Untitled - Abdi zdemir

Transkript

Untitled - Abdi zdemir
1
1944 yılında Antalya ili Gazipaşa İlçesi Yivilhardım Köyü’nde doğdu. İlkokulu Köyü’nde bitirdi. 25 yaşında
iken, 1968 yılında vekil İmam-Hatip olarak Gazipaşa İlçesi Çörüş Köyü’nde göreve başladı. Ortaokulu, Alanya lisesi’nde, İmam-Hatip Okulu birici devreyi,
Antalya İmam-Hatip Okulu’nda, Liseyi,
Antalya Lisesi’nde ve Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü ( Sosyal Bilgiler Bölümü’nü) 1968–1976 yılları arasında, orta
ve yüksek tahsilini sekiz yılda açıktan imtihanlarla bitirdi. Yirmi beş
yıllık İmam-Hatiplik görevi içersinde 1980-1985 yılları arası Alanya
İmam-Hatip Lisesi’nde açıktan Arapça, Kur’an ve Din kültürü derslerine girdi. Alanya Oba Babaoğlu Cami-i Şerifi’nde görevli iken
Alanya’da hafızlık temellerini attı. Oba Kur’ân Kursu’ nun İlk Hafızı
İsmet Karakaya ve beş hafız arkadaşını yetiştirdi. I993 yılında emekli oldu. El’an Gazipaşa İlçesi Üçkonak Köyünde ikamet eder.
İletişim:
1-Cumhuriyet mah. Gemi Yakası Cad. No: 80. Gazipaşa.
2-Üçkonak Köyü Gazipaşa/Antalya.
Tlf. O242 585 12 91
Gsm: 0536 729 12 27
Mail: [email protected]
MÜELLİFİN YAYINLANMIŞ ESERLERİ
1- Hikmet incileri I.II. cilt,
2- İslâm Tarihinden seçmeler I. II. cilt,
3- Kıssadan hisse,
4- İnsanı adam yapan özlü sözler,
5- Bedir, Uhud, Hendek, Mekke’nin Fethi ve Huneyn Gazası,
6- Hz. Yusuf, Hz. Hz. Musa (sav) ve bazı kıssalar.
Bu kitaplardan hâsıl olan gelir, fakir 10 öğrencinindir.
2
İTHAF
Yüce Rabbim bu eserimi yazmamdan dolayı bir
sevap hâsıl ederse, sevabı merhum anam, babam ve beni
okutan hocalarımın ruhları bağışlarım.
Abdi ÖZDEMİR
(Âbid Abd-i KÂHYAOĞLU)
Emekli İmam-Hatib ve Sosyal
bilgiler öğretmeni
3
ÖNSÖZ
İnsanoğlu bilgi ve becerilerini yaşam süresi içinde sadece
kendi kazanmış değildir. Bilgi ve kültürünü yetiştiği ortama
borçlu olduğu gibi, kendinden önceki yaşamış insan topluluklarından aldığı birçok bilgilerin kadrini kıymetini bilmesi gerekir. Bizlerin ihtiyacı olan yaşam araç ve gereklerinin kaç tanesini kendimizin icat ettiğimizi düşünürsek, bizden önceki yaşayan insanlara ne kadar borçlu olduğumuzu açıkça görürüz.
İnsanı diğer canlılardan, varlıklardan ayıran özellik, düşünebilmesi ve kendinden sonra gelecek nesillere bir medeniyet
ve kültür mirası bırakmasıdır. Sadi-i Şirazî der ki:
“Kâmil odur ki yerine bıraka eser;
Eseri olmayanın yerinde yeller eser.
Ben insanım diyecek kişi için lazım olan şey, içinde bulunduğu insanlara ve kendinden sonra yaşayacak nesillere iyilik
ve hayır yönünde eserler bırakmasıdır. İşte o zaman insan yaratılış sebebine uygun bir hayat tarzı yaşamış olur; yoksa diğer
varlıklardan kendisini ayıracak özellik nedir? İlk çağlarda ki
yaşam şartları ile bu günkü hayat tarzımızdaki gelişmeleri, bizden önceki insanlara borçlu olduğumuzu asla unutmayalım.
Kendimizden sonraki gelecek nesillerimize de karınca kaderince
herkesin gücü nispetinde bir eser bırakması insan olmamızın
icaplarındandır.
Kıssadan hisse isimli bu kitabımda derlediğim hikâyeler
ve fıkralar fabl türünden yazdığım yazılarım ve kıssadan hisse
sözü ile olaylar karşısında insanın nasıl davranması gerektiğini,
ayet, hadis, büyük sözleri ve bazı tecrübelerime izah edip müspet bir yol göstermeye çalıştım. Sayın okuyucularımın faydalanmasını Yüce Mevlâ’dan dua eder, kitabımın hayırlara vesile
olmasını umar, eksiklerimden özür dilerim.
4
Bismillâhirrahmânirrahîm
Rabbi yessir velâ tüassir Rabbi Temmim bil hayr.
ASLAN’IN İTAATI
Bir Allâh dostu, başka bir Allâh dostunu ziyarete gider.
Dostunun evine vardığı zaman kapıyı çalar; bir kadın çıkar
kapıdan ve adam sorar: “Dostum falan nerede?” diye. Kadın
cevap verir: “Şu karşı ormana odun getirmeye gitti.”
Adam, arkadaşına çabuk kavuşmak için ormana doğru
yürür. Bir de görür ki, arkadaşı kocaman bir Aslana odun
yükletmiş sallana sallana Aslan sanki eğitilmiş evcil bir hayvan
gibi adamın arkasından geliyor.
Allâh dostu onun bu kerametine imrenir, belirli bir tatlı
dostluk sohbeti ettikten sonra evine döner.
Bir müddet sonra Allâh dostunun bu kerametini1 tekrar
görmek için yola düşer ve arkadaşının evine varır. Bu defa başka bir kadın kapıda onu karşılar. Yine dostunu sorar. Kadın
derki: “Beyim, şu karşı ormana oduna gitti.”
Adam, arkadaşının o dağ Aslanına odun yüklediğini görmek için hızlıca yürüyerek yola koyulur; birde görür ki, dostu
bir yerli bir merkebe odununu yükletmiş geliyor; şaşarak arkadaşına sorar: “Dağ Aslanını ne yaptın da odunu eşeğe yükledin?” Arkadaşı derin bir ah çekerek der ki: “Benim evimde
aslan gibi yırtıcı haşin bir hanımım vardı. Ben onun her türlü
kaba saldırgan hallerine sabır eder onu kırmazdım. Bu sabrı1
Keramet: Yüce Allâh’ın çok sevdiği veli kullarına verdiği
insanüstü bir güçtür.
5
mın karşılığı Allâh’ta bana dağın aslanını itataat ettirir hizmetlenir odunumu çekerdim; fakat Allâh o aslanı öldürdü.
O’nun yerine çok itaatlı, yumuşak huylu bir kadınla evlendim.
İşte ondan sonrada dağ aslanı bana itaat etmedi; odunumu bu
merkeple çekiyorum. Allâh eşi ile iyi geçinenlere nice nimetlerini ihsan eder dünyada geçim kolaylığı sağlar.” der.
Kıssadan hisse:
Bir insan, gerek aile fertleri, gerekse içinde yaşadığı toplum fertleriyle iyi geçimli olursa, bu insan önce Allâh, sonra
O’nun Peygamberi Hz. Muhamammed (A.s.) ve bütün insanlar
tarafından sevilir, Allâh, o şahsa hiç ummadığı yerlerden iyilik
verir.
İyi ahlâk sahibi olmanın en güzel şartı, Kur’an yolu, Peygamberimiz (sav)’ın gösterdiği doğru yoldan ayrılmamaktır.
İşte doğru yol budur.
KURT İLE LEYLEK
Bir Kurt ile Leylek arkadaş olmuşlar. Biri birlerine zarar
vermemek için sözleşme yapmışlar.
Bu arkadaşlık devam ederken, Kurt’un yediği et parçasından boğazına bir kemik durmuş; kurt demiş ki: “Leylek
kardeş, senin boynun ve gagan uzun; ben ağzımı açayım, sen
boğazıma duran şu kemiği çıkarıver, ben sana büyük bir iyilik
yapacağım.” Nihayet, kurt ağzını açmış, leylek’te gagasını uzatıp kemiği kurt’un boğazından çıkarıp kurt’u ölümden kurtarmış.
Leylek demiş ki: “Eh artık benim emeğimin karşılığını
ver! Ben seni ölümden kurtardım.”
Kurdun cevabı çok enteresan:
“Sen boynunu benim ağzımdan kurtardığına şükret birde
ücret mi istiyorsun.” demiş.
6
Kıssadan hisse:
Büyükler boşuna konuşmamış:
“Kötülere yaptığınız iyilik karşısında zarar görmezseniz
ne mutlu.” Bizler, iyilik yapmaya devam edelim. İnsanlığın,
Müslümanlığın gereği topluma faydalı olmaktır. İyilik bizden
olsun, takdir edip etmemek başkasının işidir.
KURT İLE KUZU
Kurt ile kuzu beraber yaşamak ve birbirlerine zarar vermemek için sözleşirler; fakat kurt, kuzuyu yemek için devamlı bir
açık arama, kusur bulma peşindedir. Nihayet bir ırmağın kenarında, kurt yukarıda, kuzu ise aşağıda su içerken, kurt kuzuya
sataşır derki: “Bak, içtiğim suyu bulandırıyorsun, bunu yapma
yoksa seni yerim.”
Kuzu da konuşur: “Kurt ağabey, ben suyu bulandırsam bile, bulanık su aşağıya gider, senin içeceğin suyu bulandırmaz.
Neden böyle yapıyorsun?
Kurt cevap verir “Ben seni yemek istiyorum da su, bir
bahanedir.” Kıssadan hisse:
Zarar gelecek arkadaşla dostluk kurulmaz. Kötü niyetli insanlar, menfaat söz konusu olanca sözleşmeyi, andlaşmayı
tanımaz, menfaatine uygun olanı yaparlar. Onun için aklı başında olan kişiler, kendine zarar verecek insanlardan uzak
durur, dostlarını, herkesi kendi gibi bilen insanlardan seçer;
eğer böyle yapmazsa, kendini akıllı sanan bir şaşkının, kursağına yem olur. Dostlarımızı seçerken, şu sözleri hiç unutmayalım. Dost, dininin, vatanının, milletinin maddi ve manevi
değerlerinin zarar görmeyeceği insandır. Zararlı insanlarla
ilişki kurmamak akıllı insanların işidir. Balık avcıları, balığı
acıdıkları için değil tutup yemek için yemlerler. Bunu hiç
unutma! “Dost odur ki, dar gününde yar ola.”
7
KEDİ İLE FARE’NİN DOSTLUĞU
Kedi ile Fare arkadaş olmuşlar. Kendisine kediden sürekli
zarar geleceğini düşünen fare, kediye der ki: “Biz ezeli bir düşmanız, ömür boyu bizler hep size yem olduk. Bu dostluk olmaz, ben zarar görürüm dediyse de, kedi bin bir vaatler yaparak fareyi inandırır ve arkadaşlığı kurarlar.
Kedi, fare’yi eve götürür, un çuvalının ağzını açar, derki:
“Fare kardeş, işte senin ekmeğin, yemeğin istediğin zaman yersin!”
Fakat çuvalın dibini delip yemeğe alışkın olan fare, hiç çuval ağzından unu yer mi?
Nihayet, karnı acıkan fare, çuvalın dibini delip karnını doyurur. Zaten kedinin aradığı bahane de işte budur. Derki: Ben
seni acıkmasın diye un çuvalının ağzını açık bırakmadım mı?
Bahane bulundu. Kedi, afiyetle fareyi yer.
Kıssadan hisse:
Ezeli düşmanlardan dost olmaz; ancak sen kuvvetli olup
ezeli düşmanını denetleyerek hatalarını gördüğün an, onun önüne geçecek tedbirler alabileceksen ne âlâ!
“Güven ama denetimi aslâ elden bırakma.” (Rus atasözü)
YILAN HİKÂYESİ
Vaktiyle bir bölgede bilge bir insan yaşıyormuş. Bu adamın işi sadece ilimle uğraşmak ve Hakk’a ibadet etmekle geçiyormuş. Ne ticaret ne sanat ne de ziraatla meşgul oluyor sademe Allâh yolunda ibadet ve ilim öğrenmekle günü geçermiş.
Geçim sıkıntılarına katlanan bu adam dayanılmaz hale gelince: “Rabbim! Benim halimi biliyorsun, bana rızık ver diye
8
dua etmiş. O gece rüyasında aksakallı bir ihtiyar yanına gelip:
“Falan yere git; orada bir kuyu var, kuyunun başına varınca,
kuyudan çıkan bir yılan senin avucuna bir altın koyacak, bu
sürekli olacak, o rızık sana yeter” demiş.
Bilge Adam sabahleyin yola düşmüş ve kuyu’nun olduğu
yere varınca, gerçekten kuyudan çıkan bir yılan adamın avucunun içine bir altın bırakıp kuyunun içine dönmüş. Bu durum
uzun müddet devam etmiş ve Bilge Adam da artık geçim sıkıntısı yok.
Bilge bir gün hastalanmış kuyudan altın almaya oğlunu
göndermiş. Oğlan yılanın ağzından altını almış; ama yılana bir
taş vurup kuyruğunu koparmış. Kuyruk acısını duyan yılan da
çocuğu ısırmış ve çocuk ölmüş.
Bu olayı öğrenen Bilge Adam, hasta haliyle bir gelir, geçim kaynağı olan yılana: “Yılan kardeş, biz seninle uzun süre
dost olduk, beni geçim sıkıntısından kurtardın, çocuk bir hata
yapmış, gel acıları unutalım, dostluğumuz devam etsin” diye
yalvarmış.
Yılan: “Doğrusun; ama bu kuyruk acısı bende iken, bu
evlât acısı da sende iken; artık bu dostluk devam edemez”
demiş ve artık yılan ile Bilge Adamın dostluğu burada sona
ermiş. Kuyruk acısı sözü buradan gelse gerek.
Kıssadan hisse:
Yüce Allâh, çok sevdiği kullarına ‘Keramet’ denen, normal
insanda olmayan bazı güçleri has kullarına verir. ‘Mucize’,
peygamberlerin peygamber olduğunu ispatlamaları için
Allâh’ın peygamberlerine verdiği insanüstü bir güçtür. Kerametse; peygamberler dışındaki veliyyullâh dediğimiz Allâh
doslarına verilen Yüce Mevla’nın bir ihsanıdır.
Gerçek dostluklar basit dünya menfaatleri için aslâ zedelenmemelidir. Peygamberimiz (sav): “Asıl hayat, ahiret hayatıdır.” buyurur.
9
Ne mutlu Allâh dostluğunu dünya menfaatine değişmeyenlere, dostlukları yıkacak işlerde tedbirli olup yanlış işler
yapmayanlara…
Dosttur, çöp değildir, sen onu kırma;
Yanlış hareketle rızıktan olma!
Rızık Allâh’a aid kedini yorma!
Tevekkülü bırakma, has bir kul isen…
(Abdi Hoca)
ALLÂH DOSTUNUN KERAMETİ
Allâh dostunun biri kaplanın üzerine biner, bir yılanı da
eline alır, onu kamçı olarak kullanır adeta eğitimli bir at gibi
binerdi.
Bir gün böyle bir hal üzere giderken, karşıdan gelen bir
kişi: “Ey Allâh’ın yolcusu! Bu halin nedir, sen bu mertebeye
nasıl ulaştın? Bana da bu yürüdüğün yola erişme prensiplerini
öğretsene der.
Allâh dostu ona cevap verir der ki:
“Dağ mahlûkunun bana hizmet etmesine şaşırma! Bir insan
Allâh’ü Teâlanın emirleri iyice uyarsa, Allâh ona yardımcı
olur. Daraldığı zaman ona bir çıkış kapısı açar, o kulunu
ummadığı yerlerde rızıklandırır. Sen Allâh’a itaatlı olursan,
dünya ve onun içindekiler sana itaatlı olur. Sen bu yoldan
sapma bir gün istediğini bulursun.”
Kıssadan hisse:
Bir insan Allâh’a itaatlı olur, O’nun emirlerini tutar, yasaklarından kaçarsa, Cenabı Allâh ona dünya ve ahiret saadeti
verir. Dünyada istediği hedeflere ulaşamasa da, ahirette mutlaka mükâfatını görür.
Hakk yolda yürüyüp de zarar eden yoktur.
10
Eğer Allâh yaparsa bir kişinin işini;
Mermer taşa geçirir otuz iki dişini.
Eğer Allâh yapmazsa bir kişinin işini;
Muhallebi yerken kırar otuz iki dişini.
Doğru yolda yürüyene endişe etmek yoktur, kalbi rahattır.
ÖMER BİN ABDÜLAZİZ’İN YÜZÜĞÜ
Ömer bin Abdülaziz’in parmağındaki yüzüğün taşı kıymetli bir mücevherdi ki, bu işin ehli olanlar ona paha biçemezdi. O yüzük taşı, gündüz ışığı gibi ışık saçardı.
Kuraklık bir yıl geldi, insanlar yiyecek sıkıntısı çektiler ve
çok zayıfladılar. Ömer, insanların çektiği sıkıntıyı görünce, gariplere ve fakirlere vermek üzere kıymetli yüzüğünü sattı.
Parasını fakirlere dağıttı ama onların ihtiyaçlarını karşılayamadı.
Ömer’in yüzüğünü sattığını duyan bir şahıs: “Bir daha ele
zor geçecek olan bu yüzüğü neden sattın” diye sordu.
Ömer, bu soruya ağlayarak cevap verirken gözyaşları yanaklarından akarak: “Fakirlik zaruretinden gönlü yaralı bir
halkın içinde bu yüzüğü takarken rahatsız oldum. Benim yüzüğümün taşı olmasa ne olur; fakat ben, gözü yaşlı halkın içinde
şaşaalı yaşayamam.” dedi.
Kıssadan hisse:
Altın stoklarını geçici dünya menfaati için saklayan, halkın
ihtiyaçlarını görmeyen merhametsizler duysunlar.
İdareci ve zenginlerimize, merhamet duygusu vermesini
Yüce Allâh’tan dileyelim. Köpeklerinin, kedilerinin mamalarını dış ülkelerden ithal eden hayvan sever insanlara da, insan
sevgisi vermesi için Yüce Allâh’a dua edelim. İyi insan; tüm
11
yaratılmışları sever ve onların yaşam hürriyetine saygılı olur.
Başkalarının hukukuna son derece saygılı olmalıyız.
ASİL BİR ÇİNLİNİN AT HİKÂYESİ
Eski Çin gelenek ve göreneklerine göre yabani bir at,
herhangi bir Çinlinin evinin önünü gelir kişnerse, o at ev sahibinin olur ve bu olay büyük göz aydınlığı sayılırmış.
Bir gün asil bir Çin Ailesinin evinin önüne iyi cins bir at
gelir, kişner. Komşuları bu şansı kutlamak için toplanırlar,
komşularına göz aydınlığı dilerler ve onu kutlarlar.
Asil Çinli, komsularının bu tebrikine karşılık: “Sevinmeye
gelmez, hayırlısı olsun.” der.
Ertesi gün at sahibinin oğlu ata biner mahmuzlayarak atı
koşturur, at tökezler, oğlanın ayağı kırılır.
Yine komşuları toplanır: “Komşu; bu at sana uğur getirmedi, bak oğlunun ayağı kırıldı.” derler.
Asil Çinli: “Üzülmeye gelmez, hayırlısı olsun.” der.
Nihayet aradan fazla zaman geçmeden Çin de umumi
seferberlik ilan edilir. Eli silâh tutan askere alınır, ayağı kırık
topal oğlan evinde kalır.
Harbe gidenler hep cephede ölür, topal oğlanın ayağı
iyileşir ve bulunduğu yerde topluma uzun süre hizmet eder.
Kıssadan hisse:
İnsanlar, başlarına gelen müsibetlerden dolayı isyan etmemeli ve sonucun hayırlı olmasını dilemelidirler.
Yüce Allâh (c.c.) Kur’anı kerimde: “Siz, bazı şeyleri sevmezsinin; fakat onun sonunda hayır vardır. Bazı şeyleri seversiniz, sonunda şer vardır. Siz bilmezsiniz, Allâh bilir.”2
buyurur.
2
Bakara Suresi, Âyet: 216.
12
Müslümanın üzerine düşen, olaylar karşısında sabırlı olup,
içine düştüğü durumdan en güzel bir şekilde isyan etmeden
sabır ve sebatla kurtulmaya çalışmalıdır.
Allâh’a tevekkül; Bir işin vücuda gelebilmesi için onun
sebeblerini işledikten sonra: “Allâhım! Benim bu içinde bulunduğum hoş olmayan durumdan kurtar diye dua etmektir. Allâh,
kullarının sabrını denemek için zaman zaman kazalar, belâlar
verebilir. Müslümana düşen, isyan etmeden akılcı bir şekilde
kurtuluş yollarını aramaktır.
“Kim Allâh’tan korkarsa (Allâh) ona bir çıkış yeri ihsan eder, onu hatır ve hayaline gelmeyecek bir cihetten rızıklandırır.” 3
KÖTÜLÜĞE KARŞI İYİLİK
Olgun bir insan istemeyerek bir kavganın içine düşer.
Adam babayiğit, kötülük istemeyen, gerektiğinde taşı gediğine
koyan, yaptığı işlerde haktan ayrılmayan bir yapıya sahip kişi.
Bu kavga mahkemeye gider, yaramaz basit bir kişi, o muhterem zatın ceza alması için yalancı şahitlik yapar ve adam
ceza alır, mağdur olur.
Nihayet bir gün, yalancı şahitlik yapan şahıs, bir başkasıyla
kavga eder. Belli ki, çok ceza alacak. Mağdur şahıs, aracılık
yaparak olayı sulh eder, kendi aleyhine yalancı şahitlik eden
şahsı cezadan kurtarır.
Yalancı, mağdur ettiği şahsın yanına gelir: “Ben ne yaptım,
siz bana ne yaptınız? Bir daha ömrümde böyle yalancı şahitlik
yapmam .” diyerek pişmanlığını dile getir ve özür diler.
Kıssadan hisse:
Kan, kan ile değil su ile yıkanır. Peygamberimiz (A.s.) buyurur ki, Olgun ahlak, üç iş ile belli olur:
3
Talâk Suresi, Âyet: 2-3.
13
Seni terk edeni sen terk etmeyeceksin;
Seni mahrum edeni sen mahrum etmeyeceksin;
Sana kötülük yapanı sen af edeceksin. İşte, olgun ahlak
budur. 4
Olgunluk olmaz lâf ile bu hedefe sabır gerek;
Ama bu meşakkate de dayanamaz her bir yürek.
(Abdi Hoca)
ŞAHİN İLE AKBABA’NIN ARKADAŞLIĞI
Akbaba kuşu ile şahin arkadaş olmuş, bir sohbet esnasında
birbirilerinin ne ile beslendiklerini sormuşlar.
Akbaba: “Ben, ölmüş hayvan etlerine bakarım canlı hayvanlarla uğraşmam, nerede leş varsa kokusunu alır, onunla
karnımı doyururum. Ve iki yüz elli yılın üzerinde yaşarım.”
demiş.
Şahin ise: “Ben taze etlerle geçinirim, kendi avımı kendim
avlarım; başkalarının artıklarını falan yemem, ortalama iki-iki
buçuk yıl yaşarım.” demiş.
Böylesine sohbet ederlerken havadan bir kekliğin süzülerek
uçtuğunu gören şahin, alabildiği bir hızla avını yakalamak için
kekliğin peşine takılmış. Son hızıyla avını takip ederken,
keklik korunmak için bir yana kıvrılınca, şahin hızını alamayıp
kayaya çapmış ve can çekişmeye başlamış.
Akbaba, yaralı arkadaşının yanına gelmiş ve demiş ki:
“Ah dostum! Bu hız sende iken, sana, iki buçuk yıl ömür
çok bile”.
Kıssadan hisse:
Atasözü: “Ağırı, ne yel alırmış, ne de sel”
Peygamberimiz (A.s.) buyurur ki:
4
Kütüb-ü Sitte.
14
“Acele şeytandandır; ağırlık Rahmandan (Allâh’tan).” Ancak hayırlı işlerle acele etmek vardır.
İSLÂMİ ÖLÇÜ
Adamın birisi, görünümünü daha güzel yapmak için estetik
ameliyat olarak burun yapısını değiştirmek ister; fakat okuduğu dini bir kitapta Peygamberimiz (sav)’ın: “Allâh, sizin
fiziksel güzelliğinize ve zenginliğinize değil, kalplerinize ve
yaptığınız işlere bakar.”5 Hadisi şerifini okur. Hemen fikrinden
cayar.
Sanki burnundan bir ses duyar: “Beni değil, kafa yapını,
fikrini değiştir.”
İnsanoğlunun Yaratılmışlar içersin en güzel olması için iki
küçük iyi şeye ihtiyacı vardır.
Hakk’ı konuşan bir dil’e;
Hakk’a inanan bir kalbe.
Bu iki mükemmel şey insanda varsa, insanoğlu yaratılmışları en yücesi olur.
İnsan, bu iki şeyden mahrumsa, fiziken dünyanın en güzel
ve en sağlam vücuduna da sahip olsa, Allâh ve insanlar yanında iyi adam olamaz.
Peygamberimiz (A.s.) Mescid-i Nebevi’nin yanında sahabe-i Kiramla sohbet ederlerken Mescid duvarına dayanmış,
görünüşü ile çok çirkin yapılı bir insan duruyordu. Sahabeden
bir kişi ona bakıp güldü. Peygamberimiz (A.s.) O’na: “Gülme!
O, dünyayı ayakta tutan yedi kişiden biridir.” Buyurdu ve
adam yaptığına tevbe etti.
Kıssadan hisse:
İnsanı iyi adam eden, tatbik edilerek yaşanan Kur’an ahlâkıdır.
5
Kütüb-ü Sitte.
15
Bir Kutsi Hadiste maalen: “Dilin senin aslanındır. Sen onu
bağlamaz (salıverirsen,) o, seni yer.” buyrulur.6
Peygamberimiz (A.s.) bir hadislerinde:
“İnsanoğlunun içinde bir et parçası vardır.
O et parçası temizse, insan temizdir. O et parçası temiz değilse, o insan da temiz değildir. O et parçası kalptir.” buyurur.
“Zenginlik mal ile değil, gönül zenginliği iledir.7
SIHHAT, ZENGİNLİKTİR
İnsan, şöyle bir düşünmelidir. Birisi dese ki: “İki gözünü
bana ver, dünyayı sana vereceğim.”
Haydi, bu söz doğru olsa! Sizler, göremeyeceğiniz dünyayı, gözlerinize değişir misiniz?
O halde, başımızı iki elimizin arasına koyup ta bir düşünelim?
Gözlerimizi bir bez parçası ile bağlayıp yürümeye çalışalım, kaç adım gidebiliriz?
Herhangi bir uzvumuzun eksik olduğunu düşünelim? Halimiz nice olur?
İnsanın, bunları düşünmemesi büyük bir eksikliğidir.
Bütün bu nimetlerin bize Allâh tarafından karşılıksız verildiği bir düşünülürse; ancak bu nimetler karşılığının Yüce Mevlâ’ya ibadetle ödeneceğini bilmemiz ve bunu işlerimizle yaşamamız, insanı sonsuz mutluluğa götürür ve bizi iki cihan saadetine erdirir.
Düşünmek, insanoğluna aid olan en yüce bir üstünlük, diğer canlılardan ayıran bir özelliktir.
6
Kutsi Hadi: Manası Allâh’a, Sözü Peygamberimiz (A.s.) ait
olan hadislerdir.
7
Hadisi Şerif.
16
Ne mutlu, dini, vatanı, milleti ve devleti için düşünüp,
insan olmanın gereği gibi hareket edenlere…
En büyük zenginlik serveti, sıhhatli olmaktır.
Halk içinde muteber nesne yok devlet gibi;
Olamaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi;
Saltanat dedikleri şol cihan kavgasıdır;
Olmaya cihanda devlet vahdet (bir Allâh inancı) gibi.
(Kanuni Sultan Süleyman)
NİÇİN?
Terazinin bir kefesine “Deve olmak ve yük taşımak” diğer
kefesine de “ İnsan olmak ve ibâdet etmek” konulsa ve seçme
hürriyeti bize bırakılsaydı, hangisini seçerdik?
Elbette insanlığı…
Öyle ise deve yükünün taşırken, biz niçin ibâdetimizi yapmayız.
(Mehmet Kırkıncı)
Nükteler
KENDİNİZİ HERKESE SEVDİRMEK İÇİN
Başkalarına karşı samimi bir ilgi gösteriniz.
Gülümseyiniz.
İyi bir dinleyici olunuz.
Bir kişinin kendi adını, lisânındaki en sevimli ve en mühim
kelime saydığını hatırlayınız.
Başkalarının ilgisini çekecek şekilde söz söyleyiniz.
Başkalarına mühim bir şahsiyet olduklarını hissettiriniz.
(Dale Carnegie)
Dost Kazanma Sanatı
17
“Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi siz de başkalarına yapmayınız!” Hz. Muhammed (sav.)
NECİP FAZIL’DAN
Büyük randevu bilsem, nerede saat kaçta;
Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta?
*
Her fikir, her inanış, tek mevsimlik vesselâm;
Zaman ve mekân üstü biricik rejim İslâm…
*
Seni aramam için beni uzağa attın;
Âlemi benim, beni kendin için yarattın!
*
Ellerime uzanan dudakları tepeyim;
Allâh diyen, gel, seni ayağından öpeyim!
*
Sual: Ey veli, insan nasıl olmalı söyle?
Cevap: Son anda nasıl olacaksa öyle!
*
Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden;
Soruversem: Haberin var mı öleceğinden?
*
Kuyruğu etrafında dönen kedi hayrette;
Âlim ki, hayreti yok, ne boş yere gayrette!
*
Allâh, Resûl aşkıyla yandım, bittim, kül oldum!
Öyle zayıfladım ki, sonunda Herkül oldum.
*
Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın!
Necip Fazıl Kısakürek (1905- 1983)
18
HATAY HÜZÜNÜ
Hatay ana vatana kavuşmadan önce, Fransız işgal kuvvetlerinin idaresi altında iken, hamamdan çıkan Türk Kadınlarına
işgal kuvvetlerinin askerleri cinsel tacizde bulunurlar ve zorla
öperler.
Bundan tedirgin olan Türk Erkekleri, o zamanda güçlü gördükleri bir Hoca Efendiye giderek: “Hocam! Bu işi ancak sen
yaparsın! Ne olur işgal kuvvetleri komutanına git de bizim kadınlarımızı rahatsız etmesinler! Bu işi yapacak içimizde ancak
sen varsın” diye yalvarırlar; hoca, kalkıp Fransız komutanına
gider.
Kapıda uzun bir bekleyişten sonra, Hoca Efendi Fransız
İşgal Kuvvetleri komutanının yanına girer. Fransız Komutan
elini hocaya elini uzatarak: “Önce elimi öp, sonra isteğini söyle” der. Hoca, içinden hiç yapmak istemediği bu işi, acaba, komutanın dediğini yaparsam, kadınlarımızı bu askerlerin sataşmasından kurtarabilir miyim? Düşüncesiyle komutanın elini
öper; fakat komutan: “Öpmüşler de ne olmuş? İyi işte hoşlarına gitmiş, haydi defol! Yoksa dayağı yersin.” diyerek hocayı
kovar.
Hoca, ümitle bekleyen Türk Toplumunun yanına gelir ve
der ki:
“Ey Milletim! Fransız Komutan bana şöyle şöyle dedi. İşte,
Vatanın, devletin, milletin istiklâl ve hürriyetin, kıymetini biliniz! Diyerek ağlarken, gözlerinden akan yaşlar sakalından
damlar.
Kıssadan Hisse:
Kuvvetli bir devlet idaresinden mahrum olan toplum, zillete, esirliğe, ezilmeye mahkûmdur. Onun için, devletin kıymetini bilmek her ferdin en önemli görevi olmalıdır. Devlet
19
mallarını korumalı, devlete ihanet edenlere göz açtırmamalıdır.
Güçlü olmayan devletler, fertlerinin hukukunu koruyamaz.
Ben, kendi kendime derim ki: “Anasız, babasız yaşarım,
evlâtsız, akrabasız, hanımsız da yaşarım; ama devletsiz, milletsiz ve dinsiz yaşayamam! Onun için devletim yücedir. En
büyük devlet, en güçlü devlet bizim devletimiz olmalıdır. Ona
yan bakanları ve devletin malına ihanet edenleri hiç affetmem!
Devlet baba eksik olmasın baştan;
Yoksa gözlerimiz kurtulmaz yaştan;
Hainin verdiği hileli aştan;
Bizleri yıpratıp, dağıtmak çıktı…8
Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın!
Necip Fazıl Kısakürek
(1905- 1983)
BİR DAMLANIN HİKÂYESİ
Bostan ve gülistandan:
Bir buluttan bir damla düşer. O minicik damla, denizin genişliğini görünce cisminden utanır, kendi kendine: “Deninizin
büyüklüğü yanında ben kim oluyorum? Bu kocaman denizin
yanında ben yok sayılırım” der.
Damla kendini böyle küçük gördüğü için bir istiridye onu
bağrına basar ve naz ile besler.
Kader, o mütevazı küçüğü öyle yükseltir ki, padişahların
taçlarına lâyık inci haline getirdi.
Kıssadan hisse:
8
Abdi Özdemir, Hikmet incileri.
20
İnsanın yükselme sırlarından birisi, alçak gönüllülüktür.
Kibir ise, insanı küçülten basit bir huydur. Meyveli ağaçlar ve
olgun başakların başı aşağıya eğik olur. Dünyadan gelip geçen
insanların en büyüğü olan Hz. Muhammed (A.s.) hiç kimseye
karşı büyüklenmemiş, büyüklüğün sadece Allâh’a aid olduğunu ifade buyurmuşlardır. Mütevazı hayat, kibirlenmeden
insanlara değer vermek, insanı yücelten iyi bir davranıştır; ancak yaşam içersinde Hz. Ali’nin şu sözünü hiç unutmayıp
hayata geçirmek gerek: “Hakkınızı arayınız, hakkınızı aramasını biliniz; eğer hakkınızı kayıp ederseniz, hakkınızla birlikte şerefinizi de kayıp ederseniz.”
Peygamberimiz (A.s.) buyurur ki:
“Müslüman yücedir! O’nun üzerinde yücelik yoktur.”
Sünepelik, Müslümanlardan uzak olsun…
FATİH’İN BOSTANI
Fatih Sultan Mehmed saray bahçesine çeşitli sebzeler ektirir. Gelişen sebzeleri karıncalar ev yapmak için tahrip ederler.
Karıncaların öldürülmesinden günah olup olmadığını zamanın
Şeyhülislâmından öğrenmek için yazdığı yazı şöyledir:
Gür bostanı harap etse karınca;
Acep günah olur mu onu kırınca.
Şeyhülislâmın padişaha verdiği cevap:
Yarın Hakk’ın huzuruna varınca;
Padişahtan hakkın alır karınca.
Bu cevabı alan padişah karıncaları öldürmekten vazgeçer.
Kıssadan hisse:
21
Yaptıklarının hesabının Ahiret gününde Allâh’a vereceğine
inanan insan padişah da olsa insan ve bütün yaratıkların haklarına uyar, günahtan kaçınır. Ahiret hesabında, bir hizmetli ile
padişahın hesabı arasında fark yoktur. İlâhi adalet gerçekleşirken dünyadaki hatır gönül güdülmez. Hatta zenginler ve
sorumlu kişilerin hesabı elbette da çetin ve zor olacaktır.
“Kim zerre kadar hayır işlerse sevabını, kim zerre kadar
günah işlerse azabını görür.”9
SARHOŞ
Bostan ve gülistandan:
Bir kendini bilmez yolda yürüyen bir Allâh dostuna rast
geldi. Onu sarhoş zannetti ve ensesine şiddetli bir tokat indirdi.
O Allâh dostu öfkelenmek şöyle dursun, üzerindeki gömleğini
çıkarıp o tokadı atana verdi. Tokadı vuran utandı, boynunu eğerek: “Beni affet ne olur” dedi.
Allâh dostu ise:
“Ben sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Çünkü şükürler
olsun ki, senin zannettiğin gibi sarhoş değilim” dedi.
Kıssadan hisse:
Allâh dostlarında kuvvetli bir seziş vardır. Peygamberimiz
(sav) bir hadisi şeriflerinde:
“Mü’minin ferasetinden sakının, çünkü o, Allâh ’ın nuru ile
görür” buyurur. Mü’miler, uyanık ve ferasetli olmalıdır. Ahmaklık, Mü’minin işi değildir.
Kalpten kalbe, gizli yollar var bilende.
9
Zilzal Suresi, Âyet: 7-8.
22
ÂŞIK MECNUN
Âşık mecnun çölde Leyla leylâ diye gezerken namaz kılan
bir insanın önünden geçer. Namaz kılan şahıs namazı bırakıp
Mecnunu tutar: “Sen nasıl olur da benim secde ettiğim yerden
geçip namaza saygısızlık edersin?” der. Mecnun cevap verir:
“Be adam! Ben bir kadına aşığım, bastığım yeri görmüyorum; eğer sen Allâh’a âşık olup namaz kılıyorsan beni nasıl
gördün? Sen, o kıldığın namazı yenile!” der.
Kıssadan hisse:
Gerçek âşık sevdiğini ararken başka şeyi görmeyecek derecede sevdiğinin yoluna düşer, bu uğurda son gayretini gösterir
ve hedefe varır.
Eğer bu aşk, din vatan millet devlet ve insanlığa hizmet
aşkı ise ne mutlu!
Âşık o ki, gözleri ancak Hakk’ı görür;
İnandığı hak yolda gerekirse de ölür.
(Abdi Hoca)
BİÇARE YOLCU
(Bostan ve gülistan’dan)
Eşeği yüklü yaya giden bir adam: “Bu koca sahrada benden
daha zavallı, benden daha aciz çaresiz kim var” diye ağlamaya
başlar.
Adam aniden yanında yük taşıyan eşeğine bakarak kendi
kendine: “Hey akılsız kişi! Felekten şikâyet edip duruyorsun,
şu eşeğe binmesen de, onun gibi yük çekmiyorsun ya.” der ve
kendini teselli eder.
Kıssadan hisse:
İnsan her halinde kendisini teselli etmesini bilmelidir. Kendinden yukarda olanlara bakıp yukarı çıkmayı istediği gibi,
23
kendinden aşağıda olanlara bakıp haline şükür etmeli; eğer
yükselmek, şeref sahibi olmak istiyorsa, başkalarının sırtına
basıp yukarı çıkmadan vaz geçip, kendi gayretleriyle yükselmeye çalışmalıdır.
Şerefli insanlar, başkalarına zarar vermeden kendi çabalarıyla içinde yaşadığı topluma hizmet ederler. Bu, hizmet ehlinin şiarıdır. İçinde bulunduğu topluma madden veya manen
hizmet edenlerin, o cemiyetin efendisi olduğunu Peygamberimiz (sav) ifade buyurmuşlardır.
ZÜLEYHA’NIN PUTU
Züleyha bir gün aşk şarabından sarhoş olmuştu. O gün Hz.
Yusuf’u mutlaka kendi isteğine boyun eğdirmek istiyordu.
Mermerden bir putu vardı. Sabah akşam yanından ayırmazdı.
Hz. Yusuf’un üzerine şehvetle saldırmak istiyor; fakat
puttan utanıyordu. Bundan dolayı putun üzerini örttü. Sonra
Hz. Yusuf’un üzerine hücum etti.
Hz. Yusuf kaçtı, Züleyha arkasından koştu. Yusuf’un eteğini yakaladı, sımsıkı tuttu, elini ayağını öpüp O’na yalvardı:
“Hey vefasız, merhametsiz, serkeş adam! Kalbin çelikten
mi? Kaçma otur. Yüzünü ekşitme. Kendine sıkıntı verme” dedi. Bunun üzerine Yusuf, iki elini yüzüne koyup ağlamaya başladı. Züleyha’ya: “Sen taştan yontulmuş bir puttan utandın. Put
görmesin diye başını yüzünü örttün. Ben Cenabı Hakk’tan
utanmaz mıyım?” dedi. Allâh’tan korkarak Züleyha’nın şehvet
isteğine cevap vermedi.
Kıssadan hisse:
İşlediği her işin Allâh tarafından görüldüğünü bilip O’na
inanan insanın suç işleyeceği gizli bir yer yoktur. Allâh, her
yerde hazır ve her işlerimizi omzumuzdaki meleklere yazdırmaktadır. İşte bu inanç, Müslüman’a gizli yerlerde bile suç
24
işleye mani olur. Ne mutlu bu inancı kalbinden hiç çıkarmayanlara!
BENİ BEN BİLİRİM
Sadi-i Şirazî der ki:
“Bir büyüğü mecliste mütemadiyen methediyorlar, güzel
vasıflarını haddinden ziyade büyütüyorlardı. O büyük zat başını kaldırdı, şöyle dedi:
“Kendimin ne adam olduğunu ben bilirim! Ey benim güzel
sıfatlarımı sayıp döken kimse, yeter! Beni çok incittin. Görünüşüm öyledir; fakat iç yüzümü bilemezsin. Şahsım herkesin
gözünde güzeldir; fakat ben, içimin fenalığından utanıyor,
başımı kaldıramıyorum.
Herkes tavus kuşunu güzel nakışlı tüyü, süsü sebebiyle
över. O ise, ayağının çirkinliğinden dolayı herkesten utanır”
der.
Kıssadan hisse:
Yüce peygamberimiz kişilerin iyiliğini yüzüne karşı övmeyi yasaklamıştır. İnsanı iyiliğinden dolayı gıyaben övmek
ne kadar iyi ise, yüzüne karşı adamı övmek çok sakıncalıdır ve
dinen yasaktır. Gerçek şu ki, bir insan, sevdiği bir kişiye: “Ben
seni şu şu iyiliğinden dolayı Allâh için seviyorum demesi
aradaki muhabbeti arttırır; ancak kişiyi gururlandıracak
derecede yüzüne karşı övmek, o adamı gurura sevk edeceği
için yanlıştır.
Kişiyi gıyabına övmek ne güzel;
Yüze övmek ise yıkıcı bir gazel.
(Abdi Hoca)
25
YOLCUNUN FERASETİ
Ferasetli bir yolcu otomobili ile yoluna devam ederken kara yolu ekiplerince dikilmiş tehlikeli viraj işaretini görür otomobilin hızını keser ve viraja bakar, az bir emekle viraj kaldırılıp tehlike bertaraf edilebileceğini görür, kendi kendine der
ki: “Bu levhayı dikeceklerine şu virajı ortadan kaldırsalardı.”
Kıssadan hisse:
Yaralarımıza pansuman yapılacağına, yaraya sebep olan
unsurlar ortadan kaldırılsaydı daha güzel olmaz mıydı?
Sivrisinekle mücadele etmekten, bataklıklar kurutulsa daha
iyi değil miydi?
Umarız ki bir gün gelir en ileri düşünceli devlet adamlarımızın iyi çalışmasıyla daha yüksek hale geliriz; Çünkü biz,
mazisi güçlü devletler kurmuş, adaletiyle, gücüyle, yardımseverliği ile dünyaya ün salmış nesillerin torunlarıyız.
Dedemin deve kolanı gâvura;
Süs olurdu mazide dükkü’lara;
Bunu bilmeyenin yüzü kızara;
Birileri hödük olmuş kaçıyor.10
SABREDEN DERVİŞ
Bostan ve gülistan’dan:
İnsanları incitmekten zevk alan birisi, Salih bir adamın başına bir taş vurmuş. Dervişin o zalimden intikam almaya kudreti yokmuş. Derviş, başına vurulan o taşı alıp saklamış.
10
Dük ve dükkü: Fr. Bazı devletlerde prensten sonra gelen en
yüksek soyluluk ismi. Bu şahıslar orta çağda Osmalı’nın deve
kolanlarını yüksek fiyatla satın alıp dük ve dükkü’ler bellerine süs
olarak takınmışlardır. (‘Hikmet incileri’, Abdi Özdemir’in şiir kitabı)
26
Bir gün gelmiş ki padişah o zalime kızıp onu kuyuya attırmış. Derviş gelip o saklamış olduğu taşı kuyudaki zalimin başına atmış. Zalim demiş ki:
“Kimsin? Bu taşı benim başıma niçin vurdun?”
Derviş:
“Ben filancayım, bu taş, filan tarihte benim başıma vurmuş
olduğun taştır.”demiş. Zalim:
“Bu kadar zamandan beri neredeydin?” demiş.
Derviş cevap vermiş:
“Senin gücünden korkarak yanına varamıyordum. Şimdi
seni kuyuda görünce fırsatı ganimet bildim.”
Kıssadan hisse:
Islahı mümkün olmayan güçlü bir düşmanın karşına çıkarsa onunla uğraşma! Sarp bir yamaçtan yuvarlanan taşın önüne
durup kendini parçalatmaktansa, köşeye çekil! O, bir yere çarpar ki belasını bulur.
Unutma ki, terbiyesizleri zaman terbiye eder. Akılı insan,
gücünü nerede kullanmağını bilmelidir.
MAZLUMUN AHİ ZALİMİ YAKAR
Sadi-i Şirazî der ki:
“Kalbi mahzun, hatırı yaralı bir kimsenin gönlünü zulüm
öyle yakar ki sanki ateş”
Derler ki, hayvanların reisi aslan, en aşağısı da merkeptir;
akıllılar demiş ki:
‘Yük çeken eşek, adam parçalayan aslandan hayırlıdır.’
Zavallı eşeğin her ne kadar idraki yoksa da, yük çekip
insanlara faydalı olduğu için değeri vardır. Yük taşıyan öküzler, eşekler insanlara sürekli zarar veren insanlardan daha iyidir.
27
Toplumun gönlünü alamazsan insanlar senden razı olmazlar. Derler ki: ‘Yapmadığın gönülü yıkma.’ Cenabı hakkın
lütuf ve ihsanını istersen Allâh’ın kullarına iyilik et! demiş ki
atalar: ‘İyiliği yap at denize, balık bilmezse Halık (yaratıcı)
bilir.’ İri kemiği boğazından zorlayıp yutsan bile mide veya
bağırsağı parçalar. Bileğine gücüne güvenip halkı ezmeye,
onun malını yemeye kalkanlar bir gün belasını mutlaka bulur.
Şu atasözü daima kulaklarda çınlamalı:
“Alma mazlumun ahini, çıkar aheste aheste.”
“Ben en hakir bir insanı kardeş sayan bir ruhum;
Bende esir yaratmayan bir Allâh’a iman var;
Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar.”
(Mehmed Emin Yurdakul)
DERVİŞ’İN KESİLEN EKMEĞİ
Sadi-i Şirazi deki:
“Birkaç ashabım (yakın dostum) vardı. Bunlar görünüşte
iyi insan idiler. Büyüklerden birisi bunların haklarında fazla
hüsnü zanda (iyi niyette) bulundu. Bunlara maaş bağladı. Nasılsa içlerinde birisi dervişlerin hallerine yakışmayacak bir harekette bulundu. Bundan dolayı o zatın iyi niyeti bozuldu ve
bunların maaşını kesti.
Bir suretle bunların maaşını tekrar bağlatmak istedim. O
büyük zatı görmeye, ona hürmetlerimi takdim etmeye gittim.
Kapıcı beni içeri bırakmadı ve bana cefa etti. Kapıcıyı mazur
gördüm; çünkü akıl sahipleri demişler ki:
‘Bir vasıta olmadıkça beyin, vezirin, sultanın kapısının etrafında dolaşma! Zira köpek ile kapıcı bir soydandır. Bir garibi
görünce köpek onun eteğine, kapıcı da yakasına yapışır.’
Bu sırada büyük zatın yanında bulunan şerefli zatlar benim
halime vakıf oldular, bana ikram ile yanlarına götürdüler. Hu-
28
zurda bana en yukarı bir yer gösterdilerse de ben tevazu ile
aşağıya bir yere oturdum:
‘Ben kusurlu bir kul olduğum için, beni bırak, bendeler
arasında oturayım!’ dedim.
Ben böyle deyince o muhterem zat:
‘Allâh Allâh bu nasıl sözdür?” diye bana iltifatta bulundu
ve şöyle dedi:
‘Eğer sen benim başım gözüm üzerinde oturursan, ben
senin nazını çekerim; çünkü sen nazı çekilecek bir zatsın.’
Hulâsa-ı kelâm oturdum. Öteden beriden konuştuk. Nihayet söz sırası bizim ahbapların işledikleri hataya geldi. Şöyle
dedim:
“Evvelce ihsanı, in’amı sebkeden veli nimet ne cürüm gördü ki, bendelerini nazarında hakir tutuyor? Kulun cürümünü
gördüğü halde, ekmeğini eskisi gibi vermek büyüklüğü Cenabı
Hakk’a mahsustur.”
Bu söz valinin çok hoşuna gitti ve dostlarının maaşları eskisi gibi verilmesi ve birkaç gün tatile uğramış ise, onun da
ilave edilmesini emirle maişetleri esbabını temin buyurdu.
O zatın lütfüne teşekkür ettim, lazım gelen hürmeti yaptım
ve böyle bir rahatsız etme cesaretimden dolayı özür dileyerek
huzurundan ayrılırken şu sözü söyledim:
“Kâbe hacetler kıblesi olduğu cihetle nice fersahlık yerlerden halk onu görmeye gelirler. Senin gibi büyük zatlar bizim
gibi fakirlerin tasdilerine tahammül etmelidirler; çünkü meyvesiz ağaca kimse taş atmaz!”
Kıssadan hisse:
“Kulun cürmünü gördüğü halde ekmeğini eskisi gibi verme
büyüklüğü Cenab-ı Hakka mahsustur.” sözü üzerinde çok düşünmek gerek.
Hatasız kul olmaz. Hataları ıslah edip günahkâr kulları,
toplumun iyi fertleri seviyesine getirmek ne güzel iştir. Cemi-
29
yet içersin bu gibi işlerle meşgul olanlar Allâh (cc.)’ın ve
O’nun Rasûlünün sevdiği ve övdüğü kişilerdir.
Rabbim, toplumda böylelerin sayısını arttırsın!
İKİ KÖTÜ YOL
Sadi-i Şirazi derki:
“Nizamiye Medreseleri’nde bir vazifem vardı. Gece gündüz ders verir, ders çalışırdım. Bir gün hocama:
“Falan dostum, beni kıskanıyor; ben ne vakit bir hadisin
manasını tam olarak açıklarsam, onun içi karmaşık oluyor”
dedim.
Hocam bana kızdı ve şöyle cevap verdi: “Kıskançlık kötü
bir şeydir, doğru; fakat bana söyler misin, başkalarının arkasından konuşup gıybet (dedi kodu) etmenin iyi bir şey olduğunu sana kim söyledi; eğer kıskançlık cihetinden o cehennem
yolunu tuttu ise, se de gıybet yüzünden ona yetişeceksin” dedi.
Kıssadan hisse:
Her hangi bir kişinin arkasından onu zedelemek için konuşmak gıybettir, ölü eti yemek gibi tiksindidiridir; ancak haber
vermek zaruri ise bir olayı anlatmak, şahitlik etmek veya yüzünden utanma perdesini atan insanlardan masum bir insanın
zarar görmemesi için kötü insanların halinden haber vermek
sakıncalı değildir.
Ameller niyete göredir. Peygamberimiz (sav)’ın şu hadisi
şerifini hiç unutmayalım:
“Sana yapılmasını istemediğin bir işi sen de başkalarına
yapma!”
Hakiki bir Mü’mini yaptığı yanlış iş, kalbini rahatsız eder.
Müslümanlar, yaptığı işi, Kur’an ve Sünnet prensiplerine
uyarak yapar.
30
HASET İNSAN İLE ŞEYTAN’IN ARKADAŞLIĞI
Şeytan ile haset bir insan arkadaş olmuşlar. Dostlukları
devam ederken haset kişi, şeytan arkadaşına, komşusuna ait
sütünü yeyip içtiği sağmal bir ineğini yaylımdaki sarp bir
yerden aşağı atacağını söyler. Şeytan derki:
“Arkadaş! Bu komşunun çocukları var. O çocuklar bu
ineğin sütü ile besleniyorlar. Bu ineğin ölümü onları çok mağdur eder bunu yapma sen.” der. Adam şu cevabı verir:
“Zaten benim amacım onları mağdur etmek, yoksulluğa
sürüklemektir. Bu işi mutlaka ben yapacağım, sen de bana yardımcı olacaksın, yoksa arkadaşlığımız sona erer” der. Şeytan:
“Ben şeytanım; ama senin kadar merhametsiz değilim!
Gel arkadaşlığımız burada bitsin.” diyerek ayrılır.
Kıssadan hisse:
Şeytan, kur’an’ı Kerim’de itaatsizliği yüzünden huzurdan
kovulmuş manevi bir varlıktır. İnsanlara kötülük yaptırmak
için durmadan vesvese verir.
Gerçek bir Mü’min euzü besmele çekince o kaçar; fakat
asıl iş, zamanımızda şeytan’ın görevini üzerine almış, insanları
elinden tutup yanlış yerlere götüren adamların şerrinden kendimizi korumak olmalıdır. Bizi yanlış yollara götürecek olan
insanlardan uzak duralım.
Dost odur ki dar gününde yar ola;
İyi arkadaş, seni kötülükten alıkoya. (Abdi Hoca)
YUSUFÇUK ANASINI ATTI
Yusufçuk ismi ile anılan bir şahıs, ihtiyar annesini yanında
bulunduruyor, evlatlık vazifesini gereği gibi yaparken, hanımı
bu hizmeti kıskanır; eğer anneni şu kayadan aşağıya atıp
31
ciğerini bana getirmezsen senden ayrılırım böylece evliliğimiz
sona erer der.
Zavallı Yusuf bu işi hiç yapmak istemez; ama asi hanımın
da dediğinden çıkamaz. Annesini alır gezdirmek bahanesiyle
Antalya İli Gazipaşa İlçesi Ükçonak Köyü Kara Dibi Yaylası
yakınında bulunan takriben 80-100 metre yükseklikte bulunan
‘Yusufçuk anasını attı’ ismi ile maruf kayanını başına çıkarıp
aşağıya atar. Annesinin ciğerini çıkarıp eline alarak hanımının
yanına götürürken yolda ayağı kayar. Efsanevi duyduklarımıza
göre Yusufçuk’un elindeki anne ciğeri: “Allâh yavrum” diye
seslenir.
Bu duruma çok üzülüp yaptığından pişman olan yusufçuk,
evine gelir ve hanımını öldürür.
Kıssadan hisse:
Günümüzde gelin-kayna arasını bozucu birçok türküler
dahi bestelenmiş halkımız tarafından basın-yayın organlarında
izlenip kahkaha ile seyredildiği bilinen şeydir.
Sağlam aile düzenimizi bozmaya çalışan dâhili ve harici
düşmanlarımızı iyi seçmeliyiz. Aile düzeni bozulan milletlerin
devlet düzenleri de bozulur. Devletimiz ve ailemiz sağlam olduğu müddetçe sağlam yapımız asla bozulmayacaktır.
Dünyanın merkezinde bulunan Müslüman Türk milleti,
kışkırtıcıların yıkıcı oyunlarına asla gelmemelidir.
Rabbim devlet millet ve aile kavramını bizlerin şuurundan
eksik etmeyip İslâm inancıyla zenginleştirsin.
KAYBOLAN ÇOCUK
Sadi-i Şirazî der ki:
“Bir kervan, bir konak yerine kondu. O kervandakilerden
bir adamcağızın çocuğu kayıp oldu. Adamcağız, gecenin karanlığı içinde, kervan ahalisi arasında dönüp duruyordu. Her
32
çadıra gidiyor, herkesten çocuğunu soruyordu. Nihayet çocuğunu gecenin karanlığına rağmen buldu.
Kervan halkından bir adam ona sordu: “Bu karanlıkta ve
bu karışıklıkta sen nasıl oldu da çocuğunu bulabildin?”
Adam ona şöyle cevap verdi: “Önüme kimin çocuğu çıktı
ise, evladımdır diye sarılıp baktımda öyle buldum.”
Kıssadan hisse:
Bir kimse, herkesi kendi gibi bilip, her çocuğu kendi evladı
gibi görürse, yardımı allâh’tan beklerse o kişi yolda kalmaz.
İstediği hedefe bu yolculukta varamasa bile, Allâh’ü teâlâ
hazretleri o adama iyi niyetinden dolayı mükâfat verir. Onun
için samimi Allâh yolcuları endişesizce yollarına devam etsin!
Bir gül için birçok dikene katlansın! “Gülü seven, dikenine
katlanır” sözünü unutmasın! Allâh’ın ayakta tutuğunu, kimsenin yıkılmayacağını hatırdan çıkarmasın!
“Takdiri ilâhi pazu kuvveti ile dönmez.
Bir ışık ki, Allah yaka üflemekle sönmez.”
ADİL SULTAN
Bostan ve gülistan’dan:
Adil bir sultan vardı. İki yüzü de ince astardan bir kaftan
giyerdi. Birisi ona dedi ki: “Ey bahtiyar sultan! Kendinize Çin
kumaşından bir kaftan diktirseniz ya?”
Sultan o adama şöyle cevap verdi: “Elbise insan vücudunu
örtmek, onu rahat ettirmek içindir. Bu kaftan da o işi görüyor.
Bundan fazlası süs olur.
Ben halkımdan vergiyi, tahtımı tacımı süslemek için mi
topluyorum? Eğer, kadınlar gibi, ipekli kumaştan süslü elbiseler yaptırsam, söylesene bana, ülkemi erkek gibi koruyabilir
miyim?
33
Doğrusunu söylemek gerekirse, benimde içimde türlü hırslar, bitmez hevesler vardır. Gönlümden nice arzular gelip geçmektedir; fakat şunu hiçbir zaman unutmayalım ki, hazine
benim için değil, halkım içindir. Halkı korumak içindir.
Bir düşman gelip, halktan birinin eşeğini alıp götürse, o
halkın sultanı bir daha vergi toplamak hakkını kendinde bulabilir mi?
Düşman eşeği, sultan da vergi diye parasını alırsa, o sultanın tahtı, tacı, saltanatı nasıl yükselir?
Bak! Halk ağaç gibidir. Bakarsan meyvesini alırsın. Zalimlik edip kökünü çıkarırsan, kendine zarar vermiş olursun. Kendine zarar veren kişi ise bilirsin ahmaktır!
Hâkimiyeti altında bulunanları incitmeyen, gençliginden ve
talihinden çok fayda görür. Zulüm gören halkın inleyerek ettiği
bedduadan kokmak gerek.
Bir ili, bir memleketi yumuşaklıkla almak mümkün ise,
kimsenin burnunu kanatmamaya çalışmalı.
Yiğitlik hakkı için diyorum: Yeryüzünün baştanbaşa saltanatı, yere damlayan bir damla ‘Masum kanına’ değmez.”
Kıssadan hisse:
Bu adil sultan’ın sözünü, bütün idareciler okumalı. Zamanımızda geçici saltanatı için halkının kanını dökenler kendisine
nasıl bir devlet büyüğüyüm diye sormalı, bu asil milletin idarecileri bulunduğu her kademede üzerine düşen görevi yukarıdaki sözlerden ibret alarak üslendiği vazifenin icaplarını yerine getirmelidir.
CEMŞİT’İN ÇEŞMESİ
Sadi-i Şirazi der ki:
“İşittim ki, güzel huylu Cemşit, bir çeşme yaptırıp üstüne
şunları yazmış: “Bizim gibi nice kimseler, bu çeşme başlarına
34
oturmuş, dinlenmiş; sonra da gözlerini kapayarak çekip gitmişler.
Mertlik ve kuvvet ile dünyayı tutanlar oldu; fakat zapt
ettikleri yerleri, peşleri sıra mezara götüremediler.
Süleyman Peygamberin tahtı, sabah akşam rüzgârları ile
uçmaz mıydı? Şimdi bak! O taht bile rüzgâr gibi uçup gitmiştir. Asıl bahtiyar insan, ilim ve adalet ile şöhret bulandır. Her
gelen gider. Giderken de, ne ektiyse onu biçer de gider. İnsana
iyi ya da kötü ad’dan başkası takılmaz.
Düşmana galip geldiği zaman onun canına kıyma!
Mağlubiyetin acısı ona ceza olarak yeter! Onun, senin etrafında minnetle pervaneler gibi dönmesi, eteğini kana bulamadan daha iyidir.”
Kıssadan hisse:
Cemşit güzel söylemiş, iyi huy budur;
Ne iş işlersen işle, götüreceğin işte odur.
(Abdi hoca)
TEZEKÇİ ADAM
Tezek: Anadolu da hayvan pisliği, saman ile karıştırılarak
kalıplarla dökülmüş hale getirilip kurutulduktan sonra odun
yerine kullanılıp yakılan bir yakacak çeşididir.
Adamın birisi ömrünü tezek yapmakla geçirmiş, nefis kokulardan mahrum kalmış, sadece tezek kokusunu biliyor. Bu adam bir gün şehre iner, koku satılan sokaktan geçerken ömründe hiç kokusunu almadığı nefis kokular hisseder, bundan
dolayı bayılır. Adamı bir türlü ayıltamazlar.
Tezekçi Adamı tanıyan bir kişi; hele siz durun, ben onu
ayıltırım der, hemen bir hayvan pisliği getirip burnuna koklatınca, adam ayılır.
35
Çevresinde duranlar adama: “Sana ne oldu, niçin bayıldın?
diye sorarlar.
Adamcağız şöyle konuşur: “Ben, ömrümde böylesine güzel
koku koklamamıştım. Bu nefis kokular beni çarptı ve bayılttı.”
Kıssadan hisse:
İnsanoğlu içinde uzun süre yaşadığı bir ortamda bulunduğu zaman, o hayat tarzı insanı istemese de kendine alıştırır. Bu
durum yavaş yavaş gelişme gösterip gerçekleştiği için insan
tedricen bu hale farkına varmadan uyar.
İnsan, içinde yaşadığı kişilere son derece dikkat etmelidir.
İyi insanlarla yaşarsa iyi, kötü insanlarla yaşarsa da kötü adam
olur. Özellikle genç yaşlarda huy edinme daha çabuk oluşur.
Peygamberimiz (A.s.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurur:
“Mü’min koku satan bir kimse gibidir. Onunla yürüsen de, otursan da, güzel koku verir.” (seni faydalandırır.) İnsan, iyi adamlarla yaşayıp güzel ahlâk edinmelidir.
HZ. ÖMER ve NÛŞİREVANIN ADALETİ
Hz. Ömer ve Hz. Muaviye İslâmiyet’ten önce İran’a at ticareti için gitmişler. Kisra’nın kayın pederi Hz. Ömer ve Muaviye’den bir at alır; ama atın parasını vermez: “Hem ülkemde
para kazanıp bir de benden paramı istiyorsunuz? Ben, Nuşirevan’ın kayın pederiyim” der.
Ömer ve Muaviye bir aracı bulup tercüman olarak Nûşirevan’a giderler; ama tercüman, Nûşirevan’a: bunlar Arap dilencilerdir, senden para yardımı istiyorlar” diyerek gerçeği
gizler, atı alan adamı yalan söyleyerek korur, Nûşirevan da
ancak dilencilere verilecek kadar bir miktar para verir.
Hz. Ömer ve Muaviye bu konuyu yattıkları han sahibine
anlatırlar. Han sahibi: “Nuşirevan adil bir hükümdardır, Ona
36
konuyu anlatırsanız paranızı alıverir” der, başka bir tercüman
ile adamları Nuşirevan’a gönderir.
Hz. Ömer ve arkadaşı, Nûşirevan’a gidip konuyu tercüman
aracılığı ile anlatırlar. Nuşirevan: “Biz gelenek olarak gelen
misafirleri uğurlarken kapılardan ayrı ayrı göndeririz, sabahleyin biriniz şu, diğeriniz şu kapıdan dışarı çıkınız” der, at
sahiplerine paralarını verir.
Nihayet sabahleyin her biri ayrı kapıdan çıkarken biri Nûşirevan’ın kayın pederinin, diğeri de yalan söyleyen tercümanın asılanarak idam edildiklerini görüp birbirlerine gördüklerini anlatırlar. Ülkelerine dönerler.
Bir müddet sonra Hz. Ömer halife, Muaviye de Şam Valiliği görevlisi iken, Hz. Muaviye Bir Yahudi’nin toprağını gönülsüz istimlâk ederek arsa üzerine cami yapar; fakat Hz.
Ömer’in adaletini duyan Yahudi Medine’ye gelerek Muaviye’yi şikâyet etmek için Hz. Ömer’i ararken Onu bir hurma
ağacının dibinde bulur. Ömer’in üzerinde yamalı bir elbise ile
yattığını görünce, O’nun halife olduğuna inanmaz ve şikâyet
etmekten vaz geçip döner. Hz. Ömer Yahûdi’ye: “Niçin geldin
işini söylemeden dönüyorsun? deyince, Yahûdi lüks giyim ve
yaşam içinde yüzen Muaviye’ye sen ne yapacaksın? Ben
şikâyetten vazgeçtim deyip derdini söylemeden döndüğü zaman, Hz. Ömer: “Şikâyetini söyle; yoksa seni cezalandırırım
der. Yahûdi de derdini anlatır.
Hz. Ömer yanında bulunan bir kürek kemiği üzerine Muaviye’ye hitaben: “Ben Nûşirevan’dan da adilim” diye yazıp
bunu Muaviye’ye ver demişse de Yahûdi bu yazıdan hiçbir şey
anlamadan Şam’a gelip yazıyı Hz. Muaviye’ye verdiği zaman,
Muaviye korkusundan titreyerek: “Aman dostum! Arazi senin
olsun, sen bu şikâyetten vazgeç diye yalvarmaya başlar.
Yahûdi, bu mektupta neyi anlattığını Hz. Ömer’den neden
korktuğunu sorar.
37
Muaviye, İran Şahı Kisra’nın olayını anlatır. Sen beni af
etmezsen Ömer beni öldürür der ve Yahudi’nin tarlasını geri
verir.
Arazisini geri alan Yahûdi, bu adaletli tutum karşısında
Müslüman olur.
Kıssadan hisse:
İdareciler, adil ve dürüst olup haksızlık yapmazlarsa, idare
edilenler yanlış yapamazlar.
Yöneticiler, ne kadar iyi görev yaparlarsa görevliler de üzerlerine düşen vazifeyi o nispette iyi yaparlar.
Balık baştan kokmazsa balığın gövdesi de bozulmaz.
İYİ OLMAK
Aleyhinde yalancı şahitlikte bulunulan bir şahıs iyi niyetli
bir insana durumunu arz eder: “Falanca kişi benim aleyhimde
şahitlikte bulundu ne yapayım” der.
Allâh dostu iyi kişi: “Sen iyilik yap onu utandır!” cevabını
verir.
Kıssadan hisse:
Sen iyi harekette bulunursan kötü kimseler aleyhinde söyleyecek söz bulamazlar.
Kopuzun düzeni doğru ise, mutrıp akort yapmak için onun
kulağını büker mi?
İyi at, hiç kendine üzengi vurdurur mu?
İyi insanın arkasında hiç kötü konuşulur mu?
Birileri konuşsa bile kendileri dahi o söze inanmazlar, konuştukları kötü sözden rahatsız olurlar.
İyileri Allâh sever;
Melekler sever;
Peygamberimiz (sav) sever;
Bütün insanlar da sever.
38
SÖZ TAŞIMANIN KÖTÜLÜĞÜ
Gönlü saf temiz bir Allâh dostuna birisi: “Haberin var mı?
Filan kişi senin arkandan neler söylüyor?” dedi.
Allâh dostu:
“Aman kardeşim sus söyleme, düşmanın ne dediğini bilmemek daha iyidir.” diye cevap verdi.
Düşmanın sözünü alıp dosta getirenler, düşmandan daha
tehlikeli insanlardır. Düşmanın sözünü, ancak düşmana yar
olan kimseler alır dosta götürür. Adam:
“Ey gammaz! (Kovcu) Düşman gelip bana söylesin! Sen
söz taşıma” diye kovcuyu azarlar. (Hayati tehlike arzeden,
umuma ve devlete zarar verecek olaylar bundan müstesnadır.)
Kıssadan hisse:
Söz taşıyıp insanların arasını açanlar, toplum düzenini bozan birlik ve dirliği zedeleyen kişilerdir. Böyle birisi size söz
getirirse, O’na yanlış yaptığını hatırlatmak ve o kötü işten men
etmek iyi olur; ancak verilen haberde hayati bir önem sağlayacak, fertlerin, ailelerin ve devletin zararına yapılacak bir işi
haber verip tedbir alınmasında fayda varsa söz taşımada mahzur olmaz; fakat insanlar arasında arabozuculuk çıkarmadan
yapılmalıdır.
Özellikle devlet malına ve işleyen adil devlet düzenine yapılacak zararları telafi edecek haberleri vermek her vatandaşın
görevi olmalıdır.
Unutmayalım ki, devletini kayıp eden, her şeyini kayıp
eder.
Aile düzenini kayıp eden, huzurdan mahrum olur.
İnanç ve güvenini kayıp eden, kendini kayıp eder.
39
KURNAZ PEHLİVAN’IN OYUNU
Pehlivanlıkta 360 tane ağır oyun bilen bir pehlivan rakiplerini en seri bir şekilde yere vurur, Onun karşısına çıkabilen
bir pehlivan yoktu. Yetiştirdiği birçok pehlivanlar içinde birini
çok sevmiş, Ona bildiği 359 ağır oyununu öğretip bir tane oyununu gizler.
Sevdiği o pehlivan: “Usta onu da öğretsene” dediği zaman:
“Peki peki” diyerek atlatıp o oyunu öğretmedi.
Vefasız genç pehlivan ustasını yenmek için Ona güreşme
teklifinde bulunur. Usta, bu saygısız gencin teklifini kabul edip
güreş başlar. Yeni pehlivan gençliğine güvenip ustası ile güreşir; ama usta onu, gizleyip öğretmediği oyunu ile hemen yere
vurur.
Kıssadan hisse:
Akıllı bir adam, böylesi vefasız insanların karşınına çıkabileceğini düşünerek kendinde bazı rakiplerini bertaraf edecek
gizli prensipleri saklı tutmalıdır.
Çok samimi dost da olsa, bir gün onun düşman olabileceğini unutmamalıdır. İnsan kötülüğü asla istememeli; ama karşısına kötü niyetli insanların çıkabileceğinin hesabını yapmalıdır.
Başarılı olmak için:
Hiçbir zaman kötülüğü isteme!
Kavgacı insanları en güzel bir şekilde def etmenin yollarını
ara!
Gücünü göster; ama mecbur kalmadıkça asla kullanma!
Kudretini gösterirken olduğundan fazla da görünme!
Hakkını korumak için asla yılma!
Hakk’tan ayrılma! Mutlaka galip olursun.
40
BİLGİN VE ÇOBANIN KARŞILAŞMASI
Padişah’a sık sık karşı gelen bir bilgin hapse atılır. Padişah,
âlimi hangi tür eziyet veren cezaya uğratmışsa da bilgini mutlu
görür ve hıncını alamaz. En sonunda bilgini vahşi bir çobanın
hücresine atar.
Bilgin adam, çobana öğüt vermeye başlar. Çoban bilgini
dinledikçe ağlarda ağlar. Bilgin, çobanı ıslah ettim diye sevinir
ve nasihati çoğaltır. Nihayet bilgin, sözlerinden nasıl etkilenip
niçin ağladığını sorar. Çoban:
“Ben senin söylediğin sözlerinden hiçbir şey anlamadım;
fakat benim ağlayışım keçilerimin içinde iyi bir tekem vardı.
Davarların içinde yatar, geviş getirirken aynen senin sakal gibi
sakalı sallanırdı. Hatırıma o geldi Ona ağdım” deyince, Bilgin:
“Padişaha söyleyin, beni bu adamın yanından ayırsın da
nereye atarsa atsın” der.
Kıssadan hisse:
Peygamberimiz (sav): “Herkese anlayacağı bil dille konuşun” buyurur.
Faydası olmayacak veya senin sözünü dinlemeyecek insanların yanında susmak, konuşmaktan daha iyidir.
“Bilgisiz, anlayışsız insanların yanında kitap gibi sus!” (Kitapta bilgi çok; ama konuşmaz.)
FERASETLİ VEZİR
Padişahlardan biri, sinsice Hıristiyanlık propagandası yapan vezirlerini ayırt edebilmek için ferasetli bir âlime akıl danışır. Âlim: “Beni baş vezir tayin edersen ben bu işi çözerim”
der. Padişah, güvendiği bu âlimi baş vezir tayin eder.
Baş vezir ferasetli bir Müslüman’dır; ama boynuna bir altın
haç takar, göreve başladığı zaman, vezirleri toplantıya çağırır.
41
Hıristiyan vezirler, yeni baş vezirin boynundaki haç’ı görünce yüzlerinde tebessümler görülürken, Müslüman vezirler
de yüzleri asık bir şekilde memnun olmadıklarını belirtir.
Baş vezir, sevinçli olan Hıristiyanları bir tarafa, üzüntülü
olan Müslümanları da bir tarafa ayırıp, padişaha durumu izah
eder. Böylece kimin ne olduğu ortaya çıkar.
Kıssadan hisse:
Müslüman, ferasetli olmalıdır. Münafıkların kol gezdiği bir
zamanda, kimim ne olduğunu almanın yollarını bilmelidir.
Her türlü pisliği işleyip ben, daha iyi Müslüman’ım diyen
İslâm düşmanlarının sinsi oyunlarına gelmemelidir.
Hz. Ali için Peygamberimiz (sav): “Ali bendendir, bende
Ali’denim.
Ali’ye düşman olan bana düşman olur” buyurmuştur.
Asrısaadette ve Hz. Ali’nin yaşamı süresince münafıklar ile
Müslümanları ayırt etmek için, insanların Hz. Ali’ye olan sevgisine bakarlardı. Böylece Müslüman ile münafık ayırt edilirdi.
Unutmayın! Faal ve samimi Müslüman’ı, münafıklar sevmezler.
Peygamberimiz (sav) buyurur ki:
Münafık’ın alameti üçtür.
1- Konuştuğu zaman yalan söyler;
2- Vaat edince sözünde durmaz;
3- Üzerine aldığı emaneti yerine getirmez hıyanet eder.
YALNIZ DERVİŞ VE PADİŞAH
Bostan ve gülistandan:
Tek başına yaşayan bir derviş, bir sahra köşesinde oturmuştu. Tesadüfen padişah oraya uğradı.
Derviş dünyadan el etek çekmiş bir durumda olduğu için
başını kaldırıp padişaha göz ucuyla bile bakmadı.
42
Padişah saltanat taşkınlığı ile kızdı ve:
“Bu hırka giyen insanlar hayvan gibidirler, kabiliyet ve
insanlık onlarda yoktur!” dedi.
Padişah vezirin yanına gelip:
“Derviş bana bak! Yeryüzünün padişahı senin önünden
geçti. Niçin hürmet etmedin, niçin edep şartını yerine getirmedin?” dedi.
Derviş şöyle cevap verdi:
“Padişaha söyle ki; hizmeti, hürmeti kendinden para, pul
isteyen kimseden beklesin. Bir de şunu söyle; padişahlar ahalinin muhafazası için o mevkiye gelirler, yoksa ahali, padişaha
tapınmak için yaratılmış değildir.
Her ne kadar devlet, saltanat sayesinde mal, mülk, para padişahların elinde ise de, onlar fakirlerin bekçileridir.
Koyun, çoban için değildir. Bilakis çoban, koyunlara hizmet ve onları korumak içindir.
Bugün biri muradına ermiş, diğer birini de kendi kendine
didinir, gönlü yaralı görürsün. Biraz sabret! Görürsün ki o
hayal peşinde koşan kimsenin beynini toprak yiyecektir. Ölüm
gelince şahlık, bendelik farkı kayıp olur.
Birisi bir ölünün mezarını açacak olsa, kemiğinden onun
zengin mi fakir mi olduğunu ayırt edemez.”
Dervişin bu sözlerini yerinde ve uygun gören padişah:
“Dile benden ne dilersen!” dedi. Derviş:
“Senden onu isterim ki, bir daha buraya gelip beni rahatsız
etme!” dedi. Padişah dervişe: “Bana nasihat et!” dedi.
Derviş:
“Bugün elinde nimetin varken fırsat bil; çünkü bu devlet,
bu mülk yarın elinden gider” dedi.
Kıssadan hisse:
43
Elindeki yetki cihan hâkimiyeti de olsa bir gün yok olacağını asla unutma! Peygamber Sultan Süleyman (a.s.)’na kalmayan dünya sana kalmayacaktır.
Ey insan! Şu geçici dünyada kalıcı işler yap, fırsat elinde
iken topluma yararlı eserler bırak!
Kâmil odur ki yerinde bıraka eser;
Eseri olmayanın yerinde yeller eser. (Sadi-i Şirazî)
ALLAH KORKUSU
Vezirlerden birisi Zünnûn-ı Mısrî hazretleri ile görüştü:
“Bana himmet buyur, gece gündüz padişahın işi ile meşgulüm. İyiliğini umuyorum; fakat darılıp beni cezalandırmasından korkuyorum.” dedi. Zünnun ağladı ve:
“Eğer ben senin padişahtan korktuğun gibi Allah’tan korksaydım, sadıklar zümresinden olurdum.” dedi.
Kıssadan hisse:
Korkulacak tek varlık Allah’tır. “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek kimse yoktur. Eğer sizi salıverirse (Yardım etmezse) ondan sonra size kim yardım eder?
Mü’minler, ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.”11
Bu ayet-i Kerimede mana açıktır. Gerçek bir Müslüman,
yardımı ancak Allâh’tan bekler. Peygamberimiz (sav) bütün
başarılarını Allah’a bağlar. Hiçbir zaman ben şu işi yaptım dememiş, bu işi Allah yaptı buyurmuşlardır.
Allah (c.c) bir işin yapılmasını isterse, o işi yapacak kimseye yön verir ve o iş olur.
Sağlam bir Müslüman’ın gideceği yol, Kur’an yolu, Sünnet
yolu ve sahabenin izlediği yollardır.
Ne mutlu bu yolu takip edenlere!
11
Âli İmran Suresi, Âyet: 160.
44
ZALİMİN ZULMÜ KENDİNEDİR
Bir hükümdar suçsuz bir kimsenin katli için emir verdi.
Adamcağız şöyle dedi:
“Padişahım bana karşı vuku bulan bir öfke ile kendine zulmetme!” Padişah: “Nasıl olur? dedi.
Adam cevap verdi:
Şu ölüm işi benim için bir nefes içinde olup biter; fakat
bunun günahı senin boynunda ebediyen asılı kalır!”
Padişah, bu söz karşısında adamı af etti.
Kıssadan hisse:
Bu hayat, şu dünyada bir rüzgâr gibi gelir geçer. Acılar,
tatlılar, güzellik, çirkinlik hepsi gelir geçer. Zalim sanır ki yaptığı kötülük kendine zevk verir; hâlbuki mazlum, o acıyı unutur; fakat zalimin yaptığı kötülük bir kara leke olarak onun
üzerinde kalır. İnsan, günahından tevbe etse bile, o günahın izi
silinmez. Demişler ki:
Kötülüğü her kişi, iyiliği er kişi yapar.
İnsan, her kişi değil, er kişi olmalıdır.
MERTLİK NASILDIR
Harun-u Reşid’in oğullarından birisi pek öfkeli olarak babasının huzuruna geldi:
“Filan çavuşun oğlu anneme sövdü!” dedi.
Harun, devlet erkânına sordu:
“Ona ne ceza vermek lazımdır?”
Erkândan birisi: “Onu katletmek lazımdır!”
Öteki: “Dilini kesmek lazımdır!”
Başka birisi de: “Malı müsadere ve kendisini sürgüne göndermek lazım!” dediler.
45
Bu sözleri dinledikten sonra Harun-u Reşit şöyle dedi:
“Çocuğum! Onu af etmek daha kerimane bir hareket olur;
eğer af etmezsen sen de onun anasına söv; ama o nasıl söyledi
ise, sen de öyle söyle, sakın fazla söyleme; çünkü o zaman
intikam haddini geçmiş senin tarafından zulüm yapılmış olur.
Kükremiş bir fil ile cenk etmek, akıllı insanlara göre mertlik
değildir. Asıl mert odur ki, öfkelendiği zaman bile haktan ayrılmaz. Birisine, kötü huylu bir kimse sövdü; ama o insan:
“Hay Allâh senin iyiliğini versin” dedikten sonra, ben senin
dediğinden daha kötü bir insanım; çünkü sen, benim ayıbımı
benim kadar bilmezsin.” dedi.
Kıssadan hisse:
Kötülükler karşısında iyi davranmak daima insanı ağır başlı kılar huzur verir; ama umumi menfaatler için hoşgörülü
olmak iyi değildir; çünkü Peygamberimiz (sav) dine, vatana,
millete devlete yapılan hataları af etmemiş, kendine yapılan
kötülükleri af etmiştir.
BOYA VE BOYACI
Türkiyeli bir vatandaşımız hacca gider. Kâbe yakınında oturan görünüşü ile güzellikten aciz bir zenciyi görünce, onu
alay eden küçümseyen bir bakışla ona sataşır.
Zenci, üzüntülü bir tebessümle Türk hacıya bakarak:
“Suç boyada mı yoksa boyacı da mı? Boya Allâh’ın, boyacı da Allah’tır” der.
Meğer adam büyük bir âlimmiş. Türk hacı haddini bilir ve
O’ndan özür dileyip hatasının affını diler.
Kıssadan hisse:
Yüce dinimiz insanları, ırkları, renkleri, güzel ve çirkinlikleri ile değil, inanç ve amelleri ile değerlendirir.
46
İnsanların en üstününün Allah’a en yakın O’ndan en çok
korkanı olduğunu yüce Kuran’ında bahseder.
“Şüphesiz sizin Allâh nezdinde en şerefliniz takvaca en
ilerde olanınızdır.” 12
Peygamberimiz (sav) bir gün Mescid-i Nebevi etrafında sahabeleri ile otururken Sahabiler, dişleri dışarı çıkık, görünüşü
hoş olmayan bir kişiye bakarak gülüşürler.
Peygamberimiz (sav): “O adama gülmeyin! O, dünyayı ayakta tutan yedi kişiden biridir.” buyurur.
İnsanları değerli tutan din ve ahlak güzelliğidir, topluma
faydalı olmasıdır.
Fiziki güzellikler geçici, din ve allak güzelliği ebedidir.
YAPTIĞIN İYİLİK SENİ MUTLAKA BULUR
Deniz yolculuğuna çıkan bir adam arka tarafta bir sandalın
battığını görür. Adamlar boğulmak üzereyken büyüklerden birisi gemiciye: “Şu iki adamı kurtar, her birisi için sana elli altın
vereyim” der.
Gemici suya dalıp iki kişiden birini kurtarır. Öteki de helak
olur. Adam gemiciye: “Niçin ötekini önce kurtarmadın?” deyince, Gemici:
“Sözün doğru; ama benim gönlüm önce bana iyilik yapan
adamı kurtarmak istedi. Ben bir zaman çölde kaldım, kurtardığım bu adam beni devesine bindirdi, ölen adam da beni kamçı ile dövdü. Onun için önce bana iyilik yapanı kurtarmak istedim” der.
Kıssadan hisse:
Atalar demiş ki: “İyiliği yap at denize, balık bilmezse Halık
(yaratıcı) bilir.”
12
Hucurat Suresi 13. ayet.
47
Yaptığın iyiliğin karşılığını dünyada görmesen bile Allâh o
iyiliği zayi etmez. Karşılığını sana mutlaka ahirette verir. Peygamberimiz (sav) buyurur ki:
“İyilik kayıp olmaz, kötülük de unutulmaz. Ne işlersen işle
ettiğini bulursun.”
Adam olan anlar güzel sözleri;
Sen, ara da bul sağlam özleri! (Abdi Hoca)
İKİ KARDEŞ
Bostan ve Gülistan’dan:
Zamanın birinde iki kardeş vardı ki, birisi padişah hizmetinde zengin olmuştu, öteki elinin ekmeği ile geçinen bir fakirdi. Bir gün zengin olan fakire:
“Niçin padişah hizmetine girip zengin olmayıp fakir ve
yoksul geziyorsun?” dedi. Fakir, zengine cevap verdi:
“Sen niçin iş tutmadan padişah emrinde dalkavukluk yaparak bir iş yapmadan zillet altında bulunuyorsun?” dedi.
Kıssadan hisse:
Akıl sahipleri demişler ki:
“Kendi ekmeğini yiyip oturmak, altın kemer bağlayıp hizmet için bir mahlûkun karşısında ayakta durmaktan daha iyidir.
Kızgın demiri el ile yoğurup hamur etmek, beyler önünde el
bağlamaktan daha iyidir.”
Kıymetli ömür, ne yeyip ne içeyim, nasıl giyineyim düşüncesi ile değil, nasıl toplumuma hizmet edeyim büyük bir devlet
ve milletin ferdi olayım, hür yaşayayım hür düşüneyim aşkı ile
geçmelidir.
Padişah da, zengin de, fakir de bir kefen ile ahirete göçüyor; eğer o da nasip olursa.
Hür yaşamak zevkini tatmalıdır bir insan;
48
Daim doğruyu söyler gerçek olan hak lisan. (Abdi Hoca)
İYİLERİ KAYIP ETMEMELİ
Bostan ve Gülistan’dan:
İskender-i Rumi’ye: “Mağrip diyarını nasıl fethettin? Hâlbuki senden evvelki padişahların hazineleri, malları, ömürleri,
askerleri seninkinden daha çoktu. Böyle iken onlar bu kadar
fethi yapamadılar.” Sözüne İskender şöyle cevap vermiş:
“Cenabı Hakk’ın yardımıyla her fethettiğim memleketin
sevdiği büyüklerini ve geçmiş padişahların adlarını iyilikten
başka bir şeyle anmadım.”
Kıssadan hisse:
Halkın sevdiği büyükleri, kötülükle anmak insanı küçültür
ve halkın itimadını sarsar. Sevilen insanlara saygı göstermek
gerekir. Halkın sevdiği büyükleri horlamak ve toplumun temel
inanç değerleriyle alay etmek hiç de hoş değildir. Maddi değerler çabuk değişebilir; ama manevi değerleri değiştirmeye kalkmak bunu yapanı çok zedeler. (Hainlerin hıyaneti anlatılabilir.)
İMAM-I BİRGİVİ’DEN
İmam-ı Birgivi Hazretleri Arapça sarf kitaplarından ‘Avamil’ isimli eserin müellifidir.
Bu büyük zatın güzel ve Saliha bir hanımı vardı. Birgivi’
nin yaşadığı dönemde aydın oğulları beyliği hüküm sürüyordu.
Bu beylik beylerinden biri, Birgivi Hazretlerinin hanımın
iyi, güzel bir kadın olduğunu söyler. Bunu işiten hanımın kalbinden böyle bir bey ile izdivacım olsaydı diye düşünürken, bu
hali Birgivi Hazretleri hissedince tuvalette kullandığı su tes-
49
tisini alıp tuvalete gider, testiyi eliyle kırıp hanımının yanına
ağlayarak, testim kırıldı diyerek gelir. Hanımı derki:
“Beyim! Sen dünya malına ehemmiyet vermezdin, ne diye
testinin kırıldığına üzülüyorsun, senin bu haline ben şaştım.”
Birgivi Hazretleri: “Hanım! Testi önemli değil; fakat bu su
testisi benim avret yerlerimi görüyordu. Şimdi ikinci bir su
testisinin avret yerlerimi göreceğinde utanıyorum, sıkılıyorum;
yoksa bir su testisi kırılmış ne ehemmiyeti var?” deyince, kadın kalben: “Ben nasıl yanlış bir düşünceye düştüm, şeytan
benim kalbime nasıl da kötü bir düşünce getirdi” der ve hemen
tevbe ederek Allâh’tan af diler:
Kıssadan hisse:
Bir Müslüman karşısındaki hata edip yanlış düşünen insanları kırıcı tavırlarla ıslah etmeye çalışacağına, O’nun anlayabileceği hal ve hareketlerle ve sözlerle yaptığı yanlışı hatırlatarak
karşısındakini, iyi yola getirmesi daha hoş olur.
Peygamberimiz (sav) bu tür terbiye usulünü bizzat yapmış
ve tavsiye etmiştir.
Kırma kalbi, fikrini, hoşça anlat insana;
Başarı bunda, yaparsan, ne mutlu sana. (Abdi Hoca)
MAYIS BÖCEĞİ
Adamın birisi yolda giderken mayıs böceğinin sığır pisliğini yuvarlayıp götürdüğünü görünce: “Allâh’ım bunu neye
yarattın, bunun neye faydası var?” diye asi konuşur.
Aynı adam bir müddet sonra hastalanır, doktora gider.
O zamanın doktoru iptidai bir tedavi şekli ile: “Mayıs böceğinin yuvarladığı pisliği bul, onu suda ez ve iç, iyileşirsin”
der. Adam, doktorun tavsiyesine uyar ve iyileşir.
Aynı adam bir zaman sonra deniz yolculuğuna çıkar. Denize açılınca, şiddetli bir fırtına çıkar ki, gemi batacak derecede
50
sallanır. İçindekiler hepsi birden Allâh’a yalvarıp dururken O,
evinde gayet rahat duran bir kişi gibi sessiz, sükûnet içinde
yolculuğuna devam eder; fakat adamın bu hali yolculardan birinin dikkatini çekerek: “Arkadaş! Bak batıyoruz bir de sen
Allâh’a yalvar, belki senin duanı Allâh kabul eder batıp helak
olmaktan kurtuluruz.” deyice Adam:
“Ben bir defa Allâh’ın işine karıştım. Mayıs böceğinin pisliğini bana yutturdu. Vallâhi bir daha O’nun işine karışmam,
ne yaparsa razıyım” der.
Kıssadan hisse:
İyi bir Müslüman’ın üzerine düşen her türlü tedbiri aldıktan
sonra elinin ermediği işlerde sabırlı olup işi Allâh’a bırakmalıdır.
Her işinde vardır hikmet, abes işi yapmaz Allâh;
Hidayet haktan olmazsa, ne yapsın bu aciz kullar.
Sen ki yürü Hakk yolunda seni yolda koymaz Allâh;
Hidayet verilmiş ise, yolda kalmaz iyi kullar.
(Abdi Hoca)
İMAM-I AZAM’IN TALEBELERİNE NASİHATI
Amelde mezhebimiz İmam-ı Azam talebelerini okuturken,
İmam-ı Ebû Yusuf bir gün dersini tam olarak yapmadan gelir.
İmam-ı Azam Ebû Yusuf’a der ki:
“Yusuf! Bu gün dersine niçin çalışmadan geldin?”
İmam-ı Ebû Yusuf:
“Hocam! Bu gece çok misafirim vardı, onun için dersime
hazırlanamadım.” der.
İmam-ı Azam şöyle der:
51
“Yusuf! Misafirlerin zengin ise onlara çok çok para iste. O
zaman senin yanına yine para isteyecek diye zengin kısım
gelmezler.
Eğer misafirlerin fakir ise onlara da borç para ver. Fakir
olup para verdiğinin kişiler de bizden alacağını ister diye gelmezler. Böylece misafirlerini azalt, dersine çalışıp öyle gel!
Cenaze işleriyle de zaruretin dışında çok yakın olmayanlarla
ilgilenmeyin ilimle meşgul olun” diye tavsiyede bulunur.
Kıssadan hisse:
Aklımıza İmam-ı Azam gibi büyük bir âlim, mezhep imamı nasıl olur da bu sözü söyler diye gelip düşünebiliriz.
Hâlbuki zaruri ilim tahsili farzı ayın, cenaze namazı ise farzı kifayedir. Farzı kifaye olan ibadetler bazı Müslümanların o
görevi yapmaları ile diğer Müslümanların üzerinden kalkar;
ama farzı ayın olan ibadetler ise bizzat mükellefin kendisinin
yapması gereklidir. Mesela: “Ey falan kişi! Benim orucumu
tutuver veya beş vakit namazımı kılıver.” diyemez.
İlim tahsili ile meşgul olanlar, özellikle akademisyen olmak isteyenler çok çalışmaları, boş vakit geçirmemeleri gerekir. Onun için toplumun boş laflarından uzak kalmak mecburiyetindedirler. Aksi halde iyi ilim tahsili yapılamaz.
İMAM-I AZAM’IN TALEBELERİNE NASİHATİ
İmam-ı Azam Hazretleri talebelerini yetiştirip çeşitli yerlere din öğretmeni olarak göndereceği zaman, onlara gittikleri
yerlerde kendilerini kabul ettirmek sözlerinin tesirli olmasını
sağlamak için onlara çok iyi nasihatler verir öyle gönderirdi.
Bu nasihatlerden bir tanesinde şöyle der:
“Evlatlarım! Siz gittiğiniz yerlerde Allâh’ın emirlerine uyup iyi insan olursanız herkes size ana-baba olur.
52
Eğer siz, Allâh’ın emirlerine uymazsanız, kötün insan olursanız, ananız- babanız bile size düşman olur.”
Kıssadan hisse:
İnsanlar, iyilik ve kötülüğü kendileri kazanır; eğer bir insan
Allâh yolunda yürür, Peygamberimiz (sav)’ın gösterdiği doğru
yolda devam ederse, kendisine yapılmasını istemediği kötülüğü başkalarına yapmaz, kendilerine yapılması gerekli iyiliği
başkalarından esirgemezse, bu tip insanlar herkes tarafından
sevilir.
Sevilen dürüst insanların sözleri toplumda çabucak kabul
eldir, savundukları fikir, davranış ve hareketler yerinde görülür.
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz;
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
Abdi der ki: önce sen, yaşayadur İslâmı;
Bu uğurda akıp durdu birçok şehidin kanı.
İMAM-I EBÛ YUSUF’UN HAMAM HİKÂYESİ
İmam-ı Ebû Yusuf, İmam-ı Azam Hazretlerinde okur iken
yıkanmak amacıyla hamama gider. Cebinde parası olmayan
Ebû Yusuf, hamamdan çıkarken parası olmayınca, hamamcıya: “Ben ilim talebesiyim, param da yok, bari size istifade edeceğiniz ilim vereyim demişse de bedbaht olan hamamcı: “Paran yoksa ayakkabını koy! Parayı getirince alırsın.” deyip Ebû
Yusuf’un ayakkabısını alıkoyar.
Bu olaya çok üzülen İmam-ı Ebû Yusuf, kendi kendine:
“Parasız bir hamama bile gidilmiyor, gel ben bir ticaret
yolu bulayım.” Diyerek medreseye dönmez.
53
Bunu duyan İmam-ı Azam, talebesi Yusuf’a elçi gönderip
mutlaka gelmesini söyler.
Ebû Yusuf gelince, İmam-ı azam ona bir adet mücevher
verip bu mücevheri şehirde herkese satılık etmesini ve verilen
fiyatı liste edip mücevheri satmadan getirmesini söyler.
İmam-ı Ebû Yusuf mücevheri alıp şehirde bulunan bütün
tüccarlara satılık ederek verilen fiyatı ve tüccarların isimlerini
karşısına yazar.
Nihayet liste ile birlikte İmam-ı Azam’ın yanına gelir, listeyi beraber incelerler. En yüksek fiyatı kuyumcu, en düşük
fiyatı samancının verdiğini görünce, İmam-ı Azam talebesi
Ebû Yusuf’a:
“Saman pazarında mücevher satılmaz. İlim azizdir sahibini
aziz eder. Hamamcı senin kıymetini bilmedi diye ilmi terk
etme, Medreseye dön!” der.
Ebû Yusuf, medrese ilmine devam edip zamanla bulunduğu ortamda söz sahibi bir ilim adamı olur.
Ebû Yusuf’un ayakkabısını alan hamamcının bir kızı olur
kendi kendine: “Bu kızıma pahası biçilmeyen bir çeyiz vereceğim diye ahitte bulunur. Bir garip talebenin ayakkabısını alacak kadar gaddar; ama ahdine de vefalı bir hamamcı.
Kızına çeyiz almaya çıkınca her çeyizin mutlaka bir bedeli
olduğunu görür pahası biçilmeyen çehizi bir türlü bulamaz.
İşin içinden çıkamayınca, bu duruma çare bulacak ilim adamı aramışsa da bulamaz. Bir adam: “Falan yerde bir âlim
var, bunu çözer” deyince yola koyulur. Bu âlim İmam-ı Ebû
Yusuf’tur. Hamamcı, İmam-ı Ebû Yusuf Hazretlerinin kapısında görülünce, Ebû Yusuf hamamcıyı tanır ve derdini dinler.
Ebû Yusuf kendini bildirmeden:
“Bu iş kolay; yalnız buradaki talebeler sadaka ile geçiniyor, madem zenginsin ben bu işi çözersem bu talebelere bir
miktar yardım eder misin? Dediği zaman, adam sevinir der ki:
54
“Sen bu soruma olumlu cevap ver, sana istediğin kadar
altın vereyim” İmam:
“Hayır! Ben istemem, al şu Kur’anı kızının çeyizine koy
bunun pahası biçilmez; fakat hibeni sen kendin takdir et”
deyice, hamamcı:
Kocaman bir kesede altın verir ve çok memnun olur.
İmam-ı Ebû Yusuf: “Beni tanıdın mı? Deye sorar. Hamamcı tanıyamadığını söyler. İmam-ı Ebû Yusuf:
“Ben falan tarihte hamam parası bulunmayıp ayakkabısını
aldığın talebe Yusuf; Sen benim ayakkabımı alıp o gaddarlığı
yaptın, Allâh’ta sana kendi gönlünce bu altınları talebelere verdirdi.” der. Birbirleri ile tanışıp hoşnutça ayrılırlar.
DÖRT ÇEŞİT TALEBE
İlim öğrenme konusunda dört çeşit talebe vardır:
Birincisi: bilir, bildiğinin farkındadır. Mükemmel talebedir.
İkincisi: Bilir, bilmem zanneder. Mütevazı talebedir.
Üçüncüsü: Bilmez, öğrenmek ister. Bu da iyidir.
Dördüncüsü: Bilmez, bilirim diye inat eder hem de kibirlidir. İşte bu gibilerle uğraşılmaz.
Kıssadan hisse:
Her konuda olduğu gibi, ilim sahibi olmak isteyen kişi kendi değerini ve haddini bilmelidir. Ben çok iyi bilirim diyenler
en cahil insanlardır. Hocasına saygı göstermeyen insanlar cahil
kalır.
Üç şeye saygı göstermeyen üç huzursuzluğa razı olur:
Hocaya saygısız olanlar cahilliğine razı olsun;
Doktora saygısızlık yapanlar, hastalığına razı olsun;
Ev halkı için sabırlı olmayanlar da huzursuzluğa razı olsun
demiş akıllılar.
55
Sabır öyle bir nimet ki, koruk onunla olur şeker;
Yerinde sabır etmeyenler, eşek gibi yükler çeker.
İlimde sabır edenler, ulaşır yüksek mertebeye;
Sabırdan mahrum şaşkınlar, çekilirler bir köşeye.
Biri yük çektirmek için, çekerler ona semeri;
Yük çekmek istemez isen, çok oku da geç ileri.
Abdi, sözün ağır oldu, kırdın bazı gönülleri;
Dostun sözü acı olur, ikaz et kurtar erleri.
UĞURSUZ EVLAT
Fakir bir adamın hanımı hamile kalınca, adam; eğer bir oğlum olursa nem var ise onu insanlara ikram edip yedireceğim
diye ahitte bulunur.
Takdiri ilâhi hanımı bir oğlan dünyaya getirir. Nezri gereği
nesi varsa insanlara yedirir, içirir her şeyini tasadduk eder.
Oğlan büyüyünce şarapçı, ahlaksız bir insan olur, birinin
kanını döküp dağlara kaçar. Oğlan yakalanmayınca, malını
oğlu için sarf eden baba zindana atılır çok eziyet görür.
Kıssadan hisse:
Ana ve babalar, dünyaya getirdiği evlatları için hayırlı olmasını dilemelidir. Öyle atalar vardır ki, ah şu evladım olmasaydı da bu acıları görmeseydim dediği vakidir. Müslüman, her
iş için önce Allâh’tan hayırlı olmasını dilemelidir. Dünyaya
gelen evlatlarının dine, vatana, millete yararlı olması için hayırlı dualar yapmalıdır.
56
MEZAR TAŞI İLE ÖĞÜNMEK
Bostan ve Gülistandan:
Bir zenginin oğlu, bir fakirin oğlu ile konuşma esnasında,
zengin çocuğu babasının mezarından bahisle: “Babamın mezarının taşı şöyledir, sandukası böyledir, üzerinde çok kıymetli
bir yazı vardır, senin babanı mezarı gibi iki taştan ibaret değildir.” gibi övücü sözlerle büyüklük taslıyordu.
Mütevazı fakir çocuğu onun sözlerini dinledikten sonra:
“Sus be! Senin baban zenginliğinin hesabını verinceye kadar,
benim babam iyi niyeti ile cennete girmiş olur.” der.
Kıssadan hisse:
Peygamberimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde:
“Fukara-i sabirin (sabırlı fakir) ağniyeişşekirinden (Hayır
yapıp şükreden zengin) beş yüz sene evvel cennete girecektir.”
buyururlar.
İnsanlar mezar taşı ile değil kendi yaptıkları ile ümit edici
olmalıdır. Yine Peygamberimiz (sav): “Kızım Fatıma ve ey
Zeynep! Sakın bana güvenmeyin. Ahiret için hayırlı işler yapın.” buyurur.
Karıncalar, kışın aç kalmamak için yazın yiyecek toplarlar.
Peygamberimiz (sav) diğer bir hadislerinde:
“Veren el, alan elden üstündür.” buyuruyor. Helalinden kazanıp şükreden zenginler elbette fakirlerden daha yararlı olur;
ancak geçici dünya malı ile övünüp başkalarına büyüklük gösterip zenginliği ile övünmek son derece yanlıştır.
Velhasıl Mü’min, haline şükredip ezeli taksime razı olmalı,
daima toprak gönüllü13 olmayı hayatında umde edinmelidir.
13
Toprak, her türlü pisliği kabul eder; ama onları verimli hale
getirip kimyasal bir değişiklikle insan ve hayvanlara yiyecek olarak
geri verir. İşte bu halete, toprak gönüllülük adı verilir.
57
AKREP HUYU
Bostan ve gülistan’dan:
Akrebe sormuşlar: “Kışın ne için dışarı çıkmazsın?”
Cevap: “Yazın ne hürmet gördüm ki kışın dışarı çıkayım.”
demiş. Akrep, daima sokup acıtınca rahat edermiş. Bir söz vardır:
Erkek yılan dişler;
Huyunun gereğini işler. diye.
Bunlar hayvanlardır. Kendilerine verilen ilâhi görevi yaparlar; ama insan, eşref-i mahlûktur. Üzerine düşen başkalarını
incitmek değil, insanlığa hizmettir. Akıl nimetiyle mücehhez
olan bu varlık, üstünlüğünü kötülükle, başkalarını inciterek değil, tüm varlığa hizmetle günü geçmeli, hayır dua edilip daima
aranan kişi değerine yükselmelidir.
Yılan ve akrep gibi soğukkanlı hayvanlara benzemeyip, yaratılışına uygun hallerde bulunmak ona yüksek değerler kazandırır.
Unutmayalım! “Kişi sevdiğinden korkar; ama korktuğu insanı asla sevmez.”
(Sadi-i Şirazî)
SAYGILI OLMAK
Karadenizli bir Türk hacca gitmiş. Kâbe’yi tavaf sırasında,
bir Arap’ın ayaklarını Kâbe’ye uzattığını görünce: “Be kardeşim! Ben Kara Denizden bile Kâbe’ye ayağımı uzatamıyorum
sen utanmaz mısın?” demiş.
Kıssadan hisse:
İnsanoğlu, mukaddes gördüğü şeyleri sever ve saygı gösterir. Mukaddesata hürmeti eksik olan insanlar toplumda sevilmezler. İnsanların sevdiği şeylere saygılı olmak, o toplum tara-
58
fından sevilip sayılmaya sebep olur; eğer sevilen şeyde bir
yanlışlık varsa, inandırıcı bir üslup ile izah edilip onu sevenleri
ikna cihetine gidilmelidir.
Sevin! Sevilin; ama körü körüne sevgi olmaz.
HASO’NUN HİKÂYESİ
Doğulu Haso isimli bir vatandaşımız Arabistan’a işçi olarak çalışmaya gider. Haso, yorgunluğunu gidermek için bir vadiye gezmeye çıkar. Ömründe hiç deve görmeyen Haso, çölde
iki hörgüçlü bir deve görür, hoşuna gider ona yaklaşır. Deve
evcil olduğu için Onu hiç yabancılamaz ve ürkmez.
Haso deveyi okşar, sever, deve çökmüş geviş getirmektedir. Nihayet Haso devenin iki hörgücü arasına biner.
Deve, yükünü bulduğu zaman hemen ayağa kalkar. Bu
devenin tabiatıdır. Aynı zamanda deve, koştuğu zaman eski
jipler kadar hız yapar.
Yükünü bulan deve, kalkıp hızla vahaya doğru koşar, bu
hız ile koşan devenin üzerinden Haso bir türlü inmeyi başaramaz. Kendini aşağı atsa hayati tehlike var.
Bu hızlı yolculuk esnasında Haso’nun gözüne havada uçan
bir karga görünür ve Haso seslenir:
“Ey karga! Eğer uğrarsan bizim ile, eli yabalı sırtı abalı bir
adam görürsen ki, o beni babamdır. Ona sen selâm söyle de ki;
Haso binmiş bir alâmete gidiyor kıyamete, bir daha ya döner
ya dönmez.”
Kıssadan hisse:
Bu olay dillerde söylenir; ama olup olmadığını bilmem; fakat insan bilmediği şeylere yaklaşırken tereddüdü elden bırakmamalı. Özellikle deney, metot çalışmalarında, başa gelebilecek felaketlerin hesabı da yapılmalıdır; yoksa ne şehid oldu ne
gazi, b. yoluna gitti bizim Niyazi, hesabı olmamalıdır.
59
İKTİSATLI İNSANIN MÜSRİF OĞLU
İyi bir insanın oğlunun eline bol miktarda mal geçer ve onu
müsrifçe harcamaya başlar. Yapmadığı kötü günah, içmediği
içki kalmaz.
İyi bir zat ona nasihat yoluyla der ki:
“Çocuk; insanın geliri akarsuya, masrafı da dönen değirmene benzer.” Demek ister ki çok masraf o kimseye mahsustur
ki, muayyen bir geliri ola.
Gemicilerin bir şarkısı vardır: “Dağlara kar yağmasa, bir
sene içinde dicle kurur dere haline gelir.”
“Çocuk! Akıl, edep ve iktisat dairesinde hareket et; çünkü
mal bitince sıkıntı çekersin. Pişman olursun.”
Bu söz karşısında çocuk:
“Şimdi mevcut olan rahatı, ileride ihtimali olan sıkıntı için
bozmak akıllıların reylerine muhaliftir.” der.
Çocuk nasihati dinlemeyince adam:
“Sen üstüne düşeni söyle kabul etmezse sana ne?” der ve
başka konuşmaz.
Kıssadan hisse:
Sarhoşluğun son haddine varmış bir sefil, ne kötü günlere
düşeceğini bilemez. Akıllı insanların sözünü dinlemeyenler bir
ah çekerler; ama avcıların bir sözü vardır: Tavşan beli aştıktan
sonra avcının silâhına davranması ne para eder?” Bahar zamanı
meyvesini saçan ağaç, kışın meyvesiz kalır. Hazıra dağlar bile
dayanmazmış.
“Yiyiniz içiniz israf etmeyiniz; çünkü Allâh israf edenleri sevmez.” 14
14
A’raf Suresi, ayet: 31.
60
TAHSİLDAR MEHMED EFENDİ
Cumhuriyetin ilk yıllarında Mersin ilinin Anamur ilçesinde
tahsildarlık yapan Mehmed Efendi isimli bir zat o tarihte tahsil
etiği paraları bindiği katırın üzerinde taşıdığı para heybesiyle
dolaşır paraları taşırmış.
Bir gün köyler arası bir yerde yatması icap eder ve yatar.
Görevli inançlı ve muhterem bir zattır; ama o tarihlerde devlet
otoritesi tam teşekkül etmemiş, çapulcular bol miktarda soygun
yapmaktadırlar.
Mehmed Efendi silah taşıdığı halde inancı gereği Kızıl Aliler Köyünden merhum Zühtü Hoca’nın tavsiyesine uyarak yatacağı yerde yedi defa Ayet-el Kürsi’yi okur belli bir yeri
manen muhafaza altına alır. Bu yaptığı mutat bir işidir.
Gecenin belli bir zamanında Mehmed Efendiyi takip eden
eşkıyalar ona yaklaştıkları zaman yedi tane jandarmanın onun
çevresinde nöbet tuttuğunu görüp yaklaşamazlar. Soygunu
yapamayacağını anlayan eşkıyalar fikirlerinden vazgeçip oradan ayrılırlar; fakat bu jandarmaların orada ne yaptığı kafalarını karıştırır, eşkıyalar sabahleyin içlerinde birini tahsildar
Mehmed Efendinin yanında askerlerin ne yaptığını öğrenmek
için içlerinden birini gönderip normal bir ziyaretçi gibi varıp
Mehmed Efendiyi konuştururlar. Mehmed Efendi yanında hiç
kimsenin olmadığını gelen eşkıyaya söyler. Eşkıya döner; ama
Mehmed Efendi O askerlerin manevi bekçiler olduğunu hisseder.
Kıssadan hisse:
Allâh’a inanıp güvenerek Ayetel Kürsiyi yedi defa okuyup
yola çıkan veya kaldığı yerde ilâhi muhafaza için okuyan kişi,
kendini Allâh’a teslim etmiş kişidir. Allâh’ın koruduğu bir
kimseye O’nun yardımı her zaman yetişir. Yeter ki Müslüman
61
Allâh’a güvensin, sıdk ile O’ndan yardım dilesin. Bu inanç,
Müslümanlara, hakiki iman sahiplerine hastır.
HALİL AĞA’NIN HİKÂYESİ
Antalya ili Gazipaşa ilçesi yeşilyurt (Çörüş) köyünün Halil
Yeri isimli mevkiinde Halil Ağa isimli bir şahıs Cumhuriyetin
ilk yıllarında ikamet etmiştir. Kendisi bir Yörük ağasıdır. O
muhitten geçen herkes mutlaka onun yanına uğrayıp yemek
yedirmesi veya bir şey içmesi Halil ağanın yöresel geleneğidir.
Bir gün evinin karşısından geçen bir adama yemek yemesi
için çağırı; ama adam dinlemeden yoluna devam eder. Halil
ağa üç defa seslenmişse de adam yine yoluna devam ederken
Halil Ağa martinini adamın ön tarafına sıkar ve der ki:
“Dön! Yemeğini ye, yoluna öyle devam et!”
Adamcağız korku ile döner, yemeğini yer.
Halil Ağa:
“İşte şimdi yürü! Bu bölgeden geçip yemek yemeyenin hali
budur” deyince, adam:
“Ne iyi insan bu, zorla yemek yediriyor.” diyerek karın
tokluğu ile döner adam.
İşte bu Halil Ağanın iki tane hanımı vardır. Hanımlarına bir
gün der ki: “Hanımlar! Gelin bir ölüm hazırlığı yapalım. Ben,
yarın öleceğim, iki kazana su vurun, yıkanacağım sediri şu
şekilde hazırlayın ve beni yarın siz yıkayın”. Hazırlık yapılır.
Halil ağanın tarif ettiği şekilde hanımları onu yıkar. Halil Ağa
derki: “Hanımlar! İşte buna ölüm hazırlığı derler.”
Ertesi gün Halil Ağa Hakk’ın rahmetine kavuşur.
Yeşilyurt köyü belen mezarlığında buluna Halil Ağanın
upuzun mezarı başındaki Osmanlıca yazı ile yazılmış mezar
taşında:
62
Mala mülke mağrur olan serilir kalır ben gibi;
Ansızın bir rüzgâr eser savurur harman gibi.
Şiiri yazılı olduğu gibi, devamında zor okunur yazılarda
Cenabı Hakk’ın suallerine susadığından bahseder Halil Ağa.
Kıssadan hisse:
Peygamberimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde:
“Cömert’in yemeğinde şifa, cimrinin yemeğinde dert vardır.” buyurur.
Sahavet sahibi insanları herkes sever. Onlar, istemeseler de
ünleri çok uzaklarda duyulur.
“Gönlünü yüksekten indir;
Arlanma! Alçağa kondur;
Acı doyur, susuzu kandır,
İbadet borcunu öde.”
(Hacı Bektaşi Veli)
ÇİLE EVLİYASININ HİKÂYESİ
Antalya ili Gazipaşa İlçesi Çile köyünde Evliyalar isimli
ailenin bir ferdi ‘Mehmed Efendi’ gece gündüz zikirle meşgul,
gecenin hangi saatinde evinin yanından bir geçen olursa mutlaka zikrullâh seslerini işitirmiş.
Bu zat bir gün yakınlarına: “Ben, yarın öleceğim. Benim
cenazeme kimse dokunmasın, Nadire Şeyhleri olan iki tane
yeşil sarıklı insan gelecek benim her türlü defin işimi onlar
yapacak” der. Ertesi gün olur adam vefat eder. Dediği saatte
söylediği yerden iki tane yeşil sarıklı adam gelip ölen merhumun cenazesini defnederler. Bu ailenin fertlerine “Evliyalar”
ismi takılır. Bu haberi, aynı aileden Melek Mustafa’sı isimli
Zat’tan aldım.
63
Kıssadan hisse:
Yüce Allâh Lokman Suresinin 34. ayetinde:
Kıyametin ne zaman kopacağını;
Yağmurun ne zaman yağacağını; (alametleri görülmeden)
Rahimlerde olanı; (Onların bütün vasıflarını)
Hiçbir kimsenin yarın ne kazanacağını;
Kimin nerede öleceğini;
Kimse bilmez; ancak Allâh bilir. buyurur.
Yalnız, Yüce Mevlâ, Peygamberlerine mucize ve veli kullarına keramet yolunu açıp ihbar-ı bilgayb usulü ve melekleri
aracılığı ile bildirdiği ehlince bilinen şeylerdir.
Bu yüksek derecelere çıkmak; ancak Allâh’ın has kullarına
aiddir. Allâh’a inancı tam olan kullar bu konularda itirazda bulunmazlar.
DELİ HAŞİM
Antalya ili Gazipaşa ilçesi İnal Köyünden Deli Haşim (Haşim Oğullarından olduğu söylenir) isimli bir zat Osmanlı Devletinin son zamanlarında Kaş pazarı ismi ile anılan 2200 metre
yükseklikte bulunan yerde kasım ayı sonlarında yolculuk esnasında şiddetli tipiye tutulur.
O kadar üşür ki, ölüm korkusu içine düşer ve kurtulması
için tam bir teslimiyet ve samimiyetiyle Allâh’a yalvarır.
Bir de bakar ki, bacasından duman tüten bir yayla evi. Kapıyı çalınca ev içinde üç tane sakallı ihtiyar:
“Buyur Haşim Ağa!” diye kibar bir davranışla Haşim Ağayı içeri alırlar.
Oda gayet sıcak, adamlar çok kibar bir davranışla Haşim
Ağayı ağılarlar ve Haşim’in üşümesi geçer.
Biraz durduktan sonra sakallı zatlar birbirlerine:
“Havaya bakınız ne haldedir.” derler.
64
İçlerinden birisi kapıyı açıp: “Yağar, eser emrini işler.”
deyip döner.
Biraz sonra tekrar: “Havanın haline bakınız.” derler.
İçlerinde biri kapıyı açıp: “Yağar eser emrini işler.” deyip
döner. Bir müddet geçtikten sonra yine birbirlerine: “Havanın
şekline bakınız.” derler.
Üçüncü sakallı ihtiyar kapıdan dışarı bakıp: “Yağar eser
emrini işler.” deyip döner.
Aradan biraz zaman geçince: “Haşim Ağa! Bir de sen bak
şu havanın şekline.” derler.
Haşim Ağa da kalkar havaya bakar; ama Haşim Ağa kapıyı
açar: “Ne bakacaksınız! Yer göğe, gök yere geçiyor diyerek
onun ifadesi değişik olur.
Haşim Ağa bir de bakar ki, ne ev var, ne de adamlar.
Bu durumdan korkan Haşim Ağa atına biner: “Haydi bakalım Deli Haşim, Deli Kasım, Deli at diyerek atını mahmuzlayıp oradan uzaklaşır.
Haşim ağanın korku yüreğine saplanır yolda hastalanıp
attan düşer; fakat cins bir at olan Haşim Ağanın Atı, Anamur
ilçesini kara kaya köyüne gelir, köyde bazı insanları görünce,
sanki: “Sahibim yolda düştü hasta oldu.” Dercesine at geri
döner.
Haşim Ağanın atını bilen köylüler atın peşine düşerler.
Tozlu ismi ile anılan yere gelince Haşim ağanın hasta, yerde
yattığını görürler. O’nu alıp Kara Kaya köyüne getirirler ve o
zamanın üşüyenleri tedavi usulü ile Haşim Ağayı hayvan
gübrenin içine başı dışarıda olmak üzere gömerler.
Haşim Ağa bir müddet sonra iyileşir teşekkür edip başından geçenleri anlatır. Haşim Ağanın mezarının nerede olduğu
belli değildir.
Kıssadan Hisse:
65
İnancı yerinde olan bir Müslüman için dünya endişesi yoktur; eğer Allâh samimi kulunun duasını kabul ederse ona yardım erlerini eriştirir. Yüce Allâh’ın gücünün yetmeyeceği bir
şey yoktur. Yeter ki Mü’minler O’na samimiyetle yalvarsınlar. En güzeli, insanın kendi kendini, duası kabul olabilecek bir
yaşam şekline getirmesidir.
HÜNERLİ İNSAN OLMAK
Bostan ve Gülistan’dan:
Akıllı bir insan çocuklarına nasihat verir şöyle derdi:
“Kıymetli çocuklarım! Hüner öğrenin; çünkü mal, para,
altın her an kayıp olabilecek şeylerdir. Hüner, bilgi, sanat, altından da kıymetlidir. Hüner, suyu kesilmez bir çeşmedir. Ebedi bir devlettir. Hünerli kimse devlet reisliğinden düşse bile
gam yemez. Akıllılar demişler ki: “Hünerin kendi devlettir.
Hünerli kimse bütün meclislerde başköşede oturur. Hünersiz kimse ise nereye gitse dilenir, mihnet çeker.”
Kıssadan hisse:
Bir zamanlar Şam’da bir karışıklık olur. Devlet erkânları
değişir. Hünerli köylü çocukları yeni kurulan devlet düzeninde
görev alırlarken, elinde hüneri olmayan saray erkânının çocukları köylere gidip dilencilik yapmaya koyulurlar.
Akıllılar demişler ki: “Sanat ve hüner, kaybolmayan altın
bileziktir. Her an sahibinin yardımına hazırdır.”
Akıllı insan para mirasına değil; ilim, hüner mirasına sahip
olur.
ANA-BABAYA YAPTIĞIN SANA DÖNER
Adamın birisi yolda giderken, genç bir adamın ihtiyar bir
kişiyi ayağından sürüyerek götürdüğünü görünce, adam gence:
66
“Senin bu gençliğinde yaptığın sana yakışır mı? Bu ihtiyara ne
diye zulüm ediyorsun” der.
Genç tarafından sürünen ihtiyar adam cevap verir: “Dokunma oğluma! Ben, babamı şu karşı belenden şu belene kadar
ayaklarına ip takarak sürümüştüm. Oğlum da aynı şeyi bana
yapıyor. Ona söz söyleme! Ben, bu cezayı hak ettim.”
Kıssadan hisse:
İnsanoğlunun yaptığı kötülükler, işlediği günahların birçoğunun cezası ahiret gününe tehir edilir; fakat anaya-abaya karşı
işlenen günahların cezası hem dünyada hem de ahiret gününde
verilir. Peygamberimiz (sav) buyurur ki:
“Üç kişinin duası ile Allâh’ü Teâlâ arasında perde yoktur.
Ana-babanın evlâdına duası;
Misafirin ev sahibine duası;
Zulüm görenin bedduası.
Bir insanın, kendi ana-babasına yaptığı iyiliğin ve kötülüğün, kendi evlatları tarafından da kendine yapılacağını hiç
unutmamalıdır.
MAL CANIN YONGASIDIR
Zengin cimri bir adamın hasta bir oğlu vardı. Hasta çocuğun iyi olmasını isteyen bir adam:
“Oğlunun iyileşmesi için ya bir hatmi şerif in, ya da bir
kurban kes!” Zengin hemen cevap verir:
“Hatim hemen yapılır; fakat kurban kesilecek hayvan uzaktadır.” Arif bir insan bu sözü işitince:
“Kur’anı kendi okuyacak, bu dil ucuyla bedavadır; fakat
kurban parası ise canın ortasından çıkar; onun için bu cimri
adama kurban zor gelir.” der ve cimrinin ruh yapısını dile döker.
Kıssadan hisse:
67
Cimrinin parasını almak, etini kesmek gibi zor gelir.
KAMBUR SIRT
Sadi-i Şirazî der ki:
“Yaşlı, yüzleri kırışmış, beli kamburlaşmış bir kadın saçlarını boyatmış, gençleştim düşüncesiyle sevinerek yolda yürürken, genç, deli kanlı laf yapan bir gence:
“Gencim! Nasıl ben de gençleş miyim?” diye sorar.
Genç adam: “Hanım Efendi! Saçların genç saçı; fakat şu
kambur beli ve kırışmış vücuda ne diyeyim? Cevabını verir.”
Kıssadan hisse:
İnsanoğlu, gençliğine razı olup sevindiği gibi, ihtiyarlığı da
kabullenip sevmek zorundadır; eğer bunu başaramazsa hayata
intibak edemez uyum sağlayamaz, sıkıntı içinde kalır.
Çevremize baktığımız zaman yüz yaşının üzerinde kaç kişi
görüyoruz. İhtiyarlık ve ölüm mukadder olan bir şeydir, ayıplanamaz. Aynı zamanda tedavisi olmayan hastalık, ihtiyarlıktır.
Ayıp olan, gençliğini kötü işlerde toplum devlet ve millet
zararına işlerle geçirmektir. Allâh’tan başka her varlık, yaşlanmaya ve ölüme mahkûmdur. Akıllı bir insan, bu konudaki intibakta güçlük çekmez.
Eğer insan razı olamaz ise kadere;
Mutlaka uğrayacak üzüntü ve kedere;
Hiç sen kendini yorma, asla sakın boş yere;
Abdi, Süleyman’a (sav) bile kalamadı şu dünya.
Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde:
Kendini kadına benzeten erkeğe ve kendini gence benzeten
ihtiyarı lânet etmiş, bu gibi halleri hoş karşılamamıştır.
68
DİNLENEREK YÜRÜMEK
Sadi-i Şirazî der ki: Bir gece gençlik gururuyla fazla yol
yürümüştüm. Gece vakti yorgun olarak bir dağ eteğine vardım.
Zayıf bir ihtiyar kervanın gerisinden geliyordu; beni görünce
dedi ki: “Ne durursun genç adam! Burası uyunacak yer değil.”
Ben dedim ki:
“Nasıl yürüyeyim? Yürüyecek mecalim yok hızlı yürüdüm
çok yoruldum.”İhtiyar bana dedi ki:
“Ey genç adam! Dinlene dinlene yürümek, koşup kesilmekten daha iyidir. Ey menzile varmak isteyen kimse! Acele
etme, benim nasihatimi dinle, sabretmeyi öğren.
Arap atı çabuk gider; fakat iki koşu gider sonra yorulur.
Deve ağır yürür, gece gündüz gider.”
Kıssadan hisse:
İnsan zaruretin dışında itidal üzre hareket etmeyi kendine
prensip edinmelidir.
Peygamberimiz (sav): “Acele şeytandan, teenni (Ağırlık)
Rahmandandır.” buyurur; ama bazı konularda da acele etmeyi
tavsiye etmişlerdir. Gecikmesinde sakınca olan işlerde acele
etmek gerekir.
“İşlerin en hayırlısı orta olanıdır.” (Hadisi Şerif)
HAYIRSIZIN HAİN OĞLU
Sadi-i Şirazi, Diyarbakır’da bir ihtiyara misafir olur. Bu
zengin ihtiyarın güzel bir oğlu vardır. Bir gece hikâye eder
derki:
“Tekmil ömrümde, bir çocuğumdan başka çocuğum olmadı. Bu da bir ziyaretgâh vardı. Oraya gidip Allâh’a yalvardım,
bana bu çocuğu ihsan buyurdu.”
69
Şirazî der ki, çocuk arkadaşlarına keşke babamın dua ettiği
yeri bilsem de orada dua edip babam ölse diyormuş.
Zengin adam, oğlum akılı diye seviniyor, çocuk ise abam
bunaktır diyormuş.
Kıssadan hisse:
Her şeyin hayırlısını dilemek gerek. Ecdadının hukukuna
riayet etmeyen bir nesil kendi evlat ve ahfadından ne yüzle
yardım bekler. Evladını iyi bir terbiye ile büyütmeyip sadece
zenginliği ile öğünerek büyüten kişilerin sonucu böyle olur.
Zenginlik güzeldir; ama paralar Allâh için kullanılmasa, o
paraları yemek için evlatlar bile babanın ölümünü bekleyebilir.
EVLENMEDE DENKLİĞİ ARAMAK
Bostan ve Gülistan’dan:
Zamanın birinde ihtiyar bir şahıs genç kızla ile evlenmiş.
İhtiyar, odayı çiçeklerle süslemiş, gözünü gönlünü ona bağlamış, benden uzaklaşmasın diye genç kıza uzun uzun konuşur
şöyle dermiş:
“Ne talihli imişsin ki, benim gibi olgun, cihan görmüş, iyiliği kötülüğü denemiş, hanım değerini bilir, şevkatli, merhametli, hoş tabiatlı bir ihtiyar aldın.
Sen, beni incitsen bile ben seni incitmem. Gerekirse sana
tatlı canımı feda ederim.
Ne mutlu sana ki, kendini beğenen, zayıf düşünceli, başı
sert, her gece bir yerde uyur, her gün dost tutar, bir genci eline
düşmedin.
Gençler her ne kadar güzel ve cazip iseler de vefakâr değildirler. Bülbülden vefa umma; çünkü her dem başka güllerin
üzerinde öter. İhtiyarlar ki, gençler gibi cahil değil, akıl ve edep ile yaşarlar gibi güzel sözlerle genç kızı avutmaya çalışırmış. Bu sırada derin bir ah çeker genç kız, derki:
70
“Bu kadar söz söyledin; ama ebemin söylediği sözle, senin
sözlerini tartım, ebemin sözü ağır geldi. Ebem derdi ki: “Genç
bir kadının yanında ihtiyar yamaktan, genç bir tokun yatması
daha iyidir.”
Bu sözü duyan ihtiyar, genç kızdan ayrılır.
Onu çirkin suratlı, genç, züğürt, huysuz birine veriler, işkenceden işkenceye uğrar; fakat genç kadın hep şu sözleri
söyler:
“Şükürler olsun, o işkenceden kurtuldum, büyük bir nimete
nail oldum. Senin bu kadar sertliğin, hırçınlığın olsa da senin
her türlü nazını çekerim; çünkü dengimi buldum. Seninle birlikte cehenneme bile girerim. Genç bir yiğidin ağzından gelen
soğan kokusu, çirkin bir kimsenin elindeki gülden daha iyidir.”
Kıssadan hisse:
Evlenmekte küfüv yani denklik esastır. Özellikle kadının
gönlü olmadan yapılan evliliklerde hoş geçim olmaz. Halk arasında bir söz vardır:
“Ver yiğidi yiğide, rızkını Allâh’tan iste.” derler.
Kadın, varacağı kocayı ihtiyar da olsa seviyorsa ne âlâ.
GERÇEK AŞK
Zamanın birinde haramlardan sakınan bir genç vardı. Temiz ruhlu bir güzele tutulmuştu. Deniz yolculuğunda ikisi birden girdaba düştüler.
Gemici gelerek o gencin ölmemesi için elinden tutmak istedi. Genç yiğit dalgaların birbirine karıştığı suların ara yerinden: “Beni bırak, sevgilimin elini tut, onu kurtar!” dedi ve can
vermeye başladı. Can verirken şu sözleri söyledi:
71
“Aşk sözünü o yalancıdan dinleme ki; felaket zamanında
dostluğu unutur.”
Kıssadan hisse:
Erenler, hayatı işte bu genç gibi yaşadılar. Başından geçenin birisine sor ki bilesin! Eğer, bir gönül eğlencen varsa,
gönlünü ona bağla ki, bütün âleme karşı gözünü kapayasın.
Böyle bir aşk; ancak Allâh aşkıdır.
Dost odur ki dar gününde yar ola;
Dost yoluna Allâh için can vere;
Nefis nere, Hakk için can verme nere?
Abdi, kaç tane rastladın böylesi ere?
LEYLA İLE MECNUN
Arap emirlerinden birisine (Abdulmelik İbn-i Mervan
olduğu söylenir) Leyla ile mecnun arasında geçen ask olayını
anlattılar. Mecnunun hali perişandır, kendisi iyi bir şair olduğu
halde irade hâkimiyetini kayıp edip çöllerde gezdiğini söylediler.
Melik, Mecnunu bulup bana getirin diye emir verdi. Mecnunu bulup Melik’in huzuruna getirince Melik, Mecnunu ayıpladı ve: “İnsanlık şerefinde ne kusur gördün ki, hayvanlar gibi
çöllerde geziyorsun dedi.”
Mecnun inleyerek cevap verdi:
“Doslarım beni Leyla’yı sevdiğim için ayıpladı.
Leyla’yı gören olsaydı beni ayıplamazdı.
Ey gönülleri dolduran Leyla! Benim ayıbımı arayanlar seni
görmüş olsaydı bana bunu yapmazlardı.
İsterdim ki senin karşında turunç kesecek olanlar, seni görünce ellerini keserlerdi. O zaman benim haklı olduğum ortaya
çıkardı.” gibi sözleri Mecnundan işiten Melik, Leyla’yı bulmak
için görevliler gönderdi ve Leyla’yı getirtti.
72
Melik Leyla’yı esmer kuru tenli hiçte güzel olmadığını
görünce küçümsedi ve Mecnun’u acır gibi bir bakışla Leyla’ya
seyredince, Leyla: “Ey Melik! Leyla’ya Mecnun’un gözüyle
bak. Tâ ki ondaki ince güzellik sana da tecelli etsin. Onun gerçek güzelliğini sende göresin!” dedi.
Kıssadan hisse:
Sevgiler, değerler değişkendir. Mecnun’un Leyla’ya olan
sevgisi, ilâhi aşka döndüğü söylenir. Nihayet, Leyla ile Mecnun karşılaşınca Mecnun:
Neyleyim Leyla’yı, buldum ben Mevlâ’yı dediği kayd
edilir. Yunus Emre’nin dediği gibi:
Yaratılanı sevdim yaratandan ötürü diyebilirse insan, sevilmeyecek varlık kalmaz. Hakk sevgisi kalbe tecelli eder.
ALLÂH İLE ORTAK OLAN KİŞİNİN HALİ
Adamın birisi çiftçilik yapar; fakat bir türlü mahsulü olmazmış. Çiftçi adam: “Ben bu yıl Allâh ile ortak olacağım. Alacağım mahsulün yarısını fakir fukaraya Allâh için dağıtacağım diye ahidde bulunmuş.
Olacak ya, o yıl bol mahsul olmuş. Adam harmanı kaldırmış buğday harmana yığılmış kalmış; fakat çiftçinin kalbi bozulmuş, demiş ki:
Allâh’ın öküzleri yoktu, öküz hakkını ayırayım deyip ayırmış;
Allâh’ın sabanı boyunduruğu yoktu deyip saban, boyunduruk hakkını ayırmış;
Allâh’ın tohumu yoktu diyerek ektiği tohumu ayırmış;
Allâh’ın kazması ve kazmacısı da yoktu deyip onları da
ayırınca, Kendi buğdayı yığılırken, Allâh’a az bir şey ayırmış;
ama gökyüzünü hızlıca bulut kaplayıp çok şiddetli bir yağmur
seli gelerek ne kendi hakkı, ne de Allâh’ın hakkı kalmış, hep-
73
sini sel götürmüş. Kendisi de yağmura dayanamayıp yakının
bulunan bir karanlık mağaraya sokulmuş.
Nihayet yağmur şiddetini devam ettirirken, gök gürlüyor,
şimşekler çakıyor, çakan şimşeklerin ışığı mağaranın içini aydınlatıyor. Çiftçi iyice korkarak Allâh’a yalvarmaya başlayıp
demiş ki: “Allâh’ım! Kulun bir hata yaptı deliğe sokuldu; ama
sen de çıra yakıp delik delik beni arama!
Kıssadan hisse:
İnsanlar ahdinde mutlaka durmalı. Özellikle Müslümanlar.
Allâh Teâlâ’ya verdikleri sözlerinde durduğu gibi, verdiği tüm
sözlerinin arkasında bulunmalıdır. Allâh’ü (c.c.) buyuruyor ki:
“Ey iman edenler! Bağlandığınız ahidleri (Gerek sizinle Cenab-ı Hakk, gerekse birbiriniz arasında.) yerine getirin.
İnsanlar, yaptığı işleri ve sözleri ile nasıl bir kişi olduklarını ortaya koyarlar. Sözünde durmayıp, kötü işlerle meşgul
olanlardan uzak kalmak ancak akıllı insanların işidir.
Aklıselim olan kişi, sözlerinin eri olur;
Ahitlere uymayanlar halk içinde geri kalır.
(Abdi Hoca)
ASLAN PAYI
Aslan, kurt ve tilki arkadaş olmuşlar, avlarını adaletli bir
şekilde paylaşıp iyi bir dostluk kurmaları için sözleşmişler. Yakaladıkları ilk av bir tavşan olmuş. Aslan kurt’a: “Avımızı
paylaştır.” demiş. Kurt hemen tavşanın arka bacaklarını kendine ayırınca, aslan vurduğu bir pençe ile kurt’u öldürmüş. Tilki ile aslan tavşanı yemişler.
İkinci avları bir ceylan olmuş paylaşmaya gelince, arslan
tilkiye: “Avımızı paylaştır.” demiş.
74
Kurnaz tilki: “Aman aslan ağabey, paylaştır ne demek? Sen
önce ye, karnını doyur geriye kalan bana yeter. ”demiş.
Aslan: “Tilki kardeş sen bu adaletli pay usulünü kimden
öğrendin?” deyince, tilki:
“Kurt’a vurduğun pençeden.” cevabını vermiş.
Galiba, adaletsiz bölüştürme sistemi olan arslan payı da buradan kalsa gerek…
Kıssadan hisse:
İslâm prensiplerine göre güçlü olanlar daima zayıfları doyurur, kendileri sonra yer.
Güç, garibi ezmek için değil, zayıfın hakkını korumak için
kullanıldığı takdirde, o güç sahibine sevgi ve saygı artar. Böylelerin idare ettiği topluluklarda huzur olur.
Arslan, hayvandır. Bu hatayı yapmıştır. İnsanların aslanları
böyle bir hata yaparlarsa, okuyucularıma soruyorum; böyle yapan insanlara adam denir mi?
KAVAK İLE KABAĞIN HİKÂYESİ
Otuz kırk yıllık bir kavağın dibinde biten kabak iki üç ay
içinde boylanarak kavak ağacının tepesine çıktığı gibi tutunacak dal olmayınca, aşağıya eğilir ve kavağa der ki: “Kaç
yaşındasın?
Kavak: ”Şu kadar yaştayım.” Deyince, kabak alaylı konuşarak: “Ben üç ay gibi kısa bir zamanda boyum seni geçti, böyle yavaş büyümek ne?” deyince, kavak: biraz bekle yakında
seninle konuşacağım.” der.
Birkaç gün sonra soğuklar başlar, kabak donar ve direnci
ve yeşilliği kaybolur.
Kabağın bu halini gören kavak derki: “Biz, otuz kırk yılda
meydana geliriz ama senin gibi az bir soğuktan donmayız. Sen
haddini bil ey kabak!
75
Kıssadan hisse:
Gelişme ve büyümeler yavaş yavaş, sistemli, bilinçli bir şekilde olursa, ömür uzun ve daha dirençli olur.
Özellikle ilmi sahadaki olgunlaşmalar kısa bir zamanın işi
değildir. İyice pişmeden, olgunlaşmadan ben ne oldum delisi
olmak akıllıların işi değildir.
İnsan, her yerde ve her halde haddini hududunu bilerek
davranır ve konuşursa kınanmaz, ayıplanmaz ve mahçup olmaz.
TEVEKKÜLÜN FAYDASI
Sadi-i Şirazî der ki:
Ehl-i teraktin (Toplanma yığılma) bir fakir, hicaz kafilesi
içinde yoldaşımız idi. Arap beylerinden birisi ona çoluk çocuğuna sarf etmek üzere yüz altın vermişti.
Haface kabilesinin hırsızları birden bire kafileyi bastılar.
Ne varsa hepsini aldılar götürdüler.
Kafiledeki tüccarlar ağlamaya, inlemeye boş yere feryada
başladılar.
Gerek yalvar gerekse de feryad et! Hırsızlar altını vermeyecektir. Kervan halkı o halde iken yalnız o derviş hiç istifini
bozmamıştı. Onda hiçbir değişikli görülmüyordu.
Dedim: “Aziz, senin o malum olan paranı yoksa hırsızlar
almadı mı?” Derviş:
“Hayır, aldılar, götürdüler!” dedi; fakat benim paraya o kadar alışıklığım olmadığı için gitmesine o kadar üzülmedim.”
Kıssadan hisse:
Bir şeye, bir kimse çok gönül bağlamamalı, çünkü sonra
gönlü bağlandığı şeyden çekip olmak güç bir iştir.
İnsanoğlu, başına bir iş geldiği zaman, mümkünse zararı
telafi etmek için elinden gelen her türlü çabayı göstermeli;
fakat gücü yetmeyecekse kendini helak etme yerine tevekküle
76
dayanıp Allâh’a duada bulunmalı; çünkü kendisinin başkaca
yapacağı hiçbir şey yoktur; eğer varsa imkânı, o yolu, Hakk’a
güvenerek mücadeleyi sürdürmelidir.
İHTİYAR ŞAİRİN DURUMU
Yaşadığı zaman zarfında bulunduğu çevrede hayatı boyunca haktan ayrılmamış, taşı gediğine koyan cinsten bir babayiğitttir. İhtiyarlamış gücü azalınca, çevresine bakmış da efkârlanmış almış sazı eline bakalım ne demiş:
Kolay kolay bükülmezdi bileğim;
Suyu bile süzmez oldu eleğim;
Beyhude giysen de çelik yeleğin;
Deler geçer kurşunları dünyanın.
Kıssadan Hisse:
İnsanlar, gençliğin ve gücün bir gün sona ereceğini hiç hatırdan çıkarmamalıdır. Güçlü kuvvetli iken, zayıf olanlara saygı gösteren kişiler, yaşlandıkları zaman çok saygı görürler.
Aksi halde geçmişte yaptığı kötülükler, kişi gücünü kaybettiği
zaman intikam duyguları olarak karşısına çıkar. İşte o zaman
ah der ama iş işten geçer.
Nice pehlivanlar geldi de geçti;
Kader onlara da toprağı seçti;
Sultan Süleyman bile ahirete göçtü. (sav)
Aldanma dünyanın fani gücüne!
Gücün varsa, hayra kullan ey insan!
Hakk’ı söylemeli bu fani lisan;
Koca Yusuf gibi meşhur pehlivan;
Zalimlerin mağlub oldu gücüne. (Abdi Hoca)
77
ESKİ DOST
Sadi-i Şirazî der ki:
Bir refikim (Arkadaşım) vardı. Yıllarca birlikte seyahat
etmiş, tuz ekmek yemiş idik. Aramızda sonsuz bir arkadaşlık
hukuku hâsıl olmuştu. Nihayet az bir menfaat için gönlümü
incitmeyi reva gördü, dostluk bitti. Bununla beraber her iki
taraftan aramızda bir gönül bağlılığı vardı. Buna delilim bir
gün bir mecliste şiirlerimden iki beyit okumuşlar. Beyitler şunlardır.
“Benim o sevimli, süslü sevgilim tatlı tatlı gülmeye başlayınca, gönlü yaralı âşıkların yaralarına bol bol tuz eker. Ne
olurdu bir kere, cömertlerin eteğinin fakirler eline geçmesi gibi
zülfünün ucu elime geçeydi.”
Beni sevenlerden bazıları kendi güzel ahlaklarının icabı
olarak sözün güzelliğine şahadet etmişler. O şimdi benimle
dargın olan dostumda orada imiş. Bu sözün güzelliğini o da
fazlasıyla medih ve eski arkadaşlığımızın devam etmemesine
üzülmüş ve bu hususta hatanın kendisinde olduğunu ikrar etmiş. Bu şehadet üzerine anladım ki; bende olduğu gibi ondada
görüşmek konuşmak arzusu var. Şu beyitleri yazdım gönderdim.
Aramızda ahd-u vefa yok mu idi? Böyle iken cefa ettin.
Ahdinde vefa etmedin. Bütün cihanda gönlümü yalnız sana
bağlamıştım. Öyle çarçabuk döneceğini bilmiyordum. Mamafih, eğer hâlâ barışmak arzusunda isen, geri gel. Emin ol ki
seni eskisinden daha çok seveceğim.
Kıssadan hisse:
Menfaati için, dostlar kırılmaz;
Hakk’a hizmette Müslüman yorulmaz;
Özü doğru, kırılır; fakat kıvrılmaz;
78
Dost uğruna feda olmalı canlar!
(Abdi Hoca)
ŞÜPHEYE MAHAL OLMAMALI
Âlimin birisine sormuşlar:
Bir kimse güzel bir kadınla yalnız bir odada kalıp kapıyı
kapamışlar. Onları Allâh’tan başka gören de yok. Bir söz vardır: “Meyve olgun, bahçede bekçi de yok, dedikleri gibi bu hale ne dersin?” Âlim şöyle cevap vermiş:
“Kişi, nefsin zorlamasından kurtulsa bile halkın dilinden
kurtulamaz.”
Kıssadan hisse:
Kişi ahiret sual ve cezasını düşünerek nefsini kötülüklerden
korur, bu mümkündür; fakat halkın dedikodusunda ve sui zannında kurtulamaz. Onun için bir Müslüman şüphe uyandıracak
her türlü işlerlerde kaçınmalıdır.
Peygamberimiz (A.s.) hanımlarından biri ile sokakta konuşurken, onu gören iki Sahabi Rasûlüllâh’a doğru gelirken yollarını değiştirirler. Peygamberimiz (sav) onlara: “Gelin.” diye
çağırır ve buyurur ki: “Yanımdaki konuştuğum hanımlarımdan
falancadır, haydi gidin.” buyurur.
Her konuda olduğu gibi Yüce Rasûlümüz’ün bu davranışı
bizlere kadınlarla olan ilişkimizde numunei imtisaldir.
Şarap dükkânına giren bir kişiye içmese de içiyor gözüyle
bakar halk.
Özellikle şeytanın görevini üslenmiş bazı İslâm düşmanlarının Müslümanlar aleyhindeki tavırları iyi bilinmelidir.
Adımlarını sağlam bas ki, şüpheye mahal olmasın!
79
ÖZLEMEYE GEREK DUYMAK
Adamın birisi çok sevdiği uzun zamandır görmediği dostuna demiş ki: “Nerede kaldın? Seni çok özledim pek göresim
geldi.” Sevdiği adam: “Özlemek, usanmış bulunmaktan daha
iyidir.”
Kıssadan hisse:
İnsanlar, dostlarının yanına sık sık gidip usandırmamalı.
Kişinin kendini nefret ettirecek tarzda yakınlığı, sık ziyareti,
muhabbeti bozar. Aranan insan olmak güzel bir şey; fakat çok
aranıp bulunmamakta sevgiye gölge düşürür.
Dostun usanmasın, sakın çok ziyaretten;
Fayda hâsıl olur, yerinde muhabbetten.
(Abdi Hoca)
SEVEN İNSANLARIN DOSTUNA BAKIŞI
Bir öğretmenin çok sevdiği, beğendiği erkek bir talebesi
vardı. Diğer öğrencilerinden onu üstün tutuyordu.
Bir gün yalnız kaldıklarında onu Allâh için sevdiğini söyleyince, öğrenci: “Hocam! Madem beni seviyorsun, eksiklerimi
söyle de onlardan vazgeçip daha iyi olayım,” dedi. Öğretmen:
“Oğlum! Sen onu başkasına söyle! İnsan sevdiği kişilerin
kusurlarını az görür.” Kıssadan hisse:
Sadi-i Şirazî derki:
“Seni yüzüne karşı öven dostundan, yüzüne karşı kusurlarını söyleyen düşmanın daha faydalıdır.”
Sevgiyi kişinin yüzüne karşı bir veya bi kaç defa hatırlatmak Peygamberimiz (sav)’ın sünnetlerindendir; fakat kişiyi
yüzüne karşı çok övmek, onu gururlanmaya sevk edebileceğinden men edilmiştir. İnsanın gıyaben övülmesi gayet güzel-
80
dir. Bilhassa, kişinin yaptığı iyilikleri gıyaben söylemek hoşa
giden bir şey olduğu gibi, hayır yapanların da çoğalmasına bir
vesile olur.
DALALETTEN HİDAYETE
Bir zamanlar Alanya ilçesinde bir dostun dükkânında otururken, yüzünde secde izleri belli, bir şirketin dağıtıcılığını yapan hoş sohbetli bir adama rastladım. Kendisiyle biraz sohbet
ettikten sonra bana şunları anlattı:
“Uzun bir zamanım ibadetsiz itaatsiz, yanlış işler içersinde
bulunarak boş geçti. Ne zaman ki, iyi Müslümanlarla tanıştım,
onların sohbetinde bulundum, ondan sonra hayatımda hoş günleri gördüm. Evimde ve cebimde bir bereket hâsıl oldu. Önceleri bana yetmeyen gelirim artmaya başladı, hayır hasenat yapar oldum. Yaptığım iyi işlerde Allâh bana kolaylık gösterdi.
Yeni hayatımda ne güzel tat ve huzur buldum. Sözün özü, İslâmiyeti yaşamak ne güzelmiş” dedi.
Kıssadan hisse:
Bir Müslüman’a göre her şey Allah’tandır. Hayır, yapar
sevinir, üzerine bela ve musibet gelir, ona sabreder sevabını
alır. Tam inanan bir insana Allâh’ın narı (Ateşi) da hoş, nuru
da hoştur. Ne mutlu böylesi hayatı yaşayanlara!
HÜKÜMDARIN RÜYASI VE KÂHİN
Hükümdarlardan birisi rüya görür, tabiri için bir kâhine çağırır, kâhin rüyayı tabire başlar deki:
“Hükümdarım! Yarın sarayda olaylar olacak, çok kan akacak, siz de korkup hunharca köşeye oturup korkarak seyredeceksiniz!” deyince, hükümdar öfkelenip kâhini kovar. ve ikinci
bir kâhini çağırır, o da rüyayı tabire başlar derki:
81
“Haşmetli Hükümdarım! Yarın sarayda bazı küçük olaylar
olacak insanlar ölüp kanlar akacak; fakat siz vakar ve sükûnet
içinde olayları sakinleştirmeye çalışacaksınız. Sizin bu iyi
davranışınız saray erkânı ve idare ettiğiniz halk tarafından iyi
karşılanacaktır.” der. Hükümdar bu kâhinin sözlerini takdirle
karşılar ve onu mükâfatlandırır.
Kıssadan hisse:
Her iki kâhinin de verdiği gıyabi haberler aynıdır; fakat kâhinin biri korkarak, hunharca derken, diğer kâhin, olgun, vakar
ve sükûnet içinde hükümdarın olayları seyir edeceğini söyler.
Yumuşak söyleyiş hükümdarın hoşuna gitmiştir. Onun için
ikinci kâhin mükâfatlandırılmıştır.
Allâh’ü Teâlâ kur’an’ı Kerimde buyurur ki:
“ (Gidin de) ona (Firavn’a) yumuşak söz söyleyin. Olur
ki nasihati dinler yahut (Allâh’tan) kokar.” 15
Peygamberimiz (sav): “İnsanlara anlayacakları bir lisan ile
konuşun” buyururlar.
“Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır;
Acı söz insanı dinden imandan çıkarır.” Sözünü hiç unutmamak gerek.
GAYIPTAN HABER VERENİN HALİ
Gıyabi olaylardan haber veren bir şahıs evine geldiği zaman, yabancı bir erkeğin hanımı ile oturduğunu görünce, hanımını azarlamaya ve dövmeye başlar.
Ona komşu olan âlim bir zat bu olayı öğrenince der ki:
Be adam! Sen gayıptan haber verdiğini ilan ediyorsun, feleğin en yüksek yerlerinde neler olduğunu anlatıyorsun, bu hüner sende iken hanımının yanına gelen adamı niçin bilmedin?
Kıssadan hisse:
15
Taha Suresi, Âyet: 44.
82
Allâh’ü Teâlâ Kur’anı Kerimde buyurur ki:
“Gaybın anahtarı O’nun (Allâh’ın) yanındadır. Kendinden başkası bunlar bilemez. Karada ve denizde ne varsa
O bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin
karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru (Hiçbir şey)
müstesna olmamak üzere hepsi apaçık bir kitaptadır.” 16
Peygamberimiz (sav), kayıptan haber verenlere inanılmamasını, kâhinlerin, müneccimlerin sözlerine güvenilmemesini
emir buyururken: “Kim bunlara (Gayıptan haber verenlere)
inanırsa kırk gün namazı kabul olunmaz.” diye hadis külliyatı
içinde belirtmişlerdir. (Riyasüssalihin)
Maalesef zamanımızda bile bazı kişilerin hala bu yüzden
geçim sağladıkları mevcuttur.
Müslüman’ın güveneceği kaynaklar Kur’an ve sağlam hadislerdir. Edill-i şer’iye17 dediğimiz dört kaynaktan başkasında verilen haberler İslâm inancında kabul edilmez.
EV ALIRKEN DİKKAT!
Sadi-i Şirazî der ki:
Bir evi satın almakta tereddütlü idim. Bir Çıfıt (Hilekâr,
münafık) dedi ki: “Ben bu mahallenin ileri gelenlerindenim.
Bu evin bütün vasıflarını benden sor, hiçbir kusuru yoktur.”
Cevap olarak dedim ki:
“Evet! Senin komşuluğundan başka kusur yoktur! Bir ev
ki, onun senin gibi bir komşusu vardır. Ancak ayarı bozuk on
akçe eder. Şu kadar var ki, sen öldükten sonra bin altın değeri
umulur.”
Kıssadan hisse:
16
17
Levhi mahfuz’da veya Allâh’ın ilminde.
Kitap, Sünnet, İcma-ı ümmet, Kıyas-ı fukaha.
83
Dünya hayatını sürdüreceğimiz mekânda önce iyi komşular
lâzımdır. Peygamberimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde:
“Ev almadan önce komşu alınız.” buyururlar.
Bazı kişilerin kötü komşuları yüzünden evlerini satıp veya
bırakıp başka yerlere göçtükleri vaki olaylardandır.
“Komşu, komşunun külüne muhtaçtır.” Sözünü unutmayalım.
BOSTAN ve GÜLİSTANDAN
Sultan Mahmud Gaznevî’nin yakınlarından birkaç veziri
Hasan Meymendî’ye:
“Sultan, filan iş hakkında size ne söyledi?” diye sorarlar.
Meymendî cevabında:
“Ne söylediği size de gizli kalmaz, belki size de söyler!”
demiş. Köleler:
“Siz memleketin baş vezirisiniz, size söylediğini bizim gibilere söylemez!” demişler. Meymendî:
“Sultan bana bir şey söylerse, o sözü başkasına söylemeyeceğimi bildiği için söyler. O halde ne söylediğini niçin soruyorsunuz?” Cevabını verir.
Kıssadan hisse:
İlim irfan sahibi bir insan her bildiği şeyi söylemez. “Her
bildiğini her yerde söyleme!” diye bir söz vardır, yerinde bir
sözdür.
Yerine göre, ser (baş) verilir, sır verilmez. Bildikleri gizli
şeyleri her yerde söyleyenlerin sonu iyi olmaz.
Bir kutsi hadiste mealen:
“Dilin senin aslanındır. Sen onu bağlamazsan o seni yer.”
Buyrulur. Birçok insanların çektiği cefalar dilleri yüzündendir.
Dil vardır getirir insanı imana;
Dil vardır sürükler adamı hüsrana. (Abdi Hoca)
84
SÖZ KESMENİN YANLIŞLIĞI
Büyüklerden biri derki:
“Hiç kimse kendisinin cahil olduğunu ikrar etmez; ancak
biri söz söylerken onun sözünü keserek söze başlayan, kendisini cahil bir kimse olduğunu ortaya koyar.”
Kıssadan hisse:
Haddini bilen bir insan toplumda konuşurken başkasının
sözü bitmeden kendi sözüne başlamaz; eğer insanları öğrenmek istiyorsanız, onu uzun uzun dinleyiniz. Çok sürmeden
onun kişiliğini anlayabilirsiz.
İslâm konuşma adabında söz kesmek abes ve saygısızlıktır;
eğer sizin söz arasına girmeniz gerekirse, konuşandan müsaade
alarak söze başlamanız yerinde olur.
Bilen insanlar sükuti olur ve yeri gelince az ve öz konuşurlar. Ben, ben, ben, diyerek çok konuşanlar ne olduklarını
kendi kendileri ortaya koyarlar.
SÜKÛTUN FAYDALARI
Ünlü âlimlerden birisi İslâm düşmanı inatçının birisiyle
tartışmaya başlar. Ne kadar delil getirdiyse de konuşmada onunla başa çıkamayınca tartışmadan vazgeçerek döner.
Birisi o âlime dedi ki:
“Sen âlim fazıl biri olarak bu dinsizi susturamadın mı?”
Âlim şöyle cevap verdi:
“Ben, Kur’an ve Hadis ilmiyle mücehhez biriyim. O adam
ise Kur’an ve hadis ilmine inanmıyor. Onun küfür sözleri karşısında benim onu dinlemeye ve vakit geçirmeye zamanın yok.
Böylelere vereceğin cevap, bunları dinlememektir.”
Kıssadan hisse:
85
Altın cevherini bilmeyen ve öğrenmek istemeyen bir kişiye
altının kıymetinden bahsetmenin anlamı nedir?
Bülbülü dinlemeye alışan, karganın sesine kulak verir mi?
Gül bahçesinde gezmeye alışık olanlar dikenli yollarda
gezmez; ancak dikeni çiğneyerek hedefe varacaksa Müslüman,
meşakkatlerden korkucu ve çekinen olamaz.
KÖRLER GERÇEĞİ GÖRMEZ
Sadi-i Şirazî der ki:
“Çok vakit söz söylemeyi ihtiyar ettiğime sebep şudur: ekseriya söz içinde tesadüfî olarak iyi de bulunur kötü de.
Düşmanları gözleri ise iyiyi görmez kötüyü görür.”
Dostum dedi ki:
“Kardeş, düşmanın iyilik görmemesi iyidir.”
Kıssadan hisse:
Düşmanlar sürekli bardağın boş tarafına bakarlar, dolu tarafını görmezden gelirler; hâlbuki erdemli insanlar, Müslümanlar böyle değildir, iyiye iyi, kötüye kötü derler.
Düşmanın gözünde, iyinin gülü, diken görünür. Buda imanın olmayışındandır.
İslâm düşmanları, samimi Müslümanlara ve onların yaptıkları hayırlara karşı gelirler.
Cihanı parlatan güneşin yarasayı rahatsız etmesi, güneşin
ışığına zarar vermez.
Allâh’ü Teâlâ Kur’an-ı Keriminde:
“Onlar (Mü’minler) Allâh yolunda savaşırlar ve kınayanın kınamasından (Dedikodusunda) çekinmezler. Bu
Allâh’ın lütuf ve inayeti dir ki, onu kime dilerse ona verir.”18
18
Maide Suresi 54.
86
Kâfirlerin işi İslâmi çalışmaları ayıplama, Müslümanların
işi de çalışmaya devam etmektir.
Hiçbir ayıplama ve engel, Müslümanları mücadeleden alıkoymamalıdır.
Eğer, hedef güle ulaşmaksa, yoldaki dikenler yürüyeni engelleyemez.
DÜŞMANI SEVİNDİREN ŞEYLER
Bir tüccar iki bin altın ziyan etmiş. Aile halkına: “Aman bu
ziyan lafını hiç kimseye açmayın!” der.
Aile halkından birisi: “Tamam söylemeyelim; fakat bunu
sebebi ne? diye sorunca tüccar: “Söylemeyin ki musibet çoğalmasın, sermayemizi kayıp ettik, düşmanlarımız bari sevinmesin! der.
Kıssadan hisse:
Bir insan madden ve manen zarara uğrayınca onun dostları
üzülür, düşmanları sevinir. Varlıkta herkes dost olabilir; fakat
sermaye elden gidince hasetlerin ve düşmanların sevinci başlar.
Akıllı insan kederini düşmanlarına açmaz; çünkü zengin
iken dost olan birçok kişiler, varlık elden gidince düşmanlığa
başlar. İnsanoğlu, gerçek dostlarını başı dara geldiği zaman
öğrenir.
ÇÖLDE ÖLEN FAKİR
Geniş bir sahrada bir garip yolunu gayıp etmiş. İyice acıkmış, cebinde az çok parası var; fakat satın alacak bir şey yok.
Çok dolaşır yolu da bulamaz ve orada ölür.
Sonra bir yolcu taifesi ölünün yanına rast gelir. Bakarlar ki
akçeler yerde serili, kenarında şöyle bir yazı var:
87
Paran pulun dolu olsa cebinde;
Yiyecek bulamazsan ölüm yerinde.
Kıssadan hisse:
Para, yiyecek almaya bir araçtır. Kendisi yenmiyor.
Bir lokma ekmek bulamazsan, yürüdüğün yerler altın olsa
ne fayda.
İnsanlar, yiyip içeceklerin kıymetini çok iyi bilip israf etmemeli, sefer anında aç kalacağının hesabını yaparak yiyecek
azığını ona göre saklamalıdır.
İLAHİ ADALET
Bostan ve Gülistan’dan:
Hz. Musa (sav) bir fakiri gördü, giyeceği olmadığı için
kumun içine girmişti. Adam Hz. Musa (sav)’yı görünce:
Ya Hz. Musa bana dua et! Cenabı Hakk bana yetişecek
kadar dünyalık versin, çünkü zaruretten bittim!” dedi.
Hz. Musa (sav) dua etti, Allâh’ü Teâlâ ona dünyalık
ihtiyacını verdi.
Birkaç gün sonra Hz. Musa (sav) münacattan dönerken
gördü ki, o fakir yakalanmış, kalabalık halk onun başında toplanmış.
Hz. Musa (sav) sordu: “Bu ne haldir ne var?” dediler ki:
“Bu adam şarap içmiş, kavga etmiş, birisini öldürmüş şimdi onu kısas yerine götürüyorlar.”
Kıssadan hisse:
Cenabı Allâh herkese layık olduğu şeyi vermiştir.
Kedilerin kanadı olsaydı, dünyada serçenin aslı tükenirdi.
Öküzdeki iki boynuz eşek’te olsaydı, kimseyi yanına sokmazdı.
Alçak kimseler zenginleşirse, ancak kötekle yola gelirler.
88
Eflatun: “Karıncanın kanatlı olmaması hayırlıdır.” demiş.
Seni zengin etmeyen Allâh, sana münasip olanı senden daha iyi bilir.
Allâh’ü Teâlâ Kur’an-ı keriminde buyuru ki:
“Eğer Allâh (Bütün) kullarına eşit olarak bol rızık verseydi yer (yüzün) de muhakkak ki taşkınlık ederler, azarlardı; fakat O ne miktar dilerse (rızkı o kadar) indirir.
Şüphe yok ki O, kulların (her halin) den hakkıyla haberdardır, (her şeyi) kemaliyle görendir.19
HATEM-İ TAÎ’NİN CÖMERTLİĞİ
Bostan ve Gülistan’dan:
Hatem-i Taî’ye sormuşlar:
“Cihanda kendinden daha büyük birisini gördün veya işittin mi? Hatem şöyle cevap vermiş:
“Bir gün kırk deve kestirmiş, Arap beylerini davet etmiştim. Sahranın bir tarafına gezmeye gittik. Baktım ki bir kimse
dikenleri kırmış, bir yığın yapmış. Yaklaştım:
“Arkadaş niçin Hatem’in ziyaretine gitmiyorsun? Halk
onun sofrasında toplanmışlar.” dedim. Oduncu:
“Her kim kendi elinin emeğiyle yerse Hatem’i Taî’nin
minnetini çekmez” dedi.
İşte ben onu, himmet ve şerefini muhafaza hususunda, kendimden daha yüksek gördüm.”
Kıssadan hisse:
Peygamberimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde:
“Cömerdin yemeği şifa, cimrinin yemeği dert getirir.” Buyurur; ancak hiçbir yemek kendi elinin yemeği kadar helal ve
iyi değildir. Bu söz hadis ile teyitlidir.
19
Şûrâ Suresi 27.
89
Annen, baban da olsa, kardeşin de olsa, en samimi dostun
da olsa, onlara muhtaç olmamak en güzeldir. Başkalarına vermek, yemek yedirmek şan ve şeref sahibi eder insanı.
Rasûlüllâh (sav) buyururlar ki:
“Veren el, alan elden üstündür.”
İstemek züldür. Vermek şereftir. Yalnız verilen başa kakılmamalı, verirken kişinin onuru kırılmamalıdır.
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
(Edepsiz zengin)
Sadi-i Şirazî der ki:
İskenderiye de müthiş bir kıtlık olmuş, halkın artık tahammülü kalmamıştı.
Yere karşı göğün kapıları kapanmış, yer halkının feryâdı
göğe yetişmişti.
Böyle bir yılda ahlaksız birisi vardı. O kadar ahlaksız,
edepsiz idi ki, onu anlatmak için söylenecek sözleri bilhassa
büyüklerin huzurunda söylemekten utanıyorum. Söylemeden
de geçsem aczime hamledilir.
Yalnız şu beyit ile iktifa ediyorum. Bir şeyden azıcığını
alırsan o, onun tamamı hakkında bilgi verir. Bir avuç şey bir
merkep yükünün numunesidir.
Bir Moğol o edepsizi öldürecek olsa, artık ona kısas lazım
gelmez. Nasılsa o sene o edepsiz kimse çok zengin idi. Her
şeyi bol bol mevcut idi. Edepsiz olmakla beraber, fakirlere, zarurette kalanlara altın, gümüş verir, herkesi davet eder, misafirlere sofra kurdururdu.
Dervişlerden bir kısmı zaruretle canlarında bezmişlerdi. Onun davetine gitmek isteyip bana danıştılar.
90
Gitmelerini münasip görmedim, mani oldum ve şöyle dedim: Aslanlar mağarada açlıktan ölürler de köpeklerin artıklarını yemezler. Açlığa, zarurete razı ol! Bir alçağa avuç açma!
Değersiz bir kimse mal, mülk cihetinden Feridun da olsa sen
ona kıymet verme! Değersiz bir insan türlü ipekten kıymetli
elbise giyse, o elbiseler duvara sürülmüş boya ve yaldız gibidir.
Kıssadan hisse:
“Geçme namert köprüsünden varsı alsın sel seni;
Yatma tilki gölgesine, varsın yesin aslan seni.”
Bu şiiri söyleyeni bilmiyorum. Acaba Sadi mi söyledi?
Yokluğa tahammül edip, namert insanların tuzağına düşmemek yiğit insanları işidir.
Namus ve şerefini koruyarak Hakk yolunda ölenler şehittirler. Bu, açlıkla da olur kılıç darbesiyle de. Namuslu ve şerefli
yaşamak bir Müslüman’ın en büyük meziyeti olmalıdır.
Hak yolunda, feda olursa bir can;
Benim canım da olsun, o zata kurban. (Abdi Hoca)
GÜLER YÜZ
Samimi inançlı bir insan büyük musibete uğramış, birisi ona demiş ki:
“Filan kimsenin sayılamayacak kadar çok parası, malı mülkü var. Derdini ona anlatırsan sana yardımcı olur, ihtiyaçlarını
giderir.” Adam: “Ben onu tanımıyorum” demiş.
Öncülük yapan zat:
Ben seni ona götürürüm deyip önüne düşmüş zenginin evine varmışlar.
Samimi kişi, azametli, ters yüzlü birisi ile karşılaşınca
hiçbir şey demeden geri dönmüş.
91
Öncülük yapan zat: “Niçin ihtiyacını söylemedin? Deyince:
iyi adam: “Onun parası pulu malı her şeyi kendisinin olsun!
Yüzünde hayır, sevgi olmayan kişinin ihtiyacımı görmesini
istemem cevabını vermiş.”
Kıssadan hisse:
Allâh’ü Teâlâ insanları şekline göre amel ettiklerini Kur’
anı Keriminde beyan buyurur. Kalbde olan duygular kişinin
yüzünde kendini gösterir.
“Onlar Allâh’tan (daima) fazl (-u kerem) ve rıza isterler.
Secde izinden (meydana gelen) nişanları yüzlerindedir”20
Gerçek Mü’minler vakarını muhafaza eder, aç kalsa da; ancak derdini anlayacak insalara ihtiyaçlarını söylerler.
Allâh, Mü’minleri namert insanlara muhtaç etmesin!
(Âmîn)
KONFERANS’TAN
Gazipaşa ilçesi, Gazipaşa düğün sarayında, Antalya İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof. Ahmet Yaman, camiler haftası
konferansında konuşurken başından geçen bir olayı şöyle anlattı:
“İstanbul ilimizde bir çalışma sırasında yorulmuştum. Dinlenmek için Rüstem Paşa Camisinin karanlık bir odasında
ayaklarımı kuzey tarafa uzatarak dinleniyordum.
Bir vatandaş gelip burada ne yaptığımı sordu. Ben de dinlendiğimi söyledim. Adam:
“Burası ibadet yeridir, senin yatman ayıp değil mi? Diye
bağırmaya başladı. Ben de Rasûlüllâh’ın Mescidinde bile bu
gibi olaylar oluyor. Hz. Ali, Mescidi Nebevide toprak üzerinde
yatmış uyurken, Peygamberimiz (sav): “Ey Ebû Türap! Ne
yapıyorsun diye ona seslendiği, mescidde yatmanın haram veya yasak olduğunu söylemediğini anlatmışsam da adam:
20
Fetih Sûresi: 29.
92
“Burası Rüstem Paşa Camisi, Mescidi Nebevide yatılır; fakat burada yatılmaz” dediğini söyledi.
Kıssadan hisse:
Peygamberimiz (sav) döneminde mescitler, ibadetlerin yapıldığı, maleyağni olmayan dünya ve ahiret işlerinin konuşulduğu, harp kararlarının alındığı, hatta hastane çadırının kurulup ilk kadın doktor tayin edilerek tedavilerin yapıldığı
yerdir.
Bir söz vardır: “Kraldan fazla kralcı olmak mı? diye.
Dini bilgilerin en sağlamı, Kur’an ve Asrı Saadet bilgileri
olduğunu unutmayalım!
BİR BEDEVİNİN MESCİDDE BEVL YAPPMASI
Peygamberimiz (sav) Mescid-i Nebevide sahabe-i Kiram
ile konuşurlarken bir bedevi gelerek Mescidin bir köşesine
bevl (küçük su) etmeye başlar. Bazı Sahabiler bedeviye bağırıp, çağırmaya başlayınca, Peygamberimiz (sav), bırakın! Başka yerleri de kirletmesin buyurur ve bedevi bevlini yaptıktan
sonra Peygamberimiz (sav) adama buyurur ki:
Burası ibadet yeridir. Mescitler kirletilmez. Bir daha böyle
yapma diyerek bedeviyi uyarır.
Mescidde ki pisliği görevlilerden birisi temizler.
Kısadan hisse:
Eğer bir kişi bilmediği bir işi yanlışlıkla yaparsa, onu Rasûlüllâh’ın terbiye usulü ile yaptığı işin kötülüğünü anlatıp ikna ederek vazgeçirmek gerekir. Sert davranış kırıcı olduğu gibi, yumuşak davranış ta kişiyi kazanmaya vesile olur.
Peygamberimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde:
“Sertlik hangi işte ise o işi zorlaştırır. Yumuşaklık hangi
işte ise o işi kolaylaştırır.” buyurmuştur.
“Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır;
93
Kötü söz insanı dinden imandan çıkarır.” Sözü hiç unutulmadan ameli hayatımızda tatbik edilmelidir.
“Söz ola durdura savaşı;
Söz ola kestire başı.” Diyen zat ne güzel söylemiş.
YALANCI PİYES
Çocukluğumda seyredip hiç unutmadığım ve hatırladıkça
öfkelendiğim bir piyesten bahsedeceğim.
Bir ilkokulda piyes yapılacağını duydum ve gittim. Okul
talebesinin birine hoca kıyafeti olan cübbe, sarık giydirilmiş.
Çobanın birisi davar kesmiş, kardeşleri arasında pay ettirmek
için hocaya getirmiş, hoca kıyafetindeki çocuk eti paylaştırmaya başladı ve dedi ki:
Deri meri, bu, hocanın kârı dedi kendisine ayırdı.
Bacak macak, bu, hocanın olacak;
Kele melle, hoca sen bunu iyi belle;
But mut, hoca sen bunu iyi tut;
Ciğer miğer, bu, hocanın canına değer;
Et met, bu, hocanın hep diyerek hoca hep eti kendisinin
etti; ancak dalağı:
“Dalak malak, al se bunu koca salak.” diyerek davar sahibine verdi. Çoban da, yanında bulunan içi fışkı dolu karını hoca kıyafetindeki çocuğun başına döktü. Cemaat kahkaha ile gülüştüler.
Kıssadan hisse:
Bu piyesi yapmakta amaç ne idi?
Hiç bu derecede şahsiyetsiz hoca gördünüz mü?
Bence böyle hoca olmaz; ancak İslâmiyeti yıkmaya çalışan
yetiştirilmiş sahte hoca kıyafetli serseriler bunu yapar. Bunu
yapan beyinsizler kendileri dahi böyle bir olaya inanmaz. Hiç
94
unutmayalım ki, başkaları için haince kurulan tuzaklar; ancak
sahiplerini tutar. Bir inancı yıkmak için önce o inancın önde
gelen temsilcilerini halk nazarında küçük düşürmek gerek; ancak İslâm düşmanları, Ebû Cehil kurduğu tuzağa kendinin
düştüğünü her halde görmeye başladıklarını sanırım.
Hakk şerleri hayır eyler;
Zannetme ki gayr eyler;
Arif anı seyreyreler;
Mevlâ, görelim neyler;
Neylerse güzel eyler. (İbrahim Hakkı Erzurumî)
NEFSE ZORLA BORÇ İSTEDME!
Salih bir insan, nefsinin isteğine kapılarak görgüsüz bir kasaptan et alır; fakat borcunu ödeyemez.
Kasap, alacaklıya her gördüğü yerde borcunu ister, sert
sözleriyle salih kişinin kalbini kırar. Canına tak diyen salih kişi: “Nefsin taam (yemek) için isteğini reddetmek, kasaptan et
almaktan daha kolaymış.” der.
Kıssadan hisse:
İnsanoğlu zaruri ihtiyaçları dışında nefsin isteklerine baş
eğmemelidir. “Ulu kuşlar, kemikleri ölçüp öyle yutarlarmış.”
Zamanında ödeyemeyeceğimiz borçları, mümkün olduğu
kadar yapmamalıyız. İslâm hukukuna göre, alacaklı borcunu
istediği zaman, borçlu olan şahıs gerekirse sabah yemeğini
satıp borcunu ödemesi gerekir. ( bkz. Mültekal Ebhur, borçlar
bahsi)
Cebinde parası olduğu halde; eğer borcumu versem işim
aksayacak diyenlerin kulakları çınlasın.
95
Cebinde parası olduğu halde borcunu vermeyen, söz verdiği zaman sözünde durmayan insanları köşeye koymak gerekir.
Söz namustur kendini bilen insana;
Uymazsan sözüne, yazık olur sana.
(Abdi Hoca)
AZ YEMEK
Sadi-i Şirazî der ki:
Horasanlı iki derviş vardı, birlik arkadaşlık ederlerdi; fakat
birisi üç günde bir yemek yer, zayıf, diğerin günde üç defa yemek yer besili idi.
Onlar bir şehirde casusluk ihtimali ile tutuklanıp iki hafta
boyunca yemek vermeden tutuklu kaldılar. Suçsuz oldukları
anlaşılınca bırakmak için kapıyı açınca, zayıf olanın yaşadığı,
besili olanın öldüğünü gördüler.
Bu olayı gören akılı bir insan:
“Eğer bunun aksi olsaydı şaşardım; çünkü çok yiyen açlığa
dayanamadı öldü. Az yiye açlığa alışkın olduğu için yaşadı ve
ölümden kurtuldu.” dedi.
Kıssadan hisse:
Bu günkü modern tıp bilgilerine göre de ihtiyaçtan fazla
yemek oburluğa, oburluk ise birçok hastalıklara sebebtir.
Cenabı-ı Hakk Kur’anı keriminde:
“Yiyin, için, israf etmeyin; çünkü O, (Allâh) israf edenleri sevmez.”21 buyurur.
Peygamberimiz (sav), birçok hadislerinde çok yemenin sakıncalarından bahis buyurur: “Acıkmadan yemeyin, doymadan
kalkın.”22
21
A’raf Sûresi: 31.
96
Müslümanlar, sağlıklı yaşam için bilgiler öğrenip, bu bilgileri de hayata geçirmek mecburiyetindedir.
Sistemli bir yemek faydalı hem ruha hem bedene;
Acımak lazımdır bu fikri çokça ihmal edene.
(Abdi Hoca)
NEFİS İRADESİ
Adamın birisi çok günah işler, sonra tevbe eder; fakat yine
tevbesine uymaz günah işlemeye devam edermiş.
Bir gün bu haline nedamet edip bir âlime sual etmiş: “Ben
bu beladan nasıl kurtulayım” diye. Âlim:
“Zannediyorum ki çok besleniyorsun, nefis kuvvetli; ama
bağı zayıf. Sen bu nefsi böyle azdırırsan seni de yiyebilir.” Diye cevap verir.
Kıssadan hisse:
Nefsin en sağlam bağı, Kur’an sünnete bağlanmadır.
Âlimin birisi bir hata işlemiş, nefsini korkutmak için bir
parmağını yanan muma tutmuş demiş ki:
“Ey nefis! Kötülüğün sonu ateştir. Bu ateş, cehennem ateşinin yanında hiçtir. Eğer bu ateşe dayanabileceksen günah
işlemeye devam et!”
Sağlam bir inanç insanı, her türlü kötülükten nehyeder.
İrade hâkimiyeti sağlam insanların birçok işleri kolayca
yaptığı görülmektedir.
Nefis denen yırtıcı arslana aman kendimizi yedirmeyelim!
22
Hadisi Şerif.
97
MÜSLÜMANLARA GÖNDERİLEN DOKTOR
Peygamberimiz A.s)’ın İskenderiye’ye gönderdiği elçilerle
birlikte İskenderiye kıralı, iki cariye, bir doktor ve bazı kıymetli eşyalar gönderir.
Doktor, İslâm âleminde uzun süre kalır; ama hiç hasta gelmez. Doktor, Kendisine hiç hasta gelmediğini, işsiz kaldığını
anlatınca, Peygamberimiz A.s):
“Benim ümmetim, acıkmadan yemek yemez, doymadan
kalkar. Onun için hasta olamazlar.” buyurur:
Doktor:
“Doğru söyledin yâ Resûlallâh! İşte sıhhatli yaşamanın
esası budur.” der ve Peygamberimiz (sav)’ın müsaadesi ile
memleketine döner.
Kıssadan hisse:
Oruç Allâh’ü Teâlâ’nın emrettiği İslâmın beş direğinden
biri olduğu gibi, sıhhati elverenlere orucu tutmanın vücut sağlığı için çok gerekli olduğu birçok doktorlarca tasdik edilir.
Her işinde vardır hikmet, abes işi yapmaz Allâh;
Hidayet haktan olmazsa, ne yapar bu aciz kullar.
(Laedri)
CÖMERTLİĞİN ÜSTÜNLÜĞÜ
Aklıselim bir insana sormuşlar: “Cömertlik mi üstün, yiğitlik mi? diye. Adam şöyle cevap verir:
“Eğer bir insan cömertse, onun yiğitliğe ihtiyacı olmaz.”
Kıssadan hisse:
Bin dört yüz küsur sene önce ölen, Peygamberimiz A.s)’ın:
“Keşke iman ile ölseydi.” buyurduğu Hatem-i Tai hala cömert-
98
liği ile anılır. Bir söz vardır: “Sahavetli insanın ünü uzaklara
gider.” diye.
Kur’anı Kerimde Yüce Mevlâ: “Siz sevdiğiniz şeylerden
(Allâh yolunda) harcayıncaya kadar iyiliğe ermiş (birr ve
itaat etmiş) olamazsınız.”23 buyurmaktadır.
Cömert’in malının bereketi çoğaldığı gibi ünü de çoğalıp
şanı yüce olur.
Sahabe-i Kiramdan Medineli Ensarın Mekkeli muhacirlere
karşı cömert tutumları en güzel örnektir.
EŞKIYANIN NASİHATI
Yıllarca önce gençliğimde tenha bir yolda yaya gidiyordum. Bir de baktım elinde alman filinta mavzeri olan bir kişi
karşıma çıktı. Adamı tanıyorum, istifimi bozmadım. Bana otur
hocam dedi. Oturduk. Çok kuşkulu iki yanına baka baka
çantasının içinden bir elma çıkardı. Elmayı belindeki koca
bıçakla ikiye böldü ve bana:
“Bak hoca! Sizler bütün insanlara nasihat edersiniz. Ben de
sana bir nasihat edeceğim diyerek elmanın çok tarafını bana
verdi. Eğer seninle arkadaş olan kişi elmayı böldüğü zaman
çok tarafını alırsa, onu hemen arkadaşlıktan sil” dedi.
Kıssadan hisse:
Adam şimdi öldü Allâh rahmet eylesin. Silahını müsaade
eder misin bakayım dedim. Adam beni kırmadı mavzerin makarizmasını çıkarıp, bana göstermemeye gayret ederek yan dönüp tabancanın kabzasına yapışıp beni kontrol ederek silahına
bakmama müsaade etti. Bu olayı çok anlattım.
Arkadaşlık hukukunda, devamlı karşısındakini yemeye çalışan insandan dost olmaz. Menfaat bitince, onların dostluğu da
biter.
23
Âl-i İmran Suresi, âyet: 92.
99
Er insan hiç kimsenin hakkı altında kalmaz, hak yemez,
hakkını da yedirmez; ancak hoşgörü ile af etmek müstesnadır.
Kara gününde sana yaklaşmayana bu dostumdur deme!
Hakkı tam ortadan bölmeyen, hakkın çoğunu almaya çalışandan kaç! Bunu sakın unutma!
BOSTAN ve GÜLİSTANDAN
(Sancak ve perde)
Sadi-i Şirazî derki:
Bu hikâyeyi iyi dinle! Bağdat’ta sancak ile perde arasında
bir mücadele başlamış.
Sancak, yolun tozundan, dağlarda ovalarda gezmekten gücenmiş, perdeye şöyle demiş:
“Ben ve sen her ikimiz bir tüccarın malıyız. Her ikimizde
hükümdar sarayında kıymetli yerlerde korunuyoruz. Ben hiç
dinlenemiyorum, vakitli vakitsiz seferlerde bulunuyorum. Sen
hiçbir eziyet görmeden hiç çalışmadığın halde niçin benden
aziz addediliyorsun? Sen ay yüzlü köleler, cariyeler yanında,
ben, ayağım bağlı başım dönük hizmetkârlar elindeyim.
Söyle ey perde! Niçin sen böylesin, ben böyleyim?
Perde şöyle cevap vermiş:
“Ben başımı aşağıya eğiyorum. Senin gibi göğe kaldırmıyorum. Her kim boş yere boynunu kaldırırsa, kendisini boynu üzerine bırakmış olur.
Kıssadan hisse:
Büyüklük sadece Allâh’ü teâlâ’ya aiddir. İnsanlar topluma
yaptıkları hizmet karşılığında değer kazanırlar. Şu geçici dünyada kalıcı işler yapıp, öldükten sonra rahmetle anılanlar var
ya, işte değerli insan olan onlardır.
Birileri varlığından, geçici mevkiinden dolayı büyüklük
yapmaya kalkmasın; eğer yaparsa buna rezillik derler. Kişi,
100
büyüklüğünü öğünmekle değil, dinine, vatanına, milletine,
devletine ve tüm insanlığa yaptığı hizmetle örnek göstermelidir
ki büyük adam olduğu bilinsin.
Kibirlenip cennetten çıkarılan şeytan, arkadaşlarının çoğalmasını ister. Sakın aldanmayalım!
BOSTAN ve GÜLİSTANDAN (hiddetli insan)
Sadi-i Şirazî der ki:
Ariflerden biri güçlü kuvvetli birisini gördü. Sıkılmış, kızmış, çok hiddetli, öfkesinden ağzı köpürmüştü.
Arif: “Bu adama ne oldu?” diye sorunca:
“Bir kişi ona sövdü.” diye cevap verdi. Arif ona şöyle söyledi: “Ey soysuz! Bin okka taşı kaldırırsın, bir söze mi dayanamıyorsun?” deyince, pehlivan sakinleşir.
Kıssadan hisse:
Peygamberimiz (sav), asıl pehlivanın rakibini değil kendi
nefsini yenmesi hakkında hadisleri mevcuttur.
Öfke bir ateştir ki önce sahibini yakar. Asıl pehlivan nefsini yenen, Allâh ve Rasûlünün emirlerine itaat edendir.
Filin gücü malumdur; fakat hayvandır. Güç, Hakk yolunda
kullanılınca değerli olur.
İnsan, yerinde kullanılmayan gücü ile değil, toprak gönüllü
mütevazı hali ile daha fazla değer kazanır.
101
BOSTAN ve GÜLİSTANDAN (derviş)
Sadi-i Şirazî derki:
Bazı günahlardan kaçmaz keyfine düşkün insanlar, bir dervişi lekelemek için onun hakkında yakışmayacak sözler, iftiralar düzenler, dervişi incitirler.
Derviş, şeyhinin huzuruna giderek başından geçen olayları
anlatır. Şeyh der ki:
“Çocuğum! Derviş hırkasını giyen herkes, her şeye razı olmalıdır. Her kim bu kisve içinde işinin yoluna gitmesine razı
olmazsa, yalancıdır, ona dervişlik hırkası uygun değildir.”
Kıssadan hisse:
Eksik insanlar daima olgun insanlardan rahatsız olurlar. Bu
eksikliğin alametidir. İyiler, olgunları ararken, eksik insan yarasanın güneşten kaçtığı, rahatsız olduğu gibi, ilim ve irfandan
nasibi olmayanlar, nefsinin esiri olanlar ilim sahibi olgun insanları her zaman zedelemeye çalışmışlardır; fakat taş denizi
bulandırmaz, atılan çamur güneşi lekelemez.
Bilgiden nasibi olanlara düşen görev böyleleri görmezden
gelip bildikleri gerçek yolda yürümeleridir.
Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerimde:
“(Habibim) sen (güçlüğü değil) kolaylığı (sağlayan yolu)
tut. İyiliği emret. Cahillerden yüz çevir.”24 buyurur.
Allâh’ü Teâlâ her Musa’nın karşısına bir Firavn yaratmıştır, onun uşakları da vardır. Müslüman’ın işi onlarla oyalanmak
değil irşada devam etmektir. Kur’an-ı Kerim de Cenab-ı Hakk:
“Onlar (Mü’minler) Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir
kınayanın kınamasından (dedikodusundan) korkmazlar.”25
24
25
Â’raf Sûresi: 199.
Mâide Sûresi: 54.
102
Bize düşen irşat etmek, dedikodu neyimize;
Bu sözler Allâh katından, vazifedir hepimize. (Abdi Hoca)
SARHOŞUN NASİHATİ
Bir gece kendini kayıp edecek derecede sarhoş olmuş bir
genç, yolun ortasına yatmıştı. Oradan geçen bir salih kişi gencin bu çirkin haline baktı. Sarhoş başını kaldırdı ve:
”Onlar ki (Allâh’ın has kulları) yalan şahitlik etmezler,
boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit şerefli (İnsanlar)
olarak (ondan yüz çevirip) geçerler.”26 Ayeti Kerimesini
okudu ve dedi ki: “Ey benim uygunsuz işimi gören kişi! Bir
günahkâr gördüğün zaman onun kabahatini görmezlikten gel
ve ona hilim ile muamele et. Niçin bu iyiliği benden esirgersin?” dedi.
Kıssadan hisse:
Yukarda ki ayeti kerime mealinde Allâh’ın sözü açıktır. Bir
Mü’min herkese iyilik yapar. İyiliğe karşı iyilikle cevap
verdiği gibi, kötülüğe karşı da iyilik yapmak insana çok şey
kazandırır; ama bu iş herkesin yapacağı şey değildir; ancak olgunlar ve mütevazı insanlar bunu yapabilirler. Allâh ve Rasûlünün rızasını almak için böyle davrananlar tevazuda yüksek
bir mertebeye ulaşmışlardır.
Bir defa değil her zaman bunu yapabilmek ancak büyük
Müslümanların işidir.
“Ey itminane (Huzura) ermiş ruh! Dön Rabbine, sen
O’ndan razı, O senden razı olarak. Haydi, gir kullarımın
içine. Gir cennetime.27 Müjdesine ermek ne güzel…
Ne mutlu nefsi emareyi Allâh inancı kontrolü altına alabilenlere!
26
27
Furkan Suresi: 72.
Fecr Sûresi: 27-30.
103
CANINI KURTARAN KAPTAN MI?
Sadi-i Şirazî derki:
Bir arif 28 tekkede sofularla bir müddet arkadaşlıktan sonra
onlardan ayrılıp medreseye geldi.
Ben o arife sordum:
“Âlim ile âbid arasında ne fark var ki âbidler fırkasını bırakarak âlimler zümresine geldin?” diye.
Arif cevap verdi:
“Âbid, gemisini kurtaran kaptandır, der kendisini düşünür,
Âlim ise suya düşenleri kurtarıyor.”
Kıssadan hisse:
İlim ehli kendisinden başka tüm insanlığı düşünen insanlar
topluluğudur. Sadece kendini düşünene ilim ehli denemez.
Gerçek ilim sahipleri toplumu kurtarmak için hayatlarını tehlikeye bile atarlar, gerekirse ölürler; ama yılmazlar, korkmazlar, çalışmaktan usanmazlar.
Yüce Allâh Kur’anı Keriminde:
“De ki: bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak temiz akıl sahipleridir ki (bunları) hakkiyle düşünür.” 29
Peygamberimiz (sav):
“İlim, Çin’de bile olsa arayınız.” Buyurması boşuna değildir. O tarihteki bir Çin yolculuğunu düşünürsek, ilmin ne kadar
insanlığa lüzumlu olduğu kolayca anlaşılır.
İlmin değeri hakkında ne kadar konuşsak, yazsak azdır.
İlim sahipleri toplumda paratoner görevi yapan, gerekirse
kendileri helak olup içinde yaşadığı toplumu koruyan insanlardır. Buna razı olmayan ilim adamı, adını ben menfaatçiyim
diye değiştirmelidir.
28
29
Tevhid bilgi ve şuuruna sahip ilim dolu kişi.
Zümer Sûresi: 9.
104
“İlim, ilim bilmektir;
İlim kendin bilmektir;
Sen kendini bilmezsen;
Bu nice okumaktır. (Yunus Emre)
BİR HİKÂYE
Bir fakih (Fıkıh âlimi) vaizleri dinlemeyen oğluna:
“Vaizlerin güzel sözlerinin hiçbiri sana neden tesir etmez?
Diye sorunca: Oğlu cevap verir:
“İşlerini özlerine uygun görmediğim için. Vaizler halka
dünyayı terk etmeyi söyledikleri halde, kendileri para kazanmaya yığmaya çalışırlar.” der.
Kıssadan hisse:
İrşad eden bir şahıs, söylediği sözleri önce kendi yapmazsa,
onun sözünü dinleyip tatbik eden az olur.
Misal; sürekli sigara içen bir adam çocuğuna: “Oğlum
sigara zararlıdır.” dese oğlunun aklına ilk gelen baba zararlı da
sen niçin içersin? demek olur.
Vaaz edenlerin sözleri de; eğer kendi söylediğini önce
kendi yapmıyorsa, bu gibi cevaplarla karşılaşır.
En güzel vaaz, nasihat, yapılmaması gereken işleri yapmamak, toplumun örnek alacağı iyi hal ve hareketlerde bulunmaktır. Böyle insanların sözü de, işi de hüsnü kabul görür.
En doğrusu, iyi yolu gösterenler, kendi yanlış yolda olsa
bile, güzel sözü dinleyip onu yaşayarak kendini kurtarmaktır.
İMAM-I AZAM’IN EBÛ YUSUF’A NASİHATİ
İmam-ı Azam hazretleri imamı-ı Ebû Yusuf’u okuturken
Ebû Yusuf dersini tam veremez. Hocası: “Niçin dersini yapma-
105
dın deyince: “Hocam çok misafirlerim vardı onun için dersimi
hazırlayamadım.”der.
İmam-ı Azam bu hal karsısında talebesine der ki:
“Yusuf; eğer misafirlerin zengin ise onlara çok para iste sık
sık bunu yap. Misafirlerin fakir ise onlara borç para ver. Zenginler para isteyecek diye, fakirler de alacağını isteyecek diye
sana gelmezler. Sen de böylece yalnız kalır derslerini yaparsın!
Kıssadan hisse:
İlk bakışta İmam-ı Azam’ın bu sözü doğruyu söylememek
gibi algılanabilir; ama gerçek şu ki, ilim tahsili gibi çok ehemmiyetli bir iş, maleyağni şeylerle boş vakit geçirerek ihmal edilemez. Özellikle bir akademisyen olmak isteyenler en az güne
13–15 saat çalışmak zorundadır. Boş yere konuşmalarla
kıymetli vakitler zayi edilmemelidir.
İlimin her bölümü, ilerlemek isteyen bir millet ve devlet
için vazgeçilmez bir iştir. İlim ile meşgul olanlarla görüşülmesi
gerekirse, onun vaktini israf ettirmeden uygun bir vakitte görüşülmesi çok yerinde olur.
Hayat, kırık bardaktaki su gibi;
İçsen de bitiyor sen içmesen de.
Zaman, zalim elinde kılıç gibi;
Sen kesmezsen o, kesip geçiyor.30
Kendimizi zaman kılıcına kestirmeyip vakitlerimizi iyi değerlendirmeliyiz; eğer adam gibi adam olacaksak.
VERMEMİŞ MABUD, NEYLESİN II. MAHMUT
Padişah II. Mahmut kapısında bir dilenci görür. Dilencinin
gerçekten fakr-u zaruret içinde olduğunu hisseder.
II. Mahmud saray aşçısına: “Şu fakirin haberi olmadan bir
tepsi içinde baklava yap, her bir diliminin altına bir Osmanlı
30
Hikmet incileri, Abdi Özdemir. Asil dedem isimli şiirden.
106
lirası koy, hem baklava yesin hem de altınları görünce sevinsin. Bu fakir zengin oluncaya kadar buna devam et! Diye emir
verir. Ayrıca, fakire de: “Bu baklava tepsisini her gün saraydan
al, kimseye veremeden kendin ve çocukların yiyecek.” diye
söyler.
Saraydan baklava tepsisini alan fakir, baklavanın güzelliğine bakar kendi kendine: “Ben bunu yesem ne olacak, gel
satayım da çocuklarıma bir nafaka olsun.” der ve mahalle bakkalına satar.
Bakkal, kurnaz bir kişi, baklavanın padişah ikramı olduğunu anlar, her gün bana getir, sana daha çok para vereceğim
deyip her gün alır ve zengin olur.
Padişah, fakire çağırıp sorar: “Artık zengin oldun mu?”
diye. Fakir: “Hayır, zengin olmadım.” Deyince Padişah: “Doğru söyle! Baklavayı ne yaptın, yoksa seni zindana atarım.” diye
sıkıştırınca, Fakir: “Baklavaları falanca bakkala satıp o bakkaldan çocuklara rızık alırdım.” der. Padişah: “Oğlum! O baklava
diliminin her birinin altında bir Osmanlı lirası vardı; fakat ben
seni zengin ededeğim diyerek fakiri alır saray hazinesine
götürüp fakirin eline hazine altın küreğini vererek O’na:
“Küreği iyi daldır! Ne alabilirsen senin olacak, bu bir kürek
altın senin olacak.” der.
Fakir küreği alır; ama heyecanından altın yığınına küreği
ters daldırır, tek iki altın çıkar fakire.
Padişah: “Oğlum! Vermemiş Ma’bud, neylesin II. Mahmud, sen kaderine razı ol!” diyerek fakiri gönderir.
Kıssadan hisse:
“Eğer Allâh (Bütün) kullarına eşit olarak bol rızık verseydi yer (yüzün) de muhakkak ki taşkınlık ederler, azarlardı; fakat O ne miktar dilerse (rızkı o kadar) indirir. Şüp-
107
he yok ki O, kulların (her halin) den hakkıyla haberdardır,
(her şeyi) kemaliyle görendir.31
Cenabı Hak ezel de kullarına rızkı taksim etmiştir; fakat
kul benim rızkım nasıl olsa gelece diye çalışmayı ter edemez.
Bir insana düşen görev Allâh’a tevekkül edip rızkın yollarını aramaktır; eğer fakir ise, sabır edip başkalarının malına
göz dikmemek, zengin ise de şükredip varlığından layık olanlara yardım elini uzatmalıdır.
Şükür, dil ile değil, el ile vererek yapılmalıdır.
Allâh’ü Teâlâ Kur’anı keriminde: “Siz, sevdiğiniz şeylerden (Allâh yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş
(Birr ve taat etmiş) olamazsınız. Her ne infak ederseniz şüphesiz Allâh onu bilicidir.32
Gerçek bir Müslümana düşen görev Allâh ve Rasûlünün
yolundan yürümektir.
ÖKSÜRÜK İLE GELEN RIZIK
Medresede okuyan bir talebe Peygamberimiz (a.s.)’ın “Rızık Allâh’a aiddir.” sözünü okuyunca kendi kendine: “Nasıl olsa Allâh benim rızkımı verecek.” der ve tenha odanın birine
oturup ders çalışmaya başlar. Talebe arkadaşları da onun medreseden kaçtığını zannederler.
Günlerce bekleyip rızık gelmeyince iyice acıkır, talebenin
biri odanın önünden geçerken rızık bekleyen öğrenci bir öksürür. Sesi duyan talebe içeri bakar görür ki, kayıp arkadaşı açlıktan, susuzluktan sararmış solmuş. Hemen yiyecek getirerek
arkadaşını doyurur, talebenin aklı başına gelir, der ki: “Allâh
rızkı veriyor; ama hiç olmazsa bir öksürük gerekliymiş.”
Kıssadan hisse:
31
32
Şûrâ Suresi 27.
Âli İmrân Sûresi: 92.
108
Cenabı Hakk, rızkı elde etmeyi çalışmaya bağlamış, en
azından bir öksürük olsa bile.
Kur’an-ı Kerimde, kuşların sabahleyin aç olarak çıkıp akşama tok döndüklerinden bahseder.
Müslümanlar çalışkan olup kimseye muhtaç olmamalıdır.
Peygamberimiz (sav):
“Fakirlik, Nemrud’un ateşlerinden bir ateştir.” buyurur.
Mü’min, alan el olmaktan kurtulup, veren ele sahip olmak
için Allâh rızasına uygun biçimde çalışmak mecburiyetindedir.
BOSTAN VE GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî derki:
Bir vakit Şam’daki dostlarımla düşüp kalkmaktan bana
usanç geldi. Başımı alıp Kudüs çöllerine düştüm. Hayvanlar ile
ünsiyet ettim. Haclılar beni esir aldılar “Trablus Şam’a” götürdüler. Bir takım basit insanlarla siper kazdırdılar. Nihayet Halep Reislerinden tanıştığımız bir zat beni tanıdı:
“Bu hal ne? diye sordu, ben de cevap verdim:
Cenab-ı Hakk’tan başkasıyla meşgul olmayayım diye insanlardan dağlara ovalara kaçtım. Şimdi tasavvur et ki, bir
takım hayvan sürüsüyle geçinmeye mecburum. İşte halim bu,
ne demek istediğimi anla!
Dostların yanında zincir bent olmak yabancılarla bahçe
sefası etmekten daha iyidir, deyince o zat halimi anladı, on
altın vererek beni Frenklerin esaretinden kurtardı. Beni alıp
Halep’e götürdü. Bir kızı varmış yüz altın mihr ile bana nikâh
etti. Aradan bir zaman geçti. Kız huysuz, inatçı, dik başlılığı ile
bana dil uzattı. Hiç mesut değildim. Demişler ki:
“İyi bir adamın evinde fena bir kadın varsa, o adam, cehennem azabını dünyaya çeker.” O kadın bana dedi ki:
109
“Sen, babamın on altına satın alarak Frenlerin esaretinden
kurtardığı adam değil misin?” Ben de cevap olarak: “Evet, on
altına Fren esaretinden beni kurtardı, yüz altına sana esir etti.”
dedim. Kıssadan hisse:
Erzurum’un Tortum ilçesinden Fevzi Köksal isimli ‘Hafız’
asil bir aileni çocuğu benim köyüm Üçkanak’da İmam-Hatiplik görevi yaptığı sırada ona dedim ki:
“Hocam! Çevreyi incele, eğer bu bölge hoşuna giderse,
seni orta halli bir ailenin kızı ile evlendiririm”
Erzurum dadaşı Hoca hemen cevap verdi, dedi ki:
“Hocam! Hanımın malı, ingin kapının üst eşiğine benzer.
Eve girdikçe de kafanı vurursun, çıktıkça da.”
Ben derim ki: “Hz. Hatice anamız gibi olanlar müstesnadır;
fakat Sadi-i Şirazî’nin yüz altına nikâhladığı gibisi de olmasın.” Bir atasözü vardır:
İyi at;
İyi avrat;
İyi silâh, her gün ferah, her gün ferah, her ferah;
Fakat:
Kötü at;
Kötü avrat;
Kötü silâh, her merak, her gün merak her gün meraktır.
İyilerin darısı, Müslümanların başına!
BOSTA N ve GÜLİSTAN’DAN
(seyrek ziyaret)
Sadi-i Şirazî derki:
Ebû Hüreyre (R.a) her gün Peygamberimiz (sav)’ın yanına
gider, onun sohbetine bir türlü doymazdı.
Peygamberimiz (sav) ona bir gün:
110
“Ey Ebû Hüreyre! Beni her gün değil, gün aşırı ziyaret et.”
buyurdu. Kıssadan hisse:
Dostları çok sık ziyaret hoş olmaz, tedirginlik meydana
gelir. Güneş dünyayı her gün aydınlatır, kıymetinin bilen kaç
kişidir? Kış günlerinde ara sıra doğduğu zaman güneşin kıymeti daha iyi belli olur. İnsan kendini tiksindirmeden bir iş yaparsa daha fazla değer kazanır.
Tatlı sohbet istersen, ziyaret biraz seyrek olsun!
DEVLET REİSİNİN KIZI HİKÂYESİ
Bir devlet reisinin kızı hata yapar. Reis oğluna bu kızı götürüp ıssız bir yerde öldürmesini ister. Oğlan kızı alıp öldüreceği yere gelince, kız çocuğu, kardeşine:
“Ne olur beni öldürme! Ben hiç kimsenin bilmeyeceği veya
kolayca ulaşılmayan bir yere gideyim. Sen babama beni öldürdüğünü söyle” diye yalvarınca oğlan kardeşi razı olur, kızı
dağda bırakıp döner ve babasına kızı öldürdüğünü söyleyip
onu inandırır.
Kız dağda bir Yörük beyine sığınıp başından geçenleri aynen olayı anlatır. Yörük beyi de kızı oğluna nikâhlar. Her ne
kadar hata işlemişse de reis kızı nizamlı, intizamlı bir şekilde
kısa zamanda aileye hâkim duruma gelir. Bütün aile ondan
memnundur.
Kızın bir çocuğu olur adını ne idim koyar. İkinci çocuğu
olur, adını ne oldum koyar. Üçüncü çocuğu olur onun da adını
ne olacağım koyar. Zamanla bu çocuklar büyür, olacak ya
devlet reisi bir gezi sırasında bu yörük çadırına rastlar, görür
ki, nizamlı intizamlı bir çadır. Yemek ikram edilir, gayet nefis
yemekler. Çocukların adını sorar, sanki saray terbiyesi ile
yetişmiş çocuklar sırayla; ne idim, ne oldum, ne olacağım
deyince devlet reisi derin derin düşünceye varır, kendi ken-
111
dine: “Bu nizam, intizam ve çocukların ismi sıradan bir kişinin
işi olmamalı, olamaz” diye düşünerek işi derinleştir; hem de
gelin, kendi kızına benziyor. Kız, babasını bilir; ama ölüm
fermanından kurtulan kız kendini bildirebilir mi?
Nihayet durumu sezen devlet reisi Yörük beyini kenara
çekip, kendisinin bu devletin reisi olduğunu, doğruyu söyleyince, onlara zarar vermeyeceğini ikna ederek meseleyi öğrenir.
Baksa ki, ölüm fermanı verdiği kızı.
Devlet reisi kızını öldürmek şöyle dursun, Yörük beyi ailesini tümüyle saraya götürüp saray hanedanı içinde onları iskân
eder. Kıssadan hisse:
Allâh’ü Teâlâ Kur’an-ı Keriminde buyurur ki:
“Her ümmetin (Mukadder ‘takdir edilmiş’) bir eceli vardır. Binaenaleyh o müddet gelince bir saat ne geri bırakabilirler ne de öne alabilirler. 33
Ecelin vakti gelmediyse ölüm olmaz. Müslümanın inancı
budur. Onun için gerçek Müslümanlarda ölüm korkusu yoktur.
İnsanoğlu, hiçbir zaman kibirlenmemelidir neyin ne olacağı belli olmaz. Mü’min, işlerini Allâh’a bırakır, ancak O’ndan korkar, ancak Allâh’tan yardım bekler.
Akşam zengin olan sabaha fakir çıkabilir, en güçlü insanlar
bir anda zayıf düşer güçsüz kalabilir. Kibirlenmek, böbürlenmek cahil insanların işidir.
Mala mülke mağrur olan serilir kalır ben gibi;
Ansızın bir rüzgâr eser savurur harman gibi.
(Merhum Halil Ağanın mezar taşından)
Yeşilyurt Köyü /Gazipaşa
33
Araf Sûresi: 34.
112
ÇOBANDAN DAYAK YİYEN VEZİR
Vaktin birinde bir devlet başkanı ile veziri kıyafetlerini değiştirerek halkın hal ve hareketlerini gözetlemek amacıyla yaylalara çıkarlar ve bir Yörük evine misafir olurlar.
Yörük misafirlerine ikram etmeyi seven bir kişidir. İyi bir
ziyafet çeker misafirlerine; fakat misafirlerin kim olduğunu da
bilmez ama zaten mümkün olduğu kadar ayrım yapmadan
evine gelen konuklarına yedirip içirmeyi seven bir kişiliği var
yörüğün. Yemek yerken vezir:
“Bu kadar yemeğe neye zahmet ettiniz.” gibi konuşunca,
yörük: “Karışma ev sahibinin işine.” diyerek yemek yeyen
vezire tokadı vurur.
Bu durum hem devlet reisi, hem de vezirin çok zoruna gider; fakat kendilerini de bildirmek istemezler. Bu tokadın
intikamını nasıl alacaklarını gizlice konuşup, yörüğü saraya
davet ederler, derler ki: “Ziyafetin çok hoşumuza gitti, falan
tarihte biz de sana ikram edelim şehri şurasında bulunan binaya buyur diyerek sarayın bulunduğu yeri tarif ederler. Yörüğün
şehirle pek alakası yok şehri bilmez ama Yörük, sözünün eri
bir kişidir.
Davet zamanı gelince yörük dağdan iner, onların tarif ettikleri binaya gelip onları bulur. Yemek vakti gelince, kurulan
sofrada yok, yoktur. Gaye, yörüğün yemeğe çok israf olmuş
gibi karıştırtıp ona dayak atmaktır.
Yemek başlar ama yörük sesini hiç çıkarmadan yemeğe
devam eder.
Padişah onun bu halini görünce altın ve gümüş kaplardaki
yemekleri sağa sola döker; fakat yörük yine işe karışmadan
yemeğe devam eder.
113
Padişah altın ve gümüş tabakları ve çatal kaşıkları eğip kırmaya başlar; ama yörük yine sükûnetle terbiyelice yemek yemeğe devam ederken, vezir:
Efendim! Hiç olmazsa kaplarımızı kırma, deyince, yörük:
“Karışma ev sahibinin işine diyerek ikinci tokadı vezire yapıştırır. Sabırsızlığı yüzünden kendi evinde tokat yiyen vezirin
vay haline.
Kararlı ve istikrarlı olan yörük dayak yemeden üstüne üstlük bir tokat daha atarak saraydan ayrılır.
Kıssadan hisse:
Akıllı insan, bulunduğu yerde çevrenin hal ve hareketine
bakarak meşru şeylerde kendini içinde bulunduğu ortama uydurur. Hz. Ali’nin bir sözü vardır:
Zaman size uymazsa siz zamana uyunuz (Meşru olan şartlarda) buyurur.
Özellikle misafir olunduğu zaman, misafir o evden ayrılıncaya kadar ev sahibinin uyulması gereken şartlarına uygun hareket etmek zorundadır. Aksi takdirde en azından gıyabına horlanır. Özellikle samimi dostlar, küçük hatalarından dolayı kırılmaz, ondan vaz geçilmez.
Dosttur, çöp değildir. Sen onu kırma!
Ağır başlılık, hoşgörü, şahsiyetli olmak, erdemlilik gibi
meziyetler kişinin onurunu koruyan unsurlardır.
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
“Günahlar içinde kayıp olmuş bir kişi ilâhi lütufa erişti.
Allâh Ona doğru yolu gösterdi. Hakiki dervişlerin arasına girdi, tarikata intisap etti. Dervişlerin iyi hal ve hareketi, nefeslerinin tesiri ile O kimsenin kötü huyları iyi huylara döndü.
114
Elini heva ve hevesten çekti. Halkı çekiştirip, insanların kusurunu araştırmaktan zevk alan bir takım boşboğazlar adamcağız
hakkında dillerini uzattılar: “O yine eskisi gibidir, Onun
zühdüne, iyi haline inanılmaz.” demeye başladılar.”
Kıssadan hisse:
İnsan tevbe ederek Allâh’ın azabından kurtulabilir; fakat
halkın dilinden kurtulmanın imkânı yoktur.
Bir ağacı balta ile yaralasanız, o ağaç balta yarasını kendi
kendine zamanla iyi eder; ama orada bir iz kalır.
Günaha dalıp sonradan tevbe edip iyiliğe dönenlerin hali de
böyledir. Allâh Teâlâ tevbeleri kabul edip günahı tekrar işlemeyenleri affeder hiç günah işlememiş gibi olur; fakat insanların affı kolay kolay olmaz. Onun için mümkün olduğu kadar
kötü işlerden kaçınmak gerekir.
Özellikle geçliğini iyi işlerde geçirip, edep ve ahlakını bozmadan hayatını devam ettirenler toplumun baş tacı olur; hatta
öldükten sonra da rahmetle anılırlar.
Bir de iyi eserler bırakırsa kişi, Sadi-i Şirazî’nin şu sözüne
layık olur.
“Kâmil odur ki yerinde bıraka eser;
Eseri olmayanın yerinde yeller eser.”
EDEPSİZLERDEN EDEP ÖĞRENMEK
Lokman hekime demişler ki: “Edebi kimden öğrendin?”
Lokman cevap verir: “Edepsizlerden öğrendim. Şöyle ki;
onların işlerinden hangisi gözüme hoş görünmediyse, onu yapmaktan sakındım.”
Kıssadan hisse:
Akıllı insan şaka olarak söylenen sözlerden bile ders alır,
sakıncalı işleri fark eder onları yapmaz; fakat cahil insanın
115
karşısında yüzlerce hikmetten, ilimden irfandan bahsetsen
anlamaz.
Leblebi sözünü lep demekten anlayanların sayısı çoğalsın!
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
“Yunan toprağında bir kervanı vurmuşlar. Birçok mal ele
geçirmişler. Tüccarlar, inlemiş, sızlamış, ağlamışlar. Demişler
ki: “Allâh için, Peygamber için olsun bizleri acıyın, şu mallarımızı verin diye ne kadar yalvarmışlarsa da faydası olmamış.
İçlerinde bulunan Lokman Hekim’e:
“Şu hırsızlara biraz nasihat et, hâkimane sözler söyle, belki
malımızın bir kısmını geri verirler, bu kadar malın gitmesine
yazıktır.” demişler. Lokman Hekim:
“Asıl böyle kimselere söylenecek hakimane sözlere yazıktır.” demiş. Kıssadan hisse:
Kalbi kara, basiretsiz insanlara söz tesir etmez. Nasıl ki
taşa demir çivi geçmezse, bu tip insanlara söz tesir etmez.
Kalpleri en iyi yumuşatan ilaç, İslâm inancıdır.
“Nushile yola gelmeyeni etmeli tekdir;
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” (Ziya paşa)
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
ECELİN VAKTİ
Sadi-i Şirazî der ki:
“Yalın ayak başı açık bir derviş, hicaz kervanına katılarak
‘Küfe’den’ yola çıktı.
Yürürken şu beyitleri okuyup duruyordu:
116
“Ne devenin üstündeyim ne de eşek gibi yük altındayım.
Ne elin efendisi ne de padişahın kölesiyim. Mevcut bir şeyim
yok ki. Gam taşıyayım. Yok olan bir şey için de, olsaydı diye
keder etmiyorum, rahat nefes alıyorum. Her nefesim bir ömür
yerine geçiyor.” Yolculardan deveye binmiş birisi ona şöyle
dedi:
“Derviş! Nereye gidiyorsun? Geri dön, meşakkate uğrar
yolda ölürsün!” Derviş bu sözü dinlemedi, yürüyerek çöle
daldı. Küfe’den itibaren üçüncü konak ‘Nahle-i Mahmud’da’ o
deveye binmiş zengin eceli geldi öldü. Derviş onun başucuna
geldi şöyle dedi: “Biz meşakkat ile ölmedik, sen yürüyen deve
üzerinde öldün.” Kıssadan hisse:
Bir adam diğer bir hastanın başucunda ölecek diye ağlamış;
fakat ağlayan ölmüş hasta ölmemiş.
Yarışlarda bazı yarış atları ölür; ama yavaş yürüyen eşekler
menziline varır. Nice sağlam insanlar ölüyor da, doktorun: “Bu
adam falan tarihe kadar ölür” dediği hastalar ölmüyor.
Allâh’ü Teâlâ’nın takdir ettiği ecel gelmeden kimse ölmez,
hatta bir yaprak bile düşmez.
İnsan, bir defa ölür bin kere ölmez;
Ne zaman hayırlı ise getir Allâh’ım. (Abdi Hoca)
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
(cehennemlik âbid)
Sadi-i Şirazî der ki:
“İyi adamlardan birisi, bir Padişahı cennette, bir Âbidi de
cehennemde gördü.
Bu adam, hükamadan birisine:
“Padişahın böyle yüksek dereceler bulmasının, âbidin de
böyle çukurlara düşmesinin sebebini sordu.
117
Hâkim şöyle cevap verdi:
“Padişah, dervişlerle (alçak gönüllü, hoş görülü) muhabbet
sebebiyle cennetlik, âbit, padişahlara yaklaşma sebebiyle cehennemlik olmuştur.” dedi.
Kıssadan hisse:
Devlet büyüklerinin fakir, fukara ile buluşması onlara yardım edip şefkatle sevmesi ne güzel, devlet büyüklerinden bir
şeyler koparmak için onlara yaklaşanlar ne kötü adamdır. Argo
bir keleme olan yalakalık çirkin bir harekettir.
Hırka, giysi, derviş elbisesi içinde adam olmasa hiçbir şeye
yaramaz. Bunlar ile adam olunmaz, Allâh’a varılmaz; ancak
temiz kalbiyle, Allâh ve Rasûlü’nün gösterdiği doğru yolda
yürümekle Hakk’a ulaşılır.
Eğer gerçek bir Müslüman olmak istiyorsan kendini fena
işlerden uzak tut!
“Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok;
Nice adamlar gördüm, üzerinde elbise yok.”
(Mevlâna)
Eğer içte var ise, Allâh korkusu;
Kalbe dolar, bir muhabbet duygusu, (Abdi Hoca)
HAKK’IN KAPISI
Sadi-i Şirazî der ki:
Hükümdarlardan birisi Allâh’a itaatli bir kula sormuş:
“Hiç beni hatırlar mısın?” diye.
Adam cevap vermiş:
“Cenabı Hakk’ı unuttuğum zaman seni hatırlarım.”
Kıssadan hisse:
İnsanlar, en çok sevdiği şeyi hatırlarından çıkarmazlar.
Âşık, maşukunu hiç unutmaz; eğer en çok sevilen şey
Allâh’ ü Teâlâ ise, hiç unutulmayan şey de Allâh’tır.
118
O’na inanan ve güvenen kişi, başkaya muhtaç olmaz.
Bir kul, Allâh’a bağlı, İslâma hizmetçi ise, dünya Ona hizmet eder; eğer bir kul dünyayı seviyorsa, dünya Onu hizmetlenir ve hırpalar.
Allâh, bir kulu kapısından kovarsa, O kişi her tarafa koşar,
dünya Onu rezil eder; fakat Cenab-ı Hakk, bir kulu çağırırsa,
O’nu kimseye muhtaç etmez, dünya O’na hizmet eder.
BOSTAN ve GÜLİSTANDAN
Sadi-i Şirazi der ki:
“Sultan Oğulmış’ın sarayının kapısında bir çavuşun oğlunu
gördüm. Zeki ve çok anlayışlı idi. Küçük yaşında iken onun
büyük adam olacağı belli idi.
Akıl ve zekâsından dolayı çocuk sultanın sevgisini kazandı.
Bir söz vardır: “Zenginlik hüner iledir, mal ile değil, büyüklük akıl iledir yaş ile değil.”diye.
Nihayet akran ve emsali o çocuğu kıskandılar, onu bir hıyanet ile itham ettiler, idam edilmesi için çok uğraştılar.
Sultan çocuğa: “Bunlar senin ile niçin uğraşıyorlar.” diye
sordu. Çocuk:
“Devletiniz sayesinde herkesi memnun ettim; fakat hasetleri bir türlü memnun edemiyorum. Onlar ancak, benim ve
efendimin devletinin yıkılmasıyla memnun olurlar. Herkesi
memnun etmek elimden gelir; fakat hasede ne yapayım ki,
onun ızdırabı içinden gelir. Haset, öyle bir hastalıktır ki, ondan
ancak ölenler kurtulur.” dedi.
Kıssadan hisse:
Peygamberimiz (sav), hasedin bütün iyilikleri yiyip bitirdiğini haber vermişler, hasedin en çok zararı kendisinin çektiğini
bildirmişlerdir.
119
İnsan, içinde bulunduğu toplumun iyiliklerine sevindikçe,
Allâh’ü Teâlâ ona mutluluk verir; fakat başkalarının iyiliğini
hazmedemeyenler, ömür boyu sıkıntı ve ızdıraptan kurtulamazlar.
İçi haset dolu kişi, sıkıntıdan kurtulmaz;
Hasetler bu dünyada hiç te rahat bulamaz.
(Abdi Hoca)
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazi derki:
Bir Sultan acemi bir köle ile gemiye bindi. Köle henüz
deniz görmemiş, geminin mihnetini önceden bilmiyordu, ağlamaya ve inlemeye başladı, durmadan titriyordu. Bir türlü üzüntüsü durmayan sultan çok rahatsız oldu, sıkıntılı bir durumda
iken gemide bulunan tecrübeli bir kişi sultanın huzuruna çıktı:
“Müsaade buyurursanız ben onu teskin ederim.” dedi.
Sultan: “İyilik yapmış olursunuz.” diyerek izin verdi.
Tecrübeli zatın emriyle köleyi denize attılar. Köle birkaç
defa denize batıp çıkınca, onu gemi tarafına çektikleri zaman
köle iki eliyle geminin dümenine sarıldı, oradan gemiye çıkıp
sakince oturmaya başladı.
Tecrübeli kişinin yaptığı bu iş, sultanın hayretine gitti:
“Bu işte hikmet nedir?” diye sordu.
Tecrübeli zat cevap verdi:
“Köle evvelce suya girmeyi görmemiş, suya düşünce gemiyi kurtuluş çaresi, sudan korunma ümidi olarak gördü, onun
için sakinleşti.” diye cevap verdi.
Kıssadan hisse:
Büyük tehlike görmeyenler, tehlike olabilecek kurtuluş
yollarının kıymetini az bilir.
120
Huzurlu yaşamanın ölçüsü de böyledir. Bir felakete düşmeyen kişi, huzurun, refahın da kıymetini az bilir. Kuru ekmeği
beğenmeyenler çok acıkırlarsa, yemeksiz kuru ekmek baklavadan daha lezzetli olur.
Bunu öğrenmek için iki gün yemek yemeyin, ondan sonra
kurumuş bir ekmek yeyip lezzetini deneyebilirsiniz.
Hayat, geniş zamanda kolay gelir insana;
Kıymetini bilmek için insan, tehlikeye dayana.(Abdi Hoca)
BOSTAN ve GÜLİSTANDAN
(Küçük adamın sözleri)
Sadi-i Şirazî der ki:
İşittim ki, padişah şehzadelerinden birisi kısa boylu, gösterişsiz diğer oğlanları uzun boylu, iri, güzel yüzlü gençlermiş.
Padişah küçük yapılı oğlana, sen zayıfsın gibi manalı, onu
küçük gören bir bakışla hafife almış; fakat zeki oğul bu durumu sezerek babasına:
“Şah baba! Akıllı kısa, cahil uzundan daha iyidir. Boylu ve
iri yapılı olanların kıymette önde olması gerekir mi? Yeryüzünün en küçük dağı tur dağı ama Allâh yanında en yüksek dağlardan daha kıymetlidir. Koyun küçüktür; fakat fil gibi murdar
değildir. Bir söz vardır: “Arap atı zayıf olsa da bir tavla eşekten daha iyidir” demişler der.
Kıssadan hisse:
Kişinin ne olduğu, söylediği sözlerden ve yaptığı işlerden
belli olur. Kalbin tercümanı dildir. İnsanlar yapıları ile değil
sözleri, niyetleri ve yaptığı işlerle ölçülür. Güçlü kuvvetli
kişiler gücünü hak yolda kullanırsa ne güzel; fakat gücünü
kötülükte kullanan baş belaları da yok değildir.
121
Yapısı küçük olduğu halde büyük işler yapan kişilerde çoktur. Onun için insanları yapılarından dolayı değil, kişiliklerinden dolayı takdir etmeliyiz.
HOCA DÜŞMANI BİR KİŞİNİN HİKÂYESİ
Merhaba ettiğim bir kişinin yanına ziyarete gittim. Hoşa
gitmeyen konuşmalardan sonra bana şu hikâyeyi anlattı. dedi
ki:
“Din hocasının biri içkili sofa bulunan bir yere varmış, içki
sofrasına hocayı davet etmişler, hoca hemen oturmuş ve
içmeye devam etmiş. Sarhoş olunca, hoca oynamaya başlamış,
o kadar oynamış ki, sofrada bulunanlar artık seyretmek istemeyince, hocanın beline bir ip bağlayıp çakılı kazığa bağlamışlar.
Hoca, bağlı iken de oynuyor, oyuna olan isteği o kadar
şiddetli ki, oynarken kazığı çıkarmış beli kazıklı oynayan hoca:
“Ne oldu ise bize yazık, sizlere değmesi kazık.” deyip etraftakileri ikaz ederek oynamış kalmış, sofrada oturanlar orayı
terk etmişler. dedi. Bunu anlatırken o kadar gülüyordu ki, ben
adamı deli sandım. Kendini çağdaş kabul edip hocalara sataşan
bir serseri idi bunu söyleyen.
Kıssadan hisse:
Her çeşit meslek erbabında işi sözüne uymayan insanlar
çıkabilir; fakat böylesine bir siyasi yalancıya rastlamamıştım.
Bir müddet dinledim. Adam hocaları alıp yerden yere vuruyordu. Amaç, İslâm düşmanlığı olunca, hocaları kötülemek,
halk nazarında küçük düşürmek ve İslâmın önderlerine çamur
atmaktan başka bir işi yoktu. Yalanlarına kendisi de inanmadığı belli idi; ama kendince bu görevi de yapması gerekiyordu.
122
İlâhi adalet prensibi ki, masum insanlara tuzak kuranlar, o
tuzaklarda kendileri tutulurlar.
2010-2011, li yılarında bu adamla karşılaştım, yüzü sanki
zivt kazanı gibi siyah idi. Galiba bazı olaylar onu etkilemiş.
Kahrından ölseydi o adamı acımazdım.
(Abdi Hocadan)
BOSTAN VE GÜLİSTANDAN
Sadi-i Şirazî der ki:
“İşittim ki hükümdarlardan biri, masum olan bir kişiyi
öldürmeye niyet etmiş.
Zavallı adam canından ümidini kesince, ağzına gelen
sözleri kendi diliyle söylemeye başlamış. Onun konuştuğunu
anlayamayan hükümdar, tercümanı vezire: “Bu ne söylüyor?”
deyince, vezir: “Cennet öfkesini yenenler ve suçlunun suçunu
bağışlayanlar için hazırlanmıştır.” diyor demiş. Bu söz üzerine
hükümdar onu acıyıp öldürmekten vazgeçmiş.”
Kıssadan hisse:
Meşhur bir söz vardır: “İşi bitiren, kötülüğü önleyen yalan,
fitne koparan doğrudan iyidir.” diye.
Eğer doğru sözünüz, fitne, kargaşa çıkaracaksa, onu söylememek gerekir, her bildiğimiz doğruyu her yerde söyleyemeyiz.
Feridun sofrasının salonunda şu manzum beyitler yazılı idi:
“Kardeş! Dünya kimseye kalmaz. Gönlünü cihanı yaratan
Allâh’a bağla! İşte o kadar. Dünya mülküne itimat etme; çünkü
dünya senin gibi çok kimseyi beslemiş, sonunda ölmüştür. Mademki pak olan canın çıkıp gidecektir, ha taht üzerinde ölmüşsün ha toprak üzerinde.”
Kafalara yerleşmeli Feridun’un bu sözü;
123
Hakk’ı, hakitatı görmeli insanın özü;
Madem toprakla dolar akıbet iki gözü;
İyi işler yapıp da ölmek ne güzel…
(Abdi hoca)
BOSTAN ve GÜLİSTANDAN
Sadi-i Şirazî derki:
“Efendimin dergâhına hizmet için devam etmediğimin sebebini ‘Bizürcmihr’in’ bir sözüyle arz etmek isterim.
Hint hükemasından bir taife Bizürcmihr’in faziletine dair
konuşuyorlardı. Neticede onun için bir kusur buldular. dediler
ki:
“Çok ağır söylermiş, çok düşünür, karşısındaki dinleyiciler
o, bitirinceye kadar beklermiş.”
Bizürcmihr, aleyhinde söylenen bu sözü işitince cevap vermiş ve: “Ne söyleyeyim diye düşünmek, niçin söyledim diye
pişman olmaktan daha iyidir.” demiştir.
Kıssadan hisse:
İyi yetiştirilmiş ve seçilmiş insanlar önce iyice düşünür,
sonra konuşur. Düşünmeden söze başlamamak, iyi söylemek
gerekir. Geç söylemekte mahsur olmaz; fakat başkalarının seni
susturmadan, senin kendi reyinle susman daha iyidir. İnsanın
hayvanlardan üstün yanlarından birisi nutku (konuşması) sebebiyledir; fakat doğru söylemezsen sana hayvan diyebilirler.
Hele bilen kişilerin yanında çok dikkatli olmak gerekir.
Değersiz sermayeyi, yükü cevher olanların yanında satmaya
kalkmak haddi bilmemektir. Cevahirler çarsısında boncuk kaç
para eder? Güneşin karşısında mum ışık verir mi? güneş doğduğu zaman, gece karanlığı durur mu?
124
Toplumda konuşacaksak, oradaki şahısların ilmi seviyesini
bilmeden ulu orta söz söylemek insanın ne olduğunu kolayca
ortaya koyar.
Lokman hekime, hikmeti kimden öğrendin? diye sormuşlar, cevap olarak:
“Körlerden öğrendim; çünkü onlar bir yeri değnekleriyle
yoklayıp iyice anlamayınca ayak atmazlar.” demiş.
Kedi fareyi tutmada aslandır; fakat kaplan ile cenge girerse
fare olur.
Haddi bilen, tevazuda mükemmel bir insandır;
Kişinin ölçü-tartısı ise, konuştuğu lisandır.
(Abdi Hoca)
SULTAN FERİDUN’UN VEZİRİ
Sadi-i Şirazî der ki:
“Sultan Feridun’un herkesçe övülen ve beğenilen bir veziri
vardı. Parlak fikir sahibi, uzağı görürdü. Önce Allâh’ın, sonra
da sultanın rızasını gözetirdi.
Bir sabah ahaliden bir adam sultanın huzuruna gelerek dedi
ki:
“Padişahım! Veziriniz size gizli düşmandır. Garez etmiyorum, dinlemenizi arz ederim. Veziriniz ordunun büyük ve küçüklerine borç para veriyor ‘ne zaman sultan vefat ederse o
zaman verirsiniz’ diyor. Böylece sizin ölmenizi istiyor” dedi.
Bunun üzerine Feridun veziri çağırttı, ona sert bir bakışla:
“Huzurumda dost gibi görünür; fakat içinden benim ölmemi istiyorsun. Öyle mi?” dedi.
Vezir saygı ile sultana şöyle dedi:
“Sultanım! Maden sordunuz; artık işin aslını size anlatayım: Yüce sultanım! Ben isterim ki bütün cihan benim gibi
sizin iyiliğinizi istesin! Borca vade olarak vefatınızı
125
gösteriyorum; çünkü borç ödemek insanlara ağır gelir. Herkes
vadenin uza-masından hoşlanır, bunun için ne kadar borçlu
varsa gece gün-düz: “Allâh, sultanımızın ömrünü uzun etsin”
diye dua ederler. Dua ise mühimdir. Allâh dostları duayı
ganimet sayarlar. Dua, kaza okunun önünde zırhtır, kalkandır.”
Sultan, vezirin sözlerini çok beğendi. Kötü haber veren
gammazı da iyice cezalandırdı.”
Kıssadan hisse:
İnsanlar arasını açmak, ancak adi, basit insanların işidir.
Arabozucular bir gün gerçek ortaya çıkınca perişan olurlar.
Akıllı insanlar, duydukları sözleri iyice araştırmadan bir hükme varmazlar. Sonuç ortaya çıkınca taraftarlar anlaşır, arabozucunun şahsiyeti ortaya çıkar. İki kişi arasına ateş yakıp da
kendisi yanmak akıllı insan işi değildir.
Yüce Allâh Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki:
“Ey iman edenler! Eğer bir Fasık size haber getirirse
onu tahkik edin (araştırın). (Yoksa) bilmeyerek bir kavme
sataşırsınız da yaptığınıza pişman kimseler olursunuz.34
Bu ayeti kerimenin gösterdiği yolda yürümek, Mü’minlerin
işi olmalıdır. Allâh’ü Teâlâ, kullarının zarar göreceği bir emri
asla vermez.
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
“Birisi, bir başkasının arkasından kötü konuştu. O mecliste
bulunan ilim erbabın birisi dedi ki:
“Benim yanımda hiç kimsenin arkasından kötü konuşma!
Sen, birisinin arkasından kötü konuşursan, ben seni kötü insan
bilirim. Hem bu söylediğin sözler, o kişinin şanını düşürüp, senin şanını yükseltmez.”
34
Hucurat Suresi: 6.
126
Kıssadan hisse:
Aleyhte konuşmak; eğer söylenen söz, o kişide varsa gıybet, yoksa bühtan olur. Her ikisi de İslam dininde yasaktır.
Başkalarının sırtına basarak yükselmeye çalışmak çok yanlıştır, asla yapılmamalıdır; şayet bir şey söylenmesi gerekiyorsa, kişinin yüzüne karşı, ıslah edici güzel bir üslup ile kendisine mümkün olduğu kadar yalnız iken anlatılmalıdır. Bu tür
nasihatler mutlaka faydalıdır.
Peygamberimiz (A.s.): “Din, nasihattir” buyurmuşlardır.
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
“Birisi tabla üzerine kamış şekeri kor, şehir içinde satardı.
Şehrin bir köşesinde mübarek bir zata tesadüf etti ve:
“Efendi şu şekeri alınız, parasını istediğiniz zaman ödersiniz” dedi.
O muhterem zat şöyle cevap verdi:
“Belki sen paran için sabredemezsin; fakat ben şeker kamışına sabrederim. Arkasından acı bir para hesabı olan şekerde
tatlılık olmaz.”
Kıssadan hisse:
Ödeme imkânı yoksa kişi, borç paraya çok lüzumlu olmayan şeyleri almaz. Yerken ağız tadını bulup, borcunu ödeyemeyince huzur tadını kaçırmak, iyi düşünen insanların işi olamaz.
Tercih etme kulluğu ağız tadına;
Kuru ekmekle yetin, kul olma dostum. (Abdi Hoca)
127
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
Bir adam oğlu yanında olduğu halde saraya gelir. Sultanı
görünce, eğilerek yere kapanır, yüzünü yerlere sürer.
O adamın çocuğu, babasının bu halini görünce der ki:
“Babacığım! Kıble hicaz tarafında olduğu halde sultanın
huzurunda namazı niçin ondan yana kıldın?”
Kıssadan hisse:
Geçmiş dönemlerde bazı devlet büyükleri, vatandaşlarının
kendi huzuruna geldiği zaman eğilip secdeye varmalarından
zevk almışlardır.
Peygamberimiz (sav) ise huzuruna gelenlerin eğilmelerine
asla müsaade etmemiş, sevginin kalben yapılmasını söylemişlerdir. İslâm dini, insanın, insan karşısında değil; ancak
Allâh’ü Teâlâ huzurunda eğilmesini emretmiştir.
Olgun insanlar, yetki sahibi oldukça mütevazı davranırlar.
Başkalarının kendisi karşısında eğilmesine asla müsaade etmezler. Er insan, dünya menfaati için eğilip bükülmez.
Merhum Mehmed Akif’in karşısına gelen bir insan yere
eğildiği zaman:
“Ne sen rükû et ne ben kıyam;
Selemün aleyküm, aleyküm selâm.”
Diyerek mukabelede bulunmuştur.
İşte büyüklerin bu dur ahvali;
Allâh’ı düşünenin böyledir hali. (Abdi Hoca)
128
KARTAL İLE ÇAYLAK
Kartal ile çaylak arkadaş olmuşlar, konuşurken kartal demiş ki: “Benden daha iyi tuzağı gören kimse yoktur.”. Çaylak
ona:
“İddianı ispat et! Bak bakalım şu ovada ne görüyorsun? demiş. Kartal, bulunduğu yerden bir günlük uzakta, ovanın bir
kenarındaki buğday tanesini görüyorum demiş.
Çaylak kuşu şaşırarak: “Haydi inip bakalım, sözün doğru
mu görelim” demiş. Birlikte aşağı inerler, gerçekten buğday
tanesini gören kartal ona doğru koşunca, tuzak üzerine konan
buğday tanesini almak için kartal tuzağa düşer. Çaylak der ki:
“Arkadaş! Bir günlük uzaktan buğday tanesini görüp de,
burnunun dibindeki tuzağı göremezsen sonucun budur.”
Kıssadan hisse:
Denizlerde ‘Anafor balığı’ diye bir balık türü vardır. Bu
balık kuvvetli kuyruk hareketleriyle avını su akıntısına kaptırarak yanına getirip yer.
İnsanlar içinde de böylesine tuzaklar kurup insanları kandırıp mallarını, paralarını alan edepsizler mevcuttur. Müslüman
uyanık olmalı, bu tip insanlara kendini kaptırmamalıdır. Hiç
unutmayalım ki, çoğunlukla, adil insanlar sert olur. Kalleş
insanlar da kendilerini sevecen gösterirler. Müslümanlar ferasetli olup karşısındaki insanı iyice bilmeden, denemeden kendini kaptırmamalıdır. Peygamberimiz (sav):
Mü’minin ferasetinden sakının; çünkü O Allâh’ın nuru ile
görür” buyurmaktadır. Müslümanlar, böyle olmalıdır.
129
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
Bir köylünün eşeği öldü. Köylü eşeği kafa kemiğini nazarlık olarak bahçesine astı.
O bostanın kenarından geçen bil Âlim eşeğin başını görünce güldü ve bostan bekçisine:
“Bu zavallı eşek, hayatta iken, belini yükten, kabasını sopadan koruyamazdı, şimdi onun kellesi senin bostanı nazardan
nasıl koruyacak? dedi.
Kıssadan hisse:
Dinimizde nazar etme inancı vardır; fakat nazardan korunma, Allâh’a sığınma iledir. Batıl şeylerle değildir. İslâma sonradan girmiş bazı hurafeler mevcuttur. Bunu öğrenmek için
doğru yazılmış Asr-ı Saadet hayatını iyi bilmek gerekir.
Peygamberimiz (sav) ve dört halife döneminde bu gibi hurafelere yer verilmemiştir; fakat daha sonralar İslâma giren bazı
kişiler, Müslümanlıktan önceki yaşayışlarını tam bırakamadıkları için böylece hurafeler de İslâma sızmıştır.
Dışarıdan İslâmı iyice bilmeyenler de bu yanlış şeylerin İslâmdan olduğunu zannetmişler ve kabullenmişlerdir. Böylesi
hurafeleri ehlinden öğrenip körü körüne inanmamalıdır.
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî derki:
Güzel ahlaklı iyi huylu bir adam vardı. Bu kişi herkese iyi
davranır kesinlikle sert bir hali olmazdı. Ondan kötülük gören
hiç kimse görülmedi.
Bu adam öldükten sonra iyi huylu bir kişi Onu rüyasında
gördü ve: öldükten sonra başına ne geldi bana anlat dedi.
O iyi adam dedi ki:
130
“Ben hayatımda kimseye kötülük yapmadım, sert davranmadım. O sebepten dolayı da burada bana sert ve kötü davranan olmadı.”
Kıssadan hisse:
Peygamberimiz (sav)buyurur ki:
“Beni rabbim terbiye ettiği için güzel terbiye etti.”
İyi ahlakın özelliklerinde birisi, yumuşak huylu olmak, sert
davranmamaktır.
Yüce Allâh Kur’an-ı Keriminde:
“(O vakit) sen Allâh’tan bir esirgeme sayesindedir ki,
onlara yumuşak davrandın; eğer (farz edelim ki) kaba, katı
yürekli olsaydın onlar etrafından her halde dağılıp gitmişlerdi bile.35
Tatlı söyle, yumuşak ol, has bir kul isen;
Allâh, Resûl emri budur, sen anlar isen. (Abdi Hoca)
LOKMAN HEKİM’İN HİKÂYESİ
Lokman Hekim, şişman, iri vücutlu, siyahi bir kimse imiş.
Seyahati sırasında uğradığı yerde adamın birisi Onu kaçan
kölesine benzeterek tutmuş tam bir sene Lokman’a eziyet etmiş, en zor işlerde çalıştırarak ona bir ev yaptırmış.
Bir sene sonra o kaçak köle pişman olmuş ve efendisinin
yanına dönünce, köle sahibi Lokman Hekimden çok özür dilemiş, Onun ayak bağını çözmüş. Lokmanda bu hareketten dolayı gülmeye başlamış ve demiş ki:
“Dilediğin özürler faydasız, bana kan kusturdun. Ettiğin
eziyetler, birkaç özür sözü ile içimden nasıl çıkar? Böyle olmakla beraber seni af ediyorum; çünkü sen beni çalıştırdın,
35
Âli İmran Suresi: 159.
131
benden faydalandın ama ben de kârlıyım; ilmim irfanım, tecrübem arttı. Benim de kölelerim vardı. Onlara zaman zaman
ağır işler yaptırırdım, onların acılarını bilmiyordum. Şimdi ise
çamur işinin ağırlığını gördüm; artık şimden sonra kölelerimi
böylesi ağır işlerde çalıştırmayacağım.”
Kıssadan hisse:
İnsan, düşünen bir varlıktır. Bu gibi hallerde herkesin bir
can taşıdığının hesabını yaparak acıma duyguları harekete geçmelidir. Güçlü olanlar, zayıf insanların hallerini göz önünde
bulundurarak insafı hiç elden koymamalıdır.
Peygamberimiz (sav), dünya hayatına gözlerini yumarken
çevresinde bulunanlara:
“Kadınlar ve köleler hakkında merhametli olun” anlamında
sözlerle vasiyette bulunmuştur. Bu gün kölelik dönemi kalkmış
olsa da el altındaki hizmet edenlere merhametli olmak şuurlu
bir Mü’minin Görevidir.
İnsaf duygusu, insanoğluna verilmiş büyük bir nimettir.
Yerinde kullanmak da iyi insanlara hastır.
DOLU KAP HİÇ SU ALIR MI?
Yıldızlara bakmak işinden az anlayan bir insan, kendini büyük bir müneccim sanıyor ve içi gururla doluydu.
Bu adam kalkıp Farslıların en meşhur hekimlerinden olan
Guşiyar’ın yanında bir müddet kaldı; ilim öğrenmek isteyen bu
gururlu kişiye Guşiyar, bir şey öğretmek istemiyor her seferinde onu atlatarak bilgi vermiyordu.
Nihayet o kibirli kişi, geldiği yere hiçbir şey öğrenmeden
dönmek istedi.
O zaman büyük âlim Guşiyar, ona şunları söyledi:
“Sen kendini akıl ile ilim ile dolu zannediyorsun. Dolu olan
kaba tekrar su doldurulur mu? Kendini âlim zannetmenin iddi-
132
ası ile dolusun, onun için evine boş gidiyorsun. Boş gel ki, ilim
ile dolu gidesin!”
Kıssadan hisse:
İnsanoğlunun ilimden nasibi, denizlere parmağını batırıp
aldığı su kadardır. İlmi ile öğünmek isteyen, bir parmağını
batırdığı denizin suyuna, bir de parmağındaki aldığı suya bakıp
ona göre öğünsün.
Gurur, şeytan işidir. Meyveli ağaçların dalları yere eğiktir.
Genç sürgünler ise hep göğe bakar.
İlim dolu insanlar sükûti olur ve mütevazı görünürler. Kişi,
kendi kendini değil, bilenler onu övmelidir.
Unutmayın! Kim, ben âlimim derse bilin ki, o cahildir.
ÂŞIK HAMİD
Gazipaşa ilçesi Güney Köyünden (Ağalar güneyi) olup
fakir; ama çok zeki ve irfan sahibi bir kişiliği olduğu söylenir.
Köy köy gezer irticalen şiir söyleyen, şiir sonlarında:
“Kul bozuldu usta gönder yaradan.” diyerek zamanında yaşayanların eksiklerini gidermek için dualar yapan bir şairdir.
Âşık Hamid bir gün bahçesinde su sulamış köy çardağına
oturmaya gelmiş. Orada eli sazlı, kravatlı, düzgün giyimli kendilerinin Âşık olduğunu söyleyen kişilere rastlar. Çardakta
oturanlar: “İşte bizim Âşık da bu” derler. Oturan yabancı
Âşıklar onun giyimine bakarak: “Böyle âşık mı olur? Âşık bize
bir şiir oku, bize bir saz çalıver” gibi sözleriyle Âşık Hamid’i
alay ederler. Âşık Hamid: “Benim sazın yok deyince tekrar
alay etmeye başlayıp gülüşürler.
Bu duruma üzülen Âşık Hamid, bana birinizin sazını müsaade eder misiniz? Diye kibar bir istekle sazı alır, akortdunu
133
yapar bakalım Âşık Hamid sahte Âşıklara ne diyecektir. Âşık
başlar çalıp söylemeye:
“Dostum, kâmil isen otur yerine;
Postun alır kül basarım derine.”
Diye söylemeye başlayınca, kendini bilmeyen âşıklar aklını
başına toplayıp hemen Âşık Hamid’in ellerini öper ve özür
dilerler.
Kıssadan hisse:
Hz. Mevlâna’nın bir sözü vardır:
“Nice elbiseler gördüm içinde adamı yok;
Nice adamları gördüm üstünde elbiseleri yok.”
Bir yörük sözü vardır: “Üstündeki kara abaya değil; İçindeki kara babaya bak!” diye.
Garip, guraba fakirleri üzerinde elbise yok diye hakir
görenler, âşık Hamid’i alay eden, cahil, âşık görünümlü kişilere döner.
Âşık Hamid’den bir şiir:
Âşıkı sorarsan oldu bir derviş;
Kalmadı dünyada mürüvvetli iş;
Kara toprak oldu Fakih, müderris;
Viran kaldı diye karyeler ağlar.
Nedir efendim dünyada bu hikmet?
Cihanı kavurdu o şahı devlet;
Çok çalıştık ama gelmedi medet;
Ordumuz bozuldu cepheler ağlar.
Herkesin alnından gitmiş namusu;
Viran oldu memleketin hamisi;
134
Hangi dağda kaldı zafer gemisi;
Zafersiz kaldım diye kal’alar ağlar.
Gezer oldum dünya seni beyhude;
Zaferi ne yaptın ey Kadir Hüda;
Yeneriz elbette biz moskofu da;
O zaman dünyalar al yeşil bağlar.
Kendin (Âşık Hamid) bu kadar bilir;
Arif olan tutar sözlerin alır;
Harp yerlerinden de arşa gidilir;
Bir gün olur elbet zaferler çağlar.
Diyerek, istiklâl harbi öncesi acısını ve vatanın kurtulma ümidini dile getirir.
Âşık Hamid’in derlenmiş bir şiir kitabı olmayışı çok üzücüdür. Allâh, rahmet eylesin!
YANİREM DOSTUM YANİREM
Erzurum ilimizde bir oğlan sevdiği bir kızla nişanlanır; fakat bölge geleneği kızın babası oğlana:
“Nikâh altına alıp düğün yapılıncaya kadar kapıda bacada
görünme! Sakın hâ.” diyerek tembih eder.
Oğlan nişanlısını görmek ister; fakat nişanlı kız da arlı namuslu, asla ona görünmek istemez, nişanlısı çağırsa da cevap
vermez.
Bir gün oğlan, nişanlım acaba dışarı çıkarda görebilir miyim diye (-) dereceli bir kış gecesinde evin yakınında bir yerde
beklerken nişanlı gencin bir arkadaşı çıkagelir ve der ki: “Dostum! Burada ne yapirsen”
Genç der ki: “Yanirem dostum yanirem”
135
Arkadaşı cevap verir:
“Dostum! Öyleyse üzerine su dökeyim”
Genç:
“Dostum benim nişanlım şu evde, görmek istirem, bir türlü
göremirem. Onun için burada beklirem dostum.”
Gencin arkadaşı:
“Dostum! Hiç olmaz sa suya giderken takip et o zaman bir
şeyler söyle.” Genç:
Dostum zaten takip edirem. Suya giderken bağırirem, çağırırem, ıslık çalırem; fakat cevap vermir, dönüp bakmir, yanirem dostum yanirem” der.
Kıssadan hisse:
Zamanımızda bazı çağdaş görünümlü şahıslar bu yazıyı
okuyunca: “Ne yobazlık bu?” diyecekleri belli; fakat bazı
nişanlıların evli karıkoca gibi gezip bilahare ayrılıp, özellikle
kız çocukları için kara bir leke olan yanlış davranışlara göre,
benim Erzurumlu Dadaş kardeşimin yaptığı İslâma uygundur.
İslâm dini, evlenecek kişilerin yanlarında samimi bir kişinin bulunarak taraftarların evlilik konusunda görüşmelerinde
sakınca görmez; fakat karı-koca gibi kız ve oğlanın sorumsuzca gezmelerine de müsaade etmez.
Ar ve namusunu kayıp eden kişi, her şeyini kayıp eder.
İNSAN, KÖPEK GİBİ ISIRAMAZ
Zamanın birinde bir adam dağda gezerken bir çoban köpeği
ayağından ısırmış. Zavallı adam bacağının ağrısında uyuyamayınca, küçük çocuğu:
Baba! Sen neye o köpeği ısırmadın? deyince adam:
“Kızcağızım! Ben köpek değilim ki, onun vazifesi odur,
yani sürüyü korumaktır. Benim işimde köpek gibi olmamaktır”
demiş.
136
Kıssadan hisse:
Akıllı insan, kendi değerini bilir. Basit işleri yapmaz; çün
insan, yaratılmışların en üstünüdür. Tabi ki, adam gibi adam
olursa. Yaratılmışların en şereflisi seviyesinde olan insan, değerini her zaman her yerde korumalıdır; yoksa mahlûkatın en
aşağısı durumuna da inebilir.
Toplum beyninde köpek, adi bir haydır; ama köpek gibi
yediği ekmeğe hor bakmayan hayvanı da bilmiyorum. O hayvan gerekirse sahibini korumak için ölür de.
Gönül arzu eder ki herkes üzerine aldığı vazifeyi samimiyetle yapsa da yediği ekmek teknesine ihanet yapmasa…
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
Bayezid-i Bestamî bir gün hamama gider. Yıkanıp temizlendikten sonra sokakta giderken birisi evinden dikkatsizlikle
Onun başına bir leğen kül döker. Bayezid’in sarığı küle bulanmış olduğu halde, elini yüzüne sürerek Hakk’a şükreder ve
der ki:
“Ben ateşe layıkım. Başıma kül döküldü diye hiç kızabilir
miyim?”
Kıssadan hisse:
Değerli insanlar, sehven yapılan hataları affederler. Başlarına kazaen bir bela gelirse suçu kendilerinde ararlar. Kim
kendini büyük görürse, o adam küçüktür. Kişinin büyüklüğünü
önce Allâh, sonrada insanlar tayin eder.
Büyüklük, kendi kendini yüksekte görmek, böbürlenmek,
fazladan atıp tutmakla olmaz. Büyüklük, kuru dava ile değil,
Allâh ve Resûlü’nün gösterdiği yolda yürümekle olur.
Eğer büyüklük arıyorsan, sen kendin büyüklüğü isteme,
Hakk sana versin!
137
HADDİNİ BİLMEK
Akıllı bir genç seyahati sırasında vardığı yerde Onun ferasetli, zeki ve ilim sahibi olduğunu fark eden kişiler eşyalarını
alıp, bir dergâha götürürler.
Genç bir zaman orada kaldıktan sonra şeyh efendi o gence:
“Yavrucağızım şu mescidimizi bir temizleyiver.” der.
Genç gider; fakat bir daha dönmez. Şeyh ve talebeler, O
gencin kaçtığına hüküm verirler.
Günün birinde şeyhin talebelerinden birisi, gence rastladığı
zaman, yanlış yaptığını, mescit temizlemeden çekindiğini söyleyince, genç ağlayarak şöyle cevap verir:
“Ey dostum! Ben emri alır almaz mescide koştum; fakat
mescit tertemizdi, temizlenmeye gerek yoktu. O zaman anladım ki, kirli olan benim, dergâhtan ayrılmam gerekti, işte
bunun için ayrıldım.”
Kıssadan hisse:
Arif (çok bilen) anlar. İslâm Hukukunda ta’zir cezaları hapislik sopa vs. gibi verilirken, âlimin ta’ziri, “Bu iş sana yakışmaz” demekle yetinilir; çünkü bu söz âlime hapis ve sopadan
ağır gelir.
Kendini bilen insanlar, hoş olmayan bir bakıştan bile ders
alılar.
Arif isen anla, sana bakışı;
Cahil isen anlamak da zor gelir.
Hakk’ı kabul etmez ise bir kişi;
İşte budur nadanların36 gidişi. (Abdi Hoca)
36
Eksik, cahil.
138
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
Bir köy ağası, oğlu ile birlikte yola çıkmışlar. Sultanın asker alayını görünce çocuk bakmış ki, kılıçları kuşalı, sırtlarında
güzel elbiseler, atlastan kaftanlar giyilmiş, tokalı kemerleri takmışlar.
Çocuk, bu şaşalı kalabalığı görüce, babası gözünün önünde küçülüvermiş, babasına sormuş:
“Baba! Sen köyün ağası değil misi? Sen niçin böyle giyinmez, böyle silahların ve çevren yok.”
Baba cevap verir der ki:
“Evet oğlum! Ben köy ağasıyım; fakat benim ağalığım
köyüme göredir.”
Kıssadan hisse:
Bir söz vardır: “Her kuş, kendi mevkiinde öter” diye.
İnsanlar, bulunduğu yerin ileri gelenlerinden olsalar bile,
kendisinden daha yetkili ve kuvvetli insanlar olduğunu düşünüp haddi aşmamalı. Aile efradına da bunu öğretmeli. Aksi
halde çocuklar topluma girdiği zaman uyum sağlamada zorlanırlar.
Herkes, kendi kaderine razı olursa toplum düzeni de uyumlu olur. Geçimini işçilikle sağlayan bir kişi, çalıştığı büyük
işyeri sahibi ile yarışmaya kalkarsa, sonucun ne olacağını akıllı
insan bilir.
Herkes, gücü nispetinde yürüyüp ayağını yorganına göre uzatmalıdır.
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sultan Mahmud Gaznevî’nin Ayaz isminde bir kölesi vardı. Onu çok severdi. Birisi Sultan hakkında dedi ki:
139
“Şu Ayaz’ın hiç güzelliği yok, hâlbuki Sultan Onu çok
seviyor.”
Sultan Mahmud bu sözü işitince demiş ki:
“Ben, Ayaz’ı ahlakının güzelliği için severim. Dar bir geçitte bir deve yükü ile yılmış. Ben bunu görünce yağma izni
verdim birçok kişiler incileri yağmaladılar. Benim yanımda
sadece Ayaz kaldı. Herkes yağmaya gitti. Ayaza niçin gitmediğini sordum. Ayaz: ‘Sultanım! O nimet beni sizin hizmetinizden alıkoyamaz’ dedi.”
Kıssadan hisse:
İnsanları denemek istersen, geçeği yollara sarı altınlar koy.
Kimse görmediği halde onları almaz sahibini ararsa, maddi
menfaatler için asıl görevini terk etmezse; işte o adama sağlam
diyebilirsin.
Er insanlar, değil kendini, tüyünü dahi dünyaya değişmez,
vakarı ve onuru ile yaşar.
Allâh’ın dostluğunu isteyen kişi, ihtiyaç peşinde koşup da
O’nun emirlerinde geri kalmaz.
Alnı açık, yüzü pak dürüst bir fakir olarak ölmek, hak hukuk gözetmemeden kasasını dolduran zenginlerin ölümünden
binlerce kat daha iyidir.
Hiç unutmayalım ki, en büyük sermaye, dürüstlüktür, iyi
ahlaktır.
Ne mutlu böylesi insanlara!
ASLINI UNUTMAMAK
Padişahlardan birisi tebdili kıyafetle gezerken köyün
birinde üstünde yırtık elbisesi, ayağında tek bir ayakkabısı bir
ayağı yalın olan çocuğa rastlar.
Padişah çocuğa bazı sorular sorar. Çocuk isminin ‘Hasan
Can’ olduğunu söyler. Çocuğun çok zeki olduğunu gören pa-
140
dişah, ailesini bulup bu çocuğu saray hizmetine alır. İyi bir
eğitim ve öğretimden sonra çocuk büyüyüp kısa zamanda vezirliğe yükselip sarayın gözde insanı hale gelince fesatçılar:
“Padişahım! Hasan Can kendini bir odaya kapattı. Odaya
kimseyi almıyor. Sarayın altınlarını oraya doldurdu. Göreceksin kısa bir zaman sonra senin saltanatını da alacak bu. Bizden
sana haber vermek düşer. Gereği sanadır.” derler.
Padişah bunlara kulak vermez, Hasan Can’a güveni çok
üstündür; fakat fesatçıların sık sık şikâyeti olunca, onları çağırır, Hasan Can’ın odasına gidip odayı açtırır.
Padişah ve fesatçılar bir de görürler ki, yerde bir seccade,
bir köşede de çocukken padişahın saraya getirdiği zamanki tek
ayakkabı ve yırtık elbise köşede asılı. Başka hiçbir şey yok.
Fesatçılar utancından sokulacak yer ararken padişah:
“Hasan! Bu tek ayakkabı ve yırtık elbise de ne?” diye sorar. Hasan Can:
“Padişahım! Beni köyde bulduğun zaman üzerimde bunlar
vardı. Her ne kadar vezirliğe çıksam da ben o günleri unutmamak için bu yırtık elbise ve tek ayakkabıyı atmam; ayrıca
bana hizmeti düşen herkesin işini bitiririm, vezirlik havası da
atmam; işte beni böyle bilsin herkes!” der.
Fesatçılar rezil vaziyette padişahın hışmına uğrarlar.
Kıssadan hisse:
Gıpta edilecek insanlar Hasan Can gibilerdir; eğer zamanımızın idarecileri vatandaşa böyle bakarlarsa, devlet, millet bütünlüğü sarsılmaz bir hale gelir.
Kendini bilmez idarecilerden bu millet çok çekti. Sonradan
görmüş şımarıklar, milletimizin başına bela oldu, devletimizi
de sömürdüler.
Abdi Hocadan size bir nasihat:
141
“İyi niyetli, dinini, devletini, milletini, vatanını sevenler,
devlet yükünün ağırlığı altında omurga kemikleri çatırdamalıdır.
Kefen giymiş yiğitler ölümden korkmaz;
Vatanını sevene hizmet zor olmaz;
Zengin fakir ayrımı asla yapılmaz;
Hırsızlara, fesatlara zindan bile az gelir.
(Abdi Hoca)
ÖZÜRLÜ KÖLE
Eski kölelik döneminde köle pazarları kurulur, insanlar adeta hayvan gibi alınır satılırdı.
Bir adam kölesini (hizmetçisini) pazara çıkarır. Satıcı dürüsttür. Satacağı köle için derki:
“Kölem iyi, çalışkan, güçlü, kuvvetli hiçbir yaramaz hali
yok; fakat yattığı döşeğe bevl eder.”
Alıcı der ki:
“O, özür değil; çünkü döşekte değil yerde yatacak.”
Kıssadan hisse:
İnsanlık tarihine baktığımız zaman, çok acı günler geçmiş.
Kölelik, ilk çağlardan beri devam edip dura gelen, insan haklarına yapılan büyük bir tecavüzdür.
Kölelik, İslâm dini ile geldi diyen tarihten habersiz veya
bildiği halde köleliği İslâm dini getirmiştir diyeyerek uydurma
yalanlar söyleyen kişiler zamanımızda bile mevcuttur.
Peygamberimiz (sav)’ın en çok önem verdiği işlerden biri
köleleri satın alıp gücünün yettiği kadar insanları hürriyetine
kavuşturmak olmuştur. Asırlardır devam eden bir geleneği; ancak bu şekilde azaltıp bitirmeyi düşünmüştür.
142
Vefat edeceği zaman en son sözleri: “Kölelere ve kadınlara
insaflı davranmanızı tavsiye ederim” buyurmuştur.
Hz. Ebû Bekir, bu tavsiyelere uyarak eziyet gören, İslâma
girdiği için zulme uğrayan köleleri satın alıp hürriyetine kavuşturmuştur. Birçok Sahabiler de aynı yolu izlediler.
Ben adamım diyenlere düşen görev, garip gurabayı ezmek
değil, insan haklarına saygılı olmaktır.
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
Bir köylünün evininin bir kenarına eşek arıları yuva yapmış. Ev sahibi bu yuvayı dağıtmak ister; fakat hanımı buna razı
olmaz. Zavallı hayvanların yuvalarını dağıtma! Sen bu zavallı
hayvanlardan ne istiyorsun? der.
Adam arıların yuvalarını bozmaz; fakat birkaç gün sonra
eşek arıları, yuvalarını dağıtmaya mani olan kadını sokarlar.
Kadın durumu kocasına anlatınca, kocası:
“Karıcığım, kimseye surat asma! ‘zavallı hayvanların
yuvasını dağıtma diyen sen değimliydin? der.
Kıssadan hisse:
Zararlıya müdahale etmemek zararı arttırır. “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” sözü, içimize sokulmuş uyulması tehlike
bir sözdür. Yılan bize değmese de mutlaka başka birini ısırır.
Herhangi bir zarlı görülünce mutlaka kaldırılmalıdır; eğer kaldırılmazsa zarar vereceği muhakkaktır.
Nasıl ki yoldaki bir dikeni, bir taşı insanlara zarar vermesi
için kaldırmak yerinde bir iş ise, zararlı canlıları da zararsız
hale getirmek, insanlara düşen bir görevdir.
Toplumun kötü işlere karşı çıkması, bazı kanunlardan daha
etkili bir koruma uslüdür.
143
SARHOŞUN HALİ
Amasya ilimizin Merzifon ilçesinde bir kişi iyice sarhoş
olduktan sonra evine giderken yolda kendini kayıp eder, bayılır
düşer.
Onun durumundan endişe eden bir arkadaşı, sarhoşu takip
ederken onun perişan halini görür ve evine teslim etmek için:
“Arkadaş! Kalk seni evine götüreyim” derken evcil ve acıkmış
bir köpek sarhoşun yüzündeki kusmukları yalamaya başlar.
Sarhoş, yüzünü köpeği yaladığını bilmeden, bu işi arkadaşı
yaptığını sanarak: “Dostum! Sana çok teşekkür ederim, sen de
benim evime gelince, ben de sana böyle ikram edeceğim, bu
iyiliklerini unutmayacağım” der.
Kıssadan hisse:
Allâh’ü Teâlâ Kur’anı Keriminde ve Rasûlü Ekrem’in hadisi şeriflerinde kesinlikle yasak edilen içkiyi, hala çağdaş bir
iş gibi gösteren gafil vatandaşlarımız mevcuttur; hatta içki kullanmayanları çağdaş kabul etmeyen bir zihniyet el an hükmünü sürdürüyor.
Adama demezler mi çağdaşlık bu mudur?
Medeni insan, kendine zarar verecek bütün yiyecek ve içeceklerden sakınandır. İçki, tedricen içenlerde bağışıklık kazandırıp insanoğlunun aklını başından alan, zamanımızda
birçok cinayetlerin ve trafik kazalarının meydana gelmesine
sebeb olan, zina olaylarını teşvik ve tahrik eden bir bela iken,
hangi aklı eksikler bunu övüp çağdaşlık kabul ediyorlar?
İrade hâkimiyetinin zayıflamasına sebeb olan bu illeti, aklıselim hiçbir insan, iyi yapılan bir iş olarak gösteremez.
Cahil, haklı sayar yanlış işleri;
Bitirmeli şaşkınlar bu görüşleri;
144
Allâh, Resûl yasak etti bu gidişleri;
Yolu Hakk göstermişse, hiç zarar gelmez.
(Abdi Hoca)
KEFENİ VE CESEDİ BOZULMAYAN ADAM
Merzifon’un Yeşil Ören Köyünde Davulcu ismi ile anılan
bir adam, halk arasında hakir görülür, hafife alınırmış.
Adam, bu tarihten 15 yıl önce vefat etmiş, oğlu, babası hakındaki bu kötü söylentilere üzülmüş, kederlenmiş babasını
öyle özlemiş ki, onu görmek için bir gece babasının mezarını
açmış.
Bir de bakmış ki, babasının kefeni sararmamış, cesedi hiç
bozulmamış. Adam, sevinerek evine dönmüş.
Kıssadan hisse:
Yüce Allâh, sevdiği doslarının cesedini çürütmez. Bu tip
insanlar, eğer halk arasında cahil görünüyorsa bunlara ‘meczub’37 ismi verilir.
Kimin ne olduğunu Allâh bilir. Onun için insanları hakir
görmeyip, kötü hallerinin ıslahı için dua etmelidir. Müslümana
yakışan budur.
Kalbi açıp okumaya insan muktedir değil;
Bu Hakk yaratığı de, sen muhabbetle eğil;
Sevdiğin kadar sevilirsin, sakın olma ha cahil;
Muhabbet karşılıklıdır, sevgide olma bahil.38
(Abdi Hoca)
37
38
Allâh dostu, evliya. Bunlar halk nazarında deli görünürler.
Bahil, cimrilik demektir.
145
FIKRA
Bektaşi’nin birisi: “Eğer bir oğlum olursa, eşeğe bindirip
caminin minaresine çıkaracağım” diye Allâh’a ahidde bulunmuş, bir müddet sonra oğlu olmuş; fakat minareye eşeği çıkarmak mümkün mü?
Kendince, akıllı gördüğü bir topluluğa varıp acele ederek,
ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette: “Benim şu şekilde bir
vaadim vardı. Allâh vadimi yerine getirdi. Ben bir türlü dediğimi yapamadım, bana bir akıl verin” demiş; fakat yanındakiler: “Önce otur” demişler adam oturmamış, “Yemek ye”
demişler, yemek yememiş, “Çay iç” demişler, çayda içmemiş,
“Be kardeşim! Otur da bir dinlen bari” demişler, onu da
yapmayınca: Oradaki baş sorumlu kişi:
“Oğlum! Senden daha iyi bir eşek olamaz, oğlunu sırtına
al, minareye çık, vebalden kurtulursun” deyince, adam sevinerek dönmüş ve vadini yerine getirmiş.
Kıssadan hisse:
Olmayacak şeyleri Allâh’tan dilemek yanlış bir şeydir. Akıllı insan, yapılmasında fayda olacak işleri Allâh’tan diler.
Bir topluma girildiği zaman, ne vakit ne şekilde konuşulacağını önce kendimiz bilmeli, sonrada sözümüzün fayda vereceği insanlara öğretmeliyiz.
Müslümanlar, İslâm ahlak ve adabını iyi bilmek mecburiyetindedir; eğer bunu bilmezsek, vardığımız toplumda yüzümüze demeseler de arkamızdan, Allâh’a vaatte buluna Bektaşi’ye söylediklerini bize de söylerler.
Müslüman yücedir, önderlikte üstün;
Her hali mükemmeldir, olgun, büsbütün;
Eksiklik varsa eğer, ona, ben de küstüm;
Özün, sözün, davranışın hak olsun dostum. (Abdi Hoca)
146
GİZLİ DOSTLARIN HALİ
Vaktiyle iki arkadaş dost olmuşlar. Hayatlarını devam ettirirken birisi iflas etmiş, diğeri elinde olan sermayenin büyük
bir kısmını arkadaşına vererek onun mağduriyetini gidermiş.
Gün gelmiş ki, aynı akıbet yardım edenin başına gelip fakir
düşmüş, hanımı ölmüş ve iflas etmiş. Fakir düşen arkadaş diğerine: “Madem dostuz, ben her şeyimi kayıp ettim, bana bir iş
ver, senin durumun benden iyi, bana bir iyilik yapmış olursun.”
Demiş; fakat arkadaşı bu teklifi kabul etmemiş.
Evine çok üzgün vaziyette dönen arkadaş derin düşüncelere dalmış, kendi kendine kahrederken kapı çalınmış, birde
bakmış ki, yaşlı bir kadın kapıda bekliyor, kadın demiş ki:
“Ben yaşlıyım, kocaya ihtiyacım yok; fakat senin hanımının öldüğünü duydum, ben senin yemek, çamaşır, temizlik
işlerini hallederim, yalnız benden hanımlık bekleyip cinsel
tacizde bulunma.” deyip bu şekilde ahit yaparak hayatlarını
devam ettirirken kadın sürekli evinde kaldığı müflis adama
madden yardım ediyormuş.
Nihayet adam tekrar zengin olmuş, vefasız gördüğü arkadaşının evinin karşısına aynı yapı özelliğine sahip bir ev yapmış.
Bir gün umduğunu bulamadığı arkadaşını ziyarete gider sitem etmeden başından geçen olayları, sanki başkası yaşamış
gibi eski arkadaşına anlatır. Arkadaşı derki:
“Benim sana iş vermediğimin gayesi, kadim bir arkadaşımı
yanımda işçi olarak görmem beni çok üzer onun için sana iş
vermedim. Yanındaki kadın da benim annemdir. Seni mağdur
etmemek için annemi senin hizmetine verdim. Sana annemin
yaptığı yardımlar hep benim tarafımdan karşılandı. Bana hiçbir
147
borcun yok. Sana dünya ve ahiret saadeti dilerim” diyerek
gerçeği, olup biteni dostuna açıklamış.
Kıssadan hisse:
“Dost odur ki dar gününde yar ola.”
Yüce rabbim böylesi dostların sayısını arttırsın.
ASLAN İLE FARENİN BAŞINA GELENLER
Aslan dağda avlanırken bir fare yakalamış, ağzına alınca
ısırmadan önce fare başlamış yalvarmaya, demiş ki:
“Aslan ağabey, beni bırakırsan sana bir gün gelir iyilik
yaparım, ne olur beni bırak!”
Aslan bu sözü düyunca fareyi bırakmış ve demiş ki:
“Senin yaptığın iyilikten ne çıkar, ama seni bırakacağım!”
demiş ve fareyi salıvermiş.
Günlerden bir gün aslan tuzağa tutulmuş, kuvvetli ipleri bir
türlü koparamamış; artık kendinden ümidi geçmiş, yorgun
yatırken, bir de bakmış ki, yemeyip salıverdiği küçük fare çıkagelmış. Demiş ki:
Aslan ağabey ne oldu sana? Bu gücün ve kuvvetinle çok
yorgun yatıyorsun!
Aslan yorgun yorgun ayağındaki ipleri göstermiş.
Fare, hemen ipleri kemirmeye başlamış ve aslanın iplerini
kopararak aslanın tuzaktan kurtarmış ve demiş ki:
Aslan ağabey, bazen büyüklerin, güçlülerin yapamadığı işi
küçükler yapar. Sen beni güçlü iken yemedin salıverdin, bende
şimdi onun bedelini ödedim!
Kıssadan hisse:
Güçlü iken affetmek, fakir iken başkalarına karınca kaderince yardım etmek Allâh (c.c) ve Peygamberimiz (sav)’ın övdüğü iyi işlerdir.
148
Bir iyilik yaptığımız zaman onun karşılığını beklemeyelim.
Bilelim ki, onun hayrını Allâh’ü Teâlâ mutlaka bize amma
dünyada, amma ahirette mutlaka verir.
Şu sözü hiç unutmayalım:
“İyiliği yap at denize, balık bilmezse Halık (yaratıcı) bilir.”
Gerçek yiğitler, güçlü olduğu halde zayıfları koruyan, mecbur olmadıkça gücünü kullanmayan kişilerdir.
BOSTAN ve GÜLİSTANDAN
Sadi-i Şirazî der ki:
İhtiyar birisi bir gençten, bir akçenin dörtte biri kadar bir
para istedi. Genç de ihtiyara istediği parayı memnuniyetle verdi. Günlerden bir gün genç, bir suç işledi ve yakalanıp idam
olunmasına hüküm verildi. İdam sehpasına getirildi. İdamını
seyretmek için o beldenin halkı çağrıldı herkes toplandı.
O sırada ihtiyar adam aradan geçerken baktı ki kendisine
iyilik yapan genç idam edilecek. İhtiyar o adamı kurtarmak
için bir çare düşündü ve ellerini birbirine çarparak şöyle bağırdı:
“Eyvah! Güzel huylu sultanımız öldü!”
Bu acı haberi duyan cellâtlar halk feryatla ağlamaya başlayıp saraya koştular. Olay yerinde sadece ihtiyar ve idam edilecek genç kaldı.
Meydanın boşluğunu gören genç, kaçıp kurtuldu.
Saraya varanlar baktılar ki, sultan yaşıyor. Koşup ihtiyarı
yakalayıp sultanın huzuruna götürdüler. Sultan:
“Benim gibi halkını sevip, halkı tarafından sevilen bir sultanın ölümünü niçin istedin” diye bağırmaya başladı. Cesur ihtiyar, hiç korkmadan:
149
“Sultanım! Hükmün cihana yürüsün! Benim sultan öldü
dememle sen ölmedin; fakat bir can kurtuldu” deyip olanı biteni anlattı.
Sultan, bu olaydan memnun olup ihtiyarı affetti.
İdamlık genç, düşe kalka kaçarken, onu gören birisi sordu:
“Yahu sen ne yaptın da idamdan kurtuldun? Deyince, genç:
Bir akçenin dörtte birine kurtuldum” diye cevap verdi.
Kıssadan hisse:
Atalarımız demiş ki:
“İyiliği yap, at denize, balık bilmezse Hâlık (yaratıcı) bilir.”
Hiç unutmayalım ki, yaptığımız iyiliklerin karşılığını dünyada göremezsek bile Yüce Allâh mutlaka ahirette verecektir.
Bu sevda ile yürüyenler asla iyilik yapmaktan geri kalmazlar.
Müslüman’a düşen, dünyada durmadan çalışmaktır, Onun
rahatı inşaallâh ahirette cennettir. Ayıplayıcıların kınaması,
Müslümanları Hakk yolundan alı koyamaz. Müslümanların
önderi, din büyükleri, halka hizmet eden kişileridir.
Geri kalma hizmetten hedefin büyük;
Hakk’a hizmet olamaz bize asla yük;
Sana önder olmasın sakın bir hödük; 39
Müslüman zevk alır Hakk’a hizmetten.
Yürüdüğün yollar dikenli olsa da;
Engeller sıra sıra sana gelse de;
Şu fani ceset Hakk yolda ölse de;
Yine de kalmayız biz o hizmetten.
(Abdi Hoca)
39
Korkak kişi.
150
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
Dervişin birisi kütürüm bir tilki gördü. Derviş kendi kendine bu zavallı tilki ayakları olmadığı halde nasıl beslenir diye
düşünürken, aslanın birisi yakaladığı ceylanı getirip tilkinin
önüne koydu, tilki iyice karnını doyurdu.
Derviş kendi kendine: “Madem dört ayağı olmayan tilkinin
rızkını Allâh veriyor, benim de rızkımı verir bende çalışmamayım” derken köşeye çekildi, yiyecek beklemeye başladı; fakat
hiç kimse yiyecek getirmediği için iyece zayıfladı: “Neden bana Allâh rızık vermedi diye düşünürken gaipten bir ses işitti:
Ey derviş! Kendini kötürüm tilkiye benzeteceğine, tilkiye
av getiren aslana benzet!”
Derviş bu sözden irkildi ve çalışmaya başladı.
Kıssadan hisse:
Büyüklükten nasibi olan insanlar, almadan, başkalarına el
açmadan değil, başkalarına vermeden zevk almışlardır; ancak
umumun menfaatine yapılan işlerde yardım istenir, alınan yardımlar da yerine harcanır. Bir de fakr-u zaruret içinde olanlar
ihtiyaçları kadar başkalarından isteyebilirler.
İhsanın en güzeli, ihtiyaç sahiplerini, bulup onurunu zedelemeden muhtaç olanların eksiğini gidermektir.
Müslümana, tembel tembel yatıp el açmak asla yakışmaz.
Peygamberimiz (sav): “Veren el, alan elden üstündür” buyurmuşlardır. Bize düşen, tembellere değil, çalışkanlara gıpta40
ile bakıp veren el seviyesine yükselmek olmalıdır.
40
Fesatlık yapmadan imrenmek, iyilikleri hoş görüp faydalı
olmaya çalışmak.
151
İHSAN ETMENİN GÜZELLİĞİ
Sadi-i Şirazî der ki:
Yolda yürürken boynu tasmalı bir koyunu çeken genci gördüm, ona dedim ki: “Bu koyunun ipi elinde olamasa senin peşinden gelmez.”
Benim sözümü işitince genç, koyunun boynundaki tasmayı
çıkardı; fakat koyun gencin arkasından yine yürüyünce genç:
“Ey akıllı kişi! Bu koyunu benim peşimden getiren tasma
değil, ona verdiğim yemlerdir. Ona yaptığım ihsan koyunu benim peşimden getirir” dedi.
Kıssadan hisse:
Kocaman filler bile ona verilen yiyecekler sebebiyle sahibine saldırmaz. Köpekler, verilen bir parça ekmeği yıllarca unutmazmış.
Ey insanoğlu! Bize verilen bunca nimetleri veren Yüce
Allâh’a karşı kulluk görevimizi niçin yerine getirmiyoruz bir
düşünsek iyi olmaz mı?
Hâlbuki insanlar, dünyaya hâkim olabilecek bir üstünlükte
yaratılmışlardır. Gelin, iyice bir düşünelim!
NANKÖR OLMAMALI
Temizlik kurallarına uymayan bir bakkal varmış. Müşterinin birinin hanımı: “Beyim, bu adam temiz değil, ondan alış
veriş etme!” demiş. Adam: “Hanımcığım, bu adam mahalle
halkına güvenerek bakkal açtı. Onu ikaz edelim, bakkalını temiz tutsun; eğer herkes ondan alış veriş yapmazsa, bu adam iflas eder” demiş. Alış verişe devam etmişler.
Kıssadan hisse:
152
İnsana düşen, eksikleri gidermeye çalışmaktır. Gerek insanlardan, gerekse toplumdan yüz çevirmek yanlış bir davranıştır. Mevlana hazretleri der ki: “Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.”
Hz. Âişe der ki:
“Altın cürufundan, elbise kirinden dolayı atılmaz.” Yani,
altının cürufu seçilir, saf altın alarak kullanılabilir. Elbisenin
kiri yıkanır temiz giyilebilir. Telafisi mümkün olan kusurlardan dolayı insanlardan uzak kalınmamalıdır.
Kendi kusurlarımızı görüp onlardan vazgeçmeli. Bu gayret
bizi, başkalarının kusurunu araştırmaktan alıkoyar.
Ayakta olanların, düşenleri kaldırması, dini, insani ve vicdani bir görevdir.
HALİL İBRAHİM SOFRASI
Hz. İbrahim (A.s.) misafiri çok severdi. Bir gün evine misafir gelmeyince dağlara misafir aramaya çıktı, yüz yaşında,
saçları ağarmış yaşlı bir adam bulup ona yedirip içirmek için
evine getirdi.
Sofra kurulduğu zaman İbrahim (A.s.) besmele çekerek yemeğe başladı; fakat yaşlı misafir ise besmele çekmedi.
Hz. İbrahim, ihtiyara: “Besmele ile başla” demişse de, ihtiyar: “Ben puta taparım. Bizim inancımızda besmele yoktur”
deyince, Hz. İbrahim: “Öyle ise yemeğimi yeme! Diyerek yemeği adamın yemesine razı olmayınca adam kalkıp gitti.
Yüce Allâh (cc.) Cebrail (as)’i göndererek Hz. İbrahim’in
bu hareketine razı olmadığını bildirerek:
“Kulum ve Rasûlüm İbrahim’e söyle! Ben o kâfir kulumu
yüz sene dünya evimde besledim, rızıklandırdım da, O, bir
gece rızıklandıramadı mı? Buyurunca, Hz. İbrahim ağlayarak
evden kovduğu ihtiyara arkasından yetişti ve yemeğini yeme-
153
sini istedi. İhtiyar: Yâ İbrahim! Beni, evinden kovdun, şimdi
ne istersin” deyince, Hz. İbrahim, olup bitenleri anlattı. İhtiyar
da: “Öyle ise, beni rızıklandıran Allâh’a şimdi inandım deyip
kelime-i Tevhid getirip Müslüman oldu ve İbrahim (sav)’ın yemeğini besmele ile yedi.
Kıssadan hisse:
Yunus Emre Hazretleri: “Yaratılanı sevdim; Yaratandan
ötürü” diyerek mahlûkatı Allâh için sevmeyi dile getirmiştir.
Müslümana düşen, iyi bir üslup ile tebliğ görevini yapıp insanları Hakk yola çağırmaktır. Hidayeti verecek olan Cenab-ı
Allâhtır.
Peygamberimiz (sav), Hz. Ali’yi Yemen’e gönderirken:
“Yâ Ali! Senin bir kişiyi hidayete getirmen, dünyadan ve
dünyanın içindekilerde daha hayırlıdır” buyurmuşlardır. Samimi bir Müslümana düşen görev, yılmadan usanmadan kötü
yolda olanları en iyi şekilde hayra çağırmaktır.
“Cahiliye döneminde yapılan kötü işler, İslamiyete girince
silinir” buyuran Rasûlüllâh, bu konuyu ne güzel dile getirmiştir.
Cehlin yolu karanlık, sonu virandır;
İnsanı Hakk’a erdiren İlâhi ilhamdır.
(Abdi Hoca)
ASKER MEKTUBU
Anadolu’dan bir genç vatani görevi için askere gider. Asker, evli ve hanımı hamiledir. Mektuplar yazar ana, babaya;
fakat bir türlü gözlediği yavrusunun doğup doğmadığını utancından soramaz.
Son mektubundan şöyle bir şiir yazar:
“A mektubum var da gel;
Yardandan haber al da gel;
154
Bir idik, iki olduk;
Üç olduk mu? Sor da gel.”
Bunu okuyan ana, baba ve hanımı cevap verir:
Oğlun ile hanen oldu sayı üç;
Bu hasretlik geliyor insana güç;
Vatan borcu sıra iledir ödünç;
Er oğlunu bu hizmete çağır da gel.
(Cevabı Abdi Hoca yazdı.)
Kıssadan hisse:
Kayıp olmaya yüz tutan Anadolu terbiyesi işte böyle. Anaya, babaya sonsuz saygısından dolayı çocuğunun doğup doğmadığını soramayan bir nesil…
Bana göre bu kadarı da fazla. İslâm edep ve ahlakında böyle baskı yoktur; fakat Anadolu saygısı da unutulmamalıdır.
Bana bu hikâyeyi anlatan Fevzi Köksal hocam bir çocuğu
ile asker oldu. Hanımı doğum üzere idi. Ben de kendisine telefonla şöyle sordum:
Fevzi hocam varda gel;
Yardan haber al da gel;
İki iken üç olduk;
Dört olduk mu? Sor da gel.
Fevzi hocamın cevabı:
Bu vatan kazandı sağlam bir oğlan;
Dört olduk diye hayırla eğlen;
En az üç olmalı direktif sağlam;
Biz, bu vatan için geldik, gideriz.
(Fevzi Hoca adına, Abdi hoca)
155
KEDİ EĞİTİMİ
İki arkadaş kendi aralarında: “Eğitim mi önemli; yoksa terbiye mi? diye tartışmaya başlamışlar.
Eğitim önemlidir, diye savunan, evine davet ettiği arkadaşına, kedinin eğitilerek misafire kahve getirdiğini göstermiş.
Eğitimli kedi, misafire hazırlanmış kahveyi getirmiş.
Misafir arkadaşı:
“Senin kedi, benim evde de aynı işi yapabilir mi? diye
sorunca, ev sahibi: “Elbette yapar” der, öyle ise bana şu gün
misafir ol diye teklif eder. Ev sahibi de bu teklifi kabul edip
davete icabet etmiş.
Davet eden şahıs bir fare yavrusunu kutunun içine koyup
hazırlamış. Eğitimli kedi, pişirilmiş kahveyi getirirken, misafir,
kutu içindeki fareyi salıverince, kedi kahveyi atıp fareyi
yakalamak için koşmuş, tabi ki kahve dökülmüş.
Asaleti savunan misafir:
İşte, kediye eğitim bu kadar faydalıdır. Aslında olanın neslinde çıkar” demiş ve eğitimi savunan böylece mağlup olmuş.
Kıssadan hisse:
“Asil azmaz;
Bal bozulmaz;
Bozulursa, yağ bozulur;
Çünkü aslı ayrandandır” diye bir söz vardır.
Askeri bir kitapta okuduğum bir söz hatırımda:
“Komutan, yetişmez, doğar” diye.
Birçok huyların asaletten geldiği bellidir; fakat eğimin de
belli bir yere kadar faydası mutlaka vardır. Eğitim, ihmal edilmeyecek zaruri bir ihtiyaçtır.
156
Arslan, ormanın güçlü, sessiz hayvanı;
Gücünü aslından hazır bulanı;
Çakal, güçsüz olup çok pavlayanı;
Aslında güç yoksa neylesin çakal.41
ALİ EFENİN HİKÂYESİ
Ali Efe, Antalya ili Gazipaşa ilçesi Ükçonak Köyünün yarık taş mevkiine Alanya’dan gelip yerleşen kişi ve taşı gediğine koyan bir babayiğittir. Müthiş kılıç kullanır, bazen eşekler
üzerinde dememe yapar, kılıcı vurduğu zaman, eşek ikiye bölünürmüş.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Alanya İlçesi İmamlı Köyü’
nden yirikler ismi ile anılan soyguncular türemiş, bu adamlar,
parası olan kişileri tespit eder; eğer istemekle alamazlarsa,
adamı bağlayıp yatırırlar, karnına hamurdan daire çevirip içine
eritilmiş tereyağı dökerek para sahibinden zorla alın terini alıp
götürürlermiş.
Ali efenin iyi iki çift öküzü olduğunu duyan soyguncu yirikler, Onun ikamet ettiği yarık taşa gelip çift süren Ali Efeden
işini boşlayıp Çığlık Köyü Dere mahallesine gelmesini isterler.
Ali Efe: “Şu attığım tohumları ekeyim, sizinle baş efenin yanına gideceğim” der; fakat kendine çok güvenen efe Küçük Arif
ismi ile anılan şahıs, Ali efeye hakaret ederek ağır sözler söylemeye başlar.
Ali Efe ne kadar olgun konuşup çifti bitirdikten sonra geleyim demişse de, efe Arif ağır sözlü sataşmalara devam eder.
Sabrı taşan Ali Efe:
“Kızım emine! Şu benim kılıcımı getir, iş belli oldu” deyince, efe Arif olacağı keşfedip hemen geri döner.
41
Abdi Özdemir (Hocanın) Hikmet incileri isimli şiir
kitabından.
157
Ali Efe, ertesi gün kılıcını alır, soyguna devam eden dere
mahallesinde ki çapulcuların yanına vardığı zaman çapulcular:
“Buyur Ali Efe” diye tevazu göstermişlerse de, Ali Efe şu
teklifi yapar:
“Gelin, önce bir kılınç oyunu oynayalım” deyip elindeki
kılıcı evin damını yuvamak için kullanılan taş yuvağa42 vurunca, yuvak ikiye bölünür.
Bu heybetli vuruşu gören efeler korkar ve ona arkadaşlık
teklifinde bulunmuşlarsa da Ali Efe:
“Ben, ekmeğimi alın teri ile kazanırım. Sizin gibi soygun,
vurgunla değil. Siz burayı hemen terk edin” der. ve çapulcular
o diyarı terk ederler.
Kıssadan hisse:
Akıllı insanlar, düşmanına gerekirse gücünü önce gösterir
ve işi kolayca halleder; eğer adam iyi niyetten anlamıyorsa işte
o zaman yiğitliğin yeri gelir.
Hz. Ali’nin bir sözü vardır:
“Hakkınızı arayınız, hakkınızı aramasını biliniz; eğer hakkınızı kayıp ederseniz, hakkınızla birlikte şerefinizi de kayıp
edersiniz.”
Hak ararken önce iyilikle işi bitirmeli. Halden anlamayan
insanlara rastlarsanız, işinizi kanuni yollarla bitirmeye çalışmak gerekir. Başımızı belaya sokmadan, maşa var iken ateş
kömürüne yapışmak, akıllı insan işi değildir.
Hak ararken başını sokma belaya;
Olgunlukla işini havale et Hz. Mevla’ya.
(Abdi Hoca)
42
Üzeri toprak evler, silindir şeklindeki taşla sıkıştırılıp
yağmur damlasından korunulur.
158
DEDEM YAĞAR ALİ’NİN HİKÂYESİ
Yağar Ali, Üç konak Köyünün eski ismi olan Yivilhardım’da doğup büyümüş, kendine güvenen iyi silah kullanan bir
babayiğittir. Haksızlığa karşı tahammülü olmayan, büyüklere
karşı direnebilen celadet ruhlu bir kişiliği varmış. Bu şahıs,
merhum annemin öz dayısının babasıdır.
O tarihte Gazipaşa İlçesi Hasdere (eski adı: incarı) Köyünde beylik sürüyor. Bey, yaptırdığı evin harcını çevreden toplattığı sütlerle kardırır, eve kullanılan sedir (katran) ağaçlarını
bugünkü Doğanca Köyü üzerinde Kara Tepe ismi ile anılan,
Hasdere köyüne en az otuz beş km. olan yerden hiç yere koydurmadan omuzdan omuza neklettirirmiş.
Garibin birisi, kuz ormanı denilen yerdeki kuru çeşme
mevkiinde ağacı yere koymuş. Bunu duyan dere Beyi, adama
ceza olarak tekrar kara tepeye kadar döndürüp eziyetle Hasdere
köyüne ağacı getirtmiş.
Bu haksızlıkları gören yağar Ali, bey’in hizmetlerine yanaşmayıp karşı gelmiş; fakat bey, Yağar Ali’yi yemeğe davet
eder gibi çağırtıp avenelerine iyi bir sopa attırmış. Yağar Ali
güçlükle evine gelmiş; fakat bu günkü Doğanca Köyü Ağalar
sokağı denilen yere dere Beyi güz vaktinde gelir, bahçesinde
bir miktar eğlenirmiş. Yağa Ali ise, beyin buraya geldiği zaman Onun işini bitirmeyi kafaya takmış.
Bey, buraya gelmekten endişeli, yağar Ali’nin kendisine
bir suikast düzenleyebileceğini düşünerek geceleyin evine gelir, sabah olunca dana denilen küçük sığırın üzerine beylik
kürkünü atarak bahçeye sürdürmüş ve kendisi de dürbünü ile
takriben kuş uçuşu bir Km. uzaklıktaki hasmının ne yapacağını
gözetlemeye başlamış.
159
Yağar Ali ise hiç dürbünü elinden bırakmadan derebeyini
gözetlemekte iken bir de görmüş ki, derebeyi bahçede eğilerek
geziyor. Yağar Ali silahını alıp Yalnız Demirci mahallesinin
aşağısında bulunan, yapma ismi ile alınan yere koşarak o tarihte ‘Şeşana’ ismi ile alınan yivli silahı ile bey zannettiği
hedefe ateş eder, bey’in yerine dana cansız yere düşmüş.
Dere Beyi, o gece korkusundan Hasdere Köyüne dönüp
Efe Yağar Ali’yi ikna için adamlar koyup barış yollarını arar
ve ne söz verdiyse efeyi ikna etmiş.
Kıssadan hisse:
Bir söz vardır: “Düşmanın karınca ise, sen onu merdane
bil” diye. Yanlış yapan, zulüm ile meşgul olan kişiler, mutlaka
bir gün karşılığını görürler. “Zalimin zulmü varsa, mazlumun
Allâh’ı var.” İnsanların zulmünden kurtulabiliriz; fakat Allâh
vurursa kaçacak yer bulunmaz. Kaçmanın faydası olduğu yer,
kötü işlerden kaçmaktır. Kaçılacak yer kötü mekânlardır. Bileim ki, o zaman Allâh (cc) bizi korur; eğer Rabbimiz bizi korursa da hiç kimse bir şey yapamaz.
Huzur; yanlış yapmayana şu fani dünyada;
Böylesiler elbet yaşar, baki âlem ukbada.
(Abdi Hoca)
BOSTAN ve GÜLİSTANDAN
Sadi-i Şirazî derki:
“Bir kimse, öküzünün ayağına batmış olan bir dikeni çıkardı. Bir müddet sonra öldü. Vefatından sonra Hoca Sadri adındaki büyük bir Allâh dostu onu rüyasında gördü baktı ki, O
zat, cennet gülistanlıklarından bir bahçede gezerken diyordu
ki: O diken yüzünden, benim için burada ne güller ekilip bitmiş”.
Kısadan hisse:
160
Elinden geldiği kadar acı çekenlere yardım et, iyilikte bulun ki, acılara, zahmetlere düştüğün zaman birileri seni acısın
ve sıkıntıdan kurtarsın. Zulüm görmüş, ezilmiş bir insanı gördüğün zaman, iyi olmuş, felek ona vurmuş, zeten o buna
layıktı deme; çünkü ona vurulan kılıcın kınına girdiğini biliyor
musun? Seni de bir gün kesmeyeceğinden emin misin?
Başkalarında güldüğümüz, sevindiğimiz kötülüklerin bize
de bir gün gelebileceğini asla unutmayalım!
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN
Sadi-i Şirazî der ki:
Devlet reisinin birisi yüksek ve sağlam bir kaleyi ele geçirir. Kale çok sağlam ve yüksek, korunmak için gayet iyi idi.
Bu sağlam kale, misli az bulunan iyi bir bahçenin içinde idi.
Bir gün o kaledeki sultanın huzuruna büyük bir Allâh dostu
geldi. Dünyayı dolaşmış, âlim ve hünerli bir kimseydi, üstelik
çok hikmetli ve güzel konuşurdu.
Sultan ona sordu:
“Sen çok yerler gezip dolaştın, söyle bana böyle güzel ve
sağlam bir kale gördün mü?
Allâh dostu, sultanın bu sözüne önce güldü, sonra cevap
verdi: “Evet, bu kale çok güzel bir kaledir; ama zannettiğin kadar sağlam ve koruyucu değildir. Senden önce nice kudretli
sultanlar bu kaleyi ellerine geçirmiş değiller miydi? Burada bir
müddet oturup gittiler. Senden sonra da bu kale nice sultanların
eline geçecek. Onlarda bu bahçeden senin gibi faydalanacaklar”.
Kıssadan hisse:
İnsanoğlu sultan da olsa birgün feleğin kahrına uğrar. Fani
dünyanın kılıçları keser, kurşunları deler, o güçlü insanların
161
eleği suyu bile süzmez olur. Sakın dünyanın varlığı ve saltanatı
bizleri şımartmasın! Bu güzel beden bir gün toprak olacaktır.
Fırsat elimizde iken iyi işler yapıp ölünce kendimize rahmet okutacak hayırlar yapalım.
Nice büyükler var ki, övülür durur;
Nice sultanlar var ki, yerilir durur;
Hakikat daima yerinde durur;
Yanlış işler, saman gibi savrulur gider. (Abdi Hoca)
BOSTAN ve GÜLİSTANDAN
Sadi-i Şirazî der ki:
İşittim ki, dicle nehrinin kıyısında çürümüş bir kafatası,
dervişin birine şöyle demiş:
“Ben sözü geçen kuvvetli bir adam idim. Başımda ululuk
tacı vardı. Kader her dem yardımcım olmuştu.
Devlet kuvveti ile Irak ülkesini zaptettim, az geldi. Kirman
vilayetine de gözümü diktim; fakat Kirmanı almadan kurtlar
beni yediler”.
Kıssadan hisse:
Ey akıllı olan insanoğlu! Kulağını aç, Hakk’ı dinle. Büyük
sözlerini daima hayatında yaşa. Hayatının çok zamanı büyükleri dinlemekle geçsin. Senden küçükler seni büyükler; fakat
fazla bir şey alamazsın onlardan; ama kendinden büyüklerden
çok şey alırsın. Büyük dediğin de Hakk yolda yürüyen insan
olmalı!
Not: Allâh dostları veli kullar, ölülerle de konuşurlar
Büyükler gösterir sana Hakk yolu;
İşte onlardır Allâh’ın sevgili kulu. (Abdi Hoca)
162
BOSTAN ve GÜLİSTAN’DAN (Kıtlık)
Sadi-i Şirazî der ki:
Yılın birinde şamda öyle bir kıtlık oldu ki, sanki gökyüzü
bile kurudu, ekinler, hurma ağaçları adeta kurudular, kaynayan
pınarlar çekildi su namına öksüzlerin gözyaşları kaldı.
O günlerde yanıma bir dostum geldi, kendi zengin olduğu
halde çok zayıflamış gördüm. Sebebini sorduğum zaman bana:
“Sebebini bilmiyorsan ne büyük bir gaflet; eğer biliyorsan
niçin soruyorsun? Görmüyor musun, aylardır yağmur yağmıyor, kıtlık her tarafı sardı, millet ve canlılar kuruyor dedi.
Bende: “Zehir, ilacı olmayan adamı öldürür, bu kıtlıktan sana
ne? deyince, çok bilgili bir dostum olan bu zat, bir cahilin yüzene bakarcasına bana baktı ve:
“Sahilde olup da dostlarının boğulduğunu gören bir kimse
rahat olabilir mi? benim yüzüm açlıktan sararmadı. Beni
sarartıp solduran fakirlerin kaderidir” dedi.
Kıssadan hisse:
Akıllı insanlar, ne kendinin ne de başkasının yokluk çekmesini istemezler. İmanlı ve izanlı insanlar toplum huzurlu
değilse kendileri de huzur bulamaz. Müslüman, Müslümanın
derdini bölüşmek, acılarını paylaşmakla mükelleftir. Benim
rahatım iyi olsun da başkası bana ne? demek insan işi değildir.
Acı çeken bir hastanın yanında oturan sağlam kişi rahatça
oturamaz.
“Acılar, paylaştıkça azalır, sevinçler, paylaştıkça çoğalır”
sözü, insan olana iyi bir derstir.
163
ALLÂH VARDIR
Erzurum ilimizde bir öğretmen öğrencilerine Allâh yoktur
diye ders veriyormuş. Öğrencinin birisi, teneffüs zili çalınca
kara tahtaya kocaman bir eşek resmi çizip arkadaşlarına:
“Sakın benden başka kimse bu resmi kimin çizdiğine cevap
vermesin! Onun cevabını ben vereceğim.” demiş.
Ders zili çalınca, öğretmen kara tahtadaki resmi görünce:
“Kim çizdi bu resmi diye bağırmaya başlar; fakat kimseden ses
çıkmaz. Öğretmen tekrar sormaya başlar. Resmi yapan öğrenci
ayağa kalkar der ki:
“Hocam! Tebeşir kendiliğinden kutudan çıktı, bu resmi
yaptı ve yine kutusuna girdi” deyince, öğretmen:
“Yalan söyleme! Hiç tebeşir kalkar da bu resmi yapar mı?”
der, öğrenci:
“A hocam! Bir eşek resmi bile kendiliğinden yapılmazsa,
bu kâinat kendi kendine nasıl olur? der.
Öğretmen bu cevap karşısında irkilir, kendine gelir ve derki: “Sizlerden özür dilerim. Allâh vardır.”
Kıssadan hisse:
Kâinatın her zerresinde Yüce Allâh’ın varlığını görecek
bilgiler vardır; ancak bu, gören göz, hisseden kalb içindir.
Zamanımızda bu çeşit yanlış düşünceler varlığını göstermeye çalışsa da, güneşe leke sürmek isteyen ancak elini pis
eder, eliyle kalmaz kalbini de hidayete kapar mühürletir. Kör
gözler dünyayı görememiş diye dünya yok olmaz. Kimileri icat
etmeyi, yaratma sanıyorlar.
Dua edelim ki, cahiller çoğalmasın!
164
FIKRA
Temel, karşı komşusu Dursun’dan vadeli ödünç para almış.
Vade vakti gelir, sabah olunca parayı ödeyecek; fakat elde beş
kuruşu bile yok.
Temel bir türlü uyuyamaz, yatakta durmadan kıvranırken,
ödünç para aldığını bilmeyen Temel’in hanımı Fadime, beyi
Temel’in bir sıkıntı içinde olduğunun farkına varır der ki:
“Temel! Sende bir sıkıntı var. Niçin anlatmıyorsun da?
Temel, hanımı üzmemek için borcunu gizler; ama içindeki
sıkıntı sürmekte bir türlü uyuyamıyor.
Fadime tekrar sorar:
Temel! Derdini anlat, belki derman olurum” der; fakat
temel yine söylemez yatakta kıvranır.
Fadime üçüncü defa Temel’in derdini sorunca Temel:
“Fadime! Şu komşumuz Dursun’dan bu sabah ödemek üzere ödünç para almıştım, sabah ödemem lazım; ama cebimde
para yok” deyince Fadime, dur sen o kolay der pencereyi açar
Dursun’a çağırarak der ki:
“Dursun! Dursun! Bizim Temel’in sana borcu var mı? deyince, Dursun:
“Var, hem de sabahleyin ödeyecek” der.
Fadime:
“Vallâhi Temel’in bir kuruşu bile yok! O borcunu ödeyecek durumda değil, sen başının çaresine bak!” der, pencereyi
şak diye kapatır ve Temel’e dönerek:
“Temel! Uyumazsa Dursun uyumasın, sen yat uyu” der.
Kıssadan hisse:
İslâm hukukuna göre bir borçlunun borcu, alacaklı tarafından istendiği zaman sabah yiyeceğini dahi satıp borcunu
165
ödemesi gerekir; fakat alacaklının borçluya mühlet verip onu
sıkıntıdan kurtarması da çok sevaplıdır.43
Yalnız, benim esas kastettiğim şey, Müslümanları dar bir
köşeye kıstırıp insan haklarından mahrum etmek isteyen şahıslardır; ama Müslümanlar asla uyumamalı, kendilerine yapılan
zulümlerin başkalarına yapılmasını hoş görmemelidir. Kötülüğe karşı iyilikle mukabelede bulunmak Kur’anı Kerimde tavsiye edilen işlerdendir. Müslüman, yaptığı iyiliği unutur. Kendisine yapılan kötülüğü de unutur; fakat: “Müslüman, bir yılan
deliğinde iki defa ısırılmaz.”
Peygamberimiz (sav)’ın emri budur.
AŞK DENEN ŞEY
İnsan nefsi güzel şeylere bakmaya düşkündür.
Göz, kalbin elçisidir. Onun tarafından görevlendirilir. Güzel ve manzaralı bir şey bulmuşsa, memnuniyet duyar; fakat
göz çoğu defa, kalbin başını belaya sokar. Zira öyle güzelleri
haber verir ki, ne hepsini elde etmeye, ne de ayrılıklarına tahammüle kalbin gücü yeter.
Bakışlarını Allâh’ın izni haricinde salıverenlerin hasretleri
devamlı olur; çünkü bakmak, sevgi doğurur ve kalb bir alakaya
sahip olur. Sonra bu alaka kuvvetlenir; vurgunluk derecesine
varır ve kalbi kaplar. Göz bakmaya devam ettikçe, vurgunluk
hali kalpten ayrılmayacak bir sevgi halini alır. Sonra bu aşırı
sevgi, aşka döner ve çılgınlık halini alır. Artık kalp köle olmuştur ve layık olmayana kulluk yapmaya başlar. Bütün bunlar bakmanın cinayetleridir. Bir kral iken, şimdi bir esirdir O…
Kalp, düştüğü haller için, gözden dert yanar. Göz ise: “Ben
senin memurun idim. Bana görev veren sensin” der.
43
Mültekal Ebhur isimli fıkıh kitabının borçlar bahsine bak.
166
Bütün bunlar, Allâh’ın sevgi ve bağlılığından boş kalan
kalplerin belasıdır. Kalp, Allâh’ı sevmek için yaratılmıştır. Bu
yüzden, sevgisi Allâh değilse kulluğu başkasınadır.
(ibn-i Cevzi)
İş bu söze Hakk tanıktır;
Bu can gövdeye konuktur;
Bir gün ola çıka gide;
Kafesten kuş uçmuş gibi. (Yunus Emre)
Kıssadan hisse:
Göz neye bakarsa, gönül onunla meşgul olur. Onun için haram olan şeylere bakmak, kalbi bozar, yanlış yollara götürür.
Günah olan şeylere devamlı bakmak, Allâh’a olan muhabbeti
azaltacağından gözün, bakacağı şeylere inanç süzgecinden
geçirilip bakılan şey helal değilse, derhal oradan çevrilmelidir;
yoksa günah devamlı işlenirse kalp kararır, istiğfar ile kütü
gidişten dönülmezse, kalp mühürlenir. Allâh kurusun, hidayete
açılmayacak kalp sahibi olmak ne kötü bir şeydir.
Helal olmayan şeye sakın bakma ha!
Göz, gönül sorumludur battığı şeyden. (Abdi Hoca)
MERHUM RIZA AKÇA’NIN YİĞİTLİĞİ
Antalya ili Gazipaşa İlçesi Belediye Başkanı Rıza Akça,
mutadı veçhile her yıl atına biner Toros Dağlarında bulunan
yaylacıların yanında bir müddet gezer dostlarını ziyaret ederdi.
Çocukluğumda hatırımda kalan bir yiğitliğini anlatacağım.
Bir gün Rıza Akça atına biner Maha yaylasına çıktığı zaman bir köylü gelini, orman muhafaza memurunun kendine
sataşıp cinsel tacizde bulunduğunu söyler.
Rıza Akça, olayın doğru olup olmadığını tetkik ettikten
sonra, orman muhafaza memurunu yanına çağırtır der ki:
167
“Duyduğuma göre sen burada çırlangıç (ağustos böceği)
efeliği yapıyormuşsun! Sen bu masum kadını taciz etmeye utanmadın mı? Senin hanımına birisi aynı tacizi yapsa sen ne
yaparsın? Şimdi bak! Önümüzdeki pazartesi gününe kadar
Gazipaşa’yı terk et! Yoksa sonu iyi olmaz, haydi git” der.
Orman muhafaza memuru başına gelecek felaketi sezerek
tembih edilen vakitte Gazipaşa’yı terk eder.
Kıssadan hisse:
Olaya ilk bakışta yapılan işin kanunsuz bir zorbalık olduğu
düşünülebilir; fakat yanlış yapan kişileri illa devlet görevlileri
halledecek diye düşünürsek şahitsiz, delilsiz birçok konu askıda kalır.
Toplum baskısı, birçok olayları büyütmeden bitirebilir;
ama bu işleri haddi aşmadan, iyi yol göstererek hallettiğimiz
zaman devlet adamlarına da yardımcı olmuş oluruz. Kişi hukukuna tecavüz etmeden küçük olayları, söz sahibi insanların
bitirmesi, toplum huzurunu sağlamada etkilidir. Bu işleri
yaparken; kişisel hırs ve intikamlar devre dışı kalmalıdır.
HIZLI TERAVİH NAMAZI
Alanya İlçesinde İmam-Hatiplik görevi yaparken bir
toplantımızda Müftü Zekeriya Şimşek başkanlık yapıyordu.
İmamlardan birisi: “Falanca İmam, on beş dakikada Teravih
namazı kıldırıyor” dedi. Müftü:
“Siz o namaza namaz demeyin de Jimnastik, spor gibi
başka bir isim bulun” dedi. Bütün arkadaşlar gülüştük.
Kıssadan hisse:
Namaz, Peygamberimiz (A,s)’ı tarif ettiği üzere Tadili
erkân ile kılınır. Kıraatte (okumada) harfler mutlaka çıkış yerlerinden usulüne uygun olarak okunur. Bu kurala uymadan kı-
168
lınan namazlar Allâh rızasına uygun olmadığı için makbuliyet
görmeyebilir.
İnsanoğlunun en kıymetli vakitleri, Yüce Allâh’ın huzurunda geçirdiği kıymetli vakitlerdir.
Peygamberimiz (sav): Namaz vaktinden çalmanın yani
namaz vaktini kısıtlamanın en büyük hırsızlık olduğunu beyan
buyurmuşlardır.
Kalp huzuru ve sükûnetle kılınan namazlar, Mü’minin
ahiret sualini kolaylaştıracaktır.
KONYA, KAYSERİ ARASI TREN YOLCULUĞU
1980 yılı önceleri sakallı bir ihtiyar Kayseri İlimizden Konya’ya gitmek için trene biner. Trende oturduğu yerde birkaç
tane genç, sakallı ihtiyarı alaya alarak: “Şu inandığın Allah’ı
bize de göster de biz de inanalım diye sıkıştırırlar. İhtiyar:
“Evlatlarım! Allâh görünmez; fakat onun varlığı tabiatta
olan her varlığa ibretle bakıldığı zaman O’na delil olur” gibi
sözlerle gençleri ikna etmeye çalışmışsa da, inançsız olan
gençler, ihtiyarı sıkıştırıp hakaretler yağdırarak iyice incitip
Onu ağlatırlar.
Bu hale seyreden yiğit bir genç, yumruklarını sıkarak onlara bakmışsa da, gençler onu da hafife alıp sakallı ihtiyarla alay
etmeye devam ederler.
Tam o sırada istasyona yaklaşıp tren durmaya başlayınca,
yiğit delikanlı inançsız gençlerin her birine birer yumruk vurarak trenden aşağıya atar. Yaşlı ihtiyar: “İşte, Allâh’ın erleri
her yerde hazırdır” diyerek söylenir.
Kıssadan hisse:
Bir Mü’min yardımı sadece Allâh’ü Teâlâ’dan bekler, O’na
tam güvenirse, O’nun askerleri her yerde hazır ve nazırdır.
169
Allhâ’ü Teâlâ’nın gücünün üzerinde güç yoktur. Yeter ki,
Mü’minler O’na güvenip Hakk yoldan ayrılmasınlar.
İnanç sağlamlığı kadar kişiyi mutlu eden bir şey yoktur. İstediğimiz, o anda olmasa bile Allâh’a teslim olmanın sevabı bize mutlaka verilecektir.
Allâh’a güvenimiz ve itimadımız tam olursa sonu çok hayırlı olur.
İNANÇSIZIN AKİBETİ
1970 li yıllarda lise imtihanlarına girerken üniversite de
okuyan bir genç bana: “Benim Allâh’a inancım yok; ama senden de çok dürüstüm diye küstahlıkta bulundu. O anda sustum.
Aynı binada kaldığımız bu gence ben birkaç gün sonra:
“İstikbalde ne düşünüyorsun? Diye sorduğum zaman O:
“Ben bir maliye müfettişi olacağım, beş yüz milyon rüşvet
yedikten sonra kendime bir iş kurup serbest bir meslek sahibi
olacağım” dedi. Ben de cevaben:
“İşte, senin gibi inançsızların gözü daha şimdiden devlet ve
milletin kesesinde olur” deyince, kızarmaz yüzü ile acı acı güldü. Bu adam gerçekten sahtekârlıkla zengin oldu. Yıllarca sonra işittim, iflas edip elinde hiçbir şey kalmamış. Allâh sonunu
hayır getirsin!
Kıssadan hisse:
Bir kişi din, devlet ve millet sevgisinden mahrum olarak
yetişmişse, o adama göre her yanlış iş meşru olur. Sadece o
karnını ve cebini doldurmayı düşünür; fakat inançlı, ahiret sual
ve hesabını düşünen bir kişi, kendine dünyayı verseler bir tüyünü dahi vermez, namus ve şerefi ile yaşar. Ekmeğini alnının
terine batırarak yer.
Ne mutlu helal haram duygusu kalbine yerleşenlere!
170
EBÛ RİGAL VE ALTIN ASASI:
Abdullâh b. Amr der ki: “Rasûlüllâh (A.s.)’la birlikte Taif’
e giderken bir kabre rastladık.
Rasûlullâh (A.s.), “Bu, Ebû Rigal’in kabridir. Kendisi
Haremde bulunur ve onunla korunurdu. Harem’den çıktığı zaman, Kavminin, burada uğradığı azâba, o da, uğrayıp öldü ve
buraya gömüldü. Buna alâmette, kendisinin yanına gömülmüş
olan altından bir daldır. İsterseniz, kabri açınız, onun yanındaki
altın dala rastlarsınız!” buyurdu.
Halk, hemen kabri açmaya koyuldular ve altın dalı çıkardılar.
Ebû Rigal, bu altın dala, asa gibi dayanırdı.
Bu dalın değeri bin dirhemi aşıyordu.
Rivayete göre: Ebû Rigal, Semud kavminden olup, Sakiflerin atası idi.
Ebû Rigal’in uğradığı azâba gelince: Hz. Salih Peygamber (A.s.) , onu, Mekke tarafına sadaka tahsildarı olarak göndermişti.
Ebû Rigal, yüz koyunlu bir adamın yanına vardı. Ona:
“Beni, sana, Rasûlüllâh gönderdi dedi.”
Adam: “Rasûlüllâh elçisi hoş geldi safâ geldi. İstediğini
al!” dedi.
Ebû Rigal, sütlü koyunlardan aldı.
Adamcağız: “Anasının ölümünden sonra sağ kalan şu çocuğun koyunu yerine de, on koyun al!” dedi.
Ebû Rigal: ”Hayır!” dedi.
Adamcağız: “Yirmi koyun al!” dedi.
Ebû Rigal: “Hayır!” dedi.
“Adamcağız: “Elli koyun al!” dedi.
Ebû Rigal: “Hayır!” dedi.
171
Adamcağız: “Şu bir koyundan başka hepsini al!” dedi.
Anasız kalan çocuk, o koyunun sütü ile beslenmekte idi.
Ebû Rigal, yine: “Hayır!” dedi.
Bunun üzerine adamcağız: “Eğer, sen, süt içmeyi seversen, ben de severim!” dedi. Hemen ok çantasındaki okları yere
serdi. Sonra da: “Ey Allâhım! Sen şâhid ol!” dedi. Yayına bir
ok yerleştirip Ebu Rigal’i öldürdü.
Salih Peygamberin yanına giderek Ebû Rigal’in yaptıklarını haber verdi.
Salih Peygamber (A.s.) da ellerini kaldırıp: “Ey Allâhım!
Ebû Rigal’e lânet et!” diyerek düâ etti.
Ebû Rigal’i öldüren adam, Kays-i Aylanlardan Münebbih
b. Hevazin’in oğlu Sakif idi. Kıssadan hisse:
Kâmil insan, bir devlet görevlisi de olsa istediği şeyin
şahsa zaruri ihtiyacı olup olmadığını öğrendikten sonra istemede ısrar eder. Bugünkü icra işlerinde bile kişinin zaruri ihtiyaçları elinden alınmıyor; eğer haddi aşarak Ebû Rigal gibi haksız
yere mal gasp etmeye kalkarsa kişi, Onun akıbetine uğrayabilir. Herkesi kendi gibi düşünen insanlar, her yerde ve her
zaman sevilirler, ameli hayatlarında başarılı olurken, bencil ve
egoist düşünceli, insanlar da kim olursa olsun toplumda hoş
insan kabul edilmezler.
HZ. ALİ’NİN VASİYETİ:
Hz. Ali, ömrü boyunca sürekli, Ruhsatı değil, azimeti yansıtan, bir hayat tarzı üzerinde olmuştu. Onun yaralıyken Hz.
Fatıma’dan olan oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e yaptığı
vasiyet de bu karakterini yansıtır. O, katili yakalandığında, ona
bir iki söz konuştuktan sonra, oğulları Hz. Hasan ve Hüseyin’i
yanına çağırdı. Hasta yatağında onlara şöyle dedi:
172
İkinize Allâh’tan takvayı (Allâh’ın yasaklarından korunmayı) tavsiye ediyorum.
Dünya sizi çok istese de siz onu istemeyin.
Daima hak olanı konu-şun ve yetimlere merhametli olun.
Kaybedene yardım edin, ahiret için iş yapın ve azık hazırlayın.
Allâh’ın kitabın da olanla amel edin.
Allâh’da (Emrettik-lerinde) kınayanın kınaması sizi
(emirlerine uymaktan) alıkoy-masın.”
Bunları söyledikten sonra Oğlu Muhammed b. Hanefiyye’ye baktı. Ona da “İki kardeşine vasiyet ettiklerimi aklına
aldın mı? Diye sordu. O, “evet” deyince: “sana da aynı sözlerimi vasiyet ediyorum” demişti.
Kıssadan hisse:
Hz. Ali, üç oğluna ve onlar şahsında bütün dinleyenler yaptığı vasiyeti böyleydi. Öncelikle yüce Allâh ile olan ilişkilerde
takvayı, yani emirlerini yapıp haramlardan kaçmayı emrediyordu. Sonra dünyayı kalben terk etmeyi, ona gönül vermemeyi tavsiye ediyordu. Hatta dünya insanları çok istese bile,
İnsanlar onu istememeliydi. Zaten Allâh, sevdiklerini dünyaya
küstürür veya dünya onlara küser. Dünyayı (Zenginliği, makam ve mevkii) önemsemek onu ahirete tercih etmek, dünyevileşmektir ve elbette yoldan çıkaran en büyük amillerden
biridir. Bu sebeple ne dünyalıktan bizi terk edene üzülmeli, ne
de onlardan kazanılanlarla sevinilmelidir.
Bir de daima hakkı/doğruyu konuşmak gerekir. Peygamberimiz (A.s.)’ın buyurduğu gibi, konuşunca hakkı konuşmalı
veya susmalıdır. Çoğu insanın konuşamadığı yerde ve zamanda, gerektiğinde hakkı konuşabilmek önemlidir.
Bir de İslâmda merhamet esastır. Özellikle yetimlere ve zayıflara merhamet edilmelidir. Ayrıca ahiret için azık hazırlanmalıdır.
173
Zalimlere değil; mazlumlara yardım etmek gerekir. Zalime
hasım olunmalıdır; çünkü zalime arka çıkmak, arka çıkanı
zulme ortak eder; ayrıca Hz. Ali, Allâh’ın Kitabı’nda olanla
amel etmeyi, Onun hudutları dışına çıkmamayı, bu yolda
kınayanların kınamasından korkmamayı da önemsemekte ve
oğullarının bu yolda olmalarını emretmektedir.
HALİD B. VEİD’İN YAZDIĞI MEKTUP
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Halid b. Velid’den; Rüstem’e, Mehran’a ve Fars yöneticilerine.
Selâm Hüdaya/ doğru yola uyanlara. Gerçekten size karşı;
kendinden başka bir ilâh olmayan Allâh’a hamd ediyorum.
Muhammed de Onun kulu ve Resûlüdür.
Bundan sonra derim, hamdler Allâh’a mahsustur ki, hizmetinizi dağıttı, birliğinizi parçaladı, söz birliğinizi bozdu, gücünüzü gevşetti ve ülkenizi elinizden çekip aldı.
Yazım size ulaştığı zaman; bana rehinler gönderiniz, benden zimmet alınız (Teminat akdi yapınız) ve benim için cizye
toplayınız; eğer, bunları yapmazsanız; kendisinden başka hiçbir ilâh olamayan Allâh’a yemin ediyorum ki, sizin, yaşamayı
sevdiğiniz gibi ölümü seven bir kavimle mutlaka size geleceğim.
Kıssadan hisse:
Bu mektupları o Hicreti’n on ikinci yılında (M. 633) yazmıştı. Mektuplarda Allâh’ın yardımından söz ediyor, Sasanilerin o günkü durumunu gözler önüne seriyor ve onlara korku
veriyordu. Ayrıca; mektuplarda askerlerinden şöyle söz etmekte idi: “Ölümü, sizin hayatı sevdiğiniz gibi seven bir topluluk.”
Burada fetih zihniyetinin; iman ve ahiret inancı üzerine
oturduğu görülmekteydi. Onun askerleri ölümü hayat gibi veya
174
ondan daha çok sevebilen insanlardı. Onlar, fetihler ve şehitlik
için hayatlarını ortaya koymaktan çekinmiyorlardı. Bu, en büyük sermayenin ortaya konulmasıydı, en büyük fedakârlıktı.
Elbette Allâh, bu derece fedakâr olanları başarıya götürecek ve
muzaffer edecekti.
Gerçek imanı elde eden bir Müslümanı korkunç zannedilen
ölüm bile korkutamamaktaydı; çünkü onların imanında ölmek;
ikinci hayata, şehitliğe, ebediyete diriltmekti. Ölüm gerçek hayata geçiş, ahiret yurduna davet, cennet bağlarına varış, ebedi
dostlara kavuşma ve bütün sıkıntıların bitişiydi. Bu iman; ölümden kaçmak yerine ona atılıyor, korkmak yerine onu sevebiliyordu. Sahabenin en etkili silâh ve güçlerinden biri buydu.
Mü’minler, kâfirler gibi ölümden korkmuyor ve ürkmüyorlardı.
DÜNYA İKİ KULPLU BİR KAZAN
Padişahlardan birine bir kişi gelerek iş ister. Padişah adamın yüzüne bakar der ki:
“Sen ekmeğini taştan çıkarırsın! Dünya iki kulplu bir kazan; Bir ucundan tut sen de kazan.”
Adam düşünür taşınır bir hile yolu bulur. Vezirle anlaşarak evrakların çok olduğu bir sırada yazdığı şu yazıyı padişahın tuğrası ile tasdik ettirir, yazı şöyledir: “Falan oğlu falan,
falanca mezarlığa mezar ağası tayin edilmiştir. Her kimin cenazesi olursa bu şahsın istediği parayı vermeden defin yapılamaz.”
Eline fermanı alan şahıs mezarlılığın yolunu tutar ve her
cenaze için istediği parayı alarak kısa bir zamanda zengin olur.
Günlerden bir gün padişahın bir cenazesi olur, başkalarından aldığı parayı cenazeyi getiren padişah yakınlarından da
ister. Bu cenaze padişahın yakınıdır demişlerse de elindeki
175
fermanı göstererek: “İşte padişahın fermanı” deyince, durumu
padişaha iletirler. Padişah, hemen adamı çağırtır: “Bu hal ne
niçin para alıyorsun?” Deyice, kurnaz adam padişahın fermanını gösterir.
Padişah bakar ki kendi fermanı. Bunu ne şekilde yaptığını sorunca adam der ki:
Padişahım! Sen bana: “Dünya iki kulplu bir kazan, bir ucundan tut sende kazan dedin, bende bu hileyi düşündüm ve
zengin oldum” der, fermanı nasıl aldığını anlatır.
Padişah der ki: “Madem bu işi yapıp zengin olmuşsun,
şimdiye kadar aldığın para yeter” der ve fermanı alıp yırtar.
Kıssadan hisse:
Her devirde gafil devlet idarecilerinin durumundan faydalanıp gayri meşru işler yapanlar var olmuştur. Özellikle kamu görevlerinde bulunan kişiler çevresinde dolaşan menfaatçi,
çok yüzlülükle iş gören münafık yapılı kişilere dikkat etmeli,
devlet ve millet malını korumalıdır. Toplumda gayri meşru
kazanç sağlayanlara fırsat verilmemelidir. Her vatandaş devlet
ve millet zararına çalışanları ilgililere bildirip yanlış işlere
fırsat verilmemelidir. “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” sözü,
içimize dışarıdan sokulmuş, yanlış yapanları, destekleyen kötülüğe zemin hazırlamaya yardımcı bir sözdür. Yanlış işlere asla
göz yumulmaz…
NAMAZ SUÇLUSU
1980 li yıllarda Antalya ili Alanya ilçesi Belediyede görevli bir müdür iken namaz kıldığı için görevden alınan bu
günkü hesap işleri müdürü Yahya Yüksek mağduriyetini bana
şöyle anlattı:
“O tarihlerde görevli iken beş yıl izin kullanmadan görevime devam ettim. En küçük bir vazife suiistimali yapmadım.
176
Benim gibi çalışan üç arkadaşım seksen darbe hareketiyle Ege
kuvvet komutanlığı tarafından bilinmeyen bir sebepten dolayı
görevden alındık.
Kısa bir zaman sonra gelen müfettiş görevden alınmış olduğumuz halde bizi çağırdı: "Ben görevden alındım, beni niye
çağırdınız deyince beni kovdu, ben de küfür ettim. Evime vardım o tarihte buzdolabında ağzı kırık bir şişede su vardı onu
içeyim derken şişe ayağıma düştü, parmağımın siniri kesildi
dikişi için beni Antalya’ya götürdüler parmağıma dikiş atıp
kesilmekten kurtardılar. Ömrümde küfür yapmamıştım. Galiba,
müfettişe yaptığım küfrün cezasını Allâh bana verdi.
Müfettiş, yaptığı teftişte hiçbir görev kusuru bulamadı
bana dedi ki:
“Bunu söylemek bana suçtur; ama sana bir şey soracağım, sen ve arkadaşların namaz kılar mısınız?”
Ben: “Evet, namaza çocukluğumda başladım, namazımı
kılarım” dedim. Müfettiş:
“İşte senin ve arkadaşlarının suçu bu” dedi.
Ben: “Öyleyse göreve dönmem için rapor verirsiniz” demişsem de, Müfettiş:
“Komutan kararını bozmaz, boşuna uğraşma! Bir zaman
gelir görevine dönebilirsin” dedi.
Belediyede çalışırken on üç bin lira maaş alırken bir
şirket bana kırk bin lira ücret vererek çalıştırdı ayrıca ek hesap
işleri tuttum, gelirim resmi maaşımdan çok fazla oldu sıkıntılarım bitti daha rahat geçim bolluğuna kavuştum.
Nihayet siyasi iktidar geldi müracaatımızı yaptık, bizleri
göreve geri aldılar.” Deyip sözlerini bitirdi.
Kıssadan hisse:
“Zalim bir gün bir zulme giriftar olur ahir;
Elbet olur ev yıkanın hanesi viran.” Diyen şair ne güzel
söylemiş.
177
Sakın dünyadaki geçici gücümüze güvenip mazlumların,
gariplerin üzerine gidip de zulüm yapmayalım.
Allâh’ın adaleti bir gün mutlaka tecelli eder. Bizlere yanlış davrananlara bile, biz korkmadan vakarımızla sabır edelim
ve işimizi Allâh’a havale eldim; eğer böyle yaparsak mutlaka
kârlı olacağız.
Ayağımıza bir taş dokunsa bile sebebini araştırıp düşünürsek, kendi kendimizi kontrol edersek büyük yararını görürüz.
Allâh’ü Teâlâ, kendisine sığınan kullarına ummadığı yerden rızık kapıları açıp, sıkıştığı zaman onlara bir çıkış kapısı
gösterir.
Umarım ki, dün silahına, gücüne güvenip zulmedenler de
bu ferasetten nasiplerini alırlar.
KARA MÜRSELLİ YOLCU
Karamürselli bir yolcu İstanbul Boğazından Avrupa yakasına geçmek için vapur bileti alınacak gişeye gelince bilet
kesen görevli sorar:
Nerelisin?
Cevap: Karamürselli,
İsmin ne?
Cevap Kara Yusuf,
Babanın adı ne?
Cevap: Kara Ali,
Annenin adı ne?
Cevap: Kara Hatice,
Yükün ne?
Cevap: Kara üzüm,
Bilet kesen şahıs: “Be hemşehrim! Sen de benim başıma
sanki zivt kesildin” der.
178
Kıssadan hisse:
Sorulan soru karşısında enteresan cevaplar alsak ta muhatabı gücendirmeyen cevaplar vermek olgun insanların işidir.
“Ne güzeldir nazar etmek huzura;
Kemal olan hata görmez kusura.”
(Lâedri)
Bir kez gönül kırdın ise;
Bu kıldığın namaz değil;
Yetmiş iki millet dahi;
Elin yüzün yumaz değil.
(Yunus Emre)
179
İÇİNDEKİLER
Aslan’ın İtaati
Kurt İle Leylek
Kurt İle Kuzu
Kedi İle Fare’nin Dostluğu
Yılan Hikâyesi
Allâh Dostunun Kerameti
Ömer Bin Abdülaziz’in Yüzüğü
Asil Bir Çinlinin At Hikâyesi
Kötülüğe Karşı İyilik
Şahin İle Akbaba’nın Arkadaşlığı
İslâmi ölçü
Sıhhat, Zenginliktir
Niçin
Kendinizi sevdirmek için
Necip Fazıl’dan
Hatay Hüzünü
Bir Damlanın Hikâyesi
Fatih’in Bostanı
Sarhoş
Âşık Mecnun
Biçare Yolcu
Züleyha’nın Putu
Beni Ben Bilirim
Yolcunun Feraseti
Sabreden Derviş
Mazlumun Ahi Zalimi Yakar
Derviş’in Kesilen Ekmeği
İki Kötü Yol
Haset İnsan İle Şeytan
Yusufçuk Anasını Attı
Kaybolan Çocuk
Adil Sultan
180
5
6
7
8
8
10
11
12
13
14
15
16
17
17
18
19
20
21
22
23
23
24
24
26
26
27
28
30
31
31
32
33
Cemşit’in Çeşmesi
Tezekçi Adam
Hz. Ömer Ve Nûşirevan
İyi Olmak
Söz Taşımanın Kötülüğü
Kurnaz Pehlivan’ın Oyunu
Bilgin Ve Çoban
Ferasetli Vezir
Yalnız Derviş Ve Padişah
Allah Korkusu
Zalimin Zulmü Kendinedir
Mertlik Nasıldır
Boya Ve Boyacı
Yaptığın İyilik Seni Bulur
İki Kardeş
İyileri Kayıp Etmemeli
İmam-ı Birgivi’den
Mayıs Böceği
İmam-ı Azam’ın Talebeleri
İmam-ı Azam’ın Talebeleri
İmam-I Ebû Yusuf’un Hikâyesi
Dört Çeşit Talebe
Uğursuz Evlat
Mezar Taşı İle Öğünmek
Akrep Huyu
Saygılı Olmak
Haso’nun Hikâyesi
İktisatlı İnsanın Müsrif Oğlu
Tahsildar Mehmed
Halil Ağa’nın Hikâyesi
Çile Evliyasının Hikâyesi
Deli Haşim
Hünerli İnsan Olmak
Ana-Babaya Yaptığın
Mal Canın Yongasıdır
Kambur Sırt
Dinlenerek Yürümek
Hayırsızın Hain Oğlu
Evlenmede Denkliği Aramak
Gerçek Aşk
Leyla İle Mecnun
Allâh İle Ortak Olan Kişi
Aslan Payı
181
34
35
36
38
39
40
41
41
42
44
45
45
46
47
48
49
49
50
51
52
53
55
56
57
58
58
59
60
61
62
63
64
66
66
67
68
69
69
70
71
72
73
74
Kavak İle Kabağın Hikâyesi
Tevekkülün Faydası
İhtiyar Şairin Durumu
Eski Dost
Şüpheye Mahal Olmamalı
Özlemeye Gerek Duymak
Seven İnsanların Dostuna Bakışı
Delaletten Hidayete
Hükümdarın Rüyası Ve Kâhin
Gayıptan Haber Verenin Hali
Ev Alırken Dikkat!
Bostan Ve Gülistandan
Söz Kesmenin Yanlışlığı
Sükûtun Faydaları
Körler Gerçeği Görmez
Düşmanı Sevindiren Şeyler
Çölde Ölen Fakir
İlahi Adalet
Hatem-i Taî’nin Cömertliği
Bostan Ve Gülistan’dan
(Edepsiz zengin)
Güler Yüz
75
76
77
78
79
80
80
81
81
82
83
84
85
85
86
87
87
88
89
90
Konferans’tan
Bir Bedevinin Mescidde Bevli
Yalancı Piyes
Nefse Zorla Borç İstedme!
Az Yemek
Nefis İradesi
Müslümanlara Gönderilen
Cömertliğin Üstünlüğü
Eşkıyanın Nasihati
Bostan Ve Gülistandan
(sancak ve perde)
Bostan Ve Gülistandan
Bostan Ve Gülistandan
Sarhoşun Nasihati
Canını Kurtaran Kaptan Mı?
Bir Hikâye
İmam-ı Azam’ın Ebû Nasihati
Vermemiş Mabud, Neylesin Mah.
Öksürük İle Gelen Rızık
Bostan Ve Gülistan’dan
92
93
94
95
96
97
98
98
99
100
182
91
101
101
103
104
105
105
106
108
109
Bostan Ve Gülistan’dan
Devlet Reisinin Kızı Hikâyesi
Çobandan Dayak Yiyen Vezir
Bostan Ve Gülistan’dan
Edepsizlerden Edep Öğrenmek
Bostan Ve Gülistan’dan
Bostan Ve Gülistan’dan
(ecelin vakti)
Bostan Ve Gülistan’dan
Hakk’ın Kapısı
Bostan Ve Gülistandan
Bostan Ve Gülistan’dan
Bostan Ve Gülistandan
(Küçük adamın sözleri)
Hoca Düşmanın Hikâyesi
Bostan Ve Gülistandan
Bostan Ve Gülistandan
Sultan Feridun’un Veziri
Bostan Ve Gülistan’dan
Bostan Ve Gülistan’dan
Bostan Ve Gülistan’dan
Kartal İle Çaylak
Bostan Ve Gülistan’dan
Bostan Ve Gülistan’dan
Lokman Hekim’in Hikâyesi
Dolu Kap Hiç Su Alır Mı?
Âşık Hamid
Yanirem Dostum Yanirem
İnsan, Köpek Gibi Isıramaz
Bostan Ve Gülistan’dan
Haddini Bilmek
Bostan Ve Gülistan’dan
Bostan Ve Gülistan’dan
Aslını Unutmamak
Özürlü Köle
Bostan Ve Gülistan’dan
Sarhoşun Hali
Kefeni Ve Cesedi Bozulmayan
Fıkra
Gizli Dostların Hali
Aslan Başına Gelenler
Bostan Ve Gülistandan
Bostan Ve Gülistan’dan
183
110
111
113
114
115
115
116
117
118
119
120
121
122
122
123
125
126
126
128
129
120
120
131
132
133
135
136
137
138
137
139
140
142
143
144
145
144
147
148
149
151
İhsan Etmenin Güzelliği
Nankör Olmamalı
Halil İbrahim Sofrası
Asker Mektubu
Kedi Eğitimi
Ali Efenin Hikâyesi
Dedem Yağar Ali’nin Hikâyesi
Bostan Ve Gülistandan
Bostan Ve Gülistan’dan
Bostan Ve Gülistandan
Bostan Ve Gülistan’dan (Kıtlık)
Allâh Vardır
Fıkra
Aşk Denen Şey
Merhum Rıza Akça’nın Yiğitliği
Hızlı Teravih Namazı
Konya, Kayseri Yolculuğu
İnançsızın Akıbeti
Ebû Rigal Ve Altın Asası:
Hz. Ali’nin Vasiyeti
Halid B. Veid’in Mektubu
Dünya İki Kulplu Bir Kazan
Namaz Suçlusu
Karamürselli Yolcu
184
152
152
153
154
156
157
159
160
161
160
162
164
165
166
167
168
169
170
171
172
174
175
176
178