tansa mermerci ekşioğlu koleksiyonu´ndan

Transkript

tansa mermerci ekşioğlu koleksiyonu´ndan
TANSA MERMERCİ EKŞİOĞLU KOLEKSİYONU´NDAN
İZLER
M1886 KOLEKSİYON SERGİLERİ III
TANSA MERMERCİ EKŞİOĞLU KOLEKSİYONU´NDAN
İZLER
TANSA MERMERCİ EKŞİOĞLU
KOLEKSİYONU’NDAN
İZLER
Pelin Uran: Tansa, çocukluğundan beri koleksiyonerliğin
önem teşkil ettiği bir ailede yetiştiğini biliyorum. Ama
ben kendi koleksiyonerliğin hakkında daha kişisel bir
soru ile başlamak istiyorum. Bu konuda da MoMA’nın ilk
direktörü Alfred Barr’ın koleksiyonerlikle ilgili şimdiye
kadar duyduğum en can alıcı sorularından yardım
alacağım. Bir insan neden sanat koleksiyoneri olur?
Satın alma isteği yüzünden mi? Finansal spekülasyon
mu? Başka koleksiyonerle yarış içinde olma hırsı mı?
Sosyal veya kültürel prestij mi? Kişinin muhafazakar
arkadaşlarını irite etme istediği mi? Sanatçılara yardım
etme/hami olma isteği mi? Belki biraz da sanat sevgisi...
Tansa Mermerci Ekşioğlu: Koleksiyoner profillerine
bakınca, Alfred Barr’ın sorularına verilecek olumlu
cevaplar sanat koleksiyonerliğinin altında yatan
sebepleri oluşturabilir. Hepsi bir arada olmasa da
herhangi bir koleksiyoner mutlaka bu sorulardan
en az ikisine “evet” yanıtı verecektir. Ben tüm bu
sebeplere, Louisa Buck’ın söyleminden yola çıkarak,
“koleksiyonerliğin psikolojik bir hastalık” olduğu
varsayımını da eklemek isterim - bağımlılık gibi.
Kendi koleksiyonerlik pratiğime baktığımda şahsi
sebeplerimi açıklamak için biraz düşünmem gerekiyor.
Ben eser almaya başladığımda “koleksiyon” yapacağım,
“koleksiyoner” olacağım diye bir amacım yoktu.
2000’de kendi evime taşındığımda ailemin etkisinde
kalarak klasik ve oryantal Türk ve Orta Doğu resim
ve objelerine merakım vardı. Evlendikten sonra belli
objeler ve eserler ilgimi diğerlerine nazaran daha çok
çekmeye başladı: Bleu Blanc vazolar, kaseler, şamdanlar,
kendiller; Osmanlı tütün çubukları ve lüleleri; Edirnekari
kavukluklar, levhalar; Yaprak yazılar ve Türk Modern
Sanatı ressamlarından işler. Bunların arasında Eren
Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Ruhi
Arel, Fikret Mualla ve Sabri Berkel gibi isimleri saymak
mümkün. O zamanlar bu işlere ilgi yoğundu. Ben de
zamanın ve ilginin akıntısına kapılmış şekilde eser
alıyordum. Fakat bu dönemde alımlarımı belli eserler
üzerinde odakladım ve sonucunda ufak da olsa Osmanlı
tütün çubukları ve lüleleri koleksiyonu, Bleu Blanc
objeler koleksiyonu gibi temalar ortaya çıkmaya başladı.
Bu dönem benim olgunlaşmam ve yurtdışını takip
etmeye başlamamla sona erecekti.
2006 senesinde gözümü “period” diye
tanımlayabileceğimiz başta Art Nouveau ve Art
Deco, sonrasında 20. ve 21. yüzyıl tasarım mobilya ve
objelerine diktim. Ve yurtdışında müzayedeleri takip
etmeye başladım. 2006 sonları, 2007 senesi başlarında
dönemin en büyük üstatlarının mobilya, obje ve eşyaları
piyasaya çıkıyordu. Albert Cheuret avizeler, Edgar
Brant lambalar, Andre Sornay koltuk takımları, Marc
du Plantier yemek masaları ve sandalyeleri, Jacques
Adnet komidinler, Jean Royere vitrinler, Eileen Gray
kahve masaları ve Sergei Moullier aydınlatmaları
müzayedelerde sık sık çıkıyor ve makul fiyatlara alıcısıyla
buluşuyordu. İkinci oğluma hamileliğim esnasında, yeni
eve taşınacak olmamızın da etkisiyle, ben de “period”
mobilya, eşya ve objelere ilgimi çevirdim. Yeni evimizi
20 ve 21. yüzyılın önemli üstatlarının eşyaları ile dekore
etmeye özen gösterdim.
Evin iç dekorasyonunun tamamen değişmesi,
bendeki değişimin ve olgunlaşmanın bir sonucuydu.
Bu değişim güncel sanata merakımın da başlangıcı
oldu. Anlayacağın, benim sürecim oldukça organik
başladı ve öyle de devam ediyor. Güncel sanata olan
merakımın zaman içinde seninle yaptığımız içerikli sanat
tarihi derslerine dönmesindeki en mühim unsurlardan
biri de o dünyanın gizemidir. Mühim bir küratör bana
çok ufak rakamlarla, Türk güncel sanatının geleceğine
etki edebileceğimi söylemişti. Sanırım, güncel sanat
koleksiyonuna başlamamın derinde yatan sebebi bu. Bir
yandan gizemli bir alan oluşu, yani ilk bakışta kendini ele
vermeyen, üstüne anlatı, düşünme ve eleştiri çeken bir
alan oluşu, diğer yandan da ileride etkili olabileceğimi
düşünmem nedeniyle sanat koleksiyonerliğine giriştim.
Hamilik olgusu da bu etki etme isteğinin doğal bir
sonucu olarak gelişti. Koşulsuz sanatseverliği bana
güncel sanat öğretti diyebilirim.
Şimdi soruna geri döneyim. Alfred Barr’ın
sorularından finansal spekülasyon konusu hariç
çoğunun cevabı bende “evet, biraz” çağrışımı yapıyor.
PU: Eserlerini, mümkün olduğu kadar, kimseye
danışmadan, kendi zevkine göre seçiyorsun. Bu seçim
nasıl oluşuyor? Bir eseri alırken kendin için oluşturduğun
kriterlerinden, yol haritandan bahsedebilir misin? Ve
yıllar içinde bu haritanın değişip değişmediğinden?
TME: Öncelikle işten büyülenmem ve bu
büyülenmeyle birlikte içimden gelen o işe sahip olma
isteği bir süreç başlatıyor. Kimyasal bir süreç sanki.
Çoğu iş ilk bakışta anlaşılamayacak kadar karmaşık
olabiliyor. Benim üstüne gittiğim birçok iş gösterişten
veya estetikten uzak oluyor. Daha çok yaşıtım olan ve
kariyerinin başlarındaki Türkiye ve Bölge’den sanatçıları
koleksiyonuma katıyorum. Dolayısı ile “blue chip”
olarak tanımlayacağımız birçok sanatçının işi benim
koleksiyonumda bulunmamakta. Bunun sebebi olarak
bütçesel bir kısıtlama da var tabii ki.
Problemli, kaotik bölgelerden daha iyi sanat çıkıyor
kanısında olduğumdan Türkiye ve Bölge sanatı ilgimi
daha çok çekiyor. Sanat danışmanı ile çalışmıyorum
ama çevremdeki sanat profesyonellerinden geribildirim
alıyorum.
PU: O zaman koleksiyonunu coğrafi olarak
tanımlayabilir miyiz?
TME: Coğrafya olarak Türkiye, Orta Doğu - Kuzey
Afrika (MENA), ve Doğu Avrupa üretimi güncel sanat
ilgimi gelişmiş ülkeler sanatına nazaran daha çok çekiyor
diyebilirim. Fakat istisnalar tabii ki oluyor. Koleksiyon
Richard Prince, Frederico Herrera, Jack Pierson, Joe
Bradley, Robert Rauchenberg, Andy Warhol, Trevor
Paglen, Taryn Simon, Francesco Vezzoli, Cao Fei,
Erwin Wurm, veya Frienza Lai gibi en Batı’dan veya
en Doğu’dan isimleri de barındırmakta. Coğrafyadan
çok içerik önemli sanırım. İlgilendiğim içerikleri içinde
bulunduğum coğrafya çok güzel özümsediğinden, dert
haline getirdiğinden odaklandığım yer buralar.
Beni ilgilendiren alanlar yönünde koleksiyonun
gidişatı adına temalara yöneldim. Sosyal ve politik
içerikli temalara daha çok ilgi duyuyorum. Hal
böyle olunca işler de estetikten uzak oluyor. Benim
koleksiyon serüvenim ister istemez çok katmanlı oldu.
Bu da bugünkü güncel sanat koleksiyonuma kendini
yansıtıyor. Mesela din ve ruhanilik. Bunun yanısıra
cinsiyet politikaları ve meseleleri. Bir diğer önemli konu
kentselleşme.
PU: Peki almış olduğun ekonomi eğitiminin
koleksiyonerliğin üzerindeki etkisinden bahseder misin?
Riskli kararlarında eğitimin sana handikap oluşturuyor
mu?
TME: Aldığım ekonomi eğitimi bana belli bir
düşünce çerçevesi öğretti. Zaman içinde o eğitimi de
şekillendiren onlarca unsur oldu. Koleksiyonerliğe etkisi
sadece rakamları alt alta koyabilme becerim ve kendime
koyduğum bütçe içinde hareket ediyor olmamı sağladı.
Ben duygusal bir alıcıyım. Duygusal alıcıyım derken
işe egomla değil, kalbimle bağlandığımı anlatmak
istiyorum. Kimyasal bir etkiden bahsetmiştik. Eğitimimin
bu noktada faydasını görüyorum. Mantık dışı, duygusal
alımlar yaparken, bütçesel olarak aşırıya kaçmamak
gibisinden… Bir fren mekanizması… Ne noktada, nerede,
arkamı dönmeden yürüyüp gideceğimi bilirim.
PU: Koleksiyonerliğini belirleyen duygusal alıcılığın
sanat alanında SPOT sanat eğitimi programı ile birlikte
daha aktif olduğun son yıllarda herhangi bir değişime
uğradı mı?
TME: İyi bir koleksiyoner, aynı zamanda iyi bir
hamidir diye düşünüyorum. Koleksiyonerliği içselleştiren
sanatsever, sanatı da içselleştirmiş demektir. Bu durum
da koleksiyoneri, içten gelen bir dürtü ile sanat/
sanatçı destekçisi yapar ya da yapmalıdır. Duygusal
ve duyarlı alım yapmak işi içselleştirerek alım yapmak
demek oluyor. Bu olgu ya da yeti ise tabii ki zamanla
gelişiyor ve pozitif yönde değişerek kuvvetleniyor.
Çünkü zamanla insan kendini eğitiyor, eser ve sanatçısı
hakkında bilgiyi ve içeriği özümsemek ihtiyacı daha
da artıyor; sanatın ve/veya sanatçısının sanat dünyası
içindeki konumunun farkına varmak ve değerlendirmeyi
ona göre yapmak için efor sarfediyor; koleksiyon
ile uyumluluğu tartıyor gibi nice parametrelerin
süzgecinden geçiriyor. Ve alımlar o oranda daha nicelikli
ve nitelikli oluyor. Keza kurulan ilişkiler ve diyaloglar da
öyle.
Benim güncel sanat konusunda seninle başlayan
eğitim ve öğretim sürecim, ve koleksiyon yaparken
gösterdiğim özen ve farkındalığım, duygusallığım
ve duyarlılığım nihayet SPOT Projects’in kurucu
ortakları arasında olmama vesile oldu. Bağımsız bir
sanat insiyatifi olan SPOT Projects, sanat dünyasında
birşey yapmak istediğim ama kar gütmesin, sanata,
sanatçıya, koleksiyonere, kısaca sanat dünyasının
tüm oyuncularına direk veya dolaylı olarak fayda
sağlasın, kendi edindiğim bilgi ve birikimi bir şekilde
paylaşabileceğim bir platform olsun diye düşündüğüm
bir dönemin organik sonucu oldu. Ve pek tabii ki
SPOT Projects’te sunduğumuz seminer programlarına,
üyelik etkinliklerine ve üretim sürecine birebir şahit
olmam sanat konusunda bilgi ve görgü dağarcığımın
gelişmesine, genişlemesine, ve nihayetinde
koleksiyonerliğe ve koleksiyonuma bakış açımın
değişmesine sebep oldu.
SPOT Projects’te öngördüğümüz eğitim-üretim
döngüsü ile sanat dünyasına farkındalık sahibi
sanatseverler/koleksiyoner kazandırmak misyonuyla
yola çıktık. Koleksiyonerlik etiğinden, sanatçı etiğine
okullarda öğretilmeyen adab-ı muaşeret kurallarına
sanat dünyasını ilgilendiren pek çok konuya değindik,
derinlemesine inceledik. SPOT Projects’in “her bir
katılımcısı bir hamidir” diyerek, katılımcılarımızın hamilik
kültürü ile tanışmalarına vesile olduk.
Bildiğin gibi SPOT Projects’in ikinci misyonu da
gelirlerinden oluşan bir üretim fonu sayesinde genç
sanatçılara destek vermektir. Bu bağlamda katılımcılar
birer hamidir.
SPOT Projects’i kuralı 4 seneyi geride bıraktığımız
şu günlerde şahsım adına gelişimimin ve değişimimin ve
bunun koleksiyonerlik pratiğime etkisinin farkındayım.
PU: Çağdaş sanatla ilgilenmeye başladıktan sonra
anlamı senin için değişti mi?
TME: Çağdaş sanat temaları, içerikleri, kendini
ortaya koyma biçimleri ile inanılmaz dinamik bir ortamı,
bilgi yığınını ve söylemi içeriyor. Bu ortamın hepsini
anlamaya çalışmaktansa dinamiklerini anlayıp, ilgi
gösterilen konuya yoğunluk verilmesi gerekiyor. Birçok
konuya olduğu gibi, çağdaş sanata da mikro ve makro
olarak bakabilmeyi öğrenmek gerekiyor. Benim açımdan
bu konuda demin de değindiğin ekonomi eğitimimin
faydası olduğunu düşünüyorum. Merkezinde insanı
barındıran her konuda olduğu gibi, çağdaş sanatta da
anlam yüklemekte zorlandığım, mana veremediğim
bazı tecrübelerim oldu. Bu bir iş veya sergiyi hiç
anlamamış olmaktan veya sanat dünyası içindeki
oyuncularla yaşamış olabileceğim birebir çelişkiden
de kaynaklanmış olabiliyor. Aslında ilk bakışta insanı
tedirgin edebilecek bir duruşu olan çağdaş sanatın içi
çok farklı. Sanırım o pencereden bakınca hepsine hakim
olamasa da insanın bir fikri oluyor. Bu da çağdaş sanatın
anlamına yeni sıfatlar eklememi sağladı diyebilirim.
Göründüğü kadar masum değil anlayacağın.
PU: Ben de sana tam da bu soruyu yöneltecektim.
Yani seçtigin veya yakınlık duyduğun işleri entellektüel
açıdan anlamanın senin için ne kadar önemli olduğunu.
Aslında hala cevaplayabileceğini düşünüyorum; genel
olarak çağdaş sanat değil, özel olarak koleksiyonuna
katmak istediğin işler bağlamında…
TME: Anlatım çok önemli. Benim yakınlık
duyduğum işler, kendini ilk bakışta ele vermeyen işler.
Hikayesi önemli. Ben hikayelere bayılıyorum. Aldığım
işlerle ilgili olarak hem bir arşiv oluşturuyorum, hem de
o işlerin hikayesini hafızama kaydediyorum. Bir taraftan
yaşadığım dönemin işlerini topladığımdan, değerlideğersiz eksenini saf dışı bırakırsak, bu döneme ait
kişisel bir dökümantasyon yaratıyorum. Diğer taraftan
işlerle ilgili hatıralar oluşturuyorum. Bu bağlamda en çok
sevdiğim işlerden biri Halil Altındere’nin arkadaşı ile kol
kola çektirdiği fotoğraftır. Bu işi herhangi bir müzede
görseniz önünden yürüyüp gitmeniz an meselesi olurdu.
Oysa hikayesi o kadar ilginç, komik ve bir o kadar da
politiktir ki. Sanatçısından dinlerseniz o anı, o hatırayı
siz de yaşayabilirsiniz. Diğer bir iş Mario Rizzi’nin
üretmesine destek verdiğim “Kazın Ayağı” adlı video
işidir. Mario, kült figürlerimizden Karagöz ve Hacivat
ile yarattığı gölge tiyatrosunda, günümüzün temel
konularından çarpık kentselleşme ve yer değiştirme
konularını eleştiriyor. İlk bakışta çocuklar için yapılmış
bir iş olduğu sanılsa da, derinlemesine bakıldığında,
lirikler ve metin okunduğunda ciddi yerme ve hicvetme
ile karşılaşırsınız. Mario bu işi aylarca süren araştırmalar
sonucunda meydana getirdi. Sulukule, Dolapdere,
Kasımpaşa gibi bugün kentselleşmenin feleğinden
geçmiş yerlerde yaşamış, halen direnen ve yaşayan
kişileri tespit ederek, onlarla yaptığı röportajlar sonucu
oluşturduğu metinlerdir bunlar. Yine bende hatırası
olmuş olan diğer bir iş ise Marwan Rechmoui’nin
“Pillar”, yani inşaat lisanında “taşıyıcı sütun” olarak
geçen çelik halatlar üstüne dökülmüş beton direğidir.
Beton dökülürken direğin içine hafızamıza yer etmiş
eşya ve objeler sıkıştırılmıştır. Kısaca bu direk de çarpık
kentselleşmeye yerlenmektedir. Marwan Lübnan’lıdır.
Bu durum kendi çoğrafyasında da sık sık karşılaştığı
bir durumdur. Çarpık yapılaşma, kalitesiz inşaat
malzemeleri, yıkılan evler, dağılan aileler… Bu direk
400 kg olmakla birlikte İstanbul’a gelmesi ve gümrükte
geçirdiği süreç traji-komikti. Çünkü aklı salim hiç kimse
yurtdışından İstanbul gibi bir şehre inşaat sütunu
göndermez. Gümrük müdürlerinin bunun bir sanat işi
olduğunu anlamaları 3 hafta kadar vakit aldı. Seçtiğim
ve yakınlık duyduğum işlerin beni düşündürüyor olması
temel gereksinim. Sonrasında içerik olarak eleştiren,
tedirgin eden, farkındalık yaratan, işaret eden temalara
yoğunlaşıyorum.
PU: Peki kafanda koleksiyonun gittiği yeri
görebiliyor musun, Tansa? Yoksa bilmediğin ve aldıkça
keşfettiğin bir anlam mı buluyorsun eserlerin yanyana
gelişinde?
TME: Koleksiyon için bir çerçeve çizdim; alımlarımı
o bağlamda, daha seçici olarak yapmaya devam
ediyorum. Eser alırken birbirleriyle konuşabilecek
eserler almaya özen gösteriyorum. Böylelikle zamanla
kuvvetlenen bir anlam çıkıyor ortaya. Fakat ileride
ne olacağını bilemiyorum. Bu koleksiyonun sadece
ben, ailem, evime giren dostlarım tarafından değil,
daha geniş çevreler tarafından izlenmesini isterim. Bu
bağlamda M1886 ile sergi yapma fikrine sıcak baktım
zaten. Ankara’daki sanat ortamına canlılık getirmesi
amacıyla yola çıkan Döne Otyam’ın beni ikna etmesi
zor olmadı. “Fayda sağlayacaksa tabii ki” diyerek
koleksiyonun kar gütmeyen sanat mekanlarında
sergilenmesini arzularım. Öğrencilere, sanatseverlere,
çocuklara görsel ve zihinsel bir şölen olacaktır.
Daha da ileri baktığımda çocuklarımın koleksiyonla
ilgilenmemeleri durumunda koleksiyondan kabul görür
parçaların sergilenebilecekleri mekanlara, müzelere,
sanat kurumlarına bağışlanmalarını öngörebiliyorum.
Koleksiyonerlik şeklim de değişebilir. Arkadaşım Haro
Çümbüsyan’ın kurduğu “collectorSpace”’teki sergi
bağlamında koleksiyoner Han Nefkens ile tanışma ve
konuşmasını dinleme fırsatı bulmuştum. Han Nefkens’in
koleksiyonerlik anlayışını takdir ettim. Han belirlediği
müzelerin talepleri doğrultusunda işler alıyor ve bu işleri
müzeye bağışlıyor. Kısaca yarattığı koleksiyon fiziksel
olarak kendi evinde, ofisinde, deposunda bulunmuyor.
Müzelerde sergileniyor, muhafaza ediliyor. Bu da ileride
benimseyebileceğim bir model olabilir.
PU: Gündelik ve aile hayatının içinde koleksiyonun
yerinden bahsedebilir misin?
TME: Evimizde koleksiyon ile birlikte yaşıyoruz.
Bahsettiğim inşaat sütunu evin girişinde yerde
duruyor. Çocuklar ve eşim kışın onun çevresinde futbol
oynuyor. Aklım çıkıyor, birine birşey olacak diye ama
ses vermiyorum. Koleksiyonla iç içe yaşamamız lazım
ve çocuklarım bunu bugüne kadar çok güzel öğrendi.
Hiçbir zaman kurcalamadılar, eserlere zarar vermediler.
Mark Dion’a ait büyükçe bir enstelasyonun üstünde
onlarca obje sergileniyor. Objeler onların ilgisini çekiyor.
Ellemelerine, yakından izlemelerine izin veriyor, işin
ne demek istediğini onlara anlayabilecekleri şekilde
anlatıyorum. Büyük oğlum sanata yatkın. Devamlı bir
şey üretmek istiyor. Arada sırada kendi işlerini evde
sergilemesi için hiç yer bırakmadığımdan yakınıyor.
Ona da çözüm ürettik. Evin dış duvarlarına graffiti
yapmak istedi, spray boyalar aldık, çok güzel bir iş yaptı.
Şimdi duvarları boyatamıyorum. Video işleri ikisinin de
oldukça ilgisini çekiyor. Özellikle Cao Fei’in “The birth of
RMB City” videosu çok hoşlarına gidiyor. Anlayacağın
koleksiyon ve sanat üretimi gündelik hayatımızla birebir
örtüşüyor. Evde sergilediğim koleksiyonu altı ayda bir
değiştiriyorum. Böylelikle depoda saklanan işler de gün
yüzüne çıkmış oluyor, onların keyfini çıkarıyoruz.
PU: Ankara’da açılacak İzler sergisinde
koleksiyonunu dış dünya ile ilk defa bu kadar geniş
ölçüde paylaşacaksın. Kırılgan hissediyor musun? Ne
de olsa senin seçtiğin eserlerin sana ifade ettiği anlamla
dışardan bir gözün bakışı arasında fark var.
TME: Çok keyifli fakat bir yerde de beni tedirgin
ediyor. Çünkü ilk defa koleksiyondan oldukça fazla
miktarda iş sergilenecek. Geçen sene Elgiz Müzesi’nde
“10 Genç Koleksiyoner” sergisinde koleksiyondan
5 iş sergilenmişti. M1886’da ise koleksiyonun çeşitli
evrelerinden 45 adet iş sergilenecek. Kişisel bir
koleksiyon benimkisi. Hem bu miktarda işin benden bir
süreliğine bile olsa ayrılıyor olmasının bir burukluğu
var (düşün iş satarsam ne hale gelirim), hem de
acaba izleyenler ne düşünecek diye bir kaygım var.
Bu bakımlardan kendimi “exposed” ve kırılgan
hissediyorum. Çocuklarımdan ayrılıyormuşum gibi.
Gittikleri yerde iyi bakılacaklarına emin olmak istiyorum.
Yolda başlarına birşey gelmemesi için dua ediyorum,
gerekli önemleri almaya çalışıyorum. İzleyenlerin keyif
almalarını umuyorum. Bir diğer taraftan benim için
de iyi bir test olacak. Koleksiyonun gidişatını görmem
açısından iyi bir fırsat olacaktır diye düşünüyorum.
PU: Kişisel olarak koleksiyonun senin için ne ifade
ediyor? Koleksiyonunla anlatmak istediğin hikayen
nedir?
TME: Koleksiyon yapmak bana yabancı bir olgu
değil. Kişisel bir koleksiyon yapmak ise bana heyecan
veriyor. Koleksiyonun barındırdığı sanatçıların zaman
içinde elde ettikleri başarıları birebir yaşamak bana
mutluluk veriyor. Daha önce bahsettiğim gibi yaşantımın
belli bir kesitinin dokümantasyonu, arşivi gibi. Louisa
Buck’ın, “ne topluyorsan o sensin” yorumu bana çok
uyuyor. Beni duygulandıran yani mutlu eden, kızdıran,
üzen, heyecanlandıran, ve bunun yanısıra hayatı
kavramama, anlamama olanak sağlayan konuların farklı
mecralarda dile getirilişinin toplamıdır bu koleksiyon.
Dolayısıyla sanatçı ile olduğu kadar benimle de ilgilidir.
Benim bir yansımamdır. Ben sanat işlerinde kendimi
buluyorum, bu yolla kendimi ifade edebiliyorum.
Sanat ve sanatçı ile paylaştıklarımın ortaya konması
gibi. Aynı paydaşta olduğum birçok insanla bağlantı,
diyalog kurabilme imkanı vermesi açısından beni tatmin
ediyor. Sanata destek olmak da kreması oluyor. Ben
paylaşmayı seven biriyim; şartsız koşulsuz paylaşmayı.
Koleksiyonerlik de bir bakıma paylaşım demek oluyor.
PU: Sence eser almayı bırakacağın bir an gelecek
mi?
TME: Eser almayı bırakabilirim gibi geliyor.
Dediğim gibi farklı koleksiyonerlik ve/veya hamilik
modellerine yönelebilrim. Eser almak da yorucu bir
süreç. Sanat için devamlı kendimi geliştirmem, gözümü,
kalbimi ve aklımı eğitmem gerekiyor. Sanat için seyahat
etmeye, sosyalleşmeye, diyalog kurmaya bayılıyorum.
Bunlar için bugün enerjim var. Yarın kendime dönmek
isteyebilirim. Bilmem anlatabildim mi.
PU: Çok teşekkürler Tansa.
TME: Ben çok teşekkür ederim Pelin.
İZLER'E DAİR
BİR NOT
Deniz Artun
Tansa Mermerci Ekşioğlu Koleksiyonu’nun tamamı elli
farklı ülkeden yüz sanatçının yaklaşık üç yüz eserini
bir araya getiriyor; şimdilik! M1886’da düzenlediğimiz
sergi “İzler” ise, çoğunluğu Türkiye’den elli eser
etrafında kurgulanıyor. Dolayısıyla ilk olarak “iz”in
“kesit” anlamına göndermede bulunmak gerekiyor.
“İzler”, koleksiyonerin tüm mekânlarının içine sinmiş,
göz önünde, el altında bulunmaları hayati olmuş
eserlerini, yerlerinden oynatmadan, onun hayatında
iz bırakmadan edinebileceğimiz bir izlenim; günlük
yaşantısının temel referanslarına dair bir ipucu; ormana
doğru giden pek çok patikadan yalnızca bir tanesi...
“İz”in “çizgi” anlamı da bu sergide önem taşıyor.
Eserler galeri mekânı içinde bir çizgiyi, bir ekseni takip
ediyor. Hayali bir ekvatorun altına ve üstüne yerleşiyor. Bu
altlı üstlü yerleşimde, kimi zaman yanyana, hatta dipdibe
var oluyor; kimi zaman ise büyük boşluklar arasında
kendi kendine. Biz bu boşlukları birer “es”, birer “nefes”
gibi görüyoruz; koleksiyonerin dünyasından yansıyan
güçlü imgeler arasında biraz soluklanmak için... Ancak,
eserlerin yanyana gelişleri ile bir izlek de çiziyoruz ve bu
boşluklar sayesinde, koleksiyonerin sergilemediğimiz,
bizce “eksik” eserlerini hayal etmeyi teklif ediyoruz.
İzleyiciyi, eserler arasındaki bu izleği keşfetmeye, izimizin
izini sürmeye, boşlukları doldurmaya davet ediyoruz...
Abidin Dino
Ali Taptık
Amedeo Preziosi
Bashir Borlakov
Basim Magdy
Catherine Story
Cengiz Tekin
Erdem Ergaz
Erica Baum
Fikret Moualla
Fouad Elkoury
Goshka Macuga
Gökçen Cabadan
Gözde İlkin
Güçlü Öztekin
G. Cluseret
Hakan Kırdar
Jack Pierson
Julio Baz
Leyla Gediz
Maka Batiashvilli
Marko Maetamm
Marwan Kassab Bachi
Mehmet Dere
Mehmet Ruhi Arel
Necla Rüzgar
Nil Yalter
Nilbar Güreş
Pal Fried
Rêdî Sait Toprak
Robert Raucshenberg
Selim Birsel
Volkan Aslan
Leyla Gediz
Yürek, ��x�0 cm, �009
Tuval üzerine yağlıboya
Catherine Story
Arrowfoot, 51x�1 cm, 2009
Kağıt üzerine yağlıboya
Gökçen Cabadan
Warcraft, 50x70 cm, 20�0
Tuval üzerine karışık teknik
Gökçen Cabadan
Warcraft, 50x70 cm, 20�0
Tuval üzerine karışık teknik
Mehmet Dere
Starboy, 23x29 cm, 2009
Kağıt üzerine karakalem
Julio Baz
İsimsiz, 58x67 cm
Tuval üzerine yağlıboya
Basim Magdy
Counting Emptyness, 44x55 cm, 2011
Kağıt üzerine sprey ve guaj
Volkan Aslan
İsimsiz, 100x150 cm, 2004-2006
Forex baskı
Nilbar Güreş
Living Room, 120x180 cm, 2010
C-print, �+� AP
Leyla Gediz
Gökkuşağı, 112x171 cm, 2009
Tuval üzerine yağlıboya
Marko Maetamm
Hug, ���x���cm, ����
Tuval üzerine akrilik
Amedeo Preziosi
Mezarlıkta Kadın, 60x80 cm
Kağıt üzerine taş baskı
Maka Batiashvilli
Grass, 40x50 cm, 2013
Tuval üzerine yağlıboya
Necla Rüzgar
Zero Hour, 53x68 cm, 2009
Kağıt üzerine suluboya
Marwan Kassab Bachi
Head, 130x195 cm, 2008
Tuval üzerine yağlıboya
Güçlü Öztekin
Agandigan, 196x221 cm, 2009
Kağıt üzerine karışık teknik
Erica Baum
Amnesia, 60x62 cm, 2009
Pigment baskı 6+II AP
Selim Birsel
Hata Yaratmak, 40x50 cm, 2008
C-print
Bashir Borlakov
Gagarin will not return, 8�x2�� cm, ���8
C-print
Jack Pierson
Ghosts, ���x��� cm, ����
Tuval üzerine akrilik
Hakan Kırdar
İsimsiz, 30x35 cm, 2���
Asetat üzerine akrilik
Hakan Kırdar
İsimsiz, 30x35 cm, 2���
Asetat üzerine akrilik
Rêdî Sait Toprak
Metruk Doğa I, ��x�� cm, ����
Fotoblok üzerine yağlıboya
Fikret Moualla
İsimsiz, ��x6� cm
Kağıt üzerine akrilik
Robert Raucshenberg
Garden-Wise III No I, 35x60 cm, 1989
Seramik
Erdem Ergaz
The Living Room I, 90x161 cm, 2008
Tuval üzerine yağlıboya
Erdem Ergaz
The Living Room II, 90x161 cm, 2008
Tuval üzerine yağlıboya
Abidin Dino
İsimsiz, 78x98 cm
Kağıt üzerine mürekkep
Abidin Dino
İsimsiz, 78x98 cm
Kağıt üzerine mürekkep
Cengiz Tekin
Untitled, (�)��x���, (�)8�x��� cm, ����
Fotoğraf
Ali Taptık
Nothing Surprising, 66x66 cm, 2009
Fotoğraf
Gözde İlkin
Resmi Yürüyüş, 126x177 cm, 2010
Kumaş üzerine dikiş ve kahve
Fouad Elkoury
Femme Fatale, 53x66 cm, 1991
Fotoğraf
Goshka Macuga
Untitled, 75x107 cm, 2009
Foto-kolaj
Pal Fried
Nude, 76x99 cm
Tuval üzerine yağlıboya
Nilbar Güreş
Bilinmeyen Sporlar, 117x165 cm, 2009
Kağıt üzerine karışık teknik
Mehmet Ruhi Arel
Muzaffer Hanım, 110x213 cm
Tuval üzerine yağlıboya
Necla Rüzgar
Diary of Suspect 1, 50x64.8 cm, 2008
Kağıt üzerine suluboya
Necla Rüzgar
Diary of Suspect 2, 50x64.8 cm, 2008
Kağıt üzerine suluboya
G. Cluseret
Mosque, 120x80 cm, 1884
Ahşap üzerine yağlıboya
Nil Yalter
Harem, 101.5x137 cm, 1980
Kağıt üzerine kolaj
Tansa Mermerci Ekşioğlu Koleksiyonu’ndan
İzler
m���� Koleksiyon Sergileri III
Danışmanlar
Deniz Artun, Döne Otyam
Proje Asistanı
Nitsa Viktorya Gormezano
Grafik Tasarım
Barek
Bu katalog �� Mayıs-�� Ağustos ���� tarihleri
arasında, m����'da açılan “Tansa Mermerci
Ekşioğlu Koleksiyonu’ndan İzler” sergisi dolayısıyla
yayımlanmıştır. Serginin hazırlanmasında emeği
geçen herkese teşekkür ederiz.
www.m����.com
Kapak
Mehmet Ruhi Arel
Muzaffer Hanım, 110x213 cm
Tuval üzerine yağlıboya