İlgili dosyayı indirmek için tıklayın

Transkript

İlgili dosyayı indirmek için tıklayın
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
AİLE İÇİ ŞİDDET VE MEDYA: GÜNDÜZ KUŞAĞI
TELEVİZYONUNDA ŞİDDETİN GÖRÜNÜRLÜĞÜ VE
YENİDEN ÜRETİMİ
Emek ÇAYLI RAHTE*
ÖZET
Gündüz kuşağında yayınlanan “kadın programları”, izleyici ve katılımcılar olarak kadınlara
ulaşabilme ve seslenebilme olanağını kullanabilme, kadın sorunlarına temas etme ve kadının
kamusal görünürlüğü açısından erkek-egemen içeriklere bir müdahale olanağı olarak
düşünülebilir. Ancak görünürlük elde etmenin ötesinde, görünürlüğün nasıl bir söylem içinde inşa
edildiği, üzerinde durulması gereken esas noktadır. “Kadın programı” kategorisine giren
yayınlar, kadını geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri içinde temsil ederken, cinsiyet ayrımcılığına
ve ev içi şiddet sorunlarına karşı eleştirel bir duruş sergileyerek, alternatifler önerme, ele alınan
meseleyi kişisel-özel sınırlamasının ötesinde sosyo-politik düzlemde tartışma gibi bir yönelim içine
girememektedir. Bu haliyle, müzakere ettiklerini, çözüm yollarını aradıklarını iddia ettikleri
sorunları üçüncü sayfa ya da magazin haberi formatında sunmanın dışına nadiren
çıkabilmektedirler. Özel hayatın gizliliği ve kişilik hakları, tıpkı adli haberlerde olduğu gibi
yeterince korunmamakta, pazarlanmakta, ataerkil bir kadınlık anlatısı sunulmaktadır. Çalışmada,
gündüz kuşağında şiddetin hem sorunsallaştırıldığı hem de yeniden üretildiğini imleyen söylemsel
unsurlar analiz edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Aile içi şiddet, medya, gündüz kuşağı televizyonu, kadın programları, metin
analizi
DOMESTIC VIOLENCE AND THE MEDIA: THE REPRESENTATION AND
REPRODUCTION OF VIOLENCE DAYTIME TELEVISION
ABSTRACT
Being able to reach and address women as participants and audiences, to serve public
participation of women and to handle women’s issues, women’s programs of daytime TV can be
seen as an alternative to male-dominated contents. But it is also crucial to deal with how these
programs cover the visibility of women’s issues. The programs which are categorized as women’s
programs typically represent women within the limits of traditional gender roles. They do not
position themselves critically against the sexual discrimination and domestic violence, and also
they do not propose alternatives against them, discuss the matters on the sociopolitical ground. The
current women’s programs can rarely go beyond tabloid format or as page three news which is
prevalent in the media generally. The rights of privacy and the personal rights are not protected
sufficiently. Further the grievances are being marketed and a patriarchal narration is dominated.
Through textual analysis, this paper analyses how, in the daytime TV, violence is both
problematized and reproduced.
Keywords: Domestic violence, media, daytime television, women’s programs, textual analysis
*
Hacettepe Üniversitesi, İletişim Fakültesi, İletişim Bilimleri Bölümü, Dr.
İletişim 2003/18
182
E. Çaylı Rahte
Giriş
Başkalarının acılarına tanıklık etmekten zevk almak anlamında Almancadaki
‘schadenfreude’ kavramı ve başka yaşamları “dikizleme” (voyeurism) arzusu
anlamında ‘scopophilia’1, şiddetin seyirlik hale gelmesinin ardındaki psikolojik
süreçler hakkında fikir vermektedir. Her iki teriminin işaret ettiği duygulanımlardan
beslenerek medyada şiddet, dramatikleştirme ve kişiselleştirme yoluyla
sunulmaktadır. Televizyondaki biçimiyle seyirlik şiddet, izleyici talebi gibi
gerekçelerle meşrulaştırılarak metalaşma ve sansasyonelleşme unsurlarıyla birlikte,
farklı program türleri dolayımıyla medya içeriklerine sirayet etmektedir.
Gündüz kuşağının önemli bir kısmını oluşturan ve genel kabulde “kadın
programları” olarak anılan yayınların, şiddet söyleminin yeniden üretimindeki
rolünü ve aile içi şiddeti nasıl bir söylemle ele aldığını anlamayı amaçlayan bu
çalışmada, hem aile içi şiddetin televizyondaki görünümlerine dair genel bir
değerlendirme yapılmakta, hem de üzerine sıkça konuşulan kadın programlarına
yöneltilen eleştirilere ve süregelen tartışmalara kapsamlı bir analizle katkı
sunulmaktadır.
Televizyonda şiddet, kadın programlarının genel nitelikleri ve aile içi şiddeti
nasıl çerçevelediklerinin tartışıldığı kuramsal kısmı takiben ikinci kısımda metin
çözümlemesine yer verilmektedir. TRT, ATV ve Show TV’de gündüz kuşağında
yayınlanan üç kadın programının, Mayıs 2007’de, rastlantısal olarak seçilmiş birer
haftalık kayıtlarından elde edilen konuşma metinleri analiz edilmektedir.
Programlarda kimi konular bir gün, kimi konular bir haftaya yayılacak şekilde ele
alındığı için, her bir programın birer haftalık kaydının incelemesi uygun
bulunmuştur. 3 kadın programı, her biri kendi alanlarının temsil edici örnekleri
oldukları kabulüyle incelenmiştir. ATV’de yayınlanan İtirazım Var, tecimsel
yayıncılıkla örtüşen yüksek reyting, sansasyonellik ve düşük bütçeyle yüksek kar
elde etme anlayışına paralel olarak, yayın kuşağındaki diğer kadın programlarına
göre farklı bir formatı olması nedeniyle araştırmaya dahil edilmiştir. Show TV’de
yayınlanan Serap Ezgü ile Biz Bize, “geleneksel gündüz kuşağı talk show2”
1
2
Freud, izlemekten duyulan derin zevki 'scopophilia' diye tanımlamış, bunun bir 'temel içgüdü'
olduğunu söylemiştir (Lochrie, 1999).
Geleneksel “gündüz kuşağı talk showları”nın ayırt edici özellikleri: konu-yönelimli (issue oriented)
olmaları, ele alınan konuların ev içi ve/veya kişisel sorunlardan seçilmesi, sunucu ve uzmanların
otoritesi etrafında kurulmaları, sunucu ve uzmanların konuklar ve izleyiciler arasında aracı
konumunda olmaları, seyircilerin aktif katılımı, kadın izleyiciler için yapılmaları ve katılımcıların da
%80 oranında kadınlardan oluşmasıdır (Shattuc, 1997).
Bahar 2010, Sayı:30
183
Aile İçi Şiddet ve Medya:
formatının klasik örneklerinden biri olarak; Ademler ve Havvalar ise kamu hizmeti
yayıncılığı iddiası taşıyan TRT’de yayınlanmasından yola çıkarak eğitici ve
bilgilendirici olmayı hedefleyen bir yayıncılık ilkesine sahip olduğu varsayılarak
incelenmiştir.
Çalışmada incelenen programların yayınlandığı kanallarda gündüz kuşağının
2010 yılı yayın döneminde nasıl düzenlendiğine bakıldığında, önceleri öğle
kuşağında yer alan içeriklerin sabah kuşağına kaydığı görülmektedir. Sabah
kuşağındaki programların öğle kuşağında yayınlanan “kadın tartışma
programları”ndan en büyük farkları, stüdyo izleyicisinin katılımın olmaması ya da
sınırlı tutulmasıdır. Ancak ortaklaştıkları nokta, sorunlar ele alınırken tarafların,
birbirlerini yargılamak, suçlamak, hakaret etmek gibi biçimlerle şiddet söyleminin
üretimine katılmalarıdır. Bu da, metin analizi yapılan programların ve elde edilen
bulguların, yayın saatleri ve formatları değişen gündüz kuşağı programlarına ilişkin
süregelen tartışmalar açısından güncelliğini koruduğunu ve korumaya da devam
edeceğini göstermektedir. Makalenin ilerleyen kısımlarında 2007’den 2010’a geçen
süre zarfında gündüz kuşağında, üretilen şiddet söylemi başta olmak üzere bir
değişiklik olup olmadığı, ya da ne gibi farklılıklar olduğuna ilişkin daha detaylı
değerlendirmelere, örnekler üzerinden yer verilmektedir.
I. Aile İçi Şiddet, Medya ve Gündüz Kuşağı Televizyonu
Aile İçi Şiddet: Tanımlamalar ve Düzenlemeler
Şiddet sadece öldürme, yaralama, tecavüz, dayak gibi fiziksel güç kullanımı
ve hasarla sonuçlanan bir eylem değil, başta toplusal cinsiyet rollerinin belirlediği
normlar olmak üzere yargılama ve rıza göstermeyi de içeren ve etkilerinin doğrudan
gözlenemeyebildiği her tür baskı mekanizmasıdır. İster fiziksel güç kullanarak
(fiziksel şiddet), ister duygusal tehdit (psikolojik/duygusal şiddet) aracılığıyla,
kişinin iradesini ve ifadesini yok sayan tutum ve davranışlar şiddet olarak
tanımlanmaktadır. Şiddet türleri içinde ekonomik şiddet ise başta işsizlik
sorunundan kaynaklı olmak üzere, gelecek güvencesi olmayan, yarınından korku
duyan insanın yaşadığı gerilimin ürünüdür (Çelik, 2000; Köker, 2000).
Aile içi şiddet ise aile üyelerinin birbirlerine yönelttiği, eşleri, çocukları ama
en çok da kadınları tehdit eden, göz dağı veren, sözlü baskı, korkutma ve
engellemelerden (sözlü şiddet/duygusal şiddet) manipülasyona, itme, dayak atma,
yaralama ve öldürmeden (fiziksel şiddet) tecavüze, tacize (cinsel şiddet), şiddete dair
yapılan tanımların tüm yönlerini içermektedir. Aile İçi Şiddeti Önleme Projesi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
184
E. Çaylı Rahte
(Domestic Abuse Intervention Project3) aile içi şiddetin içeriğini genişleterek, şiddet
tanımında en sık başvurulan kaynak olmuştur: Duygusal istismar (kadını
aşağılamak, suçlu hissettirmek); ekonomik istismar (kadının iş bulmasına ya da
çalışmasına engel olmak, aile bütçesi konusunda kadını bilgilendirmemek, eğer ev
kadınıysa giderler için yeterli parayı vermemek); izole etme (kadının tüm
hareketlerini kontrol etmek, kıskançlığı kullanarak kadının her hareketine karışmak);
çocukları kullanmak (iyi bir anne olmamakla suçlamak, anneyi çocuktan ayırmakla,
çocukları alıp gitmekle tehdit etmek) ve “erkek üstünlüğü”nü kullanmak (erkeğin
kadının zekasını küçümsemesi, ona hizmetçi gibi davranması ve önemli kararları
almada fikrini sormaması) (Muehlenhard ve Kimes, 1999). Aile içi şiddet sadece
kadın, erkek ve çocukların dahil olduğu heteroseksüel ilişkiler ağında değil gay ve
lezbiyen birlikteliklerinde de yaşanan bir sorundur. Dolayısıyla aile içi şiddet genel
olarak bir iktidar ve kontrol meselesidir (Davis, 1998).
Aile içi şiddet çoğu zaman açık değil üstü kapalı bir şekilde seyretmekte,
etkileri uzun vadede anlaşılabilmektedir. “Aile içi şiddet” ifadesi kamusal ve özel
alanda yaşanan şiddeti birbirinden bağımsız iki farklı şiddet türü olarak kabul etmek
gibi yorumlanmamalıdır. Ev içinde şiddet yaşayan bir kadın, bunun izlerini
bulunduğu kamusal ortamlara da taşımaktadır. Şiddet yaşayan kişinin güvensizlik ve
korku hissi ev içinden, kadının tüm kamusal etkinliklerine kadar sirayet etmektedir.
Aile içi şiddeti ayrı bir kategori olarak sorunsallaştırmanın önde gelen ereklerinden
biri ise “özel alana”, “hane içine” hapsedilerek önemsizleştirilen bir meselenin
ciddiyetinin kabul edilmesini ve çözüm önerilerinin geliştirilmesini sağlamaktır.
Aile içi şiddet, dışarıda yaşanan şiddete göre daha yaygındır, kişinin en yakınından
gelen şiddet aynı zamanda, en savunmasız, hazırlıksız olunan anlarda yaşanan,
adlandırılması zor olan şiddettir.
30 yıl öncesine kadar uluslararası jargonda “aile içi şiddet” , “eşe, partnere
tecavüz” gibi kavram ve kavrayışlar olmadığı gibi şiddet sadece “yabancı”dan gelen
ve sonuçları fiziksel olarak görülebilen davranışlarla sınırlı kalmıştır. Bu sınırın
aşılması ilkin “çocuk istismarı”nın 1960’larda ciddi bir toplumsal problem olarak
gündeme gelmesiyle söz konusu olmuştur (Muehlenhard ve Kimes, 1999). “Kocanın
karısına tecavüz etmesi, cinsel ilişkiye zorlaması” gibi bir suçun kabulüne gelinceye
kadar kadınlar, yasaların erkeklere sunduğu olanaklar nedeniyle bu konudaki
mağduriyetlerini keşfedememiş, dile getirememişlerdir. 17. yüzyıl İngilteresinde
3
1981’de Amerika’da geliştirilen proje, aile içi şiddete ilişkin düzenlemeler ve toplumsal farkındalık
açısından farklı disiplinleri kapsayan ve bir eylemlilik planı içeren ilk program olarak kabul
edilmektedir. Ayrıntılı bilgi için projenin web sitesine bakılabilir, www.duluth-model.org
Bahar 2010, Sayı:30
Aile İçi Şiddet ve Medya:
185
yasalar tecavüzü “erkeğin malına saldırı” olarak yorumlamış, evlilik kadının
cinselliğini erkeğinin kullanımına ve denetimine sunması demek olduğu için
kocaların eşlerine cinsel şiddet uygulamakla suçlanamayacağını bildirmiştir.
İngiltere’deki bu düzenlemeler Amerika’daki tecavüz yasalarını da etkilemiştir.
Charlene Muehlenhard ve Leigh Kimes (1999) 17. yüzyıldaki bu tablonun 70’lere
kadar çok da değişmediğini, psikologlar ve sosyologların aile içi şiddete çok ilgi
göstermediğini ve cinsiyetçi bir yaklaşım içinde olduğunu örneklerle anlatır.
1964’de karılarına şiddet uygulayanlar üzerine yapılan bir araştırma, şiddete uğrayan
kadınların “agresif, erkeksi, frijit, mazoşist” eğilimleri olan kadınlar olduğunu öne
sürmüş, 1971 yılının bir araştırması ise kadınlık rollerinden sapma yaşayanların
şiddete davetiye çıkardıkları sonucuna ulaşmıştır. 1970’lerde hız kazanan feminist
hareketler ise bu bakış açılarında köklü değişiklikler yaşanmasında etkili
olmuşlardır. Amerika’da 1972 yılında ilk kadın sığınma evi açılmıştır. 1974’te
İngiltere’de kadınların kocaları tarafından maruz bırakıldıkları cinsel istismarı konu
edinen Scream Quietly or the Neighbours Will Hear adlı kitap yayınlanmıştır.
Amerika’da yayınlanan 1976 tarihli Battered Wives “koca dayağı”nın erkeğin
patriarkal tahakkümünü sürdürme aracı olduğunu söylemiş, özetle bu yıllarda
yapılan pek çok yayın, aile içi şiddetin en çok karşılaşılan ve en az fark edilen
toplumsal sorun olduğunu yazmıştır. Bugün “evlilik içi tecavüz” (marital rape)
Amerika’da 50 eyalette suçtur.
British Medical Association’ın (İngiliz Tabibler Birliği) açıklamasına göre
İngiltere’de her 4 kadından 1’i bir erkek yakınının şiddetine maruz kalmakta,
haftada ortalama 2 kadın eski ilişkisi ya da yeni erkek partneri tarafından
öldürülmektedir. (Wilcox, 2006). Dünya genelinde her 4 kadından 1’i ve her 6
erkekten 1'i yaşamlarının bir döneminde aile içi şiddete uğramaktadır (Council of
Europe, 2002; BMA 1998; British Home Office Research Study, 1999).
Türkiye’de “aile içi şiddet” kavramının kullanılışı ve konuya karşı
hassasiyetlerin artışı 1990’ların başından itibarendir. TC. Başbakanlık Aile ve
Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün 1994 yılında tamamladığı, 4287 görüşme
üzerinden yapılan “Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları” araştırmasının sonuçlarına
göre fiziksel şiddete ailelerin %34'ünde, sözlü şiddete ise %53'ünde
rastlanmaktadır4. Çocuklara yönelik fiziksel şiddete rastlanma oranı da %46'dır.
Anne babaların geçmişteki dayak deneyimi (%70) şiddeti bugüne taşımaktadır.
Dayağın şiddeti ve sıklığından çok varlığının önem taşıdığı görülmektedir. Aile
4
www.aile.gov.tr
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
186
E. Çaylı Rahte
büyüdükçe şiddet artmaktadır. Özellikle kayınvalide ile anlaşmazlıklardan doğan
sorunlar geleneksel gelin-kaynana ikilemini yaratırken, eşler arasında da çatışmaya
yol açmaktadır. Hamilelik döneminde de fiziksel ve sözlü şiddetin sürdüğü,
sıklığının da azalmadığı anlaşılmaktadır. Bu dönemde cinsel şiddetin de devam
ettiği görülmektedir. Ailelerde cinsel şiddet ve tacize rastlanma oranı %9' dur.
Şiddete maruz kalanların %80'i yapacak fazla bir şey olmadığına inanmaktadırlar.
Bu durum çaresizliğin kabulü anlamına gelmekte ve şiddete maruz kalanın pasif
tutumuna yol açmaktadır. Eşlerden birinin alkol kullanıyor olması aile içi şiddeti
artırmaktadır. Eşlerin daha iyi eğitim görmüş olması ise aile içindeki şiddeti
azaltmaktadır.
Türkiye’de kadına yönelik şiddet sorunun bilimsel verilere dayanılarak
anlaşılması açısından en yeni ve kapsamlı araştırmalardan biri Boğaziçi Üniversitesi
Öğretim Üyesi Yeşim Arat ve Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Ayşe Gül Altınay
TÜBİTAK desteğiyle yürüttükleri Kasım 2007 tarihli "Türkiye'de Kadına Yönelik
Şiddet" araştırmasıdır. Araştırma 18 ay sürmüş 56 ilde 1800 kadınla görüşülmüştür.
Araştırmanın sonucuna göre, her 3 kadından biri, kocasından çok kazanan kadınların
3'te 2'si fiziksel şiddet görmektedir. Ailelerin onayıyla evlenen kadınların yüzde 28'i,
görücü usulüyle evlenenlerin de yüzde 37'si en az 1 kez fiziksel şiddete maruz
kalmaktadır5. Bu araştırma şiddetin sadece düşük eğitim ve gelir düzeyindekilerin
sorunu olmadığını ortaya koymaktadır.
Aile içi şiddete ilişkin siyasalar geliştirilmesi, hukuki düzenlemelerin
ihtiyaçları karşılayacak düzeye gelmesi, yasaların uygulanmasında karşılaşılan
güçlüklerin aşılması ve şiddete maruz kalan kadın ve çocukların yararlanabileceği
sığınma evlerinin etkili biçimde kullanılabilmesi gerek Türkiye’de gerekse
uluslararası düzlemde, henüz aşılamamış sorunlar olarak çözüm beklemektedir.
Bunların yanı sıra aile içi şiddet konusunda duyarlılık ve bilinçlenme çabalarının
çocukları da içeren eğitim kampanyalarıyla desteklenmesi gerektiği
düşünülmektedir. Paula Wilcox’un (2006) çocukların aile içi şiddete bakışları ile
ilgili saptaması önemli bir şeye işaret etmektedir. Çocuklar dayağın yanlış ve kötü
bir şeyi cezalandırmak için başvurulan bir yöntem olduğunu düşündükleri için
annelerine babaları tarafından uygulanan şiddeti “babanın annenin kötü davranışını
cezalandırması” olarak yorumlayabilmektedir. Kanada bu konuda eğitsel
çalışmalarıyla örnek ülkelerden biridir. Eğitim Bakanlıklarının da içinde olduğu,
ilkokul ve ortaokul çocuklarını kapsayan, medyadaki şiddet, cinsel şiddet ve ev
5
www.ucansupurge.org
Bahar 2010, Sayı:30
187
Aile İçi Şiddet ve Medya:
içinde yaşanan şiddet konusunda çocukları bilgilendiren eğitici programlar 90’ların
başlarında hayata geçirilmiştir (Summers ve Hoffman, 2002).
Hukuksal düzenlemeler ve şiddete maruz kalmış kişiler için aktif olması
gereken kurum ve kuruluşların yanı sıra insanların hayatı birlikte paylaştıkları yakın
çevrelerinin de pozitif desteği ve farkındalığı hayati önemdedir. Bu da toplumsal
cinsiyet kavrayışı olan, geleneksel cinsiyet rollerini ve yargıları sorgulayan bir
yurttaşlık bilgisinin gerekliliği anlamına gelmektedir. Şiddete maruz kalmış kişiler
öncelikle bunu yakın çevreleriyle paylaşmaktadır. Yakın çevrenin basmakalıp
yargılardan, cinsiyetçi yaklaşımlardan arınabilmiş olması, mağduriyet yaşayanların
doğru yönlendirilmesi açısından önemlidir. Türkiye’de aile içi şiddet vakalarında en
çok yaşanan sorun, yakın çevreden kaynaklı, bir yanlış bilinç halinin ürünü olan,
Wilcox’un (2006) ifadesiyle “negatif destek”tir. Negatif destek, dayakçı koca’ya
evini terk eden karısının adresini vererek iyilik yaptığını sanan yakın arkadaş ile
örneklenebilir. Ya da “baba evine” giden kadının babası ya da erkek kardeşinin,
şiddet uygulayan kocayı eve çağırarak “karından özür dile sonra da al götür evine”
demesindeki kutsal evlilik kurumunu ve aile birliğini koruma niyetinde de, şiddete
uğrayan kadın açısından negatif sonuçlanabilecek bir destek söz konusudur.
Gündüz Kuşağı Televizyonda Şiddet/ Seyirlik Şiddetin Sürekliliği
Jib Fowles (1999), mağara duvarlarındaki av sahneleri yoluyla, Roma
Kolezyumunda insanların vahşi hayvanlarla dövüşerek hayatta kalma mücadelesine,
gladyatör dövüşlerine ve infazlara tanıklık etme hazzıyla ve de çizgi romanlardaki
dehşet anlatılarıyla seyirlik şiddetin sürekliliğini dile getirir. Fowles, şiddeti izleme
arzusunun altında şiddeti bastırma ihtiyacının yattığı yorumuna da yer vererek, bir
nevi tarihsel ve psikolojik analizle şiddetin nasıl anlaşılabileceğinin örneğini verir.
Ancak süreklilik ve insan doğasına içkin olma vurgusu toplumsal bir mesele olarak
şiddetin eleştirel çözümlemesi açısından yeterli olmamaktadır. Şiddetin mikro
düzeyde, gündelik yaşam pratiklerinde tezahürüne ilişkin çözümlemeler,
sorunsallaştırılarak sosyal ve siyasal düzlemde kapsamlı biçimde ele alınması
açısından elzemdir. Medyada şiddetin incelenmesinin önemi de buradan
kaynaklanmaktadır. Şiddetin eleştirel analizi, sorunun sınıfsal temelini göz önünde
bulundurmayı ve meselenin ekonomik, siyasal ve toplumsal arka planını ihmal
etmeyen bir bakış açısını gerektirmektedir. Öte yandan medyanın kendisinin
sorunsallaştırılması, gündelik yaşamda sürekli maruz olunan bir görüntüler
dünyasında üretilen söylemler, bu söylemlerin içerisindeki örtük ya da açık ideolojik
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
188
E. Çaylı Rahte
örüntüler, sürekli akış içinde olan metinleri üreten ve tüketenlerin dahil olduğu bir
“yeniden üretim” mekanizmasını anlamak açısından bir başka eleştirel çözümleme
olanağıdır.
Seyretme eylemini kolaylaştıran ve yaygınlaştıran, şiddeti de gündelik
yaşamın olağan bir parçasına dönüştüren televizyon, hareketli görüntüyü, gelişmiş
ses ve resim teknolojilerini kullanma ve “şimdi ve burada” hissettirebilme
ayrıcalığıyla, şiddeti zengin bir görsel-işitsel şölen atmosferinde sunmaktadır. Bu da
şiddetin sürekliliğine eşlik eden normalleştirme ve kayıtsızlaştırmayı beraberinde
getirmektedir. Şiddetin medyada yer alış biçimlerine ilişkin genel bir değerlendirme
yapıldığında, ilk olarak iş yeri, aile ortamı ve sokakta farklı biçimlere bürünerek
şiddetin gündelik hayatta sıklıkla kendine yer bulduğunu göz ardı eden bir
marjinalleştirme söyleminin medyada ağırlık kazandığından söz edilebilir. Medyada
şiddet söylemine dair iki temel sorun saptanabilir: Birincisi ağırlıkla fiziksel şiddet
vakaları olmak üzere, şiddetin sorunlu bir anlatı ile medya da yer bulması; ikincisi
ise gündelik yaşamda sıklıkla deneyimlenen ancak medyada yer vermeye değer
görülmeyen “sıradan şiddet”6 olaylarının önemsizleştirilmesi ve kamu vicdanında
yer bulmaması.
Birinci sorunun işaret ettiği noktada şiddet içeriklerinin haber dilinde üçüncü
sayfa formatı ile sınırlandırılarak, dramatizasyon ve sansasyonelleştirme unsurları
ile bezeli biçimde temsil edildiği görülmektedir. Yaygın medya anlatısı, şiddeti alt
sınıfa dair örneklerle hikayeleştirirken işsizlik, yoksulluk gibi etkenlerle, çevresinde
“şiddet eğilimli” olarak tanınan kişilere vurgu yaparak marjinalleştirmekte; öte
yandan “aşık koca”, “işsiz sevgili” gibi betimlemelerle gerekçelendirerek
meşrulaştırıcı bir dille sunmaktadır. Tıpkı namus gerekçesiyle işlenen cinayetler ve
“neftret suçları”nın haber medyasında veriliş biçimlerinde olduğu gibi. Özetle şiddet
ya “normal olmayan” kişilerden kaynaklanmaktadır ya da şiddeti eylemini
meşrulaştırıcı sebepleri olan görece “normal” kişilerden. Örneğin Gülseren
Adaklı’nın (2000) “Reality Show’larda Kadına Yönelik Şiddeti” araştırmasına göre,
realty show’larda, bir tutarlılık arz etmemekle birlikte, fiziksel bir şiddet söz konusu
olduğunda “saldırgan kişilik özellikleri”, “alkol bağımlılığı” gibi nedenler ilk sırada
gelmektedir. Bir yandan da kimi vakalarda saldırgana dair bir masumiyet
betimlenirken, bu betimlemenin en tipik ifadelerinden biri “bir anlık öfke”
6
‘Sıradan şiddet’ ifadesi, Türkiye’de siyasal tartışmalarda sıkça kullanılan “sıradan faşizm”
kavramından yola çıkarak bu metinde tercih edilmiştir. Sıradan faşizm, devletler, siyasetin resmi
kurumları eliyle yurttaşlara uygulanan planlı politikaların ötesinde gündelik hayatta, mikro iktidar
alanlarında tezahür eden faşizm olarak tanımlanabilir.
Bahar 2010, Sayı:30
Aile İçi Şiddet ve Medya:
189
olmaktadır. İster “normal olmayan”, ister “normal” ama “geçerli” sebepleri olan
kişilerden kaynaklansın, neticede medyaya yansıyan şiddet öyküleri “olağandışı” ve
dolayısıyla da “marjinal” olanı temsil etmekte, toplumsal düzlemde “sıradan
şiddet”e karşı takınılan kayıtsızlaştırıcı tutum medyada ifade bulmaktadır.
İkinci sorunun işaret ettiği noktada fiziksel şiddet, hatta öldürme ile
sonuçlanan yoğun şiddet vakaları ya da kimi cinsel taciz vakaları dışındaki “sıradan
şiddet” olaylarının medyada kendine yer bulamadığının altı çizilebilir. Gündüz
kuşağının önemi tam da bu noktada ön plana çıkmaktadır. Şiddet hikayeleri
marjinalleştirilmeden, sıradan insanın deneyimleme biçimleriyle sunulmaktadır.
Gündüz kuşağında şiddetin sunumuna ilişkin sorunlar ise şiddetin olağanlaştırılması
ve kişiselleştirilmesi olarak belirlenebilir. Programlara sorunlarının çözülmesi
talebiyle katılanların mağduriyetlerinin aşırı vurgulanmasına eşlik eden ağlama,
yakınma, yardım isteme gibi davranışlarının yarattığı dramatizasyon ortamı,
izleyicinin sürekli tanık olduğu duygusal hezeyanlar karşısında tepkisizleşmesi,
gerçeklik duygusunu yitirmesi ve kayıtsızlaşması ihtimalini beraberinde
getirmektedir. Gündüz kuşağı, mağduriyetlerin ve mağduriyetlere gösterilen
duyarlılıkların sömürüldüğü mecralara dönüşmektedir. Aynı zamanda bu duygusal
buhran ortamının gerek stüdyodaki gerekse televizyon karşısındaki izleyicilerde,
hatta bizzat programın mutfağında çalışanlarda, psikolojik rahatsızlıklara yol açtığı
izleyici şikayetlerinden ve yapılan görüşmelerden anlaşılmaktadır7.
Kadın Programları ve Şiddet /Farkındalık Yaratma ve Yeniden Üretme
“Kadın programı” öncelikle televizyon kanallarının kullandıkları bir
kategoridir. Bu kategoriye sabah ve gündüz kuşağındaki eğlence, tartışma ve
konuşma programları dahildir. Programlar sınıflandırılırken bir cinsiyet kategorisi
olarak “kadının” vurgulanması ve “kadın programı” gibi bir türleştirmeye gidilmesi
hem olumlu hem de olumsuz yönüyle değerlendirilebilir. Olumsuz yönü medyanın
genelinin erkek izleyiciye yönelik tasarlanması ve arta kalan alanların kadınlar (ve
çocuklar) için düzenlenmesi anlayışıdır. Önüne “kadın” tanımı getirilerek sunulan
seçeneklerle kadınlar eğlence, trajedi, güzellik, mutfak, aile, ev ekonomisi gibi belli
temaların içine ve klişelere sıkıştırılmaktadır. Olumlu yönü ise ayrı bir kadın
7
Kadın programlarının stüdyo katılımcıları, konukları, yapımcıları, yönetmenleri ve sunucuları ile
yapılan görüşmelere ilişkin bkz. Çaylı Rahte E. (2009), Kamusallık, Mahremiyet, Medya: Kadın
Tartışma Programları Üzerine Etnografik Bir İnceleme, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
190
E. Çaylı Rahte
kategorisinin aynı zamanda kadına yönelik bir pozitif ayrımcılık yönünde
evrilebilmesi potansiyelidir.
Erkek-egemen içeriklere bir müdahale olarak kadınlara ayrı saatler, ayrı
programlar, kadın dilinin, söyleminin ve dünyasının görünür hale geldiği ayrıcalıklı
programlardan söz etmek için bu anlamda “kadın programları”nın “kadına yönelik
programlar” olarak uyarlanması ve “yeni” bir söz söyleyebilme potansiyeli taşıması
beklenmektedir. Bugünkü haliyle “kadın programı” kategorisine giren programlar,
kadını geleneksel “kadın olma halleri” ve kadınlık rolleri içinden yakalamayı
hedeflemekte ve “yeni” olanı sunmak gibi bir arayış içine girememektedirler. Var
olan kadın programları, kadınların gerçek sorunlarının üçüncü sayfa ya da magazin
haberi formatında sunulmasının ötesine geçememiştir. Özellikle haber içeriğinde
yaygın olan, kadının kurban olarak yer bulması, kadın programları ile de
sürdürülmektedir. Kadının özel hayatının gizliliği ve kişilik hakları, tıpkı adli
haberlerde olduğu gibi yeterince korunmamakta, pazarlanmakta, ataerkil bir kadınlık
anlatısı sunulmaktadır. Bu anlatı içinde feminizm yabancı bir kavramdır. Kadınların
gündelik hayat deneyimleri, farklı yönleriyle kadın programlarına yansıtılmamakta,
programa katılmanın ilk şartlarından biri, yaşamın herhangi bir yerine bir trajedi
hikâyesinin sirayet etmesi olmaktadır. Eser Köker (2007) özellikle sabah
kuşağındaki kadın programlarında, kadınların özel yaşamlarında karşılaştıkları
sorunlar tartışılsa da, kadınlar için, birer yurttaş olarak, içinde yaşadıkları iktidar
örgütlenmesi hakkında sınırlı bir enformasyon aktarımının söz konusu olduğunu
hatırlatmaktadır.
Küresel Medya İzleme Projesi (Global Media Monitoring Project) tarafından
2005 yılında gerçekleştiren bir araştırmaya göre kadınlar erkeklere oranla medyada
iki kat daha fazla mağdur olarak gösterilmektedir. Ayrıca uzman (% 83) ya da tanık
(% 70) olarak çoğunlukla erkeklere başvurulurken; kadınlar daha çok kişisel
deneyimleriyle medyada görünmektedirler (Mater ve Çalışlar, 2007: 175). Yine aynı
çalışma kapsamında tek bir günde 13.000 televizyon, radyo ve gazete haberi
taranarak gerçekleştirilen bir araştırmanın sonuçları erkeklerin temsil oranının % 79,
kadınların ise % 21 olduğu bilgisini vermektedir (Alankuş, 2007: 37). Mine Gencel
Bek’in 2006 yılında gerçekleştirdiği Medya ve Toplumsal Katılım Araştırması,
Türkiye’deki günlük gazetelerde kadınların temsil oranının yüksek olmasına rağmen
yer alış biçimlerinin tartışmalı olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırmaya göre
kadınlar en çok görüntüleri, güzellikleri ya da mağduriyetleri ile gazetelerde yer
Bahar 2010, Sayı:30
Aile İçi Şiddet ve Medya:
191
almaktadır. Hükümet, bürokrasi, siyasal parti, yerel yönetim haberlerinde kadınların
temsil oranı düşüktür8.
“Kadın programları” kategorisi ise ilk bakışta, medyada kadına ayrıcalıklı
bir temsil olanağı sunulması gibi düşünülebilse de programların kadına, kadın
sorunlarına bakışı ve kadınların programlarda yer alış biçimleri açısından, bu
programlarda, medyanın genelinde var olan cinsiyetçi, reyting odaklı anlayışın
ötesine geçmenin mümkün olmadığı, çalışmada yapılan metin analizlerinden de
anlaşılmaktadır. Çalışmada ele alınan “gündüz kuşağı tartışma programları”nı
benzer saatlerde yayınlanan diğer kadın programlarından ya da sabah kuşağındaki
kadın programlarından ayıran temel özellik “sıradan” kişilerin konuk olması,
şarkıcıların canlı performansları ve eğlenceyle bezenmemiş olmaları, stüdyodaki
izleyici kitlenin görüşlerine yer verme sıklığı ve bir tartışma ortamı sağlama
iddiasıdır.
Türkiye’de 1990’ların sonlarına doğru Ayşe Özgün’ün (Ayşe Özgün Show ve
daha sonraları Ayşe Özgün Her Gün adını alacak programlar) ve ardından 2000’lerin
başlarında
Bozkurt’un
(ünlü
kişilerin
–politikacılar,
sanatçılar-yaşam
deneyimlerinin, özel hayatlarının masaya yatırıldığı Kadının Penceresi, Yasemin’in
Penceresi gibi programlardan sonra “sıradan” kadınların sorunlarını ele alan
Kadının Sesi) programları “gündüz kuşağı tartışma programları” formatının ilk
örnekleri kabul edilebilir9. Bu programların ayırt edici yönü “sıradan” kişilerin
yaşamlarına, ailede, evlilikte yaşanan sorunlara, aile içi şiddete yer vermesi ve
izleyicinin diğer programlarda olduğundan daha etkin konumda olmasıdır.
İzleyiciler Çelik’in ifade ettiği gibi (2000: 138) programın hedeflediği gerçeklik
duygusunun, kendiliğindenliğin ve içtenliğin yaratılmasında rol oynasalar da,
izleyicilerin davranış serbestisi oldukça sınırlıdır. Varlık nedenleri talk show’lardaki
gibi programa canlılık katmanın ötesinde, belirlenmiş ve sınırlanmış rolleri gereği,
yorumları ve kendi hikayeleriyle anlatı üretimine aktif olarak katılmaktır. Ancak bu
8
9
www.britishcouncil.org/tr
Kadınlara yönelik programların ilk isimlerinden Ayşe Özgün ile 16. 06. 2007 tarihinde yapılan
görüşmede, Özgün televizyon programcılığında ilk yola çıktığında ABD’de talk show’un yaratıcısı
Phil Donahue’dan etkilendiğini söylemiştir. “Eğrisiyle Doğrusuyla” adını verdiği TRT’de yayınlanan
ilk programı kadınlardan büyük ilgi görmüş ancak bir süre sonra yönetim tarafından “televizyon
eğitim aracı değil eğlence aracıdır” gerekçesiyle yayından kaldırılmıştır. TRT’de yaptığı ilk
programlarda katılan izleyicilerin konuşmaya çok zor ikna olduklarını anlatan Özgün, toplumsal
sorunlara eğilen programlarının C, D, E grubunu hedeflediğini, AB’nin hiçbir zaman hedef kitlesi
olmamasına rağmen bu gruptan da ilgi gördüğünü belirtmiştir (Çaylı Rahte, 2009).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
192
E. Çaylı Rahte
aktif katılım da yapım sorumluları ve izleyici koordinatörleri tarafından kesin ve net
biçimde çizilen sınırlar dahilinde olmaktadır.
Kadın programlarının şiddetle ilişkisini kurarken feminist hareketlerin “özel
alan politiktir” söylemine ve politik olanın, ev içi alandaki iktidardan beslenen tüm
problemleri içerecek biçimde genişletildiği kabulüne dayanılabilir. Bu politik
zeminden hareketle, kadın programlarında şiddetin, özel alana dair olanın kamusal
alanda görünür kılınması gereksinimine dayanarak hem sorunsallaştırılması hem de
yeniden üretimine katkıda bulunulması çalışmanın temel savıdır. İlk bakışta ev içine
özgü olanın politize edilmesi, görünür hale getirilmesi arayışı içerisinde meşruiyet
kazanabileceği beklenen bir türsel özelliğe sahip olan kadın programları yola çıkış
itibariyle aile içi şiddet kategorisinde geçen -sözel, ekonomik, duygusal, fiziksel- her
tür şiddeti konu edinerek, bir duyarlılık oluşmasını sağlama, farkındalık yaratma
şansını elinde bulundursa da temel soru gündüz kuşağı kadın programlarında,
medyaya sirayet eden cinsiyetçi yaklaşımların özel yaşamın gizliliği, yansızlık gibi
gerekçelerle dışarıda tuttuğu bir alana ne derece müdahale edilebildiğidir.
Kadın programlarında şiddetin yeniden üretimi, medya endüstrisinin talepleri
gereği şiddetin, toplumsal bir sorunu çözmek için bir araç olarak
değerlendirilmesinden uzaklaşılıp, izlenilir olmanın amacına dönüştürülmesi ve
bireyselliğe indirgenmesi şeklinde özetlenebilir. Kadın programlarının şiddet ile
problemli ilişkiselliği stüdyoda üretilen şiddet söyleminin yanı sıra, şiddetin
programa katılan kişilerin günlük yaşamına sirayet etmesi olarak da düşünülmelidir.
2006 yılına kadar kadın programları, programa katılan kişilerin program sonrası
şiddete maruz kalmaları sorunu ile karşı karşıya kalmıştır10. Bu durum kadın
10
-Nisan 2005. “Kadının Sesi” programına katılan bir aile kurşun yağmuruna tutulmuştu. Berdel usulü
evlendirdikleri kızları damatları tarafından “namus” gerekçesiyle öldürülen aile programa katılmış,
damadın babası telefonla bağlanarak aileyle küfürleşmişti. Daha sonra damadın babası “dünürlerinin”
de içinde bulunduğu otomobile ateş açmış kendi damadının ve bir polis memurunun ölümüne yol
açmıştı.
-Mayıs 2005. “Kadının Sesi” programına katılan bir kadın, memleketine döndüğünde otogarda 14
yaşındaki oğlu tarafından öldürülmüştü.
-Mayıs 2005. “Kadının Sesi” programına çıkan işsiz koca, yediği dayaklar nedeniyle çocuklarıyla
birlikte evini terk eden karısına barış çağrısında bulunmuş, eşi tarafından reddedilen adam, karısını
sokak ortasında öldürmüştü.
-Kasım 2005. yılında “Ayşe Özgün İle Her Gün” programına katılan evli ve 2 çocuk annesi bir kadın,
gençliğinde sık sık babasının tecavüzüne uğradığını anlatmıştı. Programa peruk ve gözlükle çıkan
kadın daha önce başka programlara da benzer şekilde çıkıp ailesinden şikayetçi olmuştu. Ardından
yaşadığı yeri bulan baba tarafından kurşunlanarak öldürülmüştü. Babaya verilen müebbet hapis cezası
ise “ağır tahrik indirimi ve iyi halden 15 yıla indirilmişti.
Bahar 2010, Sayı:30
Aile İçi Şiddet ve Medya:
193
programlarının sıkça şikayet almasına neden olmuştur. RTÜK’e kadın programlarını
şikayet edenler çoğunlukla duygusal şiddete maruz kalmanın yarattığı depresyon
haline göndermede bulunmuşlardır. RTÜK’ün talebi üzerine Türk Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Derneği (Türk PDR-DER) tarafından hazırlanan bir rapora
göre, şiddet içerikli programlar gibi, kadın ve aile eksenli yapımlar da çocukların ve
gençlerin ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. PDR-Der kendilerine
gönderilen aile, kadın ve şiddet eksenli programlarla ilgili bir rapor hazırlayarak
2006 yılında RTÜK’e sunmuştur. Rapora göre, aile ve kadın eksenli programlarda
toplumun yoksulluk durumunun ve duygularının kötüye kullanıldığı, aile içi
olumsuz ilişkilerin teşhir edilerek çocukların ve gençlerin ruh sağlığının olumsuz
etkilenmesine neden olunduğu belirtilmektedir. Raporda, bu tür programlarda
kadının küçük düşürüldüğü, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin güçlendirildiği de ifade
edilmektedir11. Ancak rapora eklenmesi gereken bir husus da hem programa
katılanların hem de programı izleyen yetişkinlerin, özellikle de kadınların psikolojik
açıdan olumsuz etkileniyor olmalarıdır. RTÜK’ün 2006 yılında izleyicilerin kadın
programları konusundaki tutumlarını belirlemeye yönelik araştırmasında kadın
programlarını beğenmediğini söyleyen izleyicilerin gerekçeleri arasında,
programların psikolojik açıdan rahatsız edici olmaları da yer almaktadır12.
2010 yılı itibariyle, geçmiş deneyimler, kadın programlarına yöneltilen
eleştiriler ve izleyici ilgisinin düşmesi gibi nedenlerle gündüz kuşağı programlarında
“tartışma” formatı neredeyse terk edilmiştir. 2010 yılının tüm kanallarındaki kadın
programlarının genel bir değerlendirilmesi yapılacak olursa: “Evlendirme
programları”nın devam ettiği (ya da “izdivaç programları” olarak da
adlandırılabilir), el becerisi, “püf noktaları” hakkında bilgilendirme ve yemek
bölümlerinin yer aldığı magazin-eğlence içerikli programların hemen hemen tüm
kanallarda sabah ve öğle kuşaklarında yer aldığı söylenebilir. Daha çok kayıpların
bulunması ya da suçluların cezalandırılması gibi içerikleri olan programlarda
(örneğin ATV’nin sabah kuşağında yayınlanan “Müge Anlı İle Tatlı Sert”) ise
“tartışma” değil “çözüm sunma” amacı ön planda tutulmaktadır. Genel olarak, bu
araştırmada konusunu oluşturan ve kadın sorunlarını “tartışma” iddiası taşıyan
programların sayıca azaldığı, ya da var olan programların bir bölümünü oluşturacak
11
12
-Kasım 2005. Serap Ezgü’nün programına katılan bir aile tarafından reşit olmayan kızlarını
alıkoymakla suçlanan evli ve iki çocuk babası bir genç, programdan sonra kızı ailesine teslim etmiş ve
“ölümümden Serap Ezgü sorumludur” notu bırakarak intihar etmişti.
www.ucansupurge.org (11. 10.2006)
www.rtuk.org.tr
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
194
E. Çaylı Rahte
şekilde varlıklarını sürdürdüğü görülmektedir. Makalenin ikinci kısmındaki metin
çözümlemeleri üzerinden incelenen programların yer aldığı TRT, ATV ve Show
TV’de gündüz kuşağının, 2007 yılı ile karşılaştırıldığında, 2010 yılında daha farklı
formatlarla ve yer değiştirmelerle yeniden düzenlendiği görülmektedir. Sıradan
kişilerin aile içinde yaşadıkları sorunları masaya yatırma işlevi, ATV (Müge Anlı İle
Tatlı Sert) ve Show TV’de (Sabahın Sedası) saat 9:00-12:00 arasını kapsayacak
biçimde sabah kuşağı programlarına kaymıştır. Sabahın Sedası programının tanıtım
metninde “müzik ve eğlencenin yanı sıra sağlıklı yaşam ve astroloji köşelerinin yer
alacağı, gündem yaratacak toplumsal konuların masaya yatırılacağı, ayrılık
noktasına gelen çiftlerin, aralarında dargınlık olan anne, baba ve çocukların bir araya
getirilmeye çalışılacağı” belirtilmektedir.13 Öğleden sonra kuşağında ATV Esra
Erol’da Evlen Benimle, Show TV Deryalı Günler ve Yemekteyiz, TRT ise Çeyiz
Show adlı programlara yer vermektedir. Bu programlar, öğleden sonraları, “izleyici
tartışma programı” formatının terk edilerek, yerlerini bilgi-beceri geliştirme, ünlü
konuklar ağırlama ve evlilik temalı yayınların aldığının göstergesidir. Gündüz
kuşağında şiddet söyleminin üretildiği mecralar, özellikle sabah kuşağında
yayınlanan programlarda yoğunlaşmaktadır.
Yapılan izleme çalışmaları ve stüdyodaki katılımcı gözlemlerden yola
çıkarak kadın programlarında şiddetin üretilmesinde kamera önü ve kamera arkası
olmak üzere 2 ayrı kategori oluşturulmuştur:
Kategori 1-Kamera Önü:
Şiddet söyleminin üretildiği 4 farklı konumdan söz edilebilir.
13
1.
Sunucular: Programın sunucusunun programı yönetmek, konuyu
irdelemek, sorumlu kişileri uyarmak ve izleyici ilgisini canlı tutmak için
tansiyonu yükseltmesi, sert bir karakter sergilemesi ve yargılayıcı bir
tutum takınması. Kurma ve konumlandırma ediminin kendisinin şiddet
olduğunu söyleyen Derrida’ya dayanarak (aktaran Çelik, 2000)
sunucuların bu anlamda şiddetin üreticisi oldukları söylenebilir.
2.
Konuklar: Programa öz-hikâyeleriyle katılan konukların şiddet
dolayımlı deneyimlerinin seyirlik hale getirilmesi, dramatize edilmesi.
http://www.showtvnet.com/eglence/sabahin-sedasi/
Bahar 2010, Sayı:30
Aile İçi Şiddet ve Medya:
195
3.
İzleyiciler: Stüdyo izleyicilerinin stüdyoda bulunan, telefon ile yayına
katılan ya da yayında bulunmayan kişilere yönelik yargılayıcı ve
cezalandırıcı bir tutum içinde olmaları.
4.
Dolaylı katılımcılar: Telefon ile yayına bağlanan izleyici ya da
programda ele alınan meselenin tarafı konumunda olan kişilerin
kendilerini savunma, yorum yapma amacıyla sanık ya da tanık
kimliğine bürünmeleri.
Kategori 2- Kamera Arkası:
1.
Yapımcılar: Programın yapımcılarının programın dinamizminin
artırılması yönünde müdahaleleri ve “adrenalin talepleri”.
2.
Prodüksiyon ekibi: Program koordinatörleri, senaristler ve cast
sorumlularının dâhil olduğu bu grup, ele alınacak konunun tartışma
biçimini belirleyerek, gerek programa çıkacak konuklara verilen
taktikler, gerekse canlı yayın bağlantıları öncesi telefonla arayan
kişilerle kurulan diyaloglarda şiddetin üretimine katkıda bulunurlar.
İkinci kategoride, medyanın tecimselliği ve kar amacını merkeze alan bir
yayıncılık anlayışının, şiddet içeriğinin üretimine, izlenirliği olduğu ve talep
gördüğü gerekçesiyle katkıda bulunması göz önünde bulundurulmalıdır. Medya
profesyonelleri kendi öznel bakış açıları gereği şiddeti onaylamasalar ve hatta
medya içeriklerinde kullanmayı tercih etmeseler de, meslekte hayatta kalabilmek
için kendilerini onaylamadıkları bir şeyin üreticisi konumunda bulduklarını
söylerler. Dolayısıyla mesleki duyarlılıkları olsa da bunu politik bir eleştiriye
dönüştürememeleri temel sorundur. İş güvencesi sorunu, sendikalaşma haklarından
yoksunluk da bunda pay sahibidir. Köker’in (2000) yılında yaptığı ve yönetmen,
senarist ve reklam metni yazarlarından oluşan 10 medya çalışanı ile görüştüğü
araştırmasında, özellikle habercilikte şiddetin normalleştirilerek seyirlik bir gösteri
haline geldiğine inanan medya çalışanlarının şiddet gösteriminin reyting almada
neredeyse tek yol olmasından rahatsızlık duydukları anlaşılmaktadır. Yakın bir
zamanda gerçekleştirilen bir başka çalışmada da (Çaylı Rahte, 2009) medya
profesyonelleri ile yapılan görüşmelerde aynı rahatsızlık dile getirilmiştir. Ancak
medya çalışanlarının rahatsızlıklarının, oluşumuna katkıda bulundukları içeriklerin
iyileşmesi yönünde bir etkisinin olmadığı, söz konusu reyting olduğunda, daha iyi
ve “alternatif” olanı ortaya koyma konusunda –çoğunlukla bireysel düzeyde kalan
bir takım çabalar olsa da- çok yol kat edilemediği ortadadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
196
E. Çaylı Rahte
II. Kadın Programlarında
Çözümlemesi
Şiddetin
Söylemsel
Üretimi:
Metin
Kadın Programlarında İçerik Ve Yeniden Üretim Açısından Şiddete
İlişkin Bulgular
1. Sözel/ Duygusal Şiddet:
a. Kişisel Saldırı Ve Hakaret
İtirzım Var programında sorunların masaya yatırılıp tartışılmasının ötesinde,
sorunlara neden olanlara kişisel düzeyde saldırı, tenkit ve yeri geldiğinde aşağılama
ön plandadır. Katılımcıların saldırgan tutumlarının bilerek ve tercihen olduğunu, jüri
üyelerinden birinin şu sözleri açıklamaktadır: “Biz size niye babaanneye verdiniz
diye saldırmıyoruz. Niye sevgini vermedin diye saldırıyoruz”.
b. Suçlama- Sorgulama-Yargılama
Çocukları kullanarak bir kadını iyi annelik yapmamakla suçlamak ve kadını
çocuklarından ayırmakla tehdit etmek aile içi şiddetin kapsamına girmektedir
(Muehlenhard ve Kimes, 1999). İtirazım Var’da özellikle boşanmış ve ikinci
evliliğini yapmış anneye yönelik yoğun bir suçlama ve yargılama olduğu göze
çarpmaktadır. Anne, özellikle annelik görevlerini yerine getirememe, iyi bir eş
olamamakla suçlanmaktadır hem kendi kızı, kayınvalidesi, eski eşi, hem jüri üyeleri
ve sunucu, hem de telefona bağlanan diğer kadınlar tarafından. Jüri üyelerinden biri
anneyi “yeni bir koca bulmayı beceren ama iyi bir anne olmayı beceremeyen bir
kadın” olmakla suçlamaktadır. Programda anne iyi bir anne olmadığına
inandırılmakta ve sonunda suç kabul ettirilmektedir.
Serap Ezgü İle Biz Bize programında hem 24 yaşındaki kızını görmesine
kayınvalidesi tarafından engel olunan, hem de 17 yaşındaki kızının imam nikahına
razı olarak evden kaçması sorununu bir arada yaşayan bir anne –Nevin Hanımstüdyo konuğudur. Kocası hasta olduğu için evin ve çocuklarının tüm
sorumluluklarıyla tek başına ilgilenmekte bununla birlikte kızlarından kaynaklı
sorunlar yaşamaktadır. Sunucu evden kaçan genç kızı ayıplamaktadır. Bir izleyici
ise kendi kızından verdiği örnek üzerinden evden kaçan genç kıza “beyinsiz”
yakıştırmasını yapmaktadır. Stüdyodaki diğer izleyiciler ise anne ve babayı
suçlamaktadır. Baba evde etkili ve faal olmamasına vurgu yapılarak pasif olmakla
Bahar 2010, Sayı:30
Aile İçi Şiddet ve Medya:
197
itham edilmektedir. Hatta “niye yaşıyor ki böyle bir baba?” gibi bir soru ile de karşı
karşıya bırakılmaktadır. Özel yaşamlarına dair detayları, eksik ve zayıf yönleri
ortaya konan konuklara karşı “bilgiyi ele geçirenin” iktidarı konumundan
seslenilmektedir.
Aynı programda bir diğer örnekte 11 yıldır, eski eşi ile birlikte yaşayan
oğlunu hiç aramayan bir anne, stüdyodaki eski eş Ecabettin Bey tarafından oğlunu
aramaya, onunla ilgilenmeye davet edilmektedir. Konu, 9-10 Mayıs 2007
tarihlerinde olmak üzere, iki gün işlenmiştir. Ecabettin Bey’in verdiği bilgilere göre
eski eş yeni bir evlilik yapmıştır. Burada konunun ele alınışında temel sorunlardan
biri karşılaşılan durumun arka planı, evli çift arasında geçmişte yaşanan problemler
hakkında net bilgi sahibi olunmaksızın, sadece Ecabettin Bey’in beyanlarına
dayanarak annenin yargılanması, “her neredeyse ortaya çıkmaya” çağrılmasıdır.
Programın uzman psikiyatristi de hiç tanımadığı bir anne hakkında fizyolojik
nedenlerle –beyindeki annelik merkezinde hasar- annelik yetisini yitirmiş birisi
olduğunu ima eden bir tanı koymaktadır. En çarpıcı noktalardan biri ise çocuğuna
sahip çıkmaya çağrılan annenin kardeşlerinin, yani çocuğun teyzesi ve dayısının da
etiketlenmekten paylarını almalarıdır. Ecabettin Bey oğlunun dayısını aradığını ve
dayısının “ben seni tanımıyorum” cevabını verdiğini, teyzenin ise kendisine “sen
psikopat adamsın. Çocuğu bana evlatlık ver” dediğini öne sürmüştür. Bu beyana
dayanarak programın uzman psikiyatristi “Demek ki bu sağlıksızlık ailede var.
Genetik. Teyzede de var. Hepsinde” diyerek bir ailenin üyelerini, gıyaplarında,
genetik olarak hasta ilan etmiştir. Annesi tarafından hiç aranmamış 11 yaşındaki
çocuk da telefonla programa bağlanarak olayların içine çekilmiştir. Üstelik annesi
için yazdığı özel mektuplar da defalarca VTR’lerle gösterilmekte, hatta sunucu
yazılanlardan birini “dokunaklı” bir müzik eşliğinde okumakta, stüdyodaki
izleyicilerin ağlarken çekilen yakın plan görüntüleri de yaratılan duygusal tabloyu
tamamlamaktadır.
Benzer bir olayda bir anne, üç çocuğunu ve eşini bırakıp giden kızını
aramaktadır. Annenin ağlamaları ve ağıtları yakın planda uzun uzun
gösterilmektedir. Anne kızının ortada hiçbir neden yokken “yuvasını” terk edip
gittiğini, tertemiz bir damadı olduğunu, evliliğinde sorun olmadığını söylemektedir.
Sunucu ise annenin ve damadının söylediklerine dayanarak evini terk eden genç
kadın hakkında yorumlarda bulunmaktadır:
Sunucu: Normal bir insan bunu yapamaz. Hani? Evde dayak var mı? Yok.
Çapkınlık var mı? Yok. Kumar yok. Para sıkıntısı yok.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
198
E. Çaylı Rahte
Aşağıdaki örnekte sunucu, alt-orta sınıf, geleneksel/muhafazakar toplumsal
çevrelerde “boşanma”nın görece yaygın olmadığı ve olağan kabul edilmediğini göz
önünde bulundurmadan, “baba evi”nin, çevrenin, eşin ve eşin ailesinin, evliliği
sürdürme yönündeki olası baskılarını hesaba katmadan yorum yapmaktadır. Bunun
da ötesinde sunucu “bu adam iyi bir adam” diyerek, taraf tuttuğu kişiye, sanki onu
yıllardır tanırmış gibi ve söz konusu evliliğe, yaşananların detaylarına tanıkmış gibi
davranmaktadır:
Sunucu:...(evi terk eden kadının telefonla yayına bağlanan kocasını kast
ederek) Bu adam iyi bir adam hanımlar!...Bazı kadınlar da huzur azmanı oluyorlar
hakikaten. 3 tane nur topu gibi çocuğun var. Kocan o kadar durumu düzeltmiş, evini
almışsın. Daha ne ister insan. Bir sorun varsa oturur konuşursun. Olmasa da
boşanırsın... var mı böyle şey!
c. Tehdit
Aile içi şiddet tanımlarında duygusal, sözlü ve psikolojik şiddet kategorisinde
ele alınan tehdit, incelenen programlarda çok sık karşılaşılmamakla birlikte örnek
verilebilecek somutlukta yaşanmıştır. İtirazım Var’da canlı yayına telefonla
bağlanan kadın kocası tarafından şu sözlerle tehdit edilir:
Stüdyo konuğu (eşine yönelik): Sema sana dikkatli konuş diyorum. Akşam
eve geleceğim. Eğer kızımı kabul etmezsen ben ne yapacağımı yarın stüdyoda
göstereceğim...
Sema dikkatli konuş...eğer aynı tavrı takınırsan akşam seni evde görmek
istemiyorum diyorum.
2. Mağduriyete Övgü ve Fiziksel Şiddet:
İzlenen beş günlük bölümlerde yoğun bir sözlü şiddet ortamına tanık
olunmuşsa da fiziksel şiddete de stüdyodaki konukların aktardıkları deneyimler
üzerinden bir değinme olmuştur. İtirazım Var’da Filiz Hanım stüdyoda yanında
duran eski eşi tarafında dayak yediğini söylediğinde hem karşı taraf reddetmiş hem
de sunucu ve jüri tarafından gerekli tepki gösterilmemiştir. Hatta sunucu “başka
yerlere gidiyor program” diyerek iki tarafın karşılıklı atışmasını da bastırmak
amacıyla konuyu kapatmıştır. Bir jüri üyesi de aynı programda iki kez, stüdyodaki
anne ve babanın “iyi bir sopayı hak ettiğinin” üstüne basarak dayağı onaylayan bir
söylem içine girmiştir.
Bahar 2010, Sayı:30
Aile İçi Şiddet ve Medya:
199
Telefonla bağlanan bir kadın izleyici 31 yaşında ayrıldığı “beyinden” evliliği
süresince dayak yediğini, kocasının alkolik olduğunu söylemiştir. Ancak stüdyodaki
sunucu ve jüri üyeleri dayak yeme bilgisi üzerinde hiç durmamış, bilakis kadının 6
çocuğuna tek başına bakarken yaşadığı çilekeş hayata övgülerde bulunmaktan öte
bir tepkileri olmamıştır. Elbette tek başına ayakları üzerinde duran bir kadının
hikayesi önemli bir kadınlık başarısıdır. Ancak burada söz konusu olan izleyici
kadının “Ben de alırdım bir koca yaşardım hayatımı, verirdim çocuklarımı. Şimdi
hastalıklarla uğraşıyorum... Çocuklarım yesin diye aç kalıyordum. Açlıktan
bayıldığım zamanlar oldu” sözündeki dramatizasyona ve mağduriyete sığınarak
kendine taraftar bulma durumudur. Burada güçlü ve başı dik bir kadınla değil acılar
çekmiş, kendini çocuklarına adamış ve trajik bir hayat yaşamış “mağdur”la
özdeşleşim vardır. Hatta kadının konuşması sırasında jüri üyelerinden biri ağlamış
ve telefondaki anneye şöyle demiştir: “Sevgili ablacığım senin vücudundan akan ter
Kabe suyudur. Senin ellerinden öpüyorum. Annelik budur işte. Sen kocaya gittin”
(stüdyodaki anneyi kast etmektedir). Stüdyodaki anne Filiz Hanım herkesin
olanaklarının farklı olduğunu, kendisinin farklı deneyimler yaşadığını anlatırken
sunucu, Filiz Hanım’a, telefonla bağlanan anne gibi olamadığını öne sürerek şu
sözleri sarf etmiştir: “ ‘Örnek bir anneymişsiniz. Sizin yaptığınızı ben yapamamışım’
diyeceğinize saçmalıyorsunuz!”. Jüri üyelerinden biri ise kendi yakınının,
boşandıktan sonra çocuğu 18 yıl gösterilmediği için her gün ağladığını Filiz
Hanım’ın ise çok rahat bir anne olduğunu söyleyerek, yeterince ağlamayan, acıları
ile yaşamayan annenin çocuğu için yeterince mücadele etmeyen, sorumsuz bir anne
olabileceği bağlantısını kurmuştur. Sürekli eleştirilen, “yeni kocasıyla gününü gün
etmekle” suçlanan stüdyodaki anne ise ayrıldığı kocasından dayak yediğini
söyledikten ve daha “ezik”, “çaresiz” bir tablo çizdikten sonra jüri tarafından
“kadıncağız” , “terk edilmiş, aldatılmış, çaresiz kadın” olarak adlandırılmaya ve
daha çok destek görmeye başlamıştır.
Serap Ezgü İle Biz Bize’de cep telefonuna gelen mesaj yüzünden annesi ve
ağabeyi tarafından sözel şiddete uğrayan, babasından tokat yiyen 17 yaşındaki genç
kız evden kaçmıştır ve 4 gündür haber alınamıyordur. Burada baba hem yapılana
aslında “dayak” denemeyeceğini de söyleyerek yaptığı şeyi savunmakta hem de
“elim kopsaydı da vurmasaydım” diyerek pişmanlık duyduğunu ifade etmektedir.
Dayak konusunda sunucu, uzman ve ebeveynler çelişkili yorumlar yapmaktadır.
Sunucu bir yandan dayağı ayıplarken diğer yandan “Tabi ki dayağa, şiddete karşıyız
ama 2 tokat atıldı diye kızın evini terk etmesi de doğru bir şey değil...Kızlar da biraz
akıllarını başlarına alsınlar. Mutlu yuvalarını bırakmasınlar...” sözleriyle “meşru
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
200
E. Çaylı Rahte
dayağın” tanımını yapmış olmaktadır. Sunucu hem kızlarının gururlarının kırıldığını
söyleyerek dayağı eleştirmekte hem de fiziksel şiddet eylemini “kabul
edilebilir/kabul edilemez” olarak ikiye ayırmış ve derecelendirme yapmış
olmaktadır. Üstelik “evden kaçma” davranışında bulunan bir kişi, onu bu harekete
sevk eden nedenler detaylı anlaşılmadan, genellemeci bir perspektifle
eleştirildiğinde meselenin toplumsal özü kaçırılmakta ve şiddet de
öznelleştirilmektedir. “Güvenlik”, “dışarıdan gelen tehdit” gibi gerekçelerle şiddetin
meşrulaştırılması aile içi şiddetle de sınırlı olamayan bir sorundur. Karısını döven
eş, kız kardeşini döven ağabey, sivil demokratik toplumun yurttaşlık hakkına
dayanarak gösteri yapan eylemcileri döven polis gibi örneklerde de “ama” aile
başlayan ve şiddeti haklılaştıran söylemlerle karşılaşılmaktadır. “Meşru şiddet”in
sınırı belirsiz ve bulanıktır. Ayrıca Serap Ezgü’nün dayak atan babaya “kızınız
ağladı mı?” diye sorması da konunun eksenini kaydırmakta, dramatizasyon
unsurunu ön plana çıkarmaktadır.
Bir başka örnekte ise çocuklarını görmesine izin verilmeyen bir anne -Emel
Hanım-, kimi zaman eski eşi, kimi zamansa eski eşinin ailesi ile yaşayan çocuklarını
görebilme talebiyle programa çıkmıştır. Eski eş cinayet nedeniyle hapis yatıp
çıkmıştır, şiddet eğilimleri vardır ve işsizdir. Genç kadının verdiği bilgilere göre eski
eşin ailesi ve kardeşleri de alkol sorunları olan, şiddet eğilimli kişilerdir. Burada
kadın programları vesilesiyle daha önce de yaşanan ölüm olayları bir kez daha akla
gelmektedir. Programa çıkan kişilerin güvenliği tehlikeye girebilmekte, aile
içerisinde yaşanan ve aslında toplumun çeşitli kurumlarınca çözüm yolları aranması
gereken riskli konular, koşullar olgunlaşmadan kamusallaşmakta ve kamusallaşırken
sadece stüdyoda bulunan konuklar değil konu ile ilgili herkes yargılanmaktadır. Bu
da sorunları daha da içinden çıkılmaz bir yere taşıyabilmektedir. Yukarıdaki örnekte
beyanlara göre suç işleme eğilimli olduğu anlaşılan eski eş ve aileden televizyon
aracılığıyla hesap sorulması özellikle stüdyodaki konuğun güvenliği için bir tehdit
oluşturabilmektedir. Telefona bağlanan eski kayınpederin tavrı aşağıdaki
konuşmalarda geçtiği gibiyken durumun vahameti daha da anlaşılır olmaktadır:
Sunucu: Oğlunuzun cinayet sebebiyle hapse girdiği doğru mu?
Eski kayınpeder: Tabi. Girdi.
Sunucu: Bu az bir şey mi yani?
Eski kayınpeder: Olabilir. İnsanlık hali.
Bahar 2010, Sayı:30
201
Aile İçi Şiddet ve Medya:
Ademler ve Havvalar’da ise programın uzmanı fiziksel şiddetin tehlikeli ve
yanlış olduğunu “Şiddet gösterme dışında da öfkemizi gösterebiliriz” sözleriyle dile
getirir. Ancak şiddeti eleştirirken başka bir şiddet türünü onaylayan bir örnek anlatır:
Konuk kadın: Başkasına zarar vermeden nasıl dışa atılır ki öfke?
Uzman: Mario Puzo’nun Baba filminde bir sahne vardır. Bir şey istiyor,
yapmıyorlar. Baba “peki” diyor. Gidiyor. Dediğini yapmayan kişinin en sevdiği
atının başını kesip yatağının içine koyuyor. Hiç kimseye zarar vermiyor...Yöntemler
çok önemli (Sunucu bu arada “at ne oluyor” deyip gülmektedir).
3. Mizahlaştırma:
İtirazım Var programın kurmaca yapısı, en ciddi konular konuşulurken ve
tansiyonun en yüksek olduğu anlarda katılımcıların esprili tonlarda konuşmaları,
arka planda stüdyodaki izleyicilerin sürekli gülerken görülmeleri, konukların
rollerini oynarken bazı hatalar yapmaları örneklerinin sıkça yaşanmasına neden
olmuştur. Bu da izleyiciler açısından ciddi toplumsal sorunlar karşısında
kayıtsızlaşma ve kadın programları açısından ise genel bir inandırıcılık yitirme riski
anlamına gelmektedir. Programda hakim olan suçlamacı ve kişisel saldırılara izin
veren tavır, mizah unsurları ile bezenerek yoğun biçimde sergilenmektedir.
Ademler ve Havvalar’da “öfke” konusunun ele alındığı 18 Mayıs 2007
tarihli programda sunucu öfkenin bir tür psikolojik şiddet olduğunu ve bunun
fiziksel şiddetle de sonuçlanabileceğini söyleyerek şiddet eleştirisi getirmektedir.
Aynı konu hakkında söz alan genç erkek izleyicilerden biri oldukça cinsiyetçi ve
şiddeti onaylayan bir üslupla konuşmaktadır:
İzleyici erkek : Erkeği öfkelendiren tek şey kadın çenesi “dır dır dır”.
Ayşenur Yazıcı: Peki ne yapmalı?
İzleyici erkek: Ne yapacaksın. En kötü ihtimalle döveceksin (stüdyodan
tepkiler gelir). Yok tabi biz öyle yapmayız...Ne yaparsan durmuyor onların çenesi...
Ayşenur Yazıcı: Niye ama bir şeyler yapabilenler nasıl yapıyor. Tamam
dediğinde zaten kapatıyor o çeneyi (İzleyicinin tarzına karşı kızgın ama
yine
de gülen yüzlü bir ifade ile söyler)
İzleyici erkek: Yok o dayak yiyenler kapatıyor çeneyi (salonda gülüşme
sesleri. Sunucunun tepkisi ise: “Ay aşkolsun”)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
202
E. Çaylı Rahte
İzleyici gülerek ve biraz da dalga geçerek konuşmakta ama verdiği mesajın
da arkasında durmaktadır. Kadına dayağı öven bu sözlere yeterli ve ciddi bir tepki
ya da karşı yorum gelmemiştir.
Değerlendirme:
Yapılan metin çözümlemesinde, her üç programda da hem ele alınan konular
hem de konuları müzakere ediş biçimi bakımından şiddetin önemli bir yer işgal
ettiği ortaya çıkmaktadır. Ancak programlarda şiddetin yer alış biçimleri ve
yoğunluğu farklılıklar göstermektedir.
Şiddetin en yoğun biçimleri İtirazım Var programında açığa çıkmaktadır.
Sunucular, programın jüri üyeleri, konuklar ve telefonla bağlananların birbirlerine
yönelttiği kişisel saldırı ve hakarete bir de mizahlaştırma unsuru eklenince
programın başlı başına şiddeti üreten ve olağanlaştıran bir mecraya dönüştüğü
görülmektedir. Programında tüm katılımcılar –sunucu, jüri üyeleri, konuklarbirbirleri ile yüksek sesle, sert tonda tartışmakta, gerilimin yükseldiği anlara kişisel
saldırılar eşlik etmektedir. Konuşmanın yanı sıra dinlemede de problemler olduğu
görülmektedir. Taraflar sürekli birbirlerinin sözünü kesmektedirler. Gerçekte
yaşanabilecek olaylardan yola çıkılarak senaryolaştırma ve canlandırma yöntemi
kullanılması ve konukların “gerçek kişiler” olmaması tüm katılımcıların daha
acımasız ve saldırgan bir tutum takınmaktan çekinmemelerine neden olmaktadır. Bu
durumda kadın programlarına “gerçek” hikayeleriyle katılan “gerçek” kişilerin,
aileleri ve yakın çevrelerinden gelecek tehditler nedeniyle hayatlarının tehlikeye
atılması karşısında canlandırmaya başvurulması, oyuncuların kullanılması gibi bir
seçeneğin de ne kadar sağlıklı olabildiği tartışmalı hale gelmektedir.
Serap Ezgü İle Biz Bize programı “İtirazım Var”daki kadar çok kişisel saldırı
ve hakaret içeren bir şiddet söylemine yer vermemekle birlikte burada da yargılama,
suçlama ve sorgulamanın yoğun yaşandığı gözlenmektedir. Gerek stüdyodaki
gerekse ekran başındaki izleyiciler açısından, trajedilere tanıklık sırasında
konukların ve stüdyodaki izleyicilerin ağlarken ve ağıtlar yakarken görüntülenmesi
ve ağlama sahnelerinin hiç kesintiye uğramaksızın izleyiciye sunulmasından
kaynaklı yoğun bir duygusal şiddete maruz kalma söz konusudur. Ayrıca stüdyodaki
izleyicilerin ve telefonla bağlananların, ele alınan konu hakkında yorumları
esnasında, özellikle stüdyodaki konuğu ya da konu olan kişiyi hedef alan, kişisel
saldırı ve hakaret düzeyinde konuşmalar olduğu da gözlenmiştir. Serap Ezgü İle
Bize Bize programında “Suçlama-Sorgulama-Yargılama” hem stüdyodaki konuklara
Bahar 2010, Sayı:30
Aile İçi Şiddet ve Medya:
203
hem de programa konu olan kişilere yönelik olarak hiç de azımsanmayacak
derecededir. Konukların ve izleyicilerin ağlama nöbetleri de duygusal şiddet
kategorisinde düşünüldüğünde hem katılımcıların hem de izleyicilerin, şiddetin
çeşitli görünümleri ile karşı karşıya oldukları söylenebilir. Programa ağırlıklı olarak
evden kaçan, yıllarca göremedikleri çocuklarından, yakınlarından haber alabilmek
için katılan konuklar özellikle stüdyodaki izleyiciler tarafından “kötü ebeveyn
olmakla”, “kötü evlatlar yetiştirmekle” ve benzeri eksikliklerle itham edilmekte,
yargılanmakta ve suçlamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu da zaten duygusal
travmalar içinde programa çıkan konuklar ve benzer sorunları yaşayan ekran
başındaki izleyiciler için psikolojik şiddete maruz bırakılma anlamına gelmektedir.
Sunucu da benzer yargılamalara, yaptığı yorumlarla eşlik etmekte, daha yapıcı
eleştiriler konusunda izleyicilere örnek olmamakta, olumlu bir yaklaşım için
yönlendirici olamamaktadır. Programın uzmanları da hem programa başından
itibaren değil, en erken program başladıktan yarım saat sonra iştirak etmekte hem de
yargılama ve etiketleme konusunda sunucu ve izleyicilerden geri kalmamaktadır.
Ademler ve Havvalar diğer iki programa göre şiddet söyleminin üretimine en
alt düzeyde yer verme yönüyle daha olumlu bir atmosferde geçmektedir. Diğer iki
programda sıkça görülen “başkasının sözünü kesme”, “susturma”, “kişiliğe yönelik
hakarete varan değerlendirmeler” ve yargılamalara ilişkin bulgulara rastlanmamıştır.
Burada en çok rastlanan, katılımcıların ele aldıkları konuya kimi zaman
muhafazakar ve cinsiyetçi bir yerden yaklaşmaları, kimi zaman ise geleneksel
ataerkil normlara karşı çıkan bir söylemin içinden konuşmaları sonucu ortaya çıkan
çelişkili tablodur.
Tüm programlarda şiddet söyleminin yanı sıra cinsiyetçi bakış açılarının da
tüm katılımcılarda hakim olduğu söylenebilir. Aile içi şiddetin ciddi bir sorun olarak
kabul edilip tüm toplumda bir farkındalık yaratılmasının önündeki en büyük engel
geleneksel toplumsal normlar ve gündelik hayatta kurulan tüm ilişkilere, üretilen
söylemlere ve tutumlara işlemiş olan cinsiyetçi bakış açısıdır. Bu perspektifin kadın
programlarında ya da genel olarak televizyonda aniden ve radikal biçimde kırılması
olanaksızdır. Sorun, geçerliliği olan cinsiyetçi ve gelenekçi perspektiflerin, sadece
medyanın geneli için değil, toplumun tüm kurumlarında canlı tutulmasıdır. Bununla
birlikte medya, özellikle kadınları hedef alan baskıcı, yargılayıcı muhafazakar
söylemin ne kadar yaygın olduğunu anlayabilmek bakımından zengin örnekler
sunmaktadır.
Burada incelenen ve 2005-2007 yılları arasında uzun bir dönem, neredeyse
tüm ulusal televizyon kanallarında öğleden sonra kuşağını kaplayan izleyici katılımlı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
204
E. Çaylı Rahte
programların içerdiği karşılıklı suçlama ve hakarete dönüşen tartışma ortamı 2010
yılı itibariyle sabah kuşağında sürmektedir. Örneğin 11 Şubat 2010 tarihli Müge Anlı
İle Tatlı Sert (ATV, 09:00) programında, 24 gündür kayıp olan bir genç kızın annesi
stüdyoda konuktur. Anne sürekli ağlamaktadır. Genç kız canlı yayına telefonla
bağlanarak annesine ve eşinin ailesine suçlamalarda bulunur. Eşinin dayak yediğini
söyler. Anne, kendisinin suçu olmadığını ifade ederek kızını görmek istediğini
söyler. Sunucu ise genç kıza “sen ne biçim bir evlatsın ki anneni böyle
ağlatıyorsun…Allah kimseye böyle evlat vermesin…Sen bir buçuk aylık kocanın
peşine takılıp, anneni niye ağlatıyorsun” gibi sözler sarf ederek sert bir tonda
eleştiride bulunmaktadır. Ayrıca “nasıl sopalıksınız” diyerek de fiziksel şiddetin
normalleştirildiği bir söylem içinden konuşmaktadır. Dolayısıyla şiddet söylemi,
ağırlıklı olarak sabah kuşağında, çalışmada incelenen örneklere benzer biçimde,
üretilmeye devam etmektedir.
Genel Değerlendirme ve Sonuç
Ortaya çıkan genel tablo göstermektedir ki psikolojik süreçlerin
(schadenfreud, scopophilia.) yanı sıra, ekonomik (üretim ilişkileri, üretim biçimleri
vb.), toplumsal (işsizlik, geleneksel toplumsal cinsiyet normları, her türlü ayrımcılık
vd.) ve siyasal (şiddete ilişkin geliştirilen siyasalar, hukuki düzenlemeler vb.)
kökenlere inmek, şiddetin eleştirel analizi açısından önem taşımaktadır. Medya
sektörünün kârı merkeze alan talepleri, izlenirlik oranları üzerinden oluşturulan
“programın başarısını ölçme kriterleri”, medya çalışanlarının iş güvencesinden
yoksun olmalarından kaynaklı endüstriye uyumlanma eğilimleri,
cinsiyetçi
yapılanmaların sektördeki tüm çalışma ortamlarına sirayet etmiş olması, çalışanların
geleneksel patriarkal normları onaylayan bakış açıları ve hedef kitleye uyma
zorunluluğu gibi etkenlerin ortaya çıkan ürünün niteliğini belirlediği de, göz önünde
bulundurulması gereken bir diğer noktadır.
Aile içi şiddet gibi yaygın olarak yaşanan ve dile getirilmesi, fark edilmesi
için başta kadın örgütleri olmak üzere uzun yıllar süren bir mücadele vermeyi
gerektiren konularda kadın programları “söyleme kışkırtan14” ve görünür hale
getiren bir anlatı ile katkıda bulunmuştur denebilir. Ancak kadın programlarının
14
Michel Foucault’dan yola çıkarak kullanılan bu kavram, görünür hale gelenin aynı zamanda iktidarın
denetimine daha açık hale gelen olduğunu imler. Kadın programları, bu anlamda, “görünür-duyulur”
hale gelen aile içi sorunların alanını, geleneksel ve cinsiyetçi değerlendirmelerin hakim kılınması ile
denetim altında tutma olanağı olarak da değerlendirilebilir.
Bahar 2010, Sayı:30
205
Aile İçi Şiddet ve Medya:
şiddet konusunda katkısı sadece bununla kalmamakta, kendileri bilfiil şiddet
söyleminin üretildiği, şiddetin kimi durumlarda önemsizleştirildiği ve
sansasyonelleştirildiği arenalara dönüşerek şiddeti yeniden üretmektedirler.
Metin analizinden elde edilen verilerin genel bir değerlendirilmesi
yapıldığında, gündüz kuşağı programlarında izleyicilere öğütler ve bilgilendirici
mesajlar verildiği, özellikle anne-baba rollerine yönelik öğütlerin ağırlık kazandığı
görülmektedir. Ancak özellikle, verilen öğütlerde ve katılımcıların
yorumlamalarında cinsiyetçi söylemlerin, kimi karşıt değerlendirmelere rağmen
ağırlık kazandığı görülmektedir. Programlarda farklı yoğunluklarda olmakla birlikte
sözel şiddete kişisel saldırı, suçlama, yargılama gibi biçimlerle, katılımcılar arasında
oldukça sık başvurulmaktadır. Kimi konuşmalarda gerek konukların kendi
aktardıkları “dayak yeme, dayak atma deneyimleri”, gerekse stüdyodaki
izleyicilerin, sunucu ve jürilerin ifadeleri nedeniyle fiziksel şiddet
normalleştirilmekte, hatta bazı programlarda mizah unsuru haline getirilmektedir.
Konukların, stüdyodaki izleyicilerin ve telefonla bağlananların ağlamalarına salık
veren ortam ve ağlayanların yakın plan çekimlerle vurgulanması, ortaya çıkan şiddet
tablosunu, yarattığı trajik atmosferle tamamlamaktadır.
Tüm bu veriler ve değerlendirmeler ışığında gündüz kuşağı televizyonunda
aile içi şiddete ilişkin saptamalar ve öneriler şöyle özetlenebilir:
Kadın programlarının şiddetle ilişkisi 2 eksenlidir:
1. Kişisel saldırı, hakaret, suçlama, sorgulama, yargılama, mağduriyete övgü
ve cinsiyetçi yaklaşımlarla şiddetin yeniden üretimine katkıda bulunan bir
anlatının kadın programlarında hakim olması.
2. Şiddeti yeniden üreten bir söylemin yanı sıra konukların aktardıkları
deneyimler ve ele alınan konular üzerinden aile içi şiddetin konuşulur
olması, görünür kılınması.
Birinci eksenin daha ağır basması göstermektedir ki kadın programlarında
şiddete ilişkin bazı ilkelerin belirlenmesi, belirlenen bu ilkelerin hayata geçirilmesi
konusunda tüm medya profesyonellerinin duyarlılık içinde hareket etmesi elzemdir.
Burada önerilebilecek ilkeler şunlardır:
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
206
E. Çaylı Rahte
-Medya profesyonelleri ile akademisyenler ve STK’ların irtibat halinde
olmasını sağlayacak, enformasyon akışını kolaylaştıracak bir iletişim platformunun
hayata geçirilmesi.
-Programları hazırlayan ve sunanların, işin mutfağında olanların, aile içi
şiddet ve toplumsal cinsiyet konusunda çeşitli seminerler ve eğitim programları ile
bilgilendirilmeleri.
-Programlara katılan uzmanların kadın ve aile sorunları alanında
uzmanlaşmış, aile içi şiddet konusunda duyarlılık sahibi kişiler olmalarına özen
gösterilmesi.
- İzleyicilerin aile içi şiddet ve hukuki hakları hakkında bilgi sahibi olmaları
için gündüz kuşağının eğitici ve öğretici yönde kullanılması.
-Programlara katılan konukların sorunlarının, yayın öncesi ve sonrası,
uzmanlar eşliğinde detaylı olarak ele alınması, konuklara yol gösterici çözüm
önerileri sunulması, bilinçlilik düzeylerinin yükseltilmesi.
-Canlı yayın sırasında katılımcıların ağlama, hakaret etme, yargılayıcı sözler
sarf etme gibi hem yayına katılanların, hem de ekran başındaki izleyicilerin ruh
sağlığını olumsuz yönde etkileyecek tutum ve davranışlar sergilemeye
özendirilmemeleri.
- “Hassas konular” –aile içi meseleler- ele alınırken, konukların
güvenliklerini tehdit edebilecek ya da stüdyoda bulunmayan kişilere cevap hakkı
doğuracak, üçüncü kişilere hakaret, suçlama niteliğinde bir seslenişin olmaması
konusunda duyarlılık gösterilmesi.
-Katılımcıların nasıl bir sosyal ve kültürel arka planı olduğunu iyi tespit
ederek, “töre”, “namus” gerekçesiyle yaşamını tehdit edecek bir konuma
getirilmesinin önüne geçmek, bunun için gerekirse konuğu programa hiç
çıkarmayıp, ilgili kurum ve kuruluşlara yönlendirmek.
KAYNAKÇA
Adaklı, G (2000) Reality Showlarda Kadına Yönelik Şiddet ve Kadın İmgesi,
Televizyon Kadın ve Şiddet, Nur Betül Çelik (Der.), Ankara: KİV
Yayınları, s. 111-136.
Cooper, C A (1996) Violence on Television, New York: University Press of
America.
Bahar 2010, Sayı:30
207
Aile İçi Şiddet ve Medya:
Çaylı Rahte, E (2009) Kamusallık, Mahremiyet, Medya: Kadın Tartışma
Programları Üzerine Etnografik Bir İnceleme, Yayımlanmamış Doktora
Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Çelik, N B (2000) Talk Show’larda Kadına Yönelik Şiddet ve Kadın İmgesi,
Televizyon Kadın ve Şiddet, Nur Betül Çelik (Der.), Ankara: KİV
Yayınları.
Davis, R L (1999) Domestic Violence: Facts and Fallacies, London: Praeger.
Foucault, M (2003) Cinselliğin Tarihi, İstanbul: Ayrıntı.
Fowles, J (1999) The Case for Television Violence, London: Sage Publications.
Köker, E (2007) Kadınların Medyadaki Hak İhlalleriyle Baş Etme Stratejileri, Kadın
Odaklı Habercilik. Sevda Alankuş (Der.), İstanbul: IPS İletişim Vakfı
Yayınları, s. 117-148.
Köker, E (2000) Medya Çalışanlarının Cinsel Şiddeti Yorumlama Biçimleri,
Televizyon Kadın ve Şiddet, Nur Betül Çelik (Der.), Ankara: Dünya Kitle İletişimi
Araştırma Vakfı Yayınları, s. 317-352.
Lochrie,
K (1999) Covert Operations: The Medieval
Philadelphia: University of Pennsylvania Press.
Uses
of
Secrecy,
Mater, N ve Çalışlar, İ (2007) “Medyadaki Durumu Tersine Çevirmek.” Kadın
Odaklı Habercilik, Sevda Alankuş (Der.), İstanbul: IPS İletişim Vakfı
Yayınları.
Muehlenhard, C L ve Leigh, A K (1999) The Social Construction of Violence: The
Case of Sexual and Domestic Violence, Personality and Social Psychology
Review, 3(3), s. 234-245.
Shattuc, J M (1997) The Talking Cure: TV Talk Shows and Women, New York:
Routledge.
Summers, R W ve Hoffman, A M (2002) Domestic Violence: A Global View,
London: Greenwood Press.
Wilcox, P (2006) Communities, Care and Domestic Violence, Critical Social Policy,
26(4), s. 722-747.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
208
E. Çaylı Rahte
BOŞ SAYFA
Bahar 2010, Sayı:30

Benzer belgeler