sonra 1915 olaylarından dolayı köydeki Süryaniler de
kaçmak zorunda kalmıştı. Muhacirler bu boşluktan faydalanarak kilise ve
manastırı ele geçirip, içine yerleşmeye başlamıştı.
Köyün yaşlılarının anlattıklarına göre, köyün müslüman sâkinlerinden
olan Abdi Gül, kiliseye yerleşen muhacirlerin kızlarından birine âşık olur.
Abdi, sevdiği kıza daha yakın olsun diye o da kilisenin en üst damında
yatar. Bir gece ansızın Mor Şemun d’Zeyte kendisine görünür ve kilise ile
manastırı işgal eden muhacirlere sabahın ilk ışığında şunu söylemesini
emreder: ‘Kilise ve manastırı zaman kaybetmeden hemen terk edecekler.
Terk etmemeleri hâlinde analarından doğduklarına pişman edeceğim’
dedikten sonra oradan ayrılır.
Abdi Gül, sabahın ilk ışığında muhacirleri kilise ve manastırı hemen terk
etmeleri konusunda ısrarla uyarmasına rağmen, muhacirler sözlerine
aldırış etmeden kalmaya devam eder. Çok kısa bir zaman sonra aralarında
bulaşıcı bir hastalık yayılır, çoğu perişan bir vaziyette ölür. Geri kalanlar,
sadece kilise ve manastırdan ayrılmakla kalmayıp, bir daha köye
dönmemek üzere kaçmak zorunda kalır. O kadar korkarlar ki, hayatta
kalanlar kaçmadan önce kilise ve manastırdan çıkarken mabetlerin içini
dışını defalarca suyla yıkar (Demir 2013: 135-136).
Bu efsane de yer alan, bir topluluğun salgın hastalıkla cezalandırılması,
Kitabı Mukaddes’te çok sık rastlanılan bir durumdur: “Rab veremle ve
sıtma ile ve iltihapla ve yakıcı sıcaklıkla ve kuraklıkla ve sam yeli ile ve
küfle seni vuracak ve sen yok oluncaya kadar bunlar seni kovalayacak.”
(Tesniye, 2822). “Öfkesine yol açtı; canlarını ölümden esirgemedi ve
hayatlarını vebaya verdi.” (Mezmurlar, 7850). “Oruç tuttukları zaman, ben
onların feryadını işitmeyeceğim ve yakılan takdime ve ekmek takdimesi
arz ettikleri zaman onlardan razı olamayacağım; fakat ben kılıçla ve
kıtlıkla ve veba ile onları bitireceğim.” (Yeremya, 1412). “Ve ona veba ile
ve kanla hükmedeceğim ve onun üzerine, orduları üzerine coşkun yağmur
ve iri dolu taneleri, ateş ve kükürt yağdıracağım.” (Hezekiel, 38 22).
“Ekininize sam yeli ve küf gönderip sizi vurdum, bahçelerinizden ve
bağlarınızdan ve incir ve zeytin ağaçlarınızdan birçoğunu çekirge yedi ve
bana dönmediniz, Rabb’in sözü. Mısır’da olduğu gibi aranıza veba
gönderdim, yiğitlerinizi kılıçla öldürdüm ve atlarınızı sürüp götürdüm,
hatta ordugâhınızın pis kokusunu burnunuza çıkardım ve bana
dönmediniz, Rabb’in sözü.” (Amos, 410). “Büyük zelzeler ve yer yer
257
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
kıtlıklar ve vebalar olacak, korkunç şeyler ve gökten büyük alâmetler
olacak .” (Luka, 2111).
3. Dinî Mekânlarda Vuku Bulan Olağanüstü Hâllere Dair Dinî
Anlatılar
3.1. Karakuş Mort (Azize) Şmunî Kilisesi (Yedi Şehitler
Kilisesi)’ndeki Tezahür
Musul yakınlarındaki Karakuş Köyü’nde, şehide Şmunî ve yedi şehit
çocuğunun ismiyle anılan tarihî bir kilise vardır. Her yıl 1 Ağustos günü,
azize ve çocuklarının şehit edilişini anma ayinleri düzenlenir. Bu tarih,
Süryani Ortodoks Kilisesi için genel bir anma günü niteliğindedir. Çeşitli
şehir ve köylerden büyük kalabalıklar, Seyyide Şmunî ve yedi çocuğu ile
muallimleri Kâhin Âzer’in, tezahürünü (tayf) görmek için orada toplanır.
Her yıl, bayram günü (1 Ağustos), mezbah duvarının üzerinde, perdeye
benzer şekilde, parlak nurdan bir hâle, cemaati kuşatır. Sabaha kadar,
mezbah duvarına tayfların gidip gelmesi devam eder. Bu kilisede hazır
bulunan cemaat, sabaha kadar, bu dokuz kişinin siluetlerini seyreder
durur. Bu tayfı ilk keşfeden 1911 yılında vefat etmiş Karakuş
rahiplerinden biridir (Sâka 1985: 316).
Bu olağanüstü hadiseyi yukarıdaki cümlelerle nakleden Süryani Ortodoks
Kilisesi sabık Musul Metropoliti Mor Severius İshak Sâka (v. 2011)’nın
bu tayfın tezahürünü bizzat müşahede etmiş olması muhtemeldir. Bu
ihtimalden dolayı, bu nakil bir memorat kabul edilebilir.
Bir gölgenin bir kudsiyete delil ve alâmet olmasına dair Kitabı
Mukaddes’te iki anlatım yer alır. Birincisi şöyledir: “Ve Aşur Kralı’nın
avucundan seni ve bu şehri kurtaracağım ve bu şehri koruyacağım. Ve
Rabb’in söylemiş olduğu bu şeyi yapacağına Rab tarafından sana alâmet
şu olacak: İşte, Ahaz’ın güneş saatinde güneşle dereceler üzerinde inmiş
olan gölgeyi on derece geri alacağım. Böylece güneş üzerinde inmiş
olduğu güneş saatinde on derece geri geldi.” (İşaya, 386-8).
İkincisi de şöyledir: “Hemen o saat, bir insan elinin parmakları göründü
ve şamdanın karşısında kral sarayının duvar sıvası üzerine yazdı ve Kral
[Babil Kralı Belşatsar (m.ö. 553-m.ö. 539), Nebukadnetsar’ın oğlu] yazan
bu elin ayasını gördü. O zaman Kral’ın benzi değişti ve düşünceleri
kendisini üzdü ve belinin oynak yerleri çözüldü ve dizleri birbirine
çarptı.” (Daniel, 55-6).
258
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
Mort Şmuni, hıristiyanlık öncesi yaşamasına ve m.ö. 163’te şehit
edildiğine inanılmasına rağmen, Süryani Ortodoks Kilisesi’nce azize
kabul edilmesi son derece ilginç bir husustur.
Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 8 Mayıs ve 1 Ağustos
günleri, Mort Şmuni ve Çocukları Günü olarak anılmaktadır
(http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te
erişildi).
3.2. Erkek Çocuğa Dönüşen Kız Hadisesi
1866 Yılında Deyrulumur Manastırı’nda şöyle bir hadisenin
gerçekleştiğine inanılır: Aslen Menimli köyünden olup Midyat’ta oturan
İshak adında bir adam ölür. Dokuz aylık bir kız çocuğu öksüz kalır. Yakın
akrabaları adamın servetinden bir veraset payı almak ister. Kızın annesi
üzülür, kızı alıp manastıra gider. Kızını Mor Gabriyel’in gömülü
bulunduğu mezarın üzerine atar, üç gün ağlayarak dua eder. Üçüncü gün
çocuğunu alan anne, kızının erkeğe döndüğünü görür. Çok sevinir. Hadise
bütün çevrede duyulur. Olaya tanık olanlar şunlardır: Manastır
ruhanilerinden Rahip İşo, Rahip Havşo (Mardin/Midyat/Gülgöze-Aynverd
köyünden), Rahip Yakup, o sırada manastırın mihrabını tamir etmekte
olan Midyatlı ustalar Abdulahat ve Hırdo. Manastır bekçiliğini yapan
müslüman bir şahıs olan Şindi adındaki kişi de hadiseye şahit olur. Kız
iken ismi İşmuni olan çocuğa, erkek olunca Gabriyel adı verilir. Çocuk
Midyat’a getirilince vücudundaki işaretlerin izinden dolayı herkes
tarafından kolayca tanınabiliyordu. Midyatlı müslüman Ağa Bayraktar da
bu olayın tanığı olduğu için inanır, doğruluğunu teyid eder. Bu çocuk elli
yaşına kadar yaşar, evlenir, çocuk babası olur, çocuğu da evlenir kızı olur,
bu kız şimdi (1971) hayatta olup Suriye’nin Kamışlı kasabasında ikamet
etmektedir.
Bu hadiseyi teyid ve medh kabilinden, Midih (Şırnak/İdil/Öğündük
köyü)’li Keşiş İsa bir medhiye kaleme almıştır (Dolapönü 1971: 116).
Tarih ve şahitlerle teyit edilmeye çalışılan, tecrübeyi yaşayanların
anlatımlarının da yer aldığı bu dinî anlatı, inanç anısı grubunda
değerlendirilebilir.
3.3. Patrik Mor İgnatius III. İlyas Şakir Hakkındaki Dinî Anlatı
Patrik III. İlyas Şakir (1917-1932), Süryani cemaatini ziyaret etmek için
1932 yılının ilk günlerinde Hindistan’a gider. Kerala iline bağlı
259
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
Mancanikara köyündeki Mor Stefanos Kilisesi’nde misafir edilir, orada
hastalanır ve 13 Şubat 1932 tarihinde vefat eder. Kilisenin avlusunda
gömülür ve mezarı üzerine Mor İgnatius Manastırı adıyla bir manastır inşa
edilir.
Vefatından sonra mezarı üzerinde görülen birçok olağan üstü hâllerden
dolayı oradaki kilise tarafından aziz olarak ilan edilir ve her yıl yaklaşık
üç milyon kişi, Şubat ayının ikinci haftasında çeşitli yerlerden gelerek
mezarını ziyaret etmektedir. Bu kişilerin arasında manastıra iki yüz-üç yüz
kilometre uzaktan yürüyerek gelip, adaklar, hediyeler takdim ederek
dileklerde bulunanlar da vardır (Akyüz 1998: 38).
Patrik III. İlyas’ın vefatından sonra kabri etrafında oluşan bu dinî anlatı,
tür olarak efsane grubuna girer.
Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 13 Şubat günü, Patrik
III.
İlyas
Günü
olarak
anılmaktadır
(http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te
erişildi).
4. Azizlerin Hastaları İyileştirmesine Dair Menkıbeler
4.1. Kaşgarlı Mor Abrohom’un Hastaları İyileştirmesi
Kaşgarlı Mor Abrohom (IV. yy.), Allah’ın izniyle Nusaybin Reisi’nin
kızını mucizevi bir şekilde, kötü ruhtan, şeytandan kurtardı. Kızdan çıkan
şeytan, o kötü ruh, şöyle bağırdı: ‘Ne oldu sana Abrohom, beyazlı adam.
Bugün Nusaybin’de bana eziyet veren işkence ile beni yok ettin.’
Bunları duyan bir başka hasta kızın babası Nusaybin Medresesi’ne gelerek
Mor Abrohom’dan rica edip, ‘Bizimle gel, kızımız için dua et.’ dedi.
Çok ısrar edilince o kişiyle beraber gidip kızı için yüce Allah’a yalvardı
ve kız orada hemen iyileşti. Şeytan ondan çıktı ve gene bağırıp ‘Ne oluyor
sana Abrohom, bizi rahat bırakmıyorsun.’ dedi. Orada bulunan cemaat
bunları duyunca, tuhaf oldular. Ancak mucizeyi görmekten ötürü de
sevinçle dolup yüce Allah’a şükranlar sunup, O’nu yücelttiler. Şehir halkı
Mor Abrohom’a saygı gösterisinde bulundu.
Bir gün yanına bir adam geldi. Hastalığı nedeniyle vücudu su topluyordu.
Mor Abrohom onun için dua etti ve hasta hemen şifa buldu. O da Allah’a
hamd ve şükürler sundu.
Ayrıca vücudu titreyen bir başka dul kadın, ona yalvararak yardım istedi.
İsa Mesih’in adıyla ona da şifa verdi.
260
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
Ellerinde inme olan bir başka hasta da gelip ondan şifa istedi ve onu da
Allah’ın kuvvetiyle iyileştirdi.
Rahipler de Aziz Abrohom’un elbiselerinden bir parça alıp hastaların
üzerine koyarlar ve hastalar da hemen şifa bulurlardı. (Bilgiç 2006: 1315).
Mor Abrohom hakkındaki bu anlatılar da, menkıbe grubundandır.
Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 7 Ağustos günü, Mor
Abrohom
Günü
olarak
anılmaktadır
(http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te
erişildi).
4.2. Mor Mihayel’in Hastaları İyileştirmesi
Mor Yusuf, Mor Mihayel ve Mort (Azize) Siras birer yıl arayla vefat
etmiştir. Mort Siras’ın vefatı sırasında yaşanan bir olay şöyle ifade
edilmektedir: Kefertüth (Süryanice bir kelime olup, Dut köyü anlamına
gelir. Bugünkü adı, Koçlu köyüdür. Mardin/Kızıltepe’ye bağlıdır.) (Akyüz
1998a: 33) Valisi Yunan’ın oğlu sinirsel bir hastalığa yakalanmış ve
birçok tedavi şekli uygulandığı hâlde iyileşememiştir. O günlerde vali
rüyasında oğlunun Mor Mihayel’e götürülürse iyileşeceğini görür. Oğlunu
alıp Mor Mihayel’e getirince Mort Siras’ın vefatıyla karşılaşır. Cenaze
törenine katılır. Daha sonra iyileştirmesi için Mor Mihayel’den ricada
bulunur. Mor Mihayel çocuğun üzerine dua eder ve çocuk iyileşir. Vali de
bu iyiliğe karşı Mort Siras’ın mezarı üzerine dört köşeli bir kubbe yaptırır.
Bu hadise her tarafa yayılır. Birçok yerden hastalar getirilir ve Mor
Mihayel’in dualarıyla şifa bulur. Bölgenin kralı Kubad (Kud)’ın bir oğlu
vardı. Çok ciddi bir hastalığa yakalanmıştı. Kefertüth Valisi’nin tavsiyesi
üzerine Kral da oğlunu Mor Mihayel’in mezarına getirmiş ve mezarını
ziyaret etmesiyle birlikte iyileşmişti. Kral, bu müthiş olaydan etkilenerek,
yirmi usta getirtip, Mor Mihayel’in ve Siras’ın mezarları üzerine görkemli
bir manastır yaptırmıştı. Manastırın kuzeyinde bağ ve bahçeler dikmiş, bir
değirmen kurmuş ve sonunda manastıra kırk rahip toplanmıştı (Akyüz
1998a: 33).
Bu dinî anlatının birinci bölümü Mor Mihayel’in hayatta iken
gerçekleştirdiği olağanüstü bir hikâyeyi kapsadığı için menkıbe türüne
girer.
261
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
İkinci bölümdeki anlatım ise, Mor Mihayel’in vefatı sonrasında
sergilediği fevkalade bir hadiseyi içerdiğinden ötürü efsane grubuna dâhil
edilebilir.
Kitabı Mukaddes’te hasta tedavi etmeye yönelik birçok anlatım vardır.
Hz. İsa’nın hastaları iyileştirdiğine dair, Matta, 423-24, Matta, 814-17, Matta,
919-35, Matta, 1414, Markos, 134, Luka, 438-39 ve Yuhanna, 58-9 bölümlerinde
birçok örnek vardır.
Ayrıca Hz. İsa’nın havarilerine de hastaları iyileştirmeye yönelik olarak
‘el verdiğine’ dair anlatımlar da mevcuttur: “İsa on iki şakirdini yanına
çağırıp murdar ruhları çıkarmak, her çeşit hastalığı ve her çeşit zayıflığı
iyi etmek kudretini onlara verdi.” (Matta, 101, Luka 91).
Ayrıca Hz. İsa’nın havarilerinin haricinde yetmiş kişilik bir gruba da
hastaları iyileştirme yeteneğini bahşettiğine dair bir anlatım da vardır:
“Orada olan hastaları iyi edin ve onlara Allah’ın melekûtu size yaklaştı
deyin.” (Luka, 101-17).
Yine özel olarak havari Petrus’un İsa Mesih’in ismiyle hastaları
iyileştirdiğine dair bir bölüm de mevcuttur: “Ve vaki oldu ki, Petrus her
tarafı dolaşırken Lidda’da oturan mukaddeslere de indi. Orada Eneas
adında bir adam buldu ki, kötürüm olup sekiz yıldan beri yatalak idi.
Petrus ona dedi: Eneas, İsa Mesih sana şifa veriyor, kalk da yatağını yap.
O da hemen kalktı.” (Resullerin İşleri, 932-34).
Ayrıca on iki havariden biri olmamasına ve Hz. İsa’nın tayin ettiği
yetmişler grubuna da dâhil olmamasına rağmen Pavlus’un, Resullerin
İşleri, 1911-12‘de hastaları iyileştirdiğine yönelik bir anlatım da mevcuttur:
“Ve Allah Pavlus’un elleri ile görülmemiş kudretli işler yaptı. O derece ki,
hastalara onun bedeninden mendiller veya peştamallar götürülürdü ve
onlardan hastalıklar gider ve kötü ruhlar çıkardı.”
5. Azizlerin, Cemaati Tabiî Afetlerden Korumalarına Dair
Menkıbeler
5.1. Kaşgarlı Mor Abrohom’un Çekirge İstilasını Defi
O yıl Nusaybin yöresine çok çekirge gelmiş ve ekinlere musallat olmuştu.
Aziz Abrohom, çekirgelerin yok olması için yüce Allah’a dua etti ve
duasıyla birlikte çekirgeler ortadan kayboldu.
Bir başka defa Rumlar’ın topraklarını çekirgeler bastı. Aziz Abrohom’a
gelip yardım istediler. Aziz Abrohom da onlara su ve toprak vererek,
262
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
‘Gidin, bunları ekinlerinizin üstüne, tarlalarınıza serpin. Çekirgeler hemen
kaçacaktır.’ dedi. Dediği gibi yaptılar ve çekirgeler yok oldu. Onlar da
yüce Allah’a hamdler sundular (Bilgiç 2006: 14).
Mor Abrohom hakkındaki bu anlatılar, menkıbe grubuna dâhildir.
Bu iki menkıbe de, Çıkış, 1012-20’deki anlatıma benzeşim vardır: “Ve
Firavun (Mısır’ı çekirgelerin istilası üzerine) Musa’yı ve Harun’u
çağırmakta acele edip dedi: Allahınız Rabb’e karşı ve size karşı suç ettim.
Şimdi rica ederim, ancak bu kerelik suçumu bağışla, yalnız bu ölümü
üzerimden kaldırması için Allahınız Rabb’e yalvarın. Ve Firavun’un
yanından çıkıp Rabb’e yalvardı. Ve Rab çok kuvvetli garp yelini
döndürdü, o çekirgeleri kaldırıp Kızıl Deniz’e sürdü, Mısır’ın bütün
hududunda bir çekirge kalmadı.”
6. Azizlerin Duasıyla Zahirenin Bereketlenmesine Dair Dinî
Anlatılar
6.1. Deyrulumur (Mor Gabriyel) Manastırı’nda Un Çoğalma
Hadisesi
Manastır müdürü Midihli Rahip Abdulahat Şabo’nun ifadesine göre; 1908
yılında zamanının manastır idarecisi Episkopos Efrem döneminde
manastır sakinleri kırk kişiden ibaretti. 13 Ocak’ta manastırın unu biter.
Episkopos, Kanak köyünde bulunan manastırdan un getirmeleri için
adamlarını yollamak ister, ancak her nasılsa sabaha ertelenir. Daha sonra
kar yağar, yollar kapanır, kimse gidemez olur. Aşçıbaşı Rahibe Besne,
Episkopos’a gelir, unumuz yoktur, ne yapmamız lazım der. Episkopos ise,
yapılacak bir şey yoktur, Allah’ın ismi mübarek olsun, manastır
azizlerinin dualarıyla o bizi düşünsün, der. Ertesi gün aşçı rahibe yemek
pişirmek için gittiği, bir gün önce boş olan ve altı yüz kilo zahire alan iki
zahire ambarının ağzına kadar un dolduğunu görür. Rahibe Allah’a
şükürler okur, ambarın ağzından taşan undan yaptığı ekmek birkaç gün
yeterli olur. Manastır sakinlerinin bu hadise karşısında Allah’a olan
güvenleri bir kat daha arttı. Episkopos Efrem der ki; o bereket
ekmeğinden ben ve Aynverdli Toma oğlu Gelo Grigo Arslan da yedik
(Dolapönü 1971: 118-119).
Bu anlatı, inanç anısı formatındadır.
I. Krallar, 178-16’da, bu dinî anlatıma benzeşim gösteren bir pasaj yer alır:
“Ve ona Rabb’in şu sözü geldi: Kalk, Seyda’nın Tsarefat şehrine git ve
orada otur, işte seni beslemek için orada bir dul kadına emrettim. Ve
263
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
kalkıp Tsaferat’a gitti ve şehrin kapısına varınca, işte orada bir dul kadın
odun devşiriyordu ve kadına çağırıp dedi: Rica ederim, benim için bir
kapta biraz su al da içeyim. Ve kadın almağa giderken ona çağırıp dedi:
Rica ederim, benim için eline bir lokma ekmek al. Ve dedi: Senin Allahın,
Hay olan Yehova’nın hakkı için, pidem yok, ancak küpte bir avuç un ve
tulumda biraz yağ var ve işte, ben iki parça odun devşiriyorum ve içeri
gireceğim ve kendim için ve oğlum için onu yapacağım ve yiyeceğiz ve
sonra ölürüz. Ve İlya ona dedi: Korkma, git ve dediğin gibi yap, ancak
önce benim için ondan küçük bir pide yap da bana getir ve kendin için ve
oğlun için sonra yaparsın. Çünkü İsrail’in Allahı Yehova böyle diyor: Rab
toprak üzerine yağmur vereceği güne kadar küpte un tükenmeyecek ve
tulumda yağ eksilmeyecek. Ve kadın gidip İlya’nın sözüne göre yaptı ve
İlya ile kadın ve onun ev halkı çok günler yemek yediler. İlya vasıtası ile
Rabb’in söylediği söze göre, küpte un tükenmedi ve tulumda yağ
eksilmedi.”
7. Dinî Şahsiyetlerle İlgili Menkıbeler
7.1. Mor Yakup Menkıbesi
Mor Yakup, episkoposluk mertebesine yükselince, içinde dua ettikleri
kilisenin küçük olduğu düşüncesiyle büyük bir kilise inşa etmeye karar
verir. Fakat bu kararını herhangi birine açıklamadan evvel, en yakın
samimi dostu olan Mor Evgin (v. 363)’e danışır. Mor Evgin’e gelen bir
ilhamda ona: ‘Tanrı’nın meleklerinden biri gelecek ve inşa edeceğin
kilisenin temelini, Yunanlı Kral Antiyakus’un putlarının enkazı üzerine
atacaksınız. Burada artık putperestlerin kurbanları yerine dualar, ilahiler
söylenecek ve ilahi kurbanlar sunulacaktır.’ denir. Mor Yakup, Mor Evgin
Manastırı’ndan Nusaybin’deki merkeze dönünce inşa edecekleri yeni
kilisenin yerini tespit etmek için halka danışmaya başlar. Onlar da uygun
gördükleri birkaç yeri gösterir. Mor Yakup gece yarısı kalkar, ölçü aletini
(ipi) eline alır ve odasından çıkarken biriyle karşılaşır. Karşılaştığı kişi,
kendisinin Allah’ın meleği olduğunu söyler. Kendisine daha önceden Mor
Evgin tarafından melekle ilgili bilgiler söylendiği için, onun Allah’ın
meleği olduğuna inanır. Melek onu Antiyakus’un putlarının enkazı
üzerine götürür ve günümüzde hâlen ayakta durmakta olan Mor Yakup
Kilisesi’nin temelini melekle birlikte atar (Akyüz 1998b: 13-14).
Bu dinî anlatı menkıbe formatındadır.
Kitabı Mukaddes’in Zekarya, 112-16 ve Zekarya, 21-2 bölümlerinde, Mor
Yakup menkıbesiyle birebir örtüşen anlatımlar yer alır: “Ve Rabb’in
meleği cevap verip dedi: Ey Orduların Rabbi, bu yetmiş yıldır gazap etmiş
264
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
olduğun Yeruşalim’e ve Yahuda şehirlerine ne vakte kadar daha
merhamet etmeyeceksin? Ve Rab benimle söyleşen meleğe iyi sözlerle,
teselli veren sözlerle cevap verdi. Ve benimle söyleşen melek bana dedi:
Çağır ve de: Orduların Rabbi şöyle diyor: Yeruşalim’i ve Sion’u büyük
bir kıskançlıkla kıskanıyorum. Ve kaygısız milletlere karşı büyük öfke ile
öfkeleniyorum, çünkü ben ancak biraz öfkelenmiştim, onlar ise kötülüğe
yardım ettiler. Bundan dolayı Rab şöyle diyor: Merhametlerle
Yeruşalim’e döndüm, evim orada yapılacaktır, Ordular Rabbi’nin sözü ve
Yeruşalim’in üzerine ölçü ipi çekilecektir.” (Zekarya, 112-16). “Ve
gözlerimi kaldırıp baktım ve işte bir adam ve elinde ölçü ipi vardı. Ve
dedim: Sen nereye gidiyorsun? Ve bana dedi: Yeruşalim’i ölçmeğe,
genişliği ne kadardır, uzunluğu ne kadardır görmeğe gidiyorum.”
(Zekarya, 21-2).
Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 20 Nisan günü, Mor
Evgin Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/
content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi).
7.2. Mor Matay Menkıbesi
Asur vilayetinin kralı Senharip, Mor Matay’ı ve arkadaşlarını duyunca
onları görmek ister. Fakat onları tanıyan ve nerede saklandıklarını bilen
hıristiyanlar, onlara bir kötülük verebilme ihtimali düşüncesiyle ona yerini
söylemezler. Senharib’in oğlu Behnam ile arkadaşları, günün birinde ava
çıkarlar ve akşamüzeri bir geyikle karşılaşırlar. Geyiği dağın eteğine kadar
kovalarlar. Geç kaldıklarından dolayı o geceyi dağda geçirmek zorunda
kalırlar. Bu esnada Mor Matay ile karşılaşırlar. Mor Matay kendisini
onlara tanıtır. Behnam ve yanındakiler, Behnam’ın kızkardeşi Sara’yı
cüzzam hastalığından iyileştirmesi şartıyla hıristiyanlığı kabul eder.
Behnam, babasının başkenti Nemrud’a döner, bu konuyla ilgili olarak
annesini haberdar eder. Annesinin isteği üzerine kız kardeşi Sara’yı alır ve
doğru Mor Matay’ın yanına götürür. Mor Matay, Sara’nın iyileşmesi için
İsa Mesih’ten dilek diler. Duasını bitirdikten sonra elindeki sopayı yere
vurur, yerden temiz ve berrak bir su fışkırmaya başlar. Çıkan su ile
Sara’yı vaftiz eder. Sara vaftiz olur olmaz hastalığından iyileşir. Mor
Matay daha sonra Behnam’ı ve arkadaşlarını da vaftiz eder, hıristiyanlık
hakkında gerekli bilgileri kendilerine verir. Behnam, artık İsa’nın
sevgisiyle tutuşarak başkent Nemrud’a döner. Senharip te kızının
iyileştiğini öğrenince hem sevinir hem de bu işin nasıl olduğunu merak
eder ve telaşa düşer. Kızını yanına çağırır ve nasıl iyileştiğini sorar. Kızı
da Alfaf Dağı’nda inzivaya çekilen Matay adlı bir azizin, İsa Mesih’in
265
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
adıyla kendisini iyileştirdiğini itiraf eder. Babası bu sözleri söylememesi
ve yalanlaması için nasihatte bulunsa da, Sara inancından vazgeçmez ve
olanları yalanlamaz. Senharip, daha sonra Behnam’ı çağırır, olayı tafsilatlı
bir şekilde anlatmasını ister. Behnam da korkmadan ve çekinmeden olayın
doğruluğunu anlatır. Hâkim Senharip, kendi çocuklarının tavrından dolayı
öfkelenir ve onları öldürmeye karar verir. Bu kararı duyan Behnam, kız
kardeşi Sara ve arkadaşlarıyla beraber şehri terk eder ve Mor Matay’la
vedalaşmak üzere Allof Dağı’na gider. Fakat onlar dağa ulaşmadan evvel
Senharip’in askerleri, onları yolda yakalayıp kılıçtan geçirir.
Bu trajik olaydan sonra Senharip de, sinirsel bir hastalığa yakalanıp
şuurunu kaybeder. Nemrud halkı da Senharip’in delirmesinden etkilenir.
Şehit olan Behnam, annesine rüyada görünüp babasını Mor Matay’ın
yanına götürmesini ister. Senharip’in eşi, sabahın erken saatinde onu bir at
arabasına bindirip Mor Matay’ın kaldığı dağa doğru yola koyulur. Mor
Matay, onları görünce ne amaçla geldiklerini Tanrı’dan aldığı bir ilhamla
anlar. Hemen aşağıya inip, Senharip’in şifa bulması için Allah’a yakarır.
Mor Matay’ın Allah’a yalvarmasıyla Senharip şifa bulur. Senharip ve ona
eşlik edenler, bu mucizenin etkisiyle İsa Mesih’e iman edip, vaftiz olur.
Mor Matay da onlarla beraber Nemrud’a gelir ve kralın izniyle şehir
halkına hıristiyanlığı benimsetir.
Senharip, bu mucizenin şokunu üzerinden atınca, Mor Matay’ı yanına
çağırır ve kendisinden ne gibi maddi mükâfatlar istediğini sorar. Mor
Matay da dağın doruğuna bir manastır inşa etmesini ister. Çünkü
yapılacak manastıra Ninova (Musul) civarından büyük bir rahip kitlesinin
toplanacağı kanısındaydı. Ayrıca bu manastırın, iman, azizlik, hidayet ve
ilim merkezi olacağından şüphesi yoktu. Kral bu isteği memnuniyetle
karşılar ve Mor Matay adına muhteşem bir manastır yaptırır (Akyüz
1998a: 45-46).
Bu dinî anlatı da, menkıbe formundadır.
Bu menkıbe de geçen cüzzam hastalığının dinî şahsiyetlerce tedavi
edilmesine yönelik birçok anlatım Kitabı Mukaddes’te yer alır. “Ve Rab
Musa’ya ve Harun’a söyleyip dedi: Bir adamda, bedenin derisinde şiş
yahut kabuk yahut parlak leke olup bedenin derisinde cüzzam hastalığı
hâlini alırsa, o zaman Kâhin Harun’a yahut kâhin olan oğullarından birine
götürülecektir.” (Levililer, 121-2). “Cüzzam hastalığında kâhinlerin,
Levililerin size öğretecekleri her şeye göre yapmağa ve onları iyice
tutmağa dikkat edin, onlara emrettiğim gibi yapmak için tutacaksınız.”
(Tesniye, 248). “Ve (Naaman) indi, Allah adamı (Elişa)’nın sözüne göre
Erden’de yedi kere suya daldı ve eti küçük çocuk eti gibi (cüzzamdan)
266
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
eski haline döndü ve temiz oldu.” (II. Krallar, 51-14). “İmdi, Yahya
zindanda Mesih’in işlerini işiterek şakirtlerini gönderip onlar vasıtası ile
ona dedi: Gelecek olan sen misin, yoksa başkasını mı bekleyelim? İsa da
cevap verip onlara dedi: Gidin, işittiğiniz ve gördüğünüz şeyleri Yahya’ya
bildirin. Körlerin gözleri açılıyor, topallar yürüyor, cüzzamlılar
temizleniyor, sağırlar işitiyor, ölüler kıyam ediyor ve fakirlere İncil
vazolunuyor.” (Matta, 111-5). “Ve vaki oldu ki, o, şehirlerden birinde
bulunmakta iken, işte, cüzzamla dolu bir adam, İsa’yı görünce yere
kapandı ve ona: Ey efendim, eğer istersen beni temizleyebilirsin, diye
yalvardı. İsa elini uzattı ve: İsterim, temiz ol, diyerek ona dokundu. V e
cüzzam hemen ondan gitti.” (Luka, 512-13).
Bu menkıbede geçen yerden su fışkırması hadisesine misal teşkil etmesi
bakımından, Kitabı Mukaddes’ten şu metinler nazarı dikkate alınabilir:
“Çünkü susamış olanın üzerine sular ve kuru toprağın üzerine seller
dökeceğim.” (İşaya, 443). “İsa cevap verip ona dedi: Bu sudan her içen
yine susar. Fakat ona vereceğim sudan kim içerse ebediyen susamaz, fakat
ona vereceğim su kendisinde ebedi hayat için fışkıran su kaynağı olur.”
(Yuhanna, 413-14).
Menkıbe de geçen sinirsel bir hastalık veya çılgınlık illetiyle insanların
imtihan edilmeleriyle alâkalı olarak Kitabı Mukaddes’te şu satırlara
rastlanır: “Rab seni çılgınlıkla ve körlükle ve yürek şaşkınlığı ile
vuracak.” (Tesniye, 2828).
Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 18 Eylül günü, Mor
Matay Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/content/
takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi).
Bu menkıbede isimleri geçen Behnam, kızkardeşi Sara (IV. yy.) ile şehit
edilmeleri üzerine, Süryani Ortodoks Kilisesi’nce aziz ilan edilir. Süryani
Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 10 Aralık günü, Mor Behnam
ve Kız Kardeşi Sara Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim
.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi).
7.3. Kırk Şehit Menkıbesi
m.s. 240 yılında Roma İmparatoru Dukius, hıristiyanların katliamını ilan
eder, tüm valiliklere genelge göndererek, emrin en kısa zamanda
uygulanmasını buyurur. Kapadokya bölgesinde Agrekelavos isminde bir
vali vardı. Bu vali hıristiyanlara karşı kin ve nefret besliyordu. Bu vesileyi
iyi bir fırsat görerek hemen hıristiyanları öldürmeye başlar. Kapadokya
267
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
yöresinde yaşanan zulmü ve kıyımı çekemeyen kırk kişi bir araya gelir,
inançlarını ifade eder ve valiyi sert bir şekilde eleştirir.
Bundan dolayı Agrekelavos, onları tutuklanıp işkence edilmelerini
emreder. Yedi gün süreyle işkence görürler. İmparator Dukius
Kayseri’den Kapadokya’ya gelir. Bu kırk kişinin valiye gösterdikleri
direnişi öğrenince onları Kapadokya’dan Sivas’a sürükleyerek götürür.
Sivas’ta da bir müddet onlara işkence ettikten sonra, kış mevsiminin
ortasında, onları buz tutmuş bir göle atar. Buzlu gölün tam karşısına da bir
hamam yaptırır ki, onu gördüklerinde mutlaka inançlarını inkâr edip
hamama kaçacaklar diye düşünür. Nitekim onlardan birisi hamama kaçar
ve içeri girmesiyle hayatını kaybeder. Hamamda nöbet tutan asker,
dışarıya çıktığında havada kırk taç görür, otuz dokuz tanesinin gölde olan
kişilerin başına konmak üzereyken bir tanesinin havada asılı kaldığını
görür. Havada asılı kalan tacın sebebi ne olabilir diye derin derin
düşünmeye başlar. Gözleriyle gördüğü mucizeden etkilenerek o kişilerin
inancını kabul ettiğini beyan eder ve kendisini de o kişilerin arasına atar.
Bundan dolayı kilise tarafından onlara şehit unvanı verildi. Onların adına
değişik kiliseler yapıldı (Akyüz 1998a: 47).
Bu dinî anlatı, menkıbe formatındadır.
Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 9 Mart günü, Sivaslı
Kırk Şehit Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/
content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi).
7.4. İnançları Uğruna Şehit Olan Azizeler: Barbara ile Yulyana
Menkıbesi
İnatçı Maksimonos’un hüküm sürdüğü ve Markiyanos’un da vali olduğu
dönemde, tüm hıristiyanlar korku içinde yaşamaktaydı.
Eliyofolis ülkesinde adı Diyaskoros olan ünlü bir adam vardı. Köyünün
adı Kalsun’du. Kalsun Antakya’dan on iki mil uzakta olan bir köydü. Çok
varlıklı olan bu adamın Barbara isimli tek bir kızı vardı. Barbara çok
güzel bir kızdı. Babası onu çok sever, hatta ona olan bu düşkünlüğünden,
kendisine özel olarak bir ev yaptırmak istemekteydi.
O günlerde, çevrede yaşayan zenginlerden biri Barbara’nın babası ile
konuşup, kızıyla nişan yapmak istediğini söyler. Baba, durumu kızına
iletmek üzere yanına varıp ve sorar: ‘Güzel kızım, çok değerli kişiler
seninle nişan yapmak ister, sen bu duruma ne dersin?’ Barbara böyle bir
soruyla karşılaşınca çok öfke duyar. Başını yukarı kaldırır ve babasının
268
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
yüzüne bakar: ‘Ey tatlı baba, bunun için lütfen beni zorlama, bu konuda
beni rahat bırak!’ der. Baba bu sözleri işitince, onu zorlamaktan vazgeçer
ve onu rahat bırakır.
Bu kez baba, kızı için yaptıracağı evin çok çabuk yapılması için en iyi
ustaları getirtir. Onlardan evin hemen bitirilmesini ister. Daha sonra da,
uzak diyarlara bir iş için gider.
Babası gittikten sonra, Mesih inanlısı Barbara’nın aklına bu ev düşer ve
gidip yapıyı bir göreyim der. Binayı gezip dolaşır, fakat hamamında iki
pencere olduğunu görür. Ustaları çağırtır ve sorar: ‘Buraya neden sadece
iki pencere açtınız?’ Onlar da hemen cevap verip; ‘Babanız böyle
emrettiği için böyle yaptık’ derler. Mesih’e çok bağlı olan Barbara da
onlara, ‘Sizler benim söylediğim gibi yapın ve sakın korkmayın.’ der. Ve
ilave eder: ‘Sizlere söylüyorum, buraya derhal bir pencere daha açın!’
Onlar da cevap verip; ‘Ey güzel kız Barbara’ Bizler korkuyoruz, çünkü
babanız gelip bunu bu hâlde görürse, onun öfkesi karşısında bizler
duramayız.’ der. Barbara da onlara: ‘Size söylediğim gibi yapın ve
korkmayın. Babam geldiği zaman sizler için yalvaracağım.’ der. Bu söz
üzerine onlar da bir pencere daha açıp, Barbara’nın emrettiği gibi
yaparlar.
Barbara dolaşmasını sürdürürken doğu tarafta mermerden yapılmış bir
sıcak su kurnası görür ve ona yaklaşıp bir haç işareti yapar. (Bu işaret
mermerin üzerinde hâla mevcuttur. Oraya her giden, mucizevi olan bu
işareti gördüğünde, Allah’ın adını yüceltmekten kendini alamaz. Bunun
yanı sıra, Barbara hamama girdiği zaman, azizlerden bazıları ona görünür.
O da göründükleri yerlere, göründükleri şekilde, onları resmeder. Şimdi
oraya imanla gidenlere bu yer şifa kaynağı olmaktadır. Burası, şekil olarak
Ürdün Irmağı’na ve ayrıca Vaftiz Şiluhu (Yuhanna, 51-9’da bahsi geçen
Kudüs’te Koyun Kapısı yanında, İbranice Beythesta denilen beş eyvanlı
havuz) suyuna benzemektedir. Tıpkı annesinden kör doğan o insanın
yıkanıp, tek bir kelime ile temizlenip gelmesi (Yuhanna, 51-9) ve
Samiriyeli kadının da İsa Mesih’ten hayat suyu istemesi gibi. (Yuhanna,
41-42).
Barbara’nın istediği şekilde ve kısa zaman içinde binayı bitirirler ve
hamamı kullanıma hazır hâle getirirler. O günlerde zalim baba Diyaskoros
işinden döner ve hemen binayı ve hamamı kontrole gider. Bakar ki
hamamda üç pencere var, derhal ustaları çağırtıp sorar, ‘Hamama niçin üç
pencere yaptınız?’ Onlar da ‘Kızın Barbara üç pencere olmasını emretti.’
derler. O da kızına döner ve ‘Doğru mu kızım, sen mi üç pencere
yapılmasını emrettin?’ diye sorar. Barbara da ‘Evet baba, üç pencere
269
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
açılmalarını ben emrettim, çünkü üç pencere dünyaya gelen her kişiyi
aydınlatabilir, iki pencere ile karanlık olur.’ der.
Barbara, babasının elinden tutup onu hamama götürür ve ‘Bak ey baba, üç
pencere iki taneden daha fazla aydınlık veriyor!’ der. Tekrar babasına
dönüp, ‘Bunlara bak ve düşün; birinci pencere Baba Tanrı, ikinci pencere
Oğul, üçüncü pencere Kutsal Ruh olan tek bir Tanrı’yı temsil eder.’ der.
Baba bu sözleri işitince çok öfkelenir ve kızı Barbara’yı öldürmeğe
kalkar. Barbara da yüce Allah’a dua ederek oradan kaçmaya çalışır.
Kaçarken önüne büyük kayaların çıkması üzerine çaresiz kalıp, Allah’ı
yardıma çağırır.
Yüce Allah onun isteğine cevap verir ve hemen o anda önündeki kayalar
açılır. Böylece Barbara karşı tarafa geçer, takip etmekte olan babası ise,
onu gözden kaybeder. Bu sayede, peşinde olan babasından bir an için
kurtulmuş olur. Ancak o yörede iki çoban yaşamaktadır. Barbara’nın
babası birine, ‘buralarda bir kız gördün mü?’ diye sorar. O da ‘hayır,
görmedim.’ diye cevap verir. Çünkü Barbara’nın kurtulmasını
istemektedir. Bunun üzerine babası öteki çobana sorar. Diğer çoban, ‘evet
gördüm.’ deyip, parmağı ile uzağı göstererek, ‘işte görüyorsun, dağa
çıkıyor.’ der.
Barbara da kendisini işaret eden çobanı o anda lanetler. (Rivayete göre,
çoban ve tüm hayvanları kırk kanatlı kara böceklere dönüşmüş halde,
Barbara’nın manastırının etrafında dolaşır hâldelermiş. Öteki çobanı ise
bereketlediğinden, hayvanları çoğalmış.)
Babası, onun arkasından dağa çıkarak onu yakalar. Çok eziyet eder ve
korkutur. Daha sonra da dağdan inerler. Eve gelirken onu çok kötü bir
yere hapseder. Kapıyı yüzüğü ile mühürleyip önüne nöbetçi koyar.
Böylece, yanına herhangi bir kimsenin girmesini engellemiş olur.
Barbara’nın babası, Vali Markiyanos’a ‘kızımı yok etmek için ne
yapsak?’ diye haber salar. Vali de babasına, Barbara’yı yanına getirmesini
emreder. Babası onu evden çıkartıp Vali’ye götürmeleri için askerlere
teslim eder. Bunu yapmakla kalmayıp, onun işkence edilerek öldürülmesi
için Vali’ye yemin ettirir.
Vali makamına geçer ve Barbara’yı huzuruna çağırtır. Barbara gelince ona
uzun uzun bakar ve ‘Niçin güzelliğine acımıyorsun? Gel ilahlara secde kıl
da seni azad edeyim Yoksa sana azap edeceğim.’ der. Bu sözler üzerine
Barbara hemen şu cevabı verir: ‘Ben, İsa Mesih’in bir şehidi olarak
kendimi Yüce Allah’a kurban ederek, takdim ediyorum. Çünkü senin
ilahlarının, Davud Peygamber’in dediği gibi, ‘ağızları var, konuşmuyorlar;
270
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
gözleri var, görmüyorlar; elleri var, bir şey yapamıyorlar; ayakları var,
yürüyemiyorlar. Onları yapanlar da aynen onlar gibidir.’’ (Mezmurlar,
1155-7) der.
Barbara bunları söyleyince Vali çok öfkelenir ve ‘Onu soyun, vücuduna
acımasızca işkence edip saçlarını yolun.’ der. Vali’nin söyledikleri aynen
yapılır ve tüm vücudu kan-revan içinde olarak orada bırakılır. Daha sonra
zindana atılır. Vali de zindana gider ve onu ne tür bir işkence ile yok
edeceğini planlar.
Gece yarısından sonra zindanda birdenbire büyük bir nur parlar. İsa Mesih
ona görünür ve der ki: ‘Korkma Barbara, teselli ol ey sevgili Barbara!
Cesaretinden dolayı göklerde ve yerde büyük sevinçler olacaktır. Onların
öfkelerinden korkma, çünkü ben seninleyim.’ Bunları söyledikten sonra
onun tüm yaralarını iyileştirir. Barbara da hemen teselli bulur ve sevinir.
Zindanda Allah’tan çok korkan, Yulyana adlı bir kadın daha vardı.
Barbara’nın vücudunda hiçbir yara izi kalmadığını görünce, çok şaşırarak
Allah’ın bu mucizesini kabul eder. Ve O’na inanır. Barbara’nın imanına o
da katılarak İsa Mesih’e iman eder: ‘Bana da sana yapıldığı gibi eziyet
etsinler.’ der.
Sabah olunca, Yulyana da Vali ile Barbara’yı almaya gider. Bakarlar ki,
onda hiçbir izi yoktur. Bunun üzerine Vali: ‘Baksana Barbara, ilahlar seni
ne kadar seviyorlar, sana yardım ediyorlar, tüm yaralarını iyi etmişler.’
der. Mesih’in inanlısı hemen cevap verir: ‘Ey Vali! Senin ilahların aynen
sana benziyorlar; kör, sağır ve akılsızlar! Nasıl benim yaralarımı
iyileştirebilirler ki? Sen neden bahsediyorsun! Beni iyileştiren İsa
Mesih’tir. O dünyanın kurtarıcısıdır. Sen onu maalesef hiç
göremeyeceksin. Çünkü kalbin, çok kötü ve karanlık olan şeytanın
işleriyle doludur.’ Barbara bunları söyleyince, Vali çok öfkelenir ve
arslanlar gibi kükreyerek emreder: ‘Onda yaralar açın ve işkenceyi
aralıksız sürdürün, başına darbeler indirin!’
Bir başka zaman da, Barbara yine hamama giderken, babasının önünde
secde kıldığı putları görmüştü ve o an Kutsal Ruh’u içinde hissetmişti. O
iyilikleri veren ve çok kişilere yardımcı olan Kutsal Ruh’un kuvveti ile
şeytanı yenmiş ve onları çiğnemişti. Babasının tapındığı putları görüp,
onlara tükürüp şöyle söylemişti: ‘Sizi yapanlar ve sizden ümit
bekleyenler, sizin gibi olsunlar, çünkü sizin gibi hiçbir faydaları yok.’
Sonra oradan eve gelip Yüce Allah’ın huzurunda secde kılıp, şükretmişti.
Allah’a iman eden Yulyana, Barbara’ya yapılan işkenceyi görünce acı
içinde ağlamaya başlar. Vali Markiyanos bunun üzerine sorar: ‘Bu kadın
271
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
da kim?’ Orada bulunanlar Vali’ye söyleyip derler: ‘Bu da bir
hıristiyandır, Barbara için ağlıyor.’ Vali daha da öfkelenir ve emreder:
‘Onu da işkenceye alın, onları iyice ateşe yaklaştırın.’ Bu davranışı gören
Barbara yukarı bakar ve ‘Ey Allahım, her gizli olan sana açıktır.
Biliyorsun seni çok seviyorum ve sana iman ediyorum! Hiçbir şey beni
senden ayıramaz ey Yüce Allah, senin büyük kuvvetine sığınıyorum!
İnanlın Yulyana’yı yalnız bırakma ve ona cesaret ver. Bu zalimlerin
yaptığı işkenceleri yensin!’ Yulyana’ya derhal bir cesaret gelir ve
işkencelere dayanır. ‘Ey yüce Allah, yüzünü bizden çevirme, Kutsal
Ruhu’nu bizden esirgeme! Bizleri kurtuluşuna ve mutluluğuna al ve ayık
kıl ya Rab! Kuvvetinle bizlere kuvvet, sabır ve dayanma gücü ver, ey yüce
Allahımız!’
Barbara bunları söyleyince, Vali hemen şunları emreder: ‘Yulyana’yı
hapse atın, Barbara’yı da şehirde gezdirin! İşkence etmeye devam edin!’
Yine Barbara yüce Allah’a nida eder ve ‘Sensin göğü ve yeri yöneten,
bana yardımcı ol! Vücudumu ört, o kâfirler beni çıplak görmesinler!’
deyince Allah’ın kuvveti derhal çok parlak ve beyaz bir entari ile onun
vücudunu örter. Şehirde dolaştırıldıktan sonra, Delsu köyünde Eliyofolis
bölgesine Vali Markiyanos’un yanına götürülür. Vali, Barbara ve
Yulyana’nın başlarının kılıçla kesilmesini emreder.
Öldürülmeye götürülürken şöyle dua ederler: ‘Ey yüce İsa Mesih! Sensin,
sana iman edenlere yardım eden ve kuvvet veren, bizlere de yardımcı ol.
Her şey emrini dinler, çünkü onlar senin ellerinin yaptıklarıdır. Şu anda ve
bu saatte senden istediğimizi esirgeme! Bize büyük nimet ver. Her kim
adını zikrederse ve inanlıların Barbara ve Yulyana’yı hatırlarsa, tüm
kötülüklerden kurtar onları. Benim adımı anan aileleri, her türlü
hastalıklardan iyileştir ve kurtar. Günahlarını affet, ahiret gününde onlara
yardım et! Ayrıca çok ağır hastalıklara yakalanan müminlere şifa ver. Sen
bunu biliyorsun. Bizler zayıf insanlarız. Emrin ile yapılmışız. İnayet ve
merhamet sana layıktır. Sonsuza dek âmin!’
Barbara bunları söyledikten sonra gökten bir ses gelir: ‘Gel, ey zafer
kazanan Barbara! Kardeşin Yulyana ile hazır olan mekânlara girin. Bunun
için her istediğiniz verilecektir. Duan kabul edildi.’
Bunlar söylendikten sonra, Barbara’nın babasının kılıcı ile başları kesilir.
Bu olaylar İsa Mesih’ten sonra 4 Aralık 303’te meydan gelmiştir. Azize
Barbara’nın babası ve bu emri veren Vali, yerlerine dönerlerken Allah’ın
adaleti taştan dolular şeklinde üzerlerine yağdı ve onları helak etti. Hatta
hiçbirinin kemiklerinden bile eser kalmadı. Bu mucizeyi gören ve
işitenler, yüce Allah’a hamd ve senalar sunup, O’na şükrettiler. Bundan
272
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
ötürü de birçok insan, yüce Allah’a iman etmiş oldu ve Baba, Oğul ve
Kutsal Ruh’a tazimde bulundu (Bilgiç 2001: 5-16).
Bu dinî anlatı da, menkıbe formatındadır.
Şam yolunda Paulus’a görünen İsa Mesih’in, zindanda iken, Azize
Barbara’ya da görünmesi, bu menkıbenin ilgili bölümünün Kitabı
Mukaddes’ten uyarlanma ihtimalini güçlendirir. “Yolda giderken, Şam’a
yaklaştığı zaman vaki oldu ki, gökten bir nur ansızın çevresinde parladı.
Ve yere düşüp bir sesin kendisine: Saul, Saul, niçin bana eza ediyorsun,
dediğini işitti.” (Resullerin İşleri, 93-4, 226-7).
Mort Barbara’nın kendisine yardım eden çobanı bereketleyip,
hayvanlarının çoğalmasına vesile olmasına benzer, Kitabı Mukaddes’te
şöyle bir anlatım yer alır: “Onlara (İsa Mesih) sordu: Kaç ekmeğiniz var?
Onlar da: Yedi, dediler. Yere otursunlar diye halka emretti ve yedi ekmeği
alıp şükrettikten sonra kırdı, önlerine koymak üzere şakirtlerine verdi,
onlar da halkın önüne koydular. Birkaç küçük balıkları da vardı, şükran
duasını ettikten sonra, bunları da önlerine koysunlar diye onlara söyledi.
Yediler ve doydular, artan parçalardan yedi sepet kaldırdılar. Dört bin kişi
kadar idiler ve onları salıverdi.” (Markos, 85-9).
Lanetleme işi, Kitabı Mukaddes’de sık rastlanan ameliyelerdendir.
Tesniye, 2818’de yer alan şu ifadeler, bu menkıbedeki anlatımı teyit eden
bir içeriğe sahiptir: “Bedeninin semeresi ve toprağının semeresi,
sığırlarının yavruları ve sürülerinin yavruları lanetli olacak.”
Barbara’nın babasına ve Vali’ye Allah’ın adaletinin doluyla tecelli edişi
şu Kitabı Mukaddes pasajıyla irtibatlandırılabilir: “Ve ona veba ile ve
kanla hükmedeceğim ve onun üzerine, orduları üzerine coşkun yağmur ve
iri dolu taneleri, ateş ve kükürt yağdıracağım.” (Hezekiel, 3822).
Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 4 Aralık günü, Mort
Barbara
ve
Mort
Yulyana
Günü
olarak
anılmaktadır
(http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te
erişildi).
Sonuç
Bu çalışmada inceleme konusu yapılan Süryani dinî anlatılarında şu ana
tema ve motifler dikkat çekmekte ve ön plana çıkmaktadır:
a. Az yiyecekle çok kişiyi doyurma.
b. Beddua etme, lanetleme.
273
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
c. Bulundukları mekânların şifa kaynağı olması.
d. Fizik kurallarına hükmetme.
e. Göklerden gelen sese muhatap olma.
f. Halka hastalık musallat etme.
g. Hastaları iyileştirme.
r. Haşeratı defetme.
s. Hayvanlara felaket musallat etme.
h. İnsan ve hayvanları bereketleme.
i. Kayaların yarılması.
j. Kız çocuğunu erkeğe çevirme.
k. Meleklerle temas.
l. Öldükten sonra insanlara görünme.
m. Öldükten sonra keramet gösterme.
n. Rüyalara tasarruf.
o. Suçluya-günahkâra felaket musallat etme.
p. Yerden su çıkarma.
Menkıbe, efsane ve memoratlardan oluşan bu dinî anlatılardaki temaların
da iki temel kaynağının olduğu söylenebilir:
i. Hıristiyanlık öncesine dayanan çeşitli destansı ve mitolojik anlatımlar
ile halk geleneklerinden neşet eden dinî anlatılar.
ii. Kitabı Mukaddes menşeili dinî anlatılar
Bu çalışmada değerlendirilen menkıbelerin bir kısmı aziz ve azizelerin
hayat hikâyelerinin anlatıldığı biyografik menkıbelerdir. Diğer bir kısmı
da tabiatıyla bir teolojiye dayanan ve bağlı bulunduğu bu görüşün
misyonu doğrultusunda bir hayat tarzını telkin etme hedefini güden dinî
anlatılardır.
Çalışmada yer alan dinî şahsiyetlerin bir bölümü Süryaniliğe ait iken,
diğer bölümü daha genel olup, tüm Hıristiyanlığa aittir. Bu aziz ve azize
menkıbelerinin, bazıları kısmen tarihi gerçeklere dayanırken, bazıları da
tamamen hayal mahsulü dinî anlatılardır.
274
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275
Ele alınan dinî anlatılar, Süryani dinî tarihine ışık tuttuğu gibi,
dönemlerinin sosyal ve kültürel değerleri ile örf ve geleneklerine ait
bilgileri de içerir.
Kaynaklar
Akyüz, Gabriyel (1998). Deyrulzafaran Manastırı’nın Tarihi. İstanbul:
Resim Matbaacılık.
Akyüz, Gabriyel (1998a). Mardin İli’nin Merkezinde, Civar Köylerinde
ve İlçelerinde Bulunan Kiliselerin ve Manastırların Tarihi.
İstanbul: Resim Matbaacılık.
Akyüz, Gabriyel (1998b). Nusaybin’deki Mor Yakup Kilisesi ve Nusaybin
Okulu. İstanbul: Resim Matbaacılık.
Bilgiç, Efrem (2001). Barbara ve Yulyana. Süryanice’den Çev. Esmer
Bilge. İstanbul: Anadolu Ofset 2001.
Bilgiç, Efrem (2006). Kaşgarlı Mor Abrohom’un Hayat Hikâyesi.
Süryanice’den Çev. Esmer Bilge. İstanbul: Anadolu Ofset.
Demir, Zeki (2013). Habsus. İstanbul: Anadolu Ofset.
Dolapönü, Hanna (1971). Deyru’l-Umur Tarihi. Süryanice’den Çev.
Cebrail Aydın. İstanbul: Baha Matbaası.
Pehlivan, Gürol (2009). “Dinî Şahsiyetler Hakkında Oluşan Anlatılar”.
Milli Folklor 83: 88-96.
Hançerlioğlu, Orhan (1993). Dünya İnançları Sözlüğü. İstanbul: Remzi
Kitapevi.
Kitabı Mukaddes (1988). İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi.
Ocak, Ahmet Yaşar (1992). Bir Kültür Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler
(Metodolojik Bir Yaklaşım). Ankara: TTK Yayınları.
Sâka, İshak (1985). Kenisetî es-Suryaniyyetu. Şam: Matabi’u Elif Ba ve’lEdib.
http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te
erişildi.
275
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275
276