Yazdım Mapus Damlarında

Transkript

Yazdım Mapus Damlarında
Yazdým Mapus Damlarýnda
Özgür Soylu
Hapiste Yazmak Mektupla Baþlar
Dýþarýyla iletiþim haftadan haftaya görüþ günlerinde. Soyadý tutmadýðýndan, uzakta oturduðundan, ortalýkta görünmemesi gerektiðinden gelemeyen dostlar olunca mektuplarý keþfettim. Yazmak konuþmaktan iyiymiþ. En azýndan olur olmaz aðzýndan fýrlayýp gitmiyor kelimeler. Seni seviyorum falan türünden “delikanlý kimyasýný bozan” cümleler için ise devrim niteliðinde bir kolaylýk. Acayip hoþuma gitti bu mektup iþi.
“Mapus mektuplarý sýk kaybolur.” Bu, biz “içeridekiler”in kalýp sözlerinden biridir. Mektuplarýn neden kaybolduðunu sorarýz, ama suçluyu bulamayýz.
Mektuplarý ulaþtýrmanýn bir yolunu bulmak lazým. Gizli yollarý ifþa edecek deðilim. Açýk
kanalý geniþletmeyi tartýþýyorum. Mektuplarý uygun bir dille kaleme almak mümkün. Bu uygun dilin biz içeridekiler arasýndaki adý, Ezop Dili'dir.
Evet, bu Ezop, o Ezop. Yani masalcý Ezop. Masal dili malum; yumuþak, sade bir dil. Biz de
idarenin sansürüne takýlmasýn diye mektuplarýmýzý böyle bir dille yazarak gönderiyoruz.
Bu dili kullanmanýn dezavantajlarý da var tabii. Birincisi, ‘Nasýlsýn, iyi misin’li basit mektuplar yazabileceðimiz ihtimal dahilinde görülmediðinden, idare tarafýndan her kelimemize
“Acaba neyin þifresi?” paranoyasýyla yaklaþýlarak mektubun gönderilmemesi. Ýkincisi, Ezop
Dili'ne iyice kendini kaptýrýp bir müddet sonra dinamit gibi metinler yazamýyor hale gelmek.
Politik yazýlarda doðru kelime kullanmanýn olmazsa olmazlýðýný da iþin içine katarsak, bol bol
yanlýþ anlamalarý üçüncü dezavantaj olarak gösterebiliriz.
Her ne olursa olsun, biz içeridekiler Ezop Dili'ne minnettarýz diyebilirim.
Mektuptan Yazýya
Hapiste sadece mektup yazmadým. Edebiyat açýsýndan bakarsak, hapse girmeden önce roman niyetine hayatýmý yazmaya koyulmuþtum. Kýrk sayfa kadar yazdýðýmý hatýrlýyorum. Sonra bir arkadaþým merak edip okumak istedi. Mesele tek baþýna onun ýsrarý deðil. Ýnsan birkaç
sayfa yazmayagörsün, hemen ortaya atýp “Vay anasýný!” dedirtmek istiyor. Arkadaþýma verdim
ama birkaç sayfa okudu, sonra önüme koydu kâðýtlarý:
110
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
YAZDIM MAPUS DAMLARINDA
“Amma sýkýcý.”
Gel de yaz artýk. Ta ki hapse “düþene” kadar. Mektuplar, yazmaya ýsýndýrmýþtý beni yeniden. Oturdum bir öykü yazdým. Emniyette, arkadaþlarýný ele verme korkusuyla intihar eden
birini anlatýyordu. Kýsa, bir sayfalýk bir öyküydü. Öyküyü bitirdiðimde bu kez hiç kimseye
göstermedim. Sessiz sedasýz, bir edebiyat dergisine gönderdim. Dergi düzenli olarak koðuþumuza geliyordu. On beþ yirmi gün sonra bir baktým öyküm yayýmlanmýþ. Sevinmek ne kelime? Oturup da on beþ dakikada yazdýðým bir sayfalýk anlatý yayýmlanmýþtý. O hoo dedim, ben
böyle çok yazarým. Hemen kâðýt, kalem, masa baþýna. Masamýn yanýndan gelip geçenler manalý manasýz bakýp gülüyorlar. Kimileri laf bile atýyor:
“Ünlü oldun ha?”
“Yine öykü mü yazýyorsun?”
Utanýyorum, sýkýlýyorum, ama yine de yazýyorum. Ýlk öykümün yayýmlanmasýnýn ardýndan
geçen üç beþ günde üç beþ “öykü” daha yazdým. Hepsini ayný dergiye postaladým. Yeni sayýyý
beklemeye baþladým.
Utanýyorum falan ya görüþe giderken çaktýrmadan dergiyi götürmeden de edemiyorum.
Anneme gösteriyorum, çok seviniyor. Ertesi hafta gelen bütün görüþçülerim ayný konudan
bahsediyorlar:
“Bizim oðlan yazar oldu.”
Yine utanýyorum.
Bu durumun aklýma “Neden yazýyorum?” sorusunu ilk kez getirdiðini söylemeliyim. Yanýt
yok. Aslýnda var da hepsi abartýlý sözler.
Benim þu üç beþ günde yazdýðým öykülerin hiçbiri yayýmlanmadý. Öykümün yayýmlandýðý dergiye baka baka birkaç ay geçirdim. Sonra haftalýk çýkan politik yayýn organýmýzýn yazýyla beslenmesi gündeme geldi. Her hafta üç beþ kiþi oturup dergiye ne yazacaðýmýzýn planýný
yapýyorduk. Þanslýydým, önceden beri dergiye düzenli olarak yazan arkadaþlarla ayný masadaydým. Yazýlarýmýz genelde kýsa politik teþhir yazýlarýydý. Dergide kültür sanat sayfasý da vardý. Neden bilmem, bu yazýlar hep bana kalýyordu. Brecht, Nâzým, Yýlmaz Güney hakkýnda yazýlar yazdým. Bu dönem benim için müthiþ bir eðitim oldu. Üniversitedekinden daha iyi öðreniyordum Türkçeyi. Yazým kurallarýný, gazete makalesinin ne olduðunu biraz öðrenmiþsem
bu dönemime ve birlikte çalýþtýðým arkadaþlarýma borçluyum.
Sonra ücra bir hapishaneye sürgün edildim. Kendimle baþ baþaydým orada. Dergiye yazmaya devam ettim. Bu kez yanýmda herhangi bir rehberim yoktu. Ve idare, son genelgeyi uygulamak konusunda oldukça “prensipli”ydi.
Sürgün hapishanede ilk yazýmý yazdým, zarfa koydum, postacý gardiyana verdim. Yarým
saat sonra benim zarfýn yanýna müdür imzalý bir yazý eklenerek geri getirildi:
“Gazetelere yazý gönderilmesi Bakanlýðýn falanca talimatýna göre yasaktýr.”
Çözümü bulmuþtum, mektuplar. Ayný yazýnýn giriþine “Merhaba Sevgili Arkadaþým” deyip
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
111
ÖZGÜR SOYLU
“nasýlsýn, iyi misin?”le devam eden üç beþ paragraflýk mektup yazdým. Ardýndan, “Sana þu konu hakkýndaki düþüncelerimi aktarmak istiyorum” diyerek yazýyý girdim. Sonuna da “Bu konuda söyleyeceklerim bu kadar. Arkadaþlara, annene, babana çok selam” deyip bitirdim. Benim yazý bir mektup olarak sorunsuz gitti.
Mektubu gönderince, acaba bizim arkadaþlar bunu gerçekten kiþisel bir mektup olarak anlarlar mý, sorusu aklýma takýlmadý deðil. Kaygýlarým yersizmiþ. Ertesi hafta mektubumun ortasýndaki yazý dergide yayýmlandý çünkü. Üstelik bir de yanýt geldi mektubuma:
“Sevgili Arkadaþým,
Nasýlsýn, iyi misin?
Mektubunu aldýk, düþüncelerini okuduk. Senden bir ricamýz daha var: … konusundaki düþüncelerini de aktarýrsan seviniriz. Fazla uzatmadan. Þöyle iki üç sayfa kadar…
Annen falan geliyorlar mý? Çok selam söyle. Kendine iyi bak.
Sevgili Arkadaþýn”
Mektup ortasý yazý yazýyoruz ya! Bunun ilginç sonuçlarý da oluyordu. Sürekli yazýyor olmaktan, kanalý iyice alýþtýrmýþtým. Artýk Ezop Dili'ni de iyice zorluyor, vurucu bir dille yazabiliyordum. Örneðin memurlara dönük bir hak gaspý var ve ben o hafta bu konuyu önüme
çekmiþim. Mektubumu okuyan gardiyan ertesi gün sordu:
“Dünkü mektubunda yazdýklarýn gerçekten doðru mu? Hükümet böyle bir kararname mi
çýkarmýþ?”
Dergiye yazý hazýrlama sürem gün geçtikçe kýsalýyor. Dolayýsýyla bana da baþka þeyler yazmak için vakit kalýyor. Bir yerlerden Fethi Naci'nin kitaplarý elime geçiyor. Sonra Berna Moran'ýn Türk Romanýna Eleþtirel Bir Bakýþ'ýnýn ciltleri. Peþinden “Roman Sanatý” baþlýklý kitaplar. Bu kitaplarda bahsedilen romanlarýn peþine düþüyorum. Okuduklarýmý anlamak heyecan
veriyor. Bu heyecanýmý birilerine ifade etmek istiyorum. Kimseyi bulamýyorum. Bulamadýkça
kendime dönüyorum.
Ýçim dýþým roman olmuþ. Bir roman yazmaya baþlýyorum. Bir yýðýn metafor geliyor aklýma.
Günde beþ saat roman üstüne çalýþýyorum. Her gün ne kadar yazmýþsam daktilo ediyorum.
Daktilo ettiklerimin bir kopyasý bende kalýyor. Bir kopyasýný haftalýk biriktirip aileme gönderiyorum. Neme lazým? Hapishane burasý. Aramasý var, operasyonu var. Ayda bir kez yapýlan
genel aramada “prensip” sahibi bir gardiyan ya da askerin gözü takýlabilir. Dýþarý göndermenin de tuhaf sonuçlarý oluyor. Romanýmý haftada on sayfa kadar yazýyorum. Birikenleri pazartesileri postaya veriyorum. Birkaç hafta sonra gardiyan mektuplarý alýrken soruyor:
“Mesut n'oldu? Hiç bahsetmiyorsun?”
“Hangi Mesut?” diyorum.
“Senin romandaki çocuk var ya?”
Hoþuma gidiyor, daha istekli yazýyorum.
Aradan birkaç hafta daha geçiyor. Ayný gardiyan mektuplarý alýrken:
112
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
YAZDIM MAPUS DAMLARINDA
“Amma çok yazýyorsun ya. Pazar akþamlarý kara kara düþünmeye baþlýyorum, Özgür yine
yarýn kocaman zarf verir diye. Zorla kitap okutuyorsun bana. Ýnsan Haklarý'na þikâyet edeceðim seni.”
Romaným üç yüz sayfayý geçmiþ. Artýk toparlayayým derken baþka bir hapishaneye sevkim
çýkýyor. Epeydir gitmek istediðim bir hapishane orasý. Koþullar iyi. Arkadaþlar kalabalýk. Bulunduðum hapishaneye alýnmayan bir sürü ihtiyaç maddesi ortalýkta. En çok sevindiðim ise
elektronik daktilo olmasý. Onunla yazmam, düzeltmem daha kolay olacak. Evden bir örtü getirtip benim emektar mekanik daktilonun üzerine atacaðým.
Sevk hazýrlýklarýna baþlýyorum. Küçük bir valize kýyafetlerim sýðmýþ. Tam beþ büyük koliye kitaplarý, defterleri, daktiloyu, arþivimi koymuþum. Sevk arabasýna binerken yapýlan aramada asker þaþýrýyor bu kadar kitaba. Komutaný söyleniyor: “Siyasi!”
Yeni fýrsat olmuyor. F Tipi Operasyonlarý baþlýyor.
F Tipi Yasaklar
F Tipi hapishanedeyim. Burada insani olan ne varsa yasak. Yaþamak bile. Kalem, kâðýt, kitap… hiçbir þey yok.
F Tipinde bir yýlý doldurduðumda bazý þeyler yerine oturuyor. Kâðýdýmýz, kalemimiz oluyor. Kiþi baþýna üç tane kitap veriyorlar. Bunu da sýrf kitap yasaðý gibi bir vahþetin uygulandýðý söylenmesin diye yapýyorlar. Romana devam edecek, hatta düþünecek durumum yok. Sürekli saldýrýya uðruyorum. Boþ boþ geçiyor günlerim. Okuyorum, ama yazamamaktan huzursuzluk duyuyorum. Roman neyse de öykü yazabileceðimi düþünüyorum. Yazýlmasý kýsa sürüyor. Aramadan hemen sonra baþlasam, bir sonraki aramaya kadar bitirebilirim. Boyutlarý küçük. Yazabileceðim en küçük yazýyla bir sayfaya arkalý önlü sýðdýrabilirim. Arama gelmeden
mektupla gönderebilirim. Gönderemezsem katlayýp, küçültüp bir yerlere sýkýþtýrabilirim.
Müthiþ bir buluþ yapmýþým gibi sevindiriyor bu beni. Hele F Tipinde ilk öykümü yazýnca
daha da iyi hissediyorum kendimi. Mesaili memurlar gibi çalýþýyorum. Hedefim de geniþliyor:
Ayda iki öykü.
Bazen tüm tedbirlerime raðmen öykümü kaptýrýyorum. Böyle durumlara karþý bundan
sonra yazdýklarýmýn bir kopyasýný çýkarmaya baþlýyorum. Önce karalama yazýyorum. Sonra
yazdýklarýmý temize çekiyorum. Temize çektiðimi çoðaltýyorum. Bir kopyayý mektupla gönderiyorum. Mektup bazen bildik nedenlerle yerine ulaþmýyor. Elimdekini yeniden çoðaltýyorum.
Eski falan da olsa bir yaprak karbon kâðýdýnýn hayalini kuruyorum. En çok kaleme ihtiyacým
oluyor. Ailemin getirdiði kalemleri yasak diyerek vermiyorlar. Hasan Ýzzettin Dinamo'yu düþünüyorum. Askerdeyken onca baský altýnda bir defter, bir kötü kalemle yazmýþ. Hem kýsa öykü de deðil, roman.
“Cýzýr cýzýr…”
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
113
ÖZGÜR SOYLU
Yazdýklarýmý umutla bir dergiye gönderiyorum. Dergide yayýmlandýðýnýn hayallerini kuruyorum. Bir yayýmlansa…
Bir yol ayrýmýnda olduðumu düþünüyorum. Yazmaya tamam ya da devam diyeceðim.
Yayýmlanmýyor, ama tamam da demiyorum. Öyküler kâðýda aktarýlmak için sýkýþtýrýyorlar
beni. Çocukluðum aklýma geliyor. Demiyorlar mý “Çocukluk yazarýn madenidir”? Bu madene
giriyorum. Galerilerde dolaþýyorum. Peþ peþe öyküler çýkýyor kalemimden. Aileme gönderiyorum. Ailemden gelen mektuplarda yazdýklarýmdan bahsediliyor:
“Ben o zaman öyle yapmamýþtým, yanlýþ yazmýþsýn…”
“Nereden hatýrladýn on beþ sene önce gittiðimiz piknik yerini?”
“Aman bu öyküyü teyzene göstermeyelim, valla küser. Aslýnda babaannene de biraz benziyor. Yarýsý babaannen yarýsý anneannen gibi…”
Bir gün hücreme büyük boy bir zarf býrakýyor gardiyan. Zarfýn içindekileri görünce bir aydýr idarede beklediðine bile kýzmayacak kadar seviniyorum. Ailem öykülerimi bilgisayarda
yazdýrýp bana göndermiþ.
Birkaç saat çok mutlu oluyorum. Elimde bilgisayar dizgili kâðýtlarla havalandýrmaya çýkýyorum. Türkü söylüyorum mýrýl mýrýl. Sonra kâðýtlarý okuyorum. Dizgi hatalarý canýmý sýkýyor. Bazen benimkinin yerine yazýlan kelimeye inanamýyorum. El yazýsýyla gönderdiðim için
böyle þeyler çok oluyor. Örneðin ben “erim” yazmýþým, onlar “evim” olarak dizmiþler.
Artýk biçim konusuna eðilmeye baþlýyorum. Öykü metninde italik karakterle yazýlmasý gereken yerler oluyor. Baþlýðýn boyutlarýnýn tasarladýðýmdan bir milim büyük olmasýnýn bile
metni bozduðunu düþünüyorum. Bazen küçük harfle yazýlmasý gereken yerler büyük harfle
yazýlýp geliyor. Noktasýz, virgülsüz, hiçbir imla iþareti kullanmadan yazdýðým öykülerim oluyor. Ertesi hafta benim sevgili kuzenim, “Abim herhalde unutmuþ” diyerek uygun gördüðü
yerlere yazým iþaretlerini koyup dizgisini yapmýþ, çýktýyý bana göndermiþ oluyor. Ne yapacaðým diye kara kara düþünüyorum. Oturup kuzenime dizgi hakkýnda bir mektup yazýyorum:
“Ben el yazýsýyla ne yazmýþsam sen onu yaz. Ne fazla ne eksik.”
F Tipinde hücreler arasýnda ilginç bir iletiþim yöntemimiz var. Baþka hücredeki arkadaþýmýza ne söyleyeceksek bir kâðýda not olarak yazýyoruz. Notu, ýslak gazete kâðýtlarýndan yaptýðýmýz küçük toplarýn üzerine baðlýyoruz. Ondan sonrasý koluna kuvvet! Topu, gideceði hücrenin havalandýrmasýna atýyoruz. Alacak hücre uzaktaysa top birkaç el deðiþtirerek adresine
ulaþýyor. Topu doðru havalandýrmaya düþürmek ustalýk gerektirir. Bazýlarý çatýda kalýr. Zaman
zaman gardiyanlar çatýlarý dolaþýrlar. Bizim takýlmýþ toplarý alýr, okur, hakkýmýzda bilgi elde
etmiþ olurlar. Biz de buna karþý gerekli olduðunda þifreli yazarýz notlarýmýzý. Toplar bir çeþit
postacýdýr bizim için.
F Tipindeki iletiþimin zorunlu olarak yazýyla olmasýný bir avantaja çeviriyoruz. Küçük notlar gün geçtikçe hem uzuyor hem de özellikli hale geliyor. Konuþma dili kullananlar, mektup
dili kullananlar, imla kurallarýna göre yazanlar, esprili yazanlar, ‘nasýlsýn iyi misin?’i bile þifre-
114
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
YAZDIM MAPUS DAMLARINDA
li yazanlar, sembol, metafor kullananlar… Kimse kimsenin yüzünü görmese de kelimeler birer mimik iþlevi görüyor. F Tipinde müthiþ bir yazý kültürü oluþuyor. Herkes bir þeyler yazýyor. En çok da öykü ve þiir yazýlýyor. Öyküler, þiirler deðiþ tokuþ ediliyor. Karþýlýklý eleþtiriler
yapýlýyor. Ama ne yazýk, el konulmasýn diye her yazý, okunduktan sonra yok edilmek zorunda. Arþivler zihinlerin unutkan sularýnda kalýyor.
Ýki yýl kadar kaldýðým F Tipi hapishaneden on beþ öykü ve öykünün yaþamýmda artan aðýrlýðýyla ayrýlýyorum.
Daktilo, Kalem, Kitap Peþinde Sevk
Baþka bir hapishanedeki arkadaþlarýmdan mektuplar alýyorum. Orada hâlâ daktilo olduðunu sanýyorum. Onca el yazýsý uðraþýnýn ardýndan müthiþ bir olanak gibi geliyor bu bana. Daktilo adeta takýntý olmuþ bende. El yazýsý metnim daktiloya geçince sanki daha iyiymiþ gibi görünüyor gözüme.
Sevk istiyorum. Kabul edilmiyor. Yeniden istiyorum, yine kabul edilmiyor. Sonunda ailemin bastýrmasýyla sevkim çýkýyor. Yeni hapishaneye gitmek için yola çýkacaðým. Depoda birikmiþ olan kitaplarýmý veriyorlar. Yine üç dört koli.
Yeni hapishanede ilk sorduðum daktilo oluyor. On beþ gün önceki aramada son daktiloya
da el konulmuþ. F Tipinden hazýrlýklýydým böyle “aksiliklere”. Fazla takmýyorum, hýzla okumaya, yazmaya baþlýyorum. F Tipindeki okuma programýma devam ediyorum. Tanzimat'tan
günümüze kadarki öykü birikimini okuyorum. Araba Sevdasý, Eylül, Aþk-ý Memnu… Cumhuriyet romanlarý, köy romanlarý… '50 kuþaðý. Leyla Erbil öyküleri çivi gibi çakýlýyor bilincime, cesaret veriyor kalemime. Okuduðum karakterleri arýyorum. Adalet Aðaoðlu'nun Tezel'ine âþýk oluyorum. Her yazardan en az iki kitap okuyorum. Faruk Duman'a kadar geliyorum. Okuduðum her kitap hakkýnda defterime küçük notlar yazýyorum.
Yeni hapishanede ilk öykümü yazýyorum. Artýk öyküye iyice ýsýndýðýma inanýyorum. F Tipinde kalem için aylarca uðraþtýðým gibi burada da daktilo için uðraþacaðým. Müdürle görüþüp isteðimi belirtiyorum. Önce “yasak” diyor. Sonra bunu gerekçelendiriyor:
“Daktilodan çok çekti bakanlýk. Örgüt yazýþmalarý yapýlýyor diye daktilo kullandýrýlmýyor.”
En son, hapishanenin daktilografi atölyesinde haftada bir gün öðleden sonra daktilo kullanmam konusunda anlaþýyoruz. O gün kutsal bir gün oluyor benim için.
Ýlk haftam daktiloyu tanýmakla geçiyor. Ýkinci hafta ise daktiloda çok yavaþladýðýmý fark
ediyorum. Yalnýz bir öykümü daktilo edebilmiþim. O da bir yýðýn yanlýþla. Baþýmda bir gardiyan duruyor (Sakýncalý bir þey mi yazýyor?). Gardiyan böyle sessizce izlese iyi. Tam tuþlar eskisi gibi parmaklarýmý okþamaya baþlýyor, pat, gardiyan elinde benim öykülerden biriyle yanýma yaklaþýyor:
“Bunlar gerçekten oldu mu?”
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
115
ÖZGÜR SOYLU
Kýsa bir yanýtla geçiþtiriyorum. Ardýndan baþka soru. Benim kutsal gün, can sýkýntýsýyla sonuçlanmýþ boþ bir güne dönüþüyor. Bir müddet sonra da gardiyanla sohbet günü haline geliyor.
Yayýmlatma Çabalarý, Dergiler
Mutlu mesailerimin birinde adýmýn yazýlý olduðu büyük zarfý önümde buluyorum. Zarftan
ulusal çapta daðýtýlan bir edebiyat dergisi çýkýyor. Ýçindekiler kýsmýnda adýmý görünce sevinçten deliye dönüyorum. Aylar önce öyküye ve dolayýsýyla yazmaya tamam mý devam mý dedirtecek kadar benim için önemli bir mesele olan ve bu ruh haliyle gönderdiðim öyküm yayýmlanmýþ. Önümün açýldýðýný düþünüyorum:
“Diðerlerini de yayýmlatabilirim.”
On kadar edebiyat dergisini düzenli olarak takip ediyorum. Bunlardan üçünü belirliyorum. Dergileri okudukça yayýmladýklarý ürünlere bakýþlarýný az çok kestirebiliyorum. Kimileri ne gönderilse yayýmlýyor gibi. “Morale ihtiyacým olduðunda buna gönderebilirim.” Kimileri hapistekileri ufaktan kolluyor gibi. “Yazdýðým öykünün dýþýnda bir referans vermek yanlýþ
geliyor bana.” Kimisi politik bakýyor. “Böyle öykülerim var.” Kimisi edebi çizgi koymuþ, edebiyat istiyor. “Bunda yayýmlatabilirsem kendime güvenebilirim.” Kimisi tanýnmýþ ya da tanýnmaya yüz tutmuþ imzalarýn öykülerini yayýmlýyor. “Buna daha zaman var.”
Bu düþüncelerime göre üç dört öykümü belirliyorum. Uygun dergilere gönderiyorum. Ayrýca her birine kendimi tanýtan mektuplar yazýyorum. Mektuplarý yazarken yazým kýlavuzu
elimde. Bir hatalý kelimeyle daha baþtan hafifsenmek istemiyorum.
Bir ay geçiyor, dergilerin yeni sayýlarý geliyor. Umutla adýmý arýyorum, bulamýyorum. Karmaþýk duygular içinde birkaç gün geçiriyorum. “Tamam mý devam mý?” sorusu artýk saçma
geliyor. Ayný dergilere yeni öyküler gönderiyorum.
Her ay gelen dergilerde öncelikle öyküleri okuyorum. Kimilerine burun kývýrýyorum. Arkadaþlarda umut arýyorum. “Seninki daha iyi” diyorlar. Az sonra kendimi kandýrdýðýmý fark
ediyor, sönüveriyorum. Öykü yazmamý alttan alta gereksiz bir uðraþ olarak gördüðünü, hatta
benimle kiþisel bir meselesi olduðunu düþündüðüm bir arkadaþýma ayný testi uyguluyorum.
Akþam yemeðinde tam karþýsýna oturuyorum. Arkadaþýmýn aðzýný býçak açmýyor. Deli edecek beni. Sonra:
“Valla … Dergisinde yayýmlanan çoðu öyküden iyi senin bu öykü” deyiveriyor.
O hoo, akþam dizi bile izlerim.
“Beyin Deðil El Ýþlesin”
“Tatar Ramazan”da Gardiyan Zihni þuna benzer bir þey söyler:
“Esrardan bize zarar gelmez. Mahkûm esrarý çekti mi uykuya dalar. O zaman asayiþ berkemaldir.”
116
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
YAZDIM MAPUS DAMLARINDA
Kitap, mahpusu uyanýk tutar. Okuyan, yazan insan hayatý algýlamaya, sorgulamaya devam
ediyor demektir. Biz siyasi tutsaklar bu bilinçle yaklaþýrýz okumaya, yazmaya. Hapishane beyinler için sinsi ve acýmasýzdýr. Hele hücreler… Hafýzasýz toplumun hafýzalý bireyleri olarak
kalmak hücrelerde daha çok çaba ister.
Boncuk örmek, tahtadan süs eþyalarý yapmak gibi beden faaliyetleri de vardýr hapishanede. Bunlar hapishane idarelerince teþvik edilir.
“Beyin deðil el iþlesin.”
F Tipleriyle birlikte Cumhuriyet tarihinde görülmemiþ uygulamalar baþladý hapishanelerde: Kitap, defter, kalem kýsýtlamalarý. Bu kýsýtlamalara raðmen hâlâ okunuyor, yazýlýyor.
Bitirirken
Bugüne kadar çeþitli dergilerde ondan fazla öyküm yayýmlandý. Yayýna hazýr iki öykü dosyam, bitti diyemediðim romanlarým var. Nasýl yazdým, nasýl yayýmlandý, anlattým. Yazmanýn
bunca zor olacaðýný bilseydim belki de hiç baþlamazdým. Hapisliðimin sonlarýnda neden yazdýðýmý düþünüyorum yine. Ýlk zamanlar belki okumak, yazmaktan baþka çarem yoktu. Ya da
kendimi kanýtlamak istiyordum. Hatta dergilerde adýmý gösterip yakýnlarýma, “Daha ölmedim” demek, moral vermek istiyordum. Belki de kendime.
Her ne olursa olsun hapiste direnmenin belki de en güzel yolu yazmak. Yazarak ayaktayým, diyebilirim. Ýtaat etmiyorum diye dayak yediðim bir gün, mizah yüklü bir öykü yazarak
baktým hayata. Yazmak, hele ki hapiste yazmak umudun adý, var olduðumun çýðlýðý.
Þimdi hapisliðimin sonlarýndayým. Aklýmdaki soru, “Çýktýðýmda yine yazabilecek miyim?”
Yazmanýn sýkýntýlarýyla hapishane sýkýntýlarýnýn üst üste bindiði zamanlarým oldu. “Tamam mý,
devam mý?” yol ayrýmýna geldim defalarca. “Devam!” dedim hep. Yazýp bitirdiðim her öykü,
her yazý sonrasý bazen kendimi sevdim, kanatlanýp havalandýrmadan göðe yükseldiðimi hissettim. Bazen de aptalca buldum yazdýðýmý.
Sözün kýsasý, kendi kendime yazdým þimdiye kadar. Zaten içe kapanýk biriyim. Dolayýsýyla eskiden beri yazmaya meyilliyim. Yazmak bir yalnýzlýksa çocukluðumdan hapisliðime kadar
hep oldu böyle bir yalnýzlýðým.
Ýçerideyim, ama öykü kiþilerimin çoðu dýþarýda dolaþýyorlar. Dýþarý çýktýðýmda belki onlar
girecekler içeriye.
Umarým girmezler. Hep birlikte dýþarýda oluruz, o süt beyaz mavilikte.
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005
117