kültür-sanat 19

Transkript

kültür-sanat 19
19 KÜLTÜR-SANAT
11 NİSAN 2010 PAZAR ZAMAN
Tanrısever, Bediüzzaman
filmi için kolları sıvadı
-
bedenen çekimlere hazırlıyor. Bir
de şart koşuyor : “Filmden sonraki hayatına özen göstereceksin.”
200’e yakın diyaloglu oyuncunun
görev alacağı filmde binlerce figüran da rol alacak. Seyirciye bir de
sürprizi var Tanrısever’in: “Mısırlı
oyuncu Ömer Şerif ile de mahkeme ve cezaevi sahneleri için görüşmeler sürüyor.” Müzik konusunda
henüz tam olarak karar verilmese
de mistik Tibet tarzı ezgiler üzerinde çalışılıyor.
‘ÜSTAD’IN DİK DURUŞUNDAN ETKİLENDİM’
ii
Bediüzzaman’ın hayatını anlatan filmi çekmeye 1991 yılında karar vermiş ama bir türlü olmamış. Geçen
sürede eline birkaç senaryo daha gelince ekibini toplamış ve filmi çekme
kararı almış. Birçok kişinin fikrini aldık, dediği ‘Hür Adam’ için Üstad’ın
doğduğu ve yaşadığı yerleri gezmiş.
Talebeleriyle görüşmüş. Üç ay içinde
Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını anlatan 14 kitap okumuş. Okudukları sayesinde Üstad’ı yeniden
tanıma fırsatı bulmuş. ‘Üstad’ın en
çok hangi yönü sizi etkiledi?’ sorusuna “İdealist yönü ve dik duruşu” şeklinde cevap veriyor. Film ille de çekilecek diye bir düşüncesi de bulunmuyor. Tanrısever, “Önümüze bir duvar
çıkarsa çekmeyiz olur biter.” diyor.
Jordi Savall’ın verdiği ders
ALİ PEKTAŞ
Savall’ın önceHABER Jordi
ki akşam İstanbullulaiZLENiM rı kendine bir kez daha
hayran bıraktığı konserin, müzikal yönüyle ilgili gerçekten söylenecek çok fazla şey var. İki saat süren ve dakikalarca ayakta alkışlanan konserin uzun süre
hafızalardan silinmeyeceği kesin. Kudsi Erguner, Derya Türkan, Yurdal Tokcan,
Murat Salim Tokac gibi önemli müzisyenlerimizin sanatçıya eşlik ettiği konsere, Türk müzikseverler kadar yabancıların da ilgisi vardı. Konserde Savall’ın
“İstanbul 1710 Dimitri Kantemir Edvarı”
isimli son albümünde yer alan, Osmanlı müziği ve bu müzikteki Ermeni ve Sefarad öğeleri üzerine odaklanan parçalar
seslendirildi. Konsere gidenlerin çoğu bu
topraklar üzerinde yıllarca icra edilen bu
ezgileri belki de ilk kez dinledi. Konserde
pek çok ayrıntının yanında verdiği ders-
ler ve gösterdiği ufkuk dikkat çekiciydi.
Düşünün otuz yıldır Avrupa’nın müzikal mirası üstüne araştırmalar yapan
Katalan bir sanatçı oturuyor, bizim müziklerimiz üzerine mesai harcıyor, onları yeniden dünyaya hatırlatıyor. Albümüne “İstanbul 1710 Dimitri Kantemir Edvarı” adını veriyor. Osmanlı müziğinin
ve kültürünün nasıl bir derya olduğuNU
gösteriyor. Bu durum ister istemez akıllara şu soruyu da getiriyor: Çok büyük
sanatçılarımız var elbet ama bunlardan
kaçı dünya müziği üzerine kafa yoruyor?
Bundan sanatçılarımız ne kadar ders alır
onu ilerleyen zamanlarda göreceğiz.
Sanatçı diğer dersini müzikseverler üzerinden tüm dünya insanlarına verdi. Siyasetçilerin, açılacak kapıları, işgalleri, ekonomik krizleri tartıştığı bir dönemde, hoşgörüde dünyaya örnek olmuş bir imparatorluğun müziklerini Türk, Ermeni, Fransız, İsrail ve İspanya’dan sanatçılar birlikte seslen-
dirdi. Yapılan taksimlerle her enstrümanın
kendi kimliği ve farklılığı ön plana çıkarken, ortak icralardaki birliktelik aslında çok
özel bir şeyi anlatıyordu: Ayrı iken ne kadar
farklı, birlikte iken ne kadar aynıyız.
Jordi Savall’ın verdiği en büyük ders
ise mütevazılığıydı. Asla kendini ön plana
çıkarmadı. Sanki konseri yöneten, tasarlayan, müzikleri seçen o değildi. Eğer tanınan ya da konserden önce yüzüne aşina olduğumuz biri olmasaydı; konser sonuna kadar onun kim olduğunu asla bilemezdik. Dünya barışı adına söyleyecek sözü olan, bunu da ‘asla yalan söyleyemezsiniz’ dediği müziğiyle yapan Jordi
Savall, çoğumuzdan daha çok İstanbullu,
çoğumuzdan daha çok Osmanlı olduğunu gösterdi. Hâlâ bir kesimin burnunun
ucuyla baktığı geçmişimizin müziğinin
elitist olmadığını ve bu müziği genç kuşaklara tanıtmanın ne kadar önemli olduğunu birkez daha kanıtlamış oldu.
Selim İleri
‘Büyük sanatın yolu’...
Memet Fuat, 1952’de yakınıyor:
“İstedikleri kadar halk için yazsınlar,
yapıtlarını okuyan halk değil, aydınlar, iyisi, kötüsü, gerçeği, uydurması ile aydınlar.
Yedi sekiz kitap yayımlamış yazarları bile
halk tanımıyor. Daha acı söyleyeyim: Kendimiz yazıp kendimiz okuyoruz.” (Unutulmuş Yazılar, “Günlük Gazeteler Sorunu”.)
Günlük gazetelerde edebî eser yayımlansın mı yayımlanmasın mı; yer yerinden
oynamış, kıyamet kopmuş! Aylarca tartışılmış...
Günlük gazetelerde yazmak, kimi edebiyatçılarımızı ürkütüyor. Gazetenin okuruna yönelmek, edebî eseri düzeysizleştirecekmiş. Çünkü gazetelerde tefrika edilen
romanlar, öylesine düzeysiz ki! Meselâ Esat
Mahmut; Esat Mahmut’u “bilmeyen gazete
okuyucusu” yokmuş. Memet Fuat ekliyor:
“Sait Faik deyin üniversiteli genç bilmiyor.”
Hemen hatırlatayım: Sait Faik iki yıl sonra ölecek. Yani bizi bugün büyüleyen edebî
eseri çoktan yazılmış.
Esat Mahmut’un yanı başında Refi k Halid. Refi k Halid de çok okunuyor.
Kim okuyor dendiğinde, kimileri dudak
bükerek, “Liseli kızlar okuyor onları” diyorlarmış. “O beğenmediğimiz yazarla-
rın bir romanı tefrika edildi mi, trende,
vapurda, tramvayda, otobüste hiç umulmayacak kimseler onlardan söz ediyor.
Beğeniyorlar.”
Memet Fuat şuraya bağlıyor: Halk, iyi
sanatın, iyi edebiyatın örnekleriyle tanışamadığından, kötü sanatla, kötü edebiyatla yetinmek zorunda kalıyor. İyi edebiyat
gazete aracılığıyla
okur kalabalığına
Günlük gazetelerses yöneltecek,
de yazmak, kimi
“amatörlük havaedebiyatçılarımızı ürkütüyor. Gaze- sından sıyrılıp büyük sanatın yolutenin okuruna yönelmek, edebi ese- nu” tutacak.
Ataç itiraz etri düzeysizleştiremiş,
kendisi gazecekmiş...
telerde hemen her
gün yazarken. Melih Cevdet, başkaları
itiraz etmişler.
O günlerde, gazetelerde, “yaşlılardan”
Halide Edib, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Nurullah Ataç, “gençlerden” Orhan Kemal,
Oktay Akbal, İlhan Tarus, Yaşar Kemal,
Bedri Rahmi yazıyorlarmış. Eli kulağında,
Attilâ İlhan da başlayacak.
Yıllar sonra bu tartışmaya, genel görünüme, değerlendirişlere baktığı-
Fırtına takvimi
FOTOĞRAFLAR: ZAMAN, MUSTAFA KİRAZLI
Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını anlatan ‘Hür Adam’ın çekimlerine mayısta başlanacak. Biyografik bir çalışma olan filmin senaryosunda Üstad’ın daha çok sürgünler, savaşlar
ve kamplarda geçen 40-70 yaş dönemi perdeye taşınacak.
YUSUF BÜLBÜL İSTANBUL
Minyeli Abdullah ve Sürgün
gibi filmlerin yönetmeni Mehmet Tanrısever şimdi de ‘Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını anlatan “Hür Adam” için kolları sıvadı. Biyografik bir çalışma olan filmde, Üstad’ın; eski Said, yeni Said ve
üçüncü Said olarak bilinen üç dönemi yer alıyor. ‘Hür Adam’ daha
çok Üstad’ın sürgünler, savaşlar ve
kamplarda geçen 40-70 yaş dönemi
ağarlıkta. Çalışmalara dört ay önce
başlayan teknik ekip başta mekanlar olmak üzere, animasyon sahneleri, deneme çekimleri ve oyuncular
üzerinde çalışıyor. Story Board denilen anahtar sahnelerin seri halindeki tasarımı hazır. Mayıs sonunda
çekimlerine başlanacak filmin sekiz
haftada bitirilmesi planlanıyor.
Filmin gişedeki başarısını dert
etmeyen Tanrısever’e senaryo yazımında Mehmet Uyar ve Ahmet
Çetin gibi isimler destek veriyor.
Filmle ilgili en çok merak edilen
Bediüzzaman’ı kimin oynayacağı.
Kimsenin tanımadığı bir yüz olmasına özellikle dikkat eden yönetmen, anlaşma yapmadığı için isim
vermiyor. Ancak anlaşmak üzere
olduğu oyuncuyu çoktan Kıraç’taki
fabrika yerleşkesinde kampa almış
bile. Oyuncuyu hem ruhen hem de
Nazan
Bekiroğlu
mızda; beni şaşırtan, öncelikle, Esat
Mahmut’un, Refi k Halid’in aynı kefeye konmaları. Gerçi, biliyorum: 1950’ler
Refi k Halid’in para kazanmak için yazdığına hem inanmış, hem bunu tekrarlamaktan uzak duramamış.
Ama Refik Halid’in romanları, öyle
anlaşılıyor ki, edebiyat çevrelerinde
okunmamış. Romanları gibi, yazıları da
okunmamış, örnekse, Sait Faik için yazdıkları. Sait Faik için en güzel yazılardan
birini Refik Halid yazmıştır.
Edebiyatın -ve sanatın- o kadar geniş yelpazesi bizde nedense hep daraltılmış. Bırakın Refik Halid’i; Esat Mahmut niçin büsbütün değersiz sayılsın? Ataç’ın haklı olarak savunduğu ‘devrik cümle’yi gönül rahatlığıyla kullananların başında Esat Mahmut gelir.
Devrik cümlenin yaygınlaşmasında onun çok
okunmuş romanlarının hiç mi payı yok?
Ataç, hikâyecinin, şairin gazetelerde yazmasından kaygılı: “... düşüncelerinden” fedakârlık etmesinden korkuyor şairin, hikâyecinin, sanat görüşünden. Büyük
çoğunluğa kapılıp gitmesinden: “’Okurların
çoğu şu düşünceler üzerine şu görüşle yazılmış eserlerden hoşlanıyor, öyle ise ben de
o türlüsünden yazayım’ dedi mi, yenilmiş-
tir o adam, kendi görüşünü yayamıyor, sadece yaygın düşüncelere, yaygın görüşe boyun eğmiş, kendinden geçip başka bir kişi
olmuş demektir.”
Çoğunluğa ulaşmak için gazetelerde
yazmayı öneren, hatta gerekli gören Memet Fuat, niçin fedakârlık etsinler ki diye
soruyor.
Acaba fedakârlık edilebilir mi? Altmış
yıl öncesinde, Ataç edilir diyor, Memet Fuat
da “genç sanatçılar kendilerini halktan sayıyorlar, çoğu halkın içinde yetişmiş, halkla kaynaşmış” kanısında. Ad vermiyor ama,
o dönem yazıları taransa, Orhan Kemal’i,
Metin Eloğlu’nu, Bedri Rahmi’yi örnek vereceği sezinleniyor.
Sorumu tekrarlıyorum: Acaba
fedakârlık edilebilir mi? Daha doğrusu,
dün şöyle yazarken, bugün böyle yazmak
sanıldığınca kolay mı? İster iki bin kişinin
okuduğu dergide, ister birkaç yüz bin kişinin okuduğu gazetede, şair, yazar kendi
dile getirişinden -istese bile- cayabilir mi?
Yarın sabah, Esat Mahmut gibi yazacağım
desem, bu o kadar kolay mı?
Kolay sanıp deneyenler olmuş; fakat
-satış, yaygınlık uğruna evdeki bulgurdan
da olmuşlar...
“Bilimsel” zihniyet isabetine dudak
bükse de takvimlerde fırtına günlerinin birbirini izlemesi için kim bilir
kaç asır fırtınaların kaygılı bir deftere
titizlikle kaydedilmesi gerekti? Sayılı günleri denizi de gökleri de avucunun içi gibi bilenler bilir. Havayı koklamayı âdet edinenler ve kayıt tutmayı ihmal etmeyenler çıkarabilir fırtınanın takvimini ancak. Onun huyu
suyu, töresi tarihçesi ancak böyle ezberlenebilir. Ancak ufku açık olanlar
şimşeğinden, yıldırımından, gök gürültüsünden, yankısından, uğultusundan, göz göre göre yaklaşan fırtınayı seçebilir.
Kıyılarda dolaşır fırtına kendisini en fazla suda gösterir. Takvimi de en çok denizcilerin defterindedir. Evini deniz kıyısına kuran her sabah uyanırken ruhu bedenine bir gürültüyle döndüğünde çok fırtına görmeye heveslidir bu yüzden. Fakat dağ
rüzgârsız olmaz zirveler de boransız. Fırtına sözleri bir de dağ defterine kaydedilir denizin yanı sıra. Fırtına edebiyatı böyle doğar. Bu dağ ne
rüzgârlar gördü? Yüksek dağın büyük
olur boranı. Neticede fırtına ne yandan gelse de dağ kendince görünür
rüzgâr kendi istidadıncadır.
Bir kısmı tanıdıktır fırtınanın, o
yerli’dir. Bir kısmı da başka bir yer
üzerinden gelir. Uzak mesafeleri kat
ederek gelirken gücünü tüketir. Hafi fler, eksilir. Ya da tümden coşar, artar;
o artık her yerlidir.
Takviminde fırtına, ismini kimi
anımsattığı karanlık gecenin tekinsiz gulyabanisinden alır, Karakoncolos
Fırtınası. Kimi kırdığı fi lizden, Filizkıran. Kopardığı cevizden, Kozkoparan. Ülker, Kızıl Erik, Yaprak, Gündönümü fırtınaları da öyle. Kestane Karası, Kuş Geçimi, Meryemana Fırtınası. Bağ Bozumu, Koç Katımı. Bıldırcın
sürülerine denizler aşırtan da fırtınadır, defneyi kökünden ayıran da. Çoğunun ismi vardır ama kimi de isimsizdir cismiyle isimlenir. Kar fırtınası,
kum fırtınası. Kimi iki cemre arasında
eser savurur. Kendinden değil cemresinden tanınır.
Mizaçları ayrı, havaları farklı denizle kara, dağ ile vadi karşılıklı kışkırtırlar fırtınayı. Kimi karayelden
eser kimi kuzeyden gelir. Kimi ağaçlara su yürütür kimi kırlangıçların göçüne kılavuzdur. Kimi eser, ardından
bir çisenti gelir, kuru dalları bir gecede
yaprakla donatır. Kimi gider gibi yapan kışı geri getirir. Kimi eser çiçekyaprak döktürür. Berdelâcuz’u başlatır kimi. Kimi bahar geldi zannedip de
yaylaya niyetlenen nineyi koyunları,
köpeği ve teknesiyle yarı yolda taş kestirir. Zavallı kurt da alır nasibini sayılı fırtınalardan. Kış boyunca ıslanan
postunu kurutmak için güneşe serince bir fırtınaya bir doluya tutulur ki o
da taş kesilir.
Adı fırtına takvimi olsa da günlerin belirgin rengi de bu takvimin kenarına iliştirilebilir. Gül mevsimi,
bülbüllerin ötme zamanı. Sıcakların artması. Mevsimsiz sıcaklar, mevsimsiz soğuklar. Bu takvimlerde fırtınanın yolcuyu yolundan edeni, gideni geri döndermeyeni, tam bitti zannedersin al baştan eseni, kumu önüne katıp dağ dağ yığanı, denizlerin
suyundan bulutlara yol çıkaranı yazılı mıdır? Hayır. Ama neticede sayılı gün gelir geçer. Her fırtına bitimlidir. Fakat ne getireceği başlarken belli değildir. Çoğu ses olarak gelir önce. Giderken geriye neden olduğu ölçüsüz tahribat kalır. Ama onun
da çığlığı tam merkezinde sıfırlanır.
Çünkü maddesel etkiyi fırtınaya indirgeyende her şey tek’leşir. Orada her şey gölgeleşir. Buna ancak fırtınanın gözüne düşenler şahittir. İçi
rüzgârla dolu bir kalem, biçtiği fırtınayı bir varlığın olgun mefhumunda
sözü parçalamadan anlatmayı başarırsa. İki zamanlı bir fırtınaya düşerek çözerse çözer ancak bu gizi. Kimseye dargınlık duymadan en fazla da
kendisini affederek.
Fırtına bu. Geliyorum demez. Geliyorum dese de bazen erken gelir bazen geç kalabilir. Üç gün erken gelmek
üç gün geç kalmak da fırtınanın haklarındandır. Biri erken gelmiş diğeri
geç kalmış. İkisi bir denizin üzerinde
birleştiğinde. O zaman denizler kaynar. Artık kasırga. Kıyamet zamanıdır.
Ben bu yazıyı Üç Dokuzlar’ın ikinci
fırtınasında yazıyorum. Sırada Kırlangıç
Fırtınası var. Ama biri erken geldi diğeri
geç kaldı. İki fırtınanın tam ortası.
SAYFA TASARIM: YUNUS ASLAN
20 TELEVİZYON
17 EKİM 2010 PAZAR ZAMAN
SAMANYOLU
TRT 1
MEHTAP TV
08.20 Sırlar Dünyası
09.10 Ayna
12.35 Yerli Sinema
14.15 Dizi ‘Güz Gülleri’
17.50 Belgesel
18.20 Ana Haber
19.50 Dizi ‘Farklı Desenler’
21.20 Dizi ‘Kollama’
23.10 İyi Seyirler
09.10 Tolga ile Büyüklere
10.00 Sinema ‘Tennessee’nin Dostu’
11.45 Politik Açılım
16.05 Eğlence Pazarı
19.00 Ana Haber
19.25 Çaykur Rizepor AŞ- Giresun
spor (Bank Asya 1. Lig)
21.30 Stadyum
08.40 Çizgi Film
11.00 Meseleler
12.45 Bilgi Tek
15.45 Diyaloğun Meyvesi
17.10 Medeniyet Yolculuğu
18.00 Perdeler
20.00 Ayna
21.00 Tefekkür
22.30 Kırık Testi
ATV
KANAL D
SHOW TV
08.30 Dizi ‘Akasya Durağı’
10.45 ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’
13.00 Güneri Civaoğlu ile Şeffaf Oda
19.00 Ana Haber Bülteni
20.00 BKM Çok Güzel Hareketler Bunlar
22.30 ‘Küçük Sırlar’
00.45 Kral Çıplak
10.00 Pazar Sürprizi
12.30 Tekno Trend
15.30 Cansu’yla Baştacı
16.30 Deli Saraylı
19.00 Ana Haber
20.00 Var Mısın Yok musun
22.15 Sinema ‘Banka Soygunu’
00.30 Altı Pas
STAR TV
KANAL 7
TV8
09.30 Süper Star Lİfe
12.15 Dizi ‘Geniş Aile’ (T)
14.30 Dizi ‘Umut Yolcuları’
16.45 Afacanlar Kampta
19.00 Ana Haber
20.00 Dizi ‘Behzat Ç.’
00.30 Full Ekran
08.00 Asr-ı Saadet’ten Tablolar
09.00 Dizi ‘Acı Hayat’
12.30 Serdem’in Mutfağı
15.10 TV Filmi ‘Garip Kuş’
17.50 Türk Filmi
‘Senede Bir Gün’
20.00 Haberler
21.45 Kanal 7 Spor
23.30 Dizi ‘Hz. Meryem’
09.30 Yeni Enerji
10.30 Mevzuhal
12.00 İl İl Türkiye
13.20 8. Etap
14.30 Ley-Ley-La
16.30 Komedi Dükkanı
20.00 Ana Haber
21.15 Sinema ‘Yeni Dünya’
23.30 Herşey Futbol
FOX TV
TV 5
DOST TV
09.15 Yabancı Sinema
11.00 Çizgi Dizi
13.45 Dizi ‘Yer Gök Aşk’
16.15 Dizi ‘Öğretmen Kemal’
18.30 Fox Ana Haber
19.45 Dizi ‘Arka Sıradakiler’
23.30 Sinema ‘Kanlı Teklif’
10.00 Köşe Bucak Dünya
11.00 İş Vizyon
13.30 Süleymaniye Dersleri
16.00 Doğadaki Şifa
17.10 Belgesel
19.00 Haber
20.30 Yurdumda Ölmek İstiyorum
08.00 Yâd-ı Cemil
10.00 Şifa Bahçesi
15.30 Temaşa
16.00 Katre
18.10 Mana-i Harfi
19.30 Çocuk ve Biz
21.30 Lahikalar
22.30 Şifa-i Şerif Sohbetleri
TRT HABER
CNBC-e
HİLAL TV
10.00 Haber
12.25 Süper Spor
13.15 Kuşak Farkı
14.15 Türkiye’den Doktor Geldi
16.15 Ayrıntı
18.10 HSYK Özel
20.30 Can Veren Pervaneler
22.00 Ana Haber
22.30 Kuruluş
09.30 Çizgi Dizi ‘Avatar’
12.00 Çizgi Dizi ‘İcarly’
15.00 Dizi ‘Veronica Mars’
17.00 Dizi ‘Ghost Whisperer’ (T)
20.00 Dizi ‘Unnatural History’
21.00 Dizi ‘Dr. Who’
22.00 Dizi ‘Leverage’
23.00 Dizi ‘Spartacus:
‘Blood and Sand’
09.15 Doğru Yaşa Mutlu Ol
11.00 Esmaü’l Hüsna
12.30 Haberler
14.20 Mozaik
18.20 Kâbe Akşam Namazı
19.00 Hafta Sonu
19.45 Yardım Eli
21.40 Yolcu
23.00 Sinema
KANAL A
KANALTÜRK
CINE5
10.45 Gezgin
11.30 Eğitim Editörü
12.30 Haber Zamanı
13.30 Haydi Maça
16.30 Dünden Yarına
19.50 Dünya Türkiye’yi Konuşuyor
20.30 Ana Haber
21.15 Dünya Raporu
23.50 Gece Haberi
08.00 Çizgi Sinema
10.20 Uçuş Keyfi
11.00 Ünlüler Bulvarı
12.00 Pazar Politika
14.15 Aş Kendini
15.20 Laf Aramızda
18.15 Ana Haber
19.50 Medyatip
20.50 Telegol
08.40 Çizgi Sinema
11.00 Türk Sineması
13.25 Kısa Metraj
15.30 Araba Takibi
18.00 Hababam Taburu
19.40 Ana Haber
20.45 Sinema ‘Katil Komşum Geri Döndü’
23.30 Derin Mevzu
TVNET
YUMURCAK TV
TRT ÇOCUK
10.00 Sabah
11.00 Mavera Sohbetleri
13.00 Gündüz
14.20 Kısa ve Net
17.15 Futbol Masası
19.40 Tarafeyn
20.30 Gizli Dosyalar
22.20 İstanbul
23.00 Gece
08.35 Uzun Kulak Ailesi
09.05 Teltel’in Rotası
11.50 Baloncuk Kasabası
13.15 Corneil ve Bernie
15.20 Arthur
17.45 Uzun Kuyruk
19.20 Yumyum Magazin
22.45 Birlikte Büyürken
SAMANYOLU HABER TV
HABERTÜRK
24
10.10 Merhaba Hafta Sonu
11.15 Hayatımız Spor
13.00 Haber Bülteni
13.10 Sanat Kafe
14.10 Lig Maratonu
17.10 Sürücü
19.30 Ana Haber
21.00 Orta Saha
23.00 Haber Bülteni
09.00 Haber Bülteni
10.05 Burası Haftasonu
11.10 Ajanda
13.10 Airport
17.00 Lezzete Yolculuk
18.05 Akşam Haberleri
19.05 Hayata Dair
20.05 Habertürk Gündem
22.00 Olduğu Gibi
10.00 Haftasonu Moderatörü
12.00 Ankara Masası
14.15 Otomobil Sevdası
15.15 Yeraltı
16.00 Haber
17.30 Kafa Dengi
19.30 Kırmızı Halı
21.30 İsimsiz Kahramanlar
23.30 Futbol 7/24
CNN TÜRK
NTV
TGRT HABER
09.00 Güne Merhaba Hafta Sonu
11.00 Sanayi Rotası
13.00 Haber
15.30 Işıltılar
17.00 360 Derece
19.00 Sait Gürsoy’la Başarıya Doğru
22.00 Eğrisi Doğrusu
00.00 Oradaydım
09.10 NTV Soruyor
10.00 Gülay Afşar ile Hafta Sonu
13.00 Günün İçinden
14.10 Doğrudan Siyaset
16.10 Yakın Plan
17.00 Haberler
19.00 Akşam Haberleri
22.55 %100 Futbol
00.00 Gece Bülteni
09.00 Sabah Bülteni
11.00 Yurt Gündemi
14.30 Gün Ortası
17.30 Akşama Doğru
19.00 Ana Haber
20.00 Akşam Bülteni
21.00 Amerika’nın Gündemi
21.30 Günün İçinden
23.00 Günün Ardından
08.20 Dizi ‘Patito Feo’
11.50 Dizi ‘Avrupa Yakası’
14.00 Yerli Dizi
16.10 Yerli Dizi
18.40 Ana Haber
20.00 Dizi ‘Aşk Bir Hayal’
23.00 Sinema ‘Kalpazanlar’
KORUYUCU
KURULUŞ
YENİ DÜNYA
SİNEMA TV 21.00
TRT HABER 22.30
TV8 21.15
YÖN.: ANDREW DAVIS
OYN.: KEVIN COSTNER, ASHTON KUTCHER
Ben Randall (Kevin Costner), gözünü budaktan sakınmayan, usta
bir kurtarma yüzücüsüdür. Onun da görevli olduğu, okyanustaki
zorlu bir kurtarma görevi felaketle sonuçlanınca Randall, özel bir
okulda eğitmenlik yapmakla görevlendirilir.
YÖN.: YÜCEL ÇAKMAKLI
OYN.: CİHAN ÜNAL, AHMET MEKİN
Tarık Buğra’nın unutulmaz romanından Beyazperde’ye uyarlanan
Kuruluş, izleyenleri, 6 asır boyunca dünyada hükümranlık süren
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarına ve Osman Gazi’nin
beyliği ile bütünleşen kendi hayatına götürüyor.
YÖN.: TERENCE MALICK
OYN.: COLIN FARRELL, O’ORIANKA KILCHER
17. yüzyıl kaşiflerinden John Smith kızılderililerle ticaret yapmak
için ırmağın yukarı bölgesine gittiğinde, Pocahantas’a aşık olur.
Smith aşık olmasına rağmen, Jamestown Kalesi’nin başkanı olarak görevlerini unutmamak, en iyi olana karar vermek zorundadır.
İSİMSİZ KAHRAMANLAR
Yönetmen:
RACHID BOUCHAREB
Oyuncular: AMEL
DEBBOUZE,
SAMY NACERI,
ROSCHDY ZEM
24 21.30
UĞRUNA SAVAŞTILAR AMA VATANSIZLAR
-
İkinci Dünya Savaşı’nda hiç görmedikleri Fransa için korkusuzca savaşan Kuzey
Afrikalı gönüllülerin hayatını anlatıyor ‘İsimsiz
Kahramanlar’ (Indigènes / Days Of Glory)
Yönetmenliğini Cezayir asıllı Rachid
Bouchareb’ın yaptığı filmde Bouchareb, yaşanan haksızlıkları ve savaşın kötü yüzünü tarih
sayfalarından başarılı bir şekilde çıkarmıştır.
1943 yılında Nazilerin baskısıyla köşeye sıkışan Fransa sömürgeleri olan Cezayir,
Fas, Senegal’den asker toplamış ve onları yem
gibi öne sürmüştü. Aslında hiç gitmedikleri
“vatan”ları için kıyasıya mücadele veren bu insanlara savaş esnasında bile çifte standart uygulanarak Fransız, Müslüman ve kara tenli olarak
ayrımcılığa maruz kalmışlardı. Kazanılan zafere
ortak olmalarına rağmen Fransa tarafından savaş sonrasında da unutularak yok sayılmışlardı.
Yönetmen Bouchareb, 2,5 yıl boyunca Olivier
Lordle ile birlikte kaleme aldığı “İsimsiz Kahra-
manlar” filminin senaryosu aslında Fransa’nın
ülke tarihinin bir sorgulanışı niteliğinde. Katıldığı festivallerden önemli ödüller alan film ‘En
İyi Yabancı Film’ dalında Oscar adayı olmuştu.
Aynı zamanda İsimsiz Kahramanlar’ın oyuncu
ekibi “Jamel Debbouze, Samy Naceri, Roschdy
Zem, Sami Bouajila, Bernard Blancan”, 2006
Cannes Film Festivali’nde toplu olarak En İyi
Erkek Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü. TELEVİZYON SERVİSİ
08.45 Ali Dede’nin Bilim Evi
09.35 Kamp Günlüğü
10.45 Doğal Olarak
14.00 Yarışçı
16.15 Çizgi Fİlm
18.50 Küçük Hezerfen
20.15 Gece Bahçesi
Faks: 0212 454 14 91 e-posta: [email protected]
SAMANYOLU 0216 524 95 24 KANAL 7 0212 437 80 80 KANAL D 0212 413 51 11 ATV 0212 354 30 00 SHOW TV 0212 355 01 01 STAR 0212 413 50
00 FOX TV 0212 454 56 00 NTV 0212 335 00 00 CNN TÜRK 0212 413 56 00 TV8 0212 288 51 52 TRT 1 (0312) 490 43 00 RTÜK 444 1 178
Mehmet Tanrısever
‘Hür Adam’ı anlatılıyor
Taş Gaste ile zamanda
yolculuğa var mısınız?
Sunuculuğunu Köksal Aras’ın, yapımcılığını ise Ahmet Baha Öztürk’ün yaptığı kültür-sanat programı Sanat Kafe’nin
konuğu yönetmen Mehmet Tanrısever.
‘‘Minyeli Abdullah’’, ‘‘Sürgün’’ filmleriyle
tanınan Tanrısever, Said Nursi’nin hayatını anlattığı son filmi ‘‘Hür Adam’’ı konuşuyor. SAMANYOLU HABER TV 13.10
Anadolu medeniyetlerinden haberler veren Taş Gaste ilk
bölümüyle ekrana geliyor. Arkeolog Mesut Yar, Muğla’nın
Fethiye ilçesinde Ksantos Vadisi’ni adımlıyor. Likya kentlerinden biri olan Tlos kazı ekibine eşlik ettiği süre boyunca
not ettiği gözlemlerini yorumluyor. İZ 00.20
2
İslam dünyası ‘Peygamber
Yolu’nda buluşuyor
4
Yeni Ümit ve Hira dergileri tarafından düzenlenen ‘Peygamber Yolu’ sempozyumunda Hz.Muhammed’in (sas)
hayatı ve rehberliği incelenecek. Sempozyuma Türkiye ve
İslam dünyasından pek çok alim ve mütefekkir katılacak.
MEHTAP TV 10.45
6
Selahattin Alpay ve
türküleri
Otobüs şoförü oldu!
-
Güldür Yüzümü, Öç, Dil Yarası ve
Bataklıkta Bir Gül gibi pek çok sinema filminde rol alan, Yeşilçam’ın usta
oyuncusu Mahmut Hekimoğlu TRT’nin
yeni dizisi ‘Sevgi Bağlayınca’da şoför
koltuğuna oturdu. Televizyon izleyicilerinin Kollama ve 4. Osman’dan tanıdığı
oyuncuya dizide Sermin Hürmeç eşlik
ediyor. Çekimlerine yeni başlanan diziyi Hüdaverdi Yavuz yönetiyor. Ömür
Film tarafından çekilen ‘Sevgi Bağlayınca’ Hekimoğlu’nun yapımcı olarak ilk
dizi projesi.
TELEVİZYON SERVİSİ
Ve Demokrat Parti
resmen kurulur...
Mehmet Akif Aksoy’un yönettiği Yüzyılın
Manşetleri’nde 1946 yılında Türkiye gündemine yön veren gelişmeler ekrana gelecek. Prof. Dr. Cemil Koçak, Prof. Dr. Cihat Göktepe, Doç. Dr. Süleyman İnan’ın,
1946 yılının önemli olaylarını yorumlayacağı programda Demokrat Parti’nin kuruluşu, Cumhuriyet Halk Partisi ile ilk çatışmalar ve Rusya ile yaşanan Boğazlar sorunu konuşulacak.TRT HABER 21.20
Müzik-belgesel
programı
Unutulmaz’ın bu
haftaki konuğu
Türk halk müziğinin sanatçısı Selahattin Alpay. Alpay,
hayatının bilinmeyen yönlerini ve türkülerini programda izleyicilerle paylaşacak.
TRT MÜZİK 15.05
Çakırlar’da kahve sohbeti
Gündemin kahvehanelerde nasıl tartışıldığını ekranlara yansıtan program Renkleriyle ve Tonlarıyla Kahvehaneler, bu
hafta Antalya Çakırlar köyünü ziyaret ediyor. Tiyatro oyuncusu Nilgün Esin’in sunduğu programda köy sakinleriyle unutamadıkları, gerçekleşmesini istedikleri rüyaları konuşulacak. TRT HABER 19.30
Çorum’da neler oldu?
1980 Mayıs ayının son günlerine gelindiğinde Gün Sazak’ın vurularak öldürülmesi başlayan darbe süreci Çorum olaylarıyla devam eder. Artık Alevi-Sünni mahalleleri barikatlarla birbirinden ayrılmıştır. Aralarında gazeteci Saygı Öztürk’ün
de bulunduğu dönemin tanıkları, 1980
Çorum’unda yaşananları anlattığı “Keşke
Olmasaydı”ya Doç. Dr. Sedat Laçiner de
analizleriyle iştirak ediyor. 24 20.15
1
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
1
3
5
7
Dizi yok, sinema zor
-
Türkan Şoray, Fatma Girik ve Nevra Serezli ile birlikte çektiği ‘Altın Kızlar’dan sonra beyazcama ara veren
Hülya Koçyiğit, ‘yeni bir dizi ile dönüyor’ haberlerini yalanladı. Bir dizi film hazırlıklarının olmadığını söyleyen Koçyiğit, medyada yer alan ‘iki milyon dolarlık bütçeli bir sinema filmi çekecek’ söylentilerine ise şöyle cevap verdi: “Çekmeyi düşündüğümüz filmin bütçesi bir kere iki milyon doları çok aşıyor. 1960 ihtilalini
konu alan bir proje. Senaryosu hazır ancak hayata
geçirmek oldukça
zor görünüyor.”
TELEVİZYON SERVİSİ
2
8
Bulmaca
Şu sıralar bir
dizi projesinde yer almayı
düşünmediğini
söyleyen Hülya
Koçyiğit, 1960
ihtilalini konu
alan sinema filmi için ise kaynak sıkıntısı yaşıyor. FOTOĞRAF:
ZAMAN, HÜSEYIN
SARI
Rüstem Aydın
SOLDAN SAĞA 1) İlaçların kimyasal yapısını
konu alan bilim dalı. 2) Karabük’ün bir
ilçesi.– Tayin etme. 3) Stronsiyumun
sembolü.– Bir görevi, bir işi yasaların
verdiği imkânlara göre, belli şartlarla
yürütmeyi sağlayan hak, yetki. 4) Güvenlik
güçlerinde belirli bir iş veya hizmeti
başarabilecek güçteki en küçük birlik.–
Etoburlardan, sürü hâlinde yaşayan,
kurttan küçük bir yaban hayvanı.– Bir
nota. 5) Uyarı.– Kiremit ve tuğla tozlarının
kireç ve su ile karıştırılmasından elde
edilen bir çeşit harç. 6) Canlı bir varlığın
içinde bulunduğu doğal veya maddi
şartların bütünü, ortam.– Soluk. 7) Lenf
düğümleri iltihabı.– Temiz olmayan,
murdar. 8) Sıcak, nemli iklimlerde oluşan,
parlak kırmızı veya kahverengiye çalan
kırmızı renkli, demir oksit ve alüminyum
bakımından zengin toprak.– Yüz, çehre.
YUKARIDAN AŞAĞIYA 1) Bir bölgenin en ünlü
ürünü için yapılan gösteri, şenlik. 2) Bir
kıta adı. 3) Lübnan’ın plaka işareti.– Bıçak
bilemeye yarayan çelikten, çubuk
biçiminde araç. 4) Emme, emerek içine
[email protected]
çekme, soğurma.– Oğul, evlat. 5) Yavru
yetiştirecek duruma gelmiş olan hayvan.–
Vücuttan gözenekler yoluyla atılan tuzlu
sıvı. 6) Savunmak veya saldırmak amacıyla
kullanılan araç.– Nikelin sembolü. 7)
Özünden akonitin denilen zehirli madde
çıkarılan bitki, boğanotu, kurtboğan. 8)
Temizlik, temizleme, maddi ve manevi
kirlerden arınma. 9) Anlaşma, uyuşma,
uzlaşma. 10) Kusma, istifra etme.– Deri,
post vb.ni kullanabilecek duruma getirmek
için uygulanan işlemlerin tümü. 11) Tören,
seremoni. 12) ‘Doğrusu, doğrusunu isterseniz, esasen’ manasına gelen bir söz.–
Suudi Arabistan’ın plaka işareti.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10 11 12
1 A H M E
T T U R A N T
2 S U A R
E
3 A Mİ
4 B A
5 İ
K
L
F U K A R A
T U T A N A K
T U Nİ K D A
R M E L E N
6 Y
M A H U T
7 E Dİ Nİ M
8 T O M A
Kİ T
D O K U
S O L A K
R M A Nİ L
SAYFA TASARIM: SEÇİL İLGÜN
20KÜLTÜR-SANAT
30 ARALIK 2010 perşembe ZAMAN
ESKADER’den 33 ödül
-
-
FOTOĞRAF: zaman, turgut engin
Neyzen Süleyman Erguner, adını taşıdığı dedesi ile babası Ulvi Erguner’in salı
akşamları yaptıkları ney ve musiki sohbetlerini, interaktif ortamda yaşatmaya çalışıyor.
Erguner’in anlattığına göre Ulvi Erguner’in
Özbekler Tekkesi’nde tertip ettiği toplantılarda ney üfleniyor, sohbet edilip yemekler yeniliyormuş. Dedesinin vefatından sonra
ara verilen toplantılara subay olan babasının
emekli olup İstanbul’a yerleşmesinden sonra salı akşamları kendi evlerinde tekrar başlanmış. Babasının 1974 yılında vefatıyla toplantılar tamamen kesilmiş. “Sadece bizde değil her yerde kesildi. Ama bunun nedeni toplumun yapısının değişmesi. İnsanlar televizyon seyretmeye başladı. Komşuluk ilişkileri
kalmadı.” diyen Süleyman Erguner, 2006 yılında TRT’den emekli olduktan sonra kurduğu atölyede bu geleneği tekrar yaşatmayı düşünmüş. Bilgisiyar işiyle uğraşan bir tanıdığı
vasıtasıyla bu sohbetleri internet üzerinden
de gerçekleştirmeye karar vermişler. Erguner,
interaktif konferansla yaptıkları meşk ve sohbeti “Her salı interaktif ortamda canlı olarak
hem ney dinletisi yapıyoruz hem de sohbetler ediyoruz. Dünyanın dört bir yanından insanlarla buluşuyoruz. Bu tarihî geleneği bizlere ulaşamayan tüm ney dostları için hazırladık.” sözleriyle anlatıyor. Yaklaşık 50 ney
severin katıldığı interaktif sohbetler, www.
suleymanerguner.com üzerinden gerçekleştiriliyor. KAHRAMANMARAŞ AA
‘Hür AdamBediüzzaman Said
Nursi’nin basın
gösterimine
katılan yönetmen Mehmet
Tanrısever, “Filmi
izleyenler TürkKürt kardeşliğinin ne kadar
önemli olduğunu
görecek.” dedi.
FOTOĞRAF: AA,
ALPER iSMEN
‘Filmi izleyenler Türk-Kürt
kardeşliğini görecek’
Yaklaşık 20 yıldır sinemadan uzak kalan yapımcı ve yönetmen Mehmet Tanrısever imzalı ‘Hür
Adam-Bediüzzaman Said Nursi’ filminin basın gösterimi dün yapıldı. 7 Ocak’ta gösterime girecek filmde Said Nursi’nin hayatından otuz yıllık bir kesit anlatılıyor.
-
Neyzen Süleyman Erguner’in internet üzerinden gerçekleştirdiği interaktif toplantılarda ney üflenip sohbet ediliyor.
7 Ocak 2011 cuma günü gösterime girecek olan ‘Hür AdamBediüzzaman Said Nursi’ filminin basın gösterimi dün Cevahir Megaplex
Sinemaları’nda yapıldı. Said Nursi’yi
Mürşid Ağa Bağ’ın oynadığı filmde,
başlıca rollerde Ahmet Yenilmez, Tarık Tanrısever, Engin Yüksel ve Mesut Çakarlı yer alıyor. 163 dakikalık
filmde, Bediüzzaman Said Nursi’nin
hayatından yaklaşık 30 yıllık bir kesit,
ileri ve geriye dönülerle anlatılıyor.
Filmden önce basın mensuplarının sorularını cevaplayan yönetmen
Mehmet Tanrısever, “Neden Said
Nursi?” sorusuna, Said Nursi’nin
çoğu zaman Şeyh Sait’le karıştırılarak
toplumda isyancı olarak bilindiğini;
filmi bu yanlışı düzeltmek amacıyla
yaptığını söyledi. Said Nursi’nin kitaplarını ve hayatını okuduğunu belirten Tanrısever, Bediüzzaman’ın misyonunu bütün Türkiye’ye tanıtmak
istediğini söyledi. Bediüzzaman’ın
1922’de Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal ile yaptığı konuşma ile ilgili “Gerçekten öyle bir olay
var mı?” sorusuna Tanrısever, “Var,
birkaç kere var. Yeniliklerle ilgili düşüncelerini karşılıklı söylüyorlar, tartışıyorlar’’ karşılığını verdi. Filmin
Kürt-Türk kardeşliğini anlattığına
dikkat çeken yönetmen, “Bu zamanda açılımlarda önemli olan bu kardeşlik. Filmi izleyenler de bunun ne kadar önemli olduğunu görecek.” dedi.
Tanrısever, bir basın mensubunun
‘’Minyeli Abdullah’’ filminin başrol
oyuncusu olan Berhan Şimşek’i filme
davet edip etmeyeceğini sorması üzerine, “Evet, davet edeceğim. Geçenlerde telefon ile görüşmek istedim, meşguldü herhalde. Berhan Bey benim
dostumdur. 20 yıldır bizim dostluğumuz devam ediyor.” diye konuştu.
Filmin başrol oyuncusu Mürşid
Ağa Baş ise çekimlerde çok zorlandığını, Said Nursi’nin videolarını,
fotoğraflarını çok aradığını söyledi.
Daha çok Bediüzzaman’ı tanıyanların anlatımıyla role hazırlandığını
ifade eden Baş, birçok insanın Şeyh
Sait’le Said Nursi’yi ayırt edemediğini belirtti: “Bu filmin çıkması ve
insanların bilgi sahibi olması önemlidir. Tanıdıkça biraz daha farklı görmeye başlıyorsunuz.” KÜLTÜR SANAT
Beşir Ayvazoğlu
Batı müziği aslında bizim miydi?
Bu yılın başlarında, Birinci Milli Mimaray Âdât-ı Kadîmesi” başlığıyla tefrika edilen
ri akımının en önemli temsilcileri olan Keharem hatıraları, aslında bir kapalı kutu olan
maleddin, Vedad ve Arif Hikmet Beylerin
Harem hakkında doğru bilgiler verdiği için
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’da yaçok önemlidir.
şadıkları sıkıntılardan söz etmiş, hatta yapSarayda piyano öğrenen ve galiba musiki
tıkları işlerin karşılığını alamadıklarını kendi tarihimizin ilk ‘alaturka’ piyanisti olan Leyifadelerine dayanarak anlatmış, Vedat (Tek)
la Saz, Asdik Ağa ve Medeni Aziz Efendi’den
Bey’in devletten alacaklarını el yazısıyla yaz- ders almış ve yüz civarında eser bestelemişdığı uzun listeyi merak edenlere de Prof. Dr.
ti. “Saz” soyadı bu musikiye bağlılığını ifaAfife Batur’un M. Vedad Tek. Kimliğinin İzinde etmektedir. Daha da önemlisi, Türk mude Bir Mimar (2003) adlı kitabını
sikisinin radyolarda yasaklandığı
tavsiye etmiştim.
ve devrin basını tarafından adeta
Leyla Saz’ın soyaBu yazıda Vedad Bey’den dedüşman ilan edildiği 1934 yılındı, musikiye bağlılığil, annesi Leyla Saz’dan söz
da, Yedigün dergisinde yayımlağını ifade etmekteetmek istiyorum. Doğumunan bir röportajda söyledikleridir:
dir. Daha da önemlisi,
nun 160. yılı dolayısıyla ge“Alaturka musiki, yani şark
çen hafta Fatih Ali Emiri Kültür Türk musikisinin rad- mu­sikisi başlı başına bir âlemdir.
yolarda yasaklandığı Bu âle­mi söndürmemelidir. VarMerkezi’nde İstanbul Solistleri
tarafından düzenlenen bir kon- 1934 yılında, Yedigün sın o da âsâr-ı atîka gibi tetkik
serle anılan Leyla Hanım’ın or- dergisinde yayımlaedilsin. Fakat büsbü­tün terk edilnan bir röportajda
talamanın üstünde bir şair, famesin.”
kat kudretli bir bestekâr olduğu- söyledikleridir.
O günlerde hemen hiçbir aynu söyleyebilirim.
dının dik duramadığı düşünüLeyla Saz, dört padişah sünnet etmiş
lecek olursa, cesur bir kadın olduğu anlaşıolan bir hekimin, Hekim İsmail Paşa’nın kılan Leyla Saz’ın bu sözlerinin önemi daha iyi
zıdır. Çok küçük yaşta ablası Fatma’yla biranlaşılır. Hayatını eski musikiye vakfetmiş
likte Sultan Abdülmecid’in dördüncü kızı
önemli bir bestekâr olan Udî Ali Rifat (ÇağaMünire Sultan’a nedime olarak verilir ve on
tay) Bey bile yasağı meşrulaştırmanın yolunu
bir yaşına kadar Dolmabahçe Sarayı’nda sul- bulmuştu: Batı müziği aslında Batılıların detanlarla birlikte eğitim görür. Saray’la daha
ğil, biz Türklerindi.
sonra da irtibatı devam eden Leyla Hanım’ın
Akşam gazetesinin 8 Teşrinisani 1934
Vakit ve İleri gazetelerinde “Harem ve Satarihli nüshasında “Reisicumhur hazretle-
Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları
Derneği’nin (ESKADER) 2010 Yılı Kültür
Sanat Ödülleri açıklandı. 33 dalda verilen ödüller, 2011 yılının nisan ayında sahiplerini bulacak. Roman dalında Gürbüz Azak (Tatar), şiirde
Cahit Koytak (Yoksulların ve Şairlerin Kitabı),
hikâyede Yıldız Ramazanoğlu (Angelika), denemede Muhterem Yüceyılmaz (Kırmızı Tramvay), ödüle değer görüldü. Ansiklopedik eser
ödülü Kültür AŞ’nin ‘İstanbul’un Yüzler Serisi’
adlı kitabına verilirken Araştırma ödülünün sahibi ise Mehmet Âkif Aydın’ın Kadı Sicilleri adlı
çalışması oldu. Yılın sinema ödülü ise Semih
Kaplanoğlu’nun Altın Ayı ödüllü ‘Bal’ filmine
gitti. Ödül verilen isimler arasında Alaattin Yavaşça, Orhan Okay, Yavuz Bülent Bâkiler, Metin Erksan, Turan Yazgan, Osman Akkuşak, Ali
Haydar Haksal, Zeki Kuşoğlu, Semih Sergen
ve Hüsrev Hatemi de bulunuyor. Vakıflar
Genel Müdürlüğü, İstanbul Ticaret Odası,
Panorama 1453 gibi kurumlar da ödülü hak
eden kuruluşlar arasında. KÜLTÜR SANAT
İlk modern çocuk
kütüphanesi açıldı
-
Türkiye’nin ilk modern çocuk kütüphanesi Ankara’da açıldı. 3-15 yaş arası çocukların özellikleri düşünülerek hazırlanan Ali
Dayı Çocuk Kütüphanesi’nin açılışını Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay yaptı. Çocuklar, Bakan Günay’ı kütüphane bahçesinde
pankartlarla karşıladı. Altındağ Çocuk Kulübü
Bando Takımı’nın da kısa bir gösteri yaptığı
açılışta, Bakan Günay çocuklarla sohbet ederek
fotoğraf çektirdi. Çocuklara küçük yaşlardan
itibaren okur olma bilinci kazandırmak amacıyla zengin bir koleksiyon oluşturan Bakanlık,
eğitsel oyuncak ve araç gereçlerle desteklenen
kütüphanede çalışmak üzere bir kütüphaneci ve
bir de sınıf öğretmeni görevlendirdi. Yeni kütüphane konsepti çalışmaları olduğunu kaydeden
Günay, bu kapsamda İstanbul’da, Ankara’da,
Diyarbakır’da, Erzurum’da, Türkiye’nin çeşitli illerinde edebiyat müze kütüphaneleri
açacaklarını bildirdi. ANKARA CİHAN
FOTOĞRAF: zaman, Zeynep Nur Çetindağ
Sanal ortamda ney
meşki yapıyorlar
Bu da Mümtaz Turhan’lı
gençlerin 2010 projesi
ri Meclis’in açıldığı gün irat ettikleri nutuklarında Türk musikisinin yüz ağartacak derecede olmadığından bahis buyurmuşlar ve
garp tekniğine uygun eserler vücuda getirilmesi lüzumuna işaret etmişlerdi” cümlesiyle
başlayan “Garp Musikisinin Esası Eski Türk
musikisidir” başlıklı haberde Ali Rifat Bey’in
şu sözleri naklediliyordu:
“Yapacağımız musiki inkılâbı fevkalade
mühimdir. Bu inkılâbın ehemmiyetini anlamak için evvela musikimizin tarihine bir
göz atmamız katiyyen lâzımdır. Türk Tarihinin Ana Hatları eserinin musiki kısmını yazan heyet meyanında bulunuyorum. Bu münasebetle kütüphanemdeki birçok musiki tarihlerini ve müzelerdeki musiki abidelerine
ait eserleri uzun uzun tetkik ediyorum. Bu
tetkikatım esnasında gayet mühim bir nokta
nazar-ı dikkatimi celbetti. Müzelerdeki Hitit abidelerinde kabartma insan şekillerinin
ellerinde bulunan çifte flütlerde 12 kromatik perde gördüm. Bu 12 kromatik perde, bugünkü medeniyet musikisinin esasını teşkil eden yedi gamın Orta Asya’dan hicret etmiş Hititlerin musikisinde mevcut olduğunu
isbat etmektedir. Bu vesikalar çok mühim ve
birer tarihî kıymeti haizdir. Bugünkü Avrupa
musikisi değil, hatta Avrupa medeniyeti bile
ortada mevcut değilken Hititlerin Heptatonik gamları bilmeleri ve çalgılarına koymaları muasır Avrupa musikisinin ilk temel taşının Orta Asya’da atıldığını isbat eder. Türk-
ler yalnız Heptatonik gamın mucidi olmakla kalmamışlar, musiki ilim ve sanatına büyük hizmetler etmişlerdir. Müzelerdeki Hitit eserleri elimizde birer mermer senettir. Bu
mermer senetlerle Türklerin musiki ilminin
vazıı olduklarını göğsümüzü gere gere iddia
edebiliriz.”
Uzun bir ömür süren Leyla Saz, Ali Rifat Bey’in bu beyanatını okumuş muydu, okumuşsa ne düşünmüştü, bilmiyoruz.
Ama ömrünün sonuna kadar piyano çaldığından ve “alaturka” şarkılar bestelediğinden emin olabilirsiniz. 23 Aralık Perşembe akşamı Ali Emiri Kültür Merkezi’nde İstanbul Solistleri’nin seslendirdiği eserlerin
her biri bir harikaydı. Bu arada bazı kaynaklarda Leyla Hanım’a ait olduğu iddia edilen
Hicazkâr makamındaki meşhur “Mâni oluyor hâlimi takrîre hicâbım” güfteli şarkının
Tatyos Efendi’ye ait olduğunu, ancak Nigâr
Hanım’ın bu şiirini onun da Tatyos’a nazire olarak başka bir makamdan bestelediğini öğrendim.
Yeni yılın bütün dünyaya barış ve huzur
getirmesini diliyorum.
NOT. “Harem ve Saray Âdât-ı Kadîmesi”,
Sadi Borak tarafından sadeleştirilerek Haremin İçyüzü (1974) adıyla yayımlandı. Başka
bir neşri de Anılar: 19 Yüzyılda Saray Haremi
(2000) adını taşır. Bu hatıraların diline dokunulmadan yeniden yayımlanmasında fayda
vardır. [email protected]
2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) bavulunu toplamaya çalışırken, bunca ‘büyük’ ve külfetli proje arasına liseli gençlerin sevimli ve naif bir çalışması eklendi. Bahçelievler
Belediyesi’nin İstanbul 2010 AKB kapsamında
düzenlediği ‘Genç İstanbullu’ adlı yarışmaya
‘İstanbul İçin Sanat Vakti’ adlı proje ile katılan
Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi öğrencileri, çalışmalarını dün bir sergide görücüye çıkardı. Celal Nizamoğlu, Emre Midilli ve Cihat Erdemir’den oluşan proje grubunun
okullarının fuaye alanında açtığı sergide ünlü
şairlerin İstanbul için yazdığı 20 şiir, İstanbul’a
dair 25 fotoğraf yer alıyor. Sergiye, öğrencilerin müzik yapımcısı Şahin Özer’den aldıkları pikapta Yusuf Çağlar’ın arşivinden sağlanan plaklardan duyulan İstanbul şarkıları eşlik
ediyor. Ayrıca öğrencilerin yaptığı tarihi Eyüp
oyuncakları ve ‘İğne Deliğinden İstanbul’ projesi ile İstanbul fotoğrafları yarın akşama kadar
görülebilir. (0212 503 64 85) KÜLTÜR SANAT
Gaziantep’te mozaik müzesi
-
Dünyanın en büyük ikinci mozaik müzesi olan Gaziantep Mozaik Müzesi,
ocak ayı sonunda kapılarını ziyaretçilerine
açıyor. Müzede, dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olan Dülük Antik Kenti’nde
yapılan kazılarda çıkan mozaikler de sergilenecek. Gaziantep Kültür ve Turizm İl Müdürü Salih Elifoğlu, kültür ve medeniyetlerin kaynaşma noktasında olan Gaziantep’i
mozaikleriyle bir dünya markası haline getirmek istediklerini söyledi. KÜLTÜR SANAT
SAYFA TASARIM: SEvde tekinkaya
21 KÜLTÜR-SANAT
31 ARALIK 2010 CUMA ZAMAN
Abbas Kiyarüstemi’nin imzasını taşıyan ‘Aslı Gibidir’, insanın tabiatı, üzerine görsel bir düşünme eylemi. Kiyarüstemi, her ne kadar
klasik Avrupa sinemasının kalıplarına riayet etmiş görünse
de filmde kendi sineması ile akrabalığını muhafaza ediyor.
Bizler, atalarımızın kopyasıyız
Tuba Deniz
Abbas Kiyarüstemi’nin
son filmi Aslı Gibidir
(Copie Conforme), nesneler dünyasına dair orijinallik, kopya, gerçek
üzerine bir tartışma ile başlıyor ve bu mülahazayı insan ilişkilerine taşıyor. Filmin başında dile getirilen, “İyi bir kopya, orijinalinden
daha iyi olabilir.” cümlesinin gölgesi tüm görüntünün üzerine düşüyor. Film, insanın tabiatı, özellikle kadınlık, erkeklik halleri üzerine
görsel bir düşünme eylemi.
İngiliz yazar James Miller’ın, filme ismini veren, yeni çıkan kitabının tanıtım konferansıyla
açılıyor perde. İsimsiz kadın oyuncumuz bir sanat galerisi sahibi, kâküllerinden gözünü göremediğimiz oğlu ile başı dertte. Onun soruları ve
sorumsuzluklarından iyice sıkılmış. Konferanstaki sunumundan etkilendiği yazar ile bir şekilde tanışır kadın ve kendilerini Toscana’ya giderken bulurlar. Kiyarüstemi’nin sinemasında alışık
olduğumuz gibi burada da bir arabanın içinde, yol
üzerinde filmin ana soruları sorulur. Sanat üzerine uzun bir tartışma başlamıştır: Nesne değil kişinin algısı mıdır önemli olan? Bir nesneye bakış
biçimimiz onun değerini değiştirebilir mi? Peki ya
bir insana? Nesneler üzerinden yapılan tartışmanın insanlar âlemine geçişinde kilit cümle şudur:
Bizler de atalarımızın kopyasıyız.
Çağdaş felsefenin ünlü düşünürü Gilles
Deleuze’e göre, sinema ile felsefe sürekli paralel giden iki eylemdir. Kendi ifadesiyle: “Felsefe ve sinema, çağımızda düşüncenin şeyleşmesine karşı beraber savaşan iki etkinliktir.” Abbas
Kiyarüstemi’nin sineması tam da Deleuze’ün işaret ettiği noktada durur. Yönetmen, sinemasıyla
adeta felsefe yapar ve seyirciyi de bu sürece dâhil
etmek en büyük hedefidir. Bir önceki filmi Şirin’de
(2008) sinemanın tabiatı üzerine bir denemeydi
izlediğimiz. Bir sinema salonundaki izleyicilerin
yüzlerindeki mimiklere zum yapmıştı yönetmen.
Fonda dinlediğimiz hikâye ve yalnızca seyircilerin mimikleriydi gördüğümüz. Yönetmenin niyeti
haftanın
fİlMİ
Gullıver’in Gezileri
belli ki seyircinin hayal dünyasını harekete geçirmekti. Aslı Gibidir’de de sinemanın doğasına ilişkin benzer denemeler var. Mesela bir heykel üzerine yapılan uzun tartışmalara rağmen yönetmen
özenle görmemize mani oluyor bu külçeyi. Anlatılanlardan yola çıkarak ister istemez kafamızda
canlandırmak zorunda kalıyoruz imgeyi.
Filmin bir noktasından sonra çiftin birlikteliği de orijinal ve kopya dikotomisinin bir temsili halini alıyor. Toscana’da oturdukları bir kafede,
yaşlı teyzenin sözlerinin bu değişimde etkisi büyük. Onun, çifte yüklediği anlam ‘gerçek’leşiyor
bir nevi. Yazar ile hayran okur karakteri, sorumsuz koca ile yorgun ve yalnız eşe dönüşüyor. Böylece adam ve kadının ilişki biçimleri gibi filmin
kendisi de bir yanılsama oluyor. Bu temsili, kadınlık ve erkeklik hallerine dair ince detaylarla beziyor yönetmen. Adam, sürekli hayat değişiyor, sen
değişiyorsun diye terennüm ederken şimdinin içine gömülmüş sanki. Kadın ise geçmişte yaşıyor
adeta. 15 yıl önce evlendiklerinde gittikleri otelde yastığa başını sokarak hiçbir şeyin değişmediğini söylüyor. Adam, aşkın her zaman olduğunu, sadece ifade biçiminin değiştiğini iddia
ederken, kadın ise ‘Beni görmüyorsun.’ diyerek
serzenişte bulunuyor. Sinematografisine fikrini
zerk eden Kiyarüstemi, karakterlerin duygu hallerine en çok aynada kendilerine/ izleyicinin gözünün içine baktığı anlarda yaklaşıyor.
Filmografisinde daha çok amatör oyuncuları tercih eden Kiyarüstemi, bu defa ünlü aktör Juliet Binoche’ye ve İngiliz bariton William Shimmel’e başrolü vermiş. Cannes Film
Festivali’nde ‘en iyi kadın oyuncu’ ödülüne layık
görülen Binoche ‘gerçekten’ göz dolduran bir
oyunculuk sergiliyor. Shimmel de Binoche’nin
güçlü oyunculuğuna ayak uydurabilmiş. İlk defa
farklı dilde; İtalyanca, İngilizce ve Fransızca film
çeken Kiyarüstemi, her ne kadar klasik Avrupa
sinemasının kalıplarına riayet etmiş görünse de
görüntünün doğasına ilişkin tavrı ve buna mündemiç sorgulamalarıyla Aslı Gibidir’in kendi sineması ile akrabalığını muhafaza ediyor.
Rekabetten
özgüven doğarmış!
-
Aslı Gibidir
Yönetmen: Abbas
Kiyarüstemi
OyuNcular: Julıette Bınoche, Wıllıam
Shımell, JeanClaude Carrıere, Agathe Natanson
Hayde Bre
Herkes yerinde
güzeldir
-
Orhan Oğuz’un yönettiği ‘Hayde Bre’, kendi halinde, samimi bir hikâye anlatıyor. Üç çocuğuyla
İstanbul’un göbeğinde hayat mücadelesi
veren Saadet, annesini kaybettikten sonra tutunacağı tek dal üvey babası Şaban
Ağa’yı alır yanına. Doğduğu ve hayatının
geçtiği Üsküp topraklarından İstanbul’un
kalabalığına gelen yaşlı adam, haliyle şehir hayatına uyum sağlamakta zorlanır.
Sanat okulunda öğrendiği elişi marifetiyle
geçimini sürdüren Saadet, Şaban Ağa’nın
başlarında durmasını istese de akacak kan
damarda durmaz. Sonunda yaşlı adam,
tercihini yapar ve köyüne döner. Şevket
Emrulla, Ertan Saban, Luran Ahmeti gibi
Makedon oyuncuların yanı sıra, İlker İnanoğlu ve başarılı oyunculuğuyla Nilüfer
Açıkalın da filmin kadrosunda yer alıyor.
“Bediüzzaman, Mustafa
Kemal’le görüşmüştü”
-
Kitap (soldan) Hasan Çelebi, Uğur Derman ve Mehmet Özçay tarafından tanıtıldı. FOTOĞRAF: zaman, akif talha serttürk
İstanbul’da yazılan
99 mushaf kitap oldu
-
2010 yılı sona ererken 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı da
gerçekleştirdiği faaliyetlerin kitap alanında olanlarını ‘Doksandokuz İstanbul Mushafı’ isimli bir kitapla taçlandırdı. M. Uğur Derman’ın gayretleriyle meydana getirilen kitapta fetihten
bugüne İstanbul’da yazılmış mushaflardan seçilmiş 99 mushaf, fotoğrafları, hikâyeleri ve sanat özellikleri ile anlatılıyor. Hat sanatına ilgi duyanlar kadar sanat tarihçileri için de büyük önem
taşıyan kitapta Osmanlı’daki
hat, tezhip ve cilt sanatlarının
gelişimini ya da gerilemesini görmek mümkün. Kitaptaki ilk mushaf, hat sanatında
açtığı çığır hâlâ devam eden
Şeyh Hamdullah’ın Topkapı Sarayı Müzesi’nde korunan 1503 tarihli mushafı. Son
eser ise Mûsıka-i Hümâyûn
imamı Hasan Rıza Efendi’nin 1911
yılında yazdığı yine Topkapı Sarayı
Müzesi’nde yer alan mushafı. Hasan
Rıza Efendi, büyük boydaki bu mushafı Sultan Reşad’ın Eyüpsultan’da yaptırdığı türbesine konulmak üzere padişahın talebiyle yazmış. Ancak mushafın türbeye koyulması mümkün olmamış. Kitapta Şeyh Hamdullah’ın oğlu
Mustafa Dede’nin yazdığı ve Sultan
Abdülaziz’in vefatında okumakta olduğu ve üzerine kanının aktığı mushaf da yer alıyor.
‘Doksandokuz İstanbul
Mushafı’, önceki gün Fatih
Ali Emiri Kültür Merkezi’nde
düzenlenen bir panelle tanıtıldı. Panelde M. Uğur
Derman’la birlikte Hasan Çelebi ve Mehmet Özçay hazırlanan kitap ve hat sanatı üzerine sohbet etti. KÜLTÜR-SANAT
Bu hafta gösterime giren bir diğer film, ‘Gulliver’in Gezileri’. Pek
çok kez sinemaya uyarlanan Jonathan
Swift’in kitabının yeni versiyonunda Jack
Black başrolde. Aslı dört bölümden oluşan eserin Rob Letterman imzalı uyarlaması, neredeyse sadece kitabın ilk bölümü olan Lilliput Krallığı’nda geçiyor. Gazete ofisinde posta dağıtıcısı olarak çalışan Gulliver, editörü etkilemek için Bermuda Şeytan Üçgeni ile ilgili yazı yazmak istediğini söyler. Oraya gitmek için
yola çıkar ama kendini Cüceler Ülkesi
Lilliput’ta bulur. Bu olağanüstü yeni dünyada Gulliver sonunda büyük bir adam
olmuştur. Küçük arkadaşlarına hikâyeler
anlatır, kendini tarihi olayları yaşamış gibi
gösterir. Ego patlaması yaşanan bir çağda, rekabetçi anlayışı ve özgüvene yapılan fazladan bir vurgunun ne gereği varsa.
Mehmet Tanrısever’in imzasını taşıyan
ve Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını konu alan ‘Hür Adam’ filmindeki Bediüzzaman ile Mustafa Kemal Atatürk arasında geçen
bir sahne, tartışmalara sebep oldu. 7 Ocak’ta
gösterime girecek filmde Atatürk’le odasında
özel olarak görüşen Bediüzzaman, bacak bacak
üstüne atıp sert bir üsupla namaz konusunda
ikazlarda bulunuyor. O dönemde Atatürk’le
böyle bir üslupla konuşmanın mümkün olmayacağı iddialarına karşı Bediüzzaman’ın
talebeleri, olayın gerçek olduğunu söylüyorlar. Hayatında böyle bir oturma tarzı olmayan
Bediüzzaman’ın bacak bacak üstüne atma görüntüsünün ise olayın senaryolaştırılmasıyla ilgili olduğu yorumu yapılıyor.
Bediüzzaman’ın talebelerinden Mehmet
Fırıncı, bu konuda “Üstad’la Mustafa Kemal arasında konuşmaların geçtiğini biliyoruz.
Ama Üstad’ın konuşurken vücut dili nasıldı,
onun hakkında bir bilgim yok.” diyor. Abdullah Yeğin, tarihî vesikalarda Bediüzzaman’ın
Mustafa Kemal ile görüşmesinin yer aldığını,
ancak bacak bacak üstüne atması ile ilgili bir
bilgisi olmadığını söylüyor. Abdülkadir Badıllı da “Mustafa Kemal’le Üstad Hazretleri arasında Millet Meclisi’nde bir görüşmenin olduğunu biliyoruz. Mustafa Kemal’in ricası üzerine Üstad’ın yüksek fikirlerinden yararlanılma-
sı adına böyle bir görüşme yapılıyor. Aralarındaki konuşma esnasında Üstad’ın parmaklarını kullandığına dair bilgiler mevcut. Bacak bacak üstüne atmak vs. bunlar işin süs tarafı diye
düşünüyorum.” ifadelerini kullanıyor. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nurlarda bu olayın
odada değil, Başkanlık Divanı’nda geçtiğini anlatıyor. Atatürk, birçok milletvekili varken şiddetle Divan-ı Riyaset’e gelip “Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen
geldin, namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilaf verdin.” der. Bediüzzaman da “Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur.”
der. Atatürk bu konuşma üzerine ‘bir nevi tarziye verir’ yani hoşnutluk gösterir. Ertesi gün
başkanlık odasında kabul ettiği Bediüzzaman,
Atatürk’le bir saat sohbet ederek ‘Hücumat-ı
Sitte’ adlı eserinden bir bölümü nakleder.
Necmettin Şahiner ise “Son Şahitler
Bediüzzaman’ı Anlatıyor” isimli kitabında
bu olayı ilk dönem milletvekillerinden Hüseyin Aksu’nun ağzından anlatıyor. Buna göre
Ankara’ya davet edilerek gelen Bediüzzaman,
Atatürk’le uzun uzun görüşür. Meclis’te yaptığı
bir konuşmada da başta Mustafa Kemal olmak
üzere bütün milletvekillerini kutlar ve bu başarının devam etmesi için namazla ilgili uyarılarda bulunur. Sonrasında bu diyalog gerçekleşir.
SAMET ALTINTAŞ İSTANBUL
Memleket Meselesi
Bu memleketin
meselesi bitmez
-
‘Hür Adam’ filmindeki bacak bacak
üstüne atma görüntüsünün senaryoya dönüştürmeden kaynaklandığını söyleyen Bediüzzaman Said
Nursi’nin talebeleri, Atatürk’le
arasında geçen
konuşmaların ise
gerçek olduğunu
belirtiyor.
32 yıllık memuriyeti süresince
okul müdüründen kaymakama,
valiye kadar pek çok idari amiriyle bir
şekilde ‘takışmış’ olan ilkokul öğretmeni Adil hoca, emekliliğine yakın kendi
kasabasına tayin olur. Ancak aksilikler,
hocayı burada da rahat bırakmaz. Ailesi, Adil hocanın kazasız belasız emekliye ayrılmasını beklerken hoca, kasabadaki genç bir polisten okkalı bir tokat yiyince işler değişir. Gururu fena
halde incinen Adil Sümbül, genç polisin cezalandırılarak adaletin yerini bulmasını ister. Karakoldaki âmirden belediye başkanına herkes, “Unut gitsin” diyerek hocayı yatıştırmaya çalışsa da Adil Sümbül, olayı bütün ülkeye
duyurarak, “Memleket Meselesi” haline getirir. İsa Yıldız’ın yazıp yönettiği politik taşlama türündeki komedi filminde Ahmet Uğurlu, Füsun Demirel,
Tuna Orhan ve Ahmet Kural rol alıyor.
SAYFA TASARIM: SEvde tekinkaya
10
11 TEMMUZ 2010 PAZAR
pazar
sinema
Bediüzzaman, bir ‘Hür Adam’
Bediüzzaman Said
Nursi’nin hayatını anlatan Hür Adam isimli filmin çekimlerine
Isparta’da başlandı.
Filmi Mehmet Tanrısever yönetiyor.
Bediüzzaman Said Nursi’nin
hayatını anlatacak bir film için
belki de seçilebilecek en uygun
isimlerden, Hür Adam. Çünkü
o ‘hür bir mizac’a sahipti. Medresede eğitim gördüğü yıllarda
birkaç öğrenci tarafından köşeye çekilerek sıkıştırılınca daha o zaman hürriyetine ne kadar düşkün olduğunu hocasına söylediği şu sözlerle ispatlamıştı: ‘Şeyh efendi bunlara
söyleyiniz benimle dövüştükleri vakit dördü birden olmasınlar. İkişer ikişer gelsinler!’
Medresedeki o çocuk büyür, 15 yaşına gelir. Miran aşiret reisi Mustafa Paşa’nın yöre halkına kötü
davrandığını duyar. Aşiret reisini, baskı ve zorbalıktan vazgeçirmek için çekinmeden Cizre’ye gider ve amacına ulaşır. Bölge halkı derin bir nefes alır… İkinci Meşrutiyet’in çalkantılı yıllarında
çevresindekilere meşrutiyet, hürriyet ve anayasanın İslâmiyet’e aykırı olmadığını anlatır. I. Dünya Savaşı yıllarında talebeleriyle birlikte Doğu Milis Teşkilatı’nı kurar ve Van-Bitlis cephesinde gönüllü alay komutanı olarak Ermenilere ve Ruslara karşı savaşır. Yakalanarak Ruslara esir düşer.
Kosturma’daki esir kampında Rus başkumandanına karşı sergilediği tavır, onun nasıl bir hürriyet âşığı
olduğunun bir başka kanıtıdır. Rus başkumandanı
karşısında ayağa kalkmayan ve kendisinin Müslüman bir alim olduğunu söyleyen Bediüzzaman, vakur bir tavırla, ‘Ben size itaat etmem!’ der.
Ülkesine döndükten sonra 1925 yılında patlak
veren Şeyh Said isyanına karşı çıkar, hatta Şeyh
Said’i isyandan vazgeçirmeye çalışır. Buna rağmen
Burdur’a sürgüne gönderilir. İşte bu vakitten sonra
BÜNYAMİN
KÖSELİ
Filmde Bediüzzaman
Said Nursi rolünü Mürşit Ağa Bağ oynuyor.
o hürriyet âşığı alim zat, kadere bakın ki bir ömür
boyunca hapishaneleri yurt edinir. Barla, Kastamonu, Eskişehir ve Emirdağ ona zindan olur. Hapishanelerde Bediüzzaman kendi iç dünyasına yönelir, bir anlamda ruhunu beden hapsinden kurtarır, kitaplar yazar, talebeler yetiştirir. Risale-i Nurlar bütün bir Anadolu’ya yayılır… Onun mayasını
şekillendiren hürriyet anlayışı, zaman zaman kesintiye uğratılsa da 80 küsur yıllık hayatı boyunca o
hep hürriyetinin peşinden koşar.
Üstad, küçük yaşta medrese eğitimi aldıktan
sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne ve
Cumhuriyet’in kurulmasına şahitlik etti. Savaşlar
ve işgallerle kırılan bir millete İslam’ı ve imanı, asrın
gerekleriyle hatırlatmak gayesiyle yola çıktı. Sadece
kitap yazdığı ve talebe yetiştirdiği için pek çok iftira
ve komployla öldürülmeye çalışıldı. Şartlar ne olursa olsun eser vermeye devam etti. Çekilen çileler sayesinde bugün Risale-i Nur Külliyatı dünyanın dört
bir tarafında okunuyor. Bediüzzaman Said Nursi’nin
hayatı, önümüzdeki günlerde ‘Hür Adam’ ismiyle
seyircinin beğenisine sunulacak. Film, Üstad’ın hayatından kesitler anlatacak. Yazdığı kitaplar, yetiştirdiği talebeler, baskı ve zulüm gördüğü sürgün yılları
dramatik bir dille gözler önüne serilecek.
Hür Adam’ı, gişe rekorları kıran Minyeli Abdullah’ın yönetmeni çekiyor
1980’lerin sonunda gişe rekorları kıran ‘Minyeli Abdullah’ın yönetmeni Mehmet Tanrısever,
uzun bir aradan sonra ilk kez ‘Hür Adam’la seyircinin karşısına çıkacak.
Senaryosu Mehmet Tanrısever, Mehmet Uyar
ve Ahmet Çetin’e ait olan filmin çekimleri geçen
hafta Isparta’da başladı. İstanbul ve Burdur’da da
gerçekleştirilecek çekimlerin sekiz hafta sürmesi
planlanıyor. Filmde Bediüzzaman Said Nursi’yi, dizi
ve sinema oyuncusu Mürşit Ağa Bağ canlandırıyor.
Oyuncu, Devlet Konservatuarı’ndan mezun olduktan sonra bir süre Şehir Tiyatroları’nda çalıştı. Daha
sonra televizyon ve sinemaya yöneldi. ‘Hanım’ ve
‘Köpekler Adası’ filmleriyle seyirci karşısına çıktı. ‘Affet Bizi Hocam’ dizisinde oynadı. ‘İz Peşinde’,
‘Kaygısızlar’, ‘Günaydın İstanbul Kardeş’ ve ‘Kınalı
Kar’ gibi televizyon dizilerinin kadrosunda yer aldı.
Bağ, son olarak Samanyolu TV’de yayınlanan ‘Hakkını Helal Et’ dizisinin baş karakteri Murat’ı oynadı.
Hayatı iki tekerlek üzerinde geçenler
Bir evrakınız var ve acil bir
yere götürülmesi gerekiyor.
Bu durumda ilk akla gelen
FOTOĞRAF
kuryeler oluyor. MotosikletTURGUT
li kuryeler aldıkları evrakı en
ENGİN
geç 3 saat içinde adrese teslim
ediyor. Eğer evrak acil ise bu
süre 1 saate düşüyor. Peki İstanbul gibi trafiğin
sürekli yoğun olduğu bir şehirde emaneti nasıl
bu kadar çabuk ulaştırabiliyorlar? Bir günümüzü
kuryelerle geçirdik ve İstanbul trafiğinde motorla adeta dans ederek bazen acil bir evrakı sahibine götürdük, bazen de bir kilo peyniri bir ev hanımından alıp başka bir ev hanımına teslim ettik.
Sabah saat 08.00’de evinden çıkıyor Murat
Karayel. Akşam eve döneceğinin garantisi olmadığı için evden çıkmadan eşiyle helalleşiyor
ve çocuğunu öpüp bağrına basıyor. Evden çıkmadan kurye şirketine telefon ediyor ve mesaiye başladığımızı bildiriyoruz. Daha sonra Murat
Bey’in arkasına atlıyoruz ve kuryelerin toplanma merkezlerinden biri olan Taksim’e gidiyoruz. Atatürk Kültür Merkezi’nin arkası sabahın
8 buçuğunda adeta motosiklet parkını andırıyor. Yaklaşık 15 motorlu kurye buradaki büfede kahvaltısını yapıyor, çayını içiyor. Biz de bir
çay söyleyip oturuyoruz. Buranın dışında kuryeler Mecidiyeköy köprü altı ve Yenibosna TIR
garajında da toplanıp iş bekliyormuş.
KAZIM
PIYNAR
Bazen evrak, bazen
peynir götürüyorlar
Büfede oturanların hepsinin üzerinde robotu
andıran koruyucu elbise var. Elbiselerin fiyatı
300 TL ile bin 500 TL arasında değişiyor. Murat Karayel elbisenin sağlamlığını test edenlerden. Kartal köprüsünde arkadan bir otomobil çarpmış ve bariyerlerden karşı yola fırlamış.
Karayel, “Araç çarptıktan sonra kendimi havada buldum. Daha sonra yere çarptığımı hatırlıyorum. Gözümü açtığımda hastanedeydim.”
diyor. Neyse ki köprücük kemiğinin kırılması
ile atlatmış kazayı. Murat Bey yaklaşık 15 yıldır
bu işi yapıyor. Aslında evlendikten sonra kaza
riski ve ölüm korkusu nedeniyle işi bırakmış.
Ticari takside 2 yıl çalışmış. Ancak geçinemeyince yeniden motoruna atlamış.
İşleri tüm gün trafikte ve cambazlık gerektiriyor. Kuryeler ya maaşlı ya da yüzde 50 ortaklı çalışıyor. İlkinde şirket belli bir maaş veriyor.
Ortak olursanız götürdüğünüz adresten, örne-
10 yıldır kuryelik yapan Elver Güler, (sağdan sola) Uzay Ünlü, Raşit Aksakal ve Metin Gündem’le beraber AKM’nin arkasında her sabah iş bekliyor.
ğin 10 TL aldınız. Bu paranın 5 TL’si kurye şirketinin, 5 TL’si sizin oluyor. Ne kadar çok iş yaparsanız kazancınız o kadar artıyor.
“Eğer adres bilgin olmazsa bu işten ekmek kazanamazsın.” diyerek söze giriyor Mehmet Çakır. O da 17 yıldır kurye. Çocukluğunda heves ettiği motosikleti bırakamamış. Pendik
Köprüsü’nden Vakıf Gureba Hastanesi’ne 24 dakikada geldiğini gururlanarak anlatıyor. Normal
şartlarda 2 saat süren yolu bu kadar kısa sürede
almasını kestirme yolları bilmesine bağlıyor.
Biz bu şekilde sohbet ederken Murat Bey’e
telefon geliyor ve birkaç adres yazdıktan sonra
evrak alacağını söylüyor. Hemen motora atlayıp yola çıkıyoruz. Genelde birbirine yakın adreslerden evrak alınıp verileceği yerler aynı kuryeye anons ediliyor. Taksim’den aldığımız evrakları Maslak’taki adreslere dağıtıyoruz. Daha
sonra Maslak dönüşünde de bir adres veriliyor.
Evrakı almaya gittiğimizde bir bayan bize po-
şet veriyor ve içerisinde beyaz peynir olduğunu
ve dökmememiz gerektiğini tembihliyor. Murat Bey yolları adeta dikiş atarcasına bir sağa bir
sola geçerek trafikten sıyrılıyor. Korkmuyoruz
desek yalan olur. Onlar zaten alışmışlar. Anayollardan, kaldırımlardan, bazen de sokaklardan geçerek peyniri teslim ediyoruz.
Kuryecilerin Elver Ablası
Kuryecilerin bir de Elver ablası var. Elver Güler 57 yaşında. Ortaokula giden bir kız çocuğuna sahip. Onu okutmak için çalışıyor. Kızı liseyi bitirinceye kadar çalışmayı düşünüyor. 10 yıldır kurye. Tekirdağ’a kadar evrak götürdüğü olmuş. Kurye olmasını ise 2 erkek kardeşine borçlu. Onlar motorlu kurye olarak işe başlamışlar.
Elver Hanım da bu işi yapmak istediğini söylemiş. Kardeşleri yapamazsın deyince iş ciddiye binmiş. 8 yıl motosikletli kurye olarak çalışmış. Ancak 2 yıl önce motoru çalınmış ve yaya
CMYK
olarak dağıtıma çıkmış. Her gün evrakları alıyor
ve yürünecek mesafedekileri yürüyerek, değilse
otobüs veya minibüsle götürüyor. Bazı zamanlar motosikletli kuryeler Elver Hanım’ı da bırakıyorlarmış gideceği adrese. O da gün boyu
kaza riskiyle çalışıyor. Bir defasında evrakı yetiştirmek için acele ederken otomobil çarpmış, gözünü hastanede açmış... Çarpan kişi kaçtığı için
suç duyurusunda da bulunamamış. 15 gün kaburgaları çatlak bir şekilde yine çalışmayı sürdürmüş. Elver Hanım, sabah 07.00’de başladığı işini akşam 19.00’da bırakıyor.
Motosiklet onların her şeyi olmuş. Adeta
onunla bütünleşmişler. Özellikle yazın öğle sıcağında iş olmadığı saatlerde motosikleti gölgeye çekip bagajı yastık olarak, direksiyonu da
ayaklarını uzatmak için kullanarak uyuyorlar.
Hatta tüm günü motosiklet üzerinde geçiren
kuryeler akşam eve gittiklerinde yürümekte
bile zorlanıyorlar. [email protected]
Bir iş düşünün ki her sabah evden çıkarken eşiniz ve çocuklarınızdan
helallik istiyorsunuz.
Onları her sabah son
kez görüyormuş gibi sarılıp bağrınıza bastıktan sonra işe gidiyorsunuz. İşiniz tüm gün iki
tekerlek üzerinde, deyim yerindeyse trafiğin
en sıkışık olduğu yerde
cambazlık yapmak.
CUMA
7 OCAK 2011 CUMA
KÜLTÜR SANAT REHBERİ
06
SİNEMA
[email protected]
TİYATRO
Alemdar sahne alıyor
İstanbul Şehir Tiyatroları
Orhan Asena’nın yazdığı
OCAK Alemdar (Tohum ve Toprak) adlı oyunu 12 Ocak’ta Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde. Engin
Alkan’ın yönettiği oyun 20.30’da
başlıyor. Ankara Devlet Tiyatrosu Yıldırım Keskin’in yazdığı Ali Hürol’un yönettiği ‘İçlerinden Hangisi?’ adlı oyunu aynı gün
ve saatte Bolu Devlet Tiyatrosu
Sahnesi’nde sahneliyor.
12
SERGİ
Asurlular İstanbul’da
Asurlulara ait 4 bin yıllık eserlerin yer aldığı
“Anadolu’nun Önsözü Kültepe-Kaniş Karumu: Asurlular İstanbul’da” sergisi açıldı. Aya
İrini Müzesi’ndeki sergide, Anadolu’nun en
eski uluslararası ticaret merkezi olma özelliğini taşıyan Kayseri Kültepe’deki kazılardan
elde edilen eserler izleyicilere sunuluyor.
Sergi 29 Mart’a kadar açık kalacak.
ATÖLYE
HÜR ADAM-BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ
Film fotoğrafları yorumlanıyor
Yalçın Savuran ile Neşet Kutluğ 11 Ocak’ta
OCAK Akbanksanat’ta Filmlerdeki Fotoğraflar, Pedro Almadovar
Filmleri adlı bir etkinlik düzenliyor.
İspanyol yönetmen Pedro Almadovar filmlerinin fotoğraf kareleri üzerinden okumaların yapılacağı
etkinlikte, fotoğrafçılar fotoğrafsinema ilişkisi üzerine bir söylem
oluşturmak üzere bir araya geliyor.
19.00’da başlayacak etkinliğe ücretsiz katılabilirsiniz. Doğan Yaşat
ise 13 Ocak’ta aynı mekânda modern edebiyat üzerine konuşuyor.
Bu etkinlik ise 18.30’da başlıyor.
11
Kısa filmler yarışıyor
GÖSTERİ
Cem Yılmaz
yeniden...
Film çekimleri için
stand-up gösterileriOCAK ne bir süre ara veren
Cem Yılmaz, yeni gösterisiyle TİM
Maslak Show Center’da sevenlerinin karşısına çıkıyor. Bir Tat Bir
Doku ve CMYLMZ gösterilerinin
ardından bir süre reklam ve sinema filmleriyle adından söz ettiren
Cem Yılmaz ‘CM101MMXI – FUNDAMENTAL’ adını verdiği yeni gösterisiyle 11 ve 12 Ocak’ta sahnede
olacak. Gösteriler 21.00’de başlayacak. 0 212 286 66 86
11
SERGİ
Denize nazır hat ve gravürler
Münir Erboru ve öğrencilerinin Sabr-ı Gönül adını verdikleri
ahşap dağlama ile hat ve gravür sergisi, Kadıköy Eminönü İskelesi’nin
ikinci katında açıldı. Neyzen Başar
Dikici ve Kanunî Turgut Özüfler’in
dinletisiyle açılan sergi 13 Ocak’a
kadar devam edecek. Sergi kapsamında, 9 Ocak’ta da İstanbul Hicaz
grubu bir dinleti sunacak.
BU HAFTA
Hür Adam gösterimde
YARIŞMA
Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam
Film Merkezi tarafından gerçekleştirilen Hisar Kısa Film Seçkisi başvuruları devam ediyor. 2011
jürileri oyuncu Tülin Özen, yönetmen kardeşler Durul ve Yağmur Taylan, SİYAD Başkanı ve Sinema Eleştirmeni Murat Özer’den
oluşuyor. Seçkiye başvurmak isteyen yönetmenler 2010 yapımı kısa
filmlerini başvuru formuyla birlikte Boğaziçi Üniversitesi Mithat
Alam Film Merkezi’ne elden ya da
postayla iletebilirler. 2005 yılından
bu yana gerçekleşen yarışmada jüri
kararıyla seçilen 10 kısa filmi bir
DVD’de toplayarak sinema okullarına, ulusal ve uluslararası yarışmalara, festivallere gönderiyor.
1980’lerin sonunda gişe rekorları kıran ‘Minyeli Abdullah’ın yapımcısı Mehmet Tanrısever, uzun bir aradan sonra Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursi ile seyircinin karşısına çıkıyor. Senaryosu Mehmet Tanrısever, Mehmet Uyar
ve Ahmet Çetin’e ait olan filmin çekimleri İstanbul, Burdur
ve Isparta’da yapıldı. Film, yazdığı kitaplar ve yetiştirdiği
talebelerle 80 seneyi aşkın süredir Türkiye’den başlayarak
EYVAH EYVAH 2
Eyvah ki
ne eyvah!
2009 yılında sezonun en
fazla izlenen filmi olan Eyvah Eyvah’ın ikincisi bugün gösterime giriyor. Hakan Algül’ün yönettiği
filmde Ata Demirer, Demet
Akbağ, Özge Borak Şakrak ve Salih Kalyon’un dışında birçok BKM oyuncusu
rol alıyor. İlk filmin sonunda âşık olduğu kızı (Özge
Borak Şakrak) istemek için
Firuzan ile (Demet Akbağ)
Geyikli’ye doğru yola çıkan Hüseyin’i ( Ata Demirer) Eyvah Eyvah 2’de de
yeni maceralar bekliyor.
SOHBET
Batı ve Doğu’da çevre algısı
Türkiye İlim ve Edebiyat
Sahipleri Meslek Bir10 Eseri
liği İstanbul Şubesi taraOCAK
fından düzenlenen Çınaraltı Sohbetleri ocak ayında da devam ediyor. Prof. Dr. Mustafa Talha Gönüllü 10 Ocak’ta İstanbul Beyazıt
Devlet Kütüphanesi konferans salonunda “Batı ve Doğu’da Çevre
Algısı” üzerine konuşuyor.
[email protected]
Sevgi ilişkilerinde kıskançlık:
Tehlikeli ve güzel-II
B
ir çift göz için düşeriz yollara. ‘Mutlak Varlık'ın bize verdiği
sonsuz değeri bir de bir çift gözün içinde görmek için. Bu bizim
hayattaki büyük arayışımızdır.
Aynı zamanda ruhumuz bir başkasının bir çift gözü olmak ister. Özellikle
ama özellikle ona şefkatimizi, merhametimizi hasretmeyi talep eder. Diyelim vuku
buldu bu. İki taraflı bir sevginin içindeyiz.
Başka ne ister insan?
Her nimetin zahmeti vardır. Dertler sıraya çoktan dizilmiştir bile. İnsanız ya! Atılmışız ya, bir “dar-ı imtihan”a! Dar kapılar
“buyurun buradan geçin” der gibidir.
‘Sevdiğimi tek mutlu eden ben olayım' deriz (en azından şimdilik). ‘Tüm
bütün dünyayı etkileyen Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatından kesitler taşıyor. Üstad’ın Atatürk’e yazdığı mektupların gün ışığına çıkmasıyla filme olan merakın arttığını
söylemek mümkün. Filmde Bediüzzaman Said Nursi’yi,
dizi ve sinema oyuncusu Mürşit Ağa Bağ canlandırıyor.
Tanrısever’in yönettiği filmde Tarık Tanrısever, Engin
Yüksel ile Mesut Çakarlı gibi oyuncular da rol alıyor.
neşesinin kaynağı ben olayım, hayatının
merkezinde ben olayım. Onun tüm sorunlarını ben çözeyim (kahraman olma
arzusu). Onun terk dert ortağı ben olayım
(evlenene kadar da olsa).'
İşte, sevdiğimizi babasından, annesinden
kardeşlerinden bile kıskanmamızın nedeni de böyle bir şeydir. Mesele ahlaki bir kaygı değildir aslında. Mesele, onun dünyasında
biricik olma arzusudur: ‘Onun bakışları tek
bana ait olsun, ona bakan tek benim bakışlarım olsun, başka gözlere haram olsun.'
Kıskanan, sevdiğini kaybetmekten kaygılandığı (biz değer verdiklerimizi kaybetmekten korkarız), sevdiği ile sonsuza kadar birlikte olmak için kıskandığı halde, bir
türlü bu dile gelmez. Laf evirilip çevrilir. Ve
CMYK
çok büyük bir hata yapılır. Son derece insani
bir duygu yanlış birkaç cümleyle heba edilir.
Sevginin gözleri alan parıltısı ilişkinin zehri olur. Kişi öyle olduğuna inanmadığı halde,
kıskançlık duygusunu ahlaki bir suçlamaya
döndürüp bir çuval inciri berbat eder.
Bir pazar günü tam kapıdan çıkacaklarken, içinde kıpırdanan kıskançlıkla adam karısının giyiminden rahatsız olur. Buraya kadar bir şey yok. Olabilir. “Ne biçim bir giyinme bu böyle, kendini teşhir mi etmek istiyorsun?” Nereden bulup buluşturduysa adam,
ağzından çıkan söze kendi bile şaşmıştır.
Kadının haklı olarak bu söz çok ağrına
gider, üzülür, ağlar. Kapıyı çarpıp içeri geçer.
Hırsından odadan çıkıp o da ağzına gelenleri sıralar. Ya da derin bir suskunluğa bürünüp için için ağlar (zor ama asilce). İkisinin kalbi de susuz kalmış bölük pörçük kuru
toprağa döner. O pazarı evde hapis (ev hapsi) gibi geçirirler. Özür dilemek adamın aklının ucundan bile geçmez. (Bu sahneye bir
de olan bitenleri kaygıyla izleyen bir çocuk
yerleştirmeye içim hiç elvermiyor.)
Adam aslında karısının teşhir için giyinmediğini bilir. İçindeki hakiki düşünce bu değildir. Karısını seviyor ve onu kıskanıyordur. Bu kadar basittir. Ama mertçe bu söylenmez. Esas hislerin önü kapatılır, başka bir kisveye büründürülür. Kadın hiç hak etmediği bir ithama maruz bırakılır. (Örnekteki kadın erkek rolleri tersine çevrilerek de okunmalıdır.)
Senaryo şöyle olsa, adam gerçeği, sadece
gerçeği söylese ne güzel olur hâlbuki: “Seni
kıskanıyorum, çünkü seni seviyorum. Bu elbise de kıskançlığımı körüklüyor. Bunu giyinmeni istemiyorum.” Bu kadar basittir.
Bu sevginin oldukça zarif ifade biçimlerinden biridir. Kıskançlık anlamına kavuşur. İki insan arasındaki bağlılığın işareti olur. Karısı bunu duyduğunda dünyalar onun olur. Kocası onu kıskanacak kadar seviyordur (bunu en kısa zamanda
annesiyle ve yakın bir arkadaşıyla paylaşmalıdır). Kocasının istemediği elbiseyi hemen gidip çıkarıp (inşallah) istediğini giyer. Kocası ona teşekkür eder.
Adam neden böyle söyleyemez? Onlarca
açıklaması olabilir. En kötüsü şudur: adamın
karısına öfkesi vardır. Eline malzeme arıyordur. O an gözüne karısının elbisesi ilişir. Mesele ettiği kıskançlık olmadığı halde öyleymiş
gibi davranıp maksadına ulaşır: Karısını incitmek, kırmak, yaralamak (ne yazık ki).
Kanaatimce en yaygın neden kadın ve
erkeklerin kıskandığını söylemeyi bir zayıflık işareti saymalarıdır. Başka durumlarda sevdiğini ifade edebildiği halde, kıskandığını söylediğinde eşinin bunu zayıflık olarak algılayacağını sanmak. Bu son
derece yersiz bir kabuldür.
Hulasa, seven insan kıskanır. Bu zarif
biçimde dile gelebilmelidir: “Seni kıskanıyorum, çünkü seni seviyorum.” İnanın
yüzlerce çiçek kadar etkilidir.

Benzer belgeler

televizyon 20

televizyon 20 bir kurtarma yüzücüsüdür. Onun da görevli olduğu, okyanustaki zorlu bir kurtarma görevi felaketle sonuçlanınca Randall, özel bir okulda eğitmenlik yapmakla görevlendirilir.

Detaylı