Nusrat`ın başarısı... - Arıyorum İTÜ Gazetesi

Transkript

Nusrat`ın başarısı... - Arıyorum İTÜ Gazetesi
arıYORUM
itü gazetesi
onikinci sayı, üç-onyedi aralık ikibinyedi
İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Basın Yayın Kulübü’nün süreli yayınıdır. 15 günde bir yayınlanır. ISSN: 1305-4783
Nusrat’ın başarısı...
Türkiye’nin güneş enerjisi ile çalışan ilk teknesi
Nusrat, Amerika’da dünya üçüncüsü oldu
Eğitim ‘çevrim’e girdi
B
ilgi İşlem Daire
Başkanlığı’nın yeni
hizmeti online öğretimin
bütün olanaklarını
İTÜ’lülere sunuyor.
Ninova adı verilen bu eğitim platformu, öğretim üyesi
ile öğrencilerin yer ve zamandan bağımsız olarak
buluşmasını sağlıyor. 4000’den fazla öğrencinin ders
takibi yaptığı bu hizmete ilgi gittikçe artıyor. > 8. sayfa
Boğaziçi’nin bekçisi:
Rumeli Kavağı
B
İ
stanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)
Güneş Teknesi Takımı tarafından
tasarlanan ve üretilen, Türkiye’nin
güneş enerjisi ile çalışan ilk teknesi
‘Nusrat’, 13-17 Haziran 2007 tarihlerinde Amerika Birleşik
Devletleri’nin (ABD) Arkansas
Eyaleti’nde düzenlenen “Solar Splash
2007 - Güneş Tekneleri Yarışması
Dünya Şampiyonası”nda üçüncülük
derecesini aldı. Çeşitli kategorilerde
gerçekleştirilen yarışma sonucunda
İTÜ Güneş Teknesi Takımı altı farklı
ödüle layık görüldü. Dünya
üçüncüsü güneş teknesi Nusrat, en iyi
elektrik sistemi tasarımı, en iyi güneş
enerjisi sistemi tasarımı, en iyi görsel
sunum, en iyi çaylak takım ve
manevra yarışı üçüncülüğü ödülleri
ile birlikte toplam altı ödüle sahip
oldu. > 10 ve 11. sayfa
Türkiye ‘çalıntı bilim’i tartışıyor
alıkçı teknelerinin ve tamir edilmeyi bekleyen ya
da çoktan ıskartaya çıkarılmış balıkçı ağlarının
süslediği iskele ile martıların çığlıkları eşliğinde
Karadeniz’den İstanbul’a gelmekte olan gemilere hoş
geldin diyoruz. Sokak Sokak İstanbul bu sefer
Rumeli Kavağı’nı ağırlıyor. > 23. sayfa
‘Arıba’lar yine
şampiyon oldu
N
ature Dergisinin Eylül 2007’de
yayımlanan sayısında Türkiye’deki
bilimsel etik anlayışı ve intihal hakkındaki
haber üzerine üniversite çevrelerinde
‘bilim etiği’ gündeme geldi. Türkiye
Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) yayımladığı bir bildiri dikkatleri çekti. ‘Bilimde
dürüstlük’ diyen Prof. Ayşe Erzan bilim
ahlakında köklü bir atılım yapılması
gerektiğini vurguluyor. Prof. Tayfun
Akgül ise bilimsel yayın denetlemelerinin
yetersiz olduğu görüşünde. > 16. sayfa
Değişen önşartlar İTÜ, Stratejik
‘Yola çıkmadan
başarılı olunamaz’ okul uzattı
Planla eleştirdi
B
elki de günümüzün en çok
‘uğraşan’ adamıdır Orhan Kural.
Öyle farklı, öyle heyecanlı ve öyle
ilginçtir ki hayat macerası, her adımı
ayrı bir kitap gibidir. Orhan Kural’ı
gerçekten tanımak ve başarısının sırlarını öğrenmek için bu röportajı okumalısınız. > 14 ve 15. sayfa
G
eçtiğimiz akademik yılın
sonunda uygulamaya konulan
DD önşartı, birçok öğrencinin okulu
uzatmasına neden oldu.
Uygulamanın bütün öğrencileri
etkiliyor olması, özellikle 3. ve 4.
sınıflardaki öğrenciler tarafından
tepkiyle karşılandı. > 17. sayfa
İ
stanbul Teknik Üniversitesi, 20072008-2009 yılları için öngörülen
Stratejik Plan’ı yayımladı. Planda
devletin ve üniversite paydaşlarının
‘zayıflıkları’ dile getirilirken, 2009
yılı sonuna kadar ulaşılabilmesi
düşünülen büyük hedefler
bulunuyor. > 18. sayfa
İ
TÜ’nün güneş enerjili arabaları, Formula G 2007
Şampiyonası Yarışması’nda yine birinci ve ikinci
sırayı aldılar. Uzun yıllardan beri çalışmalarını
sürdüren ekip, geçtiğimiz yıl İzmir’de Ege Kupası’nda
birinci ve üçüncülüğü, İstanbul Park’ta yapılan
şampiyonada birinci ve ikinciliği, bununla birlikte de
özgün tasarım ödülünü almışlardı. Bu yıl Ankara’da
yapılan şampiyonluk yarışında ise yine birinci ve
ikinci sıraya yerleşen ekip bugüne kadar 3 farklı araç
üretti. > 13. sayfa
İTÜ Geliştirme Vakfı’nın katkılarıyla...
2
arıYORUM
3-17 Aralık 2007
Hoşgörü Yılıydı
Fatih Avcı
2007
yılı UNESCO tarafından Dünya Mevlana
Yılı ilan edildi. Daha önceleri de
yine UNESCO tarafından Yunus
Emre yılı ilan edilmişti. Kendi
değerlerimize, genel anlamı ile
yakın olduğumuz topraklarla ilgili
değerlere, nedense hep uzaklardaki
ülkeler sahip çıkıyor. Ya da buna
sahip çıkan ülke (Amerika) hep
kendinden binlerce kilometrelerce
uzaktaki değerlere sahip çıkmaya
çalışıyor. Bu konuda iyi niyetli
düşünebilmek, bana kalırsa Irak’ta
barış olacağına inanmak kadar
uzak görünüyor. Ancak yine de
Hoşgörü ile ilgili etkinliklerin
yoğunca yaşandığı bir yıl oldu.
Hoşgörü dediğimiz kavram panel
düzenleyip üç-beş konser vermekle
mi oluyor bilmiyorum. ‘Lafa değil
işe bak’ denilmesi gerekiyor bazen.
Evet,
hoşgörü
yılıydı.
Hoşgörebildiğimiz kadar hoşgördüğümüz bir yıldı bu.
Ölümleri, savaşları, cinayetleri,
haksız kazançları hoşgördüğümüz
yıldı. Fikir özgürlüğünü savunup
ancak kendimize karşı olmayanları
hoşgördüğümüz yıldı. Gücü parayla ölçenleri tamamı ile, çok çalışıp
ekmek yiyemeyenleri ise ‘hakettiği
kadar’ hoşgördüğümüz bir yıldı
2007. Uzayıp gider böyle.
Üniversitedeki hoşgörüye gelecek olursak dışarıdakinden pek de
farklı değil. Belki de bizim farklı
olması gerektiğini düşünmemiz
yanlıştır.
Geçtiğimiz aylarda Vadi
Yurtları’nda bir tartışma yaşanmıştı. Vadi Yurtları Reşitpaşa’ya
hemen
sınırda
bulunuyor.
Reşitpaşa da bilindiği gibi İTÜ’ye
tahsis edilen arazi üzerine kurulu
bir semt. Yurtların etrafı demir
tellerle çevrili. Teller arkasında
lokanta ve marketler bulunuyor.
Yurtta kalan öğrenciler çoğunlukla
ihtiyaçlarını böyle karşılıyorlar.
Yurtta kalan iki arkadaşımızla
Reşitpaşa’nın 14-15 yaşlarındaki iki
genci yol üstünde tartışıyorlar. İki
taraf da alttan almıyor malesef.
Yurda giriyor arkadaşlar bu tartışmalardan
sonra.
Derken
Reşitpala’lı yaklaşık 20 genç yurdu
basıyorlar; bağırıp küfürler ederek.
Araya
giriyoruz.
Bizim
arkadaşların tartıştığı gençlerin
ağabeyleriymiş. Tartışma sebebi
burada bahsetmeye değmeyecek
kadar
gülünç.
Güvenlik
görevlileriyle Reşitpaşalı gençler
ikna edilmeye çalışılıyor. Derken
gençler yurttan ayrıldı. Ardından
yurdun bahçesinde olayla ilgili
fikirler söylenmeye başlandı. Aynı
zamanda güvenlik tutanak da tuta-
caktı. Benim dikkatimi çeken bu
fikir söyleme sırasındaki arayıştı.
Bu arayış ‘suçlu’ arayışıydı.
Reşitpaşalılar mı yoksa İTÜ’lüler
mi suçlu? Hangisi sataştı, hangisi
tartışmayı açtı vs... Kadın programlarının reytingini artırmak için kullanılan yöntemlerden biri de budur
aslında, suçluyu aramak ve teşhir
etmek. Bunun merakını yaşar
herkes. Oradaki ortam da öyleydi.
Düşündüm epeyce suçlu kim diye.
Reşitpaşalı gençler mi yoksa bizim
üniversiteli gençler mi?
Acaba bir taraf suçlu olmalı mı
sizce? Biraz kendimize baksak
kendimizde de suç görebilir miyiz?
Orada yaşayan insanlarla yurt
arasına demir teller çekende, o
demir tellerin çekilmesini gerektirecek bir toplumsal düzeni oluşturan siyasette suç yok mu? Halkın
üniversiteye ve üniversitelilere
farklı gözle bakmasını sağlayan bu
sistemde suç yok mu? Reşitpaşalı
gençlerin yurdun içerisine rahatça
girip herhangi bir odayı çalıp
‘ağabeyim, bana şu matematik
probleminde yardımcı olur
musun?’ diyeceği rahatlığı ve
güveni sağlayamayanlarda suç yok
mu? Peki Reşitpaşalı ailelerin
Ramazan ayında bir akşam iftara
da yurttan birkaç öğrenciyi çağırmaktan çekinmesinin nedenlerini
oluşturanlarda? Peki ya bizde?
Ufak bir köye gittiğinizde hiç
ummadığımız kadar iyi karşılanırız
üniversiteli olduğumuz için.
Halkın beklentisi vardır çünkü bizden, geleceği görür bizde ve geleceğini ister. Buna uygun davranmadığımız için bizde de suç var
mıdır?
Geçtiğimiz yıl gazetemizden
Hamza Akın arkadaşımızın fikri ile
‘Bir Başka Yol’ adında bir gönüllülük
projesi
başlatmıştık.
Dersaneye gidemeyen öğrencilere,
İTÜ’lü gönüllüler ücretsiz ders
verdi aylarca. Haftasonlarını bu iş
için ayırdılar. Sadece haftasonlarını
değil, dersler çoğalınca haftaiçi
günleri de dahil ederek ders verdiler. Bu projenin başlamasıyla çok
güzel bazı etkileşimler de oldu.
Liseli
öğrenciler
Maden
Fakültesi’nde haftasonları ders
alıyorlar, haftaiçinde ise ders veren
gönüllülerle belirledikleri yerlerde,
çoğunlukla da o zaman Otomasyon
binasında bulunan gazete odamızda çalışıyorlardı. Birkaç kere rastladım habersizce gelen lise öğrencilerine. Çözemedikleri soruları
getirmişlerdi. ‘Beklediğiniz biri var
mı’ diye sorunca ‘burada bu problemleri çözecek birilerini buluruz
diye geldik’ cevabını almıştık. Evet,
o problemleri çözecek birileri vardı.
Her zaman da var. Hangimiz kantinde otururken bir lise öğren-
cisinin gelip soracağı matematik
problemini
yanıtlamayız?
Hangimiz bir ortaokul öğrencisi
kampüste yolumuzu çevirip bir
problem sorduğunda yardımcı
olmayız? Olmayanımız olur mu?
İşte bu soruyu kendimize sormamız ve az önce aramakta
olduğumuz suçluyu biraz da bu
yolla aramaya çalışmamız lazım.
Belirtelim, Bir Başka Yol projesi
bu yıl Gönüllülük Kulübü altında
olarak çalışmalarını sürdürüyor.
Destek olunması gereken en öncelikli proje budur bence.
Hoşgörü yılında bu tür olaylar
oluyor. Hepimizin hoşgördüğü
meselelerde yine bir ‘sınır’ var. O
sınır
da
aslında
bizim
önyargılarımızdan oluşuyor.
Farklılığa hoşgörümüz, farksız
olanlara gösterdiğimizden çok
daha az.
Bunları zaman zaman paylaşacağız. Paylaştıklarımızı da somutlaştırabilirsek ne mutlu.
FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK
Gazetemizi uzun bir süre yayınlayamadık. Bunun çeşitli nedenleri
vardı tabii. Maddi problemlerden
oda sıkıntısına kadar uzanıyor. Bu
problemleri yeni yeni hallediyor ve
özlem duyduğumuz kurumsallığa
oturmaya başlıyoruz. Geçtiğimiz
haftalarda gazetemizin çıkışını
biraz daha heyecanlı kılabilmek
için afişler hazırladık; Fırtına Öncesi Sessizlik, Çok Beklettik, Az Daha
Bekleyin sloganlı afişler astık.
Ukalalık yapmış olmayalım, elbette
‘kendimizi çok geliştirdik, müthiş
ötesi bir sayı hazırladık’ diye bir
iddiamız yok. Ayak
seslerimizi duyuralım istedik
sadece. Bu yıldan itibaren süreklilik
konusunda ciddi bir çalışma içerisine girdik. Yeni planımıza göre
artık Arıyorum’u 15 günde bir
yayınla-yacağız. Ortalama 24 sayfa
olacak gazetemizde bu sayede güncel haberlere daha sık ve zamanında yer verebileceğiz. Geçtiğimiz
yıllarda başlattığımız farklı projelere bu yıl da girişeceğiz. Sürekli
yeni üye alıyoruz, bilgilerimizi
aktarıyor ve hemen ortak çalışmalara başlı-yoruz.
Bütün okurlarımızdan, oturdukları yerden bize destek olmalarını
da istiyoruz. İsteyen bütün
arkadaşlarımızın
fikir
ve
düşüncelerine yer vermek, yapıtlarını yayınlamak ve özellikle
toplumsal projelerde işbirliği yapmak isteriz. Bu konuda bizim de
çeşitli projelerimiz var.
Arıyorum’u tüm İTÜ’ye hitap
edecek ve herkesin üretimlerini
sunabileceği bir platform olarak
düşünmenizi istiyoruz. Bu
isteğimize paralel olarak değişik
uygulamalar içine girdik. Bu uygulamalardan biri yakın bir zamandan itibaren görmekte olduğunuz
‘Basın Kulübesi’dir.
BASIN KULÜBESİ
Önceki
yıllarda
Milliyet
Gazetesi’nin kullandığı bir
kulübeyi gazeteden istedik.
Milliyet Gazetesi’nden Sayın
Mustafa Can beyefendiye teşekkür
etmek isteriz, gazete olarak hiçbir
karşılık beklemeden bize kulübeyi
hediye ettiler. Biz bu kulübeyi 75.
26
arıYORUM
arıYORUM
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
Öğrenciye Karantina
Üniversiteye Yakışmıyor
Yıl Öğrenci Sosyal Merkezi
çevresinde bulundurup, gazeteleri
dağıtmak, çeşitli etkinlikleri gerçekleştirebileceğimiz bir ortam oluşturmak, gazeteye daha hızlı ulaşabilmenizi ve fikirlerinizi yazıp kulübede bulunacak bir kutuya istediğiniz
zaman atabilmenize olanak sağlayacak bir şekilde tasarlıyoruz.
Toplantılarımızda çıkan çok değişik
fikirler var. Bunları da, özellikle
bahar döneminde uygulamaya
geçirmeyi planlıyoruz.
Bu yıl güzel çalışmalar yapacağız. Yaptığımız her etkinlikte
sözünüzün geçeceğini, istediğiniz
zaman fikirlerinizle katkı yapabileceğinizi ve bize istediğini zaman
ulaşabileceğinizi belirtmek isteriz.
Özellikle üniversitenin gerçek
üretkenleri olan kulüp üyesi
arkadaşlarla ortak çalışmalar yapmaktan mutluluk duyarız.
HAVUZA TAŞINDIK
Yaklaşık bir ay önce yeni yapılan
havuz binasındaki kulüpler için
ayrılan kısma taşındık. Rektör Bey
çok güzel bir havuz yaptı ama
üzülerek söylüyorum ki o havuz
yönetilemiyor. Gerçekten havuz
işinden anlayan insanları görevlendirmeniz gerekiyor. Hele ki
bürokrasi mantığıyla ve hiyerarşik
örgütlenme modelini iyice sindirtmeye çalışarak yönetmeye çalışmak
faydadan çok zarar verir ki vermekte olduğuna her gün tanık oluyoruz.
Açık konuşayım Spor Birliği
havuzu yönetemiyor. Bu konuda
çok eksiklikleri var. Kendi ilgi alanları olan kısımla ilgili eksikliklerini
tamamlamamışken Kültür ve Sanat
Birliği kulüpleri için tahsis edilen
alanda da müdahil olmaya çalışıyorlar. Amacımız burada yıkıcı
eleştiriler yapmak değil. Topluma
mal olan bir üniversitenin içerisindeki bir hacmin iyi kullanılmasına
elimizden gelen bütün desteği
sağlamaya da hazırız.
Havuza taşındığımız ilk günden
beri farklı uygulamalarla karşılaşıyoruz. Bunların çok kısa sürede
düzeleceğini düşünerek 26 Kasım
2007 günü İTÜ Kamuoyuna duyurduğumuz,
aynı
zamanda
TeknikForum.com adresinden de
gündem oluşturduğumuz yazıyı
buradan da yayınlama gereğini
hissediyorum.
Takdir kamu vicdanınındır.
Geçtiğimiz aylarda, İTÜ Olimpik
Yüzme Havuzu’nun açılması ile birlikte, Rektörlüğün daha önceden
KSB’ye tahsis ettiği bölümle ilgili,
havuzu idare etme görevi verilen
Spor Birliği birçok konuda uzlaşma
sağlayamadı. Bunun acı faturasını
da İTÜ’de okuyup, düşünüp ‘üretim yapan’ biz öğrenciler çekiyor.
İTÜ Basın Yayın Kulübü
olarak Öğrenci İşleri Daire
Başkanlığı’ndaki
odamızdan
çıkarıldık ve havuza geldik. Yeni
odamızın heyecanını henüz yaşıyorken odaya ilk girişimizde Spor
Birliği tarafından güvenlik zoruyla
çıkartıldık. Nedeni ise garip: burada
öğrenciler çalışamaz! Peki kim
çalışabilir? Üniversite ne için vardır,
ne öğretir, ne gösterir, kime gösterir?
Yazdığımız dilekçeler etkili
olacak olmalı ki tekrar odamıza yerleştik. Ama Spor Birliği’nin havuzdaki öğretim üyesi ve idarecileri,
bizi burada emanet hissetirmek için
elinden geleni ardına koymadı.
Havuz’un ana kapısı ile bizim
odamız arasındaki geçiş öğrencilerin giriş-çıkışına yasaklandı.
Havuzun girişinde bulunan kantine
25 metre ile ulaşabilecekken, diğer
çıkıştan merdivenle zemin katına
inip, alt kattaki resepsiyon girişinden geçip tekrar merdiven ile, geçişi
yasak olan kapının hemen ilerisin-
deki girişe çıkıp kantine ulaşabiliyoruz. Neden? Çünkü öğrenciler o
girişi kullanamazlar.
Yine, aynı katta bulunan
tuvaletler bize yasak. Nedeni Kemal
Sunal ile Şener Şen filmini anımsatıyor. Tuvalet içinse yine alt kata
inip, oradaki soyunma odasından
geçip tuvaletlere ulaşıyoruz. Tabii
çaktırmadan aynı kattaki tuvalete
girmeyi denemiş olsak da tuvaletlerin kilitlenmiş olması bizi yine
engelliyor. Belki de bu ihtimale
karşı tam da bizim kulübümüzün
kapısının önüne kocaman ‘GİRİLMEZ’ yazısı koydular.
Odamıza ilk yerleştiğimizde
genel bir temizlik yapılmıştı. Ondan
sonra bizim kattaki diğer odalar
temizlenirken bizim oda temizlenmedi. Yaklaşık 20 gündür odayı
temizlenmeden kullandık. Önceden, kulüp öğrencilerinin girdiği B
kapısına galoş koymuşlardı. Sonra
onu da kaldırdılar. Dolayısıyla
odaya çamurlu ayakkabılarla
girmek zorunda kaldık. Bunu sorduğumuzda ise yanıt şu oldu: her
gün o galoşlara 20 YTL veriyoruz.
Peki biz ne için giriyoruz o binaya?
Bu kadar öğrenci neyi amaçlıyor da
geliyor? Tabii biz öğrenciyiz, odayı
da temiz kullanamıyoruz. Su
ısıtıcımız bozuk olduğu halde
içmediğimiz kahve lekesinden
sorumlu tutuluyoruz. Neden?
Galiba neden sadece öğrenci
olmamız.
Ve en son uygulama olarak da
alt kattan geçerek çıktığımız merdiven de kapatılmış ve üzerine yine
zincirli ‘GİRİLMEZ’ yazısı konulmuş. Kantine girmek için bu sefer
indiiğimiz merdivenlerden sonra
bina dışına çıkıp, ana kapıdan
girmemiz gerekiyor.
Ben bir öğrenci olarak kendimi karantina altına alınmış gibi
hissediyorum. Köklü bir üniversitede öğrenciye verilen değer buysa,
lütfen eğitim sisteminden bahsetmeyelim.
Bu uygulama bir son bulsun.
!!! Belirtme gereği hissediyorum.
Birkaç kere gece çalışması için
Kültür ve Sanat Birliği'nin izni ile
havuzdaki odamızda kaldık. İkinci
kalışımızda, o sıra güvenlik
görevliliği
yapan
öğrenci
arkadaşımıza tutanak tutmasını
istemişler. Birincisi hırsızlık şüphesi
taşıyanlara yakışacak bu uygulama
girişimi son derece ilkel bir harekettir. Giriş-çıkışlarda zaten kamera
var. Güvenlik görevliliği yapan
öğrenci arkadaşımız da bu uygulamaya, haklı olarak, karşı çıkmış.
Derken en çok üzüldüğümüz olay,
bu arkadaşımızın görevine son verilmiş. Eminim bunun sebebi de
okuyabilmek için para kazanmak
zorunda olan güvenlik görevlisinin
öğrenci oluşudur. Bütün bu olaylardan sonra beni en çok üzen bu oldu.
Buna vesile olduğumuz için derin
bir vicdan acısı çekiyorum.
İTÜ Kültür ve Sanat Birliği Basın Yayın Kulübü
Arıyorum İTÜ Gazetesi, Süreli Yayın, ISSN: 1305-4783
Yayın Kurulu:
Fatih Avcı, Sefa Demir, Oya Ekmekci, Esin Ekmekci, Umut Gülbayrak, Necip Duman,
Gökçe Sezgin, Mehmet Akif Ceylan, Güven Çalışkan, Gökhan Gürlen, Fevzican
Abacıoğlu, Burak Avcı, Emine Yılmaz, Ömer Deniz Akyıldız, Ufuk Çavuş, Ufuk Şişli,
Burak Patpat, Oğuzhan Demirci, H. Özgür Kurt, M. Can İban, Mümin Çentez,
F. Ülkü Çelik, Selen Günce,
Neslihan Karabulut, Dilay Kaymak,
İTÜ Basın Yayın Kulübü
Utku G. Borataç, Cem Varışlı,
Arıyorum Gazetesi
Ozan Karahan, Kasim Oktay
İstanbul Teknik Üniversitesi Adına;
Yayın Sahibi Prof. Dr. Erkin Nasuf,
Yayın Yönetmeni Y. Doç. Dr. Beyza Taşkın
Baskı: DPC İstanbul
Olimpik Yüzme Havuzu Binası B girişi No: 306
Ayazağa Yerleşkesi Maslak-İstanbul
[email protected]
www.gazete.itu.edu.tr
3
4
arıYORUM
arıYORUM
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
10 Kasım’da
İTÜ’de Olmak
Atatürk’ün düşünce, eylem ve
ilkelerinin anlaşılmasına ve
anlatılabilmesine katkı sağlamak, Cumhuriyet döneminde
özellikle mühendislik, bilim ve
öğretim alanlarında yapılanları değerlendirmek ve Ulu
Önder Atatürk’ü akıl ve bilim
bayramı coşkusu içinde anmak
amacıyla 8-9-10 Kasım 2007
tarihlerinde Süleyman
Demirel Kültür Merkezi’nde
’’Atatürk’ü Anma
Etkinlikleri’’ düzenlendi.
Oğuzhan Demirci
E
tkinliğin ilk gününde Rektör Prof.
Dr. Faruk Karadoğan'ın yaptığı açılış
konuşmasının ardından Bahçeşehir
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Süheyl
Batum Nutuk'un 80. yılı ile ilgili konuşmasıyla, ünlü tiyatro sanatçısı Metin
Akpınar ise kendine has mizahi üslubuyla Cumhuriyet’i geçmişten bugüne
değerlendirdi. Atatürk'ün manevi kızı
Ülkü Adatepe Ulu Önder ile paylaştığı
anılara değindi. Konuşmaların ardından
ünlü modacı Faruk Saraç'ın hazırladığı
ve ''Sarı Zeybek'' ismini verdiği ''Atatürk
Giysileri Sergisi'' konuklar tarafından
ilgiyle izlendi. Rektör Karadoğan'ın davetli konuşmacılara plaket vermesinin
ardından düzenlenen kokteyl ile etkinliklerin ilk günü sona ermiş oldu. Ayrıca
gün içinde fotoğraf sanatçısı Stuard
Kline’nin düzenlediği ‘’Türk Sivil
Havacılık Tarihi Fotoğraf Sergisi’’, Uçak
ve Uzay Fakültesi’nin derece alan öğrenci projeleri, Ulusal Tekstil Makinaları
Sergisi ile Ormo ve Nako İplikleri Sergisi
davetlilere sunuldu.
Etkinliğin ikinci günü üç farklı
oturumdan oluştu. Süleyman Demirel
Kültür Merkezi'nde Mehmet Kum,
Özcan Ertem ve Mehmet Şekercioğlu'
nun katılımlarıyla ''Cumhuriyet
Döneminde Havacılığımız'' başlığı altında bir oturum düzenlendi. Gümüşsuyu
Yerleşkesi Makine Fakültesi Orhan Öcalgiray Konferans Salonu'nda Cem Kaprol,
Arzu Kaprol ve Mehmet Kumbaracı'nın
katılımlarıyla ''Cumhuriyet Dönemi’nde
Tekstil'' oturumu gerçekleştirildi. Aynı
gün yine Süleyman Demirel Kültür
Merkezi'nde Rektör Karadoğan'ın
başkanlığında Öğretim Birliği paneli
düzenlendi. Panelde İlber Ortaylı,
Bozkurt Güvenç, Fahamettin Akıngüç ve
Doğan Kuban; eğitim dili, laiklik ve
Cumhuriyet’in eğitim devrimine katkısı
gibi konulara değindi.
10 Kasım Cumartesi sabahı
Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde
Anma Töreni gerçekleştirildi. Yüce
Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün huzu-
runda saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın
ardından okunan Atatürk'ün Onuncu Yıl
Nutku konuklara duygusal anlar yaşattı.
Rektör Karadoğan'ın konuşmasının
ardından öğrenciler adına Gökçe
Sönmez günün önemine dair bir konuşma yaptı. Cihat Aşkın’ın ‘Kocatepe
Türküsü’ adlı bestesini sunduğu konserin ardından davetli yazar Erol
Mütercimler'in konuşma yaptı. Her yıl
düzenlenen
Özdeyiş
Yorumu
Yarışması’nda derece alanlara ödül verilmesi ile tören son buldu.
Etkinliklerden Akılda Kalanlar
Rektör Karadoğan :
“ Ne mutlu gerçek Atatürkçü olabilene!”
“10 Kasım’da İTÜ’lü olmak,
Atatürkçü olmak demek.”
''Atatürk’ün düşüncelerini,yaptıklarını ve yapmak istediklerini
özümsemek boynumuzun borcudur. Onun düşüncelerini,görüşlerini
ve inkılaplarını kuşaktan kuşağa
aktarmada sanatçılarımızın ve bilim
adamlarımızın da önemi büyüktür.''
Süheyl Batum :
'' Türk milleti hiçbir iz bırakmadan
yitip gitmeyecektir.''
Metin Akpınar :
''Ekonomik özgürlüğün olmadığı
bir ülkede cumhuriyet yurttaşı olabilmek çok zordur.''
İlber Ortaylı:
“ Memlekette insanlar aynı dili
konuşur, aynı kültür altında birleşirler. Memleket bir havaalanı
değildir!”
Doğan Kuban:
“ Kadının yüzünü bile göstermemeye yatkın olduğu bir toplumda
50 senede kadınların erkekler kadar
etkin olması önemli bir olaydır.”
Bozkurt Güvenç:
“Cumhuriyet bir kültür, aydınlanma ve eğitim devrimiydi.”
“ Cumhuriyet’in kaderi eğitimle
başladı.”
“ Kızların eğitimdeki varlığını
%20’den %80’ e çıkararak bir sayısal
başarı (!) elde ettik; ama
başörtüsünü engelleyemedik.
Bunun sebebini okul dışında aramakta keramet var.”
İTÜ Radyosu Yayında
1
945 yılında Türkiye’nin ilk üniversite
radyosu olarak yayın hayatına
başlayan İstanbul Teknik Üniversitesi
Radyosu 1971 yılında düzenli yayınlarına son verilmesinin ardından 29 Ekim
1995 tarihinde tekrar düzenli olarak yayına başlamıştır. Günümüzde sadece internet üzerinden yayın yapan İTÜ
Radyosu,popüler müziğin aksine,
üniversite gençliğine hitap eden
parçalara yer vermektedir.
İTÜ Radyosu ve Arıyorum
Gazetesi’nin ortak çalışması sonucu,
radyoda haftalık haber bültenleri yayınlanmaya başlandı. Hafta içi her gün öğle
ve akşam saatlerinde bülten yayınlanmaktadır.
İTÜ Radyosu’nu
www.radyo.itu.edu.tr adresinden
dinleyebilirsiniz.
Bilimin Merkezi Halka
Açıldı
U
zun yıllardır kapalı olan, eski adıyla
İTÜ Deneme Bilim Merkezi, İTÜ
Bilim Merkezi ismiyle yeniden yapılandırılarak 7 Kasım 2007 Çarşamba
günü Rektör Karadoğan tarafından İTÜ
Taşkışla Yerleşkesi’nde hizmete girdi.
Merkezde bilimsel kuramların deneysel
açıklamalarına olanak tanıyan çeşitli
aletler bulunmaktadır. Özellikle ilköğretim öğrencileri olmak üzere tüm meraklıların ilgisini çekebilecek olan merkez,
her gün 10.00–17.00 saatleri arasında
ziyarete açıktır.
Rektörlükten kitap
yazımına destek
İTÜ
rektörlüğünden yapılan açıklamaya göre, üniversitedeki
öğretim üyesi ve yardımcılarının kitap
yazması için, onlara verilen destek
devam etmektedir. Buna göre, her bilim
dalında en az bir kitap yazanlara en az
öğretim yükü ile 2 yarıyıl yoğun çalışma
olanağı, yazılan kitap başına 4.000 YTL
maddi destek verilecektir. Ders notlarından ders kitabı yazanlara ise en az öğretim yükü ile 1 yarıyıl çalışma olanağı ve
500 YTL maddi destek verilecektir. Çalışma yapan herkes için atama /yükseltme
ölçütlerinde değerlendirme yapılacak,
herkesin telif hakkının korunması
sağlanacaktır. Çalışma yapmak isteyen
öğretim üyelerinin, kitap yazımı ile ilgili
anketi www.kitapyazimi.itu.edu.tr
adresinden temin edip, elektronik ortamda veya elle doldurmaları gerekmektedir.
25
Umut Sarıkaya ile söyleştik...
“İTÜ’de erkekler daha
fazla acı çekiyor!”
Çizgitü sayfası “Soytarı”
köşemizde ilk konuğumuz;
yaptığı tespit ve ayrıntılarla
tüm karikatür severlerin
yakından takip ettiği ve ayrıca okuldaşımız da olan
sevgili Umut Sarıkaya.
Umut Sarıkaya, okulumuzun Gemi İnşaatı
Mühendisliği Bölümü’nden
6 senelik bir eğitim hayatından sonra 2002 yılında
mezun olmuştur. “Hıbır”,
“Leman” gibi bir çok
dergide çalıştıktan sonra
ismini “Penguen”le duyurmuştur. Sanatçı kaliteli
esprileri ve dikkat çeken
çizimiyle olduğu kadar
haya-tından kesitler sunduğu “Benim de
Söyleyeceklerim Var!” köşesiyle de kısa sürede dikkatleri üzerine çekmiştir. Lafı
fazla uzatmadan, buyurun
röportajımıza.
Necip Duman
Karikatür
camiasında
çalışan
sanatçıların çoğuna baktığımızda
mimar ya da grafiker olduklarını
görüyoruz. Siz çoğunun aksine İTÜ
Gemi İnşaat Mühendisliği Bölümü
mezunusunuz. Mühendislik eğitiminin
çizim hayatınıza etkilerinden ve okul
hayatınızdan bahseder misiniz?
Belki kendimizi kandırıyoruz ama
matematik bilmek problemlere bakış
açımızı geliştirip çözümleme yapmamıza yardımcı oluyor. Ayrıca
çizdiğiniz şeylere hakim olmanızı sağlıyor. Mühendislik eğitiminin dışında İTÜ
zaten bambaşka bir ortam; yani oradaki
sosyal durum diğer üniversitelerden
farklı. İTÜ’ de erkekler daha fazla acı
çekiyor. Bu durum başlı başına insanın
mizah kavramını geliştiriyor. Bu yüzden
çizimlerimde okul temalı esprilere de yer
veriyorum. Zaten ben daha çok kampüs
hayatını ele alıyorum. Öğrencilerin
diyaloglarını ve yaşam tarzlarını çok iyi
bildiğim için genelde bunları kullanıyorum. Sonuçta biz de kampüste 6 kişi
dolaşır, ders bitiminde 6 kişi bara gider
ve yine 6 kişi geri dönerdik.
Hayatınızdan parçaları anlatmak ve
çizmek özel hayatınızda, insan ilişkilerinizde bir avantaj ya da dezavantaj
sağlıyor mu?
Açıkçası ilk zamanlarda dezavantajı
oluyordu.
“Benim
de
Söyleyeceklerim Var!” köşesini yazmaya
5 sene önce başladım. En başlarda herkes
inanıyordu ki bu da başarıyı gösterir
aslında. Yazdıklarımın çoğu kurgu ama
içerikteki ayrıntılar gerçek genelde.
Ayrıca birinci tekil şahıstan anlattığım
için mevzuu okur için daha inandırıcı
oluyor. İnsanlar dışarıda duydukları
hiçbir şeye inanmıyorlar ama orada
okuyunca inanıyorlar; inanmak istiyorlar. Sonuçta yazdığım hikayenin kahramanı ben olduğum için inandırıcılığı çok
daha fazla oluyor. “Gerçekten böyle bir
adam var. Bak burada karikatür çiziyor.”
diyorlar belki de. Ayrıca bu “hayatımdan parçalar anlatma” konusunda çok
sıkıldığım bir nokta var. Özellikle
söyleşilerde en çok “Yazdıklarınız
gerçek mi?” sorusu soruluyor. Zaten bu
sorudan çok sıkılmışım, üstüne üstlük
bir de onca kalabalığın karşısında
anlatamıyorsunuz her şeyi. Artık öyle bir
noktaya gelmiştim ki bu soruyu sorduklarında İzmir’de: “Yok. Yazdıklarım
gerçek değil.”, Eskişehir’de “Evet, bir
kısmı gerçek.”, Ankara’da “Evet.
Yazdıklarımın hepsi gerçek.” demiştim.
“Uykusuz”da olsun “Penguen”de
olsun, köşenizin formatı ayrıntı ve
gözlem üzerine kurulu. Bu nasıl gelişti
anlatır mısınız?
Gözlem diye bir şey yok aslında.
17 yaşımdayken amatör olarak Leman
Dergisi’ ne çizimlerimi götürüyordum.
O zamanlar çizimler genelde cinsel
içerikliydi. 90’larda cinsellik şimdiki gibi
yaşanmadığı için geçerli bir çizim
malzemesiydi. Merak uyandırıyordu,
bilinmiyordu, çizilmesi ilginçti; ama
konuya hakim olmayınca çizemiyordunuz belli bir yerden sonra doğal
olarak. Bir gün “Leman”ın sahibi Tuncay
Akgün; ”Kendi yaşadığın şeyleri
çizsene.” dedi. “Sen bilmiyorsun bu
konuyu, bilmediğin bir şeyi anlatmaya
çalışıyorsun. Arkadaşlarını, aileni, eşini,
dostunu, onlarla olan muhabbetini çiz.”
dedi. Ben de verdim kendimi ayrıntıya.
Aslında bu tarzın benzeri Leman
Dergisi’nde Ahmet Yılmaz’da vardı.
Ondan çok esinlendiğim bellidir zaten.
Öyle bir harmanlama oldu işte.
Okulla ilgili çok çarpıcı unutamadığınız bir anınız var mı peki?
Valla okulla ilgili pek bir anım yok
aslında. İşte derse giriyorsun, kantine
gidiyorsun çay içiyorsun, o kadar yani.
Zaten son zamanlar gitmemeye
başlamıştım. Devamsızlıktan kalmıştım
bir çok dersten. “Hıbır”a gidiyordum o
sıralar daha çok. Bitirme projem de zaten
30-35 sayfalık incecik bir şeydir. Hoca
artık “Senle mi uğraşıcam ya!”deyip
almıştı.
Son olarak çok özel olmazsa herkesin
merak ettiği bir soruyu sormak istiyorum. “Penguen”den ayrılıp kendi
derginizi çıkarmanın sebebi neydi?
Sonuçta çok okunan bir mizah dergisinin neredeyse en çok okunan ve en
genç çizerleri ayrılıp kendi dergilerini
kurdular. Bu önemli bir olay.
Aslında bu Ersin’le (Karabulut)
çok uzun zamandır aklımızda olan bir
şeydi; çünkü “Penguen”de kapakla falan
çok fazla ilgilenemiyorduk. Bu tarz işlere
biraz daha el atıp işin içine biraz daha
girmek istiyorduk. Sonuçta kendi
dergimiz diyebilmemiz çok önemli.
Zaten en önemlisi biz, her şeyden önce
arkadaşlarımızla açtık bu dergiyi.
Hepimiz çok iyi arkadaşız aynı zamanda. Bu yaz hep beraber tatile gittik
mesela…
24
arıYORUM
arıYORUM
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
Kulüplerin Havuz
Keyfi
Kültür ve Sanat Birliği bünyesindeki öğrenci kulüpleri İTÜ
Olimpik Havuz Binasında yer alan
Kültür Sanat Birliği ek binasına
yerleşerek bu yeni alanda çalışmalarına başladı. Ek binada
Kültür Sanat Birliği bünyesindeki
kulüplerin kullanabilmesi için;
çalışma odaları, toplantı salonları,
dans salonu, sinevizyon salonu ve
fotoğraf atölyesi yer almaktadır.
Öğrenci kulüplerinin ihtiyaçlarını
bir anlamda karşılayacak gibi
görünen bu yeni çalışma alanlarında bazı kulüpler yerlerini aldı.
Haftanın Yerlisi
Hepimizin ilkokul
yıllarımızda kutladığımız
bir haftadır ‘Yerli Malı
Haftası’. O hafta boyunca
kimin annesinin börek
yapacağı, kimin annesinin
kek yapacağı, kimin
meyve-sebze getireceği
önceden kararlaştırılır,
kararlaştırılmış olan her şey
o hafta uygulanırdı.
Enerji Çalıştayı
4
–5 Aralık 2007 tarihinde,
Süleyman Demirel Kültür
Merkezi’nde İstanbul Teknik
Üniversitesi Enerji Konseyi
tarafından Enerji Çalıştayı ve
Sergisi düzenleniyor.
Organizasyonun amacı; enerji
alanında ortak bir terminoloji
oluşturulması, ülkemizin sahip
olduğu enerji kaynaklarının öncelikle değerlendirilmesi için potansiyellerimizin belirlenmesi, nükleer teknoloji seçeneklerinin, enerji
verimliliğinin ve enerjide finansman modellerinin tartışılması
çalışmalarına katkıda bulunmak
olarak ifade edilmektedir.
H. Özgür Kurt
S
ınıftan seçilmiş bazı öğrenciler de bu
hafta ile ilgili şiirler okurdu. “Yerli
malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı” sözü hep tekrar edilirdi. Biz de bu
dizelerin bize vermiş olduğu özgüvenle,
evden getirdiğimiz her şeyi daha bir
zevkle yerdik. O zamanki çocuk aklımızla, evden getirdiklerimizi yiyince yerli
malı kullanımı konusunda üzerimize
düşen sorumluluğu yaptığımızı zannederdik. Belki de çocuk olarak sorumluluğumuz sadece oydu.
Peki, nereden, nasıl çıktı bu hafta?
Türk malları kullanımı ile ilk
teşvikler Cumhuriyet’in ilk zamanlarında başladı. O zamanlar yurdumuz yeni
bir savaştan çıkmış olduğu için, ülkenin
çoğu tarafı harap durumdaydı. Sanayi
yapılacak yer hemen hemen hiç yoktu.
Tarıma elverişli yerlerden alınan verim
ise çok düşüktü. Yurdu bu zor durumdan kurtarmak amacıyla Atatürk, 1923
yılında İzmir İktisat Kongresi’ni topladı.
Bu kongrede yerli malı üretilmesi ve kullanılması kararlaştırıldı.
Bu kongreden bir süre sonra,
dönemin başbakanı İsmet İnönü, 12
Aralık 1929 ‘da T.B.M.M.’de yaptığı
konuşmada, ulusal ekonomi, yerli malı
ve tutumlu olma konularını anlattı. 1946
yılında da, okullarımızda, 12 Aralık’ı
kapsayan hafta yerli malı haftası olarak
kutlanmaya başlandı.
Yerli malı kullanımında 1980 yılı
önem teşkil eder. Bu yıla kadar, ithalat
bugünkü kadar serbest değildi. Bu
nedenle üreticiler “ne yaparsam, satacağım” düşüncesine girdiler. Ürettikleri
ürünlerin kaliteli olması için bir çaba
göstermediler. Bu düşünce yerli malı
kullanımının ülkemizde şu an bu derece
düşük seviyeye inmesine neden oldu.
1980 yılı sonrası, mal ve hizmetlerin ithalatının serbest bırakılmasından
sonra, ülkemize birçok yabancı ürün
gelmeye başladı. Bu zamana kadar
kalitesiz yerli ürünlerden sıkılan tüketici,
ithal ürünlere yönelmeye başladı.
İthal ürünlere olan ilgiyi gören
yerli üreticiler, ürün kalitesini arttırmaya
başladılar. Şu an ülkemizde üretilen
ürünlerin birçoğu kalite olarak dünya
standartlarındadır. Tabii ithal ürünlerin
kaliteli, yerli ürünlerin kalitesiz olduğuna inanan tüketicinin fikrini değiştirmek
çok zor bir iş. Bu işi başarıyla yapabilmek
için Tüketiciler Birliği 2006 yılı Haziran
ayında uzun soluklu bir kampanya
başlatmıştı: “Yüzde Yüz Türkiye!”
“Yüzde Yüz Türkiye” kampanyası, kalite ve fiyat bakımından ithal benzerleri ile yarışan yerli mallarının öne
çıkarılmasını amaçlamaktadır.
Türk mallarının kullanımının artması ülkemize başta ekonomi olmak
üzere birçok alanda ülkemize önemli
katkılar sağlayacaktır. Bu konuda hepimize görev düşüyor. En basitinden ürettiğimiz ürünü, konuştuğumuz ana dilimizi konuşmaktan çekinmeyerek buna
başlayabiliriz.
5
6
arıYORUM
arıYORUM
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
Mustafa Kemal’i anlamak için
OKU, DÜŞÜN, ÜRET!
T. Oya Ekmekçi
A
rıyorum Gazetesi’nin öncülüğünde,
10 Kasım Anma Etkinlikleri kapsamında 11 Kasım 2007 Pazar günü
İTÜ’lü öğrenciler Anıtkabir ziyaretinde
bulundu. Ankara’daki İTÜ Evi, 1. ve 2.
Meclis, Anıtkabir ile TSK Gazi
Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi ziyaretini kapsayan etkinlik; ‘Mustafa Kemal’i
nasıl anmak?’ sorusunu gündeme getirdi.
Ankara’ya ulaşan üç otobüsü
sabah saatlerinde İTÜ mezunları
karşıladı. Mezunlarımızla İTÜ Evi’nde
kahvaltı ve öğle yemeklerindeki sohbetler dışında İTÜ’lüler Birliği Dernek ve
Vakıf yönetim kurulu ile söyleşi düzenlendi. Genç mezunların eksikliğinden
yakınan Elektronik Mühendisliği
mezunumuz Ersin Zihnioğlu, öğrenci
projelerine her zaman destek olabileceklerini belirtti. Ayrıca İTÜ Evi’nin her
zaman öğrencilere açık olduğuna değindi. Mezunların hazırladığı program kapsamında Maçka Salonu’nda Dernek
Yönetim Kurulu Başkanı Akad Çukurova ve Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı
Kamuran Gürakan ile bir söyleşi gerçekleştirildi. İTÜ’nün mezun-öğrenci ilişkisi, üniversitemizin Türkiye’ye katkıları,
Türkiye’nin ve gençliğin şu anki durumu
ile ilgili konuşmalar yapıldı.
Akad Çukurova: “Bugünkü Türkiye’nin
oluşumunda İTÜ’lülerin çok katkısı var.
Umarım siz de ileride bunu dedirtmeye
devam edebilirsiniz.”
Kemal Atatürk’ün yine Nutuk’ta belirttiği şu sözleri olacaktır:
“Zaten herkesçe bilinen ve o yolda
hareket edilmekte olan bir gerçeği burada açıklamaktan maksadım; vatanseverlik, ahlak üstünlüğü, olgunluk ve buna
benzer bir takım seçkin vasıflar gereği
gibi gösterilmek istenen safsatalara
karşın milletin ve gelecek kuşakların
dikkatli ve uyanık bulunmalarını sağlamaktır.”
ATA’YI ZİYARET
1. ve 2. Meclis gezisinin ardından
mezunlarımızla birlikte Anıtkabir
ziyareti gerçekleştirildi. Rehber eşliğinde
müze gezildi. Savaşların canlandırıldığı
‘panorama’ odalarında gözlerde biriken
yaşlar, duvarda asılı olan Sevr
Antlaşması’na göre ülkenin parçalanmış
haritası bizleri yoğun düşünce ve duygular içine sürükledi. Atatürk’ün kitaplığında ise sayısı beş bini bulan kitapları
görmek herkes üzerinde şaşkınlık ve
hayranlık yarattı. Katılımcılardan
Arıyorum Gazetesi üyesi Fatih Avcı bu
konu ile ilgili görüşlerini şöyle belirtti:
“Türkiye’ye beş bin kitap okuyan bir liderin yeniden gelmesini beklemek yerine, herbirimizin beş bin kitap okuması
gerekir.” Ayrıca katılımcılardan İsmet
Soyocak bir gözlemini şu şekilde dile
getirdi: “Anıtkabir gezisinde anı eşyaları
bölümünde herkes takvim, poster, rozet
alıyor; fakat kimse kitap almıyor.”
Mustafa Kemal’i anlamak için: OKU...
HAYATTAKİ EN DEĞERLİ
İNSANLARIMIZ: GAZİLER
Etkinliği herkes açısından en
anlamlı kılan şüphesiz gazilerimizi
ziyaret oldu. TSK Gazi Rehabilitasyon
ve Bakım Merkezi Başkanı Kurmay
Albay Hüseyin Örmeci, İTÜ öğrencilerini bizzat kendisi karşılayarak merkez
hakkında bilgi verdi. Ardından
düşüncelerini şöyle aktardı:
Kamuran Gürakan: “İTÜ’lüler Türkiye
için 50’li yıllarda büyük adımlar attı. Sizden
de bugün bir adım daha atmanızı istiyorum.”
NUTUK neden okunmalı?
Etkinlik çerçevesinde İTÜ’lü
öğrenciler 1. ve 2. Meclis’i ziyaret etti.
Ülkenin kaderini değiştiren ve
demokratikleşme sürecinin izlerini
barındıran meclisi gezerken geçmişte
yaşananlar birkez daha hatırlandı.
Meclis ziyareti sırasında yapılan konuşmalarda Nutuk’un önemi vurgulandı.
Bu da şu soruyu akla getirdi: Yeni nesil
için kılavuz olan Nutuk neden okunmalı? Bunun cevabı şüphesiz Mustafa
“Önemli olan sizleri burada
görmek. Kaç kişi olduğunuz değil, asıl
sizlerin üniversite olarak buraya gelip
gazilerimizin yanında olmak istemeniz
önemli.”
Örmeci, Rehabilitasyon Merkezi
hakkında şunları ekledi: ‘Burası
darülaceze değil, bir rehabilitasyon,
gazilerimizi topluma kazandırma yeri.
Bakıma muhtaçsa ömür boyu onlara
bakmak bizim görevimizdir. Onlar bizim
hayatta kalan en değerli insanlarımız.
Onlara sahip çıkmazsak bu ülke gelecekteki sıkıntılara katlanamaz.“
Gazilerimizle buluşan İTÜ’lü
öğrenciler, üniversitemizin hazırladığı
paketleri gazilerimize hediye ettiler.
Paketler; İTÜ tişörtlerini, kitapları ve
Rektör Prof. Dr. Faruk Karadoğan’ın
yazıp imzaladığı mektupları kapsamaktaydı.
Yaklaşık elli gazimizle öğrencilerimizin buluştuğu ziyarette, gazilerimizin
yaşadıkları olaylar, değişen yaşamları ve
ülkenin içinde bulunduğu duruma dair
sohbetler gerçekleştirildi.
BU KEZ GAZİLERİMİZ KONUŞUYOR
Mustafa Şener: Yaşadığın olay
karşısında ilk üç ay kendine gelemiyorsun, hayat bitti zannediyorsun.
Bakıyorsun herkes yürüyor, herkes
neşeli. Buraya ilk geldiğinde mayına
basan, ellerini ayaklarını kaybetmiş
insanları gördüğünde şükredip haline
alışıyorsun.
Feridun Özcan: Şırnak’ta görev
yaptım. İlk gittiğinizde hiç bilmediğiniz
bir coğrafyanın içinde buluyorsunuz
kendinizi. Dağın merkezindesiniz, insan
yok. Yanınızda arkadaşlarınız mayına
basıyor, yaralanıyor, şehit oluyor. Belki
samimi bulmayabilirsiniz ama bu vatan
içinde en azından ailem, sevdiğim bir
kaç kişi varsa ben “Her şey vatan için”
derim. Onların bir bayrak altında yaşamasını istiyorsan bu fedakarlığı gözünü
kırpmadan yaparsın.
Abdullah Anadolu: Ağrı’da
göreve çıktığımda arkadaşlarımız
yanımızda mayınlara basıyor, hayatlarını yitiriyordu. O an bastığın toprağa
dahi güvenemiyorsun, her an ölüm
korkusu yaşıyorsun. Ailen seni yirmi
yaşında tek parça gönderiyor, eve geliyorsun ya bir tarafın eksik ya
paramparça. Vatan için, bayrak için bazı
şeylerin bedeli verilmek zorunda.
Atalarımız Kurtuluş Savaşı’nda bu
bedeli verdi. Biz de katkıda bulunduysak
bundan gurur duyarız.
Günün sonunda İTÜlü öğrenciler
bunun gibi etkinlikleri bir daha gerçekleştirmek fikriyle yola koyuldu.
Yaşananlar, duyulanlar, hissedilenler ve
düşünceler ziyaretçilerin üzerinde
büyük bir etki bıraktı.
KATILIMCILARIN PAYLAŞTIKLARI
İsmet Soyocak: Düşüncelerimizde
bir değişiklik yok aslında. Sadece tek
fark canlı örneklerini görmek. Bundan
sonra bir şeyler yapmak için geç
kaldığımızı düşünüyorum.
Yapabileceğimiz tek şey geleceğe
yatırım yapmak şu an. Gazilerimizden
Onur abi anlattı. Başbakanımız onları
ziyarete gitmiş. Bizim en ufak ziyaretimizden mutlu olan gazilerimize
“Merhaba sakat arkadaşlarım” diye
seslenmiş. Bunlara bizim kayıtsız
kalmamız beklenemez!
Dilay Kaymak: Çok anlamlı bir
geziydi. Sadece Ankara’ya gelip
gitmedik. 10 Kasım’da yapılacak en
güzel şey gazilerimizi ziyaretti.
Atatürk’ü böyle andık ve insanların yüzlerini güldürdük. Teşekkürler.
Cenk Çorlu: Birçok üniversite
böyle bir gezi planlamalı. Özellikle gazilerimizi görünce biraz farklı hissettim.
Onlarla yaptığım muhabbet zihnimden
eksik olmayacak.
Görkem Taş: Savaş konusunda
daha fazla düşünmeye başladım ve bir
şeyler yapmamız gerektiğine inanıyorum.
Mustafa Kemal’i anlamak için:
DÜŞÜN...
Fatih Avcı: Kapıda karşılandık.
Gençliğe ciddi anlamda değer verildiğini
gördük. Ne kadar düşünürsek düşünelim, okursak okuyalım bunlar üretimle
sonuçlanmalı.
Mustafa Kemal’i anlamak için:
ÜRET...
Gezi sonunda gördüklerimizi tarttık ve ‘Neler yapmalıyız?’ diye düşünmeye başladık. Görevin bizlere
düştüğünün farkındaydık, bir şeyler
yapmalıydık. Önemli olan noktayı yine
Atatürk’ten aldık:
“Asıl önemli olan ve memleketi
temelinden yıkan, halkını esir eden,
içerdeki cephenin suskunluğudur.”
İTÜ’lülerin Ankara’daki
yuvası: İTÜ Evi
İ
TÜ Birliği Vakfı 1926’da kurulmuş ve
şu an 1000 civarında genel üyesi
bulunmakta. Vakfın kuruluş amacı, İTÜ
mezunları ile öğrencileri arasında bağ
kurmak ve tüm İTÜ’lüler arasında bir
birlik sağlamak.
Vakfın Ankara’daki adresi olan
İTÜ Evi ise 90’lı yıllarda İTÜ’lü mimar
Sezer Aygen tarafından projelendirilmiş.
Mezunların söyleşi, müzik toplantıları,
dans etkinlikleri gibi pek çok organizasyonu burada gerçekleştiriliyor. Binadaki
Taşkışla salonu, Gümüşsuyu Restoran
Salonu ve Maçka Konferans Salonu en
çok ilgi çeken bölümler arasında. Bu
salonlarda yemekler veriliyor, sergiler
düzenleniyor. Ayrıca Ankara’da istediğiniz zaman vakit geçirebileceğiniz
sıcak bir yuva. İTÜ Evi tüm İTÜ öğrenci
ve mezunlarına açıktır.
İTÜ Birliği Vakfı ile ilgili detaylı
bilgi için: www.itubirlik.org.tr
*Tüm İTÜ’lüler Birliği üyelerine ve özellikle bizi etkinlik boyunca yalnız bırakmayan mezunlarımız Kamuran
Gürakan, Akad Çukurova, Asım Rasan,
Hasan Namal ve Ersin Zihnioğlu’na
teşekkür ederiz.
SOKAK SOKAK
23
İSTANBUL
rumeli
kavağı
Boğaziçi’nin tarihle yaşıt bekçisi…
Sefa Demir
R
umeli Kavağı’na giderken
Sarıyer’in dar sokaklarından
geçip hafif bir meyille tırmanmaya
başlıyorsunuz. Tepenin sonunda sizi,
balık lokantaları ve ardındaki tablolara esin olabilecek manzara karşılıyor. Tepeyi aşıp tekrar aşağı doğru
inerken limanında balıkçı tekneleri ile
sırtını sarp kayalara dayamış ve
yüzünü Karadeniz’e çevirmiş Rumeli
Kavağı, huzur veren bir görüntüyle
karşınıza çıkıveriyor.
Kurşunî gökyüzü ve sert bir rüzgar, Rumeli Kavağı meydanında otobüsten indiğimde beni selamladı.
Sabahın vermiş olduğu sakinlik,
sıradan bir günün akışına bırakılmış
yaşamın ritmi ve bedenimi titreten
rüzgar ile kol kola ilk gördüğüm
sokağa girdim. Kavak Hamamı Sokak
olarak isimlendirilen bu sokağın
sonunda, 1688 yılında IV. Mehmet’in
annesi Turhan Hatice Valide Sultan
tarafından kardeşi Yusuf Ağa adına
yaptırılmış Yusuf Ağa Camiî yer alıyor. Camiî uğradığı bir sel felaketinde
tamamen yıkılmış ve yeniden yaptırılmış. Sağlı sollu iki tarafta yer alan
çoğu restore edilmiş. 19. yüzyıl
Osmanlı sivil mimarîsinin örnekleri
ahşap evler ise bu sokağı Rumeli
Kavağı’nın hatıra defteri haline getir-
miş. Geçmişten günümüze eski
İstanbul’dan izler saklıyor.
Rumeli Kavağı sokaklarını
dolaşırken, gerek mimarîsi ile gerekse
burada yaşayan insanları ile öylesine
sade bir hayatın süregelmekte
olduğunu gördüm ki asırlardır
Boğaziçi’nin bekçiliğini yapmış,
Kabakçı Mustafa isyanının çıkış yeri
olmuş ya da II. Dünya Savaşı’nda
askeri bölge olarak kontrol altında
tutulmuş olan yerin, burası olduğunu
hayal etmekte zorlandım. Bu
düşüncelerle Rumeli Kavağı sahiline
hemen hemen paralel olan Köprü
Sokağı’na saptım. Sokak, çarpık
yapılaşmanın getirdiği çirkinlik ve bu
çirkinliği yeşille örten doğanın
zarafeti ile zıtlıkların ahengini yansıtıyordu. Sokağın sonunda karşılıklı
iki mezarlık gözüme çarptı. Osmanlı
döneminin en canlı kanıtı olan bu
mezarlıklar; Mısır piramitlerinden
Roma mezarlık abidelerine, Tac
Mahal’den türbelere yaşamın izlerini
ölümün simgesi olan mezarlık
taşlarında saklamayı tercih eden
insanoğlunun hayranlık uyandıran bir
ironisi olarak Rumeli Kavağı’nda da
kendini gösteriyordu.
Kavaklar olarak bilinen Rumeli
ve Anadolu Kavağı bazı kaynaklarda
belirtildiği gibi adlarını sahip oldukları koca kavak ağaçlarından değil,
Türkçe’de sınır karakolu ya da denetim noktası olarak kullanılan Kavak
kelimesinden geliyor. Milattan önceki
yıllardan günümüze kadar kontrol
noktaları olarak önemini her zaman
koruyan Kavaklar, günümüzde şehrin
gürültüsünden kaçıp sakinliğin kuytuluğunda ziyaretçilere huzur vaat
eden bir yer haline gelmiş. Sarıyer
ilçesinin bu sakin semti balığı, inciri ve
midyesi ile adından söz ettirir.
Sokaklarında gezerken gördüğüm sakinlik ve yoksulluk ana
caddede yerini sevimli balık lokantalarına bırakıyor. Sahil şeridinde her
adım başı güler yüzlü bir garson
beden diliyle yoldan geçen arabaları
lokantasına davet ediyor. Karadeniz’den esen hırçın rüzgarın iliklere kadar
işleyen ayazına aldırmadan, alışmışlığın verdiği umursamazlıkla müşterileri lokantaya çekmeye çalışıyor.
Bu lokantalar zincirini takip ettiğiniz
vakit iskeleye oradan da Rumeli
Kavağı’nın sevimli plajına kadar gidebilirsiniz. Kışın terkedilmişliğin
hüznü ile yalnız kalmış plaj bu
unutulmuşluğun kırgınlığını hiç belli
etmeden yazın serinlemek için gelen
insanlara kucak açıyor. Kışın insanı
titreten ayaz, yazın serinletme unsuru
olarak ziyaretçilere hizmet veriyor ki
yazın sıcağında kaçmak için çok ideal
bir yer, Rumeli Kavağı. Boğazın
bekçisi Rumeli Kavağı hafta sonu
ziyaretçileri ile neredeyse nüfusunu
ikiye katlıyor. Bu geçici kalabalığı
Rumeli Kavağı sakinleri öylesine ben-
imsemişler ki artık onlara da Rumeli
Kavağı’nın yerlileri gözüyle bakıyorlar.
Balıkçı teknelerinin ve tamir
edilmeyi bekleyen ya da çoktan ıskartaya çıkarılmış balıkçı ağlarının
süslediği iskele ise martıların çığlıkları
eşliğinde Karadeniz’den İstanbul’a
gelmekte olan gemilere hoş geldin
derken, İstanbul’u arkasında bırakmış
yol alan gemilere de güle güle diyordu. Tıpkı yüzlerce yıldır yaptığı gibi…
İskeleden sonra bir anda yükselen sarp kayalar ve o sarp kayalara
yaslanmış yapılar bütün bu geliş
gidişlere şahit olmak istermişçesine
yönünü Boğaz’ın çıkışına çevirmişlerdi. Taşın ve yeşilin birbiriyle ender
anlaştığı yerlerden olan Rumeli
Kavağı’ndaki gezimi tamamlarken
sabah aştığım tepecikten tekrar baktım Rumeli Kavağı’na. Manzara tarifi
zor bir tabloyu andırmaktaydı.
Kurşunî tonda bir gökyüzü, ona uyum
sağlamaya çalışan yine aynı tonlara
sahip deniz, deniz ile sarmaş dolaş
olmuş rüzgarın dansı, kendini rüzgara
bırakmış martı sürüleri ve bütün bu
güzelliğe yüzyıllardır bakmanın
alışılmışlığı içerisinde hayatını devam
ettiren Rumeli Kavağı. Neden sonra
esen sert rüzgarı hissettim. Ürpertiyle
karışık bir irkilme ile arkamı dönüp
yoluma devam ederken geride bıraktığım manzara aynı yaşam ritmi ile
geleceğe akıyordu.
22
arıYORUM
arıYORUM
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
Araştırmalarda deneyi ve teoriyi bir tarafa bırakalım, Süper Bilgisayarlarla hesaplama sistemine gelelim...
Bilgisayarlar İTÜ’de Çağ Atladı
Mehmet Akif Ceylan
Bilimsel ya da teknik araştırmalar için sadece teorik ya da
deneysel yöntemleri kullanmanın eskidiği bir çağdayız
artık. Hayatımızda gerekliliği
tartışılamayacak kadar net
olan bilgisayarlar süperleşip,
bizim deneysel ya da teorik
olarak yapabileceğimiz
araştırmaları, hesaplamalı
şekilde yapıyorlar.
Bahsettiğimiz bilgisayarlar
evinizde kullandığınız, çoğu
zaman oyun oynamamaya
yarayan bilgisayarlardan
değil. Yazının ilerleyen kısımlarında anlayacaksınız nasıl
bilgisayarlar olduklarını aslında daha çok şaşıracaksınız
bunlar nasıl bilgisayarlardır
böyle diye.
KISALTMASI KARIŞIK İSMİ
UZUN: UYBHM
Öncelikle “UYBHM nedir?”
sorusundan başlayalım. “Ulusal Yüksek
Başarımlı Hesaplama Merkezi”
kelimelerinin kısaltmasıdır. Bu
merkezde, yüksek başarımlı hesaplamayı yapan, adından da anlaşılabileceği
gibi “süper bilgisayarlar” var. Biraz daha
açarsak: bir araştırmanız ya da projeniz
var ve sonucu görmek için deneysel yöntemleri kullanıyorsunuz. Kullandığınız
deneysel yöntemler; pahalı ve zaman
alıcı. Eğer bu merkeze girme hakkınız
varsa, bu süper bilgisayarları kullanarak
araştırmanızın sonucunu, cevabını kısa
sürede bulabilirsiniz.
“İyi de nasıl kuruldu bu
merkez?” Bu merkez DPT tarafından
desteklenen bir projenin ürünü. Prof. Dr.
Serdar Çelebi bu merkezin şu anki
yöneticisi. 2004 yılında fizibilite çalışmalarıyla başlayan proje 2005’te mekân
ve bina planlamayla devam etti. Bu proje
içerisinde sistem yatırımları ve bu sis-
temlerin planlanması var. 1.faz ana
sunucu sistemi tasarlandı. Ana bileşenlerin neler olması gerektiği planlanıp,
şematik tasarımları yapıldı. Daha sonra
bunlar ihaleye açıldı ve 1.sunucu alındı.
Yakın bir zamanda 2.faza geçilecek ve
1.faz için yapılanlar tekrar yapılacak.
PARALEL DOSYA SİSTEMİYLE
AYNI ANDA 10 İŞLEM
Bilgisayarların teknik özelliklerine
bakınca şaşırmamak güç. Olası bir
depremde bilgisayarların zarar
görmemesi için sismik izolatörlü 1000m2
alan üzerine kurulu bilgisayarlar, çift
çekirdekli 560 işlemci kullanıyorlar.
Kullanılabilir depolama kapasitesi Raid6
ile 80TB. Bu bilgisayarları farklı kılan en
önemli özelliklerden biri de, paralel
dosya sistemi. Oldukça yeni olan bu sistemle aynı anda 10 farklı kanal
üzerinden veri giriş çıkışı yapılabiliyor
(SFS = Scalable File System). Bu süper
bilgisayarların Türkiye’de tek olmasına
rağmen dünyada ilk 500 sıralamasında
239. sırada yer almasına, daha yeni
olduğu gerçeğini neden olarak gösterebiliriz. Bu merkezin maliyeti 24.6 milyon
YTL. Bu maliyete, 1.ve 2.faz sunucu sistemleri, depolama sistemleri, upsler, jeneratörler, personel oluşturulması, bina
yapımı ücretleri de dahil. Yine de böyle
bir merkez için ayrılan bütçe yetersiz
kalmakta ve bu yüzden devletten ek
bütçe talebinde bulunulmuş bile.
Aslında dünyaya baktığımızda bu
oluşumlar için, yaratılan oluşumlar var:
HET gibi. Bu oluşumlarda, süper bilgisayarlara sahip ülkeler birleşip, AB’den fon
alabiliyorlar. Devletten taksit taksit alınabilen 100.000–200.000 $ bu oluşumlar
çerçevesinde bir seferinde AB’den 10
milyon € alınabilmesi şeklinde oluyor.
Bu oluşumlara katılabilmek için bir kereye mahsus devletin alt yapı için bir bütçe
sağlaması gerekli. Devlet böyle bir alt
yapıya bütçe ayırmaktansa karayollarına
ayırmayı tercih ettiğinden dolayı biz bu
oluşumlara katılamıyoruz ve tırnaklarımızla eşeleye eşeleye yol almaya
çalışıyoruz.
Bu bilgisayarlar akademik ve
endüstriyel olmak üzere 2 farklı alanda
hizmet vermekte. 100’e yakın üniversite,
bu merkezden araştırmalarında hesaplama desteği alıyor. Aynı zamanda Ar-Ge
Prof. Dr. Serdar Çelebi
yapan kuruluşlar da çalışmaları için yine
bu merkeze geliyorlar. Merkezin ana
hedefiyle, bu merkezden destek alanlar
arasında tutarlılık görüyoruz: Rekabet
gücünü arttırmak.
Bu merkezimize dünyadan bakacak olursak 239. sırada yer alabildiğimizi
söylemiştik. Bahsettiğimiz sıra,
dünyadaki süper bilgisayarların listesi.
Bu listede 33 ülke var. Çok dinamik bir
yapıya sahip olan bu listede tutunmak
kolay değil. Hatta biz bu yazıyı yazarken
bile sıramız değişmiş olabilir. Bu liste ilk
yapıldığında Türkiye’den ODTÜ bu listeye girmiş. Ama daha sonra ilk güncellemede bu listeden çıkan 300 makineden biri de bu olmuş. Prof. Dr. Serdar
Çelebi’nin belirttiği gibi “Bu listeye
girmek önemli, bu listede kalmak önemli ve de listeye girmiş bu makineyle
anlamlı, verimli çalışmalar üretebilmek
gerçekten önemli.”
UYBHM’de bulunan süper bilgisayarlar Avrupa’dakilerle hemen hemen
aynı olduğundan dolayı, bizden dışarıya
giden bir öğrenci, kolaylıkla adapte olabiliyor oradaki bilgisayarlara.
SÜPERİN DE SÜPERİ VAR
Hep bizde olanın özelliklerinden
bahsettik. Ama eminiz ki en iyi süper bilgisayarın nerede olduğunu merak edenleriniz oluyordur. Bu merakınızı da
cevapsız bırakmayalım. Tahmin etmek
çok zor olmasa gerek. En iyi süper bilgisayar
Amerika’da,
Lawrence
Livermore National Laboratuary ismiyle
bilinen laboratuarda.
MERKEZ ÖĞRENCİ BEKLİYOR
Bu merkezde araştırma yapmak
için önce www.uybhm.itu.edu.tr
adresinden “başvuru” kısmına girip
form doldurmak gerekiyor. Daha sonradan bu merkezi kullanabileceğiniz,
sizin için gerekli olduğu kararına varılırsa onlar size ulaşıp merkeze girişinizin
onaylandığını söylüyorlar. Başvuranlarda aradıkları birkaç temel şey var
aslında. Birincisi programlama dili, algoritma yazımı, işletim sistemi hakkında en
azından temel bilgilere sahip olmak.
İkincisi de bu merkezi kullanma amacı
taşıdığınız projenin gerçekten bu
merkeze ihtiyaç duyması, projenin
özgün ve nitelikli olması. Bunlar dışında
şu an bu merkeze çağırım veya duyuru
yok. İleride eğitimler açılacak ve böylece
eğitime katılanlara da bu merkeze girme
hakkı doğmuş olacak.
Bu merkezi kullanabilmek için illa
mühendis veya İTÜ öğrencisi olmak
gerekmiyor. Her branşdan ve okuldan
insan bu merkezi kullanabilecek bir ara
kesit yaratabilir. Şu an akademisyenlerin, master ve doktora öğrencilerinin
kullandığı merkez, artık lisans öğrencilerinin de katılımını bekliyor.
Amerika’da lise seviyesindeki öğrenciler
bile bu bilgisayarları kullanabiliyor.
Prof. Dr. Serdar Çelebi “liseli öğrenciler
kullanabiliyorken niye İTÜ’lü lisans
öğrencilerimiz kullanamasın” sözüyle
bizleri bu merkeze çağırıyor.
TÜRKİYE’NİN İKLİM RAPORU
BU MERKEZDE
Bu merkezi en çok kullanan, Prof.
Dr. Nüzhet Dalfez’in İklim modelleme
ekibi, Türkiye’nin ulusal iklim raporunu
hazırlamak için çalışıyor. Bunun dışında
Astrofizik’te, Nanoteknolojide, genom
projelerinde kullanılması zorunlu olan
bir merkez burası. Bunların yanı sıra
hesaplamalı kimya grubu için de alt yapı
oluşturuluyor
şu
an.
Bilişim
Enstitüsünde 2 kattan oluşan Yüksek
Başarımlı Hesaplama Merkezi’nin alt
katındaki bilgisayarlar üst kattakilerden
biraz daha iyi. Çünkü alttakiler “ulusal”
sıfatı taşıyorlar. Buraya girmek isteyen
projeler daha spesifik olmalı. Merkezin
üst katında 300 araştırma var. Bu araştırmalardan sistemi zorlayanlar, kaynak
sıkıntısı çekenler için alt kat
düşünülebiliyor. Mesela Bilkent’in nanoteknoloji ve elektromanyetik dalgalar
üzerine çalışmaları yakında alt kattaki
bilgisayarlarda yapılacak. Bunun yanı
sıra Boğaziçi ve Koç Üniversiteleri
merkezin üst katını kullanan 6 üniversiteden ikisi.
Süper bilgisayarlarla dolu bir
merkeze sahip olmak dünya açısından
bir gelişmişlik seviyesidir. Dünyayı
yakalamada önemli bir noktadır. Bu
merkezlere sağlanacak yardım ülkenin
gelişimine büyük bir katkı sağlar. Her
şeyden önemlisi, kaynak yetersizliğinden dolayı yurtdışına giden bilim
adamlarımızın ülkemizde kalmasını
sağlayabiliriz. Hatta dışarıdan bile bilim
adamları gelip bizim süper bilgisayarlarımızda araştırmalar yapabilirler.
Bu yüzden süper bilgisayarların geliştirilmesi ve bunların kullanımı son derece
önemlidir.
Not: Sıralama bilgileri 27 Haziran 2007 tarihinde Almanya’nın Dresden kentinde
yapılan Uluslar arası Süper Bilgisayar konferansında açıklanan listeden alınmıştır.
7
Geleceğinizi Dönüştürün
Son zamanlarda,
dünyanın gündemini
sıkça meşgul eden küresel ısınma ve neden olacağı olası çevre felaketleri
tartışılıyor. İTÜ Ekoloji
Kulübü ise üniversite
içerisinde yapmış olduğu
çalışmalarla soruna
çözüm üretiyor. Kulüp
başkanı Ömer Vanlı ile
kulübün çalışmaları ve
yürütmekte oldukları
projeleri hakkında
söyleştik.
Ç
evre sorunlarına çözüm üretmek
amacıyla kurulan İTÜ Ekoloji
Kulübü; yerleşkedeki ekolojik ortamların iyileştirilmesi, ekoloji bilincinin
oluşmasını sağlamaya yönelik eğitimlerin verilmesi ve çeşitli projelerle var
olan sorunlara çözüm üretilmesi
yönünde çalışmalarda bulunmaktadır.
Kulüp başkanı Ömer Vanlı “Dünya
insana ait değil insan dünyaya aittir.”
düşüncesiyle hareket ettiklerini söyleyerek, 1970’lerden sonra özellikle kimya
sanayinin gelişimine paralel olarak hızla
kirlenen doğaya karşı artık daha duyarlı
olmamız gerektiğini vurguladı.
İstanbul’a 2007 Şubat ayına kadar kar
yağmamasına dikkat çeken Ömer Vanlı
bunun sorumlusunun biz insanlar
olduğunu ve yine yapacağımız çevre
çalışmaları ile çözümünün de biz insanlar olacağını sözlerine ekledi.
İTÜ Ekoloji Kulübü
Toplanacak bir ton kağıt atığı, 17 tane
orta boy ağacın kesilmesini engellediğini
ifade eden Ömer Vanlı ağaçtan kağıt
değil de atık kağıtlardan kağıt üretmeyi
sağlayabilirsek dünyanın akciğeri olan
ormanlarımıza fotosentez yapma imkanı
verir ve küresel ısınmaya karşı mücadele
etmiş oluruz, dedi.
Katı Atıkların Geri Dönüşümü Projesi
Bugünlerde fakülte koridorlarında ya da
kantinlerde silindir çöp kutuları dikkatimizi çekmiştir. Üzerinde katı atık
dönüşüm kutusu yazılı olan bu kutular
İTÜ Ekoloji Kulübü’nün başlatmış
olduğu geri dönüşüm projesinin bir
sonucu. Yapılan çalışmalar sonunda
çeşitli vakıflar, dernekler ve firmalardan
sağlanan destekle yürütülen proje
çerçevesinde; kağıt, karton, plastik ve
metal gibi atıkların toplandığı kutuların
yanı sıra atık pillerin toplandığı pil kutuları ile şişe ve cam atıkların atılabileceği
cam kumbaraları da yerleşke içerisindeki
çeşitli yerlere konuldu. Ayrıca İTÜ
Ekoloji Kulübü elektronik atıklar için
sağladıkları konteynırı Bilgisayar laboratuvarı ofislerine yerleştirdi. Şampuan
kutusundan araba tamponu, süt kartonundan masa, alüminyum içecek kutularından ise uçak gövdeleri yapıldığını
belirten kulüp başkanı Ömer Vanlı bu
sayede hem yapılan tasarrufun
ekonomiye katkısına dikkat çekti hem de
çevreye zararlı atıkların faydalı bir şekilde tüketildiğini anlattı.
Yerleşke içerisinde ekolojik ortamların iyileştirilmesi çalışmaları kapsamında rektörlüğün yürüttüğü ve Prof.
Dr. Mehmet Sakınç’ın bizzat takip ettiği
Doğa ve Çevre Bilimleri parkı çalış-
Öğrenciler şehitler
için yürüdü
İstanbul Teknik
Üniversitesi öğrencileri,
son zamanlarda
ülkemizdeki artan bölücü
terör faaliyetlerine tepki
olarak 30 Ekim 2007 Salı
günü ‘Cumhuriyet
Yürüyüşü’ adı altında 75.
Yıl Öğrenci Merkezi’nden
Rektörlük önündeki
Atatürk anıtına yürüdü.
G
eçtiğimiz aylarda artan terör
faaliyetleri kınamak, şehit
olan güvenlik güçlerini anmak ve
birlik beraberlik içinde yaşamayı
savunmak amacıyla Cumhuriyet
Yürüyüşü yapıldı. Çeşitli slogan
ve marşlar eşliğinde başlayan
eylem Atatürk anıtı önünde, saygı
duruşu ve İstiklal Marşı’yla son
buldu.
malarına İTÜ Ekoloji Kulübü olarak
destekte bulunduklarını belirten Ömer
Vanlı, ekoloji eğitimi adı altında; küresel
ısınmadan alternatif enerji konusuna,
ekosistemin korunmasından radyo nükleer tehlikeye kadar çok geniş bir yelpazede yer alan çevre konularında
üniversite öğrencilerini bilgilendirme
çalışmaları yaptıklarını da sözlerine
ekledi.
Dünya var olduğu sürece insanlar
ekoloji ile iç içe bir yaşam sürdürmek
mecburiyetinde ve bunun farkında olan
İTÜ Ekoloji Kulübü yapılması gereken
birtakım sorumluluklarının bilincinde
olarak çalışmalarını devam ettirmektedir.
www.ekoloji.itu.edu.tr adresinden
kulüp ile ilgili her türlü bilgiyi ve yenilikleri öğrenebilirsiniz.
Akbil Aktarması
Ücretlendirildi
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi şehir içi ulaşım
ücretlerinde düzenleme
yaptı. Bu kapsamda
aktarma normal ücretin
yarısı oranın da
ücretlendirildi.
Y
eni düzenleme ile tek seferlik
ücretsiz aktarma yerine iki
saat içerisinde beş kez normal
fiyatın yarısı ücret ile aktarma
yapılmaya başlandı. Yapılan bu
yeni aktarma düzenlemesi öğrenciler tarafından tepki ile karşılandı.
İTÜ Öğrenci Kolektifi,
Büyükşehir Belediyesi’nin yapmış
olduğu bu düzenlemeye tepkilerini 22 Kasım 2007 Perşembe günü
İTÜ Ayazağa yerleşkesinden 4.
Levent metro istasyonuna kadar
yürüyerek ortaya koydular.
arıYORUM
arıYORUM
8
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
"Türkiye’de
İTÜ Eğitimi
‘Çevrim’de
Bilgi İşlem Daire Başkanlığı,
‘Ninova’ adını verdiği yeni
eğitim sistemini uygulamaya
soktu. Türkiye’de bir benzerinin
olmadığı bu sistem, İTÜ öğrencilerine istedikleri zamanda dijital
bir amfide ders almalarına
olanak sağlıyor.
Zaman ve mekândan bağımsız eğitim
Ninova sitesinde açılan derslerde, derslerle ilgili
not ve belgeler yer alıyor, sınıf içi duyurular, ödev teslimi ve notlandırması yapılabiliyor. Dersler görsel içerik
ve eklerle zenginleştirilebiliyor. Öğrenci ve öğretim
üyeleri sınıf dışı mekândan ve zamandan bağımsız
buluşarak tartışmalar açabiliyor, sorular sorabiliyor.
Kimler kullanabilir?
Ninova ortamında şu an 4000’den fazla öğrenci
çeşitli dersleri takip ediyor. Ninova üzerinde, İTÜ’deki
larında sistem üzerinden eğitmenlerine gönderebiliyorlar.
Ninova şu aşamada dersleri desteklemek amacıyla kullanılıyor. İleriki aşamalarda hem ücretli eğitimlerin
verilmesi, hem İTÜ içindeki eğitimlerin verilmesi hem
de ücretsiz halka açık eğitim içeriklerin paylaşılması için
kullanılabilir. Bu idari bir karar olmakla birlikte Ninova
her tipte eğitimi bir arada barındırabilecek bir yapıya
sahip.
Ninova adı nereden geliyor?
öğretim üyeleri örgün eğitimde Lisans, Lisans Üstü ve
Doktora düzeyinde öğrettikleri dersleri açabiliyorlar.
Sonrasında derslere ilişkin kendi ders notlarını, dersin
ek kaynaklarını öğrencileri ile paylaşabiliyorlar. Şu aşamada bu ders içeriklerine sadece İTÜ öğrencileri erişebiliyor.
Projenin bir sonraki aşamasında dileyen öğretim
üyeleri ders içeriklerini internet erişimi olan herkese açabilecekler. Bu durumda ders içeriklerini takip etmek
isteyenler için herhangi bir kayıt gerekmeyecek. Şu aşamada Ninova’da verilen eğitimler ücretsizdir.
Kerem Görsev
hayran bıraktı
S
on albümü Orange Juıce’dan
parçaları ve 1950-1960 caz standartlarından oluşan bir repartuvarla
ünlü caz sanatçısı piyanist Kerem
Görsev izleyenlere muhteşem bir gece
yaşattı. Görsev'e sahnede konturbasta
Geliştirilen web tabanlı e-öğrenme platformuna
verilen Ninova adı, kuruluşu M.Ö. 1800 yıllara giden ve
aynı zamanda içinde bilinen ilk kütüphaneyi (M.Ö. 500)
barındıran Asur’ların başkenti Ninova’dan alınmıştır.
Günümüze kadar gelen Gılgamış destanı, tufan öncesi
çağlara ait hikayeler bu kütüphaneden arda kalan kil
tabletlerin 19. yy ortalarında bulunmasıyla gün ışığına
çıkmıştır. Bu tabletler üzerinde aynı zamanda tarihteki
ilk çarpma ve bölme problemlerine ilişkin bilgiler de yer
almaktadır.
Dersler dışında öğrencilere sunulan olanaklar
Ninova’da ders içerikleri dışında öğrenciler kendi
aralarında ve öğretim üyeleriyle mesajlaşabiliyorlar.
Buna ek olarak öğretim üyeleri öğrencilere sınıf içi duyurularını Ninova üzerinden yapabiliyor. Sadece o sınıfla
paylaşmak istediği dosyaları yayınlayabiliyor. Öğretim
üyeleri öğrencilere dersin ödevlerini Ninova üzerinden
duyurabiliyorlar, öğrenciler de ödevlerini tamamladık-
İTÜ Vakfı, burs fonu için yaptığı etkinliklere bu yıl
Kerem Görsev konseri ile başladı
İTÜ Vakfı, İTÜ öğrencileri
için her yıl oluşturduğu
Burs Fonu kapsamında,
bağış konserlerine başladı.
İlk etkinlik, 26 Kasım 2007
Pazartesi günü, İTÜ Mustafa
Kemal Amfisi’ndeki Kerem
Görsev konseriydi.
"
Ninova ile ilgili hedefler
N
inova geniş ölçekli, web tabanlı bir elektronik
öğrenme platformudur. Öğretim üyelerine ve
öğrencilere sınıf dışında zamandan ve mekândan
bağımsız olarak buluşma imkânı sağlıyor. Öğrenciler
derslerle ilgili sorularını evlerinden, kantinden veya
İnternet erişimi olan herhangi bir yerden sorabiliyor. Bu
sorularına öğretim üyelerinden veya sınıf içindeki diğer
arkadaşlarından cevap alabiliyorlar. Dileyen eğitmenler
dersleri görsel içerik ve eklerle zenginleştirebiliyorlar.
Öğretim üyeleri, Ninova üzerinden şimdilik sınıf içi
duyurularını, ödev duyurularını ve öğrencilerin ödevlerini toplama ile notlandırma işlevleri gerçekleştirebiliyorlar.
ihtiyaç d
uyulan
mühend
bir
isli
olan Tek k dalı ve her iş
te
nik Üniv
ersite yi öncü
öncülük
ne
yaparak
bu bölü bir
yata geçi
mü harmiştir
Kağan Yıldız, davulda Cengiz Baysal
eşlik etti.
Konsere mezunların ve öğrencilerin katılımı yoğundu. Konser sonrası memnuniyetini dile getiren
Görsev, caz müziğinin bir hayal
kurma mekanizması olduğunu,
dolayısıyla bu müziği dinleyen insanların hayata bakış açılarının çok farklı
olacağını, bu müzikten alınan hazla,
hayaller kurarak herkesin kendi
branşında daha iyiye gidebileceğini
ve sorunların çözümünde bir anahtar
bulabileceğini belirtti. Sanatçı, hayattaki tek dileğinin gençlere caz müziği
daha iyi tanıtmak ve sevdirmek
olduğunu da sözlerine ekledi.
Ninova’yı hazırlayan ekip (soldan sağa)
İsmail Özgür Demirel, Sinan Çayır, Asım Güneş, Ömer Arı
Şöyle ki ilk gelenler mezun oldukları
zaman hatta daha mezun olmadan istihdam edilecekler. Tahminime göre ilk
on yıl bu bölümün mezunları daha
üçüncü sınıfta iken sektörden çalışmaları için teklifler alacaklar.
Bunun yanı sıra gelen öğrencilere;
yurt içi ve yurt dışı hem de ücretli staj,
burs, mezun olduktan sonra iş garantisi
gibi olanakları sunuyoruz.
Söylediklerinize göre sektörden gelen
olumlu bir talep var bu bölümün açılmasında; ancak sektör dışından ne
gibi eleştiriler oldu.
- Tabiî ki eleştiri oldu. Eleştiri daha
çok Maden Mühendisleri Odası’ndan
geldi. Onu da tam anlamış değilim yani
bir gerekçesi de yok. Maden
Mühendisleri Odası’nın kaygısı, bölüm
kurulduğu zaman maden mühendisliğinde verilen derslerin dağılımındaki
olası değişikler ya da ileride kurulacak
yeni bir odanın kendi üye sayısındaki
azalma olabilir. Halbuki bölüme
ayrılan kontenjan ek bir kontenjan
dolayısıyla Maden Mühendisliği
Bölümü’ndeki kontenjan sayısı her yıl
olduğu gibi yine altmış kişilik olacaktır.
İkincisi programda da hiçbir değişme
yok. Maden mühendisliği programında
yer alan cevher hazırlama dersleri
aynen devam edecektir. O yüzden bu
tip eleştirileri genelde bizim toplumun
daima yeniliğe karşı var olan direnci
olarak kabul edi-yoruz. Toplum yeniliği birden anlayamaz; ama ileride anlarlar. Bu yüzden eleştirileri de hoş karşılıyoruz.
Bölümün açılmasını düşündüğümüz
zaman yurt dışından ve yurt içinden
görüşler aldık. Yurt dışından yaklaşık
otuz beş farklı yerden aldığımız görüşlerin tamamı bölümün kurulmasına
olumlu baktılar. Yurt içinden de aynı şekilde değişik şirketler ve üniversitelerden
ortalama altmış farklı kurumdan
aldığımız görüşün içerisinde sadece
Maden Mühendisliği Odası ve Ortadoğu
Teknik Üniversitesi olumsuz görüş
bildirdiler.
ODTÜ olumsuz görüş bildirme
gerekçesinde nelerden bahsetti?
- Tam olarak bir gerekçe ortaya koymadılar. Böyle bir bölümün kurulmasına
gerek yoktur diye görüş bildirdiler.
Aslında Teknik Üniversite’de kurulduğu
için kurulmasın diyorlar. Oysa Teknik
Üniversite yeniliklerin yapıldığı bir
üniversitedir. Türkiye’de sadece üniversitemizde böyle bir bölümün var olması
nedeniyle birtakım üniversiteler, Teknik
Üniversite’yi örnek almakta ve buradaki
çalışmaları izlemektedirler.
Türkiye’nin endüstrisinin gelişmesi
ve kalkınması için böyle bir bölüme
ihtiyaç duyuluyordu. Bundan dolayı
Teknik Üniversite olarak böyle bir atılım
yaptık, yoksa durup dururken herhangi
bir bölüm kurulmaz.
Türkiye şartlarında madencilik yapılıyor; ama hammadde ihracatına dayalı.
Ara ürün yok? Bölüm ise bu alanda
çalışacak mühendisler yetiştirmeyi
hedefliyor. Sizce yetişen mühendislerin
cilere seçim
"Buraya gelecek öğren
miz olacak.
atleri
vaatleri gibi va
n iş
ldiğiniz zama
Diyeceğiz ki ge
sekü ihtiyaç var
nk
çü
si;
nti
ra
ga
iyor.
ist
n
ma
ele
r
törde, şirketle
bu alanın gelişmesine katkısı olacak mı?
- Maalesef birçok değerli ham madde
dışarıya gidiyor. Bunun yanında birçok
zenginleştirme tesisleri de bilinçsiz
çalıştırılmaktadır. Tahminen söylüyorum
normal olarak %80 verimle çalışması
gereken tesisler % 50-60 arası verimlerle
çalıştırılmaktadır. Üretilen malzemenin
%40’ı kaybediliyor. Şimdi bunlar milli
ekonomiye zarar; çünkü uzman yok ve şu
anda Türkiye’de yetişmemektedir.
Kısacası
Maden
Mühendisliği
Bölümü’nden mezun olanlar bu konuda
uzman değil, bu yüzden bu alanda uzman
mühendisler yetiştirmek için böyle bir
bölüme gereksinim vardır.
Bölümün açılması konusunda ortaya
konan diğer bir olumsuz görüşte şu şekilde ki ben de böyle düşünüyorum;
Cevher Hazırlama Mühendisliği
Bölümü, maden mühendislerinin ya da
bölümün ders içe-riğine daha yakın olan
malzeme metalürji mühendislerinin de
çalışma alanlarına giren çok sayıda iş
koluna
yönelik
mühendisler
yetiştirmeyi amaçlıyor. Bu durumda
bahsettiğiniz iş kolundaki uzman eksikliği, bu bölümlerde yapılacak yüksek
lisans uzmanlaşması ya da dördüncü
sınıfta verilen derslerin öğrencileri bu
alanlara yöneltecek şekilde seçmeli
olması ile ka-patılamaz mıydı?
- Bakınız, yüksek lisansta uzmanlık
henüz Türkiye’de gelişmiş değil. Şöyle ki
buraya uzmanlık yapmaya gelenler, tabiri
caizse akademik kariyere girmek istedikleri için veyahut bir şey yapamayıp askerden kaçmak için belli bir zamanı burada
geçireyim diye buraya geliyorlar.
Nitekim Maden Fakültesi’nde uzmanlık
anlamında yüksek lisansa gelenler bu
kadar yıllık akademik hayatımda onu
geçmedi. Ayrıca bunların hiçbiri
endüstride çalışmıyor; çünkü endüstri,
bu adam yüksek lisans düzeyinde bu işin
uzmanıdır diye bu insanı almıyor. Lisans
düzeyinde belli bir uzmanlığı varsa onu
alıyor. Öte yandan tabiî ki yüksek lisansta
da bir uzmanlık yapılabilirdi; fakat yine
de yüzeysel olurdu.
Cevher hazırlama mühendisinin
maden mühendisi ile bir ilgisi yoktur.
Cevher hazırlama mühendisi sadece
madeni yani minareleri tanıyacak, bir de
madenden bu nasıl çıktı bunu bilecek
bundan başka bir bilgiye gereksinimi yok.
O bakımdan ayrı bir branştır. Maden
mühendisleri maden işletmelerinde
"
21
"
Türkiye’ni
n endüstri
sinin kalkın
için böyle
ması
bir bölüme
ihtiyaç du
ve Teknik
yuluyordu
Üniversite
böyle bir at
yoksa duru
ılım yaptı,
p dururken
herhangi bi
kurulmaz.
r bölüm
"
çalışsalar bile çoğu yerin altında çalıyorlar. Örneğin İTÜ mezunları cevher
hazırlama tesislerinde çalışmıyorlar;
çünkü yer altından çalıştığı zaman daha
fazla maaş alıyor ya da vergi ödemiyor,
gelir vergisinden muaf oluyorlar.
Halbuki yer üstü çalışanları vergi ödüyorlar. Bu da maden mühendislerinin
neden cevher hazırlama tesislerinde
çalışmadıklarının bir nedenidir. Bu
tesislerde çalışanlar ya usta başları ya
alaylı dediğimiz kişiler veyahut varsa
bazılarında kimya mühendisi ya da
makine mühendisi çalışmaktadır. Bu
yüzden bu sektör boşlukta ve Türkiye
bu yüzden çok şey kaybediyor. Özellikle termik santrallerde her yıl kaybedilen
elektrik üretim miktarı kilovolt saat
olarak üç milyar dolar değerinde sebebi
de bu santrallerdeki kömür hazırlama
birimlerinin iyi çalışmamasından kaynaklanmaktadır.
Bir çok sektör saydınız cevher hazırlama mühendisi ihtayacının olduğu bu
sektörler içinde bu ihtiyacı ile öne
çıkan sektör hangisidir?
- Şu anda en çok talep yapan madencilik sektörü; çünkü dünya metal ve
maden piyasası çok açık, yüksek fiyatlarda herkes madencilik yapıyor.
Dolayısıyla da zenginleştirme tesisleri
kuruluyor. Bunları idare edecek insan
gücü gereksinimi de bu doğrultuda
artıyor. Bunun yanında diğer sektörlerden agrega sektörü, çimento sektörü,
demin bahsettiğim termik santraller de
cevher hazırlama mühendislerine ihtiyacı olan sektörlerin başında geliyorlar.
Türkiye’de on beş tane termik santrali
var bu on beş santrale en az ikişer tane
cevher hazırlama mühendisi yerleştireceğiz. Bunları devletin elinde olduğu için
kolay bunları devlete anlattık mı alırız.
Yeni kurulacak özel sektörün kömür
santrallerinin de yedi sekiz civarı cevher
hazırlama mühendisi ihtiyacı olacak.
Bunların yanında Türkiye’de değişik şirketlere ait kırka yakın çimento fabrikası
var. Bunların istihdamına girecek.
Türkiye’de yüzün üzerinde cevher hazırlama tesisleri bulunmakta ve her bir tesis
birer mezunumuzu istihdam etse yüz
mezuna ihtiyaç var. En iyi şartlarda İTÜ
yılda otuz mezun verecek. Dediğim gibi
çok büyük talep var mezun sayısı az,
kapışılacak ve ona göre de mezunlarımızın geliri olacak, yani arz talep işi
bu; eğer bir dalda uzmanlık az bulunu-
Cevher Hazırlama Mühensiliği Bölümü
Laboratuvarlarından bir görünüm
yorsa iş veren ona daha çok para öder.
ÖSS’ye göre kaç puan ile öğrenci almayı
hedefliyorsunuz?
- Biraz iyimser tahmin ile diyoruz ki
Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölümü
hariç Maden Fakültesi’ndeki en yüksek
puan ile öğrenci alacaktır. Yeni bir bölüm
olması insanları cezp eder. Ayrıca iyi
tanıtım da yapıldığı zaman ki Türkiye’de
görülmeyen bir şey gazeteye ilan vereceğiz, televizyonlarda reklam veriyoruz.
Bu tanıtımların büyük etkisi olacağını
düşünüyoruz. Bunun yanı sıra öğrencinin
ilgisine de bağlı, belki de puanı hiç belli
olmayan bölümü tercih etmek istemez;
ancak amacımız bölümü yüksek puanlı
hale getirmek.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı
hocam?
- Bölüme öğrencilerin ilgi duymasını
bekliyoruz. Bu nedenle bölümün
tanıtımını en iyi şekilde yapıyoruz. Şu
anda madene yüksek lisans öğrencisi alıyoruz; ama kendi yüksek lisans programımızı tamamladıktan sonra öğrenciler
madenden cevher hazırlamaya geçiş
yapabilirler.
Cevher Hazırlama Mühendisliği
Bölümü Türkiye için bu gerekli bir
bölümdür ve de son derece yararlı olacağına inancım kesindir. Türkiye
ekonomisi buradan çıkacak mezunlarla
çok büyük kazanım sağlayacaktır. Kaba
bir hesap yapıyorum dediklerimiz olursa
termik santraller bu mezunları istihdam
ettiğinde Türkiye cevher hazırlama
mühendislerinin varlığı ile yılda minimum üç milyar dolar gibi bir rakamı
ekonomi de kazanıma dönüştürecek.
arıYORUM
arıYORUM
20
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
‘Başarı için bu sloganları
hedef alın’
İTÜ’den bir ilk daha,:
“Cevher Hazırlama
Mühendisliği”
Üniversitemizde Nisan
2007 tarihi itibari ile
resmen açılan ve
2007–2008 Akademik
Yıl’ında ilk öğrencilerini kabul edecek olan
Türkiye’nin ilk Cevher
Hazırlama
Mühendisliği Bölümü
üzerine, bölüm
başkanı ve 5 yıllık
öğrenciliği dahil 49 yıllık İTÜ’lü Prof. Dr.
Güven Önal ile
söyleştik.
Sefa Demir
T
ürkiye’de bir ilk olan Cevher
Hazırlama Mühendisliği Bölümü
üzeri-ne özellikle öğrencilerin kafasında ne olduğu ve neden gerekli olduğu
konusunda birçok soru işareti bulunmaktadır. Nedir cevher hazırlama
mühendisliği ve niçin böyle bir bölüme
ihtiyaç duyulmuştur?
- Cevher hazırlama mühendisliği, uzun
yıllardır yapılan çalışmalar sonucunda
2007 yılının Nisan ayında resmen kurulmuştur. Bölüme bu sene otuz tane öğrenci alınacaktır. Cevher hazırlama
mühendisliği, Türkiye’de eksikliği
duyulan ve bu konuda mühendislerin
yetişmediği alanları kapsayan bir
mühendislik dalıdır.
Madenlerdeki cevher hazırlama ve
zenginleştirme tesisleri yeraltından çıktığı gibi hiçbir zaman kullanılamaz.
Satılabilir hale getirilebilmesi için mutlak
bir zenginleştirme aşamasından geçirilmesi gerekmektedir. Bu alanda bugüne
kadar maden veya kimya mühendisleri
ile doldurulan boşluk, bundan sonra bu
alanda uzman olan mühendislerle
doldurulacaktır.
Bunun yanı sıra kömür yakan termik
santrallerdeki kömür hazırlama birimleri de aynı biçimde bugün boşlukta ve
cevher hazırlama mühendislerinin
buralara girmesi ile buralarda elektrik
üretimlerinde % 10-15 oranında artış
elde edilecek.
Cevher hazırlama mühendislerinin
diğer çalışma alanlarına örnek olarak;
çimento fabrikalarında ham madde
hazırlama, seramik fabrikalarında ham
madde zenginleştirme ve hazırlama,
demir çelik fabrikalarında ve entegre
fabrikalarda ham madde hazırlama,
değişik katı sıvı atık hazırlama ve atıkların değerlendirilmesi verilebilir.
Ayrıca günümüzde önemli bir yer tutan
9
Birkaç aydır farketmiş olmalısınız Maslak’taki afişleri.
Yenilikçi ol, yaratıcı ol, farklı ol gibi afişler yerleşkelerdeki direklere monte edildi. Peki neden asıldı bu
afişler? Yerleşkenin görüntüsünü değiştirmek, direkleri
canlandırmak veya reklam yapmak için değil. Bu afişlerin oluşum süreci biraz daha farklı.
Prof. Dr. Erkin Nasuf
P
Cevher Hazırlama Mühensiliği Bölümü
Laboratuvarlarından bir görünüm
‘recycling’ denilen geri kazanım ile
birçok
metalin
tekrar
değerlendirilmesinin sağlandığı alanlarda da
cevher hazırlama mühendislerine ihtiyaç
duyulmaktadır.
Atık ayırma, katı atık denetimi gibi
her türlü katı atık depolama alanlarını
tasarlanması ve kurulması, cevher hazırlama tesislerinin kurma, yürütme birleştirme devrelerinin işletilmesi ve bunların uygulanması da yine bu bölümden
mezun olacak öğrencilerin çalışma alanlarına girmektedir. Bunun dışında
Türkiye’de bugün bine yakın Agrega
tesisi vardır. Agrega malzemesinin
hazırlandığı bu tesislerin işletilmesinde
ve tasarlanmasında da mezunlarımıza
önemli görevler düşmektedir.
Burayı seçecek olan öğrencilerin çok
büyük şansı olacak. Çünkü yaptığımız
hesaplara göre Türkiye’de şu anda tüm
tesislerde ortalama dört yüz uzman açığı
var yani dört yüz mühendisi bir anda
istihdam edebilirler. Bir de Türkiye’nin
belli bir hızda büyüdüğünü kabul ederseniz her yılda bu ihtiyaç artacağına
göre, demek ki burada mezunlara önemli bir iş potansiyeli doğmuş oluyor.
Mesela şu anda cevher hazırlama tesislerinde çalışacak eleman bulamıyoruz.
Çünkü o bilgi ile donatılmış eleman yok.
Onun için bu bölüm, hem Teknik
Üniversite hem de maden fakültesi
içinde değerli bir atılım olacak. Burada
bölümü kurarken yüzeysel bir kuruluş
yapmadık.
Bugün
bölümümüz
dünyanın bakın Türkiye’nin demiyorum
dünyanın en geniş öğretim üyesi kadrosuna sahip bölümüdür. Bölüm; sekiz
profesör, üç yardımcı doçent, sekiz
araştırma görevlisi, öğretim görevlisi
uzman ve iki mühendis ile yirminin
üzerinde öğretim kadrosu içermektedir.
Laboratuarlar açısından sahip
olduğumuz olanaklar dünyada hiçbir
üniversitede mevcut değildir. Elimizde
cevher hazırlama mühendisliği
bölümünün bireysel laboratuvarları yanı
sıra Türkiye’de ve dünyada tek olan pilot
tesiste, öğrenciler büyük bir endüstriyel
tesisin modelini görüp bu model içinde
çalışabilecek şekilde yetişmelerini
sağlayacağız. Dolayısıyla önemli bir
bölüm açmış bulunuyoruz ve bunu
öğrencilere iyi duyurabilmeyi amaçlıyoruz.
Öğrenciler olarak biz, Cevher
Hazırlama Mühendisliği Bölümü
açıldığının duyuruları yapılmaya başlandığı zaman önce şaşırdık; ‘cevher
hazırlama mühendisliği nedir, maden
mühendisleri zaten bu işleri de yapmıyor mu?’ gibi düşüncelerimiz oldu.
Sizce bölümün açılmasındaki önem
yeteri kadar anlaşılamadı mı?
- Madencilik tamamen farklı, madencilik ayrı maden işletme ayrı bir olay.
Maden işletmede alınan 153 kredi
içerisinde cevher hazırlama mühendisliğinin ilgi alanına giren dersleri
içerisinde maden mühendisliği öğrencilerinin aldığı kredi miktarı on iki civarında. Oysa ki yeni bölümde 153 kredinin;
140 kredisi, genel dersleri de çıkarırsak
en az 110 kredisi cevher hazırlama ilgi
alanına giren derslerden oluşacak.
Maden mühendisliği öğrencilerinin
aldığı sınırlı ders sebebi de cevher hazırlama mühendisliğini maden mühendisliğinden ayıran bir etkendir. Bu dünyada
da böyledir. Çünkü ders alt yapıları hiç
birbirini tutmaz. Bir tarafta daha çok birtakım metalürji dersleri; fiziko kimya,
akışkanlar mekaniği, parça mekaniği,
termodinamik gibi dersler varken öteki
tarafta daha çok maden ile ilgili dersler
yer almaktadır. Bu nedenle isim benzerliği olsa da esasında uzmanlık alanı çok
farklıdır.
Bölümün açılışının ne kadar 2007 Nisan
olsa da açılması için yapılan çalışmaların daha önceden başlatıldığından
bahsettiniz biraz bu süreçten bahseder
misiniz?
- Bu bölüm Maden Fakültesi’nin en
gelişmiş ana bilim dalı olarak kabul ediliyor. Anabilim dalı olarak gerek kadroları
ile gerek labarotuvar imkanları ile son
derece ileri aynı zamanda dünyada
hiçbir üniversitede bu düzende bir
bölüm yok. Dolayısıyla her olanak
varken sadece üniversite yasasının
gerektirdiği işlemler yapılarak gerekli
bölüm kurulu kararı ile bunun bağımsız
bir bölüme dönüşmesi gerçekleşti. Yoksa
alt yapı tamamdı, alt yapıda hiçbir
eksiğimiz yoktu. Sadece bunun bağımsız bir bölüm olması için gereken idari
işlerin yapılması gerekiyordu. Gereken
işlemlerin halledilmesi sonrasında
bölümümüz Maden Fakültesi’nin beşinci bölümü oldu.
Bu sene umut ediyoruz ki burayı seçecek öğrenciler oldukça nitelikli olacak.
Ayrıca büyük bir de şansları olacak.
rof. Dr. Erkin Nasuf’un önerisiyle bu
afişler hazırlandı. Prof. Nasuf,
Maden Fakültesi öğretim üyesi. Öğrencilerin çok sevdiği hocalardan. 2004’ten
beridir de Rektör Yardımcılığı yapıyor.
Bu fikir aklına geldiğinde çok heyecanlanıyor Prof. Nasuf. Çünkü bu afişleri
astırmak istemesindeki amaç doğrudan
öğrencilerin üniversite yıllarında oluşturması gereken bakış açısı ile ilgili.
Erkin Nasuf fikrini hemen uygulamaya koymaya başlıyor. Sloganları
seçiyor ve bunlara, sloganlarla özdeş
tasarımlar yapılmasını arzu ediyor.
Mimarlık Fakültesi’nde öğretim
görevlisi Dr. Hümanur Bağlı bu konuda
yardımcı oluyor ve tasarımları hazırlıyor. Ve nihayet bu sloganlar yerleşkede
öğrencilerin dikkatini çekecek şekilde
yerleştiri-liyor.
Bu afişlerdeki amacı ve süreci
Erkin Nasuf’a sorduk. Prof. Nasuf’un bu
afişleri hazırlarken ve sloganları
seçerken ne kadar çabaladığına şaşırdık
kaldık. Her sloganın kendi içerisindeki
anlamı ve diğer sloganlarla paylaştığı
noktaları
tek
tek
düşünmüş.
Çağrıştırdığı kavramları, bunları nasıl
anlamamız ve nasıl uygulamaya koymamız gerektiğini anlatırken, Nasuf’un
bu işi nasıl ciddiyetle gerçekleştirdiğini,
afişlerin görselinden felsefi anlamlarına
kadar ne denli ince düşündüğünü
gördük.
‘Önümüzdeki yıllarda ve hayatta
karşılaşacağınız bu kavramları tanımanız ve ona göre ömür boyu sürecek
eğitimlerinizde bu sloganları hedef
olarak almanızdır’ diye açıklıyor sloganların amacını.
‘Yenilikçilikten başlayalım
hocam’ diyoruz. Önce sözcük tanımlarıyla açıklıyor Erkin Nasuf.
“Yenilikçilik yani İnovasyon,
Latince bir sözcük olan ‘innovatus’tan
türemiştir. ‘Toplumsal, kültürel ve idari
ortamda yeni yöntemlerin kullanılmaya
başlanması’ anlamındadır. Lügat anlamı
ise ‘yeni ve farklı bir sonuç’ olarak
tanımlanmıştır. Türkçe'de ‘yenilik’,
‘yenileme’, ‘yenilikçilik’ gibi sözcüklerle
ifade edilmeye çalışılsa da, anlamı tek
bir sözcükle ifade edilemeyecek kadar
geniştir.”
Mezuniyet
sonrasındaki
akademik veya iş yaşantısında ‘yenilikçi’ olmak gerektiğini vurgulayan
Nasuf, iş yaşamındaki rekabet ortamında ancak yenilikçi olarak başarılı olabileceğinizi söylüyor.
“Yenilikçilik, yeni veya iyileştirilmiş ürün, hizmet veya üretim yöntemi
geliştirmek ve bunu ticari gelir elde edecek hale getirmek için yürütülen tüm
süreçleri kapsar. Bu işlem de, yeni
düşüncelerden doğar. Yenilikçilik
sürekliliği olan bir faaliyettir. Bu nedenle, ortaya atılan, geliştirilerek işler hale
getirilen ve sonuçta firmaya rekabet
gücü kazandıracak şekilde pazarlanan
bu fikirlerin ve sonuçlarının tekrar tekrar
değerlendirilmesi ve yeni getiriler için
yaygınlaştırılarak kulanılması gerekir.
Bu sayede doğacak yeni fikirlerse yeni
yenilikçilik faaliyetlerini doğurur.
Yenilikçilik icat değildir. İcatların
sonuçlarından yararlanabilir ancak asıl
önemli olan ekonomik getirisi olan,
henüz yapılmamış, bilinmeyen birşeyleri
yapmaktır. Bu nedenle de fikirler ve
kavramlar önem kazanır. Elektrikli
süpürge J. Murray Spengler tarafından
icat edilmiş olsa da ticarileştirilmesini ve
satışını W. H. Hoover adlı bir deri
imalatçısı gerçekleştirdi. Bunun için de
Spengler adı değil, Hoover adı dünya
çapında bilindi ve yayıldı.”
Şimdi ise başarı konusunda en sık
kullanılan kelime: Yaratıcılık. Prof. Dr.
Erkin Nasuf yine ince ayrıntılarına kadar
anlatıyor bize ‘Yaratıcılık’ı...
“Yaratıcılık en kısa tanımı ile yeni
bir şeyler düşünmek veya yeni bir şeyler
yapmaktır. Bu tanımda yeni kavramının
ortak ve önemli olduğu görülmektedir.
Dolayısı ile yaratıcılığı yeni bir şeyleri
yapabilmek ya da becerebilmek diye de
tanımlayabiliriz. Daha edebî bir ifade ile,
‘Yaratıcılık yeni bir şey düşünebilme ve
yapabilme becerisidir’ diyebiliriz.
Yaratıcılık doğuştan mıdır yoksa
sonradan mı kazanılır? Bu konuda her
iki görüşüde destekleyen savlar vardır.
Ancak bilinen bir gerçek vardır ki üzerimizdeki şekillenmeleri, sınırlandırmaları, baskıları, koşullanmaları
kaldırarak yaratıcılık için elverişli ortamı
yaratabiliriz.
Yaratıcılık evrenseldir, farklılıklarına karşın herkeste bulunabilir. İşte
bunun eğitimle geliştirilmesi söz
konusudur. Bunun için çevreye, insana
duyarlı olmak gerekir. Bu duyarlılık
yaratıcılığı da beraberinde getirecektir
mutlaka. Görme, anlama, ilişkilendirme,
merak yeni oluşumların nedenidir.
Sözcüklerin böylesine dar kapsamlı tanımları üzerinde fazlaca durmanın
konuları kavrama açısından kısıtlayıcı
olacağından
hareketle
‘Yeni’
sözcüğünün yerine çoğunlukla, ‘farklı’
sözcüğünün de kullanıldığı, son yıllarda
başarının, ‘fark yaratmak’ üzerine oturtulması da bu yüzdendir.
Yaratıcılık sözcüğü yerine, benzer
şekilde çoğu zaman, ‘alışılmışın dışına
çıkmak’ ifadesi de kullanılmaktadır.
Onun için kampüsteki sloganlardan bir
tanesi ‘Farklı ol’dur. Farklı olmak için
alışılmışın dışına çıkmaya çalışmak,
alışkanlıkların bizi nasıl etkilediğini
deneylemek; hep olması gereken yerine
olmaması gerekeni de yakalamaya çalışmak; düşüncelerimizin herkesin
düşüncesi paralelinde olması gerektiği
saplantısından kurtulmak; şüpheci
olmak, en yakın olasılığı en önce düşünmeye çalışmak; deneyim ve öğrenimimizin yaratıcılığımızı nasıl sınırladığını
keşfetmeye çalışmak gerekecektir.
Yaratıcılık isteyen düşünce sistemlerinde mantıksal silsile engelleyicidir.
Bernard Shaw ‘Yaratıcı insanlar mantıklı
düşünmeyen kişiler arasından çıkar’
demiştir. ‘Mantıklı olsana, mantıklı
konuşsana, mantıklı düşünsene’ şeklindeki her yakınma karşısında,
‘Mantık nedir’ diye kendi kendinize
sorun.
Zaman zaman rüzgâra yelken
açın. Zihninizi boşaltın. Sosyalleştirilmiş
beyninizin baskısından kurtulun.
Arşimed suyun kaldırma kuvvetini,
hamamda kolunu kurnanın içine uzatmış mayışık bir vaziyette keyif
yaparken, suyun kolunu kaldırmasını
her zamankinden farklı bir biçimde
algılayınca, ‘evraka, evraka – buldum,
buldum’ diye hamamdan yarı çıplak bir
vaziyette dışarı fırlayarak keşfetmişti.
Newton da yerçekimi kanununu, aşırı
sıcaklarda bir elma ağacının gölgesinde
tembel tembel şekerleme yaparken
çürük bir elmanın yere düşmesi üzerine
bulmuştu.”
Erkin Nasuf yenilikçilikle
yaratıcılığın aslında farklı kavramlar
olduğunu da söylüyor. Somut olarak
nasıl farklar vardır diye soruyoruz.
“Yenilikçilik, yaratıcılığın toplumsal yaşama aktarılmasıdır. Yaşam ile yeni
bir ilişkinin meydana getirilmesidir.
Yaratıcılık bireysel, yenilikçilik ise
toplumsaldır. Yenilikçilik disiplinlerarası olmaktır. Disiplinler arasında ilişkiler kurmakla gerçekleşebilir. Yenilikçilik
ile bilim ve teknoloji, ekonomik ve
toplumsal
faydaya
dönüşür.
Toplumların temel hedefi, bireylerin
‘toplumsal gönenç / yüksek yaşam standardı’na kavuşmasıdır. Türkiye için,
bugün bilim, teknoloji ve teknolojik yenilikçilik, stratejik bir seçenek olarak
karşımıza çıkmaktadır. AB ölçütlerine
yaklaşabilmemiz için gelişmiş ülkelere
kıyasla çok daha yenilikçi ve üretken
olmamız gerektiği açıktır.”
Prof. Dr. Erkin Nasuf’la olan sohbetimizin ikinci kısmında, Avrupa Birliği
Lizbon Stratejisi, girişimcilik, üniversitenin yenilikçilik ve yaratıcılık için yaptığı çalışmalardan ve bu çalışmaların
neler olması gerektiğinden bahsettik.
Önümüzdeki sayıda devamını okuyacaksınız.
Cevher Hazırlama Mühensiliği Bölüm
Başkanı Prof. Dr. Güven Önal
Devamı sonraki sayıda...
10
arıYORUM
arıYORUM
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
Mermer Teknik Üniversite’de
Hayat Buldu
Gazetemizin yaptığı anket sonuçlandı!
Öğrencilerin Cevabı:
Uygun Fiyat
Türkiye’nin İlk Güneş Teknesi “Nusrat” Dünya Üçüncüsü Oldu
Nusrat Ödüllerle Döndü
S
olar Splash Güneş Tekneleri
Yarışması, 14 yıldır ABD’de
düzenleniyor. Bu yıl University of
Arkansas’ın ev sahipliğinde yapılan
Solar Splash, 18 üniversitenin
katılımı ile gerçekleşti. Yarışma sonrasında Caderville University dünya
şampiyonluğu alırken ikincilik
ödülü University of Arkansas’ın
oldu. İTÜ Güneş Teknesi Takımı’nın
üçüncü olduğu yarışmada dördüncü
ve beşinci sıralara University of
Northern Iowa ve University of
South Carolina yerleşti.
İTÜ Makina Fakültesi Makina
Mühendisliği bölümü öğrencisi
Ersin Demir’in kullandığı tekne,
Sıralama (Qualifying), Manevra
(Solar Slalom), Hız (Sprint) ve
Dayanıklılık (Endurance) aşamalarından oluşan Solar Splash
Güneş Tekneleri Yarışmasında
manevra kabiliyeti, sağlamlığı,
özgün tasarım ve üretimi ile dikkat
çekti.
Türkiye’nin güneş enerjisi ile
çalışan ilk teknesi Nusrat, manevra
kabiliyeti ve sağlamlığı ile ilgi odağı
oldu. İTÜ Makina Fakültesi öğrencisi
Ersin Demir’in kullandığı tekne,
bütün aşamaları başarı ile tamamladı. 17 Haziran 2007 Pazar günü
yapılan şampiyonluk yarışı sonunda
yapılan ödül töreninde üçüncülüğe
layık görülen İTÜ Güneş Teknesi
Takımı, katılımcılar ve Arkansaslılar
tarafından yoğun ilgi gördü.
Katılımcılar için kurulan çadırda
aynı zamanda Türkiye tanıtımı
yapan İTÜ Güneş Teknesi Takımı,
tanıtım filmleri gösterip katılımcılara
ve Arkansaslılara Türk lokumu
ikram etti.
Liderliğini İTÜ Gemi İnşaatı ve
Deniz Bilimleri Fakültesi öğrencisi
Münir Cansın Özden’in yaptığı İTÜ
Güneş Teknesi Takımı, Berkin Kılıç,
Enishan Özcan, Ersin Demir, Esin
İlhan ve Kenan Askan’dan oluşuyor. Takımın danışmanlığını ise İTÜ
Elektrik Elektronik Fakültesi öğretim
üyesi Y. Doç. Dr. Deniz Yıldırım
yürütüyor.
Nusrat Öykü
sü Arıyorum’
da!
Nusrat’ın üç
yıll
ık bir çalışma
ci bulunuyor.
süreBu süreçte birç
ok zorlukla
da karşılaşan
Nusrat ekibi,
eşi az görülür
bir azimle bu
yarışmaya kat
ıldılar.
Arıyorum Gaz
etesi olarak Am
erika’daki
süreçte de Nu
srat’ın yanınd
aydık. Bir
öğrenci projesi
nin onbini aşk
ın kilometre
uzaklıktaki bir
yarışmada bu
kadar
başarılı olması,
çalışma sürecin
i takip
ettiyseniz şaş
ılacak bir dur
um değil.
Şampiyonluğu
n çok basit birk
aç
nedeniyle kaç
ırıldığını da ekle hata
yelim.
Yarışmadaki
tek okyanusöte
si ülkeden
gelen takımın
bu başarısı yar
ışmayı
düzenleyenle
ri ve katılımcıla
rı
da şaşırttı.
Nusrat’ın üç
yıllık tasarım
ve yarışmada
, üretim
ki başarısı ile
ilgili bütün
detaylar önü
müzdeki say
ımızda...
Üniversitemizde henüz ilki
düzenlenen Açıkhava Heykel
Atölyesi, İstanbul Teknik
Üniversitesi Ayazağa
Yerleşkesi’nde üniversitelileri
yontu sanatı ile buluşturdu.
İ
stanbul Teknik Üniversitesi Güzel
Sanatlar Öğrenci Kulübü’nün
öncülüğünde ilkinin gerçekleştirildiği
Açıkhava Heykel Atölyesi, 1–17 Mayıs
tarihlerinde Fen Edebiyat Fakültesi park
alanını renklendirdi. 1 Mayıs günü
Rektör Faruk Karadoğan’ın da katıldığı
açılış töreni ile başlayan etkinlik on sekiz
gün boyunca altı farklı heykeltıraşın
‘sevgi ve güç’ ismi altında yaptıkları
çalışmalara sahne oldu. 18 Mayıs günü
kapanış töreni ile son bulan etkinlik
İTÜ’lü öğrencilere, hem yontu sanatının
yapılışına canlı tanıklık etme hem de
çalışmalara katılma fırsatı sundu.
KENDİ HEYKELİNİ YAP!
Etkinlik boyunca öğrenciler, mermer yontusunda heykeltıraşların çalışmalarına yardım etme imkânı bulmalarının yanı sıra Ytong taşından
heykel oyma, kilden heykeller yapma ya
da Açıkhava Resim Atölyesi’nde resim
yaparak resim yeteneklerini sergileme
imkânını da buldular. Etkinlik
bünyesinde yapılan bütün bu çalışmalara katılımın ücretsiz olduğunu
belirten İTÜ Güzel Sanatlar Kulübü
başkan yardımcısı Orçun Eker, Açıkhava
Heykel Atölyesi sayesinde mermer ile
çalışarak heykel yontmanın ne kadar
zevkli bir uğraş olduğunu fark ettiğini
ifade etti. Ayrıca etkinlik boyunca mermer tozlarının içerisinde yapılan bu
zorlu ve yorucu çalışmanın eğlenceli bir
çekiciliği de olduğunu vurguladı.
Açıkhava Heykel Atölyesi
süresince gün boyu güneş altında sabırla
çalışan heykeltıraşların etkinliğe bakışını
ise heykeltıraşlardan Metin Yergin
öğrencilerin böyle bir etkinliğin düzenlenmesinde ve yürütülmesinde öncü
olmasının çalışmalarını daha bir anlamlı
hale getirdiğini söyleyerek duygularını
ifade etti. İTÜ Güzel Sanatlar Kulübü
öğrencilerinin buna ön ayak olmasını iyi
bir adım olarak değerlendirdiğini
söyleyen heykeltıraş Metin Yergin etkinliğin zevk veren yanının da bunu
düzenleyenin bir öğrenci kulübü olması,
dedi.
Ayazağa Yerleşkesi içerisinde
yaratıcılığın ve hayal gücünün çağdaş
sanatla hayat bulmasını amaç edinen
Açıkhava Heykel Atölyesi, İTÜ’nün
kültürel ve sanatsal birikimine önemli
katkıda bulundu. Etkinlik kapsamında
İTÜ’nün teknik yönünü sanat ile farklılaştıran Açıkhava Heykel Atölyesi yaklaşık üç hafta süresince İTÜ mensuplarının beğenisini kazandı. Önümüzdeki
senelerde
gelenekselleştirilmesi
amaçlanan etkinlik İTÜ’nün sanat
yönünü daha da zenginleştireceği
görülmektedir.
Sefa Demir
İzmir Büyükşehir Belediyesi
Burs Başvuruları Başladı
İ
zmir Büyükşehir Belediyesi’nin her
sene maddi durumu yeterli olmayan
üniversite öğrencilerine aylık 100 YTL
yardımda bulunduğu Ahmet Piriştina
Eğitim Sandığı Bursları başvuruları
başladı. 2007/2008 öğretim yılı için
başvurular www.izmir.bel.tr adresinden
14 Aralık 2007 tarihine kadar alınmakta
olup, elden yapılan başvurular değerlendirmeye alınmayacaktır. Bu sene ilk
olarak uygulanacak olan ‘’randevulu
evrak teslim sistemi’’ ile evrak teslimi
sırasında öğrencilerin uzun sıra beklememesi ve vakit kaybına uğramaması
hedefleniyor. Sisteme göre, burs alma
hakkını elde eden öğrencilere, evrak teslimi için randevu tarihi ve saati verilecek
ve öğrenciler belirtilen zamanda yeni
açılan Burslar Şube Müdürlüğü’ne
evraklarını teslim edebileceklerdir.
Geçtiğimiz senelerde bu burslardan faydalanan kişi sayısı 15 bin civarındaydı.
Belediye yetkilileri ise burslara olan
talebin artmasını hedefliyorlar. Bu bursa
başvurmak için aranan tek şart; İzmir’de
ikamet ediyor olmak ya da İzmir’deki
herhangi bir devlet üniversitesinde
okuyor olmak…
Geçtiğimiz aylarda Öğrenci Evi ve KonukeviÇarşı projeleri hakkında öğrencilerin görüşlerini
almak amacıyla düzenlediğimiz ankette
öğrenciler ucuz ve 24 saat açık mekânların
olması konusunda görüş belirtti
Ü
sosyal alanların yetersizliğinden
yakınan öğrenciler yapılacak bu
tip alanlara çok fazla ihtiyaç
olduğunu ifade ettiler. Ankete
katılan öğrencilerin büyük
çoğunluğu bu alanlarda hizmet
verecek mekânların ucuz, 24
saat açık ve Türkçe isim
konusunda özenli olmalarını
beklemektedirler. Eczane,
kitabevi, berber gibi temel
ihtiyaçlara yönelik alanların
olmasını isteyen öğrenciler bu
gibi sosyal mekânların öğrenci
merkezli ve öğrencilerin fikirlerinin sorulmuş olmasını istediklerini belirttiler.
niversitemizin Ayazağa
Yerleşkesi içerisinde inşaatı
devam etmekte olan KonukeviÇarşı ve Öğrenci Evi projeleri
hakkında öğrencilerin görüşlerini almak amacı ile Arıyorum
Gazetesi olarak geçtiğimiz
aylarda anket çalışması yaptık.
Ankette, öğrencilere yapılan
alanlar hakkında beklentileri
soruldu ve önerileri alındı.
Gerek yüz yüze, gerekse
itukampus.com üzerinden sanal
olarak yapılan ankete katılan
öğrencilere özellikle çarşı
konusundaki beklentilerini
soruldu. Yerleşke içerisindeki
nk
İ şt e A
et So n
u çl a r ı
!
19
18
arıYORUM
arıYORUM
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
İTÜ’nün Yol Haritası:
Fotoğraftakiler soldan sağa: Enishan Özcan, Fatih Avcı, Deniz Yıldırım, Berkin Kılıç, Münir Cansın Özden, Kenan Askan, Esin İlhan, Ersin Demir, Aykan Türkoğlu
Türkiye’nin İl k Güneş Teknesi NUSRAT dünya Üçüncüsü...
İkinci Stratejik Plan
İTÜ’nün 2007-2008 ve 2009 yıllarında yapmak istediklerini, önceliklerini,
hedeflerini bir belge halinde önümüze koyan ikinci stratejik plan Nisan
2007’de yayımlandı.
Gökçe Sezgin
P
lan ağırlıklı olarak yönetimsel
konuları kapsamakla birlikte bu
dönemdeki akademik, mali ve
stratejik hedef ve saptamaları da içeriyor. Belgeye baktığımızda okulumuzun
bu dönem içindeki çevresel fırsatlarını,
çevresel tehditlerini, projelerin yapılma
aşamasındaki üstünlüklerini, zayıflıklarını, projelerin planlanma süreçlerini
ve mali olarak durumunu açıkça görebiliyoruz.
Geleceğe yönelik plan üretirken
bu periyodun nasıl işleyeceği ve işleyebilirliği yapılan çevresel tahminlere
göre değerlendirilir. İkinci stratejik plan
hazırlanırken de bazı öngörüler
yapılmış ve bunlar arasında bazıları
gerçekten dikkat çekici. Planda; ülkenin
ekonomik olarak bir belirsizlik sürecine
girdiği, bu dönem içinde AB ile ilişkilerin iyi gitmeyeceği ve toplumda
ulusalcılık eğiliminin artacağı gibi beklentiler yer almakta.
.
‘Yaşayan Yerleşkeler’ Hedefi
1-Dünya ile İşbirliği
2-Toplumsal Sorumluluk,
Etkinlik ve Öncülük
3- Girişimci, Yenilikçi, Katılımcı,
İnsan Odaklı Kurumsallaşma
4- Eğitim, Araştırma ve
Uygulamada Uyum, Sürekli
Gelişme ve Disiplinler Arası
Yaklaşım
5- Araç Olarak Yabancı Dil, Bilim
Dili Olarak Türkçe
6- Toplumla Bütünleşmiş
Yaşayan Çağdaş Yerleşkeler
Ana stratejiler belirlenirken
“bilim dili olarak Türkçe” ifadesi kullanılarak bu dönem içerisinde eğitimdeki %30 yabancı dil oranında bir değişiklik olmayacağının altı çizildiğini anlayabiliyoruz. Ayrıca 6 ana stratejiden biri
“yaşayan çağdaş yerleşkeler” olarak
ifade edilmiş. Bu dünya ile yarışan bir
İTÜ için ismine yakışmayacak altyapı
sorunları içeren yerleşkelerden sıyrılmanın hedeflendiğini en azından bunun
farkında olunduğunu belirtiyor.
Üniversiteden Devlete ve Öğrenciye Göndermeler
Çevresel fırsatlar genel olarak
ülkemizde mevcut olan ihtiyaçların
fazlalığı üzerine oluşturulmuş. AR-GE
alanındaki boşluklar, bilim adamlarının
yetişmesi ihtiyacı, Türkçe yayınlara
duyulan ihtiyaç İTÜ’nün değerlendirebileceği önemli fırsatlar olarak sunulmuş. Çevresel tehditler başlığı ise hem
öğrencilere hem devlete çeşitli mesajlar
içermekte. Vakıflara özel statüler tanınması, üniversitelerin özerk olmayışı,
ÖSS sınav sisteminin yaratıcılığı
öldürmesi, üniversite affı kararları,
özelleştirmelerin ar-ge ihtiyacını
zayıflatması gibi maddeler ile devle-
timizin üniversiteler ile ilgili çözmesi
gereken sorunlar vurgulanmış. Ayrıca
gençlikte kolaycılığın yerleşmesi, yeni
teknoloji geliştirmeyle ilgili kulüplerde
Türkiye’nin yer almayışı, beyin göçü
gibi tehditlerde listelenerek öğrencilere
bu konuda mesaj verilmiş.
Güçlü İTÜ’nün Zayıf Yanları
İTÜ’nün üstünlükleri başlığına
baktığımızda aslında çözülmesi gereken
sorunlu özelliklerimizin de üstünlüklerimiz olarak yazıldığını görmekteyiz.
İTÜ ile eşdeğer üniversitelerin güçlü
teknoparkları yanında geri kalışımız
görmezden gelinerek teknoparkımızın
varlığı üstünlüğümüz olarak yansıtılmış. Bunun yanında öğretim
görevlisi başına sadece 0.6 akademik
makale düşen üniversitemizde
akademik kadromuzun uluslararası
düzeyde güçlülüğü de üstünlüklerimiz
arasında kendine yer bulmuş. Bunun
dışında İstanbul’da olmak, mezunların
potansiyeli, akredite olmuş program
sayısında fazlalık üstünlüklerimiz
arasında. Bir diğer tartışmalı başlık ise
bazı mühendislik bölümlerinde
Türkiye’de tekel olmamızın üstünlüklerimizin arasında yer alması.
İTÜ’nün zayıflıkları başlığında ise
tahmin ettiğimiz gibi liste biraz daha
kabarık. Öğrencilerle ilişkilerde
zayıflıktan, yönetime katılımın zayıflığına, sosyal alanlardaki eğitimin yetersizliğinden, temel bilimlerdeki eğitimin
yetersizliğine altlarına onlarca altbaşlık
sığabilecek konular bu listede bulunuyor. Sanayi ile yeterince işbirliği yapılamayışı da önemli eksikliklerimizden.
Ayrıca araştırma sonuçlarının ticarileştirilememesinden de yakınılıyor.
Ancak bunların ticarileştirilmesinin bir
üniversitenin görevi olup olmadığı ise
bir soru işareti. Umuyoruz ki üniversitedeki idari hizmetlerin zayıflığının
farkında olunması en azından bunlar ile
ilgili adım atılacağının bir göstergesidir.
Hedefler Çok Büyük!
Yeni modeller oluşturulması ve
yeni yapılandırmalar idari projelerin
temelini oluşturuyor. Bu modeller
birçok alanda devrimsel değişiklikleri
öngörüyor. Yeni bir yönetim modelinin
oluşturulması, lisans öğrencilerinin
çalışma projelerinde yer bulması için
model oluşturulması, staj sürecinin
yeniden yapılandırılması, yabancı dil
eğitiminin yeniden yapılandırılması,
uzaktan eğitim projesinin geliştirilmesi
bu projelerden en önemli olanları.
Devlet Üniversitesi Gerçeği
Üniversitemiz, 2006 yılında
devletten 145.2 milyon YTL, 2007 yılında 165,7 milyon YTL alırken bu hedef
2008 yılı için 169,8; 2009 yılı için 175,4
milyon YTL. Ayrıca AB projelerinden
11
gelen miktar 2006 yılında 4,9 milyon
YTL iken bu 2007 yılında 4,7 milyon
YTL’ye düşmüş durumda. Bu başlıkta
da hedef 2008 için 5; 2009 için 5,5 milyon
YTL. En dikkat çekici rakam ise
TÜBİTAK projelerinden gelen miktar ile
ilgili. 2006 yılında 12,5 milyon YTL
gelirken bu rakam 2007 yılında bir anda
24 milyon YTL’ye çıkıyor. Hedeflenen
rakamlar ise 2008 için 30; 2009 yılı için 45
milyon YTL. Giderler kısmında ise en
dik grafik personel giderlerinde. 2006
yılında 86,5 milyon YTL olan personel
giderleri 2007 yılında 108,9 milyon
YTL’ye çıkıyor. Bu %25’lik artış 2008 ve
2009 yılı için hedeflenen %6’ya göre çok
yüksek. Bu artışın personel alımından
kaynaklandığını düşünürsek fakültelerdeki “personel sıkıntısından dolayı
tuvaletler düzenli olarak temizlenememektedir” yazısını anlamak güç.
Öğrenciler Nerede?
İTÜ Akademik Değerlendirme ve
Kalite Geliştirme Kurulu (İTÜ-DEK) 11
profesör, 1 doçent, 3 öğretim görevlisi, 1
araştırma görevlisi ve 1 öğrenciden
oluşuyor. Birkaç sayfa önce yönetime
katılım ve öğrencilerle ilişkilerdeki
sıkıntılardan şikâyet edilirken böyle
kapsamlı bir planda yalnızca bir
öğrencinin isminin geçmesi ise
düşündürücü. Bu yerleşkede en çok
zaman geçirenlerin, sosyal ve akademik
eksiklikleri en kolay hissedebilenlerin
öğrenciler olarak düşünülürse öğrencilerin söyleyecekleri daha çok şey
olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle
bu
planı
aslında
idareciler
akademisyenler ve öğrencilerden
oluşan üç sac ayağından biri eksik bir
plan olarak değerlendirebiliriz.
Rakamlarla İTÜ Gerçeği
Stratejik planın sonunda tespit
edilen sayısal değerler ile ilgili bir kısım
yer alıyor. Gerçekten ilgi çekebilecek
bazı sayısal değerler var. İTÜ’nün 2006
yılı toplam geliri öğrenci sayısına
bölündüğünde öğrenci başına 7.483
YTL yıllık gelir denk geliyor. Üniversitemiz-de 18 öğrenciye 1 öğretim
görevlisi düşüyor, %68’i lisans %31’i
yüksek lisans olmak üzere 20,962 öğrenci bulunuyor ve bunların %2.58’i
yabancı uyruklu. Öğrencilerin %3.2’si
yandal veya ÇAP yapıyor. Lisans öğrencilerinin %1.3’ü, yüksek lisans öğrencilerinin %13.16’sı diplomasını alamadan
okulla ilişiği kesiliyor. Lisans programlarından mezun olan öğrencilerin
%35.64’ü yüksek lisans programlarına
kayıt oluyor. Lisans programlarını 4
yılda bitiren öğrenci sayısının toplama
oranı %76. 20.962 öğrenciden %1.41’i
uluslararası değişim programlarına
katılıyor.
Öğretim üyesi başına düşen yayın
sayısı ise yalnızca 0,63. 2006 yılı boyun
ca alınabilen patent sayısı yalnızca
1(bir)! Araştırmaların ticarileştirilememesi bir sorun olarak gösteriliyor
ancak görülen üzere sorun olan şey ya
araştırmaların patentlendirilememesi
ya da patent alınabilecek bir araştırma
yapılamamasında.
Bir ilginç değer ise öğrenci başına
düşen bilgisayar sayısının yalnızca 0,16
olması. Milyonlarca dolar harcanarak
yapılan süper lüks kütüphanemizin haftada yalnızca 72 saat açık olması da bir
diğer
dikkat
çekici
rakam.
Karşılaştırmak gerekirse bu rakam okulumuzdaki kafeteryanın açık kalma
süresinden bile az. Maksimum internet
bağlantı kullanımı kapasitesi ise yıllardır 100 Mbps. Bilgisayar sayısı sürekli artmasına rağmen yıllardır bu
rakamın sabit kalması öğrencilerin en
önemli sorunlarından birisini oluşturuyor.
Yurtların durumlarına baktığımızda ise öğrencilerin %57,04’ü
İstanbul dışında ikamet etmesine rağmen yurt kapasitesi yalnızca öğrencilerin %13,7’sini karşılayabilecek kapasitede olduğunu görüyoruz. Stratejik
Plan’da bu konuya yer veren üniversite
yönetimi bu sorunu çözmek için girişimlere de başlamış durumda.
Değişik bir başlık çarpıyor
gözümüze ilerledikçe: Öğrenci
Memnuniyeti Anketi. Anket sonucuna
göre öğrencilerin %50.4’ü üniversitesinden memnun. Asıl soru işareti ise bu
anketin ne şekilde ve ne zaman
yapıldığı. Çünkü bilgi almak için bu
anketle muhatap olmuş hiçbir öğrenciyi
bulamadık.
Hazırlanan İTÜ 2. Stratejik Planı
üniversitemiz için önemli bir yol gösterici niteliği taşıyor. Gerçekleştirildiğinde İTÜ’ye sınıf atlatacak çok
önemli proje ve hedefler içermekle birlikte birçok sorunun idari olarak farkında olunduğunu bize göstermekte.
Başlamak bitirmenin yarısıdır tümcesinden yola çıkarsak yolun yarısının
aşılmış olduğunu söyleyebiliriz.
Dünya
üçüncüsü Nusrat’ın
başarı öyküsü... İlk fikir,
çalışma süreci, ekip oluşturma
ve Amerika macerası...
Başarı için geçen 3 yıl... Bütün
öğrencilerin örnek alması
gereken bir mücadele...
Bütün ayrıntılar sonraki
sayımızda.
12
arıYORUM
arıYORUM
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
“Robotlar yeşil sahada”
Dün, ‘olur o kadar,’ ‘bize bu kadarı
yeter,’ ‘bizde imkanlar ancak buna
elveriyor,’ ‘kimse farketmez zaten’
diyerek ve örtbas edilerek ‘idare edilen’
bilim ahlakı alanında, köklü bir atılım
yapmak gerekiyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi Robotik Takımı (İTÜ Robotist) 2009
Avusturya RoboCup Futbol yarışmasında okulumuzu ve ülkemizi temsil
etmek için çalışmalara başladı.
Ömer Deniz Akyıldız
E
lektrik-Elektronik, Makine, İşletme
ve Mimarlık Fakültelerinde öğrenimlerini sürdüren 2 yüksek lisans, 9 lisans
öğrencisinden oluşan ekibin danışmanlığını İTÜ Elektrik Mühendisliği
Bölümü, Kontrol ve Kumanda Sistemleri
Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi olan
Murat Yeşiloğlu yapıyor.
İTÜ Robotik Takımı’nın katılacağı
RoboCup, amacı yapay zekâ ve robotik
bilimini geliştirmek olan uluslararası bir
araştırma ve eğitim inisiyatifidir.
RoboCup’un hedefi 2050 yılında dünya
şampiyonu insan takımına karşı, 90 dakika mücadele edecek ve kazanacak, tamamen otonom robotlardan oluşan bir futbol takımı oluşturmaktır. RoboCup’ın
kendine koyduğu bu hedef, Wright
kardeşlerin ilk deneme uçuşlarıyla,
Apollo’nun Ay’a inişi arasındaki yarım
yüzyıl veya ilk bilgisayarın icadından
yaklaşık 50 yıl sonra insan zekâsını
mağlup edişi göz önüne alındığında hiç
de imkânsız görünmüyor.
RoboCup afet arama-kurtarma
robotları (RoboCup Rescue), ortaokullise öğrencilerinin yaptıkları robotlar
(RoboCup Junior) ve futbol oynayan
robotlar(RoboCup Soccer) şeklinde 3 ana
kategoriden oluşmaktadır.
İTÜ Robotist’in katılacağı
RoboCup Futbol, tüm akademi çevreleri
ve dünya tarafından merakla izlenen,
futbol oynayan robotların yarıştığı kategoridir. Çeşitli özelliklerde robotların
yarıştığı bu alanda, her geçen yıl elde
edilen gelişmelerle 2050 hedefine daha
da yaklaşılmaktadır.
RoboCup Futbol başlığında takımlar 5 alt
kategoride yarışmaktadır:
•
Humanoid Lig: Bu kategoride
mekanik olarak daha insansı robotlar
yarışmaktadır. Mekanik problemlerden
dolayı daha emekleme aşamasındadır.
•
Standart Platform: Bu kategoriye
katılan ekipler, hazır gelen platformun
kontrolünü ve yapay zekâsını geliştiriyorlar.
•
Simülasyon Kategorisi: 2 ve 3
boyutlu sanal platformda futbol
oynayan sanal robotların yarıştığı kategoridir.
•
Middle-Size(orta boy): Boyu 50
cm’yi aşmayan en fazla 4 robottan oluşan
takımlarla 12m-8m sahada oynanan kategoridir. Small-size(küçük boy)’dan
farkı robot boyları ve yerel görüntü sistemleridir.
•
Small-Size (küçük boy): İTÜ
Robotist’in de katılacağı small-size kategorisinde 15 cm yüksekliğinde 18 cm
çapında 5’er robotluk takımlar 4,9 m 3,4 m boyutlarında yeşil bir sahada
turuncu golf topuyla karşılaşmaktadır.
RoboCup içerisinde en dinamik ve en
heyecanlı yapıya sahip bu kategoride
yarışan takımlar robotların mekanik,
elektronik, yapay zekâ ve görüntü işleme
fonksiyonlarının her birini gerçekleştirecek sistemi oluşturmakla sorumludurlar.
Takımların mekanik tasarımları her
geçen yıl birbirine daha da yaklaşmakta
olup yarışmalarda üstünlüğü yapay
zekâ geliştirmeleri sağlamaktadır.
İTÜ Robotist de bütün bu fonksiyonları gerçekleyecek sistemi oluşturmak için yazılım ekibi, elektrik ekibi,
mekanik ekibi ve organizasyon ekibi
olarak 4 alt ekipten oluşmaktadır.
Yazılım Ekibi, kameralar ile oyun
Ü
sahasından gelen görüntüleri görüntü
işleme algoritmaları ile analiz edip,
robotların ve topun konumunun tespiti;
bu bilgilere göre kurulan yapay zekâ
algoritmaları ile de gerçek zamanlı
olarak taktik üretilmesi, karar verilmesi
gibi işlemleri yerine getirmektedir.
Görüntü işleme modülü ile genel görüntü, renk ve blob analizi ile topun ve
robotların tanımlanması yapılmakta;
yapay zekâ modülü ile ise savunma ya
da hücum ağırlıklı oyun, pas atılacak
robotun tespiti, topa yönelecek robotun
tespiti, rakip kaleye şut atma zamanının
ve konumunun tespiti gibi kararlar verilmektedir.
Elektrik Ekibi, robotların hareketini oluşturacak bilgilerin, robotun
hareketini sağlayacak mekanik kısım ile
iletişimini sağlamaktadır. Kameralardan
gelip yapay zekâ modülünde işlenen
kablosuz olarak aktarılacak bilgi ile sensörlerden gelecek analog bilgi sayısal bir
kart üzerinde birleştirilerek gerekli
hareketlerin yapılması sağlanır. Elektrik
Robotikte Bir Adım İleri
ekibi ayrıca robotlar ile yapay zekâ
modülünün kablosuz haberleşmesini
sağlayacak haberleşme modülünü de
kontrol etmektedir.
Mekanik Ekip, robotun hareketini
sağlayacak mekanizmayı tasarlamakta
olup, robotun hareket edecek kısımlarındaki mekanik aksamı temin etmekte ve
robotun dış kabuğunu, tekerlek, vuruş
ve topu sürüş sistemini oluşturmaktadır.
Organizasyon ekibi, başlangıç aşamasında projenin tanıtılması ve bu süreç
boyunca da projenin düzenli bir şekilde
ilerlemesi görevini yerine getirmektedir.
İTÜ Robotist projeyi birden çok disiplinin bir arada bulunduğu; büyük bir proje
olarak gördüğü için projeyi Proje
Yönetimi, Zaman Yönetimi, Bütçe ve
Risk Yönetimi yaklaşımlarıyla yönetmektedir. İTÜ
Robotist
sağlam
yapılanmış ekibi ve ileri görüşlü hedefleriyle üniversitemizi ve ülkemizi 2009
Avusturya RoboCup’da en iyi şekilde
temsil etmek için çalışmalarını aralıksız
sürdürüyor.
Pasosu olan herkese sendika:
GENÇ-SEN
24–26 Nisan tarihlerinde ilki düzenlenen İTÜ Robot Olimpiyatları seminer, söyleşi ve özellikle yarışmalarıyla oldukça renkli geçti.
T
ürkiye’de robotik biliminin gelişmesi,
bu bilime ilginin artması amacıyla
ortaya çıkan etkinlik, Süleyman Demirel
Kültür Merkezi’nde Türkiye genelinden
katılan 200 civarı projeyi ve 4000 civarı
katılımcıyı ağırladı.
Kontrol ve Otomasyon Kulübü
(OTOKON) tarafından düzenlenen etkin-
likte katılımcılar çizgi izleyen, mini sumo,
sumo, yangın söndüren, silindir taşıma
ve süpürge kategorilerinde kıyasıya
yarıştılar. Aralarında satranç oynayan
robot, kendi kendine park eden araç, akıllı matkap gibi ilginç projelerin de bulunduğu serbest kategori alanında
“Korkusuz Türk” isimli bomba
imha ve savaş robotuyla Fırat
Üniversitesi’nden
Talip
Korkusuz birinci oldu. İTÜRO
ayrıca bir ilki de gerçekleştirerek bu yıl Türkiye’de daha önce
düzenlenmemiş olan 3 farklı
kategori ile robotik bili-minin
çıtasını biraz daha yükseltti.
Alanlarında
uzman
akademisyenler ve robotik
alanında çalışan firmaların
temsilcilerinin konuşmacı
olduğu ve üç gün boyunca
süren zengin seminer ve söyleşi
programı ayrıca konuya ilgisi
olanlar için bir bilgi şöleni
Bilim etiği
üzerine
niteliğindeydi.
Uluslararası olma hedefiyle yola
çıkan İTÜRO bu ilk senesinde katılımcıların görüşlerine göre de başarılı bir
grafik çizdi. Gelecekteki hedefleri ve projeleriyle de OTOKON ve İTÜRO daha
adından çok söz ettireceğe benziyor.
F
ransa'da,Kanada'da, Yunanistan'da, Malezya'da, Şili'de
öğrencilerin sendikalarıyla elde
ettikleri kazanımları örnek alarak
DİSK öncülüğünde kurulan GençSen, üniversitelerde yaşanan yerel
sorunlardan hareket ederek, ulusal
ve ulusararası boyuttaki sorunlara
işbirliğiyle çözüm arayan, çok
sesli, çok renkli, hak alıcı bir öğrenci örgütü yaratmayı hedefliyor.
Türkiye’de birçok üniversitede olduğu gibi okulumuzda da
örgütlenme aşamasında olan GençSen, İTÜ’de yaşadığımız üniversite
yönetiminde öğrencilerin söz
hakkının olamaması, yemekulaşım-barınma
fiyatlarının
pahalılığı,
yaz
okullarına
ödediğimiz astronomik ücretler,
kayıt paraları gibi sorunlara kuruluş amaçları parelelinde çözüm
bulmayı hedefliyor.
lkemizde bilimsel ve
teknolojik üretimin, dünya
genelindeki tempoyu yakalayamasa da, hızla arttığı, bilim
teknoloji alanının kabuk
değiştirdiği yeni bir döneme
girmiş bulunuyoruz. Genç
bilim insanları, bilim ve
teknoloji alanında daha üretken,
daha kendine güvenli, iddialı ve
daha rekabetçi bir çığır açmış
bulunuyorlar. Ülkemizdeki
bilim etiği bilgisi ve uygulamasının bu düzeyin gerisinde
kalması tüm bilim camiası için
çok derin ve sancılı sorunlar
yaratmakta, bu çabalara da
köstek vurmaktadır. Dün, “olur
Prof. Dr. Ayşe Erzan
o kadar,” “bize bu kadarı
yeter,” “bizde imkanlar ancak buna elveriyor,” “kimse farketmez zaten” diyerek ve örtbas edilerek “idare edilen”
bilim ahlakı alanında, köklü bir atılım yapmak gerekiyor.
Bilimde dürüstlük, bilimin tanımı içinde yer alır,
onun kurucu unsurlarından biridir, onsuz olunamaz. Bilim
ahlakı, insanların dürüst ve her zaman gerçeklere saygılı
olmaları, hakkaniyetli olmaları, hakettiğinden fazlasına
tamah etmemeleri diye özetlenebilecek çok temel hasletlerden oluşmakta. Ama modern dünyada, bunları söylemenin
yetmediği deneylerle sabit. Herkesin öğrenciliği sırasında
bilim etiği eğitimi alarak, mesleklerini icra ederken, araştırma ve yayın yaparken karşılaştıkları her somut durumda
uygulanacak kuralları ayrıntıları ile bilmesi gerekiyor.
Aşırmanın, sahteciliğin, tahrifatçılığın tanımının kimsenin,
“ben buradaki usulu bilmiyordum” diyemeyeceği biçimde
tanımlandığı bir dünyada, yine de karşımıza çıkabilecek
ihlalleri, kurumsal olarak büyük bir titizlikle takibetmek ve
cezalandırılmalarını sağlamak gerekiyor. Burada nasihatin
yetmediği de, uluslararası deneylerle saptanmış bir gerçek.
Demek ki, başta üniversiteler olmak üzere bilim kurumlarına iki önemli görev düşüyor: 1) Bilim etiği eğitimini, üniversitede verilen eğitimin ayrılmaz bir parçası kılmak ve 2) etik
ihlallere göz yummamak, bunların bürokrasinin çatlakları,
dolambaçları arasına sığınmasına müsaade etmemek.
Türkiye Bilimler Akademisi de bilim etiği eğitimi konusunda üzerine düşeni daha enerjik bir biçimde yapmaya çalışıyor.
(http://www.tuba.gov.tr/files_tr/bilimseletik.php)
Ülkemizde, etik kuralları bilmemenin yanında, bilim
etiği ihlallerinin altında yatan, başta da değindiğim önemli
bir unsur daha olduğunu düşünüyorum. Yetersizliğin veri
olarak kabul edildiği, “biz zaten ancak bu kadarı becerebiliriz”e teslim olunduğu bir ortamda, başkalarının fikri ürünlerine saygısızlık alabildiğine yaygın. Zira bu fikri ürünlerin
nasıl bir emek karşılığı elde edildiğine dair, ancak insanların
kendi pratiklerinden doğabilecek, muhayyile olabildiğince
kısır. Bu yaklaşım, derslerde kopyacılığı mazur göstermek
için öne sürülebildiği gibi, makaleden ders kitabına, hatta
popüler kitap yazımına kadar her türlü aşırmaya kılıf olarak
kullanılabiliyor. Bu nedenle, bir araştırmacı çıkıp “ben
makalemde aslında yeni ve orijinal şeyler yaptım, ama giriş
kısmından bazı paragrafları başka bir makaleden olduğu
gibi çekmekte bir sakınca görmedim, bunlar nasılsa genel
geçer laflar,” diyebiliyor, örneğin. Buna karşı, özgüvenimizi,
hamaset yaparak değil de, bilim ve teknolojinin her alanında gerçek ve anlamlı ürünler çıkartarak yeniden inşa
etmemiz, her türlü şarlatanlığa hayır dememiz gerekiyor.
Örneğin bir İTÜ’nün, “Erke Dönengeçi” gibi bir ucubeyi
kamuoyunda resmen teşhir etmesi gerekiyor. Bilim
dürüstlük kadar eşitler arasında eleştiriye dayanır. Eleştiri
ve özgür düşünce, bilimin ve bilim etiğinin diğer, olmazsa
olmaz kurucu unsurudur.
Prof. Dr. Ayşe Erzan
Fizik Bölümü, İTÜ
17
DD ile FF arasındaki
ince çizgi
M. Can İban
G
eçtiğimiz eğitim-öğretim yılının sonlarına doğru yapılan yönetmelik
değişikliği ile tekrar gündeme gelen
önşartlar, öğrenciler ve öğretim üyeleri
arasında farklı görüşlerin oluşmasına sebep
oldu. Bu konu ne kadar geçici ve az tartışmayla çözümlenebilir bir mesele gibi
gözükse de, aslında birçok öğrencinin bu
yönetmelikten yakındığı ve bu şartlar altında okulu belirli bir süre uzattıkları açıkça
ortadadır. Haziran ayında çeşitli protestolara ve dilekçe toplama çalışmalarına neden
olan bu yönetmelik geçerliliğini hâlen korumaktadır. Bu konuyla ilgili kafalara takılan
belirli soruları irdelersek bulacağımız yanıtlar aşağıdaki gibidir.
1. Önşartların FF harf notundan
DD notuna çekilmesi ne anlama gelir?
Önceki yönetmelikte önşartı bulunan
bir dersi almak için, koşul olan dersin alınması yeterliydi. Yani FF notu, bildiğimiz
üzere, dersten geçmek anlamına gelmemesine rağmen bir sonraki dersi almak için
yeterliydi. Örneğin; ilk döneminde
Matematik 1 dersinden FF notuyla kalmış
bir öğrenci, bir sonraki dönem Matematik 2
dersini de kaldığı ders ile alabiliyordu.
Şimdi ki yönetmelik ise Matematik 1 dersinin mutlaka DD ve üstü bir notla geçilmesi gerektiğini ve alttaki dersi geçmeden, üstteki dersi öğrencinin alamayacağını belirtiyor.
2. Her yarıyıl açılmayan lisans
derslerinin bu yönetmeliğe göre durumu nedir?
Her yarıyıl açılmayan bir dersten FF
ile kalındığı takdirde, öğrencilerin tabiriyle
okul uzamış oluyor. Çünkü kalınan ders için
bir yıl beklenmelidir ya da yaz okulundaki
açılacak dersler beklenmelidir. Sadece
akademik ders programında belirtilen
dönemde açılan herhangi bir ders eğer başka
bir dersin önşartını oluşturuyorsa risk daha
da artmaktadır. Öğrenci, dersten kalacağını
daha önceden kestirememişse, yaptığı
bitirme planları suya düşebilir ve motivasyonunu kaybedebilir. Başka bir görüş ise,
DD önşartının gözetim listesindeki öğrencileri daha çok zorlamasıdır. Alınabilen en
fazla kredinin 15 olması önşart olan derslerin alınmasında sıkıntılar doğurabilir.
3. Önşartların DD harf notuna
yükseltilmesi İTÜ’de daha kaliteli
mühendis-mimar-plancı yetişmesine
neden olur mu?
Akademisyenlerin ve öğrencilerin
genel olarak belirttiği görüşlere göre mimarlık-mühendislik eğitiminde tek dersin
başarısız bir şekilde tamamlanması, gelecekte önemli bir şey ifade etmeyebilir. Bununla
birlikte, önşart olan dersi başarısız tamamlayıp, üstteki dersi başarıyla geçen birçok
öğrenciye rastlanmıştır. İTÜ’den mezun
olmak için tüm dersleri geçmek gerektiğinden, İTÜ mezunu bir bireyin kalitesini, bir
dersi kaç kerede ya da ne kadar sürede
geçtiği belirlemeyebilir. Bir öğrenci bir dersten kişisel sorunlarıyla ilgili olarak da geçememiş olabilir ve diğer dönem başarılı
olmak için daha fazla gayret sarf edebilir.
Kısacası, kalite anlayışı öğrencinin kendi
belirlediği çizgidedir ve verilen eğitimden
ne kadar yararlandığı ve ya onu nasıl
Görsel www.sis.itu.edu.tr’den alınmıştır.
geliştirdiği ile ilgilidir.
4. Peki VF notu artık ne anlam
ifade ediyor?
Eski yönetmeliğe göre ‘Vizesiz F’
anlamına gelen VF harf notu, geçmişte vizeye katılmayan ya da devamsızlık yapan
öğrenciye verilirdi ve önşart için yetersiz
olarak kabul edilmekteydi. Şimdi ise FF
notunun da önşartı sağlamamasından
dolayı; VF notu ayırt edici özelliğini yitirmiştir.
5.Öğrencilerin
derslerde
birikmesi söz konusu olur mu?
Belirli derslerden kalan öğrenci
sayısının fazla olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Eğer bu ders başka bir dersin
önşartını oluşturuyorsa, durumdan etkilenip derse tekrar kaydolmak isteyen öğrenci sayısı da artabilir. Bu da kontenjan ve
kayıt sıkıntısı yaratabilir. Bu durum hem
öğrencileri hem akademisyenleri hem de
idari kadroları zor duruma düşürebilir.
6. Önşartların DD notuna çıkacağı daha önceden haber verilemez
miydi?
Önşart değişikliği haberi daha önceden verilebilirdi çünkü daha önceki senelerde İTÜ’ye gelen öğrenciler bitirme planlarını
tamamen FF önşartının özelliğine göre
hazırlamışlardı ve şimdi mezun olmadan
önce DD önşartının özelliğine göre de derslerine devam etmekteler. Daha önceden
haber verilmesinin yanı sıra belirli bir seneden sonra yeni gelen öğrenciler için de
uygulanması ayrı bir çözüm yolu olabilirdi.
7. Önşart sıkıntısı çeken öğrenciler için başka alternatif çözümler ne
olmalıdır?
Önşart sıkıntısı çeken öğrencilerin en
büyük sıkıntısı; dersin söz konusu yarıyılda
açılmamasıdır. Bu yüzden önşart oluşturan
dersler her dönem açılmalı (dersi almak
isteyen kişi sayısı düşünülerek) ya da en
azından yaz okulunda açılmalıdır. Başka
üniversitelerden sayılan derslerin anlaşmaları arttırılmalıdır.
Görüldüğü üzere DD ile FF arasında
başka bir harf notu bulunmamasına rağmen
arasındaki mesafe çoğu İTÜ’lüyü tedirgin
etmektedir. Önşartların belirli bir düzene
sokulması (özellikle beş ve daha fazla önşart
zinciri içeren bölümlerimizde) ve bu
düzenin öğrencilere zamanında aktarılması
gerekmektedir. Akademik olarak hiçbir fark
oluşturmayan bu değişiklik, çoğu kişiyi
yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı
sıkıntıya sokmaktan başka bir anlam ifade
etmemektedir.
arıYORUM
arıYORUM
16
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
Nature’ın makalesi Türkiye’de bilim tartışması açtı
Bilimsel Etik Depremi
Nature Dergisi’nin
geçtiğimiz Eylül ayında yayınlanan
Türkiye’deki bilimsel
etik anlayışı hakkındaki haberi üzerine
TÜBA bir bildiri
yayımlayarak dikkatleri bu konu üzerine
çekti
Burak Patpat
B
İllüstrasyon: Bonita Clark - San Jose Mercury News 2001
ilim üretme işinin özünden
dolayı yapılan bilimin yayınla taçlandırılması işin bilimselliğinin
gereklerinden biridir. Bilgi saklanarak değil paylaşılarak çoğalır. Bu
sebeple bilim adamlarından beklenen
şey ürettikleri bilgileri kamuoyu ile
paylaşmalarıdır. Bu bağlamda bilimsel etik kampanyalarının, bilimsel etik
tartışmalarının aslında ne kadar hayati olduğunu anlamak oldukça kolay.
Bilim dünyasının en prestijli
dergilerinden biri kabul edilen haftalık Nature Dergisi’nin geçtiğimiz
Eylül ayı içerisinde yayınlanan 449.
sayısında Türk fizikçilerinin
karşılaştığı intihal (plagiarisim) suçlamalarından bahsetti. Haberde, 15
farklı yazar tarafından yazılan 70 ayrı
makalenin arXiv isimli genelde fizikçi
bilim insanlarının kullandığı makale
veritabanından kaldırıldığı, durumun
açığa çıkmasına sebep olan olayın
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde
iki doktora öğrencisinin doktoralarıyla ilgili mülakatları sırasında, daha
önce bilimsel açıdan yeterli makaleler yazmalarına rağmen bir çok
soruya cevap verememeleri ve Doç.
Dr. Özgür Sarıoğlu ve meslektaşı
Prof. Dr. Ayşe Karasu’nun durumdan
şüphelenerek olayda adı geçen doktora öğrencilerinin yayınlarını
internette diğer benzer
makalelerle karşılaştırmaları sonucu ortaya
çıktığı söylendi. Daha
sonra Prof. Dr. Ayşe
Karasu’nun arXiv
yetkililerine haber
vermesi üzerine
yapılan araştırmada veritabanındaki intihal vakalarının
sadece ODTÜ ile
sınırlı kalmayıp,
Çanakkale 18 Mart
Üniversitesi, Mersin
Üniversitesi,
Diyarbakır
Dicle
Üniversitesi’nde bulunan bazı bilim insanlarının da aynı sahtekârlığı yaptıkları anlaşıldı.
BEKLENEN AÇIKLAMA
TÜBA’DAN GELDİ
Nature Dergisi’nin
saygınlığı dolayısıyla
haberin Türk bilim
dünyasının imajına ne kadar
zarar verdiğini
anla-
mak güç değil. İşte bu noktada,
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)
geçtiğimiz ayda bir bildiri yayımlayarak durumun akademik dünyamızdaki ciddiyetine dikkati çekti.
Bildiride, Nature dergisinde yayınlanan habere atıfta bulunularak etik
anlayışımızın yeniden gözden geçirilmesi ve etik kaygısının bilim insanlarının ve öğrencilerinin zihinlerinde
iyi bir yer edinmesi gerektiği bunun
için gerekli önlemlerin alınması
gerektiği açıklanarak şu ifadelere yer
verildi: “Nature dergisinin 6 Eylül
2007 tarihli 449. sayısı 8. sayfada
yayınlanan haber, ülkemizde bilim ve
bilim ahlakının durumu konusunda,
gerek bireysel gerekse kurumsal
düzeydeki eksiklerimizi sorgulama
ve ilgili düzenlemeleri ivedilikle
yapma zorunluluğumuzu gözler
önüne seren sert bir uyarıdır.’’
Aynı bildiride bilimsel hırsızlık
yapan öğrenciler kadar öğreticilerin
de sorumlu olduğunu vurgulayan
TÜBA öğretim üyelerini şöyle uyardı,
‘Öğrencilerimizin bilim etiğine
uymalarından biz öğretim üyelerinin
de sorumlu olduğunu unutmamız
gerekir. Yaşam tarzımız, meslek
anlayışımız ve mesleğimizin gereklerini yerine getirme biçimimiz ile
gençlere örnek olmak, bilim ahlakına
aykırı olduğu gözlenen her türlü eğilime karşı duyarlı olmak ve gerekli
tepkiyi göstermek, ihlallerin üzerine,
suçlanan kişilerin kendilerini savunma hakkını da gözeten bir biçimde
kararlılıkla gitmek, bu kararlılığı
gösteren meslektaşlara destek vermek görevimizdir.’
Bu durumun üniversitelerimizdeki birçok bilim insanımız
tarafından yıllardır beklenen bir şey
olduğu sadece bilim insanları arasındaki bir sohbet konusuyken
TÜBA’nın bildirisinden sonra doğrulandı. Beklenen bu duruma sebep
olan yanlışları görmek için bilim
dünyası
içinde
bile
olmak
gerekmediği
anlaşılmaktadır.
Toplumda, bilgiyi (belki de elle tutulan bir şey olmadığından dolayı)
çalan ve kendi üretimi gibi gösteren
insanların yaptığı hırsızlık olarak
algılanmamakta. Türk bilim topluluğunu oluşturan insanlar için bile
durum aynı olabilmekte. Böyle
alışkanlığa sahip bilim insanları
bununla birlikte yapacakları üretim
sırasında değişik engellerle de
karşılaşmakta.
YABANCI DİL ŞARTI
KOPYAYA MAZERET OLUYOR
Türkiye’deki bilim hırsızlığını,
yayınlardaki yabancı dil zorunluluğu
ve akademik denetleme mekanizmasının yetersiz oluşunun da teşvik
ettiği düşünülüyor. İTÜ Elektrik
Elektronik Fakültesi öğretim üyesi
Prof. Dr. Tayfun Akgül, yapılacak
bilimsel yayınlarda İngilizce şartının
olması, yabancı dil eğitiminin yetersizliği ve akademik başarıların sadece
yapılan yayınların sayısına bağlanması gibi bazı baskı arttırıcı uygulamaların tez hazırlayanlara ciddi sıkıntılar çıkartabildiğini söylüyor. Akgül,
akademik kademe atlama sınavları
için hazırlanan tezlerin ciddi olarak
incelenmemesi gibi etik kontrolünü
zayıflatan durumların da akademik
etik ilkeleri hakkında yeterli eğitime
sahip olmayan dolayısıyla yeterli
duyarlılığı
elde
edememiş
akademisyenleri kolaycılığa kaçmayı
teşvik ettiğini düşünüyor.
’Kapı aralığından geçebilen’
insanlar fark ettirmeden, bulundukları konumu elde etmek için yıllarını
harcamış olan insanların makamlarına ulaşabiliyor. Hatta durum bazen o
kadar kolektifleşebiliyor ki bu durumu ortaya çıkartmaya çalışan bilim
insanları diğerleri tarafından önce iyi
niyetli ufak uyarılar daha sonra sert
tehditlerle engellenmeye çalışılabiliyor. Hatta bazı örneklerde olduğu
gibi iş hakaretlere dökülerek üniversiteden atma girişimleriyle beraber
adli makamlara intikal edebiliyor. Bu
gibi uç örneklere karşın intihal örneklerinin ülkemizdeki yaygınlığının en
büyük sebebi genellikle suçu işleyen
akademisyene
karşı diğer
akademisyenlerin hissettiği merhamet duygusu oluyor.
Aslında intihal durumuyla
karşılaşan dünyadaki diğer akademik
cemiyetlerde durumu Türkiye’deki
kadar olmasa da ufak uyarılar yaptıktan ve adı geçen bilim ürünlerini geri
aldıktan sonra örtbas etmekten yana.
Örneğin, Institute of Electric And
Electronic Engineering (IEEE)
yakaladığı intihal vakaları için
suçlanan kişiden sadece özür
dilemesini ve makalesini geri
çekmesini istemekle yetiniyor, ya da
arXiv gibi büyük bilimsel yayın veritabanları intihal vakalarında kendi
içlerinde bir sorun gibi görmekten
yana tavır alabiliyor.
Her ne kadar Nature’ın fizikçilerimiz hakkındaki haberi durumun
vahametini anlamamıza yardımcı
olsa da karamsar olmamız için elimizde bir sebep yok. Köklü üniversitelerimiz bilimsel etik konusunda
çok daha hassas ve bu hassasiyetleri
giderek diğer üniversiteleri de etkilemekte. TÜBA gibi kuruluşlarımızın
olayla ilgili yaptığı açıklamaları birer
hüküm ilanından çok yaraya atılan
bir neşter olarak görmek çok daha
mantıklı, çünkü bu gibi bildiriler bilimsel etik konusunun hassasiyetini
arttırıyor. Bu sebeple Türk
Akademisyenleri bilimsel etik
konusunda her geçen gün bir önceki
günden daha dikkatli ve diğer ülkelerdeki akademisyenlere daha iyi
birer örnek olmak yolunda emin
adımlarla yürümektedir.
13
İTÜ’nün güneşten gelen şampiyonları:
Arıbalar
Burak Avcı
İ
TÜ’nün güneş arabaları İTÜRA ve
ARIBA II, Türkiye’de güneş enerisiyle
çalışan araçlar konusunda iddialı üniversitelerin yarıştığı 2007 Formula G
yarışında ilk iki sırayı alarak büyük bir
başarıya imza attı.Okulumuzun farklı
bölümlerinde okuyan 38 öğrencinin
işbirliği ile, alternatif enerji kaynakları
konusunda ülkemizde yeni açılımlar
getirmek ve ülkemizi bu alanda söz
sahibi olan bir konuma getirebilmek
amacıyla kurulan İTÜ Güneş Arabası
Ekibi, tamamı Türkiye’de üretilen
parçalarla oluşturulan ARIBA, ARIBA 2
ve İTÜ-RA, ile yurtiçinde katıldıkları
yarışmalarda ilk sıralara adlarını
yazdırarak, İTÜ’nün güneş arabalarındaki tartışılmaz üstünlüğünü gösterdiler. Ekip, 2006 senesinde ARIBA ile
Formula-G Yarışı’nda ve İzmir Ege
Kupası’nda birinciliği, ARIBA-2 ile de
aynı yarışlarda ikinciliği ve üçüncülüğü
aldı.24-29 Temmuz 2007 tarihleri arasında, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi
tarafından
Ankara
Atatürk
Hipodromu’nda düzenlenen ‘3.
TÜBİTAK Formula G–Güneş Arabaları
Yarışı’na İTÜRA ve ARIBA 2 ile katılan
ekibin, İTÜRA adlı aracı 30 turluk yarışın
finalinde birinciliği kazanırken, ARIBA2 isimli aracı ise yarı finalde akü patlaması sonucu yarış dışı kalmasına rağmen, ekip tarafından neredeyse bir gün
içerisinde tamamen yenilenerek finale
katılamayan araçların yarıştığı ANOK
Kupası’nda birinci sırayı aldı ve tekrar
finale katılma hakkını elde edip, final
yarışını ikinci sırada tamamlayarak
büyük bir zafere imza attı.İTÜ Güneş
Arabası Ekibi ayrıca Özgün Tasarım
Ödülü’ne de layık görüldü. Türkiye’de
kazandığı başarılarla, tartışılmaz üstünlüğünü herkese kabul ettiren ekip, 2008
yılında gözünü yurtdışına çevirdi. 2008
yılında TÜBİTAK’ın düzenlediği
yarışların yanısıra , ABD’de düzenlenecek olan North American Solar
Challenge yarışmasına katılacak olan
ekip, ülkemizi yurtdışında başarıyla
temsil etmeyi hedefliyor.
araçlar yarışması olan ve en az yakıtla en
fazla mesafeyi almanın amaçlandığı
Avrupa
Shell
Eco-Marathon
Yarışması’na tümü kendi tasarımları
olan araçları Hydrobee ile prototip
araçlar kategorisinde katılan ekip, hidrojenli araçlar arasında sekizinci, üniversite ve mühendislik okulları arasında
kırk altıncı ve genel klasmanda iki yüz
elli beş araç arasından altmış sekizinci
olmuş; başarısı, tasarımı ve teknolojisiyle; yazılı ve görsel basında yaptığı
tanıtımlarla da adını ülke çapında
duyurmayı başarmıştır.
2007 yılında yapılan Shell-Eco
Maraton Yarışma’sında ise yapılan
iyileştirme çalışmaları ile hem prototip
kategorisindeki Hydrobee ile yarışmış
hem de yeni üretilen şehir içi kategorisindeki H2ydroBee ile Fransa'da göz
doldurmuştur. Ancak yaşanan aksiliklerden dolayı sıralamada yer alamamıştır.
2008 yılında İTÜ Hidrojenli Araç
Ekibi, geçen yıldan gelen deneyimleriyle
ve ekibe katılan akademisyenler, yüksek
lisans ve lisans seviyesinde öğrencilerin
de katkılarıyla gelecekte de başarılı
adımlarla zirveyi hedeflemektedir.
2006–07 yıllarında oluşturdukları sponsor ilişkilerini daha da geliştirilerek proje
daha profesyonelce yönetilecektir. İTÜ
HAE ekibi H2ydroBee Urban aracıyla
hem en verimli aracın kazandığı EcoMarathon yarışmasına, hem de en hızlı
aracın
kazandığı
TÜBİTAK
Hidromobil07 yarışmasına katılacağı
için, her iki organizasyonda başarılı olabilecek bir tasarımı gerçekleştirmiştir.
Hidrojenli bir arı:
Hydrobee
2007 yılında yapılan
Shell-Eco Maraton
Yarışma’sında yapılan
iyileştirme çalışmaları
ile prototip kategorisindeki Hydrobee ve yeni
üretilen şehir içi kategorisindeki H2ydroBee
ile Fransa'da göz dolduran İTÜ Hidrojenli Araç
Ekibi, yarışmada ülkemizi ve üniversitemizi en
iyi şekilde temsil ettiler.
D
ünya gündeminde önemli bir yer
tutan küresel ısınmanın temel
sebep-lerinden biri olarak kabul edilen
fosil yakıtların kullanımı nedeni ile bilim
dünyası çevre sorunlarına yol açmayan
yenilenebilir enerji kaynakları yaratmaya yönelmektedir. Bu amaçla
Hidrojenli araçlar üzerine çalışmalar
yapılmakta ve bu çalışmalar çeşitli yarışmalarla
teşvik
edilmektedir.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının, ekolojik ve ekonomik açıdan gelecekte
kazanacağı önemin farkına varan İTÜ’lü
öğrenciler hem ülkenin bu alanda
gelişimine katkı sağlamak hem de eğitim
sürecinde öğrendikleri teknik bilgileri
endüstriyel alanda uygulamak amacıyla
2005 yılında tamamı İTÜ öğrencilerinden oluşan İTÜ Hidrojenli Araç
Ekibi’ni kurdular.
İlk olarak 2006 yılında Avrupa’nın
en önemli alternatif enerji ile çalışan
14
arıYORUM
arıYORUM
3-17 Aralık 2007
3-17 Aralık 2007
‘Yola çıkmadan
başarılı olunamaz’
Fatih Avcı
O
rhan Kural’la tanışırsanız belki hayatınızda yeni bir dönüm noktası
oluşturabilirsiniz. Gerçekten iddia
ederek söylemek ve bunun üzerinde
durmak istiyorum. Dışarıdan bakıldığında zaman zaman ‘gereksiz uğraşlarla
uğraşıyor, işi gücü yok mu bu adamın,
hala sivrisinekleri öldürmeyin diyor,
aman efendim bilim mi yapıyor bu hoca’
diyenlere şahit olabilirsiniz. Orhan Kural
da şahit olmuş bunlara.
Ancak Kural’ı bir gün odasında ziyaret etmenizi, onunla
herhangi bir konuda iki çift
laf etmenizi ve sizinle konuştuktan sonraki yapacağı programda bulunmanızı öneririm.
Orhan Kural, isteyen olunca
yalnız gitmesi gereken yerlere
bile yalnız gitmiyor. Çünkü
paylaşmayı, aktarmayı,
konuşmayı, faydalı olmayı,
dahası üretmeyi çok seviyor.
Tanıdıkça kendinize ufuk
katacak, nasıl her saniye yeni
birşey öğrendiğinizi görecek,
Orhan Kural’ın nasıl her
saniye yeni şeyler keşfettiğine
hayranlıkla tanık olacaksınız.
Gezginlikten dolayı ufkunun
geniş olduğunu, her adımında
mutlaka bir insana faydası
olduğunu, her hareketinde
zarar vermemeyi felsefe
aldığını, söyledikleriyle yaptıklarının bir olduğunu
tanıdıkça göreceksiniz.
Orhan Kural, kelime anlamının
üzerinde ‘çok yönlü’ bir insan. Daha çok
gezginliği ve Guiness Rekorlar Kitabı
için yaptığı çalışmalardan tanıyoruz.
Ama bazen bir öğrencisine ‘o yemediğin
pilav için insanlar günlerce çalışıyorlar’
diyerek yediği yemeğe dahi saygılı
olması gerektiğini söylerken; sigarayı
özendiriyor diye sanatçılara, film yapımcılarına dava açarken; kötü şartlarda
yaşayan ceylanlar için basın toplantısı
düzenlerken; Türkiye’de yaşayan Ganalı
ve Beninlilerin sıkıntılarıyla uğraşırken;
Türkiye’nin herhangi bir yerinde
ilkokul, ortaokul ve liselerde, hatta
anasınıflarında konferanslar verirken;
belediyelerde,
camilerde,
köy
kahvelerinde ve birçoğumuzun
önyargıyla baktığı tutukevlerinde
konuşmalar, sohbetler düzenlerken;
çevre kirliliği için, ekolojik düzen için,
bütün canlıların sağlığı için projeler üre-
tirken; radyo programı hazırlarken; televizyonda belgeseller sunarken; onu
aşkın gazete için yazılar yazarken veya
kitaplar hazırlarken görebilirsiniz Orhan
Kural’ı. Bu anlarının en az birine tanık
olmalısınız. Maden Fakültesi’ndeki her
zaman kapısı açık olan odada bir çayını
içmeli, bir projesine katkıda bulunmalısınız. İşte o zaman ‘ben toplum için
ne yaptım, ne yapmalıyım’ sorularına
yanıtlar bulacaksınız.
‘Yola çıkmadan başarılı olamazsınız’ diyor Prof. Kural. Uzun-kısa
her yolculuğunun büyük katkıları
olduğunu söylüyor. 200 civarında ülke
gezen, bu ülkelerin çoğunda konferanslar veren, Türkiye’nin 81 ilinde,
neredeyse her lisesinde konuşmalar
yapan Orhan Kural, fırsat bulduğu her
yerde gezginlik yapıyor. Trafik sıkışıksa
beklemek yerine bir kahvede insanlarla
konuşmayı, ara sokaklara girip gözlem
yapmayı yeğliyor. Asla lüks yerlere gitmiyor. Çok önemli toplantılar olsa bile
pahalı yemeklerin verildiği, kürk giyen
kadınların geldiği yerlere gitmemeye
çabalıyor. Onun yerine güvencinlerle
beraber yemek yemeyi, pazardan iki üç
liraya gömlek almayı, dostlarıyla buluşmayı, hayvan beslemeyi tercih ediyor.
İlgi çeken Orhan Kural başlıkları
şunlar: Gezginlik, Bilimadamlığı,
Guiness macerası, Tutukevi ziyaretleri
ve iki ülkenin konsolosluk görevi...
Bunların üzerine durmaya çalışacağız.
GEZMEYENLER DAHA ÇOK PARA
HARCIYORLARDIR
Çok küçük yaşlardan beri tutku
olmuş gezginlik Orhan Kural’da.
Yıllardır ‘modern Evliya Çelebi’ diye
lakap takılıyor Kural’a. Türkiye’nin en
çok gezen adamı. Gezginliğe ayrı bir
zevkle ve hayat anlamı olarak bakıyor.
Sadece tarihi yapıları, binaları, müzeleri
görmek için gezmiyor. Çoklukla insanları tanımayı, farklı şeyler öğrenmeyi ve
öğretmeyi amaçlıyor. Gezginler
Kulübü’nün de kurucusu.
Üniversite yıllarınızda başlamış mıydınız gezginliğe?
Babam pek izin vermiyordu ama
üniversite yıllarımda biraz başladım
gezmeye. O zamanlar Türk Hava
Yolları’nda öğrenciye %60 tenzil hakkı
vardı. İrlanda’ya gider, iki gün kalıp
dönerdim. Derler ki nerden buluyorsun
bu parayı. Benim başka bir harcamam
yok. Sigaram yok. Hayatımda lüks bir
lokantadan yemek yemedim. Hiçbir
zaman Vakko’dan birşey almadım. İki üç
liraya gömlek alırım. Gittiğim yerlerde
otobüsle seyahat ederim. Gençlik yıllarımda büyük paralar harcamadım.
Pansiyonlarda, öğrenci yurtlarında
kaldım. Şimdi Gezginler Kulübü’nün
başında olduğumdan gittiğim yerlere
para ödemiyorum. Eminim ki
Türkiye’de de popülerdi Guinness.
Habire rekor kırıyorduk. Ancak
İngiltere’de gördüm ki Türkiye’den
kitaba giren yalnızca 13 rekor var.
Bunların da çoğu müracaat etmemiş.
Otomatikman kitaba girenler var.
Hakan Şükür, Naim Süleymanoğlu,
Halil Mutlu var, Kırkpınar Güreşleri
ile ilgili bir rekor var, en uzun burun
rekoru var. Türkiye’de yapılan
birçok rekor yok. Türkiye’yi tanıtmak için güzel bir fırsat olacağını
düşündüm. Dedim ki ben size
yardım edeyim. Kabul etti-ler.
Benden sonra 13 kadar olay daha
kitaba girdi. İşi öğrendim çünkü.
Guinness’in fahri temsilcisi oldum.
Litvanya’daki bir televizyon programında bunlardan bahsedince
Guinness zor durumda kalmış.
Çünkü dünyanın hiçbir yerinde
Guinness’in fahri temsilciliği diye
birşey yok. ‘Neden Türkiye’de fahri
temsilcilik var da bizde yok?’ diye
sorulunca bunlar sıkışmışlar. Ve
mecburen yok demek zorunda
kalmışlar. Sonra konuştuk başkanlarıyla da Guinness’in, dedim ben
bunu menfaatim için yapmıyorum.
Bir menfaatim yok. Tek isteğim
Türkiye’yi daha çok duyurmak, daha
çok olayı kitaba sokabilmek. ‘Bizim
öyle bir çabamız yok’ dediler. Öyle
deyince de ayrıldım. Ama şu an yine
gelenlere danışman olarak hizmet
veriyorum. Ama fahri temsilcilik
durumunu kaldırdık. Aksi durumda
dünyanın her yerine bir temsilci atamak
zorunda
kalacaklardı.
Türkiye’den birçok olayı Guinness’e
soktum. Mesela İspanya’dan bir
bayrak açtık 20 milyon insan seyretti.
Bunlar güzel şeyler, dünya televizyonlarına Türkiye’yi tanıtmak. Dört
yıl kadar sürdü.
‘nasıl bilimle uğraşıyor’ sorusu normal geliyor. Peki bilimadamlığınız
nasıl gidiyor? Bilimle uğraşmaktan
zevk alıyor musunuz?
Elbette zevk duyuyorum. Ben
şunu anlamıyorum, başka ülkelerde
olmak bilimsel hayattan uzakta
kalmak anlamına mı geliyor? Elbette
bilimsel hayattan uzak kalmıyorum.
Burada oturup ellerinde sigarasıyla
maç konuşan hocalarımız var.
İskambil kağıtlarıyla sigara içerek
bilim mi yapıyor bu insanlar? Ben
bunlara karşı çıktım. Ben oturup üç
tane laboratuvar çalışması yapmak
yerine topluma doğru olanı anlatmayı seçtim. Benim yaptığım çalışmalar ortada. Beni tenkit edebilirler,
mükemmel değilim, hatalarım var.
Ama benim ne yaptığıma baksınlar.
Bu kadar sene üç bin tane konferans
verdim. Sigaranın zararlarını anlattım, aşırı tüketimi anlattım, gezginliği anlattım, matematiğin faydalarını anlattım. İstanbul’da
gitmediğim lise kalmadı. 81 ilde konferanslar verdim. Dünya tarihinde
bir ilk olan ve 13 yıllık bir çalışma
sonucu bilimsel bir kitap yayınladım.
Muazzam bir eforla çalıştık o kitap
için. Bütün dünya basınında yer alan
bu kitabı hazırlamış olmak bile kendini bilim dünyasına kabul ettirmektir diye düşünüyorum. Dünyanın en
saygın üniversitelerinde bu kitap
bulunur. Açtığım davaların çoğunu
kazandım. Sigarayı özendiren
sanatçıları ve filmleri dava ettim.
Yıllardır yazı yazdım, televizyon ve
radyoda programlar yaptım. Aile
yaşantımı bir yana bıraktım.
Evlendim, ayrıldım. Bütün hayatımı
insanlara adadım. Ama sanıyorum
beni 200 yıl sonra anlayacaklar, şimdi
anlamayacaklar. Bazı şeyleri 200 yıl
sonrasını düşünerek yapıyorum.
GANA VE BENİN’İN KONSOLOSU
TUTUKEVİ ANILARI
Prof. Dr. Orhan Kural
İstanbul’da yaşayanlar konserlere
giderek, kahvelere giderek, arabalarar
binerek benden daha fazla para harcıyorlardır.
Gezginler Kulübü’nü kurmak nasıl
geldi aklınıza?
Altı yıl kadar oldu. Bu da Nasuh
Mahruki, Prof. Nadir Paksoy ve Coşkun
Aral’la sohbet ederken şekillendi.
Dediler ki İngiltere’de Gezginler Kulübü
var. Meşhur bayağı. Hatta ‘80 Günde
Devr-i Alem’ filmi vardı. O filmin fikri
de o kulüpte ortaya çıkar. Keşke dediler
böyle bir kulüp olsa da gezmeyi seven
insanlar biraraya gelse. Ben bunu ciddiye aldım. Epeyce araştırdım. O zamanlar ders de veriyordum, para kazanıyordum. Şimdi biraz param varsa o da
verdiğim derslerdendir. İstanbul’un
geleneklerini koruyan bir binada olmalı
dedim. Derneği bu zorluklarla kurduk.
Hayatımda yaptığım en iyi işin bu kulüp
olduğunu düşünüyorum hep.
BENDEN SONRA KİTAPLAR YAŞAR
Çok sayıda da kitap yazdınız bu
sürede....
Gezi kitabı olarak 10 kitap yazdım.
İlk kitabım gezi kitabıydı. Aklıma birşey
geldi, insanlar gidiyor gidiyor da bunları
bir yazmak lazım dedim. Sonra ufak notlar yazarak gezginlere dağıtmaya
başladım. Bir dostum ‘neden kitap yapmıyorsun’ dedi. Önceleri kendime
güvenemedim. Sonra yazmayı denedim.
Kitap yazmaya böyle başladım. İlk
yazdığımda yine şüphelerim vardı, pek
beğenmiyordum yazdıklarımı. O yıllarda Aziz Nesin babamın arkadaşıydı. Ona
götürdüm yazdıklarımı. Sonra Aziz
Nesin aradı beni, ‘çok güzel olmuş. Bu
kitapla herkes heryere gidiyor’ dedi.
Daha sonra önsöz de yazdı bu ilk kitabıma. Hayatında yazdığı üç önsözden
biridir. Tabii çevreci olarak şöhretimiz
vardı ama yazar olarak yoktu. Kitap
basıldı ama yayınevlerinde göremiyordum. Sonra duyuldu iyice tabii, basında
da çok yer buldu. Birden bire yükseldi.
Epeyce yeni baskısı da yapıldı. Değişik
bir üslupla coğrafyaları anlatmaya
başladım. Elbette ki mühim olan paylaşmak. Benden sonra bu kitaplar yaşayacak.
GUINNESS’İN DÜNYADAKİ TEK
FAHRİ TEMSİLCİSİ
Bir de Guinness Rekorlar Kitabı’nın
Türkiye’de hakemliğini yaptınız.
Ben İngilizce Coal (Kömür)
kitabını hazırlamıştım yıllar önce. 22
devlet başkanı önsöz yazdı bu kitaba.
Benim aklıma da Guinness’e başvurmak
geldi. Başvurdum ancak cevap vermediler. Şimdi anlıyorum tabii neden cevap
vermediklerini. İngiltere’de bulunduğum bir sırada tesadüfen bir
arkadaşım aracılığı ile Guinness’e gittim.
Öğrendim işlerin nasıl girdiğini.
Bir de başkonsolosluklarınız var...
Benin’in başkonsolosuyum.
Diplomat olmayı da istiyordum
aslında. Annem müsaade etmedi. Bir
gün Benin’e gittiğimde Cumhurbaşkanı ile karşılaştık. Cumhurbaşkanı teklif etti bana. Ama ben
lafta kalır diye düşündüm. Günün
birinde büyükelçilikten bir yazı
geldi. Şunu söyleyeyim, konsolos
olmak profesör olmaktan çok daha
zor. Çok uğraştık prosedürler için.
Zaten profesör olup konsolos olan üç
kişi var İstanbul’da. Çoğu
işadamıdır. Çok vakit alıyor çünkü.
Gerçi benim çok vaktimi almıyor
çünkü bir tane Benin vatandaşı var
Türkiye’de. Fakat Gana vaktimi alıyor. Başkonsolos yardımcısıyım
Gana’nın ama Başkonsolosu bütün
işleri bana devretti. Haftada beş-altı
vize veriyorum. Onun daha çok
vatandaşı var tabii. ‘Fahri’ ünvanı da
o ülkenin temsilcisi olmak demek
aslında. Tabii her fahri konsolosun
vize verme yetkisi yok. Benim var.
Fahri konsolosluğun bana getirdiği
katkı da arabamda bayrak ve CC
plaka eki olması. Diplomatik toplantılara da davet ediliyorum. Ben lüks
yerleri çok sevmediğim için nadir
gidiyorum o toplantılara. Halkın
arasında olmayı tercih ederim
genelde. İnsanlarla birarada olmaktan zevk duyarım.
Genel olarak Ganalı ve
Beninlilerin sıkıntılarıyla uğraşıyorum. Ganalılar bilhassa tutukevlerine konuluyorlar sık sık. Hastanede
olanlar var. 250 vatandaş var
İstanbul’da.
Bu kadar işten dolayı insanların
Benim en çok ilgimi çeken sizin
tutukevlerinde düzenli konferanslar vermeniz. Ayrıca tutukevlerinde bulunan çocuklara da
matematik dersleri veriyorsunuz...
Tutukevlerine giderim sık sık.
Çok sevdiğim bir kesim, beni çok iyi
anlıyorlar ve dinliyorlar. Çok farklı
insanlar var, çok önyargılı bakıyoruz
tutukevlerine. İstanbul’da Ümraniye,
Kartal, Bayrampaşa ve Metris
tutukevlerine gidiyorum. Çok ilginç
anılarım var tutukevlerinde. Üsküdar’dayken enteresan bir olay oldu.
Üsküdar tutukevinin hanımlarına
sigara ile ilgili konferans veriyorum.
Önde bir kadın vardı, çok bakımlı,
efendi bir hanım. Savcı da en iyi
mahkumlarımızdan birisidir demişti.
Sigara içiyor musunuz dedim.
Maalesef, burada başladım dedi. Evli
misiniz dedim, yok, kocam öldü
dedi. Başınız sağolsun dedim, sonra
da kocanız eğer yaşasaydı siz
buradan çıktığınızda kocanızı
öpünce eşiniz kül tablası yalamış gibi
olmayacak mıydı? Espri yaptım ama
baktım kimse gülmüyor. Tekrar
başınız sağolsun dedim. Ama bir
ölüm sessizliği oldu, anlayamadım.
Konferans bitti, savcı ve müdür beyle
sohbet etmek için odaya geçtik.
Hocam o kaldırdığınız mahkum
vardı ya, o kadın kocasını öldürdü
dedi. Neden espriye gülmediklerini
o anda anladım. Ben de çok
üzüldüm, başınız sağolsun demiştim
kadına. Böyle çok değişik anılar var.
Kitapta topladım tabii bunları.
15
ORHAN KURAL’DAN
BAŞARININ
5 SIRRI
nı hem de
Orhan Kural hem kendi başarısı
öncelikli
başarılı olmak isteyen insanların
bize açıkolarak yapması gereken beş sırrı
ladı.
1. SIR: AZ UYUMAK
‘Yaklaş ık üç saat uyuyor um, sabah
Gündüz
beşte yatarım. Gece çalışıyorum.
, telefonpek fırsat olmuyor, gelen-gidenden
dan...’
İ
2. SIR: İYİ MATEMATİK BİLGİS
.
‘Yıllarc a matem atik dersi verdim
a doğru
Matema tik insana doğru zamand
asyon
organiz
e,
düşünm
alma,
r
kararla
coğrafya
yapma gibi başarılar getirir. Tarih,
olmada n
ve hatta Türkçe bile matema tik
olmaz diye düşünüyorum. ’
3. SIR: GEZGİNLİK
m
‘Öğren ci arkada şlarıma tavsiye
bir sene
gerekir se ünivers ite eğitiml erini
çıksınl ar.
dondur sunlar, dünya turuna
ı, iş
Ufukla rı çok genişle r; hayat başarıs
demesin
başarıları artar. Kimse param yok
. Mesela
çünkü bence para en son problem
bilet alaburadan Tebriz’e (İran) 23 Dolara
yaşayıp
bilirsin iz. Çok farklılık lar görüp,
varki
çok şeyler kazanırsınz. Öyle insanlar
yaramaz
İstanbul’da bile gezmiyorlar. İşe
e benAkmerkez, Kanyon gibi hepsi birbirin
yerlere
zeyen, insanları uyuşturan, pahalı
öy neregidiyorlar. Fakat ne bileyim Küçükk
si, Gültepe neresi bilmiyorlar.’
4. SIR: MERAKLI OLMAK
‘Bazıla rımız Banu Alkan’ ın göğüs
n doğum
ölçüler ini bilir, Hakan Şükür’ü
uların kaç
gününü bilir, yabanc ı futbolc
bilir ama
milyon Dolara transfer olduklarını
bilmez.
iki adım ötesindeki ilkokulun adını
eden insan
Çünkü merak etmemiştir. Merak
başarılı olur.’
5. SIR: PROGRAMLI OLMAK
Çanta‘Ben yazarım yapacağım işleri.
işleri. Veya
ma koyarım. O gün yaparım o
,
mutlaka
onu
yazarım
edince
bir şeyi merak
görmüyoakşam öğrenirim. Bunu gençlerde
a maç
rum maalese f. Ben hayatım boyunc
oynaizlemed im, kahved e oturup kağıt
değerli
madım. Her dakikayı olabildiğince
ki derskullanırım ama bu demek değildir
um ama
ten başka bir şey yapmam. Yapıyor
Bu da
dikkatl ice öncede n planlıy orum.
olmak..
beşinci sırrı başarının; programlı
. Emin
Orhan Kural’ la lütfen tanışın
ya
olun ki hayata daha farklı bakma
başlayacaksınız.
Orhan Kural, gezdiği ülkeleri bir haritada işaretliyor...

Benzer belgeler