İndirmek İçin Tıklayınız!

Transkript

İndirmek İçin Tıklayınız!
Merhaba,
Aylık Sanat Dergisi
Sahibi:
İdil Kültür Sanat
Yay. Org. Rek. Film. Tic. Ltd. Şti.
adına
İRŞAD AYDIN
Y azıişleri Müdürü:
YASİN ALİ TÜRKERİ
Yazışma Adresi:
İDİL KÜLTÜR MERKEZİ
DEREBOYU C.NO:110/55
80840 ORTAKÖY/İSTANBUL
TEL/FAX: (212) 26146 53-261 32 19
İzmir:
YAREN SANAT MERKEZİ
863 S. 23/2
KEMERALTI/İZMİR
Ankara:
İDİL CAN KÜLTÜR MERKEZİ
SİNAN C. DAYANIŞMA S. NO:12
DİKMEN/ANKARA
TEL: (312) 48169 64
Antakya:
CUMHURİYET M. GÜNDÜZ C.
MURAT S. BAKIRCI PSJ. NO:8
TEL: (326) 214 0115
Abone Koşulları (6
Aylık) 3.000.000 .-TL (1
Y ıllık) 6.000.000.-TL
(6Ayl ık)42.-DM
(1 Y ıllık) 84.-DM
Hesap No:
(TL):
1116-0346785 HAKAN ALAK
İŞBANKASI ORTAKÖY/İSTANBUL
(DM):
1116-301000 HAKAN ALAK
İŞBANKASI ORTAKÖY/İSTANBUL
Of set Hazırlık
TAVIR YAYINLARI
Geçtiğimiz ay ülkemiz, yeni ac ılara, yeni olaylara ve tavırlara sahne
oldu. Daha 17 Ağustos depreminde yitirdiğimiz canların ac ısı
yüreğimizdeyken Düzce depremiyle bir kez daha kan aktı
yaramızdan. 17 Ağustos depreminden sonra "yaraları saracağız"
diyenler, "Görüntü kirliliği yaratıyor." gerekçesiyle, halkın yağmurda,
çamurda ve soğukta güçlükle yaşamaya çalıştığı çadırlar ı bile
ellerinden aldılar. Ne de olsa Clinton'un göz zevki daha önemliydi.
Yollar kapatıldı, okullar tatil edildi. Çünkü Clinton'un, Yıldız
Şale'deki
yemeği
daha
önemliydi. Hem ya canına
kasteden olursa!..
Clinton
geliyor, AGİT toplanıyordu. Bu
nedenle dergimizin bulunduğu
İdil Kültür Merkezi de dahil
olmak üzere pek çok kuru mu;
dernekleri, kültür merkezlerini,
dergileri bastılar. Evlerden,
sokaklardan insanlar ı alarak
yeni işkencelere ve tutuklama
kararlarına
imza
attılar.
Halkımız sefalet ve açlık içinde
yaşarken "Mister President"
golf
oynayabilsin
diye
yurtdışından
golf
sopaları
getirttiler, özel olarak tahsis
edilen
köşklere
milyarlar
akıttılar.
Cliton
kucağında
depremzede bebekle şirin görünmeye çalışırken, nice bebeklerin de
ölümüne sebep olduğu geldi aklımıza. Sonra, o ve onun gibiler
yüzünden gözaltılar, işkenceler, sürgünler, hapislikler ve katliamlar
yaşamış sanatçı-aydınlar geldi aklımıza... Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz,
Sabahattin Ali, Bertolt Brecht, Victor Jara ve Grup Yorum geldi
aklımıza. Grup Yoru m elemanlarından Özcan Şenver ve Irşad Aydın'a
bir devrimcinin cenazesine katılmaktan dolayı 3 yıl 9 ay hapis cezası
verildi. Dava şu an yargıtayda. Yine Yorum elemanlar ından Ufuk
Lüker'e de "yardım ve yataklık" suçlamas ıyla 3 y ıl 9 ay hapis cezası
verildi. Karar onaylandı.
Clinton geldi. Kanlı eller ülkemizde buluştu. Ve o eller yeni
sömürülere, yeni baskılara, yeni katliamlara imza attılar.
Pasaportlarındaki mühürde bile ezilen dünya halklar ının kanı vard ı.
Kanımız vardı... Ev sahipliği yapan halk değildi. Çünkü onlar AGİT
zirvesinde rol almıyorlardı. Onların pay ına düşen acı ve gözyaşıydı.
Ve "bu davet bizim." değildi.
Kanlı ellerinizi dünya halklarının üzerinden, üzerimizden çekin...
Ocak sayımızda buluşmak üzere...
Baskı
ASPAŞ
Dağıtım
BİRLEŞİK BASINYAYINDAĞITIM AŞ.
Dostlukla...
değerlendirme
grup yorum
12
Eylül darbesi,
burjuvazinin
krizine
derman olurken,
halka,
devrimciler başta olmak üzere büyük bir
terör
hareketi
başlattı.
Kendi
şablonlarına
uymayan
kişi
ve
kurumları, fiziksel olarak yokediyor
ya da rehabilite için hapishanelere
dolduruyordu. Halkı savunması için
en önde mücadele etmesi gereken
sol hareketlerin büyük bir bölümü
yenilginin ve teslimiyetin teorilerini
yapıyor, bir kısmı da ülke dışına
çıkmayı tercih ediyordu. Çok azları
ülkede kalıp bu duruma müdahale
etmek için mücadeleyi seçiyordu.
Ülke suskundu. Çıkan tek ses,
dört duvar ardında ölümüne direnenlerindi. Yüreğiyle, kopmaz bir
bağla devrime bağlananlar, ölüyor
ama teslim olmuyordu.
Darbenin etkisi sadece fiziksel
olarak yaşanmıyordu. Halkın değerlerine, yaşam biçimine de el atmıştı.
Yepyeni bir kuşa k, yepyeni bir kültürle, ahlakla yetişiyordu. Düşünmeyen, üretmeyen, korkan, sinmiş
bir kuşak...
Kültürel ve sanatsal faaliyetlere
yapılacak olan müdahaleler, darbecilerin hazırladığı yeni şekillenme
dönemi için önemli bir silahtı. Bu
alanı da tepeden tırnağa restore etmeye soyunan cunta, kozmopolit
kültürü bu alandan ve başlıca eğitim
kurumu olan okullardan inşa etmeye
başladı.
Sanatçı ve aydınlar içerisinde de
önce devrimci-demokratlardan başlamıştı rehabilitasyon çalışmalarına.
Kimini tutukluyor, kimine de gözdağı
veriyor, korkutuyordu. Öncelikle
tarafsızlaştırıyor, böylelikle yanı
başında olup bitenlere seyirci haline
getiriyordu. Sonra yavaş yavaş
kendi çarkının bir parçası haline dönüştürüyordu. Ama söylenene bakılırsa onlar hala "demokrattı".
Kısacası halk, kendi kültürünesanatına yabancılaştırılıyor, emperyalizmin yoz değerleriyle, yoz sanatıyla, medyanın da aracılığıyla vurdum duymaz, umursamaz bir kütleye dönüşüyordu.
İşte böyle bir süreç yaşanırken
kuruldu Grup Yorum. "Eylül karanlığında ışık, suskunluğa ses olmak
istedik. Kendimizi ifade biçimiydi
müzik.
Kardeşliğin,
eşitliğin,
paylaşmanın dütavı r / kapak konusu / aralı k '99 / sayı : 18
4
şüyle düştük bir uzun yürüyüşe.
Sevgi bizimle, umut bizimleydi.
Sömürüşüz ve özgür günlerin özlemi
bizimle..."(Bir Kar Makinası)
Bu hep böyle süremezdi. Birileri
bir yerlerde bu gidişe dur diyecekti.
Belki küçük bir ses olacaktı bu ama
büyüyeceği kesindi. Hapishanelerden yükselen bu çağrıyı önce analar
aldı. Ve yayıldı. Artık yol açılmıştı ve
geri dönüşü yoktu.
Belki çıkışımız 12 Eylül'e bir tepki
niteliğindeydi ama orada kalmadık.
Zaten durağan hiç bir şeyin yaşama
hakkı yo ktur. Gelişim kaçınılmazdır.
Bu sancılar da yaratsa, gelişmeyen
yok
olur,
ölür.
Gelişmeli,
kö kleşmeliydik. Her alanda, her
yerde. Düzenin karşı sına halkın demokratik kültürünü ve sosyalist sanatın tarihsel birikimini, kuramlarını
dayanak alarak çıktık.
Anadolu'da yaşayan halkların
müziğini temel alarak yeni bir müzik,
yeni bir tarz yaratmayı amaçladık.
Üretimlerimizin,
halkı
içinde
bulunduğu sürecin karamsarlığından
kurtarıp, mücadele bilinci taşımasını
düşündük. Statükoları ve kalıpları
yıkmayı amaçladık.
Ticari
kaygılardan uzaktık. Özellikle o dönemde yayılan arabesk furyası zaten
çeşitli
sıkıntılarla
savrulan insanlarımızı kaderine mahkum olmayı
öğütlüyordu. Biz, oturduğu yerden
kaldıran, silkindiren, coşku veren,
motive eden şarkıların üreticisi
olmayı hedefledik. Ve geçen bunca
zaman içinde bunu başardık diyebiliriz.
Ekmekten aşka ve kavgaya kadar halkın bütün sorunlarını müziğimize katmaya çalıştık. Düzen, bireyciliği dayattıkça biz kolektivizmi,
paylaşmanın erdemini savunduk.
Bugüne kadar yüceltilen burjuva sanatçı kişiliğine darbeler vurduk. İşe
önce kendimizden başladık. İsimler,
kişiler değil, Grup Yorum önemliydi.
Kendi alanımızın koşullarını yorumlayarak her türlü sapmaya (popülizm, elitizm, slogancılık vs.) karşı
tavır aldık.
Egemenlerin bizden çaldığı tarihsel mirasımızın peşine düştük. Onların ışığında yeniyi yaratmaya yöneldik. Hep bizim olan ama hep gelişen türkülerin sevdasını güttük.
Ama kuşku suz bunu tek başına bir
müzik grubu olarak yapsaydık, bugüne kadar yaşadığımız baskıların
zerresini yaşamazdık. Hatta sırtımız
sıvazlanır, önümüz açılırdı. Yada ilk
zorlukta moleküllerimize ayrılırdık.
Ama biz bunu devrimci mücadelenin
bir alan faaliyeti olarak kavradık.
Müziğimizi, sınıfsal bir düzlemde ele
alıp, ezilen sınıfların mücadelesine
sunduk. İşte Grup Yorum'un düzen
açısından tehlikesi bundandır. Grup
Yorum her sözüyle, her notasıyla,
her şeyiyle devrime çağırmıştır
ezilenleri. Yani uyuyan devi dürtmüş,
onu
silkindirme
aşamasında
tartışılmaz bir pay sahibi olmuştur.
Tehlikesi bundandır. Bu düşüncelerimizin her zaman arkasında
durduk.
"Kültür ve sanat, sınıfsal bakış
açısıyla değerlendirilmelidir. Bütün
kültürel-sanatsal değerler bir sınıfın
damgasını taşır, onun yararınadır.
Tıpkı, ekonomi gibi, devlet, hukuk,
siyaset vb.
gi-
bi rehberi siyaset olan sanat da sınıfsal şekillenme
içinde yerini alır; belli bir
sınıfın duygu ve düşüncelerini yansıtır. Yani, ya
ezen sınıfa ya da ezilen
sınıfa hizmet eder. Biz zor
olanı, zorlu olanı seçtik.
Ezilenlerden yana olduk.
Muhakkak ki sosyalist
öğretiyi benimsemek, hal
kın çıkarlarını savunmak,
sanatı devrimci bir araç
olarak kullanabilmek için
yeterli sayılamaz. Emekçi
yığınların
arasından
çıkarak toplumsal gelişme
dinamikleri
içinde
yer
alabilenler devrim için
sanat yapabilirler."
Bir Kar Makinası
Kurulduğumuzdan bu
yana tavizsiz, ilkeli bir
şekilde
sanatsal
faaliyetlerimize
devam ediyoruz. Yeniyi yaratma çabası içerisindeyken de hem sanatsal,
hem eylemsel bir çok ilke imza atık.
İlk olmanın, karşı koymanın bedelleri
vardır. Bunu biliyorduk ve bedelini
ödedik. Yaşadığımız her günün, her
çalışmamızın
bedeli
fazlasıyla
ödenmiştir. İlk tutukluluğumuzu 1988
yılında, söylediğimiz bir Kürtçe
türküden dolayı yaşadık. Bu türkü 12
Eylül sonrası söylenen ilk Kürtçe
türküydü.
Bugün bizi bağıra bağıra eleştirenler
de bilmelidir. O kapıyı da biz açtık.
Sonra Mersin... Bütün Yorumcu'lar
tutsak ama dışarıda bir başka Grup
Yorum konserler veriyordu. Ektiğimiz
fideler tutuyordu. Grup Yorum artık
yıkılmaz bir kale halini alıyordu.
Türküler susmuyor; halay, yeni
omuzlarla büyüyordu.
Hak arama mücadelesinin içinde
yer aldığımızı, alacağımızı hep söyledik.
Bunun için işçilerin, memurların,
öğrencilerin ve gecekondu halkının
yanında olduk hep. Kendi hakkımız
için de direndik. Ortaköy
tavı r/ kapak konusu /aralı k '99/ sayı : 18
Kültür Merkezi'nin kapatılması, çalışmalarımızın engellenmesi ve konserlerimizin yasaklanması yüzünden
CHP İstanbul Il binasını 1995'in
Ağustos ayında işgal ettik. Dünyada
belki de ilk kez yaşanıyordu bu ama
Grup Yorum'cular sadece sanatlarıyla değil, her şeyleriyle hesap
soracak bir yüreğe sahiptir.
Kar Makinası yol açıyor... Yorum'un açtığı yolda yeni gruplar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunlar; altı
genç tarafından, Ankara'da kurulan
Grup Ekin, ardından İstanbul'da
Özgürlük Türküsü, Diyarbakır'da
Koma Berfin, İzmir'de Günışığı,
Adana'da Nisan Güneşi gibi isimlerden oluşuyordu. Bu grupların bir
çoğu hala çalışmalarına devam ediyor. Birde Grup Yorum'la aynı dönemlerde, bağımsız kurulan gruplar
da vardı. Grup Merhaba, Bengi Türkü, Ezginin Günlüğü, İTÜ Üçlüsü
bunlardan bazıları. Bu gruplardan
çok azı günümüze kadar ayakta kalmayı başarabildi. Ne yazık ki bu
grupların bir çoğu bugün yok. Çünkü
düzen öyle güçlü geliyor ki, karşı sında kendini yenilemeyen, kim
İrşad Aydın’a Tahliye...
26 Kasım Cuma günü dergimiz basıma hazırlandığı sıralarda, İstanbul 3 No'lu DGM'de görülen dava
sonucunda. Grup Yorum elemanı ve İdil Kültür Merkezi Sahibi İrşad Aydın tahliye edildi. Yaklaşık 16 aydır
tutuklu bulunan İrşad Aydın'ın, 26 Kasım tarihinde
yapılan karar duruşmasında Aydın'a, "yasadışı örgüte
yardım ve yataklık" ettiği gerekçesiyle 3 yıl 9 ay hapis
cezası verildi. Duruşma hakimi, İrşad Aydın'ın
hapishanede kaldığı süreyi göz önünde bulundurarak
tahliye edilmesine karar verdi. Davanın bir sonraki
aşaması, kararın bozulması için yargıtayda görülecek.
İrşad Aydın'a, Grup Yorum elemanı Özcan Şenver'le
birlikte yargılandığı bir başka davadan da 3 yıl 9 ay
hapis cezası verilmişti. Bu dava da, yargıtay aşamasında bulunuyor, ü
olursa olsun; ister kişi, ister kurum
olsun; yenilenmeyen, direnmeyen,
örgütlenmeyen her şeyi yıkıyor, dejenere ediyor. Biz buna karşı, kopmaz bir bağla yola çıktık. O yüzden
de 14 yıldır elemanlarımız değişse
de Grup Yorum, hep aynı direngen
kimliğiyle yoluna devam ediyor.
Grup Yorum yol açmaya devam
ediyor... Sanatsal üretim; kaset yapma, konser verme yanında devrimci
sanatçı tavrıyla da örnek olmuştur,
yol göstermiştir. Demokratik kitle
örgütlerinin açılışlarına katkı sağlamak, dayanışma gecelerinde yer almak, devrimci sanatçı duyarlılığıyla,
fiili olarak eylemlerin içinde yer
almak... İşte Kar Makinası'nın açtığı
yol buydu. Yol açmaya devam edecek...
Grup Yorum'un elemanları bütün
bir halktır. Türkülerinde onların
öyküsü vardır. Çünkü ona kan taşıyandır. Halk doğrudan yaratıcı değildir belki ama yaratıya, sanatçısı
aracılığıyla katılır, onun baş aktörü
olur. Yorum, onun kendini ifade ettiği
kanalıdır. O yüzden de her zaman,
bir ırmak gibi akacaktır halk, Grup
Yorum'a.
İşte tüm bu saydıklarımız bizi
MGK listelerinin birinci hedefi haline
getirdi. Onur duyuyoruz! Baskının
olduğu bir yerde en meşru şeyi
direnmeyi seçmişiz ve baskının sahipleri tarafından hedefiz. Bundan
daha zorlu ama daha
onurlu bir şey olabilir
mi?
Çalışmalarımız
ı engellemek, su sturmak için her şeyi denediler. Tutsak ettiler, işkence yaptılar,
yasakladılar, örgüt
üyesi dediler. Hiç biri
ama hiç biri tutmuyor, tutmayacak.
Bu gün her yanımızdan kuşatma altındayız. Ama bunu da
atlatıp yolumuza devam edecek güçtehiç kimsenin kuşku su
yiz. Bundan
olmasın.
Nasıl bir kuşatmayla karşı karşıyayız. 1998 Ağustos'unda İdil Kültür
Merkezi'ne yapılan baskından sonra
Irşad tutuklanmıştı. Irşad'ın tutsaklığı
hala sürüyor... Üstelik bu dava
sürerken yeni bir ceza daha aldı; 12
Ağustos '97 tarihinde Ali Haydar
Çakmak'ın cenazesine katılan Grup
Yorum elemanlarından Irşad Aydın
ve Özcan Şenver hakkında açılan
dava sonuçlandı. 3 Ekim '99
tarihinde yapılan duruşmada İstanbul 4 No'lu DGM tarafından 3 yıl
9'ar ay hapis cezası verildi.
Son olarakta 1996 yılında evleri
mizin basılıp talan edildiği,evlerimizde günlerce karakol kurulduğu,
14 gün Vatan Caddesi'ndeki emniyet
müdürlüğünde
işkencelerden
geçtiğimiz ve iki elemanımızın üç ay
tutsak edildiği, "Yorum Operasyonu"
ndan ceza aldık. '96 da açılan bu
dava yaklaşık iki yıl sürdü ve '96
Eylül ayında, elemanımız Ufuk Lüker'e ve Kemal Sahir Gürel'e 3 yıl 9
ay hapis cezası verildi. Geçtiğimiz
Ekim ayında ise verilen ceza yargıtay tarafından onaylandı.
Hiç Bir Karar Grup Yorum'u
Yolundan Döndüremez
Shakespeare, "bir ulusun türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür." derken, insan-
lık tarihinin en karanlık döneminin
mimarı, Hitler'in propaganda bakanı
Goebbels de "Kültür sözcüğünü
duyduğumda elim belime gidiyor." diyordu...
Ülkemizdeki yerli Goebbelsler
de, Grup Yorum adını duyduklarında, "izin vermeyin, gözaltına alın, tutuklayın!" emirleri yağdırmaktan
çekinmiyorlar. Hatta elleri bellerine
gidiyor.
Bize güvenenleri, inananları,
bizlerle yola çıkanların güvenini boşa çıkarmayacağız. Kazanana dek
inandıklarımızdan
zerrece
taviz
vermeden
yolumuza
devam
edeceğiz.
tav ır / kapak konusu / aralık '99 / say ı: 18
araştırma
f i kri ye kıl ın ç
tarihten bugüne
direnen sanatçılar
Nazım Hikmet
Y üreği halk ve vatan sev gisiy le dolu,
büy ük ozan Nazım Hikmet f aşizmin
bütün baskılarına rağmen y aşamı
boy unca dev rimci düşüncelerinden tav iz
v ermemiş v e bunun bedelini y ılları bulan
hapislik, sürgün v e baskılarla ödemiştir.
Halkçıdır v e y üreği güçlü v atansev erlik duy gularıy la y üklüdür. İstanbul
ve
Anadolu,
emperyalist
güçler
taraf ından işgal edilmiştir. Anadolu'daki
Kurtuluş mücadelesine katılmak üzere
y akın arkadaşı Vala Nu-reddin ile birlikte
Anadoluy a geçer. İşbirlikçi Ankara
Hükümeti, o sıralar y urtsever v e devrimci
güçleri tasfiy e etmekle meşguldür.
Gördükleri Nazım'ı sarsar.
Taşıdığ ı
sosy alist
düşüncelerle
büy üttüğü halk sev gisini o güçlü
dizelerine döker.
TKP içerisindeki dev rimci faaliy etlerini sürdürür. Mustafa Suphi v e
y oldaşlarının katledilmesinden sonra,
TKP dev rimci çizgisini kay beder. Nazım
Hikmet ise Mustafa Suphi'nin savunduğu
dev rimci çizgiy i benimsemektedir.
1925 y ılında çıkarılan TKP'y e y önelik
tev kifatla gıy abında y argılanan Nazım
Hikmet 15 y ıl hapis cezası alır. Bu durum
üzerine Moskov a'ya geç-
mek zorunda kalır.
Bu sırada partinin Viy ana'da bir
konf eransı olur. Nazım Hikmet bu
konf eransta Leninist ilkeleri sav unur.
Konf eranstan bir y ıl sonra, Nazım, parti
içindeki Vedat Nedim'in ihbarı üzerine
üç ay daha ceza alır.
1927 y ılında y urda dönmeye karar
v erir. 1928 Temmuz sonunda Hopa
Limanı'nda, İsmail Bilen ile birlikte
y akalanır v e tutuklanır. TCK'nın 146.
maddesi gereğince idamla yargılanır.
Fakat bu dav asından beraat eder. Daha
önce hattında v erilen 15 y ıllık cezay a
itiraz eder. İtirazı kabul edilir v e tahliy e
olur. Bu sürey e kadar toplam altı ay
hapis y atar.
1929 y ılında "835 Satır" v e "Ja-kond
ile Siy au" adlı kitapları y ay ınlanır. Plağa
okuduğu şiirleri büy ük etki y aratır. Çok
geçmeden plağı toplatılır.
1931 y ılında
kitapları
hakkında
y argılanmaya başlanır.
1932 y ılında oy unları y asaklanır.
Aley hine,
komünizm
propagandası
y apmaktan üç ay rı dav a açılır. 18 Martta
tekrar tutuklanır. TKP'nin lideri olmak
gerekçesiyle idamla y argılanır. 1934
y ılında tahliy e olur. Sanatsal ve siy asal
f aaliyetlerini sürdürmey e devam eder.
"Taranta Batavı r / kapak konusu / aralı k '99 / sayı : 18
bu'y a Mektuplar" adlı eserinde f aşizme
karşı, "Kan konuşmaz" adlı eserinde
ırkçılığa karşı mücadelesini sürdürür.
"Sovyet Anay asası", "Alman Faşizmi ve
Irkçılığı " adlı eserleri bu dönemde
y ay ımlanır.
1936 y ılnda Dr. Hikmet Kıv ılcımlı ile
birlikte
tutuklanır.
Suçlama
yine
öncekilerden farksızdır. Bu komplo
nedeniy le üç ay y atacak ve daha sonra
serbest bırakılacaktır.
18 Ocak 1938'de tekrar tutuklanır. 15
y ıl ceza alır. İstanbul'da hakkında bir
dav a daha açılmıştır. Bu dav a tarihe
'Donanma Dav ası' olarak geçecektir.
Nazım Hikmet bu dav adan da 20 y ıl
ceza alır.
Uzun y ıllardan sonra dışarda Nazım
Hikmet'i özgürlüğüne kav uşturmak için
kampany a başlatılır. Nazmı Hikmet'te
içerde
açlık
grev ine
başlay arak
kampany aya destek v erir. Bu kampanya
sonuç v erir v e Nazım Hikmet 1950'de
çıkarılan genel af la serbest kalır. Dışarı
çıktığında hapishanede ömrünün 12
y ılını bırakmış-tır...
Çıktıktan sonra y oğun bir polis
terörüy le karşılaşır. Ve 19 Haziran
1951'de Moskova'y a geçmek zorunda
kalır. 3 Haziran 1963'teki ölümüne kadar
dev rimci düşüncelerini sa-
vunur, ve bunu sanatına yansıtır...
Yılmaz Güney
1956 yılında yazdığı "Onüç" adlı
dergide yayımlanan "Üç bilinmeyenli
Eşitsizlik
Sistemi"
öyküsünde
komünistlik propagandası yapıldığı
gerekçesiyle İst. Cumhuriyet Başsavcısı tarafından dava açıldı. 1961
yılında dava sonuçlandı. Karar,
Yılmaz Güney'e bir film setinde
iletilmişti. Bir buçuk yıl hapis, altı ay
sürgün cezası almıştı.
1963 yılında tahliye sonrası hem
senaryosunu yazdığı hem de başrolünde oynadığı "İkisi de Cesurdu" ile
sinemaya tekrar döndü fakat Yeşilçam'a ters gelen devrimci kimliğinden dolayı dışlandı. Filmin gösterimi
engellendi.
Yılmaz Güney bu gelişmeler karşı sında inatla çizgisinden vazgeçmeyerek 21 filmiyle, işlediği konulara
yabancı olmayan anadolu insanının
sevgisini kazanmıştı.
Sadece filmleriyle, romanlarıyla
kalmayarak halk ve vatan sevgisini
yaşamıyla içselleştiren Yılmaz Güney,1971yılmda Mahir’leri evinde
sa kladığı, THKP-C ve DEV-GENÇ'e
yardım ettiği için yedi yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Tahliyesinden kısa bir süre sonra,
Endişe filminin çekimleri aşamasında
Adana Savcısını Sefa Mutlu'yu öldürmekle suçlanarak bir kez daha
tutuklandı. Tutuklu bulunduğu her
dönemde sanatsal üretimlerine koşullarını zorlayarak devam etti. Senaryosunu yazdığı "Yol" filmi, 1982
yılında Cannes Film Festivali'nde En
İyi Film Ödülü aldı.
12 Eylül döneminde Isparta Yarı
açık Hapishanesi'ne götürülen Güney için burası özgürlüğüne açılan
kapı oldu. "Ezilen halklar ve ulusların
mücadelesine aktif olarak katılmak
için Türkiye'den geçici olarak ayrılıyorum" diyerek cuntayı dünya kamuoyuna anlatmak için faaliyetlere
girişti.
1984'te rahatsızlığına rağmen
cuntayı protesto etmek için Paris'ten
Strasbourg'a kadar süren yürüyüşün
en başında yer alan Yılmaz Güney
dediğini yaparak, önemli bir kamuoyu yarattı.
"Aslında sanatçı halkın içindeki
kişidir,
Ahmet'tir,
Mehmet'tir,
Süleymandır. Yani sanatçı kendi
gerçeğini yansıtmalıdır. Bir sinema
sanatçısı
da
nesiller
boyu
yaşayabilmek için halkını yani
kendisini tanımalıdır." diyen Güney,
yaşamı ve köylüleri anlatmak için
uzun bir süre oyun sahneler. Bir
süre sonra müziğiyle daha çok
insana ulaşabileceğini düşünerek ve
müziğe de ilgisinin de olmasından
dolayı kendisini şarkı söylemeye
adar.
1970'de komünistlerin ve diğer
sol ke simin çatısı altında birleştiği
Unitad Popular'ın başkanı Salvador
Ailende seçimleri kazanarak Şili
Devlet Başkanı olur. Victor Jara Ailende'nin en büyük destekçilerdendir. Bununla birlikte iyileştirilmeye çalışılan yaşam koşullarıyla birlikte Jara da şarkılarıyla halka
sosyalizmin değerlerini anlatır.
Allende'ye, 11 Eylül 1973'te Sağ
Kanat Askeri Güçler tarafından ABD
destekli darbe düzenlenir. Ailende'nin en büyük destekçileri olan
yoksul insanların yaşadığı bölgeler
ve Ailende'nin evi bombalanır.
Darbenin olduğu aynı gün sürekli
şarkı söylediği üniversiteye ve onu
bekleyen öğrencilerle birlikte olmak
için giden Victor Jara yüzlerce insanla birlikte gözaltına alınarak Şili
Stadyumunu götürülür. Bir daha gitar
çalmasın diye parmakları kırılır ve
ağır işkencelerden geçirilerek kurşuna dizilerek katledilir...
Ruhi Su
13 Eylül'de
öldü...
yurdundan
sürgünde
Victor Jara
1968 yılında Şili'de yüzlerce
çocuğun açlıktan öldüğü süreçte
Jara eğitim görme şansı bulan bir
kaç köylü çocuğundan biridir.
Tiyatro eğitimi alan Jara, Şili'deki
tavı r / kapak konusu / aralı k '99 /sayı : 18
8
1942-52 yılları arasında Devlet
Operası'na girer. Ve türkülere olan ilgisinden dolayı,1943-45 yılları arasında Ankara Radyosu'nda bir türkü
programı yapar. Yaptığı türkü programında söylediği türkülerin halk
türküsü olmadığı iddiasıyla işine son
verilir. İşine son verilmesine rağmen
türkülerden vazgeçmeyerek, daha
ciddi yaklaşarak türkülerin bize devredilen halini yeterli görmeyerek Batı
müziği tekniğiyle zenginleştirilmesi
yönünde
çalışmalara
yönelir.
1952'de 141. maddeden, TKP üyesi
olduğu gerekçesiyle 5 yıl hapis, 20
ay gözetim cezası alır.
Ömrü zorluklar ve mücadeleyle
geçen ozan, '80’li yıllara gelindiğinde
hastalığa yakalanır. Tedavisi için
yurtdışına çıkması gerekir. Fakat 12
Chaplin için Amerika'da yaşam gi
derek zorlaşıyordu. Siyasal görüşle
rinin Amerika emperyalizmine karşı
olması ve ABD uyruğuna geçmemiş
olmasına, vergi borçları da
eklenince, ABD'ye Karşı Etkinlikleri
Soruşturma
Komitesi'nce
komünistlikle suçlanarak ülkede
yaşaması zorlaştırıldı.
1952 yılında ailesiyle birlikte İsviçre'ye göç etti. Ve yirmi beş yıl
sonra yaşamını yitirdi...
Rıfat Ilgaz
Eylül'ün cuntacıları tarafından pasaport verilmez. Hastalığı, geciken tedaviden dolayı artık ölüm sınırına
gelmişken pasaport verilir ama Ruhi
Su eğilmeyen başıyla dimdik ölür...
Charlie Chaplin
Charlie Chaplin, 80'den fazla film
senaryosunu yazdı, yönetti ve yapımcılığını üstlenerek roller aldı.
Özellikle Şarlo tiplemesiyle evrensel
bir karakter yaratarak halkların sevgisini kazandı..
Chaplin, Adolf Hitler'i canlandırdığı siyasal yergi niteliğindeki ilk sesli
filmi olan "Büyük Diktatörün ardından
sadece iki film daha çekebildi.
1928 yılında okuldayken iyi bir
yazar olmayı ve halkının yaşadığı
sorunları, yoksullukları dile getirmeyi
kedisine amaç edinen Rıfat Ilgaz, bir
yandan da şiir yazar. Bir çok dergide
şiirleri ve yazıları yayınlanır.
1940'l ı yıllarda ikinci paylaşım
savaşının
sürdüğü
günlerde,
ülkemizde halkla birlikte aydın ve
sanatçılara da baskılar artarak sürer.
1944 yılında çıkardığı "Sınıf adlı
şiir kitabı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından toplatılır. Bu kararla birlikte
"Kaçış Serüveni" başlar. İki buçuk ay
sonra teslim olur ve cezaevine
konur.
10 Ağustos '44'te tekrar altı ay
ceza alır ve yine cezavine konur.
1946 yılında Aziz Nesin ve Sabahattin Ali ile Marko Paşa Dergisi'ni
çıkarmaya başlar. Dergiye defalarca
kapatma cezası gelir. Ilgaz dergide
yayınlanan
yazısından
dolayı
ceza alır ve tekrar
tutuklanır
1950
yılında çıkan afla
tutsaklığı
tekrar
son bulur.
O
yıllarda
"Hababam Sınıfı"
gibi bir çok roman
ve
şiir
kitabı
yazmaya devam
eder.
71 yılında kurduğu
Sınıf
tavı r / kapak konusu / aralı k '99 / sayı : 18
9
Yayınlarını kurar. Çıkardığı "Gele
cek" dergisinin altıncı sayısı çıkma
dan kapatılır. Baskılar yakasını bir
türlü bırakmaz. 12 Eylül dönemi gel
diğinde Cide'de evine yapılan bas
kınla gözaltına alınır. 25 gün sonra
işkenceli sorgulardan sonra serbest
bırakılır.
Sorgusu
boyunca
işkencecilere taviz vermez ve
onurunu korur. İlerleyen yaşma
aldırmaz, evini devrimci öğrencilere
açar.
Yaşamı boyunca yayımladığı pek
çok eseriyle ödüller alan Rıfat Ilgaz,
7 Temmuz 1993'te aramızdan ayrılır...
Enver Gökçe
1948 yılında bir grup arkadaşıyla
birlikte kurdukları anti faşist çizgideki
dernek faaliyetleri nedeniyle Enver
Gökçe ve arkadaşları "komünizm
propagandası" yaptığı gerekçesiyle
tutuklanır. Daha sonra serbest
bırakılır
ve
tekrar
tutuklanır.
Arkadaşlarıyla
birlikte
işkenceli
sorgulardan geçirilir. Mahkemede,
Marksist
düşüncelerini savunan
Gökçe, Adana Hapishanesi'nde yedi
yıl tutuklu kalır. Tahliye olduktan
sonra
Sungurlu
Kasabası'nda
sürgün yıllan başlar.
'60 yılların başında Menderes,
hükümeti'ne karşı çıktığı için tekrar
tutuklanır
ve
tekrar
sürgüne
gönderilir. Yaşamı boyunca düzenin
adaletsizlikleriyle mücadele eden
Enver Gökçe 19 Kasım 1981'de bir
huzurevinde hayata veda eder...
Bertolt Brecht
16 yaşında bir lise öğrencisiyken
sol dergilerde şiirler yazmaya başlayan Brecht. 1915 yılında "En Tatlı
Şey
Vatan
Uğruna Ölümdür"
yazısından dolayı okuldan kovulur.
1933'de Hitler'in iktidara gelmesiyle birlikte faşizme karşı, o günlerde kimsenin söylemediği, göze
almadığı şeyleri yazar.
Savaşın getirdiği ülke içinde artan açlığın bire bir tanığı olur. Ve büyük bir tutkuyla çalışarak ilk tiyatro
oyununu sergiler.
Dünyayı sarsacak katliamlara imza atacak olan Nazi Partisi'nin kara
listesine bir çok insan gibi Brecht'te
alınır. Ve bunun üzerine Danimarka'ya gitmek zorunda kalır. Finlandiya'dan, Amerika'ya göç eder. Amerika'da, Galile'nin yaşamını oyunlaştırılarak sergiler.
1948'de ancak Almanya'ya döner.
Batı Almanya'nın kabul etmediği
Brecht, sonra Avusturya ve Çekoslavakya üzerinden Doğu Berlin'e gelir
ve kendi tiyatrosunu, Halk Sahnesi'ni
kurar...
Woody Guthrie
"Yardım
ofisi
yanındaki
insanlarımı
gördüm.
Aç
aç
bekleşirlerken, sordum; Bu ülkü
senin ve benim için yaratılmadı mı?"
(This Landls Your Land'den...)
Bruce Springsteen, '80'lerin ortalarında This Land Is Your Land şarkısı için "Bence Amerika Hakkında
yazılmış en mükemmel şarkıdır" der
ve devam eder: "O bize vaat
edilenlerin yalan olduğunu ortaya
çıkaran tam bir örnektir."
Şarkının yazarı Woody Guthrie,
Amerika'nın mit olmuş en radikal
şarkı sözü yazarlarından biridir. 1912
yılında (Oklohama) tutucu, redneck
(güneş altında çalışan işçilerin
enseleri kızardığı için bu adla
çağrılırlar)
kesimin
yaşadığı
Okemah'da doğdu. Onun uzun, sol
düşünceyi gözeten
ideolojik yolculuğu 24 yaşında başladı. O karısını ve çocuklarını terkederek; Roosevelt'in büyük iktisadi bunalımını aşmak için oluşturduğu,
New Deal ( '30’lu yılların Amerikası'nda, Roosevelt'in devlet kuruluşları bütünlüğü içinde gelirin yeniden
dağılımını esas alan yeni ekonomi
politikası) programının uygulanması
esnasında Amerika'yı bir boydan bir
boya tren vagonlarıyla, ucuz otellerde, han odalarında yatarak dolaştı.
1939-1940
yılarının
kışında;
Irving Berlin'in cenaze şarkısı
havasındaki, lüzumsuz derecedeki
yurtsever şarkı sı God Bless America
her akşam her radyoda çalınıyordu.
Guthrie, onu alaya alan bir parodi
üstünde çalışmaya başladı. Fakat 23
Şubat 1941 tarihine kadar şarkıyı
kağıda
dökmedi.
İlk
taslakta
bildiğimiz sözlerin başında ve ilk
satırında "God blessed America for
me" dizesi vardı. Büyük kapitalist
demokraside mülkiyet haklarına
meydan okuyan "Who runs the
country?" esas mısrasını çevrelemek
için "This Land Was Made For You
And Me" dizesini yer leştirdi.
Ünlü "This Machine Kilis Fascıts"
şarkısını gitarına etiket olarak yapıştırdı ve deniz ticaret filosuna katıldı.
Akdeniz'de
filo
torpillendiğinde
hayatta kalanlar içindeydi. Belki
ölenlere bu kadar yakın olmasından
dolayı; 2943 yılında New York'ta
karaya
çıkma
izni
esnasında sahibi Mosses
Asch olan bağımsız bir
plak şirketinin bürosuna
uğradı.
ber Guthrie'nin şarkıları ulusal dinle
yicilere ulaşmayı başladığında -bil
hassa Bob Dylan- Guthrie, fiziken ve
zihnen kalıtsal bir hastalık olan Huntıngston's Chorea ile yıpranmıştı.
This Land'ın coşkulu korosuna katıl
mak isteyenleri seçmek için
yeterince endişe ve dikkat içindeydi.
Oğlu Arlo; biyografici Klein'e
babasının kendisiyle iletişim içinde
olduğu son anlarda "politik yüklü son
üç şarkıyı öğreterek geçirdi. Şayet
öğrenmezsem onları hatırlatacak hiç
kimsenin
olmayacağını
düşünüyordu." diye anlatır.
Woody
Guthrie
bir
folk
şarkıcısından öte, var olmayan bir
Amerika'nın destanının yazarıydı.
Düşlediği bu ülkede her çoban, her
işçi, her maden arayıcısı, sade fakat
şiirsel bir dil ile konuşur, topraklar
kendilerininmişçesine
yaşar
ve
korur, tüm haydutlar ganimetlerini
güçsüzlere dağıtır ve toplum tüm
iyiliklerin,
güzelliklerin
kaynağı
olurdu. Guthrie, protest rock'un
önünü
açan
protest
folk'un
temellerindendi...
Pete Seeger
Halk şarkıcısı olan Pete Seeger,
ABD'de halk müziğinin sürdürülmesinde öncü rolü oynamış halk müziğinin '60’larda canlanmasında büyük
katkıları ve çabaları olmuştur.
Geleneksel Amerikan halk müziği
Guthrie, Asch'e "Biliyor
musunuz ben bir
komünistim" dedi. Hiçbir
allerjik
reaksiyon
göstermeyen Asch kayıt
için gerekli parasal
gücünün
olmadığını
söyledi. Guthrie sorun
değil deyip işe koyuldu.
50li yıllarla berailahiler ve hapishanelerden derletavı r/ kapak konusu / aralı k '99/ sayı: 18
diği şarkılar, ortak çalışmalarda söylenen geleneksel iş şarkıları, gospel",
"blues" gibi türlerin yanısıra bir çok
dilde şarkı derlemiştir.
1958'de kurduğu "Dokumacılar"
grubu, 1941'de kurduğu "Almanac
Şarkıcıları" grubu gibi dağılmak zorunda kaldı.
50'ler ve 60'larda kara listeye alınan Seeger, 1956'da Amerika Karşıtı
Faaliyetler Meclis Komisyonu'nca
sorguya çekildi. Komünistlikle suçlanan aydın ve sanatçıları sorguya
çekmek
için
oluşturulan
bu
komisyona
yardımcı
olmadığı
gerekçesiyle 1961'de bir yıl hapse
mahkum edildi. Bu ceza bir sene
sonra yargıtayca bozuldu...
Mikis Theodorakis
29 Temmuz 1925 yılında Yunanistan'da doğdu. Yunanistan'ın ulusal
çalgısı Buzuki ile müziğe başladı. Ardından keman çalmaya başladı. Müzik kariyeri 1943 yılında Atina Konservatuvarı 'nda başladı. Besteleri kısa sürede bütün Yunanistan'da duyulmaya ve sevilmeye başlandı. Ama
onu tüm dünyada tutkuyla sevilen bir
müzisyen haline getiren devrimci
kişiliğidir, ikinci Paylaşım Savaşı'nda,
Alman faşizminin işgaline karşı, komünistlerle cephede savaşan Theodorakis, savaştan sonra Yunanistan'da patlayan iç savaşta yine komünistlerin safındadır. Alman faşizmin-
den sonra Yunan faşizmine karşı da
dişe
diş
savaşmış,
esaretler
yaşamış,
defalarca işkenceden
geçmiştir. Yunanistan'ı, Albaylar
Cuntası'na götüren süreçte devrimci
muhalefetin
en
önde
gelenlerdendir.
Parlamento'da,
parlamenter;
devrimci
savaşta,
önder kişiliği ile hep en önde olmuştur. Tüm bunlarla beraber bugün bile
niteliği önünde boyun eğilen konçertolar, şarkılar ve marşlar bestelemiştir. Lambrakist hareketin önderi
olduğu süreçte gerçekleşen Albaylar
Cuntası sonrasında mücadelesine
yeraltında devam etmiş, en sevilen
bestelerini bu süreçte bestelemiştir.
Albaylar, cuntayı gerçekleştirdikten beş hafta sonra şu emri yayınlamıştır: "Karar verdik ve emrediyoruz!
Bu yasak, bütün ülke için geçerlidir.
Bestekar
Mikis
Theodorakis'in
müziğini ve şarkılarını söylemek ve
dağıtmak yasaktır. Bu emre uymayacak vatandaşlar derhal askeri mahkemeye sevkedilecek ve 'olağanüstü
askeri durum' şartları uyarınca yargılanacaklardır."
Yeraltında geçen mücadele günlerinde ilişkilerinin getirdiği bir takip
sonucu yakalanmış ve işkencelerden
geçmiştir. Devrime olan inanç hep
dimdik ayaktadır. Ardından cuntanın
hapishanelerinde yaşanan tutsaklık
günleri başlamıştır. Onun tutsaklığı
sıra sında oluşan uluslar arası
kamuoyu özgürlüğe kavuşmasını
sağlamıştır.
Özgürlüğüne
kavuştuktan sonra Fransa ya
çıkmış ve orada, cuntayı
teşhir eden "Z" isimli filmin
müziklerini yapmıştır.
20. yüzyılın en büyük
bestecilerinden
olarak anılmaktadır. Onun
politik anlayışı bir çok kez
dünya devrimci kamuoyu
tarafından yanlış algılandı,
çünkü o, Yunanistan'ın sol
hareketinin kendi ulusal ve
özgül nite-
liklerinden yola çıkarak oluşması gerektiğine inanan bir kişiydi. Ve hala
Ege'deki halkların kardeşliğini savunarak, bir anti emperyalist devrimci
kişilikle yaşamını sürdürüyor. Bugün
75 yaşında "Direnme Günlüğü" ve
"Sanatsal inancım" isimli iki kitabı
bulunuyor...
Orhan Kemal
Orhan Kemal, Niğde'de askerliğini yaparken Maksim Gorki'nin romanlarını ve Nazım Hikmet'in şiirlerini okuduğu için mahkemeye verilir.
Mahkeme sonucunda beş yıl hapis
cezası alır. Tutsaklığı süresince şiirler
yazar. 1,5 yıl sonra ,Bursa Hapishanesi'ne gönderilir ve orada Nazım Hikmetle karşılaşır. Ve bu karşılaşmanın sonucunda şiirlerinde büyük bir değişim olur.
Hapislik günleri son bulduktan
sonra, hikaye ve romanlar yazmaya
başlar. Bunların yanısıra bir çok tiyatro oyunu da yazar. 1960 yılında
İst. Şehir Tiyatroları tarafından sergilenen iki oyunu çeşitli engellenmelerle karşılaşır ve bir süre sonra sahneden çekilir.
1956 yılında yayınlanan "Arka Soka k" adlı hikayeden dolayı hakkında
soruşturma açılır. Soruşturmanın
açılma gerekçesi olarak, neden hep
fakirleri ve işçileri yazıp, varlıklı insanların yaşamlarını yazmamasıdır.
Orhan Kemal yaptığı savunmayla
"Ben gerçekçi bir yazarım. Varlıklı insanların yaşamlarını bilmiyorum" diyerek davadan beraat eder.
1960 yılların başlarına doğru hastalanır. Zaman zaman yataktan kalkamayacak duruma gelir. Tam bu
günlerde Türkiye işçi Partisi'nden 12
biri
kişiyle
birlikte "komünizm propagandası" yaptıkları gerekçesiyle tutuklanır. 35 günlük tutukluluk sürecinden sonra, beraat eder.
1970 yılında Bulgaristan'a gider,
ilerleyen hastalığından dolayı hasteneye kaldırılır. Fakat rahatsızlığına
yenik düşer.
tavır / kapak konusu / aralık '99 / sayı: 18
röportaj
yasin ali türkeri
Işık Yurtçu:
Grup Yorum Bir
Havuzdur
Işı k Yurtçu'ya Grup Yorum üzerindeki baskıları ve son zamanlarda
üstüste ceza alması hakkındaki düşüncelerini sorduk.
Grup Yorum elemanı Ufuk Lüker'in almış olduğu 3 yıl 9 ay hapis
cezası yargıtayca onaylandı. Aynı
zamanda Özcan Şenver v e şu an
Ümraniye Hapishanesinde tutuklu
bulunan Irşad Aydın'a "yasadışı
örgüte yardım ve yataklık" suçundan açılan davada 3 yıl 9 ay hapis
cezası verildi. Grup Yorum üzerindeki bu baskıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Toplumcu kesimin beklentilerine,
arayışlarına, umutlarına müziğiyle
yanıt veren Grup Yorum elemanlarına yıllardır baskı, yıldırma,
cezaevine gönderme politikaları izlenmektedir. Bu uygulama, kendini
demokratik olarak nitelendiren rejimlerde uygulanan istisnai bir örnektir. İşkenceler, anti-demokratik
yasa maddeleri, insan hakları ihlalleri, salt Grup Yorum'a yapılan baskılar demokratikleşmede nerede olduğumuzun bir göstergesidir.
Sizce bu baskılarla
amaçlanan nedir?
Geçmişten
beri
toplumcu
sanat
uğraşısı içersinde olan
sanatçılar
sürekli
baskılara
maruz
kalmaktadır. Ruhi Su,
Enver Gökçe, Ahmed
Arif, Yılmaz Güney,
Orhan Kemal ve adını
sayamacağım birçok
sanatçı
gibi
Grup
Yorum
da
buna
örnektir.
80 darbesinin amacı kuşaklar
arası kopukluğu yaratmaktı. 71
sonrası bunu başaramadılar ama 80
sonrası maalesef amaçlarına ulaştılar. Şimdi de gerçekleştirilmek istenen budur.
Ben 1996 yılında Sakarya Cezaevinde bulunduğum süre içersinde
Grup Yorum'un iki elemanının tutuklanıp bulunduğum cezaevine
getirildiğine tanık olmuştum. Bu
baskılar, engellemeler olsa da Grup
Yorum'u bitiremezler. Grup Yorum
tavır/kapak konusu / aralık '99/sayı: 18
bir ekol, aynı zamanda bir okuldur.
Grup Yorum'u sürekli dolup boşalan
bir havuza da benzetebiliriz. Bu
baskı politikaları ile amaçlanan Yorum elemanlarının ve Yorum dinleyicilerinin halkla ilişkilerini koparmak
ve kesmeye çalışmaktır. Bütün baskı
politikaları gibi bu da ters tepecektir.
Grup
Yorum'u
bilmeyen
ve
dinlemeyenler bile bundan sonra
daha bir merakla dinlemek isteyeceklerdir.
Teşekkür ederiz.
şiir
na zım hikmet
"23" Sentlik
Askere Dair
Mister Dalles,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
Mesela ki iki yüz gram et alabilirsiniz,
koyun eti,
Ankara'da 23 sente,
yahut iki kilo kuru soğan,
yahut bir kilo daha biraz fazla mercimek,
elli santim kefen bezi yahut,
yahutta bir aylığına
yirmi yaşlarında bir tane insan,
erkek
ağzı, burnu, eli, ayağı yerinde,
üniforması, otomatiği üzerinde,
yani öldürmeye, öldürülmeye hazır,
belki tavşan gibi korkak,
belki toprak gibi akıllı,
belki gençlik gibi cesur,
belki su gibi kurnaz
(her kaba uymak meselesi),
belki ömründe ilk defa denizi görecek,
belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
Yahut da aynı hesapla Mister Dalles
(tanesi 23 sentten dolayı)
satarlar size bu askerlerin otuzbeşini birden
İstanbul'da bir tek odanın aylık kirasına,
se ksen beş onda altısını yahut
bir çift iskarpin parasına.
Yalnız bir mesele var Mister Dalles,
herhelde bunu sizden gizlediler:
Size tanesini 23 sente sattıkları asker
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak,
mevcuttu,
tuhafınıza gidecek,
daha sizin devletin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
mesela, Mister Dalles,
yeller eserken yerinde sizin NewYork'un,
kurşun kubbeler kurdu o
gökkubbe gibi yükse k,
haşmetli, derin.
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
Hal ı dokur gibi yonttu mermeri,
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebemkuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
Dahası var Mister Dalles,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek,
ve yarin yanağından gayrı her yerde,
her şeyde,
hep beraber diyebilmek için
yürüdü peşince Bedreddin'in.
O, tornacı Hasan, köylü Memet, öğretmen Ali'dir,
kaya gibi yumruğunun son ustalığı:
922 yılı 9 Eylülüdür.
Dedim ya, Mister Dalles,
herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
Ucuzdur vardır illeti.
Hani şaşmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim,
her millet gibi büyük Türk Milleti.
tavı r/şiir/aralı k '99/sayı: 18
ıl 1995... Ortaköy Kültür
Merkezi
hakkında
kapatma ve faaliyetinden
men "kararı alan" İstanbul
Valiliği'nin
bu
karara
ilişkin açıklaması şöyle
sıralanıyordu:
1. Amacına uygun faaliyet gösterme mek.
2. Yasadışı örgüt mensuplarının
toplanma, buluşma ve barınma yeri
olarak kullanılması.
3. Devletin ülkesi ve milleti ile
bölünmez bütünlüğünü hedef alan
propagandaların yapıldığı yer haline
dönüşmesi.
Bir mahkeme bile açılmadan,
devletin "yürütme organlarından"
birinin tıpkı bir "yargı organı" gibi
"karar" alması, aldığı "karar ı" da bir
"mahkeme hükmü" taşıyormuşcasına anında uygulaması, kaybedecek
vakitlerinin olmadığını gösteriyordu.
Zaten bu kararın, elde hiç bir delil
olmadan, düzmece senaryolarla ve
tamamen hukuk dışı olduğu, daha
sonra açılan mahkemelerin sonucunda da ortaya çıkacaktı. OKM çalışanlarının açtığı mahkeme bir buçuk
yıl sonra sonuç verecek ve OKM'yi
açma hakkı yeniden kazanılacaktı.
Ortaköy Kültür Merkezi 6 Tem-
muz 1995'te kapatılacaktı. Kapatma
tarihine bir hafta kala, iki gün arayla
iki baskın yapılmıştı. Ve bu baskında
OKM çalışanlarının tümü gözaltına
alınıp işkencelerden geçirilmişti.
Adeta kapatma gününün provaları
yapılıyordu.
OKM çalışanları tüm bu gelişmelere hazırlıksız yakalanmadılar. Zaten bu türden baskılar yıllardır süregeliyordu. Kültür merkezi defalarca
basılmış, çalışanları, misafirleri...
gözaltına alınmıştı. Yine Ortaköy
Kültür Merkezi bünyesinde çalışmalarını yürüten Grup Yorum ve Özgürlük Türküsü, bir çok kez konser
yasaklarıyla karşılaşmıştı. Kültür ve
Sanatta Tavır Dergisi bir çok kez
toplatılmış, hakkında çeşitli davalar
açılmıştı. Yine bir çok Ortaköy Kültür
Merkezi çalışanı yıllara varan
hapisle "cezalandırılmıştı."
1995 yılında Gazi Ayaklanması'yla başlayan devrimci mücadelenin gelişimi, egemenleri hayatın her
alanında olduğu gibi demokratik
kurumlara da yöneltiyordu. Susturmanın başlıca yolu baskı ve zordu.
Yıllarca basmışlar olmamış, gözaltına almışlar olmamış, konserleri
yasaklamışlar olmamıştı.
tavı r / baskı lar / aralı k '99 / sayı : 18
"Meseleyi kökünden halletmeli" diye
düşünmüş
ve
Ortaköy
Kültür
Merkezi'ni kapatmışlardı. Böylece
devrimci sanatı susturabileceklerini
düşünüyorlardı. Ama yine yanıldıklarını çok geçmeden anladılar. Hala
belleklerimizden silinmeyen, büyük
bir "Ortaköy Kültür Merkezi Kapatılamaz!" kampanyası ile karşılaştılar.
İmza kampanyalarından, diğer
sanatçılarla birlikte yapılan basın
açıklamalarına, el ilanlarından afişlemelere büyük bir kampanya örüldü. Grup Yorum'un, bir çoklarımızın
hala hatırında olan ve büyük se s
getiren "CHP İstanbul İl Merkezi İşgali", bu kampanya içerisinde gerçekleşti..
Ortaköy Kültür Merkezi'nin kapatılmasının ardından bir çok kültür
merkezi kapılarını açarak dayanışma içerisinde olduklarını gösterdi.
Ortaköy Kültür Merkezi'nin kapatılmasından sonra, 27 Ekim 1995'te
Anadolu Halk Kültür Sanat Merkezi
(AKSM), ondan bir süre sonra da
Okmeydanı Halk Kültür Merkezi
(OKM) kuruldu. Ve böylece tüm diğer baskılar gibi kapatmaların da
boşuna olduğu gösterilmiş oldu. Or-
taköy Kültür Merkezi artık daha
güçlü ve iki ayrı mevzi idi.
Bir yandan bu kültür merkezinde
çalışmalar yürütülürken, bir yandan
da Ortaköy Kültür Merkezi'nin kapatılması ile ilgili verilen hukuk savaşı sürüyordu.
"Gereği düşünüldü" dedi hakim karar duruşmasını açarken. "...hakkında
isnat edilen suçların, delil yetersizliği
nedeniyle oluşmadığından hematine...."
Evet onca çekilen acıların, işkencelerin, tutuklanmaların boşuna olmadığı, büyük bir hukuksuzlukla
karşı karşıya olunduğu, işgallerin,
basın açıklamalarının, o duvarlardaki
"Ortaköy Kültür Merkezi Kapatılamaz" yazılı afişlerin ne kadar haklı
ve yerinde olduğu, bir kez daha ispatlanmış oldu.
Ayçe İdil'in vasiyetiydi, Ortaköy
Kültür
Merkezi'nin
açılması.
OKM'liler alınlarının akıyla yerine
getirdiler bu vasiyeti. Hem de İdil'in
ismiyle taçlandırarak. Ortaköy Kültür
Merkezi, yaklaşık 1,5 yıl kapalı
kaldıktan sonra 2 Şubat
1997'de
İdil
Kültür
Merkezi olarak yeniden
açıldı. Kapalı kaldığı dönem boyunca Anadolu
Halk
Kültür
Sanat
Merkezi ve Okmeydanı
Halk Kültür Merkezi'nde
süren çalışmalar yeniden
buraya taşındı.
İdil Kültür Merkezi
açılmıştı açılmasına ama
baskınlar ve gözaltılar hiç
bitmedi.
Yılda
yedisekiz'lere varan baskınlar
yapıldı. Ancak bu kez durum biraz farklıydı. Artık
baskınlarda
kapılara
barikatlar
örülüyordu.
Nasıl örülmesin? Canları
her istediğinde
kendilerine basma yetkisi
veren, içeri girdiğinde
arama
bahanesiyle
ortalığı talan eden, kırıp döken,
içeridekileri karga tulumba gözaltına
alan onlar değil miydi? Savcılığın
arama
belgesini
(eğer varsa)
göstermeyen ya da canı istediği
zaman gösteren, baskına ilişkin hiç
bir
gerekçe göster(e)meyen,
sorgusuz sualsiz içeride kim varsa
gözaltına alan kendileri değil miydi?
Bu durumda barikatlar kurulup bu
kurumun
babalarının
çiftliği
olmadığını göstermekten başka bir
şey kalmıyordu.
Çok geçmedi. Önce, bu baskınlardan birinde, 21 Ağustos 1998'de
İdil Kültür Merkezi'nin sahibi ve Grup
Yorum
elemanı
İrşad
Aydın
tutuklandı. Ve yine aynı baskından
dolayı İdil Kültür Merkezi'ne kapatma
davası açıldı. Gerekçe ise Ortaköy
Kültür Merkezi'nin kapatılması ile
hemen hemen aynıydı. "Amaç dışı
faaliyet, örgüt üyelerinin toplanma ve
barınma yeri " olması Mahkeme ka-
tavır / bas kılar / aralık '99 / s ayı: 18
patmayı onayladı, dosya şu anda
yargıtayda. Yalnız bu sefer durum
biraz farklı. Geçen seferden "ders"
almış olacaklar ki(!) bu defa hiç bir
ayrıntıyı gözden kaçırmamaya çalışıyorlar. Yine bir baskın sonrası (21
Mart 99) kültür merkezinin sinema
salonu kapısı mühürlenerek, yapılacak olan etkinliklerin önüne geçmek
ve kültür merkezini yalnızlaştırmak
istediler. Sinema salonu, o tarihten
beri mühürlü ve içeri girilemiyor.
Kapatma kararlarının dışında, çeşitli
hapis cezaları da arka arkaya geliyor. İrşad yaklaşık 15 aydır Ümraniye Hapishanesinde "örgüte yardım
ve yataklık" ettiği iddiasıyla yargılanıyor. Geçtiğimiz ay sonuçlanan bir
başka davada İrşad Aydın ve yine
Grup Yorum elemanı Özcan Şenver
"cenazeye katıldıkları" gerekçesiyle
ve "örgüte yardım ve yataklık ettikleri" iddiasıyla 3 yıl 9 ay hapis "cezası" aldılar. Dosya şu an yargıtayda.
Bunların dışında ve yargıtayca
da onaylanan bir başka davada da
Grup Yorum elemanı Ufuk Lüker ve
Kemal Sahir Gürel, yine "örgüte
yardım ve yataklık ettikleri" gerekçesiyle 3 yıl 9 ay hapse "mahkum"
edildiler. Yine bunların dışında açılmış olan çeşitli davalar da hala sürüyor.
Tüm bunların aynı döneme denk
gelmesi tesadüf değildir elbette. 'Biri
olmazsa diğeri, o olmazsa öteki'
yöntemiyle, bu defa (yukarıda da
söylediğimiz gibi) "geçmişten dersler
çıkararak", çıtası e skisinden daha
yukarı çıkartılmış olarak bir saldırı
dalgası geliyor. Adeta, "hadi bakalım
bu sefer ne yapacaksınız?" deniliyor.
Bu sorunun cevabına geçmeden
önce başka bir sorunun cevabını
aramak istiyoruz:
İdil kültür Merkezi'nin faaliyetleri
nelerdir? Neden üstünde bu kadar
çok baskı kurulmaktadır? Gerçekten
bir 'suç' örgütü müdür? Eğer öyleyse
bu 'suç'lar nelerdir?
İdil Kültür Merkezi "halktan yana
sanat" anlayışıyla, halk kültürü-
Ayş e Gülen Hal k Sahnesi, "Kertenkele" isimli bir sokak oyununda
ne yönelik yürütülen dejenerasyon,
yozlaştırma, bireycileştirme, bireyi
kültürüne yabancılaştırma kampanyasına karşı; halk kültürünü sahiplenen, yaşatan, halka rağmen değil
halkla birlikte, Anadolu halkları ve
kültürlerinin birarada, kardeşçe yaşadığı bağımsız ve demokratik bir
vatan için mücadele eden, halkla içice
olan bir kültür-sanat kurumudur. Grup
Yorum, Özgürlük Türküsü; barlarda,
gazinolarda söylemez. Her gün
televizyonlarda küpleri de çıkmaz.
Suçludurlar, çünkü sanatlarını para
için, çıkar için yapmazlar. Onlar hangi
dönem hangi müzik türü modoysa
onu da söylemezler. Halkı karamsarlığa, bireyciliğe itmezler. Tersine onlar her zaman, türküleri ve
marşlarıyla umudun yolunu gösterirler. Her zaman halkla iç içedirler.
Bir gün bir okulda, öğrencilerin para
ödeyemedikleri okula, alınmamalarını
protesto ettikleri bir eylemde onlarla
karşılaşabilirsiniz. Ya da bir mahallede, mahalleyi pislik yuvasına
çevirmeye çalışanlara karşı yapılan
bir yürüyüşte... İşçi, memur mitinglerinde... Konserleri de olur tabii. Ama
konser salonunu dolduranlar genciyaşl ısıyla halktır. Orada kendilerini
jiletlemez, ayılıp bayılmazlar. Oraya,
hep birlikte türküler söyleyip, halaylar
çekmeye gelirler. Özel-
likle Grup Yorum çok geniş bir kesim
tarafından dinlenir. Kasetleri, hiç
reklamsız, promosyonsuz yüz-binler
satar. Suçları sabit: Halkın sanatçısı
olmak.
Kültür Sanatta Tavır Dergisi; sadece aydınlara, sanatçılara hitap et
mez. Tersine asıl okur kitlesi halktan
insanlardır. Çünkü dili diğer kültürsanat dergileri gibi elit, soyut tartış
malar yapan halka uzak bir dil delildir
"sanat ayrı siyasi ayrıdır. tezini
çürüten bir yayın politikası vardır.
Hayatın tüm alanlarının, birbirleri ile
kopmaz bir bağları ve içice olduğu
gerçeğinden hareketle, emperyalist
ku şatmaya karşı, halkın devrimci
mücadelesinin
öykülerini,
denemelerini, araştırmalarını, şiirlerini yazar. Bu zaten başlı başına bir
"suç" tur. Bunun için çeşitli defalar
hakkında toplatılma kararları çıkartılmıştır.
FOSEM (Fotoğraf ve Sinema
Emekçileri); Suçu, fotoğraf makinasını "şu sanatçı bununla görüldü, falanca kişi falanca disco'daydı" gibi
magazin haberleri için ya da devletin
büyük, yenilmez olduğunu göstermek ve her katliamda, saldırıda
onu aklamak için kullanmamasıdır.
Tersine deklaranşöre, burjuva basının da çekipte yayınlamadığı katliamları, büyük kitle eylemlerini, hal-
tavır / bas kılar / aralık '99 / s ayı: 18
kın mücadelesini, acılarını resmetmek için basar. Çektiği belgeselleri,
hayattan ya da gerçeklerden uzak
değil, yalan-yanlış katmadan bizzat
halkın kendisini yada tarihten bir
ke siti işler.
Ayşe Gülen Halk Sahnesi;
Onları da soka klardan tanırsınız.
Her eyleme, oyunlarıyla gelirler.
Hayatı, zorlukları, mücadeleyi küçücük bir sokak oyununa sığdırırlar.
Etraflarını kuşatan kalabalıkla içice
oynarlar oyunları. Onlar için her
oyun, skeç bir eylemdir.
İdil Kültür Merkezi'nin faaliyetleri
ortadadır. Görüldüğü gibi hiç de
"amaç dışı faaliyetler" değillerdir.
Amaç zaten haksızlıklara ve sömürüye karşı yeni bir dünya kurma
mücadelesidir. Ve ne mutlu ki, bu
amaçtan hiç sapılmadı. Geri düşüldü, eksi k kalındı belki, ama hepsinde
ileriye atılmanın enerjisi biriktirildi. Bir
"suç"
aranacaksa
bunlar
da
ortadadır. Halkını ve vatanını sevmek; hiç bir baskı yasaklama ve engel karşı sında geri adım atmayıp
kendini yenileyebilmek; Halk için
sanat sözünü soyut ifadelerden çıkartıp, üretimlerini halkın yaşam ve
mücadelesine taşıyabilmek; halkların
özgürlüğüne
kurtuluşuna
olan
inancın şekillendirdiği ideolojik
perspektifi dile getirmekten çekinmemek, tersine bundan gurur duymak; kültür-sanat çalışmasını burjuva , küçük-burjuva çerçeveden koparıp sosyalist, devrimci bir anlayışla, tarihsel birikimlerle, bağımsız bir
vatan mücadelesinin alan faaliyetine
dönüştürmek;
yozluğa,
dejenerasyona, yabancılaşmaya karşı direnmedeki ısrardır suçlarımız.
Evet "suç" olarak görülen ve
bunca baskı ve yasağın, son olarak
kapatma kararının altında yatan temel gerçekler bunlar. Bu gerçekler
dün de vardı, bu gün de var. Ve nerede olursa olsun, yarında olmaya
devam edecek. Ama unutulmasın ki
çatısı, üretim yeri ne olursa olsun,
direnenler var olacaktır.
eleştiri
aşkın a yran cı oğl u
"Batık" Mizah Yolcuları
ve
BİZ
K
arikatürün/mizahın
evcilleştirildiği şu günlerde saldıran, ısıran hep sömürgeciler oluyor... saldırgan, ısırgan, rahatsız eden mizahı
yaratmak zorundayız.
Kültür Sanatta Tavı/m Temmuz ve
Agustos'99 tarihli sayılarında iki bölüm
halinde yayımlanan Sedat Taşer'in, Karikatürün Gelişimi ve Bugünkü İşlevi
başlıklı yazısı; karikatürün silkinmesi
için katkıda bulunabilecek nitelikteydi.
Aynı yazıda, -Demirtaş Ceyhun'un
Asılacak Adam adlı kitabında anlattığıAziz Nesin'in Almanya'da bir konuşmasında "niçin artık yazmıyorsunuz"
sorusuna verdiği yanıta değiniliyordu;
"Bir transatlantik düşünün ki... Avrupadan Amerikaya giderken birden büyük
patlamalar oluyor gemide. Gövdenin dört
bir yanında delikler açılıyor. Yani, gemi nerdeyse battı batacak... kurtulabilmek için, deliklerin bir an önce tıkanması gerek mutlaka. Zaten bunun bilincinde olan yolcular da
can havliyle delikleri tıkamaya çalışıyorlar
Diyelim, yolcular arasında bir de dünyanın
en büyük keman virtüözü var. Şimdi delil
tıkamakla uğraşan o virtüöze yahu delik tıkamayı bırak da, bize bir keman resitali ver
diyebilir miyiz hiç? İşte biz Türk yazarlarının
durumu da bu... Yani, sırası mı şimdi
öykünün, romanın, oyunun filan? Önce
delikleri tıkamaya çalışıyoruz biz de".
Aziz Nesin'in bu benzetmesinde
eksi k yanlar var. Sanki sanat/mizah
gerçekliğin dışında, etkisiz bir şey gibi
gösteriliyor. Sanki sanat/mizah her şey
yolunda giderken yapılması gereken
bir şey gibi anlaşılıyor. Batmak üzere
olan gemi benzetmesi eğer mizah evrenimizi yada toplumsal konumumuzu
yansıtıyorsa, bu tam da mizahın işlevli
olması gerektiği bir durumdur.
Ne olursa olsun, bir sorun varsa mizah da vardır orada... Ama şimdi o mizah nerede? İşte asıl sorun bundan
sonra
başlıyor...
Mizahımız
Lemanların, Öküzlerin, Danaların
elinden; Karikatür ve Mizah Müzesi,
Karikatürcüler Derneği ve Karikatür
Vakfı gibi kurumların "resmi"liğinden
kurtulamamıştır.
Karikatürcüler
Derneği, sosyalist karikatüristleri artık
açıkça dışlamaya başlamışken, daha
geçenlerde, 30. kuruluş yılında
"Karikatürcüler
Derneği'ne
katkılarından dolayı" Faziletli İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkam ve kültür
daire
başkanına
birer
plaket
sunmuştur. Bu sunuş pek çok şeyin
de sunuluşudur...
Yaşananları sınıfsal bir bakışla çözümleyip bu temelde üretmedikçe mizahımızın dirilişi, ezilenlerin saflarında
gerçekleşecektir...
Türkiye'de bütün alanlarda görülen devrimci birlikteliklerin bölük pörtavı r/ mizah/aralı k '99/sayı : 18
17
çüklüğü, ne yazık ki mizah alanında da
geçerlidir. Özellikle karikatür alanında
oluşturmaya çalıştığımız sosyalist devrimci devinimler (sergi, dergi vb.) bölük pörçüklüğü aşamamaktadır. Bu
devinimler içinde; Mayıs 98'de bir sayı
çıkarabildiğimiz "Burun" mizah dersi-si
ve dokuz yıldır sürdürdüğümüz Ondörtlü karikatür sergisi varken, tam
karşıtına dönüşüveren girişimlerimiz
de var... Bunlardan en önemlisini anlatmak istiyorum. Çünkü yaşadıklarımız) mizahımızdaki gelgitleri iyi ortaya koyuyor...: 1999'un Mayıs ayıydı.
Her ay karikatür çizdiğim "Uzun Yürüyüş" dergisinden Veli aradı. Hakan
adında biri benimle görüşmek istiyormuş. Gittim ve görüştüm Hakan'la.
"Sanal Ördek" adlı bir mizah dergisi çıkarıyormuş. Yıllarca boyalı basında ruhunu satarak çalışmaktan bıkmış olan
Hakan, on sayıdır çıkardığı dergiyi bizim katkılarımızla daha nitelikli içerikle
sürdürmek istiyordu. Benim karikatür
çalışmalarımı,
etkinliklerimi
ve
hepsinden önemlisi, kapitalizmin bağlaşılığı olan mizah anlayışına karşı mücadelemi biliyordu. Sorunumuzun aşağı yukarı aynı olduğunu ama para veremeyeceğini belirtti. Ben de parasal
kaygımızın olmadığım, önemli olanın
mücadeleye girmek olduğunu söyledim. Sonunda Leman kültürüne ve sö-
mürgecilere karşı yeni bir devi nim
yazac aktım. Ve gönderdiğim ilk yazı şuydu:
Karikatürü yapan Çetinkaya ile işkenceciler
oluşturmaya karar verdik. Adını başkaları
koymuş olsa da, bir ç ocuğum ol uyormuş
"Kapitaliz min çoğunluğu sömüre-rek varlığını
sürdürdüğü biliniyor. Birim turlu hile ile sömürülen
arasındaki fark; Çeti nkay a'nın istediğini
söyletebil me uzunluğudur, elindeki kalemiyle...
gibi heyecanlıydım. Çünkü dergileri,
gazeteleri, televiz yonları salonları topları,
ördekleriz ve ilk de Sanal Ör deki miz var. İns an
maddi olarak s ömürülürken, zihinsel sömürüy e
Sömürü varol dukç a varlık nedeni miz insanlar ı birbirine düşür mek değil- insan-ların
tüfekleriyle hal kımızı kuşatan sömürgecilere
karşı bir yürek daha atmaya başlayacaktı...
karşı du rabilir. Sanal: gerçekte ol may an, zihin
de/beyinde canlanan anlamına geliyor. Bu gün
yakasından
sömürücüleri
düşür
mektir...
Mizahımız , insanlarımızın y atır-ların eline
Hemen içe koyuldum ve çiz er yoldaşlarıma
ulaşıp bu gelişimi aktarıp katkılarını
ördekliği miz
somuttur.
s omuttur. Sanal ördek de
Ördekl eş meyi
özgürleş meye
düş müş ol an mutl uluk umutl ar ın ay ağa
kaldıracak güçtedir...''
istedim. Hemen hepsi de heyecanla
öneklerini sundul ar. Onca uğraştan sonra
dönüştür mek için Sanal Ördek bütün ördekleştirenlere karşı, ezenlerden yana mizah
Büyük bir umutla girmiştik Sanal Ördek
surecine. İnandırmışlardı bizi birlikte güzel
aralarında Devrim Demiral, Mehmet Gölebatmaz, Ahmet Erkanlı, E. Yaşar Babalık,
üreterek- bir beyin ve yürek birlıkitli-ğtyte yeluna
devam
ediyor.
Bu
yolda
tü m
şeyler yapacağımıza... Derken T emmuz ayı
geldi dergi çaktı. Hemen aldım. Kapakta
Behiç Ayrancıoğlu, Cemal Odabaşı'nın da
bulunduğu çizerlerin çalışmalarını toparlayıp
dostlarımıza/okurlarımıza merhaba...
Saz çaldın ıra/sağ elin geç mistedir/sol elin/
Madımak Oteli'nin yanık fotoğrafı ve yanında
Murathan Mungan'ın yenik dizeleri vardı. Arka
Ankara'ya
gönderdim.
Sabırsızlıkla
bekliyorduk kavgamızın dergisini. Haziran geldi
gelecekte der Fazı! Hüsnü Dağlarca. Saz
çalarken
perdelerin
üzerindeki
hareket-
kapağı Kiktim, "Rıfat Ilgaz'ın
güzel anısına '" Kemal Sunal'lı Haba-
ve il k düş kırıklığını vaşadık Konuştuğumuz
ilkelerin hiç birisi yoktu prati kte. Çok kötü
leriyleezgiye y ön veren c an v eren sol el. s anki
solu tanımlıy or. Hareket sol dadır... Solak saz
bam Sınıfı filmlerinden birinden bir kare
yayımlanmış... Hababam Sınıfı romanından
basılmış karikatürler yığıntı gibiydi dergide.
Çizerlerin belirlediğimiz köş e adları olmadığı
çalan Arif Sağ elbette Dağlar-canın şiiri için
istisna. Arta Sağın durağan sol elini -şelpe
uyarlanan Rıfat Ilgaz'ın bile sevmediği ve
içeriğinin
boşaltılıp
sulandırıldığı
gibi kendi adları da (adl arımızı çok
önemsediğimizden değil) voktu dergide.
çalarkensağ
elinin
ya-nına
hareketlendirdiği de unutul mamalı..
filmlerden biri...
Derginin iç sayfalarına bakınca gözlerime
Behiç'in karikatürü-nün yarısı da -sanırım
sığmadığı için ya da fazlalık sayıldığı içinkesilip öyl e yayımlanmıştı, saygısızca. (Bunlar
yetmezmiş gibi birde Bülent Akyürek'in
yazısında Nazım'la, Yılmaz Güney aşağılanıyordu. Nice aramadan sonra telefonla
ulaşabildiğim Hakan'a olanların nedenini
sorduğumda, tekni k aksaklıkl ara neden olan
bazı özel sorunların sıktığını belirtti Bir sonraki
sayı bütün esi kliklerin giderileceğini de ekledi.
Sol harekettir...
Dağıstan Çetink ayanın
Z aman
doğru
gaze-
inanamadım Bizim ürülerimizin biri dışında
hiçbiri yayımlanmamıştı. Yayımlanan ise 25
tesinde yayımlanan karikatürü; kapitalist
sistemin yandaşı olarak konumlanıyor.
santimetrekarelik alana sıkıştırılmış olan ve
yama gibi duran beni m karikatürümdü...
Bu karikatür ister yanılsamal ı bilinçle, ister
Bunlar yetmezmiş gibi bir de ne görevim ..
Cezmi Ers özler, Nihat Gençler, Küçük
bil-linçli
yanıtlamayla
üretil miş
olsun;
egemenlerin sözc ülüğünü y apmaktadır, öz gür
yarınların umul taşıyıcısı v e kavgacısı solcular;
sömürücülere göre hep 'ülkeyi birbirine düş üren
hainler ol muşlardır... Bu bakış açısını temel
alan karikatürde,hapis-ten kaçan s olcu; Bu
Ben de umutlarımızı sürdürmemiz gerektiğini düşündüğümden bir sonraki sayı için
ülkeyi birbirine. Düşürmek için bize gerek
kal mamış. Tüh!'demektedir. Solcuların varlık
çalışmalara Kışladım Bu arada derginin sahi bi
ve yazıişleri müdür ü olan Ser pil Kaya' yla da
nedeni, ülkeyi
gösterilmiştir.
tanıştık, buluştuk, konuştuk... Ona da
ilkelerimizi ve mücadelemizin içeriğini belirttim
Gülüyorum... Bazı k arikatürler de işte
böyle saplantılı içeriğiyle güldürüyor insanı...
Oda düşünceleri mizi paylaştı ve katkılır ı mızı
bekledikl erini söyledi ilkel erimizden odun
böyle saplantılı bir düşünce temel alınarak emek
harcanıyor; kağıt, zaman., mürekkep vs ...
ver meden
katkılarımızı
sür-düreceğimizi
söyl edi m. O da eleş tirilmesi gerektiğini ve
Üzülüyorum...
paketlenmiş
eleştirimi yayımlayacakların! söyledi. Yine onc a
koş uşturmadan sonra yeni çalışmalarımızı da
çalışılıyor. Bu durumda bize düş en ise, o
güzel paketl eri yırtıp, içindeki pislikleri
toparlayıp gönder dim. Artık her sayı "Eleştiri
Mizah" adlı köş emde yazı da
göster mek ...
Hiçbir zaman solcular, hapisten kaçan o
birbirine düşür mek
Biliyoruz;
pisliklerle
olarak
i nsanlık , güzel
kokuş-turul maya
solcu' gibi konuş mazl ar. Çünkü onların varlık
nedeni,
insanca
yaşanacak
bir
evren
yaratmaktır.
tavır/mizah/aralık'99/sayı:18
18
İskender vardı dergide. Sömürgecilere ve
insanlarımızı
apolitikleştiren
Lemanlara,
Öküzlere karşı bir kalkışma yaratmayı
amaçladığımız dergi bir "Öküz" ol ma
yol undaydı şimdi...
Bir "Dana" (Sanal Ördek) eksi kti
piyasada ve oda olmuştu sonun
da...Alçaklıktan baş ka nasıl tanımlana
bilirdi bu yapılanlar. Bizi önce dergilerine
davet edip sonra korkmuşlar mıydı Ya da bizi
karşı olduklarımızla buluşturup yavaş yavaş
teslim ol mayı mı amaçlamışlardı.. Bel ki de
bizim direngen, ilkeli kal emlerimizin,
postmodernizimlerini
delmesinden
kor kmuşlardı...
Soyadını bilmediğim Hakan'ı aradım ama
bir türlü bulamadım. Bunun üz erine Serpil
Kaya'ı buldum ve hemen derginin ni ye böyl e
olduğunu s ordum. Bana kendisinin de dergiyi
yeni gördüğünü ve niye böyle olduğunu bilmediğini söyledi... "Sen derginin
sahibi ve yazıişleri müdürüsün değil mi?"
dedim. Ezik bir ses tonuyla, "evet" dedi... "Artık söz bitti, yazı başlıyor Yaptıklarınızı yazacağım, yanıtlarsanız tartışırız"
dedim. Ayrıca adresimi vererek, gönderdiğim tüm ürünleri iletmelerini ve
hiçbir yerde yayımlamamalarını istedim... Aylar geçti ama çalışmalarımızı
gönderme İnceliğinde bile bulunmadılar...
Dana'nın Ağustos '99 sayısında Leman'larla tam bir bütünleşme yaşanıyordu; İki tam sayfa ve tam renkli, "Leman Kültür ve Grup Çığ konserlerinin
reklamı basılmıştı... Aynı sayıda Grup
Yorum'la yapılan ve -Grup Çığ gibihalk türkülerini talan edenlerin de
eleştirildiği söyleşi vardı. Tam bir postmodernizmdi bu...
Tüm bu yaşadıklarımızdan sonra,
Bülent Akyürek'i de şimdi eleştirme fırsatı buluyorum... "Beni Böyle Sev' Salaklığı" başlıklı yazısında ayakları yere
basmayan bir "değişim" 'in gerekliliğini
vurgulayan Akyürek hiç gelişimden söz
etmiyor. "Yeni çağ", "yeni tarz"ları
dayatıyormuş... Değişim kim için ve
nasıl bir bilimsel, felsefi, ideolojik, sanatsal konumlanışla gerçekleşecek,
bunların yanıtı yok... "Değişmemek ahmaklara mahsus bir felsefedir" diyor
Akyürek... İlle de değişim... Kim bilir
bu yazıyı yazdığı Haziran ayından bu
yana ne çok değişmiştir kendisi... Bu
yazdıklarını reddedecek kadar bile değişmiş olabilir... Her neyse, Nazım'a ve
Yılmaz Güney'e dil uzatmasa, üzerinde
durmaya değmeyecek kadar bile basit
bir yazı deyip geçerdim. Ama bazı basitlikler rahatsız ediyor insanı...; "Kokuşmuş siyasi görüşlerin, çürümüş ölüleri;
şairleri, yazarları, ideologları artık bizi
kurtaramıyorsa onlara bir iyilik yapıp
abartmayalım. Çünkü bu yüzyıla yenilen
fikirleri gece gibi örtmekle kendimizi
kandırıyouz. Yılmaz Güney yaşadığı
dönemde bir önder olarak Türk
Sinemasına aşırı doğallığı getirmekle
tarihteki yerini almıştı ama kimse şu an
yaşasaydı İbrahim Erkal ile 'Canısı adlı
dizide rol almayacağını net olarak söylemesin. Nazım Hikmet bile şimdi 'Öküz'
dergisinde yazıyor olabilirdi. (...)"
Yılmaz Güney'in "türk sinemasına
(kendisi "türk sineması" deyimini reddediyor ve "türkiye sineması" istediğini belirtiyordu) aşırı doğallığı getirmesiyle tarihteki yerini aldığı tezinin
eksikliği bir yana; her şeyden önce salt
"değişim"i öneren birinin, Nazımla,
Yılmaz Güney'in kötü bir "değişim"
geçirebileceğini düşünebilmesi ikiyüzlülüktür. Nazım'la, Yılmaz Güney kokuşmuş siyasi görüşlerin çürümüş ölüleri ya da şairi, sinemacısı değildir. Onlar gelişimin, değişimin sonsuzca süreceğini temellendiren bilimsel sosyalizmin insanıdırlar. "Ben sadece ölen babamdan ileri/ doğacak çocuğumdan geriyim/ ve bir kavganın adsız neferiyim." demedi mi Nazım? "Halkın duygularını,
yüzeysel beğenilerini sömürme yarışı içinde olan bir yığın sinemacı, şarkıcı, türkücü
filmi ile kitleleri uyutmaktadırlar. Halkı aldatmanın, halkı uyutmanın ve genelleştirmenin çabaları sürmektedir. O bataklığın
içinde her zaman olduğu gibi, iyi film yapmak, halka yararlı olmak, sinemamızda var
olan devrimci demokrat geleneğ yaşatmak
isteyen bir avuç namuslu insan bugün her
zamankinden daha zor koşullar altındadır.
Bu sınıf mücadelesinin zorunlu sonucudur. Gericilik, hayatın her alanında olduğu
gibi, sinema alanında da hasımlarını ezmek
istemektedir. Ancak inanıyorum ki, onları
tüketemeyecekler ve susturamayacaklardır.
Onlar, en kötü koşullar altında bile, film
yapmanın olanaklarını bulacaklardır. (İnsan, Militan ve Sanatçı Yılmaz Güney,
Güney Filmc. Y.s.35)" demedi mi Yılmaz Güney...
"Bu yüzyıla yenilen fikirler" diye
sosyalizmin çözülüşünü kastediyorsa
Akyürek, bunu da yeni öğrenmiş olmalı. Ama yine de doğru öğrenememiş. Eğer Nazım'ın bazı şiirlerini ve
Yılmaz Güney'in 1982'de söylediklerini
okusaydı, yenilenin fikirler(marksizleninizm) değil, -Yılmaz Güney'in deyişiyle- "modern revizyonizm" olduğunu öğrenirdi...
Yaşasalardı, Yılmaz Güney "can ısı"
dizisinde oynardı, Nazım Hikmet
"Öküz"de yazardı deme salaklığını
reddediyorum, Biz Yılmaz Güneyi ve
tavır/mizah/aralık'99/s ayı: 18
19
Nazım'ı 'öyle" seviyoruz...
Dana'nın bizi dışladığı Temmuz sayısında şöyle deniyordu; "(...) Bir de
acayip çizere ihtiyacımız var. Sokağın nabzını tutan, salonlardan nefret eden, muhitin
fırlama çizerlerine. Gerçi mevsim uygun
değl, kestane mevsimini geçtik yine de bizi
değil de, dergide çizmek isteyen çizer'
arkadaşlardan iş bekliyoruz. (...)" Biz "fırlama çizerler" olamadığımız için Dana'da çizmiyoruz ama üzerini çiziyoruz şimdi Dana'nın...
Günümüz karikatürü (mizahı) sınıfsal bakış açısından yoksundur ve
tarafını şaşırmamıştır. Bu saptama,
dergi ve gazetelerdeki karikatür üretiminden, karikatür üretiminden, karikatür eleştirmenlerinin ürünlerine kadar büyük oranda geçerlidir... "Leman" türünden sömürgeci dergilerin
mizah piyasasındaki egemenliği sürmektedir. Bunların içi boş, eleştiriyormuş gibi yapan, sol baharatlı, tüm acılan, sorunları "malzeme" gören, büyük oranda yazılı (karikatür), ucube
tipli (karikatür) mizah anlayışlan soldan sağa bütün yayın organlarına
sızmış ve yaygınlaşmıştır...
Karikatürist Ramize Erer Radikal
gazetesindekiler yetmiyormuş gibi,
"Kadınlara mahsus" bir gazete olan
Pazartesi'de de kadınları meta konumuna düşüren karikatürler yapabilmektedir. Pazartesi feministleri her fırsatta erkeklere karşı refleks düşmanlıklar gösterirlerken, Ramize Erer'in kadına saldıran karikatürlerini göremiyorlar... Kemalizmi eleştiren sosyalist yayın organlarında da kemalist felsefenin
ürünü karikatürler de yayımlanabilmek... Bu bilinç bulanıklığını aşmak
için "sosyalist gerçekçi"sanat yöntemiyle üretmek kaçınılmaz olmaktadır... Bu, bütün gücüyle esmekte olan
rüzgara karşı yürümek demektir... Bunun için de bilgisel, bilinçsel donanım
gerekmektedir...
Çok azı dışında hemen bütün basın
yayın organlarında sansür/otosansür
vardır. Özgür mizahçılar parmakla
gösterilecek kadar azdır. Sansür/otosansür mizahın ölümüdür. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Kara-
mizah Merkezi'nin yayıml adığı Mizah Kültürü
adlı derginin 9. sayısında, sağcı karikatürist
muş s os yalist çizerlerden söz etmemesi
ilginçtir. Semih Balcıoğlu'nun "Cum-
Bunlar arasında "şu yok', bu yok' diyebiliriz, ama
bu da yazarın seçimidir. Eksik olduğu
Vehip Sinan'la bir söyleşi yapılmış. "Solla
uğraştığımız kadar hiçbir şeyl e uğraş madık"
huriyet'in 75. Yılında Türk Kari katürü" adlı
antolojik kitabında da s os yalist
saptanabilecek isi mlerin 'hangisi' yazara
anımsat ı l malıdır? Bunun ' makul' bir ölçüsü
diyen Vehip Sinan, ş unları da itiraf edi yor:
"(...)Bu durum en son Türkiye Gazetesinde
kari katüristlerin hemen hiçbirinin adı
anılmıyor. Kitabına, " yetmiş beş yılın tek
verilebilir mi? Üstelik, gözden göze 'beğeni'
değişir; ve son tahlilde bu bir kişisel seçim
başıma geldi. Giderek büyüyen gazete devletle,
hükümetle, ilişkilerini de geliştiriyordu. Hal böyle
baş vuru kitabıdır" gibi geçersiz bir değer
biçen Balcıoğlu; "Cumhuriyet Dönemi Türk
sorunudur."
"Güldiken'de
Karikatürcüler
Derneğinin çalışmalarına yer vermedi m. Bir
olunca hükümete atıp tutmamay a, aleyhte yayın
yapmamay a başladılar. Bana da böyle bir
Karikarürü"nü anlatırken, s os yalist,
devrimci kari katüristleri yok s aymıştır.
yazar tarafından herhangi bir yazı da gel miş
değil. Ama gelseydi de ilgilenmezdi m. Bu da
'ikazcık' gelince, biz Yeni Asya'dan geliyoruz,
orada haksızlıklara karşı savaşçıydık burada da
Bilinçaltında onların "Cumhuriyet dönemi
dizeri" olmadıkları gibi bir şey ol abilir
Güldiken editörünün en doğal hakkı." "130 yıldır
türk karikatürünü 10 karikatürcüyle anlatmak bile
öyle olmak istiyoruz' dedik(...) Karşı çıkışlarıma
gelen tepkiler beni çok rahatsız etti. Aynı şey daha
bel ki, bilemi yorum. Ama Balcıoğlu'nun
özellikle son dönem karikatüristleri
mümkündür. Bu bir seçi m sorunu. Yapıt
antolojik nitelik taşısa bile Çoğunlukla ilgilenmek
sonra Zaman Gazetesinde de başıma geldi orada
da savaş maya başladım. Çiller hükümetinin
seçerken
-tüm
niteliksizli klerine karşın-
acemiliklerine,
"kendine yakın"
zorunda değildir. Antoloji, çoğunluktu içer mez:
Bir kişisel seçmeyi ilgilendirir."
icraatlarını
eleştiriyordum
çizgilerimle.
Yolsuzluklar ayyuka çıkmıştı o zamanlar. O
olanları seçtiği bir gerçektir. Egemenlerin her
şeyi n tarihini kendine göre yazdığını biliyoruz.
Şimdi de Çevi ker'in, Balcıoğlu'nun kitabını
eleştirdiği
yazısından
alıntılıyorum:
gazetenin yöneti minden de aynı tepkileri aldım.
Yapma' dediler. Birkaç defa ayrılmaya kalktım.
Bizim illa ki "Cumhuri yet dönemi çizeri" olmak
gibi bir talebimiz yok z aten. Ama bizim de bir
"Cumhuriyetin 75. Yılında Türkiye Karikatürü'
başlıklı bir kitap yayımla yacaksınız, içinde
Eve kadar gelip ikna ettiler. (...)"
Bir karikatüristin "ikna"
ve
tarihimizin olduğu unutul masın...
Güldi ken adlı mizah kültürü dergisinin
'eleştirmenlik'
bölümünde
yokluğundan yakınac aksınız
ürünlerini torpillemesi ne kadar acıdır... Bir de
patronlarına gönüllü bağlı olan kari katüristler
yaz '99 tarihli 18. sayısında karikatür
eleştirmeni T urgut Çevi ker'in "Bir Karikatür
attığınız başlıklar arasında yer alan bölümlerde
yukarıda anılan kültür hareketlerinin (Çeviker'in
var. Milliyet'in hem tencere, tava dağıttığı hem
de "temiz topl um" kampanyası sürdürdüğü
Antol ojisinin Anatomisi" başlıklı bir yazısı
var dı. Bu yazı daha s onra "ilginç ve
kültür hareketleri bn.) hiçbirinden tek sözcükle
bile olsa söz açmayacaksınız!",
"1999
dönemde yayımlanan bir karikatürde; ünlü
meşalesi yle Milliyet temiz basını simgeliyor ve
öğretici" bulunduğu için, Güney dergisinin
Eki m-Kasım-Aral ık '99 tarihli sayısında
baskısında
(Balcıoğlu'nun kitabının-bn.) olmayan dikkate
Çiller puanlı mürekkep şiş esi
gazeteni n üzerine dökülüyordu.
yayıml andı. Çevi ker bu yazısında
Balcıoğlu'nun
tarihsel
yanlışlarını
değer karikatürcüler (başka isimler de olabilir
kuşkusuz): Ergin Ergönültaş, Ohannes Şaşkal,
Soyöz'ün bu karikatürü patronuna bağlılığın
bir ürünüydü. Sanki çok temizlerdi de, Çiller
düzeltmesi açısında önemli ydi. Ama yazıyı
okuduktan sonra, Çeviker'in Karikatürcül er
Sarkis Paçacı, Turgay Karadağ, K. Gökhan
Gürses, Özden Öğrük, Emre Senan, F. Gürcan
kirletti; sanki gerçek gazetecili k yapı yorlardı
da Çiller engel oldu...
Derneği bülteni nin Mart '98 tarihli 48. sayısında o zamanki dernek baş kanı Oğuz
Mermertaş, Erdal Alay, Kemal Urgenç, Meti n
Üstündağ, Birol Çün , Hasan Kaçan", "Mehmet
Karikatürle ilgili kaynak kitaplar da da
egemen anlayışın sahiplenildiğini ve sos yalis t
Gürel'e ver diği yanıt aklıma geldi... Turgut
Çevi ker, Hıfzı Topuz'un "B aşlangıcından
Çağçağ: Lemanda yayımı hala süren ve çok
sevilen ' Ti ms ah' adlı bir tipi, Harala Gürele' adlı
sanatçıların yok s ayıldığını görüyoruz .
Örneğin Hıfzı Topuz'un, "B aşlangıcından
Bugüne Dünya Karikatürü"
editörlüğünü yapmıştı.
kitabının
albümü anıl mıyor."
Çevi ker yanıt verirken baş ka, eleş tirirken
Oğuz Gürel de bu kitabı eleştir mişti.
baş ka düşünüyor. Diyalekti k yöntemden
yoks un bir eleştiri havada kalıyor ve il kesiz,
olması
"temiz"
Haslet
Bugüne Dünya Kari katürü" adlı kitabında,
devrimci/sos yalist sanatçıların çok azının adı
geçiyor. Topuz, kitabının sonlarında; "birço k
genç ve baş arılı sanatçının adını ve
özgeçmişini ne yazı k ki buraya sığdıramadım"
diyerek durumu kurtarmaya ç alışıyor. Ama
kitabında,
kendine
özgü
bir
oluşturamamış
ac emi
çizerlerin
tar z
adını
anar ken, kari katürde yıllarını vermiş ve özgün
bir dil oluştur
adlı
Eleştirisi
temel de
Tür ki ye
kari katürü
bölümündeki eksikli kler üz erineydi. Gürel,
Topuz'un kitabında; Nec mi Rıza Ayç a us ta
için kullandığı "kadın bacakl arı çiziminde çok
başarılı oldu"
eleştirmişti.
söylemini
de haklı
olarak
Şimdi Çevi ker'in, Oğuz Gür el'in 'Kritik'ine
Yanıt başlıklı yazısından alıntılar yapıyorum:
"Bir karikatür tarihçisi, ülke karikatürünü
gönl ünce yaz abilir.", "Hıfzı Topuz , birçok isi m
sıralamış .
tavır / mizah / aralık '99 / sayı: 18
20
ve
eleştir men
metninize
çelişkili
sonuçlara götürüyor... Tür ki ye
kari katüründe yadsınamayacak katkıları olan
Karika türcüler Derneği'in Güldi ken dergisinde
yok s aymayı "editörün en doğal hakkı"olarak
benimser ken;
Türkiye
kari katüründe yadsınamayacak katkıları olan
Turgut Çevi ker'i kitabında yok sayan
Balcıoğlu'unun " yok s ayma hakkı" na karşı
çıkıyor... Hıfzı To-
puz'un "kişisel seçimlerine anlay ış
gösterirken; Balcıoğlu'nun "kişisel seçimlerini eleştiriyor... Y etmiy or, çizer v e
eser adları v ererek Balcıoğlu'nun eksiklerini tamamlıy or...
Çev iker, 50 kuşağı öncesi çizerlerin
"y azılı" karikatürlerin, "resim altı y azılarını kaldırırsak anlamın silindiğini
görürüz" diy e eleştiren Balcıoğlu'nu
y anıtlarken de şunları söylüy or: Balcıoğlu, gazetelerde yayımladığı birçok karikatürünün altyazılarını kapayıp baksın bakalım; 'resimleri konuşabiliyor mu?
Balcıoğlu, bir bakıma, 1950 öncesi karikatürcüleri 'yazısız karikatür" keşfetmemiş
olmakla suçluyor... Kaldı ki, birçoğu, Tanzimat'tan başlayarak 'yazısız' işler yayımlamışlardır. Karikatürde önemli olan söylem'dir. 'yazıda bir malze medir karikatürcü
için. 'Yazıstz'karikatürlerine bakabilir;
basında yayımladığı karikatürlerde 'yazı'yı
kullanmıyor mu? (...)"
Balcıoğlu y eni öğrenmiş olabilir ama
Çev iker'in de bilmesi gerekiy or; "yazılı"
karikatür y etersizliğin
göstergesidir,
içeriği görsel imgelerle anlatacak kadar
yetkin olmay anların saptığı bir y oldur. Şiir
sanaü da ev rensel olanı dillendirir. Ama
şiir y azıldığı dilde okunursa kendisidir.
Başka dile çevrildiğinde çok şey yiter
şiirden.
Marks'rn
y aşamının
son
y ıllarında; Çernişevski'nin Nasıl Y apmalı
'sını özgün dilinde okumak için Rusça
öğrenmey e çalışması boşuna değildir.
Karikatürün özgün bir "görsel dil"i vardır
v e o dili y azı dili"ne dönüştürmek
gericiliktir. Karikatürün özünde tüm
gericiliklere karşı olmak da v ardır...
Çev iker'in sandığı gibi (çünkü yazdıklarından öy le anlaşılıy or...) "y azılı
karikatür'ün geçerliliği Balcıoğlu'nun da
"y azıll ı" karikatür y apmış olmasına bağlı
değildir.... içinde bulunduğu 50 kuşağını
y üceltmek için, her şeyi kullanarak
nesnelliğini y itiren Balcıoğlu "y azılı
karikatür çizse de çizmese de, "y azı
karikatürü öldürür... Her
"yazısız"
karikatürün de iyi olduğu y anılsaması-na
düşmemek gerekiy or. "Y azılı karikatürden daha niteliksiz "y azısız" karikatürler de vardır. Ama bu yukarıda
değindiğimiz gerçekliği değiştirmez...
Çev iker, Balcıoğlu'nun kitabında bazı
çalışmaların -orjinali renkli olduğu haldesiy ah-beyaz basılmasını eleştirirken ise
şunları söy lüyor; "Renkli kapak, siyahbeyaz basılınca çamur gibi çıkıyor !" "Kitaba
alınan resimlemeler siyah-beyaz basıldığı
için çamur gibi çık mış." Eğer Çev iker
benim çalışmalarım için, siyah-beyaz
basıldığında "çamur"gibi çıkıy or deseydi,
hakaret say ardım. Renk gelişigüzel
kullanılan bir araç değildir. Karikatür
sanatçısı y a da ressam; her rengin siy ahbey az değeri-ni(tonlarını) bilmek ve buna
göre
üretmek
zorundadır.
Bu,
kompozisy on öğelerinden biridir v e
bilinmelidir.
Bunu
bilmey enlerden
kay naklanan sorunlar varsa bunu siy ahbey az basanlara yüklememek gerekiyor.
Orjinali renkli olan çalışmaların siy ahbey az basılması elbette bir şey leri
eksiltir, ama "çamur gibi" demeyi geçerli
kılmaz... Renkleri tanımay an acemi
sanatçılar için geçerli olabilir bu söy lem.
Çev iker'in, Ramiz Gökçe ve Salih Erimez'in orjinali renkli ama siyah-beyaz
basılmış çalışmaları için kullandığı
"çamur gibi" kav ramı haksızdır...
Balcıoğlu kitabında; "Türk karikatürü
kişileri ve görüşleri yerli yerine koyabilecek
bir eleştirmenin özlemi içindedir. Sanatı,
sanat tarihini, mimariyi, heykeli, perspektifi,
anatomiyi, kısacası bu önemli görevi
yapabilecek kültürle donanmış ve dü
rüstlüğü içine sindirmiş bir yada birkaç ki
şinin yolunu gözlemektedir" diy or. Bozuk
bir cümle olmasını bir yana bırakarak,
buradaki
"dürüstlük"
kavramım
"nesnellik" olarak anlay arak v e bilinmesi
gerekenlere matery alist diy alektiği de
ekley erek; Balcıoğlu'nun söy lediklerine
katılıy orum...
Ancak
bunlar
salt
eleştirmen olmak için değil, bir antoloji
hazırlamak içinde geçerli olmalıdır v e
Balcıoğlu
hemen
hiçbirisini
uy gulay amamıştır...
Çev iker ise biraz da alınganlıkla;
"eleştirmenlik için, önce 'dürüst-lüğü içine
sindirmiş' olmak ilk koşul değildir. Bu ilke
'insan olmak'ın ilk koşuludur.
Balcıoğlu'nun 'eleştirmenlik' sorunu
için ayırdığı bölüm üzerine -ciddiye alınacak bir fikirden yoksun olmasına karşın
tavır/ mizah / aralık '99 /s ayı: 18
21
söylemeden geçemeyeceğim bir şeyler var."
diy e y anıtlıy or Balaoğlu'nu ve yaptığı
"kültür haraketleri"ni sıralıy or...
Çev iker Balcıoğlu'nun eleştirmenlik
için önerdiği y etkinlikleri ciddiye almasa
bile eleştirmenliğini daha "dikkatli"
y apsın... Umarım benim bu önerimi
ciddiy e alır v e en azından -biçimsel bile
olsa- ilkesizliğe düşmez v e haksızlık
y apmaz...
Karikatürümüzde/
mizahımızda
özv erili v e cesur y oldaşlarımız v ardır.
Şimdi zindanda olan v e daha da 15 y ıl
kalacak olan karikatürist dostum Cemal
Odabaşı bir mektubunda; "neden kendi
dergimi zi çıkar mıyoruz?" diy e soruy or ve
ekliy ordu; "ayda 20 milyon lira para
geçiyor elime, sigarayı bıraktım, masraflarım da azaldı. Bu parayı her ay dergi
için gönderebilirim..."
Cemal'in bu -günümüzde çok az
rastlanan- insancıllığı v e özv erisi, geleceğin sömürüsüz ev reninde y aşay acak
insanın ipuçlarını v eriy or bize... Ve Cemal'in sorusunun y anıtını v e hesabım
v ermey i öğrendikçe kapitalizmin kirliliğinden arınacağız...
En başlarda değindiğimiz Aziz Nesin'in gemisini mizahımızın gemisi olarak
düşünelim... Artık batmıştır...
Ondörtlü karikatür sergisinin bildirisinde şöyle demliyordu: "Mizahı;
cinsellik, halkçılık, sululuk, küfür tacirliğine
indirgeyenler, ideolojiden, mesajdan soyanlar, salt güldürücü bir şey sananlar, yarışma karikatüristliği yapanlar 'ölü mizahçılar'dır."
işte gemiy i batıranlarda, batığın
içinde kalanlarda bu ölü mizahçılardır.
Onlar şimdi karanlık sularda y olculuk
larım sürdürüy orlar v e boğuy orlar ön
lerine çıkan insanları... Gemi batınca su
y üzey inde kalan parçalara tutunabilenler kurtulmuşlardır. O parçalara, Hoca
Nasreddinler'in, Karagözler'in, Aziz
Nesinler'in y ıllar önce gemiye çaktığı
parçalardır... Şimdi o parçalar tutunup
kurtulanlar, y eni parçalar ekleyerek
oluşturacakları gemiyle halklarımızın
limanına doğru -boğulmak üzere olanları
da
kurtararakyola
çıkmak
zorundadırlar...
tartışma
murat ceyhan
OLGULARI VE KAVRAMLARI
TARTIŞMAK
ültür Sanatta Tavır Dergisi'nin 16. sayısında yayın
lanan "Yeni Bir Şey Yok!"
başlıklı Kardeş Türküler"Doğu" albümü eleştiri
mize geçtiğimiz sayıda
Erol Mutlu imzalı bir cevap geldi.
Dergi, 17. sayısında bu cevaba yer
vermiş. Yazıyı okuyunca, açıkçası
eleştirimizin
somutlanması
açısından mutluluk duyduk. Aslında
bu yazıyı yazmak bir albüm
çalışmasının polemiğine girmek ve
bunu üç sayıya yaymak anlamında
lüks gibi görünebilir ama; Erol
Mutlu'nun yazısında öyle vurgular ve
yaklaşımlar var ki konu daha çok
müzikal değerlendirmenin ötesinde
politik yaklaşımdaki haklılığımızı
ortaya koyuyor gibi. Biz Erol
Mutlu'nun dediği gibi geleneksel sol
literatürdeki yaklaşımla biçim ve içerik
tartışmasına girmeyeceğiz. Ama
bunu küçümsediğimizden değil bu
tartışmanın konusu ve ihtiyacı olmadığı için girmeyeceğim.
Yazıyı "dramaturjik" açıdan değerlendirdiğimizde, bir "izah" çabasından öte sürekli bir "ispat" çabası
dikkatimizi çekiyor. Bu, aslında bizim
naçizane eleştirimiz karşısında hiç
gerekli olmayan bir tutumdu. Çünkü,
biz tartışmayı Kardeş Türküler'in
genel yaklaşımları ya da geniş bir
değerlendirmesi üzerine yapmadık,
sadece bir kasetin içindeki ve
kapağındakilerle bir bağ kurduk.
Zaten geniş bir tartışma için elimizde
yeterli bir veri veya görüşlerini
derinlemesine bilmek gibi bir durumumuz da yok. Erol arkadaşımız da
hem bunu eleştiriyor ve bunun üzerinden bir mahkum etme anlayışımızı
vurguluyor -ki kimseyi mahkum
etmek gibi bir yaklaşımımız olmamıştır- ama neden kaset kapağının
bu darlığı içinde, ispatını dört sayfaya sığdırabildiği gelişmelerinin de
izahını yapamıyor. Bu tam anlamıyla,
genişçe ele alınamaz; bu doğrudur
ama, böylesi riskli ve derin konuları
böylesi dar alana hapsetmekte, bu
riski göğüslemeyi gerekli kılıyor. O
zaman
da
kızmak,
darılmak
olmamalı diye düşünüyorum.
Erol arkadaşımız, bu cevap yazısında arkasına bir takım kavramsal
tavır / müzik / aralık '99 / s ayı: 18
destekleri alarak yola çıkıyor. Meselelere bu temelde açıklık getirmeye
çalışıyor. Ama bunu, temelde etik ve
insani değerler düzleminde gördüğü
için bazı yanlış noktalara düşüyor
diye düşünüyorum. Zaten, yanlışlık
da buradan kaynaklanıyor. Etnik
kimlikler meselesini kültürel ve sanatsal düzlemle birlikte politik olarak
ele aldığında meselenin bugün nasıl
ele alındığını, kavramların nasıl ters
yüz edildiğini, etnik meselelerde bizden kaynaklı olmasa da-tehlikenin
nerelere vardığını görmüyor ve bu
yüzden de imalı bir şekilde bizi
kalıplara
dayalı
düşünmekle
eleştiriyor. Aksine dünya üzerindeki
gelişmeleri dikkatle izleyen biri olarak
olumlu
yaklaşımla,
tehlikenin
arasındaki çizginin inceldiğini savunuyorum. İlk yazıda da bunu vurgulamaya çalıştım. Bugün etnik kimlikler
konusuna devrimci bir anlayışla
yaklaşamadığından, neler olacağının
görülmesi için bir akşam haberlerin
izlenmesi, sanıyoruz yeterli olacaktır.
Meseleye derin ya da yenilikçi bir
yaklaşım adına aslında yüzeysel bir
yaklaşım söz konusudur. Bugüne kadar kullanılan belli başlı kavramların
kirlenmesinden rahatsız; Anadolu'nun
renkleri, uygarlıklar beşiği gibi, bu da
onu yeni kavram arayışına yöneltiyor.
Yerleşik, yanlış kavramlara karşı
çıkmak ya da bizim olan kavramların
kirletilmesinden rahatsızlık duymak
ve yeni bir arayışa yönelmek ilkesel
olarak doğru olabilir ama bunu
temellendirmek ve bilimsel bir sonuca
vararak yeniye koymak gerekir;
sanırım bunu Erol arkadaşımız da
kabul edecektir. Ama belli başlı
noktaları koyup, onu sonuçlandırarak
bu adımları atmak gerekir. Birincisi,
bu kavramlar egemenlerin sunduğu
asimilasyoncu etnik kimliği kirleten bir
kavram
mıydı,
yoksa
olumlu
kavramlar
olup
sonradan
mı
kirletildiler. Bunun cevabı yok örneğin. Eğer sorun en baştan kaynaklanıyorsa ona bir şey diyemeyiz ama
kirlenme ilerleyen süreçteyse bunun
nedenleri koyulmak zorundadır ve
yeni arayışlara öyle yönelinmelidir ki
yeni kavramlar ve görüşler de ileride
aynı tehlike ile karşı karşıya kalmasın. Tabi yeni kavramların mücadelesini verirken de bazı gerçeklerden sapmamak önemlidir. Nasıl mı?
"Bu 'çok kimlikli' coğrafyada
gelişen 'kimlik siyaseti'nin dar ve
sınırlayıcı değil, 'özgürleştirici ve
demokratik
bir
siyaset
olarak
karşımıza çıktığını, bunu esasen
doğu coğrafyasında harekete geçen
Kürtler'e borçlu olduğumuzu artık
kabul etmek durumundayız. Bu
sürecin diğer halklar ve toplumlar için
de motive edici olduğu biliniyor."
Çok yanlış bir sonuç. Yola sonuç
lan itibariyle çıkan bir anlayışla karşı
karşıya olduğumuz için ilk yazımızdaki eleştiri noktalarımıza sahip
çıkıyoruz. Toplumlar ve sınıflar mü
cadelesinde kimse tarihi kendisiyle
başlatamaz. Tarihin kesintisizliği, de
vamlılığı ilkesini ne yapacağız o za
man. Ha, o zaman "biz bunu tam
manasıyla
kabul
etmiyoruz"
denebilir, bize de susmak düşer.
Ama topluluğun genel çizgisi bu
havayı yansıtmadığı
için bu eleştiriyi yaptık. Ve bilinmeli
dir ki eleştirilerimiz dostanedir. Ama
tarihte hiçbir halk bir diğerine bir borç
duymaz. Tamam sonuç olarak diğer
halklar üzerinde olumlu etkide
bulunduğu doğrudur ama bu sadece
sonuçtur ve Kürtler ayaklanmanın
kökenini
nereden
almıştır?
Ayaklanmaların, isyanların tarihi
Kürtlerle sınırlı değildir herhalde.
Tarihteki her olay bir diğer toplum
üzerinde olumlu ya da olumsuz etkide bulunur. Bu noktaları Erol arkadaşımız bilmiyor mu? Bence biliyor.
Biliyor ve bu yüzden de bir alt paragrafa "Yukarıdaki iki noktaya hak
verilmesi konumuz açısından önem
taşımaz. (...) Biz yalnızca kendi
parametrelerimizi söylüyoruz." diyor
ve bu parametreyi küçük bir şeymiş
gibi gösteriyor ama önemli nokta da
burasıdır
ve
dünya
böyle
yorumlandığı için ilk yazımızda
vurguladığımız "otorite" vurgusuna
denk düşülüyor.
Buradan hareketle Erol Mutlu,
"Kara Üzüm Habbesi" konusuna da
açıklık (!) getiriyor ama nasıl? Bakın
diyor ki, " (...) MKM bunun Kürtçe
sözlerden oluşan bir versiyonu
olduğunu söylemekte ve çeşitli
etkinliklerde şarkıyı bu versiyonuyla
okumaktadır. Ve bunun yakında
MKM'nin hazırlayacağı bir albümde
yer alacağını belirtiyor.
Eğer biz tartışmayı MKM ile yürütüyor olsaydık, bir ölçüde ağzımızın payını almış olurduk, ama biz
tartışmayı Kardeş Türküler ile yürütüyoruz. Ve Kardeş Türküler, albüm
kapağında bu parçanın orjinal Kürtçe
sözlerine ulaşılamadığını söylüyor.
Ama
verdiği
cevapta
MKM'yi
referans olarak gösteriyor. İstanbul'un merkezindeki bir semtte yeralan bir kurumda, bu şarkının sözleri varsa albüm kapağında neden
ulaşılamadığı yazılıyor ve neden bu
şarkıya kendileri söz yazma ihtiyacı
hissediyor? O çok sahiplenilen insani ve etik değerlere aykırı olmuyor
mu bu? İspat olarak sunulan referans bizce Erol Mutlu'yu daha da
tavır / müzik / aralık '99 / s ayı: 18
zorlu DİT noktava götürüyor.
İkinci bir nokta; biz parçanın sözlerinin kesinlikle Kürtçe olduğu iddiasına karşıydık. -Belirtelim ki
Kürtçeye karşı bir düşmanlığımız
yoktur.- Açıklamamızı Erol Mutlu da
doğruluyor. Diyor ki; "Urfa gibi
Kürtlerin yoğun olduğu bir bölgenin
şarkısında bu kültürel girdilerin
hatırlatılması, birlikte yaşayan halklar
arasındaki müzikal alış verişin
örneklenmesi anlamında son derece
önemlidir."
Devamında
gelen
çaktımcı bir tavırla kaleme alınan
cümlenin ise polemiğine girmek
istemiyorum, ama bizim söylediğimiz
bize iade ediliyor. Biz de böyle
diyoruz ve devam ediyoruz; o yüzden
de ortaya kesinkes Kürtçe olduğu
iddiası ile çıkmanın doğru olmadığını
söylüyoruz.
Bu
iddiaya
bizim
karşımızda
sıkı
sıkıya
sarılan
arkadaşlarımızdan beklerdik ki, bu
parça ile ilgili Türkçe sözün
haklarının sahibi olan kişiye telif ücreti ödenmesin ve inatla Kürtçe olduğunda diretilsin. Mahkemeye dahi
yansısa bu görüş diretilsin. Ve bu
anlamda bir ilk olunsun. Yolu onlar
açsın ki halkın değerlerinden bundan
sonra birileri rant toplamasın. Ama
böyle olmamıştır. Bunu bize karşı
dayatmak yerine düzene dayatmak
daha anlamlı olmaz mıydı. O zaman
sı kı durun ben de bir iddia atıyorum!
"Feraye"
isimli
Ege
türküsü,
Yunanca'dır. Çünkü bu türkü Yunanistanda da sevilen ve Yunanca
söylenen bir türküdür. Bu iddiamı kim
nasıl kanıtlayabilir, kim nasıl boşa
çıkarabilir?
Tartışma daha da uzatılabilir özellikle etnisite olgusu meselesinde- ama bu, yukarıda da belirttiğimiz
gibi şu yazı ve bir albüm değerlendirmesi için lüks olur. Bu lüks
hakkımızı bir başka konu üzerinde,
bir başka yazıda yazmak sanıyoruz
daha yerli yerinde olur. Bir vurgu da
şuna; Kardeş Türküler'e bir ömür
biçmek bize düşmez. Ayrıca böyle
bir şeyden de en son mutluluk duyacak ki şiyiz ve bu arkadaşlarımıza çalışmalarında başarılar diliyoruz.
Mahmut Tali Öngören’i
Kaybettik
eçtiğimiz aylarda, sağlık problemleri
nedeniyle İbni Sina Hastanesi'nde tedavi
gören Mahmut Tali Öngören'i 12 Ekim
1999
68 yaşında aramızdan ayrılan
Mahmut Tali Öngören, 28 Mart 1931 yılında
İstanbul'da doğdu. Orta öğrenimini istanbul Robert
Koleji'nde tamamladı. Yüksek öğrenimine Amerika
Birleşik Devletleri Columbia Üniversitesi Radyo
Televizyon Bölümü'nde tamamlayan Öngören,
1955 yılında buradan mezun oldu.
1959 yılında Ankara Radyosu'nda Program
Müdürlüğü yaptı. TRT'nin ilk yayın ekibinin ve
Program Dairesi'nin başkanlığını yapan Öngören,
12 Mart döneminde hazırladığı ve sunduğu bir
program nedeniyle, Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde
yargılandı ve TRT'den uzaklaştırıldı.
1967 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın-Yayın Yüksekokulu'nda, radyo-televizyon ve
sinema bölümlerinde öğretim üyeliği yaptı. Ya zılarına üniversite yıllarından başlayan Mahmut Tali
Öngören, Sinema- Tiyatro Dergisi'nde, televizyon ve sinema üzerine çeşitli araştırma ve inceleme
ya zıları ya zdı. "İletişim Notlar ı" ile birlikte 12 kitabı bulunuyor. Öngören'in senaryo ve film yapıtı
üzerine olan yapıtları İletişim fakültelerinde ders kitabı olarak okutuluyor.
Ankara Film Festivali'nin kurucusu ve 11 yıldır başkanı olan Mahmut Tali Öngören, 1978 yılında
İstanbul'da düzenlenen 3. Balkan Filmleri Festivali'nin başkanlığını da yaptı. Köln'de düzenlenen
Türk Filmleri Festivali'ne katkıları oldu. Sinema alanında bir çok katkıları olan Öngören, senaryo
ya zımı konusunda "Senaryo ve Yapım" adlı eserleri hazırladı. Yılmaz Güney'in sinema alanındaki
önemini ve katkılarını kavra yan insanlardan biriydi.
1972 yılından beri iletişim konusunda Cumhuriyet Gazetesi'nde "Mercekle Bakınca" adlı
köşesinde yazılar ya zdı.
1981-82 döneminde Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanlığı yaptı
Milliyet Sanat Dergisi'nde yazdığı "Yasaklar dosyası" adlı yazı dosyası ile yaşamı boyunca köşe
ya zılarında, radyo-televizyon yayıncılığı ve sinema alanında basküara, sansüre ve yasaklara karşı
mücadele etti.
Mahmut Tali Öngören, son dönemlerinde bir yandan Ankara Film Festivali'nin hazırlıkları ile
uğraşırken bir yandan da sağlığının bozulması nedeniyle tedavi görüyordu.
Mahmut Tali Öngören'in anısına; Milliyet Sanat Dergisi'nin Yasaklar Dosyası adlı köşesinde,
Grup Yorum ile ilgili yazadığı ya zısından bazı bölümleri yayınlıyoruz.
tav ır/ biyograf i / aralık '99/ say ı: 18
11 Şubat 1994 Milliyet Sanat
Say ı: 330 Y asaklar Dosy ası
"Eskisi de Ay nı,
Y enisi de..."
Grup Y orum, grubun kuruluş amacını
şöy le anlatıy or: "80 sonrası sessizliğinde,
insanların kendini if ade edemediği bir
ortamda bir ses olmaktı amaç. Halkın
sanatçısı olan, onlarla iç içe y aşayan,
dertlerini pay laşan bir grup olmak istedik.
Grup Y orum halkı, halk Grup Y orum'u
sahiplendi.
(...)
Üzerimizde
çeşitli
baskılar, engellemeler her zaman v ardı.
Ancak Bey oğlu ilçesi SHP örgütünün
düzenlediği
konserden
gecede
sonra
v erdiğimiz
bu
baskılar
kurumsallaştı."
işte Grup Y orum "kurumsallaşan" bu
baskılar sonucunda Temmuz 1989'da
Mersin E Tipi Cezaev i'nde... Grup
elemanları, daha önceleri tek tek
gözaltına alındıklarını, ancak Mersin'de
hiçbir gerekçe gösterilmeden dinletiy e
çok az bir zaman kala y asakla karşılaştıklarını, biriken dinley icilerin v e Grup
elemanlarının coplandığını v e topluca
tutuklamanın y apıldığını v e tutukluluk
sırasında da Grup elemanlarından iki
arkadaşın durumlarının day aktan v e
işkenceden ötürü ağırlaştığını söy ledi. (...)
Grup Y orum'un av ukatları da, "Biz,
halkımızın kültürel değerlerine sahip
çıkanlar olarak Mersin'de baskıy a maruz
kaldık. içişleri Bakanlığı'nın olağanüstü
hal uy gulamasının olmadığı y erlerde
kültürel ve sanatsal etkinliklerde
bulunmak için önceden izin almaya gerek
olmadığına dair karar v arken ve gecenin
emniy et müdürlüğünce 24 saat önceden
iptalinin
bildirilmesi
gerekirken
bildirmediklerinden dolay ı, bu tutumu
protesto etmek demokratik değil midir?"
dediler.
Av ukatlar, belgelerde tahrif at y apıldığını da ileri sürerek gözaltı v e adliy eye
sev kin gece y apıldığını belirtti v e "bir
şey lerin gözden kaçırılmay a çalışıldığını"
ileri sürdü. "Polis her f ırsatta genç
arkadaşlarımızın ceza alması için
çalışmalar yapacağını söylüy or. Ben ha-
kimle görüştüm. Bana 'polis doğru söylüy or' dedi. Bu ne demek? Öy leyse bırakın, y argı görev ini polis y erine getirsin.
Sizin, y argıçların işi ne? Genç arkadaşlarımın çoğu işkence görmüş. Bunu
sorgu y argıcına da anlatmışlar, ancak
zapta geçmemiş, suç duyurusunda bulunulmamış. Grup üyelerinin y üzlerinde
belirgin işkence izleri v ar. Herhalde
işkence başv urusunu kabul etmek için
izlerin geçmesini bekliyorlar. Genç arkadaşlarımız, Mersin'de işkencenin insanlık onurunu y eneceğini belirtmişler.
işkenceye karşı insanların tutuklanmasını hiçbir mantık alamaz."
Anlaşılıy or ki, Grup Y orum'u durdurmak için keyfi yasaklamaya gidilmişti
Mersin'de. Bu arada, bayan Y orum'culara cezaev inin doğal uy gulaması
denilerek "bekaret kontrolü" y apılmak
isteniy or. Ama Cezaev i Müdürü Oğuz
Atıcı bu sav ı y alanladı. Cezaev i Savcısı
Alper Özdoğan ise olay dan haberi
olmadığını söy ledi.
Peki, böyle bir aşağılay ıcı işlem geçerli değil miy di?
Cezaev i Müdürü Oğuz Alıcı: "Böy le
bir olay olmadı. Kızlık kontrolü yaptırma
gibi bir düşüncemiz olsaydı, onların
mücadelesiyle yapmamazlık etmezdik.
(Ne güzel de açıklıy or!) idare olarak,
hükümlüler için bunu yapabiliriz. (Y ani,
Böy le bir yola başvuruluyor.) Ancak Grup
Y orum'un bay an elemanları tutuklu
olduğu için böy le bir şey y apmak
istemedik. Onlar istemedikten sonra
böy le bir şey olmaz."
Cezaev inde görev li sav a Alper Özdoğan: "Resmi bir başvuru olmadı.
Şartlar gerektirirse kızlık kontrolü gerek
cezaev inde, gerek dışarıda y aptın-hr.
(Ha şunu kabul et.)"
(...)
Grup Y orum elemanlarına böy le bir
"test" uygulamaya çalışmaları çok
önemli v e aşağılay ıcı bir dav ranış, ama
böy le bir tutuma sahip olunması v e keyfi
bir
anlay ışla
istenildiğinde
buna
başv urulmaya kalkılması ise çok daha
önemli v e ciddi...
Grup Y orum'un cezaev indeki yolculuğu sürerken, Antaly a Belediy e Başkan ı'nın telef onu çaldı. Telef ondaki ses,
tavır/biyografi/aralık '99/s ayı: 18
25
"Ben Grup Y orum'dan arıy orum. Antaly a
konserimiz için konuşmak istiy orum,"
dediğinde, Figen Akşit'in 6 Ağustos 1989
günlü Nokta dergisinde belirttiğine göre,
Belediye
Başkanı
"koltuğundan
hoplamıştı". Başkan bu sese anlam
v erememişti doğrusu. Grup Y orum bir
süre önce Mersin'de dinleti v ermeye
kalkışmış ve tutuklanmıştı. Böy lece
Antaly a'da dinleti v ermeleri gibi bir
"tehlike" ortadan kalkmış v e Antalya'daki
çeşitli amirler rahat bir nef es almıştı.
Ama biri kalkmış, "Ben Grup Y orum'dan
arıy orum," diyordu.
Bu y eni "Grup Y orumcular gerçekte
eski "Grup Y orumculardı. Çeşitli nedenlerle gruptan ay rılmış, ancak böy le
bir ortama girince bir aray a gelmiş,
sımsıkı kenetlenmiş v e içerdeki arkadaşları çıkana dek "Grup Y orum'u y aşatmaya karar v ermişlerdi. Artık dinletileri onlar sürdürecekti.
Antaly a dinletisi ise önceden ayar
lanmıştı. Biletler ise kapış kapış satıl
mıştı. Ama emniy et yer belgesi istiyordu
Y eni Grup Y orum'dan. Dinletinin
v erileceği yer belediyey e aitti ve encü
menden "olur" alınmıştı. Ancak Grup
Y orum'un "ününü" bilen Belediy e Başkanı, bu karan değiştiriyor ve "O gün
lerde f aaliy etlerimiz olabilir" diy erek yeri
v ermiy ordu. Eski "Y orumcular" binbir
y asakla boğuşup içeri alındıktan sonra
yeni
"Y orumcularda
yasakla
karşılaşıy orlardı. Ona da "yasaktı, buna
da. Y asak şaşmazdı.
Mersin'de tutuklu bulunan Grup
Y orum'un ilk kurucularından oluşan
"Grup Y eni Y orum"da 6 Ağustos 1989'da
İstanbul’da, Beşiktaş Tarihi Bahçesinde
dinleti vereceklerdi, y asaklandı.
14 Ağustos 1989 günlü Cumhuriy etin
bildirdiğine göre, daha önce Antaly a v e
İstanbul’da engellenen "Y eni Grup
Y orum" Mersin'de 12 Ağustos 1989
akşamı dinletisini sundu. Geniş güvenlik
önlemleri altında... Dört dinley iciy e bir
polis düşüyordu. Dinletiyi 500 kişi izledi.
Resmi ve
sivil
polisler
çevreyi
doldurmuştu.
"Grup Y orum"un eskisi de, y enisi de
tehlikeliy di.
şiir
oktay rı f a t
O GÜN BUGÜN
İlk padişah Sultan Osman
Sultan Osman'dan
Kalmış b ize yadigar bu vatan
İleri ileri arş ileri
Iran Seferi, Bağdat Seferi, Girit
Sefer
Estergon Kalesi b re dilber aman
Niş Kosova Çaldıran
Altım toprak üstüm yaprak
İleri ileri arş ileri
Kırım Seferi Irak Seferi Rus Seferi
İleri ileri
Pesarofça Karlofça Kaynarca
Kaynarca Pesarofça Karlofça
İleri b e kardeşim ileri
Inebahtı Pireveze Pilevne
Ilgıt ılgıt kanım damlar çimene
İleri ileri
Mısır Seferi Yemen Seferi Kanal
Seferi
Tanzimat Meşrutiyet Cumhuriyet
Dayan hey dizlerim dayan
Viyana Sevir Lozan
Ve dünya kadar nutuk
Ve dünya kadar ferman
Gene köylümüzün elinde kara saban
Gene halkımız yarı aç yarı tok
Perişan
tavı r /şiir /aralı k '99 / sayı : 18
26
öykü
erkan munar
Hasretle Ölmek
kşam her zamankinden biraz
daha erken kapattım dükkanı.
Köy den
dedemin
öldüğü
haberini almıştım. Çok üzgün bir
halde ev in yolunu
tuttum. Y olda giderken dedemle
geçirdiğimiz
günler
geldi
aklıma.
Y aptığımız
sohbetler,
şakalar
o
sımsıcacık sev ecen kişiliğiyle hatalarım
karşısında verdiği öğütler... Y arandayken
kendimi daima huzurlu v e güv ende
hissederdim. Bu düşünceler içinde eve
gelmiştim.
Kendimi
çok
yorgun
hissediyordum. Eşimle biraz konuştuk.
"Küçük kızım ne yapıy or?" diye sordum.
Uy uduğunu söyley ince, y emek bile
y emeden yatağın yolunu tuttum. Üzerimi
değiştirip y atağa uzandım. Kısa bir süre
sonra uyumuş rüyalara dalmıştım bile.
Gece yarısı bir ara eşimin sesiyle
uy andım.
Bir
uğultu
eşliğinde
sallanıy orduk.
Uğultu
şiddetlenip
y ükseldikçe sarsıntıda ondan geri
kalmıy ordu. Tüy lerim diken diken oldu.
Tav andaki
av izeler
şangırdamay a,
eşy alar bir bir y erlere dökülmeye başladı.
Y ataktan f ırladım. Televizy on, sehpahası
ile birlikte y ere y ığıldı. Gözlerimle odanın
içinde çocuğun yattığı y atağı aradım.
Duv arda asılı bulunan çerçeveler yerlere
düşüp parçalandı. Kanepe, masa ve san-
daly eler, y erdeki parçalanmış eşyalar
dahi hareket halinde sağa sola gidip
geliy orlar.
Gördüm. işte orada, odanın öbür
ucunda. Bir ileri bir geri beşik gibi
sallanan odanın duv arlarına tutunarak
ağır
adımlarla
çocuğun
y anına
v arabildim. Hemen kucağıma aldım.
Hıçkıra hıçkıra ağlayarak boy numa
sarıldı v e av azı çıktığı kadar bağırarak
kurtar beni baba, anneciğim kurtarın
beni diy e haykırıy ordu.
O an sarsıntıların etkisiy le yere
çömeldim. Sanki koskoca bina yerinden
f ırlayacak, duv arlar y arılıp birbirinden
kopacak gibi gidip gidip gelmey e
başladık. Bir ara eşim aklıma geldi,
baktım hala y ataktay dı. Dalgın v e boş
boş bakan gözlerle tavanda asılı kalan
av izenin gidiş gelişlerini izliy ordu. Artık
daha f azla day anamayan av izenin y ere
düşmesiyle aniden gözleri bize döndü.
Bir şey ler söylemeye çabalıy or ama sesi
çıkmıy ordu. Sadece korku ve çaresizlik
içinde, büy ümüş gözleriy le bize bakıy ordu.
Sanki
kendinde
değildi.
Parçalanan duv arlardan v e tav andan
üzerimize beton parçaları y ağıyordu.
Birden sanki yer y arılmış gibi
tavır / öykü / aralık '99 / s ayı: 18
27
düştüler. Sıkışmıştı... Toz v e toprak
parçaları sıkışmış bedeninin nefes almasını iyice zorlaştırıy ordu. Ve korkunç
karanlık. Şu an herşey sakin ....Uzunca
bir sessizlik....
****
Köy ümüz y eşil çay bahçelerinin
içinden geçen derenin sağında, bir tepenin üzerinde kurulmuş 25 haneli küçük
bir Rum köyüdür. Köy ümüze gelenleri
dağların arasından gelen soğuk v e
coşkun sularıy la, çay bahçelerinin içinden
geçen, üzerinde kambur gibi duran v e az
ilerideki taşlık yola bağlay an 200 y ıllık bir
kemer karşılar. Sonra yolun kenarlarında
çeşitli meyva ağaçlarıy la, çiçeklerle bezenmiş bahçelerin görüntüsü, birbirlerine
kısa mesaf elerle y apılmış olan ahşap
ev lerle birleşince köyün güzeliğine
güzellik katan bir görünüm kazanır. Öğle
saatlerinde
bahçelerin
kenarlarında
bulunan kov anlar, çiçeklerin zenginliği v e
bolluğu nedeniy le, y ay lalardan, çiçek
tozu v e polen taşıy an arıların v ızıltıları ile
hareketlenir. Kovanlarda oluşan bu balı
y emey e doy amazsınız. Y aylaların soğuk
v e temiz hav ası çiçek kokularıy la birleşince, aldığınız her nef esi adeta ciğerlerinizin en küçük köşesinde hissedersiniz. Köy ün y anındaki tepeden
birde etrafa baktığınızda gözlerinizi
büyüleyen muhteşem bir doğa harikasıyla karşılaşırsınız. Gözünüzün
alabildiğine yeşildir her yer. Hele bir
de bu yeşil güneşin batısındaki kızıllıkla birleşince... İşte bu yüzden uzun
ömürlüdür köyümüz insanları.
Yeşil... Büyük bir kısmı çayla örtülü olan bu topraklarda çalışan köylüler
mahsul derler bu yeşile. Hayat damarımızdır.
Köyümüze gelenler insanlarımızın
güleç yüzü ve sıcaklığıyla karşılaşırlar. Tokalaşıp öpüşmeler, sarılmalar... Sorulan karşılıklı sorularla birlikte birde bakmışsınız elinizde ince
belli bardaklar içinde, köylünün alınteri, sıcak, demli çaylarınızı yudumluyor olursunuz.
Büyüklerimizin anlattıklarına göre
atalarımız, Osmanlı imparatorluğunun
zulmünden
kaçıp
bu
dağların
eteklerine, birer ikişer aileden oluşan
küçük gruplar halinde yerleşmişler.
Buralara yerleşmiş olan aileler, geçmişten gelen korkulardan bir ihtiyaç
olarak doğan silah kültürü ile yoğrulup gelmişlerdir bu günlere. Köyde,
genç, yaşlı, kadın, erkek herkes çok iyi
silah kullanır. Birbirimizle yardımlaşma ve dayanışma belkide bir zorunluluktan doğmuş
önemli
özellik-
adeta "Ya canınızı ya malınızı" der
gibi alır götürür önüne gelen herbirşeyi. Hükümetin gözü görmez bu çarıklı, köylü parçalarını. Seçimlere yakın bir zamanda hemşerilerimiz ve
köylülerimiz den olan hainler bizleri
onlara göre "cahilleri" kandırmaya, oy
istemeye gelirler. Bizlerde inatla
seçimlere gitmeyiz. Her sene seli önleyici önlemler almaktan bahsederler
ama sonuç aynıdır. Bizler de kendi elbirliğimizle cenazelerimizi toprağa
gömer, setleri onarır ve güçlendiririz.
Selde zarara uğramış olanlara kışı geçirebilecek oranda yardımlarda bulunuruz. Ama yinede avuç açmayız namerde...
Birde görmeden edemediğimiz
yaylalarımız vardır. Geçmişte dağılmış
olan ailelerin buluşmasıdır yayla
şenlikleri. Şenliklerde bölgemize ve
yaşantımıza uygun olan yemekler,
türküler, oyunlarla coşar yaylalar.
Kemençenin sesi horona davet eder
bütün halkı. Atlama oyunu gençler
arasında en çok sevilen oyundur. Ellerin birbirine tutuşmasıyla herkez,
kemençeye ritim veren topuk sesleriyle bütünleşiverir birden. Çoğu kez
seyirci olan yaşlılar bile dayanamaz
bazen. Kimileride birbirinden güzel,
çeşitli yemeklerle sofrayı donatmakla
tavır/öykü / aralık'99/s ayı: 18
28
lar. Ve birdahaki şenliklerde ilan
ederler bu güzel haberleri. Bizde burada tanışmıştık eşimle. Verdiğimiz
sözle ilan ettmiştik, ölüm bizi ayırana
kadar diye... Kısa bir süre sonra da
taşı toprağı altın diye, daha iyi gelecek var diye, çocuklarıma daha iyi bir
yaşam sunacağım diye, bencil bir gücün paranın, bir arslanın peşinden
koşmak zorunda bıraküan insan kalabalığına, İstanbul'a göç ettik. Köydeki mallarımı satıp elde ettiğim paralarla bir bakkal açabildim. Zemin
katta kiralık küçük bir daireye de
yerleştik.
Son zamanlarda köyde farklı
olumsuzluklarda yaşanıyordu. Çay
fabrikası çayları daha ucuza alıp, parasını da bir sene sonra ödemek kaydıyla alacakmış. Çayın çok titiz toplanması aksi taktirde almıyacağı
şeklinde bir de uyarıda bulunmuş.
Herhalde işinize gelirse gibi bir laf
söleyip ukalalık etmiş. Tartışma büyümüş. Dedem kızgınlık içinde sövüp
sayarken eli beline gitmiş ve o sözleri
söyleyen adamı, dedemin deyimiyle
opsari çofalo'yu (hamsi kafalıyı)
vuracak olmuş. Zor yatıştırmışlar.
Bunları dinlerken, amcam, ellerine
düşünce bir tavuk gibi yoluyorlar
derken kaşları çatık, elindeki kuru
deceğim. Belki belimi doğrulturum.
Çocuğuda okula gönderirim demişti.
İş bulmam içinde benden yardım istemişti.
Birkaç sokak ilerimizde yapımı
henüz tamamlanmış olan binada kendisine kapıcı olarak iş buldum. Bir
hafta içinde ailesini ve üçbeş parça
eşyasını alıp gelmişti. Bodrum katını
da, kalması için ona verdiler. Çok uzun
sürmedi ekonomik anlamda pek fazla
birşeyin değişmediğini anlaması. Ama
bir kere gelip yerleştin-mi... Kolay
kolay kopamıyorsun bir daha. Günlük
yaşıyorsun. Bir gün çalışmasan açsın.
Öyle bağlanıp kalıyorsun. Şimdi oda
benim gibi köyüne hasret yaşıyor.
Dükkana her geldiğinde köyden
bahsedip duruyor. Sadece o değil ki.
Akdeniz'den, Ege'den, Karadeniz'den,
Anadolu'nun değişik yerlerinden gelen
farklı
farklı
insanlarla
konuşur
dertleşiriz. Hepimiz de aynı şekilde
bağlanmışız bu kente. Şartlar, koşullar
farklı olsa da yaşam savaşı veriyoruz.
Buralarda saygın bir esnaf olarak
bilinirim. İşlerde fena gitmiyor ama şu
son sıralarda sık sık sallanır olduk.
Bütün sohbetlerimizi fay hattı, sarsıntılar ve sismik boşluklarla ilgili konular dolduruyor. Herkes de bütün
suçun mühendislerde olduğunu tekrarlayıp duruyor. Tepkilerini onlara
karşı yoğunlaştırmışlar. Neymiş; Eğer
malzemeden çalmayıp, ucuz malzemeden yararlanmasalarmış depremde
can kaybı olmazmış. Bu konuları
epeyce tartıştık. Ben kendilerinin söylediklerinin doğru olduğunu ama eğer
asıl
suçlunun
devlet
olduğunu
görmezsek hataya düşülebileceklerini
söylemiştim. Devlet eğer bu mütahitlere olası bir depremde tehlike yaratabilecek bir bölgede inşaat yapmayı
baştan yasaklamış olsaydı. Yapılan
bütün inşaatları nereye ve nasıl yapıldıklarını denetleseydi. Kısacası insan
hayatına daha fazla değer verseydi
bütün bunların binde birini yaşamayabilirdik. Bırakın bunları ailesini,
evini-barkını yitiren o insanlara devlet
"babalığını" göstermedi. İnsanları
aç, susuz, acılarıyla, salgın hastalık
larla açıkta, yüz üstü bıraktı. Üstelik
bir çok ülkeden, şehirden kurum, kuruluş, parti ve örgütlerden gönüllü
insanlar yardıma gelip riskli görevler
üstlenirken, sağ olsun devletimiz çalışmaları engelledi. Yardıma gelenleri,
araçları ile birlikte geldikleri yerlere
geri gönderdi. Herşeye rağmen yardım
etmeye çalışanlar da gözaltına alınıp
"provakatör"lükle suçlandı. Aslında
bütün bunların herkes tarafından
bilindiğini ama bazen gerçek suçluyu
gözden kaçırabildiğimizi anlatmaya
çakşırdım. Beni ilgiyle dinleyen, o
meraklı gözlerde anladıklarına dair bir
ifade
beliriyordu.
İnsanların
saygınlığını dürüst bir esnaf oluşum
yanında toplumsal sorunlara duyduğum ilgiyle ve onların problemlerine
getirdiğim çözümlerle de kazanmıştım.
Gerçi
depremden
sonra yardım
toplayan bir iki kuruma verdiğim
yardımlar dışında elimden gelen pek
bir şey olmadı fakat bence bir şeyleri
hala yaşıyor ve yaşatıyor olmam eski
köy yaşantımın bir parçasıdır.
Çevremi, yaşantımın bir parçası
olan, sıcak ve dürüst insanların doldurması, içimde bir dağ gibi büyüyen
köy özlemini biraz olsun hafifletiyor.
İşte böyle bir zamanda çok sevdiğim dedemin öldüğü haberini alıyorum. Oldukça yaşlıydı ama yine de
çok üzülüyorum. Moralim bozulu-
tavır / öykü / aralık '99 / s ayı: 18
29
yor. Erken kapatıyorum dükkanı. Aslında bir kaç günlüğüne kapatıyorum.
Çünkü k öye, dedemin cenazesine
gitmem
gerekiyor.
Eve
gidip
erkenden yatmayı düşünüyorum.
Hem köye gitmek için
erken
kalkmamız gerekiyor.
Şu an üzerimde ki ağırlık her soluk
alıp verişimde vücuduma müthiş bir
acı veriyor. Kulaklarıma inceden
inceye sesler geliyor .
Heeey... Orada kimse var mııı?...
Ses veeer... Ses veremiyorsanız bir
yere vurun...
Yıkıntıların üzerindeki kurtarıcı
yanındakine sesleniyor
-Herhangi bir canlı belirtisi yok
ama apartman sakinleri binanın en alt
katında bir ailenin olduğunu söylüyorlar...
****
Buna rağmen kepçeler çalışmaya
başlıyor. Kepçenin çalışmasıyla birlikte oluşan bir sarsıntı, zorluk içinde
aldığı nefeslere bir son veriyor.
Üzerine düşen beton parçalarından
ezilmiş cesetlerini çıkarabiliyorlar. Eşi
ve kızı çoktan ölmüş... Onunsa,
cesedi sanki hala soğumamış. Üçünü
de, çok sevdikleri, anlata anlata bitiremedikleri köylerinde, dedelerinin
yanına gömülüyorlar.
te, bazen hetoğrafta basılarak, bazen
de başka adlar altında çıkmaya devam
etti. Marko Paşa'nın demokrasi, ulusal
bağımsızlık ve barış uğrunda ve
emperyalizme karşı yürütülen savaştaki
rolü çok önemlidir. Sabahattin'i birkaç
kez hapse attılar. Buna karşın
savaşımından vaz-geçmedi.(...)
Gazeteyi durdurmanın bir tek çaresi
vardı. (...) yayımcıyı yok etmek, yani
Sabahattin Ali'yi öldürmek! Öyle de
yaptılar." m
Sonu kanlı biten serüvenini oldukça tutumlu bir anlatımla sunan
Nazım Hikmet, Marko Paşa'n ın karakteristiklerini iki kümede topluyor:
(a) "...demokrasi, ulusal bağımsızlık ve barış uğrunda ve emperya-
de. İlk "politik mizah gazetesi"
demiyor çünkü, "o zamana dek
olmayan bir politik mizah gazetesi"
diyor. Ve bunu da "demokrasi,
ulusal ba ğımsızlık ve barış uğrunda
ve emperyalizme karşı yürütülen
savaşta" takındığı tutuma ve tuttuğu
yere bağlıyor. Demek ki Nazım'a
göre Marko Paşa'n ın ayırtedici
özelliği "politiklik"inin içeriğinde
yatıyor. Yapılagelenin tam karşıtı
bir de ğerlendirme bu. Konu ile ilgili
yazılanlara yabancı olmayanlar,
Marko Paşanın ya "mizah", ya da
içeriği belirlenmemiş bir "siyasal
gülmece" dergisi olarak sunulduğunu
bilirler. İki durumda da vurgu
"mizah" tadır. Ve Marko Paşa da
tavı r / yakı n tarihimiz / aralı k '99 / sayı : 18
belleklerde bir "mizah dergisi" olarak yer etmiş ve bu bağlamda ele
alınıp değerlendirilmiştir. Oysa Nazım'a göre Marko Paşa, sunulageldiği gibi bir "mizah gazetesi" değil,
"politik" bir "mizah gazetesi" dir.
Dolayısıyla da Marko Paşa salt mizah değil, siyasal tarihimiz açısından
da önemli bir dergidir. Bu nedenle de
ele alınmasında, savunduğu ilkelerin
dönemi
içerisindeki
anlamının
saptanmasında yarar var. Böyle bir
yaklaşım yalnızca geçmişte kalmış
bir olgunun irdelenmesi olmayacak,
ondan günümüze ilişkin sonuçlar
çıkarma olanağı da doğacaktır. Ama
bunu yaparken dikkatli olmak;
olgunun önemine uy-
gun bir tutum sergilemek v e ikincil
kay nakları aşıp birincil kaynaklara inmek
gerekir. Marko Paşa, "tekinsiz" bir konu
çünkü. Şu üç nedenden:
a) Marko Paşa, y ay ın serüveni
karmaşık bir dergi. Ortada iki Mar ko
Paşa v e her ikisinin de türevleri v ar
çünkü.
ilki,
Sabahattin
Ali'nin
yönlendiriciliğinde
yay ın
yapıy or
v e onun damgasını taşıy or. Serüveni,
haklı olarak, bir söy lence gibi anlatılan
dergi
budur.
Nazım'da aktardığ ım
değerlendirmey i onun için y apıy or. Bu
dergi haf talık basım say ısını altı binden
altmış bine ulaştırmış; baskılar y üzünden
sık sık ad değiştirerek yay ımlanmış;
işlev siz kılınmak için provoke edilerek
"sah te" si bile çıkarılmıştır. ikinci Marko
Paşa ise ilkinin kapanmasından y ak laşık
on bir, y önlendiricisi Sabahat tin Ali'nin
öldürülmesinden de y ak laşık y edi ay
sonra y ay ımlanmaya başlamış. Benzer
nedenlerden o da y oluna ad değiştirerek
dev am
etmiş.
Ama
yazgısındaki
benzerliğe karşın ilkinin özdeşi değil.
Nazım'm altını çizdiği karakteristiklerin
birincisin den y oksun. Konularını siy asal
y aşamdan almasına karşın siy asal bir
duruşu y ok. ilkinin kitleselleşme ba şar
ısını d a y akalay amamış zaten. Bu
nedenle de ilki ile bir tutulmasına olanak
y ok.
Ancak
Marko
Paşa
de
gerlendirmelerinde bu ay rım y apılmadığı
gibi tam karşıtı bir tutum sergilenmiş v e
iki dergi bir sürecin halkaları gibi
sunulmuştur. işte Marko Paşa'nın y ay ın
serüv eninde-ki bu karmaşıklık pek çok
karışıklı ğa neden olmuş.
b) Marko Paşa'nın y ay ın serüv enindeki bu karışıklığı giderecek konumda
bulunanların y azıları (ikincil kay naklar)
ise, bu nitelikten y oksun. Karışıklığı
gidermek bir y ana, tam karşıtı bir işlev
y erine getiriyorlar: Karışıklığı karması kl
aştırarak Marko Paşa'nın tarihini arap
saçına çeviriy orlar. Söz konusu kay naklar
hem kendi içlerinde, hem de kendi aralarında tutarsızdır. Zaman dizimsel ve
koşut bir okuma bunu görmek için yeterli.
Bu nedenle de ikincil kaynaklar, serüveni
zaten karmaşık olan Marko Paşa'y ı
neredeyse içinden çıkılması olanaksız
bir dolambaca dönüştürüy or. Ortada
açıklanmasından kaçınılan bir şey ler var
sanki. Sabahattin Ali'nin y önlendiriciliğindeki "ilk" Marko Paşa ve türev leri
ile öldürülmesinden sonra da çıkarılan
"ikinci" Marko Paşa ve türev leri
özdeşleştiriliy or. Bir zincirin halkaları gibi
sunuluy orlar. En iy imser anlatımla,
başarının sahiplenilme kav gası söz
konusu burada. Ama işin içinde,
öldürüldüğü için "Marko Paşa Olay ındaki
yerini
ve
konumunu
açıklama
olanağından y oksun bulunan Sabahattin
Ali'y e haksızlık y apmak da var. Bu
kav gada kıy ıy a itilen Sabahattin Ali oluy or çünkü.
c) Öte yandan Marko Paşa, serüv enine kan bulaşmış bir dergidir.
Y önlendiricisi Sabahattin Ali, siy asal bir
cinay ete kurban gitmiş bir "f aili meçhul"
v e "mezarsız ölü"dür çünkü. ikincil
kay naklarla sınırlı y aklaşımlar Marko
Paşa gerçeğini ters-yüz etmek kadar bu
ölüy e haksızlık, giderek de say gısızlık
y apma olasılığına her zaman gebedir.
Sözünü ettiğimiz kay naklardan y ola
çıkılarak üretilen yazılarda bu haksızlık
y apılmıştır da. Örnekse Y alçın Küçük ile
Ay dın Ilgaz'ın y azıları... ilki Aziz Nesin'i,
ikincisi ise Rıf at Ilgaz'ı "Marko Paşa
Olay ı"nın odağına almakla derginin
y önlendiricisini, Sabahattin Ali'y i ikinci
plana itelemişlerdir.
Sıralanan nedenlerden ötürü Marko
Paşa'y a eğilirken son derece dikkatli
olmak ve birincil kay naklarla çalışmak
gerekiy or.
"İYİ Niyetli" Bir Y azı
ilhan Dağl ı'nın Tav ır'ın 13. say ısında
y ay ımlanan "Marko Paşa" başlıklı yazısı
böy le bir yazı.'(2) ikincil kaynaklarla
y etinildiği için hem süregelen kargaşaya
eklemlenmekten, hem de o
kaynaklardaki
yan-
tav ır/yakın tarihimiz/aralık '99/sayı: 18
lışları y eniden üretmekten kurtulamıy or.
Bunu amaçlamamasına karşın, sonuç
böy le oluy or.
Dağl ı'nın amacı Marko Paşa'y ı
değerlendirmek değil. "Muhalif bir ses
olarak başına gelenlerle günümüz
uy gulamaları arasındaki benzerliklerin/
koşutlukların altını çizmenin, bu yoldan
giderek de egemen güçlerin "muhalif "
seslere karşı takınmış oldukları turumun
değişmezlerini göstermenin ardında o.
Marko Paşa'y ı ele almasının nedeni bu.
Seçimi y anlış da değil. Marko Paşa tipik
bir örnek çünkü.
Y ay ın y aşamı boyunca uğradığı baskılar, söz konusu sorunun temellendirilmesinde zengin olanaklar sunuy or.
Ev et, Dağlı'nın amacı; Marko Paşa'nın "muhalif bir ses olarak y üz y üze
geldiği baskılarla günümüz arasındaki
benzerliklerin/
koşutlukların
altını
çizmek. Derginin başına gelenlerin konu
edinildiği bir y azıy ı aktardıktan sonra
şöy le diyor çünkü:
"Bunları okur okumaz 53 yıl öncesinden
değil,
bu
günden
bahsedildiğini
düşünebilirsiniz. Hak vermemek elde değil.
Zira yıllar ne kadar geçse de yaşananların
aynı olması ülkemiz basın-yayın hayatının
bir kara-m izahıd ır" (s.42)
Az daha ileride ise söy le y azıy or:
"... Marko Paşa'nın serüvenlerini,
yazının ilerleyen bölümlerinde oldukça bu
güne dair daha pek çok benzerlikler bulacak;
ama şaşırmayacaksınız. Zira egemenlerin
korkusu yine aynı korku; halktan yana yayın
yapanların başlarına gelenler de çabası."
(s.42)
Dağlı, amacını böy le belirtiyor. Onu
gerçekleştirmek için de ikincil kay naklara
el atıy or. Amacı ile örtüşen y a da
örtüştüğünü
düşündüğü
bilgileri
aktarıyor.
Diğer bir deyişle de Dağlı Marko
Paşa'y ı değerlendirmek amacıy la değil,
başına gelenleri sergilemek amacı ile
ikincil kay naklara el atıy or. Ancak o kay naklarda y alnızca Marko Paşa'nın
başına gelenler sergilenmiyor. On-
lar aracılığı ile sunulan bir de "Marko
Paşa imgesi" var. Bu imge Marko Paşa
gerçeği ile örtüşmüy or. işte Dağlı, amacı
ile örtüşen bilgileri aktarırken, ayrımına
v armadan, o imgey i de aktarıy or. Böylece
de y anlışları y eniden üretmek v e
haksızlıklara ortak olmak zorunda kalıy or.
Gerçi
Dağlı,
ikincil
kaynaklarla
y etinmesine karşın, biçimsel olarak da
olsa, amacına ulaşıy or. Bir "muhalif "
dergi olarak Marko Paşa'nın yüz y üze
geldiği uy gulamaları, olgusal düzlemde
gözler önüne seriyor. Ama kullandığı
kay naklardaki y anlışlıklar y üzünden
ortay a yanlış bir "Marko Paşa imgesi" nin
çıkmasını da önley emiyor. Bu nedenle de
ulaştığı sonuç "niy et" ini aşıy or. Amaçlanan Marko Paşa'y ı değerlendirmek
olmasa bile, ikincil kay naklardan y ola
çıkıldığı için, onlara eklemlenmekten v e
onlardaki y anlışları y eniden üretmekten
kurtulamıy or.
Y ineley erek v urgulamakta y arar v ar:
Dağlı 'nınki "iy i niy etli" bir girişim. "iy i
niy et", y anlışların Marko Paşa'y ı bir y ere
oturtma amacı ile y apılmamasından ileri
geliy or. Y anlışlar bambaşka bir nedenle,
bir "muhalif" dergi olarak Marko Paşa'nın
başına gelenleri sergilemek
adına
y apılıy or. ikincil kaynaklarla onlara
y aslanılarak üretilen öteki y azılarda ise
y anlışlar, Marko Paşa'y ı temellendirme
amacı ile y apılıy ordu. Dağl ı'nın amacı
Marko Paşa'y ı değerlendirmek değil
oysa. "Muhalif bir ses olarak yüz y üze
geldiği baskılarla günümüz arasındaki
benzerliklerin/ koşutlukların altını çizmek
istiyor o. Bu amaçla ikincil kay naklara el
atıy or. Onlarda amacı ile örtüşen öğeleri
aktarıy or. Ama ortay a çıkan Marko Paşa
imgesi ile gerçek Marko Paşa'nın örtüşüp
örtüşmediğine bakmıy or. Bu nedenle de
"iy i niy etli girişimi tasarlamadığı v e
onay layacağını sanmadığım bir noktay a
ulaştırıy or onu.
nakla ilişki kurmadığını gösteren bir dizi
olgusal
y anlış
v ar.
Sonuçlarına
geçmeden onları sergilemek uy gun
olacak.
1. Şöy le y azıy or Dağlı:
"Gazetenin sahibi ve yazıişleri müdürü Sabahattin Ali'dir. 6. Sayısından
sonra ise yazıişlerinde Aziz Nesin'i görüyoruz. Her iki görevi 15. sayıdan itibaren Mücap Nedi m Ofluoğlu, 21. sayıdan itibaren de Mustafa Uykusuz
üstlenirler" (s.42)
Bu sözlerden Azi z Nesin'in 6-14,
Of luoğlu'nun 15-20, Uykusuz'unsa 21 ve
sonraki (Kaça kadar?) say ıların sorumlu
y önetmenliğini
üstlendikleri
anlamı
çıkıy or. Oysa Aziz Nesin, yalnızca 6.
say ıda bu görev i üstleniyor. Onun
dışındaki ilk on-dört say ının sorumlu
y önetmeni Sabahattin Ali'dir. Ofluoğlu
ise y edi say ının değil, üç (15, 16 v e 17.
say ılar) say ının sorumlu yönetmenliğini
üstleniy or. 18. say ıdan 23. v e sonuncu
say ıy a kadar sorumlu yönetmenliği
Mustaf a Uykusuz yükümleniyor.
2. Şöy le y azıy or Dağlı:
"Kapatılmasından bir hafta sonra
Marko Paşa'nın yerini Merhum Paşa alır.
Artık çeşitli Paşa isimlerinden oluşan
logosuyla yayın hayatımızın ısrarlı bir
parçası olacak: Merhum Paşa'dan sonra
Malum Paşa, Mazlum Paşa, Yedi Sekiz
Hasan Paşa, Öküz Mehmet Paşa,
Alibaba ve Başdan adları altında yayın
hayatına devam edecektir" (s. 42)
Merhum Paşa'dan sonra Malum
Paşa'nın çıktığı doğru. Ama Malum
Paşa'dan sonra Mazlum Paşa, Y edi
Sekiz Hasan Paşa, Öküz Mehmet Paşa
ve Başdan'ın çıktığı doğru değil. Malum
Paşa'y ı izley en dergi Kırk Haramilere
Karşı: Ali Baba'dır. Öteki dergilerin Dağl
ı'nın haf talık tirajının 60 bine ulaştığını
v urguladığı v e serüveni söy lence gibi
anlatılan Marko Paşa ile ilişkisi yoktur.
Onlar
Marko
Paşa
serüv eni
noktalandıktan
y aklaşık
on
bir,
y önlendiricisi Sabahattin Ali öldükten de
yaklaşık yedi ay sonra çıkarılan "ikinci"
(Sabahattin Ali'siz) Marko
Olgusal Yanlışlar
Dağl ı'nın yazısında birincil kay-
tav ır/yakın tarihimiz / aralık '99 / say ı: 18
Paşa'nın türev leridir. Ay rıca Başdan
mizah değil, üst başlığına gönderme
y aparak söy leyelim, "Haftalık siy asi
magazin" dergisidir.
3. Şöyle yazıy or Dağlı:
"...Sorumlu müdür Orhan Erkip yazı
stoklarını ve klişelerini (...) kaçırır. Bedii
Faik il işbirliği yaparak Malum Paşa'yı
sağcılar adına çıkarmaya başlarlar. Ama
halk bu aldatmacaya gelmez. On beş bin
basan Malum Paşa ancak birkaç bin
satar. İkinci sayısı ise ancak bin
civarında basılır ve gazeteyi kapatmak
zorunda kalırlar"
"Aynı oyun Marko Paşa üzerinde de
oynanınca Rıfat Ilgaz ve Sabahattin Ali
Merhum
Paşa'nın
ikinci
sayısını
çıkarırlar.''(s.43).
Malum Paşa'nın "sağcılar adına
çıkarıl" masına ilişkin bilgiler doğru değil
burada. Y anlış bir başka y anlıştan
besleniy or. Daha önce," Malum Paşa'nın
5. ve son sayısı basılır." diy ordu Dağlı.
Beşinci say ı, malum Paşa'nın değil,
Marko Paşa çizgisindeki sonuncu
say ısıdır oy sa. Nitekim "prov akasyon" da
altıncı say ı ile gerçekleştirilir. Derginin
"imtiy az"ını elinde bulunduran Orhan
Erkip, ilk beş say ısı Marko Paşa'nm ad
değiştirmişi olarak çıkan dergiy i altıncı
say ısında (11 Ekim 1947) karşıt çizgiye
çeker. Dolay ısıy la da ne derginin
y eniden yay ımlanması söz konusudur,
ne de ikinci say ısının çıkması. Bu yüzden
Dağl ı'nın derginin hiç y ay ımlanmamış
say ılarına ilişkin olarak v erdiği bilgilerin
doğru olması olanaksız. (O bilgileri
nereden edindiğini merak ettiğimi de
eklemeliy im.) Orhan Erkip, Malum
Paşa'y ı böy lece işlevsiz kıldıktan sonra,
Marko Paşa'y a el atar. Belirli çev relerin
desteği ve sahtecilikle Marko Paşa'nın
"imtiy az" ı nı ele geçirir. Karşıt çizgide
yay ına başlar. "Sahte" Marko Paşa ise iki
say ı değil tam y edi say ı y ay ımlanır.
Amaçlanan halkın kaf asını karıştırarak
Marko Paşa ile "Paşa"lı türevlerini
işlev siz kılmaktır. Diğer bir değişle de
burada önemli olan durum "halkın
aldatmacaya
gelmesi" ya da gelmemesi değil,
Marko Paşa'nın işlevsiz kılınmasıdır.
Ortadaki tecimsel amaçlı bir girişim
değil
çünkü.
Marko
Paşa'nın
imgesinden yararlanılarak para kazanmak amaçlanmıyor. Egemen sınıfların o momentteki "temel tercihlerine
kökten karşı çıkan ve bu tutumu ile
büyük bir kitleselleşme başarısı
gösteren Marko Paşa ile yönlendiricisi
Sabahattin Ali engellenmek isteniyor.
Dolayısıyla
da
provokasyonun
başarısını "sahte" Marko Paşa'nın kaç
sattığına bakarak değil, provoke edilen
gerçek Marko Paşa'nın satışının kaça
düştüğüne bakarak ölçmek gerekiyor.
Provokasyonun
başarısı
ya
da
başarısızlığı, provoke edilene verilen
zararla doğru orantılıdır. Bu açıdan
bakıldığında
"provokasyon"nun
amacına ulaştığı ve Marko Paşa'nın
sağladığı
kitleleşme
başarısının
önünün kesildiği görülür. Nitekim
Sabahattin Ali, eşi Aliye Hanım'a
yazdığı
"10/XI/1947"
tarihli mektupta
bu gerçeği şöyle
dile getirecektir:
"...Bu hafta
Merhum
Paşa
çıkmadı, çıkma
yacak. (...) iki
haftaya kadar Ali
Baha'yı
k ar a ca ğ ı m
Çünkü paşalar
karıştıkça satış
düştü, ziyan et
meğe
dık.''(3)
Gerçekten
Marko Paşa'nın
da
provoke
edilmesinden
sonra devreye
sokulan Merhum
Paşa'nın
dördüncü ve sonuncu sayısında
kapatılmasının
ardından "Paşa"
lı
geleneği
bırakır
Sabahattin
Ali.
Nitekim son halkanın adı Kırk
Haramilere Karşı: Ali Baha'dır.
Öte yandan Sabahattin Ali'nin
Merhum Paşa'nın ikinci sayısını Rıfat
Ilgaz'la çıkarması da söz konusu
değildir. Rıfat Ilgaz, Marko Paşa serüveninin son halkasında yer alır.
Serüvenin 36. ve sonuncu sayısı olan
Kırk Haramilere Karşı: Ali Baha'nın 4.
sayısının sorumlusu Rıfat Ilgaz’dır.
4. Şöyle yazıyor Dağlı:
"Haramilerin saldırısı sürdükçe
Marko Paşa geleneği yeni isimler
altında devam eder. Önce 'Ali Baha
Kırk Haramilere Karşı', ardından da
'Başdan'
gazetesi
çıkar.
Başyazarlığını
Sabahattin
Ali'nin
yaptığı Ali Baba'nın ilk sayısında
Sabahattin Ali'nin Ünlü 'namuslu
olmak ne zor şeymiş meğer' yazısı
çıkar. Aziz Nesin'in, karikatürle-
tav ır/yakın tarihimiz /aralık '99/ sayı: 18
riyle katıldığı gazetede Rıfat Ilgaz ise
hastanede ve öğretmenlik yıllarında
yaşadıklarını yazmaktadır." (s A3)
Yukarıda da belirtmiştim, yineliyorum: Başdan, Sabahattin Ali'nin
yönlendiriciliğindeki
Marko
Paşa
zincirinin halkası değildir. Ali Baba'nın ardından anılması yanlış bu
çınedenle. Öte yandan Sabahattin Ali
Ali Baba'nın değil, tüm Marko Paşa ve
türevlerinin
başyazılarını
kaleme
almıştır. Aziz Nesin'in Ali Baba'ya
karükatürleri ile katılması söz konusu
başla
olmadığı
gibi, dergide Rıfat Ilgaz’ın
"hastahane ve öğretmenlik yaşantısı"
ile ilgili tek yazısı olsun yoktur.
Sergilenen
"olgusal
yanlışlar"
Dağlı'nın, dergilere değil de ikincil
kaynaklara bakarak dergiye ve se
rüvenine ilişkin bilgi verdiğini gös
teriyor/ kanıtlıyor. Tam bu noktada
"Çok mu önemli bu?" diye sorulabilir.
Dağl ı'nın amacı göz önünde tutulursa
yanlışlar önemsiz bulunabilir. Marko
Paşa'larla türevlerinin başına gelenler,
eksik, ama yanlış değil çünkü.
Eksiklikler ise Dağlı'nın amacını
zedelemiyor, tam karşıtı pekiştiriyor.
Örneğin, Dağlı belirtmiyor ama,
hükümet
güdümlü
sokak
gösterilerinde
Sabahattin
Ali'nin
kitaplarının yanı sıra Marko Paşa'lar
da parçalanıyor/ yakılıyor! Bu ve
benzeri olguları atlamış olması,
amacını
zedelemez,
pekiştirir.
"Muhalif" bir sese karşı takınılan
tutumla günümüz arasındaki ko
şutluklara dikkat çekmek istiyor
çünkü. Ama olguya ilişkin gönder
melerin sonunda kendiliğinden bir
"Marko Paşa imgesi" çıkıyor ortaya.
Bu imge yanlış. Diğer bir deyişle de
Dağlı,
ikincil
kaynaklardaki
tutarsızlıklar nedeniyle olguya açıklık
getiremediği gibi süregelen kargaşayı
da yeniden üretmek zorunda kalıyor.
İstemeden
bile
olsa
onlardaki
haksızlığa ortak oluyor.
Bütün bunlardan ötürü, söz konusu yanlışlıkları sergilemekle kalmayıp besledikleri anlamı açığa çı-
karmak gerekiyor. Hiç de önemli değilmiş
gibi duran bu yanlışlar, "Marko Paşa
gerçeği" nin ters-yüz olmasına y ol açıyor
çünkü.
Ayrıca
bunun
Dağlı'nın
gerçekleştirmeye çalıştığı amaç üzerinde
de olumsuz etkileri v ar.
Bulanıklaşan Gerçekler: Dağlı'nın ikincil
kay naklarla y etindiğinin göstergesi olan
y anlışların bazı gerçeklerin
bulanıklaşmasına yol açmak gibi bir işlevi
v ar.
1. Dağlı'nın Marko Paşa'larla türev lerini tek bir sürecin öğeleri olarak
sunması, egemen güçleri hop oturtup hop
kaldırtan v e başarısı haklı olarak bir
söy lence gibi anlatılan Sabahattin Ali
y önlendiriciliğin-deki "ilk" Marko Paşa ile
onun öldürülmesinden
sonra
çıkartılan
"ikinci"
(Sabahattin
Ali'siz) Marko Paşa'y ı bir tutmak
anlamına geliy or. iki Marko Paşa ile
türev lerini tek bir zincirin halkaları olarak
sunmak, "ilk" inin başarısından "ikinci"
sine pay çıkarmak anlamına gelir. Kitle(sel)leşme açısından iki Marko Pa
şa'nın durumu bir değil oysa. "ilk" Marko
Paşa'nın y akaladığı haf talık 60 bin tiraja,
ikincil kaynaklarda sık sık gönderme
y apılmasının v e sürecin bütününe
y ay ılmak istenmesine karşın, Sabahattin
Ali'siz Marko Paşa'nın böy le bir y ay ın ba
şar ısı y ok. "ikinci" (Sabahattin Ali'siz)
Marko Paşa'nın türev lerin den biri olan
Y edi-Sekiz Hasan Paşa'da, "ne çıkarırsak
(4)
en az on bin satıyoruz'" denilerek gerçek
durum seslendirmektedir. Ancak bu işin
nicelikle ilgili y anı. Bir de nitelikle ilgili
y anı v ar. O daha önemli. iki dergiyi
özdeşleştirmek söz konusu çünkü.
2. 25 Kasım 1946-16 Aralık 1947
tarihleri arasında türevleri (Merhum Paşa,
Malum Paşa v e Kırk Ha ramilere Karşı:
Ali Baba) ile birlikte 36 say ı yay ınlanan
Sabahattin Ali yönlendiriciliğindeki "ilk"
Marko Paşa egemen sınıf ların o
momentte ki temel tercihlerine açıkça
karşı çı-
kan bir tutum içerisindedir. Bu tutum da
Sabahattin
Ali'nin
başyazarlığında
somutlaşmaktadır. Nazım'ın, altını çizdiği
özellikler de Marko Paşa'nın bu "ilk"
dönemi içindir. Buna karşılık "ilk" Marko
Paşa'nın serüv eninin noktalanmasından
y aklaşık
11,
Sabahattin
Ali'nin
öldürülmesinden y aklaşık yedi ay sonra
y ay ımlanmaya başlayan "ikinci" Marko
Paşa ile türev lerinin (Y edi-Sekiz Hasan
Paşa, Öküz Mehmet Paşa, Bizim Paşa,
Hür Marko Paşa, Medet) niteliği,
Sabahattin Ali'nin başyazıları çıktıktan
sonra "ilk" Marko Paşa'dan geriy e kalan
ne ise odur. Bu noktay ı atlamak, öldürüldüğü için konumunu açıklama
olanağından y oksun bulunan Sabahattin
Ali'y e y apılabilecek en büy ük haksızlıktır.
ikincil kaynaklarla yetinmekle Dağlı, o "iy i
niy etli" y azısında, süregelen bu kargaşaya, istemeden de olsa, eklemleniyor.
3. Dağlı,
Orhan
Erkip'in
ilkin
"imtiy az"ını elinde
tuttuğu
Malum
Paşa'y ı,
ardından
da
sahtecilikle
"imtiy az"ını eline geçirdiği Marko Paşa'y ı
karşı çizgiy e çekmesini sıra dan bir
olaymış gibi sunmakla, orta da bilinçli bir
prov okasyon(5) olduğunu atlamış oluyor.
Böy lece de hem derginin yüz y üze
geldiği baskıların gerçek boyutunu
ortay a koyamıy or, hem de Sabahattin
Ali'nin y azgısındaki y erinin gözden kaç
masına y ol açıy or.
4. Öte y andan "ikinci" Marko
Paşa'nın y alnızca "Orhan Erkip'ten
imtiy azı alınarak" değil, aynı zamanda
onu üçüncü ortak olarak alarak
çıkarıldığın ı atlaması da sorgulanması
gereken bir başka olgunun gözden
kaçmasına y ol açıy or. Aziz Nesin, y ıllar
sonra, Orhan Er kip'ten, "Polis ve milli
emniy et
ajanı
olarak
çalıştığı
anlaşılmıştır." diy e söz ediy or çünkü.(6)
Prov okasyona
gerekli
ağırlığ ın
v erilmemesi, böyle bir kişiden ortaklık
karşılığın da Marko Paşa'nın imtiy azını
devralmanın sorgulanması gereken y a
nını karanlıkta kalmasına yol açıy or
tavı r/yakı n tarihimiz/ aralı k '99/ sayı: 18
doğallıkla.
5. Dağlı'nın ürettiği resme bakıp
Sabahattin Ali'nin "Marko Paşa Olay ı
"ndaki y erini belirlemey e olanak y ok.
ikincil kay naklardaki tutum, onlardan y ola
çıkan Dağlı'nın y azısına da y ansıy or.
Sabahattin Ali'nin "Marko Paşa Olay ı
"ndaki yeri "kurucu" ortak Aziz Nesin ile
"utangaç" ortak Rıf at Ilgaz ölçüsünde
bile
değil.
Derginin
doğrultusunu
belirley en Sabahattin Ali'nin başyazıları
oysa. O y azılar, eksik de olsa, derlenmiş
durumda: Marko Paşa Y azıları v e
7
Ötekiler' '... Bu eksik derleme bile hem
Marko Paşa'nın ideolojik konumunun,
hem de Sabahattin Ali'nin olay daki
y erinin kavranması için gerekli ipuçlarını
içeriy or. Öyleyken Sabahattin Ali'nin
"Marko Paşa Olay ı"ndaki y erinin gözden
kaçmasına y ol açacak her y aklaşım, en
haf if niteleme ile söy leyelim, haksızlıktır.
Görüldüğü gibi son derece "iyi
niy etle" başv urduğu ikincil kaynaklar,
içerdikleri çelişki, tutarsızlık ,belirsizlik ve
y anlışlarla Dağlı'nın y anlış bir "Marko
Paşa imgesi" üretmesine y ol açıy or.
Y azının bütününe bakıp Nazım'ın
v urguladığı karakteristiklerin ona ait
olduğunu söy lemeye olanak yok. Bunun,
amacının gerçekleşmesi üzerinde de etkisi v ar.
Gölgelenen Amaç
Gerçekten de Dağlı'nın ikincil
kay naklarla
y etinmesi
süregelen
kargaşaya eklemlenmesi ve y apılagelen
haksızlığa ortak olmasına y ol açmakla
kalmıy or, amacının gölgelenmesine de
y ol açıy or. Sabahattin Ali'li Marko
Paşa'nın basma gelenleri, eksik de olsa,
olgusal olarak sergiliy or. Ama şu soru
karşılıksız kalıy or: Sabahattin Ali'li Marko
Paşa ne y apmıştır da onca baskı ile
boğuşmak zorunda kalmış/ bırakılmış,
dahası
y önlendiricisi
ölüme
sürüklenmiştir? Dağlı'nın y azısının içinde
kalarak bu soruya doyurucu
bir karşılık vermeye olanak yok. Şöyle
de söylenebilir: Dağlı'nın yazısında,
"muhalif" bir dergi olarak Marko
Paşa'nın yüz yüze geldiği tepkilerin bir
bölümü yansıtılmakla birlikte, bu
tepkilerin
kökeninde yatanın
ne
olduğu ortaya çıkmıyor. Diğer bir
deyişle de Dağlı 'nın tablosundan
Marko Paşa'nm başına gelenlerin
nedeni anlaşılmıyor. Marko Paşa
örneğinden yola çıkarak egemen
güçlerin "muhalif" seslere karşı
takınmış oldukları tutumun
değişmezlerini sergilemeyi amaçlayan
bir yazı için önemli bir eksiklik bu.
Evet Marko Paşa ne yapmıştı da
onca baskıyla boğuşarak yoluna devam etmek zorunda kalmış/ bırakılmıştı?
Dağlı'nın, açıkça olmasa bile, bu
soruyu sormadığı söylenemez. Nite
kim olguya açıklık getirmeye de ça
lışıyor bu amaçla. "Toplumsal mizah
anlayışıyla fincancı katırlarını ürküten
Marko Paşa" diyor. Ancak sorunu,
Marko Paşa'da yapılan "mizah" a
bağlıyor. "Toplumsal Mizah" gibi
içeriği belirsiz, açıklanması gereken
bir kavramla yanıtı verdiğini
düşünüyor. Derginin ideolojik özüne
değinilmediği gibi herhangi bir vurgu
da yapılmıyor. Öyle olunca da yapılan
açıklama hiçbir şeyi açıklamıyor.
Derginin
fincancı
katırlarını
ürkütmesini
"toplumsal
mizah
anlayışı" gibi açıklanması gereken bir
nedene bağlamak, hiçbir şey söylememek demek oluyor. Dolayısıyla da
Marko Paşa'nm dönemi içerisindeki
yeri ve anlamı belirginlik kazanamıyor.
Dağlı'nın açmazı ikincil kaynaklarla
yetinmesinden ileri geliyor. İkincil
kaynaklarda, zaman zaman siyasal
nitelemesi kullanılsa bile, ısrar ve
inatla, Marko Paşa'nı n "mizah dergisi"
olduğu vurgulanıyor çünkü. Bununla
ulaşılmak istenen nokta ise dergiyi
yönlendiricisi Sabahattin Ali'den
arındırmak. Sabahattin Ali'den
arındırıldığında geriye kalan ise
"mizah dergisi" oluyor gerçekten. Bu
nedenle de iki
Marko
Paşa'yı bir zincirin halkaları gibi su
nan ve kaçınılmaz olarak Sabahattin
Ali'yi ikinci plana iten o kaynaklarla
olguyu açıklamaya olanak yok. Bunun
için dergileri ve özellikle de dergiye
kimliğini kazandıran Sabahattin
Ali'nin baş yazılarına bakmak
gerekiyor.
Sabahattin
Ali'nin
yönlendiriciliğindeki Marko Paşa'nı n
ideolojik konumunu doğru olarak
koyamamak,
baskıların
gerçek
nedeninin
ortaya
çıkmasını da
önlüyor çünkü.
Marko Paşa'nı n başına gelenleri
doğru olarak değerlendirebilmek için
dergiyi doğru olarak değerlendirmek
gerekiyor.
Bunun
için
derginin
ideolojik konumunu doğru olarak
koymak gerekiyor. Bu boyutu hiç
hesaba katmayan ya da görmezden
gelen ikincil kaynaklarla yetinen bir
yaklaşımla bunu başarmaya ise
olanak yoktur.
Dağlı'nın amacı Marko Paşa'nı n
başına gelenlerle egemen güçlerin
"muhalif" seslere karşı takındığı tu
tumun değişmezlerini sergilemekti.
Ama böyle bir ses olarak Marko Pa
şa'nı n "muhaliflik" inin çerçevesi
belirlenmeyince, serüveninde çıka
rılması
umulan
sonuç da
belirsizleşiyor. Söz konusu sorunun
karşılığı Marko Paşa'nı n ne olduğunun
doğru olarak konmasına bağlı çünkü.
Ama Dağlı'nın yazısını okuyan bir kişi
Marko Paşa için, içeriği belirlenmemiş
bir "toplumsal mizah" yapan dergi
dışında, ne diyebilir acaba? Sanırım
hiçbir şey! O zaman da Dağlı'nın
aracılığı ile "muhalif" seslere karşı
egemen güçlerce takınılan tutumun
değişmezlerini sergileme amacı
gölgede kalıyor.
yapmaya da sürükleyebilir kişiyi.
Dağlı'nın sürüklendiği de böyle bir
durum. Birincil kaynak dururken
ikincil kaynaklarla yetinmesi ve bunu
yaparken de hem kendi aralarında
hem de kendi içlerindeki çelişkileri/
tutarsızlıkları sorgulama gereksimi
duymadan benimsemesi yol açıyor
bütün bunlara.
Dağlı'nın yazısı "iyi niyetli" ancak
"talihsiz" bir yazı. Talihsizliği biraz da
"muhalif" seslere karşı egemen
güçlerin takınmış oldukları tutumun
sürekliliğini, Marko Paşa gibi tarihi
bilinçli olarak arap saçına çevrilmiş
bir dergi aracılığı ile göstermek
istemesinde yatıyor. Onun yerine bir
başka dergi (sözgelimi Yeni Edebiyat)
aracılığı ile bunu gerçekleştirmeye
çalışmış olsaydı, ikincil kaynaklarla
yetinmiş bile olsa, bütün bunlar söz
konusu
olmayabilirdi.
Seçilen
derginin, Marko Paşa'nı n, kuraldışlılığı
böyle bir sonuca yolaçıyor ne yazık ki.
Ancak büt ün bunlar, doğru olmasa
bile, ikincil kaynaklardan yola çıkmayı
ve bunu yaparken de onlardaki tutarsızlık, çelişki ve yanlışları görmezden gelmeyi, (onlara karşın yargı
üretmeyi)
görmezden
gelmeyi
gerektirmiyor.
Sonuç
Şuraya gelmiş bulunuyoruz: Dö
neminde önemli bir işlev yerine ge
tirmiş ve serüvenine kan bulaşmış
olan Marko Paşa gibi bir dergi üze
rinde söz alırken sakıngan olmak
gerekiyor. Yalnızca ve üstelik sorgu
lamadan
ikincil
kaynaklara
yasalanmak salt yanlışa değil,
haksızlık
Olay: 'Sahte' Marko Paşa", Ta rih v e Toplum, S.
175, (Tem muz 1998), ss. 41-48
6) Aziz
Nesin
(Hazırlayan),
"C umhuri yet
Döneminde Türk Mizahı", İstanbul 1973, Akbaba
Yayınları, s. 56
7) Sabahattin Ali, "Marko paşa Yazıları ve
Ötekiler", Derleyen: Hikmet Altı nkaynak, İs tanbul
1986, Cem Yayınev i.
tav ır / yakın tarihimiz / aralık '99 / sayı: 18
Dipnotlar:
1) Nazım Hikmet, "Sav aş Eri v e Yazar Saba
hattin Ali": Bkz. Kemal Bayram, "Sabahat tin Ali
Olayı", A nkara Eylül 1978, Yenigün Yayınları, s.
134.
2) İlhan Dağlı, "Marok Paşa", Kült ür Sanat ta
Tav ır Dergisi sayı 13, (Haziran '99), s. 42-44
3) Filiz Ali- Atilla Özkırımlı, "Sabahatti n Ali",
İstanbul Mart 1986, de ya yınev i, s. 264
4) "Neden Muv affak Olu yoruz?", Yedi-Se-kiz
Hasan Faşa, S. 1(29 Nisan 1949), ss.l
5) Bu prov okasyon v e içerdiği sorunlar için bkz.
Mehmet Ergün, "Basın Tarihimiz de İlgi nç Bir
şiir
t u rg u t uyar
gül durur
Eve bir gül aldın ve oğul bütün yaz güldü
oğul dediğim evet o ve her şey su içip
yüzlerini yıkadılar bazı adamlar bu arada
Tanrıya da katlandılar rakı maki içildi bir
şeyler de yazıldı aynı zamanda
bir baktık her şey geçmiş insanlar gibi
nasıl oldu anlayamadık
sonunda ne oldu bil bakalım
ihtilal! hayır: deprem! hayır
kuşlar gitti!., evet
ama her şey yerinde kaldı sanırs ın, öylegülün yaprakları yeniden bitti
-haklısın
bir gül bir yerde, yeniledi kendisini
"Biri kapıyı vuruyor Bir
rüzgar, bir rüzgar..."
ordan oraya savuruyor kendini.
tavı r/şiir/aralı k '99/sayı : 18
36
Antal ya Altın Portakal Film
oturan Meryem (Başak Köklükaya) ile tanışır.
Festivali'nde En iyi Üçünc ü
Meryem mutsuz evliliği olan bir kadındır. isa
ile aralarında bir ilişki başlar.
Film, En iyi Senar yo, En iyi
Kadın Oyuncu ve En iyi Görüntü Yönetmeni
ödüllerini
alan "Üçüncü
Sayfa" altı salonda gösterim olanağı bulan
yerli filmlerden biri.
Film, Beyoğlu'nda mafya ilişkilerinin
döndüğü bir yerde, kaybolan 50 dolan çalmakla
suçlanan İsa (Ruhi Sarı )'nın ölesiye
dövülmesi yle başlar. İsa’ya, 50 doları getirmesi
için bir gün süre verilir.
İsa, figüranlık
yaptığı
ajanstan
para
ayarlayamaz ama, bir tabanca ç alar. Evinde
bir not yazıp intihar etmeye karar verir. Bu
sırada kapı çalınır. Gelen ev s ahi bidir ve
birikmiş
kirayı
ister. isa bu parayı
ödeyemeyec eğini söyleyinc e, ev s ahibi hakaret ederek isa'ya gün verir. isa intiharı daha
içice geçen i ki ana öyküde, burjuva
medyanın üçünc ü s ayfalarının vazgeçilmez
haberlerinden
karşımıza.
birinin
ar ka
planı
çıkıyor
Demirkubuz, üç s atıra sıkıştırılmış bir
üçünc ü sayfa haberinin gerçek yüzünü
sunuyor bizlere. Üç satırın arkasındaki gerçek
öyküyü. Bu yanıyla da çarpıcı bir entrika
öyküsü duruyor karşımızda. Öyküs ü, sinema
dili, yönetmenin kişiliği, hepsi incelenmeye
değer nitelikler aslında.
Biz belli çıkış noktalarından
hareket
edecek ve değerlendirmelerde bulunacağız.
Öykü, düzenin dışladığı, hayat içinde s ağlam
bir yer edinememiş kişilerin entrikalan, küçük
hesaplan ve karmaşaları üzerine kurulu.
çok düş ünmeye başlar. Ama bir anda fikir
değiştirir ve yukarı çıkıp ev sahibini öldürür.
Filmde, küçüc ük ve z orlu yaşamlarına
haps olmuş ins anların, çıkış yol u arar ken
Öldürdükten sonra yeniden intihar etmeyi ister
ama ev s ahibinin yanma, bayılıp düşer.
karşılaştıkları ilk durak dej eneras yon, al averedalavere... Neden böyle bir dejeneras yon?
Uyandığında kendi evindedir. Bundan sonra
isa, karşı dairede
Emeği ile geçinen insanların hayatındaki bu
tavı r / sinema / aralı k '99 / sayı : 18
çıkış-
sızlık neyin nesi? Sistemin çepeçevre ördüğü,
kuşatmaya aldığı insanların politik bilinçten
yoksun olduğu, üre-temediği ve hızla
yoksullaştiğı bir yerde iki yol çıkar önüne. Ya bu
gidişe dur denecek y a da bunalımın ve
dejenere kültürün ağmda kendisi de dejenere
olacak. Sistem zaten ilk türden çıkışı baskı
mekanizmasıyla engelliyor. Baskının her zaman
patlama yaratacağı beklentisi çoğu zaman boşa
çıkabilir. Çünkü aşırı baskı koşullarını y aşayan
sinik insanlar için dejenerasyon ve içe
kapanma hah, gettolaşma bir sonuçtur.
Bu işin bir boyutu. Pratikteki yansıma ne
olacaktır ve yaklaşımlar nelerdir?
Bakın Demirkubuz ne diyor?
"Bu insanlar kendi dertlerine, kendi
dünyalarına, kendilerine yabancılaşmış nörotik bir
kitle aslında. O yüzden adamın kendini anlatsa
bile, bu ne? diyebilir.
(...) Mesela son derece yoksul, hayatın derdini
son derece doğrudan ve acı şekilde yaşayan
insanlarda bile hala en klasik biçimde ne bir sınıf
bilinci var, ne insan olma bilinci var. Hala bu ülkede
böyle iktidarlar, böyle yönetimler, böyle bir devlet
varolabiliyorsa bunun temel sebebi bu insanların
kendilerine yabancılaşmış olmalarıdır."
Demirkubuz, doğru bir noktadan yanlış
sonuçlara varıyor. Sonuç olarak
filmlerine de bu damga vuruyor. Ama
Demirkubuz şu noktayı, gözden kaçırıyor.
Bunu sistemden bağımsız ele alıy or.
insanın eğitim süreci, toplumsal ilişkileri,
toplumsal bilincini belirler ama bunun, yani
piramidin en başında sistemin kendisi
vardır. Ve ilişkileri buna göre belirler. Ama
meseleye böyle bakmayınca sorunu küçük
insanların büyük dejenerasyonu şeklinde
ele alırız.
Sinemamızda yeni dönem bir kal
kışmayı işaret etse de nitelik olarak
burjuvazinin istediği yenildik duygusunu
bire bir veriyor. Masumiyet, Gemide,
Laleli'de Bir Azize, Üçüncü Sayfa vb... bir
yanıyla çıkışsızlık öyküleri. Ve
Demirkubuz, insanların sorunlarına
yabancılaşmalarını, sınıf bilincinde
olmamalarını, böylesi iktidarları hala
başta tutmalarım eleştirirken; sinemay ı bir
silah gibi kullanma derdinin olmadığını,
kitleyi eğitme gibi bir durumunun
olmadığım söylüyor. Ve filmleri kendisi için
çektiğini söylüyor. Y ani insanları
yeniklikleriyle başbaşa bırakıyor. Bunu da
içine
sindiriyor.
Bu ne yaman çelişkidir? Hem halkın
bilgsizliğini eleştirecek, hem de eğitimine
zerrece katkıda bulunmayacak. Bu eğitimi
iktidarların vermeyeceği açık. O zaman
yönetmenimizin halkı eleştirme hakkı
kendiliğin-
tav ır/sinema / aralık'99/say ı: 18
38
den kalkmıyor mu?
Demirkubuz, insanın koca bir labirent
olduğunu savunanlardan. Temelini Freud'dan
alan bu yaklaşım, doğal olarak bu labirente
boyun eğiyor. Ve zayıf olduğunu kabul etme
cesaretini gösteriyor. Öyle mi gerçekten? insan
derin bir labirent mi yoksa düz v e basit bir varlık
mı? Kavramları, çelişkileri doğru düzlemden
bakılınca çabucak çözülebilecek bir varlık mı?
Yoksa onu biz mi beynimizde böyle
karmaşıklaştırıyoruz?
Filmin diline gelince. Y önetmen, Üçüncü
Sayfa'da Tarantinovari bir dil kulanmış
diy ebiliriz. Genel olarak 1940'lann karanlık
filmlerine
(film-noir)
gönderme
yapan
yönetmenin, bu dilin popülerleşmiş hali
Tarantino'da sokak diliy le argoyla öne
çıkarılmıştır. Ve Demirkubuz da Üçüncü
Sayfa'da bu yöntemi benimsemiş diyebiliriz.
Hareketsiz kamera kullanımı, doğal ışıklar,
amatör oyuncular mantığı ise Lars Von Triers'in
Dogme '95'ini hatırlatıyor. Birebir bu yöntem
olduğunu da söyleyemeyiz tabi. Y önetmen'in
kendi özgün yaklaşımları da f ilmin dirini
oluştururken önemli bir yer tutuyor. Saflığı ya
da saf sinema aray ışının bir biçimi olan
sinema diliyle, öyküsüy le saf ve an olanı
yakalaması dileğiyle...
değerlendirme
şaban öztürk
i
Gülün Bittiği Yer
şkence neredeyse hayatımızın bir
parçası haline getirildi. Memleketin
her köşesinde hal
ka karşı
uy gulanan bir politika durumunda. Durum
böy le olunca da işkencey e birkaç kötü
polisin münferit olay ı olarak bakmay ı
hay at doğrulamıy or. Sözünü ettiğimiz
olay ı v e f aillerini y aratan bir ideolojidir.
Kapitalizmin f aşist ideolojisidir. Daha
doğrusu hiçbir işkenceci anasından
işkenceci olarak doğmaz. işkencey e de
onların birey sel suçu olarak bakıp,
sorunun derinliklerine bakmamak olmaz.
Onlar bir dizi eğitimden, ideolojik f ormasy ondan sonra işkenceci olurlar.
Sonuçta insana dair tüm değerlerden
yoksun hale getirilirler. Bu da işin doğal
sonucudur artık. Değil mi ki insanların
bilincini v e hayattaki konumlanışmı
y aptıkları işler belirler. Onlar açısından
başka insani sonuçlar aramak iyimserlik
olur. Y ani içişleri Bakanı Sadettin
Tantan'ın dediği gibi, işkencey i v e
işkenceciy i bu toplumun bir ürünü olarak
algılay anlay ız. Bu olgular toplumun değil,
toplumu da şekillendiren, düzenin üstyapı
kurumları olan; kültürün, ideolojinin
ürünüdürler. Demek ki insanlık suçu
olarak işkence,
toplumun değil, toplumu sultası altına
almış sömürücü egemen güçlerin
ürünüdür.
Onların
"v atansev erlik"
tanımlamaları içinde, egemenliklerine
y önelik her düşünce v edavranışa karşı
mübah
say ılmıştır.
12Ey lül
gibi
dönemlerde, kendi yandaşlarına da
uy gulamışlardır.
Buna
rağmen
toplumun her çevresi bu insanlık suçuna
karşı
gereken hassasiy eti
göstermemiştir. Naif ve her konuyla ilgili
gözüken kültür,
sanat
adamları,
neredeyse kurbağanın hay atını bile
kendilerine konu edinirken, insana dair bu
konuy a gereken ilgiyi göstermemişlerdir.
işte bu olumsuzluk içinde "Gülün Bittiği
Y er" adlı f ilm önemli bir eserdir. Onu
önemli kılan diğer bir y ön de f ilmi
çekenlerin niteliğidir.
Gülün Bittiği Y er, İsmail Güneş'in
y önettiği, y ine İsmail Güneş'in
senary osunu Ömer Lütf i Mete ile
birlikte yazdığı, işkenceyi konu alan
bir f ilm.
Film gösterime girmeden düzenin
kurumlarının hışmına uğradı. Önce
gösterimine izin v erilmedi, mesele
sessizce geçiştirilmeyince gösterime
girmesine izin vermek
tavır / sinema / aralık '99 / sav ı: 18
zorunda kaldılar. Bu durumda f ilmi
görmeden tanımamıza neden oldu.
Aslında ne v ar bunda, Türkiye için
olağan bir durum denebilir. Fakat olayı
ilginç kılan bir durum v ar. O da,
bugüne kadar çoğunlukla y a-saklar
dev rimci, demokrat, solcu sanatçıların
eserlerine uy gulanırdı, y asakların
altında da sağcı, f aşist imzalar olurdu.
Bu kez öy le olmadı; toplumun maruz
kaldığı bir soruna sağcı bir sanatçı
parmak bastı v e sansüre de solcu
bilinen bir sanatçı imza attı. imza
atmakla kalmadı, yaptığı işi sav undu
da. işte gariplik de bu durumla başladı.
Bilindiği gibi, sansür üst kurulunda
MGK'dan, içişleri Bakanlığı v e Kültür
Bakanlığı'ndan birer kişinin y anı sıra,
üç de sanatçı y er alı-y or. Bunların ikisi
sinemadan Y ılmaz Atadeniz v e Aytaç
Arman, diğer üçüncüsü de müzisyen
Ali Kocatepe.
Daha f ilmi izlemeden, filmi çe
kenlerle, sansürleyenler arasındaki
tartışmalara tanık olduk, doğrusu
öfkelendik. Sansürcülerin eleştirel
görüşlerini özet olarak aktardığımızda
eminiz ki
sizler
de
öf kelene
-
ceksiniz.
Kültür Bakanlığı müsteşarı, "Estetik
kay gılardan dolay ı yasaklandığını"
söy lüy or. Estetik olmayanın da "yoğun
şiddet sahneleri" olduğunu belirtiyor. Bu
tespitin ne kadar ciddi olduğunu,
müsteşar beyin ne kadar samimi
olduğunu sinema v e televizy onlarda
oy nanan
Amerikan
filmlerine
baktığımızda görürüz.
Ay taç Arman ise filmi şöyle eleştiriyor:
"Gülün Bittiği Y er insanı terörize ediy or.
Filmi
değerlendirirken komisy ondaki
diğer üy elerle izlemekte zorluk çektik. Bir
sanatçı olarak, bir sanat eserinin
y asaklanmasına hiçbir zaman taraftar
değilim. Ancak bu film bir sanat eseri
olarak iy i bir f ilm değil. Şiddet sahneleri
çok aşırı v e gereksiz olduğu için böyle bir
karar alındı. işkencey i eleştiriyorum diye
bir f ilme baştan sona işkence sahneleri
koy arak
sey irciy i terörize
etmeye
kimsenin hakkı y ok."
Aytaç Arman bunlarla y etinmeyip bir
de şunları ekliyor, "Sağ eğilimli bir
y önetmenin, sol eğilimli bir gencin
y aşadığı işkencey i anlatmasını, Cüneyt
Arkın gibi sağ eğilimli bir oy uncunun
dev lete saldıran bir f ilmde oy namasını da
şaşkınlıkla karşıladım."
Aytaç Arman Türkiy e de işkencenin
boy utlarını bilen insanlardandır. Geldiği
sosyalist çev relerde pek çok arkadaşının
bu tezgahlardan geçtiğini de duymuş
olması lazım. Üstelik her gün gazetelerde
16-17 y aşlarında çocuklara nasıl işkence
y apıldığını da okuy ordur.
Buna rağmen hiçbir öfke duymay ıp,
sey ircinin öfkelenmesinden korkuy orsa,
demek ki Aytaç Arman insani özünden
çok şey yitirmiş. Diğer taraftan da,
sağcılar nasıl olur böy le bir film yaparlar
diy e şaşıracağına, kendisinin v e diğer
"solcu" sanatçıların, içine düştükleri
durumdan biraz utanmaları gerekir diy e
düşünüy oruz.
Ay rıca sansür kurulu Aytaç Arman'’ın
ileri sürdüğü gibi estetik değerleri
gözeterek çalışan bir kurum değildir.
Öy le olsaydı bugün sinemalarda
oy natacak film bulamazlardı.
Filme gelince, sinema tekniği
açısından ele alacak değiliz. işin o
kısmını sinema eleştirmenlerine bırakalım.
Filmde işkence olgusunu ve iş
kenceci tipolojisini izley enin kafasında
somutlaştırmay ı başarmışlar. Hikây enin
kahramanı, ileri sürüldüğü gibi politize
olmuş bir insan bile değil, politik
arkadaşları v ar. Olaylar sıradan
üniv ersiteli bir gencin arkadaşlarından
dolay ı gözaltına alınması, oğlundan
dolay ı gözaltına alınmış tarih öğretmeni
bir babanın ve çocuğunu işkencede y itir
miş bir sav cının etraf ında gelişiyor.
işkence seansları, işkence öncesi v e
sonrası hayatlar veriliyor. Buradan da
işkencenin kişi üzerindeki etkileri
gözlemlenebiliy or. Olay ın kahramanı
gencin solcu olmadığı, işkence sonrası
hay atında elinde sürekli Tercüman
Gazetesi taşımasından da belli. Çünkü
işkence tezgahından geçmiş hiçbir solcu
genç, eğer itirafçı
olmamışsa,
işkencecilerle
tavır / sinema / aralık '99 / sayı: 18
ay nı ideolojiyi pay laşan Tercüman gibi
gerici bir gazeteyi elinde taşımaz.
Filmde Bülent Bilgiç'in oy nadığı, tarih
öğretmeni baba oldukça ilginç bir
tipleme. Öğretmen sağcı-f aşist eğilimler
taşıy an bir insan v e bu insanın kaf a
y apısı ile işkencecinin ey lemi arasında
belki de f arkında olmadan bir bağlantı
kurulmuş. Ancak işkence olgusu, bir
şiddet öğesi olarak tarihsel v e aile boy utuy la
temellendirilmeye
çalışılmış.
Böy lece işkencenin mevcut rejimin halka
karşı uy guladığı v e süreklilik arz eden bir
politika olması v urgusu atlanmış. Elbette
"sağcı" bir sinema adamından bunu
beklemek de abes olur. Çünkü onlar
işkencenin, sadece Türkiy e'de değil,
düny ada
hakim
olan
empery alist
sistemin ürünü olduğunu kabul etmezler.
Tüm eksik yanlarına rağmen, insanlık
suçu say ılan bir olguy a eleştirel bir
y aklaşım sergileyen bu film, toplumun
karşı karşıy a kaldığı bir problem
etraf ında ortak duyarlılık y aratması
bakımından önemlidir.
Bu nedenle f ilme emeği geçenleri
tebrik etmek gerekiy or.
HABER YORUM
İdil Kültür Merkezi AGİT Zirvesi Nedeniyle Basıldı!
İSTANBUL-istanbul'da 17-18-19 Kasım tarihlerinde düzenlenecek olan AGİT toplantısı gerekçesiy le birçok kültür merkezi
v e gazete bürosu polis taraf ından son derece keyfi bir şekilde basıldı.
12 Kasım Cuma günü saat 14:30 sıralarında idil Kültür Merkezi, polisler taraf ından "AGİT zirv esine katıla
cakların güv enliğini sağlamak" amacıy la keyfi bir şekilde basıldı v e tamamen dağıtıldı. Baskın sırasında, kültür
merkezinde bulunan Tav ır Dergisi çalışanı Muzaff er Aslan'ı gözaltına alan polisler, Ortaköy Polis Karakolu'na
götürdüler. Bir gün gözaltında tutulan Kültür Sanatta Tav ır dergisi çalışanı Muzaffer Aslan savcılıkta serbest bı
rakıldı. Polis, kültür merkezi ve Kültür Sanatta Tav ır Dergisi'nin arşivlerinden oluşan birçok görsel malzemeye
v e kitaba el koydu.
Bütün bunlar Amerika'y a "sizin için bunları y aptım" demek için yapılmış v e devrimci-demokratları susturmak adına halk
üzerinde terör estirilmiştir.
13 Kasım günü idil Kültür Merkezi'nin yaptığı, "Amerikan Yalakalığı" başlıklı açıkalamada; "Emperyalistler
kendi güvenliklerini sağlamak amacıyla yapacakları toplantılara katılırken bile korkuyorlar. Halktan korkuyorlar! Bu yüz
den de AGİT toplantısı süresince sürekli kullanılan birçok yolu kapayarak halka tam anlamıyla işkence yapılmaktadır. Dev
let kendi güvenliğini sağlamanın derdine düşmüştür. Dün Düzcede meydana gelen depremde halkımız yine kendi "kade
riyle" başbaşa kalmıştır. Kış ortasında çadırları ellerinden alınan halk deprem karşısında yine kendi "kaderine" bırakılmış
tır. 17 Ağustosta yaşanan depremin yaraları sarılmadan yeni bir katliama imza atıl mıştır. Onların gündemi A merikan başkanının Türkiye’ye gelmesidir. Onlar ne depremi ne de depremde ölenleri gündemlerine al mazlar.
Hiçbir zaman halkı düşünmediler!" denildi.
Tülin Aydın Bakırı Kaybettik
TAVIR- Arkadaşımız Tülin Ay dın Bakır’ı 24 Ekim günü, hastalığından dolay ı
kay bettik. Tülin, 1963 y ılında Kars'ın Sarıkamış ilçesinde doğmuştu. ilkokulu
Urf a'da bitirmiş, ailesi İstanbul’a y erleşince Vatan Lisesi'ne y azılmıştı. Derken onu
mesleğiy le tanıştıran üniv ersite y ılları başlamıştı. 1983 y ılında girdiği Y ıldız Teknik
Üniv ersitesi Elektronik Mühendisliği bölümünde okurken, daha önce tanıştığı
dev rimci düşünceleri tanıma f ırsatı bulmuş ve mücadeleye ilk adımını atmıştı artık.
Okul bitince kimileri gibi "Benden buraya kadar " demeyip EMEKAD( Emekçiler
Kültür Araştırma Derneği’ndeki çalışmalara katılmıştı. Ardından DEMKAD'da
kadınların örgütlenmesi içindey di. "Mühendisim başka işlerle uğramam." demey ip
emekçi mahallelerde halkıy la birlikte nef es alıp v eriyor v e bundan büy ük bir
mutluluk duyuy ordu. Çalışmaları, Elektrik Mühendisleri Odası'nda da sürdü.
Mimar v e mühendislerin dev rimci mücadelesinde y ine kolları sıv ay ıp EMO'da
görev alarak bir süre y önetiminde y er aldı. Tülin örgütlenme sekreterliği y apmış,
herkesin sözünü dinlediği meslektaş olmanın ötesinde sevilen bir dost olmay ı
başarmıştı. inandığı y olu y ürümey e devam ederek bu yolculuğu son anma kadar
sürdürdü.
1996'da kanser, bağırsaklarında ilk siny ali v ermiş, aradan iki y ıl geçtikten
sonra ise bu kez bey in hücrelerini sarmıştı. Ama o hastalığını duy duğu ilk andan ömrünün sonuna dek yaşama v e işlerine
dört elle sarılan, doktorların en f azla altı ay y aşar sözlerini boşa çıkartan bir irade sergiledi. Moralli v e güçlü y aşadı. Güce
dönüşen bu iradenin gerçek kay nağı ise mücadeley di. Ve Tülin Ay dın Bakır bizlere pek çok güzelliğin y anında, son
anlarında ona gülümseyip ardından gözlerini yumduğu bir emanet daha bırakmıştı: küçük kızını; idil'i...
Tülin için y azılan şiir okunduktan sonra, dilinden hiç düşürmediği "Bekle bizi İstanbul" sarkışını söy ledik. Evet ömrü gibi
kısa denilebilecek ama sadece v e ona y araşır bir törenin ardından, ağır ağır uzaklaştık, Onu son y olculuğuna uğurladığımız
mezarlıkta.
tavı r/ haber yorum / aralı k '99 /sayı : 18
41
HABER YORUM
Koln'de Akdeniz Filmleri Festivali Yapıldı
KÖLN- Almanya'nın Köln şehrinde 28 Ekim- 7 Kasım 1999 tarihleri süresince,
ağırlığını Türkiye sinemasının oluşturduğu Uluslararası Akdeniz Füm Festivali
gerçekleştirildi.
Cinenova Sineması'nda üç salonda gerçekleşen festivale, Türkiye'nin y anı sıra
Portekiz, Fransa, ispany a, Tunus, Fas, Yunanistan, Almanya ve Hollanda yapımı
filmler de karıldı. 33 filmin katıldığı f estivalde kimi filmler ortak yapım ürünüy dü.
Film gösteriminin y anı sıra tiyatro oy unları v e filmlerin y önetmenleri v e
oy uncularıyla y apılan söyleşilerle zenginleştirilen f estiv alin galası da, 27 Ekim
tarihinde gerçekleşti.
Festivalin sponsorluğunu Hürriyet Gazetesi, Doğan Medya, Tam Türk Seyahat,
Olimpic Airvvays, Stadtsparkasse Köln gibi birçok kuruluş üstlendi. Festivalin
açılışında, Festiv al Komitesi, Köln Belediyesi'nin duyarsızlığını v e f estiv ale karşı
ilgisizliğini eleştirdi.
Akdeniz Film Festivali'nde gösterilen filmlere gelince;
Tunca Y önder'in, "Çökertme"; Y alçın Y elence'nin, "Duruşma"; Serdar Akar’ın,
"Gemide"; ismail Güneş'in, "Gülün Bittiği Yer"; Y eşim Ustaoğlu'nun, "Güneşe
Y olculuk"; Reis Çelik'in, "Hoşçakal Yarın"; Tunç Başaran'ın, "Kaçıklık Diploması";
Nuri Bilge Cey lan'ın "Kasaba"; Biket ilhan'ın, "Kay ıkçı"; Kudret Sabana'nın,
"Laleli'de Bir Azize"; Turgut Yasaların "Leoparın Kuyruğu"; Kutluğ Atman'ın, "Lola
The Büidikid"; Zeki Demirkubuz'un, "Masumiy et" ve "Üçüncü Sayfa"; Ali
Özgentürk'ün "Mektup"; Y ılmaz Arslan'ın "Yara"; Nurettin Özel'in, "Y aşama Hakkı"
isimli f ilmleri, f estiv alin Türkiy e ay ağına ait filmlerdi.
Bunun dışında festivalde, Merzak Allouche'nin, Fransa yapımı, "AlgerBey routh: Pour Memoire"; Ventura Pons'un, ispanya yapımı, "Amıc"; Said
Şaribi'nin, Fas yapımı, "Femmes... Et Femmes"; Fernando Vendrell'in PortekizFransa ortak yapımı, "Fintar
O Destino"; Theo
Angelepoulos'un, Yunanistan
y apımı, "Mia Eonistita Ke
Mia Mera"; Pedro Almodov ar'ın, ispany a y apımı,
"Todo Sobre Mı Madre";
Vengelis Serdaris'in,
Y unanistan yapımı "Vasiliki"
isimli f ilmler de başta olmak
üzere, bir çok uluslararası
f ilm gösterildi.
Festivale yoğun olarak,
Türkiyeliler'in ilgi gösterdiği
gözlenirken, Almany a'n
sinemaseverler de festivalin
izley icileri arasındaydı.
tavı r / haber yorum / aralı k '99 / sayı : 18
42
Grup Y orum
16 Ekim 1999;
Antaly a'da, Kony aaltı Açık Hava
Tiy atrosu'nda
Pir
Sultan
Abdal
Derneği'nin
düzenlediği
konserde
yaklaşık 3000 kişiye seslendi.
22 Ekim 1999;
BEM-SEN'in kuruluşunun 10.
y ıldönümü çerçev esinde Semiramis
Düğün Salonu'nda düzenlenen geceye
katıldı. Gecede y aklaşık 300 kişiye
seslendi.
23 Ekim 1999;
Almanya'nın Bremen kentinde,
imece Kültür Merkezi'nin düzenlediği
konserde yaklaşık 300 kişiy e seslendi.
24 Ekim 1999
Almany a'nın Saarbrücken kentinde
Anadolu Halk Kültür Derneği'nin
düzenlediği konserde yaklaşık 600
kişiy e seslendi.
31 Ekim 1999;
Hollanda'nın Arnhem şehrinde
Anadolu Halk Kültür Derneği'nin
düzenlediği konserde yaklaşık 500
kişiy e seslendi
6 Kasım 1999;
Almany a'nın Duisburg şehrinde
Alev i Derneği'nin düzenlediği gecede
yaklaşık 1500 kişiye seslendi.
7 Kasım 1999;
Hollanda'nın Rotterdam şehrinde
Anadolu Kültür Merkezi'nin açılışına
katılarak küçük bir dinleti verdi.
HABER YORUM
5. Avrupa Film leri
Festivali-Gezici
Festival
CİHANGİR KESKİN- Bu y ıl
beşincisi
düzenlenen
Av rupa FilmleriFestivali-Gezici
Festival,
12
Kasım'da
başladı. Festival programında
19'u uzun metrajlı olmak üzere
toplam 77 f ilm y er aldı. ilk
olarak
Ankara'ya
uğray an
Gezici Festival, daha sonra
Bursa, Çanakkale v e izmir'i
dolaştı. Festiv alin ikinci ay ağı,
3-6 Aralık tarihleri arasında da
Y unanistan'ın
Drama
kentinde yapılacak.
Ankara
Sinema Derneği taraf ından
düzenlenen f estivalin sponsorluğunu, Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu v e T.C Kültür Bakanlığı yaptı. Bu f estivalin bir özelliği de ilk
kez yurtdışına çıkıy or olması.
Festivale katılan f ilmler çeşitli bölümler altında izley iciy e sunuldu. Programın 'Avrupa Av rupa' bölümünde "Ned Divine'ı Diriltmek"
(Kirk Jones), "Araba Camı Y ıkay ıcılarının Türküsü" (Peter Del Monte), "Sekal Ölmeli" (Vladimir Michalek), "Simon Magus" (Ben
Hopkins), "Bana Hayal Kurduğunu Söyle" (Moiri Eras), "Sokak Çocukları" (Teresa Villaverde), "Uzun ince Bir Y ol" (Pantelis
Voulgaris), "Beni Y alnız Tanr ı Görür" (Bruno Podaly des) gibi y eni f ilmler gösterildi. Av rupa'nın En iy ileri Bölümünde'
"Epidemic(Salgın)" (Lars von Trier), Ukrayna'da bir toplama kampında, Hitler'in doğum gününü kutlama çerçevesinde Alman futbol
takımıy la maç y apmaya zorlanan esirlerin öyküsünü, Nazi dönemine eleştirel bir bakışla anlatan, Zoltan Fabri'nin "Cehennemde iki
Devre"si, "Bir Sarışının Aşkları" (Milos »Forman), "Balo" (Ettore Scola), "Bay Hulot'un Yaz Tarih" (Jacques Tati), "Kör Talih" (Krzsytof
Kieslowski) gibi klasikleşmiş filmler y er aldı. Festivalin 'Ustalara Saygı' bölümünde, bu y ıl Jiri Manzel'in üç filmi gösterildi. 21 yıl
yasaklı kaldıktan sonra gösterildiği Berlin Film Festivali'nde "Altın Ay ı" v e "FIPRESCI" ödüllerini alan "Öksedeki Tarla Kuşları", Montreal
Film Festiv ali'nde "Jüri Özel Ödülü'nü", Los Angeles Film Festivali'nde "En iyi Y önetmen" ve "En iyi Film" ödüllerini alan ve bir komedi
filmi olan "Benim Küçük Tatlı Köyüm", Montreal Film Festivali'nde "En iyi Yönetmen" ödülünü alan "Eski Güzel Günlerin Sonu" adlı
f ilmleri gösterildi.
1940'larda Y unanistan'ın Ikaria Adası çev resinde geçen, iç savaşın son günlerinde küçük bir grup gerillanın altı y ıl sürecek
mücadelesini ve dramatik olaylarını, gerillaların y aşamlarını, birbirleriyle olan day anışmalarını, halkla olan ilişkilerini, baskısını
yoğun bir şeküde hissettiren siy asi iktidara rağmen verdikleri bağımsızlık mücadelesini anlatan Leonidas Vardaros'un "All Of Us,
Ef endi" (Hep Birlikte Y aptık, Efendi) adlı filmi de festivalde gösterilen filmler arasında.
Ay rıca Zeki Demirkubuz'un 36. Antalya Altın Portakal Film Y anşması'nda "En iy i Üçüncü Film", "En iyi Kadın Oyuncu", "En iyi
Senaryo" ve "En iyi Görüntü Y önetmeni" ödüllerini alan "Üçüncü Sayfa" adlı f ilmi festivalde yerini aldı. 'Kısa iy idir" adlı kısa metrajlı
f ilm bölümünde 60 tane kısa f ilm gösterimi y apıldı. Filmler, Av rupa Panoraması, Fransız Komedileri v e Kukla Canlandırmacı s ı:
Barry Purv es altbaşlıklarında gösterildi. Festival kapsamında 15 Kasım'da Resim Heykel Müzesi'nde italyan topluluk Nino Rota
Ensemble 'm f ilm müzikleri konseri y apıldı. Bu y ıl f estiv alin "Bir Oyuncu" adlı bölümüne Tuncel Kurtiz konuk oldu. Tuncel Kurtiz'in
oy nadığı ve y önettiği filmlerden toplu bir gösterim sunuldu. Y ılmaz Güney'in "Umut", Zeki Ökten'in "Sürü" v e Tuncel Kurtiz'in hem
y önettiği hem oynadığı f ilmi "Gül Hasan" f ilmleri gösterildi. Ayrıca Tuncel Kurtiz'in de oynadığı; Selma Koksal'in "Karşılama", Ayşe
Polat’ın "Sofya Hatun" f ilmleri gösterildi. Gezici Festival 3-6 Aralık tarihleri arasında son durağı olan Y unanistan'ın Drama kentine
uğray arak sona erecek.
tavı r/ haber yorum /aralı k '99 /sayı : 18
43
HABER YORUM
İstanbul'da 2. Uluslararası Sinema ve Tarih
Buluşması
İSTANBUL- TURSAK (Türkiye Sinema ve Audiovisuel
Kültür Vakfı) ve Türkiye İş Bankası işbirliği ile düzenlenen
"2. Uluslararası Sinema-Tarih Buluşması", 27 Aralık 1999- 6
Ocak 2000 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Dünyada iki
yüzyılı ve iki kıtayı birleştiren tek festival olma özelliğini
taşıyan sinema-tarih buluşması, bu yıl da yoğun bir
programla seyirci karşısına çıkıyor.
Tarihle bugün arasında bir bağ kurmayı ve "sinema aracılığıyla toplumda tarihsel bir bilinç yaratmayı" hedefleyen "2. Uluslararası Sinema-Tarih Buluşması", bir yandan ulusal ve uluslararası tarihsel temalı filmleri izleyiciye sunarken, bir yandan da yan etkinlikler programı ile tarih konusunda farklı pencereler açıyor. Festival altı
ana başlıktan oluşuyor. Bunlar: "Türk Sineması'nda Osmanlılar", "Uluslararası Kısa Film Projesi ve Film Öyküsü
Yarışmaları", "Yüzyıla Bakış", "Ustalara Saygı", "Çağımızın Aynası Sinema" ve "Yan Etkinlikler".
"Osmanlı'nın 700. Yıl etkinlikleri" nedeniyle ana teması "Osmanlılar" olarak belirlenen festivalin , "Türk Sinemasında Osmanlılar" bölümünde, 35mm. kopyası yeniden basılan, yönetmenliğini Sami Ayanoğlu'nun yaptığı
1952 yapımı "Yavuz Sultan Selim Ağlıyor", Lütfi Ö. Akad'ın, Ömer Seyfettin hikayelerinden gerçekleştirdiği
dörtlemesi "Ferman", "Pembe İncili Kaftan", "Diyet" ve Topuz" ile Lütfi Akad'ın "Preveze'den Önce-Barbaros Hayrettin"
isimli filmler de bulunuyor.
Ayrıca Kültür Bakanlığı'nm desteği ile gerçekleştirilmekte olan, danışmanlığını Prof. Dr. Sami Şekeroğlu'nun,
yönetmenliğini ise Tuncay Yönder'in yaptığı "Osmanlı'dan Sinemamıza Yansıyanlar" belgeseli de festivalin "Osmanlı" bölümünde sunulacak.
.
Festivalde bu yıl yaklaşık 50 film altı ayrı salonda izleyiciye ücretsiz olarak sunulacak. Festivalde, uluslararası
uzun metrajlı yarışmasında beş kıtadan 10 film yarışıyor. Bu bölümde yer alan 1998 İspanyol yapımı La Nina de
Tus Ojos/ The Girl of your Dreams/ Gözbebeği, festivalin açılış gecesi filmi olarak gösteriliyor. Yönetmenliğini
Fernando Trueba'nın yaptığı "Gözbebeği", "film içinde film”le İspanya tarihinde bir kesiti anlatıyor. 1938'de Berlin'de General Franco'nun rejimine taraftar bir film çekim ekibinin iç savaşın ortasında bir Endülüs müzikal dramını filme çekerken yaşadıkları kurmaca ile gerçek içice geçiyor.
Uluslararası yarışmaya, Türkiye'den yönetmenliğini Ferzan Öpetek'in yaptığı "Harem Suare" katılıyor.
Festivalin, Uluslararası Belgesel Film Yarışmasında ise, 15 filmin yarışıyor.
Festivalin yan etkinlikleri bölümünde , konuk oyuncu ve yönetmenlerle yapılacak söyleşi ve paneller yer alıyor. "Sinemada Tarih Yorumları" başlığını taşıyan panellerin konuları şöyle: imparatorlukların Sonu ve Milliyetçiliğin
Yükselişi", "Barbaros ve Barbaros", "Tarihe Çapraz Yaklaşımlar Haremde Dört Kadın: 1899'a Bakış/ Aşk-ı Memnu
1899'dan Bakış".
Festival çerçevesinde, Atatürk Kültür Merkezi'nde de iki ayrı sergi açılıyor. Bunlar, Agah Özgüç'ün "Türk Sineması'nda Tarihi Film Afişleri" ve Burçak Evren'in "Türk sinema Tarihi'nden Fotoğraflar" adlı sergileri.
Festivalde "üretime ve eğitime yönelik çalışmalar" kapsamında yer alan "Ulusal Yarışmalar" içinde öğrencilere
yönelik olarak açılan "kısa film proje yarışmasında, jürinin belirlediği iki projenin çekimlerine başlandı.
Aynı yarışmanın "Anadolu Apartmanı" adlı ikinci projesi ise, Osmanlı kültür dünyasında devasa saraylar ve
camelerin dışında hiç değinilmeyen Anadolu apartmanlarından biri, Anadolu'daki sıradan insanı anlatabilmek
için bir araç olarak kullanmış.
Yine konusu Osmanlılar olan ve son başvuru tarihi 3 Aralık 1999'da tamamlanacak olan Uzun Metrajlı Film
Öyküsü Yarışması' na ise katılımlar sürüyor.
tavır / haber yorum / aralık '99 / sayı: 18
44
HABER YORUM
Ulucanlar Katliamını Anlatan Broşüre, Matbaada Basılırken El k onu ld u !
ANKARA- Ankara TİYAD (Tutuklu İnsanlarla Yardımlaşma Derneği'nin hazırladığı, 26 Eylül 1999 tarihinde
Ulucanlar Hapishanesi'ndeki devrimci tutsaklara yönelik katliamı ve işkenceleri anlatan "Yalanlarla Parçalanan
Ulucanlar Katliamı" adlı broşür, daha
matbaa aşamasındayken 17 Kasım 1999 günü, matbaa polis tarafından basılarak el konuldu.
Yine aynı günlerde, 19 Kasım 1999 tarihinde de Ankara Emniyet Müdürlüğü Basın Bürosu ve Dernekler
Masasına bağlı polisler ve Çevik Kuvvet ekipleri Ankara T İYAD ile broşürün basım ve dağıtımını üstlenen Etki
Ajans bürosunu basarak talan ettiler ve bir çok eşyaya el koydular.
Ankara TİYAD yaptığı açıklamada; "26 Eylül'de Ulucanlar Hapishanesi'nde on yiğit insanı, on devrimciyi
katlettiler. Onlarcasını da işkencelerden geçirip vücutlarında ağır yaralar açtılar. Kamuoyuna yalan-yanlış açıklamalar
ve haberler yaparak katliamı meşrulaştırmaya çalıştılar. Bu katliamın gerçek yüzünü halkımıza duyurmak için belgeleriyle, resimleriyle bastırdığımız kitaba toplatma kararı olmamasına rağmen matbaayı basarak elkoydular. Katliamın
gerçek yüzünün halka ulaşmasını engellemeye çalışan Susurluk Devleti, baskılarla, komplolarla bizleri susturamayacak." dedi.
BORAN" F ilmin Galası
Yapıldı
GAMZE MİMAROĞLU- 24
Kasım 1999 Çarşamba akşamı
Atatürk Kültür Merkezinde yapılan
gala gecesinde yönetmenliğini
Hüseyin Karabey'in yaptığı, 36.
Antalya
Altın
Portakal
Film
festivalinde Kısa Metrajlı Filmler
dalında, Kültür Bakanlığı özel ödülü
alan Boran adlı kayıplar konulu film
izleyicileriyle buluştu.
350 kişinin izlediği film başlamadan önce kayıp, tutsak ve şehit
aileleri
ellerinde
kayıpların
fotoğraflarıyla birlikte sahnede
yerlerini aldılar. Ailelerin sahneyi
alkışlarla terketmelerinin ardından
Şanar Yurdatapan kısa bir açılış
konuşması yaptı. Yurdatapan'ın
konuşmasının ardından film gösterimi yapıldı. Film izleyicilerin alkışlarıyla son bulurken yönetmen Hüseyin
Karabey izleyicilere ve filmde emeği geçen herkese teşekkür mesajı içeren bir konuşma yaptı.
Kayıp yakınlarından Ali Ocak ve Zübeyde Tepe ile Gülşah Tağaç'ın yaptığı konuşmalarının ardından gala gecesi sona erdi.
Galaya, Tiyatro Sanatçısı Yiğit Tuncay, Şair ibrahim Karaca, Şair Suna Aras, Sinema sanatçısı Lale Mansur, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ÖğretimÜyesi-Yönetmen Semir Aslan Yürek, Yönetmen Serdar Akar ve Fehmi
Yaşar, Hilmi Yarayıcı ve filmin müziğini yapan Grup Yorum ve bir çok demokratik kitle örgütü temsilcisi galaya
katılan davetliler arasındaydı.
tavı r/ haber yorum /aralı k '99 /sayı : 18
45
HABER YORUM
TÜYAP İstanbul Kitap Fuarının 18.si Yapıldı
MUZAFFER ASLAN- Her y ılın Kasım ay ında açılan, TÜY AP'ın düzenlediği 18. İstanbul Kitap Fuarı 6 Kasım 1999 günü
Tepebaşı'nda bulunan TÜY AP İstanbul Sergi Saray ı'nda y apıldı. Y urtdışında geçirdiği 18 y ıldan sonra Türkiy e'y e dönen v e
f uarın onur y azarı olan Prof . Dr. Serv er Tanilli 5 Kasım Cuma günü f uarın açılışını y aptı. Tanilli, TÜY AP istanbul Kitap Fuar
ı'nın 18 y ıldır Türkiy e ve istanbul'un kültür hayatında oynadığı rolü gururla izlediğini ve emeği geçen herkesi kutladığını' belirti.
"Y eni Bin Y ılın Eşiğinde Türkiy e'de Ay dınlanma" teması çerçev esinde yapılan f uar, 200 yazar, sanatçı, bilimadamı,
politikacı ve gazetecinin konuşmacı olarak yeraldıkları etkinliklerle 14 Kasım'da sona erdi.
Ay rıca, italy a'dan Cristina Comencini, Bulgaristan'dan Lubomir Levtchev, Y unanistan'dan Takis Teodoropulos,
Almany a'dan Zeo Jenny, KKTC'den Raşit Pertev, Fransa'dan Tahan Ben Jellan, Jacques Laccarriece, Chiristine Delphy,
Daniel Pennac v e Jean Claude Kebapdjian, bu y ıl f uara katılan y abancı konuklar arasında y eraldılar.
Çağdaş Y azarlar Derneği v e TÜY AP taraf ından "Fuara Bir Kitap Getirin" başlığı altında düzenlenen Kültür Kitapları Bağış
Kampany ası bu y ıl deprem bölgesindeki okulları da kapsay acak şekilde tekrar y apıldı.
Üniv ersite öğrencileri, öğretim elemanları ve eğitimcilerin Y ÖK'ü protesto gösterilerine sahne tarafından gözaltına alolan 6
Kasım Cumartesi günü f uarı gezmeye gelen bir çok öğrenci v e kitapsever fuarın önünde ve sergi salonunda polis ındılar.
TÜY AP Kitap Fuarının ikinci günü olan 7 Kasım Pazar günü Edebiy atçılar Derneği'nin geleneksel "Onur Ödülleri" v e
Gençlik Kitabevi'nce düzenlenen geleneksel öykü y arışmasında dereceye girenlere ödülleri dağıtıldı. Ödül töreni, TÜY AP
Genel Başkanı Burhan Günel'in kısa bir konuşması ile başladı. Edebiy atçılar Derneği'nin bu y ılki onur ödülleri v e beratları,
Fakir Baykurt adına kızı Işık Baykurt'a, Mahmut Makal'a , Erhan Şener'e ve ismet Kemal Karaday ı'y a verildi. Mahmut Makal
y aptığı teşekkür konuşmasında, Fransız y azar Jean Paul Sartre'in sözlerini hatırlatarak, "Y azar, aç mily onlardan yana
olmalıdır. Belli bir azınlığın hizmetindey se, onun y azdıkları da bir işe y aramaz." dedi.
Gençlik Kitabev i'nin düzenlediği Geleneksel Öykü Y arışmasına katılan 45 öyküden; birincilik ödülü, Onur Caymaz'a;
ikincilik ödülü, Rıza kıraç'a; üçüncülük ödülü, Mustafa Ege Görgün'e v erildi. Mansiy on ödülüne değer görülen Çiğdem
Gürer'e, Ayşe Pınar Köprücü'y e v e Soydan Kızgın'a da öykülerinden dolay ı ödül v e plaketler verildi.
8 Kasım Pazartesi günü A salonunda Belge Uluslararası Y ay ıncılık'ın düzenlediği, Ragıp Zarakoğlu'nun yönettiği, Akın
Birdal, Jean Claude Kebapçıy an ve Pertev Raşit'in konuşmacı olarak katıldıkları "Ortak Anılar Ortak Y aşam Kültürü-Anadolu
Kültürü" konulu panel gerçekleştirildi. Y ine A salonunda, TÜY AP'ın düzenlediği, Serv er Tanilli v e Sevgi Özel'in konuşmacı
olarak katıldıkları, "Serv er Tanilli ile Aydınlanma, Demokrasi ve Eğitim Üzerine" konulu bir panel düzenlendi. Server Tanilli
"Y eni bin y ılın eşiğinde Türkiy e'de ay dınlanma"nın önemini belirten konuşmasında, dostları, eski öğrencileri ve okuy ucularının
y oğun ilgisiyle karşılaştı. Tanilli, f ikri hür, irfanı hür, v icdanı hür bireylerin yetiştirilmesi gerektiğini belirtti.
9 Kasım Salı günü, "21. Y üzy ılın eşiğinde Nasıl Bir Okul ve Üniv ersite istiyoruz" konulu panel düzenlendi. Panele, Ay han
Alkış, Burhan Şenatalar, Erdal Atabek ve Server Tanilli konuşmacı olarak katıldı. 10 Kasım Çarşamba günü, "21. Y üzy ılın
eşiğinde Nasıl Bir Anay asa istiyoruz?" konulu panel düzenlendi. 11 Kasım Perşembe günü, "Şair ve Romancı Rıf at Ilgaz"
konulu söy leşi düzenlendi. Söy leşiy e, Öner Y ağcı, Su-nay Akın v e Akgün Akov a konuşmacı olarak katıldı. 13 Kasım
Cumartesi günü, Edebiyatçılar Derneği'nin düzenlediği, ilhan Selçuk, Şükran Kurdakul, Öner Y ağcı ve Vedat Türkali'nin
konuşmacı olarak katıldığı, "21. yy'ın Eşiğinde Sanat ve Edebiyatın Önündeki Engeller" konulu açıkoturum y apıldı.
Fuar Süresi boy unca, Türkiy e Y azarlar Sendikası'nın düzenlediği, birçok yazar v e sanatçının kitap stantlarında okurları ile
buluştuğu imza Günleri gerçekleştirildi. Bu y ıl fuara 256 y ay ınevi katıldı.
18. TÜY AP Kitap Fuarı açıldığı günden itibaren bir çok kitapseverin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Fuarın önünde uzun
kuy ruklar oluşurken iki katında da izdihamlar yaşanmasına neden oldu.
tavı r / haber yorum / aralı k '99 / sayı : 18
46
HABER YORUM
Fakir Baykurt
Doğumunun 70. Yılında Anıldı
TAVIR-11 E kim 1999 tarihinde kaybettiğimiz Fakir
Baykurt, doğumunun 70. yılında Türkiye Yazarlar
Sendikası 'nın düzenlediği etkinliklerle anıldı. 22 Kasım
1999 Pazartesi günü Atatürk Kültür Merkezi Sinema
Salonu'nda düzenlenen etkinliklerde yazar
Fakir
Baykurt'un yaşamından bazı ke sitleri konu alan dia
gösterimi, Baykurt'la eğitim konusunda yapılan bir
röportaj eşliğinde sunuldu. Ersan
Uysal'ın yazdığı
Baykurt'un
yaşamından bazı kesitleri konu alan
senaryosu, Devlet Tiyatrosu ve
Şehir Tiyatroları
oyuncularının
anlatımlarıyla devam
eden
programda Fakir Baykurt'un Köy Enstütüleri'ndeki
yaşamı anlatıldı Buradan Vedat Günyol ile olan
ilişkisine değinildi. Vedat
Günyol
yaptığı
konuşmasında,
Fakir Baykurt'la nasıl tanıştığına ve
edebiyat ortamım nasıl girdiğine değindi. Baykurt'un
ilk isminin "temiz" anlamına gelen Tahir olduğunu,
dahi sonra Fakir adını aldığını fakat temizliğinden hiç
bir şey kaybetmediğini belirtti. "Yılanların Öcü" adlı
kitabının Yunus Nadi ödülünü almasında yardımcı olduğunu belirtti.
Daha sonra sözü alan Osman Şahin, Baykurt'un öykücülüğü, romancılığı ve halk yazarlığına bakışı ile ilgili
görüşlerini belirterek; "Fakir Baykurt bütün insanların başkaldırmasını istiyordu. Kartal nasıl rüzgara karşı, balık nasıl
akıntıya karşı yüzerse, yazar da haksızlıklara karşı yazar. Fa kir Baykurt yarım yüzyıldır yazdığı yazıları ile ülke
gerçeğini anlattığı için siyasi iktidarlar tarafından baskılara uğradı" dedi. Fakir Baykurt'un romanlarının özelliklerine
değinerek devam ettiği konuşmasında, romanlarında yalın söyleme çabası içinde olduğunu, çünkü Anadolu
insanının ve gerçeklerin yalın olduğunu belirtti. Baykurt'un araştırmacı ve incelemeci olduğunu, hangi ülkede ve
yörede bulunmuşsa orayı tanıdığını ve yazdığını söyleyen Osman Şahin, "onurlu büyük yazarımızı burada saygıyla
anıyoruz" diyerek sözlerini bitirdi.
Fakir Baykurt'un Yunus Nadi yarışmasında ödül alan "Yılanların Öcü" adlı romanından bir kesit sergilendi.
Ardından Sadık Gürbüz sahneyi aldı. Fakir Baykurt'un Ruhi Su'yu ve türkülerini çok sevdiğini belirterek, Ruhi
Su'nun "Dostlar Merhaba", "Dost Dost", "Halımız Yey" ve "Turnalar" adlı parçalarını seslendirdi. Konur Ertop, böyle
bir etkinliği düzenledikleri için Türkiye Yazarlar Sendikası'na teşekkür ederek başladığı konuşmasında, Fakir
Baykurt'un yutdışındaki yaşamı ve yapıtlarına değindi. Fakir Baykurt gibi bir yazarın yetişmesinde Köy
Enstütüleri'nin önemli yer tuttuğunu ve bilinçli aydın yetiştiren yerler olduğunu belirtti.
Fakir Baykurt'un Türkiye Öğretmenler Sendikası 'nın kurulmasındaki katkıları ve başkanlığını yaptığı dönemler
anlatıldıktan sonra sözü Adnan Özyalçıner aldı. Fakir Baykurt'un sanat ve edebiyat konusundaki düşüncelerini, yine
Fakir Baykurt'un kendi sözleriyle anlattı. Halkçı, toplumcu sanatı nasıl oluşturduğunu anlatan sözlerini okudu.
Fakir Baykurt'u seven sanatçıların ve okuyucularının katıldığı Atatürk Kültür Merkezi'nde yapılan anma etkinliği
yaklaşık iki saat sürdü.
tavı r / haber yorum / aralı k '99 / sayı : 18
47
HABER YORUM
Çekiç Ali; "Kızılırmak" Kalan Müzik
1932-1973 yılları arasında yaşayan Çekiç Ali, Kırşehir
yöresinin usta bozlakçılarındandır. Asıl Adı Ali Ersan olan
Çekiç Ali'ye "Çekiç" lakabı; çevikliğinden, saz çalışındaki
atiklik ve canlılığından dolayı köy büyükleri tarafından verilmiş ve köy sınırlarını aşarak re smi adı olmaya kadar varmıştır. Öykü kısaca şöyle:
O yıllarda, İstanbul'daki bir plak şirketi, Çekiç Ali'ye ait bir
plağı basıp çoğaltarak piyasaya sürmüş. Bunu öğrenen Çekiç
Ali, tepki göstererek hakkını aramış ve mahkemeye
başvurmuş. Plak şirketi, onun asıl isminin Ali Ersan olduğunu
öne sürerek aradan sıyrılmaya çalışmış. Bunun üzerine Çekiç
Ali mahkemeye başvurarak bu lakabını Ali Çekiç olarak
resmileştirmiş.
Çekiç Ali, Kırşehir yöresinde Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Neşet Ertaş gibi sayılı ustalardandır.
Ağırlıklı olarak ka sette anonim türkülere yer veriliyor.
Kaset, Kalan Müzik'in arşiv serisinden çıktı.
Tolga Çandar; "Sular Gibi"
Kalan Müzik
En son Kalan Müzik'ten "Türküleri Ege'nin-2" adlı albümünü
çıkaran Tolga Çandar, "Sular Gibi" isimli yeni albümünü de
Kalan Müzik'ten çıkardı.
Enstrümanlarda Tolga Çandar'a, Erkan Oğur, Okan Murat
Öztürk, İhsan Meneş, Ferhat Erdem, Hüseyin Geçer, Ahmet
Özgül, Kamil Erdem, Can Kökrer'in eşlik ettiği kasetin
yönetmenliğini Okan Murat Öztürk, aranjörlüğünü Ertuğrul
Baraktar, tonmaisterliğini ise Ahmet Özgül yaptı.
Kirde Yaren Sanat Merkezi Açılış Şenliği Yapıldı
İZMİR- Yaren Sanat Merkezi, 24 Ekim 1999 günü
yapılan şenlikle açılışını yaptı. Şenlik, açılış konuşması
başladı. Yapılan konuşmada, Yaren Sanat Merkezi'nin halk
kültürünü yaşatmak ve yaymak adına önemli bir adım olduğu, Anadolu'da yaşanan destanları, kahramanlıkları ve
efelerin taşıdığı mirası halka sunmak için böyle bir kül-tür-sanat merkezinin önemli olduğu vurgulandı. Yaşadığımız
Vatan Dergisi İzmir Temsilciliği, Ege TAYAD, Devrimci Memur Hareketi gibi çeşitli kurumlar ile Bergama
Hapishanesi'ndeki özgür tutsakların gönderdikleri kutlama mesajlarının ardından, şenlik şiir dinletisi ile devam etti.
Yaren Sanat Merkezi'nin hazırlamış olduğu dia gösteriminin ardından İzmir'den bir müzik grubu dinleti verdi ve
çeşitli yörelerin halkoyunlarından oluşan bir gösteri yapıldı. Daha sonra sahneyi Özgürlük Türküsü aldı. Yaren
Sanat Merkezi'nin açılış şenliği Özgürlük Türküsü'nün söylediği parçalar ve halaylarla sona erdi.
tavı r/ haber yorum / aralı k '99 / sayı : 18
48

Benzer belgeler