PDF Görüntülemek İçin Tıklayınız.

Transkript

PDF Görüntülemek İçin Tıklayınız.
C‹LT: 10 SAYI: 20
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
Nurhan Süral
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık
Davranışı Üzerindeki Etkileri
Mustafa Fedai Çavuş
Alptekin Develi
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene:
Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
Ebru Canikalp
İlter Ünlükaplan
Motivation Theories and Encouraging Public Employees
Based on Individual Performance Evaluation
Ahmet Tozlu
Rıdvan Kurtipek
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin?
Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi
Merter Akıncı
Gönül Yüce Akıncı
Ömer Yılmaz
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde
Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
Halil Altıntaş
Mehmet Mercan
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
Hande Bahar Aykaç
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan
Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri
Hayriye Atik
2015 / II
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
Vuslat Us
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
Nil Mit
Çağatay Topal
2015 / II
C‹LT: 10 SAYI: 20 • 2015-II
Sahibi
Türkiye ‹flveren Sendikalar›
Konfederasyonu Ad›na
Yağız EYÜBOĞLU
Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü
Bülent P‹RLER
Editör
Prof. Dr. Ömer Faruk ÇOLAK
Yay›n Kurulu Sekreterleri
Emel ÇOPUR
Sibel TU⁄
‹dare Yeri
Türkiye ‹flveren Sendikalar› Konfederasyonu
Hofldere Caddesi Reflat Nuri Sokak
No : 108 06540 Çankaya - ANKARA
Tel : (+90 312) 439 77 17 (pbx)
Faks :(+90 312) 439 75 92-93-94
Web : www.tisk.org.tr
E-posta : [email protected]
Bask› Tarihi
30 Eylül 2015
Tasar›m ve Bask›
AJANS-TÜRK GAZETECİLİK MATBAACILIK İNŞ. SAN. A.fi.
‹stanbul Yolu 7. km. Necdet Evliyagil Sok. No: 24
Bat›kent - ANKARA
Tel : (+90 312) 278 08 24 • Faks : (+90 312) 278 18 95
ISSN:1306-6757
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın
TİSK AKADEMİ, TÜBİTAK ULAKBİM Sosyal Bilimler Veri Tabanı, EBSCO Veri Tabanı ve ASOS Index tarafından
indekslenmektedir.
TİSK AKADEMİ, Basın Meslek İlkelerine uymayı taahhüt eder.
Yay›n ‹lkeleri
T‹SK AKADEM‹, y›lda iki kez Türkiye ‹flveren Sendikalar› Konfederasyonu taraf›ndan yay›nlanan hakemli
bir dergidir. Bu dergide yay›nlanan makalelerin bilim ve dil bak›m›ndan sorumlulu€u yazarlar›na aittir. Dergide
yay›nlanan makaleler kaynak gösterilmeden kullan›lamaz. Dergide yay›nlanan makalelerin yay›n hakk› Türkiye
‹flveren Sendikalar› Konfederasyonu’na aittir ve yay›nc›n›n izni olmadan hiçbir flekilde yeniden ço€alt›lamaz.
DANIfiMA KURULU
Prof. Dr. Asaf Savaş
AKAT
Bilgi Üniversitesi
Prof. Dr. Teoman
AKÜNAL
Koç Üniversitesi
Prof. Dr. Yusuf
ALPER
Uludağ Üniversitesi
Prof. Dr. Tuğrul
ARAT TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi
Prof. Dr. Kadir
ARICI
Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Osman
AYDOĞUŞ
Ege Üniversitesi
Prof. Dr. Tankut
CENTEL Koç Üniversitesi
Prof. Dr. Emin
ÇARIKCI Çankaya Üniversitesi
Prof. Dr. Ömer Faruk
ÇOLAK Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu
Prof. Dr. Münir
EKONOMİ
Prof. Dr. Hüsnü
ERKAN Dokuz Eylül Üniversitesi
Prof. Dr. Oğuz
ESEN İzmir Ekonomi Üniversitesi
Prof. Dr. William B.
GOULD IV Stanford Üniversitesi
Prof. Dr. Muhteşem
KAYNAK Doç. Dr. Hakan KIŞLAL Prof. Dr. Şükrü KIZILOT Saint Leo Üniversitesi
Prof. Dr. Orhan MORGİL
Yrd. Doç. Dr. Murat
MUNGAN Florida State Üniversitesi
Prof. Dr. Tamer
MÜFTÜOĞLU
Başkent Üniversitesi
Prof. Dr. Muna Baron
NDULO Cornell Üniversitesi
Prof. Dr. Selami
SARGUT Başkent Üniversitesi
Prof. Dr. Nur SERTER İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Polat
SOYER Yakın Doğu Üniversitesi
Prof. Dr. Nurhan SÜRAL Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Prof. Dr. Sarper
SÜZEK Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Fevzi ŞAHLANAN İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Vefa
TARHAN Loyola University Chicago
Prof. Dr. Sübidey
TOGAN Bilkent Üniversitesi
Prof. Dr. Nahit
TÖRE Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu
TURAN Bilgi Üniversitesi
Dr. Mehmet UĞUR Greenwich Üniversitesi
Prof. Dr. Sadi
UZUNOĞLU Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. İlter
Alfabetik olarak soyad› s›ras›na göre düzenlenmifltir.
Danışma Kurulu Üyemiz Prof. Dr. Yüksel İNAN geçtiğimiz ay vefat etmişti kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz.
‹Ç‹NDEK‹LER
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği..................................................................................................... 214
Prof. Dr. Nurhan Süral
ODTÜ İİBF AB Cinsiyet Eşitliği ve Ayrımcılıkla Mücadele Alanında Hukuk Uzmanları Ağı Üyesi
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri................. 230
Doç. Dr. Mustafa Fedai Çavuş
Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yönetim Bilişim Sistemleri Bölümü
Alptekin Develi
Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri....................................... 250
Araş. Gör. Ebru Canikalp
Çukurova Üniversitesi, Maliye Bölümü
Doç. Dr. İlter Ünlükaplan
Çukurova Üniversitesi, Maliye Bölümü
Motivasyon Teorileri ve Kamu Çalışanlarının Bireysel Performans Değerlendirme Temelinde
Teşvik Edilmesi............................................................................................................................................................ 270
Ahmet Tozlu
T.C. Kalkınma Bakanlığı Planlama Uzmanı, Rutgers Üniversitesi MPA Öğrencisi
Rıdvan Kurtipek
T.C. Kalkınma Bakanlığı Planlama Uzmanı, Columbia Üniversitesi MPA
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel
Panel Veri Analizi........................................................................................................................................................ 286
Dr. Merter Akıncı
Ordu Üniversitesi Ünye İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü
Yrd. Doç. Dr. Gönül Yüce Akıncı
Ordu Üniversitesi Ünye İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü
Prof. Dr. Ömer Yılmaz
Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonometri Bölümü
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme
ve Nedensellik Uygulaması......................................................................................................................................... 318
Doç. Dr. Halil Altıntaş
Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü
Doç. Dr. Mehmet Mercan
Hakkari Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi ve Finans Bölümü
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği....................................................... 344
Dr. Hande Bahar Aykaç
Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri................ 370
Prof. Dr. Hayriye Atik
Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü
Türk Bankacılık Sektörünün Küresel Kriz Öncesi ve Sonrasında Mülkiyet Ayrımında İncelenmesi............... 390
Vuslat Us
T.C. Merkez Bankası Araştırma ve Planlama Politikası Genel Müdürlüğü
Günlük Hayatta ve “Second Life” Adlı İnternet Platformunda Kendilik Sunumunun
Kısa Bir İncelemesi..................................................................................................................................................... 408
Nil Mit
ODTÜ Sosyoloji YL
Yrd. Doç. Dr. Çağaytay Topal
ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi
212
T‹SK AKADEM‹ • 2014 / I
CONTENTS
Domestic Workers’ Social Security........................................................................................................................... 214
Prof. Dr. Nurhan Süral
Middle East Technical University (METU) Faculty of Economics and Administrative Sciences
The Effects of Human Resources Management Practices on the Organizational
Citizenship Behaviour................................................................................................................................................ 230
Associate Prof. Dr. Mustafa Fedai Çavuş
Osmaniye Korkut Ata University Faculty of Economics and Administrative Sciences
Alptekin Develi
Osmaniye Korkut Ata University, Institute of Social Sciences
From Hierarchical Order to Heterarchical Order: The Concept of Governance and Governance Theories ...... 250
Research Asst. Ebru Canikalp
Çukurova University Finance Department
Associate Prof. Dr. İlter Ünlükaplan
Çukurova University Finance Department
Motivation Theories and Encouraging Public Employees based on Individual Performance Evaluation ........ 270
Ahmet Tozlu
Ministry of Development Planning Expert Rutgers University MPA Candidate
Rıdvan Kurtipek
Ministry of Development Planning Expert Rutgers University MPA
How Effective is Financial System to Reduce Income Inequality? A Regional Panel Data Analysis
For Turkish Economy................................................................................................................................................. 286
Dr. Merter Akıncı
Ordu University Ünye Faculty of Economics and Administrative Sciences
Asst. Prof. Dr. Gönül Yüce Akıncı
Ordu University Ünye Faculty of Economics and Administrative Sciences
Prof. Dr. Ömer Yılmaz
Atatürk University Faculty of Economics and Administrative Sciences
The Relationship between Electricity Consumption and Economic Growth: Co-integration and
Causality Application in the Case of G-11 Countries.............................................................................................. 318
Associate Prof. Dr. Halil Altıntaş
Erciyes University Faculty of Economics and Administrative Sciences
Associate Prof. Dr. Mehmet Mercan
Hakkari University Faculty of Economics and Administrative Sciences
Social Security of Convicts Who are Put to Work Out of the Sentence Execution Institutions.......................... 344
Dr. Hande Bahar Aykaç
Gazi University Faculty of Economics and Administrative Sciences
The Relative Development Level of Big Cities Founded with Laws No. 6360 and 6447 in Turkey..................... 370
Prof. Dr. Hayriye Atik
Erciyes University Faculty of Economics and Administrative Sciences
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership.............................. 390
Vuslat Us
Central Bank General Directorate of Research and Planning Policy
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life.......................................................... 408
Nil Mit
METU Sociology MS
Asst. Prof. Dr. Çağaytay Topal
Middle East Technical University (METU) Faculty of Arts and Sciences
ÖZ
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
Ev hizmetlerinde çalışanlar, sayıca çok olsalar da hizmet sözleşmeleriyle hane için çalışmaları
nedeniyle görünürlükleri az olan bir sektörü oluşturmaktadır. Ev hizmeti, temizlik, yemek yapma,
çamaşır, ütü, alışveriş, şoförlük, bahçe işleri gibi gündelik işler ile çocuk, yaşlı veya özel bakıma
ihtiyacı olan kişilerin bakım işlerinin aile bireyleri dışındaki kişiler tarafından yapılmasını ifade
eder. Ev hizmetlisi çalıştırmanın, kadınların işgücüne katılımı ve çalışan kadınların iş ve ailevi
sorumluluklarını bağdaştırabilmelerinde önemli bir rolü vardır. Ev işlerinin tamamını üstlenen
kadınlar, dışarıda çalışmaya sıcak bakmayabilir. Ev hizmetlisi istihdamı, muhtaç, hasta ve yaşlı
bakımının sağlanmasında da artış göstermektedir. Ev hizmetlilerinin Borçlar Kanunu ve sosyal
güvenlik kapsamında olmalarına karşın kayıt dışı kalmalarında onları çalıştıranların kendilerini
işveren telakki etmemeleri ve bildirim zorlukları etken olmuştur. Makale, ev hizmetlilerinin sosyal
güvenlik sistemine katılımlarını kolaylaştıran, çalışanlar ve çalıştıranlar açısından olumlu yeni
yasal düzenlemeleri tanıtma amaçlıdır.
JEL Sınıflaması: H55, J26
Anahtar kelimeler: Ev Hizmetleri, Ev Hizmetlerinde Çalışanlar, Ev Hizmetlerinde
Çalışanların Sosyal Güvenliği
ABSTRACT
Domestic Workers’ Social Security
Domestic workers are a large but mostly invisible workforce in Turkey as they work in or for
private households in an employment relationship. The work may include cleaning, cooking,
washing and ironing, shopping, taking care of children, elderly or sick members of a family, as
well as household pets, gardening, guarding the house and driving for the family. Employing a
domestic worker is an important feature in the lives of professional and middle class people many
of whom need help in order to combine work and family life. Otherwise, it is the women of the
household that undertake this work, often forfeiting the opportunity to pursue paid work outside
the house. Increasingly, it is also becoming an important issue for the sick and the elderly who
are dependent on homecare by domestic workers. Domestic workers have been covered by the
Obligations Act and social security but most of them remained undeclared (illegal / undocumented)
in practice mainly because the women of the household, the sick and elderly employing them did
not see themselves as employers and were reluctant to follow lengthy and complicated notification
procedures. This article explains recent positive developments to solve under-recognition of
domestic workers and to bring them in the ambit of social security regulations.
JEL Classification: H55, J26
Keywords: Domestic Works, Domestic Workers, Domestic Workers’ Social Security
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
215
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal
Güvenliği
Prof. Dr. Nurhan Süral *
G
İRİŞ
Ev hizmetlerinde çalışanlar, 4857
sayılı İş Kanununun1 kapsamı dışında (m. 4/1e) olup Borçlar Kanununun2 ilgili hükümlerine tabidirler. 1964
tarihli 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu,3
ev hizmetlerinde çalışanları sigortalı sayılmayanlar arasında saymış (m. 3/1D); 2100
sayılı Kanun4 ile 1977 yılında yapılan değişiklikle ilgili maddeye ‘ücretli ve sürekli çalışanlar hariç’ ibaresi eklenmiştir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu5 ise ‘Ev hizmetlerinde süreksiz
olarak çalışanlar ile ev hizmetlerinde hizmet
akdi ile sürekli çalışmasına rağmen, haftalık
çalışma sürelerinin 4857 sayılı İş Kanununda belirtilen sürelerden az olması nedeniyle,
aylık kazançları prime esas günlük kazanç
alt sınırının otuz katından az olanlar’ın sigortalı sayılmayacaklarını hükme bağlamıştı (m. 6/1c). 5510 sayılı Kanunun 6/1c maddesinde 2008 yılında 5754 ve 2014 yılında
6552 sayılı kanunlarla değişiklik yapıldı.
5754 sayılı Kanun6 ile madde ‘Ev hizmetlerinde çalışanlar (ücretle ve sürekli olarak çalışanlar hariç)’ olarak değiştirildi. 506 sayılı
Kanun gibi 5510 sayılı Kanun da ücretle ve
sürekli olarak çalışanlar hariç olmak üzere
ev hizmetlerinde çalışanları sigorta kapsamı
dışında tutmuş oldu. ‘Sürekli olarak çalışma’
1 Resmi
Gazete 10.06.2003, S. 25134.
2
Resmi Gazete 04.02.2011, S. 27836.
3
Resmi Gazete 29-31.07 ve 01.08.1964, S. 11766-11779.
4
* ODTÜ, İİBF AB Cinsiyet Eşitliği ve Ayrımcılıkla Mücadele
Hukuk Uzmanları Ağı Üyesi
[email protected]
Gönderim Tarihi: 11.06.2015 Kabul Tarihi: 08.09.2015
Resmi Gazete 24.08.1977, S. 16037. Değişiklik, Resmi Gazetede yayımlanmasından üç ay sonra yürürlüğe girmiştir.
5
Resmi Gazete 16.06.2006, S. 26200.
6
Resmi Gazete 08.05.2008, S. 26870.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
216
ifadesinin çelişkili yorum ve uygulamalara
neden olması ve ev hizmetlerinde çalışanların
büyük kesiminin çeşitli nedenlerle kayıt dışı
kalmaları nedenleriyle 6552 sayılı Kanunla7
11 Eylül 2014’de 5510 sayılı Kanunun 6/1c
maddesinde yapılan değişiklik ve 5510 sayılı Kanuna eklenen madde (Ek madde 9) ile
1 Nisan 2015 tarihli Ev Hizmetlerinde 5510
Sayılı Kanunun Ek 9. Maddesi Kapsamında
Sigortalı Çalıştırılması Hakkında Tebliğle8
ev hizmetlerinde çalışanların sigortalılığı konusu detaylı olarak düzenlenerek açıklığa kavuşturulmuştur. Gerek 5510 sayılı Kanunun
ek 9. maddesi gerek Tebliğ, 1 Nisan 2015 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Makalede, 5510
sayılı Kanunun ek 9. maddesi ve Tebliğ kapsamında ev hizmetlerinde çalışanların sigortalılığı incelenecektir.
EV, EV HİZMETİ, ÇALIŞTIRAN VE
İŞVEREN KAVRAMLARI
Ev Hizmetlerinde 5510 Sayılı Kanunun
Ek 9. Maddesi Kapsamında Sigortalı Çalıştırılması Hakkında Tebliğ, ev, ev hizmeti,
çalıştıran ve işveren kavramlarını tanımlamaktadır. Ev, aralarında aile bağı olup olmadığına bakılmaksızın bireylerin içinde
yaşadığı yapı ile bu yapının garaj, depo,
bahçe ve benzeri bölüm ve eklentileridir. Ev
hizmeti, ‘Ev içerisinde yaşayan aile bireyleri tarafından yapılabilecek temizlik, yemek
yapma, çamaşır, ütü, alışveriş, bahçe işleri
gibi gündelik işler ile çocuk, yaşlı veya özel
bakıma ihtiyacı olan kişilerin bakım işlerinin aile bireyleri dışındaki kişiler tarafından
yapılması’ olarak tanımlamaktadır.9 5510
sayılı Kanunun 6/1b maddesi uyarınca, aynı
konutta birlikte yaşayan ve 3. derece dahil
bu dereceye kadar hısımlar arasında ve aralarına dışardan başka kimse katılmaksızın,
yaşadıkları konut içinde yapılan işlerde çalışanlar sigortalı sayılmadıklarından, ev hizmetinin aynı evde oturan 3. derece dahil bu
dereceye kadar hısımlar tarafından yapılmasında bu kimseler, ek 9. madde kapsamında sigortalı sayılmayacaklardır. Ancak, 3.
dereceye kadar olan hısımlar dışından olup
ev hizmeti nedeniyle işe alınan, aynı evde
yaşayanlar, ek 9. madde kapsamında sigortalı sayılacaklardır.
Evde hizmet sektöründe ücretli ve yevmiyeli çalışanların sayısı 2011 yılında 121
000 kişidir. Türkiye’de çeşitli profesyonel
grupların evde çalışması yaygın olmadığı
için, bu kişilerin önemli bir bölümünün ev
işçileri olduğu varsayılabilir. Bu varsayımla
ev işçilerinin sayılarının yıllar içinde arttığı, ev işçilerinin %90’ı aşkın bir bölümünün
kadın olduğu da söylenebilir.10 Ev hizmetinde çalışanların sigortalılığı ile ilgili yeni
uygulamanın bir milyon çalışanı ilgilendirdiği bilimsel olmayan bir yazıda ifade edilmiştir.11 EUROFOUND araştırmasında da
bu sektörün incelenen tüm ülkelerde kadın
yoğun olduğu belirtilmektedir.12
7 Resmi
Gazete 11.09.2014, S. 29116 mükerrer.
Resmi Gazete 01.04.2015, S. 29313. Değişiklikler öncesi
dönemde ev hizmetlilerinin sosyal sigortalılığı için bkz.: Ali
Rıza Okur (2004). Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sigortalılığı, Kamu-İş İş Hukuku ve İktisat Dergisi, S. 2004/3, s. 347368; Doğan, Keskin, Ev İşçilerinin Sigortalanması Üzerine,
15 Kasım 2013 http://www.bianet.org/bianet/kadin/151309ev-iscilerinin-sigortalanmasi-uzerine
9 Tebliğden önce ‘ev hizmeti’ mevzuatta tanımlanmamış, öğreti ve yargı kararlarına bırakılmıştı. Geniş bilgi için bkz.:
Gökçek Karaca ve Fatma Kocabaş (2009). Ev Hizmetlerinde Çalışanların Karşılaştıkları Sorunların Türkiye Açısından Değerlendirilmesi, Kamu-İş İş Hukuku ve İktisat Dergisi, 2009/4, s. 161-176; Sinem Yıldırımalp (2014). Türkiye’de
Ev Hizmetinde Çalışanların Sorunları, Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2014/1, s. 45-59.
10 Toksöz, G. ve Erdoğdu, S. (2013). Kadınların görünmeyen emeğinin görünen yüzü: Türkiye’de Ev İşçileri, ILO, Cenevre, s. 14.
11 Gündelikçi sigortası için son gün, El Jezeera Türk, 31
Mart 2015, http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/
gundelikci-sigortasi-icin-son-gun
12 Eorofound (2005). Employment in Household Services,
http://www.eurofound.europa.eu/sites/default/files/ef_files/
pubdocs/2001/02/en/1/ef0102en.pdf
8
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
6552 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunun
eklenen ek 9. madde uyarınca, ev hizmetinde çalışanlar, bir veya birden fazla gerçek
kişi tarafından çalıştırılan ve çalıştıkları kişi
yanında ay içerisinde çalışma saati süresine
göre hesaplanan çalışma gün sayısı ‘on gün
ve daha fazla çalışanlar’ ve aynı veya farklı
gerçek kişi yanında ‘ay içinde on günden az
çalışanlar’ olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ev
hizmetinde çalışanların aynı ay içinde birden fazla gerçek kişi yanında on günden az
ve/veya on gün ve daha fazla süre ile çalışmaları mümkündür.
Ev hizmetlisi çalıştıranlara çalışılan gün
sayısı esas alınarak ‘çalıştıran’ veya ‘işveren’ denilmektedir. ‘Çalıştıran’, ev hizmetlerinde ay içinde on günden az süreyle sigortalı çalıştıran ve işveren sayılmayan gerçek kişiyi; ‘işveren’ ise, ev hizmetlerinde ay
içinde çalışma saati süresine göre hesaplanan çalışma gün sayısı on gün ve daha fazla
süreyle sigortalı çalıştıran gerçek kişiyi ifade eder. Görülüyor ki çalıştıran ve işverenin
gerçek kişi olması gerekir, tüzel kişi adına
ek 9. madde kapsamında sigortalı çalıştırılması talepleri kabul edilmeyecektir.
EV HİZMETLERİNDE ON GÜN VE
DAHA FAZLA SÜRE İLE
ÇALIŞANLARIN SİGORTALILIĞI
Ev hizmetlerinde çalışanların çalışma
sürelerinin hesaplanması: Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile çalışan sayılabilmek için ev hizmetlerinde ay içinde çalışma saat süresine göre hesaplanan çalışılan
gün sayısı on gün veya daha fazla olmalıdır.
Örneğin, bir ev hizmetlisi haftanın 6 günü,
günde 4 saat süreyle çalışıyorsa, 30 günlük
bir sürede 26 gün çalışma yapılmış ise,
26 gün X 4 saat = 104 saat
104 saat / 7.5 saat (günlük çalışma süresi)
= 13.86.
217
Böylece bu kişi 14 gün çalışılmış gibi değerlendirilecek ve 10 günden fazla çalışmış
olacaktır.13
Ev hizmetlerinde işveren yanında on
gün ve daha fazla süreyle çalışanların 5510
sayılı Kanunun 4/1a maddesine tabi sigortalı sayılmaları: Ev hizmetlerinde işveren
yanında ay içinde on gün ve daha fazla süreyle çalışanlar, 5510 sayılı Kanunun ek 9.
maddesi uyarınca, 1 Nisan 2015 tarihinden
itibaren ücretle ve sürekli çalışma şartı aranmadan Kanunun 4/1a maddesine tabi sigortalı (SSK’lı) sayılacak ve bu çerçevede sigortalılara (SSK’lılara) sağlanan haklardan
aynı şekilde yararlanacaktır. Bu sigortalılar
hakkında 5510 sayılı Kanunun uzun ve kısa
vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası ve İşsizlik Sigortası Kanununun işsizlik
sigortası hükümleri uygulanacaktır.
Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla
çalışanların Sosyal Güvenlik Kurumuna
bildirimi:
Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla
süre ile çalışanların bildirimi, ‘Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirge’ ile yapılacaktır. Bildirge, Tebliğ ekinde verilmektedir (Ek 1).
İşkolu kodu, ‘9700 Ev içi çalışan personelin
işverenleri olarak hane halklarının faaliyetleri’dir. Bildirgedeki işe giriş tarihi, sigortalılık başlangıç tarihidir. İşverenlerin bu
bildirgeyi çalışmanın başladığı ayın sonuna
kadar ikamet ettikleri yere en yakın üniteye
(Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü ile Sosyal
Güvenlik Merkezine) vermeleri zorunludur.
Bildirgenin doldurulup sigortalı ile birlikte
imzalandıktan sonra üniteye başvurulması
13
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sigorta İşlemleri, http://
www.calismahayati.net/index.php/176-calisma-yasamindasorular-sorunlar-ve-cozumler/744-ev-hizmetlerinde-calisanlarin-sigorta-islemleri
218
yeterli olacaktır. İşverenin, Kanunun ek 9.
maddesi ile yapılacak işlemlerle sınırlı olarak vekalet verdiği kişiler de noter onaylı
vekalet ile işveren adına müracaat edebilecektir. Bildirgeden 488 sayılı Damga Vergisi Kanununa ekli (I) sayılı tablonun IV/2-e
bendi kapsamında bir defaya mahsus damga
vergisi kesilecektir. Damga vergisi, işverenin ilk prim ödemesine ek olarak tahsil edilecektir.
Ev hizmetinde birden fazla kişi çalıştırılması halinde her bir sigortalı için ayrı bildirge düzenlenecektir. Kurumca işveren için
işyeri numarası oluşturulmayacak, işveren
kayıtları TC kimlik numarası ile takip edilecektir. Bildirge ile beyan edilen işe giriş
tarihine göre sigortalı tescili de yapılacaktır.
5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamında ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla
süreyle veya on günden az sigortalı çalıştıranların, adi posta, kargo veya Sosyal Güvenlik Kurumuna doğrudan yapılan başvuru ve
bildirimlerinde başvuru veya bildirimin Kurumun gelen evrak kayıtlarına intikal tarihi;
taahhütlü, iadeli taahhütlü, acele posta servisi, PTT-Alo Post veya PTT-Kargo ile yapılan
başvuru ve bildirimlerde ise başvuru veya
bildirimin postaya verildiği tarih, başvuru
veya bildirim tarihi olarak kabul edilecektir.
5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamındaki sigortalılar, bir diğer deyişle ev
hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanlar ile on günden az çalışanlar, çalışmaya
başladıklarını, çalışmaya başladıkları tarihten itibaren en geç bir ay içinde, Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ekinde yer alan
‘Sigortalı Bildirim Belgesi’ ile doğrudan
veya internet ya da benzeri ortamda Sosyal
Güvenlik Kurumuna bildirebilirler. Kurumca, sigortalının ilgili işveren tarafından bildirilmediğinin ya da bildirildiği halde sigortalı
bildirimi arasında farklılık bulunduğunun
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
tespiti halinde, durum, taahhütlü bir yazıyla
sigortalıya, gerekirse işverene bildirilir. Yapılan bildirimlerin sonucunda farklılık giderilemezse, kontrol ve denetim sonucuna göre
işlem yapılır. Sigortalının kendini bildirmemesi, sigortalı aleyhine delil oluşturmaz.
Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla
çalışanların prim oranları: Prim tahakkukları, Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha
Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirgedeki
çalışma gün sayısı ve prime esas günlük kazanç beyanına göre gerçekleştirilecek olup,
aylık prim ve hizmet belgesi düzenlenmeyecektir. Prime esas kazanç beyanı, 5510 sayılı Kanunun 82. maddesine göre belirlenen
prime esas kazancın alt (1 Nisan 2015 – 30
Haziran 2015 tarihleri arasında 40,05TL;
1 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015 tarihleri arasında 42,45TL) ve üst sınırı (1 Nisan
2015 – 30 Haziran 2015 tarihleri arasında
260,33TL; 1 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015
tarihleri arasında 275,93TL) arasında olmak
üzere işverenin sigortalıya ödediği brüt ücrete göre belirlenecektir. İşverenler sigortalı
ile ilgili herhangi bir değişiklik olmadığı sürece, sigortalı için yaptıkları bildirime göre
adlarına tahakkuk edecek sigorta primlerini
sigortalı çalıştırdıkları ayı takip eden ayın
sonuna kadar Kuruma ödeyecektir. Bildirge
ile belirtilen gün sayısında değişiklik olması halinde bu değişikliğin işveren tarafından
değişikliğin olduğu ay içinde Kuruma bildirilmesi gerekmekte olup, Kurum kayıtları
buna göre düzeltilecektir.
Ayda on gün ve daha fazla süre ile çalışan ev hizmetlilerinin primleri, işverenler
tarafından Kuruma ödenir. %37.5 prim oranının % 20’si uzun vadeli sigorta kolları,
%12,5’i genel sağlık sigortası, %2’si iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası ve %3’ü
işsizlik sigortası primidir. Asgari ücretle 30
gün çalışma halinde prim miktarı,
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
1 Nisan 2015 – 30 Haziran 2015 için:
1 201,50 TL (brüt aylık asgari ücret) x
%37,5 (prim oranı) = 450,56 TL;
1 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015 dönemi için:
1 273,50 TL (brüt aylık asgari ücret) x
%37,5 (prim oranı) = 477,56 TL olacaktır.
219
İşverenler, 4/1a’lı (SSK’lı) çalıştıran işverenlerin yararlandıkları sigorta prim teşviklerinden yararlanacaklardır (5510 sayılı
Kanun, m. 81/1(ı)14; 4447 sayılı Kanun, m.
5015 ve geçici m. 1016). Sigorta prim teşvikine dair düzenlemelerin çoğu kayıtdışı istihdam ile sahte sigortalı bildirimlerinin engellenmesi ile işsizlik sorununun çözümünde
önemli bir faktördür.17
14 Malullük, yaşlılık, ölüm sigortası prim oranının işveren hissesinden 5 puanlık indirim: 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi
kapsamındaki sigortalıları çalıştıran özel sektör işverenlerinin, bu maddesinin 1(a) bendine göre malullük, yaşlılık ve ölüm
sigortaları primlerinden, işveren hissesinin beş puanlık kısmına isabet eden tutar Hazinece karşılanır. İşveren hissesine ait
primlerin Hazinece karşılanabilmesi için, işverenlerin çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak bu Kanun uyarınca aylık prim
ve hizmet belgelerinin yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumuna vermeleri, sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile Hazinece karşılanmayan işveren hissesine ait tutarı yasal süresinde ödemeleri,
Sosyal Güvenlik Kurumuna prim, idari para cezası ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı borcu bulunmaması
şarttır. Ancak Kuruma olan prim, idari para cezası ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı borçlarını taksitlendirme ve yapılandırma kanunlarına göre taksitlendiren ve yapılandıran işverenler bu tecil, taksitlendirme ve yapılandırmaları
devam ettiği sürece bu fıkra hükmünden yararlandırılır. Bu bent hükümleri, sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar ve
yurt dışında çalışan sigortalılar hakkında uygulanmaz.
15 İşsizlik ödeneği alan işçinin istihdamına ilişkin teşvik: İşsizlik ödeneği alanların; işe alındığı tarihten önceki aydan başlayarak işe alan işyerine ait son altı aylık dönemde, prim ve hizmet belgelerinde bildirilen ortalama sigortalı sayısına ilave olarak
işe alınması kaydıyla, 5510 sayılı Kanunun 81. maddesinde sayılan ve 82. maddesi uyarınca belirlenen prime esas kazanç alt
sınırı üzerinden hesaplanan kısa vadeli sigorta primi tutarının yüzde biri olmak üzere işçi ve işveren payı sigorta primleri ile
genel sağlık sigortası primi, kalan işsizlik ödeneği süresince İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanır.
16 Kadın ve genç işsizliğin azaltılarak mesleki ve teknik eğitimin özendirilmesi amaçlı, 31.12.2015 tarihine kadar işe alınan her
bir sigortalı için sigorta primi işveren hissesi teşviği: 31.12.2015 tarihine kadar işe alınan her bir sigortalı için geçerli olmak
üzere, bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren özel sektör işverenlerince işe alınan ve fiilen çalıştırılanların; işe alındıkları
tarihten önceki altı aya ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumuna verilen prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışında olmaları, aynı döneme ilişkin işe alındıkları işyerinden bildirilen prim ve hizmet belgelerindeki sigortalı sayısının ortalamasına
ilave olmaları ve bu maddede belirtilen diğer koşulları da sağlamak kaydıyla prime esas kazançları üzerinden hesaplanan
sigorta primlerinin işveren hisselerine ait tutarı, işe alındıkları tarihten itibaren İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanır.
Bu maddede belirtilen destek unsuru;
a) 18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük erkekler ile 18 yaşından büyük kadınlardan;
1) Mesleki yeterlik belgesi sahipleri için 48 ay süreyle,
2) Mesleki ve teknik eğitim veren orta veya yüksek öğretimi veya Türkiye İş Kurumunca düzenlenen işgücü yetiştirme kurslarını bitirenler için 36 ay süreyle,
3) (1) ve (2) numaralı alt bentlerde sayılan belge ve niteliklere sahip olmayanlar için 24 ay süreyle,
b) 29 yaşından büyük erkeklerden (a) bendinin (1) ve (2) numaralı alt bentlerinde sayılan belge ve niteliklere sahip olanlar
için 24 ay süreyle,
c) (a) ve (b) bentleri kapsamına girenlerin Türkiye İş Kurumuna kayıtlı işsizler arasından işe alınmaları halinde ilave olarak
6 ay süreyle,
ç) 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamında çalışmakta iken, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra mesleki
yeterlik belgesi alanlar veya mesleki ve teknik eğitim veren orta veya yüksek öğretimi bitirenler için 12 ay süreyle,
d) 18 yaşından büyüklerden bu fıkranın (a), (b) ve (ç) bentlerine girmeyenlerin Türkiye İş Kurumuna kayıtlı işsizler arasından
işe alınmaları halinde 6 ay süreyle uygulanır.
17
Murat Yazıcı (2015), Sigorta Prim Teşvikleri, İşveren, Mart-Nisan 2015, s. 73-77.
220
Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla
çalışanların genel sağlık sigortalılığı ve
yararlanma şartları: Ev hizmetlerinde on
gün ve daha fazla süre ile sigortalılığı bulunanlar, genel sağlık sigortalısı sayılacaktır (5510 sayılı Kanun, m. 60/a[1]). Sağlık
yardımlarından yararlanılabilmesi için Kanunun 67. maddesinde sayılan diğer haller
dışında sigortalının sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl
içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası
prim ödeme gün sayısının olması yeterlidir.
Ay içindeki çalışması 30 günden az olanların kalan sürelerine ait genel sağlık sigortası
primlerini ödemeleri gerekmektedir (5510
sayılı Kanun, m. 88/4). Ancak; ay içinde 30
günden eksik kalan günlerini Kanunun 51/3
maddesi kapsamında isteğe bağlı sigortalı
olarak tamamlayanlar hakkında eksik kalan
günler için ayrıca genel sağlık sigortası hükümleri uygulanmayacaktır.
Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla
çalışanların iş kazası ve meslek hastalığı
bildirimi ve sağlanan yardımlar: Ev hizmetlerinde bir veya birden fazla gerçek kişi
tarafından çalıştırılan ve çalıştıkları kişi yanında ay içinde çalışma saati süresine göre
hesaplanan çalışma gün sayısı on gün ve
daha fazla olan sigortalıların iş kazası ve
meslek hastalığı hallerinde haklarında 5510
sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamındaki
sigortalılara (SSK’lılara) ilişkin hükümler
uygulanacaktır. İş kazası ve meslek hastalığı
bildirimi, Kanunun 13. maddesinde belirtilen sürede Sosyal Güvenlik Kurumuna doğrudan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği
ekinde yer alan İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirim Formunu düzenleyerek ya da
www.turkiye.gov.tr adresinin ‘e-hizmetler’
menüsünün altında bulunan ‘Ev Hizmetleri’
kısmını seçerek ‘İş kazası bildirimi’ menüsünden yapılacaktır.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Ev hizmetinde on gün ve daha fazla
süre ile sigortalılığın diğer sigortalılık statüleri ile çakışması: Ev hizmetinde on gün
ve daha fazla süre ile sigortalılık diğer sigortalılık statüleri ile çakışabilir. Çakışma
halinin hüküm ve sonuçları Tebliğde açıklanmaktadır:
1 – Ev hizmetinde on gün ve daha fazla
süre ile sigortalı olanların 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamında (SSK) başka çalışmasının bulunması: On gün ve daha
fazla süreyle ev hizmetinde çalışan sigortalılar, aynı anda bir veya birden fazla işveren
yanında sigortalı olabileceklerdir.
2 – Ev hizmetinde on gün ve daha fazla
süre ile sigortalı olanların 5510 sayılı Kanunun 4/1b maddesi kapsamında (Bağ-Kur)
başka çalışmasının bulunması: On gün ve
daha fazla süreyle ev hizmetinde çalışan
sigortalılar, 4/1a’lı (SSK’lı) çalışmanın yanısıra 4/1b’li (Bağ-Kur’lu) iseler, ev hizmetlerinde çalışılan sürelerde öncelikle 4/1a
sigortalılığı (SSK) geçerli sayılacak, 4/1b
(Bağ-Kur) sigortalılığı geçerli sayılmayacaktır (5510 sayılı Kanun, m. 53). Ancak,
ev hizmetlerinde çalışma gün sayısı ayda on
günden fazla otuz günden az olanların ayın
kalan günlerinde 5510 sayılı Kanunun 4/1b
kapsamındaki sigortalılıkları (Bağ-Kur’lukları) yeniden başlatılacaktır.
3 – Ev hizmetinde on gün ve daha fazla
süre ile sigortalı olanların 5510 sayılı Kanunun 4/1c maddesi kapsamında (Emekli
Sandığı) başka çalışmasının bulunması:
5510 sayılı Kanunun 4/1c maddesi kapsamında (Emekli Sandığı) sigortalılığı olanlar,
ev hizmetlerinde on günden fazla çalışmaları nedeniyle ayrıca sigortalı sayılmayacaktır.
4 – Ev hizmetinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalı olanların aynı zamanda
5510 sayılı Kanunun 50. (isteğe bağlı si-
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
gortalılık), ek 5. (tarım ve orman işlerinde
hizmet akdiyle süreksiz olarak çalışanların
sigortalılığı) ve ek 6. (bazı kısmi süreli çalışanların sigortalılıkları) maddeleri ve 2925
sayılı Kanuna (Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu) tabi olmaları: Ev hizmetinde
on gün ve daha fazla süre ile sigortalı olanlar
aynı zamanda isteğe bağlı sigortalı iseler, isteğe bağlı sigortalılıkları sona erdirilecektir.
Çalışma gün sayısı ayda on günden fazla
otuz günden az olanlar kalan süreler için,
isteğe bağlı sigortalı olabilecekler ve bu isteğe bağlı sigortalılık süreleri de 5510 sayılı
Kanunun 4/1b (Bağ-Kur) kapsamında değil,
4/1a kapsamında (SSK) olarak değerlendirilecektir (5510 sayılı Kanun, m. 51/3).
5510 sayılı Kanunun ek 5. ve ek 6. maddelerine tabi sigortalılar ile 2925 sayılı Kanuna (Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu) tabi olanların ev hizmetlerinde on gün
ve daha fazla süre ile çalışması halinde bu
kapsamdaki sigortalılıkları sona erdirilecek,
ek 9. madde kapsamında sigortalılığı sona
erenlerin ek 5. madde ile 2925 sayılı Kanuna tabi sigortalılıkları herhangi bir talep
alınmadan yeniden başlatılacaktır.
5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamında on gün ve daha fazla süreyle çalışması bulunanların ay içindeki çalışmalarının
toplamının otuz günden az olması halinde
kalan süreler sigortalılar ya da hak sahipleri
tarafından talepte bulunulması halinde Kanunun kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışan
sigortalıların kısmi süreli çalıştıkları aylara
ait eksik süreleri borçlanabilmesine dair 41/i
maddesine göre borçlanılabilecektir.
5 – Sosyal Güvenlik Kurumundan aylık
ve gelir alanların ev hizmetinde on gün ve
daha fazla süre ile çalıştırılabilmeleri: Yaşlılık ve emekli aylığı alan sigortalılar şu şartlarla ev hizmetlerinde ayda on gün ve daha
fazla süreyle çalıştırılabileceklerdir:
221
5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesine
(SSK) tabi çalışması nedeniyle yaşlılık aylığı alanların ev hizmetlerinde ayda on gün
ve daha fazla süreyle çalışması halinde ‘Ev
Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirge’ ile yapılacak
başvurularda sigortalıların sosyal güvenlik
destek primine ya da tüm sigorta kollarına
tabi olup olmayacaklarını tercih etmeleri gerekmektedir.
5510 sayılı Kanunun 4/1b (Bağ-Kur) ve
4/1c (Emekli Sandığı) kapsamında yaşlılık,
emekli aylığı ve adi malullük aylığı alanların
ev hizmetlerinde ayda on gün ve daha fazla
süreyle çalışması halinde bunları çalıştıran
işverenler tarafından sosyal güvenlik destek
primi ödenecektir.
Sürekli iş göremezlik geliri alanların ev
hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile
çalışmaları halinde bağlanan gelir kesilmeyecek, sigortalılar hakkında Tebliğin ‘3- Ev
Hizmetlerinde İşveren Yanında On Gün ve
Daha Fazla Süreyle Çalışanların Sigortalılığı, Bildirimi, Tescili ve Primlerin Ödenmesi’ başlıklı bölümü doğrultusunda işlem
yapılacaktır.
Malullük aylığı alanların Kanunun ev
hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile
çalışmaları halinde bağlanan malullük aylığı
kesilecektir.
Kurumdan hak sahibi eş, çocuk, ana ve
baba olarak gelir/aylık alıp ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile çalışanlar
hakkında 5510 sayılı Kanunun 4/1a (SSK)
maddesine tabi olan sigortalılar gibi işlem
yapılacaktır.
Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla
çalışanların sigortalılığının sona ermesi:
Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süreyle çalışanların sigortalılıkları bu kapsamdaki çalışmalarının sona erdiğinin Sosyal
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
222
Güvenlik Kurumuna bildirilmesi veya sigortalının ölümü halinde sona erdirilecektir.
Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre
ile çalıştırılan sigortalının işten ayrılması halinde işten ayrılışını takip eden on gün içerisinde ‘Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha
Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirge’nin
‘F- Sigortalının İşten Ayrılma/Durum Değişiklikleri’ kısmının doldurulması suretiyle
Kuruma verilmesi gerekmektedir.
de yurtdışında kaldıktan sonra tekrar ülkemize giriş yapabileceklerdir. Bu düzenleme,
özellikle ev hizmetlerinde kayıt dışı olarak
çalışmakta oldukları bilinen çok sayıda yabancının çalışma izni almaları zorunluluğunu doğurmuş; izin başvurularını karşılamak
üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Çalışma Genel Müdürlüğüne bağlı Yabancıların Çalışma İzinleri Daire Başkanlığında
‘Ev Hizmetleri Şubesi’ oluşturulmuştur.20
Ev hizmetlerinde çalışan yabancı uyruklular: 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamında on gün ve daha fazla süre ile
yabancı uyruklu sigortalılar da çalıştırılabilecektir. Yabancıların çalıştırılması çalışma
iznine bağlı olduğundan gerçek kişi işverenler ‘Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Sigortalı Olarak Çalıştırılacaklara İlişkin
Bildirge’ ile başvurularında sigortalıların
çalışma iznini de bildirgeye ekleyeceklerdir.
İdari para cezası: Ev Hizmetlerinde On
Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin
Bildirgenin işverence çalışmanın başladığı
ayın sonuna kadar Sosyal Güvenlik İl Müdürlükleri ile Sosyal Güvenlik Merkezlerine
verilmesi gerekmektedir. Bildirgenin yasal süresinde verilmemesi halinde işverene
her bir sigortalı için 5510 sayılı Kanunun
102/1a(1) maddesi uyarınca, asgari ücret
tutarında idari para cezası uygulanacaktır.
Ev hizmetlerinde on günden az süre ile
yabancı uyruklu sigortalı çalıştırılamayacak,
bu şekilde çalıştırıldığı tespit edilen yabancı uyruklular hakkında ev hizmetlerinde on
gün ve daha fazla süre ile sigortalı çalıştıran
işverenlere ilişkin hükümler uygulanacak,
ay içinde çalışma gün sayısı otuz gün sayılacaktır.
İşverenlerin Bildirgeyi yasal süresinden
sonra vermeleri halinde, Sosyal Güvenlik
Kurumunun denetim ve kontrolle görevlendirilmiş memurları aracılığı ile gerekli
inceleme yapıldıktan sonra işleme alınması
gerektiğine karar verilenler hakkında, sigortalı çalıştırılan her ay ve her bir sigortalı
için ayrı ayrı olmak ve aylık asgari ücretin
iki katını geçmemek üzere, işveren hakkında
ayrıca 5510 sayılı Kanunun 102/1c maddesi
1. bendi uyarınca asgari ücretin beşte biri, ev
hizmetinde sigortalı çalıştıran işverenin çalıştırdığı sigortalıya ilave olarak çalıştırdığı
4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun18 uyarınca, yabancılara
çalışma izinlerini verme yetkisi Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığına aittir. Ülkemize 90 günlük turistik vize ile gelen yabancılar kayıtdışı olarak ev hizmetlisi olarak
çalışmakta ve 90 günün bitimini müteakip
formalite icabı yurtdışına çıkış - giriş yaparak ülkemizde 90 gün daha kalmaya hak
kazanmakta idi. Ancak 01.02.2012 tarihinde
yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu Kararı19
ile artık ülkemize turistik vize ile gelen yabancılar azami 90 gün ülkemizde kaldıktan
sonra mutlaka yurtdışına çıkacak ve 90 gün
18
Resmi Gazete 06.03.2003, S. 25040. Göçmen işçilerin çalışma şartları için bkz.: Nazlı Töre, Türkiye’de Yabancıların
Çalışma Şartları, TISK Akademi, 2014/II, s. 154-183.
19
10.10.2011 tarih ve 2011/2306 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı, Resmi Gazete 24.10.2011, S. 28094.
20
Lütfi İnciroğlu, Ülkemizde Ev Hizmetlerinde Çalışan Yabancılar, http://www.lutfiinciroglu.com/content/view/119/19/
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
sigortalı/sigortalılar için verildiğinin anlaşılması halinde ise aynı maddenin 2. bendi
uyarınca, her ay ve her bir sigortalı için ayrı
ayrı olmak ve aylık asgari ücretin iki katını
geçmemek üzere, asgari ücretin sekizde biri
tutarında idari para cezası uygulanacaktır.
İşverence herhangi bir bildirimde bulunmaması fakat ev hizmetinde on gün ve
daha fazla süreyle sigortalı çalıştırıldığının
mahkeme kararı, Sosyal Güvenlik Kurumu
denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarınca yapılan tespitler veya diğer kamu
idarelerinin denetim elemanlarınca kendi
mevzuatları gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemeler neticesinde
ya da bankalar, döner sermayeli kuruluşlar,
kamu idareleri ile kanunla kurulan kurum
ve kuruluşlardan alınan bilgi ve belgelerden
tespit edilmesi, hizmetlerin veya kazançların Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirilmediği veya eksik bildirildiğinin anlaşılması
halinde ise işverene 5510 sayılı Kanunun
102/1c(4) maddesi uyarınca asgari ücretin
iki katı tutarında idari para cezası uygulanacaktır.
Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla
süre ile çalıştırılan sigortalının işten ayrılması halinde Ev Hizmetlerinde On Gün ve
Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirgenin ‘F- Sigortalının İşten Ayrılma/Durum
Değişiklikleri’ kısmının doldurularak işten
ayrılmayı izleyen on gün içerisinde verilmemesi halinde 5510 sayılı Kanunun 102/1j
maddesi uyarınca asgari ücretin onda biri tutarında idari para cezası uygulanacaktır.
EV HİZMETLERİNDE ON GÜNDEN
AZ ÇALIŞANLARIN SİGORTALILIĞI
Ev hizmetlerinde ‘çalıştıran’ yanında
on günden az süreyle çalışanların iş kazası
ve meslek hastalığı sigortası kapsamında
sigortalı sayılmaları: Ev hizmetlerinde ay
223
içinde on günden az sigortalı olarak çalışanlar iş kazası ve meslek hastalığı sigortası
kapsamında sigortalı sayılacaktır. On günden az çalışmanın tespitinde günlük 7,5 saatin altındaki çalışmalar bir gün olarak kabul
edilecektir. On günden az çalışılan süreler
birbirini takip eden günler olabileceği gibi
ayın farklı günleri de olabilecektir. Bu şekilde sigortalı çalıştıranlar on güne (on gün hariç) kadar çalıştırdıkları sigortalılar nedeniyle işveren sayılmayacak; iş kazası ve meslek
hastalığı durumlarında sorumlu tutulmayacaklardır. Çalıştıranın ay içinde aynı sigortalıyı çalıştırdığı gün sayısının dokuz günü
geçmesi halinde, çalıştıran hakkında on gün
ve daha fazla sigortalı çalıştıran işverenlere
yönelik işlemler başlatılacaktır.
Ev hizmetlerinde ayda on günden az çalışanlar hakkında iş kazası ve meslek hastalığı
sigortası dışında hastalık ve analık sigortası
hükümleri uygulanmayacaktır. İş kazası ve
meslek hastalığı sigortasından yararlanmak
için sigortalının iş kazasının olduğu tarihten en az on gün önce tescil edilmiş olması ve sigortalılığının sona ermemiş olması;
iş kazası veya meslek hastalığından dolayı
geçici iş göremezlik ödeneği ödenmesi veya
sürekli iş göremezlik geliri bağlanabilmesi
için prim ve prime ilişkin her türlü borçların
ödenmiş olması şarttır. Ev hizmetlerinde on
günden az süre ile çalıştırılacak sigortalılara
ilişkin iş kazası ve meslek hastalığı bildirimi
Sosyal Güvenlik Kurumuna doğrudan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ekinde yer
alan İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirim
Formunu düzenleyerek ya da www.turkiye.
gov.tr adresinin ‘e-hizmetler’ menüsünün
altında bulunan ‘Ev Hizmetleri’ kısmını seçerek ‘İş kazası bildirimi’ menüsünden yapılacaktır.
224
Ev hizmetlerinde on günden az çalışanların Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirimi: Ev hizmetlerinde on günden az sigortalı
olarak çalışanların bildirimi, ‘Ev Hizmetlerinde On Günden Az Sigortalı Çalıştırılacaklara İlişkin Başvuru Formu’ (Tebliğ ek
2) ile yapılacaktır. Form, çalışmanın geçtiği
ayın sonuna kadar, ay sonunun hafta sonu
genel ve resmi tatil günlerine denk gelmesi
halinde ise bu günleri takip eden ilk iş günü
sonuna kadar ünitelere (Sosyal Güvenlik İl
Müdürlükleri ile Sosyal Güvenlik Merkezlerine) verilecektir.
‘Ev Hizmetlerinde On Günden Az Sigortalı Çalıştırılacaklara İlişkin Başvuru
Formu’nda çalışan ve çalıştıran kişinin imzası, kaç gün çalıştırıldığına dair bildirim
ile e-posta adresleri ile cep telefon numarası
bilgileri bulunmakta olup, formun bu şekilde doldurulması halinde ayın diğer günleri
için çalıştırılan kişinin değişmemesi halinde
yeni formun düzenlenmesi istenmeyecektir.
On günden az çalışmanın takip eden aylarda
da devam etmesi ve bu durumun formda belirtilmesi halinde her ay için ayrıca bildirim
yapılması istenmeyecektir.
Ev hizmetlerinde on günden az sigortalı
olarak çalışanların bildirimi bu kişileri çalıştıranlar yönünden internet aracılığı ile de
yapılabilecektir. Sigortalı çalıştıranlar www.
turkiye.gov.tr adresinin ‘e-hizmetler’ menüsünün altında bulunan ‘Ev Hizmetleri’
kısmını seçerek bildirimde bulunabilecektir. Bu şekilde yapılan bildirim sonucunda
sigortalının cep telefonu numarasına 5510
sayılı Kanunun ek 9. maddesinde sigortalı
tescili yapıldığı, uzun vadeli sigorta kolları
ve genel sağlık sigortası primini takip eden
ayın sonuna kadar ödeyebileceği hakkında
bilgilendirme mesajı gönderilecektir.
‘Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanların Sosyal Güvenlik Kurumuna
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
bildirimi’ başlığı altında belirtildiği üzere,
ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanlar ile on günden az çalışanlar, çalışmaya
başladıklarını, çalışmaya başladıkları tarihten itibaren en geç bir ay içinde, Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ekinde yer alan
‘Sigortalı Bildirim Belgesi’ ile doğrudan
veya internet ya da benzeri ortamda Sosyal
Güvenlik Kurumuna bildirebilirler.
Ev hizmetlerinde on günden az çalışanların prim oranları: Ev hizmetlerinde on
günden az sigortalı çalıştıranların yükümlülükleri hafifletilmiş ve basitleştirilmiştir.
Çalıştıranlar, sigortalı çalıştırdıkları her gün
için prime esas günlük kazanç alt sınırının
(günlük asgari ücretin) %2’si oranında iş kazası ve meslek hastalığı primi ödeyeceklerdir. On günden az sigortalı çalıştıranlardan
işyeri bildirgesi, sigortalı işe giriş bildirgesi
ile aylık prim ve hizmet belgesi, işten ayrılış
bildirgesi düzenlenmesi istenmeyecektir.
Sosyal Güvenlik Kurumuna ‘Ev Hizmetlerinde On Günden Az Sigortalı Çalıştırılacaklara İlişkin Başvuru Formu’ ile başvuranların çalıştıran ve sigortalılar yönünden
tescili yapıldıktan sonra çalıştıran kişiler %2
oranında iş kazası ve meslek hastalığı sigortası primini banka aracılığı ya da www.sgk.
gov.tr adresinin ‘e-sgk’ menüsünden ‘Kart
ile Prim Ödeme’, ‘Diğer Ödemeler’ seçeneğinden kredi kartları veya banka kartları
aracılığıyla Kuruma ödeyebileceklerdir.
On günden az sigortalı olanları çalıştıranlar, ay içinde çalıştırdıkları her bir gün için,
günlük asgari ücret üzerinden,
1 Nisan 2015 – 30 Haziran 2015 tarihleri
arasında:
40,05 TL (günlük asgari ücret) x %2 (prim
oranı) = 0,80 kuruş;
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
225
1 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015 tarihleri
arasında:
sigortası kaydı kapatılacak, primin ödenme
hakkı düşecektir.
42,45 TL (günlük asgari ücret) x %2 (prim
oranı) = 0,85 kuruş, iş kazası ve meslek hastalığı sigortası primi ödeyecektir.
Ev hizmetlerinde on günden az çalışanın sigortalı olması (SSK, Bağ-Kur, Emekli
Sandığı) veya yaşlılık veya emeklilik aylığı
alması nedeniyle genel sağlık sigortalılığının bulunması halinde ayrıca genel sağlık
sigortası tescili oluşturulmayacaktır.
Prime esas kazançlar yürürlükteki asgari
ücrete göre belirleneceğinden, asgari ücretteki artışlara göre ödenecek prim tutarları
değişecektir.
Ev hizmetlerinde on günden az çalışanların uzun vadeli sigorta kolları ve genel
sağlık sigortası kapsamına girebilmeleri:
On günden az sigortalı çalışanlar, %32,5
oranındaki uzun vadeli sigorta kolları primini takip eden ayın sonuna kadar ödemeleri halinde, uzun vadeli sigorta kolları ve
genel sağlık sigortası yardımlarından da yararlanabilecektir. Sigortalıların uzun vadeli
sigorta kolları ve genel sağlık sigortası priminin kendileri tarafından ödenebilmesi için
ev hizmetlerinde aynı ya da farklı çalıştıran
yanında en az bir, en fazla dokuz gün süre
ile çalışması yeterli olacaktır. Uzun vadeli
sigorta kolları ve genel sağlık sigortası tescili aylık olarak yapılacak, takip eden ayda sigortalının ev hizmetlerinde ayda on günden
az çalışmasının bulunmaması halinde uzun
vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası tescili oluşturulmayacaktır.
Uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası tescilinde sigortalılardan herhangi bir başvuru alınmayacak, tescil ve tahakkuk kaydı Sosyal Güvenlik Kurumunca
elektronik ortamda oluşturulacaktır. Sigortalılığın sona ermesinde de aynı şekilde işlem
yapılacaktır.
Uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası priminin takip eden ayın sonuna
kadar sigortalı tarafından ödenmesi gerekmekte olup, primin ödenmemesi halinde
uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık
Ev hizmetlerinde on günden az çalışanın
5510 sayılı Kanunun 60/b, c, e, g kapsamında genel sağlık sigortalılığının bulunması
halinde ise tescili bir aylık süre ile oluşturulabilecektir. Genel sağlık sigortası tescili yapılanların bir aylık süre sonunda uzun vadeli
sigorta kolları ve genel sağlık sigortası primi
ödememeleri halinde genel sağlık sigortalılıkları önceki kapsamdan dolayı devam ettirilecektir. Bu kişilerden sadece iş kazası ve
meslek hastalığı sigortalılığına ilişkin tescili
olanlar, bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamında olması halinde bu statüleri devam
edecektir. Ev hizmetlerinde on günden az
çalışması nedeniyle uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası yönünden bir ay
süre ile tescili yapılanların prim ödemeleri
isteklerine bağlı olup, prim ödemeleri halinde genel sağlık sigortası yardımlarından
yararlanacak, prim ödememeleri halinde ise
Kanunun ek 9. maddesi kapsamından önceki sigortalılık statüsü devam ettirilecektir.
5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamında ev hizmetlerinde on günden az
çalışanlar için iş kazası ve meslek hastalığı
sigortası yanında uzun vadeli sigorta kolları
ve genel sağlık sigortası primi ödemeleri halinde genel sağlık sigortası yardımlarından
yararlanabilmesi için sağlık hizmet sunucusuna başvurduğu tarihte bu kapsamda tescilinin olması ve primi ödemesinin bulunması
ile son bir yıl içinde toplam otuz gün genel
sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının
olması gerekmektedir.
226
Uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık
sigortası primi ödemek isteyen sigortalılar
%20’si malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası
primi, %12,5’i genel sağlık sigortası primi
olmak üzere 5510 sayılı Kanunun 82. maddesine göre belirlenen prime esas kazanç
günlük kazanç alt sınırının (günlük asgari
ücretin) 30 katı üzerinden %32,5 oranında
(%20 malullük, yaşlılık, ölüm ile %12,5
genel sağlık sigortası) prim ödeyeceklerdir.
Uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık
sigortası primi ödemek isteyen sigortalılar,
her ay için,
1 Nisan 2015 – 30 Haziran 2015 tarihleri
arasında:
1 201,50 TL (brüt aylık asgari ücret) x
%32,5 (prim oranı) = 390,49TL;
1 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015 tarihleri
arasında:
1 273,50 TL (brüt aylık asgari ücret) x
%32,5 (prim oranı) = 413,89TL, prim ödeyeceklerdir.
Prime esas kazançlar, yürürlükteki asgari
ücrete göre belirleneceğinden asgari ücretteki artışlara göre ödenecek prim tutarları
değişecektir.
Ev hizmetinde on günden az çalışanların sigortalılığı ve diğer sigortalılık statüleri:
1 – Ev hizmetinde on günden az çalışanların 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi
kapsamında (SSK) başka çalışmasının bulunması: Ev hizmetlerinde ayda on günden
az süre ile çalışan sigortalıların ay içinde
5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamında (SSK) otuz gün sigortalılığının bulunması halinde uzun vadeli sigorta kolları
ve genel sağlık sigortası yönünden ayrıca
tescil ve tahakkuk kaydı oluşturulmayacak-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
tır. Sigortalının Kanunun 4/1a maddesi kapsamında (SSK) otuz günden az sigortalı çalışması halinde ev hizmetlerindeki çalışması
ile ilgili olarak uzun vadeli sigorta kolları ve
genel sağlık sigortası yönünden yapılacak
tescil kalan süre için oluşturulacaktır.
2 – Ev hizmetinde on günden az çalışanların 5510 sayılı Kanunun 4/1b maddesi
(Bağ-Kur) veya 4/1c (Emekli Sandığı) kapsamında başka çalışmasının bulunması veya
yaşlılık, emekli aylığı veya sürekli iş göremezlik geliri alıyor olmaları: 5510 sayılı Kanunun 4/1b maddesi kapsamında (Bağ-Kur)
sigortalılığı olanlar ile yaşlılık, emekli aylığı
veya sürekli iş göremezlik geliri alanların ev
hizmetlerinde on günden az çalışmaları halinde iş kazası ve meslek hastalığı sigortası
yönünden tescil kaydı Tebliğin ‘4.2- Sigortalılık başlangıç tarihi ve bildirimi’ başlıklı
bölümde belirtilen şekilde oluşturulur. Kanunun 4/1c maddesi kapsamında (Emekli
Sandığı) olanların tescil kaydı oluşturulmaz.
4 – Ev hizmetinde on günden az çalışanların aynı zamanda 5510 sayılı Kanunun
50. (isteğe bağlı sigortalılık), ek 5. (tarım
ve orman işlerinde hizmet akdiyle süreksiz
olarak çalışanların sigortalılığı) ve ek 6.
(bazı kısmi süreli çalışanların sigortalılıkları) maddeleri ve 2925 sayılı Kanuna (Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu) tabi
olmaları: 5510 sayılı Kanunun 50. maddesine göre isteğe bağlı sigortalı olanların ek
9. maddesi kapsamında uzun vadeli sigorta
kolları ve genel sağlık sigortası primini ödemeleri halinde prim ödedikleri aya ait isteğe
bağlı sigortalılığı durdurulur. İsteğe bağlı
sigortalılığı durdurulanların Kanunun ek 9.
maddesine tabi sigortalılığının sona erdiği
tarihten itibaren 12 ay içerisinde prim ödemesinin bulunması halinde isteğe bağlı sigortalılığı zorunlu sigortalılığın sona erdiği
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
tarihten bir gün sonra başlatılacaktır. 12 ay
içerisinde prim ödemesi olmayanların isteğe
bağlı sigortalılıkları ise talep etmeleri halinde başlatılacaktır.
Ay içerisinde otuz günden az çalışan
veya 5510 sayılı Kanunun 80. maddesi uyarınca prim ödeme gün sayısı, ay içindeki
toplam çalışma saatinin 4857 sayılı İş Kanununa göre belirlenen günlük normal çalışma saatine bölünmesi suretiyle hesaplanan
sigortalılardan aynı zamanda ek 9. madde
kapsamında haklarında iş kazası ve meslek
hastalığı sigortası primi ödenenler, aynı ay
içerisinde otuz günden az kalan süreleri için
isteğe bağlı sigortaya prim ödeyebileceklerdir. Bu şekilde primi ödenen süreler, zorunlu
sigortalılığa ilişkin prim ödeme gün sayısına otuz günü geçmemek üzere eklenecek ve
eklenen bu süreler, 4/1a kapsamında (SSK)
sigortalılık süresi olarak kabul edilecektir.
5510 sayılı Kanunun ek 5. (tarım ve orman işlerinde hizmet akdiyle süreksiz olarak
çalışanların sigortalılığı)ve ek 6. (bazı kısmi
süreli çalışanların sigortalılıkları) maddelerine tabi sigortalılar ile 2925 sayılı Kanuna
(Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu)
tabi olanların ev hizmetlerinde on günden
az çalışmaları halinde uzun vade ve genel
sağlık sigortası tescili oluşturulmaz, ek 9.
madde kapsamında on günden az çalışmaları nedeniyle bu sigortalılıkları durdurulmaz.
1 NİSAN 2015 TARİHİNDEN ÖNCE
EV HİZMETLERİNDE SİGORTALI
ÇALIŞTIRAN GERÇEK KİŞİLER
HAKKINDA YAPILACAK İŞLEMLER
1 Nisan 2015 tarihinden önce ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalı
çalıştıran işverenler, işyeri dosyasını kapattıktan sonra 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamında Tebliğde belirtilen usul ve
227
esaslara göre Sosyal Güvenlik Kurumuna
başvuruda bulunabileceklerdir. İşverenlerin
bu kapsamında yapacakları başvurularda
önceki işyeri tesciline esas işkolu kodunun
‘9700’ olması gerekmektedir. Bu şekilde
başvuran işverenler, şartları sağlamış olmaları kaydıyla, sigorta primi teşviklerinden de
yararlanabileceklerdir. Ancak, 4447 sayılı
İşsizlik Sigortası Kanununda öngörülen teşvikten (m. 50 ve geçici m. 10) yararlanma
yönünden, sigortalının ‘9700’ iş kolu kodundaki işyerinden Sosyal Güvenlik Kurumuna verilen aylık prim ve hizmet belgesi
ile yapılan bildirimdeki işten çıkış tarihi ile
5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesine göre
verilen ‘Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha
Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirge’de
belirtilen işe başlama tarihi arasında boşluk
olmaması gerekmektedir.
SONUÇ
5510 sayılı Kanunun ev hizmetlerinde
çalışanlara dair ek 9. maddesi ve bu madde çerçevesinde çıkarılan Ev Hizmetlerinde
5510 Sayılı Kanunun Ek 9. Maddesi Kapsamında Sigortalı Çalıştırılması Hakkında
Tebliğ, kayıt dışı çalışmanın yüksek olduğu
ev hizmetleri sektöründe çalışan ev hizmetlilerinin kayıt altına alınmaları, kayıtlı kadın istihdamının teşviki ve ev hizmetlerinde
sigortalı çalıştıranlara getirilen kolaylıklar
nedeniyle hem çalışanlar hem de çalıştıranlar açısından olumlu bir hukuki gelişmedir.
Düzenlemeler, ILO’nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) 2011 tarih ve 189 sayılı Ev
İşçileri Sözleşmesinin21 ev hizmetlerinde
çalışanların sosyal güvenliği haiz olmalarına
dair 14. maddesi ile uyumludur.
21
http://www.ilo.org/dyn/normlex/en/f?p=1000:12100:0::
NO::P12100_ILO_CODE:C189
228
Ev hizmetinde ayda on günden az süreyle
ev hizmetlisi çalıştıranlar, işveren sayılmayacak, iş kazası ve meslek hastalığından sorumlu tutulmayacak, yalnızca ev hizmetlisi
çalıştırdığı her gün için 1 Nisan – 30 Haziran
2015 tarihleri arasında 80 kuruş, 1 Temmuz
– 31 Aralık 2015 tarihleri arasında 85 kuruş
iş kazası ve meslek hastalığı primi ödeyecektir. İş kazası ve meslek hastalığı sigortası
primi, banka aracılığı ya da www.sgk.gov.tr
adresinin ‘e-sgk’ menüsünden ‘Kart ile Prim
Ödeme’, ‘Diğer Ödemeler’ seçeneğinden
kredi kartları veya banka kartları aracılığıyla
ödenebilecektir. Çalıştıran, ev hizmetlisini
Ev Hizmetlerinde On Günden Az Sigortalı Çalıştırılacaklara İlişkin Başvuru Formu
ile ilgili Sosyal Güvenlik İl Müdürlükleri
ile Sosyal Güvenlik Merkezlerine bildirecek; kendisinden işyeri bildirgesi, sigortalı
işe giriş bildirgesi ile aylık prim ve hizmet
belgesi, işten ayrılış bildirgesi düzenlenmesi istenmeyecektir. Ev Hizmetlerinde
On Günden Az Sigortalı Çalıştırılacaklara
İlişkin Başvuru Formu ile bildirilen ev hizmetlisinin cep telefonu numarasına sigortalı
tescili yapıldığı, uzun vadeli sigorta kolları
ve genel sağlık sigortası primini takip eden
ayın sonuna kadar ödeyebileceği hakkında
bilgilendirme mesajı gönderilecektir. Sigortalıların uzun vadeli sigorta kolları ve genel
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
sağlık sigortası priminin kendileri tarafından
ödenebilmesi için ev hizmetlerinde aynı ya
da farklı çalıştıran yanında en az bir, en fazla
dokuz gün çalışması yeterli olacaktır.
İşveren yanında on gün ve daha fazla süreyle çalışan ev hizmetlileri, 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamında (SSK’lı)
sayılacak ve (SSK’lı) sigortalılara sağlanan
haklardan aynı şekilde yararlanacaktır. Bu
gruptaki ev hizmetlileri hakkında uzun ve
kısa vadeli sigorta kolları, genel sağlık sigortası ve işsizlik sigortası hükümleri uygulanacaktır. İşverenin Ev Hizmetlerinde On
Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin
Bildirgeyi doldurup sigortalı ile birlikte imzalandıktan sonra ilgili Sosyal Güvenlik İl
Müdürlükleri ile Sosyal Güvenlik Merkezlerine bildirimi yeterli olacak; kendisi için
işyeri numarası oluşturulmayacak, işveren
kayıtları TC kimlik numarası ile takip edilecek, bildirgedeki çalışma gün sayısı ve
prime esas günlük kazanç beyanına göre
prim tahakkukları gerçekleştirilecek, aylık
prim ve hizmet belgesi düzenlenmeyecektir. İşverenler, sigortalı ile ilgili herhangi
bir değişiklik olmadığı sürece, sigortalı için
yaptıkları bildirime göre adlarına tahakkuk
edecek sigorta primlerini sigortalı çalıştırdıkları ayı takip eden ayın sonuna kadar
ödeyeceklerdir.
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
229
KAYNAKÇA
EUROFOUND (European Foundation for
The Improvement of Living and Working
Conditions) (2005). Employment in
Household Services. 3 Mayıs 2015 tarihinde
http://www.eurofound.europa.eu/sites/
default/files/ef_files/pubdocs/2001/02/en/1/
ef0102en.pdf adresinden erişildi.
İnciroğlu, L.
(2012). Ülkemizde Ev
Hizmetlerinde Çalışan Yabancılar, Yaklaşım
Dergisi, 2012/238. 20 Mayıs 2015 tarihinde
http://www.lutfiinciroglu.com/content/
view/119/19/ adresinden erişildi.
Karaca, G. ve Kocabaş, F. (2009). Ev
Hizmetlerinde Çalışanların Karşılaştıkları
Sorunların
Türkiye
Açısından
Değerlendirilmesi, Kamu-İş İş Hukuku ve
İktisat Dergisi, 2009/4, s. 161-176.
Karadeniz, O. (2011). Türkiye’de Atipik
Çalışan Kadınlar ve Yaygın Sosyal
Güvencesizlik, Çalışma ve Toplum, 2001/2,
s. 83-127.
Keskin, D. (2013). Ev İşçilerinin
Sigortalanması Üzerine. 13 Mayıs 2015
tarihinde
http://www.bianet.org/bianet/
kadin/151309-ev-iscilerinin-sigortalanmasiuzerine adresinden erişildi.
Okur, A. R. (2004). Ev Hizmetlerinde
Çalışanların Sigortalılığı, Kamu-İş İş Hukuku
ve İktisat Dergisi, 2004/3, s. 347-368.
Toksöz, G. ve Erdoğdu, S. (2013). Kadınların
Görünmeyen Emeğinin Görünen Yüzü:
Türkiye’de Ev İşçileri, ILO, Cenevre.
30 Mayıs 2015 tarihinde Türkçe metne http://
www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/
ankara/publ/turkiyede_ev_iscileri_raporu.
pdf ve İngilizce metne http://www.ilo.org/
wcmsp5/groups/public/---ed_protect/--protrav/---travail/documents/publication/
wcms_222892.pdf adreslerinden erişildi.
Töre, N. (2014). Türkiye’de Yabancıların
Çalışma Şartları, TİSK Akademi, 2014/II, s.
154-183.
Yazıcı, M. (2015). Sigorta Primi Teşvikleri,
İşveren, Mart-Nisan, s. 73-77.
Yıldırımalp, S. (2014). Türkiye’de Ev
Hizmetinde Çalışanların Sorunları, Karabük
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 2014/1, s. 45-59. 15 Nisan 2015
tarihinde http://joiss.karabuk.edu.tr/
Makaleler/858079745_4.%20Sinem%20
Y%C4%B1ld%C4%B1r%C4%B1malp.
pdf adresinden erişildi.
ÖZ
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının
Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri
Bu çalışmanın amacı insan kaynakları yönetimi (İKY) uygulamaları ile örgütsel vatandaşlık
davranışı (ÖVD) arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Bu kapsamda Türkiye’nin iki farklı
şehrinde iki yüz (N=200) çalışana anket yapılmıştır. Beşli Likert Ölçeği’ne göre yapılandırılmış
anket formu ile veriler toplanmıştır. Toplanan verileri analiz etmek için korelasyon ve çoklu
regresyon analizi yapılmıştır. Korelasyon ve regresyon analizi sonuçları göstermektedir ki,
insan kaynakları yönetimi uygulamaları ve örgütsel vatandaşlık davranışı arasında pozitif bir
ilişki vardır. Sonuç olarak; yönetime, istenen davranışları elde etmek için çalışanların aidiyet
duygusunu geliştirmeye yönelik uygulamalar gerçekleştirmesi önerilmektedir.
JEL Sınıflaması: L2, M12
Anahtar Kelimeler: İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamaları, Örgütsel Vatandaşlık
Davranışı, Organizasyon
ABSTRACT
The Effects of Human Resources Management Practices
on the Organizational Citizenship Behaviour
This study which aimed to investigate the relationship between human resources management
(HRM) practices and organizational citizenship behavior (OCB). A convenience sample
of two hundred (N= 200) employees was surveyed from two different city of Turkey. The
structured survey questionnaire used to seek to obtain primary information through five point
Likert Scale. Correlation and multiple regressions were used to analyze the data collected.
The correlation and regression results show that there is a positive relationship among human
resource management practices and organizational citizenship behavior. Finally, this study
suggest that the management should ensure the practice for the employees to develop a sense
of belongingness in the mind of all the employees working together to get the desired behavior.
JEL Classification: L2, M12
Keywords: Human Resources Management Practices, Organizational Citizenship Behaviour,
Organization
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Üzerindeki Etkileri
231
İnsan Kaynakları Yönetimi
Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık
Davranışı Üzerindeki Etkileri
Doç. Dr. Mustafa Fedai Çavuş *
Alptekin Develi **
G
İRİŞ
Küresel rekabet, çalkantılı iş çevresi, değişen ve gelişen teknolojiler ile yasal düzenlemeler örgütleri ve
yapılarını önemli derecede etkilemektedir.
Örgütsel düzeyde bu faktörler ile başarılı
bir şekilde mücadele edebilmenin en önemli
şartlarından bir tanesi de, işgörenlerin çalışma kapasitelerinden azami derecede fayda
sağlayabilmekten geçmektedir. Bu kapsamda, örgütlerin başarıya ulaşmalarının çalışanların biçimsel rol tanımları diye ifade
edilen iş sözleşmelerindeki şartların, gönül* Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Yönetim Bilişim Sistemleri Bölümü,
[email protected]
** Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü
[email protected]
Gönderim Tarihi: 04.08.2014 Kabul Tarihi: 14.08.2015
lü olarak, üzerinde kalan rol fazlası davranış
sergilemelerine bağlı olduğu söylenebilir.
Söz konusu bu davranışlar örgütsel vatandaşlık davranışı (ÖVD) isminde literatürde
kavramlaşmıştır. Örgütsel amaçların elde
edilmesi ve işgören ihtiyaçlarının tatmini
açısından, insanların etkili kullanımını sağlamak anlamına gelen insan kaynakları yönetimi (İKY)’de iş analizi, planlama, işgören seçimi, eğitim ve geliştirme, performans
değerlendirmesi ve kararlara katılım uygulamaları ile örgütsel vatandaşlık davranışı
üzerinde çeşitli etkiler göstermektedir.
İnsan faktörü, işletmeler için yegane rekabet dayanağıdır. Kim insan faktörünü uygun kullanır ve en fazla verim alabilirse, o
rekabet yarışında galip gelmektedir. Yapılan
birçok çalışma, günümüzde nitelikli hale
gelen eğitimli işgücünden zorlamalarla verim alınamayacağını göstermektedir. Gönül-
232
den çalışan, kendiliğinden sorumluluklarını
yerine getiren, takım çalışması konusunda
özverili çalışan işgücü; emirlere itaat eden
ve sadece kendilerine verilen görevleri tarif
edildiği şekilde gözetim altında iken yapan
işgücüne göre daha verimli çalışmaktadır.
Katz’a göre; örgütlerin başarılı olabilmeleri için çalışanların üç hususa riayet etmeleri
gerekmektedir. Bunlardan ilki; çalışanların
işlerine zamanında gelmeleri, ikincisi; çalışanların sözleşmelerinde belirtilen görevleri
eksiksiz, zamanında ve istenildiği şekilde
yapmaları, üçüncüsü ise; çalışanların örgüt
lehine sözleşme dışı faaliyetler yapmaları ve
bu konuda gönüllü olmalarıdır (Çelik, 2007,
s.82).
ÖRGÜTSEL VATANDAŞLIK
DAVRANIŞI
Örgütsel vatandaşlık davranışı kavramının temelini oluşturan çeşitli teoriler önceki
tarihlerde mevcuttur. Ancak günümüzdeki
biçiminin temeli olarak örgütsel vatandaşlık
davranışı çalışmalarının çıkış noktası Dennis W. Organ’ın “tatmin, performansı sağlar” isimli teorisiyle başlamıştır ve Organ
tarafından örgütsel vatandaşlık davranışı
kavramı 1983 yılında yönetim bilimi yazınına kazandırılmıştır (Erşahan, 2011, s.153).
Çalışma ortamında yönetim labirenti içinde her şey açık seçik olarak belirtilmediğinden, yöneticilerin pek çok konuyu
kendilerinin hissetmesi veya tahmin etmesi
gerekir. Yöneticilerin bunu başarabilmesi,
biçimsel yapı ve sistemler dışında biçimsel
olmayan pek çok olguya da dikkat etmesiyle
mümkündür. İş ortamında biçimsel yapı ve
olaylar buz dağının görünen kısmına; biçimsel olmayanlar ise, buzdağının suyun altında
kalan kısmına benzetilebilir. Dolayısıyla,
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
yöneticiler için önemli olan buzdağı örneğindeki suyun altındaki kısmı temsil eden
örgütün biçimsel olmayan yönüdür (Koçel,
2013, s.499). Buradan hareketle, örgütsel
vatandaşlık davranışının örgütün biçimsel
olmayan yani buz dağının görünmeyen kısmını oluşturduğu, ancak bir bütün olarak ele
alındığında örgütün etkinliğine ve verimliliğine katkı sağlayabilecek olgulardan biri
olduğu söylenebilir (Gürbüz, 2006, s.49).
Örgütsel vatandaşlık davranışı, Dennis
W. Organ tarafından, bireyin çalışma ortamında kendisi için belirlenen standartların
ve iş tanımlarının ötesinde, gönüllü olarak
bir çaba ve fazladan rol davranışı göstermesi
olarak tanımlanmıştır. Gönüllülük kavramı
ile bu tür davranışların, bireyin organizasyondaki rolünün veya biçimsel iş tanımının
gerektirdiği davranışlar olmadığı anlatılmak
istenmektedir (İşbaşı, 2000, s.4).
Başka bir deyişle örgütsel vatandaşlık
davranışı, formel iş tanımlarının ötesinde,
belirlenmiş rol gereklerini ve beklentilerini
aşan, işgörenlerin örgüte katkıda bulunmak
için istekli olarak gösterdikleri rol fazlası
davranışları ifade eder (McDonald, 1993;
Schnake ve Dumler, 2003, s.283 ve Feather
ve Rauter, 2004, s.81). Bu kavram, örgütün
sosyal ve psikolojik ortamına katkıda bulunarak, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yardımcı olan gönüllülük esasına dayalı
bireysel davranışları anlatır (Lievens ve Anseel, 2004, s.299).
Buraya kadar yapılan tanımları toparlarsak; çekirdek iş sorumlulukları kapsamının
ötesinde ekstra çaba gösterilmesini ifade
eden örgütsel vatandaşlık davranışı (Lam,
Chen ve Takeuchi, 2009, s.2251); biçimsel
ödül sistemi ve iş tanımları tarafından doğ-
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Üzerindeki Etkileri
rudan ya da açık olarak tanımlanmayan,
yerine getirilmesi zorunlu olmayan, gönüllülük esasına dayalı ve organizasyonun
fonksiyonlarının etkili şekilde ilerlemesini
sağlayan davranışlardır. Bu tanımdaki zorunlu olmayan ifadesi, bu davranışların sergilenmesinin kişisel seçime dayalı olduğunu
ve yerine getirilmediği zaman herhangi bir
cezanın uygulanmamasını simgelemektedir
(Gürbüz, 2006, s.50).
İşe gelemeyen bir mesai arkadaşına yardımcı olma, işin resmi olarak gerektirmediği ancak örgüt açısından önemli olan şeyleri yapmaya gönüllü olma, iş tanımının bir
parçası olmasa bile yeni gelen işgörenlerin
sosyalleşmelerine yardım etme, diğer işgörenlere zorlukları aşmalarında destek olma,
denetçilere ya da yöneticilere işlerinde yardımcı olma, onlara destek verme, örgüte katkıda bulunacak yeni ve yaratıcı düşünceler
önerme, gerekenden daha fazla işe katılım
gösterme ve işe gelemeyeceği zamanlarda
önceden haber verme gibi davranışlar, örgütsel vatandaşlık davranışı olarak değerlendirilmektedir (Kelloway, Loughlin, Barling ve Nault, 2002, s.143).
Örgütsel vatandaşlık davranışına ilişkin
tanımların ortak noktası, bu davranışların
örgütte isteğe bağlı ve gönüllülük esasına
dayalı bir anlayış içinde sergilenen rol fazlası davranışlar olarak görülmesi ve bunların
örgütsel etkinliğe ve verimliliğe katkıda bulunmasıdır (Sezgin, 2005, s.319).
Temel olarak örgütsel vatandaşlık davranışları ikiye ayrılır. Birinci tür örgütsel vatandaşlık davranışı; örgütsel yapıya aktif bir
şekilde katılım ve katkı şeklinde ortaya çıkar.
İkinci türde ise, aynı davranış örgütsel yapıya zarar verecek her türlü davranıştan uzak
233
kalma şeklinde ortaya çıkar. Organizasyona
katkı şeklinde ortaya çıkan ilk türde, bireylerin aktif bir şekilde örgüt hayatının içinde
yer alması gerekir. Bu tür davranış gösteren
çalışanlar aktiftir, üretkendir ve çalışkandır.
Zararlı davranışlardan kaçınma şeklinde ortaya çıkan davranışlarda ise temel düşünce;
örgüte katkıda bulunmak değil, örgüte zarar
vermemektir. İster aktif katılım ister kaçınma şeklinde ortaya çıkmış olsun, önemli
olan örgütsel etkinliği ve verimliliği artıracak davranışlarda bulunmaktır (Özdevecioğlu, 2003, s.119).
İşe zamanında gelme ve verilen görevleri
yapma dışında, çalışanların birbirleri ile görüşmelerine ve birlikte dayanışma içerisinde çalışmalarına, içerde ve dışarıda yapılan
suçlamalar karşısında örgütü savunmalarına, kaliteyi ve verimliliği sağlamak için değişimi desteklemelerine, işle ilgili bilgileri
birbirleri ile paylaşmalarına ve huzurlu bir
iş ortamı yaratma konusunda gayretlerine
ihtiyaç duyulmaktadır. Kendilerine verilen
görevleri ve daha fazlasını karşılık beklemeden kendiliğinden yapan, huzurlu bir iş
ortamı yaratılması için emek sarf eden, ait
olduğu örgüte değer veren ve gönül bağı hisseden işgücünün davranışları örgütsel vatandaşlık davranışından başka bir şey değildir
(Çelik, 2007, s.82).
Bireyin samimi duygularla ve isteyerek
yaptığı örgütsel vatandaşlık davranışının
altında herhangi bir dışsal ödül beklentisi
yatmaz. Örneğin, bir işgören, kendisinden
böyle bir şeyi yapması istenilmediği halde,
iş çıkışında uzun süre ofisinde kalarak elindeki işi tamamlamaya çalışıyorsa ya da kendi resmi iş tanımının bir parçası olmadığı
halde, işini yapmakta zorluk çeken bir mesai
arkadaşına yardım ediyorsa, bu işgörenin ör-
234
gütsel vatandaşlık davranışında bulunduğu
söylenebilir (Sezgin, 2005, s.320).
Gönüllülük esasına dayalı olarak yapılan
örgütsel vatandaşlık davranışı, örgütte resmi
değerlendirmenin ya da ödül sisteminin bir
parçası olmadığı için, bu davranışları göstermedeki başarısızlığa da resmi olarak bir
yaptırım uygulanmaz (Williams, Pitre ve
Zainuba, 2002, s.33; Ölçüm-Çetin, 2004).
Ancak, iş hayatındaki ve sosyal yaşamdaki
değişikliklerin örgütsel vatandaşlık davranışının anlamını da değişime zorladığını ifade
eden ve bu nedenle kavramın yeniden tanımlamasını yapan Organ (1997), artık örgütsel
vatandaşlık davranışını rol fazlası olarak ya
da işin ötesinde veya formel sistemin ödüllendirmediği bir davranış olarak kabul etmenin gerekli olmadığını belirtmektedir. Bu
anlamda, örgütsel vatandaşlık davranışını
göstermedeki yetersizlik yaptırım gerektirmemekle birlikte, zaman içinde böyle davranışlar örgüt tarafından ödüllendirilebilir,
kabul ve takdir görebilir.
Örgütsel vatandaşlık davranışının son
yıllarda yazında çok işlenmesinin genel
olarak üç sebebi olduğu belirtilebilir: İlk
olarak, gösterilen bu davranış neticesinde
elde edilen çıktılar, çalışanların performans
değerlendirmelerinde, terfi ve ücret uygulamalarında göz önüne alınabilir. İkincisi, bu
davranışın örgütlerin başarısına ve etkinliğine olan katkısıdır. Organ, uzun bir süreçte
örgütsel vatandaşlık davranışının toplamı
dikkate alındığında, bu davranışın örgütsel
etkinliği ve performansı arttıracağını belirtmiştir (Organ, 1988, s.27). Son sebep olarak
ise örgütsel vatandaşlık davranışı, personel
dönüşümü diye de isimlendirilen işten ayrılmaları azaltıcı etki göstermektedir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
ÖRGÜTSEL VATANDAŞLIK
DAVRANIŞININ ÖZELLİKLERİ
İş Tanımının Ötesinde Olması: Çalışanların sözleşmelerinde yazan ve iş analizi ile
tanımlanan işler, çalışanların rol davranışları
olarak adlandırılmaktadır. Çalışanlar bu işleri
eksiksiz yaptıkları sürece işyerinde kalmaya
devam edebilmektedirler. Bu eksiksiz yapılan işler yöneticiler tarafından çalışanların
değişik yöntemlerle ödüllendirilmesini sağlamaktadır. Örgütsel vatandaşlık davranışı ise,
iş tanımlarının bir parçası olarak yer almamaktadır. Örgütsel vatandaşlık davranışı, iş
tanımlarında olmayan işlerin gönüllü olarak
yapılmasıdır (Motowidlo, 2000, s.120).
İsteğe Bağlı Gerçekleşmesi: Örgütsel
vatandaşlık davranışının en belirgin özelliği, isteğe bağlı gerçekleşmesidir. Bir davranışın isteğe bağlı olması, davranışın yapılması konusundaki inisiyatifin çalışana ait
olduğu anlamını taşımaktadır (Robinson ve
Elizabeth, 1995, s.290). Bu yönüyle örgütsel vatandaşlık davranışı, biçimsel rol tanımlamalarından çok beklenilen davranışlar
olarak gerçekleşmektedir. Bu davranışların
ödüllendirme ve cezalandırmaya tabi olmamalarından dolayı, kişi tarafından gönüllü
olarak yapıldığı varsayılmaktadır (Blakely,
Andrews ve Fuller, 2003, s.131).
Resmi Olarak Ödüllendirilmemesi: Örgütsel vatandaşlık davranışları, biçimsel rol
davranışlarında yer almadığından, biçimsel
ödül sisteminde belirtilmemiştir. Ancak günümüzde biçimsel ödül sisteminde tanımlanmamış olsa da çalışanlar terfi alacaklarına
inandıkları için bu davranışı gösterebilmektedirler. Buna en iyi örnek; geçici işçilerin
örgüt içinde daimi statü istediklerinde daha
fazla örgütsel vatandaşlık davranışları sergi-
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Üzerindeki Etkileri
ledikleri durumda ortaya çıkmaktadır (Blakely ve diğerleri, 2013, s.131).
ÖRGÜTSEL VATANDAŞLIK
DAVRANIŞININ BOYUTLARI
Diğergamlık (Fedakarlık, Özgecilik,
Altruism): Çalışanların, diğer işgörenlere
yardım ederek onların karşılaştığı sorunların üstesinden gelmelerine gönüllü katkı
sağlamaları konusundaki tutum ve davranışlarını içermektedir. Diğergamlık, bir çalışanın diğer çalışana işini tamamlayabilmesi,
üstesinden gelemediği bir konuda başarılı
olabilmesi için gönüllü yardım etmesidir
(Demirel, Seçkin ve Özçınar, 2011, s.37).
Vicdanlılık (İleri Görev Bilinci): Örgüt
üyelerinin kendilerinden beklenen minimum
(biçimsel) rol davranışının ötesinde bir davranış sergilemeye gönüllü olmalarını ifade
etmektedir. Vicdanlılığın ekstra rol davranışı (ÖVD) sayılmasının nedeni gösterilen
davranışın aşırılık derecesinde olmasıdır.
(Özdemir, 2005, s.90)
Nezaket: Organ nezaketi, örgütte iş yükümlülükleri sebebiyle sürekli iletişim içinde olmaları gereken, birbirlerinin işlerinden
ve kararlarından etkilenen üyelerin sergiledikleri olumlu davranışlar olarak tanımlamaktadır (Samancı, 2006, s.32). Nezaket
davranışı, işgörenlerin diğer arkadaşlarına
sorunlar hakkında danışması şeklinde kendini göstermektedir (Koys, 2001, s.103).
Sportmenlik (Centilmenlik): Sportmenlik, çalışanların gerginliğe neden olabilecek
davranışlardan imtina etmeleri, çok şikayetçi olmaktan kaçınmaları ve hoşgörülü olmaları olarak ifade edilebilir. Sorunları gereksiz yere büyütmekten, zamanın çoğunu işle
ilgili sorunlardan yakınarak geçirmekten, iş
235
arkadaşlarına saygısızca davranmaktan kaçınma davranışları sportmenliğe örnek teşkil edebilir (Yücel, 2006, s.10).
Sivil Erdem (Örgütsel Katılım): Çalışanların organizasyonun politik yaşamına aktif
ve sorumlu biçimde katılmasını ifade eder.
Toplantılara düzenli olarak katılmak, değişimleri yakından izlemek ve diğerleri tarafından kabul edilmesinde aktif rol oynamak,
örgütle ilgili konular üzerinde düşünmek,
bilgi sahibi olmak ve bunu iş arkadaşlarıyla
paylaşmak gibi davranışlar sivil erdem boyutunda yer alabilecek nitelikte davranışlardır (Atalay, 2005, s.26).
ÖRGÜTSEL VATANDAŞLIK
DAVRANIŞINA ETKİ EDEN
FAKTÖRLER
Örgütsel Bağlılık: Örgüte bağlılıkları
yüksek çalışanların daha çok örgütsel vatandaşlık davranışında bulunduğunu ifade etmektedir. Kişinin örgütsel bağlılığı arttıkça,
kişi örgütü için daha çok fedakarlıkta bulunma isteği içine girer ve bu özveri çabası kendini daha çok örgütsel vatandaşlık davranışlarında bulunma olarak gösterir (Muçaoğlu,
2006, s.16).
Bireyin Ruhsal Durumu: Organ’a göre,
iş süreçleri veya becerileri örgütsel rol performansı belirlemede önemliyken, moral
faktörleri de fazladan rol davranışlarının
belirleyicisidir ve bu konuda yapılan araştırmalarda işgörenlerin olumlu duygusal
durumlarının onların daha çok örgütsel vatandaşlık davranışı göstermelerine sebep olduğu görülmüştür (Atalay, 2005, s.27).
Kişilik Özellikleri: Kişilerin hayat karşısındaki zorluklara bakış açısı, onların bir iş
yapmaya ya da sürdürmeye yönelik çabaları-
236
nı belirleyici bir faktördür. Örneğin iyimser
insanlar bir şeyler yaparsam sonuç değişir
inancında olup, boş vermişlik gibi bir tutum
sergilemezler (Atalay, 2005, s.28). Smith,
Organ ve Near’a göre de dışa dönük kişilik
özelliklerine sahip işgörenler, dış çevrelerine ve sosyal uyaranlara karşı daha duyarlı
oldukları için örgütsel vatandaşlık davranışlarını göstermeye daha çok yatkındırlar (Kamer, 2001: Akt: Atalay, 2005, s.28).
İşe Karşı Tutumlar ve İş Tatmini: Pozitif iş tatmini içerisinde olan bir iş gören,
yaptığı işten daha fazla tatmin olur ve diğer
işgörenlerle pozitif bir ilişki içerisinde olur.
Pozitif iş tatminine sahip bireyler sık sık
yardımcı olma eğiliminde olurlar ve fedakar
davranışlarda bulunurlar. Bu durum örgütsel
vatandaşlık davranışı çıktılarının artmasıyla
sonuçlanır (Özdemir, 2005, s.103).
Örgütsel Adalet: Örgütsel vatandaşlığı etkileyen en temel bilişsel faktörlerden
birisidir. Örgütte çalışanların adalet algılamaları pozitif yönde ise, örgüte bağlılıkları
artmakta ve performansları yükselmektedir.
Bu doğrultuda verimlilik de artmaktadır.
Örgütsel adalet algılamaları negatif yönde
oluştuğu zaman; çalışanlar örgütsel bağlılık
ve performanslarının düşmesinin yanında,
adaletsizliği ortadan kaldırmak için yöneticilerine ve iş arkadaşlarına karşı olumsuz
davranışlar sergileyebilmektedirler (İşbaşı,
2000, s.84).
İhtiyaçlar: İnsan davranışlarını etkileyen
ihtiyaç kavramı ile burada anlatılmak istenen, örgütler tarafından işgörenlere sosyal
kabul ve başarma ihtiyacı gereksiniminin
hissettirilmesidir. Bu ihtiyacı hisseden işgörenler, daha fazla örgütsel vatandaşlık davranışı göstereceklerdir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Liderin Özellikleri: Podsakoff ve arkadaşları örgütsel vatandaşlık davranışı ile
ilgili yürüttükleri çalışmada, lider davranışlarının astlarının ekstra rol davranışında bulunmasını etkilediğini ortaya koymuşlardır
(Podsakoff, Bommer ve Mackenzie, 1996,
s.259). Burada lider ekstra rol davranışlarını
bizzat göstererek hem örgütsel vatandaşlık
davranışı sergilemekte hem de kendisini takip edenlerin örgütsel vatandaşlık davranışında bulunma ihtimallerini artırmaktadır.
Kıdem ve Hiyerarşik Düzey: İşgörenlerin kıdemleri ve yaşları arttıkça örgüte olan
bağlılıkları da aynı oranda artmakta ve daha
çok örgüt yararına davranış gösterebilmektedirler. Bireyin örgüt içindeki statüsü yükseldikçe karar verme, diğer çalışanları ve
yapılan işleri kontrol etme, serbest hareket
etme düzeyi ve yönetim gücü artar. Bu durumda kişi örgüte bağlılığını ve dolayısıyla
gösterdiği örgütsel vatandaşlık davranışlarını artırır (Van Dyne, Graham ve Dienesh,
1994, s.775).
Örgütsel Vizyon: Vizyon, örgütün değerleri çerçevesinde amaç ve hedefleri, ileride
kendisini görmek istediği yerdir. Buradan
hareketle örgütsel vizyon; çalışanlara vizyon
sunmak, daha çok çalışmalarını sağlamak
için onları yönlendirmek ve motive etmektir.
Bir vizyona bağlandığını hisseden işgören,
daha çok çalışma eğilimi içinde olacak ve
dolayısıyla rol fazlası davranışları da daha
çok gösterecektir.
Örgütün Özellikleri: Örgütün ne istediğini bilen çalışanlar, neyin önemli olduğunu
algılayan bireyler, buna bağlı olarak örgütsel
vatandaşlık davranışlarını daha çok göstereceklerdir. Van Dyne, Graham ve Dienesch’a
göre çalışanlar, örgütlerinin kaliteli ürün ve
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Üzerindeki Etkileri
servislere değer verdiğini düşünürlerse, yüksek kaliteye neden olacak davranışları daha
çok gösterirler; katılıma önem verdiğini düşünürlerse, bağlanma ve örgütsel vatandaşlık davranışlarını daha çok gösterirler (Karaman ve Aylan, 2012, s.39-41).
Kişi-Örgüt Bütünleşmesi: Kişi-örgüt bütünleşmesi denince, örgüt içindeki insanlar,
gruplar ve bunların örgütsel amaçlar doğrultusundaki çalışmaları akla gelmektedir.
Böyle bir grup birden fazla bireyin birbirini
etkileyerek, birbirine psikolojik bağlılık duyarak ve kendi grupsal amaçlarını örgütsel
amaçlara dönüştürerek bir araya geldikleri
sosyal bir yapıdır (Oktay, 1996, s.290-291).
Bir örgütte kişi-örgüt bütünleşmesi yüksek
olduğu sürece örgütü sahiplenme duygusu
da artacağından, çalışanın örgütsel vatandaşlık davranışını gösterme ihtimali de yüksek olacaktır (Samancı, 2006, s.34-36).
İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ
UYGULAMALARI VE ÖRGÜTSEL
VATANDAŞLIK DAVRANIŞI
İş Analizi ve ÖVD İlişkisi: İş analizi,
işlerin doğru, etkin ve sağlıklı biçimde değerlendirilmesi maksadıyla örgütte yer alan
her işin ayrı ayrı niteliği, niceliği, gerekleri,
sorumlulukları ve çalışma koşullarını inceleyen ve bilgi toplayan bir tekniktir. İş analizi, insan kaynakları yönetiminin alt yapısını
oluşturmaktadır. İşgören seçimi, iş değerlemesi, eğitim ve geliştirme, performans değerlemesi gibi süreçlerin yürütülmesinde iş
analizi ile elde edilen veriler kullanılır (Bingöl, 2010, s.81-82). İş analizi, insan kaynakları yönetimi uygulamalarının başarıyla
yerine getirebilmeleri için bir iş sözleşmesiyle işin içeriğini ve nasıl yapılacağını belirten bir analizdir.
237
Bir insan kaynakları yönetimi uygulaması olan iş analizi, çalışanlar ile örgütü ve
işin kendisini uyumlaştırmada önemli bir rol
oynar (Boon, Hartog, Boselie ve Paauwe,
2011, s.138). İş analizi, görev performansını
dikkate almaktadır. Ancak insan kaynakları
yöneticileri tarafından performans kavramı,
görev performansı ile örgütsel vatandaşlık
davranışının birleşimi olarak görülürse, iş
analizlerine ilişkin süreçlerin genişletilmesi faydalı olabilir. Bu bağlamda, örgütsel
vatandaşlık davranışının örgütün etkin bir
şekilde çalışmasına ve performansı üzerine
yaptığı olumlu katkıların yöneticiler tarafından fark edilmesi gerekmektedir. Böylelikle, insan kaynakları yöneticileri örgütsel
vatandaşlık davranışlarını iş analizi çalışmalarına dahil edebilme imkanı bulabilirler. Bu
noktada, iş analizleri ve iş tanımlarını yapacak olan insan kaynakları departmanının
konu hakkında bilgi sahibi olması önemlidir
(Bozkurt, 2011, s.40).
İnsan kaynakları departmanı tarafından
yöneticilere ve işgörenlere iş analizi ve iş
tasarımı iyi bir şekilde ifade edildiğinde, bütün hiyerarşideki çalışanlar görev tanımlarını ve işlerin nasıl yapılacağını iyi bilecek,
bu da yükselen vatandaşlık diye ifade edilen
göstermelik örgütsel vatandaşlık davranışlarının önüne geçecek, ortaya konulan en ufak
bir örgütsel vatandaşlık davranışının bile
fark edilmesini sağlayacak, bu fark etme
teşvik ve ödüllendirme unsuru olacak ve
neticede bütün bunlarda daha çok örgütsel
vatandaşlık davranışı göstermeye yol açmış
olacaktır. Aksi halde görev performansına
ilişkin davranışlar ile örgütsel vatandaşlık
davranışları yeterince iyi anlaşılmayacak,
bu durumda beraberinde örgüt içerisinde
görevlerin ve rollerin karışık hale gelmesine
238
neden olabilecektir (Bozkurt, 2011, s.40).
Bu sebeplerle örgütsel vatandaşlık davranışının örgüte olacak olan katkılarının bilincinde olan insan kaynakları departmanı ve
yöneticiler, iş analizi sürecinde buna uygun
bir ortamı oluşturmaya çalışarak işgörenlerin rol fazlası davranışları gösterebilecekleri
koşulları hazırlamalıdırlar.
İnsan Kaynakları Planlaması ve ÖVD
İlişkisi: İnsan kaynakları planlaması, işletmede çalışacak işgücünü, nitelik ve nicelik
yönünden belirli bir düzen içinde sağlamaktır. Aynı zamanda insan kaynakları planlaması ne kadar sayıda ve hangi nitelikte personele gerek duyulacağını, bu talebin hangi
dereceye kadar karşılanmasının mümkün
olduğunu öngörüleme yönündeki bir girişim
olarak tanımlanabilir.
İnsan kaynakları planlamasının iki ana
amacı bulunmaktadır. Bunlar; optimum
düzeyde eleman istihdam etmek ve çalışanlardan azami derecede istifade etmektir (Bingöl, 2010, s.172). Bu iki ana amaç
doğrultusunda insan kaynakları planlaması,
örgütlerde verimliliği, etkinliği ve dolayısıyla karlılığı etkileyen unsurlardan biri olarak düşünülebilir. Bu doğrultuda çalışanları
maksimum düzeyde motive etme amacı ile
planlanan işler ve bu işler için gerekli işgücünün tahmini, örgütsel vatandaşlık davranışının sivil erdem ve nezaket boyutlarını
etkileyebilir. Bu çerçevede, işgörenlerin
bilgi ve beceri düzeyi, çalışanlara tanınacak
özerklik gibi değişkenler incelenebilir (Graham, 2000, s.71-72). İnsan kaynağı planlaması yapılırken, yüksek bilgi ve beceri düzeyi ile özerklik değişkenleri dikkate alınarak
çalışanların örgütsel vatandaşlık davranışı
göstermesi sağlanabilir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Örneğin; nezaket boyutundaki davranışlardan biri olan çalışma arkadaşlarına sorunlar hakkında danışılması ve önemli bir
konunun hatırlatılması gibi hususlar, konu
hakkında bilgisi ve becerisi yüksek çalışanlar tarafından yerine getirilebilir. İşler
ve pozisyonlar planlanırken, bu özelliklere
sahip bireyler işgücü beceri envanterlerinden yararlanılarak tespit edilebilir. Yine örgütün strateji ve politikalarına yönelik bilgi
düzeyi yüksek işgörenlerde, örgütün politik
yaşamında aktif ve sorumlu bir şekilde katılım göstererek sivil erdem davranışlarını
sergileyebilirler. Örgütün yedekleme planları yapılırken, uygun pozisyonlar için bu
özelliklere sahip işgörenler öncelikli olarak
düşünülebilir (Bozkurt, 2011, s.41).
İşgören Seçimi ve ÖVD İlişkisi: İşgören
seçimi, örgüt ve belirli bir pozisyon için en
iyi şekilde bireysel uyum gösterecek adaylar
arasında, en iyi bireysel uyum göstereceklerin belirlenmesi sürecidir. Bireyler farklı
yapıya, düşünceye, davranış, hırs, merak ve
yeteneklere sahiptirler. Örgütlerde, farklı
işlerle farklı yapıya sahip bireyler arasındaki koordinasyonun sağlanması ciddi bir
önem arz etmektedir. Bu konuda gösterilecek çabalara, işgörenin işe alımı sırasında
başlanılır. İşgören seçimi, işletme faaliyetlerinin etkin bir biçimde yürütülmesinin ve
insan kaynakları yönetimi uygulamalarının
yerine getirilmesinin ön koşuludur. İşgören
seçimindeki başarı, diğer insan kaynakları
yönetimi uygulamalarının yerine getirilmesindeki başarıyı etkileyici bir role de sahiptir
(Bingöl, 2010, s.233).
İnsan kaynağını seçim araçlarından biri
olan mülakatlar, bir örgütün örgütsel va-
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Üzerindeki Etkileri
tandaşlık davranışına yönelik bakış açısı
hakkında yöneticilere ve çalışanlara bilgi
sağlayabilir (Graham, 2000, s.72). Birçok
araştırmacı, örgütsel vatandaşlık davranışı gösteren adayları seçmek için mülakatın
özellikle uygun bir yöntem olduğunu belirtmişlerdir. Gatewood ve Field 1998 yılındaki araştırmalarında, mülakatın bağlılık,
vicdanlılık, istikrar ve azim gibi “iyi vatandaşlık” özelliklerini ölçmek için çok önemli
olduğunu belirtmektedirler (Werner, 2000,
s.8). Yine bu konuda araştırma yapan Latham ve Skarlicki’de, mülakat yönteminin
adayın örgütsel vatandaşlık davranışı eğilimini ölçmek için etkili bir yol olduğunu savunmaktadırlar (Bozkurt, 2011, s.42).
Mülakat yönteminin örgütsel vatandaşlık davranışını tam anlamıyla ölçebilmesi
için, bazı araştırmacılar tarafından jürinin
bu konuda hazırladığı özel soruları işgören
adaylarına sormaları önerilmiş ve yine jürinin örgütsel vatandaşlık davranışı ile ilgili
ayırt edici bu soruları hazırlayabilmesi için
de belirli eğitimlerden geçmeleri gerektiği
ileri sürülmüştür.
Neticede, işgören seçimi ve örgütsel vatandaşlık davranışı arasındaki ilişkiyi ölçmeye yönelik yapılan araştırmaların ortak
görüşü; işe başvuran adayların örgütsel vatandaşlık davranışı eğilimlerinin tespit edilmesinin, örgütün verimliliğini ve etkinliğini
arttırmaya yardımcı olabilecek adayların
seçimi açısından oldukça önemli olduğu yönündedir.
Eğitim ve Geliştirme Uygulaması ile
ÖVD İlişkisi: İnsan kaynakları yönetimi açısından eğitim faaliyeti, bireysel ve örgütsel
239
yönden ele alınıp tanımlanacak olduğunda,
bu faaliyetin iki yönü olduğu söylenebilir.
Bunlar; yetiştirme ve geliştirme faaliyetleridir. Yetiştirme, genel olarak belli bir işin yapılabilmesi için sahip olunması gerekli olan
bilgi, beceri, yetenek ve davranışların kişilere kazandırılması sürecidir. Geliştirme ise,
kişide bulunan bilgi ve yeteneklerin mevcut
iş için yeterli düzeyde olsa bile, hem bireyin
daha verimli çalışması hem de farklı pozisyonlarda istihdamı için kendisine yeni bilgi
ve yeteneklerin kazandırılması ya da mevcut
olanlarının geliştirilmesi sürecidir (Özçelik,
2008, s.190).
Örgütlerde örgütsel vatandaşlık davranışlarını desteklemeye yönelik çabalar, eğitim ve geliştirme uygulamasına odaklanarak
daha çok sonuç elde edebilir. Bir işin başarılması için gereken davranışların öğretilmesinde olduğu gibi, çalışanların örgütsel
vatandaşlık davranışı sergilemelerini sağlayacak şekilde eğitilebilmeleri mümkündür.
Bu konuda Kelly ve Caplan’ın 1993 yılındaki çalışmasında, ortalama performans
gösteren çalışanlara işin gereğini yapmaktan
öteye gitmeleri ve örgüt içinde daha fazla
inisiyatif almaları öğretilebilirse, üstün performans gösteren çalışanlar olabilecekleri
ve benzer şekilde örgütsel vatandaşlık davranışı sergileyecek biçimde de eğitilebilecekleri ifade edilmiştir (Organ, Podsakoff
ve MacKenzie, 2006, s.226).
Örgütsel vatandaşlık davranışı ile ilgili
gelişmekte olan diğer bir konu ise, mentorluk
olarak ifade edilmektedir. Werner tarafından
eğitim ve geliştirme faaliyetinin bir parçası
olarak düşünülen mentorluğun, örgütsel vatandaşlık davranışlarını arttırmada bir etken
240
olabileceği belirtilmektedir (Werner, 2000,
s.12). Mentorluk uygulamasının örgütsel vatandaşlık davranışına etkisini inceleyen Donaldson, Ensher ve Grant-Vallone›nun 2000
yılındaki çalışmalarında, mentorluk faaliyetinin örgüte yönelik tutumları (örgütsel bağlılık ve ÖVD) nasıl etkilediği araştırılmıştır. Bu yazarlar, bazı faktörlere bağlı olarak
mentorluk uygulamasının gerçekleştirildiği
örgütlerde, çalışanların örgütsel vatandaşlık
davranışı sergilemesinin artırılabileceğini
ifade etmektedirler. Bu faktörler; mentorların iyi birer koruyucu olmaları ve koruduğu
çalışanlara destek vererek örgütsel vatandaşlık davranışına ilişkin rol modellerini
oluşturmalarıdır. Böylelikle mentorluk uygulaması sıklıkla örgütsel vatandaşlık davranışına dönüşebilecektir (Bozkurt, 2011,
s.44). Yine de, çok az çalışma mentorluğun
örgütsel vatandaşlık davranışı üzerindeki etkisini ampirik olarak test ettiği için, mentorluk ve örgütsel vatandaşlık davranışı arasındaki ilişkiye yönelik net sonuçlara ulaşmak
adına daha fazla çalışma yapılmasına ihtiyaç
vardır (Organ, Podsakoff ve MacKenzie,
2006, s.227)
Performans Değerlendirme ve ÖVD İlişkisi: Performans değerlendirme, örgütlerde
belirli amaçlara göre işgörenin görevindeki
başarı, tutum ve davranışları ile ahlaki durum ve özelliklerini belirleyen, örgütün başarısına olan katkılarını değerlendiren planlı ve çok evreli bir süreçtir (Bingöl, 2010,
s.381). Performans değerlendirmenin üç ana
amacı bulunmaktadır. Bu amaçlar; örgütsel
etkinliği iyileştirmek, işgörenleri motive etmek ile eğitim ve geliştirmeyi mükemmelleştirmektir (Bingöl, 2010, s.382).
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Örgütsel vatandaşlık davranışı açısından
durum incelendiğinde ise, değerlendirme
kriterlerinin çok yönlü olması gerekmektedir. Bu kriterler, bireysel görev başarımının
göstergelerini, çalışma grubunun işbirliğini
ve sivil erdemi içerebilir. Böylelikle performans değerlemesi yapılırken çalışanların
görevlerini yerine getirip getirmediklerinin
yanı sıra, bu görevleri yerine getirirken ne
derecede çalışma arkadaşları ile işbirliği
yaptıkları ve alınacak kararlar konusunda
ne kadar aktif katılım gösterdiklerinin değerlendirilmesi mümkün olabilecektir (Bozkurt, 2011, s.44-45). Bu faaliyetleri içeren
performans değerleme uygulamasına ait
çıktılar; bireysel eğitim ve gelişim ihtiyaçlarının belirlenmesi, çalışanlara performansları hakkında geri bildirimin sağlanması, eğitim ve gelişim programlarının seçimindeki
kriterlerin belirlenmesinde kullanılabilir
(Graham, 2000, s.74).
Bu durum, yöneticilerin işgörenlerle
açıkça iletişim kurup örgütsel vatandaşlık
davranışlarının örgüt için ne kadar önemli
olduğunu ve işgörenin performans değerlendirmesini etkileyeceğini açıklamasını gerektirir. Ayrıca yöneticiler, örgütsel vatandaşlık
davranışının görev performansıyla ilişkisinin önemini de açıklamalıdırlar. Bu açıklamalar performans yönetim sistemindeki
yetkinlik tanımlarında yer alırken, yapılacak
geri bildirim toplantılarında da çalışanlara
ifade edilebilir. Performans değerlendirmenin adil olarak algılanması ve işgörenin
davranışını etkili bir biçimde şekillendirebilmesi için her iki uygulamanın da yapılması uygun olabilir (Organ, Podsakoff ve
MacKenzie, 2006, s.232-233).
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Üzerindeki Etkileri
Kararlara Katılım ve ÖVD İlişkisi: İşgörenlerin örgütsel kararlara katılımının
sağlandığı bir örgütün, direk olarak örgütsel
vatandaşlık davranışını da tetiklediği rahatlıkla ileri sürülebilir. İşgörenlere, örgütte
alınan kararlara ve uygulamalara katılım fırsatı vermek etkili bir motivasyon tekniğidir
(Bozkurt, 2011, s.47). Kararlara katılımın
sağlandığı bir kuruluşta, çalışanlar yüksek
hizmet kalitesi göstereceklerdir (Guchait
ve Cho, 2010, s.1235). Daha ileri boyutta,
yüksek katılımın sağlandığı kuruluşlarda
işgörenin örgüte olan duygusal bağlılığı da
artacaktır (Yang, 2012, s.1209). Katılımcı
yönetimin özü, çalışanların kararlara katılması durumunda, verilen kararı benimseyip
destekleyebilecekleri düşüncesidir. Karara
katılım faaliyeti, kararların uygulanmasını
da kolaylaştıracaktır (Bozkurt, 2011, s.47).
Bu noktada, örgütlerde alınan kararlara
çalışanların katılımının sağlanması ve bu
yolla kişisel görüş ve önerilerin dikkate alındığı olumlu bir örgüt iklimi oluşturulması,
örgütsel vatandaşlık davranışı gösterilmesi
konusunda işgörenleri teşvik edebilir (Sezgin, 2005, s.333).
Özellikle örgütsel vatandaşlık davranışının sivil erdem boyutunun, kararlara katılım
uygulaması ile ilişkili olduğu söylenebilir.
Bilindiği üzere sivil erdem; örgütsel politika ve karar verme süreçlerine gönüllü katılım, düzenlenen toplantı, forum ve eğitim
etkinliklerine devamlılık gösterme, örgütte
düzenlenen sosyal etkinliklere katılma ve
241
destek verme davranışları şeklinde kendini
göstermektedir (Sezgin, 2005, s.323). Graham tarafından da insan kaynakları yönetimi uygulamalarının, katılımcı karar verme
süreçleri aracılığıyla sivil erdem davranışlarına öncülük edebileceği belirtilmiştir (Graham, 2000, s.61).
İnsan kaynakları departmanının ve yöneticilerin, çalışanların aralarında hızlı bir
şekilde iletişim kurabilme, bilgiyi paylaşabilme, kararlara etkin bir şekilde katılabilme
ve örgütsel uygulamalar hakkında öneriler
sunmaya izin verecek şekilde örgütsel yapıda esneklik oluşturmaları, örgütsel vatandaşlık davranışı ve özellikle de sivil erdem
biçimindeki davranışların gösterilmesi olasılığını artıracaktır (Bozkurt, 2011, s.47).
ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE
UYGULAMA
Örneklem
Araştırmanın örneklemini Osmaniye ve
Hatay illerinde özel sektörde çalışan ve rastgele seçilen 200 kişi oluşturmaktadır. Araştırmaya katılanlara anketler yüz yüze yapılmıştır. Araştırmaya katılanların 114 (%57)’ü
erkek, 86 (%43) adedi ise kadındır. Katılımcıların çoğunluğu 26-35 (% 41.5) yaş aralığında olup, lise mezunu olanlar %42’sini
oluşturmaktadır. Katılımcıların çalışma
sürelerine bakıldığında çoğunluğun 2-8 yıl
(%39) arasında şu anki kurumlarında çalıştığı görülmektedir. Katılımcıların demografik özellikleri Tablo 1’de görülmektedir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
242
Tablo 1: Araştırmaya Katılanların Demografik Özellikleri
Demografik Faktörler
Kadın
Cinsiyet
Erkek
18-25
26-35
Yaş
36-55
46 +
Lise
Önlisans
Eğitim
Lisans
Lisansüstü
3 yıldan az
3-8 yıl
9-14 yıl
Toplam Çalışma Süresi
15-20
21ve üzeri
3 yıldan az
3-8 yıl
Mevcut İşyerindeki Çalışma
9-14 yıl
Süresi
15-20
21ve üzeri
Ölçekler
İnsan kaynakları yönetimi uygulamalarına yönelik çalışanların algılarını ölçmek
amacıyla Khatri (2000) tarafından geliştirilen ölçek Tsaur ve Lin (2004)’in çalışmasından alınmıştır. Ölçek dört boyutta değerlendirilmektedir: işe alma ve seçme (3 madde),
eğitim ve geliştirme (5 madde), ödemeler ve
faydalar (4 madde) ve performans değerlendirme (3 öğe). Örgütsel vatandaşlık davranışını ölçmek amacıyla Bienstock, DeMoranville ve Smith (2003)’in çalışmasında yer
alan üç boyutlu ÖVD ölçeği kullanılmıştır.
Frekans
86
114
52
83
55
10
84
44
66
6
28
73
49
41
9
72
78
37
9
4
Yüzde
43
57
26
41.5
27.5
5
42
22
33
3
14
36.5
24.5
20.5
4.5
36
39
18.5
9
2
Ölçeğin boyutları sadakat, uyum ve katılım
şeklinde beşer maddeden oluşmaktadır. Ölçekler beşli Likert ile (1-kesinlikle katılmıyorum, 5-kesinlikle katılıyorum) değerlendirilmiştir.
Ölçeklerin yapı geçerliliğini değerlendirmek amacıyla faktör analizi yapılmıştır.
Faktör analizi sonuçları gerek insan kaynakları uygulamaları gerekse de örgütsel vatandaşlık davranışı ölçeği orijinal çalışmalardaki faktör yapılarına uygun olarak ortaya
çıkmıştır. Ölçeğin iç tutarlılığını değerlendirmek amacıyla cronbach alfa değerlerine
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Üzerindeki Etkileri
bakılmıştır. İnsan kaynakları uygulamaları
ölçeğinin alfa katsayısı .85 olarak elde edilirken, ÖVD ölçeğinin alfa katsayısı .90 olarak bulunmuştur. İnsan kaynakları uygulamalarının dört faktörüne ait alfa katsayıları
.78 ile .89 arasında değişmektedir. Örgütsel
vatandaşlık ölçeğine ait üç faktörün alfa katsayıları ise .71 ile .92 arasındadır. Bu alfa
değerleri ölçeklerin içsel tutarlılıklarının olduğunu göstermektedir (Nunnaly, 1978).
243
Analizler ve Bulgular
İnsan kaynakları uygulamaları ve örgütsel
vatandaşlık davranışı arasındaki ilişkiyi tespit
etmek amacıyla bu araştırmada korelasyon ve
çoklu regresyon analizi yapılmıştır. Tablo 2’de
değişkenlere ait ortalama, standart sapma ve
korelasyon değerleri yer almaktadır. Tabloda
görüldüğü üzere araştırma kapsamında tüm
bağımlı ve bağımsız değişkenler arasında pozitif yönlü ve anlamlı ilişkiler bulunmaktadır.
Tablo 2: Değişkenlere Ait Ortalama, Standart Sapma ve Korelasyon Değerleri
Ort.
S.S
1
2
1-İşe alım ve seçim
3.5717
.73622
1
2-Eğitim ve geliştirme
3.5510
.86390
.544**
1
3-Ödemeler ve faydalar
3.5475
.74744
.526**
.542**
1
4-Performans değerleme
3.8933
.80114
.438**
.475**
.588**
1
5-Sadakat
4.2550
.69193
.268**
.375**
.373**
.311**
1
.235**
.151*
.346**
.298**
1
.421**
.370**
.324**
.769**
.419**
6-Uyum
4.5770
.51867
.172*
7-Katılım
4.2210
.60097
.276**
3
4
5
6
7
1
*p< .05 ** p< .01
İnsan kaynakları yönetimi uygulamaları algısı ile örgütsel vatandaşlık davranışı
arasındaki ilişkiyi test etmek amacıyla yapmış olduğumuz çoklu regresyon analizi sonuçları Tablo 3’te görülmektedir. İstatistiki
sonuçlara göre insan kaynakları uygulamalarından işe alım ve seçim, örgütsel vatandaşlık davranışının sadakat (β=.235, ** p<
.01) ve uyum (β=.326** p< .01) boyutu, eği-
tim ve geliştirme sadakat (β=.142, * p< .05)
ve katılım (β=.298, ** p< .01) boyutu, ödemeler ve faydalar ile uyum (β=.235, **p<
.01) arasında önemli derecede ilişki bulunmaktadır. Bununla birlikte insan kaynakları
uygulamalarından performans değerleme ile
örgütsel vatandaşlık davranışı boyutları arasında herhangi bir ilişki tespit edilememiştir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
244
Tablo 3: İnsan Kaynakları Uygulamaları ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Regresyon Analizi
Katılım
Sadakat
Beta
t
Beta
t
Beta
t
İşe alım ve seçim
.235
3.409**
.326
5,012**
,080
1,172
Eğitim ve geliştirme
.142
2.065*
.089
1,371
,298
4,393**
Ödemeler ve faydalar
.014
.198
.235
3,613**
,050
,740
Performans değerleme
.035
.506
.091
1,395
-,068
-,995
F
R2
Adj R2
Uyum
4.046*
10.499**
5.552**
.077
.177
.102
.058
.160
.084
*p< .05 ** p< .01
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Günümüz iş hayatında örgütler, sürdürülebilir rekabet üstünlüğü ve ortalamanın
üzerinde kar getirisi elde edebilmek için
biçimsel iş gereklerinin ötesinde davranış
sergileyerek örgütün performansına katkı
sağlayan çalışanlara daha çok bağımlı hale
gelmişlerdir. Çünkü örgütler için değişen
şartlar ve durumlar altında çalışmak artık
yeni ekonomi anlayışının en önemli özelliğidir. Bu bağlamda, iş gereklerinin dışında
kalan ancak örgütlerin hayatta kalmaları için
önemli olan davranışlar ön plana çıkmaya
başlamıştır. Bu davranışlar yazında örgütsel
vatandaşlık davranışı (ÖVD) olarak yerini
almıştır.
Örgütlerin performansı, etkinliği, verimliliği kısaca başarısı maddi kaynakların
niceliğinden çok, insan kaynaklarının niteliğine bağlıdır. İşgörenlerin biçimsel görev tanımlarının ötesinde, gönüllü olarak örgütsel
etkinliğe katkıda bulunmaları, zorunlu olmasalar bile, diğer işgörenlere yardım ederek ya da görevin gerektirdiğinden fazlasını
yaparak ekstra çaba göstermeleri, örgütün
başarısı için önemlidir (Sezgin, 2005, s.334335).
Örgütsel vatandaşlık davranışı ile ilgili
yapılan tanımlara bakıldığında, hemen hemen hepsinde görülmektedir ki; örgütsel
vatandaşlık davranışı örgüt tarafından belirlenen, işgörenlerin uymak zorunda olduğu
biçimsel rol davranışları ve görev tanımları-
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Üzerindeki Etkileri
245
nın tamamen dışında ve özellikle belirtilmelidir ki, tamamı ile işgörenin gönüllü olarak
sergilediği davranışlar bütünüdür (Karaman
ve Aylan, 2012, s.46-47). Öyleyse bir organizasyonda yapılması gereken en önemli
şeylerden birisi; insan kaynakları yönetimi
uygulamaları aracılığıyla çalışanlardaki içsel motivasyonu ortaya çıkararak, örgütsel
vatandaşlık davranışının ortaya konulması
için gereken fırsatları yaratmaktır (Snape ve
Redman, 2010, s.1240).
Çalışan motivasyonunun organizasyona
yansımasında örgütsel vatandaşlık davranışı etkili olmuştur (Jlang, Lepak, Hu ve Baer
2011, s.1271). Örgütsel vatandaşlık davranışının temelinde ise her ne kadar işgören de
olsa; örgütsel bağlılık, örgütsel adalet, işgören motivasyonu gibi kavramların etkisiyle
gelişen bu davranışı tetiklemek için örgüt
yöneticileri ve işverenlere de bazı görevler düşmektedir (Karaman ve Aylan, 2012,
s.47).
Elbette ki bu tür davranışların bütün örgüt mensupları tarafından ortaya konulması
insan kaynakları departmanı, yöneticiler ve
işverenler tarafından arzu edilen ideal bir
davranıştır. Ancak diğer taraftan örgüt, özellikle de kendisine rekabet avantajı sağlayan
temel yeteneklerini ortaya koymada, iş sözleşmesinde yer almayan, yerine getirilmesi
kesin olmayan bir davranıştan da çok fazla
beklenti içerisine girmemelidir. “Örgütsel
bir başarı için gönüllü davranışlardan beklenti içine girilmemesi bir gerçekçiliktir fakat ulusal ve hatta uluslararası düzeyde bir
başarı da, örgütsel vatandaşlık davranışı olmadan düşünülemeyecektir.”
Örgütün bulunduğu konumdan daha
ileriye gidebilmesi personelin daha fazla
özveri göstererek çalışmasına bağlıdır. Bu
özverinin de ortaya konması için, daha önce
bahsedilen örgütsel vatandaşlık davranışını
etkileyen unsurların, o örgüt içerisinde var
olduğunun işgören tarafından bizzat hissedilmesi gerekmektedir. İşte bu durumda
artık devreye insan kaynakları departmanı,
işverenler ve yöneticiler girer. Bu unsurlar,
emeğin optimal yönetimini sağlayabilmek
adına, örgütte çeşitli insan kaynakları yönetimi uygulamaları aracılığıyla, örgütsel
vatandaşlık davranışlarını ortaya çıkarabilecek, teşvik edebilecek ve arttıracak bir örgütsel ortam oluşturmalıdırlar.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
246
KAYNAKÇA
Atalay, İ. (2005). Örgütsel Vatandaşlık Ve
Örgütsel Adalet. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Afyon Kocatepe Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyonkarahisar.
Bozkurt, S. (2011). İnsan Kaynakları Uygulamaları, Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Ve Finansal Performans Arasındaki İlişkinin İncelenmesi: Bankacılık Sektöründe Bir
Araştırma. Yönetim, 70, 36-62.
Bienstock, C.C., DeMoranville, C.W. ve
Smith, R.K., (2003). Organizational Citizenship Behavior and Service Quality, Journal of Services Marketing, 4, 57-78.
Bingöl, D. (2010). İnsan Kaynakları Yönetimi, 7. Baskı. İstanbul: Beta Basım Yayım
Dağıtım A.Ş.
Blakely, G.L., Andrews M.C. ve Fuller J.
(2003). Are Chameleons Good Citizens?
A Longitudinal Study of The Relationship
Between SelfMonitoring and Organizational Citizenship Behavior, Journal of Business & Psychology, 18(2), 131-144.
Boon, C., Hartog D.N.D., Boselie P. ve Paauweb J. (2011). The Relationship Between
Perceptions of HR Practices and Employee
Outcomes: Examining The Role of PersonOrganisation and Person-Job Fit, 22. 138162.
Çelik, M. (2007). Örgüt Kültürü ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışı-Bir Uygulama.
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Erzurum.
Demirel, Y., Seçkin Z. ve Özçınar, M.F.
(2011). Örgütsel İletişim İle Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Arasındaki İlişki Üzerine
Bir Araştırma. Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20(2), 33- 48.
Erşahan, B. (2011). Yönetimde Çağdaş ve
Güncel Konular. İsmail Bakan (Ed.) Örgütsel Vatandaşlık Davranışı içinde (s. 151171), Ankara: ÖzBaran Ofset Matbaacılık.
Feather, N.T., Rauter, K.A. (2004). Organizational Citizenship Behaviours in Relation
to Job Status, Job Insecurity, Organizational
Commitment and Identification, Job Satisfaction and Work Values, Journal of Occupational and Organizational Psychology, 77,
81-94.
Graham, J.W. (2000). Promoting Civic Virtue Organizational Citizenship Behavior:
Contemporary Questions Rooted in Classical Quandaries from Political Philosophy,
Human Resource Management Review, 10,
71-72.
Guchait, P. ve Cho S. (2010). The Impact of
Human Resource Management Practices on
Intention to Leave of Employees in The Service Industry in India: The Mediating Role
of Organizational Commitment, 21, 1228–
1247.
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Üzerindeki Etkileri
Gürbüz, S. (2006). Örgütsel Vatandaşlık
Davranışı İle Duygusal Bağlılık Arasındaki
İlişkilerin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar
Dergisi, 3(2), 48-75.
İşbaşı, J.Ö. (2000). Çalışanların Yöneticilerine Duydukları Güvenin ve Örgütsel Adalete İlişkin Algılamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışının Oluşumundaki Rolü:
Bir Turizm Örgütünde Uygulama. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antalya.
Jlang, K., Lepak D.P., Hu J. ve Baer J.C.
(2011). How Does Human Resource
Management Influence Organizational
Outcomes? A Meta-Analytic Investigation
Of Mediating Mechanisms, 55, 1264-1294.
Kamer, M. (2001). Örgütsel Güven, Örgütsel Bağlılık Ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışlarına Etkisi. Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Karaman, A. ve Aylan S. (2012). Örgütsel
Vatandaşlık. Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi, İİBF Dergisi.
Kelloway, E.K., Loughlin C., Barling J. ve
Nault A. (2002). Self-Reported Counterproductive Behaviors and Organizational
Citizenship Behaviors: Separate but Related
Constructs. International Journal of Selection and Assessment, 10(1-2), 143-151.
Khatri, N. (2000). Management Human Resource for Competitive Advantage: A Study
of Companies in Singapore. The International Journal of Human Resource Management, 11(2), 336-365.
247
Koçel, T. (2013). İşletme Yöneticiliği, 14.
Baskı. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım
A.Ş.
Koys, D.J. (2001). The Effects of Employee Satisfaction Organizational Citizenship
Behavior, and Turnover on Organizational
Effectiveness: A Unit-Level. Longitudinal
Study Personnel Psychology, 54, 101-114.
Lam, W., Chen Z. ve Takeuchi N. (2009).
Perceived Human Resource Management
Practices and Intention to Leave of Employees: The Mediating Role of Organizational
Citizenship Behaviour in a Sino-Japanese
Joint Venture, 20, 2250-2270.
Lievens, F. ve Anseel F. (2004). Confirmatory Factor Analysis and Invariance of an
Organizatinol Citizenship Behaviour Measure Across Samples in a Dutch- Speaking
Context. Journal of Occupational and Organizational Psychology, 77, 299-306.
Mcdonald, P.R. (1993). Individual-Organizational Value Congruence: Operationalization and Consequents, Unpublished Doctoral Dissertation. London, Ontario: The
University of Western Ontario.
Motowidlo, S.J. (2000). Some Basis Issues
Related to Contextual Performance and Organizational Citizenship Behavior in Human
Resource Management. Human Resource
Management, 10, 115-126.
Muçaoğlu, D. (2006). Çalışanların Arkadaşlık, Başarı ve Statü Çabaları ve Bu Çabaların
Örgütsel Vatandaşlık Davranışlarıyla İlişkisinin İncelenmesi. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara.
248
Nunnally, J.C. (1978). Psychometric Theory.
New York, London: McGraw-Hill.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Organ, D.W. (1988). Organizational Citizenship Behavior: The Good Soldier Syndrome. Lexington England: Lexington Books.
Robinson, S. ve Elizabeth W.M. (1995). Psychological Contracts and OCB: The Effect
of Unfulfilled Obligations on Civic Virtue
Behavior. Journal of Organizational Behavior, 16, 1-41.
Organ, D.W., Philip M., Podsakoff, S.B. ve
MacKenzie. (2006). Organizational Citizenship Behavior: Its Nature, Antecedents
and Consequences. California, Sage Pub.
Samancı, S. (2006). Örgütsel İklim Ve Örgütsel Vatandaşlık. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Afyon Kocatepe Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Ölçüm-Çetin, M. (2004). Örgütsel Vatandaşlık Davranışı. 1. Baskı. Ankara: Nobel
Yayın Dağıtım.
Schnake, M.E. ve Dumler, M.P. (2003). Levels of Measurement and Analysis Issues in
Organizational Citizenship Behaviour Research. Journal of Occupational and Organizational Psychology, (76), 283-301.
Özçelik, A.O. (2008). Eğitim ve Geliştirme.
Cavide Uyargil v.d., İnsan Kaynakları Yönetimi içinde (s. 187-242.) 3. Baskı. İstanbul:
Beta Yayınları.
Özdemir, Y. (2005). Kariyer Devreleri İle
Örgütsel Vatandaşlık Eğilimi Arasındaki
İlişki: Sakarya Üniversitesi İ.İ.B.F. Örneği.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
Özdevecioğlu, M. (2003). Örgütsel Vatandaşlık Davranışı ve Üniversite Öğrencilerinin Bazı Demografik Özellikleri ve
Akademik Başarıları Arasındaki İlişkilerin
Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma, Erciyes Üniversitesi İİBF Dergisi, 20, 117-135.
Podsakoff, P.M., Mackenzie S.B. ve Bommer, W.H. (1996). Transformational Leader
Behaviors and Substitutes as Determinants
of Employee Satisfaction, Commitment,
Trust and Organizational Behavior Citizenship Behaviors. Journal of Management,
22(2), 259-298.
Sezgin, F. (2005). Örgütsel Vatandaşlık Davranışları: Kavramsal Bir Çözümleme ve Okul
Açısından Bazı Çıkarımlar. Gazi Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi, 25, 317-339.
Snape, E. ve Redman T. (2010). HRM Practices, Organizational Citizenship Behaviour,
and Performance: A Multi-Level Analysis,
47, 1219-1247.
Tsaur, S.H. ve Lin, Y.C. (2004). Promoting
Service Quality in Tourist Hotels: The Role
of HRM Practices and Service Behavior,
Tourism Management, 25, 471-481.
Van D.L., Graham, J.W. ve Dienesh R.M.
(1994). Organizational Citizenship Behavior: Construct Redefination. Measurement
and Validation, Academy of Management
Journal, 37(4), 765-802.
Werner, J.M. (2000). Implications of OCB
and Contextual Performance for Human Resource Management. Human Resource Management Review, 10, 3-24.
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı
Üzerindeki Etkileri
Williams, S., Pitre R. ve Zainuba M. (2002).
Justice and Organizational Citizenship Behavior Intentions: Fair Rewards Versus Fair
Treatment. The Journal of Social Psychology, 142(1), 33-44.
Yang, Y.C. (2012). High-Involvement Human Resource Practices, Affective Commit-
249
ment, and Organizational Citizenship Behaviors, 32, 1209-1227.
Yücel, G.F. (2006). Öğretmenlerde Mesleki
Tükenmişlik ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışı. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyonkarahisar.
ÖZ
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim
Teorileri
Bu çalışmada, 1980’li yılların sonuna doğru önem kazanan yönetişim kavramı ve kavramın
teorik yapısı üzerinde durulmuştur. Yönetişim kavramı; sosyoloji, kamu yönetimi, siyaset bilimi,
planlama, uluslararası ilişkiler, iktisat, kalkınma çalışmaları gibi farklı akademik disiplinler
içinde yer almaktadır. Bu çalışma kapsamında kavramın literatürde yer alan tanımlamaları ile
birlikte bu disiplinler çerçevesinde teorik yapının incelenmesi amaçlanmaktadır.
JEL Sınıflaması: H10, G38
Anahtar Kelimeler: Yönetişim, Yönetişim Teorileri
ABSTRACT
From Hierarchical Order to Heterarchical Order: The Concept of Governance
and Governance Theories
In this study it has been emphasised the concept of “governance” which has gain importance
towards the end of 1980s and theory of concept. “Governance” is involved within different
academic disciplines such as sociology, public administration, political science, planning,
international relations, and economics. Conjunction with definition of governance which take
place in literature, in this study it is aimed to examine theoretical structure in the framework
of these disciplines.
JEL Classification: H10, G38
Keywords: Governance, Governance Theories
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
251
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene:
Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
Araş. Gör. Ebru CANIKALP *
Doç. Dr. İlter ÜNLÜKAPLAN * *
G
İRİŞ
1980’li yılların sonuna doğru önem
kazanan yönetişim kavramını, yönetişimi, yönetebilme sorununa
karşılık olarak doğan, yönetimden daha geniş kapsamlı olarak demokrasi, insan hakları,
özgürlükler, etkinlik, katılımcılık, saydamlık,
hukukun üstünlüğü unsurlarını içinde barındıran, küreselleşen dünyanın sorunlarına
ortak çözüm arayan, ekonomik sosyal ve siyasi düzene doğrudan etki eden, kalkınma ve
sürdürülebilir büyümenin saç ayağı olan bir
uygulama olarak ifade etmek mümkündür.
Yönetişim kavramı literatürde yerini almış olmasına rağmen; kavramın teorik boyutu çok fazla incelenmemektedir. Kavra* Çukurova Üniversitesi Maliye Bölümü
[email protected]
** Çukurova Üniversitesi Maliye Bölümü
[email protected]
Gönderim Tarihi: 30.04.2015 Kabul Tarihi: 04.06.2015
mı içselleştirebilmek için, açıklanabilir bir
düşünce sistemine dayanması gerekir. Bu
nedenle kavrama kazandırılan niteliklerden
önce altında yatan teorileri incelemek gereklidir.
Bu çalışmada, yönetişim, kavramsal bir
çerçeve ile incelenmekte ve kavramın altında yatan teorik temellerin açıklanması
amaçlanmaktadır.
1. Yönetişim: Kavramsal Çerçeve
Modern devletin yeni kazanımı olan yönetişim, günümüzde yeni bir kavram olarak
algılanmasına rağmen kavramın kökeni oldukça eskilere dayanmaktadır. Yönetim anlayışından ziyade karşılıklı etkileşimi konu
edinen yönetişimin doğuşu ideal devlet kavramına kadar uzanmaktadır.
“İdeal devlet nedir? ” sorusu incelendiğinde; insanoğlunun varoluşundan bugüne
bu soruya cevap aradığı gerçeği ile karşı-
252
laşılmıştır. Eski Yunanistan’da Platon, Hocası Sokrates ile gerçekleştirdiği diyaloglar
doğrultusunda yazdığı Devlet (Politeia) adlı
eserinde “İdeal devlet nedir?” sorusuna cevap aramaktadır. Platon’u takiben; Aristo,
Orta Çağda Thomas d’Aquino, İbni Haldun,
Ciccero; Modern Çağda Niccolo Machiavelli, Thomas Hobbes, Jean Bodin, John
Locke, Montesquieu, Jean-Jacques Rousseau, Adam Smith, David Hume gibi önemli
filozoflar bu soruya cevap aramıştır (Aktan,
2003, s.115).
İdeal devlet kavramına yer veren en eski
eser, Hindistan’da MÖ 300 dolaylarında
Kral Kautilya’nın “Arhastra” adlı eseridir.
Bu eser, yönetişimin temel yapı taşlarını da
içinde barındırır. Önemli bir Brahman ve
devletçilik öğreticisi olan Hint Kralı Kautilya’nın ekonomi politikası, siyaset bilimi,
savaş, sosyal yaşam üzerine notlar içeren bu
eserinin temel amacı, kıta genelinde mal ve
hizmet akışını sağlayabilen, yabancı işgaline karşı koyabilen, güçlü ve büyük monarşik bir devlet içinde Hint yarımadasındaki
sayısız devletleri birleştirici kuralları belirlemektir (Basu, 2011, s.2). Kautilya bu eserinde adalet, etik ve antiotokratik eğilimleri
vurgulayarak, “yönetişim sanat”ının temel
ayağını oluşturmaktadır. Devletin ve devletle ilgili konuların zenginliği korumak, geliştirmek ve bu zenginliğin yanı sıra kralın
görev alanını tanımlamaktadır (Kaufman ve
Kraay, 2008, s.3).
Yönetişim kelimesinin etimolojik kökenine bakıldığında ise Latince “guberne”
kelimesinden türeyen kavram Yunancada
“kybenan” ya da “kybernetes” sırasıyla yön
göstermek ve dümen anlamına gelmektedir.
Yönetişim süreci organizasyon ve toplumu
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
kendi kendine yönlendiren, iletişimin dinamikliğini ve kontrolünü sürecin merkezi olarak kabul eder (Rosenau, 2004, s.180) .
Kimi kaynaklarda ise, Eski Fransızcada
yönetişim kavramının 13. yüzyıl sonlarında Fransa’nın kuzey topraklarında yönetme
sanatı ile eşdeğer nitelikte bir kelime olarak
yer aldığı belirtilmektedir. Portekizcede ise;
Fransızcada ifade edilen anlama benzer nitelikte “governança” olarak ifade edilen kavram, siyasi ve idari yönetim alanlarında kullanılmıştır (Huyn Quan Suu, 2009). Marcou,
Rangeon ve Thiebault (1997) gibi yazarlar
da, kavramın Fransızca “gouvernance” kelimesinden türediğini, devletin sivil yönetime
saygı göstermesi ile aydınlanmasını felsefe
ile birleştirerek 16. yüzyılda doğduğunu ve
18. yüzyılda geliştiğini ifade etmektedir. Bu
kelime İngilizce “governance” olarak daha
sonra değişmiş ve özellikle Avrupa’da devlet ve özel sektör arasındaki karşılıklı etkileşimde, sosyal refahın eleştirisinde, uluslararası ilişkiler alanında hükümete olan artan
güvensizliği açıklamak için çeşitli metinlerde kullanılmıştır (Gaudin, 1998, s.47).
2. Yönetim ve Yönetişim
Yönetişim kavramı genellikle “government” hükümet kelimesini çağrıştırmaktadır. İki kelimenin kökeni de “govern” yönetim sözcüğünden türemiş olsa da yönetişim,
“yönetim” den öte yönetilebilirlik krizine bir
yanıt olarak yurttaşı öne çıkaran ve kavrama
işteşlik kazandırılarak karşılıklı yönetim anlayışı olarak doğmuştur (Okçu, 2011, s.45).
Tablo 1’de yönetişim ve yönetimin aynı
kökenden türemesine rağmen iki kavram
arasındaki farklılıklar kısaca gösterilmektedir. Yönetişimdeki eşitlik anlayışı ile geleneksel yönetim anlayışının hiyerarşik ve
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
dikey yapısı farklılaşmaktadır. Geleneksel
anlayışta yönetim kademeleri ve yöneticiler
ile çalışanlar arasında hiyerarşik bir ilişki
yani ast-üst ilişkisi vardır; fakat yönetişimde yatay ve görece eşitliği esas alan ve yönetimi tabana yayan bir anlayışla heterarşik
düzene geçiş vardır. (Aktan, 2003, s.123).
Yine Tablo 1’de görüldüğü üzere; yöneten
253
ve yönetilen ayrımına dayanan yönetim anlayışında astlara karşı baskıcı ve üstlere karşı aşırı itaatkar bir otorite, hesap soran üst ve
kalıplaşmış statükocu bir anlayış hakimken,
yönetişim ile modern çağın insani hakları ve
demokrasi kavramı reformcu hareketlerle
hayat bulur (Özgür, 2011, s.217).
Tablo 1: Yönetim ve Yönetişim: Kavramsal Farklılıklar
Yönetim
Hiyerarşik düzen
Yönetişim
Heterarşik düzen
Otoriter
Demokratik
Hesap sorucu
Hesap verici
Gizlilik
Bürokratik
Statükocu
Şeffaf
Kaliteli
Reformcu
Kaynak: Aktan, 2003, s.120-129’dan uyarlanmıştır.
Geleneksel yönetimde çağın getirdiği
teknolojik gelişmeler ile dünyadaki gelişmelere ayak uyduran, “Toplum her şeyi görür.”
anlayışı ile şeffaflığı ve hesap verilebilirliği
hakim kılan, etkin, kaliteli ve yenilikçi bir
geçiş süreci yaşanır (Argüden, 2008, s.2).
Kooiman (1993, s.2), yönetim ve yönetişim arasındaki farkı ifade etmek için; yönetimin sadece devletin hiyerarşik yapısını
incelediğini; yönetişimin ise, sadece devlete
ait olanı değil topluma öncülük eden sosyal,
siyasi ve idari tüm aktörlerin yönetme, yönlendirme, kontrol etme ve rehberlik etme çabası olduğunu ifade etmektedir.
Rhodes (1996, s.653), çalışmasında mev-
cut yönetişimin yönetim ile eş anlamlı kullanılmasını kabul etmemektedir. İfade edildiği
üzere bu kavramlar aynı kökten türemiş olsa
da anlam olarak farklıdır. Rhodes (1996),
yönetişimin en az altı ayrı kullanım alanı
olduğunu belirtmektedir. Bunlar; minimal
devlet, kurumsal yönetişim, iyi yönetişim,
sosyo-sibernetik sistem, kendi kendini yöneten ağlar ve bu kullanım alanlarında yönetişimin rolüdür. Yine Rhodes (1997, s.15),
klasik yönetim anlayışının ötesinde yönetişimin kendi kendini organize eden, örgütler
arası ağlar, oyun kuralları, kaynak değişimi,
karşılıklı bağımlılık ve devletten özerk olma
özelliklerine değinir. Bu kavramlar yönetişim teorisinin temelini oluşturmaktadır.
254
Stocker (1998, s.18) ise yönetişim üzerine yaptığı çalışmada yönetim yerine yönetişim kavramının kullanılmasının doğru ya
da yanlış olup olmadığını belirlemek yerine
birçok alanda yönetişim üzerine bir sınır
olup olmadığına odaklanmaktır. Odaklandığı bu noktalarda yaptığı çıkarımlar doğrultusunda; yönetişimin hükümeti ve kurumları
içeren bir yapı olduğunu ifade ederken, sosyal ve ekonomik konular ile sınırlamalar ve
sorumluluklar arasındaki kesin olmayan alanı tanımlar. Yönetişimi kolektif faaliyetler
için uygun kurumlar arasında ilişkiler içeren
otorite bağımlılığı olarak tanımlar ve yönetişimi kendi kendini yönetebilmek olarak ifade eder. Stocker (1998)’a göre; yönetişim,
güç ve devlet otoritesine bağımlı olmadan
bir şey yapma kapasitesidir.
Rosenau (2004, s.14), yönetim ve yönetişimin karşıtlığına dikkat çekerek, yönetişimin yönetimin içinde barındırdığı egemenlik otoritesi, emredici yapısından uzak bir
şekilde; aileden uluslararası örgütlere kadar
tüm insani faaliyetlerde kurallar sistemini
içinde barındırdığını ifade eder.
Hyden (1999, s.185) ise yönetişimde
oyunun resmi ve gayri resmi politik kurallarına değinir. Yönetişimi, yetki kullanımı için
kuralların belirlenmesi ve kurallar üzerinde
uyuşmazlıkların önlenmesinde bir tedbir
sistemi olarak ifade eder.
Literatürdeki bu tanımlar değerlendirildiğinde; tanımların hemen hemen hepsinde
yönetimden ayrı olarak yönetişim ifadesinin
kullanıldığı görülmektedir. Bu yeni ifade,
yetki tahsisinde sadece ilgili kurum ve aktörler olmak üzere devletin siyasi kurumlarını ve aktörlerini tanımlamamaktadır. Hepsi
bir ölçüde ortak hedefler peşinde olan poli-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
tik ağlara odaklanmaktadır. Bu ağlar devlet
ve toplum ayrımında karşılıklı güveni esas
alan (Hyden, 1999), hükümetler arası veya
kurumlar arası (Rhodes, 1996), ya da uluslararası (Rosenau,1995) düzeyde olabilmektedir (Kjaer, 2011, s.2).
3. Yönetişim Teorileri
20. yüzyılda sosyal bilimlere bakıldığında yeni bir yükseliş döneminin hakim
olduğu görülmektedir. Devlet anlayışında
değişimin yaşandığı ve yeni teorilerin hayat
bulduğu bu dönem, insanların farklı dünyalara açılmalarına yardımcı olmuştur. Rasyonel seçimin biçimsel modelleri açısından
sosyal yaşam hakkında bazı gruplar düşünmese de, oluşan yükseliş kendi çıkarlarını
düşünen bir halkın hatta kamu kurumlarının
eylemidir. Bu eylemin yaygınlaşması için
politik aktörler, etkinliği artırmak, sınırları
korumak ve düzenlemek, olumsuz sonuçları
azaltmak ve kendi çıkarlarının peşinden koşabilmek için her geçen gün reformları artırmaya başlamıştır. Bu şekilde, yeni teoriler
hem yönetişimin yeni özelliklerinin oluşumuna ve farklı nitelikler kazanmasına hem
de tanımına esin kaynağı olmuştur. Şüphesiz
ki, sosyal bilimciler yönetişimin yapısında
ortaya çıkan bazı değişiklikleri takip etmek
için çeşitli araştırmalar yapmıştır (Bevir,
2011a, s.4). Bu çalışmada yönetişimin kuramsal yapısının incelenmesi ve bu yapıda
ortaya çıkan değişikliklerin takibi için Mark
Bevir’in “The Sage Handbook Governance”
kitabında yönetişim teorileri başlığı altında
toplulaştırdığı çalışmalar referans alınmıştır.
3.1. Politik Ağlar Teorisi
1970’li yılların sonunda politik karar
alma sürecinde hükümet ve hükümet dışı
aktörlerin etkisini açıklamak için politik
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
ağlar teorisi gündeme gelmiştir. 1970’lerde
Anglo-Amerikan literatüründe politik alanda gizli iktidar (sub-government) ve demir
üçgenler (iron triangles) gibi bireysel kümeleri işaret eden terimler yer almıştır (Enroth, 2011, s.21). Gizli iktidar, politikanın
asli alanında rutin kararların çoğunu önemli
şekilde etkileyen bireyler topluluğudur. Bu
toplulukta bürokratlar, akademisyenler, rant
grupları yer alır. Demir üçgenler ise çıkar
grupları, kamu kuruluşları ve komite üyeleri
arasında durağan ve kapalı olan ilişki bütünlüğüdür. Bu terimlerin ortak özelliği rant
temalı olmalarıdır (Hazlehurst, 2001, s.5).
Bu erken döneme yapılan eleştiriler, politika ağları arasında kavramsal belirsizliklerin
ortaya çıkmış olması ve bu sorunun kalıcı
izler bırakmasıdır. Yine bu dönemde ağ etkileşimi, kurumlar arasından ziyade kişiler
arasıdır (Rhodes , 2006).
Yapılan
eleştiriler
doğrultusunda
1990’lara doğru değişen teori, kamu politikası alanında iki farklı okul ile ele alınabilir. Bunlardan Rant Kollama Okulu, çıkar
grupları ve devlet arasındaki ilişkinin farklı
biçimleri için sosyal bir terim olarak ifade
edilir. Diğer okul ise, Yönetişim Okuludur.
Yönetişim Okulu, politik ağ yönetişimini
kamu ve özel sektör arasında dağılmış kaynaklarda akışkan, politik güç mekanizması
olarak yönetişimin özel bir formu olarak ifade eder (Börzel, 1998, s.255).
Politik ağ teoreminde, karar alma süreci içinde toplumsal çıkar grupları ve hükümet arasındaki etkileşimi açıklamak için
1980’lerden 1990’lara çeşitli modeller tasnif edilmektedir.
Anglo-Yönetişim Okulu olarak bilinen
yaklaşımda politik ağların kurucusu Rod
255
Rhodes, Britanya’da yönetimden yönetişime anlayışıyla birlikte politik ağın değiştiğini belirtir. Politik ağları, farklı seviyelerde
politik kurumlar arasında yapısal ilişkiler
olarak ifade eder. Liberal demokraside güç
dağılımının farklı modelleri ile yetkililer
tarafından kabul edilen çıkar gruplarının
bölgesel düzeyi olarak nitelenen politika
ağı, teoride bir açıklama motorudur. Bu görüşte, kaynak bağımlılıkları ve ağ etkileşimi
ile birbirine bağlı kuruluşlar, katılımcılara
avantaj sağlayan bir oyundur. Max Planck
Kurumu araştırmacılarından olan Fritz Scharpf ve Renate Mayntz de, Rhodes gibi, politik ağların yaygınlığı ve karşılıklı bağımlılığı ile çağdaş bir politikanın altını çizmiştir.
Bu iki yaklaşım mikro düzeydedir (Enroth,
2011, s.22-23). Erasmus Üniversitesi Yönetişim Okulu Araştırma Programı üyeleri
ise yine aynı şekilde politik ağ yaklaşımını;
karşılıklı bağımlılık koşulları altında, kamu
ve özel aktörler arasında stratejik eylemler
olarak ifade eder. Rhodes’in Anglo-Yönetişim anlayışının, Alman Yönetişim Okuluna
göre en önemli farkı ise politik ağ yönetiminin yukardan aşağıya bir yönlendirme olmamasıdır. Ancak, oyunun kuralları belirli
bir hakem (yönetici) olmadan nasıl sorunsuz
şekilde ilerleyebileceği bir sorundur. Bu durum ise karmaşık etkileşimi yönetecek ve
ilgili çeşitli aktörlerin farklı algı, tercihleri
ve stratejileri için stratejik çalışmalar yapan
bir ağ yöneticisini ifade eder (Enroth, 2011,
s. 24).
Politik ağ teorisi üç temel varsayımla nitelendirilebilir. Bunlar karşılıklı bağımlılık,
koordinasyon ve çoğulculuk olarak sıralanabilir (Enroth, 2011, s.27). Karşılıklı bağımlılık politik ağ teorisinin merkezidir. Ağdaki
aktörler kendi amaçlarına ulaşmak için di-
256
ğer aktörün kaynaklarına ihtiyaç duyar, bu
nedenle birbirlerine karşılıklı bağlıdır (Hazlehurst, 2001, s.5). Koordinasyon, politik
ağa katılım için ortak amaçta olup harekete
geçmeyi ifade eder. Çoğulculuk ise, politik
ağların etkili kullanılması için devlet ve diğer ağlar arasında karşılıklı olarak otonom
ağlardır (Enroth, 2011, s.27). Bağlantıların
olmadığı ağlarda politika üzerinde beklenen
etkinin görülmeyeceği bir gerçektir.
Küreselleşen dünyada yönetişimin varlığı ile ilgili herhangi bir hiyerarşi yoktur
ancak ulus devletler, özel şirketler, sivil
toplum örgütleri ve hükümetin alt birimlerinden oluşan bir ağ vardır. Bu süreçte ulus
devlet “yerli ve küresel yönetişimin temel
aracı” olmaya devam etse de oluşan rekabet
ortamı ve işbirliği ulus ötesi kollektivitelerden oluşan “çok merkezli” bir vizyondur.
Yani yönetişimin hakim olduğu günümüzde,
dünya bir ağdır ve ağlar dünyadır (Rhodes ,
2006, s.16).
3.2. Rasyonel Seçimler Teorisi
Kamu tercihi teorisi ve kurumsal teori
olmak üzere iki daldan oluşan rasyonel seçimler teorisi, yönetişimin modern teorisi ile
ilişkilendirilmektedir. Bu teoride geleneksel
refah ekonomisi eleştirilmekle birlikte çıkarların korunması ve fayda maksimizasyonu
önem taşımaktadır (Dowding, 2011, s.37).
Rasyonel seçimler; karşılıklı fayda sağlamak için işbirliği sağlamanın kolay olmadığının gösterilmesi ile kolektif eylem sorunları ve bedavacılık kavramlarını tanımlamak
için de kullanılmaktadır (Amadae, 2011,
s.788).
Kamu tercihi teorisi çerçevesinde konu
ele alındığında, sosyal refah ve demokratik
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
teoriler için net etkileri olan rasyonel seçimler teorisi, Arrow’un (1951) ileri sürdüğü
imkânsızlık teoreminden türemiştir. Arrow,
adil bir oylamanın olması için geçişlilik, Pareto optimumu, ilgisiz alternatiflerin bağımsızlığı, bireylerin bağımsızlığı ve diktatörlük
olmak üzere beş özellik tanımlar. Arrow, bireylerin rasyonel tercihlerinden başlayarak,
sosyal devletler üzerinde rasyonel tercih sıralaması olmayacağını ileri sürer. Arrow’un
bu teoremi birçok demokratik irade oluşumu
ile tutarlı olduğuna inanılan sayılan asgari
koşullar göz önüne alındığında, küresel sosyal devletler üzerinde toplu rasyonel tercih
sırasını oluşturmanın mümkün olmadığını
ifade eder. Arrow’ın dışında bir başka imkansızlık teorisi, Black (1948) tarafından ortaya atılmıştır. Bireysel tercihleri tek zirveli
olarak ifade eden Black, bireysel tercihlerde
sınırlamalar olması nedeniyle oy çokluğu
kuralının sağlanmadığını ifade eder ve bu
durum karşımıza ortanca seçmen kavramını
çıkarır.
İlk olarak Anthony Downs (1957) tarafından ifade edilen “ortanca seçmen” teoremi, seçimleri kazanmak için tasarlanan
kampanyaların, rasyonel ve kendi çıkarını
düşünen seçmenler ile analiz doğrultusunda
rasyonel adayların matematiksel olarak en
yüksek oy sayısını sağlamasını garanti eden
ortanca seçmenin ihtiyacını karşılayacağını
belirtir. Bu şekilde azınlıkta kalan seçmenler göz ardı edilmektedir (Amadae, 2011,
s.787).
Kurumsal çerçevede ise karşımızda asilvekil ilişkisi çıkar. “Principal-agent relationship” olarak ifade edilen asil-vekil ilişkisinde hiyerarşik bir düzen söz konusudur.
Şekil 1’de görüldüğü gibi, asil olan halk,
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
kendi yetkilerini vekil olan halk temsilcilerine ve bürokratlara devreder. Fakat bürokratlar ve siyasiler, kendilerine devredilen yetkiyi rant sağlama şeklinde de kullanabilirler.
Bu nedenle yetki devri sonrasında vekiller,
asillere hesap vermekle sorumludur. Görevli
ve yetkili olanlar kullandıkları bu yetki ile
kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve
257
hukuka uygun olarak kullanılıp kullanmadığını hesap vermekle hükümlüdür. Bu hesap
verme sürecinin etkin işleyebilmesi için kurumlar hem kendi bünyeleri içinde iç denetime hem de diğer kurumlara, paydaşlarına
yani dış denetime tabi olmalıdır (Kesim,
2005, s.277).
Halk (Asil)
Hükümet (Bakan, Başbakan, Bakanlar Kurulu)
Bürokrasi (Üst Yönetim ve Performans Sorumluları)
Hesap Verme
Yetki Devri
Şekil 1: Yetki Devrinde Asil-Vekil İlişkisi
Kaynak: Koçdemir (2013), Kamusal Hesap Verebilirlik: Kavramsal Çerçeve.
Politikalar, olasılıkların geniş kümesini
daraltmada; kurumsal yapılar olmaksızın
oluşturuluyorsa rasyonel seçim teorisi sonucun bir kaos ve istikrarsızlık olduğunu ortaya koymaktadır. Gruplar bu durumda diğerlerine göre mekanizmayı daha iyi anladıkları
için daha fazla fayda sağlamak için stratejik
olanakları değerlendirir. Rasyonel seçimler
teorisi de kurumların kendi çıkarları doğrultusunda eşitsizlik ve etkinsizlik yaratarak regülasyonları yakalaması konusunda regülasyon çalışmalarına dikkat çeker. Bu durumda
da gruplar ve politik ağlar rant faaliyetleri
için büyük fırsat elde ederken, onların hesap verilebilirlik ve denetim ağını oluşturan
asil-vekil ilişkisi daha sorunlu hale gelir.
İşte tüm bu faktörler yönetişim sisteminin
rasyonel seçim teorisine yaklaşmasını sağlar
(Dowding, 2011, s.46).
3.3. Yorumcu Yaklaşım
Yorumcu yaklaşım, yönetişim için diğer
birçok yaklaşıma göre daha farklı bir sosyal
vizyona sahiptir (Bevir, 2011b, s.51). Politika; bir bilim olarak hukuk, tarih, sosyoloji gibi sosyal alanları yorumlamada önemli
rol oynayan bir disiplin merkezidir. İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra politika çalışmalarında bilimsel nitelikleri soyut olan davranışsalcılık, yapısalcılık ve en son rasyonel
seçim teorisinin ortaya çıkması önem kazanmıştır (Rhodes ve Bevir, 2006, s.132).
Politik çalışmalarda bilimselliğin ön planda
olmasına karşı yorumcu teori, siyaset bilimi
için dayanak oluşturan bu pozitivizme karşı
birçok yaklaşımı kapsar. Bireysel hayatlarda ve sosyal uygulamalarda fikir ve anlam
önem taşır. Günümüzde hakim olan yorum-
258
cu anlayış iki ilkeye dayalıdır. Bunlardan
ilki yorumcu anlayış başta tarih olmak üzere
insaniyet çatısı altındadır. İnsanların sosyal
eylemlere yakınlaşmasını anlamaya çalışan
yorumsama ve fenomonolojik (tümevarımcı) psikoloji hakimdir. İkinci olarak; davranışsalcılık ve yapısalcılık bilimsel amaçları
ile hayal kırıklığı yaratmıştır. Yorumsal teori
ise model olarak post-yapısalcı ve post-modern felsefeleri ele alan yeni yaklaşımlar geliştirmiştir (Rhodes ve Bevir, 2006, s.132).
Post-yapısalcı ve post-modern felsefelerin yükselişini takip eden anahtar sorunlar,
sonucun sınırları ve konunun niteliği hakkında endişe ile başlamaktadır. Yorumlamanın çoğu geleneksel çeşidi, bağımsız olarak
konunun analizini, saf ve evrensel olarak sebeplerin analizini somutlaştıran tehlikeli bir
durum olarak ifade edilmekteydi. Post-yapısalcılar ve post-modernistler haklı olarak bu
analizlere eleştiri almıştır. Çünkü yorumcu
anlayışa göre; gelenekler, uygulamalar, kültür merkezileştirilmiştir. Buna karşılık postyapısalcıların ve post-modernistlerin yorumlama çeşitliliği de inkar edilemez (Rhodes
ve Bevir, 2006, s.151).
Yorumcu teori, içsel faktörlerin ilgili aktörler ile yönetişim ve politik ağları nasıl etkilediğini açıklar. Şüphesiz ki bu etki çeşitli
boyutlarda olabilir. Politika odaklılık; piyasa ve ağları yönetmek ve devletin kapasitesini artırmak için genellikle yönetişim konusu
üzerinde çalışır. Hükümetlerin uygun araçlarını kullanarak, manipüle etmeye çalıştığı nesnelleşmiş yapılar olarak piyasalar ve
ağlar değerlendirilir. Buna karşılık yorumcu
anlayış, yönetişimi yönetmek için kullanılan bir dizi araç fikrine itiraz eder. Eğer
yönetişim, farklılıklarla, ihtimallerle ve sü-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
rekli olarak oluşturulmuşsa bireyler bu durumu bir dizi çalışma ile yönetemez (Bevir,
2011b, s.61).
Yönetişimin yorumsal yaklaşımı yorumsal, tartışmacı, anlatı terimleri ile örtüşmektedir. Yorumcu yaklaşım, problemlerin
sosyal sorun anlayışı, başarı kriteri ve metotlarının sembolik uygulamalarını herhangi
bir politikanın başlamasında, adaptasyonunda, uygulanmasında ve değerlendirilmesinde nasıl şekillendiğine vurgu yapmak için
bu terimlerle örtüşmektedir (Bevir, 2011b,
s.62) .
3.4. Organizasyon Teorisi
Astley ve Van de Ven’in (1983) organizasyon teorisi için oluşturduğu kategori,
nüfus ve toplum organizasyonlarını içinde
barındıran makro düzey ve bireysel organizasyonları ele alan mikro düzey olmak üzere iki ana başlık altında ayırırken, diğer bir
sınıflandırma ise insan doğasına ilişkin olmak üzere belirleyici ve iradeci yönelimdir.
İradeci yönelime bakıldığında, bireyler ve
bireylerin kendi yarattığı kurumların özerk,
proaktif, kendi kendini yönlendiren kurumlar temel alınırken, belirleyici yönelmede
bireyler üzerinde durulmaz ancak genel bir
istikrar ve kontrol ile örgütsel yaşamı sağlayan eylemin olduğu yapısal unsurlar üzerinde durulur.
Bu çerçevede örgüt kuramı dört temel
bakış açısı doğrultusunda incelenir. Bunlar
Tablo 2’de görüldüğü üzere; doğal seçilim
görüşü, kolektif eylem görüşü, sistem-yapısal görüşü, stratejik seçim görüşüdür. Bu
dört görünüm organizasyon yapısı, davranış,
değişim ve yönetsel rolleri niteliksel olarak
farklı kavramları temsil eder (Astley ve Van
de Ven, 1983, s.245).
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
259
Tablo 2: Organizasyon Teorisi Kategorisi
Makro düzey
Mikro düzey
Belirleyici yönelme
Doğal seçilim görüşü
Sistem-yapısal görüş
İradeci yönelme
Kolektif eylem görüşü
Stratejik seçim görüşü
Kaynak: Astley ve Van de Ven, 1983, s.247.
Doğal seçilim görüşü, hem sistem-yapısal hem de stratejik seçim görüşleri ile çelişen örgüt-çevre ilişkilerinin daha makro
görünümü, tek örgütlere değil de doğal bir
seleksiyon bakışı şeklinde ortaya çıkar. Bu
bakış açısını benimseyen okullar; popülasyon ekolojistleri ve endüstriyel ekonomistleridir (Astley ve Van de Ven, 1983, s.249).
Popülasyon ekolojistlerinden Freeman ve
Hannan (1977, s.938), küçük kuruluşların
dağılmasını “ölüm” ve büyük kuruluşların
oluşumunu “doğum” ile ilgili olarak nitelendirerek çevresel koşullar arasındaki ilişkiyi
ele almaktadır. Yaptıkları araştırmaya göre;
çevre koşullarına uyum sağlayan örgütler
varlıklarını devam ettirirken, bulunduğu
çevreye uyum sağlayamayan örgütler başarısız olacaktır. Endüstriyel ekonomistlerden
Caves ve Porter (1977) ise piyasalar arasındaki örgütsel hareketini sınırlayan ve stratejik iradeyi azaltmaya çalışan ekonomik ve
teknik şartlara odaklanmaktadır (Christensen ve Tschirhart, 2011, s.68). Değişimde
çevresel çeşitlilik, seçilim ve muhafazanın
doğal evrimidir. Yöneticinin rolü ise etkinsizdir (Astley ve Van de Ven, 1983).
Kolektif eylem görüşünde, kolektif bir
ortam oluşturmak veya çalışma kurallarını
ve şartlarını değiştiren yarı özerk kuruluşlar
ve sembiyotik (ortak yaşama, ortakyaşarlık)
birbirine bağlı ağlar üzerinde durulur (Astley ve Van de Ven, 1983, s.251). Bu bakış
açısını benimseyen okullar insan ekolojisi,
politik ekonomi ve çoğulculuktur. İnsan ekolojistlerinden olan Hawley (1950), çoğulcu
sistem (Schon, 1971; Metcalfe, 1974; Trist,
1979), ve politik ekonomi (Benson, 1977)
gibi birçok araştırmacı örgütler arası ağların
iç siyasi yapısını farklı şekilde temsil eder.
Değişimin ekonomik ve çevresel güçler tarafından belirlenmesinden ziyade, etkin olarak politik müzakerelerde oluşturulmuş bir
düzende kolektif pazarlık, çatışma, uzlaşma
ve sosyal tanıma göre belirlenir. Doğal seçilim görüşünde çevresel seçilim ön planda
iken, kolektif eylemde ılıman ve kolektif
olarak oluşturulmuş bir düzen hakimdir ve
yönetici etkileşim halindedir (Astley ve Van
de Ven, 1983, s.251).
Sistem yapısal görüşte bireysel kuruluşlar, yapısal fonksiyonalizm ve sistem kuramı düzeyinde organizasyon düşüncesinin
baskın okulları yer alır. Bu okullar klasik
yönetim teorisinden, bürokrasi teorisinden
ve yapısal ihtimal teorilerinden etkilenmektedir. Değişim, “uyum” şeklini alır; çevre ise
dışsal değişimlerin ürünü olarak ortaya çıkar. Sistem yapısal görüşe göre, yöneticinin
temel rolü tepkisidir (Astley ve Van de Ven,
1983, s.247).
Şu anda en etkin organizasyon teorisi perspektiflerden mikro-düzeyde, iradeci yaklaşım ile stratejik seçim görüşüdür.
260
Bu teoride iktidardaki yönetişimin altında
çevresel şartların organizasyonları nasıl değiştirdiği ele alınmaktadır (Christensen ve
Tschirhart, 2011, s.68). Oyunda siyasi müzakere ve yasalaşma sürecinde, fikirler değişim unsuru olmakla birlikte yöneticinin rolü
proaktiftir.
Yapılan bu açıklamalar doğrultusunda;
Christensen ve Tschirhart (2011, s.74), Van
de Ven ve Astley (1983)’in klasik organizasyon teorisi üzerine sorduğu altı soruyu
yönetişim araştırmaları ve uygulamaları ile
bağ kurarak yorumlamıştır. Bu sorular ise
aşağıdaki şekildedir.
• Yönetişim sistemi, gerçek güçlenme için
izin vermeli midir? Biz yönetişimi kontrol edebilir miyiz ya da bir ivme üzerinden bağımsız olarak çalışır mı?
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Bu sorular, yönetişim araştırma ve uygulamaları için doğrudan etkilere sahip iken,
bu soruları geliştirmedeki amaç yönetişimin
köklü bir örgüt teorisine nasıl bağlı olduğunu göstermektir. ABD’de ve Avrupa’da önde
gelen dergilerde yayınlanan çeşitli örnekler
gösteriyor ki; bütünüyle determenistik ve
iradeci bir yaklaşımın kullanımı arasında,
çağdaş yönetişim çoğu spektrum boyunca
düşme göstermektedir; oysa ki yönetişim
araştırmaları gösteriyor ki; Neoklasik iktisat üzerindeki çalışmalar örgütsel determinizmin belirli seviyelerini ifade etmektedir
(Christensen ve Tschirhart, 2011, s.74).
3.5. Sistem Teorisi
• Endüstriyel ve örgütsel gerileme ve ölümü açıklamak için yönetişim sistemleri
ile ilgili kişi ve kurumların ölçüsü nedir?
1950’li ve 1960’lı yıllarda, sistem teorisinin çeşitlemeleri, toplumların nasıl kontrol
edildiği ve kolektifi bağlayıcı kararlardan
koordine edilmemiş gönüllü eyleme değişen
mekanizmaları kullanarak kendilerini nasıl
düzenlediğini açıklamaya çalışmak için kullanılmıştır.
• Aktörler, ağların özelliklerini değiştirir
ve etkiler. Fakat günümüze kadar stratejik karar verme, organizasyon mekanizmaları, ağ yapıları, kuralları ve çıktıları
rehberliğinde zaman içinde değişir mi?
Sistem teorisi iki aşama ile ele alınabilir.
Bunlardan ilki sibernetik genel sistem teorisi, ikincisi ise Alman sosyolog Luhman’ın
öncülüğünde oluşan sosyal sistem teorisidir
(Esmark, 2011, s.91).
• Yönetişim, değer yargılarını ve toplumsal sorunları ele alan kurumların birleşme
sürecini içerir mi?
Sibernetik genel sistem teorisi; hayvanlar, insanlar ve makineler arasındaki kontrol
ve iletişimin koordinasyonu olarak ifade
edilebilir. Sibernetik kavramının kökeni, yönetişimin kavramsal yapısı incelenirken ifade edilen “kybernetes” dümen kelimesinden
gelmektedir. Sibernetiğin sosyal bilimlere
en temel katkısı, kontrol ve bilgi açısından
beynin ve hayatın vazgeçilmez özelliği olan
amacı açıklama ve amaca yönelik davranışın
belirlenmesidir. Bu çerçevede; genel sistem
• Yönetişim yapıları ve karar verme ağının stabilize olarak devreye girmesi için
kurum özelliği ve kolektif eylemin daha
fazla mı ya da az mı fırsatı vardır?
• Hedef ve hedeflerin değerlendirilmesi
göz önüne alındığında kim ya da neler
yönetişim sisteminde sorumludur?
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
teorisi, biyoloji, ekoloji, psikoloji ve teknolojiyi içeren bir inter disiplindir (Heylighen
ve Joslyn, 2001, s.2-3).
Luhmann, sibernetik genel sistem teorisinden etkilenerek oluşturduğu sosyal sistem teorisinde; her bir ulusun hukuk sistemi,
siyasal sistemi, eğitim, bilimsel veya ekonomik sistem gibi çeşitli autopoietic (kendi
kendini düzenleyen sistem) ve alt sistemleri
(genel sistemin içinde bulunan küçük sistem) ayrıldığını ifade eder. Sosyal sistem teorisinde autopoietic ve alt sistem kavramları
sıkça kullanılmıştır (Mattheis, 2012, s.629).
Luhmann’ın sistem teorisi, çevresel yani
sosyal yapılar ile autopoietic sistemler arasındaki farklılaşmaya dayanır. Her autopoietic sistem, sistemik olmayan çevre gibi diğer
sistemleri düşünmektedir. Eğer sistem kendi
içinde kapalı ve kendi sistemi özel fonksiyonlar ile sınırlar çiziyorsa, sistem ve çevre
arasında bahsedilen bu farklılaşma mümkündür. Bu farklılaşma ile birlikte bir sistemin birliği için autopoieticler vazgeçilemez
düzeyde önem taşır. Sistem teorisinde alt
sistemler ve sistemler arası etkileşimin sürekliliği önem taşır (Mattheis, 2012 , s.629).
Sistem teorisi toplumsal düzendeki
karmaşayı yeniden yapılandıran ve yönetişime ışık tutan bir yol olarak ifade edilebilir. Fakat buna rağmen; teoride yer alan
yönetişim araştırmaları hala içinde cevaplanmamış ampirik birçok soru barındırmaktadır. Bunlar; kamu yönlendirme ve
düzenlemelerinin mutlak kudreti ve önemi, yeni yönetişim geleneklerinin etkileri, araçları ve teknikleri, ağları ve formel
örgütlenmelerdir. Sistem teorisi, bu gibi
özellikleri açıklayamaması nedeniyle de
eleştirilmektedir (Esmark, 2011, s.102).
261
3.6. Meta Yönetişim
Yönetişim uzun yıllardır tanıdık ama
hala belirsiz bir konu iken, meta-yönetişim
daha yeni ve üzerinde oldukça odaklanılan bir konudur. 1990’ların ortalarında Batı
Avrupa okullarının karmaşık problemleri,
yönetişim, yönetişimin başarısızlığı ile ilgilenmesi ile literatürde yer almaya başlamış
ve politik paradigmalar ile çeşitli teorilere
entegre edilmiştir (Jessop, 2011, s.106).
Jessop (2003, s.14) kavramı, “en geniş
anlamda yönetişim için koşulların organize
olması” olarak ifade eder ve “karmaşıklığı,
çoğulculuğu ve koordinasyona hakim modlarda bulunan karışık hiyerarşileri yönetmeyi çatı modu” olarak ifade eder.
Yönetişim ve meta yönetişim arasında üç
analitik adım vardır. Bunlardan birincisi, yönetim uygulamaları ile ilgili olan karmaşık,
karşılıklı bağımlılık koordinasyonun geniş
alanını belirlemek; ikincisi geniş alandaki
yönetişimin “differentia specifica” olarak
ifade edilen dar kapsamı; üçüncü ve son olarak bu geniş ve dar kapsama karşılık meta
yönetişim biçimleri ele alınır. Yönetişim,
karmaşık, karşılıklı bağımlılık koordinasyonun çeşitli biçimlerini; bağımlılık (hiyerarşi), karşılıklı bağlılık (ağ) ya da bağımsızlık/
özerklik (piyasa) olarak ifade eder. Fakat bu
koordinasyon biçimleri çeşitli nedenlerle zaman zaman başarısızlığa uğrayabilir. Bunların nedenleri ise; yönetişim biçimlerinin tipik başarısızlıkları, yönetişim biçimlerinin
birbirini olumsuz etkilemesi ve yönetişim
biçimlerinin her soruna çözüm olarak görülmesidir (Jessop, 2011, s.112).
Jessop (1997)’un yönetişimin ”yukarısında ve ötesinde” bir kavram olarak belirttiği meta yönetişim, yönetişimin başarısızlık-
262
larına cevap olarak doğar. Meta yönetişimin
iki farklı formu ile yönetişimi nasıl tanımlandığına bakılabilir (Meuleman, 2011,
s.101):
1. Meta yönetişim, diğer iki yönetişim
biçimi elemanlarının kullanımı ile
aralarında seçilmiş bir yönetişim biçimini destekleyip öne çıkarmak veya
diğer iki biçimin etkilerini zayıflatarak diğer biçimi onlara karşı korumak.
Buna birinci dereceden meta yönetişim denilebilir.
2. Bir öncelik belirtmeden üç elemanı
yönetişim biçiminde birleştirme ve
desteklemektir. Bu ise ikinci dereceden meta yönetişim olarak adlandırılır
(Jessop, 2011, s.114).
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
kamu sektörü yönetim modeli geleneksel
örgüt yönetim modelinin yerini alır, hizmet
kuruluşları ve kamu sektörü müşterileri arasında hizmet ağı ile ilişki sağlanır (Peters ve
Pierre, 1998, s.228).
Yönetişimin hayat bulması ile sadece
devleti değil; özel sektör ve sivil toplum örgütlerini de içinde barındıran daha karmaşık
bir ilişki ağı ortaya çıkmıştır ve sürecin işlemesinde devletin kurumları dışında özel
girişimciler, kar amacı gütmeyen kuruluşlar,
çeşitli dernekler, medya ve daha bir çok aktör etkileşim içine girmiştir.
Devlet toplum ilişkisinde temel sorun,
devletin kendisinin üniter bir kavram olmasıdır. Bu noktada devlet toplumun diğer kuruluşlarına karşı kurumsallaşmış bir kolektif
süper güç niteliğindedir. Bu mutlakıyetçi
devletin kökleri Kıta Avrupa hukuk teorileri
üzerine inşa edilmiş olup Max Weber tarafından geliştirilen çerçevede yer alır. Oysa
ki egemen bir devlet olmasına karşı toplum,
analitik olarak farklı olabilir. Bu anlayış klasik gelenekselci kamu yönetiminin temelini
oluşturmaktadır (Sellers, 2011, s.125).
Devlet ve toplum arasındaki ilişki, katılımcılık ile hayat bulurken, katılımcılığın
gerçekleşmesini sağlayan araç, sivil toplum
örgütleridir. Sivil toplum örgütlerinden beklenen, toplum ile devlet arasında beklenti
ve talepleri karşılamak, kutuplaşmaları sakinleştirip uzlaşı yolu aramak, toplumdaki
bireylerin demokratik bir şekilde seslerini
duyurmasını sağlamaktır. Devlet toplum
ilişkilerinde en önemli belirleyici, evrensel
bir değer olan demokratikleşme sürecidir.
Sivil toplum örgütleri yurttaşların katılımını
sağlayarak demokratik değerler doğrultusunda devlet ve birey ilişkilerini yakınlaştırarak “devlete karşı birey” ya da “bireye
karşı devlet” anlayışından ziyade ortak hareket etmeyi hedefleyen bir anlayış hakim
olur (Tosun, 2001, s.240).
Klasik kamu yönetiminde; hiyerarşinin
hakim olduğu ve aşırı bürokratik, yavaş, paternalist (pederşahi yaklaşım), sonuç yerine
süreç ve prosedüre odaklanan bir anlayış
hakimdir. Yeni kamu yönetiminde; stratejinin perspektifi ise daha içe dönük ve devlet
toplum ilişkilerini değiştirmeyi hedefleyen
bir çizgidir. Bu hedef doğrultusunda, yeni
Devlet ve toplum ilişkilerinde güven ve
iyi niyet önem taşır. Gelişmekte olan ülkeler
incelendiğinde; ekonomik ve yasal çerçevede yaşam koşullarının iyileşmesi, tüm vatandaşları koruyan ve onların katılımını kolaylaştıran bir devletle bu ilişkinin güçlendiği
görülmektedir. Japonya ve Kore örneğinde
olduğu gibi ekonomik ve sosyal sorunlarla
3.7. Devlet-Toplum İlişkileri
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
devlet ve toplum birlikte çalışarak sosyal sorunları çözmektedir (Chemma, 2004, s.19).
Fakat şu bir gerçektir ki; devlet ve toplum arasındaki etkileşimi anlamak için oyunun kuralları önemlidir. Tarihi süreçte devletler ve kamu kurumlarından yöneticiler ve
toplumdaki sivil toplum örgütleri arasında
siyasi pazarlık süreçleri gelişmiştir. Birçok
gelişmekte olan ülkede, devlet ve toplum
ilişkileri genelde etkin değildir. Çünkü, devlet kaynaklarının erişimi bu ülkelerde belirli
elit gruplarla sınırlı olabilir. Bu sebeple toplumun yoksul kesimleri ve onların söz hakları seçkinlerin arkasında kalır (European
Union, 2008, s.8).
3.8. Politika Araçları ve Yönetişim
“Politika araçları” istenen etkiyi elde etmek için hükümetler tarafından kullanılan
bazı yöntemleri tanımlamak için kullanılan
terimdir. Önceden politika araçları, yöneti-
263
şim araştırmacıları için çok önemli görülmemekteydi. Politika araçları, politika değişikliklerinin bazı küçük süreçlerini anlamak
için işlevselci bir şekilde analiz edilmekteydi. Buna karşın son yirmi yılda politika araçlarının yönetişim modu kalkınma ile ilişkisi
üzerine odaklanılmıştır. Politika araçlarındaki inovasyon, yükselen yeni politika araçları yönetişimin yeni formunda göstergeler
olarak adlandırıldığı nokta olarak ifade edilebilir (Le Gales, 2011, s.144).
Geleneksel anlamda, politika araçlarının
iki temel tipi, düzenleyici ve ekonomik araçlardır. Düzenleyici araçlar özellikle kanunlar, yönetmelikler ve regülasyonları içerir.
Ekonomik ve mali araçlar ise vergiler, vergi
teşvikleri ve ticaret izinler kullanılarak bireylerin ve kurumların eylemleri etkilemenin bir yolu olarak da görülür. Tablo 3’te görülen son üç araç ise yeni politika araçlarıdır
(“Anonim”, www.dwb.unl.edu).
Tablo 3: Politika Araçları ve Geçerlilikleri
Araçlar
Kanun koyucu ve düzenleyici
Ekonomik ve malî
Teşvik odaklı anlaşmalar
Bilgi edinme
Yasal ve fiili standartlar
Geçerliliği
Vekalet altında bulunan seçilmiş temsilciler tarafından kamusal çıkara yönelik uygulamalar
Sosyo ekonomik etkiler
Müdahaleyi ortadan kaldırma
Kararları açıklama ve hesap verilebilirlik
Piyasa mekanizmasının etkisi ve bilimsellik
Kaynak: Le Gales, 2011, s.152.
Teşvik odaklı anlaşmalar, kamunun hantal olması ve hesap verilebilirliğin etkin çalışmaması gibi bürokrasinin güçlü eleştirileri kapsamında ortaklık ve sözleşmelere bağlı
olarak genelleştirilmiştir. Kalıcı normatif
özerklik arayan sektörler ve alt sektörler tarafından motivasyon ve mobilitenin artması
ile toplumların, sadece katılımcı araçlar ile
264
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
regülasyonun yeterli biçiminin sağlamasını
gerektirmektedir. Teşvik formları ve sözleşmeler çerçevesinde; devletin geleneksel
işlevlerinden geri çekilmesi, sözleşme şartlarına ve değişim moduna dahil olması, aktör ve kaynakları kabul etmesi esastır. Kitle
demokrasisinde bilgi veya iletişim yükümlülüklerinin tesis edildiği durumlara uygun
bilgi ve iletişim araçlarının artan kullanımı,
önemli siyasi bir kavramdır. Yasal ve fiili
standartlarla da ekonomik faktörler (rekabet-birleştirme) ve sivil toplum kuruluşları
arasında güç ilişkileri düzenlenir. Bu araçlar bilimsel ve teknik rasyonellikle birleşen
karma bir meşruiyet kazanır (Le Gales,
2011, s.152).
ri önem kazanmaya başlamış ve süreç içinde
değişiklikler yaşanmıştır.
Peki, kullanılan bu araçlar, yönetişim
konusunda neler söyler? İlk olarak, yönetişim modunun farklı dönüşümünden biri,
kolektif mal ve kamu politikası uygulamak
için çeşitli aktörlerin ve grupların mobilizasyonunu gerektiren bu politika araçlarının
yükselişi ile ilgilidir. İkinci olarak politika
araçlarının yükselişi özellikle yeni bir bürokrasinin yükselişini içeren “uzaktan yönetme” de normlar, standartlar, performans
göstergeleri, yönetim araçları, yönetişim ağları ve kuruluşlara bağlıdır (Le Gales, 2011,
s.153-154).
1980’lerin başlarında gelişen bir diğer
petrol krizi ile artan kamu harcamalarının
ve borçlanmaların, döviz oranlarının yükselmesine neden olduğu düşüncesi ile hükümet
politikalarını frenleyen Neoklasik politikalar
izlenmeye başlamış ve yapısal uyuma gidilmiştir. Yapısal uyum ile dengesiz bütçeler ve
aşırı borçlar meydana gelmiş ve abartılmış
bürokrasilerde devlet merkezli kalkınma politikalarında hataların düzeltilmesi öngörülmüştür. Piyasa odaklı reformlar genellikle
ekonomik verimliliği geliştirse de, toplumda
yoksul kesim için eşitsizliğe ve onların daha
çok sıkıntıya düşmesine neden olmuştur. Bu
sebeple bu yapısal uyum, temel ihtiyaçlar ile
piyasa odaklı bakış arasında gerilim yaratmıştır (Horris, 2000, s.3).
Politika araçları yönetişim modunu anlatan bir olgu değildir. Politika araçları amaçlar ve söylemlerin ötesinde yönetişimin örtülü boyutunun analizi için en verimli yoldur
(Le Gales, 2011, s.156).
3.9. Kalkınma Teorileri
İkinci Dünya Savaşı sonrası birçok kavram ve politika farklılaşmış, ülkelerin yeniden yapılandırılması ve ekonomik ve sosyal
kalkınmayı sağlama adına kalkınma teorile-
1970’lerde gözler önüne serilen ekonomik zorluklar birçok ülkeyi etkilemiştir.
1973 Petrol Krizi gibi dışsal şoklar iç politika kararları ile birlikte ekonomik süreci
durdurmuştur. Gelişmekte olan ülkelerde,
gelir eşitsizliği ve yoksulluk artarken; bu
durum sermaye yoğun endüstri eğilimli modelin sorgulanmasına yol açmıştır. Dönemin
Dünya Bankası Başkanı Robert McNamra,
tarımsal ve kırsal kesim üzerine odaklanmış, fakat uygulamada karşılaştığı zorluklar
nedeniyle başarılı olamamıştır (Pomerantz,
2011, s.161).
Özetle Dünya Bankası yapısal uyum üzerinde çalışırken ortaya çıkan başarısızlık
tablosu, Dünya Bankası’nın uzun dönemli
proje kredileri verebilen kalkınma örgütü kimliğine bürünmesine neden olmuştur
(Güler, 1995, s.19).
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
1990’larda gündemde olan yönetişim sadece yapısal düzenlemelerin sonucu ya da
politik olayların yayılması değildir; aynı zamanda kalkınma ekonomistlerinin yeni kurumsal ekonominin etkilenmesi de süreçte
önem taşır (Pomerantz, 2011, s.162). Dünya Bankası bu dönemde kredi vereceği ülkelerde iyi yönetişim ilkelerini ve ülkelerin
sosyal kalkınmışlık düzeyini araması, ülkelerin kalkınmışlık düzeylerinde artışa neden
olmuş ve geleneksel kalkınma anlayışındaki
hatalara karşı sürdürülebilir kalkınmayı izleyen bir yol haritası çizilmiştir.
Yönetişimin önem kazanması ile devlet
kapasitesi ve etkinliği, kuralların açıklığı,
şeffaflık, hesap verilebilirlik ve dürüstlük,
yurttaş katılımı, insan hakları ve sivil özgürlükler, hükümetlerin nasıl seçildiği ve tüm
yetki kullanımları kalkınma bağlamında
yönetişimin “büyük çatısı” altında toplanır
(Pomerantz, 2011, s.160).
265
Sonuç
Bu çalışmada, günümüzün popüler kavramlarından olan yönetişim perspektifine
daha geniş açıdan bakılarak ilgili teorik yapının çerçevesi çizilmiştir. Çizilen bu çerçeve,
yeni kamu yönetimi anlayışına ve değişen
devlet kavramına bir rehber niteliği taşımaktadır. Yönetişim teorileri ile, hiyerarşik
yapı ve devlet egemenliğinden öte daha çok
heterarşik bir düzende ağ etkileşimi önem
kazanmaktadır. Devletin kara kutusu ve yönetim anlayışında dışsal kabul edilen nitelikler bu teorilerle açılmaktadır. Dünya bir ağ
ve her ağ bir dünya ise; yönetimde rasyonel
seçimleri, yorumlamayı, sistematik düzeni
öngören, devlet ve bireyler arasındaki ilişkiyi hiyerarşik çerçevede ele alan yönetişim
teorileri ile yönetimin ötesinde bir anlayışla
kamuda yeni bir çağın teorik yapısının oluştuğunu ifade etmek mümkündür.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
266
KAYNAKÇA
Aktan, C. C. (2003). Değişim Çağında Devlet. 1.Baskı. Konya: Çizgi Kitapevi.
Governance. Washington: SAGE Publications, 51-64.
Amadae, S. M. (2011). Rational Choice
Theory. In M. Bevir (Eds.), Encyclopedia of
Governance. Washington: SAGE Publications, 785-791.
Black, D. (1948). On the Rationale of Group
Decision-Making. Journal of Political Economy. 56, 23-34.
“Anonim”. Policy Instrument. 04.02.2014
tarihinde
http://dwb.unl.edu/teacher/nsf/
c09/c09links/www.casahome.org/policy.
htm. adresinden erişildi.
Argüden, Y. (2008). Küresel Yönetişim.
Fikret Toksöz (Ed.), İyi Yönetişim Bülteni. 3,
İstanbul, 2-4.
Arrow, K. J. (1951). Social Choice and Individual Values. New York: Wiley.
Astley, W. G. ve Van de Ven, A. H. (1983).
Central Perspectives and Debates in Organization. Administrative Science Quarterly, 28
(2), 245-273.
Basu, R. L. (2011). Kautilya’s Arthasastra
(300 B.C.): Economic Ideas. India: Kolkata
Börzel, T. A. (1998). Organizing Babylon
- On The Different Conceptions of Policy Networks. Public Administration.76(2),
253-273.
Caves, R. E.ve Porter, M. E. (1977). From
Entry Barriers to Mobility Barriers: Conjectural Decisions and Contrived Deterrence
to New Competition. Quarterly Journal of
Economics. 91(2), 241-261.
Chemma, S. G. (2004). From Public Administration to Governance: The Paradigm
Shift in The Link Between Government and
Citizens. 6th Global Forum on Reinventing
Government. United Nations, New York.
Benson, J. K. (1977). Innovation and Crisis
In Organisational Analysis. The Sociological Quarterly. 18, 3-16.
Christensen, R. K.ve Tschirhart, M. (2011).
The SAGE Handebook of Governance. In
M. Bevir (Eds.), The SAGE Handebook of
Governance. Washington: SAGE Publications, 65-78.
Bevir, M. (2011a). Governance as Theory,
Practice, and Dilemma. In M. Bevir (Eds.),
The SAGE Handbook of Governance. Washington: SAGE Publications, 1-16.
Dowding, K. (2011). Rational Choice Theory. In M. Bevir(Eds.), The SAGE Handbook
of Governance. Washington: SAGE Publications, 36-50.
Bevir, M. (2011b). Interpretive Theory. In
M. Bevir (Eds.), The SAGE Handebook of
Downs, A. (1957). An Economic Theory of
Democracy. New York: Harper.
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
Enroth, H. (2011). Policy Network Theory.
In M. Bevir (Eds.), The SAGE Handebook
of Governance. Washington: SAGE Publications, 17-35.
Esmark, A. (2011). Systems Theory. In M.
Bevir (Eds.), The SAGE Handbook of Governance. Washington: SAGE Publications,
91-105.
European Union. (2008). State-Society
Analytical Framework. Initiative For Peace Building. 01.05.2014 tarihinde http://
www.initiativeforpeacebuilding.eu/pdf/State_and_Society_Analytical_Framework.pdf
adresinden erişildi.
Freeman, J.ve Hannan, M. (1977). The Population Ecology of Organizations. American Journal of Sociology. 82(5), 929-964.
Gaudin, J. P. (1998). Modern Governance,
Yesterday and Today: Some Clarifications
to Be Gained from French Government Policies. International Social Science Journal.
50 (155), 47-56.
Güler, B. A. (1995). Kamu Yönetimi ve
Dünya Bankası. Amme İdaresi Dergisi. 28
(3), Eylül. 19-29.
Hazlehurst, D. (2001). Networks and Policy
Making: From Theory to Practice. GPPP
Discussion Paper, No.83.
Hawley, A. (1950). Human Ecology: A Theory of Community Structure. New York: Ronald Press.
Heylighen, F.ve Joslyn C. (2001), Cybernetics and Second-Order Cybernetics. In R.A.
Meyers (Eds.), Encyclopedia of Physical
267
Science ve Technology, 4 (3), Academic
Press, New York, 155-170.
Horris, J. (2000). Basic Principles of Sustainable Development. G-DAE Working Paper
No. 00-04, 1-25.
Huyn Quan Suu, C. (2009). Étymologie Du
Terme “Gouvernance”. In La Gouvernance.
Hauts de Seine.
Hyden, G. (1999). Governance and The Reconstitution of Political Order. In R. Joseph
(Eds.). State, Conflict, and Democracy in
Africa. Boulder: Lynne Rienner Publishers.
Jessop, B. (1997). The Governance of Complexity and the Complexity of Governance. In
A. Amin and J. Hausner (Eds.), Beyond Markets and Hierarchy, Edward Elgar, Chelmsford. 111-147.
Jessop, R. (2003). Governance, Governance Failure, and Meta-Governance. Policies,
Governance and Innovation for Rural Areas International Seminer. 21-23 November
2003.
Jessop, B. (2011). Metagovernance. In M.
Bevir (Ed.), The SAGE Handbook of Governance. Washington: SAGE Publications,
106-123.
Kaufman, D.ve Kraay, A. (2008). Governance Indicators: Where Are We, Where Should
We Be Going? 10.06.2014 tarihinde http://
elibrary.worldbank.org/doi/abs/10.1093/
wbro/lkm012?journalCode=wbro adresinden erişildi.
268
Kesim, E. (2005). Bir Etik Davranış İlkesi
Olarak Hesap Verebilirlik (Hesap Verme
Sorumluluğu). Siyasette ve Yönetimde Etik
Sempozyumu. 18-19 Kasım 2005, Adapazarı, 269-281.
Kjaer, A. M. (2011). Governance: An Overview of Its Usages. Conference on Democratic Network Governance. Helsinger, 1-29.
Koçdemir, M. (2013). Kamusal Hesap Verebilirlik: Kavramsal Çerçeve. Mali Kılavuz
Dergisi. 59, Ocak-Mart.
Kooiman, J. (1993). Modern Governance: New Government-Society Interactions.
SAGE. London.
Le Gales, P. (2011). Policy Instruments and
Governance. In M. Bevir (Eds.). The SAGE
Handbook of Governance. Washington:
SAGE Publications, 142-159.
Marcou, G., Rangeon, F.ve Thiebault, J. L.
(1997). Le Gouvernment Des Villes et Les
Relations Contractuelles Entre Collectivites
Publiques. In F. Godard, Le Gouvernment
Des Villes. Descartes. Paris.
Mattheis, C. (2012). The System Theory of
Niklas Luhmann and the Constitutionalization of the World Society. Goettingen Journal of International Law, 2 , 625-647.
Metcalfe, J. L. (1974). Systems Models,
Economic Models and The Causal Texture
of Organizational Environments: An Approach to Macro-Organization Theory. Human
Relations. 27, 639-663.
Meuleman, L. (2011). Metagoverning Governance Styles: Broadening The Public
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Manager’s Action Perspective. In J. Tording
ve P. Triantafillou (Ed.). Interactive Policy
Making, Metagovernance and Democracy ,
95-110. ECPR Press, Colchester.
Okçu, M. (2011). Değişen Dünyayı Anlamak
İçin Önemli Bir Kavram:Yönetişim. Fatma
Neval Genç (Eds). Yönetişim ve Yönetim
Ekseninde Kamu Yönetimi, Ekin Yayınları,
Bursa.
Özgür, B. (2011). Yönetim Tarzları ve Etkileri. Maliye Dergisi, 161, 215-230.
Peters, B.ve Pierre, J. (1998). Governance
Without Government? Rethinking Public
Administration. Journal of PA Research ve
Theory, 8, 223-244.
Pomerantz, P. R. (2011). Development Theory. In M. Bevir (Eds.), The Sage Handbook
of Governance. Washington: SAGE Publications, 160-179.
Rhodes, R. (1996). New Governance: Governing Without Government. Political Studies. 44 (4), 652-667.
Rhodes, R. (1997). Understanding Governance: Policy Networks, Governance, Reflexivity and Accountability. Open University Pres , 394-396.
Rhodes, R. (2006). Policy Network Analysis. In M. Moran, M. Reinve R. E. Goodin
(Eds.), The Oxford Handbook of Public Policy. 423-445.
Rhodes, R.ve Bevir, M. (2006). Governance
Stories. New York, NY London, Routledge.
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
Rosenau, J. N. (2004). Governance in the
Twenty-first Century. In T. J. Sinclair (Eds.),
Global Governance: Critical Concepts in
Political Science. 179-219.
Schon, D.(1971). Beyond the Stable State.
Basic Books. New York.
Sellers, J. M. (2011). State-Society Relations. In M. Bevir (Eds.), The Sage Handbook
Of Governance. Washington: SAGE Publications, 124-141.
Stocker, G. (1998). Governance as Theory:
Five Propositions. International Social Sci-
269
ence Journal, 50 (155), 17-28.
Tosun, G. (2001). Türkiye’de Devlet Sivil
Toplum İlişkisi Bağlamında Demokrasinin
Pekişmesinin Önündeki Engellere İlişkin
Kuramsal ve Pratik Bir Yaklaşım. Ege Akademik Bakış. 1(1), 224-243.
Trist, E. (1979). Referent Organizations and
The Development of Interorganizational
Domains. Paper Presented as Distinguished Lecture, Organization and Management
Theory Division, 39th Annual Convention,
Academy of Management, Atlanta.
ÖZ
Motivasyon Teorileri ve Kamu Çalışanlarının Bireysel Performans
Değerlendirme Temelinde Teşvik Edilmesi
Kamu görevlilerinin daha verimli çalışmalarını sağlamak amacıyla motive edilmeleri günümüz
kamu yönetiminin önemli meselelerinden birisidir. İşlevsel, iyi tasarlanmış ve çalışanları güdüleyici
öğelere sahip bir bireysel performans değerlendirme sistemine sahip olmak, kamu kesiminin iki
güncel ve kritik konusu olan motivasyon ve performans değerlendirmesine yeni bir soluk getirecektir.
Bu çalışmada ilk olarak; çeşitli teorileri, çalışanların ihtiyaç ve beklentileri ile teşviklere ilişkin
bir takım öneri ve sınıflandırmaları içerecek olan motivasyon sürecine değinilecektir. Ardından
performans değerlendirme sisteminin yapısı üzerinde durulacak ve bireysel performans değerlendirme
sistemleri motivasyon boyutuyla ele alınacaktır. Bu kapsamda teşvik, motivasyon ve performans
artışı ilişkisi incelenecek, olası teşvik uygulamaları parasal ya da parasal olmayan ayrımıyla
incelenecektir. Sonuç olarak, kaliteli kamu hizmeti sunabilmek ve vatandaşların memnuniyetini
sağlayabilmek amacıyla etkin ve verimli bir kamu personel sistemi ile çalışanların performansının
ölçülerek değerlendirildiği, motivasyon boyutunu dikkate alan bir insan kaynakları yönetimine sahip
olmanın önemi değerlendirilecektir.
JEL Sınıflaması: H11, H83, J24, J28, J45, M12, O15
Anahtar Kelimeler: Kamu Çalışanları, Motivasyon, Teşvikler, Bireysel Performans Değerlendirme
Sistemi, Etkinlik
ABSTRACT
Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual
Performance Evaluation
Encouraging public employees to work more efficiently is one of the main topics of today’s public
management issues. Developing a well-functioning and a well-organized employee appraisal system
that has instruments to encourage employees will bring a new breath to two actual and critic debates:
motivation and performance appraisal.
In this paper, the first focus will be on motivation process including various theories, employees’ needs
and expectations and classifications of incentives and some suggestions. After then, performance
appraisal system structure will be discussed and individual performance appraisal systems will
be analyzed through its motivation dimensions. In this framework, relation amongst encourage,
motivation and performance improvement will be analyzed and possible monetary and non-monetary
incentive implications will be analyzed. As a conclusion, the importance of having an effective and
efficient public employee system and human resource management system that considers motivation
dimensions and employee’s performance which is evaluated by measurement to provide qualified
public service and to achieve citizen satisfaction will be evaluated.
JEL Classification: H11, H83, J24, J28, J45, M12, O15
Keywords: Public Employees, Motivation, Incentives, Individual Performance Evaluation System,
Efficiency
Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation
271
Motivation Theories and Encouraging
Public Employees Based on Individual
Performance Evaluation
Ahmet TOZLU *
Rıdvan KURTİPEK **
I
NTRODUCTION
When public employees properly
focus on their duties and consider
their office hours as an informative and instructive period, then individual performance and productivity will probably increase
instinctively. This efficiency process will
reveal itself on organizational basis, too.
Hence, public service quality will improve,
likewise individual and organizational capacity utilization will rise when employees are
motivated and encouraged. Aforementioned
proposals (or allegations) –especially- have
become prominence with several new management approaches such as Total Quality
Management or New Public Management
* Ministry of Development Planning Expert, Rutgers
University MPA Candidate [email protected]
** Ministry of Development Planning Expert, Columbia
University MPA ridvan.kurtipek@ kalkinma.gov.tr
Gönderim Tarihi: 30.04.2015 Kabul Tarihi: 05.06.2015
(Jreisat, 2012, p. 76-79). The main idea of
these new approaches is to get some perspectives and procedures from private organizations and to adapt them in public organizations (Lyons and Dalton, 2011, p. 239).
Public employees are generally criticized with regard to inefficiency debates in
the public sector. These “accusations” for
public employees usually are due to known
reasons such as existing excessive hierarchy, providing late or unqualified services,
or spending tax revenues inattentively. On
the other hand, there are also more specific
critics about inefficiency; lacking a hortative and fair reward system, insufficient training and equipment, work overload, limited
carrier ways and monotone and inflexible
working types. These specific critics can be
mentioned among the reasons that decrease employees’ motivation and performance
(Aktan, 2005, p. 275-276).
272
To remedy all these problems creating
a more functional public management and
developing more motivated public personnel system is necessary. Public employees
are one of the most significant resources of
public sector therefore employees’ motivation processes -in addition to their individual
and occupational craft and capacity-are very
important in order to get success, efficiency
and effectiveness. Even employees’ motivation process and implementations should be
systematic and sustainable for continuation
of efficient public service cycle.
Under these conditions, human resources departments and also public managers
can benefit from motivation theories and
individual performance evaluation systems
(PES) in order to motivate and incite their
employees and reach more qualified service
standards. This study comprises of two main
parts; the first one is “motivation process”
focusing employees’ needs, several motivation theories and possible incentives for
them, the other part is “performance evaluation and promotion at the motivation process” touching on hortative dimension of
individual evaluation.
1. MOTIVATION PROCESS
a) Employees’ Needs and Several Theories
To create a more incentive working atmosphere always have been a remarkable issue for managers, human resources experts
and scientists. Because employees’ needs
and emotions, their performance level, and
the motivation process are strongly interrelated. Within this context, to “determine needs” systematically can be accepted as the
first phase in order to comprehend whole to-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
pic. Therefore there are several theories and
models regarding to determine employees’
(or human) requirements in a work place.
Certainly, Maslow’s Needs Hierarchy
Theory (1954), is one of the most known
and influential theories at the management
area. According to Maslow, there are five
prepotency categories as basic physiological
needs, safety needs, social needs, self - esteem needs, and self - actualization needs with
hierarchy among these five requirements.
The needs at each level dominate an individual’s motivation and behavior until they
are adequately fulfilled, and then the next
level of needs will dominate (Ozer and Topaloğlu, 2008, p. 2; Rainey, 2006, p. 253).
For instance, self-actualization, which is
the highest order of human need according
to Maslow, refers to the need to fulfill one’s
own potential while physiological needs
include several reliefs from hunger, thirst,
and fatigue.
Another prominent theory belongs to
Murray. His Typology of Human Needs
Theory provides a list of basic needs; abasement, achievement, affiliation, aggression, autonomy, counteraction, defendance,
deference, dominance, exhibition, harm
avoidance, nurturance, order, play, rejection,
sentience, sex, succorance and understanding (Rainey, 2006, p. 254). The other one
is ERG model belongs to Clayton Alderfer
(1972). This model mentions three main needs group; growth needs, relatedness needs,
and existence needs and actually which can
be accepted as a different version of Maslow’s Needs Hierarchy (Berl and Williamson, 1987, p. 57). In these theories, Alderfer
focused on labor life and employees while
Maslow mentioned a general concept. The
Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation
existence need equals to Maslow’s first two
needs (physiological and safety needs); relatedness need meets to social needs and a
part of self - esteem needs of Maslow’s theory and finally growth need refers to selfactualization requirement (and a part of selfesteem need) (Johns and Saks, 2001, p. 139).
b) Work Motivation Theories
Human motivation is an important part
of social sciences however employees’ work
motivation originated from same ideas is
much more vital issue regarding to management field (Rainey, 2006, p. 243). Actually,
to motivate employees to work effectively
and human resources management are very
relevant areas. Because motivation process
will be able to require several incentives,
trainings or investments towards employees
which are accepted as one of the most precious resources by several modern human resources approaches. Moreover, motivation
theories usually include a set of determinations about needs and give incentive lists.
To classify the theories of motivation will
be beneficial before starting to touch on their
arguments. It is possible to separate this field
as content theories and process theories. Content theories are concerned with analyzing the
particular values, needs, motives, and rewards
or incentives that motive people (Mullins,
2002, p. 426) while process theories focused
on the psychological and behavioral processes behind motivation (Berl and Williamson,
1987, p. 53-54; Rainey, 2006, p. 274).
i. Content Theories
There are shared set of main lines of
some of content theories located in the motivation field.
273
The Needs Hierarchy was developed by
Maslow in 1954. This theory includes five
phases of requirements which are cumulative phases of a growth toward self-actualization. Hence Maslow emphasizes that the
levels of need are not separate steps from
which one successively departs. With its hierarchical in turn the needs are; physiological
needs refer to hunger, sexuality, lighting etc.;
safety needs mean to be free of the threat of
bodily harm addition to trust, stability, regularity about job, social needs say belonging
or affection to social group or department,
self-esteem needs refer to sense of achievement, confidence, recognition, and prestige
and lastly self-actualization needs mean to
achieve self - fulfillment, especially in some
area of endeavor or purpose (Berl and Williamson, 1987, p. 54-55; Holzer and Schwester, 2011, p. 111; Maslow, 1970, p. 35-46).
Need for Achievement, Power, and
Affiliation (McClelland, 1961) mentions
three main motivation resources amongst
about twenty needs and the most prominent
of them is achievement. Need for
achievement includes undertaking a hard job
or taking responsibility for rising individual
performance. Need for power refers to
desire to have information, financial or nonfinancial resource for dominating over other
people. And lastly need for affiliation says to
create well and positive relations with others
which will ease the management process in
peacefully (Apospori et al., 2005, p. 147;
McClelland and Winter, 1969, p. 38).
Theory X and Theory Y (Douglas McGregor, 1960), presents two character as X and
Y. Theory X asserts that employees have
not an enough capacity for self-motivation
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
274
and self-direction and they tend to laziness
so managers must direct them. However,
according to Theory Y, employees have several qualifications, features or needs so managers should regard their ideas, comments,
and emotions (Holzer and Schwester, 2011,
p. 113-114). Participative management techniques, decentralized decision making or
job enrichment programs can be mentioned
among the methods gruntling employees
(Rainey, 2006, p. 277).
Two - Factor Theory (Frederick Herzberg, 1968) focused on intrinsic incentives
in motivation process of employees in spite
of touching on extrinsic incentives. Thus,
this Theory emphasized two main factor
groups which influence and motivate workers and their performance. One of them is
hygiene factors including a set of extrinsic
incentives such as salary, job security, status,
relations with managers, working conditions
or private life. The other factors are called
motivators and these are intrinsic incentives; e.g. growth, advancement, work itself,
achievement or responsibility (Berl and
Williamson, 1987, p. 55-56). According the
Herzberg, hygiene factors can only prevent
possible dissatisfactions for employees while motivators are main factors to increase
motivation and performance and as it can
be understood they are rather non-physical
conditions and related to self-fulfillment or
respectability (Moorhead and Griffin, 1989,
p. 116; Ozer and Topaloğlu, 2008, p. 10-12).
On the other hand there is not any hierarchical situation between two factor groups
(Mullins, 2002, p. 433).
ii. Process Theories
There are mentioned a set of main lines
of some of process theories in work motivation field.
Social Learning Theory (Albert Bandura,
1978), mentions internal cognitive processes such as goals, individual performance,
learning, and improving processes etc. This
theory supports a participative management
perspective and promotes esprit de corps in
organizations.
Goal Setting Theory (Edwin Locke,
1968), claims that having difficult and particular goals - rather than easy or unclear
goals- reveal higher performance. Because
when there are hard goals or tasks, employee will try to be more ambitious, willing,
persistent, focused (Kocel, 2005, p. 655; Rainey, 2006, p. 291). Bandura (1989) says that
difficult and specific goals improve performance because actually these type of goals
enhance self-efficacy defined as one’s sense
of oneself effectiveness and potential in accomplishing outcomes. So the attainability
level of goals are main determinant in employees’ motivation process.
Expectancy Theory (Victor H. Vroom,
1964), based on classic utilitarian perspective so it supports that employees can apprehend what is the best or what is the least
bad and these important knowledge direct
their actions. As for Vroom, he created a
formula containing two main variables as
valences and expectancies and it gives quantitative results in relation to desirability
-and inherently motivation- level. With a
basic explanation, Vroom considers that
performance or efficiency level of whatever
activity is determined by desirability level
which is connected with valences and expectancies. If two factors are high level about
any specific tasks or issues, employees will
act with a high motivation and wistfulness
Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation
(Vroom, 1964, p. 15-17). Therefore it’s possible to say that every employee may have
different valences and expectancies related
performing same task so there will be able to
particular and individual incentives for each
of employees.
c) Several Classifications Concerning
Incentives
Probably, most prominent separation regarding to incentives is “financial and nonfinancial”. However, the restricted budget of
government or public organizations should
be regarded while incentive types are determined. Some of human resources departments in public sector adopt and concentrate
on financial inducements in order to motive
employees and enhance their efficiency; others prefer to use non-financial inducements
in order to be able to achieve that. However,
financial or non-financial, there are a lot of
incentives which can be used as motivator
and performance enhancer. The main issue
here is to find most suitable incentives as subject to employees, their expectations, and
specialties of professions. By the way, public
employees provide public services so “offering more quality public service” should not
be forgotten as a vital aim of public organizations.
In literature, many theorists or authors
tried to make classifications for inducements as a part of human resources policies. Public institutions or private companies,
all organizations have followed and applied
fittest incentives for themselves. Classifications included too many incentive types due
to employees’ several and different preferences from each other, the natures of organizations, and environment of public sector.
275
Individual preferences can also be based on
age, gender, education, vocational and personal expectancies, organizational culture
and level, occupation etc. While typologies mention several main incentive types in
order to encourage employees, authors also
touch on a set of challenges regarding to
practice (Rainey, 2006, p. 258).
Downs and Niskanen focused on the
public managers and their motives so they
prepared a motive list for public managers.
Downs sorted general motives of officials
as power (within or outside bureau), money
income, prestige, convenience, security, personal loyalty to work group or organization,
desire to serve public interest, commitment
to a specific program of action. As to Niskanen, he mentioned salary, perquisites of the
office, public reputation, power, patronage,
output of the bureau, ease of making changes, ease of managing the bureau, increased
budget as variables which influence and activate a bureaucrat (Rainey, 2006, p. 256).
Downs also drew some analogies, which
includes a set of specific personal behaviors
or perspectives, concerning to public administrators. Actually these analogies give clues about what kind of incentives are more
suitable for which types of administrators.
According to these groupings, some public
administrators try to make realize their selfinterests, some of them only aim to promote a
high and active position, Downs called them
as “climbers”, someone can be a defensive
character and try to defend their position rather seeking a high position as “conservers”,
or some administrators may have a “mixed
typology” enabling not only pursue their
own interests but also regard public interest.
And they created three groups for public ad-
276
ministrators regarding and pursuing public
interest; zealots, advocates and statesmen.
While “zealots” indicates managers making
an effort for improving a certain program,
“advocates” are managers who support and
preserve an agency or program, and “statesmen” pursue a more general public interest.
Downs and Niskanen also added to be able
to stay as a statesmen is hard because conditions and constraints in the public sector
compel to mixed motive public administrators, who can pursue public interest addition
to their individual interest, to transform an
advocate character. As a result, each of these
public administrator characteristics will be
able to promote with different incentives because of their different motives.
Chester Barnard focused organizational
activities and the role of leaders so he tried to explain how to leaders encourage cooperative activities. He used to concept of
economy of incentives in order to emphasize
the relationship between organizational opportunities and inducements and employees’
effort. Barnard focused on how leaders induce and coordinate the cooperative activities in an organization. He characterized an
organization as an “economy of incentives”
in which individuals contribute their participation and effort in exchange for incentives
that the organization provides (Rainey, 2006,
p. 35-36, cited from Barnard, 1938, p. 73).
Barnard created a broad range of incentives
from financial incentives to non-financial
ones. He made several classifications in order to be able to organize his list. Hereunder,
first group is “specific incentives” referring
to individual and specific offers and it has
three subgroup. First, “material inducements” including money, physical working
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
conditions, second subgroup is “no materialistic inducements” refers to prestige, personal power, dominating position etc., third
subgroup is “ideal benefactions” which has
satisfaction of ideals about nonmaterial, future or altruistic relations such as pride of
workmanship, sense of adequacy, altruistic
service for family or other, and loyalty to organization. Barnard’s second main group is
“general incentives”, which cannot be offered to an employee’s specifically, it has four
subgroups. Social compatibility, freedom
from hostility due to racial, religious differences or similar conditions are examples of
first subgroup called “associational attractiveness”, second one is “customary working
conditions” such as conformity to habitual
practices, avoidance of strange methods and
conditions. Third subgroup is “opportunity
for feeling of enlarged participation in course of events” which refers association with
large, useful, effective organization and last
one is “condition of communion” with personal comfort in social relations (Holzer and
Schwester, 2011, p. 61-63; Rainey, 2006, p.
255).
Lawler (1990) asserted payment systems
designed strategically can be an effective
motivation tools. He made a dual division
for incentives as extrinsic rewards and intrinsic rewards. According to this division,
“extrinsic rewards” are given by others while “intrinsic rewards” are stemmed from job
performance and they fulfill the needs such
as self-esteem and self – actualization (Rainey, 2006, p. 256). So intrinsic rewards try
to create an inner satisfaction for employees.
Actually this is also a general separation in
literature and many scholars have claimed
that intrinsic motivation is an important
Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation
277
Clark and Wilson developed a triple incentive typology under the groups of material, solidary, and purposive. According to this
division, “material incentives” are tangible
rewards and they directly refer to financial implementations such as tax reductions,
discounts, salaries, gifts etc. “Solidary incentives” are intangible incentives without
monetary value and they can be classified
as specific solidary incentives for some individuals in specific conditions (such as deference, honors) and collective solidary incentives for all employees in an organization
(such as some fun activities, sense of membership etc.). And last one is “purposive incentives” which are also intangible rewards
related to satisfaction (such as enactment of
a law) (Rainey, 2006, p. 255-256).
p. 31-34). This relationship is constituted
by means of “tax”. Therefore, performance
evaluation systems (PES) are considerable
and logical implements in order to increase
public employees’ performance and productivity and satisfy the citizens’, namely tax
payers’ (Karwan And Markland, 2006, p.
346-348), expectations. On the other hand,
it should not be forgotten that the implementation of PES in public sector is some more
difficult issue compare to private sector.
Because, generally, activities of public organizations and their outputs are intangible,
public welfare-based, and non-profit in contrast to private companies whose main aim
is “profit” can be measured easily, goals and
policies, staffing practices, superior-subordinate relationships, focal spots or a set of
other processes of public organizations are
also different from private sector (Hisrich
and Al-Dabbagh, 2013, p. 4-7; Tozlu, 2014,
p. 75-76).
2. EVALUATION AND PROMOTION
AT THE MOTIVATION PROCESS
a) Individual Performance Evaluation
System
Human resources are one of the most
valuable and significant components of organizations both in public sector and private sector. However if the point in question
is public sector and public organizations,
importance of human resources and their
productivity become more important. Since every government and organization is
accountable to people for providing quality
public services. Actually citizens and their
expectations are natural examination and
quality control mechanisms in democracies
so the process of public service providing
should regard these expectations, needs and
feedbacks (Archmann and Iglesias, 2010,
It is possible to make a main separation
for performance evaluation systems; classic
and modern methods. While classic evaluation methods include rather subjective criterions or evaluation procedures and based on
superior-subordinate relationship, modern
methods have an objective perspective and
participative approach in evaluation process.
Therefore, many modern performance evaluation ways prefer to use objective performance criterions and indicators even though
they have some subjective-featured criterions. They focus on employees’ performance
and their outputs -not personal characteristics or ambiguous and imponderable results-
factor influencing and driving employees’
performance and attitudes (Cho and Perry,
2012, p. 382; Lau and Roopnarain, 2014, p.
228).
278
thanks to objective criterions. Thus, public
managers’ discretionary power, which may
engender several nuisances in terms of employees, can be limited (Andrews et al., 2006,
p. 16).
PES contains a set of components such as
performance criterions, performance indicators, evaluators, evaluation period, rewards
(or penalties). If increasing individual productivity, enhancing quality of public services and improving organizational processes
are aimed, then PES and its outputs absolutely must associate with human resources
activities such as rewarding, promoting,
contracting, recruiting, training, motivating
etc. (Tozlu, 2014, p. 149-150). Performance
management and evaluation already is evaluated a sophisticated perspective in human
resources (OECD, 2012, p. 50). The question is “What kind of inducements can encourage employees to work efficiently?” That
point is one of the most vital parts of PES
because the system should include wide variety, adopted, requested and disincentive
(for insufficient employees) rewards, gains
and/or sanctions. If it is not so, the legitimacy and functionality of whatsoever evaluation system will become disputable for public
employees.
A modern and functional PES should
have rather objective performance criterions
and indicators so they should focus “activities and outputs”, not “personalities”. The
criterions and indicators, which can be classified as input, output, outcome, efficiency
etc. (Holzer and Schwester, 2011, p. 234),
should be selected punctiliously because an
organization, probably, has many activities
but to measure all activities can cause waste of time and resources so only main and
important activities should be selected and
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
measured by performance criterions. Such
an approach also will contribute employees’ motivation process and everyone will be
able to focus their “duties” more seriously.
The role of performance measures on employees’ job performance should not be forgotten (Lau and Roopnarain, 2014, p. 244).
System should has different evaluators
subject to organization’s environment and
stakeholder structure. Thus, different determinations and comments can be represented in the system, for instance, citizens can
share their ideas about employees and their
services or co-workers and subordinates can
observe and assess their friends’ activities.
Including a set of possible external stakeholders such as citizens, volunteers, private
companies, non-profit organizations etc. in
the assessing cycle will prevent single-sided
and single-resourced evaluations like classical methods (Alford and O’Flynn, 2012, p.
3). Normally, the idea of assessment can be
scary for people and it can ends de-motivation but this process will be softened with a
democratic and participative evaluation cycle. Because if employees are not only assessed but also assess their managers or others
it will create a feeling of trust and influence
to motivation positively. On the other hand,
evaluation period should be arranged in
line with work cycle of organization. Since,
every organization may have more intensive
times so evaluation process should not be an
extra work load for evaluators, if it is so it
can raise the number of de-motivated employees in an organization. Moreover, most
convenient cycle should be determined in
order to make a healthy and rational assessment; it can be quarterly, one or two times a
year depending individual and organizational work-load (Tozlu, 2014, p. 20-21).
Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation
Finally, as mentioned above, PES should
be associated with a set of human resources
activities such as recruiting, rewarding, rotating, delegating, paying, training or several benefactions etc. When employees have
more expectations regarding to their job,
their performance, productivity, and quality
of services will become more important for
themselves. Thus, employees can focus on
their performance and it will create a motivate atmosphere automatically.
b) The Promotive Dimension of Individual Evaluation
While getting profit is prominent goal
for private companies, their managers and
workers, public employees and organizations, usually, pursue social utility and common interest so human resources policies,
in the public sector, should regard that fact
(Bella, 2013, p. 143-144). Even an approach
and concept called as “public service motivation” claims that public employees have a
sense of public interest and are committed
to the concerns of others (Biget et al., 2014,
p. 807; Cho and Perry, 2012, p. 383). By the
way, public employees must provide quality
and satisfying public service as far as possible because of citizens’ expectations. This
also must be considered while designing an
individual PES for public employees. Therefore, the promotive dimension of system
should be merged with these special situations. Employees are social creators so evaluation systems should not be slighted that
and motivation process should constitute on
their “human side”. And many recent studies have shown that PES influences employees’ behaviors (Lau and Roopnarain, 2014,
p. 228).
279
Job and task analysis, recruiting, planning, staffing, promoting, training (included
also domestic and foreign visiting and trainings), evaluating, paying, rewarding, career
planning, on the job methods of employee
development (such as delegation, coaching,
special assignments, job rotation, understudy) (Holzer and Schwester, 2011, p. 104)
can be counted some of human resources
activities which can be considered as a motivational process (and also associated with
PES). (Tozlu, 2014, p. 11). Therefore, every
individual PES should be accepted as a motivation tool addition to its performance and
efficiency functionality (OECD, 2008, p.
50). On the other hand, even several sanctions also can be seen as a part of motivation
process, they should not be focus-point and
prominent side in the system, besides, if sanctions will be used for performance increase
studies then all the rules concerning to sanctions should be comply with organizational
culture and employees’ expectations or ideas. Otherwise, sanction process can’t make
a positive contribution to individual efficiency, even inappropriate sanctions or punishments will transform de-motivation tools.
i. Motivation and Incentives
The relationship of motivation and incentives is an evitable result for organizations.
Because every motivation theory or study,
trying to find how to increase individual efficiency, identify and analyze why there is a
performance decrease for public employees
and organization, so they list a set of determinations and start to probe how to motivate employees. At this phase, theories share
several incentive types directly or indirectly.
When take a glance at literature, it can
be seen that, nonfunctional human resources
280
policy, staffing faults, inadequate training
and qualification, structural problems (such
as inflexible management perspective, departmental issues etc.), lack of a functional
rewarding mechanism, work overload (or
unbalanced work distribution between departments) are most prominent reasons of
individual and/or organizational performance decrease.
Selected inducements should motive and
encourage to employees so they should be
determined in parallel with organizational
facts and –especially- employees’ demands.
They can be financial or non-financial but
only “right incentives”, implementations or
sanctions can encourage employees to work
efficiently. Especially, in public sector, “public service motivation” including attraction
to public policy-making and politics, public
interest and civic duty, compassion, and selfsacrifice should be regarded in determining
of incentives (Vandenabeele, 2014, p. 781).
ii. Relationship Between Salaries and
Performance
Financial incentives are fact of individual performance practices in many organizations and salary is functional tool in order
to get job satisfaction in public sector according to several studies (Taylor, 2014, p. 913914). Even so it is more common in private
sector, public sector also includes a set of
financial inducements in their PES implementations. Within an expectation of performance increase, the new public management
approach or other similar recent perspectives have brought a “new payment approach”
correlated with performance for public employees (Eraslan and Tozlu, 2011, p. 34). And
this also carried with a more individualized,
flexible and strategic remuneration perspe-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
ctive in public sector. As a matter of fact,
contracts including incentives influence to
employees’ personal performance is claimed theoretically (Li et al. 2013, p. 3380).
Briefly, performance-based payment
means that associating employees’ job performance and their salaries or wages. Therefore, individual performance evaluation
system is based on basis of determining
wage increase or paying definite proportion
premiums regarding to job-related performance (Schuster and Zingheim, 1993, p. 5).
In literature, some advantages of a well-designed and well applied performance-based
payment system are mentioned but first condition is having a “fair and objective practicing”. Because when the system –and its
implementation phase- is not designed with
objectivity and fairness, there can be seen
several faults and undesirable results. While performance measurement and appraisal
have several advantages and purposes such
as providing accountability, improving employee performance, establishing goals and
performance standards, improving decisionmaking process, offering periodic trainings,
determining employees’ potential and skills,
motivating employees and getting job satisfaction (Holzer and Schwester, 2011, p. 118
and 233; www.ppmrn.net) performance-based payment systems also has several advantages like;
- To encourage employees producing much
more productions or providing more qualified services,
- To increase employees’ income and motivate them,
- To decrease waste of resources,
- To constitute a systematic and rational
payment system,
Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation
281
- To render an organization more attractive
for nominees (or prevent possible resignations because of organization’s objective and competitive payment model),
be in a balance because if the payments are
too low amount, they cannot be able to encourage and motivate employees.
- To focus employees only their duties and
create a competitive working atmosphere
(Gilette, 2005, p. 26; Pappas and Flahert,
2006, p. 21-30).
Paying is both vital and fragile process
because it is also related to labor peace.
Therefore, if a PES only contains financial
incentives, it will be able to insufficient not
only in terms of human resources policy but
also hortativeness.
The idea of performance-based payment
is supported with a set of possible workplace
conflicts or unrests. For instance, if employees having similar positions or status earn
same amount of money while their services,
jobs or productions are more qualified, then
it will disturb and demotivate these employees. On the other hand, performance-based
payment will also motivate employees about
their future because it will bring new expectations for next period remunerations, so the
remuneration policy of organization will become more predictable.
iii. Non-financial Incentives
Performance-based payment systems can
be implemented as individual, departmental
or organizational like PES, too. By the way,
some authors add performance-based payment implementations for top managers to
above mentioned classification (Binderkrantz and Christensen, 2011, p. 31).
To focus only financial inducement for
improving performance can create excessive degree individualized public employees
focusing on getting income rather fulfill
their essential duties as a part of public sector (Özgür, 2008, p. 45). Such a one-sided
implementation may also impair the quality of public services due to enthusiasm of
getting much score and earning much more
money. PES should include different alternatives addition to financial inducements.
For this purpose, the target population and
their persuasion process should be determined properly so rewards or sanctions will be
more logical and realistic (Kotler and Nancy, 2007, p. 86). Because every occupational
group has original features which can affect
motivation process and incentive types.
Performance-based payment systems
have a strong relationship with budget because public organizations have a limited budget in order to perform their activities. As
mentioned above, even one of the goals of
these type of payment systems is decreasing
waste of resources and creating a rational
budget process, they can engender new financial problems if the system has excessive
generous or non-functional remunerations.
By the way performance payments should
Human resource, which is one of the
most important parts of an organization,
can be improved and qualified. Therefore,
not only financial incentives but also (even
especially) non-financial incentives can be
used because while financial rewards cannot
have a developer characteristic, non-financial rewarding practices can increase employees’ several qualifications. Free training
activities, domestic or foreign study visits,
being representative in meetings, delega-
282
ting, special assignments, rotating between
different jobs, job enlargement, having better work conditions (physically), choosing
employee of the month or similar implementations can be used as non-financial inducements in order to motivate employees and
increase efficiency.
CONCLUSION
Human resources should be accepted as
a profitable investment area especially within the limited budget of public organizations. Thus motivating public employees and
encouraging them working productively as
far as possible is a vital mission of human
resources activities. Individual performance
assessment can be designed as a part of this
motivation, satisfaction, and human resources process. Certainly, getting an efficient
and productive management is important for
both public and private sector organizations
but if the issue is public sector and public
organizations, then the concept of satisfaction will have two dimensions; “satisfaction
of citizens” as external customers and “satisfaction of public employees” as internal
costumers. Especially, the concept of internal customers and their satisfaction process is closely related to motivation process
(Holzer and Schwester, 2011, p. 222). Therefore, public organizations and their human
resources departments shouldn’t default on
benefiting from PES and motivation theories in order to be able to obtain satisfied and
more qualified public employees. For having
qualified public service and high performance, the most significant step of an institution
is being able to observe the qualification and
quantity of employees and works, to measure and evaluate personnel’s activities. With
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
H. James Harrinton’s well-known words “If
you can’t measure something, you can’t understand it. If you can’t understand it, you
can’t control it. If you can’t control it, you
can’t improve it”.
Organizations may have original culture and structure. Therefore they ought to
regard these sui generis attributions when
determining individual inducement. Since
incentives have to be in accordance with
culture and structure and have to meet employees’ expectations then financial and nonfinancial options should be analyzed cautiously. Financial incentives may more likely
to damage labor relations and labor peace
because of the more egalitarian structure
and social culture of public sector. Hence
constituting a broad range of non-financial
incentive list will be beneficial for public organization. Self-actualization and self-esteem processes, vocational training, career development, being a part of decision making
mechanisms, giving authority and responsibility, job enrichment and job enlargement,
performance-based rewarding, promoting,
staffing, recruiting, and rotation can be mentioned some of the non-financial incentive
implementations. Several sanctions can also
be thought as a part of system due to their
potential motivational specialties, however
sanctions may entails demotivation if they
are used dissonantly.
Merging two vital processes, motivation
and individual performance evaluation will
increase personal and organizational performance, and will create a functional and qualified public service cycle which satisfies citizens and efficient management perspective
within the limited resources.
Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation
283
REFERENCES
Aktan, C. C. (2005). Değişim Çağında Yönetim, İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Alford D. and J. O’Flynn (2012).Rethinking
Public Service Delivery, Managing with External Providers. England: Palgrave Macmillan Distribution.
Andrews, R., G.A. Boyne and R. M. Walker
(2006). Subjective and Objective Measures
of Organizational Performance: An Amprical Exploration Public Service Performance
Perspectives on Measurement and Management, Cambridge.
Apospori, E., Papalexandiris N. and Glanaki, E., (2005). Entreprenurial and Professional CEO’s, Differences in Motive and
Responsibility Profile. Leadership & Organization Development Journal. Vol. 26, No.
2, 141-162.
Giauque D. (2014). Policy Environment and
Public Service Motivation. Public Administration. Vol. 92, No. 4, 807–825. John Wiley
& Sons Ltd.
Binderkrantz, Anne Skorkjær, J. G. Christensen (2011). Agency Performance and
Executive Pay in Government: An Empirical Test. Journal of Public Administration
Research and Theory. No. 22, 31–54.
Cho, Y. J. and Perry, J. L. (2012). Intrinsic
Motivation and Employee Attitudes: Role
of Managerial Trustworthiness, Goal Directedness, and Extrinsic Reward Expectancy.
Review of Public Personnel Administration.
No. 32, 382 - 406.
Eraslan,T. ve Tozlu A. (2011). Kamu Yönetiminde Performansa Dayalı Ücret Sistemi.
Sayıştay Dergisi. Sayı 81, 33-61.
Archmann,S. and J. C. Iglesias (2010).eGovernment–A Driving Force for Innovation
and Efficiency in Public Administration. EIPASCOPE, Vol. 2010/1, 29-36.
Gilette, B. (2005). Pay for Performance Measurement Helps Set the Bar for Quality, Efficient Care. Managed Heatlhcare Executive. December, 2005.
Bella, Nicola (2013). Experimental Evidence on the Relationship between Public
Service Motivation and Job Performance.
Public Administration Review. Vol. 73, January-February, Iss. 1, 143– 153.
Hisrich, D.R. and Al-Dabbagh (2013). A.,
Governpreneurship, Establishing a Thriving
Entrepreneurial Spirit in Government. Massachusetts: Edgar Elgar Publishing Limited.
Berl, R.L. and Williamson, N.C. (1987). A
Review of the Content Theories of Motivation as They Apply to Sales and Sales Management, American Business Review.
Biget, Simon Anderfuhren, Frederic, V. and
Holzer, M. and R.W. Shwester (2011).Public
Administration: An Introduction. New Delhi: PHI Learning.
Jreisat, J. (2012). Globalism and Comparative Public Administration. NW: Taylor and
Francis Group CRC Press.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
284
Johns, G. and Saks, A.M., (2001). Organizational Behaviour. 5th Edition. USA: Pearson
Education Canada Inc., Toronto.
Karwan, K. R. and Markland, R. E. (2006).
Integrating service design principles and information technology to improve delivery
and productivity in public sector operations:
The case of the South Carolina DMV. Journal of Operations Management. No: 24, 347
- 362.
Koçel, T. (2005). İsletme Yöneticiliği. 10.
Baskı. İstanbul: Arıkan Yayıncılık.
Kotler, Philip and L. Nancy (2007). Marketing in the Public Sector, A Roadmap for
Improved Performance. New Jersey.
Lau, M. C. and Roopnarain, K. (2014). The
effects of nonfinancial and financial Measures on Employee Motivation to Participate
in Target Setting. The British Accounting
Review. No. 46, 228-247.
Li, Wei, P. Alamand N. Meonske (2013).
Performance measure properties and efficacy of incentive contracts: perceptions of U.
S. Employees. The International Journal of
Human Resource Management. Vol. 24, No.
17, 3378–3392.
Lyons, M. and Dalton, B. (2011). Avustralia:
A Continuing Love Affair with the New
Public Management. Governance and
Regulation in the Third Sector, International
Perspectives. Edit by. Susan D. Phillips
and Steven Rathgreb Smith. New York:
Routledge.
Maslow, A., (1970). Motivation and Personality. Second Edition. USA: Harper & Row
Publishers.
McClelland, D.C. (1961). The Achieving Society. Princeton, NY: Van Nostrand.
McClelland, D.C. and WINTER D.G.,
(1969). Motivating Economic Achievement.
New York: The Free Press.
Moorhead, G. and Griffin, R.W., (1989).Organizational Behavior, 2nd Edition. USA:
Houghton Mifflin Company.
Mullins, L.J., (2002). Management and Organizational Behaviour. UK: Prentice Hall
6th Edition.
OECD (2008). The State of the Public Service. Paris.
OECD (2012). Civil Service Professionalisation in Western Balkans. SIGMA Papers
No.48. Paris.
Özer, P.S. and Topaloğlu, T. (2008). Motivasyonda Kapsam Kuramları, Liderlik ve
Motivasyon. Editor: Celaleddin Serinkan.
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Özgür, Bünyamin (2008). Kamuda Yönetici
Performansının Bütüncül Değerlendirilmesi
(Yeni Bir Model Önerisi). Maliye Dergisi,
Sayı: 154, 38-51.
Pappas, J. M. and K.E. Flahert (2006). The
Moderating Role of Individual Difference Variables in Compensation Research.
Journal of Managerial Psychology. Vol. 21,
No.1.
Rainey, H. G. (2006). Understanding and
Managing Public Organizations, (4th edition). John Wiley & Sons Inc.
Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation
285
Schuster, Jay R. and P. K. Zingheim(1993).
New Pay Strategies That Work. Journal of
Compensation and Benefits, No:6, May/
June.
Vandenabeele, W., Brewer, G.A. and Ritz,
A.(2014). Past, Present, and Future of Public Service Motivation Research. Public
Administration. Vol. 92, No. 4, 779 - 789.
Taylor, J. (2014). Public Service Motivation,
Relational Job Design, and Job Satisfaction
in Local Government. Public Administration. Vol. 92, No. 4, 902 - 918.
Web-based Resources
Tozlu, A. (2014). Kamu Kesiminde Performans Değerlendirme Sistemi: İş ve Meslek Danışmanlarına Yönelik Bir Uygulama
Önerisi. Ankara: Kalkınma Bakanlığı.
http://www.oecd.org
http://www.ppmrn.net (Rutgers, School of
Public Affairs and Administration, Public Performance Measurement & Reporting Network, accessed to information in
04.01.2015) .
ÖZ
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye
Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi
Neoliberal teori; gelir eşitsizliklerinin, yüksek gelir gruplarından düşük gelir gruplarına
doğru telafi edilebileceğini öne sürmesine rağmen, gerçek dünya deneyimleri nüfusun büyük
bir kısmının ekonomik ve finansal büyümenin faydalarına ulaşmakta başarısız olduğunu
göstermiştir. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı, Türkiye ekonomisinde 12 alt-bölge itibariyle
finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 2006-2012 dönemi için panel veri
analizlerini kullanarak incelemektir. Tahmin sonuçları, finansal kalkınma sürecinin zengin
sınıfın gelir düzeyini artırdığını, ancak benzer sürecin yoksul sınıfın gelir düzeyi için geçerli
olmadığını göstermiştir. Ayrıca, tahmin sonuçlarını teyit edebilmek amacıyla bazı kontrol
değişkenleri de regresyon modellerine dahil edilmiş ve bulgular, finansal kalkınmanın gelir
eşitsizliklerini hızlandırdığını ortaya koymuştur. Sonuç olarak, Türkiye’de zengin ve yoksul
sınıf arasında ıraksama sürecinin geçerli olduğu görülmüştür.
JEL Sınıflaması: C33, D63, I32
Anahtar Kelimeler: Finansal Kalkınma, Gelir Eşitsizliği, Panel Veri Analizi
ABSTRACT
How Effective is Financial System to Reduce Income Inequality? A Regional
Panel Data Analysis for Turkish Economy
Although neoliberal theory asserts that income inequality would be offset from higher to lower
income groups, the experiences of the real world have shown that most of the population in
countries have failed to reach benefits from economic and financial growth. Therefore, the
purpose of this study is to investigate the relationship between financial development and
income inequality by using panel data analysis for 12 sub-regions in the preiod of 2006-2012
in Turkish economy. The estimation results point out that the financial development process
raises the incomes of the rich, but not for that of the poor. Besides, some control variables are
included in the regression models to verify the estimation results and the findings show that
financial development accelerates the income inequality. Consequently, it can clearly be said
that the divergence process between the rich and the poor is valid in Turkey.
JEL Classification: C33, D63, I32
Keywords: Financial Development, Income Inequality, Panel Data Analysis
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
287
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal
Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi
İçin Bölgesel Panel Veri Analizi
Dr. Merter Akıncı*
Yrd. Doç. Dr. Gönül Yüce Akıncı**
Prof. Dr. Ömer Yılmaz***
G
İRİŞ
Kalkınma literatüründe üzerinde sıklıkla durulan ana konu, bir
ekonomideki finansal sistemin gelişmişlik
düzeyi ile iktisadi büyüme süreci arasındaki
karşılıklı etkileşimlerin incelenmesi olmuştur. Schumpeter (1911)’in öncü çalışması
ile temellerinin atıldığı finansal kalkınmaekonomik büyüme yazını, günümüzde de
en çok tartışılan ilgi alanlarının başında
gelmektedir.1 Bununla birlikte, gerek talep
takibi (demand-following) ve gerek arz önderliği (supply-leading) teorileri bağlamında ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin
her defasında sorgulandığı finansal kalkınma sürecinin gelir eşitsizliğini azaltmadaki
* Ordu Üniversitesi Ünye İİBF İktisat Bölümü
[email protected]
** Ordu Üniversitesi Ünye İİBF İşletme Bölümü
[email protected]
*** Atatürk Üniversitesi İİBF Ekonometri Bölümü
[email protected]
Gönderim Tarihi: 02.04.2015 Kabul Tarihi: 25.08.2015
rolü ise neredeyse hiç dikkate alınmamıştır.
Özellikle, küresel ölçekte gelir eşitsizliğinin
azaltılmasında ekonomik büyümenin en temel unsur olduğu dikkate alındığında, finansal kalkınma süreci ile büyüme ve gelir eşitsizliği arasında nedensel bağlantıların ortaya
çıkabileceği anlaşılabilmektedir.
Finansal kalkınma süreci ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkilerin temel niteliği;
asimetrik bilgi, ters seçim ve ahlaki tehlike
odaklı piyasa başarısızlığı ve piyasa başarısızlığı karakteristiğine bürünen sermaye
piyasalarından kaynaklanmaktadır. Finansal sistemde eşitsiz bir yapıya neden olan ve
özellikle kredi piyasalarına erişimi sınırlandıran piyasa başarısızlıkları, yeterli mali bi1
Bu konu hakkındaki öncü çalışmalar için bkz. Robinson (1952), Kuznets (1955), Lewis (1955), Patrick (1966),
Goldsmith (1969), McKinnon (1973), Shaw (1973), Fry
(1978, 1995), Mathieson (1980), Lucas (1988), Chandavarkar (1992), Roubini ve Sala-i-Martin (1992) ve Levine
(1997).
288
rikime sahip olmayan ya da eksik bilgilerin
varlığı nedeniyle ortaya çıkabilecek yüksek
maliyetli finansal aracılık hizmetlerinden
yararlanamayan belirli bir sınıfın verimli
yatırım yapabilme olanaklarını sınırlandırmaktadır. Bu bağlamda kredi piyasası
başarısızlıkları, sadece belirli bir eşik değerin üzerindeki finansal, fiziksel ve beşeri
sermaye kaynaklarına sahip zengin sınıfa
hizmet etmekte ve finansal gelişme süreci
dolayısıyla ortaya çıkan nimetleri bu gruba
yönlendirmektedir. Dolayısıyla finansal piyasalar, belirli bir sermaye gücünü elinde
bulunduran kesim lehine hareket etmekte ve
bu açıdan bakıldığında gelir eşitliğini bozan
bir yapı sergilemektedir. Zengin sınıfın lehine işleyen böylesi bir yapılanma bir taraftan
içselleştirilen kaynak verimliliğini ve sermaye birikimini artırmakta (Jalilian ve Kirkpatrick, 2005, s. 641), diğer taraftan da eşitsiz bir gelir dağılımına yol açarak özellikle
sermaye piyasalarındaki sabit maliyetler,
yüksek faizler ve kredi sınırlandırmaları gibi
unsurlar dolayısıyla formel finansal sisteme
erişemeyen sınıf ile ifade edilen maliyetleri
üstlenebilen ve böylece finansal sisteme erişebilen sınıf arasındaki gelir açığını genişletmektedir (Banerjee, 2001, s. 27). Böylece
finansal piyasa başarısızlıklarının, düşük
kredi güvenilirlikleri ve mali yetersizlikleri
nedeniyle yoksul sınıf üzerine ilave bir maliyet yükleyeceği konusunda hemfikir olan
pek çok yazar, finansal kalkınma sürecinin
ortaya çıkaracağı gelir dağılımı etkilerinden
yoksul sınıfın yararlanamayacağını belirtmiştir (Jeanneney ve Kpodar, 2011, s. 145).
Finansal kalkınma süreci ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri inceleyen temel yaklaşım, Greenwood ve Jovanovic (1990) tarafından ortaya konmuştur. Finansal kalkınma
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
ve gelir eşitsizliği arasındaki bağlantıları
lineer olmayan ekonometrik ilişkiler yardımıyla araştıran yazarlar, finansal kalkınma
sürecinin farklı aşamalarında gelir eşitsizliği boyutunun değişeceğini ifade etmişlerdir. Finansal gelişimin ilk aşamalarında genellikle zengin sınıfın sermaye piyasalarına
rahatça erişebileceklerinin ve sistemdeki
kârlardan daha fazla yararlanabileceklerinin
belirtildiği teoride, gelir eşitsizliğinin artacağı vurgulanmıştır. Bununla birlikte, kalkınma sürecinin ilerleyen aşamalarında piyasa başarısızlıklarına sebep olan etkenlerin
göreceli olarak ortadan kalkacağını, büyümenin hızlanacağını ve dolayısıyla da iktisadi ajanların gittikçe artan oranlarda finansal
piyasalara entegre olacağını belirten yazarlar, bu sürece bağlı olarak gelir eşitsizliklerinin azalacağını ve ivme kazanan finansal
kalkınmanın toplumun daha büyük bir kısmına pozitif yönlü olarak doğrudan katkı
sağlayacağını ortaya koymuşlardır. Ters-U
hipotezi olarak adlandırılan bu hipotez, finansal kalkınma sürecinin ilk aşamalarında
gelir eşitsizliklerinin artacağını, kalkınmanın ilerleyen safhalarında ise eşitsizliklerin
azalacağını vurgulamaktadır.
Teorik temelli çalışmalar, finansal kalkınma sürecinin ilk aşamalarında gelir eşitsizliğinin şiddetleneceği, ancak kalkınmanın ilerleyen safhalarında ise eşitsizliklerin
gittikçe azalacağı üzerinde durmaktadır. Bu
bağlamda, belirli bir finansal kalkınma düzeyine sahip gelişmiş ülkelerde gelir eşitsizliklerinin daha dar bir bantta, buna karşın finans piyasalarını liberalize edemeyen çeşitli
sınırlandırmalarla kalkınma potansiyelinin
önüne geçen gelişmekte olan ve azgelişmiş
ülkelerde ise gelir eşitsizliklerinin daha geniş bir bantta dalgalanması beklenmektedir.
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
İlgili değişkenler arasındaki etkileşimin
Türkiye ekonomisindeki seyrini inceleyebilmek için bu çalışmada, İBBS-12 düzeyi
dikkate alınarak 12 bölge için 2006-2012
dönemi itibariyle finansal kalkınma ve gelir
eşitsizliği arasındaki ilişkiler panel veri analizleri yardımıyla incelenecektir. Bu kapsam
dahilinde çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Literatür özetlerinin sunulduğu birinci
bölümü takiben, çalışmanın ikinci bölümünde analizlere konu olan veri seti ve model
tanıtılacaktır. Uygulama bulgularının açıklandığı üçüncü bölümün ardından çalışma,
genel bir değerlendirmenin yapıldığı sonuç
bölümüyle sona erdirilecektir.
1. Literatür Özeti
Kalkınma literatürünün baskın yapı taşlarından biri olan gelir eşitsizliği ve yoksulluk
olgusu, araştırmacıların ve politika yapımcılarının üzerinde ilgiyle durdukları inceleme
alanı olmuştur. Bu alan içerisinde odaklanılan temel araştırmalar başta ekonomik büyüme olmak üzere çeşitli makroekonomik
değişkenlerin gelir eşitsizliği ve yoksulluk
üzerindeki etkisi olmuş, buna karşın finansal piyasaların yarattığı etkiler ise çoğunlukla ihmal edilmiştir. Finansal kalkınma-gelir
eşitsizliği ekseninde ilk sistematik araştırmaların 1990’lı yıllardan itibaren ortaya çıkması, ilgili konunun çok yeni ve ilginç bir
yapı sergilediğini de yansıtmaktadır. Finansal kalkınma-gelir eşitsizliği ekseninde
kötümser bakış açısını bir ölçüde yıkmayı
başaran Greenwood ve Jovanovic (1990)’in
teorik temelli öncü çalışmalarını takiben, finansal yapının kurumsallaşması ve gelişmesi paralelinde gelir eşitsizliklerinin azalacağını gösteren çalışmalar da ortaya çıkmıştır.
Bilgi ve işlem maliyetlerinden kaynaklanan
289
sermaye piyasası başarısızlıklarının, belli bir
birikim ve güvenilirlik düzeyine erişememiş
olan yoksul sınıfı olumsuz yönde etkileyeceğini vurgulayan Galor ve Zeira (1993), Banerjee ve Newman (1993), Aghion ve Bolton
(1997) ve Galor ve Moav (2004), özellikle
kredi piyasalarındaki sınırlandırmaların sermayenin dağılım etkinliğini azaltacağını ve
mali fonların yoksul kesime yönlendirilemeyeceğini belirterek, iki sınıf arasındaki
gelir eşitsizliklerinin şiddetleneceğini ifade
etmişlerdir. Bununla birlikte yazarlar, üzerindeki her türlü engelin kaldırıldığı liberal
bir finansal yapılanma ve hızlanan finansal
kalkınma süreci yardımıyla kredi sınırlandırmalarının en azından esneklik kazanacağını ve büyüme dinamizmine ivme katan
sermaye dağılımında etkinliğin sağlanacağını öne sürerek, yoksulluğun azalacağını vurgulamışlardır.
Bu kapsamda yapılan nispeten az sayıdaki uygulamalı çalışmalar çoğunlukla finansal kalkınma sürecinin gelir eşitsizliğini ve
yoksulluğu azaltıcı yönünün baskın olduğu
sonucunu ortaya çıkarmıştır. Jalilian ve Kirkpatrick (2001), finansal kalkınma ve yoksulluk arasındaki ilişkileri 26’sı gelişmek2 Bölgeler arası gelişmişlik farklarının azaltılmasına yönelik
olarak bölgelerin sosyo-ekonomik analizlerinin yapılması
ve Avrupa Birliği (AB) ile karşılaştırılabilir veriler üretilmesi amacıyla AB bölgesel sınıflandırması olan NUTS kriterlerine göre tanımlanmıştır. NUTS sınıflaması AB’ye üye
ülkelerde kullanılmaktadır. Aday ülklerde ise geliştirilen
sınıflama ismi kullanılmakta ve Türkiye’de İstatistik Bölge
Birimleri Sınıflandırması (İBBS) olarak adlandırılmaktadır.
Üç düzeyden oluşmaktadır. İlk aşamada idari yapıya uygun
olarak 81 il, 3. düzeyde bölge birimleri olarak tanımlanmıştır. Ekonomik, sosyal, kültürel ve coğrafi yönlerden benzer
illerin belirli bir nüfus büyüklüğü de dikkate alınarak gruplanması ile oluşturulan 26 grup, 2. düzeyde bölge birimleri
tanımlanmıştır. Yine aynı kritere göre 2. düzey bölge birimlerinin gruplanması sonucu 12 birim 1. düzeyde bölge birimleri tanımlanmıştır.
290
te olan ve 16’sı ise gelişmiş olmak üzere
toplam 42 ülkeyi dikkate alarak yatay kesit
analizleri yardımıyla inceledikleri çalışmalarında, finansal kalkınma sürecinin yoksulluğun azaltılmasında önemli bir faktör
olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Aynı ülke
grubunu dikkate aldıkları bir başka çalışmada Jalilian ve Kirkpatrick (2005); finansal
kalkınma, ekonomik büyüme, gelir eşitsizliği ve yoksulluk arasındaki ilişkileri panel
veri analizleri yardımıyla incelemişlerdir.
Finansal kalkınma sürecinden ekonomik
büyümeye doğru bir nedensellik ilişkisinin
elde edildiği çalışmalarında, ekonomik büyümeye ivme kazandıran önemli bir etkenin
finans piyasalarındaki gelişme olduğu vurgulanmış, ancak böylesi bir yapının düşük
gelir düzeylerinde daha baskın olarak kendini göstereceği ve dolayısıyla azgelişmiş
yoksul ülkelerin büyüme ve finansal kalkınma sürecinden daha fazla yararlanacağı
ifade edilmiştir. Finansal kalkınma-ekonomik büyüme ilişkisinden hareketle yoksulluk üzerindeki bağlantıları da araştırılmış
ve ilgili değişkenler arasında pozitif yönlü
etkileşimler tespit edilmiştir. Finansal kalkınmanın bir sonucu olarak yoksul sınıfın
elde ettiği gelirin ortalama gelirdeki değişim
kadar artacağını öne süren yazarlar, finansal
kalkınma ve gelir eşitsizliği arasında ise kuadratik bir yapının hâkim olduğunu ifade etmişlerdir. Düşük gelir düzeylerinde finansal
kalkınma ve gelir eşitsizliği arasında pozitif
yönlü ilişkilerin geçerli olduğunun belirtildiği çalışma bulguları, kalkınma sürecinde
belli bir eşik değere ulaşıldıktan sonra ilgili
değişkenler arasında negatif yönlü bağlantıların ortaya çıkacağını yansıtmıştır.
Kurumsal yapılanma düzeyleri zayıf olan
ülkelerde finansal sistem aracılığıyla ak-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
tarılan kredilerin genellikle belirli bir gelir
düzeyine, kredi itibarına ve geri ödeyebilme
yeteneğine haiz olan sınıfa yönlendirilerek,
yoksul kesimin dışlanacağını vurgulayan
Rajan ve Zingales (2003), finansal sektördeki gelişme düzeyine bağlı olarak zengin
kesime aktarılan kredi hacminin genişleyeceğini, ancak yoksul kesimin ise gelişen
finansal sistemin nimetlerinden yararlanamayacağını ifade etmişlerdir. Bu durumu
finansal sistemin kendi içindeki asimetriye
bağlayan yazarlar, beşeri ve fiziki sermaye
yatırımlarına yönelemeyen düşük gelir düzeyindeki sınıf ile finansal gelişme sürecinden gittikçe daha fazla yararlanan yüksek
gelir grubu arasındaki gelir eşitsizliğinin artacağını belirtmişlerdir.
Beck, Demirgüç-Kunt ve Levine (2004,
2007), 72 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 1960-2005 dönemi itibariyle panel Genelleştirilmiş Momentler Metodu
(GMM) analizini kullanarak incelemişlerdir.
Hızlanan finansal kalkınma sürecinin yoksul sınıfın gelirini uyararak, kişi başına düşen ortalama gelir büyümesine kıyasla daha
fazla artıracağını vurgulayan analiz bulguları, gelir eşitsizliklerinin azalacağını ortaya koymuşlardır. Ekonomik büyüme süreci
ile karşılaştırıldığında finansal kalkınmanın
yoksul kesimin gelir düzeyi üzerinde daha
fazla etkide bulunduğunu belirten yazarlar,
büyümeyi tetikleyen finansal gelişimin yoksul sınıfın gelirini %60 oranında artırdığını,
gelir eşitsizliğini ise %40 oranında azalttığını vurgulamışlardır. Ayrıca yazarlar, finansal kalkınma süreci yardımıyla günde
1 dolardan daha az kazanan nüfus oranının
azalacağını da öne sürmüşlerdir.
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
Liang (2006), 29 Çin eyaletini dikkate
aldığı çalışmasında 1986-2000 dönemi itibariyle finansal kalkınma-gelir eşitsizliği
arasındaki ilişkileri panel GMM analizi yardımıyla araştırmıştır. Finansal kalkınma düzeyinin anlamlı bir şekilde gelir eşitsizliğini
azaltan bir faktör olduğunun ortaya konduğu
çalışma bulguları, gelir eşitsizliği üzerindeki olumlu etkilerin artan işsizlik dolayısıyla
kaybolduğunu da yansıtmıştır.
1960-1995 dönemi için finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 83
ülke itibariyle panel veri analizlerini kullanarak inceleyen Clarke, Xu ve Zou (2006),
finansal kalkınma sürecinin uzun dönemli
safhalarında gelir eşitsizliklerinin azalacağını ifade etmişlerdir. Bu sonuca paralel
olarak, finansal kalkınmanın ilk dönemlerinde eşitsizliklerin artabileceğini vurgulayan yazarlar, ters-U hipotezini destekleyen
bulgular ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla,
finansal kalkınmanın nimetlerinden sadece
zengin sınıfın yararlanacağını öne süren görüşü reddeden bu çalışma, finansal kalkınma
ile birlikte eşitsizliklerin belli bir eşik değerinden sonra azalacağını ifade etmiştir.
Gelir eşitsizliğini azaltmada finansal piyasaların yarattığı etkileri Malezya ekonomisi için 1980:Q1-2000:Q4 dönemi itibariyle Gecikmesi Dağıtılmış Otoregresif Model
(ARDL) analizini kullanarak inceleyen Law
ve Tan (2009), finansal piyasalardaki pozitif
yönlü gelişmelerin gelir eşitsizliği üzerinde
oldukça zayıf ve istatistiki bakımdan anlamsız etkiler yarattığı sonucuna ulaşmışlardır.
Enowbi-Batuo, Guidi ve Mlambo (2010),
panel GMM tekniğini kullanarak 1990-2004
dönemi için 22 Afrika ülkesinde finansal
kalkınma sürecinin gelir dağılımı üzerin-
291
deki etkilerini inceledikleri çalışmalarında,
finansal sektörün gelişme sürecine bağlı
olarak gelir eşitsizliklerinin azalacağı sonucuna ulaşmışlardır. Ayrıca yazarlar, ters-U
hipotezinin geçerli olmadığı bulgusunu da
çalışmalarında belirtmişlerdir.
Mookerjee ve Kalipioni (2010), finansal
sistemin sağladığı hizmetlere erişebilme ve
gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 20002005 döneminde 70 gelişmiş ve gelişmekte
olan ülke itibariyle panel veri analizlerini
kullanarak inceledikleri çalışmalarında, finansal hizmetlere artan oranlı ulaşabilme
imkanına bağlı olarak gelir eşitsizliklerinin
azalacağını, buna karşın finansal sistemin
gelişimi önündeki her türlü engelin ise gelir
adaletini bozacağını belirtmişlerdir.
Brezilya ekonomisinde altı temel bölge
itibariyle 1985-1994 dönemi için finansal
kalkınma-gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri zaman serisi ve panel veri analizleri yardımıyla araştıran Bittencourt (2010), gelir
eşitsizliğini azaltmada finansal kalkınmanın
başat bir rol oynadığı sonucuna ulaşmıştır.
Kappel (2010); finansal kalkınma, gelir
eşitsizliği ve yoksulluk arasındaki ilişkileri 78 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke için
1960-2006 dönemi dahilinde panel veri
analizlerini kullanarak incelediği çalışmasında, sadece kredi piyasalarının değil, aynı
zamanda hisse piyasalarının da gelişmesine
paralel olarak gelir eşitsizliği ve yoksulluğun azalacağını ortaya koymuştur. Finansal kalkınmanın yanı sıra gelir eşitsizliği ve
yoksulluğun önemli belirleyicilerinden biri
olarak etnik çeşitlilik ve toprak dağılımının
etkinliğinden bahseden yazar, özellikle yüksek gelirli ülkelerde kamusal harcamaların
gelir eşitsizliğini azaltıcı etkilerini vurgula-
292
mış, ancak benzer bir sürecin düşük gelirli
ülkelerde söz konusu olmadığını da ifade
etmiştir.
Finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 138 gelişmiş ve gelişmekte
olan ülke için dengesiz panel veri analizlerini kullanarak 1960-2008 dönemi itibariyle
araştıran Jauch ve Watzka (2011), finansal
kalkınmanın gelir eşitsizliği üzerinde pozitif
yönlü etkiler yarattığı sonucuna ulaşmışlardır.
Panel Yapısal Vektör Otoregresif (PSVAR) modelini kullanarak 49 ülke için
1994-2002 dönemi itibariyle finansal kalkınma ve gelir dağılımı arasındaki ilişkileri
inceleyen Gimet ve Lagoarde-Segot (2011),
finansal kalkınma sürecinden gelir dağılımına doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin
geçerli olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ayrıca
yazarlar, özellikle bankacılık sektöründeki
gelişmelerin gelir dağılımını düzeltici yönde güçlü etkiler yarattığını vurgulamış ve finansal sektörün büyüklüğüne kıyasla karakteristik özelliklerinin daha önemli olduğunu
öne sürmüşlerdir.
Perez-Moreno (2011), 35 gelişmekte
olan ülkeyi dikkate alan çalışmasında panel
veri analizlerini kullanarak finansal kalkınma ve yoksulluk arasındaki ilişkileri 19701998 dönemi için incelemiştir. İlgili dönemi
iki zaman periyoduna ayıran yazar, ilk alt
dönem itibariyle finansal kalkınmanın yoksulluğu azalttığı bulgusuna ulaşmış, ancak
ikinci alt dönem itibariyle benzer sonuçlara erişememiştir. Ayrıca analiz bulguları,
yoksulluktan finansal kalkınmaya doğru bir
Granger nedenselliğinin olmadığını da göstermiştir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Finansal kalkınmanın gelir dağılımı üzerinde olumlu etkilerini ortaya çıkarabilmesi
için kalkınmada sürecinde belirli bir eşik değere ulaşılması gerektiğini 1960-2005 dönemi için 65 ülke itibariyle inceleyen Kim ve
Lin (2011), eşik değerin altında kalınması
durumunda finansal kalkınmanın gelir adaletini sağlayamayacağını öne sürmüşlerdir.
Pakistan ekonomisinde finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri
1971-2005 dönemi için ARDL yardımıyla
inceleyen Shahbaz ve Islam (2011), finansal istikrarsızlık sürecinin aksine finansal
kalkınmanın gelir eşitsizliğini azalttığını
ortaya koymuşlardır. Ekonomik büyüme ve
ticari açıklığın gelir dağılımını bozduğunu
yansıtan analiz bulguları, ters-U hipotezinin
geçerli olmadığını da yansıtmıştır.
Jaumotte, Lall ve Papageorgiou (2013);
teknoloji, dış ticaret ve finansal küreselleşme hareketlerinin gelir eşitsizliği üzerindeki
etkilerini panel veri analizlerini kullanarak
51 ülke için 1981-2003 dönemi itibariyle
inceledikleri çalışmalarında, ticari küreselleşme ve teknoloji akımlarının gelir eşitsizliğini azalttığını, buna karşın finansal
küreselleşme ve özellikle doğrudan yabancı
yatırımlarının ise eşitsizlikleri artırdığını ortaya koymuşlardır.
Finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri Türkiye ekonomisi bağlamında dikkate alan tek çalışma, Kanberoğlu ve Arvas (2014) tarafından yapılmıştır.
1980-2012 dönemi için ARDL analizi yardımıyla ilgili değişkenler arasındaki ilişkileri inceleyen yazarlar; kişi başına düşen
gelir, enflasyon ve özel sektör kredilerinin
gelir eşitsizliğini azaltıcı, buna karşın ticaret
hacmindeki bir artışın ise gelir eşitsizliğini
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
artırdığı sonucuna ulaşmışlardır. Ayrıca yazarlar, özel kredi hacminde meydana gelen
%1’lik bir artışın gelir eşitsizliğini %0.041
oranında azalttığını vurgulamışlardır.
2. Veri Seti, Model ve Ekonometrik
Altyapı
Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinde
İBBS-1 düzeyi dikkate alınarak 12 bölge
için 2006-2012 dönemi itibariyle finansal
kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkiler panel veri analizleri yardımıyla araştırılmıştır. İlgili dönemin dikkate alınmasının
temel nedeni bölgesel bazda modelde kullanılacak değişkenlere ait verilere ulaşabilme imkânından kaynaklanmış ve veriler
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Heritage Foundation, Türkiye Bankalar Birliği ile
Dünya Bankası (World Bank)’nın resmi internet sitelerinden elde edilmiştir.
Bu noktada belirtmek gerekir ki, finansal kalkınma-gelir eşitsizliği bağlamında
yapılan uygulamalı çalışmaların tamamı,
gelir eşitsizliğinin ve yoksulluğun ölçülmesinde gini katsayısını temel almıştır. Söz
konusu yaklaşım doğru olmakla birlikte, bu
çalışmayı diğerlerinden farklı kılan temel
özellik, finansal kalkınma sürecinin yoksul
ve zengin sınıfın gelir düzeyleri üzerinde
yarattığı etkileri ayrı ayrı tahmin etmek ve
buradan hareketle de ilgili sonuçları teyit
etmek bağlamında gini katsayısı üzerindeki hareketlerini incelemektir. İlaveten, zengin ve yoksul kesim arasındaki yakınsama
sürecinin analizler kapsamında değerlendirilecek olması da gelir dağılımının adaleti
hakkında bilgi verecek ve çalışmaya farklı
bir özellik kazandıracaktır. Ayrıca, finansal
kalkınma-gelir eşitsizliği sürecinde bu çalışmanın bir diğer ayırıcı özelliği, ulusal litera-
293
türde hiç olmayan ve uluslararası literatürde
ise neredeyse yok denecek kadar az olan
bölgesel uygulamalar bağlamında kendisini
göstermesidir. Dolayısıyla çalışmada, finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki
ilişkiler ulusal perspektiften ziyade bölgesel
bağlamda incelenecektir. Bu açıklamalar ışığında, finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği
arasındaki ilişkinin tahmininde kullanılan
temel regresyon kalıpları,
olarak belirlenmiştir. Bu eşitliklerde yer
alan Zenginit , Yoksulit ve Giniit , gelir eşitsizliğini yansıtabilmek amacıyla sırasıyla
zengin ve yoksul sınıfın kişi başına düşen
gelir düzeyleri ile gelir adaletinin ölçülmesinde kullanılan gini katsayısını; Finansit,
finansal kalkınma düzeyinin bir göstergesi olarak dağıtılan kredi miktarını ve eit ise
beyaz gürültü hata terimini göstermektedir.
Regresyon modellerinde yer alan Kontrolit
değişkeni, finansal kalkınma ve gelir eşitsizlikleri arasındaki ilişkiler bağlamında analiz sonuçlarının sağlamlılığını (robustness)
sınayabilmek için kullanılan çeşitli kontrol
değişkenlerini yansıtmaktadır.
Finansal kalkınma sürecinin refah seviyesini artırması ve gelir eşitsizliğini azaltabilmesi için finansal gelişmeye bağlı olarak
zengin ve yoksul kesimin gelir düzeylerinin
artması arzulanmakta, ancak zengin kesime
kıyasla yoksul kesimin gelir düzeyindeki artış oranının daha fazla olması beklenmektedir. Böylesi bir sürece bağlı olarak her iki
sınıf arasında gelir eşitsizliklerinin kapana-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
294
bileceği belirtilebilir. Gelir eşitsizliklerinin
azalabilmesi bağlamında bir uç durum olarak finansal kalkınma paralelinde zengin sınıfın gelirinin azalması, buna karşın yoksul
kesimin ise gelirinin artması şeklindeki bir
sürecin işlemesi de göz önünde bulundurulması gereken bir mekanizmayı yansıtmaktadır. Gelir eşitsizliklerinin azalması kapsamında ikinci bir uç durum, finansal kalkınma
sürecinin refah düzeyini azaltması şeklinde
ortaya çıkmasıdır. Böyle bir gelişmeye bağlı
olarak, finansal kalkınma ile birlikte zengin
ve yoksul kesimin gelir düzeyleri azalmakta, ancak zengin kesimin gelir düzeyindeki
kayba kıyasla yoksul kesimin gelir düzeyindeki kaybın daha az olması arzulanmaktadır.
Bununla birlikte, gini katsayısının kendi yapısından hareketle finansal gelişmeye bağlı
olarak gini değerinin azalması beklenmektedir. Özetlemek gerekirse, b1 ve a1 katsayılarının her ikisinin de pozitif, ancak a1
katsayısının daha yüksek bir değer alması,
gelir eşitsizliklerinin azalması yönünde gerekli sinyalleri sağlayacaktır. b1 katsayısı
negatif iken a1 katsayısının pozitif değer alması, gelir eşitsizliklerinin azalacağını gösterecektir. b1 ve a1 katsayılarının her ikisinin
de negatif, ancak a1 katsayısının daha düşük
bir değer alması, gelir eşitsizliklerinin yine
kapanacağını yansıtacaktır. Gelir eşitsizliklerinin azalmasında son bir durum ise, finansal kalkınma süreci doğrultusunda gini katsayının düşmesi, yani g1 katsayısının negatif
bir değer almasıdır. Gelir eşitsizliğine ilişkin
özet bilgiler Tablo 1’de gösterilmektedir.
Tablo 1: Regresyon Modelleri Bağlamında Gelir Eşitsizliğine İlişkin Özet Bilgiler
Süreç 1
Süreç 2
Sonuç
b1, a1 > 0
b1 > a1
Gelir Eşitsizliği Artar
b1, a1 > 0
b1 < a1
Gelir Eşitsizliği Azalır
b1 > 0, a1 ≤ 0
–
Gelir Eşitsizliği Artar
b1 ≤ 0, a1 > 0
–
Gelir Eşitsizliği Azalır
b1 ≥ 0, a1 < 0
–
Gelir Eşitsizliği Artar
b1, a1 < 0
b1 > a1
Gelir Eşitsizliği Artar
b1, a1 < 0
b1 < a1
Gelir Eşitsizliği Azalır
g1 < 0
–
Gelir Eşitsizliği Artar
g1 > 0
–
Gelir Eşitsizliği Azalır
Tablo 2: Değişkenlere İlişkin Temel Bilgiler
Tablo 2, modelde kullanılan değişkenler ile ilgili temel bilgileri sunmaktadır.
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
295
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
296
Panel veri analizlerinde değişkenler arasındaki uzun dönemli ya da eşbütünleşik
ilişkiler tespit edilebilmekte ve bu analizler
için genellikle Pedroni ve Kao eşbütünleşme testlerinden yararlanılmaktadır. Pedroni
(1999) tarafından geliştirilen eşbütünleşme
testi, (4) numaralı panel regresyonundan hareketle ifade edilmektedir:
yit = ait + ditt + Xit bi + eit(4)
(4) numaralı eşitlikte yer alan yit ve Xit
sırasıyla (N*T)x1 ve (N*T)xm boyutundaki
gözlemlenebilen değişkenleri vurgulamaktadır. Bu test, panel serilerinde eşbütünleşik
bir ilişkinin olmadığını sınayan sıfır hipotezinin asimptotik ve sonlu gözlem özellikleri
üzerine inşa edilmiştir. Hem uzun dönem
eşbütünleşik vektörlerinde ve hem de dinamik modellerde panel seriyi oluşturan bireysel kesitler arasındaki heterojenliği ölçmeye
olanak tanıyan bu eşbütünleşme analizi, iki
test grubundan oluşmaktadır. İlk grubu oluşturan testler, boyutlar-içi yaklaşım üzerine
temellendirilmiş olup; panel r-istatistiği,
panel r -istatistiği, panel PP-istatistiği ve panel ADF-istatistiği olmak üzere dört testten
oluşmaktadır. Bu istatistikler, tahmin edilen
kalıntı serileri üzerindeki birim kök testleri
için farklı yatay kesit birimleri arasında otoregresif katsayıları birleştirmektedir. İkinci
grubu oluşturan testler ise boyutlar-arası
yaklaşım üzerine inşa edilmiştir ki, toplamda üç testten meydana gelmektedirler. Bunlar; grup r -istatistiği, grup PP-istatistiği ve
grup ADF-istatistiğidir.3 Bu istatistikler de
her bir yatay kesit birimi için bireysel olarak
tahmin edilen ortalama katsayı tahmincilerine dayanmaktadırlar (Lee, 2005, s. 419).
Pedroni (1999) testinin aksine, kesikli ve
homojen katsayılar özelinde bir sınamanın
söz konusu olduğu Kao (1999) eşbütünleşme testi ise, (5) numaralı panel regresyon
modeline dayanmaktadır: (Lau, Chye ve
Choong, 2011, s. 148)
yit = x´itb + z´it gi + eit(5)
(5) numaralı eşitlikte yit ve xit’nin I(1) seviyesinde durağan oldukları ve eşbütünleşik
bir ilişkinin gerçekleşmediği varsayılmaktadır. zit = {mi} gibi bir eşitliği savunan Kao
(1999), eit serisi için yapılacak DF ve ADF
birim kök testlerinden hareketle seriler arasındaki eşbütünleşme ilişkisini araştırmıştır.
DF serisinin, eit = rei,t-1 + nit ve ADF serip
sinin ise eit = rei,t-1 + ∑ jj∆ei,t-j + nitp eşitj=i
likleri yardımıyla hesaplandığı kalıplarda,
eit=y–it – x–it b– ve y– = yit – y–i olmaktadır.4
Eşbütünleşme analizlerini takiben, değişkenler arasındaki sebep-sonuç ilişkileri literatüre ilk kez Granger (1964, 1969) tarafından kazandırılan ve daha sonra ise Hamilton
(1994) tarafından geliştirilen nedensellik analizleri yardımıyla incelenmiştir. Granger nedenselliğinde X ve Y gibi iki değişken arasındaki ilişkinin yönü araştırılır. Eğer mevcut Y
değeri, X değişkenin şimdiki değerinden çok,
geçmiş dönem değerleri ile daha iyi tahmin
edilebiliyorsa, X değişkeninden Y değişkenine doğru bir Granger nedenselliğinden söz
edilebilir (Charemza ve Deadman, 1993, s.
190). İki değişken arasında “sebep olma ilişkisi” araştırılırken (6) ve (7) numaralı regresyon kalıpları uygulanır: (Kutlar, 2007, s. 267)
(6)
n
n
i=1
i=1
Yit= ∑ ait Yi,t-k+ ∑ bit Xi,t-k+ECit–1+u1it
n
n
i=1
i=1
Xit= ∑ ait Xi,t-k+ ∑ bit Yi,t-k+ECit–1+u2it(7)
3
Bu test istatistikleri hakkında daha fazla bilgi için bkz.
Pedroni (1999).
4
Bu eşbütünleşme testi hakkında daha fazla bilgi için bkz.
Kao (1999).
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
297
Şekil 1: Zengin ve Yoksul Sınıfın Gelir Düzeyleri
Burada, u1it ve u2it hata terimlerinin ilişkisiz oldukları varsayılmaktadır. Böylece, (6)
ve (7) numaralı denklemler değişkenlerin
geçmiş değerlerine bağlı olduğu kadar, kendi geçmiş değerlerinin de bir fonksiyonudur.
Granger nedenselliğinde; Yit ile Xit arasında
tek ve çift yönlü bir nedensellik ilişkisi olabileceği gibi, değişkenler arasında herhangi
bir nedensellik ilişkisinin söz konusu olmadığı durum da ortaya çıkabilir.
3. Uygulama Bulguları
Uygulama bulguları sunulmadan önce
modellerde kullanılacak olan değişkenlere
ilişkin tanımsal istatistikler Tablo 3’de ve
zengin-yoksul sınıfın ilgili dönemde elde
ettiği gelirler eğilimlerinin bölgesel bazdaki durumunu yansıtan grafik ise Şekil 1’de
gösterilmiştir.
Tablo 3’de göze çarpan ilk unsur, değişkenlerin pozitif yüksek ortalama ve Gini ile
İGE değişkenleri hariç olmak üzere yüksek
varyans etrafında dalgalanma gösterdikleridir. Diğer taraftan, çeşitli kriterler bazında
zengin ve yoksul sınıf arasındaki gelir farkının yaklaşık 6.5 kat ve hatta en yüksek gelir
düzeyini elde eden zengin sınıf ile en düşük
gelire sahip yoksul sınıf arasındaki gelir
açıklığının yaklaşık 30 kat olması, bölgeler
itibariyle gelir adaletsizliğinin ne derece şiddetli olduğunun bir göstergesi niteliğindedir.
İlaveten, en düşük gelire sahip zengin sınıf
ile en yüksek geliri elde eden yoksul sınıf
arasındaki gelir farkının yaklaşık 1.5 kat olması, en iyimser bakış açısından bile gelir
eşitsizliğinin boyutunu ortaya koymaktadır.
Bu durum, 0.436 değerine kadar ulaşan ve
nispeten yüksek sayılabilen gini katsayıları
ile de teyit edilebilmektedir. Diğer taraftan
yoksul sınıfın elde ettiği gelir düzeyinin,
başlangıç dönemi gelir düzeylerinin bile altında kalması, Türkiye ekonomisinde gelir
adaletinin düzeltilmesi hususunun öncelikli konular arasında yer alması gerektiğinin
bir işareti olarak algılanmalıdır. Tablo 3’de
dikkat çeken bir başka unsur; yüksek nüfus,
yetersiz istihdam, enflasyonist eğilimler ve
vergi oranlarının yüksekliği gibi çeşitli mak-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
298
Tablo 3: Tanımsal İstatistikler
Değişken
Zengin
Yoksul
Finans
Gini
İGE
Gelir
Tasarruf
Ortalama
42.881
6.666
33230664
0.376
0.841
11136.67
4313.767
Medyan
41.777
6.251
15369280
0.377
0.844
10729.51
3339.889
Kriter
Maksimum
79.523
12.817
3.01E+08
0.436
0.885
18590.30
9862.689
Minimum
18.660
2.688
1491733
0.309
0.787
5864.370
1246.991
Std. Sapma
11.210
2.032
50817870
0.028
0.027
3749.629
2342.246
Jarque-Bera
7.366
8.489
678.779
2.149
3.554
3.735
7.926
Olasılık Değeri
0.025
0.014
0.000
0.341
0.169
0.154
0.019
Gözlem Sayısı
84
84
84
84
84
84
84
Nüfus
İstihdam
Enflasyon
Özgürlük
Beklenti
Vergi
Doğu-Batı
6063400
1847.131
8.613
51.428
74.819
19.415
0.666
Medyan
5467970
1577.000
8.815
50.000
75.635
19.340
1.000
Maksimum
13854740
4493.000
11.990
60.000
82.390
20.486
1.000
Minimum
2198061
597.000
5.250
50.000
65.017
18.520
0.000
Std. Sapma
3237274
1022.603
1.530
3.520
6.518
0.851
0.474
Jarque-Bera
7.213
9.949
0.863
74.763
8.788
11.175
14.875
Olasılık Değeri
0.027
0.006
0.649
0.000
0.012
0.003
0.000
Gözlem Sayısı
84
84
84
84
84
84
84
Değişken
Kriter
Ortalama
roekonomik etkenler dolayısıyla kaynağını
bulan yetersiz tasarruf miktarıdır. Yatırım
kapasitesi, sermaye birikimi, üretim hacmi
ve gelir düzeyini doğrudan etkileyen tasarruf hacminin düşüklüğü, Türkiye ekonomisinde gelir adaletinin sağlanamamasının bir
göstergesi olarak nitelendirilebilir. Bu duruma paralel olarak, finans sektöründe yaşanan pozitif yönlü gelişmelere karşın finansal
özgürlük düzeyinin düşüklüğü ve ekonomik
yapıya ilişkin beklentilerin kırılgan bir niteliğe sahip olması, zengin ve yoksul sınıf
arasında uçurum yaratan faktörler olarak
değerlendirilebilir. Söz konusu bu değerlendirmeler, zengin ve yoksul sınıf arasındaki
gelir adaletinin oldukça bozuk bir yapı ser-
gilediğini yansıtmakla birlikte, çalışmanın
özünü oluşturan başta finans değişkeni olmak üzere diğer kontrol değişkenlerinin de
problemin çözümü için tatminkâr bir fayda
sağlayamayabileceğini ve ilgili iki sınıf arasında gelir eşitsizliğinin artabileceği kanısını ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, Jarque-Bera
normallik test sonuçları; Gini, İGE, Gelir ve
Enflasyon değişkenlerinin normal dağılım
özelliği sergilediğini, buna karşın diğer değişkenlerde ise böyle bir eğilimin söz konusu olmadığını yansıtmaktadır.
Değişkenlerin sergilediği yüksek varyans
ve normal olmayan dağılım özelliğinden dolayı, doğrusal bir eğilim sergilemelerini sağ-
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
layabilmek ve durağanlık derecelerini belli
bir trende yönlendirebilmek amacıyla ilgili
serilerin logaritmik değerleri kullanılacaktır.
Ayrıca, analizlerde dikkate alınan gözlem
sayısı parametre sayısından küçük olduğu
(n<k) için analizlere panel birim kök testleri
ile başlanacaktır. Birim kökün varlığını test
etmek için panel veri seti kullanıldığında yatay kesit bağımlılığının sınanması da önemli
bir unsuru oluşturmaktadır. Panel veri setinde yatay kesit bağımlılığı reddedilirse 1. nesil
birim kök testlerinin kullanılması daha uygun
olmakta, aksine yatay kesit bağımlılığının geçerli olduğu saptanırsa 2. nesil birim kök test-
299
lerinin kullanımı daha tutarlı sonuçların elde
edilmesine olanak tanımaktadır (Çınar, 2010,
s. 594). Tablo 4, yatay kesit bağımlılığını ölçen çeşitli test sonuçlarını yansıtmaktadır.
Tablo 4’de sunulan yatay kesit bağımlılığı
test sonuçları, modelde kullanılan değişkenlerin yatay kesit birimleri arasında korelasyon
ilişkilerinin olmadığını yansıtmaktadır. Bu
doğrultuda, yatay kesit bağımlılığının olmadığını ve birim kökün varlığını tespit etmek için
1. nesil birim kök testlerinin kullanılmasının
daha uygun olacağını söylemek mümkündür.
Dolayısıyla Tablo 5, çeşitli 1. nesil panel birim kök test sonuçlarını göstermektedir.
Tablo 4: Yatay Kesit Bağımlılığı Test Sonuçları
Test
BPLM
PLM
PCD
FLM
FQ
Test
BPLM
PLM
PCD
FLM
FQ
Test
BPLM
PLM
PCD
FLM
FQ
Test
BPLM
L(Zengin)
Test
İstatistik
BPLM
75.830
PLM
-0.188
PCD ***
3.676
FLM **
16.285
FQ
0.236
L(İGE)
Test
İstatistik
BPLM
12.447
PLM
0.713
PCD
0.625
FLM ***
55.607
FQ ***
5.215
L(İstihdam)
Test
İstatistik
BPLM
76.833
PLM
-0.101
PCD ***
2.810
FLM **
15.928
FQ
0.169
L(Vergi)
L(Zengin)
L(Yoksul)
L(Yoksul)
L(Finans)
Olasılık
Olasılık
Olasılık
Olasılık
Olasılık
Olasılık
İstatistik
İstatistik
İstatistik
İstatistik
İstatistik
0.000
13.935
0.563
75.830
0.191***
170.062
0.191
170.062
0.000 ***
13.935
0.563
***
0.000
-0.188
0.850
0.013
0.981***
18.407
0.850
0.013
0.981
18.407
0.000
***
0.000
1.226
0.485***
16.931
0.000
3.676
0.000***
1.226
0.485
16.931
0.000
**
0.012
4.785
0.511
1.884
0.377
16.285
0.012
4.785
0.511
1.884
0.377
***
0.000
0.156
0.233
0.236
0.378
2.923***
0.378
2.923
0.000
0.156
0.233
L(İGE)
L(Gelir)
L(Tasarruf)
L(Gelir)
L(Tasarruf)
Olasılık
Olasılık
Olasılık
Olasılık
Olasılık
Olasılık
İstatistik
İstatistik
İstatistik
İstatistik
İstatistik
0.000
12.447
0.493
10.567
0.629***
385.206
0.493
10.567
0.629
385.206
0.000***
***
0.000
0.713
0.626
0.916
0.602***
26.738
0.626
0.916
0.602
26.738
0.000
0.625
0.701
0.659
0.672
0.934
0.499
0.701
0.659
0.672
0.934
0.499
0.000
13.236
0.481
1.751
0.901
55.607
0.000 ***
13.236
0.481
1.751
0.901
**
0.000
0.566**
0.023
0.085
0.773
5.215
0.000***
0.566
0.023
0.085
0.773
L(İstihdam)
L(Enflasyon) L(Enflasyon)
L(Özgürlük) L(Özgürlük)
Olasılık
Olasılık
Olasılık
Olasılık
Olasılık
Olasılık
İstatistik
İstatistik
İstatistik
İstatistik
İstatistik
0.073
76.833
0.170
25.405
0.501 *
103.157
0.170
25.405
0.501
103.157
0.073 *
-0.101
0.919
0.817
0.585
0.388
0.834
0.919
0.817
0.585
0.388
0.834
0.005
0.951
0.426
0.576
0.798
2.810
0.005***
0.951
0.426
0.576
0.798
0.014***
58.642
0.000
1.490
0.462
15.928
0.014 **
58.642
0.000 ***
1.490
0.462
***
0.000
0.097
0.751
0.169
0.197
5.872***
0.197
5.872
0.000
0.097
0.751
L(Vergi)
Asimptotik
Kritik Değerler
Asimptotik
Kritik Değerler
Test
İstatistik
Olasılık
İstatistik
Olasılık
BPLM***
396.000
396.000
0.000 ***
0.000
PLM
PLM
0.678
0.678
0.741
0.741
PCD
PCD ***
19.899
19.899
0.000 ***
0.000
FLM
FLM
1.336
1.336
0.781
0.781
FQ
FQ
0.100
0.100
0.474
0.474
L(Gini) L(Gini)
Olasılık
Olasılık
İstatistik
İstatistik
74.752
0.215
74.752
0.215
-0.282
0.777
-0.282
0.777
3.266***
0.001
3.266***
0.001
***
19.500***
0.003
19.500
0.003
0.781
0.027
0.7810.027
L(Nüfus)
L(Nüfus)
Olasılık
Olasılık
İstatistik
İstatistik
0.803
8.642
0.8038.642
-0.824
0.988
-0.824
0.988
0.001
3.929***
3.929***
0.001
18.428***
0.005
18.428***
0.005
0.198
0.166
0.1980.166
L(Beklenti)
L(Beklenti)
Olasılık
Olasılık
İstatistik
İstatistik
11.136
0.573
11.136
0.573
-0.193
0.876
-0.193
0.876
19.899***
0.000
19.899***
0.000
72.000***
0.000
72.000***
0.000
0.317
0.273
0.3170.273
%1: 0.767
%1: 0.767
%5: 0.492
%5: 0.492
%10: 0.358
%10: 0.358
***, **
Not: Asimptotik kritik değerler yalnızca FQ İstatistiği için geçerlidir.
ve * işaretleri, ilgili istatistik değerinin sırasıyla
%1, %5 ve %10 önem düzeyinde anlamlı olduğunu göstermektedir. L terimi, değişkenin logaritmasını yansıtmaktadır.
12
12
12
12
-34.710***
-6.524***
-17.396***
-9.829***
-20.416***
-8.990***
-14.299***
-15.299***
-20.181
-12.910*
-5.429***
-5.462***
-29.997***
-5.817***
-17.412***
-10.286***
-0.212
-4.038***
-11.426***
-5.382***
-11.757***
3.062
-4.161***
-5.083***
L(Yoksul)
L(Finans)
L(Gini)
L(İGE)
L(Gelir)
L(Tasarruf)
L(Nüfus)
L(İstihdam)
L(Enflasyon)
L(Özgürlük)
L(Beklenti)
L(Vergi)
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
41.679*
43.908***
41.252*
103.037***
32.980*
35.969*
38.504*
56.363***
44.254**
28.022*
36.111*
15.371
39.888**
32.005
54.725
7.273
38.893**
17.031
51.018***
15.906
6.801
12.955
L(Finans)
L(Gini)
L(İGE)
L(Gelir)
L(Tasarruf)
L(Nüfus)
L(İstihdam)
L(Enflasyon)
L(Özgürlük)
L(Beklenti)
L(Vergi)
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
Gözlem
Sayısı
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
Gözlem
Sayısı
16.703
6.366
31.493
96.066***
31.054
71.182***
3.782
39.849
76.243***
60.519***
22.413
162.556***
113.376***
Seviye
-3.422***
-1.464*
5.328
-4.312***
-0.051
-0.860
-2.720***
3.424
-0.619
-1.638*
-3.064***
-0.052
0.665
Seviye
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
41.337*
34.009*
59.136***
108.591***
49.390***
65.614***
47.438***
91.242***
51.481***
82.728***
49.207*
145.374***
91.042***
Birinci
Fark
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
Kesit Sayısı
PP-Fisher X2 İstatistiği
-3.439***
-2.373***
-4.106*
-7.044***
-1.985**
-2.687***
-6.097***
-7.776***
-5.700***
-1.547*
-2.332***
-1.836**
-1.433*
Kesit Sayısı
Breitung t İstatistiği
Birinci
Fark
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
Gözlem
Sayısı
48
48
48
48
48
48
48
48
48
48
48
48
48
Gözlem
Sayısı
35.924
22.709
13.241
7.959
8.622
10.622
31.153
19.115
34.710
22.677
25.368
21.904
20.160
Seviye
0.575
1.024
0.737
-1.405*
0.539
-0.722
0.974
1.518
-0.392
-0.998
0.517
-5.285***
-1.695**
Seviye
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
-1.982*
-7.151**
-8.818**
-5.105***
-3.041***
-5.215**
-7.622***
-8.818***
-1.766*
-2.733*
-3.147**
-0.140***
-0.130**
Birinci
Fark
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
12
Kesit Sayısı
Hadri Z İstatistiği
0.842
-1.591*
-9.898*
-1.857**
-1.749*
-1.887*
-1.848*
-6.055***
-1.874*
-1.352*
-1.994*
-4.137***
-2.057**
Kesit Sayısı
IPS W İstatistiği
Birinci
Fark
72
72
72
72
72
72
72
72
72
72
72
72
72
Gözlem
Sayısı
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
60
Gözlem
Sayısı
Not: Fisher testleri için belirtilen istatistikler asimptotik X2 dağılımı ve diğer test istatistikleri ise asimptotik normallik varsayımı dikkate alınarak hesaplanmıştır. ***, **
ve * işaretleri ilgili değişkenin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde durağan olduğunu yansıtmaktadır. İstatistikler hesaplanırken optimum gecikme uzunluğunun
belirlenmesinde SIC kriterinden yararlanılmıştır. Ayrıca; LLC, PP-Fisher ve Hadri istatistik değerleri hesaplanırken hem Barlett Kerneli ve hem de Newey-West bant
genişlik kriterlerinden yararlanılmıştır. L terimi, ilgili değişkenin logaritmasını yansıtmaktadır.
12
84.221***
12
52.405***
55.525***
104.192***
L(Yoksul)
Kesit Sayısı
L(Zengin)
Değişken
Birinci
Fark
Seviye
ADF-Fisher X2 İstatistiği
12
12
12
12
12
12
12
12
12
-15.691***
-10.347***
L(Zengin)
Değişken
Kesit Sayısı
Birinci
Fark
Seviye
LLC t İstatistiği
Tablo 5: Birim Kök Testi Sonuçları
300
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
Tablo 5’de gösterilen birim kök testi sonuçları, altı farklı durağanlık testi için dikkate alınan değişkenlerin tamamının birinci fark değerinde durağan olduğunu ortaya
koymuştur. Bu doğrultuda analizler, değişkenlerin tamamının birinci fark düzeylerinde durağan olmalarından dolayı bütünleşme
düzeylerinin I(1) olduğu dikkate alınarak
devam edilmiştir.
Modelde dikkate alınan değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkilerin tespit edilebilmesi için Pedroni ve Kao eşbütünleşme
testlerinden yararlanılmıştır. Bu amaç doğrultusunda hazırlanan Tablo 6, çoklu ilişki-
301
leri dikkate alan eşbütünleşme test sonuçlarını yansıtmaktadır.
Tablo 6’da gösterilen Pedroni ve Kao eşbütünleşme test sonuçları, ilgili değişkenler arasında eşbütünleşik yani uzun dönemli ilişkilerin geçerli olduğu sonucunu ortaya koymuştur.
Uzun dönemli ilişkilerin elde edilmesi, değişkenler arasında en azından tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin geçerli olmasının beklendiğini yansıtmaktadır. Dolayısıyla Tablo 7,
değişkenler arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini
yansıtan VECM modeline dayalı Granger nedensellik analiz bulgularını göstermektedir.
Tablo 6: Çoklu İlişkileri Dikkate Alan Pedroni ve Kao Eşbütünleşme Test Sonuçları
1. Çoklu İlişkileri Dikkate Alan Pedroni Eşbütünleşme Testi
Boyutlar-İçi Testler
Boyutlar-Arası Testler
Test
Panel v İstatistiği
İstatistik
Olasılık
-0.971
0.834
İstatistik
Olasılık
Grup rho İstatistiği
Test
3.410
0.999
-1.599*
0.054
0.335
0.631
Panel rho İstatistiği
1.580
0.943
Grup PP İstatistiği
Panel PP İstatistiği
-2.418***
0.007
Grup ADF İstatistiği
-1.064
0.143
Panel ADF İstatistiği
1. Çoklu İlişkileri Dikkate Alan Kao Eşbütünleşme Testi
Test
İstatistik
Olasılık
Kao – ADF
-7.200***
0.000
2. Çoklu İlişkileri Dikkate Alan Pedroni Eşbütünleşme Testi
Boyutlar-İçi Testler
Test
Panel v İstatistiği
Boyutlar-Arası Testler
İstatistik
Olasılık
-0.020
0.508
Test
İstatistik
Olasılık
Grup rho İstatistiği
1.042
0.851
0.000
0.000
Panel rho İstatistiği
-1.014
0.155
Grup PP İstatistiği
-7.230***
Panel PP İstatistiği
-5.997***
0.000
Grup ADF İstatistiği
-5.205***
Panel ADF İstatistiği
-4.737***
0.000
2. Çoklu İlişkileri Dikkate Alan Kao Eşbütünleşme Testi
Test
İstatistik
Olasılık
Kao – ADF
-5.424***
0.000
***
*
Not: Tabloda yer alan
ve işaretleri, ilgili test istatistiğinin sırasıyla %1 ve %10 önem düzeylerinde istatistiki bakımdan
anlamlı olduğunu yansıtmaktadır. İstatistik değerleri hesaplanırken uygun gecikme uzunluğu seçiminde SIC kriterinden yararlanılmıştır. Ayrıca, istatistik değerlerinin elde edilişi sırasında Barlett Kerneli göz önünde bulundurularak Newey-West Bandwith seçimi dikkate alınmıştır. 1. Pedroni ve Kao eşbütünleşme testleri, gini değişkeni hariç olmak üzere modele ilave edilen
bütün değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkileri ifade etmekte iken; 2. Pedroni ve Kao eşbütünleşme testleri ise zengin ve
yoksul değişkenleri hariç olmak üzere diğer değişkenlerin dahil olduğu uzun dönemli ilişkileri yansıtmaktadır.
→
→
ΔL(Nüfus)-ΔL(Gini)
ΔL(Gini)-ΔL(İstihdam)
ΔL(İstihdam)-ΔL(Gini)
0.077
-0.144*
-0.522**
-0.681***
0.762(0.565)
2.425*(0.095)
2.852*(0.060)
3.517**(0.032)
-0.393
-0.455*
0.180(0.835)
2.818*(0.070)
-0.047
-0.221*
0.230(0.832)
2.985*(0.063)
0.446
-0.401*
1.711(0.520)
2.770*(0.085)
-0.255
-0.359*
1.032(0.422)
2.428*(0.093)
-0.227
-0.411**
0.647(0.528)
3.380**(0.043)
0.129
-0.357*
0.207(0.650)
5.021**(0.029)
0.098
-0.352**
0.644(0.529)
3.745***(0.000)
-0.057
-0.260*
1.024(0.372)
2.991*(0.078)
-0.421
-0.901***
0.745(0.533)
10.785***(0.000)
-0.254**
2.753*(0.074)
-0.560***
3.384**(0.036)
0.172
-0.844***
5.668***(0.005)
0.847(0.435)
-0.113
-0.267*
2.133(0.116)
2.277*(0.087)
-0.483**
3.931**(0.022)
-0.497**
-0.682***
3.984**(0.034)
4.487***(0.004)
0.136
-0.711***
4.266**(0.016)
0.664(0.626)
0.247
0.202(0.933)
-0.153
-0.674***
1.101(0.391)
ECt-1
3.623**(0.029)
F İstatistiği
(ProbF)
4
4
4
4
2
2
3
3
5
5
4
4
2
2
1
1
2
2
3
3
3
3
2
2
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
Gecikme
Uzunluğu
DoğuBatı-ΔL(Gini)
ΔL(Gini)-DoğuBatı
ΔL(Vergi)-ΔL(Gini)
ΔL(Gini)-ΔL(Vergi)
ΔL(Beklenti)-ΔL(Gini)
ΔL(Gini)-ΔL(Beklenti)
ΔL(Özgürlük)-ΔL(Gini)
ΔL(Gini)-ΔL(Özgürlük)
ΔL(Enflasyon)-ΔL(Gini)
ΔL(Gini)-ΔL(Enflasyon)
DoğuBatı-ΔL(Yoksul)
ΔL(Yoksul)-DoğuBatı
ΔL(Vergi)-ΔL(Yoksul)
ΔL(Yoksul)-ΔL(Vergi)
ΔL(Beklenti)-ΔL(Yoksul)
ΔL(Yoksul)-ΔL(Beklenti)
ΔL(Özgürlük)-ΔL(Yoksul)
ΔL(Yoksul)-ΔL(Özgürlük)
ΔL(Enflasyon)-ΔL(Yoksul)
ΔL(Yoksul)-ΔL(Enflasyon)
DoğuBatı-ΔL(Zengin)
ΔL(Zengin)-DoğuBatı
ΔL(Vergi)-ΔL(Zengin)
ΔL(Zengin)-ΔL(Vergi)
ΔL(Beklenti)-ΔL(Zengin)
ΔL(Zengin)-ΔL(Beklenti)
ΔL(Özgürlük)-ΔL(Zengin)
ΔL(Zengin)-ΔL(Özgürlük)
ΔL(Enflasyon)-ΔL(Zengin)
ΔL(Zengin)-ΔL(Enflasyon)
Değişken
Çifti
→
-
→
-
→
-
→
-
→
-
→
-
→
-
-
-
-
-
→
-
→
-
→
-
→
→
→
-
→
-
Nedenselliğin
Yönü
2.396* (0.098)
1.102 (0.366)
2.420*(0.092)
1.892(0.163)
2.558* (0.081)
0.439 (0.620)
2.408* (0.097)
1.308 (0.261)
3.131**(0.045)
1.144(0.581)
3.446** (0.047)
1.002 (0.198)
4.098***(0.000)
0.796(0.457)
0.659(0.522)
0.616(0.544)
1.751(0.157)
0.294(0.810)
5.078***(0.000)
1.506(0.233)
3.867**(0.033)
0.749(0.411)
2.843*(0.079)
0.025(0.873)
5.803***(0.005)
7.561***(0.001)
2.787*(0.091)
0.782(0.534)
4.661**(0.012)
1.444(0.268)
F İstatistiği
(ProbF)
-0.662*
-0.119
-0.487*
-0.336
-0.364*
0.350
-0.357*
-0.223
-0.536**
-0.440
-0.484*
-0.282
-0.543**
-0.288
0.311
0.270
-0.216
0.221
-0.505***
-0.293
-0.333*
-0.154
-0.254*
0.196
-0.751***
-0.793***
-0.140*
0.068
-0.875***
-0.116
ECt-1
3
3
3
3
4
4
4
4
3
3
3
3
2
2
2
2
3
3
2
2
1
1
1
1
4
4
3
3
4
4
Gecikme
Uzunluğu
Not: Δ terimi, ilgili değişkene ait fark operatörünü belirtmektedir. Parantez içindeki değerler, maksimum beş gecikme uzunluğu üzerinden AIC ve SIC kriterleri
kullanılarak hesaplanan optimum gecikme uzunluklarını yansıtmaktadır. ***, ** ve * işaretleri ilgili istatistiklerin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde anlamlı
olduğunu yansıtmaktadır. EC terimi, eşbütünleşme denklemlerinden elde edilen hata düzeltme mekanizmasını ifade etmektedir. L terimi, ilgili değişkenin logaritmasını yansıtmaktadır.
→
ΔL(Gini)-ΔL(Nüfus)
→
ΔL(Tasarruf)-ΔL(Gini)
ΔL(Gelir)-ΔL(Gini)
ΔL(Gini)-ΔL(Tasarruf)
→
ΔL(Gini)-ΔL(Gelir)
→
ΔL(İGE)-ΔL(Gini)
ΔL(Finans)-ΔL(Gini)
ΔL(Gini)-ΔL(İGE)
→
ΔL(Gini)-ΔL(Finans)
→
ΔL(İstihdam)-ΔL(Yoksul)
ΔL(Nüfus)-ΔL(Yoksul)
ΔL(Yoksul)-ΔL(İstihdam)
→
ΔL(Yoksul)-ΔL(Nüfus)
→
ΔL(Tasarruf)-ΔL(Yoksul)
ΔL(Gelir)-ΔL(Yoksul)
ΔL(Yoksul)-ΔL(Tasarruf)
→
ΔL(Yoksul)-ΔL(Gelir)
→
→
ΔL(Finans)-ΔL(Yoksul)
ΔL(İGE)-ΔL(Yoksul)
-
ΔL(Yoksul)-ΔL(Finans)
ΔL(Yoksul)-ΔL(İGE)
→
ΔL(Tasarruf)-ΔL(Zengin)
ΔL(İstihdam)-ΔL(Zengin)
→
ΔL(Zengin)-ΔL(Tasarruf)
→
-
ΔL(Gelir)-ΔL(Zengin)
ΔL(Zengin)-ΔL(İstihdam)
→
ΔL(Zengin)-ΔL(Gelir)
-
→
ΔL(İGE)-ΔL(Zengin)
→
→
ΔL(Zengin)-ΔL(İGE)
ΔL(Nüfus)-ΔL(Zengin)
-
ΔL(Finans)-ΔL(Zengin)
ΔL(Zengin)-ΔL(Nüfus)
→
ΔL(Zengin)-ΔL(Finans)
Nedenselliğin
Yönü
Değişken
Çifti
Tablo 7: VECM Modeline Dayalı Granger Nedensellik Analiz Sonuçları
302
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
Modelde dikkate alınan değişkenler
arasında uzun dönemli bir ilişki olduğundan dolayı eşbütünleşme denklemlerinden elde edilen hata terimi nedensellik
analizlerine dahil edilmiş ve EC olarak
adlandırılmıştır. Granger nedensellik analiz sonuçları beklentileri karşılar nitelikte
finans değişkeni ile zengin, yoksul ve gini
değişkenleri arasında en azından tek yönlü olarak sebep-sonuç ilişkilerinin geçerli
olduğunu göstermiştir. Finansal gelişme
ve gelir dağılımı arasında en azından tek
yönlü bir nedensellik ilişkisine ışık tutan
analiz bulguları, finansal gelişme düzeyine
bağlı olarak gelir dağılımının değişebileceği kanaatini göstermesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Aynı zamanda,
bağımlı değişkenler ile kontrol değişkenleri arasında da en azından tek yönlü nedensellik ilişkilerinin elde edilmesi, beklentiler ile uyumlu olan sonuçların ortaya
konulabildiğinin bir kanıtı niteliğindedir.
Bunun tek istisnası, yoksul sınıf ile özgürlük ve beklentiler arasındaki ilişkilerde kendini göstermiş ve ilgili değişkenler
arasında herhangi bir sebep-sonuç bağı
yakalanamamıştır. Bu durum, yoksul sınıfın ekonomik değişkenlere ilişkin gelecek
dönem beklentilerine çok fazla önem atfetmediği ve özgürlük gibi manevi kaygılardan ziyade maddi olanaklara yöneldiği
şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca, aralarında nedensellik ilişkisi olan değişkenlerin
hata düzeltme mekanizmalarına ait olan
katsayıların negatif ve istatistiki bakımdan
anlamlı olması, ilgili değişkenlerin kendi
denge değerlerine yakınsayabileceklerini
303
ve kısa dönemde ortaya çıkabilecek olan
dengesizliklerin uzun önemde giderilebileceğini ortaya koymuştur.
Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkilerinin belirlenmesini takiben çalışmanın
bu aşamasında, sabit ve tesadüfi etkili model
sonuçları tahmin edilmeye çalışılmıştır. Bu
amaç doğrultusunda uygun panel veri modeline karar verilebilmesi için F ve LM testler
yapılmıştır. Nedensellik analizinde aralarında herhangi bir sebep-sonuç ilişkisi elde edilemeyen değişkenler de bu aşamadan sonra
yapılacak olan analizlere dahil edilmiştir. Bu
durumun temel sebebi, nedensellik bağı yaratamayan değişkenlerin finansal kalkınmagelir dağılımı mekanizmasını uyarıp uyaramadığını görmek ve nedensellik bulgularını
bir anlamda teyit edebilmek isteğinden ileri
gelmiştir. Bu doğrultuda F ve LM test sonuçları Tablo 8-Tablo 10’da sunulmuştur.
Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkilerinin belirlenmesini takiben çalışmanın
bu aşamasında, sabit ve tesadüfi etkili model sonuçları tahmin edilmeye çalışılmıştır.
Nedensellik analizinde aralarında herhangi
bir sebep-sonuç ilişkisi elde edilemeyen değişkenler de bu aşamadan sonra yapılacak
olan analizlere dahil edilmiştir. Bu durumun
temel sebebi, nedensellik bağı yaratamayan
değişkenlerin finansal kalkınma-gelir dağılımı mekanizmasını uyarıp uyaramadığını
görmek ve nedensellik bulgularını bir anlamda teyit edebilmek isteğinden ileri gelmiştir. Üç bağımlı değişkene ilişkin model
tahmin sonuçları, Tablo 11-Tablo 13’de gösterilmiştir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
304
Tablo 8: Zengin Sınıfa İlişkin F ve LM Test Sonuçları
Regresyon
Modelleri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
F Test
Test
Bağımlı Değişken: ΔZengin
LM Test
Test
İstatistik
İstatistik
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
1.045
2.024**
1.232
1.118
2.217***
1.316
1.059
1.761**
1.183
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
0.001
0.307
3.274***
3.424**
0.531
2.190*
0.002
2.743***
2.172**
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
0.625
2.147***
1.962*
1.052
2.172***
1.241*
1.052
2.132***
1.274
1.106
2.402***
1.022
1.002
1.698*
1.178
1.122
1.230
1.337
1.063
2.099***
1.263*
1.003
1.967**
1.803**
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
0.352
0.013
2.712***
0.870
0.274
1.985*
0.621
2.823*
0.787
0.383
0.275
2.340**
0.125
1.116
0.502
3.123**
0.375
2.198*
0.083
1.466
0.456
0.332
1.811*
0.409
Not: Δ, fark operatörünü ifade etmektedir. *,
anlamlı olduğunu yansıtmaktadır.
**
ve
***
Hausman
Testi (Prob)
Optimum
Model
1.671*
(0.075)
FZaman
2.422**
(0.036)
FZaman
2.174**
(0.034)
FZaman
1.787*
(0.089)
FBirim-Zaman
0.041*
(0.077)
FBirim-Zaman
1.952*
(0.061)
FZaman
1.893*
(0.067)
FZaman
1.756
(0.485)
LM
2.318**
(0.023)
F
0.750
(0.563)
LM
0.068*
(0.053)
FBirim-Zaman
işaretleri ilgili istatistiğin sırasıyla %10, %5 ve %1 önem düzeyinde
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
305
Tablo 9: Yoksul Sınıfa İlişkin F ve LM Test Sonuçları
Regresyon
Modelleri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
F Test
Test
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
Bağımlı Değişken: ΔYoksul
LM Test
Test
İstatistik
İstatistik
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
1.269
1.479*
1.302
1.024
1.577*
1.131
1.014
1.413
1.098
0.652
1.946**
0.735
1.083
1.384
1.158
1.013
1.577*
1.144
0.979
1.253
0.414
0.832
1.551*
1.010
1.072
1.323
1.281
0.892
0.934
1.070
1.267*
1.479
1.304*
Not: Δ, fark operatörünü ifade etmektedir. *,
anlamlı olduğunu yansıtmaktadır.
**
ve
***
1.622*
0.203
0.285
0.002
0.065
1.260*
0.272
1.382
0.453
2.082*
0.481
1.201
1.772*
0.497
1.958***
0.490
2.002*
1.676
0.043
3.385*
3.065*
1.160
1.492
1.353
1.633
1.090
1.724
0.511
2.771*
1.982
1.747*
2.700***
1.987***
Hausman
Testi (Prob)
Optimum
Model
0.075**
(0.044)
FZaman
0.053*
(0.057)
FZaman
0.775
(0.422)
LM
0.327**
(0.029)
FZaman
0.577
(0.549)
LMBirim-Zaman
0.397**
(0.018)
FZaman
0.845***
(0.002)
F
0.847
(0.307)
LM
0.369*
(0.079)
F
0.668**
(0.012)
F
1.125
(0.658)
LMBirim-Zaman
işaretleri ilgili istatistiğin sırasıyla %10, %5 ve %1 önem düzeyinde
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
306
Tablo 10: Gini Değişkenine İlişkin F ve LM Test Sonuçları
Regresyon
Modelleri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
F Test
Test
Bağımlı Değişken: ΔGini
LM Test
Test
İstatistik
İstatistik
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
1.245
0.424
1.136
1.125
2.264***
1.200
1.159
1.961**
1.286
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
0.021
0.357
1.654
1.339
0.591
1.196
0.022
2.798***
2.660**
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
FBirim
FZaman
FBirim-Zaman
0.512
2.223***
1.412
1.352
2.486***
1.379
1.152
2.155***
1.289
1.132
0.477
1.232
0.652
1.946**
0.735
0.832
1.551*
1.010
1.122
1.230
1.337
1.242
2.277**
1.894**
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
LMBirim
LMZaman
LMBirim-Zaman
0.432
0.113
2.740***
1.870*
2.544**
2.175*
0.644
2.867*
0.790
0.304
0.297
0.553
2.082*
0.481
1.201
1.160
1.492
1.353
3.123**
0.375
2.198*
1.332
1.411
0.511
Not: Δ, fark operatörünü ifade etmektedir. *,
anlamlı olduğunu yansıtmaktadır.
**
ve
***
Hausman
Testi (Prob)
Optimum
Model
1.311
(0.475)
LM
1.422
(0.236)
LM
2.198**
(0.023)
FZaman
1.715*
(0.092)
FZaman
0.741
(0.177)
LMBirim-Zaman
2.252**
(0.027)
FZaman
0.843
(0.658)
LM
0.327**
(0.029)
FZaman
0.847
(0.307)
LM
2.548***
(0.000)
F
0.048*
(0.083)
FBirim-Zaman
işaretleri ilgili istatistiğin sırasıyla %10, %5 ve %1 önem düzeyinde
2.101
72
DW
N
72
2.203
0.008
72
2.144
0.002
2.689***
0.477
Evet
Evet
FE
-0.337*
(-1.995)
2.118*
(1.849)
(1.735)
0.454*
(3.415)
0.231***
4
Evet
Hayır
FE
-0.453**
(-2.249)
0.363*
(1.767)
(2.379)
0.272**
(2.641)
0.146***
6
Regresyon Modelleri
72
2.134
0.006
2.424***
0.451
72
2.219
0.000
6.639***
0.420
Modele İlişkin İstatistikler
Evet
Evet
FE
-0.247*
(-2.003)
1.812*
(1.877)
(1.770)
0.492*
(2.926)
0.194***
5
Bağımlı Değişken: ΔL(Zengin)
72
2.242
0.000
6.821***
0.497
Evet
Hayır
FE
-0.283*
(-1.911)
0.166*
(1.685)
(1.810)
0.182*
(2.353)
0.137**
7
72
2.209
0.008
2.760***
0.585
Hayır
Hayır
RE
-0.345**
(-2.273)
0.174*
(1.744)
(2.398)
0.220**
(4.429)
0.150***
8
72
2.140
0.076
1.887*
0.347
Hayır
Hayır
FE
-0.119*
(-1.800)
0.068*
(1.681)
(1.724)
0.210*
(4.365)
0.143***
9
72
2.264
0.000
5.319***
0.733
Hayır
Hayır
RE
-0.671***
(-3.127)
-0.959***
(-2.773)
(-2.124)
-0.237**
(4.347)
0.169***
10
72
1.981
0.002
3.007***
0.491
Evet
Evet
FE
-0.553***
(-3.215)
0.667**
(2.218)
(2.357)
0.311**
(2.881)
0.126***
11
Not: Δ terimi, ilgili değişkene ait fark operatörünü belirtmektedir. Tabloda yer alan ***, ** ve * işaretleri ilgili test istatistiğinin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde
anlamlı olduğunu göstermektedir. Parantez içindeki değerler ilgili katsayıya ait t istatistiklerini yansıtmaktadır. EC terimi, eşbütünleşme denklemlerinden elde edilen
hata düzeltme mekanizmasını ifade etmektedir. L, değişkenin logaritmasını; N, gözlem sayısını; FE, sabit etkili modeli ve RE ise tesadüfi etkili modeli yansıtmaktadır.
72
2.180
0.004
0.004
Prob (F)
2.349***
0.574
0.563
2.543***
0.543
Evet
Hayır
FE
-0.368*
(-2.116)
5.26E+13*
(2.011)
(2.846)
Evet
2.533***
Zaman Etkisi
FE
Hayır
R2
Evet
Birim Etkisi
-0.443**
(-2.365)
(2.440)
F İstatistiği
FE
Hayır
Uygun Model
-0.681***
(-3.011)
(2.531)
5.804**
(2.879)
0.429***
(2.920)
(3.127)
0.416**
(2.950)
0.427***
0.196***
0.207***
0.195***
3
2
1
EC(-1)
DoğuBatı
ΔL(Vergi)
ΔL(Beklenti)
ΔL(Özgürlük)
ΔL(Enflasyon)
ΔL(İstihdam)
ΔL(Nüfus)
ΔL(Tasarruf)
ΔL(Gelir)
ΔL(İGE)
ΔL(Finans)
Sabit (C)
Değişkenler
Bağımsız
Tablo 11: Zengin Sınıfa İlişkin Model Tahmin Sonuçları
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
307
2.276
72
DW
N
72
1.983
0.005
72
2.275
0.481
1.132
0.394
Evet
Hayır
FE
(-1.719)
-0.057*
(-1.812)
-0.068*
(1.250)
0.183
(1.738)
0.065*
4
Evet
Hayır
FE
(-1.664)
-0.107*
(1.811)
0.134*
(1.285)
0.187
(1.861)
0.068*
6
Regresyon Modelleri
72
1.986
0.000
4.269***
0.510
72
2.158
0.002
3.774***
0.596
Modele İlişkin İstatistikler
Evet
Evet
RE
(-2.529)
-0.487**
(-2.520)
-3.104**
(1.642)
0.207
(2.487)
0.088**
5
Bağımlı Değişken: ΔL(Yoksul)
7
72
1.913
0.087
1.891*
0.487
Hayır
Hayır
FE
(-1.812)
-0.037*
(-1.736)
-0.040*
(1.656)
0.233
(1.402)
0.052
8
72
2.016
0.299
1.226
0.243
Hayır
Hayır
RE
(-0.981)
-0.110
(-0.617)
-0.131
(1.213)
0.163
(1.940)
0.073*
9
72
1.819
0.197
1.658
0.345
Hayır
Hayır
FE
(-1.510)
-0.225
(1.104)
0.149
(1.043)
0.141
(2.120)
0.077**
10
72
2.141
0.042
2.729**
0.673
Hayır
Hayır
FE
(-2.447)
-0.641**
(-1.816)
-1.274*
(1.170)
0.150
(2.351)
0.088**
11
72
1.892
0.008
3.009***
0.553
Evet
Evet
RE
(-2.257)
-0.358**
(-1.937)
-0.241*
(1.220)
0.147
(1.885)
0.044*
Not: Δ terimi, ilgili değişkene ait fark operatörünü belirtmektedir. Tabloda yer alan ***, ** ve * işaretleri ilgili test istatistiğinin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde
anlamlı olduğunu göstermektedir. Parantez içindeki değerler ilgili katsayıya ait t istatistiklerini yansıtmaktadır. EC terimi, eşbütünleşme denklemlerinden elde edilen
hata düzeltme mekanizmasını ifade etmektedir. L, değişkenin logaritmasını; N, gözlem sayısını; FE, sabit etkili modeli ve RE ise tesadüfi etkili modeli yansıtmaktadır.
72
2.267
0.006
0.000
Prob (F)
3.484***
0.591
0.594
3.335***
0.594
4.847***
Hayır
Hayır
RE
(-2.357)
-0.336**
(2.183)
1.16E+13**
(1.565)
0.197
(1.721)
0.058*
3
Evet
R2
Evet
Zaman Etkisi
Hayır
F İstatistiği
Hayır
Birim Etkisi
FE
(-2.004)
(-1.669)
FE
-0.088*
-0.114*
(1.681)
0.320*
(1.189)
(1.267)
(1.779)
(1.785)
0.179
0.065*
0.064*
0.184
2
1
Uygun Model
EC(-1)
DoğuBatı
ΔL(Vergi)
ΔL(Beklenti)
ΔL(Özgürlük)
ΔL(Enflasyon)
ΔL(İstihdam)
ΔL(Nüfus)
ΔL(Tasarruf)
ΔL(Gelir)
ΔL(İGE)
ΔL(Finans)
Sabit (C)
Değişkenler
Bağımsız
Tablo 12: Yoksul Sınıfa İlişkin Model Tahmin Sonuçları
308
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
0.108*
(1.890)
(2.906)
2.143
72
DW
N
72
2.134
0.002
72
2.170
0.001
3.858***
0.396
Evet
Hayır
FE
(-1.751)
-0.303*
(1.728)
0.834*
(1.838)
0.175*
(1.333)
0.045
4
Evet
Hayır
FE
(-2.588)
-0.450**
(2.473)
0.205**
(1.799)
0.170*
(0.798)
0.026
6
Regresyon Modelleri
72
2.250
0.000
4.284***
0.769
72
1.934
0.001
3.770***
0.691
Modele İlişkin İstatistikler
Evet
Evet
RE
(-2.511)
-0.447**
(1.749)
0.610*
(2.465)
0.176**
(1.406)
0.028
5
Bağımlı Değişken: ΔL(Gini)
7
72
2.139
0.035
2.859**
0.611
Hayır
Hayır
RE
(-2.022)
-0.343*
(2.312)
0.003**
(1.900)
0.173*
(1.318)
0.033
8
72
1.850
0.075
2.216*
0.354
Evet
Hayır
FE
(-1.893)
-0.279*
(-1.119)
-0.401
(1.726)
0.052*
(1.243)
0.042
9
72
1.975
0.014
4.485**
0.615
Hayır
Hayır
RE
(-2.263)
-0.441**
(-0.759)
-0.047
(2.529)
0.159**
(1.714)
0.029*
10
72
2.192
0.000
5.273***
0.710
Hayır
Hayır
FE
(-3.472)
-0.725***
(2.443)
0.110**
(2.923)
0.177***
(2.093)
0.036**
11
72
1.796
0.042
2.248**
0.574
Evet
Evet
FE
(1.737)
0.512*
(2.547)
0.258**
(2.367)
0.152**
(1.755)
0.041*
Not: Δ terimi, ilgili değişkene ait fark operatörünü belirtmektedir. Tabloda yer alan ***, ** ve * işaretleri ilgili test istatistiğinin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde anlamlı olduğunu göstermektedir. Parantez içindeki değerler ilgili katsayıya ait t istatistiklerini yansıtmaktadır. EC terimi, eşbütünleşme denklemlerinden elde edilen
hata düzeltme mekanizmasını ifade etmektedir. L, değişkenin logaritmasını; N, gözlem sayısını; FE, sabit etkili modeli ve RE ise tesadüfi etkili modeli yansıtmaktadır.
72
2.178
0.021
0.004
Prob (F)
3.533***
0.478
0.505
4.068**
0.707
8.446***
Evet
Hayır
FE
(-1.779)
-0.213*
(1.822)
2.04E+14*
(2.345)
Hayır
R2
Hayır
Zaman Etkisi
Hayır
F İstatistiği
Hayır
Birim Etkisi
RE
(-1.875)
(-3.201)
RE
-0.426*
-0.655***
(-1.729)
-2.319*
(1.062)
(1.080)
(2.086)
0.173***
0.179**
0.035
0.023
0.033**
3
2
1
Uygun Model
EC(-1)
DoğuBatı
ΔL(Vergi)
ΔL(Beklenti)
ΔL(Özgürlük)
ΔL(Enflasyon)
ΔL(İstihdam)
ΔL(Nüfus)
ΔL(Tasarruf)
ΔL(Gelir)
ΔL(İGE)
ΔL(Finans)
Sabit (C)
Değişkenler
Bağımsız
Tablo 13: Gini Değişkenine İlişkin Model Tahmin Sonuçları
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
309
310
Tablo 11’de gösterilen model tahmin
sonuçları, finansal kalkınma sürecine bağlı
olarak zengin sınıfın gelir düzeyinin arttığını
göstermektedir. Finansal kalkınma dinamizminde meydana gelen %1’lik değişim sonucunda zengin sınıfın gelir seviyesinin aynı
yönlü olarak %0.427 oranında değişeceğini
yansıtan analiz bulguları, vergi değişkeni hariç olmak üzere, modellere dahil edilen her
kontrol değişkeninin gerek finansal kalkınma
sürecini anlamlı olarak etkilediğini ve gerekse ilgili değişkenin yine anlamlı bir şekilde
zengin sınıfın gelirini değiştirdiğini ortaya
koymuştur. Bu bağlamda, finansal kalkınma
düzeyinin yanı sıra insani gelişme potansiyelinde yakalanan bir ivmenin gelir düzeyini
yükselttiği sonucuna ulaşılmış, kişi başına
düşen gelir düzeyindeki artışların da benzer
etkiler yarattığı bulgusuna erişilmiştir. Tasarruf seviyesinin, finansal aktarım kanalları
vasıtasıyla zengin sınıfın gelir düzeyini pozitif yönlü etkilediğini gösteren tahmin sonuçları, maliyet avantajı sağlayabilen nüfus
artışının da zenginlik olgusuna ilave bir kaynak yarattığını yansıtmıştır. Düşük sayılabilen maliyetler nedeniyle çıktı artışına olanak
sağlayan istihdam potansiyelindeki artışlar
ile zenginlik düzeyi arasında pozitif yönlü
ilişkiler elde edilmiş, yüksek kâr fırsatları
doğuran enflasyonist eğilimlerin de bu sürece katkı sağladığı görülmüştür. Bu sonuç,
“enflasyon, girişimci sınıfın gelir düzeyini
artırabilen bir olgudur” şeklinde ifade edilebilen hipotezin doğruluğunu da teyit eder
niteliktedir. Finansal piyasalardaki serbestleşme eğilimleri ile ekonomik yapıya ilişkin
genel beklentilerin pozitif bir konjonktürde
seyretmesine bağlı olarak zengin sınıfın gelir
düzeyinin arttığını ortaya koyan tahminler,
doğu ve batı bölgeleri arasındaki artan eşit-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
sizlik nedeniyle zengin sınıfın gelir seviyesinin yükseldiğini göstermiştir. Tek istisnai sonucun vergi düzeyi itibariyle ortaya çıkması,
artan vergi oranları dolayısıyla zenginliğin
azaldığını ve finansal sisteme olan yönelime
ivme kaybettirerek gelir düzeyi üzerinde negatif yönlü etkilere yol açtığını yansıtmıştır.
Bu durum, artan vergi oranlarına bağlı olarak zengin sınıf için ikame etkisinin baskın
olabileceği şeklinde yorumlanabilir. Analiz
bulgularına ilişkin önemli bir sonuç ise, kişi
başına düşen gelir düzeyinin başlangıç değeri ile zengin sınıfın geliri arasındaki ilişkide
kendini göstermiş ve ilgili değişkenler arasında pozitif ve istatistiki bakımdan anlamlı
bulgular elde edilmiştir. Bu sonuç, zengin
sınıfın gittikçe zenginleştiği ve zengin kesim
ile diğer kesimler arasında ıraksama sürecinin geçerli olduğu şeklinde ifade edilebilir.
Genel olarak belirtmek gerekirse, Granger
nedensellik analizi ile model tahmin sonuçlarının birbirini teyit ettiği söylenebilir.
Tablo 12’de gösterilen yoksul sınıfa ilişkin model tahmin sonuçları, finansal kalkınma düzeyi ile yoksul sınıfın gelir seviyesi
arasında herhangi bir ilişkinin olmadığını
yansıtmış, modele dahil edilen kontrol değişkenlerinin de bu bulguyu değiştirmediği
gözlenmiştir. Finansal piyasalara kanalize
olamadığı ve bu piyasadan herhangi bir gelir etkisi yakalayamadığı söylenebilen yoksul sınıfın, sadece reel kesime yönelik talep
bağlantıları içinde olduğu vurgulanabilir.
Diğer taraftan, Granger nedenselliğini teyit
eder nitelikteki analiz sonuçları, özgürlük ve
beklenti değişkenleri hariç olmak üzere, modellere dahil edilen kontrol değişkenlerinin
yoksul sınıfın gelir düzeyini etkilediğini göstermiştir. İnsani gelişme düzeyine bağlı olarak yoksul kesimin gelir seviyesinin yükse-
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
leceğini yansıtan analiz bulguları, artan kişi
başına gelir dolayısıyla yoksul sınıfın gelir
payının artacağını ortaya koymuştur. Diğer
taraftan, tasarruf paradoksu şeklindeki bir
sonuca işaret eden tahminler, nüfus artışına
bağlı olarak yoksul sınıfın gelir düzeyinde
azalma olacağını göstermiştir. Bu durumun,
istihdam oranlarındaki artış paralelinde bir
ölçüde telafi edilebileceği görülmüş, ancak
yüksek enflasyon dolayısıyla ortaya çıkacak
net etkinin istenen sonuca ulaşmayı engelleyeceği gözlenmiştir. İlgili sonuç, “enflasyon,
sabit gelirlilerin aleyhine işleyen bir olgudur” şeklinde ifade edilebilen hipotezi teyit
eder niteliktedir. Finansal sistemdeki özgürlükçü eğilimleri ve ekonomik yapıya ilişkin
genel beklentileri önemsemediği söylenebilen yoksul sınıfın, vergi oranlarındaki artıştan olumsuz yönde etkileneceği de belirtilebilir. Bu durum, artan vergi oranlarına bağlı
olarak yoksul sınıf için de ikame etkisinin
baskın olabileceği şeklinde yorumlanabilir.
Ayrıca analiz sonuçları, doğu ve batı bölgeleri arasındaki artan eşitsizlikler dolayısıyla
yoksul sınıfın gelir düzeyinin azalacağını da
göstermiştir. İlaveten analiz bulgularına ilişkin önemli bir sonuç ise, kişi başına düşen
gelir düzeyinin başlangıç değeri ile yoksul
sınıfın geliri arasındaki ilişkide kendini göstermiş ve ilgili değişkenler arasında pozitif
ve istatistiki bakımdan anlamlı bulgular elde
edilmiştir. Bu sonuç, yoksul sınıfın gittikçe
yoksullaştığı ve yoksul kesim ile diğer kesimler arasında ıraksama sürecinin geçerli
olduğu şeklinde ifade edilebilir. Bu sonuçlar
paralelinde, zengin sınıfa ilişkin değişken
katsayılarının yoksul sınıfa ilişkin değişken
katsayılarına kıyasla daha baskın olması, iki
sınıf arasında gelir eşitsizliği boyutunun gittikçe arttığını göstermektedir.
311
Tablo 11 ve Tablo 12’de ulaşılan sonuçları teyit edebilmek amacıyla gini değişkeninin bağımlı değişken olarak ele alındığı
Tablo 13, yapılan analizlerin geçerliliğini
ve sağlamlığını kanıtlar nitelikte bulgular
ortaya koymuş, finansal kalkınma süreci ve
bu sürece etki edebilecek olan kontrol değişkenleri yardımıyla gelir eşitsizliklerinin
arttığı sonucunu yansıtmıştır. Analiz sonuçlarına göre, finansal kalkınma düzeyine
bağlı olarak gelir adaletinin bozulduğu anlaşılmış, insani gelişme sürecindeki iyileşmeler paralelinde bu eşitsizliklerin azaldığı
görülmüştür. Ancak, zengin sınıfa ilişkin
insani gelişme düzeyinin yoksul sınıfa ilişkin insani gelişme düzeyine kıyasla daha
baskın olması, gelir eşitsizliklerinin artacağı yönünde kuvvetle muhtemel olasılıkları
gündeme getirmiştir. Gelir değişkenine ilişkin katsayının pozitif ve istatistiki bakımdan
anlamlı olması, ifade edilen sonucu destekler niteliktedir. Özgürlük ve beklenti değişkenleri hariç olmak üzere, diğer kontrol değişkenlerinin pozitif ve istatistiki bakımdan
anlamlılığı, zengin ve yoksul sınıf arasında
kapanması mümkün görünmeyen gelir eşitsizliklerinin artacağı yönünde güçlü sinyallerin algılanmasına neden olmaktadır.
Diğer taraftan, ilgili değişkenler arasında
eşbütünleşik ilişkilerin elde edilmesi dolayısıyla modellere hata düzeltme parametresi,
EC, eklenmiş ve bu parametrenin beklentileri karşılar nitelikte negatif ve istatistikî bakımdan anlamlı değerler aldığı saptanmıştır. Bu durum, kısa dönemde gelir dağılımı
bağlamında ortaya çıkabilecek olan makroekonomik dengesizliklerin uzun dönemde
giderilebilme ihtimalini ortaya çıkarmakla
birlikte, katsayıların oldukça düşük değerler
alması dolayısıyla sürecin çok uzayabilece-
312
ğini yansıtmaktadır. Diğer taraftan, modellerdeki belirlilik katsayılarının orta seviyede
bir açıklama gücünü yansıtması, modellerin
bir bütün olarak istatistikî bakımdan anlamlı olmaları ve otokorelasyon problemlerinin
ortaya çıkmaması tutarlı sonuçlara ulaşıldığının bir kanıtı niteliğindedir.
4. Sonuç
Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinde
İBBS-1 düzeyi dikkate alınarak 12 bölge
için 2006-2012 dönemi itibariyle finansal
kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkiler panel veri analizleri yardımıyla araştırılmıştır.
Uzun dönemli ilişkileri tespit edebilmek
amacıyla uygulanan eşbütünleşme analiz sonuçları, birinci model itibariyle üç ve ikinci
model itibariyle beş eşbütünleşme vektörü
elde edilmesinden dolayı eşbütünleşik ilişkilerin geçerli olduğunu ortaya koymuştur.
Granger nedensellik analizi sonuçları, modelde dikkate alınan bazı değişkenler arasında en azından tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin geçerli olduğunu ortaya koymuştur.
Ayrıca, finansal sektörün zengin ve yoksul
sınıfların gelir düzeyini ve buradan hareketle de gelir dağılımını etkilediğini gösteren
nedensellik bulguları, özgürlük ve geleceğe
ilişkin beklenti gibi değişkenlerin yoksul sınıf için önemli olmadığını da yansıtmıştır.
Model tahmin sonuçları, finansal kalkınma
sürecine bağlı olarak zengin sınıfın gelir düzeyinin arttığını ve kontrol değişkenlerinin
de bu sürece pozitif bir ivme kazandırdığını
göstermiştir. Yoksul sınıfa ilişkin model tahmin sonuçları ise, finansal kalkınma düzeyi
ile yoksul sınıfın gelir seviyesi arasında herhangi bir ilişkinin olmadığını yansıtmış, modele dahil edilen kontrol değişkenlerinin de
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
bu bulguyu değiştirmediğini ortaya koymuştur. Zengin sınıfa ilişkin değişken katsayılarının yoksul sınıfa ilişkin değişken katsayılarına kıyasla daha baskın olması, iki sınıf
arasında gelir eşitsizliği boyutunun gittikçe
arttığını göstermiş, ifade edilen bulgular
gini değişkeni itibariyle de teyit edilmiştir.
Dolayısıyla, zengin ve yoksul sınıf arasında
güçlü bir ıraksama eğiliminden ve artan gelir adaletsizliğinden bahsetmek olasıdır.
Sonuçlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Türkiye ekonomisinde yaşanan
büyüme dinamizminin yoksulluğu azaltamadığı ve zengin ile yoksul sınıf arasındaki
gelir adaletsizliğinin arttığı söylenebilir. Dolayısıyla, büyümenin nimetlerinin toplumda
eşit şekilde dağıtılmaması, acımasız büyüme
sürecinin yaşandığının bir göstergesi olarak
değerlendirilebilmektedir. Kişi başına düşen
gelir, eğitim, sağlık ve çeşitli kalkınma göstergelerinde yaşanan iyileşmeler dolayısıyla
insani gelişme düzeyinin artmasına paralel
olarak sınıflar arasındaki gelir eşitliği her
ne kadar hızlanma eğilimi sergilese de, bu
aktarımın daha baskın olarak zengin sınıf
lehinde işlediği görülmektedir. Kalkınma
sürecini sekteye uğratan bu yapı, genişleyen
dalgalar halinde bıçak sırtı dengeden uzaklaşılmasına yol açmaktadır. Özellikle yetersiz tasarruf birikimi bu süreçte başat rol
oynayan faktörlerden biri olarak değerlendirilebilir. Artan nüfus baskısı ve optimum
olmayan vergi uygulamalarının da eşlik ettiği bu yapı, yoksul ve zengin sınıf arasındaki gelir uçurumunu şiddetlendirmektedir.
Öyle ki, istihdam artışları bile bu negatif
konjonktürü tersine çevirememekte ve adeta
işsiz büyüme olgusuna yol açar bir süreçle
yoksulluğu şiddetlendirmektedir. Enflasyonist dönemlerde gelir düzeylerini artırabilen
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
zengin sınıfın, sabit gelirliler aleyhine büyüyebilmesi, toplumsal ıraksamaya neden olan
sonuçları da beraberinde getirebilmektedir.
Bununla birlikte, kalkınma süreci bakımından doğu-batı ayrımının çok defa vurgulandığı ülkemizde, bu ayrıma bağlı olarak
yoksulluğun şiddetlendiği analiz sonuçları
itibariyle belirtilebilir.
Modelde dikkate alınan değişkenler ve
bu değişkenlerin sergilediği belirli kısıtlar
ve ilgili zaman dönemi çerçevesinde genel
olarak, kalkınmada öncelikli yörelerin daha
etkin bir politika uygulamaları doğrultusunda tespit edilerek her bölgeye uygun bir
313
ekonomi politikasını uygulayan, gelir dağılımında adaleti sağlayan, beşeri gelişmeyi
ön planda tutarak insan sermayesine ağırlık
veren, tasarruf hacmini artırmayı amaçlayan
ve dolayısıyla finansal sektörünü genişleten,
finansal sektördeki gelişme nimetlerini toplumun her kesimine aktaran, ekonomik büyüme ile birlikte istihdam yaratan, vergiyi
tabana yayarak gelir düzeyine göre uygun
vergi oranları belirleyen ve enflasyonist eğilimlerden nemalanmayan ekonomik yapılanmaların, yoksulluk sorunun çözümü için
etkin sonuçlar verebileceği söylenebilir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
314
KAYNAKÇA
Aghion, P. ve Bolton, P. (1997). A Theory
of Trickle-Down Growth and Development.
The Review of Economic Studies. 64(2),
151-172.
Çınar, S. (2010). OECD Ülkelerinde Kişi
Başına GSYİH Durağan Mı? Panel Veri
Analizi. Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi. 29(2), 591-601.
Banerjee, A. V. (2001). Contracting Constrains, Credit Markets and Economic Development. MIT Department of Economics
Working Paper. No: 02-17.
Enowbi-Batuo, M., Guidi, F. ve Mlambo, K.
(2010). Financial Development and Income
Inequality: Evidence from African Countries. MPRA Working Paper. No: 25658.
Banerjee, A. V. ve Newman, A. F. (1993).
Occupational Choice and the Process of Development. Journal of Political Economy.
101(2), 274-298.
Fry, M. J. (1978). Money and Capital or Financial Deepening in Economic Development?. Journal of Money, Credit and Banking. 10, 464-475.
Beck, T., Demirgüç-Kunt, A. ve Levine, R.
(2004). Finance, Inequality and Poverty:
Cross-Country Evidence. NBER Working
Paper. No: 10979.
Fry, M. J. (1995). Money, Interest and Banking in Economic Development. Second
Edition. London: John Hopkins University
Press.
Beck, T., Demirgüç-Kunt, A. ve Levine, R.
(2007). Finance, Inequality and the Poor.
Journal of Economic Growth. 12(1), 27-49.
Galor, O. ve Zeira, J. (1993). Income Distribution and Macroeconomics. The Review of
Economic Studies. 60(1), 35-52.
Bittencourt, M. (2010). Financial Development and Inequality: Brazil 1985-1994.
Economic Change and Restructuring. 43(2),
113-130.
Galor, O. ve Moav, O. (2004). From Physical
to Human Capital: Inequality and the Process of Development. The Review of Economic Studies. 71(4), 1001-1026.
Chandavarkar, A. (1992). Of Finance and
Development: Neglected and Unsettled Questions. World Development. 20, 133-142.
Gimet, C. ve Lagoarde-Segot, T. (2011). A
Closer Look at Financial Development and
Income Distribution. Journal of Banking &
Finance. 35(7), 1698-1713.
Charemza, W. W. ve Deadman, D. F. (1993).
New Directions in Econometric Practice.
UK: Edward Elgar Publishing.
Clarke, C. R. G., Xu, L. C. ve Zou, H. (2006).
Finance and Income Inequality: What Do
the Data Tell Us?. Southern Economic Journal. 72(3), 578-596.
Goldsmith, R. (1969). Financial Structure
and Development. New Haven: Yale University Press.
Granger, C. W. J. (1964). Spectral Analysis
of Economic Time Series. New Jersey: Princeton University Press.
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
315
Granger, C. W. J. (1969). Investigating Causal Relations by Econometric Models and
Cross-Spectral Methods. Econometrica.
37(3), 424-438.
Kao, C. (1999). Spurious Regression and
Residual-Based Tests for Cointegration
in Panel Data. Journal of Econometrics.
90(1), 1-44.
Greenwood, J. ve Jovanovic, B. (1990). Financial Development, Growth and Distribution of Income. Journal of Political Economy. 98(5), 1076-1107.
Kappel, V. (2010). The Effects of Financial Development on Income Inequality and
Poverty. CER-ETH Working Paper. No:
10/127.
Hamilton, J. D. (1994). Time Series Analysis. New Jersey: Princeton University Press.
Jalilian, H. ve Kirkpatrick, C. (2001). Financial Development and Poverty Reduction in Developing Countries. Finance and
Development Research Programme Working Paper. No: 30.
Jalilian, H. ve Kirkpatrick, C. (2005). Does
Financial Development Contribute to Poverty Reduction?. The Journal of Development Studies. 41(4), 636-656.
Jauch, S. ve Watzka, S. (2011). Financial
Development and Income Inequality. CESifo Working Paper. No: 3687.
Jaumotte, F., Lall, S. ve Papageorgiou, C.
(2013). Rising Income Inequality: Technology or Trade and Financial Globalization?. IMF Economic Review. 61(2), 271309.
Jeanneney, S. G. ve Kpodar, K. (2011). Financial Development and Poverty Reduction: Can There Be a Benefit without a
Cost?. The Journal of Development Studies. 47(1), 143-163.
Kanberoğlu, Z. ve Arvas, M. A. (2014). Finansal Kalkınma ve Gelir Eşitsizliği: Türkiye Örneği, 1980-2012. Sosyoekonomi.
21(1), 105-122.
Kim, D. H. ve Lin, S. C. (2011). Nonlinearity in the Financial Development-Income
Inequality Nexus. Journal of Comparative
Economics. 39(3), 310-325.
Kutlar, A. (2007). Ekonometriye Giriş. 1.
Baskı. Ankara: Nobel Yayınları.
Kuznets, S. (1955). Economic Growth and
Income Inequality. American Economic
Review. 45, 1-28.
Lau, E., Chye, X. H. ve Choong, C. K.
(2011). Energy-Growth Causality: Asian
Countries Revisited. International Journal of Energy Economics and Policy. 1(4),
140-149.
Law, S. H. ve Tan, H. B. (2009). The Role
of Financial Development on Income
Inequality in Malaysia. Journal of Economic Development. 34(2), 153-168.
Lee, C. C. (2005). Energy Consumption
and GDP in Developing Countries: A Cointegrated Panel Analysis. Energy Economics. 27(3), 415-427.
Levine, R. (1997). Financial Development
and Economic Growth: Views and Agenda. Journal of Economic Literature. 35,
688-726.
316
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Lewis, A.(1955). The Theory of Economic
Growth. London: Allen and Unwin.
with Multiple Regressors. Oxford Bulletin of
Economics and Statistics. 61(S1), 653-670.
Liang, Z. (2006). Financial Development
and Income Distribution: A System GMM
Panel Analysis with Application to Urban
China. Journal of Economic Development.
31(2), 1-21.
Perez-Moreno, S. (2011). Financial Development and Poverty in Developing Countries: A Causal Analysis. Empirical Economics. 41(1), 57-80.
Lucas, R. E. (1988). On the Mechanics of
Economic Development. Journal of Monetary Economics. 22, 3-42.
Mathieson, D. J. (1980). Financial Reform
and Stabilization Policy in a Developing
Economy. Journal of Development Economics. 7, 359-395.
Mckinnon, R. I. (1973). Money and Capital in Economic Development. Washington:
Brookings Institution.
Mookerjee, R. ve Kalipioni, P. (2010). Availability of Financial Services and Income Inequality: The Evidence from Many Countries.
Emerging Markets Review. 11(4), 404-408.
Patrick, H. T. (1966). Financial Development and Economic Growth in Underdeveloped Countries. Economic Development
and Cultural Change. 14, 174-189.
Pedroni, P. (1999). Critical Values for Cointegration Tests in Heterogeneous Panels
Rajan, R. G. ve Zingales, L. (2003). Saving
Capitalism from the Capitalists. New York:
Crown Business.
Robinson, J. (1952). The Rate of Interest and
Other Essays. London: Macmillian.
Roubini, N. ve X. Sala-i-Martin (1992). Financial Repression and Economic Growth.
Journal of Development Economics. 39,
5-30.
Schumpeter, J. A. (1911). The Theory of
Economic Development. Cambridge: Harvard University Press.
Shahbaz, M. ve Islam, F. (2011). Financial
Development and Income Inequality in Pakistan: An Application of ARDL Approach.
MPRA Working Paper. No: 28222.
Shaw, E. S. (1973). Financial Deepening in
Economic Development. London: Oxford
University Press.
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin
Bölgesel Panel Veri Analizi
317
ÖZ
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde
Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
Elektrik enerji girdisinin sürdürülebilir ekonomik büyüme ve endüstriyel kalkınma için
önemi sıklıkla vurgulanmaktadır. Endüstriyel kalkınma ve yüksek yaşam standartları isteği
elektrik talebini artırmaktadır. Literatürde, elektrik tüketimi-ekonomik büyüme ilişkisi
sıklıkla incelenmiş olsa da ilişkinin yönü konusunda farklı görüşler öne sürülmüştür. Bu
çalışmada, 1980-2011 dönemi için OECD üyesi G-11 ülkeleri örneğinde, elektrik tüketimi ile
ekonomik büyüme arasındaki ilişki Cobb-Douglass üretim fonksiyonu yardımıyla, sermaye
birikimi ve işgücü değişkenleri de kullanılarak panel eşbütünleşme yardımıyla test edilmiştir.
Nedenselliğin yönünü tespit etmek için Panel Granger nedensellik testi uygulanmıştır. Ampirik
bulgulara göre; elektrik tüketimi, sermaye birikimi ve işgücü değişkenlerinin ekonomik
büyümeyi teorik beklentilerimizle uyumlu olarak pozitif yönde etkilediği görülmüştür.
Nedensellik testi sonuçlarına göre ise, uzun dönemde elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme
arasında çift yönlü nedenselliğin olduğu bulgusu elde edilmiştir.
JEL Sınıflaması: C33, O1, Q4
Anahtar Kelimeler: Elektrik Tüketimi, Ekonomik Büyüme, G-11 Ülkeleri, Panel Eşbütünleşme,
Bootstrap Panel Nedensellik
ABSTRACT
The Relationship between Electricity Consumption and Economic Growth:
Co-integration and Causality Application in the Case of G-11 Countries
The importance of electrical energy input for sustainable economic growth and industrial
development is often highlighted. The desire for industrial development and high living
standards has increased the demand for electricity. Although the relationship between
electricity consumption and economic growth has been often examined, different views have
been argued about the direction of this relationship. In this study, in the case of G11 countries
of OECD during the period 1980-2011, the relationship between electricity consumption and
economic growth through Cobb-Douglass production function and the relationship between
capital accumulation and labor force variables through panel co-integration were tested. Panel
Granger causality test was applied to determining the direction of the causality. According
to empirical findings, the positive impact of electricity consumption, capital accumulation
and labor force on economic growth were observed in accordance with our theoretical
expectations. Morever, the results of causality test in the long-run reveal that there is a bidirectional causality relationship between electricity consumption and economic growth.
JEL Classification: C33, O1, Q4
Keywords: Electricity Consumption, Economic Growth, G-11 Countries, Panel Co-integration,
Bootstrap Panel Causality
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
319
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme
İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
Doç. Dr. Halil Altıntaş*
Doç. Dr. Mehmet Mercan**
G
İRİŞ
Ekonomik büyüme süreci, enerjiye bağımlılık göstermesinden
dolayı büyüme sürecinde elektrik enerjisi
önemini gittikçe artırmakta ve elektrik enerjisi tüketim ve üretim sürecinde vazgeçilmez faktörlerden biri sayılmaktadır (Abbas
ve Choudhury, 2013, s.539). Ekonomistler
arasında ekonomik gelişmenin enerji tüketiminden* önce geldiği veya tek başına enerjinin ekonomik gelişmenin uyarıcısı olup
olmadığı merak uyandırmış ve bu bağlamda
enerji tüketimi ile gelir istihdam ve enerji fiyatları gibi ekonomik değişkenler arasındaki
ilişkiler analiz edilmeye başlanmıştır (Acaravcı ve Öztürk, 2010, s.604). Günümüzde
* Erciyes Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü
[email protected]
** Hakkari Üniversitesi İİBF Ekonomi ve Finans Bölümü
[email protected]
Gönderim Tarihi: 28.10.2014 Kabul Tarihi: 16.03.2015
hızlı büyüme ve teknolojik yenilikler sürdükçe elektrikle birlikte enerji kaynaklarının
kullanımının artması ve enerji kaynaklarına
yönelik talebin sürmesi kaçınılmaz olacaktır
(Zaman ve diğerleri, 2012, s.624).
Enerji tüketimi ve ekonomik büyüme
arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalarda
nedenselliğin yönü konusunda bir uzlaşının mevcut olmadığını ifade edilmektedir
(Payne, 2010). Ülke koşullarının heterojen
olması, enerji tüketim modellerinin ve her
bir ülkenin ekonomik kalkınma düzeylerinin
farklılık göstermesi, kullanılan ekonometrik
*
Uluslararası Enerji Ajansı’na (IEA, 2014) göre enerji tüketimi, birincil enerji kullanımının diğer yakıt kullanımına
dönüşmeden önceki kullanımını ifade etmektedir. Bir ülkenin enerji tüketimi yerli enerji üretimi, enerji ithalat ve stok
değişimi toplamından uluslararası taşımacılıkla uğraşan
uçak ve gemilere arz edilen yakıtlar ile enerji ihracatının
çıkarılması şeklinde hesaplanmaktadır. Ampirik çalışmalarda elektrik tüketimi incelenirken enerji tüketimi de dikkate
alınarak analizler yapılmaktadır.
320
yöntem, modele dahil edilmeyen değişkenlerin varlığı ve farklı dönemlerin kullanılması gibi özellikler farklı sonuçların elde
edilmesinde etkili olduğunu ifade etmiştir.
Enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi tek ülke düzeyinde inceleyen
çalışmalarda temel problemin, dönemin kısa
olması durumunda geleneksel birim kök
testleri ile Johansen (1988) eşbütünleşme
testinin uygulanması halinde, sonuçların
sapmalı ve hatalı olacağı ifade edilmektedir
(Campbell ve Perron, 1991; Perron, 1991;
Narayan ve Smyth, 2009). Ayrıca iki değişkenli modellerin modele alınmayan değişkenlerden dolayı hatalı sonuçlar verebileceği vurgulanmaktadır (Chang ve diğerleri,
2001; Stern, 2000). Bu nedenle son yıllarda
yapılan ampirik çalışmalarda enerji kullanımı ve ekonomik büyümeye yanında işsizlik
(Chang ve diğerleri, 2001; Narayan ve Smyth, 2005), sermaye birikimi ve işgücü (Stern,
1993), enerji fiyatları (Masih ve Masih,
1997; Asafu-Adjaye, 2000) ihracat (Sami,
2011; Narayan ve Smyth, 2005) gibi açıklayıcı değişkenler modele eklenerek tahmin
gücü artırılmaya çalışılmaktadır.
Literatürde eleştiri konusu olan metodolojik eksiklikler dikkate alınarak elektrik
tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki
ilişkinin incelendiği bu çalışmamada, sabit sermeye birikimi ve işgücü değişkenleri
kontrol değişkenler olarak modele eklenmiş
ve panel veri yöntemiyle tahminler yapılmıştır. Ayrıca çalışmada, yatay kesit bağımlılığı (bir ülkede meydana gelen bir makroekonomik şokun diğer ülkeleri etkilediği varsayımı) ve yapısal kırılmaları dikkate alan
panel eşbütünleşme analizi yöntemleri kullanılmıştır. Diğer taraftan son yıllarda elek-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
trik tüketimi ve ekonomik büyüme ilişkisini
panel veri analizi ile araştıran çalışmaların
[(Narayan ve diğerleri, (2010), Bildirici ve
Kayıkcı (2012) Ciarreta ve Zarraga (2010)
Apergis ve Payne (2011) Chen ve diğerleri,
(2007) ve Acaravcı ve Öztürk (2010)] sayıca
az olması bu çalışmanın yapılması konusundaki motivasyonu artırmıştır. Bu çalışmaların bazılarında [(Chen ve diğerleri (2007);
Acaravcı ve Öztürk (2010) Bildirici ve Kayıkcı (2012)] iki değişkenli (elektrik tüketimi-ekonomik büyüme) modeller tahmin edilirken, bazı çalışmalarda (Narayan ve Smyth
(2009); Ciarreta ve Zarraga (2010); Apergis
ve Payne (2011)] üç değişkenli modeller
tahmin edilmiş ve enerji fiyatları, ihracat,
işgücü ve sermaye gibi değişkenler kullanılmıştır.
Bu çalışma, elektrik tüketimi -ekonomik
büyüme- ilişkisi üç farklı değişken (elektrik
tüketimi, sabit sermaye ve işgücü) kullanarak panel yöntem metodolojisiyle araştıracak ve literatüre bu yöndeki katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Çalışmanın amacı,
1980-2011 dönemi için OECD üyesi olan
G-11 ülkelerinde (Belçika, İsveç, İsviçre,
Japonya, İtalya, Almanya, Fransa, Kanada, Hollanda, İngiltere ve ABD) üretim
faktörleri işgücü ve sabit sermaye birikimi
değişkenlerine elektrik tüketimi değişkeni
ekleyerek ekonomik büyüme üzerindeki etkisi, yapısal kırılmalı panel eşbütünleşme ve
farklı nedensellik testleriyle araştırmaktır.
Çalışma dört bölümden oluşmaktadır.
Girişi takip eden ikinci bölümde G-11 ülkelerine ait elektrik tüketimi ve ekonomik
büyüme verileri analiz edilmiştir. Üçüncü
bölümde ise teorik çerçeve ve ülke ve ülke
gruplarına ait literatür taramasına yer veril-
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
miştir. Dördüncü bölümde çalışmada kullanılan değişkenler ve analizde kullanılacak
model tanıtılmış ve analizlerin bulguları
sunulmuştur. Sonuç kısmında ise genel bir
değerlendirme ve politika önerilerine yer verilmiştir.
1. G-11 ÜLKELERİ ELEKTRİK
TÜKETİMİ VE EKONOMİK
BÜYÜME
ABD Uluslararası Enerji İdaresi (EIA)
tarafından verilen bilgilere göre OECD (34
ülke) ülkelerinin 2000-2011 döneminde
elektrik üretimi yüzde 10.5 artarken aynı
321
dönemde elektrik tüketiminde yüzde 12.1
oranında artış gerçekleşmiştir. (IEA, 2014).
2000-2011 yılları arasında 2005 yılı sabit
fiyatlarıyla OECD ülkelerinde ortalama
yüzde 17.8 oranında ekonomik büyüme gerçekleşmiştir. Araştırmamıza konu olan G-11
ülkelerinin 2011 yılı itibariyle ortalama olarak kişi başı geliri (sabit fiyatlarla) 39287.35
ABD doları ve kişi başı elektrik tüketimi
9072.1 kilowatt saattir (Worldbank, 2014;
OECD, 2014). G-11 ülkelerinin 2000-2011
dönemi arasında son 12 yıllık ortalama kişi
başı elektrik tüketimi ve ortalama kişi başı
gelir artış oranı Tablo 1’de gösterilmektedir.
Tablo 1: G-11 Ülkeleri Ortalama Kişi Başı Gelir ve Kişi Başı Elektrik Tüketimi Artışı
G-11 Ülkeleri
Belçika
İsveç
İsviçre
Japonya
İtalya
Almanya
Fransa
Kanada
Hollanda
İngiltere
ABD
Kişi Başı Gelir Artışı
(%)
Kişi Başı Elektrik
Tüketimi Artışı (%)
0.988
1.637
1.056
0.726
0.119
1.377
0.762
1.181
1.096
1.361
0.858
0.137
-0.761
0.322
0.097
0.535
0.742
0.002
-0.051
0.811
-0.681
0.013
Not: Kişi Başı Gelir 2005 yılı sabit fiyatlarla temel alınan satınalma gücü paritesine göre hesaplanmıştır. Kişi başı
elektrik tüketimi kWh olarak ölçülmektedir. Değerler, Yazarlar tarafından hesaplanmıştır. Kaynak: Worldbank (2014)
World Development Indicators 2014. http://databank.worldbank.org/data/views/variableSelection/selectvariables.
aspx?source=world-development-indicators# (Erişim Tarihi 11.02.2014). OECD (2014) Annual National Account, Gross
Domestic Product, http://stats.oecd.org/ Erişim Tarihi 11.02.2014)
Tablo 1 incelendiğinde son 12 yıl boyunca 6 ülke ortalama olarak kişi başı
gelirde %1’in üzerinde artış sağlamıştır.
Gelir artışında en yüksek artış sağlayan
3 ülke sırasıyla, İsveç, Almanya, İngiltere, olurken, en düşük gelir artışı sağla-
yan 3 ülke ise sırasıyla İtalya, Japonya ve
Fransa’dır. 3 ülkenin kişi başı elektrik tüketiminde ise [(İsveç (%-0.761), Kanada
(%-0.051) ve İngiltere (%-0.681)] azalış
gözlenmektedir. Elektrik tüketiminde son
12 yılda en yüksek ortalama artış Hollan-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
322
da’da (%0.811), Almanya’da (% 0.742) ve
İtalya’da (% 0.535) gerçekleşmiştir. Tablo
2’de 2012 yılına ilişkin G-11 ülkelerinin
elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme düzeylerini etkileyebilecek çeşitli göstergeler yer almaktadır.
Tablo 2: G-11 Ülkeleri: Gelir, Elektrik Tüketimi, Sermaye Birikimi ve İşgücü
G-11
Ülkeleri
Kişi Başı
Gelira
(ABD
dolar)
OECD
GSYIH/
GSYİHb
(%)
Sabit
Sermaye
Birikimi/
GSYIH
(%)
Toplam
İşgücü
(bin)
Kişi Başı
Elektrik
Tüketimic
Enerjiye
Bağımlılıkd
(%)
Şehirleşme
Oranıe
(%)
Belçika
36514.73
1.08
20.36
4.902
8021.3
71.27
97.51
İsveç
43854.41
1.10
18.96
5.824
14030.1
28.53
85.35
İsviçre
54993.90
1.16
20.10
4.640
7928.3
50.43
73.78
Japonya
36938.00
12.52
21.17
65.281
7847.8
93.97
91.72
İtalya
28356.29
4.59
17.91
25.658
5392.7
79.39
68.58
Almanya
37536.53
8.16
17.64
42.522
7080.9
59.88
74.07
Fransa
34239.89
5.97
19.77
30.126
7289.0
47.11
86.25
Kanada
35992.13
3.33
22.30
19.341
16405.7
-66.16
80.76
Hollanda
40608.78
1.80
17.01
11.577
7035.6
17.25
83.51
İngiltere
37790.25
6.34
14.34
32.377
5516.3
39.30
79.76
45335.897
37.81
18.64
158.686
13246.0
15.04
82.6
ABD
Not: Değerler 2012 yılına aittir. aKişi Başı Gelir 2005 yılı sabit fiyatlarla temel alınan satınalma gücü paritesine göre
hesaplanmıştır. b2005 yılı sabit fiyatlarla. c2011 yılına ait kişi başına düşen kilowat saat (kWh) elektrik tüketimini göstermektedir.
dToplam kullanılan enerji içinde ithal edilen kısmı göstermektedir.Pozitif değer ülkenin net enerji ithalatçısı, negatif değer ise
net enerji ihracatçısı olduğunu göstermektedir eToplam nüfusun şehirlerde ikamet eden kısmını göstermektedir. Kaynak:
Worldbank (2014) World Development Indicators 2014 11.02.2014 tarihinde http://databank.worldbank.org/data/views/
variableSelection/selectvariables.aspx?source=world-development-indicators# adresinden erişildi.
2012 yılı itibariyle G-11 ülkelerinin 34
OECD ülkesi içinde 2005 yılı fiyatlarıyla
toplam GSYİH içindeki payı yüzde 75.6, sabit sermaye birikimindeki payı yüzde 81.1,
elektrik tüketiminde payı (2011 yılı için)
yüzde 80.5, toplam işgücündeki payı yüzde 75.5 ve toplam enerji tüketimindeki payı
yüzde 77.4’tür (OECD, 2014; Worldbank,
2014). Tablo 2 incelendiğinde 2011 yılı için
en yüksek kişi başı elektrik tüketimi Kanada’da (16405 kWh) en düşük İtalya’da (5392
kWh) gerçekleşmiştir. Kişi başı en yüksek
gelire sahip ülke ise 54993 dolar ile İsviçre,
en düşük ülke ise 28356 dolar ile İtalya’dır.
Sabit sermaye birikiminin GSYİH’ya oranı
en yüksek ülkeler Kanada, Japonya, Belçika ve İsviçre olarak sıralanmakta ve bu
ülkelerin oranı yüzde 20’lerin üzerindedir.
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
ABD’nin işgücü sayısı (158 milyon) beş ülkenin (İtalya, Almanya, Kanada, Hollanda
ve İngiltere) sahip olduğu toplam işgücüne
neredeyse eşittir. Şehirleşme oranı en yüksek ülkeler (yüzde 90’ların üzerinde) Belçika ve Japonya olurken, en düşük ülkeler
(yüzde 70’lerin üzerinde) İsviçre ve Almanya’dır. Kanada dışında tüm ülkelerin enerjiye bağımlı oldukları, en yüksek enerjiye
bağımlılığın Japonya’da (yüzde 93.3) en düşük enerjiye bağımlılığın yüzde 15 ile ABD
olduğu görülmektedir. Şehirleşme oranı ve
sabit sermaye birikimindeki artışın elektrik
tüketimini artıracağı kesin olarak söylense
de, elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme
arasındaki ilişkinin ne yönde gelişeceği ampirik uygulamalarla belirlenmektedir.
2. TEORİK VE AMPİRİK
LİTERATÜR
Mevcut literatüre göre elektrik tüketimi
ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki dört
kategoride analiz edilmektedir: Bunlar; büyüme hipotezi, koruma hipotezi, geri besleme hipotezi ve yansızlık hipotezidir. Büyüme hipotezi elektrik tüketiminden ekonomik
büyümeye doğru nedensel ilişkinin varlığında geçerlidir. Bu hipotez, elektrik tüketiminin ekonomik büyümeyi canlandırdığı ve
ekonomik büyümenin enerjiye bağımlı olduğu şeklinde değerlendirilmektedir. Ayrıca
elektrik tüketiminin işgücü ve sermaye kullanımıyla büyümenin tamamlayıcı unsurlarından biri olduğu, elektrik tüketimini azaltmaya yönelik politikalar ile elektrik arzında
yaşanan daralmaların ekonomik büyümeyi
engelleyeceği vurgulanmaktadır. Koruma
hipotezi ekonomik büyümeden elektrik tüketimine doğru nedensel ilişkinin varlığında
geçerlidir. Bu hipotezde elektrik tüketimini
323
azaltmaya yönelik korumacı politikaların
ekonomik büyüme üzerinde ters bir etkiye
neden olamayacağı ifade edilmektedir. Bu
ilişkide, ekonomik büyümenin elektrik tüketimine düşük düzeyde bağımlı olduğu ve
elektrik dağıtımının ekonomi üzerine etkisinin sınırlı olacağı anlamına gelmektedir.
Geri besleme hipotezi (feedback hypotesis)
elektrik tüketimiyle ekonomik büyüme arasındaki iki yönlü ilişkinin olabileceği durumu yansıtmaktadır. Hipotez, elektrik tüketimiyle ekonomik büyüme arasında karşılıklı
bağımlılık ilişkisinin bulunduğunu ve birbirlerinin tamamlayıcıları olduğunu göstermektedir. Bundan dolayı elektrik tüketimindeki bir azalma, büyüme hipotezinde olduğu gibi ekonomik büyümeyi negatif yönde
etkileyecektir. Elektrik tüketiminin büyüme
üzerinde nispi olarak ihmal edilebilir düzeyde bir faktör olduğunu ileri süren sonuncu
hipotez, yansızlık hipotezidir (neutrality
hypothesis). Elektrik tüketimiyle ekonomik büyüme arasında nedensellik ilişkisinin
yokluğu, yansızlık hipotezine işaret etmekte
ve enerji tüketiminin büyüme üzerinde çok
küçük bir etkiye veya hiç etkiye sahip olmadığını göstermektedir (Apergis ve Payne,
2009; Esso, 2010; Payne, 2010; Behmiri ve
Manso, 2012).
Ampirik çalışmalarda elde edilen sonuçlar, ülkelerde uygulanan enerji politikalarına, incelenen döneme, ekonometrik yöntemlere ve kullanılan değişkenlere bağlı olarak
farklı sonuçlar vermiş ve nedenselliğin yönü
farklılık arz etmiştir. Kraft ve Kraft (1978),
1947-1974 dönemi için ABD’de ekonomik büyümeden enerji tüketimine doğru
tek yönlü nedensellik ilişkisini destekleyen
çalışmasıyla enerji tüketimi ve büyüme konusundaki çalışmalara öncülük etmiştir. Bu
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
324
çalışmadan sonra enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkisini inceleyen çok sayıda çalışma yapılmıştır.
Bu çalışmalarda toplam enerji, elektrik, ham
petrol, doğal gaz, kömür, nükleer enerji ve
yenilenebilir enerji gibi farklı enerji kaynakları kullanılmıştır. Elektrik üretimi ve
ekonomik büyümeyle ilgili yapılan ampirik çalışmaları üç kategoride toplamak
mümkündür: Birincisi, tek ülkeyi dikkate
alan çalışmalar, ikincisi, çok sayıda ülkeyi
tek tek inceleyen çalışmalar, üçüncüsü panel metodolojisi altında çok sayıda ülkeyi
birlikte inceleyen çalışmalar. Payne (2010)
elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme ara-
sındaki nedensel ilişkiyi inceleyen ampirik
çalışmalardaki toplam 74 ülke için yapılan
sonuçları kapsamlı bir şekilde incelemiş ve
sınıflandırmıştır. Yazar, ampirik çalışmaların yüzde 31.15’inin yansızlık hipotezini,
yüzde 27.87’sinin korumacı hipotezini, yüzde 22.95’inin büyüme hipotezini ve yüzde
18.03’ünün geri besleme hipotezini desteklediği sonucuna ulaşmıştır.
Tablo 3’de elektrik tüketimi ve büyüme
arasındaki nedensel ilişkiyi inceleyen çalışmalar dönem, ülke, metodoloji ve temel
bulgular dikkate alınarak topluca gösterilmektedir.
Tablo 3: Elektrik Tüketimi-Ekonomik Büyüme: Literatür Özeti
Yazar(lar)
Dönem
Ülke(ler)
Metodoloji
Temel Bulgular
Tek Ülkeli Çalışmalar
Ghosh (2002)
19501997
Hindistan
VAR, HDM (hata düzeltme
modeline dayalı) Granger
nedensellik testi
GDP→EC
Shiu ve Lam
(2004)
19712000
Çin
VAR,
HDM
nedensellik testi
EC→GDP
Altınay ve
Karagöl
(2005)
19502000
Türkiye
VAR, Dolado–Lutkepohl
Granger nedensellik testi
EC→GDP
Yoo (2005)
19702002
Kore
VAR ve HDM
nedensellik testi
Granger
EC→GDP
Mozumder
ve Marathe
(2007)
19711999
Bangladeş
VAR and HDM
nedensellik testi
Granger
GDP → EC
Yuan ve
diğerleri,
(2007)
19782004
Çin
VAR,
HDM
nedensellik testi
Granger
EC→GDP
Ho ve Siu
(2007)
19962002
Hong
Kong
VAR, Granger nedensellik testi
EC→GDP
Granger
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
325
Tang (2008)
19722003
Malezya
ARDL-testi,
Granger
Nedensellik ve MWALD testi
EC→GDP
Tatlıdil ve
diğerleri,
(2009)
19782003
Türkiye
ARDL-sınr
Nedensellik
Granger
EC→GDP
Odhiambo
(2009)
19712006
Güney
Afrika
VAR,
HDM
nedensellik testi
Granger
EC→GDP
Akinlo (2009)
19802006
Nijerya
VAR,
HDM
nedensellik testi
Granger
EC→GDP
Chandran
ve diğerleri
(2010)
19712003
Malezya
ARDL-sınır testi,
nedensellik testi
Granger
EC→GDP
Ouédraogo
(2010)
19682003
Burkina
Faso
ARDL-sınır
testi,
HDM
Granger nedensellik testi
EC→GDP
Lean ve Smith
(2010)
19712006
Malezya
VAR, ARDL sınır testi, HDM
Granger nedensellik testi
EC→GDP
Ahamad ve
Islam (2011)
19712008
Bangladeş
VAR,
HDM
nedensellik testi
Granger
EC→GDP
Sami (2011)
19602007
Japonya
ARDL-sınır
testi,
HDM
Granger nedensellik testi
EC→GDP
Kouakou
(2011)
19712008
Fildişi
Sahili
ARDL- sınır testi, HDM
Granger nedensellik testi
EC→GDP
Sanayi üretimi →EC
Shahbaz ve
Lean (2012)
19722009
Pakistan
ARDL-sınır
testi,
HDM
Granger nedensellik testi
EC→GDP
Tang ve Tan
(2013)
19702009
Malezya
ARDL-sınır testi,
nedensellik testi
Granger
EC→GDP
Belaid ve
Abderrahmani
(2013)
19712010
Cezayir
Çok-değişkenli eşbütünleşme
ve HDM Granger nedensellik
testi
EC→GDP
Altıntaş ve
Koçbulut
(2014)
19602011
Türkiye
ARDL- sınır testi, HDM
Granger nedensellik testi
EC→GDP
17 Afrika
Ülkesi
ARDL-sınır testi, Granger ve
MWALD nedensellik testi
GDP→EC(6 ülke)
EC→GDP(3 ülke)
EC→GDP(3 ülke)
EC ≠ GDP
(Cezayir,Güney Afrika,
Sudan)
testi,
Çok Ülkeli Çalışmalar
Wolde-Rufael
(2006)
19702001
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
326
Squalli (2007)
19802003
OPEC
Ülkeleri
ARDL- sınır testi, HDM
Granger nedensellik testi
Narayan
ve
Smyth (2008)
19702002
19602002
G7
Ülkeleri
SVAR eşbütünleşme testi
EC→GDP
(ABD hariç)
Narayan
ve
Prasad (2008)
19602002
30 OECD
ülkesi
Bootstrapped nedensellik
EC→GDP (8 ülke)
GDP→EC (6 ülke)
EC ≠ GDP (16 Ülke)
Yoo and Kwak
(2010)
19752006
7 Güney
Amerika
Ülkesi
VAR, Hisao ve HDM Granger
nedensellik testi
Abbas
ve
Choundhury
(2013)
19722008
Hindistan
Pakistan
VAR,
HDM
nedensellik testi
Granger
GDP→EC (4 ülke)
EC→GDP (4 ülke)
EC→GDP (3 ülke)
EC→GDP (5 ülke)
EC→GDP (Venezuela)
EC ≠ GDP (Peru)
EC→GDP
(Tarım sektörü-Hindistan)
GDP→EC
(tarım sektörü-Pakistan)
GDP→EC (Genel
ekonomi-Hindistan)
EC→GDP (genel ekonomiPakistan)
Çok Ülkeli Panel Çalışmaları
Chen
(2007)
GDP→EC (kısa dönem-panel)
EC→GDP (uzun dönem-panel)
vd.
19712001
10 Asya
Ülkesi
panel eşbütünleşme ve panel
nedensellik,
VARHDM
Granger nedensellik testi
Narayan
ve
Smyth (2009)
19742002
6 Orta
Doğu Ülk.
Panel eşbütünleşme ve Panel
nedensellik testi
Narayan
(2010)
vd.
19802006
93 ülke
Panel eşbütünleşme ve Panel
nedensellik testi
EC→GDP (Orta (Doğu
Ülkeleri hariç)
Ciarreta
ve
Zarraga (2010)
19702007
12 Avrupa
Birliği
Ülkesi
Panel eşbütünleşme ve Panel
nedensellik
EC→GDP
Acaravcı
ve
Öztürk (2010)
19902006
15 Geçiş
Ekonomisi
Panel eşbütünleşme ve panel
nedensellik testi
EC ≠ GDP (Uzun dönem)
Apergis
ve
Payne (2011)
19902006
88 Dünya
Bankası
üyesi ülke
Panel eşbütünleşme ve Panel
nedensellik testi
EC→GDP (kısa ve uzun
dönem-yüksek ve orta gelir
düzeyi ülkeleri)
EC→GDP
(kısa dönem- düşük gelir
düzeyi ülkeleri)
EC→GDP
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
Bildirici
ve
Kayıkcı (2012)
19902009
Eski
SSCB
Ülkeleri
Panel ARDL ve
nedensellik testi
Granger
327
EC→GDP
Not: Tablodaki çalışmalar elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme ilişkisi konusunda yapılan araştırmaları
kapsamaktadır. EC elektrik tüketimini ve GDP ekonomik büyümeyi göstermektedir.
çift yönlü nedensel ilişkiyi göstermektedir.
→ tek yönlü nedensel ilişkiyi, ≠ nedensel ilişki olmadığını ve
HDM hata düzeltme modeli.
Tablo 3’de elektrik tüketimi ve ekonomik
büyüme arasındaki nedensel ilişkiyi inceleyen çalışmalar üç faklı grupta toplanarak
incelenmiştir. Tek ülkeli çalışmalar incelendiğinde aynı ülke için yapılan çalışmalarda
bile farklı sonuçlar elde edilmiştir. Örneğin
Malezya için yapılan çalışmalarda Chandran
ve diğerleri (2010), elektrik tüketiminden
ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedenselliğe ve dolayısıyla büyüme hipotezinin geçerliliğine, Tang (2008), Lean ve Smit
(2010), Tang ve Tan (2013) tarafından yapılan çalışmalarda değişkenler arasında çift
yönlü nedenselliğe ve böylece geri besleme
hipotezinin geçerli olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Çin ve Bangladeş için yapılan iki farklı çalışmada üç farklı hipotezin geçerli olduğu görülmektedir. Ahamad ve Islam (2011)
Bangladeş’te ve Shiu ve Lam (2004) Çin’de
elektrik tüketiminden ekonomik büyümeye doğru nedensel ilişkiyi göstermişlerdir.
Buna karşılık Mozumder ve Marathe (2007)
Bangladeş’te ekonomik büyümeden elektrik tüketimine doğru (korumacı hipotez),
Yuan ve diğerleri (2007) ise Çin’de elektrik
tüketimi ve ekonomik büyüme arasında çift
yönlü nedenselliğe ulaşarak geri besleme hipotezinin geçerli olduğunu göstermişlerdir.
Elektrik tüketiminden ekonomik büyümeye
doğru tek yönlü nedensel ilişkinin varlığını
ortaya koyan ve büyüme hipotezinin geçerli
olduğunu sonucuna ulaşan çalışmalar ve incelenen ülkeler şunlardır: Akinlo (2009) Ni-
jerya, Ho ve Siu (2007) Hong Kong, Altınay
ve Karagöl (2005) Türkiye. Elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasında çift yönlü
ilişkiyi ve geri besleme hipotezinin geçerliliğini gösteren çalışmalarla incelenen ülkeler
şunlardır: Belaid ve Abderrahmani (2013)
Cezayir, Shahbaz ve Lean (2012) Pakistan,
Sami (2011) Japonya, Kouakou (2011) Fildişi Sahili, Ouédraogo (2010) Burkino Faso,
Odhiambo (2009) Güney Afrika, Yoo (2005)
Kore. Ekonomik Büyümeden elektrik tüketimine doğru nedenselliği ve böylece korumacı hipotezin geçerliliğini gösteren çalışma ise Ghosh (2002) tarafından Hindistan’ı
konu alan çalışmadır.
Çok ülkeli yapılan çalışmalarda Afrika ve
Asya ülkeleri, G7 ülkeleri, OECD ülkeleri
ve OPEC ülkeleri incelenmiştir. Çalışmalarda dört hipotezi destekleyecek sonuçlar elde
edilmiştir. Çok ülkeli panel metodolojisiyle
yapılan çalışmalarda da farklı sonuçlar ortaya konmuştur. Bu çalışmalarda elde edilen
sonuçlar incelenen döneme, modelde kullanılan değişkenlere, uygulanan yönteme, ülkenin sahip olduğu ekonomik ve sosyal koşullara bağlı olarak farklılık göstermektedir.
3. EKONOMETRİK ANALİZ
3.1. Model ve Veri Seti
Çalışma, Shahbaz ve diğerleri., (2012)
ve Apergis ve Payne (2011)’nin çalışmasındaki modele uygun olarak G-11 ülkele-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
328
rinin elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme
arasındaki ilişki, Cobb-Douglas tipi üretim
fonksiyonuna elektrik tüketimi değişkeni
eklenerek aşağıdaki modelle araştırılacaktır.
a
a
a
Y = A.EL 1K 2L 3eu(1)
Model 1’deki Y reel yurtiçi üretimi, EL,
K ve L sırasıyla, elektrik tüketimi, reel sermaye birikimi ve işgücünü göstermektedir.
A teknolojik gelişmeleri ve u modelin hata
terimini göstermektedir. a1, a2 ve a3 sırasıyla, elektrik tüketimi, sermaye ve işgücüne
ilişkin ölçeğe göre getiriyi göstermektedir.
Doğrusal olmayan Cobb-Douglas üretim
fonksiyonu doğrusal modele dönüştürmek
için tüm değişkenlerin logaritmaları alınmıştır. Cameron (1994) ve Layson (1983)
logaritmik-doğrusal modellerin uygun ve etkin ampirik sonuçlar elde edilmesinde daha
iyi olduğunu vurgulamaktadır. Cobb-Douglas üretim fonksiyonu doğal logaritmik-doğrusal forma (“e” tabanına göre) dönüştürüldüğünde aşağıdaki model elde edilir.
lnYt=lnAt+a1lnELt+a2lnKt+a3lnLt+ut (2)
Elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme
arasındaki ilişkiyi incelen ampirik modelde
teknoloji sabit kabul edilmektedir. Böylece
G-11 ülkeleri için elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi araştıran
olalogaritmik-doğrusal model
rak alınırsa aşağıdaki gibi modellenebilir:
lnYt=a0+a1lnELt+a2lnKt+a3lnLt+ut
(3)
Burada lnYt, lnELt, lnKt ve lnLt sırasıyla,
kişi başı gelirin, kişi başı elektrik tüketiminin, kişi başı sabit sermaye birikiminin ve
işgücünün logaritmalarını göstermektedir.
Analizde; seçilmiş G-11 ülkelerine ait,
1980-2011 dönemi yıllık verileri kullanılmıştır. Çalışmada; 2005 yılı sabit fiyatlarla
satınalma gücü paritesine göre hesaplanan
kişi başı gelir (Y), kilowatt saat (kWh) olarak
kişi başı elektrik tüketimi (EL), 2005 yılı sabit fiyatlarla satınalma gücü paritesine göre
hesaplanan kişi başı sabit sermaye birikimi
(K) ve toplam işgücü (L) değişkenleri kullanılmıştır. Kişi başı gelir ve elektrik tüketimi
verileri Dünya Bankası’ndan (Worldbank,
2014), işgücü verileri OECD istatistiklerinden (OECD, 2014), kişi başı sermaye birikimi Heston ve diğerleri (2014)’den alınmıştır. Tüm değişkenlerin ampirik analizler
uygulanmadan önce doğal logaritmaları
alınmıştır. Analiz için Gauss 9.0 ve Stata-11
paket programı kullanılmıştır.
3.2. Yöntem
Çalışmada, paneli oluşturan ülkeler arasındaki yatay kesit bağımlılığın (YKB)
varlığı; ilk kez Breusch ve Pagan (1980)
tarafından ortaya atılan (Lagrange Multiplier-LM testi) ve Pesaran ve diğerleri (2008)
tarafından sapması düzeltilen LMadj (Adjusted Crossectionally Dependence Lagrange
Multiplier) yöntemiyle test edilmiştir. Serilerin durağanlığı, YKB’yi ve serilerdeki
yapısal kırılmaları dikkate alan ikinci kuşak
birim kök testlerinden, Pesaran (2007) tarafından geliştirilen CADF (Cross-Sectionally
Augmented Dickey Fuller) ile test edilmiştir. Eş-bütünleşme katsayılarının homojenliği, Pesaran ve Yamagata (2008) tarafından
geliştirilen eğim katsayılarının homojenliği
testi’yle (Slope Homogeneity Test) incelenmiştir. Seriler arasındaki eş-bütünleşme ilişkisinin varlığı; Basher ve Westerlund (2009)
tarafından geliştirilen, YKB’yi ve eşbütün-
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
leşme denklemindeki yapısal kırılmaları göz
önünde bulunduran çoklu yapısal kırılmalı
eşbütünleşme testiyle (multiple structural
break cointegration test) analiz edilmiştir.
Uzun döneme ait bireysel ve panelin geneline ait eşbütünleşme katsayıları; Eberhardt ve Bond (2009) tarafından geliştirilen
ve YKB’yi göz önünde bulunduran AMG
(Augmented Mean Group Estimator- Güçlendirilmiş Ortalama Grup Etkisi) tahmincisiyle hesaplanmıştır.
3.3. Yatay Kesit Bağımlılığının Test
Edilmesi
Seriler arasında yatay kesit bağımlılığı
(YKB) varken, bu durum dikkate alınmadan analiz yapılması elde edilecek sonuçları
önemli ölçüde etkilemektedir (Breusch ve
Pagan, 1980; Pesaran, 2004). Bu nedenle
analize başlamadan önce, serilerde ve eş-bütünleşme denkleminde YKB’nın varlığının
test edilmesi gerekmektedir. YKB’nın yapılacak birim kök ve eş-bütünleşme testleri
seçilirken göz önünde bulundurulmaması;
yapılan analizin sonuçlarını sapmalı ve tutarsız hale getirecektir.
Seriler arasında YKB’nin varlığı; zaman boyutu yatay kesit boyutundan büyük
olduğunda (T>N); Berusch-Pagan (1980)
CDLM1 testiyle, zaman boyutu yatay kesit boyutuna eşit olduğunda (T=N); Pesaran (2004) CDLM2 testiyle, zaman boyutu
yatay kesit boyutundan küçük olduğunda
ise (T<N); Pesaran (2004) CDLM testiye
kontrol edilmektedir. Bu çalışmada 11 ülke
(N=11) ve 32 dönem (T=32) olduğu için, Berusch-Pagan (1980) LM testi kullanılmıştır.
Bu test, grup ortalaması sıfır fakat bireysel
ortalama sıfırdan farklı olduğunda sapmalı
olmaktadır. Pesaran ve diğerleri. (2008), bu
329
sapmayı, test istatistiğine varyansı ve ortalamayı da ekleyerek düzeltmiştir. Bu nedenle
ismi düzeltilmiş LM testi (LMadj) olarak ifade
edilmektedir. LM istatistiği artıklar arasındaki basit korelasyon katsayılarının karelerinin toplamına dayanır. Bu istatistik X2
asimtotik dağılımına sahiptir ve parametresi
de N(N-1)/2’dir. Denklem 4’deki ~ ise; test
istatistiğinin X2 dağılımına sahip olduğunu
belirtmektedir.
∑Tt=1 eit ejt
rij = rji = –––––––––––––––––
(∑ Tt=1 eit2) 1/2 (∑Tt=1 eit2) 1/2
kalıntılar arasındaki yatay kesitlerin korelasyonunun tahmini olmak üzere; LM test istatistiği ilk haliyle aşağıdaki gibidir.
N–1 N
2
2
N(N–1)
CDLM1=T ∑ ∑ rji ~X–––––––
i=1 j=i+1
2
(4)
Daha sonra yapılan düzeltmeyle şu hale
gelmiştir.
N–1 N
1/2
2
LMadj =(–––––––)
∑ ∑
i=1 j=i+1
N(N–1)
2 (T–K–1)r –m
ij
Tij
rij –––––––––––––
~N(0,1)
uTij
(5)
Burada; m Tij ortalamayı, uTij varyansı ve
K açıklayıcı değişken sayısını temsil etmektedir. Buradan elde edilecek olan test istatistiği, asimtotik olarak standart normal dağılım göstermektedir (Pesaran ve diğerleri,
2008). Testin hipotezleri:
H0: Yatay kesit bağımlılığı yoktur.
H1: Yatay kesit bağımlılığı vardır.
Test sonucunda elde edilecek olasılık değeri 0.05’ten küçük olduğunda, %5 anlamlılık düzeyinde, H0 hipotezi reddedilmekte
ve paneli oluşturan birimler arasında YKB
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
330
olduğuna karar verilmektedir (Pesaran ve
diğerleri, 2008). Bu çalışmada, değişkenlerde ve eş-bütünleşme denkleminde YKB’nin
varlığı, Gauss kodları yardımıyla ayrı ayrı
LMadj testi ile kontrol edilmiş ve Tablo
4’deki sonuçlar elde edilmiştir.
Tablo 4: Yatay Kesit Bağımlılığı (LMadj) Testleri Sonuçları
Değişkenler
Y
EL
K
L
Eş-Bütünleşme
Denklemi
Test İst. ve Prob
CDLM1
(Breusch,Pagan 1980)
657.71 (0.00)
484.60 (0.00) 322.37 (0.00)
88.29 (0.00)
707.52 (0.00)
LMadj
(Pesaran vd. 2008)
94.53 (0.00)
98.82 (0.00)
99.11 (0.00)
28.91 (0.00)
Tablo 4’den izlenebileceği gibi; Y, EL, K
ve L değişkenlerine ve eşbütünleşme denklemine ait olasılık değerleri 0.05’ten küçük olduğu için (son satırda LMadj testi),
H0 hipotezleri, güçlü biçimde reddedilmiş,
serilerde ve eşbütünleşme denkleminde
YKB’nin olduğuna karar verilmiştir. Böylece ülkelerden birinde meydana gelen kişi
başı elektrik tüketimi, yatırım ve işgücü şokunun diğer ülkeleri de etkileyebileceği kabul edilmektedir. Bu nedenle, bu ülkelerdeki
karar vericiler, ekonomi politikalarını belirlerken, diğer ülkelerin uyguladıkları politikaları ve bu ülkelerin kişi başı elektrik tüketimi, yatırım ve işgücü’nü etkileyen şokları
da göz önünde bulundurmalıdırlar. Ayrıca,
çalışmada kullanılan Y, EL, K ve L serileri
için, analizin bundan sonraki aşamalarında,
birim kök analizi yapılırken, YKB’yi dikkate alan birim kök testleri kullanılmalıdır.
Seriler arasında eşbütünleşme ilişkisinin
varlığı ve eşbütünleşme denklemi tahmin
edilirken de YKB’yi dikkate alan test yöntemlerinin kullanılması gerekmektedir. Bu
yüzden çalışmanın sonraki aşamalarında,
96.72 (0.00)
YKB’yi dikkate alan ikinci nesil panel birim
kök testi ve panel eş-bütünleşme yöntemleri
kullanılmıştır.
3.4. Panel Birim Kök Testi
Verinin hem zaman hem de yatay kesit
boyutuna ilişkin bilgiyi dikkate alan panel
birim kök sınamalarının, sadece zaman boyutuyla ilgili bilgiyi göz önüne alan zaman
serisi birim kök sınamalarından, istatistiksel
anlamda daha güçlü olduğu kabul edilmektedir (Im, Pesaran ve Shin, 2003; Maddala
ve Wu, 1999; Taylor ve Sarno, 1998; Levin, Lin ve Chu, 2002; Hadri, 2000; Pesaran,
2007; Beyaert ve Camacho, 2008). Çünkü
yatay kesit boyutunun analize eklenmesiyle,
verideki değişkenlik artmaktadır. Panel birim kök sınamasında karşılaşılan ilk sorun,
paneli oluşturan yatay kesitlerin birbirinden
bağımsız olup olmadıklarıdır. Panel birim
kök testleri bu noktada; birinci ve ikinci kuşak testler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Birinci kuşak testler de homojen ve heterojen
modeller olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Levin ve diğerleri (2002), Breitung (2005)
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
ve Hadri (2000) homojen model varsayımına dayanırken; Im, Pesaran ve Shin (2003),
Maddala ve Wu (1999), Choi (2001) heterojen model varsayımına dayanmaktadır.
Birinci kuşak birim kök testleri, paneli
oluşturan yatay kesit birimlerinin bağımsız
olduğu ve paneli oluşturan ülkelerden birine
gelen şoktan, tüm yatay kesit birimlerinin
aynı düzeyde etkilendikleri varsayımına dayanır. Hâlbuki günümüzde ekonomilerinin
birbiriyle ilişkili olduğu düşünülürse, paneli
oluşturan ülkelerden birine gelen bir şoktan,
ülkelerin farklı düzeyde etkilenmesi daha
gerçekçi bir yaklaşımdır. Bu eksikliği gidermek için, yatay kesit birimleri arasındaki yatay kesit bağımlılığını göz önünde bulundurarak birim kök analizi yapan ikinci nesil birim kök testleri geliştirilmiştir. Başlıca ikinci
nesil birim kök testleri ise MADF (Taylor ve
Sarno, 1998), SURADF (Breuer, Mcknown
ve Wallace, 2002), Bai ve Ng (2004), CADF
(Pesaran, 2007) ve PANKPSS (Carrion-I
Silvestre ve diğerleri, 2005) ’dir.
Bu çalışmada kullanılan Y, EL, K ve L
değişkenleri için paneli oluşturan ülkeler
arasında YKB tespit edildiği için serilerin
durağanlığı, YKB olduğu durumda kullanılabilen, ikinci kuşak birim kök testlerinden
CADF testi (Pesaran, 2007) ile incelenmiştir. CADF ile paneli oluşturan serilerdeki her
bir yatay kesit biriminde (her bir ülke için)
birim kök testi yapılabilmektedir. Böylece
serilerin durağanlığı, panelin geneli için ve
her bir yatay kesit için ayrı ayrı da hesaplanabilmektedir. Her ülkenin zaman etkilerinden farklı etkilendiğini varsayan ve mekansal otokorelasyonu dikkate alan CADF
testi, T>N ve N>T durumunda kullanılmaktadır. Bu test istatistiği değerlerini, Pesaran
(2007)’ın CADF kritik tablo değerleriyle
karşılaştırarak, her ülke için durağanlık test
edilmektedir. CADF kritik tablo değeri,
331
CADF istatistiği değerinden büyükse boş
hipotez reddedilir ve sadece o ülkenin serisinin durağan olduğu sonucuna ulaşılır (Pesaran, 2007, 274, Güloğlu ve İvrendi, 2010,
384-385, Katırcıoglu ve diğerleri, 2015,
263). CADF test istatistiği aşağıdaki şekilde
tahmin edilmektedir:
Yi,t=(1–fi)mi+fiyi,t–1+ui,t
i=1,2, …..N ve t=1,2,….T(6)
u it = g i f t + e it (7)
Burada, f t her ülkenin gözlenemeyen ortak etkilerini (common effect), e it bireyselspesifik hatayı gösterir. Denklem (6), (7) ve
birim kök hipotezleri şu şekilde yazılabilir:
∆yit = ai + biyi,t–1 + g i f t + e it
i = 1,2,………N ve t = 1,2,……T
H0 : bi = 0 Tüm i’ler için
(8)
(Seri durağan değildir.)
H1 : bi < 0 i = 1,2,……N1
bi = 0 i = N1 + 1, N1 + 2,……, N.
(Seri durağandır.)
Ayrıca herbir yatay kesite (ülkelere) ait
birim kök test istatistiklerinin ortalaması alınarak panelin geneli için birim kök tests istatistiği olan CIPS (Cross-Sectionally Augmented IPS) elde edilebilir (Pesaran, 2007).
CIPS istatistiği şu şekilde ifade edilebilir:
N
CIPS = N–1 ∑ CADFi
i=1
(9)
Paneli oluşturan her ülke için birim kök
istatistiği (CADF) ve panelin geneli için test
istatistiği (CIPS) ve Pesaran (2007) tarafından hesaplanan kritik değerler Tablo 5’de
verilmiştir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
332
Tablo 5: CADF Birim Kök Testi Sonuçları
Test İstatistiği
Ülkeler
Y
Belçika
ΔY
EL
ΔEL
K
ΔK
L
ΔL
-2.84
-2.83
-1.61
-2.38
-2.43
-3.11
-1.32
-3.14***
İsveç
-1.69
-3.17
-3.46
-2.11
-1.23
-3.37
-0.68
-2.44
İsviçre
-0.20
-3.18
-1.95
-2.60
-2.16
-3.25
-1.96
-3.25
-2.86
-2.48
Japonya
-2.40
-2.17
-2.33
-3.12
-2.14
-3.91**
İtalya
-0.33
-3.77***
-1.54
-2.22
-2.35
-3.84***
-2.65
-2.34
-1.75
-1.11
Almanya
-2.25
-1.53
-2.48
-2.87
-3.12
-4.48**
Fransa
-2.92
-3.92**
-3.76***
-4.54**
-2.17
-2.91
-1.70
-2.34
-3.30
-3.48**
-1.78
Kanada
-2.09
-2.55
-1.59
-1.24
-3.78***
Hollanda
-2.16
-2.71
-2.36
-2.72
-2.43
-3.69***
-1.46
-3.92**
İngiltere
-2.19
-2.60
-1.56
-5.46*
-3.61***
-4.72*
-1.27
-1.48
ABD
-0.74
-4.21**
-2.64
-2.32
-1.37
-4.05**
1.90
-2.20
-1.80
-2.96**
-2.29
-2.87**
-2.43
-3.69*
-1.56
-2.40**
Panel (CIPS)
Not: *, ** ve *** sırasıyla %1, %5 ve %10 anlamlılık düzeyinde serilerin durağan olduğunu göstermektedir. Δ, fark operatörü
olup değişkenin farkının alındığını göstermektedir. Test modeli olarak, L değişkeni hariç tüm değişkenler için sabit ve trendli
model seçilmiştir. Trendlere serilerin grafiklerine bakılarak karar verilmiştir. Panelin geneli için Y, EL, K değişkenlerine ait
kritik değerler sırasıyla %1, %5 ve %10 anlamlılık düzeyleri için; -3.10, -2.86 ve -2.73 iken, L değişkeni için ise -2.57, -2.33
ve -2.21’dir. Kritik değerler Pesaran (2007), s. 280-281, Tablo II(b) ve II(c)’den alınmıştır.
Tablo 5’deki sonuçlar incelendiğinde, panelin geneli için, serilerin düzeyde durağan
olmayıp, birinci farkları alındığında durağan
hale geldiği yani, I(1) oldukları görülmüştür.
Serilerin tamamı I(1) olduğu için eş-bütünleşme analizine geçilebilir. Çünkü eş-bütünleşme analizinin yapılabilmesi için serilerin
I(1) olması ön koşuldur.
3.5. Eş-bütünleşme Katsayılarının Homojenliğinin Test Edilmesi
Eş-bütünleşme denkleminde eğim katsayısının homojen olup olmadığını belirlemeye yarayan bir testtir. Bu konudaki ilk
çalışmalar, Swamy (1970) ile başlamıştır.
Pesaran ve Yamagata (2008), Swamy testini
geliştirmiştir. Bu testte;
Yit = a + biXit + eit(10)
Şeklindeki genel bir eş-bütünleşme
denkleminde, bi eğim katsayılarının, yatay
kesitler arasında farklı olup olmadığını test
edilmektedir. Testin hipotezleri:
H0:bi=b Eğim katsayıları homojendir.
H1:bi ≠b Eğim katsayıları homojen değildir.
(10) nolu regresyon modelini önce panel
OLS (Ordinary Least Squares), ardından
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
Ağırlıklandırılmış Sabit Etkiler (Weighted
Fixed Effect ) modeli ile tahmin edilerek,
gerekli test istatistiği oluşturulmaktadır. Pesaran and Yamagata (2008), hipotezleri test
edebilmek için iki farklı test istatistiği geliştirmiştir:
∆ = vN
–
(
Küçük Örneklemler İçin:
∆adj = vN
)
–
(
N–1 S – k ~N(0,1)
––––––––
v(T.k)
(12)
Burada N; yatay kesit sayısını, S; Swamy
test istatistiğini, k; açıklayıcı değişken sayı-
Büyük Örneklemler İçin:
) ~X N–1 S – k
––––––––
2k
333
2
k
sını ve v(T, k) standart hatayı ifade etmekte(11)
dir. Homojenlik testi sonuçları, Tablo 6’da
verilmiştir.
Tablo 6: Eğim Katsayılarının Homojenliği Testi Sonuçları
Test İstatistiği
Olasılık Değeri
∆ Testi
24.876
0.000
∆adj Testi
27.006
0.000
Tablo 6’da hesaplanan testlerin olasılık
değerleri 0.05’ten küçük olduğu için, H0 hipotezi reddedilmiştir. Eş bütünleşme denkleminde, sabit terim ve eğim katsayılarının
homojen olmadığına karar verilmiştir. Bu
durumda, paneli oluşturan ülkeler için yapılacak eş-bütünleşme yorumları geçerlidir ve
güvenilebilir (Pesaran and Yamagata, 2008).
3.6. Çoklu Yapısal Kırılmalı Panel EşBütünleşme Testi
Yapısal kırılma olduğu halde yapısal kırılmalara yer vermeyen testler sapmalı sonuçlar vermektedir (Charemza ve Deadman,
1997). Basher ve Westerlund (2009) tarafından geliştirilen bu test, YKB’nin olduğu
durumda yapısal kırılmaları dikkate alarak,
düzeyde durağan olmayan fakat birinci farkı
alındığı zaman durağan olan seriler arasın-
da eş-bütünleşme ilişkisinin varlığını test
etmektedir. Bu test sabit terimde ve trendde
kırılmalara izin vermektedir. Geliştirilen test
istatistiği:
2
T
M
N
Sit
1 ∑ ∑ i+1 ∑ ij –––––––––––––
Z(M) =–––
N i=1 j=1 t=Tij–1 (Tij – Tij–1)2 si2
(13)
t
Burada Sit= ∑ Wst dir. Wst ise tam
t=Tij–1+1
değiştirilmiş EKK türü etkin bir tahminciden elde edilmiş kalıntılar vektörüdür.
si2 de Wst’ye dayalı uzun dönem varyans tahmincisidir. Z(M) yatay kesit ortalamaları alınarak sadeleştirildiğinde aşağıdaki şekle gelir.
T
2
ij
Sit
Z(M) = ∑ –––––––––––––––
~N(0,1) (14)
2 2
t=Tij–1+1 [(T]ij – Tij–1) si
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
334
Elde edilen bu test istatistiği, standart
normal dağılım göstermektedir. Testin hipotezleri:
H0: Seriler arasında eş-bütünleşme ilişkisi vardır.
H1: Bazı yatay kesitler için, seriler arasında eş-bütünleşme ilişkisi yoktur.
Eş-bütünleşme ilişkisi incelenirken, paneli oluşturan ülkeler arasında YKB olma-
dığında, test istatistikleri 1.645 kritik değeri
ile ya da asimtotik olasılık değeri 0.05 ile
karşılaştırılırken, YKB olduğunda ise bootstrap olasılık değerleri, 0.05 ile karşılaştırılmaktadır (%5 anlamlılık düzeyi için). Hesaplanan testin olasılık değeri, 0.05’ten büyük olduğunda, H0 kabul reddedilememekte
ve seriler arasında eş-bütünleşme ilişkisinin
varlığına karar verilmektedir. Eş-bütünleşme test sonuçları Tablo 7’de görülmektedir.
Tablo 7: Çoklu Yapısal Kırılmalı Panel Eş-Bütünleşme Test Sonuçları
LM Test İst.
Asimtotik prob.
Karar
Sabitte
9.850
0.000
Eşbütünleşme yoktur.
Sabitte ve Trendde
3.682
0.000
Eşbütünleşme yoktur.
LM Test İst.
Bootsrap prob.
Karar
Sabitte
9.850
0.840
Eşbütünleşme vardır.
Sabitte ve Trendde
3.682
0.773
Eşbütünleşme vardır.
Not: Olasılık değerleri, Bootsrap kullanılarak 1000 döngü (replication) ile elde edilmiştir.
Tablodaki sonuçlar incelendiğinde,
YKB’nin ve yapısal kırılmaların dikkate
alınıp alınmaması, eş-bütünleşme ilişkisinin
varlığı konusundaki kararı önemli ölçüde
etkilemektedir. Örneğin, YKB’nin olmadığı
durumda seriler arasında eşbütünleşme ilişkisi yokken (prob=0.000), YKB’nin olduğu
durumda ise eşbütünleşme ilişkisinin olduğu
görülmektedir (prob=0.773). Ülkeler arasındaki YKB ve eşbütünleşme denklemlerindeki yapısal kırılmalar göz önünde bulundurulduğunda, seriler arasında eşbütünleşme
ilişkisinin var olduğuna karar verilmiştir.
Tablo 8’de test yöntemi 1985, 1987, 1988,
1990, 1999 ve 2005 yıllarında yapısal kırılmaları başarıyla tespit etmiştir. OECD ülkelerinde 1980’li yılların ortalarından itibaren
ekonomilerde ortaya çıkan iyileşme 1987 ve
1988’de zirve değerlerine ulaşmış ve yüzde
4’ün üzerinde yıllık büyüme gerçekleşmiştir.
Özellikle 1986’da petrol fiyatlarındaki azalmayla dış ticaret hadlerinde iyileşme sağlamış; tüketici güveninin ve özel yatırımların
hızla artmasıyla işsizlik oranlarında gerileme
görülürken enflasyon oranları uzun dönem
ortalamalar civarında kalmıştır.
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
335
Tablo 8: Eşbütünleşme Denkleminde Seçilmiş 11 Ülkenin Yapısal Kırılma Sayıları ve Tarihleri
Ülkeler
Kırılma sayısı
Kırılma Tarihleri
Belçika
1
1988
-
-
İsveç
1
1988
-
-
İsviçre
2
1987
2005
-
Japonya
2
1988
2005
-
İtalya
1
1985
-
-
Almanya
0
-
-
-
Fransa
1
1988
-
-
Kanada
2
1990
2005
-
Hollanda
1
1987
-
-
İngiltere
1
1987
-
-
ABD
3
1987
1999
2005
Not: Olasılık değerleri, Bootstrap kullanılarak 1000 döngü (replication) ile elde edilmiştir. Maksimum kırılma sayısı
3 alınmıştır. Model olarak, sabitte ve trendde kırılmaya izin veren model seçilmiştir.
1987, 1988 ve 1990’da yapısal kırılmanın
ortaya çıkmasında Irak-İran savaşının Ağustos 1988’de sonra ermesi ve ardından genişlemeci politikaların ülkelerde benzer etkiler
ortaya çıkarması olduğu söylenebilir. Diğer
taraftan enerji fiyatlarındaki artışın enflasyonu uyarmasıyla ülkelerin sıkı para politikasını
uygulamaları ve ABD’nin yüksek cari açık
vermesine bağlı olarak ortaya çıkan endişeler
bazı ülkelerde (İsviçre, Japonya ve Kanada)
2005 yılında ekonomik kırılmaya neden olmuştur (OECD, 1988; OECD, 2005).
3.7. Uzun Dönem Eşbütünleşme Katsayılarının Tahmin Edilmesi
Çalışmanın bu kısmında, seriler arasında
eşbütünleşme ilişkisi tespit edildikten sonra
uzun dönem bireysel eş-bütünleşme katsayıları; Eberhardt ve Bond (2009) tarafından
geliştirilen ve yatay kesit bağımlılığını göz
önünde bulunduran AMG yöntemi ile tahmin edilecektir. AMG serilerin I(1) olması
durumunda kullanılabilen paneli oluşturan
ülkelere ve panelin geneline ait eşbütünleşme katsayılarını hesaplayabilen bir tahmincidir. AMG tahmincisi, grup ortalamalarını ağırlıklandırarak hesaplar. Bu yönüyle
Pesaran (2006) tarafından geliştirilen CCE
(Common Corelated Effects: Ortak Grup Etkisi) tahmincisinden daha güvenli sonuçlar
vermektedir (Eberhardt ve Bond, 2009).
AMG, panelin geneli için geçerli olacak
olan uzun dönem eşbütünleşme katsayısını,
yatay kesitlere (ülkelere) ait uzun dönem
eş-bütünleşme katsayılarının aritmetik ortalamasını alarak tahmin etmektedir. Paneli oluşturan ülkelere ve panelin geneline ait
eş-bütünleşme katsayıları AMG ile tahmin
edilmiş ve sonuçlar, Tablo 9’da verilmiştir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
336
Tablo 9: Uzun Dönem Eş- Bütünleşme Katsayıları Y=f( EL, K, L )
Ülkeler
EL
t-ist.
K
t-ist.
L
t-ist.
1
Belçika
0.225
6.08*
0.045
2.45*
0.421
4.65*
2
İsveç
-0.039
-0.58
0.066
1.01
0.900
3.69*
3
İsviçre
0.105
0.84
0.001
0.14
0.091
0.83
4
Japonya
0.196
0.70
0.179
2.22*
1.106
2.02**
5
Italya
0.926
14.15*
-0.015
-0.27
0.239
2.10*
6
Almanya
0.179
1.80**
0.115
2.59*
0.284
6.51*
7
Fransa
0.227
5.16*
0.107
2.97*
0.639
3.69*
8
Kanada
-0.070
-0.98
0.200
3.83*
-0.028
-0.15
9
Hollanda
0.679
4.88*
-0.079
-1.67**
-0246
-1.89**
10
İngiltere
-0.103
-0.89
0.129
1.87**
-0.204
-0.82
11
ABD
0.037
0.85
0.154
7.54*
0.673
4.40*
Panel
0.214
2.23*
0.082
3.11*
0.352
2.64*
Not: t istatistiğinin hesaplanmasında; Newey-West değişen varyans standart hatası kullanılmıştır. *, **, *** ifadeleri sırasıyla
%1, %5 ve %10 anlamlılık düzeyini göstermektedir.
Tablo 9’da incelenen 11 ülke için beklentilerimizle uyumlu olarak, kişi başı yatırım
ve işgücü sabit varsayıldığı zaman, kişi başı
elektrik tüketimi, kişi başı büyümeyi artırıcı yönde etkilediği görülmüştür. Kişi başı
elektrik tüketiminin, yüzde 100 artması, büyümeyi yüzde 21.4 oranında artmasına yol
açacaktır. Bu sonuç istatistikî olarak anlamlıdır ve yorumlanabilir düzeydedir.
Analiz sonuçlarına göre; incelenen ülkeler için kişi başı yatırım ve işgücünde meydana gelen artışların da teorik beklentilerimize
paralel olarak büyümeyi artırdığı bulgusuna
ulaşılmıştır. Ülkelerin kişi başı yatırım düzeyinde meydana gelen, yüzde 100’lük artış, büyümeyi yüzde 8.2 oranında artmasına
yol açacaktır. Benzer şekilde ülkelerin işgücü büyüklüklerinde meydana gelen, yüzde
100’lük artış, büyümeyi yüzde yüzde 35.2
oranında artıracaktır. Bu sonuçlar da istatistikî olarak yorumlanabilir düzeydedir.
Ülkeler özelinde incelendiği zaman,
elektrik tüketiminin büyüme üzerindeki etkisi incelenen ülkelerden beşinde istatistiki
olarak anlamlıdır. İncelenen ülkelerde (İsveç, Kanada ve İngiltere hariç) elektrik tüketiminin büyüme üzerinde artırıcı etkiye
sahip olduğu görülmektedir. Elektrik tüketiminin büyüme üzerindeki etkisinin en yüksek olduğu ülkeler; İtalya, Hollanda, Fransa,
Belçika ve Almanya’dır. İtalya, Hollanda,
Fransa, Belçika ve Almanya ekonomileri
için elektrik tüketimindeki yüzde 100’lük
artış büyümeyi sırasıyla yüzde 92.6, yüzde
67.9, yüzde 22.7, yüzde 22.5 ve yüzde 17.9
oranında artıracaktır.
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
3.8. Panel Nedensellik Analizi
Eşbütünleşme, iki değişken arasında nedensellik ilişkisinin mevcut olabileceği belirtse de nedensellik ilişkisinin yönü hakkında bilgi vermemektedir. Aşağıda dört değişkenli modelde elektrik tüketimi, ekonomik
büyüme, sabit sermaye birikimi ve işgücü
değişkenleri arasındaki kısa ve uzun dönem
Granger nedensellik ilişkisi test edilmektedir. Granger nedensellik iki aşamalı prose-
337
dürden oluşmaktadır: Birinci aşama uzun
dönem ilişkisinden elde edilen hata teriminin tahminiyle ilgilidir. İkinci aşamada ise
elde edilen hata terimi eşitliğin sağ tarafına
eklenerek hata düzeltme modeli tahmine
geçilmektedir. Hata düzeltme terimi ECTit
olarak tanımlandığında, her bir değişkenin
bağımlı değişken olduğu dinamik hata düzeltme modelleri aşağıdaki gibi belirlenmektedir:
(15)
(16)
(17)
(18)
Burada D fark operatörünü, ECT uzun
dönem eşbütünleşme ilişkisinden elde edilen gecikmeli hata düzeltme terimini, b1,it,
a1,it, d1,it ve m1,it uyarlama katsayılarını,
e1i,t, ei2,t, e3i,t ve e4it hata terimlerini göstermektedir. Gecikme uzunlukları Akaike ve
Schwarz gibi bilgi kriterlerine göre belirlenmektedir. Nedenselliğin kaynağı 15, 16,
17 ve 18 nolu denklemlerdeki gecikmeli
değişkenlerin katsayılarının anlamlılığı test
edilerek belirlenmektedir. Örneğin denklem
15’de her bir i için H0: b3,it = 0 veya denklem
16’da H0: a3,it = 0 test edildiğinde sırasıyla
“elektrik tüketimi ekonomik büyüme nede-
ni değildir”, ve “ekonomik büyüme elektrik
tüketiminin nedeni değildir” sıfır hipotezleri test edilerek kısa dönem Granger zayıf
nedensellik değerlendirilmektedir. Masih ve
Masih (1996) ve Asafu-Adjaye (2000) zayıf
Granger nedenselliği kısa dönem nedensellik olarak yorumlamaktadır. Modeldeki bağımsız değişkenlerin katsayılarının bir bütün olarak standart F-istatistiğinin anlamlı
olması kısa dönem nedenselliğin varlığını
göstermektedir. Diğer olası nedensellik kaynağı 15-18 nolu denklemlerdeki bir dönem
gecikmeli ECT ile belirlenmektedir. Hata
düzeltme modelindeki ECT’lerin katsayı-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
338
ları, uzun dönem dengesindeki sapmaların
her bir değişkendeki izleyen değişmelerle
ne kadar bir hızla ortadan kalkacağını göstermektedir. Örneğin denklem 15’de b1,it =
0 olduğunda Y, önceki dönemde uzun dönem
dengesindeki bir sapmaya tepki verememektedir. Yukarıdaki modellerdeki tüm i için
b1,it = 0 a1,it = 0 d1,it = 0 ve m1,it = 0 hipotezleriyle uzun dönem nedensel ilişkinin yoklu-
ğu test edilmektedir. Uzun dönem nedensel
ilişki olması için, hata düzeltme terimlerinin
katsayılarının negatif ve istatistikî olarak anlamlı olması beklenir. Hata düzeltme terimi
katsayısının t-istatistiği uzun dönemli nedensellik ilişkisiyi göstermektedir. Hata düzeltme modeline dayalı Granger nedensellik
testi sonuçları Tablo 10’da verilmiştir.
Tablo 10: Hata Düzeltme Modeline Dayalı Kısa ve Uzun Dönem Granger Nedensellik Testi
Sonuçları
Model
Kısa Dönem Nedensellik
Uzun Dönem
Nedensellik
F- istatistiği (Olasılık)
t- istatistiği
∆Y
∆EL
∆K
∆L
ECt
Model 15
∆Y
-
10.22
(0.06)***
6.35
(0.27)
3.02
(0.69)
-0.006
[-1.30]***
Model 16
∆EL
10.95
(0.05)**
-
11.95
(0.03)**
8.26
(0.14)
-0.022
[-4.07]*
Model 17
∆K
26.57
(0.00)*
3.82
(0.57)
-
0.75
(0.97)
-0.202
[-5.61]*
Model 18
∆L
35.55
(0.00)*
8.66
(0.12)
1.48
(0.91)
-
-0.007
[-1.75]**
Not: Granger nedensellik analizinde, VAR modeli yardımıyla en uygun gecikme uzunluğu; FPE (Final Prediction Error), AIC
(Akaike Information Criterion) ve LR (Likelihood Ratio) kullanılarak 5 alınmıştır. 5. gecikme uzunluğunda otokorelasyon ve
değişen varyans sorununun olmadığı görülmüştür (Serial Correlation LM otokorelasyon testi: 21.10 (0.17), White Heteroskedasticity değişen varyans testi: 2795.98 (0.26). *, ** ve *** sırasıyla yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 anlamlılık düzeyini ifade
etmektedir. ( ) içerisindeki değerler prob. değerini, [ ] içerisindeki değerler ise t istatistiğini vermektedir.
Tablo 10’dan izlenebileceği gibi Model
15’de “elektrik tüketimi ekonomik büyümenin nedeni değildir” şeklindeki boş hipotezi
yüzde 10 anlamlılık düzeyinde reddedilmektedir. Bu durum, elektrik tüketiminden
ekonomik büyümeye doğru tek yönlü Granger nedenselliğin varlığını göstermektedir.
Diğer taraftan Model 16’da ekonomik
büyüme değişkeninin F-istatistiğinin yüzde 5 düzeyde anlamlı olması, ekonomik
büyümeden elektrik tüketimine doğru tek
yönlü nedenselliğe işaret etmektedir. Model 15 ve Model 16’daki elektrik tüketimi
ve ekonomik büyüme arasındaki kısa dö-
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
nem nedensel ilişkiler dikkate alındığında
elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme
arasında çift yönlü kısa dönem Granger
nedensellik geçerlidir. Böylece incelenen
G11 ülke grupları için elektrik tüketimine
ilişkin geri besleme (feedback) hipotezinin geçerli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Bu sonuç Narayan vd. (2010), Chen
vd. (2007) ve Apergis ve Payne (2011)
tarafından panel yöntemle yapılan çalışmalarda elde edilen bulgularla tutarlılık
göstermektedir. Bu sonuçtan hareketle
incelenen ülkelerde elektrik tüketimi ile
ekonomik büyüme arasında karşılıklı bağımlılığın bulunduğu ve değişkenlerin
birbirlerinin tamamlayıcıları olduğunu
söylenebilir. Ayrıca ülkeler kısa dönemde
enerji sektörünün gücünü korumaları için
mevcut eskiyen ve etkin olmayan enerji
altyapılarının yerini yeni sermaye yatırımlarıyla desteklemelidirler. Bu da ancak
ekonomik büyümeyle gerçekleşecektir.
Ayrıca geri besleme hipotezi dikkate alındığında ülkelerde uygulanan enerji üretimi
ve tüketiminde etkinliği sağlamaya odaklı
enerji politikalarının reel GSYİH üzerinde
negatif bir etkiye yol açmayacağı söylenebilir. Tablo 10’daki değişkenler arasındaki
kısa dönem Granger nedensellik incelendiğinde, ekonomik büyümeden yatırıma,
ekonomik büyümeden işgücüne, yatırımdan elektrik tüketimine doğru tek yönlü
Granger nedenselliğin var olduğu görülmektedir. Uzun dönem Granger nedensellik değerlendirildiğinde modellerdeki bir
dönem gecikmeli ECT katsayıların t-istatistiğinin istatistiki olarak anlamlı olması,
uzun dönem Granger nedenselliğin tüm
modellerde var olduğunu göstermektedir.
339
Örneğin Model 15’de ECT kaysayısının
negatif ve anlamlı olması, elektrik tüketimi, sabit sermaye birikimi ve işgücünden
ekonomik büyümeye doğru uzun dönem
Granger nedenselliğin geçerli olduğunu
göstermektedir.
3.9. Bootstrap Panel Nedensellik
Testi
Granger (1969)’e göre bir değişkenin
(X) geçmiş değerlerinin bilgisinin diğer
değişkenin öngörülerini iyileştirmede yardımcı olmaktadır. Eğer ülkeler arasında
heterojenite ve yatay kesit bağımlılığı varsa, kullanılan yöntem bu özellikleri açıklamalıdır. Konya (2006) tarafından önerilen bootstrap panel nedensellik yaklaşımı
heterojenite ve yatay kesit bağımlılığını
açıklamaktadır. Bootstrap panel nedensellik testinde nedensel ilişkilerin belirlenmesi, görünürde ilişkisiz regresyon (SUR)
tahmini analizine dayanmakta ve ülkelerin bootstrap kritik değerlerine Wald testi
uygulanmaktadır. Nedenselliğin yönünün
test edilmesi belirli ülkelerin bootstrap kritik değerlerine yapılan Wald testine dayalı
olmasından dolayı, Konya yaklaşımında
panel üyesi tüm ülkeler için bütünleşik bir
hipotez uygulanmamaktadır. Bu nedenle
Granger nedenselliğin mevcut olduğu belirli ülkeler belirlenmektedir. Diğer taraftan test prosedürü, panel birim kök testi ve
eşbütünleşme gibi öncül testleri de gerektirmemektedir.
Bootstrap panel nedensellik yaklaşımında iki değişkenli tahmin edilen sistem
aşağıdaki denklemlerle gösterilmektedir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
340
(19)
(20)
Denklemde y, kişi başı geliri, x kişi başı
elektrik tüketimini göstermektedir. l gecikme
uzunluğunu, ly1 ve lx1 birinci denklem kümesindeki X ve Y için maksimum gecikmeleri,
ve ly2 ve lx2 ikinci denklem setindeki X ve Y
için maksimum gecikmeleri göstermektedir.
Sistemdeki her bir denklemin hata terimleri
birbiriyle ilişkili olduğundan (kısaca yatay
kesit bağımlılığı gösterdiğinden) bu denklemler kümesi SUR sistemidir. Sistemdeki
Granger nedenselliği test etmek için nedensel
ilişkiler bir ülke için şöyle belirlenebilir: (i)
Tüm d1,i’ler sıfıra eşit değil ancak tüm b2,i’ler
sıfıra eşitse X’den Y’ye tek yönlü Granger
nedensellik mevcut olacaktır. (ii) tüm d1,i’ler
sıfır fakat tüm b2,i’ler sıfıra eşit değilse
Y’den X’e doğru tek yönlü Granger nedensellik ilişkisi mevcuttur. (iii) Ne tüm d1,i ne
de tüm b2,i’ler sıfır değilse X ve Y arasında
iki yönlü Granger nedensellik vardır. (iv) ne
tüm d1,i ne de tüm b2,i ’ler sıfıra eşitse X ve Y
arasında Granger nedensellik ilişkisi yoktur.
Tablo11’de sadece elektrik tüketimi ve
kişi başı gelirin bağımlı değişken olarak kullanıldığı model sonuçları gösterilmektedir.
Tablo 11: Elektrik Tüketimi- Ekonomik Büyüme Bootstrap Panel Nedensellik Sonuçları
Ülkeler
Belçika
İsveç
İsviçre
Japonya
İtalya
Almanya
Fransa
Kanada
Hollanda
İngiltere
ABD
Elektrik tüketimi (EL) kişi başı
gelirin (Y) nedeni değildir
Wald
Bootstrap Kritik
İstatistiği
Değer (%5)
3.284
10.490
-0.030
6.020*
24.646*
0.005
0.375
1.191
5.404*
8.621
3.564
5.103
19.519
0.981
4.639
7.353
6.895
8.3194
14.596
5.065
9.224
7.623
Kişi başı gelir (Y) elektrik tüketiminin
(EL) nedeni değildir
Wald
Bootstrap Kritik
İstatistiği
Değer (% 5)
23.380*
3.683
4.223
0.601
19.572*
3.125
14.775*
0.086
40.875*
4.244
14.475
Not: * %5 anlamlılık düzeyinde nedenselliğin varlığını ifade etmektedir.
13.036
8.228
8.721
11.108
1.861
8.081
6.211
2.824
12.481
1.226
1.513
Sonuç
Y→EL
EL ≠ Y
EL ≠ Y
EL→Y
EL→Y
EL ≠ Y
Y→EL
EL ≠ Y
EL→Y
EL ≠ Y
EL ≠ Y
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
Tabloda da görüldüğü gibi elektrik tüketimi ile kişi başı gelir arasında ikili nedensel
ilişki ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Wald testi uygulanarak elde edilen kikare (chi-square) kiritik değerinin yüzde 5
anlamlılık düzeyinde boostrap kritik değerinden daha büyük olduğu ülkelerde nedensel ilişkinin varlığı mevcutken, tersi durumda ise nedensellik ilişkisi bulunmamaktadır.
Yüzde 5 anlamlılık düzeyinde “elektrik tüketimi ekonomik büyümenin nedeni değildir” şeklinde kurulan sıfır hipotezin Granger
nedensellik test sonuçları birinci sütunda
gösterilmektedir. Sonuçlara göre sadece üç
ülkede (Japonya, İtalya ve Hollanda) elektrik tüketimi ekonomik büyümenin Granger
nedeni olduğu, dolayısıyla büyüme hipotezinin bu ülkelerde geçerli olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. İkinci sütunda ise kişi başı
gelirin elektrik tüketiminin nedeni olmadığı
şeklindeki sıfır hipotezin 5 ülkede (Belçika,
İtalya, Fransa ve Hollanda) reddedilmesi, bu
ülkelerde koruma hipotezinin geçerli olduğunu göstermektedir. Elektrik tüketimi ve
ekonomik büyümeye ilişkin her ülke için
yapılan ikili model sitemindeki Granger nedensellik sonuçları birlikte değerlendirildiğinde, Belçika ve Fransa’da koruma hipotezinin, Japonya’da büyüme hipotezinin, İtalya ve Hollanda’da geri besleme hipotezinin,
İsveç, İsviçre, Almanya, Kanada, İngiltere
ve ABD’de yansızlık hipotezinin geçerli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
SONUÇ
Günümüzde elektrik tüketimi ekonomik
büyümenin temelini ve ekonomik kalkınmanın en önemli altyapı girdilerinden birini teşkil etmektedir. Tüm dünyada enerji talebinin
artması ve ekonomik faaliyetlerin gelişmesi, enerjiye yönelik ilginin sürekli artmasını
sağlamaktadır. Şirketlerin, hane halklarının
341
ve kısaca ekonomideki tüm kesimlerin elektrik talebi, sanayileşme, şehirleşme, hızlı
nüfus artışı ve hayat standardının artmasıyla birlikte yükselme eğilimi kazanmaktadır.
Ampirik çalışmalarda elde edilen sonuçlar,
ülkelerde uygulanan enerji politikalarına,
incelenen döneme, ekonometrik yöntemlere
ve kullanılan değişkenlere bağlı olarak farklı sonuçlar vermiştir.
Bu çalışmada 1980-2011 dönemi için
G-11 ülkelerinde elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki, sabit sermaye
ve işgücü kontrol değişkenleri kullanılarak
yapısal kırılmalı panel eşbütünleşme ve nedensellik testleriyle araştırılmıştır. Ayrıca
her ülke için elektrik tüketimi ve ekonomik
büyüme arasındaki nedensel ilişkiler, bu iki
değişkenin kullanıldığı modeller yardımıyla Bootstrap panel nedensellik testleriyle de
araştırılmıştır. Paneli oluşturan ülkeler arasında YKB varlığı, Berusch-Pagan (1980)
tarafından geliştirilen ve Pesaran, Ullah ve
Yamagata (2008) tarafından sapması düzeltilen LMadj testi ile incelenmiş, bu ülkelerin
ekonomik büyüme, elektrik tüketimi, sabit
sermaye birikimi ve işgücü serileri ve eşbütünleşme denkleminde YKB olduğuna
karar verilmiştir. Ardından, serilerde birim
kökün varlığı, Pesaran (2007) tarafından geliştirilen ve serilerdeki YKB’yi dikkate alan
CADF testiyle analiz edilmiş ve serilerin düzeyde durağan olmayıp, birinci farkları alındığında durağan hale geldikleri görülmüştür.
Bu durumda seriler arasındaki eş-bütünleşme ilişkisinin incelenebilmesinde Basher
ve Westerlund (2009) tarafından geliştirilen
çoklu yapısal kırılmalı panel eşbütünleşme
testi kullanılmış ve yapısal kırılmalar göz
önünde bulundurulduğunda, seriler arasında
eşbütünleşme ilişkisinin var olduğuna karar
verilmiştir. Uzun dönem eş-bütünleşme kat-
342
sayıları, Eberhardt ve Bond (2009) tarafından geliştirilen YKB’yi dikkate alan AMG
yöntemiyle tahmin edilmiştir. Analiz sonucunda; kişi başı elektrik tüketiminin yüzde
100 artmasının ekonomik büyümeyi yüzde
21.4 oranında, kişi başı sabit sermaye düzeyindeki yüzde 100’lük artışın ekonomik
büyümeyi yüzde 8.2 oranında ve ülkelerin
işgücü büyüğündeki yüzde 100’lük artışın
ekonomik büyümeyi yüzde 35.2 oranında
artırdığı bulgusuna ulaşılmıştır. Elde edilen
bu sonuçlar istatistikî olarak anlamlı düzeydedir. Tüm ülkelerin birlikte incelendiği hata
düzeltme modeline dayalı panel nedensellik
testi sonuçlarına göre, elektrik tüketimi ile
ekonomik büyüme arasında çift yönlü kısa
dönem Granger nedensellik ilişkisine rastlanmış ve incelenen ülke grubu için geri besleme (feedback) hipotezinin geçerli olduğu
sonucuna ulaşılmaktadır. Böylece incelenen ülkelerde elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasında karşılıklı bağımlılığın
bulunduğu ve birbirlerinin tamamlayıcıları
oldukları söylenebilir. Ayrıca kısa dönem
Granger nedensellik sonuçlarında ekonomik
büyümeden yatırıma, ekonomik büyümeden
işgücüne ve yatırımdan elektrik tüketimine
doğru tek yönlü Granger nedenselliğin var
olduğu tespit edilmiştir. Uzun dönem Granger nedensellik değerlendirildiğinde uzun
dönem Granger nedenselliğin tüm modellerde var olduğunu görülmüştür.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Ülkeler arasında heterojenite ve yatay
kesit bağımlılığını dikkate alan ve Ko´nya
(2006) tarafından önerilen bootstrap panel nedensellik yaklaşımı sonuçlarına göre
Belçika ve Fransa’da koruma hipotezinin,
Japonya’da büyüme hipotezinin, İtalya ve
Hollanda’da geri besleme hipotezinin, İsveç, İsviçre, Almanya, Kanada, İngiltere ve
ABD’de yansızlık hipotezinin geçerli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
İncelenen ülke gruplarının enerjiye bağımlı oldukları dikkate alındığında, uzun
dönemde sürdürülebilir ekonomik büyüme
için uluslar arası piyasalarda petrol ve doğal gaz fiyatlarına duyarlı olan fosil enerji
kaynaklarının tüketiminden ülke ekonomilerinin ekonomik yapılarını bağımlı olmaktan kurtaracak stratejiler ve projeler
geliştirilmelidir. Ayrıca politika yapıcıları
uzun dönemde fosil yakıt üretim ve tüketimden kaynaklanan negatif çevresel sonuçları
azaltacak enerji etkinliğiyle ilgili projeleri
desteklemelidir. Bu amaçla fosil yakıtlar yerine güneş enerjisi, hidro elektrik enerji ve
rüzgar enerjisi gibi çevreyle dost ve yenilenebilir alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve araştırılmasına önem verilmelidir.
Uzun dönemde enerji tasarrufunu sağlayıcı
teknolojilerin gelişmesi için araştırma ve
geliştirmeye daha fazla yatırım yapılmalıdır. Böylece ülkelerde ekonomik büyüme ve
kalkınma etkilenmeden elektrik tüketiminin
azaltılması sağlanacaktır.
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
343
KAYNAKÇA
Abbas, F. ve Choudhury, N. (2013).
Electricity Consumption-Economic Growth
Nexus: An Aggregated and Disaggregated
Causality Analysis in India and Pakistan,
Journal of Policy Modeling, 35, 538–553
Acaravci, A ve Özturk, İ. (2010) Electricity Consumption-Growth Nexus: Evidence
From Panel Data for Transition Countries,
Energy Economics, 32, 604–608.
Ahamad, M.G. ve Islam, A. K. (2011).
Electricity Consumption And Economic
Growth Nexus in Bangladesh: Revisited
Evidences, Energy Policy, 39, 6145-6150.
Akinlo, A.E. (2009). Electricity Consumption And Economic Growth in Nigeria: Evidence from Cointegration and Co-Feature
Analysis, Journal of Policy Modeling, 31,
681–693.
Altınay,, G. ve Karagöl, E. (2005). Electricity Consumption And Economic Growth:
Evidence from Turkey, Energy Economics,
27, 849–856.
Altıntaş, H. ve Koçbulut, Ö. (2014). Türkiye’de Elektrik Tüketiminin Dinamikleri Ve
Ekonomik Büyüme: Sınır Testi Ve Nedensellik Analizi, Erciyes Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 43, 3765.
Apergis, N. ve Payne J.E.(2011). A Dynamic Panel Study Of Economic Development
and The Electricity Consumption-Growth
Nexus, Energy Economics, 33, 770-781.
Apergis, N., Payne, J.E., (2009). Energy
Consumption and Economic Growth: Evidence from The Commonwealth of Indepen-
dent States, Energy Economics, 31, 641-647.
Asafu-Adjaye, J.(2000). The Relationship
Between Energy Consumption, Energy Prices And Economic Growth: Time Series
Evidence from Asian Developing Countries”, Energy Economics, 22( 6), 615–625.
Bai, J. ve Ng, S. (2004). A Panic Attack on
Unit Roots and Cointegration, Econometrica, 72(4), 1127-1178.
Basher, S. A. ve Westerlund, J. (2009). Panel
Cointegration and the Monetary Exchange
Rate Model, Economic Modelling, 26, 506513.
Behmiri, N. B. ve Manso J. R. P. (2012).
Crude Oil Conservation Policy Hypothesis
an OECD (Organisation For Economic Cooperation and Development) Countries: A
Multivariate Panel Granger Causality Test,
Energy, 43, 253-260.
Belaid, F. ve Abderrahmani, F. (2013). Electricity Consumption and Economic Growth
in Algeria: A Multivariate Causality Analysis in The Presence of Structural Change,
Energy Policy, 55, 286-295.
Beyaert, A.ve Camacho, M. (2008), TAR
Panel Unit Root Tests and Real Convergence, Review of Development Economics, Wiley Blackwell, 12(3), 668-681.
Bildirici, Melike E. ve Kayıkçı, F. (2012).
Economic Growth and Electricity Consumption in Former Soviet Republics, Energy Economics, 34, 747-753.
Breitung, J. (2005). A Parametric Approach
to the Estimation of Cointegrating Vectors
344
in Panel Data, Econometric Reviews, 24(2),
151-173.
Breuer, B., Mcnown, R. ve Wallace, M.
(2002). Series-Specific Unit Root Test with
Panel Data, Oxford Bulletin of Economics
and Statistics, 64(5), 527-546.
Breusch, T. S. ve Pagan, A. R. (1980) The
Lagrange Multiplier Test and Its Applications to Model Specification Tests in Econometrics, Review of Economic Studies, 47(1),
239-53.
Cameron, S. (1994). A Review of The Econometric Evidence on the Effects of Capital
Punishment, Journal of Socio-Economics
23, 197-214.
Campbell, J.Y. ve Perron, P.,(1991). Pitfalls
and Opportunities: What Macroeconomics
Should Know about Unit Roots. In: Blanchard, O.J., Fisher,S. (Eds.), NBER Macroeconomics Annual, Cambridge: MIT Press.
Carrion-I-Silvestre, J. L., Barrio-Castro, T.
D. ve Lopez-Bazo, E. (2005). Breaking the
Panels: An Application to the GDP Per Capita, Econometrics Journal, 8,159-175.
Chandran, V.G.R., Sharma, S. ve Madhavan
K. (2010). Electricity Consumption-Growth
Nexus: The Case of Malaysia, Energy Policy, 38, 606–612.
Chang, T., Fang, W. ve Wen, L.F., (2001).
Energy Consumption, Employment, Output
And Temporal Causality: Evidence From
Taiwan Based on Cointegration and ErrorCorrection Modelling Techniques, Applied
Economics 33, 1045-1056.
Charemza, Wojciech W. ve Deadman, Derek
F. (1997). New Directions in Econometric
Practice: General to Specific Modelling,
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Cointegration and Vector Autoregression,
Second Edition, Edward Elgar Publishing,
Chelthenham, UK.
Chen, S.T., Kuo, Hsiao-I. ve Chen, ChiChung (2007). The Relationship Between
GDP and Electricity Consumption in 10
Asian Countries, Energy Policy, 35, 26112621.
Choi, I, (2001). Unit Roots Tests for Panel
Data, Journal of International Money and
Finance, 20, 229-272.
Ciarreta A. ve Zarraga, A. (2010). Economic
Growth-Electricity Consumption Causality
in 12 European Countries: A Dynamic Panel Data, Approach Energy Policy, 38, 37903796.
Eberhardt, M. ve Bond, S, (2009), Crosssection Dependence in Nonstationary Panel
Models: A Novel Estimator, MPRA (Munich
Personal RePEc Archive), Paper No: 17692.
01.08.2014 tarihinde http://mpra.ub.uni-muenchen.de/17692/ adresinden erişildi
Esso, L. J. (2010). Threshold Cointegration
And Causality Relationship Between Energy Use and Growth in Seven African Countries, Energy Economics, 32, 1383 - 1391.
Ghosh, S. (2002). Electricity Consumption
and Economic Growth in India, Energy Policy, 30(2), 125-129.
Gregorio J. D., Landerretche, O. ve Neilson,
C. (2007). Another Pass-Through Bites the
Dust? Oil Prices and Inflation, Working Paper, Central Bank of Chile.
Güloğlu, B. and İvrendi, M. (2010). Output
Fluctuations: Transitory or Permanent? The
Case of Latin America, Applied Economics
Letters, 17:4, 381-386,
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
345
Hadri, K. (2000). Testing For Stationarity in
Heterogenous Panels, Econometrics Journal, 3, 148-161.
Kraft, J. ve Kraft, A. (1978). On the Relationship between Energy and GDP, Journal of
Energy Development, 3, 401- 403.
Heston, A., Summers R. ve Bettına A.
(2014), Penn World Table Version 8.0, Center for International Comparisions at the
University of Pennsylvania (CICUP).
Layson, S. (1983). Homicide and deterrence: Another View of the Canadian Time Series Evidence, Canadian Journal of Economics, 16, 52-73
Ho C.Y. ve Siu K. W. A. (2007). Dynamic
Equilibrium Of Electricity Consumption
and GDP in Hong Kong: An Empirical Investigation, Energy Policy, 35, 2507-2513.
Lean H. H., ve Smyth R. (2010). On the
Dynamics of Aggregate Output, Electricity
Consumption and Exports In Malaysia: Evidence From Multivariate Granger Causality
Tests, Applied Energy, 87, 1963 - 1971.
IEA, (2014). US Energy Information Administration. 11.02.2014 tarihinde http://www.
eia.gov/cfapps/ipdbproject/iedindex3.cfm?t
id=50&pid=76&aid=3&cid=CG5,&syid=1
994&eyid=2011&freq=M&unit=TBPD internet adresinden alındı.
Im, K., Pesaran, H. ve Shin, Y. (2003). Testing for Unit Roots in Heterogenous Panels,
Journal of Econometrics, 115(1), 53-74.
Johansen, S. (1988). Statistical Analysis of
Cointegration Vectors, Journal of Economic
Dynamics and Control, 12(2 - 3), 231 - 254.
Katircioglu, S.T., Sertoglu, K., Candemir,
M. and Mercan, M. (2015). Oil price movements and macroeconomic performance:
Evidence from twenty-six OECD countries,
Renewable and Sustainable Energy Reviews, 44, 257–270.
Levin, A., Lin, C. F. ve Chu, C. S. J. (2002).
Unit Root Tests in Panel Data: Asymptotic
and Finite Sample Properties, Journal of
Econometrics, 108, 1-24.
Maddala, G. S. ve Wu, S. (1999). A Comparative Study of Unit Root Tests with Panel
Data and a New Simple Test, Oxford Bulletin of Economics and Statistics 61, 631-652.
Masih, A.M.M. ve Masih, R. (1997). On
The Temporal Causal Relationship between
Energy Consumption, Real Income and Price: Some New Evidence from Asian NICs
Based on A Multivariate Cointegration Vector Error-Correction Approach, Journal of
Policy Modeling, 19, 417-440.
Kónya, L. (2006). Exports and growth: Granger Causality Analysis On OECD Countries
With A Panel Data Approach, Economic
Modelling, 23, 978 - 992.
Masih, A.M.M. ve Masih, R. (1996). Energy Cosumption, Real Income and Temporal
Causality, Results from a Multi-Country
Study Based on Cointegration and Error
Correctiom Modeling Techniques, Energy
Economics, 18,165-183.
Kouakou, A. K. (2011). Economic Growth
And Electricity Consumption In Cote D’ivoire: Evidence From Time Series Analysis,
Energy Policy, 39, 3638 - 3644.
Mozumder, P. ve Marathe, A., (2007). Causality Relationship Between Electricity Consumption and GDP in Bangladesh, Energy
Policy, 35, 395-402
346
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Narayan, P. K. ve Prasad, A. (2008). Electricity Consumption–Real GDP Causality
Nexus: Evidence From A Bootstrapped Causality Test for 30 OECD Countries”, Energy Policy, 36, 910-918
kina Faso: A Cointegration Analysis, Energy Economics, 32, 524-531.
Narayan, P. K. ve Smyth, R. (2009). Multivariate Granger Causality between Electricity
Consumption, Exports and GDP: Evidence
From A Panel of Middle Eastern Countries,
Energy Policy, 37, 229–236.
Perron, P. (1991). Test Consistency with
Varying Sampling Frequency, Econometric
Theory, 7, 341-368.
Narayan, P. K., Narayan, S. ve Popp, S.
(2010). Does Electricity Consumption Panel
Granger Cause GDP? A New Global Evidence, Applied Energy, 87, 3294-3298.
Narayan, P.K., Smyth, R., (2005). Electricity
Consumption, Employment and Real Income in Australia: Evidence From Multivariate Granger Causality Tests, Energy Policy,
33, 1109–1116.
Narayan, P.K. ve Smyth, R., (2008). Energy
Consumption And Real GDP in G7 Countries: New Evidence from Panel Cointegration
with Structural Breaks, Energy Economics,
30, 2331-2341.
Odhiambo, Nicholas M. E. (2009). Electricity Consumption and Economic Growth in
South Africa: A Trivariate Causality Test,
Energy Economics, 31, 635-640.
OECD (1988). OECD Economic Outlook,
44, December.
OECD (2005). OECD Economic Outlook,
2(78), December.
OECD (2014). Annual National Account
2014, Gross Domestic Product. 11.02.2014
tarihinde http://stats.oecd.org/ adresinden
erişildi.
Ouédraogo, Idrissa M. (2010). Electricity
Consumption and Economic Growth in Bur-
Payne J. E. (2010) A Survey of The Electricity Consumption-Growth Literature, Applied Energy; 87, 723 - 31.
Pesaran, M. Hashem ve Yamagata, T. (2008).
Testing Slope Homogeneity in Large Panels,
Journal of Econometrics, 142(1), 50-93.
Pesaran, M. Hashem, (2004). General Diagnostic Tests for Cross Section Dependence
in Panels, Cambridge Working Papers in
Economics, 435.
Pesaran, M. Hashem, Ullah, A. ve Yamagata, T. (2008). A Bias-Adjusted LM Test of
Error Cross-Section Independence, Econometrics Journal, 11(1), 105-127.
Peseran, M. Hashem, (2007). A Simple Panel Unit Root Test in The Presence of CrossSection Dependence, Journal of Applied
Econometrics, 22, 265-312.
Peseran, M. Hashem, (2006). Estimation
and Inference in Large Heterogeneous Panels with a Multifactor Error Structure, Econometrica, 74(4), 967-1012.
Sami, J. (2011). Multivariate Cointegration
and Causality between Exports, Electricity
Consumption and Real Income per Capita:
Recent Evidence from Japan, International
Journal of Energy Economics and Policy,
1(3), 59-68.
Shahbaz M., Zeshan, M. ve Afza, T. (2012).
Is Energy Consumption Effective to Spur
Economic Growth in Pakistan? New Evidence from Bounds Test to Level Relationships and Granger Causality Tests, Economic
Modelling ,29, 2310-2319.
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel
Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
347
Shahbaz, M. ve Lean, H. H. (2012). The
Dynamics of Electricity Consumption and
Economic Growth: A Revisit Study of Their
Causality in Pakistan, Energy, 39, 146-153.
Taylor, John B. (2000). Low Inflation, PassThrough, and The Pricing Power of Firms,
European Economic Review, 44 (7), 1389–
1408.
Shiu, A. ve Lam, P., (2004). Electricity Consumption and Economic Growth in China.
Energy Policy, 32, 47-54.
Taylor, M. ve Sarno, L. (1998). The Behaviour of Real Exchange Rates during the PostBretton Woods Period, Journal of International Economics, 46, 281-312.
Squalli, J., (2007). Electricity Consumption
And Economic Growth: Bounds and Causality Analyses for OPEC Members, Energy
Economics, 29, 1192-1205.
Stern, D.I. (1993). Energy Growth in the
USA: A Multivariate Approach, Energy
Economics, 15, 137–150.
Wolde-Rufael, Y.(2006). Electricity Consumption and Economic Growth: A Time
Series Experience For 17 African Countries,
Energy Policy, 34,1106–1114.
Stern, D. I. (2000). A Multivariate Cointegration Analysis of The Role of Energy in
The US Macroeconomy”, Energy Economics, 22, 267–283.
Worldbank, (2014). World Development Indicators 2014. 11.02.2014 tarihinde http://
databank.worldbank.org/data/views/ variableSelection /selectvariables.aspx?source
=world-development-indicators# adresinden erişildi.
Swamy, P.A.V.B. (1970). Efficient Interfence
in a Random Coefficient Regrassion Model,
Econometrica, 38(2), 311-323.
Yoo, S., (2005). Electricity Consumption
And Economic Growth: Evidence From Korea, Energy Policy 33, 1627-1632.
Tang, C. F. ve Tan, E. C. (2013). Exploring
the Nexus of Electricity Consumption, Economic Growth, Energy Prices And Technology Innovation in Malaysia. Applied Energy, 104, 297-305.
Yoo, S.-H. ve Kwak S.-Y. (2010). Electricity
Consumption and Economic Growth in Seven South American Countries, Energy Policy, 38, 181-188.
Tang, C. F. (2008). A Re-Examination of
The Relationship between Electricity Consumption and Economic Growth in Malaysia, Energy Policy 36, 3077-3085.
Tatlıgil, H., Çemrek, F. ve Şen, H. (2009),
Cointegration Relationship among Energy
Consumption GDP and Electricity Price Variables in Turkey, Selçuk Ün. İİBF Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 11(17),
439-451.
Yuan, J., Zhao, C., Yu, S. ve Hu, Z., (2007).
Electricity Consumption and Economic
Growth in China: Cointegration and Co-feature Analysis, Energy Economics, 29, 11791191.
Zaman, K., Khan, M. M., Ahmad M., ve
Rustam, R. (2012), Determinants of Electricity Consumption Function in Pakistan: Old
Wine in a New Bottle, Energy Policy, 50,
623-634.
ÖZ
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda sadece ceza infaz kurumları
ve tutukevleri bünyesinde çalıştırılan hükümlü ve tutukluların sosyal güvenlik haklarına ilişkin bir
düzenlenme bulunmaktadır. Buna göre hizmet akdi ile çalışmamakla birlikte, ceza infaz kurumları
ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve
tutuklular hakkında, kısmi sigortalılık esası öngörülmüş ve bu kişiler hakkında iş kazası ve meslek
hastalığı ile analık sigortası uygulanacağı ve bunların, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi
kapsamında sigortalı sayılacakları belirtilmiştir. Buna karşılık hükümlülerin, bazı koşullarla kurum
dışında kamu veya özel kuruluşlar nezdinde de çalıştırılmaları söz konusu olmaktadır. Belirttiğimiz
hüküm bu çalışanları kapsamamaktadır. Bu durumun yanı sıra 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
belirli bir sürenin altındaki hapis cezalarına alternatif bir yaptırım olarak hükümlü kişilerin kamu
kurumlarında veya kamu yararına hizmet veren özel kuruluşlar nezdinde belirli bir süre kamu
yararına ücretsiz olarak çalışması öngörülmüştür. Çalışmamızda bu kişilerin çalışmalarının hukuki
niteliğinin ne olduğu ve sosyal güvenlik haklarının bulunup bulunmadığı sorununun irdelenmesi
amaçlanmaktadır.
JEL Sınıflaması: K00, K31, K14
Anahtar Kelimeler: Kamu Yararına Ücretsiz Çalışma Cezası, Hükümlülerin Çalışması, Çalışan
Hükümlülerin Sosyal Güvenlik Hakkı
ABSTRACT
Social Security of Convicts Who Are Put To Work Out of The Sentence
Execution Institutions
In Social İnsurance and Universal Health Insurance Law No.5510, there is a rule for convicts and
arrested persons for only the ones who are working in facilities, workshops and similar units established
in the sentence execution institutions and detention houses. According to this rule, work accident and
occupational disease and maternity insurances shall be applicable to convicts and arrested individuals
who are employed, but not working on service contract, in facilities, workshops and similar units
established in the sentence execution institutions and detention houses, and these shall be deemed to be
insurance holders under item (a) of the first paragraph of Article 4. However there are convicts who are
put to work out of the sentence execution institutions. This indicated rule doesn’t cover these convicts.
In addition to this, a court ordered unpaid community service as an alternative sanction in public
institutions or private establishments who serve as for public interests instead of the imprisonment
under certain durations takes place in in Turkish Penal Code No.5237, In our study we aim to study
legal property of their employment and if they have social security rights
JEL Classification: K00, K31, K14
Keywords: Court Ordered Unpaid Community Service, Working of Convicts, Social Security of
Working Convicts
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
349
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan
Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
Dr. Hande Bahar Aykaç *
G
İRİŞ
1982 Anayasasının 18. maddesi
angarya yasağını hükme bağlamıştır. Buna göre “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır”. Buna karşılık
aynı maddenin devamında bu hükmün istisnası öngörülmüştür. Buna göre ikinci fıkra
uyarınca “Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk
süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı
alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz” denilerek hükümlü
ve tutukluluk süreleri içerindeki çalışmaların angarya yasağı kapsamında olmadığı
* Gazi Üniversitesi İİBF Çalışma Ekonomisi ve Endüstri
İlişkileri Bölümü Araştırma Görevlisi
[email protected]
Gönderim Tarihi: 09.06.2015 Kabul Tarihi: 07.08.2015
düzenlenmiştir1. Söz konusu istisnai hüküm
doğrultusunda mevzuatımızda hükümlü ve
tutukluların ceza infaz kurumlarındaki atölyelerde ve kurum dışında çalıştırılmalarına
ilişkin kurallar öngörülmüştür.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanununda sadece ceza
infaz kurumları ve tutukevleri bünyesinde
çalıştırılan hükümlü ve tutukluların sosyal
güvenlik haklarına ilişkin bir düzenlenme
bulunmaktadır. Buna göre hizmet akdi ile
çalışmamakla birlikte, ceza infaz kurumları
ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis,
atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular hakkında, kısmi sigortalılık esası öngörülmüş ve bu kişiler hakkında iş kazası ve meslek hastalığı ile analık
1
Aynı yaklaşım uluslararası belgelerde tutuklu ve hükümlü çalışmasına ilişkin de söz konusudur (Ayrıntılı bilgi için
bkz. Uşan, 2001: 1438-1443)
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
350
sigortası uygulanacağı ve bunların, 4 üncü
maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılacakları belirtilmiştir
(m.5). Buna karşılık hükümlülerin sadece
ceza infaz kurumları bünyesinde çalıştırılmaları değil, bazı koşullarla kurum dışında
kamu veya özel kuruluşlar nezdinde çalıştırılmaları da söz konusu olmaktadır. 5510
sayılı Kanunda söz konusu kişilerin sosyal
güvenlik haklarına ilişkin bir düzenleme yer
almamaktadır.
Bu durumun yanı sıra 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda belirli bir sınırın altındaki
hapis cezalarına alternatif bir yaptırım olarak hükümlü kişilerin kamu kurumlarında
veya kamu yararına hizmet veren özel kuruluşlar nezdinde belirli bir süre kamu yararına ücretsiz olarak çalışması öngörülmüş ve
bu çalışma ilgili Yönetmelikte kamu hizmeti
cezası olarak tanımlanmıştır. Ayrıca denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle cezasının infazına karar verilen hükümlünün, koşullu salıverilme tarihine kadar;
denetimli serbestlik müdürlüğünce kamuya
yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılması
mümkün olabilmektedir. Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliğinde öngörülen
“denetimli serbestlik” döneminde uygulanabilen diğer bir çalışma yükümlülüğü türü
“gözetim altında çalıştırma” dır. Buna göre
gözetim altında çalışma yükümlülüğü; “bir
meslek veya sanat sahibi sanığın, bir kamu
kurumunda veya özel olarak aynı meslek
veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasıdır”. Belirtilen çalışma şekillerinde söz
konusu çalışmaların hukuki niteliğinin ne
olduğu ve bu kişilerin sosyal güvenlik haklarının bulunup bulunmadığı bir sorun olarak
ortaya çıkmaktadır.
I. Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Bünyesinde Çalıştırılan Hükümlü ve
Tutuklular
Cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin zamanlarının daha iyi değerlendirilmesi, onlara meslek öğretmek ve ayrıca onların ıslah edilerek topluma sağlıklı
bireyler olarak katılmasını sağlamak için
cezaevlerinde iş atölyeleri oluşturulmuştur (Arıcı, 2015, s.230). 2004 yılında kabul
edilen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun uyarınca2 “Kurum hekimi
tarafından ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı olduğu belirlenen meslek sahibi olmayan
hükümlüler ile meslek sahibi olan istekliler,
kurum imkânları ölçüsünde belirlenen ücret karşılığında atölye veya işyurtlarında
çalıştırılabilirler. (2) Çalıştırmanın amacı,
hükümlülerin salıverilmelerinden sonra yaşamlarını sürdürecek meslek ve sanatları
öğrenmelerini sağlamak, çalışma ve üretme
isteklerini geliştirmek veya güçlendirmektir.
Çalıştırmada hükümlünün yeteneği, becerisi, eğilimi, zihinsel ve bedensel durumları
göz önünde bulundurulur. (3) Çocuk hükümlülerin çalıştırılması yalnızca meslek eğitimine yönelik olur. Öğretim kurumlarına
veya örgün eğitime devam eden çocuk ile
genç hükümlüler, öğretim yılı içinde atölye
ve işyerlerinde çalıştırılmazlar. (4) Bunların
çalıştırılmalarında 5.6.1986 tarihli ve 3308
sayılı Meslekî Eğitim Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır”.
Esasen bu yasadan önce yürürlükte olan 647
sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda
söz konusu kişilerin çalışması konusunda,
2
Bu Kanun 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanununu
yürürlükten kaldırmıştır (m.122).
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
madde metninde (m.17) açık bir şekilde
“zorunluluktan” söz edilirken3; 5275 sayılı Kanunda “istekliler”den söz edilerek bu
konudaki zorunluluk esası yumuşatılmıştır.
Nitekim 2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumları
ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu ve İşyurtlarının İdare ve İhale Yönetmeliği’nde4 “Tutuklulardan çalışmaları istenebilir; ancak
buna mecbur tutulamazlar” (m.20/2) ifadesiyle bu esas açıkça ortaya konmuştur. Buna
karşılık yine de bu konuda tarafların serbest
iradeleriyle çalışma koşullarını belirledikleri bir iş sözleşmesinden söz edilemez. Örneğin, yukarıda anılan yönetmelik uyarınca,
hükümlülerin veya tutukluların işyurduna
ait atölye, tesis ve benzeri ünitelerde çalıştırılması hâlinde, bunlara Yüksek Kurulca belirlenen gündelik ödenir (m.23/1). Yine aynı
yönetmeliğin 40. maddesinde belirli durumlarda “işyurdu yönetim kurulu kararıyla”
söz konusu hükümlülere fazla çalışma yaptırılabileceği, hükümlü ve tutuklularla ödenecek fazla çalışma ücretinin Yüksek Kurulca
belirleneceği düzenlenmiştir (m.43). Görüldüğü gibi hükümlünün çalışmak konusunda
iradesinden söz edilse de çalışma koşulları
bakımından aynı esastan söz edilemez. Kanımıza göre bu sebeple bu atölyelerde çalıştırılan hükümlüler işçi niteliği taşımazlar
(Arıcı, 2015, s.230; Uşan, 2001, s.1444).
506 sayılı (mülga) Sosyal Sigortalar Kanununun ilk halinde sigortalı sayılmayanlar
arasında “yalnız ceza ve ıslahevleri içindeki atölyelerde çalıştırılan mahkumlar” sayılmaktaydı5. 506 sayılı Kanunda 2003 yılında yapılan bir değişiklikle6 bu kişilerin
1.1.2004 tarihinden itibaren yalnız iş kazası
ile meslek hastalıkları, analık ve hastalık sigorta kolları açısından zorunlu sigortalı olacakları, uzun dönemli sigorta kolları açısın-
351
dan da istekleri halinde de şartları taşımaları
kaydıyla isteğe bağlı sigortalı olabilecekleri
düzenlenmişti (506 s.k. m.2/3). 5510 sayılı Kanunda ise 506 Sayılı Kanunda olduğu
gibi söz konusu kişiler iş sözleşmesi ile çalışmamalarına rağmen belirli sigorta kolları
bakımından sigortalı (kısmi sigortalı) kabul
edilmişlerdir. 5510 Sayılı Kanun m.5/a uyarınca “Hizmet akdi ile çalışmamakla birlikte, ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri
ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular
hakkında, iş kazası ve meslek hastalığı ile
analık sigortası uygulanır ve bunlar, 4 üncü
maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılırlar”. Doktrinde iş
sözleşmesi ile çalışmamalarına rağmen belirtilen kişilerin yasa hükmü uyarınca belirli
sigorta kolları bakımından da olsa sigortalı
sayılmalarının sosyal güvenlik haklarının
korunması ve sosyal güvenliğin yaygınlaştırılması ilkesi anlamında isabetli olduğu ifade edilmiştir (Güzel, Okur ve Caniklioğlu,
2014, s.156-157).
506 sayılı Yasadan farklı olarak 5510
sayılı Yasada ceza infaz kurumlarındaki
atölyelerde çalışan hükümlü ve tutuklular
için uygulanacak sigorta kolları arasından
hastalık sigortası çıkarılmıştır. Oysa hastalık sigortası çerçevesinde ceza infaz kurumlarındaki atölyelerde çalışan hükümlü ve
tutukluların yanı sıra bu kişilerin bakmak3
Ayrıntılı bilgi için bkz. Uşan, 2001, s.1143 vd.
4
R.G. 27.12.2005, 26036
5
Bu durum doktrinde bazı yazarlarca eleştirilmekte (Uşan,
2001, s.1459), bazı yazarlarca ceza hukukundan doğan bir
ilişki söz konusu olması nedeniyle olağan kabul etmekteydi
(Güzel ve Okur, 1999, s.101).
6
4958 sayılı Kanun, RG 6.8.2003, 25191.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
352
la yükümlü oldukları aile bireylerinin de
sağlık yardımlarından yararlanması mümkün olmaktaydı. 5510 sayılı yasa ile sağlık
yardımları bakımından yürürlüğe konulan
“genel sağlık sigortası” uygulaması çerçevesinde ise hükümlü ve tutukluların genel
sağlık sigortalısı da olmadıkları düzenlenmiştir. Buna göre 5510 sayılı Kanun m.60
uyarınca “Ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde bulunan hükümlü ve tutuklular…. genel sağlık sigortalısı ve genel sağlık
sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi
sayılmazlar” (m.60/III).
Hükümlü ve tutuklu kişilerin sağlık giderlerinin kimin tarafından karşılanacağı
Sağlık Bakanlığının 2013/2 sayılı Genelgesinde7 açıklığa kavuşturulmuştur. Buna
göre “ceza infaz kurumları ve tutukevlerince
üniversite hastanelerine (vakıf üniversiteleri
hariç) sevk edilen tutuklu ve hükümlülerin;
a-yatarak tedavisi esnasında gerekli görülen
her türlü ilaç, muayene, tetkik, tahlil ve tıbbi
malzemeleri sağlık hizmet sunucusu tarafından karşılanacaktır. B-Ayakta tedavide tıbbi
muayene, kontrol, tetkik, diş protezi ve tedavilerine ait giderler sağlık hizmeti sunucusu
tarafından karşılanacak olup, hastane tarafından temini mümkün bulunmayan tıbbi
malzemeler (ortez, protez, gözlük, işitme cihazı, şeker ölçüm çubuğu, hasta alt bezi vb.)
ile ilaç bedelleri Adalet Bakanlığı tarafından
karşılanacaktır”. Görüldüğü gibi genel olarak tutuklu ve hükümlülerin sağlık hizmetlerinin sağlık hizmeti sunucusu ve Adalet Bakanlığı tarafından karşılanması öngörülmüştür. Buna karşılık söz konusu yardım sadece
hükümlü ve tutuklular için geçerli olacak,
bakmakla yükümlü oldukları bireyleri kapsamayacaktır. Ayrıca bu kişilerin –önceki
düzenlemede olduğu gibi- hastalık sigortasından yararlanmaları öngörülmediğinden
koşulları oluştuğunda geçici işgöremezlik
ödeneğinden de yararlanmaları mümkün olmayacaktır. Doktrinde, söz konusu kişilerin
analık sigortasından yararlandırılmaları söz
konusu iken, hastalık sigortası hükümlerinden yararlandırılmamasının bir çelişki olduğu isabetli olarak belirtilmiştir (Güzel, Okur
ve Caniklioğlu, 2010, s.129-130).
Bu konudaki diğer bir çelişki şu noktada
ortaya çıkmaktadır. Bu kişilerin çalıştırılmalarında 2004 yılında kabul edilen Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun uyarınca “3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan
hükümleri”nin uygulanacağı belirtilmiştir.
Söz konusu yasada ise, çırakların iş kazaları
ve meslek hastalıkları ile hastalık sigortaları
yönünden sigortalı sayılacakları öngörülmüştür (m.25/4). Aynı esas, 5510 sayılı Kanun m.5/1,b’de de tekrarlanmıştır. Belirtilen
husus bakımdan da bu kişilerin hastalık sigortası hükümlerinden yararlanmamaları bir
çelişki niteliğindedir.
Diğer yandan 506 sayılı Yasadan farklı
olarak 5510 sayılı Yasada hükümlü ve tutukluların uzun vadeli sigorta kolları bakımından isteğe bağlı sigortalı olabilecekleri
açıkça düzenlenmemiştir. Buna karşılık
doktrinde hükümlü ve tutukluların koşullarını taşımaları halinde isteğe bağlı sigortalı
olabilecekleri belirtilmektedir (Tuncay ve
Ekmekçi, 2013, s.288; Arıcı, 2015, s.230).
7
http://www.saglik.gov.tr/TR/dosya/1-94967/h/tutuklu-genelge-2013-2.pdf
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
Öte yandan 5510 sayılı Yasada, beraat
eden tutuklular ve gözaltına alınan kişiler
için borçlanma imkanı sağlanmıştır. Buna
göre sigortalı iken herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınanlardan bu
suçtan dolayı beraat edenlerin tutuklulukta
veya gözaltında geçen süreleri borçlanabilmektedirler (m.41) (Alper, 2014, s. 291).
Hükmün açık ifadesi gereği bu borçlanma
imkanından sadece kendilerine isnat edilen
suçtan dolayı “beraat eden” kişiler yararlanabileceklerdir.
Ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve
benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve
tutukluların işvereni, Ceza İnfaz Kurumları
ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu, işveren
vekilleri ise Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumunun sorumlu
müdür ve amirleridir (5510 s.k. m.12/5).
II. Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlüler
1.Ceza İnfaz Kurumları Dışında
(Topluca) Yapılan Çalışmalar
a) Ceza İnfaz Kurumu Dışında Yapılan Çalışmaların Hukuki Niteliği ve Çalışma Koşulları
647 sayılı (mülga) Cezaların İnfazı
Hakkında Kanun uyarınca bazı hükümlülerin kamu ve özel sektöre ait işyerlerinde
yani ceza infaz kurumları dışında cezaevi
idaresi aracılığıyla topluca çalıştırılabilmelerini öngörmekteydi (m.17). 647 sayılı
Kanunun yerini alan 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunda8 da bazı hükümlülerin ekip halinde kurum dışında çalıştırılmaları imkanı
353
getirilmiştir. Buna göre “Açık ceza infaz
kurumlarında bulunanlar ile kapalı ceza
infaz kurumlarında bulunup da açık ceza
infaz kurumlarına ayrılmaya hak kazanmış
hükümlüler, kurum dışındaki iş alanlarında
çalıştırılabilirler. Açık ceza infaz kurumlarında bulunanlar ceza infaz kurumu görevlileri gözetiminde, kapalı ceza infaz kurumunda bulunanlar ise iç ve dış güvenlik
görevlilerince alınacak tedbirler altında
çalıştırılırlar” (m.30).
Anılan Kanunun 32/1 hükmüne göre
“Çalışan hükümlülere ürettiklerinden elde
edilen gelirden, çalışmaları karşılığı ücret
ödenir ve bu hükümlüler sosyal haklardan
yararlandırılırlar”. Cezaevi dışında yapılacak çalışmalara ilişkin diğer esaslar Ceza
İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzüğün9 98. maddesinde belirlenmiştir. Söz
konusu hüküm doğrultusunda Kurum dışında çalıştırılma, işveren veya temsilcisi
ile iş yurdu bulunan kurumlarda iş yurdu
müdürü, iş yurdu bulunmayan kurumlarda
ise mahalli Cumhuriyet başsavcısının imzaları ile düzenlenen protokol çerçevesinde
gerçekleştirilir. Protokolde ücret, çalışma
saatleri, ulaşım, iaşe, güvenlik, protokolün
süresi ve diğer hususlar düzenlenir. Hükümlülere verilecek ücret, onaltı yaştan büyükler için uygulanan asgari ücretten aşağı
olamaz. Protokol, onay için İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığına gönderilir. Hükümlüler en az iki kişiden oluşan ekipler
halinde çalıştırılır. Kurum dışında çalışan
8
RG. 29. 12. 2004, 25685
9
RG. 6.4.2006, 26131
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
354
hükümlülerin çalışma güvenliği işverence
sağlanır. İş kazalarının ve meslek hastalıklarının yasal yükümlülüğünden işveren
sorumludur10. 2005 tarihli Ceza İnfaz
Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu ve İşyurtlarının İdare ve İhale Yönetmeliği’nde de aynı esaslar tekrarlanmıştır.
Bu hükme göre “Hükümlülerin, ceza infaz
kurumu dışında işyurduna ait olmayan işyerinde çalışmaları hâlinde ; a) 4857 sayılı İş Kanunu gereğince çalışma güvenliği,
işveren tarafından sağlanır. b) Her türlü iş
kazasının yasal yükümlülüklerinden işveren sorumludur. c) Hükümlülerden birinin
firar etmesi veya başkaca kanunî takibatı gerektirir bir olaya sebebiyet vermesi
hâlinde, işverene sorumluluk yükletilmez
(m.22/son)”.
Belirtilen şekilde cezaevi dışında çalıştırılan kişilerin yaptıkları çalışmaların iş
sözleşmesi olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği doktrinde tartışmalıdır. Nitekim burada hükümlü kişinin tam anlamıyla
serbest iradesinden bahsedilemese de çalışma, işveren ile kurum arasındaki protokole dayanmaktadır (Uşan, 2001, s.1444).
Doktrinde söz konusu ilişkiyi kamu hukukundan kaynaklı bir yükümlülük olarak
niteleyenler olduğu gibi (Tunçomağ, 1988,
s.54. Saymen, 1954, s.451-452.), bir iş sözleşmesi şeklinde yorumlayanlar da (Günay,
1998, s.66) bulunmaktadır. Bu konudaki
üçüncü bir görüş olarak nitelendirilebilecek görüşe göre, kurum dışındaki çalışmaların hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmemesi yönündeki yaklaşımın haklılığı
kabul edilmekle birlikte bu sonuç, çalıştırılan kişiler açısından adil ve eşit sonuçlar
doğurmaması bakımından tercih edilme-
melidir (Uşan, 2001, s.1448). Bu görüşe
göre çalışan hükümlüler mevcut statüleri gerektirdiği ölçüde işçilik haklarından
yararlandırılmalıdır. Ayrıca yapılacak bir
düzenlemeyle kurum dışında çalışmak
zorunda olan hükümlülerin –statüleri ve
mevzuattaki özellikler saklı kalmak kaydıyla- işçilik haklarından yararlanmalarına
ilişkin açık bir hüküm getirilmelidir. Eski
tarihli bir Yargıtay kararında ise konuyla
ilgili şu değerlendirmede bulunulmuştur:
“…Ceza ve infaz kurumlarının müsaadesi
ve gözetimi altında hükümlülerin kendi istekleriyle dışarıda çeşitli işyerlerinde ücret
karşılığında yaptıkları çalışmalar, modern
infaz hukukunun, hükümlülerin ıslah ve iyileştirmelerinde oldukça etkili bir araç saydığı, ıslah kurumlarına ait atölye ve işyerlerindeki zorunlu çalışmalardan farklıdır.
Dışarıdaki işyerlerinde yapılan çalışmalar
hükümlü ve işveren arasında yapılmış bir
akde dayanmasa da aralarındaki ilişki bir
hizmet ilişkisidir. Bu gibi durumlarda cezaevi idaresinin taraflar arasındaki hizmet
ilişkisinin kurulmasına aracılık ettiğinin
kabulü gerekir. Davacı, hükümlü sözü edilen tarihler arasında davalı idareye ait işyerinde ücret karşılığı çalışmıştır. Ücretin
cezaevi idaresine ödenmesi ve çalışma-
10
Kurum dışında çalıştırılan hükümlülerin, çalıştıkları işyerlerinde gece barındırılmalarına izin verilmez. Çalışılan
yer kurumlarına yakınsa, geceleri kurumlarına dönmeleri
zorunludur. Kurumların bulunduğu yerin dışında bir işyerinde çalıştırılan hükümlülerin gece barındırılmaları, çalıştıkları yere en yakın açık kurumda, bulunmadığı takdirde
kapalı kurumun hükümlü ve tutuklularla irtibatı olmayan
bir bölümünde sağlanır (m.98/6). Yine söz konusu hüküm
doğrultusunda hükümlüler kurum dışında kendi işyerlerinde
veya üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlarına ait
işyerlerinde çalıştırılamazlar.
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
nın idareler arası yapılmış bir protokole
dayanması söz konusu ilişkinin niteliğini
etkilemez…”11. Görüldüğü gibi Yüksek
Mahkeme cezaevinin hukuki konumunu
“aracılık” olarak nitelendirip hükümlünün
çalışmasını da hizmet ilişkisi olarak tanımlamıştır.
Kanımıza göre çalışmanın tarafların serbest iradeleriyle kabul ettikleri sözleşmeye
değil de idareler arası yapılan bir protokole
dayanması çalışmanın iş sözleşmesi olarak
değerlendirilmesini engeller. Ancak bu konuda ilgili mevzuatta açık bir düzenleme
yapılarak bu kişilerin –hükümlülük gereklerine aykırı düşmeyen- iş yasasına ilişkin kurallardan yararlanacakları düzenlenmelidir.
Nitekim 5275 sayılı Kanunun 32/1 hükmünde yer alan “Çalışan hükümlülere ürettiklerinden elde edilen gelirden, çalışmaları karşılığı ücret ödenir ve bu hükümlüler sosyal
haklardan yararlandırılırlar” hükmünün İş
Yasasına ilişkin sosyal haklar anlamında anlaşılması mümkündür. Yine yukarıda da belirtildiği gibi ilgili tüzükte bu kişilere asgari
ücretten az olmamak üzere ücret ödenmesi,
iş kazaları ve meslek hastalıklarından çalıştıkları kurumun sorumlu olması gibi sosyal
açıdan isabetli esaslar belirlenmiştir (m.43).
b) Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılanların Sosyal Güvenliği
Öncelikle belirtmek gerekir ki, hükümlülük durumu halihazırda kazanılmış sosyal
sigorta hakları bakımından olumsuz etkide
bulunmaz. Buna göre hükümlü kişi emekli
ise emeklilik hakkı ortadan kalkmaz, cezaevindeyken de malullük veya yaşlılık aylığı
almaya devam eder (Güzel ve Okur, 1999,
s.101-102; Uşan, 2001, s.1472).
355
2003 yılında yapılan değişiklikten önce12
506 sayılı Yasanın 3/I, 1 hükmünde “yalnız ceza ve ıslah evleri içindeki atölyelerde
çalıştırılan mahkumların” bu Kanun anlamında sigortalı sayılmayacakları belirtilmişti. Bu dönemde doktrinde bu hükmün
karşıt anlamından kurum dışında herhangi
bir kamu veya özel sektör işvereni yanında
11
Söz konusu karara göre “davacı, adam öldürmek suçundan dolayı hükümlü bulunduğu cezasının Foça cezaevinde
infazı sırasında davalıya ait Çamaltı Tuzlasında işçi olarak
çalıştırıldığını ve cezasının infazından sonra da aynı işyerinde çalışmasını sürdürdüğünde, yıllık ücretli izin hakkının
hesabında, işverence nazara alınmayan önceki çalışma süresinin hesaba katılması gerektiğinin tespitine ve eksik kullandırılan izinden dolayı 1000 lira alacağın tahsiline karar
verilmesini istemiş, istek mahkemece red ve hüküm davacı
tarafından temyiz edilmiştir. Davacının Foça Cezaevinde hükümlü bulunduğu sırada Adalet Bakanlığı ile davalı
idare arasında yapılmış bir protokole göre, Çamaltı tuzlası
işyerinde 1.5.1969 tarihinden 24.8.1973 tarihine kadar asgari ücret üzerinden çalıştırıldığı ve sigortalı sayılarak 506
sayılı yasa hükümleri gereğince Sosyal Sigortalar Kurumuna primlerinin ödendiği hususları taraflar arasında çekişmesizdir. Uyuşmazlık sadece, çalışmasını hala o işyerinde
sürdürmekte olan davacının cezasının infazı dönemine rastlayan önceki çalışma süresinin yıllık ücretli izin hesabında
dikkate alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Ceza ve infaz kurumlarının müsaadesi ve gözetimi altında
hükümlülerin kendi istekleriyle dışarıda çeşitli işyerlerinde
ücret karşılığında yaptıkları çalışmalar, modern infaz hukukunun, hükümlülerin ıslah ve iyileştirmelerinde oldukça
etkili bir araç saydığı, ıslah kurumlarına ait atölye ve işyerlerindeki zorunlu çalışmalardan farklıdır. Dışardaki işyerlerinde yapılan çalışmalar hükümlü ve işveren arasında yapılmış bir akde dayanmasa da aralarındaki ilişki bir hizmet
ilişkisidir. Bu gibi durumlarda cezaevi idaresinin taraflar
arasındaki hizmet ilişkisinin kurulmasına aracılık ettiğinin
kabulü gerekir. Davacı, hükümlü sözü edilen tarihler arasında davalı idareye ait işyerinde ücret karşılığı çalışmıştır.
Ücretin cezaevi idaresine ödenmesi ve çalışmanın idareler
arası yapılmış bir protokole dayanması söz konusu ilişkinin
niteliğini etkilemez. Mahkemenin verdiği değişik bir değerlendirme ve yazılı gerekçe ile davanın reddine karar vermesi
yasaya aykırıdır” (Y9HD 27.11.1980, 12525/14266, Günay,
1998, s. 66-67).
12
4958 sayılı Kanun, RG 6.8.2003, 25191.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
356
çalışan hükümlülerin sigortalı sayılacakları
anlamı çıkarılmaktaydı13 (Güzel ve Okur,
1999, s.101. Uşan, 2001, s.1470; Aslanköylü, 2003, s.105). Ayrıca bu husus ilgili
Yönetmeliklerde de açıkça öngörülmekteydi
(Uşan, 2001, s.1471). Yargıtay da bu yönde karar vermekteydi14. 506 sayılı Kanunda
2003 yılında yapılan bir değişiklikle15 ise bu
kişilerin 1.1.2004 tarihinden itibaren yalnız iş
kazası ile meslek hastalıkları, analık ve hastalık sigorta kolları açısından zorunlu sigortalı olacakları, uzun dönemli sigorta kolları
açısından da istekleri halinde de şartları taşımaları kaydıyla isteğe bağlı sigortalı olabilecekleri düzenlenmişti (506 s.k. m.2/3). 5510
sayılı Kanunda da 506 Sayılı Kanunda olduğu gibi söz konusu kişiler iş sözleşmesi ile
çalışmamalarına rağmen belirli sigorta kolları bakımından sigortalı (kısmi sigortalı) kabul
edilmişlerdir. 5510 Sayılı Kanun m.5/a uyarınca “Hizmet akdi ile çalışmamakla birlikte,
ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular hakkında, iş kazası ve meslek hastalığı ile analık
sigortası uygulanır ve bunlar, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında
sigortalı sayılırlar”. 506 sayılı Yasanın 4958
sayılı Yasa ile değiştirilmiş yeni hali ve 5510
sayılı Yasanın karşıt anlamından ceza infaz
kurumları dışında çalışan sigortalılara ilişkin
bir anlam çıkarılamamaktadır.
5275 sayılı Kanunun 32/2 hükmüne göre
“Sosyal güvenlik kurumlarına tâbi olanlar
ile bunların hak sahiplerine yapılan her türlü yardım ve giderler, kendi mevzuatları çerçevesinde ilgili sosyal güvenlik kurumunca
karşılanır”. Aynı esas Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük m.100/’de de
tekrarlanmıştır. Kanımıza göre söz konusu
hüküm –çok açık olmamakla birlikte- kurum
dışında çalıştırılacak hükümlülerin hükümlülük durumunun halihazırda kazanılmış sosyal
sigorta hakları bakımından olumsuz etkide
bulunmayacağına ve sosyal güvenlik kurumlarına tabi olanların haklarının sosyal güvenlik kurumunca sağlanmaya devam edeceğine
vurgu yapmışa benzemektedir. Buna karşılık
söz konusu hüküm hükümlülerce dışarıda yapılan çalışmaların sigortalılık ilişkisi kurup
kurmayacağı konusunda bir açıklık getirmemiştir. Belirtmek gerekir ki uygulamada ceza
infaz kurumları dışındaki işyerlerinde çalıştırılan hükümlüler sigortalılık bakımından ayrıma tabi tutulmamakta, bu kişilerin de aynı
ceza infaz kurumları bünyesinde çalıştırılanlar gibi “iş kazası ve meslek hastalığı ile analık sigortası” bakımından sigortalı yapılmaları söz konusu olmaktadır. Bu uygulamanın
hukuki gerekçesinin ve dayanağının ne olabileceği konusunda iki ihtimal göze çarpmaktadır. Bunlardan biri 2005 tarihli Ceza İnfaz
Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu
ve İşyurtlarının İdare ve İhale Yönetmeliği’nde yer alan bir hükümdür. “Ceza infaz kurumu bünyesinde yer alan işyurtları dışındaki
işyerlerinde çalıştırılan hükümlülere yapılacak ücret tahakkuku üzerinden sigorta primi
kesintisi yapılır” (m.23/2, b, 1). Bize göre bu
düzenleme sigortalılık ilişkisi kurucu bir nitelik taşımaktan ziyade sigortalılık ilişkisinden
doğan bir yükümlülüğün yerine getirilmesinden söz etmektedir. Bu konuda sosyal sigorta
13
Yargıtay bu dönemde tekel idaresinde çalışan bir mahkumu sigortalı kabul etmiş ve ücretinin tekel idaresi tarafından değil cezaevi idaresince ödenmesinin sigortalılığını
engellemeyeceği sonucuna varmıştır (Y9HD, 27.11.1980,
12525/14266, Arslanköylü, 2003, s.105).
14
YHGK, 3.2.1971, 9-930/61, Çakmak, 2001, s. 64. Y9HD,
27.11.1980, 12525/14266, Güzel ve Okur, 1999, s.101.
15
4958 sayılı Kanun, RG 6.8.2003, 25191.
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
ilişkisini kuran temel kanun olan 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunundan hareket etmek gerekir. Bu çerçevede hukuki dayanak noktasında ikinci ihtimal ortaya çıkmaktadır. Bu ihtimal, 5510
sayılı Kanunda yer alan ve ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan
tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan
hükümlü ve tutuklular hakkında kısmi sosyal
sigortalılık ilişkisinin düzenlendiği 5/a hükmünün “kıyasen” dışarıda çalışan hükümlüler
için de uygulanmasıdır. Ancak 5510 sayılı
Kanunda sigortalılık ilişkisinin düzenlendiği
temel hüküm 4. madde olup, 5. maddede istisnai olarak bu kapsama alınanlar sıralanmaktadır. İstisna hükümlerinin dar yorumlanması
kuralının bir gereği ve sonucu olarak istisna
hükümlerinin kıyasen uygulanamayacağı kabul edilmektedir16. Bu sebeple kanımıza göre
söz konusu istisna hükmünün kıyas yoluyla
genişletilmesi hukuken mümkün değildir. Sonuç itibariyle ceza infaz kurumları bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri üniteler
dışında çalıştırılan hükümlülerin uygulamada
sigortalı yapılmaları “sonucu itibariyle” isabetli ve hakkaniyete uygun olmakla birlikte,
hukuki dayanağı noktasında sıkıntı bulunmaktadır. Bu sebeple olması gereken hukuk
bakımından 5510 sayılı Kanunda bu kişilerin
de ceza infaz kurumu bünyesinde çalıştırılanlar gibi özellikle kısa vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık hakları açıkça güvence
altına alınmalıdır.
2. Kamu Hizmeti Cezası ve Kamuya
Yararlı Bir İşte Çalışma
a)Kamu Hizmeti Cezası ve Çalışma
Koşulları
Suçların kamu düzenini bozma niteliğinin bir sonucu olarak toplumun mağduriyetinin ve zararının giderilmesinin bir yolu
357
olarak hükümlünün toplum hizmetinde
çalışması karşılaştırmalı hukukta ve Türk
hukukunda bir yöntem olarak benimsenmiştir (Çolak ve Altun, 2007, s.84)17. Bu
doğrultuda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, bir yıl veya daha az süreli (kısa süreli)
hapis cezalarına alternatif olarak uygulanabileceği öngörülen farklı tedbirler arasında hükümlünün kamuya yararlı bir işte
çalıştırılmasını da kabul etmiştir. Anılan
Kanunun “Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar” başlıklı 50. maddesi uyarınca “Kısa süreli hapis cezası, suçlunun
kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna,
yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa
ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
…mahkûm olunan cezanın yarısından bir
katına kadar süreyle ve gönüllü olmak
koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya çevrilebilir”18. Yine anılan yasa
uyarınca, “Hükmedilen bir yıl veya daha
az süreli hapis cezası, kısa süreli hapis
cezasıdır” (m.49/2). O halde “kısa süreli” olarak adlandırılan bir yıl veya daha az
16
Ayrıntılı bilgi için bkz. Yongalık, 2011, s.10 vd.
17
Gerçekten de çalışma cezasının temelinde “topluma verilen zararın topluma yararlı bir işte çalışılması suretiyle
telafisi düşüncesi yatmaktadır” (Alıcı, 2011, s.132).
18
Anılan maddede kısa süreli hapis cezasına alternatif
olarak öngörülen diğer yaptırımlar; a) Adlî para cezası,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade,
suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen
giderilmesi, c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat
edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkanı
da bulunan bir eğitim kurumuna devam etme, d) Mahkûm
olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli
yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanma, e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak
suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm
olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili
ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanma olarak sıralanmıştır.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
358
süreli hapis cezası -mahkemenin takdirine
bağlı olarak19- farklı tedbirlere çevrilebilmekte; bu tedbirlerden biri de gönüllü
olarak kamuya yararlı bir işte çalışma olabilmektedir.
Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinin
birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan kısa
süreli hapis cezasına alternatif yaptırım seçeneklerinden olan “kamuya yararlı bir işte
çalışma”nın ne anlama geldiği 5275 sayılı
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun (CGTİK) 105. maddesinde
açıklanmıştır. Bu madde uyarınca “… Türk
Ceza Kanununun 50 nci maddesinin birinci
fıkrasının (f) bendinde yer alan kısa süreli
hapis cezasının yaptırım seçeneklerinden
kamuya yararlı bir işte çalıştırma; kamuya yararlı bir işte çalıştırma; hükümlünün,
ücretsiz olarak bir kamu kurumunun veya
kamu yararına hizmet veren bir özel kuruluşun belirli hizmetlerinde çalıştırılmasıdır”. CGTİK uyarınca denetimli serbestlik
ve yardım merkezleri, bölgelerinde bulunan
bu tür kurumlardan hükümlüleri ne suretle çalıştırabileceklerine dair bilgi alırlar ve
hizmetler listesini oluştururlar. Bu listeler
mahkemelere verilir. Mahkeme, bu listelerden uygun gördüğü hizmeti ve süresini hükümlüye önerir ve bunu reddetme hakkına
sahip olduğunu hatırlatır20 (CGTİK 105/2)
(Öztürk ve Erdem, 2011, s.373; Demirbaş,
2009, s.565). Sanığın mesleğine uygun iş
bulunması zorunlu değildir21 (Erdoğan,
2008, s.649).
Türk Ceza Kanunu 50/f hükmünde yer
alan “kamuya yararlı işte çalışma” kavramı
Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin 4/1, m hükmünde “kamu hizmeti cezası” olarak adlandırılmıştır. Bu hükme göre
kamu hizmeti cezası; “5237 sayılı Türk Ceza
Kanununun 50 nci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde öngörülen, bir kamu kurumunun veya kamu yararına hizmet veren bir
özel kuruluşun belirli hizmetlerinde ücretsiz olarak çalıştırılmayı” ifade eder. Kamu
hizmeti cezasına ilişkin esaslar yine anılan
Yönetmeliğin 66. maddesinde açıklanmıştır.
Bu hükme göre kamu hizmeti cezası; toplumsal katılım ile hükümlünün iyileştirilmesini ve topluma kazandırılmasını amaçlayan,
hükümlünün topluma verdiği zararı kamu
hizmetinde ücretsiz çalışarak geri ödemesini
ve bu şekilde kamu düzeninin sağlanmasını esas alan bir seçenek yaptırımdır. Kamu
hizmeti cezası, kamu kurumu veya kamu
yararına hizmet veren bir özel kuruluşta yerine getirilir. Çalıştırılacak iş belirlenirken;
hükümlünün iyileştirilmesi, kamuya verilen
zararın ödetilmesi, hükümlünün becerileri,
mağdurun ve toplumun güvenliği ve çalışmanın ceza niteliğinde olduğu dikkate alınır.
Kamu hizmeti cezasında hükümlünün
çalıştırılacağı gün ve saatler, hükümlünün
19
Mahkeme bu tedbirlerden birine çevirmeye zorunlu değildir (Toroslu, 2012, s.420. Çolak ve Altun, 2007, s.87. Erdoğan, 2008, s.653).
20
Öztürk ve Erdem, 2011, s. 373. Demirbaş, 2009, s.565.
Diğer bir hapis cezasına hükmedildiğinde kamu yararına
çalıştırma kararı verilemez. (CGTİK 105/3). İki yıl veya
daha az süre ile hapis cezasına mahkûm olanlardan, hükümlülük süresinin yarısını iyi hâlle geçirenlerin, istekleri
bulunmak koşuluyla kendilerinin veya yasal temsilcilerinin
veya Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmiyet sürelerinin geriye kalan yarısını kamuya yararlı bir
işte çalıştırılmasına mahkemece karar verilebilir.(CGTİK
105/4). Mahkeme kararında belirtilen çalışma esasları ile
rejimlere uymama hâlinde, geri kalan ceza aynen çektirilir
(CGTİK (105/5).
21
Sanığın çalışacağı işkolu mahkeme tarafından belirlenmeli, işyerinin belirlenmesi denetimli serbestlik şube müdürlüklerine bırakılmalıdır (Erdoğan, 2008, s.649).
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
işi, aile yaşamı veya eğitimi dikkate alınarak
belirlenir. (m.66/3) Kamu hizmeti cezasının
infazında dört saat çalışma bir gün sayılır.
Hükümlü günde en az iki, en çok sekiz; haftada en az on dört, en çok kırk saat çalıştırılır22. Kamu hizmeti cezasının infazı, toplam
ceza süresinin iki katını geçemez23.
Kamu hizmeti cezasının uygulamasında
hükümlülerin denetimli serbestlik müdürü
ile yükümlü çalıştıracak olan kamu kurum
ve kuruluşları veya kamu yararına hizmet
üreten özel kuruluşlar arasında imzalanan ve
“işbirliği protokolü” adı verilen bir protokol
çerçevesinde çalıştırılması söz konusu olmaktadır. Konunun düzenlendiği Denetimli
Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği madde
50 uyarınca “Kamu hizmeti cezası veya
gözetim altında ya da 5275 sayılı Kanunun
105/A maddesinin beşinci fıkrasında düzenlenen kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak
çalışma yükümlülüğü kapsamında yükümlü
çalıştıracak olan kamu kurum ve kuruluşları ile kamu yararına hizmet üreten özel
kuruluşlarla, yükümlünün çalıştırılması,
çalışılacak işin nitelikleri, çalışma süresinin
belirlenmesi ve diğer hususlarla ilgili protokol imzalanır. İş birliği protokolünü müdür
ile kurum yetkilisi imzalar”. İşbirliği protokolünde; kurumun adı, hizmetlerin türü,
çalışma saatlerinin müdürlük ve kurumun
ortak kararı ile belirleneceği, takip çizelgesinin iş yerindeki yükümlünün çalışmasından sorumlu kişi tarafından doldurulacağı,
protokolün yürürlük süresi, protokolün sona
ereceği haller, cinsiyet ve çocuk/yetişkin
ayrımı da dikkate alınarak çalıştırılabilecek
yükümlü sayısı, iş yerinin yükümlüye veya
çocuğa iş güvenliği ve sağlığı ile işin yapılması için gerekli olan araç ve gereçleri sağlayacağı, işveren ve diğer çalışanlar tarafın-
359
dan yükümlünün insan haklarına ve kişilik
haklarına saygı gösterileceği gibi bilgilerin
yer alması öngörülmüştür (m.50/2).
Öte yandan anılan Yönetmelik madde
52 uyarınca işbirliği protokolünün yanı sıra
hükümlünün çalışmaya başlamasından önce
denetimli serbestlik personeli, sanık veya
hükümlü ile işyeri temsilcisi arasında müdürlüğün, işyerinin ve hükümlünün görev
ve sorumluluklarının yer aldığı bir “çalışma
protokolü” imzalanması gerekmektedir. Bu
çalışma protokolünde; sanık veya hükümlünün çalıştırılacağı işin türü, mahiyeti ve
süresi, uyması gereken güvenlik tedbirleri,
yükümlülüklerine aykırı davranması durumunda yapılacak işlemler, işyerinde kime
karşı sorumlu olduğu, iş güvenliği ve sağlığı için gerekli önlemlerin işveren tarafından
alınacağı gibi bilgilerin yer alması öngörülmüştür (m.52/2).
Kamu hizmeti cezası çerçevesinde yerine
getirilen çalışmanın hukuki niteliğinin tespiti gerekir. Acaba bu çalışmanın “iş ilişkisi”
kapsamında değerlendirilmesi mümkün müdür? Söz konusu cezadan beklenen faydanın
22
Suça sürüklenen çocuklar hakkında kamu hizmeti cezası
kararı verilmişse, kamu hizmeti cezasının infazında hükümlünün çalışmaya başlayacağı tarihteki yaşı dikkate alınır.
Hükümlünün on sekiz yaşından küçük olması halinde çalıştırılacak iş; çocuğun bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişimi ile
eğitimine engel olmayacak ve destekleyecek şekilde belirlenir. On sekiz yaşını tamamlayıncaya kadar çalışılan her
iki saat bir gün sayılır. Bu şartların sağlanamaması halinde
çocuk hakkında verilen bu yaptırımın değiştirilmesi mahkemesinden istenebilir (m.66/5).
23
Kamu hizmeti cezasının yerine getirilmesinde; hükümlünün durumu, çalıştırılacağı kurum ya da kuruluş haricinde
kimseyle paylaşılamaz. Kurum ya da kuruluş yetkilileri, hükümlünün ifşa olmaması ve dışlanmaması için hükümlünün
durumunu diğer çalışan ve kişiler ile paylaşamaz. Bu konuda kurum ya da kuruluş yetkilileri bilgilendirilir (m.66/4).
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
360
sağlanabilmesi açısından bu cezanın uygulanmasında gönüllülük esastır (Çetin, 2011,
s.218-219; Maden, 2012, s.213). Gerçekten de Türk Ceza Kanunu uyarınca “kamu
hizmeti cezası” tedbiri hükümlü açısından
zorunlu kabul edilmemiş, hükümlünün reddetme hakkı saklı tutulmuştur. Buna göre
ya sanık tarafından böyle bir talep gelmeli,
ya da mahkemenin getireceği öneriyi sanık
açık bir biçimde kabul etmelidir24 (Çolak
ve Altun, 2007, s.87; Erdoğan, 2008, s.648;
Öztürk ve Erdem, 2011, s.373, Çetin, 2011,
s.221). Buna karşılık söz konusu çalışmanın
“ücretsiz” olması öngörülmüştür25. İş sözleşmesinin esaslı unsurlarından olan “ücret”
ödenmesi söz konusu ilişkide öngörülmediğinden bu ilişkinin iş ilişkisi olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla;
a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son
altı ayını kesintisiz olarak geçiren, b)Çocuk
eğitimevinde toplam cezasının beşte birini
tamamlayan, koşullu salıverilmesine bir yıl
veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle
infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme
raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir”26. Yine anılan hüküm uyarınca “denetimli serbestlik tedbiri
uygulanmak suretiyle cezasının infazına karar verilen hükümlünün, koşullu salıverilme
tarihine kadar; a) Kamuya yararlı bir işte
ücretsiz olarak çalıştırılması, b) Bir konut
b) Kamuya Yararlı Bir İşte Çalışma
Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliğinde, birbirine çok yakın olan iki uygulama “kamu hizmeti cezası” ve “kamuya
yararlı işte çalışma” şeklinde iki ayrı kavram çerçevesinde düzenlenmiştir. Buna göre
bir önceki başlıkta değindiğimiz Türk Ceza
Kanunu 50/f hükmünde yer alan “kamuya yararlı işte çalışma” kavramı Denetimli
Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin 4/1,
m hükmünde “kamu hizmeti cezası” olarak adlandırılmıştır. Buna karşılık anılan
yönetmelikte 5275 sayılı Kanunun 105/A
hükmünde öngörülen yaptırım “kamuya
yararlı işte çalışma” olarak tanımlanmıştır
(D.S.H.Y. m.50/1). 5275 sayılı Kanuna 2012
yılında 6291 sayılı Kanunla eklenen “denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın
infazı” başlıklı 105/A hükmüne göre “Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini
24
Söz konusu yaptırımın sanığın rızası alınmadan verilemeyeceğine ilişkin karar için bkz.Y2CD, 5.10.2006, 1616/16026,
www.kazanci.com.tr. Y8CD 5.7.2012, 11816/23653, http://
emsal.yargitay.gov.tr).
25
Yargıtay sanığın rızası da alınmadan “ücret karşılığında” kamuya yararlı işte çalıştırılmasına karar verilmesini
bozma sebebi saymıştır (Y2CD, 5.10.2006, 1616/16026,
http://emsal.yargitay.gov.tr). Doktrinde bu seçenek yaptırımın ücretsiz olmasının isabetli olduğu görüşü bulunduğu
gibi, bu yaptırımın ücretli olması gerektiği de belirtilmektedir (Ayrıntılı bilgi için bkz. Çetin, 2011, s.220, dn.661).
26
Maddede ayrıca söz konusu infaz usulünden; a) Sıfır-altı
yaş grubunda çocuğu bulunan ve koşullu salıverilmesine iki
yıl veya daha az süre kalan kadın hükümlülerin, b) Maruz
kaldıkları ağır bir hastalık, sakatlık veya kocama nedeniyle
hayatlarını yalnız idame ettiremeyen ve koşullu salıverilmesine üç yıl veya daha az süre kalan hükümlülerin, diğer
şartları da taşımaları hâlinde yararlanabilecekleri de düzenlenmiştir. Ayrıca maddeye göre “Açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartları oluşmasına karşın, iradesi dışındaki
bir nedenle açık ceza infaz kurumuna ayrılamayan veya bu
nedenle kapalı ceza infaz kurumuna geri gönderilen iyi hâlli
hükümlüler, açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartlarının
oluşmasından itibaren en az altı aylık sürenin geçmiş olması
durumunda, diğer şartları da taşımaları hâlinde, birinci fıkrada düzenlenen infaz usulünden yararlanabilirler”.
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
veya bölgede denetim ve gözetim altında
bulundurulması, c) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemesi, d) Belirlenen programlara katılması, yükümlülüklerinden bir veya
birden fazlasına tabi tutulmasına, denetimli
serbestlik müdürlüğünce karar verilir”. Görüldüğü gibi 105/A hükmünde denetimli
serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle27 cezasının infazına karar verilen hükümlünün,
koşullu salıverilme tarihine kadar; denetimli
serbestlik müdürlüğünce kamuya yararlı bir
işte ücretsiz olarak çalıştırılmasına hükmedebilmesi düzenlenmiştir.
Kamu hizmeti cezasında da “kamuya yararlı bir işte çalışma” yaptırımında da ücretsiz olarak kamu yararına çalışma yapılması
söz konusudur. Buna karşılık aralarında öncelikle amaç farkı olduğu anlaşılmaktadır.
Kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılma; Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin 84. maddesinde “hükümlünün
kurallara uyma becerisi ve çalışma disiplini
kazanmasını, başkalarının haklarına saygı
göstermesini, zamanı planlamasını, bir meslek edinerek kendi işini kurmasını veya bir iş
edinmesini amaçlayan, iyileştirme ve topluma kazandırmayı esas alan bir yükümlülük”
olarak tanımlanmıştır. Oysa kamu hizmeti
cezası; toplumsal katılım ile hükümlünün
iyileştirilmesini ve topluma kazandırılmasını amaçlayan, hükümlünün topluma verdiği
zararı kamu hizmetinde ücretsiz çalışarak
geri ödemesini ve bu şekilde kamu düzeninin sağlanmasını esas alan bir seçenek
yaptırımdır (Yön. m.66). O halde kamuya
yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılmada hükümlünün iyileştirilmesi ve topluma
kazandırılması amacı ön plana çıkarken;
kamu hizmeti cezasında hükümlünün topluma verdiği zararı kamu hizmetinde ücretsiz
361
çalışarak geri ödemesi ve bu şekilde kamu
düzeninin sağlanması amacı güdülmektedir.
Kamu hizmeti cezasının 5275 sayılı Kanun
105/A hükmünde öngörülen “kamuya yararlı işte çalışma” yaptırımından diğer bir farkı,
kamu hizmeti cezası kısa süreli hapis cezasına bir alternatif olarak doğrudan mahkeme
tarafından verilirken; kamuya yararlı işte çalışma yaptırımının denetimli serbestlik tedbiri uygulanan hükümlü için denetimli serbestlik müdürlüğünce verilmesidir. Ancak
her ikisinin uygulamasında da hükümlünün
çalıştıracak olan kamu kurum ve kuruluşları
veya kamu yararına hizmet üreten özel kuruluşlarla imzalanan ve yukarıda detayları
ifade edilen “işbirliği protokolü” adı verilen
bir protokol çerçevesinde çalıştırılması söz
konusu olmaktadır. Ayrıca yine Denetimli
Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği madde
52 uyarınca işbirliği protokolünün yanı sıra
hükümlünün çalışmaya başlamasından önce
denetimli serbestlik personeli, sanık veya
hükümlü ile işyeri temsilcisi arasında müdürlüğün, işyerinin ve hükümlünün görev
ve sorumluluklarının yer aldığı bir “çalışma
protokolü” imzalanması gerekmektedir.
Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin 84. maddesi uyarınca hükümlü, denetimli serbestlik altında geçireceği
Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin27 4/1,f
hükmüne göre denetimli serbestlik “Şüpheli, sanık veya hükümlünün toplum içinde denetim ve takibinin yapıldığı, iyileştirilmesi ve topluma kazandırılması için ihtiyaç duyulan
her türlü hizmet, program ve kaynakların sağlandığı alternatif bir ceza ve infaz sistemini” ifade etmektedir. Diğer bir
tanıma göre denetimli serbestlik, “doğrudan doğruya hapis
cezası dışında alternatif yaptırıma mahkum edilen kişilerle,
koşullu salıverilen, cezası tamamen veya kısmen ertelenen
ya da şartlı cezaya mahkum edilen kişilerin, düzenli olarak
belirli bir merkezdeki kişilerin denetimi, gözetimi veya tedavisine tabi olarak belirlenen yaptırımlara tabi tutulmasıdır
(Demirbaş, 2013, s.553).
27
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
362
toplam sürenin üçte birini kamuya yararlı
bir işte çalışmak suretiyle tamamlar. Çalışma süreleri günde dört, haftada yirmi saat
olarak belirlenir. Hükümlü hafta sonları da
çalıştırılabilir (84/2). Yükümlülüğün infazı,
hükümlünün müdürlüğe başvurmasından
itibaren on gün içinde başlatılır, belirlenen
sürenin sona ermesiyle ve her halde koşullu
salıverme süresinin tamamlanmasıyla sona
erer (84/3). Kamuya yararlı bir işte çalıştırma yükümlülüğünün Yönetmelikte düzenlenen özel nedenler hariç kesintisiz olarak
uygulanması öngörülmüştür (84/3).
Hükümlüler, bir kamu kurumunun veya
kamu yararına hizmet veren bir özel kuruluşun belirli hizmetlerinde, bireysel olarak
veya bir görevlinin nezaretinde grup halinde çalıştırılabilirler. Hükümlülerin grup
halinde çalıştırılması durumunda, çalışma
yapılan yerde veya grupların başında denetim bürosunda görevli yeteri kadar denetimli
serbestlik memuru bulundurulur (84/4). Denetim planında, hükümlünün hangi gün ve
saatlerde çalışacağı, yükümlülüğün başlayış
ve bitiş tarihleri belirtilir. Yükümlülüğün
başlama tarihi, hükümlünün fiilen çalışmaya başladığı tarihtir (84/5). Çalıştırılacak iş
belirlenirken; hükümlünün iyileştirilmesi,
mesleği, becerileri, mağdurun ve toplumun
güvenliği dikkate alınır. Çalıştırılacak gün
ve saatler, hükümlünün işi, aile yaşamı veya
eğitimi dikkate alınarak belirlenir. Hükümlünün çalıştığı iş, kurum veya yer denetimli serbestlik müdürlüğünce değiştirilebilir
(84/6).
Öte yandan Yönetmelikte hükümlünün
bazı durumlarda kamuya yararlı işte çalışma yükümlülüğünün kaldırılmasını talep
edebileceği düzenlenmiştir. Bu haller a) ça-
lışmasına engel bir sağlık problemi olma,
b) örgün eğitime devam etme, c) bir iş sözleşmesine dayanarak çalışma, ç) kendi işini
kurduğunu ve işletme, olarak sıralanmıştır
(m.84/7). Hükümlünün bu durumlardan birini belgelendirmesi ve bu nedenle kamuya
yararlı işte çalışma yükümlülüğünün kaldırılmasını talep etmesi durumunda, ileri sürülen mazeretlerin doğruluğu ve haklılığı
araştırılmaktadır. Gerekirse komisyon tarafından yükümlülüğün infazına ara verilir.
Bu durumda, hükümlünün sağlık problemi,
eğitime devam etme durumu, belirttiği işte
bir iş sözleşmesine dayanarak çalışıp çalışmadığı ya da kurduğu ve işlettiği işi devam
ettirip ettirmediği, koşullu salıverme süresinin sonuna kadar denetlenir. Hükümlünün,
yanlış beyanda bulunduğunun anlaşılması
veya mazeretin ortadan kalkması halinde
yükümlülüğün kalan kısmının infazına devam edilir28.
c)Kamu Hizmeti Cezası Verilen ve Kamuya Yararlı İşte Çalışan Hükümlülerin
Sosyal Güvenliği
5402 sayılı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanunu’nun29 14/2 hükmü uyarınca
28
Öte yandan Yönetmelik uyarınca “Bu yükümlülük, müdürlüğe müracaat tarihi itibariyle on sekiz yaşından küçük
suça sürüklenen çocuklar ile sıfır-altı yaş arasında çocuğu
bulunan kadınların bu durumları devam ettiği sürece uygulanmaz. Bu durumun ortadan kalktığı tarihten itibaren,
koşullu salıverilme tarihine kadar olan sürenin üçte biri
kamuya yararlı bir işte çalıştırılma yükümlülüğü olarak uygulanır”. Ayrıca “bu yükümlülük; a) Altmış yaş ve üstü, b)
Hayatlarını yalnız başına idame ettiremeyen, c) Doğumuna
on hafta kalan hamile kadın, hükümlüler hakkında uygulanmaz” (m.84/8, 9).
29
RG 20.07.2005, 25881. 5/4/2012 tarihli ve 6291 sayılı
Kanunun 6 ncı maddesi ile bu Kanunun adı “Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanunu”
iken metne işlendiği şekilde değiştirilmiştir.
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
“Kamu yararına çalışma yaptırımının infazında 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanunu hükümleri uygulanmaz”.
Bu hüküm, 2006 yılında 5560 sayılı yasa ile
söz konusu maddeye eklenmiştir. Söz konusu maddenin gerekçesi “Bu dü­zenleme ile,
Türk Ceza Kanunu ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümleri
gereğince kamuya yararlı bir işte çalıştırılan hükümlülerin bu çalışmaları hizmet
akdine dayanmaması, 506 sayılı Kanunun
ikinci maddesinde bu hükümlüler ile ilgili
düzenleme bulunmaması, çalış­
ma karşılığında hükümlülere ücret ödenmemesi ve bu
çalışmanın bir cezanın denetimli serbestlik
kapsamında infaz şekli olması nedeniyle,
kamu yararına çalışma yaptırımının infazında 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanunu hükümlerinin uygulanmayacağı öngörülmektedir” şeklinde açıklanmıştır30. Maddenin genel olarak düzenleniş şeklinden söz konusu düzenlemenin
hem Türk Ceza Kanununun 50/f hükmünde
öngörülen kamu yararına çalışma (kamu
hizmeti cezası) hem de 5275 sayılı Kanun
105/A hükmünde öngörülen kamuya yararlı
işte çalışma yaptırımı için öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Nitekim 14. maddenin 4. fıkrasında her iki yaptırım türü de “kamu yararına çalışma” olarak tanımlanmıştır.
31.5.2006 tarihinde kabul edilen 5510
sayılı Yasa ile 506 sayılı Yasa yürürlükten
kaldırıldığından daha önce 506 sayılı Yasaya yapılan atıfların artık 5510 sayılı Yasa
olarak anlaşılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda kamu hizmeti cezası veya kamu
yararına çalışma yaptırımı uygulanan kişiler hiçbir sigorta dalı bakımından sigortalı
sayılmayacaklardır. Öncelikle söz konusu
hükmün “hükümlülük durumunun haliha-
363
zırda kazanılmış sosyal sigorta hakları bakımından olumsuz etkide bulunmayacağı”
ilkesinin uygulanmayacağı şeklinde anlaşılmaması gerekir. Buna göre hakkında kamuya yararlı işte çalışma yaptırımı uygulanan
hükümlü kişi emekli ise emeklilik hakkı
ortadan kalkmamalı, söz konusu çalışmayı
sürdürürken de malullük veya yaşlılık aylığı almaya devam etmelidir (Güzel ve Okur,
1999, s.101-102; Uşan, 2001, s.1472). Buna
karşılık anılan düzenleme doğrultusunda
“kamuya yararına çalışılan iş” dolayısıyla
hükümlü veya bakmakla yükümlü olduğu
kişiler herhangi bir sigortalılık hakkından
yararlanamayacaktır.
Karşılaştırmalı hukuka bakıldığında
Amerika’da konunun eyaletten eyalete farklılık arz ettiği görülmektedir. Örneğin Washington eyaleti yasalarına göre kamu yararına çalışma yaptırımı (community service
order/court ordered community service)
uygulanan kişiler bu kişileri çalıştıran kamu
kurumunun, şehrin, veya kar gütmeyen organizasyonun tercihine bağlı olarak işçi sayılabilmektedirler. Bu durumda sigorta primlerinin ödenmesi yükümlülüğü de yine bu
kişileri çalıştıran kurumlara ait olmaktadır
(Revised Code of Washington 51.12.045)31.
Yine Nevada eyaletinde iş kazası sigortası
kamu yararına çalışma yaptırımı uygulanan
kişileri de kapsamaktadır (Keulen, 1988,
s.13). Fransa’da kamu yararına ücretsiz çalışma yaptırımı uygulanan (le travail d’interet general/TIG) kişiler yürüttükleri bu iş
dolayısıyla geçirdikleri iş kazaları yönün30
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/
d22/c137/tbmm22137025ss1255.pdf
31 http://apps.leg.wa.gov/rcw/default.aspx?cite=51.12.045
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
364
den sigortalı kabul edilmektedirler (Art. L
412-8 5/Article L412-73). Anılan hükümler uyarınca sosyal güvenliğe ilişkin yükümlülükler bakımından hapishane idaresi
işveren olarak kabul edilmektedir. Diğer
yandan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 1992 tarihinde kabul edilen Kamusal
Cezalar ve Tedbirler Hakkındaki R(92) 16
Sayılı Tavsiye Kararında32 aralarında kamu
hizmeti cezasının da bulunduğu kamusal
cezalara ilişkin temel esaslar ele alınmıştır.
Söz konusu tavsiye kararının 28. maddesi
uyarınca “Bir kamusal cezanın veya tedbirin yüklenmesi veya infaz edilmesiyle mevcut herhangi bir sosyal güvenlik sisteminden yararlanma hakkı sınırlandırılmamalıdır”. Söz konusu kural, kamusal cezanın
sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldırmayacağı prensibini ortaya koymaktadır.
Kanımıza göre kamuya yararlı işte çalıştırılanların iş kazaları ve meslek hastalıkları yönünden sigortalı sayılmamaları
bir “çifte cezalandırma” anlamına gelecektir (Harland, 1980, s.476). Gerçekten de
söz konusu ceza, kişinin “ücretsiz” olarak
çalıştırılması olup “sigortasız” olarak çalıştırılması değildir. Öte yandan Anayasanın 18. maddesi angarya yasağının bir istisnası olarak hükümlü çalıştırılmasını öngörmüştür. Buna karşılık yine Anayasanın 60.
maddesi bir istisna öngörmeksizin “herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğunu” düzenlemiştir. Bu sebeplerle yapılacak
bir düzenlemeyle karşılaştırmalı hukukta
da örnekleri olduğu gibi bu kişilerin en
azından “iş kazası ve meslek hastalıkları
sigortası” yönünden sigortalı sayılacakları
düzenlenmelidir.
3.Gözetim Altında Çalıştırma ve Sosyal Güvenlik Hakkı
Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliğinde öngörülen “denetimli serbestlik”
döneminde uygulanabilen diğer bir çalışma
yükümlülüğü türü “gözetim altında çalıştırma” dır. Denetimli Serbestlik Hizmetleri
Yönetmeliği m. 59 uyarınca gözetim altında çalışma yükümlülüğü; “bir meslek veya
sanat sahibi sanığın, bir kamu kurumunda
veya özel olarak aynı meslek veya sanatı
icra eden bir başkasının gözetimi altında
ücret karşılığında çalıştırılmasıdır”. Buna
göre örneğin bir avukat başka bir avukatın
gözetiminde ücret karşılığı çalışmak suretiyle mesleğine devam edebilecek, bir ressam da bu mesleğini devam ettirebilecektir
(İnce, 2011, s.255). Görüldüğü gibi burada
artık kamu yararına yapılan bir iş değil, kişinin kendi meslek veya sanatını sürdürmesi
söz konusudur.
Söz konusu yaptırım, cezası ertelenen
kişiler ve hakkında hükmün açıklanmasının
geri bırakıldığı kişiler için söz konusu olabilmektedir. Buna göre Türk Ceza Kanununun
51. maddesi işlediği suçtan dolayı belirli bir
sınırın altında hapis cezasına mahkum edilen kişilerin cezalarının ertelenmesi imkanı
getirmiştir. Söz konusu hükme göre, “İşlediği suçtan dolayı iki yıl veya daha az süreyle
hapis cezasına mahkûm edilen kişinin cezası
ertelenebilir. Bu sürenin üst sınırı, fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış veya
altmışbeş yaşını bitirmiş olan kişiler bakımından üç yıldır”. Cezası ertelenen hüküm32
Tavsiye kararının İngilizce metni için bkz. https://wcd.
coe.int/ViewDoc.jsp?id=615689 Türkçe metin için bkz.
http://www.cte.adalet.gov.tr/menudekiler/uluslararasi/dsm_
tavsiyekararlari/8.pdf
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
lü hakkında, bir yıldan az, üç yıldan fazla
olmamak üzere, bir denetim süresi belirlenmektedir. Bu sürenin alt sınırı, mahkûm olunan ceza süresinden az olamaz. Türk Ceza
Kanununun “Hapis cezasının ertelenmesi”
başlıklı 51. maddesi uyarınca “…Cezası ertelenen hükümlü hakkında, bir yıldan az, üç
yıldan fazla olmamak üzere, bir denetim süresi belirlenir. Bu sürenin alt sınırı, mahkûm
olunan ceza süresinden az olamaz. …Denetim süresi içinde; …b) Bir meslek veya sanat
sahibi hükümlünün, bir kamu kurumunda
veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra
eden bir başkasının gözetimi altında ücret
karşılığında çalıştırılmasına,…mahkemece
karar verilebilir”. Görüldüğü gibi hükümde “karar verilebileceği”nden söz edilerek
mahkemenin gerektiğinde bir yükümlülük
belirlemeden de bu sürenin geçirilmesine
hükmedebileceği düzenlenmiştir (Öztürk
ve Erdem, 2011, s.388; İnce, 2011, s.255).
Nitekim TCK m.51/6 uyarınca “Mahkeme,
hükümlünün kişiliğini ve sosyal durumunu
göz önünde bulundurarak, denetim süresinin
herhangi bir yükümlülük belirlemeden veya
uzman kişi görevlendirmeden geçirilmesine
de karar verebilir”.
Gözetim altında çalışma yaptırımının uygulanabildiği diğer bir durum, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararından sonra gerçekleşebilmektedir. Buna göre 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.231/8
uyarınca “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık,
beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur.
Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak; …b)
Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde,
bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı
365
meslek veya sanatı icra eden bir başkasının
gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına, c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,
karar verilebilir”.
Gözetim altında çalıştırma yaptırımının
da kamu hizmeti cezası ve kamu yararına
çalışmada olduğu gibi kamu kurum ve kuruluşları ile kamu yararına hizmet üreten özel
kuruluşlarla imzalanan ve yukarıda detayları
ifade edilen “işbirliği protokolü” adı verilen
bir protokol çerçevesinde uygulanması söz
konusu olmaktadır. Ayrıca yine Denetimli
Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği madde
52 uyarınca işbirliği protokolünün yanısıra
hükümlünün çalışmaya başlamasından önce
denetimli serbestlik personeli, sanık veya
hükümlü ile işyeri temsilcisi arasında müdürlüğün, işyerinin ve hükümlünün görev
ve sorumluluklarının yer aldığı bir “çalışma
protokolü” imzalanması gerekmektedir.
Anılan Yönetmelik uyarınca gözetim altında çalışma yükümlülüğünde günlük çalışma süresi, sanığın çalıştığı kurumun bu konuda tabi olduğu mevzuata göre belirlenir.
Sanığın mevcut işi, eğitime devam durumu
gibi hususlar dikkate alınarak kişinin çalıştırılacağı kurumla iş birliği içerisinde farklı
çalışma rejimleri de uygulanabilir. Her halükarda sanık günde en az iki, en fazla sekiz saat çalıştırılır (Yön. m.59/2). Gözetim
altında çalışma yükümlülüğünün infazı, sanığın çalışmaya başladığı tarihte başlar ve
mahkemece belirlenen sürenin bitiminde
sona erer (m.59/3).
Kamu yararına çalışma ve kamu hizmeti
cezasından farklı olarak gözetim altında ça-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
366
lışmada, ücret karşılığında çalışma söz konusudur. Buna karşılık kanımıza göre yine
tarafların serbest iradeleriyle imzaladıkları
bir sözleşmeden söz edilemediği ve aradaki
ilişki kurumlar arasındaki bir protokole dayandığından iş sözleşmesi olarak nitelendirilemez. Buna karşılık Denetimli Serbestlik
Hizmetleri Yönetmeliğinin “gözetim altında çalışma” yaptırımını “iş ilişkisi” olarak
kabul ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim anılan yönetmelikte “Gözetim altında çalışma
protokolünde …ek olarak iş, vergi ve sosyal
güvenlik mevzuatına ilişkin yükümlülüklerin işverenler tarafından yerine getirileceği, sanık veya hükümlülere ücret ödeneceği
bilgisine yer verilir. Çalışma protokolü, sanık veya hükümlünün dosyasında saklanır”
(m.52/3,4) hükmüne yer verilmiştir. Söz
konusu hüküm doğrultusunda gözetim altında çalıştırılanların “iş ve sosyal güvenlik
mevzuatına” tabi olacakları ve bu mevzuata
ilişkin yükümlülüklerin bu kişileri çalıştıran kamu kurumunca veya (özel olarak aynı
meslek veya sanatı icra eden) kişi tarafından
yerine getirileceği anlaşılmaktadır. O halde
gözetim altında çalışma tedbiri uygulanan
kişiler tüm sigorta kolları bakımında 5510
s.k. 4/a kapsamında sigortalı sayılacaklardır.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanununda sadece ceza
infaz kurumları ve tutukevleri bünyesinde
çalıştırılan hükümlü ve tutukluların iş kazaları ve meslek hastalıkları sigortası ile analık
sigortası yönünden sigortalı sayılacakları
açıkça hükme bağlanmıştır. Doktrinde de belirtildiği gibi, anılan kişilerin analık sigortasından yararlandırılmaları söz konusu iken,
hastalık sigortası hükümlerinden yararlandı-
rılmaması bir çelişkidir. Bu konudaki diğer
bir çelişki şu noktada ortaya çıkmaktadır.
Bu kişilerin çalıştırılmalarında 2004 yılında
kabul edilen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun uyarınca “3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanununun bu Kanuna
aykırı olmayan hükümleri”nin uygulanacağı
belirtilmiştir. Söz konusu yasada ise çırakların iş kazaları ve meslek hastalıkları ile hastalık sigortaları yönünden sigortalı sayılacakları öngörülmüştür (m.25/4). Aynı esas,
5510 sayılı Kanun m.5/1,b’de de tekrarlanmıştır. Belirtilen husus bakımdan da bu kişilerin hastalık sigortası hükümlerinden yararlanmamaları bir çelişki niteliğindedir. Diğer
yandan, sosyal güvenlik hakkının özellikle
emeklilik bakımından sigortalılık süresi ve
prim gün sayısına bağlı olması nedeniyle,
hükümlüler uzun süreli mahkumiyet cezaları bittikten sonra çalışmaya devam etseler
bile fiilen emeklilik hakkından mahrum kalabileceklerdir. 5510 sayılı Yasada, sigortalı
iken herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınanlardan bu suçtan dolayı beraat
edenler, tutuklulukta veya gözaltında geçen
süreleri borçlanabilmektedirler (m.41). Hükümdeki açık ifade nedeniyle borçlanma
imkanının genişletici bir yorumla “beraat
etmeyen” hükümlüler için de uygulanması
güç görünmektedir. Ancak olması gereken
hukuk bakımından borçlanma imkanının
“beraat etme koşuluna bağlı olmaksızın”
tüm hükümlüler için getirilmesi sosyal güvenlik hakkının yaygınlaştırılması ilkesi
çerçevesinde yerinde olacaktır.
Diğer yandan, 5510 sayılı Yasada ceza
infaz kurumları dışında çalıştırılan hükümlülerin sosyal güvenlik haklarına ilişkin bir
düzenlenme bulunmamaktadır. Ancak uygulamada ceza infaz kurumları dışındaki iş-
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
yerlerinde çalıştırılan hükümlülerin de aynı
ceza infaz kurumları bünyesinde çalıştırılanlar gibi “iş kazası ve meslek hastalığı ile analık sigortası” bakımından sigortalı yapılmaları söz konusu olmaktadır. Bu uygulamanın
hukuki gerekçesinin ve dayanağının ne olabileceği konusunda iki ihtimal göze çarpmaktadır. Bunlardan biri 2005 tarihli Ceza
İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları
Kurumu ve İşyurtlarının İdare ve İhale Yönetmeliği’nde yer alan bir hükümdür. “Ceza
infaz kurumu bünyesinde yer alan işyurtları
dışındaki işyerlerinde çalıştırılan hükümlülere yapılacak ücret tahakkuku üzerinden sigorta primi kesintisi yapılır” (m.23/2, b, 1).
Bize göre bu düzenleme sigortalılık ilişkisi
kurucu bir nitelik taşımaktan ziyade, sigortalılık ilişkisinden doğan bir yükümlülüğün
yerine getirilmesinden söz etmektedir. Bu
konuda sosyal sigorta ilişkisini kuran temel
kanun olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanunundan hareket
etmek gerekir. Nitekim bu noktada hukuki
dayanak noktasında ikinci ihtimal ortaya
çıkmaktadır. Bu ihtimal, 5510 sayılı Kanunda yer alan ve ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye
ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü
ve tutuklular hakkında kısmi sosyal sigortalılık ilişkisinin düzenlendiği 5/a hükmünün “kıyasen” dışarıda çalışan hükümlüler
için de uygulanmasıdır. Ancak 5510 sayılı
Kanunda sigortalılık ilişkisinin düzenlendiği temel hüküm 4. madde olup, 5. maddede istisnai olarak bu kapsama alınanlar sıralanmaktadır. Oysa “İstisna hükümlerinin
dar yorumlanması” kuralının bir gereği ve
sonucu olarak istisna hükümlerinin kıyasen
uygulanamayacağı kabul edilmektedir. Bu
sebeple kanımıza göre söz konusu istisna
367
hükmünün kıyas yoluyla genişletilmesi hukuken mümkün değildir. Sonuç itibariyle
ceza infaz kurumları bünyesinde oluşturulan
tesis, atölye ve benzeri üniteler dışında çalıştırılan hükümlülerin uygulamada sigortalı
yapılmaları “sonucu itibariyle” isabetli ve
hakkaniyete uygun olmakla birlikte hukuki
dayanağı noktasında sıkıntı bulunmaktadır.
Bu sebeple olması gereken hukuk bakımından 5510 sayılı Kanunda bu kişilerin de ceza
infaz kurumu bünyesinde çalıştırılanlar gibi
özellikle kısa vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık hakları açıkça güvence altına
alınmalıdır.
Kısa süreli hapis cezalarına alternatif cezalardan olan kamu yararına (ücretsiz) çalışma yaptırımı pek çok ülkede yaygın bir
şekilde uygulanmaktadır. Bu uygulamanın
dünyadaki en çarpıcı örneklerinden biri,
2014 yılında eski İtalya başbakanı Silvio
Berlusconi’nin vergi kaçakçılığı suçundan
mahkum olduğu bir yıllık hapis cezasının
bir hastanede engellilere yardım hizmetine
dönüştürülmesidir. İtalya’nın yanı sıra dünyada Amerika, İngiltere, Belçika, Danimarka, İspanya ve Fransa gibi pek çok ülkede
yaygın bir şekilde uygulanan bu yaptırımda
kişilerin sosyal güvenlik hakkının bulunup
bulunmadığı, özellikle çalıştıkları iş sebebiyle bir kazaya uğradıklarında bu kişilerin
sigorta haklarından yararlanıp yararlanamayacağı bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Türk Hukuku bakımından 5402 sayılı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanunu’nun
14/2 hükmünde yer alan “Kamu yararına
çalışma yaptırımının infazında 17/7/1964
tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu hükümleri uygulanmaz” hükmü gereği,
hakkında ücretsiz olarak kamu yararına çalışma yaptırımı uygulanan kişiler çalıştıkları
368
iş sebebiyle hiçbir sigorta hakkından yararlanamayacaktır. Kanımıza göre bu sonuç, bu
kişiler açısından bir çifte cezalandırma anlamına gelecektir. Gerçekten de söz konusu
ceza kişinin “ücretsiz” olarak çalıştırılması
olup “sigortasız” olarak çalıştırılması değildir. Öte yandan Anayasanın 18. maddesi angarya yasağının bir istisnası olarak hükümlü
çalıştırılmasını öngörmüştür. Buna karşılık
yine Anayasanın 60. maddesi bir istisna
öngörmeksizin “herkesin sosyal güvenlik
hakkına sahip olduğunu” düzenlemiştir.
Gerçekten de söz konusu hüküm, “Herkes,
sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır
ve teşkilatı kurar” ifadesiyle sosyal güvenliğin yaygınlaştırılması ilkesini işaret etmektedir. Sosyal güvenliğin çağdaş ilke ve
eğilimlerinden biri olan sosyal güvenliğin
yaygınlaştırılması ilkesi, kişinin toplumun
bir üyesi olması sıfatıyla sosyal güvenlikten yararlanma hakkını öngörmektedir. Bu
sebeple olması gereken hukuk bakımından
yapılacak bir düzenlemeyle karşılaştırmalı
hukukta olduğu gibi bu kişilerin en azından
“iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası”
yönünden sigortalı sayılacakları düzenlenmelidir.
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
369
KAYNAKÇA
Alper, Y. (2014). Türk Sosyal Güvenlik Sistemi Sosyal Sigortalar Hukuku, Güncellenmiş 6. Baskı, Dora Yayınevi, Eylül.
Alıcı, B. (2011). “Belçika Ceza Hukukunda
Çalışma Cezası” Gazi Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, C.XV, S.3.
Arıcı, K. (2015). Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara: Gazi Kitabevi.
Arslanköylü, R. (2003). Sosyal Sigortalar
Kanunu Yorumu, Ankara.
Çakmak, İ. (2001). Şerhli Sosyal Sigortalar
Kanunu, Ankara: Adalet Yayınevi.
Çetin, S. H. (2011). Türk Ceza Kanununda
Seçenek Yaptırımlar, Ankara: Adalet
Yayınevi.
Çolak, H.; Alyun, U. (2007). Türk Ceza Hukukunda Ceza ve Güvenlik Tedbirleri, Bilge
Yayınevi, Temmuz 2007.
Demirbaş, T. (2009). Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Güncellenmiş 6. Baskı, Seçkin
Yayınevi, 6. Bası, Kasım.
Demirbaş, T. (2013). İnfaz Hukuku, 3. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınevi.
Erdoğan, O. (2008). İnfaz Hukuku, İstanbul:
Acar Basım.
Günay, C. İ. (1998). Şerhli İş Kanunu, C.1,
Ankara: Yetkin Hukuk Yayınları.
Güzel, A.; Okur, A. R. (1999). Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 17. Bası, İstanbul: Beta Yayınları.
Güzel, A.; Okur, A. R. ve Nurşen Caniklioğlu (2010). Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 13. Bası, İstanbul: Beta Yayınları.
Güzel, A.; Okur, A. R. ve Nurşen Caniklioğlu (2014). Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 15. Bası, İstanbul: Beta Yayınları.
Harland, A.T. (1980). “Court Ordered Community Service in Criminal Law: The Continuing Tyranny of Benevolence?”, Buffalo
Law Review, Vol. 29, s.425-486.
İnce, H. (2007). Türk Ceza Hukukunda Kısa
Süreli Hürriyeti Bağlayıcı Cezalara Seçenek
Yaptırımlar, Ankara: Seçkin Yayınları.
Keulen, C. (Exective Director) (1988). What
if Something Happens? A Guide to Risk Management and Insurance Options for Community Service Programs, U.S. Department
of Justice National Institute of Corrections 6
Mayıs 2015 tarihinde https://s3.amazonaws.
com/static.nicic.gov/Library/006754.pdf adresinden erişildi.
Maden, M. (2012). Hapis Cezasına Seçenek
Yaptırımlar, Ankara: Adalet Yayınevi.
Öztürk, B.; Erdem, M. R. (2011). Uygulamalı
Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku,
11. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınevi.
Saymen, F. H. (1954). Türk İş Hukuku, İstanbul.
Toroslu, N. (2012). Ceza Hukuku Genel Kısım, Ankara.
Tuncay C.; Ekmekçi, Ö. (2013). Sosyal
Güvenlik Hukuku Dersleri, Yenilenmiş 16.
Bası, İstanbul: Beta Yayınları.
Tunçomağ, K. (1988). İş Hukukunun Esasları, İstanbul: Beta Yayınları.
Uşan, M. F. (2001). “İş ve Sosyal Güvenlik
Hukukunda Tutuklu ve Hükümlü Çalışması”, Prof. Dr. Nuri Çelik’e Armağan, C.II,
İstanbul, s.1436-1472.
Yongalık, A. (2011). “İstisnalar Dar Yorumlanır Kuralı ve Değerlendirilmesi”, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 60,
S.1, s.1-15.
ÖZ
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
2012 ve 2103 yıllarında, sadece nüfus kriteri dikkate alınarak 14 şehir büyükşehre
dönüştürülmüştür. Bu makalede, Türkiye’deki mevcut 30 büyükşehrin kaç farklı gelişme
düzeyi sergilediği ve sadece nüfus kriteri ele alınarak büyükşehre dönüşen son 14 ilin
daha öncekilerle karşılaştırmalı kalkınma düzeyleri belirlenmeye çalışılmıştır. 25 kalkınma
göstergesi kullanarak yaptığımız kümeleme analizi, Türkiye’deki 30 büyükşehrin beş ayrı
kalkınma seviyesi sergilediklerini göstermiştir. Büyükşehir statüsü kazanan son 14 şehir;
birinci, üçüncü ve dördüncü kümede yer alan büyükşehirler ile benzer gelişme düzeyi
paylaşmıştır.2012 ve 2013’de büyükşehir statüsü kazanan iller, göreli olarak daha fazla gelişmiş
olan ikinci ve beşinci kümede yer alan illerle aynı gelişme düzeyi sergileyememişlerdir.
JEL Sınıflaması: O1, R1
Anahtar Kelimeler: Kalkınma, Kalkınma Göstergeleri, Bölgesel Kalkınma, Kümeleme
Analizi, Büyükşehir Belediyesi
ABSTRACT
The Relative Development Level of Big Cities Founded with Laws No. 6360 and
6447 in Turkey
14 cities were transformed into big cities in 2013 and 2014 only by considering their
population. In this article, the number of the development level of the 30 big cities and the
relative development level of 14 big cities, which transformed according to their population,
in comparison with the earlier big cities were determined. Cluster analysis done by using 25
development indicators indicated that 30 big cities divided into five clusters(development
levels). The latest 14 cities which were transformed into big cities shared the same development
level with the big cities in the first, third and fourth clusters. Cities gained big city status in
2012 and 2013 have not been in the same development level with the developed big cities in
the second and fifth clusters.
JEL Classification: O1, R1
Keywords: Development, Development Indicators, Regional Development, Cluster Analysis,
Big City Municipality
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
371
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla
Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma
Düzeyleri
Prof. Dr. Hayriye Atik *
G
İRİŞ
Ülkemizdeki yerel yönetim kuruluşlarından birisi belediyelerdir.
Belediyeler il, ilçe, belde ve benzeri yerleşim merkezlerinde temizlik, su, imar ve toplu taşıma faaliyetleri gibi kamu hizmetlerini
yerine getiren kamu tüzel kişilikleridir. Son
yıllarda, sosyal refah devleti anlayışının
yaygınlaşmasına paralel olarak toplumun
beklentilerinin artması ve ihtiyaçların çeşitlenmesi sonucunda, belediyeler sportif ve
kültürel faaliyetler, eğitim ve öğretim faaliyetleri ile yaşlıların bakımı gibi alanlarda da
hizmet vermeye başlamışlardır.
Bir taraftan artan hizmet talebi diğer taraftan köyden kente göç olgusu nedeniyle
artan nüfusa hizmet götürme çabası, belediyelerin kaynak ihtiyacını artırmıştır. Nü* Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
İktisat Bölümü Başkanı
[email protected]
Gönderim Tarihi: 25.11.2014 Kabul Tarihi: 04.06.2015
fusun belirli kentlerde yoğunlaşması ve il
belediyelerinin bu hizmetleri karşılamakta
yetersiz kalması sonucunda büyük şehir belediyeleri kurulmuştur. Belediyelerin büyük
şehre dönüşme taleplerinin altında yatan
en önemli neden, büyük şehir belediyelerinin genel bütçe vergi gelirlerinden aldıkları
paya ilaveten, büyük şehir belediye sınırları içinde yapılan genel bütçe vergi gelirleri
tahsilatı toplamından %5 pay almalarıdır.
Söz konusu ilave gelir payı, büyükşehre dönüşmeyi cazip kılmaktadır.
12.11 2012 tarihinde kabul edilen ve
6.12.2012 tarihli 28489 sayılı resmi gazetede yayınlanan 6360 sayılı kanun ile 13
ilde daha büyükşehir belediyesi kurulması
kabul edilmiştir1. Büyükşehir belediyesine
dönüşmesi kabul edilen iller: Aydın, Balıke1
İlgili Kanun: “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi
Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”. Resmi
Gazete, 6 Aralık 2012, Sayı:28489.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
372
sir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van’dır.14.03.2013 tarihli
ve 6447 sayılı Kanun’un birinci maddesiyle,
6360 sayılı Kanun’un başlığında yer alan
“on üç” ibaresi, “on dört” olarak değiştirilmiş ve “Muğla” ilinden sonra gelmek üzere
“Ordu” ili eklenmiştir2. Böylece, 14 ilde büyükşehir belediyesi kurulmasına karar verilmiştir. 6360 ve 6447 sayılı Kanunlarla illerin büyükşehre dönüşmesinde dikkate alınan
tek kriter, nüfustur. Buna göre, nüfusu 750
000’e ulaşan iller büyükşehre dönüşmüştür.
Köyden kente göç olgusu karşısında,
büyükşehirlerin “mega köy” olarak adlandırılan yerleşim alanlarına dönüşmemesi,
buralarda bölgesel kalkınma olgusunun teşvik edilmesini zorunlu kılmaktadır. İl düzeyinde uygulanacak teşviklerde, geçmişte
yapıldığı gibi sadece kişi başına gelir kriterinin alınması yerine, illerin çeşitli kalkınma
göstergeleri bakımından oluşturdukları kalkınma gruplarının belirlenmesi daha faydalı
olacaktır. Gelişmiş ülkelerde uygulanan bu
yaklaşıma göre, çok sayıda kalkınma göstergesi bakımından benzer kalkınma düzeyinde (grubunda) olan illere benzer teşvikler
uygulanmaktadır.
6360 ve 6447 sayılı Kanunlarla büyükşehir statüsü kazanan illerin göreli kalkınma düzeylerinin belirlenmesi, bu makalenin
konusunu oluşturmaktadır. Makalenin ilk
amacı, son 14 büyükşehrin daha öncekilerle
karşılaştırıldığında, nasıl bir gelişme düzeyi
sergilediklerini ortaya koymaktır. Makalenin
ikinci amacı, Türkiye’deki 30 büyükşehrin
kaç farklı gelişme grubu oluşturduklarının
belirlenmesidir. Böylece, aynı gelişme grubunda yer alan tüm iller için aynı kalkınma
teşviklerinin uygulanması sağlanabilecektir.
Çalışma, Türkiye’deki büyük şehir statüsündeki illeri, kalkınma düzeyleri bakımından gruplayan ilk çalışma olması bakımından Türkçe literatürdeki diğer çalışmalardan
ayrılmaktadır. Araştırmanın diğerlerinden
başka bir farkı, illerin gelişmişlik sıralaması
yerine bulundukları gelişme gruplarını belirlemesidir.
Büyükşehirlerin gelişme düzeylerinin belirlenmesinde; nüfus ve demografi, milli gelir, dış ticaret, eğitim, işgücü, enerji, sağlık,
konut ve ulaşım grupları altında yer alan 25
değişken kullanılmıştır. Analizlere büyükşehir statüsündeki 30 kent dahil edilmiştir. Analiz yöntemi olarak çok değişkenli istatistiksel
analiz yöntemlerinden kümeleme (cluster) ve
ayırma (discriminant) analizleri seçilmiştir.
Bu yöntemlerin seçilmesinin nedeni, literatürde kalkınma gruplarının belirlenmesinde
bu yöntemlerden fazlaca yararlanılmış olmasıdır.
Analizlerimizde Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden yararlanılmıştır.
Kullandığımız kalkınma göstergeleri ile ilgili
istatistiklerin genellikle 2011 ve 2012 yılına
ait olması, analizlerimizin sadece bu yıllarla
sınırlı olmasına neden olmuştur.
Makale beş bölümden oluşmaktadır. Literatür başlığı altında yer alan ikinci bölümde
ekonomik kalkınma seviyesinin ölçülmesinde kullanılan değişkenler, bu konuda yapılan
çalışmalar ele alınarak açıklanacaktır. Üçüncü bölümde, büyükşehirlerin göreli gelişme
düzeylerini belirlemek amacıyla kullanılacak
istatistiksel analiz yöntemi ve analizlerimizde kullanacağımız değişkenler tanıtılacaktır.
2
Adı Geçen Kanun: “On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”.
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
Dördüncü bölümün amacı, analiz sonuçlarından yararlanılarak büyükşehirlerin göreli kalkınma düzeylerinin belirlenmesidir. Beşinci
bölüm, sonuç kısmına ayrılmıştır.
2. Literatür
Ekonomik kalkınma, bir bölgede ya da bir
ülkede yaşam standartlarının yükselmesini
ifade etmektedir. Yaşam standartlarının iyileşmesi, çeşitli alanlarda (eğitim, sağlık, sosyal
güvenlik…) gerçekleştirilen yapısal değişiklikler ile mümkündür. Yapısal değişikliklerin yapılabilmesi, gelir artışı anlamına gelen
ekonomik büyümeyi de zorunlu kılmaktadır.
Dolayısıyla, ekonomik kalkınma; bir büyüme
meselesi olduğu kadar, bir başkalaşma, transformasyon meselesidir (Tezel, 1989, S.16).
Ülkelerin, bölgelerin ve kentlerin göreli
gelişme düzeyi literatürde üç farklı yaklaşımla belirlenmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımlardan ilki, ekonomik ve sosyal gelişme
göstergesi olarak kullanılan değişkenlere ait
verilerin karşılaştırılmasıdır. İkinci yaklaşım,
geliştirilen endeksler yardımıyla kalkınma
düzeyinin belirlenmesidir. Üçüncü yaklaşım
ise çeşitli değişkenler kullanılarak yapılan
çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinin kullanılmasını içermektedir.
2.1. Kalkınma Düzeyinin Değişkenlerle
Ölçülmesi
Ekonomik kalkınma düzeyi, konu ile ilgili ilk çalışmalarda sadece birkaç değişkenle
ölçülmüştür. Bu çalışmalardan başlıcaları;
Adelman ve Morris (1967), Ahluwalia (1976)
ile Hicks ve Streeten (1979) tarafından yapılmıştır. İlk analizlerde, günümüzde yapılan analizlerle karşılaştırıldığında, az sayıda
kalkınma göstergesi kullanılmıştır. Genellikle, “ekonomik” ve “sosyal” olmak üzere iki
grupta toplanan kalkınma göstergelerinden
bazıları; enerji tüketimi, çeşitli eğitim düzey-
373
lerindeki okullaşma oranları, nüfus artış hızı,
kişi başına kalori tüketimi ve doğurganlık
oranıdır.
2.2. Kalkınma Düzeyinin Endekslerle
Ölçülmesi
İkinci grupta yer alan çalışmalar, kalkınma göstergelerinden yararlanılarak geliştirilen endeksleri kapsamaktadır. İnsani Gelişme
Endeksi (Human Development Index), Bilgi
endeksi (Knowledge Index) ve Bilgi Ekonomisi Endeksi (Knowledge Economy Index)
bunlardan başlıcalarıdır.
Kalkınma düzeyinin belirlenmesi amacıyla, Türkiye’de de çeşitli endeksler geliştirilmiştir. Bu endekslerde, ekonomik kalkınma
düzeyi iller, ilçeler ve kimi zaman da bölgeler için hesaplanmıştır. Devlet Planlama Teşkilatı, 1996 yılında 58 gösterge kullanarak
Türkiye’deki 76 il için ekonomik gelişmişlik
endeksi hesaplamıştır (DPT, 1996). DPT tarafından yapılan çalışma, Kalkınma Bakanlığı
tarafından sonraki yıllar için tekrarlanmıştır.
Bu konuda, 2011 yılı verileri kullanılarak en
son hesaplanan endekste, 81 il gelişme düzeyleri açısından sıralanmıştır (Kalkınma Bakanlığı, 2013, s.50).
2.3.Kalkınma Düzeyinin Çok Değişkenli Analiz Yöntemleri ile Belirlenmesi
Üçüncü grupta yer alan çalışmalar, çeşitli
kalkınma göstergeleri ile çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinin kullanılması
esasına dayalıdır. Bu makalede kullanacağımız yöntem, bu çalışmalarda kullanılan yöntemlerle benzerlik taşımaktadır. Çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinin amacı,
ele alınan kalkınma göstergeleri bakımından
benzer özelliklere sahip ülkeleri, bölgeleri ve
kentleri aynı grupta toplamaktır.
374
Çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerini kullanarak göreli kalkınma düzeyinin
ölçülmesini hedef alan çok sayıda çalışma
bulunmaktadır. Jacquemin ve Sapir (1995)
AB ülkelerinin gelişme düzeyleri bakımından
kaç farklı grupta toplanabileceklerini ortaya
koymak amacıyla yaptıkları çalışmaları sonucunda AB ülkeleri ile ilgili geniş bir literatürün oluşmasında sürükleyici oldular. Çok
değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinden
kümeleme analizini kullandıkları çalışmalarında, AB ülkelerinin “merkez” (core) ve
“çevre” (periphery) olmak üzere iki farklı
grupta toplanabileceğini gösterdiler (Jacquemin ve diğerleri 1995, s.10). Avrupa dışında
Asya ve Latin Amerika ülkeleri için Felipe
ve Resende, (1996) tarafından çok değişkenli
analiz yöntemleri kullanılarak, 39 kalkınma
göstergesi ve 35 ülkenin dahil edildiği çalışmada, ülkelerin 10 farklı gelişme düzeyi sergiledikleri sonucuna ulaşılmıştır (Felipe ve
Resende, 1996, s.203).
Çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerini kullanan benzer çalışmalar, Türkçe
literatürde de yer almaktadır. Bu konuda en
kapsamlı ilk çalışmalardan biri, 1992 yılında
Saraçoğlu tarafından yapılmıştır. 30 değişken
ve 111 ülkenin kullanıldığı analizlerde, ülkelerin Dünya Bankası tarafından yapılan gelir
sınıflamasına paralel bir şekilde, farklı gelişme gösterip göstermedikleri çok değişkenli
istatistiksel analiz yöntemleri ile belirlenmeye çalışılmıştır. Analiz sonucunda, dünyadaki ülkelerin %29’unun geri kalmış ülkeler,
%32’sinin gelişmekte olan ülkeler, %18’inin
kalkınma sürecinin ileri aşamasındaki ülkeler
ve %21’inin gelişmiş ülkeler olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Saraçoğlu, 1992, s. 49).
Ülkelerin kalkınma seviyelerini belirlemek ve özellikle Türkiye’nin farklı gelişme
seviyesine sahip ülkeler arasındaki yerini
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
ortaya koymak amacıyla başka bir çalışma,
Atik’e (1998) aittir. Bu çalışmada Türkiye’nin
seçilen 32 ülke karşısındaki göreli gelişme
seviyesi; ekonomik veriler, eğitim göstergeleri, alt yapı göstergeleri, enerji istatistikleri, sağlık göstergeleri, teknoloji göstergeleri
ve askeri göstergeler şeklinde sınıflandırılan
51 değişken kullanılarak incelenmiştir. Analiz sonucunda, ele alına ülkelerin sekiz farklı gelişme düzeyi sergiledikleri gözlenmiştir
(Atik, 1998, s.61).
Ülkeler için yapılan bu çalışmalardan
farklı olarak, Türkiye’deki iller ve bölgeler
için de kalkınma düzeyi belirlenmeye çalışılmıştır. Çakmak ve diğerleri (2005), 10 değişken kullanarak kümeleme analizi yöntemleri
ile Türkiye’deki 73 ili kültürel yapılarına göre
sınıflamışlardır. Yazarlar, İstanbul ilinin kültürel göstergeler bakımından diğer illerden
ayrıştığını, illerin sosyo-ekonomik gelişme
düzeyleri ile kültürel gelişme düzeyleri arasında paralellik olduğu sonucuna ulaşmışlardır (Çakmak ve diğerleri, 2005, 34).
Ersungur ve diğerleri (2007), Türkiye’deki
istatistiki bölge birimlerinin Düzey 1’e göre
sosyo-ekonomik gelişmişlik seviyelerini ortaya koymak amacıyla dokuz değişken kullanarak çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerini uygulamışlardır. Analizler sonucunda,
Türkiye’de uygulanan kalkınma planlarının
pek başarılı olmadığına, Türkiye’de mekânsal
kutuplaşmaların devam ettiği sonucuna ulaşılmıştır (Ersungur ve diğerleri, 2007, s.64).
Uzgören ve diğerleri (2013), Türkiye’deki
80 ili beşeri sermaye unsuru olan 30 değişken
kullanarak sınıflamışlardır. Sınıflama sonucunda beşeri sermaye unsurları bakımından
Türkiye’deki, illerin altı farklı gelişme kümesinde toplandıkları ortaya çıkmıştır (Uzgören
ve diğerleri, 2013, s.131).
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
3.Yöntem ve Veri
3.1. Yöntem
Bu çalışmada çok değişkenli analiz tekniklerinden kümeleme analizi ve ayırma
analizi yöntemleri kullanılmıştır. Kümeleme
analizi, X veri matrisinde yer alan ve doğal
grupları tam olarak bilinmeyen grupları birbirine benzeyen alt gruplara ayırmada kullanılan yöntemler topluluğudur (Özdamar,
2004, s.279). Hiyerarşik kümeleme analizi
ile hiyerarşik olmayan kümeleme analizi olmak üzere iki yöntem kullanılabilmektedir.
Hiyerarşik olmayan kümeleme analizi k-ortalamalar kümesi (K-means clustring) yöntemidir (Nakip, 2006, s. 438). Bu çalışmada
hiyerarşik kümeleme yöntemlerinden Ward
yöntemi kullanılmıştır. Genellikle hiyerarşik
ve hiyerarşik olmayan iki yöntem de ardışık
olarak kullanılabilmektedir.
375
Makalede, analizimize dahil ettiğimiz 30
büyükşehir, kalkınma göstergelerinden yararlanılarak, benzer özellikleri itibariyle gruplandırılacaktır.
Ayırma analizi önceden sınıflandırılmış
iki ya da daha fazla kümeyi birbirinden ayıran
faktörleri tespit etmeye yöneliktir. Bu çalışmada, kümeleme analizi sonuçlarının doğruluğunu test etmek amacıyla kullanılmıştır.
3.2. Analize Dahil Edilen İller
Analizlerimizde büyükşehir belediyesi
statüsüne sahip 30 il ele alınmıştır. Tablo 1,
Türkiye’deki büyük şehir statüsüne sahip illeri vermektedir.
1984 yılında ilk olarak çıkarılan bir yasa
ile İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir
olarak kabul edilmiştir. 1986 yılında Ada-
Tablo 1. Büyükşehir Belediyeleri ve Kuruluş Yılları
Belediye
İstanbul, Ankara, İzmir
Adana
Bursa
Gaziantep
Konya
Kayseri
Antalya, Diyarbakır, Eskişehir,
Erzurum, Mersin, Kocaeli, Samsun
Adapazarı (Sakarya)
Şanlıurfa, Hatay, Manisa, Balıkesir,
Kahramanmaraş, Van, Aydın, Denizli,
Tekirdağ, Mardin, Muğla, Malatya, Trabzon
Ordu
Kuruluş Yılı
Dayanak
1984
3030 sayılı Kanun
1986
3306 Sayılı Kanun
19873391
19873398
19873399
19883508
1993
2000
504 sayılı KHK
593 sayılı KHK
2012
2013 6360 sayılı Kanun
6447 sayılı Kanun
Kaynak: Ferit İzci ve Menaf Turan (2013), Türkiye’de Büyükşehir Belediyesi Sistemi ve 6360 Sayılı Yasa ile Büyükşehir
Belediyesi Sisteminde Meydana Gelen Değişimler:Van Örneği, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:8, Sayı 1: s. 124 ve Resmi Gazete, 6 Aralık 2012, sayı: 28489.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
376
na; 1987 yılında Bursa, Gaziantep ve Konya büyükşehir statüsü kazanmıştır. 1988
yılında kabul edilen bir yasa ile Kayseri
büyük şehir olurken, 1993 yılında sekiz
il daha büyük şehir statüsü kazanmıştır.
Kasım 2012 ve 2013’de çıkartılan 6360
ve 6447 sayılı Yasalarla nüfusu 750 000’i
aşan 14 il daha büyük şehir statüsü kazanmıştır.
2012 yılında kabul edilen 6360 Sayılı Yasa, büyükşehir belediyeleri ile ilgili
daha önceki düzenlemelerle karşılaştırıldığında, çok sayıda yasada önemli değişikliklere yol açmıştır3.
3.3.Kullanılan Değişkenler
Analizlerimizde kullandığımız ekonomik gelişme göstergelerinin seçilmesinde,
Saraçoğlu (1992, s.20), Felipe ve Resende
(1996, s.194), Uzgören ve diğerleri (2013,
s.125) ile Ersungur ve diğerleri (2007,
s.60)’nin çalışmalarından yararlanılmıştır.
İstatistiksel analizlerde kullandığımız kalkınma göstergeleri, Tablo 2’de yer almaktadır.
İstatistiksel analizde 25 değişken kullanılmıştır. Tablo 2’den izleneceği gibi
bu değişkenlerin bir kısmı 2011 yılına,
bir kısmı 2012 yılına aittir. Tablo 2’in son
sütunu kullandığımız verilerin ölçü birimlerini göstermek amacıyla düzenlenmiştir.
Değişkenlerimizin farklı birimlerle ölçülmesi, istatistiksel analizden önce standartlaştırma yapmamızı gerekli kılmıştır.
3.3.1. Nüfus ve Demografi Göstergeleri
İlk değişkenimiz nüfus yoğunluğudur.
Km2’ye düşen nüfusu göstermektedir. Kalkınma göstergesi olarak kullanılmasının
nedeni, genellikle gelişmiş bölgelerde bu
oranın göreli olarak daha yüksek olmasıdır (Saraçoğlu, 1992, s.21). İkinci değişken, nüfus artış hızıdır. Bu değişken,
daha az gelişmiş bölgelerde yüksek iken,
daha fazla gelişmiş bölgelerde düşüktür.
Üçüncü değişken, net göç hızıdır. Net göç,
belirli bir ilin aldığı göç ile verdiği göç
arasındaki farktır. İlin aldığı göç, verdiği
göçten fazla ise net göç pozitif; verdiği
göç aldığı göçten fazla ise negatiftir.
Tablo 3’te nüfus ve demografi göstergeleri bakımından 6360 sayılı Kanun ile
kurulan büyükşehirlerin, 81 il ve diğer
büyükşehirler ortalamaları karşısındaki
durumu yer almaktadır. Tablo 3’teki verilere göre, 6360 sayılı Kanun ile kurulan
büyükşehirler; nüfus yoğunluğu, il ve ilçe
nüfusunun toplam içindeki payı, kaba boşanma hızı göstergeleri bakımından daha
önce kurulan büyükşehirlere göre daha
düşük ortalamalara sahiptirler. Buna karşılık, nüfus artış hızı ve net göç hızı bakımından ise daha yüksek ortalama değerlere ulaşmışlardır. Nüfus yoğunluğu,
nüfus artış hızı ile il ve ilçe merkez nüfusunun toplam içindeki payı göstergeleri bakımından iki grup arasındaki farklar
3
Değişikliğe uğrayan kanunlar şunlardır:2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu, 3152
sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 5393
sayılı Belediye Kanunu,5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu,
5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu, 5779 sayılı İl
Özel İdareleri ve Belediyelere Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay
Verilmesi Hakkında Kanun, 2464 sayılı Belediye Gelirleri
Kanunu, 2972 sayılı Mahalli İdareler ve Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar heyetleri Seçimi Hakkında Kanun, 5682
sayılı Pasaport Kanunu, 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi
Kanunu (İzci ve Turan, 2013;119).
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
377
Tablo 2: İstatistiksel Analizde Kullanılan Değişkenler
Göstergeler
Nüfus ve Demografi
1.Nüfus Yoğunluğu
Yıl
2012
Ölçü Birimi
Kişi/km2
2.Nüfus Artış Hızı
2011-2012
‰
3.Net Göç Hızı
2011-2012
‰
4. İl ve İlçe Merkez Nüfusunun Toplam İçindeki Payı
2012
%
5. Kaba Evlenme Hızı
2012
‰
7.Kişi Başına Gelir
8.Kişi Başına Mevduatlar
2011
TL
9. İhracat
10. İthalat
11. İşsizlik Oranı
12. Tarım Sektörü İstihdam Oranı
13. Sanayi Sektörü İstihdam Oranı
14. Hizmetler Sektörü İstihdam Oranı
15. İşgücüne Katılma Oranı
16. Yaş Bağımlılık Oranı
Eğitim
17. Okuma Yazma Bilen Oranı (6 yaş ve üzeri nüfus)
2012
2012
2011
2011
2011
2011
2011
2012
Bin $
Bin $
%
%
%
%
%
%
18. İlkokulda Öğretmen Başına Öğrenci
2012
(2012/2013 öğretim yılı)
%
Sayı
19. Lisede Okullaşma Oranı
(2012/2013 öğretim yılı)
%
2011
Kwh
2011
Sayı
2011
2011
%
%
2012
Sayı
6. Boşanma Hızı
Ekonomi
Enerji
20. Kişi Başına Elektrik Tüketimi
Sağlık
21. Yüzbin Kişi Başına Hastane Yatağı
22. Yüzbin Kişiye Düşen Hekim
Konut Göstergeleri
23. İçinde Borulu Su Sistemi Olan Konutların Oranı
24. İçinde Lavabo Olan Konutların Oranı
Ulaşım
25. Bin Kişi Başına Otomobil
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
378
çok fazladır. Nüfus yoğunluğu, nüfus artış
hızı ile il ve ilçe nüfusunun toplam içindeki payı göstergeleri bakımından, her iki
grupta yer alan büyükşehirler ortalamaları ile 81 il ortalamaları arasındaki farklar
dikkat çekicidir (Bkz. Tablo 3). Dolayısıyla, bu göstergeler iki grupta yer alan büyükşehirleri hem birbirinden hem de tüm
iller ortalamasından ayrıştırmaktadır.
3.3.2. Ekonomik Göstergeler
6360 sayılı Kanun ile kurulan büyükşehirler; kişi başına gelir, kişi başına
mevduatlar, ihracat ve ithalat değerleri
bakımından hem Türkiye’deki 81 il ortalamasının hem de daha önce kurulan
büyükşehirler ortalamasının altında değerlere sahiptiler (Bkz. Tablo 4). 6360
sayılı Kanun ile kurulan büyükşehirler,
istihdam yapısı bakımından diğer büyükşehirlerden önemli ölçüde farklı verilere sahiptirler. Sektörel istihdam verileri,
6360 sayılı Kanunla kurulan büyükşehirlerin sanayileşmeyi tam olarak sağlayamadıklarını ortaya koymaktadır. Sanayileşmede ileri giden bölgelerde, tarım
nüfusu azalmakta, sanayi sektörü önemli
bir istihdam alanı olmaktadır. Ayrıca, sanayileşmenin ilerlemesi, aktif nüfusun
hizmet sektöründeki istihdam oranını
%50’nin üzerine çıkarmaktadır. Hizmetlerdeki istihdam oranını %50’nin üzerine
çıkaran toplumlar, hizmet ekonomisi olarak adlandırılmaktadırlar (Dura ve Atik,
2002, s.64).
Tablo 3: Nüfus ve Demografi Verileri Işığında Tüm İller ve Büyük Şehirler Ortalaması
(2011-2012)
Değişkenler
Nüfus yoğunluğu
(kişi/km2)
Nüfus artış hızı (‰)
Net göç hızı (‰)
İl ve ilçe merkez nüfusunun toplam içindeki
payı (%)
Kaba Evlenme hızı (‰)
Boşanma hızı (‰)
6360 Sayılı Kanundan
Önceki Büyükşehirler
Ortalaması
324,1
6360 Sayılı Kanundan Sonraki Büyükşehirler Ortalaması
108,0
81 İl
Ortalaması
98,0
0,4
0,4
83,3
13,7
1,1
60,0
12,0
..
77,3
8,1
1,7
8,0
1,3
8,0
1,6
Kaynak: TÜİK, (2013), Türkiye İstatistik Yıllığı 2012, Yayın No:3933 ve TÜİK, (2013), Seçilmiş Göstergelerle Kayseri
2012, Yayın No: 4069, adlı yayınlardan alınan verilerle düzenlenmiştir.
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
379
Tablo 4. Ekonomik Göstergeler Işığında Tüm İller ve Büyük Şehirler Ortalaması
(2011-2012)
Değişkenler
Kişi başına gelir
(TL)
Kişi başına mevduatlar
İhracat (Bin $)
(Toplam)
İthalat (Bin $)
(Toplam)
İşsizlik oranı (%)
Tarım sektörü istihdam oranı (%)
Sanayi sektörü
İstihdam oranı(%)
Hizmetler sektörü
İstihdam oranı
İşgücüne katılma
oranı (%)
Yaş bağımlılık
oranı (%)
6360 Sayılı Kanundan 6360 Sayılı Kanundan
Önceki Büyükşehirler Sonraki Büyükşehirler
Ortalaması
Ortalaması
81 İl
Ortalaması
17,106
12,944
17,366
6977
3887
8 774
8,262,387
1,031,254
1,882,276
11,790,887
973,233
2,920,309
8,2
7,9
7,9
20,0
33,7
22,7
28,7
24,3
27,2
50,9
41,9
50,1
45,8
48,7
47,5
47,9
53,5
48,0
Kaynak: TÜİK, (2013), Türkiye İstatistik Yıllığı 2012, Yayın No:3933 ve TÜİK, (2013), Seçilmiş Göstergelerle Kayseri
2012, Yayın No:4069, adlı yayınlardan alınan verilerle düzenlenmiştir.
İstihdam verileri ile ilgili başka bir değişken, toplam yaş bağımlılık oranıdır. “15-64”
yaş grubundaki her 100 kişi için “0-14” ve
“65 ve daha yukarı” yaş gruplarındaki kişi
sayısıdır. Toplam yaş bağımlılık oranı, aktif nüfus başına düşen çalışmayan nüfus sayısını göstermektedir. Yaşlı nüfusun arttığı
toplumlar ile çocuk nüfusun yoğun olduğu toplumlarda, 15-64 yaş aralığındaki her
100 kişi için bu sayı artmaktadır.6360 sayılı
Kanun ile kurulan büyükşehirler, işgücüne
katılma oranı (% 48,7) bakımından diğer
büyükşehirler (% 45,8) ve Türkiye (%47, 5)
ortalamasına göre daha iyi bir durum sergilerken; Yaş bağımlılık oranı bakımından (%
53,5), diğer büyükşehirler (%47,9) ve Türkiye’deki tüm iller (%48,0) ortalaması bakımından daha kötü bir orana sahiptiler (Bkz.
Tablo 4).
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
380
daki nüfusa oranıdır.
3.3.3. Eğitim Göstergeleri
Analizlerimizde üç eğitim göstergesi
kullanılmıştır. Bunlardan ilki, okuma yazma
oranı; ikincisi, ilkokulda öğretmen başına
düşen öğrenci sayısı ve sonuncusu, lisede
okullaşma oranıdır. Okuma yazma bilenlerin oranı, okuma yazma bilenlerin sayısının
altı yaş ve üzerindeki nüfusa oranlanmasıyla
bulunmaktadır. Lise okullaşma oranı, liseye
devam eden öğrencilerin, 15-18 yaş grubun-
Tablo 5’te 6360 sayılı Kanun ile kurulan
büyükşehirler, eğitim göstergeleri bakımından daha önce kurulan büyükşehirler ve 81
il ile karşılaştırılmaktadır. 6360 sayılı Kanunla kurulan büyükşehirler, okuma yazma
bilen nüfusun oranı ile lisedeki okullaşma
oranı bakımından daha düşük ortalamalar
sergilemektedirler.
Tablo 5: Eğitim Göstergeleri Işığında 81 İl ve Büyük Şehirler Ortalaması (2011-2012)
Değişkenler
6360 Sayılı
Kanundan Önceki
Büyükşehirler
Ortalaması
6360 Sayılı
Kanundan Sonraki
Büyükşehirler
Ortalaması
81 İl
Ortalaması
96,2
94,6
95,8
19,7
18,7
20,0
74,0
68,3
70,1
Okuma yazma bilen oranı (6 yaş ve
üzeri nüfus)%
İlkokulda öğretmen
başına öğrenci
Lisede okullaşma
oranı,%
Kaynak: TÜİK, (2013), Türkiye İstatistik Yıllığı 2012, Yayın No:3933 ve TÜİK, (2013), Seçilmiş Göstergelerle Kayseri
2012, Yayın No:4069, adlı yayınlardan alınan verilerle düzenlenmiştir.
3.3.4. Diğer Göstergeler
Enerji, sağlık, konut ve ulaşım göstergeleri diğer göstergeler başlığı altında toplanmıştır. Ekonomik gelişme düzeyi, kişi
başına elektrik tüketimini artırmaktadır. Gelişmiş bölgelerde yüz bin kişi başına hekim
sayısı ve hastane yatağı sayısı yükselmektedir. İçinde borulu su sitemi olan konutların
oranı ile içinde lavabo olan konutların oranı,
diğer gelişme göstergeleridir. Bin kişi başına otomobil sayısı, kalkınmış bölgelerde
yüksektir.
6360 sayılı Yasa ile kurulan büyükşehirler, Tablo 6’da ele aldığımız tüm göstergeler
bakımından düşük ortalamalara sahip bulunmaktadırlar.
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
381
Tablo 6: Diğer Göstergeler Işığında Büyükşehirler ve 81 İl Ortalaması (2011-2012)
Değişkenler
Kişi başına elektrik tüketimi
(KWh)
Yüzbin kişi başına
hastane yatağı
Yüzbin kişiye düşen
hekim sayısı
İçinde borulu su sistemi olan
konutların oranı
İçinde lavabo olan konutların
oranı
Binkişi başına otomobil sayısı
6360 Sayılı
Kanundan Önceki
Büyükşehirler
Ortalaması
6360 Sayılı
Kanundan Sonraki
81 İl
Büyükşehirler
Ortalaması
Ortalaması
4381,3
2353,3
2490,0
277,9
225,9
252,0
176,9
98,0
140,2
592,9
93,7
97,4
93,7
84,8
92,5
116,1
91,5
114,0
Kaynak: TÜİK, (2013), Türkiye İstatistik Yıllığı 2012, Yayın No:3933 ve TÜİK, (2013), Seçilmiş Göstergelerle Kayseri
2012, Yayın No:4069, adlı yayınlardan alınan verilerle düzenlenmiştir.
4. İstatistiksel Analiz
Bu çalışmada Ward yöntemi ile kümeleme analizi yapılmıştır. Kümeleme analizi
küme sayısı belirtilmeden yapılmıştır. Kümeleme analizden önce veriler standartlaştırılmıştır. Bunun nedeni, analizde kullandığımız değişkenlerin farklı birimlerde ölçülmüş
olmasıdır (Bkz. Tablo 2). Kümeleme analizi
sonunda elde ettiğimiz dendogram (ağaç
grafiği), Şekil 1’de yer almaktadır. Ağaç
grafiği yukarıdan aşağıya doğru okunacak
olursa, en az iki, en fazla beş grup oluştuğu
gözlenmektedir. Ağaç grafiğinden elde edilen il kümeleri, Tablo 7’de yer almaktadır.
Analiz sonucunda ulaştığımız ağaç grafiği, Türkiye’deki büyükşehirlerin beş farklı
gelişme düzeyi (küme) sergilediklerini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, Tablo 7’de
kümelere verdiğimiz numaralar, kümelerin
göreli gelişme düzeylerini göstermemektedir.
Örneğin, 1. Küme, Türkiye’deki en gelişmiş
büyükşehirlerden oluşmamaktadır. Küme
numaraları, sadece, kümeleri birbirinden
ayırmak için kullanılmıştır. Gaziantep, Kahramanmaraş, Hatay, Konya, Kayseri, Bursa,
Adana, Sakarya, Mersin, Erzurum, Malatya,
Trabzon ve Samsun ile birlikte birinci kümede yer almaktadır. Dolayısıyla, aynı kümde
yer alan bu iller benzer kalkınma düzeyine
sahiptir. İkinci kümede Kocaeli, İzmir, Ankara ve Eskişehir bulunmaktadır. Üçüncü kümede Antalya, Tekirdağ, Ordu, Muğla, Manisa,
Denizli, Balıkesir, Aydın illeri yer almaktadır.
Van, Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır; diğer
illerden ayrı olarak bir küme oluşturmaktadır.
İstanbul, tek başına ayrı bir kümede ortaya
çıkmaktadır (Bkz. Tablo 7).
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
382
Tablo 7: Küme Sayısı Belirtilmeden Yapılan Analizde Küme Üyeleri
1. Küme
2. Küme
3. Küme
4. Küme
5. Küme
Gaziantep, Kahramanmaraş, Hatay, Konya, Kayseri, Bursa,
Adana, Sakarya, Mersin, Erzurum, Malatya, Trabzon, Samsun
Kocaeli, Ankara, İzmir, Eskişehir
Antalya, Tekirdağ, Ordu, Muğla, Manisa, Denizli, Balıkesir,
Aydın
Van, Şanlıurfa, Mardin, Diyarbakır
İstanbul
Kaynak: Şekil 1’den yararlanılarak düzenlenmiştir.
Şekil 1: Ward Yöntemi Kullanılarak Oluşturulan Ağaç Grafiği
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
Hiyerarşik kümeleme analizi sonunda
elde ettiğimiz bulgular, Tablo 7 ışığında şu
sonuçları ortaya çıkarmıştır:
i) 6360 ve 6447 sayılı Yasalarla kurulan
büyükşehirlerin hepsi aynı kümede yer almamakta, dolayısıyla aynı zamanda kurulan
bu şehirler benzer gelişme seviyesi sergilememektedirler. Sadece nüfus kriteri esas alınarak büyükşehre dönüştükleri için aynı kümede yer almamaları, dolayısıyla benzer bir
gelişme sergilemeleri beklenen bir sonuçtur.
ii) 6360 ve 6447 sayılı Yasalarla kurulan
büyükşehirlerin 2. ve 5. Kümelerde hiç yer
almadıkları gözlenmektedir. 2. ve 5.kümedeki büyükşehirler, sanayileşme ve kalkınma düzeyi bakımından Türkiye’de diğerlerinden ayrılan illerdir. Bu bağlamda, 2012
ve 2013 yıllarında büyükşehre dönüşen illerin hiç biri, göreli olarak en fazla kalkınmış
olan illerle benzer bir gelişme düzeyi sergilemektedir.
iii) 6360 ve 6447sayılı Yasalarla kurulan
illerin yedisi üçüncü kümede, dördü birinci kümede, üçü dördüncü kümede bulunmaktadır. Üçüncü kümenin özelliği, Ordu
dışında, Türkiye’nin batısında yer alan büyükşehirlerden oluşmasıdır. Birinci kümenin özelliği, Bursa, Konya, Kayseri, Adana
gibi göreli olarak sanayileşmiş illeri kapsamasıdır. Bu bakımdan, son düzenlemelerle
kurulan ve birinci kümede yer alan büyükşehirlerin (Hatay, Kahramanmaraş, Malatya,
Trabzon), üçüncü kümede yer alanlara göre
383
daha iyi bir gelişme sergiledikleri söylenebilir. 6360 sayılı Yasa ile kurulan ve dördüncü
kümede bulunan (Van, Şanlıurfa ve Mardin),
daha önce büyükşehre dönüşen Diyarbakır
ile aynı kümede yer almıştır.
Şekil 1’de sunulan hiyerarşik kümeleme
analizi sonucu, en az iki en fazla beş küme
olabileceğini göstermektedir. Hiyerarşik kümeleme analizi sonuçlarını test etmek amacıyla, kümeleme analizi, küme sayısı belirtilerek de tekrarlanmıştır. Küme sayısını en
az iki ve en fazla beş olabilir şeklinde belirterek yaptığımız kümeleme analizi sonuçları
Tablo 8’de yer almaktadır. Beş küme olması
halinde yaptığımız analiz sonuçları (Tablo
8), küme sayısını belirtmeden yaptığımız
hiyerarşik kümeleme sonuçları (Tablo 7) ile
aynıdır. Dolayısıyla, küme sayısını belirterek yaptığımız analiz, belirtmeden yaptığımız analiz ile tutarlı sonuç vermektedir.
Tablo 9’da ekonomik kalkınma ile ilgili
25 değişken ve 30 büyük şehre ait ayırma
analizi sonuçları görülmektedir. 25 değişken ile küme numaraları arasında yaptığımız ayırma analizine göre sınıflama %100
doğru sonuç vermiştir. Bir başka deyişle,
kümeleme analizi sonucuna göre, büyükşehrin yer aldığı küme, orijinal küme olarak
alınmıştır. Ayırma analizi ile yapılan tahmini küme üyelikleri, orijinal küme üyelikleri
ile aynıdır. Kümeleme analizi ile yaptığımız
sınıflamanın %100 doğru sonuç verdiği görülmektedir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
384
Tablo 8: Küme Sayısı Belirtilerek Yapılan Analizde Küme Üyelikleri
Adana
Ankara
Antalya
Aydın
Balıkesir
Bursa
Denizli
Diyarbakır
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Hatay
İstanbul
İzmir
Kahramanmaraş
Kayseri
Kocaeli
Konya
Malatya
Manisa
Mardin
Mersin
Muğla
Ordu
Sakarya
Samsun
Şanlıurfa
Tekirdağ
Trabzon
Van
Küme
Sayısı 5
olursa
1
2
3
3
3
1
3
4
1
2
1
1
5
2
1
1
2
1
1
3
4
1
3
3
1
1
4
3
1
4
Küme
Sayısı 4
Olursa
1
2
1
1
1
1
1
3
1
2
1
1
4
2
1
1
2
1
1
1
3
1
1
1
1
1
3
1
1
3
Küme
Sayısı 3
olursa
1
1
1
1
1
1
1
2
1
1
1
1
3
1
1
1
1
1
1
1
2
1
1
1
1
1
2
1
1
2
Küme
Sayısı
2 Olursa
1
1
1
1
1
1
1
2
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
2
1
1
1
1
1
2
1
1
2
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
385
Tablo 9: Ayırma Analizine Göre Sınıflandırma Sonuçlarıa
Küme Numarası Tahmini Grup Üyeliği
1
2
3
4
1
13
0
0
0
2
0
4
0
0
3
0
0
8
0
4
0
0
0
4
5
0
0
0
0
%
1
100,0 ,0
,0
,0
2
,0
100,0
,0
,0
3
,0
,0
100,0
,0
4
,0
,0
,0
100,0
5
,0
,0
,0
,0
a. Orijinal kümelere göre %100 doğru sonuç vermiştir.
Total
5
0
0
0
0
1
,0
,0
,0
,0
100,0
13
4
8
4
1
100,0
100,0
100,0
100,0
100,0
büyükşehir statüsü elde eden illerin birbirine yakın gelişme düzeyi sergiledikleri söylenebilir. 6360 sayılı Yasa ile kurulan illerin
bir bölümü, bu kümelere göreli olarak daha
uzakta yer alan (daha farklı bir gelişme seviyesi sergileyen) dördüncü kümededir.
Şekil 2’de beş kümenin birbirine uzaklıkları görülmektedir. Buna göre, birinci ve
üçüncü kümeler en yakın kümelerdir. Hatırlanacağı gibi 6360 ve 6447 sayılı Yasalarla
kurulan iller, çoğunlukla bu iki kümede yer
almıştı. Bu anlamda, son düzenlemelerle
Şekil 2: Ayırma Fonksiyonuna Göre Küme Merkezleri ve Küme Elemanlarının Dağılımı
Kanonik Diskriminant Fonksiyonu
Ward Yöntemi
200
1
2
3
4
5
Fonksiyon 2
100
Grup Merkezi
3 2
0
4
5
1
-100
-200
-200
-100
0
Fonksiyon 1
100
200
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
386
Tablo 10’da, 25 değişken itibariyle küme
ortalamalarının farklı olup olmadığı görülmektedir. Ayırma analizinde yer alan katsayıların ve bulunan diskriminant fonksiyonlarının anlamlılığının test edilmesinde Wilks’
Lambda değeri kullanılmaktadır. Wilks’
Lambda 0,0 ile 1,0 arasında değer alır. Tablo
10’daki Wilks’ Lambda değerlerinin tamamı bu aralıkta yer almaktadır. Küçük lambda
değerleri, analizde kullanılan değişkenlerin
kümeler arası farklılıkları açıklamada etkili
olduklarını, başka bir ifade ile küme merkezlerinin birbirlerinden ayrılmış olduklarını gösterir. Tablo 10’daki Wilks’ Lambda
değerleri; nüfus yoğunluğu (0,027), okumayazma bilenlerin oranı (0,287), öğretmen
başına öğrenci sayısı (0,449), bin kişi balına
otomobil sayısı (0,360), ithalat (0,019),il ve
ilçe merkezlerindeki nüfusun oranı (0,449),
ihracat (0,034) gibi değişkenlerde göreli
olarak daha düşüktür. Dolayısıyla, bu değişkenlerin kümeler arası farklılıkları açıklamada daha etkili oldukları gözlenmektedir.
Buna karşılık; nüfus artış hızı, kişi başına
elektrik tüketimi, sanayi istihdamı ve kişi
başına gelir değişkenleri göreli olarak daha
büyük Wilks’ Lambda değerlerine sahiptir.
Bu nedenle, lambda değerleri göreli olarak
daha yüksek olan bu değişkenlerin, kümeler
arası farklılıkları açıklamada daha az etkili
oldukları söylenebilir.
Tablo 10: Küme Ortalamalarının Eşitliği Testi
(kişikm)
(nüfartışhız)
(okuryazaroranı)
(kişielektriktük)
(hastaneyatak)
(öğretmenbaşına)
(işsizlikoranı)
(otomobilsayısı)
(tarımistihdam)
(sanayiistihdam)
(hizmetisithdamı)
(ilmerknüfusuoranı)
(susistemi)
(lavobalıkon)
(ihracat)
(kişigelir)
(netgöçhızı)
(yaşbağımlılık)
(işgücünekatılma)
(ithalat)
(liseokullasma)
(yüzbinkişihekim)
(evlenmehızı)
(boşanmahızı)
(kişibaşımevduat)
Wilks’ Lambda
,027
,786
,287
,868
,738
,449
,504
,360
,491
,864
,571
,449
,101
,372
,034
,717
,571
,185
,280
,019
,200
,590
,531
,329
,263
F
226,173
1,703
15,508
,952
2,214
7,681
6,149
11,117
6,471
,988
4,692
7,658
55,539
10,568
176,442
2,465
4,699
27,556
16,096
315,111
25,074
4,352
5,512
12,765
17,516
df1
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
df2
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
25
Sig.
,000
,181
,000
,451
,096
,000
,001
,000
,001
,432
,006
,000
,000
,000
,000
,071
,006
,000
,000
,000
,000
,008
,003
,000
,000
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
5. Sonuç
Bu makalede, 6360 ve 6447 sayılı Yasalarla büyükşehir statüsü kazanan 14
büyükşehrin (Aydın, Balıkesir, Denizli,
Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş,
Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa, Van ve Ordu), diğer büyük şehirler
karşısındaki göreli kalkınma düzeyleri belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın amacı, sadece nüfus kriterine göre büyükşehir
statüsü kazanan 14 şehrin, büyükşehirlerden beklenen hizmetleri yerine getirebilmeleri için yeterli gelişme düzeyine sahip
olup olmadıklarını, daha önce büyükşehir
statüsü kazanan illerle karşılaştırmalı olarak ortaya koymaktır.
Türkiye’deki 30 büyükşehre ait 25 kalkınma göstergesi kullanılarak, 2012 yılı için
çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinden kümeleme analizi ve ayırma analizi
yapılmıştır. Kümeleme analizi, küme sayısı
belirtilmeden ve küme sayısı belirtilerek iki
kez tekrarlanmıştır. Bazı göstergeler bakımından 2012 yılı verilerinin bulunmaması
durumunda, 2011 yılı verileri kullanılarak
analiz tamamlanmıştır.
Küme sayısını önceden belirlemeden
yaptığımız hiyerarşik kümeleme analizi,
Türkiye’deki 30 büyükşehrin, beş farklı
kalkınma düzeyi sergilediğini göstermiştir.
Başka bir ifade ile Türkiye’deki 30 büyükşehir ele aldığımız 25 kalkınma göstergesi
bakımından beş grup (küme) oluşturmaktadır. İlk kümede 13 büyükşehir, ikinci kümede dört büyükşehir, üçüncü kümede sekiz
büyükşehir, dördüncü kümede dört büyükşehir ve beşinci kümede bir büyükşehir yer
almıştır.
387
Birinci kümede yer alan iller: Gaziantep,
Kahramanmaraş, Hatay, Konya, Kayseri,
Bursa, Adana, Sakarya, Mersin, Erzurum,
Malatya, Trabzon, Samsun’dur. İkinci kümeyi oluşturan iller: Kocaeli, Ankara, İzmir, Eskişehir’dir. Antalya, Tekirdağ, Ordu,
Muğla, Manisa, Denizli, Balıkesir, Aydın
üçüncü kümeyi oluştururken; Van, Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır dördüncü kümede
yer almıştır. Beşinci kümede sadece İstanbul
yer almıştır.
6360 ve 6447 sayılı Yasalarla büyükşehre dönüşen kentler, analizlerimiz sonunda
ortaya çıkan ve göreli olarak sanayileşmiş
kentlerden oluşan ikinci ve beşinci kümelerde yer almamıştır. 14 büyükşehrin yedisi, üçüncü kümede; dördü, birinci kümede;
üçü, dördüncü kümede yer almıştır. Yaptığımız analizlere göre, birinci ve üçüncü
kümeler, birbirlerine en yakın kümelerdir.
Son kurulan büyükşehirlerin çoğunlukla bu
iki kümede yer alması, bu illerin birbirlerine yakın bir gelişme düzeyi sergilediklerini
göstermektedir. Son kurulan büyükşehirler,
birbirlerine yakın bir gelişme düzeyi sergileseler de, sadece nüfus kriteri ele alınarak
büyükşehre dönüştükleri için göreli olarak
daha fazla gelişmiş olan ikinci ve beşinci
kümeleri oluşturan illerle aynı kümede yer
almamışlardır.
Bulgularımız, sadece son 14 büyükşehrin
göreli kalkınma düzeyini ortaya koymamakta; aynı zamanda, Türkiye’deki diğer büyük
şehirlerin kaç farklı gelişme düzeyi sergilediklerini de göstermektedir. Bu nedenle,
analiz sonuçlarımız, büyük şehirler bağlamında uygulanacak herhangi bir teşvik ya da
kalkınma programında, hangi illere benzer
uygulamalar yapılacağına ışık tutması bakımından önem taşıyabilir.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
388
KAYNAKÇA
Adelman, I., and Cynthia T. M. (1967).
Society, Politics and Development. A Quantitative Approach. Baltimore: The Johns
Hopkins Press.
Felipe, J., and Resende, M. (1994). A Multivariate Approach to the Measurement of
Development: Asia and Latin America.
CREDIT Research Paper No.94/4.
Ahluwalia, M. (1976). Inequality, Powerty
and Development. Journal of Development
Economics. 3, 307-342.
Hicks, N. and Streeten P. (1979). Indicators
of Development: The Search for A Basic
Needs Yardstic. World Development. 7,
567-580.
Atik, H. (1998). A Multivariate Analysis
to the Measurement of Development for
Turkey: A Comparison with Europe and
Asia, Globalisation at Crossroads: The
Next Millenium Conference –Conference
Proceedings, May 28-31,İstanbul, 52-65.
Çakmak, Z.,Uzgören N. ve Keçek G.
(2005). Kümeleme Analizi Teknikleri ile
İllerin Kültürel Yapılarına Göre Sınıflandırılması ve Değişimlerin İncelenmesi.
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 2, 15-36.
Devlet Planlama Teşkilatı (1996). İllerin
Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması
Araştırması. Ankara: DPT.
Dura, C. ve Atik, H. (2002). Bilgi Toplumu, Bilgi Ekonomisi ve Türkiye. İstanbul:
Literatür Yayınevi.
Ersungur, M. Ş., Kızıltan A. ve Polat, Ö.
(2007). Türkiye’de Bölgelerin Sosyo-ekonomik Gelişmişlik Sıralaması: Temel Bileşenler Analizi. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 2,
55-66.
İzci, F. veTuran, M. (2013). Türkiye’de Büyükşehir Belediyesi Sistemi ve 6360 Sayılı
Yasa ile Büyükşehir Belediyesi Sisteminde
Meydana Gelen Değişimler: Van Örneği.
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 1, 117152.
Jacquemin, A. and André, S. (1995). Is A
European Hard Core Credible? A Statistical Analysis. CEPR Discussion Paper.
No.1242.
Kalkınma Bakanlığı (2013). İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması:2011. Ankara: Kalkınma Bakanlığı Yayını.
Nakip, M. (2006). Pazarlama Araştırmaları: Teknikler ve SPSS Destekli Uygulamalar. Ankara: Seçkin Yayınevi.
Özdamar, K. (1999). Paket Programlar ile
İstatistiksel Veri Analizi-2 (Çok Değişkenli Analiz) SPSS-MINITAB. 2. Baskı, Eskişehir.
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli
Kalkınma Düzeyleri
Resmi Gazete. 6 Aralık 2012, Sayı: 28489.
Saraçoğlu, B. (1992). Ülkelerin Ekonomik
Kalkınmışlık Düzeyleri Açısından İncelenmesi. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 10, 16-54.
Tezel, Y. S.(1989). İktisadi Büyüme. Ankara.
TÜİK (2013). Türkiye İstatistik Yıllığı
2012. Yayın No:3933. Ankara: TÜİK.
389
TÜİK (2013). Seçilmiş Göstergelerle Kayseri 2012. Yayın No:4069. Ankara: TÜİK.
Uzgören, N., Keçek G.ve Uzgören, E.
(2013). Türkiye’de İllerin Beşeri Sermayenin Unsuru Olan Temel Eğitim
Göstergeleri Bakımından Sınıflandırılması-Temel Bileşenler ve Kümeleme Analizi Uygulaması. TİSK Akademi Dergisi.
16, 118-133.
ÖZ
Türk Bankacılık Sektörünün Küresel Kriz Öncesi ve Sonrasında Mülkiyet Ayrımında İncelenmesi
Bu çalışmada, banka bazında veri ve rassal etkiler modeli kullanılarak, Türk bankacılık sektörünün
küresel kriz öncesi ve sonrasındaki yapısı mülkiyet ayrımında incelenmektedir. Bağımlı değişken
olarak sermaye yeterliliği, aktif kalitesi, kârlılık ve gelir-gider yapısına ilişkin finansal oranlar
kullanılırken; bağımsız değişkenler olarak kredi kalitesi, personel giderleri, kredi kompozisyonu, mali
baskınlık, açık pozisyon ve banka büyüklüğüne ilişkin finansal oranlar ve borsada listelenişe yönelik
kukla değişken yer almaktadır. Yasal düzenlemeler, maliye politikası, makroekonomik koşullar ve
para politikasının banka yapısı üzerindeki etkilerini incelemek amacıyla Basel II’ye geçişe ilişkin
kukla değişkenin yanı sıra borç stoku, büyüme, enflasyon, döviz kuru, zorunlu karşılıklar ve politika
faizi diğer belirleyiciler olarak çalışmaya dâhil edilmiştir. Tahmin sonuçları, kriz öncesi ve sonrası
dönemde farklılaştığı gözlenen banka yapısında mülkiyetin önemli rol oynadığına işaret etmektedir.
Bu durum, bankaya özgü belirleyiciler ile makroekonomik koşullar ve politikaya ilişkin faktörlerin,
mülkiyete bağlı olarak, bankacılık sektörü üzerinde değişen etkilere sahip olduğunu göstermektedir.
Bu doğrultuda, ileriki dönemde yapılacak çalışmalarda mülkiyete dayalı farklılıkların bankacılık
sektörüne ilişkin analizlerde göz önünde bulundurulması gerektiğinin altı çizilmektedir. Bu sayede,
bankacılık sektörü dinamiklerinin daha kolay anlaşılacağı ve gerek para politikası gerekse finansal
istikrarı hedefleyen makro ihtiyatı politikaların etkinliğinin artacağı düşünülmektedir.
JEL Sınıflaması: C23, E44, E52, G10, G21
Anahtar Kelimeler: Küresel Kriz, Türk Bankacılık Sektörü, Rassal Etkiler, Mülkiyet, Para Politikası,
Finansal İstikrar
ABSTRACT
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by
Ownership
This paper analyzes the Turkish banking sector before and after the global crisis by ownership, using
bank-level data and random effects model. The selected dependent variables are financial ratios on
capital adequacy, asset quality, profitability and income-expenditure structure; while main determinants
are financial ratios on loan quality, overhead costs, loan composition, fiscal dominance, FX open
position, bank size and a dummy variable for bank listing. Other determinants include a dummy
variable for the adoption of Basel II, debt stock, growth, inflation, exchange rate, required reserves
and policy rate, which capture the effects of regulations, fiscal policy, macroeconomic conditions
and monetary policy on bank structure. Estimation results suggest that ownership has a major role on
the bank structure, which is observed to be different before and after the global crisis. This indicates
that bank-specific determinants as well as macroeconomic conditions and policy-related factors have
varying effects on the banking sector depending on ownership. Accordingly, this finding highlights
the fact that further research should take into account the ownership-based differences in banking
sector analyses. This is considered to facilitate the understanding of the banking sector dynamics and
enhance the effectiveness of not only the monetary policy, but also the macroprudential policies aimed
at maintaining financial stability.
JEL Classification: C23, E44, E52, G10, G21
Keywords: Global Crisis, Turkish Banking Sector, Random Effects, Ownership, Monetary Policy,
Financial Stability
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
391
Analyzing the Banking Sector in Turkey
before and after the Global Crisis by
Ownership
Vuslat Us *, **
1.
INTRODUCTION
The global crisis challenged the
banking sector in Turkey despite
the implementation of an extensive restructuring program.1 In fact, Yörükoğlu and
Atasoy (2010), Erdem (2010), Aras (2010)
and Uygur (2010) show that the Turkish
banking sector was affected by the global
crisis. Furthermore, Ganioğlu and Us (2014)
and Us (2015b) have recently demonstrated that the crisis has changed the structure of the Turkish banks and Us (2015a) has
shown that this change depends significantly on ownership.2
* Central Bank of the Republic of Turkey General Directorate
of Research and Planning Policy
** The author would like to thank the anonymous referee for
providing exceptionally useful suggestions and invaluable feedback. Usual caveats apply regarding errorsand omissions.
[email protected]
Gönderim Tarihi: 31.03.2015 Kabul Tarihi: 07.09.2015
This study takes the above discussion as
its starting point and embarks upon an indepth analysis of the Turkish banking sector in the pre-crisis and the post-crisis periods by an ownership breakdown. In view
of the fact that the global crisis prompted
the Central Bank of the Republic of Tur1
Ganioğlu and Us (2014) provide a detailed analysis of the
banking sector restructuring program.
2 Several studies are present that report differences across
banks with respect to ownership. To give an example, Micco
et al. (2007) and Iannota et al. (2007) find lower profitability
for state banks; whereas Gürsoy and Aydoğan (2002), Najid
and Rahman (2011) and Bonin et al. (2005a) show higher
profitability. Claessens et al. (2001), Hasan and Marton
(2003), Jemric and Vujcic (2002) and Weill (2003) find that
foreign banks are more profitable than state banks. Moreover, Grigorian and Manole (2006), Yıldırım and Philippatos
(2007), Dages et al. (2000), Lensink and Naaborg (2007),
Mian (2003) and Bonin et al. (2005a, 2005b) demonstrate that foreign banks are more cost-efficient than domestic
banks. However, Demirgüç-Kunt and Huizinga (1999), Rivard and Thomas (1997), Pettway and Sinkey (1980) and
Nikiel and Opiela (2002) report that foreign banks are less
profitable than private banks.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
392
key (CBRT) to observe financial stability3
besides the fact that the financial system in
Turkey is mostly comprised of the banking
sector, this paper tries to examine the effects
of policy-related variables on the Turkish
banking sector. Inspired by Demirgüç-Kunt
and Huizinga (1999), De Haas and van Lelyveld (2006), Ganioğlu and Us (2014) and
Us (2015a, 2015b), the effects of bank-specific and macroeconomic variables as well
as regulatory changes are also taken into account. In line with Us (2015a), the analysis
is performed by an ownership breakdown
and by sub-periods.
In doing so, however, this paper takes a
snapshot of the Turkish banking sector without concentrating on the underlying structural forces driving the interaction of the
explanatory variables with the banking sector
structure. But rather, the paper attempts to
extract the necessary information exposed through the analysis by solely focusing on how
this interaction may differ with respect to ownership and also before and after the crisis.
The paper is organized as follows: The
next section presents the empirical model,
describes the data and discusses some stylized facts about the Turkish banking sector.
The following section reports the estimation
results. Finally, the last section concludes. All
tables and figures are given in the Appendix.
2. The EmpIrIcal Model, Data
DescrIptIon and StylIzed
Facts
This section describes the empirical model, which is used to analyze the Turkish
banking sector before and after the global
crisis by ownership. This is followed by the
description of the data and some stylized
facts pertaining to the evolution of selected
bank-specific variables.
2.1. Empirical Model
In order to analyze the Turkish banking
sector before and after the global crisis by
ownership, a panel data estimation analysis
is conducted. Accordingly, the use of generalized method of moments (GMM) approach
is considered as an initial step.4 However, as
discussed in Wooldridge (2001), the GMM
approach may result in a finite sample bias
when applied to a small sample. Furthermore, Ahn et al. (2001) argue that the usual
exogeneity assumptions lead to many more
moment conditions than standard estimators
use and result in some or all of the moment
conditions to be redundant in the GMM estimation.
Alternatively, fixed effects model is
considered in order to estimate bank-specific effects. However, Johnston and DiNardo
(1997) discuss that a fixed effects model
cannot include time-invariant explanatory
variables, such as those in our model, even
though the fixed effects estimator is robust
to the omission of any relevant time-invariant regressors. Accordingly, a fixed effects
model removes any effect associated with
3
The CBRT altered its conventional inflation targeting scheme after the global crisis by designing a new monetary
policy mix to fulfill the supplementary objective of maintaining financial stability. Başçı and Kara (2011) provide a
brief overview about the adoption of financial stability in
Turkey as a supplementary objective, without prejudice to
the price stability objective.
4
The panel data estimation could have been conducted
using pooled ordinary least squares, assuming that a common error structure applies to all banks. Yet, as discussed in
De Haas and van Lelyveld (2006), treating banks as homogeneous entities is a too strong restriction.
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
these time-invariant variables and the dependent variable, as also stated by Unite and
Sullivan (2003).
On the other hand, the random effects
model takes into account the association
between these time-invariant variables and
the dependent variable. In fact, a comparison of these models through Hausman test5
and further implementing the Breusch-Pagan Lagrangian multiplier (LM) test6 indicates that the hypothesis that the individual
effects do not correlate with other regressors
in the random effects model cannot be rejected and random effects are necessary.
Hence, given that the fixed effects estimates are not efficient relative to the random effects estimates, the less restrictive
random effects model is accepted. Therefore, all (unobservable) factors that influence
individual bank behavior, but which are not
captured by regressors, are assumed to be
summarized by a random error term. Accordingly, using generalized least squares
(GLS)7, a random effects model is applied
to the following specification, which can be
summarized as:
Yit = a+b1 Bankit+b2 Macroit+Ui + eit
Where Yit is the dependent variable
of bank i at time t; Bankit is the matrix of
bank-specific variables for bank i at time
t; Macroit is the matrix of macroeconomic
indicators for bank i at time t; a is the intercept term; and b1 and b2 are the corresponding coefficient vectors. Ui is the unobserved bank-specific random effect and eit is
the idiosyncratic error term, both following
i.i.d. processes with mean 0 and variances
su and ss, respectively.
393
2.2. Data Description
Table A1 displays the description and
the source of data. The bank-specific data
are based on the quarterly balance sheet
items of the deposit banks for the period
between 2002Q4-2013Q3.8 The analysis covers 21 banks, of which, 3 of them are state;
10 of them are private; and 8 of them are
foreign.9 The dependent variables are selected financial ratios on capital adequacy (also
known as capital requirement or regulatory
capital), asset quality, profitability and income-expenditure structure; which can be
5
Hausman (1978) proposed a chi-squared statistic based
on the Wald criterion W = X2 [K] = [b – b-1] [b–b] where b is the vector of slope estimates in the fixed effects model; b is the vector of slope estimates in the random effects
model; and ∑ is the difference of the estimated covariance
matrices of the slope estimates with the individual dummy
variables of the fixed effects model and the estimated covariance matrix in the random effects model excluding the
constant term.
6 The LM test for random effects of Breusch and Pagan
(1980) can be interpreted as a Wald test of the distance from
zero of the first derivative vector of the log likelihood function (the score vector) of the unrestricted model evaluated at
the restricted maximum likelihood estimates.
7 As discussed in Baltagi (2013), random effects model is
estimated by GLS when the variance structure is known.
However, the random effects model is estimated by the feasible generalized least squares (FGLS), when there is a
heteroscedastic error structure or a certain degree of correlation between the observations.
8 The analysis covers only deposit banks, and hence, excludes participation banks as well as development and investment banks. The analysis also excludes deposit banks, which were taken over by Savings Deposit Insurance Fund or
founded during the period of analysis. Moreover, the analysis leaves out banks with a status change from development
and investment bank to deposit bank.
9 The ownership decision is based on the Banks Association of Turkey’s categorization for ownership as of the end
of the analyzed period. Accordingly, a bank is classified as
state bank if more than 50 percent of its shares are owned
by state. Similarly, a bank is classified as private or foreign
if more than 50 percent of its shares are in private or foreign
hands, respectively.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
394
represented by EQUITY/ASSETS, LOANS/
ASSETS, PROFITS/ASSETS and NII/ASSETS, respectively.10 Meanwhile, independent variables include bank-specific financial ratios and indicators on macroeconomic
conditions, policy actions and regulatory
changes, which are assumed to capture the
banking sector dynamics.11
Accordingly, the ratio of overdue loans
to total loans and receivables, which is denoted by ODL/LOANS, captures the impact
of loan quality.12 The ratio of other operating
expenses to total assets, which is signified
by OTHEREXP/ASSETS, represents overhead costs and gauges the effect of operating
efficiency.13 The ratio of consumer loans to
total loans and receivables that is represented by CONSUMER/LOANS measures the
impact of loan composition.14
The ratio of government domestic debt
securities to total assets, which is shown by
SECURITIES/ASSETS, seizes the effect of
fiscal dominance at the bank level.15 The
ratio of FX assets to FX liabilities that is
denoted by FXASSETS/FXLIABILITIES,
proxies FX open position16 and signifies the
effect of currency mismatch17, while total
assets to GDP that is denoted by ASSETS/
GDP quantifies bank size.18 Bank listing19 is
captured by DBIST, while DBASEL is used
to mark the adoption of Basel II.20
Furthermore, debt stock21 that is evaluated by DEBT/GDP gauges fiscal policy; whereas growth, inflation22 and exchange rate23,
which are represented by GDP, INFLATION
17
10
Ratios comply with the CAMELS system, which evaluates
banks according to capital adequacy, asset quality, management quality, earnings, liquidity and sensitivity.
11 All ratios denote on-balance sheet activities of banks, while off-balance sheet items are disregarded.
12 King and Plosser (1984), Bernanke and Gertler (1989),
Kiyotaki and Moore (1997) and Bernanke et al. (1998) analyze the link between loan quality and financial activity.
13 Demirgüç-Kunt and Huizinga (1999) show a negative relation between overhead costs and performance.
14 Louzis et al. (2012) discuss that macroeconomic and bankspecific variables may affect each loan type differently. Kuo
et al. (2010) also argue that a distinction should be made
between different loan types in order to assess their individual impact on bank performance.
15 Fiscal imbalances experienced throughout 1990s caused
state banks to become an outlet for financing off-budget
expenditures called “duty losses”. Meanwhile, other banks
resorted to arbitrage activities to generate revenues from the
spread between deposit rates and high interest rates on government securities. Hence, prior to the implementation of
the banking sector reform, Turkish banks had large holdings
of government securities, which restrained them from engaging in core activities like financing private sector (Akçay,
2003; Tükel et al. 2006).
16 Kaplan (2002) provides an excellent survey on risks associated with FX open position of Turkish banks by providing
various definitions for FX open positions, which are individually monitored by regulatory authorities.
Ranciere et al. (2010) discuss that currency mismatch exposes an emerging economy to systemic risk through balance
sheet vulnerabilities. More specifically, in case FX borrowers
cannot hedge against exchange rate risk, an abrupt devaluation results in a large share of FX loans to be non-paid and
the number of overdue loans to increase substantially. This
can have a dramatic effect on capital adequacy and raise
systemic risk issues for the economy.
18 Smirlock (1985) finds strong evidence that bank size is positively related to profitability, while Lin and Zhang (2009),
Stiroh and Rumble (2006) and Pasiouras and Kosmidou
(2007) show that extremely large banks might display a negative relationship between their size and profitability.
19 Listed banks face greater pressure from shareholders,
financial analysts and market participants for higher profitability. Yet, Dietrich and Wanzenried (2011) discuss that
listed banks are also subject to higher costs due to reporting
requirements, which reduce profitability.
20 Ganioğlu and Us (2014) discuss that the adoption of Basel
II in Turkey was finalized in July 2012.
21 Since 2001 crisis, the Turkish government has implemented a prudent fiscal policy, which significantly lowered the
debt-to-GDP ratio. Yet, this ratio may still be used to assess
the impact of sovereign risk on lending as in Aydın and İgan
(2012).
22 Hanson and Rocha (1986) and Demirgüç-Kunt and Huizinga (1999) observe that higher inflation is associated with
higher interest margins and profitability.
23 Demirgüç-Kunt and Detragiache (1998), Choi et al. (1992)
and Chamberlain et al. (1997) find strong negative correlation between profitability and exchange rate.
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
and EXCHANGE, are used to evaluate the
impact of macroeconomic conditions.
Finally, TLRESERVES/ASSETS and
FXRESERVES/ASSETS, which show TL
and FX required reserves24,25, correspondingly, and POLICY that stands for policy
rate26,27 reflect the effect of macroprudential
policy28 and the monetary policy, respectively. The independent variables are assumed
to affect all the dependent variables29, while loan composition is estimated to have an
effect on only profitability. Similarly, fiscal
dominance and debt stock are expected to
influence asset quality, while the adoption
of Basel II is assessed to have an impact on
capital adequacy.
2.3. Stylized Facts
Figure A1 illustrates the evolution of selected bank-specific ratios for each ownership category over time and also displays the
24
Demirgüç-Kunt and Huizinga (1999) state that reserve
requirements are an implicit tax on banks if official reserves
are remunerated at less than market rates. Rose and Rose
(1979) and Gilbert and Rasche (1980) also find that reserve
requirements reduce bank profitability.
25 Due to absence of bank-level data, required reserves are
approximated by data on cash and balances with the CBRT,
which shows the combined effect of required reserves held
at the CBRT plus desired reserves held due to unexpected
events. It is assumed that cash and balances are not persistently in excess of required reserves, which was historically witnessed during wartime and in Soviet states and transitional countries as discussed in Gray (2006) and Ganley
(2002).
26
Kashyap and Stein (1995), Bernanke and Blinder (1988)
and Mishkin (1996) assert that policy rate influences banking sector via bank lending channel.
27
The CBRT policy rate between 2002 and 2010 was overnight repo rate at the Repo and Reverse Repo Market at
Borsa Istanbul. As of May 2010, the CBRT implemented
technical adjustment for withdrawal of anti-crisis measures. This was followed by the adoption of the new monetary
395
banking sector’s average. Accordingly, state
banks are observed to differ notably from
other banks, while private banks reveal the
characteristics of the overall banking sector.
On the other hand, foreign banks have some
unique features, which distinguish them
from other banks. Moreover, the global crisis has strong effects on the banking sector
structure that obviously vary by ownership.
More specifically, capital adequacy,
which is denoted by EQUITY/ASSETS, differs significantly by ownership such that the
capital requirement of private banks is near
and that of foreign banks is slightly above
the banking sector’s average. Conversely,
the capital adequacy of state banks is remarkably below the average.
Moreover, private and foreign banks are
prudent relative to state banks by maintaining a regulatory capital significantly above
policy mix at end-2010 that included additional policy tools
for pursuing multiple objectives. Accordingly, an interest rate
corridor was set for overnight rates and one-week repo rate
was announced as the policy rate. Furthermore, the CBRT
started to follow an active liquidity management policy, which adjusted market rates without changing the policy rate.
Consequently, between end-2011 and January 2014, the
CBRT implemented additional monetary tightening without
changing the policy rates but changing the average funding
rate (CBRT, 2012, 2014; Akçelik et al., 2012). Hence, the policy rate in the analysis is substituted by the one-week repo
rate during 2010Q2-2011Q4 and by the average funding rate
from 2012Q1 and onwards.
28 Required
reserves were used actively as a macroprudential
tool during the post-crisis period. Kara (2013) and Alper et
al. (2013) provide a detailed outline of the operational framework of the new monetary policy mix.
29 Us (2015a) finds that GDP is statistically insignificant for
profitability, while exchange rate and FX required reserves
have no significance and GDP has low significance on the
income-expenditure structure. Therefore these variables are
excluded from the estimation of the respective dependent variables.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
396
the Basel II requirement at 8 percent.30 After
the global crisis, state banks register a slight
decline, while private and foreign banks
continue to hold a great percentage of their
assets in shareholders’ equity.
Asset quality that is represented by LOANS/ASSETS also varies remarkably by
ownership. In particular, private and foreign
banks have a higher fraction of their assets
in loans and receivables than state banks.
Meanwhile, state banks are increasingly
more active in lending after the completion
of the restructuring program.
In fact, before the global crisis, state
banks are well behind other banks in terms
of asset quality. However, after the global crisis, state banks raise their asset quality and
converge with other banks. In the meantime,
other banks also allocate higher percentage
of their assets to loans. Yet, the asset quality
of private banks remains slightly above the
average. In particular, asset quality grows
mildly for private and foreign banks, even
though the latter registers a slight decline.
Profitability, which is measured by
PROFITS/ASSETS, changes dramatically
by ownership as well. Particularly, before
the global crisis, the profitability of private banks is substantially below the banking
sector’s average, while that of state and foreign banks is visibly above. However, after the crisis, private and foreign banks are
comparable as both banks see reduced profitability. Meanwhile, state banks also observe
a sharp fall after the global crisis. This may
be owed to the effect of Basel III, which is
conjectured to narrow profit margins.31
Overhead costs that are captured by OTHEREXP/ASSETS also vary greatly across
banks. More specifically, the ratio of other
operating expenses to total assets is substantively lower; but significantly higher for
state and foreign banks, respectively. The ratio falls gradually for all banks throughout
the analysis. Yet, foreign banks are persistently above the sector’s average; whereas
state banks remain below and private banks
stay near the average. The global crisis leaves overhead costs almost unchanged for
foreign banks, while state and private banks
display a marginal decline, which slightly
pulls down the average.
Loan composition, which is signified by
CONSUMER/LOANS, also varies remarkably by ownership. In fact, neither of the
ownership categories seems to closely follow the banking sector’s average. In particular, except for the plunge seen at the onset,
foreign banks are relatively flat in terms of
loan composition. Similarly, loan composition remains fairly stable for private banks,
staying above the sector’s average. On the
other hand, the ratio of consumer loans to
total loans and receivables grows mildly for
state banks. After the global crisis, the loan
composition of state banks changes in favor
30
Basel II regulations require capital adequacy to be no
lower than 8 percent. However, the Banking Regulation and
Supervision Agency (BRSA) set the target capital adequacy
ratio to be minimum 12 percent (BRSA, 2010).
31 BIS (2011) envisions lower profitability due to adoption
of more stringent regulations on capital adequacy, which
will be brought by Basel III accords. Obviously, its effects
may manifest even during the transition period. More specifically, in 2010, the BRSA launched the preliminary studies
for the adoption of Basel III in Turkey and the accord is
planned to be incorporated into the national legislation in
concordance with the timetable set by the Basel Committee
(Ganioğlu and Us, 2014).
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
of consumer loans, though this is reversed
modestly afterwards. Conversely, private
banks observe a decline, while the ratio is
steady for foreign banks.
Fiscal dominance, which is gauged by
SECURITIES/ASSETS, is also experienced
unequally across banks. Accordingly, state
banks have a clearly higher portion of their
assets in government domestic debt securities, while security holdings of private and foreign banks as a percentage of their assets are
relatively comparable. All ownership categories post a decline in their security portfolios
relative to their assets. Besides, the surge in
2007 is short-lived as the ratio of government
domestic debt securities to total assets continues to fall sharply for all banks. In fact, after
the global crisis, the ratio drops significantly
for state banks; while other banks also register a decline, albeit modestly.
FX open position that is quantified by
FXASSETS/FXLIABILITIES is also dissimilar across banks. In particular, the FX
assets to FX liabilities is notably higher for
state banks relative to banking sector’s average. Meanwhile, private and foreign banks
are quite similar and their FX assets decrease slowly compared to their FX liabilities.
Yet, FX open position of foreign banks is
more representative of the sector’s average.
After the global crisis, foreign banks experience an instant rise, which is followed by a
steady course afterwards. On the other hand,
FX open position of state and private banks
remains unchanged.
Bank size that can be assessed by ASSETS/GDP also varies across banks. Particularly, private banks closely mimic the banking sector’s average; whereas state banks
are considerably larger, but foreign banks
397
are notably smaller than the average. The
global crisis affects the banking sector positively by raising the total assets to GDP ratio
mildly for all ownership categories, while
the increase in bank size is more obvious for
state banks.
On the other hand, the income-expenditure structure, which is measured by NII/
ASSETS, is relatively similar across banks.
In particular, all banks experience an initial
drop in their net interest income to their total
assets. This is followed by a partial recovery
afterwards. All ownership categories experience another decline induced by the global
crisis. Overall, foreign banks are slightly above state and private banks, which are fairly
comparable and close to the sector’s average.
Loan quality that is evaluated by ODL/
LOANS also varies slightly by ownership.
More specifically, during 2002-2006, state
banks experience a radical improvement in
their loan quality due to the implementation
of the restructuring program. This is manifested as a strong fall in the ratio of overdue
loans to total loans and receivables. However, as loan quality gets normalized for state
banks, the ratio also becomes comparable
and stable across banks. Despite a minor deterioration registered by all ownership categories before the global crisis, loan quality
recovers modestly afterwards.32 In the meantime, state banks have a higher loan quality than the banking sector’s average, while
loan quality of foreign banks is below and
that of private banks is near the average.
32 It should be noted that loan quality is analyzed in relative
terms. However, in absolute terms, the magnitude of overdue loans increased notably, which evidently poses risk to
financial stability.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
398
Required reserves, which are denoted by
TLRESERVES/ASSETS and FXRESERVES/ASSETS, are also similar across banks.
Accordingly, state banks have a slightly larger and a fairly smaller share of their assets
in TL and FX reserves, respectively; while
private and foreign banks are very much alike. The global crisis causes TL and FX required reserves to decline for all banks. However, subsequently, the ratio of TL reserves to
total assets stabilizes for all banks; whereas
FX reserves to total assets ratio increases for
state and foreign banks, but remains unchanged for private banks.
3. EstImatIon Results
In view of the strong evidence provided
by the above stylized facts pointing that the
Turkish banking sector differs significantly
with respect to ownership, the empirical model is estimated individually for state, private and foreign banks. Furthermore, these
stylized facts also indicate that the Turkish
banking sector has changed after the crisis.
Hence, the empirical model is estimated separately by splitting up the sample as the
pre-crisis and the post-crisis periods. This
enables to view how the structure of the Turkish banking sector has changed after the
global crisis.33 Accordingly, the pre-crisis
and the post-crisis periods cover 2002Q42008Q3 and 2008Q4-2013Q3, respectively.
All the equations contain a constant term.34
Table A2 presents the estimation results.35 In each column, the determinants of
capital adequacy, asset quality, profitability
and income-expenditure structure are reported for each ownership category for the
pre-crisis and the post-crisis periods. Key
findings are summarized as follows:
3.1. Capital Adequacy
Before the crisis, the capital adequacy
(EQUITY/ASSETS) of all banks is affected
positively by loan quality (ODL/LOANS).
This implies that higher overdue loans (relative to total loans and receivables), which implies lower loan quality leads to higher capital requirement. However, after the
crisis, loan quality is positively significant
for only state and private banks. This may
be attributed to the fact that state and private banks have relatively higher loan quality
than foreign banks in this period. In the meantime, before the crisis, the capital adequacy of private and foreign banks is influenced
favorably by overhead costs (OTHEREXP/
ASSETS), while overhead costs are insignificant afterwards.
FX open position (FXASSETS/FXLIABILITIES) affects all banks after the crisis
and the effect is negative for only private
banks. Conversely, FX open position has a
positive impact on private banks before the
crisis.
33 In
fact, the effect of the global crisis was initially captured by the inclusion of a crisis dummy variable in the overall sample, which yielded a statistically significant coefficient. Hence, this provided the sufficient evidence that the
sample would be split.
34
The analysis could have also included some interaction
terms. However, the extra information provided by the addition of these interaction terms failed to surpass the increased complexity of the regression equations, which, for simplicity, caused the analysis to be based on the parsimonious
regression model.
35 It
should be noted that, in general, the explanatory power
of the selected models is found to be higher for state banks.
Also, the dynamics of asset quality in the pre-crisis period
are better captured than those for other dependent variables regardless of the ownership category; while the same
conclusion can be drawn for the income-expenditure structure in the post-crisis period.
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
Bank size (ASSETS/GDP) has a favorable effect on private banks and a negative
impact on foreign banks before the crisis. In
addition, bank listing (DBIST) has a positive effect on state banks before the crisis,
though it has an adverse impact on private
and foreign banks in both periods. Meanwhile, the adoption of Basel II standards that
is indicated by DBASEL is significant for
only state banks, where the effect is positive.
As for macroeconomic and policy-related determinants, GDP has a negative impact on the capital adequacy of private and
foreign banks before the crisis; however it
has a favorable effect on state and private
banks after the crisis. Inflation has an adverse influence on private banks before the crisis. Furthermore, exchange rate unfavorably
affects all banks after the crisis, while it is
negatively significant for state banks prior
to the crisis.
In both periods, capital adequacy of
foreign banks is influenced negatively by
their TL required reserves (TLRESERVES/
ASSETS), while that of state banks is also
affected unfavorably after the global crisis.
Meanwhile, FX required reserves (FXRESERVES/ASSETS) have a positive effect on
state banks prior to the global crisis.
As for the policy rate, it has a negative
impact on state banks before the global crisis;
whereas the effect is positive on private banks
during the same period. Furthermore, policy
rate favorably affects the capital adequacy of
foreign banks after the global crisis.
3.2. Asset Quality
Prior to the crisis, the asset quality (LOANS/ASSETS) of all banks is affected negatively by loan quality (ODL/LOANS), but
399
loan quality has an adverse effect on only
state and private banks after the global crisis.
In addition, the asset quality of state banks
deteriorates by overhead costs (OTHEREXP/
ASSETS) in both periods. Conversely, overhead costs are positively significant for private banks before the crisis, while they have
a favorable impact on foreign banks after the
crisis. Meanwhile, fiscal dominance (SECURITIES/ASSETS) reduces the asset quality
of all banks in both periods.
FX open position (FXASSETS/FXLIABILITIES) has a positive impact on state
banks and it has an adverse effect on private
banks before the crisis. In addition, FX open
position has a negatively significant impact on foreign banks in both periods. On the
other hand, bank size (ASSETS/GDP) improves the asset quality of foreign banks prior
to the crisis. Yet, it has an adverse effect on
state and private banks in both periods.
As for bank listing (DBIST), it has an
impact on all banks in the pre-crisis period,
which is negative for foreign banks and positive for other banks; whereas after the global crisis, bank listing has an effect on only
private banks with a positive sign.
Meanwhile, macroeconomic and policyrelated variables also have varying effects
on banks by ownership. In particular, debt
stock (DEBT/GDP) has a negative impact
on all banks before the crisis, while GDP positively affects private banks in both periods.
Moreover, GDP has an adverse effect on foreign banks prior to the crisis. Additionally,
inflation is significant for private and foreign banks in both periods, but the impact is
negative for foreign banks before the crisis.
In the meantime, exchange rate has a negative effect on private banks after the crisis.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
400
TL required reserves (TLRESERVES/
ASSETS) have a favorable impact on private banks in both periods. On the other hand,
TL required reserves have an adverse effect
on state banks after the crisis. Conversely,
FX required reserves (FXRESERVES/ASSETS) increase the asset quality of state and
private banks before the crisis. In addition,
FX required reserves have a positive impact on foreign banks in the post-crisis period.
On the other hand, policy rate has an unfavorable effect on private banks before the
crisis.
3.3. Profitability
After the global crisis, profitability
(PROFITS/ASSETS) of state and foreign
banks is affected negatively by loan quality
(ODL/LOANS). In both periods, overhead
costs (OTHEREXP/ASSETS) have an effect on all banks, which is negative for private
banks before the crisis. Loan composition
(CONSUMER/LOANS) has a negative impact on private banks and a positive effect
on foreign banks prior to the crisis. However, loan composition affects all banks favorably after the global crisis. This implies that
higher consumer loans relative to total loans
induce profitability.
FX open position (FXASSETS/FXLIABILITIES) has a positive impact on foreign
banks after the global crisis. On the other
hand, FX open position has an adverse effect
on state banks before the global crisis. Meanwhile, banks size (ASSETS/GDP) worsens the profitability of private banks in the
aftermath of the crisis. In the same period,
the profitability of foreign banks improves
by bank listing (DBIST).
As for macroeconomic and policy-rela-
ted variables, inflation is negatively significant for state banks before the crisis, while
it has an adverse effect on foreign banks in
the post-crisis period. Exchange rate lowers
the profitability of all banks after the crisis.
Moreover, TL required reserves (TLRESERVES/ASSETS) have a favorable effect on
state banks after the global crisis. Conversely, TL required reserves have a negative
impact on the profitability of foreign banks
in the same period. Besides, in both periods,
foreign banks are also adversely influenced
by their FX required reserves (FXRESERVES/ASSETS). Meanwhile, policy rate
raises the profitability of state and private
banks before the crisis, and that of foreign
banks after the crisis.
3.4. Income-Expenditure Structure
In both periods, loan quality (ODL/
LOANS) affects the income-expenditure
structure (NII/ASSETS) of state and foreign banks, where the effect on state banks
is negative before the crisis. Overhead costs
(OTHEREXP/ASSETS) are positively significant for all banks and FX open position
(FXASSETS/FXLIABILITIES) has a favorable effect on private banks in both periods.
However, FX open position has an adverse
impact on state and foreign banks after the
crisis. Bank size (ASSETS/GDP) affects
state banks in both periods, with a negative
sign in the aftermath of the crisis. Furthermore, before the crisis, state banks are influenced positively by bank listing (DBIST).
As for macroeconomic and policy-related variables, inflation has a negative effect on state banks, while it has a favorable
impact on foreign banks prior to the crisis.
TL required reserves (TLRESERVES/ASSETS) deteriorate the income-expenditure
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
structure of foreign banks before the crisis,
but foreign banks are positively affected by
their TL required reserves after the crisis.
Moreover, the income-expenditure structure
of state banks is favorably affected by their TL required reserves in the same period.
Meanwhile, policy rate has a positive effect
on foreign banks after the crisis.
4. ConclusIon
This paper analyzes the Turkish banking
sector before and after the global. The panel
data estimation results show that the crisis is
observed to have some major impacts on the
sector, by leading to significant changes in
the determinants. Furthermore, the analysis
is performed by an ownership breakdown,
which reveals that this change is uneven across banks.
Overall, loan quality (ODL/LOANS),
overhead costs (OTHEREXP/ASSETS),
fiscal dominance (SECURITIES/ASSETS)
and FX open position (FXASSETS/FXLIABILITIES) are bank-level explanatory
variables, which are perceived to be significant for all banks in both periods. Yet, their
significance changes after the global crisis
depending on the ownership category. More
specifically, loan quality seems to be relatively more important to state and foreign
banks after the global crisis; whereas the
responsiveness of private banks to loan quality is slightly lower during the same period.
Similarly, the sensitivity of state and
private banks to fiscal dominance increases
after the crisis, while that of foreign banks
decreases. Moreover, FX open position seems to be relatively less influential on private banks after the crisis; whereas it has higher significance on foreign banks during the
401
same period. On the other hand, the question
of whether the effect of FX open position
on state banks has changed after the global
crisis is open to dispute. In other words, state
banks gain sensitivity to FX open position
after the crisis with respect to their capital
adequacy and income-expenditure structure, while they lose responsiveness regarding
their asset quality and profitability.
Meanwhile, the significance of overhead
costs is markedly higher for private banks in
the post-crisis period; while for state and foreign banks, there is mixed evidence as the
overhead costs are relatively more effective
on the determination of the income-expenditure structure of state banks, but less influential on the dynamics of their asset quality
and profitability after the global crisis.
Likewise, asset quality (LOANS/ASSETS) and income-expenditure structure
(NII/ASSETS) of foreign banks have higher
sensitivity to overhead costs in the post-crisis period. On the other hand, foreign banks
are more responsive to overhead costs in
terms of their profitability (PROFITS/ASSETS) and capital adequacy (EQUITY/ASSETS) prior to the crisis.
The evidence is also mixed about whether the significance of FX open position has
increased after the crisis. More specifically,
private banks are relatively less sensitive to
FX open position; whereas foreign banks
are highly responsive to FX open position
in the aftermath of the crisis. On the other
hand, the capital adequacy and profitability
of state banks are no longer affected by FX
open position in the post-crisis period; whereas their asset quality and income-expenditure structure gain responsiveness to FX
open position in the same period.
402
In the meantime, loan composition
(CONSUMER/LOANS) is an important
bank-specific variable, which affects the
profitability of private and foreign banks
in the pre-crisis period. Furthermore, state
banks get sensitive to loan composition after the crisis; while the significance of loan
composition increases slightly for private
banks. However, the influence of loan composition on foreign banks declines in the
same period.
Unlike the above variables, bank listing
(DBIST) and bank size (ASSETS/GDP) are
bank-specific determinants, which are relatively less effective in both periods. Moreover, the significance of bank size on all
ownership categories declines further after
the global crisis. Similarly, bank listing seems to have lower influence on all banks
in the post-crisis period. Meanwhile, the
dummy variable (DBASEL) for the adoption of Basel II, which captures the effect of
regulatory changes, is only significant for
state banks.
As for the macroeconomic determinants, except for exchange rate, all variables are viewed to have less significance after the global crisis. Accordingly, debt stock
(DEBT/GDP) is insignificant after the crisis, although it is observed to be highly
significant for all banks before the crisis.
Moreover, GDP is insignificant for foreign
banks, while it has an evidently reduced effect on private banks after the global crisis.
Yet, GDP has an increased impact on state
banks in the same period.
Also, despite having significance on
all banks before the crisis, inflation has no
impact on state banks and a clearly lower
impact on private and foreign banks in the
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
aftermath of the crisis. On the other hand,
exchange rate is influential on all ownership categories after the crisis, while it has
influence on only state banks prior to the
crisis.
On the policy-related variables front,
TL required reserves (TLRESERVES/ASSETS) have increased significance after the
crisis, especially on state banks; whereas,
before the crisis, only foreign banks are affected by their TL required reserves. Conversely, FX required reserves (FXRESERVES/ASSETS) affect all banks before the
crisis; yet only foreign banks are influenced
by their FX required reserves afterwards.
Policy rate has reduced effectiveness as
it affects only foreign banks after the crisis, while it has effect on state and private
banks prior to the crisis.
To sum up, this paper analyzes the Turkish banking sector during the 2002-2013
period. In doing so, the paper finds out that
ownership has a major role on the structure
of Turkish banks, which is observed to be
different before and after the global crisis.
This indicates that not only the effects of
bank-specific, macroeconomic and policyrelated variables on the banking sector structure change before due to the global crisis, but also the extent of how these effects
change depend on ownership.
More specifically, banks seem to differ
more before the crisis than after the crisis.
This indicates that the restructuring program implemented at the onset of the analyzed period provided convergence across
different ownership categories. Besides, the
adoption of Basel II standards also brought
evenness among banks.
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
In the meantime, higher importance attached to financial stability after the global
crisis caused frequent resort to macroprudential tools. This affected the significance of reserve requirements after the crisis,
but unequally across banks. In addition, in
the post-crisis period, the effectiveness of
policy rate changed as well; yet unequally
among different ownership categories.
Hence, this paper highlights the fact
that further research should take into account these ownership-based differences in
403
conducting banking sector analyses. This
may facilitate the understanding of the banking sector dynamics and enhance the effectiveness of monetary policy as well as
macroprudential policies aimed at maintaining financial stability. Future research
may examine the varying responsiveness
of ownership categories to the determinants
of the banking sector structure. This clearly requires a thorough understanding of the
underlying structural forces driving these
ownership-based differences, which, however, is beyond the scope of this paper.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
404
References
Ahn, S.C., Y.H. Lee and P. Schmidt, 2001,
GMM Estimation of Linear Panel Data Models with time-varying Individual Effects,
Journal of Econometrics, 101(2): 219–255.
Akçay, O.C., 2003, The Turkish Banking Sector Two Years after the Crisis: A Snapshot
of the Sector and Current Risks, Turkish Studies, 4(2): 169-187.
Akçelik, Y., E. Ermişoğlu, A. Oduncu and
T. Taşkın, 2012, Ek Parasal Sıkılaştırmanın
Döviz Kurları Üzerindeki Etkisi (in Turkish), CBT Research Notes in Economics
No. 12/30.
Alper, K., H. Kara and M. Yörükoğlu, 2013,
Reserve Options Mechanism, Central Bank
Review, 13(1): 1-14.
Aras, O.N., 2010, Effects of the Global Economic Crisis on Turkish Banking Sector,
International Journal of Economics and Finance Studies, 2(1): 113-120.
Aydın, B. and D. İgan, 2012, Asset quality
in Turkey: Effects of Monetary and Fiscal
Policies, Emerging Markets Finance and
Trade, 48(5): 78-104.
Baltagi, B., 2013, Econometric Analysis of
Panel Data, 5th edition, John Wiley & Sons
Ltd., Chicester, West Sussex, UK.
Başçı, E. and H. Kara, 2011, Finansal İstikrar ve Para Politikası (in Turkish), İktisat İşletme ve Finans, 26(302): 9-25.
Bernanke, B.S. and A.S. Blinder, 1988, Credit, Money, and Aggregate Demand, NBER
Working Paper No. 2534.
Bernanke, B.S. and M. Gertler, 1989, Agen-
cy Costs, Net Worth, and Business Fluctuations, American Economic Review, 79(1):
14-31.
Bernanke, B.S., M. Gertler and S. Gilchrist,
1998, The Financial Accelerator in a Quantitative Business Cycle Framework, NBER
Working Paper No. 6455.
BIS, 2011, Basel III: A Global Regulatory
Framework for More Resilient Banks and
Banking Systems, Basel Committee on Banking Supervision Publication No.189.
Bonin, J.P., I. Hasan and P. Wachtel, 2005a,
Bank Performance, Efficiency and Ownership in Transition Countries, Journal of Banking & Finance, 29(1): 31-53.
––, 2005b, Privatization matters: Bank Efficiency in Transition Countries, Journal of
Banking & Finance, 29(8-9): 2155-2178.
Breusch, T.S. and A.R. Pagan, 1980, The
Lagrange Multiplier Test and Its Applications to Model Specification in Econometrics, Review of Economic Studies, 47(1): 239253.
BRSA, 2010, Krizden İstikrara Türkiye Tecrübesi (in Turkish), BRSA Working Paper,
3rd edition.
CBRT, 2012, Press release No. 2012–01
available at http://www.tcmb.gov. tr/wps/
wcm/connect/dde66804-ba4e-4c25-b457
-e5e78138c76a/01.pdf?MOD=AJPERES &
CACHEID = dde66804-ba4e-4c25-b457e5e78138c76a.
––, 2014, Press release No. 2014-07 available at http://www.tcmb.gov.tr/ wps/
wcm/connect/f6625c51-c76f-4d5f-aaeb-
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
76d50a6f1b3b/ ANO2014-07. pdf? MOD
= AJPERES& CACHEID =f6625c51-c76f4d5f-aaeb-76d50a6f1b3b.
Chamberlain, S., J.S. Howe and H. Popper,
1997, The Exchange Rate Exposure of U.S.
and Japanese Banking Institutions, Journal
of Banking & Finance, 21(6): 871–892.
Choi, J.J., E. Elyasiani and K. Kopecky,
1992, The Sensitivity of Bank Stock Returns
to Market, Interest Rate and Exchange Rate
Risks, Journal of Banking & Finance, 16(5):
983-1004.
Claessens, S., A. Demirgüç-Kunt and H.
Huizinga, 2001, How Does Foreign Entry
Affect Domestic Banking Markets?, Journal
of Banking & Finance, 25(5): 891-911.
Dages, B.G., G. Linda and D. Kinney, 2000,
Foreign and Domestic Bank Participation
in Emerging Markets: Lessons from Mexico and Argentina, Federal Reserve Bank of
New York Economic Policy Review, September:17-36.
De Haas, R. and I. van Lelyveld, 2006, Foreign Banks and Credit Stability in Central
and Eastern Europe. A panel Data Analysis,
Journal of Banking & Finance, 30(7): 19271952.
Demirgüç-Kunt, A. and E. Detragiache,
1998, Financial Liberalization and Financial
Fragility, IMF Working Paper No. 98/83.
Demirgüç-Kunt, A. and H. Huizinga, 1999,
Determinants of Commercial Bank Interest
Margins and Profitability: Some International Evidence, World Bank Economic Review, 13(2): 379-408.
Dietrich, A. and G. Wanzenried, 2011, Determinants of Bank Profitability Before and During the Crisis: Evidence from Switzerland,
405
Journal of International Financial Markets,
Institutions & Money, 21(3): 307-327.
Erdem, Ş., 2010, Turkish Banking System
in the face of the Global Crisis, International Journal of Islamic and Middle Eastern
Finance and Management, 3(4): 351-362.
Ganioğlu, A. and V. Us, 2014, The Structure
of the Turkish Banking Sector Before and
After the Global Crisis, CBRT Working Paper No. 14/29.
Ganley, J., 2002, Surplus Liquidity: Implications for Central Banks, Bank of England,
Centre for Central Banking Studies Lecture
Series No. 3.
Gilbert, R.A. and R.H. Rasche, 1980, Federal Reserve Bank Membership: Effects on
Bank Profits, Journal of Money, Credit and
Banking, 12(3): 448-461.
Gray, S., 2006, Central bank management of
surplus liquidity, Bank of England, Centre
for Central Banking Studies Lecture Series
No. 6.
Grigorian, D.A. and V. Manole, 2006, Determinants of Commercial Bank Performance
in Transition: An Application of Data Envelopment Analysis, Comparative Economic
Studies, 48(3): 497-522.
Gürsoy, G. and K. Aydoğan, 2002, Equity
Ownership Structure, Risk Taking, and Performance, Emerging Markets Finance and
Trade, 6(38): 6-25.
lHanson, J. and R. Rocha, 1986. High Interest Rates, Spreads and the Cost of Intermediation: Two Studies, The World Bank Industry and Finance Series No. 18.
Hasan, I. and K. Marton, 2003, Development and Efficiency of the Banking Sector
406
in a Transitional Economy: Hungarian Experience, Journal of Banking & Finance,
27(12): 2249-2271.
Hausman, J.A., 1978, Specification Tests in
Econometrics, Econometrica, 46(6): 1251-71.
http://evds.tcmb.gov.tr/.
http://www.bddk.org.tr.
http://www.hazine.gov.tr.
http://www.tbb.org.tr.
Iannotta, G., G. Nocera and A. Sironi, 2007,
Ownership Structure, Risk and Performance
in the European Banking Industry, Journal
of Banking & Finance, 31(7): 2127–2149.
Jemric, I. and B. Vujcic, 2002, Efficiency of
Banks in Croatia: A Dea Approach, Comparative Economic Studies, 44(2-3): 169-193.
Johnston, J. and J. DiNardo, 1997, Econometric Methods, The McGraw-Hill Companies, New York, NY, USA.
Kaplan, C., 2002, Bankacılık Sektörünün
Yabancı Para Pozisyon Açığı: Türkiye Örneği (in Turkish), CBRT Working Paper No.
02/01.
Kara, H., 2013, Monetary Policy after the
Global Crisis, Atlantic Economic Journal,
41(1): 51-73.
Kashyap, A.K. and J.C. Stein, 1995, The Impact of Monetary Policy on Bank Balance
sheets, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy, 42(1): 151-195.
King, R.G. and C.I. Plosser, 1984, Money,
Credit, and Prices in a Real Business Cycle, American Economic Review, 74(3): 363380.
Kiyotaki, N. and J. Moore, 1997, Credit Cycles, Journal of Political Economy, 105(2):
211-248.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Kuo, H.C., L.H. Wang, Y.H. Lai, S. Yu and
C. Wu, 2010, Loan Policy and Bank Performance: Evidence from Taiwan, Banks and
Bank Systems, 5(2): 108-120.
Lensink, R. and I. Naaborg, 2007, Does Foreign Ownership Foster Bank Performance?
Applied Financial Economics, 17(11): 881885.
Lin, X. and Y. Zhang, 2009, Bank Ownership Reform and Bank Performance in China,
Journal of Banking & Finance, 33(1): 20-29.
Louzis, D.P., A.T. Vouildis and V.L. Metaxas,
2012, Macroeconomic and Bank-Specific
Determinants of Non-performing Loans in
Greece: A comparative Study of Mortgage,
Business and Consumer Loan Portfolios,
Journal of Banking & Finance, 36(4): 10121027.
Mian, A., 2003, Foreign, Private Domestic and Government Banks: New Evidence
from Emerging Markets, Mimeo, University
of Chicago.
Micco, A., U. Panizza and M. Yanez, 2007,
Bank Ownership and Performance: Does
Politics Matter?, Journal of Banking & Finance, 31(1): 219–241.
Mishkin, F.S., 1996, The Channels of Monetary Transmission: Lessons for Monetary
Policy, NBER Working Paper No. 5464.
Najid, A.F. and R.A. Rahman, 2011, Government Ownership and Performance of
Malaysian Government-linked Companies,
International Research Journal of Finance
and Economics, 61: 42-56.
Nikiel, E.M. and T.P. Opiela, 2002, Customer Type and Bank Efficiency in Poland:
Implications for Emerging Market Banking,
Contemporary Economic Policy, 20(3): 255271.
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
Pasiouras, F. and K. Kosmidou, 2007, Factors Influencing the Profitability of Domestic and Foreign Commercial Banks in the
European Union, Research in International
Business and Finance, 21(2): 222–237.
Pettway, R.H. and J.F. Sinkey, 1980, Establishing on-site Bank Examination Priorities:
An early Warning System Using Accounting
and Market Information, The Journal of Finance, 35(1): 137-150.
Ranciere, R., A. Tornell and A. Vamvakidis,
2010, Currency Mismatch, Systemic Risk
and Growth in Emerging Europe, Economic
Policy, 25(64): 597–658.
Rivard, R. and C. Thomas, 1997, The Effect
of Interstate Banking on Large Bank Holding
Company Profitability and Risk, Journal of
Economics and Business, 49(1): 61-76.
Rose, J.T. and P.S. Rose, 1979, The Burden
of Federal Reserve System Membership: A
Review of the Evidence, Journal of Banking
& Finance, 3(4): 331-345.
407
liztekin (eds.), The Turkish Economy: The
Real Economy, Corporate Governance and
Reform, Routledge, London, UK.
Unite, A.A. and M.J. Sullivan, 2003, The
Effect of Foreign Entry and Ownership
Structure on the Philippine Domestic Banking Market, Journal of Banking & Finance,
27(12): 2323–2345.
Us, V., 2015a, The Turkish Banking Sector
Before and After the Global Crisis: An Ownership Breakdown, CBT Research Notes in
Economics No. 15/02.
––, 2015b, Banking Sector Performance in
Turkey before and after the Global Crisis,
İktisat İşletme ve Finans, 30(353): 45-74.
Uygur, E., 2010, The Global Crisis and the
Turkish Economy, Third World Network
Global Economy Series No. 21.
Weill, L., 2003, Banking Efficiency in Transition Economies, The Economics of Transition, 11(3): 569-592.
Smirlock, M., 1985, Evidence on the (non)
Relationship Between Concentration and
Profitability in Banking, Journal of Money,
Credit, and Banking, 17(1): 69–83.
Wooldridge, J.M., 2001, Applications of Generalized Method of Moments Estimation,
Journal of Economic Perspectives, 15(4):
87–100.
Stiroh, K. and A. Rumble, 2006, The Dark
Side of Diversification: the Case of US Financial Holding Companies, Journal of
Banking & Finance, 30(8): 2131–2161.
Yıldırım, H.S. and G.C. Philippatos, 2007,
Bank Efficiency: Evidence from the Transition Economies of Europe, European Journal of Finance, 13(2): 123-143.
Tükel, A., M. Üçer and C. Van Rijckeghem,
2006, The Turkish Banking Sector: A Rocky
Journey to Maturation, in S. Altuğ and A. Fi-
Yörükoğlu, M. and H. Atasoy, 2010, The Effects of the Global Financial Crisis on the
Turkish Financial Sector, BIS Papers No. 54.
ÖZ
Günlük Hayatta ve “Second Life” Adlı İnternet Platformunda Kendilik
Sunumunun Kısa Bir İncelemesi
Günümüzde internet teknolojilerinin çok hızlı bir şekilde gelişmesi sayesinde milyonlarca
insan bilgisayarlar vasıtasıyla yaratılan sanal ortamlarda önemli ölçüde zaman geçirmektedir.
Bu araştırma kapsamında sanal ortamlarda zaman geçirmenin gerçek hayatta kişisel ilişkiler
üstündeki etkilerinin olup olmadığı araştırılmış ve incelenmiştir. Bu araştırma kapsamında,
Goffman’ın kendiliğin sunumu teorisinden hareketle dünyanın en popüler sanal ortamı olan
secondlife.com’daki üyeler arasındaki kişisel ilişkiler incelenmiştir. Bu çalışmanın yazarı,
şahsen secondlife.com sitesine üye olmuş ve bu ortamda çok fazla zaman geçiren kişilerle
hem secondlife.com üzerinden hem de ulaşabildiği avatarların gerçek hayattaki kimlikleri ile
yüz yüze olmak üzere iletişime geçmiş ve görüşmeler yapmıştır.
JEL Sınıflaması: A14, L86, Z13
Anahtar Kelimeler: İnternet, Kendilik, Sanal Yaşam, Second Life
ABSTRACT
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
As a result of the rapid advancement of internet today, millions of people are spending a
considerable amount of time in virtual environments created via computer technologies. This
research has tried to explore, if any, the effects of spending time in virtual environments
on the personal relations of the persons in real life. Interactions of the people in the virtual
environment, which is Second Life, was studied based on Goffman’s Presentation of Self
Theory. Within the scope of this research, the author registered in secondlife.com and contacted
people who spend considerable time in this medium and conducted personal interviews with
the Second Life users in real life as well as in virtual life.
JEL Classification: A14, L86, Z13
Keywords: Internet, Self, Virtual Life, Second Life
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
409
A Brief Analysis of Presentation of Self in
Everyday Life and Second Life
Nil Mit *
Yrd. Doç. Dr. Çağatay Topal **
I
ntroductIon
Based on the dramaturgy of Goffman, this paper focuses on the
“second lives” established by real people in
a virtual environment via avatars, and their reasons behind these lives. In this essay,
the “second lives” established online by real
people will be considered as the front stage and their “real lives” (off-line) will be
taken as the back stage. These two stages
will be compared in terms of physical features, economic aspects, and social roles of the
respondents. The fundamental concepts that
must be defined in order to start the discussion are the concepts of hyper-reality, cyberspace, and the avatar.
* METU Sociology MS
[email protected]
** METU Faculty of Arts and Sciences
[email protected]
Gönderim Tarihi: 09.06.2015 Kabul Tarihi: 18.08.2015
Hyper-reality is an expression employed
in semiotic studies and postmodern perspectives to define a failure of being aware
of the difference between reality and simulation (Baudrillard, 1994). Hyper-reality is
considered to be a state of being in which
the boundary between the fact and the imaginary are blurred (Eco, 1986). In this study,
hyper-reality is taken as the environment in
the Second Life. Cyberspace is a term that
was first used in the 1980s, in science fiction
literature. Subsequently, it has been rapidly
accepted by computer specialists (Pollack,
1989). Within the perspective of this paper,
cyberspace is considered to be the entirety
of www.secondlife.com, which is a platform
that millions of inhabitants run a second
life and interact with one another (Gibson,
1984). In Hinduism, avatar represents the
“descent” of a divine being in an earthly
appearance. In India, divine beings (deities)
410
are widely considered as free of form and
thus able to demonstrate themselves in whichever appearance they choose (Vivekjivanda, 2010). It was Chip Morningstar who first
used the term “avatar” for the illustration of
the user on the screen in 1985, when he created “Habitat,” the digital role-playing game
published by Lucas Film. In the same year,
Ultima IV: Quest of the Avatar was also introduced, yet the expression was used in a
different meaning, with a more readily apparent religious connotation. In this game,
the player’s ultimate objective was to turn
into an “Avatar” (Hawley, 2006). In Second
Life, real users may shape their avatars as
they wish and, in some cases, they can even
choose an object to represent themselves in
this virtual environment.
Following the work of Park – who preceded him - Goffman (1959, p. 30) makes
use of the expression “persona” to develop
a foundation for a higher figure of speech to
define all communication as a performance
(front stage and back stage). Goffman (1959)
accepts the boundaries of this figure of speech; however, he argues that individuals deliberately plan to release specific articulations
during communication, called as impression
management. They do this for the purpose
of establishing special impersonations in the
people they are in contact with (Goffman,
1959). Afterwards, the social platform turns
into a stage where several performances are
placed in contact with each other and other
individuals act as spectators of these characters, named as personae.
There are particular rules and principles
governing these performances. In their first
meeting with others, individuals expect ot-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
hers to value and behave in accordance with
the proper standards that are already organized by the community (Goffman, 1959, p.
24). This generates a description of the given state of being that is applicable for all.
“Definitional disruptions,” which are the faults in the performances, are to be concealed
by individuals who have conducted them. In
this instance, they are referred to as “protective practices” or “tact” (Goffman, 1959,
p. 25). The definitional disruptions are what
“losing face” refers to (Goffman, 1959, p.
9) and preventing these disruptions is called “maintaining face” (Goffman, 1959, p.
5). Recovering from them is “saving face”
(Goffman, 1959, p. 39). “Creating a scene”
is the description of the situation in which
individuals who should be in dramatic collaboration escape from their designated performances (Goffman, 1959, p. 205).
According to Goffman (1959, p. 28), despite the fact that the roles are wrongly accepted and individuals may not have faith in
them at the first place, they can adopt and
integrate these roles with their personalities. As long as the illustrations in the virtual
world are the reflection of the impression
that people design for themselves, they are
what users aspire to become and the illustration represents the personalities of individuals more accurately than their real world
characters. As a result, the perception of
the role by individuals turns into a second
character and an essential component of
their identity (Goffman, 1959, p. 30). This
assumption put forward by Goffman completely overlaps with the assumption that the
virtual lives of real people may sometimes
be an integral part of them.
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
The notion of a persona as an intentional
disguise an individual creates and wears for
a particular role which is separate from character or individuality, can be a rather beneficial explanation for the separation between
the way said individuals mentally visualize
themselves and the thing they devise. The
allegory of social communications as performance on a stage is considered beneficial. It
is something people occasionally perform in
order to meet the conditions of the role they
undertake. The role of the facade in creating
personality and acting as the personae is also
significant. Masks can be frequently read
and interpreted by other individuals. Therefore, avatars can be customized as means to
illustrate a certain personality to others while some of them can be deliberately shaped
as “body projects” in order to manage this
channel of symbolizing personality to the
world. Very similar to the assumptions of
Goffman, virtual internet environments provide their users with limitless opportunities
to create new identities and images. Certain
challenges existing in real life regarding creating images in real life (sex, racial features
etc), do not exist at all in computer generated environments. Users can create avatars
of any sex, nationality and origin and shape
they wish. In general the outlooks of avatars
are different than the real features of users.
Literature Review
This section will present a summary of
the important existing literature that deal
with the study of such virtual platforms as
Second Life. Additionally, the central concepts and conclusions that hold importance
with regard to this paper – will be highlighted for further references. A vast amount of
411
existing literature on virtual platforms in
general, and Second Life in particular, focus on the possible uses of these platforms
as an educational tool. In his analysis, Prude (2013) examines the role of online platforms where such virtual platforms are used
for college and university online education.
Cook (2011) shows that simulations developed for virtual worlds may have the ability
to provide a safe environment for students
to practice clinical decision making for paediatric patients. The study of Chien, Davis,
Slattery, Keeney-Kennicutt and Hammer
(2013) aims to develop a virtual curriculum
demonstration, with the overall purpose to
understand graduate students’ perceptions,
self-reflections, self-understanding and
educational growth with regard to teaching
and learning in a virtual interdisciplinary
curriculum. Second Life has also been studied as an interactive training and learning
tool (De’tienne et al., 2012; Veronin et al.,
2012; Wang et al., 2012; Wang F. and Shao
E., 2012). Ethical problems born from the
use of virtual worlds as platforms for learning and teaching have also been an issue
that has been covered. The effects of avatars
as visual presentations of the self and senses
of embodiment within the online world are
cases in point (Childs et al., 2012).
Numerous studies on Second Life focus
on the social interactions among users and
the way the self is expressed on the platform. A study by Tawa, Gongvatana, Anello,
Shanmugham, Lee-Chuvala and Suyemoto
(2012) describes a method for collecting and
interpreting interpersonal behavioural data
in Second Life. Said study concentrates on
the social distances between White, Asian
and Black participants in the Virtual World
412
(Tawa et al., 2012). In Lee’s (2013) research,
sixty students from two fifth-grade elementary school classes were interviewed to find
whether there were any differences among
the self-expressions of the Second Life participants who showed different levels of shyness. The results suggest that, especially for
the students with high degrees of shyness,
Second Life may be a beneficial environment to improve their self-expressions (Lee,
2013). The relationship between real world
and virtual world is another problematic question (Bayraktar and Amca, 2012; Buckingham and Rodríguez, 2013; Hardey, 2008).
A virtual reality support centre was established in 2009 in Second Life for people with
chronic fatigue syndrome. The purpose was
to determine whether a virtual reality setting
could help diminish their social isolation
(Best and Butler, 2013). The study shows
that the relationships between the organic
human body, psychoanalytic projections of
the idealized or socially constructed body,
and technology should be revised by taking
into account the physiological effects experienced by participants while navigating on
Second Life (Best and Butler, 2013).
The work by Morgan (2013) demonstrates how the author utilizes Second Life in
a university history class. The Second Life
becomes a meeting space for students and
a platform for the research of public history
(Morgan, 2013). Lomanowsk and Guitton
(2012) studies the effects of sexual appeal,
interpersonal touch, climatic, environmental, physical, and cultural constraints on the
tendency to reveal or cover naked skin. It is
revealed that participants of virtual environments, specifically Second Life, are engaged
in impression management.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
The ideas of Goffman (1956, 1973), who
describes how people negotiate and validate identities in face-to-face encounters and
how “frames” within which to evaluate the
meaning of encounters are established, have
been influential in defining the perception of
sociologists and psychologists with regard
to person-to-person encounters. Electronic
communication (EC) has formed a new range of interaction with a developing etiquette.
Despite being limited and less rich compared to interactions with physical encounters,
the concept also introduces new problems
and new opportunities in the presentation of
self.
Gonzalez, Solartes and Vargas (2013)
deal with the concept of virtual worlds from
a Lacanian perspective. Lacan proposes a
divided subject, in contrast to introducing
a unified one. The interaction between virtual presentation and the self is understood
with the language of signified and signifiers.
These two terms belong in different worlds,
signified in the virtual worlds and signifiers
in the real world, where signifiers are said to
allow the signified to materialize the self in
the avatar. As Second Life is a multiplayer
online role-playing game (MMORG) with
immense traffic, it is accepted to be a meta
verse where 3D virtual worlds are constructed so as to enable the participants the chance create their avatars by granting traits at
their own discretion; thus providing the virtual character a separate identity (Gonzalez
et al., 2013).
Parka (2013) identifies the effects of
collaborative activities on group identity in
a virtual world such as Second Life, through the events that promote the interaction
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
of participants with the tools integrated in
Second Life (Parka, 2013). Among the various aspects of identity formation studied
in Second Life are mechanisms that affect
aggravation and relaxation of virtual aggression (GunLee et al., 2013), the influence
of the virtual self on offline health and appearance (Behm-Morawitz, 2013), and the
evolution of avatars (Shimizu, 2012). The
research by Jeter (2012) focuses on a small
sample of groups formed in Second Life in
order to develop a series of typologies. A list
of key terms collated by anti-terrorist agencies is used to determine the search terms
employed to select the groups. Each group’s
choice of words is reviewed manually, using
their self-definitions to derive a series of five
general categories (Jeter, 2012). The study
by Pickard, Brody and Burns (2013) tests
the persuasive power of avatars which take
similar physical and facial features with the
users and that are visually imbued with authority. The study puts forth that remedying
aversion to authority in high self-esteem
and high self-monitoring individuals may
be possible by morphing facial features of
the individuals into avatars (Pickard et al.,
2013).
Research on social identity shows that the
ability to trigger identity-associated threats
against individuals whose social identity is
marginalized may be caused by situational
cues. Numerical presentation of social identities in a given social environment can be
provided as an example to this situation (Lee
and Park, 2011). It is concluded that ethnoracial minorities may perceive the virtual
world as identity-threatening when exposed
to avatar-based cues that indicate White dominance, thus feeling psychologically dis-
413
connected and detached from the concepts
introduced by the virtual environment itself (Lee and Park, 2011). The conclusion
of another study is that role players tend to
both negotiate identity and utilize their time
spent online as a moratorium for their real,
offline lives (Williams et. al, 2011).
The virtual world has another function
as a coping mechanism for individuals suffering from an inability to gain acceptance,
social connectivity or social support in their real, offline lives, mainly on the grounds
of their personal situation, psychological
profile or their minority status in their “respectful” societies (Williams et. al, 2011).
Papacharissi (2002) concentrates on how
people use personal home pages to present
themselves online from the point of Goffman’s “Presentation of Self” theory, where
analysis is conducted with reference to personal home pages. Analysis reveals popular
tools for self-presentation, desires of virtual
homesteaders to associate with virtual homestead communities, and remarkable relationships among characteristics of home
pages (Papacharissi, 2002).
The conceptualisation of the self has undergone remarkable change with the evolution of digital communication technologies and virtual spaces. “Embodiment” and
“presence” are two important concepts in
understanding virtual interactions. Avatars
provide embodiment in these environments
and make it possible to interact with others
outside the physical world. Characteristics
of communications and relationships may
limit the interaction between the self and
the other in virtual platforms. One inhibition arises from the lack of social indica-
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
414
tions; however, the introduction of new technologies that facilitate social interaction
overcomes this obstacle to some extent. As
opposed to the interactive dynamic behind
the emergence of the self in nature, virtual
environments are particular sites in terms of
the central role of social interactions (Evans,
2012).
become significant profit sources in virtual
worlds due to the large quantity and growth
of virtual product transactions. The results
of the study shows the significance of the
experience of flow. It is found that, involvement in particular has remarkable influence
on flow, among interactivity and vividness
(Cheon, 2013).
Bullingham and Vasconselos (2013) discuss Erving Goffman’s work and its applicability to the contexts of blogging and Second
Life. They argue that, contrary to engaging
with the process of whole persona adoption,
users are willing and enthusiastic to re-create their offline self in the online world, (Bullingham and Vasconcelos, 2013). However
users are mostly inclined to edit facets of self
through this process. That is, in the “front
stage,” people deliberately choose to portray
and develop a given identity. The study also
concludes that for comprehending identity
through interaction and the presentation of
self in the virtual environment, Goffman’s
original context is of great use. The virtual
worlds can present opportunities to contribute to the further development of the Goffman framework, where enhanced potential
for editing the self is increasingly being offered (Bullingham and Vasconcelos, 2013).
Eun-Lee and Domina (2013), first analyse the tendency and intention of users to shop
in Second Life based on user experiences
with their avatar, and secondly identify the
specific motivations of users that influence
the same intention. The results show that
the intention to shop is largely affected by
the users’ satisfaction with the look of their
avatar in Second Life, yet no importance is
attached to whether the avatar looks similar
to the actual look of the user (Eun-Lee and
Domina, 2013). The study by Kim (2012)
draws a theoretical framework investigating
key antecedents to repurchase and recommend digital items intentions of users. The
analysis suggests that user satisfaction and a
perceived value act is a significant element
in establishing users’ post-adoption intentions about digital items (Kim, 2012).
Cheon (2013) examines the three factors influencing purchasing behaviour in the
virtual world: namely, the platform context,
explained as technical characteristics such as
interactivity and vividness and social characteristics such as involvement; product context, explained as product value, and virtual
experience, explained as flow and satisfaction gained from the virtual world. Virtual
marketplaces for products and services have
Case Study
Second Life™ was introduced in 2003
by the Linden Lab and has become one of
the most liked virtual worlds used mainly
for social network development, a use that
stands in contrast to online game sites such
as EVE Online and the World of Warcraft.
It is a virtual territory that is made up with
a few continents along with several small islands (McKenna et al, 2001). The acquisition of land can be made through purchasing
of land on continents or by the purchase of
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
an island by a person or an institution for
further confidentiality and reputation. There is a currency that is valid in the virtual
world, the Linden Dollars, which can be
exchanged with US Dollars. The exchange
rate is approximately 300 Linden Dollars
for one US Dollar. The residents of Second
Life can build and craft their own things in
the virtual environment by adding several
basic geometric shapes together. These are
known as prims, short of primitives. There is
a dynamic economy being conducted within
the virtual space which is run by the trading
in and out these ornamented things that take
the form of several modes, such as vehicles,
garments, furniture or hair (Hawley, 2012).
Second Life has been home to approximately 36 million users during the last decade. Users spent approximately US$3.6 billion within the virtual world on assets, while
the aggregate time spent on the website has
reached 217,266 years. Currently, the virtual
world is being visited by over 1 million people every month. In the destination guide,
the largest part of the virtual world is constituted by games, events and adventure/fantasy (Hawley, 2012). Around 400 thousand
new account creations are realized per month, while 1.2 million deals are performed for
assets in the virtual world. In Second Life,
there are 2.1 million virtual assets for sale,
while the most traded items are women’s hairstyles. The land area of the virtual world is
approximately 700 square miles, which corresponds to an area slightly larger than 1810
square kilometres (Boellstraff, 2013). The
history and function of Second Life has been
provided in detail by Boellstorff (2008). The
number of transactions conducted on a daily basis in 2013 was 2.1 million, while the
415
number of active accounts at any time varies from 40.000 to 80.000 conditional on the
time in the day, in the week or in the year.
Starting from the year 2006, virtual
world activity has demonstrated a swift rise
all throughout the developed countries. Such
a rise in activity has been for the purposes
of fulfilling varying goals, including entertainment, relaxation and work. Every day,
millions of people access their virtual environment, select and demonstrate actions
by means of their avatars (Lawrence, 2012).
Depending on their own personal choices,
the true selves of the people behind the avatars are generally kept private by the users,
while the avatar remains utterly flexible.
This suppleness of illustrating oneself through an avatar and the users’ being able to
select how to demonstrate themselves result
in the virtual environments’ transformation
into social workshops for identity revisions
(Peachey, 2010, p. 37).
For the purpose of this paper, secondlife.
com has been chosen as the preferred virtual environment. The first reason is the high
number of users on the platform. As mentioned above, Second Life has achieved a remarkable growth in the number of users, and
is one of the most highly populated virtual
platforms. Another important reason is the
diversity on the platform. On the one hand,
Second Life benefits from the lack of a common theme, due to the fact that it is created
to be a realistic virtual environment that provides users with a “second life” (as the name
suggests). Consequently, the development of
the environment has been very diverse. It is
possible to explore many different themes
ranging from historical to urban to fantastic,
416
merely by choosing to visit different destinations. This is particularly attractive for the
purpose of social sciences as this means that
the user body of the platform is also diverse
in its preferences. Another important reason
is the global outreach of the environment.
Second Life has become widely popular in
the Middle East and Turkey as well, and
this has proved to be an important advantage in the collection of data. Lastly, the user
interface and the design of the platform makes it rather easy to acquire a considerable
amount of experience and relationships in a
reasonable timeframe, once again making it
a good choice for the purpose of this study.
Apart from some practical concerns and
concerns relating to the research sample, this
platform has also been preferred because of
the amount of existing literature in the field.
Various authors have studied Second Life
in terms of identity formation, educational
use and the representation of the self. Building on this existing framework, it is easier
to identify key approaches and to determine
the avenue for contribution to the field. It is
also important to note that on Second Life, it
is possible to travel to different destinations
and take part in different activities regardless of game performance. This makes it an
ideal starting place for many amateur enthusiasts of virtual worlds. This lack of a requirement of a gaming background makes it an
important avenue where social interactions
and identity formation can be observed with
a very diverse sample of very different people. Other virtual environments that require
more experience with gaming and the associated online platforms usually have smaller
communities that are comparably more homogeneous.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
The users on the platform are called “residents” and the platform itself is termed as
“grid” by the community. Any newcomer
to the platform is referred to as a “newbie.”
There are some specific destinations that are
“newbie-friendly”, meaning that newcomers
are encouraged to prefer these destinations
so as to be able to adapt to the environment.
There are also some volunteer experienced
residents, who set up all kinds of different
mechanisms to aid newbies during their initial phase.
For the purpose of this paper, diverse
destinations on Second Life were visited and
many conversations were initiated with other avatars using the in-built chat function.
In order to obtain a diverse range of interviewees for the case study, destinations with
specific themes such as “historical” or “fantastic,” as well as some popular destinations,
were specifically visited. One important disadvantage was that the experience level of
the user was visible for others. This meant
that the character that was used to conduct the interviews was easily identified as a
“newbie,” which in many cases dissuaded
some more experienced users from participating in the conversations. There were,
however, still some experienced users within
the study sample.
It can be suggested that there is segregation between the lives and identities in the
real world and Second Life for many users.
Although it is allowed to expose the identities of the real world in Second Life, the
majority of users prefer to keep this confidential and reveal this information to those
they really have faith in. Inversely, users
carry on their Second Life experiences and
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
virtual identities and keep this confidential
from those they know in the real world. The
confidential information includes occurrences, associations, appeals and occupation
out of the virtual world.
The research outlined here focuses particularly on the relationship and differences
between the Second Life (front stage) and
the physical world (back stage), with respect
to the experience of the self.
Design of the Research
As the study was conducted on a virtual environment, it created a number of new
difficulties which were not usually encountered within the real world. Therefore, particular attention had to be paid to the stage
in which the research was designed. These aforementioned difficulties, which were
existent in every element of the research
course, formed the research design, methodology and the processes. Some aspects
were effective in relation to the design of
the research. Second Life is an environment
that has routines, customs and surroundings
and the lives are lived within the confidentiality of the homes of the habitants. They are
possibly kept secret from people in the real
world. Additionally, habitants are positioned
all around the world with the inclination to
maintain their real life identities confidential from other Second Life residents. When
considering that the virtual identities are
probably private, the highest level of secrecy
and understanding would be required when
encountering other residents. As a result, the
main purpose of the study was not to become a standard or customary identity in the
virtual world; rather, it was to discover the
variety of experiences taking place between
417
the residents of Second Life and their perspectives from within the virtual world.
In order to tackle these difficulties and
find an answer to the research question, a
series of personal interviews were constructed. The format, as well as, the questions
was inspired from the experiences of the researcher in the Second Life. The interviews
were designed to generate the data required
to answer the research questions. On the
other hand, attention was paid so as to not
have the results of the research be affected
by the researcher’s own experience. In this
sense, a semi-structured interview was created in order to enable flexibility during the
discussion depending on the own experiences of the participants.
The entire set of the interviews have been
performed in the virtual world. This had a
number of particular special advantages. It
enabled the participants of the research to
be free of cultural history or location, which
may not be valid in interviews conducted in
the physical world. Moreover, this possibly
defeated probable apprehensions that the
participants could have in terms of segregating the real life from the Second Life.
Collection of Data
As the central questions of this study revolved around the analysis of the significant
amount of data to be collected as a result of
the aforementioned interview questions, clear choices regarding the collection method
of this data had to be implemented before
conducting said interviews. In addition to
the actual volume of data itself, the qualities and sensitivities of Second Life and the
users were taken into account.
418
Despite the fact that Second Life offers
an audio service, the entire set of the interviews were performed in writing and in
Turkish language. The aim was to make the
participants feel more comfortable through
writing rather than talking. In addition to
this, a number of habitants particularly selected interaction only in writing for a number
of reasons. For instance, there may be residents who introduce themselves as another
gender to their actual gender. In such a case,
their gender would be revealed through their
voices. Likewise, the person may have hearing difficulties in the real world and this is
a privacy issue that they would wish to keep
confidential.
The data generated in a particular interview in writing may generate less information
than to data generated in a verbal interview
conducted in the equivalent conditions. The
reason is that typing a sentence usually lasts
longer than articulating it. The written interaction in Second Life has a shortened structure; therefore, written answers could be
curtailed when compared to verbal articulation. Thus, the interview design was made to
last for two hours per interview in order to
collect as much data as possible.
Ethics was a concern that created specific
difficulties due to the fact that the interviews
were performed between avatars in a virtual
environment. One of these difficulties was
related to the informed consent, which is
traditionally demonstrated in the real world
through the signatures of the participants to
show that they were informed about the interview and approved to be a part of it. A
further difficulty was the case of privacy and
secrecy of the users. Although all avatars are
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
illustrated with assumed names which cannot be traced to the real world, the writings
on the virtual environment are recorded in
the Linden Lab register. It was observed during the research that participants preferred
to maintain their confidentiality. Therefore,
it was guaranteed that the identities of the
participants would be anonymous in the research report and their real world identities
would not be asked for. Additionally, the
names of the avatars would be kept only
on the personal computer of the researcher.
Another difficulty was the lack of awareness of the status of the participants in the
real world. This in turn would have an effect
on the usual processes of validation. Lastly,
while beginning the interviews, participants
were requested to confirm by articulation that they were regarded as adults in the
context of their real life countries. Participants of the interviews were selected on a
random basis from the virtual world. A total
of fifteen interviews were executed. These
interviews were performed at occasions that
were convenient to the interviewee and the
interviewer, based on the location of the participant. The interviewees were advised that
they were free to reject questions or to cease
the interview.
Thematic Analysis
This paper aims to comprehend the variety of experiences of combining with a virtual identity in Second Life and to thereby
evaluate the results of the interviews in relation with the Presentation of Self Theory
of Goffman. In this sense, a thematic evaluation system is employed. The three organising themes are: physical features, economic
aspects, and roles both in the real life and the
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
Second Life. These correspond well to the
concepts taken from Goffman’s theory, as
they are related to different components of
character formation on the front stage. The
global theme that emerges from the analysis
of data is the representation of the self.
Under the theme of physical features,
interviewees were asked questions on their
skin colours, heights and weights both with
regard to their real lives and virtual lives.
Once the interviewees were asked about their skin colour, height and weight in their real
lives, they were asked further questions on
the physical features of their avatars. Finally,
they were asked to present reasons for their
choices.
The second group of the questions were
on the real and virtual economic aspects of
the secondlife.com residents. The interviewees were first asked questions on their
monthly incomes, the cities where they live,
the types of the houses they live in and the
brands of the cars they drive in their real
lives. Accordingly, once the interviewees
were asked the questions on their economic
aspects in their real lives, they then were asked their monthly incomes, the cities they
live in, the type of the house they have and
their cars within Second Life. Afterwards,
they were asked for the reasons of these choices. The analysis of these choices was later
checked against the assumptions of Goffman’s theory.
The last group of the comparative questions were on the both the real life and virtual
life roles of the interviewees. The first round
of the questions consisted of the real sexes,
ages, jobs and marital status of the users
in their real lives. Thus, the answers of the
419
comparative questions were analysed and
the reasons of the differences between real
and virtual lives have been explored.
Sampling
Due to the diverse nature of the Second
Life community, key parameters with regard
to sampling had to be established in order to
obtain a sufficiently diverse study sample. In
light of the limitations that are presented in
detail below, particular important had to be
placed on a grounded approach in this regard when establishing the boundaries and
specifications of the sample. In this study,
the front stage is taken as secondlife.com.
This is the environment where people create new images and new lives, which they
cannot have in their real lives. In secondlife.
com, people become the new people who
they have always wanted to be and try to
create the images they desire, which they
cannot create in their real lives. The backstage is the opposite, where the performers are
allowed to stop acting and where no audience is allowed (Goffman, 1959, p. 63). In
this research, real life is taken as the back
stage. This is where the users of secondlife.
com stop acting. However, real life, i.e. the
back stage, is vital as the reasons for acting
in the front stage (secondlife.com) lie here.
Goffman elaborates his framework by
introducing different roles from teams, the
performers and the audiences. While conveying their selves to others, people hide some
information which would be incompatible
with their presented selves from their audiences, which he terms as “the secrets” (Goffman, 1959, p. 74). The whole acting process
in fact turns into a game of keeping secrets
from the audience and the maintaining of
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
420
these secrets within the team. These secrets
are not necessarily “the dark secrets,” they
may be of other kinds, as strategic secrets
to manipulate the audience to reach a goal,
inside secrets such as the ones belonging to
one team, or social group which the group
members want to preserve their in-group
identity (Goffman, 1959, p. 76-79).
This study also explores the secrets of secondlife.com users while trying to find out
the reasons why they have established a second virtual life. To this end, secondlife.com
residents were interviewed and asked comparative questions. To illustrate this approach, they were first asked questions about
their physical features in real life. Then,
they were asked whether there were any differences between their real physical features
and physical features of their avatars. If there were any differences, they were asked to
indicate the reasons. The reasons were generally expected to be their secrets, which did
not necessarily have to be dark secrets.
“Impression management” is one of the
fundamental concepts in Goffman’s theory
and this concept is also important for this
study since it is closely related to the interview questions. Goffman credits the possibility that the performers might experience
difficulty in staying in the role, so that they
make use of “defensive” and “protective”
attributes and practices that would minimize the risk of unmeant gestures, inopportune intrusions and faux pas [gaffes, boners]
(Goffman, 1959, p. 103). Defensive ones are
dramaturgical loyalty, i.e. members being
loyal to a group and keeping its secrets and
maintaining the performance; dramaturgical
discipline is his discipline in this role-pla-
ying and his being unlikely to commit a faux
pas, dramaturgical circumspection is being
prepared for the performance in order to
minimize the risks of failure, in Goffman’s
words, “...preparing in advance for likely
contingencies and exploiting the opportunities that remain” (Goffman, 1959, p. 108).
Protective practices are related to the audience’s help for team members maintaining
their performance, basically by being polite.
Tactfully not seeing the mistakes is one of
the key points that people maintain their social interaction despite being aware of this
sociological framework that Goffman suggests. Despite knowing that there are front
stage and back stage and they are being
represented to a performance, the audience
tactfully choose to enable the performers to
continue (Goffman, 1959, p. 114-120).
In this paper, the concept of impression
management developed by Goffman refers
to all three categories of questionnaire. The
basic assumption is that the users of this
platform generally try to create a new person, different from the real being in terms
of physical features, economic aspects and
roles. The reason for the difference is to create a new impression in the eyes of the other
avatars and the users of those avatars, which
is in fact to manage a new impression.
Limitations
As already stated in the sections above,
the scope and application of the study was
restricted due to the major limitation of being unable to verify the truthfulness of the
information provided by the interviewee. As
all of the interviews were conducted on Second Life, the accuracy of the information
regarding the back stage (the real lives of
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
the subjects), was based solely on the words
of the interview subject. Additionally, due
to the nature of the Second Life community
and the related issues of ethics and privacy,
the real names of the interviewed Second
Life users were not recorded. This further
limited any opportunity of external verification of the information provided during the
interviews.
The issue of time spent engaging on Second Life was the second limitation. Second
Life remains quite a discernible community,
with some regular users having been active
for years. Thus, the regular users have created their own community rules, with some
unique linguistic capabilities, unique features and community solutions to different ingame bugs and problems.
Naturally, as with any introduction to a
new social environment, any newcomer to
such a community does initially stand out
before they can integrate by grasping the
rules of the community. Not being able to
spend enough time on Second Life meant
that a high level of integration was not achieved. This, in turn, resulted in the fact that
the users who were interviewed did not represent the larger Second Life community.
Especially a lot of older users who were
more active in the community were wary of
participating in the study. While they were
very helpful in welcoming a new member
of the community and explaining the different concepts and interface issues, many of
them seemed unwilling to share information
about their real lives. This lack of information on behalf of the interviewer was apparent to them due to not having fully grasped
the Second Life lingo, and due to the option
421
that the age of avatars can be viewed during
the chat option. Due to this particular limitation in the scope of the Second Life users
engaging in the study, the cross-section of
answers became slightly more restricted.
Analysis
However, despite the aforementioned limitations, a sufficient amount of data was
achieved from the results of the successfully conducted interviews. This section of the
paper will provide an analysis of this data
in light of the aforementioned concepts that
have been established by the existent literature. As this paper is based around the dramaturgy of Goffman, the initial analysis will
be present with reference to Goffman’s theories. The analysis will be made with reference to the three thematic sets of questions
that were directed to the interviewees.
The first group of questions focus on the
physical features of the avatar and the physical features of the owner in real life. The
users have also been asked to explain why
they have made such choices and why they
have preferred an avatar that was similar to/
different from their real life characteristics.
Giving a quantitative overview of the interviews, none of the interviewees indicated that
they changed their skin colour. The majority
of the interviewees had changed their height
compared to their real life value. Lastly, the
majority of the users made a change in their weight. This was especially the case for
users who indicated that they had average or
above average weight in real life.
The answers to this group of questions
tie in with Goffman’s assumption that people would like to show a special version of
themselves to others, creating an image of
422
their self. (Goffman, 1959 p.41) According
to Goffman’s theory, social interactions are
characterized by the creation of a ‘desired
impression’ by people, and this role is a superior version of the self. In that sense, the
slimmer and taller avatars of the interviewees are a prime example of this front stage
character in possession of more desirable
characteristics.
The second group of questions in the
survey related to the economic aspects. The
interviewees were given questions on their
average income, the city where they live,
their cars and their houses. According to
Goffman’s theory, people have a tendency to
exaggerate their real incomes when given an
opportunity to create a new image. The general tendency is to build an impression that
has superior traits when compared to the real
self of the person (Goffman, 1959, p. 41).
Even though the economic aspects are not as
directly related to the personal front as physical features, they still have an important effect on it. The economic status of the person
shapes the outfit and accessories of the person, which are an important part of the outer
appearance. Other factors, such as one’s car
and house, also affect the personal front, as
they are an important part of the impression created on others. Thus, these factors are
also important steps in the creation of the
front stage character. As highlighted before,
the creation of the personal front on the front
stage is a key concept in Goffman’s theory.
This is especially important in Second Life,
where the appearance of the avatar is the
only indicator for others. Most of the daily
interaction on the platform is shaped by the
appearance of avatars. It should also be noted that body parts, outfits and accessories
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
are the most traded goods on the platform;
where the user is frequently encouraged to
spend currency on customizing the avatar. In
terms of the opportunities for customization,
the areas relating to these questions are more
flexible than the previous ones in real life, as
it is easier to alter indicators of one’s wealth,
compared to one’s height/ weight. The situation on the Second Life is quite particular
in that sense, as there is a currency that is
used on the platform. Therefore, creating a
different economic outlook in the Second
Life is not as easy as changing one’s appearance. Unlike other platforms that enable
the creation of avatars, such as the Sims, Second Life requires spending money for full
ownership of certain items. That is why the
users’ answers to the questions on their avatars might just be aspirations and not their
real situation on the platform.
For the first question (income), the majority of users answered that they had chosen
a higher income for their avatar. The only
exceptions were a few users whose answers
to real life questions indicated that they did
not have any economic difficulties. This was
parallel to the user’s choices of occupation,
which will be explained in the third section. As the players in the game often do not
have set homes, a lot of users refrained from
giving a concrete answer for the second question. The ones who answered, however, all
replied that they had chosen a different place
for their avatar.
As for the third and fourth questions,
which were often answered jointly, the general tendency was towards choosing cars or
houses that would be associated with higher
income. One of the interviewees, 3, indica-
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
ted that he was a student with an average income of around 500 TL of pocket money,
living in a dormitory and not owning a car.
About his avatar he said:
I chose a nice house and car and I made
my situation look cooler.
This is a prime example of the general
tendency to create avatars that have cooler
and more desirable lives. Another user, 8,
similarly said that he had chosen a higher
income lifestyle because
It looked more prestigious, it looked better.
The minority, whose answers on real life
indicated an average or above-average income, did not really concentrate on changing
the economic aspects of their avatar. For
example, 6, who is a graphic designer living
in Utrecht, said that he did not really bother
to customize these characteristics.
I often say that I am a designer, just like
in real life.
He said that he preferred his avatar to
have economic characteristics similar to his
own. One stark contrast was from 10, who
had an income of about 800 TL a month and
took up temporary house cleaning jobs to
survive. When asked if her avatar was similar to her she said:
NOOO:D I am rich here. I live in a house,
own a company and my car is a Mercedes.
This can be explained with a dramaturgical approach, where, according to Goffman,
the formation of the front stage character is
closely tied with one’s points of weakness
and dissatisfaction. Similarly, the interviewees who preferred to make the biggest
423
change to their economic persona on Second
Life were the ones who were most affected
by low income.
The first group of people, who actually
formed the majority of the users interviewed, confirmed Goffman’s prediction that
people have a tendency to create a wealthier
image (Goffman, 1959, p. 52). According
to Goffman, people often shape their front
stage character according to their experiences of the back stage. In other words, the
back stage is the source of motivation behind the certain characteristics of the front
stage character (Goffman, 1959, p. 63). The
second group of questions were directed
towards revealing this relationship between
the front and back stages. All of the users,
who were not satisfied with their level of income and lifestyle in reality, chose to create
avatars that had a higher income. This highlights the importance of the experiences in
the backstage, demonstrating how the back
stage should be inspected closely to analyse the traits of the front stage character. The
front stage character, the avatar in this case,
mirrored the desired impression that the interviewees would like to create in the eyes of
the Second Life community. Consequently,
the interviewees stated that their motivation
was that it would look “cooler,” thus confirming Goffman’s theory that people create
front stage characters to be more attractive,
or create a better first impression. (Goffman,
1959, p. 41).
The third aspect, job, has some characteristics that was similar to the previous group
that was explored. As in real life, people tended to group their job, income and lifestyle
together. That is why the previous assump-
424
tion, that people have a tendency to create
a wealthier or more prestigious character
when provided with the opportunity, applies.
Based on Goffman’s theory, the expectation was that all of these different aspects
would be manipulated to appear more attractive in societal terms. The users were expected to emphasise certain characteristics, or
to conceal others in order to reach a constructed impression that they felt they would
feel better in.
For the third question, the results were
similar to the second group answers, with
the majority of users saying that they had
chosen a “more interesting” or “more prestigious” job for their avatar. These results
confirm Goffman’s assumption that people
prefer to create images that appear wealthier. As explained above, income and profession have an important indirect effect on the
personal front. That is why it is a key step in
the modification of the front stage character
to look more desirable.
The third group of questions were about
the sex, age, job and marital status of the interviewees and their avatars. The interviews
revealed that all of the participants preferred
to create avatars that were single (only one
indicating that the avatar used to be married), despite some of them being married or
divorced in real life. Out of the 10 participants, 7 preferred to create an avatar that
was younger, with the age difference becoming more significant for the interviewees
who were closer to middle age. The majority
of the users who were interviewed indicated
that they had chosen their real life sex. Many
male users had humorous replies to the questions, often stating that “their avatars were
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
male, of course”. The results for this groups
of question also clearly demonstrate that
Goffman is right in assuming that people
have a tendency to create a different front
stage character with more attractive qualities, in order to impress others. (Goffman,
1959 p. 41)
Goffman’s theory is based on the dichotomy between the front stage and the back
stage. While the front stage is characterized
by the presence of the audience, back stage
is where members of audience do not have
access to enter. The “role,” in other words
the constructed impression, is assumed on
the front stage. This is where the necessary
setting to the front stage role is provided.
Even though the two spheres are seemingly distant, there is actually an important tie
between the personas in these different settings. Goffman puts forward the idea that
certain conditions on the back stage affect
the features of the front stage character. These conditions are termed as “secrets” and
they are pieces of information that would be
seen as incompatible with the version they
present to others (Goffman, 1959, p. 74).
Secrets are at the core of the customization of the front stage character. They create
the motivation behind the altering of certain
characteristics for the creation of the front
stage character. When explaining the motivations behind their avatar creation, many
interviewees gave away certain information
that would qualify as “secret” in this sense.
For example, 9, who was a middle-aged
and married man with a low income in real
life, created an avatar who was a young,
single, businessman. He explained that he
hoped this would help him meet many dif-
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
ferent people. He also stated that he thought
he would tell them about his real life after
they talked for enough time. This was clearly information he had to keep away in order
to act coherently when he was in the game.
Moving from this, it should be noted that the
back stage, where no members of the audience is allowed, is an important starting point when analysing the formation of the front
stage character.
Conclusions Derived from the Analysis
The first group of questions focused on
physical aspects, which were by nature
considerably easier to change virtually.
The interviews revealed that the general
trend was to customize an avatar to look
slimmer and taller than the real life self.
This trend towards a body image that fits
the current beauty criteria in the society
reveals once again that the customization
of the front stage character is done in line
with the values of the audience
The second group of questions were related to the economic aspects of identity, with
questions on income, house/car and city of
residence. The majority of the interviewees
indicated that they had preferred to create an
avatar that had a higher income then themselves, usually accompanying this higher income with a better house and car then what
they had in real life. The difference in income was especially evident for interviewees
who indicated that they had economic problems in real life. This firstly demonstrated
that the formation of the front stage characters, which was highly affected by societal values, aimed to create a more superior
role. In that sense, the obvious trend towards
a richer avatar, and the interviewees’ ways
425
of justifying this choice (“it is cooler,” “it is
more attractive,” etc.) were good examples
of this tendency.
Another important concept from Goffman that was applicable to this group of questions was “secrets.” The gap between the
income of the avatar and the user was especially high for those with the lowest income,
who openly expressed their displeasure with
this situation. This was a good example of
the concept of “secrets.” People had a tendency to hide certain pieces of information that they deemed incompatible with the
identity that they had built. For the ones
with economic problems, the low income
was one of the primary factors they chose to
alter when creating a desired impression. At
the same time, it was the one thing that they
chose to hide from their audience.
The majority of the users chose a job
which they believed was more desirable, and
there were some examples where the “dream
job” they couldn’t have in life was the preferred choice for the avatar.
Proceeding from these results, it can be
presented that the overall trend confirmed
the assumption that users generally tried to
create a new person, who differs from their
characteristics in real life. The strongest motivations behind this were the desire to attract other avatars and the desire to look more
interesting, which showed that “impression
management” was a key concept in this sort
of behaviour. The relationship between the
back and front stages was also confirmed,
with “secrets” being revealed by users when
trying to explain the reasons behind their
choice of creating a character different from
their real life existence (Goffman, 1959, p.
426
74). It can also be observed that users made
use of certain tools and safety mechanisms
to decrease their risk of breaking from their
chosen role (Goffman, 1959, p. 103). They
made sure that the modifications to their real
life self remained at a level where they could
still control and feel associated to it.
The analysis of the interviews revealed
that the users preferred to re-create their offline selves with minor adaptations of certain characteristics. This once again showed
that the relationship between the avatar and
the user could be likened to the relationship
between the front and back stage characters.
While the latter was not a completely different identity from the former, they were two
different reflections of a shared core. The
experiences from the back stage constituted
the source for the customization of the front
stage. The front stage was the embodiment
of an impression that the person felt would
fit him/her better. According to Goffman,
the front stage character is a “more special”
self, and it is still part of the self. (Goffman,
1959, p.41)
CONCLUSION
The development of technologies in the
last decade and the wider use of online platforms have made these platforms a new interest for social research. These virtual spaces,
which mimic real life social interactions,
provide an opportunity to analyse identity
formation from different theoretical perspectives (Peachey, 2010, p. 37). This study has
set out to explore the creation of avatars in
the online platform, Second Life, in light of
Erving Goffman’s theory “The Presentation of Self in Everyday Life.” As previously
existing literature based on the platform is
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
still in the phase of development, and there
are few applications of Goffman’s theory,
which actually has a great potential of applicability to online platforms, this study has
sought to focus on this topic. The literature
review conducted on virtual worlds shows
that the number of the research focusing on
the Second Life from the point of Goffman’s
“Presentation of Self Theory” is limited.
The main two questions that were discussed
were the theoretical analysis of the user experience in real life and the comparison of
results reached in Second Life.
Erving Goffman’s main argument is that
during their social interactions, people behave according to a self-image they create.
This image aims to present a special version of the self in order to impress others or
maintain interactions (Goffman, 1959, p.
37). Literature indicates that there are some
similarities between online role-playing
and improvisational theatre. According to
Newman, both of these activities are characterized by the creation of a real-time story
through the collaboration of participants
(2007, p. 27). In addition to this argument,
the users in the virtual world are aware that
they are in contact with a “role” that is created by the user. In turn, they suppress their
disbelief in the role, and accept the existence
of the platform. The same mechanism exists
for theatre as well. As such, Goffman’s reuse of concepts from performance arts can
be applied to virtual platforms, as there are
some mechanical similarities between the
two fields.
For the purpose of this study, Second Life
was also accepted as a hyper-reality and cyberspace. Second Life clearly fits the defini-
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
tion of “hyper-reality” as discussed by Eco,
who argues that the factual and the illusive
are blended together without any clear borders defining these states (Eco, 2013). All
of the interviews also contributed to this
understanding, as the interviewees’ style of
answering the questions was clearly personal. Even the questions on the avatar alone
were answered in the first person singular,
showing the clear amalgamation of the two
identities in the minds of users.
The experiences in-world also confirmed
the definition of Second Life as a cyberspace. The community in the Second Life, with
its own rituals, habits and events, clearly
formed a social background where interaction and presentation was experienced in
a pattern that was very similar to everyday
life. This confirms Slater’s understanding
of cyberspace, as this computer-generated
platform serves as a social background for
social interactions which are actually representative (Slater, 2002).
The study is based on the premise that
Second Life can be taken as a “front stage”
in accordance with Goffman’s terms. Goffman distinguishes the front stage as the platform where the acting begins. Personal front
and manners, clothes and other characteristics differentiate the front stage (Goffman,
1959 p. 55). Second Life is an ideal platform
to be compared to a front stage, as the entry into the platform requires the formation
of a character “Avatar.” The first step in the
process is to choose the sex and appearance of the avatar, and from this moment on,
the existence of the individual is differentiated from the self in real life. The manners
are also different in the Second Life, as the
427
game has certain borders to human interaction and behaviour. In other words, the user
has to adapt to the modes of communication and behaviour offered by the platform,
and cannot directly transfer his/her manners
from real life.
On the platform, the customization of the
physical look of the avatar was seen as very
important. Most of the shopping on Second
Life focused on the choice of skins, body
parts and outfits. Similarly, the one obvious
point that usually distinguished a “newbie”
from a well-established, older avatar was
the look of the avatar. In that sense, starting
from the initiation of the game with a customization of the avatar, the pressure to have
a customized personal front was felt throughout the time in the game. From Goffman’s
perspective this emphasis on the personal
front can be seen as an indicator of the formation of the front stage character. The creation of the avatar, from the very beginning,
is the creation of a front stage character in
Goffman’s terms. The customization of the
avatar marks an importance step in getting
into a different ‘role’ on the front stage. The
interviews also revealed the same pattern.
Most of the interviewees had strong feelings
regarding the physical appearance of their
avatar. In fact, this was the area where most
of them had made the most conscious decisions, and the explanation behind their choices often came easily. Most of the users also
said that the creation of their avatar in their first moment on the platform made them
more curious about the virtual environment,
and helped them adapt to the new setting.
Having clarified that Second Life shows
the characteristics of a “front stage” in Gof-
428
fman’s terms, the relationship between the
avatar and the user was also explored. Taylor argues that avatars represent “the way
people feel about themselves from within”
(Taylor, 2002, p. 51). In other words, avatars
should not be thought of as completely separate beings. These digital bodies are used as
a means to express oneself, and they constitute a public sign of how the users internally
experience their own identity. As previously
explained, we prefer to define this relationship as a “symbiosis.” This implies that during the in-world experience, the avatar and
the user form a unified image. This is particularly enhanced by the setup and interface
of the game, where the viewpoint is from the
back of the avatar’s head. In that sense, the
avatar becomes an object that is owned by
the user, and this fact serves the formation
of an image.
Even though the avatar was still perceived as a tool to experience new things, the
questions about avatars were still answered
in a way that indicated direct involvement.
None of the users referred to their avatar in
third person, and they maintained their role
as the avatar during the whole conversation.
In all of the interviews, the word “I” curiously referred to both the avatar and the real
life self of the user. This demonstrated how
the two identities were intertwined. Some of
the more experienced avatars explained how
they had become increasingly used to their
virtual life on Second Life, emphasising the
existence of routines, social groups and “friends” on the platform that further connected
them to their avatars and Second Life.
The majority of interviewees preferred to
create a richer avatar, who had a better car
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
and house compared to their lifestyle in the
non-virtual world. The general picture was
the creation of a projection that had superior
qualities to that of the real life self. Goffman
argues that the front stage character is a superior version the self, and it reflects a more
“special” self than the person would like to
present to others (the audience) (Goffman,
1959, p.41). The alterations that were made
clearly reflected what would be regarded as
“superior” by society. It should also be noted
how important the existence of the audience
is for the formation of the front stage character. The characterization of the front stage
character is often done so that the end product is meaningful according to the values
of the audience. In this sense, it is important
to highlight that “the more special version”
which was represented by the avatar, represented widely accepted values of our society
today.
The most frequently named motivations
for the choices were “wanting to look more
attractive,” “wanting to look more interesting,” “befriending more users,” and “attracting the opposite sex.” All of these points were direct applications of Goffman’s
theory, where the front stage character was
formed with the aim of improving the first
impression or social interactions (Goffman,
1959, p. 37). Goffman’s theory primarily
explains the dynamic between social interactions, and this is why it is important to understand the effects that the alterations have
on the social interactions that take place.
Referring to the interviews, the users frequently openly admitted that they cared about
how they appeared to the other avatars. Most
of them believed that their choices for their
avatar would be more representative of their
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
self and improve the quality of social interactions they would have on the platform.
This strong social nature of the front stage
character formation was also evident in the
personal experience phase.
The front stage is only meaningful in
relation to the back stage. Backstage is defined as the platform where the performers
stop acting and there is no audience presence (Goffman, 1959, p. 63). For the purpose
of this study, real life, as opposed to Second
Life, was taken as a backstage. This is where
the user can act freely without any need to
coordinate his/her actions with the avatar.
Other users on the platform do not have access to this reality. There was an evident culture of not making any references to the real
life self during interactions within Second
Life. This was an expected reaction from the
users, as it was one that served to protect their back stage as a personal and intimate area.
The importance of the back stage lies in “the
secrets” as Goffman refers to them. According to Goffman, the formation of the front
stage character is shaped by certain pieces of
information from the backstage that are trying to be concealed (Goffman, 1959, p. 74).
From the general trend of selecting a richer
or more attractive avatar, the cases that stood
out were the ones where the interviewee revealed information that can be classified as a
“secret.” In conclusion, the conducted interviews revealed that the assumption that the
secrets were the connecting points between
the front stage character and the back stage
character held true for Second Life.
The last important concept from Goffman’s theory that was discussed in the study
was “impression management.” According
429
to Goffman, people make use of certain defensive and protective mechanisms to minimize the risk of getting out of the role (Goffman, 1959, p. 103). This is further enhanced
with the audience considerately enabling the
performers to continue their role. In other
words, certain bits of knowledge or behaviour may purposefully be ignored by the
audience to allow the performance to continue (Goffman, 1959, p. 114-120). From
the interviews, it was gathered that the users
made use of “impression management” while shaping their in-world existence. When
building an avatar, which is to a certain extent representative of the self, altering these
characteristics is often seen as too “radical.”
This would, from a certain perspective, cut
the tie between the self and the avatar, and
from another perspective make it more difficult to remain in the role and make the role
convincing. It is also important to note that
even though avatars typically differ from the
real life self, some connection is still maintained.
Goffman argues that the front stage character is representative of the conception of
the self. In other words, this mask represents
the self that one would like to be. The end
result of this process is that the role becomes
second nature to the person, forming an integral part of personality (Goffman, 1959, p.
30). In light of the direct applicability of core
concepts from Goffman’s theory to Second
Life, it can be argued that such a relation is
formed between the avatar and the user. In
other words, the avatar is a reflection of the
self that the user strives to be and in turn, experiences in-world affect the character of the
user in the real world. This is represented by
the symbiotic relationship between the ava-
430
tar and the user. The conclusion to be drawn
from this is that the mechanism of shaping a
front stage character, which is a special reflection of the self, is applicable to the behavioural patterns of Second Life users.
This paper is intended to be a humble
contribution to the existing literature on the
presentation of self in virtual environments.
Even though studies that are concerned with
studying Second Life through the scope
of the work of Erving Goffman have been
conducted, this study is rare in being solely
focused on the framework presented by Goffman. The specific focus on avatar creation
and the method of the case study is also significantly different from some other studies
in the field.
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
This paper has also attempted to address
an apparent lack of primary sources and
comprehensive literature on this specific
area. Not many of other primary literature or
secondary sources based on the work of Erving Goffman, exist that would help further
our understanding of the presentation of self
in virtual environments. The paper has tried
to undertake the analysis of this presentation
of self in virtual environments by applying
the framework presented by Goffman, and,
in doing so, extend the coverage of literature in this area. However, an apparent need
for such sources should be noted and further
areas of research and study might be considered in order to broaden the scope of current literature.
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
431
References
Baudrillard, J. (1994). Simulacra and Simulation. Ann Arbor: University of Michigan
Press.
Bayraktar, F., Amca, H. (2012). Interrelations between Virtual-World and Real-World
Activities: Comparison of Genders, Age
Groups, and Pathological and Nonpathological Internet Users. Cyberpsychology, Behaviour, and Social Networking. 15, 5, 263269.
Behm-Morawitz, E. (2013). Mirrored Selves: The Influence of Self-presence in a
Virtual World on Health, Appearance, and
Well-being. Computers in Human Behaviour. 29, 1, 119–128.
Best, K., Butler, S. (2013). Second Life Avatars as Extensions of Social and Physical
Bodies in People with Myalgic Encephalomyelitis/Chronic Fatigue Syndrome. Continuum: Journal of Media & Cultural Studies. 27, 6, 837-849.
Boellstorff, T. (2008). Coming of Age in Second Life: An Anthropologist Explores the
Virtually Human. Princeton: Princeton University Press.
Bullingham, L., Vasconcelos, A. C. (2013).
Journal of Information Science. 39, 1, 101112.
Cheon, E. (2013). Springer Science + Business Media, New York.
Chien, C.-F., Davis, T. J., Slattery, P., Keeney-Kennicutt, W., Hammer, J. (2013). Development of a Virtual Second Life Curriculum Using Currere Model. Educational
Technology & Society. 16, 3, 204-219.
Childs, M., Schneiders, H. L., Williams, G.,
(2012). “This above All: To Thine own Self
be True”: Ethical Considerations and Risks
in Conducting Higher Education Learning
Activities in the Virtual World Second Life.
Interactive Learning Environments. 20, 3,
253-269.
Cook, M. J. (2011) American Academy of
Nurse Practitioners, College of Nursing,
Michigan State University.
De’tienne, F., Cahour, B., Legout, M.C.,
Gourvennec, B., Relieu, M., Coppin, G.,
(2012). Springer - Verlag, London.
Evans, S., (2012). Springer Science + Business Media,Integr Psych Behav 46:512-528
DOI 10.1007/s12124-012-9215-x.
Gibson, William (1984). Neuromancer.
New York: Ace Books. p. 69.
Goffman, E.: Interaction Ritual; Essays in
Face-to-Face Behavior. Transaction Publishers, New Brunswick (1967).
Goffman, E. (1959). The Presentation of
Self in Everyday Life. Penguin, London.
Gonzalez, C.H., Solarte, M.G., Vargas,
G.M., (2013) Psicología Desde el Caribe
Vol. 30, n. 2.
Hardey, M. (2008). The Sociological Review,
Volume 50, Issue 4.
Hawley, John Stratton; Vasudha Narayanan
(2006). The life of Hinduism. University of
California Press. p. 174. Hyungsung Park, H., Seo S. (2013). Effects
of Collaborative Activities on Group Identity in Virtual World. Interactive Learning
432
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
Environments. 21, 6, 516-527.
Goldsmiths’ College, University of London.
Jeter, S., Jr. D. T., (2012). The International
Journal of Interdisciplinary Social Sciences
Volume 6, Issue 10.
Morgan, E. J. (2013). Virtual Worlds: Integrating Second Life into the History Classroom. History Teacher. 46, 4, 547-559.
Kim, B., (2012). Understanding Key Factors of Users’ Intentions to Repurcahse and
Recommend Digital Items in Social Virtual
Worlds. Cyberpsychology, Behavior, and Social Networking. 15, 10, 543-550.
Ochoa, T. T. (2012). Who Owns an Avatar?
Copyright, Creativity, and Virtual Worlds.
Vanderbilt Journal of Entertainment & Technology Law. 14, 4, 959-991.
Lawrence Erlbaom Associates, Mahwah
(2002) Peachey, A.: Living in Immaterial
Worlds: Who are We When We Searn and
Teach in Virtual Worlds?
Lee, J. E., Park, S. G. (2011). “Whose Second Life is this? How Avatar-based Racial
Cues Shape Ethno-racial Minorities’ Perception of Virtual Worlds. Cyberpsychology,
Behaviour, and Social Networking. 14, 11,
637-642.
Lee, S. (2013). Can Speaking Activities of
Residents in a Virtual World Make Difference to Their Self-Expression? Educational
Technology & Society, 16, 1, 254–262.
Lee, S., Kang, Kang, M., Kang, H. (2013).
Mechanisms Underlying Aggravation and
Relaxation of Virtual Aggression: A Second
Life Survey Study. Behaviour & Information Technology. 32, 7, 735-746.
Lisewski, A. M. (2006). The Concept of
Strong and Weak Virtual Reality. Minds and
Machines. 16, 2, 201-219.
McKenna, K.Y. A., Green, A. S., Smith, P.
K. (2001). Demarginalizing the Sexual Self.
Journal of Sex Research. 38, 4, 302-311.
Miller, H., (1995) Paper presented at Embodied Knowledge and Virtual Space Conference.
Papacharissi, Z. (2002). The Presentation
of Self in Virtual Life: Characteristics of
Personal Home Pages. Journalism & Mass
Communication Quarterly. 79, 3, 643-660.
Peachey, Anna (2010) The Third Place in
Second Life: Real Life Community in a Virtual World. Researching Learning in Virtual
Worlds 2010: 91-110.
Pickard, M., D., Brody, R.G., Burns,M.B.,
(2013) Insights to a Changing World Journal . Vol. 2013 Issue 1, p53-69. 17p. 1 Chart.
Pollack, Andrew, New York Times, “For Artificial Reality, Wear A Computer,” April
10, 1989.
Prude, M. A. (2013). A Classroom of Bunnies, Blimps and Werewolves: Teaching
Asian Religions Online in Second Life. Asia
Network Exchange. 20, 2, 11-22.
Tawa, J., Gongvatana, A., Anello, M., Shanmugham, U., Lee-Chuvala, T., Suyemoto, K.
L. (2012) Cyberpsychology: Journal of Psychosocial Research on Cyberspace, 6(3), article 2. doi: 10.5817/CP2012-3-2.
Taylor, T.L.: Living digitally: embodiment
in virtual worlds. In: Schroeder, R. (ed.) The
Social Life of Avatars: Presence and Interaction in Shared Virtual Environments. Springer, London (2002).
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
Umberto Eco, Travels In Hyperreality, New
York, Harcourt Brace Jovanovich, 1986, p.
43.
Veronin, M. A., Daniels, L., Demps, E.
(2012). Pharmacy Cases in Second Life: An
Elective Course. Advances in Medical Education and Practice. 3, 105-112.
Wang, C. X., Calandra, B., Hibbard, S. T.,
McDowell Lefaiver, M. L. (2012). Learning
Effects of an Experimental Program in Se-
433
cond Life. Educational Technology Research and Development. 60, 5, 943–961.
Wang, F., Shao, E. (2012). Using Second
Life to Assist EFL Teaching: We do not
have to Sign in to the Program. TechTrends.
56, 4, 15-18.
Williams, D., Kennedy, T. L. M., ve Moore,
R. J. (2011). Behind the Avatar: The Patterns,
Practices, and Functions of Role Playing in
MMOS. Games and Culture. 6, 2, 171-200.
“TİSK AKADEMİ” YAYIN İLKELERİ
1. Dergiye gönderilen yazılar Türkçe veya
İngilizce olmalıdır ve yayınlanması istenen
makaleler dört basılı kopya ve bir CD ile
birlikte posta yoluyla, TİSK Hoşdere Cad.
Reşat Nuri Sokak No: 108 06540 ÇankayaANKARA adresine gönderilmelidir.
2. Dergiye gönderilen makaleler başka bir yerde
yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere
gönderilmemiş olmalıdır.
3. Dergiye gönderilen yazılar üç hakem tarafından
değerlendirilecek olup, tüm raporların olumlu
olması halinde Yayın Kurulu’nun kararına
göre yayınlanacaktır. Hakemlerin ve yazarların
isimleri gizli tutulacaktır.
4.Microsoft Word dosyası olarak hazırlanan
her makale, belirlenmiş olan yazım formatları
(Times New Roman-12 punto) çerçevesinde en
fazla 40 sayfa olmalıdır.
Ayrıca, en fazla 150’şer kelimeden oluşacak
İngilizce ve Türkçe özet, en az üç Türkçe ve üç
İngilizce anahtar sözcük ile birlikte, makalenin
başlığı, yazar ismi, kurumu ve yazarların
adresleri ile telefon numaralarının bulunduğu
üst kapak sayfası gönderilmelidir. Makale
başlığı ayrıca makalenin ilk sayfasında da yer
almalıdır.
Makalelerin uluslararası endeks kodları
5.
belirtilmelidir. (örneğin ekonomi ile ilgili
yazılar için “JEL Kodu” gibi)
6. Tablolar ve şekiller metin içinde yer almalıdır.
Bütün tablolar ve şemalara başlık ve sıra
numarası verilmelidir. Denklemlere de ayrıca
sıra numarası verilmeli ve sıra numarası
parantez içinde sayfanın sağ tarafında yer
almalıdır.
Yöntemi ile yazılmalıdır.
-Metin içindeki atıflar, yazarın adı cümle içinde
geçiyorsa;
Keynes (1930, s.125)
Yazarın adı cümle içinde geçmiyorsa;
(Keynes, 1930, s.125) şeklinde yazılmalıdır.
-Metin içinde ikiden fazla yazarlı kitaplara atıfta
bulunurken ilk seferinde bütün isimler kullanılmalı;
aynı yayına daha sonra yapılan atıflarda sadece
birinci isim yazılmalı, diğer yazarlar için “ve
diğerleri” ibaresi kullanılmalıdır.
Houston ve diğerleri (1979)
Kaynakça listesinde bütün yazarların isimleri yer
almalıdır.
-Kitaplar kaynakça listesinde aşağıdaki şekilde yer
almalıdır:
Yazar, BAŞ HARFLERİ. (Yıl). Başlık. Baskı.
Basıldığı Yer: Basımevinin İsmi
Layard, R., Nickel, S. ve Jackman, R. (1991).
Unemployment, Macroeconomic Performance
and the Labour Market. 2nd ed. Oxford: Oxford
University Press
-Makaleler kaynakça listesinde aşağıdaki şekilde
yer almalıdır:
Yazar, BAŞ HARFLERİ. (Yıl). Makalenin
Başlığı. Derginin İsmi. Cilt Numarası, İlk ve Son
Sayfa Numaraları
Tarling, R. ve Wilkinson, F. (1985). Mark-Up
Pricing, Inflation and Distributional Shares.
Cambridge Journal of Economics. 9, 85-179
Tablolar ve şekiller, ayrıca ‘excel’ formatında
gönderilmelidir.
-İnternetten alınan dokümanlar kaynakça listesinde
aşağıdaki şekilde yer almalıdır:
7. Kaynaklar makalenin sonunda ayrı bir sayfada
“Kaynakça” başlığı altında yazar soyadlarına
göre alfabetik sıraya dizilmelidir.
Eichengreen, B., Jeanne, O. (1998). Currency Crisis
and Unemployment: Sterling in 1931. National
Bureau of Economic Research Paper No.6563. 50,
750-765 21 Aralık 2009 tarihinde http.//www.nber.
org/papers/html adresinden erişildi.
Yararlanılan ve gönderme yapılan kaynaklar,
aşağıda örnekleri sunulan APA Referanslama
435
NOTLAR:
436
NOTLAR:
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
437
NOTLAR:
438
NOTLAR:
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
439
NOTLAR:
440
NOTLAR:
T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II
C‹LT: 10 SAYI: 20
Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği
Nurhan Süral
İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık
Davranışı Üzerindeki Etkileri
Mustafa Fedai Çavuş
Alptekin Develi
Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene:
Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri
Ebru Canikalp
İlter Ünlükaplan
Motivation Theories and Encouraging Public Employees
Based on Individual Performance Evaluation
Ahmet Tozlu
Rıdvan Kurtipek
Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin?
Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi
Merter Akıncı
Gönül Yüce Akıncı
Ömer Yılmaz
Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde
Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması
Halil Altıntaş
Mehmet Mercan
Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği
Hande Bahar Aykaç
Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan
Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri
Hayriye Atik
2015 / II
Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership
Vuslat Us
A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life
Nil Mit
Çağatay Topal
2015 / II

Benzer belgeler