23.05.2016
Transkript
23.05.2016
1 SÖYLEŞİ Veysi Demir: Kürdçe rock neden olmasın? Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:103 23 - 29 Mayıs 2016 S:16 bas-haber.com Herbecin köylüleri: Kamyonu bilerek patlattılar S:04 Goran - YNK Anlaşması Ulusal birlik mi, bölgesel ikilik mi? S:06 Ömer Laçiner: İki tarafa da hesap sorma hakkım var S:08-09 Mesrur Barzani: Sykes - Picot çöktü, yeni bir sistem gerekli S:07 Yerleşim bölgelerinde savaş hukuksuzluğu Şiddet aklını kaybetti! Türkiye’de şiddet, sorunların bastırılması, ifadesi ve çözümü konusunda yegane ilişki biçimine dönüştü. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devlet şiddeti, Kürd meselesinin ve diğer toplumsal sorunların görünmez kılınması için başvurulan temel yöntem oldu. Devletin şiddetine yine şiddet ile karşılık verilmesi mağduriyetleri daha da arttırdı. Çerkes soykırımından başlayarak Referandum aralığı MESUT YEĞEN 35 yıllık çatışmalı dönemde en fazla zararı siviller görürken son 10 ayda bölgede süren yoğun savaşın faturasını yine halk ödüyor. Çatışmaların kentlere taşınması ile Cizre, Sur, Nusaybin, Silopi, Şırnak ve Yüksekova gibi yerleşimler tahrip edildi, yüz binlerce insan göçertildi. Güvenlik güçlerinin ve PKK’nin şiddeti toplumda ciddi kaygılara yol açıyor. S:02 - 03 s03 FERHAT KENTEL s05 Mutlak özdeşlikte Kürdler BİLAL SAMBUR s09 YPG 25 bin kişilik güç ile katılıyor Rakka operasyonu başlıyor S:05 Kazananı olmayan oylama HAKAN TAHMAZ s11 02 BasHaber SÖYLEŞİ 23 - 29 Mayıs 22016 MANŞET Yerleşim bölgelerinde savaş hukuksuzluğu Şiddet aklını kaybetti! T Dilan Almaz ürkiye’de sorunların bastırılması, ifadesi ve çözümü konusunda şiddetin temel yöntem olarak belirmesi ve yegane ilişki biçimi olması ülkeyi iç savaşın eşiğine getirdi. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürd meselesinin ve diğer toplumsal sorunların görünmez kılınması için başvurulan yegane yöntem devlet şiddeti oldu. Devletin şiddet siyasetinden mağdur olan kesimlerin, kimi Kürd örgütlerinin yine şiddet ile karşılık vermesi sorunları daha da ağırlaştırıyor. Son zamanlarda savaşın yerleşim merkezlerine taşınması, kentlerin, köylerin ağır silahlar kullanan devlet güçleri ve militanların çatışma alanına dönmesi, insan hakları ihlallerinin çetelesinin tutulmasını dahi imkansız hale getirdi. Son bir yılda yaşanan çatışmalarda en az 500 sivilin ve iki taraftan binlerce savaşçının yaşamını yitirdiği bildiriliyor. Şiddet üzerinden ilişki kurulmasının zararını siviller görürken son 10 ayda bölgede yaşanan yoğun savaşın faturasını da halk ödüyor. Cizre, Sur, Nusaybin, Silopi, Şırnak ve Yüksekova gibi kentler tahrip edildi, yüzbinlerce insan göçertildi. Gerek güvenlik güçlerinin, gerekse PKK’nin şiddet eylemleri toplumda ciddi bir kaygı yaratıyor ve iç savaş çağrışımları yapıyor. Çatışma alanlarından çıkarılan cesetler, kaldırıldıkları yerlerde toplumsal öfke, şövenizm ve linç kültürünün yaygınlaşmasına ve biribine karşı nefret dolu kitlelerin çoğalmasına neden oluyor. Devlet: Terörist, PKK: İşbirlikçi Öyle ki devlet ile Kürdler arasındaki ilişki artık neredeyse sadece şiddet üzerinden şekilleniyor. Devlet ölümüne neden olduğu sivilerin “terörist“ olduğunu, PKK ise ölümüne sebebiyet verdiği sivillerin “işbirlikçi” olduğunu savunuyor. Öte yandan tarafların etkilediği kitlelerin de bu ölümcül rekabette “acı hiyerarşisine“ taraf olması şiddetin aklını yitirmesi olarak yorumlanıyor. Çatışmalar devam ettikçe savaşın sivillere çıkan fatura da ağırlaşıyor. Bölgede incelemelerde bulunan STK’lar sivil ölümlerine dair defalarca raporlar yayınlayarak, umutsuzca tarafları savaş hukukuna ve insan haklarına saygıya davet etti. Tarafların şiddet üzerindeki ilişkisine etkiledikleri kitleleri de dâhil etmeleri bir arada yaşayabilme ihtimalini olumsuz yönde etkiliyor. Öte yandan Türkiye’nin çeşitli illerinde yaşayan Kürdlere yönelik linçler gerçekleşiyor. Ankara’da asker cenazesinden dönen grubun Kürdçe konuştuğu için bir çocuğa saldırması, üniversite öğrencisinin ailesiyle Kürdçe konuşması sonucu yurttan atılıp, bursunun kesilmesi linçlerin en yakın örnekleri. Bölgede yapılan operasyonlarda şu ana kadar yüz- yönelik bir öfkeye dönüyor. Yazar Nurcan Baysal: Barış dilinin kullanılması lazım Savaşın iyisi kötüsü olmaz. Savaş her zaman kirlidir. Aslolan barıştır, tüm bu yaşananların üstesinden gelinebilmesi için öncelikle barış dilinin kullanılması lazım. Barışın tesisi için hepimizin elinden geleni yapması lazım. lerce sivil ölürken, Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Said Raad al-Hussein, hazırladıkları raporda Cizre’de bulunan üç binanın bodrumunda insanların yanarak öldüğünü aktarmıştı. 10 ayda 12 saldırı, 225 ölü, 692 yaralı Şiddetin sivil alanlara taşırılmasının Suruç patlaması ile başladığını söylemek mümkün. Kobane’ye yardım malzemesi götürenlere yönelik yapılan canlı bomba saldırısında 34 kişi yaşamını yitirmiş 100 kişi de yaralanmıştı. Daha sonra sırasıyla Diyarbakır’da HDP mitingine bombalı saldırı yapılmış, 4 kişi ölmüş, onlarca insan yaralanmıştı. Ankara’a 10 Ekim’de Barış Mitingi için bir araya gelen kitleye yapılan canlı bomba saldırısında 103 sivil ölmüş 248’i de yaralanmıştı. Emareler IŞİD’i göstermesine rağmen olaylara ilişkin herhangi bir üstlenme olmadı. Yine Sultanahmet’te Alman, Taksim’de ise Yahudi turistlere yönelik IŞİD’in üs-tlenmiş olduğu iki ayrı canlı bomba saldırısında 15 kişi ölmüş, 55 kişi’de yaralanmıştı. Bölgede yaşanan operasyonlara “misilleme” olarak Türkiye’nin batısında eylemler yapacağını duyuran TAK, Ankara’da yaptığı 2 ayrı bombalı saldırıda asker ve sivil 48 kişinin ölmesine 186 sivil ve askerin de yaralanmasına sebep olmuştu. TAK’ın üstlendiği Bursa Ulu Camii önündeki saldırıda da 16 kişi yaralanmıştı. PKK’nin 13 Ocak’ta Diyarbakır’ın Çınar İlçesi’nde İlçe Emniyet Amirliği, Emniyet Lojmanları ve İlçe Jandarma Komutanlığı’na bombalı araçla düzenlediği eylemde 1 polis, 4 sivil ölmüş 40 sivil de yaralanmıştı. Bağlar İlçesi Dicle Bulvarı’nda bombalı araçla çevik kuvvet otobüsüne yönelik yapılan saldırı da ise gözaltına alınmış 3 sivil hayatını kaybetmiş 13 polis, 32 sivil de yaralanmıştı. Son olarak ise Sur’a bağlı Herbecin (Dürümlü) Köyü’nde 15 ton bombanın patlatılması sonucu 16 köylü ölmüş, onlarcası yaralanmıştı. PKK, patlamada ölen köylülerin “işbirlikçi“ olduğunu savunmuştu. Uluslararası Hukuk ve Cenevre Sözleşmesi Sivil ölümlerin bu denli yoğun olması ve şiddetin kontrolden çıkası Türkiye’nin imzaladığı, PKK’nin ise “dikkate alıyoruz” dediği Cenevre Sözleşmesi’ne uygunluğu bir kez daha gündeme getirdi. Cenevre Sözleşmesi savaş zamanlarında sivillerin, yaralıların ve esirlerin korunmasınıf konu edinmiş bir metin. Sözleşme, uluslararası hukukta insan hakları üzerine yapılmış ve 1949 yılında imzalanmış temel hümaniter belgelerden. Sözleşme devletler veya devlet dışı organizasyonların çatışma durumlarında silahlı güçler ve insani yardım örgütleri tarafından uyulması beklenen standartları belirler. Çatışmaların sivil yaşam alanlarına taşırılmasını, bunun uluslararası hukuktaki karşılığını, şiddet kültürünün giderek kurumsallaşmasını, Kürdlere yönelik linç kampanyalarını yazar, akademisyen, hukukçu ve sivil toplum kuruluşları ile konuştuk. Doç. Dr. Bican Şahin: Kürdlere yönelik linç kabul edilemez Sivillere yönelik saldırıların kasıtlı olup olmadığı hakkında net bir bilgim yok. Operasyonların yapıldığı bölgelerde, sokağa çıkma yasağı ile birlikte bir takım ölümler oldu. Ama bunun devlet güçleri tarafından yapılıp yapılmadığı henüz ispat edilmedi. Bunun tarafsız gözlemciler tarafından delilleriyle ortaya konması lazım. Benim düşündüğüm şey; kafamda bu konuyla ilgili olarak somutlaşan şey, bir defa devletin terörle mücadelede ulusal insan hakları normlarını mutlak bir şekilde temel alması gerektiği, insanların temel özgürlüklerine zarar vermemesi, bir defa seyahat özgürlüğüne, konut dokunulmazlığına saygı gösterilmesi gerekir. İnsanlar evlerinde böyle aylarca hapsedilemez. Şiddete karşı mücadelesinde sivillere zarar vermemek için en fazla özeni göstermesi gerekir. Maalesef milliyetçilik birbirini bileyen bir şey ve bir tarafın şiddeti diğer tarafın şiddetini provoke ediyor ve aynı zamanda milliyetçiliğini daha çok biliyor. Güneydoğu’da ya da Batı’da bir silahlı saldırı, bir bombalı eylem bu çevreleri kolayca tahrik edebiliyor ve etraflarındaki Kürd vatandaşlara karşı saldırganlaşabiliyorlar. Mesela Kırşehir’de bir kırtasiyenin yakıldığını hatırlıyorum. Bolu’da bir inşaata baskın yapıldı. Bunlar çok endişe verici olaylar ve kabul edilemez. Ne olacaktır? Buralarda tepkiler gösterildiğinde, Kürd vatandaşlara karşı bir şiddet eylemi yöneldiğinde Kürdler arasında milliyetçilik duygusu daha fazla alevlenecektir ve PKK’ ye katılımlar daha çok artacaktır. Şunu söyleyebiliriz: 7 Haziran seçimlerinden sonra bu çatışma ortamının doğması, güvensizlik duygusunu vatandaşlar arasında arttırdı.10 Ekim’deki gar katliamı sonrasında özellikle zirve yaptı bu his ve insanların otoriteye, iktidara karşı desteği arttığını düşünüyorum. Bu yapılan araştırmalarda da çıktı. Devlet güçleri ile PKK arasında mücadele yeniden başladıktan sonra ve ülkedeki patlamalardan sonra hükümete olan destek artmıştır. Ama bu eğer makul bir süre içerisinde aşağı çekilemez, istikrar sağlanamazsa, bunun da iktidara bir maliyetinin olabileceğini düşünüyorum. Prof. Dr. Mesut Yeğen: PKK’nin Dürümlü açıklaması tuhaf Savaşın şehirlere taşınmasıyla sivil ölümlere yol açacağı çok belliydi. PKK savaşı şehirlere taşıdığında devlette bu savaşı şehirlerde yürütmeyi kabul etti ve dolayısıyla onun bir neticesinin sivillerin zarar görmesi, evlerinden edilmesi, hayatlarını kaybetmesi olacağı belliydi. Ancak son yapılan işte oluşan zayiatın ardından PKK’ nin yaptığı açıklamadaki ton esas olarak düşündürücü yani. Orada dehşet bir facia yaşanmış olmasına rağmen ve o faciada canlarını kaybeden insanların büyük kısmının da HDP seçmeni olduğu belli olmuş olmasına rağmen PKK cenahından gelen açıklama doğrusu tuhaftı. Yani olaydan bir üzüntü pişmanlık bildiren bir açıklama olmak yerine, MANŞET BasHaber 23 - 29 Mayıs 2016 3 SÖYLEŞİ olayları sahiplenen ve facianın sorumlusu olarak oradaki köyleri gösteren bir açıklama. Şimdi bunun kendisi bence üzerinde düşünmeyi gerektiriyor. Belli ki bu savaşta bu biçimde gittikçe sivil ölümleri olacak, giderek normalleşecek ve kanıksanacak. Bu kanıksama ile PKK’nin diline de böyle yansıyacak. Yani bundan sonra sivil ölümleri giderek daha az önemsenecek. Nitekim sadece PKK’ den yapılan açıklamanın tonu ya da biçimi değil ama daha sonra meseleye dair bir kamuoyu kayıtsızlığı da dediğimi biraz işaret ediyor. Türk tarafı şehirlerde yürüyen bu savaşın büyük bir ihtimalle daha kısa süreceğini, daha az zayiatla sonuçlanacağını düşünüyordu. Öyle olmayacağı anlaşıldı ve bu da hayal kırıklığı yaşanmasına sebep oldu. Bu hayal kırıklığı da işte uygun zemin bulduğunda Kürdlere Gazeteci Soli Özel: Bu yıkımı mazur gösterebilecek hedef olamaz Sanırım şiddetin şehirlere taşınmasının birinci nedeni artık Türkiye nüfusunun çoğunluğunun şehirlerde yaşaması. İkincisi de PKK’nin yığınağını şehirlere yapmış olması, Öz yönetimi buralarda gerçekleştirmek istemesi. Kent merkezlerindeki etkisinin ya da kontrolünün kırılması için de devletin kenti merkezlerine odaklanması gerekecekti. Nitekim öyle de yaptılar. PKK’nin siyasi hedeflerinin ne olduğunu kestiremiyorum. Tanımlanamamış bir özyönetim. Böylesine korkunç bir yıkımı mazur gösterebilecek bir hedef olamaz. Başka silahlı hareketlerin de tarihlerinde görüldüğü gibi PKK’nin de özellikle de Suriye’deki hedeflerine ulaşmak üzere adına savaştığını söylediği Kürd nüfusun uğrayacağı yıkımı önemsemeden savaşı tercih ettiğini düşünüyorum. Muhtemelen devletin şiddeti karşısında çaresiz kalan Kürd nüfusun, her şeye rağmen kendilerinden vazgeçemeyeceğini de düşünmüş olabilirler. Aynısını Hamas Gazze’de yapıyor. Devlet açısından PKK’nin askeri olarak bitirilmesi hedefi çatışmaların alevlendiği her dönemde güçlü şekilde vardır. İki buçuk yıllık ateşkessin ardından cenazelerin gelmesi, HDP’nin siyaseten hayal kırıklığı yaratması, PKK’nin şiddetperverliği, iktidar sahiplerinin Kürd siyasi hareketini PKK üzerinden şeytanlaştırması, tüm bunlar ortalığın gerilmesine, dilin düşmanlaşmasına yol açtı. Şiddet bir kere başlayınca ve siyasal hedefler de belli olmayınca kendini yeninden üretir. BM’nin Cizre açıklaması: Diri diri yakıldılar Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Prince Zeid Ra’ad Zeid al-Hussein, Şırnak’ın Cizre ilçesinde devam eden operasyonlara ilişkin “Elimizde, Türk güvenlik güçlerinin Cizre’de etrafı sarıp 100’den fazla insanı canlı canlı yaktığına dair tanık ve akrabalarının raporları var” dedi. Zeid al-Hussein, Türkiye’yi bağımsız soruşturma yürütecek bağımsız bir ekibin bölgede engellenmeden araştırma yapmasına izin vermeye çağırdı. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri, yetkilileri operasyonlar sırasında işkence, yargısız infaz, öldürücü şiddet ve keyfi gözaltıları yasaklayan uluslararası hukuka saygı göstermeye çağırdı. Av. Ergin Cinmen: Her iki taraf da bu çılgınlığa son vermelif Cenevre Sözleşmesi uluslararası hukukun düzenlediği, bilinen iki devletin imzalamış olduğu sözleşmedir. Maalesef Türkiye’de durum böyle değil. PKK’nin Dürümlü’de yapmış olduğu eylem, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapmış olduğu operasyonlar nedeniyle ölen siviller var. Bunlar savaşın acı sonuçları. Bunlar için müeyyidelerin olmasına gerek kalmıyor. Tarafların oturup, buna insani açıdan bakmaları ve bu çılgınlığa ‘Dur’ demeleri gerekiyor. Bunlar sadece ordunun, PKK’nin, IŞİD’in yapmış olduğu şeyler değil. Bütün bu savaşın taraflarının yapmış olduğu kötü eylemler. Bu çılgınlık halinin bir şekilde bitmesi gerekiyor. İnsani yönünü düşündüğümden, hukuken değerlendirmek içimden gelmiyor artık. Şiddet ortamının tümüne karşı çıkmak gerekiyor. Cenevre Sözleşmesi devletlerle ilgilidir. Peki, öbür tarafı kim cezalandıracak? Tek taraflı değil topyekûn bir eleştiri yapmaya ihtiyacımız var. Av. Müşir Deliduman: Cenevre Sözleşmesi PKK’yi bağlamıyor Türkiye’de her zaman ikili bir hukuk sistemi olmuştur. Kürd illerinde inkâr ve yok etmeye yönelik bir hukuk, diğer bölgelerde normal vatandaşlık hukukunu uygular. Mesela şu an bölgedeki savaşın uluslararası hukuktaki yeri, eğer sivile, yaralıya kötü muamele var ise Cenevre Sözleşmesi’ne aykırıdır. Eğer insan hakları ihlal ediliyorsa, devlet otomatikman sorumlu oluyor. Mağduriyet yaşayanların Cenevre Sözleşmesi kapsamında gerekli girişimlerde bulunması gerekir. Uluslarası bir kamuoyunun da oluşması gerekir. İç hukuk yolları tüketilmeden AİHM’ ne de gidebilirler. Cenevre Sözleşmesi PKK’ yi bağlamıyor, çünkü PKK’nin uluslarası anlamda hukuki bir karşılığı yok. Bu sözleşme açısından PKK’ye uygulanacak bir yaptırım yok. Hukuk tekniği açısından mümkün değil. PKK’nin yaptığı eylemler sadece devletin elini güçlendirir. 03 Referandum aralığı MESUT YEĞEN AK Parti’deki genel başkanlık değişimiyle birlikte bir siyaset aralığı kapandı. Davutoğlu’nun genel başkanlıktan düşürülmesinin ardından AK Parti, artık bütünüyle bir Erdoğan partisine dönüştü ve Erdoğan memnuniyetsizi AK Partililer için siyaset yapılabilir bir zemin olmaktan çıktı. Sadece AK Parti’nin istikbali için değil Türkiye siyaseti için de sonuçlar üretebilecek Erdoğan ve Erdoğan memnuniyetsizi AK Partililer aralığı artık yok, en azından AK Parti’de, en azından şimdilik. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili anayasa değişikliği teklifi için cuma günü yapılacak ikinci tur oylama da benzer bir aralığı kapatmaya aday görünüyor. Haddizatında, birden çok aralığın tek tekya da bir hamledekapanmasının ilk adımı olmaya aday görünüyor. Malum, pazartesi günü yapılan ilk tur oylama anayasa değişikliği teklifinin 330’un altında oy alıp reddedilmesi ihtimalinin olmadığını gösteriyor. Cuma günkü oylamadansa iki sonuç çıkabilir: Değişiklik teklifinin doğrudan kabulü ya da referanduma götürülmesi. Belli ki, her iki sonucun anlamı epey farklı olacak. Hem genel olarak Türkiye siyaseti açısından ama hem de daha mühimi Kürtlerin büyük yekunuiçin. Olur da cuma günkü oylamada evet oyları 330-366 arasında olursa bu Türkiye siyaseti ve Kürtler açısından bir referandum aralığı demek olacak. Bu olursa, Türkiye siyaseti Kürtlere ve Kürtlerle birlikte hareket eden Türkiyelilere, yani HDP aklına, mealen şunu demiş olacak: “Evet, HDP’lilerin dokunulmazlığının Meclis’te bu kadar şevhetle kaldırılmak istenmesi berbat ama bak Türkiye Meclisi’nde halen, az da olsa bir umut var, Türkiye Meclisi halen siyaset yapılabilir bir zemin, halen kendinizden olmayanlarla ilişki kurabildiğiniz bir yer.” Başka bir deyişle, cuma günkü oylamada evet oyları 367’nin altında kalırsa Kürtler için Türkiye’de bir siyaset aralığı mevcut olmaya devam edecek. Müstakbel referandumsa bu siyaset aralığının ömrünün ne kadar uzun olacağını, genişleyip genişlemeyeceğini gösterecek. Müstakbel referandumdan değişiklik teklifine % 50’nin üzerinde hayır çıkması imkansız, bu belli. Ancak hangi yüzdeyle evet deneceği, hayır ya da boykot oylarının hangi seviyede olacağı Kürtler için Türkiye’deki siyaset aralığının ömrünü ve genişliğini tayin edecek. Olur da, evet oyları yüzde yetmişlerin seksenlerin üzerinde çıkarsa söz konusu siyaset aralığı genişlemek bir yana, kısa sürede ve tümden kapanmış olacak. Ama olur da evet oyları yüzde altmışların altında bir seviyede kalırsa Kürtler için Türkiye’de siyaset yapma aralığı mevcut olmaya devam edecek. Ama malum bir de cuma günkü oylamada 367’in üzerinde evet çıkması ihtimali var. Peki bu durumda ne olur? Şu olur: yukarıda sözünü ettiğim iki aralık, referandum aralığı ve referandum sonucuna göre oluşabilecek siyaset aralığı daha açılmadan kapanır. Hele, olur da, Türkiye siyaseti, kamuoyu, polisi ve yargısı acul ve spektaküler biçimlerle 367 kararının sonuçlarını almanın peşine düşerse! Bu olursa, muhtemelen sadece Kürt hareketi dairesindeki Kürtler değil, Kürtlerin büyük bir yekunu “bu devlet bize daha ne yapacak” fikrine gark olur. Peki, filmin sonunda ne olur? Yani olur da cuma günkü oylamada 367 ya da müstakbel bir referandumdan büyük oranda evet oyu çıkar, HDP’li vekiller Türkiye siyasetinin, polisinin ve yargısının gadrine uğrar, Kürtlerin büyük yekunu da “bu devlet bize daha ne yapacak” fikrine gark olursa ne olur? Ne olacak, bir diğerimizle konuşacak yüzümüz kalmış olursa, büyük ihtimalle nasıl olur da yeni bir siyaset aralığı açarız üzerine düşünmeye başlarız. Tabii bu arada Basra harap olmamışsa... 04 BasHaber SÖYLEŞİ 23 - 29 Mayıs 42016 MANŞET Herbecin Köylüleri: Kamyonu bilerek patlattılar 12 Siwar Bedirxan Mayıs’ta Diyarbakır’ın Sur ilçesine bağlı Herbecin ve Baqews köyleri arasındaki yolda patlayan bomba yüklü kamyon 16 sivilin ölümüne neden oldu. Patlamada hayatını kaybeden insanlardan çok PKK’nin patlamaya ilişkin yaptığı açıklama ve PKK’ye yakın kurumların olaya ilişkin sessiz kalması ve köylülerin suçlanması gündeme geldi. PKK, söz konusu olaydan önce de Diyarbakır kent merkezinde bir polis aracına yönelik bombalı saldırıda bulunmuş, olayda gözaltında olan 3 HDP üyesi yaşamını yitirmiş, 45 kişi de yaralanmıştı. PKK Herbecin Köyü’nde meydana gelen olaya ilişkin yaptığı açıklamada, köylüleri “işbirlikçi” olmakla suçlamış, “kamyonda yüklü olan patlayıcı maddelerin nakledilmek üzere taşındığını“, ancak “açılan ateş sonucu mermilerin isabet etmesiyle bu vahim olayın gerçekleştiğini” savunarak “olayda sorumluluğun, araca mermi sıkanlara ait olduğunun halkımız tarafından bilinmesini istiyoruz” demişti. 13 kişiden geriye 60 kilo ceset parçası Yaşanan patlamada kamyona yakın bir araçta bulunan 4 köylünün cesedine ulaşılırken, kamyonun çevresinde bulunan 12 köylü de kaybolmuştu. Yapılan araştırmalarda 12 kayıp köylünün patlamanın etkisi ile parçalanarak cesetlerinin çevredeki tarlalara saçıldığı anlaşılmış, günler süren aramalar sonucu çevreden 60 kilo ağrılığında ceset parçası toplanmış ve DNA testi yapılarak toprağa verilmişti. Hükümet taziyede Sosyal medyada “PKK’nin Roboskisi” olarak tanımlanan ve geniş tartışmalara yol açan katliamın ardından, Herbecin Köyü’ne akın eden hükümet yetkilileri olaydan dolayı PKK ile HDP’yi de hedefleyen açıklamalar yaptı. Olayın hemen ardından İçişleri Bakanı Efkan Ala, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, eski Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı ve AKP Milletvekili Mehdi Eker AKP Milletvekili Galip Ensarioğlu ve Vali Hüseyin Aksoy köyde yapılan cenaze törenine katıldı. Olaydan bir hafta sonra AKP Genel Başkan Adayı olduğu açıklanan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’da Herbecin Köyü’ne giderek taziye ziyaretinde bulundu. Demirtaş: Hiçbir gerekçe kabul edilemez Hükümet yetkililerinin yanı sıra HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ta PKK’nin yaptığı olayı kınadığını açıkladı. Demirtaş, “Böylesi bir olayın şu veya bu şekilde hiçbir makul, meşru ve haklı gerekçesi olamaz. En net bir dille kınadığımızı ve kesinlikle kabul etmediğimizi, etmeyeceğimizi belirtmek istiyoruz. Olaydan sonra yapılan açıklamada sorumluluk sahiplerinin açıklamalarını da sorumsuzca bulduğumu belirtmek istiyorum. Böyle bir durumda yapılması gereken şey sorumluların ortaya çıkmasına yardımcı Diyarbakır’ın Sur ilçesine bağlı Dürümlü-Tanışık (HerbecinBaqews) köyleri arasında patlayan PKK’ye ait bomba yüklü kamyon Tanışık köyünden 16 sivilin ölümüne neden oldu. 15 ton patlayıcı yüklü kamyonun bilerek infilak ettirildiğini söyleyen köylüler, kendilerinin “işbirlikçi“ olarak suçlandığı PKK açıklamasına sert tepki gösterdi. PKK’nin “içbirlikçi“ olarak suçladığı köyün tamamına yakının da HDP seçmeni olduğu ortaya çıktı. olmak ve özür dilemektir. Sivil yurttaşlarımızın bu şekilde katledildiği hiçbir olaya HDP asla sessiz kalmadı, kalmayacak” diyerek PKK’nin açıklamasını eleştirmişti. Herbecin köylüleri HDP’nin taziyeye gelmesini kabul etmemiş, HDP heyeti tepkilerden çekindiği için köye gidememişti. Mazlum-Der: PKK hesap vermeli Bomba yüklü kamyonun infilak ettirilmesine tepki gösteren ve olayı şiddetle kınadığını ifade eden Mazlum-Der, PKK’ye yaptığı çağrıda “Sivil yerleşim ve alanlarında düzenlediği bombalı saldırılarla şehirlerimizin güvensiz alanlar haline gelmesine ve toplumsal ortamda gerilimin yükselmesine neden olan eylemlerden vazgeçmesini” istedi. PKK’nin olaya ilişkin izahının da sert bir dil ile eleştirildiği MazlumDer açıklamasında; “(PKK’nin açıklamasının) Roboskî Katliamı’nın ardından yapılan açıklamaya benzerliği de manidardır” denilerek şu ifade-ler kullanıldı: “15 ton patlayıcı yüklü bir kamyonun bir köyün içinden geçmesi kendi başına yaşam hakkını ciddi bir şekilde tehdit ederken, kamyondaki patlayıcının sebep olduğu faciaya karşı bu sorumsuzluk ve mağduru suçlayıcı bu yaklaşımı kabul edilemez buluyor, Roboskî Katliamı karşısında yapılan teknik ve mağduru suçlayıcı açıklamalar karşısında yaptığımız gibi bu açıklamayı da ölülerin hatırasına saygısızlık olarak değerlendiriyoruz. Kamyon her ne şekilde patlamış olursa olsun, o kadar patlayıcıyı köyün içinden geçirmek ve insanların yaşam haklarını ihlale sebep olmak sorumluluğundan hiçbir kişi ve örgütü kurtaramaz.” Mazlum-Der Diyarbakır Şube Başkanı Ali İhsan Gültekin BasHaber’e, olayı kınadıklarını sivil ölümleri kabul etmeyeceklerini belirtti. Olaya ilişkin sessiz kalmakla suçlanan, olayın ardından herhangi yazılı bir açıklama yapmayan İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici de BasHaber’e en kısa zamanda köye gideceklerini, İHD’nin sessiz kaldığı yönünde yapılan yorumların gerçeği yansıtmadığını ve sivil ölümleri kabul etmediklerini savundu. Köylüler: Kamyon bilerek patlatıldı Olayda 16 akrabasını kaybeden Şefik Yakar, olayın detaylarını ve PKK’nin olaya ilişkin yaptığı açıklamayı BasHaber’e değerlendirdi. PKK’nin olaya köylülerin neden olduğu yolundaki açıklamasının hiçbir şekilde gerçeği yansıtmadığını ifade eden Yakar, PKK’nin hayatını kaybeden insanları “işbirlikçi” olarak nitelendirmesini de ayrıca üzücü bulduklarını ifade etti. Yakar, patlamanın kardeşi Seyithan’ın darp edilmesi sonrası yaşandığını söyleyerek olayın meydana geliş şeklini şöyle anlattı: “Kamyon gece geç saat de köyün etrafında dolanıyor. Seyithan evinin önüne gelen kamyondan şüpheleniyor ve durduruyor. Seyithan’ı darp ediyorlar. Seyithan çocuklarıma, kardeşlerime köyde o anda olayı duyan herkese haber veriyor. Silahlarını alıyorlar. Kamyonu takip ediyorlar. Kamyondakiler aracı kum ocağının dibinde durdurup, biraz uzağa çekilip bir yerde saklanıyorlar. Ardından bizimkilere ateş açıyorlar. Bizimkiler de korunmak için kamyonu siper ediyorlar. Bizimkiler kamyonun dibinde iken kamyon uzaktan kumanda ile patlatılıyor.” Yakar, PKK’nin açıklamasının gerçeği yansıtmadığını da söyledi. “HDP’ye 375 oy verdik” Herbecin ve Baqews köylülerinin akraba olduğunu köyde yaklaşık 145 evin bulunduğunu, son seçimlerde HDP’ye 375 oyun diğer siyasi partilere de toplamda 20 oyun çıktığını belirten Yakar, köy sakinlerinin kendi halinde çiftçilik ile uğraşan insanlar olduğunu, köyde korucu olmadığını belirtti. Yakar, “İki köy amca çocuklarıyız. Ben onların amcasıyım. Hepimiz akrabayız. Kendi tarlalarımız var, kendi işlerimizi yapıyoruz. Bilerek ve isteyerek o kamyonu patlattılar. 16 canımızı aldılar. Bizimkiler araçları ile kamyonun dibine gelince patlattılar” şeklinde konuştu. Yakar, Van Baro Başkanlığı ile Diyarbakır Baro Başkanlığı’nın olaya ilişkin kendileri ile görüştüğünü olayı araştıracaklarını söylediklerini ifade etti. Yakar, kendisinin de Van ve Diyarbakır Baro Başkanları’na olayı kınamaları gerektiğini, Kandil’in yaptıklarını kınamayanların samimiyetine güvenmeyeceklerini belirtti. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nden yetkililerin de taziyeye gelme isteklerini ilettiklerini belirten Yakar, Selahattin Demirtaş’ın olayı kınayan açıklamalarının önemli olduğunu, HDP’nin gerçeği görmesi gerektiğini belirtti. Çelebi Yaman: İki taraf da bize ‘hain‘ dedi Patlamada iki oğlunu kaybeden Çelebi Yaman, basında yer alan kimi haberlerin kendilerini çok üzdüğünü, Hükümete yakın medyanın ilk başta kendilerini “hain köylüler“ olarak yansıttığını, daha sonra olayın esası ortaya çıkınca da acılar üzerinden siyaset yapmaya çalıştığını açıkladı. Yaman, PKK medyasının da kendilerine “işbirlikçi” olarak iftira ettiğini, oysa kimseye zararlarının olmadığını söyledi. Yaman şöyle dedi: “Yapılanlar, yazılanlar bizi rahatsız ediyor. Kan üzerinden siyaset yapmasınlar. Devlete yakın gazeteler, televizyonlarda da, PKK’nin gazete ve televizyonları da bizi ‘hain’ olarak verdi. Her iki taraf da sempatizanları için bizi ’hain’ yapıyor. Bizim kaybedecek neyimiz kaldı. 16 canımız gitti. Bizim tek istediğimiz kirli siyasetten vazgeçmeleridir.” Yaman, ölümlerin kimseye bir fayda sağlamayacağını PKK’nin de devletin de biran önce şiddetten vazgeçmesi gerektiğini belirtti. Silahın ve şiddetin çözüm yöntemi olamayacağını söyleyen Yaman, “Yıllardır devlet ve PKK savaşıyor. Bir sonuç elde edemediler. Böyle devam ederse daha çok canlar yanacak. Sivil insanlar gereksiz yere kurban ediliyor. Hiçbir şey canlarımızı geri getiremez. Demokrasi, özgürlük canlarımızı geri getirmeyecek. 16 canımızı kaybettik. Bilerek katledildiler. Uzmanların raporları çıkacak. Kurşun çelik kasalı kamyonun içindeki fünyeleri nasıl patlatacak?” dedi. ROJAVA BasHaber 23 - 29 Mayıs 2016 5 SÖYLEŞİ YPG 25 bin kişilik güç ile katılıyor Rakka Operasyonu başlıyor T Şoygu, ülkesinin Suriye’de ateşkese uymayanlara tek taraflı saldırma hakkını saklı tuttuğunu savundu. Ayrıca, DSG Sözcüsü Telal Silo’da Rakka operasyonuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.“Rakka’yı özgürleştireceğiz” diyen DSG Sözcüsü Telal Silo’nun “Güçlerimiz çetelere karşı başarılı operasyonlara imza atacaktır. Nasıl ki, Şedadê’yi kurtardıysak Dêrazor, Rakka ve Minbic’i çetelerden temizleyerek özgürleştireceğiz” dedi. Şakir Abdülsettar ürkiye ile Amerika arasındaki anlaşmazlıktan dolayı bir süredir askeri operasyonlara ara veren Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ve Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) Rakka’ya yönelik operasyona giriştiği öğrenildi. Bölgedeki kaynaklar çoğunluğunu Kürd güçlerinden oluşan 25 bin kişilik bir askeri birliğin IŞİD’in Suriye’deki merkezi Rakka’ya doğru ilerlediğini ifade ediyor. YPG ve DSG’nin yapacağı opeGazeteci Bilo: Rakka Operasyonu rasyonun ABD’nin öncülüğünü yaptığı uluslararası koalisyon IŞİD’e büyük darbe olur ile koordineli yapıldığı bildiriliyor. Beklenen Rakka Operasyonu’na ilişkin BasHaber’e bilgi BasHaber’in bölgedeki Kürd kaynaklarından aldığı bilgilere veren bölgedeki gazeteci Mohammad Bilo, Rakka bölgesi ile göre, SDG ve YPG’den oluşan birlikler, Şedadê ve Hasekê kent merkezinde 700 bine yakın sivilin yaşadığını, bu sivillerin kırsalından Rakka’ya doğru ilerleyecek. ABD öncülüğüdeki operasyonun biran önce yapılmasını beklediğini açıkladı. Bilo uluslararası koalisyona ait uçakların Rakka’daki sivillere kenti IŞİD’in Rakka’da 35 bine yakın taraftarının terk etmeleri yönünde yaptığı çağrı opeolduğunu operasyonun ABD öncülüğünde Rojava’da Kürd güçlerinin rasyonun yakın bir zamanda başlayacağını olmasının operasyonun kısa sürmesine ve uluslararası koalisyonun desteği IŞİD’in yenilgi almasına neden olacağını gösteriyor. Koalisyon uçaklarının havadan attıkları bildiride, “Beklediğiniz an geldi, ile Rakka’yı da IŞİD’ten almak ifade etti. Billo, uluslararası koalisyonun Rakka’dan çıkış zamanı” ifadesi ile kentteki için operasyon hazırlıkları içinde da Rakka Operasyonu için hazırlıklarını sivillerin yeşil bir alana doğru koştuğu bir tamamladığını ifade etti. Kürd güçlerinin olduğu öğrenildi. BasHaber’e çizim bulunuyor. büyük bir birlik ile Rakka’ya yürüyeeğini bölgedeki askeri hareketliliği ifade eden Bilo, “Rakka IŞİD’in önemli bir Gazeteci Mohammad Ali: değerlendiren gazeteciler Kürd merkezi, Suriye’deki kalbidir. Eğer IŞİD McGurk operasyon için geldi güçlerinin 25 bin kişi ile operas- Rakka’dan tasfiye edilirse, Suriye’de zayıflaGeçtiğimiz hafta ABD Başkanı Barack yona dahil olacağını ifade ediyor. yacaktır. IŞİD’in Musul’da da zayıfladığı ve Obama’nın IŞİD’le mücadele koalisyonu eleman sıkıntısı çektiği yönünde bilgiler geÖzel Temsilcisi Brett McGurk’un Kobanê’ye liyor. Rakka Operasyonu IŞİD’in Suriye’deki geldiği ve Rakka Operasyonunu Rojavalı yetkilileri ile varlığına büyük bir darbe olacaktır” ifadelerini kullandı. görüştüğü öğrenildi. McGurk’un Roajavalı yetkililere Rakka Operasyonu’nun detayları hakkında bilgi verdiği belirtildi. Yazar F. Heci Mistefa: ABD Tişrin Barajı’na önem veriyor Kobanê’de bulunan gazeteci Mohammed Ali McGurk’ün Rojava ve Suriye’de yeniden başlayan askeri ve siyasi gelişKobanê temaslarını BasHaber’e değerlendirdi. Ali, McGurk’ün meleri BasHaber’e değerlendiren gazeteci - yazar Farûq Heci PYD Eş Başkanı Salih Müslim ve YPG’nin askeri yetkilileri Mistefa, Kürd güçlerinin Cerablus ve Minbic’i almak istedikile yaptığı görüşmelerde askeri operasyonların gündeme lerini ancak ABD’nin Kürd güçleri ile Rakka operasyonuna geldiğini, ABD’nin PYD ve YPG’ye askeri destek vermeye hazırlandığını ifade etti. Mistefa ABD’nin IŞİD’in Irak ve ile devam edileceğine dair sözün teyit edildiğini belirtti. Gazeteci bağlantısının sona ermesi için bir strateji izlediğini savundu. Ali 100’e yakın ABD’li yeni askeri uzmanların da Kobanê’ye Mistefa Rakka’nın düşürülmesinin IŞİD’in Suriye’de büyük geldiğini ifade ederek, ABD ile Rojavalı yetkililerin, Rakka oranda zayıflattacağını da ifade ederek, “Kürd güçleri Rakka’da Operasyonu’ndan sonra Minbic ve Cerablus operasyonunlarıdaha çok Cerablus ve Minbic’in alınmasını ve Efrin’deki kuşatnın da gündeme geleceğini yazdı. Obama’nın Özel Temsilcisi manın kalkmasını istiyor. ABD de IŞİD’in Rakka ve Suriye’de McGurk daha öncede koalisyon yetkilileri iler beraber 30 zayıflatmayı palanlıyor. Rakka Operasyonu’na ilişkin bir uzlaşı Ocak’ta Kobanê’yi ziyaret etmişti. McGurk’ün Kobanê ziyareti var. Rakka’yı yakın zamanda alacaklar” ifadelerini kullandı. Türkiye ile ABD arasında gerginliğe neden olmuştu. Kobanê’yi ziyaret eden ABD’li yetkililerin Tişrin Barajı’nda Rusya’da müdahil olmak istiyor Ekim 2015 yılından bu yana Suriye’de IŞİD ve El Nusra’ya karşı hava saldırıları yapan Rusya’nın da Rakka Operasyonu’na destek vereceği öğrenildi. Rusya’nın ABD ve koalisyon ülkelerine 25 Mayıs’tan itibaren Suriye’de ortak hava harekâtı düzenleme teklifinde bulunduğu açıklandı. Rusya’nın Suriye’de ortak hava harekâtı düzenleme teklifi Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’dan geldi. Şoygu, Suriye’de 25 Mayıs’tan itibaren ateşkese uymayan El Nusra Cephesi ve diğer muhalifleri hedef alacak ortak hava harekatı başlatmak için ülkesinin ABD’ye ve IŞİD karşıtı koalisyona teklifte bulunduklarını söyledi. Rusya Savunma Bakanı, Suriye hükümetinin de tekliften haberdar olduğunu açıkladı. Bakan incelemelerde de bulunduğunu belirten Mistefa, IŞİD’in son bir haftada Tişrin Barajı ve çevresine yoğun saldırılar düzenlediğini belirtti. ABD’li yetkililerin barajın güvenliği için bölgeye askeri uzmanlar gönderdiğini söyledi. Rakka Operasyonu sonrası Cerablus ve Minbic operasyonlarının da gündeme geleceğini ifade eden Mistefa, “ABD de Kobanê ve Efrin hatının IŞİD’ten temizlenmesini istiyor. Özgür Suriye Ordusu ve DSG arasında bir uzlaşma arayışı içerisindeler. Bu arayış sonuç vermedi. Türkiye DSG’nin bölgeyi kontrol etmesini istemiyor. ABD’nin de kimi çekinceleri var. Ama Tişrin Barajı ABD için de çok önemli” değerlendirmesini yaptı. 05 Çerkes soykırımından başlayarak FERHAT KENTEL 21 Mayıs Çerkes soykırımının yıldönümü. 1864’te Rus orduları yüzyıllarca süren bir yok etme seferberliğini nihayete erdirdiler. Yüzbinlerce Çerkes katledildi. Hayatta kalabilenler bulabildikleri imkanlarla güneye, Osmanlı’ya, Osmanlı’nın güney eyaletlerine, şimdiki Suriye ve Ürdün topraklarına doğru ulaşmaya çalıştılar. Yollarda binlerce insan hayatını kaybetti. Karadeniz, Çerkeslerin nesiller boyunca unutamadıkları bir felaket denizi haline geldi. Her zaman olduğu gibi, felakete uğrayan, ölümden kurtulmaya çalışan insanlar yollarda bir kere daha nasıl tekrar felakete uğruyorlarsa, binlerce Çerkes de denizde can verdi. Denizde yakınlarını kaybedenler yıllarca balık yiyemediler. Osmanlı Çerkeslere kucak açtı. Osmanlı ‘iyilik’ yapmıştı ama hesabı vardı. Çerkesler Osmanlı devleti tarafından tampon halk olarak kullanıldı. Marmara’nın güneyinde Rumlara karşı ve Samsun’dan Kayseri’ye inen hat üzerinde Ermenilere karşı Çerkesler ‘millet-i hakime’nin gücünü arttıracak unsurlar olarak görüldü. Çerkesler topraklarından kovulmuşlardı ve geldikleri topraklara sonuna kadar, tırnaklarıyla tutundular. Balkanlardan gelen halklarla birlikte yükselmekte olan yeni bir Türk vatandaşlığının “asli” unsurları oldular. “Asil unsur” olmak, kendi otantik varlığını silmek anlamına geliyordu. Silemeyenlerin kaderi ise Çerkeslerin Rusya’da yaşadığından farklı olmadı. Bir bakıma Çerkes soykırımı, oluşmakta olan ‘uluslararası düzen’ için bir model oldu. Fransız devrimiyle birlikte ortaya çıkan ‘sihirli’ yöntem asimilasyonu beceremeyen devletler, “ulusal (ya da milli) çıkarları” adına, etnik-dinsel temizlik silahını icat ettiler. Fethettiği topraklarda tutunamayan Osmanlı ve tepesindeki İttihat Terakki, varlığını sürdürmek için, yenildiği düşmanlarını taklit ederek, geride kalan topraklarını homojenleştirmeye girişti. Bu toprakların en eski halklarından biri olan Ermenilerin de soyları kırıldı; kendi topraklarından kovuldular; yaşadıkları büyük felakete yollarda yaşadığı felaketler eklendi. Çerkesler gibi anavatanlarından bambaşka yerlere savruldular. Çerkeslerin başına gelen Ermenilerin başına geldi... Ermenilerin başına gelen daha sonra Almanya’da Yahudilerin başına geldi. Nazizm’in mimarı Hitler, ‘uluslar arası’ düzenin Ermeni soykırımını hatırlamadığını, ulusların ‘ulusal çıkarlar’ adına hatırlamak istemediğini çok iyi biliyordu. Bir yanda, Naziler Yahudileri toplama kamplarında kurşunla, gazla, teker teker, topluca öldürürken, öte yanda Rusya’yı yıkarak “sosyalizm” adına kurulduğu iddia edilen bir ülke “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği”, eski çarların geleneğinden bir milim kopmadığını gösterdi. Özellikle Stalin döneminde olmak üzere, insanların hayatları üzerinde kibirli bir nüfus mühendisliği adına, milyonlarca insan açlıktan kırıldı. “Reel sosyalizm”e itiraz edenler “deli” ya da “hain” muamelesi görerek akıl hastanelerine, toplama kamplarına kapatıldı. Kırım Tatarları da, Sovyet hükümeti tarafından “Nazilerle işbirliği” yaptıkları iddiasıyla, “ihanet” suçlamasıyla, 1944’ten itibaren yerlerinden yurtlarından edilerek sürgüne yollandılar. Genç, yaşlı, çoluk, çocuk onbinlerce Tatar sürgün yollarında ya da sürgünde hayatını kaybetti. Korkunç olan şu: zulme uğrayanlar da zalimlerin zulümlerinin parçası haline gelebiliyorlar. Başkasının uğradığı zulmü görmeyerek, başkasının hak ettiğini düşünerek, zalimler gibi düşünerek... Zulmedenlerin dilinden hiç eksilmeyen büyülü kelime, başkalarını yok etmeye gerekçe üretmek üzere biçilmiş bir kaftanolan “ihanet”, zulme uğrayanlara da sirayet etti.... Zalimler arasındaki esinlenmelerle hayata geçen cezalandırmaların ölçeği, derecesi fark etmiyor. Zalimin ya da mazlumun kimliği de hiçbir fark taşımıyor. Ve Diyarbakır’ın Dürümlü mezrasında, 12 Mayıs’ta bomba yüklü kamyonu infilak ettirerek 16 kişiyi öldürenler de ‘zalim’ kategorisinin tam ortasında yer alıyorlar. 06 HABER BasHaber 23 - 29 Mayıs 2016 Goran - YNK Anlaşması: Ulusal birlik mi, bölgesel ikilik mi? K Zeyat Cebo BY’de bağımsızlık referandumu için ulusal birlik beklentileri günde iken, YNK ve Goran’ın yaptığı anlaşma endişelere deneden oluyor. Goran’ın PDK karşıtı bir güç birliği oluşturmak ve ülkedeki siyasi dengeleri değiştirmek için YNK’ye yanaştığı ileri sürülüyor. Öte yandan İran’ın da Kürdler arası çelişkileri derinleştirmeye çalıştığı KBY’de ‘tarihi bir dönem’ olarak adlandırılan bu süreç; YNK - Goran Anlaşması ile yeni bir döneme evriliyor. Tartışmaların merkezinde ise; ’YNK-Goran Anlaşması ulusal birliğe mi, yeni bir parçalanmaya mı hizmet edecek?’ sorusu yer alıyor. Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) ve Goran Hareketi arasında varılan 11 başlık ve 25 maddeden oluşan anlaşma Kürdistan Bölgesi’nde yeni bir parçalanma endişelerine neden oldu. YNK Genel Sekreteri Celal Talabani’nin evinde imzalanan anlaşma, Süleymaniye’deki Şarê Ciwan Oteli’nin toplantı salonunda basına duyuruldu. YNK ve Goran yetkilileri anlaşmanın KBY’nin karşı karşıya kaldığı siyasi ve ekonomik krizi aşma, toplumsal adaleti sağlama, adalet ve eğitim sorunlarını çözme ve Kürd halkını örgütlendirme amacını taşıdığını belirtirken, Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) ise açıklanan kimi maddelerinin sorunları derinleştireceğini savunarak anlaşmaya tepki gösterdi. PDK: Halkın iradesi dışında hiçbir iradeyi kabul etmeyeceğiz PDK Genel Merkezi tarafından yapılan açıklamada, anlaşmanın iç sorunların çözümüne hizmet etmeyeceği aksine istenmeyen durumlara sebep olabileceği uyarısı yapıldı. Açıklamada ayrıca, YNK’nin anlaşmadan önce PDK’ye danışmaması eleştirildi ve geçmişte sorunları çözmek adına PDK’yle yaptığı Stratejik Anlaşma’nın tersine bir tutum izlediği, PDK’nin halkın iradesi dışında hiçbir iradeyi kabul etmeyeceği vurgulandı. Sykes - Picot Anlaşması’nın 100. yıl dönümünde KBY’nin bağımsızlık için ulusal birliği gündeme aldığı ve referandum için kitlesel desteğin büyüdüğü bu dönemde, taraflar arasında sağlanan anlaşma, yeni siyasi tartışma ve çekişmelere yol açtı. YNK’de anlaşmaya itirazlar YNK ve Goran, anlaşmanın pratize edilmesini denetlemek, KBY’deki siyasi partiler ve Bağdat Hükümeti ile müzakerelerde bulunmak amacıyla ortak komite oluşturma kararı alırken, her iki partinin içinden de anlaşmaya tepkiler var. Özellikle YNK üst düzey yöneticilerinden Mele Bahtiyar, Erselan Bayiz, Azad Cundiyani, Mahmud Sengavi ve Hemeyi Heme Seyid gibi isimlerin anlaşmanın imza toplantısına katılmaması, YNK içindeki parçalanmışlığın yansıması olarak değerlendirildi. Anlaşmaya ilişkin Güney Kürdistan basınında da çeşitli iddialar ortaya atılmakta. İddialara göre Goran’ın, bu anlaşma ile YNK’yi yanına çekerek PDK’ye karşı daha güçlü bir tabana sahip olmak istediği ve YNK ile PDK arasındaki Stratejik Anlaşma’yı yıkmayı hedefliyor. Öte yandan, anlaşmanın İran tarafından “bağımsızlığı ertelemek ve Kürd güçleri arasında çelişkileri derinleştirmek” için desteklendiği iddiaları da öne çıkarken, KBY’deki dış ülkelerin temsilcilerinden sadece İran’lı yetkililerin basın açıklamasına katılmaları da dikkat çekti. YNK - Goran Anlaşması’nın KBY siyasetine etkilerini, milletvekilleri, siyasetçi ve akademisyenler BasHaber’e değerlendirdi. YNK’li Abdullah Bor: YNK - Goran anlaşması PDK’ye karşı değildir Anlaşmayı BasHaber’e değerlendiren YNK Parti Meclisi Üyesi Abdullah Bor da, anlaşmanın amacının farklı yönlere çekilmesinin doğru olmadığını söyledi. Bor, “Tüm Kürd partileri arasında birlik ve ittifak sağlanmalıdır. YNK - Goran Anlaşması’nda da ulusal birlik ve bağımsızlık için ulusal uzlaşı maddesi vardır. Dolayısıyla PDK’ye, başka bir parti veya tarafa karşı değildir. Biz bugün Peşmerge olarak cephede ortak düşmanlarımıza karşı Kürdistan topraklarının birliğini savunmak için çarpışıyoruz. Eğer siyasal birliğimiz olmazsa, bu savaşın ne anlamı kalır ki? Yine bu birlik olmazsa halkın bağımsızlık Mahmut Osman Abdullah Bor PDK’nin razı olmaması halinde olabilecek senaryolardan sözediliyor ki bunlar KBY için tehlikeye işaret ediyor” yorumunda bulundu. Anlaşmanın KBY siyasetine etkilerine de değinen Hamit, anlaşmanın önemli sonuçlarının olacağını iddia etti. Hamit, “Biz YNK ve Goran Hareketi arasında sağlanan anlaşmanın önemli sonuçları olacağından ümitliyiz. Baas Rejimi’nin Kürdistan’dan kovulması üzerinden 25 yıl geçti. Bu 25 yıl içinde yapılan anlaşmalar hep makam, mevki ve ticari çıkarlar üzerine oldu ve Kürd halkının kazanımları kemirildi. Halk bu durumdan rahatsız. Kürd siyasetinin bu durumu görmesi ve acil önlem alması gerekiyor. YNK ile Goran arasında varılan anlaşma bu temelde geçmiş anlaşmalardan farklıdır. KBY’de yasaların egemenliğini, ulusal birliği ve adaleti sağlamayı hedefliyor”diye konuştu. ve özgürlük istemi nasıl gerçekleşir ki? YNK ve Goran arasında sağlanan anlaşma, kendi evimizi düzenlemek için atılmış bir adımdır” şeklinde konuştu. Goran - YNK Anlaşması’nın YNK - PDK Siyasetçi Osman: YNK - Goran stratejik ittifakını sonlandıramayacağını Anlaşması yeni bir durum doğurmaz söyleyen Bor, siyasi partilerin birlik çağrısı YNK ile Goran Hareketi’nin geçmişte tek yapmaları gerektiğini dile getirdi. Kürdlebir parti olduğunu hatırlatan Kürd siyasetçi rin kardeş kavgasına son verdiklerini Kürd Mahmut Osman da, her iki taraf arasında halkının iki idareli modeli gerçekleşen yakınlaşmakabul etmeyeceğini de ifanın da doğal olduğunu Sykes - Picot Anlaşması’nın de eden Bor, “Sykes - Picot söyledi. Osman, “Goran 100. yıl dönümünde KBY’de Anlaşması 100 yılını geride 2009’da YNK’den ayrıldı, bıraktı ve şimdi Kürdler bağımsızlık referandumu için daha sonra 2012 yılında yeni bir sayfa açıyor. Bu ulusal birlik gündemde iken, Dabaşan’da Celal Talabani yüzden, Kürd güçlerinin YNK ve Goran Anlaşması endi- ve Noşirwan Mustafa bu birliği için atılan her adım, temellerini şeli tartışmalara sebep oldu. anlaşmanın elimizi güçlendirecektir. attı. Ancak Mam Celal’in Goran’ın PDK karşıtı bir blok hastalığı nedeniyle anlaşKürd güçlerine çağrı da mevcuttur. Anlaşmada bu oluşturmak ve siyasi dengeleri ma askıya alındı. Bu süreçesas üzerine YNK ile PDK değiştirmek için YNK’ye yanaş- te YNK’nin kendi içinde arasında sağlanan ‘Strateparçalanması ve belki de tığı ileri sürülüyor. jik Anlaşma’ zamanında Goran Hareketi’nin de Kürd birliği adına çok Kürdistan Bölgesi’nde önemli bir rol oynadı. Bizim için büyük bir hedeflediklerini gerçekleştirememesi bu bozgun olan kardeş kavgasını sonlandırdı. yakınlaşmayı taraflar adına gerekli kıldı. YNK - Goran Anlaşması’nın bu anlaşmayı Bu yakınlaşma sonucunda ilerde tek parti bozduğunu düşünmüyorum. Kürdistan’da olmaları ihtimali de var. Bence bu durum tekrardan iki başlı bir idare ve çatışmaya her iki taraf açısından da beklenilir bir sebep olacak siyasi girişimlerin de halk durumdu. Bu yakınlaşma KBY’de yeni bir tarafından kabul edileceğini sanmıyorum” durum doğurmaz” ifadelerini kullandı. değerlendirmesini yaptı. Kürd siyasetçi Osman, tüm Kürd partilerinin içinde yer aldıkları yeni bir cephenin Goran’lı Peri Salih Hamit: kurulması gerektiğini de savunarak, “PDK Barzani büyüklüğünü göstermeli bu anlaşmaya karşı tepkisini ortaya koydu. YNK ile Goran Hareketi arasında sağlaKürd siyasetinde parçalanmayı derinleştinan anlaşmanın Güney Kürdistan için yeni ren adımlar olumlu sonuçlar doğurmuyor. bir sayfa açacağını iddia eden Goran Millet- Kürd güçleri bu tarihi dönemde, 1988’de vekili Peri Salih Hamit ise, PDK’nin ‘neden olduğu gibi bir ulusal cephenin kurulmabenim rızam alınmadı’ dediğini ve bu tavır sı için çabalamalıdır. Sadece bu temelde yüzünden farklı senaryoların da gündemde sağlanacak bir birlik tüm tarafların ve Kürd olduğunu iddia etti. Hamit, PDK’nin tavrını halkının çıkarlarına hizmet eder. Bence eleştirerek, “PDK Kürdistan’ın dört parçaPDK’nin ve İslami tarafların da katılacağı sındaki partilerin adımlarına karşı ‘benim ortak bir çözüm üzerine çalışmaları daha rızam neden alınmadı’ tutum sergilemesi değerli olur. YNK ve Goran’ın ayrı, İslamidoğru değil. Sayın Barzani gibi ömrünü lerin ayrı, PDK ve diğer bileşenlerin ayrı Kürd halkının mücadelesine adamış biri, anlaşmalara varması ne Parlamento’yu ne büyüklüğünü göstermeli. KBY’de yaşanan de Hükümeti aktifleştirir” diye konuştu. siyasi krizin aşılması için çabalamalıdır. BasHaber HABER 23 - 29 Mayıs 2016 Gündem Sykes - Picot ve bağımsızlık 07 Düğün, ölüm ve hamaset Çiya Miksî AHMET ÖZER K BY’de hafta içinde YNK ve Goran arasında imzalanan anlaşma gündeme damga vururken, referandum karnavalı ve Sykes - Picot Anlaşması’nı protesto eden etkinlikler yapıldı. Sykes - Picot’un 100. yıldönümü vesilesiyle bir me-saj yayımlayan KBY Başkanı Mesud Barzani, bu anlaşmanın geçerliliğinin kalmadığını söyledi. KBY’de hafta içinde diplomasi trafiği de sürdü. KBY Başkanı Barzani, Irak Cumhurbaşkanı Fuad Mahsum, Irak Muttehidin İttifakı Başkanı Usame Nuceyfi, Irak İslam Yüksek Meclisi Başkanı Adil Abdulmehdi, İran İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi ve Avrupa Birliği Dış ilişkiler Komisyonu’ndan bir heyetle görüştü. Barzani: Sykes - Picot’un geçerliliği kalmadı KBY Başkanı Mesud Barzani, Sykes - Picot Anlaşması’nın 100. yıldönümünde yayımladığı mesajda, ‘‘Sykes - Picot Anlaşması’nın imzalandığı günden beri ne Kürdistan, ne Irak, ne de Ortadoğu barış ve huzur yüzü görmemiştir’’ dedi. Sykes - Picot Anlaşması’nın artık geçerliliğinin kalmadığına vurgu yapan Barzani, dünya devletlerinin, Irak halklarına acı ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen politikalarında ısrar edeceklerine, Irak ve Ortadoğu halk larına çözüm getirecek çareler üzerine yoğunlaşmaları gerektiğinin altını çizdi. Mesajında KBY’deki güçleri ve siya-si partileri de uyaran Barzani; ‘‘Eğer siyasi güçler, tarihin önümüze çıkardığı fırsatı farklı bahanelerle kaçırırsa o zaman halkımız kendi kararını verir. Bu tüm siyasi oluşumlardan daha güçlü ve meşrudur’’ dedi. Barzani, İran İstihbarat Bakanı Alevi’yle görüştü Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başkanı Mesut Barzani, İran İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi ve beraberindeki heyeti kabul etti. Görüşmede IŞİD ile mücadele, Musul’u kurtarma operasyonu, Erbil - Bağdat arasındaki ilişkiler ve bölgede meydana gelen son siyasi gelişmeler konusunda görüş alışverişinde bulunuldu. Barzani görüşmede misafir heyete IŞİD’e karşı verilen mücadele, cephelerin durumu ve Irak’ın içerisinde olduğu siyasi durum hakkında değer-lendirmelerde bulundu. Barzani ayrıca, IŞİD ile mücadelede ciddi uluslararası yardım ve dayanışma gerekliliğine vurgu yaparak, örgütün tamamen ortadan kaldırılması için sadece askeri değil, ekonomik, fikri ve siyasi açıdan da mücadele edilmesinin şart olduğunu dile getirdi. İran İstihbarat Bakanı Alevi ise ülkesinin bölgede meydana gelen gelişmeler karşında Kürdistan Bölgesi’ne destek vermeye devam edeceğini kaydetti. Mesrur Barzani: Dünya, Kürdlerin kararına saygı göstermeli KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani, Sykes - Picot Anlaşması’nın 100. yıldönümü vesilesiyle kişisel sayfasından yayımladığı mesajında, ‘Bölge halkı özellikle de Kürd halkı ezilmekten, talan edilmekten ve hukuksuzluktan bıkmıştır’ dedi. Bu anlaşma yüzünden özellikle Kürdlerin çok acılar çektiğini ve bedeller ödediğini belirten Barzani, “Büyük güç ve uluslar, kendi çıkarlarını korumak için bölge halklarının taleplerine kulak asmadan, bölgeyi parçalara bölerek, sahte sınırlar çizerek kararlar aldı. Bu tarihi hata yüzünden bölgemizde çok kan döküldü, acılar yaşandı ve kimliğimiz tanınsın diye çok bedeller ödedik. Bu tarihi hatayı itiraf etmenin, düzeltmenin ve bu hukuk dışı sistemin yıkılmasının, bölge halkının kendi kaderini tayin etme zamanı artık gelmiştir” dedi. Kürd halkının, bir daha hiçbir gerekçeye sığınmadan, hiçbir baskı ve güce boyun eğmeden, hiç kimsenin kendi geleceği ile oynamasına izin vermeden, eline geçen tarihi fırsatı değerlendireceğini belirten Barzani mesajının devamında, “Bağımsızlığımızı kazanana kadar kendi kaderimizi tayin etmede ısrarlı olalım. Bu sürecin, siyasi güçlerin oyunlarına, bazı parti ve kişilerin çıkarlarına veya amacımıza ulaşmamamıza engel olanlara kurban edilmesine izin veremeyiz. Eğer biz köleliği kabul etmezsek, hiçbir güç bize boyun eğdiremez ”dedi. Barzani Sykes - Picot Anlaşması’nın 100. yıldönümü vesilesiyle tüm dünyadan özellikle de Ortadoğu haklarından Kürd halkının alacağı karara saygı göstermesini isteyerek, “Kürdlerin barış içerisinde kendi çözümünü geliştirme, komşuluk ve dostluk inisiyatifine saygı gösterin” ifadelerini kullandı. “Sykes - Picot çöktü, yeni bir sistem gerekli“ KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani, İngiltere Savunma Bakanlığı Özel Temsilcisi General Tom Beckett ve beraberindeki askeri heyetle yaptığı görüşmede, KBY ve Bağdat hükümeti arasındaki tarihten gelen sorunların çözülmesi için diyaloğun yeniden başlaması gerektiğini belirterek, ‘birlik olunamıyorsa iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde çözüm geliştirilmeli’ dedi. Sykes - Picot Anlaşması’nın Kürdler için doğurduğu felaket ve sorunların artık çözülmesinin zamanı geldiğinin altını çizen Mesrur Barzani, yeni bir sistemin kuruması gerektiğini ifade etti. Barzani, AB Kuzey Afrika ve Ortadoğu Masası Direktörü Dr. Nicholas Westcott ile de görüştü. Görüşmede; AB’nin Peşmerge Güçleri’ne askeri desteği, mülteciler için yapılması öngörülen insani yardımlar ve Erbil - Bağdat arasındaki ilişkiler gündeme geldi. Barzani: “Kürdler, Irak ile birlikte yaşam için her yolu denemiştir. Ancak Bağdat’taki aklın değişmemesi ve aynı politikalarda ısrar etmeleri, birlikte yaşamın tüm seçeneklerinin tükenmesine yol açtı. Kürdistan halkının tarihte başına gelen felaketlerin tekrarlanmaması için Kürd halkının kendi kaderini belirlemesi bölgenin istikrarı ve çıkarı için önemlidir’’ dedi. Her şey kartopu gibi büyüyor. Bunu yapanların yaptıklarının nasıl bir çığa dönüştüğünü görmüyorlar herhalde, görüyorlarsa da ya umursamıyorlar ya da görmezden geliyorlar. Hergün bombalar patlıyor, peşpeşe ölümler yaşanıyor, insan bedenleri parçalanıyor, cenazeler gelmeye devam ediyor. Silahla, şiddetle dün olduğu gibi bugünde bir şey çözülemeyeceği görülmüyor. Söz ve akıl susmuş, silahlar konuşuyor. Konuşma kanalları kesilirse yaşanacak olan budur. Gazeteleri açıyoruz bir tarafta Cumhurbaşkanı’nın kızının şaşalı düğünü, öbür yandan cenazeler ve tabutlara sarılmış aileler. Cumhurbaşkanı “nazlı ceylanımı mutlu olmaya gönderiyorum” diyor, şehidin babası “nazlı oğlumu mezara gönderemem, anası yanlız yatamaz, üşür beni de yanına gömün” diyor. İşte irasyonalitenin zirve yaptığı absürt nokta. Sözün hükmünün bittiği yer.. Peki bu yaşananlar bizi nereye götürür, hiç hesabı kitabı yapılıyor mu? Sadece devletin cebre dayanan çarkını çevirmek demokratik devletlerin yöntemi olamaz, devlet böyle yönetilemez. Önce boz, sonra bozduğunu yap, yapılanı alla pulla göster, sonra da “bak ben sizin için yapıyorum” de ve böylece toplumu uyut. Sorun bu bozma-yapma sorunudur. Nasıl mı? Anlatayım.. Kentleri, kasabaları tanklarla bombalıyorlar, gazetecileri işlerini yaptılar diye (ve tabi ucu birilerine dokunuyor diye) tutukluyorlar, açık açık yargıya, yargıçlara talimat yağdırıyorlar, düşüncelerini ifade etti diye akademisyenleri hainlikle suçlamaktan, hakaret yağdırmaktan geri durmuyorlar, onlardan yana değil diye iş adamlarını devletin olanaklarını kullanarak bertaraf etmeye çalışıyorlar. Bütün bu işleri kendi lehlerine çevirmek için algı inşaası için yeni bir süreç başlatıp bunu da istedikleri biçimde inşa ediyorlar. Her şey ayan beyan ortada değil mi? Ortada olmasına ortada, ancak korkutulmuşluk ve sindirilmişlik nedeniyle kimsenin sesi sedası çıkmıyor. Adeta bir toplumsal felç durumu yaşıyoruz. Çünkü bir sürü yandaş televizyoncu, medya mensubu gazetelerde televizyonlarda kanat önderi diye konuşuyor. Yapılanı bunca kötü işin aslında ne kadar iyi olduğunu anlatıp duruyor bu adamlar. Sonra da bunlar koro halinde bunları yapanların bırakın kötülüklerini sorgulamayı aslında ne mühim adamlar olduğunu yazıp çiziyor. Kırk defa tekrarlayınca da ortalama sıradan insanlar ister istemez inanmaya başlıyor söylenenlere. Diğer bir deyişle hep birlikte toplumun önüne kanaat önderi diye çıkarttığın adamları televizyonlarda tartıştır, gazetelerde yazılar yazdır, yayınlar yaptır; bunun adına da hak için, halk için çalışma de. Makyavel bile bu kadarını yapamazdı. Peki ne mi oluyor, hiç birşey olmuyormuş gibi yaptığımız ülkede. Sadece beş on gün içinde olanlara bir göz atmak yeterli durumun vehametini görmek için. Birkaç gün önce Amed Sporlular linç edildi. Bir hafta önce İstanbul’da iki Kürd işçi Kürdçe konuştu diye dövüldü, inşaata atıldı. 20 gün önce Yalova’da bir kızın alnına işkence ile Türk bayrağı çizildi. Hergün cenazeler geliyor dağdan ovadan her yerden, hem de onlarcası... Hepsi yoksul halk çocukları, çoğu iş bulamadığı için canını dişine takıp uzman çavuş olmuş. Babaları simit satarak ailenin geçimini sağlıyor. Sonra patır patır ölüyorlar bu insanlar.. Sonra cenazelerin bulunduğu camilerin önünde bir koruma ordusu eşliğinde ultra lüks mercedesler duruyor. Sonra o mercedesten ultra pahalı ve şık giyinmiş birileri iniyor, cenazenin başına geçiyor... Ölmenin faziletlerini anlatıyor. Kimsenin ölmesini istemeyiz, ama; “Bu şehitlik onu övenlerin lüks semtine neden hiç uğramıyor? Neden hep gecekondularda, kentlerin varoşlarında dolaşıp duruyor?” Lüks yaşamlarından kısacık sürede gösteri için gelenler. Bol hamasetten sonra gene koruma ordusu eşliğinde lüks mercedesine biniyor, arkasına bakmadan basıp gidiyor, o andan itibaren o cenazeyi unutuyor ve ateş düştüğü yeri yakmaya devam ediyor. Ve bu böyle devam edip gidiyor. Bu daha ne kadar böyle devam edecek? 08 BasHaber SÖYLEŞİ 23 - 29 Mayıs 82016 SÖYLEŞİ SÖYLEŞİ BasHaber 23 - 29 Mayıs 2016 9 SÖYLEŞİ Yazar Ömer Laçiner: İki tarafa da hesap sorma hakkım var Devlet ve PKK arasında devam eden savaşın, kırdan kentlere taşınması, sivil yaşam alanlarının talan edilmesi, canlı bomba ve bombalı araç patlatma “eylemleri”nin ülkenin tamamına yayılması, yerleşim bölgelerindeki savaş hukuksuzluğunu tartışmaya açtı. Dağlarda yenişemeyen devlet ve örgütün şiddeti şehirlere yöneltmesinin, sivilleri gözetmemesinin yıkıcı sonuçları ortada iken, şiddet savunuculuğu yapmayanların taraflarca ‘teröristlik/işbirlikçilikle’ suçlanması şaşkınlıkla izlenmekte. Yeni dönemde kuralsız bir savaşın yaşanacağını söyleyen Yazar Ömer Laçiner, “TC’nin bölgeye gönderdiği Özel Timler’in uyguladığı şiddette de bunu görüyo- Yeter Polat Geride bıraktığımız 35 yılın deneyimleri bir yana, son yıllarda devlet ile ana akım Kürd siyasetinin sadece şiddet üzerinden ilişkilenmesinin, Kürd meselesinin çözüm bulması bağlamında geçirilmesi gereken bir çocukluk hastalığından kangrene dönüştüğü teşhisine katılır mısınız? Başka tabirler de kullanılabilir. Kürd meselesinin barışçıl yollarla çözülmesi için barış süreci başlatıldı. Süreci başlatanlar, ‘Sünni Türk muhafazakârları.’ Milliyetçilikve İslamcılığı temel alanlar, insanlar arasındaki eşitliği kabul etmezler. Hak eşitliğinden söz ediyoruz. Mesela kadın ve erkeğin arasındaki eşitlik dediğimiz; her konuda olması gerekmiyor ancak aynı konularda aynı haklara sahip olmamızdır. İslamcı ve milliyetçi zihniyet bunu kabul etmez. Tarihlerinde yoktur. En fazla adaletten ise onlar bahseder. İki insan arasındaki adil ilişkiden bahsederler. Ama bu eşit ilişkisi değildir. Burada modern toplumun bize getirdiği birinci şey eşitsizlerin tamamını kaldırmak değil, ama en azından kamu gücü, imkânları ve insanın temel hakları konusunda insanların eşit oldukları inancıdır. Bunu da modern toplumlar, kurumlaşmaya yerleştirmeyeçalışırlar. Bu toplum,modernleşme tarihinin başından itibaren buna direndi. Türkiye’de modernleşme direncinin birinci dinamiği eşitliği kabul etmemektir. Mesela Hristiyan tebaanın bizimle eşit haklara sahip olmasını kaldıramadığımız için onları soykırıma uğrattık, mübadele ettik. Ardından Kürd meselesi çıktı. Milliyetçi damar ‘ben niye Kürdlerle eşit haklara sahip olurum’ demeye başladı. Bugün burada kabul edilmeyen mesele, Kürdlerin ısrar ettiği eşit haklar. Düşünün ki bir Kürdün ana dil hakkı, kimlik halinin birinci unsurudur. Siz bir halkın kendi dilinde eğitim öğrenim yapmasını yasaklıyorsunuz. Hala da diretiyorsunuz. Bu kadar tabii bir hakkın tartışma konusu olmaması gerekirdi. Ama oldu. Barış falan dedikleri hikâye: “Kardeşim biz, sizi Türklerle, Sünni Türklerle, Sünni Kürdü, Alevi Kürdü eşit hakta falan sayamayız. Bakarsınız günün birinde onu da kabul ederiz. O kararı da benvereceğim sen almayacaksın. Senin öyle bir hakkın yok. Ben verirsem var. Duruma göre, hoşuma giderse veririm. Burada eğer modern ilişkiler içerisinde Türk-Kürd barışı, demokratik bir birliktelik olacaksa, bunun hak ve özgürlükler temelinde olması lazım. Bu tartışılmaz bir şey. Şu anda Türkiye’nin tamamı zaten esastan kabul etmiyor. Bunu pratik ve pragmatik nedenlerle geçici olarak kabul ettiği, eder gibi gözüktüğü zamanlar oldu/olabilir. Barış süreci dedikleri hikâye başladığı vakit, bunun amacı yönetimdeki adamların söylediği gibi, Diyarbakır’ı, Mardin’i Manisa’dan Edirne’den farklı kılmayacağı gibi laflar edildi. Ancak bu süreci başlattıklarında aynı zamanda kalekollar da inşa etmeye devam ettiler. Bunların inşaatını niye durdurmuyorsunuz diye sorduk. Oraya giden heyet bunu sordu, istedi. Bunun için insanlar gösteriler yaptılar ve öldürüldüler. Buna rağmen devlet ısrarla kaleler yapmaya devam etti. 35 yıldır bu ülkede Kürd meselesinin ancak ve ancak silahla çözülebileceğine mi inandırıldık? ruz. Özel Timler böyle yaparken, PKK de yaptıklarına meşruiyet arıyor. Kürdlerin iradesini temsil ettiğini iddia eden bir örgüt ve Türk devletinin kararlığını sağlamaya çalışan diğer taraf var” diye konuştu. BasHaber’in sorularını yanıtlayan Birikim Dergisi Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner, “PKK ile bir mukavelem yok. Bunu ısrarla söylüyoruz ama benim devlet ile bir mukavelem var. PKK benden izin alarak bir şey yapmıyor. Devlet en azından kurumsal olarak yasalar itibarıyla benden onay almak zorunda. Bu da bana devlete ‘ne yapıyorsun’ deme hakkını verir! PKK ile böyle bir bağlantım yok. PKK’nin yaptıklarını lanetleyebilirim, eleştirebilirim. Ama devlete bir yurttaş olarak hesap sorma hakkım var. Ben PKK’nin yurttaşı değilim. PKK tek tek Kürdlere bile kendini sorumlu hissetmeyebilir. Diyebilir ki ben sizden onay alarak kurulmadım. Siz zaman içerisinde, benim sizi koruduğumu, sizin temsilciniz olduğumu kabul ettiniz” diyor. Kürdler en başından beri kendi kimliğini yaşayamıyorsa, hala kısıtlamalar altındaysa ve devlet deinkar etmekte ısrar ediyorsa, silahı en azından geçici olarak kullanmasan bile elinde bulundurursun. PKK, Türkiye’de sağlam bir zemin bulununcaya kadar silahları bırakmayız diyor. Bir öz savunma gücünden bahsediliyor, PKK’nin öz savunma gücüne dönüştürülmesinden. Herkes de bununyerel yönetimlere bağlı yarı milis güç olduğunu da biliyordu. Kürdleri bu konuda suçlamıyorum. ‘Silahla bu işin çözümünden başka çare yoktur’a getiren tarihsel nedenler var. Çünkü onların bir silahlı güç oldukları ve devletin başını ağrıtabileceklerini gösteriyorlar. Bunu kanıtlayabildikleri anlarda ancak onlar bir şeyler elde edebildiklerini düşünüyorlar. Böyle olunca da ister istemez, silahlı güçten hemen vazgeçmek istemiyorlar, silahı hemen bırakmaya yanaşmıyorlar. Neden 15 tonluk bombalı bir araç köy yollarında dolaştırılır? Aynı şey devlet için de geçerli, vatandaş adına “terörle“ mücadele adına sivillerin yaşadığı mahallelere tank-top ile saldırı hakkını kimden alıyorlar? Adam diyor ki ‘ben mücadele ediyorum.’ Binalar yıkıyor, içinde insanlar ölüyor. Bir saatten sonra işi kim başlattı meselesi biter. PKK ile bir mukavele yok. Bunu ısrarla söylüyoruz ama benim devlet ile bir mukavelem var. PKK benden izin alarak bir şey yapmıyor. Devlet en azından kurumsal olarak yasalar itibarıyla ben ve benim gibilerinden onay almak zorunda. Bu da bana devlete ‘ne yapıyorsun’ deme hakkını verir! PKK ile böyle bir bağlantım yok. PKK’nin yaptıklarını lanetleyebilirim, eleştirebili- rim. Ama devlete bir yurttaş olarak hesap sorma hakkım var. Ben PKK’nin yurttaşı değilim. PKK tek tek Kürdlere bile kendini sorumlu hissetmeyebilir. Diyebilir ki ben sizden onay alarak kurulmadım. Siz zaman içerisinde, benim sizi koruduğumu, sizin temsilciniz olduğumu kabul ettiniz. Ben size kabul ettirdim. Dolayısıyla ben de yapımı değiştirmediğime göre sizin iradenizim diyor. Onun için iradeden bahsediyor. PKK’yi savunan adamlar oy vermedi. Arkasında PKK’nin olduğu HDP kuruldu, oy verdirildi. Onun emirlerini yerine getirdiler. PKK’nin ona karşı taahhüdü yok. PKK Kürd halkına sormadı ne yapayım diye. Hendekler kazılırken, özerklik ilan edilirken kimseye sorulmadı. PKK diyor ki kimseye sormaya gerek yok. Benzetmek gerekirse eğer tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi. Atatürk kalkıp Sakarya’da büyük taarruz başlattı. Atatürk sordu mu ki biz de soralım diyor. PKK sormadı; ‘durum bu, bunu yapacağız’ dedi. Yeni dönemde artık kuralsız bir savaş var. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin oraya gönderdiği özel timler de öyle. Özel timlerin yaptıklarını görüyoruz. Özel timler böyle yaparken, PKK de yaptıklarına meşruiyet arıyor. Kürdlerin iradesini temsil ettiğini iddia eden bir örgüt, Türk devletinin kararlığını sağlamaya çalışan diğer taraf. Sokağa çıkamazsın diyor. İnsanın hayatı değişiyor. Filler tepişirken kimse çimenlere ne oluyor diye bakmaz. Bitmez mi? Bitmez. Bilek güreşi yaptığınızda bile bir kural vardır, hakem vardır. Bir el oraya yapışır, kalkamaz. Burada öyle değil ki. Herhangi bir zamanda bu zora düştüğü bir zamanda olabilir, silahların durması için geçici bir süre ateşkes. Türk devleti ben onun bileğini büktüm sende bırak derse, bunu soluklanmak için yapar. Sonra yeniden başlar. Türkiye daha önce birçok ateşkes gördü. PKK daha etkili araçlar bularak devam eder. PKK kendi tabanına, devlet kendi tabanına şiddet üzerinden bir şey söylüyor, etkili oluyor. Kimsenin barış, birlikte yaşam derdinin olmadığının açık ifadesi değil mi bu? Biz hala neden birlikte yaşam modelleri, çözüm önerileri üzerinde konuşuyoruz? Bu öyle değil ama. Bu topraklar kadim sorun çözme mantığı ile gidiyor. Buranın aldığı siyasi kültür (devletPKK dahil) uzlaşma falan çözüm değil. Çözüm dediğiniz burada birinin iradesini kabul etmesidir. Çünkü burasının değeri ve kuralı yok. Böyle bir kültürümüz yok. Burada bir taraf yenildiğini kabul etmeli ama iki tarafta yenilmez! Devlet yenecek, PKK yenilmedim diyecek. PKK’nin yenildim dememesi lazım. Bizim tarihimizde yok öyle bir şey. PKK’nin de hedefsiz denebilecek yaygın ve biçimsiz şiddet kullandığı ve savaşı sivil yaşam alanlarına taşıdığı, köylerin, kentlerin içinden tonlarca patlayıcı geçirdiği, bunun sonucu meydana gelen katliamlara herhangi bir şekilde karşı çıkanları “işbirlikçilikle” suçladığı görülüyor. Roboski’de devlet katliamından mağduriyet yaratıp Diyarbakır’da 16 köylüyü parçaları bulunamayacak şekilde havaya uçurmak nasıl bir devrimci şiddettir? PKK diyor ki, ‘bizim oradaki adamları öldürmek gibi bir niyetimiz yoktu. Başka bir şey yapacaktık, bunlar bize engel olmaya kalktı, böyle bir şey oldu’ diyor. PKK ’onlara karşı bombalı eylem düzenledik’ demiyor. PKK o bombayı düşmanlarına karşı kullanacaklarını söylüyor ’ama böyle oldu’ diyor. Bu PKK’nin kullandığı şiddetin sınırsız ve kuralsız olduğu gerçeğini değiştirmez. Gidip yola bomba döşüyorlar. Sonra istihbarat alıyorsunuz. ’Askeri araç geç geldi. Başka bir araç geldi patlattık, kaza’ diyorlar. O sırada öldüreceğiniz adamların yanında bir çocuk da ölüyor. Bu çocuğun ölümü sizin bütün meşruluğunuzu götürür. Onun için bombalarla iş görmek vicdansızlıktır. İnsanlar arasındaki problemlerin şiddetle çözülmesi insanlığın bir problemidir. İnsanı, insanlıktan çıkartır. Meşru müdafaa haricinde şiddet kullanması meşru değildir. Silah ve şiddet kullanmak insanı bozar. Keşke insanlar arasında şiddet kullanılmasa diyen kişi başka bir insana dönüşür. Şiddet esir alır aynı arsenik gibidir bu. Bir gramı bile yeter. İki taraf da şiddeti kutsuyor ve eleştirenleri “karşı tarafın işbirlikçiliği ile” suçluyor? Ne olacak yani birinden birinin şiddetinin onaycısı, amigosu olma zorunluluğu mu var? Amigosu olmak zorunda değilsiniz. Seninle aynı lafı papağan gibi söylemediği için öbür tarafın adamı sayılıyorsunuz. Eğer bu toplum iyi bir gelecek istiyorsa, ‚sus’ diyebilmeli. Onun için biz bunlardan bahsederken bir değer siyasetinden bahsettik. Herhangi bir soruna, milliyetçi perspektif ile yaklaşırsanız güçten başlarsınız. İnsanlar, biz haysiyetli bir toplum olmak istiyorsak güç kullanmak haktır der. Milliyetçilik değer kabul edilen bir şey değildir. Bu tecrübelerden geçmiş bir topluma bu yakışmıyor. Eğer kendilerini hayvandan farklı olarak görüyorlarsa, kendilerinde bir şey bıraktığına inanıyorlarsa, insanlar aralarındaki problemler ne olursa olsun, bunu kuvvet dışında yollarla çözmek insana yakışır. Öbürü hayvana mahsustur. Kabile değiliz. Biz bir değerin tarafıyız. Şiddetin tarafı değiliz. Bizi vahşi bakış açılarına almaya çalışıyorlar. Buna direniyoruz. İnsanlığımı yitirmek istemiyorum. Benim ona değil, onun bana hesap vermesi lazım. İki tarafın da. 09 Mutlak özdeşlik döneminde siyaset ve Kürd sorunu BİLAL SAMBUR Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından beri gündemden düşen ve düşmeyen iki ana konu bulunmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Çözüm Süreci fiilen ortadan kalkmıştır. 7 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye, son kırk yılın en sert ve ağır çatışma dönemine girmiş bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çözüm Süreci’nin buzdolabına kaldırıldığını ilan etmiş, Dolmabahçe mutabakatını tanımadığını ve ortada masa diye bir şeyin olmadığını ifade etmiştir. Bütün bu gelişmeler ışığında Çözüm Süreci ve güvenlik sorunları konularında tek gücün Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu söyleyebiliriz. Davutoğlu’ndan sonra genel başkanlığa ve başbakanlığa Binali Yıldırım getirilmiştir. Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı arasındaki ilişki, yüksek uyum modeli olarak kavramsallaştırılmaktadır. Ancak bu kavramsallaştırma, Cumhurbaşkanı- Parti - hükümet arasında kurulmak istenen ilişkiyi ifade etmeye yetmemektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Binali Yıldırım’dan beklentisi yüksek uyum değil, mutlak özdeşlik modelini hayata geçirmesidir. Süper koordinatör bakan işlevinde başbakan olması beklenen Binali Yıldırım’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dinamik ve değişimci politikalarını uygulaması beklenmektedir. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında mutlak özdeşlik modeline göre fiili başkanlık sisteminin uygulanacağı yeni dönemde Kürd sorununun ne olacağı karşımızda önemli bir soru olarak durmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürd sorununun olmadığını, terör sorunu olduğunu ifade ederek güvenlik merkezli politikaların uygulanmasını istemektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündeminde Çözüm Süreci’nin yeniden başlatılması şeklinde bir konu bulunmamaktadır. İmralı - Kandil ve HDP ile ilk süreçte olduğu gibi, hiçbir şekilde ilişki kurulmayacaktır. Çözüm Süreci ve müzakere gibi yollarla örgüte silah bıraktırılmayacağının farkında olan Cumhurbaşkanı, tek çözümün askeri yollarla Kandil - YPG - PYD’yi bitirmek olduğu şeklinde bir kanaate sahiptir. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan olan Binali Yıldırım, yeni dönemde Cumhurbaşkanı’nın yürüttüğü politikayı ince ve radikal bir şekilde uygulayacaktır. Örgütün hendek ve özyönetim girişimlerini bastırmak için her türlü müdahale ve operasyonun gerçekleştirileceğini öngörebiliriz. AK Parti genel başkanlığı için adaylığı açıklandıktan sonra Binali Yıldırım, ilk ziyaretini PKK’nin yapmış olduğu bir saldırı sonucunda hayatını on beş kişinin kaybettiği Dürümlü Köyü’ne gerçekleştirmiştir. Binali Yıldırım, bu ziyaretle devletin terör mağdurlarının yanında olduğu, aynı zamanda terörle mücadelede hiçbir şekilde taviz verilmeyeceği mesajını vermiştir. Önümüzdeki yaz aylarında şiddet ve çatışmaların yoğunlaştığı bir döneme doğru gidiyoruz. Yeni dönemde HDP’nin siyasal ve sosyal alanlardan tasfiyesi stratejik hedef haline getirilmiştir. AK Parti açısından HDP, meşru bir siyasi parti değil, PKK’nin kendisi olan bir yapıdır. Başka bir ifade ile HDP, artık terör örgütünün uzantısı olarak değil, terör örgütünün kendisi olarak görülmektedir. Bu yaklaşım çerçevesinde dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla HDP’nin siyasal alandan etkisizleştirilmesinin önemli bir adımı gerçekleştirilmektedir. Ancak dokunulmazlıkların kaldırılmasının referanduma gitmesi ihtimalinin neden olacağı sosyal ve siyasal mahzurlardan da endişe duyulduğu görülmektedir. Binali Yıldırım’ın yönetimindeki AK Parti ve hükümet döneminde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne karşı politikada büyük değişiklik olmayacaktır. Türkiye, KYB’nin bağımsızlık talebine karşı çıkmakta, Erbil’in Bağdat’a bağlı kalması gerektiğini savunmakta ve Türkiye ile ekonomik ilişkilerini devam ettirmesini esas almaktadır. Rojava’daki PYD-YPG liderliğindeki kantonal düzeni kendisine tehdit olarak gören hükümet, önümüzdeki dönemde Suriye’ye ve Rojava’ya askeri olarak girme seçeneğini her zamankinden daha fazla düşünecektir. Kısacası Binali Yıldırım dönemi, siyaset ve Kürd sorununda zor politikaların uygulanacağı bir dönem olmaya aday gözükmektedir. 10 KARNAVAL BasHaber 23 - 29 Mayıs 2016 BasHaber HABER 23 - 29 Mayıs 2016 Dr. Kerkuki: Kürdler için Irak’la birlikte yaşam utanç verici I Referandum için sivil inisiyatif 1 Çinar Doski 00. yılı dolan Sykes - Picot Anlaşması’nı protesto eden Kürdler, bağımsız bir devlete sahip olmak için çeşitli sivil inisiyatifler ve aktiviteler geliştiriyor. İngiltere’de yaşayan üniversite öğretmeni Hemin Mîran’ın sosyal medya üze-rinden başlattığı “4 Ekim 2016 Bağımsız Kürdistan Referandumu” etkinliğinin yanı sıra, Sykes - Picot Anlaşması’nın 100. yıldönümü olan 16 Mayıs’ta Erbil’de “Bağımsızlığa Evet” inisiyatifinin düzenlediği “Bağımsızlık Karnavalı” büyük destek gördü. Aynı gün Köln’de Kürdistan’ın bağımsızlığını desteklemek ve Sykes – Picot Anlaşması’na tepki göstermek amacıyla kitlesel bir yürüyüş yapıldı. Erbil’de ‘Bağımsızlık ve Referandum Karnavalı’ Güney Kürdistanlı bir grup aktivist tarafından kurulan “Bağımsızlığa Evet İnisiyatifi” KBY’nin başkenti Erbil’de, bölgenin kaderini tayin edecek referandum için “Referanduma Destek Karnavalı” düzenledi. Sivil toplum kuruluşlarının da desteklediği Referanduma Destek Karnavalı’na Erbil Valisi Newzat Hadi, KBY Parlamentosu KDP Grup Başkanvekili Omid Xoşnav, KBY Parlamentosu Türkmen Milletvekili Muna Kahveci ile çok sayıda parlamenter, hükümet yetkilisi ve vatandaş katıldı. Kent merkezindeki Sharaton Otel’in önünden başlayan yürüyüş, tarihi Erbil Kalesi’ne kadar sürdü. Yürüyüşte renkli görüntüler vardı. Yürüyüşe katılan vatandaşlar, üzerinde “Sykes - Picot” yazılı tabut taşıdı. Bir grup atlı süvari ile Eylül Devrimi’ne katılan eski Peşmergelerin geleneksel kıyafetleri ile yürüyüşe katılması dikkat çekti. Aktivistler ayrıca üzerinde “Referanduma Evet” yazan tişörtler giyip, Kürdistan bayrakları ve “Kürdistan artık Irak’ın bir parçası değil”, “Biz Iraklı değil, Kürdistanlıyız”, “Referanduma Evet” yazılı flamalar taşıdı. Bağımsızlığa Evet İnisiyatifi üyeleri, organizasyon programı planları hakkında BasHaber’e konuştular. tür eylemlerimizi Duhok, Zaxo, SüleymaŞikak: Halkımız referanduma hazır ve niye, Halepçe, Kerkük, Germiyan, Soran, bağımsızlığa evet diyor Raperin, kısaca Güney Kürdistan’ın tüm kent Bağımsızlığa Evet İnisiyatifi’nin yaklaşık ve ilçelerinde düzenlemeyi planlıyoruz. Bu 50 aktivist ve gönüllüden oluşan bir grup karnaval dizisi aslında Kürd halkını referanolduğunu belirten inisiyatif üyesi gazeteci Hemin Şikak, “Grubumuzun üyelerinin büyük duma motive etmeyi amaçlıyor. Sykes - Picot Anlaşması’nın 100. yıldönümünde Erbil’de çoğunluğu Erbil’de yaşıyor. Ancak aramızda, Süleymaniyeli, Duhoklu, Germiyanlı, düzenlediğimiz karnavalla, dünyaya ve Irak’a Halepçeli ve Kerküklüler de var. İnisiyatif 2015 mesaj gönderdik, Kürd halkının referanduma yılında kuruldu ve geçen yıl da “Peşmerge’ye hazır olduğunu ve bağımsız olmak istediğini Destek Yürüyüşü” düzenledi. Bu defaki söyledik. Bu aynı zamanda Kürd partiler için karnavalımız, Kürdistan’ı parçalayan ve Kürd de “bağımsızlığa hazır olun” çağrısı taşıyan halkını geçtiğimiz yüzyılda sivil bir baskıdır” dedi. karanlığa terk eden Sykes Tamamen gönüllülerden Erbil ile Bağdat arasındaki - Picot Anlaşması’nın 100. oluşan inisiyatifin amacını birliktelik deneyiminin yıldönümünde gerçekleşti. anlatan Hasan, “Elbette başarısızlıkla sonuçlanması Biz bu yürüyüşle ulusal inisiyatifimizi, aktiviteKBY’yi bağımsızlığa doğru bir görevi yerine getirelerimize göre büyütmeyi sürüklüyor. KBY, Irak’la daha rek, KBY Başkanı Mesud hedefliyoruz. Tamamıyla Barzani’nin referandum fazla devam etmenin mümkün gönüllü bir çalışma bu. kararı ve bağımsızlığa Bu karnaval için de araç, olmadığını, kendi kaderini desteğimizi dile getirdik. bayrak, pankart gibi malzebelirlemek için referanduma Temsili Sykes - Picot tabutu me-lere ihtiyacımız vardı. gidileceğini söylüyor. taşıdık ve mesajımızda bu İnisiyatifimiz bu ihtiyaçlar anlaşmanın Kürd halkı için Referandum için 2016 sonbaharı için Kürdistan’daki işadamartık öldüğünü, geçersiz işaret edilirken bağımsızlık için larına ve yardımseverlere olduğunu, Kürdlerin artık danıştı. Onlar da bize desçeşitli aktiviteler başladı. kendi kaderi hakkında katek verdiler. Halkımız karrar verme zamanı geldiğini navala gerek sosyal medya dile getirdik. Karnavals yoğun katılım vardı. üzerinden ve gerekse de bizzat katılarak büyük Kerkük ve diğer kentlerden de otobüslerle destek verdi. Umuyorum ki referanduma da gelenler vardı ve bu katılım da gösterdi ki aynı şekilde sahip çıkılacak ve bağımsızlığa halkımız referanduma hazır ve bağımsızlığa “evet” denilecek” ifadelerini kullandı. evet diyor” dedi. “4 Ekim 2016 Bağımsız Kürdistan Hasan: Kürd halkını referanduma Referandumu” kampanyası motive etmeyi amaçlıyoruz İngiltere’de yaşayan Güney Kürdistanlı İnisiyatifin bir başka üyesi Necmettin Hasan üniversite öğretmeni Hemin Mîran de sosyal ise “Referanduma Destek Karnavalı” için medya üzerinden “4 Ekim 2016 Bağımsız Erbil’in start merkezi olarak belirlendiğini dile Kürdistan Referandumu” imza kampanyası getirerek, inisiyatif olarak referanduma kadar başlattı. Konu hakkında BasHaber’e konuşan çeşitli etkinlikler düzenlemeyi planladıklarını Mîranî: “Dünya genelinde araştırma yapan söyledi. Hasan, “Etkinliğimize KBY’nin başçeşitli siyaset uzmanları, kurum ve kuruluşlar kenti Erbil’de başladık. Referandum yapılana da, bir devlet olarak Suriye ve Irak’ın sonukadar da sessiz kalmayacağız. Kürdistan’ın nun ve siyasi haritanın değişmesinin zamanı kaderini belirleyecek referanduma kadar bu geldiğini düşünüyor. Dolayısıyla bir Kürd olarak ben de, bölgede yeniden çizilmesi beklenen sınırlar içinde Kürd devletinin olması gerektiğini, Sykes - Picot Anlaşması ile ihlal edilen haklarımızın elde edilmesi zamanının geldiğini düşünüyorum. Kaldı ki IŞİD savaşı ile Güney Kürdistan’ın sınırları çizilmiş bulunuyor. Suriye ve Irak’ın, IŞİD savaşından önceki konumlarına dönmesi artık imkansızdır. Madem böyle, ülkemiz niçin yeniden Bağdat ve Şam’da kurulacak yönetimlere bağlı kalsın? 2003’ten bu yana zaten Irak Merkezi Yönetimi Kürd halkının bütün haklarını çiğnedi. Mevcut durumda ortaya çıkan bu fırsattan neden doğru yararlanmayalım ki? Kürd partileri bu konu hakkında hemfikirdir ama şimdiye kadar da birliklerini yansıtan somut bir adımları yok. Ben bu inisiyatif ile bu defa halkımızın kendi kaderi hakkında söz sahibi olmasını amaçladım. Bu amaçla sosyal medya üzerinden bir imza kampanyası başlatmaya karar verdim. Kısa bir sürede kampanyamıza büyük destek oluştu. Sadece Güney değil, Kuzey, Doğu ve Rojava’dan da destekleniyor. Güney Kürdistan’da yaşayan farklı etnik ve dini yapılar da referandum ve bağımsızlığa destek veriyor ” dedi. Kürd partilerinin referandum konusunda kendi aralarında birlik sağlayamadığını dile getiren Mirani, “Kürd partilerine cevap olsun diye, Kürdistan Parlamentosu’nun kurulduğu 4 Ekim 1992’ye atfen, 4 Ekim 2016 tarihini Güney Kürdistan’ın referandum ve bağımsızlık günü olması gerektiğini düşündük. 1992 yılı 4 Ekim’de federalizm kararı alınmıştı, 4 Ekim 2016’da da Irak’tan ayrılma kararı alınan gün olmasını istiyoruz. Bence, Güney Kürdistan’daki siyasal durum bu kadar hassas ve parçalı olmasaydı, projemiz daha büyük destek görecekti. Ancak biz, siyasal görüş, etnik ve dini farklılık gözetmeksizin herkesin bağımsızlığı desteklediğini, bu altın fırsatı doğru değerlendirmek istediğini yansıtmak istiyoruz. Kampanyamız 4 Ekim’e kadar sürecek ve imzalarımızı, mesajlarımızı gerekli tüm mercilere göndereceğiz. Bu kampanya aynı zamanda Kürd partilerine de bir mesaj olacak” diye konuştu. Hêmin Dildar rak Ordusu’nun Kürd yerleşim yerlerinden çekilerek bölgeyi IŞİD’e teslim etmesi, Bağdat’ın 2014 yılından bu yana Erbil’e uyguladığı ekonomik ambargo, Kürdistan Bölge Yönetimi’nin (KBY) Irak’tan ayrılma düşüncesini güçlendiriyor. IŞİD’in Musul ve daha sonra Şengal saldırıları Erbil ve Bağdat arasında gerilime neden oldu. IŞİD’in saldırılarına karşılık veren Peşmerge Güçleri, merkezi hükümetin idari ve askeri kontrolünde olan, Kerkük, Şengal, Xaneqîn, Tuzhurmatu, Celewla, Mahmur, Sadiye, Giwêr kentlerini kontrol etmeye başladı. “Irak Kürdlere karşı 5 defa katliam yaptı” KBY’nin bağımsızlığı ile ilgili “Kürdlerin kararıdır” yorumunu yapan Kerkuki, I. Dünya Savaşı’nın ardından Kürdlere ve Kürdistan’a zulüm yapıldığını söyledi. Kürdistan’ın 4 parçaya ayrıldığını ve büyük güçlerin bölgenin haritasını çizme kararı aldığını dile getiren Kerkuki, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu Kürdlere zulüm oldu. Son otuz yıla baktığımızda sadece Güney Kürdistan’da Kürdlere karşı 5 defa katliam ve büyük zulümler yapıldı. 2003 yılında ABD ve uluslararası koalisyonun Irak’a gelmeleri ile beraber Federal Irak ilan edildi. Irak ile olan tecrübemiz bize, bu federal sistemin çöktüğünü gösteriyor. Irak pratikte 3 parçaya ayrılmış durumda.” “BM, bağımsız olmak isteyen Kürdlere saygı duyacaktır” Güney Kürdistan’ın I. Dünya Savaşı öncesinde Arap Irak topraklarına bağlı olmadığını dile getiren Kemal Kerkuki, “Arap Irak bölgesi olarak bilinen bölgenin sınırları, Hemrin Dağı ve Tikrit’in güneyinden sonra başlıyor. Tikrit’in doğusuna da Acem Irak bölgesi deniliyor. Kürdistan’da Tikrit ve Hemrin Dağı’nın kuzeyinden sonra başlıyor. Bu yaşananlardan sonra, Kürdistan’ın özgür ve bağımsız olması gerektiğini düşünüyoruz. Ülkemiz özgür ve bağımsız olmayana kadar halkımıza karşı zulüm, katliam ve ambargolar devam edecektir. Bu yüzden halkımızın kendi kaderini tayin etme hakkı var” ifadelerini kullandı. Öte yandan BM ve uluslararası kanunların tanıdığı haklar çerçevesinde Kürdlerin kendi kaderini tayin etme kararını vereceğini söyleyen Kerkuki, şöyle dedi: “Halkların kendi kaderini tayin hakkı, uluslararası hukukun garantörlüğündedir. Kürdler bağımsızlık konusunda karar Kerkük Cephesi Komutanı ve KDP Merkez Yürütme Kurulu Üyesi ve Kürdistan Parlamentosu Eski Başkanı Dr. Kemal Kerkuki: “Irak’la bir arada yaşam artık Kürdler için utanç kaynağıdır. Son 30 yılda Kürdler 5 kez katliama uğradı, Şengal’de kızlarımız satılığa çıkarıldı. Kaç yıldır bütçemiz kesilmiş durumda. Bu yüzden halkımız bağımsızlık istiyor.” verdikleri zaman, bazı devletler buna karşı çıkarsa da BM’nin kanunları buna engel olur. BM bağımsız olmak isteyen halkın devletine saygı duyacaktır.” “Kendimi Irak’ın bir vatandaşı olarak görmüyorum” Federal Irak’ın parçalanacağının kaçınılmaz olduğunu, Irak’ın aslında üniter bir devlet olmadığının altını çizen Kerkuki, zulüm ile üniter bir Irak’ın yaratılmaya çalışıldığını dile getirdi. Böyle bir Irak’ın varlığının Batılı devletlerin çıkarına olduğunu belirten Kerkuki, “Onlar Irak’ın tüm zenginliklerini, Irak’ın petrolünü alıp götürdüler. Kürdlere sormadan Kürdistan’ı da Irak’a monte ettiler. İnşa edilen Irak’ta Kürd ve Arapların iradesi esas alınmadı. 2003 yılında Irak Saddam’ın elinden alınınca federal sistem ilan edildi. O yıldan bu yana Irak Anayasası’nın gerekleri yerine getirilmedi” ifadelerini kullandı. Kürdistan’ın yıllık bütçesi ile Peşmerge’nin bütçesinin kesildiğini hatırlatan Kerkuki, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben kendimi Irak’ın bir vatandaşı olarak görmüyorum. Ben burada şimdi IŞİD ile savaşıyorum. Bu savaşımız Irak için değil, Kürdistan’ın bağımsızlığı ve demokrasi içindir. Şimdiye kadar biz Irak’ta zulme tabi tutulduk ve zulüm gördük.” “Irak’ın sınırları elinde değil” Özellikle Avrupalı ve Amerikalı kimi diplomatların ‘birleşik bir Irak’ deyimini kullandığını belirten Kerkuki, “Birleşik Irak nerede?” diye sorarak şunları söyledi: “Irak’ın hava sahası, yer altı kaynakları, sınırları, diplomasisi, ekonomisi Irak’ın kontrolünde değil. Hangi Irak? Hala ‘Irak’ın durumu iyidir’ diyorlar. Bu devletler zamanında yanlışlık yapmış ve Irak’ı inşa etmişler. Bu yanlış devam etmemeli. Yapılan yanlışlar düzeltilmeli. Irak ile ABD arasındaki güvenlik mutabakatında BM’nin prensipleri şart olarak kabul edilmiş.” “Peşmergetüm halkları korudu” “Bugün savunduğumuz Kürdistan’ın bu toprakları Irak Ordusu, Polisi ve milisleri tarafından korunuyordu” diyen Kemal Kerkuki, IŞİD’in bölgeye gelmesiyle Irak askerlerinin silah ve cephanelerini IŞİD’e teslim ederek bölgeden kaçtığını söyledi. Polislerin, milislerin ve askerlerin halkı koruyamadığına dikkat çeken Kerkukişunları söyledi: “Peşmerge bölgeye gelerek ağır olmayan silahlar ile halkı korudu. Yaptığı hamleler ile IŞİD’i uzaklaştırdı ve Kürdistan topraklarını savundu. Bir daha ‘Ey Irak Ordusu gel Kerkük halkını koru!’ dememiz mümkün değil. Peşmerge, Ermeni Kürd, Türkmen, Arap, Kildani, Asuri-Süryani û Saabi-Mendeyileri korudu. Peşmerge’nin bölgeye gelmesi ile beraber, Kerkük’e huzur ve güvenlik oluştu. Irak Ordusu’nun bir kez daha özgürleştirilmiş Kürdistan topraklarına gelmesine izin vermemiz mümkün değil.” “Irak’la bir arada yaşam Kürdler için utanç” Irak’ın birliğinin yeniden tesis edileceğine dair çabaların söz konusu olduğunu, fakat bu birliğe hiçbir zaman inancının olmadığını söyleyen Kerkuki, bağımsızlık yolunda emin adımlarla ilerlediklerini kaydetti. Irak’la savaşmak istemediklerini, diyalog yoluyla olsa bile Irak’la bir arada yaşamalarının mümkün olmadığını söyleyen Kerkuki, “Irak’la bir arada yaşam artık Kürdler için utanç kaynağıdır. Son 30 yılda Kürdler 5 kez katliama uğradı, Şengal’de kızlarımız satılığa çıkarıldı. Kaç yıldır bütçemiz kesilmiş durumda. Bu yüzden halkımız bağımsızlık istiyor ve biz bağımsızlığı ilan edeceğiz” ifadelerini kullandı. 11 Kazananı olmayan oylama HAKAN TAHMAZ AK Parti’nin, Kürd sorununda geleneksel devlet politikasının değişim sancılarını yaşadığı dönemin adı olan “Kürd Açılım, Milli Birlik ve Kardeşlik ve Çözüm Süreci” gibi değişik adlarla tanımlanan arayışların sonucu dönüp dolaşıp aynı noktaya gelindi. Buzdolabında olan süreç, Meclis’te HDP milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması oylamasıyla nokta konuldu. 1990’lara geri dönüldü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Rize’de halka hitaben yaptığı konuşmadaki “benim milletim, bölücü terör örgütünün destekçilerini bu parlamentoda görmek istemiyor” sözleri bu dönüşün açık ve net ilanı oldu. Meclis’te, 2 Mart 1994 tarihinde DYP, ANAP, MHP, Refah ve küçük bir azınlık dışında SHP milletvekillilerin oylarıyla DEP milletvekilleri dokunulmazlıkları kaldırılmasında kurulan Kürd karşıtı Milli Birlik Cephesi yeniden kuruldu. Dokunulmazlık oylaması Türkiye’de rejim/sistem değişikliği tartışması altında yapıldı. Bir anlamda Kürd karşıtı cephe bu değişiklik isteğinin basıncı karşısında daha fazla direnme gücüne sahip olmadığını göstererek değişikliğinin sınırını çizerek değişikliğe yol verdi. Partili Cumhurbaşkanlığına doğru gidişte sınır Kürdler. Sınır, Kürdlerin her türlü hak ve talebinin yine “terör ve bölücülük” olarak tanımlanması; Kürdlerin Kürd haklarıyla var olmalarının yarattığı büyük korku. CHP’nin kendisine bahane yaptığı referandum endişesinin arka planında bunlar var. Yapılan oylamada Türkiye bu korkuya bir kez daha yenik düştü. Demokratik siyasetinin önüne büyük bir bölücülük çukuru kazıldı. Bu çukur, Kürd bölgesinde sokaklarda kazılan “hendeklere” karşı tepki olarak Mecliste kazıldı. Ama bu çukur artık sadece Kürdlere karşı olmakla sınırlı kalmayacak. Bizzat çukurun kazılmasında ortaklık edenler en büyük zararı görecekler. Kürd siyaseti Meclis dışı siyaset kanallarıyla kendini var etmeye çalışırken CHP ve MHP kendi sıkışmış alanlarında etkisiz birer aktör olarak aylardır bir taraflarını yırttıkları “saray” karşısında dizlerini üzerinde çokmuş duracaklar. Çözüm sürecinin 7 Haziran seçimleri öncesi bitirilmesiyle Türkiye’nin adım adım sürüklendiği bu noktadan çıkışı oldukça zor ve ağır bedeller ödeyerek olacaktır. Her şeyden önce demokratik siyaset zemini çok büyük yara aldı. Her kim ki, bunun farkında olmadan veya hafife alarak siyaset inşa eder bu siyasal krizin derinleştirir. Ayrıca da en küçük bir şansı ve başarı ihtimali olamaz. HDP lideri Selahattin Demirtaş’ın ellerine takılmak istenen kelepçenin Türkiye’nin ayaklarına pranga vurmak olacağının farkında olmayanların veya kinden, korkudan, ikbal avcılığından bunu göremeyecek kadar gözleri kör olanlarının demokratik siyaset zemininde yürüyecekleri yol yoktur. Mecliste dokunulmazlıklara dokunma sürecinde hukukun araçsallaştırılmasının bir sonucu olarak güvensizlik daha da derinleşti. Güvensizliğin giderilmesinin imkânsızlığının kıyılarına varıldı. Bu noktadan istendiğinde çıkış olamayacak, sancılı ve büyük toplumsal kırılmalara yol açacak bir güven sorunuyla karşıya olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek durumundayız. Devlet, 1994 yılında Şam’daki PKK lideri Abdullah Öcalan ile devlet arasında ulaklık yapan DEP milletvekillilerini ve Oslo sürecinde Kandil’den, Maxmur’da devletin bilgisi ve gözetimi altında getirdiği PKK’lileri cezaevine koydu. Şimdi de MİT aracıyla getirilen mektubu 2013 Amed Newroz mitinginde okuduğu için Sırrı Süreyya Önder’i yargılamaya kalkışırsa devlet, doğal olarak ortada güvenin zerresi kalmaz. Dokunulmazlığa dokunan Kürd karşıtı milli cephe, güvensizliği derinleştirdi, devlet elleriyle duygusal “Kürdistan’ın” inşasına devam ediliyor. Bu nedenle belki de asıl şimdi artık hiçbir şey eski gibi olamaz demek gerekiyor. Dokunulmazlık oylamasının sonuçlarıyla yeni dönem başlatıldı. 12 BasHaber SÖYLEŞİ 23 - 29 Mayıs12 2016 MECLİS Vekillerin artık zırhı yok A Jiyan Helîn KP tarafından verilen teklif ile birlikte Meclis’te bulunan siyasi parti milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Haklarında fezleke hazırlanmış tüm milletvekillerinin dokunulmazlıklarının bir kereliğine kaldırılmasına ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin 1. Maddesi, TBMM Genel Kurulu’nda 373 oyla kabul edildi. Oylamaya 531 milletvekili katılırken, 373 milletvekili “evet” oyu kullandı. Oylamada, 138 milletvekili “hayır” oyunu kullanırken, 8 milletvekili “çekimser” kaldı. 9 Milletvekili ise “boş” oyu kullanırken, 3 milletvekilinin oyu da geçersiz sayıldı. TBMM Genel Kurulu’nda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin Anayasa değişikliğinin ikinci turunda 2. Madde için oylama gerçekleştirildi. Yapılan oylamada değişiklik teklifinin 2. maddesi 374 oyla kabul edildi. 526 milletvekilinin katıldığı 2. Madde oylamasında 374 “evet” derken, 136 vekil ise “hayır” yönünde oy kullandı. Oylamada, 4 “çekimser”, 11 “boş” ve 1’de “geçersiz” oy sayıldı. Maddelerin tümü üzerinde yapılan görüşmelerden sonra, dokunulmazlık teklifi 376 oyla referandumsuz kabul edildi. Yasanın yürürlüğe girmesi ile hakkında fezleke olan 138 vekile yargı yolu açılıyor. Öte yandan HDP, hafta sonu yapacağı Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu toplantılarında, bundan sonra izlenecek politikalar belirlenecek. CHP’den de destek verildi Tasarının birinci maddesinin oylamasında ise 350 “evet”, 148 “hayır”, 5 “çekimser”, 27 “boş” ve 1 “geçersiz” oy kullanıldı. Toplam oy kullanan milletvekili sayısı ise 531 oldu. İkinci maddede ise 357 “evet”, 149 “ret”, 17 “boş” ve 6 “çekimser” oy kullanıldı. Toplam kullanılan oy sayısı ise 529 oldu. Ortaya çıkan tabloya göre MHP’li vekillerin dışında bir miktar CHP’linin de oylamada olumlu oy kullandığı anlaşıldı. Fezlekesi olan 138 vekile yargı yolu Hakkında fezleke olan 138 milletvekiline yargı yolu açılırken, bu milletvekilleri hakkında düzenlenen toplam dosya sayısı ise 667. Bunların 46’sı AKP, 192’si CHP, 405’i HDP, 20’si MHP milletvekillerine, 5’i ise bağımsız vekile ait. Ne olacak? Milletvekillerinin yasama dokunulmazlığının kaldırılması, Meclis üyeliğinin düşmesi anlamına gelmiyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması, hakkında suç isnadıyla dosya düzenlenen milletvekili için yargı yolunu açıyor. Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurul’a bildirilmesiyle olacak. Kararın Genel Kurul’da okunduğu anda milletvekilliği düşecek. Kanun, onay TBMM Genel Kurul’da yapılan oturumlarda, milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldıran yasa teklifi 376 oyla kabul edildi. Yasanın yürürlüğe girmesi ile hakkında fezleke olan 138 vekile yargı yolu açılıyor. için Cumhurbaşkanı’na gönderilecek. Cumhurbaşkanı’nın kanunu 15 gün inceleme süresi bulunuyor. Dosyalar 15 günde gönderilecek Anayasa değişikliği teklifinin TBMM’de kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasa’nın “yasama dokunulmazlığı”nı düzenleyen 83. Maddesinin, “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili Meclis’in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz” hükmü uygulanmayacak. Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 15 gün içinde Anayasa ve Adalet Karma Komisyon Başkanlığı’nda, TBMM Başkanlığı’nda, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığı’nda bulunan Yasama dokunulmazlığının kaldırılması istemi hakkındaki dosyalar, ilgili mercilere iade edilecek. Mecliste grubu olan partilerin milletvekilleri BasHaber’e durumu değerlendirdi. HDP’li Beştaş: Bu darbedir, CHP de destek verdi HDP, CHP ve AKP’li vekiller dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin BasHaber’e konuştu. HDP Adana Milletve- kili Meral Danış Beştaş, daha önce söyledikleri sözlerinin arkasında olduklarını belirterek, şunları söyledi: “Bu bir saray darbesidir. Saraya darbesine CHPde destek vermiştir. Başkanlık yolunu bizzat CHP’nin oyları açmıştır. CHP sokakta ayrı sözleri söyleyerek, Meclis’te başka oy kullanarak gerçek yüzünü ortaya koymuştur. Şu anda Erdoğan’ın değirmenine su taşıyorlar.” Beştaş, bundan sonra yaşananlara ilişkin olarak “Bu, halka dokunmaktır. Biz halkın temsilciyiz. Onların talimat verdiği yargıya ifade vermeyeceğiz. Bizden savunma alamayacaklar. Biz sorgulayacak, yargılayacak pozisyondayız. Çünkü hiçbir şey hukuka uygun olarak devam etmiyor. Mücadelemiz devam edecektir. Bu karar çatışmaya destek veren bir karardır. Demokratik siyasetin önünü kaparak aslında dağın yolunu açma anlamına da geliyor” diye konuştu. HDP’li İrmez: Türkiye siyasi tarihine bir hata eklediler HDP Şırnak Milletvekili Aycan İrmez, ‘Kürdlere dokunuldu’ diyerek yaşanan duruma tepki gösterdi. İrmez, Erdoğan’ın talimatıyla dokunulmazlıkların kaldırıldığını belirterek, “Türkiye siyasi tarihine tarihi bir hata eklediler. Söz konusu Kürdler olunca hepsinin zihniyeti aynı olur” dedi. Yasanın içine ve uygulama tarihi itibarıyla Ceza Kanunu’na aykırı olduğunu söyleyen İrmez, “Anayasa açısından da aykırı bir durumu vardır. Ceza Hukuku’nun ilkelerine baktığınız zaman cezanın geriye yürümemesi ilkesi vardır. Ceza yargılamaları yürürlüğe girdirdikten sonra ondan sonraki suçlar için geçerli olması gerekir. Yasanın yürürlükten önceki dosyalara ilişkin, yargılamalar söz konusu olacak. Uygulama TBMM’nin iç tüzüğüne de aykırıdır” ifadelerini kullandı. AKP’li Aydemir: HDP Kürdün temsilcisi değildir AKP Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir ise, Kürd meselesinde muhatabın halk olduğunu belirterek, “Milletimiz bunları kendilerine temsilci olarak kabul etmiyor. Terörü methedenler halkın temsilcisi olamaz. HDP içinde teröre bulaşmayan isimler de var. Kimse bunlara dokunamaz” diye konuştu. Aydemir, bütün vekillerin dokunulmazlıklarının kalktığını belirterek, “Eğer ben suç işlemiş isem kanunun önüne gidip yargılanacağım. Parlamentodan birini paka paça alıp götürülecek diye bir şey yok. Kanunu kurallar içerisinde herkes gidip yargılanacak” dedi. CHP’li Erdem: Parlamenter sisteme darbe CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem ise, “Bu parlamenter sisteme darbedir, suikasttır. Bu suikast bugün yasalaştı. Bunun sonucunda da Türkiye demokrasisinin zarar gördüğünü söylemek istiyorum” dedi. AKP ve MHP dışındaki diğer partilerin vekillerine dokunulacağını söyleyen Erdem, “Ana muhalefeti tenzil etmeye dönük bir tutumdu. Bu tutumda da başarılı bir sonuç aldılar” dedi. Erdem, dokunulmazlıklarla beraber ne olacağı konusunda neler olacağını kestirmenin zor olduğunu belirterek, tutuklananın önüne geçecek bir tavır koymanın gerektiğini söyledi. Erdem, “Benim gördüğüm kadarıyla tutuklu yargılama süreci işletilecek. Bu süreç çok vahim sonuçlara yol açacak noktalara evrilebilecek. Başkanlık sisteminin önü açılmıştır. Bu saatten sonra Erdoğan istediği şekilde gibi başkanlık sistemini getirebilir” dedi. CHP’li Tanrıkulu: Tarihi bir yanlışa imza attılar CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, ise “TBMM’de dokunulmazlık oylamasında “evet” diyenler tarihi bir yanlışa imza attılar. Meselenin dokunulmazlık ve terör olmadığı çok açık idi” dedi. DEP’li Sakık: Değişen bir şey yok DEP eski Milletvekili Sırrı Sakık, yaşananlara tepki göstererek, 1994 yılından 2016 yılına kadar Kürd meselesinde bir şeylerin değişmediğini söyledi. Sorunları baskıcı yöntemlerle çözmenin ülkeye haksızlık olduğunu belirten Sakık, “Bugün Kürt sorunu gündemine geldiğinde diğer partilerin nasıl birlik içerisinde hareket ettiklerini gördük. Ülkenin temel konularda hiçbir şeyin, partilerin bakış açılarının değişmediğini bir kez daha gördük” dedi. EKONOMİ BasHaber 23 - 29 Mayıs 2016 13 SÖYLEŞİ Şiddetin ekonomik bilançosu da ağır T Eren Dinç ürkiye, çatışmalar öncesi ‘bölgesel kalkınma’yı gerçekleştirmek ve bölgeler arasındaki ekonomik gelişmişlik farkını asgariye indirmek için ‘iyi niyetli’ bir dizi ekonomik kalkınma programını devreye almış; barış ve huzur ortamında birçok Kürdistan şehrinde ekonomik ortamın inşasına imkan sağlanmıştı. Uzun sürmeyen bu ortam yerini yeniden yıkım ve çatışmalara bırakarak, politik sorunlara ekonomik sorunlar ve diğer sosyal sorunların da eklenmesine yol açarak birçok işletmenin zorunlu iflasına, binlerce insanın işsiz kalmasına neden oldu. Büyük yıkımın yaşandığı kentlerden olan Diyarbakır’dan geriye devasa sorunlar kaldı. Şehir kendi imkanlarıyla yaralarını sararken, devlet yeniden imar ile sorunların çözüleceğini iddia ediyor. İş insanları ve meslek örgütler, ortamın yeniden kalkınmaya evrilebilmesi için ‘çatışmaları sonlandırın’ çağrılarını yineliyor. DTSO: Kazan kazandan kaybet kaybete! Birçok esnafın kepenk kapattığı, yatırımların durduğu Diyarbakır’da ekonomik rehabilitasyon ve biriken ekonomik beklentileri Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Metin Aslan BasHaber’e değerlendirdi. Aslan, “Çatışmasızlık döneminde bir umut, hareketlilik vardı. Kazan-kazan modeli ön plandaydı ve Diyarbakır cazibe merkezine dönüşerek, özellikle turizm alanında verimli bir noktaya gelmişti” diyor. Hevsel Bahçeleri ve Diyarbakır Surları’nın UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması sonrasında turizm alanındaki beklentilerin arttığını, yerli ve yabancı yatırımcının Diyarbakır’a geldiğini söyleyen Aslan, “Artık yatırımcıların Diyarbakır ile ilgili düşünceleri değişti. 6-8 Ekim olaylarından sonra sıkıntılı bir döneme girildi. Bu sıkıntılar öngörülen birçok yatırıma engel oldu” diyerek bütün yatırımların dondurulduğunu vurguladı. DTSO’nun Sur esnafı ile yüz yüze yaptığı anketin sonuçlarını da değerlendiren Aslan, “Sur’da ağırlıklı olarak hediyelik eşyalar, otel işletmeleri ve restoranlar vardı. Görüşmelerden sonra bir perspektif oluştu. Diyarbakır için 600 milyon TL gibi bir ciro kaybının tespit edildiğine dikkat çekti. Çatışmaların devam etmesi durumunda sıkıntıların daha da büyüyeceğini sözlerine ekleyen Aslan, “Bununla birlikte ciddi bir işsizlik ile karşı karşıyayız. İşsizlik maaşına başvuran binlerce yurttaş var” diyerek, işsizlik maaşının da artık sonuna gelindiğini belirtti. İstihdamın yüzde 25’ini inşaat sektörünün oluşturduğu Diyarbakır ekonomisini “kaybet kaybet” dönemi olarak yorumlayan Aslan, sadece bölgenin değil, Türkiye’nin ekonomik sıkıntılar yaşandığını kaydetti. Çatışmaların bir an önce bitmesi için çağrıda bulunan DTSO Başkan Yardımcısı Metin Aslan, şiddetin devam etmesi durumunda toplumsal olayların daha da artacağını, işsizliğin de yükseleceğini söyledi. “İki taraf da kapılarını kapatmış” Çatışmaların sonlandırılması için birçok kez çağrı yapan DTSO, ilgili bakanlıklarla da temasa geçtiklerini ancak somut bir adımın atılmadığını söylüyor: “Barış sürecinde bölge STK’larının önerileri dikkate alınırken, bugün tarafların kapılarını kapatarak bu önerileri dinlemediklerini görüyoruz. Akıl tutulmasının yaşandığı bu ortamı biz de artık normal karşılıyoruz. Silahların, gerilimin olduğu bir yerde kimsenin sözü dinlenmiyor maalesef. Akli selim davranıp, bu akıl tutulmasının yaşandığı ortamdan çıkılması gerekiyor. Barış sürecine tekrar geri dönülmesi ve çatışmaların durdurulması gerekiyor. Bulunduğumuz her platformda bunları dile getiriyoruz. Yatırım ancak çatışma olmayan bölgelerde yapılabilir.” girişti“ diyerek, bölge sermayesinin güçlü olmadığını hatırlattı. Baysal, “Mevcut yatırımlar seyrinde giderken, Şengal’in işgale uğraması ile birlikte Güney Kürdistan’da yaşanan olaylarla yatırımcılar etkilendi. Bölgenin ekonomisine iki bacaklı bakmak gerekir” diyerek, “Birincisi Güney ve Rojava’da gerçekleşen savaş ortamı, arkasından Türkiye’deki çatışmaların tekrar başlaması. Bu iki düzlem arasında yatırımcılar ciddi sıkıntılar yaşadı. 1 Kasım seçimlerinden sonra tekrar başlayan çatışmalar, kentteki ekonomik yaşamı durma noktasına getirdi. Yaşanan çatışma ortamı sosyal yaşamı bitirdiği gibi ekonomide onarılması güç gedikler açtı” dedi. “Onlarca uluslararası kuruluş ile birlikte siyasi partilerle de temaslarımız oldu. Diğer STK’lar ile ortak çağrılarımız oldu. Ama hiçbir sonuç alamadık. 10 Ekim Ankara patlamasından sonra örgüte de bir çağrımız oldu. Kasım’a kadar bir eylemsizlik oldu. Bununla birlikte çağrılarımız hala devam ediyor. Bugün içinde bulunduğumuz çatışmalı ortam hiçbir halka hizmet etmiyor“ diyen DİSİAD Başkanı Burç Baysal, “Demokratik, sivil siyaset kanalları açık tutularak, Kürdlerin eşitlikçi düzeyde yaşayacakları olanaklar yaratılmalı. Bu coğrafyada artık çatışmalar son bulmalı. Bu çatışmalar ne Ankara’daki Türk’e ne de Diyarbakır’daki Kürd’e yarar sağlamaz” diye konuştu. DİSİAD: Çatışmalar ekonomik yaşamı durdurdu Diyarbakır Sanayici ve İş İnsanları Derneği (DİSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Burç Baysal da BasHaber’e yaptığı değerlendirmelerde, Çözüm Süreci’nden sonraki dönemin ekonomik buhran içinde olduğuna dikkat çekiyor. Baysal, “Çözüm Süreci’nin yarattığı olumlu hava ile bölge iş insanları daha fazla risk alıp, istihdam ihtiyacı odağında yatırımlara DESOB: Binlerce esnaf Diyarbakır’ı terk etti Diyarbakır Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği (DESOB) Yönetim Kurulu Başkan Vekili Abdüllatif Aykul ise, Diyarbakır esnafının sorunlarına dikkat çekerek, “Esnaf iş yapamaz halde. Kepenkler açılmıyor. Çatışmalar devam ederse daha kötü şeylerin yaşanılması kaçınılmaz. Binlerce esnaf Diyarbakır’ı terk etti. İki taraf da bunları görsün artık ve çatışmalar sonlandırılsın” diyerek, devletin esnafa gerekli yardımı yapması gerektiğini ifade etti. Metin Aslan Burç Baysal 13 Sur - Pirus Zaferi ÖZTEKİN ÇAÇAN Tevhit (birlik, teklik) inancı bir Müslüman’ın, hatta hangi dine mensup olursa olsun sıradan tek tanrıcı herhangi bir din mensubunun en önemli bilgi, zihniyet hatta davranış kaynağıdır. “Bir” olanı, “esas olanı” temsil etme isteği sadece dini kurumlarla sınırlı kalmıyor tabi. Zihniyet dünyamıza bin yıllar içerisinde öyle yerleşmiştir ki gündelik yaşamımızı, başka insanlarla ilişkilerimizi kurguladığımız temel yaşam felsefemiz, var olma biçimimiz haline dönüşmüştür. Ego santrik, etno santrik yorumların, yaşadığız durumları tamamı, pek iddialı olacak ama bu kaynaktan besleniyor. İnsanlar, örgütler kendilerine bir referans düzlemi oluşturmak istediklerinde hep bu birlik, teklik ve “gerçek temsil benim”, haklı olan benim türünden zihin şemaları kullanırlar. Bu durum bazen öyle bir hal alır ki gücü elinde bulunduranlar ve sadece bu şemadan hareketle yaşamı kurgulayanlar, diğer insanlar için yaşamı bu dünyada cehenneme çevirebilirler. Dünyada cenneti, bağımsızlığı, özgürlüğü, demokrasiyi bizim için inşa etmek isteyenler ile bizim aramıza ciddi bir mesafe girmeye başladı. Aynı düşünmüyoruz. Başka tanrının çocukları… Bir gece Dürümlü Köyü’ne bir kamyon bırakılmaya çalışılır. Köylüler kabul etmez. Kamyondakiler kamyonla birlikte uzaklaşır köylüler takip eder. Ve patlayıcı yüklü kamyon içindekiler tarafından terk edilir. Kamyondan çıkıp uzaklaşanlar, köylülerin aracın etrafına toplandığı bir sırada kamyonu uzaktan kumandayla havaya uçururlar. 16 kişi hayatını kaybeder. Köylülerden Mizbah Yaman biz ateş etmedik. Gece vakti nasıl fünyelere ataşe edebiliriz diyorlar. PKK’den ‘kendilerini tatmin edecek, olayı tüm yönleriyle aydınlatacak bir açıklama bekliyor.’ Açıklama geliyor. “Yerel işbirlikçiler” tarafından (yani köylüler tarafından) açılan ateş sonucu fünyeler patladı. “Bizim köyümüzde yerel işbirlikçiler yok. Açıklama mantıksız” diyor köylüler, ‘PKK’den özür bekliyoruz’ diyorlar. Sanki yüzde doksan HDP’ye oy veren köyden, “yerel işbirlikçilerden” özür bekleniyor. Suriçi yok artık…Diyarbekir de yok. İki hafta önce Diyarbekir’de idim yine mi diyeceksiniz ama bende evet yine konum Diyarbekir diyeceğim. Ben ilk defa Diyarbekir’in öldüğünü hissettim. Yok, artık memleket asla eskisi gibi olamayacak. Kırklar Dağı’nın düzünü talan eden zihniyet, tarihi bölgede Suriçi’nde hendekleri kazan yaklaşım, oraya ateş eden toplar geriye bir şey bırakmamış. Sokaklar insansız ve dava sahipsiz kalmış. Yıllarca PKK içerisinde siyaset yapmış senelerce cezaevi yatmış arkadaşlarım bile bu zulmü memlekete reva görenlerden davacı. Kimse benimsemiyor. Kimse kabul etmiyor ama nafile. Kendini memleketin bir ferdi gibi değil “efendisi” olarak gören “bir”, “tek” ve “hak” olan zihniyetle bırakın baş etmeyi konuşamıyoruz bile. Demokratik cumhuriyet, özerklik gibi siyasal gibi sonuçlar için binlerce insanın kanının dökülmesi mi gerekiyor. İnsanlık mirasının yok edilmesi mi gerekiyor. Çift taraflı megalomanik ateş altındayız. Yenilmeye mahkûm galibiyetler… Birileri Suriçi’nde ‘zafer kazandık’ diyor. Öyle mi, yeni bir Pirus Zaferi daha! Zafer dediğimiz şeyler için kaybettiğimiz şeylere bakın kentler boşalıyor. Suriçi’nin yarısı yok artık, inşaat molozu haline gelmiş binlerce yıllık yaşam Dicle Nehri’ne dökülüyor. Yani zafer yeni bir Pirus ortaya çıkarmışmış Sur - Pirus zaferi. Pirus Zaferi, yıkıcı savaşlar sonunda elde edilen zaferin, kayıplar karşısında anlamsızlığına işaret eder. Ve Pirus bugünkü Toledo yakınlarında çok büyük kayıplarla elde ettiği bu zafer sonrasında “Romalılara karşı böylesi bir zafer daha kazanırsak, tamamen yok olacağız” demiştir. Pirus, zaferden üç yıl sonra muhtemelen savaşta oğlunu yitirmiş bir kadının attığı taşın kafasına çarpmasıyla kanamadan ölmüştür. Böyle bir zaferi bize reva görenler, siz hangi tanrının çocuklarısınız anlamadım ki? 14 BasHaber SÖYLEŞİ 23 - 29 Mayıs14 2016 SUR Diyarbekir artık asla eskisi gibi olmayacak G Çaçan Amedi eçtiğimiz hafta Pazar günü Suriçi’ne bir sefer eyleyip olanı biteni bir de kendim göreyim istedim. ‘Ne yazalım’ derken bu konuda yazılmış onlarca asık suratlı makale ve rapor olduğu aklıma geldi. Başka bir şey yapmalıydım. Olan, bitenler insanın zihnine nasıl yansıyor. Sur içinde yaşamını, ticaretini devam ettirmek durumunda olan insanlar ne düşünüyor? Esnaf ne âlemde? Bu soruların peşine düştüm ve yola koyuldum. Gazi Caddesi tarafından araç trafiğine kapatıldığı için Saraykapı’ya giden Hz. Süleyman caddesine park edip Yıldız Sokak’tan içeri giriyoruz. Meşhur mekânlardan eski Emek Sineması’nın altında bulunan, 1970’ten beri faaliyet yürüten, Diyarbekir’in ilk hamburger, sosisli sandviç dükkanı olan “Aydın Büfe” yaklaşık bir aydır açılmış. İçerisi Sur’a can vermek isteyen müşterilerle dolu ve Nihat Usta her zamanki gibi maharetli elleriyle tezgâhının başında. Keyfine diyecek yok. Selamlaşıyoruz ve güngörmez dar sokaklardan Hasanpaşa Hanı’na doğru ilerlemeye başlıyoruz. Pantoloncu Şeyhmus’un terzihanesinden Onur Ciğercisi’nin sokağına doğru ilerlediğimiz sıra elimdeki fotoğraf makinesine “hello, hello” diye seslenen 12-13 yaşındaki Elif’e rastlıyorum. Yanımda, sakince yürümeye devam ederek “turist” olup ol-madığımı anlamaya çalışıyor. Elif ile turizm konulu bir sohbete dalıyoruz. “Bu günlerde çok turist geliyor mu buralara“ soruma “Yok abi, sadece dün Saraykapı civarında iki Japon gördüm” diyor. Eee gelen giden pek yokmuş. Elif’in bir abisi, bir ablası, bir de kardeşi var. Yani, dört çocuklu bir aile. Babası çalışmıyormuş. Fatihpaşa mahallesindeki evleri Elif’in hınzır ifadesiyle “Yanmış, bitmiş, kül olmuş.” Şimdiki evleri kira ve o da Suriçi’nde Nebi Cami’nin karşısında ara sokaklardan birindeymiş. Babası çalışmadığı için evin geçimini abisi ve annesi karşılıyormuş. Abisi matbaa işçisi. “Okul“ diyorum. İki yıl önce Süleyman Nazif İlkokulu’nu bitirip bırakmış. “Son zamanda okuluna taraf gittin mi?” diye soruyorum. “Oralar yasak” diyor ama yine de gitmiş. “Heyet geldi bizi de çağırdılar” diyor. Babasıyla beraber gitmiş. Okulun üst katı yıkılmıştı diyor. Evleri de zaten yanmış bitmiş kül olmuş. “Neşenden bir şey kaybetmemişsin” diyorum. “Ne yapayım, ölenle ölünmüyor” gibisinden büyüklerinden intikal laflar ediyor. “Neler oluyor” diyorum “ne bileyim biz zor kaçtık” diyor. Devamını getirmiyor. “Abe keşke herkes buralara gelse, buralar adam dolsa” diyor. Yoldaşlığını sona erdirip Hasanpaşa Hanı’nın girişinde yoluna devam ediyor. Hasanpaşa’nın içi bayağı kalabalık ama çarşı-pazar pek öyle değil. İnsanın güvenlik ihtiyacından mıdır bilmem ama gerçektende hanın içindeki kalabalığı, sokakta göremiYayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Smaelo Saxarat 5 bin km yürümüştü Köln’den Antep’e bir öze dönüş hikayesi Y Diler Badikan aklaşık 25 yıl yaşadığı Almanya’nın Köln kentinden yürüyerek Antep’e gelen Lo Smaelo Saxarat (İsmail Atay) dönüşünü “Dört cümlelik bir roman” şeklinde izah ediyor: “Her şeyi ve herkesi terk et” Smaelo’nun ‘yorgun bir tarlaya dönüşen kalbine’ fısıldayan bir ses, “en sevdiğin şeyleri at, en yakınlarınla vedalaş ve git buradan” demiş ve ardından 8 ülkenin içinden geçen 5 bin Km’lik uzun yolculuğuna başlamış. Güzergahı boyunca; Almanya, Avusturya, Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Türkiye’yi takip ederek, Kürdistan’a Antep’e doğduğu köy olan Saxarat’a ulaşmış. Antep’in Nurdağı ilçesi Saxarat’a ulaşan Smaelo, şimdi doğduğu köyde çiftçilik yapıyor. yorsunuz. Herkes sadece Hasanpaşa gibi mekânlara sığınmış. Az ötede kuş uçuşu yüz metre mesafede, insansız, yasak bölge başlıyor. Dört Ayaklı Minare’den sonrasına geçit yok. Orası Diyarbekir değil artık orada bir şey yok. Yıkılmış fukara damları. Artık anılarımızda, Margosyan’ın hikâyelerinde, Şeyhmus Abi’nin romanlarında, eski fotoğraflarda yaşayacak. Bizim yeni hayatımızda yer bulamayacak. Çarşıya Şevitî’nin dumansız yangını Esnafla konuşmadan olmaz. Sipahi Pazarı da denilen Çarşıya Şeviti / Yanık Çarşı çok sakin. Avlanmaktan sinek kalmamış ortalıkta. Esnaf oturmuş çay kahve içiyor. Bol yeşilli, kırmızılı, sarılı düğün kıyafetleri satan bir dükkâna buyur ediliyoruz ama ayak üstü takılmayı yeğliyoruz. “Satış yok” diyor, çarşıda üç beş kişiyi gösteren satıcı: “Kardaş buna aldanma, millet tedirgin.” Diyarbekirlice ifade ediyor: “Şimdi booom diye bağırsam millet kaçar gider.“Bizim hissettiğimiz tedirginliği o da başka şekilde ifade ediyor anlayacağınız. Hemen yanındaki esnaf lafa giriyor: “Buraları da istimlâk ettiler.“Kendi dükkânı İskenderpaşa Vakfı’na aitmiş. Ama etrafta şahsi mülk olan yerlerde var. Her gün kadastrodan gelip ölçüp biçiyorlar, ama kimse bir şey bilmi-yor anlamıyormuş. Belediyeye başvurduklarını, tapuya gittiklerini ama nafile, doyurucu bir bilgi alamadıklarını dile getiriyor. ‘Dernek kurun, haklarınızı topluca arayın’ gibi önerilerde bulunuyoruz. Esnaftan bazıları onaylıyor ve zaten avukatlarla konuş-tuklarını, bir şeyler belli olursa kendilerinin de harekete geçeceğini söylüyorlar. Mardinkapı’ya uzanan Turistik Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan, M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş, Dilan Almaz, Murat Özdemir, Eren Dinç, Mustafa Erğün İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Cadde’de belediyenin yaptığı kamulaştırmalardan örnekler verip davaların uzun yıllar alabileceğini söylüyorlar. Sohbete siyasete kayınca esnaftan biri 2001’de katledilen Emniyet Müdürü Gaffar Okan’ın duvarına astığı fotoğraflarını göstererek “rahmetli yaşasaydı bunların hiç biri olmazdı” diyor. Buna başka bir genç esnaf karşı çıkıyor “birileri onu da görevden alırdı” diyor. Yaşlı bir ayakkabıcı “Böyle giderse bu ülkede darbe olur” diye belirtiyor ama söylediğinden tedirgin olmuş olmalı ki sonunu getirmiyor. Yönümüzü bir türlü Dört Ayaklı Minare’ye çeviremiyoruz. Belki de görmekten, gerçeklerle bir daha yüzleşmekten korkuyoruz. Diyarbekir kendi meselesiyle yeni tanışıyor Neredeyse toplum olarak Diyarbekir “Kürd meselesiyle” yeniden tanışmış ve afallamış durumda. Bugüne kadar dağlarda süren mücadelenin kente bu şekilde yansıması ciddi bir belirsizliğin kapısını aralamış sanki. Bu tip siyasi, sosyal değişimlere; kamulaştırma, mali kriz, işsizlik, çaresizlik gibi sosyal boyutlar eklenince tam bir keşmekeş belirmiş. Laf aralarında HDP, belediye ve diğer siyasi oluşumlara, hükümete ciddi tepki var. Sivil toplum vb. kurumların kapasiteleri sınırlı ve sokağa hâkim olan şiddet dili sayesinde ciddi bir sessizlik hâkim. “Memleket, memleket olmaktan çıktı“ diyor bir eczacı: “İçimde Diyarbekir nerede başlıyor, ben nerede başlıyorum bunu bile kestiremiyorum artık” diyerek, herkeste olan ciddi bir bunalıma işaret ediyor aslında. Aidiyet duygusunun zarar gördüğünü ve artık Tel: +90 212 243 27 60 E-mail: [email protected] www.bas-haber.com Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No: 39 Kat:5 Beyoğlu / İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. nereli olduğuna, ya da Kürd oluşuna fazla bir anlam verememekten şikâyet ediyor. “Değerlerine saldırılmış, değer bunalımları yaşayan insanlar mutsuz insanlardır, bu böyle gidecek görürsünüz” diyor. Sur’un cesedi, yabancı plakalı kamyonlarla taşınıyor Dabanoğlu, Fatihpaşa, Hasırlı mahalleleri, Süleyman Nazif İlkokulu’nun etrafındaki sokaklar, Mardinkapı İlkokulu’nun etrafındaki sokaklar yok artık. Yerle yeksan olmuş durumda. Neredeyse bir buçuk aydır oradan kamyonlar dolusu hafriyat çekilmekte. Üzerinde DSİ yazan ve İzmir, Ankara, İstanbul gibi illerin plakalarını taşıyan çok sayıda kamyon günlerdir harabeye dönmüş mahallerden binlerce ton moloz taşıyor. Kentin geri kalan kısımları da bu durumu sadece seyrediyor. Bir yandan da pikaplar sırada ve yalvar yakar polisten izin alabilenler evlerinden kalan eşyaları almaya yani göç etmeye devam ediyorlar. Diğer semtlerde, hatta Suriçi’nin yıkılan mahalleleri dışında kalanlarda bile ciddi bir duyarsızlık, “bananecilik” hâkim. Kimsenin kimseden haberi yok. Kimse, kimsenin umurunda da değil. Bunu hissetmek çok mümkün. Kentin özellikle Urfa Yolu ile Elazığ Yolu üzerinde yeni yapılan iş merkezlerinin, plazaların inşaatları son hız devam ediyor. Her biri yirmi beş otuz katlı binalar ve üst katlarından Suriçi’nin yok olmuş hali çıplak gözle izlenebiliyor. Kırklar Dağı’ndan bakıldığında da özellikle geceleri Suriçi’nin yıkılmış bölgelerindeki kör karanlık ürkütüyor görenleri. “Olaylar bitti mi” sorusunun cevabı ise kimsenin kafasında be-lirgin değil. Ne amaçla başladığını ve ne zaman biteceğini bilmediğimiz “hendek savaşları” ve yok etme süreçleri hemşerilerimizi en koyu karamsarlıkların, en gereksiz ümitlenmelerin kucağına bırakmış durumda. Belirsizlikler neye gebe bilemiyorum ama bildiğim bir şey var. Artık Diyarbekir asla eski Diyarbekir olmayacak. YAŞAM BasHaber 23 - 29 Mayıs 2016 15 SÖYLEŞİ 7 ülkeyi adımladı, 3 tırnağını kaybetti Yürümeye başladığı günden itibaren Türkiye ile birlikte 7 ülke gören İsmail Atay, yürüyüşü boyunca 3 tırnağını kaybetmiş. Yola çıkmadan önce bir veda mektubu yazan İsmail Atay, “Ben Ocakzade torunuyum. Kurmancız. ‘Kırmızı Kürd’ denilenlerdeniz. Dini bir kitabımız olmasa da, bütün peygamberleri hazret biliriz...” diye kendisini tanıttıktan sonra yürüyüşünün amacıyla ilgili olarak da şunları kaydetmiş: “30 milyonu aşkın nüfusuyla Kürdlerin durumu ne olacak? Ben hayatım boyunca milliyete dayalı ulus-devlet kimliğiyle, diliyle yaşayanları tanıdım. Hepsinin ait oldukları yerden bir aidiyeti vardı. Elbette benim de ait olduğum bir yer vardı; ancak aidiyetimi isteme gibi bir mağduriyetim de. Avrupa’ya elveda Kürdistan’a merhaba!“ 25 yıl boyunca yaşadığı, birçok insanın ulaşmak için yollarında yaşamını yitirdiği, Avrupa’nın “görkemli, şaşalı” hayatlarının yaşandığı bir kenti bırakarak, köyüne dönen Atay ile terk ediş ve öze dönüş hikâyesini konuştuk. Köln’den Antep’e yürüme fikrini uzun zaman kendi içinde tartıştığını ifade eden İsmail Atay, Spiegel dergisinde okuduğu bir hikâyenin kendisini etkilediğini belirtti. Atay, kendisini bu kararı vermeye iten gerekçeyi şöyle açıklıyor: “Dört cümlelik bir roman yazmıştım: Her şeyi ve herkesi terket. En sevdiğin şeyleri at. En yakınlarınla vedalaş ve git buradan. Böyle fısıldadı içimdeki ses yorgun bir tarlaya dönüşen kalbime.” ‘Sınırları yürüyerek geçmek istedim’ Kendisini “bir şey olmayan, bir şey olmak için de bir derdi olmayan sıradan bir insan” olarak tanımlayan Atay, “Aile şeceresinde ağalık, paşalık, beylik, kulluk olmayanlardandım. Mazlumdan yanadır vicdanım. Ben dönmeliydim. Bu haysiyet meselesiydi. Herkesin doğduğu yerde haysiyetiyle yaşama hakkı vardır” dedi. Yürüyerek köyüne gelmesinin bir anlamının olduğunu dile getiren Atay, yürüme sebebini şu cümlelerle açıklıyor: “Dönmeliydim, hem de yürüyerek. Hani insan her yerde insansa, aralarına çektikleri sınırların öteki yakasını adımlayarak geçmek istedim. Hem bu hiç tanımadığım kalabalıklar arasından geçerken onlar bana, ben onlara nasıl davranacaktık, neyi görecektik birbirimizde. Çok şey görecektim, çok da yaşayacaktım.” 25 yıl Almanya’da yaşamasına rağmen yürüyüş boyunca Almanları daha farklı tanıdığını ifade eden Atay, yol boyunca yaşadıklarını şu cümlelerle aktardı: “Slovenya, Avusturya’nın güney bahçesi gerçekten. Orada pek karışan, umursayan olmadı. Ancak Hırvatistan sınırına 2 kilometre kala sınır güvenliğinden sorumlu ekipler yürütmediler, arabayla götürdüler. Hırvatistan sınırını geçtikten ve bir kaç saatlik yol aldıktan sonra geri getirilmem ve sınır kapısından bir kaç yüz metrelik ötedeki benzinlik yanında konaklamam tek çare olmuştu. Sırbistan sınırına doğru ilerledikçe savaşın duvarlardaki ve insanlar üzerindeki izleri daha duruyordu.” En çok Romanya ve Türkiye’de zorlandım Yürüyüş boyunca geçtiği ülkelerden en çok Romanya ve Türkiye’de sıkıntı yaşadığını vurgulayan Atay, “Romanya, bir kaç kuruş için çok sorun yaratacak bireylerle doluydu. Bulgaristan’da en çok Romanları sevdim. Bahçelerinde eğlencelerine davet edildim, yedirdiler, içirdiler evlerinin önünde, bahçelerinde çadır kurdurttular. Gönlümü ve bir kaç kuruşumu paylaşabildim onlarla. Bulgar Türkleri’nin bazılarından ise illallah ettim, yordular, paramı çaldılar, çok yalan söylediler” cümleleriyle başından geçenleri anlattı. ‘Kürdistan’dan özerklik bekliyordum’ Köyüne dönmeye karar verdiği zaman Kürdistan’da beklentilerinin gördüğünden daha farklı olduğunu belirten Atay, bölgede en azından bir özerklik beklediğini vurgulayarak, “Günümüz koşullarında merkezi yönetimlerin işe yaramazlıklarının, toplumlar tarafından anlaşılır olduğunu düşünüyordum, ama yanılmışım” diyor. Geldiği dönemde Türkiye’de ki atmosferin çok da iyi olmadığını, haliyle gelişinin de çok anlamlı karşılanmadığına değinen Atay, “Saxarat’a ulaştıktan bir süre sonra Çözüm Süreci denilen sürece girildi. ‘Barış’ kelimesi ürkütüyor bu ülkede insanları. Bu nedenle KayseriDeveli’yi geçtikten sonra Maraş’ın Göksun ve Tekir kasabaları civarlarında tehdit ve hakaretlere maruz kaldım. Yol boyunca da oldu bu tarz şeyler. Barıştan korkan çok. Sanki barışı bir tek Kürdler istiyor. Gerçekten de bu ülkenin demokratikleşmesini, hak ve özgürlüklerin anayasal bir hakka dönüşmesi çabası en çok da Kürd halkının çabası” diye konuşuyor. ‘Çeyrek yüzyıl sırt çantamda kaldı’ Kendisini vicdanen rahat hissettiğini söyleyen Atay, Almanya’da bıraktığı arkadaşlarına özlem duyduğunu ifade ediyor: “Köln, kendimle getirdiğim bir şehir. İnsanlar hakkımda ‘Almanya’yı bırakıp gelmiş inek sağıyor, hayvanlara çoban olmuş, böyle yaşıyor’ gibi yorumlar yapıyor. Ama çocukluğumun köyde geçmesi kolaylık sağlıyor bana.” Köyde sosyal bir ortamın olmayışının kimi zaman sıkıcı olduğunu ifade eden Atay, Almanya’da geçirdiği 25 yıl için “koca bir çeyrek yüzyıl sırt çantamda kaldı” diyor. 15 Üniter aklın oyunları SENNUR BAYBUĞA Sendikaların yıllar sonra ve tekrar boş bir laiklik söylemi ile miting düzenlemeye başlayacağı, solcu gazetelerin milli bayramları kutladığı şu zamanlarda, demokrasinin bir gün bahar suratı ile kendini göstereceği ve bunu da bizim başaracağımızla ilgili umudumu korumam için bir sebep yok. Ben tekkeyi kimin beklediği ile değil yıkılması zorunluluğu ile ilgilenen biriyim. Üniter devletin bas bas bağırıldığı ve sadece tek adama muhalefe indirgenmiş sığ muhalefetin, solun şarkılarına ilham olduğu şu dönemlerde, sosyalist iddia taşıyan gazetelerin manşetlerine milliliğe övgü dizen büyük kutlama telgrafları taşımalarının ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar aptal değiliz hiçbirimiz. Tuhaf bir ülke burası, birisi çıkıyor, bir grup çıkıyor, bir insan çıkıyor her neyse, iktidarda olduğu söylenen uzun boylu yönetici ya da parti aleyhinde büyükçe bir laf ediyor ve birden kahramanımız oluyor, bizim kahramanımız dikkatinizi çekerim, sonra yazılarından dip dip bir Kürd düşmanlığı, dip dip bir hak düşmanlığı, inceden bir ittihatçılık ama bir o kadar ağır cila ve biz o ince yazıların peşinde, toplantı salonlarında yerimizi alıyoruz alkışlamak için, sonra bir gün, pat diye ‘iktidarın’ suratını değil de mazlumun adını anmadığını fark ettiğimiz de düşmanımız oluyor. Bıktırıcı bir kısır döngü, 19 Mayıs tarihli sol gazeteleri okumamam gerekirdi. Özü şu ki; üniter devlet 60 yıldır da bu solun sevdasıdır, ittihatçılığa hiç girmeyeceğim bile, sağlarını tanıdığım zamanlardan konuşuyorum, kahramanlarımız nedenini bilmedikleri bir sevda ile severler bu cumhuriyeti, nedenini bilmeyiz zira kimse bize anlatmamıştır. Kürdler anlatıyor canlı canlı ama öğrenmeye niyetimiz yok hala, onları da kendimize bir güzel benzetmekteyiz ki tadından yenmez. Dokunulmazlıklar kalksın mı kalkmasın mı oylamasının ikincisi bugün yapılacak, (tam ben yazıyı yazarken birinci madde 373 kabul oyu ile geçti) üç gün önce yapılan oylamada kararsızların ve boş oy atanların sayısını gördüğümde bu basiretsizler kurultayından bir şey beklememin manasız olduğunu anladım ben, gerisi ile ilgilenmiyorum. HDP ‘yi yazarken tirePKK yazan siyasi aymazlığın ve aklın, ülkede bir arada yaşamaya ve demokrasiye dair kafa yorduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki bugünkü referandum da dahil bize sürpriz gelmeyen, gelmemesi gereken her şeyin bu ülkede karşılığı var. Bu ülkenin ‘sol’unda, sağında ortasında, her daim düzenini kuran tüm temel ilkelerin bir karşılık ve ortaklık kurduğu, söz konusu millilik olunca, halklar kavramına bile aynı titreyen suratla bakanlar ülkesinde, yazık ki Türk ve yazık ki Sünni Müslüman’ın değilsen ne siyasetin ve ne de vicdanın öznesi olamayacağın aşikardır. Bütün hesaplar seçimler, kavgalar senin dışında sana rağmen olur ve senin dışında sürekli dönen o top asla sana pas edilmez, arada oyuna soktukları bir iki takımlar dışı destekçi oyuncunun senin takımında yedek gibi görünüp yine de masumca topu onlara kaptırmak için çevirdiği dalavereleri belki görürsün, genellikle görmezsin, zira eksik adamla oynamamak her daim hoşuna gider. Bu oyunu terkedip yeni bir ligde kendine yer bulmadıkça, her daim yenileceğin ve yenile yenile yorgun düşeceğin bu ülkede senin için pişmiş bir dilim ekmek var ise de bunu yedek oyuncu adındaki sahtekarlar ordusuna kaptırmamanın bir yolunu da artık bul isterim. 16 BasHaber SÖYLEŞİ 23 - 29 Mayıs16 2016 MÜZİK Veysi Demir: Kürdçe rock neden olmasın? Klasik müzik dışında, Kürdçe rock ve pop tarzında müzik yapan sanatçılar kervanına her geçen gün yeni isimler katılıyor. Özellikle son dönemlerde, Kürd müziğinin geleneksel anlamda icrasının dışında, modern tarzlar üzerinden Kürd müziğini sentezleyen birçok başarılı sanatçı da görmek mümkün. Uzun süre geleneksel formlar üzerinden şekillenen Kürd müziği, zaman içerisinde yeni alanlarda da ortaya çıkmakta. Bunun yanında, Kürdlerin tarihsel süreç içerisinde geçirdikleri politik aşamalar ve toplumsal değişimlerini de Kürd müziğini etkileyerek farklı tarzların oluşumuna katkıda bulunduğunu söylemek mümkün. Daha çok geleneksel olarak sürdürülen Kürd müziğinde, yeni tarzda sanatçı ve eserler de çıkıyor. Genel olarak bu yeni akımlar, bireysel ve amatör bir tarzda oluşturulsa da Kürd müziğinin farklı alanlara açılması açısından umut yaratıyor. Bu yeni tarz ve akımlar içerisinde Kürdçe rock müziği ise oldukça özgün bir alan. Bu tarzın icracılarından olan genç müzisyen Veysi Demir, Kürdçe müziğin yeni tarzlara da ihtiyacı olduğunu söyleyerek, “neden Kürdçe rock da olmasın” diyor. Veysi Demir ile rock serüvenini ve müzik yaşamını konuştuk. Esat Kınış Kürd müziğine baktığımızda rock türü bir alan epey özgün. Nasıl başladı Kürdçe rock serüveni? 9 yaşında tanıştığım gitar ile müzik yaşamım temelinde başladı. Zaten doğup büyüdüğümüz coğrafya oldukça zengin bir kültüre sahip. Özellikle dengbejliğin o eşsiz tınısı, müziğe ilgisi olan her insanda bir etki bırakıyor. Kürdçe rock ise benim için, zaman içerisinde gelişen bir durum. Elbette müzik sınırları olmayan evrensel bir alan. Evet, Kürd müziği geleneksel açıdan oldukça zengin ama modern tarzlar üzerinden bu zenginliği sürdürmek de mümkün. Başka coğrafyalarda, toplumlarda da geleneksel müzik var ama bunun yanında rock, pop gibi tarzlar da var. Bu Kürd müziği için neden geçerli olmasın. Bu açıdan Kürdçe rockı o kadar da sıra dışı bulmuyorum. Neticede yine Kürd müziği mutfağında pişen ve ortaya çıkan bir tarz. Yani özgünlüğünü sanırım yeni enstrümanlar üzerinden alıyor biraz. İstanbul’a yerleşmemden sonra kendi adıma Kürdçe rockın sınırlarını da daha net çizdim. Tabi bunda çevremin, arkadaşlarımın etkisi büyük. Kerem Gerdenzeri ve Koma Wetan’ı sormak isterim. Kürdçe rockı çok erken bir dönemde ve oldukça başarılı bir şekilde, ilk icra eden grup olarak çıktılar. Başlarken haberin var mıydı bu gruptan? Evet, çok beğenerek dinlediğim ve takdir ettiğim bir grup. Bugün dahi o dönemki profesyonelliği bulamasınız. Dediğiniz gibi dünyada bile o dönem itibariyle rock müziği yeni oluşmaya başlarken Koma Wetan’ın ortaya çıkması Kürd müziği açısından da umut verici. Bu grubu bugün hala severek dinliyoruz. Kürd müziğine katkılarından dolayı sonsuz saygı duyuyorum. Kürd müzik camiasına baktığımızda daha çok geleneksel kalıpların devam ettiğini görüyoruz. Kürdçe rock bu camiada ne kadar yer bulabiliyor? Açıkçası pek yer bulabiliyor diyemeyiz. Ama bu tür şeyler zaman isteyen, biraz da sosyal manada bir değişimle olabiliyor. Rock müziği dünyaya Amerika ve Batı’dan yayılan bir akım. Bunu zamanla her toplum kendi kültür ve müziği üzerinde şekillendirerek evrensel bir niteliğe taşıdı. Dolayısıyla Kürd toplumu için de böyle şüphesiz. Yalnız, Kürdlerin yaşadıkları yerlerdeki politik, siyasal sorunlar maalesef müzikten, edebiyata birçok alanı olumsuz Veysi Demir kimdir? Batman’ın kadim Hasankeyf ilçesinde bir köyde doğdum. Çocukluğumun hemen tamamını bu bölgede geçirdim. Dokuz yaşında tesadüfen elime aldığım gitar ile müzik yaşamım başladı. İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Harita Mühendisliği öğrencisiyim. Henüz maddi kaygılardan dolayı bir albüm çalışmam yok ancak müzikal çalışmalarım devam ediyor. etkiliyor. Bütün hayatımıza etki eden bu sorunlar, belli alanlarda üretkensizliğe de neden oluyor. Böyle bir ortamda halen geleneksel kalıplarla yapılan müzikler elbette ki çok daha yer bulabiliyor. Bunun yanında Kürd müziğinin yeni tarzlara da ihtiyacı var. Ben de gelenekten kopmayan, modern bir müzik yaratmanın peşindeyim. Ancak dediğim gibi zamanla çok daha kabul edileceğine inanıyorum. İkincisi ise şuandaki Kürd müziğini pek olumlu bulmuyorum. Yapılan müzik ya çok politik argümanlar üzerinden yapılıyor ya da kötü tarzlarda yapılıyor. En önemlisi orijinal bir üretkenlik görmek çok zor. Olumlu, olumsuz ne tür tepkiler alıyorsun? Genel olarak beni dinlemeye gelen insanlardan olumlu tepkiler alıyorum. Yalnız Kürdçe rock, Kürd toplumunda henüz tam manasıyla kabul edilmiş değil. Sanırım bu pop için de böyle. Kabul dilen müzik türü daha çok türkü formatında. Bu açıdan büyük bir dinleyici kitlesi olduğu da söylenemez. Annem, babam dahi olumsuz yaklaşıyor. Gelecek kuşaklar açısından daha olumlu olacağını düşünüyorum. Müziğini oluştururken kimlerden besleniyorsun? Aslında birçok şeyden besleniyorum. Birincil olarak doğup büyüdüğüm toprakların seslerine kulak veriyorum. Bu toprakların eşsiz dokusu gerek müziğimi gerekse de kişisel felsefemi derince etkilediğine inanıyorum. İkincisi Doğu’dan Batı’ya, bana esin olan güzel bulduğum her tür müziği dinliyorum. Yine de beslendiğim temel şey, geçmişten bugüne devam eden bir yaşantı hali aslında. Özellikle geleneksel Kürd müziği hayatının neresinde, Kürd sanatçılardan kimleri dinlersin? Geleneksel Kürd müziği hayatımın her aşamasında. Doğduğumuz coğrafya, çok zengin bir kültür mirasına sahip. Bu coğrafyada doğmuş, büyümüş biri olarak bu mirasa sahip çıkmaya çalışanlardanım. Amacım, yeni bir tarz oluştururken gelenekten tamamıyla kopmak değil. Tersine benim mutfağım Kürd müziği. Müziğimin temelinde Kürdlerin yüzyıllardır sürdürdüğü ezgiler var. Benim yaptığım ise bu ezgileri yeni tarzlarda yorumlamak. Özellikle dengbejlik geleneği Kürd müziği açısından çok zengin. Bunu yeni tarzlar üzerinden sürdürmek mümkün. Nitekim bunu yapan sanatçılar da var. Şakıro’dan, M. Arif Cizrawi’ye, Mihemed Şexo, Şivan Perwer, Ciwan Haco, Xero Abbas ve daha birçok Kürd sanatçısını dinlerim.
Benzer belgeler
17.04.2016
ve çözümü konusunda yegane ilişki biçimine dönüştü. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devlet şiddeti, Kürd meselesinin ve diğer toplumsal sorunların görünmez kılınması için başvurulan temel yöntem ...
Detaylı30.05.2016
azından AK Parti’de, en azından şimdilik. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili anayasa değişikliği teklifi için cuma günü yapılacak ikinci tur oylama da benzer bir aralığı kapatmaya aday görün...
Detaylı