Ey Kanadalılar! Türkleri Nasıl Bilirdiniz?

Transkript

Ey Kanadalılar! Türkleri Nasıl Bilirdiniz?
Ey Kanadalılar! Türkleri Nasıl Bilirdiniz?
Emrah Şahin © Canada Türk, Ocak 2011
1982 yazının olaylı geçeceği Türk diplomatlara önceden malum olur. ASALA
üyesi Ermeni komitacıları Nisan ayı başında Ottawa Ticaret Müsteşarı Kani
Güngör’ün canına kasteder. Gerilimin tırmanacağı hararetli bir Ağustos
sabahında, komitacıların bu defa hedefi (aynı caniler değil, onlar yakalanır)
Askeri Ataşe Atilla Altıkat’tır. İşe giderken kırmızı ışığa takılan Ataşe Altıkat’ın
vücuduna, Browning marka 9 milimetre tabancayla 9 el ateş ederler. Rahmetli
olur oracıkta güzide iki evlat babası Altıkat. Globe and Mail ve Kanada gazeteleri
bu olayları vahşet kabilinden nakleder. Belki Ermeni azınlık hariç, Kanada
kamuoyu dehşettedir.
Halk balık hafızalıdır ve müşterek hafıza tarihin üzerini mütemadiyen örter.
Güngör ve Altıkat hadiselerini bile hazmettirir. Bu burada özellikle geçerlidir.
Şunu iddia ediyorum: Kanadalılar daha çok gündelik hayatla meşguldür.
Maaşları, mortgage ve arabanın taksitleri, vergiler, hava ve çocukların okul
durumu... kısaca iş güç.
İs-tan-bul ghu-zhal, shish-kabab shock ghu-zhal!
Ancak Faruk Arslan’ın geçenlerde bahsettiği “çok kültürlü” Kanada halkı azınlık
tarihi, ilişkileri ve meseleleriyle meşgul olmaz. Bunlar politikacının, hususi
azınlığın ve gündemi kovalayan medyanın konularıdır. Sosyolojik olarak bu
böyledir, tarihte de böyleydi.
Kuzey Amerika gazeteleri ciddiyetle ve bazen safsatayla karışık Türkleri anlatır.
Birinci Dünya Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu arasındaki dönemde,
meşhur New York, Ontario ve Quebec gazeteleri Türk kahramanları ve Türk
diplomasisine yer verir. Mesela, 1920’lerde okunan New York Times (Kanada
gazeteleri için önemli bir uluslararası haber kaynağı) ve Quebec Daily Telegraph
gazetelerinin Türk konulu haberleri, Kanadalıların geçmişte Türkleri “nasıl
bildiği” (ya da bileceği) meselesine ışık tutuyor.
26 Kasım 1922. “Türkiye’de ateşli bir Jeanne d’Arc Halide Edip Adıvar:
Liderlikteki İki Rolü” isimli yazıyı yayınlar M. Zekeriya New York Times’ta.
Türk milli hareketinin ruhu ve peçeli tasvir edilen Halide Hanım, 15. yüzyıl
Fransız iç savaşının kahraman azizesi Jeanne d’Arc gibi, milletine bağımsızlık
yolunda önderlik etmektedir. Üstelik, Halide’nin Turan ve diğer romanları,
Türkler ve Avrupalılar için ilham, vatanperverlik, isyan ve coşku kaynağı olur.
“İddiaların aksine Adıvar esasen bir eğitimci ve feminist değildi”, der yazar.
“Sadece iaşesi için öğretmenlik yaptı ve tek derdi Anadolu’nun bekasıydı. Hiç bir
kayıtta ve şartta, Türk milleti teslim olmayacaktır!” Orası tamam da, o dönemde
Türkiye aleyhine yapılan pervasız propagandaya rağmen, “peçeli” bir Halide
neden bu kadar takdir ve iltifat görür?
Yazar, Halide’nin arkadaşıdır, o ayrı. Asıl neden, saçma bir sahiplenme ve
davadan pay çıkarma arzusudur. Hemen açıklayayım: Halide Hanım, Amerikan
Kız Koleji’nde eğitim alır ve Türkiye’deki Amerikalılarla sarmaş dolaştır (sonra
bir dönem de Columbia Üniversitesi’nde ders verecektir). Times için önemli olan,
Amerikalı misyonerlerle birlikte Amerikan ideallerini Türkiye’de savunuyor
olmasıdır. Amerika’ya ve (başkan) Wilson ilkelerine güveni tam! Amerika
“dünyaya demokrasiyi hakim kılacaktır” diye düşünür Halide, bu yüzden çaresiz
Türkler Amerika mandasını kabul etmek zorundadır, çifte kazanç yani. Amerika
kendi içinde demokrasiyi hakim kıldı sanki(!). Ne yaman çelişki.
Zekeriya, can alıcı bir sonuçla noktalar yazıyı: “(Halide Hanım) Amerikan
eğitiminin Türkiye’ye bahşettiği bir kadındır. Onunla iftihar ediyoruz, ayrıca o
bölgedeki Amerikan eğitiminin bir evladıdır, bizim (Türkler) kadar Amerikalılar
da onu varetmenin gururunu hakediyor.”
Biz, bugün asıl, Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lidere sahip olmanın gururunu
hakediyor ve yaşıyoruz.
Kanada’da basılan gazetelerde yer alan Türkiye haberlerine gelince...
Aynı yıllarda, Ottawa Citizen ve Quebec Daily Telegraph gazeteleri, ne nasıl
olmalı ve kimi desteklemeli tartışmalarına pek yer vermez. Türkiye, Almanya ve
Rusya ile zikredilir. Askeri, mali ve sosyal açıdan buhran ve çöküntü yaşayan
Türkler, Lozan (Lausanne)’a anlaşmaya gelir ve kendisini ifade etmek ister. İsmet
İnönü, anlaşma imzalanınca Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne (o zamanki
Birleşmiş Milletler benzeri kuruluş) gireceğini temin eder. Tartışmalar Türkiye
Cumhuriyeti’nin hukuki statüsü, savaş tazminatları, Boğazlar ve Musul üzerinde
yoğunlaşır. Mesela, Daily Telegraph, Lozan müzakerelerini olduğu gibi nakleder.
Atatürk’ün Ankara’dan İnönü’ye gönderdiği talimatlar da ayrıntılarıyla sıralanır.
Zamanın “çok kültür-süz” Kanadalıları (1920’lerden bahsediyoruz; İtalyan,
Yunan, Arap, Polonyalı vb. göçmen cemiyetleri teşekkül etmemiş veya yeni
ediyor), Türkiye’nin Hristiyan azınlığa nasıl davranacağını merak eder. İnönü’ye
gönderilen talimatlar kesin ve nettir. Türk Cumhuriyeti, Hristiyanlara ve diğer
azınlıklara adil davranacaktır. Sosyal ve hukuki statüleri, Büyük Millet Meclisi
tarafından teminat altına alınacak ve her bir azınlık her türlü haktan bilâ-istisna
istifade edecektir. Amerika ve Kanada’nın azınlıklara hassasiyetini teskin eden
demokratik bir Türkiye portresi çizilir. New York Times’ın aksine, bu Kanada
gazeteleri, ne mandacılıktan, ne de Atatürk dahil herhangi bir Türk liderinden
bahseder.
Türkleri nasıl bilirdiniz ey Kanadalılar? Cevaben: İyi bilirdik, yani şey, aslında,
kutsal ruh nasıl bilirse öyle bilirdik. Türkler; Osmanlının varisi, büyük devletlere
karşı varolma kavgası veren bir garip millet değil miydi? Bir de, sen söyle, nedir
bunların Ermenilerle olan davası? Yanlış anlama, onlardan söz açılmışken
sorayım dedim. Ama uzun meseleyse başka zaman anlatırsın, çünkü bir an evvel
çocukları okuldan almam ve sonra Christmas alışverişi yapmam lazım.