Higgs keşfi sonrası CERN`deki planlar

Transkript

Higgs keşfi sonrası CERN`deki planlar
Celal Şengör’den okunmaya
değer bir yazı daha:
ÜNİVERSİTENİN GÖREVİ ve GÜNÜMÜZDE TOPLUM İÇİNDEKİ YERİ:
GEREKLİLİKLER VE GERÇEKLER-1
BANA EŞEK
DERSENİZ!
İTÜ’DE
Orhan Kural’dan
ilginç bir yazı
arıYORUM
itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü
yirmi yedinci sayı, haziran iki bin on dört süreli yayın ISSN: 1305 - 4785
L
E
S
N
İ
C
Ş
E
VAR!
itü gazetesi
Higgs keşfi sonrası
CERN’deki planlar
4 Temmuz 2012 tarihinde CERN'in genel
müdürü Rolf Hauer, Higgs parçacığının
kütlesinin yaklaşık 125 GeV'de (milyar elektronvolt) gözlemlendiğini açıkladı ve bu sene
Nobel Fizik ödülünü Higgs parçacığını 50 yıl
önce ortaya atan kuramcılar Higgs ve Englert
paylaştı. Ancak, LHC deneyleri sadece Higgs
parçacığının kütlesini ölçmek için tasarlanmadı. Tam tersine, asıl iş Higgs bulunduktan
sonra başlıyor. Bu yazının ileriki bölümlerinde
açıklamaya çalışacağımız gibi, Higgs’i keşfetmek aslında bulmacanın küçük bir parçasıydı.
YAZ
OKULU
Deniz Sayın
[email protected]
Yaz Okulu Programı İTÜ’de diğer
üniversitelere kıyasla biraz daha
farklı işliyor.
Devamı içeride...
İTÜ’DE DOWN CAFE
Doç. Dr. Kerem Cankoçak sizin için yazdı.
itü
san..
sure ne diyor?
“Engelsiz İTÜ” projesi kapsamında açılan
down kafede, “Ben de Varım” ve “Çalışmama
Engel Yok” diyen downlu gençler işbaşı yaptı.
ARIYORUM
2
ARIYORUM
MAYIS 2014
MAYIS 2014
DOWN CAFE SATIŞLARINA BAŞLADI YAZ
OKULU
“Engelsiz İTÜ” projesi kapsamında açılan down kafede, “Ben de
Varım” ve “Çalışmama Engel Yok”
diyen downlu gençler işbaşı yaptı.
Kafenin açılışı, down sendromlu
öğrencilerin karne heyecanıyla
birleşince daha da anlam kazandı.
Projenin gerisinde; bir duvarın yıkılmasıyla başlayan ve başarılara
kapı açan duyarlılık öyküsü var…
İTÜ merkez yerleşkesinde yer alan, mutfağında
da servisinde de down sendromlu öğrencilerin
çalıştığı Fanfan Kafenin açılışı yapıldı. Açılış
törenine, İstanbul Vali Yardımcısı Yalçın Bulut,
Sarıyer Kaymakamı Ömer Karaman, Sarıyer
İlçe Milli Eğitim Müdürü İbrahim Tahmaz,
İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’lü
akademisyenler, öğrenciler ile down sendromlu
öğrenciler, aileleri ve öğretmenleri katıldı.
Açılışta down sendromlu öğrenciler adına
konuşan Şeyma İnan, konuklara duygulu anlar
yaşattı. Şeyma, “hoş geldiniz” diyerek selamladığı konuklara, “Sizlere burada kahve hazırlıyor
ve servisini yapıyoruz. Yiyecekler hazırlıyor,
sandviç yapıyor, kek yapıyor sizlere ikram
ediyoruz” dedi.
İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca da
“Engelsiz İTÜ” hedefiyle çalıştıklarını, bu
kapsamda birçok çalışma yapıldığını ve yapılacağını belirtirken, down kafe açılışının önemli
adımlardan biri olduğunu söyledi.
Karne Heyecanı
Törende, down cafe projesinin birlikte yürütüldüğü Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle
Özel Eğitim İş Uygulama Okulu öğrencilerinin
temsili karne töreni de yapıldı. Öğrenciler
karnelerini Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, İstanbul Vali Yardımcısı Yalçın Bulut ve
Sarıyer Kaymakamı Ömer Karaman ve Sarıyer
İlçe Milli Eğitim Müdürü İbrahim Tahmaz’ın
elinden aldı. Öğrencilerin heyecanı ve mutluluğu görülmeye değerdi. Ardından konuklara,
kafede çalışan down sendromlu öğrencilerin
hazırladığı “gülen yüz keki” ikram edildi.
Eğitimde İyi Örnek Ödülü
Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel
Eğitim İş Uygulama Okulu tarafından yürütülen “Ben de Çalışabilirim” projesi ile öğrenciler becerilerine uygun alanlarda profesyonel
çalışma hayatının parçası oluyor. İTÜ’nün okul
ile işbirliği de bu proje üzerinden gelişti. Proje,
2014 yılında Eğitimde İyi Örnekler Konferansı
kapsamında, “Özel Eğitim” kategorisinde ödüle
değer bulundu.
Deniz Sayın
[email protected]
Bir Kapıyla Başlayan Değişim
Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel
Eğitim İş Uygulama Okulu, İTÜ’nün Ayazağa
Yerleşkesi ile bitişik konumda bulunuyor. Aradaki duvar ile ayrılan ve 10 yıldır hiçbir iletişimin kurulmadığı okul, 1,5 yıl önce kardeş okul
ilan edildi. İTÜ Rektörlüğünün kararıyla da
önce duvar yıkılarak okul ile kampüsün bağlantısını sağlayan bir kapı açıldı. Kapının açılmasıyla birlikte, okul için de adeta yeni bir dönem
başladı. İTÜ’nün spor tesislerinden ücretsiz
olarak yararlanma hakkı verilen öğrenciler,
yürüme mesafesindeki bu tesisleri kullanmaya
başladı. Devamında ise spor turnuvalarına
katılım ve farklı branşlarda kazanılan madalyalar geldi. İTÜ öğrenci kulüplerinin neredeyse
her gün ziyaret ettiği ve down sendromlu
öğrencilerle etkinlikler gerçekleştirdiği bir bağ
kuruldu. Duyarlılık sadece üniversite öğrencileriyle sınırlı kalmadı. Üniversite yerleşkesi içinde
yer alan İTÜ Geliştirme Vakfı Okullarından
öğrenciler de okulu ziyaret etmeye ve gönüllü
etkinlikler gerçekleştirmeye başladı.
bir down cafe olması nedeniyle özellikle sahiplendi, İTÜ’lülerin sergilediği bilinçli tavır takdire
değer. Örneğin kafemizin menüsünde ‘gülen yüz
keki’ var. Down sendromlu çalışanlarımız, öğretmenleriyle birlikte yapıyor. Ve İTÜ’lüler, başka
tatlı alternatifleri olmasına karşın özellikle gülen
yüz kekinden istiyorlar. Çok keyifli sohbetler
gerçekleşiyor burada. Okuldan, spordan birçok
şeyden konuşuyorlar. Hatta sonbaharda down
sendromlu öğrencilerimiz ve İTÜ öğrencilerinin
birlikte yer alacağı bir masa tenisi turnuvası
düzenleme fikri bile oluştu.”
‘Önce kantinde eğitim aldılar’
Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel
Eğitim İş Uygulama Okulu Müdürü Can
Dağaşan ise engelli gruplarının 4’e ayrıldığına
ve istihdam oranın en düşük olduğu grubun
zihinsel engelliler olduğuna dikkat çekti. “Ben
de Çalışabilirim” projesini bu yüzden çok
önemsediklerini, İTÜ’nün duyarlılığıyla birlikte
hayata geçirdikleri down cafenin ise örnek ol-
‘Özellikle gülen yüz keki istiyorlar’
Fanfan Kafe açılırken, İTÜ Rektörlüğü tarafından down sendromlu öğrencilerin istihdam edilmesi önkoşul olarak getirildi. Birçok
yatırımcı bu önkoşulu riskli görüp çekilirken,
Ayça Pars özellikle bu nedenle işletmeci olmayı
tercih etti. “Ben de bir anneyim” diyen Fanfan
Kafe’nin sahibi Ayça Hanım, bunu bir yatırımdan öte vatandaş olarak taşıdığı sosyal sorumluluk bilincinin somut sonucu olarak gördüğünü söyledi. Pars, “İTÜ gibi bir markanın
bünyesinde, İTÜ öğrencileriyle bir arada olmak
fikri zaten çok güzeldi. İTÜ her an üreten ve
yaşayan bir yer, öğrencilerle birlikte olmayı
çok seviyorum. Buranın bir down cafe olarak
hizmet vermesinin istenmesi ise bu işe duyduğum heyecanı, isteği kat kat artırdı. Herkese bu
kadar güzel bir iş yapmak nasip olmaz” dedi.
Pars, İTÜ öğrencilerinden ve çalışanlarından
gelen geri bildirimlerin kendini ayrıca mutlu
ettiğini vurgulayarak, şöyle konuştu:
“Çok kısa süredir buradayız ama öyle güzel şeyler duyuyorum, öyle güzel sahneler görüyorum ki
bana büyük mutluluk veriyor. Öğrenciler burayı
masını dilediğini söyledi. Dağaşan, proje ortaya
çıktığında kafede görev almadan önce öğrencilerin İTÜ Vadi Yurtları kantininde çalıştığını
ve bir oryantasyon süreci geçirdiğini belirtti.
Öğrencilerinin Fanfan’da ilgili öğretmenlerinin gözetiminde çalıştığını belirten Dağaşan,
şunları kaydetti:
“Down sendromlu ya da diğer zihinsel engelli
grubundaki bireylerin istihdamda yer alabilmesi
ancak pozitif ayrımcılıkla mümkün olabiliyor.
Bu açıdan İTÜ’nün gösterdiği duyarlılık çok
önemli bir adım. Esasında devlet bu alanda
yatırım yapacak girişimcileri destekliyor. Engelli
çalışanların sigortalarını ödüyor, belli miktarlarda teşvik veriyor. Ancak yeterli bilinç yok. Bu
bilincin geliştirilmesi, öğrencilerimizin kendi
ayakları üzerinde durabilmesi adına önemli”
dedi.
Yaz Okulu Programı İTÜ’de
diğer üniversitelere kıyasla biraz
daha farklı işliyor. Öncelikle okulun
nüfusunda ki azalma oranı diğer
okullara kıyasla çok az oluyor.
Final haftasında kütüphane yine
“yatakhane” oluyor ve çimleri sınav
haftası dışında da yine öğrencilere
misafirlik ediyor. Peki bu sene nasıl
olacak? Yaz okulu döneminden ne
bekliyoruz?
3
NETWORK MARKETİNG’İN
BİLİNMEYENLERİ
Ağ pazarlama veya çok katmanlı satış olarak Türkçede çevrilen network marketing i açıklamak için öncelikle saadet zincirinin ne olduğunu tanımlamak
gerekir. Saadet zinciri piramitsel bir sistem üzerine oturtulmuş para
üzerinden para kazanma sistemidir. Piramidin bir başı bulunur
ve sisteme insan girdikçe piramit aşağı doğru büyür. Piramide
girebilmek için belirli bir miktarda para yatırmak gerekir. Sonra
sisteme sizin altınızda çalışacak yeni kişiler bulursunuz. Onlar da
aynı işlemi gerçekleştirirler. Sisteme eklediğiniz ve sizin altınızda
çalışanların eklediği her kişiden şirket ten belirli miktarda bir komisyon alırsınız. Piramit büyüdükçe piramidin üstünde kalanların kazandığı
para miktarı artar, altında kalanlar ise para kazanmak için yeni kişiler bulmak
zorundadır.
Kampüs bu sene yaz okulunda daha renkli olacak!
Network marketing sistemi de piramit
sistemine benzer olarak bir ağ sistemi
üzerine kurulmuştur. saadet zincirinden
farklı olarak ortada bir ürün vardır. Şirketler
tarafından kullanılabilen bir pazarlama
tekniğidir. Daha çok sürümden kazanmayı
hedefler. Çünkü şirketin bu ağ sistemiyle
oluşturulmuş bir sürü çalışanı vardır. İlk
bakışta düşünüldüğünde mantıklı bir sistem
gibi görünür ama çoğu sistemde şirketin
amacı tamamen farklı olabiliyor.
İTÜ Ayazağa Kampüsü, yeşilliği
ile olsun, AVM ile olsun, MED ile
olsun her zaman diğer kampüslere
oranla daha renkli görülmüştür.
Geçtiğimiz dönem içerisinde ise
renklerine renk kattı diyebiliriz.
Öncelikle “Engelsiz İTÜ” Projesi
kapsamında kampüste Down Sendromlu çocukların hizmet vereceği
FanFan Kafe açıldı. Aynı dönemlerde Simmit’in açılması ile kampüsün
ağırlık merkezi AVM dolaylarından
Sİmmit’e kaymaya başladı. Kaşarlı
simitleri ile öğrencinin sevgisini
kazanan işletme, festival haftası ile
satışlarında zirveye ulaşmıştı. Ayrıca
mekanın sabaha kadar açık olması
da özellikle yurtta kalan öğrenciler
için büyük bir lütuf oldu. Bu iki
mekan ile birlikte öğrencilere daha
fazla seçenek sunmak amacı ile açıldığı düşünülen ‘Gölet Kafe’ hizmet
vermeye başladı. Yerinden dolayı
öğrencilerin yoğun ilgisini yakalayamamış olsa da bir kere yemeğini
yiyenin tekrar uğramak istediği kafe
en çok Gölet Yurtlarından ve Teknokent’lerden ilgi görüyor.
Saadet zinciri birçok ülkede ve ülkemizde
yasaktır. Network marketing ise yasal bir
sistemdir. Çünkü ortada bir ürün vardır. Bu
sistemi ürettiği ürünü satışını artırmak için
kullanan köklü şirketler vardır. Ne yazık ki
sadece bu sistemi kullanmak için kurulmuş
ürünü arka planda tutan şirketler de vardır.
Asıl tehdit oluşturan bu sistem üzerinden
para kazanmak isteyen şirketleredir. Böyle
şirketler ihtiyaç dışı ve değerli olan bir malı
pazarlıyor görüntüsünde piramidal bir
sitemde katılanlardan para toplar. Bu mallar
genellikle tatil imkanları, internet sitesi,
kaliteli saatler gibi ihtiyaç ürünleri olmayan
ve piyasa değerlerlerine göre pahalı mallardır. Bu yüzden şirkete girebilmek için büyük
miktarda bir para yatırmanız gerekmektedir. Klasik ticaretteki gibi mal alıp satmıyorsunuz. Sizin kazancınız aldığınız malı
satmanızdan değil, sisteme kazandırdığınız
her kişinin aldığı mallar sebebiyle şirketçe
size verilecek komisyonlardan oluşuyor. Yani
mal alıp satmıyorsunuz, o şirketin mallarını
network şeklinde satılmasını sağlıyorsunuz.
Tabi ki sistem verilen komisyonun yüzdesine
göre bir süre sonra doyum noktasına ulaşıyor. Bunun için şirketler değişik taktiklerle
çalışanları daha da mağdur ediyor.
Geçtiğimiz dönem içerisinde bu
gelişmelerle kampüsün renklenmesi
asıl meyvelerini yaz okulunda verecek gibi görünüyor. FanFan’ın resmi
açılışı ve masa sayısını arttırmış
olması ile kütüphanede vakit geçiren
öğrenciler için çok çekici olacak gibi
görünüyor. Simmit ise sabaha kadar
açık olmasının en büyük getirisini
alacak gibi duruyor. Yaz akşamlarının sıcağında kampüsten çıkmak
istemeyen İTÜ’lü için en elverişli
uğrak yeri görünen o ki Simmit olacak. Ramazanın da yaklaştığı düşünülecek olursa Simmit’in sahurları
kampüste meşhur olacak.
Örneğin network marketing sistemi ile
çalışan bir şirketin çalışanlarına yeni kişiler
ekledikçe verdiği komisyon %5 olsun ve
her kişi denge adı altında sisteme sağ ve sol
olmak üzere iki kişi ekleyebilsin. Sisteme
ilk kişiden sonra 2 kişi katılır ve bu ikinin
üzeri şeklinde devam eder. Sisteme yeni biri
katıldığı zaman onu sisteme alan kişi %5 komisyon alır ve bu en üste kadar devam eder.
Yani 20 satır kadar büyümüş bir piramit
oluşmuşsa eğer, sisteme yeni bir kişi girdiğinde şirket tüm 20 satırdaki yeni gelen kişi
ile bağı olan herkese % 5 komisyon vereceği
için tüm parayı dağıtmış olur. Bunun yanında şirketin en fazla para kazandığı zaman
doyum noktasına en yakın olduğu zamandır.
Çünkü piramide eklenen son satır piramitte
zaten var olanların yaklaşık 2 katıdır. Bu
sayede sürümden elde edilen kazanç artacağı
için doyum noktasına en yakın olunan
zamanlarda kazanç en fazladır. Doyum noktasını aştıktan sonra şirket para kaybetmeye
başlar. Bu yüzden şirket doyum noktasına
ulaşmamak için genellikle çalışanlara belirli
bir çalışma süresi verir(bir sene gibi). Bu süreden sonra sisteme tekrar girebilmeniz için
ürünü tekrar almanız gerekir. Bu da büyük
umutlarla şirkete giren kişilerin daha para
kazanmaya başlamadan süresinin dolarak
hayal kırıklığıyla sonuçlanmasına neden
olabiliyor.
Sisteme zengin olma hayalleriyle giren
insanlar adına düşünürsek para kazabilmeleri altında çalışan kişilerin belirli bir sayıya
ulaşmış olması lazım. Çünkü ürünü satın
alabilmek için yüksek bir fiyat ödeniyor. Burada komisyonu %5 olarak düşündüğümüz
için en az 20 kişinin onun altında çalışıyor
olması lazım. Bu da ikili sistemde altına 2, 4,
8 olarak 20 kişi bulması demektir. Altında 3 satır kişi bulunsa toplam 16 çalışana
ulaşacağı için altığı komisyonlar parasının
%80 ini karşılar ve kar edememiş olur. Bu da
piramitteki o anki en altta bulunan 4 satırın
kar edememiş olduğunu gösterir. Satırdaki
kişi sayısı 2’li sistemde 2’nin üzeri şeklinde
artacağı için en alttaki 4 satır piramitte toplam bulunan kişi sayısının yaklaşık % 95 ini
oluşturur. Bu demek olur ki büyük umutlar
vaat edilerek sisteme sokulan insanların
sadece %5’lik bir kısmı para kazanır. Böylelikle kendisine büyük bir fırsat sunulduğuna
inandırılan binlerce insanın bu işe parasını
yatırmasını sağlayarak üstünden para kazanılır. Satılan ürünler arka planda gösterilerek insanların sadece para kazanmak için
girdiği işte eğer müşteriler aynı zamanda
şirketin çalışanı haline geliyorsa bu ürün
kime satılacak sorusu akla geliyor. Demek
ki müşteriler bir çalışan haline gelmiyor
aslında çalışanlar birer müşteri olmuş oluyor
ve insanlar kendileri gibi şirkete para kazandıracak ama kendileri kaybedecek olan yeni
müşteriler bulmuş oluyor.
Sanayi bakanlığının network marketing
üzerine 2011 yılında yaptığı basın açıklamasında bununla ilgili olarak; üye katılımına herhangi bir komisyon verilmemesi,
komisyonun sadece temsilci olmayan nihai
tüketiciye ürün satışında verilmesi, giriş
ücreti alınmayacağı, asgari olarak belirlenen
miktarda ve periyotlarda ürün alma zorunluluğunun olmaması, temsilcilere sistemdeki
yeri hakkında bilgi verilmesi, ürün satışları
için kişinin özel yaşamı ve alanının ihlal
edilmemesi, kişinin aile, akraba ve arkadaşlık ilişkilerinin ticari amaçla kullanılmama-
sı,
satılan ürün
fiyatlarının çok
yüksek olmaması,
yüksek kazanç vaadi, kazanç konusunda yanıltıcı bilgi ve
tanıtımların yapılmaması, konularında
insanları dikkatli uyarmıştır. Bu maddelere
uymayarak çalışan şirketlere karşı daha
dikkatli olmak gerekir.
Akla gelen bir diğer soru da bir şirketin
durduk yere sizi neden zengin etmek istemesidir. Network marketing şirketlerinin konferanslarına veya yazılarına bakıldığı zaman
hep büyümek, gelişmek, sistemin gücü, hızlı
bir şekilde para kazanmak gibi kelimeler
görülür. Başkasının adına çalışacağımıza
neden kendi işimizin patronu olmayalım
denir. Şirketin nasıl çalıştığı ile ilgili bilgiler
tam olarak anlatılmaz. Kişisel gelişim ya da
büyük başarı hikayeleri anlatılır. İnsanlar
genelde inanmak istemez ama bu reklamları yapan kendi arkadaşların, eşin dostun
olduğu için de şüphe içinde kalır. İşin en
acı kısımlarından biri de şirketler büyümeyi insanların arkadaşlarını kullanarak
yapar ve çalışanlarda kullanılmalarına razı
olmalarıdır. Genelde hedef olarak üniversite öğrencileri seçilir. Çünkü ne kadar aksi
anlatılsa da gayet yoğun bir tempo gerektirir
ve öğrencilerin kullanılabilecek bir sürü arkadaşı vardır. İşe giren kişiler para kazanma
hayaliyle çevresindeki herkesi potansiyel
müşteri olarak görmeye başlar. Yapmacık
gülümsemelerle bezenmiş aşırı ısrar üzerine
kurulmuş bir sistemle bütün arkadaşlarını
ikna etmeye çalışır. Ne sattığınızın hiç bir
önemi yoktur sadece kime satmaya çalıştığınız önemlidir. Artık hal hatır sorumayan
arkadaşlar bile gündeme gelir. Bir gün
telefonunuz çalar veya çayınızı yudumlarken bir arkadaşınız yanınıza çıka gelir ve
sizin için çok güzel bir iş fırsatı olduğunu
söyler. Sizde merak edersiniz nedir diye ama
hemen söylenmez, ortalık yerde söylenir mi
hiç önemlidir çünkü. Bir yere çağırılırsınız, önünüze bir laptop koyarlar ve bir saat
boyunca kaçırılmayacak fırsatlardan büyük
başarı öykülerinden kafanız şişene dek anlatılır. Karşı çıkacak olursunuz kafa karıştırıcı
bir şekilde cevap verilir. Büyük umutlar vaat
edilir size. Peki, neden siz seçilmişsinizdir? Çünkü paranız vardır. Sisteme girmek
istemezsiniz zaten oraya da arkadaşınızın
isteği üzerine gitmişsinizdir. Sonra ‘hadi be
abi bak çok zengin olacağız’ , ‘hiç mi hatırım
yok?’ gibi cümlelerle hatır yoluyla karşısın-
daki insanı mağdur edeceğini
zerre kadar düşünmeden, bencil bir şekilde
sizin ona karşı güveninizi kullanarak ikna
etme çalışmalarına kadar gider. Bu iştekiler
üzücü bir şekilde insanların sadece şirkete
giren yeni kişilerden para kazandığını anlamıyor veya anlamak istemiyor.
Network marketing işine giren arkadaşlarımdan B.K(20)’ya işe girdikten kısa bir
zaman sonra neden bıraktıklarını sorduğumda bana şu cevapları verdi: ‘ İşe girerken
yaklaşık 1500 lira gibi bir miktar yatırdım.
İyi bir para kazanacağımı düşünüyordum.
Zaten yakın bir arkadaşım önerdiği için
güvenmiştim. Daha sonradan fark ettim ki
insanların bana karşı olan düşüncelerinde
güvensizlikler ortaya çıktı. Artık söz benden
açılınca işim akla geliyordu kafalarda.
İleride benim de hayatımdaki ve kafamdaki
bu olacaktı. Ben de daha fazla uzatmadan
bıraktım. O kadar para biraz acıttı tabi ki
ama değmezdi.’ Aynı soruyu C.C(20) ise :’
Dota oynuyordum. Arkadaşımım ısrarlarına
daha fazla dayanamayıp tamam la dedim.
Hayır desem bırakmazdı peşimi. Daha sonradan belki yemek verirler diye şirketlerine
birkaç kez gittim ama onu da vermediler.
Sisteme yeni adam sokmaksa bize yakışmazdı. Devam ettirmedim o yüzden.’ Şeklinde
cevapladı.
Tabi ki network marketing’in iyi örnekleri
de var günümüzde. Sisteme girmek için
para istemeyen amaçları ürünlerinin satışını
artırmak olan ve sanayi bakanlığının basın
açıklamasına uygun şirketler var. Bazı kozmetik şirketleri bunu kullanıyor ve bizimde
tanıdığımız insanlar çalışıyor. İnsanlar piyasa değerinin aynısına ürünleri alabiliyor ve
buradaki amaç sisteme girmek yerine ürünü
almak oluyor. Ama ürünü amaç olarak değil
de araç olarak kullanarak sistemden para
kazanan şirketlerde çoğunlukta. Bu işe girmeden önce tedbirli davranmak gerekiyor.
Çoğu öğrenci olmak üzere bir sürü insan bu
konu da mağdur. Hatır yoluyla yürüyen, çalışanları müşteri olan birilerinin kaybederek
başkalarının kazandığı bir ticaret anlayışı
sağlıklı değildir. Bedava peynir sadece fare
kapanında olur.
ARIYORUM
4
ARIYORUM
MAYIS 2014
İTÜ’DE
Fatih Avcı
[email protected]
OKULDA, İŞTE, MECLİS’TE,
EŞCİNSELLER HER
YERDE!
EŞCİNSEL
VAR!
Tam da bu açıklamaların üzerine İTÜ,
uzun yıllardan beri Türkiye’de verilmekte
olan LGBT mücadelesini ilk defa Cins
Arı Homofobi ve Transfobi Karşıtı Öğrenci
Topluluğu’yla tanıdı.
Cins
Arı,
‘’Toplum
tarafından
farklılıklarından dolayı ötekileştirilen
bireyin, kimliğini var edebilmesinin en
önemli unsurlarından biri yalnız olmadığını
fark etmesidir’’ diyerek homofobi,
transfobi, bifobi ve cinsiyetçilik karşıtı bir
öğrenci topluluğu olarak çalışmalarını
sürdürüyor. Bugüne kadar heteroseksizm
eleştiri günleri, film gösterimleri ve diğer
çok sayıda etkinlik gerçekleştiren Cins Arı,
üniversitede toplumsal cinsiyet kavramını
tartışmaya açarak eşcinsel, biseksüel ve
transeksüel bireylerin varlığını görünür
kılmak, örgütlenmek, deneyim ve
bilgilerini paylaşmak adına tüm üniversite
bileşenlerine açık etkinlikler düzenleyerek,
üniversitelerdeki mevcut baskıcı düzeni
kırmak niyetinde olduğunu belirtiyor.
İTÜ Cins Arı bünyesinde çalışmalarını
yürüten Harun ve Kübra ile eşcinselliği
konuştuk...
Kübra, Harun, Abdullah... İTÜ Cins Arı’da heteroseksizme karşı mücadele yürüten öğrenciler. Kübra ve Harun, LBGT bireyleri olarak kendilerini tanımlarlarken, Abdullah gibi çok sayıda heteroseksüel de topluluğun çalışmalarına destek veriyorlar...
Ötekileştirme denince aklımıza pek çok şey gelir. Etnik
ötekileştirme, kültürel ötekileştirme, dinsel, ırksal vs.
Bu ötekileştirmelerden biri daha var ki, her ne kadar
‘saygılı’ davrandığımızı söylesek de pek çoğumuzda gizli
bir ‘karşıtlık’ durumu gözlenebiliyor. Bir yandan ‘‘benim
de öyle arkadaşlarım var, çok tatlılar’’ gibi yumuşatılmış
sözlerle bahsederken onlardan, etraftaki konuşmaların
ateşine uyup kötülediğimiz, dışladığımız, küfürlere konu
ettiğimiz ya da ince düşünülmüş esprilerle, karikatürlerle
süsleyip yabancılaştırdığımız, ‘‘bana uzak olsun da’’
diyerek demokrasiye de kendi sınırımızı atadığımız
oluyor. LGBT bireylerinden, yani lezbiyen, gey, biseksüel ve
transeksüellerden bahsediyoruz.
‘‘ASIL SORUN ATAERKİL DÜZEN’’
Cins Arı nedir diye başlayalım isterseniz
röportaja...
Harun: İTÜ Cins Arı homofobi, transfobi,
bifobi ve cinsiyetçilik karşıtı öğrencilerin
bir araya geldiği bir topluluk. Yani biz
yalnızca bir grup eşcinselin bir araya
geldiği bir toplululuk değiliz. Bu fobilerden
dayatılan basıkıcı bir sistem. Bir zamana
kadar seksizm olarak geçiyordu zaten.
Türkçesi cinsiyetçilik. Heteroseksizm
ise herkesin heteroseksüel olduğunun
varsayılması, bunun “normal” kabul
edilmesi, bütün sistemin de bu ikilik
üzerine inşa edilmesidir. Bunu yarattığı
baskı da homofobi, transfobi vs. olarak
kendini gösteriyor. Aile içinde biz daha
doğmadan bizim heteroseksüel bir birey
olduğumuz varsayılıyor. Evlilik, çocuk
doğurma, askerlik gibi kararlar çok
önceden bizim adımıza alınıyor ve böyle
bir düzene zorlanıyoruz. Bunun içine
kültür, din , insanların kendinden farklı
olandan korkması gibi etkenler de giriyor.
Bizim mağdur olduğumuz erkek egemen
kültür. Bundan tek mağdur olan sadece
eşcinseller, transeksüeller, kadınlar değil.
Aslında erkekler de mağdur oluyor.
Kübra: Bütün pozitif davranış biçimleri,
atılgan olmak, güçlü olmak, akıllı
olmak, rekabetçi olmak, yönetici,
dominant karakter olmak erkeğe
atanmış özellikler. Kadınaysa
feminen olmak, titiz olmak,
detaycı olmak hizmet etmek gibi
nötr davranış biçimleri atanmış.
Bir kadının titiz olması sanki
biyolojik sebeplerden dolayı bu
biçimde
davranıyormuş
gibi
doğallaştırılmış. Biyolojik bir
sebebi olmamasına rağmen mevcut
sistemin dayattığı şeklin dışında
davranması mümkün olmuyor
kimsenin.
Heteroseksüel
bir
erkek için tek bir erkeklik modeli
sunuluyor ve o kalıplara bir şekilde
uymaları bekleniyor. Bir sokak
röportajında bile erkek nedir diye
sorulduğunda; evine para getiren,
kırıtmayan, sert olan vs. deniyor.
Ü
niversite bünyesinde bu
tartışmaların gündeme
gelmesi
önemli.
Genellikle
eşcinsel
bireyler
hakkında kimler, amaçları ne,
ne istiyorlar gibi merak ettiğimiz
çokça soru var. Çoğumuz onları
tanımadığımızdan ve topluma
mal olmuş genel geçer yargılardan
kurtulamadığımızdan nereden
geldiği meçhul bir ‘fobi’ ile
karşı karşıya bırakıldık. Bu fobi
öyle boyutlara ulaştı ki son
yıllarda LGBT bireylere yönelik
nefret söylemleri ve cinayetleri
artmaya
başladı,
sokakta
fiziksel, sözlü, görsel tacizler,
dışlamalar ve dahası… Zaten
eşcinsellerin ‘sapkın, hastalıklı’
olarak görüldüğü bu toplumda,
daha birkaç yıl önce Aileden ve
Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Selma
Aliye Kavaf ’ın eşcinselliğin biyolojik bir
bozukluk ve tedavi edilmesi gereken bir
hastalık olduğunu söylemesi Türkiye’deki
eşcinsellerin yaşam alanlarını iyiden iyiye
kısıtladı.
rahatsız olan herkesin bir araya geldiği bir
alan. Zaten Cins Arı bünyesinde LGBT
bireyler olduğu gibi heteroseksüel bireyler
de var .
Harun: Çünkü küçüklüğümüzden
beri etkileşimde olduğumuz tüm bireylerin,
sosyal, görsel, yazılı medyanın dayattığı
şey bu. Modernleşme, endüstrileşmeyle
aile tarımdan değil, erkeğin fabrikada
beden emeğinin karşılığı para kazandığı
sistemle geçinmeye başlıyor. Bu sisteme
uygun olarak da çekirdek aile yani anne,
baba ve çocuktan oluşan bir model
çiziliyor. Bu modelde baba kamusal alanda
olmak, kadın da çocuğa bakmak zorunda.
Sınırları çok da değişmeyen bir kutsal aile.
Bu sınırların dışına çıkan her şeye kabul
edememe , hazmedememe oluşuyor. Bu
yüzden de onu yok etmek için insanlar
kendilerinde baskı ve şiddet uygulamaya
hak görüyorlar. Hemcinsler birbiriyle
ilgilenmeye başladığında kutsal aileye zarar
veriyor izlenimi oluşturuluyor. Kutsal aile
dinle ilgili de değil. Din araçsallaştırılıp
saptırılıyor.
Kübra: Eşcinsel olup dinine bağlı olan
insanlar da var. Bunu biz sorgulamıyoruz
tabi.
‘‘ZEKİ MÜREN’DEN BAŞKASI YOK
ZANNEDERDİM’’
Sorulmaz ama siz ne zaman eşcinsel
olduğunuzu fark ettiniz?
Nereden çıktı bu fobiler?
Harun:
5
MAYIS 2014
Heteroseksizm
aslında
bize
Harun: ‘Kendini ne zaman tanıdın?’ çok
abes bir soru bize bin kere soruluyor
böyle şeyler. ‘Sen ne zaman heteroseksüel
olduğunu fark ettin?’ sorusunun cevabıyla
aynı. Gözünü kapayıp bir düşünsün
herkes. 0-5 yaş arası kimse kendisini
kadın, erkek ya da herhangi bir şey olarak
tanımlamıyor. Üçüncü dördüncü sınıfta
küçük şakalarla, oyunlarla, saç çekmelerle
falan cinsel kimliğini ortaya koymaya
başlıyorsun. Benim açımdan düşünecek
olursak etrafıma bakıyorum ve tüm erkek
arkadaşlarım kız çocuklarla ilgileniyor.
Bende tam tersi bir durum var. Bunun
ismini koyamıyorum o zaman doğal olarak.
Ortaokul yıllarında evde oturup ‘ben neden
böyle hissediyorum’ demeye başladım. Biz
bunları hiçbir yerden öğrenmediğimiz
için yalnız hissediyoruz kendimizi. Liseye
gelince bütün arkadaşlarımın sevgilisi
oluyor, hepsinin yüzü gülüyor. Ben tabi
kimliğimle barışmadan önce kendimi ifade
edemediğimden, özgüveni düşük birine
dönüşmüştüm. İnternetin, sosyal medyanın
hayatımda daha fazla yer kaplamasıyla
‘Zeki Müren dışında bir eşcinsel daha
varmış’ diyebileceğim bir platform oluştu.
Bu konuda okuduklarım, öğrendiklerim
sayesinde kendi kimliğimle barışmaya
başladım. Lise sonda yakın arkadaşlarıma
yavaş yavaş açılmaya başladım. Ben açılma
dönemimde arkadaşlarımı kaybederim
korkusu yaşamadım ama bu duyguya
kapılan bir çok LGBT birey mevcut. Başka
bir yönelimin performansını göstermek
zorunda olsa bile birey, elindekileri
kaybetmemek için, dışlanmamak için yıllar
boyunca bu performansı sürdüren insanlar
var. Üniversite ise herkes için aslında
bir nebze özgürleşme zamanıdır. Sadece
eşcinseller, heteroseksüeller olarak değil,
Sosyalister, Aleviler, Kürtler, Ermeniler
antikapitalistler vs. olarak herkesin
kimliğini daha özgürce yaşayabildiği
bir zamandır. Hareketin içine girdikten
sonra artık açıklama yapmak zorunda
kalmıyorsun zaten herkes seni biliyor. O
dönemde bir erkek arkadaşım oldu. Onun
vesilesiyle de aileme açılmıştım. Benim var
oluşum egemen olan erkeklik haline ve
ya durumuna bir tehdit olarak görüldüğü
için merak edilen hep babanın tepkisidir.
Benim onun yetiştirdiği bir çocuk olduğum
için onun gibi olmam gerektiği düşünülür
hep.
Durumu babanın erkekliğini
sorgulamaya kadar götürebiliyor toplum.
‘Erkek adamın erkek çocuğu olur.’ Zaten
nefret cinayetlerinin de bir çoğu, etraf bize
ne der, bizim de adımız çıkacak korkusuyla
işlenir. Halbuki bizim anne babalarımız
heteroseksüel olduğu gibi eşcinsellerin
çocukları da heteroseksüel olabilir. Benim
babamla aram iyidir açıkçası. Babam
okuyan, bu konuları bilen biri olduğu için
sert bir tepkisi olmadı. Burada da annem
girdi işin içine. İnternette ebeveynlerin
hemen ulaşabilecekleri absürt sitelerde
yalan yanlış bilgiler de var. ‘Ne yani şimdi
kız mı olacaksın’ diye bir algı oluşuyor
erkeklerden hoşlanıyorum dediğinde.
Sistemin bütün mekanizmalarıyla ve
araçlarıyla dayattığı kadınlık ve erkekliğin
birbirini tamamlayan bir bütün olduğu
fikrinden dolayı eşcinsel erkek olma
durumunu kadın olma durumuyla
özdeşleştiriyorlar. Zira bize dayatılan
normatif erkeklik, toplumsal olarak
üretilmesine rağmen, sanki her bir
birey için de geçerli olabilme iddaasını
taşımakta. Halbuki bu böyle olmak
zorunda değil. Ben de kendimi erkek
olarak tanımlıyorum ama toplumun bana
dayattığı şekilde değil.
Kübra: Benim hikayem kısa. İlkokulda
benim hem kız hem erkek arkadaşım
vardı. Bunların ne olduğunu bilmiyordum
ve sonra unuttum. Lisede ise hoşlandığım
kızlarla arkadaş olmalıyım diyordum ve bir
şekilde arkadaş oluyordum. O zamanlar
bunun ne olduğunu bilmiyordum. L Word
diye bir lezbiyen dizisi vardı. Orada fark
ettim ki benim hissettiğim şeylerin bir
karşılığı varmış, bu da olağan bir şeymiş.
Ne olacak şimdi diye bir olumsuzluğa
düşmedim. Şanslı addediyorum bu
yüzden kendimi. Lambda İstanbul’a
gitmeye başladıktan sonra oturmuş oldu
duygularım. İlk orada örgütlenmeye
başladım. Sonra da Cins Arı’ya katıldım.
Ailem durumu biliyor. Anlamasalar da beni
zorunlu aile bağlarının dışında gerçekten
seviyorlarmış. Yalnız bırakmadılar.
‘’LEZBİYENLİK FANTEZİ
NESNESİ OLUYOR...’’
kamusal alan sadece egemen olanın değil,
her birimizin alanı!
Peki sosyal hayatta eşcinselliğin durumu
nedir sizce?
Peki İTÜ homofobik mi sizce?
Kübra: Türkiye’de kadınlardan hoşlanan
bir kadın olmak şöyle değerlendiriliyor;
ilk başta fantezi nesnesi oluyorsun,
sonra da görünmez oluyorsun. Laf yeme,
aşağılanma… Cinsel olarak özgürleşmeyen
toplumlarda fobilerle birlikte bu tür şeyler
ortaya çıkıyor.LGBT üyelerine önyargıyla
yaklaşılıyor. Bastırılmış cinselliğin olduğu
toplumlar bana daha cani geliyor. LGBT
oluşumunun ve bunun kollarının tabiki
hak ve adalet istemek belli bir amaçları,
bir mücadeleleri var. Kültürel etkinlikler,
yeri geldiğinde eylemler yapılıyor. ‘velev
ki ibneyiz’ diye bir slogan kullanmıştık
mesela.. ‘Aşk örgütlenmektir’ sloganıyla
biz sokağa bir nevi aşkımız için çıkıyoruz.
Mahalle baskısı, arkadaş baskısı olmadan
aşk yaşamak istiyoruz sonuçta herkes gibi.
Toplumda bir değişikliğe gidebilmemiz
için görünürlüğü sağlamamız gerekiyor.
Burada
olduğumuzun
anlaşılması
gerekiyor. Bunun anlaşılması için de ilk
başta gereken anayasaya cinsel yönelim
ve cinsiyet kimliğini eklemek. Tabi keşke
bütün toplumsal cinsiyet normlarından
arındırılmış bir düzende yaşasaydık, herkes
özgür bir biçimde kimliğini,yönelimini
dillendirebilseydi. Gerçekçi bakarsak bizim
mücadelemiz kamusal alanda herkesle
eşit bir şekilde söz sahibi olmak, çünkü
Harun:
Evet. Sadece Taşkışla’da bir
nebze daha az. Şurası homofobik değildir
diyebileceğim bir yer de düşünemiyorum
ne yazık ki Türkiye içinde. Ben kendi
arkadaşlarımla
konuşmaya,
onlara
elimden geldiğince samimi bir şekilde
anlatmaya
çalışıyorum.
İnsanlar
içselleştirdikleri homofobik ve transfobik
hallerini yenemeyip depresif bir hale
girebiliyorlar. Bence kendileriyle, hisleriyle
barışık olmalılar. Gözünün mavi olması
gibi doğal bir durum bu. Kampüs içinde
homofobi ve transfobiye karşı bir duruşun
benimsenmesini de ayrıca önemli
buluyorum. Kitlesel hareketler tarihsel
boyuttan bakarsak hep üniversiteden
çıkmıştır. Dolayısıyla üniversitedeki bu
tarz oluşumlar çok değerli.
Kübra: Heteroseksüel bireyler de özgür bir
biçimde buna destek çıkmalı. Bu durumu
alay konusu etmeden, alay konusu olmasına
da izin vermeden, kendisi için hak olan
bir şeyin başkalarının da hakkı olduğunu
bilmeli ve savunmalı. Eşcinselleri,
transeksüelleri ya da biseksüelleri
kendinden daha aşağıda görmemeli. İnsani
değerlere bütünüyle sahip çıkmak için
homofobik olunmamalı...
6
ARIYORUM
ARIYORUM
MAYIS 2014
7
MAYIS 2014
BANA
“EŞEK”
DERSENİZ !
Prof. Dr. Orhan Kural
[email protected]
H
ayvanlar atasözlerimize, övgülerimize, sövgülerimize, şiirlerimize,
masallarımıza, rüyalarımıza, korkularımıza, heyecanlarımıza, sevinçlerimize, üzüntülerimize girmiş. Sanki ayrılmaz
bir parçamız olmuştur. Birinin gücünün
mü öveceksiniz… “arslan gibi maşallah”;
“boğa gibi güçlüsün” veya “koçum benim”
denir. Bazen “barış güvercini” bazen “savaşan şahin” olurlar. Bazen “arı” gibi çalışkan
bazen “ağustos böceği” gibi tembeldirler.
Çok ezberleyen ise nedense “inektir”. Koynumuzda dost yerine bazen “yılan” besleriz. Gerçekte çok akıllı olan kaz “kaz kafalı”,
Sibirya’dan Orta Afrika’ya hiçbir alet olmadan yolunu bulan kuş ise nedense “kuş beyinlidir.” Oysaki kazlar metreler öteden insanın niyetini anlar. Her türlü sahtekarlığı
yapan insanoğlu “tilki gibi kurnaz” olur.
Kaleciler ise “kedi” gibidirler. Hep çocuklarımızı “kuzum” deyip sevip hem de kuzuyu
kesip yeriz.
küçük bir alana kapatırlar. Neyse, Ulm
Hayvanat Bahçesinin bir kafesi üzerinde
bir levha vardır. Üzerinde “Dünyanın En
Tehlikeli Yaratığı” yazılıdır. Herkes ağaç
dalları ve kayaların arasında tuhaf ve tehlikeli bir varlık arar. Ama kafeste hayvan
yoktur. Bu kafeste sadece bir “ayna” vardır.
Evet bir “ayna”.
Ben hayvanları ve bitkileri çok severim. Bu
suç mu?
‘‘ZÜPPELERİ DEĞİL SALYANGOZU, POLİTİKACILARI
DEĞİL KİRPİYİ SEVERİM’’
Ormanları sigara izmariti ile yakan, babası
nazikçe banka soymuş olan inanılmaz hızla son model yarış arabalarını yarıştıran
züppe gençleri sevmem. Salyangozu daha
çok severim.
‘‘KEDİM CEP TELEFONU
KULLANMIYOR’’
Sit alanına rüşvetle, hatırla çirkin çirkin
beton binalar yapan politikacıları sevmem.
Kirpiyi daha çok severim.
Peki bu kadar hayatımıza giren hayvanların “insan merkezli’’ dünyamızda yerleri
nedir ? Kaçımız sokaktaki bir hayvanı yaralanınca veterinere götürürüz. Kaçımız
İstanbul’da sayısı 44’ü bulan hayvan bakım
ve kısırlaştırma merkezlerini ziyaret edip
oralara destek veriyor. Oradan bir hayvan
sahipleniyor veya himayesine alıyor. Kaçımız sıcak yaz günlerinde hayvanlar için
bir kuytu bir köşeye bir kase “su” koyuyor.
Kaçımız artan yemeklerini onlarla paylaşıyor. Onların ağzı var, dili yok.Ve hepsi
masum. Bana tüm içtenliği ile arkadaşlık
eden fakültenin önünde donarken evime
aldığım kedim “Gölge” ile maalesef kanser
olup ölen kör kedim “Gece”’yi hatırlıyorum. Gece, her eve dönüşümde yalan söylemiyor, sigara içmiyor, ayakları kokmuyor,
banka soymuyor, tükürmüyor, küfretmiyor. Sevgi ile yaklaşıyor. Savaş, katliam işgal
gibi olaylardan haberi yok. Cep telefonu
kullanmıyor. Alacağı için arkadaşını, bileziği için annesini boğazlamıyor.
Yıllardır mücadelesini verdiğim, betonlaşmasın diye tabuta bile girdiğim yeşil araziyi
on yıl sonra bir çırpıda daha fazla kat izni
ile nedense bir inşaat şirketine teslim eden
belediye yetkililerini sevmem, fareyi daha
çok severim.
“Ayrımcılık” tabii ki çok kötü bir şey. Din,
dil, ırk ve seks ayrımı yapmam. Belki de
insan zekası bu dünyayı yok etmek amacıyla programlanmıştır. Genelde insanoğlu
tembeldir, kolayı seçer, tüketir ve rahatça
da yok edebilir. Almanya’nın Ulm şehrinde bir hayvanat bahçesi vardır. Hayvanat
bahçeleri de bir çeşit “tutuk evi”dir. Herkes seyretsin diye hayvancıkları betondan
Hayvanları kısırlaştıracağına gizli gizli öldürüp “show” yapmak için profesyonel futbola, festivallerde ünlü sanatçı bozuntularına milyarlar akıtan belediye başkanlarını
sevmem, vaşakları daha çok severim.
Matadorlar arenada ölünce çok sevinirim.
Her canlı gibi serinlemek için Bingöl’de
suya girince başına sopalarla, taşlarla vurula vurula linç edilen sevimli ayıyı öldürenlerden nefret ederim. Ben ayıdan yanayım.
Yetim malını yağmalayanları hiç sevmem,
kalbim “kurbağadan” yanadır.
Bir takım şişkolar ve gurmeler lezzetli kaz
ciğeri yesin diye kesilmeden önceki son 21
gün gagalardan aşağıya metal tüple hareketsiz tutulan kazları zorla besleyen “herifleri” hiç sevmem, kazı ise onlardan on defa
fazla severim.
Köpekleri tüfeklerine hedef olarak seçen
magandaları avlamak isterim, masum köpekleri severim.
Sırf kan görmek için “spor” maskesi altında sabahın köründe silahları ile yola
koyulan güya doğa düşkünü avcıları
sevmem. Sevgim masum av hayvanlarına aittir.
‘‘BANA EŞEK OĞLU EŞEK
DERSENİZ SEVİNİRİM’’
Benim arkamdan it oğlu it, hayvan
oğlu hayvan, eşek oğlu eşek diye bağırırsanız olsa olsa sevinirim. Acaba bir
eşek bana benzemek ister mi? Eşek
yüzyıllardır dayak yedi, çalıştı, yük taşıdı, çok az ot yedi ve tecavüze uğradı.
Şimdi mücadelem “hayvan isimlerinin
artık küfür olmaması”. Bunun için yasal
Tüketim,
nereye kadar!
‘‘Uyuşturucu Günleri’’ olsa
destekler misiniz?
Acaba hızlı tüketimi ve Coca Cola’yı
KSB ve İTÜ destekliyor mu!
Bundan yaklaşık iki ay önce Türkiye’de
ve 15 ülkede çoğu nobel ödülü almış
çok sayıda bilim adamı ortak bir açıklama yaparak “insanın hızlı tüketim hırsı
yüzünden dünyanın sonuna adım adım
yaklaşıldığını” resmen açıkladı.
...ve İTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü
kulüp öğrencilerinin organize ettiği yeni
aktivitenin adı “Hızlı Tüketim Sektörü”,
sponsorlardan biri ise “Coca Cola”.
Coca Cola’nın ortaöğretimde okul kantinlerinde satılması yasak. Sağlık Bakanlığı obezite alarmı veriyor... Günde
22 bin kişi açlıktan ölüyor, İstanbul’da
günde 3 milyon ekmek çöpe gidiyor.
Doğu üniversitelerinin öğrencilerinin
bir çoğunun sadece 1 öğün yemeğe veya
simide parası yeterken, bizim öğrenciler
Coca Cola, Panda, Cipsi ve daha çok tüketimi savuruyor.
Nasıl bir anlayıştır.
Oysa ki, ODTÜ öğrencileri yıllarca direnip hızlı tüketimin diğer bir sembolü
işlem başladı. Eğer dava istediğim gibi sonuçlanırsa bir “emsal” olacak. Örneğin bir
milletvekili diğerine “eşek” diye bağırabilecek ve bu bir suç olmayacak.
olan Mc Donalds’ı kampüslerine sokmadı.
ABD halkı bile artık hızlı tüketime “hayır” diyor.
KSB “Hızlı Uyuşturucu Günleri” organize edilse onu da destekleyecek mi?
İTÜ gibi köklü bir üniversitenin öğrencilerinin omurgalı bir davranışı olmamalı mıdır?
Emin olun ki uyuşturucu tacirleri de
Coca Cola kadar para desteğinde bulunabilir.
Dün “Hızlı Tüketim Günleri” afişlerini
gören değerli dostum, Rektör Hanım
Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay gazlı-şekerli içeceklerin uyuşturucu kadar
zararlı olduğunu belirtti.
Evet!
Hızlı tüketelim, hızlı tükenelim!
Hayırlı olsun!
Not: Endüstri mühendisliğinin öğrenci ve
hocalarından yanıt bekliyorum...
8
ARIYORUM
ARIYORUM
MAYIS 2014
9
MAYIS 2014
Higgs keşfi sonrası CERN’deki planlar
(*)
Yazının tamamı https://kurious.ku.edu.tr/tr adresinde detaylı olarak yer almaktadır.
Doc. Dr.
Kerem Cankoçak
kerem.cankocak@
itu.edu.tr
4 Temmuz 2012 tarihinde CERN'in genel
müdürü Rolf Hauer,
Higgs parçacığının
kütlesinin yaklaşık 125
GeV'de (milyar elektronvolt) gözlemlendiğini açıkladı ve bu sene
Nobel Fizik ödülünü
Higgs parçacığını 50
yıl önce ortaya atan
kuramcılar Higgs ve
Englert paylaştı. Ancak,
LHC deneyleri sadece
Higgs parçacığının kütlesini ölçmek için tasarlanmadı. Tam tersine,
asıl iş Higgs bulunduktan sonra başlıyor. Bu
yazının ileriki bölümlerinde açıklamaya çalışacağımız gibi, Higgs’i
keşfetmek aslında
bulmacanın küçük bir
parçasıydı.
Çevremizde gördüğümüz her şeyi meydana getiren atomların içinde madde
parçacıkları vardır. Bunlar kuarklar ve
leptonlardır. Standart Model fiziğine göre
evrende 6 cins kuark ve 6 cins lepton
vardır. Ancak bunlardan sadece 2 cins
kuarkla bir cins lepton (elektron) kararlıdır. Diğer kuarklar ve leptonlar çok hızlı
bir şekilde bozunarak daha hafif kuark
ve leptonlara dönüşürler. İşte bu toplam
Standart Model'in kuarkları ve leptonları
iki kompleks skalarla (süpereşler) birlikte
ortaya çıkarlarsa, tüm süpereşlerin daha
hafif süpereşlere doğru bozunan kararsız
parçacıklar olması beklenir; bunun istisnası en hafif süpereş (Lightest Supersymmetry Particle - LSP)'dir; çünkü onun
bozunup dönüşeceği daha hafif parçacığı
yoktur, dolayısıyla kararlıdır. Bunun
sonucu olarak Süpersimetri evrene yeni
bir kararlı parçacık katar ve bu parçacık
fotonlara, elektronlara, nötrinolara ve
protonlara eklenir. LSP çok iyi bir Kara
Madde adayıdır.
12 madde parçacığı (ve bunların karşıparçacıklarının) aralarındaki etkileşim de
elektromanyetik kuvvetle, çekirdek içinde
etkileşen kuvvetlerden zayıf ve yeğin (güçlü kuvvet ya da şiddetli çekirdek kuvveti
diye de adlandırılır) kuvvetler tarafından
sağlanır.
Bütün bunları çok ayrıntılı bir şekilde
modelleyen ve doğru sonuçlar veren bir
kuramımız var: Standart Model (SM).
Parçacıklar Higgs alanı denen bir alanla
etkileşime girerken kütle kazanmaktadırlar. Tıpkı suya girince hareketlerimizin
yavaşlaması gibi, atom-altı parçacıklar
da bütün evreni dolduran Higgs alanına
girince bir dirençle karşılaşıp yavaşlarlar.
Her şeyden önce, Standart Model içinde
dışarıdan ithal ettiğimiz birçok parametre
vardır. Örneğin kuarklar teoriye elle koyulmuşlardır. SM temel olarak elektrozayıf
Kuantum fiziğine göre, her alanın bir kuetkileşmeleri açıklayan Kuantum Elektantumu vardır. Örneğin elektromanyetik
romanyetik Dinamiği kuramı üzerine
alanın kuantumuna
kurulmuştur, fakat
foton (bildiğimiz
kuark alanları SM’e
Kuark alanlarının kendiliğinden
ışık) denir. İşte
elle konulmuştur.
çıktığı modeller SM ötesi kuramlarHiggs alanının
Kuark alanlarının
dır. Elektromanyetik ve zayıf kuvveti
kuantumu da Higgs
kendiliğinden çıktığı
birleştiren elektrozayıf kuvvet
parçacığıdır. Diğer
modeller SM ötesi
aslında kırılmış bir simetridir.
parçacıklara kütle
kuramlardır. Elektkazandıran Higgs
romanyetik ve zayıf
mekanizması, doğada sıfır yüke ve sıfır
kuvveti birleştiren elektrozayıf kuvvet
spine sahip bir bozonun var olmasını
aslında kırılmış bir simetridir. Tüm madgerektirir.
de ve kütleye sahip kuvvet taşıyıcı alanlar,
kendiliğinden gerçekleşen elektrozayıf
Ancak, Standart Model atom altı düzeysimetri kırılması ile kütle kazanmaktadırdeki hemen her olayı büyük bir hassaslar. Higgs bozonunun keşfi parçacıkların
lıkla açıklayabildiği halde, kendi içinde
nasıl kütle kazandığını açıklamada önemli
bir çok sorun barındıran bir kuramdır.
bir köşe taşı da olsa, bu mekanizma tam
olarak anlaşılabilmiş değildir. Yeğin çekirdek kuvvetinde yük-ayna simetrisinin
(CP) kırılması da anlaşılabilmiş değildir
ve bu nedenle evrende neden karşı-madde
olmadığının cevabı tam olarak verilmemiştir. Ayrıca Ayar hiyerarşisi problemi
dediğimiz bir sorun vardır. Elektroyeğin
etkileşmelerin (yani daha önce zayıf çekirdek kuvvetiyle elektromanyetik kuvvetin
özdeştirilmesi olan elektrozayıf kuvvetle
güçlü çekirdek kuvvetinin de özdeştirilmesi) standart modeli (SM), yapılagelmiş
bütün deneylerle mükemmel bir uyum
sergilemiş olmakla birlikte, bizzat kendisinin sahip olduğu kuantum kararsızlığı
nedeniyle hayati bir problemle karşı
karşıya kalmaktadır. Morötesi geçerlilik
sınırı yükseldikçe elektroyeğin kuramı bir
bütün olarak geçersiz kılan bu kararsızlık
önlenmelidir ki, nükleer bozunmalar
bilinen hızda, güneş bilinen parlaklıkta,
W/Z bozonlar ölçülmüş kütle değerlerinde kalabilsinler.
Kozmolojik problemler:
SM’in sorunlarının yanısıra henüz
çözülmemiş olan diğer kozmolojik
problemlerse, karanlık madde ve karanlık
enerjinin kaynağıdır. Gözlemlenebilir
evrende yapılan ölçümler, gökadaların
hesaplanabilen maddeden daha fazla bir
maddenin çekim etkisi yüzünden çok
hızlı döndüklerini ortaya çıkarmıştır.
Kaynağını bilmediğimiz bu maddeye
karanlık madde adını vermekteyiz.
Öte yandan, yine son yıllarda yapılan ölçümler göstermiştir ki, itici bir enerji sayesinde evren hızlanarak genişlemektedir.
Evrenin enerji yoğunluğunun, kaynağını
bilemediğimiz ama ölçebildiğimiz
bu karanlık madde (%27) ve karanlık enerjinin (%68) dışında kalıp da
tanımlayabildiğimiz kısmı %5 kadardır.
Bütün bu kozmolojik verileri tutarlılık
içinde açıklayabilen çeşitli fizik modelleri vardır, ancak bunlar henüz deneysel
olarak sınanmamışlardır.
CERN’deki LHC deneylerinde
güncelleme ve geliştirme çalışmaları
CERN'deki LHC deneylerinde süpersimetrik parçacıklar keşfedilirse, bunlar karanlık
maddenin kaynağını açıklayabileceklerdir.
Ancak karanlık enerjinin kaynağını açıklamak daha zordur.
Higgs ve “Hassas ayar”
Tekrar SM ve Higgs’e dönersek, yukarıda
bahsettiğimiz gibi, Standart Model'in,
hiyerarşi problemi adı verilen, son derece
ciddi bir kavramsal sorunu vardır. Sorunu
özetlersek, Standart Model'de, Planck ölçeği ile W (veya Z) bozonunun oranı (MP/
MW) çok büyüktür. Bu durum Higgs potansiyeline büyük zorluklar getirmektedir.
Öyle ki, deneysel olarak, zayıf etkileşimlerin, üst kuarkın kütlesi (174 GeV) olduğu
düzeyde, m2H yaklaşık olarak 100 GeV2
değerini almalıdır. Oysa, Higgs alanına
bağlanan parçacıkların sanal etkilerinin
kuantum düzeltmeleri yüzünden m2H
çok yüksek değerler almaktadır: Burada
ultraviyole momentum eşiği (cutoff) MP
Planck düzeyindeyse, kuantum düzeltmesi
m2H ~ (100 GeV)2 değerini, onun 30'
uncu kuvveti kadar aşmaktadır. Standart
Model' deki kuarklar, leptonlar ve Z°, W±
ayar bozonları, kütlelerini Higgs sayesinde
kazandıklarından, bu düzeltmelere karşı
çok hassastır. Dolayısıyla, mH2 terimi, W
bozonunun bağlandığı en ağır parçacığın
kütlesine hassastır. Kimi yerlerde yanlış olarak kullanılan ‘hassas ayar’ terimi
aslında buna benzer kuramsal sorunlardır; yoksa evrenimizin hassas bir şekilde
ayarlandığını göstermez. Bu problem,
fizik kuramlarımızın yetersiz kalmasından
kaynaklanır.
Temelde, bu sorunu aşmak için bilinen
iki ana yol vardır: Süpersimetri (SUSY) ve
çok-boyutlu uzayzamanlar. Süpersimetri,
fermiyonların bozonlarla (ya da tersine)
doğru bir şekilde birbirleriyle değiştirildiğinde, Standart Model' in denklemlerinin
değişmeden kalacağı fikrine dayanır.
Eğer Higgs bozonu temel bir parçacıksa,
iki seçenek vardır: İlki, cok gizemli bir şekilde, skalar Higgs alanına bağlanan daha
ağır herhangi bir parçacığın var olmaması
gerektiğidir. İkinci seçenekse, m2H düzeltmelerinde bir şekilde birbirini götüren
terimlerin olmasıdır. m2H düzeltmelerinde birbirini götüren terimlerin varlığı,
ancak Süpersimetri gibi bir simetri ile
olanaklıdır. Bu durumda fermiyonlar ile
bozonları birbirlerine bağlayan bir simetrinin varlığı kaçınılmaz görünmektedir.
Yukarıda saydığımız fizik problemlerini çözme amacıyla devam eden LHC
deneylerinde sürekli olarak geliştirme
çalışmaları yapılmaktadır. Araştırılan parçacıklar ve olaylar çok nadir olarak ortaya
çıktıklarından, bu deneylerde çarpışan
proton-protonların sayısı ve bu çarpışmaların daha yoğun bir şekilde meydana
gelmeleri (parlaklık - lüminozite) çok
önemlidir. Bu amaçla LHC’nin lüminozitesinin artırılması başlıca hedeflerdendir. İlk
uzun “shutwodn” (Long Shutdown - LS1)
dönemi olan 2013-2015 yılları arasında
proton-proton çarpışmalarına ara verilmiş
ve LHC üzerindeki detektörler kendilerini
bu yüksek Luminozite ortamına uygun
hale getirme çalışmalarına başlamışlardır.
RUN1 (ilk deney süreci) dönemi dediğimiz 2010-2013 yıllarında ulaşılan son Luminozite değerlerinin 10 katına ulaşılması
hedeflenen RUN2 döneminde (2015-2018)
detektörler, çok daha radyoaktif bir ortamda çalışacaklarından ve çarpışma sayısı çok
daha fazla olacağından, kendilerini bu yeni
ortama göre adapte etmek durumundadır-
lar. İTÜ CMS grubu olarak bizim de içinde
bulunduğumuz çalışmalarda CERN’de şu
anda yapılan dedektör geliştirme çalışmaları da bu yöndedir. 2015 yılında yüksek
Lüminozite ortamında veri alımına tekrar
başlanacak ve ikinci uzun “shutdown” dönemine (LS2) kadar bu devam edecektir.
2018-2020 yılları arasındaki LS2 döneminde dedektörlerde daha kapsamlı
değişiklikler yapılacaktır. Bir çok alt
dedektörün malzemeleri radyasyon hasarı
dolayısıyla yenilenecektir. 2020’den sonra
yine Lüminozite yükseltilecek ve yukarıda
saydığımız fizik araştırmalarına devam
edilecektir. Bu dedektör yenileme ve
geliştirme çalışmaları 2035 yılına kadar
devam edecektir. Bu dönem sırasında LS3,
LS4 ve LS5 gibi uzun “shutdown” dönemleri gerçekleşecek ve Run3, RUN4, RUN5,
RUN6 gibi hep daha yüksek Lüminoziteli
hatta daha yüksek enerjili çarpışmalar
hedeflenecektir.
KAYNAKLAR:
John Gribbin, Çoklu Evrenler, Alfa Yayınevi Bilim Dizisi, çev: Emin Karabal, 2012
K. Ford, 101 Soruda Kuantum, Alfa Yayınevi Bilim Dizisi, çev: Barış Gönülşen,
2012
Gerard't Hooft, Maddenin Son Yapıtaşları,
TUBITAK yay.
Gordon Kane, Süpersimetri, TUBITAK
yay., 2008
M. Chown, Biraz Kuantumdan Zarar
Gelmez, Alfa Yayınevi Bilim-Felsefe Dizisi,
çev: Taylan Taftaf, 2011
David ve Richard Garfinkle, Üç Adımda
Evren, Alfa Yayınevi Bilim-Felsefe Dizisi,
çev: Deniz Guliyeva, 2012
Brian Greene, Evrenin Zeaafeti, TUBITAK
yay., çev: Ebru Kılıç, 2011
ETİKETLER:
CERN, Higgs, Standart Model, süpersimetri, Karanlık Madde, Karanlık Enerji, ek
boyutlar
10
ARIYORUM
ARIYORUM
MAYIS 2014
MAYIS 2014
ÜNİVERSİTENİN GÖREVİ ve
GÜNÜMÜZDE TOPLUM İÇİNDEKİ YERİ:
GEREKLİLİKLER VE GERÇEKLER-1
Bu eğilimin nedeni gücünü geniş halk tabakalarından alan devlet yöneticileridir. Bu batı demokrasilerinde böyle olduğu gibi,
1917’den beri doğunun totaliter sistemlerinde de aynı eğilim ve
uygulama görülmüştür. Halbuki bu eğilimler ve uygulamalar
üniversitenin ruhuna tamamen yabancıdır.
Prof. Dr.
A. M. Celâl Şengör
[email protected]
Üniversite, günümüzde herkesin
«yüksek öğrenimin yapıldığı okul»
olarak tanımlayacağı bir kurumdur. Ancak «yüksek öğrenim»
nedir, bu konudaki görüşler muhteliftir. Görüşler arasındaki ihtilâf
ise, yüksek öğrenimden beklenenlerden kaynaklanmaktadır. Bugünlerde hemen bütün dünyada,
yüksek öğrenimin öğrencilerine
kendilerine yaşamlarını sürdürme
imkânı verecek olan bir meslek
veya bir beceri kazandırması beklenmekte, bir diğer ifade ile, yüksek öğrenimde edinilen bilginin
paraya tahvili öngörülmektedir.
Halbuki bu konuda uzun zamandan beri meslek yüksek okulları,
san’at akademileri gibi kurumlar
mevcuttur ve bunlar üniversitelerden kesin çizgilerle ayrılmışlardır. Yalnız bütün dünyada bu
tür okulları da «üniversite» çatısı
altında toplayarak, üniversiteleri
de öğrencilerine meslek veya belli
bir beceri verecek kurumlar haline
getirme eğilimi görülmektedir.
Üniversiteler, Avrupa Ortaçağının güvenliksiz kırsal alan ve
güvenlikli şehir ortamı ayırımın çocuklarıdır. Belirli konularda bilgi edinmek isteyen insanların bir öğretmen-öğrenci
ilişkisi içinde biraraya geldikleri yerlerin güven altına alınması
maksadıyla Lâtince «universitas» kelimesinden, yani bütün,
tamam, hepsi anlamlarının karmaşığı bir anlama sahip olan bir
kelimeden türemiş olan üniversite, öğrenim ve eğitimin emniyetle yapılabilmesi için çatısı altında toplanılan ve kendisine kral,
derebeyi veya papa tarafından emniyet sözü verilen kurumlardı.
İstenilen emniyet ilk başta basitti: Can ve mal emniyeti. Kısa
bir zaman sonra bu üniversite öğrencisi ve öğretmenlerinin
üniversitelerarası seyahat emniyetini de kapsamaya başladı.
Bir adım sonrası ise üniversitede öğretmenin doğru bildiğini
öğretmesinin emniyet altına alınması oldu. Tabiî bu hem
Avrupa, hem de Müslüman Orta çağında dinin müsaadesi çerçevesinde verilebilecek bir emniyetti. Bu kısıtlama meselâ Roger
Bacon (1214-1294) gibi hem Oxford’da hem de Paris Üniversitesinde öğretmenlik yapmış olan büyük düşünürlerin hapse
atılmasına bile neden olmuştu. Ancak bu kısıtlama Avrupa’nın
politik yapısı nedeniyle bazan gevşetilebiliyordu: Papa ile
üniversitenin içinde bulunduğu devlet başkanı anlaşmazlığa
düştükleri takdirde üniversite ya birine ya da diğerine sığınarak
bildiğini okumak cesaretini gösterebiliyordu. Devletin veya
Papanın üniversite üzerinde çok baskı kurması halinde tüm
üniversitenin öğretmenleri ve öğrencileri ile birlikte boykota
gittikleri de oluyordu. Bu tür boykotlar şehirlerin güvenliğini
tehlikeye attıkları ve kralın (veya Papanın) otoritesini sarstıkları
için korkulan eylemlerdi, dolayısıyla üniversite rektörlerinin
elinde çok güçlü bir tehdit silâhı oluşturuyorlardı.
Rönesansta eski putperest bilim ve san’atının uyanmaya
başlaması üniversiteleri gafil avladı. Genellikle öğretmenlerinin
hemen hepsi papaz olan bu kurumlar yeni gelişmelere ayak
uyduramadılar; bilim ve san’atın gelişmesi üniversiteler dışında
bilim adamları ve san’atçılar tarafından kurulan bağımsız akademilere kaydı. Dünyanın böyle ilk kurulan akademisi 1652’de
Almanya’da kurulan Leopoldina’dır ve adını kendisini 1687’den
itibaren resmen tanıyan ve himayesi altına alan İmparator I.
Leopold’un adından alır. 1657’de İtalya’da Galileo Galilei’nin
öğrencileri tarafından kurulan «Deneyciler Akademisi», Accademia del Cimento (Prens Leopold ve Granddük I. Ferdinand
de Medici tarafından finanse edilmiştir) ve nihayet 1660’da
İngiltere’de kurulan ve Kral II. Charles’ın himayesinde gelişen
Royal Society. Bu akademilerin üyelerinin yaptıkları bilimsel
sıçramaların tamamına biz «17. yüzyıl bilim devrimi» adını
veriyoruz.
Üniversiteler büyük ölçüde bu devrimin dışında kalmış ve
çürümüşlerdi. Meşhur tarihçi Edward Gibbon 17. ve 18.
yüzyıllarda Oxford’da öğretimin en yüzeysel bir şekli bile
kalmamıştı diyor. Daha 16. yüzyılda Paris üniversitesinin
edindiği tamamen gerici tutum, Kral I. François’yı, kız kardeşi
Prenses Margueurite de Navarre ve aydın maliye bakanı Guillaume Bude’nin de teşvikleriyle Collège de France’ı açmaya
zorlamıştı.
Bu durum tabii uzun zaman devam edemezdi. Üniversitelerini ilk modernleştirenler Almanlar oldu. Bunun nedeni Alman
halkının pek çok yarı bağımsız krallık, prenslik ve dükalıklara
bölünmüş olması ve her hükümdarın da kendi ülkesi için en iyi
üniversiteyi istemesiydi. Bu arada Alman aydınları da tabiî boş
durmuyorlardı.
18. yüzyılın sonuna kadar üniversitelerdeki fakülteler üst ve
alt fakülteler olarak ikiye ayrılmııştı: Üst fakülteler İlâhiyat,
Hukuk ve Tıp fakülteleriydi. Bunların üstlükleri tanrının dini,
tanrının kanunları ve tanrının en üstün yaratığı kabul edilen
insanı öğretmelerinden kaynaklanıyordu. Alt fakülteler ise topluca felsefe fakülteleri olarak anılıyor ve bunlar insan dışındaki
dünyayı inceliyorlardı. Yani alt fakülteler aslında doğa bilimlerini temsil eden fakültelerdi. Dikkat edilirse üst fakülteler
insanın ruhunun, bedeninin ve yaşamının emniyeti için çalışan
«faydalı» fakültelerdi. Alt fakülteler ise insanın merakını tatmine yarayan bilimleri içeren ama ne işe yaradıkları belirsiz bilimlerin fakülteleriydi.
İlk kez büyük Alman filozofu Emmanuel Kant 1798 yılında
yayımladığı «Fakültelerin Kavgası» adlı eserle bu alt-üst
ayırımına ve bilhassa onun dayandığı temele isyan etti.
Kant’a göre, esas faydalı fakülteler alt diye anılan fakültelerdi,
çünkü bunlar bize içinde yaşadığımız dünyayı ve kendimizi
anlamamıza yarayan bilgileri veren kurumlardı. Tıp ve hukuk
bunlara dayanmak zorundaydı. İlahiyatın ise felsefenin ve doğa
bilimlerinin desteği olmadan ciddiye alınması beklenemezdi.
Kant’ın kitabı pek çok üst fakülte hocasını kızdırmış olmakla
beraber, 1809-1810 yıllarında Prusya’nın İç İşleri Bakanlığının
eğitim işlerinden sorumlu kişisi olan Wilhelm von Humboldt
yepyeni bir üniversite kavramı geliştirdi. Araştırma üniversitesi
denilen bu kavram, yalnız Kant’ın fikirlerini içermekle kalmıyor,
Rönesans’tan beri üniveriste dışında gelişmekte olan araştırmayı
tekrar üniversitenin içine taşıyordu. Von Humboldt’a göre, iyi bir
eğitim, iyi araştırmasız olamazdı, zira bilgi artık her geçen gün
yenilenmekteydi. Üniversite öğretmenleri, eskisi gibi bir ömür
boyu belli kitapları öğretmekle kalamazlardı. Hem kendileri
sürekli öğrenecekler (onun için de araştırma yapacaklar) hem
de öğrendiklerini öğrencilerine öğretecek, onların da kendileri
gibi sürekli öğrenen bireyler olmalarını sağlayacaklardı. Bunun
için üniversitelerin büyük ve sürekli gelişen kütüphanelere,
laboratuarlara, eğer içinde bulundukları şehirlerde yoksa, müzelere, hayvanat ve botanik bahçelerine ihtiyaçları vardı. Meselâ
1088’deki kuruluş yılıyla Avrupa’nın en eski üniversitesi kabul
edilen Bologna Üniversitesinin sırf fen fakültesi bugün yanyana
üç müzeye sahiptir (Capellini, Aldrovandi ve Marsigli Müzeleri).
Bu şekilde üniversite artık ilâhiyat, hukuk ve tıp gibi «meslek
öğreten» bir yüksek mektepten, öğrenmeyi öğreten ve genellikle
öğrencilerinin üniversite yıllarında herhangi bir meslek edinmelerini amaçlamayan eğitim kurumlarına dönüştü. Bu model,
oldukça hızlı bir şekilde diğer Avrupa ülkelerince de benimsendi. Meselâ bu gelişmeye direnmek isteyen Cambridge’in ileri görüşlü doğa bilimleri hocaları, başlarında jeolog Sedgwick
olduğu halde doğrudan Kraliçe Victoria’ya baş vurarak Alman
kökenli eşi Prens Albert’in rektör olmasını önerdiler. Prens
Albert’in adının büyük ağırlığı karşısında üniversite tabiî (istemeyerek olsa bile) onu seçti, ama Prens Albert hızla ilerici
üniversite öğretmenlerinin kendinden beklediklerini yaparak
Cambridge’i kendi ülkesi Almanya’daki modern üniversitelere
benzetti.
11
HIV + hakkında bİR şeyler
F
ATİH EGELİOĞLU ile HIV ve
AIDS hakkında bir röportaj yaptık.
HIV nedir ? Nerede ve ne zaman ortaya
çıkmıştır ?
HIV insan bağışıklık sistemine zarar vererek, vücudu mikroplara (virüslere, mantarlara, bakterilere) karşı savunmasız hale getiren ve bu şekilde hastalıklara neden olan
bir virüstür. Virüs’ün ilk ortaya çıkışıyla
ilgili pek çok fikir ortaya atılmıştır ancak
en yaygın görüşlerden biri; Afrika’da şempanze eti yiyen bir insana bulaşması sonucu
insanlarda ortaya çıktığıdır. Dünya çapında
ilk duyulması ise 1982 yılında Amerika’da
sansasyonel bir olayla olmuştur. Ünlü bir
aktör vardı, Rock Hudson. Bir çok hayranı
vardı ancak ilk olarak HIV sahibi olduğu
daha sonra da eşcinsel olduğu ortaya çıktı.
O ilk ortaya çıkan ve bu hastalıktan hayatını
kaybeden ilk ünlü oldu. Bir şekilde de aslında günümüzün ön yargılarının oluşmasında
en etkili insan oldu.
Türkiye ise HIV ile 1985 yılında Mürteza Elgin ile tanışmıştır. Gazetelerde “işte AIDS’li
Türk” başlığıyla tüm manşetlerde yer alan
Elgin, 1992 yılında hayatını kaybetmiş ve
cesedi bilgisizliğin uç örneği olarak çinko
tabutta kireçlenerek defnedilmiştir.
Size HIV tanısı koyulmadan önce HIV
hakkında ne kadar bilginiz vardı?
Hiç bilgim yoktu diyebilirim. O zamanlar
virüsün nasıl bulaştığına dair sınırlı bir bilgim vardı. Bulaştıktan sonra neler olabileceğine dair de sınırlı fikirlerim vardı ve olan
bilgilerim de yanlıştı. Şuan uzman seviyesinde olmasa da bir bilgi birikimim mevcut.
Aslında bilgi sahibi olmak, doğru olsa da o
bilgiyi doğru yorumlayabilecek birikime sahip olmakla aynı şey değil. Konunun ciddiyetini kavrayabilmek de ayrı bir konu tabi…
İlk tanıyı almanız ve sonrasındaki bir kaç
aylık süreç nasıldı?
Tanı alınmadan önce ben yıllık kontrollerimi yaptırıyordum. Özel bir sigortam olmasından dolayı… Haziran ayında bir checkup yaptırmıştım ve çok sağlıklı çıkmıştı
sonuçlarım. Üç ay sonra kendimde normal
olmayan bir şeyler hissetmeye başladım,
gece üşümeleri, iştahsızlık gibi. Bir de vücut geliştiriyordum ve kaslarımın gelişmediğini, aksine güçsüzleştiğini hissetmeye
başladım. Herkeste farklı semptomlar gösterebiliyor veya geçici olarak semptomlar
hafif atlatılabiliyor. Virüsü ilk aldıktan vücudun antikor üretip bunun tespit edildiği
safhaya kadar pencere dönemi deniyor.Bu
safhada vücutta herhangi antikor olmadığı
için tespit edilemiyor. Vucüt , antikor üretip savaşmaya başladığında, işte ateş v.b. gibi
birincil belirtiler ortaya çıkıyor. İşte ben bu
gibi durumlardan şüphelenerek test olmaya
karar verdim.
Test sonucunda “sınırda pozitif” çıktı. İlk
test olduğunuzda size hiv pozitif diye bir
sonuç gelmiyor. “Doktorunuza danışın” gibi
bir yazı geliyor. Çünkü o sorumluluk veya
şoku en azda tutmak için böyle bir yola başvuruyorlar. Tabi bu ilk testin hatalı olma
olasılığı da önemli. Çünkü yalancı pozitiflik
gibi bir kavram var. Sonra ben Cerrahpaşa
Hastanesi’ne gittim, orda üç test daha yaptılar (aynı testleri). Üç testin de sonucu sınırda pozitif çıkınca , doğrulama testi istediler.
Doğrulama testi için özel bir labaratuvara
başvurdum 3 bin TL istediler. Bir şekilde bir
yer buldum ve bu testi yaptırdım. Bu doğrulama testinde mililitredeki virüs sayısını
ölçüyorlar. Test 20 virüs/ml oranında daha
düşükleri algılayamıyor örneğin. Ancak
bende 2,800,000 çıktı. Bu virüsler tedavi
olunmadığı müddetçe 2 ila 10 sene arasında
AIDS safhasına erişiyor.
Test ve doğrulama safhasından sonra üçüncü safha ilaca başlansın mı-başlanmasın mı
kararının verildiği safha. İlaca başlamak
için farklı kriterler var. Ancak bu süreçte
Türkiye’de henüz buna özel bir yönerge yok.
Doktorlara kalmış. Ben kendim ilaca başlamak istedim.
Bunlar öyle ilaçlar ki bir gün aksatmaman
gerekiyor. Aksatma durumunda virüsün o
ilaca karşı direnç geliştirme ihtimali var ve
en uç örnekte virüs piyasadaki tüm ilaçlara
karşı direnç kazanması durumunda da ilaçsız kalabiliyorsun.
Tanı sonrasındaki psikolojiniz ve sosyal
yaşantınız nasıl etkilendi?
Benim tanı öncesindeki bildiklerimin kısıtlı ve yanlış olması nedeniyle, ilk yaptığım
kendimce sandığım “kaçınılmaz sonumu”
biran önce gerçekleştirmeyi düşünmek
oldu. Sonra kime borcun varsa ödüyorsun,
arkandan kimsenin kötü konuşmasını istemiyorsun, özür dilemek istediğin insanlardan özür diliyorsun vs. En sona da bu işi
nasıl yapacığını düşünmek kalıyor. Ancak
insan doğası gereği her koşulda yaşama isteği olan bir canlı olduğu için her ne olursa
olsun ona adapte olabilme yeteneği o zaman
ortaya çıkıyor. Daha sonra içine kapanıyor
kimseyle konuşmuyor ve büyük bir depresif
reaksiyon vermeye başlıyorsun. Sonra her
rahatsızlıklarını bunla bağdaştırmaya başlıyorsun. Paranoya geliştirebiliyorsun. Sanki
ondanmış gibi tüm şikayetleri internete girip onun hakkında okumaya başlıyorsun ve
işin içinden çıkamıyorsun çünkü internet
çok kirli bir yer. Bir sürü yalan-yanlış ve eski
bilgi mevcut. İşin en kötü yanı da sende onları yorumlayacak bir donanım yok. Bir inşaat mühendisi inşaat statik ve mukavemet
hesaplarını bilirken, sen şu duvarın nasıl
ayakta durduğunu bile bilmiyorsun ki nasıl
yorumlayacaksın? Bu durumda yorumlama
yeteneğine sahip olmadığın doğru veya yanlış tıp bilgisi sana zarar vermeye başlıyor. En
son kendini izole ediyorsun toplumdan ve
ailenden.
Daha önce yurtdışında çalışıyordunuz.
Tanı konduktan sonra iş hayatınız nasıl
etkilendi?
Artık çalışabileceğimi düşünmedim. Ben
ömür boyu çalışamam dedim. Yurtdışında
çalıştığım için bir de ailemden uzak olmak
istemedim ve Türkiye’ye geri döndüm. Ancak 6-7 ay sonra parasız ve sigortasız kalma
korkusu sonucu tekrar çalışmaya karar verdim. Bir de ilaç mevzusu var tabi. Sigortan
olmalı ki ilaç konusunda yardım alabilesin.
Aslında ilaç tedavisine başlama kararı da bu
açıdan kritik. Sigortası olmayan veya özel
sigortası olanlar ilaçlara servet ödemek zorunda kalabiliyorlar. Çünkü ben günde 80
liralık ilaç kullanıyorum. İlaçlar sayesinde
6-7 ayda virüs sayısı sıfıra inince ilk iş teklifim geldi ve part time olarak çalışmaya
başladım. Bu süreçte çalışmamak benim
kararımdı. Ben istesem hiç durmadan çalışabilirdim de tabi.
HIV hangi şüpheli durumlarda bulaşır /
hangi yollarla bulaşmaz ?
Aslında şüpheli durumlar farklı farklı. Şüpheli cinsel ilişki bunlardan yalnızca bir tanesi. Şüpheli ilişki dediğimiz ise korumasız
oral,anal veya vajinal ilişkilerdir. Diğer bir
durum ise damar içi uyuşturucu madde
kullanımı ve ortak enjektör paylaşımı yoluyla. Bir diğeri ise anneden çocuğa emzirme yoluyla geçmesi. Yani kısaca HIV vücut
sıvılarıyla geçebiliyor. Bunlar gibi yani…
HIV sosyal yollarla bulaşmıyor. Sadece
vücut sıvılarının paylaşımı yoluyla bulaşabiliyor. Ağız yarası
olması
durumunda derin
öpüşme yoluyla
bulaşma
riski
var.
Tü k ü r ü k ’te
de var ancak
oranı çok
düşük
ve
daha önce
bulaşımı hiç
kaydedilmemiş bildiğim
kadarıyla.
Aynı
çatal
kaşığı kullanmak, aynı tuvaleti
banyoyu paylaşmak
yoluyla HIV asla bulaşmaz.
Bir kişi şüpheli bir durum yaşadığında ne yapmalı?
Aslında şüpheli durum olsun olmasın düzenli olarak test yaptırmaları
gerekmektedir. Test önlem amaçlıdır. Şüpheli bir durumdan 6 hafta
sonra ilk testi yaptırması lazım. 3
Ay sonra yeniden yaptırsa daha da
iyi olabilir. En uygunu 6 ayda bir
test yaptırmaktır bence. Ancak
bireyin periyodik olarak şüpheli durumu olmuyorsa ve bundan
eminse test yaptırmayabilir. Fakat
neden bir kimse riske atmadan senede bir defa test olmasın ki? Zaten sigortan varsa ücretsiz olarak
devlet hastanelerinin enfeksiyon
bölümünde test yaptırabiliyorsun
doktorun uygun görmesi halinde.
Bir kişinin ilk testi pozitif çıkması durumunda ne yapmalı?
İlk testin pozitif çıkması her şeyin bittiği anlamına gelmiyor.
İlk test pozitif olsa da ikinci ve
sonraki testler negatif olabiliyor
buna yalancı pozitiflik deniyor. Pozitif bir
sonuç alınması durumunda, bunun onayı
olması gerekiyor. Onay testi daha özel bir
test. Onay testi sonrasında tanı almak ise
tedaviye başlamak anlamına gelmiyor. Vücut direnç ve çeşitli değişkenlerin izlemesi
sonucunda doktorlar karar veriyor tedaviye
başlanıp başlanmayacağına.
HIV+ bireyler cinsellik yaşayabilirler mi?
Yerli bir filmde bu konu çok yanlış lanse
edildi aslında. Cam arkasından öpüşmeler,
sevişmek yok’lar filan. HIV+ bireyler sevişmeyi bırak çocuk sahibi bile olabiliyorlar.
Korunma yöntemleri dahilinde ilişki yaşayabiliyorlar. Bu durum evlenmelerine dahi
engel değil. Sadece anne, sadece baba veya
her ikisi de HIV+ olsa bile çifler farklı tıbbi
yöntemlerle ve kontrol altında olarak çocuk
sahibi olabiliyorlar.
Türkiye’de HIV+ birey görünürlüğü ne
durumda ?
Görünmüyorlar. Çünkü Resmi olarak 5 bin
HIV+ birey olduğu varsayılıyor. Bizim, arkadaşlarımızın ve doktorların destekleyen
görüşüne göre 50 bin birey bulunduğunu
tahmin ediyoruz. Yani diğer 45 bin bilmiyor ve korunmasız cinsel ilişki ve diğer yollarla bulaştırmaya devam edebiliyor.
En son söylemek istediğiniz bir şey var mı?
HIV ile yaşamak ve normal bir hayat sürdürmek mümkün. HIV ile AIDS birbirleri
ile ilgili olsalar da, birbirlerinden farklı
konular. Aslında güncel tıbbi olanaklarla
AIDS tarih oldu bile. HIV ise artık kontrol altına alındı. Yapılacaklar belli, korunmalı cinsel ilişki, doğru bilgi sahibi
olmak, önyargıları engellemek, periyodik test ve herkesin tedaviye erişimi
ile HIV de tarih olabilir! Herkesin
ücretsiz ve şartsız tedaviye erişimi,
aynı zamanda güçlü bir önleme yöntemidir.
Mansur SEĞMEN
segmenmansur@gmail.
com
BİR
LAF
E
L
Y
SÖ
itü
12
ARIYORUM
ARIYORUM
MAYIS 2014
san..
sure
ne diyor?
“S
ansür” deyİnce aklınıza
ne gelİyor? Fransızcadan
dİLİmize geçmİş olan sözcüğün
kelİme anlamı, her türlü yayının,
sİnema ve tİyatro eserİnİn
hükümetçe önceden denetlenmesİ
İŞİDİR. Kelİme anlamı bu ancak İTÜ
İÇİn anlamı ne?
“BU SİTE ADANA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ’NİN BİLMEM NE BİLMEM NE !!!”
“Yasak”
“Alo Fatİh”
“Özgürlük kısıtlaması”
“İNTERNET ÜZERİNDEKİ BASKI”
YASA NE DİYOR?
göre
“Tasarının kabul edilen maddelerine
igizl
ın
internet ortamında özel hayatın
ler,
liğinin ihlal edildiğini iddia eden kişi
vu
baş
e
’
TİB
mahkeme yerine doğrudan
e
rabilecek. TİB, yayının engellenmesin
karar verirse uygulanmak üzere derhal
ek.
Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne bildirec
geç
Erişim sağlayıcı durdurma kararını en
n
imi
Eriş
4 saat içinde yerine getirecek.
ihlal
engellenmesi, özel hayatın gizliliğinin
Büşra Bayat, [email protected]
Deniz Sayın, [email protected]
13
MAYIS 2014
Fotoğraf: ORKUN ŞEN
Sansürle mücadele için kimler, neler
yapmalıdır? İTÜ diyor ki;
örgütlenmek suretiyle bu faşistliğe daha
sert ve gür bir karşılık verilmelidir.”
“Ağırlıklı olarak, ünlü isimlerin önderlik ettiği halk eylemleri, halkın bilinçlendirilmesi, kişilerin ve kurumların
otosansürden kaçınması ile sivil toplum
kuruluşları ve siyasi partilerin gerekli mücadeleyi göstermesi...”
“İki elin sesi bir elin sesinden fazladır.
Sesimizi arttırmak, sizin gibi kanallar ya da
sosyal ağlar sayesinde sesimizi duyurmak
ta daha etkili olacaktır.”
“Eylem sansürle mücadelenin tek yoludur zira halkın sesi kısılmaya çalışıldıkça
Son haftalarda gündemde olan
İnternet yasasını değerlendİrmeLERİ
İÇİN İTÜ’LÜLERE sorduk.
İnternet yasasının içeriğine göre İTÜ
’den
bir iki cümle:
“Karışmadıkları bİr o kalmıştı, tam
oldu.”
eo ile
eden yayın, kısım, bölüm, resim, vid
yla
ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yolu
sulh
uygulanacak. Bu talep 24 saat içinde
atın
hay
l
ceza hakimine götürülecek. Öze
egizliliğinin ihlaline bağlı olarak gecikm
an
rud
doğ
e
erd
sinde sakınca bulunan hall
TİB Başkanı’nın emri üzerine erişim
im
engellenecek. Bu acil uygulamada hak
kararı aranmayacak.”
“İnsanlık dışı, akıl almaz bİr
yasa olup önümüzdeki yıllarda
ülke çapında cİDDİ sorunlara yol
açacaktır.”
“Korkunç bİr hak İhlal yasası!”
“Timing is meaningful.”
“Tıpkı bunun gibi anketler ve bazı
düşünceleri duyurmak için uluslar arası
siteler var, bunlar değerlendirilebilir.”
“Ferman verilmiş bir kere.”
Ülkemİzde Sansür Ne Boyutta? Gerçekten
sansürsüz yayın yapan basın organları var
mı? İTÜ’ye göre;
“Sansür otosansür boyutuna gelmiştir.
Sansürsüz yayın yapan gazete-tv kanalı
vardır. Ama olanlar gözden çıkarılmış ve
halk üstünde etkinliği olmadığı düşünülen
kanallar ve gazetelerdir. Halkın ulaşabildiği
kanalların hepsi artık otosansür boyutuna
varmıştır.”
“Bir elin parmak sayısını geçmez.”
“Kelle koltukta herkeste”
“Arıyorum sansüre karşı çalışmalı, direnmeli.”
“Bkz. Fatih Saraç, bkz. Penguenler, bkz.
Tutuklu gazeteciler”
“Sansürsüz yayın yapan susturulur.”
“Sansür çok, sansürsüz yayın yapan yok.”
İNTERNET ÜZERİNDEN YAPTIĞIMIZ ANKETE GÖRE SANSÜR YASASININ NE KADAR BİLİNDİĞİ VE
İÇERİĞİNİN ETKİLEYİP ETKİLEMEYECEĞİ KONUSUNDAKİ ORANLAR:
14
ARIYORUM
ARIYORUM
MAYIS 2014
15
MAYIS 2014
FESTİVAL FESTİVALİ
Yazın İstanbul'a renk katmak için yapacak eğlenceli şeyler arayan İTÜ'lü! Geçen sayımızda başladığımız festival tanıtımlarına bu sayımızda da devam ediyoruz. Yazın sıcağında, İstanbul'da,
denizden, kumdan, güneşten uzakta tatiline hareket katmak istiyorsan yine birbirinden çekici
festivaller senin için geliyor!
21. İSTANBUL CAZ FESTİVALİ
01 Temmuz – 16 Temmuz
21. İstanbul Caz Festivali, bu yıl da cazın önde gelen isimlerinden birçok ismi İstanbul’un farklı mekanlarında ağırlayacak.
56 Platin plak ödüllü eşsiz sesiyle Katie Melua, Güney Afrikalı
yaşayan efsane Hugh Masekela ve grubu, perküsyon ustası Manu
Katché’nin Richard Bona ile oluşturduğu yıldızlar topluluğu,
Chick Corea-Stanley Clarke düeti, Danilo Perez, John Patitucci,
Brian Blade, Brad Mehldau, Mark Guiliana ve Cécile McLorin
Salvant festivalin ağırlayacağı isimlerden bazıları. En çok ilgimizi çeken isim ise şüphesiz ki nam-ı değer House Gregory yani
Hugh Laurie.
YAVUZFEST
05 Temmuz
Küçükçiftlik Park
1.Yavuz Çetin Gitar Festivali aramızdan 13.yıl önce
ayrılan rock müziğimizin Altın Çocuk’u Yavuz Çetin bu sene tüm
dostları ve sevenleri tarafından bu festivalle anılacak. Sağlanacak
gelirin tümünün Yavuz Çetin’in oğluna bağışlanacağı festivalde
göreceğimiz başlıca isimler ise; Pentagram, Teoman, Aylin Aslım,
Ogün Sanlısoy ve onur konukları. Festivalde Yavuz Çetin’e ait
daha önce görmediğimiz fotoğraflar ve videoların olacağı bir de
müze olacak!
ROCK OFF FESTIVAL
02 Ağustos - 04 Ağustos
Küçükçiftlik Park
Bu sene ilk defa düzenlenecek olan festivallerden birisi de Rock
Off Festival. Daha çok Heavy metal dinleyicilerini çekecek gibi
görünen festivalin bir de barındırdığı bir sosyal sorumluluk
projesi var: TEMA vakfı aracılığıyla katılımcı sayısı kadar fidan
dikilecek ve Rock Off Festivali Hatıra Ormanı oluşturulacak. Sahalarda görmek istediğimiz hareketlerle başlayacak olan festivale
gelecek bazı gruplar şöyle: Megadeath, HIM, Amon Amarth,
W.A.S.P., Gojira, Haggard. Daha birçok yerli ve yabancı grubu
ağırlayacağını söyleyen organizasyon şirketi Freebird Agency’nin
açıklamalarını dört gözle bekliyoruz!
ISLE OF DREAMS
05 Ağustos - 07 Ağustos
Life Park
Ibiza ayağımıza geliyor! Elektronik dans müziğinin tüm türlerini
sunacak olan Isle of Dreams bu sene kamp olanağı olan nadir
festivallerden. Geniş kamp alanında ziyaretçilere iki seçenek sunuluyor. Organizatörler tarafından sağlanacak çadırlar ile ‘’Festival kampı’’ seçeneği ya da ‘’Kendi çadırını kendin getir’’ seçeneği.
Her telden dj barındıran festivalin duyunca ağızları açık bırakan
bir line-up’ı var. Gelecek isimlerden bazıları ise şöyle: Avicii,
Swedish House Mafia üyeleri olan Axwell ve Ingrosso, Afrojack,
Paul Oakenfold. Festivalin tek kötü yanı ise sadece haftaiçi oluşu.
42. İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ
23 Haziran – 27 Haziran
26 konserde 800’e yakın yerli ve yabancı sanatçıyı ağırlamaya hazırlanan festival, bu yıl da müzikseverleri etkileyici bir programla
karşılıyor. Doğanın sesi yalnızca tematik eserler yoluyla değil,
ilk kez açık havada gerçekleştirilecek konserlerle de izleyicilere
ulaştırılıyor.
BURADA
ETKİNLİĞİNİZİN
BULUNMASINI
İSTER MİSİNİZ?
?
ARIYORUM İTÜ GAZETESİ YAYIN KURULU
Genel Yayın Yönetmeni
Deniz Sayın
Yazı İşleri
Dila Sivlin
Görsel Yönetmen
Ferit Çağlar Gündüz
Dağıtım
Ahmet Korkmaz
Yayın Danşmanı
Fatih Avcı
Görsel Danışman
Serdar Erbay
Reklam
Ferit Çağlar Gündüz
Baş Muhabir
Büşra Bayat
Haber Kurulu
Engin Celal, Göktuğ Akay, Ayşenur Boylu, Süleyman Yılmaz, Toprak Çağlar Ol, Ersan Göktaş
İTÜ BASIN YAYIN KULÜBÜ
ARIYORUM İTÜ GAZETESİ
[email protected]
www.gazete.itu.edu.tr, 05372391535
Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın
YKB_Nuvo_255x325 drg.pdf
16
1
20.06.2014
16:46
ARIYORUM
MAYIS 2014