BURAYA UZUN BiR YOLDAN GELDiM

Transkript

BURAYA UZUN BiR YOLDAN GELDiM
5ARALI
K2
01
4-SAYI
1
5
5
Mi
mi
k
s
i
zAdam
Avr
am Gr
ant
SezonunSür
pr
i
zAdayı
Mer
s
i
nİ
dmanYur
du
Real
ʼ
i
nÇal
ı
mı
As
ens
i
o
F
ut
bol
c
ul
uğundaol
duğugi
bit
ek
ni
kdi
r
ek
t
ör
l
üğündede
uzunbi
ryol
danGal
at
as
ar
ayʼ
agel
enHamza
Hamzaoğl
uʼ
nungi
dec
ekdahauzunbi
ryol
uv
ar
Yayın Koordinatörü
Hamza Hamzaoğlu
İlker Yılmaz
7 yaşında, bir gece vakti, ailesiyle birlikte gizlice sınırı geçerek Türkiye’ye
sığınmıştı Hamza Hamzaoğlu. Minik, yıldız ve genç takımlarda gayet
başarılı olmasına karşın nüfus cüzdanı olmadığından lisansı bile yoktu,
hiç resmi maçta forma giymedi. Zorluklarla büyümenin ne demek
olduğunu küçük yaşta öğrenmişti. Futbol hayatında da zorluklarla
yaşadı, kolay kolay bir yere gelmedi. 21 yaşında geldiği Galatasaray’dan
25 yaşında ayrıldı. Siirt’te, Yozgatta, Konyada, Alanya’da 1’nci, 2’nci,
3’üncü ligde oynadı. Teknik direktörlüğe de alt liglerden başladı. 2.’nci
lig, 1’nci lig ve en son Süper Lig’de Akhisar’da oldukça başarılıydı. 1995’te
ayrıldığı Galatasaray’a 19 yıl sonra bu kez teknik adam olarak geri döndü.
Hayatım Futbol’un 155. sayısında Hamza Hamzaoğlu’nun geçirdiği uzun
yolu bulacaksınız.
Yazarlar
Bahadır Bozkurt
Cihat Akbel
Emre Çelik
Kutay Ersöz
Mustafa Irgıt
Serkan Akkoyun
Uğur Karakullukçu
Kapak Fotoğrafı
Tuncay Şen
(Galatasaray Dergisi)
Bu sayıda ayrıca; Süper Lig’in sürpriz adayı Mersin İdman Yurdu’nu,
2022 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olan Katar’ın futbolunu,
Mallorca’dan Real Madrid’e transfer olan yeni yıldız adayı Asensio’yu,
Chelsea’nin başına epeden indiği gibi geçmişi tepeden inme olmayan
Avram Grant’ı ve Atletich’in mabedi San Mames’teki maç gezisini
bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#155 BU SAYIDA
Hamza Hamzaoğlu Özel
Buraya uzun bir yoldan geldi, daha
uzun bir yolu var
Hamzaoğlu’nun çözmesi gereken
4 sorun
Sezonun Sürpriz Adayı
11 haftalık performansıyla zirveyi zorlayan Mersin İdman Yurdu,
sezonun sürprizi olmaya aday
Real’in Çalımı
Devlerin peşinde olduğu Mallorcalı Marco Asensio
Real Madrid’de
Mimiksiz Adam
Chelsea’ye tepeden inmesiyle tanıdığımız Avram Grant’ın hayat
hikâyesi bir hayli trajik
Katar’ın yeni eğlencesi
2022 Dünya Kupası’nın ev sahibi Katar’ın futbolunda neler oluyor
Maç Gezileri
Futbola dair her şeyin olduğu Bilbao’da Atletich’in yeni
mabedindeydik
Kutay Ersöz
BURAYA UZUN BiR
YOLDAN GELDiM
Her sıkıntılı kulübün sıklıkla yaptığı gibi Galatasaray
da zor günlerinde eski evladına sarıldı. Hayatındaki
tüm başarılara tırnaklarıyla kazıya kazıya gelen
Hamza Hamzaoğlu için Ezel’den replik çalıyoruz:
Buraya uzun bir yoldan geldim
Profil HF155
Türk dizi tarihinin en başarılı yapımlarından biri
olan Ezel’in hikâyesini bilirsiniz. Genç Ömer’e bir
tuzak kurulur, hapse düşer, kurtulma ihtimali
yoktur ama Hayata Dönüş Operasyonu esnasında
bir şans bularak yeni bir kimlikle geri döner…
Dizinin ilk bölümünde söylenen ilk cümle şöyledir:
“Buraya uzun bir yoldan geldim, daha uzun bir
yolum var.’’
25 yaşında Galatasaray’dan koparılan Hamza
Hamzaoğlu’nun 20 sene sonra Florya’ya geri
dönüşü bu hikâyeyi andırıyor. Yuvasından
koparılan, kendi şansını kendi yaratan,
tırnaklarıyla kazıyarak başladığı yere geri dönen
bir teknik adamın hikâyesi var karşımızda.
Üstelik Ezel ile Hamza Hamzaoğlu’nun tek
benzerlikleri öyküleri değil. İkisi de kendilerine
yeni bir kimlik oluşturdular. Ömer Uçar, hikâyenin
ortasında Ezel Bayraktar olurken, 7 yaşında
Yunanistan’dan Türkiye’ye göç eden ve uzun
süre kimliksiz bir şekilde yaşayan genç Hamza,
17 yaşında Hamza Hamzaoğlu adını alarak
kariyerine başladı.
Ezel’den replik çalarak; (bu hikâyenin nasıl
biteceğini bilmiyoruz ama nasıl başladığını
biliyoruz) bilinen hikâyeyi en baştan anlatalım.
Çünkü Galatasaray, başka bir teknik direktörle
anlaşsaydı belki de bu yazı, yeni gelen
ismin antrenörlük günlerini ele alırdı. Fakat,
öykünün kahramanı Hamzaoğlu olunca en
baştan başlamak gerekiyor. Zaten yüksek
ihtimalle, babasını kaybettiği günün sonunda
Galatasaray’dan teklif alan Hamza Hoca da, acı
ve gururun iç içe girdiği o günde hayatını film
şeridi gibi gözlerinin önünden geçirmiştir.
Yunanistan - Türkiye gerginliğinin tavan
yaptığı yıllarda, 1974 Kıbrıs Harekatı’nın 3 sene
sonrasında, bir kış gecesi ailesiyle beraber bir
sandal sayesinde Yunanistan’dan Türkiye’ye
kaçışı, 14 yaşında İzmir’deyken akranlarıyla
oluşturduğu mahalle takımına teknik direktörlük
yapması, Galatasaray’a ilk gelişi, Galatasaray’dan
beklenmedik bir şekilde gönderilişi, ilk
antrenörlük deneyimini yaşadığı Malatyaspor
günleri, Eyüpspor’a oynattığı final, Denizli’de
ıslıklar, en göz önünde olanı belki en rahatı
Akhisar Belediyespor başarısı… “Film gibi bir
hayat hikâyesi” demek belki fazla romantiklik
olacak ama örnek oluşturacak bir başarı
hikâyesiyle karşı karşıya olduğumuzu da inkar
edemeyiz.
1970 yılında Yunanistan’da, Türk nüfusunun
fazla olduğu Gümülcine şehrinde doğan Hamza
Hamzaoğlu, 7 yaşında ailesiyle beraber Türkiye’ye
kaçtı. Gerçek bir kaçış öyküydü. Aile, Meriç Nehri
üzerinden sandalla Türkiye topraklarına vardı ve
daha sonra bir traktörün arkasında yola devam
etti. Soğuk bir kış gecesinde kendilerine yeni bir
vatan bulan ailenin soyadı da kimliği de yoktu.
Küçük Hamza, futbolla ilk ciddi yakınlaşmalarını
ailenin yaşamak için seçtiği şehir olan İzmir’de
gerçekleştirdi. Henüz 14 yaşında kurduğu
mahalle takımına antrenörlük yaptırması belki
de bugünlerin habercisiydi fakat o günlerde
etraftakiler için sadece akranlarından daha iyi
olan bir futbolcuydu. Bu özelliği onun altyapılara
girmesini sağladı. Altay ve İzmirspor kulüplerinde
geçirdiği günlerde en büyük sıkıntısı kimliksiz
olmasıydı. Lisans çıkartamadığı için resmi
maçlara çıkamıyordu. Bu durum profesyonelliğe
yaklaştığı dönemde son buldu. Babası, nüfus
müdürünün de tavsiyesiyle babasının adını,
ailesine soyadı yapmıştı: Hamzaoğlu. Böylece
dedesinin adını taşıyan Hamza da, Hamza
Hamzaoğlu olarak profesyonel futbol dünyasına
adım attı.
İzmispor’un A takımında 3.Lig şampiyonluğu
yaşadı. Tam bu noktada “Genç Hamza, İzmirspor
forması altında gösterdiği performansla büyük
takımların dikkatini çekti” demek isterdik
ama aslında uzun bir müddet bir kişi hariç
kimselere kendini gösteremedi. Ta ki milli
takımın İzmirspor ile oynadığı bir hazırlık maçına
kadar. Karşılaşmayı kenardan takip eden Fatih
Terim, kendi oyuncularından çok rakip takımın
sol bekine takıldı. Bu bakışlar, bugünlere kadar
uzanacak bir ilişkinin ilk temelleri oldu. Fatih
Terim, 21 yaşında olan Hamza’yı 1991 yılında
Yunanistan’da düzenlenen Akdeniz Oyunları’nda
mücadele eden takıma dahil etti. O takım finale
kadar yükselse de ev sahibi Yunanistan’a olaylı bir
maç sonunda mağlup olarak gümüş madalyada
kaldı. Gözlerini Yunanistan’da açan Hamzaoğlu
ise Yunanistan topraklarında oynadığı futbolla
kendini Türkiye’ye kanıtlayarak ironik bir kariyer
başlangıcına imza attı.
İzmir’de kurulamayan cümleyi değiştirmek,
Yunanistan’da mümkün oldu. “Genç Hamza, milli
takım forması altında gösterdiği performansla
büyük takımların dikkatini çekti”. Artık
Galatasaray’ın oyuncusuydu. Galatasaray’da
4 sezon geçirdi. Aslında onun kalitesindeki bir
oyuncu için kısa bir süreydi. 4 sezonun içinde
unutulmaz United maçları, şampiyonluklar,
kupalar (6 kupa), Şampiyonlar Ligi deneyimleri,
seneler sonra UEFA Kupası ve dünya üçüncülüğü
kazanacak takımın temelleri olsa da, Hamza
Hamzaoğlu göz açıp kapayınca kadar geçen 4
sene içinde takımdan ayrıldı.
Takımdan ayrılışının ardından ise bazı
dedikodular kaldı. Takımın kaptanlarından birisi
olan Hamza; kötü geçen 1994/95 sezonunun
kurbanlarından oldu. Yusuf Tepekule, Cihat
Arslan ve Mert Korkmaz ile beraber takımdan
uzaklaştırıldı. Bir rivayete göre bu isimler yaşam
tarzları nedeniyle Adnan Polat tarafından
takımdan gönderilmişti. Sonuç olarak Hamza,
Fenerbahçe’nin de çabalarına rağmen, Cem
Uzan’ın İstanbulspor’una 50 milyar bonservisle
transfer oldu. Bir sezon önce Ertuğrul Sağlam’ın
67 milyar ile rekor kırdığını hatırlatırsak, ederinin
ne kadar yüksek olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
Ona harcanan bonservis bir kenara, Galatasaraylı
taraftarlar yaşanan ayrılık esnasında Hamza’ya
haksızlık yapıldığını düşündü. Belki de bir kanat
oyuncusu olarak Sami Yen’in kalbi olan kapalı
tribünü önünde oynadığı için taraftarlarla yakın
bir ilişki kurabilmişti.
Fakat gözden uzak olan gönülden de uzak
olur. Hamza’nın ardından gelenler onu çabuk
unutturdu. Kendisinden 3 yaş küçük olan Hakan
Ünsal ve iki yaş küçük olan Ergün Penbe, seneler
içinde Avrupa futboluna altın harflerle isimlerini
yazdırırken Hamza Hamzaoğlu, Anadolu’da (Siirt,
Yozgat, Konya) gözlerden uzak bir şekilde top
koşturuyordu. Belki de Cem Uzan o bonservis
bedelini ödemese ve Hamza bir yıl daha takımda
kalsa hikâye çok başka yazılacaktı. Onu futbol
dünyasına kazandıran Fatih Terim’in 1996’da
Galatasaray’a geleceğini de düşünürsek belki de
30 yaşına geldiğinde Kopenhag’da sahada yer
alacaktı. Futbol bu tip hikâyeleri sever. Kaybolan
yıldızların hayatları; benzer tesadüfleri, kararları,
şanssızlıkları barındırır. Konuşması, okuması
ilgi çekicidir. Ama daha görkemli olanı, tam bu
noktada ayağa kalkan bir ismin hikâyesidir.
Aslında bu hafta içinde atılan imza Hamza
Hamzaoğlu’nun Galatasaray’a üçüncü gelişini
temsil ediyor. 1991 yılında genç bir futbolcu
olarak Galatasaray bünyesine dahil olan Hamza,
futbolu da Galatasaray içinde bıraktı diyebiliriz.
2003 yılında Galatasaray’ın pilot takımı olan
Beylerbeyi’nin çağrısını kırmadı. Galatasaray’ın
altyapı oyuncularına ağabeylik yaptı, daha üst
liglerde oynama imkânı varken 3.Lig’i tercih etti
ve futbolu o sezon sonunda bıraktı. İlk 11’de 30
maça çıkarak, gençlere gereken dersi verdi ve
ardından da futbolun çizgilerle ayrılan bölümünü
terk etti.
Hamzaoğlu, futbola vedasından sonra bir
dönem Saffet Susiç’in yardımcılığını yaptı. Yıllar
sonrasında Terim’in yardımcılığını yapması,1997
yılında İstanbulspor-Galatasaray maçı ardından
yaşanan Terim-Susiç gerginliğini hatırlayanlar için
ilginç bir tesadüf oldu.
İlk birinci adamlık deneyimi ise 2009 yılını buldu.
O dönem Bank Asya 1.Lig’de mücadele eden
Malatyaspor’un başına geçti. Malatyaspor ligde
zor günler geçiriyordu. İlk yarının son haftalarında
takımın başına Hamzaoğlu’nu getirdiler.
Yerel basın ve taraftarlar ateş hattındayken
genç bir teknik adam tercihini kabullenmekte
zorlandı. Hamzaoğlu, ise teknik adamlık
kariyeri boyunca farklı bir profil çizeceğini ilk
imzasını atarken göstermişti. Genelde böyle bir
durumla karşılaşanlar eleştirilere karşı bir tavır
koyar, o ise yapıcı bir dille “Burada çiçeklerle
karşılanmayacağımı biliyordum. Benim gibi bir
antrenöre yönelmek, her kulübün yapabileceği
bir şey değil” ifadelerin kullandı. Bu cümleleri
‘kendine güvensizlik’ olarak değerlendirenler
çıkabilir ama hocanın oynattığı futbolu da
düşününce aslında sadece “kendini ve şartları
bilme” şeklinde nitelemek daha sağlıklı olacaktır.
Malatyaspor antrenörünü bulmuştu ama
futbolcu yoktu! Bazı maçlara 14 futbolcuyla
çıktılar. Hamzaoğlu, altyapıdan gençleri de
takıma monte ederek ilk 18’i bulmaya çalıştı. O
şartlar altında 12 maça çıktı. Alınan 3 galibiyet
az görülebilirdi. Ama yönetim kan değişikliği
isteyerek onu görevden aldıktan sonra, takım
bir galibiyet daha alamadı. Hamza Hamzaoğlu
bugünlerde Galatasaray’a geçerken, Malatyaspor
ise 44 Malatyaspor adı altında amatör ligde
mücadele ediyor. O gün 12 maçta alınan 3
galibiyeti yeterli bulmayan kulüp, devamındaki
2 profesyonel sezonda ise sadece 6 galibiyet
yaşayabildi.
Hamza Hamzaoğlu’nun antrenörlük döneminin
en muhteşem hikâyesi belki de 2009/10
sezonunudur. Akhisar başarısı ne kadar planlı,
tutarlı ve uzunsa, Eyüpspor da onun tam tersiydi.
Hızlı, coşkulu ve şiirsel…
Hamzaoğlu’nun devraldığı Eyüpspor ligin ilk 5
maçı sonrasında puan durumunun son sırasına
demir atmıştı. 2. Lig’de mücadele eden takımın
hedefi ligde kalmaktı. Genç bir teknik adam
olan Hamza Hamzaoğlu’ndan istenen buydu.
Zaten daha iyisini istemek de haksızlık olurdu.
Hamzaoğlu ve ekibi önce takımı son sıradan
kurtardı. Yükselme Grubu’na kalmak için zirve
yarışına da dahil oldu ama nefesi yetmedi.
Klasman Grubu’nu ise zirvede bitirdi. Bu, play-off
demekti. Ekim ayında son sırada yer alan takım,
mayıs ayında play-off oynamak için Antalya’ya
gitti. İlk iki maç, sezonun geneline yakışan bir
şekilde normal sürede bitmedi. İskenderun
ve Tokatspor engellerini penaltılarda geçtiler.
Tokatspor maçında 3 penaltı kurtaran kaleci
Evren’in başarısının arkasındaki isim ise bugün
Galatasaray’a gelişi çok tartışılan ekibin parçası
olan Metin Mert’ti.
Eyüpspor, finalde Mustafa Reşit Akçay’ın
çalıştırdığı Tavşanlı Linyitspor ile karşılaştı.
75. dakikada yenilen gol, Eyüpspor’un çok
yaklaştığı 1. Lig hayallerini suya düşürdü.
Hamza Hamzaoğlu buna rağmen Eyüp’ten hayır
duaları ve övgülerle ayrıldı. O dönem “alt lig
teknik adamı” sıfatına sahip olan genç hocanın
kısa zamanda geri döneceği ve yarım kalan işi
tamamlayacağı düşünülüyordu. Gerçekçi bir
hayaldi. Ama Hamzaoğlu merdivenleri o kadar
hızlı çıktı ki, Eyüpspor’un ona kavuşma ihtimali
de her geçen zaman biraz daha zorlaştı.
Hamzaoğlu’nun kariyeri her zaman alkışlarla
ve desteklerle geçmedi. Denizlispor tecrübesi,
Eyüpspor’un hemen sonrasıydı ve tam zıttıydı.
Ve belki de en uyuşmayanı...
Denizlispor, en üst ligde oynamaya alışmış bir
kulüptü. Eyüpspor play-off oynarken onlar Süper
Lig’den düşmüştü. Uzun bir aradan sonra alt lig
göreceklerdi. Beklemeye tahammülü olmayan
bir camia, kısa sürede sonuç almak isteyen bir
yönetim ve şöhretlere alışan bir taraftar kitlesi.
1. Lig, Süper Lig gibi değildi. Bunu da belki de
şehirde en iyi bilen isim Hamzaoğlu’ydu. Fakat
camia daha kolay bir lige geldiğini düşünmüştü.
Açık ara farkla şampiyonluk beklemek bu ligdeki
en büyük yanılgıydı.
Denizlispor o sezon fena top oynamadı. Hatta
ligin geneline göre hücum futbolunu tercih
etti. Bazı maçlarda gol yollarındaki şanssızlık
nedeniyle puan kayıpları yaşandı.12 maç üst üste
yenilmeyen takım Youla’nın sakatlığının ardından
bocalamaya başladı. Buna rağmen ilk yarıyı
lider bitirdi. Fakat bu durum Hamzaoğlu’nun
ve ekibinin iç saha maçlarında ıslıklanmasını
engelleyemedi. Denizlisporlu taraftarların
hocasıyla yıldızı bir türlü barışmadı. Üstüne de
şanssız bir ikinci yarı başlangıcı eklendi. Önce
deplasmanda Güngören ile beraber kaldılar.
Ardından iç sahada oynanan Gaziantep BB
Spor maçının 87. dakikasında Ahmet Burak
Solakel’in kafasına çarpan top kaleye girdi… 1-0
yenildiler. Tribünler istifa istemekte gecikmedi.
Hamzaoğlu’nun Denizli serüveni karambolden
yenilen bir golün ardından sona erdi.
Hamzaoğlu sonrası Denizlispor ile Malatyaspor
arasında paralellik kurmak mümkün.
Şampiyonluk isteyen Denizlisporlu taraftarlar 4
sezon boyunca Süper Lig’i görmek bir yana playoff’un yanına bile yaklaşamadı. Liderlik koltuğu
bile bir düş olarak kaldı. O günlerde ıslıkladıkları
Hamzaoğlu ise, kıt kaynaklı bir ilçe takımını Süper
Lig’in en istikrarlı ekibi haline getirdi, kendisi de
milli takıma kadar yükseldi.
Denizli travmasından sonra Hamzaoğlu’nun
en azından sezon sonuna kadar dinleneceği
tahmin ediliyordu. Yaklaşık 1 ay sonra
Akhisar Belediyespor’un başına geçti. Manisa
temsilcisinde 6 yıl süren Atilla Özcan dönemi
sona ermişti. Özcan takımı 1. Lig’e çıkarmış ama
bu yeni ligde alt sıralarda mahsur kalmıştı. Çoğu
teknik adamın cesaret edemeyeceği bir tercihti.
Hamzaoğlu, ligin üst sıraları için mücadele
ederken, 1 ay içinde kendini en dipte bulmuştu.
O sezon ligde 17 takım yer alıyordu. Bir alt lige
2 takım düşecekti. Diyarbakırspor’un düşeceği
haftalar öncesinden şekillenmişti. Alt lig için
tek bir bilet vardı ve o bileti
almamak için 6-7 takım
kıyasıya bir mücadele içine
girmişti. Fakat diğer takımları
rahatlatan bir durum vardı:
Zayıf halka Akhisar’ın varlığı...
Lige o sezon yükselen Akhisar,
22 maçta 20 puan toplamıştı.
Hem en alttaydı, hem kağıt
üzerinde en güçsüz olanıydı,
hem en tecrübesizi, hem de
17 takımlı ligde rakiplerinden
bir maç fazla oynamıştı.
Hamzaoğlu böyle bir dönemde aldı takımı. Bir
hafta önce Orduspor’dan 4 yiyen ekibini ilk finale
çok iyi hazırladı. Güngören’i kendi sahalarında
1-0 mağlup ettiler. Hamzaoğlu’nun kariyerinde
takıştığı tek yıldız olarak gösterebileceğimiz Anıl
Taşdemir attı golü. Anıl daha sonra Hamzaoğlu
onu bir maçta kadroya almadığı için hocasına
hesap soracak, ikiliyle yollar ayrılacaktı. Belki o
takışma olmasa şu an Anıl PTT 1. Lig’de değil, 33
yaşındaki Bilal Kısa yerine Galatasaray’ın transfer
listesinde olacaktı.
Sezona geri dönelim. Güngören’den alınan 3
puandan sonra 3 yenilgi. Fakat bu maçlarda
Giresunspor dışında hedef rakip yoktu. Daha
sonra ise deplasmanda Altay maçı. Akhisar ile
Altay arasında 4 puan ve 3 takım yer alıyordu.
Yani Altay o maçı kazansa ligi noktalayacak ve
önümüzdeki senenin planlarına başlayacaktı.
Altay altyapısında futbol oynayan Hamzaoğlu,
futbolu öğrendiği Alsancak Stadı’na seneler
sonra bir kez daha geldiğinde önemli bir eşikten
geçecekti. 3-1 biten maç Akhisar efsanesinin
başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Alsancak
Stadı yine tarihin akışına tanıklık ediyordu.
Altay maçından sonra iki yenilgi daha… Üstelik
biri puan durumundaki rakiplerden Kartalspor’a
karşı... İşler zora giriyordu ama fikstür avantajı
Ege ekibine geçmişti. İç sahada üst üste oynanan
iki maç, ikisi de 1-0... Boluspor maçında gelen
golün dakikası ise 90… Ligin son haftasına
girilirken Akhisar 32 puanda,
Kartalspor ve Altay 31
puandaydı. Kaybeden ve bir
daha 1. Lig’e geri dönemeyen
Altay oldu. İzmir ekibi
Adanaspor’a 4-1 mağlup
olurken, Tavşanlı’dan 1 puan
alan Akhisar ligde kaldı.
Hamzaoğlu, ertesi sezon
kariyerindeki ilk şampiyonluğu
yaşadı. Ligde tuttuğu Akhisar,
Süper Lig’e çıktı. Sezon
boyunca sadece 5 yenilgi
takım adeta “taş gibi”ydi. “Şimdi patlarlar,
böyle sürmez” diye bekleyen rakipler yanılmıştı.
Son haftada Rize’de oynanan maçta kazanan
şampiyon olacaktı. Tıpkı bir sezon öncesinin
Altay maçı gibi, kazanan yine konuk Akhisar
oldu. Gollerden biri Anıl’dan, diğeri 88. dakikada
galibiyeti getiren Lima’dan… İlginç bir tesadüf.
Akhisar’ın şampiyonluğa ulaştığı hafta,
Hamzaoğlu’nu Türk futboluna kazandıran isim
olan Fatih Terim de Galatasaray ile şampiyonluğa
ulaşıyordu. Bir sonraki sezon Süper Lig’de
birbirlerine rakip olacaklardı.
Artık bilinen hikâye. Önce Akhisar’ı Süper Lig’de
tutma, ardından ligin üst sıralarına taşıma. Örnek
bir karakter, sağduyulu açıklamalar, çalışma,
planlama, eldeki az kaynakları verimli kullanma…
Hamzaoğlu’nun belki de teknik direktörlük
meziyeti bu noktada daha iyi ortaya çıkıyor. PTT
1. Lig’den Süper Lig’e çıkan takımın kadrosunda
köklü değişiklikler yapmadı Hemen hemen
aynı oyuncularla devam etti. Kadroda yer alan
oyuncuların bir kısmı takımın 2. Lig’de şampiyon
olan sezonunda da yer alıyordu. Hamzaoğlu, hem
kendisini hem kulübünü hem de oyuncularını
yükseltiyordu. Futbol hayatlarında bir türlü
sıçrama yapamayan Oğuz Dağlaroğlu, Bilal Kısa,
Merter Yüce, Emrah Eren, Sertan Vardar gibi
isimlere ikinci baharı, daha doğrusu geç gelen bir
ilk baharı yaşattı. Bu sezon milli takıma yükselen
Bilal Kısa, Hamzaoğlu’ndan önce Karşıyaka’da
kadro dışı kalan Karabükspor’da iki senede 10
maç oynayamayan bir oyuncuydu. Şimdi ise ligin
gözdesi…
Süper Lig’deki ilk sezon sıkıntılı başlar. İlk
devrenin sonunda takım son sıraya demir atar.
Kurtulma şansı yok gibidir. Transfer döneminde
ise takıma Gekas dahil edilir. Yunanistan’da
doğan iki adam Akhisar’da buluşur. Gekas
takımın ligde kalmasına yardımcı olur. “Gol
Tanrısı” lakabını alır. Futbolseverler, Gekas gibi
yıldız bir ismin, mütevazı bir takımda sevilen bir
karakter olduğunu, ligin son maçının ardından
soyunma odasından yansıyan görüntülerden
anlar. Aslında zaten o takım ruhunu oluşturan
isim de Hamza Hamzaoğlu’dur. Takımın içinde
aile havasının oluşması maksadıyla tesislere
çocuk parkı yaptıran, bu sayede oyuncuların
aileleriyle tesislere gelmesini sağlayan Hamza
Hamzaoğlu, bu özelliğiyle Terim için sık sık
kullanılan “Florya’nın çimleriyle bile ilgilenen
hoca…” efsanesini andırmıyor mu?
Hamzaoğlu’nun kariyerini bu şekilde özetlemek
mümkün. Milli takım döneminden sonra
Galatasaray’a geri dönüşü muhteşem bir
hikâyenin yazılacak son sayfası. Hikâyenin sadece
bu kısmı bile yeterince ilham verici. diyen adam
yeniden Florya’da... Uzun bir yoldan geldi, ama
daha uzun bir yolu var…
Hamzaoğlu, Galatasaray’a attığı imza ile 2009
yılında takımı çalıştıran bir diğer eski futbolcu
Bülent Korkmaz ile kıyaslanıyor. Hatırlanacağı
gibi, Korkmaz’ın Florya’daki teknik adamlık
dönemi pek iç açıcı değildi. Bu nedenle
Hamzaoğlu tercihi de taraftarların bir kısmını
memnun etmedi. Tam bu noktada iki isim
arasındaki en büyük farkı biraz daha açalım.
Hamzaoğlu, futbolculuğu döneminde
‘Galatasaray efsanesi’ olamadı. Sadece 4 sezon
giydi sarı-kırmızı formayı. Bülent Korkmaz ise
altyapıdan yetişti, senelerce Galatasaray’da
oynadı, kaptanlık yaptı. UEFA Kupası’nı kazandı,
dünya üçüncüsü oldu. Sürekli yukardaydı,
en tepedeydi. Teknik direktörlüğe başlarken
de isminden ve etiketlerinden faydalandı.
Galatasaray’a gelene kadar kısa Süper Lig
deneyimleri vardı. 2. Lig’i yaşamadı, play-off’u
yaşamadı, 14 kişilik bir takımı teslim almadı,
PTT 1. Lig’in çetin mücadelesine girmedi.
Hamzaoğlu ise bunların hepsini yaşadı. En
dipten, tırnaklarıyla kazıyarak tek başına geldi.
Gerçi tek başına demek de haksızlık olur. Hiç
yanından ayırmadığı ekibi ile planlı bir şekilde yol
aldı. Fuat Buruk, Yıldırım Uran ve Metin Mert, ilk
günlerinden beri onun yanındaydı. Uyum içinde
çalışan ekibin başarılı olması kaçınılmazdı.
Sneijder için söylediği, çok tartışılan sözlere
gelirsek… Yaklaşık 40 saniye sürüyor. 20 yıla
yayılan bir geri dönüş hikâyesini ve 6 senede
sıfırdan yazılan bir başarı öyküsünü feda etmek
için değer mi?
Ezel’in 4. bölümüne verilen ad şuydu: En zoru eve
dönmektir.
Kimliği olmayan adam, kimliğini kendi yarattı,
hikâyesini kendi yazdı, yuvasına geri döndü. Zoru
başardı. Şimdi sıra öyküyü taçlandırmakta…
Türkiye HF155
Uğur Karakullukçu
HAMZAOĞLU’NUN 4 GÖREVi
Galatasaray’ın yeni hocasını “Herkül’ün 12 görevi” kadar zorlu bir ajanda bekliyor…
Elini taşın altına koymak diye bir deyim var, Hamza
Hamzaoğlu’nun Galatasaray adına yaptığı için
daha çok devasa bir kayanın altına elini koymak
denebilir… Kendi adına Galatasaray Teknik
Direktörlüğü görevine gelebilmek bir kariyer hedefi
olarak hep orada duruyordu, bunu başarmak
adına risk alması normal ancak beraber çalışacağı
unsurlar onun başarısına katkı vermekten
çok ‘başarılıymış gibi’ pozu vermeye alışkınlar.
Futbolcu kadrosundan, Abdurrahim Albayrak’ın
başını çektiği populist yönetim akımına dek…
Bu yüzden Hamzaoğlu’nu “Herkül’ün 12 görevi”
kadar zorlu bir ajanda ve görev bekliyor ve önünde
çözülmesi gereken birçok sorun birikmiş durumda.
1-Sneijder meselesi
Bu aslında ilginç bir şekilde Hamza Hamzaoğlu
gibi konuşmasını bilen ve iş odaklı konuşmayı
seven bir teknik adam olmasına karşın kendi
bagajı olarak önünde duruyor. Wesley Sneijder’in
Dünya Kupası öncesinde World Soccer dergisine
verdiği “Türkiye’de topu 3-4 kez dürtmeden
pas verilmiyor” tespitini Türk futbolu ve
futbolcusunun sözcüsü perspektifiyle ele alıp
Hollanda-Meksika maçında “Eyy Sneijder”
tadında verdiği yanıt dönüp dolaşıp önüne çıktı.
Böyle bir konuşmanın çıkması da son derece
normal, özellikle yeni oyuncusunun parasını hak
edip etmediğini, Hollanda-Galatasaray arasında
performans farkı olduğunu sorgulamışken.
Hamzaoğlu bu konuda yapılabilecek en doğru
adımı attı ve imza attığı basın toplantısında
erdemli bir şekilde özeleştirisini de verip o
konuşmayı neden yaptığını açıkladı. Wesley
Sneijder’i sahada nasıl bir rolde kullanacağı
merak konusu ancak attığı adım şüphesiz ki
yapabileceklerinin en iyisi.
2-Burak’ı verimli kılmak
Gol atmak Burak Yılmaz için Trabzonspor sonrası
hemen hemen hiçbir dönem bir sorun olmadı.
Galatasaray tarihinin en büyük forveti Hakan
Şükür dahi bu takımın altın çağında gol krizleri
yaşardı. Burak’ın sorunu bundan ziyade gol vuruşu
odaklı olarak fiziğini ve kendini geliştirirken diğer
alanlardan fedakarlık etmesi oldu. Top tekniği
zayıf, pas yetisi zayıf ancak gol isteniyorsa sahada
olması gereken bir oyuncuya evrildi. Bu yüzden
oyunu takım arkadaşlarına çok bağlı bir oyuncu
ve tek başına üst düzey bir takımın forvetinden
bekleyeceği ileride top tutma, pas bağlantısı
kurma, duvar olma gibi görevler için birine ihtiyacı
var.
Kısacası, yıllık 3 milyon euro verip 34 yaşına
kadar Burak’ı kendinize bağladıysanız çift
forvet oynamak zorundasınız. Hamzaoğlu hem
Sneijder’den verim alıp hem de Burak’ın defolarını
kapatacak, hem de bu üçlü sahadayken defansif
zaafiyet yaşamayacak bir kadro oluşturmak
zorunda.
3-Bruma ikilemi
Bruma için herkesin farklı görüşleri var…
Sporting’de ve Portekiz Milli Takımı’nda ortaya
koyduğu üstün performans onu jenerasyonunun
en değerli oyuncuları arasına sokmuştu ancak
Galatasaray’daki 1 yılı ona hiç iyi gelmedi. Ağır
bir sakatlık geçirdi, teknik açıdan yeterliliği
sorgulanır halde. Beğenme ya da yetersiz
bulmaktan bağımsız bir realite var: 20 yaşında bu
kadar maliyetli bir oyuncunuz varsa ya oynatıp
parlatırsınız ya da oynatmayacaksanız satarsınız.
Bunun arası yok. Galatasaray ve Hamzaoğlu bu
tercihi yapmak durumunda.
4-Ameliyata hazırlık
Galatasaray son iki yıldır Şampiyonlar Ligi’nde
üst tura çıkan bir ekipken dahi iskeleti yaşlı,
tamamen hazır ve orta vadede yenilenmesi
gereken bir ekip görüntüsündeydi. 23 yaşındaki
stoper Semih Kaya dışında iskeletinde 26 yaşından
küçük oyuncu bulunmayan, çoğu 30 yaş civarı
futbolculardan kurulu bir kadroya sahip olan
Galatasaray bu yenilemeyi gerçekleştiremediği gibi
oyuncuların birçoğuna da uzun vadeli kontratlar
verdi. Selçuk İnan ve Burak Yılmaz’ın kariyerlerini
Galatasaray’da tamamlayacağı dünya üzerinde
başka hiçbir takımın vermeye gönüllü olmayacağı,
bol sıfırlı, 5 yıl vadeli bu kontratlarla garantilendi.
Galatasaray’ın dibini dinamitleyen bu facia
hamlelerin arkasının ise toplanması gerek.
Galatasaray şu kadroyla gelecek yıl da bu
sezondan daha fazlasını yapamayacak çünkü
oyuncular her yıl biraz daha fazla yıpranıyor,
performansı biraz daha düşüyor. Mevcut ekibin
problemlerini çözmek kadar mevcut ekibi
yenilemek de yönetimin ve Hamzaoğlu’nun görevi.
Zor ama birileri yapmalı.
Mustafa Irgıt
Türkiye HF155
SEZONUN SÜRPRiZ ADAYI
Mersin İdman Yurdu 1 sezon ara verdiği Süper Lig’e muhteşem döndü.
Rıza Çalımbay’ın öğrencileri sezonun sürprizine imza atabilir
Oktay Delibalta
Spor Toto Süper Lig’de 11 hafta geride kalırken
Mersin İdman Yurdu, 6 galibiyet, 2 beraberlik ve
3 mağlubiyet aldı. Öyle ki sezon başı itibariyle
küme düşmeye oynar denilen takım topladığı 20
puanla 4. sırada yer alıyor. İki sezon önceye göre
transferde daha akıllı bir İdman Yurdu vardı. Teknik
direktörlük koltuğu Rıza Çalımbay’a emanet edildi.
Kötü geçen Çaykur Rizespor performansından
dolayı taraftarlar dâhil çoğu kesimde tedirginlik
hâkimdi. Şu an gelinen noktada ne kadar doğru bir
isim olduğunu kanıtladı.
Transferlere baktığımızda Serkan Balcı, Servet
Çetin, Vederson ve Tita gibi bu ligin deneyimli
oyuncuların yanı sıra Nihat Şahin, Oktay Delibalta,
Welliton, Loret Sadiku, Abdul Rahman Khalili,
Ricardo Pedriel, Marko Futacs, Prejuce Nakoulma
ve Nikolay Mihaylov gibi önemli oyuncular
da takıma kazandırıldı. Özellikle Welliton ve
Nakoulma transferleri nokta atışı oldu. Welliton,
kumaşı çok iyi ama başı sakatlıktan bir türlü
kurtulamayan ve piyasası olan bir futbolcu. İlk
başlarda 1. tercih değildi ama Balıkesirspor ile
Akhisar Belediyespor’a attığı gollerle formayı
kaptı. Geçen sezon ara transferde Beşiktaş ile de
adı geçen Nakoulma’nın transferi ileri uç da sıkıntı
çeken takıma ilaç gibi geldi. Mersin taraftarının
sevdiği tipte bir transfer oldu. Nduka ve Tonia
Tisdell gibi seri ve hızlı ama onlardan bir gömlek
daha üstün olan oyuncu alındı. Kaleci Nihat Şahin
ve Oktay Delibalta’ya da değinmeden geçmek
olmaz. Özellikle Nihat Şahin, gösterdiği muazzam
performansla herkesin takdirini toplamaya
devam ediyor. Milli Takım seviyesinde bir kalecilik
performansı gösteriyor dersek abartmış olmayız.
Prejuce Nakoulma
Oktay Delibalta ise Rıza Çalımbay’ın kilit oyuncusu
oldu. Gençlerbirliği’nde de iyi işler yapmasına
karşın fazla süre bulamıyordu. Mersin’e gelerek
kariyeri için en doğrusunu yaptı. Eskişehirspor
karşısında 10 kişi kalan takımını tek başına
sırtlayan performansını izlemeyenler çok şey
kaçırdı. Alınan oyunculardan tek hayal kırıklığı
yaratan isim ise Marko Futacs oldu.
Takım iç transferde de Murat Ceylan, Efe Halil
Özarslan, Mitrovic, Berkan Afşarlı, Mahmut
Temür, Eren Tozlu, Nurullah Kaya, Güven Varol
ve Sinan Kaloğlu gibi isimlerle tekrar anlaşmaya
vardı. Özellikle Sinan Kaloğlu hamlesi 11. haftanın
sonunda ne kadar doğru olduğunu bir kez daha
gösterdi. Sonradan oyun girdiği her maçta etkiliydi
ve 4 gol attı. Mitrovic tandemde Servet Çetin ile
beraber iyi bir uyum sağladı. Murat Ceylan da orta
sahada Khalili ile müthiş form tuttu. Nurullah
Kaya ise görev verildiği takdirde elinden gelenin en
iyisini ortaya koyduğunu gösterdi.
Sezon öncesi kampı klasikleşen bir şekilde Bolu’da
başladı. Hazırlık maçlarında ise Süper Lig ekipleri
ve Adanaspor ile karşılaşıldı. Bu karşılaşmalarda
iyi sonuçlar alındı ve takım Adana Demirspor ve
Sivasspor’u da geçerek Cumhuriyet Kupası’yla
sezona başladı.
Hafta hafta M.İ.Y.
1.hafta
Mersin İdman Yurdu, ilk hafta iki maçta da
Arsenal’e üstünlük kuran Beşiktaş ile sezonu
açtı. Karşılaşmanın sonunda futbol adına bir
şeyler konuşulmadı. Çünkü herkes Mersin
Arena’nın zemininden şikâyetçiydi. Öyle ki iki
takım da bu zeminin kötülüğünden nasibini aldı.
Beşiktaş’tan Veli Kavlak, Mersin İdman Yurdu’nda
ise Oktay Delibalta sakatlanarak oyunu terk
etti. Aslında zeminin kötü olması Mersin takımı
için bir avantajdı. Beşiktaş ayağa pas yapmayı
seven bir takım, bu şartlar altında zorlanmaları
kuvvetle muhtemeldi. Fakat Rıza Çalımbay,
maça çıkabileceği en kötü kadro seçimiyle çıktı.
Servet’in yanına Hatayspor’dan transfer edilen
Rıza Çalımbay
genç Mehmet Enes Sığırcı’yı koyması epey
şaşırtıcı oldu. Ayrıca Sadiku ve Pedriel yerine
ayağı yere daha sağlam basan Tita, Berkan ve
Khalili üçlüsünden ikisiyle başlamaması da hata
oldu. Enes hamlesinin yanlışlığı da dakikalar 43’ü
gösterdiğinde gün yüzüne çıktı. Savunmada
yaptığı anlık hata pahalıya patladı. Topu kapan
Gökhan Töre, içeriye iyi bir orta kesti ve Cenk Tosun
çok iyi bir kafa vuruşuyla takımını öne geçirdi. İkinci
yarıda yenilen kontra ataklar da cabası oldu. İkinci
yarı iki takım da müthiş bir efor sarf etti. Özellikle
Cenk Tosun çok net pozisyonları harcadı. Nihat
Şahin kalesinde devleşmeseydi Mersin İdman
Yurdu, sezona farklı bir mağlubiyetle başlardı.
2.hafta
İkinci hafta ise rakip Kasımpaşa idi. İlk 11’e
baktığımızda Beşiktaş maçından epey bir ders
çıkarıldığını görebiliyoruz. Tita ve Khalili isimleri
11’e yerleştirildi. Rıza Hoca, Enes’i keserken yine
Mitrovic’i dışarıda bırakıyordu ve maça Efe ile
başlıyordu. Orta alanda rakibi bozarak atağa
kalkma planı ilk yarıda işe yaradı ve Tita’nın attığı
iki müthiş golle devreyi Mersin İdman Yurdu 2-0
önde kapattı. Şota ikinci yarının başında Sancak
Kaplan’ı oyundan alarak forvet Malki’yi oyuna
soktu. Bu hamlesiyle galibiyeti ne kadar istediğini
Sinan Kaloğlu
gösterdi. Daha sonra etkisiz kalan Scarione yerine
Babel oyuna girdi. Bu iki oyuncu da beklentileri
boşa çıkarmadı ve asist-gol ile maça direkt etki
etti. Rıza hoca bu taktik savaşta mağlup ayrılan
taraf oldu. Öyle ki 3’lü defansa dönen rakip
takımın iki kenar beki yoktu. Kanat oyuncuları
sıkıntı yaratacakken 68. dakikada Nakoulma
oyundan alındı ve yerine Pedriel girdi. Ardından 77.
dakikada Tita’nın çıkışı tamamen oyun kontrolünü
Kasımpaşa’ya verdi. Nihat Şahin kalesinde yine
devleşti ve Babel’in penaltısı ile 90+5. dakikada
Adem Büyük’ün kafa vuruşunu çıkararak takımına
1 puanı kazandırdı.
3.hafta
Üçüncü hafta Çaykur Rizespor ile oynanacak
maç Mersin Arena’nın kötü zemini yüzünden
Adana 5 Ocak Stadı’nda oynandı. Eski takımına
karşı galip gelen Rıza Çalımbay, Mersin İdman
Yurdu kariyerindeki ilk 3 puanı aldı. Kasımpaşa
maçının ilk 11’i bozulmadı. Rıza Hoca bu sefer
dersine tam anlamıyla çalışmıştı. İlk yarı itibariyle
aksayan Serkan Balcı ikinci yarıyı göremedi ve
tam zamanında yerinde bir değişiklik oldu. Gol
yollarında etkisiz olan Futacs yerine de Welliton
hamlesi takımı daha hızlı oynamaya teşvik etti.
Tita yerine oyuna giren nöbetçi golcü Sinan
Kaloğlu’da golünü atarak takımına üç puanı
kazandırdı. Takım savunması epey iyiydi, rakibin
en önemli oyuncusu Leonard Kweuke’ye alınan
önlemler yerindeydi ve vasat bir performans
sergiledi.
4.hafta
Dördüncü hafta rakip Karabükspor idi. Sahasında
bu denli güçlü bir rakip karşısında alınan 3 puan
çok kritik oldu. Galibiyeti getiren en büyük faktör
ise kuşkusuz takımın ortaya koyduğu üst düzey
mücadeleydi. Sadiku-Murat Ceylan ikilisinin
orta sahayı sürklase etmesi galibiyeti daha da
kolaylaştırdı. Performansı ile bekleneni veremeyen
Marco Futacs bile bu maçta gol atmamasına
rağmen yaptığı pres ve sakladığı toplarla rakip
defansı epey zorladı. Karabükspor’da kritik eksikler
olmasına rağmen Traore ve Kumbela gibi her an
skoru değiştirebilecek iki oyuncunun varlığı bile
yeterliydi. Mersin İdman Yurdu savunması bu iki
oyuncuya da adım attırmadı. Bir duran top dışında
neredeyse pozisyon verilmedi. Sadiku’nun müthiş
golü ise görülmeye değerdi.
5.hafta
Beşinci hafta itibariyle Mersin İdman Yurdu,
tekrardan Tevfik Sırrı Gür Stadı’na dönüş yaptı.
Bu dönüş ise taraftarlar için güzel bir haber
oldu. Rakip ise Şenol Güneş’li Bursaspor. Aslında
Bursaspor ile tam zamanında karşılaşıldı desek
yanlış olmaz. Bursaspor, bu mücadeleden sonra
çıktığı 6 maçı da kaybetmedi. Rıza Çalımbay, bir
kişi hariç kazanan takımı yine bozmadı. Sezon
başından bu yana sağ bek pozisyonunda vasat
bir performans gösteren Serkan Balcı kesik yedi.
Yerine Güven Varol oynadı. Onun dışında ServetEfe ikilisi uyum sorununu aştıklarını görüyoruz.
Takım sıkıştığı anda attıkları gollerle hayat
veriyorlar. Bu maçta da duran toptan Servet
Çetin’in kafa golüyle takım öne geçti. İkinci yarı iki
takım da büyük efor sarf etti. Top bir o kalede bir
bu kaledeydi. Nihat Şahin yine kritik kurtarışlarıyla
maça damga vurdu. Özellikle Ozan Tufan’ın
füzesini çıkarttığı pozisyon bana göre maçın kader
anıydı. Onun dışında Welliton ve Sinan Kaloğlu
hamlesi takıma maçı getiren değişiklikler oldu.
Welliton asisti yaparken nöbetçi golcü Sinan
Kaloğlu ligdeki 2. golünü atıyordu. Rıza Hoca,
haftalar geçtikçe form tutuyordu ve bu da takımın
sıralamadaki yerine direkt etki ediyordu. Takımın
müthiş uyumu ise gözlerden kaçmıyor...
6.hafta
Altıncı hafta rakip Trabzonspor. Belki de Trabzon
ekibi için sezonun en kritik maçı. Büyük umutlarla
ve takımı baştan sonra yenileyerek lige giriş yaptılar.
Ancak 5 maç sonunda sadece 4 puan toplayabildiler.
Halilhodzic’in koltuğu sallantıdaydı ve oyuncuların
bu karşılaşmaya daha da ekstra sarılacağı maç
öncesi yapılan açıklamalardan belli oluyordu. Mersin
İdman Yurdu cephesine baktığımızda kazanılan
Bursaspor maçının ilk 11’inden sadece bir değişiklik
vardı. Rıza Hoca, Khalili yerine Oktay’ı ilk 11’e monte
etti. Bursaspor maçında fena bir oyun sergilemeyen
Güven Varol ise sağ bekteki yerini korudu. Maç
öncesi kadroyu görünce Khalili’yi hocanın yanında
oturtmasına epey şaşırdım. Sadiku-Murat Ceylan
ikilisinin önünde oynayan Khalili ile takım çok
iyi bir orta saha uyumu yakaladı. Oktay kötü
bir maç çıkarmadı ama bu uyumun bozulması
takımı olumsuz etkiledi. İleri top taşınamadı ve
Nakoulma ile Tita çok etkisiz bir maç çıkardı. Maç
boyunca topun hâkiminin Trabzonspor olması da
bundaki en büyük etkendi. Vederson atılmasa bile
sonuç değişmeyecekti. Ayrıca bu haftaya kadar
rakiplerini duran top golleriyle ekarte eden takımın
Trabzonspor’dan iki duran top gol yemesi de
gözlerden kaçmadı.
7.hafta
Yedinci haftaya girildiğinde rakip Eskişehirspor
idi. Vederson’un gördüğü kırmızı kart nedeniyle
Serkan Balcı tekrardan ilk 11’e döndü. Sol bekte ise
Nurullah Kaya’yı gördük. Rıza Hoca, Trabzonspor
maçındaki Sadiku-Murat Ceylan-Oktay üçlüsünü
bozmadı. İleri üçlüde ise iki haftadır sağ bekte
gördüğümüz Güven Varol sağ kanatta, Tita solda
ve Futacs son adam olarak yer aldı. Maçı anlamlı
kılan ise skoru 10 kişiyle 2-1’den 4-2’ye getirmek
oldu. Oktay Delibalta, tek başına sazı eline aldı ve
takımına çok kritik bir 3 puan kazandırdı. Tevfik
Sırrı Gür Stad’ı bu tip galibiyetler görmeye iyice
alıştı. Geçen sezon Samsunspor maçında da
benzer bir galibiyet alınmıştı. Takımda belli bir
sistem oturtulmuş durumda. Çok az değişikliklerle
oyuncuların birbirine uyumunu sağlamak en büyük
etken. Bu yüzden 7. haftaya girildiğinde halen
Futacs’ın ilk 11’de şans bulduğunu düşünüyorum.
Nihat Şahin ise her hafta olduğu gibi yine üzerine
koyarak devam ediyor.
8.hafta
Takvimler 8. haftayı gösterdiğinde rakip Okan
Buruk’lu Gaziantepspor. Bu haftaya kadar iç
sahada mağlubiyet almamış takıma karşı tabii
ki de hedef mutlak galibiyet. Kırmızı kart cezası
biten Vederson tekrardan 11’e döndü. Eskişehirspor
maçında kırmızı kart gören Murat Ceylan’ın yerine
Khalili ilk 11’de başladı. Rotasyon bunla da son
bulmadı. Efe yerine Mitrovic ve Futacs yerine ise
Welliton ilk 11’de başladı. Murat Ceylan’ın takım
için ne kadar önemli olduğunu bu maç vesilesiyle
bir kez daha görmüş olduk. Orta saha direnci
özellikle ikinci yarı çok kırıldı. Yerine oynayan
Khalili, yumuşak ve topla oyunda daha iyi ama
rakip oyuncuyu yıldıran bir futbolcu değil. John
Chibuike’den yenilen gol de oyuncu bomboş kaldı.
O da golü atarak takımına 3 puan getirdi...
9.hafta
Gaziantepspor yenilgisinin ardından Mersin
İdman Yurdu, Balıkesir-Akhisar-Sivas üçlüsü ile
oynadı. Balıkesirspor karşısına iyi bir 11 ile çıkıldı.
Kart cezası biten Murat Ceylan tekrardan ilk
11’e yerleşti. Sakatlığı geçen Nakoulma tekrar
formasına kavuştu. Form grafikleri her geçen
gün artan Welliton-Oktay ikilisi attıkları gollerle
takımına 3 puanı kazandırdı. Bir sonraki durak
Gekas’lı Akhisarspor idi. Takımın en formda
ismi Nihat Şahin bu maçta sakatlığı sebebiyle
oynayamadı. Yerine geçen Bulgar kaleci Nikolay
Mihaylov onu aratmayan bir performans
sergiledi. Bunun dışında Rıza Hoca, kazanan
takımın 11’ini bozmadı ve bu deplasmanda yıldız
futbolcusu Welliton’ın golü sayesinde puanla
dönmeyi başardı. 11. haftaya girdiğimizde ise
rakip Sivasspor. Her zaman kötü giden takımdan
korkmuşumdur. Aatıf, Burhan ve Utaka gibi ne
zaman ne yapacağı belli olmayan oyunculara
sahip olan takımından alınacak sürpriz yenilgi beni
şaşırtmazdı. Rıza Hoca ve oyuncuları galibiyete
öylesine inanmışlardı ki rakibin hatalarını
affetmediler ve 2-0’lık galibiyetle sahadan mutlu
ayrılan taraf oldular. Nöbetçi golcü Sinan Kaloğlu
yine sonradan oyuna girerek golünü attı. Onun
gol attığı maçlarda Mersin İdman Yurdu henüz
yenilmedi. Bu sezon oynadığı 10 maçın hepsinde
sonradan oyuna girdi. Bu 10 maçta toplam
oynadığı süre 178 dakika. 2 maç bile etmiyor
ve attığı gol sayısı 4. Ayakta alkışlanacak bir
performans. Ayrıca Nakoulma gibi bir futbolcunun
da golle buluşması kendi için moral verici oldu.
Bundan sonrası
Peki Mersin İdman Yurdu bundan sonra neler
yapmalı? Aslında devre arasında yapılacak 3 kritik
hamleyle takım sezon sonunda ligi istediği yerde
bitirebilir. Gaziantespor maçı hakkında yazarken
Murat Ceylan’ın öneminden bahsetmiştim. Öyle
ki o maçın 18 kişilik kadrosunda merkez orta saha
oyuncusu yedeği yoktu. Rıza Çalımbay’ın Berkan
Afşarlı gibi iyi bir oyuncuyu bu süre zarfında hiç
düşünmemesi şaşırtıcı oldu. Ya Berkan’ı bundan
sonra hazırlamalı ya da transfer döneminde
Murat Ceylan’a iyi bir yedek almalı. Takımın İkinci
eksiği ise ise sağ bekte Serkan Balcı’nın iyi bir
alternatifinin olmayışı. Bursaspor ve Trabzonspor
maçlarında Güven Varol bu mevkide oynadı. Fena
bir performans ortaya koymasa da her zaman için
sürekli o bölgede oynayan oyuncu her daim daha
iyi verim sağlar. Alınabilecek iyi bir sağ bek de
Serkan Balcı’yı rahatlıkla kesebilir. Üçüncü eksiklik
ise iyi bir kanat oyuncusunun olmayışı. Rıza Hoca,
sezon başında Pedriel’i kadroya katarken kanat
oynatmayı planladı. Ondan iyi verim alamayınca
oyuncuyu ilk 11’den kesti. Kasımpaşa maçında
oyuna sonradan giren iyi bir kanat oyuncusu
olsaydı haneye 2 puan daha yazılırdı. Devre
arasında Pedriel gönderilip iyi bir kanat oyuncu
alınırsa hem kadro derinliği açısından hem de
sonradan oyuna girip maçı çevirebilecek oyuncu
fazlalığı konusunda nokta atışı yapılmış olur.
Rıza Çalımbay’ın en önemli iki sınavı ise 20
Aralık’ta Galatasaray ve 27 Aralık’ta oynayacağı
Fenerbahçe deplasmanları. Fenerbahçe’nin son
Eskişehirspor maçını iyi analiz ederse Kadıköy’den
puanla dönmesi içten bile değil. Kalan 6 haftada
Mersin İdman Yurdu’nu zorlu bir fikstür bekliyor.
Buradan çıkarılacak 8 puan Rıza Çalımbay’ı
başarılı kılar.
Cihat Akbel
Profil
HF155
MiMiKSiZ ADAM
AVRAM GRANT
Dünya onu Chelsea’ye
tepeden inişiyle tanıdı. Birçok
spekülasyonla birlikte İngiliz
devinden ayrılan antrenör,
tahmin edilemeyen kariyer
hamlelerinden birini daha
gerçekleştirdi; Grant geçen
hafta Gana Millî Takımı’yla
sözleşme imzaladı
6 Şubat 1955’de kariyerine başlayacağı Petah
Tikva’da dünyaya gelen Avram, sanıldığının aksine
İsrailli değil. Polonyalı Yahudi bir babayla Iraklı
avukat bir annenin çocuğu. Ailesinin hikâyesi de
bir hayli trajik.
1937 yılında Polonya’da yaşamakta olan Avram’ın
babası Meir Grant İkinci Dünya Savaşı’nın hemen
öncesinde bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk Avram
Grant’ın dedesi olan büyük Avram’ın öngörüsüyle
başlar. Birçok yahudinin Nazi Almanyası tarafından
kamplara götürüldüğünü duyan büyük Grant
ailesini alıp Polonya’dan uzaklaşacağı bir yol
bulur. İstikametin belli olmadığı, sadece kaçmak
amacıyla yapılan bu tren yolculuğunda Avram
Grant’ın amcaları ve birçok akrabası yolda
Almanlar tarafından ele geçirilir. Aylar sonra tren
kaderine terk edilir. Tam olarak nerede olduklarını
bilmeyen binlerce Yahudi yıllarca ormanda açlık
içinde bir yaşam sürer. Bu süre zarfında her gün
cesetlerle karşılaşan Meir Grant, hem psikolojisini
hem de inancını yitirir. Avram Grant’ın halası da bu
esarette yediği bir zehirli mantar sonucu hayata
gözlerini yumar. Trende alıkoyulan akrabaların izine
yıllar sonra rastlanılır. Hepsi Auschwitz’de ölmüş
ya da öldürülmüştür. Savaş bittikten sonra İsrail’e
göç eden ailenin travma dolu günleri başlar. İşte
o günlerde Avram doğar. Babasının ve annesinin
gece çığlıklarıyla uykularından uyanan bu çocuk
için her şey daha zor olacaktır.
“Babam sürekli istemsizce bağırırdı. Çok ufaktım
ne olduğunu anlayamıyordum. Annem bir gün
vakti gelince öğreneceksin dedi. 9-10 yaşımdayken
babam her şeyi anlattı. Dedemi, katledilen
akrabalarımızı, halamı. Hiçbir şey eskisi gibi
olmadı benim için.”
İsrail futbolunda yeni bir adam
Genç yaşta Hapoel Petah Tikva altyapısına
giren Avram çeşitli sebeplerden dolayı futbol
hayatına nokta koyar. Henüz 17 yaşında Hapoel
Petah Tikva’nın başında antrenör olarak göreve
başlar. 14 yıl sonra beklediği koltuğa oturur. 31
yaşında A takımın başındadır. 5 sene boyunca bu
takımı çalıştıracak olan Grant, arkasında 2 İsrail
Kupası şampiyonluğu bırakarak ülkenin en büyük
kulübüne transfer olur. Artık Maccabi Tel-Aviv
onun yönetiminde zirveye oynayacaktır. Sırasıyla
Hapoel Haifa, Maccabi Tel-Aviv ve Maccabi Haifa’yı
çalıştıran teknik adam için eşiğin atlanma vakti
gelmiştir.
“1989 senesinde Wisla Krakow’la aynı grupta
yer aldık Inter Toto Kupası’nda. Deplasmana
gittiğimizde oyuncularla birlikte Auschwitz’i ziyaret
ettik. Birçok akrabam orada yatıyordu. Kimse
kendine gelemedi. Üzerimize müthiş bir ağırlık
çökmüştü. Takımın sol beki maçta oynayacak
durumda olmadığını söyledi. Oradan ayrılıp otele
dönerken fazlasıyla duygusal bir ortam oluşmuştu.
Bu şok atmosfer bizde farklı bir motivasyona yol
açtı. Kimsenin tahmin etmediği şekilde Wisla
Krakow’u 3-0 mağlup ettik”
2002 senesine gelindiğinde ise Avram Grant İsrail
Milli Takımı’nın başına geçer. Buradaki en büyük
başarısı namağlup bitirdiği 2006 Dünya Kupası
elemelerinde averajla İsviçre’nin arkasında kalmak
olacaktır.
En zorlu görev: İngiltere
2006 Haziran’ında rota İngiltere’dir.
Portsmouth’un hissedarı Rus Yahudisi Alexandre
Gaydamak, Avram Grant’ın takımın futbol
direktörü yapar. İngiltere’de dedikodu kazanı
kaynamaya başlar. Teknik direktör Harry
Redknapp’tan habersiz yapılan bu hamle garip
olaylar silsilesinin başlangıcı olacaktır. Grant’ın
bir sonraki durağı Roman Abramovich’le
bambaşka bir şekle bürünen Chelsea olur.
Burada futbol direktörlüğüne devam eden
antrenör bir Kopenhag maçı ardından görevine
son verilen Jose Mourinho’nun yerine takımın
başına getirilir. Avram Grant’ın geçici olmadığı
takımla devam edeceği açıklandıktan sonra
İngiliz basını bu piyangodan çıkan adamı oldukça
zorlayacak haberler yapmaya başlar. Fakat
sahada durum farklıdır. Grant’ın Chelsea’si
hem Şampiyonlar Ligi’nde, hem ligde hem de
İngiltere Lig Kupası’nda dolu dizgin yoluna devam
etmektedir. Sürekli Mourinho’yla kıyaslanan,
sakin ve karizmadan uzak kişiliği yüzünden
eleştirilen antrenör bir anda Chelsea tarihine
adını yazdıracak duruma gelir. Fakat hem lig, hem
kupa hem de Şampiyonlar Ligi’nde havlu atılır.
John Terry’nin Şampiyonlar Ligi’ni getirecek son
penaltı vuruşunda ayağı kayıp düşünce Avram
Grant’ın da kariyeri tepe taklak olur. Sezon sonu
görevine son verilen Yahudi antrenörün bir sonraki
kulüpleri Portsmouth ve West Ham United’tır. Bu
takımlarda istikrarı yakalayamayan Grant, 2012
Ocak’ında Partizan’a doğru yol alır.
Devre arası başına geçtiği Partizan’ı şampiyon
yaptıktan sonra görevinden ayrılır. 2 yıl boyunca
inzivaya çekilen Avram Grant, kısa bir Tayland Ligi
macerasından sonra radikal bir karar alır. Gana
Futbol Federasyonu’ndan gelen teklifi kabul eder.
27 Kasım 2014’te 3 yıllık bir kontrata imza atan
teknik adamın önünde kazanması gereken bir
Afrika Kupası duruyor. Takımı 1 ay içinde hazır
hâle getirmesi gerekiyor. Başarabilecek mi bunun
hakkında net bir şey söylemek mümkün değil.
Avram Grant, Yahudi lobisinden karanlık biri
mi, Abramovich’in yakın arkadaşı mı, ya da gizli
“I am not ‘the special one’. I’m the normal
one. But my wife says i am special...”
bir örgüte çalışan ajan mı bilinmez. İngilizlerin
uydurduğu ya da gerçekle uyumlu teorilerin hiçbiri
kanıtlanamadı. Bilinen tek şey bu soğuk ve düz
adamın trajedilerle dolu bir aileden geldiği, içine
kapanık halinin nedensiz kalmadığı bir geçmişten
bugünlere uzandığı…
“Babama söz verdim; İyi şeyler yapacağım.”
Emre Çelik
İspanya HF155
REAL’iN ÇALIMI MARCO ASENSIO
Real Madrid, Barcelona, Manchester City gibi kulüpler peşine düştü, imzayı Real
Madrid attırdı. Peki kim bu Marco Asensio?
İspanyol basını yaklaşık 1 aydır Marco Asensio
ilgili haberlere büyük bir bölüm ayırıyor. Marca
ve AS, Real Madrid’in Barcelona’yı saf dışı
ederek Marco Asensio ile prensip anlaşmasına
varmasını kulüp adına büyük bir başarı olarak
görürken; taraftarlardan bazıları Luis Suarez’in
intikamı olarak bile değerlendiriyor. 30 Kasım
Pazar günü Cadena Ser’e “Real Madrid’e gitmeye
karar verdim ve çok mutluyum. En iyi kulüp Real
Madrid. Bir tek işin resmiyete dökülmesi kaldı”
açıklamasını yapan Asensio için İspanyol basını
Real Madrid’in Mallorca’ya yaklaşık 3,5 milyon
euro ödeyeceğini yazdı.
Fiyat, Barcelona ve Real Madrid’i peşinden
koşturması göze alınınca çok büyük gelmeyebilir.
Şöyle üstün körü araştırdığınızda Asensio’nun as
takımda daha 1 senedir bile düzenli oynamadığı,
hatta oynadığı ekibin sıradan bir Liga Segunda
takımı olan Mallorca oluşu da (Geçen sene son
anda düşmekten kurtulmuşlardı) işleri daha ilginç
kılabilir. Fakat sadece 1 senedir futbol sahnesinde
olan 18 yaşındaki İspanyolların bu yeni cevheri,
bu kadar kısa süre zarfında bile Liga Adelante’de
en iyi oyuncu seviyesine yükselmeyi başararak
(LigaBBVA tarafından Segunda’da Ekim ayının en
iyi oyuncusu seçildi) ülke futbolu adına en fazla
gelecek vaat eden isimlerinden birisi olduğunu
kanıtlıyor.
Artıları
Sol ayaklı bir futbolcu olan Marco Asensio’yu
Mallorca teknik direktörleri Jose Luis Oltra, Lluís
Carreras, Javier Olaizola ve Valery Karpin forvet
arkasında yardımcı santrfor, sol açık ve sağ açık
mevkilerinde kullandı. Asensio yeteneklerinin yanı
sıra çok yönlülüğü sayesinde de düzenli forma
şansı bulma konusunda önemli bir adım attı.
Genç oyuncuyu ilk kez izlediğinizde dikkat çeken
en önemli şey hiç şüphesiz fiziği. “Bu çocuk 16
değil de 26 olmasın?” dedirtiyor. Özellikle kuvvetli
üst vücudu sayesinde yaşına rağmen fiziksel
mücadeleye dayalı Liga Adelante’te kendini
ezdirmiyor, hatta fark yaratarak öne çıkıyor.
Bir diğer önemli nokta da fiziğine rağmen son
derece hızlı ve çevik olması. Birden hızlanma ve
ani yön değiştirme özellikleri üst düzeyde, bu
sayede rahatlıkla adam eksiltebiliyor. Her maç
Asensio’nun kendine olan güveni daha da gelişiyor.
Üst düzey hız ve çevikliğine, kanat oyuncularında
pek olmayan fren yapabilme özelliği de eklenince
bire birde tutulması son derece zor bir oyuncuya
dönüşüyor. Doğrudan dikine gitmeyi düşünmesi de
bu özelliğini anlamlandırıyor.
Asensio’yu Real Madrid oyuncusu yapacak
özelliklerden birisi de duran top yeteneği. Mallorca
forması ile resmi maçlarda 3 gol kaydeden genç
yıldız, bu gollerden ikisini serbest vuruştan
kaydetti. Toplara son derece sert ve düzgün
vurma kabiliyetine sahip olan Asensio bu sayede
hem her noktadan tehdit oluşturabiliyor (Attığı
gollerden birisi köşe gönderinden sadece 5 metre
uzaklıktan kullanılan bir serbest vuruş) hem de
önemli bir asist potansiyeli olmasını sağlıyor.
Takım arkadaşlarının istediği noktaya istenen
şiddette topu gönderebilen Asensio, bu özelliğini
aynen geliştirmeye devam ederse serbest vuruş
konusunda dünyanın en iyisi bile olabilir.
Eksileri
Asensio’yu as takıma yükselten Oltra ağırlıkla
Asensio’ya sağ ön ve merkezde şans verse de
Asensio’nun
yaşıtlarından
en büyük artısı
güçlü fiziği.
Ayrıca hızı ve yön
değiştirmeleri de
üst düzeyde.
Carreras’ın Asensio’yu sola çekme sebebinin
altında genç oyuncunun mevkilerde sergilediği
tek tip futbol profili yatıyor. Sağ ve merkezde
ağırlıkla dışa doğru dribling yapması Asensio’nun
en büyük eksilerinden biri. Gücü ve hızı sayesinde
Liga Adelante’te bu durum pek bir sorun teşkil
etmiyor. Tahmin edilebilir olsa da rahatlıkla adam
geçebiliyor ama La Liga’nın üst düzey takımları
ile Avrupa arenasında kalıcı olabilmek için
Asensio repertuarını mutlaka geliştirmeli.
Asensio’nun bir diğer eksisi ise oyun disiplininden
kopması. Maç içlerinde birçok kez kendi kale
çizgisine kadar iniyor ama asıl amacı savunma
yapmak değil, topu alıp gitmek. Belki 100
metrelik driplingleri mevcut ama bunların
Asensio’dan istenen şey olduğunu söylemek
güç. Bu driplingleri ayrıca verimlilik açısından
da çok yararlı değil. Hele bir de o istediği topu
alamadığında tamamen oyundan kopuyor,
topsuz oyunda kayboluyor. Oyun disiplinindeki
eksikliğin bir diğer getirisi ise Asensio’nun
mevki ve profil itibarı ile gole yakın biri olmasına
rağmen gol konusundaki başarısızlığı. İki adam
geçince bile doğrudan kaleyi düşünüyor. Çizgide
olduğu pozisyonlar hariç kafasını aslında sürekli
kaldırıyor ama sadece kaleyi görmek için.
Asensio’nun en büyük eksiği ise
oyun disiplininden kopması ve
driplinglerini genelde kaleye uzak
olarak gerçekleştirmesi. La Liga’da
repertuarını geliştirmesi gerek!
Bu konuda kendini geliştirdiği takdirde asist
rakamlarını rahatlıkla yukarı çekebileceğini ve çok
özel bir seviyeye yükseleceğini söylemek hiç de
zor değil.
Şurası kesin; Asensio çok özel bir oyuncu. Fakat
%100’üne ulaşmasına daha çok var. Bunun için de
süre bulması, gelişimini aynı şekilde sürdürmesi
şart. Real Madrid’in sunacağı imkânlar ve
antrenör ekibi düşünüldüğünde Asensio’nun çok
şanslı olduğu ve kendini geliştirme açısından
önünde her türlü imkana sahip olduğu gerçek.
Lakin şu da var; Asensio’nun Real Madrid’de ne
kadar süre bulabileceği büyük bir soru işareti.
Transfer, Ocak döneminde resmiyet kazanacak;
Asensio, sezonun ikinci yarısını Mallorca’da
geçirecek. Muhtemelen önümüzdeki sezon da bir
La Liga ekibine kiralanacak. La Liga seviyesinde
mücadele etmesi Asensio’nun gelişimine katkı
sağlayacaktır ama burada doğru takımı seçmek
(örneğin son dönemde devlerden kiraladığı
isimlere Sevilla’da seviye atlatan Emery veya
Rayo’yu dişli bir takıma dönüştüren Paco Jemez;
ya da genç oyunculara korkmadan transfer edip
Villarreal’de 11 şansı veren Marcelino Garcia Toral
gibi) Asensio’nun üst düzey bir oyuncu mu yoksa
dünya starı mı olacağını belirleyecek.
Serkan Akkoyun
Asya
HF155
KATAR’IN YENi EĞLENCESi
Dünyanın en zengin ülkesi futbola uzun süredir kafa yoruyor. Son olarak Haliç
Kupasını kazanan Milli Takımları ile birlikte hatırladığımız Katar’da futbol şöyle bir
bakalım…
Bazı kaynaklara göre Çinlilerin, genel inanışa
göre İngilizlerin, lisedeki tarih hocama göreyse
Türklerin bulduğu; ama sadece Brezilyalıların
güzelleştirdiği futbol kendine uzun süredir
yeni coğrafyalar arama peşinde. Önce Asya’da
ardından Amerika Birleşik Devletleri’nde şansını
deneyen yuvarlak meşin (gerçi artık meşinden
top kalmadı) sonra da Katar’a uğradı. Bu sıralarda
Hindistan’ı kendisine âşık etmeye çalışan bu
oyunun Katar durağı diğerlerine göre oldukça etki
yarattı. Katar halkı ve futbolu yönetenler iktisat
tanımına kafa tutan zenginliklerini oluk oluk
aktarabilecekleri bir alan bulmuşlardı sonunda…
Katar coğrafi olarak dünyanın en şanslı
topraklarına sahip. Bafra Körfezine uzanan ülke
sadece Suudi Arabistan’la sınırsal komşuluk
içerisinde. Bunun dışında tamamen etrafını
Körfez çevirmiş durumda ve ülkede yüksek
dağ neredeyse yok denecek kadar az. Çöl
iklimi hâkim, büyük bir bölümü deniz kıyısı.
Herkesin malumu olan petrol rezervleri ise
onları Dünyanın en zengin ülkesi yapıyor.
Hem devlet olarak hem kişisel olarak
Katar’da kişi başına düşen yıllık gelir
2013 itibariyle 90 bin dolara yaklaşmıştı.
Türkiye’de ise bu rakam 10-11 bin dolar
civarlarında dolaşıyor. Petrol öncesinde
ekonomisini deniz üzerinden geliştirmeye
çalışırken 1940’lı yıllarda petrol yataklarının
aktif edilmesiyle adeta şaha kalktılar.
1960’larda ise futbola merak saldılar.
Futbolu sevdirme çabası
Katar’da profesyonel futbol ligi 1963 yılında kuruldu.
Kayıtlı bilgilere göre 1972 yılında da ilk defa resmi
olarak futbol oynanmaya başladı. 14 takımın yer
aldığı ligde 1 şampiyon çıkıyor 1 de küme düşen.
Hemen hemen aynı yıllarda başlayan ikinci ligden
de her yıl 1 şanslı ekip en tepe ligde kendisine yer
buluyor. Son yıllarda transfer piyasasına getirdikleri
dalgalanma sayesinde daha da çok ilgi çeken Katar
Ligi’nde futbol anlamında zaman zaman yüksek
kalitede maçlara da rastlanmıyor değil. Ancak
genellikle izleyicilerin keyif almalarını ve böylece
tribünlere daha çok seyirci çekmeyi, futbola ülkede
olan ilgiyi artırmayı sağlamak amaçlanıyor gibi.
Hem Federasyon hem de FIFA’nın bunda parmağı
olduğu Katar’ın ‘futbol romantikleri’ tarafından
şimdilik sessizce dillendiriliyor.
Yıldızları gökten yere indirdiler
Katar Ligi’ne zamanında önemli lig ve takımlarda
forma giymiş birçok isim uğradı. Bunun yanında
bizim de tanıdığımız birçok isim top koşturdu.
Mesele Barcelona altyapısından yetişen ve 130’dan
fazla maça A Takımla çıkan Gabri, Umm-Salal’da,
frikiklerin Brezilyalı ustası Juninho, Al Gharaffa’da,
adı Fenerbahçe ile anıldıktan sonra M’Boro’ya giden
Alfonso Alves, Al Rayyan’da oynadı. Ölçeği daha
da büyütürsek Arjantin efsanesi Gabriel Omar
Batistuta, 2003/2005 yılları arasını Al Arabi’de
geçirdi. İspanya ve Real Madrid’in unutulmaz yıldızı
Raul, 2012’de Al-Sadd’ın yolunu tuttu. Barcelona
ve Bayern Münih ile dünya teknik direktörlük
tabularını deviren Pep Guardiola, Batistuta ile
aynı dönemde Al-Ahli’de top koşturdu (Birleşik
Arap Emirlikleri’ndeki Al Ahli ile karıştırmayalım).
Yine 2003 yılında başlayan bu akıma Brezilya’nın
tartışmasız en büyük golcülerinden olan Romario
da kapıldı ve Al-Sadd ile sözleşme imzaladı. Al
Arabi, Batistuta’nın yanında Almanların ‘kızgın
suratlı’ orta sahası Stefen Effenberg’e de formasını
giydirdi. Yıllarca İspanya Milli Takımı ile Real
Madrid’in kaptanlığını yapan Fernando Hierro da
2003/04 arasını Al Rayyan’da geçirdi.
Katar Teknik
Direktörü
Cemal Belmadi,
futbolculuğunda
PSG, Marsilya ve
Manchester City
gibi takımlarda
top koşturdu.
Ahmadi Ali
Haliç Kupası
Bizimkiler de uğradı
Dünyanın yıldızları gider de bizimkiler durur mu?
Durmaz, yola devam eder. Kimsenin beklemediği
bir anda Bülent Uygun, teknik direktör olarak
Umm-Salal’ın yolunu tuttu mesela. Bir sezon
sonra da yanına Fenerbahçe’den ayrıldıktan
sonra kaybedenleri oynayan Tuncay Şanlı’yı aldı.
Şimdilik sadece iki Türkle temsil edildiğimiz
Katar’a, Kasımpaşa’dan geçen sezon ayrılan
Uche, Al Jaish takımı aracılığı ile transfer oldu. Bir
dönem Trabzonspor’da oynayan Fabiano Eller ve
Beşiktaş’ın hayal kırıklığı transferlerinden Lamine
Diatta, Al Ahli’de oynadı. Galatasaray’da sağ
çizgi denince hala akla gelen Abdel Kader Keita,
meşhur taklalarını Raul’la beraber Al Sadd’da
attı. Altay, Elazığ, Ankaragücü ve Malatya ile
Türkiye Liglerinde oynayan Effa Owona da
Katar’da Al Sailiya adına top koşturdu. Kısa bir
Gençlerbirliği macerası yaşan Brezilyalı orta saha
Marcinho da lig tarihinin ilk şampiyonu Qatar S.C.
için ter akıttı.
Khalfan Ibrahim
Milli takım yaratma çabası
İlk milli maçını komşusu Bahreyn ile 1970’te
oynayan ve 2-1 yenilen Katar Milli Takımı da
futbola olan yatırımın meyvesini geçtiğimiz ay
topladı. 10 yıl aradan sonra Orta Doğu ülkelerinin
katıldığı ve 22. defa düzenlenen Haliç Kupasını
kazanarak ülkeyi tam manası ile sokaklara döken
Katar Milli Takımı, ekürisi Birleşik Arap Emirlikleri
kadar ümit vaat etmiyor. Güncel kadrolarının
tamamı kendi liglerinden. En tecrübeli isim
33 yaşındaki Wesam Rizik. Dikkat edilmesi
önerilen oyuncuları ise defanstan Ibrahim Majid,
Abdelkarim Hassan, orta sahadan Boualem
Khoukhi ve forvet Hassan Al Haidos. Şu anda
Katar’ın Haliç Kupasındaki performansına bakınca
birinci ve ikinci sınıf bir Avrupa Takımı ile baş
etmesi zor görünüyor.
Katar’ın lig ve milli takımdan daha önemli
bir futbol derdi var aslında; adına Dünya
Kupası denilen ve futbolun en değerli
organizasyonu kabul edilen turnuvayı 2022
yılında düzenleyecekler. Ama FIFA’nın rüşvet
skandalları ile başları dertte. Son gelişmelerde
Rusya ile birlikte aklandıkları açıklandı.
Buna rağmen FIFA’daki sağlıkçı yöneticiler
Katar gibi sıcak bir iklimde yaz ayında futbol
turnuvası düzenlemenin hem sporcuların
hem de seyircilerin sağlığı açısından zararlı
olacağı görüşünde hemfikir. Bunun yanında
bir de IŞİD’in Dünya Kupası’nın şeriata uygun
olmadığını gerekçe göstererek bu turnuvaya izin
vermeyeceğine yönelik tehditleri de bir başka
can sıkıcı durum. Tüm bunlara karşın Katar gerek
ultra modern statları gerekse yatırımları ve
ekonomik gücü ile Dünya Kupasını düzenlemeyi
kafasına koymuş; vazgeçmesi zor görünüyor.
Hatta bunun uğruna futbol tarihinde ilk defa kış
ya da sonbaharda Dünya Kupası izlememize bile
neden olabilirler…
Bahadır Bozkurt
Maç Gezileri HF155
SAN MAMES’TE BiR AYiN GECESi
Futbola ait ne varsa bulabileceğiniz Bibao’da Athletic Club’ın yenilenen mabedi San
Mames Barria’da da maç izlemeden dönmek olmaz
Futbolseverler için bir şehri görülmeye değer
kılan en önemli unsur şüphesiz stadyumdur. Hele
bu stadyum yepyeni yüzüyle şehrin içerisinde sizi
selamlıyorsa yaşadığınız mutluluk ve heyecan
katlanarak sizi sarıp sarmalar.
Eduardo Galeano gibi kendimi tam anlamıyla bir
“futbol dilencisi” olarak adlandıramam. Benden
olsa olsa “futbol dilencisi aday adayı” olur. Hal
böyle olunca yurtdışına gittiğimde o şehrin
stadyumunu görmek için planlarımı yaparım.
Gittiğim hafta bir de o şehrin takımı sahadaysa
izlemek için girişimlerde bulunmaya çalışıyorum.
Maç öncesi bilet bulma telaşları, takıma ait ne
varsa satılan fan store gezmeleri, tarafların
maç öncesi ortaya çıkarttığı atmosfer içerisinde
bulunmak neredeyse 1 gününüzü adamanız
gereken bir aktivite.
İşte yine bu duyguları yaşamak adına geçtiğimiz
hafta Bilbao’daydım. Bask bölgesinin en önemli
simgelerinden biri olan Athletic Club’a ev sahipliği
yapan şehirde. Uçak alçalırken şehrin silüetini
ilk kez pencereden gördüğünde eşimin uyarısıyla
San Mames’i görüyorum. Yepyeni, güneşin
ışıklarının tam dik geldiği öğle saatinde ışıl ışıl
gözüküyor. Sanki deplasmana gelen takımlara
uçak inerken yapılan bir gövde gösterisi. Görüntü
kayboluyor, uçak piste iniyor. Karşımızda
“Hollywood” yazısına benzer bir şekilde yazılmış
Bilbao panosu gözümüze çarpıyor. Havaalanı
küçük. 10-15 dakikada pasaport kontrolünden
geçip, bavulunuzu alıp, havaalanı dışına
çıkabiliyorsunuz.
Tam çıkışta bir turist info bulunuyor. İngilizce
duyabileceğiniz ender yerlerden biri bu kulübe.
Şehir hakkında İngilizce bir şeyler duymak
isterseniz, bu kulübede geçireceğiniz dakikaların
keyfini çıkarın. İngilizce bu bölgede gerçek
manada yabancı dil. Bu yüzden İspanyolca ya
da Baskça bilmiyorsanız geriye kalan dillerden
hangisini bildiğiniz pek önemli değil. Rahmetli
Kemal Sunal’ın Tokatçı filmindeki Şogun ve
Osman’a benzer ( Selaminko-Aleykümko)
konuşabilirsiniz.
Bazı bilgileri aldıktan sonra şehre giden otobüs
ve taksi durağından ulaşım için seçiminizi
yapabilirsiniz. Otobüs kişi başı 1,5 euro, Taksi
merkeze ortalama olarak 20-25 euro arası
tutuyor.
Şehrin ortasından Nervion nehri geçiyor. Şehir
merkezi de tahmin edileceği gibi bu nehrin
etrafında kurulu. Şehrin San Mames’ten sonra
en önemli simgelerinden biri olan Guggenheim
Müzesi de nehrin kıyısında konumlandırılmış.
Nehrin üzerinde bulunan Zubizuri Köprüsü
yayaların kullanabildiği estetik açıdan görülmeye
değer mimari yapılardan biri.
Nehrin etrafında deplasmana gelen futbolcular
gibi küçük bir yürüyüş turu yapıyoruz. Şehrin
sokaklarına doğru girdiğimizde kırmızı-beyazlı
bayraklar selamlamaya başlıyor. Her pub,
restaurantta Athletic Club’a ait flamalar,
formalar, fotoğraflar dolup taşıyor. Takımına
bu kadar bağlı ve âşık olan bir şehirde, bir maç
gününde bulunmanın şansını yaşıyoruz. Hava
kararmaya başlayınca Athletic formalı bir
halk hareketi sokakları doldurmaya başlıyor.
Stadyuma 3 farklı şekilde ulaşabilirsiniz: 26
Numaralı San Mames otobüsüne binerek
(hemen stadın yanında iniyorsunuz), metro ya da
tramvay Euskotrain ile (buradan biraz yürümeniz
gerekiyor), ya da tamamen atmosferi yaşamak
adına yürüyerek yolculuğa başlayabilirsiniz.
Biz eşimle yürümeyi tercih ediyoruz. Formalı
taraftarları takip ederek San Mames’i bulmaya
çalışıyoruz.
Birkaç formalı arkadaşı maç öncesi buluşma
noktalarına emanet ettikten sonra yürümeye
devam edip, birkaç gence “San Mames?” diye
soru sorarak el-kol hareketleriyle yol tarifi
alıyoruz. Formalı insan sayısı çoğalıyor, yüzlerce
insandan binlerce insana doğru bir koridor
arasından ışıl ışıl San Mames yükselmeye
başlıyor. Stada doğru publar tıka basa dolmuş,
sessiz bir bekleyiş var.
Bu kırmızı-beyazlı ordunun içerisinde Espanyol
taraftarları da etrafa yayılmış durumda. Athletic
taraftarlarıyla hatıra fotoğrafları çekip, kadehleri
havaya kaldırıyorlar. Durumun vahameti(!) stada
biraz daha yaklaştığımızda artıyor. En genci
tahminen en az 60 yaşlarında olan pamuk gibi
beyaz saçlı altın kızlar maç saatini bekliyor.
Stadın şu anda önü dümdüz toprak. Anlıyoruz
ki eski San Mames yıkılmış sadece kuru toprak
kalmış. Stadı arkamıza alarak birkaç hatıra
fotoğrafından sonra bizim gibi uzaklardan
gelen insanlara fotoğraf konusunda yardımcı
olup, bilet için ilerliyoruz. Ofiste yaşlı bir Basklı
amca yardımcı oluyor. Bilet fiyatları 30 euro’dan
başlıyor. Fakat kombine bilet alan taraftar sayısı
o kadar fazla ki bu biletlerde yan yana oturma
şansınız pek yok. 40-45 euro ortalama bir ücret
ödeyerek 45 saniyelik bilet çilesi sona eriyor.
Bizden başka sırada kimse yok!
Bilet de alındığına göre Athletic Club
taraftarlarının arasına dönebiliriz. Şarkı türkü yok.
Bol kahkahalı, pintxo’lu(yerel bir atıştırmalık),
şaraplı gruplar köşe başlarını istila etmiş
durumda. Espanyol taraftarı küçük bir çocuğa
takılıyorlar. Ailesi de beraberinde maç saatini
bekliyorlar. Yanımızda altın kızlardan hangisi
olduğunu bilmediğimiz teyzeler var. Genç kızlar,
çocuklar, yaşlı amcalar… Aslında izleyeceğimiz
maçın ipuçları sokakta saklı.
Saatler ilerliyor, maç saati geliyor. Aranmak için
elleri havaya kaldıran yüzüme anlamsız bakan
güvenlik, kapı göstermek için biletimi soruyor.
Eşim de aynı topraklardan gelen biri olarak kadın
görevliye çantasını açıp içini gösteriyor. Kadın
görevli ayıp olmasın diye çantanın içine göz
gezdirip, içeriye doğru yolu gösteriyor.
Birinci kat, ikinci kat, üçüncü kat. Basklı görevli
sinema salonundaymış gibi biletinizi alıp
koltuğunuza kadar size eşlik ediyor. Maçın
başlamasına 10 dakika var, stadyumda koltuklar
bomboş. Birden San Mames’e bir istila başlıyor.
Maçın başlamasına saniyeler kala tüm taraftarlar
yerlerini alıyorlar. O kadar insanın sessizlik
desibeli rekoru kırmaya yeltenmesi de bir garip.
Derken Athletic Marşı çalmaya başlıyor, işte Bask
aslanları sahaya giriyor. San Mames’te kıyamet
kopuyor. Tüm gürültü bu ana saklanmış gibi.
Ayakta alkış eşliğinde, marşa eşlik eden yaklaşık
50 bin insan. Bu gövde gösterisinden sonra
hakem topu ortaya yuvarlağa dikiyor. O büyük
uğultudan eser yok. Maç başlıyor. Küçük bir alkış
seremonisi. Mikel Rico birkaç güzel hareketle
“ole” çektiriyor. Munain’in ayağına top gelince
stat içerisinde bir heyecan. Defansta Aymeric
Laporte varsa sorun yok. Sessiz giden maçta
birden “Aupa Athletic, Aupa Athletic, Bilbao”
diye bir tezahürat başlıyor. Tekrar sessizlik.
Pınarbaşı çekilen tribünlerden buralara gelmeyi
sürgün gibi değerlendirebilirsiniz. Yeşil çimde
oynanan oyun dışında odak olabilecek hiçbir şey
yok. Aduriz bizim oturduğumuz tribüne doğru
ilerlerken ceza sahası içerisinde düşürülüyor. İşte
o an ikinci kıyamet sahnesi. Uğultu eşliğinde o
meşhur beyaz mendiller sallanmaya başlanıyor.
Hakemi baskı altına almak adına anı kollayan
taraftarlar için eşsiz bir dakika. Bundan sonra
çalınan düdükler, çalınmayan düdük oran/
orantısında Bilbao tribünleri biraz daha keyifli
hale geliyor. Tribünde artan baskıya, yeşil
sahadaki oyuncular da eşlik ediyor. Athletic’in
golleri gelmeye başlıyor. Tribünde keyifler gıcır.
Gollerden mi, keyif verici içecek/maddelerden
mi bilinmez. Yani tribünde istediğiniz şeyi yiyip,
içebiliyorsunuz. Basklılar bu konuda esnekler.
Athletic’in üçüncü golünün ardından Espanyol’un
şeref sayısı geliyor. 50 kişilik Katalan grubu dans
ediyor. Ardından maçın son düdüğü duyuluyor.
San Mames tekrar marşlara emanet.
Maçtan çıktığımız zaman saat 23.00’ı gösteriyor.
Yani İspanya’da akşam yemeği saati. Maç çıkışı
biz de ufak bir lokantada buluyoruz kendimizi.
Duvarda eski San Mames posterleri, efsane
oyuncular, kadrolar, bayraklar, atkılar… Yine
dekor aynı. Gol krallarının kralı Telmo Zarra,
Maradona’nın ayağını kırdıktan sonra bir halk
kahramanı olan Andoni Goikoxeta…
Athletic Club İspanya’nın en köklü ve
geleneklerine bağlı takımlarının başında
geliyor. Bilindiği gibi Bask doğumlu olmayan
veya kökenlerinde Basklı olduğunuzu ispat
edemeyen oyucular bu takımda forma giyme
şansı bulamıyor (Sanırım basınımızda Fatih
Akyel’in Bask kökenli(!) babaannesine ulaşmış
olacaklar ki bir ara transfer haberi bile yapmıştı.)
Bu yüzden altyapıya büyük yatırımlar yapılıyor.
Bask bölgesinde bulunan birçok küçük kulüpten
oyuncu taraması yaparak transfer politikalarını
sürdürüyorlar. Tüm bunları göz önüne aldığımızda
Bilbao’yu pek sevmeyenler saf bir “ırkçı” takım
olarak adlandırıyorlar. Sevenlerinin gönlünde
ise “mahallenin çocuklarına sahip çıkma”
politikasına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı
Barcelona gibi uzun bir süre formalarına reklam
almadan mücadele ettiler. Şu anda ise Basklı bir
petrol şirketinin reklamını aldılar. İspanya’daki
ekonomik krizden dolayı stat inşaatı bir ara
durma noktasına gelmişti. Yeni San Mames’i
yapabilmek adına bu tavizi vermek zorunda
kaldılar. San Mames’i katedral olarak adlandıran
şehirde, verilen tavizin ne kadar kutsal olduğunu
anlayabilirsiniz.
Yemek sonrası taraftarlar yavaş yavaş evlerine
dağılmaya başlıyor. San Mames Katedral’inin
etrafında mum yerine boş içki şişeleri dikilmiş.
Biz de son kez San Mames’e bakıp otele
doğru ilerliyoruz. Futbolun kutsandığı şehirde,
katıldığımız ayinin sonuna geliyoruz.

Benzer belgeler