Kent ve Kültür Üstüne Bir Çeşitleme

Transkript

Kent ve Kültür Üstüne Bir Çeşitleme
Kent ve Kültür Üstüne Bir Çeşitleme…∗
Kentteyiz… Hem de uzun zamandır. Ancak ne kadar kentli
olduğumuz veya ne zamandan beridir kentli olduğumuz belki
bizim bile düşünmeye cesaret edemeyeceğimiz bir sorudur. Zira
zor iştir “kentli” olmak… Bizler bu topraklar üzerinde kurulmuş en
güzel kentlerden birinde yaşıyoruz. Bu yüzden herkesten çok bizim
sorumluluğumuzdur kentli olmak.
Yaşamımızı sürdürdüğümüz kent sadece maddi yapılardan ibaret
değildir. Ünlü kent bilimci Lewis Mumford, Kentlerin Kültürü adlı
çalışmasında, "Kent, bir topluluğun kültürünün ve erkinin
yoğunlaştığı yer, zamanın bir ürünü, birikimidir" der.
Hayatımızın içerisinde şekillendiği kalıplardan birisi de “mekân”dır.
İnsanlar, insan toplulukları, mekânlara kendi kimlik ve kişiliklerini
yansıtırlar. Mekânı yaşama, hayatı yaşayışın tamamlayıcı bir
parçasıdır. Fakat “mekânı yaşayış”, bir noktadan sonra “mekânla
yaşayış”a dönüşür. Yani insan, mekânı değiştirdiği, ona şekil
verebildiği gibi, içinde hayat sürdüğü mekânın da insan hayatını
şekillendirmesi, ona kendi şartları doğrultusunda bir yapı, bir tarz
ve giderek bir zihniyet kazandırması da söz konusudur.
…
Bu şehirde yağmur altında dolaşılır
Limandaki mavnalara bakıp
Şarkılar mırıldanılır geceleri.
Bu şehrin sokakları çoktur,
Binlerce insan gelir gider
sokaklarında..
Her akşam çayımı getiren
Ve bir Beyaz Rus olmasına rağmen
Hoşuma giden garson kadın bu
şehirdedir.
Bu şehirdedir
Valsler, foksrotlar altında
Şuman'dan, Bramsdan
Parçalar çaldığı zaman dönüp
Bana bakan ihtiyar piyanist.
Doğduğum köye müşteri taşıyan
Şirket vapurları bu şehirdedir.
Hatıralarım bu şehirdedir.
Sevdiklerim,
Ölmüşlerimin mezarları.
Fiziksel bir bütünlüğe ve somutluğa sahip en büyük toplumsal
birim olmasının yanı sıra; kent geniş bir toplumsal ilişkiler ağının
Bu şehirdedir işim gücüm,
hem yaratıcısı ve hem de düğüm noktasıdır. Göçebenin
Ekmek param.
kışlağından ve köyden farklı olarak insanın “kendisi gibi olmayan”
Fakat bütün bunlara mukabil
ile “yabancı” ile karşı karşıya geldiği, ilişki kurduğu ve birlikte
Yine budur başka bir şehirdeki
yaşadığı yerdir. 18. yüzyılın büyük Fransız düşünürü ve deneme
…
yazarı Jean Jacques Rousseau’nun dediği gibi “köyü ve kasabayı
Orhan Veli
evler oluşturur; kenti ise yurttaşlar” Dolayısıyla Platon’dan bugüne
yeni bir dünya kurmaya girişenlerin; hayallerini somutlaştırırken
işe öncelikle bir kent tasarlamaya başlamalarına şaşmamak
gerek… Öyleki tarih boyunca kentler, kültür ve medeniyetlerin doğduğu, geliştiği ve yayıldığı
yerler olmuştur. Medeniyetlerin çoğu zaman kentlerde ortaya çıktığı ve kentlerin çökmesi ile
birlikte medeniyetlerin de çöktüğü bir gerçektir. Bu yüzden Kudüs, Roma ve İstanbul gibi
şehirler bir kentten çok daha büyük anlamlar taşımaktadır.
“Kentleşme” sanayi devriminden bu yana geçen iki yüz yıl boyunca, insanlık tarihinin yaşadığı
en hızlı dönüşüm süreçlerinden ve bir o kadar da girift olgulardan biri olmuştur. Eski çağlarda
“kadim medeniyetlerin” yaratıcısı ve taşıyıcısı olan kentler; yakın çağlarda sanayi devriminin
yarattığı modernleşmenin, zenginliğin, refahın ve modern kültürün sembolü olmuşlardır.
Burada yeni bir tanımlama yapma ihtiyacı belirmektedir. Kentleşme dar anlamıyla kent
∗
Hasan SOYGÜZEL, Yerel Yönetim Uzmanı
1
sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasını anlatmaktadır. Bu tanım sadece
demografik bir nitelik taşır. Tabii nüfus artışı ve kırsal alanlardan kente göç, kentsel nüfusun
artışını etkileyen iki temel faktördür. Ancak kentleşme olgusunun ekonomik, toplumsal ve
siyasal boyutları da vardır ki, geniş anlamda yapılan bu tanım; "Sanayileşmeye ve ekonomik
gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu
doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan,
insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim süreci."
olarak ifade edilebilir.
Hepimiz bugün aynı zamanda yorgun kentlerin
şaşkın sakinleriyiz... Üzerindeki yükleri taşımaktan
halsiz düşmüş ve artık yağmurların başka anlamlara
geldiği kentlerde yaşıyoruz. Son dönem şiirimizin
büyük ustası İsmet Özel belki de doğru
söylüyordur. Belki hepimiz kente benzetemediğimiz
“kentten manzaralar” gördüğümüzde şu dizeleri
tekrarlamışızdır.
Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir
kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
yağmurdan sonra ortadan kalkmıyorsa sokaklar
o şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir
Şehirlerin zihnimizdeki çağrışımı bugün sinirlerimizi bozan trafik; her an hareketlenebilecek
güvensiz sokaklar; artan kalabalıklarda artan yalnızlığımız; gözümüzü ve gönlümüzü abartılı
rengârenkliğiyle yoran ve bir o kadar da içimizdeki canavarı kamçılayan ışıklı tabelalar; zengin
dilenciler ve hiç şüphesiz kaçan topunun peşinden koşmaya korkan temiz elbiseleriyle
çocuklar… Bu kentler bizim kentlerimiz olamaz… Bu şehirlerin ruhu yok…
Kartaca’da tılsım şöyle
yapılmış: Tunçtan bir sabana
bağlanan iki beyaz öküz, şehir
için seçilmiş mekânda içten
dışa doğru dolaştırılarak bir
“kutsal çember” oluşturulmuş
ve bu çembere şehrin surları
inşa edilmiş.
Romalılar kendilerine korkulu
günler yaşatan Hannibal’i
yenip Kartaca’yı ele geçirince
taş üstünde taş bırakmazlar.
Ve yıkıntılar üzerinde saban
sürerler. Ancak bu defa ters
yönde, dıştan içe sürerler
sabanı. Böylece tılsım bozulur
ve Kartaca tarihten silinir.
Çünkü şehrin ruhu yok
Eskiden kentlere “tılsım” yapılırmış. Çünkü kentlerin de bir ruhu
olduğuna inanılırmış. O kentin kâhini, rahibi ya da bir başka ulu kişisi
yaparmış tılsımı. Kentin “kimliğinin” çok önemi varmış tılsımın
yapılmasında. Eğer söz konusu şehir ziraat şehriyse tılsım toprağa
yapılırmış; su şehriyse suya, kuraksa rüzgâra... Tılsım bozuluncaya kadar
şehirlerin yaşayacağı düşünülürmüş.
Bir kentin kültürü ya da bir kentte kültür nasıl oluşur. Fransızların
tanımlamasına göre, kültür, "Her şey unutulduğu zaman belleklerde ne
kalıyorsa, ona verilen isimdir". Öyleyse kültür her şeyden sonra elimizde
kalan son şeydir. Büyük söz ustası Ataol Behramoğlunun da dediği gibi,
kültür belki de bütün “yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şey”dir.
Öyleyse kent kültüründen neyi anlamak gerekir? Herhalde, tarihin ve
doğanın kente bırakmış olduğu birikimi... Muhakkak ki, bu birikimin
temel öğesi, o kentin kimliğidir. Her kentin kimliğinde, o kentin süreklilik
kazanmış olan ayırt edici özellikleri saklıdır.
Kentlere kimlik ve ruh kazandıran ayırt edici unsurların başında kenti
hatırlatan imgeler ve öğeler gelir. Mesela Eiffel Kulesi Paris’i, Topkapı Sarayı ve Ayasofya
İstanbul’u, San Marco Meydanı Venedik’i, Empire State New York’u anımsatmaktadır.
Kültürün somut plandaki yansımaları bu eserler şehirlere kimlik kazandıran en önemli
simgesel yapılardır.
2
…
İsmet ÖZEL
Ancak kent, sadece yapılardan da ibaret değildir. Kentlere kimlik kazandıran yegâne unsur
mimari değildir. Meydanlar, doğal varlıklar, parklar, bahçeler, insani hareketlilik, coğrafi
koşullar vb öğeler de kentsel kimliğin oluşumunda önemli etkenlerdir. Tarihin ve coğrafyanın
yanında şehrin kültürel ve sosyal aktiviteler bakımından ne noktada olduğu kent kimliğini
belirleyen önemli bir faktör olarak karşımıza çıkar.
Kentli olmak için kentte olmak gereklidir ama yeterli değildir. Bunun için bilinç gerekir; çaba
gerekir; fedakârlık ve cesaret gerekir… Kent, tutunamayanların ve tuttuğunu kopartanların
mekânı değildir. Beslendiğimiz medeniyet havzasının yağmurlarında yıkanarak aynı zamanda
içimizdeki kirleri temizleyen bir kültür meydanıdır kent… Kent sadece bizi doğurup emziren
bir anne değildir; aynı zamanda yetiştirip eğiten bir mürebbiyedir de. Yaşadığımız mekânı
kent yapmaksa kentliler olarak bizim görevimizdir. Bu nedenle kentlerimizde bir kültür ve
medeniyet iklimini yeşertmek için olanca gücümüzle çalışmalıyız.
Herkes, ne kadar kentte olduğuna, ne kadar kentli olduğuna ve kente ne olduğuna bir
baksın…
3

Benzer belgeler