5. sayı academy garden

Transkript

5. sayı academy garden
B Ü L T E N
A Y L I K
P O P Ü L E R
B İ L İ M
V E
K Ü L T Ü R
D E R G İ S İ
A R A L I K
T A R İ H İ
2 0 1 4
Stephen Hawking ve
Isaac Newton’a
adanmıştır
Bilim ve Mutluluk Dolu bir
2015 Dileğiyle…
ACADEMY
GARDEN
Merhaba
SAYF A 2
Aylık Popüler Bilim ve Kültür Dergisi
Ocak 2015
Genel Yayın Yönetmeni
Halil BAĞIŞ
Yazarlar
Ahmet AK
Ayşegül DANIŞMAZ
Burcu AKBULUT
Busenur BOLAT
Dilek DURSUN
Fatma Nur FIRAT
Halil BAĞIŞ
Lale UZUNER
Mehmet ÇİFTÇİ
Yeni bir yıldan merhaba. Geçen yıl ekim ayında ilk sayıyla yayınlanan Academy Garden
Dergisi Ocak 2015’ e 4. sayısı ile giriyor. Geride kalan yılda pek çok bilimsel gelişme yaşandı. Teknolojide yenilikler, keşifler ve yepyeni düşünceler... Bu gelişmeleri, bilimi ve
her düşünceyi sizlere aktarmaya çalıştık geride kalan birkaç aylık süreçte. Yeni bir yılda üstüne artılar koyarak her ay dergimizi sizlere
ulaştırma gayesinde olacağız. Dergiyi okumadan önce son olarak size ve sevdiklerinize birlikte özlenecek kadar güzel bir yıl diliyoruz.
Mutluluk, sağlık ve elbette bilim dolu bir 365
gün.. Sevgilerimizle.
Mehmet ŞEYHANLI
Merve TURHAN
Eleştirileriniz yol gösterici olacaktır. Bizimle iletişime
Selin USTA
geçin :
Sümeyye ATMAN
[email protected]
Sevgi AKSOY
Tuğçe TANIMAK
Yeni sayılarda, görüşmek ümidiyle.
Suna Özlem YENİPINAR
Yazı Araştırma
Haşim AKTAŞ
Web
[email protected]
ACADEMY
GARDEN
Hilmi IŞIK
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
SAYFA
DERGİSİ
Ne var Ne yok...
Bu ay Ne okuyacaksınız?

Beynimizde Neler Oluyor?


4
Oh, Be A Fine Girl, Kiss Me
Heyûla
6
8
27
Türkiye’nin Kuruluşundan Bu Yana Bilim ve Teknolojide Kat Ettiğimiz Yol
11

TÜRK BİLİM İNSANLARININ TIPTA ÇIĞIR AÇACAK BULUŞU

Werner Heisenberg
18


BİLİMİN AÇIKLAYAMADIKLARI
21
16
3
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
Oh, Be A Fine Girl, Kiss Me
İngilizce bir sözcük olan “mnemonic”in sözlüklerde karşılığı “hatırlatıcı
ipucu. mnemonics hafızayı kuvvetlendirme usulü” olarak türkçeye çevrilmiş.
Öğrenciliğimizde sülfirik asiti (H2SO4) ezberlemek için “Hasan iki Salak Osman dört” cümlesini kullanırdık. Gökbilimde yıldızların sınıflaması 1880-1920
arası Harvard Gözlemevinde binlerce yıldız tayfı sınıflandırarak yapıldı ve
bu konunun tarihçesi çok ilginçtir, çünkü kadın gökbilimcilerin katkılarını anlatır. Bu monoton işte erkeklere göre yarı ücretle çalıştırdığı kadın gökbilimcilerden yararlanan Harvard Gözlemevi müdürü Edward Charles Pickering’dir.
Olay gökbilim tarihinde ingilizce "Pickering’s Harem" olarak bilinir. İşte bu kadın astronomlardan Annie J. Cannon yıldızları sıcaktan soğuğa doru harflerle sınıflandırdı; O B A F G K M. Her harf sınıfını da 0-9 arasında 10 bölüme
ayırdı ve o günden bu yana yıldızların iki boyutlu sınıflamasında bu yöntem
kullanılıyor. Her sınıftan yıldızın tayflarının nasıl görüneceğini şu bağlantıda
bulabilirsiniz: http://www.xanaduobservatory.com/obafgkm.htm
Harvard'da Astronomi Merkezi. Antonia Maury, Williamina Fleming ve Annie Jump Cannon.
4
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
Henry Norris Russel zamanında gökbilimcilerin çoğu erkekti. Bu sınflandırmanın sırasını ezberlemek için bir mnemonic üretti; “Oh, Be A Fine Girl, Kiss
Me“. 1995 yılında yarı amatör gökbilim
dergisi Mercury, Russel’e yanıt verdi;
“Only Boys Accepting Feminism Get Kissed Meaningfully“. İlk mnemonic ABD
üniversitelerinde o kadar çok kullanılıyor
ki şarkısını bile yapmışlar on beyiti bulan sözlerini ve şarkının mp3 dosyasını
şu bağlantıda bulabilirsiniz:http://
www.setileague.org/songbook/
obafgkm.htm
Bu şarkının ilk dört beyiti şöyle:
The stars in the sky when you look up at night
Appear at first glance to be pinpoints of light.
But study them closely. They're not all alike.
Oh, be a fine girl, kiss me.
The hot stars are blue and the cool ones are red.
Yes, color tells temperature; that's what I said.
Some stars are still living, and some are long
dead.
Oh, be a fine girl, kiss me.
The hottest blue stars we consider Type O.
The cool ones are M Class. Confusing, I know.
The system was standardized quite long ago.
Oh, be a fine girl, kiss me.
Look up in the daytime, and what do you see?
Our warm yellow Sun, which we know is Class
G.
A star like the others, but special to me...
Oh, be a fine girl, kiss me.
Benim de yıllar önce öğrendiğim Kiss
Me’li cümle gökbilime başladiğim yıllarda
bana yardımcı olmuştu. Verdiğim bazı
derslerde öğrencilerime haydi buna türkçe bir cümle bulalım dedim ama nafile
kimseden bir öneri gelmedi. Sanırım
türkçede kullanılan sözcük sayısının az
5
olmasından kaynaklanıyor veya bizlerin
üretim kapasitesi çok düşük. En önemli
nedeni en son söyliyelim tembeliz.
ABD’de astronomi 101 dersi veren öğretmenlerin bir listesi var, bu listeye ben de
üyeyim. Geçenlerde bir baktım bu konuda yeni cümleler üretmişler. Ben de merak ettim Googling yaptım. Bir de ne göreyim o kadar çok cümle üretmişler ki.
İçinde argo ve seksi olanlar çoğunluktaydı. Google’ın ilk üç sayfasında topladıklarım aşağıda. Ama dördüncü sayfasında bir üniversite hocasının her yıl bu konuda yarışma düzenlediğini ve birinci gelene ödül verdiği sayfayı görünce toplamayı bıraktım. Benim kötü ingilizcem ile
dahi ağıza alınmayacak cümlelerin olduğunu da gördüm. O nedenle size o
sayfanın sadece bağlantısını veriyorum.
http://www.physics.usyd.edu.au/
~bedding/images/obafgkmlt2.html
Haydi öğrenciler ve öğretmenlerim biz
de türkçe bir mnemonic üretelim. En iyisine ben ödül vereceğim ama temiz bir
türkçe olsun.
Sevgilerimle...
Ethem DERMAN
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
6
BEYNİMİZDE NELER OLUYOR?
Size benim çok ilgimi çeken bir konuyu anlatmak istiyorum: Beyni. Bilim insanlarının da
ilgisini çekmiş olacak ki işleyişini anlamak
için üzerinde bir hayli çalışma yapmışlar.
Öncelikle şunu belirteyim; erkek dediğimde
erkek beyinli insanları, kadın dediğimde kadın beyinli insanları kastediyorum. Kafanız
karışmasın, beynimizin bir cinsiyeti var ve
beynimizin cinsiyeti biyolojik cinsiyetimizden
bağımsız. Genellikle erkekler erkek beyne,
kadınlar da kadın beynine sahiptir ama istisnalar da mevcut. Peki beynimizin cinsiyetini
nasıl öğreneceğiz.
El işaret parmağımızla yüzük parmağımızın
başlama çizgileri aynı seviyede olmalı. Eğer
yüzük parmağınız uzunsa beyniniz erkek,
eğer eşit ya da işaret parmağınız uzunsa beyniniz dişi. Beynin cinsiyeti anne karnında maruz kalınan testesteron hormonuyla ilgili.
Beynin cinsiyeti elbette cinsel tercihleri etkilemeyen sadece bilişsel farklılıklarla kendini
gösterebilen bir durum.
Erkekler; iyi harita yorumlayabilirler, üç boyutlu daha iyi düşünebilirler kadınlara göre.
Kadınlar da ;dil öğrenme, özellikle empati
kurma ve bütüncül algılamada erkeklere göre daha iyiler. Mesela erkek bir eşyasını arar
bulamaz oysa gözünün önündedir. Bulamaz
çünkü sonuç odaklı düşünür, kadın gelir ve
hemen bulur çünkü resmi bir bütün olarak
görebilmektedir. Dişi beynin duygusal yönü
fazladır; erkek beyinli insanlarsa sistematik
bir yol izler. Şimdi erkek beyinli bir kadın düşünün. Bu kadın, erkeklere göre yine iyi empati kurabilir ama erkeklerin sahip olduğu
bazı bilişsel yeteneklere de sahip olabiliyor.
Aynı şey erkekler içinde mümkün. Ama bütün bu yetenekler zamanla kişilerin çabasına
göre geliştirilebilir veya körelebilir. Kadın ve
erkeklerin farkları, günlük hayata sıkça mal-
zeme olan bir konu. Mesela, erkekler kadınların iyi araba kullanamamasından pek muzdariptir. Çünkü harita okuma, hızlı karar verme erkeklerin daha başarılı olduğu bir alan.
Trafikte malum hızlı karar verilmesi gerekiyor. Ama bir de çok iyi araba kullanan kadınlar var. Muhtemelen onlar ya erkek beyinlere sahip ya da bu yeteneklerini geliştirebilmişler. Kadınlar da erkeklerin onları dinlemediğini, anlamadığını ileri sürer. Çünkü erkekler dinlediklerini belli edemiyorlar. (İstisnalar
hariç)
Biraz önce de belirttiğim gibi erkekler sonuç
odaklıdır yani sorunu dinlerken mevcut soruna bir çözüm düşünür.(İstisnalar hariç)
Ve dinlediğini belli edemez.
Empati konusuna gelince kadınlar çok iyi, erkekler pek de iyi değil. Erkekler eve ekmek
getirmekle yükümlü. Gerçi modern hayatta
bu görev de paylaşılıyor ama eski zamanları
düşünün. Anlaşmak için mağara duvarına şekil çizilen dönemleri. Erkek avlanmak zorundaydı ve empati kurmamalıydı. Yoksa o hayvanlar nasıl avlanacaktı. Hazır empatiden
bahsederken bu konuyla ilgili bir kaç deneye
değinmek istiyorum. İlk deneyde kadın ve
erkeklere çeşitli insan
yüz ifadeleri gösterilmiş. Gülen, ağlayan vs.
insan yüzleri .Sözel olarak hem erkekler hem
de kadınlar resimdeki ifadenin ne olduğunu
belirtmiş. Ama beyinleri başka bir şey söylemiş.
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
Kadınların beynindeki empatiyle ilgili alan
cıvıl cıvıl yanıyorken, erkeklerde bu alan zifiri
karanlıkmış. Bir diğer deneyse şöyle:
ABD'deki Virginia Üniversitesi Sanat Ve Bilim
Fakültesi Psikoloji Profesörü James COAN
başkanlığındaki bilim ekibince 22 erişkin üzerinde yapılan çalışma, beynin tehditlere cevap veren alanlarında, kişilerin kendilerinin
ve arkadaşlarının maruz kaldığı tehditlere
karşı yüksek ölçüde benzer tepkiler verdiklerini ama yabancılara karşı verilen tepkilerin
sınırlı olduğunu gösterdi.
Peki anladık, erkekler bu empati işinde pek
de iyi değiller. Ama kadınlar niye bu kadar
iyi? Çünkü kadınların anne olmak gibi çok
önemli bir görevleri var. Bütün derdini, sıkıntısını ağlayarak anlatan; başka çaresi olmayan küçük insanlarla ilgilenmek zorundalar.
Kadınlar onların yüzünden, sesinden ne anlatmak istediklerini anlamak zorunda. Muhtemelen bu sebepten, kadınların muazzam
bir ses ve yüz analiz sistemi var. Dolayısıyla
kadınlar yüzleri çok iyi okurlar.
Şimdi biraz duygusal beyni anlamaya çalışalım.
Duygusal beynimiz bizi yönlendirir ,bize isteklerini dayatır .Bu istekler saçma da olabilir. Bu yüzden beyin kabuğumuz bu isteklere
bahane bulur, kılıfına uydurur. Reklamlar genelde duygusal beyne hitâp eder. Marketten
aldıklarımız ,telefonumuzun markası, kıyafetlerimizi nereden aldığımız bununla ilgili.
Değersiz bir kıyafete çok fazla para vermek
duygusal beynin işi,bahane bulmak beyin kabuğunun. Elbette insanların karakterlerine
göre istekler de farklılıklar gösterebilirler.
Aslında beynimizde duyguların bir kaynağı
var. Adı 'Limbik Sistem'.Mesela samimi bir
gülümseme buradan gelir, sahte bir gülümseme
beyin kabuğundan. O yüzden ikisi çok farklıdır. Gülümsemek çok önemli. Hatta internette bile. Mâlumolduğu üzere internette
konuşurken duygu lar belli olmuyordu. Ta ki
7
Harvey BALL gülen surat - :) - ifadesini kullanmaya başlayana kadar. Böyle bir ihtiyaç
varmış ki tüm dünyaya
yayıldı zaten. Bilinene göre; insan beyni gülen gerçek bir yüze nasıl tepki veriyorsa :) ifadesine de öyle tepkiler veriyor .Peki bu ifade
neden bir çılgınlık haline geldi. O kadar ki gülen surat yollamayınca tepki gösterenler bile
var. Gülen surat ifadesini her gördüğümüzde,
beynimizde 'Dopamin' adlı bir hormon salgılanıyor. Bu hormon bizi ödüllendirilmiş ve
mutlu hissettiriyor.
Bu hormonla ilgili bir deney şöyle: Bir farenin beynine bir çeşit cihaz yerleştirilmiş. Kafesinin içinde de onunla bağlantılı pedal sistemi var .Fare pedala bastığında, beyni dopamin salgılıyor. Fare pedala basıyor, dopamin salgılanıyor. Bu bir süre devam ediyor.
Fare pedala basmayı bırakıyor elbette ama
öldüğünde. Aslında bu bizde de olan ödülceza sisteminin bir getirisi. Bu duygusal beynin de rol oynadığı durum: 'BAĞIMLILIK'. Bugün çok görülen
internet, sigara, alkol bağımlılığının temelinde bu var .Bunlar kullanıldığında beyin dopamin salgılamaya başlıyor ve bunlar tüketilmeye devam ediliyor. Amaç dopamin salgılatmak. Umarım bağımlılığın önüne geçilebilir zira kişiyi çok yıpratıyor.
Hâlâ muammalarla dolu beynimizden ilginç
bulduğum bazı konuları paylaşmak istedim.
Beyni anlamak ve bunu günlük hayatta
kullanabilmek ümidiyle…
Suna Özlem YENİPINAR
ÇİFT Pelin-Öteki Gündem-Habertürk TV-İstanbul(4Temmuz 2014)
tr.wikipedia.org/wiki/insan_beyni
www.e-psikiyatri.com/nasil-empati-kurdugumuz-belli-oldu-44788
http://www.kigem.com/kadin-beyni-empatik-erkek-beyni-sistematikdusunuyor.html
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
8
Heyûla
Nereden geldiğimizi merak ederiz. Evrenin ma sonucu herşeyi oluşturan maddenin "esir
niçin oluştuğunu, kimin yarattığını, neyden maddesi" olduğunu söyler. Şöyle ki;
yaratıldığını, yaratılan şeyin ne olduğunu, yıl"Dest-i kudretin madde-i Esiriyeden yoğurdızların boşlukta nasıl durduğunu...
muş olduğu bir hamur şeklinde imiş. Madde"Hâlâ işaret bekleyenler yıldızlara baksınlar" i Esiriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi
mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir madYaratıcı neden yıldızlarda cevabın olduğunu
dedir. 'Arşı, su üzerindeydi'( Hut Suresi
düşünsün? Daha yolculuğumun başındayız.
7.ayet)
Dünyama hoşgeldiniz...
ayeti, şu madde-i Esiriyeye işarettir ki, Cenab
Stephen Hawking'e göre evren Big Bang The-ı Hakk'ın Arş'ı, su hükmünde olan şu Esir
ory ile oluşmuştur. Bu teorinin tarihini incemaddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratılleyelim. Ilk defa 1922 yılında bahsedildi. Ve
dıktan sonra, Sani'in ilk icadlarının tecellisine
1989 yılında da ispatlandı. Böylece yoktan
merkez olmuştur. Madde-i Esiriyenin, yine
varedebilme kanıtlanmış oldu. 1922 yılında
Esir olarak kalmak şartiyle, sair maddeler giRus Fizikçi Alexandre Friedmann Einstein'ın
bi muhtelif teşekkülatı ve ayrı ayrı nevi'leri
genel izafiyet teorisine göre evrenin genişlevardır. Buhar ile su ve buzun teşekkülatları
yip durağan olmadığını hesapladı. Daha songibi"..
raki yıllarda Belçikalı Astronom George Lemaitre ise kozmosun patlamayla başladığını Esir'in herşeye dönüşebildiğini, bitmediğini,
söyledi ve patlama anından arta kalan rad- değişmediğini söylüyor. İşte bu parçacıktan
yasyonun tespit edilebileceğini savundu. Kı- herşeyin oluştuğunu açıklar. Fakat bu madsa süre sonrada bu parçacığa "sıfır hacmi"
denin oluşabilmesi için iki şey gereklidir: Taatfedildi. 1989'da NASA'nın uydusu arta ka- havvül ( süreklilik) ve Tagayyür ( devamlılık)..
lan parçaları doğruladı. Aslında bu süreç is- Yani hareket (dönme) ve zamanla çekimlenelam dini içinde böyleydi.
bilme..
"Semayı azametle biz kurduk ve ona durma- Peki Esir bitmediyse ona nerede rastlayabilidan vücut veriyor ve genişletiyoruz. "
riz? Anti-madde? Evrende yaratılan herşeyin
maddeden türediğini biliyoruz. Madde ne-Zariyat Suresi 47.ayet
dir? Kütlesi, hacmi, eylemsizliği vb olan herBenzer âyetlere Bakara 2. ve 255. - Fatır 35. şey... Peki soruyorum; Anti-madde'nin kütlesi var mı? Var, ağırlıkta. Hacmi var mı? Var,
ayette rastlayabilirsiniz.
yer kaplıyor. Zamanla çekimlenip mi oluştu?
Patlama anında patlayan şeyin ne olduğuna
Evet.
geri dönersek Bediüzzaman Said Nursi patla-
ACADEMY
GARDEN
SAYFA
9
Peki o zaman Anti-madde'nin neresi madde- yorlardı ki? Patlayan çekirdeğe mi? E o zaye aykırı.
man çekirdek nereye yansıyordu? Eğer
Esir'in başlangıcını evren kabul edersek bu
Tıpkı Stephen Hawking'in dediği gibi " Evresoru cevapsızdı. Fakat "Arş Alemi"ni kabul
nin dışına çıkmadıkça onu anlayamayız"...
etsek şöyle bir soru göze çarpacaktı: "Peki
O zaman Esir'in madde olmaması gerekmek- Arş ile Evren'in başladığı yer arasında ne vartedir. Ama evrendeki herşey maddedir. O za- dı?".. İşte sorunun cevabı izafiyet teorisini
man aradığımız şeyin evrenin dışında bir yer- kanıtlarken dinin bilimle ters düşmediğini de
de olması gerekir. Cosmos'un dışında olsun kanıtlar. Tıpkı Einstein'ın dediği gibi, fotonlaki patlamak için basınca, hacme, kütleye, za- rın yansıması gereken bir alem vardı. Işte bu
mana bağlı olmasın.. Ki bu da Esir'in evrenin da "Alem-i Misal"di. Bütün fotonların kaybaşlangıcıyla varolmadığını, daha önce başka bolmadan tutulduğu paralel evren..
bir yerde yaratıldığını kanıtlar. Burası neresi- Newton'un teorisi de kanıtlanmış oldu:
dir? Said Nursi'nin dediği gibi " Arş Alemi".. "Enerji, vardan yok edilemez"..
Hacme, kütleye, zamana ve atoma ihtiyaç
Evrene geri dönersek maddenin varolduğuduymayan bir boyut.
nu biliyoruz. Ama deneysel ve matematiksel
Esir'e Nerede rastlayabiliriz peki? Neye ben- veriler biribirine uyuşmuyordu. Evrenin onda
zeyebilir? Bitmediğini söylemiştik. Evrende dokuz kütlesi kayıptı. Peki nereye gidiyordu?
oluşumunu tamamlamamış bir madde hali- Hawking başlangıçta bu kütlenin solucan denin olduğunu biliyoruz. Plazma hali.. Bu hal o likleriyle kaybolduğunu düşünüyordu. Fakat
matematiksel verilerde hâlâ veri kaybı yaşakadar yüksek enerji, sıcaklık ve basınca sahiptir ki maddeler çok kısa süreli çekirdekle- nıyordu. En sonunda "Karanlık Madde"yi
şir. Elektron kopar, proton kopar; birleşir, ka- keşfetti. Bildiğimiz hacmi, kütlesi, eylemsizlirarlılaşır.. Tahavvül ve Tagayyür'e uygun. Sü- ği olan fakat spsrestkopik cihazlarda yani
rekli madde oluşur ve bitmemiştir. Yıldızlarla atomsal boyutta hacmi, kütlesi ve eylemsizliverdiğim örneği şu cümle çok güzel açıklar; ği olmayan bir maddeydi. Peki ya bu neydi?
Bediüzzaman Said Nursi Sözler adlı eserinde
" Zerre, Şems' e kardeş olur"
31. Söz'ün 569.sayfasında şunları
-Bediüzzaman Said Nursi
dile getirir;
Peki ya her şey varsa, nereye gideceklerdi?
" Evet, senin gibi aklı gözüne inmiş ve gözüAlbert Einstein'ın İzafiyet Teorisi'ni hepimiz
ne perde çekilmiş adamlara söz anlatmak ve
biliriz. Uzay ve zaman bir objedir; eğilip, bübir şey göstermek, elbette müşküldür. Fakat
külebilir. Bizim kütle-çekim olarak hissettiğihak o kadar parlaktır ki, körlerde görebildiği
miz kuvvet ise uzay-zaman eğriliğinin bir neiçin bizde deriz ki; Feza-yı ulvi, bilittifak
ticesidir. Bu da paralel evren gerektirirdi. İza"esir" ile doludur.
fiyet Teorisi'nde de ifade edildiği gibi fotonlar geri yansımak zorundaydı. Nereye yansı-
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
Ziya, elektrik, hararet gibi sair seyyalat-ı latife, o fezayı dolduran bir maddenin vücuduna
delalet eder. Meyveler, ağacını; çiçekler, çimenlerini; sünbüller, tarlalarını; balıklar, denizini, çimengahının vücudunu, aklın gözüne
sokuyorlar. Madem, alem-i ulvide muhtelif
teşkilat var. Muhtelif vaziyetlerde muhtelif
ahkamlar görünüyor. Öyle ise, o ahkamların
menşe'leri olan semavat, muhteliftir. " Başka
bir yerde ( İşaretü'l İcaz, Seb'a Semavat
189.sayfa) "Şu geniş boşluğun Esir ile dolu
olduğu, fennen ve hikmeten sabittir. Ecram-ı
ulviyenin kanunlarını rabteden ve ziya ve haratetin emsalini neşr ve nakleden fezayı doldurmuş bir madde mevcuttur. Elhasıl, cosmos boşluk değildir. Esir, devam eder. Tahavvül ve Tagayyür iktiza eder. Bittiğini, genişlemediğini söylemek ahmaklıktır. Sonsuzluğunu iddia etmekte ahmaklıktır. Çok sıcak ve
yoğun bir denge halinden doğan kainat genişledikçe soğumaya başlamıştı. Sıcaklık öyle
fazlaydı ki herşey plazmaydı. Ve sıcaklık azaldıkçada dengeler değişir, kosmolojik evreler
başlar. Sıcaklık 1010° düştüğünde proton ve
nötronlar oluşmaya başlar. Aynı şekilde soğuma devam eder. Sıcaklık azaldıkçada hareket yavaşlar.Hareket kapasitesi yavaşlayan
maddeler ölmeye başlar. Ve madde de tahavvül ve tagayyür bitmeye başlar. Madde,
tekamüle (kemalat) eriştiği anda ölür. Bu da
Said Nursi'nin görüşüdür. Ve Lydwig Boltzmann da görüşü destekler.
10
liyoruz. Maximum düzensizlik her bir atom
için geçerliyse, Esir maddesi de atomlaşıp
evreni oluşturduğundan o da maximum düzensizlik minumum enerjiye eğilimliydi.
Bir maddenin maximum düzensiz ve minumum enerjili olduğu haline "ölüm" diyebiliriz. Böylece kritik noktaya ulaşınca mutlak
sıfırda sıfır hacmi kendileşir. Yani artık atom
kemale ermiştir. Ve atomun ölümü başlar.
Fakat elbetteki Esir'in ölümü sonucunda kalanlar yok olmaz. Çünkü Allah, israfı sevmez.
Karakterize olmuş fotonların atomsal boyutunu kaybetmiş bir evrende toplanması gerektiği konusunda daha sonra bahsedeceğiz.
Esir maddesinin maximum düzensizlik ve minumum enerji için ölmesi gerektiğini kanıtladık. Öyle ise şunu diyebiliriz ki; "Evren, sonsuz değildir"..
Said Nursi'nin dediği gibi;
" Hem nasıl ki , kainatın bir nüsha-i musağğarası olan şecere-i ziyahat, tahrip ve intilalden başını kaldıramaz. Öyle de; şecere-i
hilkatten teşa'ub etmiş olan silsile-i kainat
tamir ve tecdid için; tahribden, dağılmaktan
kendini kurtaramaz. Sani-i Hakim'i dahi, ecel
-i fıtriden evvel onu bozmazsa, herhalde
hatta fenni bir hesap ile bir gün gelecek ki
fezayı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecektir"...
NOT: "Bilimsiz bir din sakatlık, dinsiz bir bilim
Lydwig Boltzmann'a göre "Evren, düzensizli- körlüktür" -ALBERT EİNSTEİN
ğin içindeki düzenden yaratılmıştır. Herşey
düzensizliğe eğilimlidir". Maximum düzensizlik, minumum enerji... Evrenin tamamının
Şule Nur KARAÇELİK
madde, maddemsi, maddeden farklılaşmış,,
maddesel gibi etmenlerden varolduğunu bi-
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
11
Türkiye’nin Kuruluşundan Bu Yana Bilim
ve Teknolojide Kat Ettiğimiz Yol
Bilim ve teknoloji dediğimizde ilk olarak aklımıza fen bilimleri, temel mühendislik bilimleri ve uygulamaları vs. gelse de; bilim ve
teknoloji her şeyden önce bir “düşünce”
meselesidir. Dolayısıyla onu sosyal bilimler
ışığında incelememiz gerekir ve bir toplumun bilimde kat ettiği yolu görmek istiyorsak o toplumun fikri ve beşeri yapısını çözmek, tarihsel bir perspektiften bakmamız gerekmektedir.
Osmanlı’nın batılılaşma yolundaki ilerleyişi
Cumhuriyet döneminin başlangıcında ve gelişiminde büyük rol oynamıştır. Bu gelişmeleri görebilmek adına Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan dört döneme ayırarak inceleyeceğiz. Bu dört dönemi;
Cumhuriyet’in kuruluşundan 1933’e kadar,
1933-1955 arası
1955-1980 arası,
1980 ve sonrası şeklinde sıralayabiliriz.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki bilimin ve teknolojinin gelişimini inceleyebilmek için bize
gelişmedeki ivmeyi gösterecek parametreler
gerekmektedir. Bu yazıda kullanacağımız parametreler olarak; bilimsel yayın sayısı ve etkileri, akademisyen sayısı ve niteliği, bilimsel
etkinlik olarak üniversiteler kolej vs. kurumların nitelikleri ve nicelikleri, dergi, kitap, çeviri gibi bilimsel yayınların niceliksel durumu,
varsa başka ( bilimsel toplantılar, kongreler,
paneller, vs.) bilimsel etkinliklerin nicel ve
nitel durumları sayılabilir. Parametrelerde
belirlendiğine göre artık dönemleri incelemeye başlayabiliriz.
Cumhuriyetin Kuruluşundan 1933’e Kadar
Olan Dönem
Bu dönemde en önemli eğitim kurumu Darülfünun’dur. Osmanlı’dan kalan bu kurum
üniversite eğitimi vermesi amacıyla kurulmuştur. Fakat istenilen verim alınamamıştır.
Bu kurum dışında Atatürk’ün 1928’de bizzat
kurduğu Ankara Hukuk Mektebi, Musiki Muallim Mektebi, Ankara Yüksek Ziraat Mektebi
bulunmaktadır. Yayın ve basım anlamında;
Darülfünun’un 1924-1933 arası çıkardığı
“Darülfünun Fen Fakültesi Mecmuası” dergisinde Matematik, Fizik, Kimya, Botanik üzerine makaleler yayınlanmıştır. “Darülfünun
Edebiyat Fakültesi Mecmuası” da Darülfünun’un çıkardığı başka bir dergidir. 1923
Cumhuriyet’in ilanından sonra “İctihad” dergisi batıcılığı savunan bir dergi olarak yayın
yapar.
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
Ziya Gökalp’in toplumbilim ağırlıklı “Küçük
Mecmua” adlı dergisi dışında, Marksist felsefe ağırlıklı 1921-1925 arası yayınlanan
“Aydınlık” dergisi, 1924’te Konya’da çıkartılan ve enerjetizmi savunup Bergsonculuk ve
pragmatizmi yeren “Yeni Fikir” dergisi,
1926’da Mehmet Emin Erişgil’in yönetiminde Ankara’da yayınlanan ve Cumhuriyet devrimlerinin yüksek insani düşünceleri temsil
ettiğinin savunan “Hayat” dergisi, 1927’de
Hilmi Ziya Ülken, Hatemi Senih Sarp, Mustafa Şekip Tunç, Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu gibi
tanınmış felsefecilerin yazı ve çevirilerinin
bulunduğu “Felsefe ve İçtimaiyet” dergisi yayınlanmıştır. Dönemi akademisyen sayısı ve
niteliği olarak incelersek; Darülfünun’daki
akademisyenlerin bir kısmı İstanbul Üniversitesi’nin kadrosunda yer alırken büyük bir bölümü dışarıda kalmıştır. Gerekli akademisyen
açığının bir kısmı bu dönemde; Darülfünun’un akademisyenleri, yurt dışına eğitim
görmek üzere gönderilmiş akademisyenler
ve ülkelerindeki rejim(örnek; Hitler rejimi)
sonrası ülkelerini terk etmek zorunda kalan
akademisyenlerden karşılanmıştır. 1923 sonrasında birçok kişi doktorasını yapmak üzere
yurt dışına gönderilse de 1923 öncesinde bu
sayı çok çok azdır. Dolayısıyla gelecek nesiller
için karşılanması gereken akademisyen ihtiyacında gecikmeler olmuştur. Yurtdışına doktora yapmaya giden akademisyenler arasında Cahit Arf gibi uluslararası ün kazanmış kişilerde bulunmaktadır.
12
1933-1955 Arası
Bu dönemi dört ayrıntıda inceleyeceğiz;
-1933-55 arası başta İstanbul Üniversitesi
olmak üzere yeni kurulan bilim kurumlarının
getirmiş olduğu yenilikler
-Yurtdışından kendi ülkelerindeki rejimden
kaçarak gelen özellikle Alman akademisyenlerin sağlamış oldukları katkılar
-Bu gelişmelere paralel olarak Türk akademisyenlerin durumu
-Yayın hayatındaki yeni durum
Darülfünun sonrasında sadece İstanbul Üniversitesi (1933) kurulmadı. Atatürk’ün talimatları doğrultusunda başlayan üniversite
reformu bundan sonrada devam etmiştir.
1950 yılına kadar İstanbul Teknik Üniversitesi
(1944), Ankara Üniversitesi(1946) ve pek çok
yüksekokul kurulmuştur. Diğer açılan eğitim
kurumlarına da değinmek gerekirse;
- 1924’te Zonguldak’ta Ticaret Vekâleti’ne
bağlı olarak açılan Yüksek Maden Mühendis
Mektebi 1931’de kapanmıştır.
- 1926’da Konya’da açılan ve 1927’de Ankara’ya taşınan Gazi Orta Muallim Mektebi ve
Terbiye Enstitüsü açılmıştır.
- 1933’te Yüksek Ziraat Enstitüsü kurulmuştur.
- 1934’te Ankara’da Milli Musiki Temsil Akademisi açılmıştır.
Görüldüğü gibi üniversite reformunun gerçekleşeceği 1933 yılına kadar bilimsel an- 1935’te Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Faküllamda çok ciddi gelişmeler kaydedemesekte tesi açılmıştır.
reformun sinyalleri verilmeye başlanmıştır.
AYLIK
POPÜLER
- 1936’da
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
Ankara’da Devlet Konservatuarı
açılmıştır.
SAYFA
13
de ülkenin geri kalanındaki üniversitelere başarının tohumunu ekmişlerdir.
- 1944’te Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitü- 1933 devrim yılı öncesinde planlanan şey
sü kurulmuştur.
yurt dışında parlak bir eğitim gören ve bir iki
yıl içinde tez verecek olan öğretim görevlileri
- 1937’de Ankara’da Tıp Fakültesi kurulmuş;
adayları ile kadroların tamamlanmasıydı.
1945’te eğitim-öğretime başlayabilmiştir.
1933 öncesinde ki söz konusu planlanan taGerekli öğretim üyesi ihtiyacı az öncede bah- rih 1927-1928 ve 1932-1933 yılları arasıdır
settiğimiz gibi; Almanya’daki Hitler rejimi ve ve bu tarihler arasında Avrupa ve Amerika’ya
bunun gibi kendi ülkelerindeki rejimlerden 66 dalda eğitim için öğrenci gönderilmiştir.
kaçan akademisyenlerle birlikte dışarıda ye- Bu çerçevede; lise ve meslek okulu mezunları arasından seçilen en başarılı öğrenciler,
tişip henüz görev almamış genç Türk bilim
insanlarının yeni üniversitelere atanması ve çeşitli dallarda meslek kursu, lisans, yüksek
lisans ve doktora eğitimi görmek üzere yurt
mevcut kadroların desteği ile sağlanmıştır.
Burada yurtdışından gelen bilim insanlarıyla dışına gönderilmiştir. Bu kişilerin ülkeye dönilgili biraz ayrıntıya girmemiz gerekiyor. Tür- mesinin hemen ardından 1933 reformu gerkiye’deki Avrupa ( Alman-Fransız) geleneğin- çekleşmiştir. Yurt dışına giden öğrenci sayısı
de başlayan üniversitelileşme 1950-60’larda temel fen bilimlerinde en yüksek sayıdadır.
Amerikan modeline dönmüştür. Gerçekten Felsefe alanından gönderilen öğrenci sayısı
de 1600-1900 yıllarında batılılaşma ve yeni- da Cumhuriyetin “düşün hayatına” ne kadar
leşme hareketlerinde; bilim, sanat, edebiyat önem verdiğini göstermektedir. Pratik ihtiyaçların giderilmesi anlamında da “bağcılık
gibi entelektüel alanlarda Fransızların Osmanlı aydınları üzerinde hissedilir bir ağırlığı ve meyvecilik”, “peynircilik”, “ekmekçilik ve
olmuştur. Daha sonrada Beşeri bilimlerde de pastacılık”, “betonculuk ve yapıcılık”,
“dericilik”, “deniz haritacılığı”, “kâğıtçılık”, vs.
Alman ekolü söz sahibi olmuştur.
gibi birçok alanda da yurt dışına öğrenci gönİstanbul Üniversitesi’nin reformdaki başarısı
derilmiştir. Bahsettiğimiz kişiler arasında mao kadar büyüktür ki dış basında büyük yankı
tematik alanında uluslararası ün kazanmış
bulmuştur ve Avrupalı bilim insanları İstanolan Cahit Arf’da bulunmaktadır.
bul Üniversitesi’ni Avrupa’nın en iyi Alman
üniversitesi olarak değerlendirdiler. ( Bu dö- Yayın hayatına girmek gerekirse 1933-1955
nemde Alman üniversitelerinin yaptıkları ya- arası Fizik, Kimya ve Matematik alanlarında
araştırma yazılarının sayısında her üç alanda
yınlar, yeni buluşlar ve güçlü disiplinleriyle
Dünya’nın en gelişmiş üniversiteleri olduğu- da artış göstermektedir.
nu varsayarsak İstanbul Üniversitesi için o
zamanların en iyi üniversitesi saymak yanlış
olmaz. ) İstanbul Üniversitesi’ndeki bu akademik kadro yetiştirdikleri öğretim üyeleriyle
ACADEMY
GARDEN
Kuşkusuz diğer alanlarda da yazılar olmuştur
fakat bunu inceleyen bir yazıya rastlanamamıştır. Bununla birlikte MEB’de görev Hasan
Ali Yücel’in Doğu ve Batı uygarlıklarının
önemli klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi konusunda seferberlik başlatılmıştır. Bu klasiklerin basımı 1941-46 arası aksatılmadan sürdürülmüştür ve sonuç olarak 496 ser Türkçeye kavuşturulmuştur.
1955-1980 Arası
Bu dönemde iki önemli gelişmeyle bilim ivme kazanmıştır. Bu iki gelişme; üniversite sayısındaki ciddi artış ve TÜBİTAK’ın kurulmasıdır. Bu dönemde açılan üniversiteleri incelemek gerekirse;
Karadeniz Teknik Üniversitesi ( 20 Mayıs
1955 / Trabzon )
Ege Üniversitesi ( 20 Mayıs 1955 / İzmir )
Atatürk Üniversitesi ( 25 Şubat 1953 / Erzurum )
Orta Doğu Teknik Üniversitesi ( 1 Kasım
1956 / Ankara )
Boğaziçi Üniversitesi ( 1971 / İstanbul )
Dicle Üniversitesi ( 21 Kasım 1973 / Diyarbakır )
Çukurova Üniversitesi ( 22 Kasım 1973 /
Adana )
Anadolu Üniversitesi ( 1973 / Eskişehir )
Cumhuriyet Üniversitesi ( 1975 / Sivas )
İnönü Üniversitesi ( 1975 / Malatya )
Fırat Üniversitesi ( 1975 / Elazığ )
SAYFA
14
Ondokuz Mayıs Üniversitesi ( 1975 / Samsun )
Selçuk Üniversitesi ( 1975 / Konya )
Uludağ Üniversitesi ( 1975 / Bursa )
Erciyes Üniversitesi ( 1978 / Kayseri )
1960 ihtilali sonrasında oluşturulan Anayasa
gereği Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı doğrultusunda 24 Temmuz 1963 yılındaki 278
sayılı kanuna göre TUBİTAK kurulmuştur. Bu
iki önemli şeyin göstergesidir; birincisi artık
Türkiye bir bilim politikası izlemektedir, ikincisi ise bu bilim politikasının gelecek nesillere ulaşması için belirli planlar oluşturulmaya
başlanmıştır. TÜBİTAK’A bu planlar topluluğu
olarak bakabiliriz. TUBİTAK’ın kuruluşunu her
ne kadar 1960 müdahalesi olarak görülse de
asıl fikir babaları ODTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi’ndeki; Dekan ( Matematik Profesörü )
Cengiz Uluçay, Kimya Bölümü Başkanı Bahattin Baysal, Teorik Fizik Bölüm Başkanı Erdal İnönü’dür. Bu insanlar gerek yurt içinde
ve gerek yurt dışında başarılı çalışmalarda
bulunmuş kişilerdir ve 1960 askeri müdahalesinin ileriye dönük planlarını görerek Milli
Birlik Komitesi üyesi Albay Sami Küçük ile bilim akademisi ya da araştırma konseyi denen
bir tür kurum kurma ile ilgili düşüncelerini
paylaşmışlardır. Böylece Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plan’ında “ Tabii bilimlerde temel uygulamalı araştırmaları teşkilatlandırmak,
bunlar arasından iş birliğini sağlamak ve
araştırma yapmayı teşvik etmek üzere bir Bilimsel Teknik ve Araştırmalar Kurulu kurulacaktır.” İbaresiyle yerini almıştır.1963 yılında
da benzer bir ibarenin içinde bulunduğu tüzükle açılmıştır.
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
1980 ve Sonrası
1980’den sonrasını incelediğimizde 1980
müdahalesi sonrası YÖK, vakıf üniversitelerinin kuruluşu ve üniversitelerin öğretim üyelerinin atama ve yükseltme kriterlerinde uygulanan “ Uluslararası nitelikte bilimsel yayın
yapma” ölçütünün uygulanmasıdır. 2457 sayılı üniversite reformunun niteliğini anlayabilmek için bu üniversite reformunun amaç,
hedef ve fiiliyatına kısaca bakmamız gerekmektedir. 16 Temmuz 1981 tarih ve 285 sayılı Yüksek Öğretim Kanun Tasarısı ve İhtisas
Komisyonu raporundan özetle;
Devlet Kalkınma planları ve hedefleri doğrultusunda ülkemiz için gerekli insan gücünün
yetiştirilmesi,
Bunun Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı bir
çerçevede gerçekleştirilmesi,
Mevcut sorunlara güvenilir çözümler getirilmesi,
Yüksek Öğretim Kurumlarının üstlendikleri
görevlerde denetim ve gözetimin sağlanması
vb. maddeler vardır.
YÖK reformundan 10 yıl sonra 21 devlet üniversitesi ile İzmir ve Gebze’de iki ileri teknoloji enstitüsü kurulmuştur. Diğer yandan YÖK
kanunu ile kurulan devlet üniversiteleri dışında vakıfların ve diğer özel kuruluş veya
şahısların kuracağı “özel statüsü verilen üniversiteler” şeklinde özel bir üniversite yapısı
da getirilmiştir. Yayın durumu incelendiğinde
dünya da basım ve yayının ne derece olduğunu gösteren indeks sitelerinde Türkiye üst
sıralamalara yükselmeye başlamıştır ve hala
da yükselmektedir. 1995 sonrasında ivme
15
kazanan bu yayın kalitesinin ve sayısının nedeni akademik performans değerlendirmelerinde temel kıstas olarak araştırma ve yayın
etkinliklerini benimserken yurtdışında yapılan yayınlara ağırlık verilmesidir. 1993’te TUBİTAK tarafından başlatılan Bilimsel Yayınları
Teşvik Programı, araştırma fonu ödenekleri
de etkileyici faktörler arasındadır. Sonuç olarakta Türkiye Dünya Yayın Sıralaması’nda
1980’lerde 41. Sırada iken 2009’larda 18. Sıraya ulaşmıştır.
Sümeyye ATMAN
http://turkoloji.cu.edu.tr/pdf/yucel_dursun_turkiye_bilim.pdf
ACADEMY
SAYFA
GARDEN
16
TÜRK BİLİM İNSANLARININ TIPTA ÇIĞIR AÇACAK BULUŞU
Türk bilim insanları tıp tarihine geçecek bir
buluşa daha imzalarını attı. Sadece bilim kurgu filmlerinde şahit olduğumuz yapay organ
için Türk bilim insanları kolları sıvadı. SABANCI ÜNİVERSİTESİ Mühendislik ve Doğa
Bilimleri Öğretim Üyesi Bahattin Koç ve ekibi
uzun zamandır bu buluş için çalışıyorlardı.
Öğretim Üyesi Bahattin Koç ve ekibinin bu
çalışmaları sonuç vermeye başladı. SABANCI
ÜNİVERSİTESİ Karaköy Bilim ve Kültür Akademisi'nde düzenlenen basın toplantısında konuşan Koç, SABANCI ÜNİVERSİTESİ Nanoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde
(SUNUM) yaptıkları çalışmalarla üç boyutlu
biyoyazıcıyla insanın canlı hücrelerini kullanarak, aort damarı örneğini oluşturduklarına
değindi. Koç "Şu anda bu çalışmaların başlangıç aşamasındayız ve klinik uygulamaları
uzun yıllar alabilir. Sonuçta anatomik yapıya
yakın ve fizyolojik gereksinimleri karşılayabilecek yapay aort damar dokusunun elde
edilmesini hedefliyoruz. Projede fonksiyonel
organ veya doku yapmıyoruz ama birebir doku veya organın bir parçasını, geliştirdiğimiz
algoritma ve programlar ile tasarlıyoruz. Daha sonra 3B biyoyazıcıyı kontrol edecek komutlar haline getirip, kat kat canlı hücre ve
biyomalzemeler ile basımını gerçekleştiriyoruz. Şu anda tam fonksiyonlu bir yapay doku
üretme aşamasında değiliz ama bunun için
çalışmalarımız devam ediyor." dedi.
Yapay Organ
Yapay organ işlevini yitirmiş ve yitirmekte
olan organların işlevini yerine getirmek için
yapay malzemelerden ve doku mühendisliği
yoluyla üretilen organdır. Yapay organ ilk
olarak 1885 yılında M. VONFREY ve M. GRUBER tarafından kalp ve karaciğer gibi organlar üzerinde kullanıldı. O yıllarda böyle bir
buluş modern çağ için çok önemliydi.
Hayati organlardan herhangi birinin işlevini
tam yerine getirememesi hastanın ölümüne
yol açmaktadır. Böyle durumlarda hasta için
organ nakli, başka bir insandan alınan organ
veya insanlar tarafından üretilen yapay organlar kullanılmaktadır. Hayati önem taşıyan
organlar karmaşık bir yapıya sahip olduğundan yapay malzemeler tarafından taklit edilmesi oldukça zordur. Bu organların tasarlanmasında yürütülen tüm çalışmalar büyük bir
titizlikle yapılmaktadır.
Bununla ilgili birkaç haber şöyledir ki;
SABANCI ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2. Sınıf Öğrencisi olan Mehmet AKBALIK'ın yazdığı bir yazıda;
Kişiden kişiye organ nakli yapmanın iki temel
problemi var; birincisi doku reddinden dolayı
ömür boyu immunsupressor kullanmak zorunda kalınabilir ki bu enfeksiyonlara yakalanma riskini hayatı tehdit edecek derecede
arttırır, ikincisi ise yeterli organ bağışının yapılmamasından dolayı nakledilecek organ
sayısının az olmasıdır. .
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
17
Oysaki yapay organ mekanik malzemelerle kanserli bir hastaya yapıldı. Hastanın soluk
iskeleti hazırlanmış bir organın kişiden alınan borusunun üç boyutlu görüntüsünü çeken
kök hücrenin bölünmesi suretiyle doldurulup uzman ekip organın birebir kopyasını çıkardı
fonksiyonel hale getirilmesidir. Böylece doku ve iskelete dönüştürdü. Oluşturulan iskeletin
reddi söz konusu olmamaktadır.
üzerinde hastadan alınan kök hücreler yerleştirildi. Uzmanlar tekniğin dönor gerektirYapay organ mühendisliğinde iki tane başlıca
mediğini ve hastanın kök hücreleriyle yapılsorun vardır; birincisi yapılacak organın fizdığına dikkat çekiyor. Bu yüzden hastanın vüyolojik olarak doğal organın tam olarak işlecududa bunu reddetmiyor. 12 saat süren
vini görememesidir, ikincisi ise çoğaltılacak
ameliyat sırasında İtalyan Profesör PAOLO
hücrenin in vitro ortamda çoğaltılmasındaki
MACCHİARİNİ kanserli solu borusunu çıkarazorluktur. Biyomalzeme teknolojisi çok hızla
rak üretilen sentetik soluk borusunu yerleşgelişmekte ve her geçen gün insan organ fiztirdi. 36 yaşında olan ölümcül soluk borusu
yolojisini daha cok taklit edebilir düzeye gelkanseri olan hastanın yaklaşık 1 ay içerisinde
mektedir. Bu nedenle kısa vadede geliştirileolumlu gelişmeler gösterdiği ve tamamen
cek olan yapay organların daha kullanışlı haiyileştiği belirtiliyor.
le geleceği açıkça görülmektedir.
Türkiye'de ise kalbi olmadan yaşayan ilk
Organ nakli hayat kurtarıyor. Ancak gerekli
insan olarak bilinen Ömer Bayrak'ı konu alaorgan nereden bulunabilir? Organ naklinde
biliriz. Hasta 10 yıldır kalp yetmezliği ile yatemel kaynak, beyin ölümü gerçeleşen inşama tutunmaya çalışıyordu. Hasta Ömer
sanlardan bağışlanan organlardır. Ancak tüm
Bayrak acil nakil kalp bekliyordu fakat bekleçabalara rağmen organ bağışı istenilen düzenilen kalp bulunamayınca yapay kalp ameliye erişemedi. Bu nedenle tüm dünya, organ
yatı için gün sayıldı. . Hastaya nakli Kalp Dabulmak için çeşitli arayışlar içine girdi. Bu
mar Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Süha Küçükakarayışlar nelerdir? Öncelikle en kolay ulaşılasu gerçekleştirdi. Ömer Bayrak bu sayede
bilinen kaynak, canlı vericilerdir. Ayrıca hayDünyada 21. Türkiye'de ise ilk yapay kalp
vanlardan organ temini konusunda yıllardan
nakli gerçekleştirilen hasta oldu. Hastanın
beri araştırmalar yapılıyor. Bunun dışında
kalbinin tüm bölümleri çıkarıldı ve yerine yason yıllarda kök hücre veya doku mühendislipay kalp takıldı, bununla birlikte kalbi düzenği aracılığıyla yapay olarak organ üretimi için
leyen bir cihaza bağlandı.
çalışmalarda hayret verici gelişmeler yaşanıyor.
Yapay organ ile ilgili çalışmalara halen devam edilsede unutulmamalıdır ki ''BİR İNSADünya'nın ilk yapay organ nakli ise UluslaNI YAŞATMAK İNSANLIĞI YAŞATMAKTIR'' ve
rarası bir çerrahi ekiple birlikte İsveç'te gerumudunu kaybedenlere umut olmaktır..
çekleşti. KAROLİNSKA ÜNİVERSİTESİ HASTALale UZUNER
NESİ’nde İtalyan Profesör PAOLO MACCHİARİNİ başkanlığında gerçekleşitirilen bu nakil
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
Werner Heisenberg
Yüzyılımızın ilk çeyreği bilim adına devrimsel
nitelikte atılımların birbirini izlediği fırtınalı
bir dönemdir. Planck'ın kuvantum, Einstein'in relative kuramları, Rutherford'un
atom modeli bu atılımların başlıcalarıdır.
Bohr'un ortaya koyduğu kuvantum atom
modeli genç fizikçilerin ilgi odağı olmuştu.
Fakat bu model sorunsaldı, yeterince belirgin ve tutarlı değildi. Ayrıca, Bohr'un '' kuvantum yörüngeleri '' dediği şey için ortada
deneysel bir kanıt da yoktu. Elektronların çekirdek etrafında döndüğü, Güneş Sistemi'ne
benzetilmekle kalan bir varsayımdı.
Modeli kimi yönleriyle yetersiz kalan genç
fizikçilerin başında De Broglie, Pauli, Heisenberg, Schrödinger ve Dirac gelir. Bunların
arasında en büyük atılımların Heisenberg'ten
geldiği söylenebilir.
Heisenber, matris mekanik ve belirsizlik ilkesiyle atom fiziğine yeni bir kimlik kazandırarak 1932'de Nobel Ödülünü almıştır.
Heisenberg güçlü bir sezgi gücüyle tanınan
genç bir fizikçiydi ve çeşitli modellere kuşkuyla bakıyordu. Bohr Modelini yeterince
inandırıcı bulmuyordu. Bohr ile tanışmayı bu
anlamda çok istiyordu. Bohr bir sömestir için
Göttingen Üniversitesi'ne konuk öğretim
üyesi olarak çağrılmıştı. Bohr ile tanışmak
isteyen genç Heisenberg, Munich Üniversitesi'ndeki öğrenimini keserek Göttingen Üniversitesi'ne gider. Heisenberg, çok dikkatli
bir dinleyiciydi ve yeri geldiğinde dpyurucu
bulmadığı noktalarda Bohr'u eleştirmekten
geri kalmıyordu. Bohr bu iddialı, heyecanlı
SAYFA
18
( 1901 - 1976 )
ve olağanüstü yetenekli bu genci görünce
sömestir sonunda onu Kopenhag Teorik Fizik
Enstitüsi'ne katılmaya davet eder. Heisenberg bu arada üniversiteyi bitirir ve seçkin
genç fizikçilerin toplandığı bu enstitüye katılır.
Heisenberg'in sorguladığı temel nokta, Bohr
Modelinde öngörüldüğü gibi elektronların
devindiği yörüngeyi nasıl seçmekte ve bir
başka yörüngeye sıçramadan önce titreşim
frekansını nasıl belirlemektedir? Bohr varsaydığı bu davranışı açıklamasız bırakmıştı.
Bohr'un yaptığı sadece Planck'ın kuvantum
sabitini uygulamaktır. Bohr'a göre, atomun
dengesini koruması Planck Sabitinin enerjiyi
sınırlama ve düzenlemesiyle gerçekleşmekteydi. Ama bu doyurucu bir açıklama getirmiyordu. Elektronun çekirdek etrafında devinen, sıradan bir parçacık olduğu savı da dayanaksızdı. Gerçi Bohr'un Planck sabini uygulaması yerinde bir yaklaşımdı. Çünkü kuvantum teorisi klasik fizikten daha yeterli sonuç
vermekteydi ama bu teorinin birtakım sorunlar içermediği anlamına gelmez. Heisenberg, varsayımlar ve görsel modeller yerine
doğrudan deneysel verilere dayanan matematiksel bir temel arayışı içindeydi.
Bohr modeli üzerinde çalışarak bazı olumsuz
sonuçlarla karşılaşınca yörüngeler arasında ''
sıçrama '' hipotezine gitmişti. Bu hipoteze
göre, sıçramada yiten enerji salınan radyasyonun frekansını belirlemekteydi. Tek elektronlu hidrojen atomunda bu beklenti doğrulanmaktaydı.
ACADEMY
GARDEN
Ama sıçrama düşüncesi yörünge varsayımını
içeriyordu fakat yörüngelerin varlığını gösteren hiçbir kanıt yoktu.
Heisenberg çözüm için aradığı ipucunu klasik
devinim yasalarında bulabileceğini düşünür.
Bilindiği gibi, bir gezegenin aldığı yolu belirlemek için, gezegenin belli bir andaki konumunu belirleyen nicelikle momenti ( kütle.hız ) çarpılır. Öyleyse, olasıdır ki, atom düzeyinde de bir frekans çöküntüsüyle başka
bir frekans çöküntüsünün çarpımı bize aradığımız sonucu versin. Ancak, Heisenberg'in
frekanslara ilişkin ortaya koyduğu simgelerin
kullanımı değişik bir çarpım tablosu gerektirmekteydi. Heisenberg farkında olmadan ''
matris cebir '' denilen bir sistemin bazı kurallarını yeniden keşfetmiştir. Hocası Max
Born'un aradığı teorinin ( kuvantum mekaniğinin ) temelini oluşturacaktı. Heisenberg çalışmaları sırasında ilk başlarda hayal kırıklığına uğrasa da fizikçi arkadaşı Pauli'nin bulduğu '' dışlama ( exclusion ) ilkesi teoriye
önemli destek sağlamaktaydı. ''Pauli dışlama
ilkesi '' diye bilinen buluş Heisenberg'e teorisini tanımlama yolunu açmıştır. Ama tam bu
sırada şaşkınlık yaratan yeni bir gelişme ortaya çıkar. Fizikçi Erwin Schrödinger matris cebirine gerek duymaksızın atomik spektrayı
dalga olayına uygulamaya elveren diferansiyel denklemle çözümler. Böylece, klasik fizik
yasalarıyla çelişkiye yol açan kuvantum kurallarına gerek kalmadan atomun kesintili
enerjisi açıklanabilmekteydi. Kuvantum düşüncesi fiziğin temel ilkelerinden biri olan
neden - sonuç ilişkisini dışlamaktaydı. Oysa
Schrödinger dalga mekaniğiyle, bu tür sakıncalara yol açmaksızın atomaltı düzeydeki
tüm olguları açıklayabileceğini düşünmek-
SAYFA
19
teydi. Madde dalgasal bir olaydı ve '' elementer parçacık '' denilen şey dalgaların birbirini pekiştirdiği küçük uzay bölgelerinden
başka bir şey değildi. Sıçrama fikrine gerek
yoktu. Ama Bohr ve Heisenberg'e göre,
elektron ister yörüngede devinen bir parçacık olsun, ister bir dalga titreşimi olsun, kesintilik gözardı edilemez, sıçrama varsayımından vazgeçilemezdi. Fizik dünyası artık kuvantum mekaniği ve dalga mekaniği arasında
bir ikilemle karşı karşıyaydı. Bohr bu iki teoriyi birleştirme girişimine girdi. Yani belki de
atomu ve atomaltı parçacıkları ne salt parçacıklar ne de salt dalgasal birimler olarak düşünmek doğruydu. Heisenberg buna sıcak
bakmıyordu. Bu sıkıntı bir ölçüde Heisenberg'in ortaya koyduğu '' Belirsizlik ilkesi '' ile
açıklanır. Belirsizlik ilkesine göre, bir parçacığın atomaltı düzeyde ilişkilerini nedensel
olarak belirlemeye çalıştığımız değişkenler
( konum, moment vb. ) birbiriyle karşılıklı
dışlama içindedir. Yani biri belirlendiğinde
diğeri belirsizlik içine girmekte yani belirlenememektedir. Bir deneyde konum saptanırken diğer bir deneyde moment saptanmaktadır. Klasik fizikte ölçülen değerler Planck
sabitine ( h ) göre çok büyük olduğu için belirsizlik söz konusu olmamaktadır. Ama atomaltı düzeyde böyle değildir ve belirsizlik olmaktadır.
Heisenberg bilim adamlığının yanında başarılı bir piyanistti. Bu başarılı Alman ve Yahudi
asıllı kuramsal fizikçi 1976 yılında safra kesesi ve böbrek kanserinden öldü.
Merve TURHAN
Bilimin Öncüleri Kitabı ( Cemal Yıldırım ) - Tübitak Yayınları
Wikipedia
ACADEMY
GARDEN
SAYFA
20
Nereden Okursunuz? Ücretsiz okuyup indirebileceğiniz platformlar
Mobidik.com ‘dan
Academy Garden
İssuu.com
Academy Garden
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
21
BİLİMİN AÇIKLAYAMADIKLARI
Bilim sayesinde geçmişteki sorunların büyük kafataslarının ancak ileri teknolojiyle yapılabir çoğunluğu bugün sorun olmaktan çıkmış bileceği.
durumda, hatta bilimle beraber insan hayatı
lükslük kazandı ve çoğu ülkede ölüm yaş ortalamaları arttı, geçmişteki birçok hastalık
bugün bilimin gücüyle tedavi edilebiliyor. Kısacası bilim, insanoğlunun öğrenmesi ve uygulaması gereken çoğu şeyi açıklıyor. Fakat
öyle olaylar ve bulgular var ki bunları bilim
bile henüz tam olarak açıklayabilmiş değil.
Bu olaylar ve bulgular hakkında ortaya atılan
teoriler de bulunuyor ama bu teoriler henüz
tam anlamıyla bilimsel olarak açıklanamadı.
Teknolojiden uzak dediğimiz bu insanlar naÖncelikle açıklanamayan bazı bulguları incesıl oluyor da günümüz teknolojisinden yapıleyelim.
lamayan bu muazzam kafataslarını yapabiliyorlar hala açıklanamıyor.
STOHENGE
1 ocak 1924 tarihinde Piramit Tapınağı’nın
altında bulunan kristal kafatasları muazzam
bir yapıya sahip. Şeffaf quartz kristalinden
yapılan bu kafataslarının Mayalar döneminde yapıldığı tahmin ediliyor. Tuhaf olan şey
ise, yapılan araştırmalara göre günümüz teknolojisiyle yapılması imkânsız olan bu kristal
ACADEMY
GARDEN
Dünya üzerinde bazı yerler vardır ki, bu yerlerin kimler tarafından, nasıl ve neden yapıldığı henüz açıklanabilmiş değil. Londra’nın
130 km batısında bulunan ve MÖ 2300 yılına
ait olduğu tahmin edilen Stonehenge’nin de
ne için ve nasıl yapıldığı hala bilinmiyor. Yılda
1 milyon insanın ziyaret ettiği bu gizemli yerin ilk olarak tapınak olduğu tahmin edilmişti, fakat bir süre sonra Stonehenge’nin yıldönümünü işaret eden bir takvim olduğu düşünülmeye başlandı. Daha sonradan birçok
önemli bilim adamlarının Stonehenge’nin
çevresinde yapılan son araştırmalarda buldukları anormal sayıda fiziki yara ile hastalıkları olan cesetler, buranın şifa merkezi olarak
kullanılmış akıllara getiriyor, ama yinede 30
taştan oluşan bu yerin (bunların 17’si ayakta)
gizemi henüz tam olarak çözülemedi.
MOAİ HEYKELLERİ
Gizemi hala çözülememiş yerlerden biri de,
diğer adalara göre yerleşim yerlerine en
uzak ada olan Paskalya Adası’ndaki Moai
Heykelleri. Zamanın ada halkı, çoğu 3 katlı
binadan yüksek olan yüzlerce insan figüründe heykeller yapmışlar, nasıl yapıldığı hala
bilinmeyen bu heykelleri,
SAYFA
22
yine nasıl yapıldığı bilinmeyen bir şekilde
adanın başka bir yerine taşımış ve yine gizemli bir şekilde kırmızı taş blokları üzerlerine yerleştirmişler.
Hollandalı kâşif Jacob Roggeveen, adaları
bulduğu 1972’de şöyle yazmıştı; ‘‘ İlkin bu
taş heykeller hepimizi çok şaşırttı; çünkü bu
insanların, tam dokuz metre yüksekliğinde
ve aynı oranda kalınlıkta olan bu heykelleri
nasıl dikmiş olabileceklerini bir türlü anlamadık.’’
1940’ların sonunda Norveçli bilim insanı
Thor Heyerdahl, Moai Heykelleri konusundaki teorisini formüle etti. Bu teoriye göre Güney Amerika yerlileri Paskalya Adası’na yerleşti ve Moai Heykelleri’ni inşaa etti. Bu teorisini Paskalya Adası halkı ile Peru’da yaşamış
olan antik İnkaların efsaneleri arasında bazı
benzerlikler bulduktan sonra yakalamış ve
ispatlamak için bir sal yapıp Pasifik’e geçmeye çalışmıştır.
En eskisi 900-1000 yılları arasında ve boyutları 1m-20m arasında değişen bu heykeller
günümüzde de gizemini korumaya devam
etmektedir
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
DEV TAŞ KÜRELER
SAYFA
23
mış ve bozulmuş dişlilerden oluşuyor. Bulunduğu yıllarda oldukça aşınmış ve kırılgan
olan bu düzeneğin nasıl korunacağı bilinmiyordu, bu nedenle ilerleyen zamanlarda ahşap kasadan kalanlar da oldukça zarar görmüş parçalanmış. Asıl soru ise 2000 yıl önce
yapılan bu düzeneğin, teknolojiden uzak dediğimiz insanlar tarafından nasıl yapılmış olabileceği.
Orta Amerika’da kim yada kimler tarından
yapıldığı bilinmeyen ve Birleşmiş Milletler’in
Dünya Kültür Mirası Statüsü verdiği Kosta
Rika Taş Küreleri’nin en büyüğü 2,7m çapında ve 16 ton ağırlığındadır. İlk bilimsel raporun 1930’larda verildiği ve efsanevi Kayıp Atlantis Uygarlığı’ndan kaldığı öne sürülen bu
muazzam kürelerin günümüzde hâlâ gizemi
çözülememiştir.
DÜNYANIN İLK PİLİ
ANTİKİTERA DÜZENEĞİ
2000 yıllık bir nevi bilgisayar olan ve astronomik konum hesaplarında kullanıldığı tahmin edilen bu düzenek, ayakkabı kutusu büyüklüğündeki bir ahşap kutu içine yerleştirilmiş. 1900’lerde bulunan bu düzenek, aşın-
1936 yılında Bağdat’ta yapılan arkeolojik bir
kazı sırasında, MÖ 200 yıllarına ait olduğu
tahmin edilen çömlek içine yerleştirilmiş doğal bir pil bulundu. Bu durumun, o yıllarda
sadece dönemin büyücüleri ve hükümdarları
arasında sır olarak kaldığı ve halkı etkileme
amaçlı olarak kullanıldığı düşünülmektedir.
Günümüz pillerinden farklı olarak daha az
verim verebilen bu piller insanlara zarar vermiyordu. Eğer bu teori doğruysa akıllara gelen ilk şey, çok sonradan bulunduğu bilinen
elektrik MÖ 200 yıllarında da var mıydı?
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
BALTIK DENİZİNDEKİ UFO
SAYFA
24
Son 35 yılda yaklaşık 700 tekne, 120 uçak
ve sonsuz hayatın kaybolmasına sebep olan
bermuda şeytan üçgeni, gizemi çözülemeyen
en önemli olaylardan biri olarak kayıtlarda
bulunuyor. Atlantik okyanusu üzerinde Miami - Bermuda Adaları – Puerto Rico arasındaki bölgeden geçen uçaklara ve gemilere
de insanlara da bir daha ulaşılamadı. Tuhaf
olan durumlardan biri de, çarpışma anında
sinyal gönderen ELT sisteminin aktive olamamasıdır. Yani kaybolan bu araçlar herhangi
bir çarpışmaya maruz kalmamış ve bir daha
haber alınamamış.
Baltık denizinde 100 fit derinlikte deniz dibini araştıran bir gurup dalgıçların bulduğu,
60m çapında ve kuyruk kısmı 400m uzunluğunda olan ve açıklanamayan bu cisim, dalgıçlardan biri tarafından Yıldız Savaşları filmindeki uzay gemisine benzediği olarak rapor edildi. Fotoğrafları çekilen bu esrarengiz
cismin 200m uzağında yuvarlak ve bilinmeyen bir cisim daha bulundu. Bu iki cisminde
ne olduğu hala bilinmiyor.
Şimdide açıklanamayan bazı olayları inceleyelim.
BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ
Bazı kaybolma olaylarından hemen önce pilotların açıkladığı durumlar var. 1928 yılında
dünyanın en meşhur pilotlarından biri bölgede uçuş yaparken gizemli bir sisin içinde
hapsolduğunu ve kaybolduğunu açıkladı. Daha sonrada bu pilottan ve uçaktan bir daha
haber alınamadı. Bir başka kaybolma vakası
ise 1945 yılında yaşandı. ABD’nin en iyi 5 pilotu eğitim uçuşu sırasında, bombardıman
uçakları ile Bahama Adası’na giderken bir
anda kayboldu.
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
25
Nasıl oldu da ABD’nin en iyi 5 pilotu bir an- KIZIL YAĞMURLAR
da kayboldu açıklanamadı.
Birçok önemli bilim insanının araştırdığı bu
Bu bölgeden sık sık bilinmeyen cisimlerin gö- olay, 2001 yılında 25 Temmuz ve 23 Eylül tarüldüğü ihbarları da gelmektedir. Sonuç ola- rihleri arasında Hindistan’da yaşandı. İnsanrak bu bölgenin gizemi henüz bilinmiyor.
ların giydiği beyaz elbiseleri kan görünümüne bürüyen ve muazzam bir görünüme sebep olan bu olayın, en başlarda yakınlardaki
göllerde bulunan kırmızı yosunların atmosfeYILDIRIM TOPLARI
re karıştığı ve daha sonra yağmur damlalaAtmosferde çok nadir oluşan yıldırım toplarırıyla karışarak yeryüzüne döndüğü düşününın hangi koşullar doğrultusunda oluştuğu
lüyordu. Fakat daha sonra yapılan araştırmahenüz bilinmiyor, çünkü çok nadir gerçeklelarda olayın bu kadar basit olmadığı anlaşılşen bu doğa olayını incelemek hiç mümkün
dı. Hükümetin el koyup Gandi Üniversitesiolmadı.
nin incelemeleri doğrultusunda, DNA’ları olmayan ve 315 dereceye kadar sıcaklıkta yaşayabilen, aynı zamanda da bölünebilen canlıların yağmurla yeryüzüne inmesi sonucu bu
olayın oluştuğuna saptandı. Dünya üzerinde
alışık olunmayan bir salgın hastalık olma olasılığı düşünülen bu olay uzun süre tartışılmıştı. Çok sık olmasa da aynı bölge de sarı, yeşil
ve siyah yağmurlarda görülmüştü.
Küre şeklinde meydana gelen ve hiç ses çıkarmayan yıldırım topları konusunda en iyi
belgelenmiş olay 1984 yılında yaşandı. Bir
rus yolcu uçağı seyir halindeyken uçağa bir
yıldırım topu girdi ve uçaktan yolcuların başları üzerinden geçerek çıktı. Herhangi bir zarara sebep olmadan uçaktan çıkan elektrik
yüklü topun, hiç ses yapmadığı açıklandı.
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
SAYFA
26
MAMMATUS BULUTLARI
Genellikle şiddetli fırtınalar öncesinde oluşan bu bulutlar, her zaman gördüğümüz bulutlardan biraz farklı görünüyor. Üstteki bulutların altında kesecik benzeri desenler oluşuyor
ama bu durumun hangi koşulların gerçekleşmesi sonucu meydana geldiği henüz bilinmiyor.
Ortalama 10 dakikada oluşup kaybolan ve nadiren birkaç saat kalabilen bu bulutlarla ilgili
birçok teori var fakat çok teknik olan teoriler de bu doğa olayını tam olarak açıklayamıyor,
ama hemen her teorinin temelinde sert sıcaklık değişimlerine bağlı olarak oluşan atmosferik olaylar var.
Sonuç olarak, bizim daha iyi şartlarda yaşamamıza öncülük yapan bilimin bile bazen açıklayamadığı şeyler oluyor. Belki de bir süre sonra her şey açıklanabilir ve belki de bir süre
sonra açıklanamayan başka şeyler olur.
Mehmet ÇİFTÇİ
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
Her sayfası Bilimle dolu bir dergi...
HER ACADEMY GARDEN BİR
RUHA,ADIYORUZ. OCAK
2015 SAYISI
Stephen HAWKİNG Ve Isaac NEWTON’a
ADANMIŞTIR
ACADEMY
GARDEN
SAYFA
‘’Usturlab’’
Fatma Nur Fırat
28
AYLIK
POPÜLER
BİLİM
VE
KÜLTÜR
DERGİSİ
Bilimi neden sadece Aylık
takip edesiniz ki? Anlık Bilim için
sosyal medyada
bizi bulun!
Facebook/Academy Garden
Twitter/@acdmygarden
İnstagram/academygarden
Ahsar/Academy Garden
Pinterest/Academy Garden
SAYFA
29
Kar ama cı
gütm eyen
bilimsel
uğra ş
ACADEMY GARDEN
Academy Garden Dergisi
Aylık Yayınlanır.
Yıl : 1 Sayı :4
Ocak 2015
Popüler Bilim ve Kültür Dergisi
Online yayınlanır,
Ücretsizdir
E-Dergi
E-posta: [email protected]
Kültürel ya da Popüler Bilim yazılarınız Gönderin yayınlayalım!
[email protected]’a gönderin Şubat
Kapak
http://
www.youtube.com/
watch?
v=eeZxSKR3gcI
2015 Sayısında okurlar sizin de yazınız
okusun.

Benzer belgeler